Professional Documents
Culture Documents
E P Ü N i V E R S i T E S i
KUTLUAY ERDOGAN
Iletişim Yayınları
CATVLLVS
C E P Ü N V E R $ 1 T E S
Alevilik- Bektaşilik
KUTLUAY ERDOGAN
Iletişim Yayınları
CATVLLVS
(' ş y a y ll ri
C E P Ü N i V E R S i T E S i
Yayın Kurulu:
Fah riAral, Murat Belge, Tanıi Bora, Mural Güitekingil,
Ahmet insel, Erkan Kayılı, Ümit Kıvanç
Tuğrul Paşaoğlu, Mete Tunçay
Görsel Tasarım: Ümit Kıvanç
Kapak iııüstrasyonu: Gürcan Özkan
Dizgi: RemziAbbas
Sayfa Düzeni: Filiz Burhan
Baskı: Şefik Matbaası (iç) 1 Ayhan Malbaası (kapak)
iletişim Yayıncılık A.Ş.· Cep Üniversitesi 131 ·ISBN 975-470-360-4
1. Basım: iletişim Yayınları, Ekim 1993
Ekim 1866 tarihli BO. baskısından çevrilmiştir.
jLETIŞIM YAYlNLARI
Içindekiler
SUNUŞ ........................................................................................................................... 9
1. BÖLÜM ................. .................................................................... . . . ............................ 1 3
Eski Türklerde inançlar................................................................................ 1 3
Hoca Ahmed Yesevı - Düşüncesi ve
Bektaşiliğe Etkisi . . ...... ... ............ .................................................... :.................. 18
ll. BÖLÜM .......................................................... . ........................................................ 24
Hacı Bektaş Veli ve Menşei ....................................................... .............. 24
Bektaşiliğe Etki Eden Mezhep-Tarikat ve
Diğer Cereyanlar . .................. ............................... ...... ........ .............. . .. ........... 32
. .
lll. BÖLÜM .............. ...................................................................................... ............. 41
Bektaşilik ve Alevilik Nedir? ................................................... ...... ....... . . . . . 41
f
Bekt!'lşi Sırrı v.e Bazı Ya ı.�lar ......:...............,........................ ................. 53
Alevı-Bektaşı_ Ibadet ve erenlerı ................... . ...... ............................... 57
BiBLiYOGRAFYA ....... ...................... ..................................................... ............... 146
Sütüyle şefkatiyle biiyiitell
Annem Hamide Hanını'ı rahmetle anarak...
K. E.
SUNUŞ
9
nelde birlik ve insanlık düşüncesini arayagelmişlerdir. Alevi
şairi MeiCıli şöyle diyor:
10
Bu sorulara cevap ararken batıdaki hümanizma hareke
tinin etkileri de unutulmamalıdır. Öte yandan bir Gana
atasözü "Yalruz insandır önemli olan, altına sesleniyorum
ses vermiyor, kumaşa sesleniyorum karşılık alamıyorum,
yalruz insandır ses veren" diyor. Bir Roınen atasözü ise;
"Insan umudunu insana bağlar" anlamındadır. Hintliler ise;
"Dünyada insandan d.aha büyük gerçek yoktur" inancını
savunurlar.
Diğer taraftan insanlığı parçalamak bölmek siyaseti, eski
Çin'de, Roma'da daha sonra söıni.ü"geci emperyalist devlet
lerde hep süregelmiştir. Türk devletleri üzerinde Rusların bu
siyaseti güderek Şi1 ve Sünn) ayrımını körükledikleri, böylece
bu yöreleri parçalayarak yüzyıllar boyu yönettikleri biliniyor.
Azerbaycan'ın Şii ve Sünni Türkleri arasında bu ayıncılığa
karşı söylenegelen deyişlerden aşağıdaki buna kanıttır.
ll
20. yüzyılda artık, "Mehdi" (Kurtarıcı) ler beklemek yerine,
hakların ve özgürlüklerin verilmesi, aklın kaynağına bilimin
rehberlik etmesi gerekiyor. Bu noktada laiklik önem kaza
nıyor. Laik düşüncenin gelişmesi ile kimseyi inancıdan do
.
layı aşağılamaz, ırk, dil, din ve mezhep ayrılığı yapmaz. Bu
ortam oluştuğu zaman "Mehdi" beklentisine de gereksinim
duyulmaz.
Türkiye'de laikliğin gündeme gelmesi ve çağdaşlaşına
sürecinde bu siyasete hizmeti görey bilen bir kısım basın
organlarının izledikleri samimi ve yapıcı yola karşılık, kimi
yayın organları da konuyu istismar etmişlerdir. Yalan yanlış,
düzmece ve kasıtlı, sözde tekke mensuplarından, şeyhlerden
alındığı iddia edilen asılsız birtakım bilgiler "Bektaşi Sırrı",
"Tarihe Karışan Bektaşiliğin Bütün Esra rı", "Bir Bektaşi Ba
basının Hatıratı ve Itirafları", "Bektaşiler Arasmda Bir Genç
Kızın Hatıratı ve itirafları", "Aleviye Nasihat" vb._adları al
tında yayınlanmış ve hillen de yayınlanrnaktadır.
Bu tutumun, günümüze kadar uzayan etkileri ve izleri
sözkonusudur. "Mum Söndü" vb. gibi saçma ve asılsız
olayların, olmuş gibi sanılmasında bu tür yayınların payı o
vardır.
Amacımız, toplumumuzda kanayan bir yara olan"Alevi
Sünnl'' ayrılığının ortadan kaldırılınasma bir nebze hizmet
etmek; inancından dolayi kimsenin kimseyi incitmeyeceği,
baskı altına almayacağı, herkesin insanlık noktasında birle
şeceği bir ortamın oluşmasına katkıda bulunmaktır. Bu ilke
gereği, Alevilik ve Bektaşilik, yansız bir yaklaşımla özetlen
ıneye çalışılmıştır.
12
I. BÖLÜM
13
Ruhların dini haline gelen Şamanlık din ayinlerini baba
dan oğula geçen din adamlan idare ederdi. Herkes şarnaıı
olamazdı. Din adaını kahin olarak ruhlarla konuşur gaipten
haberler verirdi. tbadetten amaç, kötü ruhlardan korunmak,
hastalanınamak ve züğürt kalınaınaktı. Öbür dünyada da
tannlar katmda iyi bir yerleri olsun istenirdi.
ibadetleri, şaman bir aktör gibi idare ederdi. Hareketleri
ile 17 kat gökte Gök Tanrı Ülgen ilc buluştuğunu ve konuş
tuğunu temsili olarak canlandırınlı. Yanan kutsal ateşe "sa
çı" olarak kımız saçar ve vecd içinde dans ederek kendisin
den geçip yere yıgılır, ağzından köpükler gelirken çıkardığı
şiirsel sözler, aba halkı tarafından niyetlerine göre yonılur
du. Bu ayinler balıann gelişi, hastalık, ölüm hallerinde tek
rarlanırdı. Ayinler dağ başlarında, su kenarlarında, kutsal
sayılan ardıç veya kayın ağaçlarının altında icra eclilirdi. Şa
manın çaldığı davul ve kopuzun gövdesi bu kutsal ağaçlar
dan, davuJ ise kurban derisinden yapılırdı.
Oğuzların "Bir Tanrı" Altaylı Türklerin "Ülgen" dedikleri
inanem doğmasında diğer semavi dinlerin de etkisi oldu. En
büyük ruh "Tengre veya Çalap" kelimesi ile ifade edilirdi.
Azeri Türklerinin bugün dahi yemin ederken "Bir Allah"
deyimini kullanmaları diğer Türklerin de dua ederken elle
rini sema'ya açmaları, ay yenilendiğinde niyet tutmaları da
bu geleneklerin yaşadığını gösterir. Altaylı kam'lar da aynı
inançla dua ederken "Yüksek!erde bulunan büyük atan1 Han
Tengre, yıldızlan ve dünyayı süsleyen Tengre, insanların
ocakları m tutuşturan ve koruyan yüce Tengre" demeleri "Bir
Tanrı" inanemın kanıtlarıdır. Güneşin ve ayın kutsal sayıldığı
şamanllk inançlarına göre "Güneş" ana, "Ay" ata bilinir.
Hatta Ay için Aydede deyimi de kullanılır. Ay ve Güneş ile
ilgili mitolojik olaylar anlatılır.
Eskiden kalma inançla Ay ve Güneş tutulması karşısında
bazı yörelerde teneke çalınırdı. Şamanlarda halkı Güneş
tutulması karşısında kötü ruhlardan korumak için davul
çalarlarmış. Şamanlığın gelişmesi sonucu "Ruhlar Dini"
şekline gelen inançlar, Gökte oturan "Üigen"i en büyük ko-
14
nıyucu ruh olarak biliiıdi. "Al " rengi ile bu ruhun canlılarda
kanda mevcut olduğu, kanm akışı ile canlılığın yok olduğu
ve yaşayışın son bulduğu müşahade edilm iştir. Yeşil kutsal
sayıldı. Bitkilerdeki canlılık yeşilde bulund�ı. Yeşilin soluşu
ve kanın akışı ile canlılığın yok olduğu görüldü ve "Al-Yeşil"
hakim renk olarak seçildi. Bu inanç türkülerde de yaşandJ.
(Örneğin: " Al yeşil giyinir allanır anaın 1 Çermik yol unda
sallarur aman")
Eski Türklerin ruhlar di nindeki " Bir Tanrı" düşüncesi ile
Müslümanlığın tek b ir yaratıcı kavramının uyumu, Türk tÖ
resi içinde de korundu. Al-ruhu cinler ve değişik yaratıklar
şeklinde hayata girdi. "Al -kanlarının örenlerde, ahırlarda
kadın kJlığında, atların kuyruk ve yelelerini ördü.kleri halk
arasında hala anlatılır. Doğum yapan kadınların (albastt)
hummalı nöbetlerinde bu ruhun koruduğwıa inanılıyordu.
" U ınay Ana" (kadınların koruyucu tanrısı) Hz. Fatına ile
Ülgen Ata (Gök Tanrı) da Hz. Ali kişiliğine büründüğü sözili
kültür içinde yaşatılili ve mitolojik hal aldı. Böylece, ruhlar
dini yeşil 'i, al' ı kutsal saydJ. En kutsal olan, vatanı ve dini için
ölen insanın " al kanı" idi. Müslümanlık inancında da şehidin
kanı kutsaldı. Yeşil de kutsal sayıldı. Zamanla Türkler, al ve
yeşil renklerde inandJkları ruhları sembolleştirdiler. Bay
raklanna "al" renk verirken bunu "şehidin kanı" ile birleş
tirdiler. lnançlarında tanrılaştırdJkları ay-yıldJzı da bu al renk
üzerine motif yaptılar. Al renkli ay-yıldızlı Türk bayrağı
böylece doğmuştur. Osmanl ılarda ay-yıldızlı yeşil renkte
bayraklar da vardı.
Türkistan ve Türkmen aşiretleri "kızılbörk" giyerlerdi. Bu
kıyafetlerini Anadolu'ya da taşıdılar. Osmanlı devletinin
kuruluşu sırasında Orhan Gazi'ye kardeşi Alaartin Bey, Os
manlı askerinin kılık-kıyafetinin belirlenmesi ve Anadolu
aşiret askerinin giydiği "kJzılbörk"ten ayırt edilmesi için
"akbörk" giymesini önerdi. H acı Bektaş Veli neslinden gelen
Seyid Ali Timurtaş ile elbise ve diğer kisveler hakkında isıi
şare edilerek müsaade alındJ. Osmanlı askerlerinin akbörk
giymeleri bu zamandan kalmadır. Anadolu'da Türkmenler
ıs
kızılbörk giyıneye devam ettiler. Bu inançlar Şamanlıktan
kaldı. Şehirleşen ve medreselerin etkisiyle töresinden ayrılan
Türkler, Araplaştıkça, töresini muhafaza eden Kızılbörkli.i
Ti.irkmenlere kötü gözle bakmaya başladılar. Çarşıda, pa
zarda, düğünde, demekte ve ayinlerde kadınlı erkekli bira
rada olmaları yadırgandı. Çeşitli iftiralarda bulunuldu. Kı
zılbörklü Türkmenlerin, inançlarını Alevilik içinde sürdür
meleri yüzünden, Si.innilerce (ana-hacı tanımayan, muın
söndü ayinleri düzenleyen anlamıyla ifade edilen) "Kızıl
başlık"la daıngalandılar. Şah tsrnail'in tranlı askerlerinin
başına kızılbörk giydinnesi ve Anadolu aşiretlerini propa
gandalar yaparak Yunus Eınre'ye benzer şiirler söyleyerek
etkileınesi, Anadolu'da Türk halkını ikiye böldü. Kızılbaşlık
isoatları sonucu kanlı mezhep savaş! anna ve katliaınlara
neden olundu. Anadolu Alevileri de Sünni Türkleri Yezid
taraflısı diye "Yezid"lik ile ithaın ettiler. Aslında bu ikili k, Hz.
Muhammed'in tarunu Hz. Hüseyin'in Emevi Halifesi Yezid'e
biat etmesi için zorlanınası ve susuz bırakılarak Kerbela'da
akrabalan ile birlikte şehit edilmesi sonucu ortaya çıkmıştır.
(Not: Yezitlik, baskı ve işkence ile bir fikri veya isteği kabul
ettirme arzusudur.)
Bu isnatta Sünniler tarafından kabul edilmedi. Çünkü
Aleviler kadar Sünniler de Peygamber ve onun soyuna karşı
hürmet duymaktaydılar. Bu isnatlar her iki taraf için de
üzücü ve zor telafi edilebilecek bir problem durumuna gel
di.
Kendilerine Kızılbaş denilen Aleviler de, bu itharn karşı
sında;
16
olunmuş gibi anlatılır. Eski ve yeni yazı ile yayınlanmış bir
çok kitap, dergi ve gazetelerde yer alır. Örnek olarak; "Tarihe
Karışmış Bektaşili�in Bütün Esrarı ve 1çyüzü", "Bektaşiler
Arasında Bir GençKızın Hatıı·atı ve itirafları", İshak Hoca'nın
"Keşfül Esrar" ı gibi yalan yanlış uydurma yazılara rastlanır.
(Üç-beş şehvet düşkünü, esrarkeş vb. insanların biraraya
gelerek Bektaşilik adı altında çevirdikleri dolaplar de lıu
zümreye mal edilmiştir. Bugün de birçok derneğin güzel
duygular ve adlarla kurularak kumar oynattıkları, esrar pa
zarladıkları, işi beyaz kadın ticaretine döktükleri ve halkımızı
istismar ettikleri bilinmektedir.)
Kızılbaşlık olayı ile ilgili yazılı herhangi bir özgün kaynağa
rastlanmamaktadır. En eski ve yegane yazılı kaynak Niğde! i
Kadı Ahmed'in "EI Veled'üş-Şefik" adlı eseridir. Adı geçen
eserde "Niğde tarafında Gökböriler ve Taptukiler nan1ı ile
malum taifeler türemiş olup, kızlarını ve karılarını misafir
lerine ·peşkeş çektikleri" açıklanmaktadır. Bu iddiayı Fuad
Köprülü "Osmanlı Devleti' ninKuruluşu" adlı eserinde asılsız
mesnetsiz bir iftira olarak almakta, o sıralarda kadılada
Alevilerin arasının çok kötü olduğunu, Alevilerin davalarını
hiçbir zaman kadılara götürmediklerini ve kadılarla devamlı
çatışma halinde olduklırrını açıklamaktadır. Alıdülbaki Göl
pınarlı, Yunus Emre'nin Risalet'ün Nushiyye'si ile Divanının
açıklama bölümünde bu iddiaların mesnetsiz olduğu hu
suslarında F. Köprüli.i ile aynı di.işüncededir. NiğdeliKadı
A11med'in isnatta bulunduğu Taptukiler ise Taptıık Emre'nin
Tekkesi mensupları olup Yunus Emre'nin uzun yıllar bu
tekkenin kapısında hizmet ettiği, hizmetinde kusur etmediği
menkıbelerde yer alır.
Türkler her türlü isnat ve iftiralara rağmen, töre gereği
inançlarını Müslümanlık içinde devam ettirdiler. Evin ocağı
ile eşiği kutsal sayıldı, kan-kocanın eşitliğine ve o ocağın
devamlı olması inancıyla, ocaklara niyaz edildi. Daha sonra
daAnadolu'da kutsal sayılan ocaklar ortaya çıktı. Bu ocaklar
değişik niyetlerle ziyaret edilir oldu. Asya'da olduğu gibi
Anadolu'da da yüksek dağ tepeleri kutsandı. Bu dağ tepele-
17
rinde evliyaların mezarları vardır. Dağlar bu adlarla anılır.
örneğin, Kumru Baba, Ak Baba, Allahüekber Baba, Gökçe
Baba gibi ... Göçebeler devamlı hareket halinde oluşları sı
rasında ölen yakınlarını hep bu dağ başlarına göınerler. Dağ
başlarını� Gök Tanrıya yakın oluşuna da inanılır. Göçerler,
mevsimlerin belirli zamanlarında bu yörelerde geçerlerken
ziyaretlerini eksik etmezler, kurbanlar keserler, yerleşik du
ruma gelen Türkmenler de yayiaya çıkarken veya ekin biç
meye başlarken töresi gereğince sürülerini de alatak bu dağ
tepelerine gelirler, günlerce kalarak Şamanlık ayinlerine
benzer törenlerle kurbanlar keser!erdi. B uraları ziyaret eden
hastaların sağlıklı döndüğü, dileği olanın dileği nin kabul
olduğu inancı yaygındır.
18
geldiklerini bugünmüş gibi ifade ederek geçmişi yaşadılar.
Şiirlerini Türkçenin doğal vezni olan hece vezni ile söylediler.
Horasan'da da bu vezni kullandıkları bilinir.
İslamiyerin benimsenmesi sürecinde Türkler, savaşçı ol
dukları kadar, şürlerle de ifade ettikleri fnce ruh yapılarının
bütün güzelliklerini ve zenginliğini lslaıniyet içinde geliştir
diler. Geleneklerini titizlikle koruyan Oğuz- Türkmenler eski
inançlarından fazla bir şey kaybetmeden Müslümanlığı ka
bul ettiler. Türk rasavvufu bu inançlarda yatmaktadır. Asya
(Türkistan) Yeseviliği ile Anadolu Aleviliği de böylece bü
tünleşti.1
Horasan, eski medeniyetlerin yoğunlaştığı bir yerken Is
lamiyerle birlikte tasavvuf cereyanının merkezi durumuna
geldi. Buhara, Nişabur, Merv, Fergana gibi şehirler ınuta
savvı11arla dolup taşmaya başladı. Pir-i Türkistan namı ile
bilinen Hoca Ahmed Yesevi İslam Türk düşüncesinin önderi
oldu. Hikmetleri, yani yazdığı dinsel şiirler dilden dile do
laştı, yeni halifeler ve müritler yetiştirdi.
Türkler bu yetişen mutasavvıf ermişlere, Horasan'da
"Bab" yani baba adını veriyorlardı. Dervişler düşüncelerini
göçebe Türkler arasına yaymaya başladılar. lslaıniyetin Ho
rasan'da yayıldığı zaman, Gazneli, Karahanlı ve Selçuklu
19
devletlerinin sultanları lslamiyeti törelerine adapte ederek
yayan bu sofilere karşı saygılı davrandılar ve Türkler arasında
tefrikaya ve mezhep ayrılığına meydan vermemek için ça
lıştılar. Bu sıralarda Hoca Ahmed Yesevi Horasan'da etkisini
gösterdi. Asya'da ozan olarak toplumun gözü, kulağı ve dili
olan, ayinleri idare eden, din inançlarını, destanlaşan kah
ramaniıkiarını şiir! e anlatan, ko. p uzla çalıp söyleyen şam an,
baksi, kam'lar yetlerini, lslamiyetin kabulü ile Dede, Baba,
Şeyh ve Ata gibi dervişlere bıraktLiar. Veya Müslümanlıktan
önceki din adpmları, Müslümanlığı kabul etmekle birlikte
şamanken veya kam, baksi iken dede, baba veya derviş ol
dular. Böylece halk bu önderiere aynı inançlarla bağlandı.
Basit Türkçeleriyle lslamiyeti yayan bu mutasavvıflardan
Aslan Baba, Korkut Ata, Çoban Ata'yı sayabiliriz. Bu dervişler
Müslümanlığı obalarda yayan ilk Yeseviönderleridir.
Bu sıralarda İran ' ı n da Türkler üzeı:inde etkileri büyük
oldu. t ran tarzında Türkçe dini eserler yazıldı. Bunlardan
Yusuf Has Hacib'in Kutatgu Bilig ile Kaşgarlı Mahmud'un
Divan-ı Lügat -it Türk adlı eserlerini sayabiliriz. Arap ve Fars
etkisi daha çok yerleşik halk üzerinde Medreseler aracılığı ile
oldu. Oba ve yayialardaki göçerli Türk ise gelenekleri ile
Müslümanlığı birleştirdi ve özelliklerini korudu. Ozanlann
şiirlerinde, Asya'nın kopuzuncia ve Anadolu' nun sazında
Türklin gerçek yaşayışı menkıbeleşti. tşte Pir - i Türkistan
narnı ile bilinen Hoca Aluned Yesevi'nin de gerçek yaşayışı,
dilden dile anlatıla anlatıla değişti, geleneksel inançlarm
ortamında büyütill dü ve sözfü kültür içinde kaldı. Hacı
Bektaş Veli'nin hayatı, eserleri, sosyal yaşayışı, evli mi b eka r
m ı oluşu da bilinmediği halde değişik menkıbelerle tıpkı
Hoca Ahmed Yesevi geleneği gibi yaşatıldı. Hoca Ahmed
Yesevi ile Hacı Bektaş Veli 'nin menkıbeleşen hayatları bir
birine çok benzer. Bu durum halkın, kahramanlaştırdıkları
bu kişilerde, kendilerini aradıklannın bir işaretidir. Bu kişi
lerin kerametlerle dolu hayatları halkın inançları ile bütün
leşmiştir.
Rivayetlere göre Hoca, Ahmed Yesevi, H z. Muham-
20
med'den Hz. Ali'ye ve eviadına intikal ettiği iddia edilen
kutsal emanetlerden sofra, elifi taç, çerağ, aıem ve seccadeyi,
sahibi gelecektir diye sakladı. Hacı Bekt<ıtVeli'nin gösterdiği
kerametler karşısında sakladığı bu emanetleri Hacı Bektaş
Veli'ye verdi. Tal1ta kılıcını tekbir getirerek Hacı Bektaş Ve
li' nin beline kuşattı. "lşte nasibin aldın, sana beşaret olsun
ki, Kutbü'l aktab'lık mertebesi sendedir ve kırk yıl hükmü
vardır. Şimdiye kadar bizim idi, bundan sonra senin olsw1,
zaten bizim de intikal vaktimiz geldi. Haydi git, seni Rum
diyarına saldım ve Rum abdallarına seni baş kıldım ve ser
çeşme eyledim. Orada Türklük ve Müslümanlık batmak
üzeredir. Gidirıiz Türklüğü ve Müslümanlığı yüceltiniz."
O ·sırada ocakta dut ağacından ateş yanarken bir köseviyi
kavrayıp Rum diyarına pertav etti. "Mekanıruz, bu kösevinin
düşdüğü yerdir" dedi. Horasan'da atılan meşalenin Suluca
Karahöyük'te düştüğü yerde yeşerdiğine, (Bugün Hacıbek
taş'ta Balım Sultan Türbesi önündeki karadut ağacının bu
köseviden köklendiği inancı yaygındır.) dallanarak budak
landığına, meyve verdiğine inanıldı. Aslında kökleşen ve
yeşeren Türklük ve Müslümanlık idealizmiydi. Bu bir ağaca
benzetilmiştir. Ağaç Türklerde kutsal sayılır. Soy ağacı olarak
düşünülürse, Türklük ve Müslümanlık Suluca Karahö
yük'ten Anadolu'nun her tarafında halifeler, dervişler ve
müritler aracılığı ile yayıldı.
Hoca Al1med Yesevi'nin "Halvet" adı verilen ayini cem
lerinde, müritleri toplanır, halka olup diz çökerek tekbirler
getirirler, ortaya bir de mum yakarlardı. "Hu Allah, Hu H u,
Allah Allah" diyerek mum sönene kadar H u çekerler ve daha
sonra da kendilerinden geçerek uykuya dalarlar ve gördük
leri rüyaları da şeyhlerine anlatarak yorumlattırdı. Hoca
Ahmed Yesevi'nin meclisinde kadın-erkek zikre katıldıkları
iddiası şeriat hükümlerine katı şekilde bağlı olan çevrelerce
yadırgarımış ve dedikodulara neden olmuştur. Horasan yö
resindeki muhafazakar çevre, bir heyet aracılığı ile bu şayi
anın doğru olup olmadığına karar verir. Gelen heyet bu is
natların bir iftiradan ibaret olduğıınu görürler. Hoca Ahmet
21
Yesevi bu isnatlara karşılık olarak; "Eğer erkek-kadın bir
el11-i hak meclisinde birleşerek beraber zikir ve ibadete de
vam etseler bile, HakTaaJ.a onların kalbindeki her türlü kin
ve düşmanlığı yok etmeye muktedirdir," demesi ve göster
diği kerametler karşısında utanırlar. Pişmanlık duygusu
içinde kendilerini affettirmeye çalıştıkları söylenir.
Bu durumAlevilerin "Mum Söndü" yapıyorlar diye itharn
edilmelerine neden olmuştur. Alevi Bektaşilerin de kadınlı
erkekli ayİnler yaptıkları arıa-bacı tanımadıkları iıınatlarının
dağınasına sebep gösterilebilir.
Horasan'da veAnadolu'daTürklerin, töresel özellikleri ile
İslam dini inançlarını kaynaştırmaları, Arap ve Farslarla
birlikte Araplaşan ve Farslaşan şehirliTürk halkmca bilerek
y
ve a bilmeyerek yadırganmış ve yanlış yorun11anmıştır.
Arapların ve Farsların ısrarlı eritme politikasına rağmen
Yesevilik inancı Anadolu' da, Hacı Bektaş düşüncesi ileTürk
toplumuna mal oldu. Göçerli ve yarı göçerli Türkmen Yörük
halkı arasında Yesevi geleneği devam etti. Tarihi gelişıne
lerde menkıbeleşti. Her iki tarikatta da törelecin korunarak
Müslümanlık içinde geliştiği bir gerçektir. Hz. Muharnmed
ve Ehl-i Beyt'e sevgi ve saygı ile bağlanılması, Bektaşiliğin
Yesevilikle ilgisinin ve onun devamı olduğunun bir delili
sayılabilir.
Bu ortak inanca göre Hz. Peygamberin vefatı ile iki önemli
emanet kalmıştır. Birisi Kur' an, diğeri ise Ehl·i beyt'tir.
Bıneviler ve Abbasiler iktidarları boyunca Hz. Muham
med'in soyunun varlığından rahatsız olmuşlardır. Bunlara
gösterilen saygı ve sevgiyi kıskandıkları gibi, bunu iktidarları
için sakinealı gördüler. Emevi iktidarından memnun olma
yanlar ise seyyidlerin (Peygamber soylular) etrafında topla
narak isyanlar çıkardılar. Emeviler bu ailenin ileri gelenlerini
zehirlediler, susuz bırakarak şehit ve bir kısmını da (150 bine
yakın) sürgün ettiler. Hz. Hüseyin'in soyunun (Seyyidler)
lran ve Horasan'a, Hz. Hasan'ın soyu da (şerif) Kuzey Afri
ka'ya dağıldı.
Muhacirleri,Türkler saygı ile karşılayıp korudular. Sürgün
22 .'
Arapların başından geçen olaylar, göçerli halk arasında sazla
sözle anlatılarak destanlaştırıldı. Bu olayların en önemlisi
" Kerbela" olayıdır. Halk olayların etkisi iJe mazlum ve da
vasında haklı insanların yanında yer alarak topluca Müsl ü
manlığı kabul. etmeye başladı. Ebu M üs l i m Borasani ' n i n
başlattığı ihtilill hareketi ile Em evi saltanatı yıkıldı. Abbasiler
döneminde Türklerin Islamiyere büyük hizmetleri oldu.
Türkler tslamiyetin bayraktarlığını yaptılar. Aynı zamanda
Hz. Muhammed'in nesiinin saygınJığını korudular ve ya
şattılar. Bugün bile seyyid denilen ve halk tarafından hürmet
edilen bu insaiıların özbeöz Türk o lduklarını veya Türkleş
tillerini görmekteyiz. Bu Yesevi dervişlerinin Türkistan'da
ve Anadolu'daki hareketlerini Fars ve Arap menşeli din
adamları yadırgadılar . BunJara karşı düşmanca tavırlar al
dılar. BunJara karşıJık bu insarılar bencillikten uzak, nefsine
hakim, bilgili, çalışkan, hoşgörillü ve yapmacıksız tavırları ile
her varlığı seven yetmiş iki ınilleti bir tutan, ırk, dil, din farkı
gözetmeyen tutumJan ile halka kendilerini kabul ettirdiler.
Sevgi kaynağıru milliyetten alan, halkın dili ile konuşan
birer önder idiler. B u mutasavvıf dervişterin yaradanı , yara
dılanı seven, gündüz şevk ile dünya işlerine gece de aşk ile
ahirete yönelen bir kişilikleri vardı.
�adolu'ya gelen Yörük ve Türkmenler M üslümanlığı
kabul etmekle beraber, her türlü tutucuJuktan uzak din ka
idelerirıi uyguJadılar. Eski kavim geleneklerini MüslümanJığa
adapte ederek yaşattılar. Yukanda da adını andığımız tahta
kılıçlı dervişler, Horasarı erleri, alp erenler adı ile anılan bu
sofilerin saraylara kapılarımadan, halka giderek halkın gözü,
kulağı ve dili oldular.
23
Il. BÖLÜM
'
Hacı Bektaş Veli nin ?- 1 338 yılları arasında yaşadığı kay
naklarda yer alır. Nişabur'da doğduğu ve çocukluğunun �a
bu şehirde geçtiği, tasavvufla ilgili derslerini Hoca Ahmed
Yesevi'nirı halifesi olan Lokrnan Percode'den aldığı mena
kıpnamelerde anlatılır. Babası seyyit İbrahim ve anası şeyh
Ahmet kızı Hatem Hatun'dur. Batı Türkistan'da Moğol bas
kısının artması üzerine göçe zorlanan Türklerle birlikte
Anadolu'ya gelir.
Babai Ayaklanması'run bastırılınası sonucu, Baba llyas ile
1shak'a mensup Babalı raifesi Hacı Bektaş'ın etrafında top
lanarak O'nu ulu tanıdılar. Takipten kurtulmak için vaktiyle
Hıristiyanlarm sığındıklan ve ibadetlerini yaptıklan Ü rgüp,
Göreıne, Nevşehir ve çevresindeki yeraltı şehirlerini seçtiler.
Bu yeraltı şehirleri Yavuz Selim zamanı kırgınında da Alevi
lere sığınak oldu. Alevilerin dağ başlarını ve kırsal yöreleri
mesken tutmaları da bu nedenledir. lşte bu yörede bulunan
Suluca Karahöyük Hacı Bektaş Veli'ye mesken oldu. idea
lizmini tasavvufyapısı içinde geliştirdi. Halifeler yetiştirerek
Anadolu'nun Türkleşerek Müslümanlaşması ve Rumeli'ye
yayılınasında merkez yaptı. Halk arasında Suluca Karahöyük ,
"Dergah" adı ile anıldı. Daha sonra da Hacıbektaş adını aldı.
Bu adla Nevşehir'e bağlı ilçe olarak Türkiye Cumhuriyeti
idare yapısı içinde yer aldı.
Hacı Bektaş Veli'yi anlayabilmek için yaşadığı asrın siyasi,
sosyal ve ekonomik yaşayışını bilmekte fayda vardır. 1 3 . as-
24 .
rın ikinci çeyreğinden itibaren Anadolu en karışık ve çal
kantılı yıllarını yaşadı. Ayaklanmaların Selçuklu Devletini
zayıftatması ile 1 243 tarihinde Kösedağ savaşını kaybetti ve
Moğol tahakkümü altına girdi. Al aa tti n Kcykubat'tan sonraki
sultanlar devleti idare edemez oldular. Selçuklu sul tanları
nın idaresini beğenmeyen irsi Türkmen reisieri Batı Ana
dolu'ya çekilerek kendi aşiret adlarını vererek 1 5 ' i aşkın
beylikler kurdular. Kendi töresel yapıları i çi nde Türkçeyi
resmi dil yaptılar ve edebiyatını geliştirmeye çalıştılar. Moğol
baskısı ile Anadolu'ya gelen Türkm en-Yö rüklerle b irl ikte
mutasawıf dervişler de vardı. Bunlardan Hacı Bektaş Veli ile
birlikte Mevlana Celaleddin Rumi, Karaca Ahmet, Sarı Sal
tuk, Taptuk ve Yunus Emre gibi safıleri sayabiliriz.
Anadolu'da b u sıralarda Hacı Bektaş Veli'nin kişiliği hak
kında çok şeyler söylendi, şiirlerle ve yazılan yazılarla bayatı
menkıbeleştirildi. Kerametle dolu hayatı efsaneleşen
H ü nkar, kısa zamanda halkı etrafına topladı. B unlardan,
" Duvarı at edip yürütmesi, yılanı kamçı yapması (Dondu
rulmuş ve bugüne kadar uyutulmuş Türk halkının uyandı
rılışı), kucağına arslan ile ceylam alışı (kuwetli ile zayıfı b i r
arada hoşgörü içinde tutuşu), masum v e sevimli aynı za
manda sulh sembolü olan güvercin kılığına girişi " , temsili
resimlerde yer aldığı gibi, halka cemlerde dede ve babalarca
anlatıldı. Toplum Hünkar'a güvenle bağlandı.
öte yandan Hacı Bektaş Vel i ' ni n Hz. Muhammed'in to
runlarından 7. İmam Musa Kazım soyundan geldiği, çeşitli
kaynaklarda geçmektedir. Şeceresi Hz. M uharnmed ' e kadar
götürülmektedir. Anadolu'da Dede, Şeyh olarak bil inen ve
saygı duyulan kimselerin de Peygamber nesli olduğu iddia
edilmektedir. Bu insanların özbeöz Türk oldukları ve töresel
özellikleri ile de Arap niteliği taşımadıkları kesindir. Bu ne
denle ikinci kimlik, manevidir, meziyet olarak benimsen
miştir. Hacı Bektaş Veli ' ni n menkıbeleşen hayatı konusunda
"mücerrettir" (evlenmemiş) iddiası, sözlü külti.ir içinde bi
linmezliğini korumaktadır.
Hacı Bektaş Veli Suluca Karalıöyük'te fıkirlerini yaymaya
25
başlar, çevresindeki inançlı kişilerle bütünleş ir. Aşıkpaşaoğlu
tarihinde, " Hacı Bektaş Kayseri'den Karahöyüğe geldi. Şimdi
mezarı şerifi ordadır. M isafirler ve seyyalılar arasında, anı
lan, Rum'da dört taife vardır. Biri Gaziyan-ı Rum, biri Ahi
yan-ı Rum, biri Abdalan-ı Rum ve biri de Hacıyan-ı Rtım 'clur.
lmdi Hacı Bektaş Hazretleri bunlar içinde Bacıyan-ı Ru m'u
ihtiyar etti, KimAna Harun ona derlerdi. Geldi onu kız edindi
ve keşf-ü kerametiıli ona teslim etti. Ondan sonra ol aradan
sonra Allahın Rahmetine vardı." Burada " geldi onu kız
edindi keşf-ü kerametini ona teslim etti" sözünden Sacı
yan-ı Rum adı verilen topluluğun Anadolu'de etkin yeri ol
duğunu anlaınaktayız. Amazan ruhlu bu kadınlardan Ka
dıncık Ana; Suluca Karahöyük'te ! dris Hoca'nın kızı, Sarı
İsınail'in eşi olarak bilinmektedir. Ayrıca, Kutlu Melek adı ile
de arulmaktadır. Yine ayru aile içinde Fatma Nuriye adın,
da rastlarur.
Hacı Bektaş Veli'nin Hacim Köyü veya Karahöyi.i.k'e gelerek
Sarı İsmail'in evine misafir oldu. Kısa zaınanda ermiş ve
saygın bir kişiliğe sahip olduğu görüldü. Kadıncık Ana veyıı
Kutlu Melek adlı kadırun San tsmau ile evli olduğıı, ancak;
çocuklarının olmadığı , Hacı Bektaş Veli' nin elini yıkad ığı
suyu bir yere dökmediği ve içmesi ile gebe kaldığı efsanesi
halk arasında anlatılmaktadır. Bu rivayetlerin yanında i ht i
malleri sıralayacak olursak:
1. Kadıncık Ana, Kutlu Melek ve Fatına Nuriye aynı ka
dındır.
2. Kutlu Melek-Kadıncık Ana narnı ile b ilinen bu hatun,
Sarı ısmail'in karısıdır. Fatma Nuriye de kızı olup muhte
melen Hacı Bektaş ile evlenmiştir.
3. Kadıncık Ana, Kutlu Melek veya diğer adı Fa tma Nur iye,
Sarı tsrnail i le evli olup Hacı Bektaş Veli ile gizil bir ilişkiye
girmiştir.
Ancak, Hacı Bektaş'ın elini yıkadığı ve burun kanının ka
rıştığı suyu dökmeyip içen Kutlu Melek'in gebe kaldığı, Ti
murtaş adında bir oğlunun olduğu ve neslin bu evlattan
yürüdüğü iddiası inandıncı değildir. Hacı Bektaş soyunu
26
devam ettiren Çelebileri bu iddialar rahatsız etmiş olacak ki
1 9 1 2 yılında "Müdafaam" adı ile "Hacı Bektaş Veli Hazret
lerinin Sülale-i Tahiresinden resadetlü Çelebi Alunet Cela
leddin Efendi Hazretleri" tarafından tanzim ve tertip huyu
rulan "Bektaşi Sırrı" nam risaleye cevabında: Hacı Bektaş
Veli eviadı olduklarını, nesillerinin Seyid Ali Sultan' dan olma
iki oğlu Resul ve Mürsel Halilerden geldiğini, bu hususu İs
tanbul Ü sküdar'da Himmetzade Dergah kitaplığında mev
cut olan, "Tarih-i Selatin-i Osmaniye" adlı kitabın 49. say
fasındaki "ldris Hocanın kerimeleri olan Fatma Nuriye Ha
tundan mütevell\t ve Hacı Bektaş Veli Hazretlerinin sülb-ü
sahih ve nesi-i pak Seyid Ali (Timurtaş bin Mehmet Hünk.ar
Hacı Bektaş Veli) olduğu ve nesiinin bu kollardan geldiği"
kaydını doğnılamaktadır. Yine aynı adlı yazmada, "Orhan
Gazi'nin Osmanlı askerinin teşkilinde, Hacı Bektaş Veli
Hazretlerinin sülb- ü sahih ve nesi-i pakından Seyid Ali Ti
murtaş bin Seyid Mehmet Rünkar Hacı Bektaş Veli Hazret
lerine varıp elini öptüğü ve elbise, kisve hususunda Seyid Ali
Timurtaş bin Hacı Bektaş Veli ile istişare edip dualarını aldığı
"akbörk" yani beyaz kisve giymesi Seyid Ali S�ltan tarafından
tasvip huyurulması ile de Yeniçerilere akbörk ve kisve o za
mandan kaldığı," yazılıdır. Aynı tekke kitaplığında "Risale
tül-Taç" Süleyman Efendi el-Şehri bi-Müstakimzade tara
fından yazılan yazma eserin birinci sayfasında: "Merhum
Sultan Murat zamanında askerde kıyafet tefrikinde Bektaş
Paşa yardımı ile Bursa'ya davet edilerek Hacı Bektaş Veli
Hazretlerini muhdum-ı tecelliyeleri Seyid Ali Timurtaş bin
Hacı Bektaş ve eviad-ı pak Mevlana'dan Emir Şah Efendi
marifeti ile Yeniçeri'ye keçeden börk tayin ve ihtiyar buyu
rulduğunu" açıklar. Ayrıca, "Mirat'ül Makasid" adlı risalede
de Feyzullah Çelebi Efendi'ye ( 1 809- 1 880) kadar Bektaşi
Çelebilerine Osmanlı sultanlarınca verilen muteber vesika
larda (icazet) Hacı Bektaş Veli'nin Fatma Nuriye ile evli ol
duğunun ve Çelebilerin Seyyid Ali Sultanm iki oğlundan.
Mürsel Bali'den "Mürselli" Resul Bali'den de "Hudadadlı"
boylarının bugüne kadar Hacı Bektaş Veli eviadı olarak hiz-
27
meti yürüttüklerinin anlaşıld1ğı görülmektedir. " Müdafaam"
adlı risalede, Ahmet Celalettin Çelebi Efendi de " Evladı var
dır ve evladJyız" diyerek ve bu belgelere dayalı olarak "mü
cerrettir" iddiasını çürütmeye çalışır.. Hürıkar Hacı Bektaş
Veli mücerrettir (bekar) iddiası sözlü kültür içinde bilin
mezliğini korurken, Anadolu Alevi Bektaşileri bugünkü Çe
lebilerin Hacı Bektaş Veli nesli olduğuna inanırlar, " Belden
gelenler" olarak da neslin babadan oğula devamını isterler.
Şehirli ve Rumeli kökenli Bektaşiler ise Hürıkar'ı mücerret
olarak görürler. "Yol' dan veya Kol'dan gelenler" olarak tari
katta kademe kademe yükselerek "Oniki Post"tan birisine
o turulmasını arzu ederler.
Anadolu Alevi-Bektaşilerine göre Hünkar Hacı Bektaş
Veli'ni n soyundan gelip de Horasan Postuna oturan Çele
biler:
28
Feyzullah Çelebi ( 1 67 1 - 1 727) mezarı Merdivenköy
Şahkulu dergahı
Bektaş Çelebi ( 1 707 - 1 759) mezarı Hacıbektaş'ta
Abdüllatif Çelebi ( 1 72 1 - 1 802) mezarı Hacıbektaş'ta
şehit Feyzullah Çelebi ( 1 739- 1 824) mezarı Hacıbektaş'ta
Mehmet Hamdullah Çelebi
( 1 775- 1 827) mezarı Amasya'da
Veliyedilin Çelebi ( 1 770- 1 828) mezarı Hacıbektaş'ta
Ali Celaleddin Çelebi ( 1 807- 1 828) mezarı Hacıbektaş'ta
Feyzullah Çelebi ( 1 809- 1 880) mezarı Hacıbektaş'ta
Ahmet Celaleddin Çelebi
( 1 862- 192 1 ) mezarı Hacıbektaş'ta
Veliyeddin Çelebi ( 1 867- 1 940) mezarı Hacıbektaş'ta
29
ma ile bir kısım Bektaşi zümresinin Hünkann ınücerrct ol
duğu Kadıncık Ana'yı manevi evlat edindiği, bugünkü çele
bilerin de Hacı Bektaş Veli'nin nesebinden gelmediği iddiası,
Çelebiler ile babalar'ın arasım açmıştır.
Dergahın idaresinin daha sonra çelebiler i l e babalar ara
sında çekişmelere ne(len olur. Dergahı Dedebaba denen
"Yoldan gelenler'in" temsil etmeye başladıkları görülür.
Bunlardan Balım Sultan, Tarikata kimlik kazandırmıştır.
B ugünkü edep-erkfm Baltın Sultan'ın zamanından kalmadır.
Tarik-i N azenin adı ile de anılır. Balırn Sultan' dan sonra çe
lebilerle babalar arasında çekişmeler devam etti. 1 dare çe
lebilerin eline geçince babalar ayrı b ir yol tuttular. (Sersem
Ali Baba zamanında) Kalender Çelebi' nin isyanı ile tarikatın
durumu sarsıldı. Çelebiler vakfın temsilcisi ve öz eviadı ola
rak Anadolu Alevi-Bektaşilerince de tanınrruşlardır. Çclebi
lerin Hacı Bektaş Veli'nin öz eviadı olduğu, Osmanlı sul
tanlarının fermanlarında kayıtlıdır. Tarikatm, "Dedebaba"
ile temsil edilmesi, Mevleviliğin etkisi ile Balım Sultan za
manmdadır. Dedebabalar ile çelebilerin araları bazen iyile
şirken genellikle çekişmelerle geçmiştir.
Genell ikle Rumeli Bektaşileri ile şehirlerde yaşayan Bek
taşiler Dedebabalığı benimsedi. Dedebabalığa, dcrvişl ik,
babalık, halifelik yolu ile hizmet edilerek gelinebi leccği kabul
edilmiştir Anadolu Alevi-Bektaşileri ise bu yol u takip e t
mediklerinden cemiere alınmanuşlardır. Anadolu Bektaşi
liğinin, Alperenlik veya Gazilikle de ilişkisi vardır. Mücahit
dervişlerin oluşturduğu askeri birliklerde yer almaları, Sarı
Saltuk, Seyyid Ali Sultan gibi çel e bilerin Rumeli akı nlarında
• bulunmaları, bu tarikatın militarİst bir özellik taşıdığını
gösterir. Bektaşilik Osmanlı fütuhatı ile Balkanlar'a yayıldı,
'
bu yerlerde tekke ve zaviyeler açıldı. Yeniçeri o cağı da Bck
taşilerce kuşak kuşatılıp, akbörkler giydiril erek, kurulduğu
iddia edilir. Bu nedenle her ''Yeniçeri Ortası" yanında bir
Bektaşi dergahı açıldı, 1 826 yılında Yeniçeri ocaklarının
kaldırılması ile Bektaşi ocakları da yerle bir edildi. Kapatılan
tckketere mensup şeyhler s ürüldü, tekkclerde de Nakşibendi
30
şeyhleri görevlendirildi. Böylece Bektaşiliğe Nakşibend il i k
etki e t t i . Anadolu Alevi_- Bektaşileri Dedegan kolu mı oluştu
rurken d iğerlerini de "VekUciler, D ö n ekler, Purullar" d iye
nitelendirdiler. Türkiye'de tekkelerin kapatılmasından sonra
Bektaş i lik, resmen M ısır ve Arnavutluk'ta devam etmi ştir.
S ivas Kongresi sonunda, Mustafa Kemal Paşa, Kayseri yolu
ile Ankara'ya geçPrken Hacıbektaş ' a uğradı, dergahta Çelebi
Cemaleddin Efendi tarafından tekken i n kapısında karşılan
dı. Hemen Ankara'ya hareket etmesi gerekirken iki gün kaldı.
Çelebi Ahmed Cemaleddin E fen di, M ustafa Kemal ile yeni
Tür)<iye' nin geleceğini uzun uzun konuştuklarını, kardeşi
Veliyeddiıı Efendi'ye anlatmış. Çelebi bu konuşma sırasında:
" Paşa hazretleri cesaretli ve basiretli iradenizle Türk m il le
tinin düşmanı kahredeceğine inancnn sonsuzdur. Yüce Al
lahm ı;nilletimize müyesser edeceği zaferden sonra Cum
huriyet ilanını düşünüyor musunuz?" d iye sormuş, Mustafa
Kemal bu açık yüreklilik karşısında Çelebi'ye heyecanla
bakmış ve Çelebi ' n in e l i n i avucuna alarak kulağına fıs ı l t ı
halinde, "O mutlu günlerin i lanma kadar aramızda kalmak
kaydıyla, evet, Çeleb i Efendi Hazretleri" demiş.
Çel e b i ' n i n , Mus tafa Kemal Paşa 'yı Edebal i ' n i n O sman
Bey' i kabulü gibi kabul ettiği, Ahmet Yesevi ' nin, Hacı Bektaş
Veli'yi Anadolu'ya memur ettiği gibi, Çelebi de memleketin
kurtuluşunu M ustafa Kemal ' i n şahsında görmüş, Anado
lu'nun her tarafında Milli M ücadelenin destekl enmes i n i is
temiştir.
Çelebi Ahmet Cemaleel d i n Efendi Ankara'da TBM M ' nin
ikinci başkanı olmasına rağmen hastalığı nedeniyle toplan
t ı l ara katıl amamış, ö l ü m ü n d e n s o n ra kardeşi Vel iyeddin
Çel ebi Posta oturmuş ve Mustafa Kem il.l ' iri. desteklen mesi
için, 25 N isan 1923' te yayınladığı (Yenigün, 25.4 . 1923) be
yannamede " Bu nasihatımı am il olmayanlar bizden deği ldir.
Hak eren1erin onlara desteği olmaz. Tekrar beyan edeyim ki;
b u milleti kurtaracak ancak Gazi Mustafa Kemal Paşa' dır.
O ' nunla beraber Mukaddes Vatanın has evlatlarıdır. Başka
hiçbir ferdin sözünü dinlemeyiniz, sözümden zerre kadar
.l l
harice çıkmayınız. Sizin saadetinizi düşünenler, sizi köle
likten kurtaracak B üyük M illet Meclisi Reisi ve cümlemizin
büyüğü Gazi Mustafa Kemal Paşa' dır" demiştir.
32
örgütte müşteriye karşı dogruluk, merhametli ve cömert
davranmak esas alınırdı. (Bu örgütün bir de seyfe kolu vardı
ki, sportif oyunlarla ilgili faaliyetler gösterirdi.) Fütüwetin
adamlık ve erl.iJc anlaınında kullaruldıgı; yiğitlik ve cömertlik
anlamı geregi her fütüwet sahibinin aynı zamanda mürüv
vet sahibi olduğu fütüwetnamelerde açıklanmaktadır.
Fütüwet ehlinin özelliklerini açıklayacak olursak: Dünya
ve ahiret nefsini halka bagışlayandır. Nefsi için istediğini
başkası için de isteyendir. Ayıpları örten, nefsinden başka
kimseye düşman olmayandır. Hz. Muhammed gibi halkı
düşünen, halkın dertleri ile dertlenen, kusurları görmeyen,
yoksuldan nefret etmeyen, zengine halini duyurmayan, eline
geçerıle elinden çıkanı bir görendir.
Hz. Ali'nin "Civan-merd (Fütüwet) ne demektir?" soru
suna, Hz. Muhammed'in "Sözüne dogru, vefalı, ernniyetli,
merhametli, yoksul sıfatlı, konuksever, iyi işlerde bulunan
utangaç eriere denir," cevabını verdiği rivayet edilir.
Bir başka söylenceye göre de: Bir gün Peygamberin evine
bir fakir dilenci gelerek bir şeyler ister. Hz. Muhammed,
Ali'ye " kalk bir şeyler ver" der. Ali kalkarak bir kap yemek
götürürken, aklına beş dirhem vermek de gelir. Bir de dina
rım var onu da vereyim der. Bu yaptıklarını anlamgtnda Hz.
Muhamme d, "Ui Feta llla Ali" (Ali'den başka er yoktur) de
miş ve bu hadis üzerine Hz. Ali, Fütüwet ehlinin Pir'i ol
muştur. Ali, bütün din! ve tasawufı eeceyanlarda tarikat sil
silelerinin başı olarak bilinir. Bir söylence de şudur: Bir
toplulukta Peygaınber otururken bir şahıs gelerek, filan evde
bir kadın ile bir erkek kötü durumdalar, der. Hz. Muhamm e d
Ali'ye "Ya Ali, sen git bak doğru mu?" der. Ali eve girince
gözlerini kapayıp evin duvarlarına tutunarak her tarafı gezer.
Hz. Muhammed' e "gittim evi dolaştım, bir şey görmedim"
der. Durumu bilen Peygaınber "Ya Ali sen b·u ümmetin fe
tasısın" der ve Selman-ı Farisi'den bir bardak su ile tuz ister.
Bir parça tuzu şeriattır diyerek suya. döker, tarikattır der
döker ve hakikattır der bir miktar daha döktükten sonra, Hz.
Ali'ye içirir. "Sen benim refikirnsin, ben Cebrilll'in refikiyim,
33
Cebrail d� Allah'ın refıkidir" der. Selınan da aynı tuzlu suyu
içerek Ali'nin refiki olm. Bundan sonra Peygamber şalvarını
Ali'ye giydirir, belini bağlar ve "Ya Ali seni tekmil ediyorum,
kemaıe ulaştınyoruın" hadisini söyler. Bu söylenceler fü
tüvvetnarnelerde yer almaktadır.
Alli.likte yola yani tarikata alınırken tuzlu su içmek bura
dan kalınadır. Su, duruluğu bakımından ilme, hikmete, ezeli
istidada işarettir. Kuran'da da Tanrı dilinden " Biz her şeyi
sudan yarattık" (el-Enbiya suresi) ayeti vardır. Tuz, adalet ve
fazilet işaretidir. Her yemeğin tadı tuzla mümkündür. Şalvar
giyınek iffete alamettir. Bel bağlamak yiğitliğin ve halka
hizmetin şeklidir. Bu nedenle fütüvvet erbabı yola girmeye
hazırlanan canıara önce peştemal bağlarlar. Yola girişte de
şalvar giyerek beli bağtanır ki bu makama "Tekmil" derler.
Umin kemale erişi ancak uygulama ile mümkündür. Uygu
laınasız ilim olmaz ve değer verilmez. Fütüvvet giysisi şalvar,
tasavvuf giysisi ise taç' dır. Fütüvvetten maksat aşağılık sı
fatlardan kurtulmaktır. Tasavvuf ise yüceliktir. Bu nedenle
baş tıraşı yapılır, saka! ise tıraş edilmez.
Hz. Ali'ye oğlu Hasan'ın bir sorusu üzerine; "Fütüvvet,
kudreti varken affetmek, devleti varken tevazuda bulunmak,
varlık halinde cömertlik etmek ve minnetsiz ihsanda bu
.
lunmaktır. Bu huyları huy edinmeyen fütüvvet ehli olamaz"
dediği rivayet edilir. O halde fütüvvetin aslı doğruluk, em
niyet, cömertlik, tevazu, nasihat, hidayet, vefa ve tövbedir.
Bu güzel huyların Peygamberlerden Hz. Muhammed'e,
O'ndan da Ali'ye geçtiğine, bu nedenle Ali için "O Muham
med bilgisinin kapısıdır"; Hz. Muhammed'in hadislerinde:
"Ben bilginin şehriyim, Ali kapısıdır", "Ali bendedir ben
Ali' deyim, Ali Feta'dır" dediğine inanılır.
Oniki İmamların altıncısı olan lmam Cafer'us Sadık, Şa
kayik-ı Belhl ile bir sohbet sırasında, imam Cafer'e " Fütüvvet
nedir?" diye sorar, Cafer "sen nasıl bilirsin?" demesine kar
şılık Şakayik; "Tanrı bir şey verirse şükrederim, vermezse
sabrederim" deyince Imam "Medine'deki köpekler de böy
ledir" der. Şakayik; " Ey Tanrı Elçisinin kızın ı n oğlu, sence
34
fütüvvet nedir?" diye tekrar sorunca, lmam Cafer; " B ize
Tanrı verirse, kullarına il1san ederiz, vermezse şükredcriz."
Böylece, fütüwet nefsin sıfatlarından arınmış kalbin ma
kamlarına verilmiş addır. Alçak gönüllü olarak fazilet ve hak
iddiasında b4lunmayan i n sanın; birincisi düşm anlığı terk
etmes i , kusurları görmezden gelmesi, eziyeti unutması;
ikincisi, isyan edene yaklaşıl ması, eziyet edene bağışlarda
bulunulması, kötülük edene karşı özürler dileyerek, sabre
derek lütufla kırgınlığı yenmesi; üçüncüsü ise seyrinde ve
şülnıdu nda hiçbir şey i n kiş iyi durdu rınarnas ıdır. O halde
fütüvvet; ınürüwet, doğrul u k, herkesi b i r görüp sevm ek,
nefsin tutsaklığından kurtulmak, vefa, kötülüğe iyilikle kar
şılık vermek, cömertlik gibi birçok prensipleri bünyesinde
uygulama arzusudur. Bu n edenledir ki Anadolu ' da Moğol
istilası na karşı, halkı b i rl i k ve beraberliğe çağıran Ahi ' l.e r,
istila sırasında kıtlığı önlemişlerdir. Osmanoğullarının
Devlet haline gelmesinde, Türk birliğinin oluşmasında da
Ahi'lerin katkısı büyük olmuştur.
b) Ah iliğin, Aleviliğe ve Bektaşüiğe Etkisi - Ahi topluluğu
sürekliliklerini "Ali Yolu" olarak görürler ve Ali He Ehl-i Beyt
sevgisini faziletli bir tutku kabul ederler. B u tutku fütüwet ile
ilgili sünni ve alevi nitelikli bütün tarikatlarda da mevcut
tur.
Batınilikten de etkilenen Alevilik ve Bektaşilik, gelişmele
rini sürdürürken Ahi örgütünün birçok noktalarını aldı .
Özellikle fütüvvetnamelerdeki edep-erkanı benimsedi. Ale
viler ve Bektaşiler tarafından da fü tüwetnameler yazıldı.
Ahilik, Alevilikle birlikte Anad olu Türkmen halkın ın töresi
içinde gelişti. Şehir ve kasabalarda esnaf teşkilatı şekl i n de
çalışma ahlakını getirirken, köylerle mezralarda ve göçerli
halk arasında da törelerle birl�kte kendini gösterdi. 1 3 . yüz
yılda Andolu Selçuklularının 1Ihanlı hakimiyetine girmesi
ardından, Anadolu' nun her tarafına yayılan Ahi örgütünün
din ve sanat ahlaki içerisinde etkileri büyük oldu. lbn Bat
tura' nı n anlattığına göre Kayseri' dJ kendisini misafir eden
Ahi reis inin şehirdeki etkisi büyüktü. Mahallin sultanı ol-
35
madığı zaman, o yerin hakimi Ahi reisiydi. Toleranslı ve
hoşgörü sahibi bu insanlar Anadolu' daki H ı ristiyan halka da
çok iyi muamele ettiler ve onların da kalbini kazandılar.
Anadolu'nun şehir, kasaba ve köylerinde gelişen Ahilik,
mutasavvıf dervişlerin etkisi ile dini bir kimlik kazandı. Ahilik
bu özellikleri ile BektaşiJ.!.ğe etki ederek tarikat haline gel
ınesine neden oldu. Ahilik içinde Babailiğin ve Barıniliğin
etkileri de görülmektedir. Abbasiler döneminde fütüvvet
teşkilatının Arap etkisinde gelişerek Anadolu'ya yayı ldığı
iddia ediliyorsa da, Türklerin törelerini korudukları ve aynı
zamanda Arap ve Fars kültürüne karşı hassasiyet gösterdik
leri görülür. Türkler arasındaki zıtlaşına mezhep ayrılığından
çok, örf ve adet farkından ileri gelmiştir. Türkmen aşiretle
rinin Müslürnanlığı kendi örf ve adetlerine adapte ederek
inançlarını sürdürmeleri karşısında, Arap ve Araplığı b e
nimseyen v e benimsedikçe kendisini daha ç o k dindar
Müslüman sayan zümreler bu durumu yadırgadılar. Yıldırım
Bayezid zamanında Bursa'yı ziyaret eden seyyah seyyid Şerif
Cürcarıl; Anadolu' da örtün çokluğundan bahsetmesi, şeriat
ve Islami ananeden çok, örf ve adetlerin, yasa ve askeri ni
zarnın hakim olmasından ileri geldiğini ifade eder. Aynı
şahsın, Anadolu'nun, Horasan'dan ve M averaün nehir'den
çok geri kaldığını açıklarken bir şiirinde mealen: " Umin gü
neşinin Arap ufkunda doğduğu, Acem diyarında kemale er
di ği, Anadolu'da ise bu ziyadan mahrum kaldığını" ifadesi ile
Türk töresine adapte olan Müslümanlık yadırganmaktadır.
Horasan'dan gelen mutusavvıf dervişler Türk mill etini, Arap
ve Fars kültürüne karşı mücadele vererek dillerini, musiki
lerini ve törelerini unutturmadılar. Uçlarda tekke ve zavi
yeler açarak zaptedilen yerlere halkı yerleştirdil er. Anadolu
ve Rumeli 'nde vakıf yolu ile Ahiler, Abdallar ve Alperenler
Müslürnanlığı ve Türklüğü yaydılar. Bu Türk dervişlerinden
Şeyh Edebali'nin, Osman B ey' e kızını vermesi ve gazilik kı
lıcını beline bağlaması ile Osmanlı Devletinin kuruluşunda
büyük yardımı oldu. Böylece Osman Bey'in padişah olu
şunda Ahilerin etkisi çok olmuştur. Anadolu ve Rumeli'nde
36
tekke ve zaviyeler açan, dini yayan ve bir avuç müridi ile
kaleler fetbeden Abdal Musa, Abdal Murat, Sarı Saltuk, Barak
Baba, Aybek Baba, Abdurrahman Baba, Geyikli Baba ve Hacı
Bektaş Veli gibi Anadolu Türk şeyhleri ile Yesevi şeyhlerinin
İslamiyeti adeta milli bir Türk dinine çevirmeleri, Fars ve
Arap din adamlarınca düşmanca karşılandı. Suriye'de Barak
Baba'nın hünharca öldürülüşü bunun ilk tepkisidir. Bu
Türkmen Babalarının hareketlerini "Şeytanın Ameli" olarak
nitelendirdiler. Anadolu'nun Türkleşmesinde ve Müslü
manlıgın yayılmasında etkili olan bu Yesevi ve Türkmen
dervişleri, Sürınilikten çok Şiiliğe yatkın tavıdar içerisin
deydiler.
Ulemaya karşı halk kitlelerinin ruhlarını okşayıcı şiirler,
neşideler söylerlerdi. Bunlardan; Kaygusuz Abdal'ın şu şiiri
inançlı bir mücadele sürdürdüklerini gösterir.
37
Erler gelir şahım Abdal Musaya
(' ) Bu "tahta kılıçlı" deyıminin bir sımge mi yoksa, eskiden "haşebi" denen
"paslanmaz kılıç - adaletli kılıç" anlamındakı silahı n adının, odun. tahla
demek olan arapça "haşeb-ahşap" ile mi karıştırıldığı. özel inceleme
gerektirir bir konudur .
.38
d) Batınilik - Gizlilik ve sır anlamındadır. Kuran ayetleri
ve hadislerin, ancak, tevil ile anlaşılabileceği iddiası ile or
taya çıkan b i r akımdır. Ortadoğu'da l l . ve 12. yüzyılda H a
s a n Sabbah tarafından kurulan ilk Batıni terör örgütü, gizli
bir cemiyet halinde faaliyetler gösterd i .
e) Babailik - Baba, Türklerde v e Farslarda a t a anlamın
dadır. H ürmet edilen yaşlılara da denir. Herhangı bir zümre
ve teşekkülün başındaki k i mse de baba lakabı i le arulır. Ta
savvufta sofılere de Ahi Baba, Barak Baba dendiğini misalleri
ile açıklayabi liriz. Selçukl u l ar zamanında kullanılan baba
ünvanı, Anadolu ve Rumeli'de şeyhler ve sofiler i çi n kulla
nıldı. Yesevi şeyhlerinde baba, bab ve ata ünvaniarını kul
landıklan görülü r. Baba lakabı n ın en çok kullanıl dığı yer
Azerbaycan'dır. Horasa n ' dan ve Azerbaycan'dan gelen Ba
bailerle Anadolu' d a Türkmen halkını etkisi altma alan ve
" Babai Ayaklanması"nı çıkaran Baba lshak'ın, kendisini
peygamber mertebesinde gördüğü ve Baba Resul dedirttiği,
Hacı Bektaş Veli'nin de bu isyana katıldığı ve Babailer züm
resine mensup olduğu iddialar arasındadır.
Bektaşi tarikatına m e nsup şeyllleri n de Baba ünvanı nı
aldığı ve " Babalar Kolu"mın bu etki ile devam ettiği görülür.
fJ Hurufilik - Esterabadlı FazluUah tarafından 1 398'de
Horasan'da kunılan bir tarikattu·. Aynı zamanda kendisini
peygamber olarak ilan eden Fazlullah, peygamberlerin eksik
bıraktığı hususları tamamlamak için gönderildiğini ileri
sürmüştür. Kuran'ın gizli yönlerini 28 Arap, 32 Fars harlle
riyle ve rakan1larla çözdüğünü açıklamıştır. H erşey harf ve
rakam la açıklandığı için bu tarikata H u rufilik denmiş tir.
H u rufiler, Fatih döneminde Anadolu ve Rumeli ' d e etkili
oldular ve isyanlar çıkardılar. Bu zümre mensupları takip
lerden kurtuluşu, Bektaşi tekkclerine sığırımakta buldular.
H urufı şeyh ve dervişleri, fikirlerini harfiere bağlı buluşlarla
ve Hacı Bektaş Veli'nin fikirleri i m iş gibi tekketerde yayarak
varlıklarını sürdürdü ler. Cenabı Hakkın bir insanın yüzünde
belirdiği, iddiası ile kaşa, göze ve burun gibi uzuvlara harf
lerle mana verdiler. Bektaşileri n "Aynayı tuttum yüzü me. Ali
39
göründü gözürne" inancı Hurufiliğin etkisi ile olsa gerektir.
Bu tarikata ait Fazlullah tarafından yazılan Cavidan adlı bir
kitabı vardır.
40
III. BÖLÜM
41
Sani" ünvanı verilmiş ve tarikata girenlere de Bektaşi ve
nazenin denilegelmiştir.
Türkistan Piri namı ile b i l i ne n Hoca Ahmet Yesev i ' n i n
halifesi Lokman Perende'den nasip alan Hünkfu H ac ı Bektaş
Veli, Horasan'dan Anadolu'ya "sönmekte olan Türklüğü ve
M üslümanlığı yüceltmek" i çin memur ediJdi. Fiki rlerini
yaymak için Suluca Karahöyük'li mekan tuttu. Önerdiği
düşünceler Anadolu ve Rumel i ' n i n çeşitli yörelerine yayıld ı .
Tekke ve zaviyeler açıl d ı . Ölümünden sonra düşü ncesi ve
yaşam biçimi Bektaşilik adı altında yaşatıl dı.
Büyük çoğunluğu ile Bektaşiliğin, Alevi zümreleri içinde
örgütlendiği görülür. O halde Alevilik nedir? Tarikat mıdır?
Tarikatsa başka tarikatlan bünyesinde barındırması mün1-
kün değildir. M ensupları " lmam Cafer'us Sadık M ezbebin
deniz" dediklerine göre Alevilik mezhep m i d i r? Alevilik; si
yasi ve dini bir partidir.
Hz. Muhammed' i n ölümünden b i r müddet sonra hilafet
meselesi yüzü n den Müslümanlar, Şii ve Sümü diye iki ana
mezhebe ayrıldıkları gibi başka kollar da oluşturdu lar. 1 Iz.
Ali taraftariarına Aievi dendi. Daha sonra M üslümanlık Arap
Yarımadasından Suriye, Irak, Mısır'dan Fas'a, doğuda
tran'dan Türkistan'a ve Endonezya'ya kadar yayılı rken, yöre
halkları bu inanış içinde kendi eski dini ve milli özell ikleri n i
d e bir ölçüde yaşattılar. Ali taraftarlarının hepsi "Allah, M u
hammed, Ali" derken, " Ehl-i beyt"e, "On iki İ mam"a, " Ö n
dört Masum Pak" e , "Onyedi Kemerbest"e ve " K.ırklar"a sevgi
ile bağlandılar. Bununla birlikte, örneğin tran' da Zerdüştlük,
bu bölgedeki Şiiliği etkilerken Anadolu Alevil iği de başta
Şamanlık olmak üzere eski inançla,rla Müslümanlığı b irleş
tirdi. Bu inanış, Türkmen, Yörük, Tahtacı adını verdiğimiz;
Sünniterin " Kızılbaş" dedikleri zümreler arasmda yayıld ı .
Zerdüştlüğün etkisi i l e gelişen l ran Şiil iği ile Anadolu Alevi
leri aras ı nda, Allah-M uhammed ve Ali sevgisinden başka
hiçbir ortak taraf kalmadığı gi bi, bu mezhepler içinde yeni
tarikatlar ortaya çıktı. Şiiler şeriata, Alevi zümreler ise tari
kata ağırlık verdiler. Anadolu Alevileri Bektaşilik adı altında
42
örgütlendi. Daha sonra b i r kısun Alevi zümresi, Şah İsma i l ' in
kurduğu Erdebil Dergfıhı 'na bağlanarak Abdalan zümresini
oluşturdular. H ıdır Abdal, Abdal M usa, Pir Sul tan Abdal vb.
ocaklarına mensup halifeler Erdebil Tekkesi' nde eğitildiler.
Çaldıran Savaşı sırasında da lran tarafına yöneldiler.
" Er ka n l ı " veya halk arasında "Ağaç l ı " denen zü mre, Hacı
Bektaş Veli'yi Pir olarak tanımadılar. Safevi Hanedam yıkıl
·
dıktan sonra da bağlı bulundukları ocaklara ait dedeler ara
cılığı ile bugüne kadar görgü ve sorgularını kendi başlarına
devarn ettirdiler. Batı Anadolu' daki bu Alevi grupları, başsız
kalınca Hacı Bektaş Veli Ocağın ı tamdılarsa da yine eski ge
leneklerini sürdürdüler. Anadolu Bektaşiliğine bağlı olma
salar da Hacı Bektaş Veli'ye karşı kusur etmedile r.
Aı;adolu Alevi- Bektaşileri Caferi Mezhebine mensuptur
lar. A ncak, bu mezhebi n bütünl üğünü içeren , tam i lmihal i n i
bilen ç o k azdır. " l mam Cafer Buyruğu" a' d ı ile bazı yayınlara
rastlanıyorsa da bu husus tam olarak açıklık kazan mamıştır.
Camilerde ibadetlerini sürdüren Alevilerin, Hanefi Mezhe
bine mensup Müslümanlarla birlikte aynı farz ve sünnetiere
uydukları görlilür. Bu durum şeriata ilişkin uygulamalarda,
Aleviieric Sünni Hanefiler arasında bir fark olmadığını gös
terir. Yahut da Sünni baskısı karşısında, bir kısım Alevi
inançlı kişilerin kimliğini saklayarak Sünniyıniş gibi hareket
ettikleri düşünülebilir.
Bu noktada, mezhep nedir? sorusunu açıklamak gereki
yor. Mezhep tutulan yoldur. Müslümanlıkta, Kuran 'da yer
alan ayetlere ve Hz. Muhamm e d ' i n hadislerine göre tefsir
yöntemi ile ahirete ve dünya. ile ilgili sorunlara getirilen çö
zümlemedir.
İlk mezhep ayrılığı Hz. Muhamm e d ' in ölümü ile hi lafet
meselesinden dolayı başladı. Hz. Muhammed, " lsmailo
ğullarııun yetmiş bir, I-lıristiyarıların yetmiş iki ve ümmetinin
de yetmiş üç bölüğe aynlacağını, bir bölüğün kendisinin ve
ashabın ın yolun d a giderek kurtulacağı n ı, d i ğerleri n i n ise
cehennemlik olacağını " söylemesi üzerine; H z. Ali ' n i n bu
bölüğü Hz. Muhammed'e sorduğunda: " Senirı ve sana
43
uyanların yolunda gidenler Ehl-i beytimdir" yarutmı aldığı;
bir seferinde de Peygamberin kendisine hitaben "Yerle gök
arasmda iki halife bırakıyorum. Birincisi Allah'ın Kelamı olan
Kuran-ı Kerim, diğeri de Ehl-i Beytim'dir" dediği. Hz. Mu
hammed son veda haccında da Gadir Humm denilen yerde
deve sernerierinden yapılan minber üzerine çıkarak üro
ınetine " B e n kimin mevlası isem Ali de onun 'mevlasıdır.
Canı canımdan, kanı kanımdan, nefesi nefes imden, her kim
ki Ali'ye kötülük yaparsa bana yapmış sayılır", ancak bu
uyarıların dikkate alınmadığı, eski kabile düşmanlıklarını
gizliden gizliye sürdüren ve iktidar arzusu ile hareket eden
ümeyyeoğulları ile diğer bazı kabileleri.n , Hz. Ali'nin halife
liği sırasında birleşerek bir cephe oluşturdukları bilinir.
Bunlar, Sıffın Savaşında "aynı ürometreniz neden savaşıyo
ruz?" diyerek " Birinci emanet" olan Kuran'ın yapraklarını
mızraklara takarak istismar etmişlerdir. "lkin ci emanet" olan
Ehl-i beyt' e de Ali'nin öldürülüşü, Hz. Hasan'ın zehirletil işi,
Hz. Hüseyin'in susuz bırakılarak Kerbela'da şehit oluşu, di
ğer imamların zehirletilerek öldürülmeleri gibi suikast ve
zulümlerle ihanetleri devam etmiştir. Bu zulüm Abbasiler
döneminde de devam etmiş, Hz. Muhammed'in soyu, mu
halif Araplada birlikte İran ve Horasan'a sürülmüş tür. Bu
sıralarda Müslümanlığı topluca kabul etmeye başlayan
Türkler, Ehl-i beyt sevgisi ile Müslümanlığı birleştirmişler,
töreleri içinde bu inancı da yaşatmaya başlamışlardır.
Aleviler Caferi Mezhebine mensupturlar. İnançlarına göre
bu mezhep, Muhammed-Ali mezhebidir. Bu nedenle ken
dilerini ehli sünnetten sayarlar. Hangi mezheptensiniz diye
sorulduğunda ise "Ehli Sünnet Vel'Cemaat" diyerek, Hz.
Muhammed'in tuttuğu yol hangisi ise o yoldanız ! mesajını
verirler. Bazı araştırmacılar ve tarihçiler bu zümreye " Hete
rodoks" Sünnilere de " Ehl-i Sünnetteniz" (Ortodoks) ifad e
sini kullanırlar. H e r fert ve zümre tuttuğu v e inandığı yolun
doğru olduğu inancındadır. Kendisini ortodoks. karşısındaki
de heterodoks şeklinde niteleyen görüş subjektif görüştür.
Anadolu Alevileri İran Şiiliğini kabul etmezler. Bu nedenle
44
İran'daki İslam hareketine hiçbir Alevi katılmamıştır. Buna
karşılık !ran Humeyniciliğine Anadolu'daki aşırı dinci sünni
zürnrelerin iltifat ettiği görülmektedir. Şiilik İran milli harsı
ile karışmış ve çeşitli koliara ayrılmıştır. Anadolu Alevileri ise
Arap ve İran kültürlerini reddederek İslami inançlarını kendi
kültürü, örf ve adetleri ile kaynaştırmış; tasavvufi bir yakla
şım benimsernişlerdir. Türk sosyal yapısı içinde oluşan
Aİevilik; Batınilik, Babailik ve Hurufilik'ten, Türk Yeseviliği
ile Şamanlıktan etkilenen siyasi ve dini bir partidir. Anadolu
Bektaşiliğini de Alevilik içinde aramak gerekir. Bektaşiliği
ayrı bir şekilde incelememize imkan yoktur. Çünkü Alevi ve
Bektaşi toplumları birbirine karışmış durumdadır.
Anadolu'da Alevi olanlar vardır, Alevi- Bektaşi olanlar
vardır, B ektaşi olanlar vardır. Alevi- Bektaşi topluluklarına
Türkmen, Yörük, Tahtacı dendiği gibi aşağılamak için Kızıl
baş da denir. Salt Bektaşi olanlar, şehirlerdedir. Sünni ve
Alevi olmayı dikkate almadan bir cemiyete üye olunur gibi
ikrar vererek bu tarikata girerler. Kabulde zorlama yoktur.
Dervişlikten babalığa kadar kademe alarak yükselme olanağı
veren ve Bektaşiliğin Babalar Koluna mensup olan şehir
Bektaşiliğinde, masonluktan da etkiler olduğu' iddialar ara
sındadır. Şehir Bektaşiliği, Osmanlıların son yıllarında çok
bozulmuş tur.
Doğuda bulunan Aleviler arasında Zaza ve Kürt olanlar da
vardır. Asıl Anadolu Aleviliği ise milliyete dayanır. Anado
lu'nun özellikle doğu yöresille yayılan Zazalar ve Alevi
Kürtler, Kürtçe konuşmakla Kürt olamazlar. B u konuyu en
doğru gözlernleyen, aralarında kırk yıl öğretmenlik yapan
Mehmet Şerif Fırat olmuştur. Doğu İlleri ve Varto Tarihi adlı
eserirıde: Doğuda Alevi Kürtlerin ve Zazaların Türk olduk
larını ve kavınl boy adlarını ve törelerini aynen muh afaza
eıtiklerini, Kürtçe konuştukları halde dede-baba sorgusun
dan cem ve cemaat toplantılarını Türkçe yaptıklarını, dua
larını da Türkçe okuduklarını anlatır. Bu durum Osmanlıla
rın uzun zaman Anadolu'yu ihmal etmeleri sonucu, kendi
hallerine tetk edilen bu toplulukların Kürtleştiklerini dü-
45
şündürür. Öte yandan, I I . Abdülhamit, kurduğu Hamit
alayları aracılığı ile (1 882) Doğu Anadol u ' nun düzenini sağ
lamayı düşünürken azılı Kürt beylerine yetkiler vermiş;
b unların yağma- talanından kendil e r i n i korumak i s teyen
Alevi Türkler onlara sığınarak, Kürtçeyi öğrenerek can der
dine düşmüşlerdir.
Kürt dediğimiz topluluk eski Mezopotamya'da yaşayan
Arami ırkına mensup Hurri, M itanni, Asur, M e t dediğimiz
kavimterin kalıntısıdır. Irk itibariyle Aramidirler. l!kel olarak
yaşayan Yezidi dediğimiz topluluklardır. Yezidiler de Alevi
Türkler gibi kavmi geleneklerini devam ettirmişler, M ü slü
manlık içinde Şafiiliği seçmişlerdir. Bu topluluklar Güney
doğu Anadolu' dadırlar. Diğer Sünni ve Aleviler arasında Kürt
yoktur, Kürdüın diyen çoktur. Buna karşılık, Kürtçe konuş
tukları halde Türklükle ilgili kavmi inançlarını devam etti
renler görülür. Bunlar Doğu Anadolu'nun yaylak oluşu, kış
ların sert geç.mesi, coğrafi şartların müsait olmaması ve Os
manlıda n bu yana hizmetlerin gitmemesi yüzünden de ilkel
kalmışlardır.
Zazaların, Asya'dan Moğolların önünden kaçan Harzem
·
liler oldukları, Celalettin H arzemşah ue b i rlikte D e rs i m ' e
geldikleri sanılmaktadır. Kürt toplumunu Yezidilik v e Şafiilik
arasında aramak lazımdır.
Ilkel topluluklar, uygar olan to plulukların etkisinde kalır
lar. O halde, Asya kökenli ve ilkel özellikler de taşıyan Alevi
liğin, Kürt dediğimiz kavmi, ilkel yapısından vazgeçirerek
kendi inancına yöneltınesi mümkün değildir. Bu nedenle
Alevi Kürtlerin aslen Türk olduğu kesindir. Anadolu' da Alevi
olup da Kürdüm diyenler Kürt değildir. Özbeöz Türkti.ir.
Şafiilik Mezhebini kabul edenlerle aşiret geleneği içinde
Yezidiliğe inananların dışında Kürt Yc:.>ktur.
Anadolu Türk Alevilerinin belirgin özelliği, I ran Şilliği ile
Arap Aleviliğinden farklı olarak Türk harsı, örf ve adetleri
içinde kalmışlardır. Bugüne kadar, etnik yap�arını taas
suptan uzak din inançlarını her türlü baskıya rağmen koru
muşlardır. Aleviler çeşitli koliara ayrılırlar. Her toplumun bir
46
ocağı vardır. Bu ayrılığın nedenlerinden birisi, taliplerin
kendi ocaklarına mürit yapmak için sürdürdükleri müca
deledir. Şehir Bektaşiliği ile köy Alevi-Bektaşileri arasındaki
ayrılıkların nedeni ise kültür farkından ileri gelir. � evi
Bektaşilerin ocaklı dedeleri, şehir Bektaşilerinde olduğu gibi
kademeli olarak yetişmezler; dedelik babadan oğula geçer,
eğitim aranmaz.
Alevi-Bektaşllerin şiirleşen inançları, bir mistik aşktan
ibarettir. Tarikatın ulu saydığı, Hz. Muhammed, Ali, İmam
lar, pirler, Hatayi, Pir Sultan Abdal, Abdal Musa gibi kişilerin
elinden içilen dolu ile uyaruldığına inanılır. Bu doluyu sunan
Pirdir, Mürşittir, Şahdır, Hızırdır, erenler cemiyetinin Piridir.
Bu mistik havayı soluyan cemaatın �ümüdür. Cem' e gelen,
cemaat içinde bütün benliğini kavrayan o c azibe içinde
kendini bulur.
Birtakım uygulamalar sonucu, bazı Alevi gruplarının aşı
rılığa varan hareketleri de olur. Hz. Ali'ye karşı aşırı sevgiyi,
aşuılığa vardıran "Ali Allahil er" zümresi buna bir örnektir.
Bektaşiliği kabul etmeyen Alevi zümrelerinde, Şamanlık
tan kalma adetler daha daha etkindir. Bu nedenle Abdallar
raifesinin eski gelenekıere bağlı kaldıkları görülür. Sözlü
kültürün getirdiği ve töreleri ile canlı tuttuğu görülen bu
zümre tasavvuf düşüncesini çok basitten anlarlar. Tasav
vufta, nefsin tutsaklığından kurtulan, kötülüğe iyilikle kar
şılık veren, herkesi bir görüp seven, cömertlik gösteren, ku
surları görmeyen, kızgınlığını yenerek sabreden irisanın
şahsında beliren nur, Alla11lık cevheridir. Bu durum ermiş
liğe işarettir. Herkes bu sayılanları yerine getiremez. Bütün
dinlerde ibadetlerin amacı insanların bu meziyetlere sahip
olmak için kendini irıandığı din aracılığı ile terbiye etmesidir.
lşte Hz. Ali'de bu özellikler görülmüş ve O'na ermişlik özel
liği kazandırmıştır. Allah'ın yanında en güzel yere sahiptir.
Allah'tır demek yanlıştır ve cahilliktir. Bu konuda Şeyh
Bedreddin, Varidat adlı risalesinde şöyle der: " Peygamber
lerin söylediklerinin gerçek ve diğer anlarnlarını ciinleyenler,
bilgi derecelerine göre düşünebilirler. Arifler ise gerçeği b i -
47
lirler. Mesela, bir kişiye sana nurdan iki kuş verilecektir
dense, arifler bu iki kuşla ilim ve hünerin kastedildiğini bi
lirler. Halbuki dinleyenler alelade kişilerin bildiği anlama
geldiğini sanırlar. Bu doğru değildir" der. Burada Hz. Ali'ye,
Hz. Muhammed'in söyledikleri güzel ve övücü sözler, yanlış
anlaşılarak, Ali'ye karşı aşırılıklara gidildiği görülür.
Mevlana, Na'ti Ali Kasidesi'nde: "O açıklayıcı imam, O
Tanrı velisi safa ehlinin vücut güneşidir. Yerde, gökte,
mekAnda, zamanda Hakla duran o imarnın zatı, iç ve dış
temizliğiyle vasıflanmak vaciptir. Çünkü küfürden, ikiyüz
lülükten kurtulmuş tur, temizdir . . .
Onun konağı birlik iliemi dir. Dünyevi v e beşeri sıfatıardan
dışarıdır. O, insanın hakikati ve canı gibiydi. Her şey fanidir,
fakat can yaşar, ölmez. Onun hareketi kendinden diri olan
ezeli varlıktandır. Beka çevresinde döner dolaşır, yaratıkları
yaratanın zatı gibi o bakidir. Hakkın yüksek sıfatları Ali'nin
vasfıdır. Hakkın sıfatları zaten ayrı değildir. O , Tanrının za
tine yapışmış o olmuştur. Hani duyduğun lahütün o gizli
hazinesi yok mu; işte o odur. Çünkü o, haktan hakla görün
müştür. O hazinenin nakdi, tükenmez ilimdi. İşte o ilimden
maksüt, yüce Alidir. Hakkın hikmetini ondan başka kimse
bilmez. Zira o hakimdir, her şeyi bilendir.
lbtidasız evvel o idi, sonsuz ahir de o olur. Peygamberlere
yardım eden o idi, velilerin gören gözü de hakikaten odur.
Yüzünün nurlu parıltısı, kendi ziyasından bir güneş yarattı.
O, hak iledir; hak ondan görünür. Hakka ki, o hak ile ebedi
dir.
Ademin toprağı onun nurundan idi. O sebeple meleklerin
tacı oldu: Allahın isimleri ondan belirdi. O temiz ve yüce
imarnın ilmi sayesinde, Adem, her şeyi anladı. O nur tek olan
yaradanın n uru olduğu içindir ki, meleküt onun huzurunda
secde ettiler. Evet, muhakkak ki, Ad em, o imarnın nuriyle
bütün ilahi isimleri bildi . . .
Şit, kendinde Ali'nin nurunu gördü v e yüksek alemi öğ
rendi. Nuh, kendini yüksek menzile ulaştırıncaya kadar, is
tendiğini hep ondan buldu. Gene ondandır ki kurtuluşa eren
48
Nuh dehirde gayret tufanının buldu da beladan kurtulmuş
oldu. Halil Peygamber, dostlukla onun andı da ateş ona al
lrue oldu. Nemrud'un ateşi, o Allalun dostuna hep gül, nes
rin, lrue oldu. Gene o idi ki, keyfiyle kendi koyununu !smail' e
kurban etti. Yusuf, kuyuda onu andı da o saltanat mülkünü
süsleyen tahtı buldu. Yakup, onun önünde birçok iniedi de
Yusufun kokusunu alıp gözleri açıldı. lmran'ın oğlu Musa,
onun nurunu gördü de uzun geceler hayran kaldı. Kırk ge
cede kendinden geçti, kavuşma ve görüşme zevkine daldı.
Sonra dedi ki: Yarf!bb{ Bana bu lütfundan bir alarnet ver.
Hak ona işte sana (Yed-i B eyza = nurlu el) i verdim; dedi.
Gene Ali'nin vergisidir ki, Meryem'e arkadaş oldu da lsa
vücuda geldi . . O, şeriatte ilim şehrinin kapısıdır. Hakikatte
.
49
kılavuz olasın "
Sözleri ile açıkladığı gibi alelade kişilerin "Ali ( H aşa) Al
lahtır" düşüncesi ile hareket etmektedirler. H albuki burada
Mevlana fütüvvet ebiinin "Feta"ya erebilmesi için iki yüz
lülükten kaçınması, yalan söylememesi, herkese eşit mua
mele etmesi, ırk, din ve mezhep ayırmaması, n efsine düş
man olması için çalışmasıdır. Yunus Emre'nin " Çiğidik piştik
EJhamdülillah" dizesine göre Ali kiifüı-den, ikiyüzl ülükten
uzaktı. "Onun konağı birlik alemidir" sözü ile ayırmayan
böl meyen birleştirendi. "Hakkın yüksek sıfatları Ali'nin va
sıflandır" sözleri ile Ali vahdet-i vücut nazariyesine göre
Ali' nin şal1sında beliren sıfatıarın Allah'ın Peygamberler
aracılığı ile duyurduğu emirleri en iyi şekilde gerçekleştirerek
"Ümmetin Feta"sı olmuştur. Yine Mevlana aynı eserin bi
rinci cildinde " Hel eta şehsuvarı kucakla" sözü ile de " H cl
eta" ayeti ile başlayan Dehir suresinde Ali'nin kastedildiği
ifade edilmiştir.
Genç Abdal da deyişlerinin bir dizesin de,
50
yerde gökte esen yelde, uçan kuşta, deryada denizde ilahi
varlığı görür. Allah'ın varlığını b u yapı i çinde bulur. Hz.
Muhammed 'i, Ali'yi. imamları aynı cazibe içine sokar. Dağlar
taşlar Allah- Muhammed-Ali çağıru. Bu durum M üslümanlık
öncesi mistisizminin Müslümanlık içinde ilahlaşan aşkıdır.
Burada Ali, Hz. Muhammed' e en yakın ve ondan her yönü ile
kutlanmış güzel huylu, gerçekçi yanı ile cismani yönünü yok
eden, "Çiğ iken pişen" bir özelliktc varlık derecesine yükse
len bir kişiliktedir. Ali'de beliren nur ilahi n urdur. Bu özel
likler eviatiarına da geçmiştir. lşte Aleviler böyle inanırlar.
Hz. Al i ' ye duydukları sevgiyj eviatiarına da d uyarlar. Alevi
dedelerin i n bu soydan geldiğine i nanı l a rak o nlara da ayn ı
duygu ile bağlanılmıştır. Bu ilahi aşkı " tevella ve teberra"
içinde görürler.
Tarih ö n cesi devi rlerinden bu yana insan lar, yaratıcıyı
aramışlar. Yaratıcıyı göklerde arayarak yüce özelliklerini
güneşte, ayda, yıldızlarda, daha sonra dağlarda, nehirlerde,
ağaçlarda bulmak istemişlerdir. En son bu vasıflar, insanın
kendisinde aranmıştır. Tasawufta Tanrının vasıfları nın in
sanda belirmesi olayı ise daha kapsamlı yorumlanmıştır.
Üçlü Tanrı (gök, yer, su) i nancı, Doğu uygarlıkları ndan
etkileşimlerle B atıya da geçmiş, M ezopotamya, M ısır, Ana
dolu, Ege ve Roma inançlarında üçlü Tanrı sistemi koru n
muştur. Örneğin: Mezopotamya'da Anu, Enlil, Enk; Ege'de
Zeus, Poseidon, Demeter; Roma'da Jüpiter, Mars, Miner
va'dır. Bu etkileşim , Akdeniz havzasındaki semavi di nler için
de sözkonusudur. N i tekim bu çevrelerden etkilenen Hıristi
yan lıkta Allah, lsa ve Ruh'ül Kudi.is üçlemesi ve "lsa, Allah' ın
oğludur" inancı vardır.
Anadolu' da Alevi topluluklarının Ali'ye Allah demeleri fikri
Asya Şamanları n ı n atas ı olan Ülgen ' l e Al i ' n i n , kadı nların
koruyucu Tanrısı U may ile Hz. Fatma'nın kişili klerinin bir
leştirilmesinden doğmuştur. Ayrıca, Aleviler "Allah
M uhammed-Ali" üçlemesini şiirlerde ve tercümanlarda da
kullanırlar.
Allah-Muhammed-Ali üçlemesinin H ı ristiyanlık etkisin-
51
den dogduğu fikri yerine, bu üçlemenin Onasya'da Hıristi
yanlıktan önce var olduğunu yukarıda açıklamaya çalıştık.
Ayrıca', ( 1 2) H avari ve Oniki imam benzerliği için aynı tez
geçerlidir. Çünkü, Hıristiyanlıktan ve Müslümanlıktan ön
ceki Türk inançlarında hem üçleme ve hem d e Oniki Tanrı
sistemi vardı. Oğuz Han' da birleşen ve 12 sağ da, 12 solda yer
alan boyların da bu inauçta birleştigi, oniki m'efhwnunun
Hint din inançlarında da var olduğu, ayinlerde Bektaşilerle
Ahilerin " Şedd" veya "Tığ-ı bent" diye bellerine bağlayarak
üç defa düğümledikleri kuşağın, Hint'te kurban edilen kutsal
hayvanların kılından eğrilerek oniki iplikten örüldüğü, bu tür
inançların Satınilik ve Hurufilik aracılığı ile Alevi ve Bekta
şilerin kabu1 ettikleri savını kuvvetlendirmektedir.
Alevi-Bektaşi şairleri şiirlerinde " Allah bir, M uhemmed ve
Ali"yi anmakta; Allah'ı yaratıcı, Hz. Muhammed'i N ebi, Ali'yi
de Veli olarak tanımaktadır. O 'na "Allah'ın Aslan ' ı " sıfatını
da vermişlerdir. Ali aynı zamanda Hz. Muhammed'in Ehl-i
beyt ' indendir. Sevdiği kızının kocası, torunlarının babasıdır.
llmi ile de kendisini kabul ettirmiştir.
Ernevii er dönemindeki bu zıtlaşma sonucu Ali taraftarları,
O ' na olan sevgilerini aşırılığa kadar götürdüler. Hz. Ali bu
nedenle, ''İki carnia benim yüzümden cehennemlik olacak
tır" derken, kendisini aşırı derecede sevenlerle, yerenleri
kastetmiştir. Bu aşırılıklara tran'ın eski din inançlarının da
etkisinin olduğunu ilave edebiliriz.
tran' da değişik din inançları mevcuttu. Asırlarca insanlar
bu inançlar içinde çırpınıp durdu1ar. Asyalı kavimler cenneti
Allah' m, cehennemİ de şeytarun evi şeklinde farzettiler. B u
etki, ikili Tanrı düşüncesine inanan lranlılardan geçti. tranlı
kahinierin fikirleri, Satınilik ve H urufılik gibi fıkir akımları
nın etkisi Bektaşiliğe de yansıdı.
Bu eski tran inanışına göre dünyada iki şeye tesadüf edilir.
Bunlardan birisi hayır diğeri de şer' dir. Dünyada iki mevsim
vardır, yaz ile kış, iki insan vardır, erkek ve kadın, dünya iki
şeyden hasıl olmuştur, toprakla su. lranlılar Tanrı olarak
"Aydınlık'a" veya İyilik'e (Hürmüz) inanmışlardır. " Karanlık"
52
veya "kötülük" de "Arimen"dir. Sonradan biri Allah digeri de
şeytan sayılmıştır.
Öte yandan, Kuran -ı Kerim'in zahiri (dış anlamı) yanında
batıni (iç anlamı)rıın da oldugu iddiası ile bir cereyan ortaya
çıktı ki, bu Batmiliktir. Kuran ' ı n zahiri manasından başka
batıni manasının da olduğunu alimler kabul ederlerse de,
tefsir ve hadis bilgirılerinin dışında tefsirler dayanaksızdır.
Batıniler ise kendi gözlemlerine ve mantıklanna göre açık
lamaktan çekinmezler. Bu yüzden Batıniliği seçenler kendi
akıllarınca tuttukları yolun, günün birinde bütün herkesçe
kabul edileceğini ileri sürerler. Bu düşünceyi yayan ve aşırı
hareketlerde bulunan, Kara Cariyenin Oglu lakabı ile bilinen
Abdullah bin Sebe'nin etkisi ile bu fıkirler taraftar bulmuş
tur. Batiniler Hz. Muhammed'in tekrar dünyaya gelerek
küfrü kazıyacağı fikrini yaymışlar; Hz. Ali'ye de insanüstü
nitelikler yakışturrıışlardır. Bu inançlardan dolayı Abdullah
bin Se be, Hz. Ali 'nin halifeliği zarı1arıında hapsedilmiş, tövbe
etmediği için Ali' nin errui ile yaktınlarak öldürülmüştür.
tınarn Cafer us Sadık' ın; "Biz Ehl-i beyt gerçekleriyiz, fakat
bir yabancı çıkar bizim hakkımızda yalan söyler, yalan ile
gerçeğimizi gidermek ister" der.. Buna da , Ali ve Ogulları ile
daha sonraiçi torunları olan imamlar aşuı inançlı olanları
. yanlarından uzaklaşillarak onlara lanet etmişlerdir. B u aşı-
rılıklar sürüp gitmiştir. Fazlutlah H urufi gibi bazıları da
peygamberlik iddiası gütmüş, peygamberlerin eksik bırak
tıkları işleri tamamiayacağını iddia etmiştir. Bazıları meh
dilik iddiasına kalkışmış, hatta Taruı olduğunu iddia edenler
de çıkmıştu.
53
mitolojik olaylar da anlatılır: Hz. Muhammed bu sırlan Hz.
Ali'ye söylemiş, Ali de hiçbir kimseye anlatamam ış, çok bu
nalrnış ve mecbur olmuş ıssız bir yerde bu sırları bir kör
kuyuya aktarmış, zamanla bu kör kuyudan kamışlar bitmiş,
bu kamıştan " ney" yapmışlar. Tarikatlarda çalınan neyin
inleyişi, yaruk sesler çıkarışı işte bu sırlannış! H alk arasında
böyle anlatılır. Şiirlerde de yer alır. Sırların öğrenilebilmesi
için bir pir'in eteğine yapışılması gerektiği inancı ile, bir
tercumanda;
54
Pir Sultan Abdal, rızalı k alına ile ilgili şöyle der:
55
Halk arasında Osmanlıdan kalma bir deyim de: " Kadılar ki
rasız kilim başı tutmazlar, yaş yere yatmazlar. Bu düzen
bozuktur, adil han tahttan inmiş, karga Şahan olmuştur"
derler.
Alevi-Bektaşi inancında, hakkın hak olması istenir. Ma
sum kullarına sahip çıkacak olan Tanrı'dır. Tanrı'nın elçisi
Muham.İned'dir, Ali' dir. O'nun soyundan gelen imamlardır.
Sonuçta "Mehdi" dir. Bu inanış;
56
zaman kendi iç disiplinini korumasına karşılık büyük ken t
lerde özellikle İstanbul ' d a kendilerine Bektaşi diyen zengin
ve saygın kişiler, şeriat yasaklarından kurtulmak ve diledik
leri gibi gece al.ernleri, eğlenceler tertip edebilmek için ko
naklarda sık sık bir araya gelmişler, içkili danslı eğlenceler
düzenlemişler bunu da dışarıya Bektaşi töreni olarak du
yurmayı uygun bulmuşlar. Bu gibi toplantılarda yaşanan
skandallar da doğrudan Bektaşiliğe mal edilmiştir. örnek
olarak son Osmanlı Sadrazarnı Daınat Ferit Paşa'mn ailesi
nin Bektaşi oldukları iddiası ile bu tür eğlenceler tertiple
dikleri bilinir.
57
Bektaşilerin Tığ-ı bent bağlayarak Allah, M uhammed ve Ali
adına ü ç düğüm vurma işlemi Ahilerin " Şedd"inden başka
bir şey değildir. Bektaşilerde görülme, nas i p alına veya ikrar
verme ve oniki hizmet denen cemdc, her hizmet sonunda
"car çalma" veya ferraş tarafından yer süpürme, okunan
tercuınanlar, salavat getirerek meydana girmeler, meydanda
dar'a durup sağ ayağın başparmağını sol ayağın başparmağı
üzerine, (mühürleyerek) sağ elini kalbi üzerine koyarak hafif
eğilerek duruşları, ayetlerin, tercumanların, rluvazların
okunınası ve duvazlarla Oniki lmarolann adlarını saymalan ,
niyazlar, telkinlerde bulunma benzerlikleri Ahilerde de
mevcuttu.
Bu durum Hacı Bektaş Veli ile Ahi Evre n ' i n eskilere da
yanan dostlukl a n n ı n ve Gülşehirli Aşık Paş a ' n m bir Alevi
oluşu sonucunda, Ahiliğin Bektaşilik içinde eriyerek devam
ettiğine bir işarettir.
Gadir - H umm'da, Hz. M uhammed 'in emirleri ile saha
b i ' n i n birbiri ile kardeş oldukları, Hz. Muhammed'in de
Ali'yi kardeş olarak seçtiği bilinmektedir. B u gelenek de bazı
tarikatlarda yol kardeşi, ahiret kardeşi , Bektaşilerde ise
"müsahip"lik tarzında Ahilikten kalmadır. Alıilikle Alevi
Bektaşilik, inanç ve töre olarak birb irine öylesine karışmışt ı r
k i hangisinin hangisinden etkilendiği dahi bilinmemektedir.
Al1ilerin törelerinde tuzlu su, Alevilerin d uru su, Bektaşi!erin
tatlı şerbet içmeleri önemli benzerliklerdendir. Fü tüvvet
erkanında ki, şeyhin ikrar verilirken veya görgü işlemi yü
rütülürken "Kimi n kimde hakkı varsa ya heH\1 etsin yah u t
hakkını dilesin" telkini, Alevi-Bek taşilerde görgü sı rasında
dede: " Ey erenler! e l gövdenin kaşınclığı yeri bilir. Bu canlar
meydanda nasıl bilirsiniz? H akkı olan talep etsin'' der. Rı
zalık a lmadan tal i b i görmez. Alevi lerde b u görgü cemine
" Rızalık Alma" veya " Rızalık Lokması" da derler.
Ahilerde şeyh cemaata, ikrar veren can'la ilgili; "söylene
cek sözü, edilecek itirazı olan varsa önce söylesin, dile gelsin
çünkü tezkiye ikrardır" der. Tezkiyeden sonra kınan1a ise
inkardır. lkrar irıkarı batı! kılar ve ikrardan sonra inkar doğru
58
değildir. Feta fetayı kınayaınaz. Alevi- Bektaşilerde de yılda
bir tezkiye töreni vardİr. Bektaşiler buna "baş oku tma" ,
Aleviler de " görülme" derler. Görülme, nasip alma, el alına,
cumalıktan geçme adı ile anılan ayinde ikrar veren talibe
dedenin; "Gelme gelme, dönme dönme, dönen canından
veren malından" denirken, Ahilerde de "Tanrı nalet etsin
ahdini hozana" der.
Abdal Musa Lokması, Görgü Cem'i ve On iki Hizmet Usul
ve Erkanı - Alevi- Bektaşilerde, değişik ocakların etkisi ile
usul ve erkan birbirinden farklı olarak yürütülmektedir. Bu
farklılıklar, dede ile yaı·dımcılarının bilgisine ve tahsiline
göre değişir. Şehir Bektaşiliğinin temsil edildiği " Babagan"
koluı-lda usul-erkan daha da değişiktir. (Ayrıca açıklanacak
tır.)
Bıı Hizmetleri Yii.riitenler - Hizmeti yürüten görevliler,
başta "Dede"dir. Dede'ye "Sercem" de denmektedir. Cemi
cemaan idare eder. "Rehber" dede'nin yardlmcısıdır. Gör
güsü yapılan ve cern'e gelerilere yardımcı olur. Diğer bir
hizmet sahibi de "gözcü"dür. Beline "Tığ-ı bent" bağlamış
ve elinde uzunca bir sopa ile sağa sola işaretler vererek
cem'in asayişini sağlar. "Çerağcı", kandil, şamdan vb. çe
rağların yakılmasını sağlar. Bu görevliye "delilci" de denir.
"zalcir", aşıktu; deyiş, duvazde lmaın söyler, saz çalar.
"Ferreş" süpürgecidir. Hizmetler taınaınlandıkça meydaru
sembolik olarak süpi.irür. Ayru zaınanda rehberin yardım
cısıdır. "Saka" ibrikdardır. lki kişi olur. Birisi su döker, diğeri
leğen.i, sabun ve havluyu taşır. "Sofracı" kurbanların kesil
mesi, doğrarıması, pişirilerek ustılünce sofraya getirilme
sinden sorumludur. Bu hizmeti yürüten ana kadınlar " Ka
dıncık Ana" lakabı ile anı!u·. "Pervane" seınah yapacakları
düzene kor. Seınahcı da denmektedir. "Peyik" cemin ola
cağını komşulara haber verir. "lznikci" cemevi'nin temizli
ğine bakar. "Bekçi" de cemin ve ceme gelenlerin evlerinin
güvenliğini sağlar.
Cemevi'ne önce dede gelir. Edep-erkan ile dar'a durup,
niyaziarın edip yerini alır. Daha sonra, köydeki rehber ile
59
dede soylular ve ileri gelenler usulünce niyaziarın ederek
yerlerini alırlar. Dede'nin çevresine, zakir, rehber, çerağcı
(delilci), de de soylular ve köyün veya o yörenin saygın kişileri
meydaru çevreleyerek 'otururlar. Meydanı boş bırakarak
·
halka şeklindeki bu oturuşa "Selman H alkas ı" denir. Bu
halkarn n etrafında erkekler, ayrı bir bölümde de kadınlar
bulunur. Ayinler Cemevi'nde yapılır. Cemevi ol mayan yer
lerde de genişçe bir ev seçilir.
a) Abdal Musa Lokması - Cemler üç grupta toplanabilir.
Birincisi Abdal Musa Lokmasıdır. Dede köye veya o yöreye
geldiği zaman ilk karşılamadır. De de köy yollarında törenle
karşılanır ve konağma misafır edilir. Bu görevler rehberine
düşer. O akşam peyikci aracılığı ile köye veya yöre halkına
duyurulur. Bu toplantıya " Rızalık Alma" denir. Çünkü b u
toplantıya gelmeden önce k o n u komşu birbirine kırgınsa
barışır. Alacağı varsa eda eder. Eksiklerini tamamlar. Top
lantıya, elinden yettiğince pişirdiği könbeler, çörekler, kete,
katmer, çerezler ve pişirilmiş tavuklada gelirler. Fakir fukara
sevaptır benim de bu çorbada bir atımlık tuzum olsun di
yerek tuzunu, bulgurunu ve yağını getirir. Bu toplantıda şa
hıslar kurban kesmezler. Kurban kesecekleri belirlerler. Tö
rende kurban kesilirse " salma" yolu ile o sırada herkesin
gönlünden koptuğunca para toplayarak mal sahibi razı
edilir. Getirdikleri yiyecekleri lokma işleri ile meşgul olanlara
verdikten sonra meydana gelerek yalın ayak peymanceye
dururlar. [Peymance'ye durma: (Farsçası Pay-ı Macan'dır.)
Arılamı kapı eşiği, pabuçluk veya odarun en geri tarafı de
mektir. Talibin, dervişin veya canların ayak yalın sağ_ ayağı
başparmağı, sol ayağın başparmağına koyar buna da ma
ğarlama denir. Hafifçe öne eğilir ve sağ elini kalbi üzerine
koyarak dedeye yönelerek durur. Dar'a durma veya Dar-ı
Mansur da denmektedir.)
Dede: "Allah. . . Allah Lokmalar kabul olan Muratlar hasıl
ola, Hak-Muhammed-Ali kabul eyleye, On tki tmarnların,
Pirimiz Hünkarımız Hacı Bektaş Veli defterine kabul ola.
Nfir'u Nebi Kerem-i Ali, Pirimiz Hacı Bektaş Veli, gerçek
60
erenler demine Hı1" diye duasını yaptıktan sonra dar'a duran
canlar secdeye kapanarak niyazını eder, usulünce geri çe
kilip, kadmlar ayrı bir bölümde, erkekler de bu halkanın ar
kasında yerlerini alırlar.
Cemevine gelmeden önce herkes kadın erkek abctestini
alır. Abctestsiz ceme katılınmaz Alevi Bektaşilerde evli olan
.
ve görilirnek isteyen canların müsabiplerinin olması şarttır.
Bektaşilerde müsahip aranmaz.
Abdal Musa Lokmasında, herkes birbirine niyaz ederek
rızalık aldıktan sonra görülecekler, Oniki Hizmet dediğimiz
cemde kurban kesecekler belirlenir. Dede nasihatlarda bu
lunur. Problemleri olan,Jarın huzura çıkmadan gidermeleri
için kapab olarak işaret eder. Tarihi olaylar ders olacak şe
kilde anlatılır. llerde detaylı olarak üzerinde duracağıınız
biçimde dede sofra duasını yapar ve lokma gelir, yendikten
sonra yine duası yapılır. Sofralar kalkar. Dede " Oturan duran
kovsuz giybeksiz evine varan, yastığına baş koyup dua eden
canların-Hak erenler muradım vere, gerçek erenler demine
Hfı" der. Cemaat meydanda niyaziann ettikten sonra töre
lerince evlerine dağılırlar.
b) Görgü Cemi - İkincisi ise, görgü cemidir. Bu cemde
müsabibi olan bütün canlar rızalık abp boy abdestli olarak
toplantıya gelirler. Bu ceme "Cumabktan geçme" de denir.
Her cuma akşamı yani perşembeyi euroaya bağlayan gece
dir. Dindar olanların büyük çoğunluğu perşembe günleri
oruç da tutarlar. Yılın elli iki haftasının dö'rt haftası Muhar
rem ayına geldiği için görgü cemi yapmazlar. Kırk sekiz hafta
boyunca bu cem tekrarlanırken, arada bir yapılmaya baş
lanmış ve daha sonra kırk sekiz haftanın toplamı bir c u ma
akşamı dedenin bulunduğu sırada yapılması adet haline
gelir. Bu cem, görgü ve sorgu ayinidir. Dede hizmet sahip
lerine verdiği duadan sonra Carcı can çalar temsili olarak
bütün günahları ocağa döker ve ortaya gelerek süpürgesini
sol koltuğu altına alarak, dar'a durur. Dede: "Allah Allah
hizmetin kabtıl ol. Muradın hasıl ola. Seyyid Ferraş Efendi
ınizin hizmeti üzerinde ola. Gerçek erenler demine Hfı" diye
61
duadan sonra geri çekilerek yerini alır.
lkrar ayi n inde yeni tarikata girmek isteyen önce bir mü
sahip seçer. Dede ded�den, talip de tali pten müsahibini
seçmek zorundadır. Evlilikleri de öyledir. Talip dedenin dede
de talibin kızını alamaz. Tal i p bir yıl aday olarak gezer, m ü
salıi pler birbirinden memnun olmadıkları taktirde ayrıla
b i lrler.
Tarikata girmiş olup da görülmek isteyenler. I ki müsa
h ipden büyük olan sağda eşi yanında, diğer ınüsahi p eşi ile
birlikte dört kişi meydana yalın ayak gelerek dar'a dururlar.
Bellerine de kemerbest bağlarlar. Rehber görgü darında
meydandaki dört kişin i n sağ tarafına geçerek niyazın eder
ve Kuran' ın A ' raf suresini n 23. Ayeti n i Arapça okur: ( " h e r
i k i s i Rabbimiz kendimize yazık ettik. B i z i bağışlamaz v e bize
merhamet etmezsen biz kayıp edenlerden oluruz") . Rehber
devamla Allah ... Allah Eli erde, gözü yerde, özü dar-ı Mansur
da Hak Muhammed-Ali yolunda, Erenler ıneydaıu, Pir d i
vanında, canı kurban teni terceınan O n l ki l ınam v e O n dört
Masum Pak. Efendilerimizin dostlarına dost düşmaniarına
düşman olmak kavliyle, H ak erenlerin nasihatını kabu l ,
m u ktezasiyle arnel etmek üzere yalın ayak yüzü üzre sü n ü
rerek gelmiş, ( . . . görgi.iye girenlerin baba v e kendi adları) c e m
erenlerinin i z n i icazetiyle M u hammed-Ali yol u na, Seyyid
M u h am med H i.i n ka r Hacı Bektaş Vel i Tari k - i Naze n i n i n e
dahil olmak üzere k o ç kuzulu kurbanlarıyla gelınişler, Hakk'ı
görmüş n1h'ı Hak bilıniş, Nesiınİ gibi yüzülüp, Mansur gibi
asılıp, Fazlı gibi borçdan halas olmak dilerler, Hirıunet-i Pir
n iyaz ederler. Allah Eyvallah" demesi i l e Dede: " Ey erenler
herkes gövdenin kaşındığ yeri bilir, canlar meydanda hak
larında bir sözünüz var mı?" diye sorar.
Çoğu zaman görülen şahıslar bu tür sorguya meydan
vermeden, görülmeden evvel küsmi.işse barışır, hakkı hak
ederek rızalık almadan meydana çıkmazlar. Ancak, hakla
rında bir alacak, verecek veya kusurlu bir davranışları varsa
şikayetçi müsaade isteyerek kalkar onlar gibi dara durur. Bu
durum bir mahkeme gör ü nümü arz eder. Dede ile birlikte
62
"Selınan halkası'' dediğimiz b ölümdeki d iğer dedeler, reh
ber, zfıkir de katılır. Konu ele alınarak tartışılır. Kusurlu bu
lunursa "düşkün" bı rakı lınaları ile hiçbir toplantıya katıla
maz. Düşkünlükten kurtulmak isteyen tal i pler süresi so
nunda çok büyük eziyetler ve cezalar verdirilerek d üşkün
lükten kurtulurlar.
Düşkün o lanların evli iken i kinci d efa evleruneleri, hır
sızlık yapmaları, zina, borçlarını eda etmemeleri gibi ku
surlardan oluşur. Hiç kusurları yoksa, veya sorgudan akla
nan talipler için Dede, canlardan yeniden rızalık ister. Cc
maat da yere niyaz etmek suretiyle razı olduğunu" gösteri r;
Dede de " Derviş-i dervişan kabul -ü makbulan" diye talibi
kabul eder. Şu ayeti okur:
(Kur' an, Tövbe S uresi, Ayet l l 9) "Ey insanlar Allah 'dan
sakının, doğrularla beraber olun" der ve devamla "Tevbe
günahlarımıza estağfurullah , eliınizle, dilimizle, belimiıle
işlediğimiz günahlarımıza tevbe estağfurullah, kalbirni zle
cem-i azamızla işlediğimiz günahlarımıza tevbe estağfunıl
lah, isyanıınıza tevbe estağfurullah " der. Dede d evamla " Ber
cemal-ı Muhammed, kemal-i Hasan, H üseyn, Ali Ra Bü
lend ' e salavat" der ve ti.iın ayin-i cem erenlerini salavat ver
ıneye çağırır. Hep birlikte,
"Atlahümıne Salli ala Seyyidina M uhammed-in ve aH1 Al
i Muhammed" diyerek salavat verili r.
Görülen ve alanda b ulunanlar da yüz üzeri secdede du
nırlar. Dede devamla, "geldiğin Ali yolu, durduğun ınansur
dar'ı, gördüğün hak Ali 'dir, Hak cesedine can verdi, kalbine
iman verdi, ağız talip, dil ınürşit. erenler meyd anın da ne
gördün, ne işittin?" diye sorar. Dar'dakiler başlarını kaldır
madan " Hakkı gördüm, Hakkı işittim" derler. Dede " H ak
uvarsın i şi mi zi " der ve devamla:
"Allah eyvallah kapısında, döktüğün varsa doldur, ağiat
t ığın varsa gi.i ldür, yıktığın varsa kal dır. Doğru gez dost gön
lünü incitme, mürşide teslim-i rıza ol. Yalan söyleme, haram
yeme, zina etıne, elinle koymadığın şeyi alma, gözünle gör
ınediğin şeyi söyleme, gelm e gelme, dönme dönme ge-
(jJ
lenin mah dönenin canı, riya ile ibadet, şirk ile taat olmaz,
söylediğin ıneydanın sakladığın senin, Allah Eyvallah" der.
Bunun üzerine görgüsü yapılanlar dar'a kalkarlar, Dede so
rar. Bu cevapla sağ tarafta bulunan ·yaşlı olan talip cevap
lar.
Erenler meydanında Pir huzurunda mürşidine teslim ol
dunuz mu? Ehli beyt soyuna irnan-ü ikrar ettin mi? Kazaya
razı olup kader' e bağlandın mı? Cafer us Sadık içtihadı üze
rine hak dediğini hak batı! dediğine batı! bildin mi? Muha
med -Ali ve Ehli beyt'in sev dediğini sevip sevme dediğini
sevmeyip tevella ve teberra ettin mi? E n büyük talip veya
görülenler her soruJuşta, "Allah Eyvallah" derierken Dede
devamla, Pir Hakkı hak mı? (Büyük talip) hak der.
- Mürşit hakk mı?
- Hak.
- Mührü Muharrem hakkı hak mı?
- Hak.
- Oniki İmam hak mı?
- Hak.
- Tarikat hak mı?
- Hak.
- Şeriat hak mı?
- Hak.
Dede;
Sureti hakktan görünüp dünya menfaatlarına kamp, mü
nafıkların sözüne inanıp erenler yolundan uzaklaşırsan
mahşer günü yüzün kara olsun mu?
Sözüne talipler "Allah Eyvallah'" derler. Allah Allah diyerek
secdeye kapanırlar.
Dede; "Allah-Muhammed-Ali Rünkar Hacı B e ktaş Veli
ikrarınızda sabit kadem ey! eye, gerçek erenler demine H G " .
Daha sonra dedeye niyaz ederler, küçük talip büyük talibe
niyaz ederken eşler dedeye ve her iki talibe niyazla yerlerine
otururlar.
c) lkrar Veriş - İlk defa tarikata girerken ikrar verileceği
sırada: önce kapıda Bekçi Babaya niyaz ettikten sonra gözci.i
64
boyunlarına Tıg-ı bent veya yağlık dedikleri çevreyi bo)'1,1na
dolayarak üç düğüm yaparak çekerek içeri girer, "Gerçeğe
Hı1 Erenler" der meydanda durur. Her adım atışta "Şeriat
Erenleri Hı1, Tarikat Erenleri HG, Marifet Erenleri Hı1, Sırrı
Marifet Erenleri Hı1" der ve "Bir çift talip getiriyorum alıp
kabul ediyor musunuz" diyerek yine bir adım atar. Delil'in
(yakılan m um vb. ateş) önüne gelip üç defa niyaz eder. De
denin önüne gelir, dede duasını eder ve sonra dedeye niyaz
edilir.
Dede Türkçe olarak da " lyi ve kötü günlerde kardeşsiniz.
Bir gömlekten ses vereceksirıiz. Gelme gelme dönme dönme
gelenirı malı dönenin canı" der ve son olarak "bundan sonra
kardeşsiniz hak uvarsın işinizi" der. Yine dedeye niyazdan
sonra, d ed e "aşk ola sofu" deyince secdeye varılır. Dede "Baş
kaldır doğru söyle kalbinde sakladığın senin" durduğun
dar-ı Mansur cesedine can verildi. Kalbine iman verildi. N e
gördün niye geldin Hakkı gördüm hakka geldim. " D e de Hak
uvarsın işini" der ve talip kalkar, Dede, " B u canlar meydanda
nice bilirsiniz, Burada da sorar" el gövdenin kaşındığı yeri
bilir. Bu canlardan hakkı olan talep etsin" der, herhangi bir
kusuru borcu yoksa cemaat " H ak uvarsın işini" diye birlikte
cevaplar.
Büyük müsahip sağda diğer küçük müsahip solda ayakta
iken dede yine talibe: " P i r H akkı, Mürşit H akkı, Müsahip
hakkı, Malıiri Muharrem, 12 lmam, tarikat, şeriat hak mı?"
sorularına büyük mürşit "hak" der ve dede de "hak uvarsm
işinizi" diyerek secdeye iner, daha sonra küçük müsahip
büyük müsahipin ayağına düşer, kadınlar hepsinin ayağına
düşer, dedeye niyazla geri geri çekilerek gözeünün gösterdiği
yere oturulur.
Bazı yörelerde de görülen talipler dedenin önüne diz üstü
otururlar, dede en sağda oturan talibin elirıi tutar başpar
mağını kendi parmağına rapt eder, Talip sol eliyle dedenin
eteğini· tutar, onun solunda oturan eşi , diğerleri d e kendi
sağındakilerin eteğini tutar. Dede görülenierin kulaklarına
yakın bir mesafede mealen (Fetih suresirlin 10. ayeti) Ye-
65
dullah ayetini okur. "Ey Muhammed, şüphesiZ sana baş
eğerek ellerini verenler, Allah'a baş eğnıiş el vermiş sayılırlar.
Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir, verdiği bu sözden
dönen ancak kendi aleyhine dönmüş olur. Allah'a verdiği
sözü yerine getirene, Allah büyük ecir verecektir. "
Dede bu duayı Arapça okuduktan sonra tüm cemdeki
cemaata hitaben, hadis olarak;
"La fe ta illa Ali la seyfe
llla zülftkar" (Ali'den başka er, zülfikardan başka kılıç
yoktur) der, daha sonra da; Kuran'dan ayet olarak:
"Yardım Allah'tai:ı.du. Kazanç yakındır. Inananlara müjde
olsun" diye Arapça dua arkasından,
"Ya Allah ya Muhammed ya Ali Pirimiz üstadımız Ku tb-ı
alem Hünkar Hacı Bektaş Veli Şah ' ı H o rasan destur-ı pir"
diyerek taliplerin ayrı ayrı sırtiarına sağ eli ile üç defa vurur.
Sağ el için, Alevi Bektaşilerde pençe-i AI-i Abii denir. (Mu
hammed, Ali, Fatma, Hasan, Hüseyin) elin beş parmağını
temsil eder.
Bütün görülen talipterin sırtına dede "Allah Muhammed
Ali" diyerek üç defa vurur. Bu Hacı Bektaş Veli'ye nisbet
olarak yapıJu. Bir de aynı işlemi Erkan'la (tankla) yapan de
deler vardır. Erkan melhem ağacı veya cennetteki Tuba
ağacının dalı temsili olarak 50-60 cm. uzunluğunda, 2,5 cm.
kutrunda üç boğumlu bir ağaçtır. Bu gelenek Asya' dan
Anadolu'ya, Şamarılık inançlara bağlı Erdebil tekkesi der
vişleri aracılığı ile getirilmiştir.
Dede erkan dediğiniz bu ağaçla talibin sırtına üç defa
"Allah Muhammed Ali" diyerek vurur. Burada farklı bir du
rum yoktur. Çünkü, kutsal saydıklan " Erkan"ı da tutan el
"pençe-i Al'i Aba" dır. Bazı yörelerde ikrarlı olanlar topluca
görülürl'er. Buna tarıkdan geçirilme de denir.
Görgü başladığı sıra talipler müsahipleri ile birlikte yalın
ayak vaziyette, ayakta erkanı iki eli ile tutan dede'ye niyaz
ederek yere uzunlamasına sarmaş dolaş yatarlar. (iki erkek)
Dede "Allah- Muhammed-Ali" diyerek üç defa sırtıarına
vurur. Buna "tarık çalma" da denir. Aynı işlem pençe ile de
66
(sag elle) yapılır. Talipler kalkar ve derlenin eline, omuzuna
niyaz ederek, geri çekilip yerlerini alırlar.
Bütün talipler görüldükten sonra, 12 H izmet Cemine ka
tılarak kurban kesebilirler.
d) Ortiki Hizmet - Dede hizmete başlarken hizmet sahip
leri ile birlikte meydanda dar'a durarak şu duayı eder:
"Allah . . . Allah . . . Akşamlar lıayrola, hayırlar fethola, şerler
defola. Hizmetleriniz kabul ola. Muratlarıtuz hasıi ola. Hazır,
gaib, zahir, biltın ayini cem erenlerinin nür cemallerine aş
kola. On sekizbin alemle birlikte mürnin müslim cümle
kardaşlarıınızı Muhammed-Ali gülhanginden mahrum ey
lemeye, Allah cümleınizi didar'ı Ehl-i. beyt'e meşreb-i H ü
seyine nail eyleye. Muhammed-el-Mustafa, Aliyye'l Murtaza,
Fa d ima ana ve diğer hizmet sahiplerinin hüsn'ü himmetleri
üzerinizde ola, saklaya bekleye ... Dil bizden nefes Kutb-ül
Arifın Gavs-el-Vasilin H ünkar Hacı Bektaş Vel i ' den ola.
Nilr-ı N ebi, Kerem-i Ali, Gülhang-i Muharnmedi Dem-i P.ir,
Hünkar Hacı Bektaş Veli gerçek erenler demine h Cı . . . "
der ve hizmet sahipleri niyaz ederek topluca dar'a durur
lar.
Dede, "Tecella, tevella Hakk'a yazıla. Tecellanız temiz
yüzünüz ak ola. Tecella gören cehennem nan görmeye,
Erenlerden himmet, şey'an-Liilah Allah eyvallah ... " der, ve
hizmet sahipleri görevleri başına dönerler. Ferraş (carci de
denir) Meydam "Allah-Muhammed-Al i " diyerek üç defa
süpürge çalan ve süpürgeyi sol koltuğu altına alır ve d ed eye
yönelerek dar'a durarak şu tercumaru okur:
"Allah Allah . . . Gürılh-u Naci'yim. Kırklar meydanında
süpürgeciyim. Pir divanında durucuyum. Hamdü-lillah Pi
rimiz Hazret'i Bektaşi Veli ' dir. Ali Muhammed'den üstadı
mız Seydi Ferraşidir. Allah eyvallalı. Nefes Pir nefesdir. "
der ve d edenin duasını bekler. Dede;
"Allah Allah ... Hizmetin kabul ola. Muradın hasıl ola.
Seyyid Ferraş Efendimizin himmeti üzerinde ola. Gerçek
erenler demine hG ... " diye dua tamamlandıktan sonra yere
niyaz eden ferraş geri çekilerek yerini alır.
67
Delil Uyandırma - Cemaann tamamlaması ve hizmet sa
hiplerinin yerlerini alması üzerine önce " Delil-i Şah-ı
Merdan" uyanır. üç şamdan, yağ kandili veya m um yakılarak
cemevi aydırılatılır.
Şah-ı Merdaru d ed e uyandmr. Delil uyandırma veya çerağ
uyandırma ile başlayan cem' de " Delil" dedenin önüne ge
tirilir. Pir, kibriti çakarak fitili tu tuştururken şu tereuroanı
söyler:
"Er cemal- i Muhammed, Pir Kemru-i Hasan ve Hüseyin,
Allah' ı bir bilenler Muhammed' e versin salavat" der üç defa
tekrarlanır. Daha sonra de de devamla "Allahümme Sal li Ala
seyyidina Muhammed'in ve ala Al-i Muhammed" demesi ile
Deliki delili alarak duaya durur. Dede; "Allah, Muhammed,
Ali, Pirim Rünkar Hacı Bektaş Veli çıraklarırruzı abad ede,
Münkirler mat, münafıklar berbat ola, Cabir Ensari' nin emri
buyruğu yeriıli almış ola, gerçek erenler demine H il" demesi
ile delilci çerağ'ı yerine koyar, sağına soluna ve önüne niyaz
ettikten sonra ayağa kalkar, geri geı:i çekilir ve meydan or
tasında dar' a durur.
De de dar' daki çerağcıya şu duayı okur:
"Allah, Allah, hizmetirı kabu1 muradın hasıl ola. Cabir
Ensari' n i n himmeti üzerinde ola. Gerçek erenler d emine
H il" demesi ile çerağcı niyazın eder geri geri çekilerek mey
dandaki yerini alır.
De de: "Zakir'in zikri hayır ola" der ve destur verir. Rehber
"edep-erkan" demesiyle de kadınlar ayakta, erkekler namaz
kılacak vaziyette diz üstü gelerek (Delil-i Şah-ı M e rdan) üç
Duvazı aşıktan diıuer.
Birinci Duvaz:
68
Önünde Kamberi dilleri bülbül
Hatice Fatma cennette bir gül
O'na sırrın dedi Hak Habibullah
tkinci Duvaz:
69
Şah Hasan aşkına giriptir meydana
Hüseyin-i deşti Kerbela'nındır bu delil
Zeynel, Bakır, Cafer, Kazım
Musa Rızanındır bu delil
Üçüncü Duvaz:
70
hizmetiniz kabul ola, M uratlarınız hasıl ola, Muhammed, Ali
ve Ehl-i beyt katanndan-ayırınaya, Oniki İmamların hizmeti
üzerinizde ola, imamları anan dilleriniz dert görmeye, söz
bizden nefes Rünkar'dan ola, gerçeğe Hü" der.
Carcı meydaru üç defa süpürgesi ile süpüierek, süpürge
sini sol koltuğu altına alır ve sag eli göğsünde öne eğilerek
dar'a durur, dede'nin duasını bekler.
Dede: "Allah, Allah hizmetin kabul ola, seyyid Ferraş yol
daşın ola, elierin dert ve keder görmeye, muradın hasıl ola,
Hak kapısına yazıla, gerçekler demine Hfı" der. Duasını alan
ferraş yere niyaz ettikten sonra usulünce geri çekilerek yerini
alır.
Dede " Dar çekenler didar göre erenler sefasına vara" de
mesi ile normal oturuşa geçilir.
Bu sırada dede ve selınan halkasında bulunanlar din ko
nularında nasihat içeren sohbete başlarlar. Tarih olayları
anlatıldığı gibi Kerbela olayı ile diğer imamların başına ge
lerıler de arılatılır. Derlenin anlatışı H e birlikte diğer büyükler
de müsaade isteyerek sohbete katılırlar. Bu sohbet sırasında
deyiş söyleyenler de olur. Daha sonra car çalınır. Duası
alındıktan sonra dede eşik yoklamak isteyenler için destur
verir.
Gözcü: " Ey sofu canlar, Oniki Hizmet başlıyor, eşik yok
layanlar gitsin-gelsin" der.
Bu sırada ke ndi evini gidip yoklayanlar, sigara içenler,
abctestini tazeleyerıler, küsülü olanlar çıkabilir. Kırgınlar eğer
barışmak istemediği taktirde şahsın evine kadar gider, eşi-·
ğine niyaz ederek döner. Verilen aradan sonra töre gereğince
herkes yerini alır.
71
sahiplerince getirilir. Koyun veya koçun ön sağ ayağını eli ile
kıvırarak tutarken yönü dedeye doğrudur.
Dede şu ayeti okur: (Arapça, Kur'an, Saffat Suresi Ayet
1 03- 1 07) Mealen " tkisi de Allah'a teslim oldular. Babası oğ
lunu alnı üzerine yatırdı. Biz, ey İbrahim rüyayı gerçek yap
tın, dedik. Bu dernede O ' nu ödüllendirdik, O ' na bir kurban
fidye verdik" der ve kurbanlar tekbirlenir.
Dede: "Ferman-ı Celil, Kurban- ı Halil, tüyü Cebrail, Cam
İsmail" diyerek cemaatla ve kurban sal1ipleri ile birlikte
tekbir getirilir.
"Allah-ü Ekber... Allah- ü Ekber . . . Allal1-ü Ekber . . . Eşhedü
en La 1lahe tııaııah Vallah-ü Ekber... Allah-ü EkberVe Lillah'il
hamd" diyerek üç defa tekrarlanır. Dede devamla: " Ui feta
illa Ali la seyfe illa Zülfikar" (Ali' den başka er. Zülfikardan
başka kılıç yoktur) ayrıca dede "Yardım Allahtandır. Kazanç
yakındır, inananlara müjde olsun" ayetini okur. Dede: "Ya
ABah, ya Muhammed, ya Ali, Pirimiz üstadımız Rünkar Hacı
Bektaş Veli" ve "diyelim gönül birliği ile Allah Allah" derken
tüm cemaat secdeye vanrlar, dede şu gülbarıkı söylerken hep
bir ağızdan "Allah, Allah" derler.
"Allah . . . Allah . . . Akşamlar hayır ola. Hayırlar feth ola.
Şerler def ola. Münkirler mat münafıklar berbad ola.
Mü' minler şad ola. M eydanlar abad ola. Sirlar mestur, gö
nüller mesrfır ola. Hak, M u hammed Ali yardımcımız ola.
O n İki lmam, On dört masum pak, on yedi kemerbest ka-
tarlarından didarlarından ayırmaya. P!rimiz üstadımız
.
Hünkar Hacı Bektaş Veli muin ve dest'girimiz ola. Cenab
ı Hak münkir münafık şerrinden, adlı ınekrinden hıfz-ı
emande eyleye. Dertlerimize derman, hastatanınıza şifa,
borçlarımızı eda nasib ve müyesser eyleye. Gökden hayırlı
rahmetler, yerden hayırlı beı:eketler ilisan eyleye. Namerde
muhtaç eylemeye. Kurbanlarımızı, Dergah-ı lzzetinde ka
bul eyleye. Lo kınaya sevab yazıla. Kazaları, afetle ri, belalan
defetmiş ola. Dil bizden nefes H azret-i R ünkar' dan ola.
Nfır- ı Neb-i Kereın-i Ali Gülbank-ı Evliya Hünkar H acı
Bektaş Veli. Gerçek erenler demine hfı" der, dede gülbankı
72
bitirir. Zakire destur vererek kurbanla ilgili üç du vaz söy
ler.
Birinci duvaz:
73
"Sultan Hatayim" der gerçek velisin
Sakiyi sunan pirim Alisin
Rehbere armağan eyle derisin
Kambere ser deyü sofra bu dedi
lkinci duvaz:
Üçüncü duvaz:
74
Ol Halil' e oldu haber
Kuran odur niçin ağlar
Seni benden kurban diler
Yavru ismail'im dedi
75
"Hatayim" meydanda olur
Her derde derman bulur
Herkes kalbinde bulur
Korkmasın kullanın dedi
76
Bize de Banaz' da Pir Sultan derler
Bizi kem kişi de bellemesinler
Paşa hedernine tenbih eylesin
Koluro çekip elim bağlamasınlar
77
içerime düştü gayret
Fakirler çekiyor feryat
Su vermiyor lbn Sinat
Emmi sana kurban o lam
"Metini'yem" diyarından
Geçerim köylü varımdan
Kerbela' da huzurundan
Emın i sana kurban o lam
Üçüncü duvaz
7R
Benim derdim bana yeter hey canım
Seversen Ali'yi değme yarama
79
rak, kutsal sayılan isimleri yad ederek, bu duvazların her
kıtasını sonunda cemaat da katılarak " Ui tıahe t llallah" di
yerek tempo tutarlar. Cemaatta bir dalgalanma olı.u, elle
rine ellerine vurarak huşu içinde dalgalanma ve heyecanlı
ortamda dede zakiriere destur vererek şu duvaztar oku
nur:
Padişahım yaradan
Okur aktan karadan
Ben pirden ayrı düştüm
Yüz yıl geçti aradan
Ararrıı uzattılar
Yarama tuz attılar
Bir kul geldi fazlaya
Bedestanda sattılar
\
Sattılar bedestanda
Sesverir gülistanda
Muharnmedin Hatemi
Bergüzar bir aslanda
Aslanda hergüzarım
Pir hayalin gözlerim
Hep hasretler kavuştu
Ben hala intizanm
lntizarın çekerirn
Lebleri bal şekerim
BO
Aşkın ile daima
Göz yaşları dökerim
Dökerim gözyaşını
Gör Mevlfının işini
Kepşi kurban eyledim
Yedi oğlak başını
81
Satarım m üşteriye
Kervan kalsın geriye
Cebraili eşettik
Cennetteki huriye
Huriye eşeyledi
Hatırın hoşeyledi
Kanat verdi kuluna
Havada kuşeyledi
Kuşeyledi havada
Gezer dagda ovada
Elkaldtrmış H akkına
Saf saf durmuş duada
El kaldırmış H akkına
ls mi azam oku na
Ismi azam duası
Tatlı cana dokuna
U lu divan kuruldu
Cümle mahluk dirildi
Yezid yürüyüş etti
Anda Muhtar vuruldu
82
1
Yal ıncak duacımız
Kul Himmet'in veya Kul H üseyin ' e ait olduğu ileri sürülen
bu duvazdan sonra cemevinde bulunan bütün cemaat hep
bir agızdan, el çırparak;
HasanHüseyin aşkına
Yardım ederler düşkün e
tmaın Zeynel aşkına
· Gel dertlere derman eyle
RJ
Yarlıgamak senirı şanın
Gel dertlere derman eylee
85
Bilesince elsundu Hazreti Şah
Dedi bu el kimin ya Resulallah
Buyurdu Alinin eli ola mı
86
Doksan bin hakikate değme ermez
Tanış rehberine bozma nizarnı
IL M iradama
87
Buyurdu sırrı kainat
Korkma habibim dedi
Aslan senden nişan ister
Hatemin agzına ver dedi
88
Tevhid-i armağan aldı
Yer yüzünde insana
Muhammed ayağa kalktı
Yarlıgadım mürnin kulum
Ya siz otuzdokuzsunuz
Neden ki malum derler
Birimiz kırk kırkımız biriz
Serden geçer varımız
89
Ezdi engür eyledi
İçinden birisi nuş etti
Hepsi mest-i hayran
Uryan, buryan mürnin müslim
Evvelisin ah irisin
Zahirisin b.atınisin
Gizli sırlar sana ayan
Saddak Mürteza Ali
90
(Başka bir nüshada)
Şah Hatayim orada mıydın
Hak yanında sırda mıydın
Ta ezelden ben bu vasfı söyledim
Inandıramadım özü çürük ervaha
91
Al yeşilli li basın onlara kestir
Hasan Hüseyin'i sinene basur
Gel Muhammed Mustafa'ya gidelim
92
Saçıldı mümine rahmetler oldu
O meydanın içi nur ile doldu
Gel Muhammed Mustafa'ya gidelim
9.3
muza, çocuklanmıza yeryüzündeki cümle m ü ' minlerle be
raber hayırlı işler hayırlı arneller hayırlı düşünceler nasib ve
müyesser eyleye . Didar'ı Ali'den ve meşreb -i Hüseyin'den
mahrum etmeye. Bilerek bilmeyerek yaptığımJz günahlara
geri döndürmeye . . . Semah yapan b acı ve kardaş, mi radama
söyleyen zakirler hizmetlerinin pirinden şefaat bulalar. Dil
bizden nefes Hünkar Hacı Bektaş Veli'den ola . . . N ill - ı Nebi
Kerem -i Ali, gülbank-ı M uhammed Hünkar Hacı Bektaş Veli,
demi Pir. Kerem-i evliya gerçek erenler demine hfı . . . " der ve
dede duasını bitirir bitirmez aşıklar kırklar semahının çalı
nışı ile önce semah ağırlama ile daha sonra yürüme ve hız
lanma ile devam eder. Veyahutta ağırlama, karşılama ve
yürüyüş ve hızlanma ile devam eder. Semah yapacak canlar
önce halka olurlar sazların havası ile canlar kol ve ayak ha
reketleri ile birbirlerine uygun vaziyette karşılama hareket
lerine başlarlar. Sazların kıvraklaşan ahengi ile canlar coşa
rak onları sür'atla hareket etmesini sağlar. Yürüyüş sırasında
kol ve ayak hareketleri bozulmaz, yürüme ve h ızlanma ile
canlar bu cazibe içinde coşku ile başta dede olmak üzere ilk
semah'a kalkışta ayakta izlerler. Daha sonraki semahlar
oturarak izlenir.
(Ağıri ama)
94
Mansur kabul etti Hakkın darını
Erenlere verdi külli varını
Muhammede verdi Hak dirlarını
Ol nura billandı boyandı Ali
95
On iki lmamda saçı leyla var
Bunca aşıkların sende meyli var
Mehdlnin boynunda bir hamayli var
Lailaheillallah yazılı
(Yürüyüş ve hızlanma)
96
(Agulama)
(Yürüme ve hızlanma)
Ewel erkanına
Evvel yoluna
Gelsin ev sahibi
Semah eylesin
Semah eylemezse
97
Niyaz eylesin
Semah eyleyenler
H aslar hasıdır
Semah eylemeyen
Hakkın nesidir
Pir Sultan Abdalım
Hak nefesidir
Yürüyelim şimdiden
Sonra ustaza
Elimde Zülfikar
Hem ehli gaza
98
"Sefıl Abdal" eder meydan Ali 'dir
Sema eden n iyaz Ali'dir
Erenleri n Şahı Merdan Alidir
Aşıkım didare pervane gibi
(Karşılarna)
(Yürüyüş ve hızlanmal
Yürü . Yürü . .
.
99
"Genç Abdal" un sakla beni seni sende
Hak seni saklasın can ile tende
Hak buyurdu ben sendeyim sen bende
Sakla kulum beni saklayım seni
(Birinci nefes)
1 00
Pirin huzuruna çekip geldiler
El ele el Hakka olsun dediler
Henüz mfumm olup cihana geldim
Il
101
Bin bir çilehanesi var demişler
1 02
Ruzu şep okurlar hezar demişler
1 03
Gu1gu1eye vardı arz ile sema
Binip bir seng üzre ol envernüma
Yürüttü bir cansız duvar demişler
1 04
Cemin B{rlenmesi - Sıra " Cem Birleme"ye gelmiştir. Reh
ber: Edep-erkan demesiyle herkes diz üzeri gelir. Kadınlar
ayaktadır. Bu sırada Saka suyu verilecektir. Saka su dolu bir
kapla " Dar'a" durarak şu tereuroanı okur:
"B ismiilah Allah Allah...
Salavatullah-ı ya Hüseyin, Sekahüm ya Hüseyin, Sela
muilah-ı ya Hüseyin, Cennetullah-ı ya Hüseyin;
Lii'netullah-ı Yezid-en ve ala kavm- ı Yezid ve ala evlad- ı
Yezid ve ala etba-ı Yezid.
Rahmetullah-ı mü' min-in ve ala kavm-i mü' min ve ala
eviad-ı mü'min ve ala erbil.- ı mü' min" diyerek şu Cem Bir
Ierne deyişi söylenir:
1 05
Saka Suyu Duvazı (Birincisi)
(İkinci Duvaz)
1 06
Cömertliğe nişane budur dedi Kamber
Satr' a ser can Hatayim kan de varsan
Sen bu vasfı söyle gel
La Feta llla Ali La Seyfe 11Ja Zillfıkar
Ve beşerel mümine Ya Muhammed Ya Ali, Ya Ali, Ya Ali
107
Nur-u ayn-ı Mustafa vü Mürteza'sın ya H üseyn
Dader-i villagüherdir sana kim Hulk-rr-nza
Sen ah-i pak-i güzin-i Mücteba'sın ya H üseyn
Arnm-ı ekberdir sana H amza o kim Şah- ı şehld
Sen Şehı:d-i teşneleb der Kerbela'sm ya Hüseyn
Arnm-i palcin Ca'fer-i Tayyar'dır Şahun senin
Kerbela deştinde Şah-ı b!riya'sın ya Hüseyn
Ol Muhammed Mustafa kim Şafi-i Mahşerdürür
Dedi şanında senin Ehl-i Kesa'sın ya Hüseyn
Yiliidindir saki-i Kevser bütürı mü'minlere
Bir içim su içmeden katle nzasın ya Hüseyn
Asi ürnmetler şehld etti seni· hiç korkmadan
Dımediler n ilr u çeşm-i Mustafa' sm ya Hüseyn
-
1 08
Btgüman sen Şafi-i Rüz-i cezasın ya Hüseyn
Bu faleli lsyaru tutmuş dameninden sı dk ile
Haşr'de elbet Şefi-i asdıka'sın ya Hüseyn
1 09
önüne diz üzeri gelir. İki eli ile dedenin eline niyaz ederek
demi alır. içtikten sora aynı bardağı dedeye geri verirken de
niyaz eder. Bazı cemlerde dem verirken bir nefesten bir
parça okuyarak verirler.
Yemekten sonra çarcı meydanı üç defa süpürür. Sembolik
olar* süprülenleri günahlada beraber yanan ocağa döker.
Süpürgesi koltuğun da dar'a durur. Dede duasında: "Allah . . .
Allah . . . Hayır hizmetinden şefaat bulasın. Seyyid Ferraşın
himmeti üzerinde olsun gerçeğe hu" der ve zakire üç nefes
söylemesi için destur verir.
110
On iki imam katanmız
Uyamazsm demedim mi
[[
lll
Teslim Abdal der ki sonu firaktır
Azığı çok alın menzil ıraktır
Karıncalar kurtlar yese gerektir
Ahiri tengine candan hazer ol
l l2
Derlenin duası ile cem son bulur. Arzu edenler, dededen
de müsaade alarak deyişlerle, setnalıla geceyi devam ettire
bilirler.
Dede şu rluayı yapar:
"Allah ... Allah . . . Akşamlar hayrola. Hayırlar fethala şerler
defola. M ü ' ıninler şadola. Meydanlar Abad ola. Sırlar mesıur
ola. Hak, Muhammed, Ali erenler ceminde hizmet bezle
denleri, ceınde bulunan bacılan kardaşları cümle M u hlbb
i Ehl-i beyt'le beraber didarlarından, katarlarından ayı rma . . .
On lki İ rna.rn, On Dört M astım Pak, On Ye di Kemerbest ' i n
himınetleri üzerim izde o l a . Kutb ü ' l Arifın Gavs ' el Vasilin
Seyyid M uhammed Hünkar Hacı Bektaş Veli: mulin ve
destgtrimiz ola ... Üçler, beşler, yediler, kırklar ve ricai-el gayb
erenleri safil-nazariarını esirgemeye. Cenil b - ı Hak cümle
ınizi münkir-münil.fık şerrinden adG mekrinden hıfzı
emande eyleye. Dertlerirnize derman, gönülleriınize iman ,
hastalarım ıza şifa, borçlarımızı eda nasib eyleye. GürG lıu
Naciye ve zümre-i Salihln' e katılmak m üyesser eyleye. Na
merde muhtaç eylemeye ... Vaktımız hayır gele. Dil bizden
nefes Hazret-i Pir H ünkil.rırruz Hacı Bektaş Veli'den ola . . . "
der ve cem dağılacağı sırada de de:
"Allah Allah ... Oturan, duran, koğsuz, gaybetsiz evine va
ran, yastığına baş koyup niyaz eden canların H ak eren l e r
muradım vere, gerçeğe HG, Allah eyvallah" d e r v e cemdekiler
meydana niyaz ettikten sonra evlerine dağılır! ar. Dede ile
hizmet sahipleri kalır. Dışardaki bekçiler de çağrılır. Rehber
sağ başa geçerek duaya dururlar. Dede duasında:
"Allah . . . Allah ... H izmetleriniz H ü nkilr Hacı B ektaş Veli
Dergil h ı ' na yazıla. H izmetiniz kabul, muradınız hasıl ola.
Allal1 korktuğunuzdan emin, istediğinize nail eyleye . . . Hiz
metinde bulunduğunuz erenl erin evliyilların h i ın m etleri
sizinle beraber ola. Nür-u nebi Kerem - i Ali demine lıil . . . "
diyerek dede ayağa kalkar, çerağı meydan ortasına getirir.
Yönü dedenin oturduğu H orasan posttma gelecek şekilde diz
üstü gelir. Diğer hizmet sahipleri geride ayaktadır. Dede:
"Allah . . . Allah . . .
ı 13
Batın oldu. Çe ra ğı Nur-u Ahmed
zahir oldu. Şems-i Mah-ı Muhammed
Allah Eyvallah Hı1 dost.. . " der ve çerağı söndürür. Dede
hizmet sahipleri ile birlikte meydana niyaz ederek ceme
vinden aynlırlar.
1 14
edilir. Mücerret olan tarikat mensubu saçını traş eder. Hali
felik, Bektaşilikte en büyük makamdır. Taçlanna siyah sarık
sararlar. Kendilerine halifelik beratı ile birlikte tug, alem,
sofra verilir.
Şehir Bektaşilerinin giycligi taç dört dilimliydi. Her dilim
bir kapıyı ifade ediyordu. Hacı Bektaş Veli ise Ellfi Taç gi
y�rcli. Dervişlerinki elhemiclir. Daha sonra oniki dilimli H ü
seyni taç giydil er. Gögüslerine on iki dilimli gümüş mecidiye
büyüklügünde "Teslim Taşı" asarlar. Kemer ve hırka da
Bektaşilerde önemlidir.
Tarikat, Oguz geleneginden kalma dört kapı üzerine ku
rulmuştur. Birincisi şeriat kapısına "Beloglu", tarikat kapı
sına "Yoloğlu " , Hakikat kapısına " lloğlu", Marifet kapısına
da "Atarrı gök-Anarn Yer" demekteydiler.
Şeriat Kapısı: Baba tali be "Şeriat Hak mı?" sorusuna Talip
"Hak" derken, tarikata giren kimsenin, İslam dininin bütün
prensiplerine uyar ve asla lslarniyeti inkar etmez. Allah bir,
Muhammed ne bi ve Ali'yi de veli olarak b ilir ve inanır. Bu
nedenle Bektaşiliğe giren talipler lslarrıiyete saygı ile bağla
rurlar.
Bektaşi Şairlerinden Yetimi:
1 15
Tarikat Kapısı: Bir mürşide bağlanular. Bu mürşit talibe
disiplin içinde törelere göre merasimleri öğretir. Aşkla Bek
taşiliğe bağlanması halinde "Yoloğlu" olur. Bu durum tari
kata sü!Gkdur, tarikatın sırlarını saklamaktu. Eline, beline ve
diline sahip olmak tarikatın temel esas ıdır. Hunıfıliğin etkisi
ile Bektaşiler eski yazıda (elif, dal ve be) harfl eri yanyana
getirilerek din inançlarını " edeb " kelimesi ile özetlemiş ve
anlamı ile özleştirmişlerdir.
Hakikat Kapısı: Kfıinatın sırlarına vakıf olmaktır. Bu ka
demede hayat felsefesini öğrenecektir. H akikat aleminde
kendini görecek, "İioğlu" olacak kendini topluma adayacak
ve insanlığa elini uzatacaktır.
Marifet Kapısı: llirn yoluna girmek demektir. Cehaletten
kurtulmuştur. Bu makarnda üç mertebe görecektir. Aynel
yakın işittikleri, ilmen yakın görerek öğrendikleri, hakket
yakın ile işittiideri ve gördüklerini uygulayacaktır. işittiği ve
gördüğünü uygulayarak, kademe kademe s ı rlara vakıf o.la
cak, nefsini gördüğü ve okuduğu ile terbiye ederek ermişlik
noktasına gelmiş olacaktır.
Tevazu ve hoşgörü Içerisinde kendini aşk ile inançlarına
bağlayacak, b u durumundan kendisi farkında olamayacak
tır. Ancak, bu işaretleri çevresindekiler görerek takdir edecek
ve O ' na bağlanacaktır. O ' na bağlananlar nasip alacak ve
zamanla bu ermişler adına tarikatlar kurulacak. Mezarları
ziyaret edilecek, adaklar ve kmbanlar kesilecektir. İnsanlar
Allah indinde ermişlik noktasına gelen b u insanların yüzü
suyu hürmetine şefaat dileyeceklerdir.
Bektaşilerde dört kapı selamı: ibadet, niyaz, adak ve vus
lattır. lbadetle Tanrı'ya tapış ve birl iğine inanıştu. N iyazcla
yalvarma, yakarına ve şefaat dilemedir. Adak, hediye nezirdir
(para, ayin vb. ) . Diğer selam ise vuslattır, Tanrı'ya kavuşma
anlamın dadır. Bu hususlar cemde oniki hizmet yürütülürken
icra edilir. Tekkede meydana kapıdan girerken dört kapıya
da selam verilir. Eşik öpülür. Adım atarak içeri girerken
rehberin "Şeriat erenleri H ı1 , Tarikat erenleri H Ci, Hakikat
erenleri H ı1 ve Marifet erenleri Hı1" diyerek dört kapıyı da
1 16
selamladıktan sonra yerlerine otururlar. ·
Bektaşilige giriş ancak sütCık ile olur. Bu da ikrar ceminde
mümkündür. Bu cem' e "el alma" da denmektedir.
Önce ikrar verecek can rehber veya müsahibini belirler.
lkrar verme zamanı durum Dedebaba'ya duyurulur. Dede
baba meydancılık hizmetini yürütecek cana emir buyurur
ve der ki: " Meydancı baba bizim bu gece Cemimiz var" di
yerek usul üzere meydanı süpürüp temizlemesini ister.
Meydan cı baba "Eyvallah Erenler" der ve emir üzere meydan
süprülür, şamdanlar, çerağlar hazırlanır, Dedenin oturacağı
post veya taht tabir edilen mahfilin üzerindeki kandiller
uyanlır. Çerağ taşı temizlenir. Dedebaba' nın uyaracağı çe
rağı da hazırlar. Meydan taşını da hazırlayarak üzerine bir
maşrapa şeker şerheti koyar. Ocağı temizler, önüne buhur
danlıkla bir miktar öd ağacı yakar ve tütsü eder. Dedebaba
postunun sağ tarafına Ahmet Muhtar postunu, sol tarafına
da Ali'ül Mürteza postunu serip halka olacak şekilde diğer
makamları yerleştirir. Hacı Bektaş Veli'nin Horasan'dan
getirdiği temsil edilen " H orasan postu" serilir. O ' nun üst
tarafına d a aşcı baba postu serilir. Meydan kapısımn dışarı
sına bir leğen-ibrik ve bir de havlu koyar. Meydancı baba
meydan hizmetlerinin hazır olduğunu Dedebaba'ya duyu
rur. Dedebaba da eyvallah erenler der ve kalkarak meydan
.
kapısından içeri girer. önce n iyaz taşına niyaz eder, daha
sonra da diğer makamlara ve ocağa niyaz ederek geçer ye
rine oturur. Dergah'da bulunan babalar ve diğer canlar sı
rasıyla erka n - ı erenler üzere birer birer meydandan içeri
girip. niyaziarın edip dede efendinin gösterdiği yere oturur
tar. Bazan da bütün canlar usulünce getir yerlerirıi alırlar ve
daha sonra dede efendi içeri girince he p birlikte ayakta
karşılarlar. Yere birlikte niyaz edip dede ayağa kalkıp bu
lundukları yerden " Es Selam Aleyküm ve Rahmetullah" de
yip selam verir. Aşcı baba veya ıneydancı baba veya bir ulu
karındaş dile gelerek "ve Aleyleüro el Selam ve rahmettıilah
ve bereketü" d iyerek cevap verir. Dede efendi edep-erkan ile
niyazın edip gelerek postuna da niyaz ettikten sonra yerine
117
oturur. Diger baba ve canlar da aynı şekilde niyaziarın ede
rek gösterilen yerlere otururlar.
Yeni talip daha sonra meydana alınır ve niyazın ederek
derlenin gösterdiği yere o turur. Dedebaba caniara " lhti
şamlar hayır ola" demesiyle canlar oturduklan yerden niyaz
ederler. Dede efendi meydancı babaya bir işaretle buhur
darılığı uyarmasını rster. Niyazın eden Meydancı Baba bu
hurdanlıga öd ağacı koyarak usulünce yerine geçer. Dede
efendi canlara destur diyerek Fatiha Suresi ile üç ibiası bir
likte okurlar. Ayrıca Arapça bir duadan sonra "Cenabı Hakka
ve Hz. M uhammed' e, Hz. Ali ve Oniki lmarna" silluk ve se
lam getirirler. N at-ı Ali'yi okuyarak bitirirler.
Dede efendi HO diyerek ayaga kalkar, canlar da ayaktadır.
Caniara şöyle hitap eder: "Allah ... Allah . . . Yüzüro yerde,
özüm darda, erenler huzurunda, Hak Muhammed Ali diva
nında canım kurban. Tenim tercuman, bu hakirden gücen
miş, incinmiş can kardeşler varsa gelip söylesin. H akkı olan
gelsin, hakkını alsın. Zira bu meydan Muhammed Ali mey
danıdır, HO dost" dedikten sonra Hacı Bektaş p ostunda iki
rekat namaz kılar. Daha sonra tatibe adı ile lıitap ederek dede
der ki:
"Sen bu tarikata ve on iki imam katanna, Muhammed Ali
ve Hacı Bektaş Veli yoluna girmek murat edersin. Fakat bi
zim yolumuz gayet güçtür ve melamet yoludur. Bu yol de
mirden leblebidir. Bu yol ateşten görnlektir. Gelme, gelme,
dönme, dönme, gelenin malı dönenin canı. Son pişmanlık
fayda etmez" diye soran dede efendiye talip dillenerek
"Canla başla Cenab -ı Hüseyn-i Kerbela yolunda hazırım"
demesiyle aynı sual üç defa tekrarlanır. Daha sonra derle
baba talipten kefil göstermesini ister. Talip de gösterdiği kefil
veya rehberin adını söyler.
Dede seçilen rehbere "şu can seni rehberlige niyaz eder,
var ona Tanrı rızası için rehberlik yap" der. Rehber de ey
vallah diyerek şunları söyler: ''Allah .. Allah .. günahkarım,
mücrimim, hata kıldım. Suçum varsa affeyle. Hak divanında
incirımiş, ağrınmış gücenmiş can kardaşım varsa çıksın talep
1 18
etsin. Yüzüro yerde özüm darda teslim olmak rızadır. Ya
elimden, ya dilimden ne geldi ise elim dilim kesrnek revadır.
Allah erenler Hfı dost."
Bunun üzerine dedebaba: "Ey erenler, canlar dile gelsin,
hakkı olan gelsin alsın." Bunun üzerine herkes boyun kese
rek hakkına razı olduklarını işaretle göstermiş olurlar. De
debaba Rehbere: "Şu canın çerağını uyandır" der. Rehber
derhal çerağı uyandırmak üzere tal1t üzerindeki mumlardan
birini alarak kandilini yakar. Niyazın ettikten sonra şu ter
euroanı okur:
ı 19
ayaklarını da yıkarken artık kötü yola gitmeyeceğine, bütün
günahlardan sıyrıldığına tövbe ve istiğfar ettin" der. Rehber
daha sonra talibirı serpuşunu � larak dede efendinin önüne
kor. Dedebaba da talibin boynuna takılacak tığ- ı bcnd'i
teslim eder. Dışarda başı açık ve yalın ayak vaziyetteki talibin
boynuna tıg-ı bendi takar ve salavat getirerek meydan ka
pısından içeri girer. R�hber talibirı sağ tarafında sol eli ile
tığ-ı bendi tutarken sağ elini kalbi üzerinde tutar. Talip de
sağ elirıi kalbi üzerine götürürken sol eli ile de rehberin sağ
elini tutar. Önce içeri girerken niyaz edilir. Ayağa kalkarak
bir adım ilerlerken: Selam -ı Aleyküm şeriat erenleri, yine bir
ad am atar, Selam - ı Aleyküm tarikat erenleri, adım atarak
Selam-ı Aleyküm marifet erenleri, son olarak bir adım daha
atarak Selarn-ı Aleyküm hakikat erenleri diyerek dört kapıya
da selam verirler.
Rehber taliple beraber dar'da durarak: "Allah Allah eren
lerim, yüzümüz üzere sürünerek geldik. Bu can Oniki İmam
katarına, Muhammed Ali ve Hazreti Pir yoluna girmeyi
murat eder. Bir koç kuzu]u kurbanmuz vardır. Eren! erimize
niyaza geldik. Bizleri Hazreti Pir yoluna kabul eder misiniz?"
der.
Dedebaba da buna karşılık: " Ey canlar, erenler, kardeşler,
bu meydanda gördüğünüz yüzü üzere sürüne geldi. Niyaz
eder ki Oniki lmam katarına ve. Muhammed, Ali ve Hazreti
Pirin yoluna girmek dileğidir. Ne dersiniz kabul eder ınisi
niz?" diye sorar. Üç defa tekrarlar. Cemaat da hep bir ağızdan
kabul ettiklerirıi tekrarlar.
Rehber talibi babanın önüne getirir. Rahber talibin sol
tarafında diz üzeri çöker ve bir elini talibin sol omuzuna
koyar, diğer elini de dizi üzerine koyar. Bu sırada talibin
üzerine bir beyaz örtü örterler. Bu örtü sembolik olarak ke
fendir. Dedebaba talibirı sırtını pençe-i Al- i aba ile üç defa
sıvazlar ve "Allah-Muhammed-Ali" der, "Eline beline ve di
line sahip ol, gelme gelme, dönme dönme, gelenin malı dö
nenin canı" der. Daha sonra lmam Cafer-us Sadık Mezhebi
geleneğine göre tabibin kulağına telkinde bulunur. Dede
120
talibin sağ elini tutarken talip de dedenin sol eli ile eteğini
tutar. Dede salavat getirir. Oniki imamların kutsiyetinden
bahseder. Oniki lmaıniarın imametlerini kabul ettirmek için
üç defa sorar.
Talip de kabul ettiğini beyan eder ve ikrar vermiş olur.
Dedebaba, tığ-ı bendini açar. Önce dededen başlayarak
bütün caniara niyaz eder. Baba talibin sağ elinden tutarak
rehbere teslim eder. Meydan kapısı önüne gelinerek burada
da kapıya niyaz eder. Burada bu kapıdan girenler bir daha
geri d önmez. Rehber ve talip pir postuna, ve kırk budaka,
aşcı postuna niyazlar ederler. Niyaz etme faslı bittikten sonra
rehberle birlikte talip meydana gelir.
Rehber şu ikrar tercumanını okur:
Allah Allah hamdullah kim-men olam bende-i hass-ı
Hüda
121
ler demine hlı!" Maşrabadan şerheti ilkin Dede içer, sonra
sırasıyla diger caniara da sunulur. Her seferinde salavat ge
tirilir. En son rehber dizüstü gelerek şerhetten içer. Hep
birlikte niyaz edilir. Rehber ayaga kalkar bir gülbank okur.
Maşrabayı meydan taşı üstüne koyar, niyaz edip geri çekilir.
Bir kez de Dede efendinin önünde niyazda bulunur ve gidip
yerine oturur. Bundan sonra D ed e Efendi uzun bir gülbank
okur. Bu gülbank, Anadolu Türk töresi açısından çok yönlü
özellikler ve mesajlar içermektedir. Bunun son bölümü
şöyledir:
" Anadolu gözcüsü Abdal Musa Sultan ve Rumeli gözcüsü
Seyyid Ali Sultan ve Arabistan gözcüsü Kaygusuz Sultan ve
Sarı Saltık Sultan ve Balım Sultan ve Ak Yazılı Sultan efen
dilerirniz ve cümle enbiya ve cemi evliyil ve cümle dem
erenleri ve Horasan pirleri ve Türkistan serverleri ve cümle
piran dest-girlerimiz ola ve yardımcılarımız ve yaverlerimiz
ve peşt-i penahlarımız ve gözcülerimiz ola. Allah erenler,
Allah erenler, Allah erenler, üçler, yediler, kırklar, üçyüzler,
binlerle pirler, neler, niet beglerle nur-u nebi Kerem-şah
merdan-ı esad'ullah Ali pirimiz kutb'ül- arifın gavsü'l-vasilin
Hazret-i Hünkar Hacı Bektaş Veli dernine, dem-i piran,
dem-i_ muhlbban, dem-i aşıkan, dem-i sadıkan, dem- i ab
dalan, dem-i muhibb-i Baciyan, sırr-ı Resulullah, kerem Ali
Veliyyullah, mürüvvet-i enbiya'ullah inayet-i evliyaullah, yuf
münkire, la' net Yezid'e, tabiin, ve tevvabin-i Yezid'e ve al-i
evladına, münkir münafıkına lanetullah aleyhim ecmain. Bi
hürmet-i Şah-ı merdan, şir-i Yezdan AlL."
Sonra Dede efendi izin verir. İlkin Aşcı baba kalkıp n iyaz
eder. Arkasından, tekke kurallarına göre ve sırayla kalkılıp
niyaz edilerek dışarıya çıkılır. Bir süre dinlenilir. Lokına ve
sofra hazırlığı tamamlanır. D edenin sofrasına ulu canlardan
uygun görülenler otururlar. Yeni talip de bu sofraya hizmet
eder. Dede, bir sofra duası demek olan gülbarıkı okur: "Allah,
Allah, lınarrıların ruh-u revanı şad ola, Kızıl Veli Seyyid Ali
Sultan bilemezce ola. Aşık ve Sadıkiara şifa-ı mahz olu b nur
ola . . . " Lokınalar yendikten herkesin gönlü alındıktan, hatırı
1 22
hoş tutulduktan sonra gereken hizmetler tamamlanır.
Ertesi gün Dede efendinin postu altına, n iyazı ne ise (para,
vb.) kor. Rehberlik n iyazı her neyse onu da bırakır. Sonra
tekkedeki diğer görevlilerin her birine niyazlarını verir. Ar
dından Dede efendiden havalat alarak niyazda bulunur.
Artık kendi işine gücüne döner. Yaşarnı boyunca da her on
onbeş günde bir kez tekkeye gelerek mürşidiyle, rehberiyle,
öteki kardeşleriyle görüşmelerini sürdürür. Her an hakkına
razı olmak, tevekkülden ayrılmamak ilkesiyle yaşar. Dilinden
evliya adlarını düşürmez.
Şehir Bektaşilerinde cem Köy Bektaşi ve Alevilerinden
farklı bazı özellikler taşımaktadır. Şehir Bektaşilerinde
cemiere ancak ikrar vermiş olanlar katılır. Cemler tekkede
yapılır. Arapça dualarla, Osmanlıca yazılrmş nefes ve du
. vazlara daha çok ağırlık verilir. Bu da kültür farkından ileri
gelir. Her toplulukta amaç niyazdır, yalvarma ve yakarmadır.
Bu da Allaha olan sevgidir. Allah-Muhammed-Ali üçlemesi
de Hz. Muhammed'in ve Ali'nin Allah'ın yarunda en sevgili
kulları oluşudur.
lkrar cemlerinde olduğu gibi diğer cemde de uzun kış
geceleri seçilir. Namazım kılan canlar akşam namazından
sonra tekkede toplanırlar. Tekke'de postlar serilir. Çerağlar
uyandırılır. Bütün hazırlıklar yapılır. Oniki Hizmeti yürüte
cek Dede Efendi, Rehber, saka, çerağcı, ferraş, gözcü, ve di
ğer hizmet sahipleri dualanru aldıktan sonra yerlerirıi alır
lar.
Bu cemi tekkelerde ömrünü vermiş bir Bektaşi şairinin
şiirinden izleyelim:
Şair " Kul Cevri"den cemlerde okunan nefesi:
1 23
Bu yol sahibinin himmetin alm
Mü'minin başında devlet olmalı
1 24
•
Gele samah ede gelinler kızlar
Mü'min olan bunda murad almalı
1 25
Nefesler, duvazlar ayana geldi
A�larken bu çeşmim şad olup güldü
Can, baş feda ed üp seyrane geldim
1 26
Dört kapu selamın verip aldılar
Pirin huzuruna çekip geldiler
El ele el Hak'ka olsun dediler
Henüz ma'sfun olub elliana geldim
127
Pirim Hacı Bektaş Veli yoludur
Gördüğün ört, görmediği n söyleme
1 28
yişleri, kendinden geçiş anlarının samimi söyleyişl eridir. Bu
· söyleşilerde anlamdan çok duygu ön d edir.
Yunus'dan
Abdal Musa'dan
Kim ne bil ü r bizi nice soydanuz
Ne zerrece ottan ne de sudanuz
Bize meftun olan marifet söyler
Biz, Horasan elleründe baydanuz
. Bizüm zahmumuza merhem bulunmaz
Biz kudret okunda gizlü yaydanuz
Yem derya bizüm keşkülümüzde
Hacım umman ise biz de gölden üz
Hızır İlyas bizüm haldaşumuzdur
Ne zerrec Günden ne h ot Aydanuz
Yedi tamu bize nevbahar oldu
Sekiz uçmak içindeki köydenüz
Musa gibi "Lenterani" denürüz
Aslumuzu sorar isen soydanuz
"Abdal Musa" oldum geldüm cihana
Arifler arılar bizi ne boydanuz
1 29
Şah İsmail'den (Hatayi'den)
130
Şah H atayi konmuş burda
Tazece uğramış derde
Mürşitten açılır perde
Gör imdi ey can didüler
131
Yetmiş iki dil sorarsan
Dil Muhammed Ali'nindür
1 32
Billm - ı sadıkdürili gönlümde imarum benim
Musi-i Kazım Ali Musa Rıza'nın hakkiçün
Şah Takıy şah-ı cihandır hem Nakıy nill - i iman
Yokdürür sözde h ilM şems-i duhanın hakkiçün
Sad b ezaran la'netim var tohm-i Merva'na yakin
Ol lmam-ı Askeri Al-i, aba'nın hakkiçün
Ya llahi bu Hatayi'nin günahın afv kıl
Şah Muhammed Mehdi-i sahib zamanın hakkiçün
1 33
Eğilüb kıldığın secde değildir
Aşk ile ölegör " Kaygusız Abdal"
Aşk ile ölm ezsen güçte değildir
134
Daratı devlette bulunmaz kudret
Bir mert ki namerde edese hürmet
Zayi olur emek, nan üste gider
13.5
" Pir Sultanım" hey gaziler
Anlımızda al yazılar
Tatipte pirin arzular
Al gülün en kırmızı gül
136
Gel gönlü dostuna ver sen bu canı
Neylersin dünyada şerefi şanı
Sil süpür içinde şüphe gümanı
Zehirler içini şişirir seni
137
Kudretinden batın topu şakıdı
"En tüm" derler bir aye t var hak idi
Şah-ı Merdan kula h immet okudu
Hünkar Hacı Bektaş Veli Hı1 deyu
138
"Okumak kendi n bilmektir" der.
Bektaşiliktc ermişlik ve o sırra erişmek bilgi yolu ile olur.
" Eşektir bilgisiz kişi" sözü yeri ndedir. Bektaşiliktc bilgisizlik
bir ayıp, öğrenıneınek iki ayıp sayılır. i n sana doğru yolu, karı
zararı, hayrı ve şerri tanıtan bilgidir. Nerede ahlak ve lütuf
varsa, ilim varsa bilgi oradadır. Bektaş i n i n b ilgili olması ,
salalı ını ve zühdünü artırır. Kadrini yüceltir. Tabiatını, hu
yunu itidale ulaştırmasına neden olur.
Bektaşi ikrar verir ve ermişlik noktasına vardığında kalp
gözü ilc otokontro l içinde d i r. Eğitimle can ı n ı ve gön l ü n ü
an tır. Eline, d i l i n e v e beline sahip olur. Tarikatta Bektaşiler
bu oluşınayı " Edeb" kelimesi ile açıklar! ar. Eski yazıda " E!i f,
dal ve b e " harfl eri birleşince " E D B " d iy e okunur ve b u n u
Müslümanlıkta d i n i n esası olarak kabul ederler. B u açıklama
Barıniliğin ve Hurufiliğin etkisi ile tekketere girmiştir.
Eğitim-öğretim (Terbiye) Bektaş i n i n kapısında kul olmal ı
ki o'nun yetiştirilmesiyle kendini her zaman diri tutsun.
Terbiye, b ilgisi ile kendini tamamlayınca, insanı fitne ve fc
sattan uzaklaşt ırır. Salalı ve zühtle mücehhez hale getirir.
Edeplcrin en hayırlısı nefse ait alanıdır. Derse ait edep lcr de
makbuldür. Edepli olmak için öğrenerek eğitilmek, yetişme k
ve yetiştirmek ve istikbale yönelik bilgi çerağını yakarak
çevresini aydınlarması gerekir. Çevresi yetişirse renkl e n i r ,
güzelleşir, sevimli v e tatlı hale gelir. Mutlulukta d a aranan
budur. Manevi bakımdan haz duyar.
Ahiatı aşıladınız mı tatlanır ve nitelikli meyve verir. Eği
timden de kasıt b udur. Bilgili kişi eği t i l d i m i kültürlü kişi
olur. Bilgi b ü nyed e özüml enir. Güzel alışkanl ı klar haline
gelir. Tekkelerdeki eğitimden amaç da budur.
Bektaşiler; Hz. Muhammed Tanrı terbiyesi ile yetişti, iki
cillana da sahip oldu. Ali'yi de O yetiştirdi derler.
Bektaşilere göre i nsanın hayvandan farkı, terbiye ile yc
tiştirilmesidir. Adam olmayan terbiye ile adam olur.
139
liktir'. Halbuki içki içenler veya içkiye düşkün olanlar ken d i
lerini "Bektaşiyiz" gibi niteleyerek latife yolunu seçerler.
Zina eden veya şehvet düşkünü olanlar tarikattan uzak
Laştırılır. Tarikatta bu tür insanları " düşkün" olarak tarikata
ve diğer sosyal çalışmalarına almazlar.
Bektaşilerde gammazlık kötü olarak nitelendirilir. tkra
nndan dönüş tür. Böyle kişilere rahmeti layık görmezler.
Bu tarikatta münafıklık da verdiği söze aykırı, terbiye dışı
bir davranış olarak görülür. Özünü insanlıktan uzaklaştır
dığından Tanrının hışmına uğrayacağı'inanel vardır.
Ululanmak, büyüklük taslamak da Bektaşiler arasında
makbul sayılmaz. Benlik şeytanlıktır denir. Bektaşi tarikatına
giren şahıs bütün cismani yapısını kapı dışında bırakır.
Benlikten uzak, alçak gönüllü olarak o topluma girer. Şair
terin "Ayak turabı, hak-i payı, fakir, miskin" deyim! eri, alçak
gönüllü olmanın işaretidir. Yunus emre' nin bu tür deyimleri
kullanması karşısında o'nun kimliğini belirlemeye çalışan
araştırıcılar O'nu cahil okur yazar olmayan bir kimse olarak
değerlendirmişlerdir. "Fazla tevazu göstörmeyin sahi zan
nederler" sözünü doğrulamaktadır. Halbuki; Yunus ayet ve
hadisleri şiirleştirerek ifade etmiştir. Tanrı ile kul arasına da
kimseyi sokmaınıştır. Bir Bektaşi şaiii:
140
dan dönüş tür. Emanete ihanet daha büyük suçtur.
Bektaşiler şehveti ateşe benzetiri er. " Mahreme" yan gözle
bakmak, bilerek isteyerek ınahrem olana bakma aynı nite
likte tarikatta terbiyesizlik sayılır.
Kendi ayıbını bırakıp başkasında ayıp aramak da büyük
kusurdur. Kendi ayıbını görene ne mutlu derler.
Başlangıçta açıklarken Bektaşilikte cömertlik esastır, de
rniştik. Nekes kişi himmet sahibi olamaz, cennet de o kişiye
.
uzaktır diye inanırlar.
Bektaşile re göre koğda-gıybette bulunmak, dostunun
yüzüne başka arkasından başka konuşmak makbul değildir.
Bektaşilere göre akılsız kişi koğ ve gıybet ettikçe kardeşinin
etini yermiş derler.
Bühtan da kötü niteliklerden sayılır. tftira etmek, işleme
diği suçu isnat etmek çok günahtır. Tarikatta edep erkan
derken bu niteliklileri içlerine almazlar. Tarikata girmeden
önce bir yıl muhip olarak denenir. Müsahipler aracılığı ile
olumlu karşılanırsa tarikata alınırlar.
H ırsızlık da büyük suçlardan sayılır. Dede efendi ikrar.
.
veren tali be "elinle koym adığın şeyi alma, gördüğünü ört,
görmediğini söyleme" diye nasihatta bulumırlar.
. Sonuç olarak: Bektaşilere göre adam olmak istiyorsan:
"Adamlık et, adamlık et, adamlık et, kötülükten sakın, cö
mertliği sanat e � in, kendine yapılmasını istemediğin şeyi
başkasına yapma" derler.
141
Hacı Bektaş Veli'ye ait olduğu iddia edilen güzel sözler:
ı- Mürnin ol,
2- Ah de vefa et,
3- Musibete sabret.
4- Sözü düşün sonra söyle.
5- tbadete ve malına güvenme.
6- Yalan söyleme.
7- Hak divarundan ayrılma.
8- Bilmediğin kimseye yar olma.
9- Vakti ni zayi etme.
10- Kimsenin uğradığı kötü duruma gülme.
l l - Kendinden ulu kimse ile mücadele etme.
12- Dünya için gönlünü malızun etme.
13- M evki sahibi kimseye yüz suyu dökme.
14- Her bulunduğun hale şükreyle.
1 5 - Elden gelirse yalruz nimet yeme.
1 42
1 6 - Kendine ziynet verıne, gönlüne ziynet ver.
1 43
(Nakarat)
Anadolu'ya Kaymakam
Oldu ekber evladın
Mürsel Balim, Resul Balim
Yol evladı, bel evladı
(Nakarat)
1 44
Töresince ilkeleri
Eline, diline, beline dedi
Ruhsat verdi Hünkiir O'na
(Nakarat)
Atatürkle başlatıldı.
lnkılabı yaşatıldı
Işık tuttu Hünkiir O'na
Ebedi payidar kalacak dedi
(Nakarat)
1 45
BİBLİYOGRAFYA
1 46
ERGUN, Sadettin Nüzhet; Bektaşi Şairleri ve Nefesleri, (Bektaşi
Edebiyatı Antolojisi), M aarif Kütüphanesi Yayınları, İki Cilt, lstan-
.
bul-1955.
ERGUN, Sadettin Nüzhet; Bektaşi-Kızılbaş Alevi Şairler, Cilt III.,
Maarif Kütüphanesi Yayınlan, lstanbul - 1957.
EYUPOCLU, Sabahattin; Yunus Emre, Cem Yayınları, lstan
bul- 1977.
EYUPO!iLU, Sabahattin; Pir Sultan Abdal, Cem Yayınları, lstan
bul - 1 977.
FlRAT, Mehmet Şerif; Dogu llleri ve Varto Tarihi, M. Egitim Bası
mevi, Ankara-1961.
FUZULI: Erenlerin Bahçesi (Servet Beyoglu Tercümesi) (Hadika
tus'süeda) , Kültür Bakanlıgı Yayınları, Ankara- 1 99 1 .
GOLPINARLl, Abdülbaki; Simavna Kadısı Şeyh Bedred din, Eti
Yayınları, 1966.
GÖLPINARLI, Abdülbaki; Alevi-Bektaşi Nefesleri, Yükselen Mat.
lstanbul-1953.
GÖLPINARLI, Abdülbakt; Oniki İmam, Der Yayınları, lstan
bul - 1 979.
GÖLPINARLI, Abdülbaki; Boratav, Pertev Naili; Pir Sultan Abdal,
D.T.C.E Yayırıları, Ankara- 194-3.
GÖLPINARLI, Abdülbaki; Yunus Emre ve Tasavvuf, İstanbul-
196 1 .
Hacı Bektaş Veli: Makalat: Neşreden Sefer Aytekin, Ernek Matba
ası, Ankara- 1 954-.
Hacı Bektaş Veli: Bildiriler, Denemeler, Açıkoturum, Ankara- 1977.
Hacıbektaş Turizm Derneği Yayını-Yeni Sanat Matbaası.
Hoca Amet Yesevi: Divan-ı Hikmetten Seçmeler, Prof. Kemiil
Eraslan Çevirisi, Kültür B. Yayınları, Ankara- 1 983.
Hoca İshak Efendi: Kaşfü'l Esrar ve Dafi'ül-Eşrar.
İslam Ansiklopedisi: Alevi, Bektaşi ve Kızılbaşlık maddeleri, M .
Egitim Basımevi, Cilt: ı, I I , III.
!NAN, Abdülkadir; Tarihde ve Bugün Şamanizm, T. T. Kurumu
Yayını, Ankara- 1 954-.
·
.1 4 7
Cil t 2. .
Mevlana Celaleddin Ruml: Divan- ı Kebirden Seçme Şiirler, M .
Bahari Beytur çevirisi, M. E . B . Yayınlan, Cilt ı , 2, 3 . tstanbul- 1 965.
Meydan Laarousse: Alevilik, Bektaşilik maddeleri.
Necip Asım: Bektaşi tlmihali, Kanaat Kitabevi, Dersaadet- 1 927.
Nüzam'til Mülk: Siyasetname, Nurettin Bayburtlugil tercümesi,
Dergah Yayınlrı, lstanbul- 1981.
NOYAN, Doç. Dr. Bedri; Bektaşilik, Alevilik Nedir?, Doguş Matb.,
Ankara- 1 985.
OYTAN, M. Tevfik; Bektaşiligin Iç Yüzü, Maarif Kütüphanesi Y.
lstanbul-1962.
ÖGEL, Prof. Dr. Bahattin; Türk Kültür Tarihine Giriş, KUltür B. Y.
9 Cilt. Ankara- 199 1 .
ÖZBEY, Cemal; Sadık Baba Hayatı ve Deyişler, Emek Mat. Anka- ,
ra-1957.
ÖZTELLl, Cahit; Bektaşi Gülleri, Milliyet Yayınları, lstanbul-
1973.
ÖZTÜRK. Prof. Dr. Mürsel; Hacı Bektaş Veli ve Çevresinde Oluşan
Kültür Değerleri ve Bibliyografya, Kültür B. Y. Ankara-1991.
Şeyh Bed,reddin: Varidat, Dr. Cengiz Ketene çevirisi, Kültür Bak.
Y. Ankara- 1990.
ŞAPOLYO, Enver Behnan: Mezher ve Tarikatlar Tarihi, Türkiye
Yayınlan, Türkiye Yayınevi, lstanbul- 1964.
SENA, Cemi!; Hz. Muhammed'in Felsefesi, Remzi Kitabevi, lst.-
1975.
SOKO, Ziya Şakir; Mezhepler Tarihi ve Şah !smail, Şiilik, Sünnilik,
Bektaşilik, Alevilik, Kızılbaşlık. İst. Maarif Kütüphanesi, lst. - 1 944.
SÜMER, Prof. Dr. Faruk; oguzlar (Türkmenler) , . A. ün. D.T.C.F.
Yayınları, Ank.- 1 972.
TOGAN, Prof. Dr. Z. Velidi; UmlmiTürkTarihine Giriş, Akagündüz
Mat. lst.-1946.
ULUSOY. Celalettin; Hünkii.r Hacı Bektaş Veli ve Alevi Bektaşi Yolu,
Akademi Matbaası, Ankara- 1986.
UZUNÇARŞILI, Prof. Dr. l. Hakkı; Osmanlı Tarihi, Cilt: l, 2, 3. T.
T. Kurumu Y. Ankara- 1 947, 1952.
Yunus Emre: Yunus Emre, Risalat al-Nushiyya ve Divan, Ab
dülbalô Gölpınarlı, önsöz, Lügat, Açıklama ve düzenlemesiyle, Es
kişehir Turizm ve Tanıtma Derneği yayını, Sulhi Garan Mat. lst.-
1965.
1 48