Professional Documents
Culture Documents
Hazırlayan:
Prof. Dr. İsmail Parlatır
ISBN
978-605-342-344-7
www.akcag.com.tr
akcag@akcag.com.tr
AÇIKLAMALI
İSLÂMÎ TERİMLER
SÖZLÜĞÜ
Hazırlayan:
Prof. Dr İsmail PARLATIR
Benim yetişmemde,
üzerimde manevî gücünü
sürekli hissettiğim anneme...
Anacuğum huzur içinde uyu...
İÇİNDEKİLER
Sunuş................................................................................................... 9
Ön söz................................................................................................ 12
Bibliyografya.................................................................................... 37
Kısaltmalar....................................................................................... 41
Sözlük................................................................................................43
Dizin................................................................................................ 723
SUNUŞ
9
dır. Açıklamalar ve örneklerle yetersizliği tamamlamak ve kavramı enine
boyuna anlaşılır hâle getirmek şarttır ve İsmail Parlatır da bunu yapmıştır.
Bence sözlüğün en önemli ve farklı yanı budur.
Parlatır’m sözlükçülük tekniğindeki açıklık ve yetkinlik bu eserde de
kendini gösteriyor. Terimin hangi dilden geldiği, hangi kelime türüne ait
olduğu gösterildiği gibi kaynak dile de işaret edilmiştir. Arapça ve Farsça-
dan alman kelimelerözgün yazılışlarıyla (Arap harfleriyle) da gösterilmiş;
böylece eş sesli kelimelerin karışmasmın önüne geçilmiş; ayrıca ilgili ve
meraklılara özgün biçim üzerinden daha başka kaynaklara ulaşabilme
imkânı sağlanmıştır. Nihayet Arapça kökenli terimlerin çokluk biçimleri
ile eş ve zıt anlamlılarının verilmesi de kavramı anlayabilmek açısından
yararh olmuştur. Eserde yer alan “Sözlüğün Hazırlanmasında Kullanılan
Yöntem” başlıklı bölüm okunursa sözlük tekniği konusundaki titizlik daha
yakından ve açık bir şekilde görülecektir.
Dinin insan ve toplum hayatmda önemli bir kurum olduğu muhakkak
tır. Din ve dinin temel kavramları başlangıçtan beri insan beynini meşgul
etmiş, insanların birçok duygu ve faaliyetine yön vermiştir. Azalarak veya
şekil değiştirerek de olsa bu durum bugün de devam etmektedir. Dindar
olsun olmasın, herhangi bir dine mensup olsun veya olmasm bütün insan
lar, dinler konusunda bir tavır belirlemektedirler. Yani hiçbir insan hiçbir
şekilde kendisini din olgusunun tamamen dışında konumlayamamaktadır.
Her insanın akıl, duygu ve faaliyetlerinin hiç olmazsa bir kısmı din ile,
olumlu veya olumsuz yaklaşımla, ama mutlaka bağlantılı olmaktadır. İşte
bu sebeple dinî bilgilere sahip olmak her insan için gereklidir. Dinî bügile-
re sahip olmak için de ya temel eserlere ve ansiklopedilere ya da dinî te
rim sözlüklerine başvurulacaktır. Parlatır’m eserinin bu ihtiyacı karşıla
yan eserlerden biri olacağına inanıyorum.
Elbette herhangi bir konu, zamanm belli bir anında tamamen bitirilmiş
olamaz. Bitmiş, her şeyi aydınlanmış ve açıklanmış sandığımız konular,
çalışmalar asla bütünüyle bitmemiştir; mutlaka açıklanmamış, eksik taraf
ları kalmıştır. Yeni buluşlar, yaklaşımlar, yöntemler bitmiş sanılan bir
konuyu yeniden ele almayı gerektirir ve böylece belli bir konu gittikçe
gelişerek aydınlanmaya devam eder. İnsanoğlu “mükemmel”in peşindedir
ve sadece peşindedir; asla “mükemmel”! vücuda getirip bir konuyu bütü
nüyle tamamlamış olamaz. İlmî ve pratik çalışmalar da öyledir. Yeniye,
10
durmadan yeniye doğru devam edip gidecektir. Elinizdeki çalışma da ala
nında yeniye doğru gidişin sadece bir merhalesidir; ama bence önemli bir
merhalesidir. Dine, dinî kavramlara, benimseyerek veya karşı çıkarak
değil, objektif bir gözle bakan bir araştırıcının birikim ve tecrübelerinin
neticelerini okuyucuların bu eserde bulacağını sanıyorum.
Çalışkan dostumuz İsmail Parlatır’ın çalışmaları da elbette burada bit
meyecektir. Kendisinden daha nice eserler bekliyoruz.
11
ÖN SÖZ
12
lâmî” inanç dünyası çerçevesine oturtmanın daha sağlıklı olacağmı dü
şündüm. Bu sınırlandırma, hem yabancısı olmadığımız bir inanç dünyası-
m kapsaması hem de ele alınacak terimleri hakkıyla ve derinlemesine
incelememizi içermesi bakımından da bana daha mantıkî geldi. Bu itibarla
çalışmamı, “açıklamalı” sözüyle pekiştirerek “Açıklamalı İslâmî Terim
ler Sözlüğü” olarak adlandırmayı uygun buldum.
Benim araştırmalanma göre, bugüne kadar “Açıklamalı İslâmî Terim
ler Sözlüğü” adı altında bir çalışmamn yapılmış olduğu pek söz konusu
değil. Dinî terimler adı altmda birkaç çalışma var. Bunlann en kapsamlı ve
en ciddi olanı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları arasmda yayımlanan ve
sahalarmda iyi yetşmiş, birikimli bilim insanlarının bulunduğu bir heyetin
hazırlamış olduğu Dinî Kavramlar Sözlüğü adlı eserdir. İslâmî Terimler
Sözlüğü adı altmda ise tek bir çalışmaya rastladım; o da değerli meslekta
şım Prof. Dr. Haşan Akay’m yayımladığı kitaptır. Ancak bu çalışma çok
sınırlı tutulmuş ve sözlük bilimi ilkeleri bakımmdan doyurucu nitelikte
değildir. Dinî Kavramlar Sözlüğü ise çok değerli ve derin bir çalışma.
Nitekim ben, bu eserden çok istifade ettim, zengin bir bilgi hâzinesi. An
cak, yukarıda kendi hazırlamış olduğum sözlüğümün, yani “Açıklamalı
İslâmî Terimler Sözlüğü”mün sınırlarını çizekerken dile getirdiğim ko
nu, yani “din” kavramı veya terimi sıkıntısı burada açıkça kendini hisset
tirmektedir. Anlaşılan o ki “Dinî Kavramlar Sözlüğü”nde, ağırlıklı olarak
İslâmî konular ve terimler esas alınmış. Öteki dinlerle ilgili terimler pek
söz konusu edilmemiş. İkinci bir konu ise, bu çalışma, “sözlük”ten ziyade
“ansiklopedik” bir anlayış ile hazırlanmış. Bu eserdeki derin ve doyurucu
bilgiler, bizim sürekli gündeme getirdiğimiz “sözlük bilimi”(lexicologie)
ilkelerine pek oturtulmamış. Bundan dolayı bu değerli çalışmanın adı ile
muhtevası pek örtüşmemiş görünüyor.
“Açıklamalı İslâmî Terimler Sözlüğü” üç temel kaynak üzerine otur
tuldu. Birincisi, “Kur’ân-ı Kerîm”, İkincisi bu temel kaynağı destekleyen
ve açıklayan Hz. Peygamber’in “hadis”leri ve üçüncüsü de bu iki temel
değeri açan, yorumlayan ve dinî hayata uyarlayan “tefsir, fikıh ve kelâm”
bilimine ilişkin kaynaklar. Nitekim kullandığımız bu çerçevedeki kaynak
ları da “Bibliyografya” bölümünde vermeyi uygun bulduk. Bu üç kayna
ğın, İslâm dünyasmda ve literatüründe pek çok örneği ve yayını söz konu
sudur. Ben bunlarm hepsini tek tek gözden geçirme gibi hem külfetli hem
de gereksiz bir zahmete girmedim. Alanında en tanmmış ve bilimsel nite-
13
likli eserleri kaynak olarak almayı yeğledim. Söz gelişi “Kur'ân-ı Kerîmdin.
pek çok yayını söz konusu idi; Hz. Peygamber’in “hadis”lerini toplayan
pek çok eser vardır; ancak ben bunlardan temelde ikisini tercih ettim; biri
Sahîh-i Buhârî öteki Riyâzü’s-Sâlihîn oldu; “tefsir, fıkıh ve kelâm” bili
mine ilişkin terimleri ise ulaşabildiğim bilimsel nitelikli çalışmalardan ve
özellikle de Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nden yararlana
rak sözlüğe aldım. Öteki kaynaklar ise bunların mütemmimi, yani bütün
leyicisi oldu.
Bundan yıllar önce, sanırım 1990’11 yılların başmda, Türk Dil Kurumu
Sözlük Bilimi ve Uygulama Kolu Başkanlığını yürütürken, bir büyük gaze
teye verdiğim bir mülâkatta, “Sözlükçülük iğneyle kuyu kazmaya benzer.”
demiştim. Gerçekten de öyle. Bir büyük sabır işi, kılı kırk yararcasma
özenle ve dikkatlice yapılması kaçmılmaz olan bir iş sözlük çalışmaları.
Uzun zamandır üzerinde çalıştığım bu “Açıklamalı İslâmî Terimler Söz
lüğü” işte bu anlayışın bir ürünü olarak yaym hayatına çıkıyor. Kendi
türünde de bir ilklik özelliği taşıyor. Bu ilklik, hem sözlük bilimi ilkeleri
çerçevesinde oluşmasından, hem bilimsel kaynaklara dayah bir çalışma
olmasından, hem de yaklaşık 7 000 madde başı terimi içermesi ile söz var
lığının zenginliği bakımındandır.
Yukarıda da değindiğim gibi, ne kadar da sınırlandırılmış olsa bu konu,
özü bakımından oldukça derin ve zengin bir yapı arz etmektedir. Bir de
buna “terim” kavramı eklenince işin nazik tarafi iyiden iyiye karşımıza
çıkar. Şöyle ki bazı kavramlarm ne kadar veya nereye kadar terim olduğu
hep tartışma götürür bir konu olmuştur. Çok bilinen ya da çok yaygın olan
larının dışında İslâmî bilimlerin sınırları içine giren kavramları bu
katagoriye sokmak ise elbette işin bir başka zor ve nazik yönü idi. Bu ko
nuyu da kaynaklarımızın bize gösterdiği yol doğrultusunda çözmeye özen
gösterdim.
Böylesine incelik ve titizlik arz eden bir çahşma içinde elbette sıkıntıla
rımız yok değidi. Böylesine açmazlar içinde bazı gözden kaçırdığımız nok
talar veya eksiklikler elbette olacak idi. Onları da ileride yapılacak yeni
baskılarda telâfi edeceğimizi, hatta bizi bu konuda uyaracak ve yeni bilgi
lerle yönlendirecek bilim insanlarınm katkılarını beklediğimizi de açıkça
ifade etmek isterim. Bunlar hem benim için hem de bu kitap için bir zen
ginlik ve kazanç olacaktır.
14
Benim uzun ve yorucu çalışmamm gün ışığına çıkmasma yardımcı olan
Akçağ yaym evine de gönül bocumu ifade etmek isterim.
15
SÖZLÜĞÜN HAZIRLANMASINDA İZLENEN YOL VE YÖNTEM
16
Hacı Bektâş-ı Velî geleneği çerçevesinde olgunlaşan bir tarikatin
adı. Bu tarikat, gerek siyasî konumu, gerek benimsediği ve bün
yesinde birleştirdiği farklı dinî inançları birleştirebilme özelliği,
gerekse 16. yüzyıldan sonra OsmanlI devletinin resmen tanıdığı
gayrisünnî yapısı ile dikkatleri üzerinde toplamış bir teşkilât idi.
13. yüzyıl ortalarmda Anadolu’da oluşan Babaî isyanı,
Kalenderiyye, Haydariyye ve Yeseviyye cemaatleri tarafmdan
benimsendi ve “Abdâlân-ı Rûm” yahut Rum abdalları hareketine
dönüşerek yayılmaya başladı, Osmanh ile beraber Rumeli’ne ka
dar uzandı. Temelde Hacı Bektâş geleneğini benimseyen ve ken
dilerine mürit olarak seçtikleri Hacı Bektaş-ı Velî’nin ölümünden
sonra onun yerine geçen Hatun Ana’nın müridi Abdal Musa’nm
faaliyetleri tarikatin hızla tanınmasmı ve yayılmasmı sağladı.
Onunla beraber “abdal” adı Anadolu’da hızla yayıldı. Özellikle 16.
yüzyılın başmda Balım Sultan’m tarikatin başına geçmesi ile
Kalenderîlikten ayrılması ve II. Bayezid tarafindan desteklenmesi
bu tarikatin Yeneçeri Ocağı içinde de iyice kökleşmesini sağladı.
Bu oluşum, II. Mahmud’un Yeniçeri Ocağını kapatmasma kadar
devam etti. Bu ocağın kaldırılması ile birlikte Bektâşîlik faaliyet
leri ve tekkeleri Nakşibendîlik tarikatinin emrine verildi. Bir süre
sonra Abdülaziz zamanmda Bektâşîlik yeniden eski konumuna
ve faaliyetine dönüştü. Yeni Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuyla
beraber 1925 yümda tekke ve zaviyelerin kapatılması ile resmen
faaliyetine son verildi. Ancak halk arasmda Bektâşîlik, günümüze
kadar varlığmı sürdürmeye devdin etmiştir.
(...)
çok evlilik a. Bir erkeğin aynı zamanda birden fazla kadınla evliliği
(polygamy) biçminde tanımlanan bir terim. Yahudilik ve
Hristiyanlık’ta çok evliliği yasaklayan herhangi bir hüküm yok
tur. Hatta Hz. İbrahim, Hz, Ya’kub, Hz. Dâvûd, Hz. Süleyman ve
sonraki bazı peygamberlerin birden çok kadınla evli oldukları bi
linmektedir. Yine İncil’de çok evliliği yasaklayan hükümlere rast
lanmadığı kaynaklarda zikredilmektedir. (...)
(...)
dönme a. Din değiştirmiş, özellikle Müslüman olmuş kimse için kul
lanılan bu terim, daha çok Osmanh devleti tebaasmdan olup dinî
ve siyasî faaliyetlerini ve ideallerini uygulayabilmek için
17
İslâmiyeti kabul etmiş bir Yahudi veya cemaati için yakıştırılmış
bir sözdür. Bunlara “avdeti” terimi yanmda liderleri Sabatay
Sevi’nin adından dolayı “Sabataistler” de denilmiştir.
(...)
otuz iki farz a. İslâm’ın temel ilkelerinden olan “farz”(bk. bu mad-
de)m şartları için kullanılan terim. Bunlar, “namazın farzı”(bk.
bu madde) on iki farzdır; “İslâm’ın şartı”(ök. bu madde) beş
farzdır; “îmanın şartı” (bk. bu madde) altı farzdır; “abdestin
farzı”(₺k. bu madde) dört farzdır; “guslün farzı”(bk. bu madde)
üç farzdır; “teyemmümün farzı”(bfc bu madde) iki farzdır.
(...)
ölü a. Ruhunu teslim etmiş, hayatiyet özelliğini kaybetmiş canlılar
için kullanılan terim. Arapça, “meyyit, meyt, müteveffâ” gibi söz
lerle karşılananbu terim, İslâm hukuku bakımından iki önemli
vasıf ile nitelenmektedir: “hakîkî ölü”(ğerçek anlamda, vadesi ile
olan ölü), “hükmî ölü”(yargı kararıyla öldüğüne hükmedilen ölü).
Ölünün yıkanıp kefenlenmesi, namazmm kıhnması ve kabre ka
dar taşınıp gömülmesi dinen “farz-ı Kfâye”(₺fc bu madde) ola
rak nitelenmektedir.
abd a(jx) [Ar.] (ç. b. a'bâd, abdûn, abede, abîd, ibâd, ibdân,
ubdân) 1. “ibâdet” ve “ubûdiyyet” kavrammdan hareketle kul
luk ve itaat anlammda olup Allah adına kullanıldığında “hür in-
18
san”, kula itaat için kullanıldığında ise “köle” anlamındadır.
Kur’ân-ı Kerîm‘de Allah’a izafetle, bütün insanlar için kullanılan
“kul, kullar, kullarım” biçiminde bu söz geçmektedir. Sufîlere gö
re Hz. Muhammed’in biri “abd” diğeri “resul” olmak üzere iki
vasfı vardır ve “Kelime-i şehâdet”te “abd” vasfmm “resul” vas
fından önce gelmesinden dolayı birincisinin İkincisinden üstün
olduğu inancı yaygmlaşmıştır. 2. Allah’m kulu. 3. tas. Rab, Allah.
(...)
dâbbetü’l-arz aO^jVl İL) [An] Sözlük anlamı “Yürüyen her cins
canlı, özellikle binek hayvanı.” olan bu söz, “Kıyamet alâmetlerin
den biri olarak kabul edilen yaratık.” biçiminde terimdir. Bu yara
tık, Kur'ân-ı Kerîm’de on dört ayette teklik ve dört ayette de çok
luk biçimiyle geçmektedir. Bu tür yaratıklara, Yahudi ve
Hristiyanlıkta da “beast, dragon, leviathan, rahabi” gibi adlarla
rastlamak mümkündür.
(...)
mâ ba'de’t-tabî'a af^JJI j*jL) [An] Hayat ve varlık ile bunların
karşısında Allah ve varlık ötesi dünyayı ele alan, bunlarm yanm-
da tabiî bilimlerin ilkelerini araştıran bilim dalı için kullanılan
kelâm terimi, metafizik (bk. metafizik). Aristo’nun metafizik için
kullandığı Latince “prote fhilosophia”/teriminin Arapça karşılı
ğıdır. bk. felsefe-i ûlâ
(...)
Mâlikü’l-Mülk a.(dLJldlL) [An] “Mülkün sahibi.” anlamında bu söz,
“esmâ'ü’l-hüsnâ”(AZZah’ın güzel isimlerüdan olup Kur’ân-ı
Kerîm’de Allah’a izafe edilmektedir. “Âl-i İmrân suresi”(3)nin
26. ayetinde mealen “De ki, Allahım, ey mülkün sahibi, sen diledi
ğine mülkü verirsin, dilediğinden mülkü alırsın.” biçiminde ifade
edilen bu söz, İslâm bilginleri tarafindan Allah’m zatî isimler gu
rubunda sayılmıştır ve Allah’ın doksan dokuz ismini veren İbn
Mâce ve Tirmizî rivayetlerindeki üstede de yer almıştır(Tirmizî,
“Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”, 10).
(...)
19
şedîdü’l-azâb a.(uliJha<i) [Ar.] “Azabı şiddetli olan.” anlamında Al
lah’m sıfatı olan bu terim, Kur’ân-ı Kerîm’de “Bakara sure-
si”(2)nin 165. ayetinde açıkça ifade edilmektedir.
(...)
talebü’l-hadîs a.(öjjJLU>) [Ar.] Hadis biliminde, hadis öğrenmek
veya işitmek amacıyla hadis rivayet eden bir hocaya müracaat
etmek ve bu amaçla hocanm bulunduğu yerde beklemek anla
mmda terim.
(...)
bâde aGuL) [F.] 1. Şarap, hamr, mey, sahba anlamında terim. 2. tas.
İlâhî aşk, hakikat, muhabbet. Sufî inancına göre “bezm-i elesf’te
Allah’m kullarma “Ben sizin rabbınız değil miyim?’ sorusuna on
lar, “Belâ(Evet)l Rabbımızsın!” demişler ve böylece “aşk badesi”ni
içmişlerdir. Artık maddî âlemden sıyrılarak İlâhî âleme ermek
ehl-i sufî için bir gaye olmuştur.
(...)
namaz a(jU) [FJ Arapça “salât”(bk. bu madde) kelimesinin karşılı
ğı olarak Farsçadan geçen bu söz, Türkçede beş vakitte kılmması
Müslümanlar için farz olan ibadet için kullanılan bir terim ola
rak yerleşmiştir. İslâm’m beş şartmdan biri olan bu terim,
Kur'ân-ı Kerîm’de “salât” anlamıyla doksan dokuz ayette geç-
mektedir(bk. M.F.Abdülbâkî, el-Mu'cem, “slv” maddesi). Namaz,
Allah ile kul arasmda en sağlam ilişkiyi ifade eden dinî ve ahlâkî
20
hükümler çerçevesinde amelî bir ibadettir. Bu ibadet, kişiye özgü
olduğu için bizzat bireyin kendisinin eda etmesi yükümlülüğü
söz konusudur; yani bir başkasmm o bireyin yerine namaz kıl
ması caiz değildir. Namazm rükünleri şunlardır: “İftitah tekbi-
ri”(₺fc bu madde), “kırâ'at”(ök. bu madde), “rükû” (bk. bu mad
de), “sücûd”(bk. bu madde) ve “tahiyyata oturmak”(₺fc bu mad
de). İslâm dinine göre, namazın kişiye farz olmasmm üç kuralı
vardır. Bunlar, Müslüman olmak, buluğ çağma ulaşmış olmak ve
akıllı olmak biçiminde ifade edilmiştir. Bu ibadet, temelde üç
önemli kategoride toplanmıştır: Farz namazları, vacip namazları,
nafile namazları.
(...)
zındık aCjj^) [ < F. zendîg] Evrenin en eski dönemlerde yaratıldı-
ğmı savunan, Allah’ı ve O’nun birliğini ve âhireti inkâr etmekle
beraber inanmış gibi davranan iki yüzlü ve itikadı bozuk kimse
ler için kullanılan terim.
halvethane a.(üliûjU) [ < Ar. halvet \F. hâne] tas. Tasavvuf ehli
arasında yaygm olarak baş vurulan ve günahtan kaçmmak, dış
dünyanın kirliliğinden korunmak ve daha sağlıklı ibadet yapa
bilmek için gözlerden uzak kalmak, kendi dünyasmda yaşamayı
ilke olarak benimsemek düşüncesinden kaynaklanan ve bu
amaçla onların halvete çekildikleri küçük boyutlu hücreler için
kullanılan bir terim.
(...)
ta'bîrname a^üj^) [ < Ar. ta'bîr + F. nâme] İslâm edebiyatında
rüya tabirlerine dayalı eserlerin genel adı ve bu ad için kullanı
lan terim.
5. Arapça-Farsça veya Türkçe söz veya söz öbeklerinden oluşan te
rimler Türkçede kullanılmış oldukları biçimde şöyle düzenlenmiştir:
21
Bu tür karışık söz varlıklarından oluşan terimler, artık Türkçenin söz
yapışma uyum gösterdiklerinden dolayı Türkçe kelimelerin yazımı gibi bir
yöntemin uygulanmasmı tercih ettik. Şu örneklerde olduğu gibi:
abdestin farzı a. İslâm’m temel ilkelerinden olan “farz”(&k. bu
madde)ın şartları içinde yer alan ve dört esası ifade eden terim.
Bunlar, elleri ve yüzü yıkamak, kollan dirsekler ile beraber yı
kamak, başın dörtte birini el ile meshetmek, ayakları küçük to
puklarla birlikte yıkamaktır.
(...)
nafile namaz a. İslâmî inanca göre, farz ve vacip dışmda yapılan
namaz ibadeti için kullanılan terim. Bu ibadet, “mukayyet” ve
“mutlak” olarak ikiye ayrılmıştır. Mukayyet nafile namazlar, ay
ve güneş tutulması, yağmur duası, tövbe, tavaf, ihrama girme,
teşbih, istihare, hacet namazları, yolculuk namazları, gusül ve
abdest namazlan bu türdendir. Cuma namazı öncesinde ve beş
vakit namaz öncesi ve/sonrası kılman sünnet namazları, teravih,
kuşluk, evvâbîn, teheçcüd namazları da bu nitelikte sayılan bir
başka namaz grubudur. Mutlak nafile namazlar ise vakte bağh
olmayan ve rekât sayıları belirlenmeyen namazlar olarak nite
lenmiştir.
nafile oruç a. İslâmî inanca göre, farz ve vacip olan oruçlar dışmda
yapılan oruç ibadeti için kullanılan terim. Bu ibadet, “mukayyet”
ve “mutlak” olarak ikiye ayrılmıştır. Mukayyet nafile oruç, mu
harrem aymm dokuz veya onuncu ya da onuncu ve on birinci
günü; şevval ayının Ramazan bayramını takip eden altı gününde;
haram aylarda yani zilkade, zilhicce, muharrem ve recep ayla
rında, özellikle de zilhiccenin ilk dokuz gününde, şaban anında
ve ramazan ayı dışmda her kamerî aym on 13,14 ve 15. günleriy
le haftamn pazartesi ve Perşembe günlerinde tutulan oruçlar, bu
nitelikte kabul görmüş ibadetlerdir. Mutlak nafile oruçlar ise
bunların dışmda kalan ve mekruh ya da haram olmayan günler
de tutulan oruçlar olarak nitelenmiştir.
(...)
22
tahiyyata oturmak a. Namaz kılarken her iki rekâtta dizler üzerine
oturarak “ettahiyyatü” duasını okumak için kullanılan terim, bk.
ka'de-i ahire
(...)
yağmur duası ol. Havaların kurak gitmesi ve beklenen yağmurların
gelmemesi üzerine Allah’a yakarmak ve O’nun yardımmı dile
mek üzere yağmur yağması için toplu dua etme anlammda terim;
Arapça, istiskâ
6. Arapça veya Farsça kökenli söz veya söz öbeklerine Türkçe yapım ek
lerinin gelmesiyle oluşan terimleri de, Türkçenin yapısına uydurulmuş
olduğu için, Türkçe sözler gibi madde başı yapma yoluna gittik.
(...)
Melâmîlik öz.a. “Melâmet”(hfc bu madde) tarikatini benimseyen ta
savvuf ehlinin oluşturduğu ve her türlü gösterişten armmayı,
dünya işlerini bir kenara bırakmayı ilke edinen bir tarikat. Kay
naklarda bu tarikatin üç aşama geçirdiği ifade edilmektedir. İlki,
“melâmetiye” adını taşıyan ve 3. / 9. yüzyılda Horasan bölgesin
de ortaya çıkarak sonradan Bağdat merkezli olarak yayılan
tarikattir. İkincisi, “Bayrâmî Melâmîliği” olarak adlandırılmakta
ve Hacı Bayrâm-ı Velî’nin önde gelen müritlerinden olan Ömer
Dede Sikkînî ile ilim ehli, takva sahibi Akşemseddin arasında geç-
23
tiği rivayet edilen anekdota dayandırılmaktadır. Buna göre
Akşemseddin, tarikat ehli bir sufî olan Emir Sıkkînî’nin zikir mec
lisine katılmamasmı görünce onu eleştirmiş ve hırka ile tacmı
alacağmı söylemiş. Bunun üzerine Emir Sıkkînî, bir Cuma nama-
zmm ardmdan cami önünde yaktırdığı ateşe atlamış; hırka ve taç
ateşte yanarken Emir Sıkkînî’ye hiçbir şey olmamış. Buna ek bir
anekdot ise, Hacı Bayrâm-ı Velî ölüm döşeğinde müritlerinden su
istemiş, pek çok mürit su için koşuşturmuş, ancak Hacı Bayrâm-ı
Velî sadece Emir Sıkkînî’nin sunduğu suyu içmiş. Bundan dolayı
Hacı Bayrâm-ı Velî’nin ölümünden sonra bu tarikatin mensupları
onun İlâhî aşk ve cezbesini temsil eden Emir Sıkkînî’ye bağlan
mışlar ve Bayramîlik kolu buradan yayılmıştır. Üçüncü devre ise
“Melâmiyye-i Nûriyye” adını almakta ve kurucusu Seyyid Mu-
hammed Nûrü’l-Arabî(öl. 1305 / 1888)ye izafe edilmektedir. Bu
kol, daha çok İstanbul merkezli olarak Rumeli bölgesinde, özellik
le Manastır, Üsküp, Prizren, Tikveş, Doyran gibi yerleşim yerle
rinde tekkeler kurarak varlıklarmı sürdürmeye çalışmışlardır.
(...)
besmelesiz s. Yaramaz, ahlâksız doğmuş çocuk için kullanılan te
rim. Bazen piç anlammda da kullanılır.
24
semâ' aGL.) [Ar.]
semâ' a.G l^) [Ar.]
gibi.
Bu durum tersi, yani madde başı çokluk biçiminde ise, teklik biçimini
köşeli ayraç [ ] içinde vermeyi uygun bulduk.
Şu örneklerde olduğu gibi:
25
9. Madde başı terimlerin düzenlenmesinde bir başka yöntem de yazım
ları aynı, fakat anlamları farklı olan madde başı terimleri yanlarma koy
duğumuz Romen rakamlan ile (I, II, III) göstererek ayrı ayrı madde başı
yapma yoluna gittik.
26
kırâ'at (III) a(oiî>) [Ar.] Hadis biliminde, öğrenim ve öğ
retim metotları arasında yer alan ve öğrencinin hocasma
onun rivayetlerini okumak yöntemiyle hadis biliminde riva
yet hakkını elde etme anlamında kullanılan terim.
(...)
rûh a.(^jj) \Ar.] (ç. b. ervâh) “İnsanda ve hayvandaki hayatın özü,
can, nefes.” anlamında terim.
§ tam. rûh-ı a'zam a.Çkc.1 ^jJ (en büyük ruh) tas. İlâhî tecellî
yeri olan insan ruhu.
rûh-ı insânî «.(^Lil ^J İnsan ruhu, can.
rûh-ı İlâhî 0.(^1 ^jJ) tas. Tecellînin özü anlammda terim.
rûh-ullah a.(<Lil ^jj) tas. bk. rûhullah
rûhu’l-emîn a. (j^yi ^J Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Cebrail için
kullanılan terim. Bu söz ve “rûhu’l-kudüs”, Kur’ân-ı
Kerîm’de “Bakara suresi”(2 I 87, 253), “Nahl suresi”(16 I
27
102), “Şu'arâ suresi”(261193)inde geçmektedir.
rûhu’l-kudüs a^Jl ^) bk. rûhu’l-emîn
(...)
vâcib o.(ua.lj) [ < Ar.vücûb] (ç. b. vâcibât) l.fik. Yapılması şeriat hü
kümlerine göre gerekli olan, farz derecesine yalan bulunan ve
yerine getirilmemesi veya terk edilmesi günah sayılan anlammda
terim. Bütün mezheplere mensup din bilginlerine göre “vâcib”
ile “farz”(bk. bu madde) arasında bir fark olmamakla beraber
Hanefîlere göre farz, kesin delille sabit olurken vacip ise kesin
olmayan fakat zannî bir delille sabit olmuştur. 2. Evrende varlığı
zatmm gereği olan, var oluşunda başka bir sebebe gerek duyul
mayan hüküm anlammda kelâm terimi.
28
vâcib-i mukayyed a(ÎUalj) flk. Şairin, yerine getirilmesi
için belirli bir vakit koyduğu vacip için kullanılan terim. Söz
gelişi, vakti içinde eksik kılman namazın aynı vakitte tam ola
rak eda edilmesi gibi.
vâcib-i mutlak aÇjLUalj) fik. Şairin, yerine getirilmesi için
belirli bir vakit tayin etmediği vacip için kullanılan terim. Söz
gelişi, ettiği yemine bağlı kalmayan bir kimsenin ödemesi ge
reken kefareti dilediği zaman yerine getirmesi gibi.
vâcib-i müvessa a (^5— ^j) fik. Allah’m yapılması için geniş
zamkın bıraktığı vacip.
11. Bir başka yöntem ise madde başı terimlerin eş anlalılarmm veya zıt
anlamlılarınm ya da Türkçe terimlerin Arapça karşılıklarının tanımlardan
ve açıklamalardan sonra verilmesi ile söz konusu oldu.
Şu örneklerde olduğu gibi:
pîr s. ve a.(^ [F.] tas. Sözlükte, “Koca, yaşlı adam, ihtiyar.” olarak
tanımlanan bu söz, bir tarikatin kurucusu veya öncüsü anlamın
da terim, eşanlamlısı “mürşid, velî, şeyh”(bfc bu maddeler).
(...)
necât a.(oLi) [Ar.] Bir müminin dinî yükümlülüklerini yerine ge
tirmesi ile dünyada ve âhirette ulaşacağı ebedî huzur ve mutlu
luğu ifade eden kelâm terimi, eş anlamhsı, “felâh, fevz, ha-
lâs”(bfc bu maddeler).
(...)
29
tûl-i emel 0.(^1 JjL) [Ar.] Bitmek tükenmek bilmeyen bir hırs içinde
hiç ölmeyecekmiş gibi dünya işine kendini vermesi, âhiret inan-
cmı bir kenara bırakması anlamında kullanılan bir terim, “kasr-ı
emel”(bk. bu madde) karşıtı.
Nâs suresi a.( ^ «jj-v^) t < Ar. “Sûretü’n- Nâs”^^ &j^)]... Admı
her ayetin sonunda geçen “nâs”(insanlar) sözünden alan bu sure,
“Felâk suresi”(bk. bu madde) ile birlikte “mu'awizeteyn”(her
türlü kötülükten Allah’a sığınmayı anlatan iki sure) (bk. bu mad
de); “Felâk suresi”(bk. bu madde) ve “İhlâs suresi”(bk. bu mad
de) ile birlikte de “mu'avvizât” (bk. bu madde) adını almaktadır.
13. Buna benzer bir başka maddeler arasmda ilinti kurma ve gönderme
yöntemi, dilde en yaygm kullanım özelliği taşıyan terimi esas alma, o teri
min farklı yazım biçimlerini esas alman madde başına göderme biçiminde
söz konusu olmuştur.
Şu örneklerde olduğu gibi:
14. Bir başka madde başı düzenlemesi ise Kur’ân-ı Kerîm’deki surele
rin yazımında söz konusu oldu. Bu konuda 114 surenin Türkçe söylenişleri
esas almdı, arkasmdan köşeli ayraç [ ] içinde surelerin özgün yazımı hem
Latin harfleriyle hem de Arap harfleriyle gösterildi.
Şu örneklerde olduğu gibi:
Nâs suresi a.( »j^^L) [ < Ar. “Sûretü’n- Nâs” (^Ul Sj^)]
Kur'ân-ı Kerîm’in yüz on dördüncü ve son, iniş sırasına göre
yirmi birinci suresi olup “Felâk suresi”(113)nden sonra ve “İh-
lâs suresi”(113)nden önce Mekke veya Medine döneminde mi
nazil olduğu konusunda tartışmalar söz konusu olsa da bilim
adamlan surenin özü itibariyle Mekke döneminde nazil olduğu
nu benimsemişlerdir ve altı âyetten meydana gelmektedir. Adını
31
her ayetin sonunda geçen “nâs” (insanlar) sözünden alan bu s
“Felâk suresi”(bk. bu madde) ile birlikte “mu'avvizeteyn”
türlü kötülükten Allah’a sığınmayı anlatan iki sure) (bk. bu n
de); “Felâk suresi”(bk. bu madde) ve “İhlâs suresi”(bk. bu n
de) ile birlikte de “mu'avvizât” (bk. bu madde) adını almakta
Surenin özünde, cin ve şeytanm şerrinden Allah’a sığınıln
buyurulmaktadır. Fazileti olarak ise rahatsızlık zamanında
gece gelen sıkmtılara karşı “İhlâs suresi” ve “Felâk suresi”
birlikte okunması sünnetten sayılmıştır.
(...)
Yâsîn suresi a.(^ *j>« <j2) [ < Ar. “Sûretü Yâsîn”(^ âj>-] Kur’â
Kerîm’in otuz alüncı, iniş sırasma göre kırk birinci suresi ol
“Cin suresi”(72)inden sonra ve “Furkan suresi”(25)nden ön
Mekke döneminde nazil olmuştur ve seksen üç ayetten meyda:
gelmektedir. Admı ilk ayetteki iki harften almaktadır. Suren
özünde, İslâm dininin üç temel inancı olan “tehid, nübüvvt
âhiret” konuları, evrenin yaratılışı, iman ve küfür mücadele
anlatılmaktadır. Bu surenin de içinde bulunduğu ve “mesân
olarak adlandırılan otuz surenin Hz. Peygamber’e İncil yerir
verildiği hadislerde zikredümiştir(Müsned, IV, 107). Ayrıca yin
hadislerde, “Yâsîn suresini geceleri okuyan kimselerin günahlaı
bağışlanır.” sözü bu surenin faziletini açıkça ortaya koymaktadır
32
II. Yazma yöntemi
oruç, -cu a.
ölüm a.
yazma a.
34
6. Türkçeye geçmiş Arapça kelimelerden “defiı, fikr, ilm, sabr, zikr”
ve benzeri olanlar dilimizin son ses türeme kuralına göre “defin, fi
kir, ilim, sabır, zikir” biçimleriyle madde başı yapılmış; ancak bun
ların sesli harfle başlayan ek almalan sebebiyle son ses türmesi bi
çimini yitirerek aslma döndükleri madde başında gösterilme yoluna
gidilmiştir.
35
BİBLİYOGRAFYA
37
Güzel, Prof. Dr. Abdurrahman, Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı El Kitabı, 6.
b., Akçağ yayını, Ankara 2014.
Hançerlioğlu, Orhan, İslâm İnançları Sözlüğü, İstanbul 1984.
İslâmiyet-Hıristiyanlık Kavramları Sözlüğü, C. 1-2, Ankara Üniversitesi
yayınları, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, Eylül 2013.
Karagöz, Doç. Dr. İsmail, İman İlmihali, 3. b., Türkiye Diyanet Vakfı yayı
nı, Ankara 2014.
Koçyiğit, Prof. Dr. Talat, Hadis Terimleri Sözlüğü, Rehber yayınları, An
kara 1992.
Kur’ân-ı Kerîm ve Yüce Meâli, haz. Abdullah Aydın, Aydın Yayınevi, İs
tanbul (tarihsiz).
Kur’ân-ı Kerîm ve Yüce Meâli, haz. Elmalılı M. Hamdi Yazır, Gül Neşriyat,
İstanbul (tarihsiz).
Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, I-V, haz. Prof.Dr. Hayreddin Kara
man, Prof.Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof.Dr. İbrahim Kâfi Dönmez,
Prof.Dr. Sadrettin Gümüş, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, An
kara 2005-2008.
Misalli Türkçe Sözlük, yay. İlhan Ayverdi, C. 1-3, Kubbealtı yaymı, İstan
bul 2005.
Ocak, Prof. Dr. Ahmet Yaşar, Kültür Tarihi Kaynağı Olarak
Menâkıbnâmeler, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1992.
Örnekleriyle Türkçe Sözlük, M.E.B. yayını, C. 1-4, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, Ankara 1995-1996
Özsoy, Prof. Dr. Ömer / Prof. Dr. İlhami Güler, Konularına Göre
Kur’an(Sistematik Kur’an Fihristi), 17. b., Fecr yaymları, Ankara
2014.
Öztürk, Dr. Abdülvahap, Kur'an-ı Kerîm Fihristi, Timaş yaymı, İstanbul
1993.
Öztürk, Yaşar Nuri, Tasavvufa Giriş, İstanbul 1978.
Pakalın, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözcüğü,
C. I-III, M.E.B. yayını, İstanbul 2004.
Parlatır, Prof. Dr. İsmail, Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, 7. b., Yargı Yayınevi,
Ankara 2014.
38
Redhouse, Sir James, A Turkish and English Lexicon, Librairi du Liban,
New Impression, Beirut 1996.
Riyâzü’s-Sâlihîn ve Tercemesi, I-II-III, musannifi: Muhyiddîn-i Nevevî,
çev. Haşan Hüsnü Erdem, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları- sa-
yı:64, Sanem Matbaacılık, Ankara(tarihsiz).
Sahîh-i Buharı ve Tercemesi, C. 1-16, mütercim: Mehmed Sofuoğlu, Ötüken
Neşriyat A.Ş., İstanbul - Temmuz 2013.
Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi İndeksi, haz. Hikmet Tekin, Ötüken Neşriyat
A.Ş., İstanbul - Temmuz 2013.
Seyyid Mustafa Rasim Efendi, Tasavvuf Sözlüğü, Istılâhât-ı İnsân-ı
Kâmil, haz. İhsan Kara, İnsan yayınlan, İstanbul 2013.
Steingass, Ph. D.F., Persian-English Dictionary, Librairi du Liban, New
Impression, Beirut 1970.
Şa'bân, Prof. Dr. Zekiyyüddîn, İslâm Hukuk İlminin Esasları(Usülü’l-
Fıkh), 19. b., Türkiye Diyanet Vakfı yaymı, Ankara 2014.
Topaloğlu, Bekir-İlyas Çelebi, Kelâm Terimleri Sözlüğü, ISAM yaymlan,
3. b., Ankara 2013.
Tulum, A. Mertol, Tazarru'name, M.E.B. yayını, Ankara 2001.
Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu yayını, C. 1-2, Ankara 1998.
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 1-44. ciltler, İstanbul 1983-
2014.
Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, 2. b., Marifet yaymlan,
İstanbul 1995.
Uluslararası Mevlâna Bilgi Şöleni, Bildiriler, T. C. Kültür Bakanlığı ya
yını, Ankara 2000.
Wensinck, A. J., el-Mu'cemü’l-Müfehres li-elfâzi’l-hadîsi’n-nebevî, I-VII,
Leiden 1936 - 1969; VIII-Fehâris, haz. W.Raven-J.J.Witkam, Leiden
1988.
Yaşayan Dünya Dinleri, editör Prof. Dr. Şinasi Gündüz, 3. b. Diyanet İşle
ri Başkanlığı yaymı, Ankara 2010.
Yazıcı, Seyfettin, Temel Dinî Bilgiler, 37. b., Diyanet İşleri Başkanlığı Ya
yınlan, Ankara 2014.
39
Yazır, Elmalılı M. Hamdı, Hak Dini Kur'an Dili Tefsiri, C. 1-10,4. b., sade-
leştirenler: Prof. Dr. Lütfullah Cebeci, Prof. Dr. Sadık Kılıç, Doç. Dr.
Orhan Atalay, Akçağ Yaymevi, Ankara 2013.
40
KISALTMALAR
a. ad
Ar. Arapça.
astr. astronomi
bağ. bağlaç
bk. bakınız
biy. biyoloji
bot. botanik
C cilt
coğr. coğrafya
cüm. kalıp söz
ç.a. çokluk ad
ç.b. çokluk biçimi
e. edat
ed. edebiyat
/ fıü
fik. fıkıh
F. Farsça
gr- gramer
Gr. Grekçe
huk. hukuk
jeol. jeoloji
kim kimya
L. Latince
O.T. Osmanlı Türkçesi
41
öl. ölümü
S. Sayı
s. sayfa
s. sıfat
tas. tasavvuf
ünl. ünlem
zf zarf
zm. zamir
zool. zooloji
42
SÖZLÜK
zindegânî, âb-ı zindegi,
âb a. GJ) [F.] “Su” anlamında olan
aynü’l-hayât, nehrü’l-hayât,
bu söz ile değişik kelime ve ter
bengi su, dirlik suyu, hayat
kipler yapılmış, yeni terimler
suyu.
oluşturulmuştur. Şu örneklerde
olduğu gibi: âb-ı hayvân a. (j!^ ui) bk.
âb-ı hayât
§ tam. âb-ı hayât a. (oLa. J)
[< F.âb + Ar.hayât] İçeni âb-ı İskender cl (jXL«I ^i) [<
ölümsüzleştirdiğine inanılan F.âb + Ar.skender] ed. Bütün
ve nerede olduğu bilinmeyen mücadelesine ve arzularma
bir kaynağın suyu, bengi su, rağmen ömrü boyunca ara
dirlik suyu. Bu terim, başta dığı ölümsüzlük suyu (âb-ı
Kur'ân-ı Kerîm (Kehf sure hayât) nu bulamayan İsken
si, 18) olmak üzere ondan der’den veya Kur’ân-ı
kaynaklanarak pek çok dinî Kerîm’deki İskender kıssa-
kitaplarda ve edebî eserlerde smdan ya da İskender-i
yer almaktadır. Zülkarneyn’den kaynaklanan
terim.
Bu sözün eş veya yakın an
lamlısı olarak eski metinlerde âb-ı İskender! a. (^xL«l ul)
şu tamlamalara sıkça rastla bk âb-ı İskender
nabilir: âb-ı bekâ, âb-ı âb-ı kevser a. ^ ^T) [<
câvidânî, âb-ı hayvân, âb-ı F.âb + Ar.kevser] Cennette
Hızr, âb-ı hurşîd, âb-ı
âbâ 46
§ tam. abd-ı âbık a. (yf\ .ut) veya dolaylı olarak izin veri
fik. Kaçak köle. Böyle bir kö len köle.
leyi yakalayan kimsenin sa
abd-ı müşterâ a. (Jjii, .ut)
hibine haber vermesi yü
fık. Para ile satm ahnmış kö
kümlülüğü vardı. Buna kar
le.
şın o kölenin sahibi de bulan
kimseye bir miktar para abd-ı mu'tak a. (jkıu .ut) fık.
vermesi gerekiyordu. Elinde azatlık kâğıdı bulunan
köle.
abd-ı atîk a. (jüt .ut) fik.
Azat edilmiş hür köle. abdal a (Jlui) [< Ar. bedel; bedel,
bedîl, bidl’in ç. b.; ebdâl sözün
abd-ı dâl a. (JLü m) fık. Far den bozma olup teklik biçiminde
kında olmaksızm yolunu kullanılagelmiştir.] (ç. b.
kaybedip efendisinin yanma abdâlân) 1. Dünya işlerinden
gidemeyen köle. kendini sıyırarak Allah’a yöne
abd-ı harîde a. Gu>- .ut) fik. len ve kendini Allah’a adayan,
Para ile satın alınmış olup bir “ricâlü’l-gayb” (bk. bu madde)
kimsenin mülkiyeti altma olarak vasıflandırılan evliyaya
girmiş köle. verilen ad. 2. Kalender meşrep
ve derviş adam. Abdal tekkede,
abd-ı kınn a. (jj jx) fık. Köle hacı Mekke’de. 3. tas. Necip ve
olarak doğmuş olmasma kar- asil kullar olarak nitelenen ve
şm belli bir bedeli olan ve “kutup, iki imam, dört evtâd,
almıp satılabilen köle. yedi ebdâl, kırklar, yetmişler”
abd-ı mahcûr a. (^^ .ut) olarak adlandırılan gayb erenle
fık. Evlilik ve benzeri akitler ri arasmda ve hiyerarşik düzen
den menedilmiş köle. Bu ko de “yediler” arasında gösterilen
numdaki köleler, sahibinin erenler.
izni veya onayı olmadıkça § tam. abdâl-ı seb'a a (tuu>
nikâhlanamaz, rehin olamaz Jhı) Yedi erenler olup bun
veya alış veriş karşılığı ola lardan dördü “evtâd” (bk. bu
rak kullanılamazlardı. madde), ikisi imam ve biri
abd-ı me'sûr a. (j^u .ut) fık. “kutub” (bk. bu madde) dur.
Savaşlarda düşmana esir abdâlân a ^hi) [Ar. abdâl’ın F. ç.
düşmüş köle. b.] Abdallar; bk. abdâl
abd-ı me'zûn a. (jjjü .ut) fık.
§ tam. abdâlân-ı Rûm a (^
Ticaret hayatına atılması için
jyhı) “Anadolu dervişleri”
bir bedel karşılığında açıkça
anlammda Anadolu’da mev-
48
yıkadı. Yine bir avuç su alıp sağ meydana gelmektedir. Hz. Pey
elini (yani kolunu) yıkadı. Yine gamber, Kureyş’in ileri gelenle
bir avuç su alıp sol elini yıkadı. rini İslâma davet ederken Müs
Sonra başını mesh etti. Sonra bir lüman olmak isteyen bir âmâ ile
avuç su aldı ve sağ ayağını yıka- ilgilenmemesi üzerine indirilen
yıncaya kadar onu azar azar bu sure, insanm değerinden,
üzerine döktü. Sonra diğer bir Kur'ân-ı Kerîm’in fazüetinden,
avuç daha su aldı ve onunla (ya toprağm verdiği nimetlerden ve
ğını, yani sol ayağını (yine öylece) kıyamet gününden söz eder.
yıkadı. Ondan sonra: Rasulullah
âbid a. (djL) [< Ar.abd] (ç. b.
(S)ı gördüm, işte böyle abdest alı
abede) Tapan, tapman, namaz
yordu.” (C. 1, s. 293)
kılan, oruç tutan, hac ibadetini
abdestlik a. 1. Abdest alınan yer. yerine getiren, zekât veren, dua
2. İbadet sırasında en üste giyi eden, zikir çeken, ibadet eden,
len önü açık ulema giysisi. zahid, ehl-i takvâ.
abdestlü a. Boy abdesti almış veya acâ'ib a. (JLc) [Ar.] Hadis bili
sürekli abdestli olan (kimse). minde, çok zayıf veya uydurma
hadisler.
abdestsiz a ve s. 1. Abdesti bozul
muş veya gusül abdesti almamış acbü’z-zeneb a. UJI ??^) [< Ar.
olan (kimse). 2. mec. 2. Akidesi acb + zeneb] (kuyruk sokumu)
veya ahlâkı bozuk kimse. ' İnsanın yaratılışı sırasında ve
öldükten sonra yeniden dirilir
abede ç.a. (»jx) [Ar.âbid ve abd’in
ken vücudun özünü oluşturan
ç. b.] İbadet edenler, kullar, ta-
madde.
pınanlar.
a'cem a. (^l) [Ar.] Fasih konuşa
§ tam. abede-i evsân ç.a. mayan, merammı iyi anlatama
(jiiji jjx) Puta tapanlar. yan ve Arap olmayan kimse.
abede-i esnâm ç.a. Ç.CLJ o^) Acem a. ( ^) [Ar.] Arapların Arap
bk. abede-i evsân olmayanlara ve özellikle de İran
Abese suresi a. Ç^j^ ^^l [< halkına verdikleri ad.
Ar. “sûretü’l-abese” (juJljj^)] a'cemî a. (^l) [Ar.] Arap olsun
Kur'ân-ı Kerîm’in sekseninci, veya olmasm fasih konuşama
iniş sırasına göre yirmi dördün yan kimse.
cü suresi olup “Necm suresi”
(53)nden sonra ve “Kadir sure acemî a (y^^) [Ar.] Fasih konuş
si” (97)nden önce Mekke’de na sun veya konuşmasm Arap ol
zil olmuştur; kırk iki ayetten mayan kimse.
51 adak
adâletnâme a. (gü dljt) [< Ar. pek çok ayetinde O’nun yaratıl
adalet + F. nâme} Haksızlığı ve dığı madde değişik terimlerle
zulmü ortadan kaldırmak; güç- ifade edilmiştir. Bunları şöyle sı
lünün güçsüzü ezmesine mey ralayabiliriz: Toprak (türâb;
dan vermemek; halkın can, mal, Âl-i İmrân suresi, 3 / 59), su
ırz, namus gibi aslî yaşama hak (mâ; Nûr suresi, 24 / 45), ça
larını kollamak ve gözetmek gibi mur (tın; Secde suresi, 32 / 7),
devletin halka karşı sorumlulu akışkan çamur (sülâle min
ğunu ve yükümlülüğünü içeren tın; Mü’minûn suresi, 23 / 12),
devlet anlayışı ve bu anlayışı yapışkan çamur (tin lâzib;
belgeleyen ferman. Saffât suresi, 37 /11). Bu mezi
adâvet a. (cjIa) [Ar.] Gizli düşman yetlerinden dolayı Allah, Âdem’e
lık, kin, öç alma duygusu; halifelik vermiş ve meleklerin
“takvâ” (bk. bu madde) karşıtı. O’na secde etmesini emretmiş
tir; sadece İblis bu emre uyma
Âdem a. ÇJ) [Ar.] Semavî kitaplara
mış ve lanetlenerek cennetten
göre ilk insan ve ilk peygamber,
kovulmuştur. Buna karşın İblis,
ebu’l-beşer, safıyullah. O’nun
Âdem’in günaha girmesine vesi
yaratılışı ile ilgili Kur'ân-ı le olmuş, bundan dolayı da
Kerîm ve Tevrat’ta pek çok ifa
Âdem ve eşi Havva, cennetten
de ve hikâye yer almaktadır. kovulmuşlardır. Sonra Âdem ve
Özellikle “Âl-i İmrân suresi”
eşi Havva Allah’a tövbe etmişler,
(3)nin 59. ayetinde mealen, “Al
tövbeleri kabul edilerek dünya
lah nezdinde, yaratılış bakımın
da yeni bir hayata başlamışlar
dan, İsâ’nın durumu Âdem’e
dır (Bakara suresi, 2 / 30 -37).
benzer; Allah O’nu topraktan ya Hz. Peygamber de bir hadisinde
rattı, sonra ona ol! dedi ve olu
Âdem’i şöyle anlatmıştır: “Pey
verdi” ibaresi bu iki peygambe
gamber (S) şöyle buyurmuştur:
rin olağanüstü durumunu an
Allah Âdem’i yarattı. Boyunun
latması bakımmdan önemlidir.
uzunluğu altmış zira idi. (Yara
Aynca, “Hicr suresi” (3)nin 28
tılması tamamlandıktan sonra)
ayetinde, “Rabbin meleklere: Ka
Allah Âdem’e: -Haydi melekler
ra düzgün çamurun tıkırdayan
den şunların yanlarına git de
balçığından bir insan yarataca
onlara selâm ver! Ve onların
ğım. Onu kılığına koyduğum ve
senin selâmını nasıl karşıla
ruhumdan ona üflediğim zaman
dıklarını iyi dinle, işit. Çünkü
ona secdeye kapanın!” sözü yine
bu, hem senin hem de senden
Âdem’i işaret etmektedir. Üstelik
sonra zürrfyetinin selâmlaş-
yine Kur’ân-ı Kerîm’in farklı
masıdır, buyurdu. Bunun üzeri-
adem 54
rak cinsel organından kan gel Âdiyât suresi a. (^j^ cUM [<
mesi durumu. Bu durumlarda Ar. “sûretü’l-âdiyât” (oLjUIsj>«]
namaz kılınamaz, oruç tutula Kur'ân-ı Kerîm’in yüzüncü, iniş
maz, Kur'ân-ı Kerîm okuna sırasma göre on dördüncü sure
maz, Kâbe tavaf edilemez, cami si olup “Asr suresi” (103)nden
ye girilemez, cinsî münasebette sonra ve “Kevser suresi”
bulunulamaz. “Âdet hâli” bitin (108)nden önce Mekke’de nazil
ce “gusül” (bk. bu madde) yap olmuş ve on bir ayetten meyda
mak farzdır. na gelmektedir. Admı ilk ayetin
ilk sözünden almaktadır. Sure
âdetullah a. (dllîjL) [Ar.] Allah’ın
nin özünde insanoğlunun yok
ezelî hükümlerinin oluşması,
olacağı, her şeyin üzerinde Al
tabiat kanunu, sünnetullah.
lah’ın yaratıcı gücünün varlığı
adgâs a. (^tjl) [Ar.] bk. ahlâm ifade edilmektedir. Bu surenin
âdıd a. (iüiL) [Ar.] 1. Hadis bili Hz. Peygamber tarafmdan tefsiri
minde, kusuru bulunan bir ri için bk. Sahîh-i Buhârî ve
vayeti bu kusurundan armdıran Tercemesi, C. 11, s. 5036.
ve onu sağlıklı biçimde destek adi a. (Jjt) [Ar.] (ç. b. udûl) 1. Ada
leyen ikinci bir hadis. 2. Arala- let, doğruluk, hakkaniyet. 2.
rmda hafıza eksikliği bulunan Hakkı ve eşitliği gözetme, dürüst
bir ravînin rivayet ettiği hadisin davranma, “cevr” ve “zulm”
aynısı, bir başka yoldan rivayet karşıtı. 3. Bu terim, “esmâ'ü’l-
edilerek kusurunun ortadan hüsnâ” (Allah'ın adları) ndan
kaldırılması. olup Kur'ân-ı Kerîm’de pek çok
âdil s. ve a. (JjL) [< Ar.adl] 1. Ada ayette zikredilmiştir. Ayrıca
“Adi” adı Allah’ın doksan dokuz
let sahibi, adaletli, hakkı teslim
eden (kimse). 2. Dinin hükümle ismini veren İbn Mâce ve
rine uygun yaşayan, halk naza- Tirmizî rivayetlerindeki listede
rmda güvenilir olan kimse. 3. de yer almış (Tirmizî, “Da'avât”,
“esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah’ın güzel 82; İbn Mâce, “Du’â”, 10) ve
isimlerî)dan olup Allah’ın sıfatı O’nun zatî sıfatları arasında gös
olarak “Adaletli, insaflı olan, terilmiştir. 4. tas. İlk varlık,
haklıya hakkını teslim eden, hak hakîkat-i Muhammediye, Al
sıza gerekli cezayı veren, her söy lah’ın bütün kâinâtı “adi” yani
lediği ve her emri ya da yasağı “hak” ile yaratması, âlemlerin
doğru olan.” vasıflarmı ifade kusursuz ve mükemmel bir
etmektedir. denge çerçevesinde yaratılması.
5. Hadis biliminde sağlam hadis
adn 56
ilk harflerine göre alfabetik sı âlem-i a'lâ a. QLI ^JU) tas.
raya koyarak dizme ve bunları Ulvî âlem.
kitap hâline getirme işi.
âlem-i bâtın a. (JLL ^L) tas.
a’le’l-ebvâb a. (ul^lj/e) [Ar.] Ha Görünmeyen âlem, gizli veya
dis biliminde, derlenen hadisleri iç âlem; “âlem-i zâhir” karşı
konulanna göre sıraya koyarak tı.
dizme ve bunları kitap hâline
âlem-i berzah a. ^ (JL)
getirme işi.
tas. Öteki âlem veya melekler
a'le’r-ricâl a. (J^l^) [Ar.] Hadis âlemi.
biliminde, hadisleri ravîlere gö
âlem-i beşer a. (p^ jJL) İn
re sıraya koyarak dizme ve bun
sanlık âlemi, bu dünya.
ları kitap hâline getirme işi.
âlem-i ceberût a. (oj^ ^JL)
a'le’t-terâcim a. (^ljJl^) [Ar.] bk.
tas. 1. Tanrı âlemi. 2. Ruhlar
a'le’r-ricâl
âlemi.
a'le’l-vech a. (^jil^) [Ar.] Hadis
âlem-i cismânî a. (^L^.
biliminde, hadisleri usulüne gö
^JL) tas. Gökler, yıldızlar,
re düzgün ve doğru bir şekilde
madenler, bitkiler ve hayvan
hocanm yöntemiyle yazma veya
lar âlemi.
rivayet etme işi.
âlem-i emr a. (jJ ^U) tas.
a'lem s. (^1) [Ar.] “En iyi bilen,
Yaradılan âlem.
daha iyi bilen” anlammda olup
Allah’m sıfatı olarak kullanılan âlem-i enfüs a. (^uülfJL.) tas.
bir terim. Kur'ân-ı Kerîm’in İç dünya, ruh dünyası.
“İsrâ suresi” (17/55) nde geç âlem-i ervâh a. (^IjJ (JL)
mektedir. tas. Ruhlar âlemi, öteki dün
âlem a. (^L) [Ar.] (ç. b. âlemîn, ya-
avâlim) “Evren, kâinat.” anla
âlem-i fânî a. Qlî pt) Bu
mında olan ve yüce Allah’m dı-
dünya.
şmda her şeyi kapsayan bu söz
Kur'ân-ı Kerîm’de “âlemîn” âlem-i gayb a. (^ ^Jk) 1.
çokluk biçimiyle yetmiş üç defa Öteki dünya, ebedî âlem;
kullanılmıştır, arz-ı hâviye; “âlem-i şehâdet” (bk. bu
eşanlamlısı “mahlûkât”. madde) karşıtı 2. Akıl ve du
yular yoluyla bir şeyin özü
§ tam. âlem-i âfâk a. (jlii hakkmda gerçek bilgiye ula
pJL) tas. İçinde yaşanılan şılamayan dünya, hazret-i
âlem. lâhûtiyye.
âlem-ı hâb 74
âlem-i hâb a. (Jji. ^L) Rüya âlem-i misâl a. (JL jJlc) tas.
âlemi. İnsanm bütün olarak görün
düğü bu dünya.
âlem-i halk a. (jli jJL) tas.
Yaradılan âlem, bu dünya. âlem-i mülk a. (dL ^JL) bk.
âlem-i şehâdet
âlem-i hayâl a. (JU. jJL) Rü
ya veya istiğrak âlemi ya da âlem-i mülk ü melekût a.
öteki dünya. (ojSU jdL.|JL) tas. “Melekler
ve mülk dünyası” anlammda
âlem-i kevn ü fesâd a. GLi j tasavvuf inancmda varlık
□^ (JL) tas. Yedinci gökten tecellîsindeki mertebelerden
yeryüzüne kadar uzanan biri.
âlem.
âlem-i rûhânî a. (^Ljj |jy
âlem-i kudsî a. Ç^jj (JU) tas. tas. Ruhlar dünyası, öteki
Tanrı âlemi. dünya.
âlem-i kührâ a. (&J& (JL.) tas. âlem-i sabâvet a. (c^La ^It)
Bütün yaratıkların aslı olan Çocukluk yıllan.
insan.
âlem-i sugrâ a. (^y^ ^Jk)
âlem-i küll a. (JS jJL) tas. tas. İnsan ve kendi iç dünya
Anasır âlemi. sı.
âlem-i lâhût a. (^^ jJL) tas. âlem-i sûret a. (oj^ ^JL) bk.
Ruhanîler âlemi, öteki dünya. âlem-i şehâdet
âlem-i lâ-mekân a. (5^ âlem-i şehâdet a. (ojI^
(Jlt) tas. Arştan daha yüksek (JL) tas. İnsan varlığmm gö
olan âlem. ründüğü bu dünya; eş anlam
âlem-i ma'nâ a. (ü» ^JL) tas. lısı “âlem-i mülk”, “âlem-i
Rüya âlemi. sûret”; “âlem-i gayb” (bk. bu
madde) karşıtı.
âlem-i mekân a. (jK« (JL)
tas. Arştan yeryüzüne kadar âlem-i şems a. (^ ^L)
olan âlem. coğr. Güneş sistemi.
Allahümme salli cüm. ÇL, ^1) amel a. l^) [Ar.] Bir kimsenin
[Ar.] Cenaze namazı kılınırken bilinçli olarak yaptığı iş veya
okunması gereken duanın adı. emir; aynca yasaklar doğrultu
Bu dua şöyle: Allahümme salli sunda ceza veya ödüle lâyık gö
alâ Muhammedin ve alâ âli rülen tutum ya da davranış. Hz.
Muhammeddin kemâ salleyte alâ Peygamber, ameller için şunu
İbrâhîme ve alâ âli İbrahime söylemiştir: “Ameller ancak ni
inneke hamîdün mecîd. yetlere göre değerlenir. Herkesin
ancak niyetine göre amelinin
Allahü ta'âlâ öz.a. QLû <UI) [Ar.]
karşılığı vardır.” (Riyâzü’s-
Yüce Allah.
Sâlihîn, C. I, s. 3)
altı gün a. bk. sitteti eyyâmi
§ tam. amel-i kalîl a. (JA2
âlu Muhammed a. ( J o /) [Ar.] J^) Namaz içinde yapılması
Hz. Muhammed’in soyu anla- uygun olmayan, ancak bazı
mmdaki bu terim, beş kısımda küçük hareketlerin yapılma-
incelenmiştir. 1. Hz. Muham smm hoş görülmesi durumu.
med’in aile fertleriyle Hâşim ve Söz gelişi namazda vücudun
Muttalib oğullarmdan olam bir yerini ikiden fazla kaşı
mümin akrabası. 2. Hz. Mu mak, düşen takkeyi başına
hammed’in ev halkı ve soyu. 3. koymak, pantolunu çekmek
Hz. Muhammed’in ev halkı ya- gibi.
nmda yakın akrabası ve arka
amel-i kesir a. (j^ J^)
daşları. 4. Hz. Muhammed’in kı
Namaz içinde yapılması uy
zı ile damadı, yani Hz. Fâtıma ile gun olmayan ve namazı bo
Hz. Ali’nin soyu. 5. Hz. Muham zan hareketler. Söz gelişi
med’in peygamberliğine inanan namazda saç ve sakal tara
kimseler, yani Müslümanlar. mak, üç adımdan fazla yü
âm, -mmı a. Çy [Ar.] fik. Tek bir rümek, çocuğu emzirmek gi
söz ile tek bir anlamı ifade et bi.
mekle birlikte toplumda bütün amel-i sâlih a. (Ju J^) Sa
fertleri kapsayan bir anlam içe lih amel; din ve inaçlar doğ
ren söz için kullanılan terim. Söz rultusunda Allah’a yapılan
gelişi, “hırsız” veya “hırsızlık” ibadet; dinin yapılmasmı
ayrı ayrı tek bir söz ve tek bir emir ve tavsiye ettiği iyi, doğ
anlam ifade etmekle birlikte top ru, faydalı ve sevap kazanma
lum içinde bütün bireyleri kap- amacıyla yerine getirilen
sayabilen nitelikte bir söz olma amel. Kur'ân-ı Kerîm’de Sa
sı gibi. lih amel işleyenlerin, yaratık-
79 amentü
arş (II) a. (^^) [Ar.] tas. Bir varlık söz, “Ahd-i Atik’de “Ken'an”
mertebesi olarak nesneler âle diyarı “Kitâb-ı Mukaddes”te
minin başlangıcı olarak tanım “Mısır ırmağından büyük ır
landığı gibi tasavvuf ehlince Al mağa, Fırat ırmağına kadar
lah’ın zuhur ve tecellî edeceği olan bölge” olarak tanımlan
bir "tenezzül makamı” olarak mıştır. Bu yer, Hz. İbrahim,
da nitelenmiş ve “arşu’l- Hz. İshak, Hz. Yakup ve Hz.
hüviyet” terimi de kullanılmış Musa’ya ve onlarm soyuna
tır. Sufîler buna “imâm-ı miras ve ebedî mülk olarak
mübîn” de demişlerdir. Bundan verilmiştir. Bu terim
amaç, sekizinci feleğin arşı ta Kur’ân-ı Kerîm’de geçme
şımasıdır; yani arş gökyüzünde mekle beraber onu işaret
en yüksek mertebedir. eden “arz-ı mukaddese” sö
züne rastlanır.
arşın a. Eski dönemlerde kullanı
lan bir uzunluk ölçüsü birimi. arz-ı mukaddes a. (jj^
Türk lehçelerinde “arşun, arçın, lAJ) bk. arz-ı mev'ûd
arjın, alçin” biçimleriyle bilinen
arzu’l-munâvele a. (<ljL
bu söz, dirsek ile orta parmak
O=>j') Hadis biliminde, bir öğ
arasındaki uzunluk karşılığı
rencinin şeyhine gelerek
olup Arapça “zirâ” (bk. bu
onun kitabmdan hadis riva
madde) üe birlikte ve eş değerde
yet etmek üzere kitabmı
kullanılmştır. Osmanh döne
sunması, şeyhin de o hadisle
minde iki arşm yaygın olarak
rin kendisine ait olduğuna
kullanılmıştır; biri mimarî arşm,
kanaat getirdikten sonra öğ
öteki çarşı arşını (özellikle ku
rencisine izin vermesi duru
maş ve benzeri eşyanın uzunluk
mu.
ölçüleri için).
arz (II) a. (^jc) [Ar.] Sözlük anlamı
arz (I) a. (^ji) [Ar.] Yeryüzündeki
“sunmak, göstermek” olan bu
bir noktanın ekvatora uzaklığını
söz, İslâmî bilimlerde hadislerin
anlatmak için kullanılan terim,
karşılaştırılması ve hocanm
enlem.
onayma sunulması işlemi için
§ tam. arz-ı hâviye a. (<yL kullanılan bir terim.
(jAjl) bk. âlem arza a. («l^jc.) [Ar.] Her yıl Rama
arz-ı mev'ûd a. (^^ ^jl) zan ayında Kur'ân-ı Kerîm’in
Allah’ın Hz. İbrahim’e ve surelerinin Cebrail ile Hz. Mu
onun soyundan gelenlere hammed arasmda karşılıklı ola
vermeyi vaad ettiği yer. Bu rak ezberden okunması, muka
bele. Her yıl bir defa ramazan
asâ 88
zümre için kullanılan terim, bk. muştur. Onlara göre her bir har
ana bacı fin ayrı bir değeri vardır ve bu
değer 19 sayısıdır. Bu sayı
bade a. (»jÜ [F] 1. Şarap, hamr,
Babîler ve Bahâîlerde çok kutsal
mey, sahba. 2. tas. İlâhî aşk, ha
sayılır. Bu tarikatin kurucusu
kikat, muhabbet. Sufi inancma
Mirza Hüseyin Ali en-
göre “bezm-i elesfte Allah’ın
Mazenderânî en-Nurî ile mez
kullarma “Ben sizin rabbınız de
hebin ilke ve esasları netleşme
ğil miyim?” sorusuna onlar, “Be
ye başlar. Mirza Hüseyin Ah,
lâ (Evet)! Rabbımızsın!” demişler
ölümünden önce oğlu Abbas
ve böylece “aşk badesi”ni içmiş
Efendi’yi Abdülbaha adıyla ken
lerdir. Artık maddî âlemden sıy
disine halef tayin etmiştir.
rılarak İlâhî âleme ermek ehl-i
Abdülbaha’nın sistemli çalışma
sufî için bir gaye olmuştur.
larıyla bu mezhep, dünyaya ya
§ tam. bâde-i elest a. (*JI yılmaya başlamış, kendilerine
»jL) tas. Elest meclisinde su de İsrail’in Hayfa şehrini mer
nulan İlâhî içki. kez seçmişlerdir. Onun temel il
keleri şöyle özetlenebüir: Allah
ba'de zf. (»iu) [Ar.] “Sonra.” anla- bihnemezdir ve insan idrakinin
mmdaki bu söz, başka kelime ve üstündedir; O’nun varlığı resul
terkiplerle birlikte yeni terkipler ler ve nebiler he bilinir; pey
oluşturur. gamberlerin iki vasfı vardır; bi
rincisi beşerî vasfi, İkincisi İlâhî
§ tam. ba'de’l-mevt zf. (o>Jl
vasfı. Onlara göre yaradılışdan
j^) Öldükten sonra.
beri gönderilen bütün nebiler ve
Bahâ'îlik a. (JUl^) Ortaya koyduk peygamberler Allah'ın zuhuru
ları görüşleri bakımından İslâmî olan “Bahâ”yı müjdelemek için
değerleri esas almakla birlikte gelmişlerdir. Yine bütün dinler
İslâm dairesinden uzaklaşmış eksiktir, “Bahâ”nm gelmesiyle
bir mezhep. Önceleri İran’da bu eksiklikler tamamlanmıştır.
“Babîlik” ile başlayan ve “Gel Bahâîlik inancma göre, namaz
mesi beklenen ve yakın olan ve de (üç vakittir: sabah, öğle, akşam),
Allah’ın ortaya çıkaracağı önemli oruç (19. ay olan “a’lâ” aymda, 2-
bir kimsenin habercisi” diye nite 21 martta, 19 gün tutulur), zekât
lenen mehdî veya yeni bir pey (vergi adı altmda maharm beşte
gamber olarak kendini savunan birinden ahnır; bir de kazancın
Mirza Ah Muhammed, “el- yüzde 19’u vergi olarak tahsil
Beyân” adıyla yeni hükümler edilir.), hac (Yalnız erkeklere
getirdiğini, artık Kur'ân hüküm farz olup Bâb Mirza’nın Şi-
lerinin yok sayıldığmı savun
Bahâ'iyye 108
baş kesmek a. tas. Mevlevîlikte, batıl inanç a. Din adma ileri sürü
şeyhin veya velînin sandukası- len, hatta benimsenen ve temeli
nm huzurunda sağ ayağınm baş ya da dayanağı olmayan inanç
parmağını sol ayağmın başpar- ve davranışlar, bk. hurafe
mağmın üzerine koyarak eller Bâtın a. (^L) [Ar.] Sözlükte “Gizli,
düz ve parmaklar açık şeküde bir şeyin iç yüzüne vakıf olan.”
sağ kol sol kolun üzerine gelecek anlammdaki bu söz, “esmâ'ü’l-
biçimde elleri çapraz olarak hüsnâ” (Allah’ın güzel isimle-
omuz başlarma götürerek belini ri)dan olup “bütün gizlilikleri bi
bükmeden başını göğüs hizasına len” anlamıyla Allah’m sıfatı
kadar eğme durumu için kulla olarak Kur'ân-ı Kerîm’de altı
nılan terim; eşanlamlısı “niyaz ayette geçmektedir. Allah’ın sıfa
hâli” (bk. bu madde). tı olarak “zatî-subutî” grubuna
bâtıl (I) a. (JLL) [Ar.] “Gerçek dışı giren bu terim, “gözle algılana-
inanç, düşünce ve hüküm.” an- mayan” anlamıyla Allah’ın ismi
lammdaki bu terim, Kur'ân-ı olunca “zatî-selbî” grubuna ve
Kerîm’de “Boş amel, faydasız iş, “kullarına her türlü nimeti
gerçek bilgiye dayanmayan delil, lütfeden” anlamıyla söz konusu
medşru olmayan yol veya Al olursa “fiilî” grubuna girmiş
lah’tan başka tanrılara tapınılan oluyor. “Bâtın” adı, Allah’m
put.” gibi kavramlarla da karşı doksan dokuz ismini veren İbn
bâtın 112
belâ ahdi a. bk. ahid, kâlü belâ berâcim a. (^1jd [Ar. bürceme’nin
ç. b.] fik. Abdest alırken iyice yı
belâğ işareti a. Bir hadis kitabında,
kanması salık verüen mafsal
derlenen veya yazılan hadislerin
aralan için kullamlan bu terim,
ne kadarının hocadan işitildiğini
abdestin sünnetleri arasında sa-
veya okunduğunu göstermek
yümaktadır.
amacıyla kullanılan işaret.
Berâ'e suresi a. (^ 421^) bk.
belâyâ a. (L^L) [Ar.] Hadis bilimin
Tevbe suresi
de, senedi çok zayıf ve uydurma
hadisler için kullanılan terim. berâ'et a. (£1^ [Ar.] huk. Sözlük
anlamı “Borçtan kurtulma, bir
Beled suresi a. l^>JJ [< Ar.
kimseden uzaklaşıp onunla ilgiyi
“Sûretü’l-Beled” (JUI sj^)]
kesme” olan bu söz, bir İslâmî
Kur'ân-ı Kerîm’in doksanmcı,
hukuk terimi olarak “Bireyin
iniş sırasma göre otuz beşinci
hukukî veya cezâî sorumluluğu
suresi olup “Kaf suresi”
nun olmaması veya ortadan
(50)nden sonra ve “Târik sure
kalkması” anlamında kullaml-
si” (86)nden önce Mekke’de na
mıştır. “berâ'et” sözü, Kur’ân-ı
zil olmuştur ve yirmi ayetten
Kerîm’de “Kamer suresi, 54 /
meydana gelmektedir. Admı ilk
43” ve “Tevbe suresi, 9/1 (bu
iki ayetinde geçen “el-beled” sö
sure el-berâ’e sözü de başla
zünden alan bu surede beldele
maktadır.) olmak üzere iki ayet
rin en şereflisi olan Mekke’ye ve
te geçmektedir. Hz. Peygam-
ondan doğan anne babaya and
ber’in hadislerinde de bu terim,
vererek söze giriş yapılır ve in-
“Günahtan uzak durma, kurtul
sanm nice zorluklara katlanma
ma; bir kimseden veya cemaatten
sı gerektiği anlatılır. Bu sure ay
uzak olma” anlamlarmda çokça
aca “La Uksimu” suresi olarak
kullandmıştır. İslâm hukukunda
da adlandırılmıştır. Hz. Pey-
ise “Eşyada aslolan ibâha (ka-
119 bernâmeç
bikr a. (ji) [Ar.] (ç. b. ebkâr) fik. tılan kız için de kullanılmış
Cinsî münasebette bulunmamış tır.
kız veya kadın için kullanılan fı
bikr-i hükmî a. (ji) Zina
kıh terimi. Arapça “Erken gel
haddi uygulanmamış olan ve
mek, acele yapmak.” anlammda
bu suçu tekrar tekrar işle
olan bu söz, “Her şeyin ilk ve ori
memiş bulunan bir kız hak-
jin biçimi, cinsî açıdan el değme
kmda zina yapmış kanaati
miş veya evlenmemiş olan kadın
yaygın olma durumu.
veya erkeğe de verilen ad.” ola
rak tanımlanmıştır. Bu terim, bilâ-veled a. (Jj îL) [< Ar. bilâ +
Kur'ân-ı Kerîm’de yavrulama veled] Çocuğu olmayan baba.
mış inek için “Bakara suresi” ( binâ a. (X) [Ar.] 1. “Tapma, inşa
2 / 68) nde kullanılmış, çokluk etme.” anlammda olan bu söz,
biçimi olan “ebkâr” ise huriler geçmişte yapılanları muteber
için “Vâkı’a suresi” ( 56 / 36) sayma ve üzerine yeniden yap
nde, el değmemiş veya evlen ma. 2. Gerdeğe girme anlamında
memiş kadmlar için “Tahrîm kullanılan bu terim, fıkıh mese
suresi” (66 / 5) nde karşımıza leleri arasmda geçmektedir.
çıkmaktadır. Öte yanda bu te
rim, aile hukuku üzerine olan § tam. binâ-i salât a. (î^L»
pek çok hadiste geçmektedir fL) fik. Fıkıh usulünde, na
(Wensick, Mu’cem, “bkr” madde maz kılınırken herhangi bir
si.). İslâm hukuku içinde aile sebeple namazm bozulması
hukukuna giren konularda ve abdestin yenilerek nama
“bikr”, “Nikâh kıyılmış olsun ve za kaldığı yerden devam
ya olmasın bir erkekle cinsî mü edilmesi konusunu ifade
nasebette bulunmamış kadın.” eden söz.
için kullanılmıştır.
bi'set a. (ciu) [Ar.] “Gönderme,
§ tam. bikr-i hakîki a. (ji) 1. havale etme.” anlammda olan bu
Bir erkekle cinsî münasebette terim, Hz. Muhammed’in pey
bulunmamış ve kızlığı bo gamberlikle görevlendirilmesi
zulmamış kız. 2. Evlenmiş için kullanılmıştır. Kur’ân-ı
olmakla birlikte kocasınm Kerîmde “Bakara suresi” (2 /
erkeklik organııun kesik veya 68) nde geçen bu söz, “Peygam
iktidarsız olması sebebiyle berlikle görevlendirilmek’ anla-
kızlığı bozulmamış kadın. 3. mmdadır. İlk “bi'set”, Hz. Pey-
Bu terim, aynı zamanda yük gamber’in Hira dağında bulun
sek yerden düşerek veya duğu son gecede sabaha karşı
ilthap kaparak kızlık zarı yır- olmuştur. Bu sırada bir melek
bi-smi 128
duğu Halveti tarikatının bir ko cem'iyyet a. C-n» ^) [< Ar. cem'] 1.
lu. 2. Halvetiyye tarikatinin İslâm dünyasında ve OsmanlI
Cemâl-i Halvetî’ye nisbet edilen devletinde 19. yüzyılm ilk çey
kollarından birinin adı. 3. reğinden itibaren siyasî, İlmî ve
Halvetiyye-Uşşakıyye tarikatinin sosyal amaçla kurulan teşkilât.
Cemâleddin-i Uşşâkî’ye nisbet Bu söz ilk defa İslâm dünyasm-
edilen kollarından birinin adı. da 18. yüzyıl başında Yunan-
Katolik mezhebi Salvatoryenler
cem âyini a. Bektaşîlikte dede,
adına kurulan “Cem'iyyetü’l-
baba veya vekili tarafından dü
Muhallis” için kullanılmış; son
zenlenen ve yönetilen içkili tö
ra Osmanh devletinde ve İstan
ren. Genellikle harman ve hasat
bul’da “Beşiktaş Cem'iyyet-i
mevsimi sonrasında uzun kış
İlmiyyesi” ilk örnek olmuş; 1856
gecelerinde düzenlenen bu tö
yılında “Dersaâdet Cem'iyyet-i
renin, şarabı bulduğuna inanı
Tıbbıyyesi” kurulmuş; bu cemi
lan ünlü İran hükümdarı
yet, adını “Cem'iyyet-i Tıbbıyye-i
Cemşid’in yaptığı içki meclisle
Şâhâne” olarak değiştirmiş; bu
rine benzediği için bu adla anıl
nu 1861 yılında Münif Paşa’nm
dığı rivayet edilmektedir.
kurduğu “Cem'iyyet-i ilmiye-i
cemâziyelevvel a. (J^i ^LL) Osmaniyye” izlemiştir. Bu ör
[Ar.] Hicrî takvimin beşinci ayı. neklerden sonra pek çok kuru
Arapçada bu ay, “cumâdelûlâ” luş, özellikle 20. yüzyılla birlikte
olarak söylenmektedir. Yine “cem'iyet” admı kullanmaya
Arapçada bütün ay adları mü- başlamıştır. 2. tas. Sufînin bütün
zekker olduğu hâlde bu ay mü- düşüncesini ve ruh dünyasmı
ennes olarak kabul edilmekte Allah’a yönelme noktasmda top
dir. laması, dünya işlerini bir kenara
cemâziyelâhir a. (>.UI ^jLL.) [Ar.] bırakarak sadece Allah zikriyle
Hicrî takvimin altıncı ayı. Arap meşgul olması durumu.
çada bu ay, “cumâdelâhire” ola cemre a. (»j^.) [Ar.] (ç. b. cimâr ve
rak söylenmektedir. Yine Arap cemerât) Hac ibadeti sırasmda
çada bütün ay adları müzekker şeytana atılan taş ve bu taşlarm
olduğu hâlde bu ay müennes atıldığı yere verilen ad. Hz. İb
olarak kabul edilmektedir. rahim’in Allah’a yakarmasmı
cem evi a. Bektaşî-Alevî geleneğin engellemek isteyen şeytana kar
de cem âyini ve dinî törenleri şı tepkisi ve onu Mina’da taşla-
nin yapıldığı dergâh, cemaat evi. masını sembolize eden bu terim,
Hz. İbrahim’in Kâbe inşasmı
tamamladıktan sonra hac fari-
147 cenâze
olan bu söz, “Allah'ın kulu ken Hz. Peygamber’in pek çok hadi
dine çekip yakınlaştırması ve hu sinde din yolunda yapılacak ci
zuruna yükseltmesi” olarak kul- hat için teşvik edici sözler kul
lanılnuş bir tasavvufî terimdir. landığı da rivayet edilmektedir.
Sufiler, Kur'ân-ı Kerîm’de Yine Hz. Peygamber’in görevi
“Şûra suresi” (42 /13) nde yer nin İslâma davet olduğu en çar
alan bir ayetteki “Allah dilediğini pıcı bir biçimde “Nahl suresi”
kendisine çeker.” sözünü cezbeye (16 /125) inde mealen şöyle ifa
delil saymışlardır. Allah’ın ku de edilmektedir: “İnsanları Rab-
lunu kendisine çekmesine cezbe binin yoluna hikmetle (Kur'ân-ı
denüirken bu etkiyle kulun Al Kerîm’le) ve güzel öğütle da’vet
lah’a yönelmesi de “aşk” olarak et, onlarla tartışmanı en güzel bir
nitelenmiştir. Zikir, sema ve şekilde yap.” Nitekim İslâm’da
sohbet sırasında kendinden ge “cihad”m gayesinin savaşmak,
çerek gayriihtiyari nara atan savaşarak insan öldürmek, bu
kimselerin bu hâllerine de cezbe yolla onlarm üstünde hüküm
denilmiştir. ranlık sağlamak olmadığı, tam
aksine onları Hakk’a davet et
Cibril öz.a. (JjjJ bk. Cebrâ'il mek olduğu vurgulanmıştır. Ni
cihâr-yâr a. (jL jl^) [E] bk. tekim Hz. Peygamber, “cihâf’m
Hulefâ-yı Râşidîn değerini şu hadisinde açıkça
ifade etmektedir: “Fetihten sonra
cihât, -dı a. (jl^) [Ar.] 1. Kelime hicret yoktur. Yalnız cihat etmek
anlamı, “Didinmek, çalışıp çaba ve cihat niyetinde bulunmak var
lamak, gayret göstermek.” olan dır. Cihada çağrıldığınız zaman
bu söz, İslâmî yayma ve bu koşunuz.” (Riyâzü’s-Sâlihîn, C. I,
uğurda düşmanla savaşma için s. 4) Buhârî ise “cihât” konusu
kullanılan bir terimdir. Bu söz, nu kitabmın “Kitâbu’l-Cihâd
Kur'ân-ı Kerîm’de isim olarak ve’s-Siyer” başlıklı bölümünde
dört ayette, türevleriyle yirmi Hz. Peygamber’in hadislerine
dört yerde geçmektedir. Bura dayanarak etraflıca incelemiştir
larda cihadın sırf savaş anla (Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C.
mmda kullanılmadığı; özellikle 6, s. 2631-2877). Eşanlamlısı,
“Furkan suresi” (25 I 52) ile harp, kıtâl, savaş. 2. tas. İnsa
“Ankebût suresi” (29 / 69) nde nın Allah adına kendi nefsiyle
yer alan ayetlerde bu sözün din mücadele etmesi. Hz. Muham-
ve Kur’ân için, onları kâfirlere med’in bir savaş dönüşü sıra-
iyi anlatmak için mücadele etme smda söylediği, “Küçük cihaddan
yolunda kullanılması gerektiği
büyük cihada döndük.” sözünden
üzerinde durulmuştur. Ayrıca hareketle “küçük cihat” için din
157 cin
Hz. Muhammed’in en yakın çile a. (da) [< f.çille < çihl] 1. tas.
dört dostu: Hz. Ebubekir, Hz. Ruh temizliğine erişmek için
Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali. zevk ve sefadan el çekerek sıkı
perhiz yapmak için bir yerde 40
çâr-yârî a. (^Ljy [< F.çâr + yâr
+ Ar.-îi Dört halife ile ilgili. 2. günlük ibadet etme. Tasavvuf
Dört halifeye bağlılık. 3. Sünnî kaynaklan bazı ayetleri, özellik
lik. le de Hz. Musa’nm vahiy almak
üzere kırk gece Tur Dağında
çehâr-kûşe a. (Ojî jW [< F. kalmasmı anlatan Kur’ân ayet
çehâr + kûşe] (dört köşe) Dört lerini delil göstererek “çile” te
yön: Ön, arka, sağ, sol. rimini Kur’ân-ı Kerîm’te ara
çehâr-yâr a. (jLjl^.) bk. çâr-yâr maya yönelmişlerdir. Bununla
insanm nefsine egemen olması,
çelebi a. Osmanlı döneminde bazı
kendisini disiplin altma alması,
tarikat şeyhleri ve ileri gelenle
ruh temizliğini ve kalb huzuru
rine verilen unvan. Özellikle
nu sağlamaya çahşması, kera
Mevlevîlikte “çelebi” sözü,
Mevlânâ soyundan gelen kimse met sahibi olunması gibi ahlâkî
ler ve şeyhlik makammda bulu ve tasavvuf! gayelere yönelmesi
nan kimse için de kullanılmıştır. çilenin özünü oluşturmaktadır.
2. Eziyet, sıkmtı.
çerâğ a. (^1^) [E] Kandil, mum ve
benzeri aydınlatma aracı. 2. tas. § tam. çille-i büzürg a. (S£>
Bektaşî geleneğinde makam. Uş.) Zemherir ayı, erbain.
çok evlilik a. Bir erkeğin aynı za si” (4)nin üçüncü ayetinde gör
manda birden fazla kadınla evli mekteyiz. Bu surede “Eğer hoşu
liği (polygamy) biçminde tanım nuza giderse iki, üç ve dörde ka
lanan bir terim. Yahudilik ve dar evlenebilirsiniz. Şayet arala
Hristiyanlık’ta çok evliliği yasak rında adaletsizlikten endişe eder
layan herhangi bir hüküm yok seniz bir tane almalısınız. Carfye-
tur. Hatta Hz. İbrahim, Hz, lerinizle yetinmelisiniz.” denmesi
Ya’kub, Hz. Dâvûd, Hz. Süley örnek olarak gösterilmektedir.
man ve sonraki bazı peygamber Ayrıca Hz. Peygamber’in en çok
lerin birden çok kadınla evli ol dört kadınla evlenme hükmünü
dukları bilinmektedir. Yine In belgeleyen hadisler de var. Söz
cil’de çok evliliği yasaklayan gelişi İslâmiyeti yeni kabul ettiği
hükümlere rastlanmadığı kay sıralarda beş hanımı olan Nevfel
naklarda zikredümektedir. b. Muâviye’ye bunlardan birisini
bırakmasını söylemesi, sekiz eşi
İslâmiyet ilke olarak tek evliliği
olan Kays b. Haris ile on hanımı
önermekle beraber çok evliliği
olan Gaylan b. Seleme’ye de
caiz gören hükümlere de sahip
dörtten fazla olan eşlerini bo-
tir. Üstelik çok evliliği dört kadm
şamalarmı emretmesi hadis
ile sınırlayan bir hükmün varlığı
kaynaklarmda yer almaktadır
ve yaygmlığı söz konusudur.
(Tirmizî, “nikâh” 33).
Bunun en açık hükmünü
Kur'ân-ı Kerîm'de “Nisa sure
dabbe a. (i^) [Ar.] Hadis metinle ve nafile oruçlar için niyet edi
rinde sahih gibi görünse de yan- lebilecek süreyi gösterir.
hş veya noksan olduğu sanılan
dahve-i sugrâ a. (^>u^ >jmâ) [Ar.]
söz veya ibarenin üzerine konu
Güneşin doğmasmdan 5 derece
lan ve “^ (sad) harfine benze
(bir mızrak boyu) yükselmesin
yen işaret.
den itibaren başlayan zaman di
dâbbetü’l-arz a. (^j^l ib) [Ar.] limini ifade eder.
Sözlük anlamı “Yürüyen her cins
dâ'î a. (^b) [Ar.] Sözlük anlamı
canlı, özellikle binek hayvanı.”
“Çağırmak, seslenmek davet et
olan bu söz, “Kıyamet alâmetle
mek.” olan bu söz, “İnsanları
rinden biri olarak kabul edilen
mensup olduğu veya bağlandığı
yaratık.” biçiminde terimdir. Bu
din ya da mezhebine davet eden
yaratık, Kur’ân-ı Kerîm’de on
kimse.” anlamında bir terim. Ay
dört ayette teklik ve dört ayette
rıca dâ'üer, İslâm dünyasmda
de çokluk biçimiyle geçmekte
ortaya çıkan mezhepleri du
dir. Bu tür yaratıklara, Yahudi
yurma, yayma veya insanları
ve Hristiyanlıkta da “beast,
davet etme yetkisine sahip kim
dragon, leviathan, rahabi” gibi
se olarak da bilinmişlerdir. Bazı
adlarla rastlamak mümkündür.
mezheplerde söz gelişi
dahve-i kübrâ a. [Ar.] İsmailiyye, Karmatîler gibi
Kaba kuşluk vakti. Oruç süresi önemli ve çok yaygm mezhep
nin yarısı olarak da nitelenen bu lerde bunlar, şeyhten sonra ge
söz, Ramazan orucu, adak orucu len önemli kişiler konumunda-
dâ'im 168
dâreyn a. (jjJj) [Ar. dâr sözünün da'vet a. (ö>j) [Ar.] İslâm dinini
tensiye (ikilik) biçimi] tas. Bu te müşriklere anlatma, tanıtma ve
rim, tasavvuf dünyasında dünya onları inanca çağırma, ayrıca
ve âhiret için kullanılmıştır. İslâmiyeti yayma ve tanıtma,
Müslümanları dinî maçlarını
da'vâ a. O^j) [Ar.] huk. Sözlük
yerine getirmeye teşvik etme an
anlamı, “Seslenmek, çağırmak,
lamında olan bu terim, Kur'ân-ı
dua etmek.” olan bu söz, mah
Kerîm’de altı ayette geçmekte
keme yoluyla bir haklan talep
dir ve türemiş biçimleriyle iki
edilmesidir. Bu terim, Kur'ân-ı
yüz beş yerde kullanılmıştır. Bu
Kerîm’de sözlük anlamına uy
ayetlerde genellikle mealen
gun olarak üç ayette geçmekte
“İslama ve İslâmî esasların uygu
dir (A'râf suresi, 7 15-, Yunus
lanmasına çağrı” olarak ifade
suresi, 10 / 10; Enbiyâ suresi,
edilen davet, hem gayrimüslim
21115). Hz. Peygamber’in hadis
ler için hem de Müslümanlar
lerinde ise “İddia ve dadaların
için geçerli olan bir anlam zen
iki şahitle ispat edilmesi, delilin
ginliği içermektedir. Yine
bulunmadığı durumlarda yemine
Kur'ân’da Hz. Peygamber’in di
baş vurulması, hâkimin davalı ve
ne davette bir zorlama içinde
davacıyı dinlemesi, açık ve eşit
olmadığı, ilke olarak dinde zor
koşullarda yargı yapılması, mah
lamaya baş vurulamayacağı,
kemeye sürülen delillerin karar
doğru ile yanlışın, gerçek ile
larda esas alınması.” konuları
gerçek olmayanm, iman edip
açıkça dile getirilmiştir (Müslim,
etmemenin insanların kendi
“Akdiyye”, Tirmizî, “Ahkâm”). İs
iradesine bağlı olduğu anlatıl
lâm fıkhında zaman içinde yar
mıştır. Yine Hz. Peygamber’in
gılama hukuku, devrin şartları
görevinin îslâma davet olduğu
çerçevesinde zengin bir fıkıh
en çarpıcı bir biçimde “Nahl su
doktirini oluşturmuştur.
resi” (16 /125) inde mealen şöy
da'vâcı a. Bir mahkemeye başvura le ifade edilmektedir: “İnsanları
rak birini dava eden veya birin Rabbinin yoluna hikmetle
den şikâyetçi olan kimse; eşan- (Kur'ân-ı Kerîm’le) ve güzel
lamlısı “müştekî”, hukuk litera öğütle da’vet et, onlarla tartış
türünde “müdde'î” manı en güzel bir şekilde yap.”
da'vâlı a. Bir mahkemeye başvuru Nitekim İslâm’da “cihad’Tn ga
larak biri hakkında dava açılan yesinin savaşmak, savaşarak in
veya hakkmda şikâyetçi olunan san öldürmek, bu yolla onlann
kimse; eşanlamlısı “müdde'â üstünde hükümranlık sağlamak
aleyh” olmadığı, tam aksine onları
173 dede
dehriyye a. (^j) [Ar.] İslâm dün- dem a. Çj) [Ar.] Sözlük anlamı
yasmda onuncu yüzyılda ortaya “kan” olan bu terim, hac veya
umre sırasmda ibadet amacıyla
çıkan ve zaman ile maddenin
veya bir vacibin geciktirilmesi
ezelî ve ebedî olduğunu savunan
ya da ihram yasağmın çiğnen
felsefî akım. Bu akımın İbnu’r-
mesi olayma ceza karşılığı ola
Revendî (öl. 910) tarafindan ku
rak kesilen koyun, keçi, yedide
rulduğu ve aklî unsurlarm ön
bir sığır veya deveyi ifade eder.
planda tutulduğu kaynaklarda
verilen bilgilerdendir. derece a. (^jj) [Ar.] (ç. b. derec,
derecât) İslâm inancında farkh
delâlet a. (otta) [Ar.] Sözlük anlamı dünyevî veya uhrevî mertebele
“Kılavuzluk etme, yol gösterme.” ri ya da müsbet bilimlerde bazı
olan bu söz, “Zihnin bir şey hak ölçüm aletleri. Kur'ân-ı
kında bilinenden başka bir bilgiye Kerîm’de on sekiz ayette geç
ulaşmasL” anlamında fıkıh ve mekte olan bu söz, hukukî, İkti
mantık terimidir. Bu manada ilk sadî, İlmî, ahlâkî, uhrevî fazilet
bilgiye “delil” (bk. bu madde), lere ve mertebe farklılıklarma
derek 176
siz yerine getirmeye çalışan, iti dîvân a. (J^J [Ar.] (ç. b. devâvîn)
kadı sağlam olan kimse. Hadis biliminde, büyük hadis ki
tapları için kullanılan terim.
dîn-dârâne s. («orjj^jj) [< Ar.dîn +
F.dâr + -âne] Allah’a inanmış ve dîvânî a. (^ijjj [Ar.] İslâm hat
bağlanmış olan kimseye özgü (yazı) sanatında, özellikle Os
veya ona yakışacak şekilde. manlI devleti resmî kurumla-
rındaki yazışmalarda kullanıl
dîn-dârî a. (^IjLj) [< Ar.dîn + F.
mış olan bir yazı türü. Divan-ı
dâr + Ar.-i] Dindarlık, dine bağ
hümâyûnda alman kararlar,
lılık.
fermanlar, beratlar, menşur, bi
din değiştirme a. bk. ihtidâ ve ti, buyuruldu, hüküm, tevkî, yar
irtidât lık, nişan, vakfiye, ilâm gibi pek
din direği o- Dinin en büyük tem çok yazı, bu hat ile kaleme ahn-
silcisi ve savunucusu. mıştır. Ayrıca bu yazıya “hatt-ı
çep”, hattatına da “çep-nüvis”
din günü a. bk. yevmü’d-dîn
denildiği kaynaklarda ifade
dînî s. (^j) [< Ar.dîn + -î] Dinle edilmektedir. Bu yazının bir
ilgili olan, dine özgü. özelliği, gizliliği korumak ve
dîniyyât ç.a. (oLLj) [Ar.dîniyye'nin tahrifatı önlemek için harfler ve
ç. b.] Din işleri. kelimeler birbirine çok yakın
yazılmış; hatta “ j < j < j < l” gibi
Dînü’l-Hakk a. (>JI ^j) [Ar.] bk. harfler kendinden sonra gelen
hak din harflerle bitiştirilmiş ve arala-
dirâyetü’l-hadîs a. (du^l iljj) rmda mesafe bırakılmadan ya
[Ar.] Hadislerin rivayetlerinin zılmış; satır sonuna yaklaştıkça
sağlıklı ve sağlamlık derecesini yukarıya doğru bir kavis veril
belirlemeyi konu alan hadis bi meye çalışılmıştır. Bu yazı türü
limi. Bu bilimde râvi ile nün “celî-dîvânî” ve “dîvânî
mervînin yani rivayet eden ile kırması” adıyla iki çeşidi daha
rivayet edilenin arasındaki mü vardır.
nasebet bütün yönleriyle ele Dîvân-ı îşrâf a. üı^ı ji^J [Ar.]
alınmakta, sadece Hz. Peygam-
İslâm devletlerinde, askerî ve
ber’den rivayet edilenler değil,
adlî hizmetlerin verildiği ku-
ashab ve tâbiîne ait rivayetlerin
rumların dışmda bulunan devlet
de sahih olup olmadığı üzerinde
dairelerini denetleyen devlet da
titizlikle durulmuştur.
iresinin başkanı ile ona bağlı gö
dirlik suyu bk. âb-ı hayât revliler.
diyet a. (cuj) [< Ar. vedy] huk. İslâm ilişkin pek çok rivayetin varlığı
hukukuda adam öldürme veya kaynaklarda zikredilmektedir.
yaralama hadiselerinde mağdur Geç dönem İslâm hukukunda ise
olan tarafa ceza veya kan bedeli diyet, adam öldürme, yaralama
olarak ödenen para veya mal ve sakat bırakma hadiselerine
karşılığı kullanılan terim. Diyet göre farklı diyet ödenmesini
insanlık tarihinin en eski dö hükme bağlamıştır.
nemlerinden başlayarak var
dokuz felek a. Dünyanm çevresini
olan ve uygulanan bir olgudur.
saran gökler. Eski ve tasavvuf
Özellikle İslâmiyet öncesinde
inancına göre bunların sayısı
kabileler arasmda baş gösteren
dokuz olarak kabul edilmiştir.
öldürme hadiselerinde mağdur
İlk yedi gökte yedi seyyare bu
tarafa diyet ödeme genellikle
lunmaktadır. Sekizinci gök burç
mal karşılığı olmakta, mal için
lar âlemi olup dokuzuncu gök,
de ölçü deve kabul edilmekteydi.
“felek-i atlas” (.bk. bu madde)da
İslâm hukukunda ise Kur'ân-ı
denilen sonsuz âlemdir. Aym
Kerîm kaynak ahnarak kısastan
zamanda bunlarm hepsine Al
diyete geçilmesi benimsenmeye
lah’ın yaratıcı kudretini ifade
başlanmıştır. Nitekim “Bakara
eden “akl-ı küll” (bk. bu madde)
suresi” (2 /178) ndeki bir ayette,
ve “nefs-i küll” (bk. bu madde)
“Ancak kim (din) kardeşi tarafın
terimleri de kullanılmaktadır.
dan affedilirse o zaman ma’rûfa
(ölçüye) uymak, güzel ve tam ola domuz a. İslâm dinînin yenmesini
rak ödeme yapmak gerekir.” sözü yasak kıldığı hayvan. İnsanı
bunun en açık belgesidir. Ayrıca maddî ve manevî pisliklerden ve
yine Kur'ân-ı Kerîm'deki bir zararh maddelerden korumak
ayette (Nisâ suresi, 4 / 92) için birtakım kurallar ve yasak
“hatâen adam öldürme” sözü lar koyan İslâm dinînin bu ko
geçmektedir. Bu durumda mü nudaki temel kaynağı Kur’ân-ı
minin bir esir azat etmesi ve Kerîm'dir. Kaynak almarak kı
ölenin varislerine teslim edile sastan diyete geçilmesi benim
cek bir diyet vermesi, eğer öldü senmeye başlanmıştır. Nitekim
rülen düşman bir kavimden ise “Bakara suresi” (2 t 178),
öldürenin mümin bir esir azat “Mâ'ide suresi” (5 / 3), “En'âm
etmesi ifade edilmektedir. Ha suresi” (6 / 145), “Nahl suresi”
dislerde ise bu konuda oldukça (14 /115) nde domuzdan pis ola
ayrıntı söz konusudur. Diyet için rak söz edilmiş ve yenmesi ha
yüz deve, alün, gümüş, sığır, ko ram kılınmıştır. İlâhî dinlerden
yun, kıymetli mallar verilmesine Yahudilikte de bu hayvanm eti
yine haram kılınırken (Tevrat,
dönme 184
olduğu hadisleri rivayet edebil edâ (I) a. (bl) [Ar.] Sözlük anlamı
mesi için bir başka kimseye izin “Ödeme, görevi yerine getirme,
vermesi. ifa etme.” olan bu söz, dinî ve
hukukî bir görevin usulünce ve
eceztu ehle zemânî a. Ç^Lj JaI
zamanında yerine getirilmesi
c>l) [Ar.] bk. eceztu
olarak terim hâlini almıştır.
ecinni a. (^1) [< Ar.cinn] Cin, cin Kur'ân-ı Kerîm’de bir yerde
taifesinden bir fert. esas anlammda (Bakara suresi,
ecir, -ri a. (^l) [< Ar.ecr] (ç. b. 2 / 178), üç ayette de bu kelime
ucûr, âcâr) Bir iş karşılığmda türemiş biçimleriyle kullanıl
verilen şey, karşılık, ücret, se mıştır. Bu terim, şer’î delillerden
vap. Kur'ân-ı Kerîm’de teklik ve ve bireysel ilişkilerden doğan
çokluk biçimleriyle yüz beş ayet borç ve görevlerin yerine geti
te, bazen mükâfat, bazen de ce rilmesi bağlammda fıkıh usulü,
za karşılığmda yer almaktadır. borçlar hukuku, ibadetlerin ye
Bir ayette ise (Nisa suresi, 4 / rine getirilmesi, şahitlik gibi de
24) “mehir” (bk. bu madde) kar- ğişik alanlarda kullanılmıştır.
şılığında kullanılmıştır. Hadis edâ (II) a. (bl) [Ar.] Kur’ân-ı
lerde de bu terim karşılığı kul Kerîm’in tecvit kurallarına göre
lanılan anlamlarla karşılaşıyo okunması (bk. kırâ'at, tilâvet).
ruz. Özellikle Allah yolunda ci
edâ (III) a. (bl) [Ar.] Hz. Peygam-
hat yapmak, namaz kılmak,
ber’in hadislerini usulüne ve as
Kur’ân okumak, ilimle uğraş
lına göre rivayet etme. Hadis bi
mak, çevresine şefkatle yaklaş
liminde bir hadisi aslına ve usu
mak ecir ile müjdelenen davra-
lüne göre öğrenmeye “taham
mşlar arasmda gösterilmiştir.
mül”, onu ezberden veya bir ki
§ tam. ecr-i misi a. (Ji» ^l) tap usulüne göre rivayet etmeye
huk. Bir malın veya eşyanm de “edâ” terimi kullanılmıştır.
kullanımma ilişkin haklan edâhî a. (^L^l) [Ar. udhiye’nin ç.
para olarak takdiri. b.] bk. udhiyye
ecr-i müsemmâ a. (L^ ^l) edâ sigalan ol Hadis biliminde, bir
huk. Taraflar arasmda belir hadisi başkasına rivayet eder
lenen veya uzlaşılan ücret. ken almış biçimine, tahammül
yoluna uygun olarak kullanılan
ecved s. (j^i) [Ar.] Çok iyi, pek âlâ.
kahp ifadeler. Bu tür ifadeler
§ tam. ecvedü’n-nâs u. (^Ul sıklıkla şöyledir: semi'tu, had-
j^J) (insanların en iyisi) Hz. desenâ, kuri’e aleyh, vecedtu
Muhammed. vb.
edep 194
sursuz bir şekilde uyarak ferdi ehl-i bâdiyye a. (<ujL JaI) Çöl
yet tecellisine erdiği ve şeyhin halkı, bedevi.
gözetimi dışında kendi iradesi
ehl-i bedir a. (j^ >1) Hicre
ile hareket edebilen ermiş kişi
tin ikinci yıhnda Müslüman
ler veya velîler.
larla müşrikler arasında Be
efrâd ve garâ’ib kitabı a. Hadis dir adh yerleşim bölgesi çev
biliminde sadece bir hocanın ri resinde meydana gelen Bedir
vayet ettiği bütün hadis kitapla- Savaşı’na katılan ashaba ve
n. rilen ad. Bunlar Bedrî olarak
efsûn a. (j^JI) [Ar.] bk. sihir da adlandırılmış olup 313 kişi
olduğu kaynaklarda zikre
ehil a. CUI) [< 4r.ehl] (ç. b. ahâlî) dilmektedir. Bunlardan
Sözlük anlamı “Sahip, malik, Kur’ân’da (Âl-i İmrân sure
mutassarıf’ olan bu söz, değişik si, 3 / 123) ve Hz. Peygam
kelimelerle terkipler oluştura ber’in hadislerinde övgüyle
rak yeni terimler meydana geti söz edilmiş, hepsinin cennet
rir. ehli olduğu özellikle hadis
lerde vurgulanmıştır.
§ tam. ehl-i abâ a. (Ll >1) bk.
âl-i abâ ehl-i beyt d. (cuj >1) “Hane
halkı” anlammdaki bu söz,
ehl-i adi a. (Jjc Jıi)
Hz. Muhammed’in aile fertle
“Mu'tezile” mensuplarınm
ri ve yakm akrabası, yani to
“tevhid” sözü ile birlikte
runlar ve damatları için kul
kendilerine nispet ettikleri
lanılan bir terimdir.
“ehlü’l-adl ve’t-tevhîd” te
Kur’ân’da bu söz, üç ayette
rimi. bk. mu'tezile
geçmektedir. Birincisi Hz. İb
ehl-i âhiret a. (o>i JaI) Ölü rahim’in ev halkma (Hûd. su
ler. resi, 11 / 73), İkincisi Hz. Mu-
ehl-i âlem a. ÇJL Jıl) Bu sa’nm ev halkma (Kasas su
dünyalılar. resi, 28 / 12), üçüncüsü Hz.
Peygamber’in ev halkma
ehl-i arz a. (^jl >1) Şeytan, (Ahzâb suresi, 33 / 33) ait
cin, peri. ayetlerdir. Hz. Peygamber’in
ehl-i ayâl a. (JLc Jıl) Ev hal ev halkma yani “ehl-i beyt”e
kı, kadın, aile. kimlerin dahil olacağı tartış
ma konusu olmuştur. Kimi
ehl-i azâb a Çljc J*l) Ce
ulema, Peygamber’in ev hal
hennem ehli, Müslüman ol
kma sadece hanımları dahil
mayanlar.
197 ehl-i hakk
lere tâbi olan Müslümanlar” ehl-i iffet a. (ok JaI) bk. ehl-i
için kullanılan bir terim nite ırz
liği kazanmıştır.
ehl-i idrâk a. (JIjjIJaI) Düşü
ehl-i hakikat a. (ciu JaI) 1. nürler.
Gerçekleri, doğruları görebi
ehl-i ilm a. Çk JaI) Bilginler.
lenler. 2. tas. Hakka ulaşma
yolunda hakikat mertebesin ehl-i îmân a. (jLJJaI) îman
de bulunanlar. sahipleri, müminler.
ehl-i hâl a. (Jl^ JaI) Vecd sa ehl-i isbât a. (oUil JaI) İlâhî
hibi, İlâhî aşka bağlanmış sıfatların Allah’a nispet edil
kimse. mesini benimseyen kelâm
bilginleri için kullanılan te
ehl-i hevâ a. (Ij* >1) Sözlük
rim.
anlamı “Zevk ve sefa içinde
gününü geçirenler, nefis arzu ehl-i İslâm a. ÇjLl JaI) Müs
larına uyanlar.” olan bu söz, lümanlar.
“İnançlarını, tutum ve davra ehl-i ittikâ a. (l£(>l) Sofu,
nışlarını, Kur’an-ı Kerîm ve aşırı dindar.
Hz. Muhammed’in sünnetine
göre düzenlemeyen ahlâksız ehl-i kâl a. (Jli JaI) tas. İlâhî
kimseler.” için kullanılan bir hakikatlere ulaşamamış, ma
terim olmuştur. nevî zevkelerden uzak kal
mış kimse.
ehl-i hey’et a. (oLa JaI) Ast
ronomi ile uğraşanlar. ehl-i kelâm a. ( ^ JaI) Düz
gün ve güzel konuşanlar,
ehl-i hıbre a. (»j^i) huk. fasahat sahipleri.
Bir iş hakkında bilgi ve vukuf
sahibi olan, bilirkişi. ehl-i kıble a. (<Li JaI) 1.
İnanç ve itikatlarmı farklı bi
ehl-i hikmet a. (c^ JaI) Fi çimlerde yorumlayan ve uy
lozof. gulayan ve de değişik mez
ehl-i hilâf a. (JiL >1) bk. heplere tabi olan Müslüman.
nâsıbe 2. Kâbe’ye yönelerek namaz
kılmanm farz olduğunu ka
ehl-i hükümet a. (c-AhO
bul eden Müslüman.
Devlet yönetiminde olanlar,
hükümette yer alanlar. ehl-i kitab a. ÇK JaI) 1. “Al
lah’ın peygamberlerine indir
ehl-i ırz a. ^ JaI) Namus
diği kitaplara iman eden.” an-
lu kimseler.
lammda olan bu terim,
199 ehl-i salîb
ekânîm-i selâse a. (^ ^ül) bk. elestü cüm. (oJl) [Ar.] “Değil miy
akânîm-i selâse di?” anlammda Allah’m kulları
na hitaben söylediği söz.
Ekberiyye a. (^1) [Ar.] Muh-
yiddin İbnü’l-Arabî’ye nisbet elestü bi-rabbiküm cüm. (^^
edilen tasavvufî ve fikrî hareke oJl) “Ben sizin rabbiniz değil
te verilen ad. Bizzat kendisi ta miyim?” anlamında Allah’m sö
rafindan oluşturulmamış, ma zü.
nevî oğlu Sadreddin-i Konevî el-fâtiha a. (^lill) [Ar.] 1. Ölenlerin
onun irşat postuna oturmuş ve ruhuna fatiha. 2. Kur’ân-ı
fikirlerini yaymış olduğu, hatta Kerîm’in “Fâtiha suresi”ni
onun eserlerinin bu yolla yayıl okuma sözü.
dığı kaynaklarda ifade edilmek
elfâz-ı küfür a. (>$ killi) [Ar.] Hz.
tedir. Buna karşm bazı muta
Peygamber’in Allah’tan getirdiği
savvıf ehli böyle bir tarikatin
vahyleri ve bunlardan çıkan di
bulunmadığı, ancak onun yolu
nî hükümleri inkâr eden sözleri
tarikatler üstü bir irfan ve irşat
ifade eden bir terim. Kur’ân-ı
yolu olduğunu savunmuşlardır.
Kerîm’de bu söz aynen geçme
ekmel s. (JZI) [< Ar.kemâl] “En mekle birlikte buna yalan
olgun, daha mükemmel” anla- “kelimetü’l-küfr” (Tevbe sure
mmdaki bu söz, “ekmel-i si, 9 / 74) ibaresi geçmektedir.
mahlûkât” (yaratıkların en mü Bu ifadelerden Müslüman bir
kemmeli) teriminde geçer. kimsenin küfür kelimesini söy
lemesi ile kâfir oldukları açıkça
§ tam. ekmel-i mahlûkât a. dile getirilmiştir.
(oüjLLo J^l) (yaradılmışların
el-hâc a. (^LJI) [< Ar.el + hâc] Hacı,
en mükemmeli) tas. İnsan.
hac vazifesini yerine getirmiş
ekrem s. ÇjSl) [< Ar.kerem] “En kimse.
çok ikram sahibi” anlammda Al
el-hak zf. (jJi) [< Ar.el + hakk]
lah’ın sıfatlarmdan olan bir söz.
Doğrusu, hakikaten, bihakkın.
Kur'ân-ı Kerîm’de “Alak sure
si” (96 / 3) nde geçmektedir. elham a. ÇJI) [< Ar.el-hamdu li’-
lâhi] Kur’ân-ı Kerîm’in ilk su
elest a. (oJi) [Ar.] “Değil miyim?” resi olan “Fatiha suresi”nin kı
anlammda Allah’ın kullarına hi saltılmış biçimi, bk. Fatiha su
taben söylediği söz (bk. kâl ü be resi
lâ ve bezm-i elest).
elhamd a. (j»ll) bk. elham
elest günü a. bk. bezm-i elest
El-hamd suresi a. ( ^ öj^ j^i)
elest mestliği a. bk. bezm-i elest bk. Fatiha suresi
el-hamdülillah 204
vence altında olduğuna dair eme a. (<J) [Ar.] Kadm köleler için
“emân-nâme”ler verildiği kay kullanılan bir terim, bk. câriye
naklarda zikredilmektedir.
emin a. (j^l) [< Ar.emn] 1. Sözlük
emânet (I) a. (cûLÎ) [< Ar.emn] te “Kendisine emniyet olunabilen,
Kendisine güvenilen bir kimseye sözünde duran, başkalarından
göz kulak olması, koruması ve korkmayan kimse.” olarak ta
saklaması amacıyla geçici olarak nımlanan bu söz, Hz. Peygam
bırakılan şey. Bu anlamıyla ber’e İslâmiyetten önce kendi
Kur’ân-ı Kerîm’de iki ayette kabilesi içinde verilen bir sıfattır
(Bakara suresi, 2 / 283; Nisa ve “Muhammedü’l-emîn” ola
suresi, 4 / 58) teklik biçimiyle rak adlandırılmıştır. Bu sıfat,
kullanılmış; pek çok yerde de İslâmiyetten sonra hem Kur’ân-
türevleriyle ifade edilmiştir. Ay ı Kerîm’de hem de yakın çevre
nı anlamda bu söz, hadislerde sinde sadece O’nun için kulla
de zikredilmiştir. İslâm inancma nılmıştır. 2. Kur’ân-ı Kerîm’in
ve Kur’ân-ı Kerîm (Nisâ suresi, ayetlerini Hz. Peygambere vahiy
4 / 58) deki hükümlere göre bu yoluyla ulaştırmakla görevli
terim, en geniş manasıyla “ada Cebrâ'il’e de İslâmî literatürde
let” kavramıyla birlikte değer “Rûhu’l-emîn” (bk. bu madde)
lendirilmiş ve “vedî'a” olarak da adı verümiştir.
nitelendirilmiştir. İslâm bilgin
leri, özellikle devlet adamlannm § tam. emîn-i beytü’l-mâl a.
hem emanet ehli hem de adalet (JUl cuj j^l) Devlet hâzinesi
ehli olmaları üzerinde durmuş işlerine bakan görevli, maliye
lar; emanet ehli olmalarını, ül nazırı, defterdar, malmüdü
kenin ve devletin imkânlarını rü.
halka hakça sunmaları olarak emîn-i vahy a. (^j j^i) Hz.
izah etmişlerdir. Muhammed.
emânet (II) a. (osU) [< Ar.emn] Bu emir, -mri a. (^l) [< Ar. emr] (ç. b.
terim, peygamberlerin sıfatla- evâmir) fık. Sözlük anlamı “Bu
rmdan biri olup Allah’tan aldığı yurma, buyruk, isteme, ferman.”
vahiyleri aynen insanlara tebliğ olarak verilen bu söz, fikıhta
etmekle görevli güvenilir kimse “Yapılması kesinlikle zarurî olan
ler için kullanılmıştır. Onlar iş veya davranış.” biçiminde te-
için genel ve yaygm kanaat şu rimleşmiştir; “nehy” (bk. bu
dur: “Onlar İlâhî emirleri ne de madde) karşıtı.
ğiştirmişler ne de bir şey eklemiş
lerdir; onlarda hiçbir şekilde iha § tam. emr-bi’l-ma'rûf ve
net ve hıyanet bulunmaz.” nehy ani’l-münker a. (>UI
emr-i İlâhî 206
emsâl a. (JLI) [< Ar.mesel] Sözlük emvâl ç.a. (Jl^ı) [Ar.mâl’m ç. b.]
anlamı “Kıssalar, hikâyeler” olan fık. İslâm hukukunda sermaye
bu söz, “darb-ı mesel” veya esasına dayah ticarî şirketler.
“durûb-ı emsâl” terimlerinin
§ tam. emvâl-i bâtına a. (d=L
kısa söylenişi biçiminde yaygm-
Jl^l) fık. “Gizli mallar” anla
laşmıştır.
mmdaki bu söz, “Nakit para
§ tam. emsâlü’l-hadîs a. lar, evde veya işyerinde bulu
(iuaJl JLI) Hadis biliminde, nan ticarî mallar.” karşılığm-
içinde deyim ve atasözü bu da kullanılan bir fıkıh teri
lunan hadisleri bir araya ge midir. Bu terim, sıklıkla “ze
tiren kitaplara veya bu tür kât” ile ilgili hükümler açık
çalışmalara verilen ad. lanırken kullandırdı.
Enfâl suresi a. Ç^j^ Jlül) [< Ar. enfiisî a. (^-ül) [Ar.] Türk-İslâm
“Sûretü’l-Enfâl” (J^l Sj^)] düşünce dünyasmda “âfâkî”
Kur’ân-ı Kerîm’in. sekizinci, iniş (objektif) karşıtı olarak sübjektif
sırasına göre seksen sekizinci nitelikli bütün sezgi, delil ve tec
suresi olup “Bakara suresi” rübeler için kullanılmış olan ke
(2)nden sonra ve “Âl-i İmrân lâm, felsefe ve psikoloji terimi.
suresi” (3)nden önce inmiştir.
ensâb ç.a LLâl) [Ar.neseb’in ç. b.]
Adım birinci ayette geçen
Arap literatüründe kabilelerin
“enfâl” (savaşta elde edilen ga
soyunu veya şeceresini incele
nimetler) sözünden almış olup
yetmiş beş ayetten meydana yen ve araştıran bilim dalı. Bir
gelmektedir. Surenin büyük bö görüşe göre sadece baba tarafı
lümü Bedir savaşı ile ilgili oldu nın incelenmesi, bir başka görü
ğu için “Bedir suresi” olarak da şe göre ise hem baba hem de
bilinmektedir. Surenin konusu anne soyunun incelenmesi ve
Bedir Savaşı ve buradan elde bunun “nesep” (bk. bu madde)
edilen ganimetler üzerinde ol olarak nitelenmesi gündeme
makla beraber Müslümanlann gelmiş, sonunda “nesep bilgisi”
her zaman müşriklere ve düş- (ilmü’l-ensâb) etrafında görüş
manlanna karşı hazırlıklı olma- birliği hâsıl olmuştur.
lan ve bu konuda ahnması ge ensâb ilmi a bk. ensâb
reken tedbirler anlatılmaktadır.
Öte yanda Bedir Savaşı, ensâr ç.a (jL^f) [Ar.nâsır’ın ç. b.]
“yevmü’l-furkân” (iyi ile kötü “Yardım edenler, yardımcılar.”
nün, hak ile bâtılın birbirinden anlammda Hz. Muhammed ile
ayrıldığı gün) adıyla da anıldığı “muhâcirîn”e Mekke’den Medi
için bu zafer, İslâmiyetin geliş ne’ye hicretleri boyunca yardım
mesinde ve genişlemesinde eden Medîneli Müslümanlar için
önemli bir rol oynamıştır. Bu kullanılan bir terim. Bu söz,
surenin fazileti, Tevbe suresi ile sonradan İslâm dininin kurulu
birlikte zikredilerek her iki su şuna ve yayılmasma hizmet
renin birlikte okunması kıyamet eden şahsiyetler için de anlam
gününde şefaate nail olunması genişlemesine uğrayarak kulla
ve okuyanlarm sonsuz sevaba nılmıştır. Bu Müslümanlarm
nail olacakları biçiminde Hz. yaptığı hizmetler ve asil davra-
Peygamberin bir hadisinde ri mşları Kur’ân-ı Kerîm’de mea-
vayet ve ifade edilmiştir. Hz. len şöyle övülmüştür: “Onlardan
Peygamber’in “Enfâl suresi”nxn evvel (Medine’yi) yurt ve iman
tefsiri için bk. Sahîh-i Buharı ve (evi) edinmiş olan kimseler, ken
Tercemesi, C. 9, s. 4376-4387. dilerine hicret edenlere sevgi bes-
ensârî 210
fâ'iz a. (^li) [< Ar.fevz] Ticarî veya veresiyede cereyan eder.” sözleri
para alım satım işlemlerinde normal ahş verişin dışındaki fa
karşılığı bulunmayan gerçek ve izin caiz görülmediğini ifade
ya hükmî fazlalığı ifade eden te etmektedir.
rim. Faiz karşılığı Arapçada
fakîh a. (ui) [Ar.] (ç. b. fukahâ)
yaygm olarak “ribâ” kelimesi
Fıkıh bilimi konusunda iyi ye
kullanılmaktadır. Eski çağlardan tişmiş uzman kişi, din bilgini.
beri faiz, toplum içinde hoş kar Kur'ân-ı Kerîm’de on dokuz
şılanmamış; hatta yasaklanmış ayette (bk. M.F. Abdülbâkî,
tır. Kur'ân-ı Kerîm’de sekiz Mu'cem, “fıkıh”), genellikle “an
ayette geçen “ribâ” sözü, önce lamak, hakkıyla kavramak’ an
eleştirilmiş, sonra şiddetle red lammda kullanılırken, hadisler
dedilmiş, hatta yasaklanmıştır. de ise “İyi anlamak ve kavramak,
“Faizde ısrar etmenin Allah’a ve Kur'ân konularında bilgi sahibi
Resûl’üne bir tür savaş açma” ol olmak .” biçiminde ifade edil
duğu vurgulanmıştır. Söz gelişi, miştir. İslâmî bilimler çevresin
“Rûm suresi” (30 / 39), “Bakara de, özellikle de mezhep temsilci
suresi” (2 / 275-279), “Âl-i leri tarafından “fakîh” sözü,
İmrân suresi” (3 / 130) ndeki “takva sahibi din âlimi veya in
ayetlerde mealen, “Faiz yiyenler sanın hak ve yükümlülüklerini
kabirlerinden şeytan çarpmış bilmesi veya hadis âlimi” gibi
kimselerin cinnet nöbetinden ayı değişik yorumlarla tarif edilmiş
lır gibi kalkacaklardır (...) Allah tir.
alım satımı helâl, faizi haram fakîr a. (^ [Ar.] (ç. b. fukarâ)
kılmıştır. (...) Ey iman edenler! Bakıma muhtaç, maddî bakım
Kat kat arttırılmış olarak faiz dan sıkıntı içinde olan kimse,
yemeyin. Allah’tan korkun ki yoksul. Kur'ân-ı Kerîm’de çok
kurtuluşa eresiniz.” denilmekte luk biçimiyle beraber on iki
dir. Hadislerde ise iki tür faiz ayette geçen bu söz, genellikle
üzerinde durulmuştur. Bunlar insanların kendi başlarına her
dan birincisi, borç faizi olup Hz. şeye yetemeyecekleri, bu ba
Peygamber bunu Kur'ân-ı kımdan Allah’a muhtaç oldukla
Kerim’deki ayetlere dayanarak rı biçiminde ifade edilirken
özellikle “Veda Haccı”nda ya “Tevbe suresi” (9 / 60) nde ise
saklamıştır. İkincisi alış veriş fa devletin zekât gelirlerinden pay
izi olup mal alım satımmda kar alacak kimseler arasmda fakir
şılıklı bedel ödenmesi caiz gö lerin de zikredilmesi dikkate de
rülmüş, ancak “Vade vermeyiniz, ğer nitelikte görülmüştür. Hz.
Peygamber ise “Fakirlikten, kıt-
rama ise faizdir. (...) Faiz ancak
fakr 226
bin zannî, yani görüş farkına asi olan mümin veya kâfir için
bağlı olmasıdır. Yine onlara göre kullanılan terim. Kur’ân-ı
farzı inkâr eden dinden çıkmış Kerîm’de bu söz, kök biçiminde
olur, geçerli mazereti olmaksı- yedi ayette, çekimli fiil olarak on
zm onu terk eden “fâsık” (bk. bu ayette, “fâsık” olarak da otuz
madde) durumuna düşer; yedi ayette yer almaktadır. Ha
vacibi inkâr eden dinden çık dislerde ise çoklukla Kur’ân-ı
maz, bunu hafife aldığı için Kerîm’de söz konusu olan an-
“fâsık” kabul edilir (bk. vâcib). lamlanyla geçmektedir. Bu söz,
§ tam. farz-ı ayn a. (j^ ^>) büyük mezheplerde de kâfir
fik. Her Müslüman’m günde olarak nitelenmiştir. Söz gelişi
beş vakit namaz ile Cuma Hâricîler, büyük günah işleyen
namazı ve ramazan orucu herkese “fâsık”, her fâsıkın da
gibi yerine getirmesi mecburî kâfir olduğunu savunmuşlardır.
olan farz, yani Allah buyruğu Şiîler ise büyük günah işleyen,
olan ibadetler. dinin emir ve yasaklannı hafife
alacak derecede fıskmı izhar
farz-ı kat'î a. 0,1ü ^>) fik.
edenlere “fâsık” ve bunlara da
Kesin ve şer'î bir delil ile sa
kâfir demiştir. Mâliki, Şâfi’î ile
bit olan, yani ya Kur’ân-ı
Hanbelîlere göre fâsık, velâyet
Kerîm’in ayetlerinin ya da
hakkmı kaybetmiştir, bundan
sünnetin bildirmiş olduğu
dolayı da “kadı” olarak tayin
yükümlülükler.
edilmemiştir. Hanefiler, bunlara
farz-ı kifâye a. (^1^ ^>) fik. göre daha toleransh olup kadılı
Her Müslüman’ın cenaze ile ğa bir fâsık tayin edilmişse ver
ilgili görevler; cenaze namazı diği kararlar geçerli olur. Ancak
gibi yerine getirilmesi ge baştan bu tür kimselerin o göre
rekmeyen Allah buyruğu, ve getirilmemesinin daha uygun
“farz-ı kifâye”nin sevabı sa olacağı görüşü hâkimdir.
dece onu yerine getirene ait
§ tam. fâsıku’l-te'vîl a.
tir. Rükûlü ve secdeli namaz
olmadığı için bu ibadette re (Jyül j—11) İslâm inancma
kât söz konusu değildir. göre, dinin bütün emir ve ya-
saklarmı benimsemekle bir
farz-ı nebevi a. (^p ^>>) likte Kur'ân-ı Kerîm ve sün
Hz. Muhammed’in sünneti. netin bir hükmünü kendince
farz namâzı a. bk. namâz yorumlayan veya küfre var
mamak kaydıyla iman yo
fâsık a. (j^lî) [Ar.] Allah’ın buyur
lundan ayrılmış kimse.
duğu emirleri yerine getirmeyip
229 fâtiha-hân
fâsid a. (au.ü) [Ar.] Hadis biliminde, lır, olarak ifade edilmiştir. Hz.
kusurlu ve zayıf olan hadis. Peygamber’in “Fâtır suresi”nin
tefsiri için bk. Sahîh-i Buhârî ve
fâtır a. OU) [Ar.] “Yarmak, orucu
Tercemesi, C. 10, s. 4691-4692.
bozmak ve açmak.” anlamında
olan bu söz, AUah’m sıfatlann- fâtih s. (^U) [< Ar.feth] 1. Fethe
dan olup “Yaratan, icat eden, den, açan. 2. Bir memleket ele
yoktan var eden.” anlammı ifade geçiren veya zapteden. 3. öz. a.
eder. Kur'ân-ı Kerîm’de altı II. Sultan Mehmed’in İstanbul’u
yerde geçen bu söz, “fâtirü’s- fethetmesi dolayısıyla aldığı un
semâvâti ve’l-ard” (En’âm su van.
resi, 6 / 14) ibaresi içinde yer
§ tam. fâtih-i büâd s. (j^L
almaktadır. AUah’m bu sıfatı,
t^li) Beldeler, şehirler fethe
gökleri ve yeri yaratması üe ilgi-
den.
Udir.
fâtihü’l-ebvâb s. Çl^l ^li)
Fâtır suresi a. (^jj-, jLU) [< Ar.
Bütün kapılan açan, Tann.
“Sûretü’l-Fâtir” (^klill îj^)]
Kur'ân-ı Kerîm’in otuz beşinci, fâtiha a. (•ujli) [Ar.fâtih sözünün
iniş sırasma göre kırk üçüncü müennes (dişil) biçimi.] (ç.
suresi olup “Furkan suresi” ö.fevâtih) 1. “Giriş, başlangıç, ön
(25)nden sonra ve “Meryem su söz, medhal” anlammda
resi” (19)nden önce Mekke’de Kur'ân-ı Kerîm’in birinci suresi
nazü olmuş ve kırkbeş ayetten olan “Fatiha sûresi”nin kısal
meydana gelmektedir. Sure adı tılmış biçimi, fâtiha-i şerif (bk.
nı ilk ayette geçen “fâtir” sö Fâtiha suresi). 2. Dua.
zünden almıştır. Burada, mealen § tam. fâtiha-i şerif a. GJu^i
“Gökleri veyeriyok ikenyaratan, UiU) Ku’ân-ı Kerîm’in birin
melekleri ikişer, üçer, dörder ka ci sûresinin adı (bk.
natlı elçiler yapan Allah’a hamd fâtihatü’l-kitâb).
olsun. O yarattığı şeylerde diledi
ği kadar artırır. Şüphe yok ki Al fâtihatü’l-kitâb a. LKll
lah her şeye kadirdir.” diyerek k:(i) “Ön söz, mukaddime, di
AUah’a hamd ile başlayan sure, bace” anlammda Kur’ân-ı
AUah’m varlığma, birliğine, ya Kerîm’in Uk suresi ve bu ba
ratıcı kuvvetine, bunun yanında kımdan da onun ön sözü ola
nübüvvet hadisesinin ve ahret rak kabul edilmiştir (bk.
inancmm önemini vurgulayarak fâtiha suresi).
devam eder. Bu surenin fazileti, fâtiha-hân s. (jiji 4^U) [< Ar.
kim onu okur ise cennetin kapı fâtiha + F. hân] Bir ölünün ar
ları onun için ardma kadar açı dından ruhuna “fatiha” okuyan.
fâtihaname 230
fâtihaname a. (<«b <^ii) [< Ar. surenin ikinci bir adı olan
fatiha + F.nâme] tas. ed. Tasav “Sûretü’l-Hamd” teriminin “El-
vuf! edebiyatta mutasavvıf şair hamd” biçiminde kısaltılmış
lerin “Fatiha suresi”nin fazilet olarak söylenmesinden kaynak
lerini şiirleştiren eserler. lanmaktadır. Surenin yedi ayet
olması genel kabul görmekle be
Fatiha suresi a. (^.^ ı^U) [<
raber Hanefiler besmeleyi sure
Ar. “Sûretü’l-Fâtiha” (jLUil sj^)]
ye dahil etmeme görüşünü sa
Kur'ân-ı Kerîm’in ilk suresi
vunmuşlardır. Ayrıca sonunda
olup Mekke’de nazil olmuş ve
söylenen “âmin” sözü de
besmele ile beraber yedi ayetten
Fâtiha’dan kabul edilmemiştir.
meydana gelmektedir. Yedi ayet
Sebep olarak da bu sözün
olduğu için yine Kur'ân-ı
Kur'ân-ı Kerîm’de hiçbir ayette
Kerîm’de “seb'u’l-mesânî”
geçmemiş olması gösterilmiştir.
(Hicr suresi, 15 / 87) olarak
“Fâtiha suresi”, Allah ile kul
geçmektedir. Surenin tam metni
arasında bir sözleşme olarak da
şöyle:
tefsir edilmiştir. Surenin ilk ya-
“Bismillahirrahmânirrahîm,
nsmda kulun Allah’a hamd ve
elhamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn
övgüsü ağırlık kazanırken, son
er-rahmânirrahîm, mâliki
bölümünde de onun Allah’tan
yevmi’d-dîn, iyyâke na'büdü
dilekleri ve istekleri söz konusu
ve iyyâke nesta'în, ihdinas-
olur. Bütün tefsirlerde besmele
sırâtal müstakim, sırâtalle-
nin başmdaki “b” ( □ harfinin
zîne en'amte aleyhim gayri’l-
Allah ile kul arasındaki bağlan
mağzûbi aleyhim veladdâllîn.”
tıyı ifade ettiği yönündeki yo
Bu sure, Kur'ân-ı Kerîm’in ilk
rum, hemen hemen ortak bir ni
suresi olması, bir bakıma da
telik ve özellik arz etmektedir.
onun ön sözü konumunda bu
Yani bütün müfessirler bu ko
lunması münasebetiyle bu adı
nuda görüş birliği içindedirler.
almıştır. Ayrıca Hz. Peygam-
Bir başka tefsire göre, “Bakara
berin “Fatiha suresi okunmadık
suresi”, “Fâtiha suresi”nin
ça hiçbir namaz sahih olmaz.”
açıklanması ve yorumlanması
(Tirmizî, “Mevâkit” 69; İbn
niteliğinde, değerlendirilmiştir.
Mâce, “İkâme”, 11) hadisinde de
Kur'ân-ı Kerîm’in. en büyük ve
açıkça vurguladığı üzere nama-
en önde gelen suresi olduğu için
zm farz kılmdığı günden beri bu
bu sureyi tefsir eden müstakil
sure namazlarda okunmaktadır.
eserler de kaleme alınmış; onun
“Fâtiha suresi” halk arasmda
fazileti hakkında çok yönlü yo
kısaca “El-hamd” olarak geç
rumlar ve değerlendirmeler ya-
mektedir. Bunun sebebi de bu
231 fazl
felâh a. (^^u) [Ar.] bk. necât raber bu terimin daha çok İslâm
felsefesinde ve astronomide sık
Felak suresi a. Ç^jj*- jiâ) [< Ar.
“Sûretü’l-Felak” (jüii sj^)] ça kullanıldığı söz konusudur.
Kur'ân-ı Kerîm’in yüz on üçün § tam. felek-i a'zam a. ÇJ^I
cü, iniş sırasına göre yirminci dü) Dokuzuncu kat gök.
suresi olup “Fîl suresi”
felek-i atlas a. (^1 dü) bk.
(105)nden sonra ve “Nâs sure
felek-i a'zam
si” (114)nden önce Mekke’de mi
ya da Medine’de mi nazil olduğu felek-i muhit a. (kx. dü)
ihtilâflıdır. Beş ayetten meyda Sekiz kat gök. Bunlann ilki
na gelmektedir. Adını ilk ayette felekü’l-kamer, İkincisi felek-i
ki “felak” sözünden almakta- utarid, üçüncüsü felek-i Züh-
dır.Bu surenin kendinden sonra re, dördüncüsü felek-i şems,
gelen “Nâs suresi” ile birlikte beşincisi felek-i Merih, altın-
indiği ifade edilmekte ve her iki cısı felek-i müşteri, yedincisi
surede de dünyadaki kötülük felek-i Zuhal, sekizincisi ise
lerden Allah’a sığınma söz ko felek-i menâzildir.
nusu edilmektedir. Bu surenin felekü’l-bürûc a. (rA)JI elli)
fazileti için Hz. Aişe’den rivayet bk. sidretü’l-müntehâ
edilen bir hadise göre, Hz. Pey
gamber rahatsızlık hissettiği sı felekü’l-eflâk a. (abuyi elli)
rada veya gece yatağa girince Dokuzuncu kat gök.
“İhlâs, Felak, Hâs” surelerini felsefe a. (uJi) [Ar. < Lat. fila
okur ve etrafma üflerdi, denil (sevgi) + sofla (hikmet)] Evren,
mektedir. Hz. Peygamber’in varlık, bilgi ile ilgili sorunları ak
“Felak suresi”nin tefsiri için bk. la dayah eleştirel yöntemlerle
Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C. inceleyen ve bu konuda sistem
11, s. 5068-5069. ler geliştiren fikrî değerlendir
felek a. (dü) [Ar.] (ç. b. eflâk) “Gök, melerin bütünü için kullanılan
gökyüzü, sema.” anlamındaki bu bir terim. İslâm dünyasında olu
söz, Orta Çağ İslâm kozmo- şan fikir hareketleri kelâm, ta
nolojisinde yıldızları üzerinde savvuf ve felsefe alanında yo
taşıdığına ve onlarm hareketle ğunlaşmış; bunlardan felsefe
rini sağladığına inanılan kendi dinamizmi içinde 7. yüz-
gökküre veya gezegenler yörün yüdan başlayarak birçok felsefe
gesini ifade etmektedir. ekolünün ortaya çıkmasma yol
Kur'ân-ı Kerîm’de bir ayette bu açmıştır. Başta Kindî olmak üze
anlamda yer almaktadır (Enbi re İbn Rüşd’en geçerek Gazali ve
ya suresi, 21 / 33). Bununla be İbn Haldûn’a uzanan bir çizgi
felsefe-i ûlâ 234
habı Medine’ye dönerken yolda daha çok Hz. İsa ile Hz. Mu
nazil olmuştur. Burada, Hz. Pey- hammed arasmda geçen dönem
gamber’e Allah tarafından bir için söz konusu edilmiştir. Ayrı
fethin ihsan edildiği edildiği, bu ca Kur'ân-ı Kerîm’in vahyi, ya
fetihlerin Allah rızası için de ni zaman zaman surelerin Hz.
vam edeceği ifade edilmektedir. Peygamber’e tebliği sırasında
Bu sure için Hz. Muhammed, kesintiler olduğu dönemlere de
“Bu gece bana öyle bir sure indi “fetret” adı verilmiştir. 2. İki
rildi ki benim için o dünyadaki padişah arasmda devlet idaresi
her şeyden kıymetlidir.” (Buhârî, nin padişah olmadığı için geçen
“Tefsir”, 48 / 1) dediği kaynak zaman. Özellikle Osmanlı dö
larda zikredilmektedir. Hz. Pey neminde Ankara Savaşı sonra-
gamberin “Feth suresi”nin tef smda Yıldırım Bayezid’in oğul
siri için bk. Sahîh-i Buhârî ve larının birbirlerine düşmeleri ve
Tercemesi, C. 10, s. 4763-4773. saltanat mücadelesine girmeleri
de “fetret devri” olarak adlan
fetih (I) a. (^) [Ar.] Müslümanla-
rm memleket veya şehirleri Al
dırılmıştır.
lah rızası ve O’nun adını yü Fettâh s. (^tü) [< Ar.feth] Sözlük
celtmek amacıyla ele geçirmele anlamı “Fetheden, ülkeler ele ge
ri ve İslâm devletine katılmala çiren.” olan bu söz, “esmâ'ü’l-
rım sağlamaları için kullanılan hüsnâ” (Allah'ın güzel isimle-
bu terim, Kur'ân-ı Kerîm’de ri)dan olup “İyilik ve güzellik ka
pek çok yerde, mealen “Biryerin pılarını açan, hak ile batılı birbi
savaş sonucu İslâmiyetin hâki rinden ayırıp adaleti gerçekleşti
miyetine geçmesi.” anlamında ren, mazlumlara yardım onları
yer almaktadır. zafere kavuşturan.” anlammda
Allah’m sıfatı olarak O’na izafe
fetih (II) a. (^ [Ar.] fik. Cemaatle
edilmiştir. Kur'ân-ı Kerîm’de
kılman ve kıraatin açık olduğu
isim ve sıfat biçiminde otuz se
farz veya vacip namazlarmda
kiz ayette geçen bu terim, hadis
imamm takıldığı, unuttuğu veya
lerde de Kur’ân-ı Kerîm’de zik
yanhş okuduğu ayetleri arka-
redilen anlamlar çerçevesinde
smda saf tutan cemaatin dü
Allah’a nispet edilmiştir.
zeltmesi anlamında kullanılan
“Fettâh” adı Allah’m doksan do
söz.
kuz ismini veren İbn Mâce ve
fetret a. (o>î) [Ar.] (ç. b. feterât) 1. Tirmizî rivayetlerindeki listede
İki peygamber arasında Hak di de yer almıştır (Tirmizî,
ne davetin kesintiye uğraması “Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”,
durumunda kullanılan bu terim, 10).
fettâh-ı nûr 240
sale, yani ölü yıkayıcıya teslim Gavs’a nispet edilen koluna veri
olmasma kinaye olarak müridin len ad. Bu kol genellikle Hindis
mürşide teslim olması söz konu tan’ın Delhi ve Bengal bölgele
sudur. rinde yaygınlık göstermiştir.
Temel ilke olarak Şeyh Gavs’m
gâşiye a. (^L) bk. yevmü’l-âhir
müritlerine öğrettiği kurallar
Gâşiye suresi a. (^ &j^ <j(£) [< benimsenmiş ve bu ilkeler ken
Ar. “Sûretü’l-Gâşiye” (üidil ij dinden sonra gelen tarikat ehli
>-)] Kur'ân-ı Kerîm’in seksen için temel prensipler olarak ka
sekizinci, iniş sırasma göre alt bul edilmiştir. Bu kabullerin te
mış sekizinci suresi olup melinde “vahdet-i vücûd” (bk.
“Zâriyât suresi” (51)nden son bu madde) ilkesi vardır. Onu
ra ve “Kehf suresi” (18)nden “ehl-i sünnet” (bk. bu madde) e
önce Mekke’de nazü olmuş ve bağlanmak, Hz. Peygamberin
yirmi altı ayetten meydana gel yolundan ve sünnetinden git
mektedir. Sure adını birinci mek. İlâhî kitaplar yerine şeyhin
ayette geçen ve “Örten, kapla öğrettiği düsturları öğretilerin
yan, örtü” anlamlarına gelen temeli olarak görmek, cahil kim
“gâşiye” sözünden almaktadır. selerle yakın dostluklar kurma
Sure, ilk yedi ayette cehennem mak, gördüğü rüyayı abartısız
ehlinin içine düşeceği durumu şeyhine olduğu gibi nakletmek
anlatır; ondan sonra gelen do bu tarikatin temel prensipleri
kuz ayette ise cennet ehlinin hu olarak gösterümektedir.
zur ve mutluluğunu tasvir eder.
gayb a. (^-) [Ar.] İnsan aklı ve
Sonraki ayetlerde de iman ve
duyularıyla oluşumu hakkmda
inkâr konuları üzerinde duru
bügi edinilemeyen, özü kavranı-
lur. Hz. Peygamber, bir hadisin
lamayan büinmezlik dünyası.
de, “Allah gaşfye suresini oku
Kur'ân-ı Kerîm’de gizemli dün
yanların ahret hesabını kolaylaş
ya için kullanılan pek çok terim
tırır.” diyerek bu surenin fazile
söz konusudur. Söz gelişi, “sır,
tine dikkat çekmiştir. Ayrıca
hab’, hafâ, setr, bütün, tehâfüt,
O’nun Cuma ve bayram namaz
ketm, cin” gibi bazı söz varlıkla-
larında bu sureyi okuduğu da
rınm “gayb” terimi ile yakm il
rivayet edilmiştir. Hz. Peygam-
gisi üzerinde durulmuştur. Ayrı
ber’in “Gâşiye snresi”nin tefsiri
ca bu çerçevede “metafizik” (fi
için bk. Sahîh-i Buhârî ve
zik ötesi) dünya için “gaybî var
Tercemesi, C. 11, s. 4992-4993.
lık”, duyularla algılanamayan
Gavsiye a. (£&.) [Ar.] Şüttâriye veya yorumlanamayan olaylar
tarikatinin Şeyh Muhammed için de “gaybî haber” terimleri-
259 gayr
birlikte yirmi dört yerde geç lar arasmda fazüetli bir mertebe
mektedir (bk. M.F.Abdülbâkî, el- olarak görülmüş; hatta özellikle
Mu'cem, “gdb” maddesi). Al- Müslüman-Türkler arasmda,
lah’ın gazabı Kur'ân’da şu tarz “Ölürsem şehit, kalırsam gazi”
suçlan işleyenler için ifade sözü, yaygm bir deyim niteliği
edilmiştir: Kasden bir mümini kazanmıştır.
öldürmek, savaştan kaçmak, Al
gâziyân-ı Rûm a. (^ jL^lî) “Ana
lah’ı inkâr etmek, İslâmî bıraka
dolu dervişleri” anlammda olan
rak başka bir dine geçmek. Ayrı
bu terim, Anadolu’da mevcut
ca topluca AUah’m gazabına uğ
bulunan dört bâtmî güçten biri
rayan cemaat olarak da
olup “Kalenderiyye” (bk. bu
Yahudîler gösterilmiştir. Hadis
madde) tarikatine mensup dinî-
lerde de benzer gazab kavram
askerî zümre için kuUanılmıştır.
larına rastlanmaktadır (bk.
Wensinck, el-Mu'cem, “gdb” gazve a. (SJji) [Ar.] İslâmiyet’in
maddesi). Öte yanda Hz. Pey yayılmaya başladığı dönemde
gamber, bazı hadislerinde, Hz. Peygamber’in kumandan
“Allahım bizi gazabınla helâk olarak katıldığı, sevk ve idare et
etme.” yolunda dua etmiştir. tiği savaşlara verilen ad.
gulâm a. Ç^U.) [Ar.] (ç. b. gılmân, de konu ile ilgili hadislerin yay
gılme, aglime) Sözlük anlamı, gınlığı söz konusudur. Söz gelişi,
“Genç, delikanlı, azat edilmiş kö “İslâm garip olarak başladı, ile
le, hizmetçi, v.b.” olan bu söz, İs ride yine yine garip olacaktır, ne
lâm devletlerinde eskiden ordu mutlu o gariplere!” (Müslim,
da, sarayda veya devlet katında “îmân”, 232) veya “Dünyada bir
çalıştırılmış köleler. garip veya bir yolcu gibi yaşa.”
(Buharî, “Rekâ’ik”, 3) gibi hadis
gulât a. (oiü) [Ar.] bk. gâliyye
ler “gurbet” kavramınm veya
gulûl a. (JjU) [Ar.] ftk. Ganimet teriminin tasavvuf dünyasmda
malma hıyanet etmek anlamın yaygmlaşmasmı sağlamıştır.
da kullanılan bir fıkıh terimi.
gurre a. (»^) [Ar.] 1. fık. Anne
guluv a. (jli) [Ar.] Sözlük anlamı, rahmindeyken düşürülen çocu
“Sınırı ve haddini aşmak, belirle ğun bedeli olarak verilmesi ge
nen çizginin ötesine geçmek.” reken malî tazminat. Bebek sağ
olan bu söz, “Kur'ân ve sünnetin olarak doğduktan sonra ölürse
çerçevesi dışında İslâm anlayışını “diyet” (bk. bu madde) ödenme
zedelemek ve bu anlayışın sınır si gerekir. Çocuk ile birlikte an
larını aşan ve “ehl-i sünnet” ce nenin de ölümü söz konusu
maati tarafından pek hoş karşı olursa iki tam diyet ödenmesi
lanmayan inanç ve telâkkileri hükme bağlanmıştır. 2. fık. Ab-
ifade etmek.” anlammda kullanı dest sırasında yüzde yıkanması
lan bir terim, bk. gâliyye vacip olan yerlerin dışında bir
gurâbiyye a. («L^) Wr.] İki karga kısmın da yıkanması durumu
nın birbirine benzemesi ölçü dur. Bu durumu Hanefî, Şafiî ve
sünde Hz. Peygamber ile Hz. Hanbeli mezhepleri olumlu kar
Ali’nin birbirine benzediği için şılarken Malikîler bunu dinde
Cebrâil’in vahyi Hz. Peygam- aşırılık olarak yorumlamışlar ve
ber’e indirdiği tezini sapıklık öl mekruh saymışlardır.
çüsünde iddia eden bir Şiî grup. gurûr a. (jj>) [Ar.] Sözlük anlamı,
gurbet a. (cu>) [Ar.] tas. Tasavvuf “Aldatma, kandırma, gaflete ka
ehlinin yaşadığı yerinden yur pılma.” olan bu terim, bir kim
dundan uzak kalması veya ya senin manevî ve ahlâkî bakım
şaması ya da çevresinden kopa dan fazla bir değer taşımayan
rak dış dünya ile bağlantısmı şeylere itibar etmesi ve onlarla
kesmesi, halkm düşünce ve duy avunması ya da övünmesi için
gu dünyasmdan kopması. Bu te kullanılmıştır. Kur'ân-ı Kerîm’-
rimin sufîlerce benimsenmesin de yirmi yedi ayette geçmekte
gusül 264
habîs s. (dlAÂ) [< Ar.hubr / hıbre] hac a. (ji) [Ar.] (ç. b. huccâc) İs
“Değersiz ve bayağı olmasından lâm’ın beş şartından biri olan ve
dolayı hoşa gitmeyen somut veya zilhicce ayında Mekke-i
soyut varlık ya da durum.” an mükerreme’de Ka’be’yi ziyaret
lamında olan bu terim, insan ta- ve tavaf etmeyi öngören ibadet.
biatmın hoşlanmadığı, aklın ve Rivayete göre Kâbe’yi önce me
dinin benimsemediği nesneler lekler tavaf etmiş; sonra Hz.
ve değerler için kullanılmıştır. Âdem, Allah’m emri ve izniyle
Kur'ân-ı Kerîm’de yanlış inan Mekke’ye giderek ve Hz. Havva
cı, kötü sözleri, ve bayağı davra ile buluşarak meleklerin öncü
nışlarından dolayı nefretle kar lüğünde hac görevini yerine ge
şılanan kimseler için kullanılan tirmiştir. İlk onarımı Hz. Şit ta
bu söz, “Nûr suresi” (24 / 26) rafmdan yapılan Kâbe, Nuh tu
nde mealen “Kötü kadınlar / söz fanı sırasında kumlarm altında
ler kötü erkeklere / kimselere, kö kalmış ve “Bakara suresi” (2 /
tü erkekler / kimseler kötü kadın 127) ndeki mealen “Bir zaman
lara / sözlere yaraşır.” biçimdeki lar İbrahim, İsmail ile beraber
ifade içinde yer almıştır. Bu tarz beytin temellerini yükselttikleri
ifadeler hadislerde de bulun zaman...” ifadesiyle vurgulandı
maktadır. ğı gibi Hz. İbrahim ve İsmail ta
rafmdan yeniden inşa edilmiş
hablullah a. (dJIJ^) [< Ar.hablu’l- ve “Hac suresi” (22 / 27-30) nde
lah] Sözlükte “bağ, ip, bağlantı, Hz. İbrahim’e mealen “İnsanlara
sebep” gibi anlamları verilen bu haccı ilân et. Gerek yaya uzak
söz, genellikle Kur'ân-ı Kerîm yoldan binek üzerinde senin hu
için kullanılan bir terim olarak zuruna gelsinler. Ta ki kendileri
kabul edilmiştir. Kur'ân-ı ne ait dünyevî ve uhrevî menfaat
Kerîm’de “Topluca Allah’ın ipine lere şahit olsunlar. Allah’ın rızık
sarılın ve ayrılmayın.” (Âl-i olarak kendilerine verdiği dört
İmrân suresi, 3 I 103) olarak ayaklı davarlar (kurbanlıklar)
ifade edilen bu söz, Kur'ân-ı üzerine belirli günlerde Allah’ın
Kerîm’i ve sünneti, Allah ve Hz. adını ansınlar. İşte bu kurbanlık
Peygamber’e itaati ifade etmek lardan yiyin; yoksulu, fakiri do
tedir. Yine bir hadisinde Hz. yurun. Sonra kirlerini (saç ve tır
Peygamber, “Gökten arza indi naklarını) atsınlar. Adaklarını
rilmiş olan Allah’ın ipi, Allah’ın yerine getirsinler ve o kadim olan
kitabdır.” demiştir (Sahîh-i Kâbeyi tavaf etsinler. İşte emir-
Buhârî ve Tercemesi, C. 15, s. hac budur...” demesi, “hac”m ilk
7136).) defa Hz. İbrahim’e buyuruldu-
271 hac
“Du’â”, 10) ve O’nun zatî sıfatları gibi anlamları olan bu söz, İslâ
arasında gösterilmiştir. mî literatürde tasavvuf! terimler
yapmak için kullanılmıştır.
§ tam. hâdî-i sebîl a. (J^
^jL») Hz. Muhammed için § tam. hadîka-i rûh a. (^
kullanılan bir terim. ildi) Ruh bahçesi, gönül.
hâdîyü’t-tarîk a. (jj>Jl ^jL») hadîka-i ervâh a. (r Uj1 ^)
Doğru yolu gösteren Allah. 1. Ruhlann bahçesi, gönül
dünyası. 2. Mevlâna dergâ-
Hadîd suresi a. Ç^^jk)
hmdaki kabristana Mevlevî-
[< Ar. “Sûretü’l-Hadîd” (jjjLJI
lerce verilen bir ad.
îjh«)] Kur’ân-ı Kerîm’in elli
yedinci, iniş sırasma göre hadîkatü’l-ervâh a. (^yi
doksan dördüncü suresi olup îLji) bk. hadîka-i ervâh
“Zilzâl suresi” (99)nden son
hâdim a. ÇjL) [Ar.] tas. Tekke veya
ra ve “Muhammed suresi”
dergâhlarda ya da ulu kişilere
(47)nden önce Medine’de na
hizmet eden kimse.
zil olduğu müfessirlerce be
yan edilmiştir ve yirmi dokuz § tam. hâdimü’l-fukarâ a.
ayetten meydana gelmekte (Jjiill^L) tas. Mevlevî şeyhi,
dir. Adını 25. ayette geçen
“hadîd” (demir) sözünden hâdimü’l-harameyni’ş-
alan sure, ilim ve kudretin şerîfeyn a. (^lij^ul I ^h^,?-^ I
delilleri, iman etmenin ge fjL) Mekke ve Medine şehir
rekliliği, mümin ve münafık lerine hizmet eden kimse.
ların karşılaştırılması, dün hâdis a. UjL) [Ar.] bk. hudûs
yanın anlamı konularını ifa
de etmektedir. Bu suretin fa hadîs a. (e^) [Ar.] (ç. b. ahâdîs)
zileti, bir rivayette, “Hz. Pey Hz. Muhammed’in söz ve dav
gamber yatıp uyumadan önce ranışlarını veya tasviplerini an
Müsebbihatı okur ve bunlarda latan veya nakleden terim. Ha
bin ayetten daha faziletli bir dis bilimi üe uğraşan bilim
ayetin bulunduğunu söylerdi.” adamları, doğrudan Hz. Pey-
ifadesiyle vurgulanmıştır. Hz. gamber’e ait olan hadislere
Peygamber’in “Hadîd sure “merfû” (bk. bu madde), saha
sinin tefsiri için bk. Sahîh-i beye ait olup onlardan nakledi
Buhârî ve Tercemesi, C. 10, s. lenlere “mevkuf’ (bk. bu mad
4837-4839. de), tâbiîne ait olup onlardan
hadîka a. (<1^) [Ar.] (ç. b. hadâ'ik) nakledilenlere “maktû” (bk. bu
madde) admı vermişlerdir. Son-
“Bahçe, bostan, meyve bahçesi.”
hadîs-i erba'în 278
hads a- (^^-) [Ar.] Zihnin ilkeler (Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn Mâce,
den ve önermelerden hızlıca so “Du’â”, 10) ve O’nun zatî sıfatlan
nuçlara ulaşması ve bu yolla el arasında gösterilmiştir.
de edilen bilgi anlammda kelâm
terimi. hâfikayn a. (jââL) [Ar.] tas. Mağrip
ile maşrık arası.
hadsiyyât a. (cLji) [Ar.] Akim
“hads” (bk. bu madde) yoluyla hâfiz (I) s. ve a. (JüL) [< Ar.hıfz] (ç.
ulaştığı ve genellikle kesinlik b. hafaza, huffâz) Sözlükte
değeri taşıdığı kabul edilen hü “Saklayan, koruyan, ezberleyen.”
kümler için kullanılan kelâm te olarak tanımlanan bu söz,
rimi. Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleyen
(kimse) anlammdadır. Bu anla
hafaza ç.a. (<kk) [Ar.hâfiz’ın ç. b.]
mıyla Kur’ân-ı Kerîm’de pek
1. Hafızlar (bu anlamda pek kul
çok ayette geçmektedir
lanılmamıştır). 2. İnsanm amel
lerini yazmakla ve korumakla (M.F.Abdülbakî, el-Mu'cem, “hfz”
görevli melekler. maddesi). Hadislerde de pek çok
kez zikredilen ve Kur’ân’m öğ-
hafaza melekleri ç.a. İnsanm sağ renümesi ve öğretilmesini teşvik
ve sol omzunda bulunan ve eden, “Sizin en hayırlınız
amellerini yazmakla görevli Kur’ân’ı öğrenen ve öğreteniniz-
olan melekler için kullanılan te dir.” mealindeki hadis en çok bi
rim, bk kirâmen kâtibin linenidir. 3. Bu terim, “Saklayan,
hafazan-Allah cüm. (<UI ikk) [Ar.] koruyan, esirgeyen.”anlamında
Allah saklasın, Allah korusun! Allah’m sıfatı olarak Kur'ân-ı
Kerîm’de üç ayette geçmektedir
hafazek-Allah cüm. (4JI .^^) [Ar.] (Yûsuf suresi, 12 / 64; Hicr su
Allah seni korusun! resi, 15 / 9; Enbiyâ suresi, 21 /
82).
Hâfid s. ve a. (^L) [< Ar.hafd]
“Zalimleri alçaltan, değerini dü § tam. hâfiz-ı hakîkî a. (Jî^
şüren ve Allah dostlarını yücel lüL) (gerçek koruyucu) Allah.
ten.” anlammdaki bu söz,
“esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah’ın güzel hâfiz-ı Kur'ân a. (jijî hâla.)
isimleri)dan olup Allah’a izafe Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleyen
edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de veya ezberden okuyabilen
olmamakla beraber “Hâfid” adı kimse.
Allah’m doksan dokuz ismini
veren İbn Mâce ve Tirmizî riva hâfiz-ı kütüb a. (j£, lük)
yetlerindeki listede de yer almış Bir kütüphanede kitapları
düzenleyen, koruyan ve oku-
hâfız-ı Mesnevî 280
dan gelmek, yerine geçmek.” olan halîl s. (gı) [Ar.] (ç. b. ahillâ ve
bu söz, Allah’ın isim ve sıfatla hullân) “Cana yakın, samimî
rıyla kendisine en mükemmel (dost) ” anlammda olan bu söz,
bir biçimde tecelli ettiği “insan-ı bazı kelimelerle tamlama biçi
kâmil” (bk. bu madde) mertebe minde dinî terimler oluşturmuş
si için kullanılan bir terim nite tur.
liğindedir. Mevlevîlikte “hilâfet”
(bk. bu madde) şeyhlik ve der § tam. halîlu’l-lâh a. Gül
vişlik gibi bir makamdır. Bu Jık) Allah’m yakın dostu an
makama ulaşan sufîye “halîfe” lammda Hz. İbrahim için kul
denilmiştir. lanılan bir ad. Kur’ân-ı
Kerîm’de “Nisâ suresi” (4 /
Hâlik a. (jlli.) [< Ar.halk] “Yara 125) nde “Allah îbrâhim’i dost
tan” anlammda “esmâ'ü’l- edindi.” ifadesi yer almakta
hüsnâ” (Allah’ın güzel isimle- dır.
ri)dan bir ad. Bu söz, Kur’ân-ı
Kerîm’de yüz on yedi ayette fiil halîlü’r-rahmân a. (jL^Jl
çekimiyle ve türevleriyle, elli iki ıgk) bk. halîlu’l-lâh
ayette de mastar olarak Allah’a halîle a. GıLU) [Ar.halîl sözünün
nispet edilmiştir (M.F.Abdülbakî, müennes (dişil) biçimi.] (ç. b.
el-Mu'cem, “hlk” maddesi). Ayrı halâ'il) 1. Nikâhlı eş veya kadın,
ca “Hâlik” adı Allah’m rivayet zevce, harem. 2. Mevlevîlerin
edilen doksan dokuz ismi ara ayinlerde çaldıkları bir musiki
smda yer almakta (Tirmizî, âleti.
“Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”,
Halîm a. (g».) [< Ar.hilm] Sözlük
10), bazı hadis metinlerinde de
anlamı, “Sabırlı, akıllı, ağırbaşlı.”
zikredilmektedir (Wensinck, el-
olan bu söz, “esmâ'ü’l-hüsnâ”
Mu'cem, “hlk” maddesi). Bu söz,
(Allah’ın güzel isimleriydin, olup
genellikle İlâhî fiilleri büyük öl
“Kudretli olduğu hâlde birdenbire
çüde bünyesinde toplamakta ve
Allah’ın kevnî isimleri arasında öfkelenip cezalandırmayan, za
gösterilmektedir. man içinde gelişmelere göre ceza
vermeyi uygun bulan.” anlamm
§ tam. hâlik-i kâ'inât a. da bir sıfat ve terimdir. “Halîm”,
(oC£K jlL) Bütün varlıkları Kur’ân-ı Kerîm’de on beş ayette
yaratan, yoktan var eden yü geçmekte olup bunlardan on bi
ce Allah. rinde Allah’a, ikisinde Hz. İbra
him’e, birinde Şuayb peygambe
hâlikü'l-berâyâ a. (UijJl jlü)
re, birinde de İsmail peygambe
Yaratılmış olanların yaratıcı
re izafe edilmiştir (M.F.
sı.
289 halka-i irâdet
156 / 770) ’nin görüş ve düşünce hânkâh a. (»mu) [Ar. < F. hân +
leri etrafında oluşan ve ona nis gâh] Bazı tarikatlerde dervişle
pet edilen bu mezhep, öteki üç rin sohbet, zikir, teşbih veya dua
mezhep olan Mâliki, Şâfiî ve ya da tefsir, fıkıh, akaid ve
Hanbelî mezhebinden ilkidir. Kur’ân okumak veya öğrenmek
için toplandıkları, bir süre orada
Hanefiyye öz.a.ve s. («uâi^) [Ar.
oturdukları, zaman zaman da
hanefî sözünün müennes (dişil)
inzivaya çekildikleri geniş me
biçimi.] 1. bk. Hanefî 2. Ebul-
kân. OsmanlI döneminde bu yer
Hasan Aliyyü’z-Şazelî tarafmdan
lere “âsitâne” (bk. bu madde),
oluşturulan “Şazelî” tarikatinin
“dergâh” (bk. bu madde), “tek
bir kolu.
ke” (bk. bu madde), “harâbât”
hanîf a. (JU^) [Ar.] (ç. b. hunefâ) (bk. bu madde) ya da “zâviye”
Hz. İbrahim’in insanlık için (bk. bu madde) de denilmiştir.
sunduğu Hak dine inanan ve Al
hannân a. (jlk) [Ar.] Bu terim,
lah’m birliğini kabul eden mü
“Çok merhametli, çok şefkatli.”
minler. Kur'ân-ı Kerîm’de bu
anlammda Allah’m sıfatların-
söz, iki ayette çokluk biçimi ol
dandır.
mak üzere on iki ayette geçmek
tedir. Özellikle “Bakara suresi” harâbât a. (oLI>) [Ar.] Tasavvuf
(2 /135) ile “Âl-i tmrân suresi” ehli tarafmdan “dergâh” (bk. bu
(3 / 95) nde “hanîf’ terimi açıkça madde), “tekke” (bk. bu madde),
ifade edilmektedir. “hânkâh” (bk. bu madde) ve
“zâviye” (bk. bu madde) ye veri
hanîf dini a. Hz. İbrahim’in insan
len ad. (bk. hânkâh).
lık için sunduğu Hak din. bk.
hanîf harâç, -cı a. (^l>) [Ar.] İslâm hu
kukunda toprak vergisi. Bu söz,
hânis a. (üL) [Ar.] fik. “Yeminini
yerine getirmeyen, ettiği yemini Kur'ân-ı Kerîm’de genel olarak
bozan.” anlamında bir fıkıh te “câize, mükâfat” karşılığmda
rimi. Allah üzerine yapılan bir kullanılmış; “Mü’min suresi”
yemin bozulmuş ise, yani (23 / 72) nde “hare” ve “harâc”
“hânis” durumuna düşülmüş ise sözleri birlikte kullanılarak bun
kefaret gerekmektedir. Bu kefa lara “ecir, karşılık, ücret” anlam
ret, Kur'ân-ı Kerîm’de “Mâ'ide ları yanmda bazı müfessirlerce
suresi” (5 / 89) nde on yoksul “vergi” anlammm da verildiği
kimseyi doyurmak, köle azat kaynaklarda ifade edilmektedir.
etmek veya üç gün ard arda Hadislerde ise bu terimin daha
oruç tutmak olarak ifade edil açık bir biçimde “vergi” anla
miştir. mmda kullanıldığı söz konusu-
295 harâm
Hasîb CL (oxm&) [< .An] Sözlük an haşebî a. l,^^.) [Ar.] Şiâ mezhebi
lamı, “Hesap etmek, saymak.” mensupları.
olan bu terim, “esmâ'ü’l-hüsnâ” haşefe a. (<i^.) [Ar.] Erkek cinsel
(Allah’ın güzel isimleri)dan olup organının sünnet yeri, kertik
“Her şeyi en ince noktasına va kısmı için kullanılan terim. Bu
rıncaya kadar hesap ederek bilen kısmın içeriye girmesi guslü ge
ve hesaba çeken.” anlammda Al rektirmektedir.
lah’a nispet edilmiştir. Kur'ân-ı
Kerîm’de bu manasıyla otuz ye hâşâ lillah a. (dJJ LiL) bk. hâşe
di ayette geçmektedir (M.F. lillah
Abdülbakî, el-Mu'cem, “hsb” hâşe lillah a- (<W ^li.) [Ar.]
maddesi). Bu söz, Allah’ın dok “Aman ya Rabbi, Allah’ı tenzih
san dokuz isminin rivayet edil ederim.” anlammda tasvip edil
diği Tirmizî hadisinde yer al meyen bir durum karşısmda
maktadır (Tirmizî, “Da'avât”, söylenen söz.
82).
haşhaşîler a. bk. haşîşiyye
hasislik a. bk. cimrilik
hâşimiyye (I) a. (<LuiW [Ar.] Hz.
hasta namazı a. Bir kimsenin, has-
Ali’nin oğullarından Muham-
talığının durumuna göre, otura
med b. Hanefiyye’nin büyük oğ
rak veya yanı üzerine yatarak
lu olan ve imametin Ebû Hâşim
başı ile ima biçiminde namaz
Abdullah b. Muhammed (98 /
kılması için kullanılan terim,
717) ’e intikal ettiğine inanan
îma yolu ile namaz kılamayacak
Keysâniyye Şiasına bağh bir
hastalardan namaz borcu düşer.
grup.
hasta ziyareti a. İslâm dini hasta
Hâşimiyye (II) a. (^U) [Ar.]
olan kimseleri, bu acılı ve sıkın-
“Celvetiyye” (bk. bu madde)
tıh günlerinde, ziyaret etmenin
tarikatinin Haşim Baba (öl. 1197
fazileti konusunda müminlere
/1783) ya nispet edilen bir kolu.
güzel öğütler ve yollar göster
Bu tarikatin özünde zikir ve
miştir. Hatta bu ziyaretin vacip
ayin ön planda gelir. Törene ön
olduğu konusunda da sahabenin
ce “salât-ı efdaliyye” ile başla
rivayetleri söz konusudur (bk.
nır; ardmdan “kelime-i tevhîd”
Sahîh-i Buharı ve Tercemesi, C. zikrine geçilir; sonra “yâ Allah”
12, s. 5691). Buhari, kitabınm ve “yâ Mevlâm” deyişleri oku
“Kitâbu’l-Marda ve’t-Tıbb” narak ayağa kalkılır ve İlâhîler
(Sahîh-i Buharı, C. 12, s. 5685- okunma aşamasma geçilirdi. Bu
5717) bölümünü bu konuya İlâhîler genellikle Celvetiyye
ayırmıştır. tarikatinin pîri Aziz Mahmud
haşir 302
Hüdâyi (öl. 1038 / 1628) den ve Kur'ân-ı Kerîm’in elli dokuzun
ya Haşim Baha’nın “na'f’inden cu, iniş sırasına göre yüz birinci
olurdu. İlâhîlerle birlikte derviş suresi olup “Beyyine suresi”
ler “ism-i hû” çekerler, zâkirler (98)nden sonra ve “Nûr suresi”
de “cumhur ilâhâsi” okurlardı. (24)nden önce Medine’de Uhud
Ayinin sonunda ise şeyh efendi Gazvesi’nden sonra Hicretin 4.
dua eder ve “gülbank” çekerdi. yılmda nazil olmuştur ve yirmi
dört ayetten meydana gelmek
haşir, -şri a. 0^) [Ar.] İslâmî
tedir. Admı ikinci ayette yer
inanca göre, “Kıyamet gününde
alan “li-evveli’l-haşr” (ilk sür
diriltilecek olan insanların hesa
gün) sözünden almıştır. Surenin
ba çekilmek üzere bir araya top
baş tarafında Allah’m yüceliği,
lanması.” anlamında olup “kı
gücü ve hikmet sahibi oluşu an
yamet” (bk. bu madde) ve “sâ'a”
latılır; ikinci bölümde münafık
(bk. bu madde) olaymdan sonra
lar ile Yahudilerin verdikleri
gerçekleşecek ikinci aşamayı
sözden dönmeleri anlatılır ve bu
ifade eden bir terim. Bu söz,
bakımdan onlarm şeytana ben
isim ve fiilden türemiş biçimle
zedikleri ifade edilir; üçüncü bö
riyle birlikte Kur'ân-ı Kerîm’de
lümde ise insanlara ahretten
kırk bir ayette geçmektedir
korkmaları ve Allah’a sığmma-
(M.F.Abdülbakî, el-Mu’cem, “hşr”
ları öğütlenir. Son üç ayeti ise
maddesi). İnsanlarm o zaman
dua niteliğinde olup okunması
daki durumları hakkında Hz.
nın fazileti üzerinde durulmuş
Peygamberin hadislerinde çok
tur. Nitekim surenin bu son
değişik bilgiler verilmiştir
ayetleri, sabah namazından
(Wensinck, el-Mu'cem, “hşr”
sonra okunması ve dua edilmesi
maddesi).
yaygm gelenek olarak benim
haşîşiyye a (/.,?■_■ .?.->) [Ar.] Sözlük senmiştir. Hz. Peygamber’in
anlamı, “kuru of olan “haşîş” “Haşr suresi”nin tefsiri için bk.
kelimesinden türetilen bu söz, Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C.
uyuşturucu olarak kullanılan 10, s. 4842-4850.
Hint keneviri ve esrar anlamm
haşşâşîn a. bk. haşîşiyye
da yaygınlaşmıştır. Öte yanda
bu söz, özellikle Orta Çağ döne haşviyye a. GÛjAa.) [Ar.] 1. İslâmî
minde Suriye’de ortaya çıkan bilimlerde, dinî konularda akıl
Nizârî İsmailîler için kullanılan yürütmeyi, aklî melekeleri ön
bir terim niteliği kazanmıştır. plana almayı hoş görmeyen,
dogmalarm oluşumuna öncelik
Haşr suresi a. (^^^ ^j^) [< Ar.
veren, teşbih ve tecsîm gibi un
“Sûretü’l-Haşr” (^iJl sj^)]
surları benimseyen kimseler
303 hâtem-i sagîr
hayız, -yzı a. G^ja.) [< Ar.hayr] hazarât-ı hamse ç.a. (<xuk olj^.)
Sözlük anlamı “Suyun akması [Ar.] (beş hazret) tas. Beş kudret
veya taşması, kan akması.” olan ve onun temsilcileri anlamında
bu söz, kadmın döl yolundan be olan bu terim, ayrıca tasavvufî
lirli sürelerle gelen ve bazı iba manada şu terimleri ifade et
detlerin yapılmasma engel oluş mektedir: 1. Âlem-i mülk. 2.
turan kan için kullanılan bir te Âlem-i melekût. 3. Âlem-i
rim. Kadmm döl yolundan gelen ceberût. 4. Âyân-ı sâbite. 5.
kan, üç türlüdür. Birincisi, belli Esmâ-i İlâhiye.
çağlarda ve belirli zaman dilimi hazene a. b>.) [Ar.] İslâm inancı
içinde gelen kan; İkincisi, loğu na göre, cennet ve cehennemin
salık döneminde gelen kan düzenini ve işleyişini sağlamak
(nifâs); üçüncüsü ise herhangi amacıyla gürevli melekler için
bir hastalıktan ileri gelen kan kullanılan terim. Bu söz,
(istihaza). Buharî bu konuyu Kur’ân-ı Kerîm’de “Zümer su
eserinde “Kitâbu’l-hayz” başlığı resi” (39 / 71), “Mü’min suresi”
altında incelemiş ve Hz. Pey- (40 / 49), “Mülk suresi” (67 / 8)
gamber’in pek çok hadisini bu inde geçmektedir.
bölümde zikretmiştir (Sahîh-i
hazînetullah a. (dil İL>.) [Ar.] tas.
Buhârî ve Tercemesi, C. 1, s. 395-
Tasavvuf ehli arasında çok yay
425).
gın olarak kullanılan “âlem-i
hayrât ç. a. (olj^) [Ar. hayre ve ceberût” (bk bu madde).
hayyire’nin ç. b.] “Bağışlar, iyi
hazîre a. Gjik) [Ar.] İslâm mima
likler ve güzellikler, Allah için
rîsinde vakıf binalarınm yanm-
yapılan yardımlar.” anlammda
da veya cami, türbe, tekke gibi
kelâm terimi. yapılann bitişiğinde oluşturulan
hayret a. bj^) [Ar.] tas. Allah’m küçük mezarlık, bk. mezarlık
varlığı ve keyfiyeti hakkında en
§ tam. hazîre-i İsmâ'îl a.
olgun ve muteber bir mertebeye
(JxLu«l sjli) bk hatîm
ulaşmış olan sufînin içinde bu
lunduğu bu durumu ifade ede hazret a. (oj^) [< Ar. huzûr] tas.
meme hâli için kullanılan bir te Sözlük anlamı “Yakınında veya
rim. yanında olmak, önünde bulun
mak.” olan bu söz, “Varlığın ge
hayyâk-Allah cüm. (dJI JU.) [Ar.]
nel mertebeleri ve âlemdeki bü
“Allah sana ömür versin” anla
tün tecellileri ile birlikte İlâhî ve
mmda bir söz.
311 heft-ahter
ların üzerinde büyük etki yarat helâl a. (JjL) [Ar.] Dinen yapılması
tığı inancı yaygındır. serbest olarak kabul edilen dav
ranışlar ve yenilmesi, içümesi
heft-dûzah a. (^j ol») [< F.heft +
uygun olan yiyecekler, “haram”
dûzah] (yedi cehennem)
Kur’ân-ı Kerîm’de adları geçen (bk. bu madde) karşıtı. Bu söz
yedi cehennem şunlar: hutâme, değişik türevleriyle birlikte
sa'îr, sekar, cahîm, hâvfye, Kur’ân-ı Kerîm’de elli ayette
lezâ, sü'ûr. yer almaktadır (M.F.Abdülbakî,
el-Mu'cem, “hll” maddesi). Aynı
heft-selâm a. (^ ûü) [< F.heft + kullanım özellikleri hadislerde
Ar.selâm] (yedi selâm) tas. Nev- de söz konusudur (Wensinck, el-
ruz’da güneşin Koç burcuna gir Mu'cem, “hşr” maddesi). Fıkıh
diği sırada içilen süde Kur’ân-ı usulünde ise bu terim, “vâcip”
Kerîm’de “selâm” ibaresi ile (bk. bu madde), “mendup” (bk.
başlayan yedi ayetin okunması; bu madde) ve “mubah” (bk. bu
bu ayetler şunlar: Râd, Yâsin, madde) terimleriyle birlikte ve
Saffât, Saffât, Saffât, Sajfât,
eş anlamlı ya da yakın anlamlı
Kadr.
kavramlar olarak değerlendi
heft-soffa a. (*L> ol») [< F.heft + rilmiştir.
suffe] (yedi yüksek yer) Yedi kat
hendese a. (^jia) [Ar.] İslâmî bi
gök.
limlerde riyazî ilimlerin şekil ve
hekimbaşı a. İslâm devletlerinde cisimler arasındaki durmları ve
hükümdarm, saray çevresinin ilişkileri inceleyen bilim dah,
ve ülkenin genel sağlık konuları geometri.
ile görevli iyi yetişmiş uzman
hervele a. («d»») [Ar.] İslâmî inanç
hekimler. Hekimbaşılarm özel
ta hac ve umre ibadeti sırasmda
likle OsmanlI devleti döneminde
Safa ile Merve arasında yapılan
ciddi ve önemli bir makam ko
dinî görevi hızlı ve canh bir yü
numuna geldiği söz konusudur.
Bu kişiler, ilmiye smıfına men rüyüş tarzında olmasını ifade
sup, tebabet ilmine vâkıf, çok iyi eden bir terim.
yetişmiş, deneyimli ve ehliyetli hesâp, -bı (I) a. ÇL^) [< Ar.hisâb]
olan kimselerden seçiliyordu. Sözlük anlamı, “saymak,hesap
helâk a. UbU) [Ar.] İslâmî inanca etmek.” olan bu söz, insanlann
göre, birey ve toplumların yok âhirette sorguya çekilecekleri
edilmek suretiyle cezalandırıl- gün; bu söz Türkçede “hesap
malarmı ifade eden bir terim, günü” olarak da kullanılmakta
eşanlamhsı “mevt” (bk. bu mad dır. Nitekim aynı söz grubu,
de). Kur’ân-ı Kerîm’de “yevmü’l-
313 heybet
heyûlâ a. (^j^) [Ar. < Yun.] Madde hıfz a. (^-) [Ar.] tas. Tasavvuf eh
anlamında olup kütleyi ifade linin inancına göre, Allah’m er
etmektedir. miş veya velî kullarını, günahta
hezl a. Q>) [Ar.] İslâm hukukunda ısrar etmekten koruması.
sözün anlamını ve hükmünü hırka a. (<j>J [< Ar.hark] (ç. b.
kasdetmemekle gerçekleşen ve hırak) tas. Sufîlerin, dervişlerin
düşünce üe ifade arasında bi veya tarikat mensuplarının giy
linçli uyumsuzluk durumunu dikleri üst libas için kullanılan
doğuran ciddiyetsizlik anlamın
tasavvufî bir terim. Tasavvuf
da kullanılan bir terim.
inancını inceleyen kaynaklara
hıdrellez a.[T. < Ar. Hızır + İlyâs] göre, Hz. Peygamber’in “Ehl-i
İslâmî-Türk kültürünün daha Beyt” (bk. bu madde) ini abası
çok Batı Türk dünyasmda yay- altına alması, Kur’ân-ı
gm olarak kutlanan ve dinî bir Kerîm’de “Yûsuf suresi” (12)
inanç çerçevesinde oluşan halk inde Hz. Yûsuf’un gömleğinden
bayramı. Bu söz, halk arasmda özellikle söz edilmesi, tasavvuf
ölümsüzlük mertebesine ulaştık- ehli arasmda kırka giymenin ta
larma inanılan Hızır ve İlyas savvuf terbiyesi çerçevesi içinde
peygamberin yılda bir defa 6 yer almasını ve gelenekleşmesi
mayıs günü bir araya geldikleri ni sağlamıştır.
ne inanılan gün için kullanıl
maktadır. Eski takvime göre yıl § tam. hırka-i inâbet a. (cuüi
iki bölüme ayrılmaktaydı. Birin U>.) tas. Bir tarikate yeni gi
ci bölüm, 6 mayıs (23 nisan) gü ren müride giydirilen hırka.
nü başlayıp 26 ekim (8 kasım)
gününe kadar 186 gün süren ve hırka-i sa'âdet a. (ojL-ü>.)
“Hızır günleri” olarak adlandı Kutsal emanetlerden olup
rılan yaz mevsimi; ikinci bölüm, Topkapı Sarayı’nda “Kutsal
26 ekim (8 kasım) günü başlayıp Emanetler Dairesi”nde ko
6 mayıs (23 nisan) gününe kadar runan ve sahabeden Kâ'b b.
179 gün süren ve “Kasım günle Zübeyr’e hediye ettiği rivayet
ri” olarak adlandırılan kış mev edilen Hz. Muhammed’in
simi idi. Bu takvime göre yaz hırkası. Bu hırka, Yavuz Sul
başlangıcı 6 mayıs günü olup tan Selim’in Mısır fethi son
aynı zamanda halk inancına gö rası öteki kutsal emanetler
re Hızır ile İlyas’ın buluşma gü ile birlikte İstanbul’a gönde
nü olarak da benimsenmiş ve rilmiş ve bunlar Topkapı Sa
“hıdrellez” sözü bundan oluş rayı içinde yaptırılan “Hırka-i
muştur.
315 Hızır
hürmet a. 1^) [Ar.] “Haram ol Hüseyniyye (I) a. (û^) [Ar.] Şî’a
ma, haramlık.” anlammda kul grubunun muharrem aymda
lanılan terim. toplu matem törenlerini yaptık
ları yer.
335 hüzün
ibn a. (^1) [Ar.] Oğul, erkek çocuk. resi” (21)nden önce Mekke dö
neminde nazil olmuştur ve elli
ibniyye a. (<ll) [Ar.] Bir kimsenin
iki âyetten meydana gelmekte
oğlunun kızı.
dir. Kur’ân’da “elif-lâm-ra”
ibnülvakt a. (oijll ^f) [< Ar. ibn + harfleriyle başlayan beş surenin
vakt] tas. Tasavvuf ehlinin her beşincisidir. Adını ise 35. ayette
zamanı içinde bulunduğu anı en geçen ve Mekke’nin güvenliği,
uygun ibadet ve taatle geçirmesi orada yaşayanlann iyiliği için
anlammda bir terim. dua eden Hz. İbrahim’den almış
ibnüssebîl a. (Jn.Jljjl) [< Ar. ibn + tır. Konusu, AUah’m varlığı ve
sebil] ftk. İslâm’ın beş şartından birliği, vahiy, peygamberler, öl
biri olan “zekât” {bk. bu madde) dükten sonra dirüme ve sorguya
m verildiği yerlerden biri olarak çeküme gibi temel inançlardan
Kur'ân-ı Kerîm’in “Tevbe sure oluşmaktadır.
si, 9 / 60”nde ifade edilen ve ibret a. (o^) [Ar.] tas. Yaşanılan
yolculuk sırasında muhtaç du hayat içinde yapılan yanlışlık
ruma düşenleri anlatan bir te lardan ortaya çıkan kötü sonuç
rim. Pek çok fakih, bu duruma lardan ders çıkarmak.
düşenleri, memleketinde malı ve
îcâb a. (oL>l) [Ar.] ftk. İslâm huku
parası olmakla birlikte seyahat
kunda anlaşma yapmak isteyen
te bulunduğu sırada çeşitli se
bir tarafın teklifte bulunmasına
beplerden dolayı parasmı kay
karşılık, öteki tarafın buna
betmiş, geçim sıkıntısma düş
olumlu yanıt vermesi.
müş, yerine yurduna dönecek
parası bulunmayan kimseler icâbet a. (cuLl) [Ar.] ftk. İslâm hu
olarak tanımlamışlardır. Bunla kukunda soru soran bir tarafa
ra zekâttan ve ganimetten hisse öteki tarafm olumlu yanıt ver
(1 / 5) verilmesi uygun bulun mesi.
muştur.
i'câm a. (^l) [Ar.] Hadis bilimin
ibrâ o. (JjjI) [Ar.] ftk. Bir kişinin bir de, Hz. Peygamber’in sözlerini
başka kimseden alacağı için bü sağlıklı nakledebilmek için aynı
tün haklarmdan vazgeçmesi. şekilde yazılan noktalı ve nokta
sız harflerin, yani ha y yı “hı”
İbrahim suresi a. (^jeP K
(^)dan, dal” (j) i “zel” (j) den,
Ar. “Sûretü İbrahim” (^IjjI »_>
“sin” y i “şm” (^)dan, “sad”
>.)] Kur’ân-ı Kerîm’in on dör
(ja) ı “dad” Çuldan v.b. ayıra-
düncü, iniş sırasma göre yetmiş
bilmek için noktalama işinin
ikinci suresi olup “Nûh suresi”
özenli yapılması işi için kuUanı-
(71)nden sonra ve “Enbiyâ su
lan terim.
icâre 344
icâre a. (»jLl) [Ar.] fik. İslâm huku yolu açılmış; genellikle de “ha
kunda bireysel kazançlann üc dis icazeti, ferdiz icazeti,
ret karşılığında bir başkasma Sahîh-i Buhârî icazeti, şemâ'il-
devredilmesi için kullanılan te i şerîf icazeti, kıraat icazeti”
rim. Bugünkü hukuk düzeninde gibi yaygm dinî bilim dallarında
ise bu söz, kira, iş ve istisnâ ak izin belgeleri düzenlenmiştir.
dine mukabil olarak kullanılı Dinî bilimlerin yanında fen bi
yordu. limleri dalmda, söz gelişi tıp, ec
zacılık, fen ve matematik dalla-
§ tam. icâre-i vâhide a. G^lj nnda da başardı öğrencilere
sjLJ) fik. Vakıflara ait gelirle icazet verildiği kaynaklarda zik-
rin bir defaya mahsus olmak redflmektedir. 2. fik. İslâm hu
üzere kiraya verilmesi konu kukunda, “Bir hukukî işlemin ge
su. çerlilik veya bağlayıcılık kazan
icâreteyn a. feLl) [Ar.] fik. Vakıf ması için hak sahibi kişinin izin
hukukunda biri peşin, öteki ve vermesi ya da o kişi tarafindan
resiye olmak üzere vakıf gelirle uygunluk belgesinin verilmesi.”
ri üzerinde uygulanan uzun sü anlammda kullamlan bir terim.
reli çifte kira bedeli. 3. Hadis biliminde, bir hocanm
kendi derlediği hadisleri ve ki-
icâzât a. (oljLJ) [Ar. icâzet’in ç. b.]
tabmı bir başka kimseye rivayet
Hadis biliminde, bir hadis kita-
etmesi amacıyla sözlü veya yazı-
bmı, yazarmdan semâ, kıraât
lı olarak izin vermesi.
gibi öğretim yöntemlerinden bi
riyle almış olan kimselerin adla- § tam. icâzet-i âmme a. GuL
rmı sırasma göre gösteren kayıt 05UI) Hadis büiminde, icazet
ların durumu. verilen kimseleri genel bir
vasıfla tavsif ederek görev
icâze a. (<,LJ) LAr.J bk. icâzet
lendirme.
icazet a. (ojLJ) [Ar.] 1. İslâmî bi
icâzet-i âmme mutlaka a.
limlerin bugünkü akademik dü
(ülk «Ûu ojLi) Hadis bili
zeyde eğitim ve öğretimi sonun
minde, bir şehir, bir bölge
da başarılı kimselere verilen
veya mezhep de sınırlı kal
diploma veya meslekte yeterlilik
mayarak icazet verme.
ya da uzmanlık belgesini ifade
eden onayh izin kâğıdı. Özellikle icâzetname a. («u^L.!) [< Ar.
medrese eğitiminin yaygmlaş- icâzet + F. nâme] “İzin kâğıdı.”
maya başlamasmdan sonra belli anlammdaki bu terim, “icâzet”
disiplinler için “icâzet” verme (bk. bu madde) yerine kulland-
345 icmâ
mış; ayrıca hat sanatında, hattat kân verdiği ölçüde bir yaptırımın
ların hocalarından aldıkları “eh- kullanılarak suçluya da yükümlü
liyetname”ler de bu terim ile bir kimsenin uygun veya gerekli
karşılanmıştır. bir işe zorlanması.” anlammda
kullanılan bir terim.
i'câzü’l-Kur'ân a. (jT>Ji }Lxl) [Ar.]
Kur’ân’m özünde bulunan ede icmâ a. (^lu.1) [< Ar. cem'] Sözlük
bî ve estetik üstünlüğünün, anlamı, “Toplama, bir araya ge
muhtevasındaki derinlik ve tirme, birleştirme, derleyip topar
zenginliğinin bir başka eserde lama.” olan bu söz, “Hz. Pey
bulunamayacağım ya da bir gamber’in ölümünden sonra her
benzerinin yapılamayacağmı hangi bir zaman dilimi içinde di
ifade eden bir terim. Bu söz, nî bir meselenin hükmü veya or
Kur'ân-ı Kerîm’de bire bir tak kanaati üzerinde görüş birli
geçmemekle birlikte, O’nun be ğine varma.” olarak tanımlanmış
şer sözü değil İlâhî bir kelâm ol ve terim niteliği kazanmıştır.
duğu özellikle vurgulanmış; ni Sonradan bu terim, dinî bir me
tekim “Enfâl suresi” (8 / 31) nde selenin halli ve bu konuda kesin
Hz. Peygamber’i inkâr edenler hükmün verilmesi için bilim
diledikleri takdirde benzer söz adamlarınm ortak görüş birliği
ler söyleyebileceklerini ileri içinde olmaları ve bu çerçevede
sürmüşlerse de bunu asla bece- bütün İslâm âlemindeki Müslü
rememişler; hatta Hz. Peygam- manların ortaklaşa benimsedik
ber’den bir mucize talep ettikle leri dinî hükümleri ifade eden
rinde de onlara mucize olarak şer'î delilleri rehber kabul etme
Kur'ân-ı Kerîm gösterilmiştir leri için kullanılmış; fıkıh litera
(Ankebût suresi, 29 / 50-51). Öte türünde ise Kur’ân ve sünnet
yandan, “i'câzü’l-Kur'ân” son ten sonra üçüncü İslâmî kaynak
radan müstakil bir bilim dah niteliği kazanmıştır. Bu bakım
olmuş ve bu ad altında pek çok dan “icmâ”, fıkıh usulü eserle
eser kaleme alınmıştır. Bu bilim rinde kaynaklar teorisinin vaz
dalmda yapılan araştırmalarda geçilmez bir unsuru hâline gel
ve eserlerde işlenen konular bel miş ve temel şer'î deliller ara-
li başlı şu ana başlıklarda top smda üçüncü sıraya yerleştiril
lanmıştır: “Sarfe teorisi, dil ve miş; böylece “icmâ”, İslâm fıkhı
üslûp, muhteva yapısı, gayb bil ve kültürünün çok önemli kay
gisi, İlmî i'câz, sayısal i'câz, sos nak ve kavramlarından biri ol
yolojik unsurlar” muştur.
icbâr a. (jL^l) [Ar.] fik. îslâm huku
kunda, “Dinin ve yasaların im
icmâ-i ümmet 346
îfâ a. GüJ) [Ar.] fik. İslâm huku olduğunu görür. Çaresiz bekle
kunda dinî yükümlülüklerin ve meye başlar. O sırada ordunun
bireysel borçlarm gereğince ye artçılarından biri olan Safvân b.
rine getirilmesi ve sonlandırıl- Muattal es-Sülemî son kontrol
ması konusu veya işi. için kamp yerine geldiğinde Hz.
Âişe’yi orada uyur bulur. Onu
ifâza a. Gu^UI) [Ar.] Hac ibadeti
alarak kafileye yetişmek üzere
sırasında hacıların Arafat,
yola çıkarlar. Fakat yol çetin ol
Müzdelife ve Minâ’dan çıkışla-
duğu için biraz gecikirler. Bu ge
rmı, ayrıca bu işlerin düzenli bir
cikme hadisesi sonradan birta
biçimde yapılması işlemi.
kım dedikoduların çıkmasına ve
iffet a. (oL) [Ar.] Sözlük anlamı, yayümasma sebep olur. Bu olayı
“Haramdan uzak durmak, çirkin duyan Hz. Âişe çok üzülür baba
davranışlardan kaçınmak.” an sı Ebubekir’in evine gider. Hz.
lamında olan bu terim, insanm Peygamber de ayrıca derin bir
maddî, bedenî ve cinsel arzula üzüntüye kapılır. Konuyu yakın
rına karşı ölçülü olma, aşırı istek çevresi ile müzakere eder; hatta
ve tutkulara gem vurarak dinin Mescid-i Nebevî’de cemaatiyle
ve akhn ölçülerine göre davra değerlendirir ve onlardan bu
nışlar içinde bulunma erdemini dedikodulara ve iftiralara karşı
kendisine şiar edinme işi veya çıkmalarmı rica eder. Dönüşün
durumu için kullanılmaktadır. de Ebû Bekir’in evinde bulunan
bk. namus hanımı Hz. Âişe’ye uğrar ve
onun masumiyetini ister. Bu sı
ifk hadisesi a. Adını Kur’ân-ı
rada da beklenen vahy gelmeye
Kerîm’de “Nâr suresi” (24 /11 -
başlamıştır. “Nûr suresi” (24)
26) nde geçen “ifk” sözünden
nin on birinci ayeti ile başlayıp
alan bu terim, iftira, en kötü ve
yirmi altmcı ayetine kadar de
çirkin yalan anlammda kulla
vam eden ayetlerde bu iftirayı
nılmıştır. Bu yalan ve iftira, Hz.
atanlardan lânetle bahsedümek-
Âişe’ye “Mustalik Gazvesi” sıra-
te, üstelik onlara inananlar da
smda atılmıştır. Savaş sonrasın
kmanmaktadır ve onların ceza
da yaşanan olayda Hz. Âişe, or
landırılacakları, büyük azap gö
dunun hareket etmesi öncesinde
recekleri ifade edilmektedir.
“def-i hâcet” etmek üzere çadı-
Bunun üzerine Hz. Peygamber
rmdan ayrılır, işi bittiği sırada
Mescid-i Nebevî’de cemaatiyle
boynundan kolyesi düşer ve ye
yeniden bir araya gelmiş ve bu
re saçılan akikleri alacakaran
ayetleri onlara okumuş; kötüler
lıkta el yordamıyla toplama işi
cezalarını bulmuş, Hz. Âişe de
uzun sürer. Konakladıkları yere
İlâhî beyanlar ile aklanmıştır.
döndüğünde kafilenin ayrılmış
349 iftâr
iflâs a. (^ılil) [Ar.] fık. Sözlük an lara ulaşması anlamında kulla
lamı, “Malı tükenme, bozuk para nılan bir terim; “tefrit” (bk. bu
bulunmama.” anlamında olan bu madde) karşıtı.
söz, İslâm hukukunda bir şahsm
ifrit a. (cu>) [< Ar. afr] Cin taife
borca batık olması, borçlarmm
sinin reisi veya en güçlü, muk
mal varlığından fazla olması du
tedir olanı ya da zeki, kurnaz
rumu için kullanılan bir terim.
olanı. Bu terim, Kur'ân-ı
Yine İslâm hukukuna göre hu
Kerîm’de bir ayette, “Nemi su
kuken bir kimsenin iflâs etmiş
resi” (27 / 39) nde geçmektedir.
sayılabilmesi için mahkeme ka-
Bazı İslâmî kaynaklarda ise ifrît,
rarmm bulunması gerekmekte
öteki cinler gibi erkeği-dişisi bu
dir. Klasik iflâs literatüründe bu
lunan, değişik şekillere girebilen
durum iki şekilde ifade edilmiş
varlıklar olarak gösterilmiştir.
tir. Birincisi borçlarmı ödeye
bilme durumunda olanlar için ifsât, -dı a. (jUI) [Ar.] 1. Sözlük
“cüz'î icrâ”, İkincisi için mahn- anlamı, “Bozmak, bozgunculuk
dan daha fazla borcu olanlara yapmak, fesat çıkarmak.” anla
“müflis” borçlu denmiş ve bu mmda olan bu söz, bir ibadet
durumda olanlar için de “küllî veya bir hukukî işlemi sakatla
icrâ” terimi kullanılmıştır. mak veya bozmak anlammda-
dır. Söz gelişi namazda iken ko
ifrâd (I) a. (J>l) [Ar.] Hac ibadeti
nuşmak, namazı ifsat eder; oruç
ni umre yapmadan yerine ge
lu iken yemek veya içmek, oru
tirme veya umresiz hac yapma.
cu ifsat eder. 2. Hadis biliminde,
ifrâd (II) a. (J>l) [Ar.] Hadis bili bir hadisi rivayet ederken
minde, bir râvînin bir hadisi tek ravîsini düşürme durumu için
başına rivayet etmesi işi. kullanılan terim.
ihtilât a. (MüJ) [Ar.] fık. Yaşlanma ihyâ a GUJ) [Ar.] fık. İslâm huku
veya çeşitli sebeplerle aniden kunda mevât (işlenmemiş) ara
hafıza bozukluğuna uğrama. zinin mülk edinme veya kul
lanma hakkmı kazanma amacıy
ihtirâ a. (^1^l) [Ar.] bk. ibdâ
la ıslah edilmesi veya imara
ihtisâr a. (jLül) [Ar.] Hadis bili açılması işi veya durumu.
minde bir hadisi kısaltmak işi
veya durumu. § tam. ihyâ-i mevât a (ol>o
fLa.1)fik. İslâm hukukunda
ihtiyâr a. (jLü.1) [Ar.] “îki şeyden
mevât (işlenmemiş) bir ara
birini diğerine tercih etmek, seçip
ziyi ziraate elverişli bir ko
ayırmak, üstün tutmak.” anlamı
numa getirme.
na gelen bu terim, Kur’ân-ı
Kerîm’in “A’râf suresi, 7 /155; ikâb a. (u(k) [Ar.] İlâhî emirlere
Tâhâ suresi, 20/13; Kasas su uymayanlara ve kâfirlere dünya
resi, 28 / 68; Duhân suresi, 44 / ve ahirette verüecek cezalar için
32”nde aynı anlamlarda ifadesi kullanılan bir terim. Bu söz,
ni bulmaktadır. Ayrıca, kelâm ve Kur’ân-ı Kerîm’de yalın olarak
fıkıh alanmda ise yaygm bir kul veya başka kelimelerle terkip
lanım içinde olmuştur. yaparak on dokuz ayette yer al
maktadır (bk. M.F.Abdülbâkî, el-
ihvân a. (jlji.1) [Ar. ah sözünün ç.
Mu'cem, “akb” maddesi). Ayrıca
b.] tas. Aynı şeyhe bağlı olan
hadislerde de “cezalandırma,
müritleri, aynı tarikatin veya ta
İlâhî azap” anlammda geçmek
rikat kollarmm mensupları için
tedir (Tirmizî, “Da'avât”, 93).
“birbirlerinin kardeşi” anlamını
taşıyan terim. ikâf a (Jlil) [Ar.] Hadis biliminde,
bir haberin bir sahabiye ait ol
§ tam. ihvân-ı safâ a GlLa duğunu söyleme veya bir hadi
jl^J) bk. ihvânü’s-safâ ve sin senedini bir sahabeye ulaştı
hullânü’l-vefâ rıp orada bırakma durumu veya
işi.
ihvânü’s-safâ ve hullânü’l-vefâ a
(«lipl j^lîil j plı.rtll jljîl) İslam ikâmet a. (o-ül) [Ar.] İslâmî ibadet
fikir hayatmda, 10. yüzyılda lerin en önemlilerinden olan
Basra’da ortaya çıkan, Kur’ân-ı namazm farzı kılınırken nama-
Kerîm’e ve Hz. Peygamber’e zm başlamak üzere olduğunu
önem vermeleri yanında Batı fi ifade etmek üzere okunan “ka
kir hayatından Sokrat, Eflatun, met” (bk. bu madde) sözü için
Aristo gibi feylezoflarla da ilgi kullanılan terim. İslâm bilginle
lenmiş olan bir dinî ekol. rinin pek çoğu “ikâmef’i, “sün-
ikindi 354
i'lâm (I) a. (^l) [Ar.] Hadis bili söz veya ibareleri sonradan ki-
minde, hocanm kendi metotlan tabm kenar kısımlarına ekleme
çerçevesinde topladığı hadisleri ve kaydetme.
öğrenciye göstermesi ve öğren
ilham a ÇlI^I) [Ar.] 1. Feyiz yoluyla
cinin de hocaya rivayetini hatır
insanm kalbine ulaştırılan ve
latması, onun da bu metoda iti
esin olarak da nitelenen terim.
raz etmemesi esasma dayah ri
2. Tanrı'nm, peygamberlerin yü
vayet usulü.
reğine doldurduğu tanrısal âle
i'lâm (II) a. Ç^UI) [Ar.] huk. İslâm me özgü duygu ve düşünceler.
hukukunda, mahkemece verilen
bir şer'î hükmün kaydedildiği § tam. ilhâm-ı ilâhı a. (^l
yazılı belge f^l) İlâhî duygu anlamında
kelâm terimi.
ilelü’l-hadîs a. (e^Jl Jk) [Ar.]
Hadis biliminde, sağlam ve sağ ilhâm-ı Rahbânî a. (^Lj fUI)
lıklı haberin doğruluğunu zede tas. Allah tarafından insanm
leyici nitelikteki gizli ya da bi ruh dünyasına telkin edildiği
linmeyen sebepleri inceleyen bi kabul edilen duygu için kul
lim dahnın ortak adı. lanılan kelâm terimi.
ilhâd a. (jUI) [Ar.] Allah’ın varhğı ilim, -İmi (I) a. C^) [< Ar. ilm]
ve birliği ile dinin temel şartla Sözlüklerde “bilmek” olarak ge
rını inkâr etmek, dinî inaçları çen bu terim, bilim ve bilgi kar-
hafife almak veya küçümsemek şıhğı olarak yaygm bir kullanım
anlamında kullanılan bir felsefe gösterir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu
ve kelâm terimi. Kur’ân-ı kelimenin kökünden türemiş
Kerîm’de “Hac suresi” (22 / 25) 750 söz varhğı yer almaktadır
nde geniş olarak ele alman bu (bk. M. F. Abdülbâkî, el-Mu'cem,
konunun unsurlan arasmda, Al “alm” maddesi). Bu terimin
lah’m isimlerini değiştirerek önemi, işlevi ve değeri hadisler
tahrif etmek, O’nu inkâra yel de de vurgulanmıştır. Bunun en
tenmek, Kur’ân-ı Kerîm’in Al çarpıcı örneği, ilmin nafile iba
lah kelâmı olduğuna inanma detten daha üstün olduğu şek-
mak veya onu başka birine nis linde ifade edilmiştir (Tirmizî,
pet etmek, ayetleri yalanlamak, “ilim”, 19; İbn Mâce, “Mukaddi
doğruluktan sapmak gibi dinin me” 19). Buharî ise bu konuyu
temel inançlarını zedeleyen eserinde “Kitâbu’l-üm” başlığı
davramşlar ve sözler sayılmıştır. altında incelemiş ve Hz. Pey-
gamber’in pek çok hadisini bu
ilhâk a. (jLJI) [Ar.] Hadis bilimin bölümde zikretmiştir (Sahîh-i
de, bir hadisi yazarken unutulan
357 ilm-i mîkât
ilmü'r-rivâyet a. (cuijı (J^) illallah a. (dil ^I) [Ar.] “lâ ilâhe ill-
bk. ilmü'l-ahbâr Allah” (bk. bu madde) sözünün
kısaltması olup bezginlik ve bık-
ilmü'l-yakîn / ilme'l-yakîn a.
(j_.a_.ti -u) İslâmî kaynaklarda kmlık ifade eder.
doğru bilginin kriterleri üç illet a. (cL) [Ar.] 1. Evrende bir
kategoride ifade edilmiştir. nesnenin veya olaym meydana
Bunlar, ayne’l-yakîn (.duyu gelmesini sağlayan unsur anla
yollarıyla elde edilen bilgi) mında kelâm terimi. 2. Bir ha
(bk. bu madde), hakka’l- diste anlaşılması zor, anlam ba
yakîn (iç duyu ya da tecrübe kımından kapalı, gizli veya met
ile elde edilen bilgi) (bk. bu ne zarar veren kusurların bu
madde) ve ilme’l-yakîn (akla lunması durumu.
ve İlmî delillerle edinilen bil
gi). Bu sonuncusu, kesinlik illiyet a. (JL) [< Ar. illet (sebep)]
bakımından doğru bilgiyi Evrende, her hadisenin bir se
ifade eden bir terimdir. bebi olduğunu ifade eden bu te
rim, genellikle felsefede ve ke
ilmü'z-zarûrî a. (^jj^ll jJx) lâm biliminde kullanılmıştır.
Teorik, aklî ve naklî yöntem
lerle elde edilen bilgi. illiyyîn a. (jJt) [< Ar. illiyy’in ç.
b.] İslâm inancına göre, iyilerin
ilim, -İmi (II) a. (^Ic.) [< Ar. ilm] amel defterlerinin bulunduğu
Zaman ve mekân kavramların yer anlamında kullanılan bir
da sınır tanımaksızın küçük ve Kur’ân terimi. Kur’ân-ı
ya büyük, gizli veya âşikâr her
Kerîm’de sadece bir ayette
şeyi ve olayı eksiksiz bilmek an
(Mutaffifln suresi, 83 / 18-21)
lamında Allah’a nispet edilen
“İyilerin kitabının bulunduğu
sübûtî sıfatlardan biri ve en
yer.” anlammda geçen bu söz,
kapsamlısı için kullanılan terim.
Allah’a yalan olan kulların bu
Bu söz, Kur’ân-ı Kerîm’de üç
lunduğu yer olarak da yorum
yüz seksen ayette isim ve sıfat
lanmıştır.
özelliğiyle Allah’a nispet edile
rek kullanılmıştır (bk. M. F. ilmihâl a. (JL. jdt) [< Ar. ilm + F. -i
Abdülbâkî, el-Mu'cem, “alm” + Ar. hâl] İslâmî ibadet yollarmı,
maddesi). özellikle de namaz, abdest ve
öteki dinî bügileri çocuklara öğ
ilkâh a. (^lill) [Ar.] fik. Normal ilişki
retmek amacıyla yapılan çalış
dışmda bir yöntemle “dölleme”
malar ve eserler için kullanılan
anlamında kullanılan bir fıkıh
bir terim, davranış bilgisi.
terimi.
ilk günâh a. bk. aslî günah ilmihâl kitabı a. bk. ilmihâl
ilmiyye 360
ilzâmât ç.a. (oLljll) [< Ar. ilzâm’in imâm-ı mübîn a. (j^ ^Ll)
ç. b.] Hadis biliminde, bir hadis tas. Tasavvuf inancma göre
derleyicisinin veya yazarmm arş için kullanılan söz. Bun
alması gerektiği hâlde kitabma dan amaç, sekizinci feleğin
almadığı hadisler için kullanılan arşı taşımasıdır; yani arş
terim. gökyüzünde en yüksek mer
tebedir.
imâle a. (dLl) [Ar.] Kıraat bilimin
de, fethada ve onu takip eden imâmüT-enbiyâ a. GLiyi
elif harfinde meydana gelen söy f.LJ) Nebilerin, peygamberle
leyiş değişikliği. rin imâmı olan Hz. Muham-
med.
imâm a. (^Ll) [Ar.] (ç. b. e'imme) 1.
Cemaate namaz kıldıran kimse. imâmü'l-kıbleteyn a. (jjiLül
2. Müslümanlıkta mezhep kuran ^Ll) Hz. Peygamber’in “Ba
kimseler. 3. Hz. Muhammed'den kara suresi” (2)nin 144. aye
sonra onun vekilliği görevini ti uyarınca kıblesini “Mescid-
üzerine alan halifelere verilen i Aksâ” (bk. bu madde)dan
unvan. Hz. Peygamber, kendi Kâbe’ye çevirmesi ve Medi
sinden sonra imamlık yapma işi ne’deki “mes-cid-i
için Hz. Ebubekir’i uygun bul kıbleteyn” içinde öğle ve
muştur. Kendisi ölümüne yakın ikindi namazlarını kıldırma-
dönemde, hastalığı sırasmda smdan dolayı kendisine veri
“Ebû Bekr’e emredin de insanlara len bir başka unvan.
namaz kıldırsın.” demiştir imâmü'l-müslimîn a.
(Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C. (jJLJI fLI) Müslümanlann
361 îmân
imârethâne a. («ulASjLt) [< Ar. in'âm (I) a. ÇLcj) [Ar.] İslâmî inanç
imâret + F. hâne] bk. imâret ta Allah’m insanoğluna rızık
vermesi, ihsan ve lütufta bu
imkân a. (5ILI) [Ar.] Varhğı veya
lunması anlammda kullanılan
yokluğu zatma nispetle eşit olma
bir terim. Bu söz, Kur’ân-ı
anlammda kullanılan kelâm te
Kerîm’de değişik türevleriyle on
rimi
sekiz ayette yer almaktadır (bk.
imlâ a. GıLI) [Ar.] Hadis biliminde, M. F. Abdülbâkî, el-Mu'cem,
hadis uzmanı olan kimselerin “na'm” maddesi).
rivayet ettiği hadisleri veya bir
hadis bilgininin ya da bir şeyhin in'âm (II) a. ÇLüp [Ar.] OsmanlI
okutacağı metni öğrenciye dikte devlet geleneğinde ihtiyaç sahibi
ettirmesi veya birebir yazdırma kimselere veya devlete yararh
sı işi. işlerde ve görevlerde bulunan-
363 infâk
İncil a. (Jul) [Ar.] Hz. İsa’ya gön infâk a. (jlül) [Ar.] İslâmî inanca
derilen ve Hristiyan dünyasının göre Allah’ın rızasını ve hoşnut
inandığı üâhî kitabm Kur’ân-ı luğunu kazanma niyetiyle hayır
Kerîm’de geçen adı. Bu sözün işlerinde harcama yapma. Bu
kelime anlamı, “Müjde, iyi ha söz, Kur’ân-ı Kerîm’de yetmişe
ber.” olup Yunancada “euag- yakm ayette terim anlammda
gelion”, Latincede “evan- geçmektedir (bk. M. F.
gelium”, Fransızcada “evan- Abdülbâkî, el-Mu'cem, “nefk”
gile”, İngilizcede “godspel” bi maddesi). Hz. Peygamber de bir
çimlerinde kullanıldığı söz ko hadisinde bu konuda şöyle de
nusudur. “Euaggelion” (İncil) mektedir: “Allahu te’âlâ buyurdu
adını ilk defa “Ahd-i Cedîd” (bk. ki: Ey Âdem oğlu! İnfâk et, sana
bu madde) içinde Hristiyanî bağ da infâk edilir.” (Riyâzü’s-Sâlihîn,
C.I, s. 573)
infirâd 364
infirâd a. (jljül) [Ar.] Hadis bili inkıtâ a. (^IUI) [Ar.] Hadis bili
minde, hadis senedinin herhan minde, ravînin düşmesi veya at
gi bir yerinde râvi sayısmın bire lanması durumu.
düşmesi veya hadisin senet veya inkâr a. (jlil) [Ar.] bk. küfür
metin bakımından tek duruma
innâ li-llâhi ve innâ ileyhi râci'ûn
düşmesi ya da bir başka benze
ay. (j^lj dİ ^1 j dU^I) “Şüp
rinin bulunmaması durumu. hesiz, Allah'ımıza döneceğiz.” an
İnfîtâr suresi a. (^jjmjIUI) [< lammda Kur’ân-ı Kerîm’in bir
Ar. “Sûretü’l- İnfitâr” ( jlUil îj ayetinde geçen söz.
j-)] Kur’ân-ı Kerîm’in seksen inn-Allahe ma'a-s-sâbirîn ay.
ikinci, iniş sırasma göre yine (jjjjLdl^ <111^1) “Şüphesiz Allah
seksen ikinci suresi olup sabırlılardan yanadır.” anlamın
“Nâzi’ât suresi” (79)nden sonra da Kur’ân-ı Kerîm’in bir aye
ve “İnşikak suresi” (84)nden tinde geçen söz.
önce Mekke döneminde nazil inniyye a. (<2l) [Ar.] Kendüiğinden
olmuştur ve on dokuz ayetten zorunlu olarak ortaya çıkan var
oluşmaktadır. Adını ilk ayette lık, var olma anlamında kullanı
geçen ve “yarılmak” anlamma lan kelâm terimi.
gelen “infitâr” sözünden almak
ins a. (^l) [Ar.] (ç. b. nâs) İnsan,
tadır. Sure kâinatm yaratıhşı,
beşer, cin ve melek karşıtı.
ahret inancı, ceza gününün var- Kur’ân-ı Kerîm’de on sekiz
hğı ve iyilerin cennete, kötülerin ayette geçen bu söz, “beşer, in
de cehenneme gideceği ile Al san topluluğu.” anlamında ifade
lah’m büyüklüğü üzerinde dur edilmektedir. Ayrıca 230 yerde
maktadır. Hz. Peygamber’in ce de çokluk biçimi olan “nâs” iba
maatle kılınan namazlarda bu resi yer almaktadır.
surenin okunmasmı tavsiye etti
§ tam. ins ü cân a. (jl^ j ^l)
ği bildirilmektedir. Hz. Peygam
bk. ins ü cin
ber’in “İnfitâr suresi”nin tefsiri
için bk. Sahîh-i Buhârî ve ins ü cin a. (<> j ^l) İnsan
Tercemesi, C. 11, s. 4974-4979. ve cin.
intihâb a. LLül) [Ar.] Hadis bili ile bütün bağlarını keserek Allah
minde, hocadan arzu edilen ha ile birleşebilmek için insanın
dislerin seçilmesi işi. kendi içine kapanması.” anla
mında bir terim.
intihâ'ü’s-sened a. (jUI t(^l) [Ar.]
bk. âhirü’s-sened i'râb a. Uljcl) [Ar.] Hadis bilimin
de, yanlış okumayı ortadan kal
intikâl a. (Jlîül) [Ar.] huk. İslâm
dırmak için kelimeleri hareke
miras hukukunda kazanılmış
leme işi.
bir hakkın belirli kimselere
geçmesi durumu. i'râbü’l-Kur’ân a. (jTjill oljcl) [Ar.]
Kur’ân-ı Kerîm’deki ayetleri
intisâp a. ÇLil) [Ar.] tas. Bir tari
gramer bilgisi ve cümle yapısı
kata girerek bir şeyhe mürit ol
bakımmdan inceleyen ve yo
mak ve ona bağlanmak.
rumlayan bilim dalı ile bu ko
inzâl ve tenzil a. Kur’ân-ı nuda kaleme alınan eserler için
Kerîm’in bir bütün olarak 610 kullanılan ortak ad.
milâdî yılında Kadir gecesinde
irâde a. Mjl) [Ar.] Allah’ın emirle
“Beytü’l-İzze”ye indirümesine
ri, hükümleri ve fiillerinde hür
“inzâl”; parça parça vahiy yo
olduğunu ifade eden ve O’nun
luyla Hz. Muhammed’e ayetler
“subûtî sıfatları” arasında gös
hâlinde indirilmesine de “ten
terilen bir terim. Bu söz,
zil” adı verümiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’de hem Allah’ın
inzâr a. (jlül) [< Ar. nezr] İlâhî iradesi, buna küllî irade denil
emirlere uymayanları veya on mektedir, hem de kulun iradesi,
ları inkâr edenleri kötü bir so buna cüzî irade denilmektedir
nun beklediği ya da felâketleri ve 138 ayette geçmektedir.
nin büyük olacağını haber verip
onları uyarma anlammda bir te § tam. irâde-i cüz'iyye a.
rim, “tebşir” (bk. bu madde) (‘iji 4jlJ) İnsan iradesi için
karşıtı. Bu söz, Kur’ân-ı kullanılan kelâm terimi.
Kerîm’de pek çok yerde geç
irâde-i ilâhiyye a. (<^Jl »Jjl)
mekte, hatta çoğu yerde de
Allah’ın iradesi, külli irade.
“tebşir” terimi ile birlikte zikre
dilmektedir (bk. M. F. Abdülbâkî, irâde-i külliyye a. (<uk »Jjl)
el-Mu'cem, “nzr” maddesi). Allah’ın yaratabilme, yapa
bilme iradesi için kullanılan
inzivâ a. (Jj>l) [< Ar.zuviyy ve
kelâm terimi.
zeyy] Sözlük anlamı, “Toplum
hayatından kaçıp tek başına ya ircâ' a. Gkjl) [Ar.] 1. İslâm dininin
şama.” olan bu söz, “Dış dünya ilk yıllarında ortaya çıkan ve
irfâniyye 368
aşın fırkalara karşı daha ılımlı irtifâ a. (^lüjl) [Ar.] Hadis bilimin
ve uzlaşmacı fikir ve davranış de, bir söz veya davranışm Hz.
larıyla dikkati çeken siyasî fır Peygamber’e nispet edilmesi
kanın savunduğu görüşler. Bun konusu.
lara göre, iman esastır, amel
isâbet-i ayn a. (^ cuL^I) bk. nazar
sonraya bırakılabilir, bundan
dolayı böylelerine bir ceza uygu isbât a. (oLSI) [Ar.] huk. Kanun
lamak gereksizdir, bu konu önünde ileri sürülen ve hukukî
âhirete bırakılmalıdır, görüşü sonuçları bulunan bir iddianm
hâkimdir. 2. Hadis biliminde, gerçek oluşu konusunda kesin
büyük günah işleyenin cehen bilgi ve etkili delil ortaya koyma.
nemlik olup olmadığı hükmü
§ tam. isbât-ı vâcib a. G-^b
nün Allah’a bırakılması.
oül) Allah’m varlığını delil
irfâniyye a. (^lijt) [Ar.] tas. Ta ler getirerek anlatma ve ifade
savvuf ehli arasmda bilgi kay- etme.
nağmm keşif ve ilham olduğunu
isbâtiyye a. (ül2l) [Ar.] İlâhî sıfat
ifade eden tasavvuf! terim.
ları ispat eden anlamında kelâm
irsâl a. (JL-J) [Ar.] 1. Hadis bili terimi.
minde, bir hadisin bir veya bir
Îsevî öz.a. ((^^1 [Ar.] Hz. İsa'nm
kaç ravîsini düşürerek rivayet
yaydığı dinden olan,
etme. 2. fik. Namazda elleri bağ-
Hristiyanhk (bk. bu madde).
lamayıp yana salmak.
îseviyye öz.a. Gu^-jc) [Ar.îsevî sö
irşât, -dı a. bUJ [Ar.] Sözlük an zünün müennes (dişil) biçimi.]
lamı, “Doğru yolu göstermek.” tas. Kurucusu Şeyh Ebû İsa el-
olan bu terim, İslâm inancmda Isfahânî olan ve 8. yüzyılda
müminleri dinî görevlerini yeri İran’da kurulan bir Yahudi
ne getirmeye çağırma anlamm mezhebinin adı.
da.
îseviyyet a. (oj>«t) [Ar.]
irticâ a. (^jl) [Ar.] Sözlük anlamı, Hristiyanlık.
“Geri dönmek, iade etmek, iste
mek.” olan bu terim, mevcut isim, -smi a. (^l) [Ar.] Bir varlığa
sosyal ve siyasî düzeni dinî esas ad olarak kullanılan bu söz,
lara göre yeniden düzenlemeyi Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi ayette
Allah’a nispet olarak kullanıl
hedef alan düşünce ve eylemler
mıştır (bk M. F. Abdülbâkî, el-
için kullanılmıştır.
Mu'cem, “ism” maddesi).
irtidât, -dı a. (jUjI) [Ar.] İslâm
dinini bırakarak başka bir dini § tam. ism-i a'zam a. Çki
kabul etme. ^j) “Allah'ın en büyük ismi.”
369 îslâmcılık
kâ'im a. (^li) [Ar.] “Her şeyi görüp (26 / 89) inde mealen “bi-
gözeten, koruyan.” anlamında kalbin selîm” (temiz ve
Allah'ın zatî sıfatlarından biri arınmış bir kalp ile) ifadesiyle
olarak kullanılan terim. Kur'ân- yer almaktadır.
ı Kerîm’de “Âl-i İmrân suresi”
kalb (II) a. (Jj) [Ar.] Hadis bili
(3 /18) nde geçmektedir.
minde, bir hadisin senet veya
§ tam. kâ'imü’z-zamân a. metnindeki söz ya da ibarelerin
(jLjll ^ü) “İmâmiyye” (bk. yerlerinin değiştirilmesini ifade
bu madde)nin “Kendisi mey eden terim.
danda olmasa da her çağda kâle a. (Jü) [Ar.] Hadis biliminde,
dünyanın hâkimi.” olarak ta bir hadisin duyma, işitme veya
nımladığı on ikinci imam okuma gibi yöntemlerle rivayet
Muhammed el-Mehdî için edilmesi ve buna göre delil geti
kullanılan unvan ve terim. rilmesi.
Kâ'imiyye öz.a. (<^li) şîa inancın kalem a. ÇJü) [Ar.] (ç. b. aklâm)
da, on iki imam düzenini be Evrenin yaradılış düzeninde
nimseyen Şiî mezhebinde başlangıçtan kıyamete kadar
“isnâaşeriyye” (bk. bu madde) oluşum, değişim veya yok olu
fırkası içinde on ikinci imam şumu kaydeden üâhî yazı. Bu
için kullanılan “kâ'im” sözünü söz, Kur’ân-ı Kerîm’de iki ayet
ve unvanını benimsemelerinden te teklik, iki ayette de çokluk bi
dolayı bu cemaate verilen ad. çimiyle yer almaktadır. İlki
kâl a. (Jü) [Ar.] tas. Sözlük anlamı, “Alak suresi” (96 / 4) inde olup
“Söyledi, dedi.” olan ve “ilm-i evrenin yaradılışındaki “ka-
kâl” (bk. bu madde) olarak da lem”in önemi vurgulanır. İkin
adlandırılan bu söz, sözde takı cisi ise adını bu sözden alan su
lıp kalmak, sözün özünü ve ince rede geçmektedir. “Kalem sure
liklerini anlayamamak biçimin si” (68 / 1) bu terim üzerine
de ifade edilen, zahirden ve şer'î “and” verilerek başlar ve Hz.
hükümlerden söz eden tasavvufî Peygamber’in üstün nitelikli bir
bir terimdir, “ilm-i hâl” (bk. bu kimse olduğu vurgulanır. Bu te
madde) in karşıtı. rimin çokluk biçiminden ilki,
“Lokman suresi” (31 / 27)nde
kalb (I) a. (^13) [Ar.] bk. kalp olup İlâhî takdirin denizler mü
rekkep olsa kalem ile yazılarak
§ tam. kalb-i selîm a. ÇJ-,
anlatılamayacağı ifadesinde ge
di) “Temiz kalp, sağduyu.”
çer. İkincisi ise “Âl-i İmrân su
anlamında bir terim. Kur'ân-
resi” (3 I 44)nde olup
ı Kerîm’in “Şu'arâ suresi”
389 kalp
§ tam. kavl-i nebî a. (^ J^) kavs-i nuzûl a. (Jyp ^jî) [Ar.] tas.
Peygamber sözü; peygambe Sufî inancma göre “devir” teri
re nispet edilen söz, hadis. mi ile karşılanan ve bir varlığın
397 kazf
ise Allah’ın ulu kişilerle perde Şi'â” (bk. bu maddeler) gibi ekol
arkasından konuştuğu (İbn ler ortaya çıkmıştır.
Mâce, “Mukaddime”, 13), O’nun
kelâm ilmi a. İlk olarak öteki din,
ahirette arada vasıta olmadan
kültür ve felsefî görüş ve düşün
gerçek müminlere hitap edeceği
celere karşı İslâm dininin temel
(Buhârî, “Rikak”, 49), İlâhî emir
esaslarmı savunmak amacıyla
lere uymayan günahkârlar ile
Allah’m zatmdan, sıfatlarmdan,
müşriklere bu erdemi sunmaya
nübüvvet konularmdan, evrenin
cağı (Müsned, II, 253) rivayet
oluşum ve sonucunun ne olaca-
edilmiştir.
ğmdan İslâm akideleri çerçeve
kelâm (II) a. ÇıiS) [Ar.] Sözlük an sinde söz eden bilim dalı.
lamı, “Söz, deyiş, lâkırdı.” olan
kelâmiyyûn ç.a. 0^) [Ar.] Ke-
bu terim, Allah’ın ululuğundan,
lâmcılar, inanç ve din konusu
yüceliğinden, birliğinden söz
üzerine tartışma ve müzakere
eden ve İslâm dininin temel ilke
yolu açan zümreler.
lerini konu edinen bilim dalı
için kullanılmıştır. kelâmullah a. («dili piS) [Ar.] “Al
lah’ın sözü.” anlamında bir te
§ tam. kelâm-ı Hakk a. (ja. rim. Bundan amaç, Kur’ân,
^ (Allah sözü) Kur'ân-ı Tevrat, İncil gibi İlâhî kitapla-
Kerîm rm ayetleridir. Bu terim,
kelâm-ı kadîm a. Çaji ^ Kur'ân-ı Kerîm’de üç ayette
(en eski söz) Kur'ân-ı Kerîm. geçmektedir: “Bakara suresi”
(2 / 75), “Tevbe suresi” (9 / 6) ve
kelâm-ı nefsî a. (,^01 ^) “Fetih suresi” (48 /15).
Gerçek İlâhî kelâm.
kelime a. (US) [Ar.] (ç. b. kelimât,
kelâmî tefsir a. Kelâm bilimine kelim, kilem) 1. Kur'ân-ı
göre, inanç bütünlüğü, Allah’m Kerîm’de Allah sözü karşılığm-
sıfatları, peygamberlik, ahret da kullanılan bir terim. Bu söz,
inancı, AUah-kul münasebeti ve Kur’ân’da teklik ve çokluk bi
büyük günah işleyenleri bekle çimiyle veya başka söz varlıkla
yen trajik son gibi konuları içe rıyla oluşturduğu tamlama şek
ren bilim dalı. Bu bilim dah ile linde kırk altı ayette geçmekte
uğraşan ulema, Kur'ân-ı Kerîm dir (M. F. Abdülbâkî, el-Mu'cem,
ayetlerini bu ilkeler doğrultu “kim” maddesi). 2. Hz. İsa’nm
sunda incelemişler ve yorum “Allah’tan bir kelime.” olduğunu
lamışlar; bu çahşmalar sonu ifade eden bir terim. Bu söz,
cunda “Cebriyye, Matûridiyye, Kur'ân’da bu anlamıyla üç ayet
Eş'arîlik, Mû'tezile, Hâricilik, te yer almaktadır (Âl-i İmrân
kelime-i şehâdet 402
Kerrâmiyye öz.a. (<Lljö [Ar.] İslâ ketebe ol (<^) [Ar.] Bir yazmanm
mî tarikatlerden 9. yüzyıl ortala- sonuna veya bir hat yazısının al
nnda Muhammed b. Kerrâm (öl. tına yazanı tarafindan konulan
255 / 869) tarafindan kurulan eserin tanıtımını (admı, yazarı
itikadî bir mezhep için kullanı nı, yazıldığı tarihi vb.) içeren
lan terim. Bunlara göre Allah, bilgi yazısı.
arşta mekân tutmuştur, dolayı
ketebe kaydı a. bk. ketebe
sıyla cisimdir; ayrıca O, hayat,
ilim, kudret, irade gibi sıfatlara kevn a. (jjS) [Ar.] tas. Tasavvuf
sahiptir. Peygamber ise doğuş inancmda, evrende var olan,
tan masum değüdir; o da günah “kün” (bk. bu madde) emriyle
işleyebilir bir kuldur. yaratılan her şey, her varlık ve
kerremallahu vecheh öz.a. (<^j ya her oluşum.
«dJI ^jS) [Ar.] “Allah yüceltsin, üs kevn u (ve) fesad a. Evrende ya
tün tutsun ve yüzünü ak etsin.” ratılış, oluş ve bozuluşu ifade
anlammda dua sözü olup Hz. eden bir terim, “kevn” (bk. bu
Ali’nin adı anıldığı sırada söyle madde) evrende var olan, “kün”
nen bir terim. (bk. bu madde) emriyle yaratı
kerrûbiyyûn a. (j^S) [Ar.] tas. lan her şey, her varhk veya her
Tasavvuf inancına göre, melek oluşum için kullanılan bir terim
lerin uluları, bk. melâ'ike-i iken “fesad” (bk. bu madde) ise
mukarrabûn / mukarrabîn “Kokuşma, çürüme ve bozulma.”
kesb cl (u*^) [Ar.] İslâm inancına anlamlarını ifade etmektedir.
göre, bireyin dinî, ahlâkî ve Kur'ân-ı Kerîm’de “kevn” sözü
bu anlamıyla olmamakla bera-
405 keylî
kusûf namazı a. “kusûf’ (güneş ve kutup, -tbu a. (çü) [Ar.] tas. Ta
ay tutulması) gerçekleştiği anda savvuf inancma göre, veliler
kılınan müekked sünnet nama zümresinin en başı ve “insan-ı
zıdır. Bu nazmm kılınmasını Hz. kâmil” (bk. bu madde) için kul
Peygamber şu hadisinde dile ge lanılan bir terim.
tirmiştir: “Şüphesiz güneş ile ay
§ tam. kutb-ı hakîkî a. (Js^.
hiçbir kimsenin ölümünden dola
uü) tas. Tasavvuf inancına
yı tutulmazlar. Siz bunların böyle
göre, “akl-ı evvel” (bk. bu
tutulduklarını gördüğünüzde ba
madde) için kullanılan terim.
şınıza gelen bu hâl açılıncaya ka
dar namaz kılın ve dua edin.” kutb-ı enfüsî a. (^1 Jâ)
(Sahîh-i Buhârî, C. 3, s. 1014). tas. Tasavvuf inancma göre,
insanın ruh dünyası için kul
kuşluk namazı a. Kuşluk vaktinde, lanılan terim.
“revâtib sünnet” (bk. bu mad
de) lerin dışmda sevap kazan kutbuT-aktâb a. (olLi^luü)
(uluların ulusu) tas. Tasavvuf
mak amacıyla kılman namaz.
ehli arasmda manevî derece
Arapça karşılığı “salâtü’d-duhâ”
lerin en yüce makammda bu
(bk. bu madde) olan bu namazın
lunan kimse.
vakti, güneşin doğuşundan 45-50
dakika sonra, bir mızrak boyu Kübreviyye a (4hÖ [Ar.] İslâmî
na eriştiği zaman dilimi olarak tarikatlerden olan, 13. yy.da or
belirlenmiş ve zeval vaktine ka taya çıkan ve EbüT-Cenâb
dar geçen süre için tespit edil Necmüddîn-i Kübrâ Ahmed b.
miştir. Hz. Peygamber, kuşluk Ömer el-Hîvekî el-Hârizmî (öl.
namazınm kılınmasını tavsiye 618 /1221) ye nispet edilen Orta
etmiş ve bu namazı kılanlann Asya’ya kökenli Yeseviyye (bk.
günahlarmın bağışlanacağını bu madde) ve Hâcegân (bk. bu
madde) ile birlikte üç büyük
müjdelemiştir (Buhârî, “Tehec-
sünnî tarikatten biri ve
cüd”, 33; Müslim, “Müsâfirîn”,
Sühreverdiyye (bk. bu mad-
85-86; İbn Mâce, “İkâme”, 187).
de)nin bir kolu için kullanılan
kuşluk vakti a Güneşin doğuşun terim. Bu tarikatin temelinde
dan itibaren 5 derece (bir mız “nübüvvet ve velâyet” inancı ve
rak boyu) yükselmesinden, yani görüşü yatmaktadır.
45-50 dakika geçmesinden baş
küfür, -frü a. (/) [Ar.] Arapçada
layarak zeval vakti (öğle vakti)
kelime anlamı “örtmek’ olan bu
ne kadar olan zaman dilimine
söz, dinî terim olarak AUah’m
verilen ad.
varlığını ve birliğini, O’nun buy-
421 kürsî
ulu Allah’tır.) cümlesinin ilk söz lahn a. (>1) [Ar.] 1. “Okumada hata
leri, bk. havkale etmek, lehçe, lügat, nağme.” an-
lamlarma gelen bu söz, dinî ba
lâ havle ve lâ kuvvete Arapça
kımdan namazda Kur'ân-ı
“Lâ havle ve lâ kuvvete illâ bil-
Kerîm’den ayetler okurken ya
lâhi’l-aliyyi’l-azîm” (Her türlü
pılan hatayı ifade eder. 2. Hadis
değişim ve gücün kaynağı sadece
biliminde, hadis rivayet ederken
yüce ve ulu Allah’tır.) cümlesinin
irap hatası yapma.
ilk sözleri bk. havkale
lâhût a. (c^y) [Ar.] tas. Tasavvuf
lâ havle-gû a. (^ J^ i) [< Ar.lâ
inancına göre, insanın üâhî ve
havle + F.gû] (ç. b. lâ havle-
manevî yönü. Bu söz genellikle
gûyân) “Lâ havle” okuyan, bir
“nâsût” (bk. bu madde) terimiy
sıkmtı, bir belâ karşısında sab
le birlikte kullanılmış ve her iki
rın tükendiğini göstermek için
si hakikatin iki veçhesi olarak
söylenen söz ve terim.
yorumlanmıştır. Bu yoruma gö
lahd a. (jJ) [Ar.] bk. lahit re, “lâhût”, Allah’ın Hak olan
lâhik a. (^i) [Ar.] Namaz ibade yönünü, yani bâtmî yönünü;
tinde, imam ile başlanan namaz “nâsût” ise halk olan, yani
lar sırasında herhangi bir sıkmtı zâhirî yönünü ifade etmiştir.
ve mazeret sebebiyle ara ver laiklik a. Modern devlet sistemi
mek zorunda kalan kimse. Bu düzeninde, din ile devlet işleri
durum sebebiyle namaza ara nin ayrı tutulması ilkesini be
veren kimse, hiçbir dünya işiyle nimseyen siyasî ve hukukî te
uğraşmadan abdestini tazeleye rim.
rek namaza kaldığı yerden de
lâ ilâhe ill-Allah cüm. (dl«WW)
vam edebilir. Eğer imam namazı
[Ar.] “Allah’tan başka tapacak
tamamlamış ise imamın arka-
Tanrı yoktur.” anlammda kulla
smda namaza durur gibi nama-
nılan bir söz ve terim. İmanm
zmı tamamlar; Fatiha suresi ve
temel ilkelerinden olan ve ta
zammı sure okumaz, ancak
mamı “eş-Hedü enlâ ilâhe illâllah
imamın ayakta kaldığı süre ka
ve eşhedü enne Muhammedün
dar ayakta bekler, rükû ve sec
abdühü ve rasûlühü.” olarak sık
deye varır, buradaki duaları
ça söylenen bu söz için Hz. Pey
okuması yeterli olur.
gamber, zikrin en faziletlisini
lahit a. M [Ar.] Kabirde kıble ifade ederken şunu söylemiştir:
yönüne açılan oyuk için kullanı “Zikrin en faziletlisi Lâ ilâhe illâl
lan terim, “lahif’in kıble yönüne lah Kelime-i Tevhididir.”
açılması sünnettir. (Riyâzü’s-Sâlihîn, C. III, s. 39). Bu
427 latîfe-i Rabbâniyye
levh-i mahfûz a. (hjU« r j) [< Ar. leyle a. (<U) [< Ar.leyl] “Gece, bir
levhü’l-mahfûz (İyicil ^)] Kâi tek gece.” anlammdaki bu söz,
natta var olacak ve meydana ge başka kelime ve terkiplerle yeni
lecek olayları, değişimleri veya terimler oluşturur.
yok oluşları düzenleyen İlâhî
takdirin kayıtlı bulunduğu kitap § tam. leyle-i arûs a. (^^
veya yazı, bütün evrendeki bil UJ) bk. leyletü’l-arûs
giyi kucaklayan ve saklayan ne leyle-i bedr a. (_>jj UJ) Bedir
fis. Bu terim, Kur’ân-ı Kerîm’de gecesi, aym on dördüncü ge
“Bel hüve Kur'ânün mecîd. Fî cesi.
levhin mahfûz” (Ey Muham
leyle-i berât a. (djj UJ) Ara
med! Bu Kur'ân korunmuş bir
bi aylardan Şaban’m on be
levhada bulunan bir kitaptır.) bi
şinci gecesi ve Berat Kandili.
çiminde “Burûc suresi” (85 / 22)
nde geçer. Aynca, yine Kur’ân-ı leyle-i kadr a. (jj3 UJ) (kadir
Kerîm’de “levh-i mahfûz” için gecesi) bk. kadir gecesi
“kitâb” (“En'âm suresi”, 6/38
leyle-i mi'râc a. (jl>u W)
ve 59; “Yasin suresi”, 36 I 12;
(miraç gecesi) Hz. Muham-
“Kâf suresi”, 50 / 4), “fî-kitâbin
med’in göğe çıktığı gece olup
mübîn” (“Yunus suresi”, 10 /
kamerî aylardan Receb’in
61; “Sebe suresi”, 34 / 3), “fî-
yirmi yedisine rastlayan ge
kitâbi mestûr” (“İsrâ suresi”,
ce, Miraç Kandili.
17 / 58; “Ahzâb suresi”, 33 / 6),
“fî-kitâbin meknûn” (“Vâkı'a leyle-i regâ'ib a. (JLj UJ)
suresi”, 56 / 78) terimleri de kul (rağbetler gecesi) Hz. Âmi-
lanılmıştır. ne’nin Hz. Muhammed’e ge
be kaldığı kamer aylarmdan
levh ü kalem a. Çda j CJI) [Ar.] bk
Receb’in ilk cuma gecesi,
levh-i mahfûz ve kalem-i a'lâ
Regaib Kandili.
levlâk a. (J^) [Ar.] “Sen olmasay
leyletü’l-arûs a. (^jj*!! İLİ)
dın ben kâinatı yaratmazdım.”
Hz. Mevlâna’nm ölüm günü
ibaresinin ük kelimesi olan söz
olan 17 Aralık gecesi.
ve bunu ifade eden terim, bk.
hakîkat-i Muhammediyye leyletü’l-isrâ a. (J^l <JJ)
bk. leyle-i mi'râc
levvâme a. (^1^1) [Ar.] “Çok kına
yan.” anlammda olan bu söz, leyletü’l-kadr a. (jjüi iU)
“nefs-i levvâme” (bk bu madde) (kadir gecesi) bk. kadir gece
teriminde geçer ve nefsin ikinci si
mertebesi olarak gösterilir.
Leyi suresi 430
livâ a. (JJ) (ç. b. elviye) [Ar.] “Bay (34)nden önce Mekke dönemin
rak.” anlamındaki bu söz, başka de nazil olmuştur ve otuz dört
kelime ve terkiplerle yeni terim âyetten meydana gelmektedir.
ler oluşturur. Adını on birinci ayette geçmekte
olan “Lokmân” adından almak
§ tam. livâ-yı sa'âdet a. tadır ve burada Lokman’m oğ
(ojk« ^Ijl) “Hz. Muham-
luna verdiği öğütler ibret niteli
med’in bayrağı” anlammda
ğinde ifade edilmektedir. Sure
bir terim; eşanlamhsı “san-
nin özünde Allah’a inanma ve
cak-ı şerif’.
ibadet söz konusudur ve O’nun
livâ-yi şerif a. (dy^ ^IjJ) bk. insanlara verdiği nimetler üze
livâ-yı sa'âdet rinde durulur. Hz. Peygamber’in
“Lokmân suresi”nin tefsiri için
livâ'ü’l-hamd a. (aoJI djl)
bk. Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi,
Hz. Muhammed ümmetinin
mahşer günü altmda topla C. 10, s. 4654-4657.
nacakları bayrak anlamında lüb a. GJ) [Ar.] tas. Dinî ve tasavvu-
bir terim, “makam-ı fî makamları ifade eden terim.
Ahmedî”.
§ tam. lübü’l-lüb a. (Jll J)
lohusa a. Doğumdan sonra kadınm
[Ar.] tas. Nûr-ı İlâhî için kul
rahminden gelen kan için kulla
lanılan terim.
nılan terim; eşanlamlısı “nifas”
[bk. bu madde) lütuf a. (Jkl) [Ar.] Sözlük anlamı,
“İyilik etme, merhamet ve yar
lohusalık a. Bir çocuğun doğma-
dımda bulunma.” olan bu söz, in-
smdan itibaren en çok kırk gün
sanm kendi iradesiyle Allah’a
devam eden süre için kullanılan
inanma ve ibadet ederek O’na
terim. Bu dönemde kadın, na
şirk koşmaktan ve isyandan ka-
maz kılamaz, oruç tutamaz,
çmmayı kolaylaştıran İlâhî des
Kur'ân okuyamaz, Kur’ân’a el
tek ve fiil için kullanılan kelâm
süremez, camiye gidemez, Kâ
be’yi tavaf edemez, cinsel ilişki terimi.
de bulunamaz. lüzûm-ı muhâkeme a. (<^k. ^J)
Lokmân suresi a. (^t,jLü) [< [Ar.] fik. Ceza hukukunda, yapı
Ar. “Sûretü’l- Lokmân” (jLiUl îj lan tahkikat sonucunda bir ko
^u)] Kur'ân-ı Kerîm’in otuz bi nunun mahkemeye şevki lüzu
rinci, iniş sırasma göre elli ye munu ifade eden terim. Bu iş
dinci suresi olup “Sâffât suresi” lemler tamamlandıktan sonra
(37)nden sonra ve “Sebe suresi” hâkim karşısma çıkma.
lüzûm-ı vakf 432
§ tam. mâl-i bâtın a. (^L JU) Mâliki Mezhebi a. Dört büyük fıkıh
flk. Para ve gümrüğe tabi ol mezhebinden biri olup Hicrî yı
mayan mallar. lın ikinci yüzyılında Medine’de
doğan ve İmam Mâlik b. Enes
mâl-i cizye a. (<□> JL) flk. (öl. 179 / 795) tarafindan oluştu
Araziden alman vergi. rulan ve geliştirilen, ismini de
mâl-i harâm a. Çl^ JL) fik. kurucusundan alan, sonradan
Kumar, rüşvet, zina, faiz gibi “Mâlikiyye” olarak da adlandırı
helâl olmayan yollarla kaza lan sünnî fıkıh mezhebinin adı
nılan mallar. ve bu mezhep için kullanılan te
rim.
mâl-i ma'sûm a. (^.^«o JL)
fik. Şeriat hükümlerine göre Mâlikiyye a. (^L) [Ar.] bk. Mâliki
dokunulmaz olan veya mü mezhebi
saderesi caiz olmayan mal
Mâlikü’l-Mülk a. (dUl dJL) [Ar.]
lar.
“Mülkün sahibi.” anlamında bu
mâl-i mîrî a. (^^ JL) ftk. söz, “esmâ’ü’l-hüsnâ” (Allah'ın
Devlet malı veya gelirleri. güzel isimleri)dan olup Kur'ân-ı
Kerîm’de Allah’a izafe edümek-
mâl-i mütekavvim a. Ç/^
tedir. “Âl-i İmrân suresi” (3)nin
JL) fik. Şeran kullanılması
26. ayetinde mealen “De ki,
veya yenilmesi içilmesi
mübah olan şeyler. Allahım, ey mülkün sahibi, sen di
lediğine mülkü verirsin, diledi
mâl-i sadakat a. (oüj^ JL) ğinden mülkü alırsın.” biçiminde
ftk. Zekât mallan. ifade edilen bu söz, İslâm bügin-
441 ma'rifetullah
meczûp, -bu (II) a. Uji^) [< Ar. sonrasında bu şehirde nazil olan
cezb] tas. Tasavvuf inancına gö Kur'ân-ı Kerîm’deki sure veya
re, Allah’ın rızasını kazanmış, ayetler; bk. sûre 2. Hz. Peygam
her türlü dünyevî heveslerden ber’in Medine’ye hicreti sonra
arınmış, bundan dolayı manevî sında bu şehirde ortaya çıkan ve
makam ve mertebelere ulaşmış yayılan hadisler.
tasavvuf ehli.
Medenî ayetler a. bk. Medenî
meçhûl a. (J^) [< Ar. cehl] Hadis
biliminde, kimliği hiç bilinme medfen a. (>a») [Ar.] bk. kabir
yen veya çevresinde pek iyi ta- medhal a. (J^aJ [Ar.] Hadis kitap-
nmmayan ravîler. larmda, esas konuya girerken
eserin yazan, yöntemi gibi ko
§ tam. meçhûlü’l-ayn a. (jjJl
nularda açıklamaların yer aldığı
ub^-) Hadis biliminde adı
bölüm.
geçmekle beraber hadis öğre
timinde veya öğreniminde medhûl a. (J^a.) [Ar.] Hadis kitap
pek tanınmayan ve “tek larında yer alan hadislerin ara
ravîsi olan kimse” diye bili şma sonradan büerek veya far
nenler için kullanılan terim. kında olmayarak eklenen hadis
ler.
meçhûlü’l-hâl a. (JL=J J^)
Kendisinden iki veya daha Medine sözleşmesi a. Farklı din
fazla güvenilir ravî tarafın ve sosyal gruplar arasındaki
dan söz edilen, fakat hadisçi- ilişkileri, hukuk düzeni ve karşı-
ler arasında pek tanınmayan hklı güven anlayışı temeli üze
kimseler. rine kurulmuş ve Hz. Peygam
ber tarafından Hicret (622) ’in
meçhûlü’l-vasf a. (a^jlı
hemen sonrasında Medine’de
J^) bk. meçhûlü’l-hâl
çoğu Yahudi olan farklı kabileler
meçhûlü’z-zât a. (sljllj^) üe yerli halkın arasında uzlaşma
bk. meçhûlü’l-ayn neticesinde oluşturulmuş bir
antlaşma ve bu antlaşmanm
meçhûl hadis a. bk. meçhûl
metni. İslâm’ın oluşum süreci
med a. (a») [Ar.] Arap alfabesinde, içinde bu sözleşme, çok kültürlü
bir harekeli harfin önünde yer ve çok dinli toplumlarda bir
alan ve harfin harekesi türün arada yaşama modeli yaratmış
den olan sesin harekesi yönünde ve bu dönemden sonra bütün
uzatılması işlemi. Müslüman toplumlar için bir
Medenî a. (^j-) [Ar.] 1. Hz. Pey örneklik teşkil etmiştir.
gamber’in Medine’ye hicreti
447 mefküd
medlûl a. (JJa») [Ar.] fik. Delil veya sede oturan”] Medrese öğrencisi
tanık olarak gösterme. veya medreseli.
medrese a. (^^aO [< Ar. ders] (ç. mefhar a. (>L) [< Ar.fahr] (ç. b.
b. medâris) İslâm dünyasında mefâhir) “Övünme, iftihar et
gençleri eğitmek ve okutturmak me.” anlammdaki bu söz, bazı
amacıyla yaptırılmış eğitim ve kelime veya terkiplerle birlikte
öğretim kurumlan, üniversite. yeni terimler yapmak için kul
lanılmıştır.
§ tam. medresetü’l-e'imme
ve’l-hutebâ a. (1^11^1^ § tam. mefhar-ı kâ'inât a.
A») İslâm dünyasmda, imam (olilS >1.) (kâinatın övüncü)
ve hatip yetiştirilmek üzere Hz. Muhammed.
açılan mektepler.
mefhar-ı mevcûdât a.
medresetü’l-hattâtîn a. (ûbjş.j4 >i«) (bütün varlıkla
(jJalLjl L,jAo) Hüsn-i hat rın övüncü) Hz. Muhammed.
sanatı ve İslâmî kitap sanat-
larmm eğitimi ve öğretimi mefhûm a. ( ^j^) [Ar.] ftk. İslâm
amacıyla açılan mektepler. hukukunda, lafzm, sözde dile
getirilmeyen veya ifade edilme
medresetü’l-irşâd a. GU^l
yen bir hükme delâlet etmesi
UjAo) İslâm dünyasında, vaiz
için kullanılan terim.
ve imam yetiştirilmek üzere
açılan mektepler. § tam. mefhûmu muvâfakat
medresetü’l-kuzât a. (sL^ül a. (cıâflljj ^ûa) Lafızda söz
L,ja>) İslâm dünyasında, şer’î konusu olan hükmün, ispat
mahkemelere kadı yetiştiril veya reddi bakımından sözde
mek üzere şeyhülislâmlığa dile getirilmeyen veya ifade
bağlı olarak açılan mektep edilmeyen hüküm için de ge
ler. çerli olması durumudur.
medresetü’l-mütehassisîn mefhûmu muhâlefet a.
a. (juA.A^dl iuyA.) Medre (diL» fjıi») Lafzın delâlet
sede uzman yetiştirmek üze
etmiş olduğu hükmün zıddı-
re kurulan mektepler.
nm, sözde dile getirümeyen
medresetü’l-vâ'zîn a. veya ifade edilmeyen durum
(jjktljll L,ji.) Vaiz yetiştir için sabit olduğuna delâlet
mek üzere açılan mektepler. etmesi durumu.
medrese-nişîn s. (^ «u^aa) [< mefküd a. (jjîl) [Ar.] ftk. İslâm
Ar. medrese + F.nişîn: “medre hukukunda kaybolmuş ya da
mefsedet 448
kırâat yöntemi ile öğrenilen ha dolayı gizlenmiş veya gizli kal
disler. ması gerekli görülmüş imamlar.
mesnevi a. (<^^1 [Ar.] 1. ed. Divan meşâ'ir ç.a. (jcli«) [Ar.meş'ar’ın ç.
edebiyatmda her beyti kendi b.] Hac töreninde yapılması ge
arasında kafiyeli ve aynı vezinli rekenler veya durulması gere
uzun manzum hikâye. 2. Mevlâ- ken yerler.
na’nın ünlü eserinin adı.
§ tam. meşâ'irü’l-hacc ç.a.
mesnevî-hân s. (jlj^) [< Ar. ÇfJIjtli.) Hac töreni sıra-
mesnevî + F.hân] Mevlâna’nm smda durulması gereken yer
“Mesnevî” adlı eserini okuyan ler.
ve okutan uzman kişi.
meş'ar a. (>uio) [Ar.] (ç. b. meşâ'ir)
mesneviyyât ç.a. (oL>L>) [Ar. mes- Hac töreninde durulacak yer.
nevî’nin ç. b.] Mesneviler
§ tam. meş'arü’l-harâm a.
mesrûk a. (jj^um) [Ar.] Hadis bili
(jiljJljtiu) Hac töreni sıra-
minde, bir hadisin bilinen bir
smda Kâbe’de durulacak yer
ravîsi dışında başka bir kimseye
anlamında terim. Burada
nispet edilmesini ifade eden te
haccın gereklerinden olan
rim.
gecelemek, vakfe yapmak,
mest a. Türkçede “mes” de denilen namaz kılıp dua etmek,
ve ev içinde giyilen bir ayakkabı Kur'ân-ı Kerîm’in “Bakara
türü. bk. mesh (D suresi” (2)nin 198. ayetinde
mestûr (I) a. (jj1l«) [Ar.] Hadis mealen “Arafat’tan ayrılıp
biliminde, bir hadisin ravîsi için topuluca gittiğinizde Meş'ar-ı
kullanılan bu terim, kendisin Harâm’da Allah’ı zikredin ve
den iki veya daha fazla güvenilir O’nu size gösterdiği şekilde
ravî rivayette bulunmasına kar anın...” biçiminde ifade edil
şın hadis rivayetiyle fazla uğ miştir.
raşmadığı için hadis bilimi çev meşâyîh ç.a. (^Uio) [Ar.şeyh’in ç.
relerince pek tanmmayan ravî b.] Şeyhler, ulular.
için kullanılmıştır.
meşhed (I) a. (jj.t..) [< Ar.
mestûr (II) a. (j>—) [Ar.] şahâdet] Hazır olunacak yer ve
İsmailiyye tarikatinde, bazı siya ya meclis anlammda terim. Bu
sî ve sosyal durumlardan dolayı söz, Kur'ân-ı Kerîm’in bir ye
mezhep ileri gelenlerince şahsı rinde “Meryem suresi” (19)nin
ve yeri bilinmesine karşın düş 37. ayetinde “meşhedi yevmin
manlarından veya yoğun ilgiden azîm...” (toplanılacak, hazır olu-
461 meşkûk
mukıll ç.a. (Ji.) [Ar.] (ç. b. Muksıt a. (ki«) [Ar.] Sözlük anla
mukıllûn) bk. mukıllûn mı “Adaletli davranan, adaletli.”
olan bu söz, “esmâ’ü’l-hüsnâ”
mukıllûn ç.a. tJi) [Ar. mukıll’in (Allah’ın güzel isimleri)dan olup
ç. b.] Hadis biliminde, az sayıda sözlük anlammda Allah’a nispet
veya binden az hadis rivayet edilmektedir. Bu isim, Kur’ân-ı
eden sahabîler. Kerîm’de doğrudan geçmemek
mukîm a. (^aA [Ar.] fik. İslâm hu le birlikte, müfessirler “Âl-i
kukunda, asıl vatanında ikamet İmrân suresi” (3)nin 18. aye
eden kimse. Bu terim, Hanelile tinde geçen “kâ'imen bi’l-kıst"
re göre 90 km uzakta bir yere ibaresini Allah’a nispet etmişler
gidip orada on beş gün ve daha ve bundan dolayı da bu terim,
fazla kalanlar için, Şafiîlere gö “esmâ’ü’l-hüsnâ” arasmda zik
re, gidiş ve geliş hariç dört gün redilmiştir. Nitekim, “Muksıt”
ve daha fazla kalanlar için, Ca- adı, Allah’m doksan dokuz ismi
ni veren İbn Mâce ve Tirmizî ri-
487 munkalib
lan içine alan bölümler için kul müneccî a. (JLu) [Ar.] “Kurtaran.”
lanılan terim. anlammda Allah’m sıfatı olan
terim. Kur'ân-ı Kerîm’in. “Hicr
münâsebâtü’l-âyât ve’s-süver a.
suresi” (15 / 59) nde geçmekte
(jpJI j oWI ûL.L) [Ar.] İslâmî
dir.
bilimlerde tefsir konusu içinde
ayetler ile sureler arasmdaki an müneccim a. Ç^d [Ar.] İslâmî
lam uyumunu ve bağını incele bilimlerden, insanları ve olayla
yen bilim dalı için kullanılan te rı etkilediği inancına dayanan
rim. ve gökbilimi adıyla anılan bilim
dalı uzmanı için kullanılan te
münâsebe a. (<il.L) [Ar.] fık. İslâm rim, astrolog.
hukukunda, olayla hüküm ara
sındaki uyumluluk ya da uygun müneccimbaşı a. İslâmî bilimler
luk, denge ile verilen hükmün den olan yıldız falcılığı konula
sağlıklı olup olmadığını tespit rında uzman olan ve Osmanh
etme yolunda ve yönteminde devleti döneminde bir kurum
kullanılan bir metot için kullanı hâline gelen astroloji ve astro
lan terim. nomi dahnda çalışan kimselere
verilen ad ve terim.
münâseha a. (^L) [Ar.] fık. İslâm
hukukunda, bir mirasm payla- münezzil a. (J>) [Ar.] “Kitap ve
şılmasmdan önce ölen bir mi- peygamber gönderen.” anlamm
rasçmm üzerine düşen paym da Allah’m sıfatı olan terim.
kendi varisleri arasında bölüş Kur'ân-ı Kerîm’in “Mâ'ide su
türülmesi anlammda kullanılan resi” (5 /114) nde geçmektedir.
terim. Münfekkîn suresi a. .^ü.)
bk. Beyyine suresi
münâvele a. (<JjM [Ar.] Hadis bi
liminde, hadis elde etme yolla- münferit a. (j>>) [Ar.] Hadis bili
rmdan biri, hocanın kendi kita minde, kendisinden sadece bir
bını veya hadis yazılı birkaç ravînin rivayette bulunduğu
asyfayı öğrencisine vermesi an kimse.
lamında kullanılan terim.
mün'im s. Çiu) [< Ar.ni'met] 1.
münâzara a. (»/U) [Ar.] Gerçeğin “Nimetlendiren, iyilik eden, rızık
ortaya çıkarılması yönteinlerini veren.” anlammda Allah’ın sıfat-
veya ilkelerini araştırarak belli larmdan. 2. “Besleyici, yedirip
bir disiplin altında irdeleme ve içeren, velinimet.” anlamında
inceleme konusunu benimseyen olup başka kelime ve terkiplerle
bilim dah için kullanılan terim. yeni terimler yapan bir söz.
505 mttrâhik
Mürci’e a. f^) [Ar.] İslâm dini mürîd a. (^) [Ar.] tas. Tasavvuf
nin ilk yıllarında ortaya çıkan ve ehli araşma yeni girmeye karar
aşırı fırkalara karşı daha ılımlı veren ve bir şeyhe bağlanan ki
veya uzlaşmacı fikir ve davra şi-
nışlarıyla dikkati çeken siyasî
mürsel a. (J-^) [Ar.] 1. Peygamber
fırka. Bunlara göre, iman esas
karşılığı Arapça olan ve Kur’ân-
tır, amel sonraya bırakılabilir,
ı Kerîm’de sıkça geçen terim, bk.
bundan dolayı böylelerine bir
peygamber 2. Hadis biliminde,
ceza uygulamak gereksizdir, bu
hadisin çıkış kaynağı
konu âhirete bırakılmalıdır, gö
sahabîlerden veya başka
rüşü hâkimdir. İlk defa, Hârici
ravîlerden birinin zikredilme-
Nâfi b. el-Ezrâk (öl. 65 / 684) ta
mesi ya da tabiînin doğrudan
rafindan kullamlan bu terim,
Hz. Peygamber’den rivayet ettiği
Ebû Hanife (öl. 150 / 767)nin ön
hadis için kullanılan terim.
derliğinde en olgun kimliğine
kavuşmuştur. Bunlara göre, Al mürsel hadis a. bk. mürsel
lah’ın birliğine, Muhammed’in Mürselât suresi a. (^
onun kulu ve elçisi olduğuna ve [< Ar. Sûretü’l-Mürselât tıUjJl
O’nun getirdiklerinin doğrulu sj^)] Kur'ân-ı Kerîm’in yetmiş
ğuna şahitlik eden ya da kalbiyle yedinci, iniş sırasma göre otuz
bunu doğrulayan kimse hem üçüncü suresi olup “Hümeze
mümin hem de Müslüman’dır. suresi” (52)nden sonra ve “Kaf
Bu gibi kimseler, ne kadar bü suresi” (50)nden önce Mekke
yük günah işlerlerse işlesinler, döneminde nazil olmuştur ve el
imanm temel hükümlerini inkâr li ayetten meydana gelmektedir.
etmedikçe İslâm dininden çık Adını ilk ayetteki “mürselât”
maz. Onlar hakkında verilecek [gönderilenler) sözünden alan bu
hüküm ve ceza Allah’a aittir, surenin özünde, evrenin idare
takdir yüce Allah’ındır. sinde görevli olarak melekler,
mürebbî a. (J>^) [Ar.] tas. Tasav rüzgârlar, peygamberler ve
vuf ehli arasmda, eğitici anla Kur'ân-ı Kerîm’in ayetleri gös
mında şeyhler. terilir, inkârcıların uğrayacağı
hüsran üzerende durulur. Yine
mürekkeb a. (Jİj.) [Ar.] Hadis
ilk ayette geçen “ve’l-mürselâtı
biliminde, bir hadise ait bir
urfen” sözünden dolayı bu su
metnin başka bir hadisin sene
renin “Urf suresi” olarak da
diyle rivayet edilmesi durumu.
anıldığı söz konusudur.
mürekkeb hadis a. bk. mürekkeb
mürsil a. (J—ja) [Ar.] “Gönderen,
serbest bırakan.” anlamında Al-
507 mürtekib-i kebîre
tir (Nisa suresi, 4 / 48; Leyi su müsakkafât ç.a. (oliL.) [Ar.] fik.
resi, 92 /15). Bazılarına göre de İslâm hukukunda, herhangi bir
“Büyük günah işleyen kimse.” vakfa gelir sağlayan ev, dükkân,
imandan çıkar, fakat küfre gir han, hamam gibi üstü kapalı
mez, iman ile küfür arasmda bir akar.
konumda bulunur, inancı söz
konusudur. § tam. müsakkafât-ı mev
kufe ç.a. («ijij. öUL«) ftk.
mürtet, -di a. U^) [Ar.] “Dinden Hayır kurumlarınm veya ha
çıkan kimse.” anlamında olup yır için kurulan bir vakfm ge
din değiştiren, İslâm dinini terk lirlerini artırmak için vakfe
eden (kimse) için kullanılmıştır. dilmiş binalar.
mürtezika a. (üjij«) [< Ar. rızk] müsâmaha a. (^Lu) [Ar.] Toplum
Fakir, yersiz ve yurtsuz, aç ve içinde insanlara yükümlülükle
muhtaç kimselere yardım et rini karşılayabilme konusunda
mek, onlarm günlük ihtiyaçları kolaylık gösterme, toleranslı
nı karşılamak üzere kurulmuş davranma veya sosyal ahlâkı
vakıfların himayesine girmiş, zedeleyici nitelikte olamayan
geçimini bu tür vakıflardan sağ yanlışlıkları ya da hataları hoş
layan kimselere verilen ad. Bu görme, değişik düşünce, inaç
vakıflar zaman içinde böylesi veya davranışları özgürce ifade
kimselerin çoğalması ve sosyal edebilme konusu.
hayat içinde yaygınlaşması ile
“mürtezika” adı verilen bir sos müsâvât (I) a. (oljL-^) [Ar.] fik.
yal sınıfın oluşmasmı sağlamış İslâm hukukunda, bireylerin
tır. temel haklarmı kullanabilme
noktasmda, insan olma kimliği
mürüvvet a. (o^) [Ar.] İslâm ile özgür ve eşit kabul edilmesi
inancmda, İnsanî değerlere ve ni ifade eden terim.
erdemlere dayalı davranışlar
için kullanılan ahlâk terimi. müsâvât (II) a. (oljLuJ [Ar.] Hadis
biliminde, çok tanmmış bir ha
müsâdere a. GjjLm) [Ar.] fik. İs dis musannifine göre daha de
lâm hukukunda, devlet tarafın ğerli bir dayanağa sahip hadis.
dan hâzineye gelir kaydedilmek
veya bir süre için koruma altma müsâveme a. (^jU.) [Ar.] fik. Bir
almmak üzere ceza verilmesi ya malm maliyeti ile kâr oranı ara-
da tedbir olarak bir mala el ko smdaki durum söz konusu ol
nulması. madan pazarlık yöntemiyle ya
pılan satış.
509 Müslümanlık
rın göreceği azap ile dünya ha nâ'ib a. (JL) [Ar.] 1. İslâm devletle
yatının düzenli ve erdemli ol rinde, hükümdar, vali, kadı gibi
ması, adaletten sapılmaması, iyi devletin ileri gelen kademele
likler içinde olunması, fenalık rinde vekillik veya yardımcılık
lardan ve azgınlıklardan kaçı görevini üstlenen kimselerin
nılması (üç emir ve üç yasak), konumu için kullanılan terim. 2.
akrabaya yardımda bulunulma fik. Hukukî konularda, başkası
sı üzerinde durulmaktadır. Hz. adına veya hesabma iş gören,
Peygamber’in “Nahl suresi”nin dinî konularda ise yine başkası
tefsiri için bk. Sahîh-i Buhârî ve adına bazı ibadetleri yerine ge
Tercemesi, C. 10, s. 4500-4503. tiren kimse.
şartları taşıması için kullanılan minin sağlıklı bir ibadet için ge
terim, bk. namazın şartları rekli koşulları ya da durumları
yerine getirmesi için kullanılan
namazın kısaltılması a. bk.
terim. Bu şartlar ikiye ayrılmak
kasru’s-salât
tadır. Birincisi, namazm dışın
namazm mekruhları a. Namaz daki şartlar; İkincisi namazm
kılarken “mekruh” (bk. bu içindeki şartlar.
madde) şeylerle uğraşma için
Namazm dışındaki şartlar altı
kullanılan terim. İlmihal kitap
olup şunlardır: “hadesten taha
larında bu konuda elliye yalan
ret, necâsetten taharet, setr-i
madde sayılmaktadır. Bunlar
avret, istikbâl-i kıble, vakit ve
dan en önemlileri şöyle sırala
niyet” (bk. bu maddeler).
nabilir: Namazda esnemek veya
Hadesten taharet, cünüp olan
gülmek, elbise ile oynamak,
veya boy abdesti bulunmayan
boynu çevirerek etrafa bakın
kimsenin boy abdesti ve namaz
mak, tükürmek, bağdaş kurmak,
için şart olan abdesti alması iş
ikinci rekâtta birinci rekâtta
lemidir; necâsetten taharet, be
okuduğu sureden uzun sure
denen veya elbise üzerinde bu
okumak, birinci ve ikinci rekâtta
lunabilecek maddî kirlerden
aynı sureyi okumak, gözlerini
armmak durumudur; setr-i av
yukarıya dikmek, ağzına yiyecek
ret, namaz sırasmda vücutta di
almak, düzgün olmayan elbise
nen örtülmesi gereken ve başka-
giymek, hamam veya mezarlık
larınm görmesi haram kılman
gibi uygun olmayan yerlerde
yerlerin için kullanılan terim;
namaza durmak, önünden insan
istikbâl-i kıble, kıbleye yönele
geçebüecek yerlere sütre koy
rek namaza durma işlemi; vakit,
mamak, kor hâlindeki ateşe kar
farz ve sünnet namazları ile vi
şı namaza durmak, önünde
tir ve teravih ile bayram namaz-
uyuyan bir kimse bulunmak gi
larmm kılmabilmesi için vaktin
bi.
gelmiş veya girmiş olmasını ifa
namazın rükünleri a. Namaz iba de eden terim; niyet ise “Yalnız
detini eda ederken yapılması ca Allah rızası ve hangi namaza
zorunlu davranışlar. Bunları durulacağını belirtmek için na
şöyle sıralayabiliriz: “iftitah maz kılmayı ifade eden.” terim
tekbiri, kıyam, kırâ'at, rükû, dir.
sücûd, ka'de-i ahire” (bk. bu
Namazm içindeki şartlar da yine
maddeler)
altı olup şunlardır: “İftitah tek
namazın şartları a. Namaz ibade biri, kıyâm, kırâ'at, rüku,
tini eda etmeden önce bir mü sücûd, tahiyyatıya oturmak”
525 namaz vakitleri
namus a. G^L) [Ar. < Gr. nomos] onları her taraftan saracağı
(ç. b. nevâmîs) 1. İslâmî kaynak [“Zümer suresi” (39 / 16), şid
larda vahyin gelişiyle ilgili riva detli alev saçan bir ateş olduğu
yetlerde Cebrâil için kullanılan [“Tevbe suresi” (9 / 68), “Leyi
terim. Bu söz, Kur'ân-ı suresi” (92 / 14), “Kari'a sure
Kerîm’de doğrudan doğruya si” (101 / 14), “Hümeze suresi”
geçmemekle birlikte “iffet, (104 / 6) açıkça dile getirilmiştir.
muhsanât, muhsinûn, fere,
takvâ” gibi kavramlar ile ifade § tam. nâr-ı cehennem a.
sini bulmuş ve toplum hayatına (^ jL) “Cehennem ateşi.”
girmiştir. Zaman içinde bu te anlammdaki bu terim,
rim, “cinsellik” çerçevesinde yo “Tevbe suresi” (9 / 68-81) nde
ğun bir anlam zenginliği ka açıkça ifadesini bulmaktadır.
zanmıştır; eşanlamlısı “iffet” narh a (^>) [Ar.] Ticaret hayatın
[bk. bu madde) 2. Grek kaynaklı da, çarşıda veya pazarda satılan
felsefî eserlerin Arapçaya çev her türlü mal için devletin resmî
rilmeye başlanmasmdan sonra makamlarınca fiyat belirlenme
“kanun veya İlâhî kanun” [kişi si.
nin nefsine hâkim olma, her türlü
işte adil davranmaya özen nas a (^) [< Ar. nass] (ç. b.
göstreme) anlammda kullanıl nusûs) 1. İslâmî bilimlerde,
mış olan terim. 3. Grekçede “Hz. Kur'ân ve sünnetin tevile yol
açmayan lafızları veya kesin
Musa’ya gönderilen şeriat? [Tev
rat) için kullanılan terim. hükümleri. 2. fık. Anlamına açık
bir biçimde delâlet eden ve ken
§ tam. nâmûs-ı ekber a (jjSI disinden çıkarılan hüküm ile sö
^L) [en büyük namus) Ceb zün asıl sebebini oluşturan lafız
rail. için kullanılan fıkıh terimi.
nâr a (jü) [< Ar. nevr] (ç. b. nîrân, nasârâ a (^L^) [Ar.] İslâmî kay
envâr) Kur'ân-ı Kerîm’de ve naklarda Hristanhğı ve
hadislerde söz konusu edilen Hristiyan toplumunu ifade et
cehennem ateşi. Bu söz, Kur'ân- mek için kullanılan terim.
ı Kerîm’de 145 ayette geçmekte nasb a (,_,..->•<) [Ar.] Hz. Osman taraf
olup bunlardan 118 ayette ce tarlığı yaparak Hz. Ali’yi sevme
hennem ateşini ifade etmekte yen, ona düşman gözüyle bakan
dir. Buralarda, cehennem yakı- cemaat.
tmm kâfirler ve taşlar olduğu
[“Bakara suresi” (2 / 24), “Âl-i Nâs suresi a (^ »^L) [< Ar.
tmrân” (3 / 10-131), bu ateşin “Sûretü’n- Nâs” (^Ul sj^)]
527 nasihat
tadır. Surenin özünde, kıyame Nebe' suresi a. (^ »j^ ’u) [< Ar.
tin muhakkak gerçekleşeceği, “Sûretü’n-Nebe'” (Ull sj^)]
dünyada iyi amel edenler üe kö Kur'ân-ı Kerîm’in yetmiş seki
tü davrananlarm ahirette yap- zinci, iniş sırasına göre sekse
tıklarının karşılığını alacakları ninci suresi olup “Me'âric sure
anlatılmaktadır. si” (70)nden sonra ve “Nâzi’ât
suresi” (79)nden önce Mekke
nazîf a. (jJü) [Ar.] “Temiz, pak,
döneminde nazil olmuş ve kırk
terbiyeli, iffetli, ahlâklı, namus
âyetten meydana gelmektedir.
lu.” anlamında olan bu terim, Al
Admı ikinci ayette geçmekte
lah’m sıfatı olarak Tirmizî’nin
olan “nebe'” (haber) sözünden
rivayet ettiği bir hadiste geç
almaktadır. Surenin özünde, öl
mektedir: “Allah nazîftir, nezafe- dükten sonra dirilmenin, yani
ti sever...” (Tirmizî, “Edeb”, 41). kıyamet gününün gerçekleşeceği
nâzil a. (Jjls) [Ar.] Hadis rivayetin ve ahret hayatmın muhakkak
de en son ravî ile Hz. Peygamber yaşanacağı anlatılmaktadır. Bu
veya hadis imamlarından biri sure ile beraber “Mürselât su-
arasındaki ravî sayısının azhk resi”ni Hz. Peygamber’in nama
veya çokluğuna, yine ravînin zın bir suresinde okuduğu riva
erken veya geç vefat etmesine, yet edilmektedir.
isnadın uzunluk veya kısalığına nebevî hadis a. Hz. Peygamber’e
göre kazandığı vasıf. ait olan söz, fiil, takrir ve sıfatlar
için kullanılan terim. Bu tür ha
nazmüT-Kur'ân a. (jîjül ^) [Ar.]
diste, sözün mesnedi Hz. Pey
Kur'ân-ı Kerîm’in söz ve anlam
gamber’dir.
gücü ile tertip bakımından bir-
biriyle sıkı bir bağ ve düzen nebî a. (^1 [Ar.] (ç. Z?. enbiyâ) Pey
oluşturduğu konusunu incele gamber karşılığı olarak Kur’ân-ı
yen bilim dalı ve bu konuda ka Kerîm’de sıkça geçen ve Al
leme alınan eserler için kullanı lah’ın, dinî kurallarmı, emir ve
lan ortak ad. yasaklarını, öğüt ve tavsiyelerini
insanlara bildirmesi için görev
Nazzâmiyye a. (ÛIL) [Ar.] Bas lendirdiği kimseler için kullanı
ra’da oluşturulan Mu'tezile eko lan terim, bk. peygamber. “Ba
lünün kelâmcılarından olan kara suresi” (2 / 213) nde mea
Nazzâm (öl. 231 / 845) ın görüş len “...müjdeci ve uyarıcı olarak
lerini benimseyenlere verilmiş nebileri gönderdi.” denilerek ne
olan ad ve bunlar için kullanılan bilerin konumunu açıkça ifade
terim. etmektedir. Aynca, “Nisâ sure
si” (2 /163-164) nde nebilere va-
nebîl 532
nefha a. (<ii) [Ar.] Kur'ân-ı nemâ a. (eL) [Ar.] fık. İslâm huku
Kerîm’de geçen ve kıyametin kunda, zekâta konu olan malla-
kopması, ölmüş ruhlarm yeni nn artma özelliğine sahip olma
den diriltilmesi için “sûr” (bk. sını ifade eden fıkıh terimi.
bu madde) a yapılacak üfleyiş. nemîme a. (^ [Ar.] Sözlük an
nefir a. Gü) [Ar.] Hac ibadeti sıra- lamı, “Hafif gürültü veya ses.”
smda Mina’dan ayrılma duru olan bu söz, insanları kırıcı ve
mu. üzücü nitelikteki sözleri farklı
Nemi suresi 536
rayan manevî ve İlâhî ışık anla- nûr-ı vücûd a. (jjaj jy) tas.
mında kullanılan terim; “zul- “Vücûd-ı mutlak” (bk. bu
mef’in zıddı. Bu terim, Kur’ân-ı madde) için kullanılan terim.
Kerîm’de kırk üç ayette geçmek
tedir (bk. M.F.Abdülbâkî, el- nûre’d-dîn a. (yJly) (dinin
Mu'cem, “nvr” maddesi). Ayrıca nuru) Kırım hanlarınm kü
“Nûr suresi” (24) bütünüyle bu çük veliahtı; büyüğüne
kavram üzerine kurulmuştur. kalgay deniliyordu.
pîr-i fertût a. (lytjijü) Düş pûr-i Âzer a. Gjl j^) Hz. İb
kün, zayıf kimse, bunak ihti rahim.
yar. pûr-ı duht a. U^j ^ Hemşi
pîr-i fânî a. (^li^) 1. Pek rezade, yeğen.
yaşlı ve zayıf ihtiyar kimse. 2. pûr-ı Hacet a. (j^ j^) Hz.
Velîler için kullanılan terim. İsmail.
pîr-i Ken'ân a. (jl*£ ^) pûr-ı Meryem a. (^ _^) Hz.
(Ken’an ilinin piri) mec. Hz. İsa.
Yakub.
pûr-ı Zâl a. (Jlj jjj) Zaloğlu
pîr-i kühen-sâl a. (JL 5^ Rüstem
^ Yaşlı, kocamış.
pîr-i serendîb a. G-u-u^ ^
Hz. Âdem.
almaktadır (DİA, XI, s. 407-408).
Rab, -bbi a. LJ [< Anrabb] (ç. b.
Hadislerde ise bu terim, “efendi,
erbâb) Allah’ın sıfatı olarak kul
sahip” anlamında kullanılmıştır
lanılan ve “Efendi, sahip, seyyid,
(bk. Wensinck, el-Mu'cem, “rbb”
malik, terbiye eden, yetiştiren,
maddesi).
gözeten ve kollayan, yöneten, ni
met veren” gibi anlamlara gelen § tam. Rabb-i bâkî a. (^L ^J
terim. Bu söz, Kur'ân-ı Ebedî olan Allah.
Kerîm’de 969 ayette geçmekte
ve hepsi de Allah’a nispet edil Rabb-i celîl a. (J^k uj Ulu
mektedir (bk. M.F.Abdülbâkî, el- Tanrı.
Mu'cem, “rbb” maddesi). Bu te RabbüT-âlemîn a. (jJLJI ^j)
rim, Kur’ân-ı Kerîm’de İlâhî (bütün âlemlerin efendisi) Al
isim olarak hem tek başma hem lah.
de başka söz varlıkları ile birlik
rabbü’l-beyt a. (oJl VJ) Ev
te terkip biçiminde Allah sözün
sahibi.
den sonra en çok kullanılan isim
durumundadır. Buna karşm rabbü’d-dâr a. (JJI uj bk.
İbni Mâce ve Tirmizî’nin rivayet rabbü’l-beyt
ettiği ve listelediği Allah’m
Rabbü’l-erbâb a. (uL^I ^j)
“esmâ-ı hüsnâ”smda bu isim
Allah.
bulunmamaktadır. Buna karşm,
İbn Hâcer’in Kur'ân-ı rabbü’l-mâl a. (JUl w) Mal
Kerîm’derı çıkardığı “esmâ-ı sahibi, sermayedar.
hüsnâ” listesinde bu isim yer
rabbu’s-selem 556
Râfi a. (filj) [Ar.] Sözlük anlamı § tam. râh-ı adem a. Çat «IJ
“Yücelten, yükselten, değerini ar Yokluk, ölüm.
tıran.” olan bu söz, “esmâ’ü’l- râh-ı aşk a. (y^. »IJ Aşk ve
hüsnâ” (Allah’ın güzel isimle- sevda yolu.
ri)dan olup “Peygamber ve mü
râh-ı bekâ a. (lı »IJ Ebedî
minlerin itibarını, şanını yücel
yol, ölümsüzlük yolu.
ten.” anlamında Kur'ân-ı
Kerîm’de Allah’a nispet edil râh-ı cennet a. (oia. »Ij) Cen
mektedir. Bu söz, İbni Mâce ve nete giden yol.
Tirmizî’nin rivayet ettiği ve liste râh-ı fenâ a. (lü »IJ bk. râh-ı
lediği Allah’m “esmâ-ı hüsnâ”- adem
râh-ı gül-dâr 558
reyhânî a. Çy^fi [< Ar. reyhân + nna dair Rıdvan adı verilen bir
î] İslâm hat sanatında, genellikle ağacm altında biat verdüer. Bu
Kur'ân-ı Kerîm yazımında kul olaya istinaden bu terim, İslâmî
lanılan altı yazı çeşidinden biri gelenekte “Rıdvân Bi'âtı” olarak
nin adı. bk. aklâm-ı sitte amlagelmiştir.
rezîlet a. (oLjJ [Ar.] Kötü huy ve rıfk a. (jiJ [Ar\ Nezaket ve yumu
erdem dışı davranışlar için kul şaklık anlammda kuUamlan ah
lanılan ahlâk terimi, “fazilet” lâk terimi.
(bk. bu madde) karşıtı.
rık a. (jj [Ar.] fik. İslâm hukukun
Rezzâk a. (jl^) [Ar.] Sözlük anlamı, da, kölelik.
“Çokça rızık veren.” olan bu söz,
rızâ a. (LâJ [Ar.] Kur'ân-ı
“Bol nimet veren, bedenlerin ve
Kerîm’de AUah’a nispet edüen
ruhların gıdasını yaratıp veren.”
ve “Allah’ın kulundan, kulun da
anlammda “esmâ'ü’l-hüsnâ”
Allah’ından hoşnut ve razı olma
(Allah’ın güzel isimleri)dan olup
sı.” anlammda kuUamlan Al
Kur'ân-ı Kerîm’de Allah’a nis lah’ın haberi sıfatlarmdan biri.
pet edilmiştir (M. F. Abdülbâkî, Bu terim, Kur'ân-ı Kerîm’de
el-Mu'cem, “rzk” maddesi). Bu yetmiş üç ayette geçmektedir.
söz, AUah’m fiilî isimleri ve sıfat
lan gurubunda sayılmıştır. Bu rızâen lillah a. (dil pLâJ [Ar.] AUah
isim, AUah’m doksan dokuz is rızası içini bir karşılık bekle
mini veren İbn Mâce ve Tirmizî meksizin anlammda iyi dilek sö
zü.
rivayetlerindeki üstede de yer
almıştır (Tirmizî, “Da'avât”, 82; rızık a. (yfi [Ar.] AUah’m canhlar
İbn Mâce, “Du’â”, 10). için verdiği maddî ve manevî
nimetler. Bundan dolayı da yüce
Rıdvân a. (jl^J [Ar.] Kur'ân-ı
AUah “Rezzâk” (bk. bu madde)
Kerîm’de “rıza” anlammda kul-
olarak adlandınlmıştır ve bu ad
lanılan ve cennetin muhafızı
“esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah’ın güzel
olarak gösterüen melek. isimleri) arasmda yerini almış
Rıdvân Bi'âtı a. Hz. Muhammed’in tır.
hac yapmak üzere Hicret’in 6. ribâ a. (LJ [Ar.] Arapçada “faiz”
yıhnda (M. S. 628) kendisine bağ- (bk. bu madde) için kuUamlan
h bir grup Müslüman Ue Mek terim; bk. faiz
ke’ye giderken önünün kesilme-
si üzerine yanında bulunan bu ribbiyyûn a. (â^fi [Ar.] Yahudi
geleneğinde öğretici veya yöne
Müslüman grup Hz. Peygam
tici konumundaki “Rabbâniy-
ber’e ve İslâm’a sadık kalacakla-
yûn” (bk. bu madde) a tabi olan
ricâl 568
rûh-ı İlâhî a. (^1 ^jJ tas. ruhbân a. (jUj) [Ar. râhib’in ç. b.]
Tecellînin özü anlamında te Kendisini ibadete adayan
rim. Hrıstiyanlar için Kur'ân-ı Ke
rîm’de geçen bir terim. Bu söz,
rûh-ullah a. (dil ^jJ tas. bk.
Kur'ân-ı Kerîm’de dört ayette
rûhullah
geçmektedir (“Mâ'ide suresi” (5
rûhuT-emîn a. (û-^tjJ I 82), “Tevbe suresi” (9 / 31 ve
Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Ceb 34), “Hadîd suresi” (57 / 27).
rail için kullanılan terim. Bu
ruhsat a. (c-»^J [Ar.] fik. Birtakım
söz ve “rûhu’l-kudüs”, mazeretlerden dolayı aslî hük
Kur'ân-ı Kerîm’de “Bakara mün yerine getirilmemesini
suresi” (2 / 87, 253), “Nahl meşru sayan ve kolaylaştırma
suresi” (16 / 102), “Şu’arâ esasına dayanan bir fıkıh terimi.
suresi” (26 / 193) inde geç Buna örnek olarak, hasta kimse
mektedir. bk. Cibrîl öz.a. lerin oturarak namaz kılması
(JyJ bk. Cebrâ'il gibi veya hasta veya seferî kim
rûhu’l-kudüs a. (^âll rjfi senin orucunun kazaya bırak
(mukaddes ruh) bk. rûhu’l- ması gibi durumlar “ruhsat”
emîn, ve Cebrâ'il olarak gösterilmektedir.
Allah rızası için veya dinin veci göre vakfedilen bina için kul
belerini yerine getirmek üzere lanılan terim.
fukaraya verilen para veya yapı sadaka-i muharreme a.
lan yardım. Bu ibadet, belirli bir (<u^ ^) bk. sadaka-i
gelir düzeyinin üzerinde kazan mevkufe.
cı bulunan ve “zekât” (bk. bu
sadaka-i muhbese 580
ı Kerîm’in otuz sekizinci, iniş sı suresi” (2 / 158) nde ifade edil
rasına göre otuz sekizinci suresi mektedir.
olup “Kamer suresi” (54)nden
sonra ve “A'râf suresi” (7)nden Sâffât suresi a. (^ 6j^w öULo)
önce Mekke döneminde nazil \<Ar. “Sûretü’s-Sâffât” (olîLJI »j
olmuştur ve seksen sekiz ayet ^u)] Kur'ân-ı Kerîm’in otuz ye
ten meydana gelmektedir. Admı dinci, iniş sırasına göre elli al
ilk söz olan sâd ("^dan almak tıncı suresi olup “En'âm suresi”
tadır. Surenin özünde İslâm (6)nsen sonra ve “Lokman su
inancınm üç temel vasfı olan resi” (31)nden önce Mekke dö
“tevhid, nübüvvet, âhiret” (.bk. neminde nazil olmuştur ve yüz
bu maddeler) konuları gündeme seksen iki ayetten meydana
gelmekte ve insanların bunlara gelmektedir. Admı ilk ayetin ba-
inanmaları tavsiye edilmektedir. şmdaki “ve’s-sâffât” (saf saf di
Hz. Peygamber’in “Sâd sure zilenler) sözünden almaktadır.
sinin tefsiri için bk. Sahîh-i Surenin özünde İslâm’m temel
Buharı ve Tercemesi, C. 10, s. iki ilkesi olan “tevhîd” ve
4701-4706. “âhiret” inancı işlenmektedir.
Hz. Peygamber’in “Sâffât sure
sadûk s. (jjj^) [Ar.] Hadis bili sinin tefsiri için bk. Sahîh-i
minde, çoklukla ravînin güveni Buhârî ve Tercemesi, C. 10, s.
lir olduğunu ifade eden bir te 4697-4700.
rim.
safî a. (^) [Ar.] fik. Hz. Peygam
saf a. ( Lu>) [< Ar. şaft] ftk. İslâmm ber’in ganimetten seçerek aldığı
temel ibadetlerinden olan “na özel pay için kullanılan fıkıh te
maz” (bk. bu madde) ın aslî rü rimi.
künlerinden olan ve cemaatin
yan yana sık ve düzgün biçimde safir a. (^A^) [Ar.] Arap dil bilimi
bir sıra oluşturmasını ifade eden ne özgü bu terim, bazı harflerin
bu terim, namaz ibadeti sırasın veya seslerin telâffuzu sırasmda
da üzerinde titizlikle durulan ıshğa benzer bir sesin çıkışı için
bir konumdadır. kullanılmaktadır.
Saf suresi a. (^j^ >.».«) [< Ar. için kullanılmıştır. Hz. Peygam
“Sûretü’s-Saf” (lUI âj^)] ber’in en yakmında bulunanlar,
Kur'ân-ı Kerîm’in altmış birin Hz. Âişe, Hz. Ebubekir, Hz.
ci, iniş sırasına göre yüz doku Ömer, Hz. Ali, Hz. Osman olarak
zuncu suresi olup “Tegâbün su nitelenmiş; bunlar, “ehl-i sün
resi” (64)nden sonra ve “Cum'a net” (.bk. bu madde) tarafmdan
suresi” (62)nden önce Medine güvenilir kimseler olarak kabul
döneminde nazil olmuştur ve on edilmiş ve onlarm görüşleri ve
dört ayetten meydana gelmek rivayetleri fıkıh biliminde birin
tedir. Adını Müslümanlarm Al ci elden kaynak olarak değer
lah adma saf tutarak savaştıkla lendirilmiştir.
rını ifade eden dördüncü ayette
sahâbî a. (^k^) (ç. b. sahâbe ve
yer alan “safî” sözünden almak
ashab) Hz. Peygamber döne
tadır. Surenin özünde müminle
minde yaşamış, O’nu görmüş,
rin İslâmî yayma konusunda
O’nun sohbetinde bulunmuş,
büyük bir dayanışma içinde ol
örfen O’nunla arkadaş veya ya
maları öğütlenmekte ve Kur'ân-
kın dost olabilecek kadar uzun
ı Kerîm’in fazileti ve öteki kitap
süre yakm olmuş ve Müslüman
lardan üstünlüğü anlatılmakta
olarak ölmüş kimseler için kul
dır. Hz. Peygamber’in “Saf su
lanılan terim. Bu kimliğe sahip
resinin tefsiri için bk. Sahîh-i
kimseler arasmda ve önde ge
Buhârî ve Tercemesi, C. 10, s.
lenler olarak kaynaklarda
4861-4863.
Hulefâ-i Râşidîn, Hz. Peygam
sagâ'ir a. (jiM [Ar. sagîre’nin ç. ber’in hanımları, Ebû Hureyre,
b.] Küçük günahlar. Abdullah b. Mes'ûd, Abdullah b.
Abbâs, Zeyd b. Sâbit gösterilmiş
sagîre a. (»jâ^) [Ar.] (ç. b. sagâ'ir)
tir.
İslâm inancına göre “küçük gü
nah” anlamında kullanılan te sahâbî kavli a. Hz. Peygamber
rim, “kebîre” (bk. bu madde) öldükten sonra, Müslümanların
karşıtı. karşılaştıkları sorunlar üzerinde
fetva verme ve aralarmda çıkan
sahâbi ç.a. (^ka) bk. sahâbe
anlaşmazlıkları giderme işinde
sahâbe ç.a. (₺L^) [Ar.sâhib ve baş vurdukları delilleri ve fıkhî
sahâbî’in ç. b.] Sözlüklerde “Sa konulardaki görüş ve düşünce
hipler.” anlamında olan bu te lerini ifade eden terim.
rim, Hz. Peygamber’in yakmm-
sahâbiyye a. (<uku>) [Ar.sahâbî
da bulunan ve onunla görüşüp
sözünün müennes (dişil) biçimi.]
sohbet eden kimseler, çoklukla
Hz. Muhammedi görmüş, onun-
da erkek ve kadm Müslümanlar
583 sâhib-i işâret
sa'îd a. (amu-) [< Ar. sa'd] İslâmî ezanı öncesinde okunan veya
inançta, iman ederek iyi ameller cenaze olduğunu duyuran salâ-
işleyen ve yaptığı ibadetler ile vat sözü. Bunlar okunduğu za
ahrette huzura ve mutluluğa mana veya yere göre değişik ad
kavuşacak ve de Allah’ın rızası larla anılmıştır: sabah salâsı,
na erecek olan müminler. Cuma salâsı, bayram salâsı, ce
naze salâsı, salât-ı ümmiyye, sa-
sa'îr a. (j^) [Ar.] “Yakılmış veya
lât ü selâm gibi.
tutuşturulmuş alevli ateş.” anla-
mma gelen bu kelâm terimi, ce salâh a. (CjLa) [Ar.] “Düzelme, iyi
hennemin adlarından biri ola leşme, iyilik, iyi hâl üzre olmak.”
rak kullanılmıştır. anlamında bu söz, başka kelime
veya terkiplerle yeni terimler
sakal-ı şerîf a. Hz. Peygamber’e ait
oluşturur.
saç ve sakal telleri için kullanı
lan terim. § tam. salâh-ı hâl a. (Jk
sakaleyn a. (jJL£) [Ar.] tas. Tasav ^iU) Durumun düzelmesi,
vuf ehli arasmda, “ins ü cinn” işlerin iyiye gitmesi.
(bk. bu madde) için kullanılan salâhü’d-dîn a. (j^Jl CiL») 1.
terim. Dine bağlılık. 2. Erkek adı.
sakâlibe a. (dtL») [Ar. sakleb’in ç. salâ-hân s. (yljiiU>) [< Ar.salâ +
b.] Orta Çağ İslâm kaynaklarm- F.hân] 1. Cuma günleri cumaya
da zikredilen Slavlar ile Slav kö veya cenaze namazma davet
kenli köleler. için salavat okuyan (kimse), mü
sâkıt a. (JüL) [Ar.] Hadis biliminde, ezzin. 2. Genellikle savaş veya
ravînin kusurunu veya hadis dövüş sırasmda nara atan, mey
metninden kelime ya da kelime dan okuyan (kimse).
gruplarının düşmesini ifade Salâhiyye a. (4^) [Ar.] İslâmî
eden terim. tarikatlerinden 18. yüzyılda or
sakîm a. Çjl-) [Ar.] bk. sahîf taya çıkan, Halvetî-Uşşâkıyye
tarikatinin Abdullah Salâhî
salâ a. GjU) [Ar.] Arapçada sözlük
Efendi (öl. 1197 /1783) ’ye nispet
anlamı, “dua ve namaz” olan,
edilen bir kolunun adı.
daha çok Hz. Peygamber’e Al
lah’tan rahmet ve selâm salât a. (»jU / s^La l^y^ [Ar.] (ç.
temennî eden, O’nun şefaatini b. salavât) 1. Namaz; beş vakitte
dileyen, ayrıca aile büyüklerine kılmması Müslümanlar için farz
dua ifadeleri içeren besteli veya olan ibadet için kullanılan ve İs-
serbest tarzda cuma günleri öğle lâm’m beş şartmdan biri olan bu
587 salât-ı tavâf
Samed a. (j^») [< Ar. samd] “Sı sârik a. (jjL) [Ar.] Hadis bilimin
kıntıya düşüldüğü zaman kendi de, görüşmediği veya irtibat
sine baş vurulan kimse.” anla kurmadığı bir ravîden hadis ri
mında olan bu söz, “esmâ'ü’l- vayet eden kimse.
hüsnâ” (Allah’ın güzel isimle-
savaş a. bk. cihât
ri)dan olup Kur'ân-ı Kerîm’de
“İhlâs suresi” (112 / 2) nde “Her Sâviyye a. (^La) [Ar.] İslâmî
kesin sığınacağı yegâne varlık” tarikatlerden 18. yüzyılda ortaya
olarak geçmektedir. Bu söz, Al- çıkan, Halvetiyye-Derdîriyye
lah’m fiilî isimleri ve sıfatlan tarikatinin Ahmed b. Muham
gurubunda sayılmıştır ve Al med es-Sâvî (öl. 1241 / 1825) ’ye
lah’ın doksan dokuz ismini ve nispet edilen bir kolunun adı ve
ren İbn Mâce ve Tirmizî rivayet bunun için kullanılan terim.
lerindeki listede de yer almıştır savm a. Çj^») [Ar.] Müslümanlar
(Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn Mâce, için farz olan ibadet için kullanı
“Du’â”, 10). lan ve İslâm’ın beş şartından bi
sâmit a. (cuU) [Ar.] Bâtınî ri olan terim, bk. oruç
İsmâ'ilîlerin yedili sisteminde
“nâtık” ismi verilen peygam § tam. savm-ı dâvud a. (jjb
berden sonraki altı imamdan ^) Bir gün tutup ertesi gün
tutmamak, yani gün aşırı
her birine verilen ad.
oruç tutmak anlammda bir
sancak-ı şerif a. (^^ jLjM bk. terim.
livâ-yı sa'âdet
savm-ı dehr a. (>»j ^) fik.
sâni a. (jiL^) [Ar.] İslâm dünyasın Yasaklanan günler dışmda,
da, daha çok kelâm bilginleri ta tam bir yıl boyunca tutulan
rafından Allah ve hâlik ismi ye oruç.
rine kullanılan terim.
savma'a a. Glm^) [Ar.] (ç. b.
sarihan merfû a. Hadis biliminde, savâmi) 1. “İbadet yeri, tekke.”
isnadı Hz. Peygamber’e ulaşan anlamında kullanılan terim. 2.
hadis. Hristiyan papazlarınm inzivaya
sarih icmâ a. fık. Herhangi bir za çekildikleri özel yapılmış hücre.
manda bütün müctehitlerin bir savtiyye a. («i^) [Ar.] Arap dil
konunun hükmüne dair görüş biliminde, harflerin ses değerle
lerini tek tek açıklamak suretiy rini inceleyen ve bu konuda eser
le kendi aralarmda görüş birli veren büim dalı.
ğine varmalarını ifade eden fı
kıh terimi. sa'y a. (^1 [Ar.] ftk. Hac ve umre
ibadetleri sırasında, Safâ ile
591 Sebe' suresi
nışları ve şahsiyeti ile tebliğ faa su'âl a. (Ji>) [Ar.] fik. İslâm inan
liyetlerini, siyasî ve askerî mü cma göre, ergenlik çağına ermiş
cadelelerini konu alan bilim dalı ve dinî yükümlülükleri bulunan
ile bu alanda yazılmış eserlerin kimselerin dünyadaki davranış
ortak adı. ları ve inançlarmdan dolayı ka
birde ve kıyamet gününde sor
softa a. (<üj^) [< f.sûhte] 1. Os guya çekileceklerini ifade eden
manlI eğitim sistemi içinde terim.
medrese öğrencisi. 2. mec. Bir
inanca veya görüşe körü körüne suç a. fik. İslâm inancma göre, işle
bağlanan, geri kafalı veya tutucu yene cezâî yaptırımlar uygu
kimse. lanması öngörülen yasak eylem
ler için kullanılan terim.
sofu a. Gi>i) [< Ar. sûfî] 1. Bilir
suffe a. (<L^) [Ar.] Medine’de
bilmez kendisini ibadete veren,
Mescid-i Nebevî’nin bitişiğinde
hayatın nimetlerine itibar etme
Hz. Peygamber’e yakm yoksul
yen ve kendisi gibi olmayanları
kimselerin barmması için yapı
hoş görmeyen kimse. 2. bk. sufî
lan ve sonraları bir eğitim ku-
son cemaat mahalli a. Camilerin rumuna dönüşen mekân.
dışında, namaza gecikenler için
yapılmış yüksekçe ve revaklı sûfî a.ve s. (^j^) [Ar.] (ç. b.
namaz kılma yeri. sûfiyân ve sûfiyyûn) 1. tas. “Ta
savvufa ait, tasavvuf bilimiyle
sû' a. Gj^) [Ar.] bk. seyyi'e uğraşan (kimse), tasavvuf ehli.”
anlamında kullanılan terim. 2.
§ tam. sû'-i hâtime a. (^L
Dinin emir ve yasaklarma sıkı
f^) İslâmî inanca göre, bu
sıkıya bağlı olan kimse, sofu, za
dünyadan imandan yoksun
hit, muttaki.
olarak göçüp gitme anlamın
da kelâm terimi. sûfiyân ç.a. (jUj^) [Ar. sûG’nin ç.
sû'ü’d-dâr a. (JJI ^j^) “Yur b.] bk sûfî
dun kötüsü.” anlamındaki bu
sûfiyâne zf. (<âLij^) [< Ar.sûfî + F.-
söz, cehennem için kullanı
âne] Mutasavvıflara yakışan
lan terimlerden biridir ve
yolda, tasavvufla ilgili.
Kur'ân-ı Kerîm’de iki ayette
(Mü'min suresi, 40 / 52 ve sûfiyye ç.a. (üi^a) [Ar. sûfî’nin
Ra'd suresi, 13 / 25) geçmek müennes (dişil) biçimi] Tasavvuf
tedir. ehli olan kimse.
sûfiyyûn 608
sûfiyyûn s.ve a. (jj^) [Ar. yerde geçen bir terim (bk. M.F.
sûfi’nin ç. b.] bk. sûfi Abdülbâkî, el-Mu'cem, “slt"”
maddesi).
sugûr a. (j^) [Ar.] İslâm devletieri
ile gayrimüslim devletlerin sı- sultâniyye a. GuJULj [Ar.] Memlûk
nırlannı oluşturan yerler veya devleti askerî düzeni içinde ka
uç bölgeler. pıkulu birlikleri.
sûhte a. (<ü.j^) [E] bk. softa sûr a. (j>«a) [Ar.] “Ses çıkaran eğri
boynuz.” anlammda olan bu te
suhuf a. (jxu») [Ar. sahîfe’nin ç. b.]
rim, kıyamet gününün alâmeti
İslâm inancına göre, Kur'ân-ı
olarak üflenecek boru için kul
Kerîm’i, Kur'ân-ı Kerîm’ten
lanılmıştır.
önceki kutsal kitapları veya in-
sanlarm kayıt altma alman İlâhî sûre a. (4^) [Ar.] (ç. b. süver)
metinleri içine alan belgeler an Kur'ân-ı Kerîm ayetlerinden
lammda kullanılan terim. Bu söz meydana gelen ve Hz. Peygam
Kur'ân-ı Kerîm’te pek çok ayet ber tarafmdan belirlenen 114
te yer almaktadır (bk. M.F. bölümden her birine verilen ad.
Abdülbâkî, el-Mu'cem, “shf’ Her bir sure, kendi içinde hem
maddesi). Ayrıca bu terim, uyumlu hem de anlamlı ve
“amel defteri” (bk. bu madde) ahenkli bir bütünlük oluştur
için de kullanılmıştır. makta; aynı zamanda Kur'ân-ı
Kerîm’in binasmı meydana ge
sulehâ a. GkLı) [Ar.] bk. ahyâr
tirmektedir. Bu söz, Kur’ân’te
sulh a. (jU) [Ar.] flk. 1. İslâm hu dokuz ayette teklik biçimiyle, bir
kukuna göre, karşılıklı nza so yerde de çokluk biçimiyle geç
nunda iki toplumun veya birey mektedir (bk. M.F.Abdülbâkî, el-
lerin arasındaki anlaşmazlığı Mu'cem, “svr"” maddesi). Sure
sona erdiren akit. 2. fık. Görül ler, indikleri yere göre, “Mekkî”
mekte olan bir davanm anlaş ve “Medenî” olarak adlandırıl
mayla sona ermesi durumu. mıştır. Hz. Peygamber’in Mek
sultân (I) a. (jlkL-) [Ar.] İslâm ke’de yaşarken inen surelere
dünyasmda ve devletlerinde, 11. “Mekkî”, hicretten sonra Medi
yüzyıldan itibaren genellikle ne’de inen surelere de “Medenî”
hükümdar ve hükümdar soylu adı verilmiştir. Ayrıca her bir
hanımlar için kullanılan unvan. sure, peygamberler, müminler,
kâfir ve münafıklar, önemli ta
sultân (II) a. (jlkU) [Ar.] “Güçlü rihî olaylar, ahret üe ilgili olan
delil, yetki ve otorite.” anlammda lar, hayvanlar, tabiat olayları,
Kur'ân-ı Kerîm’te otuz yedi güneş, ay ve yıldızlar ile ilgili
609 sübhân
de) için kullanılan terim, “Şi'â” den doğan ve sıkça görülen ak
(bk. bu madde) karşıtı. Hz. Pey rabalık durumu.
gamber’in ve dört imamdan bi
sükût orucu a. Oruç tutup bununla
rinin, yani Ebu Hanife, İmam
birlikte bu konuda herhangi bir
Şafiiî, İmam Malik ve İmam
yorum yapmayarak sükut etme
Hanbel’in mezheplerinden biri
durumu için kullanılan fıkıh te
ni benimsemiş ve onların gös
rimi.
terdiği yolda yürümüş kimse.
sütre a. (451^) [Ar.] fik. İslâm inan-
Sünnîlik a. bk. sünnî
cma göre, bir müminin namaz
Süreyyâ a. (Ç^) [Ar.] tas. Görünür kılarken önünden geçilmesini
de yedi olan, ancak tasavvuf ehli engellemek için konulan engel
arasında on iki olarak ifade edi anlammda fıkıh terimi.
len, özellikle de Şam üzerinde
süvâ a. Gl>-) [Ar.] Kur’ân-ı
doğduğuna inanılan uğurlu ve
Kerîm’de geçen ve Nuh kavmi-
kutlu yıldız kümesi için kullanı
nin taptığı olarak gösterilen Ca-
lan ad ve terim.
hiliye dönemi putlanndan biri
Süryânî öz.a. (^L^) [Ar.] Eski nin adı.
Suriye denilen Şam ülkesi ahali
süveydâ a. (Aj^) [Ar.] Kalpte
sinden ve bu bölgede oturan ka
bulunduğuna inanılan küçük si
vim ve bu kavimden olan kimse.
yah nokta. Bu yer, basiret ve
süt akrabalığı a. îslâm inancına inanç merkezi olarak nitelen
göre, evlenmeye devamlı engel miştir. Ayrıca bu terim, kalpteki
olan ve aynı çocuğun ilk iki yaş gizli günah anlammda da kulla
içerisinde süt anneyi emmesin nılmıştır; eşanlamlısı “habbe-
tü’l-kalb” (bk. bu madde)
larınm içinde, abdest almak için
şa'bân a. (jLi) [Ar.] Hicri yılın
yapılan ve kullanılan etrafı çok
sekizinci ayı. Müslüman dünya-
musluklu duvarla çevrili, genel
smda kutsal sayılan “üç aylar”
likle ortası fıskiyeli ve süslemeli
(bk. bu madde) m İkincisidir.
ve de üstü kapalı su çeşmesi.
§ tam. şa'bânü’l-mu'azzam
şâfi s. (jiü) [< Ar.şefâ'at] 1. “Şifa
a. Çk. Jl jLui) Şaban ayı için
ve deva veren, hastalıkları iyileş
kullanılan terim.
tiren, ruhsal sıkıntıları gideren.”
şa'bân orucu a. Şaban ayanda tutu anlammda Allah’m sıfatı. 2. “Şe
lan, müstehap olarak görülen ve faat eden, kabahatli kimsenin affı
Hz. Peygamber’in sünnetleri için araya girip yalvaran.” anla
arasında yer alan oruç ibadeti. mmda olan bu söz, başka kelime
Şa'bâniyye öz. a. GuL*^) [Ar.] İs ve terkiplerle birleşerek yeni te
lâmî tarikatlerinden 16. yüzyüda rimler oluşturur.
ortaya çıkan, Halvetiyye
§tam. şâfî-i rûz-ı ceza s. (Ija.
tarikatinin Şabân-ı Velî (öl. 976 /
^j jiLi) (kıyamet gününün şe
1569) ’ye nispet edilen bir kolu
faatçisi) Hz. Peygamber.
nun adı ve bunun için kullanı
lan terim. şâfi-i yevm-i ceza s. (l> ^
şadırvan a.(jljjjLi) [< F. şâdurbân jjLi) (kıyamet gününün şefa
< şâdurvân] Çoklukla cami avlu- atçisi) Hz. Peygamber.
şafiî 616
Şâfi'î öz.a. (^ü) [< Ar.şâfi’ + -î] şâh-ı Kevneyn a. (j^ »Li)
Dört büyük fıkıh mezhebinden (îki cihan şahı) Hz. Peygam
biri olup Ebû Abdullah Mu ber.
hammed ibn İdrîs eş-Şâfiî (öl.
şâh-ı levlâk a. (^y «Li) (Al
204 / 820) tarafmdan Hanefî ve
lah'ın “levlak” hitabına eren
Maliki mezhebinden sonra oluş
şahı) Hz. Peygamber için kul
turulan ve mezhepler tarihi
lanılan terim.
içinde üçüncü büyük mezhepten
olan kimse. şâh-ı mârân a. (jl^L «Li) (yı-
lanların şahı) İslâmî edebi
Şâfi'îlik öz.a. bk. Şâfi'î Mezhebi
yatta gövdesi yılan ve başı
Şâfi'î Mezhebi a. Dört büyük mez insan olan efsanevî yaratık.
hepten biri olup Hicrî yılın ikin
şâh-ı merdân a. (jl^ »Li)
ci yüzyılında Medine’de doğan
(Mertlerin, yiğitlerin şahı)
ve îmam Ebû Abdullah Mu
mec. Hz. Ali
hammed ibn Îdrîs eş-Şâfiî (öl.
204 / 820) tarafindan oluşturu şâh-ı necef a. (a^ »ü) (Ne-
lan ve geliştirilen, ismini de ku cef şehrinin şahı) mec. Hz. Ali
rucusundan alan mezhep için (mezarı Necefte olduğu için).
kullanılan ad ve bu doktirin için şâh-ı risâlet a. (ollwj &Li)
kullanılan terim. Genellikle Orta (peygamberler şahı) Hz. Pey
Doğu ve kuzey Afrika ülkelerin gamber.
de yaygmlaşan bu mezhep, kay
nak ve deliller olarak “kitap, şâh-ı velâyet a. ( ^j ’U)
sünnet, kıyas, icmâ” konularını (veliler şahı) Hz. Ali.
esas almaktadır. şâh-ı zü’l-fekâr a. (jlülljj »Li
) Kılıcının adından dolayı Hz.
şâfi'iyye a. (<j*iü) [Ar.şâfi sözünün
Ali.
müennes (dişil) biçimi] Şafiîlik,
İmâm-ı Şâfiî mezhebinden olma; şâhâ ünL (liU) [F.] Ey efendim! Ey
bk. Şâfi'î mezhebi padişahım!
şâh a. (»Li) [FJ (ç. b. şâhân) “Padi şahâdet a. (öj(^) [Ar.] bk. kelime-i
şah, hükümdar.” anlamında olan şehâdet ve kelime-i tevhîd
bu söz, başka kelime ve terkip şâhid a. (aıLi) (ç. b. şâhidîn,
lerle birleşerek yeni terimler
şâhidûn, şuhûd, eşhâd) [Ar.] 1.
oluşturur.
“Tanık, bilen, muttali olan, hazır
olan.” anlamında Allah’m sıfatı.
§ tam. şâh-ı Kerbelâ a. 6LjS
»U) (Kerbelâ’nın şahı) mec. Bu söz, Kur’ân-ı Kerîm’de teklik
Hz. Hüseyin. ve çokluk biçimleriyle yirmi
617 şâri
şefi'-i rûz-ı cezâ a. (Ijş. ^ şehir, -hri a. (>i) [< Ar. şehr] (ç. b.
yü) Kıyamet gününde suçlu- eşhür, şühûr) Yılın on ikiye ay
larm şefaatçisi Hz. Peygam rılmış olan zaman diliminden
ber. her biri, otuz günlük zaman bi
rimi.
Şehîd a. (j^) [Ar.] “Her şeyi gören,
bilen, haberdar olan, her yerde § tam. şehr-i ramazan s.
hazır nazır olan.” anlammdaki (jLiij j^i) Ramazan ayı,
bu söz, “esmâ’ü’l-hüsnâ” (Al oruç ayı.
lah’ın güzel isimleri)dan olup
şehît, -di a. (j^) [Ar.] Allah yo
Kur’ân-ı Kerîm’de on dokuz
lunda kendini feda eden, ölen
yerde Allah’a nispet edilmekte
anlammda terim. Bunlar da üç
dir (bk. M.F.Abdülbâkî, el-
kategoride değerlendirilmekte
Mu'cem, “şhd” maddesi). “Şehîd”
dir: “hakiki şehit” (İslâm’ın yü
adı, Allah’m doksan dokuz ismi
celmesi yolunda şehit olanlar.),
ni veren İbn Mâce ve Tirmizî ri
“hükmî şehit” (Hakikî şehidin
vayetlerindeki listede de yer al
bir vasfını taşıyan şehit olanlar.),
mıştır (Tirmizî, “Da'avât”, 82;
“dünyevî şehit” (Müslümanların
İbn Mâce, “Du’â”, 10). Ayrıca bu
yanında savaşırken ölen müna
isim, birçok hadis mecmuasmda fıklar.). Bu konuda Hz. Peygam
yer almakta ve kutsî hadis nite ber’in pek çok hadisi kaynaklar
liğinde Allah’a izafe edilmekte da zikredilmektedir. Bunlardan
dir. en çarpıcı olanlarmdan biri şu
şehîd s. (j^) [Ar.] “Gören, bilen, dur: “Allah yolunda şehid olmak,
şahit olan, haber veren.” anla kul borcundan başka, her günaha
mmda insanın sıfatı olarak kul keffârettir.” (Riyâzü’s-Sâlihîn, C.
lanılan bu terim, Kur’ân-ı II, s. 548). Ömer ibn Hattâb, “Yâ
Kerîm’de şu anlamlarda yer Allah Rasulünün beldesinde beni
almaktadır: 1. Bir olaya tanıklık şehît olmakla rızıklandır” diye
eden kimseler (“Bakara suresi, rek Allah yolunda şehit olmanın
2 / 282”; “Nisâ suresi, 4 /35”; güzel bir örneğini sergilemiştir
(Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C.
“Mâ'ide suresi, 5 /8”; “Nûr su
6, s. 2637).
resi, 24 / 4”); 2. Gerçekleri gören,
gafil olmayan kimseler (“Kâf şek, -kki a. (A^) [Ar.] Bir konuda,
suresi, 50 / 37”); 3. amelleri iti birbirine zıt iki durumun eşit
bariyle doğru, âdil, iyi ahlâkh derecede bulunup birinin öteki
kimseler (“Bakara suresi, 2 / ne üstün tutulmaması anlamm
143”). da kelâm terimi.
621 şer
Şekûr a. G£a) [Ar.] “Sadık kulları rinci, iniş sırasına göre yirmi al
na şefaat eden, her ibadeti ödül tıncı suresi olup “Kadir suresi”
lendiren.” anlamındaki bu söz, (97)nden sonra ve “Bürûc sure
“esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah'ın güzel si” (85)nden önce Mekke döne
isimlerOdan olup Kur'ân-ı minde nazil olmuştur ve beş
Kerîm’de dört yerde Allah’a âyetten meydana gelmektedir.
nispet edilmektedir (bk. M.F. Adını ilk ayette geçmekte olan
Abdülbâkî, el-Mu'cem, “şkr” “ve’ş-şems” (güneş) ibaresinden
maddesi). “Şekûr” adı, Allah’ın almakta, bazen de “ve’ş-şemsi”
doksan dokuz ismini veren İbn veya “ve’ş-şemsi ve’d-duhâhâ”
Mâce ve Tirmizî rivayetlerindeki suresi olarak da anılmaktadır.
listede de yer almıştır (Tirmizî, Bu surenin özünde varlıkların
“Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”, üzerinde yaşadığı yer kürenin
10). Ayrıca bu isim, birçok hadis güneş sistemi içindeki durumu
mecmuasmda yer almakta ve ve işleyişi ile yüce Allah’ın bu
kutsî hadis niteliğinde Allah’a konudaki yaratıcı gücü işlen
izafe edilmektedir. mektedir. Hz. Peygamber’in
“Şems suresf’nin tefsiri için bk.
şemâ'il ç.a. (JiU) [Ar.şimâl’in ç.
Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C.
b.] “Huylar, alışkanlıklar, tabiat
11, s. 5012-5014.
lar.” anlamındaki bu terim, Hz.
Peygamber’in fizikî ve ahlâkî Şemsiyye öz.a. (<^1 [Ar. şemsî
güzellikleri ve özellikleri için sözünün müennes (dişil) biçimi.]
kullanılmıştır. Ömer el-Halvetî (01.800 / 1398)
’ye nipet edilen bir büyük
§ tam. şemâ'il-i şerîfe a. tarikatin kolu.
(«^A JiLi) Peygamber’in
şekil ve sureti ile ahlâk ve şe'n-i küllî-i câmi a. (^L Ji jti)
sünnetini anlatan kitaplar tas. Hakikat-i Muhammediye’nin
için kullanılan ortak ad ve te ash için kullanılan terim.
rim. şer (I) a. (Sa) [Ar.] Allah’ın emri ve
şemâ'il-nâme a. (^LELi) [< insanın selim fıtratıyla bağdaş
Ar.şemâ'il + F. nâme] Bir büyük mayan kötü ve zararlı şey anla
veya ulu kimsenin dış görünü mmda kelâm terimi.
şünü ve özelliklerini anlatan şer (II) a. ^) [< Ar.şer'] Allah’m
eserlere verilen ortak ad. emri doğrultusunda dinî inanç
Şems suresi a. (^^«A) [< Ar. lara göre belirlenmiş kurallar,
“Sûretü’ş- Şems” (,_,■>«Ali Sj^)] İlâhî kanun.
Kur'ân-ı Kerîm’in doksan bi
şerefe 622
tâ'at a. (oclL) [Ar.] Allah’a ibadet tabaka a. (<a) [Ar.] (ç. b. tabakât)
etme, bağlanma. Hadis biliminde, sahabeden baş-
tabakât 630
ta'dîl ve tecvîr a Allah’ın mutlak tağrîr a. (;□>□) [Ar.] fik. Sözlük an
adalet sahibi oluşunun insanla lamı, “Bir kimseyi aldatmak, ya-
ra yönelik eylemlerinde bir sı nütmak.” olan bu terim, alım sa
nırlama getirip getirmediği tar tım ve icare gibi ivazlı sözleşme
tışmalarım ifade eden kelâm te lerde taraflardan birinin veya
rimi. bu konu üe ügüi üçüncü bir ki
şinin söz ve hareketleriyle karşı
tafdîl a. (Jı^) [Ar.] Sözlük anlamı, tarafi aldatması anlamında kul-
“Bir kimseyi veya bir şeyi diğerle lanüan fıkıh terimi.
rinden üstün tutmak.” olan bu
terim, insan-melek, peygamber tâgüt a. (cjilL) [Ar.] Sözlük anlamı,
ler, sahabe ve öteki insanlar “Sınırı aşmak, çok azgınlık gös
arasında üstünlük açısından termek, çoğalmak, su taşmak.”
tercih yapmayı ifade eder. olan bu söz, Kur'ân-ı Kerîm’de
geçen ve Aüah’m kulları için
tafsîlî iman a İslâmiyetin temel çizdiği sınırlardan saptıran, ba-
inançlarmm her birine ayrı ayrı, züarmca yaratümışlık üstü ko
açık ve net, ayrmtılı bir biçimde numunda tutulan varlık anla
inanma ve bunları uygulama. mında terim. “Bakara suresi”
Bu imanm üç mertebesi vardır: (2 / 257) nde mealen “... İnkâr
Birincisi Allah’ın birliğine, Hz. edenlere gelince, onların dostları
Muhammed’in peygamberliğine tâgûttur. Onları aydınlıktan alıp
ve âhiret gününe imandır; İkin karanlığa götürür. İşte bunlar
cisi, “îmânın şartı” (bk. bu cehennemliklerdir.” tarzmda ifa-
tâhâ 632
tahcîr a. (j^^) [Ar.] fik. İslâm hu rekâtta bir secdeden sonra diz
kukunda, sahipsiz veya işlen ler üzerinde oturarak “ettahiy-
memiş, kendi kaderine terk yatü” (bk. bu madde) duasmı
edilmiş ölü bir araziyi işlemek okumak, bk. ka'de-i ahîre
ve bayındır bir hâle getirmek
tahiyyetü’l-mescid a. (j=-JI Çj)
amacıyla etrafmı çevirmek, onu
[Ar.] İslâm inancına göre, bir
canlı bir hâle sokmak.
mescide veya camiye girildiği
tahdîs a. (i,^) [Ar.] Hadis bili zaman “Mescidlerin sahibi olan
minde, çoklukla hadislerin işit Allah’a saygı ve tazim amacıyla.”
me yöntemiyle rivayet edildiğini kılman iki rekât nafile namaz.
anlatan terim.
tahiyyetü’l-mescid namazı a. bk.
tahfif a. (Jjü) [Ar.] “Hafifletme” tahiyyetü’l-mescid
anlamındaki bu söz, başka keli
tahiyyetü’l-mescid tavafı a. Hac
me ve terkiplerle beraber yeni
ibadeti veya kudüm, ziyaret,
terimler oluşturur.
umre, veda ve nezir tavafının
§ tam. tahfîfü’s-salât a. dışmda Mescid-i Haram’a her
foc^ll . \.^-) fik. Namazı faz gidildiğinde yapılan tavaf.
la uzatmama. tahkik a. (j*Saû) [Ar.] Kur'ân-ı
tahfifü’l-ukübe a. (<jjjWI Kerîm tilâvetinde harflerin doğ
djüj) fik. Cezayı hafifletme. ru, sağlam ve anlaşılır bir bi
çimde tane tane okuma tarzı.
tahiyyât a. (ilki) [Ar.] Namazm son
rekâtmda yapılan oturuş sıra- tahkim a. ^c) [Ar.] fik. İslâm
smda okunan dua. Bu dua şöyle: hukukunda, aralarında derin
“Ettehiyyatü lillahi vessala- anlaşmazlıklar bulunan kimse
vâtü vettayyibâtü esselâmü lerin sorunlarını çözmek ama
aleyke eyyühennebiyyü ve cıyla üçüncü bir kişinin hakem
rahmetüllahi ve berekâtü tayin edilmesini ifade eden te
esselâmü aleynâ ve alâ rim.
ibâdillahissâlilîn eşhedü en. lâ tahlif a. (djki) [Ar.] ftk. İslâm hu
ilahe illallah ve eşhedü enne kukunda, herhangi bir konuda
Muhammeden abdühü ve veya dava sürecinde kişiye ye
rasûlühü.” Bu oturuş ve oku min ettirme.
nan dua, namazm farzlarından
sayılmıştır. tahlît a. (Uis) [Ar.] Hadis bilimin
de, çoklukla dikkatsizlikten veya
tahiyyata oturmak a. Namaz iba eğitimsizlikten dolayı hadis ri
detini yerine getirirken her iki vayetinde yanlışlık yapma.
tahmîd 634
tahmîd a. (j^) [Ar.] 1. Bir nimet tahrîf(I) a. (a.>i) [Ar.] Hadis bili
verilsin veya verilmesin övgüye minde, hadislerin metin ve
değer olanı sahip olduğu nitelik isnadlarmda bulunan kelime ve
leriyle övmek anlamında kulla isimlerin yazımlarında yapılan
nılan terim. 2. Namaz kılma değişiklik.
ibadeti yapılırken her bir rükû-
tahıîf(II) a. G-ii^) [< Ar. harf]
dan kalkarken hamd duasmı
Sözü asıl anlammdan çıkararak
okuma işi.
farklı ve olabilecek bir anlama
tahrîc (I) a. (^j^) [Ar.] Hadis bili taşıma işlemi için kullanılan ke
minde, çoklukla hadislerin aslî lâm terimi.
kaynaklarını ve isnadlarını be
tahrîm a. t^) [< Ar. haram] fik.
lirtme yöntemi.
Bir hareketin veya davranışm
tahrîc (II) a. (^>1) [Ar.] fik. İslâm kesin bir dille yasaklanması.
hukukunda, mezhep birikimini
Tahrîm suresi a. (^^^1
önemli bir kaynak olarak kabul [<Ar. “Sûretü’t-Tahrîm” (^jLll Sj
eden ve fıkıhla ilgili bilgileri top
^)] Kur'ân-ı Kerîm’in altmış
lama süreci.
altmcı, iniş sırasma göre yüz ye
§ tam. tahrîc-i tafsîlî a. dinci suresi olup “Hucurât su
O^U^ gi^) Hadis bilimin resi” (49)nden sonra ve
de, bir hadisin aslî kaynakla “Tegâbün suresi” (64)nden ön
ra dayandırılarak rivayet ce Medine döneminde nazil ol
edilmesidir. muştur ve on iki âyetten mey
dana gelmektedir. Adını Hz.
tahrîc-i icmâlî a. (JL»! Peygamber’in aile hayatı ile ilgili
^^) Hadis biliminde, bir olmasmdan almaktadır.
hadisin senedsiz olarak aslî
kaynaklara dayandırılmaksı- tahrîme a. (iu^) [Ar.] Namaz iba
zm rivayet edilmesidir. deti için “iftitah tekbiri” (bk. bu
madde) alma anlammda bir fi-
tahrîcü’l-menât a. (clUl kıh terimi.
gajaJ) fık. Fıkıh usulünde,
nassla veya icmâ ile belirtil tahrîmen mekruh a. Zannî bir
meyen ve belirli bir hüküm delil ile yapılması yasaklanmış
ya da yaptırım için illet ol iş veya davramş için kullanılan
maya elverişli bir durumu ve terim. Bu yasaklar haram hük
niteliği belirleme işi için kul münde nitelenmektedir. Bunları
lanılan terim. işlemek haram bir fiili işlemek
gibi cezayı gerektirdiği için bun-
635 taklîd
boynuna takılmış bulunan ni taksir a. (ja^ü) [Ar.] Hac veya um
şan. re yapmak amacıyla ihrama gi
ren bir Müslüman’m belli
takrîb a. G_u>ti) [Ar.] 1. “Yaklaş
menasıkı yaptıktan sonra ih
mak.” anlammda bu söz, başka
ramdan çıkmak için saçlarmı kı
kelime ve terkiplerle yeni terim
saltma işi.
ler oluşturur. 2. Kıraat bilimin
de, imamların ravîlerini ve § tam. taksiru’s-salât a.
ravîlerin tariklerini iki ile smır- (sıuii j^) h/ckasru’s-salât
lamak yöntemiyle uyguladıkları
kıraat metodu. takva a. Oyü) [Ar.] 1. İslâm inancı
na göre, dinin emir ve yasakla
§ tam. takrîbü’l-mezâhib a. rına uymak, Allah’a itaat ederek
C_aiUl ıj>2) fik. İslâm mez azabmdan sakmmak, bu tür ce
heplerinin ve özellikle “ehl-i zalardan nefsi korumak anla
sünnet” ile Şi'â mezhebinin mında terim. Bu söz, Kur'ân-ı
ortak amaçlar doğrultusunda Kerîm’de on yedi yerde, türev
iş birliği yapması ve hareket leri ise pek çok ayette yer al
etmesi. maktadır (M.F.Abdülbâkî, el-
Mu'cem, “kvy” maddesi). Aynı
takrir a. (jjjü) [Ar.] Hz. Peygam
kullanım zenginliği hadis mec
ber’in, bulunduğu bir toplantıda
mualarında da karşımıza çık
ya da sohbet sırasmda bir sözün
maktadır (Wensinck, el-Mu'cem,
söylenmesi veya bir fiilin yapıl
“kvy” maddesi). Nitekim Hz.
ması ya da O’nun bulunmadığı
Peygamber, bir hadisinde bu
bir yerde herhangi bir fiilin ya
konuda şöyle demektedir: “Al
pılması veya sözün söylenmesi
lah’ım, Sen’den hidayet, takva, if
konusunu yasaklamaması, bir
fet ve gına isterim.” (Riyâzü’s-
anlamda onaylaması anlammda
Sâlihîn, C. I, s. 105) 2. tas. Ta
terim.
savvufta bu terim, keramete
takriri sünnet a. Hz. Peygamber’in ulaşmada en önemli unsur ola
Müslümanların söylediği bir söz rak değerlendirilmiş; onu gü
veya yaptığı bir davranıştan ha nahlardan kaçmma ve Allah’a
berdar olduğu hâlde bu konula sığınma olarak benimsemişler
ra karşı çıkmaması durumu için dir; “adâvet” (bk. bu madde)
kullanılan terim. Bu sünnet, ay karşıtı.
nı zamanda bu eylemlerin tas
vip edildiği anlamına gelmekte § tam. takvâ-yı hakikat a.
dir. (cila. ^) tas. Nefisle ilgili
637 Talâk suresi
Bistâmî (öl. 234 / 848?) ye nispet ta'ziyye a. (<j>û) [Ar.] Hz. Peygam
edilen tasavvuf cereyanı. ber’in torunu Hz. Hüseyin ile
yakınlarmm Kerbelâ’da şehit
Tayyâriyye a. (■ûjll) [Ar.] tas. Hz.
edilmesini konu alan temsilî
Peygamber’in amcazadesi
gösteriler için Şiî imamiyyesi
Ca'fer-i Tayyâr’a, bazı görüşlere
arasında kullanılan terim.
göre Ca'fer es-Sâdık’a bağlılıkla-
rmı ifade eden ve içe doğan dü tazminât a. (cCuaJü) [Ar.] fik. İslâm
şüncelere inanan aşırı Şi'î fırka hukukunda, bir kimsenin huku
sı. ka ve akde aykırı davranarak
başkalarma zarar verme ve bu
tayy-ı mekân a. (jKx ^) [Ar.] tas.
zararı ödemeyi ifade eden terim.
Tasavvuf inancmda, mesafenin
kısalması biçiminde gerçekleşen te'addüd-i zevcât a. (ol^jj jIû)
keramet. [Ar.] bk. çok evlilik
tayy-ı zamân a. (jLj ^) [Ar.] tas. te'âlâ a. QLü) [Ar.] “Şan ve şerefi ile
Tasavvuf inancmda, zamanm hükümranlığı yüce olsun.” anla-
kısalması biçiminde gerçekleşen mmda Allah’a nispet edilen ulu
keramet. lama. Bu söz, terim anlamıyla
Kur'ân-ı Kerîm’de on dört ayet
tayyip s. (Jk) [Ar.] Sözlük anlamı,
te geçmektedir (M. F. Abdülbâkî,
“Güzel, temiz, helâl, bereketli.”
el-Mu'cem, “teâlâ” maddesi).
olan bu terim, Allah’ın sıfatı ola
rak nitelenmiş; buna göre Al te'âlâ ve tekaddes a. (^.^ j JLü)
lah’ın her sözü, fiili, işi, davranı [Ar.] “Allah yüceltsin ve takdis
şı güzeldir, iyidir. Bu söz, etsin.” anlamında ululama sözü,
Kur’ân-ı Kerîm’de teklik ve çok bk. te'âlâ
luk biçimleriyle kırk altı ayette
te'âruz a. (^jbü) [Ar.] 1. fık. İslâm
geçmektedir (M.F.Abdülbâkî, el-
hukukunda deliller ile fıkıhta
Mu'cem, “tyb” maddesi).
ispat vasıtalarınm çelişmesi an
tazarru a. (^^) [Ar.] tas. Allah’m lammda terim. 2. Hadis bilimin
emirlerine itaat etme, O’na huşu de, hadislerin zayıf olduğunu
içinde yalvarma ve yakarma. söyleme.
ta'zîr a. (jj>ü) [Ar.] fik. İslâm huku te'âvîz a. (AyL) [Ar.] Nazara ve
kunda, kısas-diyet ve had ceza kötülüklere karşı takılan “mus
ları dışında kalan ve kanun ko ka” (bk. bu madde) anlammda
yucunun takdirine bırakılmış kelâm terimi.
olan cezalara verilen genel ad ve
tebâreke a. (JjL) bk. mübârek
bunun için kullanılan terim.
643 tebyîn
telfîk (II) a. (jAb) [Ar.] Hadis bili temennâ a. G_1g / Lg) [Ar.] Bir
minde, iki veya daha çok hadisi yere girince bir şey dileme veya
651 tenezzül-i İlâhî
yüce tutan manevî güç anla dışmda kalan mal türlerini ifade
mmda tasavvuf terimi. eden fıkıh terimi.
umrâ a. (^^) [Ar.] fik. İslâm hu usûbet a. (oy^t) [Ar.] Asabelik. bk.
kukunda bağış yapan kimsenin asabe
hayatta kaldığı süre ile sınırlı
olan hibe türü. § tam. usûbet-i müştereke a.
( ^jixîo cuj^) Ortak asabelik.
umre a. G^) [Ar.] (ç. b. umurât)
fık. Hac mevsiminin dışmda Kâ- usûl a. (J^î) [Ar.] 1. “Yol, yöntem,
be’yi ve Mekke’yi ziyaret etme metot.” anlammdaki bu söz,
ve Safa ile Merve arasmda başka kelime ve terkiplerle bir
“sa'y” (bk. bu madde) yapmak likte yeni terimler oluşturur. 2.
üzere eda edilen nafile ibadet. fik. İslâm hukukunda, miras iş
Bu ibadet, Kur’ân-ı Kerîm’de, lerinde en yakın hısımları ifade
“Bakara suresi” (2)nin 196. eden terim.
ayetinde mealen “Haca da um
§ tam. usûl-i fıkh a. (<ü U^î)
reyi de Allah için tam yapın...”
ftk. Fıkıh kaynaklarım ve
denilerek farz kılınmıştır.
bunlardan hüküm çıkarma
§ tam. umre-i nebevî a. (^ yöntemlerini inceleyen bilim
4>14) Hz. Muhammed’in hac dalı.
farz olmadan önceki haccı. usûl-i hadîs a. (^^. Jj^î) bk.
umre tavafı a. Umre ibadeti için ulûmü’l-hadîs
ihrama girilmesinden sonra ya usûl-i hamse a. (■u»^ J>J)
pılan ve yedi “şavt” (bk. bu “Mu'tezile” (bk. bu madde)
madde) olarak tamamlanan ve mezhebinin temel beş inanç
vacip kabul edilen bir ibadet tü esasmı anlatan terim. Bu beş
rü. inanç, “tevhîd” (bk. bu mad
umûm a. Ç^) [<Ar. âm’ın ç. b.] de), “adi” (bk. bu madde),
Genel, bütün, bütün halk. “va'd ve va'îd” (bk. bu mad
de), “menzile beyne’l-
§ tam. umûmü’l-belvâ a. menzileteyn” (bk. bu mad
(ı^l ^j^) fık. Bilinmesi de), “emr bi’l-ma'rûf nehy
mümkün olmayan olaylar. ani’l-münker” (bk. bu mad
de) dir.
unnet a. (cî) [Ar.] fık. Cinsel ikti
darsızlık. usûl-i kadîm a. (^jî j^î)
Yenilikçilik hareketinin eski
urûz a. CAij^) [Ar.] fik. İslâm hu
mektep ve medreselerde uy
kukunda, altın ve gümüş para
gulanan klasik eğitim sistemi.
usûl-i selâse 670
vakıf, -kfı a. (Jij) [Ar.] ftk. İslâm vakf-ı gayr-ı lâzım a. {(.yi ^
hukukuna göre, mülkiyeti ka Jîj) fik. Vakıf kurucusu, hâ
muya, gelirleri ise vakıf kurul kim veya kurucunun varisle
muş hak sahiplerine ait olmak ri tarafindan iptali sahih olan
üzere akıllı ve bülûğ çağına er vakıf.
miş bir kimsenin bir malmı veya
vakf-ı hayrî a. (^ Jij) fik.
gayrimenkulünü fıkıh hükümle Gelirleri yoksul kimseler, öğ
ri çerçevesinde toplumun yararı renciler gibi kimselere ay
için ebediyyen bağışlaması veya rılmış olan vakıf.
bırakması anlamında İslâm
dünyasında baş vurulan ve çok vakf-ı lâzım a. Q.jy Jij) fik.
kullanılan bir terim. Buhârî, Vakıf kurucusu, hâkim veya
“vakıf’ konusunu kitabınm kurucu tarafindan feshi caiz
“Kitâbu’l-Vesâyâ” başlıklı bö olmayan vakıf.
lümünde Hz. Peygamber’in ha vakf-ı marîz a. (j^^ □ij)
dislerine dayanarak etraflıca in fik. Bir kimsenin hastalık hâli
celemiştir (Sahîh-i Buhârî ve sırasında oluşturduğu vakıf.
Tercemesi, C. 6, s. 2620-2627).
vakf-ı mevküt a. (ojî^ Jij)
§ tam. vakf-ı ebnâ'iyye a. fik. Belli bir zaman ile sınır
(«2tul jîj) ftk. Erkek çocuk landırılmış olan vakıf.
larla erkek çocukların erkek vakf-ı mu'allak a. (jL Jij)
çocuklarına olan vakıflar. fik. Belli bir şarta bağlı kal
vakf-ı ehlî a. (^1 Jij) fik. maksızın oluşturulan vakıf.
Sayısı önceden belirlenmiş vakf-ı muzâf a. (jlâ. jîj)
bir topluluğa ait olan vakıf. fik. Geleceğe dönük oluşturu
vakf-ı evlâdiyye a. (İj^I lan vakıf.
jîj) fik. Erkek ve kız ayırımı vakf-ı müneccez a. (^Lu uîj)
yapmaksızın bütün çocuklar fik. Hiçbir şarta bağlı kal-
için yapılan vakıf. maksızm hemen oluşturulan
vakıf.
vakf-ı fâsid a. (^li Jîj) fik.
Bütün şartları oluşmamış va vakf-ı müstesnâ a. (,(iLu
kıf. ^fi fik. Evkaf dairesine bağlı
kalmaksızm doğrudan doğ
vakf-ı fuzûlî a. (Jj-ü uij) ruya mütevellileri tarafindan
fik. Bir kimsenin malı olma yürütülen vakıf.
yan bir yeri sahibinin izni
vakf-ı müşâ a. (,Li.ûij) fik.
olmadan bir tarafa vakfet
Bir kimsenin ortak bir ma-
mesi için kullanılan terim.
vakf-ı müşterek 682
lından olan hissesi ile oluş vakit, -kdi (II) a. (oij [Ar.] tas.
turduğu vakıf. Tasavvuf inancında, sufînin
içinde bulunduğu ruh hâli, yani
vakf-ı müşterek a. (Jjü,
ruh dünyasmdaki İlâhî oluşum-
Jîj) fik. İki veya daha fazla
ları ve Rabbânî tecellileri ifade
kimsenin ortaklaşa sahip ol
eden bir terim.
dukları mal üzerine oluştur
dukları vakıf. vâlî ai^lj) [Ar.] “Dost, seven, koru
yup kollayan ve gözeten, idare
vakf-ı müte'âref a. (JjLu
eden.” anlamında Allah’m sıfat
Jîj) fik. Örf ve âdet üzerine
larından biri.
oluşturulmuş vakıf.
vârid a. (jjlj) [Ar.] tas. Tasavvuf
vakf-ı sahih a. (ju^ uî,) fik.
inancında, sufînin kalbine bir
Vakıf üzerinde hiçbir kanunî
den bire doğan ilham ve bundan
sorunu olmayan vakıf.
dolayı oluşan ruh hâli.
Vâkıfe a. (tülj) [Ar.] Şi'â inancı
içinde, imamın gerçekte ölmeyip § tam. vârid-i rûhâniyye a.
tekrar dünyaya döneceğini ileri (■üiLjj jjlj) tas. Tasavvuf
sürerek ve savunarak ondan inancmda, kalp.
sonra gelecek imamların varh- vâridât ç. a. (ûbjlj) [Ar. vârid’in ç.
ğını kabul etmeyen Şiî cemaati. b.] tas. Tasavvuf inancmda,
vâkıfe a. (wlj) [Ar.] Bilimsel bir sufînin içine doğan nesneler ve
konunun veya sorunun açılımı ya İlâhî değerler.
veya çözülmesi konusunda her
hangi bir fikir ileri sürmeyen ya § tam. vâridât-i ilhâmiyye a.
da yorum getirmeyen kimseler (ıLl^l cbjlj) tas. Tasavvuf
için kullanılan kelâm terimi. inancında, Cibril’in getirdiği
vahiy.
vâkıfiyye a. («uîîlj) [Ar.] bk. vâkıfe
vâridât-i nefsâniyye a.
vakıfname a. (<.üüj) [Ar.] bk. Luıâı objlj) tas. Tasavvuf
vakfiyye inancında, sufînin nefsine
vakit, -kdi (I) a. (oâj) [Ar.] (ç. b. doğan ve ona acı çektiren
evkât) fik. 1. İslâm fıkhmda iba unsurlar.
detler ve hukukî işlemlerde se vâridât-i şeytâniyye a.
bep veya şart işlevi gören terim. ( 4u IU < m, objlj) tas. Tasavvuf
2. Namazm dışmdaki altı şartın inancmda, sufînin içine do
dan biri olup hangi namazm ğan ve ona acı çektiren ves
hangi vakitte kılınmasını ifade vese.
eden söz.
683 vasî
kendi için hac yapılmasını vasi vatan a. (jLJ [Ar.] Bir yerde ikamet
yet etmesi, etmek, yerleşik kalmak.
vasiyet bi’l-muhâbât a, bUkJL § tam. vatan-ı aslî a. (^1
cu^j) fik. Bir mahn geçerli olan ^) Bir kimsenin doğup bü
fiyatmın altmda satılarak vasi yüdüğü, çalışıp geçimini sağ
yet etme. ladığı, sürekli olarak çoluk
vasiyet bi’s-sehem a. (^L Cu*aj) çocuğu ile yerleştiği yer an
fik. Bir kimsenin kendi malm- lamında terim. Bir kimse, bu
dan bir kimseye veya bir yere amaçlar doğrultusunda bir
terekesinden bir hissenin veril başka yerleşirse yeni yerleş
mesini vasiyet etme. tiği yer de “vatan-ı aslî” ko
numundadır.
vasiyet bi’s-semere a. (»jJL oLaj)
fik. Bağ ve bahçe ürünlerinden vatan-ı ikâme a. («ulıl ^j)
elde edilecek geliri vasiyet etme. Bir kimsenin oturmaya veya
yerleşmeye elverişli konum
vasiyet bi’s-süknâ a. (^L ol^j)
da bir yerde on beş gün ve
fik. Bir akann oturma hakkmı
daha fazla zaman dilimi
bir kimseye bırakma.
içinde kalmaya niyet ettiği
vasiyet bi’s-sülüs a. UJJL 4-y) yer.
fik. Bir kimsenin malının üçte
vatan-ı süknâ a. (j/L. yly)
birini vasiyet etme.
Bir kimsenin oturmaya veya
vasiyet bi’ş-şart a (J>jJL 4^ fik- yerleşmeye elverişli konum
Bir kimsenin malmı belli bir şart da bir yerde on beş günden
ile vasiyet etme. daha az zaman dilimi içinde
kalmaya niyet ettiği yer.
vasiyetname a. (uü 4^) ^ Ar-
vasiyet + F. nâme] tas. ed. Ta- vaz' a. (^fi [Ar.] Hadis biliminde,
savvufî edebiyatta din, tarikat hadis uydurma veya Hz. Pey
ve devlet büyüklerinin ölümle gamberin söylemediği bir sözü
rinden sonra geride kalanlara O’na nispet etme.
öğütlerini içeren eserler için
vâzı' a. (f*iij) [Ar.] Hadis biliminde,
kullanılan terim. hiçbir kaynağa bağh kalmadan
vasi a. (J^j) [Ar.] Hadis biliminde, hadis uyduran kimse için kulla
üzerinde çalışmakta olduğu bir nılan terim.
hadisi ilk çıkış kaynağma kadar
vaz'u’l-haml a. OJi^j) [Ar.] fik.
götürerek rivayet etme. “Doğum yapmak.” anlammdaki
bu söz, îslâm fıkhmda kadınm
vâzire 686
“iddet” (.bk. bu söz) beklemesi vecih, -chi (II) a. (<a.j) [Ar.] Hadis
konusunu ifade etmek üzere biliminde, çoklukla bir sahabe
kullanılmıştır. ye, tâbiîne veya bir kaynağa ula
şan senedin sonraki tabakalarda
vâzire a. G^ij) [Ar.] flk. Günahkâr,
ayrıldığı kollardan her biri.
günaha girenler.
ved, -ddi (I) a. Gfl [Ar.] Kur'ân-ı
vecd a. (jşj) [Ar.] tas. Tasavvuf
Kerîm’de geçen ve Nuh kavmi-
inancma göre, kendi iradesi dı
nin taptığı Cahiliyye dönemi
şında Allah’ın bir ihsanı gibi bir
putlarından birinin adı ve onun
sufînin kalbine ansızın doğan,
için kullanılan terim.
onu kendinden geçiren ve beşerî
vasıflardan armdıran bir du ved, -ddi (II) a. 6j) [Ar.] tas. Tasav
rum. vuf inancına göre, muhabbetin
kalpte karar kılması durumu.
vecd ve tevâcüd a. tas. Tasavvuf
inancına göre, “zikrullah” (bk. vedâ haccı a. Bu terim, Hz. Pey
bu madde) meclislerinde sufînin gamber’in Medine’ye hicretinin
kalbine ansızm doğan ve onu 10. yılında (632) yapmış olduğu
kendinden geçiren vecd ile bu ilk ve son haccı için kullanılmış
vecdi sağlayan kimseyi taklit tır. Bu hac, Arapçada “haccetü’l-
etme. belâğ” olarak karşılanmakta
olup Hz. Peygamber’in hac iba
vech a. (^) [Ar.] bk. vecih (I)
detinin nasıl yapılması gerekti
vecih, -chi (I) a. (ı^j) [Ar.] Sözlük ğini anlattığı önemli hutbeler
anlamı, “Yüz, çehre, sima, bir den birini içermektedir.
şeyin bizzat kendisi.” olan bu
vedâ hutbesi a. Hz. Peygamber’in
söz, zatı, kendisi ve rızası anla
Medine’ye hicretinin 10. yıhnda
mında Allah’a nispet edilen
(632) yapmış olduğu ilk ve son
haberi sıfatlardan biri olarak
hac ibadeti sırasında yüz bini
kullanılan terim. Bu söz,
aşkın Müslümana yaptığı ko
Kur'ân-ı Kerîm’de on bir ayette
nuşma. Bu hutbe, Hz. Peygam
Allah ve Rab isimlerine nispet
ber’in hac ibadetinin nasıl ya
edilmektedir (bk. M.F.Abdülbâkî,
pılması gerektiğini anlattığı
el-Mu'cem, “vch”’ maddesi).
önemli hutbelerden birini içer
§ tam. vechü’l-hak a. (jJI mektedir. Bundan dolayı da ha
t^j) [Ar.] tas. Bir şeye varlık dis mecmualarmda bu hutbe
ve gerçeklik kazandıran için özel bölümler açılmış ve bu
Hakk’m yüzü anlamında ta konudaki rivayetler bir araya
savvuf terimi. getirilmiştir. Buhârî, bu konuş-
manm tam metnini kitabınm
687 vedâ hutbesi
Mu'cem, “vkl'” maddesi). Vekîl” velâyet a. (oj^j) [< Ar. vely] 1. “Ve
adı, Allah’ın doksan dokuz ismi lilik, ermişlik.” anlammda, veli
ni veren İbn Mâce ve Tirmizî ri ve ermiş olan kimsenin hâli ve
vayetlerindeki listede de yer al sıfatı. 2. fık. Hukukî yetki anla
mıştır (Tirmizî, “Da'avât”, 82; mında fikıh terimi. 3. tas. Tanrı
İbn Mâce, “Du’â”, 10). dostluğu.
vekîl a. (gj) [Ar.] fık. İslâm huku § tam. velâyet-i âmm a ÇL
kunda, kanun önünde bir kim cu^j) fik. Bütün halk ve mal
seyi temsil eden ve bir kişi adma lar için verilen velâyet.
iş yürüten kimse.
velâyet-i cerâ'im a.
velâ a. (i^ [< Ar. vely] fik. İslâm (glj^ij} fık. Toplumsal suç
hukukunda, azat olma yoluyla lara karşı ahnacak tedbirler
veya “muvâlât” (bk. bu madde) için verilen velâyet veya yet
sözleşmesi yöntemiyle oluşan ki.
hükmî, yani fıkıh usulüne dayalı
bir akrabahk bağı anlammda velâyet-i hâssa a. (t^li cu^j)
kullanılmıştır. fık. Özel niteliği bulunan ve
lâyet (baba-oğul velâyeti gi
§ tam. velâ'u’l-hılf a. (Jkll bi.)
^i^ Yardımlaşma veya daya
velâyet-i kübrâ a. (^^ oj^j)
nışma esasına dayalı hükmî
tas. Hz. Muhammed dışında
yalanlık.
bütün peygamberlerin velâ
velâ'u’l-ıtâka a. (üt»lWj) Bi yeti.
ri köle olan birinin diğerini
velâyet-i suğrâ a. Ç^^Us
özgürlüğe kavuşturma esası
cu^j) tas. Müminlerin veya
na dayalı hükmî yakınlık.
inananların velâyeti.
velâ'u’l-İslâm a. (^il c^j)
velâyet-i uzmâ a (^Ja. ^j)
Atalarmdan birinin Müslü
tas. Hz. Muhammed’in velâ
man olması ile onun Müslü
yeti.
man olmasma destek veren
kimse arasmda oluşan hükmî velâyet-i vustâ a. Ç^Uj oj^j)
yakınlık. tas. Evliyanm velâyeti.
vitr a. (^j) [4r.] 1. “Tek ve eşsiz.” rer kişinin hadis rivayet ettiği
anlamında Allah’m sıfatlarından kimse.
biri. 2. Akşam ve yatsı namazm-
vuhdâniyyât ç. a. (üûljaj) [Ar.] Hz.
dan sonra kılman namaz.
Peygamber ile son ravîleri ara
Buhârî, “vitr” ile ilgili Hz. Pey
smda sadece bir ravî, yani saha
gamber’in sözlerini kitabında
be bulunan hadisler.
“Kitâbu’l-Vitr” başılığı altındaki
bir bölümde toplamıştır (Sahîh-i vukuf a. (Jjîj) [Ar.] 1. tas. Tasavvuf
Buhârî ve Tercemesi, C. 2, s. 947- yolunda, iki makam arasında
957). durup kalma. 2. Tasavvuf yo
lunda “seyr ü sülük” (bk. bu
§ tam. vitrü’l-leyl a. (JJJl>j) madde) un son mertebelerinden
Yatsı namazından sonra kıh- biri.
nan namaz için kullanılan te
vuslat a. (oUj) [< Ar. vasi] tas.
rim. bk. vitir namâzı
Tasavvuf inancmda, “Allah’a
vitrü’n-nehâr a. (jL^Jlji^ Ak ulaşarak O’nunla birlik olma du
şam namazı. rumu.” anlammda kullanılmış
vitir namâzı a. Gece namazlarınm tır. bk. vüsûl
sonuncusu olarak kılman na vusûl a. (J^j) [< Ar. vasi] tas.
maz; bunun vakti, genellikle Tasavvuf yolunda, sufînin
“yatsı namazı” (bk. bu madde) Hakk’a ulaşması; “fasl, fikat,
nın vaktidir ve üç rekât olarak hicrân” (bk. bu maddeler) te
eda edilir. Bu namaz, Ebû Hani- rimlerinin karşıtı.
fe’ye göre vacip, öteki mezhep
vuzû a. (s^j) [Ar.] bk. abdest
lere göre “sünnet-i mü'ekkede”
(bk. bu madde) dir. bk. salât-ı vücûb a. (*_>>=>.j) [Ar.] 1. “Mu'tezile”
vitr (bk. bu madde) ye mensup bilim
adamlannın Allah için kullan
vizr a. (j^) [Ar.] (ç. b. evzâr) “Üze
dıkları yahut O’nun zât-ı şerifine
rinde bulunan ağırlık, günah.”
atfettikleri bir terim. 2. Allah’m
anlammdaki bu terim, Kur'ân-ı
varlığı zatmm gereği olma an
Kerîm’de yirmi yedi ayette yer
lammda akla dayanan hüküm
almaktadır (bk. M.F.Abdülbâkî,
lerden biri.
el-Mu'cem, “vzr'” maddesi), bk.
günah vücûb ehliyeti a. ehliyet
vudû' a. ü^j) [Ar.] bk. abdest vücûb alellah a. (üJi^ ç^j) [Ar.]
Kelâm biliminde “Kul için en iyi
vuhdân a. (jljaj) [Ar.] Hadis bili
ve yararlı olan şeyi yaratmak Al
minde, kendilerinden yalnız bi
lah içindir.” anlammda kelâm
vücûd 696
Yahudi öz.a. f^^) ^r-l Hz. Mu karşıtı. İslâm inancma göre ya
sa’nın dinine mensup kimse. lan, büyük günahlar arasmda
zikredümiş ve yasaklanmıştır.
Yahudî karşıthğı a. bk. antisemi-
Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm’de
tizm
“Hac suresi” (22)nin otuzuncu
yakaza a. fdL) [Ar.] tas. Tasavvuf ayetinin sonunda, mealen
inancında, sufînin ruhen uyanık “...yalan sözden kaçının.” diye
ve tetikte olması anlammda kul rek yalanm ne denli kötü oldu
lanılmıştır. ğunu vurgulamıştır. Hz. Pey
yakîn a. fji) [Ar.] 1. “Kesin bilgi ve gamber de bir hadisinde, “Doğru
inanç.” anlammda mantık, felse sözlülük iyiliğe, iyilik de cennete
fe, kelâm, fıkıh, tasavvuf konu- yol açar. Kişi doğru söyleye söy
lannda geçen bu söz, Kur’ân-ı leye Allah nezdinde sıddîklar de
Kerîm’de yirmi sekiz ayette yer recesine çıkar. Yalan kötülüğe,
almaktadır (bk. M.F.Abdülbâkî, kötülük de cehenneme götürür.
el-Mu'cem, “ykn” maddesi). Bun İnsan yalancılık yapa yapa niha
lardan dördü, farklı kelimeler yet Allah’ın katında yalancılar
ile terkipler kurarak yeni terim defterine yazılır.” (Riyâzü’s-
ler oluşturur: “Vâkı'a suresi” Sâlihîn, C. III, s. 123).
(56 / 95) nde “hakka’l-yakîn” yâr a. (jL) [K] tas. “Dost, sevgili.”
(bk. bu madde); “Tekâsür sure anlammda olan bu söz başka ke
si” (102 / 5) nde “ilme’l-yakîn” lime ve terkiplerle yeni terimle
(bk. bu madde); yine “Tekâsür rin oluşmasmı sağlar.
suresi” (102 / 7) nde “ayne’l-
yakîn” (bk. bu madde) ve “Nisâ § tam. yâr-ı bâkî a. (^L jL)
suresi” (4 /157) nde Hz. İsâ’nm tas. Ebedî dost olan Aüah.
öldürülmesi konusunda kullanı yâr-ı fânî a. (^U jL) tas. İn
lan “katelehu yakînen” ibaresi. san.
2. tas. Tasavvuf inancmda, kalp
te oluşan ve şüpheye yer verme yâr-ı gâr a. (jü jL) (mağara
yen bügi ve iman anlamındadır. arkadaşı) Hz. Peygamber’in
Mekke’den Medine’ye gizlice
yakîniyyât a. (oûi) [Ar.] Doğrulu hicret etmesi sırasında müş
ğu kesin olan önermeler anla riklerden kaçmak ve korun
mmda felsefe ve mantık terimi. mak üzere yanmda bulunan
yalan a. Bir konuda gerçeğe aykırı Hz. Ebubekir üe Sevr mağa-
haber veya bügi vermek, söyle rasma sığınmaları ve orada
nen söz gerçeğe uymamak an birkaç gün geçirmeleri olayı
lammda terim; doğru ve gerçek na telmih olarak Hz.
701 yazma
ren ve bu yerin yönetimini üze ile “Âl-i imrân suresi” (3) için
rinde bulunduran melekler. Bu kullanılan ortak ad.
söz, Kur’ân-ı Kerîm’in “Alâk
zekât a. (0Ü3) [Ar.] îslâm’m beş
suresi” (96)nin 18. ayetinde “ce
şartmdan biri olan ve dinen var
hennemin azap melekleri” anla
lıklı olan bir Müslüman’ın ihti
mmda geçmektedir.
yaç fazlası malmdan muhtaç
Zebûr öz.a. (^3) I4N (Ç- ^- zübûr) kimselere verimek üzere ayrılan
Hz. Davud’a vahy olunan semâvî mal veya para karşıhğı olan sa
kitap için Kur'ân-ı Kerîm’de ge daka. Bu ibadet, İslâmî inanca
çen terim. Bu söz, Kur’ân-ı göre farz olup "sadaka” aynı ni
Kerîm’in üç ayetinde (“Nisâ su teliktedir. Yani bu terim, "sada
resi” (4 /163) “İsrâ suresi” (17 / ka” (bk. bu madde) ile eşanlamh
55) “Enbiyâ suresi” (21 / 105) olarak kabul görmektedir.
teklik biçiyle, altı ayetinde ise Kur'ân-ı Kerîm’de otuz ayette
(“Âl-i imrân suresi” (3 / 184), yer ahrken bunlardan yirmi ye
“Nahl suresi” (16 / 44), “Şu’arâ disinde, yine İslâmî inanca göre
suresi” (26 /196), “Fâtır suresi” farz olan “namaz” (bk. bu mad
(35 / 25), “Kamer suresi” (54 / de) ile birlikte zikredilmektedir.
43, 52) çokluk biçimiyle yer al “Zekâf’m şartları, yani bu iba
makta ve Dâvûd peygambere detin farz oluş sebepleri arasm
nispet edilmektedir. da öncelikle şu hususlar göze
tilmektedir: Zekât verecek kimse
zecr a. (^j) [Ar.] Gelecekten bilgi
öncelikle Müslüman olmalı, hür
edinmek amacıyla uçurulan kuş
olmalı, ergenlik çağma gelmiş
lardan sağa dönenlerin uğur ge
aklî melekesi yerinde olmalıdır.
tirdiğini sola dönenlerin ise
Ayrıca mal varlığının yeterli dü
uğursuzluk getirdiğini ifade et
zeyde olması da vücûbî şartlar
mek üzere kullanılmıştır.
arasında söz konusudur. Buhârî,
Zehebiyye a. (4*j) [Ar.] İslâmî “zekât” konusunu kitabınm
tarikatlerden 15. yüzyılda ortaya “Kitâbu’z-Zekât” başlıklı bölü
çıkan ve Sühreverdiyye (bk. bu münde Hz. Peygamber’in hadis
madde) kollarmdan Kübreviyye lerine dayanarak etraflıca ince
(bk. bu madde) tarikatinin Ab- lemiştir (Sahîh-i Buhârî ve
dullah-ı Berzişâbâdî (öl. 872 / Tercemesi, C. 3, s. 1320-1432).
1468) ye nispet edilen bir kolu
için kullanılan terim. § tam. zekât-ı hakîkî a.
(^ 0^3) tas. Tasavvuf
Zehrâveyn a. (j^l^j) [Ar.] Kur'ân-
inancma göre, Hak yolunda
ı Kerîm’in “Bakara suresi” (2)
kendini feda etme.
zekât-ı hâriç 714
zevk a. (jjj) [Ar.] tas. Tatma duy Zeyniyye a. («İv») WrJ İslâmî
gusu veya keşif ya da ilham yo tarikatlerden 15. yüzyılın başla
luyla kalbin hakikate ermesi ya rında ortaya çıkan ve
da bu yolla kalbe ulaşan İlâhî Süreverdiyye (bk. bu mad-
bilgi. de)nin Zeynüddin el-Hâfî (öl.
838 / 1435) ye nispet edilen bir
Zeydîlik a. bk. Zeydiyye
kolu için kullanılan ad.
Zeydiyye a. (^j) [Ar.] İslâmî
zıddeyn a. (j/a^) [Ar.] tas. Vücutta
tarikatlerden 8. yüzyılın başla-
bir arada bulunmakla birlikte
rmda Kûfe’de ortaya çıkan,
zaman ve mekânda bir arada
Tâberistan, Irak ve özellikle de
bulunmayan nesne veya durum
Yemen coğrafyasmda yaygın
lar için kullanılan terim. Ateş ile
olan bir Şiî cemaati için kullanı
su birbirine zıt olmakla birlikte
lan terim. Görüşleri itibariyle
vücutta bir arada bulunurken
“Mu’tezile" (bk. bu madde) fır
dışarıda aynı yerde bir arada
kasının düşünceleriyle paralel
bulunması mümkün değildir.
lik gösteren bu cemaat günümü
ze kadar gelmiş ve yoğun olarak zıhâr a. (jl$b) [Ar.] fik. Evli bir er
Yemen bölgesinde, San’a ve keğin, karısmı annesine veya
Sa’de yöresinde kültürlerini de nikâhı düşmeyecek bir başka
vam ettirmektedirler. yalan akrabasına benzetmesi
anlammda fıkıh terimi. Bu konu,
zeyil, -yli a. (Jjj) [Ar.] İslâmî edebi
Kur'ân-ı Kerîm’de açıkça dile
yatta, bir eseri muhteva veya ta
getirilmekte ve kmanmaktâdır.
rihi süreç içinde ele alarak eksik
Şöyle ki “Mücadele suresi”
ya da hatah yerlerini düzelterek
(58)nin ilk iki ayetinde Allah,
tamamlamak, ilâveler yaparak
mealen “ (Ey Muhammed) Kocası
zenginleştirmek amacıyla yeni
hakkında seninle tartışan ve Al
den düzenlemek işi için kullanı
lah’a şikâyette bulunan kadının
lan ortak ad. sözünü Allah işitmiştir. Zaten Al
Zeyla'iyye a. (9LJ) [Ar.] İslâmî lah konuşmanızı işitir. Doğrusu
tarikatlerden 14. yüzyılın başla- Allah işitendir, görendir. İçinizde
rmda ortaya çıkan ve Kâdiriyye karılarına zıhar yapanlar bilsin
(bk. bu madde)nin Ebû’l-Abbas ler ki eşleri anneleri değildir. An
Safiyüddin Ahmed b. Ömer ez- neleri onları doğuranlardan baş
Zeyla'î el Ukaylî (öl. 704 / 1305) kası değildir... ” demektedir. Bu
ye nispet edilen bir kolu için kul na göre Allah, “zıhâr” konusunu
lanılan ad. asla hoş karşılamamaktadır.
717 zilhicce
dört haram aydan biri için kul tefsiri için bk. Sahîh-i Buhârî ve
lanılan ad. Tercemesi, C. 11, s. 5033-5035.
zilhicce orucu a. Genellikle zilhic zimmet a. (olj) [Ar.] fik. İslâm hu
ce aymın ilk dokuz gününde tu kukunda, bireyin hak ve borçla-
tulan oruç. rınm varlık temelini oluşturan
ve büyük ölçüde modern hukuk
zilka'de a. (»jûll jj) [Ar.] Hicrî tak
taki kişilik haklarına ve kavra
vimde yılın on birinci ayı ve
mına eş değerde nitelenen fıkıh
dört haram aydan biri için kul
terimi.
lanılan ad.
zimmî a. Ç,j) [Ar.] fik. İslâm ülke
zillet a. (Jj) [Ar.] Kur'ân-ı lerinde yaşayan gayrimüslim
Kerîm’de geçen ve insanm aşa tebaa.
ğılanmasına yol açan zayıf ve
itibarsız durum veya konum. zinâ a. (^j) [Ar.] fik. İslâm huku
kunda, erkek veya kadının evli
zilyetlik a. fık. İslâm hukukunda, lik dışı cinsî münasebette bu
malik sıfatıyla veya malik gibi lunması durumu.
bir mal üzerinde istediği gibi ta
sarruf etme amacıyla kurulan fi- Zi’n-nûreyn öz.a. (jj-oill^j) [<Ar.
zi’n-nûr sözünün tensiye (ikilik)
üî hâkimiyet.
biçimi.] (Hz. Muhammed’in iki
Zilzâl suresi a. (^ oj^ Jljlj) [< kızıla evlendiği için) Hz. Osman.
Ar. “Sûretü’l-Zilzâl” (JI3I5II s_»-)]
zî-rahm a. (^j ^j) [Ar.] fik. Soy
Kur'ân-ı Kerîm’in doksan do
bakımından yakın akraba.
kuzuncu, iniş sırasına göre dok
san üçüncü suresi olup “Nisân § tam. zî-rahm-ı mahrem a.
suresi” (40)nden sonra ve (^jaj> ^ ^ j) fık. Aralarında
“Hadîd suresi” (42)nden önce nikâh olması hem soy bakı
Mekke döneminde nazü olmuş mından hem de dinî bakım
tur ve sekiz ayetten meydana dan haram olan yakm akra
gelmektedir. Adını ilk ayetin son ba. Bunlar, anne, baba, bü
kelimesinden almaktadır. Sure yükbabalar, büyükanneler,
nin özünde, kıyametin kopacağı çocuklar, torunlar, kardeşler
ve âhiret gününde insanlarm ve kardeş çocukları olarak
dünyada iken işledikleri ameller gösterilmektedir.
için hesaba çekilecekleri anla
ziyâdât a. (0LL3) [Ar.] bk. zevâ'id
tılmaktadır. Bu sureye “Zelzele
suresi” de denilmiştir. Hz. Pey ziyâde a. GjUj) [Ar.] Hadis bilimin
gamber’in “Zilzâl suresi”nin de, güvenilir bir ravînin bir ha-
719 zü’l-arş
I
i
idî • 347
icâbet • 343 îd-i adhâ • 347
i'câm • 343 îd-i ekber • 347
icâre • 344 îd-i fıtr • 347
icâre-i vâhide • 344 îd-i kebîr • 347
icâreteyn • 344 îd-i mevlid • 347
icâzât • 344 îd-i mübârek • 347
icâze • 344 îd-i sagîr • 347
751 355
N Nakşibendiyye • 522
nâkûr • 522
nâbite • 517 na'l-i şerif • 522
nâf-517 nâmahrem • 522
nafaka • 517 namâz • 522
nafaka-i akârib • 518 namâz bezi • 523
nafaka-i iddet • 518 namaz vakitleri • 525
nafaka-i makdiyye • 518 namâz-gâh • 523
nafaka-i marzıyye • 518 namâz-güzâr • 523
nafaka-i mefrûda • 518 namazın farzı • 523
nafaka-i memâlik • 518 namazm kısaltılması • 524
nafaka-i mu'accele • 518 namazm mekruhları • 524
nafaka-i müstedâne • 518 namazm rükünleri • 524
nâf-ı âlem • 517 namazm şartları • 524
nâf-ı hefte • 517 namazm vâcipleri • 525
nâf-ı rûz • 517 namazsız • 525
nâf-ı şeb • 517 namus • 526
nâf-ı zemin • 517 nâmûs-ı ekber • 526
Nâfi - 518 nâr•526
nâfile • 518 narh • 526
nafile hac • 519 nâr-ı cehennem • 526
nafile ibadet • 519 nas•526
nafile namaz • 519 Nâs suresi • 526
nafile oruç • 519 nasârâ • 526
nafile sadaka • 520 nasb • 526
nafile tavaf - 520 nâsıbe • 527
nâfiz • 520 nâsıbî • 527
nahil • 520 nâsır • 527
Nahl suresi • 520 Nâsırıyye • 527
nahl-i mâtem • 520 nâsî • 527
nahl-i Meryem • 520 nâsih • 527
nahl-i tâbût • 520 nasihat • 527
nahl-i tûr • 520 nasîhatname • 528
nahr • 521 nâsik • 528
nahs • 521 nasip • 528
nâ'ib • 521 Naşir • 528
nâ'ib-i saltanat • 521 Nasr suresi • 528
na'îm • 521 nasrânî • 528
nakd • 521 nasûh tövbesi • 529
nakîb • 521 Nasûhiyye • 528
nakîb-i imâret • 521 nâsût • 529
nakîbü’l-eşrâf • 521 na't / na'at • 529
nakkâş-ı ezel • 522 na't-hân • 529
nakşibendîlik • 522 nâtık • 529
771 538
Ö
pûr-ı Hacer • 554
pûr-ı Meryem • 554
öfke • 551
pûr-ı Zâl • 554
öğle namazı • 551
pûr-i Arabî ♦ 554
öğüt • 551 pûr-i Âzer • 554
öksüz • 551
ölü • 551
ölüm • 551 R
ölüm cezası - 551
ölüm hastalığı • 552 Rab • 555
ölüm meleği • 552 râbbânî • 556
ölümsüzlük ’ 552 râbbânî hadis -556
Ömeriyye ’ 552 rabbâniyye • 556
ömür • 552 rabbâniyyûn • 556
örf-552 Rabbenâ • 556
örf-i âmm • 552 Rabbi • 556
örf-ihâss- 552 Rabb-i bâlâ -555
örfü’l-amelî • 552 Rabb-i celîl • 555
örfü’l-âmm • 552 rabbu’s-selem • 556
örfü’l-hâss • 552 rabbü’d-dâr - 555
örfü’l-kavlî • 552 Rabbü’l-âlemîn • 555
örtünme • 552 rabbü’l-beyt • 555
DÎZİN 774