You are on page 1of 794

AÇIKLAMALI

İSLÂMÎ TERİMLER SÖZLÜĞÜ

Hazırlayan:
Prof. Dr. İsmail Parlatır

ISBN
978-605-342-344-7

Akçağ Yayınları: 1431


Sözlük: 31

Sayfa Düzeni ve Klişe: Emel YALÇIN

1. Baskı: Ankara 2017

Kültür Bakanlığı Yayıncılık


Sertifika No: 11382

© Akçağ Yayınları 2017


Fikir ve Sanat Eserleri Yasası gereğince bu eserin yayın hakkı
anlaşmalı olarak Akçağ Yayınları’na aittir, izinsiz kısmen ya da
tamamen çoğaltılıp yayınlanamaz.

Baskı: Poyraz Ofset


îvedik OSB 2. Mtb. Sitesi 578 (1534) sk. No.: 9 Ankara
Tel: (312)384 19 42

AKÇAĞ BASIM YAYIM PAZARLAMA A.Ş.


Cumhuriyet Mahallesi Selçuk İş Merkezi
Tuna Cad. No.: 8/1 Kızılay-Çankaya/Ankara

Tel. 0312 432 17 98-433 86 51


Fax. 0312 432 28 52

www.akcag.com.tr
akcag@akcag.com.tr
AÇIKLAMALI
İSLÂMÎ TERİMLER
SÖZLÜĞÜ

Hazırlayan:
Prof. Dr İsmail PARLATIR
Benim yetişmemde,
üzerimde manevî gücünü
sürekli hissettiğim anneme...
Anacuğum huzur içinde uyu...
İÇİNDEKİLER

Sunuş................................................................................................... 9

Ön söz................................................................................................ 12

Sözlüğün hazırlanmasmda izlenen yol ve yöntem....................... 16

Bibliyografya.................................................................................... 37

Kısaltmalar....................................................................................... 41

Sözlük................................................................................................43

Dizin................................................................................................ 723
SUNUŞ

Prof. Dr. Ahmet B. Ercilasun

Bilim hayatına Yeni Türk Edebiyatı araştırıcısı olarak başlayan ve özel­


likle Recaizade Mahmut Ekrem ve Tevfik Fikret’le ilgili çahşmalarıyla ta­
nınan İsmail Parlatır bir sözlük bilimcisi olarak da dikkati çekiyor. Onun
Osmanlı Türkçesi Sözlüğü adlı büyük eseri şimdiden sözlükçülüğümüzde
önemli bir yer tutmuştur. Parlatır’m bu eserde en önemli farklılığı, Türkçe
kökenli sözleri de “Osmanlı Türkçesi” içinde kabul etmesi ve sözlüğe al­
masıdır. Böylece “Osmanlıca”yı neredeyse sadece Arapça ve Farsça köken­
li kelimelerden ibaret sayan yanlış anlayışm önüne geçilmiştir. Elbette
İsmail Parlatır’m sözlük tekniği alanındaki tecrübeleri de onun sözlüğünü
farklı kılan sebeplerden biridir.
İsmail Parlatır, şimdi sözlükçülükle ilgili tecrübelerini yeni bir sözlüğe
uyguluyor: Açıklamalı İslâmî Terimler Sözlüğü. Öğrenim hayatının
başlangıcında ciddi bir dinî tahsil de gören Parlatır, dinî birikimi ile söz­
lükçülük tecrübelerini birleştirmiş ve elinizdeki eseri ortaya koymuştur.
Dinî terim ve kavramlar alanında elbette bugüne kadar ciddi çalışma­
lar yapılmıştır. Özellikle Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi bu
alandaki en önemli çahşmalardan biridir. Ancak bu abidevi eser bir ansik­
lopedidir ve İslâmî terim kavramınm dışında pek çok maddeyi de tabii
olarak içine almaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığının bir heyete hazırlattığı
Dini Kavramlar Sözlüğü ise 725 sahifelik hacmine rağmen sadece 2000
kavramı ihtiva ediyor. Yine bir Yeni Türk Edebiyatı uzmanı olan Haşan
Akay’ın İslâmî Terimler Sözlüğü’nü de alanm ciddi çalışmaları arasında
saymalıyız.
Parlatır’m sözlüğü, madde sayısının fazlahğı(yaWaşık 7 000 madde başı)
ve tarifin dışında yapılan açıklamalarla dikkati çekiyor. İslâmî terim ve
kavramlar konusunda sadece tarifleri vermek çok defa yetersiz kalmakta-

9
dır. Açıklamalar ve örneklerle yetersizliği tamamlamak ve kavramı enine
boyuna anlaşılır hâle getirmek şarttır ve İsmail Parlatır da bunu yapmıştır.
Bence sözlüğün en önemli ve farklı yanı budur.
Parlatır’m sözlükçülük tekniğindeki açıklık ve yetkinlik bu eserde de
kendini gösteriyor. Terimin hangi dilden geldiği, hangi kelime türüne ait
olduğu gösterildiği gibi kaynak dile de işaret edilmiştir. Arapça ve Farsça-
dan alman kelimelerözgün yazılışlarıyla (Arap harfleriyle) da gösterilmiş;
böylece eş sesli kelimelerin karışmasmın önüne geçilmiş; ayrıca ilgili ve
meraklılara özgün biçim üzerinden daha başka kaynaklara ulaşabilme
imkânı sağlanmıştır. Nihayet Arapça kökenli terimlerin çokluk biçimleri
ile eş ve zıt anlamlılarının verilmesi de kavramı anlayabilmek açısından
yararh olmuştur. Eserde yer alan “Sözlüğün Hazırlanmasında Kullanılan
Yöntem” başlıklı bölüm okunursa sözlük tekniği konusundaki titizlik daha
yakından ve açık bir şekilde görülecektir.
Dinin insan ve toplum hayatmda önemli bir kurum olduğu muhakkak­
tır. Din ve dinin temel kavramları başlangıçtan beri insan beynini meşgul
etmiş, insanların birçok duygu ve faaliyetine yön vermiştir. Azalarak veya
şekil değiştirerek de olsa bu durum bugün de devam etmektedir. Dindar
olsun olmasın, herhangi bir dine mensup olsun veya olmasm bütün insan­
lar, dinler konusunda bir tavır belirlemektedirler. Yani hiçbir insan hiçbir
şekilde kendisini din olgusunun tamamen dışında konumlayamamaktadır.
Her insanın akıl, duygu ve faaliyetlerinin hiç olmazsa bir kısmı din ile,
olumlu veya olumsuz yaklaşımla, ama mutlaka bağlantılı olmaktadır. İşte
bu sebeple dinî bilgilere sahip olmak her insan için gereklidir. Dinî bügile-
re sahip olmak için de ya temel eserlere ve ansiklopedilere ya da dinî te­
rim sözlüklerine başvurulacaktır. Parlatır’m eserinin bu ihtiyacı karşıla­
yan eserlerden biri olacağına inanıyorum.
Elbette herhangi bir konu, zamanm belli bir anında tamamen bitirilmiş
olamaz. Bitmiş, her şeyi aydınlanmış ve açıklanmış sandığımız konular,
çalışmalar asla bütünüyle bitmemiştir; mutlaka açıklanmamış, eksik taraf­
ları kalmıştır. Yeni buluşlar, yaklaşımlar, yöntemler bitmiş sanılan bir
konuyu yeniden ele almayı gerektirir ve böylece belli bir konu gittikçe
gelişerek aydınlanmaya devam eder. İnsanoğlu “mükemmel”in peşindedir
ve sadece peşindedir; asla “mükemmel”! vücuda getirip bir konuyu bütü­
nüyle tamamlamış olamaz. İlmî ve pratik çalışmalar da öyledir. Yeniye,

10
durmadan yeniye doğru devam edip gidecektir. Elinizdeki çalışma da ala­
nında yeniye doğru gidişin sadece bir merhalesidir; ama bence önemli bir
merhalesidir. Dine, dinî kavramlara, benimseyerek veya karşı çıkarak
değil, objektif bir gözle bakan bir araştırıcının birikim ve tecrübelerinin
neticelerini okuyucuların bu eserde bulacağını sanıyorum.
Çalışkan dostumuz İsmail Parlatır’ın çalışmaları da elbette burada bit­
meyecektir. Kendisinden daha nice eserler bekliyoruz.

11
ÖN SÖZ

Açıklamalı İslâmî Terimler Sözlüğü, gibi bir çalışma pek aklımdan


geçmiyordu. Çünkü sözlük çalışmalarımı, daha önce yayımladığım ve son
günlerde 9. baskısını yapmış olduğum Osmanlı Türkçesi Sözlüğü adlı
kitabım üzerine yoğunlaştırmıştım. Ancak, çok değerli meslektaşım, saygm
bilim adamı Prof. Dr. Ahmet Bican Ercüasun, bir gün bu sözlük üzerinde
sohbet ederken ve değerlendirmeler yaparken bana, “İsmail, niye bir İs­
lâmî Terimler Sözlüğü yapmıyorsun, çünkü piyasada bu konuda yapılmış
doyurucu bir sözlük yok. Sözlük bilimi ilkelerine vakıf biri olarak böyle bir
sözlüğü ancak sen yapabilirsin. Bunu bir düşün!” diye bana bir öneride
bulundu. İşte, Açıklamalı İslâmî Terimler Sözlüğü bu önerinin bir ürü­
nü olarak bilim dünyasına sunuldu.
Bir başka bakış açıdan, Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun’un bu önerisi
bana şu bakımdan sıcak geldi. Zaten çalışmalarımı yoğunlaştırmış oldu­
ğum Osmanlı Türkçesi Sözlüğü pek çok bakımdan böyle bir sözlük yapısı
ile örtüşüyordu. Bu örtüşme, hem malzemenin varlığı ve zenginliği hem de
sözlük bilimi ilkeleri çerçevesinde kendisini hissettiriyordu. Bir başka de­
yişle, mevcut sözlüğümün hazırlama ilkelerini bu sözlük için de kullanabi­
lirdim, onun üzerine kaynaklardan derlediğim malzemeyi yerleştirebilir­
dim. Aslında bunu yaptım ve yoğun bir malzeme derleme işine giriştim. Bu
kez kaynaklarım dinî ve özellikle de İslâmî nitelikli eserler oldu.
Başlangıçta bu çahşmayı “dinî terimler” olarak düşünmüştük. Ancak
işin içine “din” girince, bu adlandırmanın üstesinden kolay çıkamayaca­
ğımız kanaatine vardım. Çünkü “dinî” kavramm içine bütün dinî inaçlar,
yani semavî dinler, Batı’nm “religion” kavramına giren inanç sistemleri,
Doğu dünyasınm yarattığı maddesel ve ruhsal inançlar ile, hatta “ate-
izm”in bile bir inaç dünyasından geldiği varsayımım da bunlara eklersek,
bu “dinî” kavramın alabildiğine sınırsız bir olgu olarak karşımıza çıktığını
gördüm. Bundan dolayı ilk çıkış noktamızı smırlamanın, yani konuyu “İs-

12
lâmî” inanç dünyası çerçevesine oturtmanın daha sağlıklı olacağmı dü­
şündüm. Bu sınırlandırma, hem yabancısı olmadığımız bir inanç dünyası-
m kapsaması hem de ele alınacak terimleri hakkıyla ve derinlemesine
incelememizi içermesi bakımından da bana daha mantıkî geldi. Bu itibarla
çalışmamı, “açıklamalı” sözüyle pekiştirerek “Açıklamalı İslâmî Terim­
ler Sözlüğü” olarak adlandırmayı uygun buldum.
Benim araştırmalanma göre, bugüne kadar “Açıklamalı İslâmî Terim­
ler Sözlüğü” adı altında bir çalışmamn yapılmış olduğu pek söz konusu
değil. Dinî terimler adı altmda birkaç çalışma var. Bunlann en kapsamlı ve
en ciddi olanı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları arasmda yayımlanan ve
sahalarmda iyi yetşmiş, birikimli bilim insanlarının bulunduğu bir heyetin
hazırlamış olduğu Dinî Kavramlar Sözlüğü adlı eserdir. İslâmî Terimler
Sözlüğü adı altmda ise tek bir çalışmaya rastladım; o da değerli meslekta­
şım Prof. Dr. Haşan Akay’m yayımladığı kitaptır. Ancak bu çalışma çok
sınırlı tutulmuş ve sözlük bilimi ilkeleri bakımmdan doyurucu nitelikte
değildir. Dinî Kavramlar Sözlüğü ise çok değerli ve derin bir çalışma.
Nitekim ben, bu eserden çok istifade ettim, zengin bir bilgi hâzinesi. An­
cak, yukarıda kendi hazırlamış olduğum sözlüğümün, yani “Açıklamalı
İslâmî Terimler Sözlüğü”mün sınırlarını çizekerken dile getirdiğim ko­
nu, yani “din” kavramı veya terimi sıkıntısı burada açıkça kendini hisset­
tirmektedir. Anlaşılan o ki “Dinî Kavramlar Sözlüğü”nde, ağırlıklı olarak
İslâmî konular ve terimler esas alınmış. Öteki dinlerle ilgili terimler pek
söz konusu edilmemiş. İkinci bir konu ise, bu çalışma, “sözlük”ten ziyade
“ansiklopedik” bir anlayış ile hazırlanmış. Bu eserdeki derin ve doyurucu
bilgiler, bizim sürekli gündeme getirdiğimiz “sözlük bilimi”(lexicologie)
ilkelerine pek oturtulmamış. Bundan dolayı bu değerli çalışmanın adı ile
muhtevası pek örtüşmemiş görünüyor.
“Açıklamalı İslâmî Terimler Sözlüğü” üç temel kaynak üzerine otur­
tuldu. Birincisi, “Kur’ân-ı Kerîm”, İkincisi bu temel kaynağı destekleyen
ve açıklayan Hz. Peygamber’in “hadis”leri ve üçüncüsü de bu iki temel
değeri açan, yorumlayan ve dinî hayata uyarlayan “tefsir, fikıh ve kelâm”
bilimine ilişkin kaynaklar. Nitekim kullandığımız bu çerçevedeki kaynak­
ları da “Bibliyografya” bölümünde vermeyi uygun bulduk. Bu üç kayna­
ğın, İslâm dünyasmda ve literatüründe pek çok örneği ve yayını söz konu­
sudur. Ben bunlarm hepsini tek tek gözden geçirme gibi hem külfetli hem
de gereksiz bir zahmete girmedim. Alanında en tanmmış ve bilimsel nite-

13
likli eserleri kaynak olarak almayı yeğledim. Söz gelişi “Kur'ân-ı Kerîmdin.
pek çok yayını söz konusu idi; Hz. Peygamber’in “hadis”lerini toplayan
pek çok eser vardır; ancak ben bunlardan temelde ikisini tercih ettim; biri
Sahîh-i Buhârî öteki Riyâzü’s-Sâlihîn oldu; “tefsir, fıkıh ve kelâm” bili­
mine ilişkin terimleri ise ulaşabildiğim bilimsel nitelikli çalışmalardan ve
özellikle de Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nden yararlana­
rak sözlüğe aldım. Öteki kaynaklar ise bunların mütemmimi, yani bütün­
leyicisi oldu.
Bundan yıllar önce, sanırım 1990’11 yılların başmda, Türk Dil Kurumu
Sözlük Bilimi ve Uygulama Kolu Başkanlığını yürütürken, bir büyük gaze­
teye verdiğim bir mülâkatta, “Sözlükçülük iğneyle kuyu kazmaya benzer.”
demiştim. Gerçekten de öyle. Bir büyük sabır işi, kılı kırk yararcasma
özenle ve dikkatlice yapılması kaçmılmaz olan bir iş sözlük çalışmaları.
Uzun zamandır üzerinde çalıştığım bu “Açıklamalı İslâmî Terimler Söz­
lüğü” işte bu anlayışın bir ürünü olarak yaym hayatına çıkıyor. Kendi
türünde de bir ilklik özelliği taşıyor. Bu ilklik, hem sözlük bilimi ilkeleri
çerçevesinde oluşmasından, hem bilimsel kaynaklara dayah bir çalışma
olmasından, hem de yaklaşık 7 000 madde başı terimi içermesi ile söz var­
lığının zenginliği bakımındandır.
Yukarıda da değindiğim gibi, ne kadar da sınırlandırılmış olsa bu konu,
özü bakımından oldukça derin ve zengin bir yapı arz etmektedir. Bir de
buna “terim” kavramı eklenince işin nazik tarafi iyiden iyiye karşımıza
çıkar. Şöyle ki bazı kavramlarm ne kadar veya nereye kadar terim olduğu
hep tartışma götürür bir konu olmuştur. Çok bilinen ya da çok yaygın olan­
larının dışında İslâmî bilimlerin sınırları içine giren kavramları bu
katagoriye sokmak ise elbette işin bir başka zor ve nazik yönü idi. Bu ko­
nuyu da kaynaklarımızın bize gösterdiği yol doğrultusunda çözmeye özen
gösterdim.
Böylesine incelik ve titizlik arz eden bir çahşma içinde elbette sıkıntıla­
rımız yok değidi. Böylesine açmazlar içinde bazı gözden kaçırdığımız nok­
talar veya eksiklikler elbette olacak idi. Onları da ileride yapılacak yeni
baskılarda telâfi edeceğimizi, hatta bizi bu konuda uyaracak ve yeni bilgi­
lerle yönlendirecek bilim insanlarınm katkılarını beklediğimizi de açıkça
ifade etmek isterim. Bunlar hem benim için hem de bu kitap için bir zen­
ginlik ve kazanç olacaktır.

14
Benim uzun ve yorucu çalışmamm gün ışığına çıkmasma yardımcı olan
Akçağ yaym evine de gönül bocumu ifade etmek isterim.

Kavaklıdere, Ocak 2015 İsmail PARLATIR

15
SÖZLÜĞÜN HAZIRLANMASINDA İZLENEN YOL VE YÖNTEM

Açıklamalı İslâmî Terimler Sözlüğünü hazırlarken terimlerim yapı­


sal özelliklerini, kullanım alanlarım, birbirleriye olan benzerliklerini veya
zıtlıklarmı, en önemlisi olarak da tanımlarım ve bu tanımlann hemen
ardmdan açıklamalan dikkate/alarak sözlük bilimi ilkelerine göre ortak
bir “madde başı” yöntemi tespit edilmiş; her madde bu ortak yönteme göre
oluşturulmaya çalışılmıştır. Elbette bazı terimlerin kullanım alanlarına
göre farklılıkları olacaktı; biz bu farklılığı da dikkate alarak açıklamaları
ona göre yapmaya özen gösterdik.
Sözlük bilimi ilkelerine göre oluşturduğumuz “madde başı” düzeninin
en çarpıcı yapısal özelliklerini maddeler hâlinde şöyle açıklayabiliriz:

I. Madde başı düzenleme yöntemi


Madde başı düzenleme yönteminde, öncelikle sözlüğe almacak madde­
nin hangi dilde olduğu dikkate alınmış ve ona göre yapısal bir düzenleme­
ye gidilmiştir.
Temelde madde başı şu düzende oluşturulmuştur:
madde başı terim + gramer bilgisifyani, ad, sıfat, zarf vb olma durumu
kısaltmalarla gösterilmiş) + madde başı terimin Arap harfleriyle yazı-
mı[köken bilgisi(özellikle Arapça ve Farsça kelime ve terkipler)] + (terimin
çokluk biçimi = ç. b.) ve tanım, ardmdan da açıklamalar.
Bu düzene göre,
1. Türkçe söz veya söz öbeklerinden oluşan terimlerin Arap harfle­
riyle yazımı yoluna gidilmemiş, onlann sadece tanımı ve açıklama­
ları verilmiştir. Şu örneklerde olduğu gibi.
Bektaşîlik a. Admı ünlü Türk düşünürü Hacı Bektâş-ı Velî’den alan
ve Anadolu’da 13. yüzyılda Kalenderi tarikati bünyesinde oluş­
maya başlayan, giderek yayılan ve 15. yüzyıl sonlarma doğru

16
Hacı Bektâş-ı Velî geleneği çerçevesinde olgunlaşan bir tarikatin
adı. Bu tarikat, gerek siyasî konumu, gerek benimsediği ve bün­
yesinde birleştirdiği farklı dinî inançları birleştirebilme özelliği,
gerekse 16. yüzyıldan sonra OsmanlI devletinin resmen tanıdığı
gayrisünnî yapısı ile dikkatleri üzerinde toplamış bir teşkilât idi.
13. yüzyıl ortalarmda Anadolu’da oluşan Babaî isyanı,
Kalenderiyye, Haydariyye ve Yeseviyye cemaatleri tarafmdan
benimsendi ve “Abdâlân-ı Rûm” yahut Rum abdalları hareketine
dönüşerek yayılmaya başladı, Osmanh ile beraber Rumeli’ne ka­
dar uzandı. Temelde Hacı Bektâş geleneğini benimseyen ve ken­
dilerine mürit olarak seçtikleri Hacı Bektaş-ı Velî’nin ölümünden
sonra onun yerine geçen Hatun Ana’nın müridi Abdal Musa’nm
faaliyetleri tarikatin hızla tanınmasmı ve yayılmasmı sağladı.
Onunla beraber “abdal” adı Anadolu’da hızla yayıldı. Özellikle 16.
yüzyılın başmda Balım Sultan’m tarikatin başına geçmesi ile
Kalenderîlikten ayrılması ve II. Bayezid tarafindan desteklenmesi
bu tarikatin Yeneçeri Ocağı içinde de iyice kökleşmesini sağladı.
Bu oluşum, II. Mahmud’un Yeniçeri Ocağını kapatmasma kadar
devam etti. Bu ocağın kaldırılması ile birlikte Bektâşîlik faaliyet­
leri ve tekkeleri Nakşibendîlik tarikatinin emrine verildi. Bir süre
sonra Abdülaziz zamanmda Bektâşîlik yeniden eski konumuna
ve faaliyetine dönüştü. Yeni Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuyla
beraber 1925 yümda tekke ve zaviyelerin kapatılması ile resmen
faaliyetine son verildi. Ancak halk arasmda Bektâşîlik, günümüze
kadar varlığmı sürdürmeye devdin etmiştir.
(...)
çok evlilik a. Bir erkeğin aynı zamanda birden fazla kadınla evliliği
(polygamy) biçminde tanımlanan bir terim. Yahudilik ve
Hristiyanlık’ta çok evliliği yasaklayan herhangi bir hüküm yok­
tur. Hatta Hz. İbrahim, Hz, Ya’kub, Hz. Dâvûd, Hz. Süleyman ve
sonraki bazı peygamberlerin birden çok kadınla evli oldukları bi­
linmektedir. Yine İncil’de çok evliliği yasaklayan hükümlere rast­
lanmadığı kaynaklarda zikredilmektedir. (...)

(...)
dönme a. Din değiştirmiş, özellikle Müslüman olmuş kimse için kul­
lanılan bu terim, daha çok Osmanh devleti tebaasmdan olup dinî
ve siyasî faaliyetlerini ve ideallerini uygulayabilmek için
17
İslâmiyeti kabul etmiş bir Yahudi veya cemaati için yakıştırılmış
bir sözdür. Bunlara “avdeti” terimi yanmda liderleri Sabatay
Sevi’nin adından dolayı “Sabataistler” de denilmiştir.

(...)
otuz iki farz a. İslâm’ın temel ilkelerinden olan “farz”(bk. bu mad-
de)m şartları için kullanılan terim. Bunlar, “namazın farzı”(bk.
bu madde) on iki farzdır; “İslâm’ın şartı”(ök. bu madde) beş
farzdır; “îmanın şartı” (bk. bu madde) altı farzdır; “abdestin
farzı”(₺k. bu madde) dört farzdır; “guslün farzı”(bk. bu madde)
üç farzdır; “teyemmümün farzı”(bfc bu madde) iki farzdır.

(...)
ölü a. Ruhunu teslim etmiş, hayatiyet özelliğini kaybetmiş canlılar
için kullanılan terim. Arapça, “meyyit, meyt, müteveffâ” gibi söz­
lerle karşılananbu terim, İslâm hukuku bakımından iki önemli
vasıf ile nitelenmektedir: “hakîkî ölü”(ğerçek anlamda, vadesi ile
olan ölü), “hükmî ölü”(yargı kararıyla öldüğüne hükmedilen ölü).
Ölünün yıkanıp kefenlenmesi, namazmm kıhnması ve kabre ka­
dar taşınıp gömülmesi dinen “farz-ı Kfâye”(₺fc bu madde) ola­
rak nitelenmektedir.

ölüm a. “Ruhun bedenden ayrılması ve dünya hayatının sona ermesi.”


anlamında olan bu terim, Arapça “mevt, vefât, helâk” gibi sözle­
rin Türkçedeki karşılığı ve “hayât”(bk bu madde) karşıtı olan
kavramdır.

ölüm cezası a. İslâm hukukuna göre, “cinâyât, hudûd, cirâh, dimâ,


ta'zîr” gibi suçları sabit görülenler için uygun bulunan cezaî
müyyide için kullanılan terim. Arapçada “ukûbetü’l-katl” veya
“ukübetü’l-i'dâm” terimleriyle karşılanan bu söz, infaz şekilleri­
ne göre de “recm, salb, kısâs” olarak da ifade edilmektedir.

2. Arapça söz veya söz öbeklerinden oluşan terimler şöyle düzen­


lenmiştir:

abd a(jx) [Ar.] (ç. b. a'bâd, abdûn, abede, abîd, ibâd, ibdân,
ubdân) 1. “ibâdet” ve “ubûdiyyet” kavrammdan hareketle kul­
luk ve itaat anlammda olup Allah adına kullanıldığında “hür in-
18
san”, kula itaat için kullanıldığında ise “köle” anlamındadır.
Kur’ân-ı Kerîm‘de Allah’a izafetle, bütün insanlar için kullanılan
“kul, kullar, kullarım” biçiminde bu söz geçmektedir. Sufîlere gö­
re Hz. Muhammed’in biri “abd” diğeri “resul” olmak üzere iki
vasfı vardır ve “Kelime-i şehâdet”te “abd” vasfmm “resul” vas­
fından önce gelmesinden dolayı birincisinin İkincisinden üstün
olduğu inancı yaygmlaşmıştır. 2. Allah’m kulu. 3. tas. Rab, Allah.

(...)
dâbbetü’l-arz aO^jVl İL) [An] Sözlük anlamı “Yürüyen her cins
canlı, özellikle binek hayvanı.” olan bu söz, “Kıyamet alâmetlerin­
den biri olarak kabul edilen yaratık.” biçiminde terimdir. Bu yara­
tık, Kur'ân-ı Kerîm’de on dört ayette teklik ve dört ayette de çok­
luk biçimiyle geçmektedir. Bu tür yaratıklara, Yahudi ve
Hristiyanlıkta da “beast, dragon, leviathan, rahabi” gibi adlarla
rastlamak mümkündür.

(...)
mâ ba'de’t-tabî'a af^JJI j*jL) [An] Hayat ve varlık ile bunların
karşısında Allah ve varlık ötesi dünyayı ele alan, bunlarm yanm-
da tabiî bilimlerin ilkelerini araştıran bilim dalı için kullanılan
kelâm terimi, metafizik (bk. metafizik). Aristo’nun metafizik için
kullandığı Latince “prote fhilosophia”/teriminin Arapça karşılı­
ğıdır. bk. felsefe-i ûlâ

(...)
Mâlikü’l-Mülk a.(dLJldlL) [An] “Mülkün sahibi.” anlamında bu söz,
“esmâ'ü’l-hüsnâ”(AZZah’ın güzel isimlerüdan olup Kur’ân-ı
Kerîm’de Allah’a izafe edilmektedir. “Âl-i İmrân suresi”(3)nin
26. ayetinde mealen “De ki, Allahım, ey mülkün sahibi, sen diledi­
ğine mülkü verirsin, dilediğinden mülkü alırsın.” biçiminde ifade
edilen bu söz, İslâm bilginleri tarafindan Allah’m zatî isimler gu­
rubunda sayılmıştır ve Allah’ın doksan dokuz ismini veren İbn
Mâce ve Tirmizî rivayetlerindeki üstede de yer almıştır(Tirmizî,
“Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”, 10).

(...)

19
şedîdü’l-azâb a.(uliJha<i) [Ar.] “Azabı şiddetli olan.” anlamında Al­
lah’m sıfatı olan bu terim, Kur’ân-ı Kerîm’de “Bakara sure-
si”(2)nin 165. ayetinde açıkça ifade edilmektedir.

şedîdü’l-ikâb a(uli*lh^) [Ar.] “Azabı çok şiddetli olan.” anlammda


Allah’m sıfatı olan bu terim, Kur’ân-ı Kerîm’de on dört ayette
yer almaktadır(hfc M.F.Abdülbâkî, el-Mu'cem, “şdd” maddesi).
şedîdü’l-mihâl a.(Jlâ-iljjJ^) [Ar.] “Azabı, kuvveti, cezalandırması
şiddetli olan.” anlammda Allah’m sıfatı olan bu terim, Kur’ân-ı
Kerîm’de “Ra'd sıtresi”(13)nin 13. ayetinde geçmektedir.

(...)
talebü’l-hadîs a.(öjjJLU>) [Ar.] Hadis biliminde, hadis öğrenmek
veya işitmek amacıyla hadis rivayet eden bir hocaya müracaat
etmek ve bu amaçla hocanm bulunduğu yerde beklemek anla­
mmda terim.

3. Farsça söz veya söz öbeklerinden oluşan terimler Türkçede kulla­


nılmış oldukları biçimde şöyle düzenlenmiştir:

âyin-hân a^ljiyuD [ < F. âyîn + hân] Mevlevîlikte tekkelerde toplu


yapılan zikir esnasmda “âyin-i şerif’ okuyanlara verilen ad.

(...)
bâde aGuL) [F.] 1. Şarap, hamr, mey, sahba anlamında terim. 2. tas.
İlâhî aşk, hakikat, muhabbet. Sufî inancına göre “bezm-i elesf’te
Allah’m kullarma “Ben sizin rabbınız değil miyim?’ sorusuna on­
lar, “Belâ(Evet)l Rabbımızsın!” demişler ve böylece “aşk badesi”ni
içmişlerdir. Artık maddî âlemden sıyrılarak İlâhî âleme ermek
ehl-i sufî için bir gaye olmuştur.

(...)
namaz a(jU) [FJ Arapça “salât”(bk. bu madde) kelimesinin karşılı­
ğı olarak Farsçadan geçen bu söz, Türkçede beş vakitte kılmması
Müslümanlar için farz olan ibadet için kullanılan bir terim ola­
rak yerleşmiştir. İslâm’m beş şartmdan biri olan bu terim,
Kur'ân-ı Kerîm’de “salât” anlamıyla doksan dokuz ayette geç-
mektedir(bk. M.F.Abdülbâkî, el-Mu'cem, “slv” maddesi). Namaz,
Allah ile kul arasmda en sağlam ilişkiyi ifade eden dinî ve ahlâkî
20
hükümler çerçevesinde amelî bir ibadettir. Bu ibadet, kişiye özgü
olduğu için bizzat bireyin kendisinin eda etmesi yükümlülüğü
söz konusudur; yani bir başkasmm o bireyin yerine namaz kıl­
ması caiz değildir. Namazm rükünleri şunlardır: “İftitah tekbi-
ri”(₺fc bu madde), “kırâ'at”(ök. bu madde), “rükû” (bk. bu mad­
de), “sücûd”(bk. bu madde) ve “tahiyyata oturmak”(₺fc bu mad­
de). İslâm dinine göre, namazın kişiye farz olmasmm üç kuralı
vardır. Bunlar, Müslüman olmak, buluğ çağma ulaşmış olmak ve
akıllı olmak biçiminde ifade edilmiştir. Bu ibadet, temelde üç
önemli kategoride toplanmıştır: Farz namazları, vacip namazları,
nafile namazları.

(...)
zındık aCjj^) [ < F. zendîg] Evrenin en eski dönemlerde yaratıldı-
ğmı savunan, Allah’ı ve O’nun birliğini ve âhireti inkâr etmekle
beraber inanmış gibi davranan iki yüzlü ve itikadı bozuk kimse­
ler için kullanılan terim.

4. Arapça-Farsça söz veya söz öbeklerinden oluşan terimler Türkçe-


de kullanılmış oldukları biçimde şöyle düzenlenmiştir:

halvethane a.(üliûjU) [ < Ar. halvet \F. hâne] tas. Tasavvuf ehli
arasında yaygm olarak baş vurulan ve günahtan kaçmmak, dış
dünyanın kirliliğinden korunmak ve daha sağlıklı ibadet yapa­
bilmek için gözlerden uzak kalmak, kendi dünyasmda yaşamayı
ilke olarak benimsemek düşüncesinden kaynaklanan ve bu
amaçla onların halvete çekildikleri küçük boyutlu hücreler için
kullanılan bir terim.

(...)
ta'bîrname a^üj^) [ < Ar. ta'bîr + F. nâme] İslâm edebiyatında
rüya tabirlerine dayalı eserlerin genel adı ve bu ad için kullanı­
lan terim.
5. Arapça-Farsça veya Türkçe söz veya söz öbeklerinden oluşan te­
rimler Türkçede kullanılmış oldukları biçimde şöyle düzenlenmiştir:

21
Bu tür karışık söz varlıklarından oluşan terimler, artık Türkçenin söz
yapışma uyum gösterdiklerinden dolayı Türkçe kelimelerin yazımı gibi bir
yöntemin uygulanmasmı tercih ettik. Şu örneklerde olduğu gibi:
abdestin farzı a. İslâm’m temel ilkelerinden olan “farz”(&k. bu
madde)ın şartları içinde yer alan ve dört esası ifade eden terim.
Bunlar, elleri ve yüzü yıkamak, kollan dirsekler ile beraber yı­
kamak, başın dörtte birini el ile meshetmek, ayakları küçük to­
puklarla birlikte yıkamaktır.

(...)
nafile namaz a. İslâmî inanca göre, farz ve vacip dışmda yapılan
namaz ibadeti için kullanılan terim. Bu ibadet, “mukayyet” ve
“mutlak” olarak ikiye ayrılmıştır. Mukayyet nafile namazlar, ay
ve güneş tutulması, yağmur duası, tövbe, tavaf, ihrama girme,
teşbih, istihare, hacet namazları, yolculuk namazları, gusül ve
abdest namazlan bu türdendir. Cuma namazı öncesinde ve beş
vakit namaz öncesi ve/sonrası kılman sünnet namazları, teravih,
kuşluk, evvâbîn, teheçcüd namazları da bu nitelikte sayılan bir
başka namaz grubudur. Mutlak nafile namazlar ise vakte bağh
olmayan ve rekât sayıları belirlenmeyen namazlar olarak nite­
lenmiştir.

nafile oruç a. İslâmî inanca göre, farz ve vacip olan oruçlar dışmda
yapılan oruç ibadeti için kullanılan terim. Bu ibadet, “mukayyet”
ve “mutlak” olarak ikiye ayrılmıştır. Mukayyet nafile oruç, mu­
harrem aymm dokuz veya onuncu ya da onuncu ve on birinci
günü; şevval ayının Ramazan bayramını takip eden altı gününde;
haram aylarda yani zilkade, zilhicce, muharrem ve recep ayla­
rında, özellikle de zilhiccenin ilk dokuz gününde, şaban anında
ve ramazan ayı dışmda her kamerî aym on 13,14 ve 15. günleriy­
le haftamn pazartesi ve Perşembe günlerinde tutulan oruçlar, bu
nitelikte kabul görmüş ibadetlerdir. Mutlak nafile oruçlar ise
bunların dışmda kalan ve mekruh ya da haram olmayan günler­
de tutulan oruçlar olarak nitelenmiştir.

(...)

22
tahiyyata oturmak a. Namaz kılarken her iki rekâtta dizler üzerine
oturarak “ettahiyyatü” duasını okumak için kullanılan terim, bk.
ka'de-i ahire

(...)
yağmur duası ol. Havaların kurak gitmesi ve beklenen yağmurların
gelmemesi üzerine Allah’a yakarmak ve O’nun yardımmı dile­
mek üzere yağmur yağması için toplu dua etme anlammda terim;
Arapça, istiskâ

6. Arapça veya Farsça kökenli söz veya söz öbeklerine Türkçe yapım ek­
lerinin gelmesiyle oluşan terimleri de, Türkçenin yapısına uydurulmuş
olduğu için, Türkçe sözler gibi madde başı yapma yoluna gittik.

Şu örneklerde olduğu gibi:


cimrilik a. Farsça “cimrî” sözünün Türkçeye geçmesi ve bu sözden
“-lik” ekiyle yeni bir isim yapılması yoluyla dilimize kazandırılan
bir terim. “Elindeki parayı harcamaya kıyamama, eli sıkılık, hasis­
lik, pintilik” anlamındaki bu söz, Kur'ân-ı Kerîm’de hoş karşı­
lanmamış; bunun insanlığın yararına olmadığı vurgulanmış-
tır(Âl-i imrân suresi, 3 /180). Hz. Peygamber de pek çok hadi­
sinde bu sözün çirkinliğine işaret ederek, bir hadisinde, “cimrilik
ile imanın bir arada bulunamayacağı.”(Müsned II, 256, 331, 340)
gerçeğini ifade etmiştir. Cimriliğin ahlâkî ve psikolojik bir hasta­
lık olduğu ve bunun bilimsel yöntemlerle tedavisinin yapılması
gerektiği hususunda bilim adamları görüş birliği içinde olmuş­
lardır.

(...)
Melâmîlik öz.a. “Melâmet”(hfc bu madde) tarikatini benimseyen ta­
savvuf ehlinin oluşturduğu ve her türlü gösterişten armmayı,
dünya işlerini bir kenara bırakmayı ilke edinen bir tarikat. Kay­
naklarda bu tarikatin üç aşama geçirdiği ifade edilmektedir. İlki,
“melâmetiye” adını taşıyan ve 3. / 9. yüzyılda Horasan bölgesin­
de ortaya çıkarak sonradan Bağdat merkezli olarak yayılan
tarikattir. İkincisi, “Bayrâmî Melâmîliği” olarak adlandırılmakta
ve Hacı Bayrâm-ı Velî’nin önde gelen müritlerinden olan Ömer
Dede Sikkînî ile ilim ehli, takva sahibi Akşemseddin arasında geç-
23
tiği rivayet edilen anekdota dayandırılmaktadır. Buna göre
Akşemseddin, tarikat ehli bir sufî olan Emir Sıkkînî’nin zikir mec­
lisine katılmamasmı görünce onu eleştirmiş ve hırka ile tacmı
alacağmı söylemiş. Bunun üzerine Emir Sıkkînî, bir Cuma nama-
zmm ardmdan cami önünde yaktırdığı ateşe atlamış; hırka ve taç
ateşte yanarken Emir Sıkkînî’ye hiçbir şey olmamış. Buna ek bir
anekdot ise, Hacı Bayrâm-ı Velî ölüm döşeğinde müritlerinden su
istemiş, pek çok mürit su için koşuşturmuş, ancak Hacı Bayrâm-ı
Velî sadece Emir Sıkkînî’nin sunduğu suyu içmiş. Bundan dolayı
Hacı Bayrâm-ı Velî’nin ölümünden sonra bu tarikatin mensupları
onun İlâhî aşk ve cezbesini temsil eden Emir Sıkkînî’ye bağlan­
mışlar ve Bayramîlik kolu buradan yayılmıştır. Üçüncü devre ise
“Melâmiyye-i Nûriyye” adını almakta ve kurucusu Seyyid Mu-
hammed Nûrü’l-Arabî(öl. 1305 / 1888)ye izafe edilmektedir. Bu
kol, daha çok İstanbul merkezli olarak Rumeli bölgesinde, özellik­
le Manastır, Üsküp, Prizren, Tikveş, Doyran gibi yerleşim yerle­
rinde tekkeler kurarak varlıklarmı sürdürmeye çalışmışlardır.

(...)
besmelesiz s. Yaramaz, ahlâksız doğmuş çocuk için kullanılan te­
rim. Bazen piç anlammda da kullanılır.

7. Madde başı terimlerin Türkçe kelimelerin dışmda Arapça veya Fars­


ça kökenli olanlarının Arap harfleriyle yazımlarmı vermeyi uygun bulduk.
Çünkü Arap harfleriyle yazımda aynı sesi veren, fakat yazımı ve bu ya­
zımdan dolayı anlam farkı yaratan kelimelerin birbirleriyle karışması söz
konusu oluyordu. Bu karışıklığı ve sakmcayı ortadan kaldırmak için ay-
raç() içinde terimlerin özgün yazımlarmı vermenin yararh olacağmı dü­
şündük.
Söz gelişi şu örneklerde olduğu gibi:
hâdi a.(^jL) [Ar.]
Hâdî a(^jlh) [ < Ar. hidâyet]
(...)
hak(I), -kkı a.(&J [ < Ar.hakk]
hak(II), -kkı a. (ek.) [ < Ar.hakk]
(...)

24
semâ' aGL.) [Ar.]
semâ' a.G l^) [Ar.]

gibi.

8. Madde başı terimlerin hangi dilden ve hangi kökten türediğini ise


köşeli ayraç [ ] içinde vermeyi uygun bulduk. Hemen arkasından da eğer
varsa çokluk biçimleri ayraç( ç. b.) içinde göstermeyi öğrenme ve öğretme
yöntemi çerçevesinde yararh gördük.

abdâl a (Jhi) [ < Ar. bedel; bedel, bedîl, bidl’in ç. b.;


ebdâl sözünden bozma olup teklik biçiminde kullanılagel-
miştir.] (ç. b. abdâlân)
(...)
dîn a.^^) [ < Ar. deyn] (ç. b. edyân)
(...) -
emîr 0.(^1) [ < Ar.emr] (ç. b. ümerâ)
(...)
ma'lûm s-^jU) [ < Ar. ilm]
(...)
medrese 0.(^1.) [ < Ar.ders] (ç. b. medâris)
(...)
re'is a^îj [ < Ar.re's] (ç. b. rü’ûs, er'ûs)
gibi.

Bu durum tersi, yani madde başı çokluk biçiminde ise, teklik biçimini
köşeli ayraç [ ] içinde vermeyi uygun bulduk.
Şu örneklerde olduğu gibi:

anâsır çaÇ^üc) [Ar.unsur’un ç. h]


(...)
ensâb ç.a.ÇLıl) [Ar.neseb’in ç. b.]
(...)
küttâb ç.a.Lfc )[Ar.kâtib’in ç. h]
kütüb ç.a(uS) [Ar.kitâb’ın ç. ₺.]
gibi.

25
9. Madde başı terimlerin düzenlenmesinde bir başka yöntem de yazım­
ları aynı, fakat anlamları farklı olan madde başı terimleri yanlarma koy­
duğumuz Romen rakamlan ile (I, II, III) göstererek ayrı ayrı madde başı
yapma yoluna gittik.

Şu örneklerde olduğu gibi:

arş (I) dijijc) [Ar.] Sözlük anlamı “yükseklik, yükçe yer”


olan bu söz, Kur'ân-ı Kerîm’de ve hadislerde İlâhî hükümran­
lık ve taht anlamlarıyla geçmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de “Yu­
suf suresi(12 /100) ile “el-Neml” suresi(27 / 23, 38,41 - 42)nde
“taht” anlammda kullanılmış; “Tevbe suresi”(9 I 129),
“Zuhruf suresi”(431 82)nde ise “Rabbü’l-Arş” ifadesi yer al­
maktadır. Hadislerde ise arşın “nurdan veya kırmızı, yeşil, sarı,
beyaz renkli nurdan” yahut “kırmızı veya yeşil yakuf’tan oldu­
ğu ifade edilmiştir.
arş (II) a.^jt) [Ar.] tas. Bir varlık mertebesi olarak nesne­
ler âleminin başlangıcı olarak tanımlandığı gibi tasavvuf eh­
lince Allah’ın zuhur ve tecellî edeceği bir “tenezzül makamı”
olarak da nitelenmiş ve “arşu’l-hüviyet” terimi de kullanıl­
mıştır.
(...)
kırâ'at (I) a.Uı>) [Ar.] İslâmî filimler içinde, Kur'ân-ı
Kerîm’in okunuş biçimi veya tarzı, sesli ya da sessiz, nağmeli
ya da nağmesiz, tilâvet etme anlamında kullanılan terim.
kırâ'at (II) a.(^üyi) [Ar.] Namazm her bir rekâtında kıyam
durumunda iken Kur'ân-ı Kerîm’den ayetler okuma için kul­
lanılan terim. Namazda bu okuma, sesli veya sessiz olmak
üzere iki şekilde yapılmaktadır. Namazda “kırâ'at”ın okun­
ması farz olup en az kısa üç ayet veya bu uzunlukta bir ayetin
okunması uygun görülmüştür. Hanefi mezhebine göre, farz
namazlannın ilk iki rekatmda ve öteki namazların her rekâ­
tında Fatiha ve arkasından zammı sure okumak vaciptir; bu­
nun unutulması durumunda namaz bozulur.

26
kırâ'at (III) a(oiî>) [Ar.] Hadis biliminde, öğrenim ve öğ­
retim metotları arasında yer alan ve öğrencinin hocasma
onun rivayetlerini okumak yöntemiyle hadis biliminde riva­
yet hakkını elde etme anlamında kullanılan terim.

10. Madde başı düzenlemesi yanmda bu sözlüğümüzde uygulamaya ça­


lıştığımız bir başka yöntem de madde içi düzenlemeleri oldu. Bu yöntemi
daha önce Osmanlı Türkçesi Sözlüğü adh eserimizde uygulamış ve çok
beğeni toplamıştık. Aynı yöntemi burada da uygulamayı yerinde bulduk.
Özellikle Arapça ve Farsça sözlerden oluşan madde başı terimlerden ku­
rulmuş bulunan yine Arapça ve Farsça tamlamalar ile meydana gelen te­
rimler iç madde olarak düzenlenmiştir.
Şu örneklerde olduğu gibi:
âbâ a. (LT) [ Ar.eb’in ç. b.] 1. Sözlük anlamı, “Babalar, babalar silsile­
si.” olan bu söz, geçmişler, öncekiler, bir mesleğin veya tarikatin
kurucuları ya da ileri gelenleri anlammda bir tasavvuf terimi
olarak yaygınlaşmıştır. 2. Dört büyük ata anlamında terim. Bun­
lar, Hz. Muhammed, Âdem aleyhisselâm, Nûh aleyhisselâm, İb­
rahim aleyhisselâmdır.
§ tam. âbâ-ı ulviyye a.(<yU LT) Yıldız biliminden yararlanarak
sabit ve gezegen gök cisimlerini anlatmak için kullanılan te­
rim. Cincilikle ve üfürükçülükle uğraşanlar daima “âbâ-ı ul-
viye”den yararlanmışlardır.

(...)
rûh a.(^jj) \Ar.] (ç. b. ervâh) “İnsanda ve hayvandaki hayatın özü,
can, nefes.” anlamında terim.

§ tam. rûh-ı a'zam a.Çkc.1 ^jJ (en büyük ruh) tas. İlâhî tecellî
yeri olan insan ruhu.
rûh-ı insânî «.(^Lil ^J İnsan ruhu, can.
rûh-ı İlâhî 0.(^1 ^jJ) tas. Tecellînin özü anlammda terim.
rûh-ullah a.(<Lil ^jj) tas. bk. rûhullah
rûhu’l-emîn a. (j^yi ^J Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Cebrail için
kullanılan terim. Bu söz ve “rûhu’l-kudüs”, Kur’ân-ı
Kerîm’de “Bakara suresi”(2 I 87, 253), “Nahl suresi”(16 I
27
102), “Şu'arâ suresi”(261193)inde geçmektedir.
rûhu’l-kudüs a^Jl ^) bk. rûhu’l-emîn

rûhu’r-rûh a.(^jjl ^jJ tas. Tasavvuf inancına göre “insân-ı


kâmil”(bk. bu madde) için kullanıldığı kadar “rûiı-i ilâhî”(bfc
bu madde)nin yansıması olarak da gösterilmiştir.

(...)
vâcib o.(ua.lj) [ < Ar.vücûb] (ç. b. vâcibât) l.fik. Yapılması şeriat hü­
kümlerine göre gerekli olan, farz derecesine yalan bulunan ve
yerine getirilmemesi veya terk edilmesi günah sayılan anlammda
terim. Bütün mezheplere mensup din bilginlerine göre “vâcib”
ile “farz”(bk. bu madde) arasında bir fark olmamakla beraber
Hanefîlere göre farz, kesin delille sabit olurken vacip ise kesin
olmayan fakat zannî bir delille sabit olmuştur. 2. Evrende varlığı
zatmm gereği olan, var oluşunda başka bir sebebe gerek duyul­
mayan hüküm anlammda kelâm terimi.

§ tam. vâcib-i gayr-ı muhadded a.(jk« jui ua.lj) flk. Allah’m


miktarını belirlememiş olduğu vacip. Söz gelişi, açları doyur­
ma, misafire ikramda bulunma gibi.

vâcib-i kifâ'î a^liS <_^b) flk. Mükelleflerin her birinden ayrı


ayrı değil toplu olarak yapılması istenen vacip. Söz gelişi, Al­
lah yolunda cihat, selâma karşılık verme, yargı ve fetva görev­
lerinin yerine getirilmesi gibi.
vâcib-i mu'ayyen a-Cjlu^lj) fik. Allah’ın kesin belirlediği va­
cip. Söz gelişi, namaz, oruç ve benzeri.
vâcib-i mudayyak ^(jLi.ua.lj) ftk. bk. vâcib-i mukayyed

vâcib-i muhadded aGk^lj) fik. Allah’ın miktarını belirle­


miş olduğu vacip. Söz gelişi, beş vakit namaz, zekât gibi.
vâcib-i muhayyer a(^x« ^b) fik- Allah’m birkaç işten birini
yapmakta serbest bıraktığı vacip. Söz gelişi, yemin kefâretini
bozan kimseye yerine getirmesi için önerilen işlerden on faki­
ri giydirmesi, on aç kimseyi doyurması, bir köle azat etmesi
gibi. Bunlardan birini yapması yeterli görülen vacip. Bunu da
yerine getiremiyorsa üç gün oruç tutması önerilmektedir.

28
vâcib-i mukayyed a(ÎUalj) flk. Şairin, yerine getirilmesi
için belirli bir vakit koyduğu vacip için kullanılan terim. Söz
gelişi, vakti içinde eksik kılman namazın aynı vakitte tam ola­
rak eda edilmesi gibi.
vâcib-i mutlak aÇjLUalj) fik. Şairin, yerine getirilmesi için
belirli bir vakit tayin etmediği vacip için kullanılan terim. Söz
gelişi, ettiği yemine bağlı kalmayan bir kimsenin ödemesi ge­
reken kefareti dilediği zaman yerine getirmesi gibi.
vâcib-i müvessa a (^5— ^j) fik. Allah’m yapılması için geniş
zamkın bıraktığı vacip.

vâcibü’l-îfâ aG^lçalj) fik. Yapılması zorunlu olan vacip. Söz


gelişi, namaz, oruç, hac ibadeti gibi.
vâcibü’l-ittibâ aGüyi ^Ij) fik. Yerine getirilmesi veya uyul­
ması zorunlu olan vacip.

vâcibü’l-vücûd a.(jjş.jlluilj) (varlığı kaçınılmaz olan) Allah.


vâcibü’r-ri'âye a^LjlLalj) 1. Uyulması veya yapılması ge­
rekli olan. 2. Saygı gösterilmesi uygun görülen devlet büyükle­
rinin soyu ve yakınları(sadrazam, vezir, beylerbeyi, nişancı
oğulları gibi).

11. Bir başka yöntem ise madde başı terimlerin eş anlalılarmm veya zıt
anlamlılarınm ya da Türkçe terimlerin Arapça karşılıklarının tanımlardan
ve açıklamalardan sonra verilmesi ile söz konusu oldu.
Şu örneklerde olduğu gibi:
pîr s. ve a.(^ [F.] tas. Sözlükte, “Koca, yaşlı adam, ihtiyar.” olarak
tanımlanan bu söz, bir tarikatin kurucusu veya öncüsü anlamın­
da terim, eşanlamlısı “mürşid, velî, şeyh”(bfc bu maddeler).

(...)
necât a.(oLi) [Ar.] Bir müminin dinî yükümlülüklerini yerine ge­
tirmesi ile dünyada ve âhirette ulaşacağı ebedî huzur ve mutlu­
luğu ifade eden kelâm terimi, eş anlamhsı, “felâh, fevz, ha-
lâs”(bfc bu maddeler).

(...)
29
tûl-i emel 0.(^1 JjL) [Ar.] Bitmek tükenmek bilmeyen bir hırs içinde
hiç ölmeyecekmiş gibi dünya işine kendini vermesi, âhiret inan-
cmı bir kenara bırakması anlamında kullanılan bir terim, “kasr-ı
emel”(bk. bu madde) karşıtı.

12. Sözlükte uyguladığımız önemli bir başka yöntem de gerek içerdiği


anlamlar bakımmdan gerekse konuları ve terim olma özellikleri bakımın­
dan birbirlerini bütünleyen veya aralarında yakınlık ya da ilişki bulunma
açısından maddeler arasmda (bk. bu madde) veya (bk. bu maddeler) ibare­
si ile iletişim ve bağlantı kurma noktasmda kendisini göstermektedir.

Nâs suresi a.( ^ «jj-v^) t < Ar. “Sûretü’n- Nâs”^^ &j^)]... Admı
her ayetin sonunda geçen “nâs”(insanlar) sözünden alan bu sure,
“Felâk suresi”(bk. bu madde) ile birlikte “mu'awizeteyn”(her
türlü kötülükten Allah’a sığınmayı anlatan iki sure) (bk. bu mad­
de); “Felâk suresi”(bk. bu madde) ve “İhlâs suresi”(bk. bu mad­
de) ile birlikte de “mu'avvizât” (bk. bu madde) adını almaktadır.

Terimlerin hakkıyla kavranabilmesi için bu göndermeleri dikkate ala­


rak maddeler arası ilişkiyi ve bağlantıyı kurmakta yarar vardır.

13. Buna benzer bir başka maddeler arasmda ilinti kurma ve gönderme
yöntemi, dilde en yaygm kullanım özelliği taşıyan terimi esas alma, o teri­
min farklı yazım biçimlerini esas alman madde başına göderme biçiminde
söz konusu olmuştur.
Şu örneklerde olduğu gibi:

arafât a.(oü^.) [Ar.] bk. arefe


Bekriyye fl.(^) [Ar.] bk. Sıddîkıyye
Cibril özaljjjJ bk. Cebrâ'il

cehl a.(J^) [Ar.] bk. cehalet


din günü a bk yevmü’d-dîn

hayat suyu bk. âb-ı hayât


30
İmâmîlik a. bk. İmâmiyye
Kayyime suresi a.(^j^ <û) bk. Beyyine suresi

medfen a(ji^) [Ar.] bk. kabir

niyâha a.(^Lp) [Ar.] bk. ağıt


savm fl.Cimj^) [Ar.] Müslümanlar için farz olan ibadet için kullanı-
\ lan ve İslâm’ın beş şartından biri olan terim, bk. oruç

tevbe a.Gujü [Ar.] bk. tövbe


üç talâk a. talâk-ı selâse
zenb aUj) [Ar.] bk. günah

14. Bir başka madde başı düzenlemesi ise Kur’ân-ı Kerîm’deki surele­
rin yazımında söz konusu oldu. Bu konuda 114 surenin Türkçe söylenişleri
esas almdı, arkasmdan köşeli ayraç [ ] içinde surelerin özgün yazımı hem
Latin harfleriyle hem de Arap harfleriyle gösterildi.
Şu örneklerde olduğu gibi:

Abese suresi a.(^»^J [ < Ar. “sûretü’l-abese” (,^1 sj>J


Bakara suresi d.(^xu 6jJxu 6jL) [ < Ar. “Sûretü’l-Bakara” (ijill sj^)]

Bu surelerin tamammda, ortak bir yapı düzenledi. Bu yapıda, surenin


numarası, iniş sırasına göre sayısı, nerede nazil olduğu, kaç ayetten oluş­
tuğu, adını alışı, konusu ve fazileti aynı düzende verilmeye çalışılmıştır.
Şu örneklerde olduğu gibi:

Nâs suresi a.( »j^^L) [ < Ar. “Sûretü’n- Nâs” (^Ul Sj^)]
Kur'ân-ı Kerîm’in yüz on dördüncü ve son, iniş sırasına göre
yirmi birinci suresi olup “Felâk suresi”(113)nden sonra ve “İh-
lâs suresi”(113)nden önce Mekke veya Medine döneminde mi
nazil olduğu konusunda tartışmalar söz konusu olsa da bilim
adamlan surenin özü itibariyle Mekke döneminde nazil olduğu­
nu benimsemişlerdir ve altı âyetten meydana gelmektedir. Adını

31
her ayetin sonunda geçen “nâs” (insanlar) sözünden alan bu s
“Felâk suresi”(bk. bu madde) ile birlikte “mu'avvizeteyn”
türlü kötülükten Allah’a sığınmayı anlatan iki sure) (bk. bu n
de); “Felâk suresi”(bk. bu madde) ve “İhlâs suresi”(bk. bu n
de) ile birlikte de “mu'avvizât” (bk. bu madde) adını almakta
Surenin özünde, cin ve şeytanm şerrinden Allah’a sığınıln
buyurulmaktadır. Fazileti olarak ise rahatsızlık zamanında
gece gelen sıkmtılara karşı “İhlâs suresi” ve “Felâk suresi”
birlikte okunması sünnetten sayılmıştır.

(...)
Yâsîn suresi a.(^ *j>« <j2) [ < Ar. “Sûretü Yâsîn”(^ âj>-] Kur’â
Kerîm’in otuz alüncı, iniş sırasma göre kırk birinci suresi ol
“Cin suresi”(72)inden sonra ve “Furkan suresi”(25)nden ön
Mekke döneminde nazil olmuştur ve seksen üç ayetten meyda:
gelmektedir. Admı ilk ayetteki iki harften almaktadır. Suren
özünde, İslâm dininin üç temel inancı olan “tehid, nübüvvt
âhiret” konuları, evrenin yaratılışı, iman ve küfür mücadele
anlatılmaktadır. Bu surenin de içinde bulunduğu ve “mesân
olarak adlandırılan otuz surenin Hz. Peygamber’e İncil yerir
verildiği hadislerde zikredümiştir(Müsned, IV, 107). Ayrıca yin
hadislerde, “Yâsîn suresini geceleri okuyan kimselerin günahlaı
bağışlanır.” sözü bu surenin faziletini açıkça ortaya koymaktadır

32
II. Yazma yöntemi

Sözlüğün yazma yöntemi olarak Türkçenin “Yazım Kılavuzu” ilkeleri­


ne bağlı kalmaya özen gösterdik. Bu konuda ölçümüz, Türk Dil Kuru-
mu’nun Türkçe Sözlüğü’mm yazım ilkeleri olmuştur. Yani, sözlüğe aldı­
ğımız İslâmî terimlerin yazmamda Türkçede söz konusu olan yazım biçim­
leri uygulanmaya çalışılmıştır. Ancak, Türkçede yerleşmemiş veya dilde
yaygm kullanım göstermemiş terimler kendi dillerindeki biçimleriyle söz­
lüğe alınmıştır. Bu konu ile ilgili belli başlı ilkeleri şöyle sıralayabiliriz.

1. Türkçe terimlerin yazımında herhangi bir değişiklik söz konusu ol­


madı. Onlar, Türkçe Sözlükte nasıl yazıldı ise o biçimiyle Açıklamalı
İslâmî Terimler Sözlüğü’nde yer almış oldu.

Şu örneklerde olduğu gibi:

oruç, -cu a.
ölüm a.
yazma a.

2. Arapça ve Farsça kökenli söz varlıklarının yazmamda transkripsiyon


işaretlerini vermeye gerek duymadık. Çünkü madde başmda verdiği­
miz terimlerin özgün yazımını ayraç () içinde vermekteydik. Bunun
için terimlerin transkripsiyonlu biçimleri gereksizdi. Ancak uzun vo­
kalleri “â, î, û; kalın seslerden sonra gelenleri â, i, ü biçiminde” yazdık
ve “ayın” ile “hemze”nin bulunduğu yerleri (') işaretiyle göstermeyi
yeterli bulduk.

3. Arapça ve Farsça kökenli terimler, Türkçede kullanılış biçimleriyle


sözlükte madde başı
yapıldı.
33
Şu örneklerde olduğu gibi:

âbâ a.( W) [ Ar.eh’in ç. b.]


abdest 0.(^1) [ < F.âb + dest]
bâde (lGjL) [E]
bernâmeç «.(^LjJ [.Ar.]
meçhûl a.(J^) [ < Ar. cehl]
mektup, -bu aÇj^) [ < Ar. ketb]
mescit, -di af^) [ < Ar.sücûd]
tecvit, -di a.(iy^) [Ar.]
zâhit, -di o.(jjiIJ [Ar.]

4. Türkçede sık kullanılmayan terimler ise kendi dillerindeki biçimle­


riyle sözlüğe almdı.
Şu örneklerde olduğu gibi:

âdıd s.(j^L) [Ar.]


maklûb a.( ] ujli«) [Ar.]
rikâb a.UKj) [Ar.]
tahsîb ^.(u^) [Ar.]
tedriç a.^^) [Ar.]
va'îd aijıcj) [Ar.]
yâdkerd a.(j> jL) [ < F.yâd + kerd ]

5. Arapça ve Farsça kökenli özel ad niteliği taşıyan terimler, özgün ya­


zımlarıyla madde başı yapıldı. Özellikle de Allah’ın adları ve sıfatları
gibi.

Şu örneklerde olduğu gibi:

Ahad a.Ul) [Ar.]


Hamîd 0.(^1 [ < Ar.hamd]
Mecîd a^) [Ar]
Rakîb 0.(^1 [Ar.]

34
6. Türkçeye geçmiş Arapça kelimelerden “defiı, fikr, ilm, sabr, zikr”
ve benzeri olanlar dilimizin son ses türeme kuralına göre “defin, fi­
kir, ilim, sabır, zikir” biçimleriyle madde başı yapılmış; ancak bun­
ların sesli harfle başlayan ek almalan sebebiyle son ses türmesi bi­
çimini yitirerek aslma döndükleri madde başında gösterilme yoluna
gidilmiştir.

Şu örneklerde olduğu gibi:

defin, -fili a.(jij) [Ar.]


ecir, -ria^l) [ < Ar. ecr] (ç. b. ucûr, âcâr)
ilim, -İmi aÇU) [ < Ar. ilm]
zeyil, -yli a-CUj) [Ar.]
zihin, -hni aÇyj) [Ar.]
zikir, -kri a.(/j) [ < Ar.zikr] (ç. b. ezkâr)

Benzer durum, son ses türemesi olan sözlerde de söz konusudur.

Şu örneklerde olduğu gibi:

had, -ddi a.( İJ [Ar.] (ç. b. hudûd)


sır, -rrı a.[ 5—) [ < Ar.sırr] (ç. b. esrâr, serâ'ir)
zam, -mmı a.( ^) [Ar.]

35
BİBLİYOGRAFYA

Abdülbâkî, M.F., el-Mu'cemü’l-müfehresli-elfâzi’l-Kur'âni’l-Kerîm, El-


ektebetü’l-îslâmiyye, İstanbul 1984.
Ahmed Cevdet Paşa, Fâideli Bilgiler, 16. b., İstanbul 1994.
Akay, Haşan, İslâmî Terimler Sözlüğü, 2. b. İşaret yayınları, İstanbul
1995.
Aşkar, Mustafa, Tasavvuf Tarihi Literatürü, Kültür Bakanlığı yayını,
Ankara 2001.
Ateş, Süleyman, İslâm Tasavvufu, Ankara 1972.
Aydınlı, Abdullah, Hadis Istdahları Sözlüğü, 7. b., M.Ü. İlahiyat Fakültesi
Yayınları, İstanbul 2013.
Cebecioğlu, Prof.Dr.Ethem, Tasavvuf Terimleri & Deyimleri Sözlüğü, 2.
b., Anka yayını, İstanbul 2004.
Dinî Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara
2010.
Erdoğan, Prof. Dr. Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri, 4. b., Ensar yayını,
İstanbul 2013.
Gölpınarlı, Abdülbaki, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Ata­
sözleri, İnkılâp ve Aka Kitabevi, İstanbul 1977.
Gündüz, Şinasi, Din ve İnanç Sözlüğü, Vadi Yaymlan, Ankara 1998.
Güngör, Erol, İslâm Tasavvufunun Meseleleri, İstanbul 1982.

37
Güzel, Prof. Dr. Abdurrahman, Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı El Kitabı, 6.
b., Akçağ yayını, Ankara 2014.
Hançerlioğlu, Orhan, İslâm İnançları Sözlüğü, İstanbul 1984.
İslâmiyet-Hıristiyanlık Kavramları Sözlüğü, C. 1-2, Ankara Üniversitesi
yayınları, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, Eylül 2013.
Karagöz, Doç. Dr. İsmail, İman İlmihali, 3. b., Türkiye Diyanet Vakfı yayı­
nı, Ankara 2014.
Koçyiğit, Prof. Dr. Talat, Hadis Terimleri Sözlüğü, Rehber yayınları, An­
kara 1992.
Kur’ân-ı Kerîm ve Yüce Meâli, haz. Abdullah Aydın, Aydın Yayınevi, İs­
tanbul (tarihsiz).
Kur’ân-ı Kerîm ve Yüce Meâli, haz. Elmalılı M. Hamdi Yazır, Gül Neşriyat,
İstanbul (tarihsiz).
Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, I-V, haz. Prof.Dr. Hayreddin Kara­
man, Prof.Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof.Dr. İbrahim Kâfi Dönmez,
Prof.Dr. Sadrettin Gümüş, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, An­
kara 2005-2008.
Misalli Türkçe Sözlük, yay. İlhan Ayverdi, C. 1-3, Kubbealtı yaymı, İstan­
bul 2005.
Ocak, Prof. Dr. Ahmet Yaşar, Kültür Tarihi Kaynağı Olarak
Menâkıbnâmeler, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1992.
Örnekleriyle Türkçe Sözlük, M.E.B. yayını, C. 1-4, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, Ankara 1995-1996
Özsoy, Prof. Dr. Ömer / Prof. Dr. İlhami Güler, Konularına Göre
Kur’an(Sistematik Kur’an Fihristi), 17. b., Fecr yaymları, Ankara
2014.
Öztürk, Dr. Abdülvahap, Kur'an-ı Kerîm Fihristi, Timaş yaymı, İstanbul
1993.
Öztürk, Yaşar Nuri, Tasavvufa Giriş, İstanbul 1978.
Pakalın, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözcüğü,
C. I-III, M.E.B. yayını, İstanbul 2004.
Parlatır, Prof. Dr. İsmail, Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, 7. b., Yargı Yayınevi,
Ankara 2014.

38
Redhouse, Sir James, A Turkish and English Lexicon, Librairi du Liban,
New Impression, Beirut 1996.
Riyâzü’s-Sâlihîn ve Tercemesi, I-II-III, musannifi: Muhyiddîn-i Nevevî,
çev. Haşan Hüsnü Erdem, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları- sa-
yı:64, Sanem Matbaacılık, Ankara(tarihsiz).
Sahîh-i Buharı ve Tercemesi, C. 1-16, mütercim: Mehmed Sofuoğlu, Ötüken
Neşriyat A.Ş., İstanbul - Temmuz 2013.
Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi İndeksi, haz. Hikmet Tekin, Ötüken Neşriyat
A.Ş., İstanbul - Temmuz 2013.
Seyyid Mustafa Rasim Efendi, Tasavvuf Sözlüğü, Istılâhât-ı İnsân-ı
Kâmil, haz. İhsan Kara, İnsan yayınlan, İstanbul 2013.
Steingass, Ph. D.F., Persian-English Dictionary, Librairi du Liban, New
Impression, Beirut 1970.
Şa'bân, Prof. Dr. Zekiyyüddîn, İslâm Hukuk İlminin Esasları(Usülü’l-
Fıkh), 19. b., Türkiye Diyanet Vakfı yaymı, Ankara 2014.
Topaloğlu, Bekir-İlyas Çelebi, Kelâm Terimleri Sözlüğü, ISAM yaymlan,
3. b., Ankara 2013.
Tulum, A. Mertol, Tazarru'name, M.E.B. yayını, Ankara 2001.
Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu yayını, C. 1-2, Ankara 1998.
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 1-44. ciltler, İstanbul 1983-
2014.
Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, 2. b., Marifet yaymlan,
İstanbul 1995.
Uluslararası Mevlâna Bilgi Şöleni, Bildiriler, T. C. Kültür Bakanlığı ya­
yını, Ankara 2000.
Wensinck, A. J., el-Mu'cemü’l-Müfehres li-elfâzi’l-hadîsi’n-nebevî, I-VII,
Leiden 1936 - 1969; VIII-Fehâris, haz. W.Raven-J.J.Witkam, Leiden
1988.
Yaşayan Dünya Dinleri, editör Prof. Dr. Şinasi Gündüz, 3. b. Diyanet İşle­
ri Başkanlığı yaymı, Ankara 2010.
Yazıcı, Seyfettin, Temel Dinî Bilgiler, 37. b., Diyanet İşleri Başkanlığı Ya­
yınlan, Ankara 2014.

39
Yazır, Elmalılı M. Hamdı, Hak Dini Kur'an Dili Tefsiri, C. 1-10,4. b., sade-
leştirenler: Prof. Dr. Lütfullah Cebeci, Prof. Dr. Sadık Kılıç, Doç. Dr.
Orhan Atalay, Akçağ Yaymevi, Ankara 2013.

40
KISALTMALAR

a. ad
Ar. Arapça.
astr. astronomi
bağ. bağlaç
bk. bakınız
biy. biyoloji
bot. botanik
C cilt
coğr. coğrafya
cüm. kalıp söz
ç.a. çokluk ad
ç.b. çokluk biçimi
e. edat
ed. edebiyat
/ fıü
fik. fıkıh
F. Farsça
gr- gramer
Gr. Grekçe
huk. hukuk
jeol. jeoloji
kim kimya
L. Latince
O.T. Osmanlı Türkçesi
41
öl. ölümü
S. Sayı
s. sayfa
s. sıfat
tas. tasavvuf
ünl. ünlem
zf zarf
zm. zamir
zool. zooloji

42
SÖZLÜK
zindegânî, âb-ı zindegi,
âb a. GJ) [F.] “Su” anlamında olan
aynü’l-hayât, nehrü’l-hayât,
bu söz ile değişik kelime ve ter­
bengi su, dirlik suyu, hayat
kipler yapılmış, yeni terimler
suyu.
oluşturulmuştur. Şu örneklerde
olduğu gibi: âb-ı hayvân a. (j!^ ui) bk.
âb-ı hayât
§ tam. âb-ı hayât a. (oLa. J)
[< F.âb + Ar.hayât] İçeni âb-ı İskender cl (jXL«I ^i) [<
ölümsüzleştirdiğine inanılan F.âb + Ar.skender] ed. Bütün
ve nerede olduğu bilinmeyen mücadelesine ve arzularma
bir kaynağın suyu, bengi su, rağmen ömrü boyunca ara­
dirlik suyu. Bu terim, başta dığı ölümsüzlük suyu (âb-ı
Kur'ân-ı Kerîm (Kehf sure­ hayât) nu bulamayan İsken­
si, 18) olmak üzere ondan der’den veya Kur’ân-ı
kaynaklanarak pek çok dinî Kerîm’deki İskender kıssa-
kitaplarda ve edebî eserlerde smdan ya da İskender-i
yer almaktadır. Zülkarneyn’den kaynaklanan
terim.
Bu sözün eş veya yakın an­
lamlısı olarak eski metinlerde âb-ı İskender! a. (^xL«l ul)
şu tamlamalara sıkça rastla­ bk âb-ı İskender
nabilir: âb-ı bekâ, âb-ı âb-ı kevser a. ^ ^T) [<
câvidânî, âb-ı hayvân, âb-ı F.âb + Ar.kevser] Cennette
Hızr, âb-ı hurşîd, âb-ı
âbâ 46

bulunduğuna inanılan Kev­ ne getirilmiştir. Ayrıca rivayet­


ser ırmağının suyu. lere göre Hz. Peygamber’in, üze­
rindeki “abâ”smı kızı Fatma,
âb-ı Meryem a. (^ ul) [<
damadı Ali ve torunları Haşan
F.âb + Ar.meryem] (Meryem
ile Hüseyin’in üzerlerine örtme­
suyu) Hz. Meryem’in iffeti ve
sinden dolayı “ehl-i beyt”e
doğruluğu.
“ehl-i abâ” denildiği de söz ko­
âbâ a. (U) [ Ar.eb’in ç. b.] 1. Sözlük nusudur.
anlamı, “Babalar, babalar silsile­
abâdile a. (<ULc) [ Ar.abdullah’ın ç.
si.” olan bu söz, dinî anlamda
b.) Hadis bilimlerindeki yetkin­
geçmişler, öncekiler, bir
likleriyle ve verdikleri dinî hü­
mesleğin veya tarikatin kurucu­
kümlerle tanınan dört sahabe;
ları ya da ileri gelenleri anla-
Abdullah b. Amr b. Âs (Ö1.65)
mmda bir tasavvuf terimi olarak Abdullah b. Abbas (Ö1.68),
yaygınlaşmıştır. 2. Dört büyük Abdulllah b. Zübeyr (Ö1.73), Ab­
ata. Bunlar, Hz. Muhammed, dullah b. Ömer (öl. 74).
Âdem aleyhisselâm, Nûh
aleyhisselâm, İbrahim âbâ vü ecdât a. (jUI j UT) tas. Sufî
aleyhisselâmdır. inancmda atalar ve dedeler.
abd a. (^) [Ar.] (ç. b. a'bâd,
§ tam. âbâ-ı ulviyye a. (<^ abdûn, abede, abîd, ibâd,
LT) Yıldız biliminden yararla­ ibdân, ubdân) 1. “ibâdet” ve
narak sabit ve gezegen gök “ubûdiyyet” kavrammdan ha­
cisimlerini anlatmak için kul­ reketle kulluk ve itaat anlamın­
lanılan terim. Cincilik veya da olup Allah adına kullanıldı­
üfürükçülükle uğraşanlar da­ ğında “hür insan”, kula itaat
ima “âbâ-ı ulviye”den yarar­ için kullanıldığında ise “köle”
lanmışlardır. anlamındadır. Kur'ân’da Al­
âbâ-ı ma'neviyye a. («up*-» UD lah’a izafetle, bütün insanlar
tas. Sufî inancmda insanlara için kullanılan “kul, kullar, kul­
Hak ve hakikat yolunu göste­ larım” biçiminde bu söz geçmek­
tedir. Sufîlere göre Hz. Muham-
ren kimseler.
med’in, biri “abd” diğeri “resul”
abâ a. (<U) [ Ar.abâ e veya abâye olmak üzere iki vasfı vardır ve
nin ç. b.; genellikle teklik biçi­ “Kelime-i şehâdef’te “abd” vas-
minde kullanılageliştir.] Sözlük finm “resul” vasfından önce
anlamı, “Yoksul kimselerin giy­ gelmesinden dolayı birincisinin
diği bol ve kaba elbise.” olarak İkincisinden üstün olduğu inan­
tanımlanan bu söz, sufîlerce cı yaygm bir durumdadır. 2. Al-
“zühd” ve “fakr” sembolü hâli­ lah’m kulu. 3. tas. Rab, Allah.
47 abdâlân

§ tam. abd-ı âbık a. (yf\ .ut) veya dolaylı olarak izin veri­
fik. Kaçak köle. Böyle bir kö­ len köle.
leyi yakalayan kimsenin sa­
abd-ı müşterâ a. (Jjii, .ut)
hibine haber vermesi yü­
fık. Para ile satm ahnmış kö­
kümlülüğü vardı. Buna kar­
le.
şın o kölenin sahibi de bulan
kimseye bir miktar para abd-ı mu'tak a. (jkıu .ut) fık.
vermesi gerekiyordu. Elinde azatlık kâğıdı bulunan
köle.
abd-ı atîk a. (jüt .ut) fik.
Azat edilmiş hür köle. abdal a (Jlui) [< Ar. bedel; bedel,
bedîl, bidl’in ç. b.; ebdâl sözün­
abd-ı dâl a. (JLü m) fık. Far­ den bozma olup teklik biçiminde
kında olmaksızm yolunu kullanılagelmiştir.] (ç. b.
kaybedip efendisinin yanma abdâlân) 1. Dünya işlerinden
gidemeyen köle. kendini sıyırarak Allah’a yöne­
abd-ı harîde a. Gu>- .ut) fik. len ve kendini Allah’a adayan,
Para ile satın alınmış olup bir “ricâlü’l-gayb” (bk. bu madde)
kimsenin mülkiyeti altma olarak vasıflandırılan evliyaya
girmiş köle. verilen ad. 2. Kalender meşrep
ve derviş adam. Abdal tekkede,
abd-ı kınn a. (jj jx) fık. Köle hacı Mekke’de. 3. tas. Necip ve
olarak doğmuş olmasma kar- asil kullar olarak nitelenen ve
şm belli bir bedeli olan ve “kutup, iki imam, dört evtâd,
almıp satılabilen köle. yedi ebdâl, kırklar, yetmişler”
abd-ı mahcûr a. (^^ .ut) olarak adlandırılan gayb erenle­
fık. Evlilik ve benzeri akitler­ ri arasmda ve hiyerarşik düzen­
den menedilmiş köle. Bu ko­ de “yediler” arasında gösterilen
numdaki köleler, sahibinin erenler.
izni veya onayı olmadıkça § tam. abdâl-ı seb'a a (tuu>
nikâhlanamaz, rehin olamaz Jhı) Yedi erenler olup bun­
veya alış veriş karşılığı ola­ lardan dördü “evtâd” (bk. bu
rak kullanılamazlardı. madde), ikisi imam ve biri
abd-ı me'sûr a. (j^u .ut) fık. “kutub” (bk. bu madde) dur.
Savaşlarda düşmana esir abdâlân a ^hi) [Ar. abdâl’ın F. ç.
düşmüş köle. b.] Abdallar; bk. abdâl
abd-ı me'zûn a. (jjjü .ut) fık.
§ tam. abdâlân-ı Rûm a (^
Ticaret hayatına atılması için
jyhı) “Anadolu dervişleri”
bir bedel karşılığında açıkça
anlammda Anadolu’da mev-
48

cut bulunan dört bâtınî güç­ ediniz...” Ayrıca abdestin


ten biri olup “Kalenderiyye” okunarak ve “Kelime-i şehâ
(bk. bu madde) tarikatine getirilerek almması sünnet
mensup dinî-askerî zümre dir. Hz. Peygamber’in bu k(
için kullanılan terim. da söylediğine bir iki ön
“Mü’min abdest suyunun ulat
abdest a. (c^i) [< F.âb + dest]
yere kadar ziynetlenir”; '
Namazm şartlarından biri olan
kimse hakkıyla abdest alırsa,
bu söz, namaz kılmak, Kâbe’yi
nağının altlarına kadar her
tavaf etmek, tilâvet secdesi
raftan günahları döküli
yapmak ve benzeri ibadetleri
(Riyâzü’s-Sâlihîn, C. II, s. 3
yerine getirmek için elleri bilek­
363). Buharî ise bu konuyu e
lere kadar yıkamak, üç defa ağ­
rinde “Kitâbu’l-vudû'” başl
za ve buruna su çekmek; üç defa
altında incelemiş ve Hz. Pc
yüzü yıkamak, kulakları su ile
gamber’in pek çök hadisini 1
temizlemek ve başa ıslak elle
bölümde zikretmiştir (Sahîl
mesh etmek ve de son olarak
Buhârî ve Tercemesi, C. 1, s. 28
ayakları yıkamak için kullanıl­
367). Öte yanda fıkıh ilminde h
maktır. Bunlardan dördü (yüzü
terim, “tahâret-i suğrâ” (bk. b
yıkamak, kollan dirseklere ka­
madde) olarak da geçmektedir.
dar yıkamak, başı mesh etmek
ve ayaklan topuklarla beraber abdestân a. (jL-jjl) [< F.âb + des
yıkamak) Kur’ân-ı Kerîmce + -ân] Abdest almaya yarayaı
“Mâ'ide suresi” (bk. bu madde) su kabı, ibrik.
suresinin altıncı ayetinde mü­
abdesthâne a. («üIü-jJ) [< F.âb ^
minlere farz olarak konulmuş­
dest + hâne] 1. Büyük ve küçük
tur. Bu ayette mealen şöyle de­
abdest bozacak yer; eskiden
nilmektedir: “Ey iman edenler!
“abdesthâne’ ler evlerin dışında
Namaz kılmak istediğinizde yüz­
bulunduğu için “gitmek, çıkmak
lerinizi ve dirseklerinize kadar el­
veya yürümek eylemleriyle kul­
lerinizi yıkayınız. Başlarınıza
lanılmıştır. Söz gelişi Arapça
meshediniz. Bilekleriyle birlikte
“memşâ” (meşy kökündendir)
(gaklarınızı yıkayınız. Eğer cü-
ve Osnamlı Türkçesinde
nüp olursanız, gusl ediniz. Eğer
“memşâhâne” biçiminde kulla­
hasta olur veya seferde bulunur
nılmıştır; Anadolu ağızlannda
veya abdest yolundan gelir veya
ise bu söz “memişhâne”ye dö­
cinsî münasebette bulunur da su
nüşmüştür; “kademhane”,
bulamazsanız, toprak cinsinden
“ayak yolu” gibi sözler de yine
olan temiz şeyle teyemmüm edip
aynı anlayışm örnekleridir. 2.
onunla yüzünüzü ellerinizi mesh
Abdest alacak yer.
49 abdestin sünnetleri

abdesti bozan durumlar a. Ab- yıkadı ve üçer defadan fazla yı­


destli bir kimsenin abdestinin kamadı...” (Sahîh-i Buhârî ve
bozulması konusunu ifade eden Tercemesi, C. 1, s. 287)
terim. Abdestin bozulması şu
abdestin mekruhları a. Abdest
durumlarda söz konusu olur:
alırken yapılmaması uygun gö­
Vücudun herhangi bir yerinden
rülen davranışlar. Bunlan şöyle
kan, irin veya kirli su çıkmak,
sıralayabiliriz: Suyu gereğinden
ağız dolusu kusmak, tükürdü­
fazla kullanmak, suyu normal­
ğünde tükürüğün yandan fazla­
den az kullanmak, suyu yıkanan
sı kan olmak, küçük veya büyük
organlara hızla çarpmak, uygun
abdest yapmak, osurmak, ba­
olmayan veya kirli bir ortamda
yılmak veya sarhoş olmak,
abdest almak.
uyumak, namazda gülmek (bk.
Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C. 1, abdestin sünnetleri a Abdest
s. 288, 320, 321). ahrken Hz. Peygamber’in uygu­
ladığı eylemler için kullanılan
abdestin farzı a. İslâm’ın temel
terim. Bunları şöyle sıralayabili­
ilkelerinden olan “farz” (bk. bu
riz: Abdest almaya niyet etmek,
madde) m şartlan içinde yer
abdeste “e’ûzü besmele” ile baş­
alan ve dört esası ifade eden te­
lamak, önce elleri üç defa bilek­
rim. Bunlar, elleri ve yüzü yı­
lere kadar iyice yıkamak, ağzı
kamak, kollan dirsekler ile be­
misvak veya fırça ile temizle­
raber yıkamak, başm dörtte bi­
mek, ağza üç defa su vererek çı­
rini el ile meshetmek, ayakları
karmak, buruna üç defa su ve­
küçük topuklarla birlikte yıka­
rerek sol el ile sümkürmek, her
maktır. Bu dört esas Kur'ân-ı
orgam üç defa ovarak yıkamak,
Kerîm’in “Maide suresi” (5)nin
abdeste sağ taraftan başlamak,
alüncı ayetinde şöyle ifade
sakah olanlar sakal aralannı
edilmektedir: “Ey inananlar,
ovarak yıkamak, parmağmda
namaza durmak istediğiniz za­
yüzük olanlar yüzüğü oynatarak
man yüzlerinizi, dirseklere kadar
yıkamak, kulaklan ve boynu
ellerinizi yıkayın, başınızı
meshetmek. Sahîh-i Buhârî’de
meshedin ve ayaklarınızı da to­
Hz. Peygamber’in abdest alması
puklara kadar yıkayın.” Hz. Pey­
şöyle anlatılmaktadır: “İbn
gamber de bu konuda şunları
Abbâs (R) abdest aldı da yüzünü
beyan eyledi: “Peygamber (S),
yıkadı. Şöyle ki, bir avuç su alıp
abdest almada farz olanın
ağzını çalkaladı ve burnuna su
azâları birer defa yıkamak oldu­
çekti. Sonra bir avuç su alıp
ğunu beyan eyledi ve keza kendisi
onunla şöylece, yani sağ avucunu
azâları ikişer defa ve üçer defa
diğer avucu ile birleştirip yüzünü
abdestlik 50

yıkadı. Yine bir avuç su alıp sağ meydana gelmektedir. Hz. Pey­
elini (yani kolunu) yıkadı. Yine gamber, Kureyş’in ileri gelenle­
bir avuç su alıp sol elini yıkadı. rini İslâma davet ederken Müs­
Sonra başını mesh etti. Sonra bir lüman olmak isteyen bir âmâ ile
avuç su aldı ve sağ ayağını yıka- ilgilenmemesi üzerine indirilen
yıncaya kadar onu azar azar bu sure, insanm değerinden,
üzerine döktü. Sonra diğer bir Kur'ân-ı Kerîm’in fazüetinden,
avuç daha su aldı ve onunla (ya­ toprağm verdiği nimetlerden ve
ğını, yani sol ayağını (yine öylece) kıyamet gününden söz eder.
yıkadı. Ondan sonra: Rasulullah
âbid a. (djL) [< Ar.abd] (ç. b.
(S)ı gördüm, işte böyle abdest alı­
abede) Tapan, tapman, namaz
yordu.” (C. 1, s. 293)
kılan, oruç tutan, hac ibadetini
abdestlik a. 1. Abdest alınan yer. yerine getiren, zekât veren, dua
2. İbadet sırasında en üste giyi­ eden, zikir çeken, ibadet eden,
len önü açık ulema giysisi. zahid, ehl-i takvâ.
abdestlü a. Boy abdesti almış veya acâ'ib a. (JLc) [Ar.] Hadis bili­
sürekli abdestli olan (kimse). minde, çok zayıf veya uydurma
hadisler.
abdestsiz a ve s. 1. Abdesti bozul­
muş veya gusül abdesti almamış acbü’z-zeneb a. UJI ??^) [< Ar.
olan (kimse). 2. mec. 2. Akidesi acb + zeneb] (kuyruk sokumu)
veya ahlâkı bozuk kimse. ' İnsanın yaratılışı sırasında ve
öldükten sonra yeniden dirilir­
abede ç.a. (»jx) [Ar.âbid ve abd’in
ken vücudun özünü oluşturan
ç. b.] İbadet edenler, kullar, ta-
madde.
pınanlar.
a'cem a. (^l) [Ar.] Fasih konuşa­
§ tam. abede-i evsân ç.a. mayan, merammı iyi anlatama­
(jiiji jjx) Puta tapanlar. yan ve Arap olmayan kimse.
abede-i esnâm ç.a. Ç.CLJ o^) Acem a. ( ^) [Ar.] Arapların Arap
bk. abede-i evsân olmayanlara ve özellikle de İran
Abese suresi a. Ç^j^ ^^l [< halkına verdikleri ad.
Ar. “sûretü’l-abese” (juJljj^)] a'cemî a. (^l) [Ar.] Arap olsun
Kur'ân-ı Kerîm’in sekseninci, veya olmasm fasih konuşama­
iniş sırasına göre yirmi dördün­ yan kimse.
cü suresi olup “Necm suresi”
(53)nden sonra ve “Kadir sure­ acemî a (y^^) [Ar.] Fasih konuş­
si” (97)nden önce Mekke’de na­ sun veya konuşmasm Arap ol­
zil olmuştur; kırk iki ayetten mayan kimse.
51 adak

acz a. (>x) İnsanda olabilecek aklî, kikati ortaya çıkarma.” tezi


bedenî veya ekonomik yetersiz­ yatmaktadır.
lik.
âdâbü’l-bahs a. (e^Jl ubi)
§ tam. aczu’l-vasiyy a. (^jil Araştırma yöntemleri ve tar­
}m) fik. Kendisine miras bı­ tışma ya da müzakere kural­
rakılan bir kimsenin bu mi­ ları.
rası hastalık, yaşlılık gibi se­ âdâbü’l-muhaddis a. UkJl
beplerle kullanamaması. obi) Hadis biliminde, hadis
âdâb a. GJjT) [< Ar.edeb’in ç. b.] 1. rivayet eden bir kimsenin
Dinin öngördüğü ve akim güzel veya hadis hocasmın uyması
kabul ettiği bütün söz ve eylem­ gereken kurallar.
lerin gerektirdiği davranışlar. 2. âdâbü’l-mustemlî a. (l/UuJl
fık. Hz. Muhammed’in yaşayış ubi) Kalabalık bir cemaat
tarzı, farz ve sünnet çerçevesin­ önünde hadis aktaran bir
de dinen uyulması gereken gü­ kimsenin sesini arkada bulu­
zel davranışlar. nan topluluğa duyurmakla
görevli kimse.
§ tam. âdâb-ı asr a. (^^ ubl)
Yaşanılan çağm getirdikleri âdâbü’s-salât a. (sıUll ubl)
ve gerektirdikleri. fık. Namazm müstehapları.

âdâb-ı mu'âşeret a. U^Lu âdâbü’ş-şeyh a. (^ill ubi)


ubl) Görgü bilgisi ve kuralla­ bk. âdâbü’l-muhaddis
rı. âdâbu tâlibi’l-hadîs a. (i>jJl
âdâb-ı münâzara a. ( »J;L JIL ubl) Hadis biliminde,
^LT) “Tartışma yöntemi.” an- hadis öğrenen bir kimsenin
lammdaki bu terim, Aristote­ veya hadis öğrencisinin uy­
les (öl. MÖ 322) in ması gereken kurallar.
Topika’sma dayanan Meşşâ'î adak cl 1. Kutsal bir yer veya değer
mantıkçılarmm “cedeV’ine için edilen nezir, vaat. 2. Dinin
karşılık Şemsü’d-dîn Mu- yükümlülükleri arasmda olma­
hammed b. Eşref es- makla beraber kişinin kendi
Semerkandî (öl. 702 / iradesiyle yerine getirmeyi ta­
1302)nin Risâle fi âdâbi’l-bahs ahhüt ettiği veya kendisine borç
adlı eserinde ortaya konulan kıldığı ya da vaat ettiği ibadet
tartışma yönteminin adıdır. veya inanç; bk. nezir Adak ge­
Özellikle felsefe, kelâm ve nellikle oruç tutma, sadaka
mantık çerçevesine oturtulan verme, hacca gitme veya kurban
bu konunun temelinde “Ha­
adâlet 52

kesme gibi farz ya da vacip gibi resi” (60)nde ise müminlerin


ibadetler türünden olmalıdır. birbirlerine adil ve iyüikle dav-
Ayrıca adak adayan kimsenin ranmalan istenmiştir (8. ayet).
Müslüman, aklı başmda ve 2. Adil yargı, kanunlara uygun
büluğ çağma ermiş olması ge­ olarak yapılan yargılama sonu­
rekmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de cu verilen hüküm. 3. fik. Ahlâkî,
Allah’a verilen sözlerin tutulma­ hukukî ve sosyal eşitliği veya
sı (“Nahl suresi” 16 / 91), adak­ dengeyi kollama ve gözetme,
ların yerine getirilmesi (“Hacc herkese yaraşanı veya hakkı
suresi” 22 / 29) buyurulmuş; olanı verme. 5. Hadis biliminde,
bunları yerine getirenler övül­ bir râvinin her türlü günahtan
müştür (“İnsan suresi” 76 / 7). ve mürüvvete, yani İnsanî ve ör­
Öte yanda Buharî, “nezir” ya da fî meziyete aykırı davranmak­
“adak” konusunu kitabırun tan kaçmması, akıllı ve dengeli
“Kitâbu’l-Eymân ve’n-Nuzûr” olması.
(Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C.
14, s. 6511-6595) bölümünde top­ § tam. adâletü’l-bâtına a.
ladığı hadislerle incelemiştir. (ükLfl cJU) 1. Elde bulunan
deliller ve gerekçeler ışığmda
adâlet a. (cJIjc) [< Ar.adl] hük. 1. söz konusu olan ve uygula­
Kur’ân-ı Kerîm’de “düzen, den­ nan adalet. 2. Bir kimsenin
ge, eşitlik, hakka uygun hüküm dinin hükümlerine uygun
verme, doğru yolu gözleme, tak­ tarzda yaşaması.
vaya yönelme” gibi anlamlarla
adâletü’r-râvî a. (^1Jl Jljt)
karşılanan bu söz, hak ve huku­
Hadis biliminde, hadis riva­
ku gözetme, doğruluk, türe ola­
yet eden kimsenin sağlıklı bir
rak da tanımlanagelmiştir.
yöntem izlemesi, hata ve ku­
Kur'ân-ı Kerîm’de “Hucurât
surlardan uzak olması.
suresi” (49)nin dokuzuncu ayeti
bu konuda çok bilinen ve zikre­ adâletü’s-sahâbe a. Q.u.»ıı
dilenlerdendir: “Adâletle hük­ cJIjc)Sağlıklı deliller ışığm-
mediniz, Allah âdilleri sever” Öte da, sahabenin Hz. Peygam-
yanda “Zilzâl suresi” (99) ”nin ber’den yalana baş vurma­
7. ve 8. ayetlerinde, herkesin dan hadis rivayet etmeleri.
yaptığı ile sorgulanacağı, iyilik adâletü’z-zâhire a. (^(hli
yapanlann iyilikle, kötülük ya­ Jljû) Hadis biliminde,
panların kötülükle karşılık bula­ ravinin ayrıntılara girmeden
cakları; “Nisâ suresi” (4)inde sadece “âdildir, sikadır.” bi­
insanlann adaletle hükmetme­ çiminde açıklamalar yaparak
leri (58. ayet); “Mümtehine su­ hadis rivayet etmeleri.
53 Âdem

adâletnâme a. (gü dljt) [< Ar. pek çok ayetinde O’nun yaratıl­
adalet + F. nâme} Haksızlığı ve dığı madde değişik terimlerle
zulmü ortadan kaldırmak; güç- ifade edilmiştir. Bunları şöyle sı­
lünün güçsüzü ezmesine mey­ ralayabiliriz: Toprak (türâb;
dan vermemek; halkın can, mal, Âl-i İmrân suresi, 3 / 59), su
ırz, namus gibi aslî yaşama hak­ (mâ; Nûr suresi, 24 / 45), ça­
larını kollamak ve gözetmek gibi mur (tın; Secde suresi, 32 / 7),
devletin halka karşı sorumlulu­ akışkan çamur (sülâle min
ğunu ve yükümlülüğünü içeren tın; Mü’minûn suresi, 23 / 12),
devlet anlayışı ve bu anlayışı yapışkan çamur (tin lâzib;
belgeleyen ferman. Saffât suresi, 37 /11). Bu mezi­
adâvet a. (cjIa) [Ar.] Gizli düşman­ yetlerinden dolayı Allah, Âdem’e
lık, kin, öç alma duygusu; halifelik vermiş ve meleklerin
“takvâ” (bk. bu madde) karşıtı. O’na secde etmesini emretmiş­
tir; sadece İblis bu emre uyma­
Âdem a. ÇJ) [Ar.] Semavî kitaplara
mış ve lanetlenerek cennetten
göre ilk insan ve ilk peygamber,
kovulmuştur. Buna karşın İblis,
ebu’l-beşer, safıyullah. O’nun
Âdem’in günaha girmesine vesi­
yaratılışı ile ilgili Kur'ân-ı le olmuş, bundan dolayı da
Kerîm ve Tevrat’ta pek çok ifa­
Âdem ve eşi Havva, cennetten
de ve hikâye yer almaktadır. kovulmuşlardır. Sonra Âdem ve
Özellikle “Âl-i İmrân suresi”
eşi Havva Allah’a tövbe etmişler,
(3)nin 59. ayetinde mealen, “Al­
tövbeleri kabul edilerek dünya­
lah nezdinde, yaratılış bakımın­
da yeni bir hayata başlamışlar­
dan, İsâ’nın durumu Âdem’e
dır (Bakara suresi, 2 / 30 -37).
benzer; Allah O’nu topraktan ya­ Hz. Peygamber de bir hadisinde
rattı, sonra ona ol! dedi ve olu­
Âdem’i şöyle anlatmıştır: “Pey­
verdi” ibaresi bu iki peygambe­
gamber (S) şöyle buyurmuştur:
rin olağanüstü durumunu an­
Allah Âdem’i yarattı. Boyunun
latması bakımmdan önemlidir.
uzunluğu altmış zira idi. (Yara­
Aynca, “Hicr suresi” (3)nin 28
tılması tamamlandıktan sonra)
ayetinde, “Rabbin meleklere: Ka­
Allah Âdem’e: -Haydi melekler­
ra düzgün çamurun tıkırdayan
den şunların yanlarına git de
balçığından bir insan yarataca­
onlara selâm ver! Ve onların
ğım. Onu kılığına koyduğum ve
senin selâmını nasıl karşıla­
ruhumdan ona üflediğim zaman
dıklarını iyi dinle, işit. Çünkü
ona secdeye kapanın!” sözü yine
bu, hem senin hem de senden
Âdem’i işaret etmektedir. Üstelik
sonra zürrfyetinin selâmlaş-
yine Kur’ân-ı Kerîm’in farklı
masıdır, buyurdu. Bunun üzeri-
adem 54

ne Âdem, meleklere: -Es-selâmü âdet a. (zAc.) [Ar.] “Eski durumuna


aleyküm (= selâm üzerinize dönmek, üst üste yaparak eski
olasun) dedi Onlar da -Es- durumuna ve alışkanlık hâline
selâmü aleyke ve rahmetu’l- getirmek, bir şeyi tekrarlamak”
lahi (= Esenlik ve Allah’ın rah­ biçiminde açıklanan bu söz,
meti üzerine olsun) diye karşıla­ “avd” Gjc) kökünden türemiş
dılar. Ve selâmlarına “Ve rahme- olup “gelenek” veya “örf’ karşı-
tullahi” kısmını ziyade ettiler (ki hğmda kullanılmıştır. Hukukî
bu selâmlaşmanın ilk meşrû'iy- bir terim olarak âdet, örf ile eş
yeti ve bu sözle söylenişidir. değerde kabul edilmiştir. Mecel­
Âdem, beşerin büyük atası oldu­ lede “Âdet muhakkemdir, yani
ğu için, cennete her giren kişi hükm-i şer’îyi isbat için örf ve
Âdem’in bu güzel sûretinde gire­ âdet hakem kılınır.” denüerek
cektir...) ” (Sahîh-i Buhârî ve toplumun vazgeçilmez değer
Tercemesi, C. 7, s. 3106) yargıları arasında gösterümiştir.
Buna göre dinin genel ilkelerine
adem a. (^) [Ar.] 1. Varlığın zıddı, uygunluk, ahlâkî değerlere bağ­
yokluk, hiçlik, bilinmezlik, eşan­ lılık, İslâmî akideleri çiğneme­
lamlısı “yokluk” (bk. bu madde); mek, edep dairesinde kalmak
“vücûd” (bk. bu madde) karşıtı. şartıyla âdetler, toplum haya­
Bu terim, Kur'ân-ı Kerîm’de tında ve örf hukukunda önemli
geçmemekle beraber bazı mü- bir yere sahip olmuştur; eşan­
fessirler ve kelâm ilmi ile uğra­ lamlısı “amelî örf” (bk. bu mad­
şanlar onun yerine “leyse” veya de).
“lâ-şey” sözünü kullanmışlardır.
2. tas. Yoksulluk, mutlak yokluk, § tam. âdet-i ağnâm a. Çtül
yani var olması mümkün olma­ îjL) fik. İslâm hukukunda ve
yan yokluk; “varlık” (bk. bu İslâm devletlerinde koyun ve
madde) karşıtı. keçiden ahnan vergi.

§ tam. ademü’s-sıhhat a. âdet-i gulâmiyye a. («ûju


(oaiaII ^jc) Hadis biliminde, »A) fik. İslâm hukukunda, iş­
rivayet edilen hadisin sağlıklı çi olarak çalıştırılan kimsele­
olmaması anlammda kullanı­ rin masraflarmı karşılamak
lan terim. üzere alman vergi.
âdet hâli a. Kız veya kadınların
ademü’s-subût a. tJ' ^jc) bk.
ergenlik çağına gelmesiyle baş­
ademü’s-sıhhat
layan ve menapoz dönemine
âdemiyyet a. (c«jD [Ar.] Adamlık, kadar süren, normal ve sağlıklı
insanlık. durumlarda her ay düzenli ola-
55 adi

rak cinsel organından kan gel­ Âdiyât suresi a. (^j^ cUM [<
mesi durumu. Bu durumlarda Ar. “sûretü’l-âdiyât” (oLjUIsj>«]
namaz kılınamaz, oruç tutula­ Kur'ân-ı Kerîm’in yüzüncü, iniş
maz, Kur'ân-ı Kerîm okuna­ sırasma göre on dördüncü sure­
maz, Kâbe tavaf edilemez, cami­ si olup “Asr suresi” (103)nden
ye girilemez, cinsî münasebette sonra ve “Kevser suresi”
bulunulamaz. “Âdet hâli” bitin­ (108)nden önce Mekke’de nazil
ce “gusül” (bk. bu madde) yap­ olmuş ve on bir ayetten meyda­
mak farzdır. na gelmektedir. Admı ilk ayetin
ilk sözünden almaktadır. Sure­
âdetullah a. (dllîjL) [Ar.] Allah’ın
nin özünde insanoğlunun yok
ezelî hükümlerinin oluşması,
olacağı, her şeyin üzerinde Al­
tabiat kanunu, sünnetullah.
lah’ın yaratıcı gücünün varlığı
adgâs a. (^tjl) [Ar.] bk. ahlâm ifade edilmektedir. Bu surenin
âdıd a. (iüiL) [Ar.] 1. Hadis bili­ Hz. Peygamber tarafmdan tefsiri
minde, kusuru bulunan bir ri­ için bk. Sahîh-i Buhârî ve
vayeti bu kusurundan armdıran Tercemesi, C. 11, s. 5036.
ve onu sağlıklı biçimde destek­ adi a. (Jjt) [Ar.] (ç. b. udûl) 1. Ada­
leyen ikinci bir hadis. 2. Arala- let, doğruluk, hakkaniyet. 2.
rmda hafıza eksikliği bulunan Hakkı ve eşitliği gözetme, dürüst
bir ravînin rivayet ettiği hadisin davranma, “cevr” ve “zulm”
aynısı, bir başka yoldan rivayet karşıtı. 3. Bu terim, “esmâ'ü’l-
edilerek kusurunun ortadan hüsnâ” (Allah'ın adları) ndan
kaldırılması. olup Kur'ân-ı Kerîm’de pek çok
âdil s. ve a. (JjL) [< Ar.adl] 1. Ada­ ayette zikredilmiştir. Ayrıca
“Adi” adı Allah’ın doksan dokuz
let sahibi, adaletli, hakkı teslim
eden (kimse). 2. Dinin hükümle­ ismini veren İbn Mâce ve
rine uygun yaşayan, halk naza- Tirmizî rivayetlerindeki listede
rmda güvenilir olan kimse. 3. de yer almış (Tirmizî, “Da'avât”,
“esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah’ın güzel 82; İbn Mâce, “Du’â”, 10) ve
isimlerî)dan olup Allah’ın sıfatı O’nun zatî sıfatları arasında gös­
olarak “Adaletli, insaflı olan, terilmiştir. 4. tas. İlk varlık,
haklıya hakkını teslim eden, hak­ hakîkat-i Muhammediye, Al­
sıza gerekli cezayı veren, her söy­ lah’ın bütün kâinâtı “adi” yani
lediği ve her emri ya da yasağı “hak” ile yaratması, âlemlerin
doğru olan.” vasıflarmı ifade kusursuz ve mükemmel bir
etmektedir. denge çerçevesinde yaratılması.
5. Hadis biliminde sağlam hadis
adn 56

rivayet etme konusunda güven (Fussilet suresi 41 / 53) ’de bu


yaratmış olan kimse. söz, “enfus” sözü ile birlikte kul­
lanılmıştır.
§ tam. adl-i İlâhî a. ^1 Jjc)
İlâhî adalet, Allah’m takdir âfiyet a. (cUL) [Ar.] Sözlüklerde,
hakkı. “Sağlıklı olma, selâmette bulun­
ma, belâ ve kötülüklerden,
adlü’n-hâfızûn a. (^LJjt) âfetlerden uzak kalma.” olarak
Hadis ravîlerinin adaletli ve tanımlanan bu terim, hadislerde
hafız, yani yetkin olması du­ maddî ve manevî sıkıntılardan
rumu. uzak olma olarak ifade edilmiş­
adlü’n-zâbitûn a. Q^k>L^ tir.
Jjt) Hadis ravîlerinin âdil ve Afüv a. (jic.) [< Ar. afv] Sözlüklerde
zabit bir kimse olması. “Silmek, yok etmek, ortadan kal­
adn a. (jjc) [Ar.] Sözlük anlamı, dırmak” biçiminde açıklanan bu
“Sürekli kalınan ve oturulan yer, söz, “esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah'ın
bir cevher ya da madenin özü, güzel isimleri)dan olup Allah’m
yatağı” olarak verilen bu terim, kullarına ait günahlarını bağış­
Kur'ân-ı Kerîm’de “cennât” lama, Kirâmen Kâtibin melekle­
(cennâtü adn) sözü ile birlikte ve rinin kayıtlarmda bulunan suç­
on bir yerde geçer; “İçinde gös­ larını silme, bu tür günahlardan
terişli yerlerin, altın ve incilerle dolayı kıyamet gününde kulla-
bezenmiş elbiselerin, lezzetli yi­ rmdan hesap sormama anlamı
yeceklerin, eşsiz güzellikleriyle çerçevesinde Allah’m bir sıfatı
hurilerin, tadı baldan tatlı akar olarak tanımlanmıştır. Bu ma­
suların bulunduğu bir güzellik nada Kur'ân-ı Kerîm’de iki
diyarı.” olarak tasvir edilir. Bu ayette geçmektedir (Hac suresi,
söz, Tevrat’ta “Aden”, Ahd-i 22 / 60; Nisa suresi, 4 I 149).
AtiKte ise İbranice “Eden” ola­ “Afüv” adı Allah’ın doksan do­
rak geçmektedir. kuz ismini veren İbn Mâce ve
Tirmizî rivayetlerindeki listede
âfâkî a. (^üi) [< Ar. âfâk (ufk’un de yer almıştır (Tirmizî,
ç. b.) + î] Dış dünya ile ilgili şey­ “Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”,
ler karşısında bireyin şahsî gö­ 10).
rüş ve inanışlanna bağlı olarak
afv a. (^ [Ar.] 1. Devlet işlerinde
değerlendirilen ve herkesin iz­
azletme, istifasmı kabul etme. 2.
leyip gözleyebileceği reel du­
huk. Bir suçlu hakkmdaki hü­
rumlar, “enfüsî” sözünün karşı­
küm kesinleştikten sonra cezayı
tı, objektif. Kur’ân-ı Kerîm
57 ağıt

tamamen veya kısmen ortadan kimsenin bu olaydan dolayı olu­


kaldırma. şacak olan kısas ya da diyetten
vazgeçmesi, yani kısas ya da di­
§ tam. afv-ı umûmî a. (^j^c. yet istememesi.
jic) huk. Bir veya birden fazla
suçtan dolayı tutuklu bulu­ ağfer s. (>l) [Ar.] 1. Çok bağışla­
nan veya hakkında soruş­ yan, mağfiret eden. 2. “Esmâ'ü’l-
turması devam eden kimse­ hüsnâ” (Allah’ın güzel isimleri)
lerin tamamen veya kısmen arasında zikredilen, daha çok da
suçlarından bağışlanması. O’nun vasfinı ifede eden söz.

afv an-il-cerâha a. (laljJ^ljk) ağıt a. 1. Sosyal ve toplumsal felâ­


[Ar.] fik. Bir kimsenin kendisini ketler veya çok sevilen bir kişi­
kısas ya da diyet gerektirecek nin kaybı için söylenen doğmaca
biçimde yaralayan bir kimse söz veya ezgi. 2. ed. Bu tür olay-
üzerinde olan bakından, yani larm yarattığı tahribatı veya se­
kısas veya diyet hakkından vaz­ vilen bir kimse ya da din ve dev­
geçerek o kimseyi affetmesi du­ let büyüklerinin ölümünden du­
rumu. yulan acıyı şiirle anlatma tarzı,
sagu, mersiye. 3. İslâmî inanışa
afv an-il-cinâye a. («utiaJljljic.) [Ar.] göre ağıt, ölüye üzülme, onun iyi
fik. Bir kimsenin kendisine karşı huylarmı sayıp dökerek ağlama,
kısas ya da diyet gerektirecek mümkün olduğunca “takdir-i
bir cinayet teşebbüsünden dola­ İlâhî” (bk. bu madde) ye bağla­
yı oluşacak hakkmdan vazgeç­ narak sızlanma mubah görül­
mesi, yani kısas ya da diyet is­ müştür. Sünnî çevrelerde bilim
tememesi. adamlarmm karşı çıkmalarına
afv an-il-kat' a. (jWljl>) [Ar.] fik. karşın ağıt, her dönemde var
Bir uzvu kesilmiş olan bir kim­ olmuştur. Özellikle Anadolu’da
senin bundan dolayı oluşacak özellikle köylerde ağıt yakma,
kısas ya da diyetten vazgeçmesi, ağıtçıhk, toplu ağıt söyleme âdeti
yani kısas ya da diyet istememe­ yaygm olarak devam etmekte­
si. dir. Öte yanda, saçmı başmı
yolma, üstünü başmı yırtma, di­
afv an-il-kısas a. Ç^^ÂJljljM [Ar.]
zini veya vücudunu dövme gibi
fik. Cinayete kurban giden bir eylemler ile Şii-Alevî çevrelerin­
kimsenin velisinin kısas hak­
de ise ağıt geleneği ileri seviye­
kmdan vazgeçmesi. dedir. Hatta Şiî-Alevî bilginleri
afv an-il-şecce a. (4-ül ûW Wr-1 bu geleneği teşvik etmişlerdir.
fik. Başı veya yüzü yaralanan bir Nitekim Hz. Ali’nin şehit edilme­
si dolayısıyla ramazan aynım on
ağlama duvan 58

sekiz, on dokuz ve yirminci gün­ ederek ağıt yakmak için bu du­


lerinde; Hz. Haşan ve Hüseyin’in varın önünde yaslannı sürdür­
öldürüldüğü Kerbelâ faciasınm mektedir.
yıl dönümü olan on muharrem
ağyâr ç.a. (jUl) [Ar.gayr’ın ç. &.]
günü ağıt yakma, üzülme, o ola­
Sevenin sevdiğine kavuşması
yı yeniden hatırlamak amacıyla
yolunda engel çıkaran, âşık ile
toplu ağıt törenleri düzenlen­
maşuk arasına giren eller, ya­
mektedir. Tasavvuf ehli ise ağıt
bancılar, rakipler; ihvan veya
konusunda farklı bir yaklaşım
âşinâ karşıtı. Allah’a gönül ve­
içine girmişlerdir. Ölüye ağıt
ren âşıklar için Allah yar,
yakma yerine, “Âşık maşukuna,
“mâsivâ” (bk. bu made) ise ağ­
kul mevlâsına vasıl oldu.” diye­
yardır. Kul ile Allah araşma
rek şiirler söylemişlerdir, sema
kimsenin giremeyeceği ükesin-
yapmışlardır. Bunun en çarpıcı
den hareketle bu ikisinin arası­
örneğini Hz. Mevlânâ’nm ölüm
na hiçbir unsurun, yani ağyâr ya
gecesini “şeb-i arûs” (bk. bu
da mâsivânın girmemesi gere­
madde) olarak niteleyen Mevle­
kir. Tasavvufta ise “ağyâr”,
vîlik tarikati sergilemekte; bu
“mâsivâ” ile eşanlamlı kabul
gelenek gümüzde de yaşatılmak­
edilmiştir.
tadır.
Ahad a. (ja.1) [Ar.] Sözlük anlamı
ağlama duvarı a. Yahudilerce
“Bir, bir tek, yegâne” olan bu söz,
“Beit ha-Mikdaş” (Beytü’l-
“esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah’ın güzel
makdis veya Süleyman
isimleri)dandır. Aynı anlamı içe­
Ma'bedi) olarak adlandırılan,
ren bu söz, Kur’ân-ı Kerîm’de
Hz. Süleyman’ın saltanatmın
“İhlâs suresi” (112 / l)nde doğ­
dördüncü yılında yapımına baş­
rudan doğruya Allah’a nisbet
lanan ve yedi yıl altı ayda ta­
edilmiştir. Bu anlam çerçevesin­
mamlanan (M.Ö. 967) mabetten
de hadislerde de geçen bu terim,
günümüze kadar gelen ve kutsal
Allah’a nispet edilmiştir. Allah’ın
kabul edilen duvar. Son dönem­
dışmda bir başka varlığa nispet
lerde Mescid-i Aksâ ile
edilemeyeceği için bu kelimenin
Kubbetü’s-Sahrâ’yı çevreleyen
çokluk biçimi de yok, diye yo­
duvarm bir bölümü. Yahudiler,
rumlanmıştır.
Kudüs’ün ve mabedin tahrip
edilmesini, halkııun Romahlarca ahad haber a. Hadis biliminde tek
sürgün edilmelerini lânet etmek, kişinin rivayet ettiği hadis ola­
mabede yeniden ruh vermek ve rak yorumlandığı gibi mütevatir
Yahudi hâkimiyetini yeniden olmayan hadis olarak da nitele­
kurmak, gözyaşları içinde dua nen bu terim, aynı zamanda
59 ahberenâ

“haber-i vâhid” (bk. bu madde) isterse sonraki tabakalardaki


olarak da ifade edilmiştir. ravîlerinin sayısı tevatür sayısı-
nm altında bulunan sünnet.
ahâdîs ç.a. (iüjLI) [Ar. hadîs’in ç.
b.] Hadisler; bk. hadis. ahavât ç.a. (oljil) [Ar.uht’un ç. b.]
1. Kız kardeşler. 2. tas. Tarikate
§ tam. ahâdîs-i nebeviyye girmiş kadın arkadaşlar veya
ç.a. (<yj 6jjLI) Hz. Muham-
yoldaşlar.
med’in hadisleri ve bu hadis­
lerin toplandığı eserler. ahaveyn ç.a. ttyil) [Ar.ah sözünün
tesniye (ikilik) biçimi.] İki erkek
ahâdîsü’l-ahkâm ç.a. Ç^l
kardeş (Ünlü İslâm bilginlerinden
öjjLI) Hadis biliminde, te­
mizlik, namaz, zekât, oruç, Urfalı Mahmud Kâmil Efendi’nin
hac, nikâh, boşanma, giyim babası Mustafa Kâmil Efendi ile
kuşam, diyet, âdâp gibi konu­ amcası Mehmet Efendi için söy­
lar ile helâl ve haram hü­ lenmiştir.).
kümleri içine alan hadisler. ahbâ ç.a. (L^O [Ar.habâ’in ç. b.]
ahâdîsü’l-kavliyye ç.a. (ûjüi Sırdaşlar.
öjjLI)Kur’ân-ıKerîm’in mü­
ahbâb ç.a. G^D [Ar.habîb’in ç. b.]
temmimi olarak kasdedilen
Dostlar, sevilenler, tanıdıklar.
Hz. Muhammed’in sözleri.
ahbâr ç.a. G^D [Ar. ahbâr veya
ahâdîsü’l-fi'liyye ç.a. («uLûll habr’in ç. b.] Tevrat'ı ve onun
ijjLJ) Hz. Muhammed’in
hükümlerini iyi bilen Yahudi
tasvip ettiği ve salık verdiği
din bilginleri ve hahamlar için
konular.
Kur'ân-ı Kerîm’de kullanılan
ahâdîsü’t-takrîriyye ç.a. bu söz, “Mâ'ide suresi” (5/44,
(<ûji>£Jl İjjLJ) Kur'ân-ı Ke- 63) nde iki defa geçmektedir.
rîm’in mütemmimi kasdedi­
len Hz. Muhammed’in sözle­ ahbâriyye ç.a. feLi-O [Ar.
ri. ahbâr’in ç. b.] İslâmî inanca gö­
re, dinî konularda nakil ve riva­
ahadiyyet a. Guja.1) [Ar.] Bütün
yetlere göre amel edenler, onla­
isim ve sıfatlardan armmış ola­
ra sadık kalanlar.
rak Allah’ın zatının bir ve tek
olması, birlik, Allah’m birliği; ahberenâ a. (lG«J) [Ar. ahbâr’in ç.
eşanlamhsı “vahdâniyyet” (bk. b.] Hadis büiminde bu terim,
bu madde). semâ, kıraat, icazet ve birden
çok kimse ile birlikte alınan bir
ahad sünnet a. İster Hz. Peygam­
ber’den rivayet eden ravîlerinin, hadisi başkasına rivayet eder-
ahde vefa 60

ken kullanılan sigayı ifade et­ ya yazarı tarafını ifade et­


mektedir. mektedir.
ahde vefa a. bk. ahit ahidnâme a. («uüj^) [< Ar.ahd + F.
nâme] Hükümdarlarm veya sul-
ahd günü a. “kâlû belâ” (bk. bu
tanlann bazı devlet, cemaat ve­
madde) günü.
ya şahıslara özel hak ve imkân
Âhır s. O-T) [Ar.] (ç. b. âhirîn ve tanımak amacıyla düzenlenmiş
evâhir) “ölümsüz, ebedî” anla- olan belge, muahede-nâme,
mmda “esmâ'ü’l-hüsnâ” (Al­ musâlaha-nâme. İslâm devletleri
lah’ın güzel isimleri)dan olup içinde ilk ahid-nâme, Hz. Mu-
Kur'ân-ı Kerîm’de “Hadîd” (57 hammed tarafından H. 9. yıldan
/ 3) suresinde “evvel” sözü ile sonra verilmiş olup onu Irak,
birlikte kullanılır ve Allah’a İran, Suriye, Filistin, Mısır, Ku­
nisbet edilir; “evvel” varlığının zey Afrika ile Anadolu’nun fet­
başlangıcı olmayan yani ezelî hinden sonra buralarda yaşayan
olan, “âhır” de varlığmm sonu gayrimüslimlere Hulefâ-yı
olmayan yani ebedî anlammda Raşidin ve özellikle Hz. Ömer ta­
kullanılmıştır. Öte yanda “âhır” rafindan verilmiş olan hakları
adı Allah'ın doksan dokuz ismini belgeleyen vesikalar izlemiştir.
veren İbn Mâce ve Tirmizî riva­ Osmanh devletinde de yabancı­
yetlerindeki listede de yer almış­ lara verilen ticarî imtiyazları
tır (Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn veya sulh anlaşmalarmı içeren
Mâce, “Du’â”, 10). Ayrıca bu söz ve “mu'âhedenâme” olarak da
Hz. Peygamber’in hadislerinde adlandırılan ahid-nâmeler söz
de sıkça geçmektedir. Özellikle konusudur.
O, kızı Fâtımâ’ya öğrettiği şu dua
ahilik a. 1. Dostluk, kardeşlik, ar­
bu sözün en çarpıcı biçimde kul-
kadaşlık. 2. Dayanışma ve yar­
lanıhşına bir örnektir: “Allahım!
dımlaşma esasma dayanan eski
Sen evvelsin, senden önce hiçbir
bir Türk töresi olup özellikle on
şey yoktur ve sen âhirsin, senden
üçüncü yüzyüda Anadolu’da hız­
sonra da hiçbir şey yoktur.”
la yaygınlaşan ve Osmanlı devle­
(Müslim, “zikir”, 61)
tinin kurulmasmda, hatta ya-
§ tam. âhirü’l-emr a. yılmasında önemli rol oynamış
^i>î) Ahir zaman pey­ olan dinî ve sosyal bir teşkilât.
gamberi. En temel ilkelerini dinin asıl
kaynağından alan ahiliğin
âhirü’s-sened a. (xJl>l)
“nizamnâme’lerine “fütüvvet-
Hadis biliminde kullanılan nâme” adı da verilmiş olup bu
terim, bir hadisin sahabi ve­
teşkilâta girmek için şerbet iç-
61 ahit

mek, şed veya peştamal kuşan­ müminin yürekten inanması ge­


mak, şalvar giymek ile gerçekle­ reken “amentü” (bk. bu madde)
şiyordu. Onun özünü ise esnaf nün özünde “âhiret” inancı
birlikleri ve bunları da çıraklar, yatmaktadır.
kalfalar ile ustalar oluşturuyor;
âhiret günü a. bk. âhiret
en kıdemli veya yaşlı meslek er-
babma “reis” veya “ahi” denili­ âhiret gününe iman a. “İmânın
yor; teşkilât içindeki düzeni de şartı” (bk. bu madde), yani İs-
“yiğitbaşı” ya da “server” deni­ lâm’m temel ilkelerinden olan
len ikinci bir reis sağlıyordu. “farz” (bk. bu madde) m şartları
Osmanlı sosyal hayatının en te­ içinde yer alan ve altı farzdan
mel sosyal kurumlanndan olan oluşan ve de “amentü” olarak
bu teşkilât, varlığını Osmanlı adlandırılan imarım esaslarm-
devletinin son dönemlerine ka­ dan biri olan “âmentü billahi...
dar sürdürmüştür. ve’l-yevmi’l-âhiri...”, yani “Al­
lah’a ... ve ahret gününe inan­
âhir s. (>î) [Ar.] “Son, sonraki”
dım.” sözü.
anlammda olup Hz. Muhammed
sonrası kıyamet güllüne kadar ahiretlik a. 1. Ahirete özgü veya
geçecek zaman dilimi. ona bağlı. 2. Kendisini dine ve
ibadete adamış kimse, takva sa­
âhir s. (jiL) [Ar.] ftk. Başkasmm
hibi.
nikâhlı eşi ile cinsel münasebete
giren (erkek). âhir zaman a. 1. İnsanm içinde
yaşadığı son dönemi veya dünya
âhire s. (o^k) [Ar.âhir sözünün
hayatmm kıyametten önceki
müennes (dişil) biçimi.] fik. Zina
zamanı. 2. İslâm inancma göre
yapan (kadın).
bu terim, kıyamete yakın olan
âhiret a. (o>.7) [Ar.] Dünya hayatı- devri, zamanm ve âlemin sonu­
nm sonrasmda ebediyen devam nu anlatır. Bu söz, Kur'ân-ı
edecek olan öteki hayat, öteki Kerîm’de açıkça geçmemekle
dünya, ahret. Bu söz, Kur'ân-ı beraber hadislerde sıkça dile ge­
Kerîm’de yüzden fazla ayette tirilmiştir.
geçmekte olup buralarda dün­
ahit, -hdi a. (o^) [< Ar.ahd] 1.
yanın sonu ile yeni bir hayatın
“Antlaşma, taahhüt, yükümlülük,
başlangıcı ifade edilmektedir
güven veren söz.” anlammda ke­
(bk. M.F.Abdülbâkî, el-Mu'cem,
lâm terimi. Kur'ân-ı Kerîm’de
“ahr” maddesi). İslâm’da ahrete
“mîsâk, kal ü belâ, ahid, belâ
inanmak imarım esaslarından-
ahdi, rûz-ı elest, bezm-i ezel,
dır. Nitekim “ehl-i sünnet” (bk.
bezm-i elest” gibi Allah ile kul
bu madde) inacma bağh her
ahd-i atîk 62

arasındaki ahitlerden söz eden ile Katolik olarak adlandı-


pek çok ayet yer almaktadır. 2. rılanyedi mektup” ve “Pey­
Allah’a karşı olan yükümlülük, gamberlik: Yuhanna’nın
and, kasem. 3. Padişah buyruğu, Vahyi” başlıklı üç ana bö­
ferman, hatt-ı hümâyûn. 4. tas. lümden oluşmaktadır.
Allah ile kul arasında var oldu­
ahitnâme a. (<uü ^) [< Ar.ahd + F.
ğuna inanılan ahidleşme.
nâme] “Sözleşme, antlaşma.” an­
Sufîler, “bezm-i elesf’te Allah’m
lammda olup Hz. Peygamber’in
“Rab” olduğunu ikrar etmeyi
hicret sonrası Medineliler ile
“ahid”, bu taahhüde bağh kal­
Mekkeliler arasında yaptığı ant­
mayı da “ahde vefa” olarak be­
laşmalar.
nimsemişlerdir.
âhiyân-ı Rûm a (^ jLil) “Anadolu
§ tam. ahd-i atîk öz. a. (ji dervişleri” anlamında Anado­
j^) (Eski Ahit) 1. lu’da mevcut bulunan dört
Hristiyanlar tarafindan Ya- bâtınî güçten biri olup
hudilerin kutsal kitabı Tev­ “Kalenderiyye” (bk. bu madde)
rat’a verdikleri ad olup İb- tarikatine mensup dinî-askerî
ranice otuz dokuz kitaptan ve zümre.
“Tevrat”, “Neviîm” (Peygam­
Ahkâf suresi a. (^Jl^.1) [<
berler) ve “Ketuvîm” (Kitap­
Ar.“Sûretü’l-Ahkâf’ (Jlkıfl Sj^J
lar) balıklı üç ana bölümden
Kur'ân-ı Kerîm’in kırk altıcı,
oluşmaktadır. Biri İbranice,
iniş sırasına göre altmış altmcı
öteki Grekçe tercüme olan bu
suresi olup “Câsiye suresi”
kitabı, bütün Hristiyan mez­
(45)nden sonra ve “Zâriyât”
hepleri kabul etmekle birlik­
(51)nden önce Mekke’de nazil
te Hristiyan dünyası onun
olmuş ve otuz beş ayetten mey­
ikinci versiyonunu, yani
dana gelmektedir. Adını yirmi
Grekçe tercümesini benim­
birinci ayette geçen “ahkâf’
semektedir. 2. Hz. Ebubekir
(kum tepeleri) sözünden almıştır.
Sıddık’m lâkabı.
Kur'ân-ı Kerîm’in Hak din kita­
ahd-i cedîd öz. a. (jjjş. j^) bı olduğu ve iman etmenin
(Yeni Ahit) Kitâb-ı Mukad- öneminin ifade edildiği bu sure­
des’in yalnızca Hristiyanlara de, aynca Allah’ın birliği ve
ait olan kısmına verilen ad, kudreti üzerinde durulmakta,
İncil. Bu kitap, “Tarihî ki­ bunlara inanmayanlann sonu
taplar: Dört İncil ve Resul­ azap olacağı vurgulanmaktadır.
lerin İşleri”, “Ta’lîmî Kitap­ Hz. Peygamber’in “Ahkâf sure-
lar: Pavlus’un Mektupları si”nin tefsiri için bk. Sahîh-i
63 ahkâmü’l-Kur'ân

Buharı ve Tercemesi, C. 10, s. vaciplerin dışında yapılması


4753-4757. istenen dini görevler” (bk. bu
ahkâm ç.a Çl^l) [Ar.hükm’ün ç. made); “mubah” yapılıp ya­
b.] “Karar, yargı, ilim, anlayış” pılmaması insanların isteği­
kavramlarını içeren “hüküm” ne bırakılan dini görevler”
sözünün çokluk biçimi, hüküm­ (bk. bu made); “mekruh”, ke­
ler. bk. hüküm sin bir delille yapılması ya­
saklanan fiiller” (bk. bu
§ tam. ahkâm-ı adâlet ç. a made); “haram” kesinlikle
(Jlji ^l) huk. Hukuk dü­ yapılması yasaklanan ve ya­
zeni, adalet sistemi pılması hâlinde günaha giri­
leceği belirtilen dini görev­
ahkâm-ı adliyye ç. a (djc
^1) huk. Hukukla ilgili hü­ ler” (bk. bu made), “ahkâm-ı
kümler. hamse” olarak nitelenmiştir.

ahkâm-ı akliyye ç. a. (ûk ahkâm-ı nâhiye ç. a. (<^ü


^(^aJ) Akim bir şeyin var olu­ fKa.l) huk Yapılmasma izin
şu kavramıyla münasebeti vermediği kanunun hüküm­
konusunda yapacağı değer­ leri.
lendirmeler için kullanılan ahkâm-ı şahsiyye ç. a.
kelâm terimi. («tu^i ^ı) huk. Şahsın ül­
ahkâm-ı âmire ç. a («^1 ke ve ülke dışmda kanun
^lial) huk. Taraflarm iradele­ önünde hak sahibi olduğunu
riyle değiştirile meyen kanun içeren yasal hükümler.
hükümleri. ahkâm-ı şer'iyye ç. a. («ut^d,
ahkâm-ı asr ç. a (^^ fKal) ^1) huk. İnanç dünyasına,
Çağm getirdikleri, dönemin ibadete ve eylemlere ilişkin
değer yargıları. şer’î hükümler.

ahkâm-ı bâtına ç. a. (<1L ahkâm-ı zâhire ç. a (»^ih


fKa.1) Batmî fıkıh. ^l) Namaz, oruç, hac, zekât
ve şer’î ibadetler.
ahkâm-ı hamse ç. a (lu^
^l) “Vacib, mendub, mu­ ahkâmü’l-hâkimîn ç. a.
bah, mekruh, haram”dan (j^Ul ^1) Hüküm veren­
oluşan beş hüküm. “Vacib”, lerin en üstünü anlamında
kesin bir delille yapılması Allah’a izafe edilen bir terim.
düşünülen dini görevler” (bk.
ahkâmü’l-Kur'ân ç. a (jljüi
bu made); “mendub”, farz ve
f&J) İbadet, muâmelât,
ahkâm hadisleri 64

keffâret, ukubât ile ilgili ayet­ zemîme” benzeri terimlerle ni­


lerin yorumuna konu olan bi­ telenmiştir. Öte yanda İslâm ah-
lim dalı. lâkmm kaynağı Kur'ân-ı Kerîm
ve sünnet kabul edilmiştir. 2.
ahkâm hadisleri ç. a. 1. Hadis
tas. İnsamn ahlâkî mükemmelli­
biliminde, genellikle haram, he­
ğe ulaşmasmı ve Allah’a yakm-
lâl, mekrûh gibi şerî bir hüküm
laşmasmı engelleyen bedenî ve
ihtiva eden hadisler. Bu konuda
dünyevî tutkulardan kurtulma
derlenmiş pek çok hadis mec­
mücadelesi olarak görülen ah­
muaları da vardır. 2. Hadis bili­
lâk, nefsin ve iradenin özgür
minde, genellikle insanlara ha-
olması için verilmesi gereken
yırh sözler ve işleri anlatan, kö­
bir savaş olarak nitelenmiş ve
tü söz ve davranışlardan uzak
benimsenmiştir. 3. Bireysel ve
durmayı öneren, dolayısıyla on­
sosyal yapıda insanı insan ya­
ları iyilik ve güzelliğe özendiren
pan değerleri inceleyen, irdele­
ahlâkî içerikli hadisler.
yen ve öğreten bilim dalı.
ahkem s. (^l) [< Ar.hükm] Çok
güçlü, pek kuvvetli, hükmedici. § tam. ahlâk-ı fâzıla a. (<Uli
jpUJ) İyi ve erdemli ahlâk;
§ tam. ahkemü'l-hâkimîn a. insanm yaradılışında var
(j^LJI ^1) “Esmâ'ü’l- olan ruhsal ve zihinsel güzel­
hüsnâ” (Allah’ın güzel isimle- likler.
rödan olup hükmedenlerin
ahlâk-ı hasene a. jjü.1)
en güçlüsü anlammdadır.
Güzel ahlâk.
ahlâk ç.a (jıU.0 [Ar.hulk’un ç. ₺.] 1.
ahlâk-ı zemîme a. (u«j
Bireysel ve sosyal yapıda dirlik
jiUJ) Ahlâk bozgunluğu, kötü
ve düzenliği, hakkaniyet ve eşit­
huylar.
lik ilkelerine uygun yaşamayı
gerektiren ve insarun yaratılı- ahlâkî s. (^^1) [< Ar.ahlâk + -î]
şmda var olan ruhsal ve zihinsel (ç. b. ahlâkıyyât ve ahlâkıyyûn)
güzellikler. Hadislerde ve İslâmî Ahlâkla ilgili, töreye özgü.
kaynaklarda ahlâk, iyi ve kötü ahlâkıyyât ç.a. (oLiıU.1) [Ar. ahlâ-
huylan birbirinden ayıran de­ kî’nin ç. b.] 1. Ahlâk bilgisi. 2.
ğerler olarak gösterilmiştir. İyi Ahlâk konusunu işleyen bilim
huylar, “hüsnü’l-hulûk, me- dalı, törebilim.
hâsi-ü’l-ahlâk, mekârimü’l-
ahlâkıyyûn ç.a. (jjJıLl) [Ar. ahlâ-
ahlâk, ahlâku’l-hasene ”gibi te­
kî’nin ç. b.] 1. Ahlâk bilimi. 2.
rimlerle karşılanırken kötü huy­
Ahlâk bilimi konusunda çalışan
lar “ahlâku’s-seyyi’e, ahlâku’z-
65 ahsen

bilim adamları. 3. Ahlâkçılık ahmed s. (j^I) [< Ar.hamd] 1. Çok


ekolünü benimsemiş yazar ve övülen (kimse). 2. öz.a. Hz. Mu-
sanatçılar. hammed.
ahlâm ç.a. QöUJ) [Ar.hulm’un ç. b.] § tam.Ahmed-i Muhtâr öz.a.
Uykuda görülenler, düşler, düş (jtx. j«.l) Hz. Muhammed.
azmalar; eşanlamhsı “agdâs”.
Ahmediye (I) a. («b^l) [Ar.] İslâmî
ahlât ç.a. (Wil) [Ar.hılt’ın ç. b.] 1. tarikatlerden olup 14. yüzyılda
Karışmış olanlar. 2. İnsan bede­ ortaya çıkan ve Ömer el-Halvetî
ninde var olduğu ileri sürülen (01.800 / 1398) ’ye nipet edilen
dört unsur. 3. hek. Vücut sıvıları. bir büyük tarikatin kolu için kul­
lanılan ad.
§ tam. ahlât-ı erba'a ç.a. (<üuj
I LıGJ) İnsanm biyolojik, ah­ Ahmediye (II) a. (<.^l) [Ar.] Hz.
lâkî ve psikolojik fonksiyon­ Muhammed’in hayatmı ve onun
larını etkilediği kabul edilen etrafında oluşan menkıbeleri
ve”demevî” (san-guin), anlatan eser.
“balgam?’ (flegmatique),
ahrufu’s-seb'a a. (<uuJl Jjil) [Ar.]
“safravî” (colerique), “sevdaî”
Kur'ân-ı Kerîm’m lafızları ve
(melancoliçpıe) olarak adlan­
okunuşları ile ilgili yedi lehçe
dırılan dört unsur.
veya tarz.
ahlât-ı bedeniyye ç.a. (<p_u
1^ hek. Vücut sıvıları. ahsen s. (>^J) [Ar.] (ç. b. ahâsin)
Çok güzel, daha güzel, pek güzel.
ah lehümâ a. (L^J £l) [Ar.] Anne
baba bir erkek kardeş. § tam. ahsen-i takvîm a.
(^jü ^1) 1. En kusursuz ve
ah li-eb a. Lü £l) [Ar.] Baba bir
mükemmel, en güzel. 2. mec.
erkek kardeş.
İnsan. Bu terim, Kur’ân-ı
ah li-ebeveyn a. (^U ^l) [Ar.] An­ Kerîm (Tın suresi, 95 / 4) ’de
ne baba bir erkek kardeş. geçmektedir ve “İnsanın ru­
ah li-üm a. Çtl ^1) [Ar.] Baba ayrı, hen ve bedenen en mükemmel
anne bir erkek kardeş. olarak yaratıldığı, onun dü­
şünen, konuşan, iyiyi kötüden,
ah min-er-radâ' a. tU>Jl j. £l) güzeli çirkinden, doğruyuyan-
[Ar.] Süt kardeş. lıştan, hayrı şerden ayıran en
ah şakîk a. (jii ^1) [Ar.] Anne mükemmel bir yaratık oldu­
baba bir öz kardeş. ğu” yorumlan yaygındır.
ahsenü'l-hadîs 66

ahsenü'l-hadîs a. (i.jJi miş, bu makama erişen sufîlere


>^1) Sözün en en güzeli, Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanmış
Kur'ân-ı Kerîm. gözüyle bakılmıştır.
ahsenü'l-hâhkîn a. (jJİUI § tam. ahz-ı feyz a. (>jji.l)
>ol) “Esmâ'ü’l-hüsnâ” (Al­ tas. Allah’a ulaşma yolunda
lah’ın güzel isimleri)dan olup tarikate yeni girenlerin mür­
yaratanlann en güzeli anla­ şitten veya velîden manevî
mındadır ve Kur'ân-ı Kerîm olarak beslenmesi.
(Mü'minîn suresi, 23 / 14;
Sâffât suresi, 37 /125) ’de iki ahz-ı tarikat a. (o»= ü.1)
ayette geçmektedir tas. Allah’a ulaşma yolunda
bir tarikate girme.
ahsenü'l-kasas a. (jo^ill
>o.l) 1. Hikâyelerin en güze­ ahz-ı yed a. (ju iki) tas. Ta­
li. 2. ed. Yusuf kıssası, Yusuf savvufta sâlikin mürşitten
u Züleyhâ hikâyesi. Kur’ân-ı veya velîden el alması.
Kerîm’de bu kısa “Yûsuf su­ ahz u kabz a. (>j j iki) fik.
resi” (12) nde ayrıntılı olarak Bir sözleşme gereği teslimi
anlatılmıştır. Literatürde çok gereken bir şeyin almmasını
yaygm olarak işlenen Yusuf ifade eden fıkıh terimi.
u Züleyhâ hikâyesinin kay­
ahz u siyâset a. (c^L^jüJ)
nağı da bu suredir.
fik. Yakalayıp cezalandırma
ahsenü't-talâk a. (jilkll^l) veya öldürme anlamında fı­
fik. “Boşanmanın en güzeli.” kıh terimi.
anlammdaki bu terim, bir
erkeğin karısını cinsel ilişki­ Ahzâb suresi a. (^ul>i) [<
de bulunmadığı temiz süre Ar. “Sûretü’l-Ahzâb” (ul>^l sj^]
Kur'ân-ı Kerîm’in otuz üçüncü,
içinde boşamasmı ve kadının
iddeti tamamlanıncaya kadar iniş sırasına göre doksanıncı su­
ona dokunmamasını ifade resi olup “Âl-i İmrân suresi”
eder. (3)nden sonra ve “Mümtehine
suresi” (60)nden önce Medi­
ahyâr ç.a. (jlöl) [Ar. hayr’ın ç. b.] ne’de nazil olmuş ve yetmiş üç
Çok hayırh ve faziletli kimseler; ayetten meydana gelmektedir.
eşanlamhsı “sulehâ”; “eşrâr” Admı Hendek Savaşı, öteki adıy­
karşıtı. la Ahzab Savaşı’ndan dolayı al­
ahz cl (jil) [Ar.] tas. Sözlük anlamı mıştır. Surenin özünde, nübüv­
“almak” olan bu söz, tasavvufta vetten ve Allah’ın takdir gücün­
Allah’a ulaşma olarak nitelen­ den, aile bireylerinden, Ahzab
67 akânîm

Savaşı’ndan, Hz. Peygamber’in bütün varlıklanyla ve olaylarıy­


saygın konumundan söz edil­ la bir düzen içinde yaratılmıştır.
mektedir. Hz. Peygamber’in 3. Allah bütün sıfatları (99 sıfatı)
“Ahzâb suresi”nin tefsiri için yla yaratıcı bir güce sahiptir. 4.
bk. Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, Peygamberlik Allah adınadır ve
C. 10, s. 4662-4684. Hz. Muhammed son peygam­
berdir. 5. Her insanm bir kaderi
akabe a. (<âc) [Ar.] 1. “Sarp yol,
vardır, yani “kaza ve kader”
tehlikeli geçit.” anlammda Mek­
inancı tamdır. 6. Meleklere ve
ke ile Minâ rasmda bulunan bir İlâhî kitaplara iman esastır. 7.
tepenin adı; eşanlamlısı Ölümden sonra ahret hayatı ile
“muhâtara”. 2. Kur’ân-ı Kerîm cennet ve cehennem mutlaktır.
(Beled suresi, 90 / 11 - 17) ’de Bu değer yargıları ile akaid ilmi
“Köle azat etmek, yetim veya bir anlamda “amantü”de ifade
yoksulu doyurmak, sabırlı olmak, edilen imanm esaslarına da­
doğruluktan ayrılmamak, haktan yanmaktadır.
yana olan kimselerle beraber ol­
mak?’ gibi anlamlarda kullanıl­ § tam. akâ'id-i dîniyye a.
mış olan bu söz, erdemli kimse­ (cmjjSlk) Akait ilminin ön­
lerin vasfı olarak nitelenmiştir. gördüğü ve İslâm dininin te­
3. tas. Maksada ulaşma, ahlâk mel ilkeleri, inanılması ve
mükemmeliğine erişme yolunda öğrenilmesi zarurî olan kai­
aşılması gereken engeller, nef- delerinin tamamı.
sanî bağlar. akânîm ç.a Ç-ilsi) [Ar.uknûm’in ç.
akâ'id ç.a. Uü) [Ar.akîde’nin ç. b.] b.] Sözlük anlamı “Asıllar, kök­
İslâm dininin temel ilkeleri, ler.” olan bu söz, Hristiyanhğm
inanılması ve öğrenilmesi zarurî üç kutsal değeri için kullanılmış­
olan kaideler. Kur'ân-ı Kerîm’e tır.
göre (Enbiyâ suresi, 21 / 25) bü­
§ tam. akânîm-i selâse a.
tün peygamberlerin tebliğ ettiği
(<ğ^ (uilîl) Hristiyanlann “ eb,
akaidin temelini “tevhid” inancı
ibn ve rûhu’l-kudüs”ten oluş­
oluşturmuştur. Yine Kur'ân-ı
tuğuna inandıkları üç kutsal
Kerîm’e göre İslâm akaidinin
değer. Bu üç kutsal değer: Al­
temeli “usûl-i selâse” (üç ana
lah Teâlâ’dan ibaret olan
yol) olan “ulûhiyet, nübüvvet,
“eb” veya “zât” (baba),
ahiret’ten meydana gelmekte­
İsa’dan ibaret olan ibn (oğul)
dir. Âyet ve hadislere dayalı ola­
ve Ruhu’l-Kudüs (Mer­
rak İslâm akaid ilmi şu ortak il­
yem’den ibaret bulunan “ha­
kelerde birleşmiştir: 1. Allah
yat”).
vardır ve bir (tek) dir. 2. Evren
akar 68

akar a. (jlk) [Ar.] İslâm hukukun­ akl-ı dûr-bîn a. (jy^J JM


da, taşınmaz mal ve arazi olarak Uzağı görebilen, geleceği se­
geçen bu terim, Mecelle (madde: zebilen akıl.
29) de “Hâne ve arazi misillü
akl-ı evvel a. (Jjl Jk) 1. Ya-
başka bir yere taşınması müm­
radılışla ilgili olan akıl ve ze­
kün olmayan şey.” biçimine ta­
kâ. 2. (eski felsefede) Allah,
nımlanmış; halk arasmda ise
Cenâb-ı Hak (Eskilere göre,
genellikle kiraya verilmek sure­
Cenâb-ı Hak akl-ı evvel değil,
tiyle gelir sağlayan mülk anla­
akl-ı evvel olan Cenâb-ı
mında benimsenmiştir.
Hak’tan sâdır olur.)
akıl, -klı a. (Jk) [< Ar.akl] (ç. b.
ukûl) 1. İnsana özgü olan dü­ akl-i fa'âl a. (Jlü Jk) (hare­
şünme ve anlama yetisi, us, zi­ ketli akıl) 1. Cebrail. 2. tas.
hin. 2. Anlama, fehim, idrak, ze­ Akim “akl-ı ewel”den başla­
kâ, hafıza. 3. Düşünce, tefekkür, yarak onuncu sıraya kadar
mülâhaza, fikir. 4. İslâm inancı­ devam eden dizilişte, onuncu
na göre bu terim, insanı insan sırayı ifade eden terim.
yapan İlâhî emirleri kavrama ve
yerine getirme yolunda yüküm­ akl-i ferzâne a. (<ilj> Jk)
lülüğü olan bir İnsanî vasfı ifade Bilgili, ârif kimse.
etmektedir. Nitekim Kur'ân-ı akl-i hayvânî a. (^Ija. Jk)
Kerîm’de aklın bu vasıflan pek (hayvansal akıl) İçgüdü.
çok ayette zikredilmiştir. Pek
akl-i insânî a. (^Ui Jk) İn­
çok âlim ve mutasavvıf ehli akh
kalbin özünde nitelemiştir. 5. sana özgü akıl.
tas. Tasavvuf ehli akıl ile aşkı zıt akl-i küll a. (J$Jk) (tam, ek­
değerler olarak benimsemiş; ak­ siksiz akıl) 1. tas. Cebrail. 2.
im olduğu yerde aşkın olamaya- tas. Hz. Muhammed veya
cağmı ifade etmişlerdir, bk. eş- “hakîkat-i Muhammediyye”
ref-i mahlûkât (bk. bu madde). 3. tas. Dün-
yanm çevresini saran gökle­
§ tam. akl-i bâlig a. QJL Jk)
rin yaratıcı gücü, yani “do­
Ergin olma durumu.
kuz felek” (bk. bu madde) in
akl-i beşer a. (^ Jk) İnsan tamamınm oluşmasmı ve
aklı. bunların hepsinin yaratılma-
smdaki Allah’m yaratıcı kud­
akl-i cüz' a. ( .> Jk) İnsan
retini ifade eden güç, Allah’m
aklı; eşanlamlısı, “akl-ı
aktif tecellîsi; eşanlamlısı
ma'âş”
“nefs-i küll” (bk. bu madde).
69 akit

akl-ı ma'âş a. (jilu JM bk. alâka a. (<li) [Ar] Hz. Muhammed


akl-i cüz' çağı öncesi Arap toplumunda
var olan ve bir çocuğun doğu­
akl-i nefsânî a. (^Lü Jk)
munun yedinci gününde Allah’a
İnsanoğhnda kendini koru­
şükretmek amacıyla kurban
ma içgüdüsü, bencillik.
kesmeye ve kesilen bu kurbanm
akl-i selim a. (^ Jit) Veri­ etlerinin dağıtılmasma verilen
len kararlarda ve hükümler­ ad.
de iyi ile kötüyü, yararh ile
zararlıyı ayırt etmeye yara­ akika kurbanı a. Sözlüklerde bu
yan insana özgü yeti, sağdu­ söz, çocuğun doğduğu zaman
yu, fıtrat. başmda bulunan saç, anlamın­
dadır. Bundan dolayı dinî inan­
âkil a.ve s. (JiL) [< Ar.akl] (ç. b. ca göre, doğumunun yedinci ve­
ukalâ, akılân) 1. Akıllı, uslu, bi­ ya daha sonraki günlerinde ço­
linçli: “Âkil isen açma sırrını cuğun saçı kesildiği veya taran­
dostuna, dostunun dostu vardır o dığı sırada kesilen hayvan için
da söyler dostuna” (Atasözü) 2. de bu terim kullanılmıştır. Bu
Ergenlik çağma gelmiş her kişi. kurbanı kesmek hem sevinç
3. huk. İyi ile kötüyü, yararlı ile
hem de Allah’a hamd için kabul
zararlıyı ayırt etmeye yarayan
edilmiştir. Buharî, “akika kur­
zihnî melekelere sahip olgun ve
banı” hakkında kitabınm
münevver kimse. 4. ftk. Diyet
“Kitâbu’l-Akika” (Sahîh-i Buhârî
ödeyenlerin her biri.
ve Tercemesi, C. 12, s. 5545-5551)
âkil bâliğ a. ftk. Ergenlik çağma, adlı bölümünde Hz. Peygam-
hükmî sorumlulukları yüklenme ber’in hadislerinden örnekler
dönemine gelmiş kimse. vermiştir.
âkile a. (diL) [Ar.] fik. Diyet öde­ akit, -kdi a. (i) [< Ar. akd] (ç. b.
yenler. ukûd) 1. Bağ, düğüm. 2. Sözleş­
akide a. (»jJl) [Ar.] (ç. b. akâ'id) fik. me. İslâmî inanca göre Kur'ân-ı
İmanın esasları; eşanlamlısı Kerîm ve sünnetin ifade ettiği
“îmân” (bk. bu madde), bk. temel ilkelere ters düşmemek
akâ'id ve îmân. kaydıyla her türlü akit caizdir.
Kur’ân-ı Kerîm’de ahde vefa ve
âkif a. (JSL) [Ar.] (ç. b. âkifûn, akde bağlıhk konusunda bağla­
akûf) 1. İbadet amacıyla Harem- yıcı hükümler vardır (Mâ'ide
i Şerife veya kendi köşesine çe­ suresi, 5 /1). Akitler de ikiye ay­
kilmiş kimse, mutekif. 2. Bir işte rılmaktadır: 1. Sahih akitler: ak-
veya konuda kararlılık gösteren,
din sağlıklı ilkelerini ve şartları­
ısrar eden, sebatkâr.
nı içinde bulunduran akitler. 2.
akd-i gayr-ı lâzım 70

Gayr-ı sahih akitler: akdin sağ­ akd-ı muvâza'a a. (u^lj.


lıklı ilkelerini ve şartlarını aîc.) huk. Asıl maksadı gizle­
özünde eksik bulunduran akit­ mek amacıyla yapılan ve ger­
ler. çeğe uymayan sözleşme.

§ tam. akd-i gayr-ı lâzım a. akd-ı nikâh a. (^lijk) huk.


(^.yi jjî i) huk. Bağlayıcı Evlilikte erkek ile kadmın di­
olmayan, istenildiği zaman nî hükümlere ve usulüne gö­
bozulabilen akit. re yapılan nikâh altmda bir­
leşmelerini ifade eden terim.
akd-i iz'ân a. (jLjl ait) huk.
akd-i zimmet a. (cmj ait) huk.
Şartları tek taraflı olarak be­
İslâmiyeti kabul eylemi.
lirlenen ve karşı çıkılamayan
sözleşme. aklâm ç.a. ÇdUl) [Ar.kalem’in ç. b.]
Kalemler, hat sanaünda on iki
akd-i izdivâc a. (jljjy ak)
tümün hepsi.
huk. Evlilik bağı; nikâh.
akd-i kitâbet a. (cuK jk) § tam. aklâm-ı sitte ç.a. (â.
huk. Kölenin, serbest kala­ fMîl) (.altı kalem) İslâm hat
bilmesi için sahibi ile mal sanatmda, benzer bir yazınm
karşıhğmda yaptığı sözleşme. farkh tarz ve üslûplarda yazı­
laması sanatma verilen ad,
akd-i lâzım a. (^Vait) huk. şeş kalem. Bu farkh tarz yazı­
Bağlayıcı olan, hiçbir du­ lara ise şu adlar verilmiştir:
rumda fesih sebebi olmayan tevki, rikâ', muhakkak,
sözleşme. reyhânî, sülüs, nesih.
akd-i mu'âvaza a. (i^jLujk) akliyyât a. (oûuj [< Ar. akl] Akıl
huk İki tarafın rızası ile yapı­ yoluyla bilinmeyenleri anlama,
lan sözleşme veya satış işle­ kavrama veya keşfetme anla­
mi. mında kelâm terimi.
akd-ı mudârabe a. (<ujLa« akrab a. («>0 [Ar.] “Bilmesi, gör­
jk) huk. Hem sermaye hem mesi, duyması, haberdar olması.”
de iş üzerine kurulan şirket bakmamdan insanlara en yakın
sözleşmesi. anlammda Allah’m sıfatı. Bu söz,
Kur'ân-ı Kerîm’de “Kaf suresi”
akd-ı muvâlât a. (^l>> jk)
(50 /16) nde geçmektedir.
huk. Soyu belli olmayan bir
kimsenin bir başka kimse ile akrabâ a. (U>l) [Ar.] Aile bireyleri
usulüne uygun olarak yapmış dışmda soyca birbirine kan bağı
oldukları velâ akdi. ile yakm olan kimseler, eşan-
71 âl-i nebî

lamhsı “hısım”. Kur'ân-ı namazın ilk üç rekâtı farz olup


Kerîm’de “Nisâ suresi” (4)nin önce kılınır; sonra ardmdan iki
ilk ayetinde mealen, "... Al­ erkât olarak sünneti eda edüir.
lah’tan korkunuz, hısım
akvâlü’l-esânîd a. (jiLil Jljil) [Ar.]
akrabâya da riayet ediniz.” öğü­
Hadis biliminde, “isnadların en
düne benzer pek çok ayette ak­
sağlıklısı” anlammda olan bu
rabaya yakın davranmayı vur­
söz, ravîlerin sikalıkları, yani
gulamaktadır. Hz. Peygamber
sağlam ve güvenilir hadis riva­
de, “Bir kimse rızkının bol olma­
yet etmeleri bakımından başka-
sını ve ecelinin gecikmesini ister­
larma göre daha üstün derecede
se, akrabâsını görüp gözetsin.”
bulunan isnadlar için kullanıl­
(Riyâzü’s-Sâlihîn, C. I, s. 351) di­
mıştır.
yerek akrabanın önemine dikkat
çekmiştir. âl (I) a. (Ji) [Ar.] Çok tanınmış bir
kimsenin soyuna, hanedanına,
akreb a. Ç>) [Ar.] fık. Özellikle
kabilesine veya inaç, fikir, kül­
miras hukukunda vakıf yapan,
tür değerlerine bağlı toplumlar,
velâyet sahibi gibi akrabalık ba­
cemaatler veya devletler için
ğıyla ilgili konularda hak ve yet­
kullanılan bir terim: Âl-i Mu-
ki sahibi kimseyi amaçlayan fı­
hammed, Âl-i abâ, Âl-i Osman vb.
kıh terimi.
aksâmü’l-Kur'ân a. (jijill ^1) § tam. âl-i abâ a. (U Ji) Pey­
[Ar.] Kur'ân-ı Kerîmde yer alan gamber ailesi: Şüler âl-i abâ
yeminleri konu edinen tefsir olarak Hz. Muhammed, kızı
usulünü inceleyen bilim dah. Al­ Fatma, damadı Hz. Ali, torun­
lah’ın kendi adma, peygamber­ ları Haşan ve Hüseyin’i sa­
lere, Kur'ân-ı Kerîm’e, melekle­ yarlar; Sünnî âlimler ise bun­
re, kıyamet gününe, aya ve gü­ lara peygamberin eşlerini,
neşe, gece ve gündüze yemin ile kızlarını ve Salman-ı Fârisî’yi
başlayan 17 sure yeminle baş­ de eklemişlerdir.
lamaktadır. Bütün bunlar bu bi­ âl-i Abbâs öz.a. (^U JÜ Ab­
lim daimin araştırma ve incele­ basî hükümdar ailesi (749-
me alanına girmektedir. 1258) ve hanedanı.
akşam namazı a. Güneşin batışın­ âl-i beyt a. (c^ Jî) Ehl-i beyt,
dan hemen sonra başlayıp gök- peygamber soyu; bk. âl-i abâ
yüzündeki kızıllığın ve ardmdan
âl-i nebî a. (^ Jl) Peygam­
oluşan beyazlığın kaybolmasma
ber soyunu devam ettirenler.
kadar geçen süre içinde beş va­
kit olarak kılman namaz. Bu
âl-i Osmân 72

âl-i Osmân öz.a. (jlA JD Buhârî ve Tercemesi, C. 11, s.


OsmanlI Devletini kuran Os­ 5020-5027.
man Beyin soyundan gelen
a'lâmü’n-nübüvve ç.a. (s^l ^0
ve hanedanı devam ettiren­
[Ar.] (nübüvvetin belirtileri) Hz.
ler, Osmanlı sultanları.
Peygamber’in nübüvvetini ispat­
âl (II) s. (JL.) [< Ar.ulüvv] Yüksek, lamak amacıyla kaleme alman
ulu, yüce. eserler için kullanılan ortak ad.
a'lâ a. (jUl) [Ar.] Yüce, ulu, en şe­ A'la suresi a. (ı_r^>^ ^1) [< Ar.
refli anlammda Allah’a nispet “Sûretü’l-A'lâ” ^l âj^)]
edilen bu terim, Kur’ân-ı Kur'ân-ı Kerîm’in seksen ye­
Kerîm’de dört ayette geçmekte­ dinci, iniş sırasma göre sekizinci
dir (bk. M.F.Abdülbâkî, el- suresi olup “Tekvîr suresi”
Mu'cem, “ala” maddesi). (81)nden sonra ve “Leyi suresi”
(92)nden önce Medine’de nazil
alâ ferîzati’ş-şer'iyye a. (ûjill olmuştur. Adını ilk âyette geçen
Uuji ^ [Ar.] fik. Örf hukuku­ “a'lâ” sözünden alan ve “Sebbih
na göre, mirastan erkek çocuğa suresi” olarak da adlandırılan
iki, kız çocuğa bir hisse verilme­ bu sure, om dokuz ayetten mey­
sine ilişkin hüküm. dana gelmektedir. Bu surenin
özünde Allah’ın yüceliğinden ve
Alak suresi a. (^jL) [< Ar.
yaratıcı gücünden söz edilmek­
“Sûretü’l-Alak” (jLJI sj^)]
tedir. Hz. Peygamber’in “A’la
Kur'ân-ı Kerîm’in doksan altm-
suresi”nin tefsiri için bk. Sahîh-i
cı, iniş sırasına göre birinci su­
Buhârî ve Tercemesi, C. 11, s.
resi olup “Kalem suresi”
4989-4990.
(68)nden önce Mekke’de nazü
olmuştur. îlk kelimesi “ikra'” alâ şartihümâ a. (L^^ Jx) [Ar.]
(l^l) = “oku” olan bu surenin ilk Hadis biliminde, Buhârî ve Müs­
beş ayeti Hz. Muhammed’e ge­ lim’in bir hadisi kitaplarma al­
len İlâhî vahyin başlangıcını mak için öngördükleri şartları
oluşturmaktadır ve İslâm âlim­ taşıyan hadis.
lerinin çoğunluğu bu beş ayetin alâ şarti’s-sitte a. (cJIL^ ^
ilk nazil olan ayetler olduğunda [Ar.] Hadis biliminde, “kütüb-i
fikir birliği içindedir. Mekke’de sitte” (bk. bu madde)nin hep­
nazil olan bu surenin tamamı on sinde rivayetleri bulunan ravî
dokuz ayetten meydana gelmek­ için kullanılan terim.
tedir. Hz. Peygamber’in “Tîn su-
a'le’l-ahruf a. (^^i^) [Ar.] Ha­
resi”nin tefsiri için bk. Sahîh-i
dis biliminde, derlenen hadisleri
73 âlem-i gayb

ilk harflerine göre alfabetik sı­ âlem-i a'lâ a. QLI ^JU) tas.
raya koyarak dizme ve bunları Ulvî âlem.
kitap hâline getirme işi.
âlem-i bâtın a. (JLL ^L) tas.
a’le’l-ebvâb a. (ul^lj/e) [Ar.] Ha­ Görünmeyen âlem, gizli veya
dis biliminde, derlenen hadisleri iç âlem; “âlem-i zâhir” karşı­
konulanna göre sıraya koyarak tı.
dizme ve bunları kitap hâline
âlem-i berzah a. ^ (JL)
getirme işi.
tas. Öteki âlem veya melekler
a'le’r-ricâl a. (J^l^) [Ar.] Hadis âlemi.
biliminde, hadisleri ravîlere gö­
âlem-i beşer a. (p^ jJL) İn­
re sıraya koyarak dizme ve bun­
sanlık âlemi, bu dünya.
ları kitap hâline getirme işi.
âlem-i ceberût a. (oj^ ^JL)
a'le’t-terâcim a. (^ljJl^) [Ar.] bk.
tas. 1. Tanrı âlemi. 2. Ruhlar
a'le’r-ricâl
âlemi.
a'le’l-vech a. (^jil^) [Ar.] Hadis
âlem-i cismânî a. (^L^.
biliminde, hadisleri usulüne gö­
^JL) tas. Gökler, yıldızlar,
re düzgün ve doğru bir şekilde
madenler, bitkiler ve hayvan­
hocanm yöntemiyle yazma veya
lar âlemi.
rivayet etme işi.
âlem-i emr a. (jJ ^U) tas.
a'lem s. (^1) [Ar.] “En iyi bilen,
Yaradılan âlem.
daha iyi bilen” anlammda olup
Allah’m sıfatı olarak kullanılan âlem-i enfüs a. (^uülfJL.) tas.
bir terim. Kur'ân-ı Kerîm’in İç dünya, ruh dünyası.
“İsrâ suresi” (17/55) nde geç­ âlem-i ervâh a. (^IjJ (JL)
mektedir. tas. Ruhlar âlemi, öteki dün­
âlem a. (^L) [Ar.] (ç. b. âlemîn, ya-
avâlim) “Evren, kâinat.” anla­
âlem-i fânî a. Qlî pt) Bu
mında olan ve yüce Allah’m dı-
dünya.
şmda her şeyi kapsayan bu söz
Kur'ân-ı Kerîm’de “âlemîn” âlem-i gayb a. (^ ^Jk) 1.
çokluk biçimiyle yetmiş üç defa Öteki dünya, ebedî âlem;
kullanılmıştır, arz-ı hâviye; “âlem-i şehâdet” (bk. bu
eşanlamlısı “mahlûkât”. madde) karşıtı 2. Akıl ve du­
yular yoluyla bir şeyin özü
§ tam. âlem-i âfâk a. (jlii hakkmda gerçek bilgiye ula­
pJL) tas. İçinde yaşanılan şılamayan dünya, hazret-i
âlem. lâhûtiyye.
âlem-ı hâb 74

âlem-i hâb a. (Jji. ^L) Rüya âlem-i misâl a. (JL jJlc) tas.
âlemi. İnsanm bütün olarak görün­
düğü bu dünya.
âlem-i halk a. (jli jJL) tas.
Yaradılan âlem, bu dünya. âlem-i mülk a. (dL ^JL) bk.
âlem-i şehâdet
âlem-i hayâl a. (JU. jJL) Rü­
ya veya istiğrak âlemi ya da âlem-i mülk ü melekût a.
öteki dünya. (ojSU jdL.|JL) tas. “Melekler
ve mülk dünyası” anlammda
âlem-i kevn ü fesâd a. GLi j tasavvuf inancmda varlık
□^ (JL) tas. Yedinci gökten tecellîsindeki mertebelerden
yeryüzüne kadar uzanan biri.
âlem.
âlem-i rûhânî a. (^Ljj |jy
âlem-i kudsî a. Ç^jj (JU) tas. tas. Ruhlar dünyası, öteki
Tanrı âlemi. dünya.
âlem-i kührâ a. (&J& (JL.) tas. âlem-i sabâvet a. (c^La ^It)
Bütün yaratıkların aslı olan Çocukluk yıllan.
insan.
âlem-i sugrâ a. (^y^ ^Jk)
âlem-i küll a. (JS jJL) tas. tas. İnsan ve kendi iç dünya­
Anasır âlemi. sı.
âlem-i lâhût a. (^^ jJL) tas. âlem-i sûret a. (oj^ ^JL) bk.
Ruhanîler âlemi, öteki dünya. âlem-i şehâdet
âlem-i lâ-mekân a. (5^ âlem-i şehâdet a. (ojI^
(Jlt) tas. Arştan daha yüksek (JL) tas. İnsan varlığmm gö­
olan âlem. ründüğü bu dünya; eş anlam­
âlem-i ma'nâ a. (ü» ^JL) tas. lısı “âlem-i mülk”, “âlem-i
Rüya âlemi. sûret”; “âlem-i gayb” (bk. bu
madde) karşıtı.
âlem-i mekân a. (jK« (JL)
tas. Arştan yeryüzüne kadar âlem-i şems a. (^ ^L)
olan âlem. coğr. Güneş sistemi.

âlem-i melekût a. U^L» ^1L) âlem-i şuhûd a. (j>i jJL)


tas. Melekler dünyası, gökyü­ tas. Var olan veya görünen
zü. âlem, bu dünya.

âlem-i mevâlid a. (Ji^ jJL) âlem-i tedvin a. (jyji ^JL)


tas. Madenler, bitkiler ve tas. bk. âlem-i tedvin lâ-
hayvanlar âlemi. mekân
75 aleyhisselâm

âlem-i tedvin lâ-mekân a. beraber eski Türk dinleri ile


(j&o i jjjjs (JL) tas. Arştan Maniheizm’in renkli unsurları-
bu âleme kadar olan yaratıl­ nm bir araya gelmesiyle zengin
mış dünya. bir kimlik kazanmıştır. Nitekim
bu cemaatin ahlâkî değerlerinin
âlem-i zahir a. (>klk ^k) bk.
temelini oluşturan “eline, diline,
âlem-i şehâdet; ““âlem-i
beline (sahip olma) ” düsturu
bâtın” (.bk. bu madde) karşıtı.
Maniheizm’in “üç mührü” ile
alem a. ÇL) [Ar.] (ç. b. a'lâm) Bay­ sıkı sıkıya bağlantılıdır. Öte
rak, sancak gönderleriyle tuğ, yanda “alevîlik”, Anadolu’da
külah, kubbe, smır, sınır taşı vb. doğan ve gelişen Yesevîlik,
eşyanm ve yerlerin tepesine ta­ Hayderîlik ve Kalenderîlik gibi
kılan sembol. Tek tanrılı dinler­ Türk tarikatleri ile de iç içe gir­
den olan Hristiyanhğm alemi miş; Hurufîliğin “dehriyye,
“haç”, Yahudiliğin alemi “mühr- vücudiyye” nazariyeleriyle zen­
i Süleyman”, İslâmiyetin alemi ginleşmiştir. Ayrıca “yedi farz”
“hilâl” olmuştur. ise en önde gelen inanç ilkele­
rindendir: 1. Yalan söylememek.
§ tam. alem-i nebevi a. 0^ 2. Sır saklamak. 3. Mürebbiye
(Jt) Hz. Peygamber’in sanca­ itaat etmek. 4. Musahibi gözet­
ğı. mek. 5. Müritlerle beraber ol­
alevî a. (^J [Ar.] (ç. b. aleviyye, mak. 6. Halifeden taç ve kispet
aleviyyûn) Hz. Ali’ye bağlılık giymek. 7. Ocağa bağlanmak.
gösteren değişik dinî ve siyasî Alevîlik babadan oğla geçer ve
grup, cemaat veya topluluklara “dede” mezhebin lideri konu­
verilen ad. Ayrıca Hz. Ali soyun­ mundadır. Genel kabul olma­
dan gelenlere yani oğulları Ha­ makla beraber içki helâl görü­
şan ve Hüseyin’e, Muhammed b. lür. Oruç ise on beş gün olarak
Hanefiyye’ye, Ömer ve Abbas tutulur. Bunun on iki günü Mu­
soyundan gelenler için de bu te­ harrem aymda, üç günü ise Hı­
rim kullanılmıştır. zır peygamber adma kış orta-
smda tutulmaktadır. Günümüz­
alevîlik a. 1. Alevî yanlısı olan
de ise alevîlik, Bektaşî kültür
siyasî ve sosyal cemaatlerin or­
ve edebiyatınm ağır bastığı bir
tak adı. 2. Genellikle Anadolu’da
İslâmî inanç ve yaşayış tarzının
yaygm olan ve temelde Allah,
ifadesi olarak bilim çevrelerinde
Hz. Muhammed ve Hz. Ali üçle­
yorumlanmaktadır.
mesine ve inancma dayanan bir
mezhep. Bu mezhep, İslâmî aleyhisselâm a. ÇiUi dx) [Ar.]
inancm Şi'î koluna bağlı olmakla Peygamberlerden birinin, özel-
aleyk 76

İlkle de Hz. Muhammed’in adı ikisine “çifte güller” anlammda


söylendiğinde, “Allah’ın selâmı “Zehrâvân” ya da “Zehrâveyn”
üzerine olsun!” anlamında bir denilmektedir. Hz. Peygam-
ululama sözü. ber’in “Âl-i imrân suresi”nin
tefsiri için bk. Sahîh-i Buhârî ve
aleyk a. (dJx) [< Ar. ala (harf-i
Tercemesi, C. 9, s. 4242-4282.
cerr) + kef (birinci teklik zamiri)]
“Senin üzerine” anlammda. âlim a. ÇJU) [< Ar.ilm] (ç. b.
ulemâ) 1. Bilgin, bilgili kimse,
aleyküm cüm. (^U) [< Arala
bilgiç. Bu söz, Kur'ân-ı
(harf-i cerr) + küm (birinci çok­
Kerîm’de Allah’ın bütün bilinen
luk zamiri)] “Selâm sizin üzerini­
ve bilinmeyen âlemlere vakıf
ze olsun.” anlammda kullanılan
olduğunu ifade eden bir sıfatı
bir söz.
olarak on üç ayette geçmektedir,
aleyküm selâm cüm. (^ ^J [< îslâm dünyasında bilginin sis­
Ar.aleyküm + selâm] “Allah’ın temleşmesi ve İslâmî bilimlerin
selâmı üzerinize olsun!” anla­ sistematik bir yapıya kavuştu-
mmda kullanılan bir söz. rulmasmdan sonra bu terim, bu
bilimlerin toplumun dinsel kay­
alın yazısı a. Kader, İlâhî takdir
nak ve inançlarıyla yakın ilgi
anlammda Allah’m ezelde insan­
kurması sonucu bu konuda uğ­
lar için tayin ettiği hayat çizgisi.
raşan kimseler için kullanılma­
Alî a. (Jx) “Esmâ'ü’l-hüsnâ” (Al­ ya başlanmıştır. Sonraki dönem­
lah’m güzel isimleri)dan olan bu lerde, özellikle İslâm felsefesi
söz, kudreti yüce, kadri büyük çizgisinde metafizikle uğraşan
demektir. Kur'ân-ı Kerîm’in âlimlere “hakîm” denilmiş; ta-
“Meryem suresi” (19 / 50) nde savvuf inancmda ise “havâs”
geçmektedir. (bk. bu madde) ve bunun bir üst
derecesi olan “havâsü’l-havâs”
âlî s. (JL) Ulu, yüce, kibirli, bk.
(bk. bu madde) terimleri kulla­
ulüvv
nılmıştır. 2. bk. alîm
Âl-i imrân suresi a. (^jl
Alîm s. (fJx) [< Ar.ilm] Sözlük
JT) [< Ar. “Sûretü Âl-i imrân”
anlamı, “Bilen, bilici; hakkıyla bi­
(jl^c Jî 6J^)l Kur’ân-ı
len.” anlamındaki bu söz,
Kerîm’in üçüncü suresi. Adını
“esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah’ın güzel
otuz üçüncü âyette geçen “âle
isimleri)dan olup Kur’ân-ı
İmrâne” sözünden alan bu sure,
Kerîm’de, en dikkati çekenler
Medine’de nazil olmuştur ve 200
olarak, “O kalplerin içinde ne
âyetten meydana gelmektedir.
varsa onu da hakkıyla bilendir.”
“Bakara suresi? (2) ile birlikte
77 Allahümme bârik

(Fâtır suresi, 35 / 38); “O her şe­ Allahlık s. 1. Elinden hiçbir iş gel­


yi bilir.” (Hadîd suresi, 57 / 3) mez, aptal, budala. 2. Allah’a
başta olmak üzere, yüz elli üç havale edilmiş veya bırakılmış.
âyette geçmekte ve bunlar “azîz,
Allahsız s. 1. Allah’a inanmayan,
fettâh, habîr, hakim, halîm,
Tanrı tanımaz, ateist. 2. mec.
kadir, semi, şâkir, vâsi” isimle­
Acımasız, vicdansız.
ri olarak dikkati çekmektedir.
“Alîm” adı Allah’m doksan do­ Allahü a'lem cüm. (^1 dil) [Ar.]
kuz ismini veren îbn Mâce ve Allah en iyisini bilir.
Tirmizî rivayetlerindeki listede Allahü a'lem bi’s-savâb cüm.
de yer almıştır (Tirmizî, Çl>JL (dil dil) [Ar.] Allah en
“Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”, iyisini ve doğrusunu bilir.
10).
Allahü ekber cüm. (^l dil) [Ar.]
alîm-allah ÜnL (dJI |Jx) [< Ar. ali­ “Allah büyüktür” anlamında
me (bilir) + Allah] Allah bilir, “tekbir” (bk. bu madde) sözü.
vallahi. Aynı zamanda “Ezân-ı Mu-
Allah a. (dil) [Ar.] Kâinatı yaratan hammedf’nin de başlangıç ve
ve sonsuz irade gücü ile ona dü­ son sözleridir (dört defa başlan­
zen veren en yüce varlık. Allah gıçta, iki defa sonunda olmak
kavramı öylesine engin ve öyle­ üzere altı defa). Ayrıca Müslü­
sine derin ki O’nu anlatmak ki­ man halk, korktuklarmda, hay­
taplara sığmaz. Ancak O’nun çok rette kaldıklarmda veya tepkile­
yönlü bir değerlendirilmesi rini ifade etmek istediklerinde
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm An- bu sözü sıkça tekrar eder.
siklopedisi’nin “Allah”(C. 2, s.
Allahümme cüm. (^1) [Ar.]
471) maddesinde yapılmıştır. İl­
“Allahım!” veya “Ya Allah!” an­
gilenenlerin bu kaynağa gitme­
lammda bir dua sözü olup
sini salık veririz.
Kur’ân-ı Kerîm’de beş ayette
Allah Allah ÜnL (dil dil) Hayret ve bulunmaktadır.
şaşkınlık ifadesi.
Allahümme bârik cüm. (djL ^l)
Allah’a eş koşma a. bk. şirk [Ar.] Cenaze namazı kılınırken
Allah eyvallah a. Bektaşî geleneği okunması gereken duanm adı.
içinde tasdik işareti veya yemin Bu dua şöyle: Allahümme bârik
sembolü olarak kullanılan söz. alâ Muhammedin ve alâ âl-i
Muhammeddin kemâ bârekte alâ
Allah hakkı a. bk. hukûkullah
İbrâhîme ve alâ âli îbrahime
Allah’ın evi a. Mescit veya cami inneke hamîdün mecîd.
için kullanılan söz.
Allahümme salli 78

Allahümme salli cüm. ÇL, ^1) amel a. l^) [Ar.] Bir kimsenin
[Ar.] Cenaze namazı kılınırken bilinçli olarak yaptığı iş veya
okunması gereken duanın adı. emir; aynca yasaklar doğrultu­
Bu dua şöyle: Allahümme salli sunda ceza veya ödüle lâyık gö­
alâ Muhammedin ve alâ âli rülen tutum ya da davranış. Hz.
Muhammeddin kemâ salleyte alâ Peygamber, ameller için şunu
İbrâhîme ve alâ âli İbrahime söylemiştir: “Ameller ancak ni­
inneke hamîdün mecîd. yetlere göre değerlenir. Herkesin
ancak niyetine göre amelinin
Allahü ta'âlâ öz.a. QLû <UI) [Ar.]
karşılığı vardır.” (Riyâzü’s-
Yüce Allah.
Sâlihîn, C. I, s. 3)
altı gün a. bk. sitteti eyyâmi
§ tam. amel-i kalîl a. (JA2
âlu Muhammed a. ( J o /) [Ar.] J^) Namaz içinde yapılması
Hz. Muhammed’in soyu anla- uygun olmayan, ancak bazı
mmdaki bu terim, beş kısımda küçük hareketlerin yapılma-
incelenmiştir. 1. Hz. Muham­ smm hoş görülmesi durumu.
med’in aile fertleriyle Hâşim ve Söz gelişi namazda vücudun
Muttalib oğullarmdan olam bir yerini ikiden fazla kaşı­
mümin akrabası. 2. Hz. Mu­ mak, düşen takkeyi başına
hammed’in ev halkı ve soyu. 3. koymak, pantolunu çekmek
Hz. Muhammed’in ev halkı ya- gibi.
nmda yakın akrabası ve arka­
amel-i kesir a. (j^ J^)
daşları. 4. Hz. Muhammed’in kı­
Namaz içinde yapılması uy­
zı ile damadı, yani Hz. Fâtıma ile gun olmayan ve namazı bo­
Hz. Ali’nin soyu. 5. Hz. Muham­ zan hareketler. Söz gelişi
med’in peygamberliğine inanan namazda saç ve sakal tara­
kimseler, yani Müslümanlar. mak, üç adımdan fazla yü­
âm, -mmı a. Çy [Ar.] fik. Tek bir rümek, çocuğu emzirmek gi­
söz ile tek bir anlamı ifade et­ bi.
mekle birlikte toplumda bütün amel-i sâlih a. (Ju J^) Sa­
fertleri kapsayan bir anlam içe­ lih amel; din ve inaçlar doğ­
ren söz için kullanılan terim. Söz rultusunda Allah’a yapılan
gelişi, “hırsız” veya “hırsızlık” ibadet; dinin yapılmasmı
ayrı ayrı tek bir söz ve tek bir emir ve tavsiye ettiği iyi, doğ­
anlam ifade etmekle birlikte top­ ru, faydalı ve sevap kazanma
lum içinde bütün bireyleri kap- amacıyla yerine getirilen
sayabilen nitelikte bir söz olma­ amel. Kur'ân-ı Kerîm’de Sa­
sı gibi. lih amel işleyenlerin, yaratık-
79 amentü

ların en hayırlısı olduğu ifa­ sürekli veya baskın uygulamala­


de edilmiştir (“Kehf sure- rı bulunan davranış biçimleri;
si”18 / 46). eşanlamlısı “âdet” (bk. bu mad­
amel-i seyyi'e a. («ğL- ^) Al­ de).
lah ve Peygamber’in buyruk­ amennâ ve saddaknâ a. (üLı
larına veya yasaklarına uy­ jlLi) [Ar.] Genellikle Kur'ân-ı
gun olmayan, günaha yol Kerîm veya ayetler okunduktan
açan söz ve davranışlar. sonra söylenen “Sadaka-llahu’l-
amel defteri a. İslâm inancına azîm” ibaresi için “İnandık ve
göre insanların dünyada işlediği tasdik ettik.” anlamında kullanı­
fiillerin ve amellerin ahirette lan bir söz.
sorgulanmak amacıyla kayde­ amene’r-rasûlü a. (J^JI^İ) [Ar.]
dildiği defter, “kitâbü’l-a'mâl, Genellikle halk arasında bu adla
sahîfe-tü’l-a'mâl, suhuf.” (bk. anılan bu terim, Kur'ân-ı
bu maddeler). Kur'ân-ı Kerîm’e Kerîm’in “Bakara suresi”
göre, “kirâmen kâtibin” (öfc bu (2)nin son iki ayeti (285-286) için
madde) adı verilen melekler ta- kullanılagelmiştir. Nitekim Hz.
rafından tutulan bu defterde Peygamber, bu iki ayetin fazile­
kayıtlı işler ve ameller, insanm tini şöyle dile getirmiştir: “Her
eline sunulacak ve okuması is­ kim bir gecede el-Bakara suresi­
tenecektir (İsrâ suresi, 17 /13 - nin sonundan iki ayeti okursa,
14). İnsanm sağ tarafmda olan artık ona o gece (ibadet etmek, o
deftere “ashâbü’l-yemîn” deni­
gece afetlerden ve şeytan şerle­
lir ve salih amelleri içerir. Bu
rinden emîn olmak üzere) kifayet
ameller cenneti müjdeler. Sol ta­
eder.” (Sahîh-i Buhârî ve
rafında olan deftere “ashâbü’ş-
Tercemesi, C. 11, s. 5103).
şimâl” denilir ve salih olmayan
amelleri içerir. Bu ameller ise amentü a (oU) [< Ar. âmene
cehennem yolunu açmaktadır. fiilinin birinci teklik şahsı.]
Ayrıca yine Kur'ân-ı Kerîmde (İnandım, iman getirdim) İslâm
milletlerin de amel defterlerinin dininin ve imanın esaslarını öz­
olacağı, her milletin ahirette, lüce ifade eden söz: “Âmentü
hesap gününde bu defterini billahi ve melâ'iketihi ve
okumaya davet edileceği, yaptık- kütübihi ve rusulihi ve’l-
larının karşılığını hayır veya şer yevmi’l-âhiri ve bi’l-kaderi
olarak görecekleri zikredilmek­ hayrihi ve şerrihi mine’llahi
tedir. ta'âlâ ve’l-ba’sü ba’de’l-mevti
amelî örf a. fik. Bir toplumda genel hakk eşhedü en lâ ilahe illâl-
kabul gören, sosyal hayat içinde lah ve eşhedü enne
amil 80

Muhammeden abduhu ve zekât hükümlerine vâkıf ve hür


resulühü” (Allah’a, meleklerine, olmalanna özen gösterilmiştir.
kitaplarına, peygamberlerine,
âmin a. (yL) [Ar.] Okunan dua
ahret gününe, kadere, hayır ve
sonunda “kabul buyur” anla-
şerrin Allah’tan geldiğine; ölüm­
mmda onun kabulü için söyle­
den sonra tekrar diriliş olacağına nen söz. Kitâb-ı Mukaddes’te
inandım ve iman getiridim; Al­ de pek çok yerde “amen” şek­
lah’tan başka ilah olmadığına, linde geçen bu söz, Arapçaya
Muhammed’in O’nun kulu ve el­ Sami dillerinden geçmiştir. Arap
çisi olduğuna şehadet ederim.) müfessirlerince “esmâ'ü’l-
İmanın esaslarını sıralayan bu hüsnâ” (Allah’ın güzel isimle-
sözlerin bütünü “amentü” ola­ ri)dan olduğu tezi ileri sürül­
rak bilinmektedir ve Ehl-i sün­ müşse de bu görüş pek yaygınlık
net inacına bağh her müminin kazanmamıştır. Kur'ân-ı
İslâmın beş şartı yanmda ima- Kerîm’de geçmeyen bu terim,
nm şartları olarak bu esaslara Hz. Muhammed’in pek çok hadi­
inanması, İslâm’m temel ilkele­ sinde zikredilmiş ve özellikle de
rinden kabul edilmektedir. Bu “Fâtiiıa” suresinden sonra söy­
ükeler, kadere iman hariç, lenmesi Hz. Peygamber tarafin­
Kur'ân-ı Kerîm’in şu surelerin­ dan şu hadisine göre istenmiştir:
de geçmektedir: “Bakara sure­ “Okuyucu, yani Fâtiha okıyan
si” (2 / 136, 177, 285), “Nisa su­ kimse ‘Âmin’ dediği zaman siz de
resi” (4 / 136), “Yûnus suresi” ‘Âmin’ deyiniz. Çünkü melekler
(10 / 90), “Yâsin suresi” (36 / de ‘Âmin’ derler. Her kimin
25), “Şûra suresi” (42 /15). ‘Âmin’ demesi meleklerin ‘Âmin’
demesine uyarsa geçmiş günah­
âmil a. (J.L) [Ar.] İslâm tarihinde
ları mağfiret olunur.” (Sahîh-i
ve devletlerinde genellikle vergi
Buhârî ve Tercemesi, C. 14, s.
tahsildarı veya memuru. Ayrıca
6339) Bu ve benzeri öğütlerden
muhtaç kimseler için zekât top­
dolayı “Fâtiha” suresinden son­
layan görevlilere de bu ad ve­
ra “âmin” demek, dört büyük
rilmiştir. Osmanh devletinde ise
mezhep tarafindan sünnet sa­
ganimet, cizye, fey, haraç gibi
yılmıştır.
birtakım gelir vergileriyle uğra­
şan, bunlarm tahakkuk, tahsil ve âmin alayı a. Osmanh devletinin
taksim işlerini de bu görevliler son dönemlerinde yaygınlaşan
yapmışlardır. Bu kimselerin ve okula yeni başlayan çocukları
Müslüman, emin, tam ehliyetli, teşvik etmek amacıyla düzenle­
nen dinî tören. Genellikle pazar-
81 an'ane

tesi, Perşembe veya kandil gün­ kesin olarak işitildiğini belirt-


lerinde yapılması âdet hâline ge­ meksizin “an” (bk. bu madde)
tirilen bu tören için çocuğun ai­ sigasıyla rivayet edilmesi.
lesi mahalle mektebinin hocası­
ana-baba a. Toplum hayatı içinde
na hazır oldukları yolunda bir aile kurumunun temel direği
haber gönderir; hoca da karar­ olan iki kutsal değer için kullam-
laştırılan günde mektep çocuk- lan terim. Bu değerler, aym za­
lannı bir sıra hâlinde İlâhiler manda büyük baba ile büyük
okuyarak okula başlayacak ço- anneyi de kucaklamaktadır.
cuğun evinin önüne getirir, ora­ Kur'ân-ı Kerîm’de bu değerler,
da hoca dua eder, arkasından da “İsrâ suresi” (17 / 23), “En'âm
hep birlikte “âmin!” denilirdi. suresi” (6 / 151), “Lokmân su­
Oradan yine toplu olarak oku­ resi” (31 / 14), “Ahkâf suresi”
nan İlâhiler eşliğinde ve her (46 /15), “İbrahim suresi” (14 /
okunan liâhi sonunda“âmin!” 41), “Ankebût suresi” (29 / 8)
sözü tekrar edile edile okula ge­ başta olmak üzere pek çok ayet­
linir; okulda kıdemli bir hafız te dile getirilmektedir. Hz. Pey­
Kur'ân-ı Kenm’den sureler gamber, ana-babaya asi olmayı
okur ve yaplılan dualarla tören büyük günahlar arasında say­
sona ererdi. mıştır: “Büyük günahlar: Allah’a
şirk koşmak, ana ve babaya asi
âmü’l-fîl a. (Jjül ^) [Ar.] İslâmi­
olmak, haksız yere adam öldür­
yet’in kabulünden önce, yaşa­
mek ve yalan yere yemin etmek.”
nan bazı önemli olaylara ad ve­
(Riyâzü’s-Sâlihîn, C. I, s. 369) Bir
rilmesi geleneği çerçevesinde,
başka hadisinde ise O, “Büyük
Habeş ordusunun Kâbe’yi yık­
günahların en büyüğünden birisi,
mak için Mekke üzerine yürü­ kişinin anasına babasına lanet
düğü yıla Araplarm veriği ad ve etmesidir.” (Sahîh-i Buhârî ve
terim. Tercemesi, C. 13, s. 5976) demiş­
âmü’l-hüzn a. (ûj^1 f^) [Ar.] bk. tir.
senetü’l-hüzn anakent a. Mekke-i mükerreme, bk.
an e. Q>) [Ar.] Hadis biliminde, bir ümmüT-kurâ
hadisin bizzat hocadan işitilip an'ane (I) a. (<u*ic) [Ar.] bk. örf
işitilmediğini veya sağlıklı bir
yöntemle almıp almmadığını an'ane (II) a (<ı»k) [Ar.] Hadis
biliminde ravînin şeyhin bizzat
kesin olarak ifade etmeyen bir
kendisinden ve onun ağzmdan
siga.
rivayet ettiği hadisler dışmda
an an e. (> js) [Ar.] Hadis bilimin­ “an” sözünü kullanarak rivayet
de, bir hadisin bizzat hocadan ettiği hadisler.
anâsır 82

anâsır ç.a. (^L) [Ar.unsur’m ç. (örümcek) sözünden alan bu


b.] “Unsurlar” anlamındaki bu âyette, Allah’tan başkasına ina­
söz, bazı kelime ve terkiplerle nan ve ibadet edenlerin başma
yeni terimlerin oluşmasını sağ­ örümcek ağı örüldüğü ve o ağ
lar. içinde sıkışıp kalacakları anlatı­
lır. Gerçek kurtuluşun Allah’a
§ tam. anâsır-ı erba'a a. (^ inanmak ve güvenmek olacağı
l^L) Dört unsur: Ateş, ha­ öğütlenir; bu yolda gidenlerin
va, su, toprak. İslâm felsefe­ Allah’m korumasmda olduğu ve
sindeki “anâsır-ı erba'a” yüce Allah’ın onlara yüksek
kavramı, Antik Yunan dü­ mevkiler müjdelediği vurgula­
şüncesine dayanmaktadır. Bu nır. Hz. Peygamber’in “Ankebût
düşünceyi sistemleştiren ve suresi”nm tefsiri için bk. Sahîh-i
tabiat bilimlerinin hâkim un­ Buharı ve Tercemesi, C. 10, s.
suru olarak yerleştiren Aristo 4645-4646.
olmuştur. Ondan İslâm dü­
şünce dünyasma Kindi tara- ansâr ç.a. (^L) [Ar.nâsır ve
fmdan taşınmış ve Fârâbî ile nasîr’in ç. b.] Hz. Peygamber ile
yeni boyutlar kazanmış, on­ beraber Mekke’den hicret eden
lardan sonra gelen İslâm Müslümanlara kucak açan, on­
âlimleri ile farklı yorumlara lara her türlü maddî ve manevî
tâbi tutulmuştur. Özellikle de yardımı gösteren Medineli Müs-
tasavvufta kazandığı değer lümanlar.
yargılarıyla edebiyatta çok ant a. bk. yemin
sık kullanılan mazmunlar
antisemitizm a. Yahudî karşıtlığı
arasına girmiştir.
veya düşmanlığı. Bu terim, iki
anâsır-ı çehârgâne a. (üKj yönüyle kullanılmıştır. Bir yönü
l^. j^(k) bk. anâsır-ı erba'a Yahudî ırkı ya da Yahudilikten
Ankebût suresi a. (^ «o^) nefret anlamında, bir yönü de
[ < Ar.Sûretü’l-Ankebût( ojjûJI bu ırkm bireylerinden veya ka­
Sj^)] Kur’ân-ı Kerîm’in yirmi rakterinden hoşnutsuzluk an­
dokuzuncu, iniş sırasma göre lamında söz konusu olmuştur.
seksen beşinci suresi olup “Rûm Kur'ân-ı Kerîm bunlardan bi­
suresi” (30)nden sonra ve reylerin karakterlerini eleştirir­
“Mutaffifln suresi” (83) inden ken onların dinlerinin ve
önce Mekke’de nazil olmuş ve inaçlarınm alay konusu edil­
altmış dokuz ayetten meydana memesini, inançlarma saygı gös­
gelmektedir. Admı kırk birinci terilmesini salık verir (Âl-i
âyette geçmekte olan “ankebût” İmrân suresi, 3 /113-115. ayet-
83 A'râf suresi

ler). Hatta “Tevbe suresi” (9)nin arafât vakfesi a. Mekke’nin 25. km


29. ayetinde Müslümanlar ile güneydoğusunda ova görünü­
Yahudîlerin bir arada ve barış münde olan düz bir alanın adı
içinde yaşamaları üzerinde du­ olan Arafat ile Harem smırı ara-
rulmuştur. Ancak bu ırkm bi­ smda bulunan Ürene Vadisi’nde
reysel davranışları bakımmdan haccm farzlarından biri olan
eleştirilmeleri de dikkatlerden “vakfe” burada gerçekleştirilir
kaçmamıştır. ve buna “arafât vakfesi” adı ve-
rüir. Arefe gününde gerçekleşti­
arabiyyât a. (ûLjt) [Ar. arabiyye
rilen bu ibadet, zeval vaktinden
’nin ç. b.) Arap dili ve edebiyatı
kurban bayramının birinci günü
çalışma alanı ve araştırmaları
fecrin doğuşuna kadar olan süre
için kullanılan terim.
içinde yapılır.
a'râf a. Uâi>J) [Ar. arf’ın ç. b.]
A'râf suresi a. (^jo- Jljd) [<
“Yüksek yer, burç.” alamındaki
Ar.“Sûretü’l-A'râf’ (JljcVI Sj^)]
bu terim, cennet ile cehennem
Kur'ân-ı Kerîm’in yedinci, iniş
arasında bulunan ve bu iki yeri
sırasına göre otuz dokuzuncu
birbirinden ayıran surun
suresi olup Mekke’de nazil ol­
üzrinde bulunan en yüksek te­
muş ve iki yüz altı ayetten mey­
penin adı için kullanılmıştır.
dana gelmektedir. Sure adını
Kur'ân-ı Kerîm’in yedinci sure­
kırk altı ve kırk sekizinci ayet­
sinin adı “A'râf’ olup burada
lerde geçen “a'râf’ ( cennet ile
hayır ile şer arasında kararsız
cehennemi ayıran surun üzrinde
kalan kimselere hayırh yolun
bulunan en yüksek tepe.) sözün­
gösterildiği ve uyarıldığı anla­
den alır ve ilk kelime “elif-lâm-
tılmaktadır. Bu kimselere
mim-sad” (j^il) olduğu için su­
“ashâbü’l-a'râf’ (bk. bu madde)
re bu adla da zikredilmektedir.
denilmiştir. Bunlar, sevap ve
Mekke’de inen surelerin “En'âm
günahları birbirine eşit kimseler
suresi” (6) ile birlikte en uzunu
olarak nitelenmiş; bundan dola­
olarak bilinmektedir. Burada Al­
yı da ne cennete ne de cehen­
lah’ın emirlerine uyulması, doğ­
neme gitmeleri söz konusu ol­
ru ve güzelden yana olunması,
muştur. Bundan olayı da orada
verdiği nimetlerden yararlanıl­
bekletilmektedirler. Ancak onla­
ması, Allah’ın inkâr edilmemesi,
rın Allah’a yakarmaları netice­
vahye uyulması, şirk koşülma-
sinde affedilerek cennete gide­
ması, günahtan uzak durulması
cekleri inancı da yaygmdır.
gibi erdemli öğütler verilmekte­
arafât a. Uü^ [Ar.] bk. arefe dir. Hz. Peygamber’in akşam
namazmın ilk rekâtında bu su-
arasât 84

renin bir bölümünü okuması haraç vergisine bağlanan ya


onun faziletini açıkça ifade et­ da savaşla fethedildiği hâlde
mektedir. Hz. Peygamber’in savaşa katılanlara verilme­
“A'râf suresi”mn tefsiri için bk. yerek gayrimüslüm halka bı­
Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C. 9, rakılan arazi.
s. 4363-4375.
arâzî-yi memlûke a. (<SjU
arasât ç.a. (oL^jc) [Ar.arsa’nın ç. ^Ijl) Mülkiyet hakkma sa­
b.] Boş ve kullanılmayan arsa hip araziler.
anlammdaki bu söz, Kur'ân-ı
Kerîm’de geçmemekle beraber arâzî-yi mevkûfe a. (<ijî^
kelâm ve tefsir kaynaklarında ^Ijl) Vakıf arazisi olup ya
“Kıyametin kopmasından sonra şahsm vakfı ya da devlet
dirilecek olan insanların topla­ başkanmm vakfettiği arazi.
nacağı ve dünyada yaptıkları ve arâzî-yi metrûke a. «jji»
işledikleri amellerinden dolayı ^Ijl) Kamuya bırakılmış
sorgulanacakları yerin adı.” ola­ arazi.
rak tanımlanmış ve sonradan
arâzî-yi mevât a. Uj. ^Ijl)
dinî kültürümüze bu niteliği ile
Kimsenin mülkü olmayan bir
terim olarak yerleşmiştir.
köye veya kasabaya ait bu­
araz a. (^_,₺) [Ar.] Sonradan veya lunmayan yerleşim yerinden
tesadüfen ortaya çıkan, ansızm uzakta olan arazi.
baş gösteren anlammda kelâm
arâzî-yi mîriyye a. {^^
terimi.
^Ijl) Devlet başkanma ta-
arâzî a. (^Ijl) [Ar.arz’ın ç. ₺.] “Yer nman ve beytülmal arazisi.
ve toprak” anlammda olan bu
arâzî-yi mukaddese a. (t-ai»
söz, îslâm hukukunda hem ka­
^Ijl) Kutsal topraklar.
mu hem de ferdî mülkiyet ola­
rak yerleşmiştir. Ahalisi Müslü­ arâzî-yi mübâreke a. (<SjL
man olan arazinin üzerinde ya- ^Ijl) Mübarek topraklar,
şayanlarm bu yerde özel hakkı yani Hicaz bölgesi.
ve mülkiyeti olduğu üzerinde
arâzî-yi öşriyye a. Gb^^lj
bütün hukuk âlimleri fikir birli­
I) Halkı kendiliğinden Müs­
ği içindedir. Devlet bu tür yer­
lüman olan ve savaş sonucu
lerden “öşür” bk. bu madde)
fethedilen yerlerin savaşa ka-
alabilmektedir.
tılanlara bırakıldığı arazi.
§ tam. arâzî-yi harâciyye a.
arefe a. (<i>) [Ar.] (ç. b. arafât)
(i^lja. ^Ijl) Barış yoluyla
Haccm en önemli farzı olan
85 ârif

“vakfe”nin yapıldığı yer olan ve sıkmtı içinde sıkışıp kalması­


“Arafat’ın öteki adı, “yevmü dır. Tasavvuf inanca göre Al­
arefe” (arefe günü). Bu günde lah’ın dışmdaki bütün unsurlar
vakfe, zeval vaktinden kurban ânz olarak görülmüştür. 2. tar.
bayramının birinci günü fecrin Bazı İslâm devletlerinde ordu
doğuşuna kadar olan süre içinde içinde ve işlerinde maaş, silâh,
yapılır. Önce “tevriye” günü araç gereçleriyle görevli olan
(zilhicce ayının 8. günü) Mek­ “Divânü’l-araz”ın başkanma
ke’den Mina’ya geçilmesi, bir verilen ad. Bu kişilerin başlıca
gece orada kalmması, sabah görevleri arasında ordunun
namazmm kılınarak güneşin mühimmat ile gelir gider defter­
doğuşu ile Arafat’a çıkılması, lerini tutmak, konaklama işleri­
zeval vaktinde öğle ve ikindi ni düzenlemek, savaş sonrası
namazları gusl abdesti almdık- elde edilen ganimetleri taksim
tan sonra eda edilmesi, akşam etmek, savaş ve barış zamanm-
namazma kadar tekbir, tehlil, da kullanılacak araç ve gereçleri
salat ü selâm ve dualar yapılma­ temin etmek gibi önemli hizmet­
sı, oradan Müzdelife’ye geçilme­ leri sayılabilir.
si bu günün faziletlerinden ve
ârif a. (JjL) [< Ar. irfân] (ç. b.
sünnetten sayılmaktadır. Türk-
ârifân ve avârif) 1. Bilen, bilgi
çede bu terim, aynı zamanda
sahibi söz anlar, âgâh: Arife tarif
ramazan bayramının; ayrıca
gerekmez. 2. tas. Marifet sahibi,
önemli gün ve olayların bir gün
ehl-i marifet. Tasavvufta Allah’a
öncesine de kullanılmaktadır.
ait bilgi ve bütün varlıklar ile
arefe günü a. bk. arefe olaylarm özünü kavramaya
“marifet” (bk. bu madde) de­
arız a. G^jk) [Ar.] 1. tas. Engel,
nilmiştir. Bu görüş doğrultusun­
hastalık, ansızm ortaya çıkan
da marifet ile ilim arasmdaki
durum anlamına gelen bu söz,
fark açıkça ortaya çıkmaktadır.
tasavvufta “Nefis ve şeytanın
İlim, zihnî faaliyetle mutlak ve
yönlendirmesi ile tasavvuf ehli­
gerçek olanı bulma; marifet ise
nin kalbinde oluşan durum.” ola­
dinî ve ahlâkî arınma ile biraz
rak nitelenmiş; Bunlar da nzık,
da sezgi gücü ile bilme olarak
tehlike, kaza ve musibet olarak
anlaşılmış ve buna göre de âlim
görülmüştür. Buna göre rızık,
ile ârif arasındaki fark da ortaya
kendini ibadete vermeye engel­
konulmaya çalışılmıştır. Ârif, ir­
dir; tehlike, günaha dalmak ve
fan makammı çileli bir hayat
fitneye düşmektir; kaza, gazaba
tarzı içinde elde ederken hayır
yol açan bir engeldir; musibet,
ve nimeti Allah’m “cemal” (bk.
dünya hayatı içinde kulun darlık
arîf 86

bu madde) sıfatının, şer ve mu­ yüklükte altı arpa tanesinin yan


sibeti “celâl” (bk. bu madde) sı- yana getirümesiyle oluşturulan
fatmın tecellisi ile bilir; bundan uzunluğa bir “parmak” denil­
dolayı da AUah’m lutfunu da miştir. Fıkıh kitaplarında arpa-
kahrmı da hoş karşılar. nm üst ve ast katlarının da alm-
dığı söz konusudur. Üst katlara
§ tam. ârif-i billâh a. (dJL Jj
“habbe, tasûc, dânek, dinar”
L.) tas. Allah’ı hakkıyla tanı­
adları verilirken ast katları
mış veya kavramış olan kim­
“hardal, fels, fetile, nakîre,
se.
kıtmîre, zerre” olarak adlandı­
arîf a. (^jt.) [Ar.} (ç. b. urefâ) Söz­ rılmıştır.
lük anlamı “bilen” olan bu söz, arrâf a. Uîl>û [Ar.] Kehanet sahibi
İslâm devletlerinde ve toplumla- kimse, gelecekten haber veren
rında sivil veya askerî bir gru­ kimse. Bu terimin “kâhin” (bk.
bun başında bulunan kimseye bu madde) den farkı, gelecekten
verilen ad olarak kullanılmıştır. zan yoluyla haber veren olması­
Hz. Muhammed döneminde dır. Hz. Peygamber, bu kimseleri
hem kumandan hem de sosyal pek iyi karşılamamıştır: “Her
işlerden sorumlu kimse olarak kim arrâfa veya kâhine giderse
görev yapan arifler, Hulefâ-yı ve onun dediğini tasdik ederse o
Râşidîn, Emevîler, Abbasîler dö­ Ebulkasım’a küfretmiş olur.”
nemlerinde de her askerî birli­
arş (I) a. jt) [Ar.] Sözlük anlamı
ğin başkanı olarak tayin edilmiş­
“yükseklik, yükçe yer” olan bu
lerdir. Sosyal hayatın içinde ise
söz, Kur'ân-ı Kerîm’de ve hadis­
esnaf teşkilâtlarının başındaki
lerde İlâhî hükümranlık ve taht
kimselere de bu ad verilmiştir.
anlamlarıyla geçmektedir.
Orta Çağ İslâm devletlerinde bu
Kur'ân-ı Kerîm’de “Yusuf’ su­
teşkilâtlar için her birine bir so­
resi (12 /100) ile “el-Neml” su­
kak tahsis edildiğinden buradaki
resi (27 / 23, 38,41 - 42) nde
görevli ve sorumlu kimselere
“taht” anlammda kullanılmış
“arîf, arîfu’s-sûk, şeyhu’s-sûk”
olan bu terim, “Tevbe suresi” (9
adlarınm verildiği kaynaklarda
/129), “Zuhruf suresi” (43 / 82)
zikredilmektedir.
nde ise “Rabbü’l-Arş” ifadesi ile
arpa a. Uzunluk ölçüsü birimi. karşılanmıştır. Hadislerde ise
Genellikle ağırlık ölçülerinin be­ arşm “nurdan veya kırmızı, yeşil,
lirlenmesinde önemli bir ölçü sarı, beyaz renkli nurdan” yahut
kriteri olarak kabul edilmiş olan “kırmızı veya yeşil yakuf’tan ol­
arpa, ölçü birimi olarak orta bü­ duğu ifade edilmiştir.
87 arza

arş (II) a. (^^) [Ar.] tas. Bir varlık söz, “Ahd-i Atik’de “Ken'an”
mertebesi olarak nesneler âle­ diyarı “Kitâb-ı Mukaddes”te
minin başlangıcı olarak tanım­ “Mısır ırmağından büyük ır­
landığı gibi tasavvuf ehlince Al­ mağa, Fırat ırmağına kadar
lah’ın zuhur ve tecellî edeceği olan bölge” olarak tanımlan­
bir "tenezzül makamı” olarak mıştır. Bu yer, Hz. İbrahim,
da nitelenmiş ve “arşu’l- Hz. İshak, Hz. Yakup ve Hz.
hüviyet” terimi de kullanılmış­ Musa’ya ve onlarm soyuna
tır. Sufîler buna “imâm-ı miras ve ebedî mülk olarak
mübîn” de demişlerdir. Bundan verilmiştir. Bu terim
amaç, sekizinci feleğin arşı ta­ Kur’ân-ı Kerîm’de geçme­
şımasıdır; yani arş gökyüzünde mekle beraber onu işaret
en yüksek mertebedir. eden “arz-ı mukaddese” sö­
züne rastlanır.
arşın a. Eski dönemlerde kullanı­
lan bir uzunluk ölçüsü birimi. arz-ı mukaddes a. (jj^
Türk lehçelerinde “arşun, arçın, lAJ) bk. arz-ı mev'ûd
arjın, alçin” biçimleriyle bilinen
arzu’l-munâvele a. (<ljL
bu söz, dirsek ile orta parmak
O=>j') Hadis biliminde, bir öğ­
arasındaki uzunluk karşılığı
rencinin şeyhine gelerek
olup Arapça “zirâ” (bk. bu
onun kitabmdan hadis riva­
madde) üe birlikte ve eş değerde
yet etmek üzere kitabmı
kullanılmştır. Osmanh döne­
sunması, şeyhin de o hadisle­
minde iki arşm yaygın olarak
rin kendisine ait olduğuna
kullanılmıştır; biri mimarî arşm,
kanaat getirdikten sonra öğ­
öteki çarşı arşını (özellikle ku­
rencisine izin vermesi duru­
maş ve benzeri eşyanın uzunluk
mu.
ölçüleri için).
arz (II) a. (^jc) [Ar.] Sözlük anlamı
arz (I) a. (^ji) [Ar.] Yeryüzündeki
“sunmak, göstermek” olan bu
bir noktanın ekvatora uzaklığını
söz, İslâmî bilimlerde hadislerin
anlatmak için kullanılan terim,
karşılaştırılması ve hocanm
enlem.
onayma sunulması işlemi için
§ tam. arz-ı hâviye a. (<yL kullanılan bir terim.
(jAjl) bk. âlem arza a. («l^jc.) [Ar.] Her yıl Rama­
arz-ı mev'ûd a. (^^ ^jl) zan ayında Kur'ân-ı Kerîm’in
Allah’ın Hz. İbrahim’e ve surelerinin Cebrail ile Hz. Mu­
onun soyundan gelenlere hammed arasmda karşılıklı ola­
vermeyi vaad ettiği yer. Bu rak ezberden okunması, muka­
bele. Her yıl bir defa ramazan
asâ 88

ayında yapılan bu karşılıklı lar için kullanılmıştır. İslâm hu­


okuma işi, Hz. Muhammed’in kukunda ise tek başma olan
ölümünden önceki ramazan asabe mirasın tamammı alır. Be­
aymda iki defa gerçekleştirilmiş; lirli hisseler bırakılmış kimseler­
bununla da peygamberimiz le beraber olduğunda ise onlar­
ölümünün yakm olduğunu se- dan arta kalan hisselerin tama­
zinlemiştir. O dönemden günü­ mım alana da asabe denilmiştir.
müze kadar her ramazan aymda
âsaf a. (j*ai) [Ar.] İslâm devletle­
camilerde tekrar edilen bu
rinde “vezir” karşılığı veya
okuma işi, “mukabele” (bk. bu
onun sıfatı olarak kullanılan te­
madde) olarak adlandırılmış ve
rim. Hz. Süleyman’ın ünlü vezir­
peygamberin sünnetini yerine lerinden Âsaf b. Berahyâ’nm
getirme olarak benimsenmiştir. adından çıkarak yaygınlaşmış,
asâ a. (L>c) [Ar.] Değişik devlet ve özellikle de Osmanlı devleti dö­
cemaatlerin din ve kültürlerinde neminde “vezîr-i a'zâm”lar için
kudret ve otorite sembolü sayı­ kullanılmıştır.
lan sopa veya değnek. Eski Hint ashâb ç.a. LL^I) [Ar.sâhib’in ç. b.]
ve Çin kültüründen başlayarak “Sahipler, şahabı.” anlamındaki
kötülüklere karşı bir silâh ve ko­ bu terim, şu anlamlarda kulla­
runma aracı olarak kullanılan nılmıştır: 1. Hz. Peygamber ile
bu eşya, dinî kültürde de yerini mümin olarak karşılaşan, görü­
almıştır. Özellikle “Tevrat’ta şen ve mümin olarak ölen kim­
Hz. Musa’ya peygamberlik sem­ se. 2. Büyük imamlardan birinin
bolü olarak bir asânm verildiği mezhebini benimseyerek onun
uzun uzun hikâye edilmekte ve yolundan giden din uluları. Bun­
onunla Hz. Musa’nın pek çok lar, Ashâbu Ebî Hanife,
mucizeye imza attığı anlatılmak­ Ashâbu’ş-Şâflt, Ashâbu İmam
tadır. Hz. Muhammed dönemin­ Mâliki gibi adlandırılmışlardır.
de ise asâ, “minber” ile birlikte 3. Büyük kitap yazarlan.
hilâfet sembolü olarak eş değer­
de tutulmuş, ikisine birden § tam. ashâb-ı ahruf a. (uja.1
“ûdeyn” (bk. bu madde) terimi ^L-al) Hadislerin Hz. Mu-
kullanılmıştır. hammed’den duyulduğu bi­
çimleriyle rivayet edilmesini
asabe a. (ü*oc) [Ar.âsib’in ç. b.] fık. zarurî gören muhaddisler.
Önceleri erkek çocuklar ve baba
tarafmdan gelen akraba anla- ashâb-ı a'râf a. (Jijd
mma gelen bu söz, Hz. Muham­ uL^I) Cennet halkı ile ce­
med sonrasmda diyet ve miras hennem halkı arasmda bir
sur vardır; bu surun cennet
hakkı konusunda yakm akraba­
89 ashâb-ı karye

tarafı “nur”, cehennem tarafı ashâb-ı Eyke a. (dJ ^L^l)


“ateş”tir. Bu iki yerin arası Şuayb peygamberin gönde­
“a'râf’tır. Bu yerde bulunan­ rildiği, Kızıl Deniz sahilleri ile
lara “ashâb-ı a'râf” denilmiş­ Medyen arasında yaşayan
tir. Bunların sevapları ile gü­ Eyke halkı. İtaatsiz, zalim ve
nahları eşit olduğu için bu­ haksız işler peşinde olan bu
rada bekletilmektedir. Ancak halk, Şuayb’ın Allah’a ve ada­
onlarm Allah’a yakarmaları lete davetine karşı çıktı. Bu­
neticesinde affedilerek cen­ nun üzerine Allah onlann
nete gidecekleri inancı da üzerine yedi gün süren bir
yaygmdır. sıcak dalgası çöktürdü. Ne­
ashâb-ı bedr a. (^ uL^l) hirler kurudu, bitkiler yandı;
Bedir savaşmda Hz. Peygam­ sonra da bir bulut peyda ol­
ber ile baraber savaşa katılan du, hepsi o bulutun altına
kutlu savaş erlerine verilen toplandı. Bu kez o bulut ateş
ad. olup yağdı ve bütün Eyke
halkı helâk oldu. Kur'ân-ı
ashâb-ı cahîm a. (^ Kerîm bu hadiseyi “Azabil
wLu»l) Cehennemin yedi yevmi’z-zıll” ve “Azâbü yev­
kısmından biri olan bu yer, min azîm” (Şu'arâ suresi, 26
ateşinin kızgın ve yakıcı olu­ /189) olarak anlatmaktadır.
şu ile tavsif edilir; işte buraya
gireceklere “ashâb-ı cahîm” ashâb-ı ferâ'iz a. (^l>
denilmiştir. Bu terim, uL->l) huk. Mirasta ölen ki­
Kur'ân-ı Kerîm’in şu ayet­ şinin soyca birinci dereceden
lerde geçmektedir: Bakara yalan olan bütün varisleri.
suresi, 2 /119; Mâ'ide sure­
ashâb-ı fîl a. (Jj uL^l) bk.
si, 5 /10 ve 86; Hadîd suresi,
fîl suresi
57/19.
ashâb-ı kalîb a. (Uî uL^l)
ashâb-ı cennet a. (-^ Hz. Peygamber ve ashabı
ukusl) Cennet eldi veya hal­ hakkmda Benî Mustalik sa­
kı. Kur’ân-ı Kerîm’de on iki vaşı sırasmda ileri geri konu­
defa geçen bu söz, cennete şan münafıklar.
girecek kimseler anlamında
kullanılmış: bunlarm da Al­ ashâb-ı karye a. (<u^ uL^i)
“Köy halkı” demek olan bu
lah’a gönülden bağh olanlar,
söz, Kur’ân-ı Kerîm’de sade­
güzel amel işleyenler, Müs-
ce “Yasin suresi” (36 / 13)
lümanlar oldukları beyan
nde geçmektedir. Bu köy hal-
edilmiştir.
ashâb-ı kehf 90

kı kendilerine gönderilen el­ mi olan “kubûr” burada


çilere inanmamışlar, hatta “kabir sahipleri” tamlama­
onlara eziyet bile etmişlerdi. sını oluşturmaktadır ve “ölü­
Bunun üzerine Allah o kavmi ler” anlammda kullanılmak­
helak etmişti. Bu kavmin adı tadır. Bu terim, Kur'ân-ı
ve elçiler halanda Kur’ân-ı Kerîm’de sadece bir yerde
Kerîm’de açıklayıcı bilgi ve­ geçmektedir (Mümtehine
rilmemektedir. Bununla be­ suresi, 60 /13).
raber bazı rivayetlerde bu
ashâb-ı matlûb a. UjLL
halkın yaşadığı yerin Antak­
uL^l) huk. İflas durumun­
ya olduğu, elçileri göndere­
daki kimsenin alacaklarınm
nin Hz. İsa olduğu söylen­
kanunî olarak tamamı için
mektedir.
kullanılan bir terim.
ashâb-ı kehf a. oL^i)
ashâb-ı Medyen a.
Mağara dostları, yedi uyu­
JmaI) Şuayb peygamberin
yanlar. “Ashâb-ı Kehf’ kıssa-
gönderildiği, Akabe Körfe­
smm özünü oluşturan ve öl­
zinden Humus vadisine ka­
dükten sonra yeniden dirili­
dar uzanan bölge ve bu böl­
şin bir sembolü olarak kabul
gede yaşayan halk. İtaatsiz,
edilen yedi arkadaş ile bir
zalim ve haksız işler peşinde
köpeğin bir mağarada uyu­
olan bu halk, Şuayb’ın Al­
maları ve uzun süre geçtik­
lah’a ve adalete davetine kar­
ten sonra yeniden uyanmala­
şı çıktı. Bunun üzerine Allah
rı olayı. Bu kıssa, Kur'ân-ı
onları zelzele ile helak etti.
Kerîm’in “Kehf suresi” (18)
Kur'ân-ı Kerîm bu hadiseyi
nde yer, kişilerin sayısı ile
“Şu'arâ suresi” (26 / 183;),
köpek hakkında ayrıntılı bilgi
“A ’râf suresi” (7 / 85-93) inde
verilmektedir. Burada adı ge­
anlatmaktadır.
çen “rakım” için “vadi, mem­
leket, hatta köpek adı” olduğu ashâb-ı meymene a. («o^
hakkmda çeşitli yorumlar uL^l) bk. ashâbu’l-yemîn
yapılmıştır. Ayrıca bu kıssa, ashâb-ı rakım a. (^ ^L^i)
Hz. Peygamber’in hadisleri Buharî ve Müslim’in kitapla­
içinde “Hadîsü’l-Gar” (Ma­
rında hikâyelerini anlattığı
ğara Hadisi) olarak anlatıl­
üç yolcu. Bu üç kişi yolculuk
maktadır. bk. Sahîh-i Buharı
sırasmda bir mağaraya giz­
ve Tercemesi, C. 7, s. 3279.
lenirler. O sırada dağdan dü­
ashâb-ı kubûr a. (j^ uLual) şen bir kaya mağaranm kapı-
“Kabr” sözünün çokluk biçi­
91 ashâbu’n-nâr

sini kapatır. Çaresizlik içinde ashâbu’l-fîl a. (JJI ^L^l)


her biri Allah’a kurtuluş için bk. fil suresi
dua eder. Her birinin duası
ashâbu’l-hadîs a. (eujJl
sonrası mağara kapısı yavaş ^k^i) bk. ehl-i hadîs
yavaş açılır ve kurtulurlar.
ashâbu’l-karye a. (₺jill
ashâb-ı ress a. (^ ^u^J) uku»l) Sözlük anlamı “İnsan­
bk. ashâbu’r-res ların toplandığı yer, köy, ka­
ashâb-ı sefine a. (ük» saba” gibi anlamları olan bu
uL^l) Gemi halkı anlamma terim, Kur'ân-ı Kerîm (Ya­
gelen bu söz, Hz. Nuh’un ge­ sin suresi, 36 / 13 - 29) ’de
misinde yer alan müminler korkunç bir sesle yok edildik­
için kullanılan bir terim olup leri bildirilen beldenin halkı
Kur'ân-ı Kerîm’de sadece için kullanılmıştır.
bir yerde geçmektedir ashâbu’l-meymene a. (^Jl
(Ankebût suresi, 29 /14-15). ^L^l) bk. ashâbu’l- yemîn
ashâb-ı suffe a. (<ıi^ ç,k^l) ashâbu’l-intizâr a. (jlteil
Hz. Muhammed döneminde uL^l) Şia inancmda, on iki
Medine’de Mescid-i Nebevi imam düzenini benimseyen
yanmda yaptırılan ve yoksul- Şiî mezhebinde “isnâaşeriy-
larm yedirilip içirildiği aşevi ye” fırkası içinde on ikinci
müdavimleri. imamın gelişine inanan ce­
maat.
ashâb-ı şimâl a. (Jhi uk^l)
bk. ashâbu’ş-şimâl ashâbu’l-meş'eme a. (ıkidl
ukual) Dünyada inkârcı dav­
ashâb-ı yemin a. (j^ yk^l)
ranan, çevresine zulmeden,
bk. ashâbu’l-yemîn ahirette amel defterleri sol
ashâb-ı yesâr a. (jLj ukual) taraftan verilecek olan ve Al­
bk. ashâbu’ş- şimâl lah katmda değersiz ve ce­
hennem ehli olan kimseler.
ashâbu’l-bid'a a. (<idl
uLu»i) Hz. Peygamber’in ashâbu’n-nâr a. (jLli ^L^i)
sünnetine muhalefet ederek Cehennemin adlarmdandır.
inanç ve görüş sahibi olan Cehenneme girecekler veya
kimseler, “ehl-i bid'at” (bk. cehennemlikler olarak ifade
bu madde). edilen bu terim, Kur'ân-ı
Kerîm’de 20 kadar yerde
ashâbu’l-elf a. (Jil uL^l) geçmektedir.
bk. ashâbu’l- ülûf
ashâbu’r-rakîm 92

ashâbu’r-rakîm a. ÇjJI JJI olanlar, “ashâbu’l- yemîn”


uk^l) bk. ashâb-ı kehf karşıtı.
ashâbu’r-res a. (^Jl uk^l) ashâbu’t-tabâ'i a. (^LLUl
Kur'ân-ı Kerîm (Furkan su­ uLual) bk. tabâi"iyyûn
resi, 25 / 38 ve Kâf suresi, 50
ashâbu’l- ülûf a. (Jjlil
I 12) ’de iki ayette anlatılan
ç,L^i) Hz. Peygamber zama­
bir kavmin yok edilmesi olayı
nından 2 000 üzerinde hadis
ve bu olaya uğrayan kimse­
rivayet eden sahabîlere veri­
ler.
len ad için kullanılan bir te­
ashâbu’r-re'y a. (^Jl Jm^I) rim. Bunlar, Hz. Âişe, Ebû
Akıl ve kıyas yöntemini kul­ Hureyre, Abdullah b. Ömer,
lanarak Kur'ân-ı Kerîm ve Enes b. Malik. Bunlara
sünnetten birtakım temel il­ “ashâbü’l-elf’ de denilmiştir.
keler çıkaran ve Hz. Peygam-
ashâbu’l- vâhid a. (âa.yi
berden’den hadis çıkmayan
ukual) Hz. Peygamber zama-
konularda hayatın değerleri­
nmdan sadce bir tek hadis
ni bu esaslar doğrultusunda
nakleden sahabîlere verilen
çözümlemeye çalışan kimse­
ad için kullanılan bir terim.
ler ve bunlarm oluşturduğu
ekol. ashâbu’l-va'd a. Ujli yL^ai)
“Mürci'e” (.bk. bu madde)
ashâbu’s-sa'îr a. (^l
inancını savunanlara göre
<jL*al) Cehennemin adlarm-
“va'd”i, yani iyilikleri ön pla­
dandır. Kor ve alevli ateş de­
na çıkaran zihniyet için kul­
nilen bu terim cehennemlik­
lanılan kelâm terimi, bk ehl-i
leri ifade etmektedir ve
va'd
Kur'ân-ı Kerîmde üç yerde
geçmektedir. ashâbu’l-va'îd a. (j^JI
uL^l) “Mu'tezile” (bk. bu
ashâbu’ş-şecere a. (j^ll
madde) ye göre “va'îd”i, yani
uku>l) Hudeybiye Savaşı sı-
kötülükleri ön plana çıkaran
rasmda ağaç altında Hz. Pey­
zihniyet için kullanılan ke­
gambere biat eden sahabîlere
lâm terimi, bk. ehl-i va'îd
verilen ad.
ashâbu’l-yemîn a.
ashâbu’ş- şimâl a. (JLül
jMrtl) Kıyamet gününde
uktal) Kıyamet gününde
dünyaya ilişkin amel defteri­
dünyaya ilişkin amel defteri­
nin sağ taraflarmdan verile­
nin sol taraflarmdan verile­
cek olan cehenneme girecek
cek olan cehenneme girecek
93 Asr suresi

olanlar, “ashâbu’ş- şimâl” âsitâne a (^M [F] Bir büyük


karşıtı. tarikatin veya tarikat kolunun
merkezi konumunda bulunan
ashâbın adâleti a. Hadis bilimin­
büyük tekkelere verilen ad. Bu
de, Hz. Peygamber ashabınm
tür merkezlere “dergâh” admm
hepsinin hadis rivayet etme ko­
nusunda adalet vasıfnı taşımış verilmesi de yaygmdır. Büyük
olmaları. tekkeler arasmda en geniş an­
lamı ve konumu ile Mevlevîlik
asır, -sn a. (j^c) [< Ar. asr] (ç. b. tarikati ön planda gelmiştir.
a'sâr ve asîr) 1. Çağ, zaman, de­ Çünkü ancak bu tarikate bağh
vir, hengâm. 2. İkindi vakti. âsitânelerde “bin bir günlük çi­
le” çıkarılabilmekteydi; bu çile­
§ tam. asr-ı evvel a. Qjl j^)
den çıkanlar da “derviş” kimli­
İkindi namazı.
ğini kazanabilirdi. Bu konumda
asr-ı hâzır a. (>k j^t) Ya­ olan Konya Mevlevîhanesinin
şanılan çağ, Yakın Çağ. yanmda, Afyon Mevlevîhanesi,
asr-ı hicrî a. Ç^^ j^c) 1. Bursa Mevlevîhanesi, Gelibolu
Hicret yılı veya çağı. 2. Hicrî Mevlevîhanesi, Halep Mevle­
takvim. vîhanesi, Kahire Mevlevîhanesi,
Kastamonu Mevlevîhanesi, Kü­
asr-ı sa'âdet a. (cjL^ j^c)
tahya Mevlevîhanesi, Manisa
Hz. Muhammed’in yaşadığı
Mevlevîhanesi, Teselya (Yenişe­
çağ. Bu söz, Hz. Peygamber’in
hir) Mevlevîhanesi, İstanbulda
“insanların en hayırlısı benim
ise Galata Mevlevîhanesi, Yeni-
zamanımda yaşayanlardır.”
kapı Mevlevîhanesi, Beşiktaş
sözünden hareketle Kur’ân-ı
Mevlevîhanesi en önde gelen
Kerîm’in nazil olduğu, Hz.
merkezlerdendi.
Muhammed’in yaşadığı,
O’nun ashabınm yetiştiği ve aslî günah a. Hz. Âdem ile Hav-
İslâmiyet’in en mükemmel va’run Eden bahçesinde yılanm
şeklini aldığı dönem olarak kandırması ile yasak meyveyi
bu terim kullanılmış ve yay­ yemeleri ve bundan dolayı cen­
gınlık kazanmıştır. netten kovulmaları bu terim ile
asr-ı sânî a. Ç^ü j^^) bk. karşılanmıştır. Hz. İsa’nın kur-
asr-ı evvel tarıcıhğı ve vaftiz uygulaması
bütünüyle bu olaya ve dolayısıy­
asıl, -slı a. (J^l) [Ar.] Temel, kök, la işlenen günaha bağlanmakta­
menşe anlamında terim. dır.
§ tam. aslü’l-bilâd a. (j^UI Asr suresi a. (^^^ ^) [< Ar.
J^l) Mekke-i mükerreme. ”Sûretü’l-Asr” (^l &^)]
assahu’l-ahâdis 94

Kur'ân-ı Kerîm’in yüz üçüncü edilmeltedir; eşanlamlısı “müb-


suresi olup Mekke’de nazil ol­ telâ”
muş ve üç ayetten meydana
aşır, -şrı a. G-k) [< Ar.aşr] 1.
gelmektedir. Bu söz, “ikindi vakti
Onuncu olan sayı. 2. Kur’ân-ı
ve namazı, asr-ı saadet, âhir za­
man” olarak da yorumlanmış; Kerîm’in on cüzü ve bu cüzlerin
Kur’ân-ı Kerîm’in en kısa suresi her biri.
olmakla beraber en özlü nasiha­
ti veren ayetler olarak nitelen­ § tam. aşr-ı şerif a. G-AA
miştir. As) Kur'ân-ı Kerîm’in on
ayetten oluşan bölümlerinin
assahu’l-ahâdis a. (iujLVi ^l)
bir cemaat önünde sesli ola­
[Ar.] Hadislerin en sahihi veya
rak okunması ve dua edilme­
sağlıklısı.
si. İlk örneklerine İslâmm
assahu’l-esânid a. UL^l ^İJ) [Ar.] yayılış döneminde rastlanan
Hadislerin en kuvvetlisi ve en bu okuma tarzmı bizzat Hz.
doğrusu. Peygamber kendisi sahabeler
assahu’l-kütüb a. (. .~<ıı ^Ld) [Ar.] üe gerçekleştirmiş, hem on­
Hadis kitaplarmm en güvenilir lara Kur'ân okumayı öğret­
olanı. Bununla Buhârî’nin miş, hem de bu ayetlerdeki
Câmi'u’s-sahîh. adlı kitabı kas­ hükümleri anlatmıştır. Son­
tedilmiştir. raki dönemlerde de bu oku­
aşere a. G[Ar.] “Onlar hanesi.” malar devam etmiş, özellikle
anlamında olan bu söz başka ke­ Türklerin çoğunluğunu oluş­
lime ve terkiplerle yeni yerimler turduğu cemaatlerde veya
oluşturur. topluluklarda yaygınlaşmış;
hatta cemaatle kılman na­
§ tam. aşere-i mübeşşere a.
mazlardan sonra veya dinî
GAA 4.A*) Hz. Muhammed
tarafmdan cennetlikle müj­
toplantılarda on ayetlik bir
delenen on kişi: Hz. Ebu- okuma “aşr-i şerif’ olarak
bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, adlandırılmış ve gelenek hâ­
Hz. Ali, Hz. Talha, Hz. Zübeyr lini almıştır.
ibn Avvâm, Abdurahman b.
aşır okumak dey. Kur’ân-ı Kerîm’-
Avf, Ebu Ubeyde b. Cerrâh,
den cüz okumak.
Said b. Zeyd, Said b. Ebu
Vakkas. âşir a. (.AL.) [ Ar.] İslâmm ilk dö­
âşık a. [pL) [< Ar.ışk] tas. “Seven, nemlerinden başlayarak ticaret
aşka tutulan.” anlammda bu söz, ve gümrük vergisi olarak halk­
tasavvuf ehli arasında İlâhî aşka tan toplanan “öşür” (bk. bu
düşmüş kimse olarak ifade
95 aşk

made) vergisini toplamakla gö­ minde yorumlamıştır. Üstelik o,


revli memur veya kimse. öldürülürken önce elleri kesil­
aşk a. Cj.it) [Ar.] 1. Sevgi, tutku, bir miş, oradan akan kanı ile yüzü­
kimsenin sevdiği kimseye bağ­ nü yıkamış, bunu niye yaptın
lanması. 2. din. İslâmî edebiyatta diye sorulunca da “Aşk ile kılı­
nacak iki rekat namazın abdesti
bu terim, “İlâhî” ve “beşerî” ol­
mak üzere iki temel kavrama kan ile alınmazsa sahih olmaz.”
ayrılmış; İlâhî aşk “hakîkî aşk”, demişti. Ondan akan kanlar
beşerî aşk “mecazî aşk” olarak yerde “Allah” sözünü yazmış;
yorumlanmıştır. İlâhî aşk, za­ bundan dolayı da ona “şehîd-i
man zaman İslâm felsefesine aşk” sözü münasip görülmüştü.
Hallâc’dan sonra aşkı geniş bir
konu olmuş, fakat ağırlıklı ola­
rak tasavvufta yer edinmiştir. değerlendirmeyle eserlerine ko­
Şiada ise farklı görüş ve düşün­ nu edinen Ahmed el-Gazâlî,
Rûzbinân-ı Baklî, İbnü’l-Arabî,
celer olmakla birlikte genellikle
“ehl-i beyt” aşkı ağır basmıştır. Senâî, Feridüddin-i Attâr, İbnü’l-
Fârız, Meclâna Celâleddin-i
3. tas. Tasavvuf dünyasında bu
terim, Hallâc-ı Mansur’a kadar Rûmî gibi mutasavvıflar, her
“hub” ve “muhabbet” sözleriyle varlığın temelinde “aşk”ı gör­
karşılanmış; bazı sufîler, “Aşk, müşlerdir. Bunlardan sonra ge­
len ehl-i tasavvuf, bu büyük
aşırı sevgi yani sevgide ölçüyü
aşmadır. Allah için böyle bir aşı­ mürşitleri takip etmişler, tasav­
rılık düşünülemez.” anlayışıyla vuf edebiyatına burada adları
ona karşı çıkmışlardır. İlk defa sayılamayacak kadar çok önemli
Hallâc-ı Mansur aşkı “ıstırap ve ve değerli eserler kazandırmış­
lardır. Buna karşın İbnü’l-Cevzî,
elem” tarzmda yorumlayan mu­
tasavvıf olmuş ve Kitâbü’t- İbn Teymiyye, İbn Kayyım gibi
tavâsîn adlı eserinde İlâhî aşkı âlimler “aşk”ın insan ruhu üze­
rinde yarattığı tahribat üzerinde
“pervane” ve “mum” sembolle­
riyle anlatmış; pervanenin mum durmuşlar; özellikle tasavvufî
ışığını görmesini “ilme’l-yakîn”, aşkı şiddetle reddetmişlerdir. İs­
ona yaklaşıp etrafmda dönme­ lâm dininin sevgiye dayah bir
sini ve sıcaklığmı hissetmesini din olduğunu savunmuşlar, be­
“ayne’l-yakîn”, onun içine dü­ şeri aşkı da hor görmemişlerdir.
şüp yanarak kül veya yok olma­ 4. ed. İslâm edebiyatmda “aşk”
sını ise “hakke’l-yakîn” olarak terimi çok yönlü ve geniş bir ba­
anlatmış; yani “aşkın amacı veya kış açısıyla yer almıştır. Eski
hedefi yanıp yok olmaktır biçi­ Arap şürinde bu kavram, hem
aşkın 96

maddî hem de manevî yönüyle ifade eden bu terim, Kur'ân-ı


işlenmiş; özellikle kaside ve ga­ Kerîm’in “Hac suresi” (22 t 62)
zellerde yer edinmiştir. Oradan veya “En'âm suresi” (6 / 100)
geçerek Acem ve Türk edebiyat­ nde söz konusu edilen “yüce,
larında “aşk-ı hakîkî”, “aşk-ı ulvî, ulu, âli” sıfatlarıyla nite­
İlâhî”, “mutlak aşk” terimleri lenmesi neticesinde yaygmlaş-
ön plana çıkmış, pek çok dinî ve mıştır; “içkin” (bk. bu made)
lâdinî eserlerde bu değerler iş­ karşıtı.
lenmiştir. Türk edebiyatında aşr a. (>u) [Ar.] bk. aşır
XIII. yüzyılda Mevlâna, Yunus
âşûrâ a. (Ij>iL) [Ar.] Değişik din ve
Emre, Âşık Paşa, Eşrefoğlu
mezheplerce kutsal sayılan mu­
Rûmî, Niyazî-yi Mısrî, Nesimî gi­
harrem ayının onuncu günü.
bi sanatçılarda “İlâhî aşk” ağır­
Arapça “on” sayısı ile ilgili “aşr”
lık kazanırken, iki tipli aşk hikâ­
veya “âşir” kökünden bir söz
yeleri olarak nitelenen eserler­ olduğunu savunanlar yanmda
de, söz gelişi Leylâ vü Mecnun, bu dilde “fâ'ûlâ” vezninin bu-
Yusuf u Züleyhâ, Hüsrev ü lunmadığmı, bundan dolayı da
Şîrîn, Ferhad ü Şîrîn, Süheyl ü bu sözün İbranîce olması gerek­
Nev-bahar, Cemşid ü Hurşid, tiğini savunanlar da olmuştur.
Vâmık u Azrâ, Hüsn ü Aşk gibi Bu terimin yerleşmesi yönünde
mesnevilerde beşerî aşktan İlâhî iki olay esas ahnmaktadır. Bi­
aşka uzanan bir macera söz ko­ rincisi, Hz. Musa ve kavminin
nusudur. İslâmî Türk edebiyatı Firavn’ın zulmünden kaçıp kur­
içinde, özellikle de Divan edebi- tulduğu gün ve bu günde tuttuk­
yatnun en parlak dönemlerinde ları oruç. İkincisi Hz. Nuh’tan
usta kalemler eliyle en güzel ör­ başlayarak bütün Sami dinle­
neklerini veren bu aşk hikâyele­ rinde ve Hz. İbrahim ile önemli
ri, kaynağmı Kur’ân-ı Kerîm’in kabul edilip oruç tutulan gün.
“ahsenü’l-kasas” (kıssaların en Bu günde Hz. Muhammed’in de
güzeli) olarak adlandırılan “Yu­ oruç tuttuğu, ancak Ramazan
suf kıssasından almış; kendi­ orucunun farz kılınması ile bu
lerinden sonra gelecek sanatçı­ orucu terk ettiği bazı hadislerde
lara en olgun ve en güzel örnek­ belirtilmektedir. İslâm tarihinde
ler olma özelliğini kazanmışlar­ bu günün siyasî yönü de vardır.
Hz. Hüseyin’in 10 Muharrem 61
dır.
tarihinde Kerbelâ’da şehit edil­
aşkın a. Allah’m mekândan mü­ mesi Şia dünyasında önemli bir
nezzeh olduğunu, evrenin dı­ gün olarak ilân edilmiş ve bu
şında ve ötesinde bulunduğunu günde matem orucu tutulması
97 atebât

gelenek hâlini almıştır. Türk aşure testisi a Aşure gününde


kültüründe ise bu terim “aşure” Osmanlı Saraymda veya konak­
biçimini almış ve Muharremin larda pişirilen tathyı muhafaza
onuncu günü pişirilen “aşure etmek ve dağıtmak üzere kulla­
aşı” yalan komşulardan başla­ nılan testi veya kap.
yarak toplu törenlerde dağıtılan
atâ a GLkc) [Ar.] Sözlük anlamı
tatlı çorba ikramı biçimine dö­
nüşmüştür. “verme, bağışlama, hibe, ihsan”
olan bu söz, Hz. Ömer’in oluş­
aşure a. [O. T.] Arapça “âşûrâ” turduğu divan teşkilâtında tica­
sözünden gelen bu terim. Mu­ ret mallanndan ahnan vergi
harrem aymın onuncu günü pi­ (fey) lerden Müslüman halka
şirilen ve dağıtılması gelenek yılda bir defa verilen paraya ve
hâline gelen buğday tatlısına ve­ Emevîler ile Abbasîler zamanm-
rilen ad olmuştur, aşure, aşure da da askerlerin maaşma veri­
aşı. len ad. Bu söz, Kur'ân-ı
aşure günü a Hicrî takvime göre Kerim’de beş yerde geçmektedir
Muharrem ayının onuncu günü (bk. Hûd suresi, 11 / 108, İsrâ
olan ve aşure pişirilip dağıtılan suresi, 17/20, Sad suresi, 38 /
dinî ve kutsal gün. 39, Nebe suresi, 78 I 36). Bu te­
rim ilk kez Hz. Ömer zammda
aşure orucu a. Muharrem ayınm
kullanılmıştır. Daha sonraki dö­
onuncu günü tutulan oruç. Ra­
nemlerde Müslüman nüfusun
mazan orucundan önce Yahudi-
artması bu ödemelerde bazı sı-
lerin bu günde oruç tutmalarını
kmtıları beraberinde getirmiş;
gören Hz. Muhammed, biz de
Emevîler ve Abbasîler zamanın­
Hz. Musa’ya derin saygı duyuyo­
da askerî teşkilât usullerinin de­
ruz, diyerek oruç tutmaya baş­
ğişmesi sonucunda ise bu para-
lamış ve ashabma da tutmaları­
nm özel şartlara bağlanarak
nı söylemiştir. Hz. Peygamber,
kimlere verileceği de halifelerin
bir hadisinde, “Bugün aşura gü­
takdirine bırakılmıştır.
nüdür. Aşura günü sizlere farz kı­
lınmamıştır. Hâlbuki ben oruçlu­ atebât a (oUc) [Ar. atebe’nin ç. b.]
yum. Dileyen oruç tutsun, dileyen Irak coğrafyasmda Şiîler tara­
de iftar etsin.” (Sahîh-i Buharı, 4 / fından kutsal sayılan bazı ziya­
1859) diyerek Müslümanlara ret yerleri.
örnek olmuş, öğütte bulunmuş
ve bu günde tutulan orucun § tam. atebât-ı âliyye a (ÛL
öGx) Saygm ve yüce değeri
önemine vurgu yapmıştır.
olan yerler.
ateme 98

atebât-ı mukaddese a. GlJjIo evvel, akl-i küll, nefs-i külliyye,


o Ut) Kutsal yerler. insân-ı kâmil).
ateme a. (ü) [Ar.] Güneşin batımı avâlim-i lübs ç.a. (^J ^Jljt)
ve gökteki kızıllığın kaybolma­ tas. Birlik dışmda bulunan
sıyla başlayan, gecenin ilk üçte mertebeler.
birinin bitimine kadar olan za­
avâlim-i seb'a ç.a. (4*ı<<ı ^Jljc)
man dilimi, yatsı vakti.
tas. Yedi âlem: “âlem-i
atık a. (jüt) [Ar.] (ç. b. itâk, utekâ, ceberût, âlem-i ervâh, âlem-i
utuk) Sözlük anlamı “Özgür, hakikat, âlem-i lâhût, âlem-i
soylu, şerefli, güzel” olan bu te­ misâl, âlem-i nasût, âlem-i
rim, Kâbe ve Hz. Ebû Bekir için şehâdet”
kullanılan bir sıfat olarak bilin­
mektedir. avâm ç.a. (jJ^) [Ar.âmme’nin ç. b.]
1. Halk, herkes, havâs karşıtı. 2.
atrâf ç.a. (jl^Ll) [Ar.] Hadis bili­ Eğitimsiz, ayak takımı, cahil
minde, hadislerin baş tarafları kimseler. 3. tas. Tasavvuf ehli
veya ilk harfleri ya da ilk keli­ tarafindan bilim adamları,
meleri için kullanılan terim. sufîler, filozoflar ve devletin ile­
avâlî ç.a. yijc) [Ar.] Hadis bilimin­ ri gelenleri ile yöneticiler dışm-
de, hadislerin benzerlerine göre da halk arasındaki sıradan kim­
daha kısa bir senedle rivayet seler için kullanılan söz.
edilmesi.
avârız (I) ç.a. (^J^t) [Ar.âriz ve
avâlim ç.a. (^Ijc) [Ar.âlem’in ç. b.] âriza’nin ç. b.] İnsanın kimliğini
Dünyalar. veya ehliyetini yok eden veya
ortadan kaldıran fıkıh terimi.
§ tam. avâlim-i erba'a ç.a. İnsandaki bu arızalar, akıl has-
(«uujl (Jljc) tas. Dört âlem: tahğı, bunama, baygınlık, ölüm­
“âlem-i lâhût, âlem-i melekût, cül hastalık, sarhoşluk, borçlu­
âlem-i ceberût, âlem-i mülk luk, iflâs ve kölelik gibi normal
veya nasût”
hayatı kısıtlayan veya engelle­
avâlim-i hamse ç.a. (c^. yen durumlar olarak gösteril­
fJljc) tas. Beş âlem: “âlem-i miştir.
Um, âlem-i ceberût-i a’lâ,
avârız (II) ç.a. (^jljt) [Ar.âriz ve
âlem-i ceberût-i esfel, âlem-i
âriza’nin ç. b.] Sözlük anlamı
melekût, âlem-i halk” “sonradan meydana gelen” olan
avâlim-i külliyye ç.a. (US bu söz, Osmanlı maliye siste­
(Jljs) tas. Külli âlemler (akl-ı minde bir vergi adıdır. Osmanlı
99 âyet

bütçelerinde bu tür vergiler, dü­ parmağmı sol ayağınm başpar-


zenli olmayan vergilerin başm- mağınm üzerine koyarak hu­
da geliyordu, genellikle de savaş zurda durma anlammda kullanı­
zamanlannda toplanıyor ve na­ lan terim
kit olarak almıyordu. Bu vergi
a'yân-ı sâbite a. («cbü jLc.1) [ân] tas.
Tanzimat’tan sonra bütçeden
Dış âlemdeki varlıkların görü­
kaldırılmıştır.
nür hâle gelmeden önce Allah’ın
avarız akçesi ç.a. bk. avârız (II) ilminde bilgi olarak mevcudiye­
ti, gizlilikleri veya mahiyetleri,
avret a. (âj>) [Ar.] Sözlük anlamı
âlem-i ceberût. bk. ceberût
“eksik, gedik, açık, açılıp görüne­
cek şey, zarar gelecek yer” olan âyet a. (Lî) [Ar.] (ç. b. âyât) Sözlük
bu terim, vücutta dinen örtül­ anlamı “kesin ve açık alâmet,
mesi gereken ve başkalarmın işaret, ibret, delil” olan bu söz,
görmesi yasak olan yeri ifade Allah’m varlığını ve peygamber­
etmek amacıyla kullanılmıştır. lerin hak ve Allah’ın elçisi oldu­
Bu söz, Kur'ân-ı Kerîm’de aynı ğunu belgeleyen delil yanmda
ayet içinde iki defa geçer Kur'ân-ı Kerîm’deki surelerin
(Ahzâb suresi, 33 / 13). İslâm anlamh en küçük söz öbekleri­
âlimleri tarafmdan erkekle ka- nin adı. Kur'ân-ı Kerîm’de tek­
dmm örtülmesi gereken yerler lik ve çokluk biçimleriyle 382
farkh yorumlanmıştır. Genellik­ defa geçtiği bilinen bu terim, şu
le erkeklerde, göbek altmdan kavramları ifade etmektedir: 1.
dizlere kadar olan bölge işaret Delil: Kur'ân-ı Kerîm’de Al­
edilmiş; kadmda ise elleri ile yü­ lah’m varlığını ispatlamaya dö­
zü dışındaki bütün vücudu “av­ nük söz. Bu sözün özünde evre­
ret mahalli” sayılmıştır. Bir ka- nin yaradılışmdaki düzen Al­
dmın, ailenin erkekleri arasında lah’m varlığı ile delillendiril-
sayılan babanm, dedenin, kar­ mektedir. 2. Mucize: Peygam­
deşinin, amcasınm, dayısmm, berlerin Allah’ın elçisi olduğunu
kaympederinin yanmda saçını, ve onların Allah tarafmdan
başmı, boynunu, dirsekten ko­ gönderildiğini ifade eden terim
lunu, diz altından ayaklarınm Kur’ân-ı Kerîm’de “âyet” ola­
ucuna kadar olan bölümü açık rak nitelenmiştir. Bunların en
bırakması uygun bulunmuştur. önemli özelliği her bir peygam­
berin kendine özgü mucizeler
avret mahalli a. bk. avret
ortaya koymasıdır. Bu mucizeler
ayak mühürlemek a. tas. Mevlevî­ onlann Allah’m elçisi olduğunu
likte, şeyhin veya velînin sandu- ispatlamaya yetmektedir. 3.
kasmm önünde sağ ayağmm baş Kur’ân-ı Kerîm’in belli bölüm-
âyetü’l-feth 100

leri veya tamamı “âyet” olarak âyetullah a (4JILD [Ar.] Şiâ’nın


nitelenmiştir. “isnâaşeriyye” (oniki imam)
âlim ve fakihleri için dinî ve bi­
§ tam. âyetü’l-feth a. (^HliA) limsel manada fazilet ve kemal
Kur'ân-ı Kerîmin “En'âm sahibi olanlar için kullanılan
suresi” (6)nin 1-165. ayetleri. unvan. Bunlardan bazılarmm
âyetü’l-Kürsî a. (^jSll ii) bilimsel ölçütlerde diğerlerin­
Kur'ân-ı Kerîm’de “Bakara den üstün olanlarma “âyetul-
suresi (2)nin 255. “tevhîd lahi’l-uzmâ” payesi verilmiştir.
akidesi” (birlik inancı} m an­ âyin a (jjjÜ [f.] 1. Sözlük anlamı
latan ayet. On cümleden “âdet, görenek, merasim, tarz”
meydana gelen bu ayet, admı olan bu söz, dinler tarihinde, ta­
cümlenin içinde geçen savvufta ve Türk dinî
“kürsî” sözünden almakta­ musikîsinde kullanılan bir te­
dır. Bu ayette Allah'ın birliği, rim. Yahudi ve Hristiyan cema­
O’nun daima diri ve zatı ile atlerinin dinî törenleri sırasında
kaim olduğu, uyuklama ve yapılan âyinler çok yaygm ör­
dalgmlık gibi insana özgü sı­ neklerdendir. 2. tas. Tasavvufta
fatlardan uzak bulunduğu, ve alevî-Bektaşî topluluklannm
evreni kendi tasarrufunda belli usuller çerçevesinde yap­
bulundurduğu, O’nun bilgisi tıkları törenler ve zikirler de bu
olmadan kimsenin şefaatte terim ile karşılanmıştır. 3. müz.
bulunamayacağı ve bilgisinin Mevlevî tarikatlerinin toplu zik­
ezeli ve ebedi kapsadığı, kud­ ri olan sema töreni sırasmda
retinin yeri ve göğü kuşattığı, okunmak üzere bestelenmiş dinî
zatınm çok yüce olduğu, musikî eserlerine verilen ad.
tevhid inancmm esasları özlü
bir biçimde açıklanmıştır. Hz. § tam. âyîn-i cem a. (^ j^i)
Peygamber, bu ayetin fazile­ Bektaşî tekkelerinde kadınlı
tini “Kur'ân-ı Kerîm’de en erkekli dem almak, gülbank
büyük ayet âyetü’l- çekmek, nefesler okumak
Kürsî’dir” diyerek vurgula­ yöntemiyle yapılan tören için
mıştır. kullanılan terim.
âyetnâme a. (<uL Lı) [< Ar.âyet + âyîn-i ehlu’l-lah a. (411 JaI
F.nâme] tas. ed. Tasavvuf! ede­ û^î) Tekkelerde yapılan zikir
biyatta mutasavvıf şairlerin törenleri.
Kur’ân-ı Kerîm’in ayetlerinin
âyîn-i kadîm a. (^jî û^T)
faziletlerini şürleştiren eserler
Mevlevî tekkelerinde veya
için kullandıkları terim.
101 aynü’l-muhabbet

dergâhlarında okunan eski “Her şeyi Allah’ın zatında görme”


İlâhîler. olarak nitelenmiştir.
âyîn-i kebîr a. (j^ j^i) bk. § tam. ayne’l-yakin a. (j^l
âyîn-i cem ^) tas. Gözlem yoluyla elde
âyîn-i şerîf a. (üü^i û^T) edilen ve doğruluğu kesin
Mevlevi tekkelerinde yapılan olan bilgi. İslâmî kaynaklar­
sema sırasmda söylenen İlâ­ da doğru bilginin kriterleri
hî. üç kategoride ifade edilmiş­
tir. Bunlar, ayne’l-yakîn
âyin-hân a (jl>. j^D [< F. âyîn + (gözlem ve duyu yollaryla el­
hân] Mevlevîlikte tekkelerde de edilen bilgi), ilme’l-yakîn
toplu yapılan zikir esnasında (akla ve İlmî delillerle edinilen
“âyin-i şerîf’ okuyanlara veri­ bilgi) (bk. bu madde), hak-
len ad. ka’l-yakîn (iç duyuya da tec­
âyise a. (ı^î) [Ar.] Sözlük anlamı rübe ile elde edilen bilgi) (bk.
“Ümidini kesmiş kadın” olan bu bu madde).
söz, menapoz veya âdetten ke­
aynü’l-cem a. (^Ij^) tas.
silme dönemine girmiş olan ka-
Kulun İnsanî vasfını bıraka­
dm için kullanılmıştır. Bu terim,
rak kendisinde Allah’m ben­
İslâm hukukunda özellikle “bo­
liğini bulması durumu,
şanma iddeti” (bekleme suresi)
aynu’l-lah.
bakımmdan önem kazanmıştır.
Bu durumdaki kadm, üç ay iddet aynü’l-fenâ a. (Lîllj^) tas.
bekleme dönemi geçirirken ko­ Tasavvuf ehlinin hiçbir şeye
cası ölen kadın da aynı iddet veya hiçbir şeyin tasavvuf
bekleme süresini geçirme zo­ ehline sahip olmaması du­
runda kalmaktaydı. rumu.

ayn a. (j^ [Ar.] Sözlük anlamı aynü’l-hayât a. (oLJIj^) tas.


“Göz, göze, su kaynağı, bir şeyin bk. âb-ı hayât
özü veya aslı” olan bu söz, kelâm aynü’l-lah a. (dil^) tas. bk.
ilminde “Boşlukta kendi başına aynü’l-cem
veya başlı başına yer tutan varlık
veya cevher.” anlammda bir te­ aynü’l-muhabbet a. (-.^ .11
rim olarak kullanılmıştır. Ta­ ^1 tas. Allah insanlann ne­
savvufta ise kullanım alanı daha sini seviyorsa onu sevmek,
geniş bir özellik gösterir. Bu nesini sevmiyorsa onu sev­
alanda ise “Allah'ın zatı” veya memek durumu.
aynü’t-tevhîd 102

aynü’t-tevMd a. (j^i j^) âzâd a. (jPJ) [F.] 1. Özgür, hürriyeti


tas. Bütün eylemlerin faili verilmiş, serbest. 2. tas. Tasav­
olarak Allah’ı görme duru­ vuf ehlinin kendi benliğinden ve
mu. sıfatlanndan annarak veya sıy­
rılarak Allah’m zat ve sıfatlarıy­
aynalı yazı a. bk. müsennâ
la beka bulması.
azâb a. Lljc) [Ar.] Hem maddî hem
azâ'im a. (^Ik) [Ar.] Hadis bili­
manevî manada dinî akidelere
minde uydurma hadisler.
ve Allah’m buyruklarma uyma­
yan veya karşı gelen kimselere azamet a. (c«k) [Ar.] Ululuk, bü­
uygulanacak olan elem ve acı­ yüklük.
larla dolu ceza. Kur'ân-ı
Kerîm’de 490 yerde geçen bu § tam. azamet-i İlâhiyye a.
söz, Kur'ân ayetlerini inkâr (ijil cjic) Allah’m ululuğu,
eden kâfirler, ona inanmayan İlâhî kudretin sonsuz gücü.
Yahudiler, Hristiyanlar, müna­ azâzîl a. CUjiy) [Ar.] İslâmî edebi­
fıklar, Allah’a şirk koşanlar, yatta iblis veya şeytana verilen
peygamberlere inanmayanları bir ad. Kur’ân-ı Kerîm’de ve
kasddetmekte ve bunların şid­ muteber hadis kitaplannda
detli azap göreceği ifade edil­ geçmeyen bu söz, Yahudi ve
mektedir. Hristiyan kaynaklannda “aza-
zel”, “azael”, “hazazel” biçi­
§ tam. azâb-ı azîm a. (f^-
minde geçmekte ve oradan İs­
USt) “Çok büyük acı.” anla-
lâm dünyasına geçtiği söylen­
mmdaki bu söz, cehennem
mektedir. Ünlü sufîlerden
azabını ifade etmektedir.
Hallâc, bunu “hem gökte melek­
azâb-ı ekber a. (j^l uljt) bk. lerle iyilikler içinde bulunduğu­
azâb-ı azîm nu”, yerde de “insanlara çirkin­
likleri, kötülükleri öğrettiği” tar-
azâb-ı elîm a. ÇJI Uâc) “Çok
zmda yorumlamıştır.
acı veren azap.” anlamındaki
bu söz, âhiret günü verilecek a'zeb a. L>l) [Ar.] Kendisini dine
ceza. vererek bekârlığı evliliğe tercih
eden erkek. Sahih hadislerde,
azâb-ı harîk a. (^ ulic)
“Cennette hiçbir bekâr erkek bu­
“Yangın ve ateş azabı.” anla­
lunmayacağı; bekârlığın ibadet­
mındaki bu söz, âhiret günü
lerin sevabını azaltacağı, bekâr­
verilecek ceza.
ların dünya ve ahirette evlilere
azâb-ı kebîr a. (^ olx) bk. göre daha sıkıntılı ve bedbaht
azâb-ı azîm olacakları.” şeklinde yorumlann
103 Azîz

bulunması, erkeklerin evlenme­ laştırma için kullanılan bir fıkıh


si gerektiğini ve aile hayatının terimi.
erdemini ifade etmiştir. Buna
Azîm a. (- -M [Ar.] “Büyük, azamet­
karşm tasavvuf dünyasında bu­
li” anlamında olan bu söz,
nun tam zıddı görüşler de orta­
“esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah'ın güzel
ya konmuştur. Meşhur
isimleri)dan “Pek bifyük, ulu, yü­
sufîlerden İbrahim, b. Edhem,
ce.” anlammda Allah’a nispet
Rabia el-Adaviyye, Bişr el-Hafî,
edilmiştir. Kur'ân-ı Kerîm’de
Malik bin Dinar, Hasan-ı Basrî,
altı yerde (Bakara suresi, 2 /
Ebû Süleyman ed-Dârânî bekâr
255; Şurâ suresi, 42 / 4; Vâkı'a
yaşamayı tercih edenlerdendir.
suresi, 56 / 74, 96; Hâkka sure­
Bunlar genellikle kadmı, çocuğu
si, 69 / 33, 52) geçen bu terim,
ve serveti Allah’a ulaşma yö­
“Buyruklarına asla karşı geline-
nünde engel olarak görüyorlar­
meyen, zatının ve sıfatlarının özü
dı. Tasavvufta evlenmeye karşı
anlaşılamayacak kadar ulu ve
duruşun yanında İslâm’da ev­
yüce varlık” anlammda Allah’a
lenme sünnet olarak benim­
ad olmuştur. “Azîm” adı Allah’m
senmiş ve tavsiye edilmiştir.
doksan dokuz ismini veren İbn
âzife a. (<ijı) [Ar.] Sözlüklerde, Mâce ve Tirmizî rivayetlerindeki
“Yaklaşan, yakın olan, vuku bu­ listede de yer almıştır (Tirmizî,
lan” anlamında olan bu söz, “Da'avât”, 82; îbn Mâce, “Du’â”,
Kur'ân-ı Kerîm’de iki ayette yer 10).
almaktadır. Birincisi, “Mü'min azîmet a. (öa^) [Ar.] fik. Allah’ın
suresi” (40 / 18) nde “yevmü’l- mükelleflerin hepsi için bütün
âzife” (yaklaşan gün) dir ve mü- durumlarda bağlayıcı genel bir
fessirlerce kıyamet günü veya kanun olmak üzere başlangıçtan
ölümün yaklaştığı gün ve gü­ koyduğu hükümler için kullanı­
nahkârların cehenneme gireceği lan fıkıh usulü terimi. Söz gelişi,
gün olarak yorumlanmıştır. farz olarak mükelleflere gösteri­
İkincisi, “Necm suresi” (53 / 57) len namaz, oruç, zekât, hac gibi
nde “ezifeti’l-âzife” (kıyamet ibadetler veya vecibeler.
günü oldukça yaklaşmıştır) dir
Azîz a. (jjyj [Ar.] “Değerli, şerefli,
ve kıyametin kopacağı gün işa­
güçlü.” anlamında olan bu söz,
ret edilmiştir.
“esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah'ın güzel
azil, -li a. (J>) [Ar.] Sözlüklerde, isimleri)dan olup “Kuvvetli, şe­
“Ayırmak, uzaklaştırmak’ anla­ refli, galip, üstün” anlamında Al­
mında olan bu söz, birinin göre­ lah’a nispet edilmiştir. Kur'ân-ı
vine son verme, görevden uzak­ Kerîm’de “En’âm suresi, 6 / 96;
azrâ 104

İbrahim suresi, 14 / 1; Şu'arâ Azrâ'il öz.a. (J2lj>) [Ar.] Dört bü­


suresi, 26 / 217”nde Allah’ın is­ yük melekten biri. İnsanoğlunun
mi olarak kullanılmıştır. “Azîz” son nefesini almakla görevli
adı AHah’m doksan dokuz ismini melek, ölüm meleği, melekü’l-
veren îbn Mâce ve Tirmizî riva­ mevt. Kur'ân-ı Kerîm’de ve ha­
yetlerindeki listede de yer almış- dislerde “Azrâ'il” adı doğrudan
tır (Tirmizî, “Da'avât”, 82; îbn doğruya geçmemekte, buna kar-
Mâce, “Du’â”, 10). şm sadece “Secde suresi”
(32)nin 11. ayetinde insanların
azrâ a. (Ijjc) [Ar.] 1. Kız oğlan kız
canmı almakla görevli
(Hz. Meryem’in sıfatı). 2. Delin-
“melekü’l-mevt”ten söz edil­
memiş, işlenmemiş inci. 3. tas.
mektedir.
Kimsenin özüne inemediği ve
onu kavrayamadığı İlâhî haki­ azze ve celle cüm. (J^ j >) “Aziz,
kat. 4. Medine şehrine verilen şerefli, yüce ve münezzeh oldu.”
ad. 5. İslâmî Türk edebiyatmda- anlammda Allah’a nispet edilen
ki Vâmık u Azrâ hikâyesinin ka- bir söz ve terim.
dın kahramam.
başı sadrazam idi, ikinci
bâb a. (J-?) [Ar.] (ç. b. ebvâb,
önemli daire “reisü’l-
ebvibe) 1. Kapı, medhal. 2. Der­
küttâb”ın bürosu idi; bürok­
gâh, başvurulacak büyük kapı.
ratik teşkilâtın başı ve kâtip­
3. Bir kitabın bölümleri: Bâb-ı
ler ile “kalem” (büro) lerin
evvel, bâb-ı sânı. 4. gr. Fiillerin
şefi konumundaki bu görevli,
kök biçimi: sülâsi bâb, rübâî bâb.
sadaratle ilgili bütün yazış-
5. din. Mezheplerde dinî-
maları idare etmekteydi. Hü­
hiyerarşik makam veya unvan.
kümette üçüncü büyük büro,
Özellikle Şiâ geleneğinde ima-
çavuşbaşına bağlı daire idi.
mm en kıdemli ve yetenekli öğ-
Adalet ve kolluk gücünün so­
rencüeri için de kullanılan bu
rumlusu ve yetkilisi olan
terim, zamanla “bâbü’l-imâm”
çavuşbaşı aynı zamanda sad­
sözüne dönüşmüş; hatta bu söz
razama sunulan yazılarm da
“Gelişi dört gözle beklenen ha­
inceleyicisi idi. Onun, sadra­
berci” olarak yorumlanmıştır.
zama sunulacak yazmm ke-
§ tam. bâb-ı âlî a. (JL J-j) nanna “sah” (olur, uygun)
(yüce kapı) 1. Sadaret maka­ sözünü koyması ile imzaya
mı, divân-ı hümâyûn ile dahi- çıkarılırdı. Bu önemli hükü­
liye ve hariciye nezaretlerini met görevlilerinden sonra
ve de şûrâ-yı devleti içine tezkireciler, mektupçu, bey-
alan devlet dairelerinin bu­ likçi, teşrifatçı ile kâhya kâti­
lunduğu yer. 2. Osmanh hü­ binden meydana gelen altı
kümet teşkilâtm; hükümetin müsteşar devlet kapısında
bâb-ı âsafî 106

görev yapan öteki önemli bâb-ı meşihat a. (cmA. ^L)


yetkili kimselerdi. Yeniçeri Şeyhilüislâm makamı.
Ocağmm kaldırılması (1826)
bâb-ı sa'âdet a. (ojLu, ^L)
ve yeni nezaretlerin kurul­
(saadet kapısı) 1. Padişah sa­
ması ile “bâb-ı âlî” kadrosu
rayı. 2. Saray eya devlet kapı­
yeniden şekillenmiş ve yeni
sı. 3.İstanbul.
adlandırmalara sahne olmuş­
tur. Bunlardan iki meclis çok bâb-ı şerif a. (^^ uÜ (kut­
önemli bir konuma getiril­ lu kapı) Mevlâna türbesinin
miştir. “Meclis-i Vâlâ-yı Ah- ana giriş kapısı.
kâm-ı Adliyye” ve “Dâr-ı bâbü’l-ebvâb a. Li^i oL)
Şurâ-yı Bâbıâlî”. Sadaret ma­ (kapıların kapısı) tas. Tarikat
kamı, Şurâ-yı Devlet, Dahiliye yoluna girenlerin ilk maka­
ve Hariciye nezaretleri aslî mı.
dairelerdendi. Bunlara bağlı
pek çok teşrifatçı, müsteşar, bâbü’ş-şerîf a. Ul^jJI ^L) bk.
mektupçu ve hazine-i evrak bâb-ı şerif
müdürü devlet görevlisi ola­ baba a. (LL) 1. Ata, peder. 2. Yaşlı
rak burada çalışmaktaydı. Bu ve muhterem kimse için kullanı­
kadro yapısı ile “bâb-ı âlî” lan terim.
devletin ve hükümetin beyni
konumunda idi. bâbâ a. (LL) [F] (ç. b. bâbâyân) 1.
Baba, ata. 2. tas. Tasavvuf dün-
bâb-ı âsafî a. (^i uL) Sad­ yasmda şeyh, dinî önder.
razam konağı veya paşa ka­
pısı. § tam. bâbâ-yı âlem a. QJL
^LL) (kâinatın babası) Hz.
bâb-ı fetvâ a. (Ija uL) Şeyhü­ Âdem.
lislâm makamı, bâb-ı
meşihat. Baba'îlik öz.a. (dULL) Moğol istüâ-
sı sırasmda Anadolu’ya gelen
bâb-ı fetvâ-penâhî a. (^L Baba İlyas’m kurmuş olduğu
l>ü ç>L) 1. Şeyhülislamlık. 2. tarikatin adı.
Şeyhülislamlık dairesi. bâbîlik a. bk. bahâ'îlik
bâb-ı hükümet a. (cu^. ^L) bâcıyân-ı Rûm a. Çju jL.b) “Ana­
Hükümet kapısı, devlet dai­ dolu dervişleri” anlamında Ana­
resi. dolu’da mevcut bulunan dört
bâb-ı hümâyûn a. (^la ^L) bâtmî güçten biri olup
(saltanat kapısı) Topkapı Sa- “Kalenderiyye” (bk. bu madde)
rayı’nın ilk kapısı. tarikatine mensup dinî-askerî
107 Bahâ'îlik

zümre için kullanılan terim, bk. muştur. Onlara göre her bir har­
ana bacı fin ayrı bir değeri vardır ve bu
değer 19 sayısıdır. Bu sayı
bade a. (»jÜ [F] 1. Şarap, hamr,
Babîler ve Bahâîlerde çok kutsal
mey, sahba. 2. tas. İlâhî aşk, ha­
sayılır. Bu tarikatin kurucusu
kikat, muhabbet. Sufi inancma
Mirza Hüseyin Ali en-
göre “bezm-i elesfte Allah’ın
Mazenderânî en-Nurî ile mez­
kullarma “Ben sizin rabbınız de­
hebin ilke ve esasları netleşme­
ğil miyim?” sorusuna onlar, “Be­
ye başlar. Mirza Hüseyin Ah,
lâ (Evet)! Rabbımızsın!” demişler
ölümünden önce oğlu Abbas
ve böylece “aşk badesi”ni içmiş­
Efendi’yi Abdülbaha adıyla ken­
lerdir. Artık maddî âlemden sıy­
disine halef tayin etmiştir.
rılarak İlâhî âleme ermek ehl-i
Abdülbaha’nın sistemli çalışma­
sufî için bir gaye olmuştur.
larıyla bu mezhep, dünyaya ya­
§ tam. bâde-i elest a. (*JI yılmaya başlamış, kendilerine
»jL) tas. Elest meclisinde su­ de İsrail’in Hayfa şehrini mer­
nulan İlâhî içki. kez seçmişlerdir. Onun temel il­
keleri şöyle özetlenebüir: Allah
ba'de zf. (»iu) [Ar.] “Sonra.” anla- bihnemezdir ve insan idrakinin
mmdaki bu söz, başka kelime ve üstündedir; O’nun varlığı resul­
terkiplerle birlikte yeni terkipler ler ve nebiler he bilinir; pey­
oluşturur. gamberlerin iki vasfı vardır; bi­
rincisi beşerî vasfi, İkincisi İlâhî
§ tam. ba'de’l-mevt zf. (o>Jl
vasfı. Onlara göre yaradılışdan
j^) Öldükten sonra.
beri gönderilen bütün nebiler ve
Bahâ'îlik a. (JUl^) Ortaya koyduk­ peygamberler Allah'ın zuhuru
ları görüşleri bakımından İslâmî olan “Bahâ”yı müjdelemek için
değerleri esas almakla birlikte gelmişlerdir. Yine bütün dinler
İslâm dairesinden uzaklaşmış eksiktir, “Bahâ”nm gelmesiyle
bir mezhep. Önceleri İran’da bu eksiklikler tamamlanmıştır.
“Babîlik” ile başlayan ve “Gel­ Bahâîlik inancma göre, namaz
mesi beklenen ve yakın olan ve de (üç vakittir: sabah, öğle, akşam),
Allah’ın ortaya çıkaracağı önemli oruç (19. ay olan “a’lâ” aymda, 2-
bir kimsenin habercisi” diye nite­ 21 martta, 19 gün tutulur), zekât
lenen mehdî veya yeni bir pey­ (vergi adı altmda maharm beşte
gamber olarak kendini savunan birinden ahnır; bir de kazancın
Mirza Ah Muhammed, “el- yüzde 19’u vergi olarak tahsil
Beyân” adıyla yeni hükümler edilir.), hac (Yalnız erkeklere
getirdiğini, artık Kur'ân hüküm­ farz olup Bâb Mirza’nın Şi-
lerinin yok sayıldığmı savun­
Bahâ'iyye 108

raz’daki evine veya Bahâullah’ın Bâ'is a. (dcL) [Ar.] Sözlük anlamı


Bağdat’ta bulunan makamına “harekete geçirmek, bir işle gö-
yapılır.) ve bazı kutsal ayetlerin revlendirmek” olan bu söz,
(her sabah ve akşam Bahâ- “esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah’ın güzel
ullah’a ait kutsal sözlerden) isimleri)dan olup Allah’m sıfatı
okunması temel ibadetlerden­ olarak “ölüleri dirilten” vasfım
dir. ifade etmektedir. Kur’ân-ı
Kerîm’de geçmemekle beraber
Bahâ'iyye a. bk. Bahâ’îlik
bu terim, aynı kökten türeyen
bahis, -hsi a. (d^) [Ar.] Bir konu­ elliyi aşkın söz ile birlikte kulla­
nun açıklığa kavuşturulması nılmaktadır. “Bâ'is” adı Allah’m
için araştırma yapmak, yorum­ doksan dokuz ismini veren İbn
larda bulunmak, öneriler getir­ Mâce ve Tirmizî rivayetlerindeki
mek, farklı görüş ve düşünceleri listede de yer almıştır (Tirmizî,
tartışmaya açmak anlamında “Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”,
kelâm terimi. 10).
bahir, -hri a. G^) [Ar.] tas. “Deniz” bakara a. G^) [Ar.] tas. Sözlük
anlammdaki bu terim, yüce ya- anlamı “sığır” olan bu söz, ta­
ratıcmın ilminin feyzinin ve te­ savvuf ehli içinde “Çile çekmeye
cellisinin sonsuzluğunu ifade adanmış ve dünyevî arzulardan
eder. arındırılmaya çalışılan nefis.” an­
lammda kullanılmıştır.
§ tam. bahr-i a'zam a. (^ı
j^) tas. Tasavvuf dünyasında Bakara suresi a. (^^ ojL) [<
“Ceberut” (bk. bu made) Ar.“Sûretü’l-Bakara” (ijiJI ij>w)]
âlemi. Kur'ân-ı Kerîm’in ikinci ve en
uzun suresi olup Medine’de na-
bahr-i vücûb a. (<_>>?.j j^)
zü olmuştur; iki yüz seksen altı
tas. Allah’m varhğı ve gerçek­
ayetten meydana gelmektedir.
liği- Bu sureye, içinde “Âyetü’l-
baht a. (z^ [F.] İlâhî gücün insan­ Kürsî”nin bulunmasmdan dola­
lar için çizdiği hayat yolu. İslâmî yı “Sûretü’l-Kürsî” de denümiş-
inanca göre Allah sınırsız ilim, tir. Ayrıca içindeki hükümlerin
irade ve kudrete sahiptir. Bu fazlahğı sebebiyle “Füstâtü’l-
kudret, üâhî düzen için olduğu Kur’ân” denildiği de söz konu­
kadar insanlar için de geçerlidir. sudur. Kendisinden sonra gelen
Ayrıca bu sözün hep olumlu ve “Âl-i imrân suresi” ile birlikte
iyi dilekler için söylendiği de bir ikisine “çifte güller” anlamında
gerçek. “Zehrâvân” ya da “Zehrâveyn”
denümektedir. “Sûretü’l-
109 ba's

Bakara” sadece uzunluğu ba- gelecek ile ilgili olaylar hakkm­


kınundan değil işlediği konular da yorumlar yapabilen kimse
bakımından da en zengin sure­ için kullanılan kelâm terimi. Bu
lerdendir. Bu konuları şöyle sı­ tür kimseleri kâhin veya falcı­
ralayabiliriz: îmanın esasları, lardan ayıran özellik, bunlarm
tek Allah’a inanma, insanm ya­ genellikle görme duyusunu ön
radılışı, kıblenin oluşumu, na­ plana almış olmalarıdır. İslâm
maz, oruç, hac, zekât ve sadaka, dini, kehanet ve fal türlerinde
nesep, boşanma, nafaka, borç­ olduğu gibi bakıcılığı da hoşgö­
lar. Surenin sonunda da Allah rüyle karşılamamış ve yasakla­
inancı vurgulanır. Hz. Peygam­ mıştır.
ber’in “Bakara suresi”nin tefsi­ bârek-AUâh ünl. (dJUjL) Mâşaallah
ri için bk. Sahîh-i Buhârî ve (ve levhaşallâh) gibi kullanılan
Tercemesi, C. 9, s. 4166-4241. bir dua olup “Allah mübarek et­
Bâkî a. (^L) [Ar.] Sözlük anlamı sin” anlammdadır.
“sürüp gitmek, sebat etmek’ olan
Bârı a. (^L) [Ar.] Sözlük anlamı
bu söz, “esmâ'ü’l-hüsnâ” (Al­ “Yaratmak, borçtan kurtulmak’
lah’ın güzel isimleriydin, olup Al-
olan bu söz, “esmâ'ü’l-hüsnâ”
lah’m sıfatı olarak “Varlığının
(Allah'ın güzel isimleri)dan olup
sona ermesi düşünülemeyen” an-
Allah’m sıfatı olarak “Yaratan,
lammdadır. Bütün İslâm âlimle­
eşi benzeri olmayanı yaratan”
ri Allah’m bu sıfatı etrafında gö­
anlammdadır. “Bâri” adı Al­
rüş birliği içindedirler. Öte yan­
lah’m doksan dokuz ismini ve­
da Türk-İslâm inanç dünyasında
ren İbn Mâce ve Tirmizî rivayet­
mezar taşlarmda en üstte yer
lerindeki üstede de yer almıştır
alan “Hüve’l-bâkî” (Ölümsüz
(Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn Mâce,
olan sadece O’dur) sözü, Allah’ın
“Du’â”, 10).
üstün kudretini, varlığmın ebedî
oluşunu ifade eden bir yaygm bârr a. (^L) bk. bert
ifadedir. “Bâkî” adı Allah’m ba's a. (öju) [Ar.] Sözlük anlamı,
doksan dokuz ismini veren îbn “Yönlendirmek, harekete geçir­
Mâce ve Tirmizî rivayetlerindeki mek, uykudan uyandırmak.” olan
listede de yer almıştır (Tirmizî, bu terim, kıyamet gününde Al­
“Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”, lah’m âhiret hayatmı başlatmak
10). üzere ölüleri yeniden diriltmesi
bakıcı a. Herhangi bir nesneye anlammda kullanılmıştır. Bu
bakarak kayıp veya çalmtı eşya söz, genellikle “ba'sü ba'de’l-
hakkmda bilgi veren ya da ke­ mevt” (bk. bu madde) terkibi
hanette bulunan, geçmiş veya için de kullanılmakta ve
basar 110

“âmentü” (bk. bu madde) nün lah’ın doksan dokuz ismini ve­


esasları arasında yer almakta­ ren İbn Mâce ve Tirmizî rivayet­
dır. lerindeki listede de yer almıştır
(Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn Mâce,
basar a- (>^e) [Ar.] Sözlük anlamı
“Görmek, sezmek, bilmek, göz, “Du’â”, 10).
görme duyusu.” olan bu söz, Al­ basiret a. (oj^^) [Ar.] tas. Allah’m
lah’m “subutî sıfatlan”ndan sunduğu kutsal nur ile aydm-
görme sıfatını ifade eden kelâm lanmış kalbin maddî ve manevî
terimidir. âlemlerdeki gerçekleri görme
yetisi. Kur'ân-ı Kerîm’de “ger­
Basit a. (k«L) [Ar.] Sözlük anlamı
“Yaymak, cömertlik etmek, se­ çeği arayıp bulma, onu yanlıştan
vindirmek” olan bu söz, ayırma, doğru yolu bulma” ola­
rak anlatılmış olan bu terim,
“esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah'ın güzel
aynı zamanda insanlara doğru­
isimleri)dan olup “Dilediğine rız­
luğu ve gerçekliği gösterdiği, ışık
kı bol veren” anlamıyla Allah’m
tuttuğu için Kur'ân-ı Kerîm bu
sıfatı olarak kullanılmış olup
sözün çokluk biçimi olan
Kur'ân-ı Kerîm’de dokuz ayet­
“besâ'ir” (A'râf suresi, 7 / 203) ”
te geçmektedir. “Bâsıt” adı Al­
sözüyle nitelenmiştir.
lah’m doksan dokuz ismini ve­
ren İbn Mâce ve Tirmizî rivayet­ bast a. (i.,.,,) [Ar.] tas. Sözlüklerde
lerindeki listede de yer almıştır “İçi açılma, keyifli olma” anlamı
(Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn Mâce, verilen bu söz, tasavvufî bir te­
“Du’â”, 10). rim olarak zevk ve şevk ile
“evrâd” (bk. bu madde) ı olan
Basîr a. (^^ [Ar.] Sözlük anlamı
Allah’m adını zikrederek, “ruhen
“Görmek, sezmek, bilmek, göz,
rahatlama, ferahlık duyma” bi­
görme duyusu” olan bu söz,
çiminde anlaşılmaktadır. Genel­
“esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah'ın güzel
likle “kabz” sözü ile birlikte kul­
isimleri)dan olup “görülmesi ge­
lanılan bu terim, âriflerin içinde
reken şeyleri bütün incelikleriyle
bulunduğu durumu ifade eder.
ve ruhuyla idrak edip gören” an­
Bast hâlinde olan sufî, gönlü şen,
lamıyla Allah’ın sıfatı olarak
zihni açık olarak nitelenmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm'de elli bir ayette
geçmektedir. Bu terim, kelâm ba'sü ba'de’l-mevt a. (o^ii^
ilminde Allah’ın “subutî sıfatla­ [Ar.] “Ölümden sonra dirilme.”
rı” (bk. bu madde) nm manevî anlammdaki bu söz, İslâmın te­
grubu içinde tasnif edilmiş olup mel inançlarından birini ifade
bütün kelâmcılar tarafmdan be­ etmektedir ve “Amentü” (bk. bu
nimsenmiştir. “Basîr” adı Al­ madde) olarak bilinen imanın
111 Bâtın

şartları içinde yer almaktadır: lanmıştır. Bunun en çarpıcı ör­


“Âmentü billahi ve melâ'iketihi ve neği, “Ra'd suresi” (13)nin 17.
kütübihi ve rusulihi ve’l-yevmi’l- ayetinde verilmektedir: “Bâtıl,
âhiri ve bi’l-kaderi hayrihi ve sel üzerindeki ve erimiş maden
şerrihi mine’llahi ta'âlâ ve’l- üzerindeki köpüğe benzer.”
ba'sü ba'de’l-mevti hakk
bâtıl (II) a. (JLL) [Ar.] Hadis bili­
eşhedü en lâ ilahe illâllah ve
minde, uydurma veya mevzu
eşhedü enne Muhammeden
hadis. Hadis kitaplarmda bu tür
abduhu ve resulühü” (Allah’a,
hadislerin sonunda şöyle ibare­
meleklerine, kitaplarına, pey­
lere rastlanır: “bâtılun”, “bâtılun
gamberlerine, ahret gününe, ka­
mevzûün”, “bâtılun bi-hâza’l-
dere, hayır ve şerrin Allah’tan
isnâdi”
geldiğine; ölümden sonra tekrar
diriliş olacağına inandım ve iman batıl din a Allah’ın elçüeri tarafm­
getiridim; Allah’tan başka ilah dan tebliğ edilmemiş olan, İlâhî
olmadığına, Muhammed’in O’nun vahye dayanmayan ve insanlar
kulu ve elçisi olduğuna şehadet tarafından uydurulmuş bulunan
ederim.) dinler.

baş kesmek a. tas. Mevlevîlikte, batıl inanç a. Din adma ileri sürü­
şeyhin veya velînin sandukası- len, hatta benimsenen ve temeli
nm huzurunda sağ ayağınm baş ya da dayanağı olmayan inanç
parmağını sol ayağmın başpar- ve davranışlar, bk. hurafe
mağmın üzerine koyarak eller Bâtın a. (^L) [Ar.] Sözlükte “Gizli,
düz ve parmaklar açık şeküde bir şeyin iç yüzüne vakıf olan.”
sağ kol sol kolun üzerine gelecek anlammdaki bu söz, “esmâ'ü’l-
biçimde elleri çapraz olarak hüsnâ” (Allah’ın güzel isimle-
omuz başlarma götürerek belini ri)dan olup “bütün gizlilikleri bi­
bükmeden başını göğüs hizasına len” anlamıyla Allah’m sıfatı
kadar eğme durumu için kulla­ olarak Kur'ân-ı Kerîm’de altı
nılan terim; eşanlamlısı “niyaz ayette geçmektedir. Allah’ın sıfa­
hâli” (bk. bu madde). tı olarak “zatî-subutî” grubuna
bâtıl (I) a. (JLL) [Ar.] “Gerçek dışı giren bu terim, “gözle algılana-
inanç, düşünce ve hüküm.” an- mayan” anlamıyla Allah’ın ismi
lammdaki bu terim, Kur'ân-ı olunca “zatî-selbî” grubuna ve
Kerîm’de “Boş amel, faydasız iş, “kullarına her türlü nimeti
gerçek bilgiye dayanmayan delil, lütfeden” anlamıyla söz konusu
medşru olmayan yol veya Al­ olursa “fiilî” grubuna girmiş
lah’tan başka tanrılara tapınılan oluyor. “Bâtın” adı, Allah’m
put.” gibi kavramlarla da karşı­ doksan dokuz ismini veren İbn
bâtın 112

Mâce ve Tirmizî rivayetlerindeki bâtşe-i kübrâ a. (^^ Wrl


listede de yer almıştır (Tirmizî, Sözlük anlamı, “Helâk etmek,
“Da'avât”, 82; îbn Mâce, “Du’â”, büyük bir azapla cezalandır­
10). mak.” olan bu terim, Kur'ân-ı
Kerîm’de “Duhân suresi”
bâtın a. (jLL) [Ar.] tas. Sufî inancı­
(44)nin 10-16. ayetlerinde yer
na göre, ancak ermiş kimselerce
almaktadır.
anlaşılabilen gizli sır, iç hakikat;
“zâhir”in zıddı. bayram a. Dinî ve millî değerler
bakımmdan kutsal ve özel öne­
bâtın ilmi a. bk. ilmüT-bâtın
mi olan, ayrıca bu değerlerin
batın a. (jL) [Ar.] huk. İslâm huku­ topluca kutlandığı gün. Dinî
kunda vakıf, vasiyet ile miras bayramlar yılda iki defa kut­
konularında çok kullanılan bu lanmaktadır. Birincisi Ramazan
terim, soyun nesep bakımmdan Bayramı olup “ıyd-1 fıtr” olarak
derecelerini ifade eder. İlk batm, da adlandırılmaktadır. Bu bay­
çocuklar, ikinci batm torunlar, ram halk arasmda ‘‘Şeker Bay­
üçüncü batm da torunlarm ço­ ramı” olarak da söylenmektedir.
cuklarıdır. Eski hukukta aile va- İkincisi Kurban Bayramı olup
kıflarmda sıkça rastlanan “ıyd-1 adha” olarak da adlandı­
“batnen ba'de batnın” sözü vak­ rılmaktadır. Halk arasmda “Ha­
fın gelirlerinden yararlanmada cılar Bayramı” oalarak da söy­
önceliği kimin alacağmı ifade lenen bu bayram, eğer Cuma
eder. Buna göre öncelik ilk ba- gününe rastlarsa “ıyd-1 ekber”
tmdadır. olarak nitelenir. Buharî, bu iki
bâtınîlik a. Gizlilik, bilinmezlik bayram hakkmda Hz. Peygam­
temeline dayanan bâtinî görüş ber’in sözlerini kitabmda
ve düşünce sistemi. Bu düşün­ “Kitâbu’l-fydeyn” başılığı alım­
cede ayet ve hadislerin bâtıl yo­ daki bölümde toplamıştır (Sahîh-
rumlarla açıklanması esastır. İn- i Buharı ve Tercemesi, C. 2, s.
sanlan kendi yöntemleriyle ve 911-946). Bu iki bayram Türk
onlan şaşırtıcı yaklaşımlarıyla sosyal ve dinî tarihi içinde özel
avlamaya çalışan bu zihniyet, kutlamalara sahne olmuştur.
Müslümanları imanm esasla- Selçuklular döneminde bu iki
rmdan uzaklaştırmayı hedef dinî bayramda saray süslenir,
alır. bk. ibâhiyye bayram namazmdan sonra da
sultan, hanedan mensuplarmm,
bâtıniyye a. (ÛLL) [Ar.] bk. devlet büyüklerinin ve halkm
bâtınîlik ileri gelenlerinin bayram kutla-
malarmı kabul ederdi. Osmanlı
113 bayram namazı

döneminde ise bu kutlamalar rulan bu tarikatin bir kolu


daha görkemli yapılmaktaydı. Bâyezit-i Bistâmî’ye, bir koldan
Fatih Sultan Mehmet dönemin­ da Erdebil sufîleri vasıtasıyla
den başlayarak saraydaki bay­ Haşan Basrî’ye uzanıyor. Bu sil­
ramlaşma birtakım usul ve ku­ silenin geriye doğru uzantısmda
rallara bağlanmıştı. Padişah sa­ birinci kol Nakşibandî kanalıyla
bah namazmı sarayda “Hırka-i Hz. Ebubekir’e, ikinci kolun da
Saâdet Dairesi”nde kılar, kapı- Halvetiyye kanalıyla Hz. Ali’ye
nm önünde kurulan kafes için­ ulaşması, bu tarikatin Hz. Mu-
deki tahta geçen padişah, imam hammed’e isnat edilmesine se­
ve hatipler tarafmdan okunan bep olmuştur. Genellikle araş­
Kur'ân-ı Kerîm’den ayetleri tırmacılar tarafmdan Melâmî-
dinler ve topluca dua edilirdi. Melâmetî grubu içinde değer­
Oradan saraya geçen padişah, lendirilen bu tarikatin özünde
devlet ricalinden ve saray hal- “zikir” ön plana çıkmakta ve
kından olanlarm bayram kut- “Lâ ilâhe illallah” (Allah’tan
lamalarmı aldıktan sonra toplu­ başka ilâh yoktur.) zikri, “Al­
ca büyük camilerden birine lah’tan başka ne varsa her şeyi
Bayram Namazım kılmak üzere gönülden uzaklaştırmak ve gönlü
“Bayram Alayı” eşliğinde yola Allah sevgisi ve coşkusu ile dol­
çıkılırdı. Bayram namazı kılın­ durmak.” biçiminde yorumlan­
dıktan sonra yine topluca saraya mıştır. Bu tarikat, cumhuriyetin
Has Oda’ya gelinir ve orada bay­ kuruluşuyla birlikte resmen
ram yemekleri, tatlılar yenilir, kaldırılmış olmakla birlikte giz­
özel hazırlanmış şerbetler içilir­ liden gizliye halk arasmda varlı­
di. ğını sürdürmüştür.
Millî bayramlar ise Cumhuri- bayramiyye a. 1. ed. Ramazan ve
yet’ten sonra resmîleşmiştir. Bu kurban bayrammm faziletlerini
bayramlar, 29 Ekim Cumhuriyet anlatan dinî-tasavvufî eserler
Bayramı, 23 Nisan Millî Egemen­ için kullanılan terim. 2. bk.
lik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Bayramîlik
Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor
bayram namazı a. Yılda iki defa,
Bayramı, 30 Ağustos Zafer Bay-
biri Ramazan Bayramı, öteki
ramı’dır.
Kurban Bayramı olmak üzere kı­
Bayramîlik a. Şair ve mutasavvıf lman iki rekatlık namaz. Cuma
Hacı Bayram-ı Velî (öl. 833 / namazı şartları gibi kılman bu
1430) ye nispet edilen dinî- namazda ondan farklı olan hut­
tasavvufî tarikatin adı. Anado­ benin sünnet olması ve hutbe­
lu’da Ankara yöresinde oluştu­ nin namazdan sonra okunması-
bayramnâme 114

dır (.Sahîh-i Buharı ve Tercemesi ilenmek. Zulüm ve haksızhğa


C. 2, s. 921-922). Öte yanda Cuma karşı geçerli sebeplere dayan­
Namazı üzerine farz olan kişile­ ması şartıyla din, beddua etme­
rin bayram namazı kılması va­ nin caiz olduğunu ayet ve hadis­
ciptir. Tek başma kılmması caiz lerle ifade etmiştir. Hz. Peygam-
olmayan bu namazın öteki na­ ber’in, Müslümanlara işkence
mazlardan farkı şunlardır. Bi­ etmek, dine şiddet ve baskı
rinci rekatta, iftitah tekbirinden yapmak isteyen bazı müşriklere
ve “Sübhaneke” (bu duanın beddua ettiği ve bunun etkisinin
içinde “ve celle senâüke” ibare­ açık olduğunu gösteren hadisler
sinin okunması da gerekir: Dua vardır. Hz. Peygamber kendisine
şöyle okunmalı: Sübhane- ve dinine baskı yapan Ebu Cehil,
ka’llahümme ve bihamdik ve Übey b. Halef, Utbe b. Rebîa,
tebâreke kesmük ve te’âlâ ceddük Şeybe b. Rebîa gibi bazı müşrik­
ve celle senâüke ve lâilâhe lere beddua etmiş, bunların
gayruk) okunduktan sonra üç hepsi Bedir Savaşmda helâk ol­
defa tekbir almır, sonra imam muşlardır. Çok sıkışmadıkça ve
Fatiha suresini ve zamm-ı sûreyi ruhen azap görmedikçe Hz. Pey-
okur; ikinci rekatta imamın Fa­ gamber’in beddua etmediği de
tiha suresini ve zamm-ı sûreyi ashabı tarafmdan açıkça söy­
okuduktan sonra yine üç defa lenmiştir. Öte yandan İslâm bil­
tekbir almır ve rüku’a varılır.
ginleri Müslümanların yerli yer­
Böylece altı tekbir fazladan
siz beddua etmelerini de ahlâka
ahnmış olunur. Bu tekbirlere
uygun görmemişlerdir.
“zevâ’id tekbirleri” adı verilir.
Bayram namazınm vakti, güne­ bedel a. ÜJ lAr.] Sözlük anlamı,
şin hafif yükselmesinden, kuş­ “Karşılık, bir şeyin yerine geçen,
luk vaktinin girmesi ile gerçek­ ivaz, denk” olan bu söz, İslâmî
leşir. terim olarak “1. Alışverişte satı­
lan mala karşılık ödenen para
bayramnâme a. tas. ed. Tasavvuf!
veya verilen mal. 2. Bazı ibadet
edebiyatta mutasavvıf şairlerin
ve borçların aslî şekliyle yapıla­
dinî bayramların faziletlerini şi­ maması durumunda uygulana­
irleştiren eserleri için kullandık­
cak esaslar.” biçiminde ifade
ları terim. edilmiştir. Karşıhkh nza esasma
beddu'â a. (Ljoj) [< F. bed + Ar. dayanan bedel, “bedel-i sulh”;
du’â] Birisi için ondan gördüğü bir katimın kocasını boşamak
haksızlığa ve aşağılamağa karşı­ amacıyla vermiş olduğu bedele
lık kötü dua etmek, ah etmek, “bedel-i hul’” terimi kullanıl­
mıştır. Dinî konularda ise şu
115 bedene

esaslar asildir. Namaz ve oruçta bedel-i rakabe a. (<jj Ja) ftk.


bedel söz konusu olmaz, bunları Fıkıh usulünde, bir kölenin
şahsî ve bedenî ibadetlerdir. Ze­ özgürlüğüne kavuşabilmesi
kât ve sadaka-i fıtr gibi malî için kendi kıymeti mukabi­
ibadetlerde bedel olabilir. Hac linde vermeyi kabul ettiği
ibadeti hem bedenî hem de malî azatlık akçesi, bk. bedel-i
şartları haiz olduğu için Müslü­ kitâbe
man’ın bizzat kendisinin yap­
bedene a. (ca>) [Ar.] (ç. b. büdn)
ması esastır. Ancak yaşlılık, sü­
Hac veya umre yapmak üzere
rekli sakatlık ve sağlık bakımın­
Kâbe’ye ibadete giden kimsele­
dan yerine getirilemeyecek du­
rin orada deve ve sığır cinsin­
rumlarda hac ibadeti bedel yo­
den kestikleri kurbana verilen
luyla yapılabilmektedir.
ad. Bu söz, yalnızca büyükbaş
§ tam. bedel-i hac a. (jaJJ hayvanlar için kullanılır; kü­
Bir Müslüman’m hac ibade­ çükbaş hayvanlar için “dem” te­
tini yerine getiremeyecek rimi kullanılmaktadır. Bu terim
kadar hasta veya yaşh olması hadislerde sıkça yer alırken
sebebiyle kendi yerine bu Kur'ân-ı Kerîm'de “Hac suresi”
ibadeti gerçekleştirebilecek (22 / 36) nde çokluk biçimiyle
birini hacca göndermesi veya “kurbanlık deve ve sığırlar” an­
vasiyet etmesi. lamıyla geçmektedir. Kurban
olarak kesüecek bedenelerin
bedel-i kitâbe a. (<jK Ja) flk. deve için beş yaşını doldurmuş
Bir kölenin özgürlüğüne ka­ olması, sığır için iki yaşını geç­
vuşabilmesi için efendisine miş olması şartı söz konusudur.
ödemeyi taahhüt ettiği bedel. Bir bedeneyi birden yedi kişiye
bedel-i misi a. (JL Jjj) fik. kadar olan kimseler kesebilir.
Fıkıh usulünde, bir eşyanm Bedene gerektiren durumlar
emsalinin rayiç fiyatına uy­ şöyle sıralanabüir: 1. Hacda,
gun olan karşılık. Arafat vakfesinden sonra, ih-
ramlı durumda iken cinsî mü­
bedel-i öşr a. (^ic Ja) ftk. Bir
nasebette bulunmak. Hanefi
mirî veya vakıf arazisini,
mezhebine göre bu durumda
üzerine bina yapmak, pazar
olanlara bedene gerekirken,
veya harman yeri olarak
öteki mezheplere göre bedene
ayırmak gibi farklı amaçlar
caiz değildir, üstelik hac bozu­
için kullanmak durumunda
lur. 2. Ziyaret tavafını gusülsüz
hâzineye veya vakfa verilen
yapmak. Ayrıca kadınlarm hayız
vergi.
bedî 116

ve nifas (loğusalık) durumlan da halk kitleleri arasmda yayılıp


bedene gerektirmektedir. genişlemesine vesile olmuştur.
bedî a- (^^) [Ar.] 1. Benzeri olma­ Bedir suresi a. bk. Enfâl suresi
yan yeni bir şey icat etme, yeni
Bedrî a. ^jj) [Ar.] İlk Müslüman­
bir şey yaratma, anlammdaki bu
larla Mekkeli müşrikler arasm­
terim, İslâm estetiği dalmda çok
da hicretin ikinci yılında Bedir
kullanılmıştır. Ayrıca Kur'ân-ı
Savaşı’na katılan müminler.
Kerîm’de “O göklerin ve yerin
eşsiz yaratıcısıdır.” (Bakara su­ bed'u’l-halk a. (jLUl fjj) [Ar.] Hadis
resi, 2 /117) ayeti de bu manada biliminde, tarih ve siyer ile ilgili
kullanılmıştır. İslâmî edebiyatta hadisler.
önemli bir sanat unsuru olan behlûl a. (J^) [Ar.] (ç. b. behâlîl,
bedî, ifadenin edebî sanatlarla bühlülât) tas. Allah’a gönül
süslü, alalâde söyleyişten uzak, vermiş, Allah aşkı ile deli divane
anlam bakımmdan doyurucu, olmuş sufî, mecnun ve meczup­
ahenk ve söyleyişçe kusursuz lara verilen ad. Tasavvuf inan-
olmasmı sağlayan estetik bir cma göre behlüller Allah tara­
kurgudur. 2. Bu söz, “bütün gü­ fından onlarm kalplerine doğan
zellikleri temsil eden” anlamıyla tecelliler ile İlâhî cezbeye tutul­
Allah’m sıfatı olarak ifade edil­ muşlar, bundan dolayı da akıl ve
mektedir. bilinçlerini yitirmişlerdir. Ashn-
bedî'iyyât a. (oL^) [Ar.] Hz. Pey­ da iyi bir söz ustası olan bu zat­
gamberi övmek amacıyla kale­ lar, nükteli ve anlamlı sözleri ile
me alman ve her beytinde en az çevrelerinde ilgiyle karşılanmış,
bir bedîî sanatm bulunması za­ edebî deyişleriyle takdir topla­
rurî olan kasidelere verilen ad. mış, halk arasmda bir tür halk
Bu tarz şürler Hz. Peygamber’in filozofu olarak nitelenmiştir. Ni­
sağlığmda iken yazılmaya baş­ tekim bu tarzm ilk örneklerini
lanmış, sonradan yaygmlaşmış- Behlûl-i Dânâ vermiş ve halka
tır. Başlangıçta aydm kesimin mal olmuştur.
rağbet ettiği bir şiir tarzı iken beka a. (11) [Ar.] 1. Devamlılık,
bedîiyyat, sonradan halkm da bulunduğu durumda kalma. 2.
beğenisini kazanmış, hatta bu Ölmezlik, ebedîlik; eşanlamhsı
kasidelerin şerhlerinin yapılma­
“vücûd” (bk. bu madde); “fenâ”
sı geleneğinin yaygmlaşması ile (bk. bu madde) nm zıddı. 3. Al­
ilgiyle takip edümiştir. Bu tarz lah’m varhğmm sonsuzluğunu
şiirler, hem Hz. Peygamber sev­ ifade eden kelâm terimi. Bu an­
gisinin hem de İslâmî kültürün lamı üe bu söz, “Allah’ın kıdem
117 Bektaşîlik

sıfatı” ile bağlantılıdır. Nitekim diği ve bünyesinde bir araya ge­


Kur'ân-ı Kerîm’de kullanılan tirdiği farklı dinî inançları bir-
“lâ-yezâl” ve “lâ-yemût” sözleri leştirebilme özelliği, gerekse 16.
Allah’m “bekâ” sıfatını vurgu­ yüzyıldan sonra Osmanlı devle­
lamak için kullanılmıştır. 3. tas. tinin resmen tanıdığı gayrisünnî
Sufî inacına göre kötü huylarm yapısı ile dikkatleri üzerinde
yerine güzel ve iyi huylarm ol­ toplamış bir teşkilât idi. 13. yüz­
ması, kulun Allah’m sıfatlanyla yıl ortalarmda Anadolu’da olu­
vasıflandırılmasıdır. Allah’a şan Kalenderiyye, Haydariyye
ulaşma ve O’nunla bakî olma ve Yeseviyye cemaatleri tarafin-
durumuna “bekâ billah” denil­ dan benimsendi ve “Abdâlân-ı
miştir. Rûm” yahut Rum abdalları ha­
bekâ-billah a. (<LL (i) [Ar.] tas. reketine dönüşerek yayılmaya
Hak ile bütünleşerek ebedî ol­ başladı; Osmanh ile beraber
ma. Rumeli’ne kadar uzandı. Temel­
de Hacı Bektâş geleneğini be­
bekâ-ba'de’l-fenâ a.(üllj*j LL) [Ar.] nimseyen ve kendilerine mürit
tas. Yokluk içinde ebedîlik. olarak seçtikleri Hacı Bektaş-ı
bekkâ'ûn a. [»!£) [Ar.] Hicretin Velî’nin ölümünden sonra onun
dokuzuncu yılında Müslümanlar yerine geçen Hatun Ana’nm
ile müşrikler arasında yapılan müridi Abdal Musa’nm faaliyet­
Tebük Savaşı’na maddî ve sosyal leri tarikatin hızla tanmmasmı
sorunları sebebiyle katılamayan ve yayılmasmı sağladı. Onunla
ve bundan dolayı derin üzüntü beraber “abdal” adı Anadolu’da
içinde sürekli ağlayan sahabe­ hızla yayıldı. Özellikle 16. yüzyı-
ler. hn başmda Balım Sultan’ın
tarikatin başma geçmesi ile
Bekriyye a. (^) [Ar.] bk. Kalenderîlikten ayrılması ve II.
Sıddîkıyye Bayezid tarafindan desteklen­
Bektaşîlik a. Adını ünlü Türk dü­ mesi bu tarikatin Yeneçeri Ocağı
şünürü Hacı Bektâş-ı Velî’den içinde de iyice kökleşmesini sağ­
alan ve Anadolu’da 13. yüzyılda ladı. Bu oluşum, II. Mahmud’un
Kalenderi tarikati bünyesinde Yeniçeri Ocağmı kapatmasma
oluşmaya başlayan, giderek ya­ kadar devam etti. Bu ocağm kal­
yılan ve 15. yüzyıl sonlanna dırılması ile birlikte Bektâşîlik
doğru Hacı Bektâş-ı Velî geleneği faaliyetleri ve tekkeleri Nakşi­
çerçevesinde olgunlaşan bir bendîlik tarikatinin emrine ve­
tarikatin adı. Bu tarikat, gerek rildi. Bir süre sonra Abdülaziz
siyasî konumu, gerek benimse­ zamanmda Bektâşîlik yeniden
bekleme müddeti 118

eski konumuna ve faaliyetine gamber’in “Beled suresi”nin


dönüştü. Yeni Türkiye Cumhuri­ tefsiri için bk. Sahîh-i Buhârî ve
yetinin kuruluşuyla beraber Tercemesi, C. 11, s. 4997-4998.
1925 yılmda tekke ve zaviyele­
belî ahdi a. bk. bezm-i elest
rin kapatılması ile resmen faali­
yetine son verildi. Ancak halk bengi su bk. âb-ı hayât
arasında Bektâşîlik, günümüze benlik a. tas. Varlık, gurur ve kibir
kadar varlığını sürdürmeye de­ ile maddî âleme bağıldık için
vam etmiştir. kullamlan ve yaramaz olarak ni­
bekleme müddeti a. bk. iddet telenen bir vasıf.

belâ ahdi a. bk. ahid, kâlü belâ berâcim a. (^1jd [Ar. bürceme’nin
ç. b.] fik. Abdest alırken iyice yı­
belâğ işareti a. Bir hadis kitabında,
kanması salık verüen mafsal
derlenen veya yazılan hadislerin
aralan için kullamlan bu terim,
ne kadarının hocadan işitildiğini
abdestin sünnetleri arasında sa-
veya okunduğunu göstermek
yümaktadır.
amacıyla kullanılan işaret.
Berâ'e suresi a. (^ 421^) bk.
belâyâ a. (L^L) [Ar.] Hadis bilimin­
Tevbe suresi
de, senedi çok zayıf ve uydurma
hadisler için kullanılan terim. berâ'et a. (£1^ [Ar.] huk. Sözlük
anlamı “Borçtan kurtulma, bir
Beled suresi a. l^>JJ [< Ar.
kimseden uzaklaşıp onunla ilgiyi
“Sûretü’l-Beled” (JUI sj^)]
kesme” olan bu söz, bir İslâmî
Kur'ân-ı Kerîm’in doksanmcı,
hukuk terimi olarak “Bireyin
iniş sırasma göre otuz beşinci
hukukî veya cezâî sorumluluğu­
suresi olup “Kaf suresi”
nun olmaması veya ortadan
(50)nden sonra ve “Târik sure­
kalkması” anlamında kullaml-
si” (86)nden önce Mekke’de na­
mıştır. “berâ'et” sözü, Kur’ân-ı
zil olmuştur ve yirmi ayetten
Kerîm’de “Kamer suresi, 54 /
meydana gelmektedir. Admı ilk
43” ve “Tevbe suresi, 9/1 (bu
iki ayetinde geçen “el-beled” sö­
sure el-berâ’e sözü de başla­
zünden alan bu surede beldele­
maktadır.) olmak üzere iki ayet­
rin en şereflisi olan Mekke’ye ve
te geçmektedir. Hz. Peygam-
ondan doğan anne babaya and
ber’in hadislerinde de bu terim,
vererek söze giriş yapılır ve in-
“Günahtan uzak durma, kurtul­
sanm nice zorluklara katlanma­
ma; bir kimseden veya cemaatten
sı gerektiği anlatılır. Bu sure ay­
uzak olma” anlamlarmda çokça
aca “La Uksimu” suresi olarak
kullandmıştır. İslâm hukukunda
da adlandırılmıştır. Hz. Pey-
ise “Eşyada aslolan ibâha (ka-
119 bernâmeç

nunların bağlayıcılığından uzak) berat kandili a. bk. berat gecesi


dır.” Buna göre ceza hukukunda bereket a. {^^ [Ar.] Değişik din­
“suç ve cezada kanuniliğin ve ki­ lerde âyin, dua ve ibadetlerde
şinin suçsuzluğunun asıl olması” yapılan yakarmalar ve Allah’a
esastır.
niyazlar sonucu beklenen hayır,
§ tam. berâ'et-i zimmet a. saadet ve huzur dolu manevî di­
(clj £1jJ [Ar.] huk. Bir kim­ lek. Bu terim üe aslolan insan,
senin zimmetinin temiz ol­ hayvan, tahıl ve bahçe ürünleri
ması, iddia edilen hak ile için beklentiler ifade edilmiştir.
bağlı bulunmaması, boynu­ Bereket inancı ilkel dinlerden
nun borcu niteliğinde bir du­ başlayarak İlâhî dinlere kadar
rum olmaması. çok değişik yapıda karşımıza
çıkmaktadır. Nitekim ilkel din­
berat gecesi a. İslâm âlemince lerde söz konusu olan “Bereket
kutsal sayılan günlerden olan tanrısı veya tanrıçaları” bu an­
Şaban aymm on beşinci gecesi. layışın örneğidir. Yahudilikte bu
Bu gecenin Müslümanlarca baş­ inanç, Ahd-i Atîk’de “çokluk,
ka gecelerden farkh olarak daha bolluk, hâkimiyet, zürriyet” kav­
fazla ibadet ile geçirilmesi bizzat ramlarıyla ifade edilmiştir. Bu
Hz. Peygamber tarafmdan tavsi­ terim, Kur'ân-ı Kerîm’de üç
ye edilmiş, “Allah teâlâ rahme­ ayette yer almaktadır (A'raf su­
tiyle şabanın on beşinci gecesi resi, 7 / 96, Hût suresi, 11/48
dünya semasında tecelli eder ve ve 73). Öte yanda Müslüman
Kelb kabilesinin koyanlarının kıl­ Türklerin kültüründe “bereket”
ları sayısından daha fazla kişfyi sözünün önemli bir yeri vardır.
bağışlar.” diyerek bu gecenin fa­ Ticarî hayatta, hatta günlük ahş
ziletini vurgulamıştır. Bu gece­ verişlerde satıcının “Allah bere­
nin gündüzünde oruç tutulması, ket versin!” demesi, ürün topla­
gecesinde de nafile namaz kı- nırken “Bereketli olsun!” denme­
İmması ve dua edümesi, çokça si, yemek sonrasmda “Bereketi
Kur’ân-ı Kerîm okunması, Al­ bol olsun!” diyerek duada bulu­
lah’ı zikreden teşbihler çekilme­ nulması gibi pek çok söz bu
si büyük sevaba vesile olacağı inancm örneklerinden birkaçı­
Hz. Peygamber’den rivayet dır.
edilmiştir.
Beriyye suresi a. (^^j^ ^) bk.
berat gecesi namazı a. Şaban ayı- Beyyine suresi
nm on beşinci gecesi içinde uy­
gulanan ibadetlerden biri olan bernâmeç a. (^üj [Ar.] Hadis
namaz ibadeti. biliminde, hadisleri derleyen
Berr 120

veya yazan kimsenin hocaları- berzahu’l-a'zam a. (^yi


nm adlarını, senedlerini, riva­ ^) tas. Tasavvuf inancmda,
yetleri, mektupları ve benzer âlemleri yaratan Allah’ın bir­
kaynaklan içeren kayıt defteri liğini, ululuğunu, gücünü ifa­
veya kitabı için kullandığı ad. de etmek için kullanılır.

Berr a. Q [Ar.] (ç. b. ebrâr, berzahu’l-câmi a.(^Lll ^)


berere) Sözlük anlamı “Sadakat­ tas. Tasavvuf inancmda,
li, vefakâr, iyiliksever” olan bu “insân-ı kâmil” (bk. bu mad­
söz, “esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah’m de) için kullandır.
güzel isimleri)dan olup Allah’m berzahu’l-ekber a.^1 ^)
sıfatı olarak “Yarattığı kullarına tas. bk. berzahu’l-a'zam
karşı rahmeti ve mağfireti bol,
berzahu’l-evvel a. (J^l ^y^)
lütfü ve ihsanı sonsuz” vasfmı
tas. bk. berzahu’l-a'zam
ifade etmektedir. Kur'ân-ı
Kerîm’de “Meryem suresi, 19 / berzahu’l-ûlâ a. Ç/^l ^j^)
14 ve 32; “Tûr suresi” 52 / tas. bk. berzahu’l-a'zam
28”nde tekil olarak, yedi ayette be's a. (^b) [Ar.] “Yoksulluk, şiddet,
de çokluk biçimiyle kullanılmış­ korku, sıkıntı ve azap.” anlamla-
tır. “Berr” adı, Allah’m doksan rma gelen bu terim, Kur’ân-ı
dokuz ismini veren İbn Mâce ve Kerîm’de yirmi beş ayette geç­
Tirmizî rivayetlerindeki listede mektedir. Kelâm terimi olarak
de yer almıştır (Tirmizî, da Hz. Peygamber’in tebliğini
“Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”, uzun süre dinlemeyen ve ret
10). eden, ancak deprem gibi, sel gibi
felâketler sonrasmda imana ge­
berzah a. (^) [Ar.] Ölümden son­
len müşrikler için kullanılmıştır.
raki hayat, bk. kabir hayatı
besâ'ir a. (jiLu) [Ar. basîret’in ç.
§ tam. berzah-ı kübrâ a. b.] bk. basiret
(^jjS ^y^) tas. Tasavvuf inan­
cında, “ceberût” (bk. bu besmele a. (<L^) [Ar.] “Rahman ve
rahim olan Allah’ın adıyla” an-
madde) âlemini ifade etmek
için kullanılır.
lamma gelen “Bismi’llahi’r-
rahmani’r-rahîm” sözünün kı­
berzah-ı suğrâ a. (^j^ ^y^) saltması. Bu sözün başmda oku­
tas. Tasavvuf inancmda, nan “E'ûzü billahi mine’ş-
“melekût” (bk. bu madde) şetâni’r-racîm” (Allah’ın lânet
âlemini ifade etmek için kul­ edip kovduğu şeytanın şerrinden
lanılır. Allah’a sığınırım.) sözü ile birlik-
121 beşîr

te her ikisi “besmele”nin ortak besmele-hân s. (jlji. <d_^) [< Ar.


adıdır. İslâmî inançta gerek besmele + F.hân] “Besmele”yi
dünya gerek ahret işleriyle ilgili güzel okuyan (kimse).
her konuya besmele ile başla- besmele-keş s. (^<1^) [< Ar.
manm fazileti üzerinde durul­ besmele + F.keş] “Besmele” çe­
muştur. Hz. Peygamber bir ha­ ken veya “Besmele”yi güzel
disinde “Besmele ile başlanma­ okuyan (kimse).
yan her iş bereketsiz ve güdük­
besmelenâme a. (uL <U«) [< Ar.
tür” diyerek bu sözün insan ha-
besmele + F.nâme] tas. ed. Ta­
yatmdaki önemine dikkat çek­
savvuf! edebiyatta mutasavvıf
miştir. Ayrıca “Nemi suresi”
şairlerin besmele tefsirlerini
(27)nin 30. ayetinde “besme-
konu alan eserlere verdikleri or­
le”nin Kur’ân-ı Kerîm’in bir tak ad ve terim.
ayeti olduğu ifade edilmiştir.
Ancak Kur’ân-ı Kerîm’in besmelesiz s. Yaramaz, ahlâksız
“Tevbe suresi” (9) dışındaki 113 doğmuş çocuk için kullanılan bu
surenin başmda bulunan bes­ terim, bazen piç anlammda da
kullanılır.
mele sözünün müstakil birer
ayet olup olmadığı konusunda beşâ'irü’n-nübüvve a. (»5^1 jiLL)
din bilginleri arasmda ihtilâf [Ar.] Hz. Peygamber’in nübüvve­
çıkmıştır. Besmele, Kur'ân-ı tinin kendinden önceki semavî
Kerîm’de en çok kullanılan kitaplarda müjdelenmesini bil­
“esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah’ın güzel diren metinlere verilen ad. Bu
isimleri)dan “rahmân” (bk. bu konudaki bilgiler, Kur'ân-ı
madde) ve “rahîm” (bk. bu Kerîm’de “Bakara suresi” (2 /
madde) isimlerinin bir arada 146) ile “A'râf suresi” (7 / 157)
kullanıldığı hem faziletli hem de ndeki ayetlerde söz konusu
kutsal bir sözdür. Türk kültür ve edilmektedir.
dinî hayatmın yanında sosyal beşîr a. G^) [Ar.] Hz. Peygamber
hayatta da besmelenin önemli için kullanılan isim veya sıfatla-
bir yeri vardır. Türk insanı her rmdan biri. Sözlük anlamı “müj­
bir işe besmele ile başlamayı delemek’ olan bu terim, Kur'ân-
âdet hâline getirmiştir. Ayrıca ı Kerîm’de yedi yerde Hz. Pey-
Türkçede yer alan ve besmele ile gamber’e nisbet edilmiştir. Bu
başlayan atasözleri ve deyimle­ söz, Hz. Peygamber için müsta­
rin çokluğu bu inancm ne denli kil kullanılmamış, O’nun öteki
köklü olduğunun bir göstergesi­ adlarıyla beraber zikredilmiştir.
dir. Buna göre bu terimin Hz. Pey-
beş vakit namaz 122

gamber’in sıfatlan arasında yer lanımı yaygındır. Kur'ân-ı


alması kuvvetle muhtemeldir. Kerîm’de de geçen bu terim, ge­
beş vakit namaz a. Müminlere nellikle ticarî hayatm içindeki
günde beş vakit olarak farz kılı­ ahş veriş biçimini ifade etmek­
nan namaz. Bunlar, sabah, öğle, tedir. Ticarî bir terim olarak
“bey'” sözü, İslâm hukukunda
ikindi, akşam ve yatsı namazla-
da üzerinde çok durulan konu­
ndır. Kur’âtı-ı Kerîm’de bu iba­
ların başmda olmuştur. Hanefi
det, “Tâ hâ suresi” (20)nin 130.
mezhebince satım akdinde satıcı
ayetinde açıkça şöyle salık ve-
ve alıcı unsurunun varlığını
rümektedir: “ (Ey Muhammedi)
tabiî görmüşler ve bunların akıl­
Onların dediklerine sabret; güne­
lı olma şartmı ortaya koymuş­
şin doğmasından ve batmasından
lardır. Ayrıca satım akdini üçlü
önce Rabbini ululayarak teşbih
unsur ile nitelemişler; bunlar,
et. Gece saatleri ve gündüzün iki
“satıcı”, “alıcı” ve “mal veya
ucunda da teşbih et, böylece Rab-
bedel” olarak tarif edilmiştir.
binin rızasına eresin.” Müfessir-
Satım akdinin hukukî sonucu,
ler bu vakitleri şöyle yorumla­
“hüküm” olarak adlandırılmış
mışlardır: Güneş doğmadan ön­
ve satılan malın mülkiyetinin
ceki namaz, “sabah namazı”;
alıcıya, bedelinin de satıcıya
güneş batmadan önceki namaz,
geçmesi olarak hükme bağlan­
“ikindi namazı”; gece saatleri,
mıştır. Yine satım akdinin taraf-
“yatsı namazı”; gündüzün iki
larm karşılıklı rızaları ile orta­
ucu ise “öğle namazı” ve “ak­
dan kaldırılabileceği de müm­
şam namazı”.
kün görülmüştür.
betûl s. (Jji) [Ar.] 1. Erkeklerden
armmış ve kendini Allah’a ada­ § tam. bey'-i câ'iz a (jik ^
mış (kadm). 2. Bundan dolayı fik. bk. bey'-i sahîh
Hz. Meryem ve Hz. Muham­ bey'-i sahîh a (^.^ ^u) fik.
med’in kızı Fâtıma için kullanı­ Fıkıh usulünde, para ve mal
lan lâkap. kullanılarak yapılan satış iş­
bey' a. (^1 [Ar.] (ç. b. büyü') Sözlük lemi.
anlamı “mübadele” olan bu söz, bey'-i sarf d» (uJjiA ^_U) fik.
“mülkiyet sözleşmelerinin en Kıymetli malı yine kıymetli
yaygını olan satış akdi” ile tica­ mal karşılığı satmak, yani al­
ret terimi olarak yaygınlık ka­ tını altınla, gümüşü gümüşle
zanmıştır. Aslmda bu sözün, satmak gibi.
Arapça “şirâ” ile birlikte “bey' ü
bey'-i selem a. (^ ^ fik.
şirâ” (alım satım) biçiminde kul­
Peşin para verilerek malı
123 beytü’l-ahzân

sonradan almak esasına da­ radan bu sözden dönmemesi


yalı yapılan satış. bakımmdan olumlu bulmuşlar­
dır.
beyân a. (jL) [Ar.] Sözde veya işte
söz konusu olan muradın ne ol­ beyit -yti a. (*u) [< Ar.beyt] (ç. b.
duğunu o konu ile ilgili söz veya büyüt) 1. “Ev, hane, menzil, ko­
davranış ile ortaya koymak an- nak, mesken” anlamında olan bu
lammda kelâm terimi. söz, “Aynı vezinde iki dizeden
bey'atü’r-rıdvân a. (jl^l öu) oluşan bir nazım birimi.” olarak
[Ar.] Hicretin altıncı yılmda, İslâmî edebiyatta, özellikle de
Hudeybiye Pınarı çevresindeki Divan Edebiyatı alanında kulla­
bir ağacm altında Hz. Peygam- nılan bir terim olarak yaygınlık
ber’e verilen bağlılık sözü. kazanmıştır. 2. tas. Kalp, gönül.
Tasavvuf ehline göre bu söz,
bey' bi'l-vefâ a. GLâjlL [Ar.] Bir “beytullah”tır. İlâhî hakikat ve
satış akdine dayanarak bedeli sırların mabedi olan bu yerde
iade edildiğinde geri alınmak dünya ile ilgili kötülükler asla
üzere bir malın satın alınması. barmamaz.
Burada “vefa” sözü, tarafların
usule uygun olarak yaptıkları § tam. beyt-i âtî a. (^î Ou)
vaatleri yerine getirmek, biçi­ Öteki dünya, ahiret.
minde tanımlanmaktadır. Bu beyt-i atik a. (o^ o^) bk.
akit, “bey' bi-şarti'l-vefâ”, beytu’l-lah
“bey'ü'l-câ'iz” veya “bey'ü'l-
mu'âmele” olarak da adlandı­ beyt-i iddet a. (ojc o^) huk.
rılmıştır. Bu tarz akit, Müslüman Evlilikte karı kocanın birlikte
halkın faizsiz borç para temin oturduğu ev.
etme yolunda karşılaşabileceği beyt-i şerîf a. (^^i c^) bk.
sıkmtıları ortadan kaldırma ola­ beytu’l-lah
rak yorumlanmıştır. İslâm hu-
kukçulanndan bazıları bu usu­ beytü’l-ahzân a. (ji^i o^)
lü, rehin; bazıları sahih, bazıları 1. Yusuf ü Züleya kıssasında
da fasid satış akdi olarak nite­ Yusufunu kaybetmenin ver­
lemişlerdir. Hanefi mezhebi fı- diği üzüntüsünden dolayı Hz.
kıhçıları, bu satış akdini, borç Yakub’un kapandığı çadır. Bu
veren kimseye bunun karşılı­ terim, “beyt-i ahzân, beytü’l-
ğında satın almış olduğu maldan hüzn, külbe-i ahzân” tam­
istifadeyi sağlaması, rehin mal­ lamaları biçiminde de aynı
dan farklı olarak bu istifadenin anlam çerçevesinde ifade
sürekli olması, borç alanın son­ edilmiştir. 2. mec. Dünya.
beytü’l-arûs 124

beytü’l-arûs a- (j«a>*II ^) tecellîgâhı olan inanan insa-


Gelin odası, zifaf odası, hacle. nm kalbi.
beytü’l-harâm a. ÇljJI cmj) beytü’l-mukaddes a. (^jidl
bk. beytu’l-lah 1. Hz. Süleyman mabedi,
Mescid-i Aksâ. 2. tas. Al­
beytü’l-harem a. ÇjJl cuj)
lah’tan başkasma yer olma­
bk. beytü’l-mukaddes yan gönül evi.
beytü’l-izze a. GjJlo^)
beytü’z-zifâf a. (ûüjll ^)
Kur’ân-ı Kerîm’in Ramazan
Gelin odası, hacle.
ayında topraktan indirildiği
dünya dairesi içinde bulunan beynûnet a. (c»j>^) [Ar.] fik. Evlilik
yerin adı. hukukunda, eşler arasındaki ni-
kâhm sona ermesi sebebiyle
beytu’l-lah a. (dil o^) 1. Al­
oluşan ayrılık.
lah’ın evi anlamındaki bu
söz, Kâbe için kullanılmış ve § tam. beynûnet-i kübrâ a.
terimleşmiştir. 2. tas. Kalp, fık. Evlilik huku­
gönül. kunda, eşler arasındaki ni­
beytü’l-mâl a. (JUI m) 1. kâhın “üç talâk” (bk. bu
Devlet hâzinesi, devlete ait madde) ile sona ermesi.
mal varlığmm bütünü ve bu­ beynûnet-i kat'iyye a. (ûü
nunla ilgili idari ve malî ku­ ûyi“) fik. bk. beynûnet-i
rum, hazîne-i mâliye. 2. Va­ kübrâ
risleri bilinmeyen veya hazır
beynûnet-i suğrâ a. (^>-^
olmayan ölmüş bir kimsenin
c^y^) fik. Evlilik hukukunda,
mallarmı koruyan ve sakla­
eşler arasmdaki nikâhın iki
yan daire veya devlet kuru­
talâk ile sona ermesi.
mu.
beyyine a. (<L) [Ar.] Gerçeği şüp­
beytü’l-makdis a. (^jldl cuj)
heye mahal bırakmaz tarzda is­
bk. beytü’l-mukaddes
patlayan kesin delil. Bu söz,
beytü’l-ma'mûr a. (j>uJi Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi yerde,
cm) 1. Sözlükte “imar edilmiş “aklî ve nakli delil, açık belge,
ev” anlamma olan bu söz, herkesçe bilinen ve olaylara ta­
yedinci gökte yapılmış, her nıklık eden harabeler, vahiy” an-
gün yetmiş bin meleğin ziya­ lamlarmda geçmektedir.
ret ettiği ve ibadet yaptığı Beyyine suresi a. (^^^^ <L) [<
kutsal mekân. 2. tas. Allah’ın Ar. “Sûretü’l-Beyyine” (^l sj>-)]
Kur’ân-ı Kerîm’in. doksan seki-
125 bî'at

zinci, iniş sırasına göre yüzüncü bezm-i ezel a. (jy ^ bk.


suresi olup “Talâk suresi” bezm-i elest
(65)nden sonra ve “Haşr sure­
bî'at a. (cau) [Ar.] İslâm devletle­
si” (59)nden önce suresi olup
rinde idare eden üe idare edilen­
Mekke’de nazil olduğu rivayet
ler (halk) arasmda seçim ve bağ­
edilirse de Buharî’ye göre Medi­
lılık çerçevesinde yapılan
ne’de nazil olmuş ve sekiz ayet­
sosyopolitik akit. İslâm hukuku
ten meydana gelmektedir. Bu çerçevesinde yapılan bu akit,
ayetlerden ilk beşi inkârcılar- devlet başkanmı seçme, belirle­
dan, yani müşriklerden söz
me ve ona bağlılık gösterme yo­
eder. Son üç ayette ise inanlar
lunda bir itimatnamedir.
ile inkârcılar arasındaki fark an­
Kur'ân-ı Kerîm’in “Fetih sure­
latılır. Bu sureye “Beriyye,
si” (48 /10) nde Müslümanların
Kayyime, Münfekkin suresi”
Hz. Muhammed’e biat etmeleri
adları da verilmiştir. Hz. Pey­ anlatılır. Hz. Peygamber zama-
gamber’in “Beyyine suresi”nin
nmda dinî hükümlere bağlı
tefsiri için bk. Sahîh-i Buhârî ve
kalmak ve Resulullah’a itaat et­
Tercemesi, C. 11, s. 5030-5032.
mek, anlammda uygulamaya
bezm a. Ç^) [F.] “İçki meclisi, dost­ konulan bî’at, sonraki dönem­
lar toplantısı, meclis.” anlammda lerde devrin şartlarma göre
olan bu söz, bazı kelime ve ter­ farklılıklar göstermiştir. O’nun
kiplerle yeni söz varlıkları oluş­ ölümünden hemen sonra ilk biat
turur. uygulaması, Hz. Ömer’in Hz.
Ebubekir’in elini sıkararak onun
§ tam. bezm-i elest a. (^jı halifeliğini ilân etmesi ile ger­
^ tas. Ruhlar âleminde ilk çekleşir. Sonralan ise bu uygu­
yaradılışta, Allah ile ruhlar lama çoklukla siyasî bir nitelik
arasında, Allah’ın ruhlara kazanmış ve “biat merasimleri”
“Ben sizin Rabbiniz miyim?” düzenlenmiştir. Özellikle Os-
sözüne karşılık ruhlarm manh döneminde buna çok titiz­
“Evet, Rabbimizsin!” sözünü lik gösterümiştir. Önce “Hırka-i
verdiği ezelî sözleşmesinin Saâdet Dairesi”nde başlayan
oluştuğu meclis (bk. “A'râf merasim, veziriazam ve şeyhü-
suresi” (7 / 172). Bu meclise lislâmm biat gösterisinden sonra
“mîsâk, kal ü belâ, ahid, be­ Topkapı Sarayı’ndaki “Bâbüs-
lâ ahdi, rûz-ı elest, bezm-i saade” önünde kurulan tahta
ezel, bezm-i elest” gibi deği­ oturan padişahm önünde devam
şik adlar da verilmiştir. ederdi. Burada toplanan vezirler
ve öteki devlet erkâm padişahm
bî'at-ı ndvân 126

eteğini öperek biat merasimini bid'at-ı mütehaddise a.


sürdürürler; ilmiye smıfı ise («dS^u ot.u) Sonradan or­
onun elini öperek biat geleneği­ taya çıkan yendikler.
ni gösterirlerdi.
bid'at-ı seyyi'e a. (4u,
§ tam. bî'at-ı ndvân a. ocju) Şeriat hükümlerine
(^ CAu) Hudeybiye Sava- aykırı düşen ve beğenil­
şmda yapılan anlaşmadan meyen yeni şeyler.
önce Hz. Peygamber’e yapı­ bid'atü’l-kübrâ a. (^1
lan bağlılık sözü. 4^) Hz. Ali’yi sevme ko­
bid'at a. («jj) [Ar.] (ç. b. bida) 1. nusunda smırı aşma, hat­
Ortaya çıkan, yeni görülen şey. ta Hz. Ebû Bekir ile Hz.
2. Peygamber sonrası çıkan, Ömer’i aşağılama amacı­
sünnete uymayan, şer’î bir delile na yönelik davranışlarda
dayanmayan inanç, ibadet, fikir bulunma anlamında te­
ve davranışlar için kullanılan bu rim.
terim, aynı zamanda “sünnet” bid'atü’s-suğrâ a^^u-JI
{bk. bu madde) karşıtı olarak da icjj) Hz. Ali’nin sahabe
yaygmlaşmıştır. “Bid'at’Tn olu­ arasında en üstün ve
şumu şu sebeplere bağlanmıştır: makbul olduğuna inan­
Bilinçli olarak üretilmesi; ceha­ ma anlamında terim.
letin artması; olumsuz manada
kültür etkileşimi; eski dinlerden bidayet a. (cuL) [Ar.] Sufi inancma
ve İslâm öncesinden kalan batıl göre tasavvuf yoluna girme, bu
inaçlar; dinî yükümlülükleri yolun ük merhalesi veya baş­
abartarak yerine getirme gayre­ langıcı. Son, yani maksada
ti. ulaşmaya ise “nihayet” adı ve­
rilmektedir. Yola yeni girenlere
§ tam. bid'at-ı hasene a. “mübtedî” denilirken sona
(4a. ot^j) Şeriat hüküm­ erenlere “müntehi” adı veril­
lerine uygun düşen, ka­ miştir. Bu ikisi arasmda olanlara
bul edilebilir yeni şeyler. “evâsıt” denilmiştir. Tasavvuf
ehline göre iyi bir başlangıç
bid'at-ı makbûle a.
yapmak iyi bir sonuç için çok
«jÂ. «J bk. bid'at-ı
gereklidir. Eğer hidâyet ne denli
hasene
sağlıklı, samimî ve ciddî olursa
bid'at-ı merdûde a. nihâyeti de o denli mükemmel
(»jjjjj ot^) Şeriat hü­ ve amaca ulaşmada başarılı ol­
kümlerine göre uygun muş olur.
düşmeyen yeni şeyler.
127 bi'set

bikr a. (ji) [Ar.] (ç. b. ebkâr) fik. tılan kız için de kullanılmış­
Cinsî münasebette bulunmamış tır.
kız veya kadın için kullanılan fı­
bikr-i hükmî a. (ji) Zina
kıh terimi. Arapça “Erken gel­
haddi uygulanmamış olan ve
mek, acele yapmak.” anlammda
bu suçu tekrar tekrar işle­
olan bu söz, “Her şeyin ilk ve ori­
memiş bulunan bir kız hak-
jin biçimi, cinsî açıdan el değme­
kmda zina yapmış kanaati
miş veya evlenmemiş olan kadın
yaygın olma durumu.
veya erkeğe de verilen ad.” ola­
rak tanımlanmıştır. Bu terim, bilâ-veled a. (Jj îL) [< Ar. bilâ +
Kur'ân-ı Kerîm’de yavrulama­ veled] Çocuğu olmayan baba.
mış inek için “Bakara suresi” ( binâ a. (X) [Ar.] 1. “Tapma, inşa
2 / 68) nde kullanılmış, çokluk etme.” anlammda olan bu söz,
biçimi olan “ebkâr” ise huriler geçmişte yapılanları muteber
için “Vâkı’a suresi” ( 56 / 36) sayma ve üzerine yeniden yap­
nde, el değmemiş veya evlen­ ma. 2. Gerdeğe girme anlamında
memiş kadmlar için “Tahrîm kullanılan bu terim, fıkıh mese­
suresi” (66 / 5) nde karşımıza leleri arasmda geçmektedir.
çıkmaktadır. Öte yanda bu te­
rim, aile hukuku üzerine olan § tam. binâ-i salât a. (î^L»
pek çok hadiste geçmektedir fL) fik. Fıkıh usulünde, na­
(Wensick, Mu’cem, “bkr” madde­ maz kılınırken herhangi bir
si.). İslâm hukuku içinde aile sebeple namazm bozulması
hukukuna giren konularda ve abdestin yenilerek nama­
“bikr”, “Nikâh kıyılmış olsun ve­ za kaldığı yerden devam
ya olmasın bir erkekle cinsî mü­ edilmesi konusunu ifade
nasebette bulunmamış kadın.” eden söz.
için kullanılmıştır.
bi'set a. (ciu) [Ar.] “Gönderme,
§ tam. bikr-i hakîki a. (ji) 1. havale etme.” anlammda olan bu
Bir erkekle cinsî münasebette terim, Hz. Muhammed’in pey­
bulunmamış ve kızlığı bo­ gamberlikle görevlendirilmesi
zulmamış kız. 2. Evlenmiş için kullanılmıştır. Kur’ân-ı
olmakla birlikte kocasınm Kerîmde “Bakara suresi” (2 /
erkeklik organııun kesik veya 68) nde geçen bu söz, “Peygam­
iktidarsız olması sebebiyle berlikle görevlendirilmek’ anla-
kızlığı bozulmamış kadın. 3. mmdadır. İlk “bi'set”, Hz. Pey-
Bu terim, aynı zamanda yük­ gamber’in Hira dağında bulun­
sek yerden düşerek veya duğu son gecede sabaha karşı
ilthap kaparak kızlık zarı yır- olmuştur. Bu sırada bir melek
bi-smi 128

gelmiş ve O’na “İkra”’ (Oku!) lamlanna gelen bu terim, hem


demiş; böylece ilk vahyi alan Hz. Kur’ân-ı Kerîm’de (Mâ'ide su­
Muhammed’in “bi'sef’i kırk yaş­ resi, 5 ! 91) hoş karşılanmamış,
ları içinde gerçekleştiği söz ko­ hem de Hz. Peygamber’in hadis­
nusudur. lerinde ondan kaçmılması öğüt-
lenmiştir.
§ tam. bi'set-i nebeviyye
a. (^ -■i;. .) Hz. Muham­ buldâniyye a. (^lA) [Ar.] Hadis
med’in peygamber olarak biliminde farkh mekânlarda ve­
gönderilmesi. ya beldelerde hadis derlemeleri
yapma ve bunları kitap hâlinde
bi-smi e. (^) [< Ar.bi + ism] Adma
toplama işi veya bu işin sonun­
(Allah).
da meyana getirilen kitaplar.
bismil a. (J^) [< Ar. bismillah] 1.
bulûğ a. (£jL) [Ar.] Sözlük anlamı
Allah adına hayvan kesme, kur­
“yetişmek, ulaşmak” olan bu söz,
ban kesme. 2. Öldürme, boğma.
“bireyin çocukluk evresinden çı­
3. Sabırh, ağırbaşlı.
karak fiilen ve hükmen cinsî er­
bismil-gâh a. G&Uuu) [< F. genlik dönemine girmesi.” olarak
Ar.bismil + gâh] Kurban kesilen tanımlanmaktadır. İslâm huku­
yer. kunda bulûğ için bir ön şart, iki
de ölçü söz konusudur. Ön şart,
bismil-geh a. G<U...») bk. bismil-
erkekte alt yaş smırı olarak on
gâh
iki, kızda ise dokuz yaştır. Ölçü
bismillah a. (dJI ^) [Ar.] bk. bes­ ise erkekte ihtilâm olabilme, ya­
mele ni erkeklik organmdan meni
gelmeye başlaması ve baba ola­
boşama a. bk. talak
bilme kabiliyetini kazanması;
boy abdesti a. bk. gusül kız için hayız görme ve annelik
kabiliyetini kazanabilme olarak
bu'd a. (j»j) [Ar.] tas. Tasavvuf
tespit edilmiştir. Bununla insan,
inancına göre, Allah’a uzak olma
hem bedenen hem de ruhen ye­
anlamında bir terim. Sufî inan­
terli bir olgunluğa erişmiş ve
cına göre Allah’a yakınlık
kendi kimliğini kazanmış bu­
“kurb” ile ifade edilirken bunun
lunmaktadır.
karşıtı olan “bu'd”, Allah’tan
uzaklaşma olarak kullanılmış ve Burûc suresi a. Ç^jj- ç^) [<
değerlendirilmiştir. Ar. “Sûretü’l-Burûc” (çjjJl sjj—)]
Kur'ân-ı Kerîm’in seksen beşin­
buğz a. (^b) [Ar.] Kin gütmek,
ci, iniş sırasma göre yirmi ye­
sevmemek, hoşlanmamak an-
dinci suresi olup “Şems suresi”
129 bürhân

(91)nden sonra ve “Tin suresi” İslâm hukuk literatüründe söz


(2)nden önce Mekke’de nazil konusudur.
olmuştur. Yirmi iki ayetten
buyruk a. bk. ferman
meydana gelen bu sure admı ilk
ayette geçen ve “burhân”m çok­ büdelâ a. (y±) [Ar. bedîl’in ç. b.]
luk biçimi olan “burûc” (burç­ tas. Tasavvuf yolunda necip ve
lar) sözünden almaktadır. Sure, asü kullar olarak nitelenen ve
başlangıçta gökyüzünün engin “kutup, iki imam, dört evtâd,
dünyasmı, galaksileriyle yüklü yedi ebdâl, kırklar, yetmişler”
burçlarm yörüngesini çizerek olarak adlandırılan gayb erenle­
AUah’m yaratıcı kudretini delil­ ri arasmda ve hiyerarşik düzen­
leriyle ortaya koymaktadır. Ar- de “bir bin gibidirler” olarak
dmdan da ilk müminleri ateşe gösterilen ve nitelenen erenler.
atarak onlara zulmeden bühlûl a. bk. behlûl
“ashâbü’l-uhdûd”dan söz edilir.
Bazı tefsir uzmanları bu surenin bürde a. (>^) [Ar.] Hz. Peygam­
fazileti olarak, “Kim bu sureyi ber’in hırkasma verilen ad. Hz.
okursa Allah ona dünyada ge­ Muhammed kendi döneminin
çirdiği Cuma ve arefe sayısmm tanınmış Arap şairlerinden Kab
on katı değerinde sevap verir.” ibn Zuheyr’in okuduğu bir kasi­
mealindeki hadisten örnekler deyi pek beğenmiş ve bunun
vermişlerdir. Hz. Peygamber’in üzerine hırkasmı çıkararak bu
“Burûc suresi’nin tefsiri için şairin omzuna koymuştur. Bun­
bk. Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, dan dolayı bu şür “Kaside-i
Bürde” olarak ün kazanmıştır.
C. 11, s. 4985-4986.
Sonraki dönemlerde İslâmî ede­
butlân a. (jiLkJ [Ar.] fık. Sözlük biyatta bu şiire pek çok nazire­
anlamı “boşa gitme, heba olma” ler yazılmıştır.
olan bu söz, “Bir ibadetin veya
bürhân a. (jb^) [Ar.] (ç. b. burûc)
hukuki işlemin temeldeki bir ek­
Sözlük anlamı “açıklığa kavuş­
siklik veya bozukluktan dolayı
turmak, berraklaştırmak, delil
hükümsüz olması.” biçiminde
getirmek’ olan bu söz, “Hak ile
tanımlanmıştır. Bu terim,
batılı birbirinden ayıran kesin de­
Kur'ân-ı Kerîm’in “A'râf’ su­
lil” olarak tanımlanmış ve
resi (7 / 118) nde bu anlamıyla
Kur’ân-ı Kerîm’de “Bakara su­
yer alırken pek çok hadiste de
resi” (2 / 111), “Enbiya suresi”
yine bu terim özelliği ile karşı­
(21 / 24), “Mü'min suresi” (23 /
mıza çıkmaktadır. Hükümsüz
117) nde ise “delil” anlamıyla
ibadet ve hukukî işlemlere de
kullanılmıştır. Hz. Peygamber’in
“bâtıl” (bk. bu madde) denüdiği
bürhân-ı hak 130

mucizeleri, Hz. Musa’nın asâsı smda, Kur'ân-ı Kerîm ve Hz.


ve “yed-i beyzâ” denilen elinin Peygamber için kullanılmış­
meşale gibi parlaması mucizele­ tır.
rine de “burhân” denilmiştir. İs­
bürhân-ı innî a. Çl jU_^)
lâm dünyasmda burhanm bir
tas. Tasavvuf ehli arasmda,
kıyas türü ve ispat metodu oldu­
müessirden esere ulaşmak,
ğu, mantıkta, felsefede, kelâmda
sebep olandan meydana ge­
ve usûl-i fıkhta kullanıldığı söz
lene gitmek anlammda kul­
konusudur. İlk Çağ ile Orta Çağ
lanılmıştır.
felsefesinde sadece akim verile­
rine dayanan deliller bu terim bürhân-ı limmî a. Çj jU_>□)
ile karşılanırken modern felse­ tas. Tasavvuf ehli arasmda,
fede hem aklî hem de deneye eserden müessire ulaşmak
dayalı delillere burhan adı ve­ anlamında kullanılmıştır.
rilmiştir. Çağdaş felsefe ise bunu büyü a. bk. sihir
“burhân-ı riyâzî” olarak nite­
lemiştir. büyük abdest a. bk. gusül
büyük günâh a. bk. günâh
§ tam. bürhân-ı hak a. (j^
jl»jj) tas. Tasavvuf ehli ara-
nmı bulan bu mezhep, söz ve
Ca'ferî a. (^) [< Ar.ca'fer + -î]
davranışları sünnet olarak ka­
Şiîlerin on iki imamından biri
bul etmekle beraber yazıh belge­
olan Ca'fer es-Sâdık (öl. 148 /
lerle de taraftarlarma akideleri­
765) yanlısı olan kimse.
ni ulaştırmaya çahşmıştır. Ayrı­
Ca'ferîlik a. bk . Ca'feriyye mez­ ca öteki on iki imama da nisbet
hebi edilen rivayetlerle, delillerle ve
Ca'feriyye a. (<.>».) [Ar.ca'ferî içtihatlarla oluşmuş; bunları
sözünün müennes (dişil) biçimi.] temel kitabı olan “el-KâfTde
bk. Ca'feriyye mezhebi toplamıştır. Bu mezhep fıkhının
tek kaynağı hadisler olup
Ca'feriyye mezhebi a. Ca’ferî
Kur'ân-ı Kerîm hadislerin açık­
tarikati veya “İsnâ'aşeriyye
lamaları doğrultusunda anlaşı­
Şi'âsı”nm fıkıh mezhebi. Kuru­
lacaktır. Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm
cusu Ca'fer es-Sâdık (öl. 148 /
birinci elden bilgi ve hüküm
765) ın adından yayılan ve bu
kaynağıdır. Sünnet ise Hz. Pey­
zatın gayretleri ile geniş bir coğ­
gamber ile on iki imamm sözle­
rafyada imameti tanmmış olan,
ri, davranışları ve uygulamala­
bilgisini hem öğrencileri hem de
rıdır. Tarih içinde bu mezhep
ravileri aracılığıyla geniş kitlele­
fıkhı ile Sünnî fıkhın ters düştü­
re ulaştıran ve de Abbasîlerin
ğü, buna karşın zaman zaman
ehl-i beyte karşı henüz baskı uy­
da deliller ve onlardan hüküm
gulamadığı bir dönemde bu faa­
çıkarma usulleri bakımmdan
liyetlerini yürütmüş olma imkâ-
bazı farklarm bulunması da söz
câh 132

konusudur. Hatta bu konuda kollarmdan birinin adı. Kurucu­


karşılıklı reddiyeler de yazılmış­ su Cahidî Ahmed Efendi (öl.
tır. Ancak son dönemlerde bu 1070 / 1659) olan bu tarikat, da­
farklılıklar konusunda oldukça ha çok Çanakkale-Kilitbahir yö­
yumuşama ve yakınlaşmalar söz resinde tanmmış ve çevre edin­
konusu olmaktadır. Bu yolda si­ miştir. Şeyhin ölümünden sonra
yasî îslâmm veya İslâm Birliği oğlu Abdüllatif Efendi tarikatin
fikrini gerçekleştirmek isteyen sürdürülmesinde rol oynamış;
cemaatlerin veya örgütlerin ancak daha geniş çevreye açıl­
önemli rol oynadığını belirtmek ması yolunda aktif faaliyet gös­
gerekir. terememiştir. Üstelik 19. yüzyıl
sonlarmda Sünnî çizgiden ayn-
câh a. (»iş.) [< Ar. vech] tas. Bir lan bu tarikat, Bektaşîliğe kay­
kimsenin üstün meziyetler saye­ mış; 20 yüzyıl başlarında adı
sinde elde ettiği itibar ve bunun­ pek duyulmaz olmuştur.
la insanlar üzerinde oluşturdu­
ğu saygınlıkla beraber şeref ve câhîliyye s. ve a. (<ıL>L) [Ar. câhili
siyasî, İlmî ya da İdarî makam sözünün müennes (dişil) biçimi]
anlamında olan bu terim, daha İslâmdan önceki dönem ve bu
çok ahlâk ve tasavvuf alanmda dönem adamları. Araplarm İs­
yaygm kullanım göstermiştir. lâmiyet öncesi dinî ve sosyal ha­
yat anlayışlarmı, bireylerin ya
cahd a- (a^) [ Ar.] Dine dayalı da cemaatlerin günah ve isyan­
inanç hükümlerini bilerek kıs­ larım ifade eden terim. Bu söz,
men veya bütünüyle inkâr etme. Kur'ân-ı Kerîm’de ilk defa “Âl-i
Bu terim, Kur'ân-ı Kerîm'de on İmrân suresi” (3 / 154) nde
bir yerde “Allah'ın ayetlerini bile “zanne’l-câhiliyyeh” ibaresinde
bile görmezden gelmek.” (“Nemi yer almış; ikinci defa “Ahzâb
suresi”, 27 / 14) anlammda; bir suresi” (33 / 33) nde “Câhiliyye
yerde de “Allah'ın ni’metini bile devrindeki kadınlar gibi açılıp
bile inkâr ederler.” (“Nahl sure­ saçılmayın.” mealinde kullanıl­
si”, 16 / 71) mealinde kullanıl­ mış; bir sonraki geçtiği yer ise
mıştır. Ayrıca bu sözün hadis­ “Feth suresi” (48 / 26) nde
lerde de “hukukî ve ahlâkî bir “Câhiliyye taassubu” olarak dik­
hükmü bile bile inkâr etmek.” an­ kati çekmektedir. Câhiliyye dö­
lammda kullanıldığı rivayet nemi Hz. Peygamber’e vahyin
edilmektedir (Wensinck, inmeye başlamasıyla sona erdiği
Mu'cem). kaynaklarda belirtilir. Bununla
Câhidiyye öz.a. (■ujık) [Ar.] tas. birlikte Hz. Muhammed bu dö­
Halvetiyye-Uşşakıyye tarikatinin nemi tamamen reddetmemiş, o
133 câme

dönemin faziletli davranışları- tiğimiz anlamlarda yer almak­


nm ve geleneklerinin devam et­ tadır.
tirilmesini salık vermiştir. Bu
câ'il a. (JcL) [Ar.] “Yaratan, bir
konuda bir sahabeye, “Ey Sâib,
varlıktan başka bir varlığın olu­
Câhiliyye devrinde yaptığın fazi­
şumunu sağlayan.” anlamında
letli şeylere İslâmî devirde de de­
Allah’ın sıfatı olan terim.
vam et. Misafiri ağırla, komşuna
Kur'ân-ı Kerîm’de “Bakara su­
iyi davran, yetimin karnını do­
resi” (2 / 30) inde geçmektedir.
yur.” veya “İnsanların Câhiliyye
devrinde hayırlı olanları İslâm câ'iz a. (3İL.) [< Ar. cevâz] 1. Dinî
devrinde de hayırlıdır.” (Müsned ve hukukî bakımdan yapılması­
III, Buharı, “Enbiyâ”) yolundaki na izin verilen davranışlar veya
sözleri bunun en çarpıcı örnek­ fiiller. Bu terimin mübah ile ya­
leridir. kın ilgisinin bulunduğu konu­
sunda başta îmam Gazali olmak
câhiliyyet a. (ûJjL) [Ar.] 1. Bilgi­
üzere pek çok fıkıh âlimi hemfi­
sizlik, cahillik. 2. İslâm öncesi
kirdirler. Onlara göre bu iki te­
Arap yarımadasmdaki puta ta­
rim, yani “câiz” ile “mübah” (bk.
panlara ve o döneme verilen ad.
bu madde) eş anlamlıdır ve her
bk. câhiliyye
ikisi de bir işi yapma veya yap­
cahîm a. t^) [Ar.] Cehennem, mama konusunda dinen bireyi
özellikle de azabm en şiddetli serbest bırakmaktadır. Buna gö­
uygulandığı yer veya onun ta- re “Bu tür fiillerin ve davranışla­
bakalarmdan birinin adı. Bu te­ rın yapılmasında günah söz ko­
rim, Kur'ân-ı Kerîm’de yirmi nusu değildir.” hükmü yaygındır.
altı ayette yer almaktadır. Özel­ 2. Varlığı ile yokluğu, zatına nis­
likle de cehennem için kullanı­ petle eşit olan aklî hüküm.
lan yedi isim olan “cehennem,
câ'ize a. (^L.) [< Ar. cevâz] “Ödül,
cahîm, sâ'ir, hâviye, sakar,
mükâfat.” anlammda olan bu te­
hutame, lezâ” sözleri arasmda
rim, misafire üç günlük konuk­
Kur'ân-ı Kerîm’de en çok geçen
luk tanıma hakkı çerçevesinde
bu terimdir. Buralarda Allah’ı
ilk gün yapılan özel ikram ola­
inkâr edenler, Hz. Peygambere
rak kullanım yaygmlığı kazan­
ve İlâhî kitaplara inanmayanlar,
mıştır.
zalimler, günahkârlar, kâfirler,
ahret inancmı ve yeniden dirilişi câme a. (<4la.) [F.] “Giysi, elbise”
reddedenler “cahîm”in tam or­ anlammdaki bu söz, başka keli­
tasına atılacaklardır. Bu söz, pek me ve terkiplerle yeni terimler
çok hadiste yukarıda sözünü et­ oluşturur.
câme-i fenâ 134

§ tam. câme-i fenâ a. Gü (Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn Mâce,


ük) Kefen. “Du’â”, 10).
câme-i hayât a. (ola <uk) § tam. câmi-i gîtî-nümâ a.
Ömür. (L^S ^La) tas. Kalb için
kullanılan terim.
câme-i katrân a. (jljU ^L)
Hz. Peygamber soyundan ge­ câmi-i Kur'ân öz. a. (ji^
lenlerin Muharrem ayınm ^.k) bk. câmi’ü’l-Kur'ân
onuncu günü gidikleri ma­ câmi'üT-hurûf a. (JjjJl
tem elbisesi. ^L) Kitap düzenleyen, ka­
câme-i mâtem a. (^L gL) leme alan kimse için kulla­
Yas tutma sırasmda giyilen nılan terim.
elbise. câmi'ü’l-Kelîm öz.a. (^1
^k) Az söz ile çok anlam
Câmi (I) a. (^L.) [< Ar.cem'] Söz­
ifade edebilme için kullanı­
lüklerde “Bir araya getirmek,
lan terim. Bununla Hz. Pey­
toplamak” biçiminde açıklanan
bu söz, “esmâ'ü’l-hüsnâ” (Al­ gamber ve Kur’ân-ı Kerîm
kastedilmiştir.
lah’ın güzel isimleri)dan olup
“Kıyamet günü insanları bir ara­ câmi'üT-Kur'ân öz.a. (jljill
ya toplayan.” anlammda Allah’a jjL) (Kur’ân’ı toplayan) Hz.
nispet edilmiştir. Buna göre bu Osman için kullanılan te­
terim, hem maddî âlem, hem rim.
dünya hayatı hem de ahret ha­
câmi'ü’n-nâs öz.a. (^Ul
yatı üçgeninde AUah’m toplayıcı,
^L.) İnsanları kıyamet gü­
cem edici isim ve sıfatlarını kap-
nüde hesaba çekmek üzere
samaktadır. Nitekim “cem'”
toplayan anlamında AUa’m
kavrammı Allah’a nisbet eden
sıfatlarından. Bu terim,
ayetlerin pek çoğu bu sıfatın ah­
Kur'ân-ı Kerîm’de “Âl-i
ret âleminde tecellî edeceğini
İmrân suresi” (3)nin doku­
ifade eder. Bundan dolayı
zuncu ayetinde mealen şöy­
Kur'ân-ı Kerîm’de ahretten
le geçmektedir: “Rabbimiz
“yevmü’l-cem'” (toplanma gü­
asla şüphe olmayan bir gün­
nü) (Şûra suresi, 42 / 7 ve
de sen mutlaka câmi'ü’n-
Tegâbün suresi, 64 / 9) olarak
nâssın. Allah sözünden
söz edilmiştir. “Câmi” adı Al-
dönmez. ”
lah’m doksan dokuz ismini ve­
ren İbn Mâce ve Tirmizî rivayet­ câmi (II) a. (^k) [< Ar.cem'] (ç. b.
lerindeki listede de yer almıştır cevâmi) Müslümanlann içinde
namaz kıhp ibadet ettikleri yer.
135 câmi

İslâmiyetin ilk dönemlerinde duyurulan zamanlarda cemaate


“el-mescidü’l-câmi” biçiminde vaaz eden ehliyetli kimselerdir.
kullanılmaya başlanmış; sonra­ Kâri, camilerde Kur'ân-ı Kerîm
dan bu terkibin kısaltılmış biçi­ tilâvet eden kimselerdir.
mi olarak “câmi” ismi yaygın­ Cüzhânlar da aynı görevi yerine
laşmıştır. Zamanla içinde “min­ getirenlerdir. Bevvâb kapıcılar
ber” bulunan ve Cuma namazı olup öteki hademeler ile cami
kılınmaya elverişli yer olarak ni­ hizmetinde bulunan kimseler­
telenen bu söz karşılığında dir. Ayrıca, caminin temizlik iş­
“mescid” kullanılmış; sonradan leri, lâmbaların yakılma işi, su
mescid, minberi bulunmayan, temini, temizlik malzemesi,
hutbe okunmaya elverişli olma­ mum ve yağ temini gibi işleri
yan ibadet mekânı olarak yay­ yürüten kimselere ise “kayyim”
gınlaşmıştır. Cami, Osmanlı- adı verilmiştir.
Türk mimarîsinde de önemli bir
konuma sahiptir. Söz gelişi padi­ § tam. câmi-i kebîr a. (^
şahlar tarafindan yaptırılan ca­ ^L) Büyük cami.
milere “selâtin camileri”, sad­ câmi-i selâtîn a. (j^ıL ^L)
razamlar, vezirler veya öteki Sultan camileri.
devlet büyüklerinin yaptırdıkla­
câmi (III) cl (jjL.) [< Ar.cem'] Ha­
rı camilere yaptıranın adı veri­
lerek anılagelmiştir. Camilerde dis biliminde, bünyesinde pek
görev yapan kimselerin adlandı­ çok farklı konuyu içeren hadis
kitapları. Bu konular, hadis bi­
rılması ve görev taksimi de
liminde sekiz olarak tespit edil­
önemlidir. Bunlar: İmam, hatip,
miş ve benimsenmiştir: 1. İman
müezzin, vâiz, kusâs, kâri,
ve aka’id. 2. İbadet ve
cüzhân, bevvâb, hademeler.
mu’âmelât. 3. Ahlâk ve nefis ter­
İmam, cemaate namaz kıldıran
biyesi. 4. Yeme, içme ve sefer
kimsedir. Hatip, Cuma ve bay­
âdâbı. 5. Tefsir, tarih ve siyer. 6.
ram namazlarmda hutbe oku­
Davranış âdâbı. 7. Fiten (fitne­
makla görevli kimse idi. Bazen
ler) ve melâhim (büyük savaş­
imam, ihtiyaç durumunda hati­
lar). 8. Peygamberlerin ve
bin de görevini yerine getirmek­
ashâbın menakıbı. İşte bu konu­
tedir. Müezzin ezan okumak,
ları birleştiren, toplayan kitap­
imamm arkasında cemaati na­
lara “câmi'” adı verümiştir. Bu
maza davet etmek ve namaz
türün en tanınmış üç kitabı,
sonrası dua ve aşır okumakla
Buhârî, Müslim ve Tırmızî’nin
görevli kimselerdir. Vâiz veya
el-Câmi’ü’s-Sahîh adh eserleri­
kussâs, önceden belirlenen ve
dir.
câmi musikîsi 136

câmi musikîsi a. Dinî-Türk söyleyerek eleştiren veya ravî


musikîsinin camilerde icra edi­ hakkmda böyle bir eleştiriyi
len bölümlerine ve türlerine ve­ yapma birikimi ve bilgisi olan
rilen ad. Cami söz konusu olun­ kimse.
ca öncelikle camide yapılan iba­
câriye a. (tyk) [Ar.] (ç. b. cevâri)
det sırasında sözlü olarak ger­
Kölelik sistemi içinde hür olma­
çekleştirilen ezgili deyişler akla
yan, hukukî, ekonomik ve sosyal
gelmektedir. Bunları da şöyle sı­
bakımdan sahibi olan bir efen­
ralayabiliriz: Müezzinin ezan
diye tabi olan kadm köle veya
okuması; “İhlâs suresi”rûn
esir, eme, memlûke. Dünya tari­
okunması; namaza başlarken
hi içinde köleliğe daha İnsanî
kamet getirilmesi; namazda
vasıflarla yaklaşan İslâmiyet,
imamın ilk tekbirden başlayarak
gerek Kur'ân-ı Kerîm’de gerek­
son rekatta selâm verinceye ka­ se hadislerde esirlere daha in­
dar geçen süre içinde okuduğu
sancıl ve onlara evin bir ferdi
“İhlâs suresi”, ayetler ve tekbir­
gibi davranılması, hatta onların
ler; namaz sonrası müezzinin
hayata iyi hazırlanmaları, eği­
okuduğu dua, tesbihât ve aşır.
tilmeleri ve ev bucak sahibi ol-
Günlük beş vakit namaz boyun­
maları için çaba gösterilmesi
ca yapılan bu icraatm dışında
hususunda öğütler verilmiştir
kandil gecelerinde, ramazan ve­ (bk. kölelik).
ya bayram günleri ve gecelerin­
de de cami içinde okunan dualar § tam. câriye-i mu'taka a.
ve ayetler de yine bu musikînin (üLu 4jjL) Azat edilmiş
değişik örnekleri olarak cariye veya halayık.
sayılagelmektedir. Bunlar ara­
sında en çok icra edilen örnekler cârullah a. (»UljM [Ar.]
şunlardır: Salâ, temcid, müna- Beytullah’ın yani Kâbe’nin çev­
resinde dünya işlerinde elini çe­
cat, tekbir, mevlid, mi’râciye,
Muhammediye, cami natı, ra­ kip kendini ibadete veren kimse.
mazan İlâhileri. Bunlar bazen Câsiye suresi a. (^<2LJ [<
müezzin tarafindan tek olarak Ar. “Sûretü’l-Câsiye” (üUI sj^]
icra edilirken, bazen de birden Kur'ân-ı Kerîm’in kırk beşinci,
fazla hafızın bir araya gelerek iniş sırasma göre altmış beşinci
okudukları cami musikîsi örnek­ suresi olup “Duhân suresi”
leridir. (44)nden sonra ve “Ahkâf sure­
cârih a. (^L) [âr.] Hadis bilimin­ si” (46)nden önce Mekke’de na­
de, herhangi bir raviyi adalet ve zil olmuştur; otuz yedi ayetten
zabt sıfatlarını tam taşımadığmı meydana gelmektedir. Admı
137 ceberût

yirmi sekizinci ayette geçmekte “cebâbire” biçiminde geçmek­


olan ve “Diz çöken, dizlerinin tedir. “Cebbâr” adı Allah’m dok­
üzerinde çöküp kalan.” anlamm- san dokuz ismini veren İbn
da “câsiye” sözünden almakta, Mâce ve Tirmizî rivayetlerindeki
kıyamette mahşer yerinde bek­ listede de yer almıştır (Tirmizî,
leyen insanların heyecan ve “Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”,
korkularını ifade etmektedir. İlk 10). Aynı şekilde hadislerde de
ayet “Hâ mim” olduğu için bu yer alan bu terim, Allah’a nisbet
sure “Hâ mîm suresi” olarak da edilmektedir.
anılmaktadır ve bu harflerle cebelünnûr a. (j^l J^) [< Ar. ce­
başlayan yedi sureden biridir. bel + nâr] Müslümanlara en
Surenin özünde, Kur'ân-ı doğru yolu gösteren vahiy nu­
Kerîm’in fazileti anlatılmakta, runun indiği, Mekke’nin kuzey­
O’na inanmayanlarm büyük acı doğusunda Kâbe’ye 5 km uzak­
çekeceği ifade edilmekte, evren­ lıkta bulunan Hira Dağı için kul­
deki bütün nimetlerin Allah ta- lanılan yaygm ad.
rafından insanhğa sunulduğu
ona karşı çıkanların ve Allah’a ceber a. (ja.) [Ar.] tas. İnsanm her
inanmayanlarm sonunun azap davranışınm cebir yoluyla ger­
olacağı vurgulanmakta, Allah’a çekleştiğine inanan bir tarikat.
hamd ü sena ile sure sona er­ ceberî s. (^^1 [< Ar. ceber + î] (ç.
mektedir. Hz. Peygamber’in b. ceberiyyûn) İrade gücü ile il-
“Câsfye suresi”nîn tefsiri için güi.
bk. Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi,
C. 10, s. 4750-4752. ceberiyyâ a. (Lja) [Ar.] bk.
ceberût
cârullah a. (dJljk) [Ar.] bk.
mücâvir ceberiyye a. (^^ [Ar. ceberî sö­
zünün müennes (dişil) biçimi.] (ç.
Cebbâr a. GÇJ [< Ar.cebr] (ç. b. b. ceberiyyûn) 1. ceberî 2. Cüz’i
cebâbire) Sözlük anlamı “Bir iradeyi reddeden felsefe.
şeyi zor kullanarak ıslah edip
düzeltmek.” olan bu söz, ceberiyyet a. (cu^) [Ar.] bk.
“esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah’ın güzel ceberût
isimleri)dan olup “Yaradılmışla- ceberiyyûn ç. a. (^^) [Ar. ceber
rın durumunu iyileştiren, hakkı + î’nin ç. b.] bk. ceberî
galip getiren, her güçlüğü kolay­
ceberût a. (oj^) [Ar.] 1. tas. Var­
laştıran.” anlammda Allah’m sı­
lık âlemi ile melekût âlemi ara­
fatları arasmda zikredilmekte­
dir. Kur'ân-ı Kerîm’de on ayette smda veya bu âlemin üzerinde
geçen bu söz, iki yerde çokluk olan âlem; yani varlık mertebe-
Cebrâ'il 138

lerinden İkincisi. Buna “a'yân-ı temiz bir erkek çocuğu getirdiği


sâbite” (bk. bu madde) de de­ anlatılır. Hz. Muhammed’e
nilmiştir. 2. Sözlük anlamı “Zor­ Kur'ân-ı Kerîm’i öğrettiği zik­
lama, hâkimiyet’ olan bu söz, redilir. Hz. Peygamber O’nunla
“esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah’ın güzel iki defa karşılaşmıştır; birinde
isimleri)dan olup “Kibriya, aza­ açık ufukta, bir diğer karşılaş­
met, cebbarlık?’ anlamında Al­ maları ise “Sidretü’l-Münte-
lah’ın sıfatları arasmda göste­ hâ”da aslî kimliği ile görünmüş­
rilmektedir. Bazı sufîler, Allah’m tür. Hadislerde ise vahiy getiren,
zatma “ceberût”, ezelî sıfatları­ Kur'ân’ı öğreten, Hz. Peygam-
na “melekût” adını verirken ba­ ber’e ve bazı ashaba insan sure­
zıları da zata “lâhût”, sıfatlarma tiyle görünen, Allah ile resulleri
ise “ceberût” demişlerdir. Bu ve kulları arasmda elçilik göre­
değerlendirmelere göre vini üstlenen ve İlâhî emirleri
“ceberût”, zat ile melekût ara­ tebliğ eden bir melek olarak ifa­
smda nitelenmiştir. de edilen Cebra’ü, tefsir, hadis
şerhleri, siyer, tasavvuf, tarih,
Cebrâ'il öz.a. (JsijJ [< İbr.; “Al­
lah’ın kulu”] 1. Âİlah ile Hz. Mu- kelâm gibi İslâmî kaynaklarda
yukarıda zikrettiğimiz Kur'ân-ı
hammed arasmda iletişimi ku­
Kerîm’de geçen adları yanmda
ran en büyük meleklerden biri,
“Ruhullah, Hâdimullah, er-
vahiy meleği. Yahudî ve
Rûhü’l-a'zam, el-Aklü’l-Ekrem,
Hristiyan kaynaklarmda
en-Nâmûsü’l-Ekber, el-Aklü’l-
“Gabriel” biçiminde geçen bu
Fa”âl, Vâhibü’s-suver, Hâzinü’l-
söz, büyük meleklerden sayılır
kuds, Tâvûsü’l-melâ'ike” sıfatları
ve “Kitâb-ı Mukaddes”te adı
ile de nitelenmiştir. Yine bu
geçen üç büyük melekten biri
kaynaklarda O, arşı taşıyan, em­
olarak zikredilir. İslâm dininde
rinde bir melekler ordusu bulu­
ise dört büyük melekten biri
nan, kusursuz bilgilerle dona­
olarak geçer ve Kur'ân-ı
tılmış ve nurdan yaratılmış olup
Kerîm’de “Cibril, Rûhü’l-
üstün bir güce sahip melek ola­
kudüs, Rûhü’l-emin, Rûh,
rak anlatılmaktadır. 2. tas. Akl­
Resûl” biçiminde beş değişik ad­
im simgesi.
la anılır. Onun, “Müthiş bir güce,
üstün bir akla ve kesin bilgilere Cebriyye a. («Û^) [Ar.] İslâmî
sahip olduğu” vasıfları ayetlerde tarikatlerden olup 8. yüzyılda
sayılmaktadır. “Meryem suresi” ortaya çıkan ve Cehm b. Safvân
(19 /17-19) nde O’nun Hz. Mer­ (öl. 128 / 745) tarafmdan kurul­
yem’e insan suretinde görün­ duğu ifade edilen bir tarikatin
düğü, Allah’m elçisi olarak ter­ adı. Bu tarikate göre, Allah’ın
139 cehâlet

ululuğuna ağırlık vererek O’nun ait olmadığı tezleri de ortaya


irade, kudret, ve hâkimiyetine atılmıştır.
smır getirilemeyeceği, bundan
cehâlet a. (*11^) [Ar.] 1. Bilgisizlik,
dolayı da kulun sorumluluğunu
kibir, bozgunculuk gibi anlam­
dayanaksız görme eğilimi ağır
lar içeren ahlâk terimi. Kur'ân-ı
basmıştır. Bu görüşe “ehl-i sün­
Kerîm’de dört ayette bu söz ay­
net” (bk. bu madde) taraftarları
nen geçerken yirmi ayette de
karşı çıkmış ve onlarm görüşle­
bunun türevleri yer almaktadır.
rini çürütmeye çalışmışlardır.
Özellikle, “Bakara suresi”
cebriyye a. (^) [Ar.] İslâmî dü­ (2)nin 273. ayetinde ve
şünce tarihi içinde insanın dü­ “Hucurât suresi” (49)nin altıncı
şünme gücünü ve irade özgürlü­ ayetinde, “Bilmeme ve iyi tanı­
ğünü hiçe sayan ve bütün hadi­ mama.” anlamında kullanılmış­
seleri kadere bağlayan determi­ tır. Aynca şu ayetlerde de farklı
nist akım (bk. kadercilik); kavramlar ile karşı karşıya kal­
“kaderiyye” karşıtı. maktayız: “Bakara suresi”
(2)nin 67. ayetinde, “alay etmek,
cefr a. (jk) [Ar.] Değişik yöntem­
küçümsemek’, “Âl-i İmrân su­
lerle gelecekte vuku bulacak
resi” (3)nin 154. ayetinde “Allah
olaylan inceleyen bilim ve bu
hakkında kötü zanda bulunmak”,
bilimle ilgili eser. Kur'ân-ı
“Nisâ suresi” (4)nin 17. ayetin­
Kerîm’de gayb bilgisinin ulûhi-
de “günaha götüren eylemlerde
yet vasıflarmdan olduğu, insan-
bulunmak.”, “A'râf suresi”
larm bilgi edinme vasıflarmm
(7)nin 138. ayetinde “şirke ve
dışmda kaldığı, bununla beraber
küfre dalmak’, “Hûd suresi”
Allah’ın bazı peygamberlerini
(ll)nin 29. ayetinde “yoksulları
dilediği bilgilerle bilgilendirdiği
küçük görmek’. Hadislerde de
ifade edümektedir. Buna göre Şii
bu söz ile birlikte bundan türe­
kaynaklarmda yer alan
yen pek çok sözün zikredilmesi,
“Kur’ân’ın batını manalarını Hz.
bilgisizlik ve dolayısıyla cehalet
Ali’nin Hz. Peygamberden öğren­
konusunda Hz. Peygamber’in de
diğini ve bunları cifr denilen kuzu
titizlikle durduğunu ifade et­
veya oğlak derisine yazarak eser­
mektedir. 2. Hadis biliminde bir
ler kaleme aldığı” şeklindeki yo­
ravînin bilmediği veya duyma­
rumlan, Kur'ân-ı Kerîmin
dığı bir hadisi rivayet etmesi
“Gayba ait haberlerin yegâne
konusu ile ilgili hadis terimi. 3.
kaynağı vahiydir.” yolundaki
Dinî hükümleri bilmeme, huku­
hükümleri ile çelişmektedir. Üs­
kî işlerde yapılan işlemlerin bi-
telik sonradan yapılan araştır­
malarda bu kitaplarm Hz. Ali’ye
cehennem 140

linmezliği anlamında fıkıh teri­ cehri namazlar a. Bu terim, ima-


mi. mm ilk iki rekâtmda Fatiha ve
“zamm-ı sure” (bk. bu madde)
cehennem a. (^) [Ar.] Ahirette
yi sesli okuduğu sabah, akşam,
günahkârlarm ve inkârcılarm
yatsı, Cuma ve bayram namaz­
azap görecekleri ve cezalandırı­
ları için kullanılmaktadır.
lacakları yer, tamu, dûzah. Ölüm
hadisesi ile ilgili bilgiler ve yo­ Celâl a. Qbl=J [Ar.] Sözlük anlamı
rumlar bütün dinlerde ve kutsal “Yücelik, hâkimiyet” olan bu söz,
kitaplarda yer almaktadır. “esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah'ın güzel
Mecûsîlikte, “înaçsız kişilerin isimleri)dan olup “Allah'ın en
Sinvat Köprüsünden geçemeye- yüksek mertebede ululuğu” an­
rek cehennemin derinliklerine lammda AUah’m ismi ve sıfatı­
düşeceği” yorumu yapılırken dır. Allah’ın isim ve sıfatlan “ce­
Budizm’de “yedi cehennem” lâl” ve “cemâl” olmak üzere iki
imajı yer almaktadır. Ahd-i önemli kola ayrılmıştır. Bu ayı­
Atıkte cehennem konusu geç­ rıma göre “Allah’ın kahır ve ga­
mezken Ahd-i Cedîd’de cehen­ zabına delâlet edenler” celâl sözü
nem, şeytanın ve günahkârlarm ile ifade edilmiştir. Sufîler, ge­
ceza yeri olarak zikredilir. nellikle insanların karakterleri­
Kur'ân-ı Kerîm’de ise bu söz ni celâl ve cemâl tecellisinden
yetmiş yedi ayette yer ahrken aldığım; bundan dolayı celâl sı-
pek çok ayette de bu kelimenin fatının tecellisine sahip olanlar
türevleri kullanılmıştır. Bura­ görkemli ve heybetli olduğu için
larda cehennemin tasviri, ora­ onlara “abdülcelîl” vasfı uygun
daki azap çeşitleri, onun tabaka­ görülmüştür. Buna en güzel ör­
ları ve yedi kapısmın bulundu­ nek olarak da Hz. Ömer göste­
ğu, derin bir kuyu olduğu bilgi­ rilmiştir.
leri verilmektedir.
celi a. C^) [Ar.] İslâm hat (yazı)
cehennemi s. 0,^?-) [< Ar. ce­ sanatmda her tarz yazının iri
hennem + -î] 1. Cehenneme öz­ yazılmış biçimine verilen ad. İs­
gü, cehennem. lâm yazı sanatının başlangıç dö­
neminde ortaya çıkmaya başla­
cehennemiyyûn ç.a. (jj^) [Ar.
yan “aklâm-ı sitte” (bk bu
cehen-nemî’nin ç. b.] Cehen­
madde)nin iri olanlarma “celîl”
nemlikler.
denilmekteydi. Bunlara büyük
cehennemlik s. Cehenneme müs­ boy kâğıtlarda kullanılmasmdan
tahak olan, günahkâr. dolayı da “tumâr” adı verilmişti.
cehl a. (J^) [Ar.] bk cehâlet Geç dönemlerde bunlar “celî”
olarak adlandırılmış; genel ola-
141 celle celâluh

rak da hat sanatçılan “meşk” almaktadır. Hadislerde bu söz,


(bk. bu madde) kaleminin üç Allah’m doksan dokuz ismi ara-
misli genişliğinde olan kalemler­ smda zikredilmektedir. 2. İslâ­
le yazılan hat sanatı örneklerine mî-Türk hat sanatmda “celî”
“celî” demeye başlamışlardır. tarzma Abbasî döneminde veri­
Celî yazı yazmak zor bir sanattı. len ad.
Bu tarzda yazılacak yazı, bir ye­
rin yüksekliğine ve mekârun öl­ § tam. celîlü’ş-şân a. (jUll
çüsüne göre hazırlanır: bunların Jl?.) Şerefi büyük (Allah’ın sı­
kahpları çıkarılır, sonra kömür fatlarından).
tozuyla silkeleyerek yazı bunun
celîle a. (<LLş.) [Ar.celîl sözünün
üzerinde zemine nakşedilir, ar-
müennes (dişil) biçimi.] bk. celîl
dından da bu kahp üzerinde ya­
zı yazılırdı. Yazı, eğer mermere celî-müsennâ a (Lu ^L».) [<
yazılacaksa aynı yöntem uygu­ Ar.celî + müsennâ] İslâmî-Türk
lanır ve mermere hakkedilirdi. hat sanatında “celî” (bk. bu
Bu yazı tarzınm kendi içinde de madde) adı verilen yazı tarzının
değişik adlandırmalan söz ko­ karışık bir biçimi olup OsmanlI
nusudur. Bunlar: celî-sülüs, ce- döneminde yaygm kullanılmış­
lî-nesta'lik, celî-divanî. tır.
celî-divanî a- İslâmî-Türk hat sa­ celîs s. O^K) [Ar.] (ç. b. cülesâ)
natında Osmanh devletinde Birlikte oturan, dost, refik,
Divân-ı Hümâyûn’dan çıkan hemdem.
menşur (padişah tarafından sad­
razam, vezir, beylerbeyi gibi yük­ § tam. celîs-i enîs a. ^
sek görevlilere yazılan buyrultu) juık) Can dostu.
lann yazılmasmda kullanılan celîsü’l-âlim a. ÇJUI □«Ja)
yazı stili. Hadis biliminde, hadis riva­
celîl s. (JaLJ [Ar.] (ç. b. ecille) Söz­ yet eden bir hocanm yarunda
lük anlamı “Yüce, ulu, azametli” hadisleri yazmaktan çok din­
leyen kimseler için kullanı­
olan bu söz, “esmâ'ü’l-hüsnâ”
lan terim.
(Allah'ın güzel isimleri)dan olup
“Azamet sahibi, mertebesi en celiyyât ç.a. (oU^) [Ar.celî’nin ç. b.]
yüksek olan” anlammda Allah’ın Açık ve meydanda olan şeyler.
ismi ve sıfatıdır. Kur'ân-ı
celle celâluh a. ftljL 3?) ^r-l Al­
Kerîm’de “zü’l-celâl” (er-
lah adı veya Allah’m adlarmdan
Rahman suresi, 55 / 27 ve 78. biri zikredildiği zaman, “azameti
ayetler) biçimiyle iki ayette yer
celle şânuh 142

yüce ve ulu olan” anlamında bir ve üç defa “Allah’tan amelî, fiilî


saygı sözü. ve kavlî bütün günahlarımın ba­
ğışlanmasını dilerim.” dedikten
celle şânuh a. 6üLi j^) [Ar.] Allah
sonra şeyh şu öğütlerde bulu­
adı veya Allah'ın adlarından biri
nur: Her gün yüz defa istiğfar et
zikredildiği zaman, “şanı yüce
ve salâvat getir, yedi yüz defa
ve ulu olsun” anlamında bir say­
“kelime-i tevhid” oku, sabah
gı sözü.
namazından sonra iki, dört veya
celse a. (d.t?) [Ar.] Namazda iki altı rekat namaz kıl, akşam na­
secde arasındaki oturuşa verilen mazından sonra altı rekat
ad. evvâbîn namazı, gece ise iki ve­
ya on iki rekat teheccüd namazı
celvet cl (ojU) [Ar.] tas. Tasavvuf­
ta tarikate yeni giren salikin kıl; pazartesi, perşembe günle­
kendi benliğinden armmış ve rinde ve zilhicce ile muharrem
İlâhî sıfatlarla bezenmiş olarak aylarının on gününde, receb ve
halvetten çıkıp normal hayatın şabanm tamammda oruç tut,
içine girmesi. Salikin inzivaya sürekli olarak abdestli bulun.
çekilmesi, dış dünyadan arın­ Tarikatin kurucusu Aziz
ması, iyi huylar edinmesi döne­ Mahmud Hüdayî aynı zamanda
mine “halvet” [bk. bu madde) iyi bir musıkî-şinas olduğu için
denilmiş; bu dönemi tamamla­ yazdığı ve bestelediği İlâhîleri
dıktan sonra da günlük hayatm tekkesinde okutmuş; bu okuma­
içine dönmesi “celvet” olarak lar, sonraki dönemlerde gelenek
nitelenmiştir. hâlini almıştır. Bu da
“Celvetiyye” tarikatinde musikî­
Celvetîlik öz.a.bk. Celvetiyye nin ön plana çıkmasını sağla­
Celvetiyye öz.a. (üjk) [Ar.celvetî mıştır.
sözünün müennes (dişil) biçimi.] cem' (I) a- (j^) [Ar.] “Toplamak,
tas. Bayramiye tarikatinin Aziz bir araya getirmek, bütünleştir­
Mahmud Hüdayî tarafmdan mek.” anlammda olan bu söz,
XVI.yüzyılda kurulan bir kolu­ pek çok alanda terim niteliği ka­
nun adı. Tasavvufta yolun başı zanmıştır.
“halvet” (bk. bu madde) ve
“celvet” (bk. bu madde) olarak § tam. cem'-i takdîm a. Quj£
nitelenmiş; sonra tarikate dö­ j-oş.) Seferî iken veya namaz
nüşmüştür. Bu tarikatin teme­ kılma konusunda mazereti
linde “kelime-i tevhid” zikri olanların öğle ile ikindi na­
vardır. Tarikate yeni giren mü­ mazını birleştirilerek öğle
rit, şeyhin dizinin dibine oturur vaktinde kılması ve yine ak­
şam ile yatsı anamazını aynı
143 cem'U’s-salâteyn

uygulama ile akşam vaktinde bir kitapta toplanması işi için


birleştirerek kılmasını ifade Hz. Ebubekir hafız Zeyd ibn
eder (bk. cem'ü’s-salâteyn). Sabit’i görevlendirdi. Çünkü
bu hafız, Hz. Peygamber’in
cem'-i te'hîr a. (^c ^) Se­
feri iken veya namaz kılma ölümünden önce Kur'ân-ı
konusunda mazereti olanla­ Kerîm’i vahiy meleği
rın öğle ile ikindi namazını Cebrâ’il’e okuduğu sırada
birleştirilerek ikindi vaktinde orada bulunuyordu. Zeyd ibn
kılması ve yine akşam ile Sabit bu işi başarıyla tamam­
yatsı anamazını aynı uygu­ ladı ve Hz. Osman zamanın­
lama ile yatsı vaktinde birleş­ da Abdullah ibn Zübeyr, Said
tirerek kılmasını ifade eder ibn As ve Abdurrahman ibn
(bk. cem'ü’s-salâteyn). Hâris’ten oluşan ekibin ba-
şmda Kur’ân-ı Kerîm’i bir
cem'ü’l-cem' a. (^l ^}
mushaf olarak yazıya geçirdi­
tas. “Âlem-i ceberût” (bk. bu
ler. Günümüze kadar gelen
madde) olarak nitelenen bu
Kur'ân nüshaları bu çalış­
terim, Hakk’ı halkta ve halkı
manın ürünü ve örneğidir.
Hakk’ta bütünleştirmek bi­
çiminde görülmüştür. cem'ü’s-salâteyn a. (j^ıui
^i İki namazı birleştirmek
cem'ü’l-Kur’ân a. (jîjül
anlamında bir fıkıh terimi
Kur’ân-ı Kerîm’in toplanma­
olan bu söz, öğle ile ikindi
sı ve Mushaf hâline getiril­
namazmı bu iki vakitten bi­
mesi. Hz. Peygamber zama-
rinde birleştirilerek kılmması
nmda aralıklarla nazil olan
ve yine akşam ile yatsı ana-
ayetler toplu olarak bir araya
mazmı aynı uygulama ile bu
getirilemiyordu. Her gelen
iki vakitten birinde birleştiri­
ayet derilere, kâğıtlara, ka­
lerek kılınmasmı ifade eder.
burga kemiklerine, hurma
Nitekim bu durum, ilk defa
dallarına, ince ve yassı taşla­
hacca gidenlerin hac sırasm-
ra yazılırken pek çok hafız da
da Arafat’ta öğle ile ikindi
onları ezberliyordu. Hz. Pey­
namazlannın birleştirilerek
gamber’in ölümünden sonra
kılınabileceği; Müzdelife’de
Yemame Savaşmda hafızlar­
ise akşam ile yatsı namazla-
dan çoğunun şehit düşmesi
rmm yine birleştirilerek bir
üzerine Kur'ân-ı Kerîm’in
arada kılınabileceği fikri ve
Mushaf hâline getirilmesi
uygulaması ile ortaya çıkmış­
fikri gündeme geldi. Hz.
tır. Bazı İslâm bilginleri bu
Ömer’in girişimiyle ve deste­
uygulamaya dayanarak şefe-
ğiyle ayetlerin toplanması ve
cem' 144

rî olanlar ile mazeretli kimse­ ye’nin ehl-i sünnet mezhebinden


lerin bu uygulamaları yapa­ bu konuda ayrıldığı, bu mezhe­
bilme konusunda ihtilâfa be göre teyze ve halanm rızası
düşmüşlerdir. Hanefî mez­ almarak yeğenleriyle aym nikâh
hebine bağlı bilginler, Arafat altmda bulunmaları caiz görül­
ve Müzdelife dışmdaki iki müştür.
vakti birleştirme uygulama-
cem' (III) a. (^} [Ar.] Öğle ile
smı caiz görmemişler, onla-
ikindi veya akşam ile yatsı na-
rın dışmdaki bilginler ise se­
mazlarmın birlikte kılmmasını
feri olanlarm da iki vakti bir­
caiz gören ve bunu ifade eden
leştirmeyi uygun bulmaları
fıkıh terimi. Genellikle hac iba­
yanmda bunun dışmdaki bir­
deti sırasmda arefe günü Ara­
leştirmeler konusunda ihtilâ­
fat’ta öğle ile ikindi namazı, öğle
fa düşmüşlerdir. Aynca sahih
vaktinde; akşam ile yatsı namazı
hadislerden olan ve îbn Ab-
Müzdelife’de yatsı vakti içinde
bas’tan rivayet edilen hadis­
birlikte kılmabilmektedir. Bun-
lerde Hz. Peygamber’in
larm dışmda Hanefi mezhebi,
“cem'ü’s-salâteyn”i uygula-
bu iki vaktin birleştirilerek kı-
dığmı ve bunları “Ümmetine
lınmasını caiz görmemişlerdir.
zorluk çıkarmamak için” yap-
Öteki üç mezhep ise bazı maze­
tığmı rivayet etmişlerdir.
retler çerçevesinde cem’ nama­
cem' (II) a. (^) [Ar.] Bir erkeğin, zını meşru kabul etmişlerdir.
aralannda akrabalık bağı bulu­
cem' (IV) a. Q_^) [Ar.] Sözlük an­
nan iki kadm ile aynı anda evli
lamı “Toplamak, bir araya ge­
olma durumunu ifade eden fıkıh
tirmek^’ olan bu söz, tasavvufta
terimi. İslâm hukukunda bir er­
“Sâlikin dünyada var olan her
keğin en fazla dört kadm ile ev­
şeyi Allah’tan bilerek yaratıkları
lenmesi caiz görülmüştür. An­
yok sayması ve yaratıcıyı tek ve
cak evlenilecek kadmlarm bir-
var görmesi.” durumunu ifade
birleriyle akraba olmamaları
eder. Burada sufînin zikir sıra­
şartı vardır. Kur'ân-ı Kerîm’de
sında bütün benliğini Allah’ta
iki kız kardeşin aynı erkekle bir
toplaması ve o coşku ile “Allah!”
nikâh altmda olması haram ola­
demesi ve orada yoğunlaşması
rak nitelenmiş (Nisa suresi, 4 /
bu terim ile ifadesini bulmuştur.
23); Hz. Peygamber ise bir kadı­
nın halası veya teyzesi ile bir cem' (V) a. (j».) [Ar.] Hadis bili­
erkeğin nikâhı altmda olmasmı minde, anlam ve içerik bakı-
yasaklamıştır (Buhârî, “nikâh”, mmdan birbirine zıt hadisleri
27). Öte yanda Şi’â’dan Ca’feriy- mümkün olduğunca birleştir-
145 Cemâliyye

mek, uyuşturmak ve aralarında olmakla birlikte genellikle Al-


var olan çelişkiyi ortadan kal­ lah’m varlığına delil ve birliğine
dırmak için kullanılmıştır. şahadet eden yaratıklar için kul­
lanılmıştır.
cemâ'ât ç. a- (oLL^) [Ar. cem”in ç.
b.] 1. Camide imamın ardmda Cemâl a. (Jlu.) [Ar.] Sözlük anlamı
namaz kılanların oluşturduğu “Yücelik, hâkimiyet’ olan bu söz,
gruplar. Kur'ân-ı Kerîm’de “esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah’ın güzel
“Nisâ suresi” (4 / 101) ndeki isimleri)dan olup “Allah'ın mut­
ayetlerde namazm cemaatle kı- lak güzelliği” anlammda Allah’m
İmmasmm fazileti üzerinde du­ ismi ve sıfatıdır. Allah’m isim ve
rulur. Hz. Muhammed ise cema­ sıfatlan “celâl” ve “cemâl” ol­
atin en az iki kişiden meydana mak üzere iki önemli kola ay­
gelebileceğini vurgular. Cemaat­ rılmıştır. Bu ayırıma göre “Al­
le kılman namazlar genellikle lah’ın lutuf ve rızasına delâlet
farz namazlar olarak belirtilir­ edenler” cemâl sözü ile ifade
ken Cuma namazı muhakkak edilmiştir. Sufîler, genellikle in-
cemaat ile kılmması zarurî olan sanlarm karakterlerini celâl ve
farz namazıdır. Öte yanda bay­ cemâl tecellisinden aldığım;
ram namazları ile teravihten bundan dolayı cemâl sıfatınm
sonra kılman vitir namazı ce­ tecellisine sahip olanlar güzel,
maatle kılınan vacip namazlar halim selim olduğu için onlara
olarak sayılmıştır. 2. Ashâb-ı “abdülcemâl” vasfı uygun gö­
kirâm, müttehit imamlar veya rülmüştür. Buna en güzel örnek
her dönemde Müslümanlann olarak da Hz. Ebubekir göste­
oluşturduğu büyük gruplar ile rilmiştir.
bir mezhebin mensupları ve ehl-
i sünnet için kullanılan bir te­ § tam. Cemâl-i mutlak a.
rim. tjlk. JLş.) Allah’m zatî güzel­
liği ve varlığı için kullanılan
cemâ'at a. (o₺Ux) [Ar.] Hadis bili­ terim. Arif kişi bunu “fenâ
minde, “Kütüb-i sitte” başlığı al- fillah” (bk. bu madde) ve
tmda hadis kitabı yazan ulemâyı “bekâ billah” (bk. bu madde)
ifade eden bu terim, özellikle olarak görür.
Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud,
Nesâ'î, Tirmizî, İbn Mâce için Cemâlu’l-lah a. (<UI JU.)
kullanılmıştır. Tanrı güzelliği (Allah’ın vasıfların­
dan).
cemâdât ç.a. (oLl») [Ar.] tas. Ta­
savvuf inancmda bu terim, Cemâliyye öz.a. (dLi) [Ar.] 1. tas.
“Cansız varlıklar.” anlammda Cemâlüddîn-i Aksarayî’nin kur-
cem âyini 146

duğu Halveti tarikatının bir ko­ cem'iyyet a. C-n» ^) [< Ar. cem'] 1.
lu. 2. Halvetiyye tarikatinin İslâm dünyasında ve OsmanlI
Cemâl-i Halvetî’ye nisbet edilen devletinde 19. yüzyılm ilk çey­
kollarından birinin adı. 3. reğinden itibaren siyasî, İlmî ve
Halvetiyye-Uşşakıyye tarikatinin sosyal amaçla kurulan teşkilât.
Cemâleddin-i Uşşâkî’ye nisbet Bu söz ilk defa İslâm dünyasm-
edilen kollarından birinin adı. da 18. yüzyıl başında Yunan-
Katolik mezhebi Salvatoryenler
cem âyini a. Bektaşîlikte dede,
adına kurulan “Cem'iyyetü’l-
baba veya vekili tarafından dü­
Muhallis” için kullanılmış; son­
zenlenen ve yönetilen içkili tö­
ra Osmanh devletinde ve İstan­
ren. Genellikle harman ve hasat
bul’da “Beşiktaş Cem'iyyet-i
mevsimi sonrasında uzun kış
İlmiyyesi” ilk örnek olmuş; 1856
gecelerinde düzenlenen bu tö­
yılında “Dersaâdet Cem'iyyet-i
renin, şarabı bulduğuna inanı­
Tıbbıyyesi” kurulmuş; bu cemi­
lan ünlü İran hükümdarı
yet, adını “Cem'iyyet-i Tıbbıyye-i
Cemşid’in yaptığı içki meclisle­
Şâhâne” olarak değiştirmiş; bu­
rine benzediği için bu adla anıl­
nu 1861 yılında Münif Paşa’nm
dığı rivayet edilmektedir.
kurduğu “Cem'iyyet-i ilmiye-i
cemâziyelevvel a. (J^i ^LL) Osmaniyye” izlemiştir. Bu ör­
[Ar.] Hicrî takvimin beşinci ayı. neklerden sonra pek çok kuru­
Arapçada bu ay, “cumâdelûlâ” luş, özellikle 20. yüzyılla birlikte
olarak söylenmektedir. Yine “cem'iyet” admı kullanmaya
Arapçada bütün ay adları mü- başlamıştır. 2. tas. Sufînin bütün
zekker olduğu hâlde bu ay mü- düşüncesini ve ruh dünyasmı
ennes olarak kabul edilmekte­ Allah’a yönelme noktasmda top­
dir. laması, dünya işlerini bir kenara
cemâziyelâhir a. (>.UI ^jLL.) [Ar.] bırakarak sadece Allah zikriyle
Hicrî takvimin altıncı ayı. Arap­ meşgul olması durumu.
çada bu ay, “cumâdelâhire” ola­ cemre a. (»j^.) [Ar.] (ç. b. cimâr ve
rak söylenmektedir. Yine Arap­ cemerât) Hac ibadeti sırasmda
çada bütün ay adları müzekker şeytana atılan taş ve bu taşlarm
olduğu hâlde bu ay müennes atıldığı yere verilen ad. Hz. İb­
olarak kabul edilmektedir. rahim’in Allah’a yakarmasmı
cem evi a. Bektaşî-Alevî geleneğin­ engellemek isteyen şeytana kar­
de cem âyini ve dinî törenleri­ şı tepkisi ve onu Mina’da taşla-
nin yapıldığı dergâh, cemaat evi. masını sembolize eden bu terim,
Hz. İbrahim’in Kâbe inşasmı
tamamladıktan sonra hac fari-
147 cenâze

zasını yerine getirmek ve oğlu getirilmesine engel olan manevî


İsmail’i kurban etmek üzere kirlilik durumu, cünüplük. Bu
oraya gitmek amacıyla yola çı­ durumun oluşması, cinsî müna­
kar. Yolda üç defa kendisini en­ sebette bulunma veya değişik
gellemek isteyen şeytanı taşlama yöntemlerle cinsel haz duyma
hadisesini gerçekleştirir. Bunla­ amacıyla meninin boşalması ile
rın ilkine “el-Cemretü’s-sugrâ gerçekleşir. Buna cünüplük veya
veya el-Cemretü’l-ûlâ” (Küçük “hadesü’l-ekber” (bifyük kirlilik)
veya ilk cemre), İkincisine “el- de denilmiştir. Bu durumda olan
Cemretü’l-vustâ” (Orta cemre) Müslümanın farz ve nafile na­
üçüncüsüne de “el-Cemretü’l- maz kılması, tilâvet secdesi
kübrâ veya el-Cemretü’l- yapması, Kâbe’yi tavaf etmesi,
Akabe” (Büyük cemre) adı ve­ Kur'ân-ı Kerîm ayetlerine el
rilmiştir. el-Cemretü’l-Akabe” sürmesi caiz görülmemiştir. Bu
(Büyük cemre) ye taş atılması durumdan sıyrılması ve günah­
bayramm birinci günü tan tan arınması için bireyin gusül
abdesti alması şart koşulmuştur.
ağarmasından ertesi günün tan
Fıkıh âlimlerince suyun bulun­
ağarmasına kadar geçen süre
madığı durumlarda teyemmüm
içinde yedi taş atılmakla gerçek­
edilmesi de uygun bulunmuştur.
leştirilir. Bayramın ikinci ve
üçüncü günü öğle vaktinden er­ cenâze a. Gjlı^) [Ar.] İnsanm ölme­
tesi günün tan vaktine kadar ge­ si durumu. İslâm inancına göre
çen süre içinde bu üç cemreye ölmek üzere olan kimseye
de yedişer taş atılması yapılma­ “muhtazar” (bk. bu madde),
lıdır. Eğer bayramm ikinci ve ölüm için yapılan hazırlığa
üçüncü günü Mina’da ikamet “techîz” (bk. bu madde), ölünün
edilmişse bayramın dördüncü yıkanmasma “gasil” (bk. bu
günü güneşin kavuşmasına ka­ madde), yıkandıktan sonra ke-
dar geçen süre içinde her üç fenlenmesine “tekfin” (bk. bu
cemreye yedişer taş atılması ge­ madde), tabuta konulup musal­
rekli görülmüştür. laya götürülmesi ve kabre ta-
cenâb-ı Hakk a. (y^ ^LJ [Ar.] şmmasına “teşyi” (bk bu mad­
İslâmî inançta ve gelenekte Al­ de) ve kabre konulmasma “de­
lah’ı anmak, O’nun zatını ifade fin” (bk. bu madde) denilmesi ve
etmek için “Hakk’ın ta kendisi, İslâm dünyasmda bu terimlerin
yüce Allah” anlamında kullanı­ kullanılması yaygmdır. Cenaze
lan bir söz. konusunu Buharî, kitabınm
“Kitâbu’l-Cenâ'iz” başlıklı bö­
cenâbet a. (o^C^) [Ar.] fik. İslâmî lümünde Hz. Peygamber’in ha-
fıkıhta temel ibadetlerin yerine
cenâze gülbangı 148

dişlerine dayanarak uzun uzun mazı kılınmadan defin işleminin


etraflıca incelemiştir (Sahîh-i yapılabileceği konusunda görüş
Buhârî ve Tercemesi, C. 3, s. birliği içindedirler. Hanefi mez­
1173-1319). hebi ise yıkanmamakla birlikte
cenâze gülbangı a. tas. Mevlevî­ namazmın kılınması gerektiği
likte ölen bir sufînin ardından görüşünü savunmaktadır. Bir­
den fazla kişinin er kişiler ve ha­
defin töreni sırasında okunan ve
özel olarak düzenlenmiş dualar tun kişiler ayrılarak her bir grup
ve İlâhîler. Definden sonra kab­ için toplu namaz kılmması caiz
rin başmda okunan “cenâze görülmekle birlikte her kişi için
gülbangı”nın yaygm olan biçimi tek tek namaz kılmamn daha fa­
şöyle: Vakt-i şerif hayrola, hayır­ ziletli olduğu görüşü de yaygm-
lar fethola, şerler defola, derviş dır. Cenaze namazını kıldırmak­
.... merhûm karındaşımızın rûh-ı la görevli kimseler “meratib-i
revanı şâd ü handân, mazhar-ı
silsile” gözetilerek önce devlet
başkam, sonra sırasıyla onun
afv û gufrân, garka-i garîk-i
rahmet-i Yezdan, dâhil-i ravza-i vekili olan vali veya kadı ya da
rıdvân, hâcesi hoşnûd ola, mekâ­ görevli imamlar, hiçbiri yoksa
nında istirahatı müzdâd ola, şahsın yakm akrabası olarak
menzili mübârek ola, bakîler se­ gösterilmiştir. Cenaze namazmı
kıldıracak görevli, cenazenin
lâmette kala, dem-i Hazret-i
Mevlânâ, sırr-ı Şems-i Tebrîzî, göğsü hizasmda durur ve er ve­
kerem-i İmâm Ali hû diyelim ya hatun kişi oluşunu belirterek
ve niyet ederek tekbir alır. Ar-
hûuuu!
kasmda ayakta duran camaat de
cenâze namazı a. İslâmî inanışa ona uyarak niyet eder ve tekbir
göre “farz-ı kifâye” (.bk. bu alır. Önce sessiz olarak
madde) olan bu namaz için, “Sübhaneke” duası, içinde “ve
namazı kılmacak kimsenin Müs­ celle senâ'üke” ibaresi de bu­
lüman olması, cesedin tamamı- lunduğu şekliyle okunur. İmam
nm veya yarıdan fazlasmın tekbir alır, cemaat de ona uya­
mevcut bulunması, yıkanmış ve rak tekbir alır. Yine sessiz olarak
abdesti verilmiş veya teyem­ “allahümme salli” ve
müm ettirilmiş olması şartı söz “allahümme bârik” duaları
konusudur. Ebû Hanife cenaze okunur. İmam üçüncü defa tek­
namazım, Allah’a övgü, bir alır, cemaat de onu izler. Yi­
Rasulullaha salavât ve ölüye dua ne sessiz olarak bilenler “cenaze
olarak nitelemiştir. Hanefi duaları”nı, bilmeyenler “Fatiha
mezhebi dışındaki mezhepler suresi”râ okur, bunlan bilme-
şehitlerin yıkanmadan ve na­
149 cenâze salâsı

yenler, bildikleri başka duaları Cenaze kadm ise şu dua okunur: Ve


okuyabilirler. Bundan sonra hussa hâzihi’l-meyyitete bi’r-
imam, önce sağa selâm verir, ravhi ve’r-râhati ve’r-rahmeti
sonra sola selâm vererek cenaze ve’l-mağfireti ve’r-rıdvân.
namazını tamamlamış olur. Ce­ Allahümme in kânet muhsineten
naze namazı için cemaat olması fezid fi ihsânihâ ve in kânet
şart değildir, bir kişi bile tek ba- musî'eten fetecâvez anhâ ve
şına bu namazı kılabilir. Namaz lekkıhi’l-emne ve’l-büşrâ ve’l-
sonrası imam, cemaate “Ölen kerâmete ve’z-zülfâ bi-rahmetike
kimseyi (meyyiti) nasıl bilirsi­ yâ erhame’r-râhimîn).
niz?” diyerek “helâllik” ister ve Cenaze erkek çocuk ise şu dua oku­
toplu olarak dua okunması ile nur: Allahümmec'alhü lenâ
cenaze namazı töreni tamam­ feretan vec'alhü lenâ ecran ve
lanmış olur. zühran vec'alhü lenâ şâfi'an ve
müşeffe'â).
Cenâze namazmm duaları önemli­
dir: Genel olarak her cenaze için Cenaze kız çocuk ise şu dua oku­
okunması gereken dua şudur: nur: Allahümmec'alhâ lenâ
“^ Lu^I ji^ ^3^ Üa <C*Aâjj ^^ J feretan vec'alhâ lenâ ecran ve
^öLlu^i ^1a ^a^ü u« 41aüI ^a * ^ n ı zühran vec'alhü lenâ şâfi'an ve
J ü^ J U&l j Lj^j j LuL müşeffe'ah).
J LjjLu j Lmo jLxkl ^a^ I ^JJI^ Hz. Peygamber, cenazede bulunma
(AUahümagfir lihayyinâ ve ve cenaze namazı kılmanın fazi­
meyyitinâ ve şâhidinâ ve gâ'ibinâ leti konusunda şunları söylemiş­
ve zekerinâ ve ünsânâ ve tir: “Her kim îmânı sebebiyle ve
sağîrinâ ve kebîrinâ. Allahümme sevâbını yalnız Allah’tan umarak
men ahyeytehü minnâ fe ehyihi bir Müslüman cenazesi arkasın­
ale’l-İslâmi ve men teveffeytehü dan gider ve üzerine namaz kılıp
minnâ fe tevejfehü ale’l-îmâri). gömülmesini bitirinceye kadar
Cenaze erkek ise şu dua okunur: Ve beraber bulunursa, iki kîrât ecr
hussa hâze’l-meyyite bi’r-ravhi ile döner ki kîrâtların her biri
ve’r-râhati ve’r-rahmeti ve’l- Uhud dağı gibidir. Her kim o ce­
mağfireti ve’r-rıdvân. Allahümme naze üzerine namaz kılar da defn
in kâne muhsinenfezid fi ihsânihi olunmadan dönerse bir kîrât ecr
ve in kâne musî'en fetecâvez ile dönmüş olur.” (Sahîh-i Buhârî
anhü ve lekkıhi’l-emne ve’l-büşrâ ve Tercemesi, C. 1, s. 199-200).
ve’l-kerâmete ve’z-zülfâ bi- cenâze salâsı a. Ölüm haberinin
rahmetikeyâ erhame’r-râhimîn). duyurulması amacıyla minare­
lerden “salâtü selâm” (.Hz. Pey-
cenîn 150

gambere övgü) ın belli bir beste mutluluk içinde görkemli bir


dahilinde okunması. Bu salâ bir hayat sürecekleri yer. İlkel din­
anlamda ölüm ilânı niteliğinde lerden başlayarak cennet inancı
olduğu için, salâ okunduktan ile yüz yüze geliyoruz. Bu dinler­
sonra cenaze hakkmda bilgiler le ilgili çenet inancmı genellikle
verilmesi âdetten olmuştur. Ce­ kutsal kitaplarda görüyoruz.
naze salâsı, Cuma günleri namaz Ölülerin dirüeceği, bizdeki Sırat
öncesi okunan “Cuma salâsı” ile Köprüsü karşılığı olan Çinvat
aynı sözlerle ve aynı tarzda Köprüsünden geçerken insanla­
okunmaktadır. Osmanlı döne­ rın erimiş madenlerin içine dü­
minde tertip edilen cenaze ala- şeceği ve iyilerin Seyhun ve
ymda cenaze salâsının okunma­ Ceyhun nehirlerinin geçtiği
sı yaygm bir gelenekti. Cumhu­ yemyeşil bir dünyada yer bula-
riyet sonrasında bu geleneğin caklarmdan söz edilir. Eski Yu-
yavaş yavaş kaybolduğu söz ko­ nan’da dünyevî bir cennet fikri­
nusudur. nin oluşumu şairler ve yazarlar
eliyle olur. Romalılarda da bu
cenîn a. (û^) [Ar.] Anne karnın­
fikir farklı değildir. Ancak on­
daki çocuk. Bu söz, Kur'ân-ı
larda uzak diyarlardaki bir cen­
Kerîm’de “Necm suresi” (53 /
net (elysium) veya “hayat ülke­
32) nde aynı anlamda geçmekte,
si” telâkkisi söz konusudur. Eski
hadislerde de buna benzer bilgi­
Hint’te cennet kavramı geniş
ler verilmektedir. İslâm huku­
bakış açılarıyla ifade edilmiş,
kunda ise cenin doğuncaya ka­
orası ilâh Yama’nm hüküm sür­
dar anneye bağlı telâkki edilmiş;
düğü bir yer, tanrılarla birlikte
ancak ceninin oluşumundan
ölüm sonrası yaşanılacak atala­
sonra ayrı bir varhk, fakat eksik
rın yurdu olarak anlatılmıştır.
bir hak ehliyeti tanınmıştır. Bu
Budistlerde ise cennet, Meru
durum miras hukuku bakımın­
Dağının üzerinde bir saadet ül­
dan da önemli bir hak kazanma
kesidir ve çok renkli ve yüksek
iradesini ortaya çıkarmıştır. An­
ağaçlarla bezenmiş, güzel öten
cak bu haklar, ceninin sağlıklı
kuşlarla canlanmış, sıcak ve so­
doğumu ile gerçeklik kazanma
ğuk akan sularla yeşillenmiş bü­
şartını beraberinde getirmiştir.
yülü bir mekân olarak sunul­
cennet a. (oL) K Ar. cenn] Bütün muştur. Tek tanrılı dinlerde ise
dinlere ve özelliklere İslâmî cennet inancı az çok birbirine
inanışa göre ölüm veya kıyamet yalan tasvir edilmiştir. Yahudî
sonrasmda dünyadaki iyi amel­ inancına göre cennet, Eden veya
lerine göre müminlere Allah’m Pardes olarak adlandırılan bir
mükâfat olarak verdiği sonsuz
151 cennet

bahçedir ve iyiler buraya gire­ leriyle ebediyen yaşanılacak bir


cektir. Ahd-i Atık (bk. bu mad­ diyar” olarak adı en çok geçen
de) in ilk kitabı olan Tekvîn’in 2. bir sözdür. Cennetin başka adla-
ve 3. bablarmda cennet şöyle an­ n da vardır: Cennetü’l-huld,
latılır: Allah, Âdem’i yarattı, Cennetü’l-me'vâ, Cennetü’n-
Aden (Eden) ’de bahçeye koydu. na'îm, Adn, Firdevs, Hüsnâ,
Bu bahçenin ortasında “hayat Dârü’s-selâm, Dârü’l-makâme
ağacı” (iyiliği ve kötülüğü bilme (bk. bu maddeler).
ağacı) nı yeşertti. Bu bahçenin
Cennetin tasviri ise üzerinde çok
ortasmdan bir ırmak çıktı ve
durulan konulardan biridir.
dört kola ayrıldı. Bu kollar
Özellikle Kur'ân-ı Kerîm'de
Pişon, Gihon, Dicle ve Fırat adla-
“Rahmân, Vâkı'a, İnşân,
rmı aldı. Âdem’in eğe kemiğin­
Gâşiye” surelerinde ayrmtılı
den yaratılan Havva, yılanm
olarak cennetin tasviri yapılmış;
kandırması ile yasaklanan mey­
hatta cehennemden fazla olarak
veyi yedi, bir parça da Âdem’e
söz konusu edilmiştir. Buralarda
yedirdi. Bu hatalarmdan dolayı
cennetin sadece bağ ve bahçe­
cennetten çıkarıldılar. Bu inanç,
lerden ibaret olmadığı, içinde
aynen Ahd-i Cedîd (bk. bu mad­
binbir nimetin bulunduğu, me­
de) de de yaklaşık olarak benzer
leklerle hurilerin güzelliğe gü­
tarzda hikâye edilir. Ayrıca bu
zellik kattığı anlatılmıştır. Onun
hikâye, Hristiyan inancında “as­
nimetleri şöyle sıralanmıştır: 1.
lî günah” (bk. bu madde) teri­
Alabildiğine huzur ve mutluluk
mini yaratmıştır. Hz. İsa’nın
içinde bir hayat. 2. Sürekli iyilik­
kurtarıcılığı ve vaftiz uygulama­
ler üe karşılaşma. 3. Manevî
sı bütünüyle bu olaya ve dolayı­
tatmin. 4. Allah ile yüz yüze
sıyla işlenen günaha bağlan­
gelmek. 5. Cennet ehlinin mane­
maktadır. İslâmiyette cennet vî yönü ve gücü yüksek merte­
inancı Kur'ân-ı Kerîm’den kay­
bededir. Cennetle ilgili bir başka
naklanmaktadır. Bu söz, teklik,
konu da onun sekiz kapısmın
tensiye ve çokluk biçimleriyle
olması hakkmdadır. Kur'ân-ı
Kur’ân’da 147 ayette geçmekte­
Kerîm’de “Hicr suresi” (15 /44)
dir. “Ebedî mutluluk diyarı” ola­
nde yedi kapıdan, ayrıca pek çok
rak tanımlanan ve Kur'ân-ı
hadiste de sekiz cennet kapısm-
Kerîm’de, pek çok hadiste ve İs­
dan söz edilmektedir.
lâmî kaynakta adı geçen bu te­
rim, aynı zamanda İslâmî edebi­ İslâmî edebiyatta cennetle ügili pek
yatta da “ebedî mutluluk yeri, çok eser kaleme alınmıştır.
büyülü ve baş döndürücü tasvir­ Gazalî’den başlayarak ve onun
yazdıklarmı örnek alarak pek
cennetü’l-adn 152

çok Arap, Acem ve Türk sanatçı­ rak tanımlanmış ve terim-


lar burada adlarını sayamaya­ leşmiştir.
cağımız sayıda eserler kaleme
cennetü’l-mu'allâ a. ( 1..ıı
almışlardır.
cL) “Yüce bahçe.” anlamm-
daki bu söz, Mekke’de
§ tam. cennetü’l-adn a. (jj*il
dJ Cennetin katlarmdan bi­ “Beytullah’Tn kuzey bölge­
rine verilen ad. sinde bulunan ve içinde Hz.
Peygamber’in dedesi, amcası
cennetüT-âliyye a. (<jlji ve eşlerinden Hatice’nin de
dJ “Yüce, ulu, yüksek cen- bulunduğu ve sahabilerin de
net” anlammda cennet için medfun olduğu mezarlığm
kullanılan söz. adı.
cennetü’l-bakî a. (^ı dJ cennetü’n-na'îm a. (^l
“İçinde ağaç kalıntıları ve bit­ oL) İnsana bahşedilen cen­
kiler bulunan bahçe.” anla- net.
mındaki bu terim, Medine’de
“Mescid-i Nebevî”nin doğu cerh a. (^) [Ar.] Hadis biliminde,
tarafmda bulunan ve içinde ravîyi adalet ve zabt sıfatlarınm
on bin civarmda sahabînin birini veya her ikisini tam ola­
bulunduğu rivayet edilen rak taşımadığı gerekçesiyle ten­
mezarlığın adı için kullanıl­ kit etme işi.
maktadır. cerh ve ta'dîl a. (J^ j ^) [Ar.]
cennetü’l-huld a. (jjjı câJ Hadis biliminin en önemli konu-
Huld cennetinin adı. larmdan olup sahih hadis ile za­
yıf hadisi ayırt etme işine veri­
cennetü’l-kesîb a. Gsıı J^) len ad ve bu konuyu araştıran
tas. Doksan dokuz olan cen­ bilim dalı. Bu sorunu râviler
netin bir üst katı, yani yü- “metâ'in-i aşere” [on kusur) ve­
züncüsü olarak tasavvuf ehli ya “ta'n sebepleri” olarak on
arasında gösterilen cennet kusurda incelemişlerdir. Kusur­
için kullanılan terim. Bu mer­ lu sayılan râviye “mecrûh” adı
tebede ancak Allah’m gö­ verilmiştir. Sözü edilen bu on
rünme lütfü söz konusudur. kusurun beşi adaletle, beşi de
cennetüT-me'vâ a. (^uı zabıt ile ilgilidir.
dJ tas. “Sığınılacakyer.” an- Adaletle ilgili kusurlar şunlar: 1.
lammdaki bu söz, tasavvuf Kizbü’r-râvî: Râvinin hadis ri­
ehli arasmda Hz. Âdem’in vayetinde yalan söylediğinin or­
içinde bulunacağı cennet ola­ taya çıkmasıdır. 2. İttihâmü’r-
153 Cerrâhiyye

râvî bi’l-kizb: Râvinin yalancı­ sonrası tekke ve zaviyelerin ka­


lıkla suçlanmasıdır. 3. Fısku’r- patılması sonrasmda bu tekke­
râvî: Râvînin günah işlemesi, lerin pek çoğu faaliyetlerine son
dinî emir ve yasaklardan her­ vermiş, sadece Cerrâhî Âsitânesi
hangi birine uymaması. 4. ayakta kalabilmiştir. Bu
Bid'atü’r-râvî: Râvinin küfrü tarikatte “zikir” (bk. bu madde)
gerektirmeyecek şekilde İslâm ağırlıklı bir ibadet şeklidir. Tek­
dininin ilkelerine aykırı görüş­ keye intisap eden bir kişi, şeyh
ler ileri sürmesi. 5. Cehâletü’r- efendinin yol göstericiliği ile
râvî: Râvinin bilinmeyen bir “vird-i kebîr” (bk. bu madde)
isimle anılması. okunur, cemaatle sabah nama-
zmın kılınmasından sonra zikir
Zabıtla ügüi kusurlar şunlar: Gaflet
halkası oluşturulur ve zikir çeki­
(Fart-ı gaflet): Râvînin dikkat­
lir. Ardından yol gösterici dede,
sizliği ve daldınlığı. 2. Fuhş-ı ga­
sâliki şeyhin huzuruna götürür,
lat veya kesret-i galat: Râvînin
şeyh efendi üç defa tövbe ettirip
rivayette çoklukla yanılması. 3.
“Âmentü” (bk. bu madde) yü
Vehim: Râvînin zan konusunda
okuttuktan sonra dua okunur.
hataya düşmesi. 4.
Ayrıca, sabah namazınm sünne­
Muhâlefetü’s-sîkât: Güvenilir
ti üe farzı arasmda otuz üç defa
bir râvînin kendinden daha gü­
“İhlâs suresi” (bk. bu madde)
venilir bir râvînin rivayetine
okunması, ikindi namazından
aykırı rivayette bulunması. 5.
sonra otuz üç defa “selât ü se­
Sû-i hıfz: Râvînin hafızasının
lâm” getirilmesi, akşam nama-
zayıf ve güçsüz olması durumu.
zmdan sonra otuz üç defa “es­
Cerrâhiyye öz.a. (4.1^) [Ar.] tağfurullah” çekilmesi, ayrıca
Halvetiyye-Ramazâniyye tarika- her namazdan sonra yüz defa
tinin Nureddin Cerrâhî’ye nisbet “kelime-i tevhid” (bk. bu mad­
edilen bir kolu. Bu tarikatin ku­ de) zikri tavsiye edilir. Tarikate
rucusunun sahabeden Ebû yeni giren kimseye ise devetüyü
Ubeyde b. Cerrâh soyundan gel­ arakıye giydirilmesi âdet hâline
diği ve İstanbul’da Cerrahpaşa gelmiştir. Böylece zikir ibadetini
semtinde doğduğu için yıllarca sürdüren sâlike “halife”
“Cerrâhî” adını aldığı rivayeti (bk. bu madde) unvanı verilmiş
yaygındır. Kuruluşu olan 18. olunur. Ayrıca bu unvanm ka-
yüzyıl başından beri yirmi do­ dmlara da verildiği söz konusu­
kuz tekkesinin var olduğu söy­ dur. Bu tarikat, “ehl-i sünnet”
lenen bu tarikatin yirmi dört (bk. bu madde) inancına sıkı sı­
tekkesinin İstanbul’da bulundu­ kıya bağlı bir oluşum arz eder.
ğu büinmektedir. Cumhuriyet
cevâmi'U’l-kelîm 154

Tekkede işlerin yürütülmesi sahip olma özelliğini ifade eden


“muhib” ve “hizmet dervişleri” terim. Bu söz aym zamanda
ile gerçekleştiriliyordu. Muhip- Kur’ân-ı Kerîm için de kulla­
ler şeyhe malıyla veya maddî nılmıştır.
destekle hizmette bulunuyor; cevde a. Gj_^) [Ar.] bk. ceyyid
hizmet dervişleri ise sertarik,
aşçı, zâkirbaşı, imam, meydancı, cevdet a. (oj^J [Ar.] Sözlük anlamı
türbedar, kapıcı, asâdar, nakib, “iyi, güzel, olgun.” olan bu söz,
pazarcı, çerağcı, sâki, ferrâş ad­ hadis biliminde “sahih hadis”
(bk. bu madde) karşılığında kul­
ları ile tekkede hizmeti yürütü­
lanılmıştır.
yordu. Öte yanda dergâh, “mey­
dan” olarak adlandırılan kurul­ cevher a. (^) [Ar.] “Yaratılış,
lar ile idare ediliyordu. Şeyh tıynet, cibillet.” anlammda terim;
(post-nişîn), sertarik ve aşçıdan “araz” (bk. bu madde) karşıtı.
oluşan ve “üçler meydanı” ola­ § tam. cevher-i aslî a. (J^l
rak nitelenen kurul, manevî iş­ jijş.) tas. Allah.
lerin yürütülmesini sağlıyordu;
bunlara yardımcı olan zâkirbaşı, cevher-i evvel a. (Jji ^jxJ
tas. Ruh ve nefis anlamında
imam, meydancı ve türbedar
tasavvuf terimi.
İdarî işleri yürütüyordu. Hizmet­
lilerin katılımıyla “on dörtler cevher-i ferd a. (j> >^)
meydanı” oluşuyor; hizmetnişin- tas. Tasavvuf inancmda ev­
lerin ihvan arasmdan belirlediği rendeki bölünemeyen en kü­
yirmi altı kişinin katılımı ile çük parça, bk. cüz'-i lâ-
tekkede “kırklar meydanı” te­ yetecezzâ
şekkül etmiş oluyordu. Bu yapısı cevher-i heyûlâ a. (Jjj
ile tarikat, çok ciddi ve düzenli jija) tas. “Âlem-i lâhût” (bk.
bir faaliyet göstermesi; sadra­ bu madde) anlammda terim.
zam, müderris, asker, kadı,
imam, esnaf erbabı gibi sosyal cevher-i hebâ'î a. (^La _^
hayatın çok değişik ve farklı ke­ tas. “Âlem-i lâhût” (bk. bu
simlerinden kimseleri bünye­ madde) anlammda terim.
sinde bulundurması ile dikkat­ cevşen a. (j^jş.) [f.] Sözlük anlamı
leri üzerinde toplamıştır. “zırh, savaş giysisi” olan bu söz,
cevâmi'ü’l-kelîm a. (^l ^ij») “ehl-i beyt”ten gelen bilgiler ışı­
Hz. Peygamber’in hadislerinde ğı altında Hz. Peygamber’e isnat
az sözle çok mana ifade edebil­ edüen iki duanm adı. Bunlar,
me yetisi ve öteki peygamber­ “cevşen-i kebîr / cevşenü’l-
lerden daha üstün bir özelliğe kebîr” (büyük cevşen duası) ve
155 cezâ günü

“cevşen-i sagîr / cevşenü’s- manlar arasmda da yaygınlaş­


sagîr” (küçük cevşen duası) dır. mış; çok okunmuş, hatta Türk-
Bu iki duadan en yaygın olanı çeye çevirisi yapdarak pek çok
büyük cevşen duası olup onunla baskısı yapdmıştır.
ilgili şu hadise rivayet olunmuş­
“cevşen-i sagîr / cevşenü’s-sagîr”
tur. Hz. Muhammed, İslâmi­
(küçük cevşen duası) ise her biri
yet’in yayılması sürecinde cere­
“Allahümme kem min” sözü de
yan eden savaşların birinde, bir
başlayan ve on dokuz bölümden
rivayete göre de Uhud Savaşı sı­
oluşan kısa bir duadır.
rasında üzerinde taşıdığı zırhın
kendisini fazlasıyla sıkması üze­ ceyyid a. (^) [Ar.] Sözlük anlamı
rine ellerini açarak Allah’a dua “fyi, güzel” olan bu söz, hadis bi­
etmiş; bunun üzerine Cebrail ge­ liminde “sahih hadis” karşılı­
lerek Muhammed’e bir dua ğında bir terim. Bu söz, güveni­
sunmuş ve okumasını önermiş­ lir râvder için “ceyyidü’l-hadîs”
tir. Bu dua, hem kendisini hem biçiminde de kullandmıştır. Ay­
de ümmetini koruyacaktır, de­ rıca, “ceyyid”, “mahfûz,
miştir. Bu dua, kâinat yaratıl­ müstakîm, nebîl, sâbit, sâlih,”
madan 50 000 yıl önce arşın di­ (bk. bu maddeler) terimleriyle
reklerine yazılmıştı. Bu duayı eşanlamlı olarak kullandmıştır.
okuyan veya yazdı olarak üze­ cezâ a. (J>) [Ar.) Sözlük anlamı
rinde taşıyan bir mümin her tür­ “bir şeyin bedeli ve karşılığı” olan
lü felâketten, hastalıktan ve kö­ bu söz, “İnsanların fiil veya dav­
tülüklerden kurtulacak, bütün ranışları karşılığında dünyada ve
arzuları yerine getirüecektir. ahirette göreceği maddî veya
“cevşen-i kebîr / cevşenü’l-kebîr” manevî müeyyide” için kullanı­
(büyük cevşen duası) her biri Al­ lan bir fıkıh terimi. Bu söz, tü­
lah’ın isim ve sıfatlanndan on remiş biçimleriyle beraber
tanesini içine alan ve yüz bö­ Kur'ân-ı Kerîm’de yüzü aşkın
lümden meydana gelen uzunca ayette geçmektedir. Aynı şeküde
bir duadır ve her biri besmele hadislerde de yer alan bu terim,
de başlamaktadır. Bu dua, özel­ Allah’ın günah işleyen kullarma
likle Şiî dünyasmda çok okun­ ceza vermesi, iyi amelleri sebe­
muş ve yayılmış; gerek müstakd biyle de günahlarmın affedilebi-
olarak gerekse başka mecmua­ leceği mealinde kullandmıştır.
ların içinde pek çok kez yayım­ cezâ günü a. bk. yevmü’d-dîn
lanmıştır. Aynca özündeki de­
rinlik ve okunuşundaki akıcılık cezbe a. (<+^) [Ar.] tas. Sözlük an­
sebebiyle bu dua, Sünnî Müslü- lamı “bir şeyi kendine çekmek.”
cihât 156

olan bu söz, “Allah'ın kulu ken­ Hz. Peygamber’in pek çok hadi­
dine çekip yakınlaştırması ve hu­ sinde din yolunda yapılacak ci­
zuruna yükseltmesi” olarak kul- hat için teşvik edici sözler kul­
lanılnuş bir tasavvufî terimdir. landığı da rivayet edilmektedir.
Sufiler, Kur'ân-ı Kerîm’de Yine Hz. Peygamber’in görevi­
“Şûra suresi” (42 /13) nde yer nin İslâma davet olduğu en çar­
alan bir ayetteki “Allah dilediğini pıcı bir biçimde “Nahl suresi”
kendisine çeker.” sözünü cezbeye (16 /125) inde mealen şöyle ifa­
delil saymışlardır. Allah’ın ku­ de edilmektedir: “İnsanları Rab-
lunu kendisine çekmesine cezbe binin yoluna hikmetle (Kur'ân-ı
denüirken bu etkiyle kulun Al­ Kerîm’le) ve güzel öğütle da’vet
lah’a yönelmesi de “aşk” olarak et, onlarla tartışmanı en güzel bir
nitelenmiştir. Zikir, sema ve şekilde yap.” Nitekim İslâm’da
sohbet sırasında kendinden ge­ “cihad”m gayesinin savaşmak,
çerek gayriihtiyari nara atan savaşarak insan öldürmek, bu
kimselerin bu hâllerine de cezbe yolla onlarm üstünde hüküm­
denilmiştir. ranlık sağlamak olmadığı, tam
aksine onları Hakk’a davet et­
Cibril öz.a. (JjjJ bk. Cebrâ'il mek olduğu vurgulanmıştır. Ni­
cihâr-yâr a. (jL jl^) [E] bk. tekim Hz. Peygamber, “cihâf’m
Hulefâ-yı Râşidîn değerini şu hadisinde açıkça
ifade etmektedir: “Fetihten sonra
cihât, -dı a. (jl^) [Ar.] 1. Kelime hicret yoktur. Yalnız cihat etmek
anlamı, “Didinmek, çalışıp çaba­ ve cihat niyetinde bulunmak var­
lamak, gayret göstermek.” olan dır. Cihada çağrıldığınız zaman
bu söz, İslâmî yayma ve bu koşunuz.” (Riyâzü’s-Sâlihîn, C. I,
uğurda düşmanla savaşma için s. 4) Buhârî ise “cihât” konusu­
kullanılan bir terimdir. Bu söz, nu kitabmın “Kitâbu’l-Cihâd
Kur'ân-ı Kerîm’de isim olarak ve’s-Siyer” başlıklı bölümünde
dört ayette, türevleriyle yirmi Hz. Peygamber’in hadislerine
dört yerde geçmektedir. Bura­ dayanarak etraflıca incelemiştir
larda cihadın sırf savaş anla­ (Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C.
mmda kullanılmadığı; özellikle 6, s. 2631-2877). Eşanlamlısı,
“Furkan suresi” (25 I 52) ile harp, kıtâl, savaş. 2. tas. İnsa­
“Ankebût suresi” (29 / 69) nde nın Allah adına kendi nefsiyle
yer alan ayetlerde bu sözün din mücadele etmesi. Hz. Muham-
ve Kur’ân için, onları kâfirlere med’in bir savaş dönüşü sıra-
iyi anlatmak için mücadele etme smda söylediği, “Küçük cihaddan
yolunda kullanılması gerektiği
büyük cihada döndük.” sözünden
üzerinde durulmuştur. Ayrıca hareketle “küçük cihat” için din
157 cin

düşmanlarıyla savaşma, “büyük den veya gitmeyen ilginç davra­


cihat” için de insanm nefsiyle nışlar.” olarak da nitelenmiş;
mücadelesi kasdedildiği üeri sü­ bunlara tasavvufta “cilve-i
rülmüş; bir başka râvinin Hz. rabbâniyye, İlâhî cilve, kade­
Peygambere istinat edilen rin veya talihin cilvesi” den­
“Mücahid nefsiyle cihad edendir.” miştir.
sözünü delil göstererek nefisle
cimâ' a. (^) [Ar.] bk. cinsî
mücadelenin daha faziletli oldu­
münâsebet
ğu üzerinde durulmuştur.
cimâlü’l-mehâmil a. (J»LJI JLa.)
§ tam. cihâd-ı asgar a. (>^1 [Ar.] Hadis biliminde, en güveni­
jl^) İslâm adma yapılan sa­ lir hadis derleyicisi veya kaleme
vaş. alıcısı.
cihâd-ı ekber a. (/I jL^) cimrilik a. Farsça “cimrî” sözünün
tas. Dünya işlerini bir yana Türkçeye geçmesi ve bu sözden
bırakarak Tanrı’ya ulaşmak “-lik” ekiyle yeni bir isim yapıl­
için kendi benliği ile mücade­ ması yoluyla dilimize kazandın-
le etme. lan bir terim. “Elindeki parayı
cihâd-ı mukaddes O. ÇjuJİa harcamaya kıyamama, eli sıkılık,
jİ4») Bu terim, din uğruna hasislik, pintilik” anlamındaki
yapılan toplu savaş anlamın­ bu söz, Kur'ân-ı Kerîm’de hoş
da kullanılmıştır. karşılanmamış; bunun insanh-
ğm yararma olmadığı vurgu­
cihâdü’n-nefs a. (^1 jl^) lanmıştır (Âl-i imrân suresi, 3 /
Bir müminin özünü haram­ 180). Hz. Peygamber de pek çok
dan koruması ve helâl üzre hadisinde bu sözün çirkinliğine
hayat sürmesi. işaret ederek, bir hadisinde,
cihât a. (ole) [Ar.] İmamlık, hatip­ “cimrilik ile imanın bir arada bu­
lik, müderrislik, vaizlik, müez­ lunamayacağı.” (Müsned II, 256,
zinlik, kayyımlık gibi hizmetler. 331, 340) gerçeğini ifade etmiş­
tir. Cimriliğin ahlâkî ve psikolo­
cihet a. (o^.) [Ar.] Hadis biliminde
jik bir hastalık olduğu ve bunun
“sened” (bk. bu madde) için kul­
bilimsel yöntemlerle tedavisinin
lanılan terim.
yapılması gerektiği hususunda
cilve a. (»jk) [Ar.] tas. Sözlük an­ bilim adamları görüş birliği
lamı “Gelinin gerdek gecesi ilk içinde olmuşlardır.
defa damada görünmesi, dama­
cin a (3a) [< Ar. cenn] Sözlük an­
dın da geline yüz görümlüğü
lamı “Örtmek, örtünmek, gizli
vermesi.” olan bu söz, “Hoşa gi­
kalmak.” olan bu söz, “Duyularla
Cin suresi 158

algınamayan ve kavranılamayan, med’in Kur'ân-ı Kerîm okuma-


insana özgü bilince sahip olan, sma hayran olurlar ve O’nun üs­
İlâhî emirlere uyması istenilen, tün belâgati ile büyülenerek
hem mümin hem de kâfir olarak imana gelirler. Sure, ilk kelime­
telâkki edilen bir varlık.” olarak sinden dolayı “Kul uhfye sure­
terimleşmiştir. Görünmez olma­ si” olarak da adlandırılmıştır.
sı itibariyle cinler de melek gibi Ayrıca surede Allah’m birliği,
kabul edilmiş; ancak her cinin ululuğu, gizli veya âşikâr her şe­
melek olduğu görüşü pek be­ yi hakkıyla bildiği, cinler hak-
nimsenmemiştir. Cin inancı ilkel kmda asılsız bilgilerin yanlışlığı,
dinlerden başlayarak karşımıza ahret hayatmm kesin olduğu
çıkmaktadır. Genellikle kötü ruh konulan üzerinde durulmakta­
ve varlık üstü kabul edilen bu dır.
varlıklar, büyülü bir dünyanm
cinâyet a. (&L.) [Ar.] Sözlük an­
içinde telâkki edilmişlerdir. İs­
lamı “Günah işlemek, günah ve
lâm inancmda ise bunların var­
suç.” olan bu söz, “Mala ve cana
lığı Kur'ân-ı Kerîm’deki “Cin
yönelik hukuka aykırı eylemler.
suresi” (72) ile bildirilmektedir.
Özellikle de insan hayatına kas­
Hatta, “Hicr suresi” (72)nin 27.
tetme.” diye nitelenen bir fıkıh
ayetinde, mealen “Cinleri de da­
terimi. İslâm hukukçuları, insa­
ha önce kavurucu bir ateşten ya­
na yönelik cinayeti adam öl­
ratmıştık.” denilerek bu taifenin
dürme, müessir fiiller ve anne
nasıl yaratıldığı ifade edilmek­
karnmdaki çocuğa kastedilen
tedir. Bu söz, sözlük ve terim an­
öldürme olarak üçe ayırmışlar­
lamlarıyla pek çok hadiste de
dır.
söz konusu olmaktadır
(Wensinck, Mu’cem, “cinn” mad­ cinsî münâsebet a Sözlük anlamı
desi). “Bir araya getirmek, toplamak.”
olan bu söz, İslâmî ve hukukî
Cin suresi a. ((^[< Ar.
manada meşru cinsel birlikteliği
“Sûretü’l-Cinn” (^Jl s^>-1
ifade etmiş; evlilikte karı ve ko­
Kur'ân-ı Kerîm’in yetmiş ikinci,
canın hak ve vecibelerinden biri
iniş sırasına göre kırkıncı suresi
olarak kabul edilmiştir. Kur’ân-
olup “A'râf suresi” (52)nden
ı Kerîm’de cinsel birleşmenin
sonra ve “Yâsîn suresi”
meşru yolu olarak onun cinsel
(69)nden önce Mekke’de nazil
organından olması, onun dışın­
olmuş ve yirmi sekiz ayetten
da bir birleşmenin uygun olma­
meydana gelmektedir. Admı ilk
dığı, hatta kadma aybaşı duru­
ayetteki “cinn” topluluğundan
munda da yaklaşılmaması öğüt-
alır. Bu topluluk, Hz. Muham-
lenmektedir (Bakara suresi, 2 /
159 cum'a namazı

222 ve 223). Hz. Peygamber de cum'a a. (<*«.) [< Ar.cem'] îslâm


hadislerinde bu yolda öğütler inancına göre büyük değer veri­
vermiştir. İslâm inancında cin­ len haftalık tatil günü ve bu
sel münasebetin manevî bir kir­ günde toplu olarak yapılan iba­
lilik olduğu kabul edilmiş, bun­ dete verilen ad. En geniş manası
dan armmak için yıkanma ve ve değerlendirilmesi ile Kur'-
gusül abdesti alma farz kılmmış- ân-ı Kerîm’in aynı adla anılan
tır. suresinde (62. sure) geçen bu te­
rim, bu günde yapılan ibadetin
cizye a. (v^) [Ar.] fik. İslâm huku­
faziletini ve öteki ibadetlerden
kuna göre İslâm devletleri için­
daha üstün olduğunu ifade et­
de yaşayan anlaşmalı gayrimüs-
mektedir (bk. Cum'a suresi).
limlerden ahnan ve “baş vergi­
si” olarak da adlandırılan bir tür cum'a namazı a. Haftanm en ha-
vergi. Bunun sadece erkekler­ yırh günlerinden sayılan ve bu
den alındığı, eğer erkeklerin günün “öğle namazı” (bk. bu
Müslüman olmaları durumunda madde) vaktinde kılınması farz
bu vergiden muaf oldukları hu­ olan namaz. Kur'ân-ı Kerîm’de
kuken beyan edilmiştir. Bu ver­ özellikle aynı adlı surede (bk.
giye esas olan ayet “Tevbe sure­ Cum'a suresi)nin 9. ayetinde
si” (9)nin 29. ayetidir. Bu ayet, mealen “Ey iman edenler, Cuma
Müslümanların Bizans’a yapmış günü namaza çağırıldığı (ezan
olduğu Tebük Seferi (630) sıra- okunduğu) zaman hemen Allah’ı
smda inmişti. Buna göre Müs­ anmaya koşun ve alış verişi bıra­
lüman devletler, bu vergi saye­ kın. Eğer bilmiş olsanız , elbette
sinde garimüslümlerin can, mal, bu, sizin için daha hayırlıdır.”
namus ve yaşama hakkım gü­ denilerek onun fazileti üzerinde
vence altına ahyordu. Aynca Hz. durulmuştur. Bu namazm toplu
Peygamber, bu tür azınlık kim­ olarak yani cemaatle kılınması
selere haksızlık yapılmamasını emredilmiş olup iki rekat farz
ve onlann haklarının adalet namazı ve iki rekat yerine geçen
çerçevesinde korunmasmı özel­ hutbenin okunması ile dört re­
likle vurgulamıştır. Hz. Peygam- kat olarak kabul edilmektedir.
ber’in bu konudaki hadislerini Farzdan önce kılınan namaz ise
Buharî kitabmm “Kitâbu’l- sünnet olarak değerlendirilmek­
Cizye ve’l-Muvâda'a ma'a Eh- tedir. Bu namaz, kadına farz ol­
li’z-Zimme ve’l-Harb” ( Sahîh-i mamakla beraber onlarm da
Buhârî ve Tercemesi, C. 2, s. camiye giderek cemaatle namaz
2941-2979) bölümünde toplamış­ kılması caiz görülmüş, bundan
tır. dolayı da ayrıca öğle namazı
cum'a namazının şartlan 160

kılması tavsiye edilmemiştir. zı sözünden almıştır. Surede


Ayrıca seferi olanlara Cuma peygamber göndermenin fayda­
namazı kılma mecburiyeti geti­ lan, vahyin yol göstericiliği ve
rilmemiş, kılanlara ise ayrıca öğ­ Cuma namazmm saygınlığı an­
le namazı kılma yükümlülüğü latılmaktadır. Aynca son üç
konulmamıştır. Cuma namazmı ayette, Cuma vakti gelince işi bı-
gerektirmeyen durumlar ara- rakmanm ve camiye giderek
smda şunlar sayılmıştır: Ağır ibadetle meşgul olmanm, dö­
hastalık, hasta bakıcılık, yatalak nünce de yine Allah’m izniyle
derecede olan bitkinlik, sağlığa geçim için çalışmaya devam et­
zarar verecek nitelikte sıcak ve menin gereği üzerinde durul­
soğuk havanm varlığı, can ve muştur.
mal güvenliğinin bulunmaması.
cünâh a. GM [Ar.] bk. günâh
Cuma namazmdan önce gusül
abdesti almak, temizlenerek cündullah a. (dlijiş.) [Ar.] “Allah’ın
namaza hazırlanmak, temiz giy­ ordusu” anlammda olan bu söz,
silerle camiye gitmek, güzel ko­ Kur'ân-ı Kerîm’de yedi yerde
kular sürünmek bu namazm fa­ teklik, yirmi iki yerde de çokluk
ziletlerinden gösterilmiştir; bk. (cünûd) biçimiyle geçmekte ve
Sahîh-i Buharı ve Tercemesi, C. 2, “Allah’ın îman edenlere yardım
“Kitâbu’l-Cumu'a”, s. 849-899. etmek üzere gönderdiği manevî
güçler, İlâhî iradenin hâkim ol­
cum'a namazının şartları a. Cu­
masına vesile kılınan tabiat var­
ma namazınm bir kimseye farz
lıkları ve olayları.” anlammda
olması için gereken şartları ifa­
kullanılmaktadır.
de eden terim. Bu şartlar şun­
lardır: Erkek olmak, hür olmak, cünüp a. (^) [Ar.] fik. Temel iba­
mukim olmak, sağlıklı olmak, detlerin yerine getirilmesine en­
kör olmamak, ayaklan sağlam gel olan manevî kirlilik durumu,
olmak. cünüplük. Bu durumun oluşma­
sı, cinsî münasebette bulunma
Cum'a suresi a. (^j^ o^) [<
veya değişik yöntemlerle cinsel
Ar. “Sûretü’l-Cum'a” (<u«Jl î^]
haz duyma amacıyla meninin
Kur'ân-ı Kerîm’in altmış ikinci,
boşalması ile gerçekleşir, bk.
iniş sırasına göre yüz onuncu
cenâbet
suresi olup “Saf suresi”
(61)nden sonra ve “Fetih sure­ § tam. cünüb-ı Bâtınî a. (^L
si” (48)nden önce Mekke’de na­ <jş.) tas. Tasavvuf inancmda,
zil olmuş ve on bir ayetten mey­ basireti kapah olan kimseyi
dana gelmektedir. Adını doku­ ifade eden terim. Bunda zer-
zuncu ayette geçen Cuma nama­
161 Cüzûliyye

re kadar dünya ile ilgili bir yazması kitapların yaprak yani


kirlilik söz konusu olursa kişi yirmi sayfadan oluşan her bir
Hak’tan uzak kalır. bölümü.
cünüb-ı hakîkî a. Q¥*^ >?4) § tam. cüz'-i cedd a. (^ e>)
tas. Tasavvuf inancında, in­ huk. Babanm babasmm oğul­
sanın bedeninde iğne ucu ları ve onlarm oğullan, yani
kadar bir yerde kuruluk kal­ yakın ve uzak ana, baba bir
sa cünüplükten kurtulamaz;
amcalar ve onlarm oğulları
bu durum, “cünüb-ı hakîkî” ve oğullarmın oğulları.
olarak nitelenmiş ve terim-
leşmiştir. cüz'-i eb a. 0 ^1 huk. Ba­
banın oğlu ve oğlunun oğlu.
cünüplük a. bk. cenâbet
cüz'-i lâ-yetecezzâ a. (J^lî
cürm a. Ç>^) [Ar.] bk. suç f>) Bölünemeyen, parçala-
cürüm a. bk. suç namayan kısım, bölünme
olanağı olmayan en ufak zer­
cüz a. G>) [< Ar.cüz'] (ç. b. eczâ')
re.
1. Kur’ân-ı Kerîm’in yirmi say­
fadan oluşan ve otuz bölümün­ cüz'-i meyyit a. (cu* ^) huk.
den her biri. Bu düzene göre Ölünün oğlu.
Kur’ân 30 cüz’e bölünmüş olur. Cüzûliyye öz.a. (<Jj>) [Ar.] tas.
2. Rivayet edüen hadisleri veya Şazeliyye tarikatinin on iki ko­
bir konuya ait rivayetleri belli lundan birinin adı.
usullere göre toplayan ve tasnif
eden eserlere verilen ad. 3. El
çâh-ı Yûsuf s. (juyj »L) [< F.çâh çarh-gâh a. k^ D?) ^ F.çarh +
+ Ar. Yûsuf] Hz. Yakub’un pek gâh} 1. Mevlevi dervişlerinin
sevdiği oğlu Hz. Yusufun kar­ sema yaptıkları yer. 2. Dinî-Türk
deşleri tarafindan içine atıldığı musikîsinde bir perde ve basit
kuyu ve bu olayı ifade eden te­ makamın adı.
rim. Bazı rivayetlere göre bu
çâr-tab' a. ÇuLjL) [< F.çâr +
kuyunun Ürdün taraflarında ol­
Ar.tab’] “Dört tabiat, huy.” an­
duğu, kuyuya atıldığı sırada
lamında olan bu terim, tasavvuf
içinde pek çok zararlı ve vahşi
inancmda “hararet” (sıcaklık),
hayvanın bulunduğu, Yusuf’un
“bürûdet” (soğukluk), “rutûbet”
burada üç gün kaldığı, bu süre
(yaş, nem), “yübûset” (kuruluk)
boyunca “esmâ'ü’l-hüsnâ” oku­
için kullanılmıştır.
duğu, onu oradan geçmekte olan
bir kervanın sakasının fark edip çâr-yâr a. (jLjL) [< F.çâr + yâr]
çıkardığı ve Mısır’a götürdüğü (dört dost) Dört halife (Hz.
rivayet edilmiştir. Bu olayın en Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman,
sağlıklı hikâyesi Kur’ân-ı Hz. Ali). Hz. Peygamber’den son­
Kerîmce “Yûsuf suresi” (22) ra halifelik görevini yürüten bu
nde anlatılmış ve buradan kay­ dört seçkin kimse için Sünnî
naklanarak İslâmî-Türk edebi- Müslümanlarm kullandığı terim
yatmda Yûsuf u Züleyhâ mes­ (bk. Hulefâ-yı Râşidîn).
nevileri kaleme alınmıştır.
§ tam. çâr-yâr-ı güzîn a.
Çalab öz.a. Tanrı, Allah (bk. Allah). (jjjS jL jla.) (dört seçkin dost),
çâr-yârî 164

Hz. Muhammed’in en yakın çile a. (da) [< f.çille < çihl] 1. tas.
dört dostu: Hz. Ebubekir, Hz. Ruh temizliğine erişmek için
Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali. zevk ve sefadan el çekerek sıkı
perhiz yapmak için bir yerde 40
çâr-yârî a. (^Ljy [< F.çâr + yâr
+ Ar.-îi Dört halife ile ilgili. 2. günlük ibadet etme. Tasavvuf
Dört halifeye bağlılık. 3. Sünnî­ kaynaklan bazı ayetleri, özellik­
lik. le de Hz. Musa’nm vahiy almak
üzere kırk gece Tur Dağında
çehâr-kûşe a. (Ojî jW [< F. kalmasmı anlatan Kur’ân ayet­
çehâr + kûşe] (dört köşe) Dört lerini delil göstererek “çile” te­
yön: Ön, arka, sağ, sol. rimini Kur’ân-ı Kerîm’te ara­
çehâr-yâr a. (jLjl^.) bk. çâr-yâr maya yönelmişlerdir. Bununla
insanm nefsine egemen olması,
çelebi a. Osmanlı döneminde bazı
kendisini disiplin altma alması,
tarikat şeyhleri ve ileri gelenle­
ruh temizliğini ve kalb huzuru­
rine verilen unvan. Özellikle
nu sağlamaya çahşması, kera­
Mevlevîlikte “çelebi” sözü,
Mevlânâ soyundan gelen kimse­ met sahibi olunması gibi ahlâkî
ler ve şeyhlik makammda bulu­ ve tasavvuf! gayelere yönelmesi
nan kimse için de kullanılmıştır. çilenin özünü oluşturmaktadır.
2. Eziyet, sıkmtı.
çerâğ a. (^1^) [E] Kandil, mum ve
benzeri aydınlatma aracı. 2. tas. § tam. çille-i büzürg a. (S£>
Bektaşî geleneğinde makam. Uş.) Zemherir ayı, erbain.

§ tam. çerâg-ı çeşm a. (f-i^ çille-i ma'kûse a. (<-jiu UşJ


tX&) 1. Göz nuru. 2. Evlât. tas. Dervişlerin kendilerini
ayaklanndan tavana asarak
çerâg-ı mugân a. (jli« ^W
çile çıkarması.
Şarap.
çille-i merdân a. (jU^ Uf)
çerâg-ı sipihr a. (^ ^j?)
tas. Tekkelerde yorucu işler­
mec. 1. Güneş. 2. Ay.
de görev yapan kimse.
3.Yıldızlar.
çilehane a. (clida.) [< F.çille +
çerâg-ı seher a. (>^ ^1^)
hâne] Dervişlerin tekke,
Sabah yıldızı.
hankah, ribat ve zaviyelerde çile
çifte salâ a. Namaz vakitlerinin doldurmak veya çıkarmak ama­
bildirilmesi veya bir ölüm habe­ cıyla kırk gün boyunca kalacağı
rinin duyurulması için minare­ dar ve karanlık hücrelere veri­
lerden iki veya daha fazla kişi len ad. bk. halvethane
tarafindan okunan sala.
165 çok evlilik

çok evlilik a. Bir erkeğin aynı za­ si” (4)nin üçüncü ayetinde gör­
manda birden fazla kadınla evli­ mekteyiz. Bu surede “Eğer hoşu­
liği (polygamy) biçminde tanım­ nuza giderse iki, üç ve dörde ka­
lanan bir terim. Yahudilik ve dar evlenebilirsiniz. Şayet arala­
Hristiyanlık’ta çok evliliği yasak­ rında adaletsizlikten endişe eder­
layan herhangi bir hüküm yok­ seniz bir tane almalısınız. Carfye-
tur. Hatta Hz. İbrahim, Hz, lerinizle yetinmelisiniz.” denmesi
Ya’kub, Hz. Dâvûd, Hz. Süley­ örnek olarak gösterilmektedir.
man ve sonraki bazı peygamber­ Ayrıca Hz. Peygamber’in en çok
lerin birden çok kadınla evli ol­ dört kadınla evlenme hükmünü
dukları bilinmektedir. Yine In­ belgeleyen hadisler de var. Söz
cil’de çok evliliği yasaklayan gelişi İslâmiyeti yeni kabul ettiği
hükümlere rastlanmadığı kay­ sıralarda beş hanımı olan Nevfel
naklarda zikredümektedir. b. Muâviye’ye bunlardan birisini
bırakmasını söylemesi, sekiz eşi
İslâmiyet ilke olarak tek evliliği
olan Kays b. Haris ile on hanımı
önermekle beraber çok evliliği
olan Gaylan b. Seleme’ye de
caiz gören hükümlere de sahip­
dörtten fazla olan eşlerini bo-
tir. Üstelik çok evliliği dört kadm
şamalarmı emretmesi hadis
ile sınırlayan bir hükmün varlığı
kaynaklarmda yer almaktadır
ve yaygmlığı söz konusudur.
(Tirmizî, “nikâh” 33).
Bunun en açık hükmünü
Kur'ân-ı Kerîm'de “Nisa sure­
dabbe a. (i^) [Ar.] Hadis metinle­ ve nafile oruçlar için niyet edi­
rinde sahih gibi görünse de yan- lebilecek süreyi gösterir.
hş veya noksan olduğu sanılan
dahve-i sugrâ a. (^>u^ >jmâ) [Ar.]
söz veya ibarenin üzerine konu­
Güneşin doğmasmdan 5 derece
lan ve “^ (sad) harfine benze­
(bir mızrak boyu) yükselmesin­
yen işaret.
den itibaren başlayan zaman di­
dâbbetü’l-arz a. (^j^l ib) [Ar.] limini ifade eder.
Sözlük anlamı “Yürüyen her cins
dâ'î a. (^b) [Ar.] Sözlük anlamı
canlı, özellikle binek hayvanı.”
“Çağırmak, seslenmek davet et­
olan bu söz, “Kıyamet alâmetle­
mek.” olan bu söz, “İnsanları
rinden biri olarak kabul edilen
mensup olduğu veya bağlandığı
yaratık.” biçiminde terimdir. Bu
din ya da mezhebine davet eden
yaratık, Kur’ân-ı Kerîm’de on
kimse.” anlamında bir terim. Ay­
dört ayette teklik ve dört ayette
rıca dâ'üer, İslâm dünyasmda
de çokluk biçimiyle geçmekte­
ortaya çıkan mezhepleri du­
dir. Bu tür yaratıklara, Yahudi
yurma, yayma veya insanları
ve Hristiyanlıkta da “beast,
davet etme yetkisine sahip kim­
dragon, leviathan, rahabi” gibi
se olarak da bilinmişlerdir. Bazı
adlarla rastlamak mümkündür.
mezheplerde söz gelişi
dahve-i kübrâ a. [Ar.] İsmailiyye, Karmatîler gibi
Kaba kuşluk vakti. Oruç süresi­ önemli ve çok yaygm mezhep­
nin yarısı olarak da nitelenen bu lerde bunlar, şeyhten sonra ge­
söz, Ramazan orucu, adak orucu len önemli kişiler konumunda-
dâ'im 168

dır. Hatta onlara “dâ'î-yi ekber” ram olana yönelmek, biçiminde


diye unvan da verilmiştir. Bun­ anlamlandırılmıştır. Kur'ân-ı
dan dolayı bu kimseler, temsil Kerîm’de türemiş biçimleriyle
ettikleri mezhepleri hakkıyla ta­ 218 ayette söz konusu edilen bu
nıtabilmek için hem dinî hem de terim, mealen “küfür ve inkâra
sosyal bilgiler sahasmda iyi ye­ yönelen sapıklık’ olarak göste­
tiştiriliyor; insanlarla iyi diyalog rilmiştir. Hz. Peygamber de
kurabilmeleri için de âdâb-ı Kur'ân-ı Kerîm’de geçen an­
muâşeret kuralları bile öğretili­ lamlarıyla dalâlet konusunu
yordu. gündeme getirmiş; hatta duala­
rında, “Dalâlete düşmekten, dü­
dâ'im a. (^b) [Ar.] “Devamlı olmak, şürülmekten, başkalarının sapık­
sabit olmak” anlammda Allah’ın lığa düşmesine sebep olmaktan
sıfatı olarak geçen bu söz, Allah’a sığınırım.” (Müsned, IV,
“bâlâ” sıfatı ile eş anlamlı ola­ s. 264; VI, 302) demeyi dilinden
rak kullanılmıştır. düşürmemiştir.
dalâlet a. (oJjU) [Ar.] Sözlük an­ dânâ a. (Lb) [Ar.] tas. Sözlük anla­
lamı “Yok olmak, kaybolmak, şa­ mı, “Bilen, bilici” olan bu terim,
şırmak” olan bu söz, “Bilerekya tasavvuf dünyasında “insân-ı
da farkında olmayarak doğru kâmil” (bk. bu madde) için kul­
yoldan ayrılmak, sapmak veya lanılmıştır.
azmak.” olarak nitelenmiş ve
“Haktan ayrılarak bâtıla yönel­ dâr a. (jb) [Ar.] (ç. b. dâr ve dîrân)
me, İlâhî emirlere baş kaldırma “Ev, ocak; yurt, ülke, memleket.”
ve aykırı davranma.” olarak da anlammda olan bu söz, başka
terim niteliği kazanmıştır. Sos­ kelime ve terkiplerle birleşerek
yal hayatta ise toplumun ortak yeni terimler oluşturur.
değer yargılannı, inanç ve dü­
§ tam. dâr-ı adi a. (Ja^ jb)
şünce dünyasmı hiçe sayma ve­
Adaletli İslâm ülkesi.
ya onları çiğneme olarak telâkki
edilmiştir. Dinî inançlar düzle­ dâr-ı azâb a. Lljc jb) Ce­
minde ise farklı açılardan yo­ hennem.
rumlanan dalâlet, Yahudilikte dâr-ı beka a. (11 jb) Öteki
Hz. Musa’nm tebliğ ettiği İlâhî dünya, ahiret.
kurallara uymama ve onlara
karşı çıkma olarak nitelenmiş; dâr-ı dünyâ a. (Lj jb) Bu
Hristiyanlıkta, teolojik konular­ dünya.
da aykırı fikirleri savunmak ola­ dâr-ı emân a. (jLl jb) İslâm
rak değerlendirilmiş; İslâmiyette hâkimiyeti altında bulunan
ise Hak yolundan sapmak, ha­ bir gayrimüslim ülke.
169 dârü’l-emân

dâr-ı fenâ a. (12 jL) Gelip dârü’l-âhire a. (6>iljb) 1.


geçici olan bu dünya. Son yurt anlammdaki bu te­
rim, cennet ve cehennem için
dâr-ı bagy a. (^ jb) Devlete
Kur'ân-ı Kerîm’de yedi ayet­
kârşı isyan eden bir grubun
te geçmektedir. 2. bk.
oluşturduğu İslâm beldesi.
yevmü’l-âhir
dâr-ı harb a. jb) Müs­ dârü’l-ahzân a. (jl>yijb)
lüman ülkelere karşı toplu Hüzünler evi, Hz. Yakup’un
olarak savaş durumunda bu­ oğlu Yusufu kaybettikten
lunan devletler, dârü’l- sonra kapandığı oda, külbe-i
cihâd. ahzân.
dâr-ı İslâm a. ÇiUJ jb) Müs­ dârü’l-âmân a. (jUl jb) Sı­
lüman ülkeler. ğmak.
dâr-ı küfr a. (/ jlj) İslâm dârü’l-azab a. Lb*ll jb) Ce­
ülkelerinin dışında olan bel­ hennem.
deler. dârü’l-bâb a. ÇLII jb) 1. Ka­
dâr-ı na'îm a. (^ Jj) Cen­ pı girişi. 2. Kazvin kentinin
net. eski adı.
dârü’l-bekâ a. (HJljL) “Ebedî
dâr-ı ridde a. (»jj jb) Aslen
yurt” anlammdaki bu terim,
Müslüman iken sonradan
yokluk, sonu olmayan ahret
mürted olan, yani İslâmiyeti
hayatmı ifade eder.
terk eden cemaatin yaşadığı
belde. dârü’l-bevâr a G1^1 jW “He­
lak yurdu.” anlammdaki bu
dâr-ı sürür a. jb) bk. söz, cehennem için kullanı­
dârü’s-sürûr lan terimlerden biridir ve
dâr-ı şeş-per a. (^ü jb) Kur'ân-ı Kerîm’de “İbrâhim
mec. Bu dünya, dâr-ı dünyâ. suresi” (14 / 28) nde geçmek­
tedir.
dâr-ı ukbâ a. jb) Öteki
dârü’l-celâl a. (jyji ;b) 1.
dünya, ahiret.
Yüce, ulu yer. 2. Erzurum’un
dâr-ı zimmet a. (c«j jb) eski adı.
Müslüman devletlerin ege­
dârü’l-cihâd a. (jL^JI jb) bk.
menliğini tanımış gayrimüs­ dâr-ı harb
lim ülkeler.
dârü’l-emân a. (jLiljb) 1.
dârü’l-aceze a. (»jşjJl jb) Sığmılacak güvenli yer. 2. tas.
Kimsesizler yurdu. Bektaşîlikte erenler kapısı.
dârü’l-emâre 170

dârü’l-emâre a. (»jWi JJ dârü’l-ilm a. ÇUl jb) Bilim


Hükümet konağı. yuvası; Kahire’de Câmi’ü’l-
Ezher’in adı.
dârü’l-esliha a. («taliyi jb)
Silâh deposu, cephanelik. dârü’l-islâm a. (f.Wljb) İs­
lâm ülkesi; İslâm hukukuna
dârü’l-eytâm a. (»U1 jb) Ye­
göre Müslümanların hâkim
timler yurdu.
oldukları ve şeriatin uygu­
dârü’l-fenâ a. (tali jb) bk. landığı ülke, İslâm ülkesi.
dâr-ı fenâ
dârü’l-it'âm a. ( jb) Aş
dârü’l-gurûr a. (^>11 jb) tas. evi, imarethane.
Bu dünya.
dârü’l-kâdî a. (^lîll jb)
dârü’l-hadîs a. (iujJljb) İs­ Mahkeme.
lâm ülkelerinde hadis bili­
dârü’l-karâr a. (J>H _>Ij)
miyle uğraşan kurum veya
Ahiret, bu söz Kur’ân-ı
medrese.
Kerîm’de (Mü'min suresi, 40
dârü’l-harb a. (uj=Jl jlj) 1. / 39) cennet ve cehennem için
Savaş meydanı. 2. İslâm hu­ bir yerde geçmektedir..
kukuna göre İslâmm siyasal
dârü’l-kemâl a (JL^il jb) İs­
hâkimiyeti sınırları dışında
tanbul’un bir başka adı.
kalan yerler.
dârü’l-kıyâm a. (^Lill jlj)
dârü’l-hikme a. (<^JI jb)
Mahşer günü, ahiret.
Akademi.
dârü’l- Kur'ân a. (jî^l jb)
dârü’l-hilâfe a. (^1jlj) Ha­ Kur’ân-ı Kerîm okuma ve iyi
lifeliğin bulunduğu merkez, okutma okulu, bk. Kur'ân
İstanbul. kursu
dârü’l-huffâz a. Utul jb) dârü’l-kurrâ a. (îjilljb)
Hafiz yetiştirme okulu. Kur’ân-ı Kerîm okuma ve iyi
dârü’l-huld a. (JAJI jb) okutma okulu, bk. Kur'ân
“Ölümsüzlük, sonsuzluk” an- kursu
lammdaki bu söz, cehennem dârü’l-küttâb a. Çlkil jb)
için Kur'ân-ı Kerîm’de bir Kur’ân-ı Kerîm okuma ve iyi
yerde geçmektedir (Fussilet okutma okulu, bk. Kur'ân
suresi, 41 / 27-28). kursu
dârü’l-hüzn a. (j>lljb) Hü­ dârü’l-kütüb a. L^ı jb)
zünler evi, dünya. Kütüphane.
171 Dâr

dârü’l-makâme a. Guiidijj) mektedir. 2. Bağdat’a verilen


“İkamet edilecek yer” anla­ ad.
mında cennet için kullanılan
dârü’s-sünne a. (cJl jb)
bir ad.
(sünnet evi) Hz. Peygamber’in
dârü’l-mecânîn a. (jâiLJljb) hicretten sonra yerleştiği, İs­
Deliler evi, tımarhane. lâm’ın temel değerlerinin ve
ilkelerinin tespit edilerek in­
dârü’l-mesnevî a. ((^iJljb)
sanlığa tebliğ edildiği ve böy-
Mevlevi dergâhlarında Mev-
lece İslâm dünyasmı aydın­
lâ-nâ’nın Mesnevisinin oku­
lattığı yer olan Medine-i Mü­
tulduğu yer.
nevvere.
dârü’l-muttakîn a. (jİJljlj)
dârü’s-sürûr a. (jj^Jljb)
Bu terim, “Muttakîler, yani
Huzur yeri, cennet.
iman ve salih amel sahipleri-
ninyurdu.” anlamında cennet dârü’t-takıyye a. (ûilljb) Şiî
için kullanılmıştır. grupları tarafmdan muhalif
cephelere karşı gerçek inan-
dârü’l-ukbâ a. (^l jb) bk.
cm gizlenmesini sağlayan
dâr-ı ukbâ
yer.
dârü’n-na'îm a. Ç^l jb)
Dâr a. (jLa) [Ar.] “Zarar veren, za­
Cennet.
rar veren şeyleri yaratan, zarar
dârü’n-nedve a. GjjJI jb) verenleri cezalandıran.” anla­
(toplantı yapılan yer) Kâbe’de, mında “esmâ'ü’l-hüsnâ” (Al­
bugünkü “Makâm-ı Hanefî” lah’ın güzel isimlerı)dan olan bu
denilen yerin yanmda, söz, Kur'ân-ı Kerîm’de bu an­
“Hacerü’l-Esved” tarafında lamların karşıtı “nâfi” (hayır ve
bulunan ve eskiden rahme ve faydalı olmak) kavram­
Kureyşlilerin toplantı yaptık­ larıyla birlikte kullanılmış, buna
ları meclis. göre Allah’ın hayır ve rahmet
dârü’s-sa'îr a. (_>_.■■ ...II jlj) Ce­ içinde olacağı, insana gelecek
hennem. zararm yine Allah tarafmdan
önleneceği gibi elliden fazla
dârü’s-selâm a. (^iUI jb) 1. ayette yer almaktadır. “Dâr” adı
Cennet, maddî ve manevî Allah’m doksan dokuz ismini
afetlerden korunmuş sağ ve veren İbn Mâce ve Tirmizî riva­
selâmet yeri olarak nitelenen yetlerindeki listede de yer almış­
ve Kur'ân-ı Kerîm i de yer tır (Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn
alan bu terim, cennetin adla- Mâce, “Du’â”, 10).
rmdan biri olarak nitelen­
dâreyn 172

dâreyn a. (jjJj) [Ar. dâr sözünün da'vet a. (ö>j) [Ar.] İslâm dinini
tensiye (ikilik) biçimi] tas. Bu te­ müşriklere anlatma, tanıtma ve
rim, tasavvuf dünyasında dünya onları inanca çağırma, ayrıca
ve âhiret için kullanılmıştır. İslâmiyeti yayma ve tanıtma,
Müslümanları dinî maçlarını
da'vâ a. O^j) [Ar.] huk. Sözlük
yerine getirmeye teşvik etme an­
anlamı, “Seslenmek, çağırmak,
lamında olan bu terim, Kur'ân-ı
dua etmek.” olan bu söz, mah­
Kerîm’de altı ayette geçmekte­
keme yoluyla bir haklan talep
dir ve türemiş biçimleriyle iki
edilmesidir. Bu terim, Kur'ân-ı
yüz beş yerde kullanılmıştır. Bu
Kerîm’de sözlük anlamına uy­
ayetlerde genellikle mealen
gun olarak üç ayette geçmekte­
“İslama ve İslâmî esasların uygu­
dir (A'râf suresi, 7 15-, Yunus
lanmasına çağrı” olarak ifade
suresi, 10 / 10; Enbiyâ suresi,
edilen davet, hem gayrimüslim­
21115). Hz. Peygamber’in hadis­
ler için hem de Müslümanlar
lerinde ise “İddia ve dadaların
için geçerli olan bir anlam zen­
iki şahitle ispat edilmesi, delilin
ginliği içermektedir. Yine
bulunmadığı durumlarda yemine
Kur'ân’da Hz. Peygamber’in di­
baş vurulması, hâkimin davalı ve
ne davette bir zorlama içinde
davacıyı dinlemesi, açık ve eşit
olmadığı, ilke olarak dinde zor­
koşullarda yargı yapılması, mah­
lamaya baş vurulamayacağı,
kemeye sürülen delillerin karar­
doğru ile yanlışın, gerçek ile
larda esas alınması.” konuları
gerçek olmayanm, iman edip
açıkça dile getirilmiştir (Müslim,
etmemenin insanların kendi
“Akdiyye”, Tirmizî, “Ahkâm”). İs­
iradesine bağlı olduğu anlatıl­
lâm fıkhında zaman içinde yar­
mıştır. Yine Hz. Peygamber’in
gılama hukuku, devrin şartları
görevinin îslâma davet olduğu
çerçevesinde zengin bir fıkıh
en çarpıcı bir biçimde “Nahl su­
doktirini oluşturmuştur.
resi” (16 /125) inde mealen şöy­
da'vâcı a. Bir mahkemeye başvura­ le ifade edilmektedir: “İnsanları
rak birini dava eden veya birin­ Rabbinin yoluna hikmetle
den şikâyetçi olan kimse; eşan- (Kur'ân-ı Kerîm’le) ve güzel
lamlısı “müştekî”, hukuk litera­ öğütle da’vet et, onlarla tartış­
türünde “müdde'î” manı en güzel bir şekilde yap.”
da'vâlı a. Bir mahkemeye başvuru­ Nitekim İslâm’da “cihad’Tn ga­
larak biri hakkında dava açılan yesinin savaşmak, savaşarak in­
veya hakkmda şikâyetçi olunan san öldürmek, bu yolla onlann
kimse; eşanlamlısı “müdde'â üstünde hükümranlık sağlamak
aleyh” olmadığı, tam aksine onları
173 dede

Hakka davet etmek olduğu vur­ zikredilmektedir. Buna karşın


gulanmıştır. Böyle olduğu için Yahudilikte ve Hristiyanlıkta bu
de bizzat Hz. Peygamber’in baş­ terimin çok kullanıldığı görülür.
lattığı, sonra da halifelerinin de­ Özellikle Kitâb-ı Mukaddes’te
vam ettirdiği usule göre İslâm Yuhanna’ıun mektuplannda
ordularmın ilk görevinin müş­ “anti-christ” olarak Mesih’in
rikleri İslâm’a davet olduğu, düşmanı biçiminde nitelenen
eğer bu davet kabul görmezse deccâl, “âhir zamanda zuhur
savaşa baş vurulması tavsiye edecek düşman.” diye telâkki
edilmiştir. Hz. Peygamber bir edilmektedir.
cihad için hazırlık yapan ordu
deccâl (II) a. (JLj) [Ar.] Hadis bi­
kumandanlanna şöyle seslen­
liminde, bir ravînin rivayet etti­
miştir: “Allah adına gaza ediniz.
ği bir hadisin hiçbir zaman mu­
Allah’ı inkâr edenlerle savaşınız.
teber görülmeyeceği anlammda
Müşriklerle karşılaştığınızda ön­
terim.
ce onları İslâma davet ediniz.
Eğer îslâmfyeti kabul ederlerse dede a. Anadolu’da kurulan pek
bunu yeterli bulunuz, kılıç çek­ çok tarikatte, belli bir mertebeye
meyiniz. Müslüman olmazlarsa veya olgunluğa erişen kimseye
bir anlaşma esası olarak cizye verilen ad. Bu söz, genellikle
vermelerini teklif ediniz.” Mevlevîlikte ve Bektâşîlikte yay-
(Serahsî, Mebsût, X). İslâmiyetin gm bir kullanım alanı kazanmış;
yayılması ve inanç ilkelerinin bunlara benzetilerek Hayretiy-
uygulanması “da'vet” esasma ve ye, Bayramiyye gibi öteki
fikrine bağlı olduğu için bu dine tarikatlerde de sıkça söylenir
“da'vet dini” (dînü’d-da’ve) de­ olmuştur. Özellikle Mevlevîlikte
nilmiştir. ikrar vererek bin bir gün çilesini
çıkarmış, dervişlik unvanını al­
deccâl (I) a. (JLj) [Ar.] Tek tanrıh
mış ve bir hücre sahibi olmuş
dinlerde kıyamet alâmetlerin­
kimseye “dede” denilmeye baş­
den sayılan ve insanları doğru
lanmıştır. Hatta bunlar tekkede­
yoldan saptırmaya çalışacağı ve
ki görevleri itibariyle, “tarikatçı
olağanüstü güçlere sahip olduğu
dede, aşçı dede, kazancı dede,
söylenen kimselere verilen ad.
halife dede” gibi adlarla çağı­
Bu terim, Kur'ân-ı Kerîm’de
rılmışlardır. Bektâşîlikte ise bu
doğrudan doğruya geçmemek­
terim çok daha yaygın biçimde
tedir. Hz. Peygamber’e atfedilen
kullanılmış; özellikle Bektâş
rivayetlerde ise “el-mesîhü’d-
Tekkesinde pîr postunda oturan
deccâl” veya “mesîhü’d-delâle”
Bektâşî babasına “dede-baba”
biçiminde geçtiği kaynaklarda
(bk. bu madde) denilmiştir. Ay-
dedebaba 174

rica bu tarikatte “âşık, tâlip, mahremi, yoksa yakın akrabası,


muhib, derviş, baba, halife, dede o da yoksa yalan komşusunun
baba” unvanları dedeler için indirmesi caiz görülmüştür.
kullanılan yaygın sözlerden ola­ Kabre konulurken “Bismillah
rak bilinmektedir. Ayrıca Ana­ ve alâ milleti Resûlihi” duası
dolu’da sünnî halk arasında okunur ve cenaze kıbleye 90 de­
“dede” kavramı da önemli bir rece dönük şekilde sağ kolunun
yere sahiptir. Ermiş, görmüş ge­ üzerine yerleştirilir. Mezarın
çirmiş, pîr-i fâni olmuş, insanla­ üzeri tahta, kerpiç veya perde­
ra yardım elini uzatan kimselere lerle örüldükten sonra toprakla
de “dede” denildiği, hatta bun- örtülür. Bu işlemlerden sonra
larm öldükten sonra da yardım­ Kur’ân okumak, dua edilmek ve
cı ve umut kapısı olacağı inancı telkinde bulunmak müstehap
yaygm olup bu kimselerin kabir­ kabul edilmiştir. Cenazenin def­
lerine “yatır” denildiği, oralarm ninin gündüz yapılması tavsiye
bir ziyaretgâh olarak görüldüğü, edilirken zarurî sebeplerden do­
hatta o tür yerlere gidilerek dua­ layı gece de defin işleminin yapı­
lar edildiği, çaputlar bağlandığı, labileceği söz konusudur.
adaklar adandığı, dilekler tutul­
duğu bilinmektedir. define a. (gîj) [< Ar.defh] Sözlük
anlamı “Gizlenen şey.” olan bu
dedebaba a. Bektaşîlik tarikatinde
söz, “Toprağın altında gizlenmiş,
en üst mertebede bulunan kim­
sahibi belli olmayan her türlü pa­
selere verilen ad. Bu kimseler,
ra veya kıymetli eşya.” olarak ta­
genellikle “Hacı Bektaş-ı Velî
nımlanan bir fıkıh terimidir. De­
Dergâhı”nda bulunan “mücer-
fine İslâm öncesi bir döneme ait
red” (bekâr) 1er arasmdan seçi­
ise “kenz-i câhilî” (bk. bu mad­
liyordu.
de), İslamdan sonra bir döneme
defin, -fili a. (^a) [Ar.] Ölen kişinin ait ise “kenz-i İslâmî” (bk. bu
“cenaze namazı” (bk. bu mad­ madde) olarak adlandırılmıştır.
de) kılındıktan sonra cenazeyi İslâm hukukuna göre bulunan
kabre gömme işi. Cenazeyi kab­ definenin beşte biri vergiye ta­
re kadar taşıma (teşyi) sünnet­ bidir. Geri kalan kısmm kime ait
tir. Cenazenin başka bir yere olduğu veya bulunduğu arazinin
nakledilmesi genellikle bütün durumuna ve şartlarma göre be­
mezheplerce uygun görülmüş­ lirlenmesi uygun görülmüştür.
tür. Erkek cenazeyi kabre önce­ Eğer arazi sahipsiz ise beşte
likle yakınlarının yerleştirmesi, dördü bulana aittir; sahipli ise
kadm cenazeyi ise en yakın arsa sahibi hak iddia ve isbat
175 derece

etmedikçe beşte dördü bulana ikinci bilgiye ise “medlûl” (bk.


aittir, hükmünde bütün fıkıh bu madde) denilmiştir.
bilginleri birleşmişlerdir. Müs-
delâ'ilü’n-nübüvve a. G^JI JS^j)
lümanlar tarafindan gömülmüş [Ar.] bk. alâmetü’n-nübüvve
bir para veya kıymetli eşya bu­
lunmuş mal hükmündedir. Bu­ delîl a. (JJj) [Ar.] 1. fık. Sözlük an­
lunan malm hangi arazide bu­ lamı “Kılavuzluk eden, yol göste­
lunmuş ise o arazinin sahibine ren” olan bu söz, fıkıh usulünde
“Şert ve amelî bir hükme götüren
ait olacağı, eğer sahibi çıkmazsa
şey, bir şeyi bilmeye yarayan ni­
bu mah bulan kimse, onu hâki­
şan veya karine.” anlamında kul­
me teslim etmeli veya fakirlere
lanılmıştır. Bu söz, bilginin kay­
dağıtmah, hükmü yanmda pek
nağı bakımmdan “aklî delil”
çok İslâm hukukçusu, bulunan
ve”naklî delil” olarak ikiye ay­
bu mallarm “beytülmâl”e yani
rılmıştır. 2. Hac veya umre iba­
devlet hâzinesine devrini uygun
deti sırasında, bu kutsal görevi
bulmuşlardır. yerine getirmek üzere Mekke ve
dehr a. (>bj) [Ar.] “Zaman, dünya” Medine’ye, kutsal topraklara gi­
anlamındaki bu söz, Kur'ân-ı den müminlere kılavuzluk eden,
Kerîm’in yetmiş altmcı suresi onlara ibadetin ilkelerini ve in­
olan “İnsan” suresinin bir başka celiklerini gösteren kimseler için
adıdır (.bk. İnsan suresi) kullanılan terim.

dehriyye a. (^j) [Ar.] İslâm dün- dem a. Çj) [Ar.] Sözlük anlamı
yasmda onuncu yüzyılda ortaya “kan” olan bu terim, hac veya
umre sırasmda ibadet amacıyla
çıkan ve zaman ile maddenin
veya bir vacibin geciktirilmesi
ezelî ve ebedî olduğunu savunan
ya da ihram yasağmın çiğnen­
felsefî akım. Bu akımın İbnu’r-
mesi olayma ceza karşılığı ola­
Revendî (öl. 910) tarafindan ku­
rak kesilen koyun, keçi, yedide
rulduğu ve aklî unsurlarm ön
bir sığır veya deveyi ifade eder.
planda tutulduğu kaynaklarda
verilen bilgilerdendir. derece a. (^jj) [Ar.] (ç. b. derec,
derecât) İslâm inancında farkh
delâlet a. (otta) [Ar.] Sözlük anlamı dünyevî veya uhrevî mertebele­
“Kılavuzluk etme, yol gösterme.” ri ya da müsbet bilimlerde bazı
olan bu söz, “Zihnin bir şey hak­ ölçüm aletleri. Kur'ân-ı
kında bilinenden başka bir bilgiye Kerîm’de on sekiz ayette geç­
ulaşmasL” anlamında fıkıh ve mekte olan bu söz, hukukî, İkti­
mantık terimidir. Bu manada ilk sadî, İlmî, ahlâkî, uhrevî fazilet­
bilgiye “delil” (bk. bu madde), lere ve mertebe farklılıklarma
derek 176

işaret etmektedir. Bazı peygam­ mektedir. Bu ihtimallere karşılık


berlerin diğerlerine göre bir alıcının uğrayabileceği zararları
derce üstünlüğü (Bakara sure­ karşılamak üzere “damânü’d-
si, 2 / 253), bazı faziletli amelleri derek” alım satımda bir teminat
işleyenlerin işlemeyenlere göre olarak kabul edilmiştir.
bir derece üstün olduğu (Nisa
dergâh a. GlSp) [F.] bk. âsitâne
suresi, 4 / 95), mümin veya kâfir
herkesin yaptığı işlere karşılık ders a. (^jj) [Ar.] (ç. b. dürûs) Bir
farklı derecelerde muamele gö­ bilimin veya bilginin öğrenilme­
receği (Âl-i İmrân suresi, 3 / si için resmî ve özel kurumlarda
163, En’âm suresi, 6 / 132, el- veya özel hocalar önünde dü­
Ahkâf suresi, 46 /19) gibi ifade­ zenli ahnan eğitim.
ler bunlardan bazıları olarak
gösterilebilir. § tam. ders-i âmm a. ÇL^jj)
1. Müderrislerin cami ve
derek a. (J>) [Ar.] İki ikişi arasın­ benzeri yerlerde verdikleri
da alım satım yapılan bir mal ders, va’az. 2. Medreselerde
üzerinde üçüncü bir kişinin hak öğrencilere, camilerde halka
iddia etmesi durumunda, alıcı­ ders veya va’az verme yetki­
nın ödediği paranm geri almma- sine sahip müderris. Bu un­
smı garanti eden bir fıkıh terimi. vanı alabilmek için medrese­
Bu söz, Kur’ân-ı Kerîm’de bir den mezun olduktan ve ica­
yerde “derk” (Nisâ suresi, 4 / zet aldıktan sonra ayrıca
145), bir yerde de “derek” va’az verebilecek nitelikte
(Tâhâ suresi, 20 / 77) biçiminde olup olmadığının ölçüldüğü
geçmektedir. Hadislerde de yine bir imtihana da girmek gere­
aynı anlamda zikredildiği söz kiyordu. Bu şekilde icazet
konusudur (Wensinck, Mu’cem, alan bir “ders-i âmm” halk
“drk”). İslâm hukukunda bu te­ arasında oldukça etkili bir
rim, “damânü’d-derek” veya konumda bulunuyor; sevili­
“el-kefâle bi’d-derek” biçimle­ yor ve sayılıyordu.
riyle yaygm olarak kullanılmış­
tır. Mal alım satımı sırasında bir dervîş a. (Jt^) [F.] (ç. b.
üçüncü kişinin hak iddia etmesi dervîşân) 1. Yoksul, fakir ve
birkaç durumda söz konusu muhtaç kimse. 2. tas. Tarikat-
olabilmektedir. Birincisi, bu ma- lerden birinin şeyhine bağlana­
hn bir mirasçısının çıkabilmesi; rak dergâhta hizmet ve çile ile
İkincisi bu malın çalıntı olabil­ gününü geçiren ermiş kişi. İyi
mesi; üçüncüsü bu malm vakfe­ bir perhize giren kişi, yeme iç­
dilmiş olması mümkün olabil­ me, uyuma, konuşma gibi gün-
177 destan

lük ihtiyaçları en aza indirme, deryâ-yı vahdet a. (oj^j


gününü ibadet, zikir, tefekkür ve ^Lp) [F.deryâ + Ar. vahdet]
ruhî erginliğe ulaşma gayretiyle (birlik denizi) tas. Ermiş veya
geçirir ve murada ermek için olgun insan.
sabırh ve tahammüllü olmak destan a. (jM [F.] Bir toplumu
için her sıkıntıyı göze alması ge­ dinî, tarihî ve sosyal olaylar ba-
rekir. Sünnî gelenekte gerçek kımmdan acı tatil yönleriyle de­
derviş, bir hırka bir lokma felse­ rinden etkileyen uzun manzum
fesine sahip olmalı, yoksulluğu­ hikâye. Batı düntasmm epope
nu hiçbir zaman çıkar aracı ola­ (epopöe) olarak karşıladığı bu
rak kullanmamalıdır. Herkese terim, daha çok edebiyat dünya-
yardım eden, haksızlığa uğrasa smda ön plana çıkmakla bera­
bile engin bir hoşgörü ile bunu ber kaynaklandığı konular itiba­
karşılaması gereken, dövene riyle de dinî özellikler ve nitelik­
karşı el kaldırmaz, sövene karsı ler taşıdığı da görülmektedir. Bir
dilsiz, yetmiş iki milleti bir gö­ milletin veya bireyin kahraman­
rür, yaradandan ötürü yaratıla­ lıkları, bir toplumun kamu vic-
nı sever, gönül ehli ve Allah danmda derin iz bırakan savaş­
adamı olan bir derviş, ermiş ve lar ve tabiî afetler, masallar ve
ergin bir kimsedir. Mevlevîlikte kıssalar destan niteliğinde ede­
ise dedelik makamma ulaşan biyata kazandınlabiliyor. Her
kimseye de derviş denilmiştir. milletin ve halkm edebiyatında
kendine özgü millî değerleri öl­
Bundan dolayı semazenler “dö­
çüsünde değişik destanlara rast-
nen dervişler” olarak anılmış ve
lanmaktadır. Türk milletinin ta­
bu tiplemeleri ile dünyaca bili­
rihinde de kendi millî vicdanm-
nir olmuşlardır. Ayrıca litera­
da şekillenmiş ve günümüze ka­
türde pek çok menkıbe, destan,
dar ulaşmış pek çok destan ör­
masal ve hikâyeye konu olan bu
neği bulunmaktadır. Söz gelişi
kişiler, yüzyıllarca dinî ve sosyal
İslâmiyet öncesinde Alp Er
hayatm önemli bir parçası ol­ Tunga, Şu-Saka Destanı, Oğuz
muşlardır. Kağan Destanı, Türeyiş ve Göç
dervîşân ç.a. (jliyjj) [F.dervîş’in Destanı, Manas Destanı bu tü­
ç. b.] Dervişler. rün en tanınmış ve en eski des-
tanları olarak edebiyat dünya­
deryâ-yı adem a. Çjt ^LjJ mızda yerini almıştır. İslâmiyet
[F.deryâ + Ar. adem] Yok­ sonrasmda ise milletlerin kendi
luk. edebiyatlarmda dinî ve millî ni­
telikte destan örneklerine rast-
destûr 178

lanmaktadır. Arap edebiyatında yaygınlaşan Hz. Ali cenkleri,


Batılı epos türünde veya tliada İslâmiyetin ilk yayılış dönemle­
tarzında bir destan bulunmadığı rinde Hz. Peygamber’in savaşla­
araştırmacılar tarafmdan dile rı, Hz. Ömer, Hz. Hamza’ya atfe­
getirilmiştir. Bununla beraber dilen dinî hikâyeleri de destan
sunî destan tarzında kahraman­ tümün halk arasındaki anonim
lığı konu edinen şiir ve nesir örnekleri arasmda sayılmak ge­
parçalarmm bulunduğu ifade rekir.
edilmektedir. Arap edebiyatm-
destûr a. (j^j) [F.] tas. Tasavvuf
daki bu duruma karşın İran
ehli arasında izin ve icazet.
edebiyatı zengin bir destan ör­
nekleriyle ortaya çıkar ve İslâmî devâvînü’s-sitte a. (cJljyljj) [Ar.]
edebiyata da kaynaklık eder. (altı divan) Hadis biliminde,
Onların en dikkate değer destanı Buhârî ve Müslim’in “el-
Zaloğlu Restem ile Şehnâme’dir Câmi'ü’s-Sahîh” adlı kitapları,
ve geç dönemlerde yazılan des­ Ebû Dâvud, Nesâ'î, Tirmizî ile
tanlara kaynaklık etmiştir. Dinî İbn Mâce’nin “Sünen” adlı kitap­
nitelikli İran destanlan ağırlıklı ları için kullanılan terim. Bunla­
olarak Hz. Ali ve aüesi üe İslâmî rın hepsi altı eser etmektedir.
din büyüklerinin hayatmı işler. devir, -vri a. (jjj) [< Ar. devr] (ç. b.
Sâhibkıran-nâme, Hamle-i edvâr) 1. Ölen bir kimsenin ha­
Haydârî, Ürd-i Bihişt, Ceng- yatta iken yerine getiremediği
nâme, Dâstân-ı Ali-yi Ekber bu ibadetlerinin karşılığı olarak
türün en tanmmışlarmdandır. borçlarmın edası niyetiyle fakir­
İslâmî-Türk destanları Karahan- lere para dağıtılması ve bu
lıların Müslüman olmasmdan amaçla yapılan toplu dua. 2. Ba­
sonra karşımıza çıkmaya başh- zı tarikat dervişlerinin dönerek
yor. Karahanlı hükümdarı Satuk ettikleri zikir ve sema. 3. tas.
Buğra Hanm’m İslâmiyetin ya- Sufî inancına göre bir varlık de­
yüması yolunda gösterdiği başa­ ğişim ve dönüşüm evrelerinden
rılar Satuk Buğra Han Destanı geçtikten sonra en süflî merte­
ile belgelenir. Onu Battal Gazi beye kadar düşer, sonra tekrar
Destanı izler. Battal Gazi’nin yükselme ile en uç mertebeye
Anadolu Müslümanlığı yolunda ulaşır. Bu dönüşüm “devir” te­
verdiği mücadele bu destan ile rimi ile karşılanmıştır. Bir daire
dilden dile dolaşır. Sonra biçiminde telâkkî edilen bu dö­
Dânişmend-nâme ile Saltuk- nüşümde inişe geçilen yarım da­
nâme gelir. Bunlann yanında ireye “kavs-i nuzûl” (bk. bu
halk arasmda oluşturulan ve madde) veya “mebde” adları ve-
179 devrân

rilir ve sırasıyla “küllî akıl, do­ devr-i kebîr a. (^ jjj) tas.


kuz akıl, dokuz nefis, dokuz fe­ Mevlevîlikte bayramlarda
lek, dört tabiat, dört unsur” ola­ namazdan sonra şeyh ve der­
rak nitelenen en alt seviyeye vişlerin bayramlaşmak için
iner; çıkışta ise yine sırasıyla bir araya gelerek bir halka
“madde, maden, bitki, hayvan, oluşturması.
insan ve insan-ı kâmil” merte­
devr-i mihnet a. (-^ - ^j)
beleriyle yükselişe geçer ve bu
mec. Dünya.
çizgideki yarım daire de “kavs-ı
urûc” (bk. bu madde), “kavs-ı devr-i veledi a. (^Jj^j) tas.
su'ûd” (bk. bu madde) veya Mevlevî ayini sırasmda ayin
“rücû” olarak adlandırılırdı. Son başlarken zikir çekilerek ya­
mertebeye ulaşan “insan-ı kâ­ pılan dolaşma. Bu işi ilk defa
mil” (bk. bu madde) Hakk’a vasıl Hz. Mevlâna’nm oğlu Sultan
olurdu. Başta Muhiddinü’l- Veled yaptığı için ona ithafen
Arabî, Mevlânâ Celâleddîn-i bu terim oluşmuştur.
Rûmî olmak üzere bütün meş­ devir hatmi a. Ölen bir Müslü­
hur mutasavvuflann benimse­ man’ın Allah’ın rahmet ve mağ­
diği bu “devir nazariyesi” kay- firetine kavuşması için okunan
nağmı Kur'ân-ı Kerîm’in “Ba­ “hatim” (bk. bu madde) ve bu
kara suresi” (2 /156) ndeki me- sırada yapılan merasim.
alen “Biz Allah’ın kuluyuz, ve
(öldükten sonra) yine ona döne­ devir nazariyesi a. bk. devir
ceğiz.” ayetinden almaktadır. devrân a. (jijjj) [< Ar. devr] tas.
“Her şey aslına rücu eder.” fikri Tasavvuf ehlinin tek başına ve­
bu nazariyenin özünü teşkil ya toplu hâlde vecde gelip döne­
eder. rek zikir yapmalarına verilen
ad. Mevlevîlik, Kadirîlik, Rifâîlik,
§ tam. devr-i devlet e. (djj j
Halvetîlik başta olmak üzere pek
jA Huzur ve mutluluk zama­
çok tarikatlerde zikir ile beraber
nı.
devrâna büyük önem verilmiş­
devr-i esâtîr a. (jiLUl jjA tir. Bunun en çarpıcı örneği
Mitoloji çağı. Mevlevîlikte söz konusudur. Bu­
rada “üç devir” (edvâr-ı selâse)
devr-i felek a. (dU j^a) Za­ ön plandadır ve dervişlerin dü­
man, kader, talih. zenli ve ritmik olarak semaha­
devr-i gül a. (JS ^A 1. Gül nede dualar ve selâmlar eşliğin­
mevsimi, bahar günleri. 2. de üç defa dönmesini ifade eder.
Hz. Peygamber çağı. Tasavvuf ehli, dönerek zikir
devriyye 180

tutma, bu yolla Hakk’a erme görülmemesini şu noktalardan


amacmı taşıyan devrânın, felek­ izah etmeye çahşmışlardır: 1.
lerin döndüğüne, meleklerin arş Kur'ân-ı Kerîm’de Allah, bütün
etrafında döndüğüne, hacıların canlılann rızıklannı vereceğini,
Kâbe etrafmda dualar okuyarak bunu hiçe sayarak bazı kimsele­
tavaf ettiğine benzetilerek rin el açarak Allah’tan başka
tarikatler içinde yaygınlaştığına kimselere umut bağlaması Al­
inanmışlardır. lah’a karşı saygısızlıktır. 2. Bir
Müslüman kendisini sadece Al­
devriyye a. (^j) [Ar. devri sözü­
lah katmda küçük görebüir. Bu­
nün müennes (dişil) biçimi.] tas.
na karşm bir dilenci bu gerçeği
ed. İnsan ve evrenin Allah’tan
göz ardı ederek bir başkası
gelip Allah’a dönmesi felsefesini
önünde kendini küçük düşür­
anlatan ve işleyen tasavvuf! şiir.
mektedir. Öte yanda İslâm bü-
Devir nazariyesinin (.bk. devir)
ginleri bir kişinin çalışamayacak
esas alındığı bu tür şürler, İran
dercede güçsüz ve muhtaç, za­
ve Türk tasavvuf edebiyatırun
rurî ihtiyaçlarını karşılayama­
önde gelen örnekleri arasmda
yacak derecede fakir ise dilenci­
yer almaktadır.
liği caiz görmüşlerdir. İslâmda
dilencilik a. “Sorma, isteme, dilen­ dilencilik, kazanç kapısı değil,
me” anlammda Arapça “se'ele / zaruret hâliyle sınırh bir ihtiyaç
sâ'il” sözünden dilimize gelen yoludur.
bu terim, yardıma muhtaç kim­
dîn a. (jjj) [< Ar. deyn] (ç. b.
selerin el açıp dilenmesi anla­
edyân) “Allah'ın hükmü ve yöne­
mındadır. Kur'ân-ı Kerîm’de
timi” anlamındaki bu söz zaman
“sâ'il” bir yerde ve bunu çoğulu
içinde “Allah’a inanma ve ibadet
“sâ'ilîn” de iki ayette geçmekte­
etme konusunda herkesin veya
dir. Buralarda iyi bir
her milletin tuttuğu yol.” biçi­
Müslümanın muhtaç kimselere
minde terimleşmiştir. Kur'ân-ı
yardımda bulunması öğütlen-
Kerîm’de bu söz doksan iki yer­
mekte, yardım için gelenlerin
de geçmektedir. Bu ayetlerde
boş çevrilmemesi salık veril­
metnin konteksti içinde mealen
mektedir. Hadis kaynaklarmda
“yönetme, yönetilme, şeriat, İs­
ise dilencilikle ilgili bilgiler daha
lâm, âdet, ceza, hudud, hesap,
geniş yer tutmaktadır. Hz. Pey­
millet?’ gibi anlamlarda söz ko­
gamber, “En sağlıklı ve temiz ka­
nusudur. Hadis kaynaklarında
zancın el emeği ve alın teriyle
da bu terim Kur'ân-ı
olması.” gerektiği üzerinde
Kerûn’deki anlamlar çerçeve­
durmuştur (Wensinck, “su'âl”).
sinde yer almaktadır. Özellikle
İslâm bilginleri dilenciliğin hoş
181 dîn-dâr

“Allah indinde dinin aslı hanîflik birlikte düşünmeye ve anlatma­


(tevhid) ve İslâmdır.” hadisi bu ya özen göstermişlerdir.
terimi en açık biçimde dile ge­
Farklı inançlarm oluşturduğu
tirmektedir. İslâm bilginleri bu
dinlerin adlandırılması ve tasni­
terimin tanımını Kur'ân-ı
fi ise Kur’ân-ı Kerîm’e göre ol­
Kerîm ve hadislerin ışığı doğrul­
muştur. “Âl-i İmrân” (3 /19) su­
tusunda yapmışlardır. Bu tanım­
resindeki mealen “Allah katında
lardan en önemlisi Seyyid Şerif
hak din ancak İslâmdır.” sözü,
el-Cürcânî’ye ait olup şöyle nak­
“Rûm” (30 / 30) suresindeki “Al­
ledilmektedir: “Din, akıl sahiple­
lah’ın yarattığı bu dini değiştir­
rini peygamberin bildirdiği ger­
meye kimsenin gücü yetmez. İşte
çekleri benimsemeye çağıran İlâ­
dosdoğru din budur.” sözü,
hî bir kanundur.” Ondan sonraki
“Tevbe” (9 / 33) suresindeki “O
tanımlar genellikle bunu örnek
(Allah) müşrikler hoşlanmasa da
almışlardır. Geç dönem din bil­
dinini bütün dinlerden üstün kıl­
ginleri bu tanımı daha kapsamlı
mak üzere peygamberini hidayet
bir biçime getirmişlerdir. Söz ge­
ve Hak din ile göndermek.” sözü,
lişi Muhammed Abduh, “Din, in­
“Fetih” (48 / 28) suresindeki “Bü­
sanın evrendeki varlıkları duyu­
tün dinlerden üstün kılmak üzere
lar üstü ilâhı gerçekleri kavra­
peygamberini doğruluk rehberi
masından ibarettir.” diyerek ta­
Kur’ân ve Hak din ile gönderen
nımlar ve “üâhî gerçekler’! teb­
O’dur.” sözü İslâm! kastetmek­
liğ edenler de peygamberlerdir,
tedir. Bu delillere göre kaynağı-
diyerek onlarm dini öğrenme­
nm İlâhî olması sebebiyle İslâm,
deki rolünü vurgulamış olur. Ba­
hak dindir. Öteki dinlerden İlâhî
tılı bilim adamlarının tanımı ise
bütün dinleri kapsayacak ölçüde vahye dayanmayanlara “bâtıl
karşımıza çıkmaktadır. Söz geli­ dinler” (bk. bu madde), İlâhî
şi Rudolf Otto, “Din kutsalın tec­ vahye dayanmakla birlikte ori­
rübesidir.” derken, Herbert jinalitesini kaybetmiş olanlara
Spencer, “Her şeyin bizim bildi­ (Yahudilik ve Hristiyanlık gibi)
ğimizin üzerine çıkan bir kudre­ “muharref dinler” (bk. bu
tin tezahürüdür.” diye tanımlar. madde) adları verilmiştir. Ayrı­
Max Müller ise dini, “İnsanın, ca vahye dayanan tek Allah’a
çeşitli adlar ve değişen görünüş­ inanan dinlere “semâvî dinler”
ler altındaki sonsuzu kavraması­ (bk. bu madde) terimi de kulla­
nı sağlayan zihnî becerisi ve yeti­ nılmıştır.
si.” olarak niteler. Bu ve benzeri dîn-dâr a. (jIjLj) [< Ar.dîn +
tanımlar, dini Tanrı kavramı ile F.dâr] Dinin hükümlerini eksik-
dîn-dârâne 182

siz yerine getirmeye çalışan, iti­ dîvân a. (J^J [Ar.] (ç. b. devâvîn)
kadı sağlam olan kimse. Hadis biliminde, büyük hadis ki­
tapları için kullanılan terim.
dîn-dârâne s. («orjj^jj) [< Ar.dîn +
F.dâr + -âne] Allah’a inanmış ve dîvânî a. (^ijjj [Ar.] İslâm hat
bağlanmış olan kimseye özgü (yazı) sanatında, özellikle Os­
veya ona yakışacak şekilde. manlI devleti resmî kurumla-
rındaki yazışmalarda kullanıl­
dîn-dârî a. (^IjLj) [< Ar.dîn + F.
mış olan bir yazı türü. Divan-ı
dâr + Ar.-i] Dindarlık, dine bağ­
hümâyûnda alman kararlar,
lılık.
fermanlar, beratlar, menşur, bi­
din değiştirme a. bk. ihtidâ ve ti, buyuruldu, hüküm, tevkî, yar­
irtidât lık, nişan, vakfiye, ilâm gibi pek
din direği o- Dinin en büyük tem­ çok yazı, bu hat ile kaleme ahn-
silcisi ve savunucusu. mıştır. Ayrıca bu yazıya “hatt-ı
çep”, hattatına da “çep-nüvis”
din günü a. bk. yevmü’d-dîn
denildiği kaynaklarda ifade
dînî s. (^j) [< Ar.dîn + -î] Dinle edilmektedir. Bu yazının bir
ilgili olan, dine özgü. özelliği, gizliliği korumak ve
dîniyyât ç.a. (oLLj) [Ar.dîniyye'nin tahrifatı önlemek için harfler ve
ç. b.] Din işleri. kelimeler birbirine çok yakın
yazılmış; hatta “ j < j < j < l” gibi
Dînü’l-Hakk a. (>JI ^j) [Ar.] bk. harfler kendinden sonra gelen
hak din harflerle bitiştirilmiş ve arala-
dirâyetü’l-hadîs a. (du^l iljj) rmda mesafe bırakılmadan ya­
[Ar.] Hadislerin rivayetlerinin zılmış; satır sonuna yaklaştıkça
sağlıklı ve sağlamlık derecesini yukarıya doğru bir kavis veril­
belirlemeyi konu alan hadis bi­ meye çalışılmıştır. Bu yazı türü­
limi. Bu bilimde râvi ile nün “celî-dîvânî” ve “dîvânî
mervînin yani rivayet eden ile kırması” adıyla iki çeşidi daha
rivayet edilenin arasındaki mü­ vardır.
nasebet bütün yönleriyle ele Dîvân-ı îşrâf a. üı^ı ji^J [Ar.]
alınmakta, sadece Hz. Peygam-
İslâm devletlerinde, askerî ve
ber’den rivayet edilenler değil,
adlî hizmetlerin verildiği ku-
ashab ve tâbiîne ait rivayetlerin
rumların dışmda bulunan devlet
de sahih olup olmadığı üzerinde
dairelerini denetleyen devlet da­
titizlikle durulmuştur.
iresinin başkanı ile ona bağlı gö­
dirlik suyu bk. âb-ı hayât revliler.

dîvân edebiyâtı a. bk. İslâmî diyanet a. (oiLA [Ar.] Dindarlık,


edebiyât din hükümlerine uyma (bk. dîn).
183 domuz

diyet a. (cuj) [< Ar. vedy] huk. İslâm ilişkin pek çok rivayetin varlığı
hukukuda adam öldürme veya kaynaklarda zikredilmektedir.
yaralama hadiselerinde mağdur Geç dönem İslâm hukukunda ise
olan tarafa ceza veya kan bedeli diyet, adam öldürme, yaralama
olarak ödenen para veya mal ve sakat bırakma hadiselerine
karşılığı kullanılan terim. Diyet göre farklı diyet ödenmesini
insanlık tarihinin en eski dö­ hükme bağlamıştır.
nemlerinden başlayarak var
dokuz felek a. Dünyanm çevresini
olan ve uygulanan bir olgudur.
saran gökler. Eski ve tasavvuf
Özellikle İslâmiyet öncesinde
inancına göre bunların sayısı
kabileler arasmda baş gösteren
dokuz olarak kabul edilmiştir.
öldürme hadiselerinde mağdur
İlk yedi gökte yedi seyyare bu­
tarafa diyet ödeme genellikle
lunmaktadır. Sekizinci gök burç­
mal karşılığı olmakta, mal için
lar âlemi olup dokuzuncu gök,
de ölçü deve kabul edilmekteydi.
“felek-i atlas” (.bk. bu madde)da
İslâm hukukunda ise Kur'ân-ı
denilen sonsuz âlemdir. Aym
Kerîm kaynak ahnarak kısastan
zamanda bunlarm hepsine Al­
diyete geçilmesi benimsenmeye
lah’ın yaratıcı kudretini ifade
başlanmıştır. Nitekim “Bakara
eden “akl-ı küll” (bk. bu madde)
suresi” (2 /178) ndeki bir ayette,
ve “nefs-i küll” (bk. bu madde)
“Ancak kim (din) kardeşi tarafın­
terimleri de kullanılmaktadır.
dan affedilirse o zaman ma’rûfa
(ölçüye) uymak, güzel ve tam ola­ domuz a. İslâm dinînin yenmesini
rak ödeme yapmak gerekir.” sözü yasak kıldığı hayvan. İnsanı
bunun en açık belgesidir. Ayrıca maddî ve manevî pisliklerden ve
yine Kur'ân-ı Kerîm'deki bir zararh maddelerden korumak
ayette (Nisâ suresi, 4 / 92) için birtakım kurallar ve yasak­
“hatâen adam öldürme” sözü lar koyan İslâm dinînin bu ko­
geçmektedir. Bu durumda mü­ nudaki temel kaynağı Kur’ân-ı
minin bir esir azat etmesi ve Kerîm'dir. Kaynak almarak kı­
ölenin varislerine teslim edile­ sastan diyete geçilmesi benim­
cek bir diyet vermesi, eğer öldü­ senmeye başlanmıştır. Nitekim
rülen düşman bir kavimden ise “Bakara suresi” (2 t 178),
öldürenin mümin bir esir azat “Mâ'ide suresi” (5 / 3), “En'âm
etmesi ifade edilmektedir. Ha­ suresi” (6 / 145), “Nahl suresi”
dislerde ise bu konuda oldukça (14 /115) nde domuzdan pis ola­
ayrıntı söz konusudur. Diyet için rak söz edilmiş ve yenmesi ha­
yüz deve, alün, gümüş, sığır, ko­ ram kılınmıştır. İlâhî dinlerden
yun, kıymetli mallar verilmesine Yahudilikte de bu hayvanm eti
yine haram kılınırken (Tevrat,
dönme 184

“Levüüer” 11 / 7, “Tesniye” 14 / ibadet biçimi olarak terim nite­


8) Hristiyanlıkta bu konuda açık liği kazanmıştır. Duanın teme­
bir hüküm söz konusu değildir. linde Allah ile kul arasındaki ile­
Domuzun haram kılınmasının tişim, diyalog ve bağlılık yat­
en belirgin sebebi olarak bu maktadır. İslâmî inançta dua, en
hayvanın birçok hastalığın in­ temel yakarışların başında gel­
sana geçmesine vesile olduğu, mektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de
özellikle onda kolesterin, yağ yirmi ayette geçen bu söz, Al­
asitleri, kükürt, histamin, trişin lah’a bağlılık, yakarma, seslen­
hastahğı, domuz şeridi, domuz me, ibadet etme, yardıma ça­
vebası, kuduz, şarbon, ruam, ğırma, O’nun birliğini zikretme
şap, tüberkiloz gibi pek çok has- anlamlarmda ağırlık kazanmak­
talığm taşıyıcısı olduğu tıp dün- tadır. Nitekin yüce Allah,
yasmca kabul edilmiş durum­ Kur'ân-ı Kerîm’de “Mü'min
dadır. suresi” (40 /60) nde mealen
“Bana du'â edin, size icabet ede­
dönme a. Din değiştirmiş, özellikle
yim. Çünkü bana ibadetten bü­
Müslüman olmuş kimse. Bu söz,
yüklük taslayanlari hor ve hakir
daha çok OsmanlI devleti tebaa-
cehenneme gideceklerdir” de­
smdan olup dinî ve siyasî faali­
mektedir. Öte yanda, Hz. Pey-
yetlerini ve ideallerini uygula­
gamber’in “Duâ ibadetin özü­
yabilmek için İslâmiyeti kabul
dür.” (Tırmizî, “Da'avât”) sözü
etmiş bir Yahudî veya cemaati
bu terimin İslâm inancında ne
için yakıştırılmış bir sözdür.
kadar önem taşıdığmı açıkça
Bunlara “avdeti” terimi yanmda
ifade etmektedir. Buharî ise
liderleri Sabatay Sevi’nin adın­
“du'â”nın faziletini kitabmda
dan dolayı “Sabataistler” de
“Kitâbu’t-Da'avât” ( Sahîh-i
denilmiştir.
Buhârî ve Tercemesi, C. 13, s.
dört halife a. bk. hulefâ-yı Râşidîn 6241- C. 14, s. 6352) bölümünde
dört seçkin dost a. bk. hulefâ-yı Hz. Peygamber’in hadislerine
Râşidîn dayanarak ayrıntılı bir biçimde
ele almıştır. Ayrıca bu söz, İslâ­
dört unsur a. bk. anâsır-ı erba'a mî kaynaklarda namaz ile bir­
du'â a. (Uj) [Ar.] (ç. b. ed'iye) Söz­ likte düşünülmüş; namazın
lük anlamı “Seslenmek, çağır­ Arapçadaki adı olan “salât” sö­
mak, istemek.” olan bu söz, mü­ zünün asıl anlamının duâ oldu­
minin bütün benliği ile Allah’a ğu ifade edilerek dinin temel
yönelerek O’ndan dilek ve istek­ unsurlarının başmda gösteril­
te bulunmak amacıyla yapılan miştir. Duanın yapılmasmda şu
185 duhâ namazı

hususlara dikkat çekilmiştir: du'âcı s. (^Lj) 1. Dua eden; biri­


Dua, gizlice ve alçak sesle ya­ nin iyiliği, sağlığı ve geleceği için
pılmalı, mübarek yerler ve va­ Allah’a niyazda bulunan kimse.
kitler seçilmeli, kıbleye yönele­ 2. Dinî veya millî bir törende
rek ve Allah’ın adıyla başlana­ konuşması düzgün ve basma ka­
rak ve de günahlara pişmanlık lıp duaları bilir kimse.
duyulduğunu ifade ederek ya­
du'â-gû s. G$ ^Lj) [< Ar. du’â + F.
pılmalı, onun kabul edileceğine
gû] Dua eden, Allah’a yalvaran
inanılarak ısrarla ve devamlı
(kimse).
yapılarak alışkanlık hâline geti­
rilmeli, bir de Allah’a hamd ü du'â-gûyî s. (^ Lj) [< Ar. du’â +
sena edilmeli, Hz. Peygambere F. gûy + Ar~ 0 Duacı.
salât ü selâm getirümelidir. du'â-hân s. (jI^Lj) [< Ar.du’â + F.
Buharî, “Fatiha Suresi”nin, hân] Dua okumasmı bilen, dua
dünyada başka hiçbir dinde eşi okuyucu.
ve benzeri olmayan en kapsamlı
dua olduğunu belirterek bunun du'â-hânî a. (^I>Lj) [< Ar.du’â +
dışmda kitabınm “Kitâbu’t- F. hân + Ar. i] Dua okuyucu.
Da'avât” bölümünü Kur'ân-ı du'ât s. (olcj) [ Ar.dâ'Vnin ç. b.] Dua
Kerîmden, aldığı en çok okun­ edenler, Allah’a yakarışta bulu­
ması gereken dualar ile tamam­ nanlar.
lar” (Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi,
C. 14, s. 6350-6352). Bunlardan dübet a. bk. rubâ'î
en çok bilineni ve namazlarda duhâ namazı a. Güneşin doğu­
okunanı ise şudur: “Sübhâne şundan 5 derece (bir mızrak bo­
Rabbike Rabbi’l-izzeti amma yu) yükselmesinden veya 45-50
yesifun ve selâmun ale’l- dakika geçmesinden sonra “ze­
murselîn ve’l-hamdü lillahi val vakti” (öğle zamanı) ne ka­
Rabbi’l-âlemîn.” (Galebe sahibi dar geçen süreye “duhâ” (kuş­
olan Rabbin onların isnat etmek­ luk) vakti, bu vakit içinde kılına­
te oldukları vasıflardan münez­ cak namaza da “duhâ namazı”
zehtir. Göderilen bütün peygam­ denilmektedir. Bu namazm bir
berlere selâm ve âlemlerin Rabbi adı da “kuşluk namazı” (bk. bu
olan Allah’a hamd olsun.) madde) dır. Bu namaz için en az
iki, en çok on iki rekat namaz kı-
§ tam. du'â-yı hayr a. (^
İmması mendub sayılmış; ancak
^Lj) Hayırlı dua.
sekiz rekat kılmması faziletli
du'â-yı müstecâb a. (uLiuto olarak nitelenmiştir, bk. Sahîh-i
^Lj) Kabul edilen dua.
Duhâ suresi 186

Buhârî ve Tercemesi, C. 3, s. Duhân suresi a. (^j^ jLj) [<


1118-1121). Ar.“Sûretü’d-Duhân”(j\^J\ ij^)]
Kur’ân-ı Kerîm’in kırk dördün­
Duhâ suresi a. (^j^ ^->,^1 [<
Ar. “Sûretü’d-Duhâ’^js^ll sj^)] cü, iniş sırasına göre altmış dör­
Kur’ân-ı Kerîm’in doksan düncü suresi olup “Zuhruf su­
resi” (43)nden sonra ve “Câsiye
üçüncü, iniş sırasına göre on bi­
rinci suresi olup “Fecr suresi” suresi” (45)nden önce Mekke
(89)nden sonra ve “İnşirâh su­ döneminde nazil olmuştur. Adı­
nı onuncu âyette geçen “duhân”
resi” (94)nden önce Mekke’de
nazil olmuştur. Admı birinci sözünden almıştır. Gökyüzün­
âyette geçen ve “kuşluk vakti” den gelip insanlarm üzerine bir
azap gibi çökeceği duhân (du-
anlamına gelen “duhâ” kelime­
sinden alan bu sure, on bir ayet­ man)dan söz edilmesi kıyamet
alâmeti olarak yorumlanmıştır.
ten oluşmaktadır. Sure, İslâm
güneşinin yükselişini sembolize Konusu ise Kur’ân’a ve Hz. Pey-
ederek küfür ve şirk döneminin gamber’e inanmanm önemi ve
fazileti, inanmayanlann ise hem
sona ermeye başladığını ifade
ile başlar. Allah’m, müşriklerin dünyada hem de ahirette uğra­
söylediği gibi Hz. Peygamber’i yacağı cezalar ve azaplar şek­
linde ifade edilmektedir. Bunun
unutmadığı (çünkü müşrikler
uzun zamandır vahy gelmediği fazileti, “Kim Duhân suresini
için Allah, Muhammedi terk et­ okursa sabaha kadar yetmiş bin
ti, diye söylenti çıkarmıştı. Bu melek kendisi için istiğfarda bu­
sure de bunun üzerine nazil ol­ lunur.” ve “Kim Cuma gecesi
Duhân suresini okursa günahları
muştu.) ve O’nun daha da başa-
bağışlanır.” mealindeki hadis­
rıh ve sonunun hayırlı olacağı
üzerinde durulan bu sure, Mek­ lerde belirtilmiştir. Hz. Peygam­
ke döneminde nazil olmuştur. ber’in “Duhân suresi”nin tefsiri
Bunun fazileti, “Kim Duhâ sure­ için bk. Sahîh-i Buhârî ve
sini okursa Allah onu Muham- Tercemesi, C. 10, s. 4741-4749.
med’in şefaatine nâil olan kulla­ dü âlem a. tas. “İki âlem” anlamm­
rından sayacağı” mealindeki ha­ da olup bu dünya ve âhiret ha-
diste belirtilmiştir. Hz. Peygam­ yatmı ifade eder.
ber’in “Duhâ suresi”nin tefsiri dü kevn a. dü âlem
için bk. Sahîh-i Buhârî, C. 11, s. dünyâ a. (Lûj) [Ar.] Yaşanılan ha­
5000-5002. yat, âhiret hayatına göre ya-
187 dürzîlik

şanmakta olan yer; “âhiret” sindeki kimseler) ve vezirleri


karşıtı. tanımak. 4. Yedi esası bilmek ve
gereğini uygulamak. Yedi esas
dünyâ hayatı a. İnsanoğlunun
olarak da şunlar tespit edilmiş­
doğumundan ölümüne kadar
tir: 1. Doğru sözlülük, namazm
süren hayat.
yerine konulan bu ilkeye göre
dürzîlik a. Fatimî devletinin altmcı Dürzîler, kendi dindaşı hakkm-
halifesi Hâkim Biemrillah dö­ da doğru sözlü olmak zorunda­
neminde onun veziri Hamza b. dır. 2. Din kardeşini korumak.
Ali tarafindan Şiîliğin Zekâtm yerine konulmuştur. 3.
İsmailiyye mezhebi içinden çı­ Oruç yerine konulan ilke ise var
kan yeni bir İlâhî din kuruldu­ olmayan birine ibadetten vaz­
ğunu 1 Muharrem 408 / 30 Ma­ geçmek. 4. İblislerden ve azgın­
yıs 1017 tarihinde açıklaması ile lardan uzak durmak olan bu il­
gündeme geldi. Admı bu akımın ke hac yerine konulmuştur. 5.
en güçlü ismi Anuş Tegin ed- Hâkim Biemrillah’ı tek ilâh ola­
Derezî’den alan bu aşırı fırkaya rak tanımak. “Kelime-i şehâ-
göre İslâmî manada bir dine det” (bk. bu madde) e karşılık
bağlanmanm gereksizliği vurgu­ olarak konulan bu esas gizlilik
landı; gerçek İlâhî bilgileri ken­ kuralma riayeti ifade etmekte­
dilerinden öğrenilmesi zarureti dir. 6. Hâkim Biemrillah’ın hü­
ortaya atıldı. Bu hareket bir süre küm ve fiiline rıza göstermek.
Hâkimiyye adıyla anıldıysa da Bu ise cihad karşılığı olarak
sonradan Dürziyye adı altında konmuştur. 7. Her şart ve ko­
yaygınlaştı. Bu mezhebin temel­ numda Hâkim Biemrillah’m
de dört esasa dayandığı kaynak­ hükmüne itaat etmek. Tarihin
larda şöyle açıklanmıştır: 1. Hâ­ seyri içinde dört büyük ailenin
kim Biemrillah’ın ilâh olduğuna bu mezhebi sürdürdüğü ve son
inanmak. 2. Varhğm ilk illeti, dönemlerde 400 000 - 450 000
yaratıhşın aslı olan “emr”i yani Dürzî mensubunun Lübnan, Su­
Hamza b. Ali’yi tanıma. 3. Ham- riye, Filistin ve Ürdün’de yaşa­
za’nın yardımcıları olan hudûd dığı kaynaklarda zikredilmekte­
(Hâkim veya Hamza tarafmdan dir.
tayin edilen peygamber derece­
ren sistem: ebced (j^i), hevvez
e'azze Allahu cüm. (dİ >î) [Ar.]
(^a), huttî (^-), kelemen
Allah onu aziz etsin, kutlu kılsın.
fj^lS}, sa'fes (onit..J, karaşat
e'azz-ı kâ'inât a. (o^K yî) [Ar.] C^ij), sehaz (^0, dazıg-len
(evrenin en saygını) 1. Âdem, in­ 6uk^. Bu düzenin sonuna
sanoğlu. 2. Hz. Muhammed. “Mü'minûn” (23) suresinin 14.
e'azzeka’llahu cüm. (dİ d>l) Allah ayetinin sommda yer alan
seni azizi etsin. “fetebârekallahu ahsenü’l-
hâlikîn” ibaresi eklenmiştir.
ebâbîl ç.a. CkLl) [Ar.; teklik biçimi
yok.] 1. zooL Dağ kırlangıcı, ke­ Sayısal karşılıkları:
çisağan. 2. Kur'ân-ı Kerîm’de elif (I) 1, be U 2, cim ^ 3,
Yemen valisi Ebrehe (Ö1.570?) dal (j) 4, he W 5, vav (j) 6, ze
’nin ordusunu helâk eden kuşlar U 7, ha (c) 8, tı W 9, ye U
(bk. Fîl suresi). 10 kef (J) 20, lam (J) 30, mim
ebbedallah cüm. (dJ) [< Ç) 40, nun (j) 50, sin y 60,
Ar.ebbed Allah] “Allah uzun ayın y 70, fe (J) 80, sad
ömür versin, daim etsin” anla­ (^) 90, kaf (3) 10, rı Q 200,
mmda dua. şm (ji) 300, te (o) 400, se (o)
ebced a. (y.1) [Ar.] Arap alfabesine 500, hı (q) 600, zel (j) 700,
göre harf değerleri ve bu değer­ dad (^) 800, zı (k) 900,
lerin sayısal karşılıklarını göste­ gayın (£) 1000
ebced-hân 190

Farsça harfler: 625) bu ülkede kaldıkları süre


içinde îranlı askerlerin Yemenli
p Ç) 2, ç y 3, j b) 7, ke w
kadınlarla evlenmesi sonucu
20.
doğan etnik ve sosyal topluluğa
ebced-hân s. (ji^ j^i) [< verilen ad. Ebnâ ve San'a yöre­
Ar.ebced + F.hân] Öğreniminin sinde oluşan bu topluluk, Hz.
henüz başında bulunan (kimse). Peygamber’in kendilerine gön­
ebed a. (aJ) [Ar.] Allah’m sıfatı ola­ derdiği “İslâma da'vet” mektu­
rak, “Sonsuz olarak yaşayan, bu olumlu karşılandı ve o dö­
ölümlü olmayan.” biçiminde yo­ nem valileri Bâzân ve Fîrûz ed-
rumlanan bu terim, O’nun Deylemî yönetimlerince İslâmi­
“bakî” ve “dâ'im” sıfatlaryla yet topluca kabul edilmiş olun­
aynı anlamda kullanılmıştır; du. 3. Hadis biliminde, babala-
“ezel” karşıtı. rm iyi yetişmiş oğullarından ve­
ya oğullarm babalanndan riva­
ebedî a. (^1) [< Ar. ebed + î] Ebe­ yet etmiş olduğu hadisler ve
de mensup demek olan bu te­ bunlarm incelenmesi konusu.
rim, “ehl-i sünnet” (bk. bu mad­
de) inancma göre Allah’a nispet § tam. ebnâ-yı âdem a. (^1
edilmektedir. Allah’ın ne baş­ ^tul) İnsanoğlu.
langıcı ne de sonu vardır. Allah,
ebnâ-yı beşer a. (^ ^UJ)
ezelî ve ebedîdir. O’ndan başka
İnsanoğlu, insan.
bu vasfa sahip hiçbir varlık yok­
tur. Öte yanda “âhir, bâkî ve ebnâ-yı dehr a. (^j ^Li)
dâim” sıfatları O’nun ebedî ol­ Dünya adamları, dünya işle­
duğunun delilidir. rine bel bağlayan kimseler.

ebediyyet a. (c«jjI) [Ar.] Sonu ol­ ebnâ-yı zamân a. ^Lj ^Ll)


mayan zaman, zevalsizlik, dai­ Yaşayanlar, hayatta olan in­
milik. sanlar.

ebeveyn a. (j^O [Ar.] bk. ana-baba ebnâ'ü’d-dehâlîz a. (3JL4JI


tul) Terkedilmiş çocuklar,
ebkâ a. (^1) [Ar.] “Verdiği nimetler
anası babası belli olmayan
kalıcı ve sürekli olan.” anlamın­
kimsesiz çocuklar.
da Allah’ın sıfatı. Bu söz,
Kur'ân-ı Kerîm’de “Tâhâ sure­ ebû a. (^f) [Ar.eb sözünün ötreli (ü
si” (20 /131) nde geçmektedir. ile) okunmuş biçimi] “Eb, baba,
ata.” anlammda olan bu söz,
ebnâ ç.a. GLI) [Ar.ibn’in ç. b.] 1.
başka kelime ve terkiplerle bir-
İbnler, oğullar. 2. Yemen’de hâ­
leşerek yeni terimler oluşturur.
kimiyet kuran Sasanîlerin (575 -
191 ebû Müslim Destanı

§ tam. ebu’l-akl a. CMi^ı) namış olan tarihî bir şahsiyettir.


Cebrail için kullanılan bir te­ Halk arasmda da yaygm olan bu
rim. destan-hikâyenin özünde, daima
hakkı ve halkı savunan, zulme
ebu’l-beşer a. (pJljJ) (in­
ve zalimlere karşı çıkan bir kişi­
sanların babası) Hazret-i
lik olarak yaratılan Ebû Müslim-
Âdem.
i Horasanî, Asya’da İran’dan
ebu’l-cinn a. GJljjl) (cinlerin Özbekistan, Türkistan ve Dağıs­
babası) İblis. tan yöresine kadar uzanan bir
coğrafyada tanmmış; fakat asıl
ebu’l-ervâh a- (c^JiD Hz.
Muhammed’in ruhu. şöhretini Anadolu’da hem yiğit
bir kahraman hem de mübarek
ebu’l-feth a. (^lilljjl) Fatih bir şahsiyet olarak kazanmıştır.
Sultan Mehmed’in lâkabı. Bu da destanın Türkler arasmda
ebu’l-kâsım a. (^liil^l) (Ka- daha çok tanmdığını ve tutun­
sım’ın babası) Küçük yaşta duğunu başta yeniçeri teşkilâtı
ölen oğlu Kasım’m adından olmak üzere fütüvvet ocaklarm-
dolayı Hz. Peygamber’e veri­ da, Şiî-Alevî toplumunda, Bekta­
len ad. şî ile ahî zümreleri yanında es­
naf teşkilâtı içinde halk kahvele­
ebu’n-nevm a. (^IjjI) bot. ri ve köy odalannda da okun­
Haşhaş. ması ve anlatılması onun Hz.
ebu’r-rebî a. (^JIjjI) zool. Ali, Hz. Hamza ve öteki din bü­
İbibik, hüdhüd. yüklerinin adları etrafmda olu­
şan destansı hikâyelerin yanın­
ebu’l-vakt a. (cyJljJ) tas.
da önemli bir yere sahip oldu­
Dünyanın ve çağın etkisinde
ğunu göstermektedir. Destanm
kalmayan, kendisini Allah’a
konusu Hz. Ali taraftarları ile
adayan kimse, ibnü’l-vakt
Muaviye’yi savunanlar arasında
karşıtı.
başlayıp Ebû Müslim-i Horasa-
ebû Müslim Destanı a. Dinî- nî’nin olaylar zincirine katılması
destanî halk hikâyesi; Türk ede­ ile genişler. Sonunda zafer Ab-
biyatında Kıssa-i Ebû Müslim basîlerin lehinde sonuçlanır.
ve Ebû Müslim-nâme olarak da Ebû Müslim-i Horasanî’nin ölü­
bilinmektedir. Bu hikâyenin münden sonra da halk arasında
kahramanı Ebû Müslim-i Hora- yayılmaya devam eden destan,
sanî (öl. H. 137 / M. 755), yöne­ halk anlatıcılarınm eklemeleriy­
timin Emevî devletinden Abbasî- le olay örgüsü zenginleştirilerek
lere geçmesinde önemli rol oy­ ve bir kahramanlık öyküsü ola-
ebvâb kitaplan 192

rak bir fetih ve İslâmî kahra­ resi” (6 / 2) nde karşımıza çıkı­


manlık kimliğini kazanmış; yüz­ yor. Bu ayette geçen mealen, “O,
yıllar boyu hem halk arasmda sizi çamurdan yaratan, sonra
dilden dile dolaşmış hem de eceli takdir edendir.” ibaresi,
Türk edebiyatma kaynaklık et­ “ecel” teriminin en belirgin ifa­
miştir. desidir. Bunun yanında Hz. Pey­
gamber’in hadislerinde de bu
ebvâb kitapları a. Hadis bilimin­
terim ile ilgili ifadeler yer al­
de, yalnızca bir konudaki hadis­
maktadır. Bunlar arasmda, “Her
leri bir araya getiren kitaplar.
insanın ecelinin önceden takdir
ecâze lî a. (JjLI) [Ar.] Hadis bili­ edildiği” (Tirmizî, “Tefsir”, 2)
minde, icazet yoluyla alınan bir üzerinde durulur. Ehl-i sünnet
hadisi bir başkasma aktarma işi. olan bilim adamları ve tıp ala-
ecâzenî a. ^Ll) [Ar.] bk. ecâze lî nmda çalışanlar ile Mu'tezile
bilginleri “ecel-i tabiî” (ecel-i
ecel (I) s. (J^î) [< Ar. eceli] “Pek müsemmâ) ve “ecel-i ihtirâmî”
büyük, çelil ve âlî, eşref.” anla­ (ecel-i kazâ) şeklindeki bir ayı­
mmda olan bu söz, başka kelime rımı pek uygun görmemekle be­
ve terkiplerle birleşerek yeni te­ raber bazı mezhepler arasında
rimler oluşturur. ihtilâflar söz konusu olmuştur.
Mu'tezile ve Şi'â ehli insanın iki
§ tam. ecell-i mahlûkât a.
eceli olduğunu savunurken ehl-i
(oljk» jJ) (yaratıkların en
sünnet ise Kur'ân-ı Kerûn’deki
şereflisi) İnsan.
muhkem ayetlere dayanarak in­
ecel (II) a. (JşJ) [< Ar.ecell] Allah sanların tek eceli bulunduğunu,
tarafmdan her yaratılmış için bunun da ölümle gerçekleşece­
önceden takdir edilmiş hayat ğini savunmuşlardır.
süresi, ölüm anı, hayatm sonu,
ölüm. Kur’ân-ı Kerîm’de bu sö­ § tam. ecel-i mev'ûd a. (^
zün çok yönlü anlamları üzerin­ JşJ) Mukadder olan veya
de durulmuş, pek çok ayette bu tabiî olan ölüm.
farkh anlamlar üzerinden me­ ecel-i kazâ a. (La Jş.1) Kaza
sajlar verilmiştir. Bunlarm te­ sebebiyle gelen ölüm.
melinde, Kur'ân-ı Kerîm’de ge­
çen “Allah'ın öne alınamaz ve ge­ ecel-i müsemmâ a. (^^
ri bırakılamaz takdiri.” hükmü J^ı) bk. ecel-i mev'ûd
yatmaktadır. Bunların yanmda eceztu a. (o>l) [Ar.] Hadis bili­
sözünü ettiğimiz bu terim ile ü- minde, bir hocanm kendi hoca­
gili en çarpıcı ayet, “En'âm su­ sından sağlıklı bir biçimde almış
193 edâ sigalan

olduğu hadisleri rivayet edebil­ edâ (I) a. (bl) [Ar.] Sözlük anlamı
mesi için bir başka kimseye izin “Ödeme, görevi yerine getirme,
vermesi. ifa etme.” olan bu söz, dinî ve
hukukî bir görevin usulünce ve
eceztu ehle zemânî a. Ç^Lj JaI
zamanında yerine getirilmesi
c>l) [Ar.] bk. eceztu
olarak terim hâlini almıştır.
ecinni a. (^1) [< Ar.cinn] Cin, cin Kur'ân-ı Kerîm’de bir yerde
taifesinden bir fert. esas anlammda (Bakara suresi,
ecir, -ri a. (^l) [< Ar.ecr] (ç. b. 2 / 178), üç ayette de bu kelime
ucûr, âcâr) Bir iş karşılığmda türemiş biçimleriyle kullanıl­
verilen şey, karşılık, ücret, se­ mıştır. Bu terim, şer’î delillerden
vap. Kur'ân-ı Kerîm’de teklik ve ve bireysel ilişkilerden doğan
çokluk biçimleriyle yüz beş ayet­ borç ve görevlerin yerine geti­
te, bazen mükâfat, bazen de ce­ rilmesi bağlammda fıkıh usulü,
za karşılığmda yer almaktadır. borçlar hukuku, ibadetlerin ye­
Bir ayette ise (Nisa suresi, 4 / rine getirilmesi, şahitlik gibi de­
24) “mehir” (bk. bu madde) kar- ğişik alanlarda kullanılmıştır.
şılığında kullanılmıştır. Hadis­ edâ (II) a. (bl) [Ar.] Kur’ân-ı
lerde de bu terim karşılığı kul­ Kerîm’in tecvit kurallarına göre
lanılan anlamlarla karşılaşıyo­ okunması (bk. kırâ'at, tilâvet).
ruz. Özellikle Allah yolunda ci­
edâ (III) a. (bl) [Ar.] Hz. Peygam-
hat yapmak, namaz kılmak,
ber’in hadislerini usulüne ve as­
Kur’ân okumak, ilimle uğraş­
lına göre rivayet etme. Hadis bi­
mak, çevresine şefkatle yaklaş­
liminde bir hadisi aslına ve usu­
mak ecir ile müjdelenen davra-
lüne göre öğrenmeye “taham­
mşlar arasmda gösterilmiştir.
mül”, onu ezberden veya bir ki­
§ tam. ecr-i misi a. (Ji» ^l) tap usulüne göre rivayet etmeye
huk. Bir malın veya eşyanm de “edâ” terimi kullanılmıştır.
kullanımma ilişkin haklan edâhî a. (^L^l) [Ar. udhiye’nin ç.
para olarak takdiri. b.] bk. udhiyye
ecr-i müsemmâ a. (L^ ^l) edâ sigalan ol Hadis biliminde, bir
huk. Taraflar arasmda belir­ hadisi başkasına rivayet eder­
lenen veya uzlaşılan ücret. ken almış biçimine, tahammül
yoluna uygun olarak kullanılan
ecved s. (j^i) [Ar.] Çok iyi, pek âlâ.
kahp ifadeler. Bu tür ifadeler
§ tam. ecvedü’n-nâs u. (^Ul sıklıkla şöyledir: semi'tu, had-
j^J) (insanların en iyisi) Hz. desenâ, kuri’e aleyh, vecedtu
Muhammed. vb.
edep 194

edep, -bi a. («jl) [Ar.] (ç. b. âdâb) 1. § tam. edeb-i kelâm a. (^


Bir toplumda gelenek ve göre­ ujl) ed. Anlatımda veya edebî
nekler doğrultusunda ortak de­ üslûp içinde sıradan veya
ğerler olarak benimsenmiş iyi bayağı sözlere yer verüme-
davranışlar veya âdâb-ı mesi.
muâşeret kuralları için kullanı­
edebiyat a. (üLjI) [Ar.] Bir milletin,
lan bir terim, terbiye, hüsn-i ah­
bir coğrafyanm, bir dönemin,
lâk. İslâm dini sosyal hayat için­
bir sanat veya estetik ekolün ya­
de “edep” konusuna büyük
rattığı edebî ürünlerin bütünü­
önem vermiştir. Bireyin kendi­
ne verilen ad. Batı dünyasmm
sinden başlayarak aile içi dav­
“literatür” veya “belles letres”
ranışlar, komşu münasebetleri,
terimlerinin karşılığı olarak 18.
dostluklar, iş hayatı ilişkileri,
yüzyılın ikinci yarısından itiba­
sosyal dayanışmalar gibi çok
ren Türkçede kullanılmaya baş­
yönlü bir değerler manzumesini
lanılan bu terim, eski dönemler­
içine alan edep konusunda Hz.
de “şiir ve inşâ” olarak karşıla­
Peygamber de önemli değerlen­
nıyordu.
dirmelerde bulunmuştur. Nite­
kim Buharı, O’nun bu yoldaki edille ç.a. WjI) [ Ar.delîl’in ç. b.] 1.
değerlendirmelerini, öğütlerini, Şer! ve amelî bir hükme götü­
hatta nehy ettiği hususları kita- ren deliller. Buna göre hem dinî
bmm “Kitâbu’l-Edeb” (Sahîh-i hükmün çıkarıldığı aslı, hem de
Buhârî ve Tercemesi, C. 13, s. hükmü elde etmek için kullanı­
5971-6173) başlıkh bölümünde lan yöntem ve ükeler bu terim
ayrmtılarıyla incelemiştir. 2. tas. üe karşılanmıştır. 2. Fıkıh bili­
“Ahlâk, tören, hüküm, şart, saygı, minin dayandığı delilleri topla­
terbiye, nezaket” gibi anlamlara yan kitap.
gelen bu terim, tasavvuf ehlince
§ tam. edille-i akliyye ç.a.
“zâhirî” ve “bâtinî” olarak ikiye
(dk yj) fik. Akla dayanan
ayrılmış, bunlardan da kalp ve
deliller.
ruh dünyasını ifade eden bâtinî
edep ön planda tutulmuştur. edille-i asliyye ç.a. (üUI ûjI)
Sufîler cami adabmdan tuvalet bk edille-i erba'a
adabma kadar çok geniş bir ya­
edille-i erba'a ç.a. (^ji ÜJ)
şayış tarzı adabını uygulamaya
fık. Dört temel unsura dayalı,
koyarken bunları “âdâb ve
yani Kur’an, sünnet, icmâ-ı
usul” ve “âdâb ve erkân” terim­
ümmet (bk. bu madde),
leriyle yaygınlaştırmışlardır.
kıyâs-ı fükahâ (bk. bu mad-
195 efrâd

de) gibi dört unsura bağlı de­ Müslümanm kendisiyle ilgili


liller. yükümlülükleri, emir ve ya­
sakları bilmesi dinin gereği
edille-i şer'iyye ç.a. (uji
olarak yorumlanmaktadır.
yj) fik. Şeriat hükümlerine
dayalı deliller veya kaynak­ efâl-i şer'iyye ç.a. («L^
lar, edile-i erba'a. Jl*îl) Namaz, oruç, ahş veriş,
hibe gibi şerî hükümlere bağ­
edille-i tâliyye ç.a. (UIL üjl)
lı eylemler.
fik. Fıkıh usulünde, ikinci de­
receden deliller olarak nite­ efendi a. 1. Sahip, malik, mevlâ:
lenen ve gelenek, görenek, Evin efendisi. 2. Çelebi,
uygulamalar, eylemler, genel seyyid:“jKqy/ü milletin efendisi­
kurallar, sağlam eserler gibi dir.” (M.Kemal). 3. Ululama sözü
ortak değerlere dayanan de­ olup özellikle okumuşlara, ule­
liller. ma ile yazarlara ve kâtiplere öz­
gü bir unvan, ağa karşıtı: Hoca
ef âl ç.a. (JLdl) [ Ar.fiTin ç. &.] “İş­ efendi. 4. Hâkim, kadı, molla: İs­
ler, eylemler.” anlammdaki bu tanbul efendisi.
söz, başka kelime ve terkiplerle
yeni terimler oluşturur. efendi dâ'îmiz a. Şeyhülislâmlar
için padişahlar tarafmdan kul­
§ tam. efâl-i ibâd ç.a. (jU lanılan söz. bk. şeyhülislâm
Jl*jl) İnsan için iradeye da­
efendi dairesi a. Yeniçeri ocağmda
yanan ve bireye sorumluluk­
resmî yazışmalarm yapıldığı ve
lar yükleyen iş ve eylemler.
maaş defterlerinin tutulduğu da­
efâl-i mükellefin ç.a. (jjâL ire (bk. yeniçeri).
JLûl) “Mükelleflerin yükümlü­
lüklerini yerine getirme.” an­ eflâk a. (dilil) [Ar. felek’in ç. b.]
lammdaki bu söz, insanların Gökler, felekler.
dini bakımdan yükümlülük­
§ tam. eflâk-i seb'a a. (<>JM
lerini yerine getirme yolunda
djül) 1. Yedi gök anlammdaki
davranışları ve bunlarla ilgili
bu terim, Ay, Utarit, Zühre,
hükümleri ifade etmektedir.
Güneş, Merih, Müşteri, Zühal
Hanefî mezhebine bağh bilim
için kullanılmıştır. 2. tas. Ta­
adamlan bu yükümlülükleri
savvuf literatüründe, hayat,
şöyle sıralamışlardır: “farz,
ilim, semi, basar, kudret, ke­
vacip, sünnet, mendûb,
lâm, irade için kullanılmıştır.
mubah, tenzihen mekrûh,
tahrimen mekrûh, haram” efrâd a. (J>i) [Ar.] tas. Hz. Pey­
(bk. bu maddeler). Erişkin bir gamber ve O’nun sünnetine ku-
efrâd ve garâ'ib kitabı 196

sursuz bir şekilde uyarak ferdi­ ehl-i bâdiyye a. (<ujL JaI) Çöl
yet tecellisine erdiği ve şeyhin halkı, bedevi.
gözetimi dışında kendi iradesi
ehl-i bedir a. (j^ >1) Hicre­
ile hareket edebilen ermiş kişi­
tin ikinci yıhnda Müslüman­
ler veya velîler.
larla müşrikler arasında Be­
efrâd ve garâ’ib kitabı a. Hadis dir adh yerleşim bölgesi çev­
biliminde sadece bir hocanın ri­ resinde meydana gelen Bedir
vayet ettiği bütün hadis kitapla- Savaşı’na katılan ashaba ve­
n. rilen ad. Bunlar Bedrî olarak
efsûn a. (j^JI) [Ar.] bk. sihir da adlandırılmış olup 313 kişi
olduğu kaynaklarda zikre­
ehil a. CUI) [< 4r.ehl] (ç. b. ahâlî) dilmektedir. Bunlardan
Sözlük anlamı “Sahip, malik, Kur’ân’da (Âl-i İmrân sure­
mutassarıf’ olan bu söz, değişik si, 3 / 123) ve Hz. Peygam­
kelimelerle terkipler oluştura­ ber’in hadislerinde övgüyle
rak yeni terimler meydana geti­ söz edilmiş, hepsinin cennet
rir. ehli olduğu özellikle hadis­
lerde vurgulanmıştır.
§ tam. ehl-i abâ a. (Ll >1) bk.
âl-i abâ ehl-i beyt d. (cuj >1) “Hane
halkı” anlammdaki bu söz,
ehl-i adi a. (Jjc Jıi)
Hz. Muhammed’in aile fertle­
“Mu'tezile” mensuplarınm
ri ve yakm akrabası, yani to­
“tevhid” sözü ile birlikte
runlar ve damatları için kul­
kendilerine nispet ettikleri
lanılan bir terimdir.
“ehlü’l-adl ve’t-tevhîd” te­
Kur’ân’da bu söz, üç ayette
rimi. bk. mu'tezile
geçmektedir. Birincisi Hz. İb­
ehl-i âhiret a. (o>i JaI) Ölü­ rahim’in ev halkma (Hûd. su­
ler. resi, 11 / 73), İkincisi Hz. Mu-
ehl-i âlem a. ÇJL Jıl) Bu sa’nm ev halkma (Kasas su­
dünyalılar. resi, 28 / 12), üçüncüsü Hz.
Peygamber’in ev halkma
ehl-i arz a. (^jl >1) Şeytan, (Ahzâb suresi, 33 / 33) ait
cin, peri. ayetlerdir. Hz. Peygamber’in
ehl-i ayâl a. (JLc Jıl) Ev hal­ ev halkma yani “ehl-i beyt”e
kı, kadın, aile. kimlerin dahil olacağı tartış­
ma konusu olmuştur. Kimi
ehl-i azâb a Çljc J*l) Ce­
ulema, Peygamber’in ev hal­
hennem ehli, Müslüman ol­
kma sadece hanımları dahil
mayanlar.
197 ehl-i hakk

etmiş; kimileri Peygamber’in ehl-i cihâd a. (jl^ J^D Gazi­


eşleri, çocukları, torunları ler, vakıftan aylık alan kimse­
Haşan ve Hüseyin’i ve dama­ ler.
dı Hz. Ali’yi dahil etmişlerdir;
ehl-i dalâlet a. (obua. Jıi) bk.
Şii uleması ise Peygamber’in
ehl-i bid'at
ev halkına Hz. Peygamber’in
yanı sıra Ali, onun eşi Fatma ehl-i dünyâ a. (LûjJaI) Kendi­
ile Haşan ve Hüseyin’i dahil ni dünya işlerine adamış, ah­
etmişlerdir. reti düşünmeyen kimse.

ehl-i bida' a. ^ Jıl) bk. ehl-i ehvâ a. Cyd >0 İnanç


ehl-i bid'at ve davranışlannı dünya gö­
rüşlerine veya bireysel ter­
ehl-i bid'at a. (oto >1) Hz.
cihlerine göre oluşturanlar
Peygamber döneminden son­
ve dinde mezhep ayrımcılığı
ra ortaya çıkan, Kur’an-ı
yapan kimseler, bk. ehl-i
Kerîm ve Hz. Muhammed’in
bid'at
sünnetine uymayan, Hak yo­
lundan ayrılan ve Müslüman ehl-i firkat a. (dji Jıl) bk.
sayılmayan, dinî bir delile ehl-i bid'at
dayanmayan bazı inanç ve
ehl-i hadîs a. (iuxx Jıl) 1.
davranışları benimseyen,
Hadis öğrenimi veya öğretimi
bunları başkalarma da em­
ile uğraşan, ravîlerin çalışma
poze etmeye çahşan fırkalar,
yöntemlerini bilen ve bu ko­
gruplar veya kimseler, Hari­
nuda söz sahibi olan kimse­
cîler, Şia v.b. “ehl-i sünnet”
ler için kullanılan bir terim.
karşıtı.
2. Hz. Peygamber’in hadisle­
ehl-i hidâyet a. bh Jıl) tas. rine göre amel eden kimse
bk. mübtedi' anlammda bir terim,
ehl-i büyûtât a. (ot^ Jıl) “ashâbu’l-hadîs” (bk. bu
Sâsânîler döneminde ve madde).
Abbâsî devleti içinde meşhur ehl-i hakk a. (,> >1) Gerçe­
kabile mensupları için kulla­ ğe uygun inanç, hüküm ve
nılan terim. düşünceleri benimseyen
ehl-i cehennem a. (^=. Jıl) kimse, Allah’a inananlar, an­
Cehennemlik olanlar. lamında kullanılan bu söz,
sonradan “İslâm, iman ve
ehl-i cehl a. (J^ Jıl) Cahil­ Hak yolunda olan veya kitap
ler. ve sünneti esas alan mezhep-
ehl-i hakikat 198

lere tâbi olan Müslümanlar” ehl-i iffet a. (ok JaI) bk. ehl-i
için kullanılan bir terim nite­ ırz
liği kazanmıştır.
ehl-i idrâk a. (JIjjIJaI) Düşü­
ehl-i hakikat a. (ciu JaI) 1. nürler.
Gerçekleri, doğruları görebi­
ehl-i ilm a. Çk JaI) Bilginler.
lenler. 2. tas. Hakka ulaşma
yolunda hakikat mertebesin­ ehl-i îmân a. (jLJJaI) îman
de bulunanlar. sahipleri, müminler.

ehl-i hâl a. (Jl^ JaI) Vecd sa­ ehl-i isbât a. (oUil JaI) İlâhî
hibi, İlâhî aşka bağlanmış sıfatların Allah’a nispet edil­
kimse. mesini benimseyen kelâm
bilginleri için kullanılan te­
ehl-i hevâ a. (Ij* >1) Sözlük
rim.
anlamı “Zevk ve sefa içinde
gününü geçirenler, nefis arzu­ ehl-i İslâm a. ÇjLl JaI) Müs­
larına uyanlar.” olan bu söz, lümanlar.
“İnançlarını, tutum ve davra­ ehl-i ittikâ a. (l£(>l) Sofu,
nışlarını, Kur’an-ı Kerîm ve aşırı dindar.
Hz. Muhammed’in sünnetine
göre düzenlemeyen ahlâksız ehl-i kâl a. (Jli JaI) tas. İlâhî
kimseler.” için kullanılan bir hakikatlere ulaşamamış, ma­
terim olmuştur. nevî zevkelerden uzak kal­
mış kimse.
ehl-i hey’et a. (oLa JaI) Ast­
ronomi ile uğraşanlar. ehl-i kelâm a. ( ^ JaI) Düz­
gün ve güzel konuşanlar,
ehl-i hıbre a. (»j^i) huk. fasahat sahipleri.
Bir iş hakkında bilgi ve vukuf
sahibi olan, bilirkişi. ehl-i kıble a. (<Li JaI) 1.
İnanç ve itikatlarmı farklı bi­
ehl-i hikmet a. (c^ JaI) Fi­ çimlerde yorumlayan ve uy­
lozof. gulayan ve de değişik mez­
ehl-i hilâf a. (JiL >1) bk. heplere tabi olan Müslüman.
nâsıbe 2. Kâbe’ye yönelerek namaz
kılmanm farz olduğunu ka­
ehl-i hükümet a. (c-AhO
bul eden Müslüman.
Devlet yönetiminde olanlar,
hükümette yer alanlar. ehl-i kitab a. ÇK JaI) 1. “Al­
lah’ın peygamberlerine indir­
ehl-i ırz a. ^ JaI) Namus­
diği kitaplara iman eden.” an-
lu kimseler.
lammda olan bu terim,
199 ehl-i salîb

Kur’an’da dört kitaptan biri­ lenek ve göreneklere göre


ne inananlar (Nisâ suresi, 4 / karşılamakla görevli ulemâ
153; Mâ'ide suresi, 5 / 15); sınıfı dışında kalan memur,
Müslümanlar, Hristiyanlar asker veya ordu mensubu.
ve Yahudîler için kullanılmış­ ehl-i perde a. Gjjj JaI) Na­
tır. 2. İslâmiyet’ten önce
muslu veya iffetli kadınlar.
Hristiyanlar ve Yahudîler
için kullanılmıştır. ehl-i re'y a. (^îj JaI)
İslâmiyetin yayılmasmdan
ehl-i kubbe a. («uî JaI) Hz. sonra 8. yüzyılda ortaya çı­
Peygamberin mescidi veya kan Küfe merkezli fıkıh eko­
çadırı içinde konuk ettiği lüne ve bu ekol içinde hâkim-
kendisini ziyarete gelen kim­ lik yapanlar kimseler.
seler için kullanılan terim.
ehl-i rûm a. Çjj JaI) Anadolu
ehl-i kubûr a. (^A >1) Me­ halkı.
zarlıkta yatanlar, ölüler.
ehl-i sâbıka a. (<1L Jal) İlk
ehl-i mahşer a. (jJ^ JaI) Kı­ Müslümanlar.
yamet günü dirilecek olanlar.
ehl-i sahih a. Qua^ JaI) Ha­
ehl-i ma'rifet a. (^^ JaI) 1. dis biliminde, yalnızca sahih
Hünerli, becerikli kimseler. hadisleri içeren kitap yazmış
2. Hakk’a ulaşma yolunun en kimseler.
son derecesi olan marifet ehl-i salâh a. (^ JaI) Doğ­
mertebesinde bulunanlar. ru ve namuslu kimseler.
ehl-i na'îm a. (^ JaI) Cen­ ehl-i salât a. (o^ Jal) Kâ-
netlikler. be’ye yönelerek namaz kıl-
manm farz olduğuna inanan
ehl-i nâr a. (jü J*l) Cehen­
ve değişik mezheplere bağlı
nem ehli, cehennemlik.
olan kimseler.
ehl-i nazar a. (Jü JaI) bk. na­
ehl-i salîb a. (çuU JaI) “On
zar
birinci yüzyılın sonlarında
ehl-i nihâyet a. (ojL^ J^D tas. Kudüs’ü kurtarma amacıyla
bk. nihâyet Türkleri Anadolu’dan atmak
ehl-i nücûm a. Çjşü J»l) Mü­ ve Orta Doğuyu ele geçirmek
neccimler, astrologlar. için AvrupalIların başlatmış
olduğu siyasî ve askerî hare­
ehl-i örf a. Gj> JaI) Osmanlı kât.” için kullanılan bir te­
devlet teşkilâtında padişah rim, Haçlılar.
adına halkm ihtiyaçlarını ge­
ehl-i suffe 200

ehl-i suffe a. (<i^» >1) İslâ­ Hakk’a ulaşma yolunun ikin­


miyet’in ilk yıllarında Mek­ ci mertebesinde bulunanlar.
ke’de Mescid-i Nebevi civa­
ehl-i tasavvuf a. (J^ JaI)
rında bulunan bir sofada ha­
tas. Bir tarikata bağlananlar
rman, evsiz barksız olup sa­
veya tasavvufla uğraşanlar.
dece ibadetle vakit geçiren
bk. mutasavvıf ve sufi
ilk sahabeler.
ehl-i ta'tîl a. (^ JaI) bk.
ehl-i sülük a. (JjL JaI) tas.
mu'attıla
Bir tarikata girmiş olanlar,
tarikat mensupları. ehl-i tertîb a. (^p> JaI) Beş
vakit namazmı kaçırmadan
ehl-i sünnet a. (ek. JaI) Hz.
düzenli kılan kimse.
Peygamber ile ashabının tut­
tuğu yolu benimseyen, onla- ehl-i teslis a. (iuû Jıl)
nn davranışlarını uygulayan Hrıstiyanlar.
ve Müslümanlara ulaştıran ehl-i tevhîd a. (^s^ J*0 Al­
din bilginleri lah’m birliğine inananlar,
ehl-i sünnet ve’l-cemâ'at a Müslümanlar veya gerçek
(oıluJi j olu, Jai) bk. ehl-i tevhidin kendi inanç sistem­
sünnet leri içinde temsil edildiğini
savunan “ehl-i sünnet” (bk.
ehl-i şerî'at a. (o*^ Jıl) 1.
bu madde) taraftarları için
Şeri’at mensupları. 2. tas.
kullanılan bir terim.
Hakk’a ulaşma yolunun ilk
mertebesinde bulunanlar. ehl-i ukûbet a. (ou>c Jj»O
huk. Cezaî ehliyeti olanlar, bi­
ehl-i Şî'a a. (<ıui >l) Hz.
linci yerinde olan kimseler.
Ali’nin mezhebine bağh olan
kimseler. ehl-i va'd a. (jcj JaI)
“Mu'tezile” (bk. bu madde)
ehl-i tabâ'i' a. (^LL JaI) bk.
ve “Havâric” (bk. bu madde)
tahâ'i'iyyûn
mensuplarmm aksine günah
ehl-i takvâ a. (^^ J*l) tas. işlemiş bulunan bir mümin
Takva sahipleri. için iyimser bir yaklaşım
içinde olan “Mürci'e” (bk. bu
ehl-i tarîk a. (j4> >1) tas.
madde) grupları için kullan­
Bir tarikate mensup olan, sa-
dıkları terim, bk. ashâbu’l-
lik.
va'd
ehl-i tarîkat a. (ci> J*l) tas.
ehl-i va'îd a. Gut, Jul) Büyük
1. Tarikat mensupları. 2. tas.
günah işleyen bir mümin için
201 ehille

kötümser bir hüküm öngören ehlüT-farz a. (^>11 JaI) fik.


“Mu'tezile” (bk. bu madde) Birinci dereceden varisler.
ve “Havâric” (bk. bu madde)
ehlüT-hâl veT-akd a. (kil j
mensupları için kullanılan
JLJI JaI) Devlet başkanmı
kelâm terimi, bk. va'd ve
seçmek veya azletmek yetki­
va'îd, ashâbu’l- va'îd
sine sahip olan heyet, anla-
ehl-i vezâ'if a. (Jilly JaI) mmda fıkıh terimi. Bu terim,
huk. Bir vakfm gelirinden Şia ile ehl-i sünnet arasında
maaş ve ücret alan kimseler. imamet, halifenin iş başına
ehl-i vukûf a. (Jjîj JaI) huk. getiriliş yöntemi ve meşru
Bilirkişi, eşanlamlısı, “ehl-i yönetim konularmdaki tar-
hibre” (bk. bu madde). tışmalann alevlendiği dö­
nemde kullanılmaya baş­
ehl-i vasat a. (k^ JjI) tas. lanmıştır.
Tasavvuf inancma göre,
sülûke yeni başlayan ehlüT-kisâ a. (L£ll JaI) bk.
“mübtedi'” (bk. bu madde) ehl-i beyt
ile sona gelen “müntehi, ehlüT-mağfîre a. G>kJI >1)
nihâyet” (bk. bu maddeler) Mağfiret ehli, bağışlama sa­
arasmda bulunan salikler. hibi anlamında Allah’m sıfatı
ehl-i vuslat a. (oUj >1) tas. olarak nitelenen bir terim.
Tasavvuf inancma göre, ehlü’t-takvâ a. (^1 J»l) bk.
sülûkun sonu anlamında ehl-i takva
kullanılan terim, bk. nihâyet
ehlü’s-suffe a. (<kJI JaI) bk.
ehl-i vücûd a. (jjşj JaI) İn­ ehl-i suffe
sanlar.
ehlü’t -tabâ'i a. (jiLüJl JaI)
ehl-i zimmet a. (c«j >1)
bk. tabâi"iyyûn
Müslüman bir ülkede yaşa­
yan, vergi veren ve korunan ehlü’l-va'd a. Ujll >1) bk.
gayrimüslim halk. ashâbu’l- va'd

ehlü’l-adl ve’t-tevhîd a. ehlü’z-zikr a. (/ili >1) bk.


(j^yJI j Jjt JaI) “Mu'tezile” ehl-i kitâb
mensuplarınm “tevhîd” sözü
ehl ü iyal a. (JL j JaI) Aile,
ile birlikte kendilerine nispet
familya, çoluk çocuk.
ettikleri terim, bk. mu'tezile
ehille ç.a. (<Ui) [Ar.hilâl’in ç. b.]
ehlüT-bida' a. (^Jl >1) bk.
Hilâller, yeni aylar, hilâl şeklin­
ehl-i bid'at
de olan şeyler.
ehlen 202

ehlen e. 6ui) [Ar.] Hoş geldiniz. birleşerek yeni terimler oluştu­


rur.
ehlen ve sehlen e. 61+- j ^ü>Ö [Ar.]
Hoş geldin, merhaba, nasılsm. § tam. e'imme-i erba'a ç.a.
ehl-i beyt-nâme a. («uL Olu >1) [< («üujl Ucl) Dört büyük imam
Ar. ehl-i beyt + F.nâme] tas. ed. ve fıkıh bilgini: Ebu Hanife,
Tasavvufî edebiyatta mutasavvıf Ahmed b.İdris eş-Şafl’î, Malik
şairlerin “ehl-i beyt” (bk. bu b. Enes ve Ahmed b. Hambel.
madde) sevgisini ve faziletlerini e'imme-i hamse ç.a. (^
şiirleştiren eserler için kullan­ ^tl) Hadis biliminde çok ta-
dıkları terim. nmmış beş hadis mecmuası-
ehliyet a. (cubl) [< Ar.ehliyyet] nm yazarları, Buhârî (öl. 256
Bireyin dinî ve hukukî hüküm­ / 869), Müslim (öl. 216 / 831),
lere ve yükümlülüklere uyma Ebû Dâvûd (öl. 275 / 888),
çağma geldiği anlamında bir fı­ Nesâ'î (öl. 303 / 915), Tirmizî
(öl. 279 / 892) için kullanılan
kıh terimi.
terim.
ehliyetname a. (<uL ojUI) [< Ar.
e'imme-i isnâ-aşer ç.a. (^
ehliyyet + F. nâme] bk.
^1 L^l) Şiflerde Hz. Ali’den
icâzetnâme
başlayan ve Mehdî ile son bu­
ehlullah a. («ili JaI) [< Ar.ehl + lan on iki imam.
Allah] Velî, evliya.
e'imme-i selâse ç.a. (^
ehrâm (I) ç.a. ÇIjaI) [Ar.herem Utl) “Üç imam” anlamında
(piramit) ’in ç. b.] Kahire’de bu­ kullanılan bu terim, İmam
lunan eski kral mabetleri, pira­ Ebu Hanife ile öğrencileri
mitler. Ebû Yûsuf ve Muhammed
için kullanılmıştır.
ehrâm (II) a. ÇJ>sJ) bk. ihram
e'imme-i sitte ç.a. (^
ehrâmen (jJ^aI) bk. ehrimen
Uttl) Hadis biliminde
ehremen a. (*>>»1) [F.] 1. Zerdüşt “kütübü sitte” (altı kitap)
dini temelindeki iki kuvvetten denilen çok tanınmış altı ha­
biri olup şer ve karanlık ifade dis mecmuasmm yazarları,
ederdi. 2. İslâmiyetten sonra Buhârî (öl. 256 / 869), Müslim
şeytana verilen ad. (öl. 216 / 831), Ebû Dâvûd (öl.
275 / 888), Nesâ'î (öl. 303 /
e'imme ç.a. (wl) [Ar.imâmTn ç. b.]
915), Tirmizî (öl. 279 / 892),
“İmamlar.” anlammda olan bu
İbn Mâce (öl. 273 / 886) için
söz, başka kelime ve terkiplerle
kullanılmıştır.
203 El-hamd suresi

ekânîm-i selâse a. (^ ^ül) bk. elestü cüm. (oJl) [Ar.] “Değil miy­
akânîm-i selâse di?” anlammda Allah’m kulları­
na hitaben söylediği söz.
Ekberiyye a. (^1) [Ar.] Muh-
yiddin İbnü’l-Arabî’ye nisbet elestü bi-rabbiküm cüm. (^^
edilen tasavvufî ve fikrî hareke­ oJl) “Ben sizin rabbiniz değil
te verilen ad. Bizzat kendisi ta­ miyim?” anlamında Allah’m sö­
rafindan oluşturulmamış, ma­ zü.
nevî oğlu Sadreddin-i Konevî el-fâtiha a. (^lill) [Ar.] 1. Ölenlerin
onun irşat postuna oturmuş ve ruhuna fatiha. 2. Kur’ân-ı
fikirlerini yaymış olduğu, hatta Kerîm’in “Fâtiha suresi”ni
onun eserlerinin bu yolla yayıl­ okuma sözü.
dığı kaynaklarda ifade edilmek­
elfâz-ı küfür a. (>$ killi) [Ar.] Hz.
tedir. Buna karşm bazı muta­
Peygamber’in Allah’tan getirdiği
savvıf ehli böyle bir tarikatin
vahyleri ve bunlardan çıkan di­
bulunmadığı, ancak onun yolu
nî hükümleri inkâr eden sözleri
tarikatler üstü bir irfan ve irşat
ifade eden bir terim. Kur’ân-ı
yolu olduğunu savunmuşlardır.
Kerîm’de bu söz aynen geçme­
ekmel s. (JZI) [< Ar.kemâl] “En mekle birlikte buna yalan
olgun, daha mükemmel” anla- “kelimetü’l-küfr” (Tevbe sure­
mmdaki bu söz, “ekmel-i si, 9 / 74) ibaresi geçmektedir.
mahlûkât” (yaratıkların en mü­ Bu ifadelerden Müslüman bir
kemmeli) teriminde geçer. kimsenin küfür kelimesini söy­
lemesi ile kâfir oldukları açıkça
§ tam. ekmel-i mahlûkât a. dile getirilmiştir.
(oüjLLo J^l) (yaradılmışların
el-hâc a. (^LJI) [< Ar.el + hâc] Hacı,
en mükemmeli) tas. İnsan.
hac vazifesini yerine getirmiş
ekrem s. ÇjSl) [< Ar.kerem] “En kimse.
çok ikram sahibi” anlammda Al­
el-hak zf. (jJi) [< Ar.el + hakk]
lah’ın sıfatlarmdan olan bir söz.
Doğrusu, hakikaten, bihakkın.
Kur'ân-ı Kerîm’de “Alak sure­
si” (96 / 3) nde geçmektedir. elham a. ÇJI) [< Ar.el-hamdu li’-
lâhi] Kur’ân-ı Kerîm’in ilk su­
elest a. (oJi) [Ar.] “Değil miyim?” resi olan “Fatiha suresi”nin kı­
anlammda Allah’ın kullarına hi­ saltılmış biçimi, bk. Fatiha su­
taben söylediği söz (bk. kâl ü be­ resi
lâ ve bezm-i elest).
elhamd a. (j»ll) bk. elham
elest günü a. bk. bezm-i elest
El-hamd suresi a. ( ^ öj^ j^i)
elest mestliği a. bk. bezm-i elest bk. Fatiha suresi
el-hamdülillah 204

el-hamdülülah cüm. (JJIauJI) [ < kendi adlarıyla okunan harfler


Ar. el + hamd + -li + Allah] 1. (bk. hurûf-ı mukatta’a).
“Allah’a şükür, Cenab-ı Hakka
elif lâm râ a. (jl) [Ar.] Kur’ân-ı
şükürler olsun, Allah’a hamd ol­
Kerîm’de beş sure (“Yûnus su­
sun.” anlamında bir dua sözü. 2.
resi” (10); “Hûd suresi” (11);
bk. Fatiha suresi’nin bir başka
“Yûsuf suresi” (12); “İbrâhim
adı. bk Fatiha suresi
suresi” (14); “Hicir suresi”
el-hamdülillahi Rabbi’l-Âlemîn (15)nin başmda bulunan ve
cüm. (jJbdl ^^ dil a«JI) bk. Fa­ kendi adlarıyla okunan harfler
tiha suresi (bk. hurûf-ı mukatta’a).
el-hükmülillah cüm. (dİ ^1) [< elif-nâme a. (<.l<iiı) i< Ar.elf +
Ar.el + hükm + -li + Allah] “Hü­ F.nâme] tas. ed. Tasavvuf! ede­
küm veya takdir Allah’ındır.” an­ biyatta mutasavvıf şairlerin Al­
lamında bir söz. Bu terim, lah’m varlığı, birliği, Allah’a ya­
Kur'ân-ı Kerîm’de yirmi üç karma konulannı şiirleştiren
ayette geçmektedir. Nitekim eserler için kullandıklan terim.
Kur'ân’ın ilk suresi olan “Fati­
ellez a. (^Jl) [Ar.] İlyas, Hızır İlyas.
ha”, besmeleden sonra bu söz
ile başlamaktadır. elli dört farz a. İslâmî inançta dav­
ranış bilgisi çerçevesinde değer­
elif lâm mim a. (JO [Ar.] Kur’ân-ı
lendirilen ve her biri farz niteli­
Kerîm’de altı sure (“Bakara su­
ğinde olan İnsanî yükümlülük­
resi” (2); “Âl-i İmrân suresi”
ler. bk. ilmihâl
(3); “Ankebût suresi” (29);
“Rûm suresi” (30); “Lokman el-mücâvir bi-Haremullah a. (dil
suresi” (31); “Secde suresi” t^ jLJI) [Ar.] bk. mücâvir
(32)nin başında bulunan ve el-mücâvir bi-Mekke a.(<L jjLUl)
kendi adlarıyla okunan harfler [Ar.] bk. mücâvir
(bk. hurûf-ı mukatta’a).
emân a. (jLÎ) [< Ar. emn] Bir İs­
elif lâm mim râ a. C>JI) [Ar.] lâm ülkesine girmek veya İslâm
Kur’ân-ı Kerîm’de “Ra'd sure­ ordusuna teslim olmak isteyen
si” (13)nin başmda bulunan ve bir gayrimüslime can ve mal
kendi adlarıyla okunan harfler güvencesi sağlayan taahhüdü
(bk. hurûf-ı mukatta’a). veya akit belgesi. İslâm’ın yayıl­
elif lâm mim sad a. (j^JI) [Ar.] dığı dönemlerde Müslüman or­
Kur’ân-ı Kerîm’de “A'râf sure­ duların kendiliğinden teslim
si” (7)nin başında bulunan ve olan dümanlara canlarmın, mal-
larmm, ibadethanelerinin gü-
205 emr-bi’l-ma'rûf ve nehy ani’l-münker

vence altında olduğuna dair eme a. (<J) [Ar.] Kadm köleler için
“emân-nâme”ler verildiği kay­ kullanılan bir terim, bk. câriye
naklarda zikredilmektedir.
emin a. (j^l) [< Ar.emn] 1. Sözlük­
emânet (I) a. (cûLÎ) [< Ar.emn] te “Kendisine emniyet olunabilen,
Kendisine güvenilen bir kimseye sözünde duran, başkalarından
göz kulak olması, koruması ve korkmayan kimse.” olarak ta­
saklaması amacıyla geçici olarak nımlanan bu söz, Hz. Peygam­
bırakılan şey. Bu anlamıyla ber’e İslâmiyetten önce kendi
Kur’ân-ı Kerîm’de iki ayette kabilesi içinde verilen bir sıfattır
(Bakara suresi, 2 / 283; Nisa ve “Muhammedü’l-emîn” ola­
suresi, 4 / 58) teklik biçimiyle rak adlandırılmıştır. Bu sıfat,
kullanılmış; pek çok yerde de İslâmiyetten sonra hem Kur’ân-
türevleriyle ifade edilmiştir. Ay­ ı Kerîm’de hem de yakın çevre­
nı anlamda bu söz, hadislerde sinde sadece O’nun için kulla­
de zikredilmiştir. İslâm inancma nılmıştır. 2. Kur’ân-ı Kerîm’in
ve Kur’ân-ı Kerîm (Nisâ suresi, ayetlerini Hz. Peygambere vahiy
4 / 58) deki hükümlere göre bu yoluyla ulaştırmakla görevli
terim, en geniş manasıyla “ada­ Cebrâ'il’e de İslâmî literatürde
let” kavramıyla birlikte değer­ “Rûhu’l-emîn” (bk. bu madde)
lendirilmiş ve “vedî'a” olarak da adı verümiştir.
nitelendirilmiştir. İslâm bilgin­
leri, özellikle devlet adamlannm § tam. emîn-i beytü’l-mâl a.
hem emanet ehli hem de adalet (JUl cuj j^l) Devlet hâzinesi
ehli olmaları üzerinde durmuş­ işlerine bakan görevli, maliye
lar; emanet ehli olmalarını, ül­ nazırı, defterdar, malmüdü­
kenin ve devletin imkânlarını rü.
halka hakça sunmaları olarak emîn-i vahy a. (^j j^i) Hz.
izah etmişlerdir. Muhammed.
emânet (II) a. (osU) [< Ar.emn] Bu emir, -mri a. (^l) [< Ar. emr] (ç. b.
terim, peygamberlerin sıfatla- evâmir) fık. Sözlük anlamı “Bu­
rmdan biri olup Allah’tan aldığı yurma, buyruk, isteme, ferman.”
vahiyleri aynen insanlara tebliğ olarak verilen bu söz, fikıhta
etmekle görevli güvenilir kimse­ “Yapılması kesinlikle zarurî olan
ler için kullanılmıştır. Onlar iş veya davranış.” biçiminde te-
için genel ve yaygm kanaat şu­ rimleşmiştir; “nehy” (bk. bu
dur: “Onlar İlâhî emirleri ne de­ madde) karşıtı.
ğiştirmişler ne de bir şey eklemiş­
lerdir; onlarda hiçbir şekilde iha­ § tam. emr-bi’l-ma'rûf ve
net ve hıyanet bulunmaz.” nehy ani’l-münker a. (>UI
emr-i İlâhî 206

^ c#^ j m^j*4 Jj j«0 !■• İnsan­ minde ordu kumandanlarma


ları dinin buyrukları doğrul­ “emîrü’l-ceyş, emîrü’l-cünd”
tusunda yetiştirme, yönlen­ gibi ibarelerin kullanıldığı bi­
dirme ve kötülüklerden uzak­ linmektedir. Emevîler ve Abba-
laştırma anlamında kelâm sîler döneminde emirlerin görev
terimi. 2. İslâmî inanç ve fır­ alanları genişlemiş ve idari ve
kalardan biri olan malî konularda yetkileri arttı­
“Mu'tezile” (Kader inancını rılmıştı. Bu unvanm Selçuklular,
inkâr eden Hak dininden bir Eyyûbîler ve Memlükler döne­
fırka) fırkasmın beş inanç minde de kullanıldığı kaynak­
üzerine kurduğu ilkelerinden larda görülmektedir.
birini ifade eden terim.
§ tam. emîrü’l-hacc a. ^Jl
emr-i ilâM a. (^l^i) 1. Al­ j^l) Haccın kurallarma uy­
lah’m emri. 2. mec. Ölüm gun ve güvenli bir biçimde
emr-i Hakle a. (j^ ^1) mec. yerine getirilmesini sağlamak
Ölüm amacıyla görevlendirilmiş
kimse, bk. hac emîri
emr-i kün a. Q£ ^.l) Evrenin
yaratılış anmda Allah’m ver­ emîrü’l-mü'minîn a. (jjiyJl
diği “kün” (ol!) emri. jaJ) İlk defa Hz. Muham-
med’in halifesi Hz. Ömer’e
emr-i münîf-i vâcibü’l-ittibâ
verilen unvan. Bu unvan on­
a. (Lîi uş.1 j cU. jJ) (Herke­
dan sonra gelen devlet baş-
sin uymakla yükümlü olduğu
kanları için de kullanılmıştır.
hayırlı buyruk) Padişah buy­
ruğu. emîrü’l-mü'minîn fi’l-
emr-i şer'in a. (jc.^ ^>1) Şe­ hadîs a. (^MdâJ l^î ^lajJ Ijxo I)
riat buyruğuna uyma. Yaşadığı dönemde hadis bil­
ginleri arasında en yetenekli,
emir a. (j^l) [< Ar.emr] (ç. b. en bilgili ve bu sahada derin
ümerâ) 1. Bir ülkenin başı, bey, vukufa sahip kimselere veri­
reis. 2. Kumandan, vali veya bey len unvan, eşanlamlısı
yerine kullanılan bir terim. “hâfız” (bk. bu madde).
Kur’ân-ı Kerîm’de sadece bir
yerde (Nisâ suresi, 4 / 59) emîrü’l-ümerâ a. (l^lj^l)
“ûlü’l-emr” biçiminde geçmek­ Emirlerin emiri, başkomu­
tedir. Hadislerde ise sıkça kulla­ tan. Hz. Peygamberin halifesi
nılmıştır (Wensinck, el-Mu’cem, Hz. Ömer döneminden itiba­
“emr”). Hz. Peygamberden son­ ren ordu kumandanı için kul­
ra, özellikle dört halife döne­ lanılmaya başlanmıştır.
207 En'âm suresi

emsâl a. (JLI) [< Ar.mesel] Sözlük emvâl ç.a. (Jl^ı) [Ar.mâl’m ç. b.]
anlamı “Kıssalar, hikâyeler” olan fık. İslâm hukukunda sermaye
bu söz, “darb-ı mesel” veya esasına dayah ticarî şirketler.
“durûb-ı emsâl” terimlerinin
§ tam. emvâl-i bâtına a. (d=L
kısa söylenişi biçiminde yaygm-
Jl^l) fık. “Gizli mallar” anla­
laşmıştır.
mmdaki bu söz, “Nakit para­
§ tam. emsâlü’l-hadîs a. lar, evde veya işyerinde bulu­
(iuaJl JLI) Hadis biliminde, nan ticarî mallar.” karşılığm-
içinde deyim ve atasözü bu­ da kullanılan bir fıkıh teri­
lunan hadisleri bir araya ge­ midir. Bu terim, sıklıkla “ze­
tiren kitaplara veya bu tür kât” ile ilgili hükümler açık­
çalışmalara verilen ad. lanırken kullandırdı.

emsâlü’l-Kur'ân a. (^Ijill emvâl-i zâhire a. G>»Ui J!>J)


fık. “Açık, bilinen, meydanda
JLI) “Kur'ân’ın meselleri” an­
olan mallar” anlammdaki bu
lammdaki bu söz, Kur’ân-ı
söz, “Ovada, dağda yaylımda
Kerîm’de geçen kıssa, hikâye,
bulunan hayvanlar ile maden­
öğüt, deyim, deyiş gibi anla­
ler ve gümrükte bulunan ti­
tıma güç veren veya anlatıl­
carî mallar ve paralar.” karşı-
mak istenen konuyu çarpıcı
lığmda kullanılan bir fıkıh
hâle getirmeye yarayan söz
terimidir. Bu terim, sıklıkla
veya söz öbeklerini ifade et­
“zekât” ile ilgili hükümler
mek için kullanılan bir terim.
açıklanırken kullanılırdı.
Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’deki
meâlen “Biz bu misâlleri in­ En'âm suresi a. (^j^ ^U) [<
sanlar için getiriyoruz. Bunla­ Ar. “Sûretü’l-En'âm” ÇLg^I îj^)]
rı (misâlleri) ancak bilenler Kur’ân-ı Kerîmin altmcı, iniş
anlayabilir.” (Ankebûd sure­ sırasına göre elli beşinci suresi.
si, 29 / 43) ayeti ve benzerleri Admı 136,138 ve 139. âyette ge­
“emsâl”in önemini açıkça çen “en'âm” (deve, sığır, koyun
vurgulamaktadır. ve keçi) sözünden alan bu sure
165 ayet olup Mekke döneminde
emsile a. (üLÎ) [< Ar.misl] Arapça- nazil olmuştur. Ayrıca, Allah’m
nın kelime bilgisi (morfoloji) ni birliği, Hz. Peygamber’in O’nun
oluşturan ve misal olarak elçisi olduğu, puta tapmayı be­
“nasara” filinin sülâsî mücerre­ lirgin deliller ve hüccetler ile ret
dinden doğan fiil ve isim çekim­ etmesinden dolayı bu sureye
lerini örnekleyen gramer kita- “Hüccet” de denilmiştir.
bma verilen ad. Kur’ân-ı Kerîm’de “elhamdü-
enâniyyet 208

lillahi” sözüyle başlayan beş su- latılmasmdan alan bu sure, 112


renin baştan İkincisi olan bu su­ ayetten ibaret olup Konusunu
rede Allah’m yaratıcı gücü, tev­ Allah tarafindan gönderilen
hit inancı, peygamberlere karşı peygamberlerin müşriklerle
gelenlerin kötü akıbetleri, Al­ mücadelesinden almaktadır. Bu
lah’ın nimetleri ile haram kıldık­ surenin fazileti, hadislerde ve
ları, ahlâkî değerlerin neler ol­ bazı tefsirlerde onu okuyanm
duğu üzerinde ayrıntılı ve ör- kıyamet gününde sorgusunun
neklemeli biçimde durulmuştur. kolay geçeceği olarak ifade
Bu surenin inişine 70 000 mele­ edilmiştir. Hz. Peygamber’in
ğin eşlik ettiğinin bizzat Hz. “Enbiyâ suresi”nin tefsiri için
Peygamber tarafmdan dile geti­ bk. Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi,
rilmesi onun faziletini açıkça C. 10, s. 4568-4571.
ifade etmektedir. Hz. Peygam-
ene a. (üî) tas. Sâlikin fena hâlini
ber’in “En’âm suresi”nin tefsiri
ifade eden ve kibir, büyüklük,
için bk. Sahîh-i Buhârî ve
iddia gibi bencillik anlamında
Tercemesi, C. 9, s. 4350-4362.
kullanılan terim. “Kibir ve gu­
enâniyyet a. (o2li) [Ar.] Bireyin rur” anlammdaki “ene” (ben)
kendisini ve çıkarlarmı başkala- sözü, Kur’ân-ı Kerîm’de aşağı-
rmdan üstün görmesi veya ben­ lanmıştır (Nâzi’ât suresi, 79 /
cillik etmesi anlammda ahlâk 24). Mutasavvıflar ise iki
terimi. “ene”den söz etmişlerdir. Birin­
cisi dünyevî olan, aşağılanan
enâr f. (jül) [Ar.] “enâre” fiilinin
veya kötülenen; öteki yüceltilen,
geçmiş zamanı olup
övülen ve amaçlanan “ene”dir.
“enârallahu kabrihi” (Allah
Tasavvuf ehli, hep İkincisinin
kabrini aydınlatsın, nurlandırsın)
peşinde koşmuş, yani aşk ile bü­
duasında geçer.
tünleşmeye çahşmışlardır.
enârallahu kabrihi a. bk. enâr
enel-hak a. (jJlüî) Hallâc-ı Man-
Enbiyâ suresi a. Ç^jj^ tLil) [< sur*un söylediği “Ben Hakkım?’
Ar. “Sûretü’l-Enbiyâ”’ GUü^I sj anlammdaki bu söz, sonradan
jm)] Kur’ân-ı Kerîm’in yirmi bi­ terimleşmiş ve yaygmlaşmıştır.
rinci, iniş sırasma göre yetmiş Bu sözü söylediği ve ulûhiyet ya
üçüncü suresi olup “İbrâhîm da hulûl iddia ettiği gerekçesiyle
suresi” (14)nden sonra ve Hallaç öldürülmüştür.
“Mü’min suresi” (40)nden önce
enfâl a. (Jlül) [Ar.] fik. Genellikle
Mekke döneminde nazil olmuş­
ganimet, “fey” (bk. bu madde)
tur. Admı on sekiz peygamberin
için kullanılan bir fıkıh terimi.
hayatmdan ve özelliklerinin an-
209 ensâr

Enfâl suresi a. Ç^j^ Jlül) [< Ar. enfiisî a. (^-ül) [Ar.] Türk-İslâm
“Sûretü’l-Enfâl” (J^l Sj^)] düşünce dünyasmda “âfâkî”
Kur’ân-ı Kerîm’in. sekizinci, iniş (objektif) karşıtı olarak sübjektif
sırasına göre seksen sekizinci nitelikli bütün sezgi, delil ve tec­
suresi olup “Bakara suresi” rübeler için kullanılmış olan ke­
(2)nden sonra ve “Âl-i İmrân lâm, felsefe ve psikoloji terimi.
suresi” (3)nden önce inmiştir.
ensâb ç.a LLâl) [Ar.neseb’in ç. b.]
Adım birinci ayette geçen
Arap literatüründe kabilelerin
“enfâl” (savaşta elde edilen ga­
soyunu veya şeceresini incele­
nimetler) sözünden almış olup
yetmiş beş ayetten meydana yen ve araştıran bilim dalı. Bir
gelmektedir. Surenin büyük bö­ görüşe göre sadece baba tarafı­
lümü Bedir savaşı ile ilgili oldu­ nın incelenmesi, bir başka görü­
ğu için “Bedir suresi” olarak da şe göre ise hem baba hem de
bilinmektedir. Surenin konusu anne soyunun incelenmesi ve
Bedir Savaşı ve buradan elde bunun “nesep” (bk. bu madde)
edilen ganimetler üzerinde ol­ olarak nitelenmesi gündeme
makla beraber Müslümanlann gelmiş, sonunda “nesep bilgisi”
her zaman müşriklere ve düş- (ilmü’l-ensâb) etrafında görüş
manlanna karşı hazırlıklı olma- birliği hâsıl olmuştur.
lan ve bu konuda ahnması ge­ ensâb ilmi a bk. ensâb
reken tedbirler anlatılmaktadır.
Öte yanda Bedir Savaşı, ensâr ç.a (jL^f) [Ar.nâsır’ın ç. b.]
“yevmü’l-furkân” (iyi ile kötü­ “Yardım edenler, yardımcılar.”
nün, hak ile bâtılın birbirinden anlammda Hz. Muhammed ile
ayrıldığı gün) adıyla da anıldığı “muhâcirîn”e Mekke’den Medi­
için bu zafer, İslâmiyetin geliş­ ne’ye hicretleri boyunca yardım
mesinde ve genişlemesinde eden Medîneli Müslümanlar için
önemli bir rol oynamıştır. Bu kullanılan bir terim. Bu söz,
surenin fazileti, Tevbe suresi ile sonradan İslâm dininin kurulu­
birlikte zikredilerek her iki su­ şuna ve yayılmasma hizmet
renin birlikte okunması kıyamet eden şahsiyetler için de anlam
gününde şefaate nail olunması genişlemesine uğrayarak kulla­
ve okuyanlarm sonsuz sevaba nılmıştır. Bu Müslümanlarm
nail olacakları biçiminde Hz. yaptığı hizmetler ve asil davra-
Peygamberin bir hadisinde ri­ mşları Kur’ân-ı Kerîm’de mea-
vayet ve ifade edilmiştir. Hz. len şöyle övülmüştür: “Onlardan
Peygamber’in “Enfâl suresi”nxn evvel (Medine’yi) yurt ve iman
tefsiri için bk. Sahîh-i Buharı ve (evi) edinmiş olan kimseler, ken­
Tercemesi, C. 9, s. 4376-4387. dilerine hicret edenlere sevgi bes-
ensârî 210

lerler.” (Haşr suresi, 59 / 9). Hz. bir araya getirerek açıklayan ve


Peygamber de “Her kim ensarı yorumlayan eserlere verilen ad
severse Allah da onu sever, her olarak İslâm literatüründe te-
kim de ensara buğz ederse Allah rimleşmiştir.
da ona buğz eder.” (Sahîh-i
erenler a. tas. Evliyaullah, Allah’a
Buhârî ve Tercemesi, C. 9, s.
yalan olan pirler veya velî ve
3551) diyerek onları övmüştür.
mürşit anlamında bir tasavvuf
Buhârî, “ensâr” konusunu kita­
terimi.
bının “Kitâbu Menâkıbi’l-
Ensâr” başlıklı bölümünde Hz. erş s. (jijl) İ-Ar] huk. İslâm ceza
Peygamber’in hadislerine daya­ hukukunda ölümle sonuçlan­
narak etraflıca incelemiştir mayan saldırılarda mağdura
(Sahîh-i Buhârî, C. 8, s. 3544- ödenmesi gereken tazminat.
3704). ervâh ç.a. (^Ijjl) [Ar.rûh’un ç. b.]
ensârî s. (^L^l) [< Ar.ensâr + -î] “Ruhlar.” anlammda olan bu
Hz. Muhammed ile “muhâ- söz, başka kelime ve terkiplerle
cirîn”e Mekke’den Medine’ye birleşerek yeni terimler oluştu­
hicretleri boyunca yardım eden, rur.
İslâm dininin kuruluşuna ve ya-
§ tam. ervâh-ı habise ç.a.
yılmasma hizmet eden (kimse).
(^uâı çJjjl) Kötü ruhlar, cin­
erba'în a. (j^jl) [Ar.] 1. “Kırk” ler.
anlamma gelen bu söz, İslâmî
ervâh-ı latife ç.a. (4AI ^Ijji)
konularda yazılan eserlerin or­
tak admı ifade etmektedir. Bu Melekler.
konuda kaleme alınmış eserleri ervâhiyye a. (<a.ljjl) [Ar.] Ruhçu-
şöyle sıralayabiliriz: Kırk hadis, luk.
kırk kelâm meselesi, kırk ayetin
esahu’l-kütüb a. (^il ^l) [Ar]
tefsiri, kırk tasavvuf konusunu
Hadis büiminde en sağlıklı, en
isleyen eserler. 2. tas. Tarikat
güvenilir ve en sağlam hadis ki­
ehlinin kırk gün süreyle kendini
tabı. Bu manada kasdedilen ki­
ibadete vermesi ve halvete ka­
tap “Sahîh-i Buhârî” olup
panması, çile. 3. Kânun-ı evvelin
Kur’ân-ı Kerîm’den sonra en
dokuzuncu gününden yani gün
sağlam ve güvenilir kaynak ola­
dönümünden itibaren kırk gün
rak İslâm bilginlerince kabul
süren soğuklar için kullanılan
edilmiştir.
söz, kara kış.
esâret s. (ojUl) [Ar] bk. esir
erba'ûn a. (j^ji) [Ar.] “Kırk* an­
lamına gelen bu söz, kırk hadisi esâs s. (^L—l) [Ar] bk. samit
211 esîr

esâtîr s. (jlLI) [Ar ustûre’nin ç. eseriyye a. (^1) [Ar] İslâmiyet’in


b.] Gerçek olana uymayan, asıl­ ilk dönemlerinden başlayarak
sız, düzensiz, boş ve bâtıl sözler. nakledilip gelen haber ve ekol­
Bu söz, Kur’ân-ı Kerîm’de lere bağlı kalan kimseler.
“esâtîrü’l-evvelîn” (.ilkel toplu­
esfel s. (Ji«l) [Ar] (ç. b. esâfil) En
luklar / geçmiş milletler) biçimiy­
aşağı, alçak, bayağı.
le dokuz ayette geçmektedir (bk
M. F. Abdülbakî, el-Mu’cem, § tam. esfel-i sâfilîn s. (jıliL
“esâtîr”). JiuJ) “Sefillerin sefili, en aşağı
esbâbü’n-nüzûl a. (Jj>ll ^L^l) [Ar] ve bayağı.” anlamında olan
Suret veya ayetlerin vahiy yo­ bu söz, “cehenem” için kulla­
luyla iniş sebeplerini araştıran nılmıştır ve Kur’ân-ı
tefsir biliminin bir dalı. Bir su­ Kerîm’de “Tîn suresi”
renin veya ayetin ne zaman, ne­ (95)nin beşinci ayetinde
rede, hangi şartlar altında ve geçmektedir.
hangi olaylar neticesinde indi­ esîr a. G^l) [Ar] (ç. b. userâ ve
rildiği konusuna, İslâmiyetin çı­ esrâ) Sözlük anlamı “Savaş tut­
kış döneminden başlayarak bü­ sağı” olan bu söz, “Savaşta ele
yük ilgi gösterilmiş; bu konuda geçirilen ve asıl savaşçı unsur
tefsir bilginleri sonraki dönem­ olarak yetişkin erkekler.” anla­
lerde pek çok araştırmalar yap­ mmda bir terim olarak kulla­
mışlar ve eserler kaleme almış­ nılmış, sonradan bu tanım ge­
lardır. nişleyerek kadın ve çocukları da
içine almıştır. Bu söz, Kur’ân-ı
esbâbü vürûdi’l-hadîs a. (^Ijj^
Kerîm’de bir ayette teklik
ulu.1) [Ar] Hz. Peygamberin ha­
(İnşân suresi, 76 / 8), üç ayette
dislerinin ne maksatla ve nasıl
de çokluk biçimiyle (Bakara
söylendiğini araştıran ve incele­
suresi, 2 / 85; Enfâl suresi, 8 /
yen bilim dalı.
67 ve 70) kullanılmıştır. İslâmi­
esediyye a. (<Ûj^I) [Ar] bk. yet ile beraber esir elde etme
Yemeniyye hadisesi kaynaklarda sıkça söz
konusu edilmektedir. En kap­
eser a. (Jİ) [Ar] (ç. b. âsâr ve usûr)
samlı esir elde etme, Bedir Sava-
Hadis biliminde, “hadis” anla­
şmda gerçekleşmiş ve yetmiş ci-
mında kullanılan bir terim. Bu
varmda esir ahnmıştır. Bunların
konuda, “merfû, mevkûf,
akıbeti konusunda kaynaklarda
maktû” olarak adlandırılan her
şu bilgi verilmektedir. Hz. Pey­
tür rivayete “eser” diyen hadis
gamber, sahabeden Hz. Ömer ile
büginleri, “muhaddis”lere de
Sa’d b. Muaz’m bu esirlerin öl-
“eseri” demişlerdir.
esmâ'ü’l-hüsnâ 212

dürülmesi yönünde görüş bil­ esmâ-i nebi a. (^ .Ul) tas.


dirmelerine karşılık Hz. ed. Tasavvuf! edebiyatta mu­
Ebubekir’in, “Bunlar Müslüman­ tasavvıf şairlerin Hz. Pey-
ların akrabasıdır, bunların fidye gamber’in güzel adlarmı şiir­
karşılığında serbest bırakılmala­ leştiren eserler.
rının uygun olacağı.” görüşünü
esmâ-i seb'a a. (^ »Ul)
yerinde bulmuş ve belirli fidye­
(yedi isim) tas. Allah’m yedi
ler karşılığında bu esirlerin ser­
adı: 1. Lâ ilâhe illallah. 2. Al­
best bırakılmalarını buyurmuş­
lah. 3. Hû. 4. Hakk. 5. Hayy.
tur. Bundan sonraki savaşlarda
6. Kayyûm. 7. Kahhâr.
da pek çok esirin savaş ganimeti
olarak almdığı ve bunlarm ço­ esmâ-i şerîfe a. (üy^ pU^I)
ğunun serbest bırakıldığı kay­ Allah’m kutlu adları.
naklarda zikredümektedir. Hz.
esmâ'ü’l-hüsnâ a.
Peygamber değişik olaylar için­
»Lul) Allah’m güzel adları
de esirlere iyi muamele edilme­
için kullanılan terim.
sini, onlara işkence ve eziyet
edilmemesini salık vermiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in “A’râf
O’nun bu tür tavsiyeleri İslâm suresi” (7)nin 180. ayetinde
hukukçuları arasında örnek mealen, “En güzel isimler Al­
almmış ve kölelere eziyet edil­ lah’ındır.” ve “Ta ha suresi”
memesi yolunda şer’î hükümler (20)nin 8. ayetinde mealen,
koyulmuştur. Hatta Kur’ân-ı “En güzel isimler O’nundur.”
Kerîm’de insanların köleleşti- denilerek bu sözün özüne ve
rilmesi konusunda tek bir ayet güzelliğine dikkat çekilmek­
bile bulunmaması, kölelerin tedir. Ayrıca, sadece Kur’ân-ı
serbest bırakılması veya azat Kerîm’de yüzden fazla Al­
edümeleri fikrini ön plana çı­ lah’a nisbet edilen adlar ya-
karmıştır. nmda hadislerde de pek çok
isim geçmektedir. Ancak te­
Eski Ahit bk ahd-i atik
rim olarak bunların doksan
esmâ a. GL-I) [Ar. ism’in ç. b.] dokuzu etrafında görüş birli­
“İsimler" anlammdaki bu söz, ği söz konusudur. Allah’m ad-
başka kelime ve terkiplerle bir- lannm “hüsnâ” (en güzel)
leşerek yeni terimler oluşturur. olarak nitelendirilmesinin
sebeplerini Ebubekr İbnü’l-
§ tam. esmâ-i hüsnâ a. Ç^ı^ Arabî şöyle sıralamaktadır: 1.
o Uçul) bk. esmâ'ü’l-hüsnâ “Esmâ-i hüsnâ” Allah hak-
esmâ-i İlâhiyye a. (^11 fLJ) kında yücelik ve şaşkınlık
bk. esmâ-i hüsnâ ifade ettiğinden dolayı kulla-
213 esmâ'U’l-hüsnâ

n üzerinde derin bir saygı Alî (Şanı, şerefi, kudreti yüce


uyandırır. 2. İbadette, duada, olan)
zikirde kullanılmaları duru­
Azîm (Pek büyük, ulu, yüce)
munda büyük sevaba vesile
olur. 3. AUah’m adları kalple­ Azîz (Kuvvetli, şerefli, galip,
re huzur ve rahatlık verir. 4. üstün)
“Esmâ-i hüsnâ” bilgisine sa­ Bâ'is (Kıyamette ölüleri diril­
hip olanlara bunlar büyük ten)
fazüet ve şeref kazandırır. 5.
“Esmâ-i hüsnâ” en gerekli ve Bâkî (Ölümlü olmayan, ebedî)
olgun sıfatları içerdiği için Bâri' (Yaratan, bir örneği ol­
O’nun hakkmda aydınlatıcı, mayan varlıkları yaratan)
doyurucu ve doğru bilgi sa­
hibi olmamızı sağlamış olur. Bâsıt (Dilediğine rızkı bol ve­
“Esmâ-i hüsnâ”nm sayısınm ren)
muhtelif rivayetlerle yüzü aş­ Basîr (Her şeyi her yerde iyi
tığı söylenmekle beraber Ebu gören)
Hureyre’den kaynaklanan şu
Bâtm (Her şeyin iç yüzünü,
hadis doksan dokuz ismini
sırlarını iyi bilen)
ön plana çıkarmaktadır: “Al­
lah'ın doksan dokuz -yüzden Bedî' (Her şeyi bir örneği ol­
bir eksik- ismi vardır. Bunları maksızın yaratan)
ezberleyip benimseyen cenne­
Berr (İyilik eden, çok şefkatli)
te girer.” Ebu Hureyre’yi
kaynak alarak Tirmizî ve İbn Câmi* (Kıyamet günü insanla­
Mâce kendi kitaplarına bu rı bir araya toplayan)
hadisi naklederken metnin Cebbâr (Azgın ve zalimleri
sonuna da doksan dokuz ismi kahreden)
eklemeyi uygun bulurlar.
Tirmizî’nin verdiği doksan Celîl (Ulu, yüce, kudretli)
dokuz isim şöyle: Dâr (Zarar verenleri cezalan­
Allah dıran)

Adi (âdil, adaletli) Evvel (Öncesi olmayan, ezelî)

Afüvv (Çok bağışlayıcı) Fettâh (En âdil hüküm veren,


iyilik kapılarını açan)
Âhır (Ölümsüz, ebedî)
Gaffâr (Günahı çok bağışla­
Alîm (Her şeyi çok fyi bilen) yan)
esmâ'ü’l-hüsnâ 214

Gafur (Çok bağışlayan) Kebîr (Şanı ve şerefi, kadri ve


kıymeti yüce, ile isim ve sıfat­
Ganî (Zengin, muhtaç olma­
ları büyük, ulu)
yan)
Kerîm (Nimet veren, ihsanı
Habîr (Her şeyden haberdar
bol olan)
olan)
Kuddûs (Her türlü eksiklik­
Hâdî (Doğruyolu gösteren)
lerden arınmış, tertemiz, kut­
Hâfıd (Kâfirleri alçaltan, ce­ sallıklarla övülen)
zalandıran)
Latîf (Çok merhametli, lütuf-
Hafiz (Varlıkları yok olmak­ kâr)
tan koruyan)
Mâcid (Şan ve şeref sahibi)
Hakk (Mülk sahibi, yok olma­ Mâlikü’l-Mülk (Mülkün sahi­
yan, âdil) bi)
Hakem (Son hükmü veren) Mâni' (Koruyucu, kollayan,
Hakîm (Hikmet sahibi) yardım eden)

Hâlik (Her şeyiyaratan) Mecîd (Çok itibarlı, şerefli)

Halîm (Çok sakin, dengeli, Melik (Bütün evreni, yaratık-


hoşgörülü) larıyöneten)

Hamîd (Çok övülen, övgüye Metîn (Çok kuvvetli, çok da­


lâyık olan) yanaklı)
Mu'ahhir (Geriye bırakan)
Hasîb (İnsanları hesaba, sor­
guya çeken) Muğnî (İnsanlara mal ve
mülk veren)
Hayy (Diri, yaşayan, canlı)
Muhsî (Her şeyi iyi bilen)
Kâbid (Ölüm zamanı ruhları
alan) Muhyî (Varlıklara hayat ve­
ren)
Kadir (Her şeye gücü yeten)
Mu'îd (Ölümden sonra diril­
Kahhâr (Daima üstün gelen) tecek)
Kavî (Kuvvetli, kudretli, sağ­ Mu'iz (İzzetli, itibarlı)
lam)
Mukaddim (Öncesi olmayan,
Kayyûm (Ezelî ve ebedî her ilk olan)
şeyin varlığı kendisine bağlı
Mukît (Her şeye gücüyeteh)
olan)
215 esmâ'ü’l-hüsnâ

Muksit (Adaletli davranan) Reşîd (Doğru yolu en iyi gös-


teren)
Muktedir (Her şeye gücü ye­
ten, kuvvetli) Rezzâk (Bol nimet veren)
Musavvir (Yaratıklara istedi­ Sabûr (Çok sabırlı)
ği şekli veren) Samed (Hiç eksiği ve kusuru
Mübdi' (Varlıkları ilk yara­ olmayan, ulu, şanlı, dosdoğru)
tan) Selâm (Kullarına sağlık, se­
Mücîb (Duaları, istekleri ka­ lâmet ve güven veren)
bul eden) Semi' (Her konuşulanı iyi du­
Müheymin (Bütün hadiseleri yan, en iyi işiten)
bilen) Şehîd (Her şeyi gören, bilen,
Mü'min (Yaratıklarına güven haberdar olan, her yerde ha­
veren) zır nazır olan)
Mümît (Yaratıkların hayatına Şekûr (Sadık kullarına şefaat
son veren) eden, her ibadeti ödüllendi­
ren)
Müntakım (Suçluları ceza­
landıran) Tevvâb (Tövbeleri çok kabul
eden)
Müte'âlî (Pek yüce, ulu, ku­
sursuz) Vâcid (Hiçbir şeye muhtaç
Mütekebbir (Pekyüce ve ulu) olmayan, her şeyin sahibi)

Müzill (Zelil eden, alçaltan) Vâhid (Zatında, isim ve sıfat­


larında eşi ve benzeri bulun­
Nâfi' (Faydalı olan)
mayan)
Nûr (Aydınlatan, ışık veren)
Vâlî (Koruyan, kollayan, yar­
Râfi' (Peygamber ve mümin­ dım eden, her işi düzenli ya­
lerin itibarını, şanını yücelten) pan)
Rahim (Çok merhametli) Vâris (Bütün varlıkların sa­
Rahmân (Çok merhametli, hibi)
şekatli olan) Vâsi' (Kuvvetli, nimeti ve ih­
Rakîb (Herkesin hâl ve hare­ sanı bol)
ketlerinden haberdar olan) Vedûd (Kullarını çok seven)
Ra'ûf (Çok merhametli,
şekatli olan)
esmâ'ü’l-mu'abbede 216

Vehhâb (Karşılıksız nimet ve­ ravîlerinin isimlerini ve künye­


ren, ihsanı ve rahmeti bütün lerini araştıran ve inceleyen bi­
kullarına ulaştıran) lim dalı.
Vekil (Koruyucu, yardım esnâ'u’s-sened a. üuJl flil) [Ar]
eden) Hadis biliminde, “sened” (bk bu
Velî (Dost, seven, görüp göze­ madde) in baş ve son kısımlan-
ten, kollayan) nm haricinde olan, yani esas bö­
lümü oluşturan kısım.
Zâhir (Her şeye üstün olan,
ulu ve yüce olan) esnedu a. (XxJ) [Ar] Hadis bilimin­
de, karşılaştırıldığı ravîden veya
Zü’l-Celâli ve’l-İkrâm (İk­
hadisten daha kuvvetli bir sene­
ram ve ihsan sahibi olan,
de sahip hadis.
azamet ve kibriya sıfatı olan)
essalâ cüm. GUI) [< Ar.es (harf-i
esmâ'ü’l-mu'abbede a.
ta’rîf) + salâ] Ezan, namaza da­
(»jkll ^0 Allah’ın güzel
vet.
isimlerinden birine “abd”
(kul) sözünün eklenmesiyle esselâm cüm. Ç^UI) [< Ar.es (harf-
oluşturulan isimler. Söz geli­ i ta’rîf) + selâm] Selâm ve esen­
şi, Abdullallah, Abdulmut- lik sözü.
talib, Abdulgaffar gibi.
esseyyid a. (jjJI) [< Ar.es (harf-i
esmâ'ü’l-mucerrede a. ta’rîf) + seyyid] Ulu kişi, efendi.
(jj^JI »U>0 Kitap yazarları-
estağfirullah cüm. (dJljüiu.1) Al­
nm takma ad veya künye ye­
lah’tan afv ve bağışlanma dile­
rine kendi asıl isimlerinin
rim.
kullanması.
eş'ârilik a. [Ar.] bk. Eş'âriyye
esmâ’ü’l-müfrede a. ( »j>II
»L^O Bir başka benzeri bu­ eş'ârî mezhebi a. bk. Eş'âriyye
lunmayan isimler. Eş'âriyye a. (ijLil) [Ar.] Ebû’l-
esmâ ve’l-ahkâm ç.a. Ç^lj fl«l) Hasan Ali b. İsmail el-Eş'ârî (öl.
[Anisin ve hükm’ün ç. b.] İman 260 / 873)nin görüşlerini içeren
ve amel yönünden insanlara ve Mu'tezile’ye karşı doğan bir
âhirette nispet edilecek vasıflar ekol olarak nitelenmektedir.
ve bunlara uygulanacak hüküm­ Eş'ârî’nm, başlarda Hanefî, daha
ler. sonra Şafiî ve Malikî mezheple­
rine bağlı kaldığı, sonra Şafiî
esmâ ve’l-künnâ ç.a. (^Ij tL«l)
mezhebinde karar kıldığı kay­
[Ar.ism ve künye’nin ç. b.] Hadis
naklarda zikredilmektedir. Te-
217 etvâr

mel felsefesi, “Kur’ân’a, pey­ Eşrefiyye a. (<Jj«l) [Ar.] tas. Kadirî


gamberin sünnetine, sahâbe ile tarikatinin bir kolu.
tabiîn ve hadis imamlarının riva­
etbâ'u’t-tâbi'în a. (j^Ûl ^Ll) [Ar.]
yetlerine inanma.” olarak göste­
Gerek hadis rivayetinde, gerekse
rilen ekol, daha çok Şafiî mez­
Hz. Peygamber sonrası nesillere
hebinin yaygm olduğu bölgeler­ îslâm’m iyi anlatılarak öğretil­
de kabul görmüştür. mesinde büyük emeği geçen
eşhuru’l-hurûm a. Çj^il >il) [Ar] üçüncü nesil için kullanılan te­
Haram aylan anlamında olan rim. bk. tebe'ü’t-tâbi'în
bu terim, kamerî aylardan zil­ etrâf a (Jl>l) [Ar] Hadis bilimin­
kade, zi’l-hicce, muharrem ve de, hadislerin baş kısmmdan
recep aylan için kullanılmıştır. birkaç ibare alınmak yöntemiyle
eşrâr s. (Jh Ar.şerr] En kötü, sahabe adına veya hadis metin­
şirret kimseler; “ahyâr” (bk. bu lerine göre alfabetik düzenleme
madde) karşıtı. ile yapılan eserlere verüen ad.

eşrât-ı sâ'at a. (ctL Lljjl) [Ar] ettahiyyâtü a (îll^i) [Ar] Namaz


Kıyamet alametleti. kılarken her iki rekâtta dizler
üzerine “teşehhüd miktarı” (bk.
eşref s. (Jj^l) [< Ar.şerîf] “En şe­ bu madde) oturarak okunan
refli, onurlu, saygın (kimse).” an­ dua. Bu dua şöyle “Ettehiyyatü
lammda olan bu söz, başka ke­ lillahi vesalavâtü vettayyi-
lime ve terkiplerle birleşerek bâtü es-selâmü aleyke eyyü-
yeni terimler oluşturur. hennebiyyü ve rahmetüllahi
ve berekâtüh, es-selâmü aley-
§ tam. eşref-i mahlûkât a.
nâ ve alâ ibâdillahissâlihîn,
(olîjK. Jj.il) tas. Yaratıkla-
eşhedü en lâ ilâhe illallah, ve
rm en mükemmeli olan in­
eşhedü enne Muhammeden
san. Yüce Allah, Kur’ân-ı abdühü ve rasûlühü.” bk.
Kerîm’de mealen “Biz insanı ka'de-i ahire
gerçekten en güzel biçimde
yarattık.” (Tîn suresi, 95 / 4) etvâr ç.a. (jljkll) [Ar] “Tavırlar,
diyerek onu bütün yaratıkla- huylar.” anlammda olan bu söz,
rm üzerinde saygm bir kim­ başka kelime ve terkiplerle yeni
likte göstermektedir. İnsana terimler oluşturur.
bu müstesna kimliği kazan­
§ tam. etvâr-ı seb'a ç.a. (<üu«
dıran ve onu öteki yaratık­
jljLI) (yedi tavır) tas. Sufî
lardan ayıran vasfı da “akıl”
inancma göre nefsin yedi
(bk. bu madde) olmuştur.
mertebesi için kullcmılan te-
e'ûzü besmele 218

rim. Bu yedi mertebe şunlar: evlât a. (a^l) [Ar.veled’in ç. b.] Bir


“nefs-i emmâre” (bk. bu aile içinde erkek veya kız çocuk.
madde), “nefs-i levvâme” Kur’ân-ı Kerîm’de altmış civa-
(bk. bu madde), “nefs-i mül­ rında ayette (bk. M.F.Abdülbakî,
heme” (bk. bu madde), “nefs- el-Mu'cem, “veled”) bu terim sık­
i mutma'inne” (hfc bu mad­ ça geçmektedir. Bu söz, ailede
de), “nefs-i râziyye” (bk. bu servetle birlikte zenginlik ve güç
madde), “nefs-i marziyye” sembolü olarak değerlendirü-
(bk. bu madde), “nefs-i miş, aile içi iletişimde evlât ve
zekiyye” (bk. bu madde), bk. ebeveyn ilişkileri ile onlarm
birbirlerine olan saygı, sevgi ve
nefs
yükümlülükleri üzerinde du­
e'ûzü besmele a. GL^ j^î) [Ar] rulmuştur.
bk. besmele § tam. evlâd-ı Ali a. (Jx j^jl)
evâbid a. Uljl) [Ar.] Hadis bilimin­ Hz. Ali’nin çocukları ile to­
de, uydurma hadisler. runları için kullanılan terim.
evlâd-ı butûn a. 0^ j^i)
evâ'il a. (Jsij)) [Ar. evvel’in ç. b.]
Bir kimsenin kızmdan olan
Tarihte ilkler üzerine yapılmış
torunlan; “evlâd-ı zükûr”
bilimsel çalışmalar ve eserler. İs­
(bk. bu madde) karşıtı.
lâm mantık tarihi öncülerinden
evlâd-ı sülbiye a. (<1>L. a^i)
Kindi ve Fârâbî, bu terimi “de­
Bir kimsenin öz çocuklan.
ney öncesi bilgi” anlammda kul­
lanmışlardır. Evâ'il kitaplarında evlâd-ı ümm a. Çl j^jl) Aynı
verilen bilgiler, üç ana bölümde anneden doğma kardeşler.
toplanmıştır: 1. İslâm öncesi dö­ evlâd-ı zükûr a. (j^j j^l)
nemle ilgili bilgiler. 2. Asr-ı Bir kimsenin erkek çucukları
sa'âdet dönemi ile ilgili bilgiler. ve ondan olan torunları;
3. Hz. Peygamber sonrası ile ilgi­ “evlâd-ı butûn” (bk. bu mad­
li bilgiler. de) karşıtı.

evâmir-i aşere a. (^ >>ljl) [Ar] evlâdiyyet a. (^j^jl) [Ar] fik. Bir


bk. on emir kimsenin mütevelliliğinin ço-
cuklarma geçmesi durumu.
evkaf a. (J(i jl) [Ar] bk. vakıf
evlâtlık a. Bir ailenin çocuğu ol­
evkât a. (oüjl) [Ar.vakt’in ç. ₺.] maması durumunda veya sosyal
Vakitler. dayanışma anlayışı çerçevesin­
de bakıma muhtaç bir çocuğu ai­
§ tam. evkât-ı hamse a. (tuua le içine ve koruması altına al­
oüjl) Beş vakit namaz. ması. Bu durum, îslâm toplum-
219 evvâbîn namazı

larında özenle uygulanmış; hat­ Buhârî ve Müslim olmak üzere


ta Hz. Peygamber’in evlâtlık sahih hadis kitaplan, dua ve zi­
edindiği Zeyd’i bu çocuğun öz kir konusunda başlı başına müs­
babasmın adıyla değil Zeyd b. takil bölümler ayırmışlardır. 2.
Muhammed olarak çağırması tas. Tasavvuf ehli bu sözü, her
toplum içinde örnek teşkil et­ gün okunan belli başh ayetler ve
miştir. dualar karşılığmda kullanmış­
lar; bunlara bir de nafile namaz­
evlenme a. bk. nikâh
lar ile tefekkür ve vecde gelme
evliyâ a (Ujl) bk. velî sonucu ağlamayı da eklemişler­
evliyânâme a. (^LLIjl) [< Ar. dir. Ancak zaman içinde her
evliyâ + F. nâme] tas. ed. Tasav­ tarikatin kendi bünyesi içinde
vuf dünyasmda velîlerin kera­ farkh “evrâd” usulleri oluşmuş­
metlerinden, faziletlerinden, yü­ tur. Bunlar ayrı ayrı kitap hâline
ce kişiliklerinden ve kutsal de­ getirilerek elden ele dolaşmıştır.
ğerlerinden söz eden eserler için evtâd a. Gtji) [Ar.] tas. Kâinâtm
kullanılan ortak ad. dört bir tarafmda bulundukları­
evliyâullah a. (dil Ujl) [Ar.] tas. na ve bulundukları bu yerleri
Tasavvuf dünyasında Allah’m koruduklarına inanılan ve Hz.
manevî yakınlığmı kazanmış İdris, Hz. İlyas, Hz. İsa, Hz. Hızır
kimseler, velîler. olarak gösterilen dört büyük
velî, bk. ricâlü’l-gayb.
evrâd a. (Jjjl) [Ar.vird’in ç. b.] 1.
Allah’a ibadet ve bu yolla yak­ evvâbîn namazı a. Akşam nama-
laşmak için belli zamanlarda zmdan veya kuşluk vakti içinde
yapılması gereken dua ve zikir­ kılman nafile namaz. Kur’ân-ı
ler. Kur’ân-ı Kerîm’de mümin­ Kerîm’de doğrudan doğruya bu
lerin değişik zamanlarda ve namaz ile ilgili bir ayet bulun­
tarzda Allah’ı zikretmeleri ve mamakla beraber, bu sözün geç­
teşbih duası yapmaları tavsiye tiği bir ayette (İsrâ suresi, 17 /
edilmekle beraber bu terim 25) tövbe edenlerin övgüye de­
farkh ifade edilmiş; ibadet etme ğer bulunduğunu ifade edilir.
olarak kaydedilmiştir. Hz. Pey­ Hz. Peygamber’den ise nafile
gamber ise sürekli zikir ve dua namaz kılınmayı teşvik eden ri­
etmekle Müslümanlara örnek vayetler aktarılmıştır. Ancak
olmuş; hatta bunu hadisçiler bunlar hadis tekniği bakımm-
O’nun sünnetleri arasında saya­ dan zayıf kabul edildiğinden
rak “Amelü’l-yevm ve’l-leyle” üzerinde fazla durulmamıştır.
başlıklı bu konuları içeren kitap­ Bununla beraber bu gibi sözler
lar kaleme almışlardır. Ayrıca ibadeti teşvik ettiği için Müslü-
Evvel 220

manlar tarafından ilgiyle karşı­ anlamlara gelen bu terim, ta­


lanmıştır. savvuf ehli arasmda bir şeyhe
Evvel a. (J^l) [Ar] Sözlük anlamı ve pire bağlanmayı ifade eder.
“ilk’ olan bu söz, “esmâ'ü’l- eyyâm a. (^l) [Ar. yevm’in ç. b.]
hüsnâ” (Allah'ın güzel isimle- “Günler” anlamındaki bu söz,
rOdan olup Allah’m sıfatı olarak mübarek günleri ifade eden ter­
Kur’ân-ı Kerîm’de “Hadîd su­ kip veya birleşik isimler yapa­
resi” (57 / 3) nde “âhir” sözü ile rak yeni terimler yaratmak için
birlikte kullanılmıştır ve “Kâina­ kullanılmıştır.
tın (varlığın) başlangıcı olmayan”
anlammdadır. Bu söz Hz. Pey- § tam. eyyâm-ı bîd a (^
gamber’in hadislerinde de sıkça fLI) Hicrî takvimde kamerî
geçmektedir. Özellikle O, kızı aylann 13., 14. ve 15. günleri
Fâtımâ’ya öğrettiği şu dua bu için kullanılan bu söz, Hz.
sözün en çarpıcı biçimde kulla­ Peygamber’in Ramazan Oru­
nılışına bir örnektir: “Allahım! cu farz kılmmadan önce oruç
Sen evvelsin, senden önce hiçbir günlerini ifade eden terim
şey yoktur ve sen âhirsin, senden olarak kullanılmıştır. Rama­
sonra da hiçbir şey yoktur.” zan Orucundan sonra da bu
(Müslim, “zikir”, 61). Öte yanda orucun tutulmasmı Hz. Pey­
İslâm bilginleri “evvel” ve gamber öğütlemiştir.
“âhir” isimlerinin Kur’ân-ı eyyâm-ı ma'dûdât a
Kerîm’de olduğu gibi bir arada (objâju ^l) “Sayılı günler”
kullanılmasının faziletini özel­ anlammdaki bu söz, Hicrî
likle vurgulamışlardır. “Evvel” takvimde kamerî aylarm 9-
adı Allah’m doksan dokuz ismini 13. günlerinde “teşrîk tekbi­
veren İbn Mâce ve Tirmizî riva­ ri” (bk. bu madde) çekmek
yetlerindeki listede de yer almış­ için kullanılan bir terimdir.
tır (Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn Buna ayrıca “eyyâm-ı teşrîk”
Mâce, “Du’â”, 10).
de denilmiştir.
evveliyyât a. (oûjl) [Ar] Zihnin
eyyâm-ı ma'lûmât a. UL^ju
doğrulamak için hiçbir vasıtaya
fLI) “Bilinen günler” anla­
baş vurmadan kendiliğinden
mındaki bu söz, Hicrî tak­
kabul ettiği önermeler.
vimde zilhiccenin ilk on günü
eys a (^î) [Ar] Varlık, var olan için kullanılan bir terim.
nesne anlamında kelâm terimi, Kurban Bayramı, arefe ve
“leys” karşıtı. tevriye bu günler içindedir.
eyvallâh a. (<UG ıs1) Wrl “Peki, eyyâm-ı mînâ a. (L^ ^Ll)
anlaştık, Allah’a ısmarladık.” gibi “Mina günleri” anlamındaki
221 ezân

bu söz, Hicrî takvimde zilhic­ çok kez zikredilmiştir (bk.


cenin 10, 11. ve 12. günleri Wensinck, Mu’cem, “ezn”). Ezan,
için kullanılan bir terim. Bu Mekke döneminde farz kıhn-
günlerde hacılar Mina’da bu­ makla beraber, nasıl ve hangi
lunur ve şeytan taşlarlar. yolla yapılacağı kararlaştırıla-
eyyâm-ı nahr a. (^ ^Ll) madığı için pek uygulanamadı.
“Yevm-i nahr” (bk. bu mad­ Medine’de ise nasıl yapılacağı
de) sözünün çokluk biçimi tartışma konusu oldu. Bu süreç­
olan bu terim, “Kurban kesme te sahabeden Abdullah b. Zeyd
günleri” anlammda olup Hic­ b. Sa'lebe bir gün rüyasmda
rî takvimde zilhiccenin 10, ezanm nasıl okunacağını duy­
11. ve 12. günleri, yani Kur­ muş ve öğrenmiş; bu rüyasmı da
ban bayrammm ilk üç günü Hz. Peygamber’e anlatmıştı. Bu­
için kullanılmaktadır (bk. nun üzerine Hz. Peygamber bu
kurban). işi en iyi yapabilecek kişi olarak
Bilâl-i Habeşî’yi seçti ve ona
eyyâm-ı sitte a. (4. ^Li) ezanı nasıl okuması gerektiği
Allahu teâlâ’nm âlemi yarat­ öğretildi. Böylece ezan okunma
tığı altı gün için kullanılan farzı yerine getirilmeye başlandı
terim, bk. sitteti eyyâmi (Sahîh-i Buharı ve Tercemesi, C.
eyyâm-ı teşrik a. UL^ ^Ll) 2, s. 657). Ayrıca cami içinde
bk. eyyâm-ı ma'dûdât namaza başlama için de ezan
okunması uygulaması uygun bu­
eyyâmü’l-Arab a. Çj*JI ^Ll)
lundu. “İkâmet” (bk. bu madde)
Arap geleneğinde, cahiliye
adı verilen bu okumada
dönemi ile İslâmiyet’in ilk
“hayyele’l-felâh” sözünden son­
yıllannda kabileler arasmda
ra iki defa “Kad kâmeti’i-
yapılan savaşlar.
salâh” (namaz başlamıştır) sö­
eyyede Allahu / eyyed’Allahu a. zünün okunması da yaygmlaş-
(<ül ^1) [Ar] Allah güç ve kuvvet mıştır. Anlamı ve özü itibariyle
versin. ezan, ilk okunduğu zamandan
ezân a. (jijl) Müslümanlan nama­ beri hem namaz hem de İslâm
za davet ve namaz vaktini du­ dinî için bir çağrı niteliğini ka­
yurmak için müezzin tarafından zanmıştır. Bu çağrı ile Müslü-
minarede veya yüksekçe bir manlara İslâm’m üç temel ilkesi
yerde okunan çağn. Bu söz her okunuşunda hatırlatılmış
Kur’ân-ı Kerîm’de terim anla­ olunuyor. Bu üç temel ilke şun­
mıyla iki yerde (Mâ'ide suresi, lar: 1. Allah’ın varlığı ve birliği.
5 / 58; Cum'a suresi, 62 / 9) 2. Hz. Peygamber’in O’nun elçisi
geçmektedir. Hadislerde ise pek olduğu. 3. Esas kurtuluşun ahret
ezân-ı Muhammedi 222

inancında ve mutluluğunda ol­ vücûd” düşünürleri, kâinâttaki


duğu. Ezan bittikten sonra Hz. bazı varlıkları, söz gelişi “a'yân-ı
Peygamber’in şefaatine nail ola­ sabite” (bk. bu madde)nin Allah
bilmek için şu duanm okunması ilminde ezelî olduğunu dile ge­
âdet hâline gelmiştir: “Allahüm- tirmişlerdir. Ancak bu görüş faz­
me rabbe hâzihi’d-devleti’t- la itibar bulmamış, gerçek ma­
tâmme ve’s-selâti’ka'ime âti nada ezelilik Allah’a mahsus
Muhammeden el-vesîlete ve’l-
inancı kabul görmüştür. 2. tas.
fazîlete ve ba'sühü makâmen
Allah.
mahmûdeni’llezi va'addeteh.” (
Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C. 2, ezelî s. (J;l) [< Ar.ezel + -î] “Ezelle
s. 665). Buharî, ezan ile ilgili ha­ ilgili.” anlamında olan bu terim,
disleri kitabının “Kitâbu’l- başlangıcı olmayacak surette es­
Ezân” bölümünde bir araya ge­ ki kavramını vermektedir, ka­
tirmiştir (.Sahîh-i Buhârî, C. 2, s. dim.
655-748).
ezeliyye s. (Ujl) [Ar.ezelî sözünün
§ tam. ezân-ı Muhammedi müennes (dişil) biçimi] bk. ezelî
a. (^j^x jljl) 1. Akşam ezanı. ezeliyyet a. (cJjl) [Ar.] Öncesizlik.
2. Ezan vakti.
ezkiyâ a. GLSjl) [Ar. zekî’nin ç. b.]
ezânî s. (^Ijl) [< Ar.ezân + -î] 1. Erdemli ve faziletli kimseler.
Ezanla ilgili. 2. Ezan saati.
§ tam. ezkiyâ-yı ehl-i tarikat
ezânî saat a. Eski saat düzenine a. (cijL J»l -^l) tas. Tasav­
göre, güneşin batışmın 12 olarak vuf ehli arasmda en erdemli
tayin edildiği eski alaturka saat. ve faziletli olan kimseler.
ezel a. (Jjl) [Ar] (ç. b. âzâl) 1. Baş­ ezlâm a. (^J) [Ar. zelem ve
langıcı olmayan geçmiş zaman, zelm’in ç. b.] Cahiliyye döne­
zihnen başlangıcı düşünüleme- minde Arapların fal açmak için
yen süre ve varlığın geçmişte kullandıkları kumar okları veya
sonsuza kadar devam etmesi, zarlar.
anlamında felsefe ve kelâm te­
ezvâc a. (^UûD [Ar. zevç ve zev-
rimi, “ebed” (bk. bu madde) kar­
ce’nin ç. b.] Eşler, kadmın veya
şıtı. Bu söz, Kur’ân-ı Kerîm’de
kocanm eşleri.
ve hadislerde geçmemekle be­
raber bazı ayetlerdeki (Hadîd § tam. ezvâc-ı tâhirât a.
suresi, 57 / 3) “evvel” terimi, (oljilL £İx>l) Hz. Peygam­
“ezelî” manasmda yorumlan­ ber’in temiz ve ismetli eşleri,
mıştır. Öte yanda “vahdet-i hanımları.
fa'âl s. (JM [Ar.] “Fa'âlün limâ rim, İslâmî inançta şirk, yalan,
yürîd” sözünün kısaltılmış bi­ zina, hırsızlık gibi Allah’m ve
çimi olan bu terim, “Dilediğini Hz. Peygamber’in haram kıldığı
yapan.” anlammda Allah’ın sıfat- işleri ve hareketleri yapan ve
larmdan biridir. ahlâk dışı davranışlarda bulu­
fa'âlün limâ yürîd a. (^ U JM nan, günahkâr ya da kâfir an­
[An] “Dilediğini en kusursuz ve lammda kullanılmaktadır.
mükemmel yapan, bir işten sonra fâhişü’l-galat a. (UiJljlali) [Ar.]
bir başka işi istediği gibi yapan.” Hadis biliminde, “cerh” (bk. bu
anlamında Allah’m yaratıcı ve madde) üçüncü mertebesinde
yapıcı kudretini ifade eden sıfat-
bulunan ravî.
larmdan biri. Allah’ın bu sıfatı,
Kur’ân-ı Kerîm’de “Bakara su­ fahr a. (>u) [Ar.] Sözlükte, “Övün­
resi” (2)nin 253. ayetinde; “Âl-i me, büyüklenme” anlamındaki
imrân suresi” (3)nin 40. aye­ bu söz, İslâmî edebiyatta “Şairle­
tinde; “Hac suresi” (22)nin 14. rin kendilerinden, geçmişinden,
ayetinde; “Hûd suresi” (ll)nin inanç, din ve mezhebinden, şiir
107. ayetinde ve “Bürûc suresi” sanatındaki meziyetlerinden ve
(85)nin 16. ayetinde aynen zik­ ustalıklarından, şahsî mal veya
redilmektedir. eşyalarından övgüyle söz ettikle­
fâcir a. Uş.ü) [Ar.] (ç. b. fecere ve ri şiir türü.” olarak terim niteliği
füccâr) Sözlükte, “Yalancı, zina kazanmıştır. Sonradan İslâmî-
yapan, âsi.” anlamındaki bu te­ Türk edebiyatında “fahriyye”
fahr-i âlem 224

(.bk. bu madde) bölümü tama­ karşılanmamıştır. Aym yaklaşım


mıyla bu konuya ayrılmıştır. hadislerde de söz konusudur
(Wensinck, el-Mu'cem, “fhş”
§ tam. fahr-i âlem a. (JL
maddesi).
>J) (kâinatın ulusu ve övün­
düğü) Hz. Muhammed. fahûr a. (j^) [< Ar. fahr] “Övün­
me, kibirlenme” anlamındaki
fahr-i edhemî a. (^J >J) “fahr” sözünün ism-i tafdîli olan
(Edhemî tac) Dört dilimli olan bu söz, “Allah’ın verdiği nimetler­
bu tacı ilk defa İbrahim b. le övünen, ancak bu nimetlere
Edhem el-Belhî giydiği için şükretmeyerek kendini çok öven
böyle anılmıştır. ve kibirlenen kimse.” anlammda
fahr-i hüseynî a. (^^ >i) bir söz. Kur’ân-ı Kerîm’de
On iki dilimli olan bu tacı Hz. “muhtâl” (bk. bu madde) sözü
Hüseyin giydiği ve on iki ile birlikte kullanılan bu terim,
üç ayette geçmektedir: “Nisa su­
imamı temsil ettiği için bu ad
resi” (4 / 36), “Lokman suresi”
verilmiştir.
(31 /18) ve “Hadîd suresi” (57 /
fahr-i kâ'inât a. U^IS >j) 23).
bk fahr-i âlem
fâ'il s. OU) [< Ar.fi'l] (ç. b. fa'ale)
fahrü’l-mürselîn O. I “Yapan, yerine getiren, işleyen”
>i) Hz. Muhammed. anlamında Allah'ın sıfatı olan bu
terim, Kur'ân-ı Kerîm’de
fahriyye a. (<u>u) [Ar.] (ç. b.
“Enbiyâ suresi” (21 / 104) nde
fahriyyât) ed. İslâmî-Türk ede-
geçmektedir.
biyatmda Divan şairlerinin ken­
di faziletlerini ve üstünlüklerini § tam. fâ'U-i hakîkî a. (ıfı^
övmek için yazdıkları şiirlere Jcli) (gerçekyapıcı) Allah.
verilen bu ad, yine bu edebiya­ fâ'il-i muhtâr s. (jtLjtli) Al-
tın en çok kullanılan “kaside” lah’m bütün varlıkları ve
(bk. bu madde) türünün bir bö­ olayları, özellikle insanlara
lümü için kullanılan terim nite­ özgü ihtiyarî fiilleri iradesine
liği kazanmıştır. göre yarattığmı ifade eden bu
terim, AUah’m gücü ve kud­
fahşâ a. (lij) [< Ar. fuhş] İslâmî
reti için kullanılmıştır.
inanç çerçevesinde büyük gü­
nah, edep ve ahlâka aykırı her fâ'il-i mutlak s. (jlk. Jtli)
türlü kötülük ve çirkinlik. “Fu­ tas. Allah.
huş” (bk. bu madde) kelimesin­ fâ'ite s. (<iti) [ Ar.] (ç. b. fevâ'it) fik.
den türeyen bu söz, Kur'ân-ı İslâm inancına ve fıkhma göre
Kerîm’de aşağılanmış ve hoş vaktinde kıhnamayan namaz.
225 fakîr

fâ'iz a. (^li) [< Ar.fevz] Ticarî veya veresiyede cereyan eder.” sözleri
para alım satım işlemlerinde normal ahş verişin dışındaki fa­
karşılığı bulunmayan gerçek ve­ izin caiz görülmediğini ifade
ya hükmî fazlalığı ifade eden te­ etmektedir.
rim. Faiz karşılığı Arapçada
fakîh a. (ui) [Ar.] (ç. b. fukahâ)
yaygm olarak “ribâ” kelimesi
Fıkıh bilimi konusunda iyi ye­
kullanılmaktadır. Eski çağlardan tişmiş uzman kişi, din bilgini.
beri faiz, toplum içinde hoş kar­ Kur'ân-ı Kerîm’de on dokuz
şılanmamış; hatta yasaklanmış­ ayette (bk. M.F. Abdülbâkî,
tır. Kur'ân-ı Kerîm’de sekiz Mu'cem, “fıkıh”), genellikle “an­
ayette geçen “ribâ” sözü, önce lamak, hakkıyla kavramak’ an­
eleştirilmiş, sonra şiddetle red­ lammda kullanılırken, hadisler­
dedilmiş, hatta yasaklanmıştır. de ise “İyi anlamak ve kavramak,
“Faizde ısrar etmenin Allah’a ve Kur'ân konularında bilgi sahibi
Resûl’üne bir tür savaş açma” ol­ olmak .” biçiminde ifade edil­
duğu vurgulanmıştır. Söz gelişi, miştir. İslâmî bilimler çevresin­
“Rûm suresi” (30 / 39), “Bakara de, özellikle de mezhep temsilci­
suresi” (2 / 275-279), “Âl-i leri tarafından “fakîh” sözü,
İmrân suresi” (3 / 130) ndeki “takva sahibi din âlimi veya in­
ayetlerde mealen, “Faiz yiyenler sanın hak ve yükümlülüklerini
kabirlerinden şeytan çarpmış bilmesi veya hadis âlimi” gibi
kimselerin cinnet nöbetinden ayı­ değişik yorumlarla tarif edilmiş­
lır gibi kalkacaklardır (...) Allah tir.
alım satımı helâl, faizi haram fakîr a. (^ [Ar.] (ç. b. fukarâ)
kılmıştır. (...) Ey iman edenler! Bakıma muhtaç, maddî bakım­
Kat kat arttırılmış olarak faiz dan sıkıntı içinde olan kimse,
yemeyin. Allah’tan korkun ki yoksul. Kur'ân-ı Kerîm’de çok­
kurtuluşa eresiniz.” denilmekte­ luk biçimiyle beraber on iki
dir. Hadislerde ise iki tür faiz ayette geçen bu söz, genellikle
üzerinde durulmuştur. Bunlar­ insanların kendi başlarına her
dan birincisi, borç faizi olup Hz. şeye yetemeyecekleri, bu ba­
Peygamber bunu Kur'ân-ı kımdan Allah’a muhtaç oldukla­
Kerim’deki ayetlere dayanarak rı biçiminde ifade edilirken
özellikle “Veda Haccı”nda ya­ “Tevbe suresi” (9 / 60) nde ise
saklamıştır. İkincisi alış veriş fa­ devletin zekât gelirlerinden pay
izi olup mal alım satımmda kar­ alacak kimseler arasmda fakir­
şılıklı bedel ödenmesi caiz gö­ lerin de zikredilmesi dikkate de­
rülmüş, ancak “Vade vermeyiniz, ğer nitelikte görülmüştür. Hz.
Peygamber ise “Fakirlikten, kıt-
rama ise faizdir. (...) Faiz ancak
fakr 226

lıktan, zilletten, kötülük etmekten mevlâsma aittir, iyi bir kul


Allah’a sığının.” (Müsned, II, 540) mevlâsmın yanmda hiçbir şeye
diyerek fakirliğin toplum hayatı sahip olmadığı, yani “fakr” için­
içindeki zor şartlarına dikkat de bulunduğu, felsefesine sahip
çekmiştir. İslâm dini fakir kim­ olmuşlardır. Böylece bu bilince
selere yardım ve onlarm durum­ ermiş olan sufî, fenâ mertebesi­
larını iyileştirmeye yönelik bir­ ne ulaşmış olur.
takım öneriler getirmekle birlik­
fal a. (Jlâ) [Ar.] Değişik yöntemlerle
te hiçbir zaman onları toplum
gelecekten veya bilinmeyen
içinde ikinci sınıf bir zümre ve­
ya aşağı bir tabaka olarak gör­ âlemlerden haber verme, gizem­
memeye özen göstermiş, onlan li kişilik özelliklerinden dem
asla horlamama konusunda urma konusunu içine alan ve
uyarılarda bulunmuştur. hurafe sanatı olarak nitelenen
beceriye dayah kehanet sanatı
fakr a. (jü) [Ar.] tas. Hayatta insa- için kullanılan bir terim. İslâm
nm zorunlu ihtiyaçlarını karşı­ dünyasmda fal konusuna çok­
layamayacak durumda olması lukla baş vurulmakla birlikte
veya kendisini Allah’a muhtaç Kur'ân-ı Kerîm’de onunla ilgili
hissetmesi anlamında kullanılan herhangi bir açık ayet söz konu­
bir tasavvuf terimi. Kur'ân-ı su değildir. Hatta ayet ve hadis­
Kerîm’de çokluk biçimiyle be­ lerde, gaybı bilme, insanın ka­
raber on iki ayette geçen bu söz, derini değiştirme iddiası taşı­
mealen insan maddî ve manevî yan, Allah’tan başka varlıklar­
anlamda fakr içindedir ve Al­ dan yardım alma gayesi güden
lah’a muhtaçtır, biçiminde ifade her türlü hurafe, batıl inanç ve
edilmektedir. İlk sufîler “fakr”ı uygulamalar yasaklanmıştır.
Allah’a giden yol, “fakir”i ise Buna rağmen zaman içinde ke­
derviş olarak niteleyip bu yolun lime ve isimlerle fal tutma, zar­
yolcusu olarak görmüşlerdir. larla fal açma, astroloji unsurlar
Kur'ân-ı Kerîm’in “Âl-i İmrân kullanılarak kişinin falına bak­
suresi” (3 / 26) indeki “Allah'ım ma, kesilmiş koyunun veya kur-
mülkün gerçek sahibi sensin.” banm ciğerine bakarak fal açma
ifadesinden hareketle dünya uygulamaları söz konusu olmuş;
malına fazla itibar etmeyen ta­ ayrıca yaygm olarak su fah, çay
savvuf ehli “fakr” sözünü fena falı, kahve falı, tuz fah, bakla falı
ve kulluk anlayışı ile birleştir­ gibi fal çeşitleri halk arasmda
mişler; buna göre Allah mevlâ yaygınlaşmıştır. Hatta Kur’ân-ı
(Rab), insan da O’nun kuludur; Kerîm’den, Mevlânâ’nm Mes-
insanm sahip olduğu her şey nevî’sinden, Hafız’ın Divân’ırı-
227 farz

dan, Muhammediye gibi dinî ki­ riat usulüne göre, mirasçılardan


taplardan fal açıldığı, bu konuda her birine düşen belirli pay.
“Fal-nâme” tarzında eserler ka­
fark a. (j>) [Ar.] tas. Sözlük anla­
leme alındığı da edebiyat tari­
mı, “ayırt etmek, ayırmak” olan
hinde söz konusudur. Üstelik
bu terim, “Allah ile kul arasına
halk arasmda, “Fala inanmasan
madde perdesinin girmesi ya da
da faldan geri kalma.” tarzmda
tasavvuf ehlinin halkın Hak ile
yaygm atasözleri ile deyimlerin
var olduğunu bilmesi” için kulla­
yerleşmesi bu batıl inancm top­
nılmıştır. Tasavvufa intisap et­
lum içinde ne denli tutunduğu­
menin amacı “fark” hâline son
nun en çarpıcı örneklerinden
vermektir. Ardmdan “cem' ” hâ­
biridir.
line ulaşma gelir. Buna göre fark
fâlik a. (jlU) [Ar.] “Yaratan, tohum­ hâline “fark-ı evvel”, cem' hâli­
ları ve çekirdekleri yarıp açan.” ne “fark-ı sânî” denümiştir.
anlammda olan bu söz, Allah’m
fartu’l-gafle a (<li»Jl L>) [Ar.] Ha­
sıfatlarından olup Kur'ân-ı
dis biliminde, hadis rivayet eden
Kerîm’de iki yerde “fâlikuî-
ravîde oluşan gaflet, dalgınlık ve
habbi, fâliku’l-ısbâh” (En’âm
dikkatsizlik durumu.
suresi, 6 / 95 ve 96) olarak geç­
mektedir. Allah’m bu sıfatı, kı­ farz a. Ga>) [Ar.] (ç. b. fürûz) İs­
yametten sonra insanlann ka­ lâm dinince, “Mükelleften yapıl­
birlerinden diriltilerek çıkarıla­ masını kesin ve bağlayıcı nitelikte
cağı inancmı ifade etmektedir. istediği eylem ve davranış.” ola­
rak tanımlanan fıkıh terimi. Bu
fânî a. (^li) [Ar.] “Ölümlü, geçici”
tanım çerçevesinde mükelleften
anlammda olan bu terim, İslâm
yapılmasını kesin ve bağlayıcı
inancına göre Allah’ın dışında
nitelikte istenenlere “farz” veya
her şeyin geçici olduğunu ifade
“vacib” (bk. bu madde) adı ve­
eder ve “bâkî” karşıtı olarak
rilmiştir. Buna göre kesin delil­
kullanılır. Kur'ân-ı Kerîm’de
lerle sabit olan ramazan orucu,
“Rahmân suresi” (55 / 26) nde
abdestte yüzün yıkanması, na­
“Külli men aleyhâ fân” (Dün­
mazda rüku'a gitme gibi yüküm­
yada her şey fânidir) ayeti ile
lülükler farz kabul edilirken,
ifadesini bulan bu söz, dünya
fıtır sadakası, vitir namazı, na­
hayatmm fânî olduğunu da an­
mazda Fatiha suresinin okun­
latmaktadır.
ması gibi yükümlülükler vâcib
fariza a. (<uk»>) [Ar.] 1. İslâm inan- olarak nitelenmiştir. Hanefi
cma göre, yapılması farz olan mezhebine göre ikisi arasmdaki
Allah’m dinî emirleri. 2. fık. Şe­ fark, farzm katî yapılması, vaci-
farz-ı ayn 228

bin zannî, yani görüş farkına asi olan mümin veya kâfir için
bağlı olmasıdır. Yine onlara göre kullanılan terim. Kur’ân-ı
farzı inkâr eden dinden çıkmış Kerîm’de bu söz, kök biçiminde
olur, geçerli mazereti olmaksı- yedi ayette, çekimli fiil olarak on
zm onu terk eden “fâsık” (bk. bu ayette, “fâsık” olarak da otuz
madde) durumuna düşer; yedi ayette yer almaktadır. Ha­
vacibi inkâr eden dinden çık­ dislerde ise çoklukla Kur’ân-ı
maz, bunu hafife aldığı için Kerîm’de söz konusu olan an-
“fâsık” kabul edilir (bk. vâcib). lamlanyla geçmektedir. Bu söz,
§ tam. farz-ı ayn a. (j^ ^>) büyük mezheplerde de kâfir
fik. Her Müslüman’m günde olarak nitelenmiştir. Söz gelişi
beş vakit namaz ile Cuma Hâricîler, büyük günah işleyen
namazı ve ramazan orucu herkese “fâsık”, her fâsıkın da
gibi yerine getirmesi mecburî kâfir olduğunu savunmuşlardır.
olan farz, yani Allah buyruğu Şiîler ise büyük günah işleyen,
olan ibadetler. dinin emir ve yasaklannı hafife
alacak derecede fıskmı izhar
farz-ı kat'î a. 0,1ü ^>) fik.
edenlere “fâsık” ve bunlara da
Kesin ve şer'î bir delil ile sa­
kâfir demiştir. Mâliki, Şâfi’î ile
bit olan, yani ya Kur’ân-ı
Hanbelîlere göre fâsık, velâyet
Kerîm’in ayetlerinin ya da
hakkmı kaybetmiştir, bundan
sünnetin bildirmiş olduğu
dolayı da “kadı” olarak tayin
yükümlülükler.
edilmemiştir. Hanefiler, bunlara
farz-ı kifâye a. (^1^ ^>) fik. göre daha toleransh olup kadılı­
Her Müslüman’ın cenaze ile ğa bir fâsık tayin edilmişse ver­
ilgili görevler; cenaze namazı diği kararlar geçerli olur. Ancak
gibi yerine getirilmesi ge­ baştan bu tür kimselerin o göre­
rekmeyen Allah buyruğu, ve getirilmemesinin daha uygun
“farz-ı kifâye”nin sevabı sa­ olacağı görüşü hâkimdir.
dece onu yerine getirene ait­
§ tam. fâsıku’l-te'vîl a.
tir. Rükûlü ve secdeli namaz
olmadığı için bu ibadette re­ (Jyül j—11) İslâm inancma
kât söz konusu değildir. göre, dinin bütün emir ve ya-
saklarmı benimsemekle bir­
farz-ı nebevi a. (^p ^>>) likte Kur'ân-ı Kerîm ve sün­
Hz. Muhammed’in sünneti. netin bir hükmünü kendince
farz namâzı a. bk. namâz yorumlayan veya küfre var­
mamak kaydıyla iman yo­
fâsık a. (j^lî) [Ar.] Allah’ın buyur­
lundan ayrılmış kimse.
duğu emirleri yerine getirmeyip
229 fâtiha-hân

fâsid a. (au.ü) [Ar.] Hadis biliminde, lır, olarak ifade edilmiştir. Hz.
kusurlu ve zayıf olan hadis. Peygamber’in “Fâtır suresi”nin
tefsiri için bk. Sahîh-i Buhârî ve
fâtır a. OU) [Ar.] “Yarmak, orucu
Tercemesi, C. 10, s. 4691-4692.
bozmak ve açmak.” anlamında
olan bu söz, AUah’m sıfatlann- fâtih s. (^U) [< Ar.feth] 1. Fethe­
dan olup “Yaratan, icat eden, den, açan. 2. Bir memleket ele
yoktan var eden.” anlammı ifade geçiren veya zapteden. 3. öz. a.
eder. Kur'ân-ı Kerîm’de altı II. Sultan Mehmed’in İstanbul’u
yerde geçen bu söz, “fâtirü’s- fethetmesi dolayısıyla aldığı un­
semâvâti ve’l-ard” (En’âm su­ van.
resi, 6 / 14) ibaresi içinde yer
§ tam. fâtih-i büâd s. (j^L
almaktadır. AUah’m bu sıfatı,
t^li) Beldeler, şehirler fethe­
gökleri ve yeri yaratması üe ilgi-
den.
Udir.
fâtihü’l-ebvâb s. Çl^l ^li)
Fâtır suresi a. (^jj-, jLU) [< Ar.
Bütün kapılan açan, Tann.
“Sûretü’l-Fâtir” (^klill îj^)]
Kur'ân-ı Kerîm’in otuz beşinci, fâtiha a. (•ujli) [Ar.fâtih sözünün
iniş sırasma göre kırk üçüncü müennes (dişil) biçimi.] (ç.
suresi olup “Furkan suresi” ö.fevâtih) 1. “Giriş, başlangıç, ön
(25)nden sonra ve “Meryem su­ söz, medhal” anlammda
resi” (19)nden önce Mekke’de Kur'ân-ı Kerîm’in birinci suresi
nazü olmuş ve kırkbeş ayetten olan “Fatiha sûresi”nin kısal­
meydana gelmektedir. Sure adı­ tılmış biçimi, fâtiha-i şerif (bk.
nı ilk ayette geçen “fâtir” sö­ Fâtiha suresi). 2. Dua.
zünden almıştır. Burada, mealen § tam. fâtiha-i şerif a. GJu^i
“Gökleri veyeriyok ikenyaratan, UiU) Ku’ân-ı Kerîm’in birin­
melekleri ikişer, üçer, dörder ka­ ci sûresinin adı (bk.
natlı elçiler yapan Allah’a hamd fâtihatü’l-kitâb).
olsun. O yarattığı şeylerde diledi­
ği kadar artırır. Şüphe yok ki Al­ fâtihatü’l-kitâb a. LKll
lah her şeye kadirdir.” diyerek k:(i) “Ön söz, mukaddime, di­
AUah’a hamd ile başlayan sure, bace” anlammda Kur’ân-ı
AUah’m varlığma, birliğine, ya­ Kerîm’in Uk suresi ve bu ba­
ratıcı kuvvetine, bunun yanında kımdan da onun ön sözü ola­
nübüvvet hadisesinin ve ahret rak kabul edilmiştir (bk.
inancmm önemini vurgulayarak fâtiha suresi).
devam eder. Bu surenin fazileti, fâtiha-hân s. (jiji 4^U) [< Ar.
kim onu okur ise cennetin kapı­ fâtiha + F. hân] Bir ölünün ar­
ları onun için ardma kadar açı­ dından ruhuna “fatiha” okuyan.
fâtihaname 230

fâtihaname a. (<«b <^ii) [< Ar. surenin ikinci bir adı olan
fatiha + F.nâme] tas. ed. Tasav­ “Sûretü’l-Hamd” teriminin “El-
vuf! edebiyatta mutasavvıf şair­ hamd” biçiminde kısaltılmış
lerin “Fatiha suresi”nin fazilet­ olarak söylenmesinden kaynak­
lerini şiirleştiren eserler. lanmaktadır. Surenin yedi ayet
olması genel kabul görmekle be­
Fatiha suresi a. (^.^ ı^U) [<
raber Hanefiler besmeleyi sure­
Ar. “Sûretü’l-Fâtiha” (jLUil sj^)]
ye dahil etmeme görüşünü sa­
Kur'ân-ı Kerîm’in ilk suresi
vunmuşlardır. Ayrıca sonunda
olup Mekke’de nazil olmuş ve
söylenen “âmin” sözü de
besmele ile beraber yedi ayetten
Fâtiha’dan kabul edilmemiştir.
meydana gelmektedir. Yedi ayet
Sebep olarak da bu sözün
olduğu için yine Kur'ân-ı
Kur'ân-ı Kerîm’de hiçbir ayette
Kerîm’de “seb'u’l-mesânî”
geçmemiş olması gösterilmiştir.
(Hicr suresi, 15 / 87) olarak
“Fâtiha suresi”, Allah ile kul
geçmektedir. Surenin tam metni
arasında bir sözleşme olarak da
şöyle:
tefsir edilmiştir. Surenin ilk ya-
“Bismillahirrahmânirrahîm,
nsmda kulun Allah’a hamd ve
elhamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn
övgüsü ağırlık kazanırken, son
er-rahmânirrahîm, mâliki
bölümünde de onun Allah’tan
yevmi’d-dîn, iyyâke na'büdü
dilekleri ve istekleri söz konusu
ve iyyâke nesta'în, ihdinas-
olur. Bütün tefsirlerde besmele­
sırâtal müstakim, sırâtalle-
nin başmdaki “b” ( □ harfinin
zîne en'amte aleyhim gayri’l-
Allah ile kul arasındaki bağlan­
mağzûbi aleyhim veladdâllîn.”
tıyı ifade ettiği yönündeki yo­
Bu sure, Kur'ân-ı Kerîm’in ilk
rum, hemen hemen ortak bir ni­
suresi olması, bir bakıma da
telik ve özellik arz etmektedir.
onun ön sözü konumunda bu­
Yani bütün müfessirler bu ko­
lunması münasebetiyle bu adı
nuda görüş birliği içindedirler.
almıştır. Ayrıca Hz. Peygam-
Bir başka tefsire göre, “Bakara
berin “Fatiha suresi okunmadık­
suresi”, “Fâtiha suresi”nin
ça hiçbir namaz sahih olmaz.”
açıklanması ve yorumlanması
(Tirmizî, “Mevâkit” 69; İbn
niteliğinde, değerlendirilmiştir.
Mâce, “İkâme”, 11) hadisinde de
Kur'ân-ı Kerîm’in. en büyük ve
açıkça vurguladığı üzere nama-
en önde gelen suresi olduğu için
zm farz kılmdığı günden beri bu
bu sureyi tefsir eden müstakil
sure namazlarda okunmaktadır.
eserler de kaleme alınmış; onun
“Fâtiha suresi” halk arasmda
fazileti hakkında çok yönlü yo­
kısaca “El-hamd” olarak geç­
rumlar ve değerlendirmeler ya-
mektedir. Bunun sebebi de bu
231 fazl

pılmıştır. Bu sure, “El-hamdü mıştır. Özellikle İnsanî vasıflar


lillâhi” (Her türlü övgü Allah’a çerçevesinde adalet, hoşgörü,
mahsustur.) ibaresiyle başladığı doğruluk, kardeşlik, dostluk, da­
için, “el-hamd, elhamdü lillah” yanışma, sevgi, cömertlik, barış­
adları ile de anılmaktadır. Ayrı­ çılık, güler yüzlülük gibi değer­
ca Kur'ân-ı Kerîm’in ön sözü lerin Kur'ân-ı Kerîm’de çokça
niteliğinde olması ve özeti ola­ işlendiği söz konusudur. Aynı
rak kabul edilmesinden dolayı değer yargıları hadislerde de
da “Ümmü’l-Kur'ân” (Kur’ân’ın sıkça dile geirilmiştir. Bu teri­
anası) olarak adlandırılmasma min özellikle ahlâkî erdemleri
vesile olmuştur. Yine, namazda ifade etmesi felsefî kültürün ge-
tamamı okunduğu için “vâffye lişmesi ve genişlemesi ile baş­
suresi” veya sadece bu surenin lamıştır. İlk İslâm filozofların­
okunması ile yetinilebileceği dan sayılan Kmdî, eserlerinde
için “kâfiye suresi”, okuyan “fezâ'ilü’l-insâniyye” kavramı
kimsenin Allah’a dua ve şükür üzerinde önemle ve ısrarla
ettiği varsayıldığı için “şükür ve durmuştur. Farabî ise bu terimi,
dua suresi”, her namazın her “nazarî faziletler, fikrî faziletler,
rekâtında okunduğu için “salât ahlâkî faziletler, pratikler fazi­
suresi” (namaz suresi), dertlere letler” olarak dört başlıkta irde­
deva olduğu için “şifâ suresi”, lemiştir. Bunlar sonraki dönem­
bütün âlemler için bir hazine lerde, “hikmet, şecaat, iffet,
olduğu için “kenz suresi” olarak adalet” biçiminde ele almmış ve
da anıldığı büinmektedir. Hz. yorumlanmıştır.
Peygamber’in “Fâtiha sure-
fazl a. (Juü) [Ar.] Sözlük anlamı
si”nin tefsiri için bk. Sahîh-i
“artmak, fazlalaşmak, üstünlük”
Buhârî ve Tercemesi, C. 9, s.
olan bu terim, Allah’ın çok yönlü
4165-4166.
lütuf, cömertlik ve keremini ifa­
fazilet a. (ol?Ai) [Ar.] İnsanın top­ de etmek için kullanılmaktadır.
lum içinde iyilik yapmasını ve Kur'ân-ı Kerîm’de 104 ayette
kötülüklerden uzak durmasmı geçmekte olan bu söz, özellikle
özendiren ve yönlendiren ruhî “Allah büyük fazl sahibidir.” me­
yetenekler için kullanılan bir te­ alindeki ayetlerde ön plana
rim; “rezîlet” (bk. bu madde) çıkmaktadır (bk. M.F.
karşıtı. Bu söz, toplum için Abdülkadir, el-Mu'cem, “fzl”
önemli bir değer yargısı olarak maddesi). Buralarda dünya ve
Kur'ân-ı Kerîm’den başlayarak ahret mutluluğu, cennet nimet­
pek çok hadiste ele ahnmış ve leri, günahlarm bağışlanması,
onun üzerinde yorumlar yapıl­ hayırlara çokça sevap vermesi,
fecir 232

îslâm, iman, peygamberlik, Al­ (40)nden sonra ve “Duhâ sure­


lah’m insanlara verdiği büyük si” (93)nden önce suresi olup
lütuf ve ihsan “fazl”m kapsamı Mekke’de nazil olmuş ve otuz
içine girdiği kaynaklarda zikre­ ayetten meydana gelmektedir.
dilmektedir. Hadislerde de bu Admı başlangıçtaki “fecr” sö­
terim Kur'ân-ı Kerîm’de geçen zünden alan bu sure, bundan
anlamlar çerçevesinde ifade dolayı “ve’l-fecri suresi” olarak
edilmiş, hatta Hz. Peygamber’in da adlandırılmıştır. Burada özel­
ümmetine sürekli okuması için likle iman ve doğru yoldan ay­
önerdiği şu dua, “Allahım! Bana rılmanın dünya ve ahirette kar­
helalinden yeteri kadar rızık ve­ şılaşacakları sıkıntılar üzerinde
rerek haram kıldıklarından beni durulur. Bu surenin fazileti,
esirge, fazlınla beni zengin kıla­ “Kim Fecr suresini söz konusu on
rak senden başkasına muhtaç gecede okursa affedilir, kim onu
olmaktan koru.” (Tirmizî, diğer günlerde okursa kıyamette
“Da'avât”, 110) bu terimin ne kendisi için bir nur olur.” mea-
denli değerli ve önemli olduğu­ lindeki hadiste belirtilmiştir. Hz.
nu açıkça ifade etmektedir. Peygamber’in “Gâşfye sure­
sinin tefsiri için bk. Sahîh-i
fecir, -eri a. (jşj) [Ar.] Sözlük an­ Buhârî ve Tercemesi, C. 11, s.
lamı “yarmak, fışkırmak, açığa 4994-4996.
çıkmak olan bu söz, güneşin
fek a. (di) [Ar.] fik. îslâm hukukun­
doğuşundan önce beliren tan
da bir kölenin azat edilmesini
yeri ağarmasını ifade etmekte­
veya sahverilmesini ya da hacir
dir. Günün önemli zaman dilim­
ve haciz gibi hukukî bir engelin
lerinden olan gece ile gündüzün
kaldırılmasını ifade eder.
birbirinden ayrıldığı vakit olan
Kur'ân-ı Kerîm’de “Beled sure­
bu terim, İslâmî inançta bazı
si” (90 /13) nde yer alan “fekkü
ibadet vakitlerinin tespitinde
rakabetin” (İmanlı bir köleyi
önemli bir ölçüt olmuştur.
azat etmek) ibaresinden açıkça
§ tam. fecr-i sâdık a. (jjL^ anlaşılacağı üzere, köle azat et­
^u) (hakiki fecir) Oruç ibade­ me anlamında kullanılan bu te­
tinin yerine getirilmesi için rim, aynı şekilde hadislerde de
ikinci fecrin oluştuğu an. geçmektedir (Wensinck, el-
Mu'cem, “fkk” maddesi). Ayrıca
Fecr suresi a. (^ »j^ ^1 [< Ar.
yine İslâm hukukunda rehinin
“Sûretü’l-Fecr” (>^l sj^)]
çözülmesi veya rehin olarak ve­
Kur'ân-ı Kerîm’in seksen doku­
rilen bir malm alacaklıdan kur­
zuncu, iniş sırasma göre onuncu
tarılması da “fek” terimiyle kar­
suresi olup “Leyi suresi”
şılanmıştır.
233 felsefe

felâh a. (^^u) [Ar.] bk. necât raber bu terimin daha çok İslâm
felsefesinde ve astronomide sık­
Felak suresi a. Ç^jj*- jiâ) [< Ar.
“Sûretü’l-Felak” (jüii sj^)] ça kullanıldığı söz konusudur.
Kur'ân-ı Kerîm’in yüz on üçün­ § tam. felek-i a'zam a. ÇJ^I
cü, iniş sırasına göre yirminci dü) Dokuzuncu kat gök.
suresi olup “Fîl suresi”
felek-i atlas a. (^1 dü) bk.
(105)nden sonra ve “Nâs sure­
felek-i a'zam
si” (114)nden önce Mekke’de mi
ya da Medine’de mi nazil olduğu felek-i muhit a. (kx. dü)
ihtilâflıdır. Beş ayetten meyda­ Sekiz kat gök. Bunlann ilki
na gelmektedir. Adını ilk ayette­ felekü’l-kamer, İkincisi felek-i
ki “felak” sözünden almakta- utarid, üçüncüsü felek-i Züh-
dır.Bu surenin kendinden sonra re, dördüncüsü felek-i şems,
gelen “Nâs suresi” ile birlikte beşincisi felek-i Merih, altın-
indiği ifade edilmekte ve her iki cısı felek-i müşteri, yedincisi
surede de dünyadaki kötülük­ felek-i Zuhal, sekizincisi ise
lerden Allah’a sığınma söz ko­ felek-i menâzildir.
nusu edilmektedir. Bu surenin felekü’l-bürûc a. (rA)JI elli)
fazileti için Hz. Aişe’den rivayet bk. sidretü’l-müntehâ
edilen bir hadise göre, Hz. Pey­
gamber rahatsızlık hissettiği sı­ felekü’l-eflâk a. (abuyi elli)
rada veya gece yatağa girince Dokuzuncu kat gök.
“İhlâs, Felak, Hâs” surelerini felsefe a. (uJi) [Ar. < Lat. fila
okur ve etrafma üflerdi, denil­ (sevgi) + sofla (hikmet)] Evren,
mektedir. Hz. Peygamber’in varlık, bilgi ile ilgili sorunları ak­
“Felak suresi”nin tefsiri için bk. la dayah eleştirel yöntemlerle
Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C. inceleyen ve bu konuda sistem­
11, s. 5068-5069. ler geliştiren fikrî değerlendir­
felek a. (dü) [Ar.] (ç. b. eflâk) “Gök, melerin bütünü için kullanılan
gökyüzü, sema.” anlamındaki bu bir terim. İslâm dünyasında olu­
söz, Orta Çağ İslâm kozmo- şan fikir hareketleri kelâm, ta­
nolojisinde yıldızları üzerinde savvuf ve felsefe alanında yo­
taşıdığına ve onlarm hareketle­ ğunlaşmış; bunlardan felsefe
rini sağladığına inanılan kendi dinamizmi içinde 7. yüz-
gökküre veya gezegenler yörün­ yüdan başlayarak birçok felsefe
gesini ifade etmektedir. ekolünün ortaya çıkmasma yol
Kur'ân-ı Kerîm’de bir ayette bu açmıştır. Başta Kindî olmak üze­
anlamda yer almaktadır (Enbi­ re İbn Rüşd’en geçerek Gazali ve
ya suresi, 21 / 33). Bununla be­ İbn Haldûn’a uzanan bir çizgi
felsefe-i ûlâ 234

oluşturmuştur. Bu çizgide ön mesi ile Osmanlı fikir hayatı, ta­


plana çıkan “Meşşâîlik” akımı­ savvuf! ve İşrakî akımın felsefe­
dır. Aristo ekolünü kendisine sini sürdürmüşlerdir. 20. yüzyıla
örnek alan bu akımın temsilcile­ girerken Batı dünyasmın siyasî,
ri arasmda Kindi, Farabî, İbn ekonomik ve kültür alanmdaki
Sinâ, İbn Rüşd sayılagelmiştir. baskm konumu, İslâm dünyası
Bu akım, Aristo’nun Organon ve özellikle Osmanlı fikir adam-
adlı mantık kitabım şerh ve tef­ larmm üç farkh düşünce yapısı­
sir ederek ve aklî melekeyi ön na sahip oldukları gerçeğini or­
planda tutarak bu çığırda yeni taya çıkardı. Birinci guruptaki-
görüşler ortaya koymuşlardır. ler, tamamen Batı dünyasma
Onları 10. yüzyılda ortaya çıkan karşı çıkan fikirleri savunmuş­
“İhvân-ı Safa” akımı izlemiştir. lardır. İkinci grup fikir adamları
Dinin cehaletle kirletildiğini, ba­ Batı dünyasının fikir ve kültür
tıl ve sapık fikirlerin ortaya atıl- değerlerini benimseyen ve ora­
dığını savunan ve bunları temiz­ da ortaya çıkan pozitivizm, ma­
lemek amacıyla yola çıkan bu teryalizm, liberalizm, sosyalizm
harekete “İhvân-ı Safâ” (temiz­ gibi değişik fikir hareketlerine
lik kardeşleri) adınm verilmesi açık bir çizgide görünmüşlerdir.
de bu görüşlerinden dolayıdır. Üçüncü grup ise orta bir yol iz­
İslâm düşünce tarihinde leyerek hem Batı hem Doğu
“Meşşâîlik” akımına karşı 12. dünyasınm değerlerini birleşti­
yüzyılda ortaya çıkan rerek modernist bir fikrî yapı
“İşrâkîlik” ise temelde Eflatun oluşturmayı hedeflemişlerdir.
felsefesine bağh kalmış; en
§ tam. felsefe-i ûlâ a. (Jji
önemli temsilcisi Sühreverdî,
dJj) Hayat ve varlık ile bun­
eserlerinde “Gerçek bilgiye an­
ların karşısmda Allah ve var­
cak mistik denemeler yoluyla
lık ötesi dünyayı ele alan,
ulaşılabileceği” görüşünü sa­
bunların yanmda tabiî bilim­
vunmuştur. Osmanlı devletinin
lerin ilkelerini araştıran bi­
kuruluşundan sonra 13.-20. yüz­
lim dalı için kullanılan bir te­
yıl arasmda bağımsız bir çiği iz­
rim, metafizik (bk. metafi­
leyerek ve dinî-tasavvufî bir ni­
zik). Aristo’nun metafizik
telik kazanarak Muhiddin
için kullandığı Latince
İbnü’l-Arabî’nin tasavvuf felse­
“prote flıilosophia” terimi­
fesi, Sadreddin Konevî, Dâvûd-ı
nin Arapça karşılığıdır. Aya­
Kayserî, Molla Fenarî, Molla
ca, bir bilim dalı olarak “fel-
Lütfî, İbn Kemal gibi müderris
sefe-i ûlâ” Allah’m varhğı,
ve fikir adamlarının yönlendir­
isim ve sıfatları, ruh ve illet-i
235 ferâ'iz

ûlâ gibi konulan incelediği Fenâ'iyye öz.a. (<ûLi) tas. Celvetî


için felsefenin en yüksek dü­ tarikatinin kollarmdan birinin
zeyde nitelenen kolu olmuş­ adı.
tur.
fer' a. Q >) [Ar.] fik. Sözlük anlamı,
felsefetü’l-ûlâ a. (J^l üJi) “Kısım, dal” olan bu söz, miras
bk. felsefe-i ûlâ hukukunda ölen bir kimsenin
çocukları, torunlan ve torunla-
fenâ a. Gü) [< Ar.fenâ'] 1. Yokluk,
rınm çocuklan gibi aşağı soydan
yok olma, geçip gitme, ölme;
gelenleri ifade eden bir fıkıh te­
eşanlamlısı “yokluk” (bk. bu
rimi.
madde); “beka” (bk. bu madde)
ve “vücûd” (bk. bu madde), kar­ ferâğ a. Glü) [Ar.] fik. Sözlük anla­
şıtı. 2. tas. Tasavvuf inancmda mı, “Bir işten ayrılıp boş kalmak
kulun veya müridin kötü huy ve olan bu söz, bir kimsenin kendi
davranışlarmı bir kenara bıra­ üzerinde bulunan gayrimenkul
karak onun yerine iyi ahlâk ve bir mal üzerindeki hakkını bir
vasıflar kazanmak anlammda başkasına verme anlamında fi-
kullanılmıştır. kıh terimi.
fenâ üT-aşk a. (j^l^ Li) ferâğ kaydı a. Yazma eserlerin
tas. Tasavvuf inancmda aşk sonuna konulan eserin istinsah
içinde yok olma. bilgilerini içeren not. Bu kayıt
notu “kad veka'a’l-ferâğ” ifa­
fenâ fî’llah a. (dll^ lü) tas.
desi ile başladığı için bu terim
Tasavvuf inancında Allah’m
kullanılmıştır. Buradaki satırlar
varlığı içinde yok olma.
“ketebehu” ibaresiyle başlarsa
fenâ fi’l-pîr a. (jJl^üi) tas. “ketebe kaydı” (bk. bu madde)
Tasavvuf inancmda benliğini adını alıyordu. Genellikle yaz­
ve varlığmı pirin manevî maların sonunda yazı karakteri
şahsiyetinde yok etme. değişerek gittikçe kısalan ve üç­
fenâ fî’r-resûl a. (J^JI^lü) gen şeklinde düzenlenen ferağ
tas. Tasavvuf inancında ben­ kaydı, esas metinle karışmaması
liğini ve varlığmı Hz. Mu- için bu tarzda düzenleniyordu.
hammed'in manevî kişiliğin­ Burada yazma eserlerin yazılış
de yok etme. tarihi, müellifin adı yanında is­
tinsah ise istinsah tarihi ile müs-
fenâ fi’ş-şeyh a. (^Ijlii) tensihin adı dua ibaresi ile bir­
tas. Tasavvuf inancmda ben­ likte veriliyordu.
liğini ve varhğını şeyhin ma­
nevî şahsiyetinde yok etme. ferâ'iz ç.a (^l>) [Ar.farîza’nın ç.
b.] 1. Bu söz, “farz” ile eşanlamh
ferâ'iz-i dîniyye 236

olarak “Takdir ve tayin edilmiş ferâşet a. (cuil>) Kâbe’de hizmet


şey, belirlenmiş pay.” anlamında edenlerin görevi.
olup İslâmî terim olarak “Mükel­
§ tam. ferâşet-i şerîfe berâtı
leften yapılması kesin ve bağlayı­
Kâbe’nin temizlik görevlisine
cı bir tarzda dinî görevleri yerine
verilen berat.
getirme; ayrıca evlenme akdi ge­
reği kadına ödenmesi gereken ferâşet-i şerîfe vekili Kâ­
mehir ve mirasçıların terekedeki be’nin temizliğiyle görevli
payları.” biçiminde tanımlan­ bulunan kimselerin İstan­
mıştır. 2. huk. Şeriat kurallarma bul'daki temsilcisi.
göre mirastan ve varislerin her ferdâniyyet a (oûb>) [Ar.] Sözlük
birine düşen hisselerin miktar anlamı “Birlik, teklik, eşsizlik.”
ve keyfiyetinden söz eden, bun­ olan bu söz, “Allah’ın birliğini”
ların hukukî yapısmı irdeleyen ifade eden Allah’ın vasıfların-
bilim dah için kullanılan bir te­ dandır.
rim, “ilm-i ferâ’iz” (bk. bu mad­
de). Bu terim Kur'ân-ı Kerîm’de ferecî a (^>) [< Ar.ferec + -î] tas.
açıkça yer almamakla beraber, Mevlevî dervişlerin giydikleri
hadislerde çok sık kullanılan önü açık hırka.
kavramlar arasında gösteril­ feresü’l-hayât a (oLaJI ^>) [Ar.]
mektedir. Nitekim Buharî Cebrail’in bindiği at.
“ferâ'iz” konusunu kitabının
“Kitâbu’l-Ferâ'iz” (Sahîh-i fermân a (jL>) [E] Padişah buy­
Buhârî ve Tercemesi, C. 14, s. ruğu, padişahm yazıh emiri, be­
6596-6635) bölümünde Hz. Pey­ rat, buyrultu.
gamber’in sözlerine dayanarak § tam. fermân-ı âlî o- Q^
ayrıntılı bir biçimde değerlen­ jL>) (yüce buyruk) Padişah
dirmiştir. bk. mîrâs Bu bilim buyruğu, hükümdar fermanı.
konusu Hz. Peygamber döne­
fermân-ı âlî-şân a (jLiJL
minden başlayarak Müslüman-
jL>) (şanı ve şerefi büyük
lar arasında önemle üzerinde
olanın fermanı) mec. Padişah
durulmuş ve ele alınmış; deği­
fermanı.
şen ve gelişen zaman şartları
içinde İslâm hukukunun önemli fermân-ı celîlü’l-kadr a
bir bölümünü oluşturmuştur. (jjUIJaU jU>) (değeri, kıyme­
ti, kadri ulu olanın fermanı)
§ tam. ferâ'iz-i dîniyye a
mec. Padişah fermanı, buy­
(O.J ^1>) Dinin farzları.
ruğu.
ferâset a (o~J>) [ Ar.] bk. firâset
237 fesât

fermân-ı hümâyûn a. bir râvînin rivayetinin sağ­


(jjla jU>) Padişah buyru­ lam delil veya metnindeki bir
ğu- değişiklik, eksiklik veya fazla­
lık bakımmdan öteki râvîlere
fermân-ı İlâhî a. ^1 jL>)
ters düşmesi.
Tanrı buyruğu.
ferd-i mutlak a. (jlL j>)
fermân-ı pâdişâhî a. (^LijL
Hadis biliminde, bir râvînin
jLji) Hükümdar fermanı,
rivayetinin tek kaldığı kısım­
padişah buyruğu.
da sağlam delilin ash, kayna­
fermân-ı şeref-ıktirân a. ğı veya devamı sahabe tara-
(jljSl Jji jL» (.ululuğa, şe­ finda bulunan hadis.
refe, üstünlüğe erişenin fer­
ferd-i nisbî a. (^ j>) Ha­
manı) mec. Padişah fermanı,
dis biliminde, bir râvînin ri­
buyruğu.
vayetinin herhangi bir ba­
fermân-ı vâcibü’l-imtisâl a. kımdan tek kalması veya
(J^lçalj jU>) (itaat edil­ ötekilerinden farklı olması.
mesi, boyun eğilmesi gerekli
ferd mineT-esmâ veT-künâ
olanın fermanı) mec. padişah
veT-elkâb a. (flitti j »L^ül^
fermanı, buyruğu.
ajî) Bir başkasında bulunma­
fermân-ı vâcibü’l-iz'ân a. yan isim veya lakap ya da
(jltj^luiljıjLji) (itaat edilme­ künye.
si, boyun eğilmesi gerekli ola­
ferdü’l-muhâlif a. (JiLUlj>)
nın fermanı) mec. padişah
bk. ferd-i muhâlif
fermanı, buyruğu.
ferdüT-mukayyed a. (ili
fert, -rdi a. (j>) [Ar.] (ç. b. efrâd)
j>) bk. ferd-i nisbî
Hadis biliminde, “Bir, tek, ben­
zersiz, yegâne” olan bu söz, “Sağ­ ferdü’l-mutlak a. (jlLJI j>)
lam delilinin veya metninin bir bk. ferd-i mutlak
yerinde râvî sayısı teke düşen ve­
ferdüT-nisbî a. (^1 ajj) bk.
ya başka örneklerine göre farklı
ferd-i nisbî
olan hadis.” için kullanılmıştır.
Ravînin tek kalmasına fesât, -dı a. (jU) [Ar.] l.fik. İslâmî
“teferrüd” (bk. bu madde) veya inançta bir ibadetin vasıf ve
“infirâd” (bk. bu madde) denil­ şartlarmda oluşan kusur veya
miştir. eksiklik. 2. huk. İslâm hukukun­
da bir işlemin veya davanın va­
§ tam. ferd-i muhâlif a.
sıf ve şartlarmda oluşan kusur
(Jlk« j>) Hadis biliminde,
veya eksiklik. 3. Sosyal düzenin
fesih 238

ve ahlâkî yapının bozuluşunu sonra geç dönemlerde İslâm hu­


ifade eden bir terim, “salâh” ve kuku üzerinde çalışan bilim
“maslahat” (bk. bu madde) kar­ adamları tarafından, “Bir akdin
şıtı. Kur'ân-ı Kerîm’de on bir veya hukuki işlemin borç ilişkisi­
ayette aynen, otuz dokuz ayette ni tabiî olarak sona erdiren ifâ,
de bu kelimelerin türevleri ola­ ibrâ, takas, yenileme veya zaman
rak yer alan bu terim, “Belirli bir aşımı gibi sebepler dışında her ne
sistem içinde kavranan bu âlemin şekilde olursa olsun iki veya tek
ve toplumun veya bireyin var ol­ taraflı ya da mahkeme kararıyla
masına sebep olan tabiî düzen ortadan kaldırılması.” biçiminde
veya dengenin bozulmasını” ifa­ kullanılmış olunuyor.
de eden bir anlamda geçmekte­
fesübhânallah a. (dil jL^j) [Ar.]
dir. Öte yanda, “fesâd”m en
“Yalnız Allah’ı teşbih eder, O’nu
çarpıcı örneğini yine Kur'ân-ı
eksikliklerden uzak tutarım.” an­
Kerîm’de “Enbiyâ suresi” (21 /
lammda kullanılan hayret ifade­
22) nde, mealen “Eğer yerde ve
si.
gökte Allah’tan başka tanrılar
bulunsaydı yer ve gök kesinlikle fetâ a. t^) [Ar.] tas. Tasavvuf ehli­
fesada uğrardı.” ifadesi ile bul­ nin nefsine hâkim olma konu­
maktayız. Öte yanda pek çok sunda büyük cesaret ve mücade­
hadiste de bu terim “bozulma” le gösteren kimseler ya da fü-
anlammda kullanılmıştır (bk. tüvvet teşkilâtına bağh kimseler.
Wensinck, el-Mu'cem “fsd” mad­ fetânet a. (oiLU) [Ar.] Becerikli ve
desi). üstün zekâ gücüne sahip pey­
fesih, -shi a. (^i) [Ar.] Sözlük an­ gamberlerin sıfatı.
lamı “Bilmemek, bozmak, dağıt­ fethî a. (^“0 [Ar.] Hicretin sekizin­
mak.” olan bu söz, İslâm huku­ ci yılmda Müslüman olan saha­
kunda bir akdin veya hukukî beler.
bağlantının bozulması veya or­
tadan kaldırılması anlammda Feth suresi a. (^j^ jüî) [< Ar.
kullanılmıştır. Bu terimin, “Sûretü’l-Feth” Çûiiı sj^)]
Kur’ân-ı Kerîm’de geçmediği Kur'ân-ı Kerîm’in kırk sekizin­
kaynaklarda zikredilmektedir. ci, iniş sırasma göre yüz on bi­
Hadislerde ise hac niyetiyle ih­ rinci suresi olup yirmi dokuz
rama girmişken ondan vazgeçip ayetten meydana gelmektedir.
umreye niyet edilmesi tarzmda Admı ilk ayetteki “feth” sözün­
ifade edilmiştir (Ebû Dâvûd, den almaktadır. Sure, “Hudey-
“Menâsik”, 24). Bu da gösteriyor biye Antlaşması”nm hemen son­
ki bu terim, Hz. Muhammed’den rasından Hz. Peygamber ve as-
239 Fettâh

habı Medine’ye dönerken yolda daha çok Hz. İsa ile Hz. Mu­
nazil olmuştur. Burada, Hz. Pey- hammed arasmda geçen dönem
gamber’e Allah tarafından bir için söz konusu edilmiştir. Ayrı­
fethin ihsan edildiği edildiği, bu ca Kur'ân-ı Kerîm’in vahyi, ya­
fetihlerin Allah rızası için de­ ni zaman zaman surelerin Hz.
vam edeceği ifade edilmektedir. Peygamber’e tebliği sırasında
Bu sure için Hz. Muhammed, kesintiler olduğu dönemlere de
“Bu gece bana öyle bir sure indi­ “fetret” adı verilmiştir. 2. İki
rildi ki benim için o dünyadaki padişah arasmda devlet idaresi­
her şeyden kıymetlidir.” (Buhârî, nin padişah olmadığı için geçen
“Tefsir”, 48 / 1) dediği kaynak­ zaman. Özellikle Osmanlı dö­
larda zikredilmektedir. Hz. Pey­ neminde Ankara Savaşı sonra-
gamberin “Feth suresi”nin tef­ smda Yıldırım Bayezid’in oğul­
siri için bk. Sahîh-i Buhârî ve larının birbirlerine düşmeleri ve
Tercemesi, C. 10, s. 4763-4773. saltanat mücadelesine girmeleri
de “fetret devri” olarak adlan­
fetih (I) a. (^) [Ar.] Müslümanla-
rm memleket veya şehirleri Al­
dırılmıştır.
lah rızası ve O’nun adını yü­ Fettâh s. (^tü) [< Ar.feth] Sözlük
celtmek amacıyla ele geçirmele­ anlamı “Fetheden, ülkeler ele ge­
ri ve İslâm devletine katılmala­ çiren.” olan bu söz, “esmâ'ü’l-
rım sağlamaları için kullanılan hüsnâ” (Allah'ın güzel isimle-
bu terim, Kur'ân-ı Kerîm’de ri)dan olup “İyilik ve güzellik ka­
pek çok yerde, mealen “Biryerin pılarını açan, hak ile batılı birbi­
savaş sonucu İslâmiyetin hâki­ rinden ayırıp adaleti gerçekleşti­
miyetine geçmesi.” anlamında ren, mazlumlara yardım onları
yer almaktadır. zafere kavuşturan.” anlammda
Allah’m sıfatı olarak O’na izafe
fetih (II) a. (^ [Ar.] fik. Cemaatle
edilmiştir. Kur'ân-ı Kerîm’de
kılman ve kıraatin açık olduğu
isim ve sıfat biçiminde otuz se­
farz veya vacip namazlarmda
kiz ayette geçen bu terim, hadis­
imamm takıldığı, unuttuğu veya
lerde de Kur’ân-ı Kerîm’de zik­
yanhş okuduğu ayetleri arka-
redilen anlamlar çerçevesinde
smda saf tutan cemaatin dü­
Allah’a nispet edilmiştir.
zeltmesi anlamında kullanılan
“Fettâh” adı Allah’m doksan do­
söz.
kuz ismini veren İbn Mâce ve
fetret a. (o>î) [Ar.] (ç. b. feterât) 1. Tirmizî rivayetlerindeki listede
İki peygamber arasında Hak di­ de yer almıştır (Tirmizî,
ne davetin kesintiye uğraması “Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”,
durumunda kullanılan bu terim, 10).
fettâh-ı nûr 240

§ tam. fettâh-ı nûr s. (^ fetvâ emini a. (^î <^1 Osmanh


^tü) {nur açan) Allah. devlet teşkilâtı içinde, ilk defa
Kanunî Sultan Süleyman döne­
fettâh-ı kerîm s. ^ ^Cü) Al­
minde Zenbilli Ali Efendi’nin
lah’ın sıfatlarından olup iyi­
şeyhülislâmlığı zamanmda ku­
lik etmesini seven, kerem sa­
rulan meşihat makamı veya fet­
hibi olan Cenâbıhak anla­ va işlerine bakan dairenin baş­
mında Allah’a nispet edilmiş­ kanı.
tir.
fetvâhane a. (cL^) [< Ar.fetvâ +
fetvâ a. ((^p) [Ar.] (ç. b. fetâvâ, F.hâne] 1. Osmanh devlet teşki­
fetâvî) huk. Sözlük anlamı, “Bir lâtı içinde meşihat makamı veya
olayın hükmünü açıklayan veya dairesinde fetvâ işlerini yürüt­
hükmü koyan ya da karmaşık mekle görevli bölüm ve burada
konuları çözen.” olan bu söz, İs­ fetvâ yazılan yazılan yer. 2. Müf­
lâm hukukunda şeyhülislâm ve­ tünün bulunduğu resmî daire,
ya müftü tarafmdan dinî-hukukî müftülük.
konularda verilen şeriate uy­ fetvâname a. («uL câjÜ [< Ar.
gunluk veya aykırılık hükmü ya fetvâ + F. nâme] tas. ed. Tasav-
da kararı anlammda hukukî bir vufî edebiyatta şerî hükümleri
terim olarak kullanılmıştır. soru cevap tarzmda düzenleyen
Kur'ân-ı Kerîm’de sözlük an­ eserler.
lammda türevleri ile birlikte do­
fevâ'id a. Ul>) [Ar. fâ'ide’nin ç. b.]
kuz ayette geçen bu söz, Hz.
Sözlük anlamı “Öğrenilen bilği
Peygamber döneminde ”fiityâ”
veya kazanılan mal.” olan bu
sözü ile karşılanmış; daha son­ söz, Hz. Peygamber’in hadisleri­
raki dönemlerde fıkıh biliminin ni toplayan veya değişik bilim
gelişmesi ile kendi anlamını ka­ dallarında isim sahibi olmuş
zanmıştır. İslâm toplumlarmda kimselerin rivayetlerini veya
hukukî manada bir ihtiyaç neti­ meşhur sözlerini bir araya geti­
cesinde ortaya çıkan ve kurum­ ren kitaplara verilen ad olarak
laşan fetvâ verme işi, İslâm hu­ bu türde terim niteliği kazan­
kukunun düzenlenmesine, kül­ mıştır.
tür ve medeniyetinin gelişmesi­
fevâ'id kaydı a. Yazma eserlerin
ne paralel olarak fıkıh literatü­
başına ve sonuna cilt yapılırken
ründe önemli bir konuma gel­
konulan ve “vikâye” (koruma)
miş; bu konuda hem de fetvâ
adı verilen boş sayfalara sonra­
usulünün işleyişinde çok ciddi
dan okuyucular tarafmdan yazı­
ve değerli eserler kaleme alın­ lan not için kullanılan bir terim.
mıştır.
241 feyz-i akdes

fevâsılü’l-âyât a. (oWl J-lji) [Ar.] te yirmi dokuz ayette yer almak­


“Ayetlerin fasılaları.” anlamın­ tadır (M.F.Abdülbâkî, el-Mu'cem,
daki bu terim, ayetlerin son ke­ “fvz”, maddesi). Hadislerde ise
limesine kendisinden sonra ge­ “Şehitlik, cömertlik, cehennem
len ayeti evvelkinden ayırdığı azabından kurtulma, adalet” gibi
için kullanılmaktadır. anlamlarda pek çok râvînin ri­
vayetinde yer almıştır
fevât a. (olji) [Ar.] Hac farîzasmı
(Wensinck, el-Mu'cem, “fvz”,
yerine getirmekte olan bir kim­
maddesi). Eş anlamlısı, “felâh,
senin zamanmda Arafat vakfe­
halâs, necât” (bk. bu maddeler).
sine yetişememesi, vakfenin
zamanmı kaçırmış olması du­ fey' a. G^) [An] Sözlük anlamı “Ge­
rumu. Bu duruma düşen kimse, ri dönmek, şekil değiştirmek veya
Şâfiî, Mâliki ve Hanbelî mezhe­ gölge” olan bu söz, İslâm devlet­
bine göre “fevât kurbanı” kes­ lerinde gayrimüslim unsurlar­
mesi gerekmektedir. Hanefî dan aldığı cizye, haraç ve ticaret
mezhebi ise bu konuda bir ceza mallanndan alınan vergi için
öngörmemektedir. kullanılmıştır.
fevâtihü’s-süver ç.a. (^Jl jüI>) § tam. fey'-i zevâl a. (Jlj3 fl/i)
[An] Kur’ân-ı Kerîm’de surele­ Gün içinde namaz vakitleri­
rin ilk ayetleri anlammda kulla­ nin tespiti için baş vurulan
nılan bir tefsir terimi. Kur'ân-ı ve her şeyin gölgesinin bir
Kerîm’de surelerin tamamma veya iki katı oluncaya kadar
yalanı, okuyanm dikkatini çek­ devam eden zaman dilimi.
mesi, ilgisini ve merakmı topla­
feyiz, -yzi a. O^jj) [An] (ç. b. füyûz)
ması bakımmdan benzer ayet­
tas. 1. Sözlük anlamı “Suyun ka­
lerle başlar. Kur’ân-ı Kerîm’in
barması, taşıp akması.” olan bu
bu uslüp özelliği tefsir biliminde
söz, bütün bilgilerin ve varlıkla­
önemli bir konu başhğı olarak
rın Allah’tan tecellî ettiği anla­
ele ahnmış ve işlenmiştir.
mında bir tasavvuf terimi. 2. fel.
fevz a. C^) [An] Sözlük anlamı Bir karşılık beklenmeden yapı­
“Kurtulmak, serbest kalmak? lan eylem ve davramşlarm kar-
olan bu terim, dünya ve ahirette şıhğının yüce yaratıcı, yani Al­
zorluklardan, sıkmtılardan uzak lah’tan geleceğini ifade eden bir
kalarak İlâhî mutluluğa ulaşma, terim.
engin bir huzur ortamma eriş­
§ tam. feyz-i akdes a. (^jil
me anlammda kullanılmıştır. Bu
^a^j) “En kutsal feyiz” anla­
söz, Kur’ân-ı Kerîm’de bu son
mmdaki bu söz, varlıklarm
anlamlanyla türevleri ile birlik­
ve gelişim süreçlerinin önce
feyz-i câvidân 242

bilim, sonra da görünüş mer­ fazlalaşmak.” olan “fazl” kö­


tebesinden var olmasmı ge­ künden gelen bu söz, îslâm lite­
rektiren öz sevgi tecellisin­ ratüründe, zamanları, şahsiyet­
den ibaret olduğunu ifade lerin, kabilelerin, milletlerin, ül­
eden bir terim olarak benim­ ke ve şehirlerin en üstün vasıf­
senmiştir. larını anlatan eserlere verilen
bir ad olarak terim niteliği ka­
feyz-i câvidân a. (jljjk ^J
zanmıştır. İslâmî Türk edebiya­
Sonsuz, ebedî feyiz, tüken­
tında bu tarzda çok tanmmış
mez bereket.
eserler kaleme almmıştır. Söz
feyz-i Hakk a. (^ ^xi) Al­ gelişi, Fezâ'ilü’l-Kur'ân,
lah’ın tecellisi. Fezâ'ilü’l-Mekke, Fezâ'ilü’s-
feyz-i İlâhî a. (^1 ^^) bk. Sahâbe, Fezâ'ilü’l-Etrâk bu
feyz-i Hakk türden eserlere örnek sayılabi­
lir.
feyz-i mukaddes a. (^^
jij) tas. Dış âlemde oluşan § tam. fezâ'ilü’l-insâniyye a.
kutsal tecellî (bk. feyz-i (<2Uiil JiLü) Özellikle İnsa­
akdes). nî vasıflar çerçevesinde ada­
let, hoşgörü, doğruluk, kar­
feyz-i Rabbânî a. Ç^Uj e^) deşlik, dostluk, dayanışma,
bk. feyz-i Hakk sevgi, cömertlik, barışçılık,
feyyâz s. (<>□) [< Ar.feyz] 1. “Fe­ güler yüzlülük gibi değerler.
yiz, bereket ve bolluk veren.” an­ Kur'ân-ı Kerîm’de çokça iş­
lamında Allah’m sıfatlarmdan lendiği gözlenen bu değer
biri olup Kur'ân-ı Kerîm’de pek yargıları hadislerde de sıkça
çok ayette zikredilmiştir. dile geirilmiştir. Bu terimin
özellikle ahlâkî erdemleri
§ tam. feyyâz-ı âlem a. (JL ifade etmesi felsefî kültürün
^Li) tas. Tasavvuf inancında gelişmesi ve genişlemesi ile
“kalb” (bk. bu madde). başlamıştır. İlk İslâm filozof-
feyyâz-ı ezel a. (J3I ^Li) Al­ larmdan sayılan Kındî ve
lah. Farabî eserlerinde bu kav­
ram üzerinde önemle ve ıs­
feyyâz-ı kudret a. (ojjî ^Li)
rarla durmuşlardır.
Kudret sahibi olan Allah.
fezâ'ilü’l-Kur'ân a. (jı>B
feyyâz-ı mutlak a. (jlk
JiLü) [Ar.] “Kur'ân’ın fazilet­
^Li) Allah.
leri” anlamındaki bu terim,
fezâ'il a. (JîLü) [Ar. fazîlet’in ç. b. Kur'ân-ı Kerîm’in üstünlük­
< fazl] Sözlük anlamı “Artmak, lerinden ve meziyetlerinden
243 fıkhü’r-râvî

söz eden ve bu konuda araş- hukukî hükümlerinin Müslü­


tırmalar yapan bilim dalı için man unsurlar arasında ve top­
kullanılmıştır. lum hayatmda tarih boyunca
uygulanmıştır. Son çağlarda,
fezleke a. (dlji) [Ar.] Osmanlı dev­
özellikle 20. yüzyıl ile birlikte
leti bürokrasisi içinde kaleme
Müslüman hukukçular ile bu
alınan raporların sonuç kısmı ve
konu üzerinde çalışan Batılı bi­
özet niteliği taşıyan bölümü.
lim adamlarının mukayeseli ça­
fıkıh, -khı a. (üi) [Ar.] Sözlük an­ lışmaları ve eleştirel tutumlar
lamı “Bir konuyu gereği gibi an­ yanında İslâm devletlerinde Ba­
layıp bilme, derinlemesine kav­ tılı kanun telâkkilerinin artması
rama.” olan bu söz, İslâmî bilim­ sonucu fıkıh alanında modern­
lerde ibadet ve hukuk sahasın­ leşme eğilimleri baş göstermiş­
da, “Kur'ân-ı Kerîm’den ve sün­ tir. Bunlara ek olarak Batılı eği­
netten yararlanarak dinî bilgilere tim sistemleri örnek almarak
ve hükümlere vakıf olmak.” an­ üniversitelerde ilâhiyat, hukuk
lammda yaygmlaşmış bir terim­ ve iktisat fakültelerinin açılması
dir. Bu söz, Kur'ân-ı Kerîm’de bu sözünü ettiğimiz mukayeseli
bu son anlamlanyla türevleri ile araştırmaların yoğunlaşmasını
birlikte yirmi ayette, mealen sağladı. Bu araştırmalar modern
“Bir şeyi iyi ve tam anlamak, hukuk sisteminin tanınmasmda
kavramak, bir şeyin özünü bil­ önemli rol oynadı. Yeni Türkiye
mek” anlamlarmda yer almak­ Cumhuriyetinin kurulmasından
tadır (M.F.Abdülbâkî, el-Mu'cem, sonra bizde ve bazı Ortadoğu
“fkh”, maddesi). Hz. Peygamber Müslüman ülkelerinde ortaya
döneminde bu söz yerine çıkan kanunlaşma hareketleri,
“kurrâ” kelimesinin yaygın kul­ Batılı modern hukuk sistemleri­
lanıldığı, bu terimin ise geç dö­ ne geçiş yolunu açtı ve bu yolda
nemlerde yaygınlaştığı, özellikle ciddî ve önemli adımlar atıldı.
ilmihal, hukuk, hukuk
§ tam. fikhü’l-ekber a. ^l
metedolojisi, ekonomi, siyaset,
üi) İslâm dininin aslî hüküm­
idari bilimler ve bu bilimlerle il­
lerini konu edinen büim dalı.
gili kurumlar alanında İslâmî bi-
limler çerçevesinde “fıkıh” dah fikhü’l-hadîs a. (ö^I <ü)
içinde anlam genişlemesine uğ­ Hadis biliminde, herhangi bir
radığı kaynaklarda ifade edil­ ifadeden onu söyleyenin ne
mektedir. İslâm dünyasmda demek istediğini anlamak
“şerî'at” (bk. bu madde) olarak veya kavramak.
da ifade edilen fıkıh, İslâmî dev­ fikhü’r-râvî a. (^IJI «üü)
let yönetiminin siyasî, İktisadî, Hadis bilimiyle uğraşan kim-
fıkhî 244

selerin rivayetin şartlarını, ümmetim ise yetmiş üç fırka­


gerçekliğini, değerlerini, çe­ ya ayrılacaktır. Bu fırkalar­
şitliliğini lâyıkıyla bilmesini dan biri hariç hepsi cehen­
ve bu inceliklere göre hadis­ nemliktir.” Hz. Peygamberim
lerin sahih olup olmadığına bu rivayetine dayanarak İs­
karar vermesi veya bu konu­ lâm dünyasmda pek çok tar­
da yetkin olması. tışma çıkmış; her ayrılıkça
düşünceye bağh fırkalar bu­
fıkhî s. (^J [< Ar.fıkh + -î] Fıkıhla
rada işaret edilen “kurtuluşa
ilgili, fıkıh bilimine özgü.
erecek firka”nın kendileri
fıkhiyye s. (üpi) [Ar.fıkhî sözünün olacağmı savunmuşlardır.
müennes (dişil) biçimi.] bk. fikhî
fısk a. (jj) [ Ar.] (ç. b. füsûk) 1.
fırka a. (<i>) [< Ar. fark] Sözlük Sözlük anlamı “Taze hurma ka­
anlamı “Ayırmak, bölmek.” olan buğunu soymak, belirli sınırı aş­
bu söz, İslâmî fikir hareketleri mak.” olan bu söz, İslâm sosyal
içinde kendine özgü siyasî dü­ hayatı boyunca “Allah'ın emirle­
şünce ve itikadî telakki ya da rine aykırı hareket etme, doğru
mezhepleri ifade etmektedir. yoldan ayrılma.” biçiminde bir
Kur'ân-ı Kerîm’de sadece bir terim niteliğini kazanmıştır. Bu
ayette, “Tevbe suresi” (9 t 122) terim, hem Yahudiler hem de
nde Müslüman toplumlarda Hristiyahları ifade ederken aynı
farkh kesimleri, şehirli-köylü, zamanda Allah’m buyruklarım
sivil-asker gibi gruplan ifade yerine getirmeyen Müslümanlar
etmek için kullanılmıştır. Pek için de kullanılmıştır. Kur'ân-ı
çok hadiste (bk. Wensinck, el- Kerîm’de pek çok ayette ve ha­
Mu'cem, “frk” maddesi) de aynı dislerde hem türevleri, hem çok­
anlamlarda yer alan bu terim, luk biçimiyle farklı anlamlarda
akaid ve kelâm bilimleri yarım­ ifade edilmiştir. 2. Hadis bili­
da mezhepler tarihinde de yay­ minde, ravînin söz ve davranış-
gın bir kullanım arz eder. larmda küfre varmamak kaydıy-
§ tam. fırka-i nâciyye a. la dinin buyrukları dışına çık­
(<kü 4iji) Kurtuluşa erecek malım sabit olması durumu.
fırka. Bu terim, Kur'ân-ı fiısk bi’l-ma'sıyye a. (<l^xJL j^) [
Kerîm’de geçmemektedir; İs­ Ar.] Hadis biliminde, ravînin
lâmî literatüre ise hadis ka­ büyük günah işlemesi veya kü­
nalıyla girmiştir. Kaynaklar­ çük günahlarda ısrar etmesi du­
da bu rivayet, şöyle zikredil­ rumu
mektedir: “Yahudîler yetmiş
bir, Hrıstiyanlar yetmiş iki fitrat a. (o^U) [< Ar. fatr] Sözlük
fırkaya ayrılmıştır. Benim anlamı “Bölmek, yarmak, ikiye
245 fidye-i necât

ayırmak.” olan bu söz, doğuştan seyi kölelikten kurtarmak veya


sahip olunan yaratılış, meziyet, çeşitli sebeplerden dolayı yerine
yetenek için kullanılmıştır. getirüemeyen ibadetlerin karşı­
Kur’ân-ı Kerîm’de “fatr” kö­ lığı olarak ödenen bedel anla­
künden türemiş pek çok söz var­ mmda terimleşmiştir. Kur'ân-ı
lığı söz konusudur; bunlardan Kerîm’de “Bakara suresi” (2)
bazıları on dokuz ayette yer al­ 184. ayetinde mealen “Kimin
maktadır (.bk. M.F.Abdülbâkî, el- oruç tutmaya gücü yetmezse her
Mu'cem, “ftr” maddesi). Hadis­ gün için bir fakirin karnını doyu­
lerde de aynı durum söz konu­ racak kadar fidye vermesi icap
sudur (bk. Wensinck, el-Mu'cem, eder.” ifadesiyle ve yine aynı su­
“ftr” maddesi). renin 196. ayetinde Mina’da ke­
silecek kurbanla ilgili ve bu sı­
fitratullah a. (dllîjü) [ Ar.] “Al­
rada uyulması gereken kuralla-
lah’ın dini” anlammda bir terim
rm çiğnenmesi durumunda (söz
olup Kur'ân-ı Kerîm’de sadece
gelişi traş olunması, cinsî müna­
bir ayette mealen “Hakka yöne­
sebette bulunması, tırnaklarm
len bir kimse olarak yüzünü dine,
kesilmesi gibi)da fidye miktarı
Allah’ın fıtrî dinine çevir ki...”
söz konusu olmaktadır. Ayrıca
ibaresiyle “Rûm suresi” (30 / 30)
dokuz ayette de bu sözün deği­
nde geçmektedir.
şik türevleri yer almaktadır. Ay­
fitr bayramı a. Hicrî takvime göre nı durum hadislerde de kendini
Şevval aymın birinci günü baş­ göstermektedir. Pek çok hadiste
layan Ramazan Bayrammın öte­ fidye konusu anlatılmış ve açık­
ki adı (bk. Ramazan Bayramı). lanmıştır (bk. Wensinck, el-
fıtrıyyât a. (oLjki) [< Ar. fatr] Ak­ Mu'cem, “fdy” maddesi).
im yaradılıştan sahip olduğu § tam. fidye-i halk a. (jk
doğruluğu kesin fikirler ve za­ <>ji) fık. Hac ve umre ibadeti
rurî öncülleri anlatmak için kul­ sırasmda, ihrama girmiş bir
lanılan felsefe ve mantık terimi. kimsenin herhangi bir maze­
fıtır sadakası a. İslâmî inanca göre, reti dolayısıyla başmı tıraş
farz ve nafile olarak nitelenen etmesi karşılığı bir koyun
sadaka ibadetinin vacip olam bu kurban kesmesi.
terim ile karşılanmıştır. fidye-i necât a. (öLj <ujî)
fidye a. (<ujj) [ Ar.] Sözlük anlamı Savaş esirlerinin serbest bı­
“Bir kimseyi bulunduğu sıkıntılı rakılması için ön görülen fid­
durumdan kurtarmak için öde­ ye. Bu konuda dört mezhep
nen bedel” olan bu söz, bir kim­ uleması arasmda fikir ayrılı­
ğı söz konusudur. Hanefilere
fidye-i salât 246

göre esirin dârülharbe (sava­ var etmesi), “ifnâ” (Allah'ın var­


şa) dönmek üzere karşılıksız lıkları yok etmesi), “imâte” (Al­
veya fidye karşılığı serbest lah’ın vadesi gelen yaratıkların
bırakılması caiz değildir. canlarını alması), “ihyâ” (Al­
Öteki mezheplere göre, yani lah'ın varlıklara can vermesi ve
Şâfiî, Hanbelî ve Mâlikîlere yaşatması), “inbât” (Allah'ın bit­
göre esirler, devlet başkanı- kilere canlılık vermesi), “tasvir”
nın uygun görmesi ile “fidye- (Allah’ın varlıklara suret veya
i necat” ile serbest kalabilir. şekil vermesi).
fidye-i salât a. (sıu <ujî) Kı- fiilî sünnet a. Hz. Peygamberim
İmamayan namazların bede­ yapmış olduğu fiüler için kuUa-
li. nılan terim. Bu fiüler, abdest,
namaz, hac gibi ibadetlerle ügüi
fidye-i savm a. (^ <uji) Tu­
olduğu gibi sosyal hayattaki öğüt
tulamayan oruçlarm bedeli.
niteliğindeki eylemleri olarak
fî-emâni’llah a. (dlljLI^) [ Ar.] gösterümiştir.
“Allah’a emanet ol! Allah’a ıs­
fikir, -kri a. (jü) [ Ar.] (ç. b. efkâr)
marladık!” anlamında esenleme
Varlıklarm özünü veya oluşu­
sözü.
munu kavramak için akim plan­
fî-hadîsihi za'fun a. (j*j> Ğâ^) [ lı ve programh faaüyetleri için
Ar.] Hadis biliminde, bir ravînin kullanüan bir terim.
“cerh” (bk. bu madde) in beşinci
Fîl suresi a. (^j^ JJ) [<
ve altmcı mertebesinde bulun­
Ar.“Sûretüİ-Fîl” (JJI 5^)]
ması durumu.
Kur’ân-ı Kerîm’in. yüz beşinci,
fihris a. (^jji) [ Ar.] Bir ravînin, iniş sırasma göre on dokuzuncu
hocalarmın adlarmı, suresi olup “Kâfirûn suresi”
senedlerini, rivayetlerini ve ki- (109)nden sonra ve “Felâk su­
taplarının isimlerini yazdığı ki­ resi” (113)nden önce Mekke’de
tap. nazü olmuş ve beş ayetten
fihrist a. _^j) [ Ar.] bk. fihris meydana gelmektedir. Admı bi­
rinci âyette geçmekte olan
fiilî sıfatlar a. AUah’m büfiil uygu­ “ashâbü’l-fîl” (fil sahipleri) sö­
ladığı olaylar, işleri ve tasarruf­ zünden alan bu âyette, Kâbe’yi
larını ifade eden sıfatlar için yıkmaya gelenlerin nasü helâk
kuUanılan terim. Bu sıfatlar edüdikleri anlatüır. Burada Al­
şunlardır: “tahlîk” (Allah'ın ya­ lah’ın fil sahiplerine, yani
ratması), “terzîk” (Allah'ın rızk Ebrehe el-Eşrem’e ve askerleri­
vermesi), “inşâ” (Allah'ın yoktan ne yaptıkları, “Ebâbil” adı veri-
247 fitne

len rengârenk kuşların onları siyle yer almaktadır (Nisâ sure­


nasıl yok ettiği; bunlardan da ib­ si, 4/76).
ret alınması gerektiği vurgu­
fiten a. (yü) [ < Ar. fetn; fitnecin ç.
lanmaktadır.
b.] bk. fîtne
fîl vak'ası a. Kâbe’yi yıkmak üzere
fiten ilmi a. Hz. Peygamber’in vefa­
Mekke üzerine yürüyen Habeş
tından sonra ortaya çıkmış veya
ordusunun Allah tarafmdan
çıkması muhtemel fitnelerle ilgi­
gönderilen ve “Ebâbil” adı veri­
li çahşmalar konusunu işleyen
len kuşlar vasıtasıyla helâk
bilim dalı.
edilmesi olayı (bk. fîl suresi).
fitne a. (üü) [ < Ar. fetn] (ç. b.
firâset a. (o^l>) [ Ar.] Sözlük an­
fiten) Sözlük anlamı, “Altın ve
lamı “Sezme, algılama, keşfet­
gümüş benzeri değerli madenle­
me.” olan bu terim, bir kimsenin
rin saflığını ölçmek için ateşte
dış görünüşüne bakarak onun
eritmek.” olan bu terim, sosyal
ahlâk ve karakterini yorumlama
hayatta iyi veya kötü şeylerle
veya akıl ya da duyu organları
deneme veya imtihan etme, dinî
yardımıyla bilinemeyen, ancak
bakımdan ruhsal çöküntüyü ya
sezgi melekesiyle erişilebilen
da dinî, siyasî ve sosyal ortamda
bilgi alanları ya da bilim dah
yaşanabilecek ruhî sarsıntıyı
için kullanılmıştır.
ifade eder. Bu değerlendirme­
firdevs a. (^jj^) bk. cennet lerden de anlaşılacağı üzere çok
yönlü ve geniş bir anlam zengin­
Firdevsiyye öz.a. (uu,jjji) tas. Ku­
liğine sahip bu terim, Kur'ân-ı
rucusu Rükneddînü’l-Firdevsî
Kerîm’de otuz dört ayette “fit­
olan Kübreviyye tarikatı kolla-
ne” biçiminde, yirmi altı ayette
rmdan birinin adı.
de bu biçimin türevleri ile geç­
fî’s-sahîh a. (^^>11^) [ Ar.] Hadis mektedir. Bunların içinde bazı
biliminde, bir hadisin Buharî ve ayetlerde müşriklerin Müslü­
Müslim’in “Sahih” (bk. bu mad­ manları inançlarmdan döndür­
de) lerinde veya bunlarm birin­ mek için yaptıkları yıkıcı faali­
de bulunduğunu ifade eden te­ yetler, Kur'ân-ı Kerîm’de
rim. “Tevbe suresi” (9 / 47 ve 48) nde
fî sebîlullah a. (dil Jji^) [ Ar.] ifade edilmiş; aynca Hz. Pey­
“Allah yolunda” anlammdaki bu gamber’in de Mekke’de bulun­
söz, Kur'ân-ı Kerîm’de mealen duğu dönemde buna benzer du­
“Allah rızası için, Allah’ın buy­ rumlarda kaldığı açıklanmıştır
ruklarına uygun olarak.” ibare­ (İsra suresi, 17 / 73). Üstelik yi­
ne bazı ayetlerde mealen “Fitne
fitre 248

öldürmekten daha beterdir.” yorumlandığı da söz konusudur.


(Bakara suresi, 2 / 191) ya da Hanefîlere göre vacip olan bu
“Fitne öldürmekten daha büyük ibadet, öteki mezheplerce, yani
bir suçtur.” (Bakara suresi, 2 / Şâfiî, Mâliki, ve Hanbelîlerce
217) şeklindeki ifadeler, fitnenin farz olarak değerlendirümiştir.
ne denli tehlikeli bir faaliyet ol­ Ancak bu son mezhepte farz ile
duğu vurgulanmıştır. Aynı de­ vacip uygulama bakımmdan eş­
ğerlendirmeler ve yorumlar ha­ değerde görüldüğü için arada
dislerde de söz konusu edilmiş­ büyük bir uygulama sorunu söz
tir. Nitekim Buharî, bu konuyu konusu değildir. Ergenlik çağma
kitabmm “Kitâbu’l-Fiten” baş­ gelmiş her Müslüman’m fitre
lıklı bölümünde Hz. Peygam­ vermesi gerekli görülmüş; evli
ber’in hadislerine dayanarak et­ olmayan Müslüman kadınlarm
raflıca incelemiştir (Sahîh-i fitreyi kendilerinin vermesi, evli
Buhârî ve Tercemesi, C. 15, s. olanların ise kocası tarafmdan
6921-6984). Bu terim, sonradan karşılanması caiz görülmüştür.
Müslüman toplumlarda çok da­ Yine çocuklann fitresi de baba­
ha olumsuz ve yıkıcı etkiler ya­ ya ait telakkî edilmiştir. Fitre
ratan bir kavramlar manzume­ miktarı ve fitre verilecek kimse­
sine dönüşmüş; pek çok top­ lerin durumları da İslâm hukuk­
lumda siyasî ve sosyal çalkantı-' çuları tarafmdan makul ölçüler
lann oluşmasına sebep olmuş­ çerçevesinde her dönem için ay-
tur. rı karara bağlanmıştır. Özellikle
fitre verilecek kimselerin, fitre
fitre a. G>^) [< Ar. sadakatü’l-fıtr
verme yükümlülüğünde olma­
< fatr] Sözlük anlamı, “Kesmek,
ması, muhtaç durumda bulun­
yaratmak, ikfye ayırmak.” olan
ması, güzel ahlâklı olması gibi
“fatr” kökünden gelen bu söz,
ölçütlere dikkat edilmesi salık
oruç açmayı ifade eden
verilmiştir.
“sadakatü’l-fıtr” veya “zekâ-
tü’l-fitr” (bk. bu madde) sözü­ fu'âd ç.a. (jlji) [Ar.] tas. İlâhî tecelli­
nün Türkçede kısaltılmış biçi­ leri seyretme yeri olarak ifade
midir. Buna bazı bölgelerde edilen, özellikle de “kalb” için
“fitra” da denilmektedir. İslâmî kullanılan bir tasavvuf terimi.
inancm önemli ibadetlerinden
fuhuş, -hşu a. (^^i) [Ar.] İslâmî
olan fitre, sosyal ve bireysel an­
inanç ve ahlâk değerleri çerçe­
lamda manevî değere sahiptir.
vesine aykırı düşen ve evlilik dı­
Özellikle ramazan orucu içinde
şı yapılan cinsel üişkiler yanm-
verilmesi caiz görülen bu sada-
da yine din ve ahlâk kurallarma
kanm mezhepler arasmda farklı
uymayan sapıklıklar ve aşırılık-
249 furkân

lar. Kur'ân-ı Kerîm’de bu kök­ fukahâ ç.a. (I4U) [Ar.fakîh’in ç.


ten türemiş pek çok kelime yir­ b.] bk. fakîh
mi dört ayette yer almaktadır
§ tam. fiıkahâ'-i seb'a ç.a.
(bk. M.F.Abdülbâkî, el-Mu'cem,
(ü^ ,14ü) bk. fukahâ'u’s-
“fhş” maddesi). Hadislerde de
seb'a
sıkça rastlanan bu terim ve tü­
revleri (bk. Wensinck, el- fukahâ'u’s-seb'a ç.a. (<»MI
Mu'cem, “fhş” maddesi) sözlük ol^u) 1. “Tâbi'ûn” (bk. bu
ve terim anlamı yanında “Bü­ madde) tarafindan yedi bü­
yük günah, edepsizlik, iffetsizlik” yük fıkıh âlimi için kullanılan
olarak da nitelenmiş, hatta di­ terim. Bu yedi bilim adamı
nen ve ahlâken yasaklanıp kı­ şunlardır: Saîd ibnü
nanması uygun görülmüştür. Museyyeb (öl. 105), Kasım b.
Muhammed b. Ebî Bekr es-
§ tam. fuhş-ı gaflet a. (olu
Sıddık (öl. 107), Urve ibn
jiai) Hadis biliminde, ravî-
Zübeyr (öl. 94), Hârice b.
nin aşırı derecede gaflete
Zeyd b. Sâbit (öl. 100),
düşmesi ve bundan dolayı
, Ubeydullah b. Abdillah b.
hata yapması durumu.
Utbe b. Mes'ûd (öl. 98), Ebû
fuhş-ı galat a. (Mi jM) Ha­ Eyyûb Süleymân b. Yesâr el-
dis biliminde, ravînin rivayet Hüâlî (öl. 104), Ebû Seleme b.
ettiği hadislerde yandan faz­ Abdurrahman b. Avf (öl. 104).
lası üzerinde hata yapması 2. Sahabe arasında “yedi fa-
durumu. kih” olarak şu isimler göste­
rilmiştir: Hz. Ömer (öl. 23),
fuhûl ç.a. (Jjaj) [Ar.fahl’in ç. b.]
Hz. Ali (öl. 40), Hz. Âişe (öl.
Beyit, hadis ve rivayetleri çok iyi
58) Abdullah b. Mes'ûd (öl.
anlatan veya yorumlayan kimse­
32), Abdullah b. Ömer (öl. 74),
ler.
Abdullah b. Abbâs (öl. 68),
§ tam. fuhûl-i müfessirîn ç.a. Zeyd b. Sâbit (öl. 45),
(jjjM Jjaj) Çok tanınmış ve
fukara ç.a. (Ijü) [Ar.fakîr’in ç. b.]
önde gelen tefsir sahasında
bk. fakir
çalışmış bilim adamları, tef-
sirciler. furkân a. (jlî» [Ar.] Hak ile bâtılı
ayırma yolunda kutsal değeri
fuhûl-i muhaddisîn ç.a.
olan, bu konuda Allah’ın koydu­
(j2^, J^J) Çok tanmmış ve
ğu ilkeleri veya ölçüleri bünye­
önde gelen hadis sahasında
sinde toplayan ve Hakkı batıl­
çalışmış bilim adamları, ha-
dan ayırma vasfma sahip olan
disçiler.
kitap, Kur’ân. Bu isim, “Furkân
Furkân suresi 250

suresi” (25) (bk. bu madde)nin Buhârî ve Tercemesi, C. 10, s.


ilk ayetinde, “Tebârekellezi 4620-4628.
enzele’l-Furkân... ” ibaresiyle
furûk (I) ç.a. (jj>) [Ar. fark’ın ç. b.]
açıkça dile gelirken, “Âl-i tmrân
Arap dilinde söz varlıklarınm
suresi” (3)nin dördüncü ayetin­
anlam ve kullanım farklarmı ve
de “Min kablü hüden li’n-nâsi
inceliklerini ifade eden ve bu
ve enzele’l-Furkan” olarak ifa­
konuyu derinlemesine inceleyen
desini bulmuştur. Öte yanda bu
bilim dalı.
söz, “Bakara suresi” (2)nin 53.
ve 185. ayetlerinde, “Enfâl su­ furûk (II) ç.a. (jj^) [Ar. fark’ın ç.
resi” (8)nin 29. ve 41. ayetinde, b.] Fıkıh konularının ve bu çer­
“Enbiyâ suresi” (21)nin 48. aye­ çevede ortaya konulmuş olan
tinde yer almaktadır. Ayrıca, kurallarm arasmda söz konusu
bk. Kur’ân olan farkları inceleyen bilim da-
h ve bu çalışmalar neticesinde
Furkün suresi a. O^j^ jüji) [<
kaleme alman eserler.
Ar. “Sûretü’l-Furkân” (jl^l Sj
>«)] Kur'ân-ı Kerîm’in yirmi Fussılet suresi a. (^^j^ dLu) [<
beşinci, iniş sırasına göre kırk Ar. “Sûretü’l-Fussilet” (,-.ı.^iiı îj
ikinci suresi olup “Yâsîn suresi” ^)] Kur'ân-ı Kerîm’in kırk bi­
(36)nden sonra ve “Fâtır sure­ rinci, iniş sırasına göre altmış
si” (35)nden önce Mekke döne­ birinci suresi olup “Mü'min su­
minde nazil olmuştur ve yetmiş resi” (40)nden sonra ve “Şûrâ
yedi ayetten meydana gelmek­ suresi” (42)nden önce Mekke’de
tedir. Adını ilk ayetteki “Hak ile nazil olmuştur. Bazı ulemaya
bâtılı birbirinden ayırma.” anla­ göre elli dört, bazısma göre elli
mında olan “furkân” sözünden üç, bazılarına göre de elli iki
almaktadır. Bu surede, Hz. Pey­ ayetten meydana gelmektedir.
gamber’in risaletinin kutsallığı Ulema arasmdaki bu farklı yo­
ve bunun Allah’m takdiriyle rum, surenin başmda bulunan
gerçekleştiği vurgulanır. Bu su­ “Hâ, mim” ibaresinden kaynak­
renin fazileti olarak da kaynak­ lanmıştır. Bazıları bu harfleri
larda “Furkân suresini okuyan birer ayet gibi kabul etmiş; bazı­
kimse kıyamet gününde Allah’ın ları ise bunu kabul etmemiştir.
huzuruna yürekten inanmış ola­ Adını üçüncü ayetteki mealen
rak çıkar ve cennete nail olur.” “Ayrıntılarıyla açıklandı.” anla-
mealindeki ibareler gösterilir. mma gelen “fussılet” sözünden
Hz. Peygamber’in “Furkân su­ almaktadır. Ayrıca “Hâ, mim”
resinin tefsiri için bk. Sahîh-i ibaresi ile başlaması ve buna
bezer öteki surelerden içinde
251 fUtüvvet-nâme

tek secde bulunması sebebiyle insan sevgisi gibi ahlâkî nitelik­


“Hâ mimü’s-secde” olarak da leri ifade etmek için kullanılmış­
adlandırılması söz konusudur. tır. Bu sözün, sünnî-tasavvuf
Bunun yanında yine 12. ayette çevresinde ortaya çıktığmı ve
geçen “kandiller” anlammdaki geliştiğini belirten kaynaklar,
“mesâbîh” sözünden dolayı sufîlerin “Fütüvvet sünnete uy­
“Mesâbîh suresi”; 10. ayette ge­ mak.” sözünü özellikle gündeme
çen “azık” anlammdaki “akvât” getirmişler; ayrıca onlarm temel
sözünden dolayı da “Akvât su­ ahlâkî değerleri ve faziletleri
resi” denilmiştir. Surenin özün­ “fütüvvet” ile karşıladıklarını
de büyük ölçüde iman konuları vurgulamışlardır. Geç dönem­
işlenmiştir. Hz. Peygamber’in lerden fütüvvet ehlinin teşkilât­
“Fussılet suresi”nin tefsiri için lanma sürecine girmesi ve bu
bk. Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, süreç içinde kemer kuşanma,
C. 10, s. 4720-4729. şalvar giyme, tuzlu su içme, her
sanatm bir pîri olduğu inancım
fuzulî a. (Jj^ii) [Ar. fazl’ın ç. b.]
işleme, “Ali’den başka fetâ,
Sözlük anlamı, “Gereksiz ve an­
zülfikardan başka kılıç yoktur.”
lamsız işlerle uğraşan.” olan bu
sözünü düstur edinme gibi eği­
söz, bir kimsenin hukuk işlerini
limleri uygulamaya koymaları
takip edecek vekili olmadığı
“fütüwet”in tasavvuf dışmda
hâlde onun bu işlerini üstlenen
bir çığır içine girdiğini ifade et­
ve yürüten kimse anlamında
mektedir. Bu oluşum, fütüvvet
kullanılan bir fıkıh terimi.
ehli ile tasavvuf ehlinin ahilik
fünûnu’l-hadîs a. (^^İÎ!^) [Ar.] kurumu ile bir birliktelik içinde
Hadis biliminde, sened ve metin olduğunu göstermektedir.
ile ilgili değişik hadis bilgi kolla-
fütüvvet-nâme a. (uüyü) [< Ar.
n.
fütüvvet + F. nâme] Fütüvvet
fütüvvet a. (oju) [< Ar. fetâ (genç, (bk. bu madde) konusunu ele
yiğit, cömert)] tas. Sözlük anla­ alan, fütüvvet ehlinin davranış­
mı, “Kahramanlık, gençlik, cö­ ları ve fütüvvet ahlâkı ile erkânı
mertlik.” olan bu terim, tasavvuf üzerinde açıklayıcı bügiler ve­
ehlinde bulunması gereken fe­ ren eserlere verilen ortak isim.
dakârlık, iyilik, yardım, hoşgörü,
gabn a. (ûx) [Ar.] flk. Sözlük anla­ gabn-ı yesr a. (^ ^) Tica­
mı, “Gizlemek, unutmak, eksik rette bir malın normal değe­
veya yanlış yapmak.” olan bu rinin altmda veya üstünde fi-
söz, karşılıklı sözleşmelerde iki yatlanması ya da satılması-
bedel arasmda değer veya fiyat nm makul ölçüler çerçeve­
bakımmdan farklılık ya da de­ sinde olması durumu.
ğersizlik ifade eden bir fıkıh te­
rimidir. Ticarette bir malın gafere f. (jü) [Ar.] Bağışladı, yarh-
normal değerinin altında veya gadı.
üstünde fiyatlanması ya da sa-
§ gafer-AUâhü leh cüm. («d
tılmasmı “gabn” olarak nitelen­
dJl jü) Allah onu yarlıgasm,
diren İslâm hukukçuları, makul
bağışlasm!
ölçüler çerçevesinde bunu nor­
mal karşılamışlardır. Gaffâr a. ve s. (jlü) [Ar.] Kullann
suç ve günahlarını bağışlayan
§ tam. gabn-ı fâhiş a. ((>.li Allah (Allah'ın sıfatlarından).
jjc) Ticarette bir malın nor­ Kur'ân-ı Kerîm’de en açık ola­
mal değerinin altında veya rak “Bilin ki O azîzdir, gaffardır.”
üstünde fiyatlanması ya da (Sâd suresi, 38 / 66); “O
satılmasınm çok yüksek de­ gajfârdır.” (Nûh suresi, 71 /10)
ğerlerde, yani fahiş fiyatlarda ayetlerinde geçmektedir.
olması durumu.
gaffârü’z-zünûb 254

§ tam. gaffârü'z-zünûb s. gaflet (I) a. (di) [Ar.] tas. Sözlük


UjijJljlü) Kulların günahla­ anlamı, “Terk etmek, ciddiye al­
rını ve suçları bağışlayan (Al­ mamak.” olan bu terim, dünya
lah). ve ahret hayatı için gerekli olan
bir şeyin önemini kavrayama­
gafil a. (JiL) [Ar.] Sözlük anlamı, ma, savsaklama durumu için
“Ciddi olmayan, farkına varma­ kullanılmıştır.
yan, ihmal eden.” olan bu terim,
Kur'ân-ı Kerîm’de kâfirleri ve gaflet (II) a. (ölü) [Ar.] fık. Hukukî
onlarm davranışlan ile inançla- işlemlerde kolayca kandırılabi-
rmı ifade etmektedir. Bunlarm lecek ölçüde saflık, dikkatsizlik
davranışları olarak şunlar gös- ve savrukluğu ifade eden fıkıh
terümektedir: İmanm esaslarmı terimi. Kur'ân-ı Kerîm’de bu
inkâr etme (Nahl suresi, 16 / anlamlar çerçevesinde otuz beş
107 ve 108); ahret inancma yüz yerde (M.F.Abdülbâkî, el-
çevirme (Yûnus suresi, 10 / 7); Mücem, “gfl”, maddesi), geçen
Kur'ân’ın ayetlerine inanma­ bu terim, hadislerde de sıkça
yanlar ve yalanlayanlar (A'râf rastlanmaktadır (Wensinck, el-
suresi, 11136). Ayrıca iman et­ Mücem, “gfl” maddesi).
tiği hâlde imanm esaslannı ye­ gaflet (III) a. (di) [Ar.] Hadis bi­
rine getirmeyenler de “gafil” liminde, hadis toplayan kimsele­
olarak nitelenmiştir (A'râf su­ rin “zabt” sıfatını ortadan kaldı­
resi, 7 I 136). Öte yanda sufîler racak derecede kusurlu ve hatalı
de Allah’ın emir ve yasaklarma işlem yapmalarına verilen ad,
uymayanları bu terim ile karşı­ “fartu’l-gaflet” (bk bu madde).
lamışlardır.
Gafûr s. (j^ü) [< Ar.gufrân] Söz­
gâfîr a (>t) [Ar.] Allah’m sıfatı lük anlamı, “Örtmek, gizlemek.”
olarak “Tövbe eden, af dileyen olan bu söz, bağışlayıcı, yarhga-
kullarını bağışlayan, mağfiret yan, merhamet eden sıfatlarıyla
sahibi olan, günahkâr kulların “esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah'ın güzel
günahlarını silen.” anlamında isimleri)dandır. Bu terim, türev­
kullanılan bir terimdir. Bu söz, leriyle birlikte Kur'ân-ı
Kur'ân-ı Kerîm’de “gâfirü’z- Kerîm’de 230 yerde geçmektedir
zenbî” (günahı bağışlayandır) (M.F.Abdülbâkî, el-Mücem, “gfr”,
biçiminde geçmektedir (Mü'min maddesi). Bununla birlikte Al­
suresi, 40 / 3). lah’m “gafur” vasfı doksan bir
ayette doğrudan kullanılmış, iki
Gâfir suresi a. (^ »j^ ^jL) bk. ayette de tek başına zikredilmiş
Mü'min suresi ve O’nun fiilî sıfatları arasmda
255 ganâ’im-i maksûre

gösterilmiştir. “Gafûr” adı Al­ ği biçimde yapar ve bu işinde


lah’ın doksan dokuz ismini ve­ sınır yoktur sıfatlarma haiz Al­
ren îbn Mâce ve Tirmizî rivayet­ lah (Allah’ın sıfatlarından).
lerindeki listede de yer almıştır Kur'ân-ı Kerîm’de en açık ola­
(Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn Mâce, rak “Galibim alâ emrihi.”
“Du’â”, 10). (Yûsuf suresi, 12 / 21) biçimin­
de geçmektedir.
§ tam. gafûrü'r-rahîm s.
(^Jl jljâc.) Bağışlayan, koru­ Gâliyye a. (ülli) [Ar.] Özellikle Şiâ
yan, affeden (Allah). taraftarları ve bunlar içinde aşı­
rı fikirler taşıyan gruplar için
gâ'ib a. Uli) [Ar.] Şiî fırkalarınca kullanılan ve İslâm toplumu ta­
ölmediği hâlde toplum içinde rafindan hoşgörü ile karşılan­
görünmeyen ve bir gün dönece­ mayan kesim. Bu gruplar ara­
ğine inanılan liderler. sında, Hz. Ali’nin ulûhiyyetini
gâ'ib imam a. bk. gâ'ib benimseyen ve savunan
“Sebe'iyye” (bk. bu madde),
galat (I) a. (Ui) [Ar.] fik. Sözlük
Muhammed b. Hanefiyye hak­
anlamı, “Yanlışlık, yanılgı.” olan
kında aşırı görüşler ileri süren
bu söz, kasıt unsuru olmaksızm
“Keysaniyye” (bk. bu madde),
maksatla irade beyanı arasmda
Cafer es-Sâdık’m oğlu İsmail et­
ortaya çıkan uyuşmazlık anla­
rafında aşırı görüşler benimse­
mında fıkıh terimi.
yen “İsmailiyye” (bk. bu madde)
galat (II) a. (Ui) [Ar.] Hadis topla­ cemaati kaynaklarda örnek gös­
yan kimselerin “zabt” sıfatını terilmektedir.
ortadan kaldıracak derecede ku­
gaile a. (d£) [Ar.] fik. İslâm huku­
surlu ve hatalı işlem yapmaları­
kunda taşmır ve taşınmaz mal­
na verilen ad.
ların özellikle de vakıf malları-
galebe a. (di) [Ar.] tas. Tasavvuf nm geliri.
ehlinin üzerinde hissettiği hâlin
ganâ'im a. (^üi) [Ar. ganîmet’m ç.
kendisine ağır bastığmı ifade
b.] fik. Ganimetler.
eden bir terim. Bu durumlar,
mutasavvıflarca Allah korkusu, § tam. ganâ'im-i gayr-ı
cehennem azabı, cennet nimet­ me'lûfe a. («ü/u ji ^tt) fik.
leri, haya ve dinî mücadele ola­ Savaş sonrası düşmandan
rak ifade edilmiştir. alman gayrimenkul mallar
gâlib a. ve s. (J(i) [Ar.] Her işinde veya topraklar.
üstün, yenilmez, başarısız ol­ ganâ'im-i maksûre a. Gj
maz, her işinde dilediğini diledi­ j^i« ^Li) fik. Savaş sonrası
ganâ’im-i me'lûfe 256

düşmandan alınan ve beşte ganimet a. (oaûî) [Ar.] (ç. b.


biri hâzineye bırakıldıktan ganâ'im) Sözlük anlamı, “Bir şe­
sonra gazilere dağıtılması ge­ yi kolayca elde etmek.” olan bu
reken ganimetler. söz, “Müslümanların kazanılan
savaş sonrasında gayrimüslim­
ganâ'im-i me'lûfe a. (HjL lerden ele geçirdikleri esirler ve
^üc) ftk. Savaş sonrası düş­ her türlü mal.” olarak fıkıh ala-
mandan alınan ve beşte biri nmda kullanılmıştır. Kur'ân-ı
hâzineye, kalanların ise sa­ Kerîm’de türevleriyle birlikte
vaşa katılanlara dağıtılan altı ayette (Nisâ suresi, 4 / 94;
menkul mallar. Enfâl suresi, 8 / 41 ve 69; Feth
Ganî a (^J [< Ar.gına] Sözlük suresi, 48 / 15,19, 20) geçen bu
anlamı, “Zengin olmak, ihtiyacı terim, hadislerde de zikredilmiş­
olmayıp rahatyaşamak.” olan bu tir. Özellikle Hz. Peygamber, ga­
söz, “Zatında ve sıfatlarında her nimetlerin kendisine ve ümme­
türlü ihtiyaçtan uzak.” anlamıyla tine helâl kılındığını bir hadi­
“esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah’ın güzel sinde açıkça belirtmiştir
isimleri)dan olup Allah’a nispet (Buharî, “Humus”, 8). Ganimetin
edilmiştir. Bu terim türevleriyle niteliği, elde ediliş biçimi, ta­
birlikte Kur'ân-ı Kerîm’de yet­ şınması ve mülkiyet altına alm-
miş üç yerde geçmektedir ması gibi konular ve kurallar
(M.F.Abdülbâkî, el-Mu'cem, hadis mecmualarında yer al­
“gny”, maddesi). Bunlarm için­ maktadır.
den ikisi müstakil kelime olarak garâbet a. (cJ>) [Ar.] 1. Hadis
“ganiyy” biçiminde ayetlerde biliminde, hadisin anlaşılmaz ve
yer almaktadır (Yûnus suresi, tuhaf olması durumu. 2. Hadis
10 l 68 ve Muhammed suresi, biliminde, senedinin bir veya
47 / 38). Bunlara benzer kulla­ birkaç tabakasmda ravî adedi
nımlar, hadislerde de çokça yer bire düşen hadis. 3. Hadis bili­
almaktadır (Wensinck, el- minde, sikalardan zayıf ravîlerle
Mu'cem, “gny” maddesi). Allah’a birlikte bir sikanm rivayet et­
izafe edilen bu isim, O’nun zatî mesi ya da bir ravînin farkh ri­
sıfatlarından olduğu konusunda vayeti.
ulemâ ortak kanaatte birleşmiş­
lerdir. “Ganî” adı Allah’ın dok­ garâmet a. U«ly) [Ar.] fık. Borçlu­
nun ödeme yükümlülüğü altm-
san dokuz ismini veren İbn
Mâce ve Tirmizî rivayetlerindeki da olan malî ceza anlammda bir
listede de yer almıştır (Tirmizî, fıkıh terimi. Bir mahkemenin
“Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”, vermiş olduğu malî ödeme ceza­
10). sı, başka borçlarda olduğu gibi
257 gassâl

borçlunun zimmetine ilişkin bir nazenin fazla bekletilmemesi,


borç olarak kesinleşmiş sayılır. bir an önce yıkamp kefenlenme-
si ve defnedilmesi “müstehap”
garîb a. (^y) [Ar.] Bir hadisin
(bk. bu madde) tır. Gasil için ce­
senet veya metin kurgusu bakı­
naze, ayaklan kıbleye gelecek
mından tek bir örnek durumun­
biçimde sırt üstü teneşire (yıka­
da olması veya râvîler tarafın­
nacak yere) yatırılır. Göbeğinden
dan rivayet edilmemiş biçimi.
dizine kadar avret mahalli bir
Hadis bilimi ile uğraşan bilim
örtü ile kapatıhr. Ağız ve burna
adamları “garîb” hadislerin tes­
su verilmeksizin abdest aldırılır.
pitine önem vermişler ve bu ko­
Sonra sabunlanarak sol tarafma
nuda dikkate değer eserler ka­
kaldırılır ve sağ tarafi yıkanır;
leme almışlardır.
aynı şekilde sağ tarafma kaldırı­
§ tam. garîb-i mutlak a. (jlk« lır ve sol tarafı yıkanır. Bu işlem
ujji) bk. ferd-i mutlak üç defa tekrar edilir. Cenaze
oturur durumuna getirilerek
garîb-i nisbî a. 0,^ ^^â) bk.
karnına hafifçe bastırıhr ki mide
ferd-i nisbî
ve bağırsaklarm boşalması sağ­
garîbü’l-hadîs a. t^1^) lanır; varsa dışkılar temizlenir
Hadis biliminde, hadis metin­ ve yıkanır. Özenle yapılan bu
lerinde geçen ender kullanı­ yıkama işlemi, ölünün yeniden
lan söz varlıklarınm araştı­ doğuşunu ve dünya kirinden
rılmasını konu alan bilim da­ armmayı sembolize etmek için­
lı ve bu araştırmalar netice­ dir (bk. cenaze).
sinde kaleme alman eserlere
gasp, -bı a. t,^) [Ar.] fik. Başkası-
verilen ortak ad.
nm mülkiyetinde olan bir malı,
garîbü’l-Kur'ân a. (jTjîlU>) sahibinin rızası olmadan zor
Kur'ân-ı Kerîmdeki üstü kullanarak elde etme veya kendi
kapah, zor anlaşılan ve ender mülkiyetine geçirme anlammda
kullanılan söz varlıklarınm bir fıkıh terimi. Bu terim
araştırılmasmı ve tefsirini Kur'ân-ı Kerîm’de sadece “Kehf
konu alan bilim dah ve bu suresi” (18 / 79) nde geçmekte­
araştırmalar neticesinde ka­ dir.
leme ahnan eserlere verilen
gassâl a. (jLi) [Ar.] tas. “Ölüyıka­
ortak ad.
yıcı.” anlammdaki bu terim, ta­
gasil, -sli a. 0-2.) [Ar.] Ölen bir savvuf ehli arasmda müritlerin
Müslüman’m dinî usule uygun kendi nefislerinin temizlenme­
olarak yıkanması durumu. Ce­ sine kılavuzluk eden mürşitleri
ifade eder. Burada ölünün gas-
gâşiye 258

sale, yani ölü yıkayıcıya teslim Gavs’a nispet edilen koluna veri­
olmasma kinaye olarak müridin len ad. Bu kol genellikle Hindis­
mürşide teslim olması söz konu­ tan’ın Delhi ve Bengal bölgele­
sudur. rinde yaygınlık göstermiştir.
Temel ilke olarak Şeyh Gavs’m
gâşiye a. (^L) bk. yevmü’l-âhir
müritlerine öğrettiği kurallar
Gâşiye suresi a. (^ &j^ <j(£) [< benimsenmiş ve bu ilkeler ken­
Ar. “Sûretü’l-Gâşiye” (üidil ij dinden sonra gelen tarikat ehli
>-)] Kur'ân-ı Kerîm’in seksen için temel prensipler olarak ka­
sekizinci, iniş sırasma göre alt­ bul edilmiştir. Bu kabullerin te­
mış sekizinci suresi olup melinde “vahdet-i vücûd” (bk.
“Zâriyât suresi” (51)nden son­ bu madde) ilkesi vardır. Onu
ra ve “Kehf suresi” (18)nden “ehl-i sünnet” (bk. bu madde) e
önce Mekke’de nazü olmuş ve bağlanmak, Hz. Peygamberin
yirmi altı ayetten meydana gel­ yolundan ve sünnetinden git­
mektedir. Sure adını birinci mek. İlâhî kitaplar yerine şeyhin
ayette geçen ve “Örten, kapla­ öğrettiği düsturları öğretilerin
yan, örtü” anlamlarına gelen temeli olarak görmek, cahil kim­
“gâşiye” sözünden almaktadır. selerle yakın dostluklar kurma­
Sure, ilk yedi ayette cehennem mak, gördüğü rüyayı abartısız
ehlinin içine düşeceği durumu şeyhine olduğu gibi nakletmek
anlatır; ondan sonra gelen do­ bu tarikatin temel prensipleri
kuz ayette ise cennet ehlinin hu­ olarak gösterümektedir.
zur ve mutluluğunu tasvir eder.
gayb a. (^-) [Ar.] İnsan aklı ve
Sonraki ayetlerde de iman ve
duyularıyla oluşumu hakkmda
inkâr konuları üzerinde duru­
bügi edinilemeyen, özü kavranı-
lur. Hz. Peygamber, bir hadisin­
lamayan büinmezlik dünyası.
de, “Allah gaşfye suresini oku­
Kur'ân-ı Kerîm’de gizemli dün­
yanların ahret hesabını kolaylaş­
ya için kullanılan pek çok terim
tırır.” diyerek bu surenin fazile­
söz konusudur. Söz gelişi, “sır,
tine dikkat çekmiştir. Ayrıca
hab’, hafâ, setr, bütün, tehâfüt,
O’nun Cuma ve bayram namaz­
ketm, cin” gibi bazı söz varlıkla-
larında bu sureyi okuduğu da
rınm “gayb” terimi ile yakm il­
rivayet edilmiştir. Hz. Peygam-
gisi üzerinde durulmuştur. Ayrı­
ber’in “Gâşiye snresi”nin tefsiri
ca bu çerçevede “metafizik” (fi­
için bk. Sahîh-i Buhârî ve
zik ötesi) dünya için “gaybî var­
Tercemesi, C. 11, s. 4992-4993.
lık”, duyularla algılanamayan
Gavsiye a. (£&.) [Ar.] Şüttâriye veya yorumlanamayan olaylar
tarikatinin Şeyh Muhammed için de “gaybî haber” terimleri-
259 gayr

nin kullanılması da kaynaklarda nu başta hadis ve kelâm bilgin­


zikredilmektedir. Bütün bunlar, leri olmak üzere Şia üzerinde
yani Kur'ân-ı Kerîm ve hadis­ araştırmalar yapan ve bu inanca
lerde söz konusu olan “gayb” ile gönülden bağlanan pek çok
ilgili yorumlar, bu konunun var­ ulema kaleme aldıkları eserler­
lık, ahlâk ve bilgi yönlerine ışık de ayrmtıh incelemişler ve an­
tutacak niteliktedir. latmışlardır. Bu tür eserlerin or­
gayb âlemi a. “Öteki dünya, ebedî tak adı, “Kitâbü’l-Gaybe” veya
“Risâle fi’l-Gaybe” olarak kar­
âlem.” olarak nitelenen bu te­
şımıza çıkmaktadır.
rim, Kur'ân-ı Kerîm’de kapısı
kilitli bir mekâna benzetüerek gaybiyye a. (4c) [Ar.] tas.
anahtarmın Allah’ta olduğu, on­ Nusayriyye tarikatinin 9. /15. yy
ları Allah’tan başka kimsenin bi­ önderlerinden Ali el-Haydarî’ye
lemeyeceği, “En’âm suresi” nispet edilen kollanndan birinin
(59)nin 59. ayetinde özellikle adı (bk. haydariyye).
vurgulanmaktadır. gayn a. (^L) [Ar.] tas. Tasavvuf
gaybet (I) a. (c^î) [Ar.] tas. Bir inancmda zaman zaman kalbi
tasavvuf ehlinin ruh dünyasında örten manevî perde. Genellikle
oluşan huşu ve ilhamm etkisiyle tasavvuf eldi, kalb üzerinde in­
bilincini kaybetme, varlık içinde sanı Allah’tan ve gayb âlemin­
yokluk gösterme durumu. den ayıran manevî bir perdenin
bulunduğuna ve bu perdenin
gaybet (II) a. (.c^ [Ar.] Şiâ mez­ tövbe ve istiğfarla kalkacağma
hebi çerçevesinde, inanmıştır. Öte yanda Hz. Pey­
“isnâaşeriyye” (bk. bu mad- gamber, bir hadisinde “Bazen
de)nin on ikinci imamının öl­ kalbimi bir perde bürür, bunu or­
meden önce insanlar arasından tadan kaldırmak için günde yüz
kaybolup gizlenmesi inancı. Bu kere istiğfar ederim.” (Müslim,
konuda ilk iddia, Hz. Ali’nin ilâh “zikir”, 41) diyerek sufîlerin bu
olduğu ve kıyamet öncesi döne­ terime bağlanmalarmm yolunu
rek dünyayı ıslah edeceği tezidir açtığı kaynaklarda ifade edil­
ve bu İslâm’da ilk “gaybet” ola­ mektedir.
rak nitelenmiştir. Bunun deva­
gayr a. (j^) [Ar.] (ç. b. ağyâr) 1. bk.
mında, son imamlarmın kıya­
ağyâr 2. Sözlükte “Başka, öteki,
metten önce dönerek dünyayı ıs­
dışında” anlamlarma gelen bu
lah edeceği düşüncesini bir
söz, farkh kelime ve terkiplerle
iman felsefesi hâline getiren tek
yeni terimlerin oluşması için
fırka Şiâ içindeki “isnâaşeriyye”
kullanılmıştır.
taraftarlarıdır. Gaybet konusu-
gayr-i meşrû 260

§ tam. gayr-i İlâhî vahy a. sahipleri (putperestler, ateşe


Q^j ^l_y) İlâhî olmayan ve tapanlar, Allah’ın varlığına
özellikle cin ile insanlar ara­ inanmayanlar, yani ateistler
smda oluşan vahiy tarzı dav­ ve öteki inanç grupları). Bun­
ranışlar. ların İslâm dünyası içinde
gayr-i meşrû a. (^j^ ^y) veya İslâm devletleriyle mü­
Dine ve fıkıh hükümlerine nasebetleri “İslâm hukuku”
aykırı davramşlar. (fıkıh) çerçevesinde düzen­
lenmiş ve uygulamaya ko­
gayr-i mü'ekked sünnet a. nulmuştur.
(oL. jS> ji) Sözlük anlamı
“Güçlü dayanağı olmayan gayriyyet a. G^y) [Ar.] İki varlığın
sünnet.” olan bu söz, Hz. Pey- veya nesnenin gerçeklik, nitelik
gamber’in bazen yaptıkları iş ve nicelik yönleriyle birbirlerin­
ve davranışlar için kullanıl­ den farh olması anlammda ke­
mıştır. lâm terimi.

gayr-i müslim a. (^ ^y) İs­ gayyâ a (û) [Ar.] “Kuyu, vadi.”


lâm dinine inanmayan bütün anlammdaki bu söz, cehennem
dinleri, mezhepleri, unsurları için kullanılan terimlerden biri­
veya gurupları ifade eden bu dir ve Kur'ân-ı Kerîm’de “Mer­
terimin eş anlamhsı olarak yem suresi” (19 / 59) nde geç­
Kur'ân-ı Kerîm ve hadisler­ mektedir.
de “kâfir (ç. b. küffâr, kefe­ gazâ a. Giy) [Ar.] İslâm dünyasm-
re, kâfirûn) ” ve “küfr” sö­ da, Hz. Peygamber’den sonra
zünden türemiş pek çok ke­ genel olarak kâfirlere karşı yapı­
lime veya söz grupları kulla­ lan mücadeleler ve özellikle de
nılmıştır. Buna göre İslâmî Osmanlı devleti zamanında din
inançta din, dil, ırk, renk, ül­ ve hilâfet uğruna yapılan savaş­
ke esasına göre bir ayırım lar.
yoktur. Tek ayırım İslâmiyete
gazap, -bı a (uuâ^) Gir.) Sözlük
inanan ve inanmayan olarak
anlamı “Öfkelenmek, kızmak,
yapılmıştır. Gayrimüslimler
hiddetlenmek.” olan bu söz, Al­
de Müslüman hukukçular ta­
lah’a nispet edilen haberî sıfat­
rafından üçe ayrılmıştır: 1.
lardan biri olup Kur'ân-ı
“Ehl-i kitâb” (semavî kitap
Kerîm’de “Azap etmek, rahme­
sahibi) olanlar. 2. “Ehl-i
tinden uzak kılmak, lanet etmek,
kitâb” (semâvî kitap sahibi)
helak etmek.” gibi kavramlar
olup olmadıklarında şüphe
ifade eden bir terim. Kur'ân-ı
bulunanlar. 3. Öteki inanç
Kerîm’de bu söz, türevleriyle
261 gılmân

birlikte yirmi dört yerde geç­ lar arasmda fazüetli bir mertebe
mektedir (bk. M.F.Abdülbâkî, el- olarak görülmüş; hatta özellikle
Mu'cem, “gdb” maddesi). Al- Müslüman-Türkler arasmda,
lah’ın gazabı Kur'ân’da şu tarz “Ölürsem şehit, kalırsam gazi”
suçlan işleyenler için ifade sözü, yaygm bir deyim niteliği
edilmiştir: Kasden bir mümini kazanmıştır.
öldürmek, savaştan kaçmak, Al­
gâziyân-ı Rûm a. (^ jL^lî) “Ana­
lah’ı inkâr etmek, İslâmî bıraka­
dolu dervişleri” anlammda olan
rak başka bir dine geçmek. Ayrı­
bu terim, Anadolu’da mevcut
ca topluca AUah’m gazabına uğ­
bulunan dört bâtmî güçten biri
rayan cemaat olarak da
olup “Kalenderiyye” (bk. bu
Yahudîler gösterilmiştir. Hadis­
madde) tarikatine mensup dinî-
lerde de benzer gazab kavram­
askerî zümre için kuUanılmıştır.
larına rastlanmaktadır (bk.
Wensinck, el-Mu'cem, “gdb” gazve a. (SJji) [Ar.] İslâmiyet’in
maddesi). Öte yanda Hz. Pey­ yayılmaya başladığı dönemde
gamber, bazı hadislerinde, Hz. Peygamber’in kumandan
“Allahım bizi gazabınla helâk olarak katıldığı, sevk ve idare et­
etme.” yolunda dua etmiştir. tiği savaşlara verilen ad.

gâzî a. (^li) [Ar.] (ç. b. guzât, § tam. gazvetü’l-usre a.


guzzâ, guziy) Sözlük anlamı (»j^l ij>) Hazırlık dönemi
“Savaşmak, yağmalamak, sal­ uzun ve türlü güçlüklerle
dırmak.” olan bu söz, savaşta geçtiği için Tebük Gazvesi’ne
başarı kazanan kumandanlara, verüen ad.
hükümdarlara şeref unvanı ola­
gece namâzı a. bk. teheccüd
rak verilen bir terimi ifade et­
mektedir. Son zamanlarda bir gılmân a. (jLü) [Ar. gulâm’ın ç. b.]
savaşa gidip sağ dönen Müslü- Sözlük anlamı, “Bıyığı yeni ter­
manlara da “gâzî” denilmiştir. lemiş, yeni yetme genç, hizmetçi
Bu söz, Kur’ân-ı Kerîm’de “Âl-i çocuk.” olan “gulâm” sözünün
İmrân suresi” (3 /156) nde çok­ çokluk biçimi olan bu terim,
luk biçimiyle, “Tevbe suresi” (9 “Cennet ehlinin hizmetine verilen
I 52) nde ise şehitlik üe birlikte ve asla yaşlanmayan genç hiz­
geçmekte “mücahit” kavramı ile metli.” anlamında bir Kur'ân te­
ifade edilmektedir. Hadislerde rimidir. Bu söz Kur'ân-ı
ise geneUikle “Allah yolunda sa­ Kerîm’de sadece bir ayette “Tûr
vaşan kimseler.” (bk. Wensinck, suresi” (52 / 24) nde mealen
el-Mu'cem, “gâz” maddesi), için “Sedefteki inciler gibi kendilerine
kuUanılan bu terim, Müslüman- hizmet etmek için yanlarında
gıyâr 262

gençler dolaşırlar.” biçiminde kimli fiil biçiminde kullanılmış


kullanılmıştır. Hz. Peygamber’in (Hucurat suresi, 49 /12) ve ya­
hadislerinde de bu terim sıkça saklanmıştır. Hz. Peygamber ise
yer almıştır (bk. Wensinck, el- bir kişiyi gıyabında gerek onun
Mu'cem, “glm” maddesi). şahsıyla ilgili maddî, manevî,
ahlâkî, bedenî, dünyevî veya di­
gıyâr a. (jL) [Ar.] Sözlük anlamı,
nî gerek aile çevresi ile ilgili ku­
“Karşı çıkma, aykırı davranma.”
surları sebebiyle aşağılaması,
olan bu terim, İslâm ülkelerinde
çekiştirmesi ve onunla alay et­
yaşayan gayrimüslimlerin giy­
mesini “gıybet” olarak nitele­
dikleri ve Müslümanlarca kâfir­
miştir. Bunun yapılması gibi bi­
lik sembolü olarak nitelenen linçli olarak dinlenmesini de ha­
giysilere verilen ad karşılığında ram kılan İslâm inancı, ondan
kullanılmıştır. Gayrimüslim dönmenin veya tövbe etmenin
kimselerin elbiselerinin omuz de zarureti üzerinde durmuştur.
kısmma dikilen farklı renkteki Hatta Kur'ân-ı Kerîm’de
kurdeleler yanında Yahudi, “En'âm suresi” (6 / 68) nde gıy­
Hristiyan veya Mecusî gibi farkh bet ortamında bulunulması du­
dinlere mensup tebaanın kul- runda hemen oranm terk edil­
landıkları şapka, kemer, zünnar, mesi veya o konuyla ilgilenme­
şal gibi giysi unsurları “gıyâr” mek üzere başka şeylerle uğra­
olarak nitelenmiştir. İslâm dün- şılması tavsiye edilmektedir. Hz.
yasmda ilk defa Hz. Ömer dö­ Peygamber de pek çok hadisinde
neminde gayrimüslimler tara- gıybetin zararlarmdan söz et­
fmdan giyilmesi mecbur tutulan miş; hatta bir hadisinde gıybet
bu giysi tarzı, Emevî hükümdar- edenlerin göreceği azabı şöyle
ları tarafmdan da uygulamaya tasvir etmiştir: “Ben mi'râca çı­
konulmuş; Abbasî hükümdarı karıldığımda bir kavmin yanın­
Harünürreşid döneminde hem dan geçtim. Bunlar bakırdan tır­
dinî hem de hukukî manada naklarıyla yüzlerini ve göğüsleri­
yaygınlık kazanmış; bu uygula­ ni tırmalıyorlardı. Bunun üzeri­
malar Osmanlı devleti zamanm- ne: Yâ Cibril bunlar kimlerdir?
da da sürdürülmüştür. dedim. O da dedi: Bunlar insanla­
rın etini yiyen (gıybet eden) ler,
gıybet a. (c^i) [< Ar. gayb] Bir
onların şeref ve namuslarına do­
kimseyi kötü ve aşağılama söz­
kunanlardır.” (Riyâzü’s-Sâllhîn,
leriyle anma, onun aleyhinde kı­
C. III, s. 111-112)
rıcı, küçültücü söz söyleme ya
da davranışlarda bulunma an­ görüşmek tas. Mevlevîlikte, şeyh
lammda bir ahlâk terimi. Bu söz, ile müridin aynı anda birbirinin
Kur’ân-ı Kerîm’de bir yerde çe­ elini öpme durumu.
263 gurûr

gulâm a. Ç^U.) [Ar.] (ç. b. gılmân, de konu ile ilgili hadislerin yay­
gılme, aglime) Sözlük anlamı, gınlığı söz konusudur. Söz gelişi,
“Genç, delikanlı, azat edilmiş kö­ “İslâm garip olarak başladı, ile­
le, hizmetçi, v.b.” olan bu söz, İs­ ride yine yine garip olacaktır, ne
lâm devletlerinde eskiden ordu­ mutlu o gariplere!” (Müslim,
da, sarayda veya devlet katında “îmân”, 232) veya “Dünyada bir
çalıştırılmış köleler. garip veya bir yolcu gibi yaşa.”
(Buharî, “Rekâ’ik”, 3) gibi hadis­
gulât a. (oiü) [Ar.] bk. gâliyye
ler “gurbet” kavramınm veya
gulûl a. (JjU) [Ar.] ftk. Ganimet teriminin tasavvuf dünyasmda
malma hıyanet etmek anlamın­ yaygmlaşmasmı sağlamıştır.
da kullanılan bir fıkıh terimi.
gurre a. (»^) [Ar.] 1. fık. Anne
guluv a. (jli) [Ar.] Sözlük anlamı, rahmindeyken düşürülen çocu­
“Sınırı ve haddini aşmak, belirle­ ğun bedeli olarak verilmesi ge­
nen çizginin ötesine geçmek.” reken malî tazminat. Bebek sağ
olan bu söz, “Kur'ân ve sünnetin olarak doğduktan sonra ölürse
çerçevesi dışında İslâm anlayışını “diyet” (bk. bu madde) ödenme­
zedelemek ve bu anlayışın sınır­ si gerekir. Çocuk ile birlikte an­
larını aşan ve “ehl-i sünnet” ce­ nenin de ölümü söz konusu
maati tarafından pek hoş karşı­ olursa iki tam diyet ödenmesi
lanmayan inanç ve telâkkileri hükme bağlanmıştır. 2. fık. Ab-
ifade etmek.” anlammda kullanı­ dest sırasında yüzde yıkanması
lan bir terim, bk. gâliyye vacip olan yerlerin dışında bir
gurâbiyye a. («L^) Wr.] İki karga­ kısmın da yıkanması durumu­
nın birbirine benzemesi ölçü­ dur. Bu durumu Hanefî, Şafiî ve
sünde Hz. Peygamber ile Hz. Hanbeli mezhepleri olumlu kar­
Ali’nin birbirine benzediği için şılarken Malikîler bunu dinde
Cebrâil’in vahyi Hz. Peygam- aşırılık olarak yorumlamışlar ve
ber’e indirdiği tezini sapıklık öl­ mekruh saymışlardır.
çüsünde iddia eden bir Şiî grup. gurûr a. (jj>) [Ar.] Sözlük anlamı,
gurbet a. (cu>) [Ar.] tas. Tasavvuf “Aldatma, kandırma, gaflete ka­
ehlinin yaşadığı yerinden yur­ pılma.” olan bu terim, bir kim­
dundan uzak kalması veya ya­ senin manevî ve ahlâkî bakım­
şaması ya da çevresinden kopa­ dan fazla bir değer taşımayan
rak dış dünya ile bağlantısmı şeylere itibar etmesi ve onlarla
kesmesi, halkm düşünce ve duy­ avunması ya da övünmesi için
gu dünyasmdan kopması. Bu te­ kullanılmıştır. Kur'ân-ı Kerîm’-
rimin sufîlerce benimsenmesin­ de yirmi yedi ayette geçmekte
gusül 264

olan bu söz, dünya hayatı içinde smı sünnet olarak değerlendir­


değerlendirilmektedir. mişlerdir. Gusülde niyet, Hanefî-
lere göre sünnet, öteki mezhep­
gusül, -slü a. (Jui) [Ar.] Cünüplük,
lere göre farz olarak nitelenmiş­
hayız ve nifas gibi hükmî, yani
tir. Guslün sünnetleri olarak ön­
manevî kirlilikten annmak ve
ce niyet etmek, elleri iyice yıka­
temizlenmek amacıyla kuru
mak, avret mahallerini su ile
hiçbir yer bırakmamak üzere
iyice temizlemek, ağız ve buru­
vücudu su ile yıkamayı ifade
na üç kere su çekmek, parmak­
eden bir terim. Halk arasında
larla saç diplerini varsa bıyık ve
“boy abdesti” veya “büyük ab-
sakal köklerini yıkamak, önce
dest” olarak da bilinen bu teri­
sağ omuzdan sonra sol omuzdan
min, İslâmî inanç sistemi içinde
ayaklara kadar bedenin her ta­
önemli bir yeri vardır. Bu terim
rafını ovarak yıkamak ve temiz­
fıkıh ilminde “tahâret-i kübrâ”
lemek, üç işlemi üç defa tekrar
(bk. bu madde) olarak da geç­
etmek, son olarak da namaz ab-
mektedir. Kur'ân-ı Kerîm’de bir
destinde olduğu gibi ayakları yı­
yerde “gusl” (Nisâ suresi, 4 /
kayarak boy abdestini tamam­
43), iki yerde de “tahâret” (Ba­
lamak gerekmektedir. Gusül al­
kara suresi, 4 / 43 ve Mâ'ide
ması gereken bir kimsenin be­
suresi, 5 / 6) sözünün türevleriy­
deninin herhangi bir yerinde
le “temizlenme, kirlilikten arın­
hastalıktan dolayı bir sargı var­
ma” anlamlarında ifade edil­
sa, bu sargmm çıkarılarak gusül
mektedir. Aynı ifadeler hadis­
abdesti almması gerekir; eğer
lerde de söz konusudur (bk.
sargının altında bulunan yara su
Wensinck, el-Mu’cem, “gsl”
üe temas etmesinde sakıncalı bir
maddesi). Buharî ise bu konuyu
durum arz ediyorsa sargının
eserinde “Kitâbu’l-gusl” başlığı
üzerine meshedilmesi uygun bu­
altmda incelemiş ve Hz. Pey­
lunmaktadır.
gamber’in pek çok hadisini bu
bölümde zikretmiştir (Sahîh-i guslün farzı a. İslâm’m temel ilke­
Buhârî ve Tercemesi, C. 1, s. 368- lerinden olan “farz” (bk. bu
394). Öte yanda, gusül abdesti sı- madde) ın şartları içinde yer
rasmda Hanefî ve Hanbelî mez­ alan ve üç esası ifade eden te­
hebine göre ağız ve burna su rim. Bunlar, ağza su alıp boğaza
çekmek ve vücudun tamamını kadar çalkalamak, burnu ve bü­
su ile yıkamak farz kabul edil­ tün bedeni yıkamaktır.
miştir. Mâlikîler ile Şâfiîler bu­
guslün sünnetleri a. Gusül yapar­
run içinin beden ile aynı değer­
ken Hz. Peygamber’in uyguladı­
de sayıldığı için onun yıkanma-
ğı eylemler için kullanılan terim.
265 günâh

Bunları şöyle sıralayabiliriz: Ni­ Sânî Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî, Pîr


yet etmek, “besmele” (bk. bu Sadreddin, Ahi İzzeddin, Ahî
madde) ile başlamak ve niyet Mîrem’den geçerek Halvetiyye
etmek, vücudun herhangi bir tarikatinin Pîr’i Ömer el-
yerinde pislik varsa önce onu Halvetî’ye kadar uzanır.
temizlemek, edep yerlerini yı­ Gülşeniyye, Kahire’den Anado­
kamak, gusül öncesi abdest al­ lu’ya Diyarbakır, Bursa, Rumeli
mak, gusül yaparken üçer defa ve İstanbul’a kadar gelen der­
başa, sağ omuza ve sol omuza gâhlar ve tekkeler ile 19. yüzyı-
bol su dökerek yıkanmak, gusül hn sonlanna kadar varlığını
bittikten sonra ayakları yıka­ sürdürmüştür.
mak.
günâh a. G>t£) [ f.] Sözlük anlamı
Gülşeniyye a. (iûaIO [< F. Gülşen + “Suç, kusur, kabahat.” olan bu
Ar. -iyye] Halvetiyye tarikatinin söz, “İlâhî emir ve yasaklara ay­
İbrahim Gülşenî (öl. 940 / 1534) kırı olan eylem ve davranışlar.”
adına nispet edilen kolu. Temel­ için kullanılan bir terimdir.
leri Kahire’de atılan bu tarikat, Kur'ân-ı Kerîm’de ve hadisler­
16. yüzyıldan sonra tanmmaya de bu söz yerine kullanılan belli
ve yaygmlaşmaya başlamıştır. başlı söz varlıkları şunlardır:
Gülşeniyye tarikatinin oluşum cünâh, hatî'e, hûb, ism,
silsilesi şöyle gelişir: İbrahim seyyi'e, vizr, zenb
Gülşenî, Dede Ömer Ruşenî, Pîr-i
ve üzüm gibi pek çok ürün için
hâb a- (Jjk) [Ar.] “Uyku.” anla­
de kullanılan bu söz, hem
mındaki bu söz, başka kelime ve
Kur'ân-ı Kerîm’de hem de ha­
terkiplerle yeni terimler oluştu­
dislerde sıkça kullanılmıştır.
rur.
Bunun sebebi eski dönemlerde
§ tam. hâb-ı gaflet a. (clü metre sistemine geçmeden önce
Jji) tas. Tasavvuf inancm­ ölçü birimi olarak arpa, buğday,
da, dış dünya ve iç dünya ile hardal, nohut veya keçiboynuzu
irtibatı kaybetme durumu. gibi ürünlerin tohum veya çe­
kirdekleri ölçüt olarak alınmıştı.
hâb-ı sultânî a. (^IkL. ^^) Bu çerçevede “habbe”, altm ve
Sabah namazı kılındıktan
gümüş gibi değerli para birimle­
sonra “işrâk namazı” (kuşluk
rinin karşılığı olan “dinar” ve
namazı) vakti girinceye ka­ “dirhem” ile ağırlık ölçüsü olan
dar uyuma durumu. “dirhem” ve “miskal”in alt ölçü
habbe a. (<k) [Ar.] Tahıl ve benzeri birimi olarak kullanılmıştı. Ni­
bitkilerin tane ve tohum ya da tekim Bizans döneminde bunun
çekirdekleri anlamında olan bu karşılığı “granum” iken İran
söz, bu kavramlardan hareketle coğrafyasında “dâne” terimi
eskiden kullanılan bir ağırlık, yaygm bir kullanım kazanmıştı.
uzunluk, hacim ve alan ölçüsü İslâmî dönemde bu terim hem
için kullanılan bir terim niteliği ağırlık, hem uzunluk hem de
kazanmıştır. Öte yanda buğday, hacim ölçüsü olarak öteki ölçü
arpa, mercimek, pirinç, hardal birimlerinin tespitinde bir ölçüt
haber 268

niteliği kazanmış; farklı coğraf­ haber-i mütevâtir a. (jSlji»


yalarda, yeni ve farklı ölçü bi­ ^) Yalan söylemek üzere it­
rimlerinin ortaya çıkması ile on- tifak etmelerini akim imkân­
larm tespitinde habbe önemli sız gördüğü bir topluluğun
bir ölçü birimi olarak toplum verdiği haber.
hayatında yerini korumuştur.
haber-i resûl a. (J^j ^)
§ tam. habbetü’l-kalb a. Peygamberliği bir mucize ile
(dili <k) [Ar.] Kalpte bulun­ belgelenmiş veya kanıtlan­
duğuna inanılan siyah nokta. mış Allah resulünün verdiği
bk. süveydâ haber. Bu tür haberlere “ha­
ber-i sâdık” (bk. bu madde)
haber a. (jâ.) [< Ar. hubr ve hıbre] denilmiştir.
1. Geçmişte oluşan veya gelecek­
te vuku bulacak bir olayı ihtiva haber-i sâdık a. (jjL» ^
eden ya da yanhş olma ihtimali Gerçeklik ile uyum içinde
bulunan söz. Kur'ân-ı Kerîm’de olan bilgi anlammda kelâm
terimi.
iki yerde geçen bu söz, Hz. Pey­
gamber’in vahiy yoluyla aldığı haber-i vâhid a. (ja.lj _^) 1.
Kur'ân’ı da ifade etmektedir. 2. Bir kişinin bir başka kişiden
Hadis bilimi ile uğraşan ulema, naklettiği haber veya
doğrudan Hz. Peygamber’e ait mütevâtir seviyesine ulaş­
olan hadislere “merfû” (.bk. bu mayan haber. 2. Hadis bili­
madde), sahabeye ait olup on­ minde, mütevâtir olmayan
lardan nakledilenlere “mevkuf’ hadis veya haber.
(bk. bu madde), tâbiîne ait olup
haberü’l-hâssa a. (<LliJl ^)
onlardan nakledilenlere “mak-
Hadis biliminde, tevatür bir
tû” (bk. bu madde) adını vermiş­
özellik göstermiş olsa da se­
lerdir. Sonradan bu üç hadis tü­
netle nakledilen her türlü
rü için topluca “haber” terimi
hadis.
kullanılmıştır.
haberî sıfatlar ç. a. Allah’a izafe
§ tam. haber-i âhâd a. (jLî edilen ve Kur'ân-ı Kerîm ile
^) bk. haber-i vâhid hadislerde geçen sıfatlar.
haber-i infirâd a. (jljül ^k) Kur'ân’da AUah’m eli, yüzü, gö­
bk. haber-i vâhid zü, arşı istivası, gelmesi, insan­
lara yakınhğı ve onlarla beraber
haber-i kâzib a. ÇjlS j^.)
olması bu sıfatlardan sayılmak­
Gerçeklik ile uyum içinde
tadır. Söz gelişi mealen şu ayet­
olmayan bilgi anlammda ke­
lerde olduğu gibi:
lâm terimi.
269 Habîr

“Allah'ın eli onların elinin üs­ maması üzerine oraya çıkage­


tündedir.” (Fetih suresi, 48 / len, halkı bu elçüerin sözlerine
10) inanmalan konusunda uyaran,
“Doğu-Batı (bütün evren) Al­ ancak o halk tarafindan öldürü­
lah’ındır. Nereye dönerseniz len ve mesleği marangoz olan
Allah’ın yüzü işte oradadır.” kimse. Bu olay sonrasmda
(Bakara suresi, 2 /115) “habîbünneccâr” cennet üe
müjdelenirken o halk “korkunç
“Ey Nuh! Gözümüzün önünde
bir sayha” ile yok edilmiştir.
ve vahyimize göre gemiyi
yap.” (Hûd suresi, 11 / 37) Hâbîl öz.a. (JıjU) [Ar.] Âdem pey­
gamberin iki oğlundan biri, Ka­
“Rahman arşa istiva etmiştir.”
bil’in kardeşi.
(Tâhâ suresi, 20 / 5)
Habîr s. (j^) [< Ar.hubr / hıbre]
“Nerede olursanız olun O Al­
lah sizinle beraberdir.” “Esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah’ın güzel
(Hadîd suresi, 5714) isimleri)dan olan bu söz, “Bilen,
bir varlığın özünü ve niteliğini
habîb s. (ç^.) [< Ar.hubb] (ç. b. yakından tanıyan.” anlammda
ahbâb ve ehibbâ) bk. Allah’ın sıfatlarından olup
habîbullah
Kur'ân-ı Kerîm’de bir yerde
habîbe s. (<u^) [Ar.habîb sözünün “hubr” maştan, kırk dört ayette
müennes (dişil) biçimi] bk. habîb de “habîr” ismi Allah için kulla­
habîbullah a. (<JJI ^s) [< Ar. nılmıştır (M.F.Abdülbâkî, el-
habîbu’llah] (Allah’ın sevgilisi) Mu'cem, “hbr”, maddesi). Bu te­
Hz. Muhammed için kullanılan rim, hadislerde de Allah’a nispet
bir terim. Allah, en sevdiği kul edilmiştir (Wensinck, el-Mu'cem,
olan Hz. Muhammedi “Âlemlere “hbr” maddesi). Allah’a nispet
rahmet olsun.” diye peygamber edilen isimler arasmda yer alan
olarak bu dünyaya göndermiş, “habîr”, ilmin duyularla algıla-
en son ve en mükemmel kitap namayan bâtınî kısmmı ifade
olan Kur'ân da O’na indirilmiş­ etmekte ve O’nun zatî isimleri
tir. arasında yer almaktadır.
“Habîr” adı Allah’ın doksan do­
habîbünneccâr a. (jLJI ^a.) [< Ar.
kuz ismini veren İbn Mâce ve
habîbü’n-neccâr] (Marangoz
Tirmizî rivayetlerindeki üstede
habib) Kur’ân-ı Kerîm’in
de bulunmaktadır (Tirmizî,
“Yâsin suresi” (36)nde adı ge­
“Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”,
çen ve Antakya halkmın Hz.
10).
İsa’nm gönderdiği elçileri tanı­
habîs 270

habîs s. (dlAÂ) [< Ar.hubr / hıbre] hac a. (ji) [Ar.] (ç. b. huccâc) İs­
“Değersiz ve bayağı olmasından lâm’ın beş şartından biri olan ve
dolayı hoşa gitmeyen somut veya zilhicce ayında Mekke-i
soyut varlık ya da durum.” an­ mükerreme’de Ka’be’yi ziyaret
lamında olan bu terim, insan ta- ve tavaf etmeyi öngören ibadet.
biatmın hoşlanmadığı, aklın ve Rivayete göre Kâbe’yi önce me­
dinin benimsemediği nesneler lekler tavaf etmiş; sonra Hz.
ve değerler için kullanılmıştır. Âdem, Allah’m emri ve izniyle
Kur'ân-ı Kerîm’de yanlış inan­ Mekke’ye giderek ve Hz. Havva
cı, kötü sözleri, ve bayağı davra­ ile buluşarak meleklerin öncü­
nışlarından dolayı nefretle kar­ lüğünde hac görevini yerine ge­
şılanan kimseler için kullanılan tirmiştir. İlk onarımı Hz. Şit ta­
bu söz, “Nûr suresi” (24 / 26) rafmdan yapılan Kâbe, Nuh tu­
nde mealen “Kötü kadınlar / söz­ fanı sırasında kumlarm altında
ler kötü erkeklere / kimselere, kö­ kalmış ve “Bakara suresi” (2 /
tü erkekler / kimseler kötü kadın­ 127) ndeki mealen “Bir zaman­
lara / sözlere yaraşır.” biçimdeki lar İbrahim, İsmail ile beraber
ifade içinde yer almıştır. Bu tarz beytin temellerini yükselttikleri
ifadeler hadislerde de bulun­ zaman...” ifadesiyle vurgulandı­
maktadır. ğı gibi Hz. İbrahim ve İsmail ta­
rafmdan yeniden inşa edilmiş
hablullah a. (dJIJ^) [< Ar.hablu’l- ve “Hac suresi” (22 / 27-30) nde
lah] Sözlükte “bağ, ip, bağlantı, Hz. İbrahim’e mealen “İnsanlara
sebep” gibi anlamları verilen bu haccı ilân et. Gerek yaya uzak
söz, genellikle Kur'ân-ı Kerîm yoldan binek üzerinde senin hu­
için kullanılan bir terim olarak zuruna gelsinler. Ta ki kendileri­
kabul edilmiştir. Kur'ân-ı ne ait dünyevî ve uhrevî menfaat­
Kerîm’de “Topluca Allah’ın ipine lere şahit olsunlar. Allah’ın rızık
sarılın ve ayrılmayın.” (Âl-i olarak kendilerine verdiği dört
İmrân suresi, 3 I 103) olarak ayaklı davarlar (kurbanlıklar)
ifade edilen bu söz, Kur'ân-ı üzerine belirli günlerde Allah’ın
Kerîm’i ve sünneti, Allah ve Hz. adını ansınlar. İşte bu kurbanlık­
Peygamber’e itaati ifade etmek­ lardan yiyin; yoksulu, fakiri do­
tedir. Yine bir hadisinde Hz. yurun. Sonra kirlerini (saç ve tır­
Peygamber, “Gökten arza indi­ naklarını) atsınlar. Adaklarını
rilmiş olan Allah’ın ipi, Allah’ın yerine getirsinler ve o kadim olan
kitabdır.” demiştir (Sahîh-i Kâbeyi tavaf etsinler. İşte emir-
Buhârî ve Tercemesi, C. 15, s. hac budur...” demesi, “hac”m ilk
7136).) defa Hz. İbrahim’e buyuruldu-
271 hac

ğunu ifade etmektedir. Ondan nin yerinde olması, ergenlik ça­


sonra gelen öteki peygamberler ğma gelmiş bulunması, hür ol­
ve ümmetleri de Kâbe’yi ziyaret ması ve haccı yerine getirebile­
ve tavaf ile yükümlü tutulmuş­ cek maddî ve manevî olgunluğa
tur. îslâm’m doğuşu sonrasmda ulaşmış bulunması gerekmekte­
hac ibadeti, Kâbe’yi tavaf, umre, dir. 2. Haccın edasının farz ol-
Arafat ve Müzdelife’de vakfe, masmdaki ikinci şart sağlıklı
kurban kesme gibi ibadetler, olmaktır. Sürekli bir hastahğa
putperest gelenekleriyle birlikte tutulmuş olanlar üe rahat hare­
yürütülmekteydi. Ancak Mek­ ket kabiliyetinden yoksun yaşlı­
ke’nin fethinden sonra Kabe’nin lara hac farz kılınmamıştır. Ay­
içinde ve dışında bulunan putlar rıca yol güvenliğinin sağlıkh ol­
ve şirk unsurları tamamen te­ ması; hacca gidecek kadınm ya­
mizlenmiştir. Bu ibadetin Hz. nmda kocalan, yoksa mahrem­
İbrahim ile başlaması yanmda lerinden bir erkeğin bulunması;
Müslümanlara ne zaman farz kı- kocası ölmüş veya boşanmış ka-
İmdığı konusu tartışılmışsa da 9. dmların dinen gerekli olan sü­
yılda farz kılındığı üzerinde reyi (iddet) tamamlamış bulun­
yaygın ve ortak kanaat hasıl ol­ maları gerekmektedir. 3. Haccın
muştur. Nitekim, “Âl-i İmrân dinen sahih, yani sağlıklı olması
suresi” (3 / 97) ndeki mealen için bireyin Müslüman ve aklî
“İnsanlardan gücü yetenin dengesinin yerinde olması; hac
Beytullah’ı haccetmesi emrolun- yapmak niyetiyle ihrama girme­
muştur. Bu farzı inkâr edene ge­ si; haccm farzlarını yerine ge­
lince...” ayetinin de bu yıl nazil tirmesi gerekmektedir. Bunlarm
olması bu konuda önemli ve sağ­ dışında haccın farzları da önem-
lam bir delil kabul edilmiştir. li bir konudur. Hanefîlere göre
“Bakara suresi” (2 / 196) nde haccm farzı üçtür. Bunlar,
ise mealen “Haccı da umreyi de “ihram”, “Arafat vakfesi” ve
Allah için yapınız...” ayeti haccın “ziyaret tavafı”dır. Buharî,
farz oluşunun delili olarak gös­ “hacc” konusunu kitabınm
terilmiştir. Öte yanda Hz. Pey­ “Kitâbu’l-Hacc” başlıklı bölü­
gamber de haccm îslâm’m beş münde Hz. Peygamber’in hadis-,
şartından biri olduğunu açıkça lerine dayanarak etraflıca ince­
ifade etmiştir (Sahîh-i Buharı, C. lemiştir (Sahîh-i Buhârî ve
1. s. 165). Haccm şartlan üç ana Tercemesi, C. 3, s. 1442-1501 / C.
bölümde ifade edilmiştir. 1. 4, s. 1525-1670).
Haccın farz olması için bireyin
Müslüman olması, aklî dengesi­
hacc-ı asgar 272

§ tam hacc-ı asgar a. (>-J at ölçüleri çerçevesinde ziya­


p.) Her yıl yapılan hac ibade­ ret etme.
ti.
hacb a. (^=^) [Ar.] fik. Sözlük an­
hacc-ı ekber a. (^1 ^) (en lamı, “Engellemek, örtmek.” olan
büyük hac) Bu terim ulema bu terim, îslâm hukukunda ölen
arasında farklı yorumlara bir kimsenin mirasma hak ka­
sebep olmuştur. Bazıları, zanan bir kimseden ölene daha
“hacc-ı ekber”i arife günü yalan bir mirasçınm ortaya
cumaya rastlayan hac veya çıkması durumu için kullanıl­
Kurban Bayramı olarak nite­ mıştır.
lemişlerdir. Bir kısmı hac
günlerinin tamamı için bu § tam. hacb-i hırmânî a.
terimi kullanmıştır. Veda (^L^ ç,?^ fik. îslâm huku­
Haccı, cemreler arasına denk kunda ölen bir kimsenin mi­
gelmiş ve buna Hz. Peygam­ rasma hak kazanan bir kim­
ber’in “Bu hacc-ı ekber günü­ seden ölene daha yalan bir
dür.” dediği rivayet edilmiş­ mirasçının ortaya çıkması
tir. sonucu mirastan tamamen
mahrum kalma durumu.
hacc-ı ifrâd a. (J>1 .^) Um-
hacb-i noksâni a. (^Lâi
resiz yalmz başma yapılan
uşa) fik. İslâm hukukunda
hac.
ölen bir kimsenin mirasma
hacc-ı mebrûr a. (j^ ^) hak kazanan bir kimseden
Gereği gibi, kusursuz yapılan ölene daha yalan bir miras-
hac. çmm ortaya çıkması sonucu
mirastaki payın azalması du­
hacc-ı temettü' a. (jL: ^)
rumu.
Hac ibadeti için önce umre
yapıp hemen arkasından ül­ Haccâc öz.a. (^L») [Ar.] Hz. Pey­
kesine dönmeden hac ibade­ gamber soyuna ve taraftarlarına
tini eskizsiz yerine getirme. eziyet eden ve acı çektiren Irak
valisi ve Emevî komutanı Yusuf
haccetü’l-belâğ a. (£}UI 5^.)
bin Sakafî’nin unvanı.
bk. veda haccı.
haccın farzları a. fik. Hac ibadeti­
haccetü’l-vedâ a. (^bjl i^)
nin yerine getirilmesi sırasmda
Hz. Peygamber’in ölümün­
uyulması gereken farzlar. Bun­
den önce Mekke’yi son ziya­
lar şöyle ifade edilmektedir: ih­
reti. bk. veda haccı.
rama girmek (yapılması zorun­
haccü’l-Haremeyn a. (j^^Ji ludur), Arafat’ta vakfeye dur­
j») Mekke ve Medine’yi şeri­ mak, ziyaret tavafı yapmak.
273 hâcet namazı

hâce a. (<e.W [E] (ç. b. hâcegân) 1. “tavaf” (bk. bu madde) m


Efendi, ağa, çelebi, seyyid, sahip. başlangıç noktası olarak ka­
2. Hoca, öğretmen, muallim, bul edilmektedir.
müderris, üstat, profesör.
hac emîri a. Haccm kurallarma
§ tam. hâce-i âlem a. ÇİL uygun ve güvenli bir biçimde
Ulji) Hz. Muhammed. yerine getirilmesini sağlamak
amacıyla görevlendirilmiş kim­
hâce-i büzurg a. (^ Ulji) se. Bu görev, Mekke’nin fethin­
Başvezir. den sonra oluşturulmuştu. Hz.
hâce-i evvel a. (Jji Uiji.) İlk Peygamber ilk görevi, Mekke va­
hoca, halkı bilgilendiren, eği­ lisi Attâb b Esîd’e vermiş, ikinci
ten kimse. yıl ise Hz. Ebubekir’i görevlen­
dirmişti. Sonraki dönemlerde
hâce-i kâ'inât a. (ot£& Ulji)
özellikle Emevîler ve Abbasîler
Hz. Muhammed.
dönemlerinde bu göreve bir ki­
Hâcegân a. (jiÇlji) [F. hâce’nin ç. şinin tayini gelenek hâlini almış­
b.] tas. Tasavvuf tarihinde 12-15. tı. OsmanlIlar döneminde ise bu
yüzyıllarda Mâveraünnehir’de görev daha ciddî ve esaslı uygu­
ortaya çıkan ve yayılan, ayrıca lamaya konuldu. İki hac emiri
Orta Asya sufîliğinin oluşmasm- tayin edilmeye, biri Şam’da, öte­
da ve gelişmesinde önemli rol ki Mısır’da görevlendirildi.
oynayan bir tarikat. Amaç, hem kutsal emanetlerin
ve makamların korunması hem
hacer a. (^) [Ar.] (ç. b. ahcâr)
de hacılarm güvenliğinin sağ­
“Taş, seng.” anlammdaki bu söz,
lanması idi. Bu görev, Osmanh
öteki kelime veya terkiplerle
devletinin sona ermesinden
yeni terimler oluşturmuştur.
sonra bir süre Mısır ve Suriye
§ tam. hacer-i es'ad a. (j*xJ devletleri tarafmdan yürütül­
^^) bk. hacerü'l esved meye çalışılmış, 1924 tarihinde
Hicaz’m Suud ailesinin yöneti­
hacer-i esved a. (j>J^) bk. me geçmesiyle bu uygulama or­
hacerü'l-esved tadan kaldırılmıştır.
hacerü'l-esved a. (j^Ijş^) hâcet namazı a. Bir ihtiyacm kar­
Kâbe’nin güneydoğu köşesi şılanması ve ortadan kaldırıl­
duvarında bulunan ve cen­ ması veya çok arzu edilen bir
netten geldiği rivayet olunan konunun gerçekleşmesi için Al­
meşhur kara taş. Bu taşm bu­ lah’a dua etmek amacıyla kılı­
lunduğu yer, hac farzmm üç nan namaz için kullanılan bir
önemli rüknünden biri olan terim. Dört sünnî mezhep ve Ca-
hâcet penceresi 274

ferîlerce “müstehab” (bk. bu gaferetehu ve lâ hemmen illâ


madde) kabul edilen bu nama- ferectehu ve lâ hâceten hiye leke
zm delili için şu hadis gösteril­ rıdan illâ kadaytehâyâ erhamer-
miştir: “Kimin Allah tarafindan rahimîn.”
giderilecek bir ihtiyacı varsa ab-
hâcet penceresi a. Din büyükleri
dest alıp iki rekât namaz kılsın,
için yapılan türbelerin dış cep­
Allah’a hamd edip peygambere
helerinde yapılan ve ziyaretçile­
salavat getirsin ve şu dauayı
rin önünde dua veya Fatiha
okusun: Allah’tan başka ilâh yok­
okuduğu pencere.
tur. Kâinatın yaratıcısı Allah’ı
yüceltir ve O’na hamd ederim. hacı bayramı a. Hacdan sağ salim
Senden rahmetine ve affına ulaş­ dönenleri kutlamak üzere yapı­
tıracak davranışlarda nulunma- lan toplantı, hacı tehniyesi.
yı, her türlü iyiliğe nail olmayı, hacı tehniyesi a. bk. hacı bayramı
her türlü günahtan arınmayı di-
liyorum.Bende bağışlamadığın hacıyağı a. Gül yağından çıkarılan
günah, gidermediğin keder, sıkın­ güzel koku.
tı yaratacak bir ihtiyaç bırakma, haciz, -czi a. (y^.) [< Ar. hacz] huk.
ey merhametlilerin en merhamet­ Sözlük anlamı, “Men etmek, iki
lisi olan Allahım!” Kaynaklar, nesnenin arasını ayırmak.” olan
buna benzer bazı hadislerin de bu terim, bir alacağm tahsil
bulunduğunu ifade etmişlerdir. edilmesi için alacaklı adına
Hacet namazı, dört veya on iki borçlunun para, mal veya kıy­
rekât olarak kılmmaktadır. Dört metli eşyalarına yetkili organ­
rekât kılındığında ilk rekâtta Fa- larca el konulması işlemi için
tiha’dan sonra üç “âyetü’l- kullanılmıştır.
kürsî”, öteki üç rekâtta ise Fati-
ha’dan sonra birer kere “İhlâs hac-nâme a. (c.ü ga.) [< Ar.hac +
suresi”, “Felâk suresi” ve “Nas F.nâme] tas. ed. Bu terim, tasav-
suresi” okunur ve ardından şu vufî edebiyatta mutasavvıf şair­
dua edilir: “Lâ ilâhe illallahü’l- lerin hac ibadetinin fazüetlerini
halîmü’l-kerîm, sübhanellahi şürleştiren eserleri için kulla­
Rabbiye’l-arşi’l-azîm, elhamdü nılmıştır.
lülahi Rabbi’l-âlemîn, es'elüke hac rehberi a. bk. delil
mûcibâti rahmetike ve azâ'ime
Hac suresi a- Ç^sj^ ja) ,[< Ar.
mağfiretike ve’l-ismete min külli
“Sûretü’l-Hacc” (^Jl s
zenbin ve’l-ganîmete min külli
birrin ve’s-selâmete min külli is­ Kur'ân-ı Kerîm’in yirmi ikinci,
min lâ tedâ lî zenben illâ iniş sırasma göre yüz üçüncü
suresi olup Mekke ve Medine’de
275 haddesenâ

nazil olduğu ortak görüşü ulema hadd-i bülûğ a. (^jLk) Ço­


beyninde yaygındır ve yetmiş cukluk çağmın sona ermesi
sekiz ayetten meydana gelmek­ ile ergenlik çağınm başlama­
tedir. Admı yirmi yedinci aye­ sı.
tinde geçen “hacc” sözünden hadd-i hamr a. (^ k) fık.
alan bu surede Allah’ın birliği, İslâm hukukunda, bilerek az
kıyametin kopacağı, öldükten veya çok miktarda şarap içe­
sonra dirilmenin olacağı, Allah ne uygulanacak ceza.
katında herkesin hesaba çekile­
hadd-i kazf a. (jji k) fık. İs­
ceği ifade edildikten sonra hac-
lâm hukukunda, hür ve Müs­
cın fazileti üzerinde durulur ve
lüman iffetli bir kadına zina
ondan sapmalarm lânetleneceği
suçlaması yapan bir kimseye
vurgulanır. Son bölümde ise Al­
uygulanması gereken ceza.
lah’ın kudreti ifade edilir; kâi­
nattaki oluşum bu kudretin ör­ hadd-i sekr a. (jL»k) fik. İs­
neği olarak vurgulanır. Ayrıca lâm hukukunda, şarap dışm-
bu surenin fazileti olarak içinde da az veya çok miktarda sar­
iki secdenin bulunması göste­ hoşluk verici içki içene uygu­
rilmiş ve bunlar onun değerini lanacak ceza.
üstün kılmıştır, yorumu raviler hadd-i sirkat a. (^^ k) fık.
tarafmdan rivayet edilmiştir. İslâm hukukunda, bir hırsız­
Hz. Peygamber’in “Hac sure- lıktan dolayı hırsızlığı yapan
si”nin tefsiri için bk. Sahîh-i kimsenin elinin kesilmesi ce­
Buhârî ve Tercemesi, C. 10, s. zası.
4572-4579. hadd-i şer'î a. (^^ k) fık.
had, -ddi a. (aa.) [Ar.] (ç. b. hudûd) İslâm hukukunda, şeriat ku­
1. Kur'ân-ı Kerîm ve Sünnet’te rallarına uygun olarak veri­
ifade edilmiş ve çerçevesi belir­ len ceza.
lenmiş, kısas ve diyet dışmda ka­ hadd-i şürb a. (^^d, k) bk.
lan cezaî yaptırımlar. 2. Bir kav­ hadd-i hamr
ramın özünü tanıtan ve başka
hadd-i zinâ a. GLj k) fık. İs­
kavramlardan farkını ortaya
lâm hukukunda, zina suçu iş­
koyan tanımlama için kullanılan
leyenler için uygulanacak ce­
kelâm terimi.
za.
§ tam. hadd-i bagy a. (^ k) had cezaları a. bk. had
fık. Devlete karşı isyan hare­
ketine katılan kimseye uygu­ haddesenâ a. (^S^ / ,Lik) [Ar.]
lanacak ceza. Hadis biliminde, “semâ” (bk. bu
haddesem 276

madde), “kırâ'at” (bk. bu mad­ hades-i ekber a. (j^l 6^) fık.


de),“icâzet” (bk. bu madde) ve Gusül yapmayı gerektiren,
“münâvele” (bk. bu madde) yol- yani cünupluk, hayız ve nifas
larmdan birisiyle alman bir ha­ gibi durumlar, büyük kirlilik
disi başkasma rivayet ederken için kullanılan terim.
kullanılan siga.
hades-i semâvî a. Q^jLoxu
haddesem a. (^L) [ .Ar.] Hadis ûja.) fık. Burun kanaması,
biliminde, öğrencinin hocasm- kusma gibi elde olmayan se­
dan daha çok “semâ” (bk. bu beplerle oluşan kirlilik.
madde) yoluyla tek başma hadis
hades-i zâhir a. (^LL o^.)
alması için kullanılan siga.
fık. Cünüp ve abdestsiz kim­
hades a. [ Ar.] fık. Sözlük an­ seler.
lamı, “Kısa zamanda oluşan, bir­
hadesten taharet a. Namazm dı-
denbire ortaya çıkan.” olan bu
şmdaki altı şartmdan biri. bk.
terim, abdestsizlik veya cünüp-
hades
lükten dolayı meydana gelen
manevî kirliliği ifade etmek için hâdi a. (^jL) [Ar.] “Hile yapanları
kullanılmıştır. Namazm dışın­ cezalandıran.” anlammda Al­
daki altı şartından biri olan lah’m sıfatı olan bir terim.
“hadesten taharet” sözüyle Kur'ân-ı Kerîm’de “Nisâ sure­
hükmî kirliliğin oluşması ifade si” (4 /142) nde geçmektedir.
edilmiş ve “hades”in oluşması
Hâdî a. (^jU) [< Ar. hidâyet] (ç. b.
münasebetiyle namaz veya oruç
hevâdî, hüdât) “Doğru yolu gös­
gibi farz olan bazı ibadetlerin
teren, hidayet eden, hayır ve mut­
yerine getirilmesi mümkün gö­
luluk veren.” anlammdaki bu
rülmemiştir. Fıkıh büiminde,
söz, “esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah’ın
önce bu kirlilikten armması
güzel isimleri)dan olup “İnsana
sonra insanın üzerine farz olan
akıl, muhakeme ve zarurî bütün
ibadetleri yerine getirmesi öğüt-
bilgileri veren, ebedî mutluluğu
lenmektedir.
sağlayacak manevî yolu göste­
§ tam. hades-i asgar a (y^l ren.” anlamıyla Allah’m sıfatı
i^) ftk. Abdest almayı gerek­ olarak Kur'ân-ı Kerîm’de geç­
tiren durumlar, küçük kirli­ mektedir (M.F.Abdülbakî, el-
lik. Mu'cem, “hdy” maddesi). “Hâdî”
adı Allah’m doksan dokuz ismini
hades-i bâtın a. (^L oj^)
veren İbn Mâce ve Tirmizî riva­
tas. Allah’tan başka bütün
yetlerindeki listede de yer almış
varlıklar ile münasebetten
(Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn Mâce,
dolayı oluşan kirlilik.
277 hadîs

“Du’â”, 10) ve O’nun zatî sıfatları gibi anlamları olan bu söz, İslâ­
arasında gösterilmiştir. mî literatürde tasavvuf! terimler
yapmak için kullanılmıştır.
§ tam. hâdî-i sebîl a. (J^
^jL») Hz. Muhammed için § tam. hadîka-i rûh a. (^
kullanılan bir terim. ildi) Ruh bahçesi, gönül.
hâdîyü’t-tarîk a. (jj>Jl ^jL») hadîka-i ervâh a. (r Uj1 ^)
Doğru yolu gösteren Allah. 1. Ruhlann bahçesi, gönül
dünyası. 2. Mevlâna dergâ-
Hadîd suresi a. Ç^^jk)
hmdaki kabristana Mevlevî-
[< Ar. “Sûretü’l-Hadîd” (jjjLJI
lerce verilen bir ad.
îjh«)] Kur’ân-ı Kerîm’in elli
yedinci, iniş sırasma göre hadîkatü’l-ervâh a. (^yi
doksan dördüncü suresi olup îLji) bk. hadîka-i ervâh
“Zilzâl suresi” (99)nden son­
hâdim a. ÇjL) [Ar.] tas. Tekke veya
ra ve “Muhammed suresi”
dergâhlarda ya da ulu kişilere
(47)nden önce Medine’de na­
hizmet eden kimse.
zil olduğu müfessirlerce be­
yan edilmiştir ve yirmi dokuz § tam. hâdimü’l-fukarâ a.
ayetten meydana gelmekte­ (Jjiill^L) tas. Mevlevî şeyhi,
dir. Adını 25. ayette geçen
“hadîd” (demir) sözünden hâdimü’l-harameyni’ş-
alan sure, ilim ve kudretin şerîfeyn a. (^lij^ul I ^h^,?-^ I
delilleri, iman etmenin ge­ fjL) Mekke ve Medine şehir­
rekliliği, mümin ve münafık­ lerine hizmet eden kimse.
ların karşılaştırılması, dün­ hâdis a. UjL) [Ar.] bk. hudûs
yanın anlamı konularını ifa­
de etmektedir. Bu suretin fa­ hadîs a. (e^) [Ar.] (ç. b. ahâdîs)
zileti, bir rivayette, “Hz. Pey­ Hz. Muhammed’in söz ve dav­
gamber yatıp uyumadan önce ranışlarını veya tasviplerini an­
Müsebbihatı okur ve bunlarda latan veya nakleden terim. Ha­
bin ayetten daha faziletli bir dis bilimi üe uğraşan bilim
ayetin bulunduğunu söylerdi.” adamları, doğrudan Hz. Pey-
ifadesiyle vurgulanmıştır. Hz. gamber’e ait olan hadislere
Peygamber’in “Hadîd sure­ “merfû” (bk. bu madde), saha­
sinin tefsiri için bk. Sahîh-i beye ait olup onlardan nakledi­
Buhârî ve Tercemesi, C. 10, s. lenlere “mevkuf’ (bk. bu mad­
4837-4839. de), tâbiîne ait olup onlardan
hadîka a. (<1^) [Ar.] (ç. b. hadâ'ik) nakledilenlere “maktû” (bk. bu
madde) admı vermişlerdir. Son-
“Bahçe, bostan, meyve bahçesi.”
hadîs-i erba'în 278

radan bu üç hadise topluca “ha­ hadîs-i sahîh a. (^^a iuja.)


ber” (bk. bu madde) terimi kul­ Doğru ve sağlıklı bilgi veren
lanılmıştır. “Hadîs”ler, delil de­ bir ravîye (rivayet ede-
ğeri bakımmdan “sahih”, ne)dayanan hadis.
“hasen” ve “zayıf’ olarak ad-
hadîs-i şerîf a. (Uuj^i e^)
landırıhrken senet sayısı açısın-
Anlam ve söz bakımmdan
dan^ da “mütevâtir” (bk. bu
Hz. Muhammed’e ait olduğu
madde), “meşhur” (bk. bu
ifade edilen hadis.
madde), “âhâd” (bk. bu madde)
biçiminde tasnif edilmiştir. hadîsü’l-gar a. (jlill o^j^) bk
ashâb-ı kehf
§ tam. hadîs-i erba'în a.
(j^uJ iuja.) Hz. Muham- hadîsü's-sinn a. QyJl i>ji)
med’in kırk hadisinin yoru­ Genç, delikanh.
mu ve incelenmesi ile açık- hadîsi a. (^) [< Ar. hadîs + î]
lamasmı içeren eserlerin or­ Hadis biliminde, hadis rivayeti
tak adı. üe uğraşan kimseler.
hadîs-i İlâhî a. (^l ±u^) bk.
hadîs ricâli a. Hadis biliminde,
hadîs-i kudsî
hadis ile uğraşan kimselere,
hadîs-i kudsî a. (^.ü ^) ravîlere veya hadis âlimlerine
Sözü Hz. Muhammed’e daya­ verilen ad.
nan ve Hz. Peygamber’in
hadîs tarihi a. Hadislerin sonraki
Kur’ân dışmda Allah’a isnat
ederek söylediği hadisler, dönemlere hangi şartlarda ve
kutsal hadis; bu hadisler, yöntemlerde ulaştığını, geçirdiği
“merfû” (bk. bu madde) ola­ evreleri inceleyen bilim dalı.
rak da adlandırılmıştır. hadîs usûlü a. Hadis biliminde,
hadîs-i mevzû a. <£>>A>» hadislerin hangilerinin sağlıklı
iuja) Hadis biliminde uy­ veya kabul edilebilir olduğu,
durma hadis. hangilerinin zayıf veya ret edil­
hadîs-i mürsel a. CU^ iuji) mesi gerektiği konularmı ince­
Hadis biliminde geçen ve Hz. leyen büim dah için kullanılan
Muhammed’den işitildiği söy­ terim, “ilmü’l-hadîs” (bk. bu
lenilen hadis. madde).

hadîs-i nebevî a. (^ £«^) hadr a. (^^A \Ar.} Kur’ân-ı


bk. hadîs-i kudsî Kerîm’in tecvit kurallarına uy­
hadîs-i rabbânî a. (^Çj o^) gun olarak okunduğu üç tarzdan
bk. hadîs-i kudsî hızlı olanı.
279 hâfız-ı kütüb

hads a- (^^-) [Ar.] Zihnin ilkeler­ (Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn Mâce,
den ve önermelerden hızlıca so­ “Du’â”, 10) ve O’nun zatî sıfatlan
nuçlara ulaşması ve bu yolla el­ arasında gösterilmiştir.
de edilen bilgi anlammda kelâm
terimi. hâfikayn a. (jââL) [Ar.] tas. Mağrip
ile maşrık arası.
hadsiyyât a. (cLji) [Ar.] Akim
“hads” (bk. bu madde) yoluyla hâfiz (I) s. ve a. (JüL) [< Ar.hıfz] (ç.
ulaştığı ve genellikle kesinlik b. hafaza, huffâz) Sözlükte
değeri taşıdığı kabul edilen hü­ “Saklayan, koruyan, ezberleyen.”
kümler için kullanılan kelâm te­ olarak tanımlanan bu söz,
rimi. Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleyen
(kimse) anlammdadır. Bu anla­
hafaza ç.a. (<kk) [Ar.hâfiz’ın ç. b.]
mıyla Kur’ân-ı Kerîm’de pek
1. Hafızlar (bu anlamda pek kul­
çok ayette geçmektedir
lanılmamıştır). 2. İnsanm amel­
lerini yazmakla ve korumakla (M.F.Abdülbakî, el-Mu'cem, “hfz”
görevli melekler. maddesi). Hadislerde de pek çok
kez zikredilen ve Kur’ân’m öğ-
hafaza melekleri ç.a. İnsanm sağ renümesi ve öğretilmesini teşvik
ve sol omzunda bulunan ve eden, “Sizin en hayırlınız
amellerini yazmakla görevli Kur’ân’ı öğrenen ve öğreteniniz-
olan melekler için kullanılan te­ dir.” mealindeki hadis en çok bi­
rim, bk kirâmen kâtibin linenidir. 3. Bu terim, “Saklayan,
hafazan-Allah cüm. (<UI ikk) [Ar.] koruyan, esirgeyen.”anlamında
Allah saklasın, Allah korusun! Allah’m sıfatı olarak Kur'ân-ı
Kerîm’de üç ayette geçmektedir
hafazek-Allah cüm. (4JI .^^) [Ar.] (Yûsuf suresi, 12 / 64; Hicr su­
Allah seni korusun! resi, 15 / 9; Enbiyâ suresi, 21 /
82).
Hâfid s. ve a. (^L) [< Ar.hafd]
“Zalimleri alçaltan, değerini dü­ § tam. hâfiz-ı hakîkî a. (Jî^
şüren ve Allah dostlarını yücel­ lüL) (gerçek koruyucu) Allah.
ten.” anlammdaki bu söz,
“esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah’ın güzel hâfiz-ı Kur'ân a. (jijî hâla.)
isimleri)dan olup Allah’a izafe Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleyen
edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de veya ezberden okuyabilen
olmamakla beraber “Hâfid” adı kimse.
Allah’m doksan dokuz ismini
veren İbn Mâce ve Tirmizî riva­ hâfiz-ı kütüb a. (j£, lük)
yetlerindeki listede de yer almış Bir kütüphanede kitapları
düzenleyen, koruyan ve oku-
hâfız-ı Mesnevî 280

yucunun hizmetine sunan hafi (I) a. Ç^k) [Ar.] Sözlük anlamı


kimseler. Bu kimseler için “İkram eden, derinlemesine bi­
“emîn-i kütüb, hâzin, hâzin- len.” olan bu söz, “Son derece iyi­
i kütüb” terimleri de kulla­ lik sahibi, lütufkâr, her şeyi iyi bi­
nılmıştır. Bu unvanı alabile­ len.” tanımıyla Kur'ân-ı
cek kimselerde, “esâmî-yi Kerîm’de iki yerde geçmektedir.
kütüb-i mu'tebereye arif, mü­ Birincisi, “Meryem suresi” (19 /
derris ve mutd ve 47) nde olup “lütufkâr” anla­
müsta'idînin muhtaç oldukları mında Allah’m sıfatı olarak;
kütübün tafsiline vâkıf olma­ İkincisi ise “A'râf suresi” (7 /
sı.” şartı aranmaktaydı; yani 186) nde olup “haberdar” anla­
kitap ilminde iyi bir uzman mında Hz. Peygamber’in sıfatı
olmalıydı. olarak ifade edilmektedir.
hafi (II) a. (^k) [Ar.] fik. Bazı na­
hâfiz-ı Mesnevî a. Q$>L>
mazlarda, “Kıraatin gizli yapıl­
JüL) tas. Mevlevîlikte Hz.
ması.” anlamında bir fıkıh teri­
Mevlâna’nm Mesnevi adlı
mi. “Kıraatin gizli yapılması.” ise
eserini ezbere okuyan kim­
okuyanm sadece kendi işitebile­
seye verilen ad.
ceği kadar bir sesle okunmasını
ifade etmektedir. Söz gelişi, ce­
hâfiz-ı mutlak a. (jLL hiL)
maatle veya tek başına kılınan
(gerçek ve mutlak koruyucu)
öğle ve ikindi namazı ile gündüz
Allah.
kılman nafile namazlarmda “Kı­
hâfiz (II) s. ve a. (lük) [< Ar.hıfz] raatin gizli yapılması.” gerekir.
(ç. b. hafaza, huffâz) Hadis bi­ Tek başma kılman sabah, akşam
liminde, hadis rivayet ve nakil ve yatsı namazı ile gece kılman
konusunda uzmanlaşmış ve pek nafile namazlarmda namazı kı­
çok hadisi ezberlemiş kimse; lan kişi serbest hareket edebil­
eşanlamhsı: “hâkim, hüccet, mektedir; yani kıraati ya sesli ya
da hafi okuması konusunda ser­
imâm, muhaddis, emîrü’l-
mü'minîn fi’l-hadîs” (bk. bu best bırakılmıştır.
maddeler). hafi (IH) a. (>) [Ar.] tas.
Nakşibendiyye tarikatinde
§ tam. hâfiz-ı hadîs a. (e^ önemli bir aşama olan “letâ'if-i
lük) Hadis biliminde, pek hamse”nin kalp, ruh, sır, hafi,
çok hadisi ezberlemiş ve bun­ ahfâ olarak sıralanan unsurla-
lar üzerinde çahşmış kimse. rmdan dördüncü vasfa verilen
bk. hâfiz (II), emîrü’l- ad. Buradaki “hafî”lik, yani gizli­
mü'minîn fi’l-hadîs lik veya kapalılık, bir sözdeki
281 hak

özel veya farklı adlandırma ya gerçek olan şey, bâtıl karşıtı. Bu


da anlam yükleme noktasında terim, Kur’ân-ı Kerîm’de 247
değerlendirilmiştir. ayette “bâtıl” sözünün karşıtı
olarak kullanılmıştır (M.F.
hâfid a- G^âUÛ [Ar.] Sözlük anlamı, Abdülbakî, el-Mu'cem, “hkk”
“Alçaltmak, indirmek.” olan bu maddesi). Öte yanda ayetlerde
söz, “Dünya ve ahirette inkâr ve genellikle, gerçeğe uygun söz,
isyan eden kimseleri alçaltan, ce­ doğru haber, doğru yol, inanç,
zalandıran.” anlammda Allah’m uygun bilgi, adalet, görev veya
sıfatı olarak ifade edümektedir. ödev gibi anlamlar söz konusu­
Bu söz, Kur'ân-ı Kerîm’de dur. Bu terim, yukarıda sözünü
“Vâkı'a suresi” (56 / 3) nde kı­ ettiğimiz anlamlar çerçevesinde
yamet yerine kullanılmıştır. Al­ hadislerde de yer almıştır
lah’ın sıfatı olarak ise (Wensinck, el-Mu'cem, “hfz”
Tirmizî’nin “el-Esmâ'ü’l-hüsnâ” maddesi). 2. Bu terim, Kur’ân-ı
ile ilgili rivayetinde geçmektedir Kerîm’de, hadislerde ve öteki İs­
(Tirmizî, “Da'avât”, 83). lâmî kaynaklarda “Esirgenmesi,
Hafîz s. ve a. (kk) [< Ar.hıfz] Söz­ korunması ve gözetilmesi veya
lük anlamı “Saklamak, korumak, sahibine geri ödenmesi gereken
dikkatli ve basiretli olmak, bel­ maddî ve manevî imkân, mal, eş­
lemek.” olan bu söz, “Kâinatta ya; görev, borç, sorumluluk.” an­
her varlığın düzeninin dengeli lamlarında da kullanılmıştır. 3.
olması ve bu dengeyi sağlama.” Allah’m insanlar üzerindeki
anlammda “esmâ'ü’l-hüsnâ” hakları yanında O’nun mümin­
(Allah'ın güzel isimleri)dan olup leri koruma, kollama, gözetme,
Allah’m sıfatı olarak Kur'ân-ı yardım etme ve onları azaptan
Kerîm’de pek çok ayette geç­ kurtarma gibi sıfatlarmı içeren
mektedir (M.F.Abdülbakî, el- ve “esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah'ın
Mu'cem, “hfz” maddesi). Bu te­ güzel isimleri)dan olan bir ad,
rim, değişik hadislerde Allah’a, “cenâb-ı Hakk” (bk. bu madde).
meleklere ve insanlara nisbet 4. fık. Sosyal hayatta insana di­
edilmiş (Wensinck, el-Mu'cem, nin ve hukuk düzeninin tanıdığı
“hfz” maddesi); Allah’ın doksan yetki ve ayrıcalık olarak tanım­
dokuz ismini veren tbn Mâce ve lanan bir terim. 5. tas. Başlan­
Tirmizî rivayetlerinden sadece gıçta tasavvuf ehli tarafmdan Al­
Tirmizî’nin listesinde yer almış­ lah için kullanılan bu terim, za­
tır (Tirmizî, “Da'avât”, 82). man için O’ndan olan veya gelen
her şey için de kullanılmıştır.
hak (D, -kkı a. (^) [< Ar.hakk] (ç. Söz gelişi, peygamber hak,
b. hukûk) 1. Doğruluk, doğru ve
hakk-ı civâr 282

Kur’ân hak, Kur’ân’da mevcut hakk-ı mesîl a. CU^ 3=.) huk.


her bilgi, öğüt ve emirler hak Bir gayrimenkulden çıkan su­
olarak kabul edilmiştir, 6.ftk. bk. ları smırları dışına akıtma
kafîz-i tahhân hakkı.

§ tam. hakk-ı civâr a. (J^ hakk-ı muhâkeme a.


j^) huk. Komşuluk hakkı ola­ 3^) huk. Hakkmı arama hu­
rak tanımlanan bu terim, kuku, mahkemeye çıkma
hukukî niteliği yanında özel­ hakkı.
likle komşular ile iyi geçin­
hakk-ı müdâfa'a a. (uiL
mek, onlara zarar vermemek
ja) huk. Müdafaa hakkı.
konularmda da dinî ve ahlâkî
bir özellik taşımaktadır. hakk-ı mürûr a. (^ 3a.)
huk. Geçiş hakkı, anlamma
hakk-ı ihâd a. (jL jrx) Kul
gelen bu terim, birinin gay­
hakkı.
rimenkulden geçmeyi sağla­
hakk-ı intifâk a. (jiai j^) yan hak veya umuma ait yol­
huk. Bir gayrimenkulden bir­ lardan herkesin geçme hakkı
kaç kişinin faydalanma hak­ için kullanılmıştır.
kı.
hakk-ı müsâvât a. (öljU
hakk-ı karâr a. (jl> ja) huk. ja.) huk. Eşitlik:
On yıl boyunca sorunsuz ola­
hakk-ı nân ü nemek a. (^ j
rak kullanılan bir arazi üze­
jL 3a.) (ekmek ve tuz hakkı)
rinde kazanılan mülkiyet
Sadakat, bağlılık.
hakkı.
hakk-ı rüchân a. (jL^^ja.)
hakk-ı kazâ a. GLü ^ Yargı
huk. 1. Hazine arazisini bir
hakkı.
başkasma devretmede o yer­
hakk-ı mecrâ a. (^.^ jx) de hakkı veya binası bulunan
huk. İhtiyacı olan suyu ge­ kimsenin ya da o yerdeki
tirmek için komşu gayrimen­ belde halkmdan olup arazi
kulden su yolu geçirmek ihtiyacı bulunanlann belli
hakkı olarak tanımlanan bu bir ücret karşıhğı o yere sa­
terim, yukarıdan geçen ihti­ hip olabilmelerine öncelik
yaç fazlası suyun ortak su tanıyan hak. 2. Bir hakkın el­
kanallarma ulaştırma ve bu de edilmesinde öncelik ba-
işler için küçük yollar veya kımmdan kendinden sonra
kanallar yaptırma için kulla­ gelen hakka üstün olması du­
nılmıştır. rumu.
283 hakâyık-ı İlâhî

hakk-ı süknâ a. (^ 3^) görme; kesinlik bakımmdan


huk. Bir kimseye bir binada en ileri derecede bulunan
veya bu binanın muayyen bir duğru bilgi anlammda kulla­
kısımda oturma yetkisi veren nılan bir terim. İslâmî kay­
hak. naklarda doğru bilginin kri­
terleri üç kategoride ifade
hakk-ı sükût a. ^)
edilmiştir. Bunlar, hakka’l-
huk. Sus payı, susmalık.
yakîn (iç duyu ya da tecrübe
hakk-ı şefe a. (<ü ja.) huk. ile elde edilen bilgi), ayne’l-
Dudak hakkı, anlamma gelen yakîn (gözlem ve duyu yolla­
bu terim, insanlarm ve hay- rıyla elde edilen bilgi) (bk. bu
vanlarm su içme hakkı ile madde), ilme’l-yakîn (akla ve
yemek pişirmek, abdest al­ İlmî delillerle edinilen bilgi)
mak, gusletmek, çamaşır yı­ (bk. bu madde). Tasavvuf eh­
kamak gibi günlük ihtiyaçla- line göre bu terim, kulun Al­
nnı karşılamak için gerekli lah’ta fâni olması, O’nunla
suyu alma hakkı için kulla­ sadece ilmen değil, hem ilim,
nılmıştır. hem gözlemleme hem de hâl
hakk-ı şürb a. L^i ja) huk. itibariyle bekâ bulmasmı ifa­
Bir akarsudan tarla, bağ, de etmektedir.
bahçe ve hayvan sulamak hakku'l-hakk a. (jJija) tas.
için elde edilen yararlanma Gerçek olan varlığm daim
hakkı veya nöbeti, bk. hakk-ı olması anlammda kullanılan
şefe terim.
hakk-ı takdim a. Çjjü ja) bk. hak (II), -kkı a. (ela.) [< Ar.hakk]
hakk-ı rüchân Bir kitapta yanlış veya fazla ya­
hakk-ı tapu a. G^Lk ja) huk. zılmış bir ibarenin bıçak ucuyla
Hazine arazisini belli bir be­ kazmarak silinmesi işlemi.
del ödeyerek elde etme. hakâyık a. (jjlL.) [Ar.] Gerçekliği
hakk-ı teşri a. (^^ ja.) huk. tartışılmaz olan varlık.
Bir devletin kendi ülkesinde
§ tam. hakâyık-ı erba'a a.
kanun koyma hakkı.
(«jujI jjlL.) tas. Hayat, ilim,
hakk-ı zamm a. (^ ja) huk. iradet ve kudretten oluşan
Velilerin çocuğu yanmda bu­ hakikatler.
lundurma hakkı.
hakâyık-ı ilâM a. (^l jjlîa)
hakka'l-yakîn a. (jjJl ja.) tas. Gerçek ve tartışılmaz
tas. Birlik makammda Hakk’ı olan vahdet.
hakâyık-ı kevniyye 284

hakâyık-ı kevniyye a. (<û£ “Du’â”, 10) ve O’nun zatî sıfatları


jjli^) tas. îlk yaratılıştan arasında gösterilmiştir.
(madenler, bitkiler, hayvan­
hakem a. (^) [< Ar.hükm] İslâmî
lar, insanlar) insana gelince­
inanç çerçevesinde birden fazla
ye kadar yaratılmış olan
kişi arasmda oluşan ihtilâfları
âlem.
çözmek için taraflarca belirle­
hak din a. Allah’m peygamberler nen veya tayin edilen kimse.
aracılığıyla gönderdiği din. Bu Kur’ân-ı Kerîm’in “En'âm su­
din de “tevhid” esasına dayanan resi” (6 / 114) nde mealen
İslâm dinidir (bk. Bakara sure­ “Habibim de ki size içinde (hak
si, 2 /132; Âl-i İmrân suresi, 3 / ile bâtıl tamamen) açıklanmış bir
19; Yûsuf suresi, 12 / 40); nite­ hâlde o kitabı indiren Allah dı­
kim Kur’ân-ı Kerîm’de bu te­ şında başka bir hakem mi araya­
rim, “Dînü’l-Hakk” olarak açık­ cakmışım...” ifadelerinden de
ça ifade edilmiştir (Tevbe sure­ anlaşılacağı üzere en büyük
si, 9 / 33) ve ayrıca bu dini kabul “hakem”in yüce Allah olduğu
edenler de Müslüman’dır (bk. vurgulanmaktadır. Hz. Peygam-
Hac suresi, 22 / 78). ber’in devlet başkanı, kadı ve
hakem olarak Müslümanlar ve­
Hakem a. (^) [< Ar.hükm] “Engin
ya gayrimüslimler arasındaki
bilgisi ve adaletiyle en son hükmü
ihtilâfları adaletle çözüme ka­
veren.” anlammda “esmâ'ü’l-
vuşturması “hakem” müessese-
hüsnâ” (Allah’ın güzel isimle-
sinin oluşmasmda büyük ölçüde
ri)dan bir ad. Bu sözün Allah’tan
örneklik etmiştir. “Hakem”i ka­
başka hiçbir kimseye veya nes­
dıdan ayıran temel özellikler
neye nispet edilemeyeceği konu­
arasında, hakemin kamu huku­
sunda İslâm âlimleri görüş birli­
kundan doğan genel ve resmî
ği içindedir. “Hakem” ismini
bir sıfat ve yetkisinin bulunma­
“hâkimlerin hâkimi” olarak zâti
ması, taraflarm görüş birliği
isim ve sıfatlardan kabul eden
içinde kendi aralarında aldığı
bilginler olduğu gibi, “insanlara
bir kararla seçilmiş olması veya
yönelik hüküm verme.” tarzında
yine kendi aralarmda alacakları
insanlarla ilgili fiilî sıfat gibi de
kararla azledilmesi, birden fazla
değerlendirmeye tabi tutan bil­
hakemin aynı meselede görev
ginler de olmuştur. “Hakem” adı
alabilmesi, iç hukuk alanmda
Allah’m doksan dokuz ismini
yargı denetimine tâbi olması gi­
veren İbn Mâce ve Tirmizî riva­
bi hususlar sayüagelmiştir.
yetlerindeki listede de yer almış
(Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn Mâce, hak gün a. bk. yevmü’l-kıyâme ve
kıyâmet
285 hâkim

hakikat a. (tAA-J [< Ar.hakk] 1. hâkim (I) a. ve s. (^L) [< Ar.


tas. Dış dünyanın ardındaki gizli hükm] (ç. b. hâkimin,
mana veya dinî hayatın en üst hâkimûn, hükkâm) “Yargılama
düzeyde yaşanılarak İlâhî sırla­ ile görevli memur, yargıç, kadı,
ra erişilmesi anlammda bir ta­ fakih.” anlamlarmda hukukî hü­
savvuf terimi. Ehl-i tasavvuf, kümlerin koyucusu ve kaynağını
hakikat ile şerîat arasmda farklı ifade eden bir fıkıh terimi. Bu­
değerlendirmelerde bulunmuş­ rada verilen anlamlarıyla
tur. Bununla birlikte hakikatin Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadisler­
özünde ilmin ve şeraitin bulun­ de pek çok yerde geçen bu söz,
ması gerekitiği konusunda görüş tek hâkimin Allah ve O’nun İlâhî
birliği içinde olmuşlardır. 2. tas. iradesini ifade etmektedir.
Tasavvuf inancmda Hz. Pey­
gamber’in manevî şahsiyetini § tam. hâkim-i hakîkî a.
ifade etme, ayrıca dış dünyayı ([^w^ ^Ia) Allah.
müşahede etme. hâkim-i lemyezel a. (Jj. ^
^L) Allah.
§ tam. hakîkat-i Muhamme-
diyye a. (₺jk« cik) tas. Ta­ hâkim-i mutlak a. (jlk. ^k)
savvuf dünyasında Hz. Pey­ Allah.
gamber’in manevî şahsiyetini
hâkim-i şer' a. (^^i, ^k) Bir
ifade eden terim. Bu inancm
yerin kadısı, şeriat hâkimi.
özünde, Allah’tan başka hiç­
bir varlık veya nesne yokken hâkim-i vakt a. (dîj fSk)
“hakîkat-i Muhammediy- mec. Hükümdar.
ye”nin var oluşu ve kâinatın
hâkimü'l-hadîs a. (iJ^Jl
var olma sebebinin buna da­
!>Sk) Rivayet edilmiş bütün
yanması yatmaktadır. Bir
hadisleri metinleriyle,
başka inanç da “Sen olma­
ravîlerinin tarihleriyle, cerh
saydın ben kâinatı yaratmaz­
ve tadilleriyle ezberlemiş
dım.” İlâhî sözünün kutsalh-
kimseler.
ğma bağlanmadır.
hâkimü'ş-şer' a. ^l ^k)
hakîkatü’l-hakâyık a. (jjlUI
bk. hâkim-i şer'
c^k) tas. Tasavvuf inancma
göre, bütün eşyanm yaratıhş hâkim (II) a. ve s. (^k) [< Ar.
gerçekliği, yani İlâhî zattır. hükm] (ç. b. hâkimin, hâki­
mûn, hükkâm) Hadis biliminde
hakîkatü’l-insân a. (jUıll
uzmanlaşmış ve mesleğinin zir­
cik) tas. Tasavvuf inancma
vesine çıkmış kimseler. Bu sevi­
göre, insaıun benliğidir.
yeye ulaşabilmek için bir kimse,
Hakîm 286

rivayet edilen bütün hadisleri iki ayetten meydana gelmekte­


metin, sened, râvilerin durumu dir. Admı baş taraftaki “el-
ve öteki teknik özellikleriyle hâkka” (hak, hukuk, hesap, her
bilmek ve tanımak meziyetine şeyin ortaya çıkacağı gün) sö­
sahip olmalıdır; eşanlamlısı: zünden alan sure, Hz. Peygam-
“hüccet, hâfız, imâm, muhad- berie yönelik şair, sihirbaz gibi
dis” (bk. bu maddeler). iftiraları şiddetle reddeden ayet­
leri, en çarpıcı fesahat ve bela­
Hakîm s. (^A) [< Ar.hikmet] (ç. b.
hükemâ) 1. “Hüküm ve hikmet gat ile yansıtmaktadır. Bu sure,
ahret konusunda insanlara uya­
sahibi.” anlamında “Esmâ'ü’l-
rılarda bulunmakta, vahiy yo­
hüsnâ” (Allah’ın güzel isimle-
luyla iletilen bilgilerin gerçekli­
ri)dan bir ad. Bu söz, Kur’ân-ı
Kerîm’de doksan yedi ayette ğini ifade etmektedir. Hz. Pey­
gamber’in “Hâkka suresi”nin
geçmekte (M.F.Abdülbakî, el-
tefsiri için bk. Sahîh-i Buhârî ve
Mu'cem, “hkm” maddesi) ve Al­
Tercemesi, C. 10, s. 4904-4906.
lah’m doksan dokuz ismini ve­
ren İbn Mâce ve Tirmizî rivayet­ hâl a. (JL) [< Ar. havi] (ç. b. ahvâl)
lerindeki listede de yer almıştır 1. tas. İlâhî bir sunum ve güç
(Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn Mâce, olarak tasavvuf ehlinin ruh
“Du’â”, 10). Bu terim, “bilen” an­ dünyasında oluşan duygu ve
lamında, Allah’m zâtî isim ve sı­ bunun bedene yansıması duru­
fat grubuna, “düzenli, ahenkli, mu. Bu durum, sufîler için “ehl-i
sağlam iş yapan” anlammda ola­ hâl” (bk. bu madde) olarak nite­
rak da kevnî-fiilî grubuna gir­ lenmiştir. 2. Allah’m varlığı ve
mektedir. 2. İslâm felsefesinde sıfatları çerçecesinde kelâm
metafizik konular ile uğrasan ulemasınca benimsenen bir teo­
“âlim” (bk. bu madde) 1er için ri için kullanılan terim.
kullanılan terim.
§ tam. hâl-i ihtizâr a. fj.^ı
§tam. hakîm-i mutlak a. JL.) Can çekişme durumu,
(jUu * ^^) Allah. ölüm hâli.
Hâkka suresi a. (^üL) [< Ar. hal' a. (jU) [Ar.} Sözlük anlamı,
“Sûretü’l-Hâkka” (üLJI sj^)] “çıkarmak, çözüp almak, soy­
Kur’ân-ı Kerîmin altmış doku­ mak.” olan bu söz, “İş başında
zuncu, iniş sırasma göre yetmiş bulunan bir devlet başkanının
sekizinci suresi olup “Mülk su­ görevden uzaklaştırılması, tah­
resi” (67)nden sonra ve tından indirilmesi.” anlammda
“Me'âric suresi” (70)nden önce kullanılan bir fıkıh terimi. İslâm
Mekke’de nazil olmuştur ve elli hukukçuları bir halifenin veya
287 halîfe

devlet başkanının hal’ edilmesi­ sil için kullanmışlardır. Kur'ân-ı


ni üç sebebe bağlamışlardır. Bi­ Kerîm’de kötü nesil için “half”
rincisi, halifenin irtidat etmesi, sözünün kullanıldığı söz konu­
yani İslâm dinini bırakarak baş­ sudur (A'râf suresi, 7 / 169 ve
ka bir dine geçmesi; İkincisi sa­ Meryem suresi, 19 / 59); aynı
vaşta düşman veya isyancılarm durum hadislerde de yer almak­
eline esir düşmesi; üçüncüsü, tadır.
seçilmek için gerekli nitelikleri
halîfe (D a. (<Ui) [< Ar. half] (ç. b.
kaybetmesi, yani aklî dengesini
hulefâ ve halâ'if) Sözlük anla­
yitirmiş bulunması veya adalet­
mı, “Birinin yerine geçen ve onun
ten ayrılarak usulsüz işler yap­ adına iş yapan.” olarak bilinen
ması. bu terim, Kur’ân-ı Kerîm’de
halâ' a. GöU.) [Ar.] Evrenin içinde “Rabbin meleklere: Ben yeryü­
veya ötesinde var olduğu ileri zünde bir halife yapacağım, de­
sürülen boşluk anlamında ke­ mişti” (Bakara suresi, 2 / 30)
lâm terimi; “melâ” (bk. bu mad­ ibaresinde insan için geçmekte­
de) karşıtı. dir. İslâmî literatürde ise devlet
yöneticisi veya devlet başkanı
hala a. [< Ar. hâle filL); ç. b. hâlât] için kullanılmıştır. Özellikle de
Türkçe “babanın kız kardeşi” Hz. Peygamberin ölümünden
olan bu söz, Arapça “dayı” an­ sonra O’nun yerine geçerek İs­
lamındaki “hâl”in müennesi lâmî inancı ve değerleri koru­
olup yine Arapçada “annenin kız yan, dinî akideler doğrultusun­
kardeşi, yani teyze” karşılığı ola­ da dünya işlerini düzenleyen
rak kullanılmaktadır. Türkçe kimselere de “halîfe” denilmiş­
“hala”, yani “babanın kız karde­ tir. bk. hilâfet
şi” için Arapçada “amme” sözü
yaygmdır. § tam. halîfe-i İslâm a. ÇcUl
UAL) İslâm dünyasmın hali­
halâs a. (^ıli) [Ar.] Dünyada ve fesi.
âhirette ulaşılacak ebedî huzur
ve mutluluğu ifade eden kelâm halîfe-i Müslimîn a. ((jul
terimi, bk. felâh, fevz, necât <i;k) Müslüman âleminin ha­
lifesi.
halef a. (aLk) [Ar.] Sözlük anlamı,
“bir şeyin yerine geçen, bedel.” halîfe-i zamân a. (jLj udi)
tas. Tasavvuf ehli arasında
olan bu söz, “sonraki nesil ya da
yaygm “mürşid-i kâmil” (bk.
kişi” anlamında bir hukuk teri­
bu madde).
mi. Dil bilimciler bu sözü iyi ne­
sil veya kişiler için kullanırken halîfe (II) a. (<ılk) [< Ar.half] tas.
bazıları hem iyi hem de kötü ne­ Sözlük anlamı, “birinin arkasın-
Hâlik 288

dan gelmek, yerine geçmek.” olan halîl s. (gı) [Ar.] (ç. b. ahillâ ve
bu söz, Allah’ın isim ve sıfatla­ hullân) “Cana yakın, samimî
rıyla kendisine en mükemmel (dost) ” anlammda olan bu söz,
bir biçimde tecelli ettiği “insan-ı bazı kelimelerle tamlama biçi­
kâmil” (bk. bu madde) mertebe­ minde dinî terimler oluşturmuş­
si için kullanılan bir terim nite­ tur.
liğindedir. Mevlevîlikte “hilâfet”
(bk. bu madde) şeyhlik ve der­ § tam. halîlu’l-lâh a. Gül
vişlik gibi bir makamdır. Bu Jık) Allah’m yakın dostu an­
makama ulaşan sufîye “halîfe” lammda Hz. İbrahim için kul­
denilmiştir. lanılan bir ad. Kur’ân-ı
Kerîm’de “Nisâ suresi” (4 /
Hâlik a. (jlli.) [< Ar.halk] “Yara­ 125) nde “Allah îbrâhim’i dost
tan” anlammda “esmâ'ü’l- edindi.” ifadesi yer almakta­
hüsnâ” (Allah’ın güzel isimle- dır.
ri)dan bir ad. Bu söz, Kur’ân-ı
Kerîm’de yüz on yedi ayette fiil halîlü’r-rahmân a. (jL^Jl
çekimiyle ve türevleriyle, elli iki ıgk) bk. halîlu’l-lâh
ayette de mastar olarak Allah’a halîle a. GıLU) [Ar.halîl sözünün
nispet edilmiştir (M.F.Abdülbakî, müennes (dişil) biçimi.] (ç. b.
el-Mu'cem, “hlk” maddesi). Ayrı­ halâ'il) 1. Nikâhlı eş veya kadın,
ca “Hâlik” adı Allah’m rivayet zevce, harem. 2. Mevlevîlerin
edilen doksan dokuz ismi ara­ ayinlerde çaldıkları bir musiki
smda yer almakta (Tirmizî, âleti.
“Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”,
Halîm a. (g».) [< Ar.hilm] Sözlük
10), bazı hadis metinlerinde de
anlamı, “Sabırlı, akıllı, ağırbaşlı.”
zikredilmektedir (Wensinck, el-
olan bu söz, “esmâ'ü’l-hüsnâ”
Mu'cem, “hlk” maddesi). Bu söz,
(Allah’ın güzel isimleriydin, olup
genellikle İlâhî fiilleri büyük öl­
“Kudretli olduğu hâlde birdenbire
çüde bünyesinde toplamakta ve
Allah’ın kevnî isimleri arasında öfkelenip cezalandırmayan, za­
gösterilmektedir. man içinde gelişmelere göre ceza
vermeyi uygun bulan.” anlamm­
§ tam. hâlik-i kâ'inât a. da bir sıfat ve terimdir. “Halîm”,
(oC£K jlL) Bütün varlıkları Kur’ân-ı Kerîm’de on beş ayette
yaratan, yoktan var eden yü­ geçmekte olup bunlardan on bi­
ce Allah. rinde Allah’a, ikisinde Hz. İbra­
him’e, birinde Şuayb peygambe­
hâlikü'l-berâyâ a. (UijJl jlü)
re, birinde de İsmail peygambe­
Yaratılmış olanların yaratıcı­
re izafe edilmiştir (M.F.
sı.
289 halka-i irâdet

Abdülbakî, el-Mu'cem, “hlm” lûk, yani yaratılmış, manasıy­


maddesi). Bu söz, Allah’ın riva­ la gayrimahlûk, yani yara­
yet edilen doksan dokuz ismi tılmış değildir, görüşünü ise
arasında yer almakta (Tirmizî, “Ehl-i Sünnet” (bk. bu mad­
“Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”, de) kelâmcılan savunmuştur.
10), ayrıca bazı hadis metinle­ 4 . Bu konuda herhangi bir
rinde de zikredilmektedir tartışmayı gereksiz bulan ke­
(Wensinck, el-Mu'cem, “hlm” sim ise “Vâkıfiyye” (bk. bu
maddesi). madde) kelâmcılarıdır.
halk a. (jk) [Ar.] Allah’ın evreni halka a. (ük.) [Ar.] Sözlük anlamı,
ezeldeki takdirine uygun olarak “Daire, insanların daire şeklinde
yaratması. dizilmesi.” olan bu söz, bir hoca­
§ tam. halk-ı cedîd a. (jj^ dan ders alan öğrencilerin veya
jk) (yeniden yaratma) İslâm ilim tahsil etmek üzere bir ku­
inancına göre, öldükten son­ rum veya dergâha giden kimse­
ra yeniden yaratma, diriltme. lerin ya da tekke ve zaviyelerde
zikir çekmek üzere bir şeyhin
halk-ı müstemir a. (ji« çevresinde toplanmış bulunan
jk) bk. halk-ı cedîd
sufîlerin oluşturduğu daire bi­
halkuT-Kur’ân a. (ji> jk) çimindeki meclis veya grup. Söz
İslâm bilginleri arasında gelişi ilim halkası, zikir halka­
Kur’ân-ı Kerîm’in yaratılmış sı gibi.
olup olmadığı konusunda
yapılan tartışmalar. Bu ko­ § tam. halka-i dervîşân a.
nuda dört farklı yaklaşım ve (jLiyjj ük.) tas. Tasavvuf
yorum söz konusudur: 1. dünyasında dervişlerin tekke
Kur’ân-ı Kerîm gerek lafzıy­ ve zaviyelerde zikir çekmek
la gerek manasıyla yaratılmış veya sema yapmak üzere bir
değildir. Bu görüşü, şeyhin çevresinde oluştur­
“haşviyye” (bk. bu madde) ve dukları halka.
“selefîyye” (bk. bu madde) halka-i irâdet a. (ojIjl üU)
savunmuştur. 2. Kur’ân-ı tas. Bir tarikat mensupları­
Kerîm gerek lafzıyla gerek nın tekkelerde, zaviyelerde,
manasıyla olsun yaratılmış­ mescitlerde ya da evlerde ih­
tır. Bu görüşü, “Mu'tezile” ya ve niyaz gecelerinde mu­
(bk. bu madde) ve “Şi'â” (bk. rakabe, İlâhî veya sohbet et­
bu madde) savunmuştur. 3. mek üzere oluşturdukları
Kur’ân-ı Kerîm lafzıyla mah­ halka.
halka-i tevhîd 290

halka-i tevhîd a- (^ ^ halvet-i fâsid a. (j^Li öjU)


bk. halka-i irâdet fik. Nikâh akdinin fâsid ol­
ması durumunda, yani sahih
halk ve i'âde a. bk. halk-ı cedîd
halveti sağlayan şartların
hallâk a. (35u) [< Ar.halk] Bu te­ olmaması durumunda ger­
rim, “hâlik” sözünün mübalâğa çekleşen halvet.
biçimi olup Allah’m sıfatı olarak
geçmekte ve Kur’ân-ı Kerîm’de halvet (II) a. (ojlk) [Ar.] tas. Ta­
iki ayette yer almaktadır (Hicr savvuf ehli arasmda günahtan
suresi, 15/86; Yasin suresi, 36 kaçınmak, dış dünyanm kirlili­
181). bk. hâlik ğinden korunmak ve daha sağ­
lıklı ibadet yapabilmek için göz­
hailede f. (jk) [Ar.] Ebediyyen, lerden uzak, kendi dünyasında
sonsuz olarak muhafaza etsin, yaşamayı ilke olarak benimse­
korusun! mek ve Hak ile bütünleşmek an­
halledallah cüm. (<1JI A^A “Allah lammda kullanılan bir terim.
daim ve bakî eylesin!” anlammda Sufıler, bu ibadet için Hz. Pey-
bir terim. gamber’in zaman zaman halvet­
ten ve dış dünyadan uzak kal­
halvet (I) a. UjU) [Ar.] 1. fik. Söz­
mayı benimsediğini, bundan do­
lük anlamı, “Bir yerin boş olma­
sı, biriyle yalnız ve baş başa kal­ layı da O’nun Hira mağarasma
ma.” olan bu terim, aralannda çekilip ibadete daldığım örnek
nikâh bağı ve evlenme konu­ göstermişler ve almışlardır.
sunda bir engel bulunmayan bir halvethane o. (^ o$U) [< Ar.
kadm ile erkeğin baş başa kal­ halvet + F. hâne] tas. Tasavvuf
ması anlammda kullanılmıştır. ehli arasmda bu terim, yaygın
2. fik. Yasal bir nikâhtan sonra olarak baş vurulan ve günahtan
karı-kocanın kimsenin bulun­ kaçmmak, dış dünyanm kirlili­
madığına emin oldukları ve ğinden korunmak ve daha sağ-
üçüncü bir kişinin giremeyeceği hkh ibadet yapabilmek için çile-
bir yerde cinsî münasebette bu­ hanelere kapanarak gözlerden
lunmaksızın baş başa kalmala­ uzak kalmak, kendi dünyasmda
rını ifade eden bir fıkıh terimi.
yaşamayı ilke olarak benimse­
§ tam. halvet-i sahîh a. mek düşüncesinden kaynakla­
(j^ üjU) fık. Halvetin sa­ nan ve bu amaçla onlarm halve­
hih olması, nikâh akdinden te çekildikleri küçük boyutlu
sonra gerçekleşmesi ve eşler hücreler için kullanılmıştır, bk.
arasında birleşmeye engel çilehane
bir durumun olmamasma
bağh olan halvet.
291 hamd

halveti s. Ç^U) [< Ar.halvet + -î] mî faaliyetine son veren


1. İbadet ve törenlerini tenhada Halvetiyye tekkeleri, sonradan
yapan bir tarikat. 2. a. Halvetiye gizli zikir ve ayinleri ile halk
tarikatinden olan kimse. arasında yaşamaya devam et­
miş; son dönemlerde ise Anado­
Halvetiyye s. (cûjU) [Ar.halvetî
lu’da, Rumeli’de, Suriye ve Mı­
sözünün müennes (dişil) biçimi.]
sır’da faaliyetini sürdürmekte­
öz. a. İslâm dünyasmm en yaygm
dir.
olan ve Şeyh Ebi Abdullah
Sıracüddin Ömer el-Halvetî Hamâliyye a. (-ÛlLa.) [Ar.] tas.
(Ö1.800 / 1398) ’ye nipet edilen Ticaniyye tarikatinin bir kolu
bir büyük tarikatin adı. İran’ın olarak oluşan ve Şeyh Şerîf
Geylân bölgesinde 14. yüzyılm Ahmed Hamâhullah (Hamallah)
ikinci yarısmda oluşum gösteren ’a nispet edilen ve Batı Afrika
ve Ömer el-Halvetî’nin Tebriz’e Müslümanları arasmda yayılan
yerleşmesi ile tanman ve gelişen bir tarikatin adı.
bu tarikatin özünde, nefsin kötü­
hamâse a- (<—L^) [Ar.] Arap edebi-
lükten ve günahlardan arınması
yatmda kahramanlık şiirleri ve
için dü, kalp, ruh ve sırlar ile
bu şiirlerden oluşan antoloji. Bu
yapılan ibadetler ve zikirler
tür şiirlere “eş-şi'rü’l-hamâsT’
yatmaktadır. Az yeme ve içme,
(poesie hero'ique / epique) adı da
az konuşma, az uyuma, inzivaya
verilmektedir.
çekilme, fikir ve zikir ile şeyhe
gönülden bağlanma Halvetiyye hamâset a- (c—L^.) [Ar.] bk. şecâ'at
tarikatinin temel ilkeleri arasın­ hamaylı a. bk. muska
dadır. Kurululduğu Azerbaycan
bölgesinden Anadolu’ya oradan hamd a., (j^) [Ar.] Sözlük anlamı,
Balkanlara, Suriye ve Mısır’a, “Güzellik, iyilik, erdemlilik, üs­
Kuzey Afrika’dan Sudan’a, Ha­ tünlük vasıflarıyla övme.” olan
beşistan’a ve Güney Asya’ya ka­ bu terim, bütün övgü tarzlarını
dar uzanan geniş bir coğrafyaya bünyesinde bulunduran sevgi,
yayılan bu tarikat, Rûşeniyye saygı ve ululama ile Allah’a yö­
(bk. bu madde), Cemâliyye (bk. nelen övgüyü içermektedir. Bu
bu madde), Ahmediyye (bk. bu söz, “şükür, medh, senâ” ile sıkı
madde) ve Şemsiyye (bk. bu bir bağ içinde olup sık sık da bir­
madde) adı verilen dört kola ay­ likte kullanılmış ve kullanılmak­
rılmıştır. Türkiye Cumhuriye- tadır. Ancak, dil bilimciler,
ti’nin kuruluşu ile 1925’te çıkarı­ “hamd” sözünün bu üç terime
lan tekke ve zaviyelerin kapa­ göre daha güçlü bir anlama ve
tılması kanunundan dolayı res­ kavrama sahip olduğunu dile
hamdele 292

getirmişlerdir. Aynca “hamd” hamele a. (<Ui) [Anhâmilîn ç. b.]


sözü, Kur’ân-ı Kerîm’de hepsi “Taşıyanlar” anlammda olan bu
de Allah’a nispet edilmiş olarak söz, bazı kelimelerle tamlama
kırk üç ayette geçmektedir biçiminde dinî terimler oluş­
(M.F.Abdülbakî, el-Mu'cem, turmuştur.
“hmd” maddesi). Aynı şekilde
§ tam. hamele-i Arş a. (j^jc.
hadislerde de Allah’a nispet edi­
tLi) “Arş’ı sırtında taşıyan­
len bu terim, Allah’ı övme, nite­
lar.” anlammda İsrâfîl,
leme, zikir, dua ve niyaz üe
Cebrâil, Mikail, Azrâil adla-
O’nun insanlığa sunduğu bedenî
rmdaki dört büyük melek.
ve ruhî güzelliklere, sağhğa, son Kur’ân-ı Kerîm’de bu melek­
peygamberine ve O’nun tebliğ ler hakkında “Hâkka suresi”
ettiği dinine şükür konularını (69 / 13 - 19) nde bilgi veril­
içermektedir. Kur’ân-ı Kerîm’­ mektedir.
de ve hadislerdeki bu zengin
kullanımlar, öncelikle “zât-ı hamele-i Kur'ân a. (jî>
tL^) Kur’ân-ı Kerîm’i ezber­
ilâhiyye” (bk. bu madde) ye nis­
leyip “hâfiz” (bk. bu madde)
pet edildiğini ifade etmektedir.
olanlar.
Üstelik Kur’ân-ı Kerîm’in ilk
suresi (Fatiha suresi)mn “el­ Hamîd a. (a^) [< Ar.hamd] Söz­
hamdülillah” ibaresiyle başla­ lük anlamı, “İyilik, güzellik ve
ması ve yine O’nu niteleyen erdemlikle övme.” olan bu söz,
“Nâs suresi” ile sona ermesi ve “esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah’ın güzel
de bu ibarenin Kur’ân-ı isimleri)dan olup “Övülen, övgü­
Kerîm’deki sureler içinde yirmi ye lâyık olan.” anlammda bir te­
üç ayette geçmesi, “hamd” sö­ rimdir. Bu söz, Allah’ın doksan
zünün ne denli güçlü bir kav­ dokuz isminin rivayet edildiği
Tirmizî hadisinde yer almakta
ram olduğunun bir göstergesi­
dir. (Tirmizî, “Da'avât”, 82), îbn
Mâce’nin verdiği listede ise bu­
hamdele a- W^) [Ar.] Arapça “el­ lunmamaktadır.
hamdülillah” (Her türlü övgü
hâmil s. CUU [< Ar.haml] (ç. b.
Allah’a mahsustur.) sözünün kı­
saltılmış biçimi. Bu söz, Kur’ân-ı hamele) “Taşıyan, yüklenen” an­
lammda olan bu söz, bazı keli­
Kerîm’de yer alan bütün sureler
içinde yirmi üç ayette geçmek­
melerle tamlama biçiminde dinî
tedir. terimler oluşturmuştur.

Hamd suresi a. (^ öjj— ^) bk. § tam. hâmil-i Kur'ân s. (jîji


Fâtiha suresi J«k) Kur’ân-ı Kerîm’i ezber-
293 Hanbelî Mezhebi

leyip “hâfiz” (bk. bu madde) olarak da “Mâ'ide suresi” (5 /


olanlar. 90) nde “içki şeytan işi bir pislik”
denilerek kesin bir biçimde ya­
hâmil-i vahy s. (^j J«L)
saklanmıştır. Buharı, “hamr”
“Vahyi sırtında taşıyan.” an­
konusuna giren içecek şeyler ile
lamında Cebrâil
ilgili Hz. Peygamber’in sözlerini
Aleyhisselâm için kullanılan
kitabmın “Kitâbu’l-Eşribe”
bir terim.
(Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C.
hâ mîm a. (^) [Ar.] Kur'ân-ı 12, s. 5639-5684) başlıklı bölü­
Kerîm’de yedi surenin başında münde toplamıştır.
bulunan ve kendi adları ile oku­
hamse a. (v^) [Ar.] Hadis bili­
nan harfler. bk. hurûf-ı
minde söz konusu olan, Buhârî
mukatta’a
ile Müslim’in “el-Câmi'u’s-
hamim a. (^) [Ar.] Kur'ân-ı Sahîh” adlı aynı eserleri yanın­
Kerîm’de geçen ve cehenneme da Ebû Dâvud, Nesâ'î ve
girecek olan günahkârlara içiri- Tirmizî’nin yine aynı adlı “Sü­
leceği bildirilen kaynar su. nen” kitapları, yani beş hadis ki­
hamr a. f^) [Ar.] Sözlük anlamı, tabı.
“Örtmek, gizlemek, mayalamak.” Hanbelî Mezhebi öz.a. Dört büyük
olan bu terim, bilinci kapalı du­ Sünnî fıkıh mezhebinden birine
ruma getirdiği ve buna sebep verilen ad. Ahmed b. Hanbel (öl.
olan şarap için, daha sonra da 241 / 855) ’in görüş ve düşünce­
genel olarak sarhoşluk veren leri etrafmda oluşan ve ona nis­
maddeler için kullanılmıştır. pet edilen bu mezhep, öteki üç
İslâmiyetle birlikte bu terim, mezhep olan Hanefî, Mâlikî ve
yani “şarap” ve “sarhoşluk veren Şâfiî mezhebinden sonra ortaya
bütün maddeler” yasaklanmıştır. çıkmış dördüncü mezheptir ve
Kur'ân-ı Kerîm’de bu yasak­ “ehl-i sünnet” (bk. bu madde)
lanma işi ise sırayla dört ayette tir.
gerçekleşmiştir. İlkin, “Nahl su­
Hanefî öz.a.ve s. (ji±J [< Ar.hanef
resi” (16 / 67) inde içki, güzel ve
+ -î] (ç. b. hanefiyyûn) İmam
faydalı yiyeceklerden ayrı tu­
Ebu Hanîfe’nin mezhebinden
tulmuş; sonra “Bakara suresi”
olan (kimse), bk. Hanefî Mezhe­
(2 / 219) nde yasaklanmamakla
bi
birlikte onda zarannın büyük
olduğu ve günah sayıldığı vurgu­ Hanefî Mezhebi öz.a. Dört büyük
lanmış; ardmdan “Nisâ suresi” sünnî fıkıh (ehl-i sünnet) mez­
(4 / 43) nde içkiliyken namaza hebinden birine verilen ad.
yaklaşılması yasaklanmış; son İmam-ı A'zam Ebu Hanîfe (öl.
Hanefiyye 294

156 / 770) ’nin görüş ve düşünce­ hânkâh a. (»mu) [Ar. < F. hân +
leri etrafında oluşan ve ona nis­ gâh] Bazı tarikatlerde dervişle­
pet edilen bu mezhep, öteki üç rin sohbet, zikir, teşbih veya dua
mezhep olan Mâliki, Şâfiî ve ya da tefsir, fıkıh, akaid ve
Hanbelî mezhebinden ilkidir. Kur’ân okumak veya öğrenmek
için toplandıkları, bir süre orada
Hanefiyye öz.a.ve s. («uâi^) [Ar.
oturdukları, zaman zaman da
hanefî sözünün müennes (dişil)
inzivaya çekildikleri geniş me­
biçimi.] 1. bk. Hanefî 2. Ebul-
kân. OsmanlI döneminde bu yer­
Hasan Aliyyü’z-Şazelî tarafmdan
lere “âsitâne” (bk. bu madde),
oluşturulan “Şazelî” tarikatinin
“dergâh” (bk. bu madde), “tek­
bir kolu.
ke” (bk. bu madde), “harâbât”
hanîf a. (JU^) [Ar.] (ç. b. hunefâ) (bk. bu madde) ya da “zâviye”
Hz. İbrahim’in insanlık için (bk. bu madde) de denilmiştir.
sunduğu Hak dine inanan ve Al­
hannân a. (jlk) [Ar.] Bu terim,
lah’m birliğini kabul eden mü­
“Çok merhametli, çok şefkatli.”
minler. Kur'ân-ı Kerîm’de bu
anlammda Allah’m sıfatların-
söz, iki ayette çokluk biçimi ol­
dandır.
mak üzere on iki ayette geçmek­
tedir. Özellikle “Bakara suresi” harâbât a. (oLI>) [Ar.] Tasavvuf
(2 /135) ile “Âl-i tmrân suresi” ehli tarafmdan “dergâh” (bk. bu
(3 / 95) nde “hanîf’ terimi açıkça madde), “tekke” (bk. bu madde),
ifade edilmektedir. “hânkâh” (bk. bu madde) ve
“zâviye” (bk. bu madde) ye veri­
hanîf dini a. Hz. İbrahim’in insan­
len ad. (bk. hânkâh).
lık için sunduğu Hak din. bk.
hanîf harâç, -cı a. (^l>) [Ar.] İslâm hu­
kukunda toprak vergisi. Bu söz,
hânis a. (üL) [Ar.] fik. “Yeminini
yerine getirmeyen, ettiği yemini Kur'ân-ı Kerîm’de genel olarak
bozan.” anlamında bir fıkıh te­ “câize, mükâfat” karşılığmda
rimi. Allah üzerine yapılan bir kullanılmış; “Mü’min suresi”
yemin bozulmuş ise, yani (23 / 72) nde “hare” ve “harâc”
“hânis” durumuna düşülmüş ise sözleri birlikte kullanılarak bun­
kefaret gerekmektedir. Bu kefa­ lara “ecir, karşılık, ücret” anlam­
ret, Kur'ân-ı Kerîm’de “Mâ'ide ları yanmda bazı müfessirlerce
suresi” (5 / 89) nde on yoksul “vergi” anlammm da verildiği
kimseyi doyurmak, köle azat kaynaklarda ifade edilmektedir.
etmek veya üç gün ard arda Hadislerde ise bu terimin daha
oruç tutmak olarak ifade edil­ açık bir biçimde “vergi” anla­
miştir. mmda kullanıldığı söz konusu-
295 harâm

dur. Özellikle Medine dönemin­ her dönemde ufak tefek farkh


de yabancıların buraya getirdik­ uygulamalar çerçevesinde yeni
leri ticarî mallardan pazar ver­ Türkiye Cumhuriyetinin kurulu­
gisi veya gümrük vergisi alındığı şuna kadar devam edegelmiştir.
kaynaklarda zikredilmektedir
§ tam. harâc-ı min el-hums
(İbn Mâce, “Ticâret”, 40; Tirmizî,
“Büyü1, 15”). Fıkıh usulüne göre a. (j^Jl > ^l>) fik. Bazı İs­
“harâc” iki kategoride değer­ lâm devletlerinde bir mahn
beşte bir ölçüsünde alınan
lendirilmiştir. Birincisi, genel
vergi.
manada “vergi veya devlet gelir­
leri”; İkincisi, özel manada “top­ harâc-ı min es-sübu' a.
rak vergisi” olarak nitelenmiştir, (jUl (> jl>) fik. Bazı İslâm
îslâmiyetin yayılmasından son­ devletlerinde bir mahn beşte
ra harâç topraklarınm iki şekil­ bir ölçüsünde alınan vergi.
de tasnif edildiği söz konusudur.
harâc-ı mukasame a.
Birincisi, sulh anlaşmasına da­ (<4x.IL çlji) fik. Bir araziden
yanarak elde edilen topraklar­ elde edilen ürünün miktarma
dan alman harâç; İkincisi, silâh göre alınan vergi.
zoruyla ve belli bir anlaşmaya
bağh kalmaksızın elde edilen harâc-ı mukata'a a. (<11L
topraklardan alman harâç. Za­ ç-l>.) fik. Bazı İslâm devletle­
rinde gayrimüslimlerin bağ
man içinde fıkıh bilginleri,
ve bahçelerinden alınan ver­
“harâç” toplanmasını, toprağın
sulanabilir olması, ürün rekolte­ gi-
si, ekim dikim işini yapan kişi­ harâc-ı muvazzaf a. (ak^
nin statüsü (hür, köle, erkek, ka­ ^ Ijk) fik. Bir arazinin yüz öl­
dın, çocuk, yaşlı gibi) çerçeve­ çümü üzerinden alman vergi.
sinde değerlendirmişler ve belli harâc-ı şer'î a. (^^ ^l>)
bir miktar tayin etmişlerdir. Be­ fik. Şeriat hukukuna göre
lirlenen bu miktarlar devlet Müslüman olmayan halktan
adına haraç memuru, yani tah­ ahnan vergi.
sildar tarafından toplanır ve hâ­
zineye gelir olarak kaydedilirdi. harâm a. Çl^) [Ar.] fik. İslâm
inancına göre yapılması dinen
Bu vergi türü, Osmanh devleti
yasak olan işler, davranışlar ve­
düzeninde yeniden ele alınmış;
ya uygulamalar, “helâl” (bk. bu
yerli halk ile garimüslimlere uy­
madde) karşıtı. En eski dinler­
gulanacak kurallar, şeyhülislâm­
den başlayarak varlığı bilinen
lar tarafmdan belirlenmiş ve
“harâm” kavrammın her dinin
harâm-ı li-zâtihi 296

getirdiği değer yargılarına ve or­ diğinden dolayı haramhğı


taya koyduğu hükümlere göre kesin olan vacip. Söz gelişi,
farklı nitelik taşıdığı bilinmek­ zina, hırsızlık gibi.
tedir. İslâm inancmda ve fıkhın­
harâm-ı li-gayrihi a. (4^
da bu terim, “Bir kimseden ya­
jjji) fık. Temelde yasak ol­
pılmaması kesin olarak istenen
mamakla birlikte, haram kı-
fiil ve davranış” için kullanılmış­
hnmasını gerekli kılan geçici
tır. Bu manada Kur’ân-ı
duruma ilişkin fiili içeren va­
Kerîm’de açık, kesin ve bağlayı­
cip. Söz gelişi, bayram günü
cı ifadeler vardır. Söz gelişi,
oruç tutmak gibi. Şöyle ki
“Nahl suresi” (16 / 115) ndeki
oruç temelde yasak değildir;
mealen “Allah size ancak ölüyü,
ancak Allah bu ibadetin bay­
kanı, domuz etini ve bir de Al­
ram günlerinde yerine geti­
lah’tan başkası adına kesilen
rilmesini haram kılmıştır.
(hayvanlar) i harâm kıldı.” ibare­
si bunun en açık ve kesin örne­ haram aylar a. İslâm hukukunda
ğidir. Aynı hüküm hadislerde de ve literatüründe aynı yıl içinde
söz konusudur. Onun da bir ör­ savaşın haram sayıldığı dört
neği şu hadistir: “Muhakkak ki kutsal ay (zilka'de, zilhicce, mu­
Allah annelere saygısızlık yap­ harrem ve receb) için kullanılan
mayı harâm kıldı.” (Buhârî, bir terim. Bu söz, Kur'ân-ı
“Rikâk”, 22). “Harâm”ı belirle­ Kerîm’de iki ayette çokluk biçi­
me hak ve yetkisi yalnızca Al­ mi olan “eş-şuhûrü’l-hurum”
lah’a mahsustur. İslâm hukuku­ (Tevbe suresi, 9 / 5 ve 36) ola­
na göre kesin deliller ile sabit rak, dört ayette teklik biçimi
olan bir fiilin haramlığı tartışıl­ olan “eş-şehrüT-haram” (Baka­
maz. Böyle bir hükmü, söz gelişi ra suresi, 2 /194 ve 217; Mâ'ide
zinanın haram oluşunu inkâr suresi, 5 / 2 ve 97) olarak yer
etmek veya tartışmak, “ehl-i almaktadır. Özellikle “Bakara
sünnet”e göre küfür sayılmıştır. suresi”nin 217. ayetinde bu ay­
İyi niyet haramı meşru göster­ larda savaşa girmenin büyük
mez; İslâm inancma göre “Amel­ günah olduğu vurgulanmıştır.
ler ancak niyetlere göredir.” Aynı söylem değişik hadislerde
hükmü çerçevesinde iyi niyetle de zikredilmiştir (Wensinck, el-
yapılmış olsa da haram, haram­ Mu'cem, “şhr” maddesi). Sonra­
dır. dan İslâm hukukçuları haram
aylarmda savaşın yapıhp yapıl­
§ tam. harâm-ı li-zâtihi a. maması konusunu tartışmışlar,
(üü ^ljo.) fık. Mahiyeti itiba­ kimileri Allah’m koyduğu hü­
riyle kötülük ve zarar getir­ kümlerin aynen uygulanmasını
297 harem

savunurken, kimileri ise “Baka­ olarak düzenlenmeye başlamış;


ra suresi, 2 /191” ve “Tevbe su­ bunun en mütevazi örneğini Hz.
resi, 9 / 5”ndeki ayetlerinde ge­ Peygamber göstermiştir. İslâm
çen mealen “Müşriklerin görül­ devletleri içinde sarayda ilk ha­
dükleri yerde öldürülmeleri.” rem dairesi Abbasîler zamanm-
ibaresini delil göstererek bu ay­ da oluşturulmuş bu yere
larda da savaşm olabileceğini “harîmü dâri’l-hilâfe” adı ve­
savunmuşlardır. rilmiştir. Selçuklular döneminde
ise hükümdarm “hatun, terken
hareket a. (^_^) [Ar.] Evrende bir
hatun” unvanı verilen nikâhlı
cismin bir yerden bir başka yere
eşleri ile cariyelerinin saray
erişmesini ve tabiattaki çeşitli
içinde düzenli bir biçimde ika­
değişimleri ifade eden kelâm te­
met ettikleri kaynaklarda zikre­
rimi.
dilmektedir. “Harem”in en mü­
§ tam. hareket-i ma'neviyye- kemmel biçimde teşkilâtlanması
i esmâ'iyye a. (^L»l «ûpu OsmanlIlarla başlamış ve Fatih
^^) tas. “A'yân-ı sabite” döneminde devşirme sistemiyle
(bk. bu madde) için kullanı­ geliştirilmiştir. Bu düzen yeni
lan terim. Türkiye cumhuriyetinin kurulu­
şuna kadar değişerek ve özellik­
hareket-i nûriyye-i rûhâniy- le ikinci Abdülhamid dönemin­
ye a. GlûL^^j <jjp ^j^) tas. den sonra zayıflayarak devam
“Âlem-i ervâh” (bk. bu mad­ etmiştir.
de) için kullanılan terim.
harem (II) a. t^) [Ar.] “Girişi,
hareket-i tabî'iyye-i herkese açık olmayan, korunmuş,
misâliyye a. (ûli. iki oS^) saygın veya kutsal yer.” anla­
tas. “Âlem-i misâl” (bk. bu mında olan bu söz, Mekke ve
madde) için kullanılan terim. Medine çevresindeki belirli böl­
hareket-i sûriyye-i hissiye a. geler için kullanılan bir terim.
(«tl^ «ûj^ _>a.) tas. “Âlem-i Bu bölgelerin “harem” olarak
şuhûd” (bk. bu madde) için adlandırılması, buralarm zararh
kullanılan terim. mahluklardan korunması ve
bitki örtüsüne zarar verümeme-
harem (D a. (^) [Ar.] Saray ve si düşüncesinden ileri gelmiştir.
konaklarda kadınlar için ayrıl­ Bundan dolayı Mekke şehrine
mış bölüm için kullanılan bir te­ “Beledü’l-harâm”, Kâbe’ye
rim. İslâmiyetle beraber evlerde “BeytüT-harâm” ve onun çevre­
erkek ve kadm misafirlerin sindeki mescit ise “Mescidü’l-
oturma yerleri ayrı bölümler harâm” olarak adlandırılmıştır.
harem-i İlâhî 298

§ tam. harem-i İlâhî a. (^1 Hâricîler öz.a. Hz. Ali döneminde


^ tas. Kâbe ve beyt-i şerif. “SıfBn Savaşı” (Temmuz 657)
nda Ali b. Ebu Tâlib’in Komutanı
harem-i nebevî a. (^ ^)
Eşter Muaviye ordusuna son
bk. ravza-i mutahhara
darbeyi vurmak üzereyken
harem-i Süleymânî a. Muaviye’nin komutanlarmdan
(^LL, ^_>^) Kudus-i şerif. Mısır fatihi Amr b. As’m ön sıra­
harem-i şerîf a. (u^p. ^ 1- daki askerlerin mızraklarma
Kâbe ve etrafı; özellikle de Kur’ân-ı Kerîm sayfalarını tak­
“Mescidü’l-harâm” ve tırması üzerine oluşan “Hakem
“Mescid-i Nebevî” bölgesine Olayı” (Allah'ın kitabının hakem­
verilen ad. 2. Müslüman ev­ liğine baş vurulması teklifi) son-
lerinin kadınlara özgü daire­ rasmda yaygınlaşan ve Hz.
si, selâmlık karşıtı. 3. Hanım, Ali’ye karşı çıkarak onun ölü­
eş, zevce, halile. müne sebep olan inanç sistemi
için kullanılan bir terim. Bu
haremeyn ç.a. (j^^) [< Ar.harem olayda Hz. Ali’nin karşı çıkma­
sözünün tesniye (ikilik) biçimi.] 1. sına rağmen Eş'as b. Kays tah­
“Mekke-i Mükerreme” ile kime gitmede ısrarcı oldu ve ha­
“Medîne-i Münevvere” şehirle­ kem olarak Ebu Musa el-Eş'ârî’yi
rine verilen ortak ad. 2. İlmiye İraklıların hakemi tayin etti.
smıfmda Mısır payesinden son­ Muaviye’nin hakemi ise Amr b.
ra ve İstanbul payesinden önce As oldu. Hakemlerin anlaştığı ve
alınan büyük rütbe. 3. huk. Ge­ imzaladığı metin Eş'as b. Kays
lirleri Mekke ve Medine fakirle­ tarafmdan asker arasında oku­
rine verilmek üzere bağışlanan maya başladı. Asker arasmdaki
vakıflar. Temim kabilesine bağh unsur­
lar, “lâ hükme illâ lillah” (Hü­
§ tam. haremeyn-i şerîfeyn
küm ancak Allah'a aittir.) diye­
ç.a. (jJjji j-^) Kâbe ile
rek anlaşmaya karşı çıktılar. Bu
ravza-i mutahharayı içine
konuda halifeyi ikna edemeyin­
alan Mekke ile Medine.
ce oradan ayrılarak Küfe yakm-
haremlik a. bk. harem (I) lanndaki Harûrâ bölgesine çe­
kildiler. Böylece Hârici zümre­
harfûş a. (j.^^ [Ar.] Memlûk nin ilk temsilcileri olarak tarihe
devleti döneminde büyük şehir­ adlarmı yazdırdılar. Hz. Ali,
lerin etrafmda yerleşik aşağı ta­ Hâricîleri yanma çekebilmek
bakadan olan halk. için çok çaba sarfetti, elçiler
gönderdi; ancak bunda başarılı
299 hasbiyallâh

olamadı. Çıkan savaşta Hâri- kimlikleri hakkında pek bilgi


cîlerin büyük bölümü katledildi verilmeyen iki melek.
(9 Safer 38 /17 Temmuz 658). Bu
hâs a. (jaL) [< Ar.hâss] (ç. b. ha-
savaştan kaçanlar, yeniden bir
vâs) tas. Tasavvuf dünyasmda
araya geldi. Bu kez Hz. Ali bizzat
sıkça kuhanılan eren, ermiş kişi.
kendisi onlara hitap ederek
Şam’a düzenleyeceği sefere ka­ § tam. hâssü'l-hâss s. (^Lll
tılmaları çağrısında bulundu. ^L) tas. Vahdet-i vücûda
Yine ret cevabı verilince çıkan inanan, Allah’ı mutlak bir
çatışmada da bu kez kalan varlık olarak kabul eden,
Hâricîlerden pek çoğu öldürül­ herkeste bulunmayan birta­
dü. Ancak savaştan kurtulanlar kım bilgilere, hâhere, yete­
arasında Hz. Ali düşmanlığı kö­ nek ve ruh temizliğine sahip
rüklendi ve bir intikam arzusu kimselerin en üstün olanları.
yaratıldı. Bu hareket, kısa za­ hâssüT-havâs s. (^IjJI^L)
manda semeresini verdi. Hz. Ah,
tas. Herkeste bulunmayan
Hâricîlerden Abdurrahman b. birtakım meziyetlere, bilgile­
Mülcem tarafından hançerlendi
re ve ruh temizliğine sahip
ve öldürüldü (21 Ramazan 40 / sufiler veya veliler.
28 Ocak 661). Hz. Ali’den sonra
da kurulan İslâm devletleri için­ hasâ'is a. (j^M [Ar.] bk.
de sürekli isyan çıkarmakla bili­ hasâ'isü’n-nebî
nen bu zümre, en şiddetli ayak­ hasâ'isü’n-nebî a. (^l ^Lai.)
lanmayı Kuzey Afrika bölgesin­ [Ar.] Ahah’ın yalnızca Hz. Pey-
de, özehikle de Fas’ta çıkarmıştır gamber’e bahşettiği özellikler ve
(102 / 720). güzellikler.
Hâricîlik öz. a. bk. Hâricîler hasbeten lillah a. (dil La.) [Ar.]
harîk a. (j^) [Ar.] Kur’ân-ı “Yalnız Allah rızası için, karşılık
Kerîm’de “azâbü’l-harîk” (.ce­ beklemeksizin.” anlammda yapı­
hennem ateşinin azabı) terkibi lan iyilikler.
içinde yer alan ve cehennem hasbî s. (^ma.) [< Ar.hasb + -î]
azabı göreceklerin atılacağı ya­ “Yeterli, karşılıksız, bedava.” an­
kıcı ateşi ve azabı ifade eden bir lammda olup farklı söz ya da söz
terim. öbekleriyle dinî terimler oluştu­
harp a. (^^) [Ar.] bk. cihât rur.

Hârût ve Mârût a. “Bakara sure­ § tam. hasbiyallâh a. GUI


si” (2)nin 102. ayetinde geçen ve yjıua) Allah bize yeter, taac­
cüp için.
hasbünallah 300

hasbî allâh ve ni’me’l-vekîl rafından iyilikle karşılanacağı


(JjSjII ^ j «dJI^ »■■<->) Tanrım ve mükâfatlandırılacağı bildi­
bana yeter; O ne güzel vekil­ rilmektedir (M.F.Abdülbakî, el-
dir. Mu'cem, “hsn” maddesi). Aynı
durum hadislerde de zikredil­
hasbünallah a. bk. hasbiyallâh
mektedir (Wensinck, el-Mu'cem,
hasen a. (5^) [Ar.] Hadis bilimin­ “hsn” maddesi).
de, “Sahih hadis şartlarını taşı­
hasen hadis a. bk. hasen
makla birlikte rivayet edenin tes­
pit ettiği metin, sahih hadisi tes­ hasep ve nesep a bk. nesep
pit eden râvînin metnine göre
haset, -di a (j^) [Ar.] “Başkaları­
daha az güvenilir olması.” anla­
nın elde ettiği maddî veya manevî
mmda bir terim. Hadis bilimi ile
değerleri, erdemleri veya makam
uğraşan kimselerin yaptığı bu
ve mertebeleri kıskanma, çeke-
tanıma göre “hasen”, sahih ha­
memezlik.” anlammda kullanı­
dis ile zayıf hadis arasında bir
lan bir terim. Kur’ân-ı Kerîm’de
konuma sahip olup daha çok sa­
bu manasıyla “Bakara suresi”
hih hadise yakm bir metin du­
(2 /109) nde geçen bu söz, Allah
rumunda kabul edilmektedir.
tarafindan hoş karşılanmayan
§ tam. hasenüT-hadîs a durumları ifade etmektedir. Ha­
(ijjJI (>i) Hadis biliminde, dislerde ise bu sözün iki yönlü
ravîlerin tadilinde ve üçüncü değerlendirildiği, hem kıskanç­
dereceye delâlet eden terim. lık ya da çekememezlik yönün­
den hem de gıpta etme bakı­
hasenü’l-isnâd a. (j^l mından kullanıldığı söz konusu­
(>>.) Hadis biliminde, hadi­ dur. Birincisine örnek: “Hased-
sin “isnâd” (bk. bu madde) den hazer ediniz. Çünkü, ateş
bakımmdan güzel ve sağlıklı odunu veya otları mahvettiği gibi
olduğunu ifade eden terim. hased de hasenatı mahveder.”
hasene a. (c^.) [Ar.] (ç. b. hasenât) (Riyâzü’s-Sâlihîn, C. III, s. 151).
“İyi ve güzel davranış ve tutum­ İkincisine örnek ise Buharî’den,
larıyla hoşa giden, özlem duyu­ “İki kimseye haset etmek caizdir;
lan veya ulaşılmak istenen değer­ biri Allah tarafından kendisine
leri.” ifade eden bir İslâmî terim, verilen serveti hak yolunda har­
“seyyi'e” (bk. bu madde) karşıtı. cayan, öteki Allah’ın verdiği ilim­
Kur'ân-ı Kerîm’de yirmi sekiz le amel edip ve bu ilmi başkasına
yerde teklik ve üç yerde de çok­ öğreten için.” (Buhârî, “ilm”, 15)
luk biçimiyle geçen bu söz ile hadisi bunun en çarpıcı örneği­
onu taşıyan kimselerin Allah ta­ dir.
301 Hâşimiyye

Hasîb CL (oxm&) [< .An] Sözlük an­ haşebî a. l,^^.) [Ar.] Şiâ mezhebi
lamı, “Hesap etmek, saymak.” mensupları.
olan bu terim, “esmâ'ü’l-hüsnâ” haşefe a. (<i^.) [Ar.] Erkek cinsel
(Allah’ın güzel isimleri)dan olup organının sünnet yeri, kertik
“Her şeyi en ince noktasına va­ kısmı için kullanılan terim. Bu
rıncaya kadar hesap ederek bilen kısmın içeriye girmesi guslü ge­
ve hesaba çeken.” anlammda Al­ rektirmektedir.
lah’a nispet edilmiştir. Kur'ân-ı
Kerîm’de bu manasıyla otuz ye­ hâşâ lillah a. (dJJ LiL) bk. hâşe
di ayette geçmektedir (M.F. lillah
Abdülbakî, el-Mu'cem, “hsb” hâşe lillah a- (<W ^li.) [Ar.]
maddesi). Bu söz, Allah’ın dok­ “Aman ya Rabbi, Allah’ı tenzih
san dokuz isminin rivayet edil­ ederim.” anlammda tasvip edil­
diği Tirmizî hadisinde yer al­ meyen bir durum karşısmda
maktadır (Tirmizî, “Da'avât”, söylenen söz.
82).
haşhaşîler a. bk. haşîşiyye
hasislik a. bk. cimrilik
hâşimiyye (I) a. (<LuiW [Ar.] Hz.
hasta namazı a. Bir kimsenin, has-
Ali’nin oğullarından Muham-
talığının durumuna göre, otura­
med b. Hanefiyye’nin büyük oğ­
rak veya yanı üzerine yatarak
lu olan ve imametin Ebû Hâşim
başı ile ima biçiminde namaz
Abdullah b. Muhammed (98 /
kılması için kullanılan terim,
717) ’e intikal ettiğine inanan
îma yolu ile namaz kılamayacak
Keysâniyye Şiasına bağh bir
hastalardan namaz borcu düşer.
grup.
hasta ziyareti a. İslâm dini hasta
Hâşimiyye (II) a. (^U) [Ar.]
olan kimseleri, bu acılı ve sıkın-
“Celvetiyye” (bk. bu madde)
tıh günlerinde, ziyaret etmenin
tarikatinin Haşim Baba (öl. 1197
fazileti konusunda müminlere
/1783) ya nispet edilen bir kolu.
güzel öğütler ve yollar göster­
Bu tarikatin özünde zikir ve
miştir. Hatta bu ziyaretin vacip
ayin ön planda gelir. Törene ön­
olduğu konusunda da sahabenin
ce “salât-ı efdaliyye” ile başla­
rivayetleri söz konusudur (bk.
nır; ardmdan “kelime-i tevhîd”
Sahîh-i Buharı ve Tercemesi, C. zikrine geçilir; sonra “yâ Allah”
12, s. 5691). Buhari, kitabınm ve “yâ Mevlâm” deyişleri oku­
“Kitâbu’l-Marda ve’t-Tıbb” narak ayağa kalkılır ve İlâhîler
(Sahîh-i Buharı, C. 12, s. 5685- okunma aşamasma geçilirdi. Bu
5717) bölümünü bu konuya İlâhîler genellikle Celvetiyye
ayırmıştır. tarikatinin pîri Aziz Mahmud
haşir 302

Hüdâyi (öl. 1038 / 1628) den ve­ Kur'ân-ı Kerîm’in elli dokuzun­
ya Haşim Baha’nın “na'f’inden cu, iniş sırasına göre yüz birinci
olurdu. İlâhîlerle birlikte derviş­ suresi olup “Beyyine suresi”
ler “ism-i hû” çekerler, zâkirler (98)nden sonra ve “Nûr suresi”
de “cumhur ilâhâsi” okurlardı. (24)nden önce Medine’de Uhud
Ayinin sonunda ise şeyh efendi Gazvesi’nden sonra Hicretin 4.
dua eder ve “gülbank” çekerdi. yılmda nazil olmuştur ve yirmi
dört ayetten meydana gelmek­
haşir, -şri a. 0^) [Ar.] İslâmî
tedir. Admı ikinci ayette yer
inanca göre, “Kıyamet gününde
alan “li-evveli’l-haşr” (ilk sür­
diriltilecek olan insanların hesa­
gün) sözünden almıştır. Surenin
ba çekilmek üzere bir araya top­
baş tarafında Allah’m yüceliği,
lanması.” anlamında olup “kı­
gücü ve hikmet sahibi oluşu an­
yamet” (bk. bu madde) ve “sâ'a”
latılır; ikinci bölümde münafık­
(bk. bu madde) olaymdan sonra
lar ile Yahudilerin verdikleri
gerçekleşecek ikinci aşamayı
sözden dönmeleri anlatılır ve bu
ifade eden bir terim. Bu söz,
bakımdan onlarm şeytana ben­
isim ve fiilden türemiş biçimle­
zedikleri ifade edilir; üçüncü bö­
riyle birlikte Kur'ân-ı Kerîm’de
lümde ise insanlara ahretten
kırk bir ayette geçmektedir
korkmaları ve Allah’a sığmma-
(M.F.Abdülbakî, el-Mu’cem, “hşr”
ları öğütlenir. Son üç ayeti ise
maddesi). İnsanlarm o zaman­
dua niteliğinde olup okunması­
daki durumları hakkında Hz.
nın fazileti üzerinde durulmuş­
Peygamberin hadislerinde çok
tur. Nitekim surenin bu son
değişik bilgiler verilmiştir
ayetleri, sabah namazından
(Wensinck, el-Mu'cem, “hşr”
sonra okunması ve dua edilmesi
maddesi).
yaygm gelenek olarak benim­
haşîşiyye a (/.,?■_■ .?.->) [Ar.] Sözlük senmiştir. Hz. Peygamber’in
anlamı, “kuru of olan “haşîş” “Haşr suresi”nin tefsiri için bk.
kelimesinden türetilen bu söz, Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C.
uyuşturucu olarak kullanılan 10, s. 4842-4850.
Hint keneviri ve esrar anlamm­
haşşâşîn a. bk. haşîşiyye
da yaygınlaşmıştır. Öte yanda
bu söz, özellikle Orta Çağ döne­ haşviyye a. GÛjAa.) [Ar.] 1. İslâmî
minde Suriye’de ortaya çıkan bilimlerde, dinî konularda akıl
Nizârî İsmailîler için kullanılan yürütmeyi, aklî melekeleri ön
bir terim niteliği kazanmıştır. plana almayı hoş görmeyen,
dogmalarm oluşumuna öncelik
Haşr suresi a. (^^^ ^j^) [< Ar.
veren, teşbih ve tecsîm gibi un­
“Sûretü’l-Haşr” (^iJl sj^)]
surları benimseyen kimseler
303 hâtem-i sagîr

için kullanılan bir terim. Bu tür yazı örnekleri ortaya koymalan


dogmalara sahip kimseler, Al­ bunu en açık örneğidir. Üstelik
lah’a sıfat nispet etme konusun­ Osmanlı döneminde yetişen hat
da aşırılığa kaçmışlar; O’na ci­ sanatı ustalarmın eserleri, bü­
sim diyecek derecede ifrata tün İslâm dünyasmda ilgiyle ve
düşmüşlerdir. 2. Hadis bilimin­ takdirle karşılanmış; hatta bu
de, ayet ve hadislerin şeklî an­ konuda, “Kur'ân-ı Kerîm’in
lamları çerçevesinde smırlı bir Hicâz’da nâzil oldu, Mısır’da
yaklaşım sergileyen hadis uz­ okundu, İstanbul’da yazıldı.” ve­
manlar. ciz sözü, bu sanatın Osmanh dö­
neminde ne denli ilerlediğinin
haşyet a. (cu^) [Ar.] Müminlerin
ve güzel örneklerin verildiğinin
işlediği suç veya günahlardan
bir ifadesi olmuştur (bk. hüsn-i
dolayı ya da Allah’ın yüceliğinin
hat).
kendi özünde tecelli edeceği dü­
şüncesiyle ruh dünyasında olu­ hatâbe a. (<jIU) [Ar.] Sözüne gü­
şan endişeyi ifade eden söz. venilir kimselerden işitilen öğüt­
ler ile zan ifade eden delillerden
hat, -ttı a. (Ll) [Ar.] îslâm’m doğu­
oluşan kıyas anlamında kelâm
şu ile birlikte Arap harflerinin
yazılış sisteminden kaynaklanan terimi.
ve bütün İslâm kültür ve mede­ hâtem a. Çili.) [Ar.] (ç. b. havâtim)
niyetinde önemli bir yer edinen 1. Mühür (bk. mühür). 2. Son, en
güzel yazı sanatı için kullanılan son. 3. tas. Bütün makamları ge­
bir terim. “Hüsn-i hat” olarak çerek olgunluğa erme.
da adlandırılan bu yazı sanatı,
Emevî, Abbasî, Fâtımî, Eyyubî, § tam. hâtem-i asgar a. (jial
Memlûk, Selçuklu, İlhanlı, Safevî ^(i) tas. Şeyh Muhiddin-i
ve Akkoyunlular döneminden Arabî.
geçerek büyük gelişmeler kay­ hâtem-i ekber a. (^l ^li)
detmiş; Osmanlı devleti döne­ tas. Hz. îsa.
minde ise en parlak dönemine
ulaşmıştır. Bu yükselişte padi- hâtem-i kebîr a. (^ ^L)
şahlann bu sanata büyük değer tas. Hz. Ali.
ve önem vermesi, hatta İkinci hâtem-i nübüvvet a. ( 05^
Bâyezid, Dördüncü Murad, İkin­ ^LL) bk. mühr-i nübüvvet,
ci Mustafa, Üçüncü Ahmed, nübüvvet mührü
İkinci Mahmud, Sultan
hâtem-i sagîr a. (j^ ^l)
Abdülmecid ile Sultan Reşad’m
tas. Mehdî Muhammmed.
bizzat bu sanatla uğraşmaları,
meşk etmeleri ve mükemmel
hâtem-i vekâlet 304

hâtem-i vekâlet a. QJ£j hatim, -tmi a. Çü) [< Ar.hatm]


^L) bk. mühr-i hümâyûn Kur’ân-ı Kerîm’i baştan sonuna
kadar okuma, okuyup tamam­
hâtemü’l-enbiyâ a. (Lû^l^lk)
lama. İslâm dünyasmda, “ha­
(Peygamberlerin sonuncusu)
tim” okunduktan sonra dua
Hz. Muhammed.
edilmesi İslâmî gelenekte yay­
hâtemü’n-nebiyyîn a. gınlaşmıştır.
(j^l^li) (Peygamberlerin
sonuncusu) Hz. Muhammed. § tam. hatm-i hâcegân a.
(j&^lj^ ^) tas. Nakşibendî
hâtır a. (jLL) [Ar.] tas. “Fikir, zihin,
tarikatinde özellikle Hâlidiy-
kalb” anlammda olan bu terim,
ye kolu müritlerinin, şeyhin
tasavvuf inancmda kalbe gelen
huzurunda diz çökerek göz­
manevî hitap için kullanılmıştır.
lerini kapatması, dünya işin­
§ tam. hâtır-ı Hak a. (ja. den sıyrılarak şeyhin işareti
jLL) Allah’tan gelen hitap. ile yedi defa “Fatiha”, “îhlâs”
ve “Elemneşrah” surelerini
hâtır-ı melekî a. (^ >L) okuması töreni.
tas. Ahiret sevgisi ve coşkusu.
hatm-i nübüvvet a. (^^
hâtır-ı nâşâd a. (jLiL >L) ^) bk. hatmü’n-nebiyyîn
(tasalı gönül) Kalbe gelen
manevî hitap. hatmü’l-enbiyâ a. (Lı^ ^)
“Peygamberlerin sonuncusu.”
hâtır-ı nefsânî a. (^Li anlammda Hz. Peygamber
>LL) Nefis ve dünya muhab­ için kullanılan terim.
beti.
hatmü’l-evliyâ a. (Ujyi ^)
hâtır-ı rahmânî a. (y^; “Evliyaların sonuncusu.” an­
>L) tas. Allah sevgisi ve lamındaki bu terim, tasavvuf
coşkusu. dünyasında üç ulu kişi için
hâtır-ı şeytânı a. (^lUi kullanılmştır. Birincisi Hz.
jLlâ) tas. Nefse düşkünlükten İsa, İkincisi Muhammed
dolayı günah işleme, şeytana Mehdî, üçüncüsü ise Şeyh
uyma. Muhiddin-i Arabi’dir.

hâtif a. (ugU) [< Ar.heft / hütâf] hatmü’n-nübüvve a. G^1


Sözlük anlamı, “Yüksek sesle ba­ ^) bk. hatmü’n-nebiyyîn
ğırmak, çağırmak.” olan bu söz, hatmü’n-nebiyyîn a. (j^ıil
gaipten gelen ses anlammda kul­ fii) “Hatm-i nübüvvet” ola­
lanılan bir tasavvuf terimi. rak da kullanılan bu söz, Hz.
305 havâs

Muhammed’in gelişiyle nü­ § tam. hâtûn-ı kıyâmet a.


büvvetin sona erdiğini ifade (c«U ^U.) Hz. Fatma.
eden terim. Hz. Peygamber’in
havâ'ic-i asliyye ç.a. (^uı ^Ija)
son peygamber olduğu
[< Ar. havâ'ic + asliyye] fik. İs-
Kur’ân-ı Kerîm’de “Ahzâb
lâmi inanca göre, “Zekâta tâbi
suresi” (33)nin 40. ayetinde
olmayan temel ihtiyaç maddele­
açıkça ifade edilmektedir.
ri.” anlammda bir fıkıh terimi.
hatim a. ÇaU) [Ar.] Kâbe’nin kuzey Fakihler, zekât ve fıtır sadakası
cephesinde altm oluğun akmak­ için bir kimsenin temel ihtiyaç
ta olduğu yanm dairelik yerde maddelerinden fazla mala veya
yapılan duvar. Buna “hazîre-i
paraya sahip olunması gerekti­
İsmâ'îl” de denilmiştir.
ğini ifade etmişlerdir. Çünkü
hâtime a. Gl^U.) [< Ar.hatm] İslâmî temel ihtiyaçları karşılayacak
inanca göre, insan hayatının mal veya para, insanm yaşaması
iman açısmdan iyi veya kötü bir için zarurî olan miktardır. Bun­
biçimde sona ermesi anlammda dan artanı sadakaya veya zekâta
kelâm terimi. tâbidir.
hatm a. Çü.) [Ar.] İnsanın anlayış havâric ç.a. (jji>) [Ar.hâric ve
ve duyuş yeteneğinin köreltilip
hârice’nin ç. b.] “Hakemeyn Va-
işlemez duruma getirilmesi an­
kasi’ndan sonra Hz. Ali’ye isyan
lammda kelâm terimi.
eden zümre, hâricîler, bk.
hattâr a. (jlk) [< Ar.hatr] “Hainlik hâricîler
etmek.” anlammdaki “hatr” sö­
havâle ç.a. (<JI^) [Ar.] Hadis bili­
zünün ism-i tafdili, yani müba­
lağalı ismi olan bu söz, “İnsanla­ minde, bir hadisin senedinin
ra hainlik eden, gaddarlıkta çok müellif tarafınm eksik biçimde
ileri giden.” anlammda bir terim rivayet edilmesi.
olup Kur’ân-ı Kerîm’de bir havâs ç.a. (^Iji.) [Ar.hâssa’nın ç.
ayette (Lokman suresi, 31 / 32) b.] tas. Allah’ı mutlak bir varlık
geçmektedir. Bu vasfm kâfirlere olarak kabul eden, herkeste bu­
özgü olduğu da vurgulanmakta­
lunmayan birtakım bilgilere,
dır.
hâllere, yetenek ve ruh temizli­
hâtûn a. (^L) [< F. < T. katun] ğine sahip âlim kimseler için
(Ar. ç. b. havâtîn) “Saygın kadın, kullanılan bir tasavvuf terimi,
hanım; emire, kraliçe, prenses.” “avâm” karşıtı, “havâs”, haram
anlammda olan bu söz, başka ve mekruhlardan kaçman, nafi­
kelime ve terkiplerle birleşerek le ibadetler ile özel yeteneklere
yeni terimler oluşturur. sahip olan kimseler olarak
havâs-ı beşeriyyet 306

“avâm” ayrı bir kişilik ve kimli­ havâs ilmi a. Evrende nesnelerle


ğe sahiptir. harf, kelime ve duaların gizli
özelliklerini dikkate alarak
§ tam. havâs-ı beşeriyyet
gaybdan haber verdiği ya da
ç.a. (âji □alji.) tas. Hırs,
varlıklar üzerinde etkili olduğu­
şehvet, arzu, gazap ve dış
dünyaya yönelme gibi bayağı na inanılan bir bilim dalı.
ve sıradan duygular. havâtimü’s-süver ç.a. (j>Ji ^ı^)
havâs-ı inşân ç.a. (jLuJ [Ar.] Kur'ân-ı Kerîm’de surele­
jalyi) tas. İnsana özgü işler. rin son ayetleri anlammda kul­
lanılan bir tefsir terimi. Kur'ân-
havâs-ı nâs ç.a. (^U ^Iji.) ı Kerîm’de surelerin tamamına
tas. Evliyaullah için kullanı­ yakını okuyanın dikkatini çek­
lan tasavvuf! terim. mesi, ilgisini ve merakını topla­
havâs-ı ruhâniyyet ç.a. ması bakımından benzer ayet­
(oliLjj ^Ijk) tas. Şevk, mu­ lerle başlar ve yine aynı amaçla
habbet, kerem, gerçek takva­ konunun tamamlandığı kanaa­
yı içeren yüksek duygular. tini uyandırmak bakımmdan
benzer sözlerle sona erer.
havâssü’l-eşyâ ç.a. GL^l
Kur'ân-ı Kerîm’in bu uslüp
^Iji) Evrendeki varlıklarm
özelliği tefsir biliminde önemli
kendi oluşumlannı sağlayan
bir konu başlığı olarak ele alın­
yapısal farklılıklarının, ken­
mış ve işlenmiştir.
dilerini başka varlıklardan
ayıran özellikler için kullanı­ havelân-i havi ç.a. (j(^ j^) [<
lan kelâm terimi. Ar. havelân + havi] fik. îslâmi
inanca göre, zekâtın şartları
havâssü’l-havâs ç.a. (^l>il
arasında yer alan ve zekâtı veri­
^Ij^) tas. En saygın ve âlim­ lecek bir malm üzerinden bir
lerin en büyüğü ya da ulusu. kamerî yılm geçmesini ifade
havâssü’l-Kur'ân ç.a. (jî^âJl eden bir fıkıh terimi.
^Ijk) İslâm inancına göre havf a. (Jji) [Ar.] İnsanm Allah
“esmâ-ı hüsnâ” (bk. bu mad­ nezdindeki durumu ve o nokta­
de) ile bazı surelerin veya da hissettiği korku ve endişeleri
ayetlerin dileklerin kabulün­ ifade etmek için kullanılan te­
deki etki ve gücünü ifade rim. “havf’ sözü, Allah’m suç iş­
eden bir terim. Bu söz aynı leyenleri cezalandırma yöntem­
zamanda bu konuda kaleme lerinden biri olarak “Nisâ sure­
almmış olan eserlere ortak si” (16/112) nde ifade edilmek­
ad da olmuştur. te, özellikle de “Allah korkusu”
307 hayâl

üzerinde “Âl-i İmrân” (3 / 175) söz, Kur’ân-ı Kerîm’de beş ayet­


ve “Zümer suresi” (39 /16) baş­ te Allah’a izafe edilmektedir.
ta olmak üzere pek çok ayet zik­ Ayrıca yine bu söz, Allah’ın zâti
redilmektedir. Bu söz, sıklıkla isimleri ve subûtî sıfatları içinde
“recâ” {bk. bu madde) terimiyle gösterilmektedir. “Hay” adı Al-
birlikte kullanılmıştır. lah’m doksan dokuz ismini ve­
havf ve haşye a. bk. havf ren İbn Mâce ve Tirmizî rivayet­
lerindeki listede de yer almıştır
hâviye a. (<yb) [Ar.] “Derin çukur, (Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn Mâce,
uçurum.” anlamındaki bu söz, “Du’â”, 10).
cehennem için kullaılan terim­
lerden biridir (Kâri'a suresi, hayâ a. (1^) [Ar.] Ahlâkî kurallar­
101 / 9). dan olarak kınanma endişesin­
den kaçmma ve bunu yaratan
havkale a. (djji) [Ar.] Arapça “Lâ duygu. Kur’ân-ı Kerîm’de bu
havle ve lâ kuvvete illâ billâ- sözün türevleri üç ayette geç­
hi’l-aliyyi’l-azîm” (Her türlü de­ mektedir (“Bakara suresi, 2 /
ğişim ve gücün kaynağı sadece 26; Kasas suresi, 28 / 25; Ahzâb
yüce ve ulu Allah’tır.) cümlesinin suresi, 33 / 53”). Hz. Peygamber
ilk sözleri olan “havi” ve “kuv­ ise, “Hayâ imandandır.”
vet” kelimelerinin kısaltılmış bi­
(Riyâzü’s-Sâlihîn, C. II, s. 95);
çimine verilen bir ad. “Hayâ sadece iyilik getirir.”
havz-ı kevser a. ^ ^ja) [Ar.] (Buhârî, “Edeb”, 77 ve Riyâzü’s-
Ahirette Hz. Peygamber’in üm­ Sâlihîn, C. II, s. 96) başta olmak
metiyle bir araya geleceği bildi­ üzere pek çok hadisinde bu te­
rilen havuz veya nehir için kul­ rimin önemi ve değeri üzerinde
lanılan bir terim. Kur’ân-ı durmuştur.
Kerîm’de “Kevser suresi” (108 /
1) ndeki “kevser” sözü, “havz-ı § tam. hayâ-i nefsânî a.
(^Li La.) tas. Tasavvuf
kevser” ifade etmektedir. Bu
dünyasında beşerin özünde
havuz, sütten daha beyaz, koku­
bulunan haya.
su miskten daha güzel ve içile­
cek bardaklarının sayısı gökyü- hayâ-i îmânî a. (^Ul La.) tas.
zündeki yıldızların sayısmdan İmanm özünde bulunan ha­
daha çok olarak tasvir edilmek­ ya.
tedir. hayâl a. (JLk) [< Ar. hayl] İslâm
Hay a. (^) [Ar.] “Yaşayan, diri düşüncesinde İnsanî vasıflardan
olan” anlammda “esmâ'ü’l- biri olarak kabul edilen ve uyku
hüsnâ” (Allah’ın güzel isimle- ya da uyanıklık içinde insana
ri)dan bir sıfat ve terimdir. Bu gerçekmiş gibi görünen suret.
hayâl-i mukayyed 308

§ tam. hayâl-i mukayyed a. kahraman kimse anlamında


(i JU) tas. Tasavvuf dün­ kullanılan bu terim, Hz.
yasında rüya âlemi. Ali’nin bir vasfı olarak da
binmektedir.
hayâl-i mutlak a. (jlL JLk)
tas. Tasavvuf dünyasmda rü­ haydarı s. (^a^) [< Ar.haydar + -
ya âleminin aslı. î] tas. Dervişlerin giydiği kısa,
kolsuz aba hırka.
hayât (I) a. (oL.) [Ar.] “Yaşayan,
diri olan” anlamında Allah’a at­ haydariye (I) a. t^)
fedilen ve subûtî sıfatlan içinde [Ar.haydarî sözünün müennes
gösterilen bir terim, “ölüm” (bk. (dişil) biçimi] Dervişlerin giydik­
bu madde) karşıtı. leri kolsuz ve omuz başlarmda
üçgen şeklinde bir parça bulu­
hayât (II) a. (oL.) [Ar.] tas. İlâhî
nan bir tür kısa aba.
tecellilere mazhar olan ruhun
bu sayede eriştiği mertebe ve haydariye (II) a. (^j^) [Ar.]
hayat tarzı için kullanılan ta- Nusayriyye tarikatinin 9. /15. yy
savvufî bir terim. Sufîlere göre önderlerinden Ali el-Haydarî’ye
İlâhî tecellilere erememiş bir nispet edilen ve Gaybiyye adıyla
ruh ölü gibidir. İnsan bu İlâhî bilinen kollanndan birini adı
tecellilere kavuşunca gerçek (bk. nusayrîlik).
kimliğine ulaşır. Onlara göre
haydariye (III) a. («ujjaa.) [Ar.] tas.
gerçek hayat da budur, yani gö­
Tasavvuf tarihinde 13. yüzyılda
nül hayatı.
Kutbüddin Haydar Zâve'î (Ö1.618
hayat suyu bk. âb-ı hayât /1221) ’ye nispet edilen bir tari­
kat için kullanılan bir terim. Ge­
haydar a. (jAji) [Ar.] Arapça aslan,
nellikle rind ve kalendermeşrep
özellikle de öteki aslanlar ara-
kişilik ve kimlikleriyle tanınan
smda dik duran, lider konu­
ve Horasan bölgesinde oluşan
munda olan aslan için kullanı­
bu tarikatin uzantısı Doğuda
lan bu söz, kuvvet, cesaret ve
Türkistan ve Hindistan’a, Batıda
kahramanlık örneği segileyen
Anadolu’ya kadar yayümıştır.
kimseler, özellikle de İslâm
Bu tarikatin varlığı 15. yüzyıl­
dünyasmda bu vasıflarından do­
dan sonra silinmiş ve bazı gele­
layı Hz. Ali için kullanılan bir te­
nekleri Bektaşîliğin içinde de­
rim.
vam etmiştir.
§ tam. haydar-ı kerrâr a.
hayır, -yrı a. (j^) [< Ar.hayr] (ç.b.
(jl> jj^) Savaşta tekrar tek­
ahyâr ve huyûr) 1. Sözlük an­
rar saldıran kimse, savaşçı,
lamı “İyilik, iyi faydalı iş, fayda.”
309 hayrü'r-râzıkîn

olan bu söz, dinî terim olarak Sultan Mehmed için kullanı­


“servet, bolluk” veya “salih amel, lan bir terim.
sevap” anlamlarına gelmektedir;
“şerr” {bk. bu madde) karşıtı Bu hayrü'l-gâfîrîn s. (j^üJl_^)
terim, Kur’ân-ı Kerîm’de 176 Bağışlayanlarm en hayırlısı
ayette yer almaktadır. Aynı an­ anlammda Allah’m vasıfla-
lamlarıyla hadislerde rmdan biri için kullanılan te­
(Wensinck, el-Mu'cem, “hyr” rim.
maddesi) de geçen bu söz, İslâm hayrü'l-hâkimîn s. (j^LJl
düşüncesinde de hep olumlu ve _^k) Hâkimlerin en hayırlısı
iyimser yönleriyle ele alınmıştır. anlammda Allah’m vasıfla-
2. “Hayırlı olan, yararlı olan, iyi- rmdan biri için kullanılan te­
lik eden.” anlammda Allah’ın sı­ rim.
fatı olan bir terim. Kur’ân-ı
hayrü'l-mâkirîn s. (j^Ui
Kerîm’de “Tâhâ suresi” (20 /
j^) Hile ile kötülük yapanla­
73) nde geçmektedir.
rı şiddetli cezalandıracak
§ tam. hayr-i mukayyed a. olan Allah’m vasıflarından
(jjL j^.) Birine göre hayırlı biri için kullanılan terim.
olduğu hâlde, diğerine göre hayrü'l-verâ s. (^l j^)
zararlı olan şey. (Halkın veya âlemin hayırlısı)
hayrü'l-beşer s. (>UI ^^ Hz. Muhammed.
(İnsanların hayırlısı) Hz. Mu- hayrü'n-nâsirîn s. (jjj^UI
hammed. j^) Yardım edenlerin en ha­
hayrü'l-enâm s. Q.Wl ^ yırlısı anlamında Allah’ın va­
(Varlıkların hayırlısı) Hz. sıflarından biri için kullanı­
Muhammed. lan terim.

hayrü'l-fâsılîn s. (jJ^Lül^^ hayrü'n-nisâ a. GLJI ^)


Hakkı batıldan, suçsuzu suç­ (Kadınların hayırlısı) Hz.
ludan, haklıyı haksızdan, iyi­ Fâtıma’nın sıfatı.
yi kötüden ayıranların en hayrü'r-râhimîn s. (j^lJl
hayırlısı anlammda Allah’ın jji) Merhamet edenlerin en
vasıflarından biri için kulla­ hayırhsı anlammda Allah’m
nılan terim. vasıflarından biri için kulla­
nılan terim.
hayrü'l-fâtihîn s. (j^li j^)
(Fatihlerin en hayırlısı) Fatih hayrü'r-râzıkîn s. (j^iJl
^) Rızık ve nimet verenlerin
hayız 310

en hayırlısı anlamında Al­ hayyât a. (oL^) [Ar.] Uydurma ha­


lah’m vasıflarından biri. dis.

hayız, -yzı a. G^ja.) [< Ar.hayr] hazarât-ı hamse ç.a. (<xuk olj^.)
Sözlük anlamı “Suyun akması [Ar.] (beş hazret) tas. Beş kudret
veya taşması, kan akması.” olan ve onun temsilcileri anlamında
bu söz, kadmın döl yolundan be­ olan bu terim, ayrıca tasavvufî
lirli sürelerle gelen ve bazı iba­ manada şu terimleri ifade et­
detlerin yapılmasma engel oluş­ mektedir: 1. Âlem-i mülk. 2.
turan kan için kullanılan bir te­ Âlem-i melekût. 3. Âlem-i
rim. Kadmm döl yolundan gelen ceberût. 4. Âyân-ı sâbite. 5.
kan, üç türlüdür. Birincisi, belli Esmâ-i İlâhiye.
çağlarda ve belirli zaman dilimi hazene a. b>.) [Ar.] İslâm inancı­
içinde gelen kan; İkincisi, loğu­ na göre, cennet ve cehennemin
salık döneminde gelen kan düzenini ve işleyişini sağlamak
(nifâs); üçüncüsü ise herhangi amacıyla gürevli melekler için
bir hastalıktan ileri gelen kan kullanılan terim. Bu söz,
(istihaza). Buharî bu konuyu Kur’ân-ı Kerîm’de “Zümer su­
eserinde “Kitâbu’l-hayz” başlığı resi” (39 / 71), “Mü’min suresi”
altında incelemiş ve Hz. Pey- (40 / 49), “Mülk suresi” (67 / 8)
gamber’in pek çok hadisini bu inde geçmektedir.
bölümde zikretmiştir (Sahîh-i
hazînetullah a. (dil İL>.) [Ar.] tas.
Buhârî ve Tercemesi, C. 1, s. 395-
Tasavvuf ehli arasında çok yay­
425).
gın olarak kullanılan “âlem-i
hayrât ç. a. (olj^) [Ar. hayre ve ceberût” (bk bu madde).
hayyire’nin ç. b.] “Bağışlar, iyi­
hazîre a. Gjik) [Ar.] İslâm mima­
likler ve güzellikler, Allah için
rîsinde vakıf binalarınm yanm-
yapılan yardımlar.” anlammda
da veya cami, türbe, tekke gibi
kelâm terimi. yapılann bitişiğinde oluşturulan
hayret a. bj^) [Ar.] tas. Allah’m küçük mezarlık, bk. mezarlık
varlığı ve keyfiyeti hakkında en
§ tam. hazîre-i İsmâ'îl a.
olgun ve muteber bir mertebeye
(JxLu«l sjli) bk hatîm
ulaşmış olan sufînin içinde bu­
lunduğu bu durumu ifade ede­ hazret a. (oj^) [< Ar. huzûr] tas.
meme hâli için kullanılan bir te­ Sözlük anlamı “Yakınında veya
rim. yanında olmak, önünde bulun­
mak.” olan bu söz, “Varlığın ge­
hayyâk-Allah cüm. (dJI JU.) [Ar.]
nel mertebeleri ve âlemdeki bü­
“Allah sana ömür versin” anla­
tün tecellileri ile birlikte İlâhî ve
mmda bir söz.
311 heft-ahter

kevnî hakikat.” anlamında kul­ resi” (25 / 23) ve “Vâki'a suresi”


lanılan tasavvuf! bir terim. (56 / 6) te geçen bu terim,
ahirette boşa giden, hiçbir karşı­
§ tam. hazret-i evvel a. (jjı lığı olmayan ameller karşılığı
o,^) tas. Tasavvuf dünya­ kullanılmıştır. Tasavvuf inan­
sında, İlâhî âlem ve İlâhî zat cında ise varlık mertebeleri sıra-
için kullanılan tasavvuf! te­ lamasmda “akl-ı evvel”, “külli
rim. nefs” ve “külli tabiat’tan sonra
hazret-i hâmis a. (^L dördüncü ve en aşağı katmda
o>tAk) tas. Tasavvuf dünya­ sayılagelmiştir. Yine sufîlere gö­
sında, “insân-ı kâmil”in yara­ re hebâ mertebesindeki varlık,
tıldığı âlem için kullanılan beyazdaki beyazlık olarak nite­
tasavvuf! terim. lenmiştir.
hazret-i râbi a. (^Ij c^) hedy a. Q$jj>) [Ar.] Hac ve umre
tas. Görünen âlem, kâinât. görevini yerine getiren Müslü­
hazret-i sâlis a. (dC c^i) manların Harem smırları içinde
tas. Melekût âlem için kulla­ kestikleri kurban. Kur’ân-ı
Kerîm’de beş ayet (Bakara su­
nılan tasavvuf! terim.
resi, 2 / 1963; Mâ'ide suresi, 5 /
hazret-i sâni a. (^ü û^) 2, 95 ve 97; Feth suresi, 48 / 25;)
tas. Ceberut âlem için kulla­ te geçen bu terim, hadislerde de
nılan tasavvuf! terim. sıkça yer almaktadır (Wensinck,
hazret-i sâni a. (^ü o>^) el-Mu'cem, “hedy” maddesi).
tas. Tasavvuf dünyasında, Hedy olarak kesilecek kurban­
“Vücûd-ı mutlak” (bk. bu ların büyükbaş olanlarma “be­
madde) için kullanılan tasav­ dene” (bk bu madde), küçükbaş
vuf! terim. olanlarma da “dem” (bk. bu
madde) terimi kullanılmaktadır.
hazret-i vâhidiyye a. (i^lj
o>^) tas. Tasavvuf dünya- heft-ahter a. (jüj oû) [< F.heft +
smda, “hakîkat-i Muhamme- ahter] (yedi yıldız) Astrolojiye
diyye” (bk. bu madde) için göre dünyanm etrafında dön­
kullanılan tasavvuf! terim. mekte olan yedi yıldız. Bunların
adları şöyle: Ay, Utarit, Zühre,
hebâ a. GU-a) [Ar.] tas. Sözlük an­
Güneş, Merih, Müşteri, Zühal.
lamı “toz, zerre.” olan bu söz, Bir kısmı uğurlu, bir kısmı uğur­
dünyanm değersizliğini ve suz sayılan bu yıldızlar dünyayı
önemsizliğini ifade eden tasav­ çevreleyen yedi katta yer almak­
vuf! bir terim. Kur’ân-ı ta olup yer yüzünde oluşan olay-
Kerîm’de iki ayet (“Furkan su­
heft-dûzah 312

ların üzerinde büyük etki yarat­ helâl a. (JjL) [Ar.] Dinen yapılması
tığı inancı yaygındır. serbest olarak kabul edilen dav­
ranışlar ve yenilmesi, içümesi
heft-dûzah a. (^j ol») [< F.heft +
uygun olan yiyecekler, “haram”
dûzah] (yedi cehennem)
Kur’ân-ı Kerîm’de adları geçen (bk. bu madde) karşıtı. Bu söz
yedi cehennem şunlar: hutâme, değişik türevleriyle birlikte
sa'îr, sekar, cahîm, hâvfye, Kur’ân-ı Kerîm’de elli ayette
lezâ, sü'ûr. yer almaktadır (M.F.Abdülbakî,
el-Mu'cem, “hll” maddesi). Aynı
heft-selâm a. (^ ûü) [< F.heft + kullanım özellikleri hadislerde
Ar.selâm] (yedi selâm) tas. Nev- de söz konusudur (Wensinck, el-
ruz’da güneşin Koç burcuna gir­ Mu'cem, “hşr” maddesi). Fıkıh
diği sırada içilen süde Kur’ân-ı usulünde ise bu terim, “vâcip”
Kerîm’de “selâm” ibaresi ile (bk. bu madde), “mendup” (bk.
başlayan yedi ayetin okunması; bu madde) ve “mubah” (bk. bu
bu ayetler şunlar: Râd, Yâsin, madde) terimleriyle birlikte ve
Saffât, Saffât, Saffât, Sajfât,
eş anlamlı ya da yakın anlamlı
Kadr.
kavramlar olarak değerlendi­
heft-soffa a. (*L> ol») [< F.heft + rilmiştir.
suffe] (yedi yüksek yer) Yedi kat
hendese a. (^jia) [Ar.] İslâmî bi­
gök.
limlerde riyazî ilimlerin şekil ve
hekimbaşı a. İslâm devletlerinde cisimler arasındaki durmları ve
hükümdarm, saray çevresinin ilişkileri inceleyen bilim dah,
ve ülkenin genel sağlık konuları geometri.
ile görevli iyi yetişmiş uzman
hervele a. («d»») [Ar.] İslâmî inanç­
hekimler. Hekimbaşılarm özel­
ta hac ve umre ibadeti sırasmda
likle OsmanlI devleti döneminde
Safa ile Merve arasında yapılan
ciddi ve önemli bir makam ko­
dinî görevi hızlı ve canh bir yü­
numuna geldiği söz konusudur.
Bu kişiler, ilmiye smıfına men­ rüyüş tarzında olmasını ifade
sup, tebabet ilmine vâkıf, çok iyi eden bir terim.
yetişmiş, deneyimli ve ehliyetli hesâp, -bı (I) a. ÇL^) [< Ar.hisâb]
olan kimselerden seçiliyordu. Sözlük anlamı, “saymak,hesap
helâk a. UbU) [Ar.] İslâmî inanca etmek.” olan bu söz, insanlann
göre, birey ve toplumların yok âhirette sorguya çekilecekleri
edilmek suretiyle cezalandırıl- gün; bu söz Türkçede “hesap
malarmı ifade eden bir terim, günü” olarak da kullanılmakta­
eşanlamhsı “mevt” (bk. bu mad­ dır. Nitekim aynı söz grubu,
de). Kur’ân-ı Kerîm’de “yevmü’l-
313 heybet

hisâb” (hesap günü) ya da hevâ a. (^) [Ar.] (ç. b. ehvâ) tas.


“yevme yekûmü’l-hisâb” (hesa­ Sözlük anlamı, “istek, arzu, he­
bın kurulacağı gün) tamlamala­ ves, sevgi.” olan bu söz, nefsin
rında da görülmektedir ve akıl ve dince yasaklanan zararh
Kur’ân-ı Kerîm’de bu terim unsurlara karşı eğilimi ya da
kırka yakm ayette yer almakta­ hak ve erdem yolundan saparak
dır (M.F.Abdülbakî, el-Mücem, bencil duygulara yönelmeyi ifa­
“hsb” maddesi). Yine bu terim, de eden bir tasavvuf terimi.
benzer kullanım özellikleriyle Kur’ân-ı Kerîm’de bu söz, teklik
hadislerde de söz konusudur biçimiyle on, çokluk biçimiyle
(Wensinck, el-Mu'cem, “hsb” on sekiz ayette, hepsi de olum­
maddesi). Hz. Peygamber, ima- suz manada olmak üzere yirmi
nm esasları çerçevesinde ahret sekiz ayette geçmektedir (M.F.
üzerinde durduktan sonra Abdülbakî, el-Mücem, “hvy”
“hesab” konusunu özellikle vur­ maddesi). Özellikle bunlarm bi­
gulamıştır (Müsned, I. 27-28; IV. rinde, “Furkân suresi” (25 / 43)
129,164). ile “Câsiye suresi” (45 t 23) inde
“hevâ”smı ilâh mertebesinde
hesâp, -bı (II) a. UM [<
gören olarak nitelenmiş ve in­
Ar.hisâb] İslâmî bilimlerde, sa-
sanoğlunun sapıklık sebeplerin­
yıların değişik matematik işlem­
den biri olarak gösterilmiştir.
lerinde kullanımmı inceleyen bi­
Tasavvuf inancında ise bu terim,
lim dalı.
çok önemli bir yer işgal etmiş ve
hesap günü a. bk. hesâp, -bı (D ve her sufî tarafmdan dinî ve ahlâ­
yevmü’l-kıyâme kî bakımdan en büyük tehlike­
lerden biri olarak nitelenmiştir.
hesap zamanı a. bk. hesâp, -bı (I)
ve yevmü’l-kıyâme
§ tam. hevâ-yı nefs a. Um
hestiyet a. (■-■*-"■■■*) [Ar.] Varlık, ^Ija) tas. AHahu teâlânm in­
mevcudiyet anlammda kelâm sanda halk ettiği şehevat ve
terimi. lezzetlere, ister güzel olsun
ister çirkin olsun bütün tut­
heşt-cennet a. (cM o.M [< F.heşt
kular.
+ Ar. cennet] (sekiz cennet)
Kur’ân-ı Kerîm’de adlan geçen heybet a. (c^) [Ar.] tas. Tasavvuf
sekiz cennet. Bunlar şöyle: huld, dünyasmda yaygın olan Allah’a
me'vâ, na'îm, âliye, adn, yakm olmanın insan ruhunda
firdevs, dârü’s-selâm, haye- oluşturduğu endişe duygusu.
vân.
heyûlâ 314

heyûlâ a. (^j^) [Ar. < Yun.] Madde hıfz a. (^-) [Ar.] tas. Tasavvuf eh­
anlamında olup kütleyi ifade linin inancına göre, Allah’m er­
etmektedir. miş veya velî kullarını, günahta
hezl a. Q>) [Ar.] İslâm hukukunda ısrar etmekten koruması.
sözün anlamını ve hükmünü hırka a. (<j>J [< Ar.hark] (ç. b.
kasdetmemekle gerçekleşen ve hırak) tas. Sufîlerin, dervişlerin
düşünce üe ifade arasında bi­ veya tarikat mensuplarının giy­
linçli uyumsuzluk durumunu dikleri üst libas için kullanılan
doğuran ciddiyetsizlik anlamın­
tasavvufî bir terim. Tasavvuf
da kullanılan bir terim.
inancını inceleyen kaynaklara
hıdrellez a.[T. < Ar. Hızır + İlyâs] göre, Hz. Peygamber’in “Ehl-i
İslâmî-Türk kültürünün daha Beyt” (bk. bu madde) ini abası
çok Batı Türk dünyasmda yay- altına alması, Kur’ân-ı
gm olarak kutlanan ve dinî bir Kerîm’de “Yûsuf suresi” (12)
inanç çerçevesinde oluşan halk inde Hz. Yûsuf’un gömleğinden
bayramı. Bu söz, halk arasmda özellikle söz edilmesi, tasavvuf
ölümsüzlük mertebesine ulaştık- ehli arasmda kırka giymenin ta­
larma inanılan Hızır ve İlyas savvuf terbiyesi çerçevesi içinde
peygamberin yılda bir defa 6 yer almasını ve gelenekleşmesi­
mayıs günü bir araya geldikleri­ ni sağlamıştır.
ne inanılan gün için kullanıl­
maktadır. Eski takvime göre yıl § tam. hırka-i inâbet a. (cuüi
iki bölüme ayrılmaktaydı. Birin­ U>.) tas. Bir tarikate yeni gi­
ci bölüm, 6 mayıs (23 nisan) gü­ ren müride giydirilen hırka.
nü başlayıp 26 ekim (8 kasım)
gününe kadar 186 gün süren ve hırka-i sa'âdet a. (ojL-ü>.)
“Hızır günleri” olarak adlandı­ Kutsal emanetlerden olup
rılan yaz mevsimi; ikinci bölüm, Topkapı Sarayı’nda “Kutsal
26 ekim (8 kasım) günü başlayıp Emanetler Dairesi”nde ko­
6 mayıs (23 nisan) gününe kadar runan ve sahabeden Kâ'b b.
179 gün süren ve “Kasım günle­ Zübeyr’e hediye ettiği rivayet
ri” olarak adlandırılan kış mev­ edilen Hz. Muhammed’in
simi idi. Bu takvime göre yaz hırkası. Bu hırka, Yavuz Sul­
başlangıcı 6 mayıs günü olup tan Selim’in Mısır fethi son­
aynı zamanda halk inancına gö­ rası öteki kutsal emanetler
re Hızır ile İlyas’ın buluşma gü­ ile birlikte İstanbul’a gönde­
nü olarak da benimsenmiş ve rilmiş ve bunlar Topkapı Sa­
“hıdrellez” sözü bundan oluş­ rayı içinde yaptırılan “Hırka-i
muştur.
315 Hızır

Sa’âdet Dâiresi”nde koruma Hızır öz.a. G^k) [< Ar.hızr] Hz.


altına alınmıştır. Musa çağmda yaşadığmı inanı­
lan ve kendisine İlâhî bilgi ve
hırka-i şerîf a. G-âj^ U>.) bk.
hikmet öğretildiği söylenen kim­
hırka-i sa'âdet
se. Aynca bazı kaynaklarda
hırka-i teberrük a. (djJ U>) onun oturduğu yeri yeşerttiği,
tas. Bir tarikate henüz gir­ cennet ırmağmdan su içtiğine
memiş, ancak sufîlerin mec­ inanıldığı için bastığı her yerin
lisine katılan, onlara hizmet yemyeşil olduğu inancı da yay­
eden kimselere giydirilen gındır. Mitilojik kimliği yanmda
hırka. hâlen yaşamakta ve ahirete ka­
dar yaşayacağı inancı, Hızır adı
hırka-bâz a. ()L <i>) [< Ar.hırka +
etrafında mutasavvıflar ile halk
F.bâz] tas. Vecde gelen sofularm
arasında yaygın efsanelerin
hırkaları ile oynaması.
oluşmasına da sebep olmuştur.
hırka-bâzî a. (^L <5[< Ar.hırka Özellikle Kur’ân-ı Kerîm’de
+ F.bâz + Ar.-î] tas. Vecde gelen “Hızır kıssası” en çok tasavvuf
sofularm hırkaları ile oynama ehlini ilgilendirmiş; tasavvufun
durumu. iki ana ilkesi olan “irşâd” ve
“ilm-i ledünn’ ün bu kısasada
hırka-ber-endâz a. (jUÎjj <i>) [< bulunması sufîleri bu inanç et-
Ar.hırka + F.ber + endâz] tas. rafmda yoğunlaşmaya sebep
Zikirde vecde gelen dervişin olmuştur. Bu kıssada aslolan Hz.
hırkasını çıkarıp atması. Musa’nın bilmediği bir ilmi,
hırz a. (3^) [Ar.] fık. İslâm huku­ “ilm-i leddünn”ün Hızır’a ve­
kunda malı koruma veya sakla­ rilmiş olması ve o kişinin Hz.
maya yarayan ev, dükkân, kasa Musa’ya “kılavuzluk” (irşâd)
gibi kapalı yer veya gayrimen- etmesidir. Bundan dolayı muta­
kulleri ifade eden bir fıkıh teri­ savvıflar genellikle Hızır’ı “velî”
mi. (bk. bu madde) olarak benim­
semişlerdir. Öte yanda Bektaşi­
hısım a. (^4) [Ar.] bk. akraba lik’te söz konusu olan on iki
hıtân a. (jtk) [Ar.] bk. sünnet posttan biri olan “mihmandar­
lık” postunun sahibinin Hızır
hıyâr a. (jlâ) [Ar. hayr’ın ç. b.] olduğu kaynaklarda belirtilmek­
Hadis biliminde, râvînin güveni­ tedir. Hatta Hızır bazen Hz. Ali
lir olması ile birlikte “ta'dîl”in, olarak kabul edilmiş, “Mihman
yani kısmî değişmelerin dör­ Ali’dir.” sözü buradan çıkmıştır.
düncü mertebesini ifade eden 2. hlk. Bengisuyu elinde bulun-
bir terim.
Hızır günleri 316

durduğuna inanılan kutsal ve lan) kimselerin de kolay kolay


ulu kişi. zafer kazanamayacağı ifade
edilmektedir. Ayrıca değişik ha­
Hızır günleri a. Halk arasında yaz
dis rivayetlerinde de bu terimin
günlerinin başlangıcı sayılan 6
mayıs “hıdrellez” günü başlayıp sözlük anlamı kullanıldığı görü­
26 ekim (8 kasım) gününe kadar lür (Wensinck, el-Mu'cem, “hzl”
186 gün süren eski takvim dö­ maddesi).
nemi için kullanılan bir terim hızy a. (^j^) [Ar.] Sözlüklerde, “Bir
{bk. hıdrellez). kötülük veya musibet karşısında
Hızırilyâs a. (^Lll^) [Ar.] Halk hakir ve zelil duruma düşmek,
arasında “hıdrellez” olarak bi­ rezil olmak.” anlammda geçen
linen ve her yılın 6 mayıs günü­ bu söz, hakir olma, hor duruma
ne rastlayan ve Hızır ile İlyas’m düşme, rezil olma gibi daha çok
kavuştuğuna inanılan ve bun­ kâfirler için kullanılmıştır.
dan dolayı kutlanan bayram için Kur’ân-ı Kerîm’de on üç ayette
kullanılan terim. Kaynaklarda fiil olarak, on bir ayette isim ve­
Hızır’m denizde, îlyas’m ise ka­ ya masdar, bir ayette de ism-i
rada bulunan ve sıkmtı içinde tafdil olarak kullanılan (M.F.
olan kimselerin yardımma koş­ Abdülbakî, el-Mu'cem, “hzy”
tuğu inancı da yaygındır. Ancak maddesi) bu söz, hadislerde ise
Hızır’ın da karada dolaştığı söz daha çok “rüsva olma veya
konusudur (bk. hıdrellez). unutma” anlammda yer almıştır
(Wensinck, el-Mu'cem, “hzy”
hızlân a. (yi^) [Ar.] Buyruklarmı
maddesi).
yerine getirmeyen kullardan Al­
lah’ın yardımmı ve mağfiretini hibe a. («uj») [Ar.] fık. Sözlüklerde,
kesmesi ve bu kullarını kendi “Bağışlamak, karşılıksız ver­
hâllerine terk etmesi anlammda mek.” anlammda geçen bu söz,
kullanılan kelâm terimi; İslâm hukukunda bir malm be­
“nusret, tevfîk, lütuf’ karşıtı. delsiz veya karşılıksız bir başka-
Bu söz, Kur’ân-ı Kerîm’de üç sma temliki için kullanılan bir
ayette geçmektedir (Âl-i imrân terimdir.
suresi, 3 / 156, 159, 160). Bu
hicâp, -bı a. LL*) [Ar.] 1. Hakka
ayetlerde Uhut Gazvesinde ye-
ve hakikate ulaşmada engel
nügiye uğrayan Müslümanların
olan, ahret hayatında ise Allah’ı
içinde bulunduğu durum anlatı­
görme yolunda perde olarak ni­
lırken, Allah’m yardım ettiği kul­
telenen ve bu anlamda kullanı­
ları kimsenin yenemeyeceği,
lan bir terim. Bu söz, Kur’ân-ı
kendi hâllerine terk ettiği (hız­
317 Hicr suresi

Kerîm’de yaklaşık aynı anlam­ çevresinde yer alan ve o kutsal


larda olmak üzere yedi ayette binadan ayrılmış gibi görün­
yer almaktadır (M.F.Abdülbakî, mekle beraber onun bir parçası
el-Mu'cem, “hcb” maddesi). Ha­ veya uzantısı olarak kabul edi­
dislerde de aynı anlamlarda zik­ len bölge.
redilen bu terim, Hz. Peygam­
ber’in, “Allah’ın hicabı nurdur, § tam. hicr-i Kâ'be a. (</
eğer onu kaldırmış olsaydı bütün ^^) Kâ'be’nin kuzey-batı du-
varlıklar yanardı.” sözünde en varı ile Hatim arasmda kalan
çarpıcı bir biçimde karşımıza boşluk.
çıkmaktadır (Müslim, “İmân”, hicr-i İsmâ'il a 0.1^1 ^^)
293-294; İbn Mâce, “Mukaddi­ bk. hicr-i Kâ'be
me”, 13). Kur’ân-ı Kerîm’de ve
Hicr suresi CL. (^XU 6jJXU ^^^) [< Ar.
hadislerdeki çeşitli kullanımla-
“Sûretü’l-Hicr” (^şjl sj-)]
rma göre hicap, Allah’ı görmek
Kur’ân-ı Kerîm’in on beşinci,
isteyen kimseye ait bir engel
iniş sırasma göre elli dördüncü
olup kâfirler için kalbin mühür­
suresi olup “Yûsuf suresi”
lenmesi, müminler için ise kal­ (12)nden sonra ve “En'âm sure­
bin kararması ile manevî bir si” (6)nden önce Mekke’de nazil
körlük olarak yorumlanmıştır. olmuştur ve 99 ayetten meydana
2. tas. Sufîler, tasavvuf ehli ile gelmektedir. Admı sekseninci
Allah arasmda bulunan ve O’nu ayetinde geçen “hicr” sözünden
tanımaya engel olan her unsuru alan bu surede Hicr şehri çevre­
“hicâb” olarak nitelemişlerdir. sinde yaşayan ve peygamberleri
Bazı sufîler hicabı şu dört unsur inkâr eden Semud kavminin na­
ile nitelemişlerdir: Dünya, nefis, sıl helâk olduğu hikâye edilir ve
halk, şeytan. Bazıları da bu un­ arkasından da Kur'ân-ı Kerîm’e
surları yedi olarak göstermiş­ inanmayan kâfirlere bir uyarı
lerdir: Yeme içme, şehvet, çoluk söz konusudur. Ayrıca burada
çocuk tutkusu, mal düşkünlüğü, Kur’ân-ı Kerîm’in İlâhî koruma
makam hırsı, riya, bencillik. altında olduğu, ona yapılabile­
cek saldırıların boşa çıkacağı
hicâbe a. (<uL^) [Ar.] Kâbe’nin ko­
vurgulanır. Bu surenin fazileti
runması, bakımı ve temizliği ile
konusunda Übey b. Kâ'b’dan ri­
kapısmm ve anahtarlarınm
vayet edilen, “Hicr suresini oku­
özenle muhafazası.
yan kimseye muhacirlerin,
hicr a. (j^.) [Ar.] Sözlüklerde, “En­ ensarın ve Hz. Peygamberle alay
gellemek, ayırmak.” anlammda eden kişilerin toplam sayısının on
geçen bu söz, Mekke’de Kâbe katı kadar ecir verilir.” sözü
hicret 318

kaynak gösterilmiştir. Hz. Pey- ber’in Mekke’den Medine’ye


gamber’in “Hicr suresi”râa tef­ hicreti İslâm tarihinde önemli
siri için bk. Sahîh-i Buharı ve bir dönüm noktası olarak göste­
Tercemesi, C. 10, s. 4491-4499. rilmektedir. Bu olay, yalnızca
bir beldeden bir başka beldeye
hicret a. (o>^) [< Ar. hecr] Dinî
göç olarak değerlendirilmemiş;
sebeplerle bir yerden bir başka
İslâm’ın yayüışı ve yeniden olu­
yere, özellikle de Müslüman ol­
şumu, devlet olma kimliğine ka­
mayan bir ülkeden bir İslâm ül­
vuşması, kanunlarla yönetilme
kesine göç etme. İslâmî litera­
ilkelerinin benimsenmesi ve si­
türde bu terim, genellikle Hz.
yasî bir hareket olarak etkin ko­
Peygamber’in Mekke’den Medi­
numa gelmesi gibi çok önemli
ne’ye göç etme olaymı anlatmak
yeniliklere vesile olmuştur. Bun-
için kullanılmıştır. Kur'ân-ı
larm yanmda sosyal hayatta da
Kerîm’de bire bir “hicret” teri­
yenilikler baş göstermiş; her
mi geçmemekle beraber, “hecr”
şeyden önemlisi de “hicret” bir
kökünden türemiş otuz bir söz
takvim yılının oluşmasını sağ­
varlığı söz konusudur. Bunlar­
lamıştır.
dan bazıları, “Allah için bir yer­
den başka bir yere göç etmek.” hicret-nâme a. (^b o^s) [< Ar.
(Bakara suresi, 2 / 218; Âl-i hicret + F.nâme} tas. ed. Tasav-
İmrân, 3 /195, Nisa suresi, 4 / vufî edebiyatta mutasavvıf şair­
89); “Bir yerden, kişiden veya lerin hicretin faziletlerini şürleş-
gruptan ayrılmak.” (Nisa suresi, tiren eserler.
4 / 34; Meryem suresi, 19 / 46)
hicri sene a. bk. hicri takvim
anlamlarına gelmektedir. Pek
çok ayette de Mekke’den Medi­ hicri takvîm a. Hicrî-kamerî veya
ne’ye göç eden Müslümanlardan hicret-ay takvimi olarak da ad­
söz edilmiştir. Yine bazı ayetler­ landırılan İslâm dünyasının dinî
de hicret eden kimse için takvimine verüen ad. Bu takvim,
“muhacir” ve bunun çokluk bi­ Kur'ân-ı Kerîm’in “Tevbe sure­
çimi olan “muhâcirât, si” (9 / 36, 37) ne ve Hz. Peygam­
muhacirin” sözü kullanılmıştır ber’in hadislerine dayanılarak
(M.F. Abdülbakî, el-Mu'cem, oluşturulmuş; Rasul-i Ekrem’in
“her” maddesi). Ayrıca yine pek hicret yılı (622) başlangıç yılı ve
çok hadiste Rasûl-i Ekrem bu sö­ muharrem aymm ilk günü de
zü sıkça kullanmış; hatta teri­ yılbaşı olarak kabul edilmiştir.
min faklı anlamlarmı ifade et­ Hicrî takvimin bir yıllık süresi
miştir (Wensinck, el-Mu'cem, ayın dünya çevresinde on iki de­
“her” maddesi). Hz. Peygam­ fa dolaşmasına göre hesaplan-
319 hilâl

maktadır. Bu hesaba göre yıl, hikmet a. f-.^) [Ar.] (ç. b. hikem)


354, 367 056 (354 gün, 8 saat 48 1. İslâm dünyasında, din ve fel­
dakika 33 saniye 36 salise 18 sefe alanında kullanılan bir te­
erbaa 14 hamse 24 sitte) gün rim. Allah’a nispet edilen bu söz,
tutmaktadır ve güneş yılmdan değişik kelimelerle oluşturulan
10, 875 144 gün eksik gelmekte­ birleşik teşkillerle Kur'ân-ı
dir. Bundan dolayı dinî bayram­ Kerîm’de on beş yerde geçmek­
lar ve kutsal günler, güneş tak­ tedir (M.F.Abdülbakî, el-Mu'cem,
vimine göre her yıl bu eksik gün “hkm” maddesi). 2. tas. İlâhî sır­
tutarında erken kutlanmaktadır. ların ve gerçeklerin bilgisi, var­
Bir başka deyişle bu günler her lıkların oluşum amaçlarının
yıl değişik aylara rast gelmekte­ kavranılması ile bunların sebep-
dir. Bu hesaplamayı zaman sonuç münasebeti noktasında
içinde “muvakkithane”ler veya İlâhî iradenin rolünün iyi anla­
“rasathane”ler yapmışlardır. şılması anlammda kullanılan ta-
Hicrî takvimin bir yıllık ay sırası savvufî terim.
şöyledir: Muharrem, safer,
rebîülevvel, rebîülâhir, cemâzi- hilâfet a. (dıU.) [Ar.] İslâm tari­
yelevvel, cemâziyelâhir, receb, hinde ve İslâm devletlerinde Hz.
şaban, ramazan, şevval, zilkade, Peygamber’den sonraki dönem­
zilhicce. lerde devlet başkanlığı kurumu,
“ehl-i sünnet” (bk. bu madde)
hidâne a. (üM [Ar.] fik. îslâm dünyasında dinî ve siyasî lider­
hukukuna göre doğumdan baş­ lik.
layarak küçük çocukların bede­
nen ve ruhen sağlıklı bir şekilde § tam. hilâfet-i hakkâniyye
bakılması, yetiştirilmesi ve eği­ a. (ilk Jili) tas. Halkı irşat
timini içine alan bir fıkıh terimi. etme.
hidâyet a. (oJ.u) [Ar.] İslâm inan­ hilâfet-i insâniyye a. (khil
cına göre dünya ve ahret mutlu­ cûiU) tas. İnsanlığı irşat et­
luğunu sağlayacak doğru yolu me.
gösterme ve bu yol için kılavuz­
luk etme, doğru yol. Bu kavram, hilâl a. (J^U) [< Ar. hell] (ç. b. ehil­
kaynaklarda zikredildiği üzere le) Ay’m kavuşum öncesi ve
Kur'ân-ı Kerîm'de (“A'râf su­ sonrasmda yeryüzünden görü­
resi” 7 / 43) genellikle Allah’a nen iki ucunun yay gibi oluşu­
izafe edilmekte; ayrıca İlâhî mu için kullanılan terim.
vahye, peygamberlere, melekle­ Kur'ân-ı Kerîm’de bu terim,
re, insana ve ümmetlere de nis­ “Bakara suresi, 2 / 189”nde
pet edüdiği söylenmektedir. çokluk biçimiyle geçmektedir.
hilâl-i ahmer 320

Burada Ay’ın gökyüzündeki ha­ rinde başarılı olan kimselere ha­


reketinin insanlar için, özellikle life veya hükümdarlar tarafin­
hac vaktinin tespitinde vakit öl­ dan verilen şeref elbisesi, “hil'at
çüsü olarak alındığı ifade edil­ giydirme” olarak da yaygmla-
mektedir. Ayrıca, İslâmî gele­ şan bu terim, sadece elbise ile
nekte namaz vakitlerin tespiti, sınırlı kalmayıp cübbe, ferace,
oruca başlama ve iftar vakitleri­ sarık gibi diğer giyim eşyasmın
nin tayini, bayram namazlarının yanında altın ve gümüş eyerli at,
başlama saati hep Ay’ın ve hilâ­ bayrak ile çadırdan oluşan de­
lin görünümüne göre düzen­ ğerli eşyaları kapsamaktaydı.
lenmektedir. Ayrıca hilâl, 11.
yüzyüdan başlayarak Hristiyan hil bölgesi a. Mekke’de harem
dünyasmm sembolü olan “haç”a bölgesi dışmda kalan yerler için
karşılık İslâmiyetin sembolü kullanılan terim. Buraya, o yer­
olarak kullanılmış ve kullanıl­ de bulunan bitkilerin koparıl­
maya devam etmektedir. ması, av hayvanlarınm avlan­
ması helâl olduğu için “hill” adı
§ tam. hilâl-i ahmer a. (j^i verilmiştir.
JiU) Bugünkü Kızılay kuru-
hile a. (<U) [Ar.] (ç. b. hiyel) fıh.
munun 1877 yılında kurulan
ilk adı olan terim. İslâm hukukunda bir kimsenin
sözleşme veya yapılmış hukukî
hilâl-i ramazan a. Q)LâAj bir işlem için tek taraflı olarak
JıU) Ramazan ayının girdiği kasten yanıltılması durumunu
günü ifade eden yeni ay. ifade eden bir terim. Kur’ân-ı
hilâliyye a. (ûıü) [Ar.] Kadiriyye Kerîm’de yalnızca bir ayet (Nisâ
tarikatinin Muhammed Hilâl b. suresi, 4 / 98) te “çıkış yolu, ça­
Ömer el-Hamdânî (öl. 1147 / re” anlammda kullanılan bu söz,
1734) ’ye nispet edilen bir kolu. “Çare, kurnazlık, olumlu düşün­
ce, iyi ve güzel işlerde yapabilme
hilâllemek a. İslâmî inançta abdest
gücü.” anlamında yorumlanmış­
alırken el ve ayak parmaklannı
tır. İslâm’ın temel ilkelerinden
su ile ovalamak, sakahn telleri
olan doğruluk ve dürüstlük, bir
arasına parmakları sokarak su­
Müslüman için özüne ve sözüne
yun iyice yüze ulaşmasını sağ­
güvenilir olarak tanımlanmıştır.
lamak işlemi için kullanılan bir
Nitekim Hz. Peygamber, sattığı
terim.
buğdayın ıslak kısmını yığmm
hil'at a. (o*k) [Ar.] İslâm devlet altında saklayan bir Müslümana
geleneğinde din ve devlet işle­ “Her kim bize hîle eder, mağşûş
321 himmet

şeylerle bizi aldatırsa o bizden değerlerinden ve faziletlerinden


değildir.” (Riyâzü’s-Sâlihîn, C. III, biri olarak değerlendirilmiştir.
s. 160) diyerek onu uyarmıştır. hilye a. (da.) [Ar.] Sözlük anlamı,
Ayrıca Buharî, “hîle” konusunu “Süs, ziynet” olan bu söz, Hz.
kitabının “Kitâbu’l-Hıyel” Peygamber’in fizikî özellikleri
(Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C. ve bu konuda yazılmış edebî
15, s. 6824-6851) başlıklı bölü­ eserleri ya da yine aynı konuda
münde Hz. Peygamber’in hadis­ “hüsn-i hat’Ta yazılmış levhaları
lerine dayanarak etraflıca ince­ veya yazı stillerini ifade eden
lemiştir. bir terim olarak dilde yaygm-
laşmıştır. Bu konuda kaleme
§ tam. hîle-i şer'iyye a. (<û₺^ alınmış eserler genellikle “Hil-
<U) Yasaklanmış olan bir ye-i Şerîf’ veya “Hilye-i Nebevi”
konunun olumlu sonuçlan- olarak adlandırılmıştır. Zaman
masmı sağlamak amacıyla, içinde “hilye” yazma geleneği
şeklen kurallara uygun gibi öteki peygamberler ve dört hali­
görünen bir işlemi vasıta ola­ fe için de söz konusu olmuş; hat­
rak kullanarak bir işi veya ta din ve tarikat uluları için de
davranışı kurallara uygun “hilye”ler kaleme ahnmış ve
gibi gösterme işlemi için kul­ bunlar İslâmî edebiyat tarihinde
lanılan bir terim. yerini almıştır. Öteki peygamber
hilim a. ÇL) [< Ar. hüm] (ç. b. için yazılanlara, “Hilye-i
ahlâm) Sözlük anlamı, “Sabırlı, Enbiyâ”, dört halife için kaleme
temkinli, akıllı ve ağırbaşlı (kim­ ahnanlara, “Hilye-i Çehâryâr-ı
se) ” olan bu söz, akıllı ve kültür­ Güzîn”, din ve tarikat uluları
lü, beşerî konularda hoşgörülü, için yazılanlara da “Hifye-i
medenî ve ahlâkî değerleri ön Evliyâ” ya da “Hilye-i Ulemâ”
plana alan İnsanî vasıf olarak adlan verilmiştir.
tanımlanan bir terim. Kur'ân-ı himmet a. (Jh) [Ar.] (ç. b. him­
Kerîm’de yalnızca bir ayet (Tûr met) Sözlük anlamı, “Arzu, istek,
suresi, 52 / 32) te çokluk biçimi azim” olan bu söz, kemale ulaş­
olan “ahlâm” sözü ile yer alan mak için kalbin bütün ruhsal
bu terim, “akıl” anlammda ifa­ gücüyle Allah’a yönelmesi ve bu
desini bulmuştur. Hadislerde konuda sarf edilen iradî güç. Ta­
“akıl, ağırbaşlılık, yumuşaklık” savvuf ehli arasmda genellikle
(bk. (Wensinck, el-Mu'cem, “Velîlerin teveccühü, tasarrufu ve
“hlm” maddesi) anlammda kul­ olağan üstü işleri başarabilme
lanılan bu söz, İslâmî kaynak­ gücü” olarak anlaşılan ve algıla­
larda da Müslümanlığm temel nan bu terim, arzulanan bir şeyi
hisâb 322

yürekten isteme ve gönülden hiyâze a. GjL^) [Ar.] fik. İslâm fık-


ona bağlanma ve de onu elde hmda, bir mala el koyma veya
etmeye çalışma olarak ifade onu tasarrufu altmda bulun­
edilmiştir. Yine sufîlere göre durma.
“himmet”, müritlerin miracı ve hiyel a. (J^) [Ar. hUe’nin ç. b.] fik.
ârifleri Cenâb-ı Hakk’a götüren bk. hîle
buraktır.
hizb a. U>) [Ar.] Toplum hayatın­
hisâb a. ÇL^) bk. hesâp (I) da önemli rol oynayan güçlü bir
hisbe a. (<^) [Ar.] Sözlük anlamı, teşkilâta sahip bulunan cemaat,
“Hesap vermek, saymak.” olan parti anlamında kelâm terimi,
bu söz, İslâm dünyasında birey, eşanlamlısı “fırka” (bk. bu mad­
toplum, devlet hakları ile kamu de).
düzenini koruma ve bu faaliyet­ hizip, -zbi (I) a. L>) [< Ar. hizb]
leri yürüten kurumlar. Günü­ Kur'ân-ı Kerîm’in yirmişer say­
müzde bu faaliyetler ve kurum­ fadan oluşan otuz cüzünden her
lar güvenlik kuvvetleri ile zabı­ birinin ayrıldığı dört eşit bölüm
talar tarafından yürütülmekte­ için kullanılan bir terim.
dir.
hizip, -zbi (II) a. (_>>.) [< Ar. hizb]
hitâp, -bı a. Çlki) [Ar.] tas. Allah’ın tas. Belli konularda veya amaç­
insanı muhatap olarak alan söz­ larda kullanılmak veya okun­
leri anlammda bir tasavvuf te­ mak için düzenlenmiş, özellikle
rimi. Tasavvuf inancına göre in­ de tarikat üyeleri tarafmdan
sanlar, ilk defa ruhlar âleminde, okunması gelenek hâlini almış
yani “Bezm-i elest” (bk. bu dualar için kullanılan bir tasav­
madde) te ilk yaradıhşta, Al­ vuf terimi. Bu dualar, Arapça kı­
lah’ın hitabma mazhar olmuş­ sa ve secüi cümlelerden oluştu­
tur. Bu aşamada Allah’ın ruhla­ ğu için derin hikmetler içeren ve
ra “Ben sizin Rabbiniz miyim?” edebî değeri yüksek metinler
sözüne karşılık, ruhların “Evet, olarak kabul edilmiştir. Nitekim
Rabbimizsin!” sözünü verdiği bu özelliklerinden dolayı bu me­
ezelî sözleşmesinin oluştuğu tinler, hem kolayca ezberlene­
mecliste gerçekleşen bu bilmiş; üstelik onlarm hem
“hitâp”m manevî hazzı yine okunması hem de dinlenmesi
sufîlere göre hâlâ gökler âle­ rahat olmuştur.
minde teneffüs edilmektedir. İn-
§ tam. hizbü’l-âyât a. (oWi
sanm gönlüne düşen bu hitap­
u>) Ayetlerden oluşan
lar, İlâhî, melekî, nefsî ve şeytanî
“hizb” metinlerine verilen
olabilmektedir.
ad.
323 hoca

hizbü’l-hamd a. (a«JL>) olanlar, şeytanm kavmi gibi an­


“Fatiha suresi”nin ilk sözü lamlara gelen ve “hizbullah”
olan “elhamdü” ile başla- karşıtı olarak kullanılan bir te­
yan“hizb” metinlerine veri­ rim. Kur'ân-ı Kerîm’in
len ad. “Mücâdele suresi, 58 / 19”nde
Allah’m gazabına uğramış bir
hizbü’n-nasr a. (j^ll <_>>.)
kavimden söz edüir ve bunlarm
Herhangi bir savaşta zafer
yanlış yolda oldukları vurgula­
kazanılması için okunan
nır; üstelik onların şeytanm et­
“hizb” metinlerine verilen
kisinde kalarak Allah’ı unuttuk­
ad.
ları üzerinde durularak onlar
hizbullab a. (dJÇ5i) [< Ar. hizb + için bu terim kullanılır.
Allah] Allah’ın dinine tâbi olan,
hizmet a. (Lji) [Ar.} tas. Tasavvuf
dini yüceltme ülküsü etrafında
ehli arasmda bir şeyhe veya
birleşen Müslüman gruplar. Bu
tekkede bulunan dervişlere yar­
söz, Kur'ân-ı Kerîm’in. “Mâide
dım etme anlammda kullanıl­
suresi, 5 / 51 - 57” ile “Mücâdele
maktadır.
suresi, 58 / 22”nde “Allah’ı,
Rasulullah’ı ve müminleri seven­ hoca a. (t^lji) [F] (ç. b. hâcegân)
ler, dost edinenler grubu” anla­ Farsça kökenli bu terim, “Sahip,
mında geçmektedir. Bu son ayet­ efendi, iyi eğitim görmüş kimse.”
te ise “Allah onlardan, onlar da anlamında kullanılırken sonra­
Allah’tan razı olmuştur.” sözü bu dan kadılar, imamlar, ticaretle
terimin manevî gücünün bir uğraşanlar da bu ad ile anılıyor­
ifadesi olarak karşımıza çıkmak­ du. Türkçede ise lakap olarak
tadır. Bu terim, 20 yüzyılın baş­ kullanılması Eski Türkiye Türk­
larında Lübnan’da aynı adla ku­ çesi dönemi ile söz konusudur.
rulan bir örgütün ortaya çıkma­ Söz gelişi Hoca Ahmed Yesevî,
sı ile siyasî bir kimlik kazanmış­ Hoca Dehhanî, Hoca Mesud, Ho­
tır. Amaçları, İsrail devletinin ca Sadeddin, Hoca Nasreddin bu
hâkimiyetini ve nüfuzunu kır­ yaygın kullanımlardan birkaçı­
mak, kendi anlayışları çerçeve­ dır. Daha sonra 20. yüzyıl ile bir­
sinde bir İslâm devleti kurmak likte bu söz, özel adlardan sonra
ülküsü etrafmda yoğunlaşmakta kullanılmaya başlanmıştır. Tari­
ve günümüzde de faaliyetini de­ kat büyüklerine ise kelimenin
vam ettirmektedir. çokluk biçimi olan “hâcegân”
sözü uygun bulunmuş; “tari-
hizbuşşeytan a. (jlLüi <_>>.) [<
kat-i hâcegân, hatm-i hâcegân,
Ar. hizb + şeytân] Şeytanm or­
silsile-i hâcegân” terimleri yay­
dusu veya ordulan, şeytana tâbi
gın bir kullanım alanı bulmuş-
Hristiyan 324

tur. Bu terim, Cumhuriyet dö­ inançları, dünya nimetlerini,


neminde âlimler, imamlar, vaiz­ bağışlanmayı, hayırlı işleri sev­
ler, eğitim kurumlarmda da orta mek için kullanılmış; bundan
öğretim öğretmenleri ile üniver­ dolayı da övülmüş ve teşvik
site öğretim üyesi ve yardımcı­ edilmiştir.
ları için de kullanılmaktadır.
hubullah a. (dJi ^) [< Ar. hubb +
Hristiyan öz.a. (jLiu>) [< Yun. Allah] “Allah'ı sevmek, O’nun
khristianos] Hz. îsâ dinine tâbi mağfiretini, rızasını ve yakınlığı­
olanlar; Îsevî, Mesihî, Nasrânîler nı beklemek.” anlammda kullanı­
için kullanılan bir terim. lan bir terim. Bir kimsenin Al­
lah’ı sevmesi için Müslüman
Hristiyanlık a. Hz. İsa’nm pey­
olması, Kur'ân-ı Kerîm’in yo­
gamberi olduğu İlâhî din için
lunda yürümesi, ibadet etmesi,
kullanılan bir terim, İsevîlik,
Hz. Peygamber’e ve O’nun sün­
Mesihîlik, Nasrânîlik. Hristi-
netine uyması, salih ameller
yanlık dininin kutsal kitabı
içinde olması, Allah’tan gelene
“Kitâb-ı Mukaddes” (bk. bu
razı olması, ahret inancına sahip
madde) olup “Ahd-i Atık” (bk.
olması gerekmektedir.
bu madde) ve “Ahd-i Cedîd” (bk.
bu madde) bölümlerinden hubunnebî a. (^l ^) [< Ar.
oluşmaktadır. Temel inançları hubb + Allah] “Peygamber sev­
ve prensipleri itibariyle “dog- gisi.” anlamında olan bu terim,
ma’Tara dayah bu dinin merkezî özellikle son peygamber olan
“kilise”dir ve “Kitâb-ı Mukad- Hz. Muhammed’i sevmesi,
des”in yorumu ile şekillenen bu O’nun sünnetine uyması ve
dogmalar, Hristiyanlık dininin iman etmesini ifade etmektedir.
yapısmı, düzenini ve yayılması­
hüccet a. (oL) [Ar.] bk. hüccet
nı kiliseler kanalıyla halka ile­
tilmektedir. Hucurât suresi a. (^^j^ ol>^)
[< Ar. “Sûretü’l-Hucurât”
hu a. (p) [Ar. üçüncü teklik şahıs
(olj=JI 5^)] Kur'ân-ı
zamiri} (O zamiri) 1. Zikir ve
Kerîm’in kırk dokuzuncu, iniş
mukabelede dervişin Allah adı
sırasma göre yüz altmcı suresi
niyetine tekrar ettiği söz. 2. tas.
olup “Tahrim suresi” (66)nden
Sufîlere göre Allah’ın zatını ifa­
önce ve “Mücâdele suresi”
de eden bir terim.
(58)nden sonra Medine’de azil
hub a. («o.) [< Ar.hubb] Sevgi an­ olmuştur ve on sekiz ayetten
lamında olan bu terim, Kur'ân-ı meydana gelmektedir. Sure adı­
Kerîm’de, Allah’ı, Peygamberi, nı dördüncü ayette geçen ve
aüe bireylerini, inananları, “hücre” sözünün çokluk biçimi
325 hudûdullah

olan “hucurât” (Hz. Peygam- için bk. Sahîh-i Buhârî ve


ber’in dokuz odadan oluşan evi) Tercemesi, C. 10, s. 4454-4465.
tan alır. Surenin nüzul sebebi,
hudûdullah a. (dJbj^) [Ar.] “Al­
Hz. Peygamber’i ziyarete gelen
lah’ın insanlar için ortaya koy­
Temîmoğulları kabilesinden ba­
duğu sınırlar ve kurallar, hüküm­
zı kişilerin saygısızca ve kaba
ler, emir ve yasaklar, farzlar ile
davranışları üzerinedir. Bundan
haram kıldıkları ve helâl olarak
dolayı da İslâmî edep ve ahlâkın
sundukları.” anlammda olan bu
fazileti üzerinde ısrarla durulur.
terim, Kur'ân-ı Kerîm’de dokuz
Hz. Peygamber’in “Hucurât su-
ayette yer almaktadır. Özellikle,
resi”nin tefsiri için bk. Sahîh-i
“Bakara suresi” (2)nin 187.
Buhârî ve Tercemesi, C. 10, s.
ayetinde “hudûdullah” oruçlu
4774-4779.
bir Müslüman için ortaya konan
hudâ a. (ijk) [F.] Allah adı olarak yasaklar ile mubah olanlar anla-
kullanılan Farsça bir terim. tılır. Aynı surenin 229 ve 230.
ayetlerinde bu terim beş defa
hudâvendigâr a. G^j1^) İZİ
tekrar edilerek erkek ve kadınm
Tasavvuf ehli arasmda Hz.
boşanabilme hakkı üzerinde du­
Mevlânâ için kullanılan söz.
rulur ve bunlar “hudûdullah”
Hûd suresi a, üji) [< Ar. (Allah'ın koyduğu sınırlar) ola­
“Sûretü Hûd” (j^ s^)] Kur'ân- rak ifade edilir. “Nisâ suresi”
ı Kerîm’in on birinci, iniş sırası­ (4)nin 12 ve 13. ayetlerinde mi­
na göre elli ikinci suresi olup ras hakkı üzerinde durulur,
“Yûnus suresi” (10)nden önce bunların paylaşım ölçüsü anlatı­
Mekke’de azil olmuştur ve yüz lır. Bu ölçüler, “hudûdullah”
yirmi üç ayetten meydana gel­ (Allah’ın koyduğu sınırlar) ola­
mektedir. Sure adını elli, elli üç, rak nitelenir. “Mücadele sure­
elli sekiz, altmış ve seksen doku­ si” (58) nde bu konu, karılarına
zuncu ayetlerde geçen Hûd pey­ “zihar” (eşlerini anneleri gibi gö­
gamberden almaktadır. Surenin rüp cinsel ilişkiden çekinme) ya-
bütününde peygamber kıssaları panlarm affı için konulan “ke­
anlatılmaktadır. Bu surenin fazi­ faret” (bk. bu madde) üzerine­
leti olarak “Cuma gününde Hûd dir. Bu kefaret de “hudûdullah”
suresini okuyunuz.” mealindeki (Allah’ın koyduğu sınırlar) ola­
hadis gösterilmektedir (bk. rak gösterilmektedir. “Talâk
Kur’an Yolu Türkçe Meal ve suresi” (58) nde ise kadınm bo­
Tefsir, HI, s. 143.). Hz. Peygam­ şanması ve “iddet” (bk. bu mad­
ber’in “Hûd suresi”nin tefsiri de) konusundaki “hudûdullah”
(Allah’ın koyduğu sınırlar) üze-
hudûs 326

rinde durulur. Bunlar, Allah’m (hukûk-ı ibâd veya hukûku’l-


sınırlarının korunması, emir ve ibâd).
yasakları olarak gösterilmiş;
bunlara uyanlar övülmüş veya § tam. hukûk-ı ibâd a. (jU
mükâfatlandırılacaklan müjde­ j^k) bk. hukûku’l-ibâd
lenmiş; uymayanlar ise aşağı­ hukûk-ı şer'iyye a. (4>i
lanmış veya cezalandırılacakları jjîa.) fik. Şer'î hukuk.
ifade edilmiştir.
hukûk-ı te'âmüliyye a.
hudûs a. (djji) [Ar.] Allah’m varlı­ GİUUg jjL.) Örf hukuku.
ğını kanıtlamak amacıyla koz­
molojik delillerden biri için kul­ hukûku’l-ibâd a. GUI j^.)
lanılan kelâm terimi. Kur’ân-ı Günümüzde, “Temel insan
hakları.” kavramı karşılığın­
Kerîm’de yer almayan bu söz,
kelâm bilimi içinde ele alınmış da kullanılmış olan terim. Bu
konuya giren haklarm
ve yorumlanmıştır.
başlıcalarmı şöyle sıralayabi­
hukûk a. (j^) [Ar. hakk’ın ç. b.] 1. liriz: Yaşama hakkı, kanun
İnsanların veya toplumların önünde eşitlik ve savunma
birbirleriyle olan ilişkilerini dü­ hakkı, vatandaşlık hakkı,
zenleyen ve kamu gücü ile des­ mülk edinme hakkı, çalışma
teklenmiş zorlayıcı niteliklere ve ticaret yapma hakkı, eği­
sahip yaptırımlar bütünü için tim ve öğretim hakkı, din ve
kullanılan terim. Bu yapısı üe fikir hürriyeti hakkı, haber
hukuk, bireyin hak ve sorumlu- alma hakkı, seçme ve seçüme
luklarını belirlerken özgür ya­ hakkı, aile hukuku hakkı,
şama biçimini de sağlamaktadır. özel hayatm gizliliği ile do­
Öte yanda da toplumlar arası kunulmazlık hakkı.
ilişkilerde insanlarm özel ya da
genel çıkarlarını korumak, ara­ hukûkullah a. (dlljjk) [Ar.]
larındaki adalet ölçüsünü güç­ “Allah hakları.” anlammda
lendirmek ve düşmanlık unsur- kullanılan bu terim, kulun
larmı ortadan kaldırmak ilkele­ Allah’a karşı sorumlulukları­
rini sağlamaktadır. 2. Dinin, ak­ nı ve yükümlülüklerini ifade
im ve adalet düzeninin tanıdığı etmektedir. Bunlar, Allah’a
yetki, kuvvet ve imtiyazlar için iman ve ibadet, namaz, oruç,
kullanılan terim. Bu bağlamda hac olarak gösterilirlerken,
ise söz konusu olan iki önemli yasaklar olarak da zina, içki,
unsur vardır: Allah hakkı kumar, nankörlük ve Allah’a
(hukûkullah) ve kul hakkı şirk koşma gibi eylem ve
327 hulefâ-yı râşidîn

davranışlara işaret edilmiş­ Ömer’in neşesinde şeriat, Hz.


tir. Bunlara uyanlar övülmüş Osman’ın neşesinde tarikat,
veya mükâfatlandırılacaklar! Hz. Ali’nin neşesinde hakika­
müjdelenmiş; uymayanlar ise ti görme anlammda terim.
aşağılanmış veya cezalandırı­ hulefâ-yı râşidîn ç.a. (j^ij
lacakları ifade edilmiştir. ^HU.) Dört halife (Hz.
huld a. (jü.) [âr] Sözlük anlamı, Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Os­
“Uzun zaman kalmak, devam man, Hz. Ali). Hz. Peygam-
etmek.” olan bu söz, bir şeyin ber’den sonra halifelik göre­
değişmemesi ve bozulmaması ya vini yürüten bu dört seçkin
kimse için Sünnî Müslüman­
da değişmenin uzun zaman son­
ların kullandığı bir terim. Bu
ra gerçekleşmesi yanında cennet
söz, Peygamber’in uzun bir
ve ahreti ifade eden bir Kur’ân
hadisine dayandırılmaktadır.
terimi olarak kaynaklarda yer
Burada Rasul-i Ekrem, “Her­
almaktadır. Kur'ân-ı Kerîm’de
hangi bir ihtilâfla karşılaştı-
seksen yedi yerde geçmektedir
ğınızda size düşen görev, be­
(M.F.Abdülbakî, el-Mu'cem, “hld”
nim sünnetime ve hulefâ-yı
maddesi). Bunlardan otuz yedi râşidînin sünnetine uymak­
ayette cennet ehli, kırk sekiz tır.” (İbn Mâce, “Mukaddi­
ayette cehennem ehli için kulla­ me”, 6; Tirmîzî, “İlim”, 16;
nılmıştır. Hadis rivayetlerinde Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 5) de­
de bu terim, aynı anlamlarda miştir. Burada geçen “hulefâ-
kullanılmıştır” (bk. (Wensinck, yı râşidîn” sözünü, ilk dört
el-Mu'cem, “hld” maddesi). halife olarak kabul edenler
hulefâ ç.a. (dil) [Ar.halîfe’nin ç. &.] olduğu gibi, buna öteki Müs­
“Bir yerden ayrılanın yerine ge­ lüman imamların da dahil
çen kimse.” anlamma gelen edilmesini savunan ulemâ da
“halîfe”nin çokluk biçimi olan olmuştur. Nitekim bunlardan
bu söz, Hz. Peygamber’in ölü­ bazıları Emevî halifesi Ömer
münden sonra İslâmın koruyu­ b. Abdülaziz’e bundan dolayı
cusu ve dinî lideri olan kimseler “beşinci râşid hâlife” unva­
için kullanılan bir terimdir, çâr- nını uygun bulmuşlardır.
yâr (bk. bu madde). Buna benzer savunulan hü­
kümlere karşın Sünnî İslâm
§ tam. hulefâ-i erba'a ç.a. dünyasmda “dört halife” ve­
GuuJ SUK) tas. Tasavvuf ehli ya “dört seçkin dost” terim­
arasında, Hz. Ebû Bekir’in leri yaygınlaşmış ve halifelik
neşesinde marifet, Hz. dört sayısı ile sınırh tutul-
hulefâ-i selâse 328

muştur. Bunlara Farsça, “çâr- mevki ve şöhret tutkusundan


yâr-ı güzîn” (bk. bu madde) sıyrılarak tevazu içre yaşamaya,
de denilmiştir. yoksullara yardım peşinde koş­
maya kendisini adamış kimseler
hulefâ-i selâse ç.a. (^
için kullanılan bir tasavvuf te­
f(ilk) tas. Tasavvuf ehli ara­
rimi.
smda, Hz. Ömer’in hançer ile,
Hz. Osman’ın katilen ve Hz. humus a. f^^) [Ar.] Sözlük anla­
Ali’nin ok ile şehadetinin ifa­ mı, “Beşte bir.” olan bu söz, İs­
desi olan terim. lâm hukukunda savaş veya baş­
ka yollarla elde edilen ganimet
hulûl a. QjL) [Ar.] Sözlük anlamı,
mallarmdan beşte birlik paym
“Bir şeyi çözümlemek, bir yere
devlet hâzinesine ayrılması için
yerleşmek.” olan bu söz, iki cis­
kullanılan fıkıh terimi. İlk defa
min birleşmesi, varlıkla onun
Hz. Peygamber döneminde Be­
özü arasındaki münasebet, bir
dir zaferinden sonra gündeme
şeyin varhğmın bir başkasının
gelen ve Kur'ân-ı Kerîm’in
varlığıyla aynı olması gibi ta­
“Enfâl suresi” (8)nin bu sırada
nımlamaları yanmda, İlâhî zatın
inmiş olmasmm; ayrıca “enfâl”
veya sıfatların yaratıklardan bi­
sözünün humus ve teşvik ödülü
rine veya bütününe sirayet edip
anlamına gelmiş olmasmm di­
onlarla birleşmesini ifade edilen
nen uygun bulunduğu fıkıh
kelâm terimi.
âlimlerince ifade edilmiştir. Adı
§ tam. hulûl-i civârî a. {^y^. geçen surede belirtilen taksim
Jjk) tas. Yanı başında bu­ miktarı ve kamu yararına sarf
lunma anlamında tasvvufî edilmek üzere devlet tarafından
terim. tahsil edilmesi bakımından
“humus”, tıpkı “zekât” (bk. bu
hulûl-i sereyânî a. (^L^ madde) ve “fey” (bk. bu madde)
Jjk) tas. Ateşin kömüre gibi devlet gelirlerinden biri sa­
uzanması anlamında tasvvufî yılmıştır. Yine aynı surenin 41.
terim. ayetinde “humus”un Allah’a,
hulûl-i ta'allukî a. (^ Peygamber’e ve onun yakm ak­
jyk) tas. Ruhun bedene gir­ rabasına, yetimlere, yolculara,
mesi anlamında tasvvufî te­ yoksullara dağıtılması da salık
rim verilmektedir. Hz. Peygamber’in
vefatından sonra “humus”un
hulûliyye a. (djk) [Ar.] bk. hulûl
taksimi konusunda hem mez­
humûl a. (Jj^) [Ar.] tas. Dünya hepler, hem de İslâm âlimleri
malmdan, mülkünden, makam, arasmda çok farklı görüşler ileri
329 hurûf-ı mukatta'a

sürülmüştür. Buhârî, “humus” “hûrî” tasvirlerine rastlanmak-


konusunu kitabının “Kitâbu’l- tadır.
Humus” başlıklı bölümünde Hz.
hurûf a. Mjo>.) [Ar. harfin ç. b.]
Peygamber’in hadislerine daya­
Harflerin yazılış biçimleri ile
narak etraflıca incelemiştir
rakamlar arasmda münasebet
(Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C.
kurarak tabiat olaylannı etkile­
6, s. 2878-2940).
me gücünün bulunduğunu sa­
hurâfe a. (<i l>) [< Ar.haref] Sözlük vunan ve bu güç doğrultusunda
anlamı, “Akla ve gerçeğe aykırı gaipten haberler verme yolunu
düşen aldatıcı söz.” olan bu te­ deneyen bir bilim dah için kul­
rim, mantıkî temelden yoksun lanılan terim.
düşünceleri ve uygulamalan di­
§ tam. hurûf-ı mukatta'a a.
nî değerler çerçevesinde göste­
(üLl Jj^) [Ar.] Kur'ân-ı
rip onlarm benimsenmesini sa­
Kerîm’in yirmi dokuz sure­
vunan batıl inanç ve uygulama­
sinin başmda bulunan ve
lar için kullanılmıştır. Bu söz, ne
kendi adlarıyla söylenen
Kur'ân’da ne de hadislerde de­
harfler. Arap alfabesindeki
taylı söz konusu değildir; ancak
on dört harf (^ ,» ,j ^ J ,J , j
çoklukla kelâm bilginleri tara­
(J ,c .1) için kul­
findan ele alınmıştır. Bundan
lanılan “hurûf-ı mukat-
dolayı da her iki İslâmî temel
ta'a”nm, üçü tek, dördü iki,
kaynakta yer almayan bu batıl
üçü üç, ikisi dört, ikisi de beş
inanç dinen reddedilmiştir.
harften oluşmaktadır ve
hûrî a. ^J [Ar.] Cennette var Kur'ân’ın isimleri olarak ni­
oldukları ifade edilen güzel ka­ telenmektedir. Ayrıca bu
dınlar için kullanılan bir terim. harflerden bazıları Allah’ın
Kur'ân-ı Kerîm’de “hûr” sözü bazıları da başka varlıklarm
dört ayette yer almaktadır. Bun­ kısaltması olarak gösteril­
lardan üçü “Duhan suresi” (441 mektedir.
54), “Tûr suresi” (52 / 20),
“hurûf-ı mukatta'a”nm al­
“Vâkı'a suresi” (56 / 22) nde “iri
fabetik listesi şöyle:
kara gözlü (güzel kadın) ” anla­
mında olup öteki de “Rahmân 1. Elif-lâm-mim
suresi” (55 / 72) nde “Çadırlar jJI Bakara suresi, 2
içinde gözlerini yalnızca kocala­ 2. Elif-lâm-mim
rına çevirmiş huriler.” biçiminde (JI Âl-i imrân suresi, 3
geçmektedir. Ayrıca yine 3. Elif-lâm-mim
Kur'ân’da değişik ayetlerde (dİ Ankebût suresi, 29
hurûfîlik 330

4. Elif-lâm-mim 23. Nun


jJI Rûm suresi, 30 j Kalem suresi, 68
5. Elif-lâm-mim 24. Sad
jJI Lokman suresi, 31 ^ Sad suresi, 38
6. Elif-lâm-mim 25. Ta-ha
(Jl Secde suresi, 32 <1= Taha suresi, 20
7. Elif-lâm-mim-ra 26. Ta-sin
jJI Ra'd suresi, 13 ^ Nemi suresi, 27
8. Elif-lâm-mim-sad 27. Ta-sin-mim
^1 A'râf suresi, 7 ^ Şu'arâ suresi, 26
9. Elif-lâm-ra 28. Ta-sin-mim
Jl Yûnus suresi, 10 ^ Kasas suresi, 28
10. Elif-lâm-ra 29. Yâsin
Jl Hûd suresi, 11 ^ Yâsin suresi, 36
11. Elif-lâm-ra
hurûfîlik a. Fazlullah Hurûfî (öl.
Jl Yûsuf suresi, 12
796 / 1394)nin kurduğu ve harf­
12. Elif-lâm-ra
lerin gizli sırlanna dayanan
Jl İbrâhîm suresi, 14
batini bir inanç sistemi. Kur’ân-
13. Elif-lâm-ra
ı Kerîm’de geçen bütün “fazl”
Jl Hicr suresi, 15
sözleriyle Fazlullah’m kastedil­
14. Ha-mim
diğine ve onu Allah’ın zuhuru
^ Mü'min suresi, 40
şeklinde görmeye inanan bu dü­
15. Ha-mim
şünce sisteminin ana kitabı yine
^ Fussılet suresi, 41
Fazlullah’m kaleme aldığı
16. Ha-mim
Câvidân-nâme olup bu eseri
^ Zuhruf suresi, 43
İlâhî kitap olarak kabul eden
17. Ha-mim
hurûfîlik, İran’dan sonra Anado­
^ Duhan suresi, 44
lu’da da Fazlullah’m damadı Ali
18. Ha-mim
el-A'lâ vasıtasıyla yayılmıştır.
^ Câsiye suresi, 45
19. Ha-mim husûf namazı a. Ay tutulması üze­
^ Ahkâf suresi, 46 rine kılman iki veya dört rekât
20. Ha-mim-ayn-sin-kaf j^ namaz için kullanılan bir terim.
^ Şûrâ suresi, 42 huşû a. (^jü) [Ar.] tas. Tasvvuf
21. Kaf dünyasmda bütün canlı organ­
j Kaf suresi, 50 larım hareketsiz bir tarzda dış
22. Kaf-he-ye-ayn-sad dünyaya kapatarak kendi ruh
^^4 Meryem suresi, 19 dünyasına dalma hâli.
331 hüccet-i zahriyye

hutâme a. (^Lki) [Ar.] Cehennemin kendi nefsinden uzaklaşarak


kızgın ve ateşten yakıcı olan be­ Hak ile bütünleşmek.
şinci katı. Bu terim, Kur'ân-ı
hüccet a. (aaa) [< Ar. hacc] (ç. b.
Kerîm’in “Humeze suresi”
hicâc, hücec) 1. Sözlük anlamı,
(104)nin 5. ayetinde geçmekte­
“Delil, belge, senet.” olan bu söz,
dir.
bir hükmün doğruluğunu kanıt­
hutbe a. (■uU) [Ar.] 1. Sözlük anla­ lamak amacıyla ileri sürülen de­
mı, “Bir topluluk önünde yapılan lil. 2. Şi'â dünyasmda yetkin ve
etkili konuşma.” olan bu terim, uzmanlaşmış bilim adamlarına
Cuma ve bayram namazları sı- verilen unvan. 3. Hadis bilimin­
rasmda hutbe denilen yüksekçe de, üç yüz bin veya sekiz yüz bin
yerden imamm verdiği öğüt ve hadisi bilen kimse. 4. Hadis bi­
okuduğu dua için kullanılmak­ liminde, en üst mertebeye ulaş­
tadır. Bu söz Kur'ân-ı Kerîm’de mış hadis âlimi için kullanılan
geçmemekle birlikte pek çok terim, eşanlamlısı: “hâkim,
hadiste dile getirilmiştir hâfız, imâm, muhaddis” (Jbk. bu
(Wensinck, el-Mu'cem, “htb” maddeler).
maddesi). Cuma hutbesinin na­
mazdan önce okunması ve farz § tam. hüccet-i dâfi'a a.
olarak kabul edilmesi söz konu­ (<*Âb oşa) huk. Bir sorunu is­
su iken bayram hutbelerinin pata delil olmayıp talep ve
namazdan sonra okunması ve iddiayı ortadan kaldırmaya
sünnet olarak değerlendirilmesi delil olan hüccet.
yaygın inançtır. 2. Hz. Peygam­ hüccet-i kâsıra a. G^ü
berin ölümünden sonra halife­ cm.) huk. Şahsa bağlı olan
liğin benimsenmesi üzerine si­ veya şahıs ile smırlı olan
yasî nitelik kazanmış ve her ha­ hüccet.
life devletin hâkimiyetinin sem­
bolü olarak halka hutbe okun­ hüccet-i müsbite a. (<cû1<>
ması geleneğini başlatmış; bu oa^) huk. Şehadet gibi ispatta
gelenek Osmanh devletinin son delil olan hüccet.
dönemlerine kadar sürmüştür. hüccet-i müte'addiyye a.
huzûr ol (j^) [Ar.] tas. Sufîlikte (<ıjsüa o^a») huk. Hükmü sa­
halk ile irtibatını kesmiş olan sa- dece taraflarla sınırlı olma­
likin Allah’ı kalbinde bulması. yıp dava ile ilgili başka kişile­
ri de kapsayan hüccet.
§ tam. huzûr-ı hak a. (ja. j hüccet-i zahriyye a. (^
j.aQ tas. Tasavvuf yolunda
cm.) huk. Başmda veya bel-
hüccetü’l-lslâm 332

genin arkasında sebebi yazılı Feridüddin-i Attâr’ın Mantıku’t-


olan hükmün tasdikli sureti­ tayr adh mesnevisinde “akl”ı
ni gösteren delil. temsil etmektedir.
hüccetü’l-İslâm a. Ç^ı hükmen merfû a. (^ lk4 [Ar.]
caa) 1. İslâm dininin en yet­ Hadis biliminde, Hz. Peygam-
kin bilim adamı. 2. İmam ber’e isnat edilmediği hâlde
Gazali. “merfû” (.bk. bu madde) olduğu­
hücre a. (*[âr.] (ç. b. hücerât, na kanaat getirilen hadis.
hücürât, hücrât) tas. Sözlük an­ hükümet a. (c-j^) [Ar.] Sözlük
lamı, "Küçük oda, odacık.” anla­ anlamı, ”Hüküm ve karar ver­
mmda olan bu söz, tasavvuf mek, adaletle hükmetmek.” an­
dünyasında tekkelerde veya çi- lamında olan bu söz, zaman
lehanelerde dedelere ayrılmış içinde idari ve siyasî bir nitelik
odaların her biri için kullanılan kazanarak yönetme tarzı veya
bir terim. biçimi için kullanılan bir terim
olarak ön plana çıkmıştır.
§ tam. hücre-i sa'âdet a.
(*jLu« »j^) Hz. Muham- § tam. hükûmet-i adi a. (Jjc
med’in defnedildiği Hz. c«£a.) huk. İslâm ceza huku­
Âişe’nin odası. kunda ağır bir eyleme maruz
hüdâ a. (^ja) [Ar.] “Hidâyet rehbe­ kalmış kimseye ödenmek
ri.” anlammda Kur'ân-ı Kerîm üzere bedeli hâkim tarafm-
için kullanılan ve O’nun adla- dan belirlenen tazminat için
rmdan biri. “Bakara suresi” kullanılan terim.
(2)nin 2., 97. ve 185. ayetlerinde hüküm, -kmü a. (^ [Ar.] (ç. b.
"... hidâyetin ta kendisi...” ahkâm) 1. Sözlük anlamı, “Dü­
anlanmda Kur'ân için kullanıl­ zeltmek, düzenlemek, karar ver­
mıştır. mek.” olan bu söz, kelâm, man­
hüdhüd a. (aa) [Ar.] (ç. b. tık ve fıkıh bilimlerinde yaygın
hedâhid) Çavuşkuşu, ibibik; olarak kullanılan bir terimdir.
Kur'ân-ı Kerîm’de “Nemi sure­ Kur'ân-ı Kerîm’de “Yargılama,
si, 27”nin 20-24. ayetlerinde adı karar verme.” anlamında otuz
geçen ve Süleyman kıssası çer­ iki yerde geçen bu söz, türevle­
çevesinde Süleyman Peygamber riyle beraber çok daha yaygm
ile Seba Melikesi Belkıs arasında bir kullanım özelliği gösterir
haber getirip götüren kuş. Ayrı­ (M.F. Abdülbakî, el-Mu'cem,
ca bu terim, İslâmî edebiyatın “hkm” maddesi). Aynı tarzda
önemli eserlerinden olan hadis mecmualarmda da çok sık
333 HUmeze suresi

geçen bu terim, özellikle hüküm yönetimi, yani “mülk” (bk. bu


verme mertebesinde olan kimse­ madde) için kullanılmıştır.
lerin Allah’tan korkmaları ve hülle a. (<L) [Ar.] İslâm hukukun­
öfke durumunda hüküm ver­ da üç talak ile boşanmış bir ka-
mekten kaçınmaları tavsiye dmın ayrıldığı kocasına tekrar
edilmiştir. Buhârî, bu konuyu ki- dönebilmesi amacıyla bir başka
tabmm “Kitâbu’l-Ahkâm” baş- erkekle evlenmesi için kullanı­
hkh bölümünde Hz. Peygam­ lan bir terim. Bu durumun, ge­
ber’in hadislerine dayanarak et­ rek İslâm öncesinde gerekse İs-
raflıca incelemiştir (Sahîh-i lâm’m ilk yıllannda erkeklerce
Buhârî ve Tercemesi, C. 15, s. fazlaca istismar edilmesi üzeri­
6985-7078). 2. flk. Bu terim, İs­ ne “Bakara suresi” (2 / 229-230)
lâm hukukunda devlet idaresini ndeki ayetlerin inmesi söz ko­
ve siyasî otoriteyi ifade ederken nusudur. Bu ayetlere göre erke­
muhakeme usul hukukunda da ğin boşanma hakkı üçle smır-
mahkeme kararı için kullanıl­ landırılmış ve üçüncü boşan­
mıştır. madan sonra kadmm başka bir
erkekle yeni bir evlilik yapma­
§ tam. hükm-i gıyâbî a. (^Li dıkça ve bu evlilik sona erme­
^) Bir davada sanığının gı- dikçe önceki boşandığı kocasıyla
yabmda verilen karar anla­ yeniden evlenemeyeceği hükme
mmda terim. bağlanmıştır. İslâm toplumunda
hükm-i red a. Cj ^) Mira- “hülle” hukukunun değişik
sm kabul edilmemesi anla­ mezhepler, dönemler ve bölge­
mmda terim. lerde farklı uygulamalar çerçe­
vesinde gerçekleştiği de bu ko­
hükm-i temerrüdî a. (^j^ nuda yapılan araştırmalarda
^) Bir davada sanığınm tespit edilmiştir.
mahkemeye gelmemekte di­
Hümeze suresi a. (^j^ 4>) [<
renmesi durumunda ve yok­
Ar. “Sûretü’l-Hümeze” ( 55^1 Sj
luğunda verilen ceza.
>•)] Kur’ân-ı Kerîm’in yüz dör­
hükm-i şerîf a. (Uu^ ^) bk. düncü, iniş sırasma göre otuz
fermân ikinci suresi olup “Kıyamet su­
hükm-i vicâhî a. (^Lj ^) resi” (75)nden sonra ve
Bir davada sanığmm yüzüne “Mürselât suresi” (77)nden ön­
karşı verilen ve okunan ka­ ce Mekke’de nazil olmuştur ve
rar anlammda terim. dokuz ayetten meydana gelmek­
tedir. Adını baş taraftaki “Başka­
hükümranlık a. Allah için söz ko­
larını arkadan çekiştirip kötüle-
nusu olduğunda, bütün evrenin
hünkâr müezzini 334

meyi huy edinen kimse.” anla­ § tam. hürmet-i galîza a.


mındaki “hümeze” sözünden (<ıkdi. o-^) Üç talak ile (“üç­
alan bu kısa sure, dinî-ahlâkî bir ten dokuza şart olsun” de­
öğüt niteliğini taşımaktadır. mekle) oluşan haram.
hünkâr müezzini a. Osmanlı sa- hürmet-i hafîfe a. («Okk
raymda görev yapan padişah c->x) Bir veya iki talak üe
müezzinleri için kullanılan bir oluşan haram.
terim.
hürmet-i musâhere a.
hünsâ a. İJ^ [Ar.] ftk. İslâm hu­ (4j*Lm caja) Evlüik müna­
kukunda doğuştan çift cinsiyetli, sebetiyle oluşan akrabalıktan
yani hem erkeklik hem de dişilik doğan haramlığı ifade eden
organına sahip veya cinsiyeti be­ terim. İslâm inancına göre,
lirsiz kimse. evlilikten doğan akrabalık
sebebiyle kendileri ile evle-
§ tam. hünsâ-yı gayr-ı nilmesi yasak olan kimseler
müşkil a. (Js.^ ^ J^) Çift iki gruba ayrılmıştır. Birinci
cinsiyete sahip olan bir kim­ grupta kendileriyle ebediyen
senin, biri diğerine baskın bir evlenilmesi yasak olanlar
cinsiyet özelliği göstermesi, girmektedir. Bunlar, üvey
yani erkek veya kadın vasfı- anne, üvey nineler, gelinler,
nm ön plana çıkması ya da kaym valideler, üvey kızlar,
ağır basması durumu için eşin torunları olarak belir­
kullanılan bir terim. lenmiştir. İkinci grupta ise
hünsâ-yı müşkil a. (JLi« evliliğin geçici olarak yasak­
Jı^.) Çift cinsiyete sahip olan landığı kimseler sayılmakta­
bir kimsenin, cinsiyet özelli­ dır. Bunlar ise teyze, hala, eş­
ğinin kolayca anlaşılamayan, lerin kardeşleri, yeğenler
yani erkek veya kadın vasfı­ olarak gösterilmektedir. Eşler
nın belirgin bir biçimde tes­ birbirinden ayrılmadıkça ve­
pit edilemeyen ya da erkeklik ya ölüm hâli olmadıkça bu
veya dişilik organlarmdan kimseler ile evlenmek veya
hiç birini taşımayan kimseler nikâh kıymak haram sayıl­
için kullanılan bir terim. mıştır.

hürmet a. 1^) [Ar.] “Haram ol­ Hüseyniyye (I) a. (û^) [Ar.] Şî’a
ma, haramlık.” anlammda kul­ grubunun muharrem aymda
lanılan terim. toplu matem törenlerini yaptık­
ları yer.
335 hüzün

Hüseyniyye (II) a. (ûu^) [Ar.] hüve hüve a. (^ >û [Ar.] (O odur, o


İslâmî bilimler alanında 9. yüz­ kendisidir.) Varlık ve mevcedat
yılda Hüseyin b. Muhammed en- için kullanılan kelâm terimi.
Neccâr (öl. 230 / 845) tarafından
hüvelbâkî a. (^(Jy) [< Ar. hüve +
kurulan kelâm ekolü için kulla­
bâlâ] “Ebedî olan O’dur, ölümsüz
nılan terim, bk. Neccâriyye
olan Allah'tır.” anlamında olan
hüsrân a. (jlj^) [< Ar. hasr] ve Osmanlı mezar taşlarında ki­
Kur'ân ve hadislerde, dünya ve tabenin başma konulan yazı.
âhiret mutluluğundan mahrum
hüviyet a. (4>a) l< Ar. hüve] Ken­
olma. Bu söz, Kur'ân-ı Kerîm’de
di başma varlığını koruyan ve
türevleriyle birlikte altmış beş
başkalarından ayrılan, varlık
ayette yer almaktadır (M.F.
dünyasında birim ve şahsiyet
Abdülbakî, el-Mu'cem, “hkm”
olarak kendi kimliğini taşıyan
maddesi).
nesne veya şahıs için kullanılan
hüsün, -snü a. (>^) [Ar.] (ç. b. kelâm terimi.
mehâsin) “Güzellik” anlammda-
hüzün a. (j>) [< Ar. hüzn] tas.
ki bu söz, başka kelime veya
İnsanm maddî veya manevî ka­
terkiplerle birlikte yeni terimler
yıplarından veya eksikliklerin­
oluşturur.
den dolayı duydukları derin acı
§ tam. hüsn-i hatime a. (^L ve üzüntü için kullanılan bir ta­
j^) İslâmî inanca göre, bu savvuf terimi. Kur'ân-ı
dünyadan iyi amellerle gö­ Kerîm’de iki yerde “hüzn”, üç
çüp gitme anlammda kelâm yerde de “hazen” biçimleriyle
terimi. geçen bu söz, ayrıca pek çok
ayette de türevleriyle kullanıl­
hüsn-i zann a. (^ j^.) Bir mıştır (M.F. Abdülbakî, el-
kimse hakkında iyi kanaat Mu'cem, “hzn” maddesi). Tasav­
taşımak. vufta, özellikle de Hasan-ı Basrî
hüsün ve kubuh a. Manevî güzellik önderliğinde Basra’da oluşan
ve çirkinlik, iyilik ve kötülük, zühd okulunda ise bu terim,
âhiret hayatı bakımmdan fayda “havf’ ve “bükâ” kavramlarıyla
ve zarar için kullanılan kelâm eşdeğerde görülmüştür.
terimi.
başka yerinde daha öz ve veciz
ıklâb a. C-^l) [< Ar. kalb] Sözlük
bir biçimde ifade edilmesini an­
anlamı, “döndürmek, çevirmek.”
latır.
olan bu terim, Kur’ân-ı
Kerîm’in “tecvîd” (bk. bu mad­ ırâfe a. («ul_>«.) [Ar.] Olaylar arasm-
de) üzre okunması için “be” (._,) daki ilişki ve benzerliklerden
harfinden önce gelen “sâkin hareket ederek gelecek ile ilgili
nun” Q veya “tenvin” ( ^ in kehanette bulunmak anlammda
“mim” (^J gibi okunmasmı ifade kelâm terimi.
eder. Söz gelişi, “j»j >” sözünün,
“min ba'd” değil, “mimba'd” bi­ ırz a. (jAjc.) [Ar.] (ç. b. a'râz) Sözlük
çiminde okunması; “jj-aj £“■“” anlamı, “Kişinin bedeni, ruhu,
sözünün, “semî'un basîr” değil, övgüye değer yaratılışı ve soyu
“semî'umbasîr” biçiminde sopu.” olan bu söz, İnsanî değer­
okunması gibi. leri ön plana alan, ona toplum
içinde onur ve saygınlık kazan­
ıktisâr a. (jLsiil) [Ar.] Hadis bili­ dıran, bundan dolayı her türlü
minde, hadisleri düzenlerken tecavüz karşısmda onun doku­
duruma göre bir kısmmı bırakıp nulmazlığı bulunan kişilik hak-
kalan kısmmı rivayet etme işi. larmı ifade eden bir terim.
ıktisâs a. (jaLaül) [Ar.] ed. İslâmî Kur’ân-ı Kerîm’de bu terim
edebiyatta, herhangi bir ayette geçmemekle birlikte insanın
ayrıntılı olarak ele alman ve öteki varlıklara göre daha şerefli
açıklanan bu terim, bir haber ya olduğunu ifade eden ibareler
da bir hikâyenin Kur’ân’ın bir vardır (bk. İsra suresi, 17 / 70).
ıskat 338

Ayrıca Hz. Peygamber ise “Vedâ ıskât-ı salât a. (oil^ Lll^l)


hutbesinde Müslümanların “Namaz borcunun düşürül­
mallarmın ve ırzlarınm haram mesi.” anlamındaki bu terim,
kılındığmı (dokunulmaz oldu­ Kur’ân-ı Kerîm’de ve sün­
ğunu) özellikle vurgulamıştır nette yer almamakla birlikte
(bk. Buharî, “İlim”, 9). Ayrıca İs­ bazı fıkıh bilginleri, oruç
lâmî inançta ırza kastedilen sal­ ibadetindeki fidye hükmünü
dırılar kul hakkına tecavüz sa­ örnek alarak namaz borcu­
yılmıştır. nun da bir kimsenin ölü­
ıskat a. (LtLJ) [< Ar. sükût] huk. münden sonra yoksul kimse­
İslâm hukukunda bir hak veya lere fidye ödenerek düşü­
mükellefiyetten kendi rızası ile rülmesinin mümkün olabile­
uzak kalma, ondan sorumlu ol­ ceğini ifade etmişlerdir.
mama durumu. ıskât akçası a. Ölünün farz, vacip
ve sair kalmış borçları için veri­
§ tam. ıskât-ı cenîn a. (j^iş.
len sadaka.
LliuJ) huk. Anne rahminde
döllenme gerçekleştikten ıskat ve devir a. Bir Müslüman’m
sonra oluşan ceninin dış etki­ sağlığında yerine getiremediği
ler veya bilerek müdahale namaz, oruç, hac, kurban, adak
sonucu düşürülmesi için kul­ gibi ibadetlerinin vefatından
lanılan terim. Dış etkiler veya sonra yoksul kimselere fidye
darp edilerek ceninin düşü­ ödenerek düşürülmesi ve bu
rülmesi cinayet olarak değer­ maksatla ayrılan paranın yeterli
lendirilmiş ve bunun karşıh- olmaması durumunda onun te­
ğında “gurre” (bk. bu madde) mini için kullanılan bir terim.
adı verilen bir tazminatm Kur'ân-ı Kerîm’de tutulamayan
ödenmesi hükme bağlanmış­ oruç ibadeti için fidye verilmesi
tır. Anne ve babanın rızasıyla konusu “Bakara suresi” (2 /
düşürülen cenin işlemine de 184) nde açıkça ifade edilmekte­
“kürtaj” denilmiş ve İslâm dir.
bilginleri bu işlemin haram
olduğunda fikir birliği içinde ıslâh a. (^ıul) [Ar.] (ç. b. ıslâhât)
olmuşlardır; ancak tıbbî ba­ İslâmî değerleri, inanç ve yaşa­
kımdan sorunlu olan ve anne ma biçimlerini yeniden oluş­
hayatınm tehlike arzetmesi turmayı, ona yeni bir düzen
durumunda ise bu işlem, ya­ vermeyi amaçlayan düşünce ve
ni kürtajın yapılması caiz gö­ eylemler.
rülmüştür.
339 ıtk-ı müneccez

§ tam. ıslâhu’l-hadîs a. ı'tâk-ı sarih a. (^uj^^ jtiil) ftk.


(iuaJl ^jUl) Hadis bilimin­ Belli bir niyetle bir kölenin
de, ravîlerden kaynaklanan azat edilmesi.
bir hatayı düzeltme işi.
ı'tâk-ı vâcib a. (^.1j jtl) ftk.
ıslâhu’l-hatâ a. (IkJl ^ıLal) Yeminden, oruçtan ve benze­
Hadis biliminde, ravîlerin ri kefaretten dolayı bir köle­
zaman içinde yapmış olduk­ nin azat edilmesi.
ları yanlışları düzeltme işi.
ıtk a. (jk) [Ar.] ftk. İslâm hukukun­
ıstılâh a. (^ılk^l) [Ar.] Bir sözün da kölenin azat edilmesi karşılı­
kendi öz anlamından farklı özel ğında kullanılan bir fıkıh terimi;
bir anlamda kullanılması ve te- bk. köle
rimleşmiş olması durumu.
istilâm a. Çılk^l) [< Ar. salm] tas. § tam. ıtk-ı cüz a. G> jk) ftk.
Tasavvuf ehli arasında üâhî Bir kölenin bir yönünü azat
tecellînin etkisi altmda sufînin etme.
kendinden geçmesi. ıtk-ı kül a. ( JS jk) ftk. Bir kö­
ıstınâ a. (^LU>l) [Ar.] tas. Tasavvuf leyi tamamen azat etme.
inancma göre Allah’ın bir kulu ıtk-ı mu'allak a. (jL jk) ftk.
kendisine yakın görmesini, onu Bir köleyi belli bir şarta bağlı
dost edinmesi. olarak azat etme.
ı'tâk a. (jlil) [Ar.] fık. İslâm huku­ ıtk-ı muzâf a. (jLk. jk) ftk.
kunda kölenin azat edilmesi. Bir köleyi belli bir zamana
§ tam. ı'tâk-ı cebrî a. (^^ bağh olarak azat etme.
jttl) ftk. Efendisinin rızasına ıtk-ı mübhem a. (^ jk) ftk.
bakılmaksızın hâkimim ka­ Belli bir köleyi değil de bir­
rarıyla bir kölenin azat edil­ kaçını birden azat etme.
mesi.
ıtk-ı müşterek a. (dji^ jk)
ı'tâk-ı mahzûr a. (^3^ jlkl) ftk. İki veya daha fazla efen­
ftk. Garımeşru bir amaçla bir disi olan bir köleyi belli bir
kölenin azat edilmesi. şarta bağlı kalmaksızm der­
ı'tâk-ı mendûb a. (^ku jlkl) hal azat etme.
ftk. Allah rızası için bir köle­ ıtk-ı müneccez a. (>k jk)
nin azat edilmesi. ftk. Bir köleyi belli bir şarta
ı'tâk-ı mubâh a. (^Lytkl) bağh kalmaksızm derhal azat
ftk. Bir niyet olmaksızın bir etme.
kölenin azat edilmesi.
ıtk-nâme 340

ıtk-nâme a. (^ük) [Ar.] Azat edi­ lydıyye a. (^1 [Ar.] bk.


len kölenin fizikî yapısmı, dinî bayramiyye
ve etnik durumunu, azat tarihi­
ıztıbâ a. (^Lkâl) [Ar.] Hac ibadeti
ni ve azat edilme şartlarını içe­
sırasmda, ihramlı olarak tavaf
ren ve “azatlık kâğıdı” olarak
yaparken sağ omzun açık bıra-
da adlandırılan belge.
kılmasmı ifade eden bir terim.
lyâl a. (JU) [Ar.] Bir kimsenin
ıztırâb ol. Çljkâl) [Ar.] Hadis bili­
bakmakla yükümlü bulunduğu
minde, rivayet edilecek hadisle­
eşi, çocukları, anne ve babasm-
rin birbirlerine eşit durumda
dan oluşan aile bütünlüğü için
olmalarından dolayı tercihte sı­
kullanılan bir terim.
kıntı yaratması.
lyd a. (jjc.) [Ar.] (ç. b. a'yâd) Bay­
ram. bk. îd
lâm’ın beş şartmdan oluşan
i'âde a. GüLI) [Ar.] fık. Sözlük an­
namaz, oruç, zekât, hac ya­
lamı, “Eski durumuna getirme,
nmda kurban kesme, Kur'ân
tekrarlama.” olan bu söz, İslâmî
okuma, dua etme, hayır işle­
inanç çerçevesinde bir ibadetin
rinde bulunma gibi düzenli
eksik yerine getirilmesinden do­
ibadetlere verilen ad.
layı yeniden eda edilmesi anla­
mında bir fıkıh terimi. ibâdet a. (cjL) [Ar.] (ç. b. ibâdât)
Sözlük anlamı, “İtaat, kulluk, al­
i'âre a. GjLl) [Ar.] Hadis biliminde,
çak gönüllülük, tapma.” olan bu
bir kimsenin hadis okuması ve­
terim, insanm Allah’a saygı, sev­
ya kopye etmesi amasıyla bir
gi ve bağlılığını ifade etmek,
başkasına kitaplarından bazıla­
O’nun hoşnutluğunu kazanmak
rım geçici bir süre için ödünç
üzere benimsediği ve uyguladığı
vermesi.
davranışları ifade etmektedir.
ibâdât ç.a. (oLM [Ar. ibâdetin ç. Bu anlamı üe “ibâdet”, İslâm’ın
b.] Müminlerin İslâm'ın beş şar- beş şartmdan oluşan namaz,
tmdan oluşan namaz, oruç, ze­ oruç, zekât, hac yanında kurban
kât, hac yanmda kurban kesme, kesme, Kur’ân okuma, dua et­
Kur’ân okuma, dua etme, hayır me, hayır işlerinde bulunma
işlerinde bulunma gibi ibadetle­ olarak nitelenmektedir. Kur'ân-
ri. ı Kerîm’de ibadet kavramı sek­
sen iki ayette yer almaktadır.
§ tam. ibâdât-ı mersûme ç.a.
Ayrıca “ibâdet’in, uygulanma
(^^ ûLU) Müminlerin İs­
ibâdîlik 342

biçimine göre dört kategoride kılan fiile de “mubah” (bk. bu


değerlendirildiği söz konusudur. madde) denilmiştir.
Birincisi, kalben ruhen yapılan
ibâhiyye a. (4.LI) [Ar.] İslâm’m
ibadetler: İman, ihlâs, marifet,
yasak veya haram kıldığı değer­
tefekkür, takva benzeri ibadet­
leri helâl gösterme ve mubah
ler. İkincisi, bedensel unsurlarla
saymayı ilke edinmiş olan Bâtınî
yapılan ibadetler; Namaz, oruç,
akımlar ve tarikatler için kulla­
zikir, teşbih, tekbir, dua gibi
nılan bir ad. Bu inançta olanlar,
ibadetler. Üçüncüsü, mal ve ser­
dinî kurallarm bireyi Allah’a
vet ile yapılan ibadetler: Sadaka,
ulaşmada bir vasıta olduğunu
zekât, yoksullara yardım gibi
savunmuşlar, “fenâfillah” (bk.
ibadetler. Dördüncüsü, hem mal
bu madde) yoluyla Allah’a
ile hem de bedensel unsurlarla
ulaşmış kimselerin başka yolla­
yapılan ibadetler: Hacca gitmek,
ra baş vurmasının gereksizliğine
can ve mal ile cihat yapmak gibi
işaret etmişlerdir.
ibadetler.
ibâhiyyet a. (uy) bk. ibâhiyye
ibâdîlik a. Haricîliğin önemli kol-
larmdan biri olup 7. yüzyılda ibâkat a. (oîU) [Ar.] fik. Bir kölenin
Abdullah b. İbâd tarafmdan ku­ herhangi bir sebep olmaksızm
rulan bu fırkanın oluşumunu efendisinin yanmdan veya hiz­
Câbir b. Zeyd gerçekleştirmiştir. metinden kaçması.
Öteki fırkalara göre daha ılımlı ibdâ a. QJjJ) [Ar.] Yepyeni ve örne­
bir görüş içinde olan bu fırka, ği bulunmayan bir şeyi yeniden
temelde Kur'ân'nm özüne sım­ yapmak, yeni bir şey yaratmak
sıkı sarılmak, iman ve İslâm’ı bir anlamında kelâm terimi.
bütün olarak benimsemek, Al­
lah’m yegâne sıfatmm “kıdem” ibdâl a. (JUI) [Ar.] Hadis biliminde,
olduğuna yürekten inanmak gi­ hadislerin senetlerinin veya me­
bi ilkelere sımsıkı bağlı kalmış­ tinlerinin yerlerini değiştirme
lardır. Son yıllarda "ibâdîlik”, işlemi.
genellikle kuzey Afrika ülkele­ ibhâm a. Çl^l) [Ar.] Hadis büimin-
rinde yaygınlık kazanmıştır. de, hadislerin senetlerinde veya
ibâdiyye a. bk. ibâdîlik metinlerinde şahıs adı vermeye­
rek onların yerine “filân, falan
ibâha a. (uLI) [Ar.] fik. Bir işin veya kimse” gibi belgisiz sıfat kullan­
davranışm yapılıp yapılmaması ma yöntemi.
konusunda bireylerin serbest
bırakılmasmı ifade eden bir fı­ iblîs a. G-Jul) [Ar.] (ç. b. ebâlis ve
kıh terimi. Bu yolla serbest bıra­ ebâlise) bk. şeytan
343 i'câm

ibn a. (^1) [Ar.] Oğul, erkek çocuk. resi” (21)nden önce Mekke dö­
neminde nazil olmuştur ve elli
ibniyye a. (<ll) [Ar.] Bir kimsenin
iki âyetten meydana gelmekte­
oğlunun kızı.
dir. Kur’ân’da “elif-lâm-ra”
ibnülvakt a. (oijll ^f) [< Ar. ibn + harfleriyle başlayan beş surenin
vakt] tas. Tasavvuf ehlinin her beşincisidir. Adını ise 35. ayette
zamanı içinde bulunduğu anı en geçen ve Mekke’nin güvenliği,
uygun ibadet ve taatle geçirmesi orada yaşayanlann iyiliği için
anlammda bir terim. dua eden Hz. İbrahim’den almış­
ibnüssebîl a. (Jn.Jljjl) [< Ar. ibn + tır. Konusu, AUah’m varlığı ve
sebil] ftk. İslâm’ın beş şartından birliği, vahiy, peygamberler, öl­
biri olan “zekât” {bk. bu madde) dükten sonra dirüme ve sorguya
m verildiği yerlerden biri olarak çeküme gibi temel inançlardan
Kur'ân-ı Kerîm’in “Tevbe sure­ oluşmaktadır.
si, 9 / 60”nde ifade edilen ve ibret a. (o^) [Ar.] tas. Yaşanılan
yolculuk sırasında muhtaç du­ hayat içinde yapılan yanlışlık­
ruma düşenleri anlatan bir te­ lardan ortaya çıkan kötü sonuç­
rim. Pek çok fakih, bu duruma lardan ders çıkarmak.
düşenleri, memleketinde malı ve
îcâb a. (oL>l) [Ar.] ftk. İslâm huku­
parası olmakla birlikte seyahat­
kunda anlaşma yapmak isteyen
te bulunduğu sırada çeşitli se­
bir tarafın teklifte bulunmasına
beplerden dolayı parasmı kay­
karşılık, öteki tarafın buna
betmiş, geçim sıkıntısma düş­
olumlu yanıt vermesi.
müş, yerine yurduna dönecek
parası bulunmayan kimseler icâbet a. (cuLl) [Ar.] ftk. İslâm hu­
olarak tanımlamışlardır. Bunla­ kukunda soru soran bir tarafa
ra zekâttan ve ganimetten hisse öteki tarafm olumlu yanıt ver­
(1 / 5) verilmesi uygun bulun­ mesi.
muştur.
i'câm a. (^l) [Ar.] Hadis bilimin­
ibrâ o. (JjjI) [Ar.] ftk. Bir kişinin bir de, Hz. Peygamber’in sözlerini
başka kimseden alacağı için bü­ sağlıklı nakledebilmek için aynı
tün haklarmdan vazgeçmesi. şekilde yazılan noktalı ve nokta­
sız harflerin, yani ha y yı “hı”
İbrahim suresi a. (^jeP K
(^)dan, dal” (j) i “zel” (j) den,
Ar. “Sûretü İbrahim” (^IjjI »_>
“sin” y i “şm” (^)dan, “sad”
>.)] Kur’ân-ı Kerîm’in on dör­
(ja) ı “dad” Çuldan v.b. ayıra-
düncü, iniş sırasma göre yetmiş
bilmek için noktalama işinin
ikinci suresi olup “Nûh suresi”
özenli yapılması işi için kuUanı-
(71)nden sonra ve “Enbiyâ su­
lan terim.
icâre 344

icâre a. (»jLl) [Ar.] fik. İslâm huku­ yolu açılmış; genellikle de “ha­
kunda bireysel kazançlann üc­ dis icazeti, ferdiz icazeti,
ret karşılığında bir başkasma Sahîh-i Buhârî icazeti, şemâ'il-
devredilmesi için kullanılan te­ i şerîf icazeti, kıraat icazeti”
rim. Bugünkü hukuk düzeninde gibi yaygm dinî bilim dallarında
ise bu söz, kira, iş ve istisnâ ak­ izin belgeleri düzenlenmiştir.
dine mukabil olarak kullanılı­ Dinî bilimlerin yanında fen bi­
yordu. limleri dalmda, söz gelişi tıp, ec­
zacılık, fen ve matematik dalla-
§ tam. icâre-i vâhide a. G^lj nnda da başardı öğrencilere
sjLJ) fik. Vakıflara ait gelirle­ icazet verildiği kaynaklarda zik-
rin bir defaya mahsus olmak redflmektedir. 2. fik. İslâm hu­
üzere kiraya verilmesi konu­ kukunda, “Bir hukukî işlemin ge­
su. çerlilik veya bağlayıcılık kazan­
icâreteyn a. feLl) [Ar.] fik. Vakıf ması için hak sahibi kişinin izin
hukukunda biri peşin, öteki ve­ vermesi ya da o kişi tarafindan
resiye olmak üzere vakıf gelirle­ uygunluk belgesinin verilmesi.”
ri üzerinde uygulanan uzun sü­ anlammda kullamlan bir terim.
reli çifte kira bedeli. 3. Hadis biliminde, bir hocanm
kendi derlediği hadisleri ve ki-
icâzât a. (oljLJ) [Ar. icâzet’in ç. b.]
tabmı bir başka kimseye rivayet
Hadis biliminde, bir hadis kita-
etmesi amacıyla sözlü veya yazı-
bmı, yazarmdan semâ, kıraât
lı olarak izin vermesi.
gibi öğretim yöntemlerinden bi­
riyle almış olan kimselerin adla- § tam. icâzet-i âmme a. GuL
rmı sırasma göre gösteren kayıt­ 05UI) Hadis büiminde, icazet
ların durumu. verilen kimseleri genel bir
vasıfla tavsif ederek görev­
icâze a. (<,LJ) LAr.J bk. icâzet
lendirme.
icazet a. (ojLJ) [Ar.] 1. İslâmî bi­
icâzet-i âmme mutlaka a.
limlerin bugünkü akademik dü­
(ülk «Ûu ojLi) Hadis bili­
zeyde eğitim ve öğretimi sonun­
minde, bir şehir, bir bölge
da başarılı kimselere verilen
veya mezhep de sınırlı kal­
diploma veya meslekte yeterlilik
mayarak icazet verme.
ya da uzmanlık belgesini ifade
eden onayh izin kâğıdı. Özellikle icâzetname a. («u^L.!) [< Ar.
medrese eğitiminin yaygmlaş- icâzet + F. nâme] “İzin kâğıdı.”
maya başlamasmdan sonra belli anlammdaki bu terim, “icâzet”
disiplinler için “icâzet” verme (bk. bu madde) yerine kulland-
345 icmâ

mış; ayrıca hat sanatında, hattat­ kân verdiği ölçüde bir yaptırımın
ların hocalarından aldıkları “eh- kullanılarak suçluya da yükümlü
liyetname”ler de bu terim ile bir kimsenin uygun veya gerekli
karşılanmıştır. bir işe zorlanması.” anlammda
kullanılan bir terim.
i'câzü’l-Kur'ân a. (jT>Ji }Lxl) [Ar.]
Kur’ân’m özünde bulunan ede­ icmâ a. (^lu.1) [< Ar. cem'] Sözlük
bî ve estetik üstünlüğünün, anlamı, “Toplama, bir araya ge­
muhtevasındaki derinlik ve tirme, birleştirme, derleyip topar­
zenginliğinin bir başka eserde lama.” olan bu söz, “Hz. Pey­
bulunamayacağım ya da bir gamber’in ölümünden sonra her­
benzerinin yapılamayacağmı hangi bir zaman dilimi içinde di­
ifade eden bir terim. Bu söz, nî bir meselenin hükmü veya or­
Kur'ân-ı Kerîm’de bire bir tak kanaati üzerinde görüş birli­
geçmemekle birlikte, O’nun be­ ğine varma.” olarak tanımlanmış
şer sözü değil İlâhî bir kelâm ol­ ve terim niteliği kazanmıştır.
duğu özellikle vurgulanmış; ni­ Sonradan bu terim, dinî bir me­
tekim “Enfâl suresi” (8 / 31) nde selenin halli ve bu konuda kesin
Hz. Peygamber’i inkâr edenler hükmün verilmesi için bilim
diledikleri takdirde benzer söz­ adamlarınm ortak görüş birliği
ler söyleyebileceklerini ileri içinde olmaları ve bu çerçevede
sürmüşlerse de bunu asla bece- bütün İslâm âlemindeki Müslü­
rememişler; hatta Hz. Peygam- manların ortaklaşa benimsedik­
ber’den bir mucize talep ettikle­ leri dinî hükümleri ifade eden
rinde de onlara mucize olarak şer'î delilleri rehber kabul etme­
Kur'ân-ı Kerîm gösterilmiştir leri için kullanılmış; fıkıh litera­
(Ankebût suresi, 29 / 50-51). Öte türünde ise Kur’ân ve sünnet­
yandan, “i'câzü’l-Kur'ân” son­ ten sonra üçüncü İslâmî kaynak
radan müstakil bir bilim dah niteliği kazanmıştır. Bu bakım­
olmuş ve bu ad altında pek çok dan “icmâ”, fıkıh usulü eserle­
eser kaleme alınmıştır. Bu bilim rinde kaynaklar teorisinin vaz­
dalmda yapılan araştırmalarda geçilmez bir unsuru hâline gel­
ve eserlerde işlenen konular bel­ miş ve temel şer'î deliller ara-
li başlı şu ana başlıklarda top­ smda üçüncü sıraya yerleştiril­
lanmıştır: “Sarfe teorisi, dil ve miş; böylece “icmâ”, İslâm fıkhı
üslûp, muhteva yapısı, gayb bil­ ve kültürünün çok önemli kay­
gisi, İlmî i'câz, sayısal i'câz, sos­ nak ve kavramlarından biri ol­
yolojik unsurlar” muştur.
icbâr a. (jL^l) [Ar.] fik. îslâm huku­
kunda, “Dinin ve yasaların im­
icmâ-i ümmet 346

§ tam. icmâ-i ümmet a. iç ezan a. Cuma vakti, hatip min­


(c-I^UI) 1. Büyük fakihlerin, berde iken müezzinin okuduğu
dinle ilgili bir konuda aynı ezan için kullanılan terim. Bu
görüş etrafında birleşmeleri. ezanla birlikte alış veriş yasağı
2. mec. Bütün halk. başlamış olur.
icmâ'ü’s-sarîh a. (^^Jl içki a. İçenlere keyif hâli veren ve
^L»l) ftk. bk. sarih icmâ içilmesi dinen yasak olan alkollü
içecekler için kullanılan bu te­
icmâ'ü’s-sükûtî a. (^jLJl
rim, düşük yoğunlukta alkol içe­
^Lal) ftk. bk. sükûtî icmâ
ren bira ve şarap türü mayalı
icmâ'm senedi a. ftk. Müctehitlerin içeceklerin insanlarm tarım ha-
üzerinde fikir birliği ettikleri yatma geçtiği Neolotik Çağ’dan
hükme varırlarken dayandıkları başlayarak Mısır’dan Çin’e ka­
delü. dar uzanan coğrafyada yayılmış,
icmâlî iman a. İslâmî inanca göre, Orta Çağ’da ise Arapların imbik
“kelime-i şehâdet” (bk. bu metoduyla geliştirdikleri yüksek
madde) ile “tevhit” (bk. bu alkol dereceli içkileri AvrupalI­
madde) sözlerini dili ile söyleyip lar, kendi dillerinde “alcohol”
kalbi ile tasdik etme işi veya sözüyle karşılamış ve yayılmış­
durumu. tır. Kur'ân ve Hz. Peygamber’in
hadislerinde “hamr” (bk. bu
içtihât a. (jLiıl) [< Ar.cehd] ftk. made) sözüyle karşılanmış olan
Sözlük anlamı, “Bir işi başara­ bu terim, kesin bir ifadeyle ya­
bilmek için elden gelen çabayı saklanmış olmasma rağmen İs­
göstermek, olanca gücü harca­ lâm toplumlarında her dönemde
mak.” olan bu söz, elde bulunan artmış ve fıkıh literatüründe
delillerin özünden hareketle “eşribe” terimi altında ele alm-
zımnî metotlar vasıtasıyla şer'î mış, önlenmesi ve yasaklanması,
hüküm verebilme yolunda zannî dinen haram kılınması hükme
bilgiye ulaşabilme gayretini ifa­ bağlanmıştır. Bu terim,
de eder. İslâmî inançta Kur'ân “müskirât” olarak da bilinmek­
ve Hz. Peygamber’in sünneti di­ tedir.
nî hükümlerin aslî kaynağı ol­
duğuna göre bunlarm anlaşıl­ içkin a. Allah’ın evrende bazı yara­
ması akılla mümkün olabilmek­ tıklar ile kısmî bir özdeşlik için­
tedir. Bunlardan kaynaklanan de olabileceğini savunan ilk dö­
nakiller ise “içtihât” yöntemiyle nem âlimler ile “Gulat-ı Şî'a” ta-
açıklanabilmektedir. raftarlarmın ileri sürdüğü tez;
“aşkın” (bk. bu made) karşıtı.
347 idrâc

îd a. (j^) [Ar.] (ç. b. a'yâd) Bayram. için beklemek zorunda olduğu


süre.
§ tam. îd-i adhâ a. (^Ijx)
Kurban Bayramı; Hicrî tak­ § tam. iddet-i eşhür a. (^tl
vime göre Zilhicce’nin onun­ ojc) Kocasından ayrılan ve
cu günü. küçük yaşı sebebiyle hayız
görmeyen bir kadının üç ay
îd-i ekber a. (j^lıa) Arefesi
süre ile iddet beklemesi.
Cuma gününe rastlayan Kur­
ban Bayramı. iddet-i hami a. (J^ o^) Ko­
îd-i fi.tr a. (jki it) Ramazan cası ölen hamile bir kadınm
Bayramı. doğuruncaya kadar iddet
beklemesi.
îd-i kebîr a. (^ .^A bk. îd-i
adhâ iddet-i hayz a. (jA^ o^)
Normal hukukî şartlar çerçe­
îd-i mevlid a. (Jjx j^) Hz.
vesinde evliliği sona eren bir
Muhammed’in doğum günü
kadmın, önceki kocası, yani
îd-i mübârek a. (JjL. ±4.) boşanmak üzere olduğu ko-
“îd-i şerifiniz mübarek ola.” casmdan hamile olup olma-
veya “Bayramınız kutlu ol­ dığmın anlaşılması için baş
sun.” sözü. vurulan bir yol.
îd-i sagîr a. (j^ j^) bk. îd-i iddet-i vefat a. (oUj o^) Ko-
fıtr canm ölümü üzerine ortaya
i'dâl a. (JUci) [Ar.] Hadis bilimin­ çıkan iddet.
de, senedinde arka arkaya iki iddet nafakası a. İddet süresi için­
ravî tarafından rivayet edilen de kadının geçimini sağlama
hadis. için ödenen para.
i'dal hadis a. bk. i'dal îdî s. (^ia) [< Ar. îd + -î] Bayrama
idhâl a. (JLjI) [Ar.] Hadis bilimin­ özgü, bayramla ilgili.
de, bir hadis bilgininin bir kita- îdiyye a. (^^A [Ar.îdî sözünün mü-
bma onun haberi olmadan usul­ ennes (dişil) biçimi.] 1. bk. îdî 2.
süz olarak birtakım hadisler yer­ ed. Bayramla ilgili olarak kaleme
leştirme veya sokuşturma işle­ ahnan kaside veya manzume. 3.
mi. bk. mevlidiyye
iddet a. (^) [Ar.] fik. İslâm huku­ idrâc a. (^A) [Ar.] Hadis bilimin­
kunda, evlüiği her ne sebeple de, bir hadisin içerisine ashnda
olursa olsun sona eren bir kadı­ olmayan söz veya ibareler so­
nın yeni bir evlüik yapabilmesi kuşturma işlemi.
îfâ 348

îfâ a. GüJ) [Ar.] fik. İslâm huku­ olduğunu görür. Çaresiz bekle­
kunda dinî yükümlülüklerin ve meye başlar. O sırada ordunun
bireysel borçlarm gereğince ye­ artçılarından biri olan Safvân b.
rine getirilmesi ve sonlandırıl- Muattal es-Sülemî son kontrol
ması konusu veya işi. için kamp yerine geldiğinde Hz.
Âişe’yi orada uyur bulur. Onu
ifâza a. Gu^UI) [Ar.] Hac ibadeti
alarak kafileye yetişmek üzere
sırasında hacıların Arafat,
yola çıkarlar. Fakat yol çetin ol­
Müzdelife ve Minâ’dan çıkışla-
duğu için biraz gecikirler. Bu ge­
rmı, ayrıca bu işlerin düzenli bir
cikme hadisesi sonradan birta­
biçimde yapılması işlemi.
kım dedikoduların çıkmasına ve
iffet a. (oL) [Ar.] Sözlük anlamı, yayümasma sebep olur. Bu olayı
“Haramdan uzak durmak, çirkin duyan Hz. Âişe çok üzülür baba­
davranışlardan kaçınmak.” an­ sı Ebubekir’in evine gider. Hz.
lamında olan bu terim, insanm Peygamber de ayrıca derin bir
maddî, bedenî ve cinsel arzula­ üzüntüye kapılır. Konuyu yakın
rına karşı ölçülü olma, aşırı istek çevresi ile müzakere eder; hatta
ve tutkulara gem vurarak dinin Mescid-i Nebevî’de cemaatiyle
ve akhn ölçülerine göre davra­ değerlendirir ve onlardan bu
nışlar içinde bulunma erdemini dedikodulara ve iftiralara karşı
kendisine şiar edinme işi veya çıkmalarmı rica eder. Dönüşün­
durumu için kullanılmaktadır. de Ebû Bekir’in evinde bulunan
bk. namus hanımı Hz. Âişe’ye uğrar ve
onun masumiyetini ister. Bu sı­
ifk hadisesi a. Adını Kur’ân-ı
rada da beklenen vahy gelmeye
Kerîm’de “Nâr suresi” (24 /11 -
başlamıştır. “Nûr suresi” (24)
26) nde geçen “ifk” sözünden
nin on birinci ayeti ile başlayıp
alan bu terim, iftira, en kötü ve
yirmi altmcı ayetine kadar de­
çirkin yalan anlammda kulla­
vam eden ayetlerde bu iftirayı
nılmıştır. Bu yalan ve iftira, Hz.
atanlardan lânetle bahsedümek-
Âişe’ye “Mustalik Gazvesi” sıra-
te, üstelik onlara inananlar da
smda atılmıştır. Savaş sonrasın­
kmanmaktadır ve onların ceza­
da yaşanan olayda Hz. Âişe, or­
landırılacakları, büyük azap gö­
dunun hareket etmesi öncesinde
recekleri ifade edilmektedir.
“def-i hâcet” etmek üzere çadı-
Bunun üzerine Hz. Peygamber
rmdan ayrılır, işi bittiği sırada
Mescid-i Nebevî’de cemaatiyle
boynundan kolyesi düşer ve ye­
yeniden bir araya gelmiş ve bu
re saçılan akikleri alacakaran­
ayetleri onlara okumuş; kötüler
lıkta el yordamıyla toplama işi
cezalarını bulmuş, Hz. Âişe de
uzun sürer. Konakladıkları yere
İlâhî beyanlar ile aklanmıştır.
döndüğünde kafilenin ayrılmış
349 iftâr

iflâs a. (^ılil) [Ar.] fık. Sözlük an­ lara ulaşması anlamında kulla­
lamı, “Malı tükenme, bozuk para nılan bir terim; “tefrit” (bk. bu
bulunmama.” anlamında olan bu madde) karşıtı.
söz, İslâm hukukunda bir şahsm
ifrit a. (cu>) [< Ar. afr] Cin taife­
borca batık olması, borçlarmm
sinin reisi veya en güçlü, muk­
mal varlığından fazla olması du­
tedir olanı ya da zeki, kurnaz
rumu için kullanılan bir terim.
olanı. Bu terim, Kur'ân-ı
Yine İslâm hukukuna göre hu­
Kerîm’de bir ayette, “Nemi su­
kuken bir kimsenin iflâs etmiş
resi” (27 / 39) nde geçmektedir.
sayılabilmesi için mahkeme ka-
Bazı İslâmî kaynaklarda ise ifrît,
rarmm bulunması gerekmekte­
öteki cinler gibi erkeği-dişisi bu­
dir. Klasik iflâs literatüründe bu
lunan, değişik şekillere girebilen
durum iki şekilde ifade edilmiş­
varlıklar olarak gösterilmiştir.
tir. Birincisi borçlarmı ödeye­
bilme durumunda olanlar için ifsât, -dı a. (jUI) [Ar.] 1. Sözlük
“cüz'î icrâ”, İkincisi için mahn- anlamı, “Bozmak, bozgunculuk
dan daha fazla borcu olanlara yapmak, fesat çıkarmak.” anla­
“müflis” borçlu denmiş ve bu mmda olan bu söz, bir ibadet
durumda olanlar için de “küllî veya bir hukukî işlemi sakatla­
icrâ” terimi kullanılmıştır. mak veya bozmak anlammda-
dır. Söz gelişi namazda iken ko­
ifrâd (I) a. (J>l) [Ar.] Hac ibadeti­
nuşmak, namazı ifsat eder; oruç­
ni umre yapmadan yerine ge­
lu iken yemek veya içmek, oru­
tirme veya umresiz hac yapma.
cu ifsat eder. 2. Hadis biliminde,
ifrâd (II) a. (J>l) [Ar.] Hadis bili­ bir hadisi rivayet ederken
minde, bir râvînin bir hadisi tek ravîsini düşürme durumu için
başına rivayet etmesi işi. kullanılan terim.

§ tam. ifrâdü’l-hadîs a. iftâ a. GUI) [Ar.] fik. Herhangi bir


(iüjJl jl>l) Hadis biliminde, işlemin veya eylemin din kural­
sahabe ve tabiûnun sözleriy­ larına uygun olup olmadığı ko­
le karışık bulunan hadislerin nusunda ilmiye sınıfı mensupla­
ayıklanma ve düzenlenme rının düşünce ve görüş bildirme
işi. yetkisini ifade eden terim, fetva
(bk. bu made).
ifrâd haccı a. bk. ifrâd
iftâr a. (jlkil) [Ar.] Sözlükte, “Orucu
ifrât a. (Ll>l) [Ar.] Ahlâk kuralları açmak, oruçluya orucu açtırmak,
çerçevesinin dışma çıkan psiko­ başlanmış bulunan orucu boz­
lojik yeteneklerin aşırı uç nokta­ mak veya hiç tutmamak.” anlam-
iftitah tekbiri 350

larında olan bu söz, oruçlu kim­ Peygamber ise şu duamn okun-


senin vakti gelince usulüne uy­ masmı salık vermiştir: “Allah’ın
gun biçimde orucunu açması an­ gazabından, azabından, kulları­
lamında bir fıkıh terimi. nın şerrinden, şeytanların dürt­
melerinden ve yanımda bulunma­
iftitah tekbiri a. 1. İslâmî inacın
larından Allah’ın kemal mertebe­
temel ibadetlerinden biri olan
sindeki kelâmına sığınırım.”
namaza başlarken elleri kulak­
(Tirmizî, “Da'avât”, 93).
lara götürerek söylenen “Allahu
ekber” sözü. 2. “Allahu ekber ihânet a. (oSUl) [Ar.] İlâhlık veya
Allahu ekber, lâ-üâhe peygamberlik iddiasında bulu­
illallahu v’Allahu ekber, nan bir kimseye karşı onun
Allahu ekber ve lillahi’l- elinde bulunan delilleri yalanla­
hamd.” sözü. yan olağanüstü durumların or­
taya çıkmasını ifade eden bir ke­
iğrâb a. Ul>l) [Ar.] Hadis bilimin­ lâm terimi.
de, garip hadis rivayet etme ya
ihbâr a. (jl^J) [Ar.] Hadis bilimin­
da rivayet ettiği hadiste tek kal­
de, bir hadisin işitme yöntemiyle
ma hurumu.
elde edildiğini açıkça ifade etme
iğvâ a. (Jjil) [< Ar. gayy] Müminle­ işi veya durumu.
ri şaşırtıp doru yoldan çıkarmak
ihbât a. (LL.I) [< Ar. habt] Bu te­
anlammda bir Kur'ân terimi.
rim, İslâm inancına göre, imanın
Bu söz, Kur'ân-ı Kerîm’de altı
esaslarına ve İlâhî emirlere ay­
ayette geçmektedir (bk. M.F.
kırı davranmanın, yapılan iba­
Abdülbakî, el-Mu'cem, “gvy”
detlerin ve iyi amellerin karşılığı
maddesi) ve iblis ile bağlantılı
olan sevaplan sileceğini veya
olarak ifade edilmektedir. Şey-
yok edeceğini ifade etmektedir.
tanm insanları şaşırtıp doğru
yoldan çıkarmaları, Kur’ân‘da ihdâd a. (JjaJ) [Ar.] İslâm inancma
“hutuvâtü’ş-şeyâün” göre, kocası ölen veya boşan­
(şetanların izlediği yollar) terki­ mayla evliliği sona ermiş bulu­
biyle söz konusu olmaktadır nan bir kadmın, belli bir süre
(Nûr suresi, 24 / 21). Şeytanla- içinde yas tutması (derin üzüntü
rm şerrinden korunmak için duyması) ve ahlâkî değerlere
Kur’ân’da şu duanın okunması ters düşmeyen davranışlar için­
tavsiye edilmiştir: “Rabbim! Şey­ de olmasını ifade eden bir terim.
tanların kışkırtmalarından ihlâs a. (^iül) [Ar.] İslâm inancma
(vesvelerinden) sana sığınırım.
göre, müminin bütün amelle­
Rabbim, onların yanımda bulun­
rinde, davranışlarmda ve duala­
malarından sana sığınırım.”
rında yalnızca Allah’ın rızasını
(Mü'min suresi, 23 / 97-98). Hz.
351 ihrâm

ve hoşnutluğunu kazanma, Al­ rinin ifade derinliği üzerinde


lah’a içten bağlanma inancını durmuşlardır. Ayrıca “İhlâs su-
anlatan kelâm terimi. resi”nin Kur’ân-ı Kerîm’in bü­
tününe eşdeğerde olduğu üze­
ihlâs-nâme a. (^U ^l) [<
rinde görüşler ileriye sürülmüş;
Ar.fatiha + F.nâme] tas. ed. Ta-
bazı tefsirciler ise bunun üçte
sawufî edebiyatta mutasavvıf
bir olduğunu savunmuşlardır.
şairlerin “İhlâs suresi”nin fazi­
Aslmda bu ifadeyi Hz. Peygam­
letlerini şiirleştiren eserler için
ber bizzat kendisi söylemiştir:
kullandıkları terim.
“Nefsim elinde bulunan Allah’a
İhlâs suresi a. ^yii) [< yemin ederim ki, bu sure muhak­
Ar. “Sûretü’l- İhlâs” (^^1 Sj kak Kur’ân’ın üçte birine denk
ju.)] Kur’ân-ı Kerîm’in yüz on olur.” (bk. Sahîh-i Buhârî ve
ikinci, iniş sırasma göre yirmi Tercemesi, C. 16, s. 7248) Ayrıca,
ikinci suresi olup “Nâs suresi” Hz. Peygamber’in “İhlâs sure-
(114)nden sonra ve “Necm su­ si”nin tefsiri için bk. Sahîh-i
resi” (53)nden önce Mekke dö­ Buhârî ve Tercemesi, C. 11, s.
neminde nazil olduğunu söyle­ 5065-5067.
yenler olduğu gibi hem Mekke
ihmâl a. (JUl) [Ar.] Hadis bilimin­
hem de Medine’de nazil olduğu­
de, bir hadis metnini oluşturur­
nu söyleyenler de vardır ve dört
ken noktah bir harf veya harfle­
âyetten meydana gelmektedir.
ri noktasız yazma işi.
İslâm inancmm temel ilkesi olan
“tevhid”i içerdiği için bu adla ihrâc a. (jl>l) [Ar.] Hadis bilimin­
anılan sure, ayrıca ilk ayeti olan de, bir hadisi ravîlerinin admı
“Kul hüvallahu ahad” ibaresiy­ anarak ortaya çıkarma işi.
le de anılmaktadır. Türkçede ise
ihrâm a. Çlja.1) [Ar.] fik. İslâm
“Kul hü” kısaltılmış biçimiyle
inancma göre, hac ve umre iba­
yaygın kullanım gösteren bu su­
deti yapan kimseye günlük iş­
re, “ihlâs-ı şerif’ olarak da nite­
lerde helâl olan bazı davranışla­
lenmektedir. Bu surenin özü
rın yasak kılmması anlamında
üzerinde tefsir yapanlar, özellik­
kullanılan fıkıh terimi. Bu ya­
le ilk iki ayette yer alan “ahad”
saklar ise şöyle sıralanabilir:
(Allah’ın birliğini ve eşsizliğini
Saç, sakal, bıyık tıraşı olmak,
ifade eder ve O’dan başkasına
etek veya koltuk altı kıllarını
nisbet edilemez.) ve “samed”
temizlemek, tırnak kesmek bü­
(Var oluş bakımından kimseye
tün mezheplerce yasaklanmıştır.
muhtaç olmayıp her şeyin varlı­
İhrama girmeden önce tırnakla­
ğını kendisine borçlu olduğu
rı kesmek, gusul abdesti almak,
vâcibü’l-vücûd demektir.) sözle­
ihrâm keffâreti 352

iki parça örtüyü giymek ve iki bunlarm tamamlanmasını en­


rekât namaz kılmak sünnet ola­ gelleyen bir durumun ortaya
rak ifade edilmiştir. çıkması anlamında kullanılan
bir terim. Hanefî mezhebine gö­
ihrâm keffâreti a. Hac ve umre
re düşman unsurlarınm ibadeti
ibadeti sırasında “ihrâm” (bk.
engellemesi, savaş çıkması üze­
bu madde) yasaklarmm bozul­
rine yollarm kapanması, aman­
ması karşılığı yerine getirilmesi
sız bir hastalığa yakalanılması,
gereken bedeller için kullanılan
yolculuğa devam edilemeyecek
terim. Bu konu Kur’ân-ı
derecede parasız kalınması
Kerîm’de “Bakara suresi, 2 /
“ihsâr” olarak gösterilmiştir.
196 ve Mâ'ide suresi, 5 / 95”nde
ifade edilmekte, hac ve umre ya­ ihtidâ a. (Jjiıl) [Ar.] fik. İslâm
saklarmm bozulması karşılığı inancına göre, diğer dinlerden
kurban kesme; hastalıktan dola­ veya dinsiz iken İslâm dinine
yı yasakların bozulması karşılığı girme işi veya durumu.
oruç tutma, sadaka verme, kur­
ihtilâfu’l-hadîs a. (^i jfci)
ban kesme; ihramlı iken bir av
[Ar.] Hadis biliminde, direkt an-
öldürme karşılığı bir hayvan
lamlarmda çelişki, zıtlık veya
kurban etme veya yoksullara
tenakuz bulunan hadislere veri­
yemek yedirme ya da oruç tut­
len ad.
ma bedelleri salık verilmektedir.
ihtilâm a. ÇMSaJ) [< Ar. hulm] fik.
ihsân a. (jLa.1) [Ar.] Genel olarak
İslâm inancına göre, rüyada cin­
iyi ve güzel davranışlarda bu­
sel doyuma ulaşıp cünüp olma
lunmak, Allah’a ihlâs ile kulluk
durumu. Bu duruma düşen kim­
yapmak. Kur’ân-ı Kerîm’de bu
se, namaz kılamaz, Kur’ân-ı
terim, “İyilik yapmak ve iyi dav­
Kerîm okuyamaz, oruç tutamaz,
ranışlarda bulunmak.” (Yûsuf
Kâbe’yi tavaf edemez. Oruçlu
suresi, 12 / 23) anlammda; “Gü­
iken “ihtilâm” olan kimsenin
zel işler yapmak.” (Nahl suresi,
orucu bozulmaz, ancak kısa za­
16 / 30 ve Yûnus suresi, 10 / 26)
man içinde gusul abdesti alması
anlammda; “Bir işi, bir görevi
gerekir, “ihtilâm” bireyin çocuk­
hakkıyla yerine getirmek.” (Ba­
luk çağmdan ergenlik çağına ge­
kara suresi, 2 /112 ve Nisâ su­
çiş döneminin bir ifadesidir. Bu
resi, 4 /125) anlamında geçmek­
bakımdan akıllı olmak koşuluyla
tedir.
kişi, bütün dinî ve hukukî konu­
ihsâr a. (jL».l) [Ar.] fık. İslâm lardan sorumlu duruma gelmiş
inancma göre, hac ve umre iba­ sayılmaktadır.
deti için ihrama girdikten sonra
353 ikâmet

ihtilât a. (MüJ) [Ar.] fık. Yaşlanma ihyâ a GUJ) [Ar.] fık. İslâm huku­
veya çeşitli sebeplerle aniden kunda mevât (işlenmemiş) ara­
hafıza bozukluğuna uğrama. zinin mülk edinme veya kul­
lanma hakkmı kazanma amacıy­
ihtirâ a. (^1^l) [Ar.] bk. ibdâ
la ıslah edilmesi veya imara
ihtisâr a. (jLül) [Ar.] Hadis bili­ açılması işi veya durumu.
minde bir hadisi kısaltmak işi
veya durumu. § tam. ihyâ-i mevât a (ol>o
fLa.1)fik. İslâm hukukunda
ihtiyâr a. (jLü.1) [Ar.] “îki şeyden
mevât (işlenmemiş) bir ara­
birini diğerine tercih etmek, seçip
ziyi ziraate elverişli bir ko­
ayırmak, üstün tutmak.” anlamı­
numa getirme.
na gelen bu terim, Kur’ân-ı
Kerîm’in “A’râf suresi, 7 /155; ikâb a. (u(k) [Ar.] İlâhî emirlere
Tâhâ suresi, 20/13; Kasas su­ uymayanlara ve kâfirlere dünya
resi, 28 / 68; Duhân suresi, 44 / ve ahirette verüecek cezalar için
32”nde aynı anlamlarda ifadesi­ kullanılan bir terim. Bu söz,
ni bulmaktadır. Ayrıca, kelâm ve Kur’ân-ı Kerîm’de yalın olarak
fıkıh alanmda ise yaygm bir kul­ veya başka kelimelerle terkip
lanım içinde olmuştur. yaparak on dokuz ayette yer al­
maktadır (bk. M.F.Abdülbâkî, el-
ihvân a. (jlji.1) [Ar. ah sözünün ç.
Mu'cem, “akb” maddesi). Ayrıca
b.] tas. Aynı şeyhe bağlı olan
hadislerde de “cezalandırma,
müritleri, aynı tarikatin veya ta­
İlâhî azap” anlammda geçmek­
rikat kollarmm mensupları için
tedir (Tirmizî, “Da'avât”, 93).
“birbirlerinin kardeşi” anlamını
taşıyan terim. ikâf a (Jlil) [Ar.] Hadis biliminde,
bir haberin bir sahabiye ait ol­
§ tam. ihvân-ı safâ a GlLa duğunu söyleme veya bir hadi­
jl^J) bk. ihvânü’s-safâ ve sin senedini bir sahabeye ulaştı­
hullânü’l-vefâ rıp orada bırakma durumu veya
işi.
ihvânü’s-safâ ve hullânü’l-vefâ a
(«lipl j^lîil j plı.rtll jljîl) İslam ikâmet a. (o-ül) [Ar.] İslâmî ibadet­
fikir hayatmda, 10. yüzyılda lerin en önemlilerinden olan
Basra’da ortaya çıkan, Kur’ân-ı namazm farzı kılınırken nama-
Kerîm’e ve Hz. Peygamber’e zm başlamak üzere olduğunu
önem vermeleri yanında Batı fi­ ifade etmek üzere okunan “ka­
kir hayatından Sokrat, Eflatun, met” (bk. bu madde) sözü için
Aristo gibi feylezoflarla da ilgi­ kullanılan terim. İslâm bilginle­
lenmiş olan bir dinî ekol. rinin pek çoğu “ikâmef’i, “sün-
ikindi 354

net-i mü'ekkede” (bk. bu mad­ § tam. ikrâh-i gayr-i mülcî a.


de) olarak nitelerken Hanbelî ve (^ jJisljSl) huk. Şeriat hu­
Şafi'î mezhebinden olan ulema kukuna göre, öldürme veya
“farz-ı kifâye” (bk. bu madde) bir organı yok etme tehdidini
olarak göstermişlerdir. içermeyen, daha çok işkence
ve hapis gibi acı ve eziyet ve­
ikindi a. Öğle namazı ile akşam
ren durumlarda oluşan ik­
namazı arasmdaki vakit.
rah.
ikindi namazı a. Öğle namazının
ikrâh-i mülcî a. (^şL »L£0
vaktinin çıkışmdan akşam na­
huk. Şeriat hukukuna göre,
mazına kadar, yani güneşin ba­
ölüm veya bir organm kesil­
tış anına kadar olan süre içinde
mesi üe veya aşırı eziyet üe
sekiz rekât olarak kılınan na­
oluşan ikrah.
maz. Burada öğle namazınm çı­
kış vakti, her varlığm gölgesinin ikrâh-ı nâkıs a. (^L *1^1)
iki katı yüksekliğe çıkması ile öl­ huk. bk. ikrâh-i gayr-i mülcî
çülür. Bu namaz önce, dört rekât
ikrâh-ı tâmm a. ÇL J^l)
sünnet, ardından da dört rekât
huk. bk. ikrâh-i mülcî
farz olarak eda edilir.
ikrâr a. (jl>l) [Ar.] İslâmî inançta
iklâb a. Çıül) [< Ar. kalb] bk. ıklâb
yapılan ibadetin ve akidenin dil­
İkra’ suresi CL. (jjJLU 6j|JjUJ Îjîl) bk. le tasdik edilmesi anlammda bir
Alak suresi kelâm terimi.
ikrah a. (JjSI) [< Ar.kerh] Sözlük iktibâs a. (^Lil) [Ar.] ed. İslâmî
anlamı “İğrenme, nefret etme, edebiyatta, Kur’ân ve hadisten,
tiksinme.” olan bu terim, zor ve işlenen konu ile ilgili ayet veya
tehdit kullanarak bir kimseye is­ herhangi bir ibareyi anlatımı
temediği bir işi veya onaylama­ güçlendirmek ve pekiştirmek
dığı bir davranışı zorla yapma amacıyla metnin içine yerleş­
ya da yaptırma anlamındadır. tirmek ve kullanmak sanatı.
Kur’ân-ı Kerîm’de türevleriyle
iktidâ a. (Jjül) [Ar.] fık. İslâm inan­
kırk bir yerde geçen bu söz, ha­
cında, cemaatle namaz kılma
dislerde de zikredilmektedir.
amacıyla, namazı kıldıran ima­
Buhârî, “ikrâh” konusunu kita-
ma uyma.
bmın “Kitâbu’l-İkrâh” (Sahîh-i
Buhârî ve Tercemesi, C. 15, s. iktidâr a. (jlül) [Ar.] ed. Anlatımda
6807-6823) adlı bölümünde Hz. bir düşünceyi veya tezi değişik
Peygamber’in hadislerine daya­ edebî sanatlarla güçlendirmek
narak incelemiştir. ve ifadeyi güzelleştirmek işi.
355 i’lâl

iktifâ a. Glül) [Ar.] Anlatımda rüş birliği içindedirler. Bu terim,


işlenen konu içinde birbiriyle il­ Kur’ân-ı Kerîm’de çokluk bi­
gili iki unsurdan güçlü olan bi­ çimleri de dahil olmak üzere yüz
rinin delilleriyle yetinerek İkin­ kırk yedi yerde geçmektedir.
cisini uzun uzun anlatmaya ge­
İlâhî a. Ç^l) [< Ar. ilâh + î] 1. tas.
rek görülmeyerek onu göz ardı
ed. Mutasavvıf şairler tarfmdan
etme işi.
kaleme alman, daha çok Allah’m
iktisâs a. (jûLdl) [Ar.] bk. ıktisâs birliğini, ululuğunu ve kudretini
anlatan şiirler. 2. müz. İslâm sa­
îlâ a. GıLl) [Ar.] fık. İslâm hukukun­
natında, genel olarak dinî-
da, evli bir erkeğin karısıyla cin­
tasavvufî nitelikli olarak beste­
sel ilişkiye girmemek üzere
lenmiş şiirler.
yapmış olduğu yemin. Bu durum
“kaza'î boşanma” sebeplerinden İlâhî hadis a bk. kudsî hadis
biri sayılmıştır. Kur’ân-ı
ilâhiyât a. (0L4JI) [Ar.] Üç ana grup­
Kerîm’de sadece bir yerde, “Ba­
ta değerlendirilen İslâmî inanç
kara suresi” (2 / 226) nde “Ka­ esaslarının birincisini oluşturan
dınlarına yaklaşmamaya yemin ve konuları içinde “Allah’ın zatı
edenler dört ay beklerler.” biçi­ ile sıfatlarT’nı ön plana alan bi­
minde geçen bu söz, Hz. Mu- lim dalı için kullanılan terim,
hammed’in eşleri ile ilgili olarak Tanrı bilimi, teoloji.
hadislerde de yer almaktadır.
ilâhiyyûn a. (jj^il) [Ar.] Evrenin
ilâh a. (dİ) [Ar.] (ç. b. âlihe) Tanrı bir yaratıcısmın bulunduğu gö­
olarak tapınılan, ululuğu ve yü­ rüş ve düşüncesini benimseyen­
celiği karşısında huşu ile ler için kullanılan kelâm terimi,
eğilinen, gönülden bağlanılan ve “maddiyyûn” (bk. bu madde)
koruyuculuğuna sığınılan varlık karşıtı.
anlamında dinî terim. Ayrıca
i'lâ-i kelimetullah a (dllUS <öUI)
hak veya batıl olsun tapılmaya
[Ar.] İslâm inancında, “tevhîd”
değer bulunduğu her varhğa
(bk. bu madde) akidesini yücel­
“ilâh” denildiği de kaynaklarda
terek hâkim konuma getirme işi
zikredilmektedir. Bu sözün Al­
veya durumu için kullanılan ke­
lah kelimesi ile ilgili olduğu, bu
lâm terimi.
kelimenin başına “l” (elif) ile “J”
(lam) harflerinin gelmesi ve “f i'lâl a. (JiUl) [Ar.] Hadis biliminde,
(hemze)nin düşmesiyle “<111” (Al­ bir hadisin senet veya metninde
lah) sözünün oluştuğu konusun­ bir kusurun bulunduğunu ifade
da İslâm bilginlerinin çoğu gö­ etmek işi.
i’lâm 356

i'lâm (I) a. (^l) [Ar.] Hadis bili­ söz veya ibareleri sonradan ki-
minde, hocanm kendi metotlan tabm kenar kısımlarına ekleme
çerçevesinde topladığı hadisleri ve kaydetme.
öğrenciye göstermesi ve öğren­
ilham a ÇlI^I) [Ar.] 1. Feyiz yoluyla
cinin de hocaya rivayetini hatır­
insanm kalbine ulaştırılan ve
latması, onun da bu metoda iti­
esin olarak da nitelenen terim.
raz etmemesi esasma dayah ri­
2. Tanrı'nm, peygamberlerin yü­
vayet usulü.
reğine doldurduğu tanrısal âle­
i'lâm (II) a. Ç^UI) [Ar.] huk. İslâm me özgü duygu ve düşünceler.
hukukunda, mahkemece verilen
bir şer'î hükmün kaydedildiği § tam. ilhâm-ı ilâhı a. (^l
yazılı belge f^l) İlâhî duygu anlamında
kelâm terimi.
ilelü’l-hadîs a. (e^Jl Jk) [Ar.]
Hadis biliminde, sağlam ve sağ­ ilhâm-ı Rahbânî a. (^Lj fUI)
lıklı haberin doğruluğunu zede­ tas. Allah tarafından insanm
leyici nitelikteki gizli ya da bi­ ruh dünyasına telkin edildiği
linmeyen sebepleri inceleyen bi­ kabul edilen duygu için kul­
lim dahnın ortak adı. lanılan kelâm terimi.

ilhâd a. (jUI) [Ar.] Allah’ın varhğı ilim, -İmi (I) a. C^) [< Ar. ilm]
ve birliği ile dinin temel şartla­ Sözlüklerde “bilmek” olarak ge­
rını inkâr etmek, dinî inaçları çen bu terim, bilim ve bilgi kar-
hafife almak veya küçümsemek şıhğı olarak yaygm bir kullanım
anlamında kullanılan bir felsefe gösterir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu
ve kelâm terimi. Kur’ân-ı kelimenin kökünden türemiş
Kerîm’de “Hac suresi” (22 / 25) 750 söz varhğı yer almaktadır
nde geniş olarak ele alman bu (bk. M. F. Abdülbâkî, el-Mu'cem,
konunun unsurlan arasmda, Al­ “alm” maddesi). Bu terimin
lah’m isimlerini değiştirerek önemi, işlevi ve değeri hadisler­
tahrif etmek, O’nu inkâra yel­ de de vurgulanmıştır. Bunun en
tenmek, Kur’ân-ı Kerîm’in Al­ çarpıcı örneği, ilmin nafile iba­
lah kelâmı olduğuna inanma­ detten daha üstün olduğu şek-
mak veya onu başka birine nis­ linde ifade edilmiştir (Tirmizî,
pet etmek, ayetleri yalanlamak, “ilim”, 19; İbn Mâce, “Mukaddi­
doğruluktan sapmak gibi dinin me” 19). Buharî ise bu konuyu
temel inançlarını zedeleyen eserinde “Kitâbu’l-üm” başlığı
davramşlar ve sözler sayılmıştır. altında incelemiş ve Hz. Pey-
gamber’in pek çok hadisini bu
ilhâk a. (jLJI) [Ar.] Hadis bilimin­ bölümde zikretmiştir (Sahîh-i
de, bir hadisi yazarken unutulan
357 ilm-i mîkât

Buhârî ve Tercemesi, C. 1, s. 213- ilm-i hadîs a. (ijja. ^1 Hz.


285). Bu söz, Allah’m subutî sı­ Peygamber’in sözlerini, dav­
fatlarından biri olup “Olmuşu, ranışları ile izlediği yol ve
olacağı, gizliyi saklıyı, kısacası yöntemleri inceleyen bilim
her şeyi bilen.” anlammdadır. dalı. İslâmî bilimlerin en
önemli ve en saygm araştır­
§ tam. ilm-i ahkâm-ı ma konularından olan bu bi­
nücûm a. (^ ^l ^J İs­ lim dalı, temelde “sened” ve
lâmî bilimler çerçevesinde, “metin”e dayanmakta, onun
yıldızların insanları ve olay­ asıl gayesi ise metnin sahih
ları etkilediği inancma daya­ olup olmadığmı tespit etme,
nan astroloji, yıldız falcılığı, kusurlu olanları ayıklamadır.
müneccimlik gibi bilim dalla­
rı için kullanılan ortak ad. ilm-i hâl a. (Jk ^1 1. bk. il­
mihâl 2. tas. Bâtınî bilimler
ilm-i ahlâk a. (jıLl ^ Ah­ veya tasavvuf için kullanılan
lâk bilimi veya töre bilimi. bir tasavvuf terimi.
ilm-i arz a. (^l (Jk) Jeoloji ilm-i havâs a. (^Ijk fit) bk.
veya yer bilimi. havâs ilmi
ilm-i beyân a. (ûL ^j ed. ilm-i hey'et a. (ol^ ^Ic) bk.
Üslûp konusu içinde yer alan ilm-i felek
ve anlatım tarzını inceleyen
belâgatin bir bölümü için ilm-i İlâhî a. (^l ^Ic) bk.
kullanılan terim. ilâhiyât
ilm-i kâl a. (Jü ^J bk. kal
ilm-i felek a. (dU ^J İslâmî
bilimler çerçevesinde astro­ ilm-i kelâm a. (^ ^J bk.
nomi yani gökbilimi. kelâm ilmi
ilm-i ledün a. (j J ^Jx) bk. le-
ilm-i ferâ'iz a. (^l> ^ fık.
dün ilmi
Miras hukukuna ilişkin konu-
larm bir arada incelendiği bi­ ilm-i mîkât a. (ok^ fU) İs­
lim dalı. bk. mîrâs ve ferâ'iz lâmî bilimler çerçevesinde
güneş, ay ve yıldızlarm dö­
ilm-i fıkh a. (üî jdk) Bülûğ nüşüm ve değişimlerini dik­
çağına ermiş kimselerin üze­ kate alarak namaz vakitleri­
rine farz, vacip, sünnet, nin belirlenmesini konu alan
müstehab, mubah, harâm, bilim dah.
mekruh ve müfsid olan konu­
ları inceleyen bilim dalı.
ilm-i nücûm 358

ilm-i nücûm a. Ç^j ^ bk. şısmda Allah ve varlık ötesi


ilm-i felek dünyayı ele alan, bunlarm
ilm-i sakk a. Gu ^U) îslâm yanında tabiî bilimlerin ilke­
hukukunda ilâm, hüccet, se­ lerini araştıran bilim dalı,
net gibi resmî vesikaları metafizik (bk. metafizik).
yazma usulünü konu edinen Aristo’nun metafizik için kul­
bilim dalı. landığı Latince “prote
fhilosophia” teriminin Arap­
ilm-i tasavvuf a. (m^s ^
ça karşılığıdır.
Ahlâkî konuları içeren, ima­
nın vicdanileşmesini ve fıkıh ilmü'l-âsâr a. (jWl ^U Hz.
işlerinin severek ve kolaylık­ Peygamber’in, sahabenin ve
la yapılmasmı sağlayan ve tâbiûnun söz ve davranışları
marifeti telkin eden bilgi bi­ ile takrirlerini inceleyen bi­
rikimi. lim dalı.
ilm-i tefsir a. (j^t jdx) ilmü'l-bâtın a. (^Ul ^ İs­
Kur’ân-ı Kerîm’i daha iyi ve lâmî bilimlerde, gizli hakikat­
daha açık anlamak ve anlat­ leri konu edinen ve bu yolla
mak için müfessirlerin uğraş­ insanı manevî kurtuluşa eriş­
tığı bilim dalı. tirdiğine inanılan bilim dalı.
ilm-i usûl-i hadîs a. Gtuja. ilmü’l-ensâh a. LUi^l
J^l |Jx) Hadislerin tasnifini, bk. ensâb
kısımlarmı ve çeşitlerini ele
alan çahşmalar veya bu ça- ilmü'l-hadîs a. (a^i ^ bk.
hşmaların yapıldığı bilim da- hadis usulü
h. ilmü'l-kelâm a. ^1 ^1 bk.
ilm-i usûl-i kelâm a. kelâm ilmi
j^l jJx) Kur’ân-ı Kerîm’den
ilmü'l-münâsebet a. (c^Ul
ve hadislerden kelâm konu­
(Jx) İslâmî bilimlerde,
larının nasıl çıkarılacağmı
Kur’ân-ı Kerîm’deki sureler
araştıran bilim dalı.
ile ayetler arasındaki bağlan­
ilmü'l-ahbâr a. (jLkifl tıyı ve uyumu inceleyen bi­
Hz. Peygamber’in, sahabenin lim dah.
ve tâbiûnun söz ve davranış­
ilmü'n-nefs a. 0^1 jlc) Ru­
larını inceleyen bilim dalı.
hun iç dünyasmı, özünü, ha­
ilmü'l-a'lâ a. (JL^I |Jx) Ha­ yal ve akıl gibi melekelerin
yat ve varlık ile bunların kar- inceleyen bilim dalı.
359 ilmihâl kitabı

ilmü'r-rivâyet a. (cuijı (J^) illallah a. (dil ^I) [Ar.] “lâ ilâhe ill-
bk. ilmü'l-ahbâr Allah” (bk. bu madde) sözünün
kısaltması olup bezginlik ve bık-
ilmü'l-yakîn / ilme'l-yakîn a.
(j_.a_.ti -u) İslâmî kaynaklarda kmlık ifade eder.
doğru bilginin kriterleri üç illet a. (cL) [Ar.] 1. Evrende bir
kategoride ifade edilmiştir. nesnenin veya olaym meydana
Bunlar, ayne’l-yakîn (.duyu gelmesini sağlayan unsur anla­
yollarıyla elde edilen bilgi) mında kelâm terimi. 2. Bir ha­
(bk. bu madde), hakka’l- diste anlaşılması zor, anlam ba­
yakîn (iç duyu ya da tecrübe kımından kapalı, gizli veya met­
ile elde edilen bilgi) (bk. bu ne zarar veren kusurların bu­
madde) ve ilme’l-yakîn (akla lunması durumu.
ve İlmî delillerle edinilen bil­
gi). Bu sonuncusu, kesinlik illiyet a. (JL) [< Ar. illet (sebep)]
bakımından doğru bilgiyi Evrende, her hadisenin bir se­
ifade eden bir terimdir. bebi olduğunu ifade eden bu te­
rim, genellikle felsefede ve ke­
ilmü'z-zarûrî a. (^jj^ll jJx) lâm biliminde kullanılmıştır.
Teorik, aklî ve naklî yöntem­
lerle elde edilen bilgi. illiyyîn a. (jJt) [< Ar. illiyy’in ç.
b.] İslâm inancına göre, iyilerin
ilim, -İmi (II) a. (^Ic.) [< Ar. ilm] amel defterlerinin bulunduğu
Zaman ve mekân kavramların­ yer anlamında kullanılan bir
da sınır tanımaksızın küçük ve­ Kur’ân terimi. Kur’ân-ı
ya büyük, gizli veya âşikâr her
Kerîm’de sadece bir ayette
şeyi ve olayı eksiksiz bilmek an­
(Mutaffifln suresi, 83 / 18-21)
lamında Allah’a nispet edilen
“İyilerin kitabının bulunduğu
sübûtî sıfatlardan biri ve en
yer.” anlammda geçen bu söz,
kapsamlısı için kullanılan terim.
Allah’a yalan olan kulların bu­
Bu söz, Kur’ân-ı Kerîm’de üç
lunduğu yer olarak da yorum­
yüz seksen ayette isim ve sıfat
lanmıştır.
özelliğiyle Allah’a nispet edile­
rek kullanılmıştır (bk. M. F. ilmihâl a. (JL. jdt) [< Ar. ilm + F. -i
Abdülbâkî, el-Mu'cem, “alm” + Ar. hâl] İslâmî ibadet yollarmı,
maddesi). özellikle de namaz, abdest ve
öteki dinî bügileri çocuklara öğ­
ilkâh a. (^lill) [Ar.] fik. Normal ilişki
retmek amacıyla yapılan çalış­
dışmda bir yöntemle “dölleme”
malar ve eserler için kullanılan
anlamında kullanılan bir fıkıh
bir terim, davranış bilgisi.
terimi.
ilk günâh a. bk. aslî günah ilmihâl kitabı a. bk. ilmihâl
ilmiyye 360

ilmiyye a. («l^LJ [Ar.ilmî sözünün 2, s. 706). Böylece Hz. Peygam-


müennes (dişil) biçimi.} (ç. b. ber’den sonra ilk imam Hz.
ilmiyyât) 1. Din işleriyle uğra­ Ebubekir olmuştur. 4. Bazı kü­
şan hocalar sınıfı veya din işle­ çük İslâm devletlerinde devlet
riyle uğraşanların mesleği. 2. başkanı. 5. Hadis biliminde, en
Edebiyat bilimleri, fıkıh, ah- üst mertebeye ulaşmış hadis
kâm-ı Şer’iyye ile uğraşan meşi­ âlimi için kullanılan terim, eşan-
hat dairesinde çalışan kimseler lamlısı: “hâkim, hüccet, hâfiz,
için kullanılan bir terim. 3. Os­ muhaddis” (bk. bu maddeler).
manlI devlet geleneğinde eğitim,
hukuk, fetva ve diyanet teşkilâ­ § tam. imâm-ı a'zam a. ÇJ^l
tını oluşturan medrese düzenin­ ^Ll) Dört büyük İslâmî mez­
den yetişme “ulemâ” sınıfı için hepten İmam Ebû Hanife (öl.
kullanılan bir terim. 150 / 767).

ilzâmât ç.a. (oLljll) [< Ar. ilzâm’in imâm-ı mübîn a. (j^ ^Ll)
ç. b.] Hadis biliminde, bir hadis tas. Tasavvuf inancma göre
derleyicisinin veya yazarmm arş için kullanılan söz. Bun­
alması gerektiği hâlde kitabma dan amaç, sekizinci feleğin
almadığı hadisler için kullanılan arşı taşımasıdır; yani arş
terim. gökyüzünde en yüksek mer­
tebedir.
imâle a. (dLl) [Ar.] Kıraat bilimin­
de, fethada ve onu takip eden imâmüT-enbiyâ a. GLiyi
elif harfinde meydana gelen söy­ f.LJ) Nebilerin, peygamberle­
leyiş değişikliği. rin imâmı olan Hz. Muham-
med.
imâm a. (^Ll) [Ar.] (ç. b. e'imme) 1.
Cemaate namaz kıldıran kimse. imâmü'l-kıbleteyn a. (jjiLül
2. Müslümanlıkta mezhep kuran ^Ll) Hz. Peygamber’in “Ba­
kimseler. 3. Hz. Muhammed'den kara suresi” (2)nin 144. aye­
sonra onun vekilliği görevini ti uyarınca kıblesini “Mescid-
üzerine alan halifelere verilen i Aksâ” (bk. bu madde)dan
unvan. Hz. Peygamber, kendi­ Kâbe’ye çevirmesi ve Medi­
sinden sonra imamlık yapma işi ne’deki “mes-cid-i
için Hz. Ebubekir’i uygun bul­ kıbleteyn” içinde öğle ve
muştur. Kendisi ölümüne yakın ikindi namazlarını kıldırma-
dönemde, hastalığı sırasmda smdan dolayı kendisine veri­
“Ebû Bekr’e emredin de insanlara len bir başka unvan.
namaz kıldırsın.” demiştir imâmü'l-müslimîn a.
(Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C. (jJLJI fLI) Müslümanlann
361 îmân

imamı, halife veya devlet Yusuf ile İmâm-ı Muhammed


başkanları için kullandıkları için kullanılmıştır.
terim.
İmâmîlik a. bk. İmâmiyye
imâmân a. t>LLi) [Ar.] tas. Bir
İmâmiyye a. (<^LI) [Ar.] İmamîler,
tarikat liderinin biri sağmda biri
Hz. Muhammed'den sonra, Hz.
solunda olan iki veli için kullanı­
Ali'nin ve soyunun meşru imam
lan bir terim.
olduğuna inanan Şiî mezheple­
imame a. (uLl) [Ar.] 1. bk. sarık 2. rinden biri olup "isnâaşeriyye"
Tespih veya çubuk gibi şeylerin (bk. bu madde), "seb'iyye" (bk.
başma geçirilen uzunca kısım bu madde), "zeydiyye" (bk. bu
veya başlık. madde) gibi birçok kollara bö­
lünmüştür.
imâmet a. (^Ul) [Ar.] İslâm dün­
yasında, Hz. Peygamber’in vefa­ imâm nikâhı a. Dinî nikâh.
tından sonra devletin dinî ve si­
imâm-zâde a. (»Jj ^Ll) [< Ar.
yasî liderliği üstlenme işi veya
imâm + F. zâde] İslâm dünya-
durumu.
smda Şîa geleneği içinde imam-
§ tam. imâmet-i kübrâ a. larm oğulları ve torunları ile
(&>£ caLI) Halifelik veya bunların mezarları için de kul­
devlet başkanlığı. lanılan terim. İmam-zâdelerin
türbeleri genellikle İran, Pakis­
imâmet-i suğrâ a. (^y^ tan ve Hindistan’da yaygmlık
c-Ll) İmamlık, cemaate na­ göstermektedir.
maz kıldırma görevi.
îmân a. (jkl) [< Ar. emn] 1. Dinin
imâmet-i uzmâ a. (^ ortaya koyduğu dogmalara
cmL.1) bk. imâmet-i kübrâ
inanma, din inancı, itikat, “kü­
imâmeyn a.ç. (j^Ui) [Ar.imâm für” karşıtı. 2. İslâm dinine
sözünün tensiye (müennes) biçi­ inanma, mümin olma anlamm-
mi.] İki imam anlamma gelen bu da kullanılan bu terim, Kur’ân-ı
terim, Ebû Hanîfe’nin iki öğren­ Kerîm’de 800 ayetten fazla yer­
cisi olan Ebû Yûsuf’ üe Mu- de geçmektedir. Buhârî, Kur’ân-
hammed b. Haşan eş-Şeybânî ı Kerîm’de geçen bu ayetleri ki-
için kullanılmıştır. tabmda “Kitâbü’l-îmân” (Sahîh-
i Buhârî ve Tercemesi, C. 1, s.
§ tam. İmâmeyn-i 160) bölümünde toplamıştır. Ay­
Hümâmeyn öz.a. (juLı rıca hadis kaynaklarmda bu te­
jx«Ll) Hz. İmâm-ı Haşan ile rimin geçtiği 380 hadisin varlığı
İmâm-ı Hüseyn; İmâm-ı Ebu ifade edilmektedir.
îmânın şartı 362

îmânın şartı a. İslâm’ın temel imsâk a. (dM) [Ar.] 1. Oruç ibade­


ilkelerinden olan “farz” (bk. bu tinin yerine getirilmesi için
madde) ın şartlan içinde yer “fecr-i sâdık” (ikinci fecir) m do­
alan, altı farzdan oluşan ve ğuşundan güneşin batışına ka­
“amentü” olarak adlandırılan dar yeme ve içmeden uzak
imanın esasını belirten terim. durma, cinsel ilişkiden sakmma
Bunlar, Allah’a, O’nun melekle­ için kullanılan terim. 2. Savm,
rine, kitaplarma, peygamberle­ yani oruç ibadeti.
rine, âhiret gününe ve kaza-
imtinâ a. ^l) [Ar.] Yokluğu zatı-
kadere inanma olarak ifade
nm gereği olma anlammda kul­
edilmektedir.
lanılan kelâm terimi.
imâre a. GjLt) [Ar.] Kâbe ile
imzâ a. C=LaJ) [Ar.] İslâm devlet
Mescid-i Harâm’ı sürekli temiz
geleneğinde mektup, belge, be­
tutma, mimarîsini orijinal biçi­
yanname ve buyruk gibi resmî
mine göre koruma ve çevresin­
veya hususî evrak altma yazınm
de huzuru sağlama görevi ve
görüldüğünü, okunduğunu,
yetkisi.
onaylandığını veya aidiyetini
imâret a. (ojLc) [Ar.] İslâmî gele­ ifade etmek üzere konulan sim­
nek içinde, özellikle de Osmanh ge yazı ya da mühür. Buna “tev­
devleti bünyesinde yoksul kim­ ki” (bk. bu madde) de denilmiş­
selere ve medrese öğrencilerine tir.
her gün sürekli olarak sıcak ye­
mek dağıtmak üzere kurulmuş inâbe a. (<üUI) [Ar.] tas. Bir mürşide
hayır kurumlan. Bunlara bağlanarak tarikate girme, bir
“imârethâne” de denilmiştir. şeyhten el alma.

imârethâne a. («ulASjLt) [< Ar. in'âm (I) a. ÇLcj) [Ar.] İslâmî inanç­
imâret + F. hâne] bk. imâret ta Allah’m insanoğluna rızık
vermesi, ihsan ve lütufta bu­
imkân a. (5ILI) [Ar.] Varhğı veya
lunması anlammda kullanılan
yokluğu zatma nispetle eşit olma
bir terim. Bu söz, Kur’ân-ı
anlammda kullanılan kelâm te­
Kerîm’de değişik türevleriyle on
rimi
sekiz ayette yer almaktadır (bk.
imlâ a. GıLI) [Ar.] Hadis biliminde, M. F. Abdülbâkî, el-Mu'cem,
hadis uzmanı olan kimselerin “na'm” maddesi).
rivayet ettiği hadisleri veya bir
hadis bilgininin ya da bir şeyhin in'âm (II) a. ÇLüp [Ar.] OsmanlI
okutacağı metni öğrenciye dikte devlet geleneğinde ihtiyaç sahibi
ettirmesi veya birebir yazdırma­ kimselere veya devlete yararh
sı işi. işlerde ve görevlerde bulunan-
363 infâk

lara padişah adına yapılan nak­ lamda ve “İsa tarafından öğreti­


dî veya aynî yardım. len yeni doktirin.” anlamında
Pavlus adlı bir kişi kullanmıştır.
inâdiyye a. (^jL) [Ar.] Evrende
Hristiyan inancına göre İncil’i
eşyanın var olma gerçeğini in­
Hz. İsa yazmamış, onu tebliğ
kâr eden ve her şeyin hayalden
etmiş ve havarilerin de yayma-
ibaret olduğunu ileri süren aşırı
smı istemiştir. Nitekim, O’nun
gruplar.
göğe çekilmesinden sonra bu ki­
inâyet a. (çulu) [Ar.] 1. İslâm felse­ tabm yazılması fikri ortaya
fesinde Allah’ın evrenin yaratılı­ atılmış ve pek çok kişi yazma
şı üzerine küllî bilgisi ve takdiri işine girişmiştir. Ancak bunlar­
anlammda bir terim. 2. Hadis bi­ dan dördü en çok bilinen ve
liminde, râvînin bir hadisin se­ yaygm olan İncirdir. Bunlar,
net veya metnindeki yapacağı yazarlannm adlarma göre,
açıklamalardan önce, “yani: şu­ Matta İncili, Markos İncili,
nu kasdediyor...” sözünü kul­ Luka İncili ve Yuhanna İncili
lanması yöntemi. olarak bilinmektedir. Farklı kişi­
inbâ a. GUI) [Ar.] Hadis biliminde, ler tarafından kaleme alındığı
hadisin icazet yoluyla rivayet için doğal olarak bu İnciller ara-
edüdiğini ifade etme işi. smda pek çok çelişmeler ve fark­
lı yorumlar söz konusudur.
inbisât a. (LLul) [Ar.] Tasavvuf
inancma göre sufînin ruhen ra­ indiyye a. Gu) [Ar.] Evrendeki
hatlaması, manevî huzur bul­ eşyanın var olma gerçeğini in­
ması ve bir tür vecd ve cezbe hâ­ sanların inancma bağlı gören
line ulaşması durumu. grupları ifade eden terim.

İncil a. (Jul) [Ar.] Hz. İsa’ya gön­ infâk a. (jlül) [Ar.] İslâmî inanca
derilen ve Hristiyan dünyasının göre Allah’ın rızasını ve hoşnut­
inandığı üâhî kitabm Kur’ân-ı luğunu kazanma niyetiyle hayır
Kerîm’de geçen adı. Bu sözün işlerinde harcama yapma. Bu
kelime anlamı, “Müjde, iyi ha­ söz, Kur’ân-ı Kerîm’de yetmişe
ber.” olup Yunancada “euag- yakm ayette terim anlammda
gelion”, Latincede “evan- geçmektedir (bk. M. F.
gelium”, Fransızcada “evan- Abdülbâkî, el-Mu'cem, “nefk”
gile”, İngilizcede “godspel” bi­ maddesi). Hz. Peygamber de bir
çimlerinde kullanıldığı söz ko­ hadisinde bu konuda şöyle de­
nusudur. “Euaggelion” (İncil) mektedir: “Allahu te’âlâ buyurdu
adını ilk defa “Ahd-i Cedîd” (bk. ki: Ey Âdem oğlu! İnfâk et, sana
bu madde) içinde Hristiyanî bağ­ da infâk edilir.” (Riyâzü’s-Sâlihîn,
C.I, s. 573)
infirâd 364

infirâd a. (jljül) [Ar.] Hadis bili­ inkıtâ a. (^IUI) [Ar.] Hadis bili­
minde, hadis senedinin herhan­ minde, ravînin düşmesi veya at­
gi bir yerinde râvi sayısmın bire lanması durumu.
düşmesi veya hadisin senet veya inkâr a. (jlil) [Ar.] bk. küfür
metin bakımından tek duruma
innâ li-llâhi ve innâ ileyhi râci'ûn
düşmesi ya da bir başka benze­
ay. (j^lj dİ ^1 j dU^I) “Şüp­
rinin bulunmaması durumu. hesiz, Allah'ımıza döneceğiz.” an­
İnfîtâr suresi a. (^jjmjIUI) [< lammda Kur’ân-ı Kerîm’in bir
Ar. “Sûretü’l- İnfitâr” ( jlUil îj ayetinde geçen söz.
j-)] Kur’ân-ı Kerîm’in seksen inn-Allahe ma'a-s-sâbirîn ay.
ikinci, iniş sırasma göre yine (jjjjLdl^ <111^1) “Şüphesiz Allah
seksen ikinci suresi olup sabırlılardan yanadır.” anlamın­
“Nâzi’ât suresi” (79)nden sonra da Kur’ân-ı Kerîm’in bir aye­
ve “İnşikak suresi” (84)nden tinde geçen söz.
önce Mekke döneminde nazil inniyye a. (<2l) [Ar.] Kendüiğinden
olmuştur ve on dokuz ayetten zorunlu olarak ortaya çıkan var­
oluşmaktadır. Adını ilk ayette lık, var olma anlamında kullanı­
geçen ve “yarılmak” anlamma lan kelâm terimi.
gelen “infitâr” sözünden almak­
ins a. (^l) [Ar.] (ç. b. nâs) İnsan,
tadır. Sure kâinatm yaratıhşı,
beşer, cin ve melek karşıtı.
ahret inancı, ceza gününün var- Kur’ân-ı Kerîm’de on sekiz
hğı ve iyilerin cennete, kötülerin ayette geçen bu söz, “beşer, in­
de cehenneme gideceği ile Al­ san topluluğu.” anlamında ifade
lah’m büyüklüğü üzerinde dur­ edilmektedir. Ayrıca 230 yerde
maktadır. Hz. Peygamber’in ce­ de çokluk biçimi olan “nâs” iba­
maatle kılınan namazlarda bu resi yer almaktadır.
surenin okunmasmı tavsiye etti­
§ tam. ins ü cân a. (jl^ j ^l)
ği bildirilmektedir. Hz. Peygam­
bk. ins ü cin
ber’in “İnfitâr suresi”nin tefsiri
için bk. Sahîh-i Buhârî ve ins ü cin a. (<> j ^l) İnsan
Tercemesi, C. 11, s. 4974-4979. ve cin.

inhifâd a. (^Lüsl) Hadis biliminde, ins ü melek a. «« j ^l) İn­


bir söz veya davranışm bir sa­ san ve melek.
habeye bağlanması işi. Bu du­ inşân a. (jUl) [< Ar. ins] “Beşer,
rum, “mevkuf’ (bk. bu madde) insan topluluğu.” anlamında
olarak nitelenmiştir. olan “ins” sözünden gelen bu te­
rim, erkek veya dişi bu türün
365 inşâ

her ferdi için kullanılmaktadır. terimi. 2. Kalp, kalp gözü ye­


Kur’ân-ı Kerîm’de altmış beş rine kullanılan bir tasavvuf
yerde aynı anlamda kullanılan terimi.
bu söz, varlık olarak bütün yön­
İnşân suresi a. O^j^u jlu.il) [<
leriyle ifade edilmiş ve onun ya­
Ar. “Sûretü’l- İnsan” (jU^l »j
ratılışı, mahiyeti üe gayesini bit
>«)] Kur’ân-ı Kerîm’in yetmiş
bütünlük içinde açıklanmıştır.
altmcı, iniş sırasına göre doksan
Hz. Âdem’den başlayarak insan,
sekizinci suresi olup “Rahmân
özel bir konumda ve yaratılış
suresi” (55)nden sonra ve “Ta­
yöntemiyle varlık âlemine çıka­
rılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’in bir lâk suresi” (65)nden önce suresi
başka önemli açıklaması ise “in- olup “Medine döneminde nazil
san”m yeryüzünü imar ve ıslah olmuştur.” diyenlerin yanmda
edecek olan “halife” görevini “Mekke döneminde nazil olmuş­
üstlenmiş olmasıdır (Bakara tur.” diyenler de vardır ve otuz
suresi, 2 / 30). Yaratıklarm en bir ayetten oluşmaktadır. Admı
mükemmeli olan bu varlık, top­ surenin ilk ayetinde geçen “
raktan yaratılmış cismanî bün­ inşân” sözünden alır. Muhteva­
yesi yanında ruhanî bir kimliği sı, insanın yaratılışı, nimetlere
ile, duyularıyla, aklıyla iyiyi kö­ mazhar olması anlatıldıktan
tüden, güzeli çirkinden ayırma sonra Allah’a yönelmesi ve şük­
yeteneği ile geliştirilmiş; böylece retmesi, O’nun azabmdan
o, kendinden sorumlu olmaya korkması ve kaçmması çerçeve­
yetecek bir özgürlüğe sahip ol­ sinde insanlara bir çağrı niteliği
muştur. Onun Kur’ân-ı taşımaktadır. Hz. Peygamber’in
Kerîm’de pek çok surede ve “İnşân suresi”nin tefsiri için bk.
ayette anlatılan bu derin ve çok Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C.
yönlü vasıfları, Hz. Peygam­ 11, s. 4980-4984.
ber’in hadislerinde de yer almış;
insilâh a. (£5LuJ) [Ar.] Sözlük an­
“ins” sözüyle birlikte mütalaa
lamı, “Hayvanın derisini yüzüp
edilmiştir.
çıkarma.” anlamındaki bu söz,
§ tam. insân-ı kâmil a. (JxK Bâtmî inancına göre, “İslâm di­
jLil) tas. 1. “Maddî ve mane­ ninden sıyrılıp çıkma ve
vî, yoğun ve yumuşak, uzaklamşma.” anlammda bir te­
zulmanî ve nuranî, süfli ve rim.
kutsi ve de ulvî âlemde var inşâ a. (fLül) [Ar.] Evrendeki nes­
olan Allah’ın her mertebedeki neleri önce yaratma anlamında
tecellisine mazhar olabilen in­ kelâm terimi.
san.” anlamında bir tasavvuf
inşaallah 366

inşaallah a. (41I..U jl) [Ar.] “Allah mesini istemişlerdir. Bunun


isterse veya dilerse.” anlamında üzerine de Ay ikiye ayrılmıştır.
olan bu söz, yapılacak her işin Kur’ân-ı Kerîm’de anlatılan bu
Allah’ın izni ve iradesiyle ger­ olay, pek çok müfessirlerce fark­
çekleşebileceğini ifade etmek lı yorumlanmış olmakla birlikte
üzere işin ve davranışm başmda hepsinin ortak kanaatinin Hz.
söylenmesi gereken ve yaygın Peygamber’in mucizesinin bü­
olarak kullanılan bir terim. yüleyici ve müşrikleri hayrete
İnşikâk suresi a. (^jj^ j(ül) [< düşürdüğü noktasında olduğu­
Ar. “Sûretü’l- İnşikâk” (jliü^l »_> dur. Bazı müfessirler bu olayı
ju,)] Kur’ân-ı Kerîm’in seksen mecazî manada alırken bazıları
dördüncü, iniş sırasına göre sek­ da gerçek manada yorumlamış­
sen üçüncü suresi olup “İnfitâr lardır.
suresi” (82)nden sonra ve “Rûm İnşirâh suresi a. ri^O
suresi” (30)nden önce Mekke [< Ar. “Sûretü’l-İnşrâh” (^ly&ll
döneminde nazil olmuştur ve &j^)] Kur’ân-ı Kerîm’in doksan
yirmi beş ayetten oluşmaktadır. dördüncü, iniş sırasma göre on
Adını surenin ilk ayetinde geçen ikinci suresi olup “Duhâ suresi”
ve “yarılmak, parçalanmak.” an­ (93)nden sonra ve “Asr suresi”
lamına gelen “inşikâk” sözün­ (103)nden önce Mekke döne­
den almaktadır. Muhtevasmda, minde nazil olmuştur ve sekiz
kıyamet alâmetlerinden, insanm ayetten oluşmaktadır. Adını su­
Allah’a inanması ve bağlanma- renin ilk ayetinde geçen “elem
smdan, Kur’ân-ı Kerîm’e inan­ neşrah leke” ifadesinden al­
mayan ve secde etmeyenlerin maktadır. Bu sure ilk ayetteki bu
büyük azap göreceğinden söz
ibarelerden hareketle, “Elem
edilmektedir. Hz. Peygamber’in
neşrah”, “Elem neşrah leke” ve
“İnşikâk suresi”nin tefsiri için
“Şerh suresi” olarak da zikre­
bk. Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi,
dilmektedir. İniş sebebi olarak
C. 11, s. 4980-4984.
da Hz. Peygamber’in risalet yıl-
inşikâku’l-kamer a. (^ail jliül) larmm başında çektiği sıkıntıları
Sözlük anlamı, “Ay’ın iki parçaya gidermek ve putperestler tara­
bölünmesi.” olan ve Kur’ân-ı fından aşağılanan Müslümanla-
Kerîm’in “Kamer suresi” (54 / ra destek çıkmak gösterilmiştir.
1) nde geçen bir terim. Bu sure­ Hz. Peygamber’in “İnşirâh su-
nin iniş sebebi, İslâmiyet’in çıkış resf’nin tefsiri için bk. Sahîh-i
yıllarmda Mekkeliler, Hz. Pey- Buhârî ve Tercemesi, C. 11, s.
gamber’den bir mucize göster­ 5015-5016.
367 ircâ'

intihâb a. LLül) [Ar.] Hadis bili­ ile bütün bağlarını keserek Allah
minde, hocadan arzu edilen ha­ ile birleşebilmek için insanın
dislerin seçilmesi işi. kendi içine kapanması.” anla­
mında bir terim.
intihâ'ü’s-sened a. (jUI t(^l) [Ar.]
bk. âhirü’s-sened i'râb a. Uljcl) [Ar.] Hadis bilimin­
de, yanlış okumayı ortadan kal­
intikâl a. (Jlîül) [Ar.] huk. İslâm
dırmak için kelimeleri hareke­
miras hukukunda kazanılmış
leme işi.
bir hakkın belirli kimselere
geçmesi durumu. i'râbü’l-Kur’ân a. (jTjill oljcl) [Ar.]
Kur’ân-ı Kerîm’deki ayetleri
intisâp a. ÇLil) [Ar.] tas. Bir tari­
gramer bilgisi ve cümle yapısı
kata girerek bir şeyhe mürit ol­
bakımmdan inceleyen ve yo­
mak ve ona bağlanmak.
rumlayan bilim dalı ile bu ko­
inzâl ve tenzil a. Kur’ân-ı nuda kaleme alınan eserler için
Kerîm’in bir bütün olarak 610 kullanılan ortak ad.
milâdî yılında Kadir gecesinde
irâde a. Mjl) [Ar.] Allah’ın emirle­
“Beytü’l-İzze”ye indirümesine
ri, hükümleri ve fiillerinde hür
“inzâl”; parça parça vahiy yo­
olduğunu ifade eden ve O’nun
luyla Hz. Muhammed’e ayetler
“subûtî sıfatları” arasında gös­
hâlinde indirilmesine de “ten­
terilen bir terim. Bu söz,
zil” adı verümiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’de hem Allah’ın
inzâr a. (jlül) [< Ar. nezr] İlâhî iradesi, buna küllî irade denil­
emirlere uymayanları veya on­ mektedir, hem de kulun iradesi,
ları inkâr edenleri kötü bir so­ buna cüzî irade denilmektedir
nun beklediği ya da felâketleri­ ve 138 ayette geçmektedir.
nin büyük olacağını haber verip
onları uyarma anlammda bir te­ § tam. irâde-i cüz'iyye a.
rim, “tebşir” (bk. bu madde) (‘iji 4jlJ) İnsan iradesi için
karşıtı. Bu söz, Kur’ân-ı kullanılan kelâm terimi.
Kerîm’de pek çok yerde geç­
irâde-i ilâhiyye a. (<^Jl »Jjl)
mekte, hatta çoğu yerde de
Allah’ın iradesi, külli irade.
“tebşir” terimi ile birlikte zikre­
dilmektedir (bk. M. F. Abdülbâkî, irâde-i külliyye a. (<uk »Jjl)
el-Mu'cem, “nzr” maddesi). Allah’ın yaratabilme, yapa­
bilme iradesi için kullanılan
inzivâ a. (Jj>l) [< Ar.zuviyy ve
kelâm terimi.
zeyy] Sözlük anlamı, “Toplum
hayatından kaçıp tek başına ya­ ircâ' a. Gkjl) [Ar.] 1. İslâm dininin
şama.” olan bu söz, “Dış dünya ilk yıllarında ortaya çıkan ve
irfâniyye 368

aşın fırkalara karşı daha ılımlı irtifâ a. (^lüjl) [Ar.] Hadis bilimin­
ve uzlaşmacı fikir ve davranış­ de, bir söz veya davranışm Hz.
larıyla dikkati çeken siyasî fır­ Peygamber’e nispet edilmesi
kanın savunduğu görüşler. Bun­ konusu.
lara göre, iman esastır, amel
isâbet-i ayn a. (^ cuL^I) bk. nazar
sonraya bırakılabilir, bundan
dolayı böylelerine bir ceza uygu­ isbât a. (oLSI) [Ar.] huk. Kanun
lamak gereksizdir, bu konu önünde ileri sürülen ve hukukî
âhirete bırakılmalıdır, görüşü sonuçları bulunan bir iddianm
hâkimdir. 2. Hadis biliminde, gerçek oluşu konusunda kesin
büyük günah işleyenin cehen­ bilgi ve etkili delil ortaya koyma.
nemlik olup olmadığı hükmü­
§ tam. isbât-ı vâcib a. G-^b
nün Allah’a bırakılması.
oül) Allah’m varlığını delil­
irfâniyye a. (^lijt) [Ar.] tas. Ta­ ler getirerek anlatma ve ifade
savvuf ehli arasmda bilgi kay- etme.
nağmm keşif ve ilham olduğunu
isbâtiyye a. (ül2l) [Ar.] İlâhî sıfat­
ifade eden tasavvuf! terim.
ları ispat eden anlamında kelâm
irsâl a. (JL-J) [Ar.] 1. Hadis bili­ terimi.
minde, bir hadisin bir veya bir­
Îsevî öz.a. ((^^1 [Ar.] Hz. İsa'nm
kaç ravîsini düşürerek rivayet
yaydığı dinden olan,
etme. 2. fik. Namazda elleri bağ-
Hristiyanhk (bk. bu madde).
lamayıp yana salmak.
îseviyye öz.a. Gu^-jc) [Ar.îsevî sö­
irşât, -dı a. bUJ [Ar.] Sözlük an­ zünün müennes (dişil) biçimi.]
lamı, “Doğru yolu göstermek.” tas. Kurucusu Şeyh Ebû İsa el-
olan bu terim, İslâm inancmda Isfahânî olan ve 8. yüzyılda
müminleri dinî görevlerini yeri­ İran’da kurulan bir Yahudi
ne getirmeye çağırma anlamm­ mezhebinin adı.
da.
îseviyyet a. (oj>«t) [Ar.]
irticâ a. (^jl) [Ar.] Sözlük anlamı, Hristiyanlık.
“Geri dönmek, iade etmek, iste­
mek.” olan bu terim, mevcut isim, -smi a. (^l) [Ar.] Bir varlığa
sosyal ve siyasî düzeni dinî esas­ ad olarak kullanılan bu söz,
lara göre yeniden düzenlemeyi Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi ayette
Allah’a nispet olarak kullanıl­
hedef alan düşünce ve eylemler
mıştır (bk M. F. Abdülbâkî, el-
için kullanılmıştır.
Mu'cem, “ism” maddesi).
irtidât, -dı a. (jUjI) [Ar.] İslâm
dinini bırakarak başka bir dini § tam. ism-i a'zam a. Çki
kabul etme. ^j) “Allah'ın en büyük ismi.”
369 îslâmcılık

anlamında kullanılan bir te­ aynı kökten gelen fiil ve isimler­


rim. Hz. Peygamber, “ism-i le pek çok yerde değişik kavram­
a'zam”ın “Bakara suresi, 2 / larla karşımıza çıkmaktadır (bk.
255”nde yer alan “Allahü lâ M. F. Abdülbâkî, el-Mu'cem,
ilahe illâ hüve’l- “sim” maddesi). Ayrıca yine
hayyu’lkayyum...” ibaresiyle Kur’ân-ı Kerîm’de bu dinin in­
başlayan ayetin tamanundan sanlık tarihi boyunca hiç eksil­
ibaret olduğunu söylemiştir. meyen İlâhî mesajm en mü­
Bir başka hadiste de aynı kemmel biçimi olduğu, “Bugün
ayet için, “Bu duayı okuyan sizin için dininizi ikmâl ettim,
Allah’ın ism-i a'zamı ile dilek­ üzerinize nimetimi tamamladım
te bulunmuş olur. Allah ism-i ve sizin için din olarak İslâmî
a'zamı ile dilekte bulunanlara seçtim.” (Mâ’ide suresi, 5 / 3)
talebi yerine getirir, ism-i sözleriyle dile getirilmektedir.
a'zam ile dua edildiğinde dua­ Öte yanda, hadis kaynaklarm-
yı kabul eder.” (İbn. Mâce, daki “îmân” başlığı altındaki bö­
“Du'â”, 9) demektedir. lümlerde “İslâm” sözünü içeren
pek çok rivayet yer almaktadır.
ism-i celâl a. (Jjl ^1) bk. ism-i
Özellikle Allah katmda hak di­
a'zam, lafza-i celâl
nin İslâm olduğunu vurgulayan
İslâm öz.a.ve s. ÇoUJ) [< Ar.selâm hadislerden biri Tirmizî
ve silm] (ç. b. İslâmiyân) Dün­ (Menakıb, 32) de kayıtlıdır. Bu­
yaya insanlığın hayrı için Hz. nun yanmda “İslâm” ile “Hanîf”
Muhammed tarafından tebliğ (bk. bu madde) dinini eş anlamlı
edilen en son İlâhî Hak dinin ifade eden pek çok hadis de bu­
adı. Kur’ân-ı Kerîm’e göre “İs­ lunmaktadır (bk. Wensinck, el-
lâm”, insanın kendisini yalmzca Mu'cem, “sim” maddesi).
Allah’a adaması, yalnızca O’na
İslâm birliği a. bk. îslâmcılık
kulluk ve ibadet etmesi, Müslü­
man olması demektir. Kur’ân-ı İslâmcı s. ve a. Müslümanlığın
Kerîm’de sekiz ayette yer alan esaslarmı sadece dinî hayatta
bu söz, Allah katında hak dinin değil, hukukî, İktisadî ve siyasî
karşılığı ve özel adı olarak ta­ düzenlemelerde de geçerli kıl­
nımlanmış, ondan başka hiçbir mak isteyen kimseler.
dinin Allah tarafından kabul
îslâmcılık a. İslâm’ı inanç, düşün­
edilmeyeceği ifade edilmiştir.
ce sistemi, ahlâk kuralları, siya­
“Âl-i İmrân suresi, 3 / 19”nde
sî, İdarî ve hukuk düzeni bakı­
bu durum, “Allah katında hak
mından hayata geçirmek; Batı
din îslâmdır.” hükmüyle açıkça
dünyasma karşı Müslüman ül-
vurgulanmıştır. Yine bu terim,
İslâm dini 370

keleri birlik, beraberlik ve da­ İslâmiyet a. (clujLI) [Ar.] Hz. Mu-


yanışma içinde olmaya özen­ hammed'in yaydığı din, Müslü­
dirmek amacıyla 19. yüzyılm manlık.
ikinci yarısından itibaren Os­
ism a. Çil) [Ar.] Sözlük anlamı,
manlI aydınları tarafından dile
“Geri bırakmak, gecikmek.” olan
getirilen ve savunulan dinî ve
bu söz, insanı günaha sokan, iş­
siyasî ideoloji için kullanılan te­
lendiğinde kötüleme, kınama ve
rim; eşanlamlısı “ittihâd-ı İs­
cezalandırmayı gerektiren di­
lâm”. Bu ideoloji, yüzyılın so­
nen yasaklanmış eylemleri veya
nunda devlet ve ümmet için ya­
davranışları yapma işi için kul­
rarlı bir politik unsur olarak de­
lanılan bir terimdir. Bu söz,
ğerlendirilmiş; 20 yüzyılın baş-
Kur’ân-ı Kerîm’de türevleriyle
larmda, özellikle de İkinci Meş­
birlikte kırk sekiz ayette geçmiş­
rutiyetle beraber ortaya çıkan
tir (bk. M. F. Abdülbâkî, el-
öteki fikir hareketleri karşısında
Mu'cem, “ism” maddesi). “İsm”e
yeniden düzenlenerek “İslâm
konu olan büyük günahlar
Birliği Düşüncesi” adı altında
Kur’ân-ı Kerîm’de özellikle şu
yeni bir oluşum ve tekliflerle
ayetlerde zikredilmektedir: “İçki
Cumhuriyet’in kuruluşuna ka­
ve kumar” (Bakara suresi, 2 I
dar kimliğini koruyarak varlığı­
219) anlammda, “Faizden elde
nı sürdürmüştür.
edilen kazanç.” ” (Bakara sure­
İslâm dini a. bk. İslâm si, 2 / 276) anlamında, “İnkâr
İslâmın şartı a. İslâm’m temel etmek ve küfür” (Âl-i İmrân, 3 /
ilkelerinden olan “farz” (bk. bu 178) anlammda, “Allah’a yalan
madde) ın şartları arasında yer isnat etmek.” (Nisâ suresi, 4 /
alan ve beş şartı veya farzı ifade 50) anlamında, “Günahı veya su­
eden terim. Bu şartlar, “savm” çu başkasının üzerine yüklemek.”
(bk. bu madde), yani ramazan (Nisâ suresi, 4 / 112) anlamın­
orucu tutmak, “salât” (bk. bu da, “Ölü, kan, domuz eti, gibi ya­
madde), yani beş vakit namaz saklanan şeyleri yemek.” (Mâ'ide
kılmak, “hac” (bk. bu madde), suresi, 5/3) anlammda, “İnsan
“zekât” (bk. bu madde) ve “ke- öldürmek.” (Mâ'ide suresi, 5 /
lime-i şehâdet” (bk. bu madde) 29) anlamında, “Yalan söyleye­
tir. rek doğruyu gizlemek.” (Mâ'ide
suresi, 5 /107) anlammda, “Açık
İslâmî s. Ç^iUI) [< Ar.İslâm + -î]
veya gizli günah işlemek.”
İslâm diniyle ilgili olan, İslâm’a
(En'âm suresi, 6 / 120) anla­
özgü.
mmda pek çok fiil, “ism” olarak
nitelenmiştir, bk. günah
371 isnâd

İsmâ'ilîlik a. bk. İsmâ'iliyye Ca’fer es-Sâdık’ın fıkhî görüşle­


rini benimsedikleri için
İsmâ'iliyye a. (üUO) [Ar.] Şî'a
“Ca'feriyye” (bk. bu madde); on
inancına göre altıncı İmam
ikinci imamın gelişine inandık-
Ca'fer-i Sâdık’m oğlu İsmail b.
ları için “Ashâbü’l-intizâr” (bk.
Ca'fer es-sâdık’a nispet edilen ve
bu madde); on ikinci imam için
onun soyundan gelenlerin ima­
kullanılan “kâ'im” sözünü ve
metini benimseyen, ayrıca aşırı
unvarunı benimsemelerinden
görüşleriyle tanınan bir Şiî
dolayı “Kâ'imiyye” (bk. bu mad­
mezhebinin adı. Bu mezhebin
de) olarak da anılmaktadır,
“yedi devir inancı” çerçevesin­
“isnâaşeriyye” (on iki imam)
de her devir bir nâtık nebiyi ifa­
inancına göre, ilk altı imam, Ali,
de eder; sonra bir vâsi imam ve
Haşan, Hüseyin, Zeynelabidin,
altı sâmit imam ile bu sistem
Muhammed Bakır ve Ca’fer es-
tamamlanmış olur. Bu sistem
Sâdık olup onun büyük oğlu
içinde, “nâtık” terimi, yeni devri
İsmail’in imamlığı tartışılmış ve
başlatan peygamber anlamın­
onun bazı günahlara sapmasın­
dadır. Onu “esas” veya “sâmit”
dan dolayı yedinci imam olarak
adı verilen imam takip eder.
küçük kardeşi Musa Kâzım (öl.
ismet a. (o^) [< Ar. asm] 1. İs­ 799) tanınmıştır. Daha sonra ge­
lâmî inanca göre, peygamberle­ len imamlar ise şunlardır: Ali
rin günahtan uzak ve korunmuş Rıza (öl. 818), Muhammed Cevad
olduğunu ifade eden bir terim. 2 (öl. 835), Ali Hâdî (öl. 868), Ha­
fık. Dinî ve hukukî koruma ve şan el-Askerî (öl. 873). Son imam
dokunulmazlık anlamında fıkıh Muhammed Mehdî (öl. 870)nin
terimi. gayb âlemine çekildiği, ancak
onun ahir zamanda beklenen
§ tam. ismetü’l-enbiyâ a.
Mehdî olarak geri döneceği
G Li^ Icnr) Peygamberlerin inancı yaygmdır.
günahtan uzak ve korunmuş
olduğunu anlatmak üzere ka­ isnâd a. (jClJ) [< Ar. sünûd] Ha­
leme alman eserlerin ortak dis biliminde, bir hadisi rivayet
adı. eden kimsenin, Hz. Peygam-
ber’in söylediği veya yaptığı bir
isnâaşeriyye a. (^lil) [Ar.] Şîa işi O’ndan başlayarak kendisine
inancmda, on iki imam düzenini gelene kadar o hadisi nakleden­
benimseyen Şiî fırkası. Bu fırka­ leri bir bir sayarak metnin sağ-
ya mensup olanlar, imam inan­
lamlığmı ortaya koyma ve hadisi
cını ön plana aldıkları için
peygambere kadar götürme işi.
“İmâmiyye” (bk. bu madde);
isrâ 372

isrâ a. Gl^i) [Ar.] Hz. Peygam­ duygularınm geliştirilmesine


ber’in Allah katına yükselmesi ağırlık verümiş, üçüncü bölüm­
sırasında Mescid-i Harâm’dan de de “tevhid” inancı üzerinde
Mescid-i Aksâ’ya ulaşmasını ifa­ durulmuştur. Dördüncü bölüm­
de eden ve “gece yolculuğu” an­ de ise İblis’in şerrinden uzak
lammda olan terim. Bu yolcu­ durulması vurgulanır, son bö­
luktan sonra “mi'râc” (göğe lümde münafıkların, Kur’ân-ı
yükselme) söz konusu olmuştur. Kerîm’e inanmayanlarm onun
bk. mi'râc Kur’ân-ı Kerîm’de bir benzerini oluşturamayacak­
“İsrâ suresi” (17) nde şöyle an­
ları dile getirilir. Surenin fazileti
latılmaktadır: Hz. Peygamber bir
olarak Hz. Peygamber’in onu
gece kendi evinde (veya amcası
her gece okuduğu rivayet edil­
kızınm evinde) uyurken Cebrail,
miştir. Bu surenin faziletini Hz.
O’nu bir binite (Burak) bindire­
Aişe Hz. Peygamber’in genellikle
rek Kudüs’te bulunan Mescid-i
geceleri bu sureyi okuyarak ge­
Aksâ’ya götürmüştür. Kur’ân-ı
çirdiğini söyleyerek ifade etmiş­
Kerîm’e göre Hz. Peygamber’in
tir. (bk. Kur’ân Yolu Türkçe
manevî dünyasının enginliği ve
sosuzluğunun bir ifadesi olan bu Meâl ve Tefsir, III, Ankara
yolculuk, “mi'râc”m başlangıç 2005-2008, s. 457.)
sürecidir. İsrâ'îl a. (J^l^l) [Ar.] Benî İsraîl
İsrâ suresi a. Ç^»1^1) [< Ar. olarak da bilinen bu terim, Tev­
“Sûretü’l- İsrâ” (J^l Sj^)] rat ve Kur’ân-ı Kerîm’de Hz.
Kur’ân-ı Kerîm’in on yedinci, Yakup’un çocukları ve onlarm
iniş sırasına göre ellinci suresi soyundan gelen kimseler için
olup “Kasas suresi” (28)nden kullanılmıştır. Bu söz, Kur’ân-ı
sonra ve “Yûnus suresi” Kerîm’de iki ayette geçmektedir
(10)nden önce Mekke dönemin­ (Âl-i İmrân suresi, 3 / 93; Mer­
de nazil olmuştur ve yüz on bir yem suresi, 19 / 58).
ayetten oluşmaktadır. Admı ilk İsrâ'îliyât a. (oLLilj-l) [Ar.] Yahu­
ayette geçen ve “gece yürümek’ dilik ve Hristiyanlıktan İslâm
anlamına gelen “isrâ” sözünden kaynaklarına geçtiği kabul edi­
almaktadır. Surenin ilk bölü­ len bilgiler.
münde miraç olayı anlatılır.
isrâ ve mi'râc a. (^l^ J^l) [Ar.]
İkinci bölümde Allah’a kulluk
bk. mi'râc
etmeye, ana babaya itaat etme­
ye, yoksullara ve akrabaya yar­ isti'âne a. (clü«i) [Ar.] Her türlü
dımda bulunmaya ve kardeşlik kötülüklerden ve sıkmtılardan
373 istihâze

kurtulmak için peygamberlerin istigâne a. (<il*ul) [Ar.] bk. isti'âne


veya velîlerin hayır duasmı al­
istiğfâr a. (jLiiı^l) [Ar.] bk. tövbe
ma anlammda kelâm terimi.
istiğrâb a. GJ>^1) [Ar.] Hadis bi­
isti'âze a. GjUiuJ) [Ar.] Her türlü
liminde, bir hadisi garip sayma.
kötülüklerden Allah’a sığınıp
O’nun himayesini ve yardımını istiğrak a. (jl>2^l) [Ar.] tas. Bir
isteme. Kur’ân-ı Kerîm’de Allah sufînin İlâhî coşku altında bede­
sözü ile birlikte yedi ayette, rab nî ve maddî âlem ile ilgili hiçbir
sözü ile birlikte sekiz ayette, duygu, algı ve düşünceye itibar
rahman adı ile birlikte bir ayette etmemesi, dış dünya ile ilintisini
ve cin sözü ile birlikte bir ayette tamamen kesmesi anlammda
olmak üzere toplam on yedi bir tasavvuf terimi.
ayette yer almakta olan bu te­ istihâre a. (»jüiu,l) [Ar.] Bir iş veya
rim, hadislerde de pek çok yerde davranışa girişmeden önce
geçtiği kaynaklarda zikredil­ onun sonucunun Allah katmda
mektedir. hayırh olmasını kılman bir nafi­
istibrâ a. Glj^l) [Ar.] fik. Nesebin le namaz ve arkasmdan yapılan
karışmaması için bir kadının gi­ dua ile isteme.
rişmiş olduğu bir ilişkiden hami­ istihâre namazı a. Bir konunun
le kalıp kalmadığınm anlaşılma­ veya işin hayırla sonuçlanıp so-
sı amacıyla bir başkası ile yeni nuçlanmayacağma dair manevî
bir ilişkiye girmeden önce belli bir uyarıya ulaşmak için bir
bir süre bekleme durumu. müminin gece uykuya yatma­
istibrâ ve istincâ a. GL^l j dan önce kılması gereken iki re-
J_>^l) [Ar.] fik. Hem büyük hem kâtlık namaz.
de küçük abdest bozduktan son­ istihâze a. (c^kL,!) [Ar.] fik. Ka-
ra yapılması gerekli temizliği dınlarm döl yolundan hayız ve
ifade eden terim. nifas hâlleri dışında kan gelme­
istidlâl a. (J^ji^l) [Ar.] bk. nazar sini ifade eden terim, “istihâze”
durumunda olan bir kadının di­
istidrâk a. (jlji^l) [Ar.] Hadis bi­
nî ibadetlerini yapabilmesi için
liminde, yanhş veya eksik riva­
önce temizlenmesinin şart oldu­
yetleri düzeltme ya da tenkit
ğu fıkıh büginleri tarafından ay-
etme işi.
rmtılı ele alınmış; bu konuda
istiftâ a. Gtiiu,!) [Ar.] fik. Şeriat yazılan kitapların “tahâret” (bk.
davalarında, taraflardan birinin bu madde) bölümlerinde gerekli
kadıya baş vurması. açıklamalar yapılmıştır.
istihfâf 374

istihfâf a. (Jlüı^l) [Ar.] İslâm istikbâl-i kıble a. (<JJ JLsı^l) [Ar.]


dininin değer yargılarına yöne­ Namazın dışındaki altı şartın­
lik aşağılayıcı ve hafifletici dav­ dan biri olup namaz kılarken
ranışlar içinde bulunma. İslâmî kıbleye karşı yönelmek veya
konular üzerinde çalışan bilim durmak.
insanları Hz. Peygamber’in Al­ istikbâr a. (jL£lJ) [< Ar. kibr] 1.
lah adına dile getirdiği “va- Bir kimsenin kendini büyük
hiy”leri ve bunlardan çıkan dinî görmesi ya da büyük işler ba­
hükümleri alaya alma veya kü­ şarmaya aday gibi göstermesi
çümseme niteliği taşıyan söz ve anlammda Kur’ân-ı Kerîm’de
davranışları “istihfâf’ olarak ni­ geçen bir terim. Bu söz, Kur’ân-ı
telemişlerdir. Kerîm’de kırk sekiz ayette geç­
istihlâl a. (Jıuı^l) [Ar.] İslâm inan­ mektedir (M.F. Abdülbâkî, el-
cına göre, haram olması sabit Mu'cem, “kbr” maddesi). Bu
durm, Allah’ın ayetlerini kü­
olmuş konuları helâl gösterme
çümseme veya yalanlama, in­
anlammda kelâm terimi.
kârda ısrar etme ve başkalarını
istihsân a. (jl...^,.,!) [Ar.] fik. AUah’m yolundan çevirmeye ça-
Müctehidin herhangi bir konu­ hşma olarak ifade edilmektedir.
da, kendi kanaatince o konunun Bu davranışm ilk örneği olarak
benzerlerinde verdiği hüküm­ da Hz. Âdem’in öteki yaratıklar­
den vazgeçmesini gerektiren dan üstünlüğünü kabul etmeyen
“nas”, “icmâ”, “zaruret”, “kı­ ve bundan dolayı ona saygı gös­
yas”, “örf” gibi delillere termeyen “şeytan” (bk. bu mad­
yayanarak üzerinde durduğu ilk de) ile başladığı ziredilmektedir.
hükmü bırakıp başka bir hükme 2. Kendinde bulunmayan bir
varması anlamında terim. değeri, nefsinde var gibi gös­
terme anlamında Kur’ân-ı
istihzâ a. (J^u.1) [Ar.] İslâm inancı
Kerîm’de geçen bir söz ve terim.
ile alay etme anlamında kelâm
terimi. Bunu yapanlarm küfre istilâ a. GöLLlJ) [Ar.] fik. Bir malın
düşücekleri fıkıh bilginleri tara­ gerekçeli veya gerekçesiz, haklı
findan ileri sürülmüştür. veya haksız ele geçirilmesi ve
ona malik olunması amacıyla el
istikâmet a. (c-Iîl.1) [Ar.] tas. Ta­ konulması anlamında bir fıkıh
savvuf ehlinin her türlü aşırılık­ terimi.
tan sakınarak doğruluk üzre
olmasmı ifade eden bir tasavvuf istîlâd a. (j^l) [Ar.] fik. Bir kim­
terimi. senin çocuk edinme amacıyla
cariyesini hamile bırakması ve
375 îşân

cariyenin hürriyetine kavuşması istishâb a. UL-^i) [< Ar.


ile sonuçlanan hukukî süreç. musahabe] fik. Geçmişte sabit
olan bir durumun veya konu­
istilâm a. (^1) [Âr.] flk. Hac iba­
nun, değiştiğine dair bir delil bu­
deti sırasında tavaf yapılırken
lunmadıkça, hâlen geçerliliğini
“Hacerü’l-esved”in yanına ge­ koruduğuna hükmetmek anla­
lindiğinde el sürme, onu öpme mında fıkıh usulü terimi.
ya da tekbir getirerek onu uzak­
tan selâmlama anlamında bir fı­ istiskâ a. GLiul) [Ar.] bk. yağmur
kıh terimi. duası
istiskâ namazı a. Yağmur duası
istimdâd a. (jlj^J) [Ar.] Bir kim­
namazı anlamında olan bu te­
senin beklenmedik bir anda bir­
rim, Cuma namazı gibi kıldırılan
takım sıkıntılara düşmesi sonu­
iki rekâtlık namazı ifade etmek­
cu bunlardan kurtulmak için
tir.
peygamberlerden veya ermiş ki­
şilerden yardım dileme. istisnâ a. GLiicJ) [Ar.] îman ettiğini
dil ile ikrar etme yerine AUah’m
istimlâ a. Gıli.1) [Ar.] Hadis bili­
takdirine bırakıp “İnşaallah
minde, hocanın yazdırdığı ha­ müminim.” demesi için kullanı­
disleri kaydetme. lan kelâm terimi.
isti'nâf a. (jis-ı) [Ar.] Namaz kılı­ istişhâd a. (jl^l) [Ar.] Hadis
nırken herhangi bir sebeple biliminde, bir hadisi başka bir
namazm bozulması ve abdestin hadisin senediyle karşılaştırarak
yenilerek namaza baştan ve ye­ ifade etme işi.
niden başlanması durumu.
istiva a. (Jy^J) [Ar.] Allah’ın sıfat-
isti'râz a. (^lj*ı«l) [Ar.] Müslüman larmdan biri olup “Yerleşmek,
fırkalanndan Hâricîlerin ve ılımlı olmak, kararlı olmak, yük­
özellikle de Ezârika cemaatinin selmek, hâkim olmak.” anlamla-
kendilerinden olmayan farklı rmda O’nun zatının evrenle
fırkalara mensup kimselerin din münasebetini konu edinen bir
anlayışlannı sorgulamaları an­ terim. Bu söz, Kur’ân-ı
lamında bir terim. Kerîm’de dokuz ayette Allah’a
nispet edilmiştir (bk. M.F.
istircâ a. (^Ljiu.1) [Ar.] Bir felâket
Abdülbâkî, el-Mu'cem, “tvy”
sırasmda Allah’ın yardımına ve
maddesi).
desteğine sığmarak dua etme ve
teselli bulma veya tevekküle îşân cl (jlil) [Ar.] Orta Asya’da
bağlanma. Türk kökenli sufîlerin yönetici
işâret 376

veya şeyh ya da irşat makamın­ İşrâkıyyûn a. t«4İ^l) [Ar.] bk.


da olan erenleri. İşrâkıyye
işâret a. UjUi) [Ar.] tas. Tasavvuf itâ'at a. (ocLkl) [< Ar. tav'] Sözlük
ehli arasmda bir niyeti, hedefi anlamı, “Baş eğmek, söz dinle­
veya anlamı ya da özel bir duy­ mek.” olan bu söz, meşru emir
gu ve düşünceyi değişik sembol­ ve isteklere uyma anlammda ke­
lerle anlatma yöntemi. lâm terimi. Kelâmcılar bu konu­
da Allah’a yakınlık ve O’nun rı-
§ tam. işâret-i İlâhiyye a. zasmı isteme durumuna önem
(<Lı^ ojUl) tas. Tasavvuf vermişlerdir.
inancında evliyaullaha vaki
itâb a. Ltc) [Ar.] Bazı davranışla-
olan ilham.
nndan dolayı peygamberlerin
iş'ârî tefsir a. (^& ^Lil) [Ar.] üâhî uyarılar ile karşı karşıya
tas. Tasavvuf inancmda sufînin kalmaları durumu için kullanı­
kalbine doğduğu kabul edüen lan kelâm terimi.
işaretler yardımıyla Kur’ân
i'tibâr a. (jLkl) [Ar.] Hadis bilimin­
ayetlerini yorumlama ve tefsir
de ferd veya garîb bir hadisin
yöntemi.
farklı yollardan rivayet edilip
işkâl a. (JISül) [Ar.] Hadis bilimin­ edilmediğini araştıran bilim da­
de, anlaşılması zor kısımların lı.
açıklanması işi.
i'tidâd a. (jljil) [Ar.] Hadis bili­
işrâk namazı a. bk. kuşluk namazı minde, zayıf bir hadisin başka
bir sağlam hadis ile desteklen­
işrâk vakti a. Güneş doğduktan
mesi işi veya durumu.
sonra ufuk hattından 5 derece
yükselmesinden itibaren başla­ i'tikâd a. (jlikl) [< Ar. akd] Bir
yan zaman. inanca yürekten bağlanmak,
tasdik etmek, onu benimsemek
İşrâkıyye a. (^Ijil) [Ar.]
anlammda kelâm terimi.
Şehabeddin es-Suhreverdî el-
Maktûl (öl. 587 / 1191)nin kur­ i'tikâf a. (Jliti) [Ar.] 1. İbadet
duğu ve ilkelerini Hikmetü’l- etme amacıyla dünya işlerinden
İşrâk adlı eserinde ayrıntılı ola­ vazgeçip bir yere kapanma, iba­
rak anlattığı mistik ve teosofik dete dalma. 2. Özellikle Rama­
felsefenin adı ve tasavvuf ehli zan aymın son on gününde er­
arasında yaygm olarak bunu keklerin camilerde son cemaat
ifade eden terim. Bu felsefeye yerinde, kadmlarm da evlerinin
mensup olanlara da bir köşesinde namaz, tövbe, zi­
“İşrâkıyyûn” adı verilmiştir. kir, Kur’ân okuma, tefekkürle
377 izzet

ruhen armmaya ve yücelmeye ravîler arasmda kopukluk bu­


yönelik ibadete dalma anlamm- lunmaması ya da atlanmaması
da kullanılan terim. Hz. Aişe, Hz. durumu.
Peygamberin vefatma kadar
ivâz a. (^Ijc) [< Ar. avz] Dünyada
Ramazan ayının son on günle­
yaşanan acı, sıkıntı, keder ve ıs­
rinde “i'tikâf’ ederdi, demekte­
tıraplara karşılık âhirette öde­
dir (Riyâzü’s-Sâlihîn, C. II, s. 518).
necek bedel karşılığı anlammda
Buhârî, “i'tikâf’ ile ilgili Hz. kullanılan kelâm terimi.
Peygamberin sözlerini kitabm-
da “Kitâbu i'tikâf fi’l-Aşri’l- ivâzlı akit a. Satış, kira gibi taraf­
Evâhir” başılığı altmdaki bir bö­ ların birbirine bir bedel verme
lüm içinde toplamıştır (Sahîh-i taahhüdünü içeren akit veya
Buhârî ve Tercemesi, C. 4, s. sözleşme.
1877-1892). ivâzsız akit a. Satış, kira gibi taraf-
i'timât a. (jLkl) [< Ar. akd] Bir larm birbirine bir bedel verme
şeye dayanmak, yaslanmak, yö­ taahhüdünü içermeyen akit ve­
nelmek anlamında kelâm terimi. ya sözleşme.
ittibâ a. (^Û) [Ar.] Allah ve pey­ iyâl a. (jy [âr.] Bir kimsenin ev
gamberin emrettiği konulara içinde bakmakla yükümlü bu­
uyulmasını ifade eden kelâm te­ lunduğu aile bireyleri.
rimi.
izâr a. (jl}l) [Ar.] Cenazeyi kefen­
ittihât, -dı a. (jLsl) [Ar.] “Birleşme, lemek amacıyla baştan ayağa
birlik kurma, bir olma.” anla­ kadar cenazeyi örten beyaz
mında olan bu söz, değişik keli­ renkli pamuklu bez.
melerle terkipler kurarak yeni
iyâzen billah a. (<dJ_> lâL) [Ar.] “Al­
terimler oluşturur.
lah’a sığınırım.” anlamında bir
§ tam. ittihâd-ı ârâ a. (Ij söz, “el-iyâzü billah” biçiminde
jkil) Oybirliği. de kullanılır.
ittihâd-ı İslâm a. Ç^LL^l) izzet a. (o>) [Ar.] Hadis biliminde,
İslâmcılık, İslâm birliği, Pa­ tek bir isnatla rivayet edilmiş
nislamizm; bk. İslâmcılık bulunan bir hadisin başka bir
ittihâd-ı umûmî a. (^j^ hadisin isnadıyla daha rivayet
jLjI) Genel birlik, bütün in- edilmesi yoluyla kuvvet kazan­
sanlarm birleşmesi. ması ve aziz olması ya da nadir
bulunan bir hadis durumuna
ittisâl a. (J(Jl) [Ar.] Hadis bilimin­
gelmesi.
de, bir hadisin senedinde veya
ka'ade a. G^) [Ar.] “Gayret gös­ Ka'be öz.a. i^) [Ar.] 1. İslâm
termeyenler, yerinde oturanlar.” inacına göre, yeryüzünde, Mek­
anlamında olan bu söz, Kur'ân-ı ke’de “Mescid-i Haram” denilen
Kerîm’in “Nisâ suresi” (4)nin “Câmi-i Şerîf’in ortasında 13 m.
95. ayetindeki mealen “Cihada yükseklikte 12 m. eninde kare
çıkanlarla yerinde oturanlar bir biçiminde taştan ve Hz. İbrahim
olmayacak.” ibaresine dayana­ ve İsmail tarafından yapılan
rak “Hâricîler” (bk. bu madde) (Bakara suresi, 2 /124 -129) ilk
tarafından benimsenmiş bir te­ mabet ve Müslümanların nama­
rim olarak yaygmlık kazanmış­ za durdukları yön veya kıblesi
tır. anlammda kullanılan terim.
Kur'ân-ı Kerîm’de “Mâ'ide su­
ka'adiyye a. (İjû) [Ar.] “Hâricîler”
resi” (5)nin 97. ayetinde aynen
(bk. bu madde) in bir kolu olup
geçen bu söz, bazı ayetlerde
halkı yöneticilere karşı baş kal­
“Beytü’l-haram” (saygın ev)
dırmaya teşvik etmekle bilinen
“Mâ'ide suresi” (5 / 2); “el-
fakat kendileri bu eylemlere ka­
Beytü’l-muharrem” (saygın ev;
tılmayan cemaat.
“Mâ'ide suresi” (5 / 2) ve “İbra­
kabâle a. GdLî) [Ar.] fik. İslâm hu­ him suresi” (14 / 37); “el-
kukunda bir kimsenin belirlen­ Beytü’l-atîk” (eski ev; “Hac su­
miş bir borç, vergi ve hizmeti resi” (22 / 29); “el-Beytü’l-
üstlenmesi ve bunu belgeleyen ma'mûr” (imar edilmiş ev; “Tûr
sözleşme. suresi” (52 / 4) olarak da zikre­
dilmiştir. Ayrıca Allah, burayı
Ka'be-i Mu'azzama 380

“beyti” (evim. Hac suresi, 22 / (bk. bu madde) diye de terim-


26) olarak da nitelemiştir. leşmiş olan makam.
“Ka'be”, halk arasında
Ka'be-nâme a. («uü 9$) [< Ar.
“Beytullah” (Allah’ın evi) biçi­ Ka'be + F.nâme] tas. ed. Tasav-
minde yaygm bir kullanım ka­
vufî edebiyatta mutasavvıf şair­
zanmıştır. 2. Müslümanların
lerin Ka'be şehrinin faziletlerini
hacı olmak amacıyla ziyaret et­ şiirleştiren eserler için kullan-
tikleri kutsal yapı veya belde
dıklan ad.
için kullanılan terim. İslâm’m
beş şartından biri olan ve hâli Ka'beteyn ç.a. (jı^) [Ar.Ka'be
vakti yerinde olanlara farz kıh- sözünün tesniye (ikilik) biçimi.]
nan (Âl-i İmrân suresi, 3 / 96) Kâbe ve Mescid-i aksâ.
haccın iki temel unsurundan bi­ kâbıd a. (^lî) [Ar.] bk. kâbız
ri olan tavaf, “Ka'be”nin etra­
fında yedi defa dönülerek ger­ kâbız a. (^li) [Ar.] Allah’m sıfatı
çekleştirilir. olarak “Rızkı daraltan, canlıların
ruhunu alıp onların hayatlarına
§ tam. Ka'be-i Mu'azzama son veren.” anlamında Allah’a
öz.cl (gL« <ı»S) “Ka'be” için nispet olarak kullanılan bir te­
kullanılan bir başka terim. rim.
ka'be-i şerif a. (a,^ 9S) § tam. kâbızu’l-ervâh a. (cbj
tas. İnsanm kalbi için kulla­ yi jAjIî) (Ruhları alan) Azrail.
nılan terim.
kabile a. (dJ) [Ar.] Bir babanın
ka'betü’l-uşşâk a. (jLull çocuklarmın oluşturduğu toplu­
<a$) (âşıkların Kâbesi) mec. luk.
Hz.Mevlâna’nın makamı ve­
ya türbesi. kâbilü’tevb a. Ljill Jj(î) [Ar.]
“Tevbeleri kabul eden.” anlamın­
kabe kavseyn a. (j^^s ulî) [Ar.] 1. da Allah’ın sıfatlanndan biri
Kur'ân-ı Kerîm’de geçen olarak kullanılan terim.
Mirac’da Hz. Muhammed’in Al­
lah’a ve Cebraü’e olan yakınlık kabir, -bri a. (^s) [Ar.] (ç. b. kubûr)
mesafesini ifade eden terim. 2. “Ölülerin gömüldüğü yer.” anla­
tas. Vücut dairesinde “ibda, iade, mmda bir terim. Kur'ân-ı
inme, yükselme, failiyet ve kabili­ Kerîm’de bir yerde, “Tevbe su­
yet’ gibi isim ve sıfatların birbi­ resi” (9 / 84) nde geçen bu söz,
rine yakınlığına dayanan bütün­ hadislerde farklı anlamlarda yer
leşme, yani Allah’a yakınlık ola­ almış, özellikle kabrin yapısına,
rak ifade edilen “aynü’l-cem” ziyaretine ve kabir suali ile aza­
bı konularma işaret edilirken
381 kaddesallahu sırrahu

kullanılmıştır. Bu söz, dilimizde biküm le-lâhikûn.” (Ey kabir


“mezar” ve “medfen” yerine de halkı! Allah’ın selâmı üzerinize
geçmektedir. olsun! înşaallah biz de size kavu­
şacağız.) der; karşılığında da
kabir azabı a- Ölen bir kimsenin
ölülerin dilinden, “Aleyküm se­
kabirde sorguya çekilmesi ve
lâm yâ ehli dünyâl” (Ey dünya
orada göreceği azap.
halkı! Allah’ın selâmını aldım yi­
kabir hayatı a. Ölümle başlayarak ne Allah’ın selâmı sizin üzerinize
âhirette tekrar dirilinceye kadar olsun!)
sürecek hayat. Buna Arapçada kabristan a. (jL«^) [< Ar. kabr +
“berzah” (Mü'minûn suresi, 23 F. -sitân] bk. mezarlık
/ 99-100)da denilmiştir.
kabûl a. (J^) [Ar.] fik. Bir akdin
kabir su'âli a. Ölen bir kimsenin tamamlanması ve kesinleşmesi
kabirde melekler tarafmdan için söylenen son söz. Söz gelişi,
sorguya çekilmesi durumu. Bu bir mah satan kimse, “Şu malımı
konu Kur'ân-ı Kerîm’in şu kadar akçeye sattım.” demesi
“İbrâhîm suresi” (9 / 84) nde ve mah alan kimsenin de “Şu
açıkça şöyle ifade edilmektedir: malı şu kadar akçeye satın aldım
“Kabirde kâfir, münker nekir me­ ve kabul ettim.” karşılığını ver­
leklerinin soruları karşısında şa­ mesi gibi.
şırır kalırlar.”
§ tam. kabûl-i nikâh a. (qI£
kabir ziyareti a. Müslümanlarm
J^â) fık. Nikâhı tamamlamak
ölmüş yakınlarının kabirlerini
için söylenen son söz.
ziyaret etmesi. Hz. Peygamber,
“Kabirleri ziyaret ediniz. Çünkü kabûl-i âmme delili a. Kamu oyu­
kabir ziyareti size ahreti hatırla­ nun benimsediği ve onayladığı
tır.” (İbn Mâce, “Cenâiz”, 47) di­ delü.
yerek kabir ziyaretinin önemini kabz a. (j^A) [Ar.] 1. tas. Tasavvuf
vurgulamıştır. Kabir ziyareti, inancmda sufînin aniden ru­
haftada bir gün, Cuma veya Cu­ hunda oluşan manevî bir sıkmtı,
martesi günleri; özellikle de buhran ve tutukluk hâli. 2. fık.
arefe günleri ya da bayram gün­ Bir malın hak sahibi tarafindan
lerinde yapılması gelenek hâlini hukukî işlemler sonucunda tes­
almıştır. Bu ziyaret sırasında lim alınmasını ifade eden terim.
kabristana girilirken selâmlaş­
ma yapılması âdet hâlini almış­ kaddesallahu sırrahu a. (&^uj
tır. Ziyaretçi, kabristana girer­ Ull^j) [Ar.] “Allah sırrını kutsal
ken “es-selâmün aleyküm yâ tutsun.” anlamında ölmüş veliler
ehli kubûr ve innâ inşâallahu için kullanılan bir terim. Bu an-
ka'de 382

lamda “kuddise sırruh” sözü de yolunda veya izinde olması du­


kullanılmaktadır. rumu.
ka'de a. (»a*») [Ar.] İslâm inancm- § tam. kadem-i şerîf a. Gâ^
da, ibadet sırasmda “Namaz kı­ ^13) Hz. Peygambere isnat
larken her iki rekâtta bir veya edilen ayak izi.
başka bir ifadeyle ikinci ve son
rekâtlarında belli bir süre otur­ kader a. (jjî) [Ar.] Allah’ın bütün
ma ve dua okuma.” durumu. varlıkları veya olayları ezelde
düzenleyip sırası gelince yarat­
§ tam. ka'de-i ahîre a. ması ya da yok etmesi. Bu sözün
GjAİjjiİ) Namazm son rekâ­ eşanlamlısı takdir, kısmet, ya­
tında yapılan oturuşa verilen zı, alın yazısı, yazgı, baht te­
ad. Bu oturuş “teşehhüd rimleridir. Ayrıca bu terim, çok­
mikdarı” (bk. bu madde) ola­ lukla “kaza” ile birlikte kullanı­
rak nitelenmiştir ve namazın lır. Bazı müfessirler, “kader”i,
farzlarından olarak sayılmış­ “Yüce Allah’ın işleri vâki kılma­
tır. Bundan amaç, “Tahiyyat” dan evvel takdir etmesi, “kazâ”
duasını okumaktır. Ayrıca, ise o takdiri infaz ile yokluktan fi­
bu duadan sonra “Salli”, il hududuna çıkarmaktan ibaret­
“Barik” ve “Rabbenâ” duala- tir ve bu sahihtir.” biçiminde yo­
rmı okumak da sünnet ola­ rumlarken bazıları da, “kader’in
rak nitelenmiştir. takdir, kazâ’nın da halk manası­
na olduğunu, kazâ ve kader’in
ka'de-i uhrâ a. (^>.1 4.1*5)
birbirinden ayrılmaz iki emir ol­
Namazın ikinci rekâtında ya­
duklarını, kader’in esas,
pılan oturuşa verilen ad. Bu
kazâ’nın da bina mesabesinde
rekâtta “Tahiyyat” duasını
bulunduklarını bildirdikten sonra
okumak sünnet olarak nite­
bunların aralarını kim ayırmak
lenmiştir.
isterse kazâ ve kader binasını
ka'de-i ûlâ a. (Jjl ».1*3) bk. yıkmış olur.” diye farklı bir yo­
ka'de-i uhrâ rum getirmişlerdir (Sahîh-i
kadeh a. (^jî) [Ar.] tas. Tasavvuf Buhârî ve Tercemesi, C. 14, s.
inancmda, manevî oluşum, ruh­ 6486). Buharî ise “kader” ile ilgi­
sal haz, coşku, vecd ve cezbe du­ li hadisleri kitabının “Kitâbu’l-
rumu. Kader” (Sahîh-i Buhârî ve
Tercemesi, C. 14, s. 6486-6510)
kadem a. Çıi) [Ar.] tas. Tasavvuf bölümünde bir araya toplamış­
inancmda, bir velînin melek, tır.
peygamber ya da bir ulu kişinin
383 Kadir

kadercilik a. İslâmî düşünce tarihi ra bakan, Tanzimat sonrasında


içinde insanın düşünme gücünü ise yalnızca evlilik hukuku ile ü-
ve irade özgürlüğünü hiçe sayan gili davalara bakan mahkemele­
ve bütün hadiseleri kadere bağ­ rin başkanı, mahkeme-i şer’iyye
layan determinist akım. bk. reisi.
cebriyye
§ tam. kâdî’l-hâcât a. (üLGJI
kaderî s. (^>) [< Ar.kader + -î] ı. ^(j) Cenâb-ı Hak, Allah.
Kader ile ilgili, alın yazısına iliş­
kin. 2. Kaderiyye inancına bağh kâdî’l-kudât a. (oLüll^lî)
olan (kimse). (kadıların kadısı) 1. En kı­
demli ve yetkili kadı. 2. Şey­
kaderiyye s. (^jji) [< Ar.kader]
hülislâm ve kazasker rütbe­
İnsana özgü sorumluluk doğu­
sinde olan kimse.
ran fiillerin İlâhî kaderle ilgili
olmayıp sadece insan iradesine kâdî’l-mescid a. (^....ll^ti)
bağlı olduğu inancını savunan Belli bir camide bulunan ve
itikadî mezhep için kullanılan bazı davalara bakmakla gö­
terim. İslâmiyetin ilk dönemle­ revlendirilen kadılar için kul­
rinden itibaren ortaya çıkan bu lanılan terim.
mezhep, Mabed el-Cüheynî ve
kadı-asker a. bk. kazasker
Gaylân el-Dımışkî’nin öncülü­
ğünde İlâhî kaderi reddeden bir kadîm a. (^ji) [Ar.] Sözlük anlamı,
mezhep olarak da yorumlanmış­ “Öncesi olmayan, eski, her şeyin
tır; “cebriyye” karşıtı. önü ve evveli.” olan bu söz, “Al­
lah’ın evvelinin ve başlangıcının
kadh a. (^ji) [Ar.] Hadis biliminde,
olmadığını, yaratılmadığını ve
râviyi yaralama, zedeleme, çü­
ezelî olduğunu” ifade eden bir
rütme anlammda kullanılan bu
terim olup Allah’ın zatî sıfatla­
terim, hadisin sıhhatini bozan
rından biridir.
sebepler için kullanılmıştır.
Kadir a. (^jjü) [< Ar. kudret] Söz­
kâdî s. ve a. (^(i) [< Ar.kazâ] (ç. b.
lük anlamı, “Ölçülü yapmak, kı­
kuzât) fık. 1. “Yapan, yerine geti­
yaslamak, bir şeyi planlamak,
ren, ifa ve eda eden.” anlammda-
ki bu söz, insanlar arasındaki hükmetmek, güçlü olmak, yü­
anlaşmazlıkları, sorunları ve çe­ celtmek.” olan bu söz, “Her şeye
kişmeleri, şeriat hükümlerine gücü yeten.” anlamıyla “es-
göre çözmekle görevli olan ve mâ’ü’l-hüsnâ” (Allah’ın güzel
bu tür davalara bakan kimse, isimleri)dan olup Kur'ân-ı
hâkim. 2. fık. Osmanlı hukuk Kerîm’de yedi ayette isim biçi­
düzenine göre her türlü davala­ miyle, beş ayette de çokluk bi-
kadir 384

çimiyle ve ta’zim ifadesiyle burada hem de pek çok hadiste


geçmektedir (M. F. Abdülbâkî, el- Kur'ân’m bu gecede indirildiği,
Mu'cem, “kadr” maddesi). bundan dolayı da “kâdir gece-
“Kadir” adı, Allah’m doksan do­ si”nin bin aydan daha hayırlı
kuz ismini veren İbn Mâce ve bir gece olduğu, bu gecede yapı­
Tirmizî rivayetlerindeki listede lan ibadetlerin Allah katında
de yer almıştır (Tirmizî, mutlaka kabul göreceği vurgu­
“Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”, lanır. Buhârî, “kadir gecesi” ile
10). ilgili Hz. Peygamber’in sözlerini
kitabmda “Kitâbu Salâti’t-
kadir a. Gjjî) [Ar.] “Çok güçlü ve
Terâvih” başılığı altındaki bir
kuvvetli, istediğini istediği gibi
bölüm içinde toplamıştır (Sahîh-i
eksiksiz ve kusursuz tam yapan.”
Buhârî ve Tercemesi, C. 4, s.
anlammda Allah’m sıfatı olan
1867-1875).
terim. Kur’ân-ı Kerîm’in “Baka­
ra suresi” (2 / 20) nde geçmekte­ kadir gecesi namazı a. Bu müba­
dir. rek gecede kılman nafile namaz
için kullanılan terim. Bu na­
kadir gecesi a. İslâm inancına göre,
mazda her rekâtta “Fâtiha”dan
Kur'ân-ı Kerîm’in indirildiği ve sonra “Kadr suresi” ile üç kere
ramazan aymın son on gecesin­ “İhlâs suresi” okunur ve her iki
den, özellikle de 27. gecesi oldu­ rekâtte selâm verilir. Kaç rekât
ğuna işaret edilen gece için kul­ kılmacağı hakkında kesin hü­
lanılan terim. Hz. Peygamber’in, küm yoktur, kılanın ibadet gü­
“Kadir gecesini ramazanın son cüne bırakılmıştır.
on gününün tek sayılı gecelerinde
arayınız.” (Riyâzü’s-Sâlihîn, C. II, Kadirîlik öz. a. bk. Kâdiriyye
s. 466) sözü, bu gecenin varlığını Kâdiriyye öz.a. (^jü) [< Ar. kud­
açıkça vurgulamaktadır. Arapça ret] tas. Abdülkadir Geylânî (öl.
“leyletü’l-kadr” (bk. bu madde)
561 /1165-66) tarafmdan oluştu­
olarak da yaygm kullanılan bu
rulan İslâm âleminin ilk ve en
sözün fazileti yine Kur'ân-ı
yaygm tarikati için kullanılan
Kerîm’deki “Suretü’l-kadr” (97)
terim ve bu tarikatin adı. Hazar
suresinde ve Hz. Peygamber’in
Denizi’nin güney-batısında
“Faziletine inanarak ve mükâfa­
“Gîlân” (Geylân) kasabasında
tını umarak kadir gecesini ihya
eden kimsenin geçmiş günahları dünyaya gelen ve Bağdat’ta tah­
mağfiret olunur.” (Riyâzü’s- silini tamamlayarak sufî inancı­
Sâlihîn, C. II, s. 464) sözünde na yönelen Abdülkadir Geylânî,
açıkça ifade edümektedir. Hem daha sağlığmda şeyhlik unvanı­
nı kazanmış; çocuklarının fazla-
385 kâfi

lığı sayesinde ve onların babala­ tiler, fakat azınlık olmaktan öte­


rının yolunda çalışmaları saye­ ye gidemediler.
sinde bu tarikat, önce Irak’ta
Kadr suresi a. (^jji) [< Ar.
sonra da hızla İslâm ülkelerinde “Sûretü’l- Kadr” (jjîll Sj^)]
yayılmıştır. Bu tarikatin temel Kur'ân-ı Kerîm’in doksan ye­
düsturu Allah’m yedi isminin kı­ dinci, iniş sırasma göre yirmi
lman iki rekât namazdan sonra beşinci suresi olup “Abese sure­
zikredilmesidir. “Lâ ilahe si” (80)nden sonra ve “Şems su­
illahlah, Allah, hû, hay, vâhid, resi” (91)nden önce Mekke dö­
azız, vedûd” isimlerine “usul neminde nazil olmuştur ve beş
esması”; öteki “hak, kahhâr, âyetten meydana gelmektedir.
kayyûm, vehhâb, müheymin” Admı surede üç defa geçmekte
isimlerine ise “fürû esması” adı olan “leyletü’l-kadr” ibaresin­
verilir. Kelime-i tevhîd, 70.000 den almakta, bazen de “İnnâ
defa, Allah 60 000 defa, hû enzelnâ” suresi olarak da anıl­
50.000 defa, hak 40 000 defa, hay maktadır. Bu surenin özünde
30 000 defa, kayyûm 20 000 de­ Kur’ân-ı Kerîm’in indirümesi
fa, kahhâr 10 000 defa zikredilir söz konusudur. Ramazan aymm
ve bunlara “makamat esması” son on gecesinden, özellikle de
adı verilmiştir. Ayrıca her gün, 27. gecesi olduğuna işaret edilen
vakit namazlarmın ardmdan gece için kullanılan “kâdir ge­
ayrı ayrı “günlük evrâd” okun­ cesi” (bk. bu madde)nin bin ay­
ması da söz konusudur. Bu dan daha hayırlı bir gece oldu­
ğu, bu gecede yapılan ibadetle­
okumalar, tarikatin değişik kol­
rin Allah katında mutlaka kabul
ları arasında farklılıklar gös­
göreceği İslâm bilginlerince de
termektedir.
özellikle ifade edilmiştir. Hz.
Kâdiyâniyye öz.a. («ûLjü) [Ar.] tas. Peygamber’in “Kadr suresi”nin
İslâmî tarikatlerden 20. yüzyıl tefsiri için bk. Sahîh-i Buhârî ve
başlarmda Mirza Gulâm Ahmed Tercemesi, C. 11, s. 5028-5029.
Kâdiyânî (öl. 1908) tarafmdan
kâf hâ yâ ayn sad a. (ja»^) “Mer­
kurulan dinî hareket. Kendisini yem suresi” (19)nin başmda bu­
önce Hristiyanlarının Mesihi, lunan ve tek tek okunan harfler.
sonra Müslümanların Mehdisi
ve ardmdan da Hindûlarm kâfi a. (^ilS) [Ar.] “Koruyan, yeten.”
Krişna-avatar’ı ilân etti. Ölü­ anlamında Allah’ın sıfatı. Al­
münden sonra taraftarları onun lah’m kuluna “kâfi” olması, onu
fikirlerini savunmaya gayret et­ koruması, ona vekil olması, yol
göstermesi, şahit olması demek-
kâfir 386

tir. Kur'ân-ı Kerîm’irı “Bakara suresi” (105) inden önce Mekke


suresi” (2 /137) nde mealen “Ey döneminde nazil olmuştur ve al­
habibim, sen onların düşmanlı­ tı âyetten meydana gelmektedir.
ğından endişe etme, Allah sana Admı ilk ayetteki kâfirlere hitap
kâfidir. O her şeyi duyan ve bi­ sözü olan “j^ü” (kâfirûn) ke­
lendir.” ibaresi bunun en çarpıcı limesinden alan bu sure,
örneğidir. “Mukaşkışe” olarak da anılmak­
tadır. Burada özellikle “tevhîd”
kâfir a. (>Ö [< Ar. küfr] (ç. b. sözü ve inancı üzerinde durulur;
küffâr) Sözlük anlamı, “Örten, Allah’a ibadet edilmesi ve O’na
gizleyen, iyiliğe karşı nankörlük ortak koşulmasının büyük gü­
eden.” olan bu söz, “Hz. Peygam- nah olduğu vurgulanır. Bu sure­
ber’i ve O’nun vahiy yoluyla Al­ yi Hz. Peygamber’in sabah ve
lah’tan getirdiği kutsal değerleri akşam namazlarında sıkça oku­
yalanlayan veya inkâr eden kim­ duğu kaynaklarda zikredilmek­
se.” için kullanılan terim. Bu söz, tedir.
Kur'ân-ı Kerîm’irı “Bakara su­
resi” (2 / 161) nde mealen “ kafiz-i tahhân a. (jkL ^1 [Ar.] fık.
Hanefî fıkhına göre, buğdayın
(Ayetlerimizi) inkâr etmiş ve kâ­
fir olarak ölmüşlere gelince...” öğütülmesinden sonra bir de­
ğirmenciye verilen belli bir öl­
ibaresinde açıkça ifade edilmek­
tedir. Buna benzer bir ifade ise çüdeki un. Bu, Anadolu’da genel­
likle yirmi ölçek buğdaydan bir
“Tevbe suresi” (9 / 23) nde şöyle
yer almaktadır: “Kâfir insanın ölçek buğday olarak uygulan­
mıştır. Bu buğdaya da “hak” de­
babası ve kardeşi de olsa onunla
dostluk kurulmaz.” Ayrıca nilmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm’irı pek çok aye­ Kâf suresi a. (^j^ j) [< Ar.
tinde bu terim, gerek teklik ge­ “Sûretü’l- Kâf’ (^ I sj^)] Kur'ân-
rekse çokluk biçimiyle geçmek­ ı Kerîm’irı ellinci, iniş sırasına
te; onların durumu ve konumu göre otuz dördüncü suresi olup
hakkında geniş açıklamalar bu­ “Beled suresi” (90)nden önce
lunmaktadır (M. F. Abdülbâkî, Mekke döneminde nazil olmuş­
el-Mu'cem, “kfr” maddesi). tur ve kırk beş âyetten meydana
gelmektedir. Adını ilk ayetin ba-
Kâfirûn suresi a. (^,j^ j^lS) [<
şmdaki “3” (kâf) harfinden alan
Ar. “Sûretü’l- Kâfirûn” Qh>K1I »j
bu sure, aynı zamanda “Bâkisât
j«)] Kur'ân-ı Kerîm’irı yüz do­
suresi” olarak da anılmaktadır.
kuzuncu, iniş sırasına göre on
Bu surenin özünde, ölümden
sekizinci suresi olup “Mâ'ûn su­
sonra dirilişin var olması, bunu
resi” (107)nden sonra ve “Fîl
inkâr edenlerin uyarılması, pey-
387 kaht u galâ

gamberlerini inkâr eden kavim- ler gurubunda sayılmıştır ve Al­


lerin sonlarının ibret alınması, lah’m doksan dokuz ismini ve­
inkârcıların ahirette cezalandı­ ren İbn Mâce ve Tirmizî rivayet­
rılması, inananlarm ise mükâ- lerindeki listede de yer almıştır
fatlandırılması gibi konular yer (Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn Mâce,
almaktadır. Fazileti ise Hz. Pey- “Du’â”, 10).
gamber’in bu sureyi Cuma hut­
kâhin a. (>»(S) [Ar.] Bilinmezlikler­
besi ve bayram namazları ile
den haber veren kimse, “arrâf’
sabah namazınm farzmda sık
(bk. bu madde) tan ayrılan yönü,
sık okuduğu rivayetlerinde ifade zan ile haber veren kimsedir.
edilmektedir. Hz. Peygamber’in Hz. Peygamber, bu kimseleri
“Küf suresi”nin tefsiri için bk. pek iyi karşılamamıştır: “Her
Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C. kim arrâfa veya kâhine giderse
10, s. 4780-4787. ve onun dediğini tasdik ederse o
kâf u nûn a. (ji j JİS) Allah’m Ebulkasım’a küfretmiş olur.”
evreni ve varlıkları yaratmadaki kahir a. (^aü) [< Ar. kahr] “Üstün
gücünü ifade etmek üzere deği­ gelen, gücü her şeye yeten, kuvvet
şik ayetlerde geçen “jS” (kün = ve kudretine hiçbir güç engel
ol!) (bk. bu madde) sözünü oluş­ olamayan, yarattığı varlıkları di­
turan harfler. Kur'ân-ı lediği gibi düzenleyen ve yöne­
Kerîm’de pek çok ayette geçen ten.” anlammda Allah’m zatî sı­
bu söz, tasavvuf inancında fatlarından biri olarak kullanı­
“akl-i küll” (bk. bu madde) lan terim. Bu söz, Kur'ân-ı
“nefs-i küll” (bk. bu madde) için Kerîm’de “En’âm suresi” (6 /18
de kullanılmıştır. ve 61) nde, mealen “O (Allah)
Kahhâr a. (jl^î) [< Ar. kahr] Sözlük kullarının üstünde hem galiptir,
hakimdir.” ifadesi ile yer almak­
anlamı, “Yenilmeyen, yegâne
tadır.
kudret ve tasarruf sahibi” olan
bu söz, “Zor kullanmak ve mec­ kahr a. (^ [Ar.] tas. “Yok etmek,
rasından çıkarmak suretiyle bir ezmek, perişan etmek, mahvet­
şeye boyun eğdirmek.” anlamın­ mek.” anlamındaki bu söz, ta­
da “esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah'ın savvuf ehli arasmda, “Nefsi ez­
güzel isimleri)dan olup Kur'ân-ı mek, dizginlemek, tutkuları yok
Kerîm’de altı yerde Allah’a nis­ etmek.” ifadesiyle kullanılan bir
pet edilmiştir (M. F. Abdülbâkî, terimdir.
el-Mu'cem, “khr” maddesi). Bu kaht u galâ a. GıU j M [Ar.] fık.
söz, pek çok İslâm bilgini tara­ Kıtlık ve pahahhk anlamında bir
fından “kâdir” sözüne mutabık fıkıh terimi.
düşünülerek Allah’m zatî isim­
kâ'im 388

kâ'im a. (^li) [Ar.] “Her şeyi görüp (26 / 89) inde mealen “bi-
gözeten, koruyan.” anlamında kalbin selîm” (temiz ve
Allah'ın zatî sıfatlarından biri arınmış bir kalp ile) ifadesiyle
olarak kullanılan terim. Kur'ân- yer almaktadır.
ı Kerîm’de “Âl-i İmrân suresi”
kalb (II) a. (Jj) [Ar.] Hadis bili­
(3 /18) nde geçmektedir.
minde, bir hadisin senet veya
§ tam. kâ'imü’z-zamân a. metnindeki söz ya da ibarelerin
(jLjll ^ü) “İmâmiyye” (bk. yerlerinin değiştirilmesini ifade
bu madde)nin “Kendisi mey­ eden terim.
danda olmasa da her çağda kâle a. (Jü) [Ar.] Hadis biliminde,
dünyanın hâkimi.” olarak ta­ bir hadisin duyma, işitme veya
nımladığı on ikinci imam okuma gibi yöntemlerle rivayet
Muhammed el-Mehdî için edilmesi ve buna göre delil geti­
kullanılan unvan ve terim. rilmesi.
Kâ'imiyye öz.a. (<^li) şîa inancın­ kalem a. ÇJü) [Ar.] (ç. b. aklâm)
da, on iki imam düzenini be­ Evrenin yaradılış düzeninde
nimseyen Şiî mezhebinde başlangıçtan kıyamete kadar
“isnâaşeriyye” (bk. bu madde) oluşum, değişim veya yok olu­
fırkası içinde on ikinci imam şumu kaydeden üâhî yazı. Bu
için kullanılan “kâ'im” sözünü söz, Kur’ân-ı Kerîm’de iki ayet­
ve unvanını benimsemelerinden te teklik, iki ayette de çokluk bi­
dolayı bu cemaate verilen ad. çimiyle yer almaktadır. İlki
kâl a. (Jü) [Ar.] tas. Sözlük anlamı, “Alak suresi” (96 / 4) inde olup
“Söyledi, dedi.” olan ve “ilm-i evrenin yaradılışındaki “ka-
kâl” (bk. bu madde) olarak da lem”in önemi vurgulanır. İkin­
adlandırılan bu söz, sözde takı­ cisi ise adını bu sözden alan su­
lıp kalmak, sözün özünü ve ince­ rede geçmektedir. “Kalem sure­
liklerini anlayamamak biçimin­ si” (68 / 1) bu terim üzerine
de ifade edilen, zahirden ve şer'î “and” verilerek başlar ve Hz.
hükümlerden söz eden tasavvufî Peygamber’in üstün nitelikli bir
bir terimdir, “ilm-i hâl” (bk. bu kimse olduğu vurgulanır. Bu te­
madde) in karşıtı. rimin çokluk biçiminden ilki,
“Lokman suresi” (31 / 27)nde
kalb (I) a. (^13) [Ar.] bk. kalp olup İlâhî takdirin denizler mü­
rekkep olsa kalem ile yazılarak
§ tam. kalb-i selîm a. ÇJ-,
anlatılamayacağı ifadesinde ge­
di) “Temiz kalp, sağduyu.”
çer. İkincisi ise “Âl-i İmrân su­
anlamında bir terim. Kur'ân-
resi” (3 I 44)nde olup
ı Kerîm’in “Şu'arâ suresi”
389 kalp

İsrailoğullarınm Hz. Meryem’i döneminde nazil olmuştur ve el­


korumak amacıyla kalemden li iki âyetten meydana gelmek­
yapılan oklarla kura çekmek tedir. Adını ilk ayetteki “nûn
hadisesi anlatılırken söz konusu ve’l-kalem” sözünden almakta;
edilmiştir. Bu terimin üzerinde bu ibareden dolayı da “Nûn su­
Hz. Peygamber de önemle dur­ resi” olarak da anılmaktadır.
muş ve Allah tarafmdan ilk ya­ Surenin özünde Hz. Peygam-
ratılan nesnenin “kalem” oldu­ ber’e karşı yöneltilen iftiralar ve
ğu vurgulanmıştır (bk. Buhârî, bundan dolayı yaşanan sıkıntı­
“Kader”, 2; Tirmizî, “Tefsîrü’l- lar dile getirildikten sonra onları
Kur’ân”, 67). Öte yanda bu belge­ nasıl bir sonun beklediği anlatı­
lere dayanarak İslâm bilginleri lır. Sonunda da Kur’ân-ı
bu terimin önemi üzerinde deği­ Kerîm’in fazileti vurgulanır.
şik görüş ve yorumlarda bu­ kalender a. (jiü) [Ar.] tas. Tasav­
lunmuşlardır. Temelde bu de­ vuf ehli arasında dünya nimet­
ğerlendirmeler iki noktada yo­ lerine ve hayatına değer ve
ğunlaşmıştır. Birincisi bu sözün önem vermeyen derviş. Bektaşî­
ifade ettiği direkt anlam olan likte buna “mürid adayı” adı
eğitim ve öğretim vasıtası olan verilmektedir.
nesne; İkincisi ise İlâhî ve ma­
nevî olan yüce değerdir. kalenderhâne a. (üLjiU) [< Ar.
kalender + F. hâne] tas. Kalen­
§ tam. kalem-i a'lâ a. 6u I der bir hayat tarzı yaşayan ve
(da) “Yüce kalem.” anlamm- dolaşan dervişlerin konaklama­
daki bu terim, tasavvuf inan- ları için yaptırılmış ve hizmet
cmda Allah’ın yarattığı ilk vermiş tekkeler.
nesne olarak nitelenmiş ve
Kalederiyye a. (^jilî) [Ar.] tas.
“akl-ı evvel” olarak yorum­
Dünya değerlerine veya nimet­
lanmış ya da “levh-i mah­
lerine itibar etmeyen, içinde ya­
fuz” (bk. bu madde) un üze­
şadıkları toplumun ortak değer
rine yazı yazan kalem diye
yargılarına karşı çıkarak kendi
kabul edilmiştir.
yaşama felsefesini ön planda tu­
Kalem suresi a. (^flî) [< Ar. tan kalendermeşrep sufîler ve
“Sûretü’l- Kalem” (^1 5^)] bunların oluşturdukları zümre­
Kur'ân-ı Kerîm’in altmış seki­ ler için kullanılan ortak ad.
zinci, iniş sırasma göre ikinci
kalp, -bi a. (Jî) [Ar.] tas. “İlâhî
sure olup “Alak suresi”
hitabın ulaştığı yer, bilgi, ilham
(87)nden sonra ve “Müzemmil
ve irfanın kaynağı.” anlammda
suresi” (73)nden önce Mekke
olan ve “insan-ı kâmil” (bk. bu
kalp gözü 390

madde) olarak da nitelenen bir lifeliği zamanmda Hicret’in esas


tasavvuf terimi. İnsanda alınması sonucu Muharrem ayı
“kalp”in önemini ve değerini yılbaşı olarak kabul edilmiş,
Hz. Peygamber şöyle ifade et­ öteki aylar buna göre yeni aym
miştir: “Allah sizin kalıbınıza ve doğması easma bağlı olarak tes­
suretinize değil, kalblerinize ba­ pit edilmiştir.
kar.” (Riyâzü’s-Sâlihîn, C. I, s. 9)
Kameriyye a. (<i^ [Ar.] Hz. Ali’yi
kalp gözü a. tas. Hikmet ve marife­ Tanrı mesabesinde gören ve
ti anlayabilecek veya kavrayabi­ Ay’da bulunduğuna inanan Nu­
lecek derunî güç. Kalp gözü açık sayri fırkası, bk. Nusayrîlik
olanlarm manevî gerçekleri ko­ Kamer suresi a. (^» [< Ar.
lay anlayabileceği; bu mertebe­ “Sûretü’l- Kamer” (^Jl sj^)]
ye ermiş sufînin ibadet, taat ve Kur'ân-ı Kerîm’in elli dördün­
mücahedeye kolay ulaşabileceği cü, iniş sırasına göre otuz yedin­
inancı tasavvuf ehli arasında ci suresi olup “Târik suresi”
yaygmdır. (86)nden sonra ve “Sâd suresi”
kâlû belâ cüm. 6L jlü) [Ar.] “Evet, (38)nden önce Mekke dönemin­
dediler.” anlamında Arapça söz; de nazil olmuştur ve elli beş
İslâm inancına göre, Allah evre­ âyetten meydana gelmektedir.
ni yaratırken insanlara “Ben Admı ilk ayetteki “Ay’ın iki par­
Rabbiniz miyim?” diye sordu; on­ çaya bölünmesi.” ibaresinden
lar da, “kâlû belâ” (Evet, Rabbi- almıştır. Surenin özünde pey­
mizsin.) dediler, olgusunu ifade gamberlere inanmayan ve on­
eden bir terim (bk. bezm-i lardan mucizeler isteyen inkâr-
elest). İslâm inancma göre, cılardan söz edilir. Nitekim baş­
“mîsâk” (bk. bu madde) olarak langıçtaki “Ay’ın iki parçaya bö­
da adlandırılan bu olay, Kur’ân- lünmesi.” ibaresi Hz. Peygam­
ıKerîm’de “A'râf suresi” (7)nin berden mucize isteyen müşrik­
172. ayetinde açıkça anlatılmak­ lere karşı söylenmiştir. Hz. Pey­
tadır. gamber’in bu sureyi sıkça ve
özellikle bayram namazlarında
kamerî sene a. bk. kamerî yıl okuduğu kaynaklarda zikredil­
kamerî takvim a. bk. kamerî yıl mektedir. Hz. Peygamber’in
“Kamer suresi”nin tefsiri için
kamerî yıl a. Bazı İslâm devletle­ bk. Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi,
rinde, Ay’ın hareketine göre ay- C. 10, s. 4809-4820.
larm ve yıhn önemli gün ve
olaylannın belirlenmesi amacıy­ kamet a. (c-ü) [Ar.] Farz namazla-
la kullanılan takvim yılına veri­ rmdan önce namaza başlanaca-
len ad ve terim. Hz. Ömer’in ha­ ğmı bildirmek üzere ezan oku-
391 karâbet bi’n-nikâh

ma, ancak ezandan farklı olarak le ışıklandırılması üzerine yay­


“Hayya ale’l-felâh” sözünden gınlaşmış ve Mevlid (rebîülevvel
sonra iki defa “Kad kameti’s- ayının on ikinci), Regaib (receb
salât” ibaresinin eklenmesi ile ayının ilk cuma), Mi'râc (receb
oluşan “namaza başlama eza- aymın yirmi yedinci), Berat (Şa­
nı”nı okuma için kullanılan te­ ban ayının on beşinci), Kadir
rim, Arapça aslı “ikâmet”tir, bk. (Ramazan ayının yirmi yedinci)
ikâmet geceleri için kullanılmıştır.
kamet getirmek a. dey. İslâmî kandil gecesi a. bk. kandil
ibadetlerin en önemlilerinden
kan hısımlığı a. fik. bk. nesep
olan namazın farzı kılınırken
namazm başlamak üzere oldu­ kânit a. (oiU) [Ar.] (ç. b. kânitîn ve
ğunu cemaatle kılmırken müez­ kânitât) “Alçak gönüllülük içre
zinler tarafmdan, bireysel kılı­ ibadet ve itaat etme.” anlamın­
nırken namazı kılanm kendisin­ daki bu terim, Kur’ân-ı
*- ce okunan kamet sözü. İster tek Kerîm’de on üç yerde geçmek­
başına ister cemaatle kılmsın tedir (M.F.Abdülbâkî, el-Mu'cem,
farz namazlarından önce “ka­ “kut” maddesi).
met getirmek” sünnet olarak karâbet a. (oJji) [Ar.] fik. Hısımlık,
nitelenmiştir. yakmlık anlammda terim.
t Kâmiliyye a. (û«lS) [Ar.] Hz. Ali’yi § tam. karâbet-i eb a. (J
ilk halife olarak görmeyen veya “!>0 fik. Dedeler ve babalar
ona karşı çıkan ashabın kâfir kanahyla oluşan yakınlık.
olduğunu ileri süren ve Ebû karâbet-i nesebbiyye a.
Kâmil adlı bir kişiye bağh oluşan (ûuj o? I» fik. Nesep kana­
ve gelişen fırka için kullanılan hyla oluşan yalanlık.
terim. karâbet-i sıhrıyye a. (<î>^
kamîs a. (^^ [Ar.] fik. Ölünün oJ» fik. Evlilik kanahyla
kefeninin bir parçası için, boyun oluşan yakınlık.
hizasmdan ayaklara kadar uza­ karâbet-i üm a. (p oJjî) fik.
nan, yeni ve yakası olmayan bol Nineler ve anneler kanahyla
gömlek için kullanılan terim. oluşan yakınlık.
kandil a. Müslüman dünyasmda karâbet-i vilâd a. (^j cJ>5)
kutsal sayıhp kutlanan özel ge­ fik. Usul ve füru, yani ikinci
celer. Bu söz ilk defa Osmanlı dereceden oluşan yalanlık
padişahı İkinci Selim (1566- karâbet bi’n-nikâh a. (c^ü
1574) döneminde camilerin ay­ çul» fik. Nikâh yolu üe olu­
dınlatılıp minarelerin kandiller­ şan akrabalık.
karâbet bi’l-velâ 392

karâbet bi’l-velâ a. Mj^ iyiliği ile kula yakınlığı” anla­


o?ljî) fik. Kölelikten azat olma mında Allah’ın bir sıfatı olarak
veya kölenin hür olması son­ Kur'ân-ı Kerîm’de yirmi beş
rası oluşan akrabalık. ayette geçmektedir (M.F.
Abdülbâkî, el-Mu'cem, “krb”
kâri' a. (^jü) [Ar.] Hadis biliminde,
maddesi). Buralarda, “karib”,
bir hocanın hadislerini veya ha­
kullannın yaptıklarım, eylemle­
dis kitaplarını onun huzurunda rini, zikirlerini, düşündüklerini,
okuyan öğrenci. dualarını anlaması, duyması,
kâri'a a. (^jtî) [Ar.] “Kapıyı vur­ bilmesi, şahit olması anlamla-
mak, ansızın gelmek, tenha kal­ rmdaki yakınlık olarak ifade
mak.” anlamlarına gelen bu söz, edilmiştir.
terim olarak ansızın gelen belâ, karin a. (<>>) [Ar.] İsnad ve yaş
felâket için kullanılmıştır. bakımından birbirine yakın
Kur'ân-ı Kerîm’de “Kâri'a su­ olan raviler.
resi” (101 I 1-3) inde kıyamet
karine a. (üj» [Ar.] “Maksada doğ­
alâmetleri olarak geçerken,
rudan doğruya ulaştırmayıp yal­
“Ra’d suresi” (13 / 31) nde “bir­ nızca işaret eden, sözün gelişin­
den bire gelen felâket ve belâ” den, akışından anlaşılan durum.”
için ifade edilmiştir. Bu tür felâ­ anlamında kelâm terimi.
ketler için başlı başına bir sure,
“Kâri'a suresi” (101) nazil ol­ karz a. GAâ) [Ar.] fik. İslâm huku­
muştur. kunda, altın ve gümüş benzeri
para değerinde bir malı veya
Kâri'a suresi a. <^(3) [< buğday, arpa gibi eşdeğer bir
Ar. “Sûretü’l- Kâri'a” (tejlill Sj malı geçici bir süre için eşdeğe­
>«)] Kur'ân-ı Kerîm’in yüz bi­ rinin geri verümesi ilkesine bağ­
rinci suresi olup Mekke döne­ lı olarak birine veya birilerine
minde nazil olmuştur ve on bir ödünç verilmesi konusunda kul­
âyetten meydana gelmektedir. lanılan terim. Buna benzer bir
Adını ilk ayetteki “kapıyı çarpan, nitelikte ve “hasene” (.hayırlı ve
çalan” anlammdaki “el-kâri'a” güzel) sözüyle birlikte terkip
(^(ill) sözünden almıştır. Sure­ oluşturarak Kur'ân-ı Kerîm’in
nin özünde kıyamet gününün “Bakara suresi” (2 / 245) nde
dehşeti anlatılmaktadır. mealen “Yalnız Allah rızası için
güzel bir şekilde ödünç veren
karib a. (uj» [Ar.] Sözlük anlamı, kimdir.” ifadesiyle yer alan
“Yakın, hısım, akraba.” olan bu “karz”, “Mâ'ide suresi” (5 / 12)
söz, terim olarak “İhsanı, lütfü ve nde mealen “Allahyolunda güzel
393 Kasas suresi

nafaka verirseniz...” biçiminde, lah rızası için yapılması, bir kar-


“Hadîd suresi” (57 / 11) nde şılığı veya bir menfaat beklen­
mealen “Kim ahretteki mükâfa­ memesi de tavsiye edilmiştir.
tını bekleyerek Allah yolunda ma­ Paranm veya malın değer kay­
lını sarf ederse, Allah da onun bettiği durumlarda ise bu kay­
karşılığını kat kat verir.” ve yine bın telâfisi Allah rızası için güzel
aynı surenin 18. ayetinde "... bir şekilde karşılanması caiz gö­
mallarını Allah yolunda sürfeden rülmüştür.
kimselerin amellerinin karşılığı
kat kat arttırılır.” biçiminde ve § tam. karz-ı hasen a. fy^
“Müzemmil suresi” (73 / 20) uAjî) (güzel borç) Faiz alın­
nde mealen “... Allah yolunda madan verüen borç.
mallarınızı güzelce sarf ediniz... ” kâs a. G^tî) [Ar.] Hadis rivayetinde
ibaresiyle geçmektedir. Yine İs­ kıssa anlatan veya vaazlannda
lâm inancma göre, muhtaç olan­ kıssalardan örnekler veren ravî.
lara karşılıksız yardım güzel bir
kasâme a. (<«M [Ar.] fık. Şeriat
ahlâkî davranış olarak nitelen­
hukukuna göre, öldürüldüğü bi­
miş, bunun yanmda ihtiyacı
linen, ancak katili belli olmayan
olanlara da borç veya ödünç yo­
bir olaym aydınlatılması için o
luyla yardımda bulunmak er­
bölge halkmdan elli kişinin bu
demli bir davranış olarak kabul
cinayetle ilgüi olarak yemin etti­
edilmiş; üstelik bu yolla yapılan
rilmesi işlemi.
bir yardım sadakadan daha ha­
yırlı sayılmıştır. Hz. Peygamber, Kasas suresi a. 0^u^aül) [<
“karz” yoluyla yapılan yardım Ar. “Sûretü’l- Kasas” (j^l Sj
için bir hadisinde şunları söy­ 3^)] Kur'ân-ı Kerîm’in yirmi
lemiştir: “Miraç gecesi cennetin sekizinci, iniş sırasına göre kırk
kapısı üzerinde, sadaka on misli dokuzuncu suresi olup “Nemi
sevapla, borç ise on sekiz misli suresi” (27)nden sonra ve “İsrâ
karşılanır yazılmış olduğunu suresi” (17)nden önce Mekke
gördüm ve Cebrail’e sordum: döneminde nazil olmuştur ve
Ödünç vermenin sadakadan üs­ seksen sekiz ayetten meydana
tün olmasının sebebi nedir? Ceb­ gelmektedir. Admı Hz. Musa ile
rail, çünkü dilenci yanında para Firavun arasmda geçen kıssa­
veya mal olduğu hâlde dilenir, dan almaktadır. Sure Kur'ân-ı
oysa borç isteyen kimse ancak Kerîm’in yol gösterici değerin­
muhtaç olduğu için dilenir, dedi.” den söz ettikten sonra tama­
(İbn Mâce, “Sadakat”, 19) Öte mında Hz. Musa’nm hayat hikâ­
yanda bu tarz bir yardımm Al­ yesi ve Firavunla olan mücade-
kasem 394

leşini anlatmaktadır. Hz. Pey­ “Nisâ suresi” (4 /101) nde mea­


gamberin “Kasas suresi”rım len şöyle ifade edilmiştir: “ (Ey
tefsiri için bk. Sahîh-i Buhârî ve iman edenler) yeryüzünde sefere
Tercemesi, C. 10, s. 4639-4644. çıktığınız zaman kâfirlerin size
kasem a. ({^) [Ar.] fık. îslâm bir kötülük yapmalarından kor­
inancına göre, bir işi yapmak karsanız namazı kısaltmanızda
veya yapmamak konusunda Al­ bir sakınca yoktur.” Bu ayette kı­
lah’ın adını vererek yemin etme. saltmanın sayısı verilmemekle
bk. yemin beraber, Hanefî ve Mâlikî mez­
hebi bunu iki rekât olarak kı-
Kâsâniyye a. (^UK) [Ar\ îslâm
İmmasını caiz görmüştür. Han-
dünyasmda Nakşibendiyye
belî ve Şafiî Mezhebi ise ihtiyarî
tarikatinin Ahmed el-Kâsânî (öl.
görmüştür; yani isteyen iki, iste­
949 / 1542) ye nispet edilen bir
yen dört rekât kılabilir diye ser­
kolu. Bu tarikat usul ve adabı
best bırakmıştır. Hadis kaynak­
Nakşibendî geleneğinden almak­
ları ise Hz. Peygamber’in seferde
ta, bununla beraber her iki tari­
dört rekâtlı farz namazlarmı iki
kat arasında zikir, halvet, sema
rekât olarak kıldığını belirtmiş­
gibi unsurlar çerçevesinde bazı
tir. Buhârî, “kasru’s-salât” ko­
farklılıklar söz konusu olmakta­
dır. nusunu kitabmın “Ebvâbu
Taksîri’s-Salât” bölümünde
kasr-ı emel a. (JJj^â) [Ar.] Dünya topladığı hadislere dayanarak
işlerini bir kenara bırakarak incelemiştir (Sahîh-i Buhârî ve
hemen ölecekmiş gibi ahret için Tercemesi, C. 3, s. 1052-1077).
çalışmak, kendini ibadete ver­
mek anlamında kullanılan bir kassâs a. LpM [Ar.] Dinî toplantı­
terim, “tûl-i emel” (bk. bu mad­ larda veya camilerde hediye top­
de) karşıtı. lamak ya da ün kazanmak ama­
cıyla hikâyeler anlatarak vaalar
kasr-ı salât a. (oil^ j^) bk.
veren kimseler.
kasru’s-salât
kâşif a. (cü© [Ar.] “Allah’ın azabı,
kasru’s-salât a. (syjlj^i) [Ar.] fık.
sıkıntıları, belâları, acıları defe­
“Namazın kısaltılmış biçimi.” an­
den, ortadan kaldıran.” anla­
lamında olan bu terim, yolculuk
mmda Allah’m bir sıfatı. Bu an­
sırasında öğle, ikindi ve yatsı
lamları çerçevesinde Kur'ân-ı
namazlarınm farzlarının kısaltı­
Kerîm’de iki yerde Allah’a nis­
larak iki rekât olarak kılınması
pet edilmiştir (“En'âm suresi”, 6
anlammda bir terim. Bu konuda
/17 ve Duhân suresi”, 44 /15).
İlâhî hüküm, Kur'ân-ı Kerîm’de
395 katl-i amd

kâtib a. UlS) [Ar.] “Kullarının kâtil-i müte'ammid a. (ıku


amellerini yazan.” anlamında Al­ Jılî) fik. Bir kimseyi önceden
lah’ın sıfatı. Bu söz, Kur'ân-ı öldürmeyi kurgulama anla­
Kerîm’de “Enbiyâ suresi” (21 / mmda kullanılan terim.
94) nde geçmektedir.
kati a. (Ja) [Ar.] “Adam öldürme.”
§ tam. kâtibü’s-semâ a. anlamındaki bu terim, insanı
GUI ^Ö Hadis biliminde, “ekmel-i mahlûkat” olarak ya­
bir kitabı yazarmdan veya ratan Allah’m onun yaşama
hocasmdan dinleyerek kale­ hakkını koruma altına almasını
me alan kimselerin adlarmı ifade etmektedir. İnsanın dün­
kitabın başına ya da sonuna yaya gelmesi, yaşama hakkını
koyan kimse. sürdürmesi ve ahrete dönmesi
yüce Allah’ın takdiri iledir. Bu
kâtibü’l-vahy a. (^jll ^(i)
takdiri çiğneyen ve bir insanı
Hz. Peygamber’e inen vahiy­
öldüren kimsenin Kur'ân-ı
leri yazan hususî yazıcılar.
Kerîm’de “Nisâ suresi” (4 / 93)
katil a. (Jıli) [Ar.] fık. Adam öldür­ nde cehennemlik olduğu mealen
me anlammda fıkıh terimi, bk. şöyle ifade edümektedir: “Bir
kati mümini kasden öldürenin cezası
içinde ebedî kalmak üzere cehen­
§ tam. kâtil-i gayr-i
neme atılmadır. Allah ona gazab
müte'ammid a. (jLlu ja Jıli)
etmişdir, la'net etmiştir ve ona
fik. Bir kimseyi önceden zih­
pek büyük bir azab hazırlamış­
ninde kurgulamadan öldür­
tır.” Buharı, Hz. Peygamber’in
me. Söz gelişi, kavga sırasın­
bu konudaki sözlerini ve yorum­
da öldürme gibi.
larını kitabınm “Kitâbu’t-
kâtil-i ma'fuvv a. Gk. Jıü) Diyât’ (Sahîh-i Buhârî ve
fik. Bir kimseyi can ve ırzını Tercemesi ve Tercemesi, C. 14, s.
koruma amacıyla, yani ken­ 6713-6722) bölümünde toplamış­
disine tecavüze kalkışanı öl­ tır.
dürme
§ tam. katl-i âm a. ( ^L ja)
kâtil-i ma'zûr a. (jj>- Jjü)
fik. Bir kimseyi, kendini mü­ fık. Soykırım.
dafaa etmek üzere öldüren katl-i amd a. (j^ Ja) fik. Bir
kişi. kimseyi, kesici veya delici
kâtil-i muhtı a. (^U ^H) fik. aletlerle öldürme.
Bir kimseyi, hata sonucu öl­
dürme.
katl-i hatâ 396

katl-i hatâ a. (slUja) fik. Bir kavl-i şer'î a. (^ji Jjj)


kimseyi, yanlışlıkla veya elde Şeriate uygun hüküm, kanun
olmayan sebeplerle öldürme. lafzı.
katl-i nefs a. (^ ju) tas. Ta­ kavim, -vmi a. (^) [Ar.] 1. İnsan
savvuf inancına göre nefsi ıs­ toplulukları arasmda töre, dil ve
lah etme. kültür bağı bulunan, boy ve soy
olarak birbirine yakın olan halk.
kavâme a. (<ulji) [Âr.] Namaz kılar­
2. Bir peygamberin gönderildiği
ken her rekâtta rükûdan kalkıp
topluluk.
“sübhâne Rabbiyelazim” denile­
cek kadar ayakta durma. § tam. kavm-i Lût a. (LJ ^)
Kavî öz. a. (^1 [< Ar. kuvvet] 1. Lut peygamberin gönderildi­
Sözlük anlamı, “Güçlü olmak, bir ği, fakat bu peygamberin
işi gerçekleştirmek için aklen ve uyarılarını dikkate almaya­
bedenen yeterli olmak.” olan bu rak ahlâksızlığın batağına
söz, Allah’a nipet edildiğinde saplanan ve bundan dolayı
“Her şeye gücü yeten, kudret sa­ yüce Allah’m gazabına uğra­
hibi.” anlammda “esmâ'ü’l- yarak yok edilen Sodom ve
hüsnâ” (Allah’ın güzel isimle- Gomore halkı.
ri)dan olup Kur'ân-ı Kerîm’de kavli örf a. fik. Bir toplumda genel
iki yerde Allah’a nispet edilmiş­ kabul gören, dildeki yerleşik ve
tir (“Bakara suresi”, 2 / 255; yaygın kullanımlara, yani lafız­
“Âl-i İmrân suresi”, 3 / 2). Bu lara bağlı örf.
terim, Allah’m doksan dokuz
ismini veren İbn Mâce ve kavli sünnet a. Hz. Peygamberin
Tirmizî rivayetlerindeki listede dinî konularda dile getirdiği söz­
bulunmakta (Tirmizî, “Da'avât”, leri için kullanılan bir terim.
82; İbn Mâce, “Du’â”, 10) ve kavme a. (<yi) [Ar.] İslâmî ibadette,
O’nun zatî isimler gurubunda namazda rükûdan kalkarken
yer almaktadır. 2. bk. “hasen” ve secdeye gitmeden önce iyice
“sahih” hadis. doğrulma- Bu doğrulma sırasın­
kavil, -vli a. Q>â) [Ar.] “Söz, lakırdı.” da, “Semiallahülimenhamd” de­
anlammdaki bu söz başka keli­ mek gerekmektedir.
me ve terkiplerle birlikte yeni kavseyn a. (ö^yd [Ar.] bk. kabe
terimler oluşturur. kavseyn

§ tam. kavl-i nebî a. (^ J^) kavs-i nuzûl a. (Jyp ^jî) [Ar.] tas.
Peygamber sözü; peygambe­ Sufî inancma göre “devir” teri­
re nispet edilen söz, hadis. mi ile karşılanan ve bir varlığın
397 kazf

değişim ve dönüşüm evrelerin­ maddesi). Bu terim, Allah’ın


den olan, inişe geçüen yarım da­ doksan dokuz ismini veren İbn
ire olarak da nitelenen en süfli Mâce ve Tirmizî rivayetlerindeki
mertebe. Bu düzende sırasıyla Üstede bulunmakta (Tirmizî,
“külli akıl, dokuz akıl, dokuz ne­ “Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”,
fis, dokuz felek, dört tabiat, dört 10) ve O’nun zatî isimler guru­
unsur” olarak nitelenen en alt bunda yer almaktadır.
seviye söz konusudur.
kazâ (I) a. GUî) [Ar.] İslâm inancı­
kavs-i su'ûd a. Gj*^ ^jj) [Ar.] na göre İlâhî takdirin zamanı ge­
tas. bk. kavs-i urûc lince tecelli edeceği anlamında
bir terim. Bu söz genellikle “ka­
kavs-i urûc a. (^^ ^>0 [Ar.] tas.
der” (bk. bu madde) terimi ile
Sufî inancma göre “devir” teri­
birlikte kullanılır.
mi ile karşılanan ve bir varlığın
değişim ve dönüşüm evrelerin­ kazâ (II) a. GLü) [Ar.] l.fik. Yargı­
den olan, yükselişe geçilen ya­ lama hukukunda ve yargı kara-
rım daire olarak da nitelenen en rmda bir borcun yerine getiril­
yüksek mertebe. Bu düzende sı­ mesi gerekirken bunun vakti dı-
rasıyla “madde, maden, bitki, şmda ifa edilmesi için kullanılan
hayvan, insan ve insan-ı kâmil” bir fıkıh terimi. 2. Dinî ibadetler
mertebeleri söz konusudur. çerçevesinde zamanında yerine
getirilemeyen veya eda edile­
kayyım a. Çİ) [Ar.] fik. Vakıf müte­
meyen ibadetlerin vakit çıktık­
vellisi ve camilerde temizlik gö­
tan sonra uygun bir zamanda
revlisi.
eda edilmesini ifade eden bir te­
Kayyime suresi a. (^j^ Gl) bk. rim.
Beyyine suresi
kazâ namazı a. Vaktinde kılınama-
Kayyûm a. (^) [< Ar. kıyâm] Söz­ yan farz namazları ile vitir na-
lük anlamı, “Ayakta durmak, se­ mazmm daha sonra ileride bir
bat etmek, gözetip korumak.” müsait vakitte aynen kılınması­
olan bu söz, Allah’a nipet edildi­ nı ifade eden terim.
ğinde “Ezelî ve ebedî bütün evre­
kazf a. (Jji) [Ar.] fik. İffetli bir
nin varlığı kendisine bağlı olan,
kimseye zina iftirasmda bulun­
evreni idare eden.” anlammda
ma. İslâm inancına göre, ağır bir
“esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah’ın güzel
suç ve ahlâksızlık olarak kabul
isimleri)dan olup Kur'ân-ı edilen zinanın iffetli bir kadına
Kerîm’de dokuz yerde Allah’a yakıştırılması veya iftira edilme­
nispet edilmiştir (M. F. si büyük bir günah olarak nite­
Abdülbâkî, el-Mu'cem, “kvy” lendirilmiştir. Bu konuda en
kazf-ı mu'allak 398

açık ifade, Kur’ân-ı Kerîm’de bütün ayrmtıları için kullanı­


“Nûr suresi” (24 / 4) nde mealen lan terim.
şöyle ifade edilmektedir: “Na­
kazıyye-i muhkeme a. G x..
muslu kadınlara zina iftirasında
üAî) fık. Kesinleşmiş hüküm.
bulunup sonra ispat için de dört
şahit getiremeyenlerin her birine kebâ'ir a. (^LS) [Ar. kebîre’nin ç.
seksener sopa vurun; onların b.] Büyük günahlar, bk. kebîre
ebediyen şahitliklerini kabul et­
meyin, onlar yoldan çıkmış kim­ Kebîr a. (j^) [< Ar. kiber] Sözlük
selerdir.” anlamı, “Bifyük ve cüsseli, ulu ve
yüce olmak.” olan bu söz, Allah’a
§ tam. kazf-ı mu'allak a.
nipet edildiğinde “Zatının ve sı­
(jL ja) fık. Belli bir şarta
fatlarının niteliği keşfedilemeye-
bağlı isnat edilen zina. Söz
cek kadar büyük ve ulu.” anla­
gelişi, “Filân şu eve giderse
mında “esmâ'ü’l-hüsnâ” (Al­
zina yapmış olur.” gibi isnat
lah'ın güzel isimleri)dan olup Al­
edilen suç.
lah’m doksan dokuz ismini ve­
kazf-ı muzâf a. (jLi» jjî) ren İbn Mâce ve Tirmizî rivayet­
fık. Herhangi bir zamana lerindeki üstede bulunmakta
bağlı isnat edilen zina. Söz (Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn Mâce,
gelişi, “Filân şu eve gideceği “Du’â”, 10) ve O’nun zatî isimler
gün zina yapmış olur.” gibi gurubunda yer almaktadır.
isnat edilen suç.
kebîre a. Gj^) [< Ar. kiber] (ç. b.
kazf-ı sarîh a. (^ Aü) fık.
kebâ'ir) İslâm inancma göre
Zinayı açıkça ifade eden bir
“bifyük günah” anlamında terim,
sözle isnat edilen zina.
“sagîre” (bk. bu madde) karşıtı.
kazıyye a. (<Lü) [Ar.] İki veya daha “Kebîre” sözünün Kur'ân-ı
çok kavram arasında belirli ilin­ Kerîm’de çokluk biçimiyle iki
tiler bulunduğunu ifade eden yerde (Nisâ suresi, 4 / 31; Şûrâ
söz, ispat edilmesi gereken hü­ suresi, 42 / 36 - 37) “büyük gü­
küm, iddiayı kanıtlamak ama­ nahlar” anlammda kullanıldığı­
cıyla ortaya konulan delil an- nı görmekteyiz. Hadislerde ise
lamlarmda kullanılan kelâm te­
büyük günahlar olarak “Allah’a
rimi.
şirk koşmak, adam öldürmek,
§ tam. kazıyye-i hükmiyye a. anne ve babaya itaatsizlik etmek
G»<^ <ûaî) fik. Dava konusu ve karşı gelmek, yetim malı ye­
olan olay. mek, faiz yemek, bifyü yapmak,
savaştan kaçmak, yalancı şahit­
kazıyye-i külliyye a. (di likte bulunmak, yüklenemeyeceği
<Lü) fik. Dava konusunun kadar borca girip bu borcu öde-
399 kefen-i kifâye

yemeden ölmek.” (Müslim, fik. Karısı hayız hâlinde iken


“îmân”, 143-146) gibi davranış­ cinsel ilişkiye giren kimsenin
lar ve eylemler gösterilmiştir. ödemesi gereken kefaret.
kefâ'et a. (oiK) [Ar.] fik. îslâm kefâret-i kati a. (Jü ojLâS) fik.
hukukunda karı-koca arasında Bir Müslüman’ı veya azmlık-
dinî, sosyal ve ekonomik bakım­ lardan birini kasten değü, ha­
dan denkliği konusunu ele alan ta sonucu öldüren kimsenin
ve inceleyen fıkıh dalı. ödemesi gereken kefaret.

kefaret a. UjliS) [< Ar. küfr] îslâm kefâret-i savm a. (^ ojlâÖ


inancma göre, günah ve hataları fik. Özürsüz olarak bozulan
örtücü nitelikte olan kurban, sa­ ramazan orucu için ödenme­
daka, oruç gibi malî ve bedenî si gereken kefaret.
ibadetler. Kur'ân-ı Kerîm’de bu kefâret-i yemîn a. (^ ojüS)
terim, üç ayette geçmektedir. ftk. Bir Müslüman’ın yaptığı
“Mâide suresi” (5 / 45) nde kısa­ yemini bozması sonucu
sa kısas hükmündeki kusurlar ödemesi gereken kefaret.
için kefaret ödenmesi; “Mâide
kefâret-i zıhâr a. (jl^ ojliS)
suresi” (5 / 89) nde bilerek yapı­
fik. Bir kimsenin kansına
lan yeminin bozulması için ke­
zıhar yapması ile oluşan du­
faret ödenmesi; yine “Mâide su­
rumda ödemesi gereken ke­
resi” (5 / 95) nde avlanma yasa­
faret.
ğının ihlâli için kefaret ödenme­
si biçiminde ifade edümektedir. kefen a. (jiS) [Ar.] İslâm inancma
Ayrıca yine Kur'ân-ı göre, ölüm sonrası cenazenin
Kerim’deki pek çok ayette de dinî usullere göre yıkanıp kuru­
kefarete atıf söz konusudur. Söz landıktan sonra gömülmek üze­
gelişi, “yemin kefareti” (bk. bu re sarıldığı belli ölçülere göre
madde), “ihram kefareti” (bk. kesilmiş, erkek için üç, kadın
bu madde), “zıhâr keffâreti” için beş parça bez. Cenazenin
(bk. bu madde) bu konuda kefenlenmesi “farz-ı kifâye”
önemli kefaretler arasmda gös­ (bk. bu madde) olarak nitelen­
terilmiştir. Ayrıca bunlar ve miştir.
benzeri ibadetlerin yerine geti­
rilmemesi konusunda hadisler­ § tam. kefen-i kifâye a. GuLiS
de de açık yorumlar ve açıkla­ jiÖ Cenaze için yeterli kefen
malar yapılmıştır. anlammdaki bu söz, baştan
ayağa kadar cenazeyi örten
§ tam. kefâret-i cimâ fi’l- beyaz renkli pamuk bez ve
hayz a. ( ^aJI (/ ^ojlâÖ baştan ayağa kadar olan ve
kefen-i sünnet 400

kefenin en üstünde bulunan kehf’ sözlerinden almaktadır.


parça için kullanılan terim. Surenin özünde Allah’a inanma
ve O’nu inkâr edenlerin uğraya­
kefen-i sünnet a. (d^ >5)
cağı gazap anlatılan hikâyelerle
Erkekler için üç parçadan
ifade edilmektedir. Bu surenin
oluşan kefen için kullanılan
fazüeti hakkında pek çok hadis
terim. Kadınlardan farklı
rivayet edilmiştir, (bk. Kur’an
olarak buna bir baş örtüsü ile
Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, III,
bir göğüs örtüsü eklenmek­
Ankara 2005-2008, s. 535.) Hz.
tedir.
Peygamber’in “Kehf suresi”nin
kefen-i zarûret a. (oj^ tefsiri için bk. Sahîh-i Bühârî ve
jiS) Kefenleme sırasmda ke­ Tercemesi, C. 10, s. 4526-4503.
fen bezi bulunamaması ne­
kelâm (I) a. ÇöK) [Ar.] Allah’a nis­
deniyle bütün bedeni örtebi­
pet edilen “subûtî” sıfatlardan
lecek sıradan bir bez için kul­
biri. Bu terim, manada “Allah'ın
lanılan terim.
konuşma yetkinliğine sahip oldu­
keffâret a. (ojliS) [Ar.] bk. kefâret ğu.” biçiminde ifade edilmekte­
kefil a. (J^) [Ar.] “Bütün canlıların dir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm’de
rızıklarını veren, kullarını koru­ AUah’m melekler, iblis ve pey­
yup gözeten.” anlammda Al­ gamberlerle konuştuğu ve bu­
lah’ın sıfatı. Bu terim, Kur’ân-ı nun ulûhiyete ait bir yeti olduğu
Kerîm’in “Nahl suresi” (16 / 91) üzerinde durulmuştur. Söz gelişi
nde geçmektedir. Hz. Musa ile doğrudan konuşma,
Tur Dağı’nda “Ey Musal” denile­
kehânet a. (oil^) [Ar.] Gelecekte rek gerçekleştirilmişi'râ/ su­
meydana gelebilecek gizli şey­ resi, 7 /144; “Meryem suresi, 19
lerden ve gaipten haber verme / 52); bunun yanmda vahiy yo­
anlamında kelâm terimi. luyla veya elçileri olan peygam­
Kehf suresi a. (^J^) [< Ar. berler aracıhğıyla konuştuğu,
“Sûretü’l- Kehf’ Ç-i^l sj^)] “A'râf suresi, 7 /143; Şûrâ su­
Kur'ân-ı Kerîm’in on sekizinci, resi, 42 / 51” gibi ayetlerde dile
iniş sırasma göre altmış doku­ getirilmiş, bundan dolayı da va­
zuncu suresi olup “Gâşiye sure­ hiylere “kelimetullah” (Allah’ın
si” (88)nden sonra ve “Nahl su­ kelâmı) adı verilmiştir. Hadis­
resi” (16)nden önce Mekke dö­ lerde de buna ilişkin rivayetlerle
neminde nazü olmuştur ve yüz karşılaşmaktayız. Söz gelişi Hz.
on âyetten meydana gelmekte­ İsa, AUah’m kelimesi, Kur’ân-ı
dir. Admı 9 - 12; 16 - 18 ve 25. Kerîm ise AUah’m kelâmı olarak
ayetlerdeki “kehf’ ve “ashâh-ı ifade edilmiştir. Bazı hadislerde
401 kelime

ise Allah’ın ulu kişilerle perde Şi'â” (bk. bu maddeler) gibi ekol­
arkasından konuştuğu (İbn ler ortaya çıkmıştır.
Mâce, “Mukaddime”, 13), O’nun
kelâm ilmi a. İlk olarak öteki din,
ahirette arada vasıta olmadan
kültür ve felsefî görüş ve düşün­
gerçek müminlere hitap edeceği
celere karşı İslâm dininin temel
(Buhârî, “Rikak”, 49), İlâhî emir­
esaslarmı savunmak amacıyla
lere uymayan günahkârlar ile
Allah’m zatmdan, sıfatlarmdan,
müşriklere bu erdemi sunmaya­
nübüvvet konularmdan, evrenin
cağı (Müsned, II, 253) rivayet
oluşum ve sonucunun ne olaca-
edilmiştir.
ğmdan İslâm akideleri çerçeve­
kelâm (II) a. ÇıiS) [Ar.] Sözlük an­ sinde söz eden bilim dalı.
lamı, “Söz, deyiş, lâkırdı.” olan
kelâmiyyûn ç.a. 0^) [Ar.] Ke-
bu terim, Allah’ın ululuğundan,
lâmcılar, inanç ve din konusu
yüceliğinden, birliğinden söz
üzerine tartışma ve müzakere
eden ve İslâm dininin temel ilke­
yolu açan zümreler.
lerini konu edinen bilim dalı
için kullanılmıştır. kelâmullah a. («dili piS) [Ar.] “Al­
lah’ın sözü.” anlamında bir te­
§ tam. kelâm-ı Hakk a. (ja. rim. Bundan amaç, Kur’ân,
^ (Allah sözü) Kur'ân-ı Tevrat, İncil gibi İlâhî kitapla-
Kerîm rm ayetleridir. Bu terim,
kelâm-ı kadîm a. Çaji ^ Kur'ân-ı Kerîm’de üç ayette
(en eski söz) Kur'ân-ı Kerîm. geçmektedir: “Bakara suresi”
(2 / 75), “Tevbe suresi” (9 / 6) ve
kelâm-ı nefsî a. (,^01 ^) “Fetih suresi” (48 /15).
Gerçek İlâhî kelâm.
kelime a. (US) [Ar.] (ç. b. kelimât,
kelâmî tefsir a. Kelâm bilimine kelim, kilem) 1. Kur'ân-ı
göre, inanç bütünlüğü, Allah’m Kerîm’de Allah sözü karşılığm-
sıfatları, peygamberlik, ahret da kullanılan bir terim. Bu söz,
inancı, AUah-kul münasebeti ve Kur’ân’da teklik ve çokluk bi­
büyük günah işleyenleri bekle­ çimiyle veya başka söz varlıkla­
yen trajik son gibi konuları içe­ rıyla oluşturduğu tamlama şek­
ren bilim dalı. Bu bilim dah ile linde kırk altı ayette geçmekte­
uğraşan ulema, Kur'ân-ı Kerîm dir (M. F. Abdülbâkî, el-Mu'cem,
ayetlerini bu ilkeler doğrultu­ “kim” maddesi). 2. Hz. İsa’nm
sunda incelemişler ve yorum­ “Allah’tan bir kelime.” olduğunu
lamışlar; bu çahşmalar sonu­ ifade eden bir terim. Bu söz,
cunda “Cebriyye, Matûridiyye, Kur'ân’da bu anlamıyla üç ayet­
Eş'arîlik, Mû'tezile, Hâricilik, te yer almaktadır (Âl-i İmrân
kelime-i şehâdet 402

suresi, 3 / 39 ve 45; Nisâ suresi, eserler için kullandıkları or­


4/171). tak ad.

§ tam. kelime-i şehâdet a. kelimetân ç.a. (jlUS) [Ar. kelime


UjI^ Ui) İslâm’ın temel sözünün tesniye (ikilik) biçimi.]
şartlarından olan ve “eşhedü “İki kelime” anlamında olan bu
en-lâ-ilâhe illallah ve söz bazı kelime ve terkiplerle
eşhedü enne Muhammedün yeni terimler oluşturur.
abduhu ve rasûlühi” (Şüp­
§ tam. kelimetân-ı şehâdet
hesiz ki Allah’tan başka Tanrı
a. (ojI^ jlUS) “Lâ ilâhe il­
yoktur ve Muhammed’in de
lallah Muhammedün rasû-
O’nun elçisi olduğuna inan­
lullah” sözünün “Lâ ilâhe il­
dım ve şahadet ederim.) sözü­
lallah” ve “Muhammedün
nün özü olan terim.
rasûlullah” şeklinde olması.
kelime-i tayyibe a. (<â> ü^)
kelimeteyn ç.a. (yy^) bk. keli­
“Zikrullah” (bk. bu madde).
metân
kelime-i tevhîd a. (^.y US)
Kelimetullah öz.a. WJI US) [Ar.] 1.
1. İman esaslarmm özünü ve
Hz. İsa’nın “Allah’tan bir keli­
Allah’ın birliğini ifade eden
me.” olduğunu ifade eden bir te­
“Lâ ilahe illallah
rim. bk. kelime 2. “insân-ı kâ­
Muhammedün rasulullah”
mil” (bk. bu madde)
(Allah’tan başka Tanrı yok,
Muhammed de O’nun elçisi­ Kelimullah öz.a. (dil fJS) [Ar.] Al­
dir.) sözünü ifade eden terim. lah ile konuşan kişi olduğu için
2. tas. Sufîlere göre “kelime-i Hz. Musa’ya izafe edilen terim.
tevhîd”in üç ifadesi: a) Al­ kemâl a. (JLS) [Ar.] tas. Tasavvuf
lah’tan başka mabut yoktur, inancında ve ehli arasında
b) Allah’tan başka maksut sufînin zat, vücut ve sıfat bakı­
yoktur, c) Allah’tan başka mından yetkin bir konuma gel­
varlık yoktur. mesini ifade eden terim.
kelime-i şehâdet-nâme a. kenz a. (y^) [Ar.] “Define” anlamın­
(<-ü ojI^ US) ) [< Ar. keli­ da olan bu söz, başka kelime ve
me (-i) şehâdet + F.nâme] terkiplerle yeni terimler oluştu­
tas. ed. Tasavvufî edebiyatta
rur.
mutasavvıf şairlerin “keli­
me-i şehâdet” (bk. bu mad­ § tam. kenz-i câhili a. (J4L.
de) in faziletini şiirleştiren y^) İslâm öncesi bir döneme
ait bulunan bir define.
403 Kerîm

kenz-i İslâmî a. (^jLul^) ermiş kişinin veya velînin hâl


İslamdan sonraki bir döneme ve hareketlerinin Kur'ân-ı
ait bulunan bir define. Kerîm’e ve sünnete uygun
olması, doğru yol üzre olma­
kenz-i mahfî a. (^>0 tas.
sını ifade eder.
Tasavvuf inancında Allah’ın
zatinin mutlak bilinmezliği. kerâmet-i sugrâ a. (^j^
O-a IjS) “Küçük keramet” ola­
kerâhet a. (oaI_£) [Ar.] fik. Şer'î
rak adlandırılan bu terim,
hükümlere göre, bir fiilin ya­
ateşe dayanıklı olma veya
pılmamasını normal şartlar al­
yanmama, su üzerinde bat­
tında, yani bağlayıcı olmayan
madan yürüme, uzun mesa­
tarzda isteyen hüküm. Kesin ve
feyi kısa sürede katetme gibi
bağlayıcı hükme “mekrûh” de-
hafif kerametler için kulla­
nilir, bk. mekrûh
nılmıştır. Sufîler bu tür ke­
§ tam. kerâhet-i tahrîmiyye ramete pek itibar etmemiş­
a. (iLj^ çuljS) (harama ya­ ler, küçük görmüşlerdir.
kın mekruh) bk. tahrîmen Çünkü onlara göre keramet
mekrûh göze hitap etmemeli, ruhen
olgunlaşmalı.
kerâhet-i tenzîhiyye a.
(4j>i cjlj$)(helale yakın Kerbelâ-nâme a. (uLıbjS) [< Ar.
mekruh) bk. tenzîhen mek­ Kerbelâ + F.nâme] tas. ed. Ta­
rûh savvuf! edebiyatta mutasavvıf
şairlerin Kerbelâ hadisesini şiir­
kerâhet vakti a. İbadetlerin yapıl­
leştiren eserler için kullandıkla­
ması “mekruh” (bk. bu madde)
rı ortak ad.
sayılan vakitler. Bu vakitler şun­
lar: Güneşin doğuşu sırası, gü­ Kerîm öz.a. (^^.) [Ar.] Sözlük an­
neşin tam tepe noktasmda oluş lamı, “Cömert olmak, iyi, güzel
zamanı, akşam güneşin kavuş­ ahlâklı ve asil olmak.” olan bu
ma zamanı. söz, Allah’a nipet edildiğinde
“Lütuf ve ihsanı bol.” anlamında
kerâmet a. (c-l£) [Ar.] İslâm inan­
“esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah’ın güzel
cına göre, salih, takva sahibi,
isimleri)dan olup AUah’m dok­
velî olarak adlandırılan ermiş
san dokuz ismini veren îbn
kişilerden zuhur eden olağanüs­
tü hâl, eylem ve fikirler. Mâce ve Tirmizî rivayetlerindeki
listede bulunmakta (Tirmizî,
§ tam. kerâmet-i kübrâ a. “Da'avât”, 82; îbn Mâce, “Du’â”,
(^^ c«l>) “Büyük keramet” 10) ve O’nun zatî isimler guru­
olarak adlandırılan bu terim, bunda yer almaktadır. Hz. Pey-
kerîme 404

gamber, bir hadisinde de “Allah ekonomik hayatmdaki her türlü


kerîmdir, keremi sever.” (Tirmizî, kazanımını ifade eden kelâm te­
“Edeb”, 41) diyerek yüce Allah’m rimi.
“kerîm” sıfatına vurgu yapmış­
keşf a. (aiS) [Ar.] tas. Tasavvuf
tır.
inancında, aklın ve duyularm
kerîme ol (<^) [Ar.kerîm sözü­ algılamada yetmediği ilâhiyat
nün müennes (dişil) biçimi.] (ç. b. konularmda direkt bilgi sahibi
kerâ'im) 1. Kur’ân-ı Kerîm’in olma veya bilgi edinme yolu.
ayetlerinin her birisi: “Kerîme-i
keşt ol (US) [Ar.] Hadis biliminde,
tnnâ fetahnâ leke fethan
yanlış yazılan veya metinde bu­
mubînâ” 2. Kız, kız çocuğu.
lunmayan bir ek bilgiyi kazıya­
§ tam. kerîme-i târîh (j^jt rak veya çizerek düzeltme yön­
kjS) mec. Yurt. temi.

Kerrâmiyye öz.a. (<Lljö [Ar.] İslâ­ ketebe ol (<^) [Ar.] Bir yazmanm
mî tarikatlerden 9. yüzyıl ortala- sonuna veya bir hat yazısının al­
nnda Muhammed b. Kerrâm (öl. tına yazanı tarafindan konulan
255 / 869) tarafindan kurulan eserin tanıtımını (admı, yazarı­
itikadî bir mezhep için kullanı­ nı, yazıldığı tarihi vb.) içeren
lan terim. Bunlara göre Allah, bilgi yazısı.
arşta mekân tutmuştur, dolayı­
ketebe kaydı a. bk. ketebe
sıyla cisimdir; ayrıca O, hayat,
ilim, kudret, irade gibi sıfatlara kevn a. (jjS) [Ar.] tas. Tasavvuf
sahiptir. Peygamber ise doğuş­ inancmda, evrende var olan,
tan masum değüdir; o da günah “kün” (bk. bu madde) emriyle
işleyebilir bir kuldur. yaratılan her şey, her varlık ve­
kerremallahu vecheh öz.a. (<^j ya her oluşum.
«dJI ^jS) [Ar.] “Allah yüceltsin, üs­ kevn u (ve) fesad a. Evrende ya­
tün tutsun ve yüzünü ak etsin.” ratılış, oluş ve bozuluşu ifade
anlammda dua sözü olup Hz. eden bir terim, “kevn” (bk. bu
Ali’nin adı anıldığı sırada söyle­ madde) evrende var olan, “kün”
nen bir terim. (bk. bu madde) emriyle yaratı­
kerrûbiyyûn a. (j^S) [Ar.] tas. lan her şey, her varhk veya her
Tasavvuf inancına göre, melek­ oluşum için kullanılan bir terim
lerin uluları, bk. melâ'ike-i iken “fesad” (bk. bu madde) ise
mukarrabûn / mukarrabîn “Kokuşma, çürüme ve bozulma.”
kesb cl (u*^) [Ar.] İslâm inancına anlamlarını ifade etmektedir.
göre, bireyin dinî, ahlâkî ve Kur'ân-ı Kerîm’de “kevn” sözü
bu anlamıyla olmamakla bera-
405 keylî

ber “fesad” sözü türevleriyle şürücü ifadeler kullanan müş­


birlikte pek çok ayette yer al­ riklere bir cevap niteliği taşı­
makta (M. F. Abdülbâkî, el- maktadır. Burada esas soyu kesi­
Mu'cem, “fsd” maddesi) ve “sa­ lecek olanlarm Hz. peygamber’e
lâh” karşıtı kullanılmaktadır. İki dil uzatan soysuzlar olduğu vur­
kelimeden oluşan karşıt anlamlı gulanır. Hz. Peygamber’in “Kev­
bu terimin ortaya çıkışı kaynak­ ser suresi”nin tefsiri için bk.
larda Yunan felsefesine kadar Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C.
götürülmektedir. İslâm bilginle­ 11, s. 5049-5051.
ri ise evrendeki oluşum ve bozu­
keyd a. (jâ) [Ar.] İslâm inancma
luşu ya da yok oluşu Allah’m
göre, müşriklerin İlâhî vahyi ve
kudreti ve hikmeti ile açıklamış­
daveti engellemeleri ve Allah’ın
lar; çünkü evrendeki oluş ve bo­
bunları yapan azgınların ortaya
zuluş dengesinin en inandırıcı koymaya çalıştığı hileleri ve dü­
ve gerçek sebebi Allah ve O’nun zenleri bozması anlammda kul­
“Hikmetinden sual olunmayan.” lanılan bir Kur’ân-ı Kerîm te­
yaratıcı gücüdür. rimi. Bu söz, Kur’ân-ı Kerîm’de
kevser a. bk. havz-ı kevser hem Allah’a hem şeytana hem
de onun yandaşları olan inkarcı­
Kevser suresi a. (^jj-, >jS) [<
lara nispet şeklinde otuz iki
Ar. “Sûretü’l- Kevser” (j^Jl Sj ayette yer almaktadır (M. F.
^)] Kur'ân-ı Kerîm’in yüz seki­ Abdülbâkî, el-Mu'cem, “kyd”
zinci, iniş sırasına göre on be­ maddesi). Bu yolda en çarpıcı
şinci ve en kısa suresi olup örnek ve ayetler “Fil suresi”
“Âdiyât suresi” (100)nden son­ (105) nde karşımıza çıkmakta­
ra ve “Tekâsür suresi” dır. Burada Mekke’ye saldırarak
(102)nden önce Mekke döne­ bu şehri yakıp yağmalamak ve
minde nazil olmuştur ve üç insanları öldürmek girişiminde
âyetten meydana gelmektedir. bulunan müşrikler ordusunun
Adını ilk ayetteki “Sütten daha nasıl dağıtıldığı, planlarının ve
beyaz, kokusu miskten daha gü­ hilelerinin nasıl bozulduğu ve
zel suyun aktığı nehir.” anlamına onların nasıl cezalandırıldığı
gelen “kevser” sözünden almak­ açıkça anlatılmaktadır.
tadır. İkinci ayette namaz kıhnıp
keyfiyyet a. (cûi£) [Ar.] Bir varlığın
“nahr” (kurban kesme) yapılma­
yapısını ve nasıl olduğunu belir­
sı emredilmektedir. Üçüncü ayet
leyen özellik anlamında kelâm
ise Hz. peygamber’in erkek ço­
terimi.
cuğu olmadığı için soyunun kesi­
leceği yolunda O’nu küçük dü­ keylî a. yz) [Ar.] bk. melal
Keysâniyye 406

Keysâniyye a. (^LjS) [Ar.] İslâmî rivayet ettiği hadis kesinlikle


tarikatlerden 7. yüzyıl sonlann- kullanılmaz.
da Muhammed b. Keysân (öl. 67
kezzâbûn a. (j^ijS) [Ar. kezzâb’ın
/ 686) a tabi olan ve Muhammed
ç. b.] Hadis biliminde, aşırı dere­
b. Hanefiyye’nin imam ve mehdî
cede yalan kullanarak rivayet
olduğunu savunan ilk ve en aşırı
eden ravîler için kullanılır.
Şiî gruplarının ortak adı.
kıble a. (dJ) [Ar.] Müslümanların
Keyyâliyye a. (ÛLS) [Ar.] AUah’m
başta namaz olmak üzere bazı
insanı “Ahmed” admın özüne ve
ibadetlerini yaparken yönelme­
şekline uygun yarattığını ve
leri gereken tarafı ifade eden te­
kendisinin “kâ'im” (bk. bu mad­
rim, Kâbe. Namaz yanında ezan
de) olduğunu ileri süren Ahmed
okurken, kamet yaparken, cena­
b. Keyyâl (öl. 3. /10. yy) e nispet
zeyi gömerken, kurban keser­
edilen aşırı Şiî grup.
ken, dua ederken sürekli olarak
kezâ a. (1^) [Ar.] Hadis biliminde, kıbleye yönelmek esastır.
bir hadisi kaydederken anla­ Kur'ân-ı Kerîm’de bu mekân,
mında bir kusur söz konusu “Bakara suresi” (2)nin 150.
olan metnin üzerine aslının öyle ayetinde mealen, “Her nereden
olduğu anlamma gelen ve çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i
müntensih tarafından yazılan Harama çevir.” denilerek ifade
bir söz. edümiştir.
kezib a. (^jS) [Ar.] Bir konuda ger­ § tam. kıble-i hakîkî a. 1^.^
çeğe aykırı haber veya bilgi <U) tas. Tasavvufta müminin
vermek, söz gerçeğe uymamak kalbi.
anlamında terim; sıdk karşıtı.
Bu söz türevleriyle birlikte kıble-gâh a. (»IS dJ) [< Ar.kıble +
Kur'ân-ı Kerîm’de 280 ayette F.gâh] Kıble yönü.
geçmektedir (M. F. Abdülbâkî, el- kıble-nâme a. (c«L <U) [< Ar.kîble
Mu'cem, “kzb” maddesi). Aynı + F.nâme] Kıbleyi okuyan veya
sıklık hadis mecmualarında da gösteren pusula.
görülmektedir (Wensinck, el-
kıble-nümâ a. (Li <Li) [< Ar.kîble +
Mu'cem, “kzb” maddesi).
F.nümâ] Kıbleyi göstermeye ve­
kezzâb a. ÇljS) [Ar.] (ç. b. ya belirlemeye yarayan alet, pu­
kezzâbûn) Hadis biliminde, sula, kıble-nâme.
“cerh” () in birinci ve ikinci de­
kıbletân ç.a. (jtLi) [Ar.kıble’nin ç.
recesinde bulunan ravî için kul­
b.] bk. kıbleteyn
lanılan siga. Böyle bir ravînin
407 kırâ'at ve semâ kaydı

kıbleteyn ç.a. (j^M (Ar- kıble ayetlerini tevatür yoluyla


sözünün tesniye (ikilik) biçimi.] gerçekleştirilen okuma tarzı.
(iki kıble) Kâbe ile Küdüs’teki kırâ’at-ı seb'a a. (4axu> Cu I»
Beytü’l-Mukaddes için kullanı­ “Yedi kıraat” anlamma gelen
lan terim. bu terim, yedi kırâat imamı-
kıdem a. Q.jî) [Ar.] Allah’ın varlığı­ nm Kur'ân-ı Kerîm’i yedi
nın başlangıcınm bulunmaması farkh okuyuş biçimi.
ve başkasına ihtiyaç duymaksı­ kırâ'at (II) a. (^i>) [Ar.] Namazın
zın varlığını sürdürmesi, anla­ her bir rekâtında kıyam duru­
mmda Allah’a nispet edilen munda iken Kur'ân-ı Kerîm’-
“selbî” sıfatlardan biri. den ayetler okuma için kullanı­
kılâde a. (»jsü) [Ar.] Hac veya umre lan terim. Namazda bu okuma,
ibadeti sırasmda kurban edile­ sesli veya sessiz olmak üzere iki
cek hayvan (hedy) için belirleyi­ şekilde yapılmaktadır. Namazda
ci olsun diye boynuna takılan “kırâ'at”ın okunması farz olup
nal, bez, ip, deri parçası gibi en az kısa üç ayet veya bu uzun­
nesneler. lukta bir ayetin okunması uygun
görülmüştür. Hanefi mezhebine
kırâ'at (I) a. Uîjî) [Ar.] İslâmî bi­ göre, farz namazlarının ilk iki
limler içinde, Kur'ân-ı Kerîm’in rekatında ve öteki namazların
okunuş biçimi veya tarzı, sesli her rekâtmda Fatiha ve arka-
ya da sessiz, nağmeli ya da smdan zammı sure okumak va­
nağmesiz tilâvet etme. ciptir; bunun unutulması duru­
munda namaz bozulur.
§ tam. kırâ'at-ı aşere a.
(s^îc. ^jî) “On kıraat” anla­ kırâ'at (III) a. (oiiji) [Ar.] Hadis
mına gelen bu terim, on biliminde, öğrenim ve öğretim
kırâat imammm Kur'ân-ı metotları arasmda yer alan ve
Kerîm’i on farkh okuyuş bi­ öğrencinin hocasına onun riva­
çimi için kullanılmıştır. yetlerini okumak yöntemiyle
hadis biliminde rivayet hakkını
kırâ'at-ı müdrece a. (^^ elde etme.
öiî>) Kur'ân-ı Kerîm ayetle­
kırâ'at ilmi a. Kur'ân-ı Kerîm
rini tefsir ve izah çerçevesin­
ayetlerini kusursuz ve sağlıklı
de eklemeler yaparak gerçek­
okuma konusunda çalışmalar
leştirilen okuma tarzı.
yapan bilim dalı.
kırâ'at-ı mütevâtire a.
kırâ'at ve semâ kaydı a. Hadis
(ijSljio oiijî) Kur'ân-ı Kerîm
biliminde, öğrenim ve öğretim
kırân 408

sırasında veya hadislerin bir li arasmda bu sayı çok yaygm-


araya getirilmesi çalışmalarında dır; nitekim tekkeye intisap
bir râvînin bir hadisi okuması eden sufîlerin kırk günlük per­
ve hadis alanmda uzman bir ki­ hiz süresi çok önemlidir. Öte
şinin onu dinlemesi, düzeltmesi yanda Hz. Ali’nin kırklar mecli­
ve sağlamlaştırması yöntemi. sinin sakisi sayılması, dünyaya
nizam veren erenlerin sayısının
kırân a. (jl>) [Ar.] Aynı yıl bir hac
kırk olması, Bektaşîlikteki kırk­
dönemi içinde, hac veya umre
lar meydanı, kırklar şerbeti, kırk
ibadeti sırasmda aynı ihramla
budak ve kırk makam, insan
bu iki ibadeti yerine getirme.
mayasmın kırk gün boyunca
Hanefi mezhebine göre en fazi­
rahmet yağmurlarıyla yıkanma­
letli olarak gösterilen bu ibadet
sı geleneği hep “kırk” sayısmm
için önce “kırân” haccına niyet
kutsal değerini ifade etmektedir.
edilir, Mekke’ye varıhnca önce
umre yapılır; ardmdan ihram­ kırk hadis a. Seçme kırk hadisin
dan çıkmadan zilhiccenin seki­ bir araya getirildiği, öğretildiği
zinci günü Arafat’a gider; daha ve yorumlandığı eserlerin ortak
sonra Arafat ve Müzdelife vak­ adı.
fesini yerine getirir; bayram gü­
kırk hâl a. Miras hukukunda,
nü Akabe cemresini (şeytanı)
“ashâbü’l-ferâ'iz” adı verilen
taşlar; kurbanını keser ve tıraş
miras paylaşmamda belirli pay
olduktan sonra ihramdan çıkar.
sahiplerinin hisselerine ilişkin
Böylece “kırân” haccı tamam­
durumlar.
lanmış olur.
kırklar a. Kırk aziz veya evliya.
kırân haccı a. bk. kırân
kırk vezir a. İslâmî edebiyatın or­
kırk a. Kemale erme, olgunlaşma,
tak hikâyelerinin toplandığı
sonsuzluğa ulaşma anlamlarm-
eserler için kullanılan ortak ad.
da kullanılan ve kutsal kabul
edilen kırk sayısı için kullanılan kısâr a. (jLaî) [Ar.] Kur’ân-ı
terim. Bu sayı, Kur'ân-ı Kerîm’in “Leyi suresi” (92) in­
Kerîm’de dört ayette geçmekte den “Nâs suresi” (114) ne kadar
olup hadislerde de sıkça kulla­ olan 32 kısa sureden oluşan
nıldığı söz konusudur. Bundan grup.
dolayı da kırk ayet ya da hadisin kısâs a. (^Uî) [Ar.] Şeriat huku­
derlendiği, öğretirdiği ve yorum­ kuna göre, kasten adam öldür­
landığı eserlerin meydana geti­ me veya işlenen müessir fiil suç-
rilmesi bir gelenek hâlini almış­ larmda, suçlunun ya da eylemi
tır. Ayrıca, özellikle tasavvuf eh­ gerçekleştiren kişinin işlediği ey-
409 kıyâmü’l-leyl

leme veya davranışa denk bir rafindan takdir edildiğini ifade


ceza ile cezalandırılması. eden bir terim.
Kur'ân-ı Kerîm’de “kısâs” için
kısmet (II) a. U...,») [Ar.] Miras
önce “Bakara suresi” (2 / 178-
hukukunda, hisseli mallarm or­
179) nde mealen şu ifadeler: “Ey
taklar arasında dengeli olarak
iman edenler! Size, öldürülenler
bölünmesi, özellikle de tereke­
için kısâs farz kılındı. Hür olana
nin mirasçılar arasında hakka­
karşı hür, köleye karşı köle, ka­
niyet ölçülerine göre paylaştı­
dına karşı kadın kısâs...” sonra
rılması işi.
da “Mâ'ide suresi” (5 / 45) nde
şu bilgi ve açıklamalar yer al­ kıssa a. (Goi) [Ar.] (ç. b. kısas) 1.
maktadır: “ (Tevrat’ta) onlara Kur'ân-ı Kerîm’de yer alan ve
cana can, göze göz, buruna bu­ anlatılan dinî veya tarihî şahsi­
run, kulağa kulak, dişe diş ve ya­ yetler ile olaylar. 2. Eskiden “hi­
ralara karşı kısâsyazdık.” kâye” için kullanılan terim. 3.
Bir hadisin söylenmesine veya
kısas a. (j^aî) [Ar. kıssa’nın ç. b.]
yazılmasına sebep olan olay.
“Hikâyeler, sergüzetler, kıssalar.”
anlammdaki bu söz, başka keli­ kıtâl a. (Jlü) [Ar.] bk. cihât
me ve kelime gruplarıyla yeni Kıtâl suresi a. bk. Muhammed
terimler oluşturur. suresi
§ tam. kısas-ı enbiyâ a. GLûl kıyâm a. ÇLî) [Ar.] Sözlük anlamı,
uA^i) İslâmî edebiyatta pey­ “Kalkma, ayağa kalkma, ayakta
gamberlerin hayat hikâyele­ durma.” olan bu söz, namazda
rini ve peygamberlik faaliyet­ iftitah tekbiri ile başlayıp her
lerini anlatan eserler için rekâtta Kur'ân okunması gere­
kullanılan ortak ad. ken süre ayakta durmayı ifade
eden terim.
kısasu’l- Kur'ân a. (jîjî
jû^ai) Kur'ân-ı Kerîm’de yer § tam. kıyâm-ı kıyâmet a.
alan ve anlatılan dinî veya (c«Li ^U) Kıyamet gününde
tarihî şahsiyetler ile olaylar yeniden dirilme.
için kullanılan ortak ad.
kıyâm-ı ramazan a. ( ,y^j
kısasü’l-enbiyâ a. t^l fU) bk. kıyâmü’l-leyl
jA.ai) bk. kısas-ı enbiyâ
kıyâmü’l-leyl a. (JJJI ^ü)
kısâs ve diyet cezaları a. bk. kısâs “Teravih namazı” için kul­
kısmet (I) a. G^uS) [Ar.] İnsanlarm lanılan bir terim, bk. teravih
geçim derdi olan rızkın Allah ta­ namazı
kıyâm bi-nefsihi 410

kıyâm bi-nefsihi a. (4^ fU) [Ar.] de nazil olmuştur ve kırk


Allah’ın zatî sıfatlarından biri âyetten meydana gelmektedir.
olup O’nun varlığının doğrudan Adını ilk ayetteki “Ölümden son­
kendisi ile ilgili olduğunu bir ra dirilme, kalkma, ayağa kalkış
başka güce ihyaç bulunmadığını günü.” anlamına gelen
ifade eden kelâm terimi. “kıyâmet” sözünden almıştır.
Surenin özünde İslâmî inancın
kıyamet a. (c^U) [Ar.] Dünya varh-
“ulûhiyet, nübüvvet, ahiret”
ğmın sona ermesinden sonra
(bk. bu maddeler) gibi üç temel
ölülerin dirilmesi ile ahıret ha­
iman esasmm dile getirilmesi
yatının başlayacağmı ve bu ha-
söz konusudur. Allah’ın yaratıcı
yatm ebediyen devam edeceğini
kudreti “ulûhiyet” ile, Kur'ân-ı
ifade eden terim. Kur'ân-ı
Kerîm’in söz gücü olan vahyin
Kerîm’de “yevme” sözü üe bir­
yine Allah’ın koruması altmda
likte ve “yevmü’l-kıyâme” ter­
peygambere ulaştırılması “nü­
kibi biçiminde 400 ayette bu te­
büvvet” ile, kıyamet gününden
rim yer almaktadır (M. F.
söz edümesi “ahiret” ile ifadesi­
Abdülbâkî, el-Mu'cem, “yevme”
ni bulmuştur.
maddesi). Ayrıca, “Mülk suresi”
(67)nden sonra gelen kırk sekiz kıyâs a. (^Lî) [Ar.] fık. Kitap, sün­
surenin pek çok yerinde net ve icmâda hükmü bulunma­
“kıyâmet” konusu gündeme ge­ yan bir meseleye, aralarmdaki
tirilmektedir. bağ sebebiyle, bu kaynaklardan
birinde bulunan bir meselenin
kıyamet günü a. bk. kıyamet
hükmünü vermek anlamında fı­
kıyâmet-nâme a. (<ub c-Lî) [< Ar. kıh terimi.
kıyamet + F. nâme] tas. ed. Ta­
savvuf! edebiyatta Kur'ân-ı § tam. kıyâs-ı fukahâ a. ( ^
Kerîm’in. hükümleri doğrultu­ ^U) fik. Fıkıh bilginlerinin
sunda kıyamet günü hakkında üzerinde birleştiği kıyas ko­
kaleme alınan eserler için kul­ nusu.
lanılan ortak ad. kızılbaş a. 1. Eski dinî inançları ile
Kıyâmet suresi a. (^^j^ <oU) [< geleneksel hayat tarzlannı
Ar. “Sûretü’l- Kıyamet” (üLill Sj İslâmî kabul etmeye başladıktan
^)] Kur'ân-ı Kerîm’in yetmiş sonra bu yeni dinin temel değer­
beşinci, iniş sırasma göre otuz leriyle birleştirerek uygulamaya
birinci suresi olup “Kâri'a su­ devam eden Türkmen topluluk­
resi” (101)nden sonra ve ları içinde batmî-Şiî anlayışı
“Hümeze suresi” (104)nden ön­ çerçevesinde oluşan inançlar
ce suresi olup Mekke dönemin­ bütünü. 2. Bu anlayışı benim-
411 kitâp

semiş olan kişi ya da topluluk­ Buna “kitâbe” de denilmiştir. 2.


lar. fık. İslâm hukukunda kölenin
kirâmen kâtibin ç.a. LJjö belirli bir ücret ödenerek ser­
İnsanlann hayır ve şer, iyi ve best kalması konusunda köle üe
kötü bütün yaptıkları iş, eylem efendisi arasmda yapılan akit
ve davranışları amel defterleri­ (sözleşme). 3. huk. Muhakeme
ne kaydederek onları korumak­ usulü hukukunda mahkemede
la görevli melekler. Bu terim, dava sırasında delil olarak sunu­
Kur'ân-ı Kerîm’de “Kaf suresi” lan yazılı belgeler veya mahke­
(50 / 17-18) ile “İnfitâr suresi” meler arası yapılan yazışmalar.
(82 /11) nde geçmektedir. kitâp, -bı a. UtS) [Ar.] (ç. b. kütüb)
kitabe a. (^LS) [Ar.] 1. Yerleşim l.fık. “Yazılmış ve basılmış eser.”
merkezlerinde, önemli binalarm anlamındaki bu söz, İslâmî lite­
kapı veya kemer üzerlerine, ca­ ratürde Kur'ân-ı Kerîm, vahiy,
mi veya türbelerin cephelerine mektup, belge, bir eserin ana
oyma veya kabartma yöntemiy­ konularından her biri gibi kav­
le işlenmiş yazılı levha ile mezar ramlarda da kullanılmıştır.
taşlarının üzerine nakşedilmiş Kur'ân-ı Kerîm için en açık iba­
mezar yazısı. 2. bk. kitâbet re, “Bakara suresi” (2)nin ba-
şmda, “Elif, lâm mim; zâlike’l-
§ tam. kitâbe-i seng-i mezar kitâb” biçiminde ve “En'âm su­
a. (jl> eL, <jK) Mezar taşla- resi” (6)nin 92 ve 155. ayetlerin­
rının üzerine nakşedilmiş deki “Hazâ kitâbün enzelnâhü
ölen kişinin kimliği ile dua mübârekün” olarak ifade edil­
içeren yazı, mezartaşı kitabe­ mektedir. 2. Kur'ân-ı Kerîm’de
si. “vahiy” (bk. bu madde), “amel
defteri” (bk. bu madde), “levhi
kitâbet a. (cuK) [Ar.] 1. Hadis bili­
mahfuz” (bk. bu madde) gibi an­
minde Hz. Peygamber’in hadis­
lamlarda kullanılmış bir terim.
lerinin sahabe veya tâbiîn dö­
Bu söz, Kur'ân-ı Kerîm’de altısı
neminde yazılı olarak tespit
çokluk biçiminde olmak üzere
edilmesi işi. Sonradan bu terim,
261 yerde geçmektedir (M. F.
bir hadis hocasınm rivayet hak­
Abdülbâkî, el-Mu'cem, “ktb”
kına sahip olduğu hadisleri ya
maddesi). 3. Hadis kitabında,
bizzat kendisinin yazarak veya
genellikle Kur'ân-ı Kerîm’de
bir öğrencisine söyleyerek yaz­
yer alan bir konuya dayanılarak
dırması ya da uzakta bulunan
oluşturulan yeni bölüm.
bir başka öğrencisine gönder­
mesi işi için de kullanılmıştır.
kitâb-ı câmi 412

§ tam. kitâb-ı câmi a. (^L. “Yûnus suresi” (10)nin 61.;


uli) (toplayan kitap) tas. “Hûd suresi” (ll)nin 6.;
Kâmil veya olgun insan. “Nemi suresi” (27)nin 1. ve
“Sebe suresi” (34)nin 3. ayet­
kitâb-ı İlâhî a. (^ÇK) (İlâhî
lerinde de geçmektedir.
kitap) 1. tas. Allah’ın yarattığı
bütün varlıklar. 2. kitâb-ı Rabb a. Çj uK) (Al­
Evliyaullah için kullanılan lah'ın kitabi) tas. Tasavvuf
terim. inancma göre insan.
kitâb-ı kebîr a. (^ ^LS) (en kitâb-ı sâkit a. (c^L uli)
büyük kitap) tas. Evren, kâi­ Kur’ân-ı Kerîm için kullanı­
nat. lan terim.
kitâb-ı levh-i mahfûz a. kitâb-ı semâviyye a. (^Lu,
(lyk* ^ uK) (ezel kitabı) uti) Yüz dört kitap için kul­
tas. Kusursuz ve olgun insan, lanılan terim.
insân-ı kâmil.
kitâbüT-âmâl a. (JWI ^K)
kitâb-ı mahv ü isbât a. b^l “Amel defterleri” anlamında
j ^ uK) tas. kitâb-ı levh-i bir terim, bk. amel defteri
mahfuz
kitâbü’l-irsâl a. (JL^l ^K)
kitâb-ı meknûn a. (jy^ uK) Hadis biliminde, sağlıklı ha­
(yazılmış kitap) bk. levh-i dis öğrenme yöntemleri neti­
mahfûz cesinde oluşan kitap.
kitâb-ı mestûr a. (jjUu kitâbü’l-magâzî a. (^UJI
uK) (yazılmış kitap) bk. levh- v(i) Hz. Peygamber’in gazve­
i mahfûz lerini anlatan eserler için
kullanılan bu terim, hadis ki­
kitâb-ı mukaddes a. (^ai»
taplarında da önemli bölüm­
uK) (kutsal kitap) “Ahd-i
lerden biri olarak dikkati
Atîk (Tevrat) ” (bk. bu made)
çekmektedir, bk. Sahîh-i
ile “Ahd-i Cedîd (İncil) ” (bk.
Buhârî ve Tercemesi, C. 8, s.
bu made) den oluşan
3705 - C. 9, s. 4155. Bu bölüm­
Hristiyanlığm kutsal kitabı.
lerde sadece gazveler değil,
kitâb-ı mübîn a. (j^ Hz. Peygamber’in Medine’de
(açık kitap) tas. 1. bk. Levh-i kurduğu İslâm Devleti’nin
mahfuz. 2. bk. Kur’ân-ı dinî, siyasî, hukukî ve sosyal
Kerîm Bu terim, aynı za­ hayatı ve faaliyetleri de anla­
manda Kur’ân-ı Kerîm’in tılmıştır.
“En’âm suresi” (6)nin 59.;
413 köle

kitâbü’s-semâ a. (^lji dece kendisinin ortaya çıkardı-


ç,K) Hadis biliminde, sağlıklı ğmı iddia etmesi gibi durumlar
hadis öğrenme yöntemleri “kizb” konusu içinde gösteril­
arasında işitme yöntemiyle miştir.
oluşan kitap.
korku namazı a. bk. salâtü’l-havf
kitâbü’s-siyer a. (_^Jl utö
bk. siyer köle a. Sosyal tarihte hukukî ve
ekonomik bakımdan özgür kim­
kitâp ehli a. bk. ehl-i kitâb selere göre daha aşağı tabakada
kitaplara iman a. “îmânın şartı” ve statüde kabul gören bir smıf
(bk. bu madde), yani İslâm’m insan. Erkek köleler için “abd”
temel ilkelerinden olan “farz” (bk. bu made) “rakabe” (bk. bu
(bk. bu madde) m şartları içinde made) ve “memlûk” (bk. bu
yer alan ve altı farzdan oluşan made) terimleri kullanılırken
ve de “amentü” olarak adlandı­ kadın köleler için “cariye” (bk.
rılan imanm esaslarmdan biri bu made), “eme” (bk. bu made),
olan “âmentü billâhi ... ve “memlûke” (bk. bu made), “oda­
kütübihi...”, yani “Allah’a ve ... lık” (bk. bu made) gibi terimler
kitaplarına... inandım.” sözü. kullanılmıştır. İslâm dini köle
kizb a. Lj$) [Ar.] bk. kezih konusunu İnsanî vasıflar bakı­
mında ele almıştır. Hz. Peygam­
kizb a. Lİ) [Ar.] Hadis biliminde,
ber, bir hadisinde, “Köleler sizin
ravînin adalet sıfatma sahip ol-
kardeşlerinizdir. Onun için onla­
madığmı ifade eden bir terim.
ra yemekte olduğunuz yemekler­
Ehil olmayan veya Hz. Peygam-
den yediriniz.” (Sahîh-i Buhârî ve
ber’e yalan isnat ederek uydur­
Tercemesi, C. 5, s. 2347) derken
ma hadis söyleyen kimselerin
bir başka hadisinde de “Kendisi
hadislerindeki tutarsızlıklar şöy­
köle bir kıza mâlik olup da onun
le tespit edilmiştir: Bir hadisin
ihtiyaçlarına harcama yapan -
Kur’ân’a veya sahih hadise ya
diğer bir rivayette- ona ilim öğre­
da akla aykın olması, his ve göz­
ten, ona ihsan edip güzelleştiren,
lemlerle uyuşmaması, tarihî bil­
sonra da onu hürriyete kavuştu­
gi ve gerçeklerle ters düşmesi,
ran ve onunla evlenen kimsenin
mevcut hadis kaynaklarmda yer
iki ecri vardır.” (Sahîh-i Buhârî
almaması, rivayet edilen metni­
ve Tercemesi, C. 5, s. 2347) diye­
nin bozuk olması veya anlam
rek kölenin bir insan olarak top­
bütünlüğünün bulunmaması ya
lum içindeki yaşama hakkına
da kendi içinde tutarsızhlar arz
işaret edilmiştir.
etmesi, çok bilinen bir olayı sa­
kölelik 414

kölelik a. Tarihî süreç içinde sos­ bu söz, Allah’a nipet edildiğinde


yal, hukukî ve ekonomik açılar­ “Tertemiz, kusurdan arınmış, her
dan özgür insana göre daha aşa­ türlü eksikliklerden arınmış, kut­
ğı tabakadan ve sınıftan bir in­ sallıklarla övülen.” anlamında
san muamelesi gören kimselerin “esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah'ın güzel
statüsünü ve konumunu ifade isimlerî)dan olup AUah’m dok­
eden bir terim. Tarihin en eski san dokuz ismini veren İbn
çağlarmdan başlayarak her dö­ Mâce ve Tirmizî rivayetlerindeki
nemde varlığını sürdürmüş olan listede bulunmakta (Tirmizî,
bu kurum, İslâm’ın doğuşu sıra­ “Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”,
sında da sosyal hayatta yer et­ 10) ve O’nun zatî isimler guru­
miş; başta savaş esirleri olmak bunda yer almaktadır. Bu terim,
üzere, zorla kaçırmalar, alım as­ Kur'ân-ı Kerîm’de iki ayette
tım veya hediye etme yoluyla ya (Haşr suresi, 59 / 23 ve Cum’a
da yöntemiyle el değiştirmeler suresi, 62 / 1) Allah’a izafe
ile borçları yüzünden alacaklı- edilmiş; bir ayette (Bakara su­
nm kulluğuna girenler köleliğin resi, 2 / 30) ise meleklerin Al­
esas kaynağmı oluşturmuştur. lah’ı kutsama sırasında geçmek­
İslâm dini kölelere iyi davranıl- tedir.
ması, kölelerin eğitilmesi, hürri­
kudret (I) a. Ujjî) [Ar.] Allah’a
yetlerine kavuşturulması ve öz­
nispet edilen “subûtî” sıfatlar­
gür insan olarak topluma ka­
dan biri için “Dilediğini eksik ya
zandırılması konularını teşvik
da fazlasını düşünmeksizin hik­
etmiş ve bu yolda çeşitli tedbir­
met kimliği ile yapmak.” anla­
ler öngörmüştür. Ayrıca köle
mında kullanılan terim. Bu söz,
azat edilmesi Kur’ân ve hadis­
Kur'ân-ı Kerîm’de 103 ayette
lerde sık sık gündeme getirilmiş,
Allah’a nispet edilmektedir (M.
bu konu İslâm fıkhmın önemli
F. Abdülbâkî, el-Mu'cem, “kdr”
konu başlıkları arasında yerini
maddesi).
almıştır.
kubbe a. (û) [Ar.] İslâm inancına § tam. kudret-i İlâhiyye a.
göre, önemli din ve devlet adam- (^11 oj-ıi) AUah’m yaratıcı
larmın gömüldüğü yer. bk. me­ gücü. bk. kudret (I)
zarlık kudret (II) a. Ujjj) [Ar.] fık.
kuddise sırruhu a. (^ ^J) bk. İnsanın maddî, bedenî veya
kaddesallahu sırrahu malî bakımlardan güçlü ola­
bileceği anlamında bir fıkıh
Kuddûs a. (^jji) [< Ar. kuds] Söz­ terimi.
lük anlamı, “Temiz olmak.” olan
415 kunût tekbiri

kudsî hadis a. Hadis biliminde, ve yorumlar yapılmıştır. Ancak


Hz. Peygamber’in Kur’ân dışın­ bütün mezhepler, bu duanın
da Allah’a isnat ederek söylediği okunması konusunda fikir birli­
hadisler. Bu hadisler, “merfû” ği içinde olmuştur. “Allahümme
olarak da adlandırılmış ve ge­ innâ neste'înüke ve nestağ-
nellikle Allah’ın ululuğu, rahme­ firüke ve nestehdîk, ve
tinin genişliği, ihsanının bolluğu nü’minübike ve netûbü ileyk,
yanında bazı ibadetlerin fazileti ve netevekkelü aleyke ve nüsnî
ile güzel ahlâk konuları üzerin­ aleykel hayra küllehü
de yoğunlaşmıştır. neşkürüke ve lâ nekfurük, ve
kudüm tavafı a. Hac ibadetini nahle'u ve netrükü men
yapmak üzere Mekke’ye ulaşan yefcürük.” veya “Allahümme
kimselerin ilk iş olarak abdest iyyâke na'büdü ve leke nusallî
ahp Kâbe’yi tavaf etme işlemi. ve nescüdü ve ileyke nes'â ve
nahfidü nercü rahmeteke ve
kûfiyyûn a. (^jS) [Ar.] Fasih nahşâ azâbeke, inne azâbeke
Arapçayı Müslümanlara öğret­ bi’l-küffâri mülhık” dualarının
mek amacıyla Küfe şehrinde 8. “kunût” olarak okunması fakih-
yüzyılda ortaya çıkmış dil eko­
lerce önerilmiştir. Ayrıca salgın
lüne mensup Arap bilginleri için
hastalık, kıtlık, sel, düşman sal­
kullanılan ad.
dırısı gibi toplumsal felâketlere
kul hakkı a. bk. hukûku’l-ibâd ve karşı da bu duanın okunmasmı
hukûk-ı ibâd yine fakihler uygun bulmuştur.
Kul hüvallahu ahad suresi a. (^ Öte yanda Hanefî mezhebine
»j^ ja.1 ilil >» Jî) İhlâs sure- göre “vitir namazı” (bk. bu
si’nin bir başka adı; bk. İhlâs made) nın üçüncü rekâtında bu
suresi duayı okumak vaciptir.

kunût a. (o>ü) [Ar.] Sözlükte, “İba­ kunût duası a. bk. kunût


det etmek, itaatte bulunmak, kunût tekbiri a. “Vitir namazı”
ayakta durmak.” gibi anlamları (bk. bu made) kıhnırken üçüncü
verilen bu söz, “Dua etmek, kötü­ rekâtta “Fâtiha suresi” (bk. bu
lüklerden korunmak veya hayır madde) ni ve “zamm-ı sure”
elde etmek için namaz kılarak Al­ (bk. bu madde) yi okuduktan
lah’a sığınmak.” anlamında bir sonra rükâ'a varmadan önce
fıkıh terimi niteliğini kazanmış­ alınan tekbir. Bu tekbirden son­
tır. Kunut duası olarak namazm ra “kunût duası” (bk. bu madde)
neresinde okunacağı konusunda okunur.
mezhepler arasmda farklı görüş
Kur’ân 416

Kur’ân a. (Ji>) [Ar.] İslâm dininin Furkân, Hüdâ, Zikr, Vahy,


kutsal kitabı için kullanılan bu Mushaf, Kelâmullah. Kur’ân
terim, bilginlerin ortak görüşü pek çok ayette de belirtildiği
olarak “Kur’ân, Allah tarafın­ üzere Arapça olarak indirilmiş­
dan Cebrâ'il aracılığıyla son tir. Söz gelişi, “Kur'ânen
peygamber Hz. Muhammed’e Arabiyyen” (Yûsuf suresi, 12 /
gönderilen, kitaplarda yazılı 2; Tâhâ suresi, 20 /113; Zumer
olarak toplanan, namazlarda suresi, 39 / 28; Şûrâ suresi, 42 /
ve başka ibadetlerde okunan, 7; Zuhruf suresi, 43 / 3);
başkalarının bir benzerini ve­ “lisânün Arabiyyün mübîn”
ya örneğini getiremeyeceği (Nahl suresi, 16 / 103) “Bi-
kabul edilen, “Fatiha suresi” lisânin Arabiyyin mübîn”
ile başlayıp “Nâs suresi” ile (Şu'arâ suresi, 26 t 195)
sona eren Arapça muciz bir “lisânen Arabiyyen” (Ahkaf
söz hâzinesidir.” biçiminde ta­ suresi, 46/12) bunların en çar­
nımlanmıştır. Bu söz, “gufrân” pıcı örnekleridir. Kur’ân ayetle­
vezninde, “okumak” anlammda rinin Hz. Peygamber hayatta
bir isimdir. Bu anlamıyla Allahu iken bir araya getirilerek kitap
te'âlâ, Hz. Peygamber’e bu kut­ biçiminde düzenlendiğine dair
sal kitabı şöyle ifade etmektedir: bilgi yoktur. Ancak O’nun ölü­
"... Hem onu bir Kur’ân olmak münden sonra özellikle Yemame
üzere ayet ayet ayırdık ki insan­ Savaşı sırasmda Kur'ân’ı ezber
lara okuyasın dfye. Biz onu pey­ bilen sahabî hafızların şehit
derpey indirdik.” (İsrâ suresi, 17 / düşmeleri Hz. Ömer’i karamsar­
106). Buna benzer pek çok ayet­ lığa itmiş, kutsal kitabın unutu­
te Kur'ân-ı Kerîm’irı indirilmesi labileceği düşüncesine kapılmış­
ve insanlara okunması konusu tır. Bu düşüncesini Hz.
dile gelmekte, O’nun Hz. Cebrâ'il Ebubekir’e açan Ömer,
vasıtasıyla düzenli olarak mü­ Kur’ân’m toplanarak kitap hâ­
minlere ulaştırılması öğütlen- line getirilmesi konusunda fikir
mektedir. Kur'ân’m isimleri birliğine varmışlardır. Bu görev,
konusunda pek çok görüş ileri Zeyd b. Sabit’e verilmiş ve iki
sürülmüş; ellinin üzerinde isim şahit eşliğinde sureler ve ayetle­
dile getirilmiş; ancak bunlann rin tespiti ve yazımı işine giri-
çoğu sıfat niteliği taşıdığından şümiştir. Yapılan bu çalışmalar
pek benimsenmemiştir. En yay- neticesinde tespit edilen metin,
gm ve muteber isimler olarak Hz. Ebubekir’e teslim edilmiştir,
kaynaklarda şunlar gösterilmek­ îki kapak arasmda yazılmış bu
tedir: Kur’ân, Tenzil, Kitâb, metne “mushaf’ (bk. bu madde)
417 Kur'ân

adı verilmiştir. Hz. Osman’m ha­ zerini meydana getiremez (İsrâ


lifeliği sırasında da bu metin ki­ suresi, 17 / 88). O, hakkı batıl­
tap olarak çoğaltılmış; Mekke, dan, doğruyu yanlıştan, helâlı
Küfe, Basra, Şam, Yemen ve haramdan ayırandır (Bakara
Bahreyn emirliklerine gönderi­ suresi, 2 /185); insanlan karan­
lerek kıra'atin bu metne göre lıktan aydınlığa çıkarır (İbra­
yapılması buyurulmuş; bunlarm him suresi, 14 /1); Allah’m em­
dışındaki metinlerin imha edil­ rinden vahiy yoluyla gelen bir
mesi istenmiştir. Nitekim o dö­ ruhtur (Şûrâ suresi, 42 / 52);
nemde tespit edilen ve kitap hâ­ Müminler, Müslümanlar için bir
line getirilen Kur'ân günümüze rahmet, müjde ve sıkıntılara şi­
kadar tek harfi bile değişmeden fadır (Yûnus suresi, 10 / 57;
korunarak ulaşabilmiş tek İlâhî Nahl suresi, 16 / 89; Nemi sure-
kitaptır. Sıklıkla Kur’ân-ı Kerîm si, 27 / 2); insanları hakka, doğru
olarak da anılan bu kutsal kitap, yola götürür (İsrâ suresi, 17 / 9;
114 sureden, 6236 ayetten, 77 Ahkâf suresi, 46 / 30). Hz. Pey­
439 kelimeden, 323 015 harften gamber de Kur'ân-ı Kerîm’in.
oluşmaktadır. En kısa sureler, faziletini şöyle vurgulamıştır:
üçer ayetlik “Asr”, “Kevser” ve “Sizin en hayırlınız, Kur’ân-ı
“Nasr” sureleridir; en uzun sure Kerîm’i öğrenen ve O’nu
ise 286 ayetten meydana ge- öğretndir.” (Riyâzü’s-Sâlihîn, C.
len“Bakara suresizdir. Sureler II, s. 339); “Kalbinde hiçbir ayet
de kendi içinde nazil olduğu ye­ bulunmayan kimse, harap olmuş
rin adına göre “Mekki sureler” bir ev gibidir.” (Riyâzü’s-Sâlihîn,
(Mekke’de nazil olan sureler) ve C. II, s. 343). Buharî ise
“Medenî sureler” (Medine’de “Kur'ân”m faziletlerini kitabm-
nazil olan sureler) olarak iki da “Kitâbu Fadâ'ili’l-Kur'ân”
grupta toplanmaktadır. Kur'ân- (Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C.
ı Kerîm’de Allah’ın bu muciz ki­ 11, s. 5073-5155) başlıklı bölü­
tap ile ilgüi özlü sözlerin münde Hz. Peygamberin sözle­
başlıcalarını ve en önemlilerini rine dayanarak ayrıntılı olarak
şöyle sıralayabiliriz: Allah tara­ incelemiştir.
findan (Şu'arâ suresi, 26 / 192
Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın insan­
ve Hakka suresi, 69 / 43), Hz.
lık âlemine gönderdiği son dinin
Muhammmed’e Cebrail vasıta­
ve son peygamberin O’nun adı­
sıyla nazil olan (Şu'arâ suresi,
na vahiy yoluyla ilettiği son kut­
26 / 193-195), insanlar ve cinler
sal kitabıdır. O, insanm dünya
bir araya gelseler, birbirlerine
ve ahret huzurunu, saadetini,
yardımcı olsalar onun bir ben­
mutluluğunu, ruh dinginliğini
kurb 418

sağlayan rehber bir kaynak ki­ ke’de Müslümanların Kur'ân-ı


taptır. Hangi milletten veya din­ Kerîm’i okuyup öğrenmeleri
den olursa olsun, bütün insanla­ için sahabeden Erkam b. Ebu’l-
ra doğru yolu göstermek, onları Erkam’m evini mektep hâline
aydmlatmak, cehaletten, sapık­ getirmiş ve ona “Dârü’l-Erkam”
lıktan, küfürden, karanlık dün­ adı verüerek bu mektep ilk
yalardan kurtarmak için gönde­ Kur'ân kursu örneğini oluş­
rilmiş İlâhî bir kitaptır. O, te­ turmuştur. Sonradan yeni açılan
melde insan içindir. Allah ile kul mekteplere yukarıda adlarını
arasında bir iletişimdir, köprü­ saydığımız farklı isimler veril­
dür, sımsıkı bir bağdır. Bir yan­ miştir. Selçuklular döneminde
da kullarma Allah’ın emir ve ya­ “küttâb”, OsmanlIlarda ise
saklarını, helâl ve haramı, öğüt “mekteb-i sıbyân”, “mahalle
ve tavsiyelerini verirken bir mektebi” veya kısaca “mekteb”
yandan da onlarm sahih amelle­ adı kullanılmıştır. Son dönem­
rinin, Allah’a bağlılıklarınm iyi lerde bu adlardan en çok kulla­
Müslüman olmalarmın karşılık­ nılanı “mahalle mektebi” ol­
sız kalmayacağı, büyük mükâ­ muş; onlar da “ Kur'ân kur-
fatlarla taltif edileceği anlatılır; su”na dönüştürülmüştür.
öte yandan da Allah’a karşı ge­
kurb a. Lji) [Ar.] tas. Tasavvuf
len, şirk koşanlarm da büyük
inancına göre, Allah’a yakın ol­
ceza ve azap görecekleri vurgu­
ma. Sufî inancına göre Allah’a
lanır. Kur'ân hiçbir zaman din
yakınlık, ebedî mutluluğun bir
ve dünya işlerini ayırmaz, yani
ifadesidir. Bunun karşıtı olan
dünya ve ahret bir bütündür.
“bu'd” (uzaklık) (bk. bu madde)
Bütün öğütler, dünya ve ahret
ile birlikte kullanılan ve değer­
huzuru içindir, insanın ebedî
lendirilen bu terim, daha çok
mutluluğu içindir.
olumlu manada düşünülmüştür.
Kur'ân kursu a. Kur'ân-ı
kurbân a. (^y) [Ar.] Allah’a ya­
Kerîm’i doğru ve aslına uygun
lanlık sağlama ve ibadet amacıy­
biçimde, yani “tecvid” (bk. bu
la kurban kesme ve kesilen bu
madde) usullerine göre okumayı
kurbana verilen ad. Bu ibadet,
öğretmek, ezberletmek amacıyla
hemen hemen bütün dinlerde
oluşturulan kurumlar için kul­
ortak nitelik taşımaktadır.
lanılan terim. Bu kurum başlan-
İslâmiyette ise ibadet amacıyla
gıcmdan beri “dârü’l-Kur'ân,
kesilene “udhiyye” adı verilmiş­
dârü’l-kurrâ, küttâb, dârü’l-
tir. Hac ve umre sırasmda kesi­
küttâb, mekteb” gibi adlarla
len hayvana “hedy” (sevk edilip
anılmıştır. Hz. Peygamber, Mek­
götürülen, sunulan) (bk. bu mad-
419 kusûf

de) denilirken büyük baş hay­ sunda uzman kişiler anlammda


van için “bedene” (bk. bu mad­ bir terim.
de), küçük baş hayvan için
kurrâ hâfız a. Esas mesleği Kur’ân
“dem” (bk. bu madde) terimi
okumak olan ve geçimini bu yol­
kullanılmıştır. Türkçede genel­
la sağlayan deneyimli hafızlar.
likle “kurbân” sözü, kuran bay-
rammın ilk üç gününde ibadet kurtuluşa erenler a. Kur'ân-ı
amacıyla kesüen hayvanı ifade Kerîm’de “felâh, iflâh, fevz,
ederken, bunun dışmda kesilen mefâze” kavramlarıyla geçen
hayvanlara ise “adak kurbanı” bu terim, kurtuluşa ermek, tasa
(bk. adak) veya “kefâret kur­ ve kaygılardan armmak, nimet
banı” (bk. kefâret) gibi adlar ve rahata ulaşmak, ahirette
verilmiştir. cennete kavuşmak amaçlarını
ifade etmektedir.
kurbân bayramı a. bk. bayram
kussâs ç. a. (jaüî) [ < Ar. kâss’ın
kurbet a. (cu>) [Ar.] İnşam Allah’a
ç. b.] Halk hikâyecisi ve vaiz an­
yaklaştıran ve sevap kazanmaya
lamında olan bu terim, bir olayı
sebep olan bütün eylemler ve
nakleden, hikâye yazan, destan
davranışlar.
anlatan, dinî öğütler veren,
Kureyş suresi a. Ç^j^ Jt^) [< Kur'ân-ı Kerîm’de yer alan kıs­
Ar. “Sûretü’l- Kureyş” (^jill s^ saları nakledip açıklayan vaizler
^)] Kur'ân-ı Kerîm’in yüz al- için kullanılmıştır.
tmcı, iniş sırasına göre yirmi
kusûf a. (^^S) [ < Ar. kesf] “Gü­
dokuzuncu suresi olup “Tîn su­
neş ve ay tutulması.” anlamın­
resi” (85)nden sonra ve “Kâri'a
dadır. Arapçada, “kesefe’ş-şems
suresi” (42)nden önce Mekke
u ve’l-kamer” olarak yaygmdır.
döneminde nazil olmuştur ve
Öte yanda, güneş tutulmasma
dört âyetten meydana gelmek­
“kesf’ denilirken ay yutulması­
tedir. Adını ilk ayetteki
na “hasf’ denilmektedir. Buna
“Kureyş” sözünden yani Kureyş
göre bazıları “kesefeti’ş-şemsu
kabilesi adından almaktadır. Su­
ve hasefe’l-kameru” sözünü de
renin özünde Allah’ın bu kabile­
kullanmışlardır. Buhârî, “kusûf’
ye verdiği önem yatmaktadır;
hakkmda Hz. Peygamber’in söz­
karşılığında da kabilenin Allah’a
lerini kitabında “Kitâbu’l-
itaatte ve ibadette kusur etme­
kusûf başıhğı altmdaki bölüm­
meleri tavsiye edilmektedir.
de toplamıştır (Sahîh-i Buhârî ve
kurrâ a. (Jjî) [Ar.] Çok Kur’ân Tercemesi, C. 3, s. 1013-1039).
okuyan ve Kur’ân kıraati konu­
kusûf namazı 420

kusûf namazı a. “kusûf’ (güneş ve kutup, -tbu a. (çü) [Ar.] tas. Ta­
ay tutulması) gerçekleştiği anda savvuf inancma göre, veliler
kılınan müekked sünnet nama­ zümresinin en başı ve “insan-ı
zıdır. Bu nazmm kılınmasını Hz. kâmil” (bk. bu madde) için kul­
Peygamber şu hadisinde dile ge­ lanılan bir terim.
tirmiştir: “Şüphesiz güneş ile ay
§ tam. kutb-ı hakîkî a. (Js^.
hiçbir kimsenin ölümünden dola­
uü) tas. Tasavvuf inancına
yı tutulmazlar. Siz bunların böyle
göre, “akl-ı evvel” (bk. bu
tutulduklarını gördüğünüzde ba­
madde) için kullanılan terim.
şınıza gelen bu hâl açılıncaya ka­
dar namaz kılın ve dua edin.” kutb-ı enfüsî a. (^1 Jâ)
(Sahîh-i Buhârî, C. 3, s. 1014). tas. Tasavvuf inancma göre,
insanın ruh dünyası için kul­
kuşluk namazı a. Kuşluk vaktinde, lanılan terim.
“revâtib sünnet” (bk. bu mad­
de) lerin dışmda sevap kazan­ kutbuT-aktâb a. (olLi^luü)
(uluların ulusu) tas. Tasavvuf
mak amacıyla kılman namaz.
ehli arasmda manevî derece­
Arapça karşılığı “salâtü’d-duhâ”
lerin en yüce makammda bu­
(bk. bu madde) olan bu namazın
lunan kimse.
vakti, güneşin doğuşundan 45-50
dakika sonra, bir mızrak boyu­ Kübreviyye a (4hÖ [Ar.] İslâmî
na eriştiği zaman dilimi olarak tarikatlerden olan, 13. yy.da or­
belirlenmiş ve zeval vaktine ka­ taya çıkan ve EbüT-Cenâb
dar geçen süre için tespit edil­ Necmüddîn-i Kübrâ Ahmed b.
miştir. Hz. Peygamber, kuşluk Ömer el-Hîvekî el-Hârizmî (öl.
namazınm kılınmasını tavsiye 618 /1221) ye nispet edilen Orta
etmiş ve bu namazı kılanlann Asya’ya kökenli Yeseviyye (bk.
günahlarmın bağışlanacağını bu madde) ve Hâcegân (bk. bu
madde) ile birlikte üç büyük
müjdelemiştir (Buhârî, “Tehec-
sünnî tarikatten biri ve
cüd”, 33; Müslim, “Müsâfirîn”,
Sühreverdiyye (bk. bu mad-
85-86; İbn Mâce, “İkâme”, 187).
de)nin bir kolu için kullanılan
kuşluk vakti a Güneşin doğuşun­ terim. Bu tarikatin temelinde
dan itibaren 5 derece (bir mız­ “nübüvvet ve velâyet” inancı ve
rak boyu) yükselmesinden, yani görüşü yatmaktadır.
45-50 dakika geçmesinden baş­
küfür, -frü a. (/) [Ar.] Arapçada
layarak zeval vakti (öğle vakti)
kelime anlamı “örtmek’ olan bu
ne kadar olan zaman dilimine
söz, dinî terim olarak AUah’m
verilen ad.
varlığını ve birliğini, O’nun buy-
421 kürsî

Hıklarım vahiy yoluyla alıp in­ kara suresi” (2 / 117)nde “Gök­


sanlara tebliğ eden peygamberi lerin ve yerin yaratıcısı bir emri
tanımama, inanmama ve onun murat etti mi yalnızca “ol!” der
sözlerine karşı çıkma işi, duru­ ve hemen oluverir.”; yine aynı
mu veya davranışı ifade etmek­ mealde “Âl-i İmrân suresi” (3 /
tedir. Kur'ân-ı Kerîm’de bu söz, 47) nde açıkça ifade edilmekte­
kırk bir yerde geçmekte, türev­ dir. Tasavvuf ehli arasmda ise
leri ise pek çok ayette isim ve sı­ bu terim, “künfe-yekûn, künfe-
fat biçimleriyle yer almaktadır kân” biçimlerinde kullanılmış­
(bk. M. F. Abdülbâkî, el-Mu'cem, tır. Tasavvuf inancııun yaradılış
“kfr” maddesi). Ayrıca hadis felsefesine göre evrenin yara­
kaynaklarında ve bu kaynakla- tılmasından önce Allah, kendi
rm “iman” bölümlerinde çokça cemalinin yansımasmı, sevilme­
geçmektedir (bk. Wensinck, el- sini ve bilinmesini ister. Bundan
Mu'cem, “kff” maddesi), “küfür” dolayı bir nur yığını yaratır ve
en büyük günahtır ve “iman” ona “Kün Muhammedâ!” (Olya
(bk. bu madde) m zıddıdır. Muhammedi) der; nur bu hitaba
cevaben “Lâ ilâhe illallah'.” (Al­
küfüv a. [Ar.] fik. İslâm aile
lah’tan başka Tanrı yoktur.) der.
hukukunda, “Evlenecek eşlerin
Bunun üzerine Allah, “Muham-
birbirlerine denk olması.” anla­
medün rasûlullah” (Muham-
mında bir hukuk terimi.
med, Allah’ın rasulüdür.) diyerek
külbe-i ahzân a. bk. beytü’l-ahzân “eflâk” (dokuz felek) i, ardından
külliyât-ı hams a. oÜS) [Ar.] da “anâsır-ı erba'a” (dört unsur)
bk. nevi (bk. bu madde) yı ve “mevâlîd-i
selâse” (üç oluşum, yani maden­
kümbet a. Türklerin İslâmiyet’i ler, nebâtât ve hayvanât) (bk. bu
kabul etmelerinden sonra din ve madde) yi, sonra da “ekmel-i
devlet büyükleri adma anıt me­ mahlûkât” (yaratıkların en mü­
zar için kullandıkları ve bir kemmeli) (bk. bu madde) olan
mumyalık üzerinde silindirik ya insanı yaratır.
da çokgen gövdeli içten kubbe,
dıştan konik veya pramit şeklin­ künh a. M [Ar.] Bir varlığın veya
nesnenin manevî vasıflanyla zi­
de çatı ile örtülü yapılar.
hinde tasavvur edilmesi anla­
kün a. (jS) [< Ar. kevn] Allah’m mmda kelâm terimi.
yaratma gücünü ve hızını ifade
kürsî a. (^^ [Ar.] Naslarda, Al­
eden dinî-tasavvufî bir terim.
lah’a atfedilen ve İlâhî hüküm-
Kur’ân-ı Kerîm’de bu söz, “Ba­
küsûf namazı 422

ranlığı ifade eden manevî veya kütüb-i hamse ç.a. (<L«k ^)


nesnel varlık. Kur'ân-ı bk. hamse
Kerîm’de iki yerde geçen bu te­
kütüb-i mukaddese ç.a.
rim, özellikle “Bakara suresi”
(«Uujia ^) Kutsal kitaplar
(2 / 255) nde yer almakta ve
(Kur’ân-ı Kerîm, İncil, Tecrat,
“Ayetü’l-Kürsî” (bk. bu madde)
Zebur).
olarak bilinmektedir. Bu terimin
geçtiği ikinci ayet ise “Sâd sure­ kütüb-i münzele ç.a. (<1>
si” (38 / 34) nde olup Hz. Süley- ^) Gökten inmiş kitaplar,
man’ın tahtını ifade etmektedir. yani semavî kitaplar (Kur’ân-
ı Kerîm, İncil, Tecrat, Zebur).
küsûf namazı a. Güneş tutulması
sırasmda cemaatle kılman iki kütüb-i seb'a ç.a. (u^ ^S)
rekâtlık namaz. bk. kütübü’s-seba'a

küttâb ç.a. LtS) [Ar.kâtib’in ç. b.] kütüb-i selâse ç.a. («Ğiû ^)


Hz. Peygamber döneminden iti­ bk. kütübü’s-selâse
baren Arap ülkelerinde, “Kur'ân kütüb-i semâviyye ç.a.
kursu” (bk. bu madde) veya dinî («ujl^ çi) Semavî kitaplar
konularda eğitim veren ilkokul­ (Kur’ân-ı Kerîm, İncil, Tecrat,
lar için kullanılan terim. Zebur).
kütüb ç.a. (jS) [Ar.kitâb’ın ç. b.] kütüb-i sitte ç.a. (ıiu, ^)
Kitaplar. Hadislerin büyük bir kısmını
ve genellikle güvenilir olan­
§ tam. kütüb-i erba'a ç.a.
larını bir araya getiren altı
(üjjI ui) İmamiyye Şî'asınm
hadis kitabı için kullanılan
dört temel din kitabı için kul­
terim. Bu altı kitap şunlardır:
lanılan terim. Bu dört kitap
1. Buhârî (öl. 256 / 869)nin el-
şunlardır: 1. Küleynî (öl. 329 /
Câmi'ü’s-sahîh adlı eseri. 2.
941)nin el-Kâfi fi ilmi’d-dîn.
Müslim (öl. 261 / 831) in el-
adlı eseri. 2. İbn Bâbeveyh el-
Câmi'ü’s-sahîh adh eseri. 3.
Kummî (Şeyh Sadûk, öl. 381 /
Ebû Davud (öl. 275 / 888) un
991)nin Men lâ yahduruhu’l-
es-Sünen adlı eseri. 4. Nesâ'î
fakâh adlı eseri. 3. Ebû Ca'fer
(öl. 303 / 915)nin es-Sünen ad­
et-Tûsî (Şeyhuttâ'ife, öl. 460 /
lı eseri. 5. Tirmîzî (öl. 279 /
1067)nin Tehzîbü’l-ahkâm fî-
892)nin el-Câmi'ü’s-sahîh adh
şerhi’l-Mukni'a adlı eseri. 4.
eseri. 6. İmam Mâlik (öl. 179 /
Ebû Ca'fer et-Tûsî (Şeyhut­
795) in el-Muvatta adh eseri.
tâ'ife, öl. 460 / 1067)nin bir
Bazı araştırmacılar bu son
başka eseri olan el-İbtisâr.
eserin yerine Abdullah b.
423 kütübü’t-tis'a

Abdurrahman ed-Dârimî (öl. aynı adh “Sünen” kitapları


255 / 868)nin es-Sünen adlı için, yani yedi hadis kitabı.
eserini veya İbn Mâce (öl. 273
kütübü’s-selâse ç.a. (<öğII
/ 886)nin es-Sünen adlı eserini
^) (yedi kitap) Hadis bili­
göstermişlerdir. minde, Buhârî ile Müslim’in
kütüb-i tis'a ç.a. (^» I uî . ı*^) “el-Câmi'u’s-Sahîh” adlı aynı
“kütüb-i sitte” (bk. bu mad­ eserleri yanmda İmam
de) maddesinde adı geçen Mâlik’in “el-Muvatta” adlı
sekiz hadis kitabına Ahmed kitabı, yani üç hadis kitabı.
ibn Hanbel (öl. 241 / 855) in
kütübü’s-sitte ç.a. (cJlç^)
el-Müsned adlı eserinin ek­
(yedi kitap) Hadis biliminde,
lenmesiyle ifade edilen do­ Buhârî ile Müslim’in “el-
kuz hadis kitabı için kullanı­ Câmi'u’s-Sahîh” adlı aynı
lan terim. eserleri yanmda Ebû Dâvud,
kütüb-i tefâsîr ç.a. (j^l£ Nesâ'î, îbn Mâce ve
^) Tesfir ilmine ait kitaplar. Tirmizî’nin yine aynı adlı
“Sünen” kitapları için, yani
kütüb-i tevârîh ç.a. (ğjlji
altı hadis kitabı, bk. kütüb-i
ui) Tarih ilmine ait kitaplar.
sitte
kütübü’l-erba'a ç.a. (^1
kütübü’t-tis'a ç.a. (o^ijiS)
^) bk. kütüb-i erba'a
(dokuz kitap) Hadis bilimin­
kütübü’l-hamse ç.a. («Uu^Jl de, Buhârî ile Müslim’in “el-
uiS) bk. hamse Câmi’u’s-Sahîh” adlı aynı
eserleri yanmda Ebû Dâvud,
kütübü’s-seba'a ç.a.
Nesâ’î, îbn Mâce, Dârimî ve
(uıJlui) (yedi kitap) Hadis
biliminde, Buhârî ile Müs­ Tirmizî’nin yine aynı adlı
lim’in “el-Câmi’u’s-Sahîh” “Sünen” kitapları ile İmam
adlı aynı eserleri yanında Mâlik’in “el-Muvatta” adlı
Ebû Dâvud, Nesâ'î, İbn Mâce, kitabı, yani dokuz hadis kita­
Dârimî ve Tirmizî’nin yine bı. bk. kütüb-i tis'a
lâ'edriyye a. («ÛjjM [Ar.] Allah ve § tam. lâfza-ı celâl a. (jy^
kâinatın yaratılışı hakkındaki M Allah’m adı, Allah.
mutlak gerçeği, insan akimın
kavrayamayacağı, bilemeyeceği lafzatu’l-lah a. (ilil ikil) [Ar.]
veya çözemeyeceği fikrini ileri Allah sözü.
süren felsefî akım. lafzıyye a. (ikil) [Ar.] Kur'ân-ı
lafız, -fzı a. (Jal) [Ar.] İnsanm ağ- Kerîm sözlerinin ifadesi olan
zmdan çıkan anlamlı veya an­ ayetler ve bunları okumanm
lamsız ses ya da ses öbekleri ile mahlûk olduğunu kabul edenler
onları ifade eden harf ve harf için kullanılan terim.
gruplarının oluşturduğu işaret
lahak a. (j^J) [Ar.] Hadis biliminde,
bütünü ya da söz öbeği anla­
bir kitap oluşturulurken unutu­
mında kelâm terimi.
lan bir kelime, ibare veya bir bö­
§ tam. lafzu’ş-şeyh a. (^JJI lümün sonradan sayfa kenarma
Jül) (şeyhin sözü) Hadis bili­ ya da satır aralarına eklenmesi
minde, şeyhin kendi öğrenci­ işi.
lerine kendi hadislerini doğ­ lâ havle a. (J^ y) Arapça “Lâ hav­
rudan ve açık bir ifade ile le ve lâ kuvvete illâ bülâhi’l-
nakletmesi işi. aliyyi’l-azîm” (Her türlü değişim
lafza a. (<kil) [Ar.] Bir tek söz veya ve gücün kaynağı sadece yüce ve
kelime.
lâ havle ve lâ kuvvete 426

ulu Allah’tır.) cümlesinin ilk söz­ lahn a. (>1) [Ar.] 1. “Okumada hata
leri, bk. havkale etmek, lehçe, lügat, nağme.” an-
lamlarma gelen bu söz, dinî ba­
lâ havle ve lâ kuvvete Arapça
kımdan namazda Kur'ân-ı
“Lâ havle ve lâ kuvvete illâ bil-
Kerîm’den ayetler okurken ya­
lâhi’l-aliyyi’l-azîm” (Her türlü
pılan hatayı ifade eder. 2. Hadis
değişim ve gücün kaynağı sadece
biliminde, hadis rivayet ederken
yüce ve ulu Allah’tır.) cümlesinin
irap hatası yapma.
ilk sözleri bk. havkale
lâhût a. (c^y) [Ar.] tas. Tasavvuf
lâ havle-gû a. (^ J^ i) [< Ar.lâ
inancına göre, insanın üâhî ve
havle + F.gû] (ç. b. lâ havle-
manevî yönü. Bu söz genellikle
gûyân) “Lâ havle” okuyan, bir
“nâsût” (bk. bu madde) terimiy­
sıkmtı, bir belâ karşısında sab­
le birlikte kullanılmış ve her iki­
rın tükendiğini göstermek için
si hakikatin iki veçhesi olarak
söylenen söz ve terim.
yorumlanmıştır. Bu yoruma gö­
lahd a. (jJ) [Ar.] bk. lahit re, “lâhût”, Allah’ın Hak olan
lâhik a. (^i) [Ar.] Namaz ibade­ yönünü, yani bâtmî yönünü;
tinde, imam ile başlanan namaz­ “nâsût” ise halk olan, yani
lar sırasında herhangi bir sıkmtı zâhirî yönünü ifade etmiştir.
ve mazeret sebebiyle ara ver­ laiklik a. Modern devlet sistemi
mek zorunda kalan kimse. Bu düzeninde, din ile devlet işleri­
durum sebebiyle namaza ara nin ayrı tutulması ilkesini be­
veren kimse, hiçbir dünya işiyle nimseyen siyasî ve hukukî te­
uğraşmadan abdestini tazeleye­ rim.
rek namaza kaldığı yerden de­
lâ ilâhe ill-Allah cüm. (dl«WW)
vam edebilir. Eğer imam namazı
[Ar.] “Allah’tan başka tapacak
tamamlamış ise imamın arka-
Tanrı yoktur.” anlammda kulla­
smda namaza durur gibi nama-
nılan bir söz ve terim. İmanm
zmı tamamlar; Fatiha suresi ve
temel ilkelerinden olan ve ta­
zammı sure okumaz, ancak
mamı “eş-Hedü enlâ ilâhe illâllah
imamın ayakta kaldığı süre ka­
ve eşhedü enne Muhammedün
dar ayakta bekler, rükû ve sec­
abdühü ve rasûlühü.” olarak sık­
deye varır, buradaki duaları
ça söylenen bu söz için Hz. Pey­
okuması yeterli olur.
gamber, zikrin en faziletlisini
lahit a. M [Ar.] Kabirde kıble ifade ederken şunu söylemiştir:
yönüne açılan oyuk için kullanı­ “Zikrin en faziletlisi Lâ ilâhe illâl­
lan terim, “lahif’in kıble yönüne lah Kelime-i Tevhididir.”
açılması sünnettir. (Riyâzü’s-Sâlihîn, C. III, s. 39). Bu
427 latîfe-i Rabbâniyye

konuda Buhârî şu hadisi zikret­ tinden uzak kalması ve ahirette


mektedir: “lâ üâhe ill-Allah ise cezalandırılması. 2. Beddua,
deyip de kalbinde bir arpa ağırlı­ ilenç, kargıma, kargış.
ğınca hayr (yani îmân) bulunan
kimse cehennemden çıkacaktır, § tam. la'net-ullah a. (<1JM
lâ ilahe ill-Allah deyip de kal­ (Allah'ın lâneti) Allah lânet
binde bir buğday ağırlığınca hayr etsin ve yargılamasmdan
(yani îmân) bulunan kimse ce­ mahrum bıraksm anlamında
hennemden çıkacaktır.” ( Sahîh-i bir beddua sözü.
Buhârî ve Tercemesi, C. 1, s. 196). lâ şey a. Ç^ i) [< Ar.lâ + min +
lakap a. (ol) [Ar.] (ç. b. elkâb) Bir şeyi bk ma'dûm (I)
devlet adamı, sanatçı veya ule­ Latif öz. a. (Jkl) [Ar.] Sözlük an­
manın esas adından başka son­ lamı, “Nazik ve yumuşak davra­
radan takılan ve kullanılan ikin­ nan.” olan bu söz, “Çok merha­
ci bir ad, şeref payesi veya halife metli, lütufkâr.” karşılığında
ya da sultanların hâkimiyetini “esmâ’ü’l-hüsnâ” (Allah'ın güzel
ifade eden semboller ya da un­ isimleri)dan olup Allah’ın sıfatı
vanlar. olarak Kur'ân-ı Kerîm’de yedi
lakît a. (kil) [Ar.] fık. Anne-babası ayette geçmektedir. Allah’m
bilinmeyen sokakta bulunmuş doksan dokuz ismini veren İbn
çocuk için kullanılan bir fıkıh Mâce ve Tirmizî rivayetlerindeki
terimi. İslâm fıkhına göre böyle listede de yer alan (Tirmizî,
bir çocuğun nafakası hâzineden “Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”,
karşılanır, öldüğünde mirası hâ­ 10) “latif’ sözü, habîr sıfatı ile
zineye kahr. Eğer bir cinayet iş­ birlikte kullanılmış olup O’nun
lerse, diyeti yine hâzineden kar­ sübutî sıfatları arasmda sayıl­
şılanır; kendisi öldürülürse diye­ mıştır.
ti hâzineye kalır.
latife a. (üıU) [Ar.] tas. Tasavvuf
lâmelif a. (alî fi) [< Ar.lâm + elf] ehli arasında İlâhî cevhere işaret
Osmanlı alfabesinde “lam” ile eden bir terim.
“elif’ harflerinin bir arada ya­
zılmış biçimi için kullanılan ad § tam. latîfe-i insâniyye a.
ve terim. G2LuJ WJ) tas. İnsan ve
özellikle kalp için tasavvuf
lâ min şey a. G^ y) [< Ar.lâ + dünyasmda kullanılan terim.
min + şey'] bk. ma'dûm (I)
la'net a. (ök) [Ar.] 1. Allah’ın ko­ latîfe-i Rabbâniyye a. (<uLj
üll) tas. İnsanın bütün du­
rumasından, afv ve merhame­
yularına yönelik ince his.
Lâ uksimu suresi 428

Lâ uksimu suresi a- (^j>- ^1 ebedî.” anlammda Allah’m sıfat-


'i) bk. Beled suresi larmdan biri.
lâ-yüs'el ammâ yefal s. (Jûj Ul lem-yezelî s. (J3J) [< Ar.lem +
JL^) (yaptığından dolayı sorgu­ yezel + -î] Kalıcılık, ebedîlik.
ya çekilemez) Allah.
len-terânî a. (^l_p J) [< Ar.len +
lâ-yezâl s. (J^) “Varlığı nihayete terânî] “Sen beni göremezsin.”
ermeyen.” anlamında Allah’a anlammda, Hz. Musa’nın Tur
nipet edilen bir terim. Dağında Allah ile görüşmesi sı­
rasında, Allah’a “Rabbim, bana
lebbeyk a. (JJ) [Ar.] bk. telbiye
kendini göster, seni göreyim.”
ledün ilmi a. tas. Keşfe dayalı veya demesi üzerine Allah’m söyledi­
ilham yoluyla öğrenilen sırlar, ği söz.
gizemli bilgiler bilimi. Tasavvuf
letâ'if-i hamse a. (d.„><, smu) [< Ar.
inancına göre, bu bilginin edini-
letâ'if + hamse] tas.
lebilmesi için önce kalbin temiz­
Nakşibendiyye tarikatinde
lenmiş ve nefsin ıslah edilmiş
önemli bir aşama olan “kalp,
olması gerekmektedir.
ruh, sır, hafi, ahfâ” olarak sıra­
ledünnî s. (^J) [Ar.] tas. Allah ilmi lanan unsurları.
ile ilgili.
levâ'ih a. QûlJ) [Ar.] tas. Tasavvuf
Leheb suresi a. (^^J) [< Ar. ehli arasmda tarikata yeni giren
“sûretü’l-Leheb” (.^Ji ij^)] dervişin gönül dünyasmda ve
Kur'ân-ı Kerîm’in yüz on birin­ marifet güneşinin ışığında yavaş
ci suresi olup Mekke döneminde yavaş belirmeye başlayan yarı
nazil olmuştur ve beş âyetten aydınlık yarı karanlık oluşum.
meydana gelmektedir. “Tebbet
levâmi' a. (^y) [Ar.] tas. Tasavvuf
suresi” olarak da bilinen bu su­
ehli arasmda tarikata yeni giren
rede Hz. Muhammed’e beddua
dervişin gönül dünyasmda ve
eden Ebû Leheb’in Allah tara­
marifet güneşinin ışığında şafa­
findan lânetlenmesi ve cehen­
ğın söküp günün aydınlanması
neme girmesi söz konusudur.
durumuna benzer hâl için kul­
Hz. Peygamber’in “Leheb sure-
lanılan terim.
sf’nin tefsiri için bk. Sahîh-i
Buhârî ve Tercemesi, C. 11, s. levhaş-Allah a. (dli^jl) [Ar.] “Al­
5060-5063. lah acı göstermesin! Allah kaza
belâ vermesin!” anlamında bir
lem-yezel s. (JjJ) [< Ar.lem +
iyi dilek sözü.
yezel] “Yok olmaz, bâki, kalıcı,
429 leyletü’l-kadr

levh-i mahfûz a. (hjU« r j) [< Ar. leyle a. (<U) [< Ar.leyl] “Gece, bir
levhü’l-mahfûz (İyicil ^)] Kâi­ tek gece.” anlammdaki bu söz,
natta var olacak ve meydana ge­ başka kelime ve terkiplerle yeni
lecek olayları, değişimleri veya terimler oluşturur.
yok oluşları düzenleyen İlâhî
takdirin kayıtlı bulunduğu kitap § tam. leyle-i arûs a. (^^
veya yazı, bütün evrendeki bil­ UJ) bk. leyletü’l-arûs
giyi kucaklayan ve saklayan ne­ leyle-i bedr a. (_>jj UJ) Bedir
fis. Bu terim, Kur’ân-ı Kerîm’de gecesi, aym on dördüncü ge­
“Bel hüve Kur'ânün mecîd. Fî cesi.
levhin mahfûz” (Ey Muham­
leyle-i berât a. (djj UJ) Ara­
med! Bu Kur'ân korunmuş bir
bi aylardan Şaban’m on be­
levhada bulunan bir kitaptır.) bi­
şinci gecesi ve Berat Kandili.
çiminde “Burûc suresi” (85 / 22)
nde geçer. Aynca, yine Kur’ân-ı leyle-i kadr a. (jj3 UJ) (kadir
Kerîm’de “levh-i mahfûz” için gecesi) bk. kadir gecesi
“kitâb” (“En'âm suresi”, 6/38
leyle-i mi'râc a. (jl>u W)
ve 59; “Yasin suresi”, 36 I 12;
(miraç gecesi) Hz. Muham-
“Kâf suresi”, 50 / 4), “fî-kitâbin
med’in göğe çıktığı gece olup
mübîn” (“Yunus suresi”, 10 /
kamerî aylardan Receb’in
61; “Sebe suresi”, 34 / 3), “fî-
yirmi yedisine rastlayan ge­
kitâbi mestûr” (“İsrâ suresi”,
ce, Miraç Kandili.
17 / 58; “Ahzâb suresi”, 33 / 6),
“fî-kitâbin meknûn” (“Vâkı'a leyle-i regâ'ib a. (JLj UJ)
suresi”, 56 / 78) terimleri de kul­ (rağbetler gecesi) Hz. Âmi-
lanılmıştır. ne’nin Hz. Muhammed’e ge­
be kaldığı kamer aylarmdan
levh ü kalem a. Çda j CJI) [Ar.] bk
Receb’in ilk cuma gecesi,
levh-i mahfûz ve kalem-i a'lâ
Regaib Kandili.
levlâk a. (J^) [Ar.] “Sen olmasay­
leyletü’l-arûs a. (^jj*!! İLİ)
dın ben kâinatı yaratmazdım.”
Hz. Mevlâna’nm ölüm günü
ibaresinin ük kelimesi olan söz
olan 17 Aralık gecesi.
ve bunu ifade eden terim, bk.
hakîkat-i Muhammediyye leyletü’l-isrâ a. (J^l <JJ)
bk. leyle-i mi'râc
levvâme a. (^1^1) [Ar.] “Çok kına­
yan.” anlammda olan bu söz, leyletü’l-kadr a. (jjüi iU)
“nefs-i levvâme” (bk bu madde) (kadir gecesi) bk. kadir gece­
teriminde geçer ve nefsin ikinci si
mertebesi olarak gösterilir.
Leyi suresi 430

Leyi suresi a. (^^^ JJ) [< Ar. minleşmesini ve boşanmalarını


“Sûretü’l- Leyi” (JJJI sj^)] ifade eden terim.
Kur'ân-ı Kerîm’in doksan ikin­
li-eb a. (^) [Ar.] ftk. Ailede baba bir
ci, iniş sırasına göre dokuzuncu
(kardeş).
suresi olup “A'lâ suresi”
(87)nden sonra ve “Fecr suresi” li-ebeveyn a. (j^V) [Ar.] ftk. Ailede
(89)nden önce Mekke dönemin­ ana-baba bir (kardeş).
de nazil olmuştur ve yirmi bir
âyetten meydana gelmektedir. lifâfe a. («alü) [Ar.] Cenazeyi kefen­
Adını ilk ayette geçmekte olan leme sırasında kullanılan, baş­
“leyi” (gece) ibaresinden almak­ tan ayağa kadar uzanan ve ke­
ta ve “ve’l-Leyl” veya “ve’l-Leyli fenin en üstünde bulunan parça.
izâ yağşâ” suresi olarak da bi­ “lifâfe”nin her iki uçtan uzun
linmekte ve anılmaktadır. Sure­ bırakılması, baş ve ayak tarafı­
nin özünde, Allah’ın birliği nın bağlanması için söz konusu­
inancı ile toplumda iyilik ve cö­ dur.
mertlik içinde olanlar övülmüş, lihye-i sa'âdet a. (cjLuâJ) “Saadet
bunlar ahret mutluluğu ile müj- sakalı.” anlamındaki bu söz, Hz.
delenmiştir. Öte yanda cimriler, Peygamber’in “sakal-ı şerif’
Allah’a karşı gelenler, büyük (bk. bu madde) ine verilen ad.
günah işleyecekler, bunun karşı­
lığında da cehennem azabı çe­ lihye-i şerif a. (^^ Ui) Hz. Pey­
keceklerdir. Hz. Peygamber’in gamber’in “sakal-ı şerif’ (bk. bu
öğle ve ikindi namazlarmda bu madde) ine ve saçma verilen ad.
sureyi okuduğu hadis kaynakla- lika a. GUI) [Ar.] Hadis biliminde
rmda zikredilmektedir. Hz. Pey­ hoca ile öğrencinin karşılıkh ve
gamber’in “Yâsîn suresi”nin yüz yüze görüşmesi.
tefsiri için bk. Sahîh-i Buhârî ve
Tercemesi, C. 11, s. 5003-5011. § tam. likâ'u’l-âhiret a. (s^ l
leys a. (^U) [Ar.] “Yok olma, yok olu) bk. yevmü’l-âhir
olan şey.” anlammda kelâm te­ likâ'ullah a. (dil Aü) [Ar.] (Allah ile
rimi. buluşmak) bk. yevmü’l-âhir
leyyin a. Q^J) [Ar.] Hadis biliminde literal tefsir a. Kutsal metinleri
ravînin sağlam olmadığmı ifade harfi harfine açıklama veya yo­
eden cerh terimi. rumlama biçimi.
li'ân a. (jU) [Ar.] ftk. Evli bir kadı­ li-ümm a. (JLy) [Ar.] ftk. Ailede anne
nı, kocasmm zina ile suçlaması bir (kardeş).
neticesinde her iki tarafın ye-
431 lüzûm-ı muhâkeme

livâ a. (JJ) (ç. b. elviye) [Ar.] “Bay­ (34)nden önce Mekke dönemin­
rak.” anlamındaki bu söz, başka de nazil olmuştur ve otuz dört
kelime ve terkiplerle yeni terim­ âyetten meydana gelmektedir.
ler oluşturur. Adını on birinci ayette geçmekte
olan “Lokmân” adından almak­
§ tam. livâ-yı sa'âdet a. tadır ve burada Lokman’m oğ­
(ojk« ^Ijl) “Hz. Muham-
luna verdiği öğütler ibret niteli­
med’in bayrağı” anlammda
ğinde ifade edilmektedir. Sure­
bir terim; eşanlamhsı “san-
nin özünde Allah’a inanma ve
cak-ı şerif’.
ibadet söz konusudur ve O’nun
livâ-yi şerif a. (dy^ ^IjJ) bk. insanlara verdiği nimetler üze­
livâ-yı sa'âdet rinde durulur. Hz. Peygamber’in
“Lokmân suresi”nin tefsiri için
livâ'ü’l-hamd a. (aoJI djl)
bk. Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi,
Hz. Muhammed ümmetinin
mahşer günü altmda topla­ C. 10, s. 4654-4657.
nacakları bayrak anlamında lüb a. GJ) [Ar.] tas. Dinî ve tasavvu-
bir terim, “makam-ı fî makamları ifade eden terim.
Ahmedî”.
§ tam. lübü’l-lüb a. (Jll J)
lohusa a. Doğumdan sonra kadınm
[Ar.] tas. Nûr-ı İlâhî için kul­
rahminden gelen kan için kulla­
lanılan terim.
nılan terim; eşanlamlısı “nifas”
[bk. bu madde) lütuf a. (Jkl) [Ar.] Sözlük anlamı,
“İyilik etme, merhamet ve yar­
lohusalık a. Bir çocuğun doğma-
dımda bulunma.” olan bu söz, in-
smdan itibaren en çok kırk gün
sanm kendi iradesiyle Allah’a
devam eden süre için kullanılan
inanma ve ibadet ederek O’na
terim. Bu dönemde kadın, na­
şirk koşmaktan ve isyandan ka-
maz kılamaz, oruç tutamaz,
çmmayı kolaylaştıran İlâhî des­
Kur'ân okuyamaz, Kur’ân’a el
tek ve fiil için kullanılan kelâm
süremez, camiye gidemez, Kâ­
be’yi tavaf edemez, cinsel ilişki­ terimi.
de bulunamaz. lüzûm-ı muhâkeme a. (<^k. ^J)
Lokmân suresi a. (^t,jLü) [< [Ar.] fik. Ceza hukukunda, yapı­
Ar. “Sûretü’l- Lokmân” (jLiUl îj lan tahkikat sonucunda bir ko­
^u)] Kur'ân-ı Kerîm’in otuz bi­ nunun mahkemeye şevki lüzu­
rinci, iniş sırasma göre elli ye­ munu ifade eden terim. Bu iş­
dinci suresi olup “Sâffât suresi” lemler tamamlandıktan sonra
(37)nden sonra ve “Sebe suresi” hâkim karşısma çıkma.
lüzûm-ı vakf 432

lüzûm-ı vakf e. (jîj ^ [Ar.] fık. siyet suretiyle. Birincisinde hâ­


Bir vakfın feshi yapılamayacak kim vakfin lüzumunu gerekli
nitelikte olması dururmu. Bir görüyorsa vakfin dağılması
vakfin oluşmasında ittifak her mümkün olamıyor. Buna “tes-
zaman mümkündür. Ancak cil-i vakf’ da deniliyor. İkinci­
oluşturulmuş bir vakfin dağıl­ sinde vakıf kuran kimse vasiyeti
ması kolay olmamaktadır. An­ üzerinde iken ölürse vakfin da­
cak iki hüküm bu konuda zorun­ ğılması da mümkün görünmü­
lu kılınmıştır. Birincisi hâkim yor.
kararı, İkincisi ölüm sonrası va­
mâ a. GU) [< Ar.mâ'] (ç. b. emvâh, mâ'-ı mukattar a. (jU« ?L)
miyâh) “Su.” anlamındaki bu Damıtılmış su, imbikten geçi­
söz, başka kelime veya terkipler­ rilmiş ve arıtılmış su.
le yeni terimler oluşturur.
mâ'-ı mukayyed a (û. fL)
§ tam. mâ'-i cârî a (^U. pL) (kayıtlı su) Herhangi bir katkı
Akarsu, yani “necis” (bk. bu maddesiyle oluşmuş ve tabiî
madde) su. Bir suyun temiz hâlinden çıkmış su. Söz gelişi,
olabilmesi için en azmdan meyve suları, gül suyu gibi.
bir saman çöpünü taşıyacak Bunlar temiz olmakla bera­
kadar akmtısı olmalıdır. ber abdest ve gusül için kul­
lanılamazlar.
mâ'-i dâfık a. (jib »D Meni.
mâ'-ı mutlak a (jlL fL)
mâ'-i harâciyye a. (<uaJ> «D
Arap toprakları dışında bu­ Tabiî durumunu kaybetme­
lunan sular, özellikle Dicle ve miş, kaynak, pmar, kar suyu
Fırat için kullanılan söz ve benzeri sular.
terim. mâ'-ı müsta'mel O. (JaâStuA
mâ'-ı ma'în a (^ «D (akar ^L) (kullanılmış su) Abdest
su) Cennette akan İlâhî ır­ alınabilen ve gusül yapılabi­
mak. len su.

mâ'-ı meşkûk a (djLi. «D mâ'-i öşriyye a. (^ fL)


fik. Temiz olup olmadığı şüp­ Arap topraklarında bulunan
heli olan su. sular.
mâ'ü’l-hayât 434

mâ'ü’l-hayât a. (oLJi pL) ilk yapmm burası olduğu


bk. âb-ı hayât Kur'ân-ı Kerîm’de “Âl-i İmrân
suresi” (3)nin 96. ayetinde ifade
mâ'ü’l-ineb a. (ui*Jl «U)
edilmektedir. Ondan sonra iba­
“Üzüm suyu, şarap.” anla­
det edilecek yer anlamında
mında terim.
Mekke’de “mescid” (bk. bu
ma'âd a. (jGu) [Ar.] “Dönüş.” anla­ madde) 1er yapılmaya ve kulla­
mmda olan bu terim, ahiret ve nılmaya başlanmıştır. Nitekim,
hesap günü için kullanılmıştır. “Mescid-i Haram”, “Mescid-i
Bu söz, Kur'ân-ı Kerîm’de “Ba­ Nebevi”, “Mescid-i Aksâ” bu an­
kara suresi” (2 / 285) inde geç­ lamda ibadet yerlerinin en kut­
mektedir. salları olarak İslâm dünyasında
ma'âz-AHah a. (dljlu) [Ar.] “Allah yerini almıştır. Sonraları mesci­
korusun, esirgesin.” anlammda, din yanında ibadet yeri olarak
herhanbir tehlikeye karşı Al­ “câmi” (bk. bu madde) yapımı
lah’m korumasına sığmma. Bu hızla yaygınlaşmıştır.
söz, Kur'ân-ı Kerîm’de “Yûsuf ma'bûd a. (j^) [Ar.] Kendisine
suresi” (12 / 23 ve 79) inde iki ibadet edilen varlık. Bu terim,
ayette geçmektedir. hem batıl hem de Hak için kul-
mâ ba'de’t-tabî'a a. (^.klluuL) lanümaktır. Batıl olanlar, put,
[Ar.] Hayat ve varlık ile bunlarm ateş veya şeytan olabilirken Hak
karşısmda Allah ve varlık ötesi tanrı tektir; o da evreni yaratan
dünyayı ele alan, bunlarm ya- yüce Allah’tır.
nmda tabiî bilimlerin ilkelerini Mâcid a. (j^L) [< Ar. mecd] Sözlük
araştıran bilim dalı için kullanı­ anlamı “Şan ve şeref sahibi, hayrı
lan kelâm terimi, metafizik (bk. ve ihsanı bol, lütfü ve keremi
metafizik). Aristo’nun metafizik sonsuz.” olan bu söz, “esmâ’ü’l-
için kullandığı Latince “prote hüsnâ” (Allah'ın güzel isimle-
fhilosophia” teriminin Arapça ri)dan olup Allah’m sıfatı olarak
karşılığıdır, bk. felsefe-i ûlâ Kur’ân-ı Kerîm’de geçmemekle
ma'bet, -di a. (a^) [Ar.] ibadet beraber Allah’m doksan dokuz
etme amacıyla yapılan yer için ismini veren İbn Mâce ve
kullanılan terim. Bütün dinlerin Tirmizî rivayetlerindeki listede
temelinde ibadet yattığı için, her de yer almıştır (Tirmizî,
dinin kendine özgü bir ibadet “Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”,
yeri olmuştur. İslâm dininin en 10).
kutsal mabedi şüphesiz Kâbe’dir mâcin a. (^L) [Ar.] fık. Sözlük
ve yeryüzünde ibadet evi olarak anlamı “Laubali davranan ve
435 mâ-halak-Allah

konuşan.” olan bu söz, genellikle (bk. bu madde) terimiyle bu ko­


“müftî” sözü ile birlikte kullanı­ nu açıkça dile getirilmiştir.
larak insanlara dinin yasakları­
na karşı hileleri öğreten, bu yol­ mâ fevka’t-tabî'a a. (üJJI j^L)
la haramı helâl veya helali ha­ [Ar.] bk. mâ ba'de’t-tabî'a, fel-
ram gibi sunan, bilmediği konu­ sefe-i ûlâ
larda olumlu fetva veren kişi magâzî a. (^üJl) Hz. Peygam­
için kullanılmıştır. ber’in gazveleri için kullanılan
mâddiyye a. (^jL) [Ar.] Maddeyi bu terim, aynı zamanda hadis
varlığm temeli sayan, Allah, ruh kitaplarınm önemli bölümlerin­
ve âhireti inkâr eden felsefî den biri olmuştur, bk. kitâbu’l-
akım, materyalizm. magâzî
mağfiret a. (o>.) [< Ar. gafr] “Ku­
mâddiyyûn a. (j^jL) [Ar.] Evrenin
lunun günahlarını örtüp onları
bir yaratıcısının bulunduğunu
bağışlama.” anlammda Allah’a
kabul etmeyen görüşü benimse­
nispet edilen bir terim. Kur'ân-ı
yenler için kullanılan kelâm te­
Kerîm ve hadis kaynaklarmdan
rimi, “ilâhiyyûn” (bk. bu madde)
edinüen bilgiye göre, Allah’tan
karşıtı.
mağfiret istenmesi durumunda
ma'dûm (I) a. Çj^) [Ar.] Varlığın “şirk” (bk. bu madde) dışmda
zıddı, yokluk, hiçlik; zihin dışın­ bütün günahlarmm affedilebile-
da var olmayan anlamında ke­ ceği zikredilmektedir.
lâm terimi, “mevcûd” karşıtı.
mağz a. (>) [E] “Beyin, dimağ.”
ma'dûm (II) a. Çjju) [Ar.] fik. İs­ anlamındaki bu söz, başka ke­
lâm hukukunda, istisnaî olarak lime veya terkiplerle yeni te­
gelir elde etmek amacıyla “se­ rimler oluşturur.
lem” (bk. bu madde) akdinde
mevcut olmayan bir malın satı­ § tam. mağz-ı hakîkat a.
(olta, yu) tas. Dinin batınî
mı veya bir akarın kiraya veril­
yönü veya gizemi.
mesi konusunu ifade eden te­
rim. mağz-ı Kur’ân e. (jiy >u)
Kur’ân-ı Kerîm’in özü, sırrı.
maddî temizlik a. Dinî hayatta
temizliğe büyük önem veren İs­ mahabbet a. (o^.) [Ar.] bk. mu­
lâmiyet’in, bedende veya çevre­ habbet
de oluşabilecek temizlik. Bu ko­
mâ-halak-Allah a. (dlljUL) [Ar.]
nuya yeri geldikçe dikkat çekil­
Yaratıklar, Allah’ın yaratmış ol­
miş ve “necasetten temizlik”
duğu her şey.
mahdûm 436

mahdûm a. (^) [< Ar.hidmet] tövbe eder, günahtan annmış


(ç. b. mahâdim] “Oğul, erkek ço­ olur.
cuk veya hizmet olunan kimse,
mâhiyet a. (cLl) [< Ar. mâ + hü-
efendi ve hanım.” anlamındaki
ve + t] Bir varlığm veya nesne­
bu söz, başka kelime veya ter­
nin özünü ya da cevherini oluş­
kiplerle yeni terimler oluşturur. turan şey anlammda kelâm te­
rimi.
§ tam. mahdûm-ı kâ'inât a.
(oLilS jm^) (.kâinatın hizmet mahkeme a. G^j [< Ar.hükm]
ettiği) Hz. Muhammed. ftk. Sözlük anlamı, “Hüküm veri­
len yer, yargılama yeri.” olan bu
mahfil a. (Jk*) [Ar.] Camilerde
söz, fıkıh terimi olarak kadılarm
etrafı parmakla çevrili veya
davalara baktığı resmî daire ve
yerden yüksek yapılmış olan bö­
makam olarak kullanılmıştır.
lümler.
§ tam. mahkeme-i kübrâ a.
§ tam. mahfil-i kazâ a. Glki (^ «< ~<~ .) (En bifyük mah­
Ji^)/ik Şerî mahkeme. keme) Mahşer günü insanla-
mahfuz (I) a. (lyk.) [< Ar.hifz] 1. rm hesaba çekileceği gün.
Hadis biliminde, rivayetleri bir­ mahkeme-i kirdgâr a. (jISj£
birine zıt iki ravîden daha güve­ t^.) Allah’ın mahkemesi.
nilir olanmm rivayet ettiği hadis
için kullanılan söz ve terim. 2. mahkeme-i şer'iyye a. (f^^
Sözlük anlamı, “Korunmuş, sak­ <X^<>) Şerî hükümlere göre
lanmış.” olan bu terim, hadis bi­ bütün hukuk ve ceza davala-
rma bakmakla görevli mah­
liminde, “sahih hadis” (bk. bu
kemeler.
madde) anlamındadır. Bu söz,
ayrıca, “ceyyid, müstakim, mahlûk a. (jjk.) [Ar.] (ç. b.
nebîl, sâbit, sâlih” (bk. bu mad­ mahlûkât) Sonradan olmuş var­
deler) terimleriyle eşanlamh lık, yaratık anlammda kelâm te­
olarak kullanılmıştır. rimi. Bu anlamıyla Kur'ân va­
hiy yoluyla indiği, yazılı olmadı­
mahfuz (II) a. (lyk») [< Ar.hifz]
ğı için mahlûk olarak kabul
tas. Tasavvuf inancmda, “ko­
edilmemiştir. Ancak sonradan
runmuş, esirgenmiş.” anlammda
yazıya geçmiş biçimi bu terim
olan bu terim, “velî” (bk. bu ile karşılanmıştır.
madde)nin içine düştüğü günah­
tan korunması anlamını taşı­ mahlûkât a. (oüjLu) [< Ar.halk;
maktadır. Buna göre, “velî” in­ mahlûk’un ç. b.] Allah tarafin­
san olarak günah işleyebilir, an­ dan yaratılmış bulunan bütün
cak bu günahta ısrar etmez ve yaratıklar.
437 Mâ'ide suresi

mahmasa o. (<^k«) [Ar.] “Şiddetli mahşer a. (^) [Ar.] Kıyamet


açlık.” anlamına gelen bu terim, günü veya ahiret günü için kul­
böyle bir duruma düşen kimse­ lanılan terim.
ye haram sayılan yiyeceklere mahşername a. (uüjiı*) [< Ar.
yönelme iznini ifade etmektedir. mahşer + F. nâme] tas. ed. Ta­
Bu durum, Kur'ân-ı Kerîm’de savvuf! edebiyatta Kur'ân-ı
“Mâide suresi” (5)nin üçüncü Kerîm’in hükümleri doğrultu­
ayetinde, mealen “Kim, açlık hâ­ sunda kıyametin kopmasından
linde (mahmasa) sıkıntıya düşer­ sonra mahşer gününde bütün
se, zor durumda kalırsa günaha canlılarm yeniden dirilerek top­
gönülden yönelmemek şartıyla lanması konusunu kaleme alı­
(haram kılınan yiyeceklerden yi­ nan eserler için kullanılan ortak
yebilir.) ” diyerek ifade edilmiş­ ad.
tir.
mahv a. (jx«) [Ar.] Hadis biliminde,
mahreç a. (^) [Ar.] Hadis bili­ hadis metinlerini yazarken yan­
minde, bir hadisin ilk defa riva­ lış yazılan sözleri silip yeniden
yet edildiği veya yayıldığı yer. yazma işi.
mahv ve isbât a. (o 121 j j^) tas.
§ tam. mahrecü’l-hadîs a.
Tasavvuf yoluna yeni giren der­
(dujJI jji«) bk. mahreç
vişin kötü huy ve dünya alışkan­
mahrem a. Ç._^>) [Ar.] fik. Birbirle- lıklarını bir yana bırakarak
riyle evlenmeleri dinen yasak­ kendini Allah yoluna adaması ve
lanmış bulunan yakın akrabayı iyi huylar edinmesi işi veya du­
ifade eden fıkıh terimi. Bunlar, rumu.
üç kısma ayrılmıştır: 1. Kan hı­ mahyâ a. (L^) [Ar.] Zikir meclisi,
sımlığı olup büyük anne, büyük Hz. Peygamber’e salat ve selâm
baba, anne, baba, torunlar, kar­ getirmek için oluşturulan mec­
deşler, kardeş çocukları ile anne lis.
ve babanın kardeşleri. 2. Sıhrî
Mâ’ide suresi a. O^j^ ^L) [<
hısımlık, eşlerin anne ve baba­
Ar. “Sûretü’l- Mâ'ide” G2UI »_>
ları, eşlerin çocukları ile anne ve
^)] Kur'ân-ı Kerîm’in beşinci,
babanın kardeşleri. 3. Süt hı­
iniş sırasma göre yüz on ikinci
sımlığı, yani süt anne, dede, ba­
suresi olup Mekke döneminde
ba ve büyük anne, büyük baba;
nazil olmuştur ve 120 âyetten
emzirilen veya eşin emzirdiği meydana gelmektedir. Adını 112
çocuklar ve torunlar ve bunlann ve 115. surelerde geçen “sofra”
babaları, anneleri vb. anlammdaki “mâ'ide” sözünden
mâ kable’t-tabî'a 438

almaktadır. Bu sure aynı za­ yanında velîlerin kabirlerini ve­


manda “el-Ukud, el-Münkıze, ya türbelerini ifade etmek için
el-Ahyâr” olarak da adlandırıl­ kullanılmıştır.
maktadır. Konusu itibariyle
“Nisâ suresi” (4)nin devamı ni­ § tam. makâm-ı Ahmedî a.
teliğindedir. Özünde, aile kuru­ (^j^.1 fli.) bk. livâ'ü’l-hamd
mu ile ilgili kurallar, inanç ve makâm-ı cem a. (^ ^GU)
ahlâk dersleri, hac uygulamala­ tas. Bir olma, bütünleşme,
rı, usulüne aykırı hayvan kesi­ birleşme makamı.
mi, abdest alma usulleri, hırsız­
makâm-ı İbrâhîm a. (^y
lık, şahitlik etme, içki ve kuma-
^tu) Mekke’de Kâbe’nin ilk
rm kötülükleri anlatılmakta; ay­
yapımı sırasında Hz. İbra­
rıca İsrailoğullan tarihi ile
him’in duvar ördüğü ve bu­
Yahudilik ve Hristiyanlığın yan-
ranın üzerine çıkıp Allah’a
hş uygulamaları eleştirilmekte­
dir. Sure, Allah’ın mutlak varhğı inananları hac yapmaya da­
vet ettiği yere verilen ad. Bu
ve hükümranlığı ile İlâhî kudreti
konu Kur'ân-ı Kerîm’in iki
anlatılarak son bulmaktadır. Hz.
ayetinde dile getirilmiştir. Bi­
Peygamber’in “Mâ'ide sure­
sinin tefsiri için bk. Sahîh-i rincisi, “Bakara suresi” (2)
125. ayette mealen geçen “O
Buhârî ve Tercemesi, C. 9, s.
4323-4349. vakit ki Kabe’yi insanlar için
sevap kazanma ve emniyetli
mâ kable’t-tabî'a a. (auUiJJL) yer yaptık. Siz de İbrahim’in
[Ar.] Varlığın bütün ilkelerini ve makamından bir namaz yeri
özünü içermesi bakımından ve edinin...” cümleleridir; İkinci­
de değer bakımından bilimlerin si ise “Âl-i İmrân suresi” (3)
tamamından önce gelen anla­ 97. ayet olup “Orada açık de­
mmda kelâm terimi. lillerle İbrahim’in makamı
makâlât a. (o^ü«) [Ar. makâle’nin vardır...” ibaresiyle ifade
ç. b.] İslâmî bilimler içinde edilmiştir.
“itikadî mezhep” için kullanılan makâm-ı kâbe kavseyn a.
kelâm terimi. (j^jâ uü fil») tas. bk.
makâm a. (flü) [Ar.] tas. Sözlük makâm-ı vahdet
anlamı “Ayakta durulacak yer, makâm-ı Mahmûd a. ü^^
mertebe, mevki.” olan bu söz, fil») İslâm inancma göre, Hz.
Hak yolunda düzenli ve kararh Peygamber’in kıyamet gü­
gayret sarf ederek ahlâkî değer­ nünde Müslümanlarm içinde
ler ile belli derecelere ulaşma bulunacağı sıkmtılara çare
439 maktel-i Hüseyn

olmak üzere hazır bulunaca­ lan terim, “merdûd hadis” kar­


ğı ve onlara dua edeceği du­ şıtı.
rumu ve konumu veya “şe­
makdûr a. (jj-ûJ [Ar.] Kudrete
faat makamı”nı ifade eden
konu teşkil eden şey anlamında
terim. Bu makam, Kur'ân-ı
kelâm terimi.
Kerîm’in “İsrâ suresi” (17)
79. ayetinde şöyle ifade edil­ maklûb a. Çjlh) [Ar.] Hadis bili­
mektedir: “Gecenin bir kıs­ minde, isnadmda ravîlerin isim
mında uyanıp sırf sana mah­ veya neseplerinin, metnin için­
sus fazla bir ibadet olmak de ise söz veya ibarelerin yerle­
üzere namaz kıl. Umulur ki rinin değiştirilerek yeni bir
Rabbin seni makâm-ı tarzda ifade edilmesini anlatan
Mahmûda gönderir. ” terim. Bu tarz hadislere
makâm-ı samediyyet a. “ma'kûs” da denilmiştir.
(cujaus ^11.) tas. Melâikeler maklûb hadis a. bk. maklûb
makamı.
makrûnen a. (LjjL) [Ar.] Hadis
makâm-ı vahdet a. (o-u^ biliminde, ravînin zayıflığından
fd.) tas. “Âlem-i ceberût” dolayı bir hadisi, sika bir
(bk. bu madde). ravînin rivayetiyle birlikte al­
makâm-ı vesile a. (<1^ ^IL) mak.
tas. Hz. Peygamber. maksûr a. (^-^»0 [Ar.] bk. mevkuf
makber a. (j^) [Ar.] bk. mezarlık maksûre a. Gjj^u) [Ar.] Bazı bü­
makbere a. (*ji«) [Ar.] bk. mezar­ yük camilerde halifelerin veya
lık devlet başkanlarmm namaz
kılması için yapılmış özel bö­
makbûl a. (J^a.) [Ar.] Hadis bili­
lümlere verilen ad.
minde bir hadisin doğru, sağlam
ve güzel, ayrıca ravînin de gü­ maktel a. (Jü.) [Ar.] Din veya dev­
venilir olduğunu ifade eden te­ let büyüklerinden birinin ya da
rim. birkaçınm ölümü üzerine kale­
me alman ve bu tür konuları iş­
makbûlât ç. a. [Ar.] Doğru­
leyen eserler için kullanılan or­
luğu söyleyene ait olan
tak ad.
anlmında kelâm terimi.
makbûl hadis a. Hadis biliminde, § tam. maktel-i Hüseyn a.
sened ve metin bakımmdan sağ­ t^.—. JiL) tas. ed. Tasavvuf
lam olan, dinde delil kabul edi­ edebiyatmda mutasavvıf şa­
len ve bununla amel edümesi irlerin Kerbelâ hadisesini ve
uygun olan hadisler için kullanı­ Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi
maktû hadis 440

olayını şiirleştiren eserler mâlâya'nî a. (^ılL) [Ar.] Bir kim­


için kullandıkları ortak ad. se için dinî ve dünya hayatı ba-
kımmdan değersiz ve yararsız
maktû hadis a. Hadis biliminde,
görülen söz ve davranışlar.
senedi düzenli olsun veya olma-
sm tabiînlere dayandırılan söz mâlî yıl a. Yılm zaman dilimlerini
ve fiiller. (yıl, ay, gün v.b.) güneşin hare­
ma'kûs a. (^j^) [Ar.] bk. maklûb ketine göre belirleyen ve yıhn
ilk gününü mart başı olarak tes­
mâl a. (JL) [Ar.] (ç. b. emvâl) flk. pit eden takvim yılı.
Bir nesnenin veya eşyanın aynî
haklara sahip olması ve onun Mâlik a. (dlL) [Ar.] İslâm inancına
üzerinde her türlü hukukî işle­ göre, cehennemi idare eden me­
min yapılabilmesi işi, konumu leklerden biri için kullanılan ad.
veya durumu. Mâlikîlik a. bk. Mâliki Mezhebi

§ tam. mâl-i bâtın a. (^L JU) Mâliki Mezhebi a. Dört büyük fıkıh
flk. Para ve gümrüğe tabi ol­ mezhebinden biri olup Hicrî yı­
mayan mallar. lın ikinci yüzyılında Medine’de
doğan ve İmam Mâlik b. Enes
mâl-i cizye a. (<□> JL) flk. (öl. 179 / 795) tarafindan oluştu­
Araziden alman vergi. rulan ve geliştirilen, ismini de
mâl-i harâm a. Çl^ JL) fik. kurucusundan alan, sonradan
Kumar, rüşvet, zina, faiz gibi “Mâlikiyye” olarak da adlandırı­
helâl olmayan yollarla kaza­ lan sünnî fıkıh mezhebinin adı
nılan mallar. ve bu mezhep için kullanılan te­
rim.
mâl-i ma'sûm a. (^.^«o JL)
fik. Şeriat hükümlerine göre Mâlikiyye a. (^L) [Ar.] bk. Mâliki
dokunulmaz olan veya mü­ mezhebi
saderesi caiz olmayan mal­
Mâlikü’l-Mülk a. (dUl dJL) [Ar.]
lar.
“Mülkün sahibi.” anlamında bu
mâl-i mîrî a. (^^ JL) ftk. söz, “esmâ’ü’l-hüsnâ” (Allah'ın
Devlet malı veya gelirleri. güzel isimleri)dan olup Kur'ân-ı
Kerîm’de Allah’a izafe edümek-
mâl-i mütekavvim a. Ç/^
tedir. “Âl-i İmrân suresi” (3)nin
JL) fik. Şeran kullanılması
26. ayetinde mealen “De ki,
veya yenilmesi içilmesi
mübah olan şeyler. Allahım, ey mülkün sahibi, sen di­
lediğine mülkü verirsin, diledi­
mâl-i sadakat a. (oüj^ JL) ğinden mülkü alırsın.” biçiminde
ftk. Zekât mallan. ifade edilen bu söz, İslâm bügin-
441 ma'rifetullah

leri tarafindan Allah’ın zatî isim­ kimse için varis ve alacakhlarm


ler gurubunda sayılmıştır ve Al­ haklarma ilişkin hukukî işlemler
lah’m doksan dokuz ismini ve­ bakmamdan bazı kısıtlamalar
ren İbn Mâce ve Tirmizî rivayet­ getirilmiştir. Buna sebep olarak
lerindeki listede de yer almıştır kişinin iç irade-dış irade uyuş-
(Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn Mâce, mazhğı veya iç irade beyanını
“Du’â”, 10). gerçek duruma uygun biçimde
kullanamama durumu, haklan
ma'lûl a. (J>>) [Ar.] bk. mu'allel
kötüye kullanımı, akitlerde dış
ma'lûm s. (^jLu) [< Ar. ilm] Son etkenler gibi konular gösteril­
dönem kelâm bilimi konusu miştir.
içinde değerlendirilen bu terim,
“Bilinen, kendisine beşer bilimi­ ma'rifet a. (d>«) [Ar.] (ç. b.
nin taalluku mümkün olan şey.” ma'ârif) 1. Allah ve sıfatlan,
olarak nitelenmiş ve tanımlan­ isimleri, eylemleri, ile tecellileri
mıştır. konusunda mavevî güç sayesin­
de kazanılan ilim ve bilgi anla­
manevî kirlilik a. bk. hades veya
mmda tasavvufî bir terim. 2. tas.
hadesten taharet
Tasavvuf inancma göre dört
Mâni a. (fiL) [Ar] Sözlük anlamı mertebe: şeriat, tarikat, haki­
“Mahrum etmek, engel olmak” kat, marifet.
olan bu söz, “esmâ’ü’l-hüsnâ”
(Allah’ın güzel isimleri)dan olup § tam. ma'rifet-i nefs a. O^ü
Allah’m sıfatı olarak “Koruyucu, ci>u>) İnsanm kendini bilme­
kollayan, yardım eden.” anla­ si anlammda tasavvuf terimi.
mmda Kur’ân-ı Kerîm’de on al­ ma'rifetü’s-sahâbe a.
tı ayette yer almaktadır (bk. M.F. (<jLJI öijiu) İslâmiyet’in
Abdülbâkî, el-Mu’cem, “mn'a” yayılması ile birlikte sahabe­
maddesi). Bu söz, Allah’ın dok­ nin hayatı ile hadis bilimine
san dokuz ismini veren Tirmizî ilişkin eserlerin yayılması
rivayetlerindeki listede de yer üzerine bu konularda kaleme
almıştır (Tirmizî, “Da'avât”, 82). alınan eserlere verilen ortak
maraz-ı mevt a. (o^ juJ [Ar] fık. ad.
“Maraz” hastalık; “mevt” ölüm ma'rifetullah a. («dilci>u) [Ar] tas.
anlamındaki sözlerden oluşan Tasavvuf inancmda bilimden
bu terkip, “ölüm hastalığı” (bk. İlâhî güce yönelme, kalben ve
bu madde) nı ifade etmektedir. ruhen hakikati görme anlamm­
İslâm fıkhmda, ölümcül veya da terim.
ölüm hastalığına yakalanmış bir
mârika 442

mârika a. (üjL) [Ar] Dinden çıkan­ anlamlarda bu terimi hadis ri­


lar, ayrılanlar anlamında vayetlerinde görmek mümkün­
“Havâric” (bk. bu madde) veya dür (bk. Wensinck, el-Mu'cem,
“Hâricîler” (bk. bu madde) için “asy” maddesi).
kullanılan terim.
maslahat a. (oJu.) [< Ar. salah]
ma'rûf a. (Jj>u) [Ar.] 1. İslâm fık. Sözlük anlamı “İyi, uygun, el­
inancma göre, dinin hükümleri, verişli, maksada uygun olan, ya­
genel kuralları ve emirleri çer­ rarlı.” olan bu söz, şeriat hü­
çevesinde yapılması ve söylen­ kümlerine uygun, akıl ve tecrü­
mesi gereken, insanları yetiş­ be yoluyla belirlenen değerlere
tirme, yönlendirme ve kötülük­ uyumlu olan yararh işler ve ko­
lerden uzaklaştırma anlamında nular anlamında kullanılan fı­
her söz veya davranış için kul­ kıh terimi, “fesâd” (bk. bu mad­
lanılan terim, bk. “emr-bi’l- de) ın zıddı.
ma'rûf ve nehy ani’l-münker”
masnû a. (^j^A Uydurma hadis,
2. Hadis büiminde, doğru, sağ­
bk. mevzû
lam ve güvenilir hadisler,
“münker hadis” zıddı. masnû hadis a. bk. mevzû hadis

ma'rûf hadis a. bk. ma'rûf mâşâallah / mâşallah a. ve ünl. (<UI


»LiL) [< Ar.mâ-şâ'a Allah (Al­
mâ-sivâ a. Ç^U / ij^U) [< Ar.mâ
lah dileyince her şey olur.)] 1.
+ siva’l-lah (Allah'ın dışında sa­
“Takdir, övgü, şaşma ve memnu­
yılan her şey)] Sözlük anlamı,
niyet” için kullanılan bir terim.
“Bir nesneden başka olan varlık­
Bu söz, Kur’ân-ı Kerîm’de dört
ların hepsi.” olan bu söz, Al­
ayette yer almaktadır (“A'râf
lah’tan başka bütün varlıkları
suresi” (7 / 188); “Yûnus sure­
ifade eden tasavvufî bir terim.
si”, (10 / 49); “A'lâ suresi” (87 /
Bu kavram, tasavvuf çevrelerin­
7) ve “Kehf suresi” (18 / 39). 2.
de dokuz smıf olarak gösteril­
“Nazardan esirgesin” diye küçük
miştir. Bunlar, melek, felek,
çocuklara takılan ve üzerinde
kevkeb, tabiat, unsur, maden,
“maşallah” yazısı bulunan, yassı
nebât, hayvan ve insan.
ve ince börek biçiminde altm iş­
ma'siyyet a. (ûuai« / i>^u) [Ar.] (ç. lemeli süs eşyası.
b. ma'âsi) “Başkaldırı, serkeşlik,
matrûh a. (^jJ^) [Ar.] Hadis büi­
isyan; günah, suç.” anlammda
minde, rivayet ettiği hadisin
dinî terim. Bu söz, Kur’ân-ı
asüsız ve yalan olduğu tespit
Kerîm’de otuz iki ayette yer al­
edüen ravî ve bu kimsenin nak­
maktadır (bk. M.F.Abdülbâkî, el-
lettiği hadisler.
Mu'cem, “asy” maddesi). Aynı
443 me'âd

Mâtüridiyye a. (^^L) [Ar.] Mu­ bulunduğu sıkmtıdan çıkması


hammet! b. Muhammet! Ebû için Allah tarafmdan oluşturu­
Mansur el-Mâtüridî (öl. 150 / lan olağanüstü durumlar için
767)nin kurucusu oladuğu kabul kullanılan kelâm terimi.
edilen itikadî bir ekol için kulla­
mâ verâ'e’t-tabî'a a. (odJ J^L)
nılan ad. Maveraünnehir bölge­
[Ar.] Hayat ve varlık ile bunların
sinde “ehl-i sünnet” (.bk. bu
karşısmda Allah ve varlık ötesi
madde) inancmm korunması ve
dünyayı ele alan, bunların ya­
yayılmasmı sağlayan bu ekol,
nında tabiî bilimlerin ilkelerini
aklı ve nakli temel ilke olarak
araştıran bilim dalı için kullanı­
benimsemiştir.
lan kelâm terimi, metafizik (bk.
Mâtüridî mezhebi a. bk. metafizik). Aristo’nun metafizik
Mâtüridiyye için kullandığı Latince “prote
fhilosophia” teriminin Arapça
Mâ'ûn suresi a. (^j^ (>U [<
karşılığıdır, bk. felsefe-i ûlâ
Ar. “Sûretü’l- Mâ'ûn” (^Ul Sj
ju,)] Kur'ân-ı Kerîm’in. yüz ye­ mazhar a. (^L) [Ar.] tas. Tasavvuf
dinci, iniş sırasma göre on ye­ inancına göre, Allah’m isim, sı­
dinci suresi olup “Tekâsür su­ fat ve eylemlerinin ortaya çıktığı
resi” (102)nden sonra ve veya göründüğü yer.
“Kâfirûn suresi” (109)nden ön­
Mazhariyye a. (4j^k») [Ar.]
ce Mekke döneminde nazil ol­
Nakşibendiyye-Müceddidiyye
muştur ve yedi âyetten meydana
tarikatinin Mazhar Cân-ı Cânân
gelmektedir. Adını son ayette
(öl. 1195 / 1781) a nispet edilen
geçen “mâ'ûn” (zekât veya kom­
kolu.
şular arasında sıkça ödünç alı­
nan eşya) sözünden alan bu su­ mazmaza a. Cu^^Aa) [Ar.] fık. îslâm
re, aynı zamanda “Eraeyte, Dîn, inancma göre, abdest alırken ve
Tekzîb, Yetîm” adlarıyla da bi­ gusül yaparken ağza su alıp çal­
linmektedir. Surenin özünde in- kalama işlemi. Hanefi mezhebi­
kârcılar ile iki yüzlü insanların ne göre bu işlem, guslün farzları
ahlaken bozuk davranışları ve arasında sayılmaktadır. Ağza
ahreti inkâr eden bu tip kimse­ alman suyu yutmak mekruhtur.
lerin en yakm dostlarma bile me'âd a. (jLu) [Ar.] İslâm inancma
yardımcı olamayacağı ve bencil göre, ahret âlemine inanma ve
davranışları üzerinde durul­ öldükten sonra dirilme için kul­
maktadır. lanılan terim. Bu konu Kur'ân-ı
ma'ûnet a. (^y^ [Ar.J İslâm inan­ Kerîm’de başta “Kasas suresi”
cına göre, bir müminin içinde (28)nin 85. ayetinde olmak üze-
me'âl 444

re, “Rûm suresi” (30 / 27) ve mebâdî’l-ukül a. (Jji*il^jL) [Ar.]


“Yasin suresi” (36 / 79)nde açık­ Aklın sağlıklı bir sonuca ulaş­
lanmıştır. mak için yaptığı istidlâlde da­
yandığı temel ilkeler anlamında
me'âl a. (JLu) [Ar.] Kur'ân-ı Kerîm
kelâm terimi.
ayetlerinin bir başka yabancı di­
le kelime kelime, cümle cümle mebâdî’l-ulûm a. (^jLJI^jL) [Ar.]
aynen çevrilmesi değil, çevrildi­ Her bilimin temel ilkelerini
ği dilin anlatım kuralları ve gü­ oluşturan konular anlamında
cüne bağlı kalmarak yapılan ak­ kelâm terimi.
tarma işi.
mebde a. Gl.^) [Ar.] 1. Aklın, bilim­
me'âlî a. QLu>) Hadis biliminde, lerin ve varlığm temel ilkesi ve
atalardan, dedelerden başlaya­ başlangıcı. 2. tas. bk. kavs-i urûc
rak hadis rivayet etme yöntemi.
§ tam. mebde-i evvel a. (Jjl
Me'âric suresi a. (ı_f^>^k.) [< Jju) tas. Allah.
Ar. “Sûretü’l- Me'âric” (jjLull Sj
_^)] Kur'ân-ı Kerîm’in yetmi­ mebde-i küll a. (^ Jx^) tas.
şinci, iniş sırasma göre yetmiş bk. mebde-i evvel
dokuzuncu suresi olup “Hâkka mebde'ü’l-mebâdi a. Q$jUJI
suresi” (69)nden sonra ve “Nebe flj«) tas. “Âlem-i ceberût”
suresi” (78)nden önce Mekke (bk. bu madde).
döneminde nazil olmuştur ve
mebde'ü’s-sened a. (âJl
kırk dört âyetten meydana gel­
Jj«) Hadis biliminde, sene­
mektedir. Adını üçüncü ayette
din müellif tarafı.
geçen ve “ma'rec / mi'rec”
(merdiven) kelimesinin çokluk mebde ve me'âd a. (jlu j Jj«)
biçimi olan “me'âric” (merdiven­ [Ar.] Evren ve varlığın oluşumu,
ler) sözünden alan bu sure, aynı başlangıcı ve nasıl bir sona ola-
zamanda “Se'ele, Se'ele sâ'ilün, şacağı konusunu inceleyen bilim
Mevâkı” adlarıyla da bilinmek­ dalı için kullanılan terim ve bu
tedir. Surenin özünde kıyamet konuda yazılan eserlerin ortak
ve ahret inancına karşı çıkanlar adı.
eleştirilirken AUah’m yüceliği ve mebrur hac a. Makbul olan hac,
inananlarm cennetle ödüllendi­ yani içine günah veya riya ka­
rileceği üzerinde durulur. Hz. rışmamış hac (bk. Sahîh-i Buhârî,
Peygamber’in “Me'âric sure­ “Kitâbü’l-Hacc”, C. 3, s. 1447).
sinin tefsiri için bk. Sahîh-i
mecâzü’l-Kur'ân a. y> }k.) [Ar.]
Buhârî ve Tercemesi, C. 10, s.
Kur'ân-ı Kerîm’de yer alan me-
4907-4908.
445 meczûp

cazî ifadelerin tefsiri üzerinde “meclisü’l-va’z” olarak adlandı­


çalışmalar yapan bilim dalı için rılmış; kelâm veya felsefeye iliş­
kullanılan terim ve bu konuda kin toplantılar “meclisü’n-
yazılan eserlerin ortak adı. nazar” veya “meclisü’l-münâ-
zara” diye nitelenmiştir. 2. (Hz.
Mecîd a. (J 1% o) [Ar] Sözlük anlamı
Peygamber’den sonra) Mescit­
“Soylu, asil” olan bu söz,
lerde yapılan dersler için kulla­
“esmâ’ü’l-hüsnâ” (Allah’ın güzel
nılan terim.
isimleri)dan olup “Çok itibarlı,
şerefli, cömert.” anlammda meclis (II) a. (juLm) [< Ar. cülûs]
Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’a izafe (ç. b. mecâlis) Hadis biliminde,
edilmektedir: “Hûd suresi” (11 / uzman bir kimsenin hadis tespi­
73). Ayrıca bu terim iki ayette de ti üzerine öğrencileriyle yaptığı
“çok şerefli” anlammda toplantı için kullanılan terim ve
Kur'ân’m sıfatı olarak bu tür toplantılarda yazılan ha­
“Kur'ânü’l-mecîd” biçiminde dislerden oluşan eserlere veri­
“Kâf suresi” (50 / 1) ve “Burûc len ad.
suresi” (85 / 21) nde geçmekte­
mecrûh a. (^j^) [< Ar. cerh] Ha­
dir. “Mecîd”, İslâm bilginleri ta­
dis biliminde, suçlama veya it­
rafından Allah’m zatî isimler
ham sebebiyle eleştiri konusu
gurubunda sayümıştır ve Al­
olan ravî için kullanılan terim.
lah’ın doksan dokuz ismini ve­
ren İbn Mâce ve Tirmizî rivayet­ meczûp, -bu (I) a. (ujâ^a) [<
lerindeki listede de yer almıştır Ar.cezb] tas. Tasavvuf inancına
(Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn Mâce, göre, henüz sufîlik yoluna gir­
“Du’â”, 10). memişken birdenbire Allah’m
kendine çektiği, dost edindiği ve
meclis (I) a. (yJ^) [< Ar. cülûs] (ç.
sürekli yanmda bulundurduğu
b. mecâlis) 1. Belli bir amaca
velîler için kullanılan terim. Bu
yönelik toplu çalışmaların ya­
yüce mertebeyi velîlerin kendi
pıldığı yer. Bu tür meclisler, ça­
gayretleri ile kazanmadıkları,
lışmanın yapıldığı konulara göre
bunun Allah’ın bir lütfü olduğu
adlandırılmaktadır: ilim mecli­
fikri mutasavvıflar arasında
si, zikir meclisi, tartışma mec­
yaygın bir kanaattir. îslâm dün-
lisi gibi. Ayrıca “meclis”ler, ho­
yasmda “meczûb”lar, büyük bir
canın adıyla anılmış, meclis-i
saygı ile karşılanmış, üstelik pek
Ebussuud gibi; Kur’ân konula­
çok sufîye bu ad ile hitap edil­
rını içerenlere “meclisü’l-seb”
miş, ölenler için ise türbeler
denilmiş; bilim dalları için olan­
yaptırılmış, kabirleri ziyaretgâh
lara “meclisü’t-tedrîs” adı ve­
olarak yaşatılmıştır.
rilmiş; camilerde verilen vaazlar
meczûp 446

meczûp, -bu (II) a. Uji^) [< Ar. sonrasında bu şehirde nazil olan
cezb] tas. Tasavvuf inancına gö­ Kur'ân-ı Kerîm’deki sure veya
re, Allah’ın rızasını kazanmış, ayetler; bk. sûre 2. Hz. Peygam­
her türlü dünyevî heveslerden ber’in Medine’ye hicreti sonra­
arınmış, bundan dolayı manevî sında bu şehirde ortaya çıkan ve
makam ve mertebelere ulaşmış yayılan hadisler.
tasavvuf ehli.
Medenî ayetler a. bk. Medenî
meçhûl a. (J^) [< Ar. cehl] Hadis
biliminde, kimliği hiç bilinme­ medfen a. (>a») [Ar.] bk. kabir
yen veya çevresinde pek iyi ta- medhal a. (J^aJ [Ar.] Hadis kitap-
nmmayan ravîler. larmda, esas konuya girerken
eserin yazan, yöntemi gibi ko­
§ tam. meçhûlü’l-ayn a. (jjJl
nularda açıklamaların yer aldığı
ub^-) Hadis biliminde adı
bölüm.
geçmekle beraber hadis öğre­
timinde veya öğreniminde medhûl a. (J^a.) [Ar.] Hadis kitap­
pek tanınmayan ve “tek larında yer alan hadislerin ara­
ravîsi olan kimse” diye bili­ şma sonradan büerek veya far­
nenler için kullanılan terim. kında olmayarak eklenen hadis­
ler.
meçhûlü’l-hâl a. (JL=J J^)
Kendisinden iki veya daha Medine sözleşmesi a. Farklı din
fazla güvenilir ravî tarafın­ ve sosyal gruplar arasındaki
dan söz edilen, fakat hadisçi- ilişkileri, hukuk düzeni ve karşı-
ler arasında pek tanınmayan hklı güven anlayışı temeli üze­
kimseler. rine kurulmuş ve Hz. Peygam­
ber tarafından Hicret (622) ’in
meçhûlü’l-vasf a. (a^jlı
hemen sonrasında Medine’de
J^) bk. meçhûlü’l-hâl
çoğu Yahudi olan farklı kabileler
meçhûlü’z-zât a. (sljllj^) üe yerli halkın arasında uzlaşma
bk. meçhûlü’l-ayn neticesinde oluşturulmuş bir
antlaşma ve bu antlaşmanm
meçhûl hadis a. bk. meçhûl
metni. İslâm’ın oluşum süreci
med a. (a») [Ar.] Arap alfabesinde, içinde bu sözleşme, çok kültürlü
bir harekeli harfin önünde yer ve çok dinli toplumlarda bir
alan ve harfin harekesi türün­ arada yaşama modeli yaratmış
den olan sesin harekesi yönünde ve bu dönemden sonra bütün
uzatılması işlemi. Müslüman toplumlar için bir
Medenî a. (^j-) [Ar.] 1. Hz. Pey­ örneklik teşkil etmiştir.
gamber’in Medine’ye hicreti
447 mefküd

medlûl a. (JJa») [Ar.] fik. Delil veya sede oturan”] Medrese öğrencisi
tanık olarak gösterme. veya medreseli.
medrese a. (^^aO [< Ar. ders] (ç. mefhar a. (>L) [< Ar.fahr] (ç. b.
b. medâris) İslâm dünyasında mefâhir) “Övünme, iftihar et­
gençleri eğitmek ve okutturmak me.” anlammdaki bu söz, bazı
amacıyla yaptırılmış eğitim ve kelime veya terkiplerle birlikte
öğretim kurumlan, üniversite. yeni terimler yapmak için kul­
lanılmıştır.
§ tam. medresetü’l-e'imme
ve’l-hutebâ a. (1^11^1^ § tam. mefhar-ı kâ'inât a.
A») İslâm dünyasmda, imam (olilS >1.) (kâinatın övüncü)
ve hatip yetiştirilmek üzere Hz. Muhammed.
açılan mektepler.
mefhar-ı mevcûdât a.
medresetü’l-hattâtîn a. (ûbjş.j4 >i«) (bütün varlıkla­
(jJalLjl L,jAo) Hüsn-i hat rın övüncü) Hz. Muhammed.
sanatı ve İslâmî kitap sanat-
larmm eğitimi ve öğretimi mefhûm a. ( ^j^) [Ar.] ftk. İslâm
amacıyla açılan mektepler. hukukunda, lafzm, sözde dile
getirilmeyen veya ifade edilme­
medresetü’l-irşâd a. GU^l
yen bir hükme delâlet etmesi
UjAo) İslâm dünyasında, vaiz
için kullanılan terim.
ve imam yetiştirilmek üzere
açılan mektepler. § tam. mefhûmu muvâfakat
medresetü’l-kuzât a. (sL^ül a. (cıâflljj ^ûa) Lafızda söz
L,ja>) İslâm dünyasında, şer’î konusu olan hükmün, ispat
mahkemelere kadı yetiştiril­ veya reddi bakımından sözde
mek üzere şeyhülislâmlığa dile getirilmeyen veya ifade
bağlı olarak açılan mektep­ edilmeyen hüküm için de ge­
ler. çerli olması durumudur.
medresetü’l-mütehassisîn mefhûmu muhâlefet a.
a. (juA.A^dl iuyA.) Medre­ (diL» fjıi») Lafzın delâlet
sede uzman yetiştirmek üze­
etmiş olduğu hükmün zıddı-
re kurulan mektepler.
nm, sözde dile getirümeyen
medresetü’l-vâ'zîn a. veya ifade edilmeyen durum
(jjktljll L,ji.) Vaiz yetiştir­ için sabit olduğuna delâlet
mek üzere açılan mektepler. etmesi durumu.
medrese-nişîn s. (^ «u^aa) [< mefküd a. (jjîl) [Ar.] ftk. İslâm
Ar. medrese + F.nişîn: “medre­ hukukunda kaybolmuş ya da
mefsedet 448

yaşayıp yaşamadığı hakkında mehir, -hri a. Q-o) [Ar.] (ç. b.


kesin bilgi bulunamayan kimse. emhâr ve mühür) İslâm inancı­
na göre, evlilik sırasmda nikâh
mefsedet a. (oj^) [Ar.] fık. İslâm
hukukunda, şeraite göre yasak akdinin sonucu olarak erkek ta­
işlerin ya da özel hükümlere ta­ rafından kadma verilmesi öngö­
bi olmamakla birlikte dinin te­ rülen ve nikâh bedeli olarak ni­
mel ilkelerini hiçe sayan zarar­ telenen para veya mal. Bu konu
lar ve kötülükler için kullanılan ile ilgili olarak Kur'ân-ı
terim. Kerîm’in “Bakara suresi” (2 /
236-237), “Nisâ suresi” (4 / 4,24-
megâzî a. QsjUu) [Ar.] 1. Hz. Pey­
25), “Mâ'ide suresi” (5 / 5) ile
gamber’in savaşlarmı konu edi­
Hz. Peygamber’in hadislerinde
nen ve araştıran bilim dah. 2.
açıklayıcı bilgiler verilmiş; özel­
Hadis biliminde, Hz. Peygam­
likle hadislerde evlenmeyi zor­
ber’in savaşlarını konu edinen
layıcı nitelikte mehirlerden uzak
hadisler.
durulması öğütlenmiştir.
mehdî a. (^4.) [Ar.] Pek çok dinde
var olan ve dünyanın son za- § tam. mehr-i misi a. (Ji.^)
manlarmda ortaya çıkıp insanlı­ fik. (emsal mehir) Evlenecek
ğın maddî ve manevî sıkıntıları­ kızm babası tarafından veya
nı sona erdireceğine ve adaleti memleketi halkından akit ta­
sağlayacağına inanılan ve de rihinde yaş, güzellik, bekâret
kurtarıcı gözüyle bakılan din gibi özellikleri taşıyan kadın­
adamı. İslâm dünyasmda bu söz, ların mehrini örnak alma du­
3. / 9. yüzyıldan itibaren Şiî rumu.
inancı içinde “isnâaşeriyye”
(bk. bu madde) ile yerleşmiş ve mehr-i mu'accel a. (J^u^)
yaygınlaşmıştır. Daha sonra bu fik. Evlilik sırasında peşin ve­
inanç, Emevîler ve Abbasîler rilen ağırlık veya para için
döneminde de devam etmiştir. kullanılan terim.
Ancak bu terim, Kur’ân-ı mehr-i mü'eccel a. (S^^)
Kerîm’de geçmediği gibi hadis fık. Ayrılık veya ölüm duru­
kaynaklannm önde gelen iki
munda erkeğin eşine verme­
eserinde, Buhârî ve Müslim’de
yi taahhüt ettiği nikâh bedeli.
de bulunmamaktadır.
mehr-i müsemmâ a. (^^
mehdîlik a. bk. mehdî ve
^) fik. Evlenilecek kız için
isnâaşeriyye
iki tarafm onayı ile belirlen­
miş olan mehir.
449 mektup

mehrü’l-bagy a. (^Ji^) ftk. lerde de bu sözün çok yönlü ele


Fahişeye zina karşılığı veri­ alındığı söz konusudur (bk.
len para. Wensinck, el-Mu'cem, “krh”
maddesi).
mekîl a. (J^) lAr.] İslâm devletle­
rinde, kile, şinik gibi hacim ölçü­ mektep, -bi a. 0.^) [< Ar. ketb]
leriyle alımp satılan mallar. Bu­ İslâm ülkelerinde çocuklara te­
na “keylî” adı da verilmiştir. mel eğitim ve öğretimin veridiği
yer. Bugünkü anlamıyla bu söz,
Mekkî a. (JL) [Ar.] 1. Hz. Peygam-
Osmanlı döneminde 19. yüzyıl­
ber’in Medine’ye hicreti önce­
dan itibaren kullanılmaya baş­
sinde bu şehirde nazil olan
lanmıştır. Hz. Peygamber döne­
Kur'ân-ı Kerîm’dekl sure veya
minden itibaren Arap ülkelerin­
ayetler; bk. sûre 2. Hz. Peygam-
de bu sözün yerine “küttâb” (bk.
ber’in Mekke yıllarında ortaya
bu madde) teriminin kullanıldı­
çıkan ve yayılan hadisler.
ğı kaynaklarda zikredilmekte­
Mekkî ayetler a. bk. Mekkî dir.
mekr a. (/a) [Ar.] Aldatmak, oyuna mektûm a. Çjii.) [< Ar. ketm]
getirmek, hile yapmak ve bunla­ Batmî cemaatlerde halktan giz­
rı yapanları cezalandırmak an­ lenen imam.
lamında kullanılan dinî terim.
mektup, -bu a. U^) [< Ar. ketb]
Bu söz, Kur'ân-ı Kerîm’de 42
“Yazılan şey.” anlamındaki bu
yerde geçmektedir (bk. M.F.
söz, eski dönemlerden beri in-
Abdülbâkî, el-Mu'cem, “mkr”
sanlarm birbirleriyle haberleş­
maddesi).
me vasıtası olarak başvurduğu
mekremetlü s. (jl^jL) Osmanlı yazı türü olarak terim niteliği
devletinde İlmiyede müderris kazanmıştır. Arap edebiyatında
payesinin resmî unvanı. bu yazı türü için “risale, kitab,
mekrûh s. (^) [< Ar. kerh] Söz­ ahd, kelime, sahife, makale, li­
lük anlamı, “Sıkıntılı, hoşa git­ san, vasıyye” gibi sözler de kul­
meyen, çirkin ve kötü görünen lanılmıştır. İslâmiyet öncesinden
şey.” olan bu söz, şâri' (bk. bu başlayarak kullanılan bu yazış­
madde) in yapılmasmda kesin ma türü, Hz. Peygamber’in biz­
ve bağlayıcı tarzda bir engel zat kendisi tarafmdan da kulla­
görmediği işler, eylemler ve nılmış; O, özellikle arkadaşları­
davranışlar için kullanılan te­ na, ordu kumandanlarına ve
rim. Kur'ân-ı Kerîm’de bu ma­ özellikle İslâm’a davet amacıyla
nada bir ayet, “İsrâ suresi” (17 / yabancı devlet adamlarına pek
38) nde yer almaktadır. Hadis­ çok mektup yazdırmıştır. Bun-
mekzûb 450

lardan en tanınmışı Bizans İm­ Kerîm’de “Zumer suresi”


paratoru Herakleios’a gönderdi­ (39)nin 71 ve 73. ayetlerinde,
ği yazıdır (bk. Buhârî, “İsti'zân” “Mü'min suresi” (40)nin 49.
bölümü). Sonraki dönemlerde ayetinde ve “Mülk suresi”
ise “mektup” her milletin yaz­ (67)nin 8. ayetinde geçmek­
ma sanatı içinde başlı başına bir tedir.
edebî tür kimliğini kazanmış; melâ'ike-i keribiyyûn a.
hatta eski “inşâ” (nesir) tarzının (j^?^ ^iU) Arşın etrafında
önemli bir bölümünü oluştur­ dolaşan melekler. Bu terim,
muştur. Kur'ân-ı Kerîm’de “Mü'min
mekzûb a Ljj^) [< Ar. kizb] Ha­ suresi” (40)nin 7 ve 9. ayetle­
dis büiminde, hadis uyduran rinde geçmektedir.
ravi veya uydurma olduğu tespit melâ'ike-i kirâm a. (eljS
edilen hadis. ^M«) Büyük melekler. Bu
melâ' a. (^^ [Ar.] Evrenin içinde melekler, kaynaklarda Cebra­
dolu olan yer, doluluk anlamm­ il, Mikâil, İsrafü ve Azrâil
da kelâm terimi; “halâ” (bk. bu olarak zikredilmektedir.
madde) karşıtı. melâ'ike-i mu'akkıb a. (.X
SıL) İnsanları önlerinden ve
melâ'ike a. (^^) [< Ar. melek’in
arkalarından izleyen melek­
ç. b. olan melâ'ik sözünün mü-
ler. Bu terim, Kur'ân-ı
ennes (dişil) biçimi.] Melekler, bk.
Kerîm’de “Ra'd suresi”
melek
(13)nin 11. ayetinde geçmek­
§ tam. melâ'ike-i erba'a a. tedir.
(üjjI SıU) Dört melek için melâ'ike-i mukarrabûn /
kullanılan terim. Bunlar, mukarrabîn a. (j^» I ûoeS1»
Cebrail, Mikâil, İsrafil ve Az­ ^iU) Değeri, şerefi ve fazileti
rail’dir. bakımından Allah’a en yakın
olan melekler. Bu terim,
melâ'ike-i hazene a. (<ü>.
Kur’ân-ı Kerîm’de “Nisâ su­
^îU) Cennetin kapılarında
resi” (4)nin 172. ayetinde
cennete girecek müminleri
geçmektedir. Bu melekler,
ve cehennem kapısmda ce­
Cebrail, Mikâil, İsrafil ve
hennemlik kâfirleri karşıla­
Azrâil olarak zikredilmekte­
yacak olan meleklere verilen
dir. bk. kerrûbiyyûn
ad. Cenne kapısındakilere
“rıdvân”, cehennem kapısın- melâ'ike-i müheyyime a.
dakilere “zebânî” adı veril­ (<4^ ^) Bütünüyle ruhtan
mektedir. Bu terim, Kur'ân-ı yaratılmış olan melekler.
451 Melâmîlik

melâ'ike suresi a. (^ »^ıL) rakmayı ilke edinen bir tarikat.


bk.fâtır suresi Kaynaklarda bu tarikatin üç
aşama geçirdiği ifade edilmek­
melâmet a. (c»ıL) [Ar.] Sözlük an­
tedir. İlki, “melâmetiye” adını
lamı, “Ayıplamak, kınamak.”
taşıyan ve 3. / 9. yüzyılda Hora­
olan bu söz, 3. / 9. yüzyılda Ho­
san bölgesinde ortaya çıkarak
rasan bölgesinde ortaya çıkarak
sonradan Bağdat merkezli ola­
sonradan bütün İslâm dünyası­
rak yayılan tarikattir. İkincisi,
na yayılan ve geniş bir taraftar
“Bayrâmî Melâmîliği” olarak
kitlesi oluşturan bir tarikat için
adlandırılmakta ve Hacı
kullanılan ad. Bu tarikatin temel
Bayrâm-ı Velî’nin önde gelen
felsefesi Allah tarafmdan sevü-
müritlerinden olan Ömer Dede
mek, O’nu sevmek ve O’nun yo­
Sikkînî üe ilim ehli, takva sahibi
lunda nefsiyle mücahede etmek,
Akşemseddin arasında geçtiği
bu yolda kendisini kınayan ya
rivayet edilen anekdota dayan­
da ayıplayanlardan çekinme­
dırılmaktadır. Buna göre
mek biçiminde ifade edilmiştir.
Akşemseddin, tarikat ehli bir
Kaynaklar, bu tarikatin oluşu­ sufî olan Emir Sıkkînî’nin zikir
munu Kur'ân-ı Kerîm’in meclisine katılmamasım görün­
“Mâ'ide suresi” (5)nin 54. aye­ ce onu eleştirmiş ve hırka ile ta-
tine dayandırmaktadır. Bu ayet­ cmı alacağını söylemiş. Bunun
te, mealen “Ey iman edenler, içi­ üzerine Emir Sikkînî, bir Cuma
nizden kim dininden dönerse Al­ namazmm ardmdan cami
lah onun yerine sevdiği, onların önünde yaktırdığı ateşe atlamış;
da Allah’ı sevdiği, müminlere hırka ve taç ateşte yanarken
karşı alçakgönüllü, kâfirlere kar­ Emir Sıkkînî’ye hiçbir şey ol­
şı acımasız, Allah yolunda cihat mamış. Buna ek bir anekdot ise,
eden, kınayan, kınanmasından Hacı Bayrâm-ı Velî ölüm döşe­
korkmayan bir kavim getirir...” ğinde müritlerinden su istemiş,
denilmektedir. pek çok mürit su için koşuştur­
Melâmî öz.a. ve s. (^iU) [< muş, ancak Hacı Bayrâm-ı Velî
Ar.melâmet] (ç. b. melâmiy- sadece Emir Sıkkînî’nin sunduğu
yûn) Melâmiyye tarikatinden suyu içmiş. Bundan dolayı Hacı
olan kimse, bk. Melâmîlik Bayrâm-ı Velî’nin ölümünden
sonra bu tarikatin mensupları
Melâmîlik öz.a. “Melâmet” (bk. bu onun İlâhî aşk ve cezbesini tem­
madde) tarikatini benimseyen sil eden Emir Sıkkînî’ye bağlan­
tasavvuf ehlinin oluşturduğu ve mışlar ve Bayramîlik kolu bura­
her türlü gösterişten armmayı, dan yayılmıştır. Üçüncü devre
dünya işlerini bir kenara bı­ ise “Melâmiyye-i Nûriyye” adı-
Melâmiyye 452

m almakta ve kurucusu Seyyid dukları (“Necm suresi” (53 / 5),


Muhammed Nûrü’l-Arabî (öl. “Tahrîm suresi” (66 / 6),
1305 / 1888) ye izafe edilmekte­ “Tekvîr suresi” (81 / 20), birden
dir. Bu kol, daha çok İstanbul fazla kanatlara sahip oldukları
merkezli olarak Rumeli bölge­ (“Fâtır suresi” (35 / 1) anlatıl­
sinde, özellikle Manastır, Üsküp, mıştır. Ayrıca Allah’ı ululama
Prizren, Tikveş, Doyran gibi yer­ (“A'râf suresi” (7 / 206),
leşim yerlerinde tekkeler kura­ “Enbiyâ suresi” (21 / 20), O’na
rak varlıklarmı sürdürmeye ça- secde etme (“Nahl suresi” (16 /
hşmışlardır. 49-50), Hz. Peygamber’e salat ve
Melâmiyye öz.a. (^J bk. Melâ­ selâm getirme (“Ahzâb suresi”
mîlik (33 / 56) gibi davranışlarda bu­
lundukları ifade edilmektedir.
mele a. GıL) [Ar.] Allah’ın gönder­ Türlerini ve sayılarmı Allah’tan
diği elçilere veya peygamberlere başka kimsenin bilmediği bu
karşı çıkan inkâra gruplar. varlıklarm arasında adı en çok
geçen büyük melekler ise şun­
§ tam. mele'-i a'lâ a. ( fyd
lardır: Vahiy meleği Cebrail,
fiU [Ar.] (Yüce, en yüksek)
ölüm meleği (melekü’l-mevt)
Peygamber ruhları ile yüce
Azrail, nzık ve rahmet meleği
meleklerin bulunduğu ulvî
Mikâ'il, ahretin habercisi İsra­
topluluk anlammda kelâm
fil.
terimi.

melek a. (dh) [Ar.] (ç. b. melâ'ik, § tam. melekü’l-mevt a.


melâ'ike) Allah katmda bulu­ (ojJl AU) (Ölüm meleği) Azra-
nan, nur olarak yaratılan ve de­ ü.
ğişik suretlere girebilen ve de meleklere iman a. İslâm inancm-
duyularla algınamayan varlıkla- da, “İmânm şartı” (bk. bu mad­
rın her biri için kullanılan terim. de), yani İslâm’m temel ilkele­
Meleklere iman, İslâm’ın beş rinden olan “farz” (bk. bu mad­
şartmdan biridir. Kur'ân-ı de) ın şartları içinde yer alan ve
Kerîm’de çok yönlü olarak tav­ altı farzdan oluşan ve de
sif ve tasvir edilen “melek”ler, “amentü” olarak adlandırılan
Âdem’in yaradılışmdan önce var imanın esaslarmdan biri olan
oldukları ve Allah ile konuştuk­ “âmentü billahi ve
ları (“Bakara suresi” (2 / 30-34), melâ'iketihi...”, yani “Allah’a ve
“Hicr suresi” (15 / 28-29); onla- meleklerine inandım.” sözü.
nn yiyip içmedikleri (“Hûd su­
resi” (11 / 69-70); iri cüsseli ol­ melekût (I) a. (o^L) [Ar.] Evren
üzerinde var olduğuna inanılan
453 menâfi-i âmme

İlâhî güç ve bu gücün hâkimiye­ memlûk a. (JjU) [Ar] Sözlük an­


tini ifade eden terim. Bu söz, lamı “Malik olmak.” olan bu söz,
Kur'ân-ı Kerîm’de dört yerde İslâm dünyasmda savaş esirleri
geçmektedir. İkisi, mealen “Gök­ veya köleler arasmdan seçilerek
lerin ve yerin melekûtu.” anla­ özel eğitimden geçirilen ve son­
mında “En’âm suresi” (6) 75. ra saray çevresine veya padişa-
ayette ve “A'râf suresi” (7) 185. hın muhafız ordusuna alman
ayette yer almaktadır. Diğer iki ücretli askerler için kullanılan
yer ise mealen “her şeyin mele­ terim. Bu askerler, özellikle be­
kûtu” anlammda “Mü'minûn yaz ırktan ve Kafkasya ve Orta
suresi” (23) 88. ayet ve “Yâsin Asya topraklarından devşirilmiş
suresi” (36) 83. ayet olarak kar­ “Türk” kavimlerinden seçilmiş­
şımıza çıkmaktadır. ler, zamanla kendilerine özgü
sosyal ve hukukî bir smıf oluş­
melekût (II) a. (o£K) [Ar.] tas.
turmuşlar ve İslâm toplumu
Tasavvuf inancma göre, gayb
içinde siyasî iktidarı ele geçire­
âlemini veya vücut mertebele­
bilecek güç ve ortamı bulabil­
rinden birini anlatmak için kul­
mişlerdir.
lanılan terim.
memnû a. (^y^) [Ar] Yasaklanmış
Melik a. (JL) [Ar] Sözlük anlamı
şey. bk. haram
“Sahip olmak, elinin altında bu­
lundurup tasarruf etmek.” olan memtûre a. (»j^k^) [Ar] İslâm
bu söz, “esmâ’ü’l-hüsnâ” (Al­ dünyasmda İmamiyye Şi'ası
lah’ın güzel isimleri)dan olup içinde yedinci imam olarak ka­
“Görünen ve görünmeyen âlemle­ bul edilen Musa el-Kâzım (öl.
rin sahibi, bütün evreni ve yara­ 183 / 799) m ölümünden sonra
tıkları yöneten.” anlammda olup ortaya çıkan bir cemaat. Bu ce­
Kur’ân-ı Kerîm’de kırk yerde maat, uzun süre varhğını sürdü­
Allah’a nispet edilmektedir (bk. rememiş, kendilerine benzer iri-
M.F.Abdülbâkî, el-Mu'cem, li ufaklı cemaatlerle ve imamî
“mlk” maddesi). “Melik” adı, Al- fırkalarla birlikte unutulmuştur.
lah’m doksan dokuz ismini ve­
ren İbn Mâce ve Tirmizî rivayet­ menâfi a. (jik) [Ar. menfa'at’ın ç.
lerindeki listede de yer almıştır b.] “Menfaatler” anlamındaki bu
(Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn Mâce, söz, başka kelime ve terkiplerle
“Du’â”, 10). Ayrıca bu isim, bir­ bir araya gelerek yeni terkipler
çok hadis mecmuasında yer al­ oluşturur.
makta ve kutsî hadis niteliğinde
§ tam. menâfi-i âmme a.
Allah’a izafe edilmektedir.
(<uk jiL) fık. Kamu yararı.
menâfi-i emîriyye 454

menâfi-i emîriyye a. (^1 jc. ,>>) [Ar.] “Kendini veya kendi


jiL) ftk. Devlet gelirleri, dev­ nefsini bilen Allah’ını da bilir.”
letin öşür, haraç, ferağ, inti­ anlamında bir hadis olup insa-
kal harç ve rüsumu, yaylak nm özünü bilmesi ve bundan
ve kışlak vergileri gibi pek hareketle Allah’ını tanıması an­
çok gelirler için kullanılan lammda terimleşmiş bir söz.
terim.
menâsik ç.a. (eLL) [Ar.mensek,
menâfi-i hazîne a. (<u>. mensik’in ç. b.; teklik biçimi kul­
jiL) fik. bk. menâfi-i lanılmaz.] fik. Hac ve umre sıra-
emîriyye smda yapılan ibadetler ile belirli
davranışlar.
menâfi-i vakf a. (Jîj jiL»)
flk. Vakıf mallarmdan elde § tam. menâsik-i hâcc ç.a.
edilen faydalar veya menfa­ (^L İ.L) Hac ibadetini ye­
atler. rine getirirken yapılması ge­
menâkıb a. (JL) [Ar. menkıbe’nin reken işleri ifade eder. Bun­
ç. b.] Hadis kitaplarmda, Hz. lar: 1. Arafat’ta vakfeye dur­
Peygamberler ile öteki peygam­ ma, 2. Kurban kesme, 3. İh­
berlerin ve din ulularının hayat rama girme, 4. O yolda yü­
hikâyelerini, dine hizmetlerini rüme gibi ibadetler.
konu edinen bölümlere verilen menâzil ç.a. (JjM [Ar.menzil’in ç.
ad. b.] fık. Konaklama yerleri.
menâkıb-nâme a (<»L JL) [< Ar.
§ tam. menâzilü’l-Kur’ân
menâkıb + F. nâme} tas. ed. Ta­
ç.a. (jîjileti.) Kur’ân-ı
savvuf dünyasında velîlerin ke­
Kerîm’in yedi kısmı anla­
rametlerinden, faziletlerinden
mında terim. Bu kısımlar
ve yüce kişiliklerinden söz eden
şunlar: “Fâtiha suresi” (2)
eserler için kullanılan ortak ad.
inden “Mâ'ide suresi” (5) ne
men-arefe a. Gjjc.^) [< Ar. men + kadar, “Mâ'ide suresi”
arefe; “men arefe nefsehu (5)nden “Yûnus suresi” (10)
fekad arafe rabbehu” (Kendini ne kadar, “Yûnus suresi”
veya kendi nefsini bilen Allah’ını (10)nden “İsrâ suresi” (17)
da bilir.) (hadis) sözünün kısal­ ne kadar, “İsrâ suresi”
tılmış biçimi] Kendi özünü bil­ (17)nden “Şu'arâ suresi”
me. (26) ne kadar, “Şu’arâ sure­
si” (26)nden “Vâkı'a suresi”
men arefe nefsehu fekad arafe (56) ne kadar, “Vâkı'a sure­
rabbehu cüm. (^j ^_>₺ ^ÂJ ^Luj^ l c si” (56)nden “Sâf suresi” (61)
455 menzil

ne kadar, “Sâf suresi” men lehü’l-nafaka a. (UiJl <1 >)


(61)nden “Nâs suresi” (114) [Ar.] fik. İslâm hukukunda, na­
ne kadar. fakası bir başka kimseye bıra­
kılmış kimse.
menâzilü’ş-şems ve’l-kamer
ç.a. (jâll^^uülJjL) Güneş’in men lehü’s-süknâ a. (t/^JI d >>)
bir yıl içinde, Ay’ın da bir ay [Ar.] fik. İslâm hukukunda, bir
içinde uğradığı yirmi sekiz vakıfta oturma hakkı kendisinde
bulunan kimse.
menzil için kullanılan terim.
Mennân a. (jL) [Ar] Sözlük anlamı
mendûb a. (^j^) [Ar.] fik. Sözlük
“İyilik etmek, nimet vermek, bir
anlamı “Arzu edilen, istenen.”
iyiliği başa kalkmak.” olan bu
olan bu söz, İslâm fıkhına göre,
söz, “esmâ’ü’l-hüsnâ” (Allah'ın
bağlayıcı olmaksızm şer'an ya­ güzel isimleri)dan olup “Allah'ın
pılması istenen ve terk edilmesi kullarına olan ihsanının bolluğu
kınanmayan işler veya davra­ ve sayısız nimet verdiği.” anla­
nışlar için kullanılmıştır. mında olup Kur’ân-ı Kerîm’de
Allah’a nispet edilmektedir (bk.
menhî a. 0^) [Ar.] fik. İslâm dini­
M.F.Abdülbâkî, el-Mu'cem,
nin yasakladığı şey, yasaklanan
“mnn” maddesi). “Mennân” adı,
bütün maddeler.
Allah’m doksan dokuz ismini
menkûl a. (Jjîı») Url fik- İslâm veren sadece İbn Mâce rivayet­
hukukunda, “Bir yerden başka lerindeki listede yer almıştır
bir yere taşınabilen şey (para, (İbn Mâce, “Du’â”, 10) ve Al­
hayvan, elbise, kitap, mobilya lah’ın fiilî sıfatları arasmda zik­
redilmektedir.
v.b.) ” olarak tanımlanan terim.
mensek a. (dL^) [Ar.] fik. Kur’ân-ı
men lehü’l-diye a. (Ul «d [Ar.]
Kerîm’de ibadet yeri anlammda
ftk. İslâm hukukunda, diyete uy­
olmakla beraber, kurban kesile­
gun kimse. Ölüm veya yaralan­ cek yer anlamma da gelmekte­
ma karşıhğı alman malm verile­ dir.
ceği kimse.
mensûh a. (^j.,.^) [< Ar. nesh] 1.
men lehü’l-emr a. (^l <1 >) [Ar.] Hadis biliminde hükümsüz kı-
ftk. İslâm hukukunda, emir sa­ lınmış, hükmü kaldırılmış hadis.
hibi kimse. 2. Benzer durum, Kur’ân ayet­
leri ile sünnetler için de söz ko­
men lehü’l-istiglâl a. (J₺VI d
nusudur.
[Ar.] fik. İslâm hukukunda, bir
vakfın gelirinin kendisine bıra­ menzil a. (J>) [Ar.] tas. Tasavvuf
kılan kimse. ehlinin mertebeleri veya maka-
menzile beyne’1-menzileteyn 456

mı için kullanılan terim, bk. bu sözün, genellikle selâmlama


makam ve esenleme amacıyla kullanıl­
dığı zikredilmektedir. Öte yanda
menzile beyne’l-menzileteyn a.
İslâmî Türk edebiyatında na't,
(jjJjiJI ^ <djio) [Ar.] İslâmî
mevlit, mi'râciye türü eserlerde
inanç ve fırkalardan biri olan
Hz. Peygamber’i ululama sözü
“Mu'tezile” (Kader inancını in­
olarak “merhabâ” teriminin
kâr eden Hak dininden bir fırka)
sıkça kullanıldığı, hatta buna en
fırkasının beş inanç üzerine
çarpıcı örnek olarak Süleyman
kurduğu ilkelerinden biri, yani
Çelebi’nin AfevZifinin “Merha­
iman ile küfür arasında bulunan
ba bahri” gösterildiği söz konu­
fasık konum.
sudur.
merbûb a. Ç^) [Ar.] tas. Tasav­
merhale a. (<L.^) [Ar.] Yaklaşık bir
vuf ehli arasmda, eğitilmiş an-
günlük yol için kullanılan terim.
lammda mürit.
merhamet a. (o^.^) [Ar.] Sözlük
merdûd a. Gj^) [Ar.] Hadis bili­
anlamı “Acıma duygusu, iyilik,
minde, zayıf rivayetler.
lütuf.” olan bu söz, Allah’ın bü­
merdûd hadis a. Hadis biliminde, tün yaratılmışlara sunduğu lütuf
reddedilen ve dinde delil olarak ve ihsanını ifade etmekte, ayrıca
kabul edilmeyen hadisler, insanların da çevresine ve diğer
“makbul hadis” karşıtı. yaratıklara aym duyarlılıkla
acıma duygusunu anlatmak
merdûd rivayet a. bk. merdûd
üzere kullanılan terim. Bu söz,
hadis
dilimizde genellikle “rahmet”
merfû a. i^^jA [Ar.] Hadis bili­ (bk. bu madde) terimi ile birlikte
minde, Hz. Peygamber’e nispet kullanılır. Ancak “merhamet”,
edilen söz ve haber. hem Allah’a hem insanlara nis­
pet edilirken “rahmet” sadece
merfû hadis a. bk. merfû Allah’a nispet edilmektedir.
merhaba a. (L.^) [Ar.] Herhangi Kur’ân-ı Kerîm’de bu söz, yal­
bir kimse ile karşılaşıldığında nızca “Beled suresi” (90 / 17)
huzur, mutluluk, sağlık ve esen­ inde geçmektedir. Hz. Peygam­
lik dilemek amacıyla kullanılan ber’in “İhsanlara merhamet et­
selâmlama sözü. Bu söz, Kur’ân- meyene Allah da merhamet et­
ı Kerîm’de “Sâd suresi” (38)nin mez.” (Buhârî, “Edeb”, 18) hadisi
59 ve 60 ayetlerinde “lâ hem çok bilinen, hem dilden dile
merhaben” (beddua sözü) ola­ dolaşan, hem de İslâm ahlâkınm
rak geçmektedir. Hadislerde ise en güzel örneklerinden biridir.
457 mesâ'il

merhûm s. (ej=>.>«) [Ar.] Allah’ın düncü suresi olup “Fâtır sure­


rahmetine kavuşmuş, ölmüş si” (35)nden sonra ve “Tâhâ su­
(kimse). resi” (20)nden önce Mekke dö­
neminde nazil olmuştur ve dok­
mersiye a. (^ [Ar.] tas. ed. Din,
san sekiz âyetten meydana gel­
tarikat ve devlet büyüklerinin
mektedir. Admı 16-40. ayetlerde
ölümü üzerine kaleme alınan
kıssası anlatılan “Meryem”den
kaside tarzı eserler.
alır. Özünde Allah’ın birliği,
mertebe a. (<u^l [Ar.] Makam, peygamberlik, ahret inancı, öl­
rütbe, derece anlamında terim. dükten sonra dirilme, Allah’m
çocuk sahibi olmaktan ve ortağı
§ tam. mertebe-i ahadiyyet
bulunmaktan tenzih edilmesi
Cl. (cud^ı I ip^) tas. 1. Birliğin konuları ağır basar. Ayrıca pek
ifadesi olan terim. 2. “Âlem-i çok peygamber kıssası yanında
lâhût” (bk. bu madde).
özellikle Meryem ve İsâ kıssası
mertebe-i insâniyye a. en dikkate değer örneklerden­
(iiLil üj.) tas. Velilik ma- dir. Hz. Peygamber’in “Meryem
kamma ermek için aşılması suresi”nin tefsiri için bk. Sahîh-i
gerekn mertebeler. Buhârî ve Tercemesi, C. 10, s.
4551-4559.
mertebe-i ulûhiyye a. (ÇajİI
ü^.) tas. “Âlem-i ceberût” mes a. Ev içinde giyilen bir ayak­
(bk. bu madde). kabı türü. bk. mesh (I)

mertebe-i vâhidiyye a. mes'â a. t^) [Ar.] fik. Hac ve


(^tolj ü^) tas. bk. mertebe-i umre ibadetleri sırasmda, Safâ
ulûhiyye ile Merve tepeleri arasmda yedi
defa gidip gelme işleminin ya­
merve a. ( b^ [Ar.] bk. safâ ve
pıldığı yer.
Merve
mesâ'ib a. (JL«) Hadis biliminde,
mervî a. (^) [Ar.] Hadis bilimin­
uydurma hadisler.
de, rivayet edilen anlamında te­
rim. mesâ'il a. (JiL«) [Ar. mes'ele’nin ç.
b.] “Sorulan ve irdelenen konular
merviyyât ç. a. (oLj^) [Ar.] Hadis
veya şeyler.” anlammda fıkıh ve
biliminde, rivayet edilenler veya
kelâm terimi. Fıkıh dalmda hem
hadis kitapları ile mecmualar.
fetvaya konu olan sorunlar hem
Meryem suresi a. (^^^) [< de mezhepler içinde veya mez­
Ar. “Sûretü Meryem” (^ sj^)] hepler arasında ortaya çıkan so­
Kur'ân-ı Kerîm’in on dokuzun­ runlar bu terim ile ifade edil­
cu, iniş sırasma göre kırk dör­ miştir. Kelâmda ise bu bilimin
mesâlih 458

maksatları için kullanılmıştır. lı olan ve onlarm herhagi bir


Klasik kelâmda bu konu, büyük zararara uğramasmı ortadan
ölçüde ulûhiyet, nübüvvet ve kaldıran, ancak bunların mu­
sem'iyyât çerçevesinde odak­ teber olup olmadığı konu­
laşmışken modern kelâmda dinî sunda delil bulunmayan
dışlama eğüimindeki dünyevî mesâlih.
konulara ağırlık verme düşün­
mesânî a. (^L) [Ar.] Kur’ân-ı
cesinden kaynaklanan dini yoz­
Kerîm’de ayet sayısı yüzden az
laştırma hareketlerine engel ol­
mak için temel İslâmî ilkeler
olan sureler için kullanılan te­
“zarûrât-ı dîniyye” (bk. bu rim.
madde) başlığı altmda toplan­ mesbûk a. (jj^) [< Ar. sebk] fık.
maya ve irdelenmeye çalışılmış­ İslâm inacına göre, imamm ar­
tır. kasında cemaatle kılman nama-
mesâlih a. QJL^) [Ar. maslahat’ın zm ilk rekâtını kaçıran mümin
ç. b.] Sözlük anlamı “îyi, uygun, anlammda kullanılan terim. İlk
elverişli, maksada uygun olan, rekâtı kaçıran kimse, imamın se­
yararlı.” olan “maslahat” (bk. bu lâm vermesinden sonra ayağa
madde) teriminin çokluk biçimi kalkarak kaçırmış olduğu rekâtı
olan bu söz, ayet ve hadislerin kendisi tek başma tamamlar.
yorumlanması sırasmda içtihat mescit, -di a. (j?...a) [< Ar.sücûd]
gözetilirken dinî bakımdan mu­ (ç. b. mesâcid) Sözlük anlamı,
teber kabul edilen faydalar an­ “Secde edilen yer.” olan bu söz,
lammda kullanılmıştır. Müslümanların bireysel veya
toplu olarak ibadet ettikleri ca­
§ tam. mesâlih-i mu'tebere
miden küçük ibadet yeri. bk.
a. (ojûu jdLu) Dinin, canm,
aklın, neslin, malm korun­ câmi Kur'ân-ı Kerîm’de çokluk
ması konusu. biçimiyle birlikte yirmi sekiz
yerde geçen “mescid”, ibadet,
mesâlih-i mülga a. (^ zikir, dua, eğitim-öğretim, sosyal
[JLm) Hakkında muteber dayanışma ve kaynaşma, kar­
olmadığına dair şerî bir delil deşlik, birlik ve beraberlik me­
bulunan mesâlih. Buna göre, kânı olarak İslâmiyet’in sembolü
mesâlih üzerinde değiştirme konumundadır. Kur’ân-ı Ke­
yapılamayacağı ve bunlar rîm’de iki mescidin adı özellikle
üzerine hüküm verilemeye­ zikredilmiştir (Bakara suresi, 2
ceği söz konusudur. / 144, 149; İsrâ suresi, 17 / 1);
mesâlih-i mürsele a. (tL,^ bunlardan biri “Mescidü’l-
jlLu) fık. İnsanlar için yarar­ Harâm” (bk. bu madde), öteki
459 mesmu

“Mescid-i Aksâ” (bk. bu madde) Medine’de Hz. Muhammed’in


dır. Hz. Peygamber ilk mescidi yaptırdığı ve içinde kabrinin
hicret sırasmda Medine yakınla­ de bulunduğu mescit.
rında konakladığı Kubâ’da yap­
mescid-i takvâ a. (^^ . I ... a)
tırmıştır. Daha sonra yapımında
(takva mescidi) Takva yeri.
bizzat kendisinin de çalıştığı ve
Medine’de inşa ettirdiği mescidü’l-harâm a. (.IjJI
“mescid-i nebevi” (bk. bu mad­ ja—) Mekke’de, ortasında
de) Müslüman dünyasının kut­ Kâbe bulunan ve yeryüzünde
sal yerleri arasmda sayılmıştır. en eski ve en büyük ibadet
evi olan mekân.
§ tam. Mescid-i Aksâ a.
Mesed suresi bk. Leheb suresi
(^l '? -a) (en uzak mescit)
Kudüs’te bulunan ve Müslü- mesh (I) a. (^J [Ar.] fik. İslâm
manlann ilk kıblesi ve de inancma göre, abdest ahrken
kutsal sayılan üç mescitten veya teyemmüm yaparken mest,
biri. sargı ve benzeri bazı organlarm
üzerinden yapılan hükmî temiz-
mescid-i cin a. Q>. j^)
lik. Bir gün boyunca alman ab-
Mekke’de cinlerin Hz. Pey-
destler sırasmda ayakları tekrar
gamber’den Kur'ân-ı Kerîm
yıkamak, sargı veya bezleri her
dinledikleri ve Müslüman ol­
seferinde çıkararak yeniden yı­
dukları yere (“Cin suresi”
kamak gereksiz görülmüştür.
(72 /1 ve 16. ayetler) 18. yüz­
yılda yapılan cami için kulla­ mesh (II) a. (^) [Ar.] Allah’m
nılan ad. inkâra bazı kimselerin şekille­
rini ve ahlâkını çirkin bir duru­
mescid-i kıbleteyn a. (jjiLi
ma dönüştürmesi için kullanılan
'■a...a) (iki kıbleli mescit) Hz.
Kur'ân terimi.
Peygamber’in “Bakara sure­
si” (2)nin 144. ayeti uyarınca mesîh a. (rJ..,n) [Ar.] Bazı dinlerde
kıblesini “Mescid-i Aksâ” dünyanın sonuna doğru gelmesi
(bk. bu madde)dan Kâbe’ye beklenen kurtarıcı, İslâmiyet’te
çevirerek içinde öğle ve ikin­ ise Hristiyanlıkta olduğu gibi Hz.
di namazlarını kıldırdığı Me­ İsâ’nın ölümünden sonra dirilişi
dine’deki Benî Selime Mesci- üzerine değü doğumundan iti­
di’ne verilen ad ve bu olay baren onun için kullanılan te­
için kullanılan terim. rim.
mescid-i nebevi a. (^^ mesmû a. Q ja^) [Ar.] Hadis bili­
J^ ın n) (Peygamber mescidi) minde, bir hocadan semâ veya
mesnevî 460

kırâat yöntemi ile öğrenilen ha­ dolayı gizlenmiş veya gizli kal­
disler. ması gerekli görülmüş imamlar.
mesnevi a. (<^^1 [Ar.] 1. ed. Divan meşâ'ir ç.a. (jcli«) [Ar.meş'ar’ın ç.
edebiyatmda her beyti kendi b.] Hac töreninde yapılması ge­
arasında kafiyeli ve aynı vezinli rekenler veya durulması gere­
uzun manzum hikâye. 2. Mevlâ- ken yerler.
na’nın ünlü eserinin adı.
§ tam. meşâ'irü’l-hacc ç.a.
mesnevî-hân s. (jlj^) [< Ar. ÇfJIjtli.) Hac töreni sıra-
mesnevî + F.hân] Mevlâna’nm smda durulması gereken yer­
“Mesnevî” adlı eserini okuyan ler.
ve okutan uzman kişi.
meş'ar a. (>uio) [Ar.] (ç. b. meşâ'ir)
mesneviyyât ç.a. (oL>L>) [Ar. mes- Hac töreninde durulacak yer.
nevî’nin ç. b.] Mesneviler
§ tam. meş'arü’l-harâm a.
mesrûk a. (jj^um) [Ar.] Hadis bili­
(jiljJljtiu) Hac töreni sıra-
minde, bir hadisin bilinen bir
smda Kâbe’de durulacak yer
ravîsi dışında başka bir kimseye
anlamında terim. Burada
nispet edilmesini ifade eden te­
haccın gereklerinden olan
rim.
gecelemek, vakfe yapmak,
mest a. Türkçede “mes” de denilen namaz kılıp dua etmek,
ve ev içinde giyilen bir ayakkabı Kur'ân-ı Kerîm’in “Bakara
türü. bk. mesh (D suresi” (2)nin 198. ayetinde
mestûr (I) a. (jj1l«) [Ar.] Hadis mealen “Arafat’tan ayrılıp
biliminde, bir hadisin ravîsi için topuluca gittiğinizde Meş'ar-ı
kullanılan bu terim, kendisin­ Harâm’da Allah’ı zikredin ve
den iki veya daha fazla güvenilir O’nu size gösterdiği şekilde
ravî rivayette bulunmasına kar­ anın...” biçiminde ifade edil­
şın hadis rivayetiyle fazla uğ­ miştir.
raşmadığı için hadis bilimi çev­ meşâyîh ç.a. (^Uio) [Ar.şeyh’in ç.
relerince pek tanmmayan ravî b.] Şeyhler, ulular.
için kullanılmıştır.
meşhed (I) a. (jj.t..) [< Ar.
mestûr (II) a. (j>—) [Ar.] şahâdet] Hazır olunacak yer ve­
İsmailiyye tarikatinde, bazı siya­ ya meclis anlammda terim. Bu
sî ve sosyal durumlardan dolayı söz, Kur'ân-ı Kerîm’in bir ye­
mezhep ileri gelenlerince şahsı rinde “Meryem suresi” (19)nin
ve yeri bilinmesine karşın düş­ 37. ayetinde “meşhedi yevmin
manlarından veya yoğun ilgiden azîm...” (toplanılacak, hazır olu-
461 meşkûk

nacak büyük gün...) biçiminde hükümler anlamında kelâm te­


geçmektedir. rimi.

§ tam. meşhed-i yevm a. ^ meşhûr hadis a. “Çok tanınmış


^t.n) Kıyamet günü. hadis.” anlammda, her aşamada,
ravîleri üçten aşağı düşmeyen
meşhed-i hüsn a. (5^ 4i.)
hadisler, müstefîz hadis.
Allah’m güzelliğinin tecellisi
olmasmdan dolayı bu âlem meşhûr sünnet a. Hz. Peygam­
için kullanılan terim. ber’den bir veya iki ya da teva­
tür sayısma ulaşmamış sayıda
meşhed (II) a. (jjAj [Ar.] îslâm
sahabe tarafından rivayet edü-
inancma göre, din ulularmın
miş sünnet.
veya topluma mal olmuş din ve­
ya devlet büyüklerinin şehit meşî'et a. (emi») [Ar.] Buyrukları,
düştüğü ya da defnedildiği yer. verdiği hükümler ve eylemleri
bk. mezarlık bakımmdan hür olduğunu ifade
meşhûd a. ûj^) [Ar.] 1. “Şahit eden Allah’m sübutî sıfatları.
olunan veya şahadet edilecek...” meşihat a. (çili») [Ar.] 1. Şeyhühs-
anlammda terim. Kur’ân-ı lâm makamı. 2. Şeyhlik, ululuk.
Kerîm’de kıyamet gününde, bü­
tün insanlarm hazır bulunacağı § tam. meşîhat-i İslâmiyye a.
ve melekler ile insanların uzuv- (iujUlciıi.) İslâmiyet’in en
lannm yaptıkları ameller için büyük dinî makamı, şeyhülis­
şehadet edeceği gün anlamında lâmlık.
“yevm-i meşhûd” (“Hûd suresi”
meşıyyet a. (cuüm) [Ar.] tas. İrade
(11 / 103) terimi kullanılmıştır.
2. Kur'ân-ı Kerîm’in bir yerinde gücü anlammda tasavvuf terimi.
“İsrâ suresi” (17)nin 78. ayetin­
§ tam. meşiyyet-i ilâhiyye a.
de sabah namazı için kullanılan
(^Jl olio) tas. İlâhî güç.
terim.
meşk a. (ji«) [Ar.] Hüsn-i hat, tez­
meşhûr a. (j^) [Ar.] Hadis bili­
hip ve dinî musikî gibi İslâmî
minde, her dönemde en az üç
sanatlarm eğitim ve öğretimi
kişinin rivayet etmiş olduğu ha­
yöntemlerini ifade eden terim.
dis.
meşhûrât a. (ol>5^0) [Ar.] Toplum meşkûk a. (JjÜl») [Ar.] Hadis bili­
fikir hayaünda büyük çoğunlu­ minde, kime nispet edildiği bi­
ğun doğruluğunu kabul ettiği linmeyen hadis.
meşreb 462

meşreb a. Ly«) [Ar.] tas. Tasav­ türlü maddî değer ya da ihtiyaç


vuf inancında, tarikate yeni maddeleri. Bu söz, Kur’ân-ı
girmiş veya yol almış bir sufînin Kerîm’de otuz beş ayette geç­
yaşayış, anlayış ve hayatı uygu- mektedir (bk. M.F.Abdülbâkî, el-
layış biçimi. Mu'cem, “met'a” maddesi.) 2. fık.
Giyim kuşam, mefruşat, süs eş­
meşrû a. (^ jj^) [Ar.] fık. Din, mez­
yası gibi insanlarm sosyal ve
hep, siyasî düzen, ideoloji ve ah­
günlük ihtiyaçlarını doğrudan
lâkî sistemler gibi değerlerin
karşılayan mallar için kullanılan
sosyal ve toplumsal değer yargı­
fıkıh terimi.
larıyla uyuşması veya örtüşmesi
konusu. metâf a. (JIL) [Ar.] “Tavaf edilen
yer.” anlammda ve “mescidü’l-
meşrûbât-ı kü'ûliyye a. (ûjjS
harâm” (bk. bu madde) içerisin­
olyj^) [Ar.] fık. Alkollü içecek­
de bu ibadet için ayrılan yere
ler.
verilen ad ve bu yer için kullanı­
meşrûbât-ı müskire a. (4 lan terim
üLjji.) [Ar.] fık. Sarhoşluk ve­
metafizik a. Hayat ve varlığı konu
ren içkiler.
edinen, yine hayat ve varlık
meşrû müdafaa a. huk. Bir kimse­ sonrası ya da fizik veya tabiat
nin kendisine karşı haksız ve ötesi sebepler ile bilginin ilkele­
kanunsuz yapılan bir saldırıdan rini gündeme alan ve araştıran
korunmak için ani ve zorunlu bilim dalı ya da felsefe kolu.
tepki göstermesi veya ondan
metâvile a. WjL) [Ar.] Lübnan’da
kurtulmak için belirli ölçüde ve
yerleşik hayatta, özellikle de bü­
oranda güç kullanmasını ifade
yük şehirlerin varoşlarmda bu­
eden terim.
lunan ve İmâmî İsnâaşerî Şiileri
meşrûtun leh a. (tlL^i») [Ar.] ftk. için o bölgede kullanılan ad.
Bir vakfin menfaatleri kendisine
Metîn a. (jji») [Ar.] Sözlük anlamı
şart olunan kimse.
“Sağlam, kuvvetli, dayanıklı.”
meşveret bk. şûra olan bu söz, “esmâ’ü’l-hüsnâ”
meşyeha a. (•u^i») [Ar.] Hadis bi­ (Allah’ın güzel isimleri)dan olup
liminde, bir ravînin hadis aldığı “Çok kuvvetli, çok dayanaklı.”
hocalarını ve onlardan aldığı anlamında olup Kur’ân-ı
hadisleri topladığı kitabı. Kerîm’de bir yerde “Zâriyât
suresi” (51)nin 58. ayetinde me-
metâ a. Q tu) [Ar.] (ç. b. emti'a) 1. alen “Gerçekten rızık veren, güç
Dünyada insanm elde edip ya­ ve kuvvet sahibi, metîn olan an­
rarlanması için kullanılan her cak Allah’tır.” ibaresiyle Allah’a
463 mevbikât

nispet edilmektedir. “Metin” tinde “dostlar” anlamında,


adı, Allah’ın doksan dokuz ismi­ “Nisa suresi” (4)nin 33. ayetin­
ni veren İbn Mâce ve Tirmizî ri­ de “mirasçılar” anlamında kul­
vayetlerindeki listede de yer al­ lanılmıştır.
mıştır (Tirmizî, “Da'avât”, 82;
İbn Mâce, “Du’â”, 10). Ayrıca bu § tam. mevâli’l-i'tâka a.
isim. Peygamberimizin bir hadi­ (■üMlJljı) Savaş yoluyla el­
sinde İslâm dininin bir vasfı ola­ de edilen kölelerin daha son­
rak ifade edilmiştir (Müsned, III, ra efendileri tarafmdan azat
199). Yine bu terim, “kudret” sı­ edilmesi veya serbest bıra­
fatıyla Allah’ın zatî-subutî sıfat­ kılması durumu veya işi.
ları içinde sayılmaktadır. mevâli’l-İslâm a. Ç.WIJI>«)
metîn a. (j^) [Ar.] (ç. b. mütûn) Savaş yoluyla fethedilen ül­
Hadis biliminde, hadisin sene­ kelerin halkından köle olma­
dinin ardından gelen, sünnet yıp bir Arap kabilesinin hi­
veya hadis tanımının çerçevesi­ mayesine giren ve İslâmiyeti
ne giren Hz. Peygamber’in sözü kabul eden ve de Arap olma­
veya davranışını anlatan söz ve­ yan halk.
ya ifade. mevâli’l-ahd a. (jjjJIJI^) bk.
metrûk a. (Jj^) [Ar.] Hadis bili­ mevâli’l-İslâm
minde, yalan söylemekle suçla­ mevâli’l-muvâlât a. (oil^Jl
nan bir ravîyi ve onun tek başı­ Jljx) bk. mevâli’l-İslâm
na naklettiği rivayeti ifade eden
terim. mevâli’t-tibâ'a a. (tLII Jlj^J
bk. mevâli’l-İslâm
metrûk hadis a. bk. metrûk
mevâlîd ç.a. (Jl>«) [Ar.mevlûd’un
me'vâ cenneti a. bk. cennetüT- ç. b.] Var olanlar, yaratılmışlar.
me'vâ
§ tam. mevâlîd-i selâse ç.a.
mevâcib a. (^1^) [Ar.] Osmanlı
(^ Jlj») (Üçyaratılmış şey)
devleti döneminde yeniçerilere
Cemâdât, nebâtât, hayvanât.
üç ayda bir ödenen maaş.
mevâlîd-i siflî ç.a. (J^,
mevâli ol. (JIj.) [Ar. mevlâ’nın ç. b.]
jJIj«) bk. mevâlîd-i selâse
İslâm dünyasmda, Arap olma­
yan Müslüman halk. Buna kar- mevbikât ç.a. (oli^) [Ar.
şm bu söz, Kur’ân-ı Kerîm’de mevbik’in ç. b.] “Tehlikeli yer­
“Meryem suresi” (19)nin 5. aye­ ler.” anlammdaki bu söz bazı ke­
tinde “akraba” anlammda, lime veya terkiplerle yeni terim­
“Ahzâb suresi” (33)nin 5. aye­ ler oluşturur.
mevbikât-ı seb'a 464

§ tam. mevbikât-ı seb'a ç.a ü’l-hüsnâ” (Allah’ın güzel isimle­


(üju, oli><>) “Yedi büyük gü­ ri) içinde gösterilmiştir.
nah” için kullanılan terim. Bu
mevlâ a. (^) [Ar.] (ç. b. mevâlî) 1.
yedi günah ise şunlar: 1. Al­
ftk. Kul, köle veya cariye azat
lah’ı inkâr, 2. İnsan öldürme,
eden efendi veya sahip. 2. fik.
3. Yetim malı yeme, 4. Savaş­
Azat edilen köle veya “velâ” (bk.
tan kaçma, 5. Namuslu kim­ bu madde) sözleşmesinin taraf­
selere (özelikle kadınlara) if­ larından biri için kullanılan te­
tira etme, 6. Büyücülük yap­ rim. 3. tas. Tasavvuf ehli arasm­
ma, 7. Tefecilik yapma. da şeyh, pir, mürşit veya velî
mevcûd a. (j^jj) [Ar.] Bütün ev­ için kullanılan terim.
rende var olan şey, yaratılmış­ mevlânâ a. (L^) [Ar.] 1. “Efendi­
lar, varlıklar, “ma'dûm (I) ” miz, büyüğümüz.” anlammda bir
karşıtı. terim. 2. Ulu kişi, hazret.
mevkuf a. [Ar.] Hadis bili­ mevle’l-islâm a. (^^1 [Ar.]
minde, sahabenin sözü, eylemi Kendisi veya dedelerinden birisi
ve davranışı anlammda kullanı­ bir zatm teşvikiyle Müslüman
lan terim. olan kimse.
mevkûfun aleyh a. (Ut Jjîj») [Ar.] mevle’l-itâka a («atuJi [Ar.]
ftk. Bir vakfm menfaatleri ken­ Özgürlüğüne kavuşturulmuş ve­
disine şart olunma durumu. ya birini azat etmiş kimse.
mevkûlun ileyh a. («uLı Jjî>«) [Ar.] mevle’l-musâhabe a. (^LaJl
fik. Bir işe vekil tayin edilen [Ar.] Eğitim öğretim veya çahş-
kimse. ma amacıyla birinin yanında
bulunan kimse.
mevkuf hadis a. bk. mevkuf
mevle’l-muvâlât a. (o^ijJi J^.)
Mevlâ a. ("i^A [Ar.] Sözlük anlamı
[Ar.] fik. İslâm hukukunda, Bir
“Bir kimsenin yakın dostu, yar­
gayrimüslimin iman ederek bir
dımcısı.” olan bu söz, Kur’ân-ı
Müslüman ile ihtiyaç olursa
Kerîm’de “Sevme, koruma, yar­
Müslüman’m diyet borcunu
dım etme, himayesi altına alma.”
ödemesi, buna karşılık kendisi­
gibi anlamlarda Allah’a nispet
ne mirasçı olması konusunda
edilmektedir. AUah’m doksan
yapılan bir anlaşma. Bu, bir an­
dokuz ismini veren İbn Mâce ve
lamda yeni girdiği bir Müslü­
Tirmizî rivayetlerindeki listede
man çevrede kendisine yardımcı
yer almayan bu söz, İbn Hacer
ve destekçi bulma anlaşması
el-Askalânî tarafından “esmâ’
olarak da nitelenegelmiştir.
465 mevlithan

mevle’r-rahm a. (^Ji J^) [Ar.] mevleviyyet a. (cyl>.) [Ar.] 1. bk.


Bir kabilenin azatlı kölelerinden Mevleviyye 2. Osmanlı ilmiye
biri ile evlenen azath köle. smıfinda yüksek dereceli kadılar
Mevlevi s. ve a. (^j.) [Ar.] Hz. veya müderrislik sonrası kişile­
Mevlâna’nın izinde olanların re verilen bir rütbe.
kurduğu tarikat, bk. Mevleviyye mevlidiyye a. (4ıl>.) [< Ar.velâdet]
mevlevîhâne a. (<üLyl>«) [< Ar. İslâmî edebiyatta, özellikle
mevlevî + F.hâne] Mevlevi tek­ Mağrib ve Endülüs bölgesinde 5.
kesi veya “mevleviyye” / 11. yüzyıldan başlayarak Hz.
tarikatine ait zaviye, dergâh ve Peygamber’in doğum yıldönüm-
asitâneler. leri münasebetiyle sultan saray-
larmda düzenlenen törenlerde
Mevlevîlik s. ve a. bk. Mevleviyye
okunmak üzere saray şairleri
Mevleviyye s. ve a. (^^i [Ar. tarafindan kaleme almıp oku­
mevlevî sözünün müennes (dişil) nan ve muhteva bakımmdan
biçimi.] Mevlânâ Celâled-din-i öteki mevlid metinlerine benze­
Rûmî (öl. 672 / 1273) ’ye nispet yen övgü şiirleri için kullanılan
edilen ve onun ölümünden son­ terim. Bu tür övgü şiirlerine
ra Hüsameddin Çelebi (öl. 683 / “mîlâdiyye, îdiyye, mûlûdiyye”
1284) ve oğlu Sultan Veled (öl. gibi adlar da verilmiştir.
712 I 1312) in öncülüğü ve giri­
şimleriyle Anadolu’da oluşturu­ mevlit, -di a. (J^) [< Ar.velâdet]
lan ve hızla yayılan, temelde zi­ (ç. b. mevâlid) “Doğum yeri ve
kir, sema ve sohbet meclisleriyle zamanı.” anlamındaki bu terim,
aşk ve cazibesini genişleten, Sul­ İslâm edebiyatı ve sanatmda Hz.
tan Veled’in oğlu Ulu Arif Çelebi Muhammed’in doğumunu anla­
(öl. 719 / 1320)nin tarikatin ba­ tan eserlere ve her yıldönü­
şına geçmesiyle Konya’daki Der- münde yapılan törenlere verilen
gâh’m dışında Sivas, Tokat, Bay­ ad için kullanılmaktadır. Bu ko­
burt, Erzurum, Tebriz, Irak, Kas­ nuda en tanmmış ve kendisin­
tamonu, Kütahya, Denizli gibi den sonra yazılanlara kaynaklık
Anadolu Selçuklularının merke­ etmiş eser, Süleyman Çelebi (öl.
zî bölgelerinde şubeler oluştu­ 752 / 1351)nin asıl adı
ran; 14. yüzyılm başmdan itiba­ Vesîletü’n-Necât (kurtuluş yolu)
ren kuruluşunu tamamlayarak olan Mevlididir.
büyük bir tarikat konumunu
mevlithan a. (jl^k JjA [ < Ar.
alan dinî ve sufî teşkilâtm adı ve
mevlid + F.hân] “Mevlid” (bk.
bu tarikat için kullanılan terim.
bu madde) manzumesinin her
mevzû'u’l-isnâd 466

bölümünü bestelenmiş biçimiyle mevt-i hakîkî a. (Lîı?ix oj-) 1.


okuyan uzman kimse, Organlardan birinin yetersiz­
musıkîşinaş veya hafızlar. liği sonucu olan ölüm. 2. huk.
Miras bırakan kimsenin ger­
mevlit kandili a. Hz. Muham-
çekten vefat etmiş olması du­
med’in 571 yılmın kamerî aylar­
rumu.
dan rebi'ü’l-evvelin on ikinci ge­
cesinde gerçekleşen doğum gü­ mevt-i hükmî a. (^^^ c^)
nünü anmak, o mübarek geceyi huk. Ortadan kaybolan kim­
ibadetle geçirmek anlammda senin vefatına hâkimin karar
kullanılan terim. vermesi işi veya durumu.
mevsûl a. (J^j.) [Ar.] bk. muttasıl mevt-i irâdî a. (^jljl o^) (is­
teyerek ölüm) tas. Ölmeden
mevsul hadis a. bk. muttasıl
önce ölüme nefsi hazırlama.
mevt a. (o>«) [Ar.] “Ölüm.” anla-
mevt-i takdirî a. (^jü o»)
mmdaki bu söz, insanın dünya
huk. Düşük durumunda olan
hayatmm sona ermesini ifade
ve gurre (beş yüz şert dir­
eder. Bu sözün en çarpıcı ifadesi
hem) ödenmesi gereken ce­
Kur’ân-ı Kerîm’de “Küllü nef­
ninin sanki sağken öldürül­
sin zâ'ikatü’l-mevt” (Âl-i
müş gibi sayüması durumu.
imrân suresi, 3 / 185) olarak
karşımıza çıkmaktadır; yani mev'ûde a. Ga^) [Ar.] İslâmiyet
“Her nefis ölümü tadacaktır.” bk. öncesi, Câhüiyye döneminde diri
ölü diri toprağa gömülen kız çocuğu.

§ tam. mevt-i ahdar a. (j^l mevzû a. Q [Ar.] Hadis bili­


öj«) (yeşil ölüm) tas. Nefsin
minde, Hz. Peygamber’e ait ol­
tutkularına dur demek, nefse mayan, ancak O’nun düinden
hâkim olmak. çıkmış gibi gösterilen uydurma
hadisler.
mevt-i ahmer a. (j^l ey-)
(kırmızı ölüm) tas. İbadete ve § tam. mevzû'u’l-isnâd a.
taata düşkün olma. (jUI pj^o) Geçerliliğini
sağlamak amacıyla zayıf olan
mevt-i ebyaz a. (^1 o>«)
senedin yerine sahih bir
(beyaz ölüm) tas. Açlık ile
sened bulup ona nispet edi­
nefsi terbiye etme.
len hadis.
mevt-i esved a. (j^l o>>) (si­
mevzû'u’l-metn a. (jiJi
yah ölüm) tas. Fenafillah
f ^>0) Hadis biliminde, met­
mertebesine ulaşma, Hak yo­
ni önceki peygamberlerin,
lunda cefaya katlanma.
467 mezhep

bilge kişilerin veya uyduran gambere inen Zebur’un bölüm­


kişinin kendi sözlerinden lerinin adı.
alınarak Hz. Peygamber’e is­
nat edilen hadis. § tam. mezâmîr-i Dâvud ç.a.
(jjb jxJ>) Zebur'un âyin sı-
mevzû'ât a. (üL.^) [Ar. mevzû’ rasmda musikî ile söylenen
un ç. b.] Hadis biliminde, Hz. surelerinin adı.
Peygamber’e ait olmayan, ancak
O’nun dilinden çıkmış gibi gös­ mezâr a. (jl>) [Ar.] bk. kabir
terilen uydurma hadisleri bir mezârhk a. Ölülerin gömüldüğü
araya getiren kitaplar. yer, “kabir” (bk. bu madde),
mevzû hadis a. bk. mevzû medfen, makber, makbere.
Arapça “mezâr” sözüne “-lık”
mey a. y [F] tas. Tasavvuf inan­ yapım ekinin getirilmesi ile
cında, sufîyi kendinden geçiren oluşturulan bu yer adı Türkçede
İlâhî aşk. bk. sekr yaygm olarak kullanılmakta;
meyhane a. (cku) [< F. mey + önemli din ve devlet adamları-
hâne] tas. Tasavvuf dünyasında nm gömüldüğü yere “ravza,
“mürşid-i kâmil” (bk. bu mad­ meşhed, kubbe, türbe, küm­
de) in gönlü. bet” (bk. bu maddeler) adı ve­
rilmekte; cami, tekke, türbe gibi
meyt a. (om) [Ar.] bk. ölü
yapılarm bitişiğinde yer alan
meyyit a. (ol°) [Ar.] bk. ölü mezarlıklara ise “hazîre” (bk. bu
madde) denilmektedir.
meyte a. (tu) [Ar.] İslâm inancına
göre, eti yenilebilir olmasma mezhep, -bi a. (^ı.) [< Ar.zehâb]
karşın dinî usullere göre kesil­ (ç. b. mezâhib) Bir dinin inanç
memiş hayvan. Bu tür hayvan esaslarını ve uygulama yöntem­
etinin yenmesi ve akde konu lerini iyi anlama, anlatma ve yo­
olması dinen haram kılınmıştır. rumlama konusunda kendine
özgü ilkeleri, sistemleri ve usul­
mezâhib a. (^lâu) [Ar. mezheb’in
leri bulunan dinî düşünce hare­
ç. b.] bk. mezhep
keti, ekolü veya sistemi.
mezâlim a. ((JIL) [Ar.] İslâm dev­ İslâmiyetin kabulünden ve özel­
letlerinde en yetkili idâri ve adlî likle Hz. Peygamber’in ölümün­
yargı ya da denetleme kurumla- den sonra ortaya çıkan ve can­
rı. lanan pek çok zümre olmuş; an­
mezâmîr ç.a. (jul>) [Ar.mizmâr, cak bunlar dini aşan nitelikte
mezmûr’un ç. b.] Davut pey­ olmayıp tam tersine İslâm’ın
inanç ve siyaset sisteminin yer-
mezheb-i cedîd 468

leşmesine katkıda bulunmuşlar, gelmesi kişiyi cünup etmemekle


hatta İslâm’ı anlama ve uygula­ birlikte abdesti bozar. Namaza
mada yol gösterici bir ekol kim­ veya abdestin gerekli olduğu
liği kazanmışlardır. Nitekim bu ibadete başlamak için gusül ge­
hareketlerin neticesinde oluşan rekmez, ancak abdest tazelemek
ve kesin kimliğini kazanan dört uygun görülmektedir.
büyük mezhep, “Hanefî Mezhe­
mezmûr a. (j^>) [Ar.] İslâm bilgin­
bi, Mâliki Mezhebi, Hanbelî
lerince Dâvûd peygambere ve
Mezhebi, Şâfiî Mezhebi” (bk. bu
onun kitabı olan “Zebûr” (bk. bu
maddeler) günümüze kadar var-
madde) içinde bulunan İlâhî,
lığını sürdürmüştür. İslâm inan­
dua ve münacatlara verilen ad.
cı çerçevesinde mezhepler,
itikadî ve amelî (veya fikhî) ol­ mısbâh a. (^L^) [Ar.] tas. Tasav­
mak üzere ikiye ayrılmıştır. vuf ehli arasmda çerağ ve kandil
İtikadî mezhepler arasmda ge­ için kullanılan terim.
nellikle Mürci'e, Mu'tezile, Mısrıyye a. (Cj.^ [Ar.] Halvetiyye
Şi'îlik (Zeydiyye, İsmâ'iliyye, tarikatinin Niyazî-yi Mısrî (öl.
İmâmiyye), Eş'âriyye, 1105 /1694) ’ye nispet edilen ko­
Mâtüridiyye (bk. bu maddeler) lu için kullanılan ad.
sayılmıştır. Amelî veya fikhî
mezhepler olarak Hanefî Mez­ Mızraklı ilmihâl a. İslâm inancı
hebi, Mâlikî Mezhebi, Hanbelî çerçevesinde, Osmanlı dinî öğre­
Mezhebi, Şâfiî Mezhebi, timinin önemli bir yöntemi olan
Ca'feriyye Mezhebi” (bk. bu “ilmihâl” (bk. bu madde) gele­
maddeler) kabul edilmiştir. neğinin ilk örnekleri arasmda
yer alan anonim eserler ve öğre­
§ tam. mezheb-i cedîd a. tim tarzı için kullanılan terim.
(jajş. uaâ.) İmam Şafiî’nin İlk örneklerinin 16. yüzyüdan
Mısır’a geldikten sonra oluş­ başlayarak düzenlendiği bilinen
turduğu mezhep. bu öğretici eserlerde, genellikle
abdest, gusül, teyemmüm, na­
mezheb-i kadîm a. (^jj çji.)
maz, oruç, hac ibadeti yanmda
İmam Şafiî’nin Mısır’a gel­
Allah’m isim ve sıfatları, pey­
meden önce savunduğu gö­
gamberlerin sıfatları, kitaplara
rüşlerinin oluşturduğu mez­
ve meleklere iman, elli dört farz,
hep
küfür ve şirk konuları işlenmek­
meziy a. k>) [Ar.] fık. Görme, do­ tedir.
kunma veya düşünme etkisiyle
Mi'cen a. (>u) [Ar.] Kâbe’nin ku­
erkeklerin tenasül uzvundan ge­
zeydoğusu duvannın önünde
len ince beyaz sıvı. Bu sıvınm
469 milel ve nihai

Rüknülırâkî ile Kâbe’nin kapısı yer ve imamm namaz kıldırır­


arasındaki çukur yer için kulla­ ken duracağı yer. Cami ve mes­
nılan ad. citlerin bu yerlerinin üzerinde,
genellikle “Bakara suresi”
Miftâhü'l-Cenne a. (<Lji ^ti.) [Ar.]
(2)nin 144. ayetindeki “... fevelli
Mızraklı ilmihâl in Arapça adı.
vecheke şatre’l-mescidi’l-
bk. Mızraklı ilmihâl
harâm...” ibaresi veya “Âl-i
mihne a. (üm) [Ar.] Sözlük anlamı, İmrân suresi” (3)nin 37. aye­
“Şiddet, sıkıntı, belâ, eziyet, zah­ tindeki “... küllemâ dehale
met, işkence.” olan bu terim, Ab­ aleyhâ zekerfyye’l-mihrâbe...”
basî halifelerinden bir kısmının ibaresi yazıhdır.
(özellikle de Me'mûn ve
Mîkâ'îl öz.a. (J2I£m) [Ar.] Allah’ın
Mu'tasım döneminde) “Halku’l-
verdiği rızık ile ilgilenen ve
Kur’ân” (Kur’ân’ın mahlûk ol­
Kur’ân-ı Kerîm’de mealen “Kim
ması, yani yaratılmış olması)
Allah’a, meleklerine, rasullerine,
meselesinde önde gelen bazı bi­
Cebrâil ve Mikâil’e düşman olur­
lim adamlarını sorguya çekerek
sa bilmelidir ki Allah kâfirlerin
eziyet etmeleri ve işkenceye tabi
düşmanıdır.” (“Bakara suresi”
tutmaları konusu ve olayları için
(2 / 98) biçiminde adı geçen dört
kullanılan. İslâm âlimlerinin
büyük melekten biri.
önde gelen Ahmed b. Hanbel,
Ebû Müslim, Ahmed ibn mîkât (I) a. (olı^) [Ar.] Hac ve um­
Devrâkî, Yahya ibn Main gibi fı­ re ibadeti için ihrama girilecek
kıh ve kelâm bilginleri “Kur’ân- yer ve zaman.
’ın mahlûk olması, yani yaratıl­
mîkât (II) a. (otlu) bk. ilm-i mîkât
mış olması” konusuna karşı
çıkmışlar, “Kur’ân’ın vahiy yo­ milâdî takvîm a. îsâ’nın doğumu­
luyla Hz. Peygamber’e indirilme­ nu esas alan ve “1 Ocak”ı yılın
sini” savunmuşlar, bu görüşle­ ilk günü kabul eden takvim.
rinden dolayı da ağır işkenceler mîlâdiyye a. (-ujiL) [Ar.] bk.
ve eziyetler görmüşlerdir. Daha mevlidiyye
sonra itidara gelen Mütevekkil,
bu tartışmaları yasaklayarak milel ve nihai a. (J^ JL) [< Ar.
konunun kapanmasını sağlamış­ milel “millet” (“din ve şeriat”
tır. anlamında) in ç. b.; nihai “nihle”
(“dinî zümre, mezhep” anlamın-
mihrâp, -bı a. Çl_^) [Ar.] İslâm da)nin ç. b.] İslâmî edebiyatta
mimarî sanatmda cami, mescit dinler ve mezhepler tarihini ko­
ve benzeri namaz kılman me­ nu edinen eserler için kullanılan
kânlarda kıbleye doğru durulan ortak ad.
millet 470

millet a. (cL) [< Ar. < îbr. melel] milletüT-Muhammediyye a.


(ç. b. milel) 1. “İşitilen veya oku­ (^jkJI oL) bk. millet-i İs­
nan şey veya yazılan.” anlamın­ lâm
da “din” için kullanılan terim.
milletü’l-Nasrâniyye a.
Bu söz, Kur’ân-ı Kerîm’de on
(^1^1 d.) bk. millet-i
beş ayette geçmektedir (bk.
mesîhiyye
M.F.Abdülbâkî, el-Mu'cem, “mil”
maddesi). Hadislerde ise milletü’l-Yehûdiyye a.
Kur’ân-ı Kerîmdeki anlamlar (<ljj<Jl ci.) Yahudi milleti.
ve nsipetler yanında “Doğuştan minâ a. (L) [Ar.] Kutsal topraklar­
gelen fıtrat, meleke.” anlamında da Arafat’a giden yol üzerinde
da kullanılmıştır (bk. Wensinck. Müzdelife ile Mekke arasında
el-Mu'cem, “mil” maddesi). İslâ­ bir bölgenin adı. Büyük, orta ve
mî edebiyatta bu terim, din ve küçük “cemre” (bk. bu madde)
şeriat ile eşanlamlı olarak değer­ burada bulunmaktadır. “Tevri­
lendirilmiş ve kullanılmıştır. 2. ye günü” (bk. bu madde) güneş
Son dönemde, modern toplum- doğduktan sonra ihramlı olarak
larda, “Aynı dil, din ve mezhepte buraya gelinir ve öğle-ikindi-
olan topluluk, bir yönetim altında akşam-yatsı namazı burada kılı­
bulunan halk.” anlamında kulla­ nıp sabah namazmı eda ettikten
nılan terim Fr. nation sonra Arafat’a gitmek sünnettir.
§ tam. millet-i beyzâ a. (^ minâre a. (»jL) [Ar.] Cami veya
oU) (temiz ulus) Müslüman- mescitlerde, namaz vaktinin
lar için kullanılan terim. geldiğini duyurmak için müez­
zinin ezan okuduğu, sala verdiği
millet-i İslâm a. (,cO *L) İs­
genellikle taştan ve silindirik bi­
lâm toplumu veya cemaati
çimde çoklukla şerefesi de bulu­
için kullanılan terim.
nan üst kısmı konik ve tepesinde
millet-i mesîhiyye ol («^..n hilâl olan taştan yapı.
cl«) Hristiyan toplumu ve
minber a. (^1 [Ar.] Cuma ve bay­
cemaati için kullanılan terim.
ram namazlarmın kılmdığı ca­
millet-i mu'azzama a. (^ milerde imamm veya hatibin
d.) 1. Osmanh toplumu için herkesçe iyi görünmesi ve yük­
kullanılan terim. 2. İslâm sek sesle hutbe okuması için ya­
cemaati. pılan yüksekçe ve basamaklı
milletü’l-İslâmiyye a. süslü mimarî yer.
( <1«WI oh) bk. millet-i İs­ minber-nâme a. («uü^) [< Ar.
lâm minber + F.nâme] tas. ed. Ta-
471 mîrâs

savvufî edebiyatta mutasavvıf ifade edilmektedir. Arap kay-


şairlerin “minber” (bk. bu mad­ naklarmda bu terim, “isrâ ve
de) in faziletini şiirleştiren eser­ mi’râc” olarak geçerse de Türk-
ler için kullandıkları ortak ad. çede yalnızca “mi'râc” olarak
yaygın bir kullanım kazanmış­
minnet a. (oL) [Ar.] 1. Allah’a nis­
tır.
pet edilen bu söz, “O’nun evren­
deki bütün yaratıklara dönük lü­ § tam. mi'râcü’n-nebiyy a.
tuf ve keremi, ihsanı ile insanlara (^l fl^) Hz. Muhammed’in
hidayet etmesi.” anlammda te­ Allah katına ve göğe çıkması
rim. 2. İnsan nispet edildiğinde veya yükselmesi.
bu söz, “Başkalarına yaptığı iyi­
mi'râc gecesi a. bk. Mi'râc Kandili
liği, yardımı, desteği için karşılık
beklemesi ve yeri gelince bunları mi'râciyye a. («u^l^) [Ar.] “Miraç
başa kakması.” anlammda kul­ ile ilgili.” anlamındaki bu terim,
lanılan terim. İslâm sanatı ve edebiyatmda
“mi'râc” konusunu işleyen eser­
mîr-i alem a. (fk ^) [< Ar. mîr ler için kullanılan ortak ad ol­
“emîr”in kısaltması + alem (bay­ muştur.
rak, sancak)] İslâm ve İslâmi­
yet’ten sonra Türk devletlerinde Mi'râc Kandili a. îslâm inancma
hükümdarm bayrağını taşımak­ göre, yılın mübarek gecelerin­
la görevli kumandan. den biri olan ve Hicrî Takvimin
Recep aymın 27. gecesinde iba­
mi'râç, -cı a. (Elju) [Ar.] (ç. b. detle geçirilen kutsal gece.
ma'ârîc) “Basamak, merdiven;
yükselme, göğe çıkma.” anlamla­ mi'râc-nâme a. (<«141 ^l [< Ar.
rındaki bu söz, Hz. Peygam­ mi'râc + F.nâme] tas. ed. Tasav­
vuf! edebiyatta mutasavvıf şair­
ber’in Kâbe’de bulunan
“Mescid-i Harâm”dan Kudüs’te lerin miracın faziletlerini şiirleş­
tiren eserler için kullandıkları
bulunan ve Müslümanlarm ilk
kıblesi ve de kutsal sayılan ortak ad. bk. mi'râciyye
“Mescid-i Aksâ”ya yapılan ma­ mîrâs a. (il[< Ar. “verâset” ve
nevî yolculuğu, oradan da göğe “irs”] (ç. b. mevârîs) Ölen bir
doğru seyahat ettirilerek kendi­ kimsenin arkada bıraktığı mal,
sine geçmiş ve geleceğe ait bazı mülk veya değerli eşya. Mîrâs
bilgilerin veridiği yüce makamı, hukuku, İslâm dininin önemli
yani Allah katma yükselmeyi konularından biridir. Bu önem,
ifade eden terim. Hz. Peygam­ Kur’ân-ı Kerîm’den ileri gel­
ber’in bu kutsal yolculuğu mektedir. Şöyle ki yüce Allah,
Kur’ân-ı Kerîm’de “İsra sure­ “Nisâ suresi” (4)nin on bir ve
si” (17)nin ilk ayetinde açıkça
mîrâs 472

on ikinci ayetierinde ölen bir tığınızdan dörtte biri onlarındır


kimsenin mirasçılarının tereke­ (yani zevcelerinizindir). Şayet ço­
den alması gereken hisseleri cuğunuz varsa, terikenizden se­
oranlarma göre açık bir ifade ile kizde biri -edeceğiniz vasiyet ve
izah etmektedir. Konunun öne­ borcun ödenmesinden sonra-yine
mine binaen bu iki ayeti mealen onlarındır. Eğer mîrâsı aranan
buraya aktarmayı uygun bul­ erkek veya kadın, çocuğu ve ba­
duk: “Allah size mîrâs taksimini bası olmayan bir kimse olur ve
şöyle tavsfye eder. Çocuklarınız onun erkek veya kızkardeşi bulu­
hakkında erkeğe iki dişinin payı nursa, bunlardan her birinin
mikdarıdır. Eğer çocuklar ikiden hakkı altıda birdir. Eğer onlar da
fazla kadınlar iseler, ölünün bı­ bu mikdardan çok iseler, o hâlde
raktığının üçte ikisi anlarındır. onlar ölünün edeceği vasfyet ve
Dişi evlâd bir tek ise o zaman borçtan sonra üçte birde ortak­
terikenin yarısı onundur. (Ana tırlar. (Gerek vasiyette, gerek
babaya gelince) Ölenin çocuğu borç ikrarında mîrâsçılara asla)
varsa, ana-babadan her birine zarar verici olmamalıdır. (Bu
terikenin altıda biri verilir. Çocu­ emirler ve hükümler) Allah’tan
ğu olmayıp da ona ana ve babası bir vasiyettir. Allah hakkıyla bi­
mirasçı olduysa üçte biri anası- lendir, halimdir.” (Sahîh-i Buhârî
nındır. (Erkek, dişi) kardeşleri ve Tercemesi, C. 14, s. 6597).
varsa, o vakit altıda biri anası-
Buharî’nin “Sahîh-i Buhârî”sinde
nındır. (Fakat bütün bu hüküm­
bu ayetlerin yorumu şöyle ifade
ler) ölenin edeceği vasiyetin yeri­
edilmektedir: “Kur’ân-ı Kerîm’­
ne getirilmesinden veya borcu­
in “mîrâs” hükümleri, bu iki
nun ödenmesinden sonradır. Siz
ayette görüldüğü üzere pek sade­
babalarınızdan veya oğullarınız­
dir. Bunların özeti şudur: Bir
dan hangisinin fâide yönünden
ölünün evvelâ borcu ödenir, vasi­
size daha yakın olduğunu bil­
yeti varsa yerine getirilir. Sonra
mezsiniz. Bunlar Allah’tan birer
zevç ve zevcelere hisseleri verilir.
farizadır. Şüphesiz ki Allah hak­
Ölenin çocukları yoksa, ana-
kıyla bilicidir. Yegâne hüküm ve
babanın hisseleri arttırılır ve bi­
hikmet sahibidir. Zevcelerinizin
raderlerle hemşirelere hisseler
çocuğu yoksa, terikesinin yarısı
ayrılır. Çocukları da ana-babası
sizindir. Eğer onların çocuğu
aynı olmayan bir ölünün kardeş­
varsa size terikesinden dörtte bir
leri ve hemşireleri bütün mirasını
vardır. (Fakat bu da) onların ede­
alırlar.” (Sahîh-i Buhârî ve
cekleri vasiyet ve borçtan sonra­
Tercemesi, C. 14, s. 6598).
dır. Eğer çocuğunuz yoksa, bırak­
473 miskîn

§ tam. mîrâsü’l-mükâteb a. mirzâ a. (\y^ [Ar.] İslâm devletle­


UHJI ilji<>) huk. Köle ile sa­ rinin bazılarmda hükümdarın
hibi arasında yazılı anlaşma­ erkek çocuklarma, yani şehzade­
ya bağlı olarak elde edilen lere, hanedan soyundan olanla­
malların kölenin varislerine ra veya devletin ileri gelenlerine
kalması durumu veya konu­ verilen unvan.
su.
mîsâk a. (jlL>) [Ar.] 1. “Antlaşma,
mir'ât a. (d^) [Ar.] (ç. b. merâ'î, sözleşme.” anlammdaki bu te­
merâyâ) tas. "Ayna, gözgü.” an- rim, dinî metinlerde “Allah ile
lammdaki bu terim, tasavvuf peygamberler ve kullar arasında
inancmda “Yokluk.” için kulla­ söz konusu olan ahit.” için kul­
nılmıştır. lanılmıştır. Bu söz, Kur’ân-ı
Kerîm’de yirmi beş ayette yer
§ tam. mir'âtü’l-ayn a. (jjjdl almaktadır (bk. M.F. Abdülbâkî.
ol>) Dış görünüş. el-Mu'cem, “msk” maddesi). 2.
mir'âtü’l-hazreteyn a. Cenab-ı Allah’m “Kâlû belâ” (bk.
(jjîjJuJl ol>>) (iki hazretin bu madde) olarak da bilinen ve
aynası) tas. İnsan-ı kâmil, kendisini Rab olarak kabul et­
ermiş kişi. meleri konusunda insanlardan
almış olduğu söz için kullanılan
mir'âtü’l-kevn a. (j^i ol^)
terim, bk. bezm-i elest
(oluş aynası) tas. Tek olan
mutlak varlık, Allah. miskîn s. (j£«) [< Ar.meskenet]
(ç. b. mesâkîn) “Zavallı, aciz, be­
mir'âtü’l-vücûd a. (jj^ll
ceriksiz, uyuşuk (kimse) ” anla­
ol>>) (varlık aynası) tas. Dış
mmda olan bu söz, dinî terim
suretlerin görünümü.
olarak zekât, ganimet, kefâret
Mîrganiyye a. (iiju) [Ar.] Hicaz gibi konularda gözetilmesi gere­
bölgesinde yayılan ve Muham- ken, yardım yapılabilecek yok­
med Osman el-Mîrganî (öl. 1268 sul kişi olarak nitelen kimseler
/ 1852)’ye nispet edilen bir için kullanılmıştur. Bu söz,
tarikatin adı. Bu tarikatin temel Kur’ân-ı Kerîm’de terim anla­
ilkesi, şeraite bağlanma, doğru mıyla teklik biçimiyle on bir
yolu şeraitle bulma, hakikate ise yerde, çokluk biçimiyle on iki
ancak tarikatle ulaşma, buna ayette yer almaktadır. Aynı kul­
inanmayanın zmdık olduğunu lanım, hadislerde de sıkça geç­
savunma biçiminde ifade edil­ mektedir (bk. Wensinck. el-
miştir. Mu'cem, “miskîn” maddesi).
miskînâne 474

miskînâne zf. (cLL».) [< Ar. alınışında misvak kullanmayı


miskin + F.-âne] Zavallılaşarak, emrederdim.” (Müsned, II, 460,
acizane, miskincesine. 517) rivayeti O’nun bu temizliğe
ne kadar değer verdiğini ifade
miskînhâne a. (cLlL«) [< Ar.
etmektedir.
miskin + F.hâne] Cüzamlıların
barmdırıldığı yer olan ve halk mişkât a. (ilü.) [Ar.] tas. Yanan
arasında miskinler tekkesi, mis­ çerağ veya fanusun bulunduğu
kinler dergâhı olarak da adlan­ yer.
dırılan, Üsküdar Karaca Ahmet
mitvâlî a. (Jly^) bk. metâvile
Mezarlığı ortasmda önce Üçün­
cü Selim döneminde 9 hane ola­ mi'ûn a. (yy^) [Ar.] Kur’ân-ı
rak yapılan, sonra İkinci Sultan Kerîm’de yer alan ve “es-
Mahmut döneminde 11 hane seb'u’t-tuvel” dışmda kalan,
dahi eklenerek geliştirüen cü­ ayet sayısı yüz üzerinde olan su­
zamlı bakım evi. İslâm devletleri reler.
arasında ilk örneği Emevî hali­ mîzân a. (jl^) [Ar.] “Tartı, ölçü.”
fesi Velîd b. Abdülmelik’in anlamında olan bu söz, İslâm
Şam’da kurduğu Bimaristan’ın inancına göre mahşerde yeni­
bir bölümünde yer alan ve den dirildikten sonra herkesin
“miskînhâne” olarak adlandırı­ amellerinin tartılacağı alet.
lan cüzamlılar tedavi merkezi
gösterilmektedir. mollâ a. 0>Uo / ıL) [< Ar.mevlânâ]
1. Bazı İslâm devletlerinde veya
miskinler tekkesi a. bk. topluluklarında ünlü din bilgin­
miskînhâne lerine veya din adamlarma ya
misvâk a. (jlj^) [Ar.] Genellikle da iyi düzeyde din eğitimi ve öğ­
“erak” (salvadora persicd) renimi görmüş kimselere veri­
ağacmdan yapılan, bir ucu fırça len unvan. 2. Osmanlı eğitim
biçiminde olan ve dişlerin te­ düzeninde medreseye devam
mizlenmesi ya da fırçalanması eden öğrenci.
için kullanılan çubuk parçası
§ tam. mollâ-yı rûm a. (MJ
için kullanılan terim. Dört sünnî
(^U) Hz.Mevlâna’nın unvanı.
mezhep ile Caferiyye ve
Zeydiyye tarikatine göre misvak mu'accel a. (jLu) [Ar.] fık. Sözlük
kullanmak sünnetir. Özellikle anlamı, “Peşin ödenen, ilk anda
Hz. Peygamber pek çok hadisin­ verilen şey.” olan bu söz, evlilik
de misvak kullanımını önerir­ hukukunda, erkek tarafından
ken, “Eğer ümmetime zorluk çı­ kadma peşin ödenen mehri ifa­
karacak olmasaydım her abdest de etmektedir.
475 mu'âmelât

mu'addel a. (J^o) [Ar.] Hadis bili­ de yer almıştır (Tirmizî,


minde, adalet ve zabt nitelikle­ “Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”,
rini taşıdığı, hadis rivayetinde 10). “Mukaddim” karşıtı.
güvenilir bir ravî olduğu bilinen
mu'allak a. (jL) [Ar.] Hadis bili­
kimse.
minde, senedinin kimin tarafin­
mu'âhât a. (oLJ>) [ < Ar. uhuvve] dan yazıldığmı belirten bölü­
Hz. Peygamber’in Medine’ye göç münde bir veya birkaç ravîsi be­
ettikten sonra şehrin ileri gelen­ lirtilmeyen ya da “küle fulân,
lerini bir araya getirerek sosyal zekera fulân, yurvâ, yüzker”
iletişim ve paylaşım konusunda gibi kapah ifadelerle rivayet edi­
kardeşlik duygusunun gelişmesi len hadisler.
yolunda attığı adımlar ve bunla-
mu'allak hadis a. bk. mu'allak
rm neticesinde elde edilen olum­
lu sonuçlar. mu'allel a. (jL) [Ar.] Hadis bili­
minde, senedinin veya metninin
mu'âhede a. (»jaGu) [Ar.mu'âhede]
özünde uzman olmayan kimse­
“Karşılıklı sözleşme, antlaşma,
lerce fark edilemeyen bir kusur
ahitleşme.” anlamındaki bu te­
ya da hata içeren hadisler. Bu
rim, Kur’ân-ı Kerîm’de gerek
tür hadisler, özünde gizli bir illet
Allah’a gerekse insanların bir­
(sakatlık, kusur) bulunmasmdan
birlerine karşılıklı olarak verdi­
dolayı kusurludur.
ği söze sadık kalmması konu­
sunda öğütler verilmiş; ahdine mu'allil a. (JL) [Ar.] Hadis bili­
sadık kalanlar mükâfatla müjde- minde, hadisin illetli olduğunu
lenmiştir (bk. “A’râf suresi” (7 / söyleyen ve illeti tespit eden
23), “Mü’minûn suresi” (23 / 8), âlim.
“Fetih suresi” (48 / 10), “Nahl mu'allel hadis a. bk. mu'allel
suresi” (16 / 95).
mu'allim a. (jlu) [Ar.] Hac rehberi
mu'âhedename a. (uİİjaLu) [< veya delîl (bk. bu madde).
Ar.mu'âhede + F. nâme] bk.
ahid-nâme mu'âmelât a. biLLu) [Ar.] fık.
Sözlük anlamı, “alış veriş yap­
Mu'ahhir a. (jl>) [Ar.] Sözlük an­ mak.” olan bu terim, insanlar
lamı “Sonraya kalan.” olan bu arası ilişkilerde ticaret, kira, şir­
söz, Kur’ân-ı Kerîm’de “Geriye ketler, hibe, evlilik, miras, vekâ­
bırakan.” anlammda “esmâ'ü’l- let, kefalet, vasiyet gibi hukukî
hüsnâ”dan olup Allah’a nispet işlemleri düzenleyen kuralların
edilmektedir. Allah’ın doksan tamamı için kullanılmıştır.
dokuz ismini veren İbn Mâce ve
Tirmizî rivayetlerindeki listede
mu'ânaka 476

mu'ânaka a. tek.) [Ar.] Müslü­ ruyucu olduğunu vurgulamıştır


man toplumlarda, sevgi ve say- (Tirmizî, “Da'avât”, 117).
gmın bir ifadesi olarak kucak­
mu'avvizetân a. (jt^) [Ar.] bk.
laşma eylemini ifade eden bu te­
mu'avvizeteyn
rim, “âdâb-ı mu'âşeret” kuralla-
rmdan biri olarak îslâm dünya- mu'avvizeteyıı a. (j^j^) [Ar.] (iki
smda Hz. Peygamber dönemin­ sığındırıcı sure) Kur’ân-ı
den beri yerleşmiş bulunmakta- Kerîm’de “Felak suresi” (113)
dır. ve “Nâs suresi” (114)nin birlikte
“koruyucu” olarak nitelenmesi
mu'âraza a. (<j>jGu) [Ar.] Kavga ve
ve zikredümesi için kullanılan
çekişme niteliği taşıyan müna­
terim. Hz. Peygamber, yakm
zara için kullanılan kelâm teri­
kimselerden birinin göz değme­
mi.
sine uğraması veya hastalanma­
mu'âsara a. (»j^Lu) [Ar.] Hadis sı durumunda bu iki surenin
biliminde, iki ravînin aynı çağda okunmasmı tavsiye etmiştir
yaşaması. (Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C.
11, s. 5109). Müfessirler, bu sözü
mu'attıla a. (dLu) [Ar.] Allah’m
çokluk sigasıyla yorumladıkları
zatını sıfatlarmdan armdırmaya
ve bunu üç çokluk üe nitelen­
çalışan, daha çok dünyevî görüş­
dirdikleri için bu iki sureye
lere sahip kimseler. Bunlara
“Kulhuve’allahu ahad” suresi­
sonradan “ehl-i ta'tîl” terimi de
ni de eklemişlerdir. Nitekim
kullanılmıştır.
Kur’ân-ı Kerîm bu üç sure ile
mu'avvizât a. (olj>u) [Ar.] Kur’ân- son bulmaktadır. Ayrıca müfes­
ı Kerîm’de “İhlâs suresi” (112), sirler bu konuda Hz. Âişe’nin şu
“Felak suresi” (113) ve “Nâs rivayetini delil olarak almışlar­
suresi” (114)nin üçünün bir dır: “Peygamber (S) her gece ya­
arada zikredilmesi ve koruyucu tağına geldiği zaman iki elini bir­
olarak nitelenmesi dolayısıyla leştirir, sonra bunlara nefes
kullanılan terim. “İhlâs suresi”, ederdi. Şöyle ki iki eline ‘Kul
Allah’ı anlatmaktadır; öteki iki huve’allahu ahad’, Kul e’ûzu
sure ise yaratıklarm, karanlık bi-Rabbi’l-felâk’ ve Kul e’ûzu
gecelerin, büyücülerin ve vesve­ bi-Rabbi’n-nâs’ surelerini okur
se içinde olan cin ve insanlar­ (ellerine nefes eder), sonra bun­
dan Allah’a sığınmaları öğüt- larla vücudundan yetişebildiği
lenmektedir. Hz. Peygamber, yerlere sıvazlardı...” (Sahîh-i
sabah ve akşam olunca bu üç Buhârî ve Tercemesi, C. 11, s.
sureyi okunayı tavsiye etmiş; 5109)
bunlarm her kötülüğe kaşı ko­
477 mu'dil

mu'âyede a. ( »jjLu) [< Ar. lyd] göğe doğru seyahat ettirilerek


Bayramlaşma. kendisine geçmiş ve geleceğe ait
bazı bilgilerin veridiği yüce ma­
mu'azzib s. Çiu) [Ar.] “Suçluları
kama, yani Allah katma yüksel­
veya günah işleyenleri cezalandı­
me olayı; Hz. Musa’nm asasııun
ran, acı çektiren.” anlammda Al­
yılana dönüşmesi olayı; Hz. İb­
lah’m sıfatı olarak kullanılan bu
rahim’in kâfirlerce ateşe atılma­
terim, Kur’ân-ı Kerîm’de teklik
sı ve ateşte yanmaması olayı;
ve çokluk biçimiyle dört yerde
Hz. İsa’ıun beşikte konuşması
geçmektedir (“A’râf suresi” (7 /
olayı gibi pek çok hadise buna
164; “Enfâl suresi” (8 / 33; “İsrâ
örnek gösterilmektedir.
suresi” (17 /15 ve 58).
mu'cizâtü’n-nebî a. (^l oM
mubâh a. (;-M [< Ar. bevh] fık.
tas. ed. Tasavvuf! edebiyatta mu­
İslâm hukukunda, dinî yüküm­
tasavvıf şairlerin Hz. Peygam-
lülükler konusunda mükellefi
ber’in mucizelerini ve faziletle­
bazı fiilleri yapıp yapmamakta
rini şürleştiren eserler için kul-
özgür bırakan anlayış, davranış
landıklan ad.
veya eylemler için kullanılan te­
rim. mu'dal a. (J^u) [Ar.] Hadis bili­
minde, senedinde arka arkaya
mu'cem a. (^) [Ar.] Hadis bili­
iki ravî bulunan hadis.
minde, hadis konusunu
ravîlerin adlarma göre alfabetik mu'dal hadis a. bk. mu'dal
olarak sıralayan eserlere verilen
mudârabe a. (^Li.) [Ar.] fik. İs­
ortak ad.
lâm hukukunda, bir ticarî şirke­
mu'cize a. (»>ju) [Ar.] Peygamber­ tin oluşturulabilmesi için bir ta­
lik iddiasında bulunan kimsele­ rafın sermaye, bir başka tarafin
rin, bu yoldaki gücünü kanıtla­ emek ve çahşma ile katkıda bu­
mak için Allah’m yaratıcı gücü lunması işlemi için kullanılan
sayesinde ortaya koyduğu ola­ terim. Bu usule göre taraflarm
ğanüstü hadise. Kur’ân-ı vekâlet verme, vekil olma ehli­
Kerîm’de “mu'cize” olarak de­ yetini haiz olması, emek ve ser­
ğerlendirilebilecek pek çok olay mayenin şirket olabilmeye elve-
zikredilmektedir. Söz gelişi, Hz. rişli bulunması ve elde edilecek
Muhammmed’in Kâbe’de bulu­ kârm nasıl taksim edileceğinin
nan “Mescid-i Harâm”dan Ku­ önceden belirlenmesi gerekmek­
düs’te bulunan ve Müslümanla- tedir.
nn ilk kıblesi ve de kutsal sayı­
mu'dil a. (J^) [Ar.] Hadis bili­
lan “Mescid-i Aksâ”ya yapılan
minde, senet veya metninde an-
manevî yolculuğu, oradan da
mudrec 478

laşılması veya açıklanması güç lar yoluyla bilinemeyen varlık


olan ifadeler. ve olaylar için kullanılan terim,
bilinmezler.
mudrec a. (^a») [Ar.] Hadis bili­
minde, senet veya metnine as- § tam. mugayyebât-ı hams
İmda bulunmayan söz veya söz ç.a. C^^k cLı«) (beş bilinmez)
öbekleri eklenmiş hadis. Kur’ân-ı Kerîm’in “Lokman
mufaddıla a. GLAin) [Ar.] “Üstün suresi” (31) nde bildirilen
tutanlar, tercih edenler.” anla­ beş bilinmez hadise: 1. Kıya­
mında kelâm terimi. Bu konuda metin kopacağı zaman. 2.
Hz. Ali’nin Hz. Peygamber tara- Anne karnında olanlar. 3. Ge­
fmdan vasi tayin edilmesi, bun­ leceğin ne olacağı. 4. Yağmu­
dan dolayı da onun halifeliğe en run yağacağı zaman. 5. Ecelin
lâyık kimse olduğuna inanan geleceği zaman.
cemaat için kullanılmıştır. Muğnî a. (^o) [< Ar. gmâ] Sözlük
mufassal a. (jlai») [Ar.] Kur’ân-ı anlamı “Zenginlik veren.” olan
Kerîm’de “Kâf suresi” (50) ile bu söz, Kur’ân-ı Kerîm’de “İn­
başlayıp “Nâs suresi” (114) ile sanlara mal ve mülk veren.” an­
sona eren kısa sureler. Bu sure­ lammda “esmâ'ü’l-hüsnâ”dan
ler de kendi aralarmda üçe ay­ olup Allah’a nispet edilmektedir.
rılmıştır: “Hucurât suresi” (49) Bu isim, Allah’ın doksan dokuz
inden “Burûc suresi” (85) ne ismini veren İbn Mâce üstesinde
kadar olan otuz altı sureye bulunmazken Tirmizî rivayetle­
“tıval-ı mufassal”, “Burûc su­ rindeki listede de yer almıştır
resi” (85)nden “Leyi suresi” (Tirmizî, “Da'avât”, 82).
(85) ne kadar olan yedi sureye muhabbet a. (oj») [< Ar. hubb] 1.
“evsat-ı mufassal”, “Leyi sure­ “Sevgi” anlamındaki bu söz, dinî
si” (85)nden “Nâs suresi” (114) hayatın temel ve aslî değeri ve
ne kadar olan yirmi iki sureye unsuru olarak kabul edilen bir
de “kısar-ı mufassal” adı veril­ terim olmuştur. Kur’ân-ı
miştir. Kerîm’in “Tâhâ suresi” (20)nin
mugalata a. (41Lu) [Ar.] Vesvese 39. ayetinde geçen bu söz, hem
gücünün duyularla algılanan bir Aüah’a hem de insanlara nispet
şeye dayanarak duyular ötesi edilerek hadislerde de çokça
konusunda hüküm verme anla­ zikredilmiştir (bk. Wensinck. el-
mmda kelâm terimi. Mu'cem, “hbb” maddesi). 2. tas.
Tasavvuf inancında “muhab­
mugayyebât ç.a. (oLû) [Ar.
bet”, manevî bir hâl olarak be­
mugayyeb’in ç. b.] Akıl ve duyu­
nimsenmiş ve bunun üç özelüği
479 muhâfazakâr

ifade edilmiştir. Birincisi, halkın okutma işini yaparken önce ab-


muhabbeti, İkincisi hakikat ehli dest alarak mecliste başköşeye
dürüst insanların muhabbeti, oturması, Kur’ân-ı Kerîm’in
üçüncüsü ise ariflerin ve velile­ okunmasından sonra besmele,
rin muhabbetidir. hamdele, salâtü selâm getirerek
söze başlaması ve dua okuyarak
muhabbetullah a. (<UI j [Ar.]
rivayete girmesi, dersin sonun­
tas. Tasavvuf inancında Allah
da da yine dua ve hamdele ile
sevgisi.
dersi bitirmesi, hadisleri anlaşı­
muhâcir a. (^l^) [< Ar. hicret] (ç. lır bir dille açıklaması ve düz­
b. muhâcirîn) 1. Mekke’den gün telaffuza özen göstermesi.
Medine’ye göç eden sahabe. Her “muhaddis”, “ravî” (bk. bu
Kur’ân-ı Kerîm’de “muhâcir”- madde) olarak kabul edilmiş ve
lerden iki ayette, “Âl-i İmrân “şeyh” (bk. bu madde) olarak da
suresi” (3 / 195) ile “Tevbe su­ anılmıştır; eşanlamhsı: “hâkim,
resi” (9 / 20) nde söz edilmiş hüccet, hâûz, imâm” (bk. bu
olup onlardan hayırla yad edü- maddeler).
mektedir. 2. Mekke’den Habeşis­
muhadram CL. (^*AAn) [Ar.] (ç. b.
tan’a göç eden sahabe için kul­
muhadramûn) bk. muhad-
lanılan terim.
ramûn
muhâcirîn a. (j^LpO [Ar.
muhadramûn a. t,»^) [Ar.
muhâcir’in ç. b.] bk. muhâcir
muhadram’ın ç. &.] Arap yarı­
muhâdara a. (^k.) [Ar.] tas. madasında “Câhiliyye” (bk. bu
Tasavvuf yoluna gönül vermiş madde) döneminde ve İslâmi­
sufînin kalbinin Allah’m huzu­ yet’in ilk çıkış yıllarında yaşa-
runda bulunması durumu. Bu masma karşın Hz. Peygamberi
durum, İlâhî ve manevî âlemin Allah’m elçisi olarak kabul et­
kapalılığının ortadan kalkması meyen kimseler.
veya “ilmeT-yakîn” (bk. bu
madde) derecesi olarak da nite­ muhâfazakâr a (jK «kik.) [< Ar.
lenmiştir. muhâfaza + F. kâr] İslâmî lite­
ratürde, dinî inanç ve davranış­
muhaddis a. CA^) [Ar.] Hadis
lar ile eylemlere sıkı sıkıya bağh
biliminde, hadis bilgi ve yetene­
olan, bu konularda taviz verme­
ğine sahip uzman kişi ve topla­
yen, inançlara ve ortak değerle­
dığı hadisleri rivayet etmekle
re saygılı olan, millî ve manevî
uğraşan kimse. İyi yetişmiş bir
değerlerin yok olmasını isteme­
“muhaddis”in şu meziyetlere
yen, çağın ve bilimin getirdiği
sahip olması aranmıştır: Hadis
yenilikleri inkâr etmeyen, doğ-
muhâkale 480

ru, dürüst ve prensip sahibi vasfı şöyle ifade edilmektedir:


kimseler. “O (Allah) ’nun benzeri yoktur; O
her şeyi işitendir, görendir.”
muhâkale a. (dik.) [Ar.] Hadis
(“Şûra suresi” (42 /11).
bilimi çerçevesinde hadislerde
yasaklanan bir akit veya söz­ Muhammedi s. (^^) [< Ar. Mu­
leşme türü. hammed + -î] Hz. Muhammed
ümmeti veya Müslüman olan
muhakkak a. (jL.) [Ar.] İslâm hat
kimse için kullanılan terim.
sanatında “sülüs” (bk. bu mad­
de) kalemi kalınlığında, harf çu­ Muhammediyye a. (-üa^) [Ar.] Hz.
kurları düz ve geniş ve de Muhammed’in hayatı ve kişili­
“aklâm-ı sitte” (altı çeşit yazı) ğini anlatan eserlerin ortak adı
(bk. bu madde) den biri olan ya­ ve bu konuda kullanılan terim.
zı tarzı.
Muhammediyyûn ç. &' (ûj^*^5^) [Ar.
muhâl a. (Jk.) [Ar.] Yokluğu tabiî muhammedî’nin ç. b.] Hz. Mu­
olarak karşılanan ya da konu­ hammed ümmetinden olanlar,
nun özü bakımından yokluğunu Müslümanlar.
gerektiren anlammda kelâm te­
Muhammed suresi a.
rimi.
ju.jk«) [< Ar. “Sûretü Muham­
muhâle'a a. (ülk.) [Ar.] fik. İslâm med” (jk« sjj^)] Kur'ân-ı
hukukunda, karı ile kocanm Kerîm’in kırk yedinci, iniş sıra-
karşılıklı anlaşması neticesinde sma göre doksan beşinci suresi
evliliklerine son verilmesi konu­ olup “Hadîd suresi” (57)nden
su. sonra Medine’de döneminde na­
zil olmuştur ve otuz sekiz ayet­
muhâlefet a. (oilk») [Ar.] Hadis
ten meydana gelmektedir. Adını
biliminde, zayıf ravînin güveni­
Hz. Peygamber’in adından al­
lir ravîye göre veya güvenilir
maktadır. Surenin özünde, sava-
sayılan bir ravînin kendisinden
şm toplum için bir felâket oldu­
daha güvenilir ravîye karşı ay­
ğu ve barış içinde yaşamanın en
kırı rivayette bulunması.
erdemli ortam olduğu ifade
muhâlefetün li’l-havâdis a. edildikten sonra, Allah’a itaat
UjIjJJ <ü(i«) [Ar.] Allah’ın ev­ edenler ile etmeyenlerin durum-
rende yaratmış olduğu mahluk­ lan karşılaştırılmaktadır. Hz.
lara benzemediğini ifade eden Peygamber’in “Muhammed su-
ve O’nun “selbî” (bk. bu madde) resi”nin tefsiri için bk. Sahîh-i
sıfatlarından biri olan terim. Buhârî ve Terce-mesi, C. 10, s.
Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın bu 4758-4762.
481 muhayyelât

muhammire a. Gj»^) [Ar.] Dinî günde, Hz. Hüseyin üe aüe fert­


inançlarının bir sembolü olarak lerinin Kerbelâ’da şehit edilmesi
kırmızı elbise giyerek dolaşan ve (10 Muharrem 61 /10 Ekim 680)
değişik coğrafyalarda aşırı dinî ve bundan dolayı da bu günün
faaliyetleriyle ve farklı isimle­ “âşûrâ” (bk. bu madde) günü
riyle tanman bir fırka için kul­ olması bu aym kudsiyetini bir
lanılan ad, bk. gâliyye kat daha arttırmaktadır. Ayrıca
Hz. Peygamber, bir hadisinde,
muhammise a. (<JL») [Ar.] Hz.
bu ayı “Allah’m ayı” olarak ni­
Peygamber ailesinden Hz. Mu­
telemesi ve ramazandan sonra
hammed, Hz. Ali, Fâtıma, Haşan
tutulacak en fazüetli orucun bu
ve Hüseyin için ulûhiyet merte­
ayda olduğunu vurgulaması
besi veren aşırı din fırkası için
(Müslim, “sıyâm”, 202-203) dik­
kullanılan ad.
kate değer niteliktedir.
muharref a. (u^) Wr-1 Hadis
muharremât ç.a. (oL^) [Ar.] fik.
biliminde, senedi veya metni
1. İslâm hukukunda, evlenümesi
üzerinde oynanmış veya deği­
haram olan kadmlar. 2. Şerî hu­
şiklik yapılmış ya da metnin ha­
kuka göre yapüması yasak ve
rekeleri üzerinde değişiklikler
haram küınan işler veya davra­
söz konusu olmuş hadisler, bk.
nışlar.
musahhaf
muharremiyye a. (4>j»-«) [Ar.] tas.
muharref din a. Allah tarafindan
ed. İslâmî Türk edebiyatmda Hz.
peygamberler aracılığı ile bildi­
Hüseyin üe aüe fertlerinin
rilmesine, İlâhî vahye dayan­
Kerbelâ’da şehit edilmesi (10
makla birlikte insanların elinde
Muharrem 61 / 10 Ekim 680)
değişikliğe uyrayan ve bozulan,
olaymı anlatan mersiyeler üe
yani orijinalitesini kaybetmiş
bunlarm bestelenmiş biçimin­
dinler. Bu dinlere, Yahudüik ve
deki eserler için kuüanüan ortak
Hristiyanlık örnek olarak göste­
ad.
rilmektedir.
muharremname a. («ub 4^) ^
muharref hadis a. bk muharref
muharrem + F. nâme] bk.
muharrem a. (e4=>-) [Ar.] “Yasakla­ muharremiyye
nan, haram kılınan veya kutsal
muhayyelât a. (c^) [Ar.] Doğru
sayılan.” anlamına gelen ve Hic­
olsun veya olmasın, insanda hu­
rî takvimin ilk ayı için kullanı­
zur ve mutluluk ya da sevinç
lan ad. İslâmî inançta “haram
veya nefret uyandıran fikirler
aylar” (bk. bu madde) arasmda
için kuüanüan kelâm terimi.
zikredilen bu ay içinde, onuncu
muhayyerlik 482

muhayyerlik a. fık. Ticarî bir alış hâlde sufîliğe ve tasavvuf gele­


verişte tarafların kendi anlaş­ neğine yakınlık duyan veya ya­
maları üzerine veya akdin ken­ km davranan kimseler.
disinden kaynaklanan sebeple
muhit a. (kx«) [Ar.] Kur’ân-ı
bazı akitlerin bağlayıcı olmayıp
Kerîm’de Allah’a nispet edilen
taraflardan birisine seçme hak­
bir isimdir. “O her şeyi kuşatan
kının verilmesi.
ve koruyan.” anlamıyla hem
muhâzât a. ULM [Ar.] fık. İslâm “Nisa suresi” (4 / 126) hem de
inancmda, cemaatle namaz kılı­ “Fussilet suresi” (41 / 54) nde
nırken aynı hizada saf tutmak geçen bu söz, aynı zamanda “bi­
için kullanılan fıkıh terimi. len” anlammda sekiz ayette kul­
lanılmıştır (M.F. Abdülbâkî, el-
§ tam. muhâzât-ı nisa a. GL; Mu'cem, “htv” maddesi). Bu isim
ûljke) Cemaatle namaz kılı­ İbn Mâce ve Tirmizî’nin liste­
nırken kadının erkeklerle sinde bulunmamakla beraber
aynı hizada veya aynı safta İbn Hacer’in Kur’ân-ı
durmak ya da erkeklerin Kerîm’den derlediği isimler üs­
önünde saf tutmak için kul­ tesinde yer almaktadır.
lanılan fıkıh terimi.
muhkem a. (e^) [Ar.] 1. Ayet ve
muhdesûn ç. a. (^^] [Ar.] Arap hadisler üzerinde herhangi bir
edebiyatında, şiirleri gramer ve şüpheye yer vermeyen sağlam
sözlük biliminde şevahid (tanık) metinler. Kur’ân’m “muhkem”
olarak kabul edilmeyen şairler olması, “Âl-i İmrân suresi”
topluluğu. Bunlar “müvelledûn” (3)nin yedinci ayetinde ve “Hûd
olarak da anılmışlardır. suresi” (ll)nin ilk ayetinde,
muhdis (I) a. Uiw) [Ar.] “Yaratan, özellikle vurgulanmaktadır. Öte
icat eden.” anlammda Allah’ın yanda İslâm bilginleri,
sıfatı. Kur’ân’m iman edilip amel edi­
len ayetlerinin tamammm
muhdis (II) a. (oa^) [Ar.] fik. İslâ­ “muhkem” olduğu konusunda
mî inanca göre, namaz abdesti fikir birliği içinde olmuşlardır.
olmayan veya abdesti bozulmuş
2. fık. Fıkıh literatüründe açık ve
olan kimse. Bu durumda olan
sağlam lafızlar veya ifadeler için
kimselerin namaz kılması ve kullanılan terim.
Kâbe’yi tavaf etmesi uygun bu­
lunmamıştır. muhkem hadis a. Hadis biliminde,
her türlü şüpheden ve çelişme­
muhih a. (^4 [Ar.] tas. Tasavvuf
den uzak, sağlam olan ve onlarla
ehli arasmda sayılmadıkları amel edilen hadisler.
483 muhtasar

muhlis s. (yJi.) [Ar.] İslâm inan- rindeki listede de yer almaktadır


cma göre, iman ve ibadetinde (Tirmizî, “Da'avât”, 82)
samimi olan, Allah’a şirk ve kü­
muhsin s. (>«) [Ar.] Sözlük an­
fürden kaçman, nifak ve riya­
lamı, “İyilik eden, iyi ameller iş­
dan uzak duran, dinî yükümlü­ leyen, yaptığını iyi yapan.” olan
lüklerini Allah rızası için yerine bu terim, Kur’ân-ı Kerîm’de
getiren, davranışlarmda ve ey­ namazını doğru kılan, zekâtları­
lemlerinde özüyle sözüyle bir ve nı veren, ahrete iman eden kim­
dosdoğru olan kimselerin vasfı. seler için kullanılmıştır (“Lok­
muhric a. (&>^) [Ar.] “Bir şeyi man suresi” (31 / 2-5). Ayrıca
ortaya çıkaran, oluşturan veya “Bakara suresi” (2)nin 112 ve
yaratan.” anlamında Allah’m sı­ 195. ayetlerinde, “Nisâ suresi”
fatı olarak Kur'ân-ı Kerîm’de üç (4)nin 125. ayetlerinde bu kim­
ayette geçmektedir [“Bakara seler çok övülmüştür.
suresi” (2 / 72); “En'âm suresi” muhtâl a. (JtL.) [Ar.] “Kendini
(6 / 95); “Tevbe suresi” (9 / 64). beğenmiş, kibirlenen.” anlamın­
Bunlara göre yüce Allah, bir var­ da Kur’ân-ı Kerîm’de “fahûr”
lıktan başka bir varlık yaratan, (bk. bu madde) sözü ile birlikte
gizli şeyleri ortaya çıkaran, ol­ kullanılan bu terim, üç ayette
mayan bir nesneyi ya da bitkiyi geçmektedir (“Nisâ suresi” (4 /
yaratan bir vasfa sahiptir. 36), (“Lokman suresi” (31 / 18)
ve (“Hadîd suresi” (57 / 23).
muhrim s. (^) [Ar.] İslâm inan-
cma göre, hac veya umre ibade­ muhtâr a. (jtL>) [< Ar.hayr] (ç. b.
tini yapmak üzere “ihram” (bk. muhtârân) “Seçilmiş olan, seç­
bu madde) a giren ve belli bir kin.” anlammda Hz. Muham-
süre orada kalan mümin. med.
muhsan a. (j^^J [Ar.] fik. Müs­ § tam. muhtâr-ı hakk s. (,>.
lüman olup hür ve ergenlik ça­ jtk») Hz. Muhammed.
ğma ulaşarak yasal evlilik yap­
mış olan kimse. muhtasar a (y^d [Ar.] “Bir ese­
rin veya konunun özet olarak kı­
Muhsî a. Ç^^) [Ar.] Sözlük anla­ saltılmış biçimi.” anlamındaki bu
mı “Sayarak ayrıntılarıyla tespit söz, tefsir, hadis, fıkıh, kelâm
eden.” olan bu söz, “Her şeyi bü­ gibi bilim dallarmda kaleme
tün ayrıntılarıyla bilen.” anla­ almmış önemli ve çok tanman
mıyla “esmâ'ü’l-hüsnâ”dan eserlerin kısaltılmış biçimleri
olup Allah’a nispet edümektedir. için kullanılan ortak terim.
Allah’ın doksan dokuz ismini
veren sadece Tirmizî rivayetle­
muhtazar 484

muhtazar a. (j.^.) [Ar.] İslâm İbn Mâce, “Du’â”, 10). “mümît”


inancma göre ölmek üzere olan, (bk. bu madde) in karşıtı.
ölümü yaklaşmış veya ölüm hâ­
muhyi’l-mevtâ a. (t^ı^) [Ar.]
linde olan kimse.
Ölüleri yeniden dirilten, anla­
muhtedî a. (^) [Ar.] tas. Hida­ mında Allah’ın sıfatıdır.
yete eren kimse.
muhzî’l-kâfirîn s. (j^ISJI ^3^)
muhtekir a. (j&a^) [Ar.] fik. Haksız [Ar.] “Rezil rüsva eden, utandı­
kazanç elde eden, yolsuzluk ya­ ran.” anlammda Allah’m sıfatı
pan kimse. olan bu terim, Kur’ân-ı
muhtelak hadis a. bk. mevzu ha­ Kerîm’de “Tevbe suresi” (9)nin
dis ikinci ayetinde geçmektedir.
Mu'îd a. (jju) [Ar.] Sözlük anlamı
muhtelifün fîh a. (<u Jtü-) [Ar.]
“Güvenliği sağlayan.” olan bu
Hadis biliminde, güvenilirliği
söz, “esmâ’ü’l-hüsnâ” (Allah'ın
konusunda tartışmalı olan ravî
güzel isimleriydin olup “Ölüm­
veya hadis.
den sonra diriltecek.” anlammda
muhtelifü’l-hadîs a. (iüjJi ahL.) Allah’a nispet edilmektedir.
[Ar.] Hadis biliminde, birbirine “Mu'îd” adı, Allah’m doksan do­
zıt gibi görünen hadisleri ince­ kuz ismini veren İbn Mâce ve
leme konusu içine alan bilim da­ Tirmizî rivayetlerindeki listede
lı. bk. müşkilü’l-hadîs de yer almıştır (Tirmizî,
muhtelit a. C-J^ ■) [Ar.] Hadis bili­ “Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”,
minde, yaşlılık veya hastalıktan 10).
dolayı rivayet ettiği hadisleri ka­ Mu'iz a. (>) [Ar.] Sözlük anlamı
rıştıran ravîler. “Aziz ve kutsal kılan.” olan bu
Muhyî a. (lX^>) [< Ar. hayy] Sözlük söz, “esmâ’ü’l-hüsnâ” (Allah’ın
anlamı “Yaşatan, dirilten.” olan güzel isimleriydin olup “Dilediği
bu söz, “esmâ’ü’l-hüsnâ” (Al­ kimseyi yücelten, değerli kılan.”
lah’ın güzel isimleriydin olup anlamında Allah’a nispet edil­
“Varlıklara hayat veren, can ve­ mektedir. Bu isim, Kur’ân-ı
ren.” anlamında olup Allah’a Kerîm’de geçmemekle beraber,
nispet edilmektedir. “Muhyî” aynı kökten gelen “aziz” ve tü­
adı, Allah’ın doksan dokuz ismi­ revlerinden hareketle “esmâ’
ni veren İbn Mâce ve Tirmizî ri­ ü’l-hüsnâ” arasında zikredildiği
vayetlerindeki listede de yer al­ kaynaklarda belirtilmektedir.
mıştır (Tirmizî, “Da'avât”, 82; mukâbele a. (<L11>) [Ar.] 1. Toplu
şekilde Kur’ân-ı Kerîm okuma-
485 mukarrep

larında birinin sesli olarak oku­ sahabe veya İslâm büyüklerine


duğu ayetleri onun önünde baş­ ait olduğu bilinen eşyalar. Bu
kalarının takip etmesi ve bu yol­ emanetler, Yavuz Sultan Se-
la Kiır’ân’nın hatminin tamam­ lim’in Mısır seferi ile toplanma­
lanması işi; eşanlamlısı “arza” ya ve İstanbul’a getirilmeye baş­
(bk. bu madde). 2. Hadis bili­ lanmıştır. Bugün bu değerli eş­
minde, hocanın yazdığı hadisleri yalar, Topkapı Sarayı’mda “Mu­
öğrencilerin temize çekerek kar­ kaddes Emanetler Dairesi” adı
şılaştırma yapması işi. verilen ayrı bir bölümde 605
parça olarak muhafaza edilmek­
mukabele kaydı a. Yazma eserle­
tedir.
rin kaleme alınma geleneğinde
temize çekilen veya baştan sona Mukaddim a. (^i.) [Ar.] Sözlük
yazıldıktan sonra kontrol edildi­ anlamı “Öne geçiren veya alan.”
ğini ifade eden ve genellikle de olan bu söz, “esmâ’ü’l-hüsnâ”
eserin sonundaki “ketebe kay­ (Allah’ın güzel isimleri)dan olup
dı” (bk. bu madde) devamına “Dilediği şeyi öne alan, öncelik
veya onun “der-kenar”ma ekle­ veren.” anlammda Allah’a nispet
nen ibare. edilmektedir. Bu isim, Allah’ın
doksan dokuz ismini veren sa­
mukâbele bi’l-misl a. (JUL <L(L)
dece Tirmizî rivayetlerindeki lis­
[Ar.] fık. İslâm hukukunda, bir
tede yer almıştır (Tirmizî,
davranışa aynıyla veya benzer
“Da'avât”, 82).
tarza karşılk verme.
mukarrebîn / mukarrebûn a.
mukadder s. (jk) [Ar.] Alında
(â*^ I ^^ Wr mukarreb’in
yazılmış bulunan, kaderde olan.
ç. b.] Melekler ve insanlar ara­
mukadderât ç.a. (oj^) [Ar. mu- sında Allah’a en yakın olanlar
kadder’in ç. h] Yazgı, alınyazısı, için kullanılan terim. Allah’a en
kader. yakm olanlar, arşın en yüksek
mukaddes s. (^Ll) [Ar.] Kutsal, mertebesinde bulunan melekler,
tertemiz, ayıplardan ve noksan­ Cebraü, İsrafil, Mikâil, Azrail ile
lardan armmış. peygamberler ve salih mümin­
lerdir.
mukaddesât ç.a bLk) [Ar. mu-
kaddes’in ç. b.] Kutsal sayılan mukarrebûn melekler a. bk.
her türlü inanç ve davranışlar. mukarrebîn / mukarrebûn

mukaddes emanetler a. Başta Hz. mukarrep, -bi a. Ç>) [< Ar.


Peygamber olmak üzere öteki kurb] “Yakınlık’ anlammdaki
peygamberler ile dört hailfe ve bu terim, zaman ve mekân, ne-
mukassimât 486

sep, itibar, güç bakımından kul­ ferîlere göre, 45 km ve daha faz­


lanılmaktadır. la uzaklıkta on günden fazla ka­
lanlar için kullanılmıştır.
mukassimât ç.a. (oilh) [Ar. mu-
kassim’in ç. b.] Rızık verme, do­ Mukît a. (cui.) [Ar.] Sözlük anlamı
ğum, ölüm gibi konularda Al­ “Vücudun ve ruhun gıdasını ve­
lah’m buyruklarını yerine geti­ ren, gücüyetip koruyan.” olan bu
ren melekler (Zâriyât suresi, söz, “esmâ’ü’l-hüsnâ” (Allah’ın
51/4). güzel isimleri)dan olup “Her şeye
gücü yeten.” anlamında Allah’a
mukâvele a. (üjLU) [Ar.] Hadis bi­
nispet edilmektedir. Kur’ân-ı
liminde, şeyhin meclisinde hadis
Kerîm’de “Nisa suresi” (4)nin
rivayetinde bulunmamış da olsa
85. ayetinde geçmektedir. Bu
sohbet, konuşma veya vaaz sıra­
isim, Bu isim, Allah’ın doksan
sında hadis işitme veya alma işi.
dokuz ismini veren sadece
mukâyaza a. (Uulı.) [Ar.] fik. Söz­ Tirmizî rivayetlerindeki listede
lük anlamı, “Değişmek, değiştir­ yer almıştır (Tirmizî, “Da'avât”,
mek.” olan bu terim, İslâm hu­ 82). Bu terim, “Vücudun ve ruhun
kukunda bir malın başka bir gıdasını veren, gücü yetip koru­
mal ile değiş tokuş, yani trampa yan.” anlamıyla Allah’m fiilî sı­
edilmesi anlammda kullanılmış­ fatlan arasında, “Her şeye gücü
tır. yeten.” anlamı ile zatî-subutî sı­
mukayyed su a. bk. mâ-ı fatları arasmda zikredilmekte­
mukayyed dir.

mukıll ç.a. (Ji.) [Ar.] (ç. b. Muksıt a. (ki«) [Ar.] Sözlük anla­
mukıllûn) bk. mukıllûn mı “Adaletli davranan, adaletli.”
olan bu söz, “esmâ’ü’l-hüsnâ”
mukıllûn ç.a. tJi) [Ar. mukıll’in (Allah’ın güzel isimleri)dan olup
ç. b.] Hadis biliminde, az sayıda sözlük anlammda Allah’a nispet
veya binden az hadis rivayet edilmektedir. Bu isim, Kur’ân-ı
eden sahabîler. Kerîm’de doğrudan geçmemek­
mukîm a. (^aA [Ar.] fik. İslâm hu­ le birlikte, müfessirler “Âl-i
kukunda, asıl vatanında ikamet İmrân suresi” (3)nin 18. aye­
eden kimse. Bu terim, Hanelile­ tinde geçen “kâ'imen bi’l-kıst"
re göre 90 km uzakta bir yere ibaresini Allah’a nispet etmişler
gidip orada on beş gün ve daha ve bundan dolayı da bu terim,
fazla kalanlar için, Şafiîlere gö­ “esmâ’ü’l-hüsnâ” arasmda zik­
re, gidiş ve geliş hariç dört gün redilmiştir. Nitekim, “Muksıt”
ve daha fazla kalanlar için, Ca- adı, Allah’m doksan dokuz ismi­
ni veren İbn Mâce ve Tirmizî ri-
487 munkalib

vayetlerindeki listede de yer al­ izleyen ümmet, yani Müslüman)


mıştır (Tirmizî, “Da'avât”, 82; ibaresi de yer almaktadır.
İbn Mâce, “Du’â”, 10). Bu terim,
muktesimîn ç.a. (jj^üo) [Ar.
Allah’ın kevnî-fiilî isim ve sıfat­
muktesim’in ç. b.] “Bölücüler,
ları arasında zikredilmektedir.
ayırımcılar.” anlammdaki bu te­
muktedî a. (^jü.) [Ar.] İslâmî iba­ rim, Kur’ân-ı Kerîm’in “Hicr
dette, cemaatle namaza duru­ suresi” (15)nin seksen doku­
lurken imama uyan mümin. zuncu ayetinde geçmektedir.
Burada sözü edilenler, yani bö­
Muktedir a. (jjii.) [Ar.] Sözlük an­
lücüler, Yahudî ve Hristiyan
lamı “Gücü yeten.” olan bu söz,
inancını benimsemiş olanlardır.
“esmâ’ü’l-hüsnâ” [Allah’ın güzel
Çünkü onlar, Kur’ân’da geçen
isimleri)dan olup “Her şeye gücü
Tevrat ve İncil ile ilgili hüküm­
yeten, kuvvetli.” anlamında Al­
leri doğru bulup benimsemişler,
lah’a nispet edilmektedir.
onlarm dışında yer alan hüküm­
Kur’ân-ı Kerîm’de dört ayette
leri batıl olarak nitelemişler;
(M.F. Abdülbâkî, el-Mu'cem,
böylece hem ayrımcılık hem de
“kdr” maddesi) geçmekte olan
bölücülük yapmışlardır. Bunlar
bu isim, Allah’ın doksan dokuz
Kureyşli müşrikler olarak göste­
ismini veren sadece Tirmizî ri­
rilmiştir.
vayetlerindeki listede yer almış­
tır (Tirmizî, “Da'avât”, 82). Bu te­ mûlûdiyye a. («ûoM) [Ar.] bk.
rim, “Her şeye gücü yeten.” an­ mevlidiyye
lamı ile zatî-subutî sıfatları ara-
mûm a. Ç^) [F.] tas. Mum Allah’ı
smda zikredilmektedir.
onun etrafında dönen kelebek
muktesıd a. (.u^u) [< Ar. kasd] de âşığı sembolize eder.
İslâmî inançta, ifrat ve tefritten,
mûm alayı a. Ramazanda teravih
yani aşırılıklardan sakman, orta
namazmdan sonra Ravza-i
yolda hareket eden, metevazi ve
Mutahhara (Hz. Muhammed’in
mutedil kimseler. Bu söz,
türbesi) çevresinde yapılan tö­
Kur’ân-ı Kerîm’de “Lokman
ren.
suresi” (31)nin otuz ikinci ayeti
ile “Fâtır suresi” (35)nin yine munfasıl a. (Mı.) [Ar.] Hadis
otuz ikinci ayetinde, “Doğru ve biliminde, senedinden iki veya
orta yolda hareket eden.” anla­ daha fazla ravî düşürülmüş ya
mmda geçmektedir. Ayrıca, da atlanmış hadis.
“Mâ'ide suresi” (5)nin altmış al- munkalib a. (Jü.) [Ar.] Hadis
tmcı ayetinde, “ümmetün biliminde, ravî tarafından bazı
muksidetün” (mutedil, orta yolu
musahhaf 488

sözleri değiştirilerek anlamı bo­ sin olarak yasaklanan ve haram


zulan hadis. kılman hayvanlar.
munkatı hadis a. Hadis biliminde, musaddık a. (jk^) [Ar.] 1. “Tasdik
senedinin başmdan veya so­ edici.” anlammda paeygamber
nundan bir ya da birden fazla ve müminlerin sıfatı olarak kul­
ravîsi düşen hadis. Bu tür hadis­ lanılan terim. Peygamberler,
lere zayıf veya merdud adı da kendilerinden önce gelen kitap­
verilmiştir. Bununla birlikte, bu ları ve peygamberleri doğrula­
tür hadis başka bir senetle yarak “musaddık” olarak nite­
uyumlu olur ve kopuk senette lenmişler (Bakara suresi, 2 /
düşen râvînin güvenilir olduğu 101; Âl-i İmrân suresi, 3 / 81);
belgelenirse “sahih hadis” ola­ müminler de din gününü
rak kabul edilir ve dinî hüküm­ (Me'âric suresi, 70 / 26) ve
ler için delil olarak kullanılabi­ Kur’ân’ı (Zümer suresi, 39 /13;
lir. Leyi suresi, 92 / 6) doğrulayarak
bu terim ile nitelenmişlerdir. 2.
murâbaha a. (<^J[Ar.] fik. İslâm İslâm devletlerinde, zekât işleri
hukukunda, bir malm ahş mali­ üe ilgili konularda görevli kimse
yeti üzerine belli bir miktar kâr için kullanılan terim.
eklenmesiyle güvence altma alı­
nan satış sözleşmesi. musâfaha a. G->il^) [Ar.] 1. Karşı­
lıklı saygıyla el ele vererek toka­
murâkabe a. (ul^1 [Ar.] tas. Söz­
laşma. 2. Hadis biliminde, çok
lük anlamı, “Derin düşünceye
tanınmış bir hadis musannifle­
dalma.” olan bu söz, Tasavvuf
rinden birinin rivayet ettiği ha­
inancında, sufînin dış dünyadan
disin senedindeki ravî sayısı ile
iç dünyasma dönmesi, nefsi ve
daha sonra aynı hadisi rivayet
kalbi üzerinde yoğunlaşması,
eden bir başka muhaddisin ri­
sonra da kendini bütünüyle Al­
vayetindeki ravî sayısının eşit
lah’a vererek derin düşüncelere olması durumu.
dalması, O’ndan başka her şeyi
unutması, bunun neticesinde de musâhare a. G^L^.) bk. sıhriyet
Allah’m gözetimi ve koruması musahhaf a. (jL^) [Ar.] Hadis
altmda olduğunun bilincine büiminde, birbirine benzeyen
varması anlammda kullanılan harfleri yanhş okuma veya ke­
terim. limelerdeki noktalarm değişme­
murdar a. (ji^) [Ar.] fik. İslâm si neticesinde yanlış nakledilen
inancına göre, besmele çekilme­ hadisler.
den kesilmiş veya kendiliğinden musahhaf hadis a. bk. musahhaf
ölmüş hayvanlar ve yenmesi ke­
489 Mûseviyye

musâlahaname a. (<.LJLu) [< (Allah'ın güzel isimleri)dan olup


Ar.musâlaha + K-nâme] bk. sözlük anlammda Allah’a nispet
ahid-nâme edilmektedir. Bu isim, Kur'ân-ı
Kerîm’de “tasvir” kavrammda,
musallâ a. (J-a.) [Ar.] 1. Namaz
kılmaya elverişli yer için kulla­ beş ayette Allah’a nispet edilmiş
nılan terim, namazgâh. 2. Cami (M.F. Abdülbâkî, el-Mu'cem,
avlusunda veya çevresinde ce­ “svr” maddesi) ve bundan dolayı
naze namazı kılmak için ayrılan da bu terim, “esmâ’ü’l-hüsnâ”
yer. arasında zikredilmiştir. Bu ko­
nuda çahşan İslâm bilginleri,
musallâ taşı a. Cami avlusunda Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’a nis­
veya çevresinde cenaze namazı pet edilen tasvir kavramlarının
kılmak için ayrılan yerde tabu­ insana yönelik olduğunun, yüce
tun üzerine konulan taşa verilen Rabb’m suret güzelliğini sadece
ad. Bu taş, camilerde genellikle insana verdiğini, onu en güzel
yönü kıbleye olan avluda; eğer
biçimde yarattığmı “Tîn suresi”
burası müsait değilse ya yan av­
(95 / 4) nde “lekad halekne’l-
luda ya da son cemaat yerinin
insâne fi ahseni takvim” diye­
önünde bulunan açık alanda yer
rek açıkça ifade etmektedir. Ni­
alır.
tekim, “Musavvir” adı, Allah’m
musallî a. (Jl«) [Ar.] İslâm inan­ doksan dokuz ismini veren İbn
cına göre, beş vakit namazı dü­ Mâce ve Tirmizî rivayetlerindeki
zenli kılmaya özen gösteren listede de yer almıştır (Tirmizî,
mümin. “Da'avât”, 82; îbn Mâce, “Du’â”,
musannef a. Li;^.) [Ar.] Hadis 10). Bu terim, Allah’m fiilî isim
biliminde, hadis rivayetlerini ve sıfatlan arasında zikredil­
konulanna göre tasnif ederek mektedir.
sıralama yapan eserler için kul­ Mûsevî / Mûsevîlik a. bk.
lanılan ortak ad. Yahudilik
musannif a. (uİLaû) [Ar.] Hadis Mûseviyye a. (<ıW) [Ar.]
biliminde, hadis rivayetlerini İsnâaşeriyye’nin yedinci imamı
konulanna göre tasnif ederek olan Mûsâ el-Kâzım (öl. 183 /
sıralama yapan muhaddisler 799) ın imametini benimseyen,
veya hadis bilginleri için kulla­ onun hâlâ hayatta olduğuna
nılan ortak ad. inanan ve kıyamet gününden
Musavvir a. (j^) [Ar.] Sözlük önce tekrar ortaya çıkacağmı
anlamı “Şekil ve özellik veren.” ileri süren bir fırkanın adı ve bu
olan bu söz, “esmâ’ü’l-hüsnâ” fırka için kullanılan terim.
mushaf 490

mushaf a. ç ^^-) [Ar.] Sözlük gönderilerek kıra'atin bu metne


anlamı “Bir araya getirilmiş ve göre yapılması buyurulmuş;
bağlanmış yazılı sayfalar toma­ bunların dışmdaki metinlerin
rı.” olan bu terim, Kur’ân-ı imha edilmesi istenmiştir. Nite­
Kerîm ayetlerinin iki sert kapak kim o dönemde tespit edilen ve
arasına yerleştirilmiş biçimi için kitap hâline getirilen Kur'ân,
kullanılmıştır. Bu terimin ortaya günümüze kadar tek harfi bile
çıkışı şöyle olmuştur: Kur'ân değişmeden korunarak ulaşa­
ayetlerinin Hz. Peygamber ha­ bilmiş tek İlâhî kitaptır.
yatta iken bir araya getirilerek
musî a. 1^^) [Ar.] (ç. b. mûsi'ûn)
kitap biçiminde düzenlendiğine
“Genişleten, alabildiğine yayan.”
dair kaynaklarda kesin bir bilgi
anlamında Allah’m sıfatı olarak
yoktur. Ancak O’nun ölümünden
kullanılan bu terim, Kur’ân-ı
sonra özellikle Yemame Savaşı
Kerîm’de hem teklik biçimiyle
sırasında Kur’ânh ezber bilen
hem de çokluk biçimiyle iki yer­
sahabî hafızların şehit düşmele­
de geçmektedir. “Zârfyât sure­
ri Hz. Ömer’i karamsarlığa itmiş,
si” (51)nin 47. ayetinde, Allah’m
kutsal kitabm unutulabileceği
gücü ve kudreti, “gökleri sürekli
düşüncesine kapılmıştır. Bu dü­
genişletme.” ifadesi ile anlatıl­
şüncesini Hz. Ebubekir’e açan
maktadır.
Ömer, Kur'ân’ın toplanarak ki­
tap hâline getirilmesi konusun­ musibet a. (oj^o) [Ar.] “İnsanın
da fikir birliğine varmışlardır. beklemediği bir anda başına ge­
Bu görev, o dönemde Kur'ân’ı len ve kendi iradesi dışında geli­
ezber olarak en iyi bilen saha­ şen olay ve durum.” için kullanı­
beden Zeyd b. Sabit’e verilmiştir. lan terim. Bu söz, Kur’ân-ı
Zeyd b. Sabit başkanlığında ve Kerîm’de pek çok yerde geç­
iki şahit eşliğinde başlatılan ça- mektedir (M.F. Abdülbâkî, el-
lışmalar ile surelerin ve ayetle­ Mu'cem, “svb” maddesi). Özellik­
rin tespiti ve de yazımı işine gi­ le “Tevbe suresi” (9)nin 50. aye­
rişilmiştir. Yapılan bu çalışmalar tinde “belâ, felâket” anlamında
neticesinde tespit edilen metin, kullanılmakta, “Tegabun sure­
Hz. Ebubekir’e teslim edilmiştir. si” (64)nin 11. ayetinde de mea-
İki kapak arasmda yazılmış bu len “Allah'ın izni olmayınca hiç­
metne “mushaf’ adı verilmiştir. bir musibet başa gelmez.” denil­
Hz. Osman’m halifeliği sırasında mekte, “Âl-i İmrân suresi”
da bu metin kitap olarak çoğal­ (3)nin 165. ayetinde ise mealen
tılmış; Mekke, Küfe, Basra, Şam, “Her musibetin insanın kendin­
Yemen ve Bahreyn emirliklerine den geldiği” şeklinde vurgulan­
makta, benzer bir ifade “Şurâ
491 Mu'tezile

suresi” (42) nde mealen “Başı­ peygambere ve ahret inancma


nıza gelen her musibet, kendi el­ inanmanın önemi üzerinde du­
lerinizle işleyip kazandığınız (gü­ rulmaktadır.
nahlar) yüzündendir.” (30. ayet)
mutasavvıf a. (Jj.au) [Ar.] tas.
biçiminde yer almaktadır. Ben­
Tasavvuf inancı doğrultusunda
zer anlamlar ve yorumlar çer­
sufîlik mertebesine ulaşan, bu
çevesinde bu terim, pek çok ha­
inanç doğrultusunda hayat tar­
dislerde de geçmektedir
zını şekillendiren ve bu yolda
(Wensinck, el-Mu'cem, “svb”
Allah’ın yakınlığını ve dostluğu­
maddesi).
nu kazanmaya çalışan kimseler,
muska a. [< Ar. “nüsha” sözünün ehl-i tasavvuf.
Türkçeleşmiş biçimi.] İçinde dinî
mutavvıf a. (Jju) [Ar.] “Tavaf etti­
ve büyüleyici bir gücün var ol­
ren.” anlamında, hac veya umre
duğuna inanılan ve taşıyanı ko­
ibadeti sırasında, bu kutsal gö­
ruduğu sanılan özel olarak ya­
revi yerine getirmek üzere Mek­
pılmış, ciltlenmiş veya teneke
ke ve Medine’ye, kutsal toprak­
kutuya konulmuş yazılı kâğıt
lara giden müminlere kılavuz­
için kullanılan terim, hamaylı.
luk eden, onlara ibadetin ilkele­
mut'a a. (<xu) [Ar.] bk. müt'a rini ve inceliklerini gösteren
kimseler. Bu anlamda “hac reh­
Mutaffîfîn suresi a. (^
beri, delil, muallim, şeyhü’l-
jjİL) [< Ar. “Sûretü’l-Mutaffifin
hac” (bk. bu maddeler) gibi te­
(jikjl sjj-)] Kur'ân-ı
rimler de kullanılmaktadır.
Kerîm’in seksen üçüncü, iniş sı-
rasma göre seksen altıncı suresi mu'tekif a. (J^O [Ar.] İtikâfa çe­
olup “Ankebût suresi” (29)nden kilmiş, bir cami veya ibadetha­
sonra ve “Bakara suresi” neye kapanarak kendini Allah’a
(2)nden önce Mekke döneminde ve ibadete adamış kimse.
nazil olmuştur ve otuz altı ayet­
Mu'tezile a. W>.) [Ar.] İslâm
ten meydana gelmektedir. Admı
inancı çerçevesinde, itikadî ko­
ilk ayette geçen ve “ölçüde tartı­
nuların veya sorunlarm çözümü
da hile yapanlar.” anlamma ge­
ve yorumlanması aşamasında
len “mutaffifîn” sözünden alır.
akla ve iradeye öncelik veren,
Özünde alış verişte, ölçüde tar­
aklın dışına çıkmayan itikadî ke­
tıda hile yapanlarm kmandığı ve
lâm mezhebi için kullanılan te­
bunların elbette cezasız kalma­
rim. Kurucusu Vâsıl b. Ata, ho­
yacağı, dürst, itaatkâr kimsele­
cası Haşan Basrî ile “büyük gü­
rin ahirette mutluluğa kavuşa­
nah” (bk. günâh) konusunda fi­
cağı anlatılan bu surede Allah’a,
kir ayrılığma düşmüş ve arka-
Mu'tî 492

daşlarıyla o meclisi terk ettiği olan bu söz, “nefs-i


için “ayrılanlar, muhalif olanlar1’ mutma'inne” (bk. bu madde) te­
anlamında “mu'tezile” olarak riminde geçer ve nefsin dördün­
nitelenmişler ve bu isimle anı­ cü mertebesi olarak gösterilir.
lan ekolü oluşturmuşlardır. Bu Bu mertebeye ulaşmış olan ne­
mezhep, büyük günah işleyenle­ fis, kalp nurlan ile aydınlanmış
rin ebediyen cehennemde kala­ ve kötü unsurlardan armmıştır
cağım savunmuş; bundan dolayı ve güzel huylarla bezenmiştir.
da kendilerine “ashâbü’l-va'îd”
muttaki a. (^iL) [Ar.] İslâm inancı­
(kötülük ve ceza sahipleri) de­
na göre, “takvâ” (bk. bu madde)
nilmiştir.
sahipleri için kullanılan terim.
Mu'tî a. Ç^U.) [Ar.] Sözlük anlamı Bu kimseler, Allah’a, meleklere,
“veren.” olan bu söz, “esmâ’ü’l- kitaplara, peygamberlere, âhiret
hüsnâ” (Allah’ın güzel isimle- gününe iman eden, namazlarını
ri)dan olup sözlük anlamında kılan, oruçlarını tutan, zekât ve
Allah’a nispet edilmektedir. sadakasını veren, kimsesizlere
“Mu'tî” adı, sadece Allah’ın ve yakm akrabaya arka çıkan,
doksan dokuz ismini veren İbn insanlara yardımcı olan, din ve
Mâce rivayetindeki listede de Allah yolunda malını ve canmı
yer almıştır (İbn Mâce, “Du’â”, feda etmeye hazır olan salih
10). Bu terim, Allah’ın fiilî isim amel sahipleri olarak Kur'ân-ı
ve sıfatları arasmda zikredil­ Kerîm’de zikredilmektedir
mektedir. (“Bakara suresi” (2 / 3-5, 14,
177), “Âl-i İmrân suresi” (3 /
mutkin a. (jSu) [Ar.] Hadis bili­
134 ve 135), “Tevbe suresi” (9 /
minde, ravînin ehliyetli, titiz,
44).
ciddi, dikkatli ve güvenilir olma
özelliğini ifade eden terim. Bu muttasıl a. (J^.) [Ar.] Hadis bili­
vasıflan taşıyan ravîlerin hadis­ minde, senedinde veya metnin­
leri sahih olarak kabul görmüş­ de başlangıç bölümünden sonuç
tür. bölümüne kadar her ravînin ho-
casmdan alıp veya öğrenip riva­
mutlak a. (jLU) [Ar.] fik. Kur'ân-ı
yet ettiği hadis.
Kerîm ayetlerinin ve hadis me­
tinlerinin yorumu usulünde ön­ muttasıl hadis a. bk. muttasıl
yargıdan uzak ve kayıt altına
muvâde'a a. (tjl^) [Ar.] fik. Bir
almmamış lafız veya hüküm an­
savaş aşaması içinde belli bir
lammda fıkıh terimi.
süre için savaşa ara veren barış
mutma'inne a. (<Lk.) [Ar.] “Emin, antlaşması.
kararlı, korkusuz.” anlammda
493 mübeyyen / mübeyyin

muvâfakat a. (oül>>) [Ar.] Hadis mübâh a. (f L) [Ar.] bk. mubâh


biliminde, çok tanmmış bir ha­
mübâre'e a. (^jL) [Ar.] flk İslâmî
dis musanniflerinden birinin ri­
evlilik hukukunda, kadmın evli­
vayet ettiği hadisi bir başka se­
likten doğan malî hakları veya
netle onun şeyhine ulaşmak ve­
belirli bazı hakları çerçevesinde
ya onunla birleştirmek.
kocasıyla anlaşarak evliliğin so­
muvahhid s. (Âl>«) [Ar.] Allah’a na erdirilmesi durumu.
inanan, Allah’ın birliğine iman
mübârek s. (JjL) [Ar.] İslâm inan­
eden, İslâm dininden olan (kim­
cma göre, maddî ve manevî an­
se).
lamda saygın, aziz, hürmetli ve­
muvâlât a. (o^j«) [Ar.] flk Sözlük ya kutlu, kıdemli anlamında kul­
anlamı, “Akrabalık bağlarını lanılan kelâm terimi.
güçlendirme, yardımlaşma ve
mübâşeret a. (ojiL) [Ar.] flk. İs­
dayanışma.” olan bu söz, din de­
lâm hukukunda, haksız fiil ile
ğiştiren bir gayrimüslimin bir
bu fiilin neticesinde ortaya çı­
Müslüman ile yaptığı mirasçıhk
kan münasebet.
sözleşmesi, bk. mevle’l-muvâlât
Mübdi a. (m^ [Ar.] Sözlük anlamı
muztarib a. Çjk^) [Ar.] Hadis
“Bir işe başlamak, yaratmak.”
biliminde, rivayet edilen hadisin
olan bu söz, “esmâ’ü’l-hüsnâ”
senet veya metinleri arasmda
(Allah’ın güzel isimleri)dan olup
uyum bulunmayan veya konu­
“Varlıkları ilk yaratan.” anla­
lan içinde ihtilâflar bulunan
mmda bu sözün türevleri ile Al­
hadisler. Bu tür hadislerle amel
lah’a nispet edilmektedir. Bu
edilmesi din bilginlerince caiz
isim, Kur’ân-ı Kerîm’de doğru­
görülmemiştir.
dan geçmemekle birlikte onun
muztarib hadis a. bk muztarib türevlerinden olan “bed'” ve
“i'âde'” sözleri Allah’a nispet
mübâh a. (r M ^ mubâh
edilmektedir (M.F. Abdülbâkî, el-
mübâdele a. WjL) [Ar.] flk. Mal Mu'cem, “bd'e” maddesi).
veya esir değişimi olarak ifade “Mübdi” adı, Allah’ın doksan
edilen bu terim, İslâm huku­ dokuz ismini veren İbn Mâce ve
kunda savaşta ele geçirilen esir­ Tirmizî rivayetlerindeki listede
lere nasıl muamele edilmesi ge­ de yer almıştır (Tirmizî,
rektiğini; mal ahş verişinin ise “Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”,
“akit” (bk. bu madde) çerçeve­ 10).
sinde gerçekleşmesini ifade et­
mübeyyen / mübeyyin s. te)
mektedir.
[Ar.] Bir sözü söyleyenin her-
mübhem 494

hangi bir açıklaması olmadan ve “nihayet” (bk. bu madde)


ne anlama geldiği bilinemeyen karşıtı.
hafi (gizli) ve müşkil (anlaşılma­
mübtedi'a a. (^s^ bk. ehl-i bid'at
sı zor) sözlerin kapanıklılığının
giderilmesi ve kolay anlaşılabi­ mübtelâ a. (y^ tas. bk. âşık
lirliğinin sağlanması. Mücâdele suresi cl (^j^ djL^)
mübhem s. ve ol f^) [Ar.] Hadis [< Ar. “Sûretü’l-Mücâdile (iİjLJI
biliminde, bir hadisin isnadmda sjj—)] Kur’ân-ı Kerîm’in elli se­
veya metninde adı açıkça geç­ kizinci, iniş sırasma göre yüz
meyen bir ravînin bulunduğunu beşinci suresi olup “Münâfîkûn
ifade eden terim. suresi” (63)nden sonra ve
“Hucurât suresi” (49)nden önce
mübhem hadis a. bk. mübhem
Medine döneminde nazü olmuş­
mübhemâtü’l-Kur’ân a. (jijill tur ve yirmi iki ayetten meyda­
oL^) [Ar.] Kur’ân-ı Kerîm’de na gelmektedir. Havle bint
içeriği ve özü kapalı olan veya Salebe adlı bir kadmm kocası
açık bir ifade taşımayan lafızla­ tarafından boşanması durumu­
rın açıklanması ve yorumlan­ nu Hz. Peygamber’e gelerek an­
ması konusunu işleyen eserler latması ve kadının bu boşanma
için kullanılan ortak ad. kararına karşı çıkması, yani bo­
şanmak istememesi konusunu
mübin a. (j^) [Ar.] “Açıklığa ka­
Allah’m elçisi ile tartışması üze­
vuşturan, açık seçik olan, gerçek­
rine nazil olan bu sure, adını
leri açıkça ortaya koyan.” anla­
“Mücâdile”, Hz. Peygamber ile
mmda Allah’m bir sıfatıdır.
tartışmasından dolayı
Kur’ân-ı Kerîm’de 119 ayette
“Mücâdele” sözünden almıştır.
geçmektedir (M.F. Abdülbâkî, el-
Surenin özünde Müslüman top­
Mu'cem, “byn” maddesi).
lumun o dönemde yaşadığı bazı
mübrim ol (e^ [Ar.] “Hile ve kötü­ sorunlar gündeme gelmekte ve
lük düşünenleri büen, onlarm Allah’m bu tür sorunlara mü­
kötülüklerini boşa çıkaran ve minlerin alet olmaması ve doğ­
onları cezalandıran.” anlammda ruluktan ayrılmaması öğütlen-
Allah’ın sıfatı. Kur’ân-ı mektedir. Bu sure, ayrıca “Kad
Kerîm’de “Zuhruf suresi” (43 / semi’a suresi” ve “Zıhar sure­
79) nde geçmektedir. si” olarak da anılmaktadır. Hz.
mübtedi' a. (^sl^) tas. Tasavvuf Peygamber’in “Mücâdele sure-
inancına göre, “sülük” (bk. bu si”nin tefsiri için bk. Sahîh-i
madde) e yeni başlayanlar, Buhârî ve Tercemesi, C. 10, s.
4840-4841.
495 mücmel

mücâhede a. G^l^) [< Ar. cehd] salik için kullanılan terim. 2.


tas. Tasavvuf inancında, sufînin Bektaşîlik tarikatinde önemli bir
hem nefsi ile, hem dümanla hem makam olarak kabul edilen te­
de şeytanla mücadele etmesi. rim. Nitekim bu tarikatte “de-
mücâhit, -di a. Uk«) [< Ar. cehd] debaba” mertebesine genellikle
“Gayret gösteren, savaşan.” an- “mücerred” olanlar seçilmekte­
lammdaki bu terim, İslâm inan­ dir.
cına göre Allah yolunda malıyla, mücessime a. (<u>L^o) [Ar.] Allah’ı
canıyla, kısacası tüm varlığıyla cisim olarak düşünenlere veya
mücadele eden, savaşan kimse­ cenâb-ı Hakk’a cismanî özellik­
ler anlamındadır. Ömer ibn ler yakıştırmaya yeltenen kimse­
Hattâb, “Allahumme’r-rızuk- ler.
ni’l-cihâde” (Yâ Allah beni cihât
ile rızıklandır) diyerek Allah yo­ Mücîb d. (u ^ j [Ar.] Sözlük anlamı
lunda iyi bir mücahit olma ör­ “Dua ve dileklere iyi karşılık ve­
neği sergilemiştir (Sahîh-i Buhârî ren.” olan bu söz, “esmâ’ü’l-
ve Tercemesi, C. 6, s. 2637). hüsnâ” (Allah'ın güzel isimle-
ri)dan olup “Duaları, istekleri
mücâvir a. (jjLu) [Ar.] Aslen Mek- kabul eden.” anlammda Allah’a
keli olmayan, fakat bu kutsal nispet edilmektedir. Bu isim, Al­
beldeye yerleşmek için oraya lah’ın doksan dokuz ismini ve­
göç eden ve orada ikamet eden
ren İbn Mâce ve Tirmizî rivayet­
Müslümanlar. Bu tür kimseler
lerindeki listede de yer almıştır
için “cârullah, el-mücâvir bi-
(Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn Mâce,
Mekke, el-mücâvir bi-
“Du’â”, 10) ve Allah’m fiilî sıfat­
Haremillah” gibi terimler de
ları grubu içinde zikredilmekte­
kullanılmıştır.
dir.
Müceddidiyye a. (Z^^) [Ar.] Nak­
mücmel a. Ch^J [Ar.] ftk. Özünde
şibendî tarikatinin İmam-ı
veya anlammda birden fazla
Rabbânî (öl. 1034 / 1624) ye nis­
hükmü ihtiva eden, neyi anlat­
pet edilen kolu için kullanılan
maya çalıştığı kolayca anlaşıla-
ad.
mayacak derecede kapalı olan,
mücerrebât a. (oL^) ^r-l Dış ancak açıklayıcı bir unsur ile
duyular yardımıyla sıkça yapı­ kavranabilen sözler. Bu konumu
lan duyumların yaratmış olduğu itibariyle “mücmel” sözü, üç şe­
bilgiler anlamında kelâm terimi. kilde ortaya çıkabilmektedir. Bi­
mücerred a. (j^.) [Ar.] 1. tas. Ta­ rincisi, birden fazla anlama ge­
savvuf çevrelerinde bekâr kal­ len bir sözün hangi anlamda
mayı veya yaşamayı yeğleyen kullanıldığı açık değilse; İkincisi,
mücrim 496

bir sözün direkt anlamından müdârâ a. (^jb) [Ar.] Toplumda


başka özel bir anlamda kulla­ davranışlarıyla çevresine şer
nılması; üçüncüsü ise, sözün görünen birine karşı normal öl­
özündeki garabet. Bunlarm or­ çüler çerçevesinde iyi davranıl-
tadan kalkabilmesi veya anla­ ması, iltifat edilmesi anlammda
tılmak istenen lafzm açık ve net ahlâk terimi.
anlaşılabilmesi için yanmda müdde'â aleyh a. («uL. ^1») [Ar.]
açıklayıcı bir unsurun olması Davalı.
gerekmektedir.
müdde'î a. (^±A [Ar.] Davacı.
mücrim a. (^J [< Ar. cürm]
Müddessir suresi a. (^JL»)
“Büyük veya ağır günah işleyen
[< Ar. “Sûretü’l-Müddessir (jLlI
kimse.” anlamma Kur'ân-ı
i^J] Kur'ân-ı Kerîm’in yetmiş
Kerîm terimi. Bu söz, Kur'ân-ı
dördüncü, iniş sırasma göre
Kerîm’de, “suç, günah, şirk, kü­
dördüncü suresi olup
für, nifak, isyan ve zalimce dav­
“Müzemmil suresi” (52)nden
ranışlar.” anlammda elli iki
sonra ve “Fâtiha suresi”
ayette geçmektedir (M.F.
(69)nden önce Mekke dönemin­
Abdülbâkî, el-Mu'cem, “crm”
de nazil olmuştur ve elli altı
maddesi).
ayetten meydana gelmektedir.
müctehid a. (4^) [Ar.] fik. Admı ilk ayette yer alan
Kur'ân-ı Kerîm ayetlerinden ve “müddessir” (örtüsüne bürünüp
hadislerden hükümler çıkarma sarınan) sözünden alan bu sure­
ve onları yorumlama bilgisine nin özünde, Hz. Peygamber’in
sahip kimseler için kullanılan elçilik görevine başlaması, onla­
terim, fıkıh bilgini. Bu ehliyete rı AUah’m dinine davet etmesi,
sahip olabilmek için Kur'ân-ı onlann kötülüklerinden sakm-
Kerîm’i, sünneti, İslâm hukuku­ ması konusunun işlendiği söz
nun temel ilkelerini ve fıkıh usu­ konusudur.
lünü, ayrıca Arapçayı da iyi bil­
müdebbec a. ^) [Ar.] Hadis bi­
mesi gerekmektedir. Bu vasfı ta­
liminde, çağdaş olan veya aynı
şıyan kimselere “fakîh” (bk. bu
hocadan ders alan ravîlerin bir­
madde) veya “müftî” (bk. bu
birinden hadis rivayet etmesi
madde) de denilmiştir.
durumu.
müdâhene a. (oh) [Ar.] Birilerine müdebbec hadis a. bk. müdebbec
hoş görünerek çıkar peşinde ko­
şan kimselerin kullandıkları söz müdebber a. ^) [Ar.] fık. İslâm
ve başvurdukları davramşlar hukukunda, azat edilmesi sahi-
için kullanılan ahlâk terimi.
497 mü’ezzin

binin ölümü şartına bağlanmış mü'ekked sünnet a. “Kuvvetli sün­


köle. net.” anlammdaki bu terim, Hz.
Peygamber’in sürekli işlediği,
müdebbirât ç.a. (ol^) [Ar.] Ev­
fakat bağlayıcı olmasm diye za­
renin düzenli işleyişinde kendi­
man zaman terk ettiği veya eda-
lerine verilen işleri yerine geti­
smm vacip olmadığmı göster­
ren melekler için kullanılan te­
mek amacıyla yerine getirmedi­
rim (Nâziat suresi, 79 / 5).
ği sünnetler için kullanılmakta­
müdelles a. (jJj.) [Ar.] Hadis bili­ dır.
minde, ravînin hocasmı zikret­
mü'ellefe-i kulûb a. Ljli <ii>>) [Ar.]
meyerek veya çağdaşı olan kim­
İslâm inancmda, gönüllerin dine
selerin admı anmayarak hadis
ısmdırılması arzu edilen kimse.
rivayet etmesi durumu veya işi.
Bu tür kimseler Müslüman ola­
müdelles hadis a. bk. müdelles bileceği gibi kalplerini kazan­
müderris a. (^j^) [Ar.] Medrese­ mayı amaçlamak için gayrimüs­
lerde ders veren kıdemli hoca­ limlerden de olabilmektedir.
lar. mü'ellihe a. (^1 [Ar.] Şi'â inancı
müdrec a. (jtjaA [< Ar. dere] 1. içinde, Hz. Ali’ye ulûhiyet nispet
Kur'ân-ı Kerîm ayetlerinin as- eden aşırı fırkalar.
İmda bulunmadığı hâlde bazı mü’ennen a. (,>î>) [Ar.] Hadis bi­
sahabenin konunun iyi anlaşıl­ liminde, bir hadisin senedinde
ması amacıyla metnin araşma veya metninde “enne” sözü bu­
ekledikleri kelime veya ibare. 2. lunan hadisler.
Hadis biliminde, bir hadisin se­
mü'ennen hadis a. bk. mü’ennen
nedinde veya metninde bulun­
mayan, sonradan eklenen keli­ mü'essesât-ı hayriyye a. (.C^A.
me veya ibare. cL^,) [Ar.] fik. Hayırh kurum­
lar. Mabetler, medreseler, mek­
müdrec hadis a. bk. müdrec
tepler, hastaneler, imaretler ve
müdric a. (pjAo) [< Ar. dere] Hadis benzeri toplum yayarı için yap­
biliminde, bir hadisin senedine tırılan kurumlar.
veya metnine eklemeler yapan
mü'eyyide a. GjŞ>) [Ar.] Dinî hü­
ravî.
kümlerin uygulanması ve sosyal
müdrik a. Uja.) [< Ar. derk] Ce­ düzenin sağlanması yolundaki
maatle kılman namazlarda, kurallar.
imamm tekbiri ile birinci rekâta
mü’ezzin a. Q,i>) [Ar.] “Ezan oku­
yetişen ve namazı imamla bir­
yan, kamet getiren kimse.” anla-
likte tamamlayan kimse.
mü'ezzin-i câmi-i miyâne 498

mmdaki bu terim, Kur’ân-ı imama verildiğini ileri süren


Kerîm’de “münâdî” anlammda aşırı fırka.
iki ayette yer almaktadır (“A'râf
müfîd a. (jâi) [Ar.] Hadis bilimin­
suresi” (7 / 44) ve “Yûsuf sure­
de, muhaddis mertebesinden üs­
si” (12 / 70). Müslümanların ük
tün kabul edüen, fakat hafız de­
“mü'ezzin”i ezanı ve kameti Hz.
recesine ulaşamayan hadis bil­
Peygamber’den öğrenen Bilâl-i
ginleri.
Habeşî’dir.
müfred a. (j>) [Ar.] Hadis bili­
§ tam. mü'ezzin-i câmi-i minde, sadece bir ravî tarafın­
miyâne a. (üL ^k jj>) Or­ dan rivayet edilen hadis.
ta cami müezzinleri.
müfredât ç. a. (ob>) [Ar.] Hadis
mü'ezzin-i hâssa a. (c^L biliminde, isim, takma ad ve la­
^ Hünkâr müezzini, padi- kapları başkalarına benzemeyen
şahm namaz kılacağı cami­ veya ender görülen muhaddis-
lerde görevli müezzin. ler.
müfekkire a. (s^1«) [Ar.] Aklın müfsit a. (ju-â«) [Ar.] 1. Allah’ı inkâr
aktif yönetimine giren muhayyi­ edenler ve O’nun emir ve yasak­
le gücü için kullanılan kelâm te­ larına uymayanlar için kullanı­
rimi. lan bu terim, Kur’ân-ı Kerîm’de
müfesser a. (jli) [Ar.] fik. Bir yirmi bir ayette geçmektedir
hükmü açıkça ifade eden, her­ (M.F. Abdülbâkî, el-Mu'cem,
hangi bir te'vü veya farkh yo­ “fsd” maddesi). 2. fık. İslâm
ruma ihtimal vermeyen söz an­ inancına göre, bir ibadeti veya
lammda fıkıh terimi. bir hukukî meseleyi bozan ey­
lem ve davranışlar için kullanı­
müfessir a. (J^) [Ar.] fık. Kur’ân- lan terim. Söz gelişi, namaz kı­
ı Kerîm’i yorumlama ve açıkla­ larken konuşmak, oruçlu iken
ma ehliyetine sahip bilim adam­ yemek içmek gibi.
ları.
müftî a. f^) [Ar.] fık. Dinî veya
müfevvida (I) a. (<ui>) [Ar.] fık. hukukî konularda derin bilgisi
Koruma altına almak amacıyla olan, bazı meselelerin halli için
mehir tayin edilmeksizin evleni­ fetva veren kimse, bk. müctehid
len kız veya kadm.
§ tam. müftî’l-enâm a. (fWl
müfevvida (II) a. (<uX^) [Ar.] Şi'a
j^ fık. Şeyhülislâm için kul­
inancmda, kâinatın yaratıhşı ve
lanılan bir terim, bk. “şeyhü­
düzenin kurulması işinin Hz.
lislâm”.
Peygamber’e, Hz. Ali’ye ve on iki
499 mükâtebe

Müheymin a. (y^) [Ar.] Sözlük § tam. mühr-i hümâyûn a.


anlamı “Bir şeyi korumak, kol­ (jjjUj^) Padişahlarm mut­
lamak, yönetmek.” olan bu söz, lak vekilliğini gösteren ve
“esmâ’ü’l-hüsnâ” (Allah’ın güzel sadrazamlara verilen mühür
isimleri)dan olup “Bütün hadise­ için kullanılan terim, mühr-i
leri bilen, evrendeki bütün işleri şerîf, hâtem-i vekâlet.
idare eden.” anlammda Allah’a mühr-i nübüvvet a (cyıi ^
nispet edilmektedir. Kur’ân-ı Hz. Muhammed’in iki omuz
Kerîm’de “Haşr suresi” (59)nin başı arasında bulunan et be­
23. ayetinde geçen bu isim, Al­ ni için kullanılan terim.
lah’ın doksan dokuz ismini ve­
ren İbn Mâce ve Tirmizî rivayet­ mühr-i sadâret a (oj^ ^
lerindeki listede de yer almıştır bk. mühr-i hümâyûn
(Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn Mâce, mühr-i Süleymân a. (jLL
“Du’â”, 10) ve Allah’m fiilî sıfat­ >«) Hz. Süleyman’m güç ve
ları grubu içinde zikredilmekte­ iktidarınm sembolü olan yü­
dir. zük veya mühür için kullanı­
mühlik a. (Jl^) [Ar.] (ç. b. lan terim.
mühlikûn) “Günaha giren, asi mühr-i şerîf a. (^^ >) bk.
davranan, zulmeden kişi ve top­ mühr-i hümâyûn
lumlun cezalandırarak yok eden,
mühr-i zâtî a. (^Ij _^) Kişiye
helak eden.” anlamında Allah’ın
özgü imza.
sıfatı olan bu terim, Kur’ân-ı
Kerîm’de teklik biçimiyle üç mükâşefe a. (üill.) [Ar.] tas. Ta­
ayette, çokluk biçimiyle dört savvuf yolunda, salikin nefsiyle
yerde geçmektedir. yaptığı mücadele sonucunda
manevî dereceleri bir bir aşarak
mühmel a. (J^.) [Ar.] Hadis bili­
ulaştığı en yüksek mertebe ile
minde, kendine özgü kimliği
kalp gözünün açılması ve gayb
olan veya belirtilmeyen ravî an­
âlemeninin görülmesi durumu.
lammda kullanılan terim.
mükâtebe a. (<ul£o) [Ar.] 1. fik.
mühtedî s. (^jip) [< Ar.hidâyet]
Kölenin efendisi tarafından azat
İhtida eden, Hak yoluna giren,
edilmesi ve bu konuda araların­
Müslüman olan, dönme.
da anlaşma yapılması konusun­
mühür, -hrü a. (>.) [< f.mühr] da terim. 2. Hadis biliminde
“İmza, damga, kaşe veya yetki, şeyhin ister kendi el yazısıyla is­
iktidar.” anlamlarına gelen bu ter başkalarma yazdırarak oluş­
söz, bazı kelime ve terkiplerle turduğu hadisleri uzaktaki kim­
yeni terimler oluşturmuştur. selere gönderme işi.
mükellef 500

mükellef a. Uk.) [Ar.] İslâm de) teriminde geçer ve nefsin


inancma göre, bireyin dinî ve üçüncü mertebesi olarak göste­
hukukî sorumluluk taşıma çağı­ rilir.
na ve ehliyetine sahip olduktan
mülk a. (d.) [Ar.] (ç. b. emlâk) Söz­
sonra söz ve davranışlarına bir­
lük anlamı, “Bir kimsenin tasar­
takım dinî, hukukî, dünyevî ve
rufu. altında olan mal.” olan bu
manevî sorumluluklar yüklenen
söz, dinî terim olarak “Varlığın
kimse.
veya evrenin yönetimindir. Bu
mükezzib a. (Ş^A [Ar.] îslâm’m yönetimde de mutlak egemenlik
temel ilkelerini, ayetleri ve dinî Allah’a aittir. Bütün evreni, ya­
hükümleri inkâr eden kimse. ratılmış âlemi yöneten ilim,
kudret ve hikmet sahibi Al­
müksirûn a. (jj>L) [Ar.] Binden
lah’tır. Bunun en çarpıcı ifadesi
fazla pek çok hadis rivayet eden
Kur’ân-ı Kerîm’de geçen
sahabe. Bunlar arasmda Ebû
“mâlikü’l-mülk” (Âl-i İmrân
Hureyre, Hz. Âyişe, Abdullah b.
suresi, 3 / 26) ifadesidir.
Abbas, Abdullah b. Ömer, Câbir
ibn Abdillah, Enes b. Mâlik gös­ Mülk suresi a. (^dL) [< Ar.
terilmektedir. “Sûretü’l-Mülk (dldl sj^)]
Kur'ân-ı Kerîm’in altmış yedin­
mülâ'ane a. (ütiL) [Ar.] fik. Evlilik
ci, iniş sırasına göre yetmiş ye­
hukukunda, kocanın eşi için zi­
dinci suresi olup “Tür suresi”
na suçlaması yapması sebebiyle
(52)nden sonra ve “Hakka su­
hâkim huzurunda yemin edüe-
resi” (69)nden önce Mekke dö­
rek yapılan lânetleşme ve evlilik
neminde nazil olmuştur ve otuz
bağma son verme durumu.
ayetten meydana gelmektedir.
mülci ikrâh a. fik. Bir kimseyi ölüm Adını ilk ayette yer alan “mülk”
veya bir uzvunu keserek yok (hükümranlık) sözünden almış­
etme gibi bireyin carıma yönelik tır; yine bu ayetin ilk sözü olan
bir tehdit savurarak zorla iste­ “tebâreke” kelimesinden dolayı
mediği bir işi yaptırma için kul­ da “Tebâreke suresi” olarak ad­
lanılan terim. landırılmaktadır. Özünde, Al­
mülhid a. (jJj) [Ar.] Hak’tan sapıp lah’m varlığı, birliği, âlemi yara­
batıl bir mezhebe bağlanan ve tıp belli bir düzen içinde yönet­
Allah’m birliğine varhğma tiği ve ahret inancmın gerçek
inanmayan kimse. olduğu ifade edilmektedir. Bu
surenin fazileti, Hz. Peygam­
mülhime a. (t^L) [Ar.] “İlham ve­ ber’in onu her gece yatmadan
ren.” anlammda olan bu söz, önce ve yolculuk sırasmda oku­
“nefs-i mülhime” (bk. bu mad­ duğu, yine bu sureyi okuyanla-
501 Mü'min suresi

rm kabir azabından korunacağı konuyu Kur’ân-ı Kerîm’in “Ba­


rivayet edilmektedir. Hz. Pey­ kara suresi”nin 2-4. ayetleri
gamber’in “Mülk suresi”nin tef­ açıkça dile getirmektedir.
siri için bk. Sahîh-i Buhârî ve
Mü'min a. (j») [< Ar. emn] Söz­
Tercemesi, C. 10, s. 4898-4899.
lük anlamı “İnanıp iman eden,
mülkiyet a. (cu£U [Ar.] fik. İslâm başkalarının güvenliğini sağla­
hukukunda bireyin eşya veya yan.” olan bu söz, “esmâ'ü’l-
malı üzerinde düşünülebilecek hüsnâ” (Allah'ın güzel isimle-
en kapsamlı hak için kullanılan ri)dan olup “Yaratıklarına güven
terim. veren.” anlammda Allah’a nispet
edilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’
mültezem a. t^) [Ar.] Kutsal
de “Haşr suresi” (59)nin son
topraklarda, “Hacerülesved” ile
ayetinde geçen bu isim, Allah’m
Kâbe kapısı arasında dua etme­
doksan dokuz ismini veren İbn
nin makbul olduğu anlamında
Mâce ve Tirmizî rivayetlerindeki
terim.
listede de yer almıştır (Tirmizî,
mümâselet a. (diU) [Ar.] Evrende “Da'avât”, 82; îbn Mâce, “Du’â”,
iki varlığın birbirine benzemesi 10) ve Allah’ın fiilî ve zatî sıfat­
anlammda kelâm terimi. lan grubu içinde zikredilmekte­
mümeyyiz a. (^») [Ar.] 1. “Temyiz dir.
eden, iyiyi kötüden, faydalı olanı Mü'min suresi a. Ç^j^ ») [<
zararlı olandan ayıran.” anla­ Ar. “Sûretü’l-Mü'min (»II îj
mında fıkıh terimi. 2. Hadis bi­ >«)] Kur’ân-ı Kerîm’in kırkma,
liminde, ergenlik çağına gelmiş iniş sırasma göre altmışmcı su­
ve hadis işlerine girebilecek resi olup “Zümer suresi”
kimse. (39)nden sonra ve “Fussüet su­
mü'min a. (j») [< Ar. emn] Al­ resi” (41)nden önce Mekke dö­
lah’m birliğine, Hz. Muham- neminde nazil olmuştur ve sek­
med’in peygamberliği ile öteki sen beş ayetten meydana gel­
din büyüklerine inanan kimse mektedir. Adını Firavun’un aile­
için kullanılan terim, müslim. sine mensup olan mümin bir ki­
İnsanm sıfatı olarak bu terim, şiden bahsedildiği için o kişiden
Allah’a ve O’nun emirlerine, almıştır. Özünde, İslâm’a inan-
peygamberlerine, kitaplarma, manm, ona karşı çıkmayıp sa­
meleklerine ve âhiret gününe mimiyetle bağlanmanm fazileti
inanıp itaat eden, bir başka de­ üzerinde durulmaktadır. Hz.
yişle imanm esaslarma inanan Peygamber’in “Sâd suresi”nin
kimseleri ifade etmektedir. Bu tefsiri için bk. Sahîh-i Buhârî ve
Tercemesi, C. 10, s. 4715-4719.
Mü'minûn suresi 502

Mü’minûn suresi a. (^^^ güzel isimlerı)dan olup “Yaratık­


^5») [<Ar. “Sûretü’l-Mü'minûn ların hayatına son veren.” anla­
(j^jjl sjj^)] Kur'ân-ı Kerîm’in. mmda Allah’a nispet edilmekte­
yirmi üçüncü, iniş sırasma göre dir. Bu isim, Allah’m doksan do­
yetmiş dördüncü suresi olup kuz ismini veren İbn Mâce ve
“Enbiyâ suresi” (21) nde sonra Tirmizî rivayetlerindeki listede
ve “Secde suresi” (32)nden önce de yer almıştır (Tirmizî,
Mekke döneminde nazil olmuş­ “Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”,
tur ve 118 ayetten meydana 10) ve Allah’ın fiilî sıfatları gru­
gelmektedir. Admı ilk ayetteki bu içinde zikredilmektedir;
“mü'minûn” (müminler) sözün­ “muhyî” (bk. bu madde)nin kar­
den almıştır. Özünde, İslâm’a şıtı.
karşı çıkanların içine düştüğü
mümkin a. (jiu) [Ar.] (ç. b.
durum anlatılır, peygambere ve
mümkinât) Varhğı da yokluğu
ahrete inanmanm önemi üze­
da zatmm gereği olmayan an­
rinde durulur. Bu surenin fazile­
lammda kelâm terimi.
ti hakkmda Hz. Ömer şunları
söyler. Bir Hz. Peygamber kıble­ mümkinât a. (oL^) [Ar. mümkin’
ye dönerek, “Allah’ım, bize ni­ in ç. b.] Var olmak için başka bir
metini arttır, eksiltme, bizi onur­ varhğa muhtaç olanlar. Evrende
landır, aiçaltma, bize ihsan et, her varlığm oluş sebebi mutlaka
mahrum etme, bizi düşmanla­ başka bir varlığa bağlıdır. Bu
rımıza karşı seçkin kıl, zayıf du­ bağlılık her varlık için gereklidir
ruma düşürme, bizden hoşnut ol ve geçerlidir.
ve bizi senden hoşnut kıl.” diye Mümtehine suresi ol (^^
dua eder. Sebebi olarak, “Şu an­ Caiu) [< Ar. “Mûretü’l-
da bana on ayet indi, kim bu Mümtehine (c^ıJl sj^)]
ayetlerin gereğini yaparsa cen­ Kur'ân-ı Kerîm’in altmışıncı,
nete girecektir.” buyurmuştur; iniş sırasma göre doksan birinci
ardından da bu surenin on aye­ suresi olup “Ahzâb suresi”
tini okumuştur (Kur'an Yolu (33)nden sonra ve “Nisâ suresi”
Türkçe Meâl ve Tefsir, IV, s. 8.). (4)nden önce Medine dönemin­
Hz. Peygamber’in “Hac sure- de nazil olmuştur ve on üç ayet­
si”nin tefsiri için bk. Şahîh-i ten meydana gelmektedir. Admı
Buhârî ve Tercemesi, C. 10, s. onuncu ayetteki “fe'mtehinû-
4580-4582. hünne” (Onları imtihan edin.)
Mümît CL (cuaa) [Ar.] Sözlük anlamı sözünden almıştır. Özünde, İs­
“Öldüren, helak eden.” olan bu lâm’a karşı direnenlere yardım­
söz, “esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah'ın da bulunulması ve onlara yakm-
503 münâkehât

lık gösterilmesi, barış içine gi­ med’in peygamberliği ile öteki


rilmesi tavsiye edilmekte, buna din büyüklerine inanmadığı
karşın Allah’m gazap ettiği in­ hâlde inanmış gibi görünen ve
sanlardan da uzak durulması iman ile küfür arasında bocala­
uyarılmaktadır. Hz. Peygam- yan kimse için kullanılan kelâm
ber’in “Mümtehine suresi”nin terimi. Hz. Peygamber, münafık­
tefsiri için bk. Sahîh-i Buhârî ve lar için şunları söylemiştir:
Tercemesi, C. 10, s. 4851-4860. “Münâfıkı alâmeti üçtür: Söz söy­
lerken yalan söyler; va'd ettiği
mümteni a. (jüu) [Ar.] “Varlığı
vakit sözünde durmaz; kendisine
asla düşünülemeyen veya yoklu­
bir şey emniyet edildiği zaman
ğu zatının tabiî durumu olan.”
hıyânet eder.” ( Sahîh-i Buhârî ve
anlammda kelâm terimi. Söz ge­
Tercemesi, C. 1, s. 189).
lişi, Allah’ın yokluğunun asla
düşünülemeyeceği gibi. Münâfıkûn suresi a. (^
münâcât a. (cLL) [Ar.] 1. İslâmî jüt.) [< Ar. Sûretü’l-Münâfıkûn
edebiyatlarda, konusu Allah’a (j^Ulsj^)] Kur'ân-ı Kerîm’in.
yakarış olan O’nun birliğini ve altmış üçüncü, iniş sırasma göre
ululuğunu işleyen manzumeler yüz dördüncü suresi olup “Hac
ile bestelenmiş eserler için kul­ suresi” (22)nden sonra ve
lanılan terim. 2. tas. Kulun dua “Mücâdele suresi” (58)nden
yoluyla Allah’a yakarması ve önce Medine döneminde nazil
yalvarması, istek ve dileklerini olmuştur ve on bir ayetten mey­
O’na arz etmesi, O’nu övmesi gi­ dana gelmektedir. Adını sürekli
bi tasavvufî inancm temel de­ münafıklardan bahsettiği için
ğerleri için kullanılan terim. bu sözden almaktadır. Özünde,
münafıkların Müslüman düş­
münâfese a. (<nâL) [Ar.] Toplum manı olduğu, onlardan sakınıl­
içinde, bir başkasınm elde ettiği ması gerektiği, toplum düzenin­
başarıları örnek alarak onun de bu tür kimselerin hem dine
benzerini yaşamaya çaba gös­ hem de insanhğa zarar vereceği
terme ve olumlu bir rekabet içi­ üzerinde durulmuştur. Hz. Pey-
ne girme anlammda kullanılan gamber’in “Münâfıkûn sure­
terim, “haset” (bk. bu madde). sinin tefsiri için bk. Sahîh-i
Buhârî, C. 10, s. 4867-4880.
münâfik a. (jiL) [Ar.] Çevresinden
yapmış olduğu kötülükleri gizle­ münâkehât a. (oLSL) [Ar.] fik.
yerek kendini sağlam bir mümin İslâm hukukunda evlilik, bo­
gösterme gayreti içine giren, Al­ şanma ve nafaka benzeri konu-
lah’m birliğine, Hz. Muham­
münâsebâtü’l-âyât ve’s-süver 504

lan içine alan bölümler için kul­ müneccî a. (JLu) [Ar.] “Kurtaran.”
lanılan terim. anlammda Allah’m sıfatı olan
terim. Kur'ân-ı Kerîm’in. “Hicr
münâsebâtü’l-âyât ve’s-süver a.
suresi” (15 / 59) nde geçmekte­
(jpJI j oWI ûL.L) [Ar.] İslâmî
dir.
bilimlerde tefsir konusu içinde
ayetler ile sureler arasmdaki an­ müneccim a. Ç^d [Ar.] İslâmî
lam uyumunu ve bağını incele­ bilimlerden, insanları ve olayla­
yen bilim dalı için kullanılan te­ rı etkilediği inancına dayanan
rim. ve gökbilimi adıyla anılan bilim
dalı uzmanı için kullanılan te­
münâsebe a. (<il.L) [Ar.] fık. İslâm rim, astrolog.
hukukunda, olayla hüküm ara­
sındaki uyumluluk ya da uygun­ müneccimbaşı a. İslâmî bilimler­
luk, denge ile verilen hükmün den olan yıldız falcılığı konula­
sağlıklı olup olmadığını tespit rında uzman olan ve Osmanh
etme yolunda ve yönteminde devleti döneminde bir kurum
kullanılan bir metot için kullanı­ hâline gelen astroloji ve astro­
lan terim. nomi dahnda çalışan kimselere
verilen ad ve terim.
münâseha a. (^L) [Ar.] fık. İslâm
hukukunda, bir mirasm payla- münezzil a. (J>) [Ar.] “Kitap ve
şılmasmdan önce ölen bir mi- peygamber gönderen.” anlamm­
rasçmm üzerine düşen paym da Allah’m sıfatı olan terim.
kendi varisleri arasında bölüş­ Kur'ân-ı Kerîm’in “Mâ'ide su­
türülmesi anlammda kullanılan resi” (5 /114) nde geçmektedir.
terim. Münfekkîn suresi a. .^ü.)
bk. Beyyine suresi
münâvele a. (<JjM [Ar.] Hadis bi­
liminde, hadis elde etme yolla- münferit a. (j>>) [Ar.] Hadis bili­
rmdan biri, hocanın kendi kita­ minde, kendisinden sadece bir
bını veya hadis yazılı birkaç ravînin rivayette bulunduğu
asyfayı öğrencisine vermesi an­ kimse.
lamında kullanılan terim.
mün'im s. Çiu) [< Ar.ni'met] 1.
münâzara a. (»/U) [Ar.] Gerçeğin “Nimetlendiren, iyilik eden, rızık
ortaya çıkarılması yönteinlerini veren.” anlammda Allah’ın sıfat-
veya ilkelerini araştırarak belli larmdan. 2. “Besleyici, yedirip
bir disiplin altında irdeleme ve içeren, velinimet.” anlamında
inceleme konusunu benimseyen olup başka kelime ve terkiplerle
bilim dah için kullanılan terim. yeni terimler yapan bir söz.
505 mttrâhik

§ tam. mün'im-i mîrâs a. bu söz, “esmâ'ü’l-hüsnâ” (Al­


(ölju (>jlu) Miras yiyen, miras lah’ın güzel isimleri)dan olup
yedi anlamında terim. Kur’ân-ı Kerîm’de on üç ayette
Allah’a nispet edilmektedir (M.F.
münîr a. (jii.) [Ar.] “Aydınlatan.”
Abdülbâkî, el-Mu'cem, “nkm"
anlammda Allah’ın sıfatı olan
maddesi). Bu isim, Allah’ın dok­
terim.
san dokuz ismini veren İbn
münkatı a. (jLii«) [Ar.] Hadis bili­ Mâce ve Tirmizî rivayetlerindeki
minde, bir hadisin senedinde listede de yer almıştır (Tirmizî,
sahabeden sonra gelen bölü­ “Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”,
münde birkaç ravînin atlanarak 10) ve Allah’ın fiilî sıfatlan gru­
rivayet edilen hadis anlammda bu içinde zikredilmektedir.
terim.
müntehi a. Ç^) [Ar.] tas.
münker (I) a. (jS^) [Ar.] bk. emr- Tasavvuf inancma göre, sülûkun
bi’l-ma'rûf ve nehy ani’l- sona geldiğini ifade eden terim,
münker “mübtedi'” (bk. bu madde)
münker (II) a. (jîı.) [Ar.] Hadis karşıtı.
biliminde, zayıf ravînin güveni­ münzil a. (J>) [Ar.] bk. münezzil
lir ravîye muhalefetinden dolayı
mürâ'ât-ı hılâf a. ve s. (jjü oLljJ
zayıf olarak nitelenen hadis için
[Ar.] fık. İslâm hıkukunda, belli
kullanılan terim, “ma'rûf ha­
bir gerekçeye dayanarak ortaya
dis” zıddı.
konulan karşı görüşün deliline
münker hadis a. bk. münker (II) göre amel etme anlammda
münker ve nekîr a. (^ j ^ı.) [Ar.] Mâlikî mezhebine ait bir fıkıh
İslâm inancına göre, ölümden terimi.
sonra insanları sorguya çekece­
mürâfa'a a. (<ûl^A [Ar.] fık. İslâm
ğine inanılan iki sorgu meleği
hıkukunda, adil yargılama.
için kullanılan ad ve terim.
mürâhik a. (jıi^) [Ar.] fık. İslâm
münkir a. (_£u) [Ar.] bk. küfür
hukukunda, ergenlik çağma
münşi a. (^^ [Ar.] “İcat eden, inşa girmek üzere olan çocuk. Bir
eden.” anlammda Allah’ın sıfatı başka ifadeyle, dokuz yaşma
olan terim. Kur'ân-ı Kerîm’in ulaştığı hâlde henüz âdet gör­
“Vâkı'a suresi” (56 / 72) nde meyen kızlar, on iki yaşma gir­
geçmektedir. diği hâlde henüz ihtilâm olma­
yan erkekler için kullanılmakta­
Müntakım a. Çjıio) [Ar.] “Suçluları
dır.
cezalandıran.” anlammda olan
Mürci'e 506

Mürci’e a. f^) [Ar.] İslâm dini­ mürîd a. (^) [Ar.] tas. Tasavvuf
nin ilk yıllarında ortaya çıkan ve ehli araşma yeni girmeye karar
aşırı fırkalara karşı daha ılımlı veren ve bir şeyhe bağlanan ki­
veya uzlaşmacı fikir ve davra­ şi-
nışlarıyla dikkati çeken siyasî
mürsel a. (J-^) [Ar.] 1. Peygamber
fırka. Bunlara göre, iman esas­
karşılığı Arapça olan ve Kur’ân-
tır, amel sonraya bırakılabilir,
ı Kerîm’de sıkça geçen terim, bk.
bundan dolayı böylelerine bir
peygamber 2. Hadis biliminde,
ceza uygulamak gereksizdir, bu
hadisin çıkış kaynağı
konu âhirete bırakılmalıdır, gö­
sahabîlerden veya başka
rüşü hâkimdir. İlk defa, Hârici
ravîlerden birinin zikredilme-
Nâfi b. el-Ezrâk (öl. 65 / 684) ta­
mesi ya da tabiînin doğrudan
rafindan kullamlan bu terim,
Hz. Peygamber’den rivayet ettiği
Ebû Hanife (öl. 150 / 767)nin ön­
hadis için kullanılan terim.
derliğinde en olgun kimliğine
kavuşmuştur. Bunlara göre, Al­ mürsel hadis a. bk. mürsel
lah’ın birliğine, Muhammed’in Mürselât suresi a. (^
onun kulu ve elçisi olduğuna ve [< Ar. Sûretü’l-Mürselât tıUjJl
O’nun getirdiklerinin doğrulu­ sj^)] Kur'ân-ı Kerîm’in yetmiş
ğuna şahitlik eden ya da kalbiyle yedinci, iniş sırasma göre otuz
bunu doğrulayan kimse hem üçüncü suresi olup “Hümeze
mümin hem de Müslüman’dır. suresi” (52)nden sonra ve “Kaf
Bu gibi kimseler, ne kadar bü­ suresi” (50)nden önce Mekke
yük günah işlerlerse işlesinler, döneminde nazil olmuştur ve el­
imanm temel hükümlerini inkâr li ayetten meydana gelmektedir.
etmedikçe İslâm dininden çık­ Adını ilk ayetteki “mürselât”
maz. Onlar hakkında verilecek [gönderilenler) sözünden alan bu
hüküm ve ceza Allah’a aittir, surenin özünde, evrenin idare­
takdir yüce Allah’ındır. sinde görevli olarak melekler,
mürebbî a. (J>^) [Ar.] tas. Tasav­ rüzgârlar, peygamberler ve
vuf ehli arasmda, eğitici anla­ Kur'ân-ı Kerîm’in ayetleri gös­
mında şeyhler. terilir, inkârcıların uğrayacağı
hüsran üzerende durulur. Yine
mürekkeb a. (Jİj.) [Ar.] Hadis
ilk ayette geçen “ve’l-mürselâtı
biliminde, bir hadise ait bir
urfen” sözünden dolayı bu su­
metnin başka bir hadisin sene­
renin “Urf suresi” olarak da
diyle rivayet edilmesi durumu.
anıldığı söz konusudur.
mürekkeb hadis a. bk. mürekkeb
mürsil a. (J—ja) [Ar.] “Gönderen,
serbest bırakan.” anlamında Al-
507 mürtekib-i kebîre

lah’m sıfatı. Bu terim, Kur’ân-ı görüşlerden biri, “büyük gü­


Kerîm’de “Duhan suresi” (44 / nah” kavramı nedir? sorusu;
5) nde geçmektedir. İkincisi bu günahı işleyen kim­
senin statüsü nedir? sorusu. Bi­
mürşid a. ve s. (^^ [< Ar.rüşd]
rinci konuda yaygın kanaat,
(ç. b. mürşidin) tas. “Doğru yolu
“İlâhî emirlere aykırı olan bütün
gösteren, kılavuz, rehber.” anla-
davranış ve eylemler.” büyük
mmdaki bu söz, Tasavvuf ehli
günah sayılmıştır. Bunlar ara­
arasına yeni girmeye karar ve­
sında büyük günahlar olarak
ren müritlere tarikatı öğreterek
“Allah’a şirk koşmak, adam öl­
tasavvuf yolunda sırları göste­
dürmek, anne ve babaya itaatsiz­
ren ve onlara rehberlik yapan
lik etmek ve karşı gelmek, yetim
tarikat şeyhi için kullanılan te­
malı yemek, faiz yemek, büyü
rim.
yapmak, savaştan kaçmak, ya­
§ tam. mürşid-i a'zam a. lancı şahitlikte bulunmak, yükle-
ÇJUİ ii^) tas. Hz. Muham­ nemeyeceği kadar borca girip bu
med. borcu ödeyemeden ölmek.” (Müs-
lim, “îmân”, 143-146) gibi dav­
mürşid-i Rûm a. l^j ^^ ranışlar ve eylemler gösterilmiş­
tas. Tasavvuf ehli arasında tir. Bunların başında da
Hz. Mevlâna. “Hâricîler” gelmiştir. Buna kar-
mürşid-i kâmil a. (J^K ^^) şm bazı görüşler, küçük günah
tas. Tasavvuf ehli arasında niteliğindeki davranış ve eylem­
veli mertebesine ulaşmış lerin büyük günahlardan ayrı
mürşit. tutulmasmı savunmuştur. “Bü­
yük günah işleyen kimse.” statü­
mürşid-i nâtık a. (LL ii^)
sü konusunda da farklı görüşler
tas. “İnsân-ı kâmil” (bk. bu
ileri sürülmüştür. Bunların ba-
madde).
şmda Hâricîler’in görüşü geli­
mürşid-i sâmit a. (c^L^ j^ yor. Onlara göre büyük günah
^ tas. Tasavvuf ehli arasın­ işleyen kimse tövbe etmezse
da kitap için kullanılan te­ dünya ve ahirette “kâfir” olarak
rim. nitelenmelidir. Bazılarma göre
ise günah işleyen kimsenin so­
mürtekib-i kebîre a. (t,^ ^^
rumluluğu kendisi ile sınırlıdır.
“Büyük günah işleyen kimse.” an-
Zararları müminleri ilgilendir­
lamındaki bu terim, İslâm bil­
mez; zira Kur'ân’da Allah’a şirk
ginleri arasmda “Hangi fiillerin
koşmanın dışmdaki günahların
büyük günah olduğu” konusunda
bağışlanabileceği ifade edilmiş-
görüş ayrılıkları yaşanmıştır. Bu
mürtet 508

tir (Nisa suresi, 4 / 48; Leyi su­ müsakkafât ç.a. (oliL.) [Ar.] fik.
resi, 92 /15). Bazılarına göre de İslâm hukukunda, herhangi bir
“Büyük günah işleyen kimse.” vakfa gelir sağlayan ev, dükkân,
imandan çıkar, fakat küfre gir­ han, hamam gibi üstü kapalı
mez, iman ile küfür arasmda bir akar.
konumda bulunur, inancı söz
konusudur. § tam. müsakkafât-ı mev­
kufe ç.a. («ijij. öUL«) ftk.
mürtet, -di a. U^) [Ar.] “Dinden Hayır kurumlarınm veya ha­
çıkan kimse.” anlamında olup yır için kurulan bir vakfm ge­
din değiştiren, İslâm dinini terk lirlerini artırmak için vakfe­
eden (kimse) için kullanılmıştır. dilmiş binalar.
mürtezika a. (üjij«) [< Ar. rızk] müsâmaha a. (^Lu) [Ar.] Toplum
Fakir, yersiz ve yurtsuz, aç ve içinde insanlara yükümlülükle­
muhtaç kimselere yardım et­ rini karşılayabilme konusunda
mek, onlarm günlük ihtiyaçları­ kolaylık gösterme, toleranslı
nı karşılamak üzere kurulmuş davranma veya sosyal ahlâkı
vakıfların himayesine girmiş, zedeleyici nitelikte olamayan
geçimini bu tür vakıflardan sağ­ yanlışlıkları ya da hataları hoş
layan kimselere verilen ad. Bu görme, değişik düşünce, inaç
vakıflar zaman içinde böylesi veya davranışları özgürce ifade
kimselerin çoğalması ve sosyal edebilme konusu.
hayat içinde yaygınlaşması ile
“mürtezika” adı verilen bir sos­ müsâvât (I) a. (oljL-^) [Ar.] fik.
yal sınıfın oluşmasmı sağlamış­ İslâm hukukunda, bireylerin
tır. temel haklarmı kullanabilme
noktasmda, insan olma kimliği
mürüvvet a. (o^) [Ar.] İslâm ile özgür ve eşit kabul edilmesi­
inancmda, İnsanî değerlere ve ni ifade eden terim.
erdemlere dayalı davranışlar
için kullanılan ahlâk terimi. müsâvât (II) a. (oljLuJ [Ar.] Hadis
biliminde, çok tanmmış bir ha­
müsâdere a. GjjLm) [Ar.] fik. İs­ dis musannifine göre daha de­
lâm hukukunda, devlet tarafın­ ğerli bir dayanağa sahip hadis.
dan hâzineye gelir kaydedilmek
veya bir süre için koruma altma müsâveme a. (^jU.) [Ar.] fik. Bir
almmak üzere ceza verilmesi ya malm maliyeti ile kâr oranı ara-
da tedbir olarak bir mala el ko­ smdaki durum söz konusu ol­
nulması. madan pazarlık yöntemiyle ya­
pılan satış.
509 Müslümanlık

müsebbihât a. (oLİ") [Ar.] müskirât a. (ol£^) [Ar.] bk. içki


Kur'ân-ı Kerîm’de yer alan ve Müslim a.ve s. t^) [< Ar. selâ­
Allah’ı tespih için kullanılan met] (ç. b. Müsilmîn,
“sebh” sözünün türevleriyle Müslimûn) Müslüman ve imân
başlayan altı sure (“Hadîd su­ konusunu benimseme.
resi” (57), (“Haşr suresi” (59),
{“Saf suresi” (61), (“Cum'a su­ Müsliman a. ve s. (jLU») [< Ar.
resi” (62), {“Teg&bün suresi” selâmet] (ç. b. müslimânân) İs­
(64), (“A'lâ suresi” (87) ye veri­ lâm dinine inanan, hayatmı bu
len ortak ad. dinin temel inanç ve ilkelerine
göre yönlendiren ve imanm ge­
müsellemün fîh a. («uî fL«) [Ar.] reklerini yerine getiren kimse,
fik. Ticaret işinde satılan mala Müslim. Müslüman olmarun gü­
verilen ad. bk. selem ve semen zelliği konusunda Hz. Peygam­
ber şunları dile getirmektedir:
müsellemün ileyh a. (dİ ^L.,..«) [Ar.]
“Bir kul Müslüman olur ve Müs­
fik. Ticaret işinde satıcıya veri­
lümanlığı da güzel olursa, Allah
len ad. bk. selem ve semen
onun evvelce işlemiş olduğu her
müsellemât a. (öLL«) [Ar.] Bilim­ kötülüğü örter...” ( Sahîh-i
sel bir tertışma ortammda karşı Buhârî ve Tercemesi, C. 1, s. 193).
görüşü savunan kimsenin doğ­ Müslimânân ç.a. (jüLU.) [Ar.
ruluğunu benimsediği karşı ta- Müslimân’ın ç. b.] Müslümanlar.
rafin ortaya koyduğu veya sa­
vunduğu tezler anlammda ke­ Müslimât a.ve s. (oLU») [<
lâm terimi. Ar.silm] Müslüman (kadın ve
kız).
müselsel a. (JJL«) [Ar.] Hadis
Müslime a. ve s. (O^) [Ar.müslim
biliminde, bir hadiste yer alan
sözünün müennes (dişil) biçimi.]
Hz. Peygamber’in bir davranışı­
Müslüman (kadm, kız).
nı veya sözünü ravîlerin birbi­
rine vererek yaydıkları ve riva­ Müslimin ç.a. ^»1^) [Ar.
yet ettikleri hadis. müslimin ç. b.] Müslümanlar.

müselsel hadis a. bk. müselsel Müslimûn ç.a. (>!—) bk.


Müslimin
müsennâ a. ^î,,,.) [Ar.] İslâm hat
sanatmda, yazıya konu bir sö­ Müslümanca zf. [Ar.] Müslümana
zün çift ve karşılıklı yazılmış bi­ yakışır biçimde.
çimi. Buna “aynalı yazı” da de­ Müslümanlık a. [Ar.] Müslüman
nilmiştir. olma durumu, İslâmiyet’e
müskir a. (/...a) [Ar.] bk. içki inanma ve onu benimseme.
müsned 510

müsned a. (al-A [Ar.] 1. Hadis üzere kullanılan terim,


biliminde, bir hadisin ilk kayna­ “müstekbir” (bk. bu madde)
ğına kadar eksiklik ya da hata karşıtı.
bulunmayan hadis. 2. Toplanan
müste'ân a. (jlüuu) [Ar.] “Kendi­
hadislerin adlarma göre alfabe­
sinden yardım istenen.” anla­
tik sırada tasnifinin yapıldığı ki­
mmda Allah’m sıfatı olan terim.
tap için kullanılan ortak ad.
Kur'ân-ı Kerîm’de “Yûsuf su­
müsned hadis a. bk. müsned resi” (12 /18) nde geçmektedir.
müsnid a. (â—) [Ar.] Hadis bili­ müstecâbü’d-da've a. (»jcJl
minde, genellikle hadis çalışma­ uLi^) [Ar.] Allah katmda duası
sına ve yeni yeni rivayete başla­ geri çevrilmeyen, duası kabul
yan kimseler. olunan kimse.

müstahil a. (Jj^t.,.») [Ar.] Yokluğu müstecâr a. (j(ai«) [Ar.] Kâbe’nin


zatınm gereği olan veya konu­ güneybatı duvarı ile
nun özü itibariyle yokluğunu Rüknülyemânî arasmda bulu­
gerektiren anlamında kelâm te­ nan yer için kullanılan ad.
rimi.
müstedrek a. ÜjjLm) [Ar.] Hadis
müstahrec a. (^>iu«) [Ar.] Hadis biliminde, musannifin şartları
biliminde, bir araya getirilen ri­ uygun olmasına karşın kitabma
vayetleri değişik isnadlar çerçe­ almadığı hadisler veya bu tür
vesinde toplayan hadis kitapları. hadislerin toplandığı kitap için
kullanılan ortak ad ve terim.
müstakim a. Çuüuu) [Ar.] Sözlük
anlamı “Doğru, doğruluktan müstefîz a. [Ar.] Hadis
şaşmayan.” olan bu söz, hadis bi­ biliminde, “haber-i vâhid” (bk.
liminde “sahih hadis” karşılı- bu madde) in en üst aşaması için
ğmda bir terim. Bu söz, ayrıca, kullanılan terim.
“ceyyid, mahfûz, nehîl, sabit,
müstefîz hadis a. bk. meşhur ha­
sâlih” (bk. bu maddeler) terim­
dis
leriyle eşanlamlı olarak kulla­
nılmıştır. müstehab a. (.^'■■■•) [Ar.] Hz. Pey­
gamber’in bazen yapıp bazen
müstaz'af a. (a^Ji^) [< Ar. za'f]
terk ettiği sünnetlerinden olup
Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan ve
ibadetlerin ve beşerî ilişkilerin
sosyal hayat içinde ezüen, aşağı­
daha güzel ve daha verimli ol-
lanan, horlanan veya kensini öy­
masmı sağlayan ahlâkî değerler
le hisseden ya da sayılarının az-
için kullanılan terim. Bu söz,
lığmdan dolayı arkasız ve güç­
“mendub, nâfile, âdâb” (bk bu
süz olan kimseleri iafde etmek
511 müşkilü’l-Kur'ân

maddeler) gibi terimlerle eşan­ müşâhedât a. (ûlwli«) [Ar.] Duyu­


lamlı olarak kullanılmıştır. larla elde edilen bilgiler ve onlar
üzerinde değerlendirmeler an­
müstekbir a. G^) [< Ar. kiber]
lamında kelâm terimi.
Kur'ân-ı Kerîm’de yer alan ve
sosyal çevre içinde aşırı kibir müşâhede a. G^Lta) [Ar.] tas.
gösteren ve gerçekleri göz ardı “Allah’ın zuhur ve tecellisini
eden kimse, “müstaz'af’ (bk. bu görme, seyir ve temaşa etme.”
madde) karşıtı. anlamında tasavvuf terimi.
müste'men a. (j^Hun) [< Ar. emn] müşebbihe a. (^î.^) [Ar.] İslâm
Sözlük anlamı, “Kendisine gü­ tarihinde, Allah’ın sıfatlarını in­
vence verilen kimse.” olan bu sanın sıfatlarına benzeterek in­
söz, bir İslâm ülkesine “emân” san biçimli (antropomorfist) bir
(bk. bu madde) alıp giren yaban­ tanrı düşüncesi yaratmaya çah-
cı gayrimüslimler. şan bir akım için kullanılan te­
rim. Bu inanca göre Allah’m eli,
müstemî a. (^l^) [Ar.] “İşiten.”
kolu, gözü, kulağı gibi organları
anlamında Allah’ın sıfatı olan
olduğu, hatta bir tahtta oturan
terim. Kur’ân-ı Kerîm’de
kral olduğu tezini savunmuşlar­
“Şu'arâ suresi” (26 / 15) nde
dır. Kimi İslâm bilginleri, Al­
geçmektedir.
lah’m sıfatlarmın makhlûk ol­
müstemlî a. GLi«>) [Ar.] Hadis duğunu benimseyen “mu'tezile”
yazmak isteyen veya bu konuda (bk. bu madde) yi de bu katego­
hevesli olan kimse. ride değerlendirmişlerdir.
müstensih a. (^^A [Ar.] Bir el müşkil a. (Jü>) [Ar.] ftk. Fıkıh usu­
yazması kitabı aynen kopya lünde, metninde bulunan kapa­
eden veya yeniden yazan kimse­ lılıktan dolayı ifadenin başka
ler. manalarından hareketle veya
“karîne-i ma'nâ” denilen yön­
müstevfî a. (j/ji^) [Ar.] İslâm
temle anlaşılabilmesi durumu.
devletlerinde, malî işlerle ilgili
resmî dairenin başı ve ona bağlı § tam. müşkilü’l-hadîs a.
görevliler. (ijiJl ^t.) Hadis biliminde,
müşâ a. (^Li.) [Ar.] ftk. İslâm hu­ güvenilir iki hadis arasında
kukunda, müşterek bir malda görünürde zıtlık bulunması.
ortak hisseye sahip kimselerin müşkilü’l-Kur'ân a. (jî>11
belirli orandaki paylarını ifade Jü.) Ayetler arasında var
eden terim. olduğu sanılan çelişkili veya
uyumsuz durumları ya da
müşrif 512

konuları inceleyen bilim dalı fakat okunuşları farklı olduğu


ve bu konuda yazılan eserle­ için karıştırılan ravîler.
rin ortak adı.
müştehir a. (j^i.) [Ar.] Hadis bi­
müşrif a. MjJıJ [Ar.] İslâm devlet­ liminde, bir hadisin sağlamlığı
lerinde, askerî ve adlî hizmetle­ veya zayıflığına bakılmaksızın
rin verildiği kurumlann dışmda halk arasmda yaygınlaşmış veya
bulunan devlet dairelerini de­ şöhret bulmuş hadis.
netleyen ve “Dîvân-ı İşrâf’ adı
müşteki a. (,/ii.) [Ar.] fik. bk. da­
verilen başkan ile ona bağlı gö­
vacı
revliler.
müşterek a. (d^) [Ar.] fik. Bir
§ tam. müşrif-i vakf a. (Jij sözün özünde birden fazla an­
jp-) Bir vakfın yönetimin­ lamın bulunması anlamında fı­
de, “mütevelli” (bk. bu mad- kıh usulü terimi. Söz gelişi,
de)nin tasarruflarını incele­ “mevlâ” sözünün, hem “efendi”
me ve denetleme amacıyla anlammı hem de “kul veya köle”
tayin olunan kimse; eşanlam­ anlammı özünde bulundurması
lısı “nâzır” (bk. bu madde). gibi.
müşrik a. (dj«) [Ar.] Allah’a şirk müt'a a. (ül) [Ar.] ftk. Şî'a’nm
koşan, O’nun sıfat ve fiillerinde Ca'feriyye kolu mensuplarmca
eşi ve benzeri veya ortağı bu­ meşru görülen ve aralarında di­
lunduğunu kabul eden ve savu­ nen evlilik engeli bulunmayan
nan kimse. İslâm inancma göre, bir erkekle bir kadınm, erkeğin
“müşrik” kâfirdir. Bu terim, verdiği belli bir bedel karşılığın­
Kur'ân-ı Kerîm’de pek çok ayet­ da karı-koca hayatı yaşamasma
te yer almaktadır (bk. M.F. imkân veren, sıkça başvurulan
Abdülbâkî, el-Mu'cem, “nfa” geçici ve süreli evlilik.
maddesi). Ancak her “kâfir” (bk.
mütâba'at a. (o^M [Ar.] Hadis
bu madde) müşrik değildir. Söz
biliminde, bir hadisin tek veya
gelişi, Mecûsîlik’te olduğu gibi
garip olmasma karşm başka is­
iki ilâhm olduğunu kabul etmek
natlarla rivayet edilmesi anla­
hem şirktir hem de küfürdür.
mmda kullanılan terim.
Oysa ahret gününe inanmamak
sadece küfürdür, bk. şirk mütâvile a. WjL) bk. metâvile
müştebih a. (ai.) [Ar.] Hadis bi­ müte'ahhırîn ç.a. (j^lLo) [Ar.]
liminde, bir hadisin isim, nisbe Ebu Müslim, Ebu Hanife, İmam
veya künyelerinin yazılışı aynı, Yusuf, İmam Muhammed gibi
“mütekaddimîn” (bk. bu mad-
513 mütekellim-i ale’l-vakf

de) olarak nitelenen din büyük­ mütekaddimîn ç.a. (j^Züia) [Ar.]


lerinden sonra gelen nesil. Ebu Müslim, Ebu Hanife, İmam
Yusuf, İmam Muhammed gibi
Müte'âlî a. (Jbı.) [Ar.] Sözlük an­
din büyükleri; "mütekaddimîn”
lamı, “Şan, şeref, güç ve kuvvet
(bk. bu madde) in karşıtı.
sahibi olmak.” biçiminde tanım­
lanan bu söz, “esmâ'ü’l-hüsnâ” mütekaddimîn ve müte'ahhirîn
(Allah’ın güzel isimleri)dan olup a-İslâmî bilimlerin kuruluş aşa-
“Pek yüce, ulu, kusursuz.” ifade­ masmdaki bilim adamları ile on­
siyle Kur'ân-ı Kerîm’de yirmi lardan sonra gelen ulemâ için
yedi ayette Allah’a nispet edil­ kuüanılan kelâm terimi.
mektedir (M.F. Abdülbâkî, el-
Mütekebbir a. (jkı») [< Ar. kiber]
Mu'cem, “alv” maddesi). Bu isim,
Sözlük anlamı, “Görkemli, ulu ve
Allah’ın doksan dokuz ismini
yüce.” biçiminde tanımlanan bu
veren İbn Mâce ve Tirmizî riva­
söz, “esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah’ın
yetlerindeki üstede de yer almış­
güzel isimleri)dan olup “Pek yü­
tır (Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn
ce, ulu.” ifadesiyle Kur'ân-ı
Mâce, “Du’â”, 10) ve Allah’ın zatî
Kerîm’de dokuz İlâhî ismin top­
sıfatlan grubu içinde zikredil­
luca verildiği “Haşr suresi”
mektedir.
(59)nin 23. ayetinde geçmekte­
mütebahhirin-i ulemâ ç.a. (»Lk dir. Bu isim, Aüah’ın doksan do­
jujluio) [Ar.] Din bilginlerinin en kuz ismini veren İbn Mâce ve
büyükleri, alanmda en derin Tirmizî rivayetlerindeki üstede
bilgiye sahip din bilginleri. de yer almıştır (Tirmizî,
“Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”,
mütedeyyin a. t«£.) [Ar.] Dinîn
10) ve Allah’ın zatî-selbî sıfatlan
koyduğu kuraüarı eksiksiz yeri­
grubu içinde zikredümektedir.
ne getiren, dini bütün kimse.
mütekellim a. t^) [Ar.] 1. Al­
mü'tefike a. (dü>) [Ar.] (ç. b.
lah’ın isim ve sıfatları, evren ve
mü'tefikât) Kur'ân-ı Kerîm’de
yaratılışı bilimiyle uğraşan kim­
Lût kavminin yok edüişi aşama-
se. 2. Şeriat ilmine dayanarak
smda yerle bir edilen yerleşim
inançların ve ibadetlerin aklî
birimleri için kullanılan terim.
melekelere göre izahına çalışan
Bu söz, Kur'ân-ı Kerîm’de biri
ve kelâm büimiyle uğraşan kim­
tekil (“Necm suresi” (53 / 53),
se.
ikisi de çokluk biçimiyle (“Tevbe
suresi” (9 / 70) ve “Hâkka sure­ § tam. mütekellim-i ale’l-
si” (69 / 9) üç ayette geçmekte­ vakf a. (Jijll ^ ^ [Ar.]
dir. Bir vakfm müteveüisi; eşan-
mütekellimîn 514

lamlısı “mütevellî” (.bk. bu müteveffî a. (^ji.) [Ar.] “Yaratıkla­


madde), “kayyım” (bk. bu rın canını alan.” anlamında Al­
madde). lah’m sıfatı olan terim. Kur'ân-ı
Kerîm’de “Âl-i İmrân suresi” (3
mütekellimîn a. (jJiL) [Ar. mü-
155) nde geçmektedir.
tekellim’in ç. b.] Kelâm bilimi ile
uğraşanlar. mütevekkil a. (^ji«) [< Ar. tevek­
kül] 1. İslâmî inanca göre, insa-
müteseyyid a. (^l) [Ar.] Hz. Pey­
nm kendi iradesine sahip çık­
gamber soyundan geldiğini idda
ması, Allah’a sarılması, kul ol­
eden ve “seyyitlik” (bk. bu
duğunun bilincine varması, işle­
madde) taslayan kimse.
rinin hayırla sonuçlanması için
müteşâbih a. (<ul.tr>») [Ar.] İslâm Allah’tan yardım bekleyen ve
bilginleri arasında, ayetleri gü­ O’na güvenen mümin kimse. 2.
zel, belâgatli, doğru, veciz ve Allah’tan gelen her şeye rıza
muciz olmaları özelliği ile değer­ gösteren veya her işini Allah’a
lendiren ve niteleyen görüşe gö­ havale eden kimse.
re Kur'ân’ırı tamamı mütevekkilen alellah zf. (dl^
“müteşâbih” terimi ile karşı­ îliji.) [Ar.] Allah’a tevekkül ede­
lanmıştır. Kur'ân’ırı bu vasfı rek, O’na güvenerek.
“Zümer suresi” (39)nin yirmi
üçüncü ayetinde açıkça dile ge­ mütevellâ a. (Jjl) [Ar.] İslâm dev­
tirilmektedir. letlerinde, yerel yönetim içinde­
ki bir hâkimin bakmasına mani
mütevâtir a. (>l>u) [Ar.] Hadis bir hukukî davayı veya dava
biliminde, kalabalık bir toplulu­ konusu olan bir ihtilâfı çözmek
ğun yine kalabalık bir gruptan üzere “veliyyü’l-emr” (bk. bu
rivayet ettiği hadisler. madde) tarafından tayin olunan
mütevâtir hadis a. bk. mütevâtir özel hâkim.

mütevâtir sünnet a. Hz. Peygam- mütevellî (I) a. (JjL>) [Ar.] İslâm


ber’den yalan üzerine birleşme­ devletlerinde, vakıf işlerini yü­
leri asla mümkün olmayan bir rütmekle görevli kimseler için
sahab grubunun rivayet ettiği, kullanılan terim, “kayyım” (bk.
bu madde), “nâzır” (bk. bu
daha sonra bu gruptan “tâbiûn”
madde). Eşanlamlısı “mütekel-
(bk. bu madde) ve “etbâu’t-
lim-i ale’l-vakf’tır.
tâbiîn” (bk. bu madde) devirle­
rinde aynı grubun rivayet ettiği mütevellî (II) a. (JjL.) bk. metâvile
haberler.
müvelledûn ç. a. (^J^) bk.
muhdesûn
515 Müzill

müteverrî a. (J^) [Ar.] fik. Şeriat lar: Ebû’l-Berekât Nesefî’nin


hükümlerine göre yasak, günah Kenzü’d-Deka'ik; Ebû’l-Fadl
ve haram olan veya haram olma Abdullah b. Mahmud el-
şüphesi bulunan şeylerden sa- Mevsılî’nin Muhtâr; Tâcu’ş-
kınan kimse. Şerî'a Mahmud’un Vikaye;
Ahmed ibn Sa'âtî’nin Mecma ad­
mütkın a. (jîL>) [Ar.] Hadis bili­
lı eserleri.
minde, sağlam, dikkatli, güveni­
lir ravi veya muhaddis anla­ müzâbene a. (<üJ>) [Ar.] Hurma
mmda kullanılan terim. ağacmdaki taze ürünün kuru
hurma ile, asma dalmdaki taze
müttefîkun aleyh a. 3^0) [Ar.]
üzümün kuru üzüm ile, başa­
Hadis biliminde, bir hadisin
hem Buhârî hem de Müslim’in ğındaki yeni yetişen hububatın
aynı adlı “el-Câmi'u’s- kurusu ile aynı ölçüde satılması
Sahîh”lertnde bulunduğunu an­ işlemi.
latan terim.
müzahrefât a. Uli») [Ar.
müttefik ve müfterik a. (j>« j müzahrefin ç. b.] Pislikler, içine
jL) [Ar.] Hadis biliminde, aynı yalan dolan şeyler katılmış olan
isimleri taşıyan ravîler ve bu unsurlar, boş yalanlar ve sözler.
konuda yazılan kitaplar için kul­
Müzdelife a. (<ib>) [Ar.] Kutsal
lanılan ortak ad.
topraklarda, hac mevsiminde,
müttehem a. Ç^L) [Ar.] Hadis bili­ Arafat’tan inen Müslümanlarm
minde, “cerh” (bk. bu madde) in toplanarak zikir, dua ve vakfe
ikinci derecesinde, yani yalancı­ ile Allah’a yaklaşmalarından do­
lıkla suçlanan ravîler için kulla­ layı bir araya geldikleri yere ve­
nılan terim. rilen ad.
müttekî a. t^) [Ar.] fık. Şeriat Müzill a. (Jlo) [Ar.] Sözlük anlamı,
hükümlerine göre yasak, günah “Zelil, aşağılık.” olan bu söz,
ve haram olan şeylerden sakı­ “esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah’ın güzel
nan kimse. Bunlarm isimlerimin, olup “Zelil eden, al­
“müteverrî” (bk. bu madde) den çaltan.” ifadesiyle Kur’ân-ı
farkı, “haram olma şüphesi bu­ Kerîm’de Allah’a nispet edil­
lunan şeylerden” sakınan kimse mektedir (M.F. Abdülbâkî, el-
olmasıdır. Mu'cem, “zil” maddesi). Bu isim,
mütûnu erba'a a. Hanefi fıkhında Allah’m doksan dokuz ismini
güvenilir ve değerli kaynak ola­ veren İbn Mâce ve Tirmizî riva­
rak nitelenen dört kitap için kul­ yetlerindeki listede de yer almış­
lanılan terim. Bu dört kitap şun­ tır (Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn
Müzemmil suresi 516

Mâce, “Du’â”, 10) ve Allah’m zatî kimse) sözünden almaktadır. Su­


sıfatları grubu içinde zikredil­ renin özünde Hz. Muhammed’e
mektedir. peygamberlik görevinin veril­
mesi, bu görevin ağırlığı ile Hz.
Müzemmil suresi a. jl>)
Peygamber’in bir rivayete göre
[< Ar. “Sûretü’l-Müzemmil (Jİ>JI
evinde bir başka rivayete göre
sj^)] Kur'ân-ı Kerîm’in yetmiş
Hira mağarasmda korku ve he­
üçüncü, iniş sırasına göre üçün­
yecandan örtüye bürünmesi
cü suresi olup “Kalem suresi”
olayı anlatılır.
(68)nden sonra ve “Müdessir
suresi” (74)nden önce Mekke müznib a. (ui.) [Ar.] “Günah işle­
döneminde nazil olmuştur ve yen kimse.” anlammda kullanı­
yirmi ayetten meydana gelmek­ lan terim.
tedir. Admı ilk ayetteki
“müzemmil” (örtüsüne bürünen
nâbite a. (<uü) [< Ar. nebt] (ç. b. nâf-ı şeb a. (^ JL) Gece ya­
nevâbit) Dinin temel akidelerini rısı.
ve konularını akılcı bir yapıya
nâf-ı zemîn a. (j^j Jli) (yer­
oturtamayan ve dinî metinleri
kürenin ortası veya merkezî)
veya lafızları yalnızca sözün ba­
bk. nâf-ı âlem
sit yönüyle anlamlandıran, de­
rin konulara giremeyen, yüzey­ nafaka a. (üü) [Ar.] ftk. Sözlük an­
sel bir anlam vermekle yetinen lamı, “Azık, ihtiyaçların temini
kimseler için kullanılan kelâm için harcanan para veya maddî
terimi. değerler.” olan bu söz, aile hu­
kukunda hayatm zarurî ihtiyaç­
nâf a. (JL) [F.] “Göbek; orta, vasat.”
larım ve devamlıhğını sağlamak
anlamındaki bu söz, başka keli­
için gerekli olan harcamalar için
me ve terkiplerle yeni terimler
kullanılmaktadır. Bu terim,
oluşturur.
Kur'ân-ı Kerîm’de “Talâk su­
§ tam. nâf-ı âlem a. ÇJL. JL) resi” (65 / 7) nde mealen şöyle
(âlemin ortası veya merkezi) ifade edilmektedir: “İmkânı ge­
Mekke-i Mükerreme için kul­ niş olan nafakayı imkânlarına
lanılan terim. göre versin. Fakir olan da ancak
Allah’ın kendisine verdiğinden
nâf-ı hefte a. (üü JL) (hafta
versin. Çünkü hazreti Allah bir
ortası) Sah günü.
kimseyi ancak ona ihsan ettiği
nâf-ı rûz a. (3^ uü) Öğle, gün nimetin nispetinde mükellef tu­
ortası. tar.” İslâm hukukçuları evlilik
nafakasmda, erkek fakir, hasta
nafaka-i akârib 518

veya düşkün bile olsa nafaka nafaka-i memâlik a. (dlL.


ödemekle yükümlü; kadın ise üii) fik. Köle ve cariye nafa­
zengin dahi olsa nafaka alma kaları.
hakkına sahip olduğu konusun­
nafaka-i mu'accele a. (tiLu
da fikir birliği içinde olmuşlar­ un) fık. Peşin verilen nafaka­
dır. Eşlerin dışında çocuğun na­ lar.
fakası da babaya aittir. Bu ko­
nuda “Bakara suresi” (2 / 233) nafaka-i müstedâne a.
ile “Talâk suresi” (65 / 6-7) nde (ülji^ un) fik. Borç ahnarak
de öğütler verilmektedir. Buhârî ödenen nafakalar.
ise bu konuda kitabınm
Nâfi a. Qjü) [< Ar. nef] Sözlük
“Kitâbu’n-Nafakât” (Sahîh-i
anlamı, “Fayda veren.” olan bu
Buhârî ve Tercemesi, C. 12, s.
söz, Allah’a nispet edildiğinde
5449-5471) bölümünde Hz. Pey­
“Faydalı olan, dilediği kimseye
gamber’in hadislrinden çokça hayırlı ve faydalı olanı veren.”
örnekler vererek açıklamalarda anlamıyla “esmâ'ü’l-hüsnâ” (Al­
bulunmuştur. lah’ın güzel isimleri)dan olup
Kur'ân-ı Kerîm’de pek çok ayet­
§ tam. nafaka-i akârib a. (w
te yer almış ve Allah’a izafe
lk &is) fık. Usul ve füru ile
edilmiştir (bk. M.F. Abdülbâkî,
yakın hısımlarm nafakaları.
el-Mu'cem, “nfa” maddesi). Bu
nafaka-i iddet a. Ujc Uü) isim, Allah’m doksan dokuz is­
fık. Boşanan kadın için iddet mini veren İbn Mâce ve Tirmizî
süresince ödenmesi gereken rivayetlerindeki listede de yer
nafaka. almıştır (Tirmizî, “Da'avât”, 82;
İbn Mâce, “Du’â”, 10). Bu terim,
nafaka-i makdiyye a. («Şal»
“Faydalı olan.” anlamı ile Al­
Uü) fik. Nafaka alacaklısınm
lah’ın zatî sıfatları arasmda zik­
müracaatı üzerine hâkim ta-
redilmektedir.
rafmdan tayin edilen nafaka.
nafaka-i marzıyye a. («û^^o nâfile a. (UâU) [< Ar. nefl] (ç. b.
Alil) fik. Tarafların karşılıkh nevâfîl) fik. Sözlük anlamı, “İlâ­
anlaşmaları çerçevesinde be­ ve, fazlalık, ziyade.” olan bu söz,
lirlenen nafaka. dinen farz ve vacip niteliğinde
olmayan, bireyin daha çok se­
nafaka-i mefrûda a. (u>j> vap kazanmak için kendi isteği
Uü) fik. Kaza veya rıza yön­ ve iradesi ile yaptığı malî ve be­
temi ile belirlenen nafakalar. denî ibadetler. Kur'ân-ı
Kerîm’de bu söz, “ilâve ibadet”
519 nafile oruç

anlamında “İsrâ suresi” (17 / nafile ibadet a. İslâm inancma


79)nde geçmektedir. İslâmî göre, farz ve vacip dışında yapı­
inanca göre, büluğ çağma ermiş lan ibadetler. Hz. Peygamber, bu
kimselerden yapılması istenen ibadetlerin faziletini şöyle dile
fiil ve davranışlar, “farz” (bk. bu getirmiştir: “Her kim ramazanda
madde), “vacip” (bk. bu madde), îmânı sebebiyle ve ecrini yalnız
“sünnet” (bk. bu madde) ve Allah’tan umarak nafile ibadet­
“nâfile” olarak adlandırılmak­ lerle uğraşırsa, kendisi lehine,
tadır. Bu tasnife göre, yapılması geçmiş günahları mağfiret olu­
delâlet ve subût yönünden kesin nur.” (Sahîh-i Buhârî ve
ve bağlayıcı nitelikte istenen fiil Tercemesi, C. 1, s. 190).
ve davranışlar, “farz”; zannî de­ nafile namaz a. İslâm inancına
lillerle kesin ve bağlayıcı nitelik­ göre, farz ve vacip dışmda yapı­
te istenen fiil ve davranışlar, lan namaz ibadeti. Bu ibadet,
“vacip”; kesin ve bağlayıcı nite­ “mukayyet” ve “mutlak” olarak
likte olmaksızm istenen ve ya- ikiye ayrılmıştır. Mukayyet nafi­
panm sevap kazanması, yapma­ le namazlar, ay ve güneş tutul­
yanın sorumlu tutulmayacağı, ması, yağmur duası, tövbe, ta­
ancak kınanacağı fiil ve davra­ vaf, ihrama girme, teşbih, istiha­
nışlar, “sünnet” olarak nitele­ re, hacet namazları, yolculuk
nirken “nâfile” ise yapanın se­ namazları, gusül ve abdest na­
vap kazanacağı, yapmayanın ise mazları bu türdendir. Cuma
sorumlu tutulmayacağı veya kı- namazı öncesinde ve beş vakit
nanamayacağı fiil ve davranış­ namaz öncesi ve sonrası kılınan
lar, “nâfile” olarak nitelenmiş­ sünnet namazları, teravih, kuş­
tir. Bu konuda Hz. Peygamber, luk, evvâbîn, teheccüd namazla­
“Nâfile ibadet yapanların Allah’ın rı da bu nitelikte sayılan bir
sevgili kulları olduğunu” vurgu­ başka namaz grubudur. Mutlak
lamıştır (Buhârî, “Rikak”, 38). nafile namazlar ise vakte bağlı
Nafile ibadetler olarak da kay­ olmayan ve rekât sayıları belir­
naklarda “nafile namaz” (bk. bu lenmeyen namazlar olarak nite­
madde), “nafile oruç” (bk. bu lenmiştir.
madde), “nafile sadaka” (bk. bu nafile oruç a. İslâmî inanca göre,
madde) ve “nafile hac” (bk. bu farz ve vacip olan oruçlar dışm-
madde) gösterilmektedir. da yapılan oruç ibadeti. Bu iba­
nafile hac a. İslâmî inanca göre, det, “mukayyet” ve “mutlak”
farz ve vacip olan hac ibadetleri olarak ikiye ayrılmıştır. Mukay­
dışında yapılan hac ibadeti. yet nafile oruç, muharrem ayı­
nın dokuz veya onuncu ya da
nafile sadaka 520

onuncu ve on birinci günü; şev­ söz, başka kelime ve terkiplerle


val ayının Ramazan bayramını yeni terimler oluşturur.
takip eden altı gününde; haram
aylarda yani zilkade, zilhicce, § tam. nahl-i Meryem a. (^
muharrem ve recep aylarında, Jü) Hz. İsa’nm doğumu sıra-
özellikle de zilhiccenin ilk dokuz smda Hz. Meryem’in altında
gününde, şaban anmda ve ra­ oturduğu hurma ağacı.
mazan ayı dışında her kamerî nahl-i mâtem a. ÇıL Jü) bk.
aym on 13, 14 ve 15. günleriyle nahl-i tâbût
haftanın pazartesi ve Perşembe
günlerinde tutulan oruçlar, bu nahl-i tâbût a. (o^lL J^) Es­
nitelikte kabul görmüş ibadet­ kiden İran’da ölen çok yaşh
lerdir. Mutlak nafile oruçlar ise kimselerin tabutu üzerine
bunlarm dışmda kalan ve mek­ konulan bir çeşit süslü taç.
ruh ya da haram olmayan gün­ nahl-i tûr a. (j^ Jü) Hz. Mu-
lerde tutulan oruçlar olarak ni­ sa’nm Eymen Vadisi’nde üze­
telenmiştir. rinde ortaya çıkan İlâhî nur­
nafile sadaka a. İslâmî inanca ları gördüğü kutsal ağaç.
göre, farz ve nafile olarak nite­ Nahl suresi a. (<^6J^) [< Ar.
lenen sadaka ibadetinin farz “Sûretü’n- Nahl” (j2ii Sj>J]
olanları zekât olarak adlandı­ Kur'ân-ı Kerîm’in on altmcı,
rılmış, vacip olanı ise “fitır sa­ iniş sırasma göre yetmişinci su­
dakası” olarak adlandırılmıştır. resi olup “Kehf suresi” (18) in­
Bunların dışında kalan ve yapa- den sonra ve “Nûh suresi”
nm büyük sevap kazanacağı be­ (71)nden önce Mekke dönemin­
lirtilen malî yardımlar “nafile de nazil olmuştur ve 128 âyetten
sadaka” olarak adlandırılmıştır. meydana gelmektedir. Adını
nafile tavaf a. Hac ve umre ibadeti 68ve 69. ayetlerinde geçen “bal
amacıyla Mekke’de bulunan sü­ arısı” anlamındaki “nahl” sö­
re içinde farz ve vacip tavaflar zünden almaktadır. Ayrıca bu
dışında yapılan tavaflar. sure, dünya nimetlerinden söz
ettiği için “Ni'âm suresi” olarak
nâfiz a. (jiL) [Ar.] fık. İslâm huku­ da adlandırılmıştır. “Nahl sure­
kunda, kurulmasıyla birlikte sinin özünde, şirkin lânetlen-
derhal işlerlik kazanan akit an­ mesi, kıyamet gününün olacağı-
lammda bir fıkıh terimi. nm bildirilmesi, dünya düzeni­
nin oluşumu, insan, hayvan ve
nahil, -hli a. (J^g) [Ar.] (ç. b. nühûl)
bitkilerin nimet olarak değeri,
“Hurma ağacı.” anlamındaki bu
Allah’a ve âhirete inanmayanla-
521 nakîbü’l-eşrâf

rın göreceği azap ile dünya ha­ nâ'ib a. (JL) [Ar.] 1. İslâm devletle­
yatının düzenli ve erdemli ol­ rinde, hükümdar, vali, kadı gibi
ması, adaletten sapılmaması, iyi­ devletin ileri gelen kademele­
likler içinde olunması, fenalık­ rinde vekillik veya yardımcılık
lardan ve azgınlıklardan kaçı­ görevini üstlenen kimselerin
nılması (üç emir ve üç yasak), konumu için kullanılan terim. 2.
akrabaya yardımda bulunulma­ fik. Hukukî konularda, başkası
sı üzerinde durulmaktadır. Hz. adına veya hesabma iş gören,
Peygamber’in “Nahl suresi”nin dinî konularda ise yine başkası
tefsiri için bk. Sahîh-i Buhârî ve adına bazı ibadetleri yerine ge­
Tercemesi, C. 10, s. 4500-4503. tiren kimse.

nahr a. G^) [Ar.] Sözlük anlamı, § tam. nâ'ib-i saltanat a.


“Hayvanı boğazından kesmek, (.-.-.Lt... jl) İslâm devletle­
göğüs göğse karşılamak.” olan rinde, yönetim merkezinde
bu söz, bir hayvanın göğsü üze­ sultana vekâlet eden veya
rinden bıçak vurarak boğaz da- atandığı yerde onu temsil
marlarmı keserek kurban etmek eden kimse.
anlamında terim olarak kulla­
na'îm a. (^ [Ar.] “Yüksek derece­
nılmıştır. Kur'ân-ı Kerîm’in
de huzur, refah ve mutluluk.” an­
“Kevser suresi” (108)nin ikinci
lammda “cennet” (bk. bu mad­
ayetinde “ve’n-nahr” biçiminde de) için kullanılan adlardan biri.
geçen bu söz, ulemâ arasında ih­
tilâfa yol açmıştır. Hanefi mez­ nakd a. (jii) [Ar.] Hadisleri sağlam­
hebi bilginleri bu kavramı “kur­ lık ve zayıflık bakımmdan ayınp
ban kesmek’ olarak yorumlar­ güvenilirlik derecelerini tespit
ken, bazı mezhep mensupları ise etme işi.
namazda kıbleye yönelmek, el­ nakîb a.ve s. (^Ai) [< Ar.nekâbet]
leri göğüs üzerinde bağlamak, (ç. b. nukabâ) 1. Bir kavmin ve
rükûdan sonra tamamen doğ­ kabilenin başkanı, reisi veya
rulmak gibi anlamlarda kullan­ başkan vekili. 2. tas. Bir tekkede
mışlardır. Öte yanda kurban şeyhe yardım veya vekâlet eden
kesme usulünde bu terim, deve kıdemli derviş veya dede.
kesimi için sünnet olarak kabul
edilmiş, diğer hayvanlar için ise § tam. nakîb-iimâret a.(o,lJ
“mekruh” (bk. bu madde) olarak çJi) İmaret şeyhinin yardım­
nitelenmiştir. cısı olan kimse.

nahs a. G^j) [Ar.] Sözlük anlamı, nakîbü’l-eşrâf a. (Jl^il


“Uğursuzluk.” olan bir terim ^ü) 1. Hz. Muhammed’in şe­
“sa'd” (bk. bu madde) karşıtı. ceresi, özellikle de Hz.
nakkâş-ı ezel 522

Fâtıma’dan doğma Hz. Haşan uyarak zahirî, tarikat ile batınî


ve Hz. Hüseyin soyundan ge­ temizliği sağlamak, hakikat ile
lenler ile ilgili işlerle görevli Allah’a ulaşmak ve Kur’ân ile
kimse. 2. Devlet katmda ileri sünnete bağh kahnarak da ha­
gelen kimselerin işlerine ba­ ramdan, kötü alışkanlıklardan
kan veya yardımcı olan dev­ kurtulmak, töbe, istiğfar, zikir,
letçe görevlendirilmiş kimse. tefekkür ve nafile namazlar ile
3. tas. Tekkelerde şeyh vekili meşgul olmak yatmaktadır.
olan kimse.
nakşibendîlik a. bk. nakşiben­
nakkâş-ı ezel a. (Jji jili) [Ar.] diyye
Allah.
nâkûr a. G_^L>) [< Ar. nakr] Kıya­
Nakşibendiyye a. (^jiıüi) [Ar.] metin kopmasını ve haşrın baş­
İslâm coğrafyasında, “Kâdiriy- ladığını bildirecek olan iki mele­
ye” (bk. bu madde) tarikatinden ğin üfleyeceği “sur” (bk. bu
sonra en yaygm ve en çok men­ madde) için kullanılan bir başka
subu bulunan, Orta Asya’da terim.
Kübreviyye ve Yeseviyye yöre­
sinde doğup Arap yarımadası, na'l-i şerîf a. L%^ J*s) [Ar.] Hz.
Peygamber’e nispet edilen
Mağrib, Sahra Afrikası ve Orta
ayakkabı.
Avrupa’ya kadar uzanan ve
Bahâeddin Nakşibendî (öl. 791 / nâmahrem a. Ç>^L) [< F. nâ + Ar.
1389) ye nibpet edilen tarikatin mahrem] Sözlükte “Haram ol­
adı ve bu tarikat için kullanılan mayan.” anlamında tanımlanan
terim. Bizde, “Nakşibendîlik” bu terim, evlilik hukukunda ev-
adıyla yaygın olarak bilinen bu lenilmesi meşru, yani helâl olan
tarikat, yüzyıllar boyu varlığını kimseleri ifade etmek için kul-
sürdürmüş, son yüzyılda Hi­ lanıhr. “Mahrem” (bk. bu mad­
caz’daki tarikat aleyhindeki faa- de) terimi ise evlenilmesi yasak
liyetlerin artması, Türkiye’de olan kimseler için kullanılmak-
tekke ve zaviyelerin kapatılma­ tadır.
sı, Sovyetler Birliği döneminde
namâz a. (jM [f.] Arapça “salât”
ateist faaliyetlerin yaygınlaşma­
(bk. bu madde) kelimesinin kar­
sı sebebiyle büyük ölçüde baskı
şılığı olarak Farsçadan geçen bu
altına almmış olmakla beraber
söz, Türkçede beş vakitte kılm-
günümüze kadar varlığını
ması Müslümanlar için farz olan
sürdüregelmiştir. Kaynaklarda,
ibadet için kullanılan bir terim
üç koldan Hz. Peygamber’e ka­
olarak yerleşmiştir. İslâm’m beş
dar ulaştığı zikredilen bu
şartından biri olan bu terim,
tarikatin özünde, dinî akidelere
523 namazın farzı

Kur'ân-ı Kerîm’de “salât” an­ Nafile namazları, Farz ve Vacip


lamıyla doksan dokuz ayette namazları dışmda kalan namaz­
geçmektedir (bk. M.F.Abdülbâkî, lar olarak nitelemişlerdir. Bun­
el-Mu'cem, “slv” maddesi). Na­ lar da Farz namazlarından önce
maz, Allah ile kul arasmda en ve sonra kılınan sünnetler ola­
sağlam ilişkiyi ifade eden dinî ve rak nitelemişlerdir.
ahlâkî hükümler çerçevesinde
Bir de İslâm inancına göre na-
amelî bir ibadettir. Bu ibadet, ki­
mazın olmazsa olmazı “nama­
şiye özgü olduğu için bizzat bi­
zın şartlan” (bk. bu terim) dır.
reyin kendisinin eda etmesi yü­
Bunlar ise “hadesten taharet,
kümlülüğü söz konusudur; yani
necâsetten taharet, istbâl-i kıble,
bir başkasmın o bireyin yerine
vakit ve niyet”tir. Namazın sıfat­
namaz kılması caiz değildir.
ları konusunu Buhârî, kitabınm
Namazın rükünleri şunlardır:
“Ebvâbu Sıfati’s-Salât” bölü­
“İftitah tekbiri” (.bk. bu madde),
münde topladığı hadislere da­
“kırâ'at” (bk. bu madde), “rükû”
yanarak incelemiştir (Sahîh-i
(bk. bu madde), “sücûd” (bk. bu
Buhârî ve Tercemesi, C. 2, s. 749-
madde) ve “tahiyyata oturmak”
848).
(bk. bu madde). İslâm dinine gö­
re, namazın kişiye farz olması­ namâz bezi a. Kadınların namaz
nın üç kuralı vardır. Bunlar, kılarken başlarma örttükleri ör­
Müslüman olmak, buluğ çağına tü.
ulaşmış olmak ve akıllı olmak namâz-gâh a. (»(SjU) [< F.namâz +
biçiminde ifade edilmiştir. Bu gâh] 1. Arapça “musallâ” (bk.
ibadet, temelde üç önemh kate­ bu madde) sözü yerine kullanı­
goride toplanmıştır: Farz na­ lan ve bazı yerlerde açıkta na­
mazları, vacip namazları, nafile maz kılmak için yapılan ve mih­
namazları. rap yerine dikili bir taş konulan
Farz namazları, iki grupta nite­ mescit için kullanılan terim. 2.
lenmektedir. Bunlar, “farz-ı Namaz kılınan yer, cami, mescit.
ayn” (bk. bu madde) ve “farz-ı namâz-güzâr s. (ji^jU) [<F.
kifâye” (bk. bu terim)dir. namâz + güzâr] Namaz kılan,
Vacip namazları, Hanefi Mezhe­ namaz ibadetini yerine getiren
bine göre vitir ve Ramazan ile (Müslüman).
Kurban Bayramı namazları gös­ namazın farzı a. Müslüman olan,
terilirken Hanefi Mezhebinin dı- ergenlik yaşma gelmiş ve akıllı
şmdakiler bu namazları sünnet olan için farz kılman namazm
olarak nitelemişlerdir. eda edilmesi sırasmda gerekli
namazın kısaltılması 524

şartları taşıması için kullanılan minin sağlıklı bir ibadet için ge­
terim, bk. namazın şartları rekli koşulları ya da durumları
yerine getirmesi için kullanılan
namazın kısaltılması a. bk.
terim. Bu şartlar ikiye ayrılmak­
kasru’s-salât
tadır. Birincisi, namazm dışın­
namazm mekruhları a. Namaz daki şartlar; İkincisi namazm
kılarken “mekruh” (bk. bu içindeki şartlar.
madde) şeylerle uğraşma için
Namazm dışındaki şartlar altı
kullanılan terim. İlmihal kitap­
olup şunlardır: “hadesten taha­
larında bu konuda elliye yalan
ret, necâsetten taharet, setr-i
madde sayılmaktadır. Bunlar­
avret, istikbâl-i kıble, vakit ve
dan en önemlileri şöyle sırala­
niyet” (bk. bu maddeler).
nabilir: Namazda esnemek veya
Hadesten taharet, cünüp olan
gülmek, elbise ile oynamak,
veya boy abdesti bulunmayan
boynu çevirerek etrafa bakın­
kimsenin boy abdesti ve namaz
mak, tükürmek, bağdaş kurmak,
için şart olan abdesti alması iş­
ikinci rekâtta birinci rekâtta
lemidir; necâsetten taharet, be­
okuduğu sureden uzun sure
denen veya elbise üzerinde bu­
okumak, birinci ve ikinci rekâtta
lunabilecek maddî kirlerden
aynı sureyi okumak, gözlerini
armmak durumudur; setr-i av­
yukarıya dikmek, ağzına yiyecek
ret, namaz sırasmda vücutta di­
almak, düzgün olmayan elbise
nen örtülmesi gereken ve başka-
giymek, hamam veya mezarlık
larınm görmesi haram kılman
gibi uygun olmayan yerlerde
yerlerin için kullanılan terim;
namaza durmak, önünden insan
istikbâl-i kıble, kıbleye yönele­
geçebüecek yerlere sütre koy­
rek namaza durma işlemi; vakit,
mamak, kor hâlindeki ateşe kar­
farz ve sünnet namazları ile vi­
şı namaza durmak, önünde
tir ve teravih ile bayram namaz-
uyuyan bir kimse bulunmak gi­
larmm kılmabilmesi için vaktin
bi.
gelmiş veya girmiş olmasını ifa­
namazın rükünleri a. Namaz iba­ de eden terim; niyet ise “Yalnız­
detini eda ederken yapılması ca Allah rızası ve hangi namaza
zorunlu davranışlar. Bunları durulacağını belirtmek için na­
şöyle sıralayabiliriz: “iftitah maz kılmayı ifade eden.” terim­
tekbiri, kıyam, kırâ'at, rükû, dir.
sücûd, ka'de-i ahire” (bk. bu
Namazm içindeki şartlar da yine
maddeler)
altı olup şunlardır: “İftitah tek­
namazın şartları a. Namaz ibade­ biri, kıyâm, kırâ'at, rüku,
tini eda etmeden önce bir mü­ sücûd, tahiyyatıya oturmak”
525 namaz vakitleri

(bk. bu maddeler). îftitah tekbiri, ma ve namazda susma (“Fâtiha


namaza “Allahu ekber” diyerek suresi” ile “zamm-ı sure”yi
başlamak; kıyâm, ayakta dur­ okumama), namazın sonunda
mak; kırâ'at, ayakta dururken selâm verme ve yanılma olmuş­
“Fâtiha suresi” (bk. bu madde) sa “sehiv secdesi” (bk bu mad­
ni ve “zamm-ı sure” (bk. bu de) yapma gibi.
madde) yi okumak; rükûya
namazsız s. 1. Üzerine namaz farz
eğilmek ve üç defa “sübhâne
olmayan (kimse). 2. Aybaşı du­
Rabbiyel aliyyü’l-azîm” sözünü
rumunda olan (kadm, kız).
okumak; secdeye varmak ve üç
defa “sübhâne Rabbiyel aliyyü’l- namaz vakitleri a. Müminlere
a'lâ” sözünü okumak; her iki re­ farz kılınan namazın hangi saat­
kâtta bir oturarak lerde veya vakitlerde kılınacağı­
“ettahfyyatü” (bk. bu madde) nı ifade eden terim. Bunlar şöy­
duasını okumak. le, “sabah namazınm vakti”
(Sabaha karşı tan yerinin ağar­
namazın vacipleri a. Namaz kı­
maya başlamasından itibaren
larken “vâcip” (bk. bu madde)
güneşin doğuşuna kadar olan
olan konuları yerine getirme.
zaman dilimi), “öğle namazmm
İlmihal kitaplarmda bu konuda
vakti” (Güneşin tam tepede ol­
yirmiye yalan madde sayılmak­
duğu andan itibaren gölge Doğu
tadır. Bunlardan en önemlileri
tarafına uzamaya başladığı za­
şöyle sıralanabilir: Namaza
man dilimi), “ikindi namazmm
“Allahu ekber” diyerek başlama
vakti” (Öğle vaktinin sona erme­
ve “Fâtiha suresi” (bk. bu mad­
si ile güneşin kavuşmasına kadar
de) ni okuma, farz namazlarmm
uzanan zaman dilimi), “akşam
ilk iki rekâtmda ve vitir namazı
namazmm vakti” (Güneş kavuş­
ile nafile namazlarının her rekâ­
tuktan sonra oluşan kızıllık ile
tmda “zamm-ı sure” (bk. bu
beyazlığın kayboluncaya kadar
madde) okuma, üç ve dört rekât-
uzanan zaman dilimi), “yatsı
h namazların her iki rekâtında
namazmm vakti” (akşam na­
bir “tahiyyata oturma” (bk. bu
mazı vaktinin sona ermesinden
madde) ve “ettehiyyatü” (bk. bu
sabah namazının başladığı tan
madde) okuma, “vitir namazı”
yerinin ağarmasına kadar süren
(bk. bu madde) nda “kunut tek­
zaman dilimi), “vitir namazmm
biri” (bk. bu madde) ni alma ve
vakti” (yatsı namazının hemen
“kunut duası” (bk. bu madde)nı
arkasından kılınan namaz vakti),
okuma, bayram namazlarmda
“Cuma namazmm vakti” (öğle
fazla tekbirleri alma, cemaatle
namazı vaktinin ayni).
kılınan namazlarda imama uy­
namus 526

namus a. G^L) [Ar. < Gr. nomos] onları her taraftan saracağı
(ç. b. nevâmîs) 1. İslâmî kaynak­ [“Zümer suresi” (39 / 16), şid­
larda vahyin gelişiyle ilgili riva­ detli alev saçan bir ateş olduğu
yetlerde Cebrâil için kullanılan [“Tevbe suresi” (9 / 68), “Leyi
terim. Bu söz, Kur'ân-ı suresi” (92 / 14), “Kari'a sure­
Kerîm’de doğrudan doğruya si” (101 / 14), “Hümeze suresi”
geçmemekle birlikte “iffet, (104 / 6) açıkça dile getirilmiştir.
muhsanât, muhsinûn, fere,
takvâ” gibi kavramlar ile ifade­ § tam. nâr-ı cehennem a.
sini bulmuş ve toplum hayatına (^ jL) “Cehennem ateşi.”
girmiştir. Zaman içinde bu te­ anlammdaki bu terim,
rim, “cinsellik” çerçevesinde yo­ “Tevbe suresi” (9 / 68-81) nde
ğun bir anlam zenginliği ka­ açıkça ifadesini bulmaktadır.
zanmıştır; eşanlamlısı “iffet” narh a (^>) [Ar.] Ticaret hayatın­
[bk. bu madde) 2. Grek kaynaklı da, çarşıda veya pazarda satılan
felsefî eserlerin Arapçaya çev­ her türlü mal için devletin resmî
rilmeye başlanmasmdan sonra makamlarınca fiyat belirlenme­
“kanun veya İlâhî kanun” [kişi­ si.
nin nefsine hâkim olma, her türlü
işte adil davranmaya özen nas a (^) [< Ar. nass] (ç. b.
göstreme) anlammda kullanıl­ nusûs) 1. İslâmî bilimlerde,
mış olan terim. 3. Grekçede “Hz. Kur'ân ve sünnetin tevile yol
açmayan lafızları veya kesin
Musa’ya gönderilen şeriat? [Tev­
rat) için kullanılan terim. hükümleri. 2. fık. Anlamına açık
bir biçimde delâlet eden ve ken­
§ tam. nâmûs-ı ekber a (jjSI disinden çıkarılan hüküm ile sö­
^L) [en büyük namus) Ceb­ zün asıl sebebini oluşturan lafız
rail. için kullanılan fıkıh terimi.

nâr a (jü) [< Ar. nevr] (ç. b. nîrân, nasârâ a (^L^) [Ar.] İslâmî kay­
envâr) Kur'ân-ı Kerîm’de ve naklarda Hristanhğı ve
hadislerde söz konusu edilen Hristiyan toplumunu ifade et­
cehennem ateşi. Bu söz, Kur'ân- mek için kullanılan terim.
ı Kerîm’de 145 ayette geçmekte nasb a (,_,..->•<) [Ar.] Hz. Osman taraf­
olup bunlardan 118 ayette ce­ tarlığı yaparak Hz. Ali’yi sevme­
hennem ateşini ifade etmekte­ yen, ona düşman gözüyle bakan
dir. Buralarda, cehennem yakı- cemaat.
tmm kâfirler ve taşlar olduğu
[“Bakara suresi” (2 / 24), “Âl-i Nâs suresi a (^ »^L) [< Ar.
tmrân” (3 / 10-131), bu ateşin “Sûretü’n- Nâs” (^Ul sj^)]
527 nasihat

Kur'ân-ı Kerîm’in yüz on dör­ yen inaçlara veya gruplara, yani


düncü ve son, iniş sırasına göre Hz. Osman taraftarlığı yapan
yirmi birinci suresi olup “Felâk kimselere verilen ad.
suresi” (113)nden sonra ve “İh-
nâsıbî a. (^L) [Ar.] bk. nâsıbe
lâs suresi” (113)nden önce
Mekke veya Medine döneminde nasır a. (^U) [Ar.] “Yardım eden.”
mi nazil olduğu konusunda tar­ anlamında Allah’a ve insana
tışmalar söz konusu olsa da bi­ nispet edilen bu söz, “Âl-i
lim adamları surenin özü itiba­ İmrân suresi” (3 / 150) nde,
riyle Mekke döneminde nazil mealen “Doğrusu Allah sizin
olduğunu benimsemişlerdir ve mevlânızdır. O, yardım edenlerin
altı âyetten meydana gelmekte­ en hayırlısıdır.” olarak kullanıl­
dir. Admı her ayetin sonunda maktadır. Allah’ın yardımı sınır­
geçen “nâs” (insanlar) sözünden sızdır; insanın yardımı ise sınır­
alan bu sure, “Felâk suresi” (bk. lıdır.
bu madde) ile birlikte Nâsırıyye a. (ç^L) [Ar.]
“mu'avvizeteyn” (her türlü kö­ “Şâziliyye” (bk. bu madde)
tülükten Allah’a sığınmayı anla­ tarikatinin İbn Nâsır Ebû Abdul­
tan iki sure) (bk. bu terim); lah Muhammed ed-Derî (öl. 1085
“Felâk suresi” (bk. bu madde) /1674) ye nispet edüen kolu için
ve “İhlâs suresi” (bk bu madde) kullanılan ad ve terim.
ile birlikte de “mu'avvizât” (bk.
bu madde) adını almaktadır. Su­ nâsî a. (^L) [Ar.] Hadis biliminde,
renin özünde, cin ve şeytanın hadis rivayet ettikten sonra onu
şerrinden Allah’a sığınılması unutan kimse.
buyurulmaktadır. Fazileti olarak nâsib a. (j—D [Ar.] 1. Hadis bili­
ise rahatsızlık zamanmda ve ge­ minde, önceden konulmuş şerî
ce gelen sıkmtılara karşı “İhlâs bir hükmü ortadan kaldıran bir
suresi” ve “Felâk suresi” ile hadis. 2. Bir kitabı veya defteri
birlikte okunması sünnetten sa­ bir başka yere aktaran kimse
yılmıştır. Hz. Peygamberin “Nâs için kullanılan terim, müstensih.
suresi”nin tefsiri için bk. Sahîh-i
Buhârî ve Tercemesi, C. 11, s. nasihat a. (ca^) [< Ar. nush]
5070-5071.
Başkalarınm hatalarmı ve ku­
surlarını örtmek için ortaya ko­
nâsıbe ç.a. («u^L) [Ar.] (ç. b. nulan çaba ve gösterilen iyilikler
nevâsıb) îmamiyye Şî'ası inancı ile bu yolda sarf edilen öğütler
çerçevesinde Hz. Ali yolunda için kullanılan ahlâkî ve dinî te­
yürüyen kimseler veya rim. Kur'ân-ı Kerîm’de bu söz
tarikatler için düşmanlık besle­ isim ve fiil biçimleriyle on iki
nasîhatname 528

ayette geçmektedir (bk. M.F. İbn Hacer’in Kur’ân-ı


Abdülbâkî, el-Mu'cem, “nsh” Kerîm’den derlediği Allah’ın
maddesi). isim ve sıfatları listesinde yer
almaktadır.
nasîhatname a. (<uU cm^i) [< Ar.
nashîhat + F. nâme] ed. İslâmî nasrânî a. (^1^) [Ar.] (ç. b.
edebiyatta toplumun ve bireyin nasârâ) Hristiyan.
ahlâkî ve dinî değerlerini yük­
Nasr suresi a. (^j^ ^i) [< Ar.
seltmek, onları eğitmek, dirlik
“Sûretü’n- Nasr” G^ll »j^)]
ve düzenliği sağlamak amacıyla
Kur’ân-ı Kerîm’in yüz onuncu,
gerekli öğütleri örnekleriyle sı­
ralamak amacı ile kaleme ahn- iniş sırasma göre yüz on dör­
mış olan didaktik nitelikli edebî düncü suresi olup “Tevbe sure­
eserler için kullanılan ortak ad. si” (9)nden sonra Kur’ân-ı
Kerîm’in en son inen suresi ka­
nâsik a. (eLL) [Ar.] tas. Tasavvuf
bul edilmektedir ve Medine dö­
inancmın oluşum sürecinde
neminde nazil olmuştur. Üç
“âbid” (bk. bu madde) ve
âyetten meydana gelmektedir.
“zâhid” (bk. bu madde) için kul­
Admı ilk ayette geçmekte olan
lanılan ad.
“nasr” (yardım etme} sözünden
nasıp, -bi a. Ç^û) [Ar.] İslâm alan bu sure, ayrıca “İzâ câ’e
inancına göre, Allah’m bir kimse Nasrullahi” ve Hz. Peygam-
için verdiği huzur ve mutluluk ber’in vefatma işaret etmesin­
unsuru ve değeri için kullanılan den dolayı “Tevdî” (veda) suresi
kelâm terimi. olarak da adlandırılmaktadır.
Naşir a. (j^) [< Ar. nasr] Sözlük Surenin özünde, İlâhî yardım­
anlamı, “Yardım etmek, destek dan ve ondan dolayı gelen fetih­
vermek, sıkıntıdan kurtarmak.” ten söz edilmekte, bundan dola­
olan bu söz, Allah’a nispet edil­ yı da Allah’a dua ve hamd edil­
diğinde bu anlamlann bütün in­ mesi buyrulmaktadır. Hz. Pey-
celikleriyle kullanıldığı söz ko­ gamber’in “Nasr suresi”nin tef­
nusudur. Kur'ân-ı Kerîm’de siri için bk. Sahîh-i Buhârî ve
yirmi iki ayette fiil biçimiyle, on Tercemesi, C. 11, s. 5055-5059.
beş ayette de “nasr” biçiminde
Nasûhiyye a. (ık^) [Ar.]
Allah’a izafe edilmiştir (bk. M.F.
Halvetiyye - Şâbâniyye tarikati-
Abdülbâkî, el-Mu'cem, “nsr”
maddesi). Bu isim, Allah’ın dok­ nin Mehmed Nasûhî Üsküdârî
san dokuz ismini veren İbn (öl. 1130 /1718) ye nispet edilen
Mâce ve Tirmizî rivayetlerindeki bir kolu için kullanılan ad.
listede bulunmamakla birlikte,
529 nâtık

nasûh tövbesi a. Şartlan uygun dinî ve özel günlerde okunmuş;


olarak içtenlik ve ihlâs ile yapı­ bu eserlerin en beğenilen beyit­
lan tövbe. leri veya “mısrâ-ı berceste” ni-
tehğinde olanlan hattatlar eUyle
nâsût a. (oj—U) [Ar.] tas. Tasavvuf
kaleme alınmış, cami, mescit,
inancına göre, insanoğlunun bi­
dergâh, konak, dükkân gibi özel
reysel ve cismanî yönünü anla­
yapıların en müstesna yerlerine
tan terim. Bu söz genellikle
asılarak hat sanatmm güzel ör­
“lâhût” (bk. bu madde) terimiyle
nekleri olarak yaşatılmıştır. Öte
birlikte kullanılmış ve her ikisi
yanda cami ve tekke musikîsinin
hakikatin iki veçhesi olarak yo­
en önde gelen ve ortak şekille-
rumlanmıştır. Bu yoruma göre,
rinden olan “na'at’Ter, camüer-
“nâsût”, AUah’m halk olan yö­
de Cuma ve Bayram namazla-
nünü, yani zâhirî yönünü;
nndan önce veya sonra Kur’ân-
“lâhût” ise bâtmî olan, yani Hak
ı Kerîm’in okunması, ardmdan
olan yönünü ifade etmektedir.
“ta'rîfhân” (bk. bu madde) m
na't / na'at a. (o*i) [Ar.] ed. İslâmî ayağa kalkarak Hz. Peygamber’e
edebiyatta, Hz. Peygamber’e öv­ selât ü selâm getirip camiyi yap­
gü için yazılan manzum eserle­ tıranlara hayır dua etmesinden
rin ortak adı. İlk örneklerini sonra “na'thân” (bk. bu madde)
Arap edebiyatında ve geneUikle lar tarafmdan bestelenmiş ola­
“medih” başlığı altında toplu rak okunmuş; bu gelenek gü­
olarak gördüğümüz bu tarz şiir, nümüze kadar süregelmiştir.
Fars edebiyatmda özellikle de
na't-hân a. (jljiiû) [< Ar. na't + F.
yeni Farsça ile beraber düzenle­
hân] Hz. Peygamber’e övgü için
nen eserlerde geneUikle
yazdan manzum eserlerin beste­
“tevhid” (.bk. bu madde) bölü­
lenmiş biçimlerinin camilerde
münün sonrasmda yer almıştır.
Cuma ve Bayram namazlarm-
Bu edebiyatta mensur
dan önce veya sonra Kur’ân-ı
“na’at”lerin de kaleme alındığı
Kerîm’in tilâvet edilmesinin ar­
söz konusudur. Türk edebiya­
dmdan okunması işini yapan
tmda ise “esmâ-ı nebî, sîre,
kimse.
mevlid, mi'râc-nâme, mu'ci-
zât-ı nebî, hilye, kırk hadis” nâtık a. (jLL) [< Ar. nutk]
gibi müstakü türler yanmda “İsmâ'iliyye” (bk. bu madde)
“Dîvân” geleneği içinde mezhebinin “yedi devir inancı”
“kasâ’id” bölümünde bu tür çerçevesinde her devir bir nâtık
eserlerin olmazsa olmaz örnek­ nebîyi ifade eder; sonra bir vâsi
leri arasmda yer almıştır. Ayrıca imam ve altı sâmit imam ile bu
“na'at”ler, cami ve tekkelerde sistem tamamlanmış olur. Bu
Nâvûsiyye 530

sistem içinde, “nâtık” terimi, bu olaya karşı korunma anla­


yeni devri başlatan peygamber mında şu duanın okunması salık
anlamındadır. verilmiştir: “U'îzü bi-kelimâti’l-
lâhi’t-tâmmâti min külli
Nâvûsiyye a. (4»jyL) [Ar.] Şi'î
şeytanin ve hâmmetin ve min
mezhebi inancma göre,
külli aynin lâmmeti.”
“isnâ'aşeriyye” (bk. bu mad-
de)nin altıncı ve “İsmâ'iliyye” nazariyyetü’l-tatavvur a. (j^kJI
(bk. bu madde) kolunun beşinci İjki) [Ar.] bk. tekâmül nazari-
imamı ve Ca'ferî fıkhının kuru­ yesi
cusu olan Ca'fer es-Sâdık (öl. 148
nâzır a. (jjü) [Ar.] 1. îslâm devlet
/ 765)m ölümünden sonra ortaya
teşkilâtı içinde çeşitli kurum ve
çıkan ve onun ölümüne inan­
kuruluşlarm yönetim ve dene­
mayan, hatta hayatta olduğunu
tim makammda bulunan kimse­
ve dünyaya yeniden hâkim ola­
ler. 2. bk. mütevellî (I) (bk. bu
cağını savunan Basralı Nâvûs
madde) 3. Herhangi bir nesneye
isimli bir şahsm etrafında top­
bakarak kayıp veya çalmtı eşya
lanan kimselerin başlattığı ha­
hakkında bilgi veren ya da ke­
rekete verüen ad ve bu hareket
hanette bulunan, geçmiş veya
için kullanılan terim.
gelecek ile ilgili olaylar hakkın­
nazar a. (^) [Ar.] 1. tas. Tasavvuf da yorumlar yapabilen kimse
inancında şeyhin, mürşidin mü­ anlamında kelâm terimi, “bakı­
ridine, salikine manevî yolla cı” (bk. bu madde)
bakması ve feyz vermesi. 2.
Nâzi'ât suresi a. (^oL;L) [<
Türk kültüründe göz değmesi
Ar.“Sûretü’n- Nâzi'ât” (oLjUl 5j
olarak nitelenen olay için kulla­
_^)] Kur'ân-ı Kerîm’in yetmiş
nılan terim. Osmanh Türkçesin-
dokuzuncu, iniş sırasma göre
de “isâbet-i ayn”dır. 3. Bir ke­
seksen birinci suresi olup “Nebe'
lâm terimi olarak “nazar”, du­
suresi” (78)nden sonra ve
yular ve doğru haber ile insan
“İnfitâr suresi” (82)nden önce
için bilgi edinme yolları içinde
suresi olup Mekke döneminde
gösterilen üç unsurdan biridir.
nazil olmuş ve kırk altı âyetten
Bu yolla elde edilen bilgi, ilim
meydana gelmektedir. Adını ük
olarak nitelenmiş; bunu akaid
ayette geçmekte olan “nâzi'ât”
alanında kullananlara “ehl-i na­
(şiddetle çekip alanlar) sözünden
zar” denilmiştir.
almıştır. Bu sure, 14. ayetten do­
nazar duası a. Türk kültüründe göz layı “Sâhire” (mahşer yeri) ve
değmesi, Osmanh Türkçesinde 34. ayetten dolayı da “Tâmme”
“isâbet-i ayn” olarak terimleşen (bifyük felâket) adıyla anılmak-
531 nebî

tadır. Surenin özünde, kıyame­ Nebe' suresi a. (^ »j^ ’u) [< Ar.
tin muhakkak gerçekleşeceği, “Sûretü’n-Nebe'” (Ull sj^)]
dünyada iyi amel edenler üe kö­ Kur'ân-ı Kerîm’in yetmiş seki­
tü davrananlarm ahirette yap- zinci, iniş sırasına göre sekse­
tıklarının karşılığını alacakları ninci suresi olup “Me'âric sure­
anlatılmaktadır. si” (70)nden sonra ve “Nâzi’ât
suresi” (79)nden önce Mekke
nazîf a. (jJü) [Ar.] “Temiz, pak,
döneminde nazil olmuş ve kırk
terbiyeli, iffetli, ahlâklı, namus­
âyetten meydana gelmektedir.
lu.” anlamında olan bu terim, Al­
Admı ikinci ayette geçmekte
lah’m sıfatı olarak Tirmizî’nin
olan “nebe'” (haber) sözünden
rivayet ettiği bir hadiste geç­
almaktadır. Surenin özünde, öl­
mektedir: “Allah nazîftir, nezafe- dükten sonra dirilmenin, yani
ti sever...” (Tirmizî, “Edeb”, 41). kıyamet gününün gerçekleşeceği
nâzil a. (Jjls) [Ar.] Hadis rivayetin­ ve ahret hayatmın muhakkak
de en son ravî ile Hz. Peygamber yaşanacağı anlatılmaktadır. Bu
veya hadis imamlarından biri sure ile beraber “Mürselât su-
arasındaki ravî sayısının azhk resi”ni Hz. Peygamber’in nama­
veya çokluğuna, yine ravînin zın bir suresinde okuduğu riva­
erken veya geç vefat etmesine, yet edilmektedir.
isnadın uzunluk veya kısalığına nebevî hadis a. Hz. Peygamber’e
göre kazandığı vasıf. ait olan söz, fiil, takrir ve sıfatlar
için kullanılan terim. Bu tür ha­
nazmüT-Kur'ân a. (jîjül ^) [Ar.]
diste, sözün mesnedi Hz. Pey­
Kur'ân-ı Kerîm’in söz ve anlam
gamber’dir.
gücü ile tertip bakımından bir-
biriyle sıkı bir bağ ve düzen nebî a. (^1 [Ar.] (ç. Z?. enbiyâ) Pey­
oluşturduğu konusunu incele­ gamber karşılığı olarak Kur’ân-ı
yen bilim dalı ve bu konuda ka­ Kerîm’de sıkça geçen ve Al­
leme alınan eserler için kullanı­ lah’ın, dinî kurallarmı, emir ve
lan ortak ad. yasaklarını, öğüt ve tavsiyelerini
insanlara bildirmesi için görev­
Nazzâmiyye a. (ÛIL) [Ar.] Bas­ lendirdiği kimseler için kullanı­
ra’da oluşturulan Mu'tezile eko­ lan terim, bk. peygamber. “Ba­
lünün kelâmcılarından olan kara suresi” (2 / 213) nde mea­
Nazzâm (öl. 231 / 845) ın görüş­ len “...müjdeci ve uyarıcı olarak
lerini benimseyenlere verilmiş nebileri gönderdi.” denilerek ne­
olan ad ve bunlar için kullanılan bilerin konumunu açıkça ifade
terim. etmektedir. Aynca, “Nisâ sure­
si” (2 /163-164) nde nebilere va-
nebîl 532

hiy indirildiği, bunlara resul de­ sağlıklı olabilmesi için beden,


nildiği ifade edilmektedir. elbise ve namaz kılınacak yerle­
rin temizliği şarttır.
nebîl a. CJ^) [Ar.] Hadis biliminde,
“sahih hadis” [bk. bu madde) necât a. (0L4) [Ar.] Bir müminin
anlamında kullanılan bu söz, dinî yükümlülüklerini yerine ge­
ayrıca, “ceyyid, müstakim, tirmesi ile dünyada ve âhirette
sâlih, mahfûz” (bk. bu madde­ ulaşacağı ebedî huzur ve mutlu­
ler) terimleriyle eşanlamlı ola­ luğu ifade eden kelâm terimi, eş
rak nitelenmektedir. anlamlısı, “felâh, fevz, halâs”
(bk. bu maddeler). îslâm bilgin­
necâset a. (o-Li) [Ar.] fik. Bazı
lerine göre “necât”, insanoğlu
nesnelerin dinen pis sayılması
için önceden belirlenmiş veya
veya hakikî ve maddî pislik an­
hazırlanmış bir olgu değil, tam
lammda bir fıkıh terimi.
aksine insanın onu kazanması
§ tam. necâset-i galîza a. gereken bir başandır.
(<lUi c^Uj) “Ağır necaset.” Neccâriyye a (^Lâ) [Ar.] İslâmî
anlamma gelen bu terim, in­ bilimler alanmda 9. yüzyılda
san dışkısı veya idrarı, vücu­ Hüseyin b. Muhammed en-
dun herhangi bir yerinden Neccâr (öl. 230 / 845) tarafmdan
kan, irin, meni, âdet veya lo- kurulan ve ilkeleri tespit edilen
husalık kanı, kusmuk yanm- kelâm ekolü için kullanılan ad
da eti yenmeyen hayvanların ve terim. Kurucusunun admdan
dışkı, idrar ve salyaları, eti dolayı “Hüseyniyye (II) ” (bk. bu
yenen hayvanlardan ise kü­ madde) olarak da anılmaktadır.
mes hayvanlaruun pislikleri, İnanç ilkeleri olarak “tevhid”
akan kanı; aynca şarap, leş (bk. bu madde), sıfatlar konu­
gibi unsurlan kapsamakta­ sunda “Mu'tezile” (bk. bu mad­
dır. de), kader meselesinde “ehl-i
necâset-i hafîfe a. (tUa. sünnet” (bk. bu madde) anlayı­
c^Uj) “Hafif necaset.” anla­ şım benimsemiş, İlâhî kelâmm
mma gelen bu terim, eti ye­ “hâdis” olduğunu savunmuşlar­
nen ehlî hayvanlarm dışkıla- dır.
n veya idrarları ile kuşlarm neceş a (J^ [Ar.] “Müşteri kızış­
pisliklerini kapsamaktadır. tırarak bir malın fiyatını yük­
necâsetten tahâret a Namazın seltmek.” anlammda olan bu te­
dışındaki şartlarından biri olan rim, ticari hayatta çok sık görü­
hakikî ve maddî pislik veya kirli­ len bir hareket olmuştur. Hz.
lik anlamında terim. Namazm Peygamber, bu hareketi şiddetle
533 nefis

kınamış ve yasaklamıştır. Bun­ oluşturulan kurul için kullanılan


dan dolayı da İslâm bilginleri bu ad.
hareketin haram olduğu konu­
nefâz a. (jlü) [< Ar. nefs] fık. Bir
sunda fikir birliği içinde olmuş­
akdin işlerlik kazanması anla­
tur.
mında kullanılan bir fıkıh teri­
necis a. O^aJ) [Ar.] bk. necâset mi.
Necm suresi a. (^ tj^ ^) [< nefha a. (<iü) [< Ar. nefh] İslâm
Ar.“Sûretü’n-Necm'” (^1 s^)] inancma göre, kıyametin kop­
Kur'ân-ı Kerîm’irı elli üçüncü, ması aşamasmda oluşacak koz­
iniş sırasma göre yirmi üçüncü mik değişimin başladığmı bildi­
suresi olup “İhlâs suresi” recek olan ve bir defa üfürme
(112)nden sonra ve “Abese sure­ anlammda kullanılan kelâm te­
si” (80)nden önce Mekke döne­ rimi.
minde nazil olmuş ve altmış iki nefis, -fsi a. i,^) [< Ar. nefs] (ç.
âyetten meydana gelmektedir. b.enfüs, nüfûs) 1. “Öz, iç, ruh,
Admı ikinci ayette geçmekte can; ben, benlik, kendilik.” anla­
olan “necm'” (yıldız) sözünden mında insanm yaşama vasıflan,
almaktadır. Surenin özünde, İs­ biyolojik özelliklerini ifade eden
lâm inancının temel ilkelerin­ terim. Bu kavram, Kur'ân-ı
den olan “nübüvvet, tevhid, Kerîm’de 295 ayette “İnsanın
âhiret” (bk. bu maddeler) konu- hem maddî varlığı hem de onda
larmın ele almması ve işlenmesi gözle görülemeyen ve iyi ile kötü­
söz konusudur. Tefsir kaynakla­ yü arzu eden manevî varlık.” an­
rına göre, içinde “secde” (bk. bu lammda kullanılmıştır (bk.
madde) ayeti bulunan ilk sure, M.F.Abdülbâkî, el-Mu'cem, “nfs”
“Necm suresi”dir. Hz. Peygam­ maddesi). 2. tas. Tasavvuf inan­
ber’in “Necm suresi”nin tefsiri cma göre, kendisinde iradeye
için bk. Sahîh-i Buhârî ve bağlı hareket, duygu ve yaşama
Tercemesi, C. 10, s. 4798-4807. gücü bulunan sıcak bir cevher
anlamında terim. Aynı zamanda
nedvetüT-ulemâ a. GLUI îji) [Ar.] bu terim, insandaki heva, heves
Hindistan’da 1894 yılmda İngüiz ve şehvetin mayası olarak da ni­
hâkimiyetinin yayılması üzerine telenmektedir. Sufîlere göre bu
Müslüman halk üzerinde sosyal, nefsin yedi mertebesi vardır.
siyasal ve ekonomik şartlarm Bunlar da şöyle adlandırılmış:
ağırlaşması, eğitimde İngiliz sis­ “nefs-i emmâre” (bk. bu mad­
teminin benimsenmesine karşı de), “nefs-i levvâme” (bk. bu
madde), “nefs-i mülheme” (bk.
nefs-i cüz’ 534

bu madde), “nefs-i mut- bu söz ile karşılanmıştır;


ma'inne” (bk. bu madde), eşanlamhsı “akl-ı küll” (bk.
“nefs-i râziyye” (bk. bu madde), bu madde).
“nefs-i marziyye” (bk. bu mad­
nefs-i levvâme a. (<«1^)
de), “nefs-i zekiyye” (bk. bu
tas. “Kınayıcı nefis.” anla-
madde).
mmdaki bu söz, tasavvuf
§ tam. nefs-i cüz' a. (^ ^) inancında ruh dünyasını
tas. Her insanın ayrı ayrı var- ezen, baskı altmda tutan ne­
hğı veya nefsi; “nefs-i küll” fistir.
karşıtı. nefs-i mardiyye a. («L_^
nefs-i emmâre a. (»jLI ^ai) tas. “Hoşnut olunan nefis.”
(baskıcı nefis) tas. İnsanı gü­ anlamındaki bu söz, tasavvuf
nah işlemeye ve kötülüğe inancında bütün benliği ile
zorlayan tutku. kendini Allah’a veren ve Al­
lah’m kendisinden razı olan
nefs-i hayvânî a. (^Ij^. (^âi) nefis.
1. psikol Cinsel içgüdü. 2. tas.
Canlı yaratıkların hareket nefs-i mutma'inne a. (4iX
^J tas. “Doyuma ulaşmış,
kaynağı olarak gösterilen un­
huzura ermiş nefis.” anla-
suru.
mmdaki bu söz, tasavvuf
nefs-i insânî a. (^Ul ^^ inancında kötülüklerden
tas. İnsandaki bütün yetileri armmış, güzel ahlâk ile be­
kavrama ve akıl yürütme gü­ zenmiş, Allah ile manevî bağ
cü. kurabilmiş nefis.
nefs-i kâmile a. (<LIS ji) nefs-i mülheme a. (<«<L
tas. “Olgun nefis.” anlamm- tas. “İlham edilmiş nefis.” an­
daki bu söz, tasavvuf inan­ lamındaki bu söz, tasavvuf
cında bütün olgunluk özellik­ inancmda insana iyiliği ve
lerini kazanmış, irşat duru­ kötülüğü, hayır ve şerri bir­
muna geçmiş nefis. birinden ayırt edebilecek ye­
teneğin verildiği nefis.
nefs-i kudsiyye a. (amü ^^
tas. İlâhî nefis. nefs-i nâmiye a. (<Xâlj ^>uij)
tas. Ana rahmine düşen bir
nefs-i küll a. (JS ^j^) tas. Bü­
nutfeden oluşan tabiî kuvvet.
tün evreni ve “dokuz felek”
(bk. bu madde) i ifade eden nefs-i nâtıka a. (ükü ^1
terim; ayrıca “levh-i tas. İnsanı öteki canlılardan
mahfuz” (bk. bu madde)da
535 nemîme

ayıran ve konuşma yeteneği­ nefîy a. (^) [Ar.] tas. Tasavvuf


ni gösteren nefis. inancında, kulun fiillerinin
Hakk’ın fiilleri karşısmda fani
nefs-i nefise a. (<uuaj <B>u^)
olması.
tas. Kişinin zatı.
nefse zulüm a. Bir insanın dünya
nefs-i rahmânî a. (^laj
^J tas. Tanrı’ya özgü nefis. ve ahrette kendisine zarar vere­
Tanrısal güç. cek inanca sahip olması, söz, ey­
lem veya davranışlar içinde bu­
nefs-i radıye a. (<^j u-ü) lunması. Bu söz, Kur'ân-ı
tas. “Razı olan nefis.” anla- Kerîm’de yirmi dokuz ayette
mındaki bu söz, tasavvuf geçmektedir (bk. M.F.Abdülbâkî,
inancında her yönüyle Al­ el-Mu'cem, “nfs” maddesi).
lah’a yönelen ve O’ndan razı
olan nefis anlamındadır. nefsi müdafaa a. huk. bk. meşrû
müdafaa
nefs-i sâfiyye a. (ÛL» ^^
nehiy, -hyi a. (^) [< Ar.nehy] (ç. b.
tas. bk. nefs-i kâmile
nevâhâ) fık. Yasaklama, yaptır­
nefs-i zekiyye a. (^j ^1 mama, engelleme, menetme an­
tas. bk. nefs-i kâmile lamında kullanılan fıkıh terimi;
nefsü’l-emr a. G-oV l ^) İşin “emir” (bk. bu madde) karşıtı.
özü, gerçeği. nehrü’l-hayât a. (cLJlj^) bk. âb-ı
nefes a. (^^) [Ar.] 1. tas. Tasavvuf hayât
yoluna giren bir kimsenin üze­ nehy ani’l-münker a. (j^ıJljc ^
rinde yoğunlaşmış olan tasavvu- Şeriatm yasakladığı şeyleri yap­
fî hâlin giderek normale dönme­ tırmama anlamında kullanılan
si ve ruhen hafiflemesi, içinin terim.
ferahlanması, velîlerin himme­
tine mazhar olması durumr. 2. nekâret a. (ojl£) [Ar.] Hadis bili­
Bektaşî tekkelerinde okunan minde, hadis veya ravînin
bestelenmiş İlâhiler. münker olması durumu.

nefha a. (<ii) [Ar.] Kur'ân-ı nemâ a. (eL) [Ar.] fık. İslâm huku­
Kerîm’de geçen ve kıyametin kunda, zekâta konu olan malla-
kopması, ölmüş ruhlarm yeni­ nn artma özelliğine sahip olma­
den diriltilmesi için “sûr” (bk. sını ifade eden fıkıh terimi.
bu madde) a yapılacak üfleyiş. nemîme a. (^ [Ar.] Sözlük an­
nefir a. Gü) [Ar.] Hac ibadeti sıra- lamı, “Hafif gürültü veya ses.”
smda Mina’dan ayrılma duru­ olan bu söz, insanları kırıcı ve
mu. üzücü nitelikteki sözleri farklı
Nemi suresi 536

kimselere taşıma anlammda te­ neseb bi’l-arz a (>jJL cuıû) [Ar.]


rim, kovculuk. Kur'ân-ı ftk. Yatay nesep, yani erkek kar­
Kerîm’de bu davranış, şiddetle deşler ile bunlann oğullan ve
kınanmış ve haram kılınmıştır amca oğullan arasmda oluşan
(“Kalem suresi ”, 68 /10-14). Hz. bağ.
Peygamber de “Kovculuk yapan
neseb bi’t-tûl a. (JjkL ^ui) [Ar.]
cennete giremez.” (Buhârî,
fik. Dikey nesep, yani babalar ile
“Edeb”, 50; Müslim, “îmân”, 169)
babalarm yukanya doğru baba­
demiştir.
ları ile oğullarm aşağıya doğru
Nemi suresi a. I^^jj bjjMi J^) oğullan arasındaki bağı ifade
Ar.“Sûretü’n-Nemr” (JJI »j^)] eden nesep.
Kur’ân-ı Kerîm’in yirmi yedin­
neseb-nâme a. (<uü ^) [< Ar.
ci, iniş sırasma göre kırk seki­
neseb + F.nâme] tas. ed. Tasav-
zinci suresi olup “Şu’arâ sure­ vufî edebiyatta mutasavvıf şair­
si” (26) inden sonra ve “Kasas lerin başta Hz. Peygamber ol­
suresi” (28)nden önce Mekke mak üzere öteki din ve devlet
döneminde nazil olmuş ve dok­ büyüklerinin soylarmı şiirleşti­
san üç âyetten meydana gelmek­ ren eserler için kullandıkları or­
tedir. Admı on sekizinci ayette tak ad.
geçmekte olan Hz. Süleyman’m
nesep, -bi a. C.^) [Ar.] fik. İslâm
ordusuna yol gösteren karmcay-
hukukunda, bireyin soy bağı
la ilgili kıssadan almaktadır.
yani çocuk-anne-baba arasmda-
Bundan dolayı da "Süleyman
ki bağı ifade eden terim, kan hı­
suresi” olarak anılmaktadır. Su­
sımlığı. Bu terim, genellikle baba
renin genelinde peygamber kıs­
tarafından akrabalık üzerinde
saları anlatılmakla beraber, öz
kullanılmıştır.
olarak da Allah’a şirk koşmanm
ne kadar günah olduğu üzerinde § tam. neseb-i gayr-ı sahîh a.
durulm aktadır. Hz. Peygam­ (»_■— jjc ««;) fik. İslâm hu­
ber’in “Nemi suresi”nin tefsiri kukunda, evlilik dışı doğan
için bk. Sahîh-i Buhârî ve çocuklar.
Tercemesi, C. 10, s. 4636-4638.
neseb-i sahîh a. (çy^ u«i)
neseb bi’l-amûd a. (jjJL İslâm hukukunda, evlilik sı-
[Ar.] fik. Aşağı doğru inen soy rasmda veya evliliğin sona
kütüğü. Buna göre anne-baba, ermesinden itibaren üç yüz
çocuklar, torunlar ile bunlarm gün içinde doğan çocuklar.
çocukları.
537 nestûrî

neseb-i vâkıf a. (uîlj ^ ları ile onlarm soyunu ifade


Bir vakfı kuran kimsenin ço­ eder.
cukları.
§ tam. nesl-i vâkıf a. (Jilj
nesep bilgisi a. bk. ensâb cM) Bir vakfı kuran kimsenin
nesih, -hi (I) a. (^-ı) [Ar.] 1. fik. çocuklan.
İslâm hukukunda, şer'î bir hük­ nesr (I) a. (j^ü) [Ar.] Kur'ân-ı
mün daha sonra gelen şer'î bir Kerîm’de geçen ve Nuh kavmi-
delil ile kaldırılması. 2. Allah’ın nin taptığı putlardan birinin adı
önceki peygamberlere gönder­ olarak zikredilen söz.
diği vahiylerde bulunan bir
hükmü, sonradan gelen pey­ nesr (II) a. [Ar.] İyi uçabilen
gamberler için gönderdiği va­ avcı bir kuş türü adı. Türkçede
hiylerden tamamen kaldırması buna “kerkenez” denilmektedir.
veya değiştirerek ona yeni bir
§ tam. nesr-i tâ'ir a^lL ^J
biçim vermesi ya da yerine bir
“Uçan kuş.” anlammda olan
başka benzerini yerleştirmesi
bu terim, kuzey kutbu taraf­
anlammda kelâm terimi. Bu ko­
larında bulunan iki yıldız
nu, Kur'ân-ı Kerîm’de “Nahl
kümesinden biri için kulla­
suresi” (16)nin 101. ayetinde
nılmıştır.
açıkça ifade edilmektedir. 3.
Hadis biliminde, şerî bir hüküm nesr-i vâki a. (jjlj^) Kuzey
ifade eden bir hadisin hükmü­ kutbu taraflarında bulunan
nün bir başka şerî hüküm ifade iki yıldız kümesinden birinin
eden hadisle ortadan kaldırıl­ adı.
ması durumu.
nessâb a. (oü) [Ar.] Nesep konusu
nesih, -hi (II) a. (j^) [Ar.] İslâm ile uğraşan kimse, nesep bilgini.
hat sanatmda, “aklâm-ı sitte”
nesta'lîk a. (İU4 [< Ar. nesh-i
(bk. bu madde) içinde yer alan
ta'lîk < nesh ü ta'lîk] İslâm hat
bir yazı çeşidi.
sanatmda, “aklâm-ı sitte” (bk.
nesîkeu. (dıuâ) [Ar.] fik. İslâm bu madde) dışında kalan ve çok
inancma göre, yeni doğan çocuk sık kullanılan bir tür yazı.
için Allah’a şükür ifadesi olarak
nestûrî s. (^^J [Ar.] Süryanî
kesilen kurban.
papazlarmdan Nestur
nesil, -sli a. (k) [< Ar. nesi] (ç. b. (Nastorius, öl. 451) ’un kurduğu
ensâl) “Soy, kuşak, zürriyet” an­ mezhep yanhsı olan veya bu
lammdaki bu söz, ailenin çocuk­ mezheple ilgili olan kimse.
nestûrîlik 538

nestûrîlik a. Nestûrî (bk. bu mad­ nevâsıb a. (^Iji) [Ar. nâsıbe’nin ç.


de) mezhebi yanlüarmın oluş­ b.] bk. nâsıbe
turduğu ekol.
nevâzil a. CJjly) [Ar. nâzile’nin ç.
nestûriyye a. ve s. (>u^k^) [Ar. b.] fık. İslâm inancında, mezhep
nestûrî sözünün müennes (dişil) imamlarından sonra ortaya
biçimi.] bk. nestûrî çıkan ve fıkıh üe ügüi konuları
ifade eden fıkıh terimi; “fetâvâ”
neşak a. (jü) [Ar.] Bir yazının veya
üe eşanlamlı.
metnin aslında olmayıp
yanlışlıkla metnin içine nevbet a. (cup) [Ar.] Orta Çağ
kaydedilmiş söz veya söz döneminde, Türk-İslâm devlet
öbeklerinin üzerine onların geleneğinde hükümdarlık nişanı
hatalı yazı olduğunu ifade olarak benimsenen ve
etmek amacıyla çekilen çizgi. hükümdarm sarayının veya
otağmm önünde davul
neşir, -şri a. (pû) [Ar.] Âhirette
vurularak icra edüen musikî. Bu
hesaplar görüldükten sonra
gelenek, Hunlar ve Kök Türkler
cennet veya cehenneme
döneminden başlayarak
gideceklerin ayrılması ve
yerleşmiş, özeüikle Selçuklular­
oralara gönderilmesi anlamında
da üç namaz vakti (sabah,
kelâm terimi.
akşam, yatsı) sırasmda icra
ne'ûzü-billâh cüm. (dJL j>ı) [Ar.] 1. edümesi uygun bulunmuş; beş
“Allah'a sığınırız veya Allah nebet çalınması isyan olarak
korusun.” anlamında bir dua nitelenmiştir. Öteki Türk-İslâm
sözü. devletlerinde de yaklaşık aynı
nevâbit a. (cul>) [Ar.] bk. nâbite gelenek devam etmiş, OsmanlI­
lardan sonra kaybolmaya yüz
nevâdir ç.a. (jJji) [Ar. nâdire’nin ç. tutmuştur.
b.] 1. Çok ender kullanılan söz
varlıkları ve bunları derleyen nevi a. (^) [Ar.] Varlık âleminde,
sözlükler. 2. fık. İmam cins çerçevesinde tasnif edüen
Muhammed’e nispet edüen ve ve cinsin öz bakımmdan
“Zâhirü’r-Rivâye” olarak tanman yüklendiği şeyler anlamında
kitaplarda yer almayan kelâm terimi, külliyât-ı hams.
mezhebe ilişkin görüşler. nevniyâz a. (jUjs) [< F. nev +
nevâ'ib ç.a.(jlji) [Ar.] fık. İslâm nfyâz] tas. Mevlevîlikte, semaa
devletlerinde olağan üstü yeni başlayanlara verüen ad.
durumlarda konulan düzensiz nevvâb s. Çlji) [< Ar.nevb] 1.
vergiler. “Naiplik eden, vekillik yapan
539 nihâyet

(kimse) ” anlamında bir terim. 2. da değerlendirilen şey


Hindistan’m Babürlü devletinin anlammda kelâm terimi.
idari yapısmda siyasî makamı
nifâk a. (d üs) [< Ar. nefk] Sözlük
ve erki ifade eden veya
anlamı, “Ara bozuculuk,
Müslüman bölgelerindeki
kovculuk, fitnecilik.” olan bu
saraylarda bulunan vali veya
terim, kâfir olup Müslüman
büyük kumandan. görünme anlammda kelâm
nevvâh s. (^Iji) [< Ar.nevh] sahasmda kullanılmıştır. Böyle
“Ağlayan, çığlık atan.” görünen kimselere de
anlamındaki bu terim, ölünün “münâfık” (bk. bu madde)
arkasmdan ağıt yakmak üzere denilmiştir.
para ile tutulan kimse için nifâs a. (^üs) [An] flk. İslâm
kullanılmıştır. hukukunda, doğum sırasında
nevvâhe s. GeJ^) [Ar.nevh sözünün kadınm rahminden gelen ve
müennes (dişil) biçimi.] 1. bk. bundan dolayı bazı dinî
nevh 2. a. Ağıtçı kadın. hükümler içeren kan.

neyyir-i a'zam a. ÇJsc.1^i) [Ar.] “En nifâs kanı a. Doğumdan ve


büyük ışık.” anlamında güneş organları belirmiş ceninin
için kullanılmıştır. düşürülmesinden sonra görülen
kan. Bu kan, normal şartlarda
hezîr s. Gji) [< Ar.nezr] (ç. b.
kırk gün sürmektedir; bu süreyi
nüzerâ, nüzür) 1. “Gözdağı
aşan durumda kan gelmesi
vererek korkutma.” anlammda
“nifâs kam” olarak
bir terim, beşîr karşıtı. 2. Hz.
nitelenmemektedir.
Muhammed’in adlarından biri.
3. Adak, bk. adak. nigâhdâşt a. (&ıijı(i) [< F. nigâh
+ dâşt] tas. Nakşibendiyye
nezir akçası a. Devlete veya
tarikatinde ve hâcegân silsilesi
hükümete karşı olaylar yaratan
içinde salikin “kelime-i tevhîd”î
ülke veya belde halkından ceza
zikrederken bütün varhğı ile
olarak toplanan para.
kendini Allah’a ve zikre vererek
nezir tavâfı a. Hacca veya umreye dünyevî düşüncelerden uzak
gitmeden önce Kâbe’yi tavaf et­ kalması anlamında kullanılan
meyi adak olarak niyetine alan terim.
kimsenin oraya gittiği zaman
nihâyet a. (oulp) [Ar.] tas. Tasavvuf
yaptığı tavaf.
inancma göre, sülûkun sonu,
nid a. (i) [An] Benzeri veya dengi “mübtedi'” karşıtı.
olmakla beraber rakibi olarak
nikâb 540

nikâb a. Çlü) [Ar.] tas. Tasavvuf Buhârî ve Tercemesi, C. 11, s.


inancına göre, Allah ile kul 5157-5324).
arasına giren, âşığı maşuktan
ayıran engel ve İlâhi § tam. nikâh-ı bâtıl a. ( JLL
hakikatlerin salikin kalbine Çİ&) fik. Yasal koşullara
yansımasını engelleyen dünyevî uymayan nikâh.
suretlerin izi. nikâh-ı dâhilî a yib £&)
nikâh a. (£&) [An] (ç. b. enkiha) fik. Akraba evliliği, içgüveği
fık. “Bir araya getirme, olarak yapılan nikâh,
birleştirme, evlilik, cinsel ilişki.” endogami.
anlammda olan bu söz, İslâm nikâh-ı fâsid a. (i-ü qI£) fik.
hukukunda “Şer'an aralarında bk. nikâh-ı bâtıl
evlenme engeli bulunmayan bir nikâh-ı fuzûlî a. (J^ü ^l£)
erkek ile bir kadının hayatlarını fik. Asıl veya vekil olmayan
birleştirme imkânını sağlayan kimsenin başkası adına
evililik bağı.” anlamında kıydığı nikâh.
kullanılan terim, evlilik akdi. Bu
konuda Kur'ân-ı Kerîm’in nikâh-ı hârici a (^jL q&)
“Nisa suresi” (4)nin üçüncü fik. Aile veya akraba dışı
ayetinde mealen şöyle denil­ yapılan nikâh, egzogami.
mektedir: “Sizin için helâl olan nikâh-ı mevkûf a Ujij.
kadınlardan ikişer, üçer, dörder £&) fik. Başkasmm iznine
olmak üzere nikâh edin. Şâyet bağh olan nikâh.
adelet yapamayacağınızdan en­ nikâh-ı mu'allak a (jbu
dişe ederseniz bir ile yahut mâlik ^li) fık. Belli şartlara
olduğunuz cariye ile yetinin. Bu, bağlanmış nikâh.
sizin eğilip sapmamanıza daha
yakındır.” Hz. Peygamber ise şu nikâh-ı muvakkat a (q>.
öğütte bulunmuştur: “Sizden j-ü) fik. Geçici nikâh.
kimin evlenmeye gücü yeterse nikâh-ı müt'a a. (<ıL ^li) fik.
evlensin. Çünkü evlenmek gözü Şiî mezhebince uygun
(aharamdan) en çok men görülen ve belli sürelere
eder...” (.Sahîh-i Buhârî ve bağh olan nikâh.
Tercemesi, C. 11, s. 5161). Ayrıca
nikâh-ı rakîk a. (^j cli)
Buharî, “nikâh” konusunu kita-
fik. Kölelere caiz görülen
bının “Kitâbu’n-Nikâh” bölü­
nikâh.
münde Hz. Peygamber’in hadis­
lerine dayanarak ayrıntılı bir nikâh-ı sahîh a. (j^ £&)
biçimde incelemiştir (Sahîh-i fik. Yasal nikâh.
541 niyâbet

nikâh bi’l-kitâbe a. (<jML Buhârî ve Tercemesi, C. 9, s.


çl£ı) fik. Uzak yerde bulunan 4283-4322.
iki kişinin yazışma yoluyla ve
nisâp, -bı a. ÇL»;) [Ar.] ftk. Fıkıh
bu yazışmayı şahitlerin
usulünde, üzerine zekât, sadaka-
huzurunda yaparak gerçek­
ı fıtr, kurban gibi yükümlülüğü
leştirilen nikâh.
farz olan kimsenin zenginlik
ni'met a. (cm»;) [Ar.] “Maddî ve ölçüsü.
manevî imkânlar, bolluk.”
nisbe a. (<^) [< Ar. neseb] (ç. b.
anlammda olan bu terim,
niseb) Bir kimsenin veya bir şe­
Kur'ân-ı Kerîm’de seksen altı
yin bir yere, aileye, kabileye, din
ayette Allah’a izafe edilmektedir
veya mezhebe, meslek veya sa­
{bk. M.F.Abdülbâkî, el-Mu'cem,
nat ekolüne bağlı olması veya
“n'am” maddesi).
bunlarla ilişkilendirilmesi.
Nisâ suresi a. Ç^j^ »U) [<
nisyân a. (jL«i) [Ar.] “Bir şeyi ka­
Ar.“Sûretü’n-Nisâ” GUll s^)]
yıtsız olarak unutmak veya bir
Kur’ân-ı Kerîm’in dördüncü,
görevi bilinçli olarak terk etmek.”
iniş sırasma göre doksan ikinci
anlammda olan bu terim,
suresi olup Medine döneminde,
Kur’ân-ı Kerîm’de türevleriyle
“Mümtehine suresi” (60) inden
birlikte kırk beş ayette Allah ve
sonra nazil olmuş ve yüz yetmiş
insan için söz konusu edilmek­
altı âyetten meydana gelmekte;
tedir. Allah’m hiçbir şeyi unut­
adını ise pek çok ayette geçmek­
madığı “Meryem suresi”
te olan “nisâ” (kadınlar) sözün­
(19)nin 64. ayetinde geçerken,
den almaktadır. Ayrıca,
“Kehf suresi” (18)nin 24 ve 63.
“Suretü’n-nisâ es-suğrâ” deni­
ayetlerinde sözlük anlammda
len ve yaygm adı “Talâk suresi”
kullanılan “nisyan”, “Kasas su­
(65) olarak bilinen sureden ayırt
resi” (28)nin yetmiş yedinci aye­
edilmek için buna, “Suretü’n-
tinde ise ihmal etmek anlamm­
nisâ el-kübrâ” adı da verilmiş­
da geçmektedir.
tir. Kur'ân-ı Kerîm’in uzun su­
relerinden biri olan bu surede niyâbet a. (cuL) [Ar.] l.fik. Hukukî
kadm erkek ilişkilerinden, evli­ konularda, başkası adma veya
lik faziletinden, çocuklara ve ye­ hesabma iş görmeyi, dinî konu­
timlere adil davranılmasından larda ise yine başkası adma bazı
söz edilir ve son peygamber ile ibadetleri yerine getirmeyi ifade
son kitaba uymaları öğütlenir. eden fıkıh terimi; eşanlamlısı
Hz. Peygamber’in “Nisâ sure­ “vekâlet” (bk. bu madde). 2. Şi'a
sinin tefsiri için bk. Sahîh-i toplumunda, imamiyye anlayı-
şma göre imamm “gaybet” (bk.
niyâha 542

bu madde) olması durumunda mağmm üzerine koyarak eller


yetkilerini onun adına kullanma düz ve parmaklar açık şekilde
ve ona vekâlet etme. sağ kol sol kolun üzerine gelecek
niyâha a. (<^U) [Ar.] bk. ağıt biçimde elleri çapraz olarak
omuz başlarma götürerek belini
niyâz a. (jLû) [F.] tas. 1. “Allah’a bükmeden başmı göğüs hizasma
yalvarma, yakarma, dua.” anla­ kadar eğme durumu için kulla­
mmda bir tasavvuf terimi. 2. Ba­
nılan terim; eşanlamlısı
zı büyük tarikatlerde dervişlerin
“başkesmek” (bk. bu madde).
yolca kendilerinden büyük olan­
lara gösterdikleri bağlüık. 3. niyâz İlâhisi a tas. Mevlevîlikte,
Mevlevi ve Bektaşî geleneğinde Mevlevî mukabelesinin ve
Allah’m huzurunda kula özgü âyininin sonunda konunan İlâhî.
âşığm makamı anlammda kul­ niyet a. (cû) [Ar.] fik. 1. Bireyin
lanılan terim. istenilen veya düşünülen amaca
niyâz akçası a. tas. Mevlevîlikte, ulaşma yolunda bir yarar
Mevlevî mukabelesinin biraz sağlayacağma veya bir zararı
daha devam etmesini isteyen defedeceğine dair hükmettiği ve
ulu veya saygm kişinin gönder­ sarf ettiği irade anlamında bir
diği hediye. fıkıh terimi. Her şeyin özü ve
niyâz âyini a. tas. Mevlevîlikte, başı olan “niyet”, amellerin
Mevlevî mukabelesinin biraz ruhu demektir; çünkü ameller
___ daha devam etmesini isteyen niyete göre değer kazanır. Hz.
ulu veya saygın kişinin gönder­ Peygamber de “niyet”in
diği hediye üzerine mukabele­ önemine şöyle vurgu yapmıştır:
nin uzaması veya devam etmesi. “Ameller ancak niyetlere göredir.
Herkesin niyet ettiği ne ise eline
niyâz etmek a. tas. Mevlevîlikte,
geçecek şey ancak odur. Artık her
ayin sırasında şeyh üe müridin
kim nâil olacağı bir dünya (malı)
aynı anda birbirinin elini öpe­
veya nikâh edeceği bir kadından
rek oturmaları ve biri ötekine
dolayı hicret etmiş ise onun
“aşk olsun!” dediği sırada yeri
hicreti (Allah’ın ve Rasulünün
öperek şükür secdesinde bu­
rızasına değil) hicret etmiş
lunması ve başkestikten sonra
olduğu şeyedir.” (Sahîh-i Buhârî
sağ elin şahadet parmağmm ağ­
ve Tercemesi, C. 1, s. 143). 2. Na­
za götürülüp öpülmesi hareketi.
mazın dışmdaki altı şartından
niyâz hâli a. tas. Mevlevîlikte, şey­ biri olup hangi vaktin namazı
hin veya velînin sandukasmm kılmacak ise ona niyet etmek.
huzurunda sağ ayağmın baş
parmağını sol ayağının başpar-
543 nûr

nizâm a. Çliü) [Ar.] Evrenin olu­ tün hicapların kalktığı, yaratık­


şumunda ve yapısmda ahenkli lara ait bütün sırlarm açıldığı
bir düzen ve bilinçli bir tasarı­ velîler grubu.
mın bulunduğunu ifade eden te­
nukûd ç. a. (j>ü) [Ar.nakd’in ç. b.]
rim.
Nakit olan paralar, kıymetli eş­
§ tam. nizâm-ı âlem a. (^L yalar.
flkı) Evrenin ahenkli ve dü­
§ tam. nukûd-ı mevkûfe ç. a.
zenli bir biçimde oluşumu. (<üjîjx jjü) Vakıf için verilen
nizâmü’l-âlem a. ÇJUI ^üü) nakit paralar. Vakfın kurulu­
bk. nizâm-ı âlem şunda örf hukukuna göre pa­
ra veya kıymetti eşyanın da
Nizâriyye a. (<O>) [Ar.]
vakfı gerekli görülmüştür.
“İsmâ'iliyye” (bk. bu madde)
Bundan amaç, bu tür hazır
mezhebinin iki kolundan biri
paranın çalıştırılması ve ne­
olan ve günümüze kadar varlı­
masının vakfa kazandırılma­
ğını sürdüren tarikatin ve ce­ sıdır.
maatin adı ve de bunun için kul­
lanılan terim. nun a. (j^s) [Ar.] 1. Kur'ân-ı
Kerîm’in 68. suresinden dolayı
Nûh suresi a. ^) [< mürekkep hokkası için kullanı­
Ar.‘‘Sûretü’n-Nûh” (^1 ij^)] lan terim. 2. Hicrî takvimde ra­
Kur'ân-ı Kerîm’in yetmiş birin­ mazan ayının sembolü.
ci, iniş sırasına göre yine yetmiş
birinci suresi olup “Nahl sure­ Nûn suresi a. ,>)
si” (16)nden sonra ve “İbrahim [<Ar.“sûretü’n-Nûn” (jyJl s^)]
suresi” (14)nden önce suresi Kur'ân-ı Kerîm’in altmış seki­
olup Mekke döneminde nazil zinci suresi olup ilk ayetteki
olmuştur. Yirmi sekiz âyetten “nûn ve’l-kalem” sözünden do­
meydana gelen bu sure adını Al­ layı “Kalem suresi” olarak bi­
lah’ın elçisi olarak gönderilen linmektedir; bk. Kalem suresi
Hz. Nûh’tan almaktadır. Surenin Hz. Peygamber’in “Nûn sure-
si”nin tefsiri için bk. Sahîh-i
özünde, tevhit inancına davet,
Buhârî ve Tercemesi, C. 10, s.
Allah’a saygıh olma ve O’nun el­
4900-4903.
çisi olan Hz. Nûh’a inanma ve
uyma konusu işlenmektedir. nûr a. (j>) [< Ar. nevr] (ç. b.
envâr, nîrân, nûrân) tas. İnsan­
nukabâ ç. a. GLü) [Ar. nakîb’in ç.
ların ufkunu aydmlatıp doğru
b.] tas. Tasavvuf ehli arasmda,
ve gerçek olanı, Hak ile bâtılı,
Allah’m batm isminin mazharı
hayır ile şerri ayırt etmeye ya-
oldukları için kendilerinden bü­
nûr-ı akdem 544

rayan manevî ve İlâhî ışık anla- nûr-ı vücûd a. (jjaj jy) tas.
mında kullanılan terim; “zul- “Vücûd-ı mutlak” (bk. bu
mef’in zıddı. Bu terim, Kur’ân-ı madde) için kullanılan terim.
Kerîm’de kırk üç ayette geçmek­
tedir (bk. M.F.Abdülbâkî, el- nûre’d-dîn a. (yJly) (dinin
Mu'cem, “nvr” maddesi). Ayrıca nuru) Kırım hanlarınm kü­
“Nûr suresi” (24) bütünüyle bu çük veliahtı; büyüğüne
kavram üzerine kurulmuştur. kalgay deniliyordu.

§ tam. nûr-ı akdem a. Çyâl nûrü’l-envâr a. (jlyîiy)


_y) Hz. Muhammed’in nuru, (nurların nuru) tas. Tasavvuf
yaratılan ilk nur. inancmda Allah için kullanı­
lan terim.
nûr-ı ayn a. Çyc jy) Göz nu­
ru, sevgili kimse. nûrü’n-nûr a. (ylljy) (nurun
nuru) tas. Tasavvuf inancın­
nûr-ı çeşm a. (^i^. ^y) bk.
da Allah için kullanılan te­
nûr-ı ayn
rim.
nûr-ı dîde a. (»w jy) bk. nûr-
nûrü’s-semâvâti ve’l-arz a.
layn
(y>jîl j *l>Jly) (yerin ve
nûr-ı Hak a. (y. _y) tas. göğün nuru) 1. Allah için kul­
“Vücûd-ı mutlak” (bk. bu lanılan terim. 2. Kur’ân-ı
madde) için kullanılan terim, Kerîm için kullanılan terim.
nûr-ı hâssa a. (Û»U. jy) tas. Nûr a. Qy) [< Ar. nevr] (ç. b. envâr,
Yüce Allah’ın zatı ve vash nîrân, nûrân) Sözlük anlamı,
için kullanılan terim. “Aydınlık, ışık, ziya.” olan bu söz,
nûr-ı İlâhî a. (^1 ^y) tas. “Aydınlatan, ışık veren.” anla­
İlâhî nur, Allah’a özgü nur. mmda “esmâ’ü’l-hüsnâ” (Al­
lah’ın güzel isimleri)dan olup
nûr-ı merşûş a. (Jyij» ^y)
Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok ayet­
bk nûr-ı Hak
te yer almış ve Allah’a izafe'
nûr-ı Muhammedi a. (^j n-^.o edilmiştir (bk. M.F. Abdülbâkî,
_y) Hz. Muhammed’in nuru, el-Mu'cem, “nvr” maddesi). Ayrı­
yaratılan ilk nur. ca, Kur’ân-ı Kerîm’in. yirmi
nûr-ı mübîn a. (y^ y) Hz. dördüncü suresi “Nûr” olarak
Muhammed’in kutsal nuru. adlandırılmıştır. Bu isim, Al­
lah’m doksan dokuz ismini ve­
nûr-ı nübüvvet a. (oy _y)
ren İbn Mâce ve Tirmizî rivayet­
bk. nûr-ı mübîn lerindeki listede de yer almıştır
(Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn Mâce,
545 nücebâ

“Du’â”, 10). Bu terim, “Aydınla­ edilerek ortaya çıkan ve Hz.


tan, ışık veren.” anlamı ile Al­ Ali’ye ilâhlık isnat eden batmî
lah’m zatî sıfatları arasmda zik­ bir fırkanın adı ve bunu ifade
redilmektedir. eden terim. Bu fırkanm inancına
göre, Ali “mana”, Muhammed
Nûr suresi a. {^^^ [<Ar.
“isim”, Salman Fârisî “bâb”dır.
“Sûretü’n-Nûr” (j^Jl s□>-)]
Ayrıca bunlar “ayn, mim, sin”
Kur’ân-ı Kerîm’in yirmi dör­
harfleriyle sembolize edilmiştir;
düncü, iniş sırasına göre 102.
yani “ayn” Ali, “mim” Muham-
suresi olup “Haşr suresi”
med’i, “sin” Salman Fârisî’yi
(59)nden sonra ve “Hac suresi”
ifade etmektedir.
(22)nden önce Medine döne­
minde nazil olmuştur. Altmış Nûsayriyye a. (^j^) [Ar.] bk. Nu­
dört ayetten meydana gelen bu sayrîlik
sure, admı otuz beşinci ayetteki nübüvvât a. (cf>û) [Ar.nübüvvet’in
“Allah’ın gökleri ve yeryüzünü ç. b.J Îslâmî inanç esaslarından
aydınlatan nurunu tasvir eden.” olan peygamberlik ile peygam­
sözlerden almaktadır. Özünde, berler ve özellikle de Hz. Mu­
birey, aile ve toplum hayatı ile hammed ile ilgili konuların ağır-
ilgili kurallar ve öğütler yer al­ lıkh olarak işlendiği bilim dah.
makta; ayrıca iman, küfür ve ni­
fak, köle ve cariyelere iyi dav­ nübüvvet a. (oS^) [Ar.] (ç. b.
ranma, fuhşun yasaklanması, nübüvvât) Allah ile kul arasmda
şeytanın tuzakları gibi konular dünya ve ahret ile ilgili konula­
üzerinde durulmakta; surenin rın aydınlatılması, Allah’a
sonunda da manevî yönü güçlü inanma ve ibadet etme yolunda
devlet ve bilim adamlarma itaat elçilik görevinin yerine getiril­
etmenin fazileti ile Allah’m bü­ mesi işi veya konumu; peygam­
yüklüğü anlatılmaktadır. Hz. berlik.
Peygamber’in “Nûr suresi”nin nübüvvet mührü a. Hz. Muham-
tefsiri için bk Sahîh-i Buhârî ve med’in iki kürek kemiği arasm­
Tercemesi, C. 10, s. 4583-4619. da bulunan ve peygamberlik ni­
şanı olarak gösterilen ben için
nurculuk a. Said Nursî (öl.
kullanılan terim.
1960)nin önderliğinde Doğu ille­
rinde başlayıp Anadolu’ya yayı­ nücebâ ç. a. (eLaJ) [Ar. necîb’in ç.
lan dinî-fikrî hareketin adı. b.] tas. Tasavvuf ehli arasmda,
insanların ağır yüklerini taşı­
Nusayrîlik a. Hz. Ali’nin hizmetçisi
mada sıkmtıya düştükleri anda
Nusayr veya Lazkiye bölgesin­
imdadına yetişen merhametli
deki Nusayriye dağlarma nispet
velîler.
nücûm ilmi 546

nücûm ilmi a. bk. ilm-i felek nükür a. (ji) [Ar.] (Görülmedik ve


bilinmedik şey) bk. yevm-i
nüfât ç. a. (ûlü) [Ar. neft’in ç. b.]
kıyâmet
Tabiatin Allah’ın yaratıcı gü­
cünden bağımsız olarak oluştu­ nüsük a. GUı) [Ar.] Allah’a yakınlık
ğunu ve varlığını sürdürdüğünü sağlamak amacıyla her türlü
savunan, bundan dolayı da Al­ ibadet ve taat niyetiyle kurban
lah’ı inkâr eden taife için kulla­ kesme.
nılan kelâm terimi.
nüşûz a. (3^) [Ar.] ftk. Evlilik hu­
nüfûs a. (^jü) [< Ar. nefs’in ç. b.] kukunda, eşlerin özellikle de
tas. Ruhlar anlammda terim. kadının geçimsiz davranması,
Ayrıca ruhlar âlemindeki melek­ evlilik kurallarına uymamasmı
ler de bu terim ile ifade edilmiş­ ifade eden fıkıh terimi.
tir.
nüzûl (I) a. Qj>) [Ar.] İlâhî kitapla­
§ tam. nüfûs-ı mücerrede a. rın, özellikle de Kur'ân-ı
Gj^ ^ji^) tas. Yaratılmışla­ Kerîm’in Allah katmdan vahiy
rın dıştan görünen biçimleri, yoluyla indirilmesini ifade eden
doğruyu eğriyi, iyiyi kötüyü terim.
ayırt edebilen insan ruhu,
yani insan aklı. § tam. nüzûl-i îsâ a. ^..nc
J£p) Hz. İsa’nın kıyamet alâ­
nüfûs-ı nâtıka a. (<1LU ^^ metlerinden biri olarak âhir
tas. İnsana özgü ruhlar. zamanda yeniden dirilerek
dünyaya gelmesi ve bazı uy­
nüfûs-ı nâtıka-i felekiyye a.
gulamalarda bulunduktan
(<^Li <11=11 ^jü) tas. Gökyü-
zündeki bulunan melekler. sonra herkesle birlikte
haşrolacağı, öleceği anlamın­
nüfûs-ı hayvâniyye a. (iilj^ da kullanılan terim.
^jü) tas. Hayvanlar âleminin
ruhaniyeti veya bütün cardı­ nüzûl (II) a. Gb>) [Ar.] 1. Hadisler­
de, Allah’a nispet edilen
lar için canlılık maddesi,
hayvani ruh, yani can. “haberi” sıfatlardan biri. 2. Ha­
dislerin senedlerindeki ravî sa-
nüh felek a. bk. dokuz felek yısmın diğer senedlere oranla
nükûl a. (Jji) [Ar.] fik. Davacı veya fazla olması durumu.
davalırun kendisine teklif edilen
§ tam. nüzûlü’l-isnâd a.
yemini yapmaktan kaçınması
anlammda fıkıh terimi. Glk-il Jj>) bk. nüzûl (II)
hammed Takıyyüddin 10. Ali
oğul, -ğlu a. Ana babanın birinci
Nalâ 11. Hasan-ı Askerî 12.
dereceden erkek çocuğu. Bu sö­
Mehdî.
zün Arapça karşılığı “ibn”dir. İs­
lâm hukukunda, oğlun öz anne­ ordu a. Türkçede sözlük anlamı,
si, üvey annesi ve süt annesiyle “Hakanın oturduğu şehir, otağı­
evlenmesi kesinlikle haram kı- nın kurulduğu yer.” (Dîvânü Lü-
hnmıştır. gati’t-Türk) olan bu söz, “Sa­
vaşmak için bir araya gelen in­
on emir a. [< Lat. decalogus, Ar.
san topluluğu ve yardımcıları.”
el-evâmirü’l-aşere] Hz. Mu­
olarak terimleşmiştir. Arapçada,
sa’ya Sinâ’da taş tabletler üze­
“çeyş, cünd, hamîs, asker” ola­
rinde yazılı olarak verilen ilk
rak ifade edilen bu terimler, İs­
İlâhî emirler.
lâm tarihinde ilk defa Medine’ye
on iki imâm a. Hz. Muhammed hicretin ardından Mekke müş­
soyundan olup peygambere va­ riklerine karşı savaşmaya izin
ris olduğu kabul edilen kişiler; çıkması ile askerî anlamda kul­
bunlarm adları şöyle: 1. Hz. Ali lanılmaya başlanmıştır. İslâmî
2. Hz. Haşan 3. Hz. Hüseyin 4. devletlerin oluşması ve şekil­
Ali Zeynelâbidin 5. Muham­ lenmeye başlaması ile bu teşki­
med Bâkır 6. Ca’fer-i Sâdık 7. lât sürekli kendisini yenilemeye
Musa Kâzım 8. Ali Rıza 9. Mu­ ve geliştirmeye çalıştırmış; gü-
ortaklık 548

nümüze kadar varlığını sür­ net”, 16) özellikle vurgulanmış­


dürmüştür. tır. Bunlardan biri, çok bilinen
ortaklık a. Ticarette veya herhangi ve yaygm olanı Ebû Hureyre’nin
bir işte iş birliği yapma veya eş rivayet ettiği şu hadistir: “Oruç
değerde sermaye koyma duru­ bir kalkandır. Oruçlu kimse kötü
mu; eşanlamlısı müşareket, şir­ söz söylemesin ve cahillik yap­
ket. masın. Eğer herhangi bir kimse
kendisiyle dövüşmeye yahut
orta namazı a. Gün ortasmda kı­ söğüşmeye girişirse ona iki defa
lınması gereken namaz için kul­ ‘Ben oruçluyum.’ desin. Nefsim
lanılan bu terim, bazı müfessir- elinde olan Allah’a yemin ederim
lerce öğle namazı, bazılarına gö­ ki oruçlu ağzın kokusu, yüce Al­
re de ikindi namazı olarak yo­
lah’ın katında misk kokusundan
rumlanmıştır; eşanlamlısı “asr-ı
daha temizdir. Yüce Allah: Oruç­
sânî” (bk. bu madde).
lu kimse benim için yemesini iç­
oruç, -cu a. İslâm’m beş şartmdan mesini, cinsî arzusunu terk eder.
biri olan bu terim, Arapça Oruç doğrudan doğruya bana
“savm, sıyâm”, Farsça “rûze” edilen bir ibadettir. Onun ecrini
sözünün karşılığı olarak Türkçe- de doğrudan doğruya ben veri­
leşmiştir. İslâm inancına göre, rim. Hâlbuki diğer amellerin hep­
“Tan yerinin ağarmasından baş­ si on misli ile ödenir.” (Sahîh-i
layarak gün batımına kadar ge­ Buhârî ve Tercemesi, C. 4. , s.
çen süre içinde yeme, içme, ve 1769). Oruç, bilhassa Allah için
cinsel ilişkiden uzak kalman em­ veya Allah’m rızası için tutuldu­
reden ve müminlere farz kılınmış ğu ve doğrudan O’nun buyruğu
olan.” bu ibadet, hicretin ikinci olduğu için önemli ibadetlerin
yılı (Şubat 624) Şaban ayında başında gelmektedir. Ramazan
Ramazan ayı boyunca tutulması orucu dışmda farz ve vacip ol­
farz kılmmıştır. Bu ibadetin mayan fakat tavsiye edilen oruç
önemi Kur’ân-ı Kerîm’de “Ba­ türleri de vardır. Ayrıca örücün
kara suresi” (2)nin 183. ayetin­ farz ve vecibeleri, kefaretleri
de mealen “Ey iman edenler, siz­ veya kaza gerektiren durumlan
den evvelki (ümmet) lere yazıldığı dört mezhebe göre farklı yorum­
gibi sizin üzerinize de oruç tut­ lanmaktadır. Buhârî, oruç konu­
mak yazıldı, ta ki korunasınız.” sunu kitabmda “Kitâbu’s-
denilmiştir. Aynca, pek çok ha­ Savm” başlığı altında Hz. Pey­
diste (Sahîh-i Buhârî ve gamber’in hadislerine dayana­
Tercemesi, C. 1, “Kitâbu’l- rak etraflıca incelemiştir (Sahîh-i
îmân”, 34, 40; Ebû Davûd, “Sün­
549 otuz iki farz

Buhârî ve Tercemesi, C. 4. , s. çimleri, ilmihâl bilgisi olarak da


1766-1861). nitelenmiştir. Her Müslüman’m
bilmesi ve uygulaması gereken
Osmâniyye a. (<2lA) [Ar] Başlan­
bu kuralları veya inançlar man­
gıçta, Hz. Osman’a bağlı olanlar
zumesini şöyle sıralayabiliriz:
anlamında kullanılırken sonra­
“namazın farzı” (bk. bu madde)
dan Müslüman çoğunluğu oluş­
on iki farzdır; “İslâm’m şartı”
turan “ehl-i sünnet” [bk. bu
(bk. bu madde) beş farzdır;
madde) cemaati için kullanılan
“îmanın şartı” (bk. bu madde)
bir terim durumuna gelmiştir.
altı farzdır; “abdestin farzı” (bk.
otuz iki farz a. İslâm’m temel bu madde) dört farzdır; “guslün
inançlarmdan olan “farz” (bk. farzı” (bk. bu madde) üç farzdır;
bu madde) ın şartları için kulla­ “teyemmümün farzı” (bk. bu
nılan terim. İslâm ümihâlinin madde) iki farzdır.
özeti niteliğinde olan bu otuz iki
kural, günlük hayatın ibadet bi­
“meyyit, meyt, müteveffâ” gibi
öfke a. bk. gazap
sözlerle karşılanan bu terim, İs­
öğle namazı a. Güneşin tam tepe lâm hukuku bakımından iki
noktasma ulaşıp hafif hafif Doğu önemli vasıf ile nitelenmektedir:
tarafa yöneldiği vakitte başlar “hakîkî ölü” (gerçek anlamda,
ve ikindi vaktine, yani güneşin vadesi ile olan ölü), “hükmî ölü”
eşyalar üzerinde yarattığı göl­ (yargı kararıyla öldüğüne hük­
genin iki katma ulaştığı ana ka­ medilen ölü). Ölünün yıkamp ke-
dar geçen süre içinde on rekât fenlenmesi, namazmm kılınma­
olarak kılınan namaz. Önce dört sı ve kabre kadar taşınıp gö­
rekât sünnet niyetiyle kılınır, mülmesi dinen “farz-ı kifâye”
ardmdan dört rekât da farz ola­ (bk. bu madde) olarak nitelen­
rak eda edilir. En sonunda da iki mektedir.
rekât son sünnettir.
ölüm a. “Ruhun bedenden ayrılması
öğüt a. bk. nasihat ve dünya hayatının sona ermesi.”
öksüz a. Yetim, kimsesiz çocuk için anlamında olan bu terim, Arap­
söylenen bu söz, yetimden farklı ça “mevt, vefât, helak” gibi söz­
olarak annesi veya hem annesi lerin Türkçedeki karşılığı ve
“hayât” (bk. bu madde) karşıtı
hem de babası ölmüş çocuk için
kullanılmaktadır. olan kavramdır.

ölü a. Ruhunu teslim etmiş, hayati­ ölüm cezası a. İslâm hukukuna


yet özelliğini kaybetmiş canlılar göre, “cinâyât, hudûd, cirâh,
için kullanılan terim. Arapça, dimâ, ta'zîr” gibi suçları sabit
ölüm hastalığı 552

görülenler için uygun bulunan yaygın kullanımları için kullanı­


cezaî müyyide için kullanılan te­ lan terim, bk. an'ane
rim. Arapçada “ukûbetü’l-katl”
veya “ukübetü’l-i'dâm” terim­ §tam. örf-i âmm a. (^L J^A
leriyle karşılanan bu söz, infaz fik. bk. örfü’l-âmm
şekillerine göre de “recm, salb, örf-i hâss a. GaL Jjt) fik.
kısâs” olarak da ifade edilmek­ bk. örfü’l-hâss
tedir.
örfü’l-amelî a. (^Ldl Jje)
ölüm hastalığı a. Çaresi buluna­ fik. bk. amelî örf
mamış bir hastalığa yakalanma
örfü’l-âmm a. ÇlJUjc) fik.
ve bunun neticesinde ölüm hâ­
linin yaklaşmış olması durumu, Herhangi bir dönemde, bü­
bk. sekerât-ı mevt tün Müslüman ülkelerde hal-
km bir davranışı veya bir sö­
ölüm meleği a. bk. Azrâ'il zü özel bir anlamda ve ortak
ölümsüzlük a. “Ebedî hayatın varlı­ nitelikte kullanmasını ifade
ğı ve sonsuzluğu.” olarak ifade eden terim. Söz gelişi camile­
edilen bu terim, İslâmî inançta re ayakkabı ile girilmesinin
“âhiret” (bk. bu madde) hayatı saygısızlık olduğunu kabul­
ile ifadesini bulmuştur. Geçici, lenme gibi.
yani fani olan bu dünya hayatı­ örfü’l-hâss a. G»UUjt) fik.
na karşılık ahret hayatı kalıcıdır. Belirli bir bölge veya ülke
Yani bu dünya ölümlüdür, halkının bir davranışı veya
âhiret ölümsüzdür ve ebedîdir. bir sözü o bölgeye özgü an­
Ömeriyye a. (^) [Ar] Başlangıçta, lamda ve söyleyiş biçimiyle
Hz. Ömer’e bağlı olanlar anla­ kullanmasını ifade eden te­
mmda kullanılan bir terim. Hz. rim. Söz gelişi Irak halkının
Ebubekir ile Hz. Osman için “hayvan” sözünü at için kul­
“şeyhayn” (bk. bu madde) de- lanması gibi.
nümiştir. örfü’l-kavlî a. (JjüUjt) ftk.
ömür, -mrü a. (j^) [Ar] Hayat bo­ bk. kavli örf
yu, yaşama süresi. örtünme a. bk. tesettür
örf a. Gjjt) [< Ar. urf] Bir toplum­ özür, -zrü a. [Ar.] fik. îslâm huku­
da genel kabul gören, sosyal ha­ kunda, dinen veya hukuken
yat içinde sürekli veya baskın meşru sayılan mazeret için kul­
uygulamalan bulunan davranış lanılan terim.
biçimleri ile dildeki yerleşik ve
ve de “amentü” olarak adlandı­
Panislâmizm a. bk. İslâmcılık
rılan imanın esaslarmdan biri
pençe-i âl-i abâ a. GL. Jî <^) [F.] olan “âmentü billahi ... ve
tas. Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. rasûlühi...”, yani “Allah’a ve pey­
Haşan ve Hüseyin ile Hz. Fat- gamberlerine inandım.” sözü.
ma’nm adlarını içeren avuç içi
biçiminde resmedilen levha. peygamberlerin sıfatları ç.a Pey­
gamberler Allah’m seçkin kulla­
peygamber a. (jx.Ulu) [< F. peygâm rı olduğu için birtakım sıfatlar
+ ber I peyâm + ber] Allah’m
taşıyordu; sıdk, emanet, tebliğ,
elçisi, Allah’tan vahiy yoluyla
fetanet, ismet olarak takdir edi­
aldığı bilgileri ve buyrukları in­
len sıfatlar, hem Kur’ân-ı
sanlara bildirmek ve onları Hak
Kerîm’de hem de hadislerde söz
dinine davet etmekle görevli ve
konusu edilmektedir..
yükümlü Allah katmda saygm
ve müstesna bir kimse için kul­ peygamberlik a. bk. nübüvvet
lanılan terim, Arapça “nebî, re­
pîr s. ve a (j^) [F.] tas. Sözlükte,
sul, mürsel” (bk. bu maddeler)
“Koca, yaşlı adam, ihtiyar.” ola­
karşılığı.
rak tanımlanan bu söz, bir
peygambere iman a. “İmânm şar­ tarikatin kurucusu veya öncüsü
tı” (bk. bu madde), yani İslâm’m anlammda terim, eşanlamlısı
temel ilkelerinden olan “farz” “mürşid, velî, şeyh” (bk. bu
(bk. bu madde) m şartları içinde maddeler).
yer alan ve altı farzdan oluşan
pîr-i çarh 554

§ tam. pîr-i çarh a. (^^ pîr-i tarîkat a. (ci> _>jj) tas.


(dönen pir) 1. tas. Tasavvuf Tarikatin kurucusu.
ehli arasında “Dünya” için
post a. (o^) [F.] tas. Sözlük anla­
kullanılan söz. 2. astr. Satürn.
mı, “Deri, kabuk, cilt veya hayvan
pîr-i çihl-sâle a. (üL- J^. ^) derisi.” olan bu söz, tasavvufta
Kırkına gelmiş kimse, yaşlı. şeyhlik makammı ifade eden te­
rim olarak yaygınlaşmıştır.
pîr-i dumû a. (^j^j) 1. Saç­
ları ağarmış yaşlı adam. 2. pûr a. (^ [E] (ç. b. pûrân) Oğul.
mec. İyi ve kötü günleri olan
insanı güldüren ve ağlatan § tam. pûr-i Arabî a. (^^ ^1
hayat, dünya. Hz. Muhiddîn-i Arabî.

pîr-i fertût a. (lytjijü) Düş­ pûr-i Âzer a. Gjl j^) Hz. İb­
kün, zayıf kimse, bunak ihti­ rahim.
yar. pûr-ı duht a. U^j ^ Hemşi­
pîr-i fânî a. (^li^) 1. Pek rezade, yeğen.
yaşlı ve zayıf ihtiyar kimse. 2. pûr-ı Hacet a. (j^ j^) Hz.
Velîler için kullanılan terim. İsmail.
pîr-i Ken'ân a. (jl*£ ^) pûr-ı Meryem a. (^ _^) Hz.
(Ken’an ilinin piri) mec. Hz. İsa.
Yakub.
pûr-ı Zâl a. (Jlj jjj) Zaloğlu
pîr-i kühen-sâl a. (JL 5^ Rüstem
^ Yaşlı, kocamış.
pîr-i serendîb a. G-u-u^ ^
Hz. Âdem.
almaktadır (DİA, XI, s. 407-408).
Rab, -bbi a. LJ [< Anrabb] (ç. b.
Hadislerde ise bu terim, “efendi,
erbâb) Allah’ın sıfatı olarak kul­
sahip” anlamında kullanılmıştır
lanılan ve “Efendi, sahip, seyyid,
(bk. Wensinck, el-Mu'cem, “rbb”
malik, terbiye eden, yetiştiren,
maddesi).
gözeten ve kollayan, yöneten, ni­
met veren” gibi anlamlara gelen § tam. Rabb-i bâkî a. (^L ^J
terim. Bu söz, Kur'ân-ı Ebedî olan Allah.
Kerîm’de 969 ayette geçmekte
ve hepsi de Allah’a nispet edil­ Rabb-i celîl a. (J^k uj Ulu
mektedir (bk. M.F.Abdülbâkî, el- Tanrı.
Mu'cem, “rbb” maddesi). Bu te­ RabbüT-âlemîn a. (jJLJI ^j)
rim, Kur’ân-ı Kerîm’de İlâhî (bütün âlemlerin efendisi) Al­
isim olarak hem tek başma hem lah.
de başka söz varlıkları ile birlik­
rabbü’l-beyt a. (oJl VJ) Ev
te terkip biçiminde Allah sözün­
sahibi.
den sonra en çok kullanılan isim
durumundadır. Buna karşm rabbü’d-dâr a. (JJI uj bk.
İbni Mâce ve Tirmizî’nin rivayet rabbü’l-beyt
ettiği ve listelediği Allah’m
Rabbü’l-erbâb a. (uL^I ^j)
“esmâ-ı hüsnâ”smda bu isim
Allah.
bulunmamaktadır. Buna karşm,
İbn Hâcer’in Kur'ân-ı rabbü’l-mâl a. (JUl w) Mal
Kerîm’derı çıkardığı “esmâ-ı sahibi, sermayedar.
hüsnâ” listesinde bu isim yer
rabbu’s-selem 556

rabbu’s-selem a. Çuı ^J tas. Tasavvufta gönüllerin bir


[Ar.] 1. Ticaret işinde müşte­ ve bütün olması, birleşmesi
riye verilen ad. bk. selem ve durumu.
semen 2. huk. Müşteri, satm
râcife a. (4.IJ [< Ar. recf] Kıyamet
alan.
alâmeti olarak “sûr” (bk. bu te­
râbbânî a. (44) [< ^rrabb] (ç. b. rim) un bütün canlıları yok ede­
rabbâniyyûn) İslâm inacı çer­ cek olan ilk üflenişini ifade eden
çevesinde, kendini Allah’a ada­ terim. Bu söz, Kur'ân-ı
yan kimse. Kerîm’de yalnız bir ayette,
râbbânî hadis a. bk. kudsî hadis “Nâzi’ât suresi” (79)nin altmcı
ayetinde, mealen “O gün ilk üfü-
rabbâniyye s. (^y [Ar. râbbânî rüşte yerler şiddetle sarsılır.” bi­
sözünün müennes (dişil) biçimi.] çiminde ifade edilmektedir.
bk. râbbânî
râcih a. (j^lJ [Ar.] Hadis bilimin­
rabbâniyyûn ç.a. (j^Lj) [Ar.
de, birbirine zıt olan iki hadisten
rabbâni’nin ç. b.] 1. tas. Rabba­
birinin sağlandığı bakımından
niler, kendilerini Allah’a ada­
ötekine göre üstün olması.
yanlar. 2. Yahudi din bilginleri
ve liderleri için Kur'ân-ı radâ a. (^LiJ [Ar.] fık. Evlilik hu­
Kerîm’de zaman zaman kullanı­ kukunda, yeni doğan bir çocu­
lan terim. ğun annesi veya başka bir kadın
tarafindan emzirilmesi konusu­
Rabbenâ a. (LJ [Ar.] Rabbimiz,
nu içeren fıkıh terimi.
cümle yaratıkların rabbi olan
Hak teâlâ, Allah. radıyallahu anh a. (<k UJI^j)
[Ar.] (Allah ondan razı olsun.)
Rabbi a. Çj [Ar.] Rabbim, Allahım.
Hadis biliminde, hadis okunur­
Yâ-RabbU: “Ey Rabbim!”
ken ismi geçen sahabenin adınm
râbıta a. (<LIJ [Ar.] tas. Tasavvuf zikredilmesinden sonra dua ni­
ehli arasmda, müridin şeyhine teliğinde söylenen söz ve terim.
gönlünü bağlaması ve onunla
derin ilişki kurması durumu. Ra’d suresi a. (^jj^ jc;) [< Ar.
“Sûretü’l-Ra'd” Ujll s^)]
§ tam. râbıta-i muhabbet a. Kur'ân-ı Kerîm’in on üçüncü,
(ok. 4^) tas- Tasavvufta iniş sırasma göre doksan altmcı
bazen müridin şeyhinden suresi olup Mekke döneminde
feyz almak için kendisini nazil olmuştur ve kırk üç
onun şeklinde tahayyül et­ âyetten meydana gelmektedir.
mesi durumu. Bu sure admı on üçüncü ayette
râbıta-i kalbiyye a. (4u u^ıj geçen ve “gök gürültüsü.” anla-
557 râh-ı fenâ

mına gelen “ra'd” sözünden al­ smda yer almaktadır. Ayrıca bu


maktadır. Özünde, ulûhiyet, nü­ isim, Allah’ın fiilî isim ve sıfatla-
büvvet ve Hz. Peygamber’in n grubu içinde gösterilmektedir.
risaleti, evlenme ve çocuk sahibi
olma, vahiy, Kur'ân-ı Kerîm’in râfi a. (jiij) [Ar.] Hadis biliminde,
özellikleri, kıyamet günü, cennet bir hadisi “merfû” (bk. bu mad­
ve cehennem söz konusu edil­ de) olarak rivayet eden kimse.
mektedir. Hz. Peygamber’in rağbet ve rehbet a. (c^j j cuij
“Ra’d suresi”nin tefsiri için bk. [Ar.] tas. “Arzu etme, ihlâs ile
Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C. yalvarıp yakarma.” anlammdaki
10, s. 4480-4489. “rağbet” sözü üe “Korkma, çe­
kinme, endişelenme.” anlamm­
raffâ a. (^lij [Ar.] Hadis biliminde,
daki “rehbet” sözünün oluştur­
bir hadisi Hz. Peygamber’e nis­
duğu bu terim, Allah’ı arzulama
pet etmekte titiz bir araştırma
ve O’ndan çekinme kaygısı ola­
yapmadan aceleci davranan
rak tasavvuf ehli arasmda kul­
kimse.
lanılmaktadır. Bu söz, “havf ü
râfiza a. (uilJ [< Ar. rafz] (ç. b. recâ, kabz ü bast, heybet ü
revâfiz) 1. Bir fikrî topluluktan üns” gibi benzer yapıda kulla­
veya cemaatten ayrılan fırka an­ nımlara eşdeğerde görülmüştür.
lammda kelâm terimi. 2. bk. Bazı sufîler, “rağbef’i recadan
Râfizî daha güçlü bir ümit hâli olarak
nitelemişler; “rehbet”i de
Rafızî a. (^IJ [âr.] Hz. Peygam­
recanın neticesi olarak görmüş­
ber’in ölümünden sonra Hz. Ebû
lerdir.
Bekir ve Hz. Ömer’in hilâfetleri­
ni kabul etmeyerek reddeden râh a. (»IJ [f.] 1. Yol, iz, tarik. 2.
Şi'î eğilimli cemaat. Meslek, uğraşı, usul, ayin.

Râfi a. (filj) [Ar.] Sözlük anlamı § tam. râh-ı adem a. Çat «IJ
“Yücelten, yükselten, değerini ar­ Yokluk, ölüm.
tıran.” olan bu söz, “esmâ’ü’l- râh-ı aşk a. (y^. »IJ Aşk ve
hüsnâ” (Allah’ın güzel isimle- sevda yolu.
ri)dan olup “Peygamber ve mü­
râh-ı bekâ a. (lı »IJ Ebedî
minlerin itibarını, şanını yücel­
yol, ölümsüzlük yolu.
ten.” anlamında Kur'ân-ı
Kerîm’de Allah’a nispet edil­ râh-ı cennet a. (oia. »Ij) Cen­
mektedir. Bu söz, İbni Mâce ve nete giden yol.
Tirmizî’nin rivayet ettiği ve liste­ râh-ı fenâ a. (lü »IJ bk. râh-ı
lediği Allah’m “esmâ-ı hüsnâ”- adem
râh-ı gül-dâr 558

râh-ı gül-dâr a. (jUS JJ 1. rahimehullah a. (<UI «^J [Ar.]


Zaman. 2. Hayat. 3. Dünya. Hadis biliminde, hadis üzerinde
râh-ı gürîz a. (j.> JJ Kaçış yorum yapılırken veya hadis ya­
yolu. zımı yapılırken sahabenin dı-
şmda hadis bilginlerinden biri­
râh-ı hakk a. (jp. JJ Hak yo­
nin adı geçmesi üzerine söyle­
lu, doğru yol, Allah yolu.
nen dua sözü.
râh-ı kehkeşân a. (jLi^ »IJ
rahle a. (d^j) [Ar.] Kur'ân-ı
astr. Samanyolu.
Kerîm’in okunması sırasında,
Rahîm a. (^J [< Ar. rahm] Söz­ Kur'ân’a saygı göstermek, onu
lük anlamı, “Merhamet etmek, yüksekçe tutmak ve rahat oku­
acımak, esirgemek.” olan “rahm” yabilmek amacıyla ağaçtan yapı­
kelimesinden türeyen bu söz, lan küçük kürsü için kullanılan
“Çok merhametli.” anlammda terim.
“fsmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah'ın güzel
Rahman a. (jL^J [< Ar. rahm]
isimleri)dan olup Kur'ân-ı
Sözlük anlamı, “Merhamet et­
Kerîm’de yüz on dört yerde Al­
mek, acımak, esirgemek.” olan
lah’a nispet edilmiştir (M. F.
“rahm” kelimesinden türeyen
Abdülbâkî, el-Mu'cem, “rhm”
maddesi). Bu söz, zatî isimler bu söz, “Çok merhametli, şefkatli
gurubunda sayılmış ve Allah’m olan.” anlamında “esmâ'ü’l-
doksan dokuz ismini veren İbn hüsnâ” (Allah’ın güzel isimle-
Mâce ve Tirmizî rivayetlerindeki ri)dan olup Kur'ân-ı Kerîm’de
listede de yer almıştır (Tirmizî, elli yedi yerde Allah’a nispet
“Da'avât”, 82; îbn Mâce, “Du’â”, edilmiştir (M. F. Abdülbâkî, el-
10). Özellikle pek çok yerde Mu'cem, “rhm” maddesi). Bu söz,
“rahmân” (bk. bu madde) sözü zatî isimler gurubunda sayılmış
ile birlikte kullanılan “rahîm” ve Allah’ın doksan dokuz ismini
ismi, “rahmân”dan farkh bir ni­ veren îbn Mâce ve Tirmizî riva­
telikte, “yalnızca iman edip salih yetlerindeki listede de yer almış­
amel işleyenlere yönelik.” bir an­ tır (Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn
lamda değerlendirilmiş; böyle Mâce, “Du’â”, 10). Özellikle pek
müminlere kucak açmış ve cen­ çok yerde “rahîm” (bk. bu mad­
netini nasip etmiş yüce Allah’m de) sözü ile birlikte kullanılan
sıfatı olarak nitelenmiştir. Ayrı­ “rahmân” ismi, Allah’tan başka
ca “besmele” (bk. bu madde)nin varlıklar için kullanılmamıştır.
özünde bulunan üç isimden bi­ Ayrıca “besmele” (bk. bu mad-
ridir (Allah ve Rahman ile bir­ de)nin özünde bulunan üç isim­
likte). den biridir (Allah ve Rahîm ile
559 Rahmân suresi

birlikte). Yine “rahîm” sıfatın­ Rahmâniyye a. (<^1^) [Ar.


dan farklı olarak bu söz, âlemde rahmânî sözünün müennes (di­
yaratılmış bütün varlıklar için şil) biçimi.] 1. bk. rahmânî 2. tas.
geçerlidir ve merhamet edicidir. İslâmî tarikatlerden 18. yüzyılda
Oysa “rahîm” ismi, “yalnızca ortaya çıkan, Cezayir bölgesinde
iman edip salih amel işleyenlere yaygm olan Halvetiye-Şâbâniyye
yönelik.” bir anlamda değerlen­ tarikatının Seyyid Muhammed
dirilmiştir. Yani, mümin veya b. Abdurrahman el-Gaştûlî (öl.
kâfir ya da inanan veya asi ayı­ 1208 /1794) ’ye nispet edilen bir
rımı yapılmadan herkes için kolu.
merhamet sahibi olan yüce Al­ rahmâniyyûn ç.a. 0^1^) [Ar.
lah’tır. Nitekim pek çok ayetinde rahmânî’nin ç. b.] tas. Allah’m
O, bütün insanları yaratan, ya­ sırrma ererek bilinmez âlemden
şatan, kucaklayan, sağlık ve akıl haber getirenler, evliyalar.
veren, rızık ihsan edendir; dün­
Rahmân suresi a. jLu.J
ya nimetlerini insanlar için ve­
[< Ar. Sûretü’r- Rahmân (jLaJI
rendir; güneşi, ayı, yüdızları,
sj^»)] Kur'ân-ı Kerîm’in elli be­
havayı, suyu, bitkileri, ağaçları,
şinci, iniş sırasına göre doksan
hayvanları, geceyi gündüzü hep
yedinci suresi olup “Ra'd sure­
insanların yaşaması ve fayda­
si” (13)nden sonra ve “İnşân
lanması için yaratmıştır (bk. Ba­
suresi” (76)nden önce Mekke
kara suresi, 2 / 29; İbrahim su­ döneminde nazil olmuştur ve
resi, 141 32; Lokman suresi, 31 yetmiş sekiz âyetten meydana
/ 30). Kısacası “rahmân” olan Al­ gelmektedir. Admı ilk ayette ge­
lah, bütün kâinatın yaratıcısı ve çen “rahmân” (Çok merhamet
merhamet edicisidir. O’nun bu eden) sözünden alır. Surenin
vasfı Kur’ân-ı Kerîm’de tamammda İlâhî rahmetin ev­
“Rahmân suresi” (55; bk. bu renin bütününe yansıdığı için
madde) inde ayrmtılı bir biçim­ böyle bir adlandırılma yapılmış­
de ifade edilmektedir. Öte yan­ tır. Nitekim, Kur'ân-ı Kerîm’de
da, “rahmân” adı, değişik pek her surenin başındaki “beşme-
çok hadiste de Allah’a nispet le”lerle birlikte 169 kez tekrar­
edilmiştir (Wensinck, el-Mu'cem, lanan ve bütün evreni kucakla­
“rhm” maddesi). yan ve kuşatan “rahmân” adı
surenin en belirgin vasfıdır. Ni­
rahmânî s. (^LaJ [< Ar.rahmân
tekim bir başka adı olan
+ -î] (ç. b. rahmâniyyûn) Allah’a
“Arûsü’l- Kur'ân” denmesinin
özgü, Allah ile ilgili, şeytânî kar­ başlıca sebebi bududur. Hz.
şıtı. Peygamber’in “Rahmân sure-
rahmet 560

si”nin tefsiri için bk. Sahîh-i rahmet-ullahi aleyh cüm. (dx


Buhârî ve Tercemesi, C. 10, s. dlbttj) Allah’m rahmeti onun
4821-4830. üzerine olsun anlammda kulla­
nılan terim.
rahmet a. (o^J [< Ar.rahm ve
ruhm] “Esirgeme, koruma, kol­ rakabe a. (■uJ) [Ar.] fık. îslâm hu­
lama, merhamet.” anlamında Al­ kukunda, mülkiyete konu olan
lah’ın günahları af buyurması, mahn yalnızca maddî yönünü
bağışlaması için kullanılan ifade eden bir fıkıh terimi.
Kur'ân terimi. Kur’ân-ı
Kerîm’de 114 ayette geçen bu Rakîb a. C_Uj) [Ar.] Sözlük anlamı,
terim, Allah’m zatma nispet “Gözetlemek, kontrol etmek, bek­
edilmiştir ve O’nun daha çok bu lemek.” olan bu söz, “Herkesin
dünyadaki tecellî eden sıfatıdır. hâl ve hareketlerinden haberdar
Bundan dolayı da müminler her olan, bilen, koruyan, hiçbir şey
işe başlarken “besmele” (bk. bu kendisinde gizli kalmayan.” an­
madde) çekerler. Çünkü bu sö­ lamında “esmâ'ü’l-hüsnâ” (Al­
zün özünde Allah’ın “rahmet” lah’ın güzel isimleri)dan olup
sıfatı yatmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm’de beş yerde
geçmektedir (M. F. Abdülbâkî, el-
§ tam. rahmet-i Hudâ a. (lai Mu'cem, “rkb” maddesi). Bu söz,
Allah’m rahmeti, bağış­
c*aa.j) zatî isimler gurubunda sayılmış
laması. ve Allah’m doksan dokuz ismini
rahmetli s. Allah’ın rahmetine veren Tirmizî rivayetindeki lis­
muhtaç, yeni ölen kimse için tede de yer almıştır (Tirmizî,
kullanılan terim, merhum. “Da’avât”, 82). Ayrıca İbn
Hâcer’in Kur’ân-ı Kerîm’den
rahmetlik a. ve s. 1. Allah’m rah­ terlediği isim listesinde bulun­
metine ermesi için dua edilen maktadır (DİA, XI, s. 408).
kimse. 2. Rahmete muhtaç, mer­
hum (yeni vefat eden kimse). rakş a. (^J [Ar.] Hadis metinlerini
noktalama işi.
rahmetlü s. bk. rahmetli
ramazan a. (jL^>J [Ar.] İslâm’m
rahmetsiz s. Allah’m rahmetinden
temel inançlarmdan ve her
uzak kalmış, lânetlenmiş (kim­
mümin için farz olan oruç iba­
se).
detinin yerine getirildiği ve Hic­
rahmet-ullah a. (dlL^j) Kur’ân-ı rî takvimde dokuzuncu ay için
Kerîm’de cennet için kullanılan kullanılan terim, oruç ayı.
terim (“Âl-i İmrân sürfesi” (3 / Kur'ân-ı Kerîm’de adı açıkça
107). belirtilen ve geçen tek ay (Ba­
kara suresi, 2 /185).
561 Ra'ûf

Ramazan Bayramı a. Türk-İslâm ramazan orucu a. İslâm’ın temel


kültüründe oruç ayı olan rama­ inançlarmdan ve her mümin
zan günlerinin sonunda kutla­ için farz olunan ve Hicrî tak­
nan bayram günleri. vimde dokuzuncu ay boyunca
ramazânî a. i (^LâoJ [< Ar. tutulan oruç ibadeti. Bu ibadetin
fazileti hakkmda Hz. Peygamber
ramazân + -î] Ramazana özgü,
şunları dile getirmiştir: “Her kim
bu ay ile ilgili.
ramazan orucunu îmânı sebebiy­
Ramazan İlâhîsi a. Türk-İslâm le ve ecrini yalnız Allah’tan uma­
geleneğinde ramazan ayı bo­ rak tutarsa, geçmiş günahları
yunca, cami ve tekkelerde kılı­ mağfiret olunur.” (Sahîh-i Buhârî
nan teravih namazlannın her ve Tercemesi, C. 1, s. 190).
bir dört rekâtı arasmda okunan
râsih a. (^>lj) [Ar.] (ç. b. râsihîn)
İlâhîler için kullanılan terim.
Sözlük anlamı, “Yerinde sabit ve
ramazaniyelik a. Türk-İslâm gele­ sağlam olmak, sağlam bilgiye sa­
neğinde Ramazan ayı için alman hip olmak.” olan bu söz, “Her­
yiyecek ve içecek. hangi bir şüpheye yer vermeye­
cek derecede sağlam bilgiye sahip
ramazâniyye a. (<ûLa^J [Ar.] tas.
olan, Allah’a, Kur'ân’a ve ahret
ed. Türk-İslâm Divan edebiya­
gününe iman eden kimse.” için
tında şairlerin ramazan ayla-
kullanılan bir terim.
rmda padişaha veya devlet bü­
yüklerine sundukları, “nesib” rasûl a. (J^J [Ar.] bk. resûl
bölümünü ramazan konusuna râşid a. (jilj) [Ar.] “Doğru yolda
ayırdığı kaside veya manzume olan, akıllı, baliğ.” anlamında Al­
için kullanılan terim. lah’m sıfatı olarak geçen terim.
Ramazâniyye a. (^L^oJ [Ar.] İs­ Ra'ûf a. (ûjjj) [Ar.] Sözlük anlamı,
lâmî tarikatlerinden 17. yüzyılda “Merhamet etmek, şefkat gös­
ortaya çıkan, Halvetiyye- termek.” olan “re'fet” kelime­
Ahmediyye tarikatinin Ramazan sinden türeyen bu söz, “Çok
Efendi (öl. 1025 /1616) ye nispet merhametli, şefkatli olan.” anla­
edilen kolu. mmda “esmâ'ü’l-hüsnâ” (Al­
ramazanlık a. Ramazan ayı için lah’ın güzel isimleri)dan olup
yapüan hazırlık, bu ay boyunca Kur'ân-ı Kerîm’de on bir yerde
tüketilecek yiyecek ve içecek Allah’a nispet edilmiştir (M. F.
için kullanılan terim. Abdülbâkî, el-Mu'cem, “r'ef’
maddesi). Bu söz, çoklukla Al­
ramazanname a. (^IüLâ.J [Ar. lah’m isimleri arasmda yer alan
ramazân + F. nâme] bk. “rahîm” ismi ile birlikte kulla­
ramazâniyye nılmış ve O’nun zatî isimler gu-
Ra'ûfiyye 562

ruhunda sayılmıştır. Bu isim, Al- ravza-i Rıdvân/ a. (jjl^j


lah’m doksan dokuz ismini ve­ i^jj) Cennet. /
ren İbn Mâce ve Tirmizî rivayet­
lerindeki listede de yer almıştır râzık a. (33 lj) [Ar.] rRızık veren.”
(Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn Mâce, anlammda Allah’ın sıfatı olan bu
“Du’â”, 10). terim, canlı varlıkların yaşaması
için gerekli olan nimetleri, ilim,
Ra'ûfiyye a. (4“w) [Ar.] Halvetiyye şeref, makam gibi manevî değer­
tarikatinin Ramazaniyye koluna leri de kapsamaktadır. Bu teri­
bağlı Ahmet Ra'ûfî (öl. 1170 / min “ism-i tafdil”i (mübalâğah
1757) ’ye nispet edilen bir şube­ biçimi) “Rezzâk” (bk. bu madde)
sinin adı. olup Allah’ın isimleri olan
“esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah'ın güzel
râvî a. (^IJ [Ar.] (ç. b. ruvât) Hadis
isimleri)da yerini almıştır.
biliminde, öğrendiği veya üze­
rinde çalıştığı hadisi usulüne re'âyâ a. (LL.J [Ar.] İslâm devlet
uygun olarak rivayet eden kim­ teşkilâtı içinde yönetici konu­
se. Bu kimselerde aranması ge­ mundaki asker sınıfı ile ulema
reken üç özellik şunlardır: 1. dışında kalan halk kesimi. Bu te­
Adalet, yani ravînin Müslüman rim, Osmanlı döneminde devlete
olması, fısktan uzak durması, vergi ödeyen gayrimüslim halk
toplumun örf ve adetlerine uy­ için kullanılmıştır.
gun davranması. 2. Zabt, yani
hadisi iyi ezberlemiş veya titiz­ rebî a. (^J [Ar.] “Bahar, ilkyaz.”
likle yazıya geçirmiş olması. 3. anlamında hicri takvimde kul­
Akılh ve ergenlik çağma erişmiş lanılan ad.
olması. § tam. rebî-i evvel a. Cb1 ^J
İlkbahar.
ravza a. (<^jJ) [Ar.] (ç. b. ravzât,
riyâz) İslâm inancına göre, din rebî-i sânî a. (^ü ^) Son­
ulularının veya topluma mal bahar.
olmuş din veya devlet büyükle­ rebî'ü’l-âhır a. (ji.yi ^^
rinin şehit düştüğü ya da defne­ (sonbahar) Hicrî takvimde
dildiği kabir veya yer. bk. me­ dördüncü ay.
zarlık
rebî'ü’l-evvel a. (J^i ^j)
§ tam. ravza-i mutahhara a. (ilkbahar) Hicrî takvimde
(»j|L UjJ (temiz bahçe) üçüncü ay.
Mescid-i Nebevî içinde Hz. recâ s. Gkj) [Ar.] tas. Tasavvuf ehli
Muhammed’in kabrinin ile arasında AUah’m rahmetine gü­
minberi arasmda bulunan venerek ve O’na bağlanarak hu­
yer. zur içinde yaşama. Bu söz, ge-
563 refik

nellikle “havf” (bk. bu madde) saltmalarmdan oluşan bu terim,


terimiyle birlikte kullanılmıştır. kapıkulu askerlerine üç ayda bir
rec'at a. (o^j) [Ar.] Şiî inancına verilen maaş için kullanılmıştır.
veya bazı Şiî gruplarma göre, bir recm a. (^J [Ar.] fik. Sözlük anla­
imamın ölümünden veya mı, “Taşla öldürmek, taşa tut­
gaybete düşmesinden, yani or­ mak, lânet etmek, defetmek.”
tadan kaybolmasmdan sonra
olan ve İslâm fıkhında zina su­
yeniden ortaya çıkması ya da
çunu işleyen evli erkek ve ka­
kıyametin kopmasmdan önce
dınlar için uygulanan ceza.
imamlarm dünyaya dönmeleri.
Bu söz, Türkçede “ric'at” biçi­ recül a. (J^j) [Ar.] tas. Tasavvuf
minde kullanılmaktadır. inancma göre, erkek olsun kadın
receb a. (^j) [Ar.] (ç. b. recebân, olsun, Allah’m dostluğunu ve
recebiyyûn) a. Arabî aylarm, yakınlığını kazanmış adaletli ve
yani Hicrî takvimin yedincisi ve erdemli kimseler.
kutsal sayılan üç aylarm birinci­ reddâde a. UjIjJ [Ar.] İslâm yazma
sinin adı. eserlerinde, bugünkü sayfa nu­
§ tam. recebü’l-ferd a. (j>ll maraları yerine kullanılan ve
^J Hicrî takvimde recep ayı birbirlerini takip eden sayfaları
için kullanılan terim. göstermek için açılmış durum­
daki bir kitabm sağ sayfasının
recebü’l-mürecceb a. (çl^Jl
altlarma konulan ve sol sayfa-
^J Mübarek Recep ayı.
nm ilk kelimesinin yazılması iş­
recebân ç.a. (jL^j) [Ar.receb’in ç. lemi.
b.] Recep ile şaban ayları.
reddiyye a. (<uj_>) [Ar.] İslâmî edebi­
recebiyyûn ç.a. (jj^J [Ar.receb’in yatta, bir inanç veya düşünceye
ç. &.] tas. Mutasavvıflara göre, karşı çıkarak onların delil ve
Allah’m izniyle gaybı bilen, pek kaynaklarmı çürütmek amacıyla
çok kerametler göstererek recep kaleme alman eserlerin genel
ayında kendilerinde olağanüstü
adı.
bir durum sezen ve her yüz yıl­
da bir sayüarı kırk olan ref a. (fij [Ar.] Hadis biliminde,
evliyaullah, bir tür manevî kuv­ bir hadisi senetli veya senetsiz
vet ve kudret sahipleri. Hz. Peygamber’e nispet etme.
recec a. (^J [Ar.] Hicrî takvimin
refik a. (Jjj) [Ar.] Allah’m sıfatı
rebi'ü’l-âhir, cemâziye’l-evvel ve
olarak, “O’nun her işinde yumu­
cemâziye’l-âhir aylarının kı-
şak olduğunu ve merhametsiz
refî'ü’d-derecât 564

olmadığım” ifade eden terim. yeni terimler oluşturmayı sağ­


Ayrıca bu söz, Kur'ân-ı lar. /
Kerîm’de bir yerde “Nisâ sure­
si” (4 / 69) nde Allah ve Hz. Pey- § tam. re's-i kâr a. (jlS ^ÎJ
gamber’e itaat eden müminler Devlet yönetimi anlammda
için de kullanılmıştır. kullanılan terim.
re's-i sene-i efrenciyye a.
refî'ü’d-derecât a. bLjjiı
(üşâjil U ^îj) Efrencî yılı
[Ar.] “İnsanların manevî derece­
başı, 1 Ocak.
lerini yükselten.” anlamında Al­
lah’m sıfatı. re's-i sene-i hicriyye a. («u^
üu. ^ÎJ Hicrî yılm başı, 1
refref a. (u>j) [Ar.] Islâm inancına Muharrem.
göre, Hz. Peygamber’in Mi'rac
re's-i sene-i mâliyye a. (dL
gecesinde bindiği kabul edilen
üu, ^ÎJ Malî yılbaşı, 1 Mart.
binek hayvanının adı.
re's-i sene-i milâdiyye a.
regâ'ib gecesi a. bk. leyle-i regâ'ib
(95L Llu ^ÎJ Milâdî yılın
regâ'ib gecesi namazı a. Recep başı, 1 veya 14 Ocak.
ayının ilk Cuma gecesi olan
re's-i sene-i rûmiyye a. (^
“Regâ'ib kandili” gecesi on iki
tu, ^ÎJ Rumî yılm başı, 1
rekât olarak kılman namaz.
Ocak (Efrencî takvimini ka­
regâ'ibiyye a. («1^J WrJ Hz. Pey­ bul etmemiş olan doğulu
gamber’in anne rahmine düştü­ Hristiyanlar için).
ğü regâ'ib kandilinde okunmak
re'sü’l-câlût a. (ojllJl ^ÎJ
üzere kaleme alman bestelen­
İslâmî dönemde Yahudileri
miş manzum eserlere verilen or­
devlet katmda temsil eden
tak ad.
cemaat liderleri için kullanı­
Regâ'ib kandili a. bk leyle-i lan terim.
regâ'ib
re'sü’l-mâl a. (JUlJj) İslâm
rehin a (jj*j) [Ar.] fık. Bir malm bir hukunda, bir malm kâr veya
alacağa karşılık olarak teminat fazlalık içermeyen kısmı için
niteliğinde olmasmı sağlayan kullanılan terim, anapara,
akit ve bu akde konu olan mal. sermaye.
re'is a. (^ÎJ [< Ar.re's] (ç. b. rü’ûs, re'îs a. (^J) [Ar.] (ç. ö.rü'esâ)
er'ûs) “Baş, kafa, ser veya baş­ “Başkan, baş, amir, lider.” anla­
kan, lider.” anlammdaki bu söz, mmdaki bu söz, başka kelime
başka kelime veya terkiplerle
565 resûl

veya terkiplerle yeni terimler Abdülbâkî, el-Mu'cem, “rk'a”


oluşturmayı sağlar. maddesi).

§ re'îs-i rûhânî a. (^Ljj remel a. (fi.fi [Ar.] Sözlük anlamı,


^fi Azmlıklarm dinî reisi, “Koşmak, süratli gitmek.” olan
başrahip. bu terim, hac ibadeti sırasmda
Kâbe’yi tavaf ederken kısa adım­
re'îsü’l-kurrâ a. (J>il ^fi larla hızh ve omuzları silkeleye­
İslâmî bilimler arasmda, kı­ rek alımlı ve çalımlı bir tarzda
raat ilminde icazeti olanlarm yürümek için kullanılmaktadır.
başkanı. Bu tarz yürüyüş sünnet olarak
re'îsü’l-küttâb a. LKll ^fi günümüze kadar devam
(menâsıb-ı sittederi) 1. Osman­ edegelmektedir.
lI yönetiminde Dışişleri Ba­ remy-i cimâr a. (jlu. ^>fi [Ar.]
kanı veya makamı. 2. Osman- İslâmî inanca göre, hac sırasm-
h yönetiminde yazı işlerini da kurban bayramı günlerinde
yürüten “Divan Kalemi”nin Mina’da şeytanlara küçük küçük
başkanları. taş atma işi veya hareketi.
re'îsü’l-müneccim a. Çy.Jl resim, -smi a. Çu«J [Ar.] Osmanlı
^fi Müneccimlerin reisi, mâlî sistemi içinde genel olarak
müneccimbaşı, takvim, sal­ vergi için kullanılan terim.
name ve benzeri konuları
düzenleyenlerin başkanı. resmu’l-hadîs a. (öjjJI ^ufi [Ar.]
Hadis biliminin dayandığı temel
re'îsü’l-ulemâ a. (LUI ^fi ilkeler ve usul özellikleri.
(kıdem bakımından) 1. Ule-
manm, yani bilim adamları­ resmu’s-sahîh a. ^->.»11 ^J [Ar.]
nın başı. 2. Bosna-Hersek’te Sahih hadisin dayandığı temel
ilkeler ve usul özellikleri.
Diyanet İşleri Başkanlığı.
rek'at a. (ö^J [< Ar. rükû'] İslâmî resûl a. (J^J [Ar.] (ç. b. rüsül,
inanç sistemlerinin en başmda rüselâ, ersül) 1. Peygamber
gelen “namaz” ibadetinin “kı­ karşılığı Arapça olan ve Kur’ân-
yam, kıraat, rükû ve iki sec- ı Kerîm’de sıkça geçen, “Allah
de”den oluşan her bir unsuru tarafindan yeni bir kitap ve yeni
için kullanılan terim. Bu söz, bir şeriat düzenlemesi ile insanlık
Kur'ân-ı Kerîm’de geçmemekle için gönderilen kimse.” anlanun-
beraber, bu kelimeden türeyen da terim, bk. peygamber 2.
Cibril veya Cebrâ'il için kullanı­
pek çok farklı söz varlıkları ora­
lan bir söz. bk. Cebrâ'il
da yer almaktadır (M. F.
resûl-i Ekrem 566

§ tam. resûl-i Ekrem a. (^_£l revâfiz a. (^ijf) [< Ar. râfiza’nın


J^j) (en saygın peygamber) ç. b.] bk. râfıza
Hz. Muhammed.
revâtip sünnetler ç. a. Belirli vakit­
re'su’l-mâl a. (JUl J^ÎJ bk. semen lerde ve düzenli bir şekilde kıh-
ve selem nan namazlar içinde sünnet
resûlullah a. (<UI J^J (Allah’ın olanları ifade eden terim. Bun­
elçisi) Hz. Muhammed. lar, sabah namazının farzmdan
önce kılman iki rekât, öğle na­
reşen a. (>iJ [Ar.] Hicrî takvimin
mazının farzından önce kılınan
recep, şaban ve ramazan ayları-
dört ve sonrasmda kılman iki
nm kısaltmalarından oluşan bu
rekât, ikindi namazınm farzm­
terim, Osmanh devleti döne­
dan önce kılınan dört rekât, ak­
minde kapıkulu askerlerine üç
şam namazmm farzından sonra
ayda bir verilen maaş için kul­
kıhnan iki rekât ve yatsı nama-
lanılmıştır; bk. mevâcib
zınm farzından önce kılınan
Reşîd a. (j^J [Ar.] Sözlük anlamı, dört ve sonrasında kılman iki
“Doğru yolda bulunan, doğru ile rekât olmak üzere toplam yirmi
yanlışı ayırabilen.” olan bu söz, rekât namazdır. Bunlardan
“Doğru yolu en iyi gösteren, irşat ikindi ve yatsı namazı öncesinde
eden.” anlammda “esmâ'ü’l- kılmanlar “gayr-i mü'ekked
hüsnâ” (Allah’ın güzel isimle-
sünnet” (bk. bu madde), ötekiler
ri)dan olup Kur'ân-ı Kerîm’de
“mü'ekked sünnet” (bk. bu
Allah’a nispet edilmiştir (M. F.
madde) olarak nitelenmektedir.
Abdülbâkî, el-Mu'cem, “rşd”
maddesi). Bu söz, Allah’m zatî revm a. ÇjJ [Ar.] Kur'ân-ı Kerîm
isimler gurubunda sayılmıştır. tilâvetinde, kelime sonlarındaki
Bu isim, Allah’m doksan dokuz harekeyi hafif bir sesle belli et­
ismini veren İbn Mâce ve me anlammda kullanılan kıraat
Tirmizî rivayetlerindeki listede ve tecvit terimi.
de yer almıştır (Tirmizî,
Revşeniyye a. (4>1jj) [Ar.] Afganis­
“Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”,
10). tan bölgesinde Bâyezid-i Ensârî
(öl. 980 / 1573)nin başlattığı ta-
ret, -ddi a. (jJ [Ar.] fık. İslâm miras savvufî-siyasî hareketin adı.
hukukunda, belirlenmiş hisse
sahiplerinden arta kalan payla- re'y a. (JİJ [Ar.] İslâm bilimlerin­
rm yine mirasa hak kazanmış de, şefî ve amelî bir konuda gö­
kimseler arasmda bölüştürül­ rüş, düşünce ve kıyas yöntemiy­
mesi. le kanaat bildirme.
567 ribbiyyûn

reyhânî a. Çy^fi [< Ar. reyhân + nna dair Rıdvan adı verilen bir
î] İslâm hat sanatında, genellikle ağacm altında biat verdüer. Bu
Kur'ân-ı Kerîm yazımında kul­ olaya istinaden bu terim, İslâmî
lanılan altı yazı çeşidinden biri­ gelenekte “Rıdvân Bi'âtı” olarak
nin adı. bk. aklâm-ı sitte amlagelmiştir.
rezîlet a. (oLjJ [Ar.] Kötü huy ve rıfk a. (jiJ [Ar\ Nezaket ve yumu­
erdem dışı davranışlar için kul­ şaklık anlammda kuUamlan ah­
lanılan ahlâk terimi, “fazilet” lâk terimi.
(bk. bu madde) karşıtı.
rık a. (jj [Ar.] fik. İslâm hukukun­
Rezzâk a. (jl^) [Ar.] Sözlük anlamı, da, kölelik.
“Çokça rızık veren.” olan bu söz,
rızâ a. (LâJ [Ar.] Kur'ân-ı
“Bol nimet veren, bedenlerin ve
Kerîm’de AUah’a nispet edüen
ruhların gıdasını yaratıp veren.”
ve “Allah’ın kulundan, kulun da
anlammda “esmâ'ü’l-hüsnâ”
Allah’ından hoşnut ve razı olma­
(Allah’ın güzel isimleri)dan olup
sı.” anlammda kuUamlan Al­
Kur'ân-ı Kerîm’de Allah’a nis­ lah’ın haberi sıfatlarmdan biri.
pet edilmiştir (M. F. Abdülbâkî, Bu terim, Kur'ân-ı Kerîm’de
el-Mu'cem, “rzk” maddesi). Bu yetmiş üç ayette geçmektedir.
söz, AUah’m fiilî isimleri ve sıfat­
lan gurubunda sayılmıştır. Bu rızâen lillah a. (dil pLâJ [Ar.] AUah
isim, AUah’m doksan dokuz is­ rızası içini bir karşılık bekle­
mini veren İbn Mâce ve Tirmizî meksizin anlammda iyi dilek sö­
zü.
rivayetlerindeki üstede de yer
almıştır (Tirmizî, “Da'avât”, 82; rızık a. (yfi [Ar.] AUah’m canhlar
İbn Mâce, “Du’â”, 10). için verdiği maddî ve manevî
nimetler. Bundan dolayı da yüce
Rıdvân a. (jl^J [Ar.] Kur'ân-ı
AUah “Rezzâk” (bk. bu madde)
Kerîm’de “rıza” anlammda kul-
olarak adlandınlmıştır ve bu ad
lanılan ve cennetin muhafızı
“esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah’ın güzel
olarak gösterüen melek. isimleri) arasmda yerini almış­
Rıdvân Bi'âtı a. Hz. Muhammed’in tır.
hac yapmak üzere Hicret’in 6. ribâ a. (LJ [Ar.] Arapçada “faiz”
yıhnda (M. S. 628) kendisine bağ- (bk. bu madde) için kuUamlan
h bir grup Müslüman Ue Mek­ terim; bk. faiz
ke’ye giderken önünün kesilme-
si üzerine yanında bulunan bu ribbiyyûn a. (â^fi [Ar.] Yahudi
geleneğinde öğretici veya yöne­
Müslüman grup Hz. Peygam­
tici konumundaki “Rabbâniy-
ber’e ve İslâm’a sadık kalacakla-
yûn” (bk. bu madde) a tabi olan
ricâl 568

sıradan halk için kullanılan bir ricâlü’l-gayb a. (uâil JU.J Al­


Kur'ân terimi. lah’m emirlerine göre insan­
ları yönlendiren ve gözle gö­
ricâl ç.a. (JLj) [Ar.recül’ün ç. b.] 1.
rünmeyen kutsal kimseler
“Erkekler, ileri gelenler, saygın
veya gizli ya da aşikâr velîler
kimseler.” anlammda bir terim.
topluluğu için kullanılan bir
2. Hadis biliminde, hocalar, ha­
terim, bk. abdâl
dis rivayet edenler, çok tanmmış
kimseler için kullanılan terim. ricâlü’l-hadîs a. (^xJi JLj)
Hadis biliminde, ravîleri ve
§ tam. ricâl-i devlet a. (cip güvenilirliklerini belirlemeye
JLJ Devlet ricali, devletin yarayan yan dallar için kul­
ileri gelenleri. lanılan bir terim.
ricâl-i dûdmân-ı bektâşiyân ricâlü’l-hannân a. (jlkilJLj)
a. ÇjLuUa^ı jLöJjj J^jJ tar. tas. Bir kısım evliya hakkında
Yeniçeri ocağının yüksek kullanılan bir terim. Bazı
rütbeli subayları. mutasavvıflar bunları on beş
ricâl-i gayb a. (^ Jkj) bk. olarak gösterir. Onlarm mü­
ricâlü’l-gayb minler ve kâfirler üzerinde
baskm güçleri olduğu ifade
ricâl-i ilâhiyye a. («l^I Jkj)
edilmiştir.
tas. Allah’ın manevî kudret
ve kuvvetine sahip olan evli­ ricâlü’l-kuvve a. (»jül JLJ
ya, ricalullah. Tasarruf sahibi cezbeliler, de­
liler için kullanılan bir terim.
ricâl-i ilmiyye a. (û«k J^j)
Ulema smıû, bilim çevresinin ricâlü’l-mennân a (jUl Jk)
ileri gelenleri. tas. Bir kısım evliya hakkında
kullanılan bir terim. Bazı
ricâlü’l-feth a. (pül JLj) tas. mutasavvıflar bunlan on bir
Bir kısım evliya hakkında olarak gösterirken bazıları
kullanılan bir terim. Bazı bu saymm her asırda değişti­
mutasavvıflar bunları yirmi ğini ifade etmişlerdir. Onla­
dört olarak göstermiş ve rın gıdaları olarak Hakk’m
mümin kulların kalplerine nefesi gösterilmiştir.
nüfuz ederek maarif ve gizli
ricâlü’t-taht el-esfel a. (Ji^Vl
bilgileri onlara verdiğini ifa­
caJI JLj) bk. ricâlü’l-
de etmiştir. Bunların ikisi
mennân
sağda, altısı mağripte, dördü
maşrıkta, kalanı değişik yer­ ricâlü’l-ulâ a. (^LJI JL^) tas.
lerde olarak gösterilmiştir. Bir kısım evliya hakkında
569 Rifâ'iyye

kullanılan bir terim. Bazı Kur'ân-ı Kerîm’de on yedi ayet­


mutasavvıflar bunları te geçen bir terim.
“abdâl-ı seb'a” (bk. bu mad­
ridâ a. GbJ [Ar.] Hac veya umre
de) nm dışında göstermişler
ibadeti sırasmda, ihrama girmek
ve onlarm her nefeste Allah’a
için günlük elbiselerini çıkara­
miraç ederek “ilm-i hâs” tah­
rak büründükleri ve havlu cinsi
sil ettiklerini ifade etmişler­
örtüden baş hariç vücudun bel­
dir.
den yukarı bölümünü kapatan
ricâlü’l-eyyâmi’s-sitte a. iki parça giysi.
(üjı ^ı JLJ Bir kısım evli­
ridde a. (»jJ [Ar.] fik. Bir Müslü-
ya hakkında kullanılan bir
man’m İslâm dininden çıkması
terim. Bazı mutasavvıflar
anlammda kullanılan bir fıkıh
bunları altı olarak göstermiş
terimi.
ve bunu “eyyâm-ı sitte” (bk.
bu madde)nin oluşumundaki rifâde a. (»jliJ [Ar.] Hac ibadeti
sırrı temsil eden güçler ola­ sırasmda ihtiyaç sahibi hacılara
rak ifade etmişlerdir. yemek dağıtma görevi ve işi için
ricâlû’l-mâ a GUI JUJ tas. kullanılan terim. Bu görev,
Bir kısım evliya hakkında Mekke’de cahiliye döneminde
kullanılan bir terim. Bazı başlamış, Hz. Peygamber bunu
mutasavvıflar bunları deniz­ kurumsallaştırmış, kendisinden
ler ve ırmaklar kenannda sonra yaşamasına ön ayak ol­
yerleşmiş bulunan ve de muştur. -
Hakk’a ibadet eden taife ola­ Rifâ'îlik a. bk. Rifâ'iyye
rak göstermişlerdir.
Rifâ'iyye a. (ZLüJ [Ar.] İslâm dün-
ricâlullah a. (<UJl jy [Ar.] tas.
yasmm ve inancmm ilk
Allah’m manevî kudret ve kuv­
tarikatlerinden biri olan ve
vetine sahip olan evliya.
Ahmed er-Rifâ'î (öl. 578 / 1182)
ric'at a. (c^fi [Ar.] bk. rec'at ye nispet edilen tarikatin adı.
Irak’m güneyindeki Batâih böl­
ric'î talâk a. ftk. İslâm hukukuna
gesinde kurulan ve oradan Ana­
göre, evlilikte erkeğe, yeni bir
dolu’ya kadar uzanan geniş bir
nikâha ihtiyaç olmadan tek ta­
coğrafyaya yayılan bu tarikat,
raflı irade beyanı ile boşadığı
Türkiye’de “Rufâiyye” olarak da
eşine dönebilme imkânı veren
anılmaktadır. Temelde kitap ve
fıkıh terimi.
sünnete dayanan, tevazu ve al­
rics a. G^J [Ar.] “Pis olan şey” çakgönüllülüğün esas almdığı
anlamında kullanılan ve bir inanç sistemine bağlı kalan
rihle 570

bu tarikat, varlığını günümüze rikâk a. (jL5j [Ar.] Bir zühde, yol


kadar Endonezya’dan Hindis­ gösteren veya ahrete yönelmeyi
tan’a, Kuzey Afrika’dan Balkan­ teşvik eden ve kötülüklerden
lara kadar bütün İslâm dünya- uzak durmayı öğütleyen hadis­
smda tanınmış ve benimsenmiş ler.
bulunmaktadır.
rikket a. (&J [Ar.] Bir hadis met­
rihle a. (<kj) [Ar.] Hadis biliminde, ninde dilbilgisi kurallarının bo­
hadis öğrenmek için yapılan se­ zukluğu sebebiyle anlam yeter­
yahatler ve yolculuklar. sizliğinin veya karışıklığmın bu-
rikâ' a. (^üj [Ar.] İslâm hat sana­ lunmasmdan dolayı hadisin
tında, genellikle önceden belir­ “merfû” (bk. bu madde) özellik
lenmiş aym ebatlarda kâğıt veya taşıması anlamında terim.
parşömen parçaları üzerine hız- rind a. (jij [F.] Kendini hiçbir kayıt
hca yazılan yazmın adı ve bu ve dinî kurallara bağlamayan,
yazı için kullanılan terim. Bu
yalnızca Allah inancı üe yetinen
yazı türü, altı yazı çeşidi
ve dünyevî işlerle gününü geçi­
(aklâm-ı sitte) arasmda yer al­
ren kimseler.
maktadır; bk. aklâm-ı sitte
risâlet a. (cJLj [Ar.] 1. “Peygam­
rik'a a. (<ûj) [Ar.] İslâm hat sana­
berlik, elçilik, nebîlik.” anlamm­
tında, genellikle çabuk, kolay
da kullarulan terim; bk. nübüv­
yazma ve okuma ihtiyacmdan
vet 2. fik. Bir kimsenin kendi
doğmuş, özünde divâni özellik­
ler dç taşıyan ve sıklıkla günlük irade beyanını bir başka kimse­
hayatta kullanılmış olan bir tür ye ifade etme anlammda kıüla-
yazı çeşidinin adı ve bu yazı için nüan fıkıh terimi.
kullanılan terim. risâlet-me'âb a. ÇldLJ [<Ar.
rikâb a. LISJ [Ar.] Bazı Türk-İslâm risâlet + me'âb] 1. Peygamber­
devletlerinde, özellikle de Os­ lik eden, nebî. 2. Hz. Muham­
manlIlarda padişaiun huzurunu med.
ve maiyetindeküeri ifade eden risâlet-penâh a. GLüILJ [<Ar.
terim. risâlet + pemâh] Hz. Muham­
rikâbdâr a. (jhISJ [< Ar. rikâb + med.
F. dâr] Bazı Türk-İslâm devletle­ rivayet a. (culj [Ar.] Hadis bili­
rinde saray ve çevresindeki minde, üzerinde çalışüan veya
ahırlarda, özellikle de OsmanlI­ konuşulan hadisi kaynağına da­
larda padişahm maiyetinde gö­ yanarak ve senedli olarak nak­
rev yapan kimseler. letmek. Bir rivayette üç temel
571 rûh-ı insânî

unsur aranmıştır: “râvi, sened, için kullanılan terim. Büyük mu­


metin” (bk. bu maddeler) tasavvıflar nefsi terbiyesini fark-
h yorumlamışlardır. Bunlardan
§ tam. rivâyet ale’l-vech a. en yaygmı, “az yemek, az uyu­
(tş.jll^k liy Hadisleri usu­ mak, az konuşmak, başkalarının
lüne göre rivayet etme. eziyetlerine hoşgörü ile yaklaş­
rivâyet bi’l-lafz a. (JüUL <JjJ mak.” olarak ifade edilmiştir.
Hadislerin orijinal biçimle­ Buna göre az yemek, şehveti öl­
riyle, yani Hz. Peygamber’in dürür; az uyumak, iradeyi saf­
ağzından çıktığı biçimde ri­ laştırır; az konuşmak, tehlikeyi
vayet edilmesi. defeder; eziyetlere hoşgörü ile
yaklaşmak, amaca ulaşmayı sağ­
rivâyet bi’l-ma'nâ a. (^L
lar olarak yorumlanmıştır.
<>iy Hadislerin orijinal bi­
çimleriyle değil, ancak hadi­ rubâ'î a. yy [Ar.] bk. rubâ'iyyât
sin asıl manasını bozmadan rubâ'iyyât ç.a. (oLy [Ar.] Hadis
kısaltılarak rivayet edilebile­ biliminde, bir hadisi kaydeden
ceğini ifade eden terim. derleyiciden veya onu kaleme
rivâyet asn a. Hadis biliminde, alan ravîden Hz. Muhammed’e
hadis rivayetlerinin sağlamlığı varıncaya kadar senedinde dört
bakımından hicretten sonra ilk ravî bulunan hadisler.
üç asır için kullanılan terim. Rufâ'iyye a. bk. Rifâ'iyye
rivâyeten a. (tlj [Ar.] Hadis bili­ rûh a. (^J [Ar.] (ç. b. ervâh) 1.
minde, hadis rivayetlerinin Hz. “İnsanda ve hayvandaki hayatın
Peygamber’e nispet edildiğini özü, can, nefes.” anlammda te­
ifade eden terim, bk. merfû ha­ rim. İnsana yüce Allah tarafin­
dis dan “rûh”un verilmesi Kur'ân-ı
Kerîm’de iki ayette açıkça ifade
riyâ a. Gy [Ar.] Allah adına ya­
edilmektedir (“Secde suresi”, 32
pılması kabul edilen bir ibadeti
/ 9; “Sâd suresi”, 38 / 72). 2.
başkalarmm önünde gösterişe
Cibril veya Cebrâ'il için kullanı­
dönüştürerek ifa etme. Bu dav­
lan bir söz. bk. Cebrâ'il
ranış, bireyin kişilik ahlâkının
ifadesi olarak yorumlanmış ve § tam. rûh-ı a'zam a. ÇJul
nitelenmiş; Türkçede “iki yüzlü­ Cju) (en büyük ruh) tas. İlâhî
lük” olarak ifadesini bulmuştur. tecellî yeri olan insan ruhu.

riyâzet a. (c^Lj [Ar.] tas. Tasav­ rûh-ı insânî a. yLjl £jJ


vuf ehli arasında nefis terbiyesi İnsan ruhu, can.
rûh-ı İlâhî 572

rûh-ı İlâhî a. (^1 ^jJ tas. ruhbân a. (jUj) [Ar. râhib’in ç. b.]
Tecellînin özü anlamında te­ Kendisini ibadete adayan
rim. Hrıstiyanlar için Kur'ân-ı Ke­
rîm’de geçen bir terim. Bu söz,
rûh-ullah a. (dil ^jJ tas. bk.
Kur'ân-ı Kerîm’de dört ayette
rûhullah
geçmektedir (“Mâ'ide suresi” (5
rûhuT-emîn a. (û-^tjJ I 82), “Tevbe suresi” (9 / 31 ve
Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Ceb­ 34), “Hadîd suresi” (57 / 27).
rail için kullanılan terim. Bu
ruhsat a. (c-»^J [Ar.] fik. Birtakım
söz ve “rûhu’l-kudüs”, mazeretlerden dolayı aslî hük­
Kur'ân-ı Kerîm’de “Bakara mün yerine getirilmemesini
suresi” (2 / 87, 253), “Nahl meşru sayan ve kolaylaştırma
suresi” (16 / 102), “Şu’arâ esasına dayanan bir fıkıh terimi.
suresi” (26 / 193) inde geç­ Buna örnek olarak, hasta kimse­
mektedir. bk. Cibrîl öz.a. lerin oturarak namaz kılması
(JyJ bk. Cebrâ'il gibi veya hasta veya seferî kim­
rûhu’l-kudüs a. (^âll rjfi senin orucunun kazaya bırak­
(mukaddes ruh) bk. rûhu’l- ması gibi durumlar “ruhsat”
emîn, ve Cebrâ'il olarak gösterilmektedir.

rûhu’r-rûh a. (^l ^fi tas. rûhullah a. (dil ^^ tas. Müslü­


Tasavvuf inancına göre manlar tarafmdan Hz. îsa için
“insân-ı kâmil” (bk. bu mad­ kullanılan bir söz.
de) için kullanıldığı kadar rukbâ a. (^fi [Ar.] fik. İslâm hu­
“rûh-i İlâhî” (bk. bu mad- kukuna göre, mal bağışı yapıhr-
de)nin yansıması olarak da ken mal bağışlanan kimsenin
gösterilmiştir. ölümü durumunda bağış yapı­
rûhânîlik a. bk. rûhâniyyet lan malın aslî sahibine dönmesi
anlammda kullanılan bir fıkıh
rûhâniyyet a. (oûLjj) [Ar.] 1. Ölen­ terimi.
lerin ruhlar âlemindeki yeri. 2.
Bütün dinlerdeki mezhep lider­ rukye a. (cjj) [Ar.] İslâm geleneği
lerinin konumu. içinde oluşan, hastalık ve kötü­
lüklerden korunmak veya kur­
rûhâniyyûn ç.a. (j^Ljj) [Ar.] tas. tulmak amacıyla dua okuyup üf­
Tasavvuf inancma göre, cisimle leme.
ilgisi olmayan, cisimden sıyrıl­
mış ruhtan ibaret olan varlıklar, Rûmiyye öz.a. («uj [Ar.rûmî sö­
yani melekler. zünün müennes (dişil) biçimi.]
tas. İslâmî tarikatlerden 16. yüz-
573 rükû

yılda ortaya çıkan, Kadiriyye Rûşeniyye öz.a. (ûiyj) [Ar. sözü­


tarikatinin bir kolu olup İsmail nün müennes (dişil) biçimi] İs­
Rûmî (öl. 1041 /1631) tarafmdan lâmî tarikatlerinden 16. yüzyılda
kurulmuştur. Bu tarikatin silsi­ ortaya çıkan, Halvetiyye
lesi Abdülkadir Geylânî’ye kadar tarikatinin Ömer el-Rûşenî
ulaştığı kaynaklarda zikredil­ (01.892 / 1487) ’ye nipet edilen
mektedir. İsmail Rûmî Efendi bir büyük kolunun adı. Bu tari­
bizzat kendisi Anadolu’nun pek kat, daha çok Azerbaycan bölge­
çok beldesini dolaşmış ve her si ve Tebriz çevresinde yayılmış­
gittiği yerde tekkeler kurmuş, tır ve “Halvetiyye” (bk. bu mad­
hatta Mısır’a kadar giderek de) tarikatinin temel ilkelerine
tarikatini oralara taşımıştır. bağlı kalarak faaliyetini sür­
Sonra 1611 yılında İstanbul’a dürmüştür.
dönerek Tophane’de yaptırdığı rûz a. (jjj) [F.J “Gün” anlamındaki
Kadirîhane’de faaliyetini devam bu söz, başka kelime ve terkip­
ettirmiştir. Bu tarikat, İsmail lerle yeni terimlerin oluşmasmı
Rûmî’nin adından dolayı sağlar.
“Rûmiyye” olarak anılmış ve
1925 yılında çıkarılan tekke ve § tam. rûz-ı belâ a. Gç ^J
zaviyelerin kapatılması kanu­ tas. Tasavvuf ehli arasında
nunun yürürlüğe girdiği tarihe “kal ü belâ” (bk. bu madde)
kadar Türkiye Cumhuriyeti sı­ için kullanılan terim.
nırlan içinde faaliyetlerini sür­ rûz-ı elest a. (oJl jjJ bk.
dürmüştür. bezm-i elest
Rûm suresi a. (^ *[< Ar. rûz-ı Hızr a. (^ j^J Halk
“Sûretü’r-Rûm” ( (ijl s^)] arasmda “Hıdrellez” (bk. bu
Kur’ân-ı Kerîm’in. otuzuncu, madde) olarak kullanılan te­
iniş sırasına göre seksen dör­ rim.
düncü suresi olup “İnşikak su­
rûz-ı kâr a. G& jjJ tas. Ta­
resi” (84)nden sonra “Ankebûd
savvuf ehli arasında yaşanı­
suresi” (29)nden önce Mekke
lan zaman anlammda kulla­
döneminde nazil olmuştur ve
nılan terim.
altmış âyetten meydana gelmek­
tedir. Admı ilk ayetlerde geçen rücû a. (f^j) [Ar.] tas. bk. kavs-i
ve Bizans’tan söz eden “Rûm” urûc
sözünden almıştır. Surenin
rükû a. (^jSJ [Ar.] İslâmî ibadetle­
özünde Allah’m birliğinden, il­
rin temel unsurlarından olan
minden, kuretinden ve âhirete
“namaz” (bk. bu madde) m aslî
imandan söz edilmektedir.
bölümlerinden olan ve “kırâ'at”
rükün 574

(.bk. bu madde) in tamamlanma­ tandan.” (Buhârî, “ta'bîr, 3, 4;


sından sora baş ve sırt düz bir Müslim, “rüyâ”, 2; Tirmizî,
konum oluşturacak ve eller diz­ “rüyâ”, 5) diyerek her iki söz
lere destek olacak ve dayanacak arasındaki farkı vurgulamıştır.
biçimde öne doğru eğilme işi Kur'ân-ı Kerîm’de ise bu söz,
veya hareketi. pek çok yerde geçmektedir. Söz
gelişi, “Yûsuf suresi” (12 / 4 ve
rükün, -knü a. (^J \Ar.] ftk. İslâmî
5, 43, 100) nde Hz. İbrahim,
inanca göre, bir ibadetin hukukî
Yûsuf ve Mısır hükümdarlarının
fiil veya işlemini oluşturan ana
gördüğü rüyalardan söz edil­
unsur anlamında kullanılan fı­
mektedir; “Feth suresi” (48 / 27)
kıh terimi. Söz gelişi, namazm
nde Hz. Peygamber’in gördüğü
rükünlerinden biri Kur'ân tilâ­
bir rüya anlatılmaktadır;
veti olması gibi.
“Sâffât suresi” (37 / 100) nde
rüşd a. (^ft [Ar.] 1. Hak yolunda Hz. İbrahim’in rüyasında oğlunu
yürüme, iyiyi kötüden ayırt kurban etmesi tavsiye edilmek­
edebilme yetisi olarak tanımla­ tedir. 2. tas. Tasavvuf inancına
nan ve Kur'ân-ı Kerîm’de geçen göre, insanlann kalplerinde olu­
bir terim. Kur'ân-ı Kerîm’de bu şan ve karar kılan şeyin tahay­
sözden türemiş on dokuz söz yül ve tasavvur yoluyla zihinde
geçmektedir (M. F. Abdülbâkî, el- idrak edilmesi için kullanılan te­
Mu'cem, “rşd” maddesi). 2. fik. rim. Sufîlere göre, âlem bir ha­
İslâmî inanca göre, bireyin mül­ yal, rüya da bu hayal âleminin
kî, hukukî ve fikrî olgunluğa yansımasıdır. Öte yanda “rü'yâ”
ermesi anlamında bir fıkıh te­ ve rüya tabirleri konusunda Hz.
rimi. Peygamber de bazı hadislerinde
rüşvet a. (&^J [Ar.] ftk. Bir yetkiyi, gündeme getirmiş; bunları sa­
bir görevi veya nüfuzu kendi habeleriyle yorumlamıştır. Nite­
menfaati için kötüye kullanma kim Buhârî, “rü'yâ” konusunu
ve bundan çıkar sağlama anla­ kitabmm “Kitâbu’t-Ta'bîr” baş­
mmda kullanılan bir fıkıh teri­ lıklı bölümünde Hz. Peygam­
mi. ber’in hadislerine dayanarak et­
raflıca incelemiştir (Sahîh-i
rü'yâ a. (LjJ [< Ar. rü'yet] 1. Uyku Buhârî ve Tercemesi, C. 15, s.
sırasmda zihinde oluşan görün­ 6854-6920).
tülerin bütünü anlamında terim.
Bu söz, “hulm” (korkucu düş) ile rü'yâ tabiri a. bk. rü'yâ
birlikte değerlendirilmiş; hatta rü'yet a. (cujJ [Ar.] tas. “Görülme,
Hz. Peygamber bir hadisinde izlenme.” anlammdaki bu söz,
“Rüyâ Allah’tan, hulm ise şey­ tasavvuf inancma göre, Allah’ı,
575 rü'yetullah

Hz. Peygamberi, melekleri, maktadır. Buna göre oruç,


velîleri ruh dünyasında görme hac, fıtır sadakası, kurban gi­
anlamında kullanılan terim. bi ibadetlerin ne zaman baş­
layacağı ayın hareketlerine
§ tam. rü'yet-i hilâl a. (Jyu göre tespit edilmektedir.
üyj) “Hilâlin görülmesi.” an­
lamındaki bu söz, dinî terim rü'yetullah a. (dJlljj) [Ar.] Mü­
olarak kamerî ayların tespi­ minlerin âhirette Allah’ı görme­
tinde ayın hareketinin göz­ si anlamında kullanılan bir ke­
lenmesi anlamında kullanıl­ lâm terimi.
sâ'a / sâ'at a. («L, / ^L) [Ar.] sâbbe a. (<ÛM [Ar.] Hz. Peygam­
Kıyametin kopma zamanı ve kı­ ber’in ölümünden sonra, Hz.
yamet günü anlammda Kur'ân-ı Ali’yi desteklemeyen ve sahabe­
Kerîm’de kırk sekiz ayette geçen nin pek çoğunu kusurlu sayan
bir terim. Bu ayetlerden kırkı, ve onlara dil uzatan Şiî grupları.
doğrudan terim niteliğindeki an­ sâbık a. (j^M [Ar.] (ç. b. sâbıkât,
lamı içermektedir, bk. kıyamet sâbıkln, sâbıkün) 1. Sözlük an­
günü lamı, “Üstün olan, önceliği bulu­
sabah namazı a. Sabaha karşı tan nan, öne geçen.” olan bu söz,
Kur'ân-ı Kerîm’de iki ayette
yerinin ağarması ile başlayan ve
teklik biçimiyle, beş ayette de
güneşin doğuş anma kadar ge­
çokluk biçimleriyle geçmekte
çen süre içinde dört rekât olarak
(bk. M.F.Abdülbâkî, el-Mu'cem,
kılınan namaz. İlk iki rekâtı
“sbk” maddesi) ve salih ameller
sünnet, son iki rekât ise farz ni­
işleyen, haram ve günahlardan
yeti ile eda edilir. Yatsı namazı-
sakman mümin anlammda kul­
nm fazüeti için Hz. Peygamber,
lanılmaktadır. 2. Hadis bilimin­
şunları söylemiştir: “Eğer onlar de, aynı hocadan rivayet eden
ateme (yatsı) ve fecr (sabah) na­ iki ravîden birinin ölümü öte­
mazlarındaki fazileti bilir olsa­ kinden çok önce olan kimse için
lardı (muhakkak ona emekleye­ kullanılan terim.
rek gelirlerdi) buyurdu” (Sahîh-i
Buhârî ve Tercemesi, 2 / 626). sabır, -brı a. f^) [Ar.] Sözlük
anlamı, “Dayanma, dayanıklılık.”
sâbık u lâhık 578

olan bu söz, Kur'ân-ı Kerîm’de sâbi'in ç.a. (jLLs) [Ar. sâbi”m ç.


yetmiş ayette geçmekte (bk. b.] Kur'ân-ı Kerîm’de “ehl-i
M.F.Abdülbâkî, el-Mu'cem, “sbr” kitâb” (bk. bu madde) arasında
maddesi) ve başa gelen kötülük­ sayılan, ancak haklarında hiçbir
lerden şikâyet etmeyen, sızlan­ bilgi verilmeyen bir dinî grup.
mayan, ruhî dengeyi bozmamak “Bakara suresi” (2)nin 62. aye­
için dayanma gücünü ön planda tinde mealen, “Mü'minler, Yahu-
tutan mümin anlammda kulla­ diler, Hristiyanlar, Sabitlerden
nılmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm’irı Allah’a ve ahret gününe inanıp
“Âl-i İmrân suresi” (3)nin 200. yararlı iş yapanların ecirleri Rab-
ayetinde “sabır”ın önemi şöyle lerinin katindadır.” denilerek bu
vurgulanmaktadır: “Ey iman dinî grubun adı zikredilmekte­
edenler! Sabrediniz ve sabırda dir.
düşmanları geçiniz.” sâbikûn ç.a. (j^L) [Ar.sâbık’ın ç.
sâbık u lâhık a. (j^.V j j^M [Ar.] b.] Mekke’den Medine’ye hicret
edenler ve Medine’de bunları
Hadis biliminde, aynı kaynaktan
ağırlayanlar arasında İslâmiyet’i
hadis rivayet eden iki ravînin
ilk kabul eden Müslümanlar.
ölüm tarihleri arasmda uzun bir
zaman aralığmm geçmesini ifa­ § tam. sâbikûn-i evvelûn ç.a.
de eden terim. (jjljl jjLL) İlk Müslüman
sâbıka a. (AL) [Ar.sâbık sözünün olan Hz. Ebubekir, Hz.
müennes (dişil) biçimi.] (ç. b. Hadice, Hz. Ali, Hz.Ömer gibi
sevâbık ve sâbıkât) 1. Geçmiş Hz. Peygamber’in yakınları­
olay veya durum. 2. Bir kimse­ nın da aralarmda bulunduğu
nin daha önce bir mahkemeye 40 kişilik bir sahabe grubu.
düşüp ceza almasma sebep olan sâbit s. (^li) [Ar.] Sözlük anlamı,
suç ve kabahat. “Değişmeyen, sağlam.” olan ve
hadis biliminde, “sahih hadis”
§ tam. sâbıka-i meşiyyet-i (bk. bu madde) anlammda kul­
ilâhiyye a. (<ayi cu.L AL) lanılan bu söz, aynca, “ceyyid,
Alın yazısı, kader veya mu­ mahfuz, müstakim, nebîl,
kadderat. sâlih” (bk. bu maddeler) terim­
sâbihât ç.a. ULL) [Ar.] Allah’ın leriyle eşanlamlı olarak değer
buyruklarmı yerine getirmek kazanmıştır.
için gökyüzünde yüzer gibi do­ Sabûr a. (j^) [< Ar. sabr] Sözlük
laşan melekler (Nâziât suresi, anlamı “Kendine hâkim olmak,
191 A). tahammül etmek.” olan bu söz,
579 sadaka-i muharreme

Kur'ân-ı Kerîm’de “Günahkâr­ madde) ile “fitır” (bk. bu madde)


ları cezalandırma konusunda sadakası dışmda Müslümanlar
acele etmeyip lütfuyla ve iyilikle için gönüllü olarak yoksullara
muamele eden, çok sabırlı.” an­ verilmesi söz konusu olan malî
lamında Allah’a nispet edilmek­ yardım için kullanılmaktadır. Bu
tedir (bk. M.F.Abdülbâkî, el- söz, Kur’ân-ı Kerîm’de beş ayet­
Mu'cem, “sbr” maddesi). Bu isim, te teklik biçimiyle, sekiz ayette
Allah’ın doksan dokuz ismini ise çokluk biçimiyle geçmekte­
veren îbn Mâce üstesinde bu­ dir. Özellikle de “Bakara sure­
lunmazken Tirmizî rivayetle­ si” (2)nin 264. ayetinde sadaka­
rindeki listede de yer almıştır nın nasıl verilmesi gerektiği
(Tirmizî, “Da'avât”, 82). açıkça ifade edilmektedir. Ayrı­
ca pek çok hadiste de bu sözün
sa'd a. (au,) [Ar.] “Kutluluk, uğur.”
varhğı söz konusudur. Bunun
anlamında bu söz başka kelime
bir örneği şu hadistir: “Sadaka
ve terkiplerle yeni terimler oluş­
malı eksiltmez.” (Riyâzü’s-
turur, nahs (bk. bu madde) kar­
Sâlihîn, C. I, s. 577)
şıtı.
§ tam. sadaka-i câriyye a.
§ tam. sa'd-ı asgar a. (>^»1 (₺jk üü) Cami, okul, yol,
a*xu) astr. Zühre yıldızı. köprü yaptırmak gibi devam­
sa'd-ı ekber a. (/I j*-,) astr. lı hayır getiren sadaka.
Müşteri yıldızı. sadaka-i fıtr a. (>i Uj^)
sa'dü’d-dîn a. (j^Jl^^) “Di­ Ramazan aymda verilen ve
nin uğuru.” anlamında bu ihtiyaçtan fazla mah bulunan
söz, erkek adı olarak kulla­ müminler için vacip olan sa­
nılmaktadır. daka.

sa'du-llah a. (dlljıu») “Al­ sadaka-i mahbûse a. («u-^.


lah’ın mübarek kıldığı (kim­ üju») huk. Şeriat hukukuna

se).” anlammda bu söz, genel­ göre vakfedilen sadaka, sa­


likle erkek adı olarak kulla­ daka-i mevkufe.
nılmaktadır. sadaka-i mevkûfe a. (<ij^.
sadaka a. (dj^) [Ar.] (ç. b. sadakat) üa^) huk. Şeriat hukukuna

Allah rızası için veya dinin veci­ göre vakfedilen bina için kul­
belerini yerine getirmek üzere lanılan terim.
fukaraya verilen para veya yapı­ sadaka-i muharreme a.
lan yardım. Bu ibadet, belirli bir (<u^ ^) bk. sadaka-i
gelir düzeyinin üzerinde kazan­ mevkufe.
cı bulunan ve “zekât” (bk. bu
sadaka-i muhbese 580

sadaka-i muhbese a. (^ Nablus, Sayda bölgesinde kuru­


Uj^) huk. bk. sadaka-i lan, sonra Anadolu’ya yayılan ve
mevkûfe İstanbul’a kadar uzanan geniş
bir coğrafyada taraftar bulmuş
sadakatü’l-fıtr a. Oill üj^)
olan bir tarikatin adı. Bu tarikat,
fik. bk. sadaka-i fitr
İslâm dünyasmda kurulan ilk
sadakallahü’l-azîm cüm. (^.11 <UI örneklerinden olup Abdülkadir
j.u^) [Ar.] “Allah doğru söyledi.” Geylânî’nin Kâdiriyye ve Ahmed
anlamındaki bu terim, Kur’ân-ı er-Rifâ'iyye’nin Rifâ'iyye tari-
Kerîm’den bir veya daha fazla katleri üe çağdaş olduğu ve ge­
ayet okunduktan sonra söylenir; niş bir coğrafyaya yayıldığı kay­
AUah’m kelâmmı tasdik anla- naklarda zikredümektedir.
mmdadır. sadr a. (j.u^) [Ar.] 1. “Baş, göğüs.”
sader a. (j^) [Ar.] Hac ibadeti anlamında bu söz, başka kelime
sırasmda, veda veya ziyaret ta­ ve terkiplerle yeni terimler oluş­
vafı. turur. 2. tas. Tasavvuf inancm-
da, Uâhî bilginin kaynağı olan
sâdât ç. a. (oLM [Ar. seyyid’in ç. kalbin yedi mertebesinden biri­
b.] Hz. Peygamber’in soyundan ni ifade etmektedir.
gelenler.
§ tam. sadru’l-evvel a. (Jj^l
§ tam. sâdât-ı kirâm ç. a. jj^) Hadis büimi tarihinde,
Çljî obL) Hz. Peygamber’in hayırla anılan ilk üç nesü.
soyundan gelen saygm ve şe­ Bunlar: sahabeler, tâbiîler,
ref sahibi kimseler. tebe-i tâbiîn
sader tavafı a. bk. veda tavafi sadru’l-hadîs a. (iujJl jj^)
sâdık s. (jjL>) [Ar.] “Söz ve vadinde Hadis büiminde bir hadisin
doğru olan ve her sözünü yerine metninin baş tarafmı ifade
getiren.” anlamında AUah’m sı­ eden terim.
fatı. Bu söz, Kur'ân-ı Kerîm’de sadru’s-sened a. (jUI jj^)
“En'âm suresi” (6 / 146) nde Hadisin senedinde bulunan
çokluk biçimiyle “sâdıkûn” (sa­ yazar tarafmı ifade eden te­
dık olanlarız) diye geçmektedir. rim.
Sa'diyye a. (L^^ [Ar.] İslâmî sadrî a. (^j^) [Ar.] Annenin
tarikatlerinden 12. yüzyılda or­ sülbünü devam ettiren çocuklar.
taya çıkan, Sadeddin el-Cebâvî
sadriyye a. (^j-u^) [Ar.] bk. sadrî
(öl. 575 / 1180) ye nispet edilen
ve Şam merkez olmak üzere Sâd suresi a. '^ [< Ar.
Hamâ, Humus, Halep, Akkâ, “Sûretü Sâd” ("^ sj^)] Kur’ân-
581 safka

ı Kerîm’in otuz sekizinci, iniş sı­ suresi” (2 / 158) nde ifade edil­
rasına göre otuz sekizinci suresi mektedir.
olup “Kamer suresi” (54)nden
sonra ve “A'râf suresi” (7)nden Sâffât suresi a. (^ 6j^w öULo)
önce Mekke döneminde nazil \<Ar. “Sûretü’s-Sâffât” (olîLJI »j
olmuştur ve seksen sekiz ayet­ ^u)] Kur'ân-ı Kerîm’in otuz ye­
ten meydana gelmektedir. Admı dinci, iniş sırasına göre elli al­
ilk söz olan sâd ("^dan almak­ tıncı suresi olup “En'âm suresi”
tadır. Surenin özünde İslâm (6)nsen sonra ve “Lokman su­
inancınm üç temel vasfı olan resi” (31)nden önce Mekke dö­
“tevhid, nübüvvet, âhiret” (.bk. neminde nazil olmuştur ve yüz
bu maddeler) konuları gündeme seksen iki ayetten meydana
gelmekte ve insanların bunlara gelmektedir. Admı ilk ayetin ba-
inanmaları tavsiye edilmektedir. şmdaki “ve’s-sâffât” (saf saf di­
Hz. Peygamber’in “Sâd sure­ zilenler) sözünden almaktadır.
sinin tefsiri için bk. Sahîh-i Surenin özünde İslâm’m temel
Buharı ve Tercemesi, C. 10, s. iki ilkesi olan “tevhîd” ve
4701-4706. “âhiret” inancı işlenmektedir.
Hz. Peygamber’in “Sâffât sure­
sadûk s. (jjj^) [Ar.] Hadis bili­ sinin tefsiri için bk. Sahîh-i
minde, çoklukla ravînin güveni­ Buhârî ve Tercemesi, C. 10, s.
lir olduğunu ifade eden bir te­ 4697-4700.
rim.
safî a. (^) [Ar.] fik. Hz. Peygam­
saf a. ( Lu>) [< Ar. şaft] ftk. İslâmm ber’in ganimetten seçerek aldığı
temel ibadetlerinden olan “na­ özel pay için kullanılan fıkıh te­
maz” (bk. bu madde) ın aslî rü­ rimi.
künlerinden olan ve cemaatin
yan yana sık ve düzgün biçimde safir a. (^A^) [Ar.] Arap dil bilimi­
bir sıra oluşturmasını ifade eden ne özgü bu terim, bazı harflerin
bu terim, namaz ibadeti sırasın­ veya seslerin telâffuzu sırasmda
da üzerinde titizlikle durulan ıshğa benzer bir sesin çıkışı için
bir konumdadır. kullanılmaktadır.

Safâ ve Merve a. Hac ve umre iba­ safîyullah a. (dl^La) [Ar.] îslâm


deti sırasında, hacıların uğrak inancı çerçevesinde, “seçkin
yeri olarak nitelenen iki tepe dost” anlamında Hz. Âdem için
için kullanılan ad ve terim. kullanılan terim.
Kur'ân-ı Kerîm’de bu iki tepe­ safka a. (üu>) [Ar.] ftk. “Akid” an­
nin Allah tarafından konulmuş lamında kullanılan fıkıh terimi.
sembollerden olduğu “Bakara
Saf suresi 582

Saf suresi a. (^j^ >.».«) [< Ar. için kullanılmıştır. Hz. Peygam­
“Sûretü’s-Saf” (lUI âj^)] ber’in en yakmında bulunanlar,
Kur'ân-ı Kerîm’in altmış birin­ Hz. Âişe, Hz. Ebubekir, Hz.
ci, iniş sırasına göre yüz doku­ Ömer, Hz. Ali, Hz. Osman olarak
zuncu suresi olup “Tegâbün su­ nitelenmiş; bunlar, “ehl-i sün­
resi” (64)nden sonra ve “Cum'a net” (.bk. bu madde) tarafmdan
suresi” (62)nden önce Medine güvenilir kimseler olarak kabul
döneminde nazil olmuştur ve on edilmiş ve onlarm görüşleri ve
dört ayetten meydana gelmek­ rivayetleri fıkıh biliminde birin­
tedir. Adını Müslümanlarm Al­ ci elden kaynak olarak değer­
lah adma saf tutarak savaştıkla­ lendirilmiştir.
rını ifade eden dördüncü ayette
sahâbî a. (^k^) (ç. b. sahâbe ve
yer alan “safî” sözünden almak­
ashab) Hz. Peygamber döne­
tadır. Surenin özünde müminle­
minde yaşamış, O’nu görmüş,
rin İslâmî yayma konusunda
O’nun sohbetinde bulunmuş,
büyük bir dayanışma içinde ol­
örfen O’nunla arkadaş veya ya­
maları öğütlenmekte ve Kur'ân-
kın dost olabilecek kadar uzun
ı Kerîm’in fazileti ve öteki kitap­
süre yakm olmuş ve Müslüman
lardan üstünlüğü anlatılmakta­
olarak ölmüş kimseler için kul­
dır. Hz. Peygamber’in “Saf su­
lanılan terim. Bu kimliğe sahip
resinin tefsiri için bk. Sahîh-i
kimseler arasmda ve önde ge­
Buhârî ve Tercemesi, C. 10, s.
lenler olarak kaynaklarda
4861-4863.
Hulefâ-i Râşidîn, Hz. Peygam­
sagâ'ir a. (jiM [Ar. sagîre’nin ç. ber’in hanımları, Ebû Hureyre,
b.] Küçük günahlar. Abdullah b. Mes'ûd, Abdullah b.
Abbâs, Zeyd b. Sâbit gösterilmiş­
sagîre a. (»jâ^) [Ar.] (ç. b. sagâ'ir)
tir.
İslâm inancına göre “küçük gü­
nah” anlamında kullanılan te­ sahâbî kavli a. Hz. Peygamber
rim, “kebîre” (bk. bu madde) öldükten sonra, Müslümanların
karşıtı. karşılaştıkları sorunlar üzerinde
fetva verme ve aralarmda çıkan
sahâbi ç.a. (^ka) bk. sahâbe
anlaşmazlıkları giderme işinde
sahâbe ç.a. (₺L^) [Ar.sâhib ve baş vurdukları delilleri ve fıkhî
sahâbî’in ç. b.] Sözlüklerde “Sa­ konulardaki görüş ve düşünce­
hipler.” anlamında olan bu te­ lerini ifade eden terim.
rim, Hz. Peygamber’in yakmm-
sahâbiyye a. (<uku>) [Ar.sahâbî
da bulunan ve onunla görüşüp
sözünün müennes (dişil) biçimi.]
sohbet eden kimseler, çoklukla
Hz. Muhammedi görmüş, onun-
da erkek ve kadm Müslümanlar
583 sâhib-i işâret

la görüşüp sohbet etmiş olan ve benzeri eşyayı elinde bulun­


kadın. duran kimse, ıssı, mutasarrıf,
malik. 2. Efendi, hami veya hi­
sâhâf a. (Jl^) [< Ar. sahhâf] İs­
maye eden kimse.
lâm dünyasında kitap alış verişi
işlerini yürüten kimselere Os­ § tam. sâhib-i arz a. Ga>
manlI döneminde verilen ad ve uiLa) Osmanlı devleti toprak
terim. sisteminde kendüerine tahsis
sahâfî a. bk. musahhaf edilen timar arazilerinin ge­
lirleriyle geçinen kişiler.
sâhha a. (<XLa) [Ar.] (Şiddetli ses)
bk. yevm-i kıyâmet sâhib-i asâ a. (Lü ^a.La) Hz.
Musa.
sahhâf a. (JL*a) [Ar.] bk. sahâf
sâhib-i ayâr a. (jL ua.U)
şahın, -hnı a. (j-^) [Ar.] (ç. b. Darphanede kesilen parala-
suhûn) “Alan, meydan, gösteri rm ayar ve ölçülerini düzen­
yeri, saha.” anlammda olan bu leyen kimse.
söz, başka kelime ve terkiplerle
sâhib-i basiret a. (ojaaj
yeni terimler oluşturur.
ua.U>) tas. Tasavvuf dünya­
§ tam. sahn-ı semân a. (jl2 smda ince düşünen, engin
>^1 (sekiz medrese meyda­ görüşe sahip sufî.
nı) 1. “Fatih Medresesi.” de sâhib-i beyân a. (jU ^.L»)
denüen ve Fatih Sultan Hz. Muhammed.
Mehmet tarafindan 875 /
1470 tarihinde İstanbul’da sâhib-i hayrât a. (JjA
kurulan medrese. 2. Medrese çaL») Sosyal hayatm içinde
hayırlı işler yapmış olan kim­
eğitiminde bir derece.
se (cami, çeşme gibi).
sahnü’d-dâr a. (jUl ja^a)
sâhib-i hurûc a. (^j>. ^Ua)
“Evin büyüğü, ulusu.” olan ki­
İslâm dinine göre dünyayı,
şiler.
düzene sokmak için günün
sâhıt s. (UL) [Ar.] “Kırgın, dargın.” birinde ortaya çıkacak olan
anlammda kullanılan bir terim. kimse.
sahî s. (^J [Ar.] (ç. b. eshiyâ) “Eli sâhib-i hût a. Uj» çaL») (ba­
açık, cömert.” anlamında kulla­ lık adam) Yunus Peygamber.
nılan ve Allah’m sıfatlarından
sâhib-i işâret a. UjUl
olan bir terim.
^aLa) tas. Konuşması ile en­
sâhih a. (laU) [Ar.] (ç. b. sahâbe, gin bilgi, derin mecaz ve zen­
sahb ve ashâb) 1. Bir mal, mülk gin nükteyi yansıtan sufî.
sâhib-i kadîb 584

sâhib-i kadîb a. (^j ^L^) sâhib-i Vâsin a. QZ ^L-a) 1.


(kılıç sahibi) Hz. Muhammed. Yasin okutularak kendisine
çağrıda bulunulan kimse. 2.
sâhib-i kâ'inât a. (oks£
Hz. Muhammed.
ua.L») (evrenin sahibi) Hz. Al­
lah. sâhib-i yed-i beyzâ a. (^^
jj uaL>) (beyaz elli kimse) Hz.
sâhib-i nâmûs a. (^ü
Musa.
ça.L>) 1. Kanun yapıcısı ve
koyucu için kullanılan terim. sâhib-i zamân a. (jUj uaL»)
2. Hz. Muhammed. bk. sâhibü’z-zamân

sâhib-i nazar a. (Jü «aL») sâhibü’l-bid'at a. (ücjJI


tas. Müridini bakışıyla yön­ uaLa) Genellikle bidat kabul
lendiren, etkileyen ve ona edilen ameller ve görüşlere
güç veren mürşit. sahip kimseler.

sâhib-i rüşd a. ^Ua) sâhibü’l-hadîs a. (i.jJi


Rüşdünü ispat etmiş olan yaka) 1. Davranışları, eylem­
kimse. leri ile hadisten öğrendiği il­
keleri uygulamaya çalışan
sâhib-i Sıffîn a. (j^u uâ.U) kimse. 2. İslâmî bilimlerde,
1. Siftin savaşmın ulu kişisi hadis bilgisi derin olan kim­
veya kişileri. 2. mec. Hz. Âli. se.
sâhib-i sûr a. (j^ ^U) sâhibü’s-sünnet a. (cLll
Dört büyük melekten kıya­ wa.L>) Davranışları, eylemle­
met gününde “sûr”u üfleye­ ri ile sünnete uymaya gayret
ceğinden ötürü İsrâfil için gösteren kimse.
kullanılan terim.
sâhibü’z-zamân a. (jLj
sâhib-i tarikat a. (ci^L. uaLa) 1. tas. Tasavvuf dün­
wa,La) tas. Hz. Muhammed. yasında zamanı aşmış, ima­
nın kutbu olmuş kimse. 2.
sâhib-i tertîb a. (^_p ^L»)
İmamiyye’nin on ikinci ima­
İslâm inancma göre, düzenli
mı Muhammed el-Mehdî için
namaz kılan ve kazaya kalan
“Kendisi görünmese de dün­
namaz sayısı beş vakti geç­
yanın hâkimi.” anlamında
meyen veya kaza namazı
kullanılan terim.
varsa önce onu sonra içinde
bulunduğu vaktin namazını sâhibeyn a. (j^La) [Ar. sâhib’in
kılan mümin. tesniye biçimi] bk. imâmeyn
585 sâî

sâhib-dil s. (Jj ^M [< Ar.sâhib “sahih hadis”in özünde şu beş


+ F.dil] 1. Gönül sahibi, gönül­ vasıf aranmaktadır: 1. Senedi
den seven (kimse). 2. Kutsal, muttasıl olmalıdır. 2. Ravîler
ermiş (kimse). adaletli olmalıdır. 3. Ravîler zabt
sahibi olmalıdır. 4. Hadis şaz
sahîf a. (aâ-m) [Ar.] Hadis bilimin­
olmamalıdır; yani güvenilir ol-
de, sağlıklı hadis niteliğini taşı­
malıdır. 5. Hadis illetli (kusurlu)
mamakla birlikte “mevzû” [bk.
olmamahdır.
bu madde) olduğu söylenmeyen
hadis. sahîhân a (^L^o) [Ar.] bk.
sahîheyn
sahîfe a. (ü^) [Ar.] (ç. b. suhûf)
1. “Sayfa veya defter.” anlamında sahîheyn a (ji^^ [Ar.] (İki sa­
olan bu söz başka kelime ve ter­ hih) Hadis biliminde, çok tarım­
kiplerle yeni terimler oluşturur. mış iki hadis uzmanı ve derleyi­
2. Hadis biliminde, eskiden üze­ cisi olan Buhârî (öl. 256 / 870) ile
rine hadis veya ayet yazılan Müslim (öl. 261 / 875) in aynı adı
malzeme anlammda kullanılan taşıyan el-Câmi'u’s-sahîh kitap­
bu terim, sonradan ayet ve hadis ları için kullanılan terim.
kitapçıklarına da ad olmuştur.
Sâhiliyye a (dLU) [Ar.] İslâmî
§ tam. sahîfetü’l-a'mâl a. tarikatlerinden 14. yüzyıl başla-
(J^l îi;-^) “Amel defterle­ rmda ortaya çıkan ve Ebû Ab­
ri” anlamında bir terim, bk. dullah Muhammed b. Ahmed b.
amel defteri Abdurrahman es-Sâhilî el-Ensârî
(öl. 736 / 1335) ye nispet edilen
sahih a (^) [Ar.] 1. Hadis bili­ bir tarikatin adı.
minde, sağlam olduğunu kesin
delillerle ifade eden ve gerekli sahûr a. (jj^) [Ar.] İslâm’m temel
koşullan bünyesinde bulundu­ ibadetlerinden olan “oruç” (bk.
ran hadisler. Bu söz, “ceyyid, bu madde) için hazırlık yapma,
mahfuz, müstakim, nebîl, imsak vaktinden önce yemek yi­
sâbit, sâlih” [bk. bu maddeler) yerek ağzı temizleme ve oruca
terimleriyle eşanlamlı olarak başlama.
kullanılmıştır. 2. Bu tür hadisleri sahv a (^) [Ar.] tas. Tasavvuf
bünyesinde toplayan kitaplar. inancmda, cezbe, vecd, aşk ile
sahih hadis a Hadis biliminde, kendinden geçen sufînin ayıla­
adalet ve zabt özelliklerini taşı­ rak günlük hayata dönmesi du­
yan ravîler tarafından sürekli rumu.
bir isnatla rivayet edilen, şaz ve sâ'î a. (^L.) [Ar.] Zekât toplamakla
illetli olmayan hadis; bk. sahih görevli kimse.
sa'îd 586

sa'îd a. (amu-) [< Ar. sa'd] İslâmî ezanı öncesinde okunan veya
inançta, iman ederek iyi ameller cenaze olduğunu duyuran salâ-
işleyen ve yaptığı ibadetler ile vat sözü. Bunlar okunduğu za­
ahrette huzura ve mutluluğa mana veya yere göre değişik ad­
kavuşacak ve de Allah’ın rızası­ larla anılmıştır: sabah salâsı,
na erecek olan müminler. Cuma salâsı, bayram salâsı, ce­
naze salâsı, salât-ı ümmiyye, sa-
sa'îr a. (j^) [Ar.] “Yakılmış veya
lât ü selâm gibi.
tutuşturulmuş alevli ateş.” anla-
mma gelen bu kelâm terimi, ce­ salâh a. (CjLa) [Ar.] “Düzelme, iyi­
hennemin adlarından biri ola­ leşme, iyilik, iyi hâl üzre olmak.”
rak kullanılmıştır. anlamında bu söz, başka kelime
veya terkiplerle yeni terimler
sakal-ı şerîf a. Hz. Peygamber’e ait
oluşturur.
saç ve sakal telleri için kullanı­
lan terim. § tam. salâh-ı hâl a. (Jk
sakaleyn a. (jJL£) [Ar.] tas. Tasav­ ^iU) Durumun düzelmesi,
vuf ehli arasmda, “ins ü cinn” işlerin iyiye gitmesi.
(bk. bu madde) için kullanılan salâhü’d-dîn a. (j^Jl CiL») 1.
terim. Dine bağlılık. 2. Erkek adı.
sakâlibe a. (dtL») [Ar. sakleb’in ç. salâ-hân s. (yljiiU>) [< Ar.salâ +
b.] Orta Çağ İslâm kaynaklarm- F.hân] 1. Cuma günleri cumaya
da zikredilen Slavlar ile Slav kö­ veya cenaze namazma davet
kenli köleler. için salavat okuyan (kimse), mü­
sâkıt a. (JüL) [Ar.] Hadis biliminde, ezzin. 2. Genellikle savaş veya
ravînin kusurunu veya hadis dövüş sırasmda nara atan, mey­
metninden kelime ya da kelime dan okuyan (kimse).
gruplarının düşmesini ifade Salâhiyye a. (4^) [Ar.] İslâmî
eden terim. tarikatlerinden 18. yüzyılda or­
sakîm a. Çjl-) [Ar.] bk. sahîf taya çıkan, Halvetî-Uşşâkıyye
tarikatinin Abdullah Salâhî
salâ a. GjU) [Ar.] Arapçada sözlük
Efendi (öl. 1197 /1783) ’ye nispet
anlamı, “dua ve namaz” olan,
edilen bir kolunun adı.
daha çok Hz. Peygamber’e Al­
lah’tan rahmet ve selâm salât a. (»jU / s^La l^y^ [Ar.] (ç.
temennî eden, O’nun şefaatini b. salavât) 1. Namaz; beş vakitte
dileyen, ayrıca aile büyüklerine kılmması Müslümanlar için farz
dua ifadeleri içeren besteli veya olan ibadet için kullanılan ve İs-
serbest tarzda cuma günleri öğle lâm’m beş şartmdan biri olan bu
587 salât-ı tavâf

terim, Kur'ân-ı Kerîm’de bu an­ kılman dört rekâtlık nafile


lamıyla doksan dokuz ayette namaz. Bu namazm ilk rekâ-
geçmektedir (bk. M.F.Abdülbâkî, tmda bir Fatiha ve on ihlâs
el-Mu'cem, “slv” maddesi), bk. okunması, ikinci rekâtında
namâz Buhârî bu konuyu ese­ bir Fatiha ve üç “Kul yâ
rinde “Kitâbu’s-salât” başlığı eyyühe’l-kâfirûn’’ ve on ih­
altında incelemiş ve Hz. Pey- lâs okunması, üçüncü rekâ-
gamber’in pek çok hadisini bu tmda bir Fatiha ve üç
bölümde zikretmiştir (Sahîh-i “Elhâkümüttekâsür” ve on
Buhârî ve Tercemesi, C. 1, s. 445- ihlâs okunması, son rekâtta
C. 2, s. 594). 2. Peygambere da bir Fatiha ile üç “âyete’l-
okunan dua. kürsî” ve yirmi beş ihlâs
okunması ile tamamlanan
§ tam. salât-ı asr a. (^^ namazdır. Arkasmdan yetmiş
oil^) İkindi namazı. kere “salavât-ı şerîfe” (bk.
bu madde) getirmek de söz
salât-ı aşâ a. (Lk oiL») Ak­
konusudur.
şam namazı.
salât-ı îd a. (j^ öiLo) Bay­
salât-ı cum'a a. (a«. oiL»)
ram namazı.
Cuma namazı.
salât-ı istiskâ a. (duiu,i ûiLa)
salât-ı evvâbîn a. (j^Qi
Yağmur duası sırasında kılı­
ûiU) Akşam namazından
nan namaz.
sonra kılman altı rekâtlık na­
file namaz. salât-ı işâ a. (Lit oiU) Yatsı
namazı.
salât-ı fecr a. (^ oii^) Sa­
bah namazı. salât-ı işrâk a. (jl^il cdL»)
Kuşluk namazı.
salât-ı hamse a. (-u^ ciU)
Beş vakit kılınan namaz. salât-ı leyi a. (JJ oiU) Gece
kılınan nafile namaz.
salât-ı havf a. (Jji o>Ua) bk.
salâtü’l-havf salât-ı mağrib a. Ljb ûjL>)
Akşam namazı.
salât-ı hayr a. (j^ oiU) Be­
rat gecesinde kılınan nafile salât-ı sefer a. (>» öiU)
namaz. Yolculuk için kılınan namaz.

salât-ı husemâ a. (Lu»i salât-ı tavâf a. (Jljk ciU)


ciLo) Ahirette hasımlarm Hac veya umre ibadeti sıra­
gönlünü almak ve sevabmı sında tavaf tamamlandıktan
onlara hibe etmek amacıyla sonra kılman iki rekâtlık
namaz.
salât-ı tevbe 588

salât-ı tevbe a. (^ c^) salâtüT-aşâ a. (Udi SjU) bk.


Tövbe namazı denilen ve salât-ı aşâ
Cuma günü öğle ile ikindi
salâtüT-cum'a a. (<uuJl »jU)
arasında on iki rekât olarak
bk. salât-ı cum'a
kılman namaz. Bu namazm
her rekâtında bir Fatiha, bir salâtü’l-evvâbîıı a. yGül
“âyete’l-kürsî”, bir ihlâs ve üiU) bk. salât-ı evvâbîn
bir “muavvizeteyn” {bk. bu
salâtüT-fecr a. yıll ijU)
madde) okunması söz konu­
bk. salât-ı fecr
sudur.
salâtüT-havf a. (jyll û^L»)
salât-ı ümmiyye a. (<L l oju)
müz. Hz. Peygamber’e, aile Savaşa çıkmadan önce kılı­
nan namaz veya korku ya da
fertlerine dua ifadelerini içe­
tehlike anlarında tek imama
ren ve mevlit merasimleri,
uyularak nöbetleşe kılınan
tarikat zikirleri, sakal-ı şerif
farz namazları için kullanı­
veya hırka-i saadet ziyareti,
lan terim. Hz. Peygamber’in
teravih namazı sırasmda ya
bu konudaki hadislerini
da değişik amaçlı dinî tören­
Buhârî, kitabmm “Ebvâbu
lerde belirli güfte ve beste­
Salâti’l-Havf” bölümünde
lenmiş biçimiyle okunan
toplamıştır; bk. Sahîh-i Buhârî
Türk-İslâm dinî musikîsi
ve Tercemesi, C. 2, s. 900-910.
formu.
salâtüT-hayr a. (jdJI o^Ua)
salât-ı vitr a. (jij cöL^) Yatsı
bk. salât-ı hayr
namazının sonrasında üç re­
kât olarak kılınan bu namaz, salâtüT-husemâ a. (U^JI
Ebû Hanife’ye göre vacip, oiba) bk. salât-ı husemâ
öteki mezheplere göre “sün-
salâtüT-îd a. (j^I s^L^) bk.
net-i mü'ekkede” {bk. bu
salât-ı îd
madde) dir. bk. vitir namazı
salâtü’l-leyl a. (JdllSjU) bk.
salât-ı vusta a. y^j oiL>)
salât-ı leyi
“Orta namaz veya en hayırlı
namaz.” anlammda Kur'ân-ı salâtüT-mağrib a. L>JI
Kerîm’de geçen bir terim. sjU) bk. salât-ı mağrib

salât-ı zuhûr a. (^ öjU) salâtüT-tavâf a. Uljül o^L»)


Öğle namazı. bk. salât-ı tavâf

salâtü’l-asr O. yad I âjLâ) salâtü’t-tevbe a. («upli oju»)


bk. salât-ı asr bk. salât-ı tevbe
589 salvele

salâtü’l-vitr a (>JI SjL») bk. Muhammedün rasûlullah” sö­


salât-ı vitr zü.
salâtü’z-zuhûr a. (jj^ül sâlih (I) a. (jlL») [Ar.] “Yararlı, iyi,
sjL>) bk. salât-ı zuhûr doğru, güzel, işe yarar, uyumlu.”
anlamlarma gelen bu terim,
salât ü selâm a. Ç3L j o^)
“fâsid” ve “sû”’ sözlerinin karşıt
Hz. Peygamber’in manevî
kavramı olarak yaygın bir kul­
şahsiyetini selâmlama ve
lanım arz eder. Nitekim Kur’ân-
O’na dua etme amacıyla
ı Kerîm’de sözlük anlamıyla 125
okunan ve “salvele” olarak
ayette geçmektedir (bk.
da adlandırılan dua cümlele­
M.F.Abdülbâkî, el-Mu'cem, “slh”
ri için kullanılan terim.
maddesi).
salât-nâme a. Gu^ 5jlJ [< Ar. sa­
sâlih (II) a. QJLa) [Ar.] Sözlük an­
lât + F. nâme] tas. ed. Tasavvufî
lamı, “Yetkili, elverişli.” olan bu
edebiyatta mutasavvıf şairlerin
söz, hadis biliminde, “sahih ha­
“salât” (bk. bu madde) m fazile­
dis” (bk. bu madde) anlammda
tini şiirleştiren eserler için kul­
kullanılan bir terim. Bu söz, ay­
lanan ortak ad.
rıca, “ceyyid, mahfûz, müsta­
salavât ç. a. (sljU) [Ar. salât’ın ç. kim, nebîl, sahih” (bk. bu mad­
b.] Hz. Peygamber’in adı geçti­ deler) terimleriyle eşanlamlı
ğinde veya yazıldığmda O’na olarak kullanılmıştır.
dua etmek ve O’nu selâmlamak
sâlik a. (dlL) [Ar.] Sözlük anlamı,
amacıyla okunan dua cümleleri.
“Yolcu.” olan bu söz, tasavvuf
En sık okunan veya okunması
ehli arasmda Allah’a giden yolu
tavsiye edilen ve “Sallı ve
tutan kimse için kullanılmıştır;
Bârik’ dualan olarak bilinen
ehl-i sülük.
salavât duası şudur: “Allahümme
salli alâ Muhammedin ve alâ âli Sâlimiyye a. (ûl) [Ar.] İslâmî
Muhammedin kemâ salleyte alâ maçlardan olan ve 10 yüzyılda
âli Îbrâhîme inneke hamîdün Ebû Abdullah Muhammed b.
mecîd. Allahümme bârik alâ Ahmed b. Sâlim el-Basrî (öl. 297 /
Muhammedin ve alâ âli 909) tarafmdan kurulmuş olan
Muhammedin kemâ bârekte alâ ve tasavvufî özellikler taşıyan
âli îbrâhîme inneke hamîdün bir kelâm ekolü için kullanılan
mecîd.” ad.

§ tam. salavât-ı şerife ç. a. salvele a. (djL^) [Ar.] bk. salât ü


(j^ jijU) “Lâ üâhe illallah selâm
Samed 590

Samed a. (j^») [< Ar. samd] “Sı­ sârik a. (jjL) [Ar.] Hadis bilimin­
kıntıya düşüldüğü zaman kendi­ de, görüşmediği veya irtibat
sine baş vurulan kimse.” anla­ kurmadığı bir ravîden hadis ri­
mında olan bu söz, “esmâ'ü’l- vayet eden kimse.
hüsnâ” (Allah’ın güzel isimle-
savaş a. bk. cihât
ri)dan olup Kur'ân-ı Kerîm’de
“İhlâs suresi” (112 / 2) nde “Her­ Sâviyye a. (^La) [Ar.] İslâmî
kesin sığınacağı yegâne varlık” tarikatlerden 18. yüzyılda ortaya
olarak geçmektedir. Bu söz, Al- çıkan, Halvetiyye-Derdîriyye
lah’m fiilî isimleri ve sıfatlan tarikatinin Ahmed b. Muham­
gurubunda sayılmıştır ve Al­ med es-Sâvî (öl. 1241 / 1825) ’ye
lah’ın doksan dokuz ismini ve­ nispet edilen bir kolunun adı ve
ren İbn Mâce ve Tirmizî rivayet­ bunun için kullanılan terim.
lerindeki listede de yer almıştır savm a. Çj^») [Ar.] Müslümanlar
(Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn Mâce, için farz olan ibadet için kullanı­
“Du’â”, 10). lan ve İslâm’ın beş şartından bi­
sâmit a. (cuU) [Ar.] Bâtınî ri olan terim, bk. oruç
İsmâ'ilîlerin yedili sisteminde
“nâtık” ismi verilen peygam­ § tam. savm-ı dâvud a. (jjb
berden sonraki altı imamdan ^) Bir gün tutup ertesi gün
tutmamak, yani gün aşırı
her birine verilen ad.
oruç tutmak anlammda bir
sancak-ı şerif a. (^^ jLjM bk. terim.
livâ-yı sa'âdet
savm-ı dehr a. (>»j ^) fik.
sâni a. (jiL^) [Ar.] İslâm dünyasın­ Yasaklanan günler dışmda,
da, daha çok kelâm bilginleri ta­ tam bir yıl boyunca tutulan
rafından Allah ve hâlik ismi ye­ oruç.
rine kullanılan terim.
savma'a a. Glm^) [Ar.] (ç. b.
sarihan merfû a. Hadis biliminde, savâmi) 1. “İbadet yeri, tekke.”
isnadı Hz. Peygamber’e ulaşan anlamında kullanılan terim. 2.
hadis. Hristiyan papazlarınm inzivaya
sarih icmâ a. fık. Herhangi bir za­ çekildikleri özel yapılmış hücre.
manda bütün müctehitlerin bir savtiyye a. («i^) [Ar.] Arap dil
konunun hükmüne dair görüş­ biliminde, harflerin ses değerle­
lerini tek tek açıklamak suretiy­ rini inceleyen ve bu konuda eser
le kendi aralarmda görüş birli­ veren büim dalı.
ğine varmalarını ifade eden fı­
kıh terimi. sa'y a. (^1 [Ar.] ftk. Hac ve umre
ibadetleri sırasında, Safâ ile
591 Sebe' suresi

Merve tepeleri arasında İbn Mâce’nin “es-Sünen” adh


Safâ’dan başlayıp Merve’de ta­ eserleri ve Ahmed b. Hanbel’in
mamlanmak üzere yedi defa gi­ “el-Müsned”i için kullanılan or­
dip gelmeyi ifade eden fıkıh te­ tak terim.
rimi. Bu ibadet, İslâmî inanca
göre vacip olup ihramlı bir bi­ § tam. seb'a-i ıklîm s. ÇJil
çimde yapılması uygun görül­ Um,) Yedi bölge.
mektedir. seb'a-i mesânî s. (^L Um,)
saye a. (■üL) [F.] “Gölge” anlamın­ Fatiha suresi, “seb'u’l-
daki bu söz, başka kelime ve mesânî” (bk. bu madde) te­
terkiplerle yeni terimler oluştu­ riminin eşanlamhsı.
rur. seb'a-i mu'allaka s. (uk«
Ucum) Yedi askı.
§ tam. sâye-i Hudâ a. (iji
4jLlu) tas. Tasavvuf çevrele­ sebât a. (o 12) [Ar.] tas. Tasavvuf
rinde evliyaullah için kullanı­ inancma göre, yola yeni giren
lan bir terim. “sâlik” (bk. bu madde) in tövbe
sâye-i Yezdân a. (jL^ <,L) ve Allah’a giden yoldan sapma­
bk. sâye-i Hudâ ması ve ısrarlı davranması an­
lammda terim.
sayfî a. (^1 [Ar.] Kur'ân-ı
Kerîm’in yaz mevsiminde nazil Sebbih suresi a. bk. A’lâ suresi
olan ayet ve sureleri için kulla­ Sebe' suresi a. (^j^ im,) [Ar.
nılan terim. “Sûretü’s-Sebe'” (LJI ij^)]
Sayyâdiyye a. (^jllm) [Ar.] İslâmî Kur'ân-ı Kerîm’in otuz dördün­
tarikatlerinden 13. yüzyılda or­ cü, iniş sırasma göre elli sekizin­
taya çıkan, Rifâiyye tarikatinin ci suresi olup “Lokman suresi”
İzzddin Ahmed es-Sayyâdî (öl. (31)nden sonra ve “Zümer su­
670 / 1271) ’ye nispet edilen bir resi” (39)nden önce Mekke dö­
kolunun adı ve bunun için kul­ neminde nazil olmuştur ve elli
lanılan terim. dört ayetten meydana gelmek­
tedir. Admı 15. ayette geçen
seb'a a. Gu^) [Ar.] (yedi kitap) 1.
“Sebe'” (bir kavmin adı) sözün­
Ruhânî ve kutsal sayılan üç sayı­
den almıştır. Surenin özünde,
sı ile cismânî sayılan dört sayı-
Allah’ın birliği ve âhiret inancı
smm birleşmesinin ifadesi olan
işlenmektedir. Hz. Peygamber’in
yedi (7) sayısı. 2. Hadis bilimin­
“Sebe' suresV’nin tefsiri için bk.
de, Buhârî ile Müslim’in “el-
Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C.
Câmi'ü’s-Sahîh” adlı kitapları
10, s. 4685-4690.
ile Ebû Dâvûd, Nesâ'î, Tirmizî ve
Sebe’iyye 592

Sebe’iyye a. (4^-) Wr] Şi'â dünya­ Sebtiyye a. (<ku.) [Ar.] İslâmî


sında, Abdullah b. Sebe'ye nispet tarikatlerden 13. yüzyılda ortaya
edilen ve Hz. Ali’nin ilâhlığı, çıkan, Medeniyye tarikatinin
ölümsüzlüğü, Hz. Peygamber ta­ Ahmed b. Ca'fer es-Sebtî (öl. 601
rafindan vasi tayin edüdiği, öl­ / 1205) ye nispet edilen bir kolu
meyip geri döneceği gibi konu­ için kullanılan terim.
larda düşünce ve görüşler ileri
seb’u’l-mesânî a. (^lUI^) [Ar.]
süren aşırı bir firkanm adı ve
Naslarda, Kur'ân-ı Kerîm ve
bunun için kullanılan terim.
“Fâtiha suresi” (1) için kullanı­
sebep, -bi a. (wJxu) [Ar.] fik. Varlığı lan terim, bk. Sahîh-i Buhârî ve
ve yokluğu şer’î hükmün varh- Tercemesi, C. 9, s. 4165-4166
ğma veya yokluğuna bağlanan
seb'u’t-tuvel a. (jyji j_^) [Ar.]
durum veya nitelik anlammda
Naslarda, Kur'ân-ı Kerîm’in
kullanılan fıkıh terimi.
uzun surelerinden “Bakara, Âl-
sebil a. (J^) [Ar.] “fi sebîlillah” i İmrân, Nisâ, Mâ'ide, En’âm,
(Allah yolunda, Allah rızası için) A'râf, Tevbe” (bk. bu maddeler)
sözünden gelen bu terim, büyük surelerinin ortak adı.
şehirlerin işlek yol kavşakların­
secâvend a. UjL*») [Ar.] Kur’ân-ı
da ve genellikle de camilerin
Kerîm’in tilâvetinde, anlam bü­
çevresinde bedava içme suyu
tünlüğünü sağlama bakmamdan
dağıtmak amacıyla inşa edilen
durulacak veya durulmasma ge­
mimarî yapılar için kullanılmış­
rek olmayan yerleri belirtmek
tır.
üzere konulmuş bulunan işaret­
§ tam. sebîlü’r-reşâd a. (J^) ler.
“Doğru yol.” anlammda olan seccade a. (»jl^) [Ar.] Üzerinde
bu terim, Kur'ân-ı Kerîm’in namaz kılmak üzere hah veya
iki ayetinde geçmektedir kilim tarzmda örülen yaygılar
(“Mü'min suresi” (40 / 29 ve veya sergiler, namazlık.
38).
secde a. (ı,^A [Ar.] 1. İslâmî iba­
Seb'iyye a. G».* •) Wr.] Şi'â inancın­ detlerin temel rükünlerinden
da, yedili devir inancmı benim­ olan namazm kılmması sırasm-
seyen eski İsmâ'ilî doktirinini da ahn, burun, el ayaları, dizler
devam ettirenler için kullanılan ve parmakları zemine değecek
terim. şekilde yere kapanmayı ifade
sebt a. (*2) [Ar.] Hadis biliminde, eden terim. 2. Kur'ân-ı
adalet ve zabt sahibi güvenilir Kerîm’in on dört veya on beş
kimse. ayetinde bulunan ve okuyanm
593 sefer

da dinleyenin de secde etmesi konuları işlenmektedir. Surenin


gereken ayetleri sırasında ya­ fazileti olarak Hz. Peygamber’in
pılması gereken secde. Buhârî, gece uyumadan önce ve Cuma
“secde” hakkmda Hz. Peygam­ günlerinin sabah namazmda bu
ber’in sözlerini kitabında sureyi okuduğu kaynaklarda ri­
“Ebvâbu sucûdi’l-Kur'ân” baş­ vayet edilmiştir. Hz. Peygam­
lığı altındaki bölümde toplamış­ ber’in “Secde suresi”nin tefsiri
tır (Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, için bk. Sahîh-i Buhârî ve
C. 3, s. 1040-1051). Tercemesi, C. 10, s. 4658-4661.

§ tam. secde-i kübrâ a. (^^ seciye a. («û?^) [Ar.] İslâmî toplum-


6 J^ < <l) Âlemlerin yaratılışı es- larda tabiat, huy, karakter, mi­
nasmda bütün meleklerin zaç anlammda kullanılan ahlâk
Hz. Âdem’e secde etmesi terimi.
(şeytan dışmda). sedd-i zerâ'i' a. (^Ijj L.) [Ar.] ftk
secde-i şükr d. (j^MI ö JâUUl) İslâm fıkhmda, şer'an sakıncalı
(şükür secdesi) Bir nimete bir sonuç ortaya çıkması veya
kavuşması veya bir felâket­ çıkacağı muhtemel olan durum­
ten kurtulması üzerine bir larda mubah fiillerin yasaklan­
müminin kıbleye yönelerek ması anlammda terim. Bu du­
ve tekbir alarak secdeye rum, özellikle Mâlikî usulünde
varması, hamd ile teşbih “edille-i şer'iyye” (bk. bu mad­
okuması. de) den biri olarak nitelenmiştir.
secde ayeti a. bk. tilâvet secdesi sefeh (I) a. (a») [Ar.] ftk. Fıkıh usu­
Secde suresi a. (^>jj^ >';■■■) [Ar. lünde, sözde ve fiilde tutarsızlık
“Sûretü’s-Secde'” G.ı^xJI sj^)] veya isabetsizlik anlammda te­
Kur'ân-ı Kerîm’in otuz ikinci, rim, “hikmet’in karşıtı.
iniş sırasma göre yetmiş beşinci sefeh (II) a. (<M [Ar.] Ergenlik
suresi olup “Mü'minûn suresi” çağma gelmiş bir kimsenin, kı-
(23)nden sonra ve “Tür suresi” sıth sayılmasmı gerektirecek de­
(52)nden önce Mekke dönemin­ recede ölçüsüz harcamalar
de nazil olmuştur ve otuz ayet­ yapması durumu.
ten meydana gelmektedir. Admı
15. ayette geçen “sücced” (secde sefer (I) a. (>>) [Ar.] flk. Şer'an
edenler) sözünden almaktadır. aranan şartlar doğrultusunda
Surenin özünde, Allah’m varlığı, belirli bir uzak yolculuğa çıkma
Kur’ân-ı Kerîm’in. vahiy ürünü anlamında terim. Bu söz,
olduğu, kıyamet gününe inanma Kur'ân-ı Kerîm’de yedi ayette
sefer 594

geçmektedir (.bk. M.F.Abdülbâkî, dan önce veya sonra bu secdeyi


el-Mu'cem, “sfr” maddesi). yaparken, Mâlikîler ise iki şekil-
de uygulamayı tercih etmekte­
sefer (II) a. (jk,) [Ar.] tas. Tasavvuf
dir. Eğer hata namazda yapılan
inancmda, sufîlerin nefsi terbiye
eksiklik ise selâmdan önce, hata
etmek ve Allah’a ulaşmak için
namazda yapılan fazlalık ise se­
bedenle veya kalb yoluyla yaptı­
lâmdan sonra, her iki durumda
ğı yolculuk.
yapılan hata sonucunda hem se­
sefer der-vatan a (jL, > >,) [Ar.] lâmdan önce hem de selâmdan
“Hâcegân” (bk. bu madde) silsi­ sonra secdeye gidilmesi tavsiye
lesi ve “Nakşibendiyye” (bk. bu edilmektedir.
madde) tarikati usulünde salikin
se'îr a. (j^) [Ar.] Sözlüklerde
beşerî sıfatlardan sıyrılarak
“Tutuşturulmuş alevlive yakıcı
kendini ulûhiyet sıfatlanna
ateş.” anlamındaki bu söz, ce­
ulaştıracak manevî yolculuğa
hennem için kullanılan terim­
yönelmesi.
lerden biridir ve Kur'ân-ı
sefîh a. (u«) [Ar.] Ergenlik çağma Kerîm’de on dokuz ayette geç­
girmiş olup ölçüsüz harcamalar mektedir.
neticesinde kısıtlı sayılan kimse­
sehliyye a. (d^,) [Ar.] tas. Tasav­
ler.
vuf dünyasında, tanmmış muta­
sefir a. (jA—) [Ar.] Şi'â inancma savvıf Sehl et-Tüsterî (öl. 283 /
göre, “İsnâ'aşeriyye”nin on 896) ye nispet edilen bir tasav­
ikinci imamının gaybubeti sıra­ vuf akımı için kullanılan terim.
sında onun adına faaliyetleri Bu akımın temel ilkeleri
devam ettiren kimseler. Kur'ân'a sarılmak, sünnete uy­
mak, helâl lokma yemek, günah­
sehiv a. (^) [Ar.] Unutma veya
dalgınlık sonucu hata yapma. lardan uzak kalmak, tövbe et­
mek olarak sıralanabilir.
sehiv secdesi a. Namaz kılmırken
unutma veya dalgmlık sonucu sekaleyn a. (jj£) [Ar.] Kur'ân-ı
Kerîm ve hadislerde insanlar ve
yapılan hatalan telâfi etmek
amacıyla namazm son
cinler, bazı hadislerde ise
Kur'ân-ı Kerîm ve “Ehl-i Beyt”
tahiyyatmdan ve selâmdan son­
(bk. bu madde) için kullanılan
ra yeniden ve iki defa secdeye
terim.
giderek namazı tamamlama iş­
lemi. Bu işlem, dört mezhep için sekar a. (^) [Ar.] Sözlüklerde
farklı uygulanmaktadır. Hanefî- “Şiddetli bir ateş ile yakıp kavu­
ler selâmdan sonra, Şâfiîler se­ ran alevli ateş.” anlamındaki bu
lâmdan önce, Hanbelîler selâm­ söz, cehennem için kullanılan
595 selâm

terimlerden biridir ve Kur'ân-ı maddesi). Bu söz, Allah’ın fiilî


Kerîm’de dört ayette geçmekte­ isimleri ve sıfatları gurubunda
dir. sayılmıştır ve Allah’ın doksan
sekerât-ı mevt a. (o>« ol/^) [< dokuz ismini veren İbn Mâce ve
Ar. sekerât + mevt ] Ölüm Tirmizî rivayetlerindeki listede
anında çekilen acı ve ıztırap an­ de yer almıştır (Tirmizî,
lammda kullanılan terim. “Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”,
10).
sekine a. G•■_■< ■) [Ar.] Allah’m mü­
minlere sunduğu sükûnet ve gü­ selâm (i) a. (fiU) [Ar.] Müslüman­
ven anlamında Kur'ân-ı ların herhangi bir yerde karşı-
Kerîm’de altı ayette geçen bir laştıklarmda birbirlerine sağlık
terim (bk. Bakara suresi (2 ve esenlik dilemek amacıyla kul­
248); Tevbe suresi (9 / 26, 40); landıkları sözü ifade eden terim.
Fetih suresi (48 / 4,18,26). Kur'ân-ı Kerîm’de bu söz, kırk
ayette değişik anlamları ile kar­
sekînet a. (.-.•■_■< ■) [Ar.] Tasavvuf
inancma göre, sufînin kalbine şımıza çıkmaktadır. Söz gelişi,
gaybm ve manevî feyzin gelişi “Nisâ suresi” (4 / 94) ile “En'âm
sırasındaki huzur hâli. suresi” (6 / 54) nde “insanların
birbirlerini esenlemesi veya se­
sekr a. (jiw) [Ar.] tas. Tasavvuf lâmlaması” anlamında geçerken
inancına göre, sufînin kendisine
“Ra'd suresi” (13 / 24) ile “Nahl
gelen ruhî cezbenin etkisiyle ya­
suresi” (16 / 32) nde “meleklerin
şadığı manevî anlamda kendin­
birbirlerini esenlemesi” için kul­
den geçme.
lanılmıştır. Ayrıca “Yûnus sure­
sekte a. (<£—) [Ar.] Kur'ân-ı si” (10 /10) ile “A'râf suresi” (7
Kerîm tilâvet edilirken iki keli­ / 46) ise “cennettekilerin birbirle­
me veya harf arasında nefes alıp rini selâmlaması” söz konusu­
vermeden çok kısa bir süre du­ dur. Öte yanda bu sözün fazile­
raklama, anlamında kıraat ve tini Hz. Peygamber şöyle dile ge­
tecvit terimi. tirmiştir: “İnsanların Allah nez-
Selâm a. Ç^U) [Ar.] “Kullarına sağ­ dinde en makbul olanı önce se­
lık, selâmet ve güven veren.” an­ lâm verenleridir.” (Riyâzü’s-
lammda olan bu söz, “esmâ'ü’l- Sâlihîn, C. II, s. 234)
hüsnâ” (Allah'ın güzel isimle- selâm (II) a- (fM-) [Ar\ İslâmî iba­
ri)dan olup Kur'ân-ı Kerîm’de detlerin rükünlerinden olan
pek çok ayette geçmektedir (bk. “namaz” kılarken son tahiyyatta
M.F.Abdülbâkî, el-Mu'cem, “slh”
Selâmiyye 596

namazdan çıkarken sağa ve sola selâtîn câmi'î a. Sultanlar tarafın­


verilen dua sözü. dan yaptırılan camiler.

Selâmiyye a. (4»ıU) [Ar.] İslâmî selbî ve tenzîhî sıfatlar a. Allah’ın


tarikatlerden 17. yüzyılda ortaya ne olmadığını, neler yapmadığı­
çıkan, Celvetiyye tarikatinin nı, hangi niteliklere sahip olma­
Selâmî Ali Efendi (öl. 1103 / dığım ifade eden terim. Allah’m
1691)’ye nispet edilen bir kolu­ bu sıfatları şöyle özetlenebil­
nun adı ve bunun için kullanı­ mektedir: Allah’ın anası, babası,
lan terim. eşi, çocuğu ve benzeri yoktur; O
hiçbir şeye muhtaç değildir. Bu
selâmlık a. Padişahların Cuma
nitelikler, Kur'ân-ı Kerîm’in
namazını kılmak üzere camiler­
“İhlâs suresi” (112) nde sayıl­
den birisine gitmek için yola çı­
maktadır. Bunlardan bazıları
karken yapılan merasim.
şunlardır: “Allah’ın anası babası,
selâmlama a. İnsanların birbirle- eşi ve çocuğu yoktur”, “Allah
riyle karşılaştığı, bir cematin hiçbir şeye benzemez.”, “Mülkün­
içine girildiği veya oradan ayrıl­ de ortağı yoktur.”, “Allah’ın uy­
dığı sırada karşılıklı olarak yapı­ kusu, uyuklaması yoktur.”, “Al­
lan dua, esenleme ve vedalaşma lah’ın yemesi içmesi veya bes­
sözü. Bu yolda ilk sözü alan lenmesi yoktur.”, “Allah zalim
kimse, “Selâmün aleyküm.” der­ değildir.”, “Allah, ölümlü değil­
ken, buna karşılık veren ise “ve dir”, “Allah, korunmaya ve yar­
aleyküm selâm.” ibaresini kul­ dıma muhtaç değildir.”, “O’nun
lanmak durumundadır. Kimi fa- yaptığından asla sorgulanmaz.”,
kihler, selâm vermenin sünnet, “O’nun hükmünü kimse boza­
selâmı almanm farz olduğunu maz.” “zâtî sıfatlar” karşıtı.
ifade etmişlerdir, bk selâm
seleb a («L.) [Ar.] fık. Savaşta öl­
selâse a. Wıli) [Ar.] 1. Hadis bili­ dürülen düşman askerinin ya-
minde, Buhârî, Müslim ile İmâm nmda bulunan ganimet niteli­
Mâlik’in kendileri veya Buhârî ğindeki eşyalar.
ve Müslim’in “el-Câmi'ü’s-
selef a (^iKJ [Ar.] Hadis bilimi
Sahîh” adlı kitaplan ile İmâm
tarihinde, hayırla anılan ilk üç
Mâlik’in “el-Muvatta” adlı eseri
nesil için kullanılan terim. Bun­
için kullanılan terim. 2. Hadis
lar: sahabeler, tâbiîler, tebe-i
biliminde, Ebû Dâvud, Nesâ'î,
tâbiîn
Tirmizî’nin kendileri veya “es-
Sünen” adlı eserleri için kullanı­ § tam. selef-i sâlihîn a.
lan ortak terim. (jjJLı JU) [Ar.] Hz. Pey-
597 semâh

gamber’in dönemine en ya­ nu savunan, ayrıca “Sîniyye”


kın yaşayan Müslümanlar. (bk. bu madde) olarak da adlan­
dırılan aşırı cemaat.
selefîlik a. bk. selefiyye
selsebîl a. (J_»?...t...) [Ar.] İslâmî
selefiyye a. (ÛL.) [Ar.] Sözlük an­
inanca göre, cennetin içinde bu­
lamı, “Eskiden olmak, evvelce bu­
lunan pmarlardan birinin adı ve
lunmuş olmak, yerine geçmek,
sıfatı.
önde olmak.” olan bu söz, dinî
terim olarak sahabe, tâbiûn ve sem' a. (^^ [Ar.] “Allah’ın işitilme­
onlann yolunu benimseyerek ye konusunu içeren her şeyi tam
onlar gibi düşünen ilk dönem İs­ ve kusursuz işitmesi.” anlamında
lâm anlayışmı sürdürme anlayı­ Allah’a nispet edilen subutî sıfat-
şını ifade etmektedir. larmdan biri. Bu söz, Kur'ân-ı
Kerîm’de pek çok ayette geç­
selem a. ÇJU) [Ar.] fik. Peşin ödeme
mektedir (bk. M.F.Abdülbâkî, el-
yoluyla veresiye mal ahm satı-
Mu'cem, “sm'” maddesi).
mmı konu edinen ticaret terimi.
Fıkıh kitaplarında bu alış veriş semâ' a. GL^) [Ar.] Kur'ân-ı
akdinin delili olarak Kur'ân-ı Kerîm’de gökyüzü için kullanı­
Kerîm’de “Bakara suresi” lan terim.
(2)nin 282. ayeti gösterümiştir.
semâ' (i) a. (^L^) [Ar.] tas. Tasav­
Fakihler örfünde satılan mala
vuf inancına göre, sufînin dış
“müsellemüm fih”, satış bede­
dünya ile ruh dünyasmda olu­
line “re'su’l-mâl”, satıcıya da
şan bütün değerleri işitmesi du­
“müsellemün ileyh” denilirken
rumu.
müşteriye ise “rabbu’s-selem”
adı verilmiştir (Sahîh-i Buhârî ve semâ' (il) a. (^Lu,) [Ar.] tas. Mevle­
Tercemesi, C. 5, s. 2073). Hz. Pey­ vi dergâhlarında sufînin dış
gamber de bu konuya hadisle­ dünya ile ruh dünyasında olu­
rinde yer vermiştir. Nitekim şan bütün değerleri işiterek ve
Buhârî, “selem” konusunu kita- cezbeye kapılarak dönmesi du­
bmın “Kitâbu’s-Selem” başlıklı rumu.
bölümünde Hz. Peygamber’in semâ' (m) a. (^Lu.) [Ar.] Hadis
hadislerine dayanarak incele­ biliminde, hadis öğrenmeyi ho­
miştir (Sahîh-i Buhârî ve cadan bizzat işiterek onun riva­
Tercemesi, C. 5, s. 2072-2085). yet etme hakkını elde etme işi.
Selmâniyye a. (^LL) [Ar.] semâh a. (^L^) [Ar.] tas. Bektaşi­
Sahâbeden Selmân-ı Fârisî (öl. lik’te tarikat ve yol arkadaşlığı
36 / 656) yi yücelten ve hakikate çerçevesinde, yabancıların veya
giriş kapısının sembolü olduğu­
semâhâne 598

yoldaş olmayan kimselerin katı­ la ilgili konularm genel admı


lamayacağı cem törenleri sıra- ifade eden terim.
smda yapılan raks.
semûm a. (^) [Ar.] “Dokunduğu
semâhâne a- («aLuUj [Ar.] tas. yeri zehir gibi yakan sıcak rüz­
Mevlevi dergâhlarmda semâ tö­ gâr.” anlamındaki bu söz, ce­
renlerinin yapıldığı yer. hennem için kullanılan terim­
lerden biridir ve Kur'ân-ı
semâvî din a. İlâhî vahye dayanan
ve tek Allah’a inanan dinler. Kerîm’de “Tûr suresi” (52 / 27)
nde geçmektedir.
semâzen a. (jyLu,) [Ar.] tas. Mev­
senâ a. Glâ^) [Ar.] Bir kimseyi iyi
levi dergâhlarında, dış dünya ile
veya kötü yönleriyle ya da sade­
ruh dünyasında oluşan bütün
ce iyi yönlerini sayıp dökerek
değerleri işiterek ve cezbeye ka­
övme.
pılarak dönme hareketini yapan
sufî. senet (I), -di a. (x^) [Ar.] ftk. İslâm
hukukunda, bir işlemi veya ola­
semen a. (^) [Ar.] ftk. Ticaret ak­
yı belgelemek için yazılmış, ta­
dinde satış bedeli ve tedavülde
raflarca veya kendi aleyhine de­
olan para anlamında kullanılan
lil oluşturan kimse tarafından
fıkıh terimi; bk. selem, eşanlam­
imzalanmış, bazen de resmî
lısı “re'suT-mâl”dir.
makamlarca onaylanmış yazılı
§ tam. semen-i hâl a (JL. >5) belge anlammda fıkıh terimi.
ftk. Peşin satışlar. senet (II), -di a. (^) [Ar.] Hadis
semen-i misi a. (JL >î) ftk. biliminde, bir hadisi Hz. Pey-
Satılan şeyin emsaline göre gamber’den itibaren onu nak­
bilirkişinin taktir ettiği karşı­ leden kimseye kadar getiren
lık. ravîlerin ismi veya isimleri an­
lamında terim.
semen-i müsemmâ a. (^
C^) ftk. Satış için belirlenen senetü’l-hüzn a. (j>Ji ü-) [Ar.]
fiyat. Hz. Peygamber’in eşlerinden Hz.
Hatice ile amcası Ebû Talib’in
semi a. (g^) [Ar.] “İşiten” anla­
vefat ettiği nübüvvetin onuncu
mında Allah’ın sıfatlanndan bi­
yılı için kullanılan terim. Aynı
ri.
zamanda “âmü’l-hüzn” olarak
sem'iyyât a. (oü^-) [Ar\ İslâmî da adlandırılan bu terimin biz­
inançların imanm temel değer­ zat Hz. Peygamber tarafmdan
leri çerçevesi içinde yer alan kullanıldığı kaynaklarda zikre­
“âhiret” (bk. bu madde) hayatıy­ dilmektedir.
599 sevâp

senetü’l-vüfûd a. (jjîjlı M [Ar.] serlevha a. (g.^) [ F. ser + Ar.


İslâmiyet’in ilk yıllarında yaşa­ levha] “Bir yazının başlığı.” an­
nan bazı önemli olaylara ad ve­ lammdaki bu terim, İslâm yaz­
rilmesi geleneği çerçevesinde, ma sanatı içinde, bir el yazması
Hz. Peygamber ile Medine’ye gö­ eserin “zahriyye”sinden sonra
rüşmeye gelen pek çok kabile gelen sayfa veya karşılıklı iki
heyetinin bu yılda, yani Hic­ sayfanın baş kısmma bezemeli
ret’in 9. (630) yılmda yaşanan bu tezhiplenmiş başlıklar için kul­
olaydan dolayı bu yıl için kulla­ lanılmıştır.
nılan terim. server a. (j^) [K] (ç. b. serverân)
seneviyye a. (4^) [Ar.] Kâinatı nur Başkan, başbuğ, reis, ulu kişi.
ve zulmet olmak üzere birbirine
§ tam. server-i enbiyâ a. (Lil
iki zıt aslın yarattığı ve yönetti­
jj^) (peygamberler serveri)
ğine inanan din ve mezhepler.
Hz. Muhammed.
seniyyetü’l-vedâ a. (^IjJI Ü) [Ar.]
server-i kâ'inât a. (oü£
Sözlük anlamı, “Geçit yeri, dağ jjj^) (kâinatın serveri) Hz.
yolu.” olan bu söz, Medine’nin Muhammed.
kuzey ve güney tarafında bulu­
nan ve şehre gelenlerin karşı­ setr-i avret a. (o^. >) [Ar.] fık.
landığı, giderken de uğurlandığı İslâm inancma göre, namazm
dışındaki altı şartmdan biri olup
iki tepe.
hem namaz kılarken hem de
Senûsiyye a. (Z^y^ [Ar.] İslâmî namaz dışında dinen örtülmesi
tarikatlerden 19. yüzyılda ortaya gereken yerleri usulüne uygun
çıkan ve Muhammed b. Ali es- olarak örtmek anlammda kulla­
Senûsî (öl. 1276 /1859) ’ye nispet nılan ortak ad.
edilen tarikatin adı ve bunun
sevâd-ı a'zam a. (fkl jlj») [< Ar.
için kullanılan terim.
sevâd + a'zam] Müslüman dün-
seriyye a. (^) [Ar.] Hz. Peygam­ yasmın büyük çoğunluğunu
ber’in hicretten kısa bir süre oluşturan “ehl-i sünnet” (bk. bu
sonra başlattığı ve İslâmiyet’in madde) için kullanılan kelâm
yayılması için mücadele verdiği terimi.
yıllarda, kendisinin bizzat ka­ sevâp, -bı a. Ul^) [< Ar. sevb]
tılmayıp görevlendirdiği ku­ Dinen makbul sayılan ibadetle­
mandanlarla yapılan seferler rin veya davranışlarm karşılığı
veya savaşlar için kullanılan te­ olarak kıyamet gününde mü­
rim. minlere verilecek mükâfat.
sevâ’ü’s-sebîl 600

sevâ'ü’s-sebîl a- (lHI «M [Ân] manevî yolculuğun üçüncü mer­


Kur'ân-ı Kerîm’de geçen ve tebesi.
“Hedefe ulaştıran en kısa yol.”
seyr ü sülük a. (j^L j j^) [Ar.]
anlamına gelen bir terim.
tas. Tasavvuf yolunda, Hakk’a
seyfullah a. (dil ■ i,..,) [Ar.] (Allah’ın ulaşmak için bir mürşit öncülü­
kılıcı) Allah yolunda, dîn-i İslâm ğünde manevî ve ruhî yolculuk.
için gaza yapma anlammda te­ Bu yola çıkmaktan amaç, sufînin
rim. Bu söz, Kur'ân-ı Kerîm’in bireysel tutkularını ve cinsel ar­
“Bakara suresi” (2)nin 191. zularını dizginleyerek, bunlar­
ayetinde yer alan mealen, “On­ dan sıyrılarak kendisini bütü­
ları (müşrikleri) nerede yakalar­ nüyle Tanrısal gücün hâkimiye­
sanız öldürün.” ve “Tevbe sure­ tine teslim etmek ve bu çığırda
si” (9)nin 36. ayetinde geçen yürüyerek “insan-ı kâmil” (bk.
mealen, “Müşriklere karşı toplu­ bu madde) mertebesine ulaş­
ca savaşın.” ibarelerinden kay­ maktır.
naklanmıştır.
seyyid a. (j^) bk. seyyit
seyr a. (^ [Ar.] tas. Tasavvuf
seyyidân ç.a. (jlj^J [Ar.seyyid’in ç.
inancında, Allah’a ulaşmak için
b.] Hz. Muhammed’in iki torunu
bir sâlikin bir mürşidin kılavuz­
olan: Hz. Haşan ve Hüseyin.
luğunda manevî yolculuğa çık­
ması. seyyi'e a. (<iu>) [Ar.] İslâmî inançta,
kötülükler, ceza ve musibetler
seyr anillah a. (dlljt j^m) [Ar.] (Al­
için kullanılan terim; “hasene”
lah’tan seyir) tas. Tarikat yolun­
(bk. bu madde) karşıtı. Bu söz
da vahdette kesreti, kesrette
Kur'ân-ı Kerîm’de yirmi bir
vahdeti görme derecesi olan
yerde teklik biçimiyle, otuz beş
dördüncü mertebe.
yerde de çokluk biçiminde geç­
seyr fillah a. (dJl^j*-) [Ar.] (Al­ mektedir (bk. M.F.Abdülbâkî, el-
lah’ta seyir) tas. Tarikat yolunda Mu'cem, “sy"” maddesi). Aynı
manevî yolculuğun ikinci mer­ kullanım zenginliği hadisler için
tebesi. de geçerlidir (bk Wensinck, el-
Mu'cem, “sy”’ maddesi).
seyr ilallah a. (diyij^,) [Ar.] (Al­
lah’a seyir veya yönelme) tas. Ta­ seyyit, -di a. (j^) [Ar.] (ç. b. sâde,
rikat yolunda manevî yolculu­ sâdât, seyyidân) “Efendi, ağa,
ğun ilk mertebesi. bey, mevlâ, ileri gelen, baş, reis,
server.” anlammdaki bu terim,
seyr ma'allah a. (<UI^> j^ (Allah Hz. Peygamber’in kızı Hz.
ile seyir) tas. Tarikat yolunda Fatıma ile onun kocası Hz.
601 sıfat-ı fi'liyye

Ali’nin soyundan gelen Hz. Ha­ sıbgatullah a. (dJI <»?.^) [Ar.]


şan ve Hz. Hüseyin için kulla­ Kur'ân-ı Kerîm’de, “Hak din ve
nılmıştır. Bazı kaynaklar, bu te­ sağlam yaratılış.” anlammda
rimi hem Hz. Haşan hem de Hz. kullanılan bir terim (bk. “Baka­
Hüseyin için ortak olarak ifade ra suresi”, 2 /138).
ederken bazıları da özellikle Hz.
Hüseyin’in soyundan gelen kim­ sıddîk a. (j.^) [< Ar.sıdk] (ç. b.
seler için kullanmıştır. sıddîkîn, sıddîkün) 1. “Pek doğ­
ru, sözünün eri olan (kimse).” an­
§ tam. seyyidü’l-beşer a. lammda Kur'ân-ı Kerîm’de ge­
G4JI (insanların efendisi) çen terim. Bu söz dört ayette tek­
Hz. Muhammed. lik biçimiyle, iki ayette de çokluk
seyyidü’l-ebrâr a. (jl^l j^) biçimiyle yer almaktadır (bk.
(bulutların efendisi) Hz. Mu­ M.F.Abdülbâkî, el-Mu'cem, “sdk'”
hammed. maddesi). 2. Hz. Muhammed’in
halifesi olan Hz. Ebû Bekir’in lâ­
seyyidü’l-enâm a. ÇWI a«)
kabı olup hadislerde sıkça geç­
(bütün insanların efendisi) Hz.
mektedir (Tirmizî, “Tefsir”, 30 /
Muhammed.
4; Müsned, IV, 4).
seyyidü’l-kevneyn a. (jjijSll
sıddîka a. (<L^) [Ar.sıddîk sözü­
^) (iki dünyanın, dünya ve
nün müennes (dişil) biçimi] 1.
ahiretin efendisi) Hz. Mu­
Doğru ve namuslu kadın. 2._Hz.
hammed.
Ayşe. 3. Hz. Meryem.
seyyidü’l-muhâcirîn a.
(jjjaLJI j^) (göçmenlerin Sıddikıyye a. (41;^) [Ar.] İslâmî
efendisi) Hz. Muhammed. tarikatlerin en esküernden olan
Hz. Ebû Bekir (öl. 13 / 634) ’e
seyyidü’s-sâdât a. (obUl nispet edilen ve “Bekriyye” ola­
ja«) (efendilerin efendisi) 1.
rak da adlandırılan tarikatin adı
Hz. Muhammed. 2. Hem baba
ve bunun için kullanılan terim.
hem anne tarafindan Hz.
Ali’nin soyundan gelen kim­ sıfat a. (cika) [Ar.] (ç. b. sıfât) “Al­
seler için kullanılan terim. lah’ın zatına nispet edilen mana.”
anlamında kelâm terimi.
seyyidü’s-sakaleyn a. (jjfll
j^) (iki dünyanın efendisi) § tam. sıfat-ı fi'liyye a. (<A»i
Hz. Muhammed. oLa) Allah ile âlem ve Allah
seyyitlik a. Hz. Hüseyin vasıtasıyla ile insan münasebetlerini
Hz. Peygamber’e soyca bağlan­ ifade eden kelâm terimi.
ma.
sıfat-ı haberiyye 602

sıfat-ı haberiyye a. (<4_>u. hayat, ilim, sem', basar, kud­


oi^) Nas yoluyla sabit olan ret, irade, kelâm, tekvin.
sıfatlar için kullanılan kelâm
sıfat-ı tenzîhiyye a. (4j>:
terimi.
oâ.^) bk. sıfat-ı selbiyye
sıfat-ı hâliyye a. (ÛL ci->)
sıfat-ı zâtiyye a. («ilâ ok»)
Varlığı zatıyla ilgili bulunan
“sıfat-ı fi'liyye”nin dışında
sıfatlar için kullanılan kelâm
kalan, yani hayat, ilim, kud­
terimi.
ret, izzet, azamet gibi sıfatlar
sıfat-ı ma'ânî a. (^Lu cA^) için kullanılan kelâm terimi.
Allah’m altı sıfatı olan hayat, Allah’ın “esmâ-ı hüsnâ” (bk.
ilim, sem, basar, kudret, ira­ bu madde) içinde zikredilen
de ve kelâm için kullanılan kavramlarm yarısı zâti isim
sübûtî sıfatlar. ve sıfat niteliğindedir.
sıfat-ı ma'neviyye a. (^>. sıfâtıyye a. (ilu) [Ar.] İlâhî sıfat-
olu») Allah’m hay, âlim, semi, larm Allah’a nispet edilmesini
basîr, kadir, mürîd sıfatları benimseyenler için kullanılan
için kullanılan kelâm terimi. kelâm terimi.
sıfat-ı nefsiyye a. (L^ sıfâtullah a. («dJI olu) [ArJAHah’ın
ö».^) Allah’m yokluğu düşü- zatma nispet edilen ve O’nun za­
nülemeyen vücûd sıfatı için tını niteleyen anlammda kelâm
kullanılan kelâm terimi. terimi.
sıfat-ı selbiyye a. (ıX< oî.^) sıhah a. (^) [Ar.] Hadis bilimin­
Allah’m ne olmadığını ifade de, bir hadisin doğruluğunu,
eden ve hepsi de “tevhid” il­ sağlamlığını ve güvenilirliğini
kesini kucaklayan sıfatlar ifade eden terim.
için kullanılan kelâm terimi.
§ tam. sıhah-ı sitte a. (<u
sıfat-ı sübûtiyye a. (<4^2 ^-..a) Hadislerin büyük bir
oka) Allah’m zatına nispet kısmmı ve genellikle güveni­
edilen ve O’nun ne olduğunu lir olanlarını bir araya geti­
ifade eden sıfatlar için kulla­ ren altı hadis kitabı için kul­
nılan kelâm terimi. Bunlar lanılan terim. Bu altı kitap
“sıfat-ı ma'ânî” (bk. bu mad­ şunlardır: 1. Buhârî (öl. 256 /
de) ve “sıfat-ı ma'neviyye” 869)nin el-Câmi'ü’s-sahîh adlı
(bk. bu madde) olarak iki ni­ eseri. 2. Müslim (öl. 261 / 831)
telikli olarak tasnif edilmiştir. in el-Câmi'ü’s-sahîh adlı eseri.
Bunlann tamamı sekizdir: 3. Ebû Davud (öl. 275 / 888)
603 sırât

un es-Sünen adlı eseri. 4. § tam. sırr-ı hâl a. (JL ^)


Nesâ'î (öl. 303 / 915)nin es- tas. Hak taalânın muradınm
Sünen adlı eseri. 5. Tirmizî büinmesi konusu.
(öl. 279 / 892)nin el-Câmi'ü’s-
sırr-ı istivâ a. (ljiu.1 ^ tas.
sahîh adlı eseri. 6. İmam
Mevlevîlikte Mevlâna’dan ka­
Mâlik (öl. 179 / 795) in el-
lan ve yüksek değeri olduğu­
Muvatta adlı eseri. Bazı araş­
na inanılan iki yollu şerit.
tırmacılar bu son eserin ye­
rine Abdullah b. Abdurrah- sırr-ı kader a. (jji ^) tas. Al­
man ed-Dârimî (öl. 255 / lah’ın ezelde takdir olunan
868)nin es-Sünen adlı eserini kaderin gizliliğine vakıf ol­
veya İbn Mâce (öl. 273 / ması durumu.
886)nin es-Sünen adh eserini sırr-ı lâhûtî a. (^^ >») İlâ­
göstermişlerdir, bk. kütüb-i hî sır.
sitte
sırr-ı rubûbiyyet a. (cu^j
sıhriyyet a. (<^j^) [Ar.\ fık. İslâm ^ tas. Tanrılık sırrı.
hukukunda, evlilik sonucu olu­
şan akrabalık veya hısımlık. sırr-ı tecelliyât a. ULLşj ^)
tas. Kalbe ilk doğan tecellinin
sıla-i rahm a. (^j <U) [Ar.} İslâmî oluşumuyla ve bütün isimle­
inançta, kan bağı veya evlilik rin arasmdaki birlikle müşa­
sonucu oluşan akrabalık veya hede edilen sır.
hısımlık bağlarını canlı tutma,
onlarla ilişkiyi sürdürme, onla­ sırrü’s-sırr a. (^Jl ^) (sırrın
rm haklarını ve hukukunu kol­ sırrı) tas. Allah’ın birliğinde
layıp gözetme, onlara destek öz olarak bulunan gerçeklere
olma ve yardımda bulunma, on­ özgü engin bilgi.
ları sık sık ziyaret etme anla­ sırât a. (Llj-») [Ar.] “Yol.” anlamın­
mmda kullanılan terim. da olan bu söz, üstünden geçilip
sır, -rrı a. (^) [< Ar.sırr] (ç. b. Cennete gitmek üzere Cehen-
esrâr, serâ'ir) 1. Bilinmesi veya nem’in üzerine kurulacak olan
açıklanması istenmeyen, gizli çok dar ve güç geçilir köprü için
kalan şey, anlammda bir terim, kullanılan terim, sırat köprüsü.
giz. 2. İnsan akimın eremediği Bu söz, Kur'ân-ı Kerîm’de kırk
veya çözemediği olgu. 3. tas. Ta­ altı ayette geçmektedir (bk.
savvuf inancına göre, sadece Al­ M.F.Abdülbâkî, el-Mu'cem, “srt”
lah’m bildiği veya az sayıda in- maddesi). Ayrıca, “Cehennemin
sanm bilebileceği ya da kavra­ üzerine kurulmuş köprü.” anla­
yabileceği özel bügi. mıyla pek çok hadiste de yer al-
sırât-ı müstakim 604

maktadır (.bk. Wensinck, el- veya yaratığm giremediği söz


Mu'cem, “srt” maddesi). konusudur.

§ tam. sırât-ı müstakim a. sidretü’l-müntehâ a. (^l 5^)


ÇuİXum Ll^^0 “Mümini geçeğe [Ar.] “Son noktada bulunan sidre
ulaştıracak doğru yol.” anla­ ağacı.” anlamındaki bu terim,
mmda Kur'ân-ı Kerîm’de Hz. Peygamber’in Mi’râc gecesi
otuz üç ayette geçen terim. yanmda İlâhî sırlara mazhar ol­
duğu ağaç ve makam anlammda
sıvış yılı a. Bazı İslâm devletlerin­ kullanılmıştır. Bu söz, Kur'ân-ı
de, özellikle de OsmanlIlar dö­ Kerîm’de, “Necm suresi” (53 /
neminde hicri ve mâlî yıllar ara- 14)nde “inde sidreti’l-
smdaki eşitliğin korunması için müntehâ” (sidreti’l-müntehânın
her otuz üç yılda bir defa düşü­ yanında) ifadesiyle yer almakta­
len hicri sene için kullanılan te­ dır.
rim.
sifr a. (>.) [Ar.] (ç. b. esfâr)
siccîl a. (J^) [Ar.] Kur'ân-ı Kur'ân-ı Kerîm’de “Cum'a su­
Kerîm’de, “Hûd suresi” (11 / 82- resi” (62 / 5)nde mealen “Tev­
83) üe “Hicr suresi” (15 / 74) rat’la yükümlü tutulup da onunla
nde Lût kavminin çektiği azap amel etmeyenlerin durumu cilt­
ve “Fîl suresi” (11 / 82-83) nde lerce kitap taşıyan merkebin du­
Fil hadisesi anlatılırken kullanı­ rumu gibidir.” ayetinde çokluk
lan ve İlâhî cezanın bir neticesi biçimiyle kullanılan bu terim,
olarak gösterilen taşları ifade “kitap, Tevrat’ı ifade etmektedir.
eden terim.
sîga a. (<i^) [Ar.] Hadis biliminde,
siccîn a. (ûjLu,) [Ar.] Kur'ân-ı belli bir anlamı ifade eden klişe
Kerîm’de geçen ve kötülerin söz.
amel defterlerinin bulunduğu
yeri ifade eden terim. sihâk a. (jM [Ar.] fık. İslâm hu­
kukunda, “sevicilik, lezbiyenlik”
sidre-i kürsî a. (^jS »jj—) [Ar.] Hz. anlammda kadmlar arasmdaki
Peygamber’in Mi’râc gecesi ya­ cinsel ilişkiyi ifade eden terim.
nında üâhî sırlara mazhar oldu­
ğu ağaç ve makam. Buraya Ceb­ sihir, -hri a. (j^l») [Ar.] “Bir olayı,
rail ile birlikte ulaşmış, ötesine durumu, hareketi gerçek olgu­
Cebrail geçme cesaretini göste­ sundan başka bir konumda gös­
rememiş; Hz. Peygamber yoluna terme, aldatma, göz boyama.”
yalnız devam etmiştir. Bu ma- anlammda olan bu terim, ilkel
kamm sonrasında gayb âlemi­ çağlardan ve toplumlardan baş­
nin olduğu, oraya hiçbir melek layarak günümüze kadar varh-
605 sîretü’n-nebî

ğnu sürdüregelmiştir. Bu söz ve silsile-nâme a. (uL <UU) [<Ar.


türevleri Kur’ân-ı Kerîm’de 60 silsile + F.nâme] tas. ed. Tasav­
ayette yer almaktadır (bk. vufî edebiyatta mutasavvıf şair­
M.F.Abdülbâkî, el-Mu'cem, “shr” lerin başta Hz. Peygamber ol­
maddesi). mak üzere öteki din ve devlet
büyüklerinin soylarını veya bir
sika a. (<£) [Ar.] (ç. b. sikât) Hadis
tarikat içinde birbirine icazet
biliminde, hadis rivayet eden
veren şeyhlerinin faziletlerini şi­
ravînin sağlam ve güvenilir ol­
irleştiren eserler için kullandık-
ması durumu; yani adâlet ve
ları ortak ad.
zabt sıfatlarmı eksiksiz taiıyan
ravînin durumu veya konumu. simsâr a. (jL^) [Ar.] ftk. İslâm
hukukunda, kendi adma ancak
sikât ç.a. (ol£) [Ar. sika’nın ç. b.] bk.
müvekkili hesabma aldığı ko­
sika
misyon karşılığı ticaret yapan
sikâye a. (<j(Lu) [Ar.] Hac veya um­ kimse.
re ibadeti için Mekke’ye gelen
Sîniyye a. (4u») [Ar.] Selmân-ı
ziyaretçilerin zemzem veya su
Fârisî (öl. 36 / 656) ’yi ululayarak
ihtiyaçlarını karşılamak üzere
kendilerine rehber edinen fırka­
görevlendirilen kimseler ve bun-
lar.
lann görevleri için kullanılan
terim. sipehsâlâr a. (ji»...^) [< F. sipeh
+ sâlâr] Orta Çağ İslâm devlet­
sikke a. (<ıL) [Ar.] tas. Keçeden
leri askerî düzeninde başku­
yapılmış Mevlevî külâhı.
mandan.
silsile a. (<UL) [Ar.] tas. Bir tarikat
sirâc a. (ç\yj [Ar.] bk. kandil
içinde birbirine icazet veren
şeyhlerinin adlannı ihtiva eden sîre a. Gj^) [Ar.] Hadis biliminde,
liste. tarih, siyer ve Hz. Peygamber’in
hayatı ile ilgili hadisler.
§ tam. silsiletü’l-kizb a. Çjül
<LL) Hadis biliminde, sîret a. (o^,) [Ar.] bk. siyer ve
sahabîden sonraki bütün megâzî
ravîleri yalancı gösterilen
§ tam. sîretü’n-nebî a. (^1
sened.
5^) tas. ed. Tasavvufî edebi­
silsiletü’z-zeheb a. (uijll yatta mutasavvıf şairlerin Hz.
<Llu>) Hadis biliminde, hadis Peygamber’in doğumundan
rivayetinde en güvenilir ölümüne kadar ahlâkmı, mu­
isnad anlammda kullanılan cizelerini ve faziletlerini şiir-
terim.
sitteti eyyâmi 606

leştiren eserler için kullanı­ siyâkat a. (JL») [Ar.] İslâm hat


lan ortak ad. sanatında, genellikle Osmanlı
Devleti idari ve malî kayıtlar.
sitteti eyyâmi a. ÇU L,) [Ar.]
“Altı gün” anlamındaki bu terim, siyak u sibâk a (jLu j jUu,) [Ar.]
Kur'ân-ı Kerîm’de evrenin ya­ Bir metinde, anlam bütünlüğü­
ratılış süresi için geçmektedir: nün sağlanmış olması, anlatımın
“A'râf suresi” (7 / 54) nde, sağlam ve kusursuz olması, me-
“İnne rabbikümu’llahu ellezi tinsel bağlam.
halaka’s-sevâvâti ve’l-arda fi siyâset a. (c»L») [Ar.] Toplum
sitteti eyyâmi... ” (Sizin Rabbi- işlerine çeki düzen verme, sağ-
niz gökleri ve yeri altı günde ya­ hkh yürütüp yönetme sanatı.
ratan...) ve “Furkân suresi” (7 /
54)nde, “Ellezi halaka’s- § tam. siyâset-i şer'iyye a.
sevâvâti ve’l-arda ve mâ ( 4>i İluLxu) İslâm devlet dü­
beynehümâ fi sitteti eyyâmi...” zeninde, kamu otoritesinin
(Gökleri, yeri ve ikisi arasındaki- dinin genel ilkelerine ters
leri altı günde yaratan...) biçi­ düşmeyecek düzenlemeler ve
miyle açıkça ifade edilen bu söz, uygulamalar yapılmasını ifa­
kesin bir zaman dilimi karşılığı de eden terim.
olmasa gerek. Nitekim yüce Al­
lah, bu zaman kavramını, “Hacc siyer a. (^J) [Ar.sîret’in ç. b.] 1. Hz.
suresi” (22)nin 47. ayetinde, “... Peygamber’in hayatı, davranış­
ları ve şahsiyeti ile bu konuda
Rabbin katında bir gün, sizin
saymakta olduğunuzdan bin yıl araştırmalar yapan bilim dalı ve
bu çerçevede kaleme alman
gibidir.” diyerek soyut bir an­
lamda ifade etmiştir. Öte yanda eserler için kullanılan ortak ad.
bazı müfessirlerin, bu altı gün 2. fık. Fıkıh kitaplarının devlet­
kavrammı evreninin yaratılışı­ ler hukuku hükümlerini içeren
nın altı evresi olarak yorumla­ bölümlerine ve bu konuda yazı­
mış olduklarmı kaynaklar zik­ lan eserlere verüen ortak ad.
retmektedir.
§ tam. siyer-i nebevi a. (^^
Sivâsîler a. Halveti şeyhlerinden jaxu)Hz. Peygamber’in hayatı,
olup Kadzâdeliler hareketine davranışları ve şahsiyeti ile
karşı çıkan Abdülmecid Sivâsî bu konuda araştırmalar ya­
(öl. 1049 / 1639)nin yolundan gi­ pan bilim dalı ve bu çerçeve­
denler. de kaleme ahnan eserler için
kullanılan ortak ad.
siyâdet a. (ojL«) [Ar.] Seyyitlik, Hz.
Hüseyin vasıtasıyla Hz. Pey- siyer ve megâzî a. (^jLu j j^) [Ar.]
gamber’e soyca bağlanma. Hz. Peygamber’in hayatı, davra-
607 sûfiyye

nışları ve şahsiyeti ile tebliğ faa­ su'âl a. (Ji>) [Ar.] fik. İslâm inan­
liyetlerini, siyasî ve askerî mü­ cma göre, ergenlik çağına ermiş
cadelelerini konu alan bilim dalı ve dinî yükümlülükleri bulunan
ile bu alanda yazılmış eserlerin kimselerin dünyadaki davranış­
ortak adı. ları ve inançlarmdan dolayı ka­
birde ve kıyamet gününde sor­
softa a. (<üj^) [< f.sûhte] 1. Os­ guya çekileceklerini ifade eden
manlI eğitim sistemi içinde terim.
medrese öğrencisi. 2. mec. Bir
inanca veya görüşe körü körüne suç a. fik. İslâm inancma göre, işle­
bağlanan, geri kafalı veya tutucu yene cezâî yaptırımlar uygu­
kimse. lanması öngörülen yasak eylem­
ler için kullanılan terim.
sofu a. Gi>i) [< Ar. sûfî] 1. Bilir
suffe a. (<L^) [Ar.] Medine’de
bilmez kendisini ibadete veren,
Mescid-i Nebevî’nin bitişiğinde
hayatın nimetlerine itibar etme­
Hz. Peygamber’e yakm yoksul
yen ve kendisi gibi olmayanları
kimselerin barmması için yapı­
hoş görmeyen kimse. 2. bk. sufî
lan ve sonraları bir eğitim ku-
son cemaat mahalli a. Camilerin rumuna dönüşen mekân.
dışında, namaza gecikenler için
yapılmış yüksekçe ve revaklı sûfî a.ve s. (^j^) [Ar.] (ç. b.
namaz kılma yeri. sûfiyân ve sûfiyyûn) 1. tas. “Ta­
savvufa ait, tasavvuf bilimiyle
sû' a. Gj^) [Ar.] bk. seyyi'e uğraşan (kimse), tasavvuf ehli.”
anlamında kullanılan terim. 2.
§ tam. sû'-i hâtime a. (^L
Dinin emir ve yasaklarma sıkı
f^) İslâmî inanca göre, bu
sıkıya bağlı olan kimse, sofu, za­
dünyadan imandan yoksun
hit, muttaki.
olarak göçüp gitme anlamın­
da kelâm terimi. sûfiyân ç.a. (jUj^) [Ar. sûG’nin ç.
sû'ü’d-dâr a. (JJI ^j^) “Yur­ b.] bk sûfî
dun kötüsü.” anlamındaki bu
sûfiyâne zf. (<âLij^) [< Ar.sûfî + F.-
söz, cehennem için kullanı­
âne] Mutasavvıflara yakışan
lan terimlerden biridir ve
yolda, tasavvufla ilgili.
Kur'ân-ı Kerîm’de iki ayette
(Mü'min suresi, 40 / 52 ve sûfiyye ç.a. (üi^a) [Ar. sûfî’nin
Ra'd suresi, 13 / 25) geçmek­ müennes (dişil) biçimi] Tasavvuf
tedir. ehli olan kimse.
sûfiyyûn 608

sûfiyyûn s.ve a. (jj^) [Ar. yerde geçen bir terim (bk. M.F.
sûfi’nin ç. b.] bk. sûfi Abdülbâkî, el-Mu'cem, “slt"”
maddesi).
sugûr a. (j^) [Ar.] İslâm devletieri
ile gayrimüslim devletlerin sı- sultâniyye a. GuJULj [Ar.] Memlûk
nırlannı oluşturan yerler veya devleti askerî düzeni içinde ka­
uç bölgeler. pıkulu birlikleri.
sûhte a. (<ü.j^) [E] bk. softa sûr a. (j>«a) [Ar.] “Ses çıkaran eğri
boynuz.” anlammda olan bu te­
suhuf a. (jxu») [Ar. sahîfe’nin ç. b.]
rim, kıyamet gününün alâmeti
İslâm inancına göre, Kur'ân-ı
olarak üflenecek boru için kul­
Kerîm’i, Kur'ân-ı Kerîm’ten
lanılmıştır.
önceki kutsal kitapları veya in-
sanlarm kayıt altma alman İlâhî sûre a. (4^) [Ar.] (ç. b. süver)
metinleri içine alan belgeler an­ Kur'ân-ı Kerîm ayetlerinden
lammda kullanılan terim. Bu söz meydana gelen ve Hz. Peygam­
Kur'ân-ı Kerîm’te pek çok ayet­ ber tarafmdan belirlenen 114
te yer almaktadır (bk. M.F. bölümden her birine verilen ad.
Abdülbâkî, el-Mu'cem, “shf’ Her bir sure, kendi içinde hem
maddesi). Ayrıca bu terim, uyumlu hem de anlamlı ve
“amel defteri” (bk. bu madde) ahenkli bir bütünlük oluştur­
için de kullanılmıştır. makta; aynı zamanda Kur'ân-ı
Kerîm’in binasmı meydana ge­
sulehâ a. GkLı) [Ar.] bk. ahyâr
tirmektedir. Bu söz, Kur’ân’te
sulh a. (jU) [Ar.] flk. 1. İslâm hu­ dokuz ayette teklik biçimiyle, bir
kukuna göre, karşılıklı nza so­ yerde de çokluk biçimiyle geç­
nunda iki toplumun veya birey­ mektedir (bk. M.F.Abdülbâkî, el-
lerin arasındaki anlaşmazlığı Mu'cem, “svr"” maddesi). Sure­
sona erdiren akit. 2. fık. Görül­ ler, indikleri yere göre, “Mekkî”
mekte olan bir davanm anlaş­ ve “Medenî” olarak adlandırıl­
mayla sona ermesi durumu. mıştır. Hz. Peygamber’in Mek­
sultân (I) a. (jlkL-) [Ar.] İslâm ke’de yaşarken inen surelere
dünyasmda ve devletlerinde, 11. “Mekkî”, hicretten sonra Medi­
yüzyıldan itibaren genellikle ne’de inen surelere de “Medenî”
hükümdar ve hükümdar soylu adı verilmiştir. Ayrıca her bir
hanımlar için kullanılan unvan. sure, peygamberler, müminler,
kâfir ve münafıklar, önemli ta­
sultân (II) a. (jlkU) [Ar.] “Güçlü rihî olaylar, ahret üe ilgili olan­
delil, yetki ve otorite.” anlammda lar, hayvanlar, tabiat olayları,
Kur'ân-ı Kerîm’te otuz yedi güneş, ay ve yıldızlar ile ilgili
609 sübhân

olmaları sebebiyle kendi içinde bu madde) için kullanılan te­


müstakil adlandırmalara tabi tu­ rim.
tulmuş ve Kur'ân-ı Kerîm’de bu
surre a. (*_>—») [Ar.] (ç. b. sürer) Hac
adlar altmda yer almıştır.
zamanlarında kutsal yerlere da­
sûret a. (oj>^) [Ân] (ç. b. suver) 1. ğıtılmak üzere padişah tarafin­
Duyu veya akılla algılanan bir dan Mekke ve Medine’ye her yıl
nesneyi bizzat kendisi yapan öz gönderilen para ve benzeri de­
ve ilke anlamında terim. 2. tas. ğerli eşya için kullanılan terim.
“Bir nesnenin duyularla algıla­ Bu söz, bu tür eşyayı yerlerine
nan dış görüntüsü ve varlığı” an­ götüren kimseler için de kulla­
lamındaki bu terim, mana ile nılmıştır.
söz, gerçeklik ile görüntü, ruh ile
surre alayı a. Hac zamanlarında
beden, öz ile şekil ve bâtın ile
padişah tarafmdan Mekke ve
zahir arasmdaki durum ve mü­
Medine’ye her yıl gönderilen pa­
nasebeti ifade etmektedir.
ra ve benzeri değerli eşyayı yer­
§ tam. sûret-i ilâh a. («dl lerine götürmekle görevli kafile.
ûjh») (İlâhın sureti) tas. Kâ­ surre emini a. Hac zamanlarmda
mil insan. padişah tarafmdan Mekke ve
sûret-i irâde a. (4jljl c^) Medine’ye her yıl gönderilen pa­
tas. Allah’ın tecellisi. ra ve benzeri değerli eşyayı yer­
lerine götürmekten sorumlu
sûret-i Hakk a. (ja oj^) kimse.
(Hakk’ın sureti) tas. Hz. Mu­
hammed. subûtî sıfatlar a. AUah’m ne oldu­
ğunu, neler yaptığmı, hangi nite­
sûret-i Muhammediyye a. liklere sahip olduğunu ifade
(«□a^ oj>^) tas. bk. suret-i eden terim.
Hakk
sübâ'iyyât a. ULuL-) [Ar.] Hadis
sûret-i tecelliyât a. (oUaj biliminde, hadis derlemesi ya­
o^) tas. Allah’ın tecellisi pan bir müellifin Hz. Peygam­
olan bütün yaratıklarm sure­ ber’e kadar ulaşan dönem içinde
ti. yedi ravinin senedi veya rivayeti
sûretü’l-cevâhir a. (>ljJl bulunan hadisler için kuUanılan
oj>a) tas. “Âlem-i mülk” (bk. terim.
bu madde) için kullanılan te­ sübhân a. (jK...,) [Ar.] “Her kusur­
rim. dan ve noksandan uzaktır.” an­
sûretü’l-heyûlâ a. Qj^l lammda AUah’m adlarmdan bi­
oj>^>)tas. “Âlem-i mülk” (bk. ri.
sübhânallah 610

sübhânallah a. (dliûL^ [Ar.] 1. sücûd a. (j^) [Ar.] İslâmî ibadet­


Allahı ululama ve tebcil. 2. mec. lerin temel rükünlerinden olan
Hayret ve şaşkınlık ifade etmek namazın kılınması sırasmda
için kullanılır: Subhanallah! Bu alın, burun, el ayaları, dizler ve
nasıl iş! parmakları zemine değecek şe­
kilde yere kapanmayı ve alnın
Sübhaneke a. (Jsl^J [Ar.] İslâmî
yere konmasını, bu sırada dua
inacm temel ibadetlerinden biri
okunmasmı ifade eden terim.
olan namazm her rekâtında
“iftitâh tekbiri” (bk. bu mad- südâsiyyât a. bLl^) [Ar.] Hadis
de)nin hemen ardmdan okun­ biliminde, hadis derlemesi ya­
ması gereken dua. Bu duanm pan bir müellifin Hz. Peygam-
tamamı şöyle: Sübhaneke ber’e kadar ulaşan dönem içinde
allahümme ve bi-hamdik ve te'âlâ altı ravinin senedi veya rivayeti
ceddük ve lâ ilâhe gayrük. Bu bulunan hadisler.
dua, aynı zamanda, “cenâze
Sühreverdiyye a. (^>«) [Ar.]
namazı” (bk. bu madde) kılmır-
İslâmî tarikatlerinden 13. yüz­
ken araya “celle senâ'üke” sözü
yılda ortaya çıkan, Ebû Hafs
eklenerek okunur. Bu durumda
Şehâbeddin Ömer es-Sühreverdî
dua şöyle okunur: Sübhaneke
(öl. 632 / 1234) ’ye nispet edilen
allahümme ve bi-hamdik ve te'âlâ
bir tarikatin adı ve bunun için
ceddük ve celle senâ'üke lâ ilâhe
kullanılan terim. Kuruluş yılla­
gayrük.
rını Bağdat yöresinde gerçekleş­
sübhânî a. (^Lu«) [< Ar.subhân + tiren bu tarikat, önce Şam ve
-î] İlâhî, rabbânî. Halep bölgesinde tamndı, sonra
İran’dan Hindistan ve Türkis­
sübûtî sıfatlar a. Allah’ın hangi
tan’a kadar uzandı. Özellikle
nitelik ve özelliklere sahip oldu­
Hindistan’da “Çiştiyye, Kâdiriy-
ğunu ifade eden sıfatlar. Bu sı­
ye, Nakşibendiyye” ile birlikte
fatlardan başhcaları şunlardır:
ve Keşmir bölgesinde en çok faa­
“Hayat” (Allah'ın diri ve canlı
liyet gösteren tarikatler arasın­
olması), “ilim” (Allah'ın bilgi sa­
da yer aldı. Özünde zikir, otura­
hibi olması), “basar” (Allah'ın
rak ve sesli “kelime-i tevhîd”
her şeyi görebilmesi), “irade” (Al­
çekme adabı yaygm bir gelenek
lah’ın dilemesi), “semi” (Allah'ın
olarak yayılmış ve gelişmiştir.
her şeyi işitmesi) “kudret” (Al­
lah’ın her şeye gücünün yetmesi), süknâ a. [Ar.] fik. İslâm hu­
“kelâm” (Allah’ın kolayca ko­ kukunda, bir evden veya oturu­
nuşması), “tekvin” (Allah’ın ya­ lan evin bir bölümünden mes­
ratıcı olması). ken olarak yararlanma hakkı.
611 sünen

süknâ hakkı a. bk. süknâ liğindeki kamış kalemlerle yazı­


lan yazı türü.
sükut a. (oj^) [Ar.] fik. İslâm hu­
kukunda, susma hakkı. § tam. sülüs-i leyi a. (JJ ifi)
sükûtî icmâ a. fik. Herhangi bir tas. Gecenin üç bölüğünden
konuda, bir veya birkaç son bölüğü için kullanılan te­
müctehidin görüşlerini ortaya rim. Genellikle imsak ile gü­
koyduktan sonra bu görüşe o neşin doğuş anı arasmdaki
dönemdeki başka müctehitlerin vakit için kullanılır.
ne karşı çıkmamalarını ne de sümâniyyât a tÇilB) [Ar.] Hadis
desteklemelerini, sadece sus­ biliminde, hadis derlemesi ya­
makla yetinmiş olmalarını ifade pan bir müellifin Hz. Peygam-
eden terim. ber’e kadar ulaşan dönem içinde
sülâsiyyât a. (oti^) [Ar.] Hadis sekiz ravinin senedi veya riva­
biliminde, hadis derlemesi ya­ yeti bulunan hadisler.
pan bir müellifin Hz. Peygam- sümeniyye a (û«) [Ar.] Hindistan
ber’e kadar ulaşan dönem içinde bölgesinde, Budist inancım be­
üç ravinin senedi veya rivayeti nimsemiş kimseler için Müslü­
bulunan hadisler. man tarihçi ve yazarların kul­
sülbî a. Ç^lu,) [Ar.] Bir kimsenin landığı bir terim.
soyunu oluşturan erkek veya kız sünâ'iyyât ç.a. ULûM [Ar.] Hadis
çocukları. Bu terim, babaya özgü biliminde, yalnız iki ravîli
olarak ifade edümektedir. Anne isnadlarla Hz. Peygamber’den
sülbi için ise “sadrî” (bk. bu rivayet edilen hadisler.
madde) veya “sadriyye” (bk. bu
madde) terimleri kullanılmıştır. Sünbüliyye a.,(û^) [Ar.] İslâmî
tarikatlerinden 13. yüzyılda or­
sülbî sıfatlar a. bk. selbî ve tenzîhî taya çıkan ve Halvetiyye-
sıfatlar Cemâliyye tarikatinin Sünbül
sülbiyye a. (û*.) bk. sülbî Sinan (öl. 936 / 1529)’a nispet
edilen bir kolu için kullanılan
sülük a. (djU) [Ar.] tas. Tasavvuf
terim.
ehli arasında, yola yeni giren
sufînin bir mürşit kılavuzluğun­ sünen ç. a Oa^) [Ar. sünnet’in ç.
da yaptığı manevî yolculuk. b.] Hadis biliminde, ahkâm ha­
dislerini bir araya getiren çalış­
sülüs a. (iü) [Ar.] Sözlük anlamı,
malar veya bu çalışmalar neti­
“üçte bir” olan bu terim, İslâm
cesinde ortaya çıkan eserler için
hat sanatmda ağzı 3 mm. geniş­
kullanılan ortak ad ve terim. Bu
sünen-i erba'a 612

kitaplar genellikle “kitâb” adı mel ilkeler ve değerler manzu­


verilen bölümlere ve her bölüm mesi olmuştur. Bir başka basit
de “bâb”lara ayrılmış olarak dü­ ifade ile sünnet, Kur'ân-ı
zenlenmiştir. Kerîm’in. müminlere ilettiği
inanç değerlerini ve ibadet ilke­
§ tam. sünen-i erba'a a.Guuji lerini tamamlayan bir hazine
jİL.) Dört büyük sünen kitabı.
olarak nitelenmiştir. Bundan do­
Bunlar, Ebû Davud, Nesâî,
layı da bu terim, başlı başına bir
İbn Mâce ve Tirmizî’nin sü-
bilim dalı olarak benimsenmiş,
nenleri.
“hadis” terimiyle eş değerde tu­
sünen-i hudâ a. (Iji jiu.) tularak bu konuda pek çok eser
Ezan, ikamet, cemaate devam ortaya konulmuştur (bk. sünen,
gibi dinî anlam içeren sün­ hadîs). Bunlardan en çarpıcı ör­
netler. nek ve örnek alman kitap,
Buharî’nin Sahîh-i Buhârî adlı
sünen-i zevâ'id a. Uljj ^^
eseridir. Ayrıca Buhârî, bu konu
Hz. Peygamber’in günlük yi­
ile ilgili hadisleri ve yorumları
yip içme, oturup kalkma, gi­
kitabının “Kitâbu’l-İ’tisâm bi’l-
yim kuşam gibi sünnetleri.
Kitâbi ve’s-Sünneti” başlıklı bö­
sünnet (I) a. (d^) [Ar.] (ç. b. sü­ lümünde Hz. Peygamber’in söz­
nen) Hz. Muhammed’in ehl-i İs­ lerini bir araya toplamıştır (bk.
lâm için örnek olan veya ders Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C.
alman sözleri, davranışları ve 15, s. 7136-C. 16, s. 7243).
onaylarmın ortak adı, şer’î delil­
lerin İkincisi. Bu terim, Kur'ân-ı § tam. sünnet-i mâdiyye a.
Kerîm’de iki yerde çokluk biçi­ (^jL oL.) Herkesçe bilinen
Hz. Peygamber’in sünnetleri.
miyle olmak üzere on dört yerde
de teklik biçimiyle kullanılmıştır sünnetü’l-fi'liyye a. (û*ill
(bk. M.F. Abdulbâkî, el-Mu'cem, oL-) Hz. Peygamber’in fiille­
“snn” maddesi). Bu ayetler ışı­ ri, davranışları, hayat tarzı
ğında O’nun peygamberlik dö­ ve uygulamaları için kullanı­
nemi boyunca Kur'ân-ı Kerîm’i lan terim.
açıklamaları, yorumlamaları ve
sünnetü’l-kavliyye a. (ûjill
uygulamaları İslâm dininin
ciu.) Hz. Peygamber’in sözle­
ikinci temel kaynağı (birincisi
ri.
Kur'âri) olarak algılanmış ve
kabul edümiş; sonra bütün İs­ sünnetü’n-nebeviyye a.
lâm mezheplerinin üzerinde bir­ (ijjl oLu,) Hz. Peygamber’in
leştikleri ve benimsedikleri te­
613 sünnî

hayatta iken yaşayış tarzı ve sünnetleri bu konuda örnek


uygulamaları. gösterilmiştir.

sünnetü’t-takrîriyye a. sünnetü’l-Hudâ a (ikJl cûuı)


(İjjjEIIoL,) Hz. Peygamberin Hz. Peygamber’in ibadet
hayatta iken huzurunda söy­ amacıyla yaptığı hareketler
lendiği veya huzurunda ol­ ve uygulamalar. Kimi fakih-
mayıp gıyabmda söylenen ler, bayram namazı, ezan,
sözleri duyduğu zaman itiraz kamet, cemaatle namaz kıl­
etmediği konular için kulla­ ma gibi ibadetleri bu tür
nılan terim. sünnet için örnek göstermiş­
lerdir. Kimi fakihler de bun­
sünnet (II) a. (ok-) [Ar.] ftk. İslâm
ları vacip derecesinde veya
inancmda, farz veya vacip dere­
vacibe benzer diye nitelemiş­
cesinde olmaksızm eda edilmesi
lerdir.
ve uygulanması dinen uygun bu­
lunan davranış ve ibadetler için sünnetü’z-zevâ'id a. UljjJI
kullanılan fıkıh usulü terimi. ok,) İbadetlerle ilgisi olma­
yan ya da dinî anlam taşıma­
§ tam. sünnet-i gayr-i yan ve Hz. Peygamber’in
mü'ekkede a. (»^ ^ ok-) günlük hayatta yeme, içme,
Hz. Peygamber’in zaman za­ yatıp kalkma gibi hareketleri
man terk ettiği veya ara sıra fakihlerce bu grupta
yaptığı sünnet için kullanılan deperlendirilmiştir.
terim. Söz gelişi, ikindi ve
yatsııun ilk sünnetleri, pazar­ sünnet (III) CL, (oL-u) [Ar.] İslâm
tesi ve perşembe günü tutu­ inancmda ve geleneğinde, erke­
lan oruç gibi. Bunlara nafile ğin cinsiyet organının ucunda
bulunan fazla derinin bir ope­
veya müstehap da denümiş-
tir. Bunları yapanlar sevap rasyonla almması işlemi için
kazanırken yapmayanlar için kullanılan fıkıh ve tıp terimi.
herhangi bir cezaî yaptırım sünnetullah a. (dil <k) [< Ar. sün­
söz konusu edilmemiştir. net + Allah] “Allah’ın evrenin
yaratılışı ile birlikte ortaya koy­
sünnet-i mü'ekkede a. G^L*
oi«) Hz. Peygamber’in sürek­ duğu kanun ve nizam.” anlamm­
li veya çoğu zaman yaptığı da Kur'ân-ı Kerîm terimi; eşan­
sünnet için kullanılan terim. lamlısı “âdetullah” (.bk. bu
Söz gelişi, Hz. Peygamber’in madde).
nadiren terk ettiği sabah, öğ­ sünnî a. (^k-) [Ar.] İslâm inancm­
le ve akşam namazlarınm da, “ehl-i sünnet” (bk. bu mad-
Sünnîlik 614

de) için kullanılan terim, “Şi'â” den doğan ve sıkça görülen ak­
(bk. bu madde) karşıtı. Hz. Pey­ rabalık durumu.
gamber’in ve dört imamdan bi­
sükût orucu a. Oruç tutup bununla
rinin, yani Ebu Hanife, İmam
birlikte bu konuda herhangi bir
Şafiiî, İmam Malik ve İmam
yorum yapmayarak sükut etme
Hanbel’in mezheplerinden biri­
durumu için kullanılan fıkıh te­
ni benimsemiş ve onların gös­
rimi.
terdiği yolda yürümüş kimse.
sütre a. (451^) [Ar.] fik. İslâm inan-
Sünnîlik a. bk. sünnî
cma göre, bir müminin namaz
Süreyyâ a. (Ç^) [Ar.] tas. Görünür­ kılarken önünden geçilmesini
de yedi olan, ancak tasavvuf ehli engellemek için konulan engel
arasında on iki olarak ifade edi­ anlammda fıkıh terimi.
len, özellikle de Şam üzerinde
süvâ a. Gl>-) [Ar.] Kur’ân-ı
doğduğuna inanılan uğurlu ve
Kerîm’de geçen ve Nuh kavmi-
kutlu yıldız kümesi için kullanı­
nin taptığı olarak gösterilen Ca-
lan ad ve terim.
hiliye dönemi putlanndan biri­
Süryânî öz.a. (^L^) [Ar.] Eski nin adı.
Suriye denilen Şam ülkesi ahali­
süveydâ a. (Aj^) [Ar.] Kalpte
sinden ve bu bölgede oturan ka­
bulunduğuna inanılan küçük si­
vim ve bu kavimden olan kimse.
yah nokta. Bu yer, basiret ve
süt akrabalığı a. îslâm inancına inanç merkezi olarak nitelen­
göre, evlenmeye devamlı engel miştir. Ayrıca bu terim, kalpteki
olan ve aynı çocuğun ilk iki yaş gizli günah anlammda da kulla­
içerisinde süt anneyi emmesin­ nılmıştır; eşanlamlısı “habbe-
tü’l-kalb” (bk. bu madde)
larınm içinde, abdest almak için
şa'bân a. (jLi) [Ar.] Hicri yılın
yapılan ve kullanılan etrafı çok
sekizinci ayı. Müslüman dünya-
musluklu duvarla çevrili, genel­
smda kutsal sayılan “üç aylar”
likle ortası fıskiyeli ve süslemeli
(bk. bu madde) m İkincisidir.
ve de üstü kapalı su çeşmesi.
§ tam. şa'bânü’l-mu'azzam
şâfi s. (jiü) [< Ar.şefâ'at] 1. “Şifa
a. Çk. Jl jLui) Şaban ayı için
ve deva veren, hastalıkları iyileş­
kullanılan terim.
tiren, ruhsal sıkıntıları gideren.”
şa'bân orucu a. Şaban ayanda tutu­ anlammda Allah’m sıfatı. 2. “Şe­
lan, müstehap olarak görülen ve faat eden, kabahatli kimsenin affı
Hz. Peygamber’in sünnetleri için araya girip yalvaran.” anla­
arasında yer alan oruç ibadeti. mmda olan bu söz, başka kelime
Şa'bâniyye öz. a. GuL*^) [Ar.] İs­ ve terkiplerle birleşerek yeni te­
lâmî tarikatlerinden 16. yüzyüda rimler oluşturur.
ortaya çıkan, Halvetiyye
§tam. şâfî-i rûz-ı ceza s. (Ija.
tarikatinin Şabân-ı Velî (öl. 976 /
^j jiLi) (kıyamet gününün şe­
1569) ’ye nispet edilen bir kolu­
faatçisi) Hz. Peygamber.
nun adı ve bunun için kullanı­
lan terim. şâfi-i yevm-i ceza s. (l> ^
şadırvan a.(jljjjLi) [< F. şâdurbân jjLi) (kıyamet gününün şefa­
< şâdurvân] Çoklukla cami avlu- atçisi) Hz. Peygamber.
şafiî 616

Şâfi'î öz.a. (^ü) [< Ar.şâfi’ + -î] şâh-ı Kevneyn a. (j^ »Li)
Dört büyük fıkıh mezhebinden (îki cihan şahı) Hz. Peygam­
biri olup Ebû Abdullah Mu­ ber.
hammed ibn İdrîs eş-Şâfiî (öl.
şâh-ı levlâk a. (^y «Li) (Al­
204 / 820) tarafmdan Hanefî ve
lah'ın “levlak” hitabına eren
Maliki mezhebinden sonra oluş­
şahı) Hz. Peygamber için kul­
turulan ve mezhepler tarihi
lanılan terim.
içinde üçüncü büyük mezhepten
olan kimse. şâh-ı mârân a. (jl^L «Li) (yı-
lanların şahı) İslâmî edebi­
Şâfi'îlik öz.a. bk. Şâfi'î Mezhebi
yatta gövdesi yılan ve başı
Şâfi'î Mezhebi a. Dört büyük mez­ insan olan efsanevî yaratık.
hepten biri olup Hicrî yılın ikin­
şâh-ı merdân a. (jl^ »Li)
ci yüzyılında Medine’de doğan
(Mertlerin, yiğitlerin şahı)
ve îmam Ebû Abdullah Mu­
mec. Hz. Ali
hammed ibn Îdrîs eş-Şâfiî (öl.
204 / 820) tarafindan oluşturu­ şâh-ı necef a. (a^ »ü) (Ne-
lan ve geliştirilen, ismini de ku­ cef şehrinin şahı) mec. Hz. Ali
rucusundan alan mezhep için (mezarı Necefte olduğu için).
kullanılan ad ve bu doktirin için şâh-ı risâlet a. (ollwj &Li)
kullanılan terim. Genellikle Orta (peygamberler şahı) Hz. Pey­
Doğu ve kuzey Afrika ülkelerin­ gamber.
de yaygmlaşan bu mezhep, kay­
nak ve deliller olarak “kitap, şâh-ı velâyet a. ( ^j ’U)
sünnet, kıyas, icmâ” konularını (veliler şahı) Hz. Ali.
esas almaktadır. şâh-ı zü’l-fekâr a. (jlülljj »Li
) Kılıcının adından dolayı Hz.
şâfi'iyye a. (<j*iü) [Ar.şâfi sözünün
Ali.
müennes (dişil) biçimi] Şafiîlik,
İmâm-ı Şâfiî mezhebinden olma; şâhâ ünL (liU) [F.] Ey efendim! Ey
bk. Şâfi'î mezhebi padişahım!

şâh a. (»Li) [FJ (ç. b. şâhân) “Padi­ şahâdet a. (öj(^) [Ar.] bk. kelime-i
şah, hükümdar.” anlamında olan şehâdet ve kelime-i tevhîd
bu söz, başka kelime ve terkip­ şâhid a. (aıLi) (ç. b. şâhidîn,
lerle birleşerek yeni terimler
şâhidûn, şuhûd, eşhâd) [Ar.] 1.
oluşturur.
“Tanık, bilen, muttali olan, hazır
olan.” anlamında Allah’m sıfatı.
§ tam. şâh-ı Kerbelâ a. 6LjS
»U) (Kerbelâ’nın şahı) mec. Bu söz, Kur’ân-ı Kerîm’de teklik
Hz. Hüseyin. ve çokluk biçimleriyle yirmi
617 şâri

ayette yer almaktadır. 2. Hadis şakku’l-kamer a. G>öll ja) bk.


biliminde, ferd veya garîb bir inşikâku’l-kamer
hadisin başka bir isnadla gelen
şarap, -bı a. GJ[Ar.] 1. Helâl ve
rivayeti.
haram olan bütün içilen şeyler
§ tam. şâhid-i asi a. (J^l için kullanılan bu terim, Türk-
AiU) Herhangi bir davada çede nass ile haram olan
mahkemenin huzurunda asıl “hamr” (bk. bu madde) ve diğer
davaya şehadet eden şahit. sarhoş edici içkiler için de söz
konusu olmuştur. 2. tas. Tasav­
şâhid-i fer' a. (^> jiLi) Ken­ vuf ehli arasında “ma'rife-
disine asıl şahit tarafindan tullah” olarak nitelenen terim­
şehadeti uygun bulunan kim­ dir; bunun neticesi “muhabbe-
se. tullah” olarak nitelenmiştir.

şâhid-i zûr a. (^ a^Li) Ya­ § tam. şarâb-ı aşk a. (j^


lancı şahit. ulj-i) tas. Tasavvuf inancında
şâhid ve meşhûd a. tas. Hz. Mu- “Aşk şarabı” anlamındaki bu
hammed ve ümmeti için kullanı­ terim, sevgi ve muhabbet va­
lan terim. “Şâhit”, Hz. Peygam­ sıtası olarak nitelenmiş,
ber, “meşhûd” O’nun ümmeti maddî dünyadan sıyrılarak
olarak nitelenmiştir. manevî dünyaya yönelme ve
İlâhî aşka kavuşma için bir
şak a. (ji) [Ar.] Bir kitapta yanlış vasıta olarak görülmüştür.
veya fazladan yazılmış bir iba­
renin ya da bir bölümün çıka­ şarâb-ı cennet a. (d?. lJ^)
rılması anlamında, daha çok tas. Tasavvuf inancında
Mağripli bilim adamları tarafın­ “Cennet şarabı” anlammdaki
dan kullanılan terim. bu terim, zahiri, yani dış
dünyayı terbiye etme anla­
şakk-ı sadr a. (ja^ j«) [Ar.] İslâmî mmda kullanılmıştır.
inanca göre, Hz. Peygamber’in
göğsünün melekler tarafmdan şarâb-ı tahûr a. (^ ^lji)
açılıp kalbinin bezenmesi için tas. Tasavvuf inancında “Ter­
kullanılan terim. temiz şarap” anlammdaki bu
terim, İlâhî aşka kavuşma
şaki a. Ç^i) [Ar.] İslâmî inanca için kullanılmıştır.
göre, inkârcılığı ve kötü ameller
işlemesinden dolayı ahirette ce­ şâri a. (^jü) [Ar.] fik. Din ve huku­
henneme girecek kâfirler veya kun temel ve ilk kaynağım, hü­
fasıklar. küm koyma yetkisinin asıl sahi-
şârih 618

bini belirtmek için kullanılan fi- taya çıkan ve Eb’ül-Hasan


kıh terimi. Takiyiyüddin-i Ali bin
Abdullahü’ş-Şâzelî (öl. 656 /
şârih a. (^ü) [Ar.] Bir ayeti, bir
1258) ’ye nispet edilen tarikat.
hadisi veya bir kitabı şerh eden
Mısır merkezli olarak doğan,
kimse.
oradan Mağrib bölgesine yayı­
şart a. (Lp) [Ar.] 1. Bir hadis hoca- lan ve sonradan dünyanın pek
sınm bir hadisi yorumlarken çok bölgesinde müritleri bulu­
veya kitabma ahrken uyulması nan bir konuma dönüşen bu ta­
gereken kuralları ifade eden te­ savvuf içerikli tarikatin özünde
rim. 2. fik. Bir ibadetin içinde marifet kavramı önemli bir un­
varlığı, kendi varlığı için gerekli sur olarak dikkati çekmektedir.
olmakla beraber onun yapısm-
şeb-i arûs a. (ju^ ^i) [< F. şeb +
dan bir unsur olmayan iş ve va­
Ar. arûs] (Düğün gecesi) Mevlevî
sıf için kullanılan terim. Söz ge­
tarikatinin lideri olan Mevlânâ
lişi, “Abdest namaz için şarttır,
Celâleddin-i Rûmî (öl. 670 /
ancak namazın varlığı içinde de­
1273)nin İlâhî aşka kavuşmasını
ğildir.” hükmü buna en güzel
ifade eden ve öldüğü gece için
örnek olarak gösterilmektedir.
kullanılan terim. Bu geceyi Mev-
şathiyye a. (<lki) [Ar.] tas. Tasav­ levîler, genellikle Kur'ân-ı
vuf ehli arasmda, sufînin vecd Kerîm, zikir ve dua okuyarak
ve istiğrak hâlinde söylediği tezli geçirirler. Ayrıca bunlar, toplu
ve hikmetli söz demeti veya şür olarak “semâ” (bk. semâ'n
için kullanılan terim. maddesi) yapmayı gelenek hâli­
şavt a. (Lji) [Ar.] İslâmî inanca ne getirmişlerdir.
göre, hac veya umre ibadeti sı­ şecâ'at a. («Lui) [Ar.] İslâmî inanç
rasında “Hacerü’l-esved” (bk. doğrultusunda gazaya çıkmak,
bu madde) den başlayarak Kâ- yapılan savaşlarda kahramanlık
be’nin etrafını bir defa dolaşma göstermek ve üstün meziyetler
ve aynı amaçla Safa ve Merve ortaya koymak.
arasını gidiş gelişlerle “sa'y” (bk.
şecere a. (*>^) [Ar.] Soyağacı veya
bu madde) anlammda katetme.
soykütüğü de denilen akrabalık
şâz a. (jüt) [Ar.] Hadis biliminde, bağlarmın bilinen en eski atala­
güvenilir bir ravînin kendisin­ ra kadar uzanan durumunu ifa­
den daha güvenilir ravîye aykırı de etmek için kullanılan terim.
olarak rivayet ettiği hadis.
§ tam. şecere-i mübâreke a.
Şâzeliyye öz. a. (<JjLi) [Ar.] İslâmî (djL *jşJ.) tas. Tasavvuf ehli
tarikatlerinden 13. yüzyılda or­
619 şeff-i müznibîn

arasında zeytin ağacı için rim, Kur'ân-ı Kerîm’de


kullanılan terim. “Ra’d suresi” (13)nin 13.
ayetinde geçmektedir.
şed a. (^) [Ar.] Fütüvvet ehli ve
tarikat mensuplarının düzenle­ şedîdü’z-za'f a. (duuâlhji)
nen özel bir törenle kişinin fü­ Hadis biliminde, senedinin
tüvvet yoluna kendini adadığını tamamı yalan veya yalan ile
ya da tasavvuf ehlinin “seyr ü itham edilen hadis.
sülük” (bk. bu madde) yoluna
şefâ'at a. (oclü) [Ar.] İslâmî inanç
girdiğini ifade eden kemer veya
çerçevesinde, kıyamet gününde
kuşak kuşanma işinin gerçekleş­
kendilerine “şefi” (bk. bu mad­
tirilmesi töreni. Bu törenlerle
de) denilen peygamberler veya
yapılan iş Türkçede “kuşak bağ­
Allah katında itibarlı kimseler
lamak, şed kuşanmak, bel bağ­
tarafından müminlerin günah-
lamak” gibi deyimler ile de ifa­
larmın bağışlanması için Allah’a
de edilmektedir.
niyazda bulunması durumu.
şedîd s. (jj^) [Ar.] “Şiddetli, kuv­
şefâ'at-nâme a. («uU otlü)) [< Ar.
vetli” anlamındaki bu söz, başka
şefâ'at + F.nâme] tas. ed. Ta­
kelime ve terkiplerle yeni terim­ savvuf! edebiyatta mutasavvıf
ler oluşturur.
şairlerin Hz. Peygamber’in kı­
yamet gününde ümmetinin gü-
§ tam. şedidü’l-azâb a.
(JjJhii) “Azabı şiddetli nahlarma şefaatçi olacağına
ilişkin konulan şiirleştiren eser­
olan.” anlammda Allah’ın sı­
fatı olan bu terim, Kur'ân-ı ler için kullandıkları terim.
Kerîm’de “Bakara suresi” şefi s.ve a. (j^) [Ar.] (ç. b. şüfe'â)
(2)nin 165. ayetinde açıkça 1. “Şefaat eden, şefaatçi.” anla­
ifade edilmektedir. mmda Allah’m sıfatı olan bir te­
şedîdü’l-ikâb a. (üli*lbxi) rim; Kur'ân-ı Kerîm’de “Secde
“Azabı çok şiddetli olan.” an­ suresi” (13) nde geçmektedir.
lamında Allah’m sıfatı olan bk. şefâ'at 2. Yine aynı anlamda
bu terim, Kur'ân-ı Kerîm’de peygamberlerin veya din ulula-
on dört ayette yer almaktadır rmın ahirette mümin kullarm
(bk. M.F.Abdülbâkî, el- günahlarmm bağışlanması için
Mu'cem, “şdd” maddesi). Allah’a niyazda bulunması ve
şefaatçi olması.
şedîdü’l-mibâl a. (JLJLii)
“Azabı, kuvveti, cezalandır­ § tam. şefî'-i müznibîn a.
ması şiddetli olan.” anlamm­ (j^> £jü) Hz. Peygamber.
da Allah’m sıfatı olan bu te­
Şehîd 620

şefi'-i rûz-ı cezâ a. (Ijş. ^ şehir, -hri a. (>i) [< Ar. şehr] (ç. b.
yü) Kıyamet gününde suçlu- eşhür, şühûr) Yılın on ikiye ay­
larm şefaatçisi Hz. Peygam­ rılmış olan zaman diliminden
ber. her biri, otuz günlük zaman bi­
rimi.
Şehîd a. (j^) [Ar.] “Her şeyi gören,
bilen, haberdar olan, her yerde § tam. şehr-i ramazan s.
hazır nazır olan.” anlammdaki (jLiij j^i) Ramazan ayı,
bu söz, “esmâ’ü’l-hüsnâ” (Al­ oruç ayı.
lah’ın güzel isimleri)dan olup
şehît, -di a. (j^) [Ar.] Allah yo­
Kur’ân-ı Kerîm’de on dokuz
lunda kendini feda eden, ölen
yerde Allah’a nispet edilmekte­
anlammda terim. Bunlar da üç
dir (bk. M.F.Abdülbâkî, el-
kategoride değerlendirilmekte­
Mu'cem, “şhd” maddesi). “Şehîd”
dir: “hakiki şehit” (İslâm’ın yü­
adı, Allah’m doksan dokuz ismi­
celmesi yolunda şehit olanlar.),
ni veren İbn Mâce ve Tirmizî ri­
“hükmî şehit” (Hakikî şehidin
vayetlerindeki listede de yer al­
bir vasfını taşıyan şehit olanlar.),
mıştır (Tirmizî, “Da'avât”, 82;
“dünyevî şehit” (Müslümanların
İbn Mâce, “Du’â”, 10). Ayrıca bu
yanında savaşırken ölen müna­
isim, birçok hadis mecmuasmda fıklar.). Bu konuda Hz. Peygam­
yer almakta ve kutsî hadis nite­ ber’in pek çok hadisi kaynaklar­
liğinde Allah’a izafe edilmekte­ da zikredilmektedir. Bunlardan
dir. en çarpıcı olanlarmdan biri şu­
şehîd s. (j^) [Ar.] “Gören, bilen, dur: “Allah yolunda şehid olmak,
şahit olan, haber veren.” anla­ kul borcundan başka, her günaha
mmda insanın sıfatı olarak kul­ keffârettir.” (Riyâzü’s-Sâlihîn, C.
lanılan bu terim, Kur’ân-ı II, s. 548). Ömer ibn Hattâb, “Yâ
Kerîm’de şu anlamlarda yer Allah Rasulünün beldesinde beni
almaktadır: 1. Bir olaya tanıklık şehît olmakla rızıklandır” diye­
eden kimseler (“Bakara suresi, rek Allah yolunda şehit olmanın
2 / 282”; “Nisâ suresi, 4 /35”; güzel bir örneğini sergilemiştir
(Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C.
“Mâ'ide suresi, 5 /8”; “Nûr su­
6, s. 2637).
resi, 24 / 4”); 2. Gerçekleri gören,
gafil olmayan kimseler (“Kâf şek, -kki a. (A^) [Ar.] Bir konuda,
suresi, 50 / 37”); 3. amelleri iti­ birbirine zıt iki durumun eşit
bariyle doğru, âdil, iyi ahlâkh derecede bulunup birinin öteki­
kimseler (“Bakara suresi, 2 / ne üstün tutulmaması anlamm­
143”). da kelâm terimi.
621 şer

Şekûr a. G£a) [Ar.] “Sadık kulları­ rinci, iniş sırasına göre yirmi al­
na şefaat eden, her ibadeti ödül­ tıncı suresi olup “Kadir suresi”
lendiren.” anlamındaki bu söz, (97)nden sonra ve “Bürûc sure­
“esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah'ın güzel si” (85)nden önce Mekke döne­
isimlerOdan olup Kur'ân-ı minde nazil olmuştur ve beş
Kerîm’de dört yerde Allah’a âyetten meydana gelmektedir.
nispet edilmektedir (bk. M.F. Adını ilk ayette geçmekte olan
Abdülbâkî, el-Mu'cem, “şkr” “ve’ş-şems” (güneş) ibaresinden
maddesi). “Şekûr” adı, Allah’ın almakta, bazen de “ve’ş-şemsi”
doksan dokuz ismini veren İbn veya “ve’ş-şemsi ve’d-duhâhâ”
Mâce ve Tirmizî rivayetlerindeki suresi olarak da anılmaktadır.
listede de yer almıştır (Tirmizî, Bu surenin özünde varlıkların
“Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”, üzerinde yaşadığı yer kürenin
10). Ayrıca bu isim, birçok hadis güneş sistemi içindeki durumu
mecmuasmda yer almakta ve ve işleyişi ile yüce Allah’ın bu
kutsî hadis niteliğinde Allah’a konudaki yaratıcı gücü işlen­
izafe edilmektedir. mektedir. Hz. Peygamber’in
“Şems suresf’nin tefsiri için bk.
şemâ'il ç.a. (JiU) [Ar.şimâl’in ç.
Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C.
b.] “Huylar, alışkanlıklar, tabiat­
11, s. 5012-5014.
lar.” anlamındaki bu terim, Hz.
Peygamber’in fizikî ve ahlâkî Şemsiyye öz.a. (<^1 [Ar. şemsî
güzellikleri ve özellikleri için sözünün müennes (dişil) biçimi.]
kullanılmıştır. Ömer el-Halvetî (01.800 / 1398)
’ye nipet edilen bir büyük
§ tam. şemâ'il-i şerîfe a. tarikatin kolu.
(«^A JiLi) Peygamber’in
şekil ve sureti ile ahlâk ve şe'n-i küllî-i câmi a. (^L Ji jti)
sünnetini anlatan kitaplar tas. Hakikat-i Muhammediye’nin
için kullanılan ortak ad ve te­ ash için kullanılan terim.
rim. şer (I) a. (Sa) [Ar.] Allah’ın emri ve
şemâ'il-nâme a. (^LELi) [< insanın selim fıtratıyla bağdaş­
Ar.şemâ'il + F. nâme] Bir büyük mayan kötü ve zararlı şey anla­
veya ulu kimsenin dış görünü­ mmda kelâm terimi.
şünü ve özelliklerini anlatan şer (II) a. ^) [< Ar.şer'] Allah’m
eserlere verilen ortak ad. emri doğrultusunda dinî inanç­
Şems suresi a. (^^«A) [< Ar. lara göre belirlenmiş kurallar,
“Sûretü’ş- Şems” (,_,■>«Ali Sj^)] İlâhî kanun.
Kur'ân-ı Kerîm’in doksan bi­
şerefe 622

§ tam. şer'-i şerif a. (Aj^a şer'u men kablenâ a. (LU j« ^^A)


£>a) Kutsal kabul edilen İlâhî [Ar.] Hz. Muhammed’den önce
kanun. gönderilen peygamberlerin ge­
tirdiği dinî hükümler anlammda
şerefe a. (u^i) [Ar.] Minarelerde kullanılan terim. Söz gelişi, Hz.
bulunan ve müezzinin ezan İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa gibi
okumak üzere çıktığı balkon bi­ peygamberler vasıtası ile
çiminde yapılmış mimarî yer. Kur'ân-ı Kerîm'de bildirilen
şerh a. (^) [Ar.] İslâmî edebiyat­ hükümler.
ta, bir eserin daha geniş bir ba­ şevâhidü’n-nübüvve a. (»AilwlA)
kış açısıyla irdelenmesi ve açık­ [Ar.] bk. a'lâmü’n-nübüvve,
lanması amacıyla kaleme alm- delâ'ilü’n-nübüvve
mış eserler için kullanılan ortak
ad ve terim. şevvâl a. (JIÂ) [Ar.] Hicri yıhn
onuncu ayı.
şer'î a. (^jA) [Ar.] fik. İslâm dini­
nin esaslarına ve dünya nizamı­ şevvâl orucu a. Şevvâl aymda tutu­
na uygun; hukuka uygun, huku­ lan, müstehap olarak görülen ve
kî. Hz. Peygamber’in sünnetleri
arasmda yer alan oruç ibadeti.
şerî'at a. (&uA) Lir.] 1. İslâm
inancına göre, kaynağmı şeyh (I) a. (jA) [< Ar. şeyhûhet] (ç.
Kur'ân-ı Kerîm ve sünnetten b. eşyâh, meşâyih, şüyûh) “Ya­
alan dinî, ahlâkî ve hukukî hü­ şını başını almış kimse, ihtiyar.”
kümler silsilesi. 2. tas. Tasavvuf anlamında olan bu söz, tarikat
inancmda Hz. Peygamber’in sö­ kurucusu, bir tekke veya zavi­
zü. yede en üst makamda bulunan
kimse.
şerîf a. (Aj^A) ^r-l (?• b. eşrâf,
şürefâ) İslâm inancına göre, Hz. § tam. şeyh-i fânî a. (^U ^A)
Peygamber’in kızı Hz. Patıma ile fık. Savaşta, ölüm kalım mü­
Hz. Ali’nin soyundan gelenler cadelesinde “mededl” demeye
için kullanılan terim. Bazı kay­ gücü yetmeyecek ve bundan
naklar, bunu hem Hz. Haşan dolayı da katli caiz olmaya­
hem de Hz. Hüseyin için ortak cak kadar yaşlı olan kimse.
terim olarak kullanırken bazıla­
şeyh-i imâret a. (ojLl jA)
rı da özellikle Hz. Haşan soyun­
İmareti idare eden, yoksul ve
dan gelen kimseler için kullan­
kimsesizleri kollayıp gözeten
mıştır. bk. seyyid
kimse.
623 şeytân

şeyh-i necdi a. ^ j^) hadis rivayet eden veya kendi­


mec. Şeytan. sinden hadis alman uzman kim­
se. 2. Hadis rivayetinde ravinin
şeyh-i kebir a. (j^ ^i) tas.
zayıflığını ifade eden terim.
Mevlevîlik tarikatinde
Sadreddin Konevî için kulla­ şeyhân a. (jK4 [Ar.] fik. Hanefî
nılan terim. fıkıhçılarına göre İmâm-ı Ebu
Hanîfe ile imâm-ı Ebu Yusuf.
şeyhü’l-cebel a. (J^JI j^)
Haşhaşîler olarak nitelenen şeyhayn a. (jAıi) [Ar.şeyh sözü­
İsmâîlî tarikatinin lideri. nün tesniye (dişil) biçimi.] İki
şeyh (Siyerle ilgili kitaplara göre
şeyhü’l-ekber a. (^1\ j^)
Hz. Ebu Bekr ile Hz. Ömer; İslâm
tas. Muhuddin-i Arabî için
hukukuna göre ise Hz. İmâm-ı
kullanılan terim.
Yusuf).
şeyhü’l-hacc a. ^Jl j^) bk.
şeytân a. (jlki) [Ar.] (ç. b.
delil
şeyâtîn) “Hayırdan uzaklaşmış,
şeyhü’l-harem a. Ç-^l j^) Allah’ın rahmetinden mahrum
Mescid-i Harâm, Mescid-i olmuş, yanıp helâk olmuş yara­
Nebevî’de ders veren bilim tık.” anlammda terim. Kur'ân-ı
adamlarma, buralarda görev Kerîm’de yetmiş ayette teklik
yapan hizmetlilere, ayrıca biçimiyle, on sekiz yerde de çok­
Mekke ve Medine’de görev luk biçiminde yer alan bu söz,
alan üst düzey yöneticilere Âdem’in yaratılışmdan sonra
verilen unvan ve terim. meleklerin ona secde etmesi ve
şeyhü’l-islâm a. ÇöL-VI j^) bu emre itaat etmeyen yaratık
İslâm dünyasmda din işleri­ olarak (Bakara suresi, 2 / 34;
ne bakmakla görevli ve en A'râf suresi, 7 /11-22; Sad su­
üst düzeyde yetkili kimse, resi, 38 / 71-72) “iblis” adıyla,
şeyhülislâm. insanları çeşitli hile ve oyun ile
aldatan anlamıyla “şeytan”
şeyh (II) a. (j^) [< Ar. şeyhûhet] (Fâtır suresi, 35 / 5; Kasas su­
tas. Tasavvuf ehli arasında, mü­ resi, 28 /15; Nâs suresi, 114 /1-
ritlere rehberlik yapan ve onları 4; Lokmân suresi, 31 / 33 gibi)
irşat eden olgun ve tasavvuf biçiminde kullanılmıştır. Bun­
inancmda “insan-ı kâmil” (bk. lardan en çarpıcı örnek Allah ile
bu madde) mertebesine ulaşmış İblis arasmda söz konusu olan
sufî. mealen şu diyalogtur: “Hani
şeyh (III) a. (pi) [< Ar. şeyhûhet] Rabbin meleklere şöyle demişti:
(ç. b. şüyûh) 1. Hadis biliminde, Ben çamurdan bir insan yarata-
şeytâniyye 624

cağım. Onu yapıp ruhumdan ona ve düşüncesi etrafında birleşen


üflediğim zaman ona secdeye ka­ gruplar için kullanılan ad ve te­
panın. İblisten başka bütün me­ rim. Bu düşünce zaman içinde
lekler topluca secde etmişlerdi O mezhep niteliği kazanarak ve
bifyüklük taslamış ve nankörler­ kendi içinde “İmâmiyye-isnâ-
den olmuştu. Allah: Ey İblis, be­ aşeriyye, İsmâiliyye, Gâliyye”
nim kendi ellerimle yarattığıma (bk. bu maddeler) gibi birtakım
secde etmekten seni alıkoyan ne­ firkalar oluşturmuş ve varhğmı
dir? dedi İblis: Ben ondan daha tarih boyunca sürdürerek gü­
üstünüm. Beni ateşten yarattın, nümüze kadar sürdüregelmiştir.
onu ise çamurdan yarattın dedi
şi'âr a. G^) [Ar.] İslâm inancma
Allah: Çık oradan, sen artık ko­
göre, Allah’a kulluk etme yolun­
vulmuş birisin. Ceza gününe ka­
da kutsal kabul edilerek saygı
dar lânetim senin üzerinedir, bu­
gösterilmesi, benimsenmesi ve
yurdu. İblis: Rabbim, dirilecekleri
kollanıp gözetilmesi düşüncesi
güne kadar beni beklet, dedi Al­
üe ortaya çıkmış belli ibadet,
lah: Sen bilinen güne kadar bek­
işaret ve semboller.
letileceklerdensin, dedi İblis: Se­
nin kudretine and olsun ki onlar­ şifâ a. Glü) [Ar.] İslâm inancma
dan Sana içten bağlı olanlar bir göre dinî, ahlâkî, bedenî ve sos­
yana onların hepsini azdıraca­ yal hastalıkların tedavisi veya
ğım, dedi. Allah: İşte bu doğru; ilâcı anlammda kullanılan te­
ben de gerçeği söylüyorum, seni rim. Bu söz, Kur'ân-ı Kerîm’de
ve sana uyanları cehenneme dol­ altı ayette yer almaktadır. Bun­
duracağım, dedi.” (Sad suresi, lardan dördü (“Tevbe suresi, 9 /
38/71-85). 14; Yunus suresi, 10 / 57; İsrâ
suresi, 17 / 82; Fussilet suresi,
şeytâniyye a. (<İM [Ar.] Şiî
41 / 44”) dinî ve ahlâkî değerle­
dünyasında Ebû Ca'fer Mu-
rin ifadesi olarak karşımıza
hammed b. Ali b. Nu'mân el-
çıkmaktadır; ikisi ise bedenî
Ahvel (öl. 160 / 777) e nispet edi­
hastalıklarm tedavisini anlat­
len Nu'mâniyye fırkasının bir
maktadır (“Nahl suresi, 16/69;
kolu.
“Şu'arâ suresi, 26 / 80). Bunla-
şeytân taşlama a. bk. cemre rm yanında bazı müfessirler
Kur’ân-ı Kerîm’in bütünüyle
Şî'a a. (<^) [Ar.] Hz. Peygamber’in
bizzat kendisinin “şifâ” olduğu­
ölümünden sonra devlet yöne­
nu savunmuşlardır.
timinin, imametin ve halifeliğin
Hz. Ali ve onun soyundan gelen Şi'î öz. a. (^) [Ar.] bk. Şî'a
belli kimselere verilmesi ilkesi
Şi'îlik öz. a. bk. Şî'a
625 şirk-i takrîb

şikâk a. (jlü) [Ar.] “Hak yolundan § tam. şirk-i asgar a. (>.1


sapmak, tefrikaya düşmek, düş­ A^) Riya sözü ya da hareket­
manlık etmek.” anlamlarında leri ile şirke yönelme.
Kur'ân-ı Kerîm’de on dört
şirk-i a'zam a. (^1 dji) bk.
ayette geçen bir terim.
şirk-i ekber
şikeste a. (<LXi) [F.] İslâm hat
şirk-i esbâb a. ÇUJ d>i)
sanatmda, “aklâm-ı sitte” (bk.
Eşyanm ve tabiatın gerçek
bu madde) dışında kalan ve çok
yaratıcı güç olduğunu ifade
sık kullanılan “nesta'lîk” (bk. bu
etmek ve savunmak, bunu
madde) adlı yazı türünün kural­
inanç hâline getirmek; Allah’ı
ları bir kenara bırakılarak hızlı
yaratıcı güç olarak kabul et­
yazmayı amaçlayan biçimi için
memek.
kullanılan terim.
şirk-i ekber a. (/I d^i) Söz­
şîr a. (j4i) [E] “Arslan.” anlamın­
leri ve davranışları ile küfre
daki bu söz, başka kelime ve
delâlet eden şeylere yönelme
terkiplerle birleşerek yeni terim­
anlamında olup bu durum­
ler oluşturur.
dan kurtulmak için “tecdîd-i
§ tam. şîr-i Hakk a. (j^Jû imân” ve “tecdîd-i nikâh”ın
(Allah’ın arslani) Hz. Ali için gerekli olduğunu ifade eden
kullanılan terim. terim.

şîr-i Hudâ a. (faA.^) bk. şîr-i şirk-i istiklâl a. (JMLu>I d^)


Hakk Birden fazla ilâhın varlığını
kabul etme anlammda kulla­
şîr-i Yezdân a. (jla^ j^) bk. nılan terim. Mecûsî ve müş­
şîr-i Hakk riklerin şirkleri ile “seneviy-
şirk a. (d^) [Ar.] İslâm inancma ye” (dualist) lerin şirkleri
göre, evreni yaratan, idare eden buna örnek gösterilmektedir.
yüce Allah’a, O’nun sıfat ve fiil­ şirk-i taklîd a. (jdü dp)
lerinde eşi ve benzeri veya orta­ Başka birinin peşinden gide­
ğı bulunduğunu kabul etme ve rek Allah’ı tanımama ve put­
savunma anlamında kullanılan lara ibadet etme.
terim. İslâma göre, şirk koşmak
en büyük günahtır (bk. “Nisâ şirk-i takrîb a. (^y^ dyt)
suresi” (4), 48 ve 116. ayetler) ve Allah’ı tanımakla birlikte put­
bu günahı işleyenlere de “müş­ lara ve başka ilahlara da
rik” (bk. bu madde) denilir. inanma.
şirk-i teb'îz 626

şirk-i teb'îz a (^ J^) şuf a a. (<*!£) [Ar.] Sözlük anlamı,


Allah’ın birliğine inanmakla “Bir şeyi bir başka şeye zam ve­
birlikte, O’nun birden fazla ya ekleme.” olan bu söz, şeriat
ilâh olduğuna inanma. örfünde satılan bir mülk üze­
Hristiyanlığm “teslis” inancı rinde ortaklık veya komşuluk
buna örnek gösterilmektedir. sebebiyle, satılan bu mala müş­
teri üzerinde oluşan şartlar çer­
şitâ'î a. (^Li) [Ar.] Kur'ân-ı
çevesinde cebren malik olma
Kerîm’in kış aylarında inen ayet hakkını haiz olmaktır. Bir başka
ve sureleri. deyişle, bu terim, satılan bir mal
şöhret a. (o>i) [f.] Hadis bilimin­ müşteriye kaça verildiyse o fi­
de, çok bilinen veya mehur ol­ yatla mah edinme hakkı olarak
muş hadis. tanımlanmıştır. Taşınmaz mal­
lar üzerinde şufa hakkı, o mal
Şu'arâ suresi a. (^u*j^ l^i) [< taksim olununcaya kadar devam
Ar. “Sûretü’ş- Şu'arâ” (lj*«ll Sj eder. Söz gelişi, bir tarla veya
^)] Kur’ân-ı Kerîm’in yirmi al- bahçe taksim edilip de sınırlar
tmcı, iniş sırasına göre kırk ye­ ayrılarak yollar tayin edildiği
dinci suresi olup “Vâkı'a sure­ zaman şufa sona ermiş olur. Hz.
si” (56)nden sonra ve “Nemi su­ Peygamber bu konuda sahabeye
resi” (27)nden önce Mekke dö­ zaman zaman gerekli açıklama­
neminde nazil olmuştur ve 227 larda bulunmuştur. Buhârî,
âyetten meydana gelmektedir. “şufa” konusunu kitabınm
Adını 224. ayetteki “ve’ş-şu'arâ” “Kitâbu’ş-Şufa” başlıklı bölü­
(şairler) sözünden almaktadır. münde Hz. Peygamber’in hadis­
Aynı zamanda “Câmi'a suresi” lerine dayanarak incelemiştir
olarak da adlandırılan bu sure, (Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C.
“Tavâsîn” (bk. bu madde) olarak 3, s. 2082-2085).
adlandırılan surelerin içinde de
şufa hakkı a. bk. şufa
yer almaktadır. Özünde Kur’ân-
ı Kerîm’in İlâhî bir kitap olduğu, şûra a. (^j^) [Ar.] Bir konu üze­
peygamberlerin de Hak dinini rinde ortaklaşa görüş bildirilen
tebliğ eden birer elçi oldukları iş veya bu görüşü temsil eden ya
ve bunların en üstününün Hz. da irdeleyen2 meclis.
Muhammed olduğu anlatılmak­
§ tam. şûrâ-yı saltanat a.
tadır. Hz. Peygamber’in “Şu'arâ
(cûİJUm ^j^i) İslâm devletle­
suresi”nin tefsiri için bk. Sahîh-i
rinde savaş ilânı, banş ya­
Buhârî ve Tercemesi, C. 10, s.
pılması, olağanüstü hâl du­
4629-4635. rumu gibi konuları görüşmek
627 şükür secdesi

ve karara bağlamak üzere mülkiyeti müşteriye mal olduğu


devlet, din ve bilim adamla­ bedelle zorla alıp mülkiyetini
rından oluşturulan ve devlet üzerine geçirme.
başkanmm huzurunda ger­
şuf a hakkı a. fik. bk. şuf a
çekleştirilen toplantı, saltanat
meclisi. şuyûh kitapları ç. a. Yalnız bir
hocanın rivayet ettiği hadisleri
Şûra suresi ol (^t,^^^ [<
içeren kitaplar.
Ar. “Şûretü’ş- Şûra” (^j^UI sj^)]
Kur’ân-ı Kerîm’in. kırk ikinci, şühedâ a. GM) lAr.] Allah yolun­
iniş sırasma göre altmış ikinci da ölen veya öldürülen kimseler
suresi olup “Zuhruf suresi” için Kur'ân-ı Kerîm’de (“Âl-i
(43)nden önce ve “Fussılet su­ imrân suresi, 3 t 140”; “Nisâ
resi” (41)nden sonra Mekke dö­ suresi, 4 / 69”; “Zümer suresi,
neminde nazil olmuştur, elli üç 39 / 69”) kullanılan terim.
âyetten meydana gelmektedir. şühûr-ı selâse a. (^ j^) [Ar.] bk.
Adını otuz sekizinci ayette geç­ üç aylar
mekte olan “şûrâ” (dayanışma)
sözünden almaktadır. Aynı za­ şükür, -krü a. (p.) [Ar.] Allah’tan
manda surenin “hâ mim ayn sin veya insanlardan gelen yardım,
kâf ” harfleriyle başlamasından lütuf, iyilik ve nimetten dolayı
dolayı, “hâ mim ayn sîn kâf’ minnettarlığını ifade etmek üze­
veya sadece “ayn sîn kâf’ ola­ re söz, davranış veya ibadetle
rak da anılmaktadır. Özünde Al­ bunlara karşılık verme. Bu söz,
lah’m varlığı ve birliğiyle ahret Kur'ân-ı Kerîm’de yetmiş beş
hayatı anlatılmakta, vahyin in­ ayette yer almaktadır (bk. M.F.
san için taşıdığı hayatî önem Abdülbâkî, el-Mu'cem, “şkr”
vurgulanmaktadır. Hz. Peygam­ maddesi).
ber’in “Şûrâ suresi”nin tefsiri
§ tam. şükür-i vuzû a. (&^j
için bk. Sahîh-i Buhârî ve
jü) Her abdestten ve gusül-
Tercemesi, C. 10, s. 4731-4734.
den sonra “abdeste şükür.”
şu'ûbiyye a. («ûi^) lAr.] Arap ol­ niyetiyle kılanan iki rekâthk
mayan uluslann Araplardan üs­ namaz.
tün olduğu tezini savunan siya­
şürb a. (u>i) [Ar.] tas. Tasavvuf
sî, fikrî ve edebî hareket.
yolunda, bir salikin İlâhî aşkı
şuf a a. (<uixi) [Ar.] fik. İslâm huku­ yoğun olarak yaşayabilmesi du­
kunda, belli bir sözleşme karşı­ rumu.
lığı satm alınan bir taşmmaz ve­
şükür secdesi a. İslâm inancma
ya taşmmaz hükmündeki özel
göre, beklenmedik bir nimete
şüzûz 628

kavuşma veya bir kazayı defet­ rudan secdeye varılır, orada üç


me, atlatma neticesinde yapılan defa “sübhane Rabbiye’l-a’lâ”
“secde” (bk. bu madde). Bu sec­ duası okunur ve “allahu ekber”
deyi yamak için önce abdest alı­ denilerek ayağa kalkılır.
nır, namaz kılınır gibi kıbleye
şüzûz a. (jjü) [Ar.] bk. şâz
dönülerek tekbir almır ve doğ­
ta'abbüdiyyât a. (öÇjLû) [Ar.] fık. ta'ayyün a. (jk) [Ar.] tas. Varhğm
İslâm inancma göre, “ta'lîle” Hakk’m zatından yaratıldığı ve
(bk. bu madde) sapmayan doğ­ tecelli yoluyla ortaya çıkması
rudan doğruya Allah’a bağlılık inancmı ifade eden tasavvuf te­
anlayışıyla ortaya çıkan hüküm­ rimi.
ler.
tab' a. (jl) [Ar.] İnsanın ahlâkî ve
ta'addî a. (^^ [Ar.] Kur’ân-ı psikolojik özelliklerinin bütü­
Kerîm’de geçen ve Allah’ın kul­ nünü kapsayan, tabiat veya huy.
lan için çizdiği smırları aşma
anlamında terim. § tam. tab'-ı kalb a. (Ua çl)
Bireyin dinî gerçekleri kav­
ta'addüd-i zevcât a. (oL-jj jjjû) rayıp benimsemesini sağla­
[Ar.] bk. çok evlilik yan ruhsal yeteneğin körel-
ta'alluk a. (jLû) [Ar.] Allah’ın fiilî tilmesi anlammda kelâm te­
sıfatlarınm zatının dışmda tecel­ rimi.
li etmesi anlamında kelâm teri­ tabâ'i'iyyûn a. (j^üLL) [Ar.] Mad­
mi. deden oluşan ve duyularla algı­
ta'assup, -bu a. (çlaü) [Ar.] Kendi lanabilen tabiat ezelîdir, onun
soyuna ve inancma körü körüne üstünde yaratıcı ve etkileyici
bağlamak anlamında bir ahlâk herhangi bir güç yoktur, anla­
terimi. mmda terim.

tâ'at a. (oclL) [Ar.] Allah’a ibadet tabaka a. (<a) [Ar.] (ç. b. tabakât)
etme, bağlanma. Hadis biliminde, sahabeden baş-
tabakât 630

layarak daha sonraki dönemlere şüp onlardan hadisler dinleye­


ulaşmcaya kadar hadis bilimi ile rek nakleden kimseler. Bunlar,
uğraşan kimselerin oluşturduk­ ikinci nesil “ravîler” (bk. bu
ları gruplar. madde) olarak nitelenmişler ve­
ya İslâm inancmın yayılmasında
tabakât ç.a. (ûüû) [Ar. tabaka’nın
ç. b.] 1. bk. tabaka 2. tas. Tasav­ büyük emekleri geçmiş kimse­
vuf literatüründe sufî inancını lerdir.
inceleyen ve başlangıcından tabî'iyyât ol. Ulkl) [Ar.] Dersleri­
kendi dönemlerine kadar olan ni Aristo yöntemi ile gezinerek
zaman dilimi içinde ünlü muta­ veren felsefe ekolünün tabiat bi­
savvıfları ve eserlerini tasnif limleri alanına giren konulan ve
ederek yorumlayan eserlerin or­ bu konuda kaleme alman eser­
tak adı. leri.
tabî'at a. (aul) [Ar.] 1. Yaratılış, ta'bîr ol G^) [Ar.] Rüya yorumu
seciye, bir varhğm aslî yapısı ve yapmak, görülen rüyanın dış gö­
maddî dünya anlamında bir te­ rünüşünden iç dünyasına eğil­
rim. 2. “Gökler ve yer.” anlamın­
mek anlammda kelâm terimi.
da bütün evreni ifade eden
Kur’ân terimi. ta'bîmâme a. («uü^ü) [< Ar.
ta'bîr + F. nâme] İslâm edebiya­
tabî'atçılar a. Tabiat bilimlerine
tında rüya tabirlerine dayah
dayah bir metafizik kurma eği­
eserlerin genel adı ve bu ad için
limi ve gayreti içinde olan İslâm
kullanılan terim.
feylezoflannm oluşturduğu
ekol. tablhâne a. (üLU>) [< Ar. tabi + F.
tâbi'î a. (^t) [Ar.] (ç. b. tâbi'în ve hâne] İslâm devletlerinde askerî
tâbi'ûn) Hz. Peygamber ile gö­ ve resmî musikî takımı ve teşki­
rüşmeleri nasip olmayan, ancak lâtı.
büyük sahabeden herhangi biri­ Tâciyye a. (^Ö [Ar.] İslâmî
siyle karşılaşıp görüşen ve Müs­ tarikatlerinden 17. yüzyılda or­
lüman olarak ölen kimseler. Bu taya çıkan, Nakşibendiyye-
kimselerin, gerek hadis rivayet­ Ahrâriyye tarikatinin Tâceddin
lerinde, gerekse sonraki nesille­ b. Zekeriyyâ (öl. 1050 / 1640) ’ya
re İslâm’m iyi öğretilmesi ve ak- nispet edilen bir kolunun adı ve
tarılmasmda büyük emekleri ve bunun için kullanılan terim.
rolleri olmuştur.
ta'dîl a. (Jjjü) [Ar.] 1. “Değişim,
tâbi'în a. (j^t) [Ar.] bk. tâbi'î
dönüşüm.” anlamında bu söz,
tâbi'ûn a. (j^t) [Ar.] Müslüman başka kelime ve terkiplerle yeni
olarak büyük sahabelerle görü­ terimler oluşturur. 2. ftk. Şahi-
631 tâgüt

din güvenilir olduğunun bildi­ madde) na, öldükten sonra çü­


rilmesi anlammda hukuk terimi. rümeye, cennet ve cehennemin,
sevap ve azabın hak olduğuna
§ tam. ta'dîl-i erkân a (3^1 inanma; üçüncüsü ise Hz. Pey­
Jj-uü) fik. İslâmî ibadetin te­ gamber’in Allah’tan vahiy yoluy­
mel unsurlarından olan na­ la getirdiği bütün ayetlere ve
mazm rükünlerini hakkıyla haberlere inanma.
yerine getirme anlammda fı­
kıh terimi. Bunlar, ayakta Tağlibiyye a (^lü) [Ar.] İslâmî
iken dosdoğru durmak, rü- tarikatlerinden 12. yüzyüda or­
kûda dümdüz olmak ve kal- taya çıkan, Sadeddin el-Cebâvî
kmca iyice doğrulmak, sec­ (öl. 575 / 1180) ye nispet edüen
dede uzuvlar sakinleşinceye Sa'diyye tarikatinin Ebû Tağlib
kadar beklemek, her iki sec­ Muhammed eş-Şeybânî (öl.
deden sonra tam olarak 17.yy?) ye nispet edüen kolu için
tahiyyatıya oturmaktır. kuüanüan ad.

ta'dîl ve tecvîr a Allah’ın mutlak tağrîr a. (;□>□) [Ar.] fik. Sözlük an­
adalet sahibi oluşunun insanla­ lamı, “Bir kimseyi aldatmak, ya-
ra yönelik eylemlerinde bir sı­ nütmak.” olan bu terim, alım sa­
nırlama getirip getirmediği tar­ tım ve icare gibi ivazlı sözleşme­
tışmalarım ifade eden kelâm te­ lerde taraflardan birinin veya
rimi. bu konu üe ügüi üçüncü bir ki­
şinin söz ve hareketleriyle karşı
tafdîl a. (Jı^) [Ar.] Sözlük anlamı, tarafi aldatması anlamında kul-
“Bir kimseyi veya bir şeyi diğerle­ lanüan fıkıh terimi.
rinden üstün tutmak.” olan bu
terim, insan-melek, peygamber­ tâgüt a. (cjilL) [Ar.] Sözlük anlamı,
ler, sahabe ve öteki insanlar “Sınırı aşmak, çok azgınlık gös­
arasında üstünlük açısından termek, çoğalmak, su taşmak.”
tercih yapmayı ifade eder. olan bu söz, Kur'ân-ı Kerîm’de
geçen ve Aüah’m kulları için
tafsîlî iman a İslâmiyetin temel çizdiği sınırlardan saptıran, ba-
inançlarmm her birine ayrı ayrı, züarmca yaratümışlık üstü ko­
açık ve net, ayrmtılı bir biçimde numunda tutulan varlık anla­
inanma ve bunları uygulama. mında terim. “Bakara suresi”
Bu imanm üç mertebesi vardır: (2 / 257) nde mealen “... İnkâr
Birincisi Allah’ın birliğine, Hz. edenlere gelince, onların dostları
Muhammed’in peygamberliğine tâgûttur. Onları aydınlıktan alıp
ve âhiret gününe imandır; İkin­ karanlığa götürür. İşte bunlar
cisi, “îmânın şartı” (bk. bu cehennemliklerdir.” tarzmda ifa-
tâhâ 632

de edilen bu söz, “tuğyan” ola­ aşamada gerçekleşir: Birincisi,


rak da nitelenmiş; Firavun’un Kurban bayrammın birinci gü­
tavrı, Nuh kavminin inkârı, Lût nü tıraş olduktan sonra, cinsel
kavminin taşkınlığı, Semûd ilişki dışındaki bütün yasaklarm
kavminin nankörlüğü buna ör­ kalkması ile olur; İkincisi ziyaret
nek olarak gösterilmiştir. tavafindan sonra cinsel ilişki ya-
sağmın da kalkması ile gerçekle­
tâ hâ a. (d.) [Ar.] Kur'ân-ı
şir.
Kerîm’in “Tâ hâ suresi” (20)nin
başmda bulunan ve kendi adla­ tahammül a. (Jk) [Ar.] Hadis bi­
rıyla okunan harfler; bk. hurûf-ı liminde, hadislerin sağlam bir
mukatta'a ravîden veya iyi bir hocadan öğ­
renilmesi, başkalarına öğretil­
Tâ-hâ suresi a. (^j^ «d») [<Ar.
mesi ve sonra da rivayet edilme­
“Sûretü Tâ-hâ” (d sj^)] Kur'ân-
si konularını işleyen bilim dalı.
ı Kerîm’in yirminci, iniş sırasma
göre kırk beşinci suresi olup tahâret a. (ojlp=) [Ar.] fik. “Maddî
“Meryem suresi” (19)nden son­ kiri (necâset, habes) veya manevî
ra ve “Vâkı'a suresi” (56)nden pisliği (hades) temizlemek.” an­
önce Mekke döneminde nazil lamında kullanılan terim.
olmuştur ve 135 ayetten meyda­ Kur'ân-ı Kerîm’den başlayarak
na gelmektedir. Adını ilk ayette­ hadislerde, fıkıh ve ahlâk kitap­
ki harflerden almaktadır. Sure, larında bu konunun ayrıntılı bir
Hz. Musa’nm Firavun ile müca­ biçimde ele alınması ve yorum­
lanması, İslâm dininin
delesini anlatmakta, sonunda da
“tahâref’e ne denli önem verdi­
ahret inancı ve Kur'ân’nın Hak
ğini açıkça anlatmaktadır. Bu
din oluşunu vurgulamaktadır.
temizlik, temelde iki ana kolda
Genellikle Hz. Musa’nm etrafin-
ifade edilmiştir: 1. “hadesten
da oluşan hadiseleri anlatma-
tahâret” (bk. bu madde), 2.
smdan dolayı da sureye ayrıca
“necâsetten tahâret” (bk. bu
“Kelîm suresi” de denilmekte­
madde).
dir. Hz. Peygamber’in “Tâ-hâ
suresi”nin tefsiri için bk. Sahîh-i § tam. tahâret-i kührâ a.
Buhârî ve Tercemesi, C. 10, s. (^ oj(|L) fik. Cünüplük,
4560-4567. hayız, nifas gibi kirlilikten
armmak için yapılan temiz­
tahallül a. (Jk) [Ar.] fik. Hac ve lik.
umre ibadeti sırasmda ihram
yasaklarının kalkması, yani ih­ tahâret-i sugrâ a. (^y^ o_>
ramdan çıkma anlammda bir fı­ l$k fik. Küçük abdest alma
kıh terimi. Bu durum ise iki hâlini gerektiren temizlik.
633 tahlît

tahcîr a. (j^^) [Ar.] fik. İslâm hu­ rekâtta bir secdeden sonra diz­
kukunda, sahipsiz veya işlen­ ler üzerinde oturarak “ettahiy-
memiş, kendi kaderine terk yatü” (bk. bu madde) duasmı
edilmiş ölü bir araziyi işlemek okumak, bk. ka'de-i ahîre
ve bayındır bir hâle getirmek
tahiyyetü’l-mescid a. (j=-JI Çj)
amacıyla etrafmı çevirmek, onu
[Ar.] İslâm inancına göre, bir
canlı bir hâle sokmak.
mescide veya camiye girildiği
tahdîs a. (i,^) [Ar.] Hadis bili­ zaman “Mescidlerin sahibi olan
minde, çoklukla hadislerin işit­ Allah’a saygı ve tazim amacıyla.”
me yöntemiyle rivayet edildiğini kılman iki rekât nafile namaz.
anlatan terim.
tahiyyetü’l-mescid namazı a. bk.
tahfif a. (Jjü) [Ar.] “Hafifletme” tahiyyetü’l-mescid
anlamındaki bu söz, başka keli­
tahiyyetü’l-mescid tavafı a. Hac
me ve terkiplerle beraber yeni
ibadeti veya kudüm, ziyaret,
terimler oluşturur.
umre, veda ve nezir tavafının
§ tam. tahfîfü’s-salât a. dışmda Mescid-i Haram’a her
foc^ll . \.^-) fik. Namazı faz­ gidildiğinde yapılan tavaf.
la uzatmama. tahkik a. (j*Saû) [Ar.] Kur'ân-ı
tahfifü’l-ukübe a. (<jjjWI Kerîm tilâvetinde harflerin doğ­
djüj) fik. Cezayı hafifletme. ru, sağlam ve anlaşılır bir bi­
çimde tane tane okuma tarzı.
tahiyyât a. (ilki) [Ar.] Namazm son
rekâtmda yapılan oturuş sıra- tahkim a. ^c) [Ar.] fik. İslâm
smda okunan dua. Bu dua şöyle: hukukunda, aralarında derin
“Ettehiyyatü lillahi vessala- anlaşmazlıklar bulunan kimse­
vâtü vettayyibâtü esselâmü lerin sorunlarını çözmek ama­
aleyke eyyühennebiyyü ve cıyla üçüncü bir kişinin hakem
rahmetüllahi ve berekâtü tayin edilmesini ifade eden te­
esselâmü aleynâ ve alâ rim.
ibâdillahissâlilîn eşhedü en. lâ tahlif a. (djki) [Ar.] ftk. İslâm hu­
ilahe illallah ve eşhedü enne kukunda, herhangi bir konuda
Muhammeden abdühü ve veya dava sürecinde kişiye ye­
rasûlühü.” Bu oturuş ve oku­ min ettirme.
nan dua, namazm farzlarından
sayılmıştır. tahlît a. (Uis) [Ar.] Hadis bilimin­
de, çoklukla dikkatsizlikten veya
tahiyyata oturmak a. Namaz iba­ eğitimsizlikten dolayı hadis ri­
detini yerine getirirken her iki vayetinde yanlışlık yapma.
tahmîd 634

tahmîd a. (j^) [Ar.] 1. Bir nimet tahrîf(I) a. (a.>i) [Ar.] Hadis bili­
verilsin veya verilmesin övgüye minde, hadislerin metin ve
değer olanı sahip olduğu nitelik­ isnadlarmda bulunan kelime ve
leriyle övmek anlamında kulla­ isimlerin yazımlarında yapılan
nılan terim. 2. Namaz kılma değişiklik.
ibadeti yapılırken her bir rükû-
tahıîf(II) a. G-ii^) [< Ar. harf]
dan kalkarken hamd duasmı
Sözü asıl anlammdan çıkararak
okuma işi.
farklı ve olabilecek bir anlama
tahrîc (I) a. (^j^) [Ar.] Hadis bili­ taşıma işlemi için kullanılan ke­
minde, çoklukla hadislerin aslî lâm terimi.
kaynaklarını ve isnadlarını be­
tahrîm a. t^) [< Ar. haram] fik.
lirtme yöntemi.
Bir hareketin veya davranışm
tahrîc (II) a. (^>1) [Ar.] fik. İslâm kesin bir dille yasaklanması.
hukukunda, mezhep birikimini
Tahrîm suresi a. (^^^1
önemli bir kaynak olarak kabul [<Ar. “Sûretü’t-Tahrîm” (^jLll Sj
eden ve fıkıhla ilgili bilgileri top­
^)] Kur'ân-ı Kerîm’in altmış
lama süreci.
altmcı, iniş sırasma göre yüz ye­
§ tam. tahrîc-i tafsîlî a. dinci suresi olup “Hucurât su­
O^U^ gi^) Hadis bilimin­ resi” (49)nden sonra ve
de, bir hadisin aslî kaynakla­ “Tegâbün suresi” (64)nden ön­
ra dayandırılarak rivayet ce Medine döneminde nazil ol­
edilmesidir. muştur ve on iki âyetten mey­
dana gelmektedir. Adını Hz.
tahrîc-i icmâlî a. (JL»! Peygamber’in aile hayatı ile ilgili
^^) Hadis biliminde, bir olmasmdan almaktadır.
hadisin senedsiz olarak aslî
kaynaklara dayandırılmaksı- tahrîme a. (iu^) [Ar.] Namaz iba­
zm rivayet edilmesidir. deti için “iftitah tekbiri” (bk. bu
madde) alma anlammda bir fi-
tahrîcü’l-menât a. (clUl kıh terimi.
gajaJ) fık. Fıkıh usulünde,
nassla veya icmâ ile belirtil­ tahrîmen mekruh a. Zannî bir
meyen ve belirli bir hüküm delil ile yapılması yasaklanmış
ya da yaptırım için illet ol­ iş veya davramş için kullanılan
maya elverişli bir durumu ve terim. Bu yasaklar haram hük­
niteliği belirleme işi için kul­ münde nitelenmektedir. Bunları
lanılan terim. işlemek haram bir fiili işlemek
gibi cezayı gerektirdiği için bun-
635 taklîd

lardan uzak durulması din bil­ şinci bölüm “Şu'arâ, Nemi,


ginlerince tavsiye edilmiştir. Kasas, Ankebût, Rûm, Lok­
man, Secde, Ahzâb, Sebe,
tahsîb a. (^l;) [Ar.] Hac ibadeti
Fâtır, Yâsîn” surelerinden, al­
sırasmda, Minâ’dan Mekke’ye
tıncı bölüm “Sâffât, Sâd,
dönerken Ebtah (Muhassab)
Zümer, Mü'min, Fussılet,
bölgesinde konaklama.
Şûrâ, Zuhruf, Duhân, Câsiye,
tahsis a. ^,.^4 [Ar.] fık. Geneli Ahkâf, Muhammed, Fetih,
kapsayan bir sözün, bu genel Hucurât”. Bundan sonra geriye
kavramından çıkarılıp bazı fert­ kalan surelerin genel adı “mu­
ler için kullanılması anlamında fassal” (bk. bu madde) olarak ni­
terim. telenmiştir.
tahvil a. (Jy=j) [Ar.] Hadis bilimin­ takâs a. (^la) [Ar.] fik. Birden fazla
de, farklı isnatları bulunan bir kişi arasında karşılıklı zimmet
hadisi rivayet ederken isnadlar- borçlarınm mahsup edilmesi an­
dan birinden ötekine ilinti kuru­ lamında fıkıh terimi.
lurken onların ortak ravîsinden
takdir a. (^^) [Ar.] bk. kader
sonra konulan işaret anlammda
terim. takdis a. (^jü) [Ar.] tas. Tasavvuf
inancmda, Allah’ı şanına yakış­
tahyîr a. (j^) [Ar.] Hadis bilimin­
mayan her türlü kusurdan, ayıp
de, iki hadisin birbirine zıt ol­
ve eksiklikten, şirkten tenzih
ması durumu.
etmek.
tahzîb a. (^ji3) [Ar.] Kur'ân-ı
takıyye a. (ûi) [Ar.] Bir kimsenin
Kerîm’in günlük ve düzenli
can ve mahna dönük tehlikeli
okunması sırasında surelerin
bir durumun ortaya çıkması so­
uzunluklarına göre tasnif edil­
nucu, manevî inancmı gizleye­
mesi işi. Bu bölümlemede yer
rek farklı, hatta zıt fikirleri dile
alan sureler şunlardır: Birinci
getirmesi anlamında kelâm te­
bölüm, “Bakara, Âl-i İmrân,
rimi.
Nisâ” surelerinden, ikinci bö­
lüm “Mâ'ide, En'âm, A'râf, taklîd (I) a. (^1^) [Ar.] fık. Bir fıkıh
Enfâl, Tevbe” surelerinden, bilgininin ileri sürdüğü bir gö­
üçüncü bölüm “Yûnus, Hûd, rüşü irdelemeden kabul etme
Yûsuf, Ra'd, İbrâhîm, Hicr, veya benimseme.
Nahl” surelerinden, dördüncü
taklîd (II) a. (jJü) [Ar.] Bir hayva-
bölüm “İsrâ, Kehf, Meryem,
nm “hedy” (bk. bu madde) kur­
Tâhâ, Enbiyâ, Hac, Mü'minûn,
banı olduğunu ifade eden onun
Nûr, Furkân” surelerinden, be­
takrîb 636

boynuna takılmış bulunan ni­ taksir a. (ja^ü) [Ar.] Hac veya um­
şan. re yapmak amacıyla ihrama gi­
ren bir Müslüman’m belli
takrîb a. G_u>ti) [Ar.] 1. “Yaklaş­
menasıkı yaptıktan sonra ih­
mak.” anlammda bu söz, başka
ramdan çıkmak için saçlarmı kı­
kelime ve terkiplerle yeni terim­
saltma işi.
ler oluşturur. 2. Kıraat bilimin­
de, imamların ravîlerini ve § tam. taksiru’s-salât a.
ravîlerin tariklerini iki ile smır- (sıuii j^) h/ckasru’s-salât
lamak yöntemiyle uyguladıkları
kıraat metodu. takva a. Oyü) [Ar.] 1. İslâm inancı­
na göre, dinin emir ve yasakla­
§ tam. takrîbü’l-mezâhib a. rına uymak, Allah’a itaat ederek
C_aiUl ıj>2) fik. İslâm mez­ azabmdan sakmmak, bu tür ce­
heplerinin ve özellikle “ehl-i zalardan nefsi korumak anla­
sünnet” ile Şi'â mezhebinin mında terim. Bu söz, Kur'ân-ı
ortak amaçlar doğrultusunda Kerîm’de on yedi yerde, türev­
iş birliği yapması ve hareket leri ise pek çok ayette yer al­
etmesi. maktadır (M.F.Abdülbâkî, el-
Mu'cem, “kvy” maddesi). Aynı
takrir a. (jjjü) [Ar.] Hz. Peygam­
kullanım zenginliği hadis mec­
ber’in, bulunduğu bir toplantıda
mualarında da karşımıza çık­
ya da sohbet sırasmda bir sözün
maktadır (Wensinck, el-Mu'cem,
söylenmesi veya bir fiilin yapıl­
“kvy” maddesi). Nitekim Hz.
ması ya da O’nun bulunmadığı
Peygamber, bir hadisinde bu
bir yerde herhangi bir fiilin ya­
konuda şöyle demektedir: “Al­
pılması veya sözün söylenmesi
lah’ım, Sen’den hidayet, takva, if­
konusunu yasaklamaması, bir
fet ve gına isterim.” (Riyâzü’s-
anlamda onaylaması anlammda
Sâlihîn, C. I, s. 105) 2. tas. Ta­
terim.
savvufta bu terim, keramete
takriri sünnet a. Hz. Peygamber’in ulaşmada en önemli unsur ola­
Müslümanların söylediği bir söz rak değerlendirilmiş; onu gü­
veya yaptığı bir davranıştan ha­ nahlardan kaçmma ve Allah’a
berdar olduğu hâlde bu konula­ sığınma olarak benimsemişler­
ra karşı çıkmaması durumu için dir; “adâvet” (bk. bu madde)
kullanılan terim. Bu sünnet, ay­ karşıtı.
nı zamanda bu eylemlerin tas­
vip edildiği anlamına gelmekte­ § tam. takvâ-yı hakikat a.
dir. (cila. ^) tas. Nefisle ilgili
637 Talâk suresi

sıfatlardan ve şaibeli işlerden talâk-ı bıd'î a. (^^ jiü>) ftk.


kaçınma ve Allah’a sığınma. Kadmı iki aybaşı arasında
veya hayız döneminde bo­
takvâ-yı şerî'at a. (o*^
şama.
(£&) tas. Akün uygun bulma-
dığı ve Allah’ın nza göster­ talâk-ı fuzûlî a. (^j^i jıll»)
meyeceği davranışlardan ka- ftk. Asil veya vekilin bulun­
çmma. madığı boşanma.
takyîd a. (a^ü) [Ar.] Hadis bilimin­ talâk-ı mu'allak a. (jLu jU)
de, sağlam ibareyi kayıt altma ftk. Belli bir şarta bağlı olan
alma, içeriğini smırlandırma boşanma.
veya daraltma işi.
talâk-ı müncez a. (y^ jıü>)
§ tam. takyîdü’l-hadîs a. ftk. Belli bir şarta veya zama­
(iujJI taü) Hadislerin Hz. na bağlı olmayan boşanma.
Peygamber ve zamarunda talâk-ı ric'î a. (j*^._> jıü») ftk.
kayıt altma almması duru­ Erkeğin iddet süresini bek­
mu. lemeksizin hakkı olan bo­
talâk a. (jML) [Ar.] Belli usuller şanma.
veya lafızlar ile nikâh akdinin talâk-ı selâse a. (t^ jılk) ftk.
bozulması ve boşama, nikâhh Şeriat hukukunun kabul etti­
olan bir kadını bırakma. Bu ko­ ği “üçten dokuza boş ol!” sözü
nu, Kur'ân-ı Kerîm’de pek çok ile gerçekleşen boşanma.
ayette ve özellikle de “Talâk su­
talâk-ı sünnî a. (j^ jML) ftk.
resi” (65) inde ele almmaktadır.
Kadmm iddet süresi tamam­
Aynı kullanım zenginliği hadis
lanmadan yapılan boşanma.
mecmualarında da karşımıza
çıkmaktadır. Nitekim Buharı, Talâk suresi a. (^j^ jML) [<
“talâk” konusunu kitabının Ar. “Sûretü’t-Talâk” (jjlkil sj^)]
“Kitâbu’t-Talâk” bölümünde Kur'ân-ı Kerîm’in altmış beşin­
Hz. Peygamber’in hadislerine ci, iniş sırasma göre doksan do­
dayanarak ayrmtılı bir biçimde kuzuncu suresi olup “İnşân su­
incelemiştir (Sahîh-i Buhârî ve resi” (76)nden sonra ve
Tercemesi, C. 11, s. 5325- C.12 s. “Beyyine suresi” (98)nden önce
5447). Medine döneminde nazil olmuş­
tur ve on iki ayetten meydana
§ tam. talâk-ı bâ'in a. (jiL gelmektedir. Admı ilk ayetteki
jjlÜ ftk. Kadmm üç dönem “talâk” sözünün türevleri olan
aybaşı süresini geçirmeden fiillerin ifade ettiği boşanma ko-
yapılamayan boşanma.
talebü’l-hadîs 638

nusundan almaktadır. Surenin anlaşılabilmesi için sayfa kenar-


özünde toplumun temel unsuru larma düşülen notlar veya ek­
olan aile ve evlilik kurumu anla­ lemeleri içeren eserlerin ortak
tılmakta ve öğütler verilmekte­ adı ve bunun için kullanılan te­
dir. Hz. Peygamberin “Talâk rim.
suresi”nin tefsiri için bk. Sahîh-i
ta'lîl a. (JjLü) [Ar.] 1. Bir hükmün
Buhârî ve Tercemesi, C. 10, s.
veya eylemin illete bağlanması
4883-4887.
anlammda kullanılan fıkıh ve
talebü’l-hadîs a. (öjjJI Ji) Wr.] kelâm terimi. 2. Hadis biliminde,
Hadis biliminde, hadis öğren­ herkesin fark edemeyeceği bir
mek veya işitmek amacıyla ha­ kusuru açığa çıkarma ve bu ko­
dis rivayet eden bir hocaya mü­ nuda hüküm verme.
racaat etmek ve bu amaçla ho­
tâlip, -bi a. (Jlk) [Ar.] 1. Hadis bi­
canın bulunduğu yerde bekle­
liminde, hadis öğrenmeye yeni
mek.
başlayan ve bu konuda uzman­
ta'lîk (I) a. (jJjü) [Ar.] fık. İslâm laşmaya başlayan, kendini bu
hukukunda, bir hukukî işlemin konuya veren kimse veya öğ­
hükümlerinin yürürlüğe girmesi renci. 2. tas. Bir tasavvuf yoluna
veya yürürlükte olan hükümle­ girmeyi amaçlayan kimse anla­
rine son verilmesinin gelecekte mmda kullanılan tasavvuf! te­
gerçekleşebilecek bir olaya bağ­ rim.
lanması.
tâmmetü’l-kübrâ a. (^l L>LL) bk.
ta'lîk (II) a. (jJjû) [Ar.] İslâm hat yevm-i kıyamet
sanatmda, “aklâm-ı sitte” (bk.
ta'n (I) a. Ç>ü) [Ar.] Yahudilerin ve
bu madde) yani temel altı yazı
müşriklerin İslâm’ı ayıplamala-
çeşidinin dışmda ortaya çıkan
n. Bu konu Kur'ân-ı Kerîm’de
ve özellikle İran sanatmda be­
“Nisâ suresi” (4 / 46) ile “Tevbe
nimsenen ve yaygınlık gösteren
suresi” (9 / 12) inde geçmekte­
yazı stili.
dir. Bu hareket insanı küfre ka­
ta'lîk (III) a. (jAû) [Ar.] Hadis bili­ dar götürmektedir.
minde, ravînin naklettiği bir ha­
ta'n (II) a. Çyû) [Ar.] Hadis bilimin­
disin senedinden, kendi hocasmı
de, ravînin cerh edümesi.
veya birkaç ravîyi ya da bütün
senedi yok sayarak hadisi Hz. Tanrı öz.a. Değişik inanç sistemle­
Peygamber’e kadar götürme işi. rinde varhğma inanılan ve Al­
lah, İlâh, Mevlâ, Hudâ, Ugan, Ça-
ta'lîkât a. (oMü) [Ar.] İslâmî ede­
lap anlammda kullanılan Türkçe
biyatta bir metnin iyi ve kolay
terim, bk. Allah
639 tarikat

Tanrı bilimi a. İlâhiyât (bk. bu ü selâm getirip camiyi yaptıran­


madde), teoloji. lara hayır dua etmesi işini ya­
pan kimse için kullanılan terim.
Tanrı evi a. Cami, mescit, tekke.
2. Dinî sohbetlerde Hz. Peygam­
tanrılık a. Tanrıya özgü varlık, ber’e selât ü selâm getirerek ve
ulûhiyyet, İlâhi. O’nun ahlâkmdan ve vasıflarmı
Tanrı selâmı a. Müslümanların bir bir sayıp dökerek hayır dua
birbirine ve karşılıklı olarak eden kimse için kullanılan te­
esenlik dilemesi, selâmlaşma. rim.

tapınak a. bk. ma'bed tarîk a. (j^) [Ar.] (ç. b. turuk,


atruk, etrika) 1. “Yol, cadde,
tarafeyn a. (jj>) [Ar.] meslek, İlâhî yol, tarikat yolu.”
anlamındaki bu söz, hadis bili­
Târik suresi a. jjlL) [< Ar.
minde bir hadisi rivayet eden
“Sûretü’t-Târık” (jjlül sj^)]
kimselerin adlarının tarihî sı­
Kur’ân-ı Kerîm’in seksen altın­
rayla kaydedildiği bölüm için
cı, iniş sırasma göre otuz altmcı
kullanılmaktadır. 2. Kıraat bili­
suresi olup “Beled suresi”
minde, bir okunuşa onu ravîden
(90)nden sonra ve “Kamer su­
alan kimseye nispet edilerek
resi” (54)nden önce Mekke dö­
kullanılan terim. 3. tas. Alevîler-
neminde nazil olmuştur ve on
ce kutsal sayılan kaym ağacm-
yedi ayetten meydana gelmek­
dan kesilmiş sopa.
tedir. Admı ilk ayette geçen
“târik” (parlak yıldız) sözünden § tam. tarîk-i Ahmed-i
almaktadır. Surenin özünde, her Muhtâr O. (j h^n „Ua. I J*j^)
insanın bir gün Allah’m huzu­ tas. Bütün tarikatlerin tuttu­
runda hesap vereceği inancı ğu Hz. Muhammed’in yolu.
vurgulanmakta, bundan dolayı
Allah’a sığmma öğütlenmekte- tarîk-i tedris a. (^jji jj^)
dir. Hz. Peygamber’in “Târik Eğitim ve öğretim yöntemi.
suresi”nin tefsiri için bk. Sahîh-i tarikat a. (ci>) [< Ar.tarîk] (ç. b.
Buharı ve Tercemesi, C. 11, s. tarâ'ik) 1. tas. “Yol, meslek, ta­
4987-4988. rik.” anlammda olan bu söz, Al­
lah’a ulaşmak amacıyla benim­
ta'rîf-hân a. (jlji. ^^ ^ Ar-
ta'rîf + F. hân] 1. Büyük cami­ senen ve tutulan yol, İlâhî yol
lerde Cuma ve Bayram namaz- için kullanılan tasavvuf! terim.
lanndan önce veya sonra Bu yol, Müslüman halkın dinî
Kur'ân-ı Kerîm’in okunması, inanç ve duygulannı canlı tut-
ardmdan Hz. Peygamber’e selât manm yanı sıra gayrimüslimle-
tarîkat-i Muhamme-diyye 640

rin ihtidasına vesile olmak veya nefis terbiyesini sağlamasmı


İslâmiyet’i yaymak amacıyla İs­ özünde barmdıran inanç siste­
lâm ordularıyla seferlere katıl­ mi. 2. Bu sistemi inceleyen ve bu
mak, fethedilen yerlere yerleşe­ çerçevede eserler veren büim
rek dinî inancm yayılmasını ge­ dalmm ortak adı.
liştirmek ve hızlandırmak gibi
tasdîk a. (jia^) [Ar.] Akim iki şey
pek çok dinî, sosyal ve toplumsal arasında olumlu veya olumsuz
hareketlerin oluşmasmı sağla­ manada hüküm ifade edecek öl­
mıştır. Öte yanda tarikatlerin ta­ çüde bağlantı kurması.
rih boyunca İslâm coğrafyasm-
da yüzlerce sayıya ulaştığı kay­ tasfiye a. (^^ [Ar.] tas. Tasavvuf
naklarda zikredilmektedir. 2. inancmda, nefsi kötülük ve gü­
tas. Tasavvuf inancmda Hz. Pey­ nah kirinden temizlemek. Ta­
gamber’in eylemleri ve işleri, savvuf ehline göre, insan ruhu
bu evrene tertemiz olarak gel­
sünnetleri için kullanılan terim.
miş, ne yazık ki nefis hırkasmı
§ tam. tarîkat-i Muhamme- giyen insanoğlu o temizliği kay­
diyye a. t^. t .^« oiijla) tas. İs­ bedip dünya kirliliğine gömül­
lâmî tarikatlerden 17. yüzyıl­ müştür. Şayet bu nefis kirliliğin­
da ortaya çıkan ve Hindistan den arınma sağlanırsa, ruhu ve
merkezli olup dünyaya yayı­ kalbi örten perdeler aradan kal­
lan bir tarikat için kullanılan kar ve manevî dünyada İlâhî ve
ad. ezelî gerçekler kolay ve çabuk
kavranır.
tarîkat-nâme a. («uL ûLjL) [< Ar.
tarikat + F. nâme] tas. ed. Ta- tashîf a. (a^) [Ar.] Hadislerin
savvufî edebiyatta şairlerin Al­ metinlerinde veya isnaslarında
geçen bazı kelime veya isimlerin
lah’a ulaşmak arzusuyla tutulan
yazımmda yanlışlıkla noktalı
yol konusunu şürleştirdikleri
harflerin noktasını düşürme ve­
eserlere verdikleri ad.
ya noktasız harflere nokta koy­
tarz a. (J») [Ar.] bk. üslûp ma işlemi.
tasadduk a. (jSxXi) [Ar.] bk. sadaka tashîh a. (ju^a;) [Ar.] Hadis bili­
minde, hadisin sahih olduğunu
tasavvuf a. Gj^s) [< Ar. sûf ve
ifade etme.
saffet] 1. İslâm’m zâhir ve bâtm
hükümleri çerçevesinde yaşa­ tâ sin a. (^J=) [Ar.] Kur'ân-ı
nan manevî ve derunî hayat tar­ Kerîm’in. “Nemi suresi” (27)nin
zının Kur’ân-ı Kerîm ve sünnet başında bulunan ve kendi adla­
ile irtibatmı, kulun Allah ve rıyla okunan harfler; bk. hurûf-ı
mâsivâ ile ilişkilerini, kalp ve mukatta’a
641 Tayfûriyye

tâ sin mim a. (f-A) [Ar.] Kur'ân-ı muştur. 1. Kudüm tavafı: Mek­


Kerîm’in. “Şu'arâ suresi” ke’ye geliş münasebetiyle yapı­
(26)nin başmda bulunan ve lan tavaf. 2. Ziyaret tavafı: Hac
kendi adlarıyla okunan harfler; ibadeti sırasmda Arafat dönüşü
bk. hurûf-ı mukatta'a Mina’da kahnan günlerde yapı­
lan tavaf. 3. Veda tavafi: Hacıla-
tatavvu a. ^) [Ar.] Hanefî mez­
rm ülkelerine dönmeden önce
hebi inancma göre, farz ve vacip
son olarak yaptıkları tavaf. 4.
ibadeflerin dışında meşru görü­
Umre tavafi: Umre niyetiyle
len ibadet ve taatlar için kullanı­
başlayan ve son vakti için bir sı­
lan bir terim.
nırlama olmayan tavaf. 5
tatavvu namazı a. Nafile namaz Tahiyyü’l-mescid tavafi:
derecesinde olan bir ibadet türü. Mescid-i Harâm’a girildiğinde
Buhârî, bu nafile namaz ibade­ orayı selâmlama niyetiyle yapı­
tini kitabmın “Ebvâbu’t- lan tavaf. 6. Tatavvu tavafi: Hac
Tatavvu"’ bölümünde topladığı ve umre dışmda yapılan nafile
hadislere dayanarak incelemiş­ tavaf. 7. Adak tavafi: Tavaf
tir (Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, adayan kişinin yaptığı tavaf.
C. 3, s. 1116-1128).
tavâf namazı a. Tavafin hangi türü
ta'tîl a. (J^kû) [Ar.] Allah’ın zatini olursa olsun, tavaf ibadetini eda
sıfatlarından soyutlama, O’nu ettikten sonra kılınan iki rekât
dış dünyadan veya tabiattan namaz için kullanılan terim. Bu
uzak değerlendirme anlammda namaz, vacip olarak kabul edil­
kelâm terimi. miş; ilk rekâtta “Kâfirûn sure­
sinden, ikinci rekâtta “İhlâs
tatlîk a. (jAi) [Ar.] fık. Bir fıkıh
suresinden okunması müste-
terimi olarak boşama veya ay­
hap olarak gösterilmiştir.
rılmayı ifade etmektedir.
tavâli a. (jJI^L) [Ar.] tas. Tasavvuf
tavâf a. Uljl») [Ar.] fık. İslâmî iba­
detlerden “hac” (.bk. bu madde) inancmda bu terim, sufînin gön­
ın rükünleri arasmda yer alan lünde marifet güneşinin doğu­
şunu ifade etmektedir.
ve Kâbe’nin sol tarafından,
“Hacerü’l-esved” (bk. bu mad­ Tâvûsiyye a. (•LjjA) [Ar.] tas. İran
de) hizasmdan başlayarak dönü­ coğrafyasmda ortaya çıkan ve
len ve aynı notada tamamlanan Muhammed Kâzım İsfehânî (öl.
dönüş işlemine “şavt” (bk. bu 1293 / 1876) ye nipet edilen Şiî
madde) ve bu işlemin yedi defa tasavvuf cemaati.
tekrar edilmesine verilen ad ve
Tayfûriyye a. («Ûj^UJ [Ar.] tas.
terim. Bu ibadet de kendi içinde
Tasavvuf dünyasmda, Bâyezıd-i
bazı adlandırmalara tabi tutul­
Tayyâriyye 642

Bistâmî (öl. 234 / 848?) ye nispet ta'ziyye a. (<j>û) [Ar.] Hz. Peygam­
edilen tasavvuf cereyanı. ber’in torunu Hz. Hüseyin ile
yakınlarmm Kerbelâ’da şehit
Tayyâriyye a. (■ûjll) [Ar.] tas. Hz.
edilmesini konu alan temsilî
Peygamber’in amcazadesi
gösteriler için Şiî imamiyyesi
Ca'fer-i Tayyâr’a, bazı görüşlere
arasında kullanılan terim.
göre Ca'fer es-Sâdık’a bağlılıkla-
rmı ifade eden ve içe doğan dü­ tazminât a. (cCuaJü) [Ar.] fik. İslâm
şüncelere inanan aşırı Şi'î fırka­ hukukunda, bir kimsenin huku­
sı. ka ve akde aykırı davranarak
başkalarma zarar verme ve bu
tayy-ı mekân a. (jKx ^) [Ar.] tas.
zararı ödemeyi ifade eden terim.
Tasavvuf inancmda, mesafenin
kısalması biçiminde gerçekleşen te'addüd-i zevcât a. (ol^jj jIû)
keramet. [Ar.] bk. çok evlilik
tayy-ı zamân a. (jLj ^) [Ar.] tas. te'âlâ a. QLü) [Ar.] “Şan ve şerefi ile
Tasavvuf inancmda, zamanm hükümranlığı yüce olsun.” anla-
kısalması biçiminde gerçekleşen mmda Allah’a nispet edilen ulu­
keramet. lama. Bu söz, terim anlamıyla
Kur'ân-ı Kerîm’de on dört ayet­
tayyip s. (Jk) [Ar.] Sözlük anlamı,
te geçmektedir (M. F. Abdülbâkî,
“Güzel, temiz, helâl, bereketli.”
el-Mu'cem, “teâlâ” maddesi).
olan bu terim, Allah’ın sıfatı ola­
rak nitelenmiş; buna göre Al­ te'âlâ ve tekaddes a. (^.^ j JLü)
lah’ın her sözü, fiili, işi, davranı­ [Ar.] “Allah yüceltsin ve takdis
şı güzeldir, iyidir. Bu söz, etsin.” anlamında ululama sözü,
Kur’ân-ı Kerîm’de teklik ve çok­ bk. te'âlâ
luk biçimleriyle kırk altı ayette
te'âruz a. (^jbü) [Ar.] 1. fık. İslâm
geçmektedir (M.F.Abdülbâkî, el-
hukukunda deliller ile fıkıhta
Mu'cem, “tyb” maddesi).
ispat vasıtalarınm çelişmesi an­
tazarru a. (^^) [Ar.] tas. Allah’m lammda terim. 2. Hadis bilimin­
emirlerine itaat etme, O’na huşu de, hadislerin zayıf olduğunu
içinde yalvarma ve yakarma. söyleme.
ta'zîr a. (jj>ü) [Ar.] fik. İslâm huku­ te'âvîz a. (AyL) [Ar.] Nazara ve
kunda, kısas-diyet ve had ceza­ kötülüklere karşı takılan “mus­
ları dışında kalan ve kanun ko­ ka” (bk. bu madde) anlammda
yucunun takdirine bırakılmış kelâm terimi.
olan cezalara verilen genel ad ve
tebâreke a. (JjL) bk. mübârek
bunun için kullanılan terim.
643 tebyîn

Tebâreke suresi a. Ç^j>« JjL) retilmesinde büyük emeği geçen


[< Ar. “Sûretü’t-Tebâreke” (JjUll “tâbi'î ve tâbi'în” (bk. bu mad­
5j^)] bk. Mülk suresi de) i Müslüman olarak kabul
eden ve Müslüman olarak ölen
Tebbet suresi a. (^^_^ o2) [< Ar.
üçüncü nesü için kullanılan te­
“Sûretü’t-Tebbet” (cill sj^)] bk.
rim.
Leheb suresi
tebliğ a. (yU) [Ar.] fik. 1. Peygam­
tebe' a. (^) [Ar. tâbi ve tâbi'î’nin ç.
berlerde bulunması gereken
b.] bk. tâbi ve tâbi'î
kutsal sıfatlardan biri olup va­
§ tam. tebe'-i tâbi'în a. (j^t hiy yoluyla Allah’tan gelen İlâhî
£û) “Tâbi'î” (bk bu madde) hükümleri hiçbir biçimde giz­
lerin arkasmdan gelen ve lemeden, eksiltmeden ve kısalt­
üçüncü kuşak olarak nitele­ madan insanlara ulaştırma, on­
nen kimseler. Bunlar da ön­ lara öğüt verme ve gerçekleri
cekiler gibi Hz. Peygamber’in anlatma. 2. Kalabalık mekânlar­
övgüsüne nail olmuşlardır. da veya büyük camilerde ima­
mın tekbir ve zikirlerinin müez­
teberrî a. 0^) [Ar.] İmamiyye zin ya da bir başka kimse tara-
Şi'asınm devlet başkanlığı veya fmdan cemaate duyurulması işi
siyasî hâkimiyet konusunda anlammda kullanılan fıkıh te­
kendileri gibi düşünmeyen ya rimi.
da hareket etmeyen kişi veya
tebrîk a. (J^) [Ar.] Bir kimseye
cemaatler için kullandığı terim.
elde ettiği maddî ve manevî ba­
teberru a. (^) [Ar.] fik. Bir kimse­ şarı ve nimetlerden dolayı, “Al­
ye veya kuruma iyüik ve ibadet lah hayırlı uğurlu kılsın, müba­
maksadıyla bir kimsenin kendi rek olsun.” diyerek mutluluğunu
mal veya menfaatlerini ileriye dile getirme işi için kullanılan
dönük ve karşılıksız olarak hibe terim.
etmesi anlammda fıkıh terimi.
tebşîr a. (j^) [Ar.] (ç. b. tebşîrât)
tebettül a. (jL) [Ar.] tas. Tasavvuf İlâhî emirlere uyanları iyi bir
inancında, sufînin dünya işle­ sonucun beklediğini haber ver­
rinden yüz çevirip manevî dün­ me, böyle bir konuyu müjdele­
yaya kapanması ve bütünüyle me anlammda kelâm terimi.
Allah’a yönelmesi durumu. tebşîrât a. (olj^) [Ar. tebşîr’in ç.

tebe'ü’t-tâbi'în a. (j^Ûl^) [Ar.] b.] bk. tebşîr


Hadis biliminde, gerek hadis ri­ tebyîn a. (j^) [Ar.] Kur'ân-ı
vayetinde, gerekse sonraki nesil­ Kerîm’de dile getirilen ve Hz.
lere İslâm’m iyi anlatılarak öğ­ Muhammed’e Allah’ın emirleri-
tecâveze Allahu an seyyi'âtihi 644

ni ve İlâhî hükümleri insanlara rinden birinin kulun kalbine


açıklama, iletme ve beyan etme doğması.
görevinin verildiğini ifade eden
tecellî-i esmâ a. (Lu-I^kı)
terim.
(isimlerin tecellîsi) tas. Al-
tecâveze Allahu an seyyi'âtihi a. lah’m adlarmdan birinin ku­
(<jL« jl <111 jjl^ı) [jir] Allah lun kalbine doğması.
onun kusurlarını ve kötülükle­
tecellî-i rahîmî a.
rini affetsin.
^ (Rahim olan Allah’ın
tecdîd a. (^) [Ar.] İslâm düşünce tecellîsi) tas. AUah’m kulları­
dünyasmda, din ile dünya işleri, na verdiği olgunluk.
yani din ile hayat arasmdaki ba­
tecellî-i rahmânî a. (^[«.j
ğı canh ve güçlü tutma hareketi
^ (Allah’a özgü tecellî) tas.
ya da durumu.
Allah’ın varlıklara bahşettiği
§ tam. tecdîd-i îmân a. (jM tecellî.
jjj^i) Sürekli olarak “kelime-i tecellî-i sıfât a. (clk ^1
tevhîd” (bk. bu madde) i söy­ (sıfatların tecellîsi) tas. Al-
leyerek imanın esaslarınm lah’m sıfatlarmdan birinin
yenilenmesi, tazelenmesi ve kulun kalbine doğması.
tekrar edilmesi anlammda
tecellî-i sıfâtî a. (^Ik ^k)
terim.
(sıfata özgü tecellî) tas. Al-
tecellî a. t^) [< Ar.celâ ve celv] lah’m sıfatıyla ilgili tecellî.
(ç. b. tecelliyât) “Görünme, zahir
tecellî-i şühûdî a. (^j^i
olma.” anlammda bu sözün ta­
^ (gözle görünen tecellî)
savvuf inancında Allah’ın varlı-
tas. Allah’ın yarattı kâinatm
ğmm ve İlâhî sırrm varlıklar
ortaya çıkışı.
üzerinde çeşitli konumlarda gö­
rünmesi ve sufînin keşif yoluyla tecellî-i zâtî a. (^lâj^k) (za­
bu görünüme manevî dünyasın­ ta özgü tecellî) tas. Allah’ın
da algılaması olarak ifade edilen zatmın perdeler ardmdan
bir terim. tecellîsi.

§ tam. tecellî-i âsâr a. QEI tecessüs a. (jLai) [Ar.] İslâm dü­


^ (eserlerin tecellîsi) tas. şünce dünyasmda, bir kimsenin
Maddî âlem, bu dünya. öğrenilmesini istemediği özel
durumunu merak etme, araştı-
tecellî-i efâl a. (Jl^lJ^) np soruşturma anlamında bir
(eserlerin veya eylemlerin ahlâk terimi.
tecellîsi) tas. Allah’ın fiille­
645 tedvînü’l-hadîs

techîz a. (j^) [Ar.] İslâmî inanca lem alma.” anlammda olan bu


göre, ölen bir kimsenin yıkan- söz, başka kelime ve terkiplerle
masmdan kabre defnedilmesine bir araya gelerek yeni terimler
kadar yapılması gereken dinî oluşturur. 2. fık. İslâm huku­
vecibelerin tamamı için kullam- kunda, bir kimsenin kölesini,
lan terim. Bu tanıma göre, ölü­ kendi ölümü neticesinde azat
nün yıkanması “gasil” (.bk. bu etmesi.
madde), kefenlenmesi “tekfin”
(bk. bu madde), tabuta konulup § tam. tedbîrü’l-medîne a.
musallaya ve cenaze namazı kı- (üjjJI j^d İslâmî ahlâk ki-
lındıktan sonra mezarlığa ta- taplarmda ülke yönetimi ve
şmması “teşyî” (bk. bu madde), siyaset ahlâkını konu alan
kabre konulması “defin” (bk. bu bölümler.
madde), “techîz”in özünde ya­ tedbîrü’l-menzil a. (JjJl
pılması gerekenler olarak değer- j;ui) İslâmî ahlâk kitapların­
lendirümek gerekir. da ev idaresini ve aile ahlâ-
tecrîd a. (^ [Ar.] 1. tas. Tasav­ kmı konu alan bölümler.
vuf inancmda, sufînin dış dünya tedebbür a. (^si) [Ar.] Bir işin ba-
ile ilişkisini keserek kendini her şmda, konunun sonucunu dü­
şeyden soyutlaması. 2. Bir eserin şünerek, hesabmı kitabını yapa­
belli ölçüler çerçevesinde kısal­ rak hareket etme.
tılması işlemi ve bu tarz eserle­
tedlîs a. (jJi) [Ar.] Hadis bilimin­
rin bütünü için kullanılan ad.
de, ravînin hocasından duyma­
tecvîd a. (j^) [Ar.] 1. Kur'ân-ı dığı veya öğrenmediği bir hadisi
Kerîm’in kurallarma göre ondan duymuş gibi göstermesi;
okunmasmı konu alan bilim dalı bk. müdelles hadis
ve bu konuda yapılan çalışmalar
tedrîc a. (gjî) [Ar.] “Şerî hükümle­
ile eserler için kullanılan ortak
rin aşamalı olarak uygulamaya
terim. 2. Hadis biliminde, bir
konulması.” anlamında fıkıh te­
hadisi sağlıklı bir senedle riva­
rimi.
yet etmek, ilk dönem hadisle­
rindeki zayıf ve sağlıksız ravîleri tedvîn a. (y-^) [Ar.] Hadis bilimin­
ayıklayarak senedi adalet ve de, ezberlenen veya önceden bir
zabt sıfatlarını taşıyan (sika) kenara kaydedilen hadisleri
ravîlerden oluşmuş gibi göster­ sonradan toplama ve yazma.
mek.
§ tam. tedvînü’l-hadîs a.
tedbîr a. (j^d [Ar.] 1. “Bir olayın ve (^jJl J^j^) Dağınık durum-
durumun sonunu düşünerek ön­
tedvir 646

larda bulunan hadislerin bir tefrit a. (kjü) [Ar.] Toplum içinde


araya getirilmesi işi. ahlâkî davranışlarda ılımlı hâlin
altmda bulunan sapmalar;
tedvîr a. (jyX) [Ar.] Kur’ân-ı
“ifrat” (bk. bu madde) karşıtı.
Kerîm’in tilâvet usullerinden
olup normal hız çerçevesinde tefsîr a. (jıU:) [Ar.] 1. İslâmî bilim­
okumayı ifade eden terim. lerde, Kur’ân-ı Kerîm ayetlerini
açıklamayı ve yorumlamayı ifa­
tefekkür a. (^i) [Ar.] 1. Bir iş veya
de eden terim. 2. Bu konularda
konu hakkında en ince ayrmtı-
yapılan çalışmaların ve ortaya
sma varmcaya kadar iyi irdele­
çıkan eserlerin ortak adı.
me, etraflıca düşünme ve fikir
jimnastiği yapma. 2. Felsefî ko­ tefvît a. (iyi;) [Ar.] fik. Namaz ve
nulara dalma. benzeri ibadetleri zamanmda
yapmayıp geciktirme durumu.
teferrüd a. (fj£) [Ar.] Hadis bili­
minde, ravînin rivayet ettiği ha­ tefvîz (I) a. (*>>□}£) [Ar.] fik. İslâm
dis ile tek kalması, başkasınca hukukunda, bireyin kendine öz­
desteklenmemesi durumu. Bu gü hukukî bir hakkı başkasının
tür hadisler “garîb” (.bk. bu kullanmasma izin vermesi.
madde) sayılmıştır.
§ tam. tefvîz-i âmm a. QL
tefrîd a. (jj^) [Ar.] tas. Hiçbir dün­ ^jü) fik. Genel yetki devri.
ya hâlinin sufîyi etki altına al­
maması, onun nefsi arzulardan tefvîz-i mukayyed a. (ÂX>
sıynhp Allah’a yönelmesi. ^jü) fik. Sınırh yetki devri.

teftik a. (jjjü) [Ar.] 1. İki varlık tefvîz-i talâk a. (jjü» ^j^


veya değer arasındaki farkı be­ fik. İslâm hukukunda koca-
lirtme. 2. fik. İslâm hukukunda, nm boşanma yetkisini karı­
hâkim kararıyla evliliğe son şma havale etmesi anlamm­
verme. da terim.

tefrika a. (^jû [Ar.] 1. “Dinî, fikrî tefvîzü’l-bud' a. (^JIjAyi;)


veya siyasî birliğin parçalanması, fik. Bir kimsenin velâyeti al­
araya nifak sokulması.” anla­ tmda bulunan bir kızı, bir
mmda kullanılan dinî terim. 2. kimseye mehir almaksızm
tas. Tasavvuf yolunda, süfînin evlendirmesi.
cem hâlinden uzaklaşıp Hak ile tefvîzü’l-mehr a. (j^1^^)
halkı birbirinden iyiden iyiye fik. Bir kimsenin bir kadınla
farklı varlıklar olarak değerlen­ onun velisinin belirleyeceği
dirmesi anlamında terim. bir mehir karşılığmda ev­
lenmesi.
647 tehzîb

tefvîz (II) a. (^jû [Ar.] tas. Ta­ “i'câzü’l-Kur'ân” (bk. bu madde)


savvuf inancında, kulun bütün niteliğinde bir terim.
işlerinde Allah’ı kendisine mut­
tehârüc a. (^jlü) [Ar.] fik. İslâm
lak vekil kılması ve bütünüyle
hukukunda, varisler arasmdan
Allah’a sığınması.
bir veya birkaç kişinin diğer mi­
tefvîz (III) a. (^^i [Ar.] Şi'â fırka­ rasçılarla belli bir bedel karşılı­
ları içerisinde aşırı inançlar ve ğında anlaşarak mirastan çe­
davranışlar sergileyen bazı kilme durumu.
gruplarm, kâinatın yaratılışının
teheccüd a. (ak^) [Ar.] İslâm inan­
ve yönetilmesinin veya kıyamet
cma göre, yatsı namazından
gününde insanları yargılama
sonra fecre kadar geçen süre
işinin Hz. Muhammed ile Hz. Ali
içinde müminin uykudan kalka­
ve imamlar vasıtasıyla yapılaca­
rak namaz veya nafile namaz
ğı düşüncesini savunması.
kılmasmı ifade eden terim, gece
Tegâbün suresi a. (^»j^ jjlü) [< namazı. Bu namazm iki ilâ sekiz
Ar. “Sûretü’t-Tegâbün” (fiilili; rekât arasında kılınabileceği,
ju.)] Kur'ân-ı Kerîm’in altmış her iki rekâtta bir selâm verme­
dördüncü, iniş sırasına göre yüz nin efdal olduğu kaynaklarda
sekizinci suresi olup “Tahrîm zikredilmektedir. Özellikle
suresi” (66)nden sonra ve “Saf Kur'ân-ı Kerîm’de “îsrâ sure­
suresi” (61)nden önce Medine si” (17)nin 79. ayeti ile “Secde
döneminde nazil olmuştur ve on suresi” (32)nin 16. ayetinde bu
sekiz ayetten meydana gelmek­ namazm fazileti üzerinde du­
tedir. Admı dokuzuncu ayette rulmaktadır. Buhârî, teheccüd
geçmekte olan “tegâbün” (al­ namazmı kitabmm “Kitâbu’t-
danmak / aldatmak) sözünden Teheccüd” bölümünde topladığı
alır. Surenin özünde, Allah’m hadislere dayanarak incelemiş­
varhğını ve peygamberleri vası­ tir (Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi,
tasıyla kendisine bağlanılması C. 3, s. 1078-1115).
ifade edildikten sonra, ahret
teheccüd namazı a. bk. teheccüd
inancı anlatılmaktadır. Hz. Pey­
gamber’in “Tegâbün suresi”nin tehlîl a. (JJ^ı) [Ar.] tas. “Kelime-i
tefsiri için bk. Sahîh-i Buhârî ve tevhîd” (bk. bu madde) i okuya­
Tercemesi, C. 10, s. 4881-4882. rak hem kalp ile hem de dil ile
zikir yapma.
tehaddî a. Q^uû) [Ar.] Kur'ân-ı
Kerîm’in bir benzerinin yapı- tehzîb a. Uâ^) [Ar.] Hadis bili­
lamayacağmı ifade eden minde, bir kitabın eksik yerleri­
ni tamamlama, eksikliklerini gi-
tekâfü 648

derme ve metnini yeniden dü­ ve tekâlif usullerine de aykırı


zenleme. olan vergiler.
tekâfü a. (jilü) [Ar.] Münazara tekâlîf-i şer'iyye a. (4^
ortamında veya sanatında bü­ JJC) ftk. İbadet, zekât, ha­
tün delillerin eşit olması ve hiç­ raç, cizye gibi dinin emrettiği
bir görüşün ötekini geçersiz vergiler.
kılmaması durumu.
tekâmül nazariyesi a. Evrende var
§ tam. tekâfü'ü’l-edille a. olan canlı veya cansız her şeyin
(4ıll3ilû) Tartışmalı konu­ zaman içinde oluşan dönüşme
larda ileri sürülen delillerin ve gelişme düzenine bağlı olarak
eşit düzeyde olması anla­ kendisini yenilemesi nazariyesi,
mmda kelâm terimi. “nazariyyetüT-tatavvur”.

tekâlif a. (dJli) [Ar.] fik. Vergiler Tekâsür suresi a. (^[<


anlammda bir fıkıh terimi. Ar. “Sûretü’t-tekâsür” (jilill Sj
>«)] Kur’ân-ı Kerîm’in yüz ikin­
§ tam. tekâlîf-i biT-vâsıta a. ci, iniş sırasma göre on altmcı
(iUljlL Julü) fik. Mazruat, suresi olup “Kevser suresi”
hayvanat, gümrük, damga, (108)nden sonra ve “Mâ'ûn su­
müskirat, saydiyye ve benze­ resi” (107)nden önce Mekke dö­
ri vergileri. neminde nazil olmuştur ve sekiz
ayetten meydana gelmektedir.
tekâlîf-i bilâ-vâsıta a. (<Ulj
Admı ilk ayette geçen “tekâsür”
jG jjû) fik. Emlâk, arazi, pa­
(nüfus yuğunluğu, servet ve şe­
tent gibi halktan alman vergi­
refle övünme) sözünden almış­
ler.
tır. Bazı kaynaklar, söz gelişi
tekâlîf-i maktû'a a. (^jklö Buhârî ve Tirmizî bu sureyi ilk
□JIS) fik. Önceden belirlen­ ayetin ilk kelimesinden dolayı
miş ve düzenli olarak halktan “el-hâkümü suresi” olarak ad­
toplanan vergi. landırırken kimi sahabe de “el-
tekâlîf-i mütezâyide a. Makbüre / el-Makbere” olarak
(»ilji» JJIİ) fik. Gelirlerin anmışlardır. Surenin özünde,
artması oranına göre belirle­ dünyanın geçeciliği, insanlardan
nen vergi. kıyamet gününde dünya haya-
tmdan sorumlu tutulacağı anla­
tekâlîf-i örfiyye a. (<uî^ tılmaktadır.
dJIS) fik. Örfî vergiler.
tekaşşuf a. (aa) [Ar.] tas. Riyazet,
tekâlîf-i şâkka a. (üLi dJIS) çile doldurmak gibi dünya işle­
ftk. Şerî cevaz bulunmayan rinden el çekerek hayat sürmek.
649 Tekvîr suresi

tekbîr a. G^) [Ar.] Müslümanla­ yapılması mükâfat, yapıl­


rın, Allah’m en ulu ve yüce var­ maması ise cezayı gerektire­
lık olduğunu vurgulayan cek bir işin imtihan amacıyla
“Allahü ekber” (bk. bu madde) bir kimseye yüklenmesi ko­
cümlesini söyleme. Allah’ı ulu­ nusu.
lama için söylenen bu söz başta
tekrârü’l-Kur'ân a. (jijill j
namaz olmak üzere pek çok İs­
lji) [Ar.] Kur'ân-ı Kerîm’in
lâmî ibadetin temel kaidesi ve
bir ayetinin, bir kelimesinin
tamamlayıcısı niteliğinde ifade
veya bir suresinin tekrar tek­
edilmektedir.
rar okunması işi.
tekfin a. G^) [Ar.] İslâmî inanca
tekvin a. t^) [Ar.] “Mâtürîdî”
göre, ölünün yıkandıktan sonra
(bk. bu madde) kelâm bilginleri
dinî usullere uygun olarak ke-
tarafmdan Allah’a nipet edilen
fenlenmesini ifade eden terim.
ve “yaratma kudreti”ni ifade
Bununla birlikte savaşta şehit
eden sübutî sıfatlardan biri için
düşen müminler yıkanmadan
kullanılan terim. Bu sıfat, bilim,
elbiseleri ile birlikte defnedilir.
irade ve kudret sıfatlarmdan
tekfir a. G^) [Ar.] Hz. Peygam­ farklı olup daha çok kudret ve
ber’in vahiy yoluyla insanlara irade gibi mümkün olabilen güç­
bildirdiği dinin temel esaslan- lerle ilgilidir.
nın doğruluğunu inkâr eden bir
Tekvin a. Gyi) [Ar.] Eski Ahid
kimsenin kâfirliğine onay verme
veya “Ahd-i atik” (bk. bu mad­
veya kâfir ilân etme anlammda
de) in ilk kitabı.
bir kelâm terimi.
Tekvîr suresi a. Ç^j^ jjjS) [<
tekke a. İslâmî gelenek içinde, belli
Ar. “Sûretü’t-tekvîr” (^1 sj>.)]
bir merkezde bir şeyhin yöne­
Kur'ân-ı Kerîm’in seksen birin­
timinde ve disiplini çerçevesin­
ci, iniş sırasma göre yedinci su­
de tasavvuf eğitimi veren ku­
resi olup “Tebbet suresi”
rumlar için kullanılan terim,
(lll)nden sonra ve “A'lâ sure­
“dergâh, âsitâne” (bk. bu mad­
si” (87)nden önce Mekke döne­
deler).
minde nazil olmuştur ve yirmi
teklîf a. ( »/') [Ar.] Allah’m bir dokuz ayetten meydana gelmek­
kulunu, bir işi veya davranışı tedir. Admı ilk ayette geçen
yapıp yapmama konusunda yü­ “küvviret” (ışığın söndürülmesi)
kümlü tutması anlammda terim. sözünden almaktadır; Buhârî ve
Tirmizî bu sureyi “İze’ş-şemsi
§ tam. teklîf-i mâ lâ yutâk a. küvvirat” olarak anarken bazı
(jlk^L JJ£) İslâmî inançta kaynaklar sadece “Küvvirat”
tekzîb 650

olarak adlandırmaktadır. Sure­ birleştirerek onlardan tek hadis


nin özünde, kıyametin kopması çıkarma yöntemi.
ve Kur'ân-ı Kerîm’in. vahiy
telhîs a. (j^<ı~) [Ar.] Hadis bili­
ürünü olduğu üzerinde durul­
minde, anlamında herhangi bir
maktadır.
eksiklik yaratmadan bir hadisin
tekzîb a. (çujS) [<Ar. kizb] Dinî metninin özetlenmesi.
gerçekleri yalanlama anlammda tel'îf a. (^/g) [Ar.] Hadis biliminde,
Kur'ân-ı Kerîm’de geçen bir te­ aralarmda uyumsuzluk gösteren
rim. Kur'ân’da “kizb” kökün­ hadisleri ele alarak onları yeni­
den türeyen sözlerin 280 ayette den düzenleme.
geçmekte olduğu bilinmektedir
(bk. M.F. Abdülbâkî, el-Mu'cem., telkin (I) a. (jjL) [Ar.] 1. Jik. İslâm
“kzb” maddesi). inancma göre, ölüm döşeğinde
olan bir mümine “kelime-i
telbiye a. (<Jj) [Ar.] Hac veya umre şehâdet” (bk. bu madde)i okut­
ibadeti sırasında, ihrama giren ma; ölüyü defnettikten hemen
kimselerin “lebbeyk” sözü ile sonra ise mezarı başmda yüksek
başlayan zikir cümleleri. Bu sesle imânın esaslarını hatırlat­
cümleler şöyle: “Lebbeyk ma. 2. tas. Tasavvufta şeyhin
Allahümme lebbeyk lebbeyk müride sunduğu manevî öğüt­
lâ-şerîke leke lebbeyk inne’l- ler.
hamde ve’n-ni’mete leke ve’l-
telkin (II) a. (jjüg) [Ar.] Hadis bili­
mülk lâ-şerîke lek” (Allahım!
minde, ravînin gaflet yüzünden
davetine sözüm ve özümle tekra-
güvenilirliğini yitirmesi ve bun­
ren icabet ettim, emrine itaat et­
dan dolayı oluşan zabt kusuru.
tim. Allah’ım! Senin davetine ica­
bet boynumun borcudur. Senin telvîn a. (jyt) [Ar.] tas. Tasavvuf
eşin, benzerin ve ortağın yoktur. inancmda, AUah’m tecellilerinin
Allahım! Bütüm varlığımla sana farklılık arz etmesi nedeniyle
yöneldim, hamd senin, nimet se­ sufînin durumunun sürekli de­
nin, mülk senin. Senin eşin, ben­ ğişmesi.
zerin ve ortağın yoktur.) temellük kaydı a. El yazması eser­
telfîk (I) a. (j^) [Ar.] fik. İslâm lerde, bazen yazmanm ilk sayfa­
fıkhı çerçevesindeki bir hükmü larında, bazen de sonunda bu­
farkh mezheplerden seçilen hü­ lunan ve kitabın kime ait oldu­
kümler ile karşılaştırarak yeni ğunu belirten not veya imzah
bir hüküm oluşturma. yazı.

telfîk (II) a. (jAb) [Ar.] Hadis bili­ temennâ a. G_1g / Lg) [Ar.] Bir
minde, iki veya daha çok hadisi yere girince bir şey dileme veya
651 tenezzül-i İlâhî

isteme amacıyla eli başa götüre­ rak iki şekilde nitelenmektedir,


rek selâmlama, selâm verme. “ivazlı temlik”, belli bir bedel
karşılığı verilen maldır; “ivazsız
temenni a. Ç^) [Ar.] Mümkün
temlik” ise zekât, sadaka, hibe
olmayan ya da elde edilemeyen,
gibi karşılıksız verilen para veya
ancak olması çok arzu edilen bir
maldır.
şeyi isteme veya dileme. Bunun
ricadan farkmı müfessirler, şöy­ temlîk-nâme a. GuLSJus) [Ar.] İslâm
le yorumlamışlardır: “Rica, devletlerinde, ileri düzeyde dev­
mümkün olan şeyi dileme; te­ lete hizmet eden kimselere hü­
menni, mümkün olanı da müm­ kümdar tarafından mülk olarak
kün olmasının uzak ihtimal dahi­ verilen yerlerin belgesi.
linde olanını da dileme ve isteme” temyiz a. (3^) [Ar.] fık. İslâm dü­
(Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C. şüncesinde, insanın söz ve dav-
15, s. 7080). Hz. Peygamber’in ranışlarınm sebep ve sonuçları­
“temenni” konusundaki öğütle­ nı idrak edebüme ve buna göre
rinin Buharı, kitabmm “Kitâ- iradesini kullanabilme anla­
bu’t-Temennî” (Sahîh-i Buhârî mmda fıkıh terimi.
ve Tercemesi, C. 15, s. 7080-7096)
bölümünde toplamıştır. tenâsüh a. (^tü) [Ar.] İnsan şahsi­
yetinin önemli unsurlarından
temettü a. (^A [Ar.] Bir hac mev­ olan manevî gücün bu dünya­
simi içinde hac ve umre ibadeti dan göçtükten sonra bir başka
için ayrı ayrı ihrama girme. bedene geçmesi olarak tanımla­
temettü haccı a. bk temettü nan ruhiyat terimi.

temkin a. (j^) [Ar.] tas. Tasavvuf tencîm a. Çj»») [Ar.] Kur'ân-ı


inancında, sufînin ulaştığı ma­ Kerîm’in Hz. Peygamber’e vahiy
kamdaki süreklüiği ifade eden yoluyla parça parça indirilmesi­
ni ifade eden terim.
terim.
teneşîr a. O^iü) [< F. ten + şûy]
temkin vakti a. Güneşin doğuş ile
Cenazenin üzerinde yıkandığı
batış vakti yanında namaz vakit­
masa biçiminde tahta kerevet
lerinin hesaplanmasında vakit­
veya salacak.
lere eklenen veya çıkarılan za­
man. tenezzül a. (J31O [Ar.] tas. “Oluşum,
kâinatın yaratılış evresi.” anla­
temlik a. (İÜ) [Ar.] fık. îslâm hu­
mında tasavvuf terimi.
kukunda, mülkiyet devrini ifade
eden hukukî işlem için kullanı­ § tam. tenezzül-i İlâhî a.
lan terim. Bu kavram, “ivazlı (^l J52) (İlâhî oluşum.] Ev­
temlik” ve “ivazsız temlik” ola­ renin yaratılış sırası için kul-
tenezzül-i sıfat 652

lanılan tasavvufî terim. Bu § tam. tenkîsuT-Kur’ân a.


sıra beş aşamadan oluşmak­ Q,îjill u^i) fik Kur'ân-ı
tadır: 1. “a'yân-ı sâbite” (bk. Kerîm’i tersinden okumak,
bu madde) denilen ve bütün yani “Nâs suresi” (114)nden
yaratıklardan önce oluşan başlayarak başa doğru oku­
âlem. 2. “âlem-i ceberût” (bk. yarak gelmek anlammda te­
bu madde) denilen ruhlar rim.
âlemi. 3. “âlem-i melekût”
tenkîsu’l-vudû' a. ^jii
(bk. bu madde) denilen me­
lekler âlemi. 4. “âlem-i j^ü) Abdesti tersinden al­
misâl” (bk bu madde) deni­ mak, yani önce ayaklardan
len ve insanoğlunun yaratıl­ başlayarak geriye doğru yı­
dığı âlem. 5. “âlem-i kanmak.
şehâdet” (bk. bu madde) de­ tenzih a. («u^O [Ar.] Allah’ı İnsanî
nilen ve dış dünyayı ifade vasıflardan uzak tutma.
eden âlem. Bunlarm netice­
sinde de “ekmel-i mahlûkât” § tam. tenzîhü’l-enbiyâ a.
(bk. bu madde) diye vasıflan­ GL^l ^ Peygamberlerin
dırılan insan yaratılmıştır. günah işlemekten korunmuş
olduklarını ifade eden kelâm
tenezzül-i sıfat a. (^ j^)
terimi.
İnsanda zuhur eden Hakk’ın
sıfatı. tenzîhen mekrûh a. Yapılmaması,
yapılmasmdan daha iyi olan iş
tenezzül-i vücûd a. (j^j Jjü)
ve davranışlar. Bu tür fiil ve
İnsanda zuhur eden Hakk’m
davranışları yapmak ceza veya
isimleri.
kmama gerektirmemektedir.
tenkîhu’l-menât a. (oLUi juiü) [Ar.] Söz gelişi, cemaat içinde soğan
fik. Mukayese yönteminde illet veya sarımsak yemiş olarak bu­
belirleme yollarından biri olup lunmak, ikindi namazından
hüküm vermek için illet olama­ kerahat vaktine kadar olan süre
ya elverişli bir vasfı, hükümle il­ içinde nafile namaz kılmak din
gili olan fakat illetli bulunmayan bilginlerince bu davranışlardan
başka vasıflar arasmdan seçip olarak gösterilmiştir.
çıkarmak anlamında kelâm te­
tenzîhî ve selbî sıfatlar a. bk. selbî
rimi.
ve tenzîhî sıfatlar
tenkis a. (j^z) [Ar.] fik “Azaltma,
teoloji a. Tanrı bilimi, “ilâhiyât”
eksiltme.” anlamında olup borç-
(bk. bu madde).
larm kanunî veya makul hadle­
re indirilmesi.
653 terviye

teravih, a. (^ji>) [Ar.] Ramazan iki hadisten birini ötekine üstün


ayma özgü olmak üzere yatsı tutmak.
namazmdan sonra kılman tercîh bilâ müreccih a. Başkala-
namz. Hz. Peygamber, bu nama­ nndan üstün oluşunu haklı gös­
zı özellikle kıldığı için ve “Ra­ termek durumu söz konusu de­
mazan ayını inanarak ve sevabı­ ğilken aynı değeri ifade eden iki
nı Allah’tan bekleyerek kılan şeyden birinin ötekine üstün ol­
kimsenin geçmiş günahları bağış­ duğu hükmünü içeren kelâm te­
lanır.” (Buhârî, “Selâtü’t- rimi.
Terâvîh”, 1; Müslim, “Selâtü’l-
Müsâfirîn”, 173) hadisinden ha­ tercüme a. (<«.ft) [Ar.] bk. terceme
reketle teravih namazı, erkek tereke a. (d>) [< Ar. terike] Ölen
olsun kadın olsun her Müslü­ bir kimsenin geride bırakmış
man için sünnet olarak benim­ olduğu ve mirasçılar arasmda
senmiştir. Bu namazın sayısı bölüşüme konu olan para ve
konusunda da çeşitli rivayetler mal karşılığı olarak kullanılan
vardır. Hanefi, Şafi ve Hanbeli terim.
fakihleri bunun yirmi rekât ol­ terike a. (<£y^ [Ar.] bk. tereke
ması gerektiği konusunda görüş
birliği içinde olmuşlardır. terk a. (d>) [Ar.] Hadis biliminde,
aralarmdaki zıtlık bakımından
terâvih namazı a. bk. terâvîh çözüm bulunamayan hadislere
terceme a. t^) [Ar.] Hadis bili­ itibar edilmemesi ve onlarla
minde, bölüm başhğı, biyografi, amel edilmemesi veya bunlarm
sened gibi anlamlarda kullanı­ “metrûk” (bk. bu madde) kabul
lan bir terim. edilmesi konusunu ifade eden
terim.
tercî a. (^>) [Ar.] Cami ibadeti
tertîl a. (^>1 [Ar.] Kur’ân-ı
sırasında müezzinin şehadet
Kerîm’in emir ve yasaklarmı,
cümlelerini önce yakınmda bu­
teşvik ve uyarılarını hayata ge­
lunanların duyabileceği tarzda
çirmek biçimiyle Allah’m kita-
alçak sesle, sonra bütün cemaa­
bma uymak anlammda terim.
tin duyabileceği tarzda yüksek
Bu söz, Kur'ân-ı Kerîm’de
sesle okuması.
“Furkan suresi” (25)nin otuz
tercîh a. (^JÜ [Ar.] 1. ftk. Fıkıh ikinci ve “Müzemmil suresi”
usulünde ispat vasıtalarından (73)nin dördüncü ayetinde geç­
birini ötekine üstün tutmak an­ mektedir.
lamında bir terim. 2. Hadis bili­
terviye a. (<^) [Ar.] Hac
minde, aralarında zıtlık görünen
menasikinin, yani hac ve umre
terviye günü 654

sırasında yapılan ibadetlerin ve evlerde, 1000 ve 5000’likler


başlangıç vakti olan zihicce ayı­ de tekkelerde kullanılagelmiştir.
nın sekizinci günü. Hac veya
teşbih namazı a. Dört rekât olarak
umre ibadeti için Mekke’ye gi­
kılman ve her rekâtında yetmiş
den müminler, bu gün sabah
beş defa “Sübhânellahi ve’l-
namazmı orada kılıp güneş doğ­
hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallâhü
duktan sonra Mina’ya gitmek,
vallahü ekber.” sözünün tekrar
geceyi orada geçirmek, arefe
edilmesi dolayısıyla nafile na­
günü güneş doğana kadar orada
maz için kullanılan terim. Bura­
kalmak ve yine burada günün
da her dört rekâtta tekrar edilen
beş vakit namazını kılmak sün­
ve “teşbih” (bk. bu madde) in
net olarak kabul edilmiştir.
eşanlamlısı olan “sübha-
terviye günü a. bk. tevriye nellah”ın çokça zikredilmesi, bu
namaza Türkçede “teşbih na­
tesâhül a. (JaL^) [Ar.] Hadis bili­
mazı” admın verilmesi uygun
minde, ravînin rivayette işin ko­
bulunmuştur.
layına kaçması durumu.
tesbît a. [Ar\ Hadis bilimin­
tesâkut a. (ÜL;) [Ar.] bk. terk
de, sünnet ve hadislerin sözlü
teşbih (I) a. f^) [Ar.] Allah’ı ulu­ veya yazılı olarak toplanması ve
luğuyla ve yüceliğiyle bağdaş­ koruma altına almması.
mayan her türlü eksiklik ve
teşehhüt a. (oxuû) [Ar.] Hadis bili­
noksanlıktan tenzih etmeyi ifa­
minde, bir ravînin bir hadisi ri­
de eden bu terim, aynı zamanda
vayeti, sabit oluncaya kadar
müminlerin bunu sözleri ve
beklemesi, iyi araştırması ve dü­
davranışlarıyla belirtme anla­
şünmesi, teenni ile davranıp
mmda da kullanılmaktadır;
kalbine güven geldikten sonra
eşanlamlısı “sübhanellah” (bk.
hadisi nakletmeye özen göster­
bu madde) tır.
mesi işi.
teşbih (II) a. f^) [Ar.] Allah’ın
teselsül a. (J«U) [Ar.] Evrende
ululuğunu ve yüceliğini zikir ile
oluşum süreci içinde, nesne ve
tekrar ederken bunun sayısını
olayların varlığınm ezelden beri
belirlemek amacıyla ipe dizilen
birbirlerinin varlığına sebep
sayısı belirlenmiş boncuklardan
teşkil ettiğini ifade eden kelâm
oluşan ibadet vasıtası için kulla­
terimi.
nılan terim. Bu boncuklarm sa­
yısı, 33, 99, 500, 1000, 5000 ola­ tesettür a. (JL^) [Ar.] Dinen belir­
rak düzenlenmektedir ve genel­ lenmiş olan ve insanm fıtrî,
likle de 99’luklar mescid, cami tabiî, örfî ve dinî geleneklerine
655 tesviye

bağlı olarak vücudunun belli vurgulanmıştır. “Mâ'ide suresi”


yerlerini örtmesi işi veya eylemi. (5 /17 ve 72) inde Allah’ın pey­
Bu konuda en etraflı ve açık gamber İsa ile özdeşleştirilmesi­
buyruk Kur'ân-ı Kerîm’in nin yanlış olduğu dile getirilmiş­
“Ahzâb suresi” (33 / 59) ile tir. Yine “Mâ'ide suresi” (5 /
“Nur suresi” (24 / 59)nde ifade 116)inde Allah’ın yanmda İsa’ya
edilmiştir. ve onun annesi Meryem’e ilâhlık
yakıştırması yapılmasmın; özel­
teslim a. ÇJ^) [Ar.] tas. Tasavvuf
likle de “Tevbe suresi” (5 /
inancında, sufînin Allah’ın bü­
73)inde İsa’nın Allah’m oğlu ola­
tün tecellilerini gönül rızasıyla
rak nitelenmesinin ve Allah’a
kabul etmesi.
çocuk izafe edilmesinin ve
teslîs a. (iJi) [Ar.] Hristiyan inan­ O’nun “lemyelid ve lemyûled”
cının temelini oluşturan ve Mi­ olduğu inancına ters düşülmesi­
lâttan sonra 3. ve 4. yüzyıllarda nin şirk ve küfür anlamına gel­
şekillenen üçlü inanç anlayışı diği ifade edilmektedir.
[bk. akânim-i selâse). Bu üçlü
tesmî a. (^_ın.,.~>) [Ar.] 1. Namazda
inanç ve kutsal değer: Allah Teâ-
rükûdan doğrulurken,
lâ’dan ibaret olan “eb” veya
“Semiallahü li-men hamideh” sö­
“zât” (baba), İsa’dan ibaret olan
zünün söylenmesini ifade eden
ibn (oğul) ve Ruhu’l-Kudüs
fıkıh terimi. 2. Bir kimsenin ha­
(Meryem’den ibaret bulunan
dis kitabmı işiterek öğrendiğini
“hayat”). Hristiyan geleneğinde
söylemesi.
bile tartışmalı olan bu inanç, ge­
rek Kur'ân-ı Kerîm’de gerek tesmiye a. («tu^) [Ar.] bk. besmele
daha sonraları yazılan reddiye
tesnîm a. ÇjU) [Ar.] İslâm inancı­
kitaplarında “Allah’m mutlak bir
na göre, cennette Allah’a yalan
oluşu ve tekliği.” anlammda ve
kullarm sularmı içeceği pmara
inancında İslâm “tevhîd” akide­
verilen ad.
sine aykırı ve ters bir yapıda de­
ğerlendirilmiş ve Hristiyanhk tesvîb CL, (ujj-ujj) [Ar.] Sabah eza-
inancma en büyük eleştiri başta nmda, “Hayya ale’l-felâh” sö­
Kur'ân-ı Kerîm’de olmak üzere zünden sonra iki defa okunan
pek çok din bilginleri tarafmdan “Es-salâtü hayrün mine’n-
kaleme alman yüzlerce eserler­ nevm” (Namaz uykudan daha
de ifade edilmiştir. Özellilkle hayırlıdır.) cümlesi.
Kur'ân-ı Kerîm’de “Nisâ sure­ tesviye a. («l^) [Ar.] Hadis bili­
si” (4 / 171) ve “Mâ'ide suresi” minde, bir hadisi sağlam
(5 / 73) inde Allah’ın üç olduğu ravîlerden oluştuğunu göster-
inancının terk edilmesi gerektiği
teşbîh 656

mek amacıyla zayıf ravîleri ata­ teşrik a. (j.^) [Ar.] 1. Kurban


rak rivayet etme. bayramınm son üç gününü kap­
sayan zaman dilimi. Bu günler,
teşbîh a. (c^) [Ar.] Allah’m zatı,
zilhicce aymın 11.- 13. günleri­
sıfatları ve ulûhiyet vasıfları ile
dir. 2. Zihicce aymm belirli gün­
yaratılmışlar arasmda münase­
lerinde, özellikle de Kurban
bet kurma.
bayramı günlerinde farz namaz-
teşehhüd a. (^ .a) [Ar.] ftk. 1. Na­ larmm ardından okunan tekbir.
maz ibadeti sırasmda “ka'de” bk. teşrik tekbiri
(.bk. bu madde), yani her iki re­
teşrik tekbiri a. Kurban Bayramı­
kâtta bir oturarak “tahiyyat”
nın başlangıcında, arife günü
duasmı okuma. 2. Şehâdet ge­ sabah sabah namazı ile bayra-
tirmek, yani “Eşhedü ellâ ilâhe
mm dördüncü günü ikindi na­
illallah ve eşhedü enne mazı arasındaki yirmi üç vakit
Muhammeden abduhu ve farz namazlanndan sonra, Ebû
rasûluhu” sözünü söylemek. Hanife’ye göre ise arife günü sa­
teşehhüd miktarı a. Namaz ibadeti bah sabah namazı ile bayramm
sırasmda, her iki rekâtta bir ilk günü ikindi namazı arasm-
oturarak “tahiyyat” duasmı daki sekit vakit farz namazla-
okuma süresi. rmdan sonra okunan tekbir. Bu
tekbir ise şöyledir: “Allâhüekber
teşe'üm a. (^ta) [Ar.] Evrende,
Allâhüekber lâ ilâhe illallâhü
canh varlık olan insan, hayvan vallâhü ekber Allâhüekber ve
yanmda cansız varhklarm da lillâhi’l-hamd”
oluş, duruş ve hareketlerini
uğursuz sayma konusunu ifade teşyî a. (^».a) [Ar.] İslâm inancma
eden kelâm terimi. göre, cenazenin musallaya ve
kabristana kadar taşmmasmı ve
teşeyyü a. (^ü [Ar.] 1. Hadis bili­ buna katılmayı ifade eder.
minde, bir hadisin ravînin cer­
tevâ a. (^) [Ar.] ftk. Alacakhnm
hine sebep olan bid'at kusurla-
havale edilenden hakkını ala­
rmdan birini bünyesinde bu­
maması anlammda kullanılan
lundurmasını ifade eden terim.
terim.
2. Hz. Ali’yi sahabeler arasmda
en üstün gören cemaat için kul­ tevakkuf a. (ûiji) [Ar.] Hadis bili­
lanılan terim. minde, hadisler arasmdaki ihti­
lâfı gidermek için bir çözüm bu­
teşmît a. (o_<«.?.’■) [Ar.] Genellikle bir
lununcaya kadar bekleme.
topluluk içinde aksıran bir kim­
seye “yerhamukellah” (Allah tevatür a. (>ı_p) [Ar.] bk.
rahmet etsin.) sözünü söyleme. mütevâtir hadis
657 tevessül

tevbe a. (^ [Ar.] bk. tövbe istifade etmesi için gönlünü ona


bağlaması konusu veya durumu.
Tevbe suresi a. (^^^ ^^ t< Ar.
“Sûretü’t-Tevbe” (<^1 sj^)] tevekkül a. (^ji) [Ar.] tas. Bir kim­
Kur'ân-ı Kerîm’in dokuzuncu, senin kendini Allah’a teslim et­
iniş sırasına göre yüz on üçüncü mesi, rızkmda ve işlerinde Al­
suresi olup “Mâ'ide suresi” lah’ı kefil bilip yalnızca O’na gü­
(5)nden sonra ve “Nasr suresi” venmesi. Bu söz, Kur’ân-ı
(HO)nden önce Medine döne­ Kerîm’de “Âl-i İmrân suresi”
minde nazil olmuştur ve yüz (3)nin 159. ayetinde çarpıcı bir
yirmi dokuz ayetten meydana biçimde mealen, “Bir işe karar
gelmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’in verdiğinizde Allah’a tevekkül et.”
en son inen suresi olduğu da ri­ biçiminde öğüt niteliğinde kar­
vayet edilmektedir (.bk. Kur’an şımıza çıkmakta, ayrıca kırk
Yolu, Türkçe Me’âl ve Tefsir II, ayette hem türevleriyle hem de
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayın­ değişik kullanım biçimleriyle
lan, Ankara 2006, s. 716). Admı, yer almaktadır (bk. M.F.
104,117 ve 118. ayetlerde geçen Abdülbâkî, el-Mu'cem, “vkl”
“tevbe” sözünden almıştır; ayrı- maddesi). Aynı şekilde bu söz ve
câ ilk ayetin ilk kelimesi olan türevleri hadislerde de geçmek­
“berâ'et” sözünden dolayı da te, hatta Tirmizî’nin ve İbn
“Suretü’l-berâ'ei” diye adlandı- Mâce’nin “Sünen’lerinde iki bab
rıldığı söylenmektedir. Surenin ayrıldığı kaynaklarda zikredil­
özünde, Müslüman hâkimiyeti­ mektedir.
nin kazanılması, münafıkların
tevellâ a. (Jji) [Ar.] Şiîler ve haricî­
lânetlenmesi, sağlam müminle­
ler tarafmdan kullanılan bu te­
rin nitelikleri anlatılmaktadır.
rim, bağlı olduğu lideri sevmek,
Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm’de sade­
onu seveni sevmek ve ona dost
ce bu surenin başmda “besme-
olmak anlammdadır. Söz konu­
le”nin olmaması onun hem ay-
su olan lider ise Hz. Muhammed
rıcahğı he de fazileti olarak yo­
ile kızı Fâtıma, damadı Hz. Ali,
rumlanmıştır. Hz. Peygamber’in
Hz. Haşan ve Hüseyin’dir.
“Tevbe suresi”nin tefsiri için bk.
Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C. 9, tevellî a. (Jji) [Ar.] bk. tevellâ
s. 4389-4424. tevessül a. (jlys) [Ar.] Bir arzunun,
teveccüh a. (4ji) [Ar.] tas. Tasav­ bir isteğin veya bir işin olması
vuf inancında, şeyhin irşat için için bilim, ahlâk ile bazı kişi ve
manevî manada müridine yö­ kuramları aracı olarak kullan­
nelmesi, müridin de şeyhinden ma.
tevfîk 658

tevfik a. (j^) [Ar.] 1. tas. Tasav­ rak nitelenmiştir. Bunu bizzat


vuf inancına göre, Allah’ın ku­ Hz. Peygamber şu hadisinde ifa­
luna kendi rızasına uygun işler de etmiştir: “Nefsim elinde bulu­
yapmayı nasip etmesi. 2. Al­ nan Allah’a yemin ederim ki bu
lah’m hayırlı işlerde kişiyi başa- sure muhakkak Kur'ân-ı
rıh kılması anlamında kelâm te­ Kerîm’in üçte birine denk olur.”
rimi. (Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C.
16, s. 7249). Öte yanda Buhârî,
tevfîz a. O^iji) [Ar.] tas. Tasavvuf “tevhîd” konusunu kitabının
inancma göre, kulun bütün işle­ “Kitâbu’t-Tevhîd” (Sahîh-i
rini, dileklerini hayırla sonuç­ Buhârî ve Tercemesi, C. 16, s.
lanması için Allah’a havale et­ 7246-7436) bölümünde Hz. Pey­
mesi durumu. Söz gelişi, bir işe gamber’in hadislerine dayana­
girişirken, “Ya Rabbi, eğer hayırlı rak ayrıntılı bir biçimde incele­
ise nasip eyle!” demek gibi. miştir. 2. “Lâ-İlâhe illa’llah”
tevhîd a. (j^ji) [< Ar.vahdet] (ç. b. (Allah’tan başka Tanrı yoktur.)
tevhîdât) 1. İslâm inancma göre, sözünün telâffuz ve tekrarını
Allah’m zatında, sıfatlannda, ifade eden terim. 3. tas. ed. Ta­
ilâh oluşunda bir ve tek olduğu­ savvuf! edebiyatta mutasavvıf
nu hem aklıyla hem de kalbiyle şairlerin “Allah'ın varlığını bir-
kabul ve tasdik etme anlammda leme”yi şiirleştiren eserler için
kelâm terimi. Allah’m en önemli kullandıkları terim.
sıfatlanndan sayılan bu terim,
§ tam. tevhîd-i efâl a. (JLil
öteki sıfatlardan hiçbirinin ya­
Apji) tas. Her işte, her hare­
ratılmışlarda bulunanlara ben­
kette, her davranışta gerçek
zemediğini ifade eder. Kur'ân-ı
failin Hak olduğuna inan­
Kerîm’de bu durum
mak.
“Müzemmil suresi” (73)nin 9.
ayetinde mealen şöyle vurgu­ tevhîd-i sıfat a. (oLL^ a^)
lanmaktadır: “O, Doğu’nun ve tas. Tasavvuf inancına göre,
Batı’nın Rabbidir, O’ndan başka “hayat, ilim, sem, basar,
Tanrı yoktur. Öyleyse onu tevkil iradet, kudret, kelâm” gibi
tut!”. Kur'ân-ı Kerîm’den bir Allah’m sıfatlarınm halkta
başka delil de “İhlas suresi” oluşması.
(112) (bk. bu madde) dir. Dört
tevhîd-i zât a. GJj ^ji) tas.
ayetlik bu sure, hem “tevhîd”i
Tasavvuf inancma göre, Al­
hem de Allah’m sıfatlarını içer­
lah’ın birliğini ifade eden te­
mektedir. Bundan dolayı da
rim. Bunun karşıhğı “Lâ
Kur'ân-ı Kerîm’in üçte biri ola­
659 Tevvâb

mevcûde illallah” (Allah’tan tevkîl a. (J^) [Ar.] ftk. Bir kimseyi


başka ilâh yoktur.) tır. herhangi bir işte veya konuda
kendisi adına vekü tayin etme.
tevhîdât ç.a. (oij^) [Ar.tevhîd’in
ç. b.] Tevhitler, bk. tevhîd tevlîd a. (jJp) [Ar.] Kulun yerine
getirmek istediği fiüleri AUah’m
tevhîdhâne a. (j^^) [< Ar. tevhîd
müdahalesi olmaksızm tabiatta­
+ F. hâne] tas. Bağımsız mescit­
ki oluşum çerçevesinde meyda­
leri olmayan tekkelerde ayin
na getirmesi anlammda kelâm
yapmak, namaz kılmak ve zikir
terimi.
ya da dua etmek için ayrılmış
bölümlere verilen ad ve bunun tevliye a. (<Jp) [Ar.] ftk. Bir alış
için kullanılan terim. verişte, bir kimsenin aldığı bir
malı alış fiyatınm karşılığmda
tevhîd ilmi a. AUah’m zatı ve sıfat­
bir başkasına satma işi.
ları açısmdan birliği başta ol­
mak üzere inanç esaslarını ge- tevliyet a. (<Jp) [Ar.] ftk. Vakıf ida­
neUikle Selef akîdesi çerçeve­ resini üstlenme, mütevellüik.
sinde ele alan ve inceleyen büim
Tevrat öz.a. (olj>) [Ar.] Kur'ân-ı
dalı.
Kerîm’de Hz. Mûsâ’ya gönderU-
te'vîl a. (Jj/û) [Ar.] Naslarda geçen diği ifade edUen Yahudüerin
bir sözü bir delüe dayanarak as­ kutsal kitabı. Bu söz, Kur'ân-ı
lî anlammın dışmda taşıdığı Kerîm’de on yedi ayette zikre-
öteki anlamlardan birine yük­ dümektedir.
leme.
Tevvâb a. L^) [Ar.] Sözlük anlamı
tevkî (I) a. (jjji) [Ar.] İslâm devlet­ “Geri dönmek, rücu etmek.” olan
lerinde, hükümdarın karan, bu­ bu söz, “esmâ’ü’l-hüsnâ” (Al­
nun yazıh belgeleri ve mühür lah'ın güzel isimleri)dan olup Al-
anlammda resmî yazışma teri­ lah’m sıfatı olarak “Tövbeleri çok
mi. kabul eden.” anlamında kuUa-
tevkî (II) a. (^jA [Ar.] İslâm hat nılmıştır. Bu terim, Kur’ân-ı
sanatında, “sülüs” (bk. bu mad­ Kerîm’de otuza yakın ayette yer
de) yazı türünden geUştirümiş almaktadır (bk. M.F. Abdülbâkî,
ve geneUikle sultanların resmî el-Mu'cem, “tvb” maddesi). Bu
yazışmalarmda kuUanılmış olan terim, AUah’m doksan dokuz
yazmın adı ve bu yazı için kul­ ismini veren İbn Mâce ve
lanılan terim. Bu yazı türü, hat Tirmizî rivayetlerindeki üstede
sanatmm altı yazı çeşidi (aklâm- de yer almıştır (Tirmizî,
ı sitte) arasında yer almaktadır; “Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”,
bk aklâm-ı sitte 10).
tevvâbîn 660

tevvâbîn a. (j^) [Ar.] Kerbelâ’da ikinci vuruşta kollan sıvazla­


şehit edilen Hz. Hüseyin’in inti­ mak.
kamını almak için harekete ge­
tezekkür a. (^ü) [Ar.] Bir düşünce­
çen zümre.
yi veya sunulan bir teklifi kabul
teyemmüm a. (^1 [Ar.] Abdestin ya da ret etmeden önce enine
alınamadığı veya guslün yapı­ boyuna iyice düşünme.
lamadığı durumlarda temiz top­
tezkiye (I) a. (<u£>) [Ar.] tas. Tasav­
rak veya yerde elleri sürerek
vuf inancmda, nefis, kalp ve ru­
mesh etmek. Bunun için yapıl­
hun manevî kirlerden armdı-
ması gereken niyet edip elleri iki
nlması.
defa toprağa vurmak; birinci­
sinde yüze mesh etmek, İkinci­ tezkiye (II) a. (^ [Ar.] fık. İslâm
sinde kolları mesh etmektir. hukukunda şahidin adalet nite­
Kur'ân-ı Kerîm’de “Nisa sure­ liğinin araştırılması ve soruştu­
si” (4)nin 43. ayetinde mealen rulması.
"... su bulamamışsanız temiz bir tezkiye a. (^i) [Ar.] İslâmî inanç
toprağa yönelin (ve onu) yüzleri­ çerçevesinde kurbanm veya
nize ve ellerinize sürün” denile­ hayvanların sağlıklı ve dinî ku­
rek abdestin alınamadığı du­ rallara göre kesilmesi.
rumlarda “teyemmüm”ün nasıl
yapılması gerektiği üzerinde du­ tezvîc a. (g^) [Ar.] fık. İslâmî usul­
rulmuştur. Buhârî bu konuyu lere göre evlendirme veya ni-
eserinde “Kitâbu’t-teyemmüm” kâhlama.
başlığı altmda incelemiş ve Hz. tıp a. (J>) [< Ar.tıbb] Hekimlik,
Peygamber’in pek çok hadisini doktorluk, tebabet konusunu in­
bu bölümde zikretmiştir (Sahîh-i celeyen bilim dalı.
Buhârî ve Tercemesi, C. 1, s. 426-
444). § tam. tıbb-ı nebevî a. (^^
U>) 1. Hz. Muhammed’in
teyemmümün farzı a. İslâm’m
uymuş olduğu ve yapılması
temel ilkelerinden olan “farz”
için salık verdiği tıp kuralla­
(bk. bu madde) m şartlan içinde
rı. 2. ed. İslâmî edebiyatta bu
yer alan ve iki esasa dayanan su
kuralları anlatan eserlerin
almmadan yapılan abdest alma
ortak adı.
tarzı; bk. teyemmüm Teyem­
müm için gerkli olan iki esas şu­ tıbb-ı rûhânî a. QLjj J»)
dur: Birincisi niyet etmek, İkin­ Nefsin hastalıklannm tedavi­
cisi elleri tyemiz bir toprağa ve­ si ve bunun yöntemlerini an­
ya yere iki defa vurmaktır. Bi­ latan bilim dah.
rinci vuruşta yüzü sıvazlamak,
661 tilâvet secdesi

tıvâl a. (Jl^) [Ar.] Kur'ân-ı tilâvet secdesi a. Kur'ân-ı


Kerîm’de bulunan yedi uzun su­ Kerîm’in okunuşu sırasmda
re için kullanılan terim. Bu sure­ secde ayetinin geçtiği yerlerde
ler şunlar: “Bakara suresi” (2 / hem okuyanm hem de dinleyen­
286 ayet), “Âl-i İmrân suresi” (3 lerin birlikte yapılması gereken
/ 200 ayet), “Nisâ suresi” (4 /176 “secde” (bk. bu madde) için kul­
ayet), “En'âm suresi” (6 / 165 lanılan terim. Bu konuda, farklı
ayet), “A'râf suresi” (7 / 206 yorumlar ve görüşler olmakla
ayet), “Şu'arâ suresi” (26 / 277 birlikte Kur'ân-ı Kerîm’de sec­
ayet), “Saffât suresi” (37 / 182 de ayetinin sayısının İslâm bil­
ayet). ginlerince on dört olduğu konu­
sunda görüş birliğine vardıkları
tıyere a. GjJ») [Ar.] Kuşların duruş,
söz konusudur. Bu secde, genel
uçuş ve hareketlerinden uğurlu
olarak ayetin okunduğu ve din­
ya da uğursuz sonuçlar çıkarma
lendiği yerde ayağa kalkılarak
anlammda kelâm terimi.
ve elleri kulaklara götürmeden
Ticâniyye öz.a. (û^) [Ar.] Ahmed “Allahü ekber” denilerek doğru­
b. Muhammed Ticânî (öl. 1230 / dan secdeye varılır ve üç defa
1815) ye nispet edilen ve 18. “Sübhane rabbiye’l-a'lâ” duası
yüzyılda Mağrip ülkelerinde do­ okunur. Bu işlem tamamlandık­
ğup yayılan tarikatin adı ve bu­ tan sonra ayağa kalkılarak secde
nun için kullanılan terim. Bu tamamlanır. Kur'ân-ı Kerîm’de
tarikatin temelinde üç “evrâd” yer alan ve tilâvet secdesi gerek­
türü vardır: vird, vazife ve haz­ tiren secde ayetlerinin bulundu­
ret. Bunlardan ilki ve en önemli­ ğu sureler şunlardır: “A’râf su­
si olan vird, sabah ve akşam resi” (7 / 206), “Ra'd suresi” (13
günde 100 istiğfar, 100 salavât-ı / 15), “Nahl suresi” (16 /
şerife, 100 keime-i tevhîd oku­ 48,49,50), “İsrâ suresi” (17 /
maktan ibarettir. 107), “Meryem suresi” (19 / 58),
tilâvet a. (&y£) [Ar.] Kur’ân-ı “Hac suresi” (22 / 18,77), “Fur-
Kerîm’i hem okumak hem de kan suresi” (25 / 60), “Nemi su­
O’nun emir ve yasaklarmı, teş­ resi” (27 / 25) (Buradaki secde
vik ve uyarılarını hayata geçir­ Mâlkî ve Şâfiî’ye göredir.), “Sec­
mek biçimiyle Allah’m kitabma de suresi” (32 /15), “Sâd sure­
uymak. Bu söz, Kur'ân-ı si” (38 / 24) (Buradaki secde
Kerîm’de çeşitli türevleriyle bir­ Mâlkî ve Şâfiî’ye göredir; Hane­
likte altmış üç ayette geçmekte­ fî’ye göre burada secdeye gerek
dir (bk. M.F. Abdülbâkî, el- yoktur.), “Fussilet suresi” (41 /
Mu'cem, “tlv” maddesi). 37), “Necm suresi” (53 / 62),
Tîn suresi 662

“İnşikak suresi” (84 / 21), “Alak Abdülbâkî, el-Mu'cem, “tvb”


suresi” (96 /19) (Sahîh-i Buhârî maddesi). Aynı şekilde bu teri­
ve Tercemesi, C. 3, s. 1040). min hadis mecmualarmda da
çok geniş yer aldığı söz konusu­
Tîn suresi a. (^j^ ^ [< Ar.
dur (bk. Winsenck, el-Mu'cem,
“Sûretü’t-Tîn” (jJl sj^)]
“tvb” maddesi). Nitekim Hz.
Kur'ân-ı Kerîm’in doksan be­
Peygamber, bir hadisinde bu
şinci suresi olup Mekke döne­
konuda şunu söylemektedir: “Ey
minde nazil olmuştur ve sekiz
insanlar! Allah’a tövbe ve istiğfar
ayetten meydana gelmektedir.
ediniz, ben günde yüz kere tövbe
Admı ilk ayette geçmekte olan
edfyorum.” (Riyâzü’s-Sâlihîn, C.
“tîn” (incir) sözünden almakta­
I, s. 19)
dır. Surenin özünde, fizikî, aklî
ve kalbî yetenekleri ile insanoğ­ tövbe namazı a. Herhangi bir şe­
lunun evrendeki yeri ve sorum­ kilde günah işlemiş bir kimse­
luluğu anlatılmakta, ona bazı nin, günahından tövbe etmek
uyarılar yapılmaktadır. Hz. Pey­ amacıyla abdest ahp iki rekât
gamber’in “Tîn suresi”nin tefsi­ veya daha fazla namaz kıldıktan
ri için bk. Sahîh-i Buhârî ve sonra Allah’a yakarması, yaptık­
Tercemesi, C. 11, s. 5018-5019. larından pişmanlık duyduğunu
ifade ederek af talebinde bu­
töhmet a. (o^) [< Ar. vehm] fik.
lunması ve bu amaçla kıldığı
Bir kimse hakkında ön yargılı dav­
namaz.
ranarak suçlamada bulunma ve
olumsuz hüküm verme. tûbâ a. (LjL) [Ar.] Cennette var
olduğuna inanılan bir ağaç. Bu
§ tam. töhmetü’r-râvî a. söz, Kur'ân-ı Kerîm’de sadece
(^IJI c^) Hadis biliminde, “Ra'd suresi” (13)nin 29. aye­
dinin temel değerleri konu­ tinde geçmektedir.
sunda bir hadisin rivayetinde
aykırı davranarak tek kalan Tûfân a. (jlijL) [Ar.] Hz. Nuh kav­
ve toplum içinde yalan söy­ minin ahlâkî bozukluklarından
lediği anlaşılan bir ravî. dolayı cezalandırılması için
meydana gelen büyük su felâke­
tövbe a. (<up) [< Ar. tevbe] İslâm ti. Bu hadise, Kur'ân-ı Kerîm’de
inancma göre, bir müminin gü­ iki ayette geçmektedir. Biri
nahtan pişmanlık duyarak Al­ “A’râf suresi” (7 / 133)nde Fira­
lah’a yönelmesi ve sığınması, vun ve Mısır halkı konusu anla-
istiğfâr. Bu söz, Kur'ân-ı tıhrken verilmektedir. İkincisin­
Kerîm’de seksen sekiz ayette de ise “Ankebût suresi” (29 /
yer almaktadır (bk. M.F. 14)inde Nuh kavminin ahlâkî
663 tüsâ’iyyât

sapıklıklarından dolayı cezalan­ dokuz ayetten meydana gelmek­


dırılması konusu açıklanırken tedir. Adını ilk ayette geçen
anlatılmaktadır. “ve’t-Tûr” sözünden almaktadır.
Surenin özünde Allah’a iman
tuğyân a. (jLiL) [Ar.] bk. tâgüt
konusu ele almmakta, buna kar­
tuhr a. O) [Ar.] fik. 1. İki hayız şı çıkanlarm büyük felâketlerle
arasındaki temizlik süresi. 2. karşılaştıkları anlatılmaktadır.
Hayız hâlinin bitiminden sonra Hz. Peygamber’in “Tûr sure-
kadınm cinsel organından gelen si”nin tefsiri için bk. Sahîh-i
beyaz akıntı. Buhârî ve Tercemesi, C. 10, s.
tulekâ a. GliLL) [Ar.] İslâmiyet’in 4793-4797.
ortaya çıktığı ilk dönemlerde, turuk-ı isnâ aşere a. O j»
Mekke’nin fethi sırasında Müs­ [Ar.] On iki büyük tarikat için
lüman olan Kureyş kabilesi. kullanılan terim. Bunlar: Tarîk-i
tûl-i emel a. Ol JjL) [Ar.] Bitmek Nakşibendî, Tarîk-i Mevlevî,
tükenmek bilmeyen bir hırs Tarîk-i Kadiri, Tarîk-i Halveti,
içinde hiç ölmeyecekmiş gibi Tarîk-i Celvetî, Tarîk-i Rufâ'î,
dünya işine kendini vermesi, Tarîk-i Sa'dî, Tarîk-i Bedevî,
âhiret inancını bir kenara bı­ Tarîk-i Gülşenî, Tarîk-i Şâzelî,
rakması anlammda kullanılan Tarîk-i Berberi, Tarîk-i Bektaşî.
bir terim, “kasr-ı emel” (.bk. bu turûku’l-hadîs a. Ctu^l jj>) [Ar.]
madde) karşıtı. “Hadisin senedleri.” anlammdaki
tulû'-ı gaile a. (di ^jlL) [Ar.] fik. bu terim, herhangi bir hadisin
Vakıf gelirlerinin düzenli olması rivayet edildiği değişik isnatları
ve gelirlerin eksilmemesi. sıralayan hadis kitaplan veya
mecmuaları için kullanılmıştır.
tu'me a. (<uL) [Ar.] İslâm devletle­
rinde, devlet görevlilerine ve ih­ türbe a. («u^) [Ar.] İslâm coğrafya-
tiyaç sahiplerine hazine toprak­ smda, önemli din büyüklerinin
larından ayrılan tahsisat. bulunduğu mezarların üzerine
yaptırılan anıt mezar.
Tûr suresi a. 6jjXU ^) [< Ar.
“Sûretü’t-Tûr” Oll sj^)] tüsâ’iyyât a. (oLLı) [Ar.] Hadis
Kur'ân-ı Kerîm’in elli ikinci, büiminde, bir hadisi oluşturan
iniş sırasına göre yetmiş altıncı ravîden geriye giderek silsile hâ­
suresi olup “Secde suresi” linde Hz. Peygamber’e ulaşmca-
(32)nden sonra ve “Mülk sure­ ya kadar bünyesinde dokuz
si” (67)nden önce Mekke döne­ râvînin adı geçen hadisler.
minde nazil olmuştur ve kırk
690 / 1291) ye nispet edilen bir
ubeydullah a. («dJij^) [Ar.] “Al­
kolu.
lah’ın kulu, kölesi.” anlammda
olan bu terim, dört büyük me­ udhiyye a. (^l) [Ar.] (ç. b. edâhî)
lekten Mîkâ'ü için kullanılmak­ Kurban bayrammın ilk günü
tadır. kuşluk vakti kesilen kurban. Ay­
rıca bu terim, genellikle deve,
ubûdiyyet a. (oL^) [Ar.] tas. Ta­
sığır, davar cinsi hayvanlardan
savvuf inancına göre bu terim,
birini Allah’a yakınlık amacıyla
zahirî ve batınî bakımdan bütü­
bayram gününde veya teşrîk
nüyle Allah’a kulluğu ifade et­
günlerinde kesme için de kulla­
mek için kullanılmıştır.
nılmıştır. Hz. Peygamber’in bu
ucb a. (. .7^) [Ar.] İnsanın bütünüy­ günün faziletini ifade ettiği söz­
le enaniyyet mertebesinde ken­ lerini Buhârî kitanınm “Kitâ-
dini beğenme ve böbürlenmesi. bu’l-Edâhî” (Sahîh-i Buhârî ve
Uceyliyye a. (İUc) [Ar.] İslâmî Tercemesi, C. 12, s. 5615-5638)
tarikatlerden olup Kâdiriyye’nin başlıklı bölümünde vermiştir.
14. yüzyılda Ebu’l-Abbas Ahmed bk. kurban
b. Mûsâ b. Uceyl el-Yemenî (öl. udvân a. (jij^) [Ar.] bk. adâvet
uhde 666

uhde a. Gj^) [Ar.] Sorumluluğu ulaşıncaya kadar arada görev


yüklenmek, üzerine almak. alan varlıkları ifade etmiştir.
uhuvvet a. (oS^O [<Ar. ah] Kardeş­ ukûl-i müfârika a. (<jjlh
lik, dostluk, bağlılık. Jjic) Maddenin dışında ruh­
lar, ruhânî varlıklar ya da
ukab a. (çi) [Ar.] Hz. Peygam­
maddî olmayan, ancak kendi­
ber’in savaşlarda kullandığı bayrak
lerinde maddeyi meydana
veya sancağm adı ve bunun için
getirme iktidarı olan ruhânî
kullanılan terim.
güçler.
uknûm a. (yül) [Ar.] (ç. b. akânîm)
ulemâ ç. a. GLL) [Ar. âlim’in ç. ₺.]
Hristiyanhğın “eb (baba), ibn
İslâm devletlerinde din bilginler
(oğul), rûhü’l-kudüs” adı verilen
için kullanılan terim.
"üç Allah" inancı ve bunların ay-
n ayrı unsurları (bk. teslis). § tam. ulemâ-yı âmilin ç. a.
ukübât a. (üLjk) [Ar. ukübet’in ç. (jJjL ^Ut) fik. Dinî hüküm­
b.] ftk. îslâm hukukuna göre, leri sosyal hayatta uygulayan
şer! olarak belirlenmiş ya da bilginler; ilmiyle amel eden
konunun ehliyetli kimselerine âlimler.
bırakılmış bütün cezaları, iba­ ulemâ-yı rusûm ç. a. (^j
detler ile muameleleri hep bir­ (^Lo-Lc.) ftk. Dindeki amacm za­
likte değerlendiren “furû-ı hirî hükümlerden ibaret ol­
fıkh”ın aslî nitelikteki üç bölü­ duğunu savunan bilginler.
münden biri.
ulemâ-yı selef ç. a. (uL
ukûl a. (jjic) [Ar. akl’ın ç. b.] “Akıl­ tsUi) ftk. İslâmiyetin ilk dö­
lar” anlammdaki bu söz, başka nemlerinde yetişmiş saygm
kelime veya terkiplerle yeni te­ din büyükleri.
rimler oluşturur.
ulûhiyyet ç.a. (olt» [Ar.] “Tanrı­
§ tam. ukûl-i aşere a. (»p^ lık vasfı ve ilâhlık sıfatı.” olarak
Jjît) “On akıl.” anlamında tanımlanan bu terim, bütünüyle
olan bu terim, Farabî’den “Allah’tan başka ilâh yoktur.”
başlayarak İslâm filozoflan- inancınm, tevhit inancmın bir
nm Allah-evren münasebe­ ifadesidir. Nitekim bu inanç,
tini kurmak üzere, yaratıhş kaynağmı Kur'ân-ı Kerîm’in
teorisine karşılık olarak ileri “Tâ-Hâ suresi” (20)nin 98. aye­
sürdüğü “südûr teorisi” çer­ tindeki mealen, “Sizin ilâhınız
çevesinde Allah’tan insana ancak kendisinden başka ilâh bu-
667 ulûm-ı nakliyye

lunmayan Allah’tır.” ibaresinden ulûm-i âliye (II) a. (dL ^1


almaktadır. Tefsir, hadis, fıkıh ve benzeri
büimler.
ulû’l-azm ç.a. Ç>Jljji) [Ar.] fik.
AUah’m verdiği görevleri eksik­ ulûm-i ameliyye a. (ddt
siz yerine getiren peygamberler. j^U) Tarih, coğrafya, astro­
nomi gibi bilimler.
ulû’l-ebsâr ç.a. (jL^yi jljl) [Ar.] ftk.
Basiret sahibi kimseler. ulûm-ı cüz'iyye a. (d5ş. ejlc)
İlk dinî bügüer.
ulû’l-elbâb ç.a. LLJ^I jljl) [Ar.] ftk.
Çok akıllı ve zeki kimseler. ulûm-i dîniyye a. («ulu eJL)
Dinî büimler.
ulû’l-emr ç.a. (^l Jjl) [Ar.] ftk.
Sözlük anlamı “Emir sahibi” olan ulûm-ı edebiyye a. (<uJ fJlt)
bu terim, hükümdar, padişah Edebiyata üişkin büimler,
veya kanun koyucu anlammda- bügüer.
dır.
ulûm-i garibe a. (<u>> ^.jU)
ulû’l-erhâm ç.a. Q.L.j^l Jjl) [Ar.] Gaipten haber veren büim­
ftk. Anne tarafindan akraba olan ler.
kimseler.
ulûm-i hikemiyye a. (ç^.
ulû’l-irbe ç.a. (<□>! jljl) [Ar.] fik. 1. ejL) Ahlâk ve felsefeye üişkin
İhtiyaç sahipleri anlamında. 2. bügüer.
Cinsel ilişkiye aç kalmış kimse­
ulûm-ı hikmet-i tabî'iyye a.
ler.
(9mİ ckSs. d^U) fiz. Fizik bi­
ulûm ç.a. ÇjJk) [< Ar. ilm’in ç. b.] limleri, fizik bügüeri.
İlimler, büimler.
ulûm-ı hukûkiyye a. (dîjk
§ tam. ulûm-i akliyye a. (di fjL) huk. Kanunlarla ügüi bi­
jijL) Akıl ve zihin gücüne da­ limler, bügüer.
yanan büimleri ifade eden bu ulûm-i külliyye a. M fjlt)
terim, fen bilgisi, tabiat bilgi­ Dinî büimlerin tamamı, dinî
si üe edebiyat bilgisini ifade bügüer.
etmektedir.
ulûm-i müte'ârefe a. (<ijLü«
ulûm-i âliye (I) a. («uh yit)
(ijL) Herkesin büdiği, yaygm
Gramer ve benzeri bilgilerin
büimler.
öğrenilmesine yarayan bilgi­
ler. ulûm-ı nakliyye a. (dx
fjL) “Dinî bilgiler” anlamın­
daki bu terim, Kur’ân-ı
ulûm-i nefsâniyye 668

Kerîm’in etrafında oluşan ulûv a. (jk) [Ar.] 1. Allah’m sıfatla-


bilgileri, hadisleri, tefsir, fı­ nndan olup “İzzet, şeref ve hü­
kıh gibi nakil ve rivayet üze­ kümranlık bakımından en ulu, en
rine kurulmuş olan bilgiler yüce.” anlammda Allah’a izafet
ile “icmâ-ı ümmet” (bk. bu edümiştir. 2. Hadis biliminde,
madde) ve “kıyâs-ı fukahâ” bir hadisin birkaç isnadmdan ilk
(bk. bu madde) konularını kaynağa en az ravî ile ulaşma
içine almaktadır. durumu.
ulûm-i nefsâniyye a. (<ûLudj § tam. ulûvv-i mutlak a.
^jk) Ruh bilimleri. (jlL jk) Hadis biliminde,
ulûm-i riyâziyye a. («c^L, yüce isnadlar ile Hz. Pey-
j»jL) Matematik bilgileri. gamber’e yakınlık arz eden
hadis.
ulûm-i siyâsiyye a.
fjL) Siyasal bilimler. ulûvv-i nisbî a. (^^ jk)
Hadis biliminde, hadis riva­
ulûm-ı şer'iyye a. (^_^i fJk)
yetinde Hz. Peygamber’den
Şeriata ilişkin bilimler, şeriat
gittikçe uzaklaşan durum
bilgileri.
için kullanılan terim.
ulûm-i tabî'iyye a. (<aw ^jL)
ulûvvü’l-hadîs a. (dujJI >)
Tabiat bilgüeri.
Hadis biliminde, bir hadisin
ulûm-ı ta'lîmiyye a. (tulü birkaç isnadmdan ilk kayna­
fjk) Eğitime ilişkin bilimler. ğa en az ravî ile ulaşma du­
rumu.
ulûm-i tâliyye a. («Jlk fJk)
İdâdî mekteplerinde (bugün umde a. (ö^ûc) [Ar.] Sözlük anlamı,
liselerde) öğretilen bilgiler. “Dayanılacak, güvenilecek şey,
kimse, yer; dayak, dayanak, des­
ulûm-ı zâhire a. G>>lk ^J
tek.” olan bu söz, başka kelime
Medrese müfredatı dışında
terkiplerle yeni terimler oluş­
kalan bilimler.
turmuştur.
ulûmü’l-hadîs a. (iujJl ^jL) Hadis
bilimleri ve onun alt disiplinleri. § tam. umdetü’l-îslâm a.
(f.^1 4A^) Büyük İslâm âli­
ulûmü’l- Kur'ân a. (jijül 1. mi İmâm-ı Gazâlî’yi anlatmak
Kur’ân-ı Kerîm’in etrafmda için kullanılmıştır.
oluşan bilimler anlammda te­
rim. 2. Bu büimler tarafmdan umdetü’l-ma'nevî a. Q$>xJi
oluşturulan eserler için kullanı­ 5^) tas. Semaları yüksek ve
lan ortak ad ve terim.
669 usûl-i kadîm

yüce tutan manevî güç anla­ dışmda kalan mal türlerini ifade
mmda tasavvuf terimi. eden fıkıh terimi.
umrâ a. (^^) [Ar.] fik. İslâm hu­ usûbet a. (oy^t) [Ar.] Asabelik. bk.
kukunda bağış yapan kimsenin asabe
hayatta kaldığı süre ile sınırlı
olan hibe türü. § tam. usûbet-i müştereke a.
( ^jixîo cuj^) Ortak asabelik.
umre a. G^) [Ar.] (ç. b. umurât)
fık. Hac mevsiminin dışmda Kâ- usûl a. (J^î) [Ar.] 1. “Yol, yöntem,
be’yi ve Mekke’yi ziyaret etme metot.” anlammdaki bu söz,
ve Safa ile Merve arasmda başka kelime ve terkiplerle bir­
“sa'y” (bk. bu madde) yapmak likte yeni terimler oluşturur. 2.
üzere eda edilen nafile ibadet. fik. İslâm hukukunda, miras iş­
Bu ibadet, Kur’ân-ı Kerîm’de, lerinde en yakın hısımları ifade
“Bakara suresi” (2)nin 196. eden terim.
ayetinde mealen “Haca da um­
§ tam. usûl-i fıkh a. (<ü U^î)
reyi de Allah için tam yapın...”
ftk. Fıkıh kaynaklarım ve
denilerek farz kılınmıştır.
bunlardan hüküm çıkarma
§ tam. umre-i nebevî a. (^ yöntemlerini inceleyen bilim
4>14) Hz. Muhammed’in hac dalı.
farz olmadan önceki haccı. usûl-i hadîs a. (^^. Jj^î) bk.
umre tavafı a. Umre ibadeti için ulûmü’l-hadîs
ihrama girilmesinden sonra ya­ usûl-i hamse a. (■u»^ J>J)
pılan ve yedi “şavt” (bk. bu “Mu'tezile” (bk. bu madde)
madde) olarak tamamlanan ve mezhebinin temel beş inanç
vacip kabul edilen bir ibadet tü­ esasmı anlatan terim. Bu beş
rü. inanç, “tevhîd” (bk. bu mad­
umûm a. Ç^) [<Ar. âm’ın ç. b.] de), “adi” (bk. bu madde),
Genel, bütün, bütün halk. “va'd ve va'îd” (bk. bu mad­
de), “menzile beyne’l-
§ tam. umûmü’l-belvâ a. menzileteyn” (bk. bu mad­
(ı^l ^j^) fık. Bilinmesi de), “emr bi’l-ma'rûf nehy
mümkün olmayan olaylar. ani’l-münker” (bk. bu mad­
de) dir.
unnet a. (cî) [Ar.] fık. Cinsel ikti­
darsızlık. usûl-i kadîm a. (^jî j^î)
Yenilikçilik hareketinin eski
urûz a. CAij^) [Ar.] fik. İslâm hu­
mektep ve medreselerde uy­
kukunda, altın ve gümüş para
gulanan klasik eğitim sistemi.
usûl-i selâse 670

usûl-i selâse a. (^ J^î) usûliyye a. (û^î) [Ar.] İtikat saha­


fik. İslâm dininin üç temel sında nastan hareket etmekle
inancı (ulûhiyet, nübüvvet, beraber nassı anlayıp yorumla­
âhiret) ile kelâm ve akait ki- mak için akla dayah delillere
taplarmm içeriğini oluşturan baş vurmak yöntemi için kulla­
üç temel bölüm. “Mu'tezile” nılan kelâm terimi.
(bk. bu madde) mezhebinin
usûl ve fürû a. fık. İnsanın ataları
temel beş inanç esasma kar­
ve kendi sülbünden gelenleri
şılık “ehl-i sünnet” (bk. bu
için kullanılan fıkıh terimi.
madde) kelâmcıları tarafm­
dan bu terim kullanılmıştır. uşâriyyât a. (oÇjLM [Ar.] Hadis
biliminde, herhangi bir hadisi
usûl-i sitte a. (g« J^î) fık.
kitabına alan bir hadis uzma­
“Âmentü” (bk. bu madde)
nından başlayarak Hz. Peygam-
nün altı esasını ifade eden te­
ber’e kadar olan dönem içinde
rim.
on ravî bulunan hadisler için
usûlü’d-dîn a. (jjJIJj^î) Di­ kullanılan terim.
nin inançları çerçevesinde
uşr a. (ji) [Ar.] bk. öşür
temel hükümleri ifade eden
kelâm terimi. uzlet a. (dy) [Ar.] tas. Tasavvuf
inancmda, bir sufînin veya za­
usûlü’l-hadîs a. (iujJlJ^Î)
hidin Allah’a daha fazla ve daha
Hadis rivayetinin sağlamlığı­
yakın ibadet etmek için dünya
nı, gerçekliğini, çeşitlerini,
işlerini bir kenara bırakarak bü­
hükümlerini, ravîlerin içinde
tün varhğıyla Hakk’a yönelmesi.
bulunduğu şartları ve ortamı,
sahih hadisi sakîm hadisten üzre a. Gjât) [Ar.] fık. Bekâret için
ayırmanm yollarım incele­ kullanılan fıkıh terimi.
yen bilim dah. uzzâ a. (^>) [Ar.] İslâmiyet’in do­
usûlü’ş-şerî'a a. (ojjülJ^Î) ğuşu sırasmda Mişrik Arapların
fik. Şer’î hükümlerin kaynak­ tapmakta oldukları büyük put­
ları olan Kur’ân, sünnet, lardan birinin adı ve bunun için
icmâ, kıyâs için kullanılan te­ kullanılan terim.
rim.
••

üç aylar a. Kamerî takvime göre, Mekke ve Medine için kulla­


“Regâ'ib, Mi'râc, Berat ve Ka­ nılmıştır.
dir” (bk. bu maddeler) geceleri­
ümmü’d-dünyâ a. (ujl fl)
nin içinde bulunduğu Recep, Şa­
(dünyanın anası) Bu terim,
ban ve Ramazan ayları.
Mısır veya Kahire için kulla­
üç talâk a. talâk-ı selâse nılmıştır.
üçleme a. bk. teslis ümmü’l-fürûh a. (^j>ll fl)
ülfet a. (oüî) [Ar.] İnsanlarla sami­ Ölümü sonrası kocasmı, an­
mi ve uzlaşma içinde olma, kay­ nesini, erkek kardeşlerini,
naşma ve banş içinde yaşama anne baba bir kız kardeşleri­
anlammda ahlâk terimi. ni bırakan bir kadmm miras
meselesi için kullanılan fıkıh
üm, -mmü a. ÇJ) [< Ar.ümm] (ç. b.
terimi.
ümmât) “Anne ana, valide, ma-
der.” anlammda bu söz, başka ümmü’l-habâ'is a. (diLill
kelime ve terkiplerle birleşerek ^1) (kötülüklerin anası) Bu te­
yeni terimler oluşturur. rim, fıkıh literatüründe içki,
şarap için kullanılmıştır.
§ tam. ümmü’l-bilâd a. (jîUI
jj) (beldelerin anası) Bu terim,
ümmü’l-kitâb 672

ümmü’l-kitâb a. ÇKi ^>.1) kimselerin oluşturduğu cemaat


(kitapların anası) 1. Kur'ân-ı veya topluluk.
Kerîm için kullanılan terim.
ümmî a. (^î) [< Ar. ümm + î] 1.
2. Kur'ân-ı Kerîm’de “Fati­
Okuma yazma bümeyen anla­
ha suresi” için kullanılan te­
mmda Kur'ân-ı Kerîm’de geçen
rim. bk. bk. Sahîh-i Buhârî ve
bir terim (A'râf suresi, 7 /158).
Tercemesi, C. 9, s. 4165-4166.
2. Hz. Peygamber için kullanılan
3. Arşm üzerinde asılı olan
bir sıfat ve terim. Müslümanlı­
“kaza ve kader” levhası,
ğın ilk çıktığı dönemlerde ve
levh-i mahfûz.
Kur’ân-ı Kerîm’in nazil olmaya
ümmü’l-kurâ a. (^l ^l) Bu başladığı sıralarda “ehl-i kitâb”
terim, Mekke -i mükerreme (bk. bu madde) olarak nitelenen
için kullanılmıştır. Yahudîler, Arapları hiçbir kitaba
inanmayan anşammda “ümmî”
ümmüT-Kur'ân a. (jljill fl)
olarak nitelendiriyorlardı. Bu
Bu söz, “Fatiha suresi” için
terimin o dönemde Hz. Peygam­
kullanılmıştır, bk. Sahîh-i
ber için kullanılması da bu an­
Buhârî ve Tercemesi, C. 9, s.
layıştan ileri gelmekteydi.
4165-4166
ümmü veled a. fık İslâm hukuku­
ümmü’l-mü'minîn a. (j^ujJI
na göre, efendisinden çocuk do­
^l) (müminlerin anası) Hz.
ğuran cariye.
Muhammed’in hanımları için
kullanılmıştır. üns a. (^1) [Ar.] tas. Tasavvuf
inancmda, kulun Allah ile yalan­
ümmü’n-nûr a. (^1 ^1) (nu­
lık kurması anlammda kullanı­
run anası) Hazret-i Meryem
lan terim.
için kullanılmıştır.
üslûp, -bu a. LjUÎ) [Ar.] İslâmî
ümmü’n-nücûm a. Ç^l ^1)
edebiyatmm temel değerlerin­
(yıldızların anası) Samanyolu,
den olan, duygu ve düşüncelerin
kehkeşan.
sanath bir biçimde yazıya dö­
ümmü’l-veled a. (JjJI fl) İs­ külmesi ve kişinin kendi kimli­
lâm hukukunda efendisinden ğini yazılarma yansıtması anla­
çocuk sahibi olmuş cariye mmda kullanılan sanat ve ede­
için kullanılmıştır. biyat terimi.
ümmet a. (olî) [< Ar.emm] Bir
§ tam. üslûbü’l-Kur'ân a.
peygamberin tebliğ ettiği dine
(Ji>)l ujLÎ) Kur'ân-ı
inanan ve o din ile bütünleşen
Kerîm’in kendine özgü anla-
673 iiveysîlik

tim biçimini ifade eden te­ lanılan ve Kur'ân-ı Kerîm'de


rim. geçen bir terim.
üsve-i hasene a. (4^ *>J) [Ar.] üveysîlik a. Bir kimsenin çıplak
“Güzel örnek.” anlamında, genel­ gözle göremediği kişi ya da kişi­
likle de Hz. Peygamber için kul­ lerden manevî eğitim alması yo­
lunda oluşan tarikat.
lammda terim. Bütün mezheple­
vaad s. (jtj) [Ar.] 1. Söz verme ve
re mensup din bilginlerine göre
verilen söz. 2. ftk. Bir kimsenin
“vâcib” ile “farz” (bk. bu madde)
gelecekte kendiliğinden hukukî
arasında bir fark olmamakla be­
bir tasarrufta bulunacağını bil­
raber Hanefîlere göre farz, kesin
dirmesi anlamında fıkıh terimi.
delille sabit olurken vacip ise
vaaz s. (kj) [Ar.] Bir topluluğa dinî kesin olmayan fakat zannî bir
ve ahlâkî konularda öğüt verme, delille sabit olmuştur. 2. Evren­
dinleyenlerin gönlünü güzellik de varlığı zatınm gereği olan,
ve iyilikle doldurma, İlâhî mükâ­ var oluşunda başka bir sebebe
fat ve azap konularmda bilgiler gerek duyulmayan hüküm an­
verme ve uyarılarda bulunma, lammda kelâm terimi.
onları ibadetlerini doğru ve sağ-
lıklı yapabilme konusunda bilgi­ § tam. vâcib-i gayr-ı
lendirme ve yölendirme anla­ muhadded a. (L^ ^ W
mında hitabet türü. ftk. AUah’m miktarını belir­
lememiş olduğu vacip. Söz
vâcib a. (ualj) [< Ar. vücûb] (ç. b.
gelişi, açları doyurma, misa­
vâcibât) 1. ftk. Yapılması şeriat
fire ikramda bulunma gibi.
hükümlerine göre gerekli olan,
farz derecesine yakm bulunan vâcib-i kifâ'î a. (^l^ u»lj)
ve yerine getirilmemesi veya ftk. Mükelleflerin her birin­
terk edilmesi günah sayılan an­ den ayrı ayrı değil toplu ola-
vâcib-i mu'ayyen 676

rak yapılması istenen vacip. vakitte tam olarak eda edil­


Söz gelişi, Allah yolunda ci­ mesi gibi.
hat, selâma karşılık verme,
vâcib-i mutlak a. (jlL ^b)
yargı ve fetva görevlerinin
fık. Şairin, yerine getirilmesi
yerine getirilmesi gibi.
için belirli bir vakit tayin et­
vâcib-i mu'ayyen a. (>. mediği vacip için kullanılan
çaIj) fık. Allah’ın kesin belir­ terim. Söz gelişi, ettiği yemi­
lediği vacip. Söz gelişi, na­ ne bağh kalmayan bir kim­
maz, oruç ve benzeri. senin ödemesi gereken kefa­
reti dilediği zaman yerine ge­
vâcib-i mudayyak a. (^â«
tirmesi gibi.
l«.Ij) fık. bk. vâcib-i
mukayyed vâcib-i müvessa a. (^5—
çalj) fik. Allah’m yapılması
vâcib-i muhadded a. (jko
için geniş zaman bıraktığı
ça.lj) fık. Allah’m miktarmı
vacip.
belirlemiş olduğu vacip. Söz
gelişi, beş vakit namaz, zekât vâcibü’l-îfâ a. (AîşlLişAf) ftk.
gibi. Yapılması zorunlu olan va­
cip. Söz gelişi, namaz, oruç,
vâcib-i muhayyer a. (J^
hac ibadeti gibi.
uş.lj) fik. Allah’ın birkaç işten
birini yapmakta serbest bı­ vâcibü’l-ittihâ a. GÛUlj)
raktığı vacip. Söz gelişi, ye­ ftk. Yerine getirilmesi veya
min kefâretini bozan kimse­ uyulması zorunlu olan vacip.
ye yerine getirmesi için öne­
vâcibü’l-vücûd a. (j^jll^lj)
rilen işlerden on fakiri giy­
(yarlığı kaçınılmaz olan) Al­
dirmesi, on aç kimseyi do­
lah.
yurması, bir köle azat etmesi
gibi. Bunlardan birini yap­ vâcibü’r-ri'âye a. («üUJI^Ij)
ması yeterli görülen vacip. 1. Uyulması veya yapılması
Bunu da yerine getiremiyor- gerekli olan. 2. Saygı göste­
sa üç gün oruç tutması öne­ rilmesi uygun görülen devlet
rilmektedir. büyüklerinin soyu ve yalan­
ları (sadrazam, vezir, beyler­
vâcib-i mukayyed a. (jko
beyi, nişancı oğulları gibi).
çölj) fik. Şairin, yerine geti­
rilmesi için belirli bir vakit vâcib li-zâtihi a. (4J3J ^ij)
koyduğu vacip için kullanılan tas. Varlığı başkasıyla değil,
terim. Söz gelişi, vakti içinde bizzat kendisinde bulunandır
eksik kılman namazın aynı anlammda kelâm terimi.
677 vahdâniyyet

Vâcid a. (aşJj) [Ar.] Sözlük anlamı, günah işleyen müminlerin kü­


“Dilediğini dilediği zaman bulan, çük günahlarmm affedileceği,
bilen.” olan bu söz, Allah’a nispet yani küçük günahlarından dola­
edildiğinde “Hiçbir şeye muhtaç yı herhangi bir cezaya çarptı-
olmayan, her şeyin sahibi, kendi­ nlmayacağı; buna karşm büyük
sinden hiçbir bilgi saklanmayan günahlarından dolayı hiçbir şe­
veya gizli kalmayan.” anlammda faatten nasibini alamayacağı ve
“esmâ’ü’l-hüsnâ” (Allah’ın güzel ebediyen cehennemde kalacağı­
isimlerfidandır. “Vâcid” adı, Al­ nı savunmuşlardır.
lah’m doksan dokuz ismini ve­
va'de a. (t^fi [Ar.] 1. fik. Bir yü­
ren İbn Mâce ve Tirmizî rivayet­
kümlülüğün yerine getirileceği
lerindeki listede de yer almıştır
zaman ve uygulama için belirle­
(Tirmizî, “Da'avât”, 82; İbn Mâce,
nen süre anlammda fıkıh terimi.
“Du’â”, 10).
2. Hayatın sonu, ölüm vakti,
vâcid a. (j^lj) [Ar.] Hadis biliminde, ecel.
bir müellifin, bir ravînin el
vadî'a a. (<»^Aj) [Ar.] ftk. Bir malm
yazması kitabını araştırıp bulan
maliyetinin altında bir fiyatla
kimse.
satışı anlamında bir fıkıh terimi.
va'd a. (jij) [Ar.] Sözlük anlamı,
vad'u’l-hadîs a. (iujJl ^j) [Ar.]
“Söz verme, söz verilen konu.”
Uydurma hadis.
olan bu söz, bir şeyi yapmak
üzere söz veya güvence verme vahdânî s. (^Ijaj) [<Ar. vahdet]
anlamı ile iyiliği, güzelliği ifade Allah’ın birliği ile ilgili, Allah’a
eden terim olarak yaygınlaşmış­ özgü.
tır. Bu söz, Kur’ân-ı Kerîm’de vahdâniyye a. (Gljij) [Ar. vahdânî
100 civarında ayette geçmekte­ sözünün müennes (dişil) biçimi.]
dir (bk. M.F. Abdülbâkî, el- Tektanrıcıhk.
Mu'cem, “va'd” maddesi).
vahdâniyyet a. (o^i^) [<Ar. vah­
va'd ve va'îd a. (jjtj j ^fi [Ar.] det] İslâmî inançta birlik, yani
İslâmî inanç ve fırkalardan biri Allah’ın bir oluşu ve şerikinin
olan “Mu'tezile” (Kader inancını olmaması anlammda Allah’ın
inkâr eden Hak dininden bir fır­ “selbî” sıfatlarından biri olarak
ka) fırkasının beş inanç üzerine kullanılan terim. “Tevhid” (bk.
kurduğu ilkelerinden biri. Bu te­ bu madde) inancı, imanm esas­
rim, “va'd” ile iyiliği, “va'îd” ile ları yanmda bütün dinî inançla­
kötülük ve cezayı anlatmaktadır. rın da temelini oluşturur. Buna
Bu hüküm doğrultusunda göre Allah, birdir ve tektir; bu
“Mu'tezile” kelâmcıları büyük teklik sadece sayı bakımmdan
vahdet 678

değil, O’nun zatında, sıfatların­ eserler için kullandıkları ortak


da, hükümlerinde ve fiillerinde ad.
eşi ve benzerinin olmayışı ile il­
vâhid a. (a^lj) [Ar.] 1. Bu terim,
gilidir.
Allah’ın tek ve bir olmasmı ifade
vahdet a. (cjaj) [Ar.] 1. “Birlik, eden sıfatlanndan biri için kul­
teklik.” anlammda terim, "kes­ lanılmıştır. 2. Hadis biliminde,
ret” karşıtı. 2. tas. “Allah’a ya­ yalnızca bir ravînin kendisinden
kınlık, Allah’a ulaşma, Allah ile bir tek hadis rivayet etmiş oldu­
bir olma.” anlammda tasavvuf ğu kimse.
terimi. 3. tas. Allah.
vahiy a. (^j) [Ar.] İslâm inancmda
§ tam. vahdet-i fikr a. (jü Allah’ın emir, hüküm ve öneri­
oa^j) (Fikir birliği.) fels. Tek lerini insanlığa peygamberler
düşüncelilik. vasıtasıyla bildirme yolu anla­
mında kullanılmıştır. Hz.
vahdet-i kusûd a. (jj^i Âdem’den başlayarak Hz. Mu-
oa^j) (kasıt ve amaç birliği) hammed’e kadar uzanan süreç
tas. Kulun kendi düşünce ve içerisinde her peygambere ileti­
niyetini Allah ile bütünleş­ len “vahiy”, Kur'ân-ı Kerîm ile
tirmesi. en üst ve olgun düzeyde gerçek­
vahdet-i şuhûd a. (jj^ oa^j) leşmiştir. Bu söz ve ondan türe­
(görmenin birliği) tas. Kulun miş filler Kur'ân-ı Kerîm’de pek
bütün varlıklardan sıyrılarak çok ayette yer almaktadır (bk.
Allah’ı görmesi. M.F.Abdülbâkî, el-Mu'cem, “vhy”
maddesi). Hadislerde ise bu te­
vahdet-i vücûd a. (^j oa^j)
rim daha sık kullanılmıştır.
1. tas. “Varlığın birliği veya Kaynaklar, Wensinck’in el-
tek oluşu, ya da varlıkta bir­
Mu'cem adlı mecmuasmda bu
lik.” anlamında tasavvuf te­ maddenin beş sütun boyunca
rimi. 2. tas. Hakk’a ulaşabil­
devam ettiğini kaydetmektedir.
mek için tek yol olan hâl yo­ “Vahiy”, İlâhî ve gayr-ı İlâhî ol­
lu, tasavvuf yolu. 3. Allah’ın
mak üzere ikiye ayrılmaktadır.
birliği, Allah.
İlâhî vahiy, doğrudan Allah’tan
vahdet-nâme a. (^L oa^j) [<Ar. gelen vahiylerdir. Bunlar, pey­
vahdet + F.nâme] tas. ed. Ta­ gamberlere ulaşanlar; Cebrail’e
savvuf! edebiyatta mutasavvıf ve öteki meleklere ulaşanlar;
şairlerin Allah’a ulaşma veya “emretmek” anlammda yeryü­
yaklaşma konularmı şiirleştiren züne ve gökyüzüne hitaben olu­
şanlar; canlılardan bal anşma
ulaşan; insanlardan da Hz. Mu-
679 vatdiyye

sa’nın annesine ve Hz. îsa’nm vahiy kâtibi a. Hz. Peygamber’in


havarilerine ulaşanlar olarak ni­ kendisine vahiy yoluyla ulaşan
telenmektedir. Gayr-ı İlâhî vahiy ayetleri okuyarak yazdırdığı sa­
ise cinler ve insanlar arasında habeler. Bu konuda ilk kâtip,
oluşan nitelikte olanlardır. Söz Mekke’de Abdullah ibn Sa'd,
gelişi, şeytanm şeytana vahyi (fı­ Medine’de ise Zeyd ibn Sabit
sıldamak, gizli konuşmak anla­ gösterilmiştir. Ayrıca o dönemde
mında), Zekeriyya’nın kavmine yaşamış kırk civarmda bu tür
göre vahyi (işaret ve ima anla­ kâtipten söz edilmektedir.
mında) bu nitelikte olan vahiyler
vahşet a. (c^f) [Ar.] tas. Allah ile
olarak gösterilmektedir.
ülfet durumunda bulunan
§ tam. vahy-i bâtın a. (3LL sufînin O’ndan başka bütün
^j) Hz. Peygamber’in pey­ dünya nimetlerinden ve varlık­
gamberlik görevi ile ilgili lardan sıkılarak kendi iç dünya-
olan konulardaki içtihatları sma kapanması ve uzlete çekil­
için kullanılan terim. Bu ko­ mesi.
nularda da amel etmek va'îd a. (^j) [Ar.] İslâmî inanç ve
mümünler için vacip kabul fırkalardan biri olan “Mu'tezile”
edilmiştir. (Kader inancını inkâr eden Hak
vahy-i gayri metlüv a. Glı« dininden bir fırka) fırkasının beş
^ ^f) “Okunmayan vahiy.” inanç üzerine kurduğu ilkele­
anlamındaki bu terim, Hz. rinden birini ifade eden “va'd
Peygamber’in Kur'ân-ı ve va'îd” (bk. bu madde) ilkesi­
Kerîm dışında da vahiyler nin bir unsuru olan bu terim,
aldığını ifade etmektedir insanları iyiliğe yönlendirmek
(“Bakara suresi” (2 / 144; veya kötülükten uzak tutmak
“Nisa suresi” (4 /113) “Necm için ileride olabilecek olayları
suresi” (53 / 3-4) gibi). Ayrıca önceden haber vererek onlar­
Hz. Peygamber, Kur'ân-ı dan gelebilecek kötülüğü, azabı
Kerîm dışında vahiyler aldı- ve cezayı ifade etmektedir.
ğmı da söylemiştir: “Bana va'îdiyye a. («Ûj^j) [Ar.] Büyük
Kur’ân ve onun gibi bir misli günah işleyen müminlerin
verildi.” (Ebû Dâvûd, “Sün­ âhirette şefaatten yararlanama-
net”, 6). yıp ebediyen cehennemde kala-
vahy-i metlüv a. (^> ^J caklarmı savunan ve Şi'â’nm bir
“Okunan vahiy.” anlamındaki kolu olan “Mu'tezile” ve
bu terim, Kur'ân-ı Kerîm’i “Hâricîler” için kullanılmıştır.
ifade etmektedir.
vâ'iz 680

vâ'iz a. (klj) [Ar.] Dinî konularda öğütlerini içeren eserler için


sohbetler yapan ve öğütler ve­ kullanılan ortak ad.
ren bu konularda donanımlı
vakf ve ibtidâ a. Kur'ân-ı Kerîm’i
kimseler.
okurken lafız ve manayı gözete­
vakf bi’s-süknâ a. (^L Jîj) fik. rek durmak ve sonra yeniden
İçinde oturulması şarta bağlan­ okumaya başlamak konularmı
mış bir vakıf. inceleyen bilim dalı.
vakfe a. (^ [Ar.] İslâm fıkhında, vâkı'a a. (uiij) [Ar.] tas. Tasavvuf
hac ibadeti sırasında, Arafat ve dünyasmda gayb ve ulûhiyet
Müzdelife’de belirli bir süre bek­ âleminden kalbe ulaşan mana.
leme anlammda kullanılmıştır.
vâkî a. (^Ij) [Ar.] “Düzene koyan,
Arafat vakfesi, hac ibadetini ya­
koruyan ve kollayan.” anlamında
pan bir kimsenin zilhiccenin 9.
Allah’m sıfatlarmdan biri olarak
günü zeval vaktinden bayramın
kullanılan terim. Kur’ân-ı
ilk günü tan yeri ağarıncaya ka­
Kerîm’in “Ra’d suresi” (13 / 34)
dar Arafat’ta bulunmasını ifade
nde geçmektedir.
eder ve hac ibadetinin iki rük­
nünden biri olup farz kılmmış- Vâkı'a suresi a. (^^ ««ij) [<
tır. Müzdelife vakfesi ise yine Ar. “Sûretü’l-Vâkı'a” (cüljll îjj«)]
zilhice ayınm 9. ile 10. gününü Kur'ân-ı Kerîm’in elli altıncı,
birbirine bağlayan gecede Mina iniş sırasına göre kırk altıncı su­
ile Arafat arasmda, Müzdelife resi olup “Tâhâ suresi”
denilen yerde bulunması, yani (20)nden sonra ve “Şu'arâ su­
vakfe yapması vaciptir; geceyi resi” (26)nden önce Mekke dö­
orada geçirmek sünnet olarak neminde nazil olmuştur ve dok­
nitelenmiştir. san altı ayetten meydana gel­
mektedir. Adını ilk ayetteki
vakfiyye a. (ûij) [Ar.] fik. İslâm
“vâkı'a” (olay, hadise) sözünden
hukuku çerçevesinde, bir vakfm
almaktadır. Surenin özünde,
kurucusu tarafından düzenle­
ölümden sonra yeni bir hayatm,
nen vakfın görevlerinin işleyişi
yani ahret hayatmın başlayarak
konusunu düzenleyen resmî
sonsuza kadar devam edeceği,
belge.
dünyada yaşadıklarmm hesabı­
vakfiyename a. (<uü <415$) [< Ar. nı orada verecekleri konusu iş­
vakfiye + F. nâme] tas. ed. Ta­ lenmektedir. Hz. Peygamber’in
savvuf! edebiyatta din, tarikat “Vâkı'a suresi”nin tefsiri için
ve devlet büyüklerinin ölümle­ bk. Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi,
rinden sonra geride kalanlara C. 10, s. 4831-4836.
681 vakf*ı müşâ

vakıf, -kfı a. (Jij) [Ar.] ftk. İslâm vakf-ı gayr-ı lâzım a. {(.yi ^
hukukuna göre, mülkiyeti ka­ Jîj) fik. Vakıf kurucusu, hâ­
muya, gelirleri ise vakıf kurul­ kim veya kurucunun varisle­
muş hak sahiplerine ait olmak ri tarafindan iptali sahih olan
üzere akıllı ve bülûğ çağına er­ vakıf.
miş bir kimsenin bir malmı veya
vakf-ı hayrî a. (^ Jij) fik.
gayrimenkulünü fıkıh hükümle­ Gelirleri yoksul kimseler, öğ­
ri çerçevesinde toplumun yararı renciler gibi kimselere ay­
için ebediyyen bağışlaması veya rılmış olan vakıf.
bırakması anlamında İslâm
dünyasında baş vurulan ve çok vakf-ı lâzım a. Q.jy Jij) fik.
kullanılan bir terim. Buhârî, Vakıf kurucusu, hâkim veya
“vakıf’ konusunu kitabınm kurucu tarafindan feshi caiz
“Kitâbu’l-Vesâyâ” başlıklı bö­ olmayan vakıf.
lümünde Hz. Peygamber’in ha­ vakf-ı marîz a. (j^^ □ij)
dislerine dayanarak etraflıca in­ fik. Bir kimsenin hastalık hâli
celemiştir (Sahîh-i Buhârî ve sırasında oluşturduğu vakıf.
Tercemesi, C. 6, s. 2620-2627).
vakf-ı mevküt a. (ojî^ Jij)
§ tam. vakf-ı ebnâ'iyye a. fik. Belli bir zaman ile sınır­
(«2tul jîj) ftk. Erkek çocuk­ landırılmış olan vakıf.
larla erkek çocukların erkek vakf-ı mu'allak a. (jL Jij)
çocuklarına olan vakıflar. fik. Belli bir şarta bağlı kal­
vakf-ı ehlî a. (^1 Jij) fik. maksızın oluşturulan vakıf.
Sayısı önceden belirlenmiş vakf-ı muzâf a. (jlâ. jîj)
bir topluluğa ait olan vakıf. fik. Geleceğe dönük oluşturu­
vakf-ı evlâdiyye a. (İj^I lan vakıf.
jîj) fik. Erkek ve kız ayırımı vakf-ı müneccez a. (^Lu uîj)
yapmaksızın bütün çocuklar fik. Hiçbir şarta bağlı kal-
için yapılan vakıf. maksızm hemen oluşturulan
vakıf.
vakf-ı fâsid a. (^li Jîj) fik.
Bütün şartları oluşmamış va­ vakf-ı müstesnâ a. (,(iLu
kıf. ^fi fik. Evkaf dairesine bağlı
kalmaksızm doğrudan doğ­
vakf-ı fuzûlî a. (Jj-ü uij) ruya mütevellileri tarafindan
fik. Bir kimsenin malı olma­ yürütülen vakıf.
yan bir yeri sahibinin izni
vakf-ı müşâ a. (,Li.ûij) fik.
olmadan bir tarafa vakfet­
Bir kimsenin ortak bir ma-
mesi için kullanılan terim.
vakf-ı müşterek 682

lından olan hissesi ile oluş­ vakit, -kdi (II) a. (oij [Ar.] tas.
turduğu vakıf. Tasavvuf inancında, sufînin
içinde bulunduğu ruh hâli, yani
vakf-ı müşterek a. (Jjü,
ruh dünyasmdaki İlâhî oluşum-
Jîj) fik. İki veya daha fazla
ları ve Rabbânî tecellileri ifade
kimsenin ortaklaşa sahip ol­
eden bir terim.
dukları mal üzerine oluştur­
dukları vakıf. vâlî ai^lj) [Ar.] “Dost, seven, koru­
yup kollayan ve gözeten, idare
vakf-ı müte'âref a. (JjLu
eden.” anlamında Allah’m sıfat­
Jîj) fik. Örf ve âdet üzerine
larından biri.
oluşturulmuş vakıf.
vârid a. (jjlj) [Ar.] tas. Tasavvuf
vakf-ı sahih a. (ju^ uî,) fik.
inancında, sufînin kalbine bir­
Vakıf üzerinde hiçbir kanunî
den bire doğan ilham ve bundan
sorunu olmayan vakıf.
dolayı oluşan ruh hâli.
Vâkıfe a. (tülj) [Ar.] Şi'â inancı
içinde, imamın gerçekte ölmeyip § tam. vârid-i rûhâniyye a.
tekrar dünyaya döneceğini ileri (■üiLjj jjlj) tas. Tasavvuf
sürerek ve savunarak ondan inancmda, kalp.
sonra gelecek imamların varh- vâridât ç. a. (ûbjlj) [Ar. vârid’in ç.
ğını kabul etmeyen Şiî cemaati. b.] tas. Tasavvuf inancmda,
vâkıfe a. (wlj) [Ar.] Bilimsel bir sufînin içine doğan nesneler ve­
konunun veya sorunun açılımı ya İlâhî değerler.
veya çözülmesi konusunda her­
hangi bir fikir ileri sürmeyen ya § tam. vâridât-i ilhâmiyye a.
da yorum getirmeyen kimseler (ıLl^l cbjlj) tas. Tasavvuf
için kullanılan kelâm terimi. inancında, Cibril’in getirdiği
vahiy.
vâkıfiyye a. («uîîlj) [Ar.] bk. vâkıfe
vâridât-i nefsâniyye a.
vakıfname a. (<.üüj) [Ar.] bk. Luıâı objlj) tas. Tasavvuf
vakfiyye inancında, sufînin nefsine
vakit, -kdi (I) a. (oâj) [Ar.] (ç. b. doğan ve ona acı çektiren
evkât) fik. 1. İslâm fıkhmda iba­ unsurlar.
detler ve hukukî işlemlerde se­ vâridât-i şeytâniyye a.
bep veya şart işlevi gören terim. ( 4u IU < m, objlj) tas. Tasavvuf
2. Namazm dışmdaki altı şartın­ inancmda, sufînin içine do­
dan biri olup hangi namazm ğan ve ona acı çektiren ves­
hangi vakitte kılınmasını ifade vese.
eden söz.
683 vasî

vâridât-i rahmâniyye a. lâm felsefesini benimseyen ce­


(çl«.j oIjJj) tas. Tasavvuf maat.
inancmda, “ilm-i ledün” ve
Vâsi a. (^Ij) [Ar.] Sözlük anlamı
“ilm-i rabbani” olarak nitele­
“Bir şeyi için e alacak kadar ge­
nen İlâhî ve manevî güç.
niş olan, güç yetiren.” olan bu
Vâris a. Ujlj) [Ar.] Sözlük anlamı söz, “esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah’ın
“Ölen bir kimsenin malından güzel isimleri)dan olup “İlmi,
mülk edinmeye hak kazanan rahmeti ve kudreti her şeyi kuşa­
kimse.” olan bu söz, “esmâ'ü’l- tan.” anlamında olup Allah’a
hüsnâ” (Allah’ın güzel isimle- nispet edilmiştir. Bu söz,
ri)dan olup “Bütün varlıkların Kur'ân-ı Kerîm’de ondan fazla
sahibi.” anlammda olup Kur'ân- ayette yer almaktadır (bk.
ı Kerîm’de ondan fazla ayette M.F.Abdülbâkî, el-Mu'cem, “vs'”
Allah’a nispet edilmiştir (bk. maddesi). “Vâsi” adı, Allah’m
M.F.Abdülbâkî, el-Mu'cem, “vrs” doksan dokuz ismini veren
maddesi). “Vâris” adı, Allah’m Tirmizî rivayetlerindeki listede
doksan dokuz ismini veren İbn de yer almıştır (Tirmizî,
Mâce ve Tirmizî rivayetlerindeki “Da'avât”, 82).
listede de yer almıştır (Tirmizî,
“Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”, § tam. Vâsi'ü’l-mağfire a.
10). (»jiıJl j-uJj) “Mağfireti, bağış­
laması bol.” anlamında Al­
v’Allahi e. («Jjlj) [< Ar.ve + Allah] lah’m sıfatlarından biri.
“Allah hakkı için, Allah’a yemin
ederim.” anlamında bir yemin vasî (I) ol Ç^aj) [Ar.] Sözlük anla­
sözü; “Vallâhü’l-azîm” de denir. mı, “Bir kimsenin ölümünden
sonra kendi adına yapılmasını is­
varlık a. bk. vücûd tediği şeyleri kendisinden talep
vasıl, -slı a. (J^j) [Ar.] Kur'âh-ı ettiği kimse.” olan bu söz,
Kerîm’i okuyuş sırasmdan bir İmâmiyye ve İsmâiliyye
kelimeyi kendisinden sonra ge­ Şiâsında, Hz. Peygamber’in ha­
len kelimeye sesi, nefesi kesme­ yatta iken yetkilerini gelecekte
den bağlamak anlammda bir kı­ kullanmak üzere kendisine dev­
raat terimi. rettiğine inanılan kimse. Hz.
Peygamber’in bu konuda, hayat­
Vâsıliyye a. (û^lj) [Ar.]
ta iken sahip olduğu silâhlarını,
“Mu'tezile” (Kader inancını in­
maddî değeri yüksek mallar ile
kâr eden Hak dininden bir flrkâ)
siyasî ve ruhanî yetkilerini
fırkasmm kurucusu sayılan
İmâmiyye Şiâsma göre Hz. Ali’ye
Vâsıl b. Atâ (öl. 131 / 748) nın ke­
devretmiştir. Aslında “vasî”lik
vasî 684

Hz. Âdem döneminde Şît ve dirmiştir (Sahîh-i Buhârî ve


Hâbil ile başlamış, onlardan Tercemesi, C. 6, s. 2580-2630).
sonra gelen bütün peygamberle­ § tam. vasiyet-i gayr-i
rin vasilerinin 124 000 civarında mürsele a. (d-^ ^ cLy)
olduğu kaynaklarda yer almış­ ftk. Vasiyet edilen malın mik­
tır. tarı belli olmayıp üçte bir,
vasî (II) a. (^j) [Ar.] Bir kimsenin, dörtte bir gibi oranlarla ifade
vesayetini yerine getirmek veya edilen vasiyet.
mallarının düzenli yönetiminde vasiyet-i mu'allaka a. (<iL
ve çocuklarının işlerinde ya da cL»j) fik. Belli bir şarta bağh
geliştirilmesinde her türlü yet­ olan vasiyet.
kiyi kullanmak üzere tayin ettiği
vasiyet-i mukayyede a. (tf^
kimse.
ftk. Belirlenmiş bir
vasiyyet (I) a. (ody) [Ar.] fik. Bir olay, bir zaman veya mekân
kimsenin vefatından sonra ge­ ile sınırlı olan vasiyet.
çerli olmak üzere, bir malı veya vasiyet-i mutlaka a. (<iLL
menfaatlerini bir veya birden *j^j) ftk. Belirlenmiş bir
fazla kişiye ya da hayır kuru- olay, bir zaman veya mekân
muna toplumun yararma kulla­ ile sınırlı olmayan vasiyet.
nılmak üzere ebediyen bırak­
vasiyet-i mürsele a. (^
ması. Bu konu Kur'ân-ı
c^j) fik. Vasiyet edilen ma­
Kerîm’de farz olarak değerlen­
lın miktarı belli olup üçte bir,
dirilmektedir. Yüce Allah mea-
dörtte bir gibi oranlarla ka-
len, “Sizden birinize ölüm gelip
yıth olmayan vasiyet.
çattığı vakit -eğer mal bırakacak­
sa- ana-babaya, yakın akrabaya vasiyyet (II) a. (oL»j) [Ar.] Hadis
meşru bir surette vasiyette bu­ biliminde, hadis rivayet eden bir
lunmak takva sahipleri üzerine râvînin vefatmdan önce veya
bir hakk olarak farz edildi Artık hayatta iken uzun bir yolculuğa
kim bunu (ölünün bu vasfyetini) çıkarken rivayet yetkisi kendin­
işittikten sonra onu tebdil ederse, de bulunan bir metnin kendi
herhâlde vebâli onu değiştirenle­ memleketindeki veya başka bir
rin üzerinedir... ” (Bakara sure­ yerdeki kimseye verilmesini is­
si, 2 /180-183) diyerek bu konu­ temesi ve bunu vasiyet etmesi.
nun önemine işaret etmiştir. vasiyet bi’l-galle a. («düL cdaj) fik.
Buharı ise bu konuyu kitabının Bir malın gelirini vasiyet etme.
“Kitâbu’l-Vesâyâ” bölümünde
vasiyet bi’l-hac a. (^JL CUmOj) fik.
Hz. Peygamber’in hadislerini de-
Bir kimsenin ölümünden sonra
lü göstererek etraflıca değerlen­
685 vaz'u’l-haml

kendi için hac yapılmasını vasi­ vatan a. (jLJ [Ar.] Bir yerde ikamet
yet etmesi, etmek, yerleşik kalmak.
vasiyet bi’l-muhâbât a, bUkJL § tam. vatan-ı aslî a. (^1
cu^j) fik. Bir mahn geçerli olan ^) Bir kimsenin doğup bü­
fiyatmın altmda satılarak vasi­ yüdüğü, çalışıp geçimini sağ­
yet etme. ladığı, sürekli olarak çoluk
vasiyet bi’s-sehem a. (^L Cu*aj) çocuğu ile yerleştiği yer an­
fik. Bir kimsenin kendi malm- lamında terim. Bir kimse, bu
dan bir kimseye veya bir yere amaçlar doğrultusunda bir
terekesinden bir hissenin veril­ başka yerleşirse yeni yerleş­
mesini vasiyet etme. tiği yer de “vatan-ı aslî” ko­
numundadır.
vasiyet bi’s-semere a. (»jJL oLaj)
fik. Bağ ve bahçe ürünlerinden vatan-ı ikâme a. («ulıl ^j)
elde edilecek geliri vasiyet etme. Bir kimsenin oturmaya veya
yerleşmeye elverişli konum­
vasiyet bi’s-süknâ a. (^L ol^j)
da bir yerde on beş gün ve
fik. Bir akann oturma hakkmı
daha fazla zaman dilimi
bir kimseye bırakma.
içinde kalmaya niyet ettiği
vasiyet bi’s-sülüs a. UJJL 4-y) yer.
fik. Bir kimsenin malının üçte
vatan-ı süknâ a. (j/L. yly)
birini vasiyet etme.
Bir kimsenin oturmaya veya
vasiyet bi’ş-şart a (J>jJL 4^ fik- yerleşmeye elverişli konum­
Bir kimsenin malmı belli bir şart da bir yerde on beş günden
ile vasiyet etme. daha az zaman dilimi içinde
kalmaya niyet ettiği yer.
vasiyetname a. (uü 4^) ^ Ar-
vasiyet + F. nâme] tas. ed. Ta- vaz' a. (^fi [Ar.] Hadis biliminde,
savvufî edebiyatta din, tarikat hadis uydurma veya Hz. Pey­
ve devlet büyüklerinin ölümle­ gamberin söylemediği bir sözü
rinden sonra geride kalanlara O’na nispet etme.
öğütlerini içeren eserler için
vâzı' a. (f*iij) [Ar.] Hadis biliminde,
kullanılan terim. hiçbir kaynağa bağh kalmadan
vasi a. (J^j) [Ar.] Hadis biliminde, hadis uyduran kimse için kulla­
üzerinde çalışmakta olduğu bir nılan terim.
hadisi ilk çıkış kaynağma kadar
vaz'u’l-haml a. OJi^j) [Ar.] fik.
götürerek rivayet etme. “Doğum yapmak.” anlammdaki
bu söz, îslâm fıkhmda kadınm
vâzire 686

“iddet” (.bk. bu söz) beklemesi vecih, -chi (II) a. (<a.j) [Ar.] Hadis
konusunu ifade etmek üzere biliminde, çoklukla bir sahabe­
kullanılmıştır. ye, tâbiîne veya bir kaynağa ula­
şan senedin sonraki tabakalarda
vâzire a. G^ij) [Ar.] flk. Günahkâr,
ayrıldığı kollardan her biri.
günaha girenler.
ved, -ddi (I) a. Gfl [Ar.] Kur'ân-ı
vecd a. (jşj) [Ar.] tas. Tasavvuf
Kerîm’de geçen ve Nuh kavmi-
inancma göre, kendi iradesi dı­
nin taptığı Cahiliyye dönemi
şında Allah’ın bir ihsanı gibi bir
putlarından birinin adı ve onun
sufînin kalbine ansızın doğan,
için kullanılan terim.
onu kendinden geçiren ve beşerî
vasıflardan armdıran bir du­ ved, -ddi (II) a. 6j) [Ar.] tas. Tasav­
rum. vuf inancına göre, muhabbetin
kalpte karar kılması durumu.
vecd ve tevâcüd a. tas. Tasavvuf
inancına göre, “zikrullah” (bk. vedâ haccı a. Bu terim, Hz. Pey­
bu madde) meclislerinde sufînin gamber’in Medine’ye hicretinin
kalbine ansızm doğan ve onu 10. yılında (632) yapmış olduğu
kendinden geçiren vecd ile bu ilk ve son haccı için kullanılmış­
vecdi sağlayan kimseyi taklit tır. Bu hac, Arapçada “haccetü’l-
etme. belâğ” olarak karşılanmakta
olup Hz. Peygamber’in hac iba­
vech a. (^) [Ar.] bk. vecih (I)
detinin nasıl yapılması gerekti­
vecih, -chi (I) a. (ı^j) [Ar.] Sözlük ğini anlattığı önemli hutbeler­
anlamı, “Yüz, çehre, sima, bir den birini içermektedir.
şeyin bizzat kendisi.” olan bu
vedâ hutbesi a. Hz. Peygamber’in
söz, zatı, kendisi ve rızası anla­
Medine’ye hicretinin 10. yıhnda
mında Allah’a nispet edilen
(632) yapmış olduğu ilk ve son
haberi sıfatlardan biri olarak
hac ibadeti sırasında yüz bini
kullanılan terim. Bu söz,
aşkın Müslümana yaptığı ko­
Kur'ân-ı Kerîm’de on bir ayette
nuşma. Bu hutbe, Hz. Peygam­
Allah ve Rab isimlerine nispet
ber’in hac ibadetinin nasıl ya­
edilmektedir (bk. M.F.Abdülbâkî,
pılması gerektiğini anlattığı
el-Mu'cem, “vch”’ maddesi).
önemli hutbelerden birini içer­
§ tam. vechü’l-hak a. (jJI mektedir. Bundan dolayı da ha­
t^j) [Ar.] tas. Bir şeye varlık dis mecmualarmda bu hutbe
ve gerçeklik kazandıran için özel bölümler açılmış ve bu
Hakk’m yüzü anlamında ta­ konudaki rivayetler bir araya
savvuf terimi. getirilmiştir. Buhârî, bu konuş-
manm tam metnini kitabınm
687 vedâ hutbesi

“Kitâbu’l-Hacc” ( Sahîh-i Buhârî lah’ın emriyle faizcilik yasak­


ve Tercemesi, C. 3, s. 1442-1501 / tır. Cahiliyyetten kalma bu
C. 4, s. 1525-1670) bölümünde çirkin âdetin her türlüsü aya­
vermiştir: ğımın altındadır. îlk kaldırdı­
ğım faiz de Abdulmuttalib
“Ey insanlar!
(amcam) oğlu Abbâs’ın faizi­
Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmi­ dir.
yorum, belki bu seneden sonra
İnsanlar!
sizinle burada ebedî olarak
bir daha birleşemeyeceğim. Bugün şeytanlar sizi şu top­
İnsanlar! Bu günleriniz nasd raklarınızda yeniden te'sir ve
mukaddes bir gün ise, bu car­ hâkimiyetini kurmak gücünü
larınız nasıl mukaddes bir ay ebedî surette kaybetmiştir.
ise, bu şehriniz nasıl mübarek Fakat siz, bu kaldırdığım şey­
bir şehir (Mekke) ise, canları­ ler dışında, küçük gördüğünüz
nız, mallarınız, namuslarınız işlerde ona uyarsanız bu da
da öyle mıkaddestir, her türlü onu memnun edecektir. Dini­
tecavüzden korunmuştur. nizi korumak için bunlardan
da sakınınız!
Ashabım!
İnsanlar!
Yarın Rabbinize kavuşacaksı­
nız ve bugünkü her hâl ve ha­ Kadınların haklarını gözet­
reketinizden muhakkak soru­ menizi ve bu hususta Al­
lacaksınız. Sakın benden son­ lah’tan korkmanızı tavsiye
ra eski sapıklıklara dönüp de ederim. Siz kadınları Tanrı
birbirinizin boynunu vurma­ emaneti olarak aldınız; onla­
yınız! Bu vasiyetimi burada rın namuslarını ve iffetlerini
bulunanlar, bulunmayanlara Allah adına söz vererek helâl
bildirsin! Olabilir ki bildirilen edindiniz. Sizin kadınlar üze­
kimse, burada bulunup da işi­ rinde hakkınız, onların da si­
tenden daha iyi anlayarak zin üzerinizde hakları vardır.
muhafaza etmiş olur. Sizin kadınlar üzerindeki
hakkınız, onların aile yuvası­
Ashabım! Kimin yanında bir
nı, sizin hoşlanmadığınız hiç­
emanet varsa onu sahibine
bir kimseye çiğnetmemeleri-
versin! Faizin her çeşidi kaldı­
dir. Eğer razı olmadığınız
rılmıştır, ayağımın altındadır.
herhangi bir kimseyi aile yu­
Lâkin borcunuzun aslını ver­
vanıza alırlarsa, onları hafifçe
mek gerekir. Ne zulm ediniz
dövüp sakındırabilirsiniz. Ka­
ne de zulme uğrayınız. Al­
dınların da sizin üzerinizdeki
vedâ tavafı 688

hakları, memleket göreneğine Hakk bu gibi insanların ne


göre, her türlü yiyim ve giyim­ tevbelerini ne de adalet ve
lerini te'min etmenizdir. şehadetlerini kabul eder.
Mü'minler! İnsanlar!
Size bir emanet bırakıyorum Rabbiniz biridir. Babanız da
ki ona sıkı sarıldıkça yolunu­ biridir; hepiniz Âdem’in ço­
zu hiç şaşırmazsınız. O ema­ cuklarısınız, Âdem ise toprak­
net Allah kitabı Kur’ân’dır. tandır. Allah yanında en kıy­
metli olanınız, O’na en çok
Mü'minler!
saygı gösterenenizdir. Arab’ın
Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi Arap olmayana -Allah saygısı
belleyiniz! Müslüman, ölçüsünden başka- bir üstün-
Müslümanın kardeşidir, böy- lüğüyoktur.
lece bütün Müslümanlar kar­
İnsanlar!
deştir. Din kardeşinize ait
olan herhangi bir hakka teca­ Yarın beni sizden soracaklar.
vüz başkasına helâl değildir. Ne diyeceksiniz?
Meğer ki gönül hoşluğu ile
- Allah’ın elçiliğini ifa et­
kendisi vermiş olsun.
tin, vazifeni yerine getir­
Ashâbım! din, bize vasiyet ve öğütte
bulundun, diye şahadet
Kendinize de zulm etmeyiniz.
ederiz’ (Bunun üzerine
Kendinizin de üzerinizde hak­
Rasulü Ekrem mübarek şaha­
kı vardır.
det parmağını göğe doğru
İnsanlar! kaldırarak, sonra da cemaat
Cenâb-ı Hakk her hak sahibi­ üzerine çevirip indirerek şöyle
ne hakkını Kur'ân’da vermiş­ buyurdu:)
tir. Vârise vasiyet etmeğe ge­ Şâhid ol Ya Rab! Şâhid ol
rek yoktur. Çocuk kimin döşe­ Ya Rab! Şâhid ol Ya Rab!’’
ğinde doğmuşsa ona aittir. (Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi,
Zina eden için mahrumiyet C. 4, s. 1647-1648)
vardır. Babasından başkasına
vedâ tavafı a. Hac ibadetini yapan
soy iddia eden soysuz, yahut
kimselerin Mekke’den ayrılma­
efendisinden başkasına
dan önce son kez yapmaları ge­
intisâba kalkan nankör, Al­
reken tavaf. Bu ibadet, haccın
lah’ın gazabına, meleklerin
aslî vaciplerinden biri olarak
lânetine ve bütün Müslüman­
gösterilmiştir. İmam Mâlik’e gö-
ların ilencine uğrasın! Cenâb-ı
689 Vehhâb

re sünnettir. Şafiî mezhebine çıkan, EbüT-Vefâ el-Bağdâdî (öl.


göre ise bu tavafın hac ibadeti 501 / 1107) ye nispet edUen bir
ile ilgili bütün işler tamamlan* tarikat. Irak ve Suriye yöresinde
diktan hemen sonra yapılması yaygınlık gösteren bu tarikat,
ve yola çıkılması vacip olarak daha sonralan Anadolu’da ge­
gösterilmektedir. lişme göstermiş; kırsal bölgeler­
de gayrisünnî bir karakter arz
vedî'a a. («uujj) [Ar.] bk. emânet
ederken şehirlerde sünnî bir
VedÛd a. (jjjj) [Ar.] Sözlük anlamı yapıda dikkati çekmiştir.
“Çok seven ve sevilen.” olan bu
söz, “esmâ'ü’l-hüsnâ” (Allah'ın vefâ a. (Uj) [Ar.] Bir ahlâk terimi
güzel isimleri)dan olup “Salih olarak görülen iyilikleri unut­
kullarını çok seven, güzel amelle­ mama, iyilikte ve yardımda bu­
ri sebebiyle onlardan razı olan ve lunanlara misliyle, hatta daha
bundan dolayı onlara ihsanda fazlasıyla karşılık verme anla­
bulunan, aynı zamanda onlar ta­ mmda kuUanılmaktadır.
rafindan da çok sevilen” anla­
mmda olup Allah’a nispet edil­ vefât a. (ö(ij) [Ar.] bk. mevt ve
miştir. Bu söz, Kur’ân-ı ölüm
Kerîm’de iki ayette yer almak­
vefeyât a. (oUj) [Ar.] Önde gelen
tadır: “Hûd suresi” (11) nde
İslâm bilginlerinin ve tanınmış
“Şüphesiz Rabbim rahimdir,
din adamlarının vefat tarihleri
vedûddur.” (90) biçiminde ge­
üzerinde yapılan çalışma ve bu
çerken “Bürûc suresi” (85) nde
çalışmalar neticesinde ortaya
“O gafurdur, vedûddur.” (14) ola­
çıkan eserler için kuUamlan or­
rak zikredilmektedir. Vedûd”
tak terim.
adı, AUah’m doksan dokuz ismi­
ni veren İbn Mâce ve Tirmizî ri­ Vehhâb a. (^ûj) [Ar. vâhib sözü­
vayetlerindeki Üstede de yer al­ nün ismitafdili] Sözlük anlamı
mıştır (Tirmizî, “Da'avât”, 82; “Çok bağışlayan, karşılıksız ve­
İbn Mâce, “Du’â”, 10). ren.” olan bu söz, “esmâ'ü’l-
vedy a. (^fi [Ar.] fik. İdrardan son­ hüsnâ” (Allah'ın güzel isimle-
ra gelen ve prostatın salgıladığı ri)dan olup “Karşılık beklemeden
yapışkan sıvı için kuUanılmak- bol bol veren, maddî ve manevî
tadır. Bu madde, abdesti boz­ anlamda pek çok nimet veren, ih­
makla birlikte, gusül gerektir­ san ve rahmeti ile müminleri ku­
miyor. şatan.” anlamında AUah’a nispet
edümiştir. Bu söz, Kur'ân-ı
Vefâ'iyye a. (<2lij) [Ar.] İslâmî Kerîm’de üç ayette yer almak­
tarikatlerden 12. yüzyılda ortaya tadır: “Âl-i tmrân suresi” (3 / 8),
vehhâbî 690

“Sâd suresi” (38 / 9 ve 35). vehhâbiyye a. (<ubj) [Ar.] bk.


Vehhâb” adı, Allah’ın doksan Vehhâbîlik
dokuz ismini veren îbn Mâce ve
vehhâbiyyet a. (ûuUj) [Ar.] bk.
Tirmizî rivayetlerindeki listede
Vehhâbîlik
de yer almıştır (Tirmizî,
“Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”, vehhâbiyyûn a. (j^Uj) [Ar.
10). vehhâbî’nin ç. b.] Vehhâbîler.

vehhâbî s. (^Uj) [Ar.] (ç. b. vehim a. (^j) [Ar.] Hadis biliminde,


vehâbiyyûn) Vehhâbîlik (bk. bu ravînin çok yanılması anlamın­
madde) mezhebi ve bu mezhep­ da bir terim.
ten olan kimse. vehn a. (yj) [Ar.] Hadis biliminde,
Vehhâbîlik a. İslâmî tarikatlerden hadisin zayıf olması anlammda
18. yüzyılda ortaya çıkan, Mu­ bir terim.
hammed b. Abdülvehhâb (öl. vekâlet a. (cJISj) [< Ar. vekl] fık.
1206 /1792) a nispet edilen dinî- İslâm hukukunda, bir kimsenin
siyasî hareket, Arabistan’da bir başka kimseye kendi adma
doğmuş; “ehl-i sünnet” (bk. bu hukukî işlem yapma yetkisini
madde) çerçevesinde kalan ve verme anlammda kullanılmıştır;
“ehl-i hadis” (bk. bu madde) çiz­ eşanlamhsı “niyâbet” (bk. bu
gisinde bir inanç bütünlüğü madde). Bu söz, Kur'ân-ı
içinde yayılmış; 19. yüzyıldan Kerîm’de “kefil, güvenilir dost,
sonra siyasî bir kimlik kazan­ koruyucu ve yardımcı.” anla­
mış; 20 yüzyılla birlikte Anado­ mında ve Allah’ın sıfatı olarak
lu’da ve farklı coğrafyalarda ge­ yirmi dört ayette yer almaktadır
niş bir taraftar kitlesi oluştura- (bk. M.F.Abdülbâkî, el-Mu'cem,
bilmiş tarikatlerden biridir. Baş­ “vkl”’ maddesi).
langıçta Hanbelî mezhebini be­
nimsemekle birlikte zaman Vekîl a. (gj) [Ar.] Sözlük anlamı
içinde aşarılığa kaçmışlar, Al­ “İşin havale edildiği kimse.” olan
lah’m sıfatları kesin sıfatlardır, bu söz, “esmâ'ü’l-hüsnâ” (Al­
Kur'ân-ı Kerîm kesin delildir, lah'ın güzel isimleri)dan olup
namazlarm cemaatle kılınması “Bütün varlıkların belli bir düzen
farzdır, sigara ve nargile içki gi­ içinde yaşaması ve işlerinin gö­
bi yasaktır, Hz. Peygamber’in rülmesinde güvenilip dayanılan
hırkasmı ve sakalım ziyaret ve bu konuda hem yeterli hem de
şirktir, taş üzerinde secde etmek yetkili olan varlık.” anlammda
ve Kerbelâ ile Meşhed’i ziyaret olup Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’m
şirktir gibi hükümler ile bu aşın- zât-ı ilâhiyyesine nispet edilmiş­
lığı sergilemişlerdir. tir (bk. M.F.Abdülbâkî, el-
691 velâyetname

Mu'cem, “vkl'” maddesi). Vekîl” velâyet a. (oj^j) [< Ar. vely] 1. “Ve­
adı, Allah’ın doksan dokuz ismi­ lilik, ermişlik.” anlammda, veli
ni veren İbn Mâce ve Tirmizî ri­ ve ermiş olan kimsenin hâli ve
vayetlerindeki listede de yer al­ sıfatı. 2. fık. Hukukî yetki anla­
mıştır (Tirmizî, “Da'avât”, 82; mında fikıh terimi. 3. tas. Tanrı
İbn Mâce, “Du’â”, 10). dostluğu.
vekîl a. (gj) [Ar.] fık. İslâm huku­ § tam. velâyet-i âmm a ÇL
kunda, kanun önünde bir kim­ cu^j) fik. Bütün halk ve mal­
seyi temsil eden ve bir kişi adma lar için verilen velâyet.
iş yürüten kimse.
velâyet-i cerâ'im a.
velâ a. (i^ [< Ar. vely] fik. İslâm (glj^ij} fık. Toplumsal suç­
hukukunda, azat olma yoluyla lara karşı ahnacak tedbirler
veya “muvâlât” (bk. bu madde) için verilen velâyet veya yet­
sözleşmesi yöntemiyle oluşan ki.
hükmî, yani fıkıh usulüne dayalı
bir akrabahk bağı anlammda velâyet-i hâssa a. (t^li cu^j)
kullanılmıştır. fık. Özel niteliği bulunan ve­
lâyet (baba-oğul velâyeti gi­
§ tam. velâ'u’l-hılf a. (Jkll bi.)
^i^ Yardımlaşma veya daya­
velâyet-i kübrâ a. (^^ oj^j)
nışma esasına dayalı hükmî
tas. Hz. Muhammed dışında
yalanlık.
bütün peygamberlerin velâ­
velâ'u’l-ıtâka a. (üt»lWj) Bi­ yeti.
ri köle olan birinin diğerini
velâyet-i suğrâ a. Ç^^Us
özgürlüğe kavuşturma esası­
cu^j) tas. Müminlerin veya
na dayalı hükmî yakınlık.
inananların velâyeti.
velâ'u’l-İslâm a. (^il c^j)
velâyet-i uzmâ a (^Ja. ^j)
Atalarmdan birinin Müslü­
tas. Hz. Muhammed’in velâ­
man olması ile onun Müslü­
yeti.
man olmasma destek veren
kimse arasmda oluşan hükmî velâyet-i vustâ a. Ç^Uj oj^j)
yakınlık. tas. Evliyanm velâyeti.

velâ'u’r-rahm a. (^Jl ^) velâyet-i zâtiyye a. (gij


Bir kabilenin efendisi veya cu^j) fık. Zata ilişkin velâye-
azatlı kölesi olan bir kadm ile tin ortadan kalkması.
evlenme sebebiyle oluşan velâyetname a. (<l»^j) [< Ar.
hükmî yakınlık. velâdet + F.nâme] Ermiş şahsi-
velâyet-penâh 692

yetlerin menkıbelerini anlatan Velî a. Qj) [Ar.] (ç. b. evliyâ) 1. bk.


veya bir araya toplayan eser. velâyet 2. Sözlük anlamı “Koru­
yan, kollayan, yardım edilen, kol­
velâyet-penâh a (»L ^j) [< Ar.
lanan.” olan bu söz, “esmâ'ü’l-
velâyet + F.penâh] Mürşit, veli.
hüsnâ” (Allah'ın güzel isimle-
veled a. (Jj) [Ar.] (ç. b. evlâd, vilde) ri)dan olup “Dost, seven, görüp
“Çocuk, oğul.” anlamındaki bu gözeten, kollayan olan varlık.”
söz, başka kelime ve terkiplerle anlammda Kur'ân-ı Kerîm’de
birlikte yeni terimler oluşturur. mealen ”Allah müminler, mü­
minler Allah’ın; şeytan inkârcıla-
§ tam. veled-i benât a. (*L rın ve zalimlerin, inkârcılar ve
Jj) Bir kimsenin kızınm ço­ zalimler şeytanın velîsi.” denile­
cukları, kızdan torunları. rek yüce Allah’m zât-ı
veled-i benîn a. (j^ Jj) Bir ilâhiyyesine nispet edilmiştir
kimsenin oğlundan olan to­ (bk. M.F,Abdülbâkî, el-Mu'cem,
runları. “vly”’ maddesi). Bazı hadis me­
tinlerinde de geçen bu “velî”
veled-i hâdis a. (ûjL Jj) fik.
adı, Allah’m doksan dokuz ismi­
Bir kimsenin bir vakıf yaptık­
ni veren îbn Mâce ve Tirmizî ri­
tan sonra olan çocuğu.
vayetlerindeki listede de yer al­
veled-i kul a. 0,5 Jj) Yeniçe­ mıştır (bk. Tirmizî, “Da'avât”, 82;
ri ocağı mensuplarınm çocu­ îbn Mâce, “Du’â”, 10).
ğu.
§ tam. veliyy-i akreb a. Ljil
veled-i ma'nevî a. Ç$y^ J,) 1. ^j) fik. Velâyet altında bulu­
Manevî evlât, ahiretlik. 2. Bir nan en yakm akraba olan
şeyhin müridi kimse.
veled-i müvâlât a. UVIj. Jj) veliyy-i cinâye a. («ut». Jj)
huk. Soyu bilinmeyen bir fik. Kısas ettirme hakkına
kimsenin yasal hükümler malik olan kimse.
çerçevesinde başkalarıyla
yapmış olduğu sözleşme. veliyy-i eb'ad a. Cı*J ^j) fik
Velâyet altmda bulunan kim­
veled-i sulbî a. Ç^L» Jj) Öz seye en uzak akraba olan
evlât. kimse.
veled-i zinâ a. (üj Jj) fik. Piç, veliyy-i kısâs a. (^Ui ^Jj)
nikâhsız birliktelikten dün­ fik bk veliyy-i cinâye
yaya gelen çocuk.
veliyy-i mücbir a. (^^ Jj)
fik. Velâyet altmda bulunan
693 vesâ'ik

kimseye mecburen tasarruf verişi işlerini yürüten kimseler.


hakkına sahip kimse. 2. Çeşitli konularda telif edilmiş
eserleri ücret karşılığında istin­
veliyyü’d-dem a. Çûiı^ fik.
sah eden kimseler.
Öldürülen kimsenin varisleri.
verâset a. (cilj [Ar.] fik. İslâm
veliyyü’l-emr a. ^i^j) fik.
hukukuna göre, vefat eden bir
Emir sahibi, hükümdar.
kimsenin geride bıraktığı malla-
veliyyü’l-kâsır a. (^lilljj) rm fıkıh usullerine göre ve mi­
ftk. Kısıtlı olan babası veya ras yoluyla bu mallarda hakkı
dedesi. olanlara intikal etmesi işlemi.
bk mîras
veliyyü’n-ni'am a. ÇLüli^j)
fik. Şeyhülislâmlar için kul­ veresiye a. Sonradan ödenmek
lanılan terim. üzere, yani vadeli yapılan alış
veriş.
velîme a. (uJj) [Ar.] İslâm inancına
göre, her türlü mutluluk veren verd a. (jjj) [Ar.] (ç. b. evrâd,
bir olaydan dolayı çevresine ve­ virâd, vürd) bot. Gül, anlamm-
rilen ziyafet. Düğün için de bu daki bu söz, başka kelime ve
terim kullanılmıştır. terkiplerle birlikte yeni terimler
oluşturur.
veliyy-ullah a. GdJl^j) [Ar.] [Bu
kelimenin yapısı Arabi terkipler­ § tam. verd-i Muhammedi a.
de şeddeli, başka yerlerde şedde- (^-u^a jjj) g. s. Üzerinde Hz.
siz okunur.) Ermiş kimse, Al­ Muhammed’in vasıflarınm
lah’m sevgili kulu, habîbullah. yazılı bulunduğu yaprak ve
gül motifleriyle süslü sanat
vera a. (^l [Ar.] tas. Tasavvuf
eseri.
inancında, “takvâ” (bk. bu mad­
de) mn ileri düzeyde oluşmasını, verkâ a. (f(iJ [Ar.] tas. Bütün nef­
yani haram ve günah olup ol­ si kapsayan ve “levh-i kader”i
madığı şüpheli konumda veya de ifade eden tasavvufî terim.
durumda olan konulardan kaçı­
vesâ'ik a. (^Gj) [Ar. vesîka’nın ç.
nılması, ayrıca helâl ve mübah
b.] 1. Malî hakları ve yükümlü­
olanlarm yanında sakıncalı
lükleri güvence altına alan vası­
olanlarmdan da uzak durulması talar. 2. ftk. Hukukî veya ticarî
anlammda bir terim olarak kul­ konularda belge düzenleme
lanılmıştır. esaslarını konu alan bilim dah
verâk / verrâk a. (jl^j / jlJ [Ar.] ve bu konuda yapılan çalışmalar
1. İslâm dünyasında, Orta Çağ neticesinde kaleme alman eser­
döneminde özellikle kitap alış ler için kullanılan ortak terim.
vesâ’il 694

vesâ’il a. (JiLj) [Ar. vesUe’nın ç. suresi” (7 / 20), “Nâs suresi”


b.] Dinin özünü oluşturan inanç (114/1-6).
konularnu sağlıklı temellere
vezin a. (jyfi [Ar.] Kıyamet günün­
oturtmak için onların gerçeklik­
de müminlerin iman ve amel
lerini savunmak veya karşıt gö­
defterlerinin ölçülmesi, ince­
rüşleri çürütmek için baş vuru­
lenmesi ve değerlendirilmesi an­
lan bilimsel veriler için kullanı­
lamında Kur'ân-ı Kerîm’de ge­
lan kelâm terimi.
çen terim.
vesâyet a. (caLy) [Ar.] fik. İslâm
vicâde a. (»jLj) [Ar.] Hadis bili­
hukukunda, herhangi bir huku­
minde, bir ravînin bizzat ulaşa­
kî işlemlerde ödeme yetkisi bu­
madığı yahut ulaşmış olsa da
lunmayan veya eksik olanları
kendisinden hadis duymadığı ya
himaye etmeye ya da mallarmı
da yetki almadığı bir hocanın el
idare etmeye ilişkin yetki ve so­
yazısıyla yazılmış hadislerin
rumluluk.
kaydedildiği metinleri bulması
vesile a. (<L-j) [Ar.] (ç. b. vesâ’il) veya satm alma yoluyla elde et­
“Yol, vasıta, tarik; sebep, baha­ mesi anlamında terim. Bu yolla
ne.” anlammdaki bu söz, başka rivayet edilen hadislerle amel
kelime ve terkiplerle birlikte edilip edilmeyeceği konusu üze­
yeni terimler oluşturur. rinde uzun tartışmalar söz ko­
nusu olmuştur.
§ tam. vesîletü’n-necât a.
(ilşJHUj) 1. “Kurtuluş belge­ vicdan a. (ylj^j) [Ar.] Sözlük anla­
si, azatlık kâğıdı.” anlamında mı, “Bir şeyi duygu ve kalb ile al­
terim. 2. Hz. Muhammed’in gılama, görme.” olan bu söz, te­
doğuşunu anlatan eser, rim olarak insanm kalbinde giz­
mevlîd. lice oluşan, kötülük etmekten
kaçınan, iyiyi kötüden ayıran
vesk a. (j^j) [Ar.] Hz. Muhammed yüce duygu için kullanılmıştır.
döneminde Medine’de katı
maddeler için kullanılan ölçü vildân a. (jIJj) [Ar.] Cennet ehlinin
birimi için kullanılmış olan te­ etrafında onlara hizmet vermek
rim. üzere genç uşaklar için kullanı­
lan ve Kur'ân-ı Kerîm’ (“Vâkı'a
vesvese a. (.^^^ [Ar.] İslâm inan- suresi” (56 /17; “İnşân suresi”
cma göre, şeytan tarafmdan in­ (76 /19) de geçen terim.
sanoğlunun iç dünyasına soku­
lan saptırıcı telkinler, şüpheler. vird a. (j^fi [Ar.] bk. evrâd
Bu söz, Kur'ân-ı Kerîm’de şu visâl a. (JL^j) [< Ar. vasi] bk.
ayetlede geçmektedir: (“A’râf vüsûl
695 vücûb alellah

vitr a. (^j) [4r.] 1. “Tek ve eşsiz.” rer kişinin hadis rivayet ettiği
anlamında Allah’m sıfatlarından kimse.
biri. 2. Akşam ve yatsı namazm-
vuhdâniyyât ç. a. (üûljaj) [Ar.] Hz.
dan sonra kılman namaz.
Peygamber ile son ravîleri ara­
Buhârî, “vitr” ile ilgili Hz. Pey­
smda sadece bir ravî, yani saha­
gamber’in sözlerini kitabında
be bulunan hadisler.
“Kitâbu’l-Vitr” başılığı altındaki
bir bölümde toplamıştır (Sahîh-i vukuf a. (Jjîj) [Ar.] 1. tas. Tasavvuf
Buhârî ve Tercemesi, C. 2, s. 947- yolunda, iki makam arasında
957). durup kalma. 2. Tasavvuf yo­
lunda “seyr ü sülük” (bk. bu
§ tam. vitrü’l-leyl a. (JJJl>j) madde) un son mertebelerinden
Yatsı namazından sonra kıh- biri.
nan namaz için kullanılan te­
vuslat a. (oUj) [< Ar. vasi] tas.
rim. bk. vitir namâzı
Tasavvuf inancmda, “Allah’a
vitrü’n-nehâr a. (jL^Jlji^ Ak­ ulaşarak O’nunla birlik olma du­
şam namazı. rumu.” anlammda kullanılmış­
vitir namâzı a. Gece namazlarınm tır. bk. vüsûl
sonuncusu olarak kılman na­ vusûl a. (J^j) [< Ar. vasi] tas.
maz; bunun vakti, genellikle Tasavvuf yolunda, sufînin
“yatsı namazı” (bk. bu madde) Hakk’a ulaşması; “fasl, fikat,
nın vaktidir ve üç rekât olarak hicrân” (bk. bu maddeler) te­
eda edilir. Bu namaz, Ebû Hani- rimlerinin karşıtı.
fe’ye göre vacip, öteki mezhep­
vuzû a. (s^j) [Ar.] bk. abdest
lere göre “sünnet-i mü'ekkede”
(bk. bu madde) dir. bk. salât-ı vücûb a. (*_>>=>.j) [Ar.] 1. “Mu'tezile”
vitr (bk. bu madde) ye mensup bilim
adamlannın Allah için kullan­
vizr a. (j^) [Ar.] (ç. b. evzâr) “Üze­
dıkları yahut O’nun zât-ı şerifine
rinde bulunan ağırlık, günah.”
atfettikleri bir terim. 2. Allah’m
anlammdaki bu terim, Kur'ân-ı
varlığı zatmm gereği olma an­
Kerîm’de yirmi yedi ayette yer
lammda akla dayanan hüküm­
almaktadır (bk. M.F.Abdülbâkî,
lerden biri.
el-Mu'cem, “vzr'” maddesi), bk.
günah vücûb ehliyeti a. ehliyet
vudû' a. ü^j) [Ar.] bk. abdest vücûb alellah a. (üJi^ ç^j) [Ar.]
Kelâm biliminde “Kul için en iyi
vuhdân a. (jljaj) [Ar.] Hadis bili­
ve yararlı olan şeyi yaratmak Al­
minde, kendilerinden yalnız bi­
lah içindir.” anlammda kelâm
vücûd 696

terimi. Bu sözü daha çok rettir; “J” (lâm) “vücûd-ı


“Mu'tezile” kelâmcıları kullan- evsat” (bk. bu madde) a işa­
mıştır. rettir; “f” (mim) “vücûd-ı
âhir” (bk. bu madde) e işaret­
vücûd a. (jj^j) [Ar.] 1. Yaratılmış
varlıklarm gözle görülebilen dış tir. Bu ayınm ve yoruma göre
yapıları için kullanılan terim; “vücûd-ı evsat” Cibril’in var-
“adem” (bk. bu madde), “fenâ” hğına işaret olarak gösteril­
(bk. bu madde), “beka” (bk. bu miş ve terimleşmiştir.
madde), “yokluk” (bk. bu mad­ vücûd-ı evvel a. (jji j^j) tas.
de) karşıtı. 2. Allah’m sıfatlan Tasavvuf inancına göre, “Jl”
arasında yer alan ve O’nun, bi­ (elif-lâm-mim) in her biri bir
reyin zihnin dışmda gerçekliği­ vücuda işaret etmektedir.
nin bulunduğunu ve yokluğu­ Bunlardan “I” (elif) “vücûd-ı
nun düşünülemeyeceğini ifade evvel” (bk. bu madde) e işa­
eden terim. Bundan dolayı bu
rettir; “J” (lâm) “vücûd-ı
terim, Allah’m “selbî” sıfatları-
evsat” (bk. bu madde) a işa­
nm ilki arasmda gösterilmiştir.
rettir; ‘y” (mim) “vücûd-ı
§ tam. vücûd-ı âhir a. (>.7 âhir” (bk. bu madde) e işaret­
j^j) tas. Tasavvuf inancma
tir. Bu ayırım ve yoruma göre
göre, “Jl” (elif-lâm-mim) in “vücûd-ı evvel” Allah’m var-
her biri bir vücuda işaret et­ lığma işaret olarak gösteril­
mektedir. Bunlardan “I” (elif) miş ve terimleşmiştir.
“vücûd-ı evvel” (bk. bu mad­ vücûd-ı hârici a. (^jli j^j)
de) e işarettir; “J” (lâm) Zihninde dışında oluşan, ger­
“vücûd-ı evsat” (bk. bu mad­ çekte var olan “vücûd” için
de) a işarettir; ‘y” (mim) kullanılan kelâm terimi.
“vücûd-ı âhir” (bk. bu mad­
de) e işarettir. Bu ayınm ve vücûd-ı mutlak a. ( jlk«
yoruma göre “vücûd-ı âhir” jj^j) tas. Allah’m birliği ve

Hz. Muhammed’in varlığma varlığmı ifade eden bu terim,


işaret olarak gösterilmiş ve bütün varlık ve yokluk âle­
terimleşmiştir. mini kucaklamaktadır.

vücûd-ı evsat a. (kyl ^j) vücûd-ı mümkin a. (j^


tas. Tasavvuf inancma göre, jjş.j) tas. Hz. Muhammed’in

“(Jl” (elif-lâm-mim) in her biri varlığı.


bir vücuda işaret etmektedir.
vücûd-ı vâcib a. UaJj ^f)
Bunlardan “l” (elif) “vücûd-ı
tas. Hak teâlânın varlığı.
evvel” (bk. bu madde) e işa­
697 vürûdi’l-hadîs

vücûd-ı zihnî a. (^j j^j) vücûh ve nezâ'ir a. (jilk j «^j)


Yalnızca zihinde oluşan [Ar.] Kur'ân-ı Kerîm’de bir ke­
“vücûd” için kullanılan ke­ limenin farkh yerlerde kazandı­
lâm terimi. ğı farklı anlamları bütün yönle­
riyle inceleyen bilim dah ve bu
vücûd-nâme a- (<-U j^j) \< Ar.
alanda yapılan çalışmalarm ne­
vücûd + F.nâme] tas. ed. Tasav­
ticesinde ortaya çıkan eserlerin
vufî edebiyatta mutasavvıf şair­
ortak adı.
lerin insanın Allah tarafından
yaratılışı ve bütün güzellikleri vürûd a. (j^J [Ar.] Hadis bilimin­
insanda toplaması konusunu şi­ de, hadisin söylenmesi, oluştu­
irleştiren eserler için kullandık­ rulması anlammda kullanılmış­
ları ortak ad. tır.
vücûh a. lAr.] fik. İslâm hu­ vürûdi’l-hadîs a. (6jjJI jjJ [Ar]
kukunda, ortakların ticarî tec­ bk. esbâbü vürûdi’l-hadîs
rübe ve itibarmı ön plana alan iş
birliği ya da iş ortaklığı anla­
mmda fıkıh terimi.
sürekli olarak kalbinden ve di­
Yahudilik öz.a. Semavî dinlerden,
linden düşürmemesi anlammda
Hz. Musa’nın Allah’ın elçisi ola­
terim, bk. Hâcegân
rak insanlara tebliğ ettiği İlâhî
din. Yâfi'iyye a. (4iL) [Ar.] İslâmî
yâ sîn a. (^ “Yâsîn suresi” (bk. tarikatlerden 14. yüzyılda ortaya
bu madde)nin başmda bulunan çıkan ve Kâdiriyye tarikatinin
ve kendi adlarıyla okunan harf­ Abdullah b. Es'ad el-Yâfi'î (öl.
ler için kullanılan terim, bk. 768 / 1367) ye nispet edilen bir
hurûf-ı mukatta'a kolunun adı.

yâddâşt a. (&iljjL) [< F. yâd + yağmur duası a. Havaların kurak


dâşt] tas. Orta Asya’da yaygın gitmesi ve beklenen yağmurla-
olan Hâcegân silsilesi ve rm gelmemesi üzerine Allah’a
Nakşibendiyye tarikatinde yakarmak ve O’nun yardımım
sufînin kalbinin her an Hakk’m dilemek üzere yağmur yağması
huzurunda olması anlamında için toplu dua etme; Arapçası,
kullanılan bir terim. bk. “istiskâ”dır. Buhârî, “yağmur
Hâcegân duası” hakkında Hz. Peygam­
ber’in sözlerini kitabmda
yâdkerd a. (j_£ jL) [<F.yâd + kerd]
“Kitâbu’l-İstiskâ” başılığı altın­
tas. Orta Asya’da yaygm olan
daki bölümde toplamıştır (Sahîh-
Hâcegân silsilesi ve
i Buhârî ve Tercemesi, C. 2, s.
Nakşibendiyye tarikatinde
958-990).
sufînin mürşidinden aldığı zikri
Yahudî 700

Yahudi öz.a. f^^) ^r-l Hz. Mu­ karşıtı. İslâm inancma göre ya­
sa’nın dinine mensup kimse. lan, büyük günahlar arasmda
zikredümiş ve yasaklanmıştır.
Yahudî karşıthğı a. bk. antisemi-
Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm’de
tizm
“Hac suresi” (22)nin otuzuncu
yakaza a. fdL) [Ar.] tas. Tasavvuf ayetinin sonunda, mealen
inancında, sufînin ruhen uyanık “...yalan sözden kaçının.” diye­
ve tetikte olması anlammda kul­ rek yalanm ne denli kötü oldu­
lanılmıştır. ğunu vurgulamıştır. Hz. Pey­
yakîn a. fji) [Ar.] 1. “Kesin bilgi ve gamber de bir hadisinde, “Doğru
inanç.” anlammda mantık, felse­ sözlülük iyiliğe, iyilik de cennete
fe, kelâm, fıkıh, tasavvuf konu- yol açar. Kişi doğru söyleye söy­
lannda geçen bu söz, Kur’ân-ı leye Allah nezdinde sıddîklar de­
Kerîm’de yirmi sekiz ayette yer recesine çıkar. Yalan kötülüğe,
almaktadır (bk. M.F.Abdülbâkî, kötülük de cehenneme götürür.
el-Mu'cem, “ykn” maddesi). Bun­ İnsan yalancılık yapa yapa niha­
lardan dördü, farklı kelimeler yet Allah’ın katında yalancılar
ile terkipler kurarak yeni terim­ defterine yazılır.” (Riyâzü’s-
ler oluşturur: “Vâkı'a suresi” Sâlihîn, C. III, s. 123).
(56 / 95) nde “hakka’l-yakîn” yâr a. (jL) [K] tas. “Dost, sevgili.”
(bk. bu madde); “Tekâsür sure­ anlammda olan bu söz başka ke­
si” (102 / 5) nde “ilme’l-yakîn” lime ve terkiplerle yeni terimle­
(bk. bu madde); yine “Tekâsür rin oluşmasmı sağlar.
suresi” (102 / 7) nde “ayne’l-
yakîn” (bk. bu madde) ve “Nisâ § tam. yâr-ı bâkî a. (^L jL)
suresi” (4 /157) nde Hz. İsâ’nm tas. Ebedî dost olan Aüah.
öldürülmesi konusunda kullanı­ yâr-ı fânî a. (^U jL) tas. İn­
lan “katelehu yakînen” ibaresi. san.
2. tas. Tasavvuf inancmda, kalp­
te oluşan ve şüpheye yer verme­ yâr-ı gâr a. (jü jL) (mağara
yen bügi ve iman anlamındadır. arkadaşı) Hz. Peygamber’in
Mekke’den Medine’ye gizlice
yakîniyyât a. (oûi) [Ar.] Doğrulu­ hicret etmesi sırasında müş­
ğu kesin olan önermeler anla­ riklerden kaçmak ve korun­
mmda felsefe ve mantık terimi. mak üzere yanmda bulunan
yalan a. Bir konuda gerçeğe aykırı Hz. Ebubekir üe Sevr mağa-
haber veya bügi vermek, söyle­ rasma sığınmaları ve orada
nen söz gerçeğe uymamak an­ birkaç gün geçirmeleri olayı­
lammda terim; doğru ve gerçek na telmih olarak Hz.
701 yazma

Ebubekir için kullanılan la­ rekâtı sünnet, ikinci dört rekâtı


kap ve terim. farz, sonra kılınan iki rekât son
sünnettir. Ardmdan üç rekât
Yâsîn suresi a. (^^) [< Ar.
“vitir namazı” (bk. bu madde)
“Sûretü Yâsîn” (^ sj^)]
olarak kılınır ve vaciptir. Yatsı
Kur’ân-ı Kerîm’in otuz altmcı,
namazmm fazileti için Hz. Pey­
iniş sırasma göre kırk birinci su­
gamber, şunları söylemiştir:
resi olup “Cin suresi” (72) inden
“Eğer onlar ateme (yatsı) ve fecr
sonra ve “Furkan suresi”
(sabah) namazlarındaki fazileti
(25)nden önce Mekke dönemin­
bilir olsalardı (muhakkak ona
de nazil olmuştur ve seksen üç
emekliyerek gelirlerdi) buyurdu”
ayetten meydana gelmektedir.
(Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, 2 /
Admı ilk ayetteki iki harften al­
626).
maktadır. Surenin özünde, İslâm
dininin üç temel inancı olan yazma a. İslâmî edebiyat gelene­
“tehid, nübüvvet, âhiret” konu­ ğinde ve İslâm dünyasmda mat­
lan, evrenin yaratıhşı, iman ve baanın ortaya çıkmasından ön­
küfür mücadelesi anlatılmakta­ ce, elle yazılarak kaleme alman
dır. Bu surenin de içinde bulun­ her tür kitap, risale, mektup,
duğu ve “mesânî” olarak adlan­ levha ve belgeler için kullanılan
dırılan otuz surenin Hz. Pey- ortak ad ve terim. İslâmî yazma-
gamber’e İncil yerine verildiği larm ilk örneğini Kur'ân-ı
hadislerde zikredilmiştir Kerîm oluşturmuştur. Yazmala-
i (Müsned, IV, 107). Ayrıca yine rm cilt, kâğıt ve ebat gibi fizikî
hadislerde, “Yâsîn suresini gece­ özelliği yanmda muhteva özel­
leri okuyan kimselerin günahları likleri de önemli yer tutar. Bir
bağışlanır.” sözü bu surenin fazi­ yazmanm kimliğinin tespitinde
letini açıkça ortaya koymakta­ önemli yer tutan ve muhteva-
dır. Hz. Peygamber’in “Yâsîn smda karşılaşılabilen özellikleri
suresi”nin tefsiri için bk. Sahîh-i şöyle sıralayabiliriz: Müellif
Buhârî ve Tercemesi, C. 10, s. (genellikle yazmanın sebeb-i telif
4693-4696. bölümünde bulunur.), mürek­
kep, yazı (hat sanatının incelik­
yatsı namazı a. Akşam namazı
lerini vermesi ve yazmanın tari­
vaktinin çıkışından, yani güne­
hini tespit için önemli.), imlâ
şin kızıllığının ardmdan oluşan
(yazmanın tarihsel sürecini tespit
beyazlığm kaybolması ile başla­
için önemli), tezhip (genellikle
yıp sabah namazmm vakti olan
yazmanın ilk sayfası ile bölüm
tan yerinin ağarmaya başlaması
başlıklarında yer alır.), mukabe­
süresi içinde kılınan namaz. Bu
le kaydı (ilk defa Kur'ân-ı
namaz, on üç rekât olup ilk dört
Ye'cûc ve Me'cûc 702

Kerîm yazmalarında ırgalanan § tam. yed-i adi a. (Jal a) bk.


ve “durak” adı verilen küçük da­ yed-i emin
ire olup genellikle ayet, cümle ve­
yed-i beyzâ a. (^-Au aJ (be­
ya paragrafların sonuna konu­
yaz el) mec. Hz. Musa’nm
lur.), kıraat ve sema kaydı,
mucizelerinden olan ve göz­
mütâlaa ve tashih kaydı (genel­
leri kamaştıran beyaz eli. Fi­
likle esas esere başlamadan önce
ravun, Hz. Musa’dan bir mu­
yazmaların ilk sayfalarında
cize götermesini ister. Hz.
“zahriyye” denilen bölümlerde
Musa da elini koynuna sokup
yer alır.), temellük, tesâhüb,
çıkarmca pırıl pırıl parlayan
vakıf kayıtları (genellikle esas
bembeyaz eh ortaya çıkar.
esere başlamadan önce yazmala­
Onun dokuz mucizesinden
rın ilk sayfalarında “zahriyye”
biri olan bu olay, Kur'ân-ı
denilen bölümlerde yer alır.),
Kerîm’in “A’râf suresi”
fevâid kaydı (yazmanın başında
(7)nin 108. ayetinde, “Tâ hâ
veya sonunda bulunan boş sayfa­
suresi” (20)nin 22. ayetinde,
lara eserin sahibi veya okuyucu
“Nemi suresi” (27)nin 12.
tarafından düşülen notlar.), ke-
ayetinde, “Kasas suresi”
tebe kaydı (Yazmanın bir an­
(28)nin 32. ayetinde anlatıl­
lamda kimliğinin tespiti niteli­
maktadır.
ğindedir. Burada eserin yazarı ve
adı, yoksa müstensihin kimliği, yed-i emin a. (,>1 a) fık.
eserin yazıldığı veya istisah edil­ Osmanlı hukukunda, rehin
diği tarih ve dua bölümü). sözleşmesine göre tarafların
veya mahkemenin kendi ad­
Ye'cûc ve Me'cûc a. (^.U j ^u)
larına koruması amacıyla re­
[Ar.] İslâm dünyasında yaygın
hin malı bıraktığı güvenilir
söylentilerden oluşan ve
kimse.
Zülkarneyn döneminde ortaya
çıkan ve gelecekte kıyametin yed-i niyabet a. (cub a) huk.
kopmasına yalan dönemde de Başkasmm malını ona vekâ­
dünyada görünerek bozguncu­ leten elinde bulunduran
luk ve fesat ortamı yaratacağına kimse.
inanılan bir topluluk. yed-i süflâ a. (Jiu, a) tas.
yed a (a) [Ar.] (ç. b.eyâdi, eydî, Sadaka veren el.
yedân, yüdî) Sözlük anlamı, “El, yed-i ulyâ a. (LL a) tas. Al­
kuvvet, güç, kudret.” olan bu te­ lah’ın gücü ve kudreti.
rim, kudret, mülkiyet, hâkimiyet
anlammda Allah’a nispet edilen yed-i vâhid a. Uij a) Tekel.
zatî sıfatlarmdan biri.
703 yemîn-i lağv

yed-i yümnâ a. (^ ^ tas. yer almaktadır. Burada yemin


Ukba. konusunda mealen şu öğüt ve­
rilmektedir: “Allah sizi yeminle­
yed-i yüsrâ a. (^^ ^ tas.
riniz için lağvden dolayı sorumlu
Dünya.
tutmaz. Fakat sizi kalblerinizin
yedeyn a. (jjj.) [< F. + Ar.] tas. azmettiği yeminler yüzünden
Kuvvet ve kudret anlammda muâheze eder.. ”Flz. Peygamber
kullanılan tasavvuf! terim. de yemin önemine işaret etmiş­
Yemâniyye a. (ûh) [Ar.] Aşın Şiî tir. Buhârî bu konuyu kitabınm
fırkalarından olup Yemân b. “Kitâbu’l-Eymân ve’n-Nuzûr”
Rebâb ile Muhammed b. Yemân (Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C.
el-Kûfî’nin önderliğinde Allah’m 14, s. 6511-6595) bölümünde top­
insan suretinde olduğu, yüzü dı­ ladığı hadislerle incelemiştir.
şında her organının yok olaca­
§ tam. yemîn-i gamûs a.
ğını savunan cemaatler.
O^hj^a jw) Geçmişte cereyan
Yemeniyye a. (<1^) [Ar.] İslâm etmeyen bir olay veya işin
tarikatlerinden olup 13. yy.’da yapıldığma veya geçtiğine da­
ortaya çıkan ve Ebû Muhammed ir yapılan yemin için kullanı­
Afifüddin Abdullah b. Ali el- lan terim veya yalan yere
Esedî (öl. 620 / 1223) ye nispet yapılan yemin. Bu yemin, sa­
edilen ve “Esediyye” adıyla da hibini günaha yahut cehen­
anılan Kâdiriyye tarikatinin bir neme daldırdığı, gams ettiği
kolu için kullanılan ad. için bu ad verilmştir. Bu ko­
nuda Hz. Peygamber şunları
yemîn a. (j^ [Ar.] Bir kimsenin
söylemiştir: büyük günahlar
kendi kararını ve kararlıhğmı
arasında saymıştır: “Büyük
kuvvetlendirmek ve karşısmda-
günahlar: Allah’a şirk koş­
kileri bu yolda ikna etmek için
mak, ana ve babaya asi ol­
Allah’m adını kullanarak söz
mak, haksız yere adam öl­
vermesi anlammda kullanılan
dürmek ve yalan yere yemin
terim. Yemin’in geçerli olması
etmek.” (Riyâzü’s-Sâlihîn, C. I,
için ergenlik çağına ermiş ve
s. 369) Bu tarz yemine,
Müslüman olmak, yemin lafzmı
“yemîn-i fâcire”, “yemîn-i
söylemek ve hiçbir baskı altmda
masbûre”, “yemîn-i sabr”
söylememiş olmak şartı aran­
veya “yemîn-i zûr” gibi te­
mıştır. Bu konuda Kur'ân-ı
rimler de kullanılmıştır.
Kerîm’de bazı ayetler yer al­
maktadır. Bunlardan biri “Baka­ yemîn-i lağv a. (jü j^) Bir
ra suresi” (2)nin 225. ayetinde olay veya işin yapıldığını
yemîn keffâreti 704

zannederek, ağız alışkanlığı (öl. 562 / 1166) ye nispet edilen


ile yapılan yemin. Bu yemin­ Orta Asya coğrafyasmda etkin
de bir ahd veya kasd söz ko­ olan bir tarikatin adı ve bunun
nusu olmamaktadır. için kullanılan terim. Kökeni Hz.
Ali ve Hz. Ebubekir’e kadar uza­
yemîn-i mün'akide a. (i4İ*«
nan bu tarikat, Orta Asya’dan
j^) Gelecekte gerçekleşeceği
başlayarak Anadolu’ya kadar
umulan bir olay veya iş üze­
uzanan coğrafyada, özellikle de
rine yemin.
Türkler arasında manevî ba­
yemîn keffâreti a. Allah’m admı kımdan büyük etki yaratmıştır.
anarak yemin eden kimsenin bu İnanç ilkeleri arasında, “tevhîd”
yeminini bozması veya yerine (bk. bu madde) i esas alan tasav­
getirememesi durumunda öde­ vuf inancı, Kur'ân-ı Kerîm’e ve
mesi gereken bedeller için kul­ sünnete bağlılık, şeriat ilkelerine
lanılan terim. Bu bedeller, uyumlu bir tarikat anlayışı, hal­
Kur’ân-ı Kerîm’de “Tahrîm su­ vet ve zikre önem verme ön
resi, 66 / 2 ve Mâ'ide suresi, 5 / planda gelmektedir.
89”nde ifade edilmektedir. Buna
Yesevîlik a. bk. Yeseviyye
göre, bilerek yapılan yeminlerin
kefareti olarak on yoksul kimse­ yesrib a. GJL) [Ar,] Medine’nin
yi yedirmek ve giydirmek veya İslâmiyet’ten önceki adı.
bir kölenin özgür olmasını sağ­
yesribî a. G*.Aj) [< Ar. yesrib + 4]
lamak ya da bunları yapamayan
Medine şehrine özgü, bununla
kimsenin üç gün oruç tutması
ilgili; Medineli.
öngörülmektedir.
Yesû'î öz.s. G^j-J [< Ar.yesü' + -î]
yeni ahid a. bk. Ahd-i cedîd
Hz. İsa’ya özgü, onunla ilgili,
ye's a. GAP [Ar.] 1. Allah’ın rahme­ Hristiyanlığa ait.
tinden ve lütfundan umut kes­
Yesû'iyye öz.s. (ujuu) [Ar.yesû'î
mek anlamında kelâm terimi.
sözünün müennes (dişil) biçimi.]
Böyle bir ruh hâlinin insanı kü­
bk. Yesû'î
für ve inkâra götürebileceği ifa­
de edilmiştir. 2. Ölüm korkusu­ yetim a. (^1 [Ar.] (ç. b. eytâm,
nun ve sancılarının başlaması yetâmâ) fık Sözlük anlamı,
ve hayattan umut kesilmesi an­ “Teklik, bir nesnenin tek vasfı
lammda kelâm terimi. olması.” olan bu terim, babasını
yitirmiş olan ve ergenlik çağına
Yeseviyye a (ı^) [Ar.] İslâm
ermemiş bulunan bir çocuk için
tarikatlerinden olup 12. yy.’da
kullanılagelmiştir. İslâm huku­
ortaya çıkan ve Ahmed Yesevî
kunda ve inancmda yetimler sü-
705 yevm-i meşhûd

rekli korunmuştur. Kur'ân-ı madde) bu günde Arafat’ta


Kerîm’de mealen “Yetimleri ni­ yapılmaktadır.
kâh çağına geldikleri zamana
yevm-i aşüre a. G^ir. ^)
kadar gözetip deneyin. O vkit
Aşure günü, Muharrem ayı-
kendilerinde bir akıl ve olgunluk
nm onuncu günü.
gördünüz mü mallarını onlara
teslim edin.” (Nisâ suresi, 4 / 6-7) yevm-i azîm a. ÇJu ^
denilerek yetim hakkına ve on- yevm-i kıyâmet
lann korunup gözetilmesine yevm-i cezâ a. (I> ^) tas.
vurgu yapılmıştır. Hz. Peygam­ Kıyamet günü.
ber de bir hadisinde, “Allahım!
Ben iki zayıf insanın, yetimin ve yevm-i hasret a. Uj-a.
kadının haklarına tecavüzden bk. yevm-i kıyâmet
men ve tahzîr ediyorum.” yevm-i haşr a. f^ ^ bk.
(Riyâzü’s-Sâlihîn, C. I, s. 313) di­ yevm-i cezâ
yerek bu konudaki hassasiyetini
özellikle dile getirmiştir. Buharî, yevm-i hisâb a. ^jJ bk.
“yetîm” konusunu kitabınm yevm-i cezâ
“Kitâbu’l-Vesâyâ” başlıklı bö­ yevm-i kamerî a. (^^ ^
lümünde Hz. Peygamber’in ha­ astr. Ay'ın meridyene gelme­
dislerine dayanarak etraflıca in­ si ile oluşan zaman.
celemiştir (Sahîh-i Buhârî ve
yevm-i kebîs a. G^uS ^jj)
Tercemesi, C. 6, s. 2610-2617).
astr. Artık gün.
yevm a. Ç^) [Ar.] (ç. b. eyyâm) 1.
yevm-i kesîb a. (^S tas.
“Gün, ruz, gündüz, nehar.” anla­
Tasavvuf inancma göre Hak
mındaki bu söz, başka kelime ve
teâlâ’nm cennette cemalini
terkiplerle yeni terimlerin
göstereceği gün.
oluşması için kullanılmıştır. 2.
İslâmm temel inançlarından yevm-i kıyâmet a. GLî
olan “Âhiret” (bk. bu madde) Kıyamet günü.
anlamında Kur'ân-ı Kerîm’de
yevm-i meşhûd a. Gj^ ^)
pek çok ayette geçen terim.
tas. Kıyamet gününde, bütün
§ tam. yevm-i arefe a. (il^ insanların hazır bulunacağı
^jj) Arefe günü anlammdaki ve melekler ile insanlarm
bu söz, zilhicce ayının doku­ uzuvlarmın yaptıkları amel­
zuncu günü için kullanılan ler için şehadet edeceği gün
terim. Hac ibadetinin temel için kullanılan terim. Bu söz,
görevi olan “vakfe” (bk. bu Kur'ân-ı Kerîm’de “Hûd su-
yevm-i mevkıf 706

resi” (ll)nin 103. ayetinde yevmü’l-erba'a a. (aj^l ^


geçmektedir. Çarşamba.

yevm-i mevkıf a. M5>> yevmü’l-hamîs a. (j^iJI ^


tas. Kıyamet günü. Perşembe.

yevm-i mî'âd a. (jku ^) bk. yevmü’l-cum'a a. (a«Jl ^


yevm-i cezâ Cuma.

yevm-i mîsâk a. (jL^ ^ yevmü’s-sebt a. (*aJI


“kâlû belâ” {bk. bu madde) Cumartesi.
günü için kullanılan terim,
yevmü’l-âhir a. (>.^1 ^
ahd günü. Âhiret günü anlamında te­
yevm-i nahr a. (^ ^) ç. b. rim.
eyyâm-ı nahr (bk. bu madde) yevmü’l-âzife a. (^yi ^) bk.
yevm-i sa'âdet a. (ûjI*« ^) yevmü’l-âhir
Mutluluk günü. yevmü’l-ba's a. (i»Jl ^ (di­
yevm-i sakil a. (Ji ^1 bk. riliş günü) bk. yevmü’l-âhir
yevmü’l-âhir yevmü’l-bedr a. (jJI ^
yevm-i su'âl a. (Jl> ^ bk. Ayın doğduğu gün.
yevm-i cezâ yevmü’l-cem' a. ({jJI ^
yevm-i şekk a. (ati ^1 astr. Kıyamet günü.
Hicrî takvime göre Ramazan yevmü’d-dîn a. (jjJl ^) Kı­
aymm iyi hesaplanamama- yamet günü veya hesap gü­
smdan dolayı oluşan şüpheli nü. “O gün kimsenin kimseye
gün. yardım edemeyeceği bir gün­
yevm-i şems a. ^1 dür. O gün emir yalnız Allah’a
astr. Güneş’in meridyene aittir.” (“İnfitâr suresi” 82 /
gelmesi ile oluşan zaman. 17-19)

Haftanın günleri: yevmü’l-fasl a. tMl ^jj) bk.


yevmü’l-âhir
yevmü’l-ahad a. (^l ^
Pazar. yevmü’l-feth a. (^l ^ 1.
Mekke’nin fethedildiği gün. 2.
yevmü’l-isneyn a. ^l ^)
Kıyamet günü.
Pazartesi.
yevmü’l-fitr a. OâJi
yevmü’s-selâse a. Wiöl ^
Ramazan Bayramı günü.
Sah.
707 Yezîdiyye

yevmü’l-fürkân a. (^lijüi yevmü’n-nefûr a. (j^l ^


^) bk. yevmü’l-cem' bk. yevmü’n-nefîr
yevmü’l-hak a. (jJl ^ bk. yevmü’t-tegâbün a. (^lüll
yevm-i kıyâmet ^jj) bk. yevm-i kıyâmet
yevmü’l-hasret a. Uj-Jl yevmü’t-telâkî a. Ç^^l ^)
^ bk. yevm-i kıyâmet Kıyamet günü.
yevmü’l-haşr a. (^iill ^ İs­ yevmü’t-tenâd a. (jUI ^1
lâm inancına göre, kıyamet bk. yevmü’t-telâkî
gününü ifade eden terim.
yevmü’l-va'îd a. (jxjll ^
yevmü’l-hisâb a. ÇLJI bk. yevmü’l-cem'
İslâm inancma göre, insanla­
rın âhirette sorguya çekile­ Yezîdiyye a. (^^1 [Ar.] İslâm
cekleri günü ifade eden te­ tarikatlerinden olup daha çok
rim. Türkiye’nin doğusunda, Irak ve
İran’da ortaya çıkan, bir görüşe
yevmü’l-hulûd a. GjUi ^ göre Farsça “Tanrı” anlammdaki
bk. yevmü’l-âhir “yezdân” sözünden hareketle
yevmü’l-hurûc a. (y>Jl ^1 “ezidî, izidî, izdi” olarak anılan;
bk. yevmü’l-âhir bir başka görüşe göre, Emevî ha­
lifesi Birinci Yezid’e bağlıkları
yevmü’l-ınkıtâ a. (^LküVl ^
ile bilinen bir cemaatin inancm-
bk. yevmü’l-âhir
dan hareketle faaliyetlerini sür­
yevmü’l-kıyâmet a. GLLîli düren bir topluluk için kullanı­
^^ bk. yevmü’l-âhir lan terim. İnanç ilkeleri arasm­
yevmü’l-mecmû a. (^>aJl da, “tevhîd” (bk. bu madde) e
fjj) bk. yevmü’l-âhir inanma, şeyh Adî b. Musafir’in
mürşit olduğunu benimseme,
yevmü’l-meşhûd a. (jj^JJl
Yezid b. Mu'âviye’nin dünyanm
^) bk. yevmü’l-âhir nuru olduğu inancına bağlanma,
yevmü’l-mev'üd a. GjcjJl yine önde gelen şeyhlerinden
^ bk. yevmü’l-âhir Melek Tavus’un Allah’m elçisi
olduğunu kabullenme ön planda
yevmü’l-nahr a. (>dl ^jj)
gelmektedir. Bunlara göre Al­
Kurban Bayrammm birinci
lah’m 1001 adı vardır ve en baş­
günü.
ta geleni de “Hâdî” adıdır. İba­
yevmü’n-nefîr a. (jâill ^jj) detlerinde ise namaz iki vakit
Hac ibadeti sırasmda hacıla- (sabah ve akşam) olarak kılm-
rm Mina’dan Mekke’ye dön­ maktadır. Oruç genel olarak ara­
dükleri gün. lık aymda üç gün olarak tutulur;
Yezîdîlik 708

ayrıca dinî liderler yirmi gün gınlığmdan dolayı almıştır. Su­


aralık aymda, yirmi gün de renin özünde Allah inancı,
temmuz aymda olmak üzere Kur'ân-ı Kerîm’i tanıma ve
yılda 40 gün oruç tutarlar. Hac bunlara inanmayanlarm hüsra­
ibadeti, Adî b. Musafir’in türbe­ na uğrayacağı anlatılmaktadır.
sini 20-30 eylül günlerinde ziya­ Hz. Peygamber’in “Yûnus sure-
ret ederek gerçekleştirirler. si”nin tefsiri için bk. Sahîh-i
Nevruzda ve 24-29 temmuz gün­ Buhârî ve Tercemesi, C. 9, s.
lerinde olmak üzere yılda iki kez
4376-4387.
dinî bayramlan vardır.
Yûsuf suresi a. (^^ ui^)
Yezîdîlik a. bk. Yezîdiyye
\<Ar. “Sûretü Yûsuf” (J^ sj^)]
yokluk a. Yok olma, sürekli veya Kur'ân-ı Kerîm’in on ikinci, iniş
kalıcı . olmama; eşanlamlısı sırasma göre elli üçüncü suresi
“adem” (bk. bu madde), “fenâ” olup “Hûd suresi” (ll)nden
(bk. bu madde), “bekâ” (bk. bu sonra ve “Hicr suresi” (15)nden
madde) ve “vücûd” (bk. bu önce Mekke döneminde nazil
madde) karşıtı. Bu terim tasav­ olmuştur ve yüz on bir ayetten
vuf inancında, insanın maddî meydana gelmektedir. Admı
varlığından sıyrılarak Allah’a dördüncü ayetten başlayıp 101.
ulaşması, sürekli yüce varhğm ayetin sonuna kadar süren Yu­
özünde kendini yok etmesi du­ suf kıssasından almaktadır. Su­
rumu için kullanılmıştır. renin geliş sebebi, sahabilerin
yolculuk duası a. Bir kimsenin Hz. Peygamber’den kıssa niteli­
seyahate çıkarken okuması salık ğinde ayetler okumasmı isteme­
verilen dua. Bu dua şöyle: si, O’nun da kendisi gibi acılar
“Tevekkeltü alâllahi ve lâ hav­ çeken Yusufun hikâyesini örnek
le ve lâ kuvvete illâ billâhi’l- olarak anlatması ve sonunda da
aliyyi’l-azîm.” yine onun gibi huzura ermesi
gösterilmiştir. Surenin özünde
Yûnus suresi a. (^^j^^jj) [< Ar.
Yusuf kıssası anlatılmakta, sonu
“Sûretü Yûnus” (^Aa »ji“)l
ise bir kıssadan hisse niteliğin­
Kur'ân-ı Kerîm’in onuncu, iniş
dedir: “And olsun ki peygamber­
sırasına göre elli birinci suresi
lerin kıssalarında akıl sahipleri
olup “tsrâ suresi” (17)nden
için büyük ibretler vardır...” Hz.
sonra ve “Hûd suresi” (ll)nden
Peygamber’in “Yûnus sure­
önce Mekke döneminde nazil
sinin tefsiri için bk. Sahîh-i
olmuştur ve yüz dokuz ayetten
Buhârî ve Tercemesi, C. 10, s.
meydana gelmektedir. Adını 98.
4466-4479.
ayette Yunus peygamberin say-
zâbitûn a. (j^La) [Ar.] Hadis zabt-ı sadr a. (jo-a L-â)
biliminde, hafıza ve zabt bakı- Ravînin ezbere rivayet ede­
mmdan kusuru bulunmayan ceği hadisi belleğinde iyi ko­
hadis ravîleri. ruması.
zabt a. (U.A) [Ar.] Hadis biliminde, zabt-ı tâm a. (^b U2) Riva­
ravînin hocasından öğrendiği yet edilecek hadisi hiçbir za­
hadisi, değiştirmeden veya te­ rara uğramayacak biçimde
reddüde düşmeden başkasma korumak.
rivayet edinceye ve kitabına
zâcirât ç. a. (ol^.Ij) [Ar.] Gök ci­
kaydedinceye kadar ezberinde
simlerinin belli bir düzende ha­
saklaması.
reket etmeleri konusunda görev­
§ tam. zabt-ı gayr-ı tâm a. Çü lendirilmiş olan melekler.
ji U..A) Rivayet edilecek ha­ (Sâffât suresi, 37 / 2).
disin birtakım kusurlarının zâhid a. (x»ij) [Ar.] tas. Tasavvuf
bulunması. inancma göre, dünya işlerine ve
zabt-ı kitâb a. Ç |j^ ^jj^J malma mülküne itibar etmeyen,
Ravînin kitabmda verdiği kendisini bütünüyle Allah’m
hadisi aldığı andan başlaya­ dostluğuna veren, âhiret inancı­
rak başkalarma aktarmcaya nı ön planda tutan sufî için kul­
kadar geçen süre içinde her­ lanılan terim.
hangi bir değişikliğe uğrat­ Zâhidiyye a. (^Ij) [Ar.] İslâmî
madan saklaması. tarikatlerden 14. yüzyılda ortaya
Zâhir 710

çıkan ve İbrahim Zâhid-i lerden sonra ortaya çıkan bu ta­


Geylânî (öl. 700 /1301) ye nispet rikat, fıkıhta “re'y” (bk bu mad­
edilen Ebheriyye’nin kolların­ de) konusunda en aşırı karşı du­
dan birinin adı. ruş noktasmda en uç seviyede
Zâhir a. (^LL) [Ar.] Sözlük anlamı yerini almıştır. Bu konumuyla
da bir ekol olma kimliğini ka­
“Ortaya çıkmak, üstün olmak, ga­
lip gelmek, belirgin olmak.” olan zanmıştır. Başlangıçta Bağdat ve
bu söz, “esmâ'ü’l-hüsnâ” (Al­ yöresinde taraftar bulan bu
ekol, Batı’da Endülüs coğrafya-
lah’ın güzel isimleri)dan olup
sma kadar uzanmış, geniş bir
“Her şeye üstün olan, ulu ve yüce
taraftar kitlesine ulaşmıştır.
olan.” anlamındadır. Kur’ân-ı
Kerîm’de “Hadîd suresi” Zâhirîlik a. bk. Zâhiriyye
(57)nin üçüncü ayetinde “ez-
Zâhirî mezhebi a. bk Zâhiriyye
Zâhirü ve’l-bâtınü” biçiminde
Allah’a nispet edilmektedir. zahriyye a (<û>Aİi) [Ar.] İslâmî el
“Zâhir” adı, Allah’m doksan do­ yazması eserlerinde, genellikle
kuz ismini veren İbn Mâce ve temellük kaydmın bulunduğu ve
Tirmizî rivayetlerindeki listede esas metnin başladığı sayfanm
de yer almıştır (Tirmizî, arka yüzü.
“Da'avât”, 82; İbn Mâce, “Du’â”,
za'îf a. (. j.«.h [Ar.] Hadis bilimin­
10).
de, sahih hadisin şartlarmdan
zâhir a. (>>üj) [Ar.] 1. fık. Yalnızca birini veya birkaçını taşımamak­
işitilmek suretiyle algılanan la- la beraber “mevzû” (bk. bu
fızlarm kendisiyle kastedilen an­ madde) olduğu da söylenmeyen
lamı açık biçimde ifade eden hadisler.
sözler. 2. tas. Sufî inancına göre zâkir a. (j£lj) [Ar.] 1. Anan, hatırla­
varlığın sıfatlarmdandır ve ev­ yan, dile getiren, zikreden an­
rende görünen her şey Allah’ın lamında terim. 2. tas. Tasavvuf
tezahürüdür. Çünkü ondan baş­ ehli arasmda yapüan zikir ayi­
ka hiçbir gerçek ve görünen var­ nini yöneten, İlâhîler okuyarak
lık yoktur; “bâtın’ın zıddı. coşku ve heyecanın doruk nok­
Zâhiriyye a. («Û^üi) [Ar.] İslâmî taya ulaşmasma yol açan sufî.
tarikatlerden 9. yüzyılda ortaya zâlim a ÇJ&) [Ar.] (ç. b. zâlimin,
çıkan ve Dâvûd b. Ali ez-Zâhirî zâlimûn) İslâm inancma göre,
(öl. 270 / 884) ye nispet edilen fı­ “zulüm” (bk. bu madde) çerçe­
kıh mezhebinin adı ve bunun vesinde olan söz, eylem veya
için kullanılan terim. İslâm hu­ davranışları sergileyen kimse­
kuk tarihinde büyük mezhep­ ler. Bu söz, teklik ve çokluk bi-
711 zarûriyyât

çimleriyle Kur'ân-ı Kerîm’de zarb a. (^^) [Ar.] Hadis biliminde,


135 ayette yer almaktadır (.bk. hadis yazarken yanlışlıkla faz­
M.F.Abdülbâkî, el-Mu'cem, “zlm” ladan yazılan harf, kelime veya
maddesi). Bunlarm en çarpıcı ibarenin üzerine bir çizgi çekme
olanı, “Hûd suresi” (18)nin on veya belirli işaretler koyma iş­
sekizinci ayetidir: “Haberiniz ol­ lemi.
sun ki Allah’ın la'neti zâlimlerin
Zâriyât suresi a. (^^_^ oLjlj) [<
üzerindedir.” Aynı hükmü Hz.
Ar. “Sûretü’z-Zâriyât” (oLjlJl Sj
Peygamber de bir hadisinde zik­
_^)] Kur'ân-ı Kerîm’in. elli bi­
retmiştir (Sahîh-i Buhârî ve
rinci, iniş sırasına göre altmış
Tercemesi, C. 5, s. 2261).
yedinci suresi olup “Ahkâf su­
zalûm a. Ç^) [Ar.] Kur'ân-ı resi” (46)nden sonra ve “Gâşiye
Kerîm’de iki ayette (“İbrahim suresi” (88)nden önce Mekke
suresi” (141 34 ve “Ahzâb sure­ döneminde nazil olmuştur ve
si” (33 / 72) geçen ve “Çok zâlim altmış ayetten meydana gelmek­
kimse.” anlamında insana nispet tedir. Adını ilk ayetteki ilk söz
edilen terim. olan “zâriyât” (savuranlar, tozu
zâmin a. (>Li) [Ar.] fık. İslâm hu­ dumana katanlar) tan almakta­
kukunda, bir kimseye veya bir dır. Surenin özünde, İslâm akai­
şeye kefil olma. dinin üç temel ilkesini oluşturan
“tevhid, nübüvvet, âhiret” konu­
zam, -mmı a. (^) [Ar.] fık. Sözlük­
ları üzerinde durulmakta ve Hz.
lerde, “Artırmak, yükseltmek, ek­
Muhammed’in öteki peygamber­
lemek.” anlammda kullanılmış­
lerden üstün oluşu vurgulan­
tır.
maktadır. Hz. Peygamber’in
§ tam. zamm-ı sûre a. Gj^ “Zâriyât suresi”nin tefsiri için
^) İslâm’m aslî ibadetlerin­ bk Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi,
den olan “namaz” (bk. bu C. 10, s. 4788-4792.
madde)da ayakta iken zarûrât-ı dîniyye a. (âıj ol^)
“Fâtiha suresi” (l)nden son­ [Ar.] İslâm akaidinde, sübûtu ve
ra bir sure veya üç ayet ya da delâleti kesin nasla sabit olan
kısa bir sure okumak anla­ dinî konular.
mmda terim. Hanefi mezhe­
bine göre, farz namazlarmın zarûriyyât ç. a. fcLjj>) [Ar.] fik
ilk iki rekâtında, öteki na­ 1. İslâm dininin toplum ve birey­
mazların her rekâtında iken ler için vazgeçilmez gördüğü
“Fâtiha suresi” (l)nden son­ değerlerin korunmasıyla ilgili
ra “zamm-ı sûre” okumak düzenlemeler ve bunlann sağ­
vaciptir. ladığı faydalar konusunu ifade
zât 712

eden terim. 2. Dinin hedeflediği zât-ı mutlak a. (jlk. olj) bk.


yararlan içeren “zarûriyyât, vücûd-ı mutlak
hâciyât, tahsiniyyât” üçleme­
zât-ı risâlet-penâhî a. (^L
sindeki en üst düzey konu ve
olLj olj) Hz. Muhammed.
değer için kullanılan terim.
zât-ı sâmî a. (^L olj) Sad­
zât a. (olj) [Ar.zû sözünün müennes
razam.
(dişil) biçimi] (ç. b. zevât) 1. Sa­
hip, malik (kadm) veya bir şeyin zât-ı şâhâne a. (.GULi olj)
kendisi ya da özü. 2. Tamlama Padişah.
biçiminde kullanıldığı zaman
zât-ı vâlâları a. (^Vlj olj)
söze “-lı veya -gil, -giller” kav­
bk. zât-ı devletleri
ramı kazandınr.
zâtî sıfatlar a. Allah’m doğrudan
§ tam. zât-i âlî a. (^U olj) doğruya zatmı niteleyen sıfatlar
Yüce ve saygm kimse. için kullanılan terim. Bunlar,
“vücûd” (bk. bu madde), “kı­
zât-ı baht a. (o^ olj) tas.
dem” (bk. bu madde), “bekâ”
İlâhî makamlarda teklik mer­
(bk. bu madde), “vahdâniyyet”
tebesi.
(bk. bu madde), “muhâlefetün
zât-ı devletleri a. (^jj olj) li’l-havâdis” (bk. bu madde),
Saygı ve ululama sözü. “kıyâm bi-nefsihi” (bk. bu mad­
zât-ı fehâmet-penâhî a. de) olmak üzere altıdır, “selbî
olj) Sadrazam için ve tenzîhî sıfatlar” karşıtı.
söylenen hitap sözü. zâviye a. (^Ij) [Ar.] İslâmî gelenek
zât-ı haşmet-penâhî a. içinde, belli bir merkezde bir
(^Lı^ olj) Padişah için şeyhin yönetiminde ve disiplini
söylenen hitap sözü. çerçevesinde tasavvuf eğitimi
veren kurumlar.
zât-ı hümâyûn a. (^U olj)
bk. zât-ı şâhâne zayıf a. bk. zayıf hadis

zât-ı ilâhiyye a. (^Jl olj) tas. zayıf hadis a. Hadis biliminde,


İlâhî vasıflarda teklik merte­ sahih ve hasen hadisin şartla­
besi. rından birini veya birkaçını ta­
şımayan hadisler için kullanılan
zât-ı kibriyâ a. (LjjS olj) Al­ terim.
lah.
zebânî a. (^Lj) [Ar.] İslâmî inanca
zât-ı muhterem a. Ç.yia^ olj) göre, müşrikleri ve günahkâr
Saygm veya saygıdeğer kişi. kimseleri cehenneme yönlendi-
713 zekât-ı hakîkî

ren ve bu yerin yönetimini üze­ ile “Âl-i imrân suresi” (3) için
rinde bulunduran melekler. Bu kullanılan ortak ad.
söz, Kur’ân-ı Kerîm’in “Alâk
zekât a. (0Ü3) [Ar.] îslâm’m beş
suresi” (96)nin 18. ayetinde “ce­
şartmdan biri olan ve dinen var­
hennemin azap melekleri” anla­
lıklı olan bir Müslüman’ın ihti­
mmda geçmektedir.
yaç fazlası malmdan muhtaç
Zebûr öz.a. (^3) I4N (Ç- ^- zübûr) kimselere verimek üzere ayrılan
Hz. Davud’a vahy olunan semâvî mal veya para karşıhğı olan sa­
kitap için Kur'ân-ı Kerîm’de ge­ daka. Bu ibadet, İslâmî inanca
çen terim. Bu söz, Kur’ân-ı göre farz olup "sadaka” aynı ni­
Kerîm’in üç ayetinde (“Nisâ su­ teliktedir. Yani bu terim, "sada­
resi” (4 /163) “İsrâ suresi” (17 / ka” (bk. bu madde) ile eşanlamh
55) “Enbiyâ suresi” (21 / 105) olarak kabul görmektedir.
teklik biçiyle, altı ayetinde ise Kur'ân-ı Kerîm’de otuz ayette
(“Âl-i imrân suresi” (3 / 184), yer ahrken bunlardan yirmi ye­
“Nahl suresi” (16 / 44), “Şu’arâ disinde, yine İslâmî inanca göre
suresi” (26 /196), “Fâtır suresi” farz olan “namaz” (bk. bu mad­
(35 / 25), “Kamer suresi” (54 / de) ile birlikte zikredilmektedir.
43, 52) çokluk biçimiyle yer al­ “Zekâf’m şartları, yani bu iba­
makta ve Dâvûd peygambere detin farz oluş sebepleri arasm­
nispet edilmektedir. da öncelikle şu hususlar göze­
tilmektedir: Zekât verecek kimse
zecr a. (^j) [Ar.] Gelecekten bilgi
öncelikle Müslüman olmalı, hür
edinmek amacıyla uçurulan kuş­
olmalı, ergenlik çağma gelmiş
lardan sağa dönenlerin uğur ge­
aklî melekesi yerinde olmalıdır.
tirdiğini sola dönenlerin ise
Ayrıca mal varlığının yeterli dü­
uğursuzluk getirdiğini ifade et­
zeyde olması da vücûbî şartlar
mek üzere kullanılmıştır.
arasında söz konusudur. Buhârî,
Zehebiyye a. (4*j) [Ar.] İslâmî “zekât” konusunu kitabınm
tarikatlerden 15. yüzyılda ortaya “Kitâbu’z-Zekât” başlıklı bölü­
çıkan ve Sühreverdiyye (bk. bu münde Hz. Peygamber’in hadis­
madde) kollarmdan Kübreviyye lerine dayanarak etraflıca ince­
(bk. bu madde) tarikatinin Ab- lemiştir (Sahîh-i Buhârî ve
dullah-ı Berzişâbâdî (öl. 872 / Tercemesi, C. 3, s. 1320-1432).
1468) ye nispet edilen bir kolu
için kullanılan terim. § tam. zekât-ı hakîkî a.
(^ 0^3) tas. Tasavvuf
Zehrâveyn a. (j^l^j) [Ar.] Kur'ân-
inancma göre, Hak yolunda
ı Kerîm’in “Bakara suresi” (2)
kendini feda etme.
zekât-ı hâriç 714

zekât-ı hâriç a. (^jL. 0K3) Zemîmiyye a. (û^j) [Ar.] Hz. Pey­


Tarım alanında, yağmur suyu gamber döneminde, insanları
veya akarsu yöntemi ile su­ ilâh olarak niteledikleri Hz. Ali
lanan araziler üzerinden alı­ adına hakka davet etmesi gere­
nan zekât. kirken kendini ön plana çıkar­
dığı gerekçesiyle Hz. Muham­
zekâtü’l-fitr a. (jkül oKj) fik.
medi kınayan aşırı gruplar.
Pıtır sadakası, ramazan ayı
içinde verilmesi uygun görü­ zemzem a. Ç>j) [Ar.] Müslüman
len zekât. halkm büyük değer verdiği ve
saygı duyduğu Kâbe yakınlarm-
zekere a. (_£j) [Ar.] Hadis bilimin­
da çıkan su. Bu su içilirken şu
de, ravînin bir hadisi hocasm-
duanm okunması yaygın bir
dan işitme, okuma veya vicade
inançtır: “Allahümme innî
gibi yollardan biriyle aldığmı
es'elüke ilmen nâfi’an ve
ifade eden terim.
rızkan vâsi'an ve şifâ'en min
zelle a. («dj) [âr.] İslâmî inanca gö­ külli dâ'in.” (Allahım! Senden
re, bir mükellefin herhangi bir faydalı ilim, bol rızık ve her derde
kasdı olmadan yaptığı yanlışı deva ve şifa istiyorum.)
veya işlediği günahı ifade etmek
zemzem suyu a. bk. zemzem
üzere kullanılmıştır.
zenâdıka a. (ÜJÜ3) [F. zındîk’in
§ tam. zelletüT-kâri' a. Calili Arapça kurallara göre yapılan ç.
<Jj) bk. zeUetü’l-Kur'ân b.] bk. zındık
zelletü’l-Kur'ân a. (jijül <T>) zenb a. (^13) [Ar.] bk. günah
İslâmî ibadetler arasmda,
özellikle de namazda okunan zerâyi ç. a. (^Ijj) [Ar. zeri’a’nın ç.
ayetlerde dil sürçmesi, b.] fik. İslâmî ibadetlere ilişkin
unutma, metinde atlama hükümler çıkarmada kullanılan
yapma veya okuma hatasına delillerden olup harama yol
düşme gibi kusurlar ya da açan konulann “haram” (bk. bu
yanhşhklar yapma. madde), helâle vasıta olan işler
veya davranışlara “helâl” (bk.
Zelzele suresi a. (^ »J3I3) bk. bu madde), vacip için gerekli
Zilzâl suresi olan şeyler için “vâcib” (bk. bu
zemm a. Çj) [Ar.] Bir kimseyi kötü madde) olmasmı ifade eden te­
veya çirkin yönleriyle değerlen­ rim.
direrek yerme, tenkit etme, aşa­ zerî'a a (u.jj) [Ar.] (ç. b. zerâyi)
ğılama veya kmama anlammda bk. zerâyi
ahlâk terimi.
715 zevi’l-kurbâ

Zerkûbiyye a. (4^) [Ar.] İslâmî bir hadis kitabı ile karşılaştırıla­


tarikatlerden 13. yüzyılda ortaya rak ilkinin İkincisinden fazla
çıkan ve Sühreverdiyye tarikati­ olan hadisleri dikkate alarak
nin İzzeddin Mevdûd b. Mu- yeni bir kitap oluşturma işlemi.
hammed ez-Zerkûb (öl. VII. /
zevâ'it sünnetler ç. a. Hz. Peygam­
XIII. yy) a nispet edilen bir kolu
ber’in Allah’m elçisi olarak sun­
için kullanılan ad.
duğu dinî tebliğler dışında kalan
zerre a. (»>) [Ar.] Kur'ân-ı Kerîm söz ve davranışları.
ve hadislerde geçen ve varlıkla­
zevâ'it tekbirleri ç. a. Bayram na-
rın en küçük parçalarmı veya en
mazlarmda normal tekbirlerin
basit davranışları ifade eden te­
dışmda fazladan alman altı tek­
rim. bir.
Zerrîntâc a. (^t Û^jj) [Ar.] İslâmî
zevâl a. (Jljj) [Ar.] Bazı dinî ibadet­
tarikatlerden 19. yüzyılda ortaya
lerin vaktini tespit etmede kul­
çıkan Bâbîliğin kurucusu Mirzâ
lanılan ve güneşin tepe nokta-
Muhammed-i Şîrâzî’nin ileri ge­ smda bulunduğunu ifade eden
len taraftarlarından olan Ümmü terim.
Selmâ Fâtımâ (öl. 1268 / 1852)
için kullanılan lakap. zevâl vakti a.bk. öğle namazı

Zerrûkıyye a. Gû^j) [AN İslâmî zevç a. (^jj) [Ar.] bk. zevce


tarikatlerden “Şâzeliyye” (bk. zevce a. (^ [Ar.] Evli kadm.
bu madde)nin 15. yüzyüda orta­ Kur’ân-ı Kerîm’in hem erkek
ya çıkan ve Ahmed Zerrûk el- hem de kadın için “zevç” sözü
Fâsî (öl. 899 /1493) ye nispet edi­ kullanılmış; ayrıca bunun ikilik
len bir kolu için kullanılan ad. ve çokluk biçimleri de yine
zevâ'it, -di ç. a. (jSIjJ [Ar. Kur'ân-ı Kerîm’de yer almıştır
zâ'ide’nin ç. b.] 1. Eşyada sonra­ (bk. M.F. Abdülbâkî, el-Mu'cem,
dan oluşan fazlalık, ürün veya “zvc” maddesi).
değer artışı için kullanılan te­ zevi’l-erhâm a. ÇLj^ı^j) [Ar.] fik.
rim. 2. Hadis biliminde, bazı ha­ İslâm hukukuna göre, ölenin
dis kitaplarmda yer almasma “ashâb-ı ferâ'iz” (bk. bu madde)
karşm yaygm ve saygm kaynak­ ve “asabe” (bk. bu madde) dı-
larda bulunmayan rivayetleri şmda kalan ve kan bağı ile hı­
bir araya getiren eserler için sımlığı bulunan kimseler.
kullanılan ortak ad.
zevi’l-kurbâ a. (ijili^j) [Ar.] ftk.
zevâ'it kitapları ç. a. Hadis bili­ İslâm hukukunda, yakm akraba­
minde, bir hadis kitabının başka lık anlamında kullanılmıştır.
zevk 716

zevk a. (jjj) [Ar.] tas. Tatma duy­ Zeyniyye a. («İv») WrJ İslâmî
gusu veya keşif ya da ilham yo­ tarikatlerden 15. yüzyılın başla­
luyla kalbin hakikate ermesi ya rında ortaya çıkan ve
da bu yolla kalbe ulaşan İlâhî Süreverdiyye (bk. bu mad-
bilgi. de)nin Zeynüddin el-Hâfî (öl.
838 / 1435) ye nispet edilen bir
Zeydîlik a. bk. Zeydiyye
kolu için kullanılan ad.
Zeydiyye a. (^j) [Ar.] İslâmî
zıddeyn a. (j/a^) [Ar.] tas. Vücutta
tarikatlerden 8. yüzyılın başla-
bir arada bulunmakla birlikte
rmda Kûfe’de ortaya çıkan,
zaman ve mekânda bir arada
Tâberistan, Irak ve özellikle de
bulunmayan nesne veya durum­
Yemen coğrafyasmda yaygın
lar için kullanılan terim. Ateş ile
olan bir Şiî cemaati için kullanı­
su birbirine zıt olmakla birlikte
lan terim. Görüşleri itibariyle
vücutta bir arada bulunurken
“Mu’tezile" (bk. bu madde) fır­
dışarıda aynı yerde bir arada
kasının düşünceleriyle paralel­
bulunması mümkün değildir.
lik gösteren bu cemaat günümü­
ze kadar gelmiş ve yoğun olarak zıhâr a. (jl$b) [Ar.] fik. Evli bir er­
Yemen bölgesinde, San’a ve keğin, karısmı annesine veya
Sa’de yöresinde kültürlerini de­ nikâhı düşmeyecek bir başka
vam ettirmektedirler. yalan akrabasına benzetmesi
anlammda fıkıh terimi. Bu konu,
zeyil, -yli a. (Jjj) [Ar.] İslâmî edebi­
Kur'ân-ı Kerîm’de açıkça dile
yatta, bir eseri muhteva veya ta­
getirilmekte ve kmanmaktâdır.
rihi süreç içinde ele alarak eksik
Şöyle ki “Mücadele suresi”
ya da hatah yerlerini düzelterek
(58)nin ilk iki ayetinde Allah,
tamamlamak, ilâveler yaparak
mealen “ (Ey Muhammed) Kocası
zenginleştirmek amacıyla yeni­
hakkında seninle tartışan ve Al­
den düzenlemek işi için kullanı­
lah’a şikâyette bulunan kadının
lan ortak ad. sözünü Allah işitmiştir. Zaten Al­
Zeyla'iyye a. (9LJ) [Ar.] İslâmî lah konuşmanızı işitir. Doğrusu
tarikatlerden 14. yüzyılın başla- Allah işitendir, görendir. İçinizde
rmda ortaya çıkan ve Kâdiriyye karılarına zıhar yapanlar bilsin­
(bk. bu madde)nin Ebû’l-Abbas ler ki eşleri anneleri değildir. An­
Safiyüddin Ahmed b. Ömer ez- neleri onları doğuranlardan baş­
Zeyla'î el Ukaylî (öl. 704 / 1305) kası değildir... ” demektedir. Bu­
ye nispet edilen bir kolu için kul­ na göre Allah, “zıhâr” konusunu
lanılan ad. asla hoş karşılamamaktadır.
717 zilhicce

zıhâr keffâreti a. Bir müminin residir. Aynı durum, hadisler


“zıhâr” kusuru işlemesi duru­ için de söz konusudur. Hz. Pey­
munda, karısı ile cinsel ilişkiye gamber zikrin en faziletlisini
girmeden önce bu kusurun be­ ifade ederken şunu söylemiştir:
deli olarak bir köle azat etmesi “Zikrin en faziletlisi Lâ ilâhe illâl-
veya iki ay oruç tutması ya da lah Kelime-i Tevhididir.”
altmış fakiri doyurması öngö­ (Riyâzü’s-Sâlihîn, C. III, s. 39).
rülmektedir (“Mücâdele sure­
si”, 58 / 3). § tam. zikr-i alenî a. (^^j)
Açıkça yapılan zikir, derviş­
zındık a. (&&$ [< F. zendîg] Ev­ lerin tekke veya dinî bir top­
renin en eski dönemlerde yara- lantıda toplu zikir çekmesi.
tıldığmı savunan, Allah’ı ve
O’nun birliğini ve âhireti inkâr zikr-i cehrî a. (^>j) Yük­
etmekle beraber inanmış gibi sek sesle yapılan zikir.
davranan iki yüzlü ve itikadı zikr-i cemîl a. (J^^Sj) 1.
bozuk kimseler. Övme, iyilikle yad etme. 2.
zîc a. (gj) [< F. zeyc] İslâmî edebi­ Okullarda çocuklara verilen
yatta ve bilim tarihinde astro­ mükâfat.
nomide kullanılan cetvellere ve­ zikr-i dâ'im a. (^b jij) tas.
rilen ad. Dilden düşürülmeyen zikir,
zihin, -hni a. (>j) [Ar.] fik. İslâm salikin sürekli diline doladığı
fıkhında, idrak yeteneği veya zikir anlamında tasavvuf te­
kavrama gücü anlamında bir te­ rimi.
rim. zikr-i hafi a. O^jSj) Gizli
zikir, -kri a. (>j) [< Ar.zikr] (ç. b. yapılan zikir.
ezkâr) Genellikle tarikat ehli zikr-i kalhî a. (^Jj>j) Yürek­
arasında, tekkelerde veya tasav­ ten, içten yapılan zikir.
vuf yolunda sıkça baş vurulan
zikr-i kıyâm a. ÇLî_£ j) Ayak­
Allah’ı anma, hatıra getirme,
ta yapılan zikir.
yad etme veya unutmama, bu
yolla gafletten kurtulma anla­ zikr a. (/j) [Ar.] Kur’ân-ı Kerîm’i
mmda terim. Kur'ân-ı Kerîm’de nitelemek için kullanılan terim.
“zikir”in önemi faydaları üze­
zikrullah a. (di jSj) [Ar.] Sürekli
rinde pek çık ayet yer almakta­
Allah’ı dil ve kalp ile anma.
dır. Bunlardan biri, “Cum'a su­
resi” (62)nin onuncu ayetinde zilhicce a. (ZLji jj) [Ar.] Sözlük
yer alan, mealen “Allah'ı çok anlamı “Hac ayı” olan bu söz,
zikredin ki felah bulasınız.” iba­ Hicrî takvimde yılm son ayı ve
zilhicce orucu 718

dört haram aydan biri için kul­ tefsiri için bk. Sahîh-i Buhârî ve
lanılan ad. Tercemesi, C. 11, s. 5033-5035.
zilhicce orucu a. Genellikle zilhic­ zimmet a. (olj) [Ar.] fik. İslâm hu­
ce aymın ilk dokuz gününde tu­ kukunda, bireyin hak ve borçla-
tulan oruç. rınm varlık temelini oluşturan
ve büyük ölçüde modern hukuk­
zilka'de a. (»jûll jj) [Ar.] Hicrî tak­
taki kişilik haklarına ve kavra­
vimde yılın on birinci ayı ve
mına eş değerde nitelenen fıkıh
dört haram aydan biri için kul­
terimi.
lanılan ad.
zimmî a. Ç,j) [Ar.] fik. İslâm ülke­
zillet a. (Jj) [Ar.] Kur'ân-ı lerinde yaşayan gayrimüslim
Kerîm’de geçen ve insanm aşa­ tebaa.
ğılanmasına yol açan zayıf ve
itibarsız durum veya konum. zinâ a. (^j) [Ar.] fik. İslâm huku­
kunda, erkek veya kadının evli­
zilyetlik a. fık. İslâm hukukunda, lik dışı cinsî münasebette bu­
malik sıfatıyla veya malik gibi lunması durumu.
bir mal üzerinde istediği gibi ta­
sarruf etme amacıyla kurulan fi- Zi’n-nûreyn öz.a. (jj-oill^j) [<Ar.
zi’n-nûr sözünün tensiye (ikilik)
üî hâkimiyet.
biçimi.] (Hz. Muhammed’in iki
Zilzâl suresi a. (^ oj^ Jljlj) [< kızıla evlendiği için) Hz. Osman.
Ar. “Sûretü’l-Zilzâl” (JI3I5II s_»-)]
zî-rahm a. (^j ^j) [Ar.] fik. Soy
Kur'ân-ı Kerîm’in doksan do­
bakımından yakın akraba.
kuzuncu, iniş sırasına göre dok­
san üçüncü suresi olup “Nisân § tam. zî-rahm-ı mahrem a.
suresi” (40)nden sonra ve (^jaj> ^ ^ j) fık. Aralarında
“Hadîd suresi” (42)nden önce nikâh olması hem soy bakı­
Mekke döneminde nazü olmuş­ mından hem de dinî bakım­
tur ve sekiz ayetten meydana dan haram olan yakm akra­
gelmektedir. Adını ilk ayetin son ba. Bunlar, anne, baba, bü­
kelimesinden almaktadır. Sure­ yükbabalar, büyükanneler,
nin özünde, kıyametin kopacağı çocuklar, torunlar, kardeşler
ve âhiret gününde insanlarm ve kardeş çocukları olarak
dünyada iken işledikleri ameller gösterilmektedir.
için hesaba çekilecekleri anla­
ziyâdât a. (0LL3) [Ar.] bk. zevâ'id
tılmaktadır. Bu sureye “Zelzele
suresi” de denilmiştir. Hz. Pey­ ziyâde a. GjUj) [Ar.] Hadis bilimin­
gamber’in “Zilzâl suresi”nin de, güvenilir bir ravînin bir ha-
719 zü’l-arş

dis rivayetinde yanlışlıkla yaptı­ zuhûr a. (j^) [Ar.] tas. Tasavvuf


ğı fazlalık. inancma göre, Allah’m isim ve
fiillerinin âlemde tecelli etmesi.
zu'afâ a. Gliuâ) [Ar. za'îf’in ç. b.]
bk. za'îf zulmet a. (culh) [Ar.] tas. Tasavvuf
inancına göre, nurun karşıtı ola­
zuhr-i âhır namazı a. fık. Cuma
rak karanlık, yani yokluk.
namazınm sahih olmaması dü­
şüncesinden dolayı ihtiyaten kı­ zulüm, -Imü a. ÇİL) [Ar.] Önceden
lınması ön görülen öğle namazı. belirlenmiş smırları aşma, hak­
Bu namazm kılınması İslâm bil­ tan batıla sapma, başkasının
ginleri arasında tartışma konusu hakkına tecavüz ederek onu
olmuştur. aşağılama ve zarara sokma, bir
kimsenin mah veya mülkü üze­
Zuhruf suresi a. (^^jj— Jj^f) [< rinde zorla tasarrufta bulunma.
Ar. “Süretü’z-Zuhruf” U>;ll îj Hz. Peygamber, bir hadisinde,
^)] Kur’ân-ı Kerîm’in kırk “Müslüman Müslümana zulmet­
üçüncü, iniş sırasına göre altmış mez, ve onu tehlikede bırakmaz.”
üçüncü suresi olup “Şûrâ sure­ ( Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C.
si” (42)nden sonra ve “Duhân 5, s. 2261) diyerek zulüm karşı­
suresi” (44)nden önce Mekke sındaki tavnnı açıkça ortaya
döneminde nazil olmuştur ve koymuştur. Bu bir anlamda sos­
seksen dokuz ayetten meydana yal dayanışmanm, güzel ahlâkın
gelmektedir. Adını otuz beşinci en çarpıcı bir örneğidir.
ayette geçen “zuhruf’ (altın ve
zü- s. Çj) [Ar.] Bazı kelime ve ter­
mücevher) sözünden almıştır.
kiplerin başına gelerek “Sahip,
Surenin özünde, Allah’m varhğı malik” veya “-lı, -li, -lu, -lü” an­
ve birliği, Kur’ân-ı Kerîm’in lamları veren yeni terkiplerin
hak kitap olduğu ve âhiret haya- oluşmasmı sağlayan söz.
tının gerçek olduğu, bunlara
inanmayanlarm sonunun azap § tam. zü-1-akl s. (Jüljj) [Ar.]
olacağı anlatılmaktadır. Bu su­ Halkı zâhir ve hakkı bâtm
renin fazileti olarak onunla be­ gören (kimse).
raber “mesânî” (bk. bu madde) zü-1-akl ve-l-ayn a. (j^l j
olarak adlandırılan otuz kadar Jî»ll jj) tas. Tasavvuf inan­
surenin Hz. Peygamber’e İncil cmda hakkı halkta, halkı da
yerine verümesi gösterilmiştir. Hakk’ta görme.
Hz. Peygamber’in “Zuhruf su-
resi”nin tefsiri için bk. Sahîh-i zü’l-arş a. (^jJljâ) Arşın sa­
hibi anlamında Allah’a nispet
Buhârî ve Tercemesi, C. 10, s.
edilen bir Kur’ân terimi.
4739-4740.
zü’l-celâl 720

zü’l-celâl a. (JıUljj) Celâl nispet edilen bir Kur’ân te­


sahibi anlamında Allah’a rimi.
nispet edilen bir Kur’ân te­
zü’r-rahme a. (<^Jijj) Mer­
rimi. hamet sahibi anlammda Al­
Zü-l-celâl ve’l-İkrâm a. lah’a nispet edilen bir
Çl>^i j ıb^ljj) [Ar.] “Ululuk Kur’ân terimi.
sahibi olan Allah.” anlamında
zü’t-tavl a. (Jbüljj) İyilik, fa­
olan bu söz, “esmâ'ü’l-
zilet sahibi anlamında Al­
hüsnâ” (Allah’ın güzel istmle- lah’a nispet edilen bir
ri)dan olup Allah’a nispet Kur’ân terimi.
edilmiştir. Bu söz, Kur’ân-ı
zühd a. (jaJ [Ar.] tas. Tasavvuf
Kerîm’de iki ayette geçmek­
tedir (“Rahman suresi” (55 / inancma göre, kulun AUah’m dı­
şında bütün varlıkları terk et­
27 ve 78). Hz. Peygamber ise
mesi ve âhirete yönelmesi.
bu sözün sürekli tekrar edil­
mesini ve zikir olarak çekil­ zühd ve rekâ'ik a. Hz. Peygamber
mesini buyurmuştur ile ashabmm zühd hayatına üiş­
(Tirmizî, “Da’avât”, 91). Bu kin rivayetler içeren eserler ve
terim, AUah’m doksan dokuz bu konuyla ilgili literatür için
ismini veren İbn Mâce ve kuUanümıştır.
Tirmizî rivayetlerindeki lis­ zü-ikâb a. Çlüjj) [Ar.] Suçluları,
tede de yer almıştır (Tirmizî, günahkârları cezalandıran ve
“Da’avât”, 82; İbn Mâce, AUah’a nispet edüen bir Kur’ân
“Du’â”, 10). terimi.
zü’l-fazl a. Cpalljj) Fazilet zü-intikâm a. Çliisljj) [Ar.] Suçlula­
sahibi anlammda Allah’a rı, günahkârları cezalandıran ve
nispet edilen bir Kur’ân te­ AUah’a nispet edüen bir Kur’ân
rimi. terimi.
zü’l-ikrâm a. Ç.l>yijj) İkram zül a. (Jj) [Ar.] bk. zillet
ve lütuf sahibi anlammda Al­ zülfikâr a. (jlüll jj) [Ar.] Hz. Pey­
lah’a nispet edilen bir gamber’in Hz. AU’ye verdiği ve
Kur’ân terimi. iki tarafı keskin, çatallı ve ortası
zü’l-kuvâ a. (j^îlljj) Güç ve yivli küıcın adı.
kuvvet sahibi anlammda Al­ zülfikâriyye a. (•ûjliili jj) [Ar.]
lah’a nispet edilen bir Osmanlı hâkimiyeti döneminde
Kur’ân terimi. ve 17. yy’da Mısır’da ortaya çı­
zü’l-me'âric a. (çjLuJljj) Mi­ kan en güçlü siyasî hiziplerden
raç sahibi anlamında Allah’a birinin adı.
721 Zü’n-nûreyn

Zülkarneyn a. (jâijilljj) [Ar.] “Sâd suresi”nin tefsiri için bk.


Kur'ân-ı Kerîm’de adı geçen ve Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C.
kendisinde büyük güç ve kudret 10, s. 4707-4714.
olduğu bildirilen efsanevî kimse. zünnâr a. (jûj) [Ar.] İslâmî toplum-
zü-mağfîre a. (»>•>) [Ar.] Suçlu- larmda, gayrimüslimlerin dinî
ları, günahkârları affeden anla­ sembolleri olarak taktıkları ku­
mmda Allah’a nispet edilen bir şak veya kemer.
Kur’ân terimi.
§ tam. zünnâr-ı zâhir a. (j*Ui
Zümer suresi a. i^>^j) [< Ar. jdj) tas. Tasavvuf inancı çer­
“Sûretü’z-Zümer” (^311 5^)] çevesinde, karanlık perde an­
Kur'ân-ı Kerîm’in otuz doku­ lammda kullanılmıştır.
zuncu, iniş sırasma göre elli do­
kuzuncu suresi olup “Sebe su­ zünnâr-ı bâtın a. (5LL jûj)
resi” (34)nden sonra ve tas. Tasavvuf inancı çerçeve­
“Mü’min suresi” (40)nden önce sinde, nuranî perde anla­
Mekke döneminde nazil olmuş­ mmda kullanılmıştır.
tur ve yetmiş beş ayetten mey­ zünnûn a. (3^1 jj) [Ar.] Kur'ân-ı
dana gelmektedir. Admı 71 ve Kerîm’de adı geçen, Yunus pey­
73. ayetlerde geçen “zümer” gamber için kullanılan ve “balık
(âhirette kâfir ve müminlerin sahibi” anlamma gelen bir te­
oluşturduğu topluluklar) sözün­ rim.
den almıştır. Surenin özünde,
Zü’n-nûreyn öz.a. (jjjjJI ^â) [Ar.]
Kur'ân-ı Kerîm’in fazileti ve
bk. Zi’n-nûreyn
ona inanmanm mükâfatı anla­
tılmaktadır. Hz. Peygamber’in
dizin

pîr-i çarh • 554 abd-ı âbık • 47


sa'd-ı asgar • 579 abd-ı atîk • 47
cevşen-i kebîr / cevşenü’l-kebîr • 155 abd-ı dâl • 47
cevşen-i sagîr / cevşenü’s-sagî • 155 abd-ı harîde • 47
abd-ı kınn • 47
abd-ı mahcûr • 47
A
abd-ı me'sûr • 47
abd-ı me'zûn • 47
âb-45
abd-ı mu'tak • 47
abâ • 46
abd-ı müşterâ • 47
âbâ • 46
abede• 50
âbâ vü ecdât • 46
abede-i esnâm • 50
abâdile • 46
abede-i evsân • 50
âbâ-ı ma'neviyye • 46
Abese suresi • 50
âbâ-ı ulviyye • 46
âb-ı hayvân • 45
abd•46
âb-ı İskender • 45
abdâl • 47
âb-ı iskenderî • 45
abdâlân • 47
âb-ı kevser • 45
abdâlân-ı Rûm • 47
âb-ı Meryem • 46
abdâl-ı seb'a • 47
âbid • 50
abdest • 48
acâ'ib • 50
abdestân • 48
acbü’z-zeneb • 50
abdesthâne • 48
a'cem • 50
abdesti bozan durumlar • 49 Acpm •
abdestin farzı • 49
acemî • 50
abdestin mekruhları • 49
a'cemî • 50
abdestin sünnetleri • 49
acz • 51
abdestlik • 50
aczu’l-vasiyy • 51
abdestlü • 50
âdâb • 51
abdestsiz • 50
âdâb-ı asr • 51
DİZtN 724

âdâb-ı mu'âşeret • 51 ağfer • 57


âdâb-ı münâzara • 51 ağıt • 57
âdâbu tâlibi’l-hadîs • 51 ağlama duvarı • 58
âdâbü’l-bahs • 51 ağyâr • 58
âdâbü’l-muhaddis • 51 ah lehümâ • 65
âdâbü’l-mustemlî • 51 ah li-eb • 65
âdâbü’s-salât • 51 ah li-ebeveyn • 65
âdâbü’ş-şeyh • 51 ah li-üm • 65
adak• 51 ah min-er-radâ’ • 65
adâlet • 52 ah şakîk • 65
adâletnâme * 53 Ahad • 58
adâletü’l-bâtma • 52 ahad haber • 58
adâletü’r-râvî • 52 ahad sünnet • 59
adâletü’s-sahâbe • 52 ahâdîs • 59
adâletü’z-zâhire • 52 ahâdîs-i nebeviyye • 59
adâvet • 53 ahâdîsü’l-ahkâm • 59
adem • 54 ahâdîsü’l-fi’liyye • 59
Âdem • 53 ahâdîsü’l-kavliyye • 59
âdemiyyet • 54 ahâdîsü’t-takrîriyye • 59
ademü’s-sıhhat • 54 ahadiyyet • 59
âdet • 54 ahavât • 59
âdet hâli • 54 ahaveyn • 59
âdet-i ağnâm • 54 ahbâ • 59
âdet-i gulâmiyye • 54 ahbâb • 59
âdetullah • 55 ahbâr • 59
adgâs • 55 ahbâriyye • 59
âdıd • 55 ahberenâ • 59
âdil • 55 ahd günü • 60
Âdiyât suresi • 55 ahde vefa • 60
adi-55 ahd-i cedîd • 62
adl-i İlâhî • 56 Âhır • 60
adlü’n-hâfızûn • 56 ahidnâme • 60
adlü’n-zâbitûn • 56 ahilik - 60
adn-56 âhir • 61
âfâkî • 56 âhir zaman • 61
âfiyet • 56 âhire • 61
Afüv - 56 âhiret • 61
afv • 56 âhiret günü • 61
afv an-ü-cerâha • 57 âhiret gününe iman • 61
afv an-il-cinâye • 57 ahiretlik • 61
afv an-il-kat' • 57 âhirü’l-emr • 60
afv an-il-kısas • 57 âhirü’s-sened • 60
afv an-il-şecce • 57 ahit • 61
afv-ı umûmî • 57 ahitnâme • 62
725 Zü’n-nûreyn

âhiyân-ı Rûm • 62 Ahzâb suresi • 66


Ahkâf suresi • 62 ahz-ı feyz • 66
ahkâm • 63 ahz-ı tarikat • 66
ahkâm hadisleri • 64 ahz-ı yed • 66
ahkâm-ı adâlet • 63 akabe• 67
ahkâm-ı adliyye • 63 akâ'id • 67
ahkâm-ı akliyye • 63 akâ’id-i dîniyye • 67
ahkâm-ı âmire • 63 akânîm • 67
ahkâm-ı asr • 63 akânîm-i selâse • 67
ahkâm-ı bâtına • 63 akar• 68
ahkâm-ı hamse • 63 akd-ı mudârabe • 70
ahkâm-ı nâhiye • 63 akd-ı muvâlât • 70
ahkâm-ı şahsiyye • 63 akd-ı muvâza’a • 70
ahkâm-ı şer'iyye • 63 akd-ı nikâh • 70
ahkâm-ı zâhire • 63 akd-i gayr-ı lâzım • 70
ahkâmü’l-hâkimîn • 63 akd-i iz’ân • 70
ahkâmü’l-Kur'ân • 63 akd-i izdivâc • 70
ahkem • 64 akd-i kitâbet • 70
ahlâk • 64 akd-i lâzım • 70
ahlâk-ı fâzıla • 64 akd-i mu'âvaza • 70
ahlâk-ı hasene • 64 akd-i zimmet • 70
ahlâk-ı zemîme • 64 akıl - 68
ahlâkıyyât • 64 âkil - 69
ahlâkıyyûn • 64 âkil bâliğ • 69
ahlâkî • 64 âkile • 69
ahlâm • 65 akide • 69
ahlât • 65 âkif • 69
ahlât-ı bedeniyye • 65 akika • 69
ahlât-ı erba'a • 65 akika kurbanı • 69
ahmed • 65 akit • 69
Ahmed-i Muhtâr • 65 aklâm • 70
Ahmediye (I) • 65 aklâm-ı sitte • 70
Ahmediye (II) • 65 akl-ı dûr-bîn • 68
ahrufü’s-seb'a • 65 akl-ı evvel • 68
ahsen • 65 akl-ı ma'âş • 69
ahsen-i takvim • 65 akl-i bâlig • 68
ahsenü'l-hadîs • 66 akl-i beşer • 68
ahsenü'l-hâlıkîn • 66 akl-i cüz' • 68
ahsenü'l-kasas • 66 akl-i fa'âl • 68
ahsenü't-talâk • 66 akl-i ferzâne • 68
ahyâr • 66 akl-i hayvânî • 68
ahz • 66 akl-i insânî • 68
ahz u kabz • 66 akl-i küll • 68
âhz u siyâset • 66 akl-i nefsânî • 69
DİZİN 726

akl-i selîm • 69 âlem-i lâhût • 74


akliyyât • 70 âlem-i lâ-mekân • 74
akrab • 70 âlem-i ma'nâ • 74
akrabâ • 70 âlem-i mekân • 74
akreb • 71 âlem-i melekût • 74
aksâmü’l-Kur'ân • 71 âlem-i mevâlid • 74
akşam namazı • 71 âlem-i misâl • 74
akvâlü’l-esânîd • 71 âlem-i mülk • 74
âl (I) • 71 âlem-i mülk ü melekût • 74
âl (II) • 72 alem-i nebevî • 75
a'lâ • 72 âlem-i rûhânî • 74
alâ ferîzati’ş-şer'iyye • 72 âlem-i sabâvet • 74
A'la suresi • 72 âlem-i sugrâ • 74
alâ şarti’s-sitte • 72 âlem-i sûret • 74
alâ şartihümâ • 72 âlem-i şehâdet • 74
Alak suresi • 72 âlem-i şems • 74
a'lâmü’n-nübüvve • 72 âlem-i şuhûd • 74
a'le’l-ahruf • 72 âlem-i tedvin • 74
a'le’l-ebvâb • 73 âlem-i tedvin lâ-mekân • 75
a'le’l-vech • 73 âlem-i zâhir • 75
a'le’r-ricâl • 73 alevî • 75
a'le’t-terâcim • 73 alevîlik • 75
alem • 75 aleyhisselâm • 75
a'lem • 73 aleyk • 76
âlem • 73 aleyküm • 76
âlem-i âfâk • 73 aleyküm selâm • 76
âlem-i a'lâ • 73 alın yazısı • 76
âlem-i bâtm • 73 Alî-76
âlem-i berzah • 73 âlî • 76
âlem-i beşer • 73 âl-i abâ • 71
âlem-i ceberût • 73 âl-i Abbâs • 71
âlem-i cismânî • 73 âl-i beyt • 71
âlem-i emr • 73 Âl-i imrân suresi • 76
âlem-i enfüs • 73 âl-i nebî • 71
âlem-i ervâh • 73 âl-i Osmân • 72
âlem-i fânî • 73 Alîm-76
âlem-i gayb • 73 âlim • 76
âlem-i hâb • 74 alîm-allah • 77
âlem-i halk • 74 Allah • 77
âlem-i hayâl • 74 Allah Allah-77
âlem-i kevn ü fesâd • 74 Allah eyvallah • 77
âlem-i kudsî • 74 Allah hakkı • 77
âlem-i kübrâ • 74 Allah’a eş koşma • 77
âlem-i küll • 74 Allah’ın evi • 77
727 Zü’n-nûreyn

Aliahlık • 77 arafât vakfesi • 83


Allahsız • 77 arasât• 84
Allahü a'lem • 77 araz • 84
Allahü a'lem bi’s-savâb • 77 arâzî • 84
Allahü ekber • 77 arâzî-yi harâciyye • 84
Allahü ta'âlâ • 78 arâzî-yi memlûke • 84
Allahümme • 77 arâzî-yi metruke • 84
Allahümme bârik • 77 arâzî-yi mevât • 84
Allahümme salli • 78 arâzî-yi mevkûfe • 84
altı gün • 78 arâzî-yi mîriyye • 84
âlu Muhammed • 78 arâzî-yi mukaddese • 84
âm- 78 arâzî-yi mübâreke • 84
amel • 78 arâzî-yi öşriyye • 84
amel defteri • 79 arefe• 84
amelî • 79 arefe günü • 85
amel-i kalîl • 78 ârız • 85
amel-i kesîr • 78 arîf • 86
amel-i sâlih • 78 ârif • 85
amel-i seyyi'e • 79 ârif-i billâh • 86
amene’r-rasûlü • 79 arpa • 86
amennâ ve saddaknâ • 79 arrâf• 86
amentü • 79 arş (I) • 86
âmil • 80 arş (II) • 87
âmin • 80 arşın • 87
âmin alayı • 80 arz (I) • 87
âmü’l-fıl • 81 arz (II) • 87
âmü’l-hüzn • 81 arza • 87
an-81 arz-ı hâviye • 87
an an • 81 arz-ı mev'ûd • 87
ana-baba • 81 arz-ı mukaddes • 87
anakent • 81 arzu’l-munâvele • 87
an'ane (I) • 81 asâ • 88
an'ane (II) • 81 asabe • 88
anâsır • 82 âsaf•88
anâsır-ı çehârgâne • 82 ashâb • 88
anâsır-ı erba'a • 82 ashâb-ı ahruf • 88
Ankebût suresi • 82 ashâb-ı a'râf - 88
ansâr • 82 ashâb-ı bedr • 89
ant • 82 ashâb-ı cahîm • 89
antisemitizm • 82 ashâb-ı cennet • 89
arabiyyât • 83 ashâb-ı Eyke • 89
a'râf • 83 ashâb-ı ferâ'iz • 89
A'râf suresi • 83 ashâb-ı fîl • 89
arafât• 83 ashâb-ı kalîb • 89
DİZİN 728

ashâb-ı karye • 89 asr-ı sa'âdet • 93


ashâb-ı kehf • 90 asr-ı sânî • 93
ashâb-ı kubûr • 90 assahu’l-ahâdis • 94
ashâb-ı matlûb • 90 assahu’l-esânid • 94
ashâb-ı Medyen • 90 assahu’l-kütüb • 94
ashâb-ı meymene • 90 aşere • 94
ashâb-ı rakîm • 90 aşere-i mübeşşere • 94
ashâb-ı ress • 91 âşık • 94
ashâb-ı sefine • 91 aşır • 94
ashâb-ı suffe • 91 aşır okumak • 94
ashâb-ı şimâl • 91 âşir • 94
ashâb-ı yemîn • 91 aşk • 95
ashâb-ı yesâr • 91 aşkm • 96
ashâbın adâleti • 93 aşr • 96
ashâbu’l- ülûf • 92 aşr-ı şerîf • 94
ashâbu’l- vâhid • 92 âşûrâ • 96
ashâbu’l-bid'a • 91 aşure • 97
ashâbu’l-elf • 91 aşure günü • 97
ashâbu’l-fîl • 91 aşure orucu • 97
ashâbu’l-hadîs • 91 aşure testisi • 97
ashâbu’l-intizâr • 91 atâ • 97
ashâbu’l-karye • 91 atebât • 97
ashâbu’l-meş'eme • 91 atebât-ı âliyye • 97
ashâbu’l-meymene • 91 atebât-ı mukaddese • 98
ashâbu’l-va'd • 92 ateme • 98
ashâbu’l-va'îd • 92 atîk • 98
ashâbu’l-yemîn • 92 atrâf • 98
ashâbu’n-nâr • 91 avâlî • 98
ashâbu’r-rakîm • 92 avâlim • 98
ashâbu’r-res • 92 avâlim-i erba'a • 98
ashâbu’r-re'y • 92 avâlim-i hamse • 98
ashâbu’s-sa'îr • 92 avâlim-i külliyye • 98
ashâbu’ş- şimâl • 92 avâlim-i lübs • 98
ashâbu’ş-şecere -92 avâlim-i seb'a • 98
ashâbu’t-tabâ'i • 92 avâm • 98
asıl • 93 avârız (I) • 98
asır • 93 avârız (II) • 98
âsitâne • 93 avârız akçesi • 99
aslî günah • 93 avret • 99
aslü’l-bilâd • 93 avret mahalli • 99
Asr suresi • 93 ayak mühürlemek • 99
asr-ı evvel • 93 a'yân-ı sâbite • 99
asr-ı hâzır • 93 âyet • 99
asr-ı hicrî • 93 âyetnâme • 100
729 111

âyetullah • 100 baba • 106


âyetü’l-feth • 100 bâbâ•106
âyetü’l-Kürsî • 100 Baba'îlik • 106
âyin • 100 bâbâ-yı âlem • 106
âyin-hân • 101 bâb-ı âlî • 105
âyîn-i cem • 100 bâb-ı âsafî • 106
âyîn-i ehlu’l-lah • 100 bâb-ı fetvâ • 106
âyîn-i kadîm • 100 bâb-ı fetvâ-penâhî • 106
âyîn-i kebîr • 101 bâb-ı hükümet • 106
âyîn-i şerîf • 101 bâb-ı hümâyûn • 106
âyise • 101 bâb-ı meşihat • 106
ayn • 101 bâb-ı sa'âdet • 106
aynalı yazı • 102 bâb-ı şerîf -106
ayne’l-yakîn • 101 bâbîlik • 106
aynü’l-cem • 101 bâbü’l-ebvâb • 106
aynü’l-fenâ • 101 bâbü’ş-şerîf • 106
aynü’l-hayât • 101 bâcıyân-ı Rûm • 106
aynü’l-lah • 101 ba’de • 107
aynü’l-muhabbet • 101 bâde • 107
aynü’t-tevhîd • 102 ba'de’l-mevt • 107
azâb • 102 bâde-i elest • 107
azâb-ı azîm • 102 Bahâ’îlik • 107
azâb-ı ekber • 102 Bahâ’iyye • 108
azâb-ı elîm • 102 bahir • 108
azâb-ı harîk • 102 bahis • 108
azâb-ı kebîr • 102 bahr-i a'zam • 108
âzâd • 102 bahr-i vücûb • 108
azâ'im • 102 baht•108
azamet • 102 Bâ’is • 108
azamet-i tlâhiyye • 102 bakara • 108
azâzîl • 102 Bakara suresi • 108
a'zeb • 102 bakıcı • 109
âzife • 103 Bâkî • 109
azil • 103 bârek-AUâh • 109
Azîm • 103 Bârî • 109
azîmet • 103 bârr•109
Azîz • 103 ba's • 109
azrâ • 104 basar • 110
Azrâ'il • 104 Bâsıt • 110
azze ve celle • 104 Basîr • 110
basiret • 110
bast • 110
B
ba'sü ba'de’l-mevt • 110
baş kesmek -111
bâb • 105
DİZİN 730

bâtıl (I) • 111 berâcim • 118


bâtü (II) • 111 Berâ'e suresi • 118
batıl din • 111 berâ'et • 118
batıl inanç • 111 berâ'et-i zimmet • 119
batın • 112 berat gecesi • 119
bâtın • 112 berat gecesi namazı -119
Bâtın • 111 berat kandili -119
bâtın ilmi • 112 bereket • 119
bâtınîlik • 112 Beriyye suresi • 119
bâtıniyye • 112 bernâmeç • 119
bâtşe-i kübrâ • 112 Berr • 120
bayram -112 berzah • 120
bayram namazı -113 berzah-ı kübrâ • 120
Bayramîlik • 113 berzah-ı suğrâ • 120
bayramiyye -113 berzahu’l-a'zam • 120
bayramnâme • 114 berzahu’l-câmi • 120
beddu’â • 114 berzahu’l-ekber • 120
bedel • 114 berzahu’l-evvel • 120
bedel-i hac • 115 berzahu’l-ûlâ • 120
bedel-i kitâbe • 115 be’s • 120
bedel-i misi • 115 besâ'ir • 120
bedel-i öşr • 115 besmele • 120
bedel-i rakabe • 115 besmele-hân • 121
bedene • 115 besmele-keş • 121
bedî • 116 besmelenâme • 121
bedî’iyyât • 116 besmelesiz • 121
Bedir suresi • 116 beş vakit namaz • 122
Bedri • 116 beşâ'irü’n-nübüvve • 121
bed'u’l-halk • 116 beşîr • 121
behlûl • 116 betûl • 122
bekâ • 116 bey' • 122
bekâ-ba'de’l-fenâ -117 bey' bi'l-vefâ • 123
bekâ-billah • 117 beyân • 123
bekkâ'ûn -117 bey'atü’r-rıdvân • 123
bekleme müddeti • 118 bey'-i câ'iz • 122
Bekriyye -117 bey'-i sahîh • 122
Bektaşîlik • 117 bey'-i sarf • 122
belâ ahdi • 118 bey'-i selem • 122
belâğ işareti • 118 beyit • 123
belâyâ • 118 beynûnet • 124
Beled suresi • 118 beynûnet-i kat'iyye • 124
belî ahdi • 118 beynûnet-i kübrâ • 124
bengi su • 118 beynûnet-i suğrâ • 124
benlik • 118 beyt-i âtî • 123
731 134

beyt-i atîk • 123 boy abdesti • 128


beyt-i iddet • 123 bu'd • 128
beyt-i şerîf • 123 buğz • 128
beytu’l-lah • 124 buldâniyye • 128
beytü’l-ahzân • 123 bulûğ • 128
beytü’l-arûs • 124 Burûc suresi • 128
beytül-harâm • 124 butlân • 129
beytü’l-harem • 124 buyruk • 129
beytü’l-izze • 124 büdelâ • 129
beytü’l-makdis • 124 bühlûl • 129
beytü’l-mâl • 124 bürde • 129
beytü’l-ma'mûr • 124 bürhân • 129
beytü’l-mukaddes • 124 bürhân-ı hak • 130
beytü’z-zifâf • 124 bürhân-ı innî • 130
beyyine • 124 bürhân-ı limmî • 130
Beyyine suresi • 124 büyü • 130
bezm • 125 büyük abdest • 130
bezm-i elest • 125 büyük günâh • 130
bezm-i ezel • 125
bî'at • 125
bî'at-ı rıdvân • 126 C
bid'at • 126
Ca'ferî • 131
bid'at-ı hasene • 126
Ca'ferîlik • 131
bid'at-ı makbûle • 126
bid'at-ı merdûde • 126 Ca'feriyye • 131
bid'at-ı mütehaddise • 126 Ca'feriyye mezhebi • 131
bid'at-ı seyyi'e -126 câh • 132
bid'atü’l-kübrâ • 126 cahd • 132
bid'atü’s-suğrâ • 126 Câhidiyye • 132

bidâyet • 126 câhiliyye • 132


bikr • 127 câhüiyyet • 133
cahîm • 133
bikr-i hakîkî • 127
câ'ü • 133
bikr-i hükmî • 127
câ'iz • 133
bilâ-veled • 127
câ'ize • 133
binâ • 127
binâ-i salât -127 câme • 133
câme-i fenâ • 134
bi'set • 127
câme-i hayât • 134
bi'set-i nebeviyye • 128
câme-i katrân • 134
bi-smi • 128
câme-i mâtem • 134
bismil • 128
bismil-gâh • 128 Câmi (I) • 134
bismil-geh • 128 câmi (II) • 134
bismillah • 128 câmi (III) • 135
boşama • 128 câmi musikîsi • 136
câmi-i gîtî-nümâ • 134
DİZİN 732

câmi-i kebîr • 135 celse • 142


câmi-i Kur'ân • 134 celvet • 142
câmi-i selâtîn • 135 Celvetîlik • 142
câmi'ü’l-hurûf • 134 Celvetiyye • 142
câmi'ü’l-Kelîm • 134 cem' (I) • 142
câmi'ü’l-Kur'ân • 134 cem' (II) • 144
câmi’ü’n-nâs • 134 cem’ (III), 144
cârih • 136 cem’ (IV) • 144
câriye • 136 cem' (V) • 144
câriye-i mu'taka • 136 cem âyini • 146
cârullah • 136,137 cem evi • 146
Câsiye suresi • 136 cemâ'at • 145
Cebbâr • 137 cemâ'ât • 145
cebelünnûr • 137 cemâdât • 145
ceber • 137 Cemâl • 145
ceberî • 137 Cemâl-i mutlak • 145
ceberiyyâ • 137 Cemâliyye • 145
ceberiyye • 137 Cemâlu’l-lah • 145
ceberiyyet • 137 cemâziyelâhir • 146
ceberiyyûn • 137 cemâziyelevvel • 146
ceberût • 137 cem'-i takdim • 142
Cebrâ'il • 138 cem'-i te'hîr • 143
cebriyye • 139 cem'iyyet • 146
Cebriyye • 138 cemre • 146
cefr • 139 cem'ü’l-cem' • 143
cehâlet • 139 cem'ül-Kur'ân • 143
cehennem • 140 cem'ü’s-salâteyn • 143
cehennemi • 140 cenâbet • 147
cehennemiyyûn • 140 cenâb-ı Hakk • 147
cehennemlik • 140 cenâze • 147
cehl • 140 cenâze gülbangı • 148
cehrî namazlar • 140 cenâze namazı • 148
Celâl • 140 cenâze salâsı • 149
celî • 140 cenin • 150
celî-divanî • 141 cennet • 150
celîl < 141 cennetü’l-adn • 152
celîle • 141 cennetü’l-âliyye • 152
celî-müsennâ • 141 cennetü’l-bakî • 152
celîs • 141 cennetü’l-huld • 152
celîs-i enîs • 141 cennetü’l-kesîb • 152
celîsü’l-âlim • 141 cennetü’l-me'vâ • 152
celiyyât • 141 cennetü’l-mu'allâ • 152
celle celâluh • 141 cennetü’n-na'îm -152
celle şânuh • 142 cerh • 152
733 168

cerh ve ta'dîl • 152 cürüm • 161


Cerrâhiyye • 153 cüz • 161
cevâmi'ü’l-kelîm • 154 cüz'-i cedd • 161
cevde • 154 cüz'-i eb • 161
cevdet • 154 cüz'-i lâ-yetecezzâ • 161
cevher • 154 cüz'-i meyyit • 161
cevher-i aslî • 154 Cüzûliyye • 161
cevher-i evvel • 154
cevher-i ferd • 154
cevher-i hebâ'î • 154 Ç
cevher-i heyûlâ • 154
cevşen • 154 çâh-ı Yûsuf • 163
Çalab • 163
ceyyid • 155
çarh-gâh • 163
cezâ • 155
çâr-tab' • 163
cezâ günü • 155
çâr-yâr • 163
cezbe • 155
Cibril • 156 çâr-yâr-ı güzîn • 163
çâr-yârî • 164
cihâd-ı asgar • 157
çehâr-kûşe • 164
cihâd-ı ekber • 157
çehâr-yâr • 164
cihâd-ı mukaddes • 157
çelebi • 164
cihâdü’n-nefs • 157
çerâg-ı çeşm • 164
cihâr-yâr • 156
çerâg-ı mugân • 164
cihât • 156,157
çerâg-ı seher • 164
cihet • 157
çerâg-ı sipihr • 164
cilve • 157
çerâğ • 164
cima' • 157
çifte salâ • 164
cimâlü’l-mehâmil • 157
cimrilik • 157 çile • 164
cin • 157 çilehane • 164
Cin suresi • 158 çille-i büzürg • 164
cinayet • 158 çille-i ma'kûse • 164
çille-i merdân • 164
cinsî münâsebet • 158
çok evlilik • 165
cizye • 159
cum'a • 159
cum'a namazı • 159 D
cum'a namazmm şartları • 160
Cum'a suresi • 160 dabbe • 167
cünâh • 160 dâbbetü’l-arz • 167
cündullah • 160 dahve-i kübrâ • 167
cünüb-ı bâtmî • 160 dahve-i sugrâ • 167
cünüb-ı hakîkî • 161 dâ'î • 167
cünüp • 160 dâ'im • 168
cünüplük • 161 dalâlet • 168
cürm • 161 dânâ • 168
DİZİN 734

dâr•168 dârü’l-islâm • 170


Dâr • 171 dârü’l-it'âm • 170
dâreyn • 172 dârü’l-kâdî • 170
dâr-ı adi • 168 dârü’l-karâr • 170
dâr-ı azâb • 168 dârü’l-kemâl • 170
dâr-ı bagy • 169 dârü’l-kıyâm • 170
dâr-ı beka • 168 dârü’l-kurrâ • 170
dâr-ı dünyâ • 168 dârü’l-küttâb • 170
dâr-ı emân • 168 dârü’l-kütüb • 170
dâr-ı fenâ • 169 dârü’l-makâme • 171
dâr-ı harb • 169 dârü’l-mecânîn • 171
dâr-ı İslâm • 169 dârü’l-mesnevî • 171
dâr-ı küfr • 169 dârü’l-muttakîn • 171
dâr-ı na’îm • 169 dârü’l-ukbâ • 171
dâr-ı ridde • 169 dârü’n-na'îm • 171
dâr-ı sürür • 169 dârü’s-sa'îr • 171
dâr-ı şeş-per • 169 dârü’s-selâm • 171
dâr-ı ukbâ • 169 dârü’s-sünne • 171
dâr-ı zimmet • 169 dârü’s-sürûr • 171
dârü’l- Kur'ân • 170 dârü’t-takıyye • 171
dârü’l-aceze • 169 da'vâ • 172
dârü’l-âhire • 169 da'vâcı • 172
dârü’l-ahzân • 169 da'vâlı • 172
dârü’l-âmân • 169 da’vet • 172
dârü’l-azab • 169 deccâl (I) • 173
dârü’l-bâb • 169 deccâl (II) • 173
dârü’l-bekâ • 169 dede • 173
dârü’l-bevâr • 169 dedebaba • 174
dârü’l-celâl • 169 defin • 174
dârü’l-cihâd • 169 define • 174
dârü’l-emân -169 dehr•175
dârü’l-emâre • 170 dehriyye • 175
dârü’l-esliha • 170 delâ'ilü’n-nübüvve • 175
dârü’l-eytâm • 170 delâlet • 175
dârü’l-fenâ • 170 delil • 175
dârü’l-gurûr • 170 dem • 175
dârü’l-hadîs • 170 derece • 175
dârü’l-harb • 170 derek • 176
dârü’l-hikme • 170 dergâh • 176
dârü’l-hilâfe • 170 ders • 176
dârü’l-huffâz • 170 ders-i âmm • 176
dârü’l-huld • 170 derviş • 176
dârü’l-hüzn • 170 dervîşân • 177
dârü’l-ilm • 170 deryâ-yı adem • 177
735 190

deryâ-yı vahdet • 177 du'â-gûyî • 185


destan • 177 du'â-hân • 185
destûr • 178 du'â-hânî • 185
devâvînü’s-sitte • 178 du'ât • 185
devir • 178 du'â-yı hayr • 185
devir hatmi • 179 du'â-yı müstecâb • 185
devir nazariyesi • 179 duhâ namazı • 185
devrân • 179 Duhâ suresi • 186
devr-i devlet • 179 Duhân suresi • 186
devr-i esâtîr • 179 dü âlem • 186
devr-i felek • 179 dü kevn • 186
devr-i gül • 179 dünyâ • 186
devr-i kebîr • 179 dünyâ hayatı • 187
devr-i mihnet • 179 dürzîlik • 187
devr-i veledi • 179
devriyye • 180
E
dilencilik • 180
dîn • 180
din değiştirme • 182 e'azze AUahu • 189
din direği • 182 e'azzeka’Uahu • 189
din günü • 182 e'azz-ı kâ'inât • 189
dîn-dâr • 181 ebâbîl • 189
dîn-dârâne • 182 ebbedallah • 189
dîn-dârî • 182 ebced • 189
dînî • 182 ebced-hân • 190
dîniyyât • 182 ebed • 190
Dînü’l-Hakk • 182 ebedî•190
ebediyyet • 190
dirâyetü’l-hadîs • 182
dirlik suyu • 182 ebeveyn • 190
dîvân • 182 ebkâ • 190
dîvân edebiyâtı • 182 ebnâ • 190
Dîvân-ı îşrâf • 182 ebnâ'ü’d-dehâlîz • 190
dîvânî • 182 ebnâ-yı âdem • 190
diyanet • 182 ebnâ-yı beşer • 190
diyet • 183 ebnâ-yı dehr • 190
dokuz felek • 183 ebnâ-yı zamân • 190
domuz • 183 ebû • 190
dönme • 184 ebû Müslim Destanı • 191
dört halife • 184 ebu’l-akl • 191
dört seçkin dost • 184 ebu’l-beşer • 191
dört unsur • 184 ebu’l-cinn • 191
du'â • 184 ebu’l-ervâh • 191
du'âcı • 185 ebu’l-feth • 191
du'â-gû • 185 ebu’l-kâsım • 191
ebu’l-vakt • 191
DİZİN 736

ebu’n-nevm • 191 efsûn • 196


ebu’r-rebî • 191 ehü • 196
ebvâb kitapları • 192 ehille • 201
ecâze • 192 ehl ü iyal • 201
ecâzenî • 192 ehlen • 202
ecel (I) • 192 ehlen ve sehlen • 202
ecel (II) • 192 ehl-i abâ • 196
ecel-i kazâ • 192 ehl-i adi • 196
ecel-i mev'ûd • 192 ehl-i âhıret • 196
ecel-i müsemmâ • 192 ehl-i âlem • 196
ecell-i mahlûkât • 192 ehl-i arz • 196
eceztu • 192 ehl-i ayâl • 196
eceztu ehle zemânî • 193 ehl-i azâb • 196
ecinni • 193 ehl-i bâdiyye • 196
ecir • 193 ehl-i bedir • 196
ecr-i misi • 193 ehl-i beyt • 196
ecr-i müsemmâ • 193 ehl-i beyt-nâme • 202
ecved • 193 ehl-i bida' • 197
ecvedü’n-nâs • 193 ehl-i bid'at • 197
edâ (I) • 193 ehl-i hidâyet • 197
edâ (II) • 193 ehl-i büyûtât • 197
edâ (III) • 193 ehl-i cehennem • 197
edâ sigaları • 193 ehl-i cehl • 197
edâhî • 193 ehl-i cihâd • 197
edeb-i kelâm • 194 ehl-i dalâlet • 197
edebiyat • 194 ehl-i dünyâ • 197
edep • 194 ehl-i ehvâ • 197
edille • 194 ehl-i firkat • 197
edille-i akliyye • 194 ehl-i hadîs • 197
edille-i asliyye • 194 ehl-i hakikat * 198
edille-i erba'a • 194 ehl-i hakk • 197
edille-i şer'iyye • 195 ehl-i hâl • 198
edille-i tâliyye • 195 ehl-i hevâ • 198
ef âl • 195 ehl-i hey'et • 198
ef âl-i ibâd • 195 ehl-i hıbre • 198
ef âl-i mükellefin • 195 ehl-i hikmet • 198
ef âl-i şer’iyye • 195 ehl-i hilâf • 198
efendi • 195 ehl-i hükümet • 198
efendi dâ'îmiz • 195 ehl-i ırz • 198
efendi dairesi • 195 ehl-i idrâk • 198
eflâk • 195 ehl-i iffet • 198
eflâk-i seb'a • 195 ehl-i üm • 198
efrâd • 195 ehl-i îmân • 198
efrâd ve garâ'ib kitabı • 196 ehl-i isbât • 198
737 203

ehl-i İslâm • 198 ehl-i vukûf • 201


ehl-i ittikâ • 198 ehl-i vuslat • 201
ehl-i kâl • 198 ehl-i vücûd- 201
ehl-i kelâm • 198 ehl-i zimmet • 201
ehl-i kıble • 198 ehliyet • 202
ehl-i kitâb • 198 ehliyetnâme • 202
ehl-i kubbe • 199 ehlullah • 202
ehl-i kubûr • 199 ehlü’l-adl ve’t-tevhîd • 201
ehl-i mahşer • 199 ehlü’l-bida' • 201
ehl-i ma’rifet • 199 ehlü’l-farz • 201
ehl-i na’îm • 199 ehlü’l-hâl vel-akd • 201
ehl-i nâr • 199 ehlü’l-kisâ • 201
ehl-i nazar • 199 ehlü'l-mağfire • 201
ehl-i nihâyet • 199 ehlü’l-va'd • 201
ehl-i nücûm • 199 ehlü’s-suffe • 201
ehl-i örf -199 ehlü’t -tabâ'i • 201
ehl-i perde • 199 ehlü’t-takvâ • 201
ehl-i re'y • 199 ehlü’z-zikr • 201
ehl-i rûm-199 ehrâm (I) • 202
ehl-i sâbıka • 199 ehrâm (II) • 202
ehl-i sahih • 199 ehrâmen • 202
ehl-i salâh • 199 ehremen • 202
ehl-i salât • 199 e'imme • 202
ehl-i salîb-199 e’imme-i erba’a • 202
ehl-i suffe • 200 e’imme-i hamse • 202
ehl-i sülük • 200 e’imme-i isnâ-aşer • 202
ehl-i sünnet • 200 e’imme-i selâse • 202
ehl-i sünnet ve’l-cemâ'at • 200 e’imme-i sitte • 202
ehl-i şerî’at • 200 ekânîm-i selâse • 203
ehl-i Şî'a • 200 Ekberiyye • 203
ehl-i tabâ’i' • 200 ekmel • 203
ehl-i takvâ • 200 ekmel-i mahlûkât * 203
ehl-i tarîk • 200 ekrem • 203
ehl-i tarikat • 200 elest • 203
ehl-i tasavvuf-200 elest günü • 203
ehl-i ta'tîl • 200 elest mestliği • 203
ehl-i tertîb • 200 elestü • 203
ehl-i teslis-200 elestü bi-rabbiküm • 203
ehl-i tevhîd • 200 el-fâtiha • 203
ehl-i ukûbet • 200 elfâz-ı küfür -203
ehl-i va’d • 200 el-hâc ’ 203
ehl-i va'îd- 200 el-hak • 203
ehl-i vasat-201 elham • 203
ehl-i vezâ'if-201 elhamd • 203
DİZİN 738

El-hamd suresi • 203 ene • 208


el-hamdülillah • 204 enel-hak • 208
el-hamdülillahi Rabbi’l-Âlemîn • 204 enfâl • 208
el-hükmülillah • 204 Enfâl suresi • 209
elif lâm mim • 204 enfüsî • 209
elif lâm mim râ • 204 ensâb • 209
elif lâm mim sad • 204 ensâb ilmi • 209
elif lâm râ • 204 ensâr • 209
elif-nâme • 204 ensârî • 210
ellez • 204 erba'în • 210
elli dört farz • 204 erba'ûn • 210
el-mücâvir bi-Haremullah • 204 erenler • 210
el-mücâvir bi-Mekke • 204 erş • 210
emân • 204 ervâh • 210
emânet (I) • 205 ervâh-ı habise • 210
emânet (II) • 205 ervâh-ı latife • 210
eme • 205 ervâhiyye • 210
emin • 205 esahu’l-kütüb • 210
emîn-i beytü’l-mâl • 205 esâret • 210
emir • 205 esâs•210
emir • 206 esâtîr • 211
emîrü’l-hacc • 206 esbâbü vürûdi’l-hadîs • 211
emîrü’l-mü'minîn • 206 esbâbü’n-nüzûl -211
emîrü’l-mü'minîn fi’l-hadîs • 206 esediyye • 211
emîrü’l-ümerâ • 206 eser • 211
emr-bi’l-ma'rûf ve nehy ani’l-münker • eseriyye • 211
205 esfel • 211
emr-i Hakk • 206 esfel-i sâfilîn • 211
emr-i İlâhî • 206 esir • 211
emr-i kün • 206 Eski Ahit • 212
emr-i münîf-i vâcibü’l-ittibâ • 206 esmâ • 212
emr-i şer'in • 206 esmâ ve’l-ahkâm • 216
emsâl • 207 esmâ ve’l-künnâ • 216
emsâlü’l-hadîs • 207 esmâ-i hüsnâ • 212
emsâlü’l-Kur'ân • 207 esmâ-i tlâhiyye • 212
emsile • 207 esmâ-i nebi • 212
emvâl • 207 esmâ-i seb'a • 212
emvâl-i bâtma • 207 esmâ-i şerife • 212
emvâl-i zâhire • 207 esmâ’ü’l-hüsnâ • 212
En'âm suresi • 207 esmâ’ü’l-mu’abbede • 216
enâniyyet • 208 esmâ’ü’l-mucerrede • 216
enâr • 208 esmâ'ü’l-müfrede • 216
enârallahu kabrihi • 208 esnâ'u’s-sened • 216
Enbiyâ suresi • 208 esnedu • 216
739 224

essalâ • 216 eyyâm • 220


esselâm • 216 eyyâm-ı bîd • 220
esseyyid • 216 eyyâm-ı ma'dûdât • 220
estağfirullah • 216 eyyâm-ı ma’lûmât • 220
eş'ârî mezhebi • 216 eyyâm-ı mînâ • 220
eş'ârîlik • 216 eyyâm-ı nahr • 221
Eş'âriyye • 216 eyyâm-ı sitte • 221
eşhuru’l-hurûm -217 eyyâm-ı teşrik • 221
eşrâr • 217 eyyâmü’l-Arab • 221
eşrât-ı sâ'at • 217 eyyede Allahü / eyyed’Allahü • 221
eşref - 217 ezân • 221
eşref-i mahlûkât • 217 ezân-ı Muhammedi • 222
Eşrefiyye • 217 ezânî • 222
etbâ'u’t-tâbi'în • 217 ezânî saat•222
etrâf • 217 ezel • 222
ettahiyyâtü • 217 ezelî • 222
etvâr -217 ezeliyye • 222
etvâr-ı seb'a • 217 ezeliyyet • 222
e'ûzü besmele • 218 ezkiyâ • 222
evâbid • 218 ezkiyâ-yı ehl-i tarikat • 222
evâ'il • 218 ezlâm • 222
evâmir-i aşere • 218 ezvâc • 222
evkaf • 218 ezvâc-ı tâhirât • 222
evkât • 218
evkât-ı hamse • 218 . —.... —' ■
F
evlâd-ı Ali • 218
evlâd-ı butûn • 218
evlâd-ı sülbiye • 218 fa'âl • 223
evlâd-ı ümm • 218 fa'âlün limâ yürîd • 223
fâcir • 223
evlâd-ı zükûr • 218
evlâdiyyet • 218 fâhişü’l-galat • 223
fahr • 223
evlât • 218
evlâtlık • 218 fahr-i âlem • 224
evlenme - 219 fahr-i edhemî • 224
fahr-i hüseynî • 224
evliyâ • 219
evliyânâme • 219 fahr-i kâ'inât • 224
evliyâullah • 219 fahriyye • 224
fahrü’l-mürselîn • 224
evrâd • 219
evtâd • 219 fahşâ • 224
fahûr • 224
evvâbîn namazı • 219
fâ'ü • 224
Evvel • 220
evveliyyât • 220 fâ'il-i hakîkî • 224
eys•220 fâ'il-i muhtâr • 224
eyvallâh • 220 fâ'il-i mutlak • 224
fâ'ite • 224
DİZİN 740

fâ'iz • 225 felsefe • 233


fakîh • 225 felsefe-i ûlâ • 234
fakîr • 225 felsefetü’l-ûlâ • 235
fakr • 226 fenâ • 235
fal • 226 fenâ fi’l-aşk • 235
fâlik • 227 fenâ ffhah • 235
fânî • 227 fenâ fi’l-pîr • 235
fariza • 227 fenâ fi’r-resûl • 235
fark • 227 fenâ fi’ş-şeyh • 235
fartu’l-gafle • 227 Fenâ'iyye • 235
farz • 227 fer' • 235
farz namâzı • 228 ferâğ • 235
farz-ı ayn • 228 ferâğ kaydı • 235
farz-ı kat'î • 228 ferâ'iz • 235
farz-ı kifâye • 228 ferâ'iz-i dîniyye • 236
farz-ı nebevî • 228 ferâset • 236
fâsık • 228 ferâşet • 236
fâsıku’l-te'vîl • 228 ferâşet-i şerife berâtı • 236
fâsid • 229 ferâşet-i şerife vekili • 236
fâtır • 229 ferd mine’l-esmâ ve’l-künâ ve’l-elkâb
Fâtır suresi • 229 237
fâtih • 229 ferdâniyyet • 236
fâtiha • 229 ferd-imuhâlif • 237
Fâtiha suresi • 230 ferd-i mutlak • 237
fâtiha-hân • 229 ferd-i nisbî • 237
fâtiha-i şerîf • 229 fer dü’l-muhâlif • 237
fâtihaname • 230 ferdü’l-mukayyed • 237
fâtihatü’l-kitâb • 229 ferdü’l-mutlak • 237
fâtih-ibüâd-229 ferdü’l-nisbî • 237
fâtihü’l-ebvâb • 229 ferecî • 236
fazilet • 231 feresü’l-hayât • 236
fazl • 231 fermân • 236
fecir • 232 fermân-ı âlî • 236
Fecr suresi • 232 fermân-ı âlî-şân • 236
fecr-i sâdık • 232 fermân-ı celîlül-kadr • 236
fek • 232 fermân-ı hümâyûn • 237
felâh • 233 fermân-ı İlâhî • 237
Felak suresi • 233 fermân-ı pâdişâhî • 237
felek • 233 fermân-ı şeref-ıktirân • 237
felek-i atlas • 233 fermân-ı vâcibü’l-imtisâl • 237
felek-i a’zam • 233 fermân-ı vâcibül-iz'ân • 237
felek-i muhît • 233 fert • 237
felekü’l-bürûc • 233 fesât • 237
felekü’l-eflâk • 233 fesih • 238
741 248

fesübhânallah • 238 fıkıh • 243


fetâ • 238 fırka • 244
fetânet • 238 fırka-i nâciyye • 244
Feth suresi • 238 fısk • 244
fethi • 238 fısk bi’l-ma'sıyye • 244
fetih (I) • 239 fıtır sadakası • 245
fetih (II) • 239 fıtr bayramı • 245
fetret • 239 fıtrat • 244
Fettâh • 239 fitratullah • 245
fettâh-ı kerîm • 240 fıtrıyyât • 245
fettâh-ı nûr • 240 fî sebîhıllah • 247
fetvâ • 240 fi’s-sahîh • 247
fetvâ emîni • 240 fidye • 245
fetvâhane • 240 fîdye-i halk • 245
fetvâname • 240 fidye-i necât • 245
fevâ'id • 240 fîdye-i salât • 246
fevâ'id kaydı • 240 fîdye-i savm • 246
fevâsılü’l-âyât • 241 fî-emâni’Uah • 246
fevât • 241 fî-hadîsihi za'fun • 246
fevâtihü’s-süver • 241 fihris • 246
fevz • 241 fihrist • 246
fey' • 241 fiilî sıfatlar • 246
fey’-i zevâl • 241 fiilî sünnet • 246
feyiz • 241 fikir • 246
feyyâz • 242 Fü suresi • 246
feyyâz-ı âlem • 242 fîl vak'ası • 247
feyyâz-ı ezel • 242 firâset • 247
feyyâz-ı kudret • 242 firdevs • 247
feyyâz-ı mutlak • 242 Firdevsiyye • 247
feyz-i akdes • 241 fiten • 247
feyz-i câvidân • 242 fiten ilmi • 247
feyz-i Hakk • 242 fitne • 247
feyz-i İlâhî • 242 fitre • 248
feyz-i mukaddes • 242 fu’âd • 248
feyz-i Rabbânî • 242 fuhş-ı gaflet • 249
fezâ'il • 242 fuhş-ı galat • 249
fezâ'ilü'l-insâniyye • 242 fuhûl • 249
fezâ'ilü’l-Kur'ân • 242 fuhûl-i muhaddisîn • 249
fezleke • 243 fuhûl-i müfessirîn • 249
fıkhî • 244 fuhuş ■ 248
fıkhiyye • 244 fukahâ • 249
fıkhü’l-ekber • 243 fukahâ'-i seb'a • 249
fıkhü’l-hadîs • 243 fukahâ'u’s-seb'a • 249
fıkhü’r-râvî • 243 fukarâ • 249
DÎZİN 742

furkân • 249 garîb-i mutlak • 257


Furkân suresi • 250 garîb-i nisbî • 257
furûk (I) • 250 garîbü’l-hadîs • 257
furûk (II) • 250 garîbü’l-Kur'ân • 257
Fussılet suresi • 250 gasil • 257
fuzûlî • 251 gasp • 257
fünûnu’l-hadîs • 251 gassâl • 257
fütüvvet • 251 gâşiye • 258
fütüvvet-nâme • 251 Gâşiye suresi • 258
Gavsiye • 258
gayn Zjö
gayb âlemi • 259
gaybet (I) • 259
gabn • 253
gaybet (II) • 259
gabn-ı fâhiş • 253
gaybiyye • 259
gabn-ı yesr • 253
gayn • 259
gafer-AUâhü leh • 253
gayr • 259
gafere • 253
gayr-i İlâhî vahy • 260
Gaffar • 253
gayr-i meşrû • 260
gaffârü’z-zünûb • 254
gayr-i mü'ekked sünnet • 260
gafil • 254
gayr-i müslim • 260
gâfir • 254
gayriyyet • 260
Gâfir suresi • 254
gayyâ • 260
gaflet (I) • 254
gazâ • 260
gaflet (II) • 254
gazap • 260
gaflet (III) • 254
gâzî • 261
Gafûr • 254
gâziyân-ı Rûm • 261
gafûrü'r-rahîm • 255
gazve • 261
gâ'ib • 255
gazvetü’l-usre • 261
gâ'ib imam • 255
gece namâzı • 261
galat (I) • 255
gılmân • 261
galat (II) • 255
gıyâr • 262
galebe • 255
gıybet • 262
gâlib • 255
görüşmek • 262
Gâliyye • 255
gulâm • 263
gaile • 255
gulât • 263
ganâ'im • 255
gulûl • 263
ganâ'im-i gayr-ı me'lûfe • 255
gulûv • 263
ganâ'im-i maksûre • 255
gurâbiyye • 263
ganâ'im-i me'lûfe • 256
gurbet • 263
Ganî •256
gurre • 263
ganimet • 256
gurûr • 263
garâbet • 256
guslün farzı • 264
garâmet • 256
guslün sünnetleri • 264
garîb • 257
743 276

gusül • 264 hacc-ı temettü' • 272


Gülşeniyye • 265 haccm farzları • 272
günâh • 265 haccü’l-Haremeyn • 272
hâce•273
Hâcegân • 273
H hâce-i âlem • 273
hâce-i büzurg • 273
hâ nüm • 293
hâce-i evvel • 273
hâb • 267 hâce-i kâ'inât • 273
habbe•267 hacer • 273
habbetü’l-kalb • 268
hacer-i es'ad • 273
haber • 268 hacer-i esved • 273
haber-i âhâd • 268
hacerü'l-esved • 273
haber-i infirâd • 268
hâcet namazı • 273
haber-i kâzib • 268
hâcet penceresi • 274
haber-i mütevâtir • 268
hacı bayramı • 274
haber-i resûl • 268
hacı tehniyesi • 274
haber-i sâdık • 268
hacıyağı • 274
haberi sıfatlar • 268
haciz • 274
haber-i vâhid • 268
hac-nâme • 274
haberü’l-hâssa • 268
had • 275
hâb-ı gaflet • 267
had cezaları • 275
hâb-ı sultânî • 267
haddesenâ • 275
habîb • 269
haddesem • 276
habîbe • 269
hadd-i bagy • 275
habîbullah • 269
hadd-i bülûğ • 275
habîbünneccâr • 269
hadd-i hamr • 275
Hâbîl • 269
hadd-i kazf • 275
Habîr • 269 hadd-i sekr • 275
habis • 270 hadd-i sirkat • 275
hablullah • 270
hadd-i şer'î • 275
hac • 270 hadd-i şürb • 275
hac emîri • 273 hadd-i zinâ • 275
hac rehberi • 274
hades • 276
Hac suresi • 274
hades-i asgar • 276
hacb • 272
hades-i bâtm • 276
hacb-i hırmânî • 272
hades-i ekber • 276
hacb-i noksânî • 272
hades-i semâvî • 276
Haccâc • 272
hades-i zâhir • 276
haccetü’l-belâğ • 272
hadesten taharet • 276
haccetü’l-vedâ • 272
hâdi • 276
hacc-ı asgar • 272
Hâdî • 276
hacc-ı ekber • 272
Hadîd suresi • 277
hacc-ı ifrâd • 272
hâdî-i sebil • 277
hacc-ı mebrûr • 272
DİZİN 744

hadîka • 277 hafi (III). 280


hadîka-i ervah • 277 hâfid • 281
hadîka-i rûh • 277 Hafîz • 281
hadîkatü’l-ervâh • 277 hak(I). 281
hâdim . 277 hak (II). 283
hâdimü’l-fukarâ • 277 hak din • 284
hâdimü’l-harameyni’ş-şerîfeyn • 277 hak gün • 284
hadîs • 277 hakâyık • 283
hâdis • 277 hakâyık-ı erba’a • 283
hadîs ricâli • 278 hakâyık-ı İlâhî • 283
hadîs tarihi • 278 hakâyık-ı kevniyye • 284
hadîs usûlü • 278 hakem • 284
hadîsî • 278 Hakem • 284
hadîs-i erba’în • 278 hakikat • 285
hadîs-i İlâhî • 278 hakîkat-i Muhammediyye • 285
hadîs-i kudsî • 278 hakîkatü’l-hakâyık • 285
hadîs-i mevzû- 278 hakîkatü’l-insân • 285
hadîs-i mürsel • 278 Hakim • 286
hadîs-i nebevi • 278 hâkim (I) • 285
hadîs-i rabbânî • 278 hâkim (II). 285
hadîs-i sahîh • 278 hâkim-i hakîkî • 285
hadîs-i şerif • 278 hâkim-i lemyezel. 285
hadîsü’l-gar • 278 hakîm-i mutlak • 286
hadîsü's-sinn • 278 hâkim-i mutlak • 285
hâdîyü’t-tarîk • 277 hâkim-i şer' • 285
hadr•278 hâkim-i vakt • 285
hads•279 hâkimü’l-hadîs • 285
hadsiyyât • 279 hâkimü'ş-şer' • 285
hafaza • 279 Hâkka suresi • 286
hafaza melekleri • 279 hakka'l-yakîn • 283
hafazan-AUah • 279 hakk-ı civâr. 282
hafazek-Allah • 279 hakk-ı ibâd • 282
Hâfıd - 279 hakk-ıintifâk- 282
hâfıkayn • 279 hakk-ı karâr • 282
hâfız (I) • 279 hakk-ı kazâ • 282
hafız (II) • 280 hakk-ı mecrâ • 282
hâfız-ı hadîs • 280 hakk-ı mesîl • 282
hâfız-ı hakîkî • 279 hakk-ı muhâkeme • 282
hâfız-ı Kur’ân • 279 hakk-ı müdâfa'a • 282
hâfız-ı kütüb • 279 hakk-ı mürûr • 282
hâfız-ı Mesnevi • 280 hakk-ı müsâvât • 282
hâhz-ı mutlak • 280 hakk-ı nân ü nemek • 282
hafî(I) - 280 hakk-ı rüchân • 282
hafî(II).28O hakk-ı süknâ. 283
745 296

hakk-ı sükût • 283 halvet-i fâsid • 290


hakk-ı şefe • 283 halvet-i sahîh • 290
hakk-ı şürb • 283 Halvetiyye • 291
hakk-ı takdim • 283 Hamâliyye • 291
hakk-ı tapu • 283 hamâse • 291
hakk-ı teşri • 283 hamâset • 291
hakk-ı zamm • 283 hamaylı • 291
hakku'l-hakk • 283 hamd • 291
hâl • 286 Hamd suresi • 292
hal' • 286 hamdele • 292
hala • 287 hamele • 292
halâ* • 287 hamele-i Arş • 292
halâs • 287 hamele-i Kur'ân • 292
halef-287 Hamîd • 292
hâl-i ihtizâr • 286 hâmil. 292
halîfe (I) • 287 hâmil-i Kur'ân • 292
halîfe (II) • 287 hâmil-ivahy-293
halîfe-i İslâm • 287 hamim • 293
halîfe-i Müslimîn • 287 hamr • 293
halîfe-i zamân • 287 hamse • 293
Hâlik • 288 Hanbelî Mezhebi • 293
hâlik-i kâ'inât • 288 Hanefî-293
hâlikü'l-berâyâ • 288 Hanefî Mezhebi • 293
halîl • 288 Hanefiyye • 294
halîle • 288 hanîf • 294
halîlu’l-lâh • 288 hanîf dini. 294
halüü’r-rahmân • 288 hânis • 294
Halîm • 288 hânkâh • 294
halk-289 hannân • 294
halk ve i'âde • 290 harâbât • 294
halka • 289 harâc-ı min el-hums • 295
halka-i dervîşân • 289 harâc-ı min es-sübu' • 295
halka-i irâdet • 289 harâc-ı mukasame • 295
halka-i tevhîd • 290 harâc-ı mukata'a • 295
halk-ı cedîd • 289 harâc-ı muvazzaf • 295
halk-ı müstemir • 289 harâc-ı şer’î • 295
halku’l-Kur’ân • 289 harâç • 294
hallâk • 290 harâm • 295
halledallah • 290 haram aytaç • 296
hailede • 290 harâm-ı li-gayrihi • 296
halvet (I) • 290 harâm-ı li-zâtihi • 296
halvet (II) • 290 hareket • 297
halvethane • 290 hareket-i ma'neviyye-i esmâ'iyye • 297
halveti • 291 hareket-i nûriyye-i rûhâniyye • 297
DİZİN 746

hareket-i sûriyye-i hissiye • 297 Hâşimiyye (II) • 301


hareket-i tabî'iyye-i misâliyye • 297 haşir • 302
harem (I) • 297 haşîşiyye • 302
harem (II) • 297 Haşr suresi • 302
haremeyn • 298 haşşâşîn • 302
haremeyn-i şerîfeyn • 298 haşviyye • 302
harem-i İlâhî • 298 haşyet • 303
harem-i nebevî • 298 hat • 303
harem-i Süleymânî • 298 hatâbe • 303
harem-i şerîf • 298 hâtem • 303
haremlik • 298 hâtem-i asgar • 303
harfûş • 298 hâtem-i ekber • 303
Hâricîler • 298 hâtem-i kebîr • 303
Hâricîlik • 299 hâtem-i nübüvvet • 303
harîk • 299 hâtem-i sagîr • 303
harp • 299 hâtem-i vekâlet • 304
Hârût ve Mârût • 299 hâtemü’l-enbiyâ • 304
hâs•299 hâtemü’n-nebiyyîn • 304
hasâ'is • 299 hâtır • 304
hasâ'isü’n-nebî • 299 hâtır-ı Hak • 304
hasbeten lillah • 299 hâtır-ı melekî • 304
hasbî • 299 hâtır-ı nâşâd • 304
hasbî allâh ve ni’me’l-vekîl • 300 hâtır-ı nefsânî • 304
hasbiyallâh • 299 hâtır-ı rahmânî • 304
hasbünallah • 300 hâtır-ı şeytânî • 304
hasen • 300 hâtif • 304
hasen hadis • 300 hatim • 304
hasene • 300 hatîm • 305
hasenü’l-hadîs • 300 hâtime • 305
hasenü’l-isnâd • 300 hatm • 305
hasep ve nesep • 300 hatm-i hâcegân • 304
haset • 300 hatm-i nübüvvet • 304
Hasîb • 301 hatmü’l-enbiyâ • 304
hasislik • 301 hatmü’l-evliyâ • 304
hâssü'l-hâss • 299 hatmü’n-nebiyyîn • 304
hâssü'l-havâs • 299 hatmü’n-nübüvve • 304
hasta namazı • 301 hattâr • 305
hasta ziyareti • 301 hâtûn • 305
hâşâ lillah • 301 hâtûn-ı kıyâmet • 305
hâşe lillah • 301 havâ'ic-i asliyye • 305
haşebî•301 havâle • 305
haşefe • 301 havâric • 305
haşhaşîler • 301 havâs • 305
hâşimiyye (I) • 301 havâs ilmi • 306
747 314

havâs-ı beşeriyyet • 306 hayrü'n-nisâ • 309


havâs-ı inşân • 306 hayrü'r-râhimîn • 309
havâs-ı nâs • 306 hayrü'r-râzıkîn • 309
havâs-ı ruhâniyyet • 306 hayyâk-Allah • 310
havâssü’l-eşyâ • 306 hayyât • 310
havâssü’l-havâs • 306 hazarât-ı hamse • 310
havâssü’l-Kur'ân • 306 hazene • 310
havâtimü’s-süver • 306 hazînetullah • 310
havelân-i havi • 306 hazîre • 310
havf•306 hazîre-i İsmâ'îl • 310
havf ve haşye • 307 hazret • 310
hâviye • 307 hazret-i evvel • 311
havkale • 307 hazret-i hâmis • 311
havz-ı kevser • 307 hazret-i râbi • 311
Hay • 307 hazret-i sâlis • 311
hayâ • 307 hazret-i sâni • 311
hayâ-i îmânî • 307 hazret-i vâhidiyye • 311
hayâ-i nefsânî • 307 hebâ • 311
hayâl • 307 hedy • 311
hayâl-i mukayyed • 308 heft-ahter • 311
hayâl-i mutlak • 308 heft-dûzah • 312
hayât (I) • 308 heft-selâm • 312
hayât (II) • 308 heft-soffa • 312
hayat suyu • 308 hekimbaşı • 312
haydar • 308 helâk • 312
haydar-ı kerrâr • 308 helâl • 312
haydarî • 308 hendese • 312
haydariye (I) • 308 hervele • 312
haydariye (II) • 308 hesâp • 312, 313
haydariye (III) • 308 hesap günü • 313
hayır • 308 hesap zamanı • 313
hayız • 310 hestiyet • 313
hayrât • 310 heşt-cennet • 313
hayret • 310 hevâ • 313
hayr-i mukayyed • 309 hevâ-yı nefs • 313
hayrü'l-beşer • 309 heybet • 313
hayrü'l-enâm • 309 heyûlâ • 314
hayrü'l-fâsılîn • 309 hezl • 314
hayrü'l-fâtihîn • 309 hıdrellez • 314
hayrü'l-gâfirîn • 309 hıfz • 314
hayrü'l-hâkimîn • 309 hırka • 314
hayrü'l-mâkirîn • 309 hırka-bâz • 315
hayrü'l-verâ • 309 hırka-bâzî • 315
hayrü'n-nâsirîn • 309 hırka-ber-endâz • 315
DİZİN 748

hırka-i inâbet • 314 hitâp • 322


hırka-i sa'âdet • 314 hiyâze • 322
hırka-i şerif • 315 hiyel • 322
hırka-i teberrük • 315 hizb • 322
hırz • 315 hizbullah • 323
hısım • 315 hizbuşşeytan • 323
hıtân • 315 hizbü’l-i âyât • 322
hıyâr • 315 hizbü’l-i hamd • 323
Hızır • 315 hizbü’n-nasr • 323
Hızır günleri • 316 hizip • 322
Hızırüyâs • 316 hizmet • 323
hızlân • 316 hoca • 323
hızy • 316 Hristiyan • 324
hibe • 316 Hristiyanlık • 324
hicâbe • 317 hu • 324
hicâp • 316 hub • 324
hicr • 317 hubullah • 324
Hicr suresi • 317 hubunnebî • 324
hicret • 318 hüccet • 324
hicret-nâme • 318 Hucurât suresi • 324
hicr-i tsmâ'il • 317 Hûd suresi • 325
hicr-i Kâ'be • 317 hudâ • 325
hicri sene • 318 hudâvendigâr • 325
hicri takvim • 318 hudûdullah • 325
hidâne • 319 hudûs • 326
hidâyet • 319 hukûk • 326
hikmet • 319 hukûk-ı ibâd • 326
hil bölgesi • 320 hukûk-ı şer'iyye • 326
hilâfet • 319 hukûk-ı te'âmüliyye • 326
hilâfet-i hakkâniyye • 319 hukûku’l-ibâd • 326
hilâfet-i insâniyye • 319 hukûkullah • 326
hilâl • 319 huld • 327
hilâl-i ahmer • 320 hulefâ • 327
hilâl-i ramazan • 320 hulefâ-i erba'a • 327
hilâliyye • 320 hulefâ-i selâse • 328
hilâllemek • 320 hulefâ-yı râşidîn • 327
hil'at • 320 hulul • 328
hile • 320 hulûl-i civârî • 328
hîle-i şer'iyye • 321 hulûl-i sereyânî • 328
hilim • 321 hulûl-i ta'allukî • 328
hilye • 321 hulûliyye • 328
himmet • 321 humûl • 328
hisâb • 322 humus • 328
hisbe • 322 hurâfe • 329
749 339

hûrî • 329 hüsn-i zann • 335


hurûf * 329 hüsrân • 335
hurûf-ı mukatta'a • 329 hüsün • 335
hurûfîlik • 330 hüsün ve kubuh • 335
husûf namazı • 330 hüve hüve • 335
huşû • 330 hüvelbâkî • 335
hutâme • 331 hüviyet • 335
hutbe • 331 hüzün • 335
huzûr • 331
huzûr-ı hak • 331
I
hüccet • 331
hüccet-i dâfi'a • 331
ıklâb • 337
hüccet-i kâsıra • 331
ıktisâr • 337
hüccet-i müsbite • 331
ıktisâs • 337
hüccet-i müte'addiyye • 331
ırâfe • 337
hüccet-i zahriyye • 331
ırz • 337
hüccetü’l-lslâm • 332
ıskat • 338
hücre • 332
ıskat akçası • 338
hücre-i sa'âdet • 332
ıskat ve devir • 338
hüdâ • 332
ıskât-ı cenîn • 338
hüdhüd • 332
ıskât-ı salât • 338
hükmen merfû • 332
ıslâh • 338
hükm-i gıyâbî • 333
ıslâhu’l-hadîs • 339
hükm-i red • 333
ıslâhu’l-hatâ • 339
hükm-i şerif • 333
ıstılâh • 339
hükm-i temerrüdî • 333
istilâm • 339
hükm-i vicâhî • 333
ıstmâ • 339
hükümet • 332
ı'tâk • 339
hükûmet-i adi • 332
ı'tâk-ı cebrî • 339
hüküm • 332
ı'tâk-ı mahzûr • 339
hükümranlık • 333
ı'tâk-ı mendûb • 339
hülle • 333
Hümeze suresi • 333 ı'tâk-ı mubâh • 339
ı'tâk-ı sarîh • 339
hünkâr müezzini • 334
ı'tâk-ı vâcib • 339
hünsâ • 334
ıtk • 339
hünsâ-yı gayr-ı müşkil • 334
ıtk-ı cüz • 339
hünsâ-yı müşkil • 334
ıtk-ı kül • 339
hürmet • 334
ıtk-ı mu'allak • 339
hürmet-i galîza • 334
ıtk-ı muzâf • 339
hürmet-i hafife • 334
ıtk-ı mübhem • 339
hürmet-i musâhere • 334
ıtk-ı müneccez • 339
Hüseyniyye (I) • 334
ıtk-ı müşterek • 339
Hüseyniyye (II) • 335
ıtk-nâme • 340
hüsn-i hâtime • 335
lyâl • 340
DİZİN 750

lyd • 340 icâzet • 344


lydıyye • 340 icâzet-i âmme • 344
ıztıbâ • 340 icâzet-i âmme mutlaka • 344
ıztırâb • 340 icâzetname • 344
i’câzü’l-Kur'ân • 345
icbâr • 345
i icmâ • 345
icmâ'm senedi • 346
i'âde • 341
icmâ-i ümmet • 346
i'âre • 341
icmâlî iman • 346
ibâdât • 341
icmâ'ü’s-sarîh • 346
ibâdât-ı mersûme • 341
icmâ'ü’s-sükûtî • 346
ibâdet • 341
iç ezan • 346
ibâdîlik • 342
içki • 346
ibâdiyye • 342
içkin • 346
ibâha • 342
içtihât • 346
ibâhiyye • 342
ibâhiyyet • 342
ibâkat • 342 I
ibdâ • 342
ibdâl • 342 îd-347
ibhâm • 342
iblis • 342
ibn • 343
i
ibniyye • 343
i'dâl • 347
ibnülvakt • 343
i'dal hadis • 347
ibnüssebîl • 343
ibrâ • 343 iddet • 347
iddet nafakası • 347
İbrâhîm suresi • 343
iddet-i eşhür • 347
ibret • 343
iddet-i hami • 347
iddet-i hayz • 347
I iddet-i vefât • 347
idhâl • 347
îcâb • 343

I
i
idî • 347
icâbet • 343 îd-i adhâ • 347
i'câm • 343 îd-i ekber • 347
icâre • 344 îd-i fıtr • 347
icâre-i vâhide • 344 îd-i kebîr • 347
icâreteyn • 344 îd-i mevlid • 347
icâzât • 344 îd-i mübârek • 347
icâze • 344 îd-i sagîr • 347
751 355

îdiyye • 347 ihtilâm • 352


ihtilât • 353
ihtirâ • 353
î ihtisâr • 353
ihtiyâr • 353
idrâc • 347
ihvân • 353
ihvân-ı safâ • 353
I ihvânü’s-safâ ve hullânü’l-vefâ • 353
ihyâ • 353
îfâ • 348 ihyâ-i mevât • 353
ikâb • 353
ikâf - 353
î ikâmet • 353
ikindi • 354
ifâza • 348 ikindi namazı • 354
iffet • 348 iklâb • 354
ifk hadisesi • 348 İkra' suresi • 354
iflâs • 349 ikrâh • 354
ifrâd (I) • 349 ikrâh-ı nâkıs • 354
ifrâd (II) • 349 ikrâh-ı tâmm • 354
ifrâd haccı • 349 ikrâh-i gayr-i mülcî • 354
ifrâdü’l-hadîs • 349 ikrâh-i mülcî • 354
ifrât • 349 ikrâr • 354
ifrit • 349 iktibâs • 354
ifsât • 349 iktidâ • 354
iftâ • 349 iktidâr • 354
iftâr • 349 iktifâ • 355
iftitah tekbiri • 350 iktisâs • 355
iğrâb • 350
iğvâ • 350
ihânet • 350 I
itibâr • 350
ihbât • 350 üâ • 355
ihdâd • 350
ihlâs • 350
î
İhlâs suresi • 351
ihlâs-nâme • 351
üâh • 355
ihmâl • 351
İlâhî • 355
ihrâc • 351
İlâhî hadis • 355
ihrâm • 351
ilâhiyât • 355
ihrâm keffâreti • 352
ilâhiyyûn • 355
ihsân • 352
i'lâ-i kelimetullah • 355
ihsâr • 352
i'lâl • 355
ihtidâ • 352
i'lâm (I) • 356
ihtilâfu’l-hadîs • 352
DİZİN 752

ilâm (II) • 356 ilmü’l-hadîs • 358


üelü’l-hadîs • 356 ümül-kelâm • 358
ühâd • 356 ilmü'l-münâsebet • 358
ilhak • 356 ilmü’l-yakîn / üme'l-yakîn • 359
ilhâm • 356 ümü'n-nefs • 358
ilhâm-ı İlâhî • 356 ümü'r-rivâyet • 359
ilhâm-ı Rabbânî • 356 ümü'z-zarûrî • 359
ilim • 356, 359 üzâmât • 360
ilk günâh • 359 imâle • 360
ilkâh • 359 imâm • 360
illallah • 359 imâm nikâhı • 361
illet • 359 imâmân • 361
illiyet • 359 imâme • 361
illiyyîn • 359 imâmet • 361
ilm-i ahkâm-ı nücûm • 357 imâmet-i kübrâ • 361
ilm-i ahlâk • 357 imâmet-i suğrâ • 361
ilm-i arz • 357 imâmet-i uzmâ ■ 361
ilm-i beyân • 357 imâmeyn • 361
üm-i felek • 357 İmâmeyn-i Hümâmeyn • 361
ilm-i ferâ'iz • 357 imâm-ı a'zam • 360
ilm-i fıkh • 357 imâm-ı mübîn • 360
üm-i hadîs * 357 İmâmüik • 361
üm-i hâl-357 İmâmiyye • 361
üm-i havâs • 357 imâmü'l-enbiyâ • 360
üm-i hey'et • 357 imâmü'l-kıbleteyn • 360
üm-i üâhî • 357 imâmü'l-müslimîn • 360
üm-i kâl • 357 imâm-zâde • 361
üm-i kelâm • 357
üm-i ledün • 357
I
üm-i mîkât • 357
üm-i nücûm • 358
îmân • 361
üm-i sakk • 358
îmânın şartı • 362
üm-i tasavvuf • 358
üm-i tefsîr • 358
üm-i usûl-i hadîs • 358 1
ilm-i usûl-i kelâm • 358
ümihâl • 359 imâre • 362
ümihâl kitabı • 359 imâret • 362
ümiyye • 360 imârethâne • 362
ümü’l-ensâb • 358 imkân • 362
ümül-ahbâr • 358 imlâ • 362
ümül-a'lâ • 358 imsâk • 362
ümül-âsâr • 358 imtinâ • 362
ümü'l-bâtm • 358 imzâ • 362
753 372

inâbe • 362 ircâ' • 367


inâdiyye • 363 irfâniyye • 368
in'âm (I) • 362 irsâl • 368
in'âm (II) • 362 irşât • 368
inâyet • 363 irticâ • 368
inbâ • 363 irtidât • 368
inbisât • 363 irtifâ • 368
İncü • 363 isâbet-i ayn • 368
indiyye • 363 isbât • 368
infâk • 363 isbât-ı vâcib • 368
infirâd • 364 isbâtiyye • 368
İnfitâr suresi • 364
inhifâd • 364
I
inkâr • 364
inkıtâ • 364
Îsevî • 368
innâ li-llâhi ve innâ ileyhi râci'ûn • 364
îseviyye • 368
inn-Allahe ma'a-s-sâbirîn • 364
îseviyyet • 368
inniyye • 364
ins • 364
ins ü can • 364 İ
ins ü cin • 364
ins ü melek • 364 isim • 368
inşân • 364 İslâm • 369
însân suresi • 365 İslâm birliği • 369
insân-ı kâmil • 365 İslâm dini • 370
insilâh • 365 İslâmcı • 369
inşâ • 365 İslâmcılık • 369
inşaallah • 366 İslâmm şartı • 370
İnşikâk suresi • 366 İslâmî • 370
inşikâku’l-kamer • 366 İslâmiyet • 370
înşirâh suresi • 366 ism • 370
intihâb • 367 İsmâ'ilîlik • 371
intihâ'ü’s-sened • 367 İsmâ’iliyye • 371
intikâl • 367 ismet • 371
intisâp • 367 ismetü’l-enbiyâ • 371
inzâl ve tenzil • 367 ism-i a'zam • 368
inzâr • 367 ism-i celâl • 369
inzivâ • 367 isnâaşeriyye • 371
i'râb • 367 isnâd • 371
i'râbü’l-Kur’ân • 367 isrâ • 372
irâde • 367 İsrâ suresi • 372
irâde-i cüz'iyye • 367 isrâ ve mi'râc • 372
irâde-i ilâhiyye • 367 İsrâ'îl • 372
irâde-i külliyye • 367 İsrâ’îliyât • 372
DİZİN 754

isti'âne • 372 işâret-i İlâhiyye • 376


isti'âze • 373 iş'ârî tefsir • 376
istibrâ • 373 işkâl-376
istibrâ ve istincâ • 373 işrâk namazı • 376
istidlâl • 373 işrâk vakti-376
istidrâk • 373 İşrâkıyye • 376
istiftâ • 373 İşrâkıyyûn • 376
istigâne • 373 itâ'at • 376
istiğfâr • 373 itâb • 376
istiğrâb • 373 i'tibâr • 376
istiğrâk • 373 i'tidâd • 376
istihâre • 373 i’tikâd • 376
istihâre namazı • 373 i'tikâf • 376
istihâze • 373 i'timât • 377
istihfâf • 374 ittibâ • 377
istihlâl • 374 ittihâd-ı ârâ • 377
istihsân • 374 ittihâd-ı İslâm • 377
istihza • 374 ittihâd-ı umûmî • 377
istikâmet • 374 ittihât • 377
istikbâl-i kıble • 374 ittisâl • 377
istikbâr • 374 ivâz • 377
istilâ • 374 ivâzlı akit • 377
istîlâd • 374 ivâzsız akit • 377
istilâm • 375 iyâl • 377
istimdâd • 375 iyâzen billah • 377
istimlâ • 375 izâr • 377
isti'nâf • 375 izzet • 377
isti'râz • 375
istircâ • 375
istishâb • 375 K
istiskâ • 375
istiskâ namazı • 375 ka'ade • 379
ka'adiyye • 379
istisnâ • 375
kabâle • 379
istişhâd • 375
istivâ • 375 Ka'be • 379
kabe kavseyn • 380
Ka'be-i Mu'azzama • 380
I ka'be-i şerîf • 380
Ka’be-nâme • 380
îşân • 375 Ka'beteyn • 380
ka'betü’l-uşşâk • 380
kâbıd • 380
i kâbız • 380
kâbızu’l-ervâh • 380
işâret • 376
kabile • 380
755 390

kâbilü’tevb • 380 Kahhâr • 387


kabir • 380 kâhin • 387
kabir azâbı • 381 kahir • 387
kabir hayatı • 381 kahr • 387
kabir su'âli • 381 kaht u galâ • 387
kabir ziyareti • 381 kâ’im • 388
kabristan • 381 Kâ’imiyye • 388
kabûl •381 kâ'imü’z-zamân • 388
kabûl-i âmme delili • 381 kâl • 388
kabûl-i nikâh • 381 kalb (I) • 388
kabz • 381 kalb (II) • 388
kaddesallahu sırrahu • 381 kalb-i selîm • 388
ka'de • 382 kâle • 388
kadeh • 382 Kalederiyye • 389
ka’de-i ahire • 382 kalem • 388
ka'de-i uhrâ • 382 Kalem suresi • 389
ka'de-i ûlâ • 382 kalem-i a’lâ • 389
kadem • 382 kalender • 389
kadem-i şerif • 382 kalenderhâne • 389
kader•382 kalp • 389
kadercilik • 383 kalp gözü • 390
kaderi • 383 kâlû belâ • 390
kaderiyye • 383 Kamer suresi • 390
kadh • 383 kamerî sene • 390
kadı-asker • 383 kamerî takvim • 390
kâdî • 383 kamerî yıl • 390
kâdî’l-hâcât • 383 Kameriyye • 390
kâdî’l-mescid • 383 kâmet • 390
kadîm • 383 kamet getirmek • 391
kadir • 384 Kâmiliyye • 391
Kadir • 383 kamîs • 391
kadir gecesi • 384 kan hısımlığı • 391
kadir gecesi namazı • 384 kandil • 391
Kadirîlik • 384 kandil gecesi • 391
Kâdiriyye • 384 kânit • 391
Kâdiyâniyye • 385 karâbet • 391
Kadr suresi • 385 karâbet bi’l-velâ • 392
kâf hâ yâ ayn sad • 385 karâbet bi’n-nikâh • 391
Kâf suresi • 386 karâbet-i eb • 391
kâf u nûn • 387 karâbet-i nesebbiyye • 391
kâfi-385 karâbet-i sıhrıyye • 391
kâfir • 386 karâbet-i üm • 391
Kâfirûn suresi • 386 karâbet-i vilâd • 391
kafîz-i tahhân • 386 kâri’ • 392
DtZlN 756

kâri'a • 392 kavs-i urûc • 397


Kâri'a suresi • 392 kayyım • 397
karîb • 392 Kayyime suresi • 397
karin • 392 Kayyûm • 397
karine • 392 kazâ (I) • 397
karz • 392 kazâ (II) • 397
karz-ı hasen • 393 kazâ namazı • 397
kâs • 393 kazf • 397
kasâme • 393 kazf-ı mu'allak • 398
Kâsâniyye • 394 kazf-ı muzâf • 398
Kasas suresi • 393 kazf-ı sarih • 398
kasem • 394 kazıyye • 398
kasr-ı emel • 394 kazıyye-i hükmiyye • 398
kasr-ı salât • 394 kazıyye-i külliyye • 398
kasru’s-salât • 394 kazıyye-i muhkeme • 398
kassâs • 394 kebâ'ir • 398
kâşif - 394 Kebîr • 398
kâtib • 395 kebîre • 398
kâtibü’l-vahy • 395 kefâ'et • 399
kâtibü’s-semâ • 395 kefâret • 399
katil • 395 kefâret-i cimâ fi’l-hayz • 399
kâtil-i gayr-i müte'ammid • 395 kefâret-i kati • 399
kâtil-i ma'fiıvv • 395 kefâret-i savm • 399
kâtil-i ma'zûr • 395 kefâret-i yemîn • 399
kâtil-i muhtı • 395 kefâret-i zıhâr • 399
kâtil-i müte'ammid • 395 kefen • 399
kati • 395 kefen-i kifâye • 399
katl-i âm • 395 kefen-i sünnet • 400
katl-i amd • 395 kefen-i zarûret • 400
katl-i hatâ • 396 keffâret • 400
katl-i nefs • 396 kefil • 400
kavâme • 396 kehânet • 400
Kavi • 396 Kehf suresi • 400
kavil • 396 kelâm (I) • 400
kavim • 396 kelâm (II) • 401
kavli • 396 kelâm ümi • 401
kavl-i nebi • 396 kelâm-ı Hakk • 401
kavli sünnet • 396 kelâm-ı kadîm • 401
kavl-i şer'î • 396 kelâm-ı nefsî • 401
kavme • 396 kelâmî tefsir • 401
kavm-i Lût • 396 kelâmiyyûn • 401
kavseyn • 396 kelâmullah • 401
kavs-i nuzûl • 396 kelime • 401
kavs-i su'ûd • 397 kelime-i şehâdet • 402
757 408

kelime-i şehâdet-nâme • 402 kezzâbûn • 406


kelime-i tayyibe • 402 kıble • 406
kelime-i tevhîd • 402 kıble-gâh • 406
kelimetân • 402 kıble-i hakîkî • 406
kelimetân-ı şehâdet • 402 kıble-nâme • 406
kelimeteyn • 402 kıble-nümâ • 406
Kelimetullah • 402 kıbletân • 406
Kelîmullah • 402 kıbleteyn • 407
kemâl • 402 kıdem • 407
kenz • 402 kılâde • 407
kenz-i câhili • 402 kırâ'at (I) • 407
kenz-i İslâmî • 403 kırâ'at (II) • 407
kenz-i mahfî • 403 kırâ'at (III) • 407
kerâhet • 403 kırâ'at ilmi • 407
kerâhet vakti • 403 kırâ'at ve semâ kaydı • 407
kerâhet-i tahrîmiyye • 403 kırâ'at-ı aşere • 407
kerâhet-i tenzîhiyye • 403 kırâ'at-ı müdrece • 407
kerâmet • 403 kırâ'at-ı mütevâtire • 407
kerâmet-i kübrâ • 403 kırâ'at-ı seb'a • 407
kerâmet-i suğrâ • 403 kırân • 408
Kerbelâ-nâme • 403 kırân haccı • 408
Kerîm • 403 kırk • 408
kerîme • 404 kırk hadis • 408
kerîme-i târîh • 404 kırk hâl • 408
Kerrâmiyye • 404 kırk vezir • 408
kerremallahu vecheh • 404 kırklar • 408
kerrûbiyyûn • 404 kısâr • 408
kesb • 404 kısas • 409
keşf-404 kısâs • 408
keşt • 404 kısâs ve diyet cezaları • 409
ketebe • 404 kısas-ı enbiyâ • 409
ketebe kaydı • 404 kısasu’l- Kur'ân • 409
kevn • 404 kısasü’l-enbiyâ • 409
kevn u (ve) fesad • 404 kısmet (II) • 409
kevser • 405 kıssa • 409
Kevser suresi • 405 kıtâl • 409
keyd • 405 Kıtâl suresi • 409
keyfiyyet • 405 kıyâm • 409
keylî • 405 kıyâm bi-nefsihi • 410
Keysâniyye • 406 kıyamet • 410
Keyyâliyye • 406 kıyamet günü • 410
kezâ • 406 Kıyâmet suresi • 410
kezib • 406 kıyâmet-nâme • 410
kezzâb • 406 kıyâm-ı kıyâmet • 409
DİZİN 758

kıyâm-ı ramazan • 409 kunût • 415


kıyâmü’l-leyl • 409 kunût duası • 415
kıyâs • 410 kunût tekbiri • 415
kıyâs-ı fukahâ • 410 Kur’ân • 416
kızılbaş • 410 Kur’ân kursu • 418
kirâmen kâtibin • 411 kurb • 418
kitâbe • 411 kurbân • 418
kitâbe-i seng-i mezâr • 411 kurbân bayramı • 419
kitâbet • 411 kurbet • 419
kitâb-ı câmi • 412 Kureyş suresi • 419
kitâb-ı İlâhî • 412 kurrâ • 419
kitâb-ı kebîr • 412 kurrâ hâfız • 419
kitâb-ı levh-i mahfuz • 412 kurtuluşa erenler • 419
kitâb-ı mahv ü isbât • 412 kussâs • 419
kitâb-ı meknûn • 412 kusûf • 419
kitâb-ı mestûr • 412 kusûf namazı • 420
kitâb-ı mukaddes • 412 kuşluk namazı • 420
kitâb-ı mübîn • 412 kuşluk vakti • 420
kitâb-ı Rabb • 412 kutb-ı enfüsî • 420
kitâb-ı sâkit • 412 kutb-ı hakîkî • 420
kitâb-ı semâviyye • 412 kutbu’l-aktâb • 420
kitâbü’l-âmâl • 412 kutup • 420
kitâbül-irsâl • 412 Kübreviyye • 420
kitâbül-magâzî • 412 küfür • 420
kitâbü’s-semâ • 413 küfüv • 421
kitâbü’s-siyer • 413 külbe-i ahzân • 421
kitâp • 411 külliyât-ı hams • 421
kitâp ehli • 413 kümbet • 421
kitaplara iman • 413 kün • 421
kizb • 413 künh • 421
korku namazı • 413 kürsî • 421
köle • 413 küsûf namazı • 422
kölelik • 414 küttâb • 422
kubbe•414 kütüb • 422
kuddise sırruhu • 414 kütüb-i erba'a • 422
Kuddûs•414 kütüb-i hamse • 422
kudret (I) • 414 kütüb-i mukaddese • 422
kudret (II) • 414 kütüb-i münzele • 422
kudret-i İlâhiyye • 414 kütüb-i seb'a • 422
kudsî hadis • 415 kütüb-i selâse • 422
kudüm tavâfı • 415 kütüb-i semâviyye • 422
kûfiyyûn • 415 kütüb-i sitte • 422
kul hakkı • 415 kütüb-i tefâsîr • 423
Kul hüvallahu ahad suresi • 415 kütüb-i tevârîh • 423
759 431

kütüb-i tis'a • 423 ledünnî • 428


kütübü’l-erba'a • 423 Leheb suresi • 428
kütübü’l-hamse • 423 lem-yezel • 428
kütübü’s-seba'a • 423 lem-yezelî • 428
kütübü’s-selâse • 423 len-terânî • 428
kütübü’s-sitte • 423 letâ'if-i hamse • 428
kütübü’t-tis'a • 423 levâ'ih • 428
levâmi' • 428
levh ü kalem • 429
L
levhaş-Allah • 428
levh-i mahfuz • 429
lâ havle • 425
levlâk • 429
lâ havle ve lâ kuvvete • 426
levvâme • 429
lâ havle-gû • 426
Leyi suresi • 430
lâ ilâhe ill-Allah • 426
leyle • 429
lâ min şey • 427
leyle-i arûs • 429
lâ şey • 427
leyle-i bedr • 429
Lâ uksimu suresi • 428
leyle-i berât • 429
lâ'edriyye • 425
leyle-i kadr • 429
lafız • 425
leyle-i mi'râc • 429
lafza • 425
leyle-i regâ'ib • 429
lâfza-ı celâl • 425
leyletü’l-arûs • 429
lafzatu’l-lah • 425
leyletü’l-isrâ • 429
lafzıyye • 425
leyletü’l-kadr • 429
lafzu’ş-şeyh • 425
leys • 430
lahak • 425
leyyin • 430
lahd • 426
li'ân • 430
lâhik • 426
li-eb • 430
lahit • 426
li-ebeveyn • 430
lahn • 426
lifâfe • 430
lâhût • 426
lihye-i sa'âdet • 430
laiklik • 426
lihye-i şerîf • 430
lakap • 427
lika • 430
lakît • 427
likâ'u’l-âhiret • 430
lâmelif • 427
likâ'ullah • 430
la'net • 427
literal tefsir • 430
la'net-ullah • 427
li-ümm • 430
Latif-427
livâ • 431
latife • 427
livâ'ü’l-hamd • 431
latîfe-i insâniyye • 427
livâ-yı sa'âdet • 431
latîfe-i Rabbâniyye • 427
livâ-yi şerîf • 431
lâ-yezâl • 428
lohusa • 431
lâ-yüs'el ammâ yef al • 428
lohusalık • 431
lebbeyk • 428
Lokmân suresi • 431
ledün ilmi • 428
DİZİN 760

lüb • 431 mahmasa • 437


lübü’l-lüb • 431 mahreç • 437
lütuf • 431 mahrecü’l-hadîs • 437
lüzûm-ı muhâkeme • 431 mahrem • 437
lüzûm-ıvakf-432 mahşer • 437
mahşername • 437
mahv • 437
M
mahv ve isbât • 437
mahyâ • 437
mâ • 433
mâ'-ı ma'în • 433
mâ ba'de’t-tabî'a * 434
mâ'-ı meşkûk • 433
mâ fevka’t-tabî’a • 435
mâ'-ı mukattar • 433
mâ kable’t-tabî'a • 438
mâ'-ı mukayyed • 433
mâ verâ'e’t-tabî'a • 443
mâ'-ı mutlak • 433
ma'âd • 434
mâ'-ı müsta'mel • 433
ma'âz-AUah • 434
mâ'-i câri • 433
ma'bet • 434
mâ'-i dâfık • 433
ma'bûd • 434
mâ'-i harâciyye • 433
Mâcid • 434
mâ'-i öşriyye • 433
mâcin • 434
Mâ'ide suresi • 437
maddî temizlik • 435
makâlât • 438
mâddiyye • 435
makam • 438
mâddiyyûn • 435
makâm-ı Ahmedî • 438
ma'dûm (I) • 435
makâm-ı cem • 438
ma’dûm (II) • 435
makâm-ı İbrâhîm • 438
magâzî • 435
makâm-ı kâbe kavseyn • 438
mağfiret • 435
makâm-ı Mahmûd • 438
mağz • 435
makâm-ı samediyyet • 439
mağz-ı hakikat • 435
makâm-ı vahdet • 439
mağz-ı Kur’ân • 435
makâm-ı vesile • 439
mahabbet • 435
makber • 439
mâ-halak-Allah • 435
makbere • 439
mahdûm • 436
makbûl • 439
mahdûm-ı kâ'inât • 436
makbûl hadis • 439
mahfil • 436
makbûlât • 439
mahfil-i kazâ • 436
makdûr • 439
mahfuz (I) • 436
maklûb • 439
mahfuz (II) • 436
maklûb hadis • 439
mâhiyet • 436
makrûnen • 439
mahkeme • 436
maksûr • 439
mahkeme-i kirdgâr • 436
maksûre • 439
mahkeme-i kübrâ • 436
maktel • 439
mahkeme-i şer'iyye • 436
maktel-i Hüseyn • 439
mahlûk • 436
maktû hadis • 440
mahlûkât • 436
761 447

ma'kûs • 440 me’âd • 443


mâl • 440 me’âl • 444
mâlâya’nî • 440 me'âlî • 444
mâl-i bâtın • 440 Me'âric suresi • 444
mâl-i cizye • 440 mebâdî’l-ukül • 444
mâl-i harâm • 440 mebâdî’l-ulûm ■ 444
mâl-i ma’sûm • 440 mebde • 444
mâl-i mîrî • 440 mebde ve me’âd • 444
mâl-i mütekavvim ■ 440 mebde-i evvel • 444
mâl-i sadakat • 440 mebde-i küll • 444
mâlî yıl • 440 mebde’ül-mebâdi * 444
Mâlik • 440 mebde’ü’s-sened • 444
Mâlikî Mezhebi • 440 mebrur hac • 444
Mâlikîlik • 440 mecâzül-Kur'ân • 444
Mâlikiyye • 440 Mecîd • 445
Mâlikü’l-Mülk • 440 meclis (I) • 445
ma'lûl • 441 meclis (II) • 445
malûm • 441 mecrûh • 445
manevî kirlilik • 441 meczûp • 445
Mâni • 441 meçhul • 446
maraz-ı mevt • 441 meçhûl hadis-446
ma’rifet • 441 meçhûlül-ayn • 446
ma'rifet-i nefs • 441 meçhûlül-hâl • 446
ma'rifetullah • 441 meçhûlül-vasf • 446
ma'rifetü’s-sahâbe • 441 meçhûlü’z-zât • 446
mârika • 442 med • 446
ma'rûf-442 Medenî • 446
ma'rûf hadis • 442 Medenî ayetler • 446
mâ-sivâ • 442 medfen • 446
ma'siyyet • 442 medhal • 446
maslahat • 442 medhûl • 446
masnû • 442 Medîne sözleşmesi • 446
masnû hadis • 442 medlûl • 447
mâşâallah • 442 medrese * 447
matrûh • 442 medrese-nişîn • 447
Mâtüridî mezhebi • 443 medresetü’l-e'imme ve’l-hutebâ • 447
Mâtüridiyye • 443 medresetü’l-hattâtîn • 447
Mâ'ûn suresi • 443 medresetül-irşâd • 447
ma'ûnet • 443 medresetül-kuzât • 447
mâ'ül-hayât • 434 medresetül-mütehassisîn • 447
mâ’ül-ineb • 434 medresetül-vâ’zîn • 447
mazhar • 443 mefhar • 447
Mazhariyye * 443 mefhar-ı kâ’inât • 447
mazmaza • 443 mefhar-ı mevcûdât • 447
DİZİN 762

mefhûm • 447 melekût (II) • 453


mefhûmu muhâlefet • 447 melekü’l-mevt • 452
mefhûmu muvâfakat • 447 Melik • 453
mefkûd • 447 memlûk • 453
mefsedet • 448 memnû • 453
megâzî • 448 memtûre • 453
mehdi • 448 men arefe nefsehu fekad arafe rabbehu
mehdîlik • 448 •454
mehir • 448 men lehü’l-diye • 455
mehr-i misi • 448 men lehü’l-emr • 455
mehr-i mu'accel • 448 men lehü’l-istiglâl • 455
mehr-i mü'eccel • 448 men lehü’l-nafaka • 455
mehr-i müsemmâ • 448 men lehü’s-süknâ • 455
mehrü’l-bagy • 449 menâfi • 453
mekîl • 449 menâfi-i âmme • 453
Mekkî • 449 menâfi-i emîriyye • 454
Mekkî ayetler • 449 menâfi-i hazîne • 454
mekr • 449 menâfi-i vakf • 454
mekremetlü • 449 menâkıb • 454
mekrûh • 449 menâkıb-nâme • 454
mektep • 449 men-arefe • 454
mektûm • 449 menâsik • 454
mektup • 449 menâsik-i hâcc • 454
mekzûb • 450 menâzil • 454
melâ' • 450 menâzilü’l-Kur’ân • 454
melâ'ike • 450 menâzilü’ş-şems ve’l-kamer • 455
melâ'ike suresi • 451 mendûb • 455
melâ'ike-i erba'a • 450 menhî • 455
melâ'ike-i hazene • 450 menkûl • 455
melâ'ike-i keribiyyûn • 450 Mennân • 455
melâ'ike-i kirâm • 450 mensek • 455
melâ'ike-i mu'akkıb • 450 mensûh • 455
melâ'ike-i mukarrabûn / mukarrabîn • menzil • 455
450 menzile beyne’l-menzileteyn • 456
melâ'ike-i müheyyime • 450 merbûb • 456
melâmet • 451 merdûd • 456
Melâmî • 451 merdûd hadis • 456
Melâmîlik • 451 merdûd rivayet • 456
Melâmiyye • 452 merfû • 456
mele • 452 merfû hadis • 456
mele'-i a'lâ • 452 merhabâ • 456
melek • 452 merhale • 456
meleklere iman • 452 merhamet • 456
melekût (I) • 452 merhûm • 457
763 463

mersiye • 457 meşhed (I) • 460


mertebe • 457 meşhed (II) • 461
mertebe-i ahadiyyet • 457 meşhed-i hüsn • 461
mertebe-i insâniyye • 457 meşhed-i yevm • 461
mertebe-i ulûhiyye • 457 meşhûd • 461
mertebe-i vâhidiyye • 457 meşhûr • 461
merve • 457 meşhûr hadis • 461
mervî • 457 meşhûr sünnet • 461
merviyyât • 457 meşhûrât • 461
Meryem suresi • 457 meşî'et • 461
mes • 457 meşihat • 461
mes'â • 457 meşîhat-i îslâmiyye • 461
mesâ'ib • 457 meşiyyet • 461
mesâ'il • 457 meşiyyet-i ilâhiyye • 461
mesâlih • 458 meşk • 461
mesâlih-i mu'tebere • 458 meşkûk • 461
mesâlih-i mülga • 458 meşreb • 462
mesâlih-i mürsele • 458 meşrû • 462
mesânî • 458 meşrû müdafaa • 462
mesbûk • 458 meşrûbât-ı kü'ûliyye • 462
Mescid-i Aksâ • 459 meşrûbât-ı müskire • 462
mescid-i cin • 459 meşrûtun leh • 462
mescid-i kıbleteyn • 459 meşveret • 462
mescid-i nebevi • 459 meşyeha • 462
mescid-i takvâ • 459 metâ • 462
mescidü’l-harâm • 459 metâf • 462
mescit • 458 metafizik • 462
Mesed suresi • 459 metâvile • 462
mesh (I) • 459 metin • 463
mesh (II) • 459 Metin • 462
mesîh • 459 metrûk • 463
mesmû • 459 metrûk hadis • 463
mesnevi • 460 me'vâ cenneti • 463
mesnevî-hân • 460 mevâcib • 463
mesneviyyât • 460 mevâli • 463
mesrûk ■ 460 mevâli’l-ahd • 463
mest • 460 mevâli’l-îslâm • 463
mestûr (I) • 460 mevâli’l-i’tâka • 463
mestûr (II) • 460 mevâli’l-muvâlât • 463
meşâ'ir • 460 mevâli’t-tibâ'a • 463
meşâ'irü’l-hacc • 460 mevâlîd • 463
meş'ar • 460 mevâlîd-i selâse • 463
meş’arü’l-harâm • 460 mevâlîd-i siflî • 463
meşâyîh • 460 mevbikât • 463
DİZİN 764

mevbikât-ı seb'a • 464 meyyit • 467


mevcûd • 464 mezâhîb • 467
mevkuf • 464 mezâlim • 467
mevkuf hadis • 464 mezâmîr • 467
mevkûfun aleyh • 464 mezâmîr-i Dâvud • 467
mevkûlun ileyh • 464 mezâr • 467
mevlâ • 464 mezârlık • 467
Mevlâ • 464 mezheb-i cedîd • 468
mevlânâ • 464 mezheb-i kadîm • 468
mevle’l-islâm • 464 mezhep • 467
mevle’l-itâka • 464 meziy • 468
mevle’l-musâhabe • 464 mezmûr • 468
mevle’l-muvâlât • 464 mısbâh • 468
mevle’r-rahm • 465 Mısrıyye • 468
Mevlevi • 465 Mızraklı ilmihâl • 468
mevlevîhâne • 465 Mi'cen • 468
Mevlevîlik • 465 Miftâhü'l-Cenne • 469
Mevleviyye • 465 mihne • 469
mevleviyyet • 465 mihrâp • 469
mevlidiyye • 465 Mîkâ'îl • 469
mevlit • 465 mîkât • 469
mevlit kandili • 466 milâdî takvim • 469
mevlithan • 465 mîlâdiyye • 469
mevsûl • 466 milel ve nihai • 469
mevsul hadis • 466 millet • 470
mevt • 466 millet-i beyzâ • 470
mevt-i ahdar • 466 millet-i İslâm • 470
mevt-i ahmer • 466 millet-i mesîhiyye • 470
mevt-i ebyaz • 466 millet-i mu'azzama • 470
mevt-i esved • 466 milletü’l-İslâmiyye • 470
mevt-i hakîkî • 466 milletü’l-Muhammediyye • 470
mevt-i hükmî • 466 milletül-Nasrâniyye • 470
mevt-i irâdî • 466 milletü’l-Yehûdiyye • 470
mevt-i takdirî • 466 minâ • 470
mev’ûde • 466 minâre • 470
mevzû • 466 minber • 470
mevzû hadis • 467 minber-nâme • 470
mevzû'ât • 467 minnet • 471
mevzû’u’l-isnâd • 466 nü'râc gecesi • 471
mevzû'u’l-metn • 466 Mi’râc Kandili • 471
mey • 467 mi'râciyye • 471
meyhane • 467 mi'râc-nâme • 471
meyt • 467 mi’râcü’n-nebiyy • 471
meyte • 467 mi’râç • 471
765 481

mîrâs • 471 mubâh • 477


mîrâsü’l-mükâteb • 473 mu'cem • 477
mir'ât • 473 mu’cizâtü’n-nebî • 477
mir'âtü’l-ayn • 473 mu'cize • 477
mir'âtü’l-hazreteyn • 473 mu'dal • 477
mir'âtü’l-kevn • 473 mu’dal hadis • 477
mir'âtü’l-vücûd • 473 mudârabe • 477
Mîrganiyye • 473 mu’dil • 477
mîr-i alem • 471 mudrec • 478
mirza • 473 mufaddıla • 478
mîsâk • 473 mufassal • 478
miskin • 473 mugâlata • 478
miskînâne • 474 mugayyebât • 478
miskînhâne • 474 mugayyebât-ı hams • 478
miskinler tekkesi • 474 Muğnî • 478
misvâk • 474 muhabbet • 478
mişkât • 474 muhabbetullah • 479
mitvâlî • 474 muhâcir • 479
mi’ûn • 474 muhâcirîn • 479
mîzân • 474 muhâdara • 479
mollâ • 474 muhaddis • 479
mollâ-yı rûm • 474 muhadram • 479
mu'accel • 474 muhadramûn • 479
mu'addel • 475 muhâfazakâr • 479
mu'âhât • 475 muhâkale • 480
mu'âhede • 475 muhakkak • 480
mu'âhedename • 475 muhâl • 480
Mu'ahhir • 475 muhâle’a • 480
mu'allak • 475 muhâlefet • 480
mu’allak hadis • 475 muhâlefetün li’l-havâdis • 480
mu'allel • 475 Muhammed suresi • 480
mu'allel hadis • 475 Muhammedi * 480
mu'allil • 475 Muhammediyye • 480
mu'allim • 475 Muhammediyyûn • 480
mu'âmelât • 475 muhammire • 481
mu'ânaka • 476 muhammise • 481
mu'âraza • 476 muharref • 481
mu'âsara • 476 muharref din • 481
mu'attıla • 476 muharref hadis • 481
mu'avvizât • 476 muharrem • 481
mu'avvizetân • 476 muharremât • 481
mu’avvizeteyn • 476 muharremiyye • 481
mu'âyede • 477 muharremname • 481
mu'azzib • 477 muhayyelât • 481
DİZİN 766

muhayyerlik • 482 mukassimât • 486


muhâzât • 482 mukavele • 486
muhâzât-ı nisâ • 482 mukâyaza • 486
muhdesûn • 482 mukayyed su • 486
muhdis (I) • 482 mukıll • 486
muhdis (II) • 482 mukıllûn • 486
muhib • 482 mukîm • 486
muhit • 482 Mukît • 486
muhkem • 482 Muksıt • 486
muhkem hadis • 482 muktedî • 487
muhlis • 483 Muktedir • 487
muhric • 483 muktesıd • 487
muhrim • 483 muktesimîn • 487
muhsan • 483 mûlûdiyye • 487
Muhsî • 483 mûm • 487
muhsin • 483 mûm alayı • 487
muhtâl • 483 munfasıl • 487
muhtâr • 483 munkalib • 487
muhtâr-ı hakk • 483 munkatı hadis • 488
muhtasar • 483 murâbaha • 488
muhtazar • 484 murâkabe • 488
muhtedî • 484 murdâr • 488
muhtekir • 484 musaddık • 488
muhtelak hadis • 484 musâfaha • 488
muhtelifü’l-hadîs • 484 musâhare • 488
muhteliflin fîh • 484 musahhaf • 488
muhtelit • 484 musahhaf hadis • 488
Muhyî • 484 musâlahaname • 489
muhyi’l-mevtâ • 484 musallâ • 489
muhzî’l-kâfirîn • 484 musallâ taşı • 489
Mu’îd • 484 musallî • 489
Mu'iz • 484 musannef • 489
mukabele • 484 musannif • 489
mukabele bi’l-misl • 485 Musavvir • 489
mukabeje kaydı • 485 Mûsevî / Mûsevîlik • 489
mukadder • 485 Mûseviyye • 489
mukadderât • 485 mushaf • 490
mukaddes • 485 musî • 490
mukaddes emanetler • 485 musibet • 490
mukaddesât • 485 muska • 491
Mukaddim • 485 mut'a • 491
mukarrebîn / mukarrebûn • 485 Mutaffifîn suresi • 491
mukarrebûn melekler • 485 mutasavvıf • 491
mukarrep • 485 mutavvıf • 491
767 499

mu’tekif • 491 müdde'â aleyh • 496


Mu'tezile • 491 müdde'î • 496
Mu'tî • 492 Müddessir suresi • 496
mutkin • 492 müdebbec • 496
mutlak • 492 müdebbec hadis • 496
mutma'inne • 492 müdebber • 496
muttaki • 492 müdebbirât • 497
muttasıl • 492 müdelles • 497
muttasıl hadis • 492 müdelles hadis • 497
muvâde'a • 492 müderris • 497
muvâfakat • 493 müdrec • 497
muvahhid • 493 müdrec hadis • 497
muvâlât • 493 müdric • 497
muztarib • 493 müdrik • 497
muztarib hadis • 493 mü'ekked sünnet • 497
mübâdele • 493 mü'ellefe-i kulûb • 497
mübâh • 493 mü'ellihe • 497
mübâre'e • 493 mü'ennen • 497
mübârek • 493 mü'ennen hadis • 497
mübâşeret • 493 mü'essesât-ı hayriyye • 497
Mübdi • 493 mü'eyyide • 497
mübeyyen / mübeyyin • 493 mü'ezzin • 497
mübhem • 494 mü'ezzin-i câmi-i miyâne • 498
mübhem hadis • 494 mü’ezzin-i hâssa • 498
mübhemâtü’l-Kur’ân • 494 müfekkire • 498
mübîn • 494 müfesser • 498
mübrim • 494 müfessir • 498
mübtedi' • 494 müfevvida (I) • 498
mübtedi'a • 494 müfevvida (II) • 498
mübtelâ • 494 müfîd • 498
Mücâdele suresi • 494 müfred-498
mücâhede • 495 müffedât • 498
mücâhit • 495 müfsit • 498
mücâvir • 495 müftî • 498
Müceddidiyye • 495 müftî’l-enâm • 498
mücerrebât • 495 Müheymin • 499
mücerred • 495 mühlik • 499
mücessime • 495 mühmel • 499
Mücîb • 495 mühr-i hümâyûn • 499
mücmel • 495 mühr-i nübüvvet • 499
mücrim • 496 mühr-i sadâret • 499
müctehid • 496 mühr-i Süleymân • 499
müdâhene • 496 mühr-i şerif • 499
müdârâ • 496 mühr-i zâti • 499
DtZÎN 768

mühtedî • 499 münîr • 505


mühür • 499 münkatı • 505
mükâşefe • 499 münker (I) • 505
mükâtebe • 499 münker (II) • 505
mükellef - 500 münker hadis • 505
mükezzib • 500 münker ve nekîr • 505
müksirûn • 500 münkir • 505
mülâ’ane • 500 münşi • 505
mülci ikrâh • 500 Müntakım • 505
mülhid • 500 müntehi • 505
mülhime • 500 münzil • 505
mülk • 500 mürâ'ât-ı hilaf • 505
Mülk suresi • 500 mürâfa’a • 505
mülkiyet • 501 mürâhik • 505
mültezem • 501 Mürci'e • 506
mümâselet • 501 mürebbî • 506
mümeyyiz - 501 mürekkeb • 506
mü'min • 501 mürekkeb hadis • 506
Mü'min • 501 mürîd • 506
Mü'min suresi • 501 mürsel • 506
Mü'minûn suresi • 502 mürsel hadis • 506
Mümît • 502 Mürselât suresi • 506
mümkin • 502 mürsil • 506
mümkinât • 502 mürşid - 507
Mümtehine suresi • 502 mürşid-i a'zam • 507
mümteni • 503 mürşid-i kâmil • 507
münâcât • 503 mürşid-i nâtık • 507
münâfese • 503 mürşid-i Rûm - 507
münâfık • 503 mürşid-i sâmit • 507
Münâfıkûn suresi • 503 mürtekib-i kebîre • 507
münâkehât • 503 mürtet • 508
münâsebâtül-âyât ve’s-süver • 504 mürtezika • 508
münâsebe • 504 mürüvvet • 508
münâseha • 504 müsâdere • 508
münâvele • 504 müsakkafât • 508
münâzara • 504 müsakkafât-ı mev-kufe • 508
müneccî • 504 müsamaha • 508
müneccim • 504 müsâvât (I) • 508
müneccimbaşı • 504 müsâvât (II) • 508
münezzil • 504 müsâveme • 508
Münfekkîn suresi • 504 müsebbihât • 509
münferit - 504 müsellemât • 509
mün’im • 504 müsellemün fîh • 509
mün'im-i mîrâs • 505 müsellemün ileyh • 509
769 516

müselsel • 509 müştebih • 512


müselsel hadis • 509 müştehir • 512
müsennâ • 509 müşteki • 512
müskir • 509 müşterek • 512
müskirât • 509 müt'a • 512
Müslim • 509 mütâba'at • 512
Müsliman • 509 mütâvile • 512
Müslimânân • 509 müte'ahhırîn • 512
Müslimât • 509 Müte’âlî • 513
Müslime • 509 mütebahhirîn-i ulemâ • 513
Müslimîn • 509 mütedeyyin ♦ 513
Müslimûn • 509 mü’tefike • 513
Müslümanca • 509 mütekaddimîn • 513
Müslümanlık • 509 mütekaddimîn ve müte'ahhirîn • 513
müsned • 510 Mütekebbir • 513
müsned hadis • 510 mütekellim • 513
müsnid • 510 mütekellim-i ale’l-vakf • 513
müstahîl • 510 mütekellimîn • 514
müstahrec • 510 müteseyyid • 514
müstakim • 510 müteşâbih • 514
müstaz'af • 510 mütevâtir • 514
müste’ân • 510 mütevâtir hadis • 514
müstecâbü’d-da’ve • 510 mütevâtir sünnet • 514
müstecâr • 510 mütevelli • 514
müstedrek • 510 mütevekkü • 514
müstefîz • 510 mütevekkilen alellah • 514
müstefîz hadis • 510 mütevellâ * 514
müstehab • 510 mütevelli (I) • 514
müstekbir • 511 mütevelli (II) • 514
müste'men • 511 müteverrî • 515
müstemî • 511 mütkm • 515
müstemlî • 511 müttefik ve müfterik • 515
müstensih • 511 müttefikun aleyh • 515
müstevfî • 511 müttehem • 515
müşâ • 511 müttekî • 515
müşâhedât • 511 mütûnu erba’a • 515
müşâhede • 511 müvelledûn • 514
müşebbihe • 511 müzâbene • 515
müşkil • 511 müzahrefât • 515
müşkilü’l-hadîs • 511 Müzdelife • 515
müşkilü’l-Kur'ân -511 Müzemmil suresi • 516
müşrif • 512 Müzill • 515
müşrif-i vakf • 512 müznib • 516
müşrik • 512
DÎZİN 770

N Nakşibendiyye • 522
nâkûr • 522
nâbite • 517 na'l-i şerif • 522
nâf-517 nâmahrem • 522
nafaka • 517 namâz • 522
nafaka-i akârib • 518 namâz bezi • 523
nafaka-i iddet • 518 namaz vakitleri • 525
nafaka-i makdiyye • 518 namâz-gâh • 523
nafaka-i marzıyye • 518 namâz-güzâr • 523
nafaka-i mefrûda • 518 namazın farzı • 523
nafaka-i memâlik • 518 namazm kısaltılması • 524
nafaka-i mu'accele • 518 namazm mekruhları • 524
nafaka-i müstedâne • 518 namazm rükünleri • 524
nâf-ı âlem • 517 namazm şartları • 524
nâf-ı hefte • 517 namazm vâcipleri • 525
nâf-ı rûz • 517 namazsız • 525
nâf-ı şeb • 517 namus • 526
nâf-ı zemin • 517 nâmûs-ı ekber • 526
Nâfi - 518 nâr•526
nâfile • 518 narh • 526
nafile hac • 519 nâr-ı cehennem • 526
nafile ibadet • 519 nas•526
nafile namaz • 519 Nâs suresi • 526
nafile oruç • 519 nasârâ • 526
nafile sadaka • 520 nasb • 526
nafile tavaf - 520 nâsıbe • 527
nâfiz • 520 nâsıbî • 527
nahil • 520 nâsır • 527
Nahl suresi • 520 Nâsırıyye • 527
nahl-i mâtem • 520 nâsî • 527
nahl-i Meryem • 520 nâsih • 527
nahl-i tâbût • 520 nasihat • 527
nahl-i tûr • 520 nasîhatname • 528
nahr • 521 nâsik • 528
nahs • 521 nasip • 528
nâ'ib • 521 Naşir • 528
nâ'ib-i saltanat • 521 Nasr suresi • 528
na'îm • 521 nasrânî • 528
nakd • 521 nasûh tövbesi • 529
nakîb • 521 Nasûhiyye • 528
nakîb-i imâret • 521 nâsût • 529
nakîbü’l-eşrâf • 521 na't / na'at • 529
nakkâş-ı ezel • 522 na't-hân • 529
nakşibendîlik • 522 nâtık • 529
771 538

Nâvûsiyye • 530 nefs-i nâtıka • 534


nazar • 530 nefs-i nefise • 535
nazar duası • 530 nefs-i radıye • 535
nazariyyetü’l-tatavvur • 530 nefs-i rahmânî • 535
nâzır • 530 nefs-i sâfiyye • 535
Nâzi’ât suresi • 530 nefs-i zekiyye • 535
nazîf • 531 nefsü’l-emr • 535
nâzil • 531 nehiy • 535
nazmü’l-Kur'ân • 531 nehrü’l-hayât • 535
Nazzâmiyye • 531 nehy ani’l-münker • 535
Nebe' suresi • 531 nekâret • 535
nebevi hadis • 531 nemâ • 535
nebi • 531 nemime • 535
nebîl • 532 Nemi suresi • 536
necâset • 532 neseb bi’l-amûd • 536
necâset-i galîza • 532 neseb bi’l-arz • 536
necâset-i hafife • 532 neseb bi’t-tûl • 536
necâsetten tahâret • 532 neseb-i gayr-ı sahîh • 536
necât • 532 neseb-i sahih • 536
Neccâriyye • 532 neseb-i vâkıf • 537
neceş • 532 neseb-nâme • 536
necis • 533 nesep • 536
Necm suresi • 533 nesep bügisi • 537
nedvetü’l-ulemâ • 533 nesih • 537
nefâz • 533 nesîke • 537
nefes • 535 nesil • 537
nefha • 533,535 nesl-i vâkıf • 537
nefir • 535 nesr (I) • 537
nefis • 533 nesr (II) • 537
nefiy • 535 nesr-i tâ'ir • 537
nefse zulüm • 535 nesr-i vâki • 537
nefs-i cüz' • 534 nessâb • 537
nefs-i emmâre • 534 nesta'lîk • 537
nefs-i hayvânî • 534 nestûrî • 537
nefs-i insânî • 534 nestûrîlik • 538
nefs-i kâmüe • 534 nestûriyye • 538
nefs-i kudsiyye • 534 neşak • 538
nefs-i küll • 534 neşir • 538
nefs-i levvâme • 534 ne'ûzü-billâh • 538
nefs-i mardiyye • 534 nevâbit • 538
nefs-i mutma'inne • 534 nevâdir • 538
nefsi müdafaa • 535 nevâ'ib • 538
nefs-i mülheme • 534 nevâsıb • 538
nefs-i nâmiye • 534 nevâzil • 538
DİZİN 772

nevbet • 538 nizâm • 543


nevi • 538 nizâm-ı âlem • 543
nevniyâz • 538 nizâmü’l-âlem • 543
nevvâb • 538 Nizâriyye • 543
nevvâh • 539 Nûh suresi • 543
nevvâhe • 539 nukabâ • 543
neyyir-i a'zam • 539 nukûd • 543
nezir - 539 nukûd-ı mevkûfe • 543
nezir akçası • 539 nun • 543
nezir tavâfı • 539 Nûn suresi • 543
nid • 539 nûr • 543
nifâk-539 Nûr • 544
nifâs • 539 Nûr suresi * 545
nifâs kanı • 539 nurculuk • 545
nigâhdâşt • 539 nûre’d-dîn • 544
nihâyet • 539 nûr-ı akdem • 544
nikâh • 540 nûr-ı ayn • 544
nikâh • 540 nûr-ı çeşm • 544
nikâh bi’l-kitâbe • 541 nûr-ı dîde • 544
nikâh-ı bâtıl • 540 nûr-ı Hak • 544
nikâh-ı dâhili • 540 nûr-ı hâssa • 544
nikâh-ı fâsid • 540 nûr-ı İlâhî-544
nikâh-ı fuzûlî • 540 nûr-ı merşûş • 544
nikâh-ı hârici • 540 nûr-ı Muhammedi • 544
nikâh-ı mevkûf • 540 nûr-ı mübîn • 544
nikâh-ı mu’allak • 540 nûr-ı nübüvvet • 544
nikâh-ı muvakkat • 540 nûr-ı vücûd • 544
nikâh-ı müt'a • 540 nûrü’l-envâr • 544
nikâh-ı rakîk • 540 nûrü’n-nûr • 544
nikâh-ı sahih • 540 nûrü’s-semâvâti ve’l-arz • 544
ni'met • 541 Nusayrîlik-545
Nisâ suresi • 541 Nûsayriyye ’ 545
nisâp • 541 nübüvvât ■ 545
nisbe • 541 nübüvvet • 545
nisyân • 541 nübüvvet mührü • 545
niyâbet ♦ 541 nücebâ • 545
niyâha • 542 nücûm ilmi • 546
niyâz • 542 nüfât • 546
niyâz akçası • 542 nüfûs • 546
niyâz âyini • 542 nüfûs-ı hayvâniyye • 546
niyâz etmek • 542 nüfûs-ı mücerrede • 546
niyâz hâli • 542 nüfûs-ı nâtıka * 546
niyâz İlâhisi • 542 nüfûs-ı nâtıka-i felekiyye • 546
niyet • 542 nüh felek • 546
773 553

nükûl • 546 özür•552


nükür•546
nüsük •
nüşûz•546 P
nüzûl (I) • 546
nüzûl OD • 546 Panislâmizm • 553
nüzûl-i îsâ • 546 pençe-i âl-i abâ • 553
nüzûlü’l-isnâd • 546 peygamber • 553
peygambere iman • 553
___ peygamberlerin sıfatları - 553
0 peygamberlik • 553
pîr • 553
oğul • 547 pîr-i çihl-sâle • 554
on emir • 547 pîr-i dumû • 554
on iki imâm • 547 pîr-i fânî • 554
ordu • 547 pîr-i fertût • 554
orta namazı - 548 pîr-i Ken’ân • 554
ortaklık • 548 pîr-i kühen-sâl • 554
oruç • 548 pîr-i serendîb • 554
Osmâniyye • 549 pîr-i tarikat • 554
otuz iki farz • 549 post • 554
pûr•554

Ö
pûr-ı Hacer • 554
pûr-ı Meryem • 554
öfke • 551
pûr-ı Zâl • 554
öğle namazı • 551
pûr-i Arabî ♦ 554
öğüt • 551 pûr-i Âzer • 554
öksüz • 551
ölü • 551
ölüm • 551 R
ölüm cezası - 551
ölüm hastalığı • 552 Rab • 555
ölüm meleği • 552 râbbânî • 556
ölümsüzlük ’ 552 râbbânî hadis -556
Ömeriyye ’ 552 rabbâniyye • 556
ömür • 552 rabbâniyyûn • 556
örf-552 Rabbenâ • 556
örf-i âmm • 552 Rabbi • 556
örf-ihâss- 552 Rabb-i bâlâ -555
örfü’l-amelî • 552 Rabb-i celîl • 555
örfü’l-âmm • 552 rabbu’s-selem • 556
örfü’l-hâss • 552 rabbü’d-dâr - 555
örfü’l-kavlî • 552 Rabbü’l-âlemîn • 555
örtünme • 552 rabbü’l-beyt • 555
DÎZİN 774

Rabbü’l-erbâb • 555 Rakîb • 560


rabbü’l-mâl • 555 rakş • 560
rabbü’s-selem • 556 ramazan • 560
râbıta • 556 Ramazan Bayramı • 561
râbıta-i kalbiyye • 556 Ramazan İlâhîsi • 561
râbıta-i muhabbet • 556 ramazan orucu • 561
râcife • 556 ramazânî • 561
râcih • 556 ramazaniyelik • 561
Ra'd suresi • 556 ramazâniyye • 561
radâ • 556 Ramazâniyye • 561
radıyallahu anh • 556 ramazanlık • 561
raffâ • 557 ramazanname • 561
râfıza • 557 râsih • 561
Râfızî • 557 rasûl • 561
râfi • 557 râşid • 561
Râfi • 557 Ra'ûf • 561
rağbet ve rehbet • 557 Ra'ûfiyye • 562
râh • 557 râvî • 562
râh-ı adem • 557 ravza • 562
râh-ı aşk • 557 ravza-i mutahhara • 562
râh-ı beka • 557 ravza-i Rıdvân • 562
râh-ı cennet • 557 râzık • 562
râh-ı fenâ • 557 re'âyâ • 562
râh-ı gül-dâr • 558 rebî • 562
râh-ı gürîz • 558 rebî-i evvel • 562
râh-ı hakk • 558 rebî-i sânî • 562
râh-ı kehkeşân • 558 rebî'ü’l-âhır • 562
Rahim • 558 rebî'ü’l-evvel • 562
rahimehullah • 558 recâ • 562
rahle • 558 rec'at • 563
Rahman • 558 receb • 563
Rahmân suresi • 559 recebân • 563
rahmânî • 559 recebiyyûn • 563
Rahmâniyye • 559 recebü’l-ferd • 563
rahmâniyyûn • 559 recebü’l-mürecceb • 563
rahmet • 560 recec • 563
rahmet-i Hudâ • 560 recm • 563
rahmetli • 560 recül • 563
rahmetlik • 560 reddâde • 563
rahmetlü • 560 reddiyye • 563
rahmetsiz • 560 ref • 563
rahmet-ullah • 560 refik • 563
rahmet-ullahi aleyh • 560 refî'ü’d-derecât • 564
rakabe • 560 refref • 564
775 570

regâ'ib gecesi • 564 rık • 567


regâ'ib gecesi namazı • 564 rızâ • 567
Regâ'ib kandili • 564 rızâen lillah • 567
regâ'ibiyye • 564 rızık • 567
rehin • 564 ribâ • 567
re'is • 564 ribbiyyûn • 567
re'îs • 564 ricâl • 568
re'îs-i rûhânî • 565 ricâl-i devlet • 568
re'îsü’l-kurrâ • 565 ricâl-i dûdmân-ı bektâşiyân • 568
re'îsü’l-küttâb • 565 ricâl-i gayb • 568
re'îsü’l-müneccim • 565 ricâl-i ilâhiyye • 568
re'îsü’l-ulemâ • 565 ricâl-i ilmiyye • 568
rek'at • 565 ricâlullah • 569
remel • 565 ricâlül-eyyâmi’s-sitte • 569
remy-i cimâr • 565 ricâlü’l-feth • 568
re’s-i kâr • 564 ricâlü’l-gayb • 568
re's-i sene-i efrenciyye • 564 ricâlü’l-hadîs • 568
re's-i sene-i hicriyye • 564 ricâlü’l-hannân • 568
re's-i sene-i mâliyye • 564 ricâlü’l-kuvve • 568
re's-i sene-i milâdiyye • 564 ricâlül-mâ • 569
re's-i sene-i rûmiyye • 564 riçâlü’l-mennân • 568
resim • 565 ricâlü’l-ulâ • 568
resmu’l-hadîs • 565 ricâlü’t-taht el-esfel • 568
resmu’s-sahîh • 565 ric'at • 569
re'su’l-mâl • 566 ric'î talâk • 569
resûl • 565 rics • 569
resûl-i Ekrem • 566 ridâ • 569
resûlullah • 566 ridde • 569
re'sü’l-câlût • 564 rifâde • 569
re'sü’l-mâl • 564 Rifâ'îlik • 569
reşen • 566 Rifâ'iyye • 569
Reşîd • 566 rihle • 570
ret • 566 rik'a • 570
revâfız • 566 rikâ' • 570
revâtip sünnetler • 566 rikâb • 570
revm • 566 rikâbdâr • 570
Revşeniyye • 566 rikâk • 570
re'y • 566 rikket • 570
reyhânî • 567 rind • 570
rezüet • 567 risâlet • 570
Rezzâk • 567 risâlet-me'âb • 570
Rıdvân • 567 risâlet-penâh • 570
Rıdvân Bi'âtı • 567 rivâyet • 570
rıfk • 567 rivâyet ale’l-vech • 571
DİZİN 776

rivayet asrı • 571 S


rivâyet bi’l-lafz • 571
rivâyet bi’l-ma'nâ • 571 sâ'a / sâ'at • 577
rivâyeten • 571 sabah namazı • 577
riyâ • 571 sâbbe • 577
riyâzet • 571 sâbık • 577
rubâ’î • 571 sâbık u lâhık • 578
rubâ'iyyât • 571 sâbıka • 578
Rufâ'iyye • 571 sâbıka-i meşiyyet-i ilâhiyye • 578
rûh • 571 sabır • 577
rûhânîlik • 572 sâbihât • 578
rûhâniyyet • 572 sâbi'în • 578
rûhâniyyûn • 572 sâbikûn • 578
ruhbân • 572 sâbikûn-i evvelûn • 578
rûh-ı a’zam • 571 sâbit • 578
rûh-ı İlâhî • 572 Sabûr • 578
rûh-ı insânî- 571 sa’d • 579
ruhsat • 572 Sâd suresi • 580
rûhu’l-emîn • 572 sadaka • 579
rûhu’l-kudüs • 572 sadaka-i câriyye • 579
rûhu’r-rûh • 572 sadaka-i fitr • 579
rûhullah • 572 sadaka-i mahbûse • 579
rûh-ullah • 572 sadaka-i mevkûfe • 579
rukbâ • 572 sadaka-i muharreme • 579
rukye • 572 sadaka-i muhbese • 580
Rûm suresi • 573 sadakallahü’l-azîm • 580
Rûmiyye • 572 sadakatü’l-fıtr • 580
Rûşeniyye • 573 sâdât • 580
rûz • 573 sâdât-ı kirâm • 580
rûz-ı belâ- 573 sader • 580
rûz-ı elest • 573 sader tavafı • 580
rûz-ı Hızr • 573 sa'd-ı ekber • 579
rûz-ı kâr • 573 sâdık • 580
rücû • 573 Sa'diyye • 580
rükû • 573 sadr • 580
rükün • 574 sadrî • 580
rüşd • 574 sadriyye • 580
rüşvet • 574 sadru’l-evvel • 580
rü’yâ • 574 sadru’l-hadîs • 580
rü’yâ tabiri • 574 sadru’s-sened • 580
rü'yet • 574 sadûk • 581
rü’yet-i hilâl • 575 sa'du-llah • 579
rü’yetullah • 575 sa’dü’d-dîn • 579
saf - 581
777 586

Saf suresi • 582 sâhib-i zamân • 584


Safâ ve Merve • 581 sâhibü’l-bid'at • 584
Sâffât suresi • 581 sâhibü’l-hadîs • 584
safî • 581 sâhibü’s-sünnet • 584
safir • 581 sâhibü’z-zamân • 584
safiyullah • 581 sahîf • 585
safka • 581 sahîfe • 585
sagâ'ir • 582 sahîfetü’l-a'mâl • 585
sagîre • 582 sahih • 585
sahâbe • 582 sahih hadis • 585
sahâbi • 582 sahîhân • 585
sahâbî • 582 sahîheyn • 585
sahâbî kavli • 582 Sâhiliyye • 585
sahâbiyye • 582 sahn-ı semân • 583
sahâf • 583 sahnü’d-dâr • 583
sahâfî • 583 sahûr • 585
sâhha • 583 sahv • 585
sahhâf • 583 sâ'î • 585
şahın • 583 sa'îd • 586
sâhıt • 583 sa'îr • 586
sahî • 583 sakaleyn • 586
sâhib • 583 sakal-ı şerif - 586
sâhib-dil • 585 sakâlibe • 586
sâhibeyn • 584 sâkıt • 586
sâhib-i arz • 583 sakîm • 586
sâhib-i asâ • 583 salâ • 586
sâhib-i ayâr • 583 salâh • 586
sâhib-i basiret • 583 salâ-hân • 586
sâhib-i beyân • 583 salâh-ı hâl • 586
sâhib-i hayrât • 583 Salâhiyye • 586
sâhib-i hurûc • 583 salâhü’d-dîn • 586
sâhib-i hût • 583 salât • 586
sâhib-i işâret • 583 salât ü selâm • 589
sâhib-i kadîb • 584 salât-ı asr • 587
sâhib-i kâ'inât • 584 salât-ı aşâ • 587
sâhib-i nâmûs • 584 salât-ı cum'a • 587
sâhib-i nazar • 584 salât-ı evvâbîn • 587
sâhib-i rüşd • 584 salât-ı fecr • 587
sâhib-i Sıffîn • 584 salât-ı hamse • 587
sâhib-i sûr • 584 salât-ı havf • 587
sâhib-i tarikat • 584 salât-ı hayr • 587
sâhib-i tertîb • 584 salât-ı husemâ • 587
sâhib-i Yâsin • 584 salât-ı id • 587
sâhib-i yed-i beyzâ • 584 salât-ı istiskâ • 587
DİZİN 778

salât-ı işâ • 587 savma’a • 590


salât-ı işrâk • 587 savm-ı dâvud • 590
salât-ı leyi • 587 savm-ı dehr • 590
salâM mağrib • 587 savtiyye • 590
salât-ı sefer • 587 sa'y • 590
salât-ı tavâf • 587 sâye • 591
salât-ı tevbe • 588 sâye-i Hudâ • 591
salât-ı ümmiyye • 588 sâye-i Yezdân • 591
salât-ı vitr • 588 sayfî • 591
salât-ı vusta • 588 Sayyâdiyye • 591
salât-ı zuhûr • 588 seb’a • 591
salât-nâme • 589 seb'a-i iklim • 591
salâtü’l-asr • 588 seb'a-i mesânî • 591
salâtü’l-aşâ • 588 seb'a-i mu'allaka • 591
salâtü’l-cum'a • 588 sebât•591
salâtü’l-evvâbîn • 588 Sebbih suresi • 591
salâtü’l-fecr • 588 Sebe' suresi • 591
salâtü’l-havf • 588 Sebe'iyye • 592
salâtü’l-hayr • 588 sebep • 592
salâtü’l-husemâ • 588 sebil • 592
salâtü’l-îd • 588 sebüü’r-reşâd • 592
salâtü’l-leyl • 588 Seb'iyye • 592
salâtü’l-mağrib • 588 sebt • 592
salâtü’l-tavâf • 588 Sebtiyye • 592
salâtü’l-vitr • 589 seb'u'l-mesânî • 592
salâtü’t-tevbe • 588 seb'u’t-tuvel • 592
salâtü’z-zuhûr • 589 secâvend • 592
salavât • 589 seccâde • 592
salavât-ı şerife • 589 secde • 592
sâlih (I) • 589 secde ayeti • 593
sâlih (II) • 589 Secde suresi • 593
sâlik • 589 secde-i kübrâ • 593
Sâlinüyye • 589 secde-i şükr • 593
salvele • 589 seciye • 593
Samed • 590 sedd-i zerâ'i' • 593
sâmit • 590 sefeh (I) • 593
sancak-ı şerif • 590 sefeh (II) • 593
sâni •590 sefer (I) • 593
sarih icmâ • 590 sefer (II) • 594
sarihan merfû • 590 sefer der-vatan • 594
sârik • 590 sefih • 594
savaş • 590 sefir • 594
Sâviyye • 590 sehiv • 594
savm • 590 sehiv secdesi • 594
779 598

sehliyye • 594 senetü’l-hüzn • 598


se'îr • 594 senetü’l-vüfûd • 599
sekaleyn • 594 seneviyye • 599
sekar • 594 seniyyetü’l-vedâ • 599
sekerât-ı mevt • 595 Senûsiyye • 599
sekine • 595 seriyye • 599
sekînet • 595 serlevha • 599
sekr • 595 server • 599
sekte • 595 server-i enbiyâ • 599
Selâm • 595 server-i kâ'inât • 599
selâm (I) • 595 setr-i avret • 599
selâm (H) • 595 sevâd-ı a'zam • 599
Selâmiyye • 596 sevâp • 599
selâmlama • 596 sevâ'ü’s-sebîl • 600
selâmlık • 596 seyfullah • 600
selâse • 596 seyr • 600
selâtîn câmi'î • 596 seyr anillah • 600
selbî ve tenzîhî sıfatlar • 596 seyr fillah • 600
seleb • 596 seyr ilallah • 600
selef - 596 seyr ma'allah • 600
selef-i sâlihîn • 596 seyr ü sülük • 600
selefîlik • 597 seyyid • 600
selefîyye • 597 seyyidân • 600
selem • 597 seyyidü’l-beşer • 601
Selmâniyye • 597 seyyidü’l-ebrâr • 601
selsebîl • 597 seyyidü’l-enâm • 601
sem' • 597 seyyidü’l-kevneyn • 601
semâ' • 597 seyyidü’l-muhâcirîn • 601
semâ' (i) • 597 seyyidü’s-sâdât • 601
semâ' (il) • 597 seyyidü’s-sakaleyn • 601
semâ' (m) • 597 seyyi'e • 600
semâh • 597 seyyit • 600
semâhâne • 598 seyyitlik • 601
semâvî din • 598 sıbgatullah • 601
semâzen • 598 sıddîk • 601
semen • 598 sıddîka • 601
semen-i hâl • 598 Sıddîkıyye • 601
semen-i misi • 598 sıfat • 601
semî • 598 sıfat-ı fi'liyye • 601
sem'iyyât • 598 sıfat-ı haberiyye • 602
semûm • 598 sıfat-ı hâliyye • 602
senâ • 598 sıfat-ı ma'ânî • 602
senet (I) • 598 sıfat-ı ma'neviyye • 602
senet (II) • 598 sıfat-ı nefsiyye • 602
DtZİN 780

sıfat-ı selbiyye • 602 sitteti eyyâmi • 606


sıfat-ı sübûtiyye • 602 Sivâsîler • 606
sıfat-ı tenzîhiyye • 602 siyâdet • 606
sıfat-ı zâtiyye • 602 siyâk u sibâk • 606
sıfâtıyye • 602 siyâkat • 606
sıfâtullah • 602 siyâset • 606
sıhah • 602 siyâset-i şer’iyye • 606
sıhah-ı sitte • 602 siyer • 606
sıhriyyet • 603 siyer ve megâzî • 606
sıla-i rahm • 603 siyer-i nebevi • 606
sır • 603 softa • 607
sırât • 603 sofu • 607
sırât-ı müstakim • 604 son cemaat mahalli • 607
sırr-ı hâl • 603 sû’ • 607
sırr-ı istivâ • 603 su'âl • 607
sırr-ı kader • 603 subûtî sıfatlar • 609
sırr-ı lâhûtî • 603 suç • 607
sırr-ı rubûbiyyet • 603 suffe • 607
sırr-ı tecelliyât • 603 sûfî • 607
sırrü’s-sırr • 603 sûfiyân • 607
sıvış yılı • 604 sûfiyâne • 607
siccîl • 604 sûfiyye • 607
siccîn • 604 sûfiyyûn • 608
sidre-i kürsî • 604 sugûr • 608
sidretü’l-müntehâ • 604 sûhte • 608
sifr • 604 suhuf • 608
sîga • 604 sû'-i hâtime • 607
sihâk • 604 sulehâ • 608
sihir • 604 sulh • 608
sika • 605 sultân (I) • 608
sikât • 605 sultân (II) • 608
sikâye • 605 sultâniyye • 608
sikke • 605 sûr • 608
silsile • 605 sûre • 608
silsile-nâme • 605 sûret • 609
silsiletü’l-kizb • 605 sûret-i Hakk • 609
silsiletü’z-zeheb • 605 sûret-i ilâh • 609
simsâr • 605 sûret-i irâde • 609
Sîniyye • 605 sûret-i Muhammediyye • 609
sipehsâlâr • 605 sûret-i tecelliyât • 609
sirâc • 605 sûretü’l-cevâhir • 609
sîre • 605 sûretü’l-heyûlâ • 609
sîret • 605 surre • 609
sîretü’n-nebî • 605 surre alayı • 609
781 617

surre emini • 609 sünnî • 613


sû'ü’d-dâr • 607 Sünnîlik • 614
sübâ'iyyât • 609 Süreyya • 614
sübhân • 609 Süryânî • 614
sübhânallah • 610 süt akrabalığı • 614
Sübhaneke • 610 sütre • 614
sübhânî • 610 süvâ • 614
sübûtî sıfatlar • 610 süveydâ • 614
sücûd • 610
südâsiyyât • 610
Sühreverdiyye • 610 Ş
süknâ • 610
süknâ hakkı • 611 şa'bân • 615
sükut • 611 şa'bân orucu • 615
sükût orucu • 614 Şa'bâniyye • 615
sükûtî icmâ • 611 şa'bânü’l-mu'azzam • 615
sülâsiyyât • 611 şadırvan • 615
sülbî • 611 şâfi • 615
sülbî sıfatlar • 611 Şâfı'î • 616
sülbiyye • 611 Şâfi'î Mezhebi • 616
sülük • 611 şâfi-i rûz-ı cezâ • 615
sülüs • 611 şâfi-i yevm-i cezâ • 615
sülüs-i leyi • 611 Şâfı'îlik • 616
sümâniyyât • 611 şâfi'iyye • 616
sümeniyye • 611 şâh • 616
sünâ'iyyât • 611 şâhâ • 616
Sünbüliyye • 611 şahâdet • 616
sünen • 611 şâh-ı Kerbelâ • 616
sünen-i erba'a • 612 şâh-ı Kevneyn • 616
sünen-i hudâ • 612 §âh-ı levlâk • 616
sünen-i zevâ'id • 612 şâh-ı mârân • 616
sünnet (I) • 612 şâh-ı merdân • 616
sünnet (II) • 613 şâh-ı necef • 616
sünnet (III) • 613 şâh-ı risâlet • 616
sünnet-i gayr-i mü'ekkede • 613 şâh-ı velâyet • 616
sünnet-i mâdiyye • 612 şâh-ı zü’l-fekâr • 616
sünnet-i mü'ekkede • 613 şâhid • 616
sünnetullah • 613 şâhid ve meşhûd • 617
şâhid-i asi • 617
sünnetü’l-fi'liyye • 612
sünnetül-Hudâ • 613 şâhid-i fer' • 617
şâhid-i zûr • 617
sünnetü’l-kavliyye • 612
şak • 617
sünnetü’n-nebeviyye • 612
şakî • 617
sünnetü’t-takrîriyye • 613
şakk-ı sadr • 617
sünnetü’z-zevâ'id • 613
şakku’l-kamer • 617
DİZİN 782

şarâb-ı aşk • 617 şer'-i şerif - 622


şarâb-ı cennet • 617 şerî'at • 622
şarâb-ı tahûr • 617 şerif • 622
şarap • 617 şer'u men kablenâ • 622
şâri • 617 şevâhidü’n-nübüvve • 622
şârih • 618 şevvâl • 622
şart • 618 şevvâl orucu • 622
şathiyye • 618 şeyh (I) • 622
şavt•618 şeyh (II) • 623
şâz • 618 şeyh (III) • 623
Şâzeliyye • 618 şeyhân • 623
şeb-i arûs • 618 şeyhayn • 623
şecâ'at • 618 şeyh-i fâni • 622
şecere • 618 şeyh-i imâret • 622
şecere-i mübâreke • 618 şeyh-i kebîr • 623
şed • 619 şeyh-i necdî • 623
şedîd • 619 şeyhü’l-cebel • 623
şedîdü’l-azâb • 619 şeyhü’l-ekber • 623
şedîdû’l-ikâb • 619 şeyhü’l-hacc • 623
şedîdü’l-mihâl • 619 şeyhü’l-harem • 623
şedîdü’z-za'f • 619 şeyhü’l-islâm • 623
şefâ'at • 619 şeytân • 623
şefâ'at-nâme • 619 şeytân taşlama • 624
şefi • 619 şeytâniyye • 624
şefî'-i müznibîn • 619 Şî'a • 624
şefî'-i rûz-ı cezâ • 620 şi'âr • 624
şehîd • 620 şifâ • 624
Şehîd • 620 Şi’î-624
şehir • 620 Şi’îlik • 624
şehit • 620 şikâk • 625
şehr-i ramazan • 620 şikeste • 625
şek • 620 şîr • 625
Şekûr • 621 şîr-i Hakk • 625
şemâ'il • 621 şîr-i Hudâ • 625
şemâ'il-i şerife • 621 şîr-i Yezdân • 625
şemâ'il-nâme • 621 şirk • 625
Şems suresi • 621 şirk-i asgar • 625
Şemsiyye • 621 şirk-i a'zam • 625
şe'n-i küllî-i câmi • 621 şirk-i ekber • 625
şer (I) • 621 şirk-i esbâb • 625
şer (II) • 621 şirk-i istiklâl • 625
şerefe • 622 şirk-i taklîd • 625
şerh • 622 şirk-i takrîb • 625
şer'î • 622 şirk-i teb’îz • 626
783 635

şitâ’î • 626 Tâciyye • 630


şöhret • 626 ta'dîl • 630
Şu'arâ suresi • 626 ta'dîl ve tecvîr • 631
şuf a • 626, 627 ta'dü-i erkân • 631
şuf a hakkı • 626,627 tafdîl • 631
şûrâ • 626 tafsili iman • 631
Şûrâ suresi • 627 tâgüt•631
şûrâ-yı saltanat • 626 Tağlibiyye • 631
şu'ûbiyye • 627 tağrîr • 631
şuyûh kitapları • 627 Tâ-hâ suresi • 632
şühedâ • 627 tahallül • 632
şühûr-ı selâse • 627 tahammül • 632
şükür • 627 tahâret • 632
şükür secdesi • 627 tahâret-i kübrâ • 632
şükür-i vuzû • 627 tahâret-i sugrâ • 632
şürb • 627 tahcîr • 633
şüzûz • 628 tahdîs • 633
tahfif-633
tahfîfû’l-ukübe • 633
T
tahfîfü’s-salât • 633
tahiyyât • 633
tâ hâ • 632
tahiyyata oturmak • 633
tâ sin • 640
tahiyyetü’l-mescid • 633
tâ sin mim • 641
tahiyyetü’l-mescid namazı • 633
ta'abbüdiyyât • 629
tahiyyetü’l-mescid tavafı • 633
ta'addî • 629
tahkik • 633
ta'addüd-i zevcât • 629
tahkim • 633
ta'alluk • 629
tahlif - 633
ta’assup • 629
tahlît • 633
tâ'at • 629
tahmîd • 634
ta'ayyün • 629
tahrîc (I) • 634
tab' • 629
tahrîc (II) • 634
tabâ'i'iyyûn • 629
tahrîc-i icmâlî • 634
tabaka • 629
tahrîc-i tafsili • 634
tabakât • 630
tahrîcü’l-menât • 634
tab'-ı kalb • 629
tahrif • 634
tabî'at • 630
tahrîm • 634
tabî'atçılar • 630
Tahrîm suresi • 634
tâbi'î • 630
tahrîme • 634
tâbi’în • 630
tahrîmen mekrûh • 634
tabî'iyyât • 630
tahsîb • 635
ta'bîr • 630
tahsis • 635
ta'bîrnâme • 630
tahvil • 635
tâbi'ûn • 630
tahyîr • 635
tablhâne • 630
DİZİN 784

tahzîb • 635 tarafeyn • 639


takas • 635 Târik suresi • 639
takdir • 635 ta'rîf-hân • 639
takdis • 635 tarîk • 639
takıyye • 635 tarikat • 639
taklîd (I) • 635 tarîkat-i Muhammediyye • 640
taklîd (II) • 635 tarîkat-nâme • 640
takrîb • 636 tarîk-i Ahmed-i Muhtâr • 639
takrîbül-mezâhib • 636 tarz • 640
takrir • 636 tasadduk • 640
takriri sünnet • 636 tasavvuf - 640
taksir • 636 tasdik • 640
taksîru’s-salât • 636 tasfiye • 640
takvâ • 636 tashîf-640
takvâ-yı hakikat • 636 tashih • 640
takvâ-yı şerî'at • 637 tatavvu • 641
takyîd • 637 tatavvu namazı • 641
takyîdül-hadîs • 637 ta'tîl • 641
talâk-637 tatlîk • 641
Talâk suresi • 637 tavâf • 641
talâk-ı bâ'in • 637 tavâf namazı • 641
talâk-ı bıd'î • 637 tavâli • 641
talâk-ı fuzûlî • 637 Tâvûsiyye • 641
talâk-ı mu'allak • 637 Tayfuriyye • 641
talâk-ı müncez • 637 Tayyâriyye • 642
talâk-ı ric'î • 637 tayy-ı mekân • 642
talâk-ı selâse • 637 tayy-ı zamân • 642
talâk-ı sünnî • 637 tayyip • 642
talebül-hadîs • 638 tazarru • 642
ta'lîk (I)-638 ta'zîr • 642
talik (II)-638 ta'ziyye • 642
ta'lîk (III)-638 tazminât • 642
ta'lîkât • 638 te'addüd-i zevcât • 642
ta'lîl • 638 te'âlâ • 642
tâlip • 638 te'âlâ ve tekaddes • 642
tâmmetül-kübrâ • 638 te'âruz • 642
tan(I)-638 te'âvîz • 642
ta'n (II) • 638 tebâreke • 642
Tanrı • 638 Tebâreke suresi • 643
Tanrı bilimi • 639 Tebbet suresi • 643
Tanrı evi • 639 tebe' • 643
Tanrı selâmı • 639 tebe'-i tâbi'în • 643
tanrılık • 639 teberrî • 643
tapmak • 639 teberrû • 643
785 650

tebettül • 643 tefvîz-i âmm • 646


tebe'ü’t-tâbi’în • 643 tefvîz-i mukayyed • 646
tebliğ • 643 tefvîz-i talâk • 646
tebrik • 643 tefvîzü’l-bud' • 646
tebşir • 643 tefvîzü’l-mehr • 646
tebşîrât • 643 Tegâbün suresi • 647
tebyîn • 643 tehaddî • 647
tecâveze Allahu an seyyi'âtihi • 644 tehârüc • 647
tecdîd • 644 teheccüd • 647
tecdîd-i îmân • 644 teheccüd namazı • 647
tecellî • 644 tehlîl • 647
tecellî-i âsâr • 644 tehzîb • 647
tecellî-i ef âl • 644 tekâfü • 648
tecellî-i esmâ • 644 tekâfü'ü’l-edille • 648
tecellî-i rahîmî • 644 tekâlif - 648
tecellî-i rahmânî • 644 tekâlîf-i bi’l-vâsıta • 648
tecellî-i sıfât • 644 tekâlîf-i bilâ-vâsıta • 648
tecellî-i sıfâtî • 644 tekâlîf-i maktû'a • 648
tecellî-i şühûdî • 644 tekâlîf-i mütezâyide • 648
tecellî-i zâtî • 644 tekâlîf-i örfiyye • 648
tecessüs • 644 tekâlîf-i şâkka • 648
techîz • 645 tekâlîf-i şer'iyye • 648
tecrîd • 645 tekâmül nazariyesi • 648
tecvîd • 645 Tekâsür suresi • 648
tedbîr • 645 tekaşşuf • 648
tedbîrü’l-medîne • 645 tekbîr • 649
tedbîrü’l-menzil • 645 tekfin • 649
tedebbür • 645 tekfir • 649
tedlîs • 645 tekke • 649
tedrîc • 645 teklif - 649
tedvin • 645 teklîf-i mâ lâ yutâk • 649
tedvînü’l-hadîs • 645 tekrârü’l-Kur'ân • 649
tedvir • 646 tekvin • 649
tefekkür • 646 Tekvin • 649
teferrüd • 646 Tekvîr suresi • 649
tefrîd • 646 tekzîb • 650
tefrik • 646 telbiye • 650
tefrika • 646 telfîk(I)-650
tefrit • 646 telfîk(II)-650
tefsir • 646 telhis • 650
tefvît • 646 tel'îf • 650
tefviz (I) • 646 telkin (I) • 650
tefviz (II) • 647 telkin (II) • 650
tefviz (III) • 647 telvîn • 650
DİZİN 786

temellük kaydı • 650 tesbît • 654


temenna • 650 tesebbüt • 654
temenni • 651 teselsül • 654
temettü • 651 tesettür • 654
temettü haccı • 651 teslim • 655
temkin • 651 teslis • 655
temkin vakti • 651 tesmî • 655
temlik • 651 tesmiye • 655
temlîk-nâme • 651 tesnîm • 655
temyiz • 651 tesvîb • 655
tenâsüh • 651 tesviye • 655
tencîm • 651 teşbih • 656
teneşir • 651 teşehhüd • 656
tenezzül • 651 teşehhüd miktarı • 656
tenezzül-i İlâhî • 651 teşe'üm • 656
tenezzül-i sıfat • 652 teşeyyü • 656
tenezzül-i vücûd • 652 teşmît • 656
tenkîhu’l-menât • 652 teşrik • 656
tenkis • 652 teşrik tekbiri • 656
tenkîsu’l-Kur'ân • 652 teşyi • 656
tenkîsu’l-vudû' • 652 tevâ • 656
tenzih • 652 tevakkuf - 656
tenzîhen mekrûh • 652 tevâtür • 656
tenzihi ve selbî sıfatlar • 652 tevbe • 657
tenzîhü’l-enbiyâ • 652 Tevbe suresi • 657
teoloji • 652 teveccüh • 657
terâvîh • 653 tevekkül • 657
terâvih namazı • 653 tevellâ • 657
terceme • 653 tevellî • 657
terci • 653 tevessül • 657
tercih • 653 tevfîk • 658
tercih bilâ müreccih • 653 tevfîz • 658
tercüme • 653 tevhîd • 658
tereke • 653 tevhîd ilmi • 659
terike • 653 tevhîdât • 659
terk • 653 tevhîdhâne • 659
tertîl • 653 tevhîd-i ef âl • 658
terviye • 653 tevhîd-i sıfât • 658
terviye günü • 654 tevhîd-i zât • 658
tesâhül • 654 te'vîl • 659
tesâkut • 654 tevkî (I) • 659
teşbih (I) • 654 tevkî (II) • 659
teşbih (II) • 654 tevkil • 659
teşbih namazı • 654 tevlîd • 659
787 666

tevliye • 659 Uceyliyye • 665


tevliyet • 659 udhiyye • 665
Tevrat • 659 udvân • 665
Tevvâb • 659 uhde • 666
tevvâbîn • 660 uhuvvet • 666
teyemmüm • 660 ukab • 666
teyemmümün farzı • 660 uknûm • 666
tezekkür • 660 ukûbât • 666
tezkiye • 660 ukûl • 666
tezkiye (I) • 660 ukûl-i aşere • 666
tezkiye (II) • 660 ukûl-i müfârika • 666
tezvîc • 660 ulemâ • 666
tıbb-ı nebevi • 660 ulemâ-yı âmilin • 666
tıbb-ı rûhânî • 660 ulemâ-yı rusûm • 666
tıp • 660 ulemâ-yı selef • 666
tıvâl • 661 ulûT-azm • 667
tıyere • 661 ulû’l-ebsâr • 667
Ticâniyye • 661 ulûT-elbâb • 667
tilâvet • 661 ulûT-emr • 667
tilâvet secdesi • 661 ulûT-erhâm • 667
Tin suresi • 662 ulû’l-irbe • 667
töhmet • 662 ulûhiyyet • 666
töhmetü’r-râvî • 662 ulûm • 667
tövbe • 662 ulûm-ı cüz'iyye • 667
tövbe namazı • 662 ulûm-ı edebiyye • 667
tûbâ • 662 ulûm-ı hikmet-i tabî'iyye • 667
Tûfân • 662 ulûm-ı hukûkiyye • 667
tuğyân • 663 ulûm-ı nakliyye • 667
tuhr • 663 ulûm-ı şer'iyye • 668
tulekâ • 663 ulûm-ı ta'lîmiyye • 668
tûl-i emel • 663 ulûm-ı zâhire • 668
tulû'-ı gaile • 663 ulûm-i akliyye • 667
tu’me • 663 ulûm-i âliye (I) • 667
Tür suresi • 663 ulûm-i âliye (II) • 667
turuk-ı isnâ aşere • 663 ulûm-i ameliyye • 667
turûku’l-hadîs • 663 ulûm-i dîniyye • 667
türbe • 663 ulûm-i garibe • 667
tüsâ'iyyât • 663 ulûm-i hikemiyye • 667
ulûm-i külliyye • 667
ulûm-i müte'ârefe • 667
U
ulûm-i nefsâniyye • 668
ulûm-i riyâziyye • 668
ubeydullah • 665
ulûm-i siyâsiyye • 668
ubûdiyyet • 665
ulûm-i tabî'iyye • 668
ucb • 665
DtZÎN 788

ulûm-i tâliyye • 668 üm • 671


ulûmü’l- Kur'ân • 668 ümmet • 672
ulûmü’l-hadîs • 668 ümmî • 672
ulûv • 668 ümmü veled • 672
ulûvv-i mutlak • 668 ümmü’d-dünyâ • 671
ulûvv-i nisbî • 668 ümmü’l-büâd • 671
ulûvvü’l-hadîs • 668 ümmü’l-fürûh • 671
umde • 668 ümmü’l-habâ'is • 671
umdetü’l-İslâm • 668 ümmü’l-kitâb • 672
umdetü’l-ma'nevî • 668 ümmü’l-kurâ • 672
umrâ • 669 ümmü’l-Kur'ân • 672
umre • 669 ümmü’l-mü'minîn • 672
umre tavafı • 669 ümmü’l-veled • 672
umre-i nebevi • 669 ümmü’n-nûr • 672
umûm • 669 ümmü’n-nücûm • 672
umûmü’l-belvâ • 669 üns•672
unnet • 669 üslûbü’l-Kur'ân • 672
urûz • 669 üslûp • 672
usûbet • 669 üsve-i hasene • 673
usûbet-i müştereke • 669 üveysîlik • 673
usûl•669
usûl ve fürû • 670
usûl-i fıkh • 669 V
usûl-i hadîs • 669
usûl-i hamse • 669 v’Allahi • 683
usûl-i kadîm • 669 vaad • 675
usûl-i selâse • 670 vaaz • 675
usûl-i sitte • 670 vâcib • 675
usûliyye • 670 vâcib li-zâtihi • 676
usûlü’d-dîn • 670 vâcib-i gayr-ı muhadded • 675
usûlü’l-hadîs • 670 vâcib-i kifâ'î • 675
usûlü’ş-şerî’a • 670 vâcib-i mu'ayyen • 676
uşâriyyât • 670 vâcib-i mudayyak • 676
uşr • 670 vâcib-i muhadded • 676
uzlet • 670 vâcib-i muhayyer • 676
üzre • 670 vâcib-i mukayyed • 676
uzzâ • 670 vâcib-i mutlak • 676
vâcib-i müvessa • 676
vâcibü’l-îfâ • 676
Ü vâcibü’l-ittibâ • 676
vâcibü’l-vücûd • 676
üç aylar • 671 vâcibü’r-ri'âye • 676
üç talâk • 671 vâcid • 677
üçleme • 671 Vâcid • 677
ülfet • 671 va'd • 677
789 681

va'dve va’îd - 677 vakfiyename • 680


va’de • 677 vakfiyye • 680
vadî'a • 677 vâkı'a • 680
vad'u’l-hadîs • 677 Vâkı'a suresi • 680
vahdânî • 677 vakıf • 681
vahdâniyye • 677 vâkıfe • 682
vahdâniyyet • 677 Vâkıfe • 682
vahdet • 678 vâkıfiyye • 682
vahdet-i fikr • 678 vakıfname • 682
vahdet-i kusûd • 678 vâkî • 680
vahdet-i şuhûd • 678 vakit • 682
vahdet-i vücûd • 678 vâlî • 682
vahdet-nâme • 678 vârid • 682
vâhid • 678 vâridât • 682
vahiy • 678 vâridât-i ilhâmiyye • 682
vahiy kâtibi • 679 vâridât-i nefsâniyye • 682
vahşet • 679 vâridât-i rahmâniyye • 683
vahy-i bâtın • 679 vâridât-i şeytâniyye • 682
vahy-i gayri metlüv • 679 vârid-i rûhâniyye • 682
vahy-i metlüv • 679 Vâris • 683
va’îd • 679 varlık • 683
va'îdiyye • 679 vasıl • 683
vâ'iz • 680 Vâsıliyye • 683
vakf bi’s-süknâ • 680 Vâsi • 683
vakfveibtidâ • 680 vasî (I) • 683
vakfe • 680 vasî (II) • 684
vakf-ı ebnâ'iyye • 681 Vâsi’ü’l-mağfire • 683
vakf-ı ehlî • 681 vasiyet bi’l-galle • 684
vakf-ı evlâdiyye • 681 vasiyet bi’l-hac • 684
vakf-ı fâsid • 681 vasiyet bi’l-muhâbât • 685
vakf-ı fuzûlî • 681 vasiyet bi’s-sehem • 685
vakf-ı gayr-ı lâzım • 681 vasiyet bi’s-semere • 685
vakf-ı hayrî • 681 vasiyet bi’s-süknâ • 685
vakf-ı lâzım • 681 vasiyet bi’s-sülüs • 685
vakf-ı marîz • 681 vasiyet bi’ş-şart • 685
vakf-ı mevkut • 681 vasiyet-i gayr-i mürsele • 684
vakf-ı mu'allak • 681 vasiyet-i mu'allaka • 684
vakf-ı muzâf • 681 vasiyet-i mukayyede • 684
vakf-ı müneccez • 681 vasiyet-i mutlaka • 684
vakf-ı müstesnâ • 681 vasiyet-i mürsele • 684
vakf-ı müşâ • 681 vasiyetname • 685
vakf-ı müşterek • 682 vasiyyet (I) • 684
vakf-ı müte'âref • 682 vasiyyet (II) • 684
vakf-ı sahîh • 682 vasi • 685
DİZİN 790

vatan • 685 velâyet-i kübrâ • 691


vatan-ı aslî • 685 velâyet-i suğrâ ’ 691
vatan-ı ikâme • 685 velâyet-i uzmâ • 691
vatan-ı süknâ • 685 velâyet-i vustâ • 691
vaz' • 685 velâyet-i zâtiyye • 691
vâzı' • 685 velâyetname • 691
vâzire • 686 velâyet-penâh • 692
vaz'u’l-haml • 685 veled • 692
vecd • 686 veled-i benât • 692
vecd ve tevâcüd • 686 veled-i benîn • 692
vech • 686 veled-i hâdis • 692
vechü’l-hak • 686 veled-i kul • 692
vecih • 686 veled-i ma'nevî • 692
ved • 686 veled-i müvâlât • 692
vedâ haccı • 686 veled-i sulbî • 692
vedâ hutbesi • 686 veled-i zinâ • 692
vedâ tavafı • 688 Velî • 692
vedî'a • 689 velîme • 693
Vedûd • 689 veliyy-i akreb • 692
vedy • 689 veliyy-i cinâye • 692
vefâ • 689 veliyy-i eb'ad • 692
Vefâ'iyye • 689 veliyy-i kısâs • 692
vefât • 689 veliyy-i mücbir • 692
vefeyât • 689 veliyy-ullah • 693
Vehhâb • 689 veliyyü’d-dem • 693
vehhâbî • 690 veliyyü’l-emr • 693
Vehhâbîlik • 690 veliyyü’l-kâsır • 693
vehhâbiyye • 690 veliyyü’n-ni'am • 693
vehhâbiyyet • 690 vera • 693
vehhâbiyyûn • 690 verâk / verrâk • 693
vehim • 690 verâset • 693
vehn • 690 verd • 693
vekâlet • 690 verd-i Muhammedi • 693
vekil • 691 veresiye • 693
Vekil • 690 verkâ • 693
velâ • 691 vesâ'ik • 693
velâ'u’l-hılf • 691 vesâ'il • 694
velâ'u’l-ıtâka • 691 vesâyet • 694
velâ'u’l-îslâm • 691 vesile • 694
velâ'u’r-rahm • 691 vesüetü’n-necât • 694
velâyet • 691 vesk • 694
velâyet-i âmm • 691 vesvese • 694
velâyet-i cerâ'im • 691 vezin • 694
velâyet-i hâssa • 691 vicâde • 694
791 705

vicdân • 694 yakîn • 700


vildân • 694 yakîniyyât • 700
vird • 694 yalan • 700
visâl • 694 yâr • 700
vitir namâzı • 695 yâr-ı bâkî • 700
vitr • 695 yâr-ı fâni • 700
vitrü’l-leyl • 695 yâr-ı gâr • 700
vizr • 695 Yâsîn suresi • 701
vudû' • 695 yatsı namazı • 701
vuhdân • 695 yazma • 701
vuhdâniyyât • 695 Ye'cûc ve Me'cûc • 702
vukuf - 695 yed • 702
vuslat • 695 yedeyn • 703
vusûl • 695 yed-i adi • 702
vuzü • 695 yed-i beyzâ • 702
vücûb • 695 yed-i emin • 702
vücûb alellah • 695 yed-i niyâbet • 702
vücûb ehliyeti • 695 yed-i süflâ • 702
vücûd • 696 yed-i ulyâ • 702
vücûd-ı âhir • 696 yed-i vâhid • 702
vücûd-ı evsat • 696 yed-i yümnâ • 703
vücûd-ı evvel • 696 yed-i yüsrâ • 703
vücûd-ı hârici • 696 Yemâniyye • 703
vücûd-ı mutlak • 696 Yemeniyye • 703
vücûd-ı mümkin • 696 yemin • 703
vücûd-ı vâcib • 696 yemin keffâreti • 704
vücûd-ı zihnî • 697 yemîn-i gamûs • 703
vücûd-nâme • 697 yemîn-i lağv • 703
vücûh • 697 yemîn-i mün'akide • 704
vücûh ve nezâ'ir • 697 yeni ahid • 704
vürûd • 697 ye's • 704
vürûdi’l-hadîs • 697 Yesevîlik • 704
Yeseviyye • 704
yesrib • 704
Y
yesribî • 704
Yesü'î • 704
yâ sîn • 699
Yesü'iyye • 704
yâddâşt • 699
yetîm • 704
yâdkerd • 699
yevm • 705
Yâfi'iyye • 699
yevm-i arefe • 705
yağmur duası • 699
yevm-i aşure • 705
Yahudi • 700
yevm-i azîm • 705
Yahudi karşıtlığı • 700
yevm-i cezâ • 705
Yahudilik • 699
yevm-i hasret • 705
yakaza • 700
DİZİN 792

yevm-i haşr • 705 yevmü’s-selâse • 706


yevm-i hisâb • 705 yevmü’t-tegâbün • 707
yevm-i kamerî • 705 yevmü’t-telâkî • 707
yevm-i kebîs • 705 yevmü’t-tenâd • 707
yevm-i kesîb • 705 Yezidîlik • 708
yevm-i kıyâmet • 705 Yezîdiyye • 707
yevm-i meşhûd • 705 yokluk • 708
yevm-i mevkıf • 706 yolculuk duası • 708
yevm-i mî’âd • 706 Yûnus suresi • 708
yevm-i mîsâk • 706 Yûsuf suresi • 708
yevm-i nahr • 706
yevm-i sa'âdet • 706
yevm-i sakil • 706 Z
yevm-i su'âl • 706
yevm-i şekk • 706 zâbitûn • 709
yevm-i şems • 706 zabt•709
yevmü’d-dîn • 706 zabt-ı gayr-ı tâm • 709
yevmü’l-ahad • 706 zabt-ı kitâb • 709
yevmü’l-âhir • 706 zabt-ı sadr • 709
yevmü’l-âzife • 706 zabt-ı tâm • 709
yevmü’l-ba's • 706 zâcirât • 709
yevmü’l-bedr • 706 zâhid • 709
yevmü’l-cem’ • 706 Zâhidiyye • 709
yevmü’l-cum'a • 706 zâhir • 710
yevmü’l-erba'a • 706 Zâhir • 710
yevmü’l-fasl • 706 Zâhirî mezhebi • 710
yevmül-feth • 706 Zâhirîlik • 710
yevmü’l-fürkân • 707 Zâhiriyye • 710
yevmü’l-hak • 707 zahriyye • 710
yevmü’l-hamîs • 706 za’îf • 710
yevmül-hasret • 707 zâkir • 710
yevmü’l-haşr • 707 zâlim • 710
yevmül-hisâb • 707 zalûm • 711
yevmü’l-hulûd • 707 zam • 711
yevmü’l-hurûc • 707 zâmin • 711
yevmül-ınkıtâ • 707 zamm-ı sûre • 711
yevmü’l-isneyn • 706 zarb • 711
yevmü’l-kıyâmet • 707 Zâriyât suresi • 711
yevmü’l-meşhûd • 707 zarûrât-ı dîniyye • 711
yevmü’l-mev'üd • 707 zarûriyyât • 711
yevmü’l-nahr • 707 zât • 712
yevmü’l-va'îd • 707 zât-ı âlî • 712
yevmü’n-nefîr • 707 zât-ı baht • 712
yevmü’s-sebt • 706 zât-ı devletleri • 712
zât-ı fehâmet-penâhî • 712
793 719

zât-ı haşmet-penâhî • 712 zevâl • 715


zât-ı hümâyûn • 712 zevâl vakti - 715
zât-ı ilâhiyye • 712 zevç • 715
zât-ı kibriyâ • 712 zevce • 715
zât-ı muhterem • 712 zevi’l-erhâm • 715
zât-ı mutlak • 712 zevi’l-kurbâ • 715
zât-ı risâlet-penâhî • 712 zevk • 716
zât-ı sâmî • 712 Zeydîlik • 716
zât-ı şâhâne • 712 Zeydiyye • 716
zât-ı vâlâları • 712 zeyil • 716
zâtı sıfatlar • 712 Zeyla’iyye • 716
zâviye • 712 Zeyniyye • 716
zayıf - 712 zıddeyn • 716
zayıf hadis • 712 zıhâr • 716
zebânî - 712 zıhâr keffâreti • 717
Zebûr • 713 zmdık • 717
zecr • 713 Zi’n-nûreyn • 718
Zehebiyye • 713 zîc • 717
Zehrâveyn • 713 zihin • 717
zekât • 713 zikir • 717
zekât-ı hakîkî • 713 zikr • 717
zekât-ı hâriç • 714 zikr-i alenî • 717
zekâtü’l-fıtr • 714 zikr-i cehrî • 717
zekere • 714 zikr-i cemîl • 717
zelle • 714 zikr-i dâ’im • 717
zelletü’l-kâri' • 714 zikr-i hafî • 717
zelletü’l-Kur’ân • 714 zikr-i kalbî • 717
Zelzele suresi • 714 zikr-i kıyâm • 717
Zemîmiyye • 714 zikrullah • 717
zemm • 714 zilhicce • 717
zemzem • 714 zilhicce orucu • 718
zemzem suyu • 714 zilka’de • 718
zenâdıka • 714 zillet • 718
zenb • 714 zilyetlik • 718
zerâyi • 714 Zilzâl suresi • 718
zerî'a • 714 zimmet • 718
Zerkûbiyye • 715 zimmî • 718
zerre • 715 zinâ • 718
Zerrîntâc • 715 zî-rahm • 718
Zerrûkıyye • 715 zî-rahm-ı mahrem • 718
zevâ'it • 715 ziyâdât • 718
zevâ'it kitapları • 715 ziyâde • 718
zevâ’it sünnetler • 715 zu'afâ • 719
zevâ’it tekbirleri • 715 zuhr-i âhır namazı • 719
DİZİN 794

Zuhruf suresi • 719 zü-ikâb • 720


zuhûr • 719 zü-intikâm • 720
zulmet • 719 zül • 720
zulüm • 719 zü-1-akl • 719
zü • 719 zü-1-akl ve-l-ayn • 719
zü’l-arş • 719 Zü-l-celâl ve’l-İkrâm • 720
zü’l-celâl • 720 zülfikâr • 720
zü’l-fazl • 720 zülfikâriyye • 720
zü’l-ikrâm • 720 Zülkarneyn • 721
zü’l-kuvâ • 720 zü-mağfire • 721
zü’l-me'âric • 720 Zümer suresi • 721
Zü’n-nûreyn • 721 zünnâr • 721
zü’r-rahme • 720 zünnâr-ı bâtm • 721
zü’t-tavl • 720 zünnâr-ı zâhir • 721
zühd • 720 zünnûn • 721
zühd ve rekâ'ik • 720

You might also like