Professional Documents
Culture Documents
Karl Popper
JEAN BAUDOUIN
C E P Ü N r E R S T E S
KarlPopper
Karl Popper
JEAN BAUDOUIN
Rennes Üniversitesi Siyasal Bilimler Ogretiın Üyesi
Çeviren
BÜLENT GÖZKAN
e ş ın y cı y ll n r
C E P 0 N lif ERS 1 TE S 1
ILETIŞIM Y AYlNLARI
Içindekiler
SUNU$ .......................................................................................................................... 7
1919 Sonbaharı Aydınlanması . .. .. . . . . . . 1 o
. .. ... .... ........ .. ......... . ........ ....
Ayıklamanın Geliştirilmesi ..
.... .... . ..... ... . . . . . .. . . . . . . . 12
.. . ....... . .. . .. . .... .... .. . . .. . . ...
I . KI SI M
Bilim v e Liberalizmin Doğal Yakınlığı .. . ..
. .. ..... ..... . ........... ... . . 19.
1. BÖLÜM
Eleştirel Akılcılığın Kökenieri .. . . . .. .. . . . 2·1 ... .. ... .... . . .. . ............ ........ . . .. .. ....
"Kabile Toplumunun" Dağılması .. . .. . . . . . . 22 .............. . . ... . .... .... . . ... .... .. ... ..
Düzensiz Gelecek . .. . . . .. .. .. . . . . . . . . . .. 26
.. . .... .. .. . ..... .. . . . ..... .. .. . .. . . .. . . .. .. .... .... .. .. . . .. .... . . ..
ll. BÖLÜM
Eleştirel Akılcılığın Temel Yapısı .. . ... . . . 29 .... . ... .............. ........... .... . .
.
"Sorunsalcı" Bilgibilim . .. . . .. . ... . .. . . . . .... .. . . . . 30
.... ..... .... ............ . . .... . .. .. .. . .. .... . .... . .. .
"Yanlışlamacı" Bilgibilim . . . .. . . . . . . 36
.
lll. BÖLÜM
Eleştirel Akılcılığın Uzlaşımsalcı Doğası. . . . .... .... . . ... . .. 48
1 r i
Z�raks�l B1�§�iffi::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::.:::::::::::::::.:::::::.:::::. . ....:. · · ��
Etkinliğin Seçilmesi..................................................................... . 3
ll. KlSlM
Totaliter Dünya Üzerinde
Tutkulu Araştırma........ ............................................................ . 56
IV. BÖLÜM
Totaliterlik Olgusunun Ardındaki
Zihinsel Yapı .. . . . .. ............
.. .. .... .. ........... ... .... ... . .... . ..... ..... .. ..
. . . ... ....... . ............ . 58
ı
. . . .
�a�r����i���--���-�-�.�- -�_:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: ��
Utopyacılık ............... ...
.. . .......... ... ..........
.. ..... . ......... ......... ....... ........ . ..... . .... ... .....
. . . . 67
V. BÖLÜM
Totaliter Programın Yıkıcı Mantığı .......... . . ..... .. ......... . . . .. ........
. . 72
Düşünsel Engel: insan Bi_ lgisinin Eksikliği. ......... . ... . .... ..... ........... 72
Maddi Engel: Başlangıç ldeallerinin
. .
lll. KlSlM
Liberal Demokrasinin işleyişsel
Doğrulanması., .. . . . .. ........... ... ... .......................... ... .. .... ...... . . ............. ......... ..
. . . 90
VI I . BÖLÜM
Olumsuzlayıcı Bir liberalizm .. . . .. ......... . .. .. ................. . .. . .... ... . 91
Temel Karşıtlıkların Elenme.si
.
...........
........................... .......................... 91
Acının Giderilmesi . . . .
.
.... ... .. .. ... ... .. . .. .... ........ ......... . ....... .... .... ... . . . 95
Şiddetin Giderilmesi .
. . . .. . . ... . . . . .. . ... . .
VI I I . BÖLÜM
Reformcu Bir Liberalizm . .. . .... .................. ........... ........................ ... .. 1 01
Siyasi ıcraatta "Sağgörü" Kavramı.
. .
VIII. BÖLÜM
Kururnsaıcı Liberalizm ... ... ........... . ... ........
. : .......................................... 11 o
SONUÇ ........................................................................ ........................ ............ ..... 114
BIBLIYOGRAFYA...................................... .... ................. ........
. . .......... ............ 117
.
GIRIŞ
7
olanağı bulur ve mantık, bilimsel yöntembilim dersleri
vermek üzere Londra'daki ünlü London Schools of
Economics'e davet edilir. Popper başlangıçta, İngil
tere'de egemen olan analitik felsefenin farklı alanları
arasında kendi düşünsel tarlasını sürebilmekte zor
luklarla karşılaşmıştır. Bununla birlikte zaman içinde
tüm bir İngiliz felsefeci kuşağına damgasını vurmuş ve
kalıcı izler bırakmıştır. 1969'da emekli olmuştur ve bu
tarihten beri de Londra'nın banliyösünde yaşamak
tadır.
Popper'in çalışmalarının Angio-sakson ülkelerinde
ve Almanca konuşulan ülkelerde kazandığı ün, Fransız
aydın çevrelerinin onun düşüncesine karşı tavır al
malarıyla tam bir karşıtlık içindedir, hem de Popper'in
düşüncelerinin Fransa'da tamtilması için onyıllardır
gösterilen büyük çabalara rağmen. Bu denli önemli
çalışmaların Fransa'da geç duyulmasında üç etken rol
oynamış olmalı.
• İlk engel kuşkusuz zamansaldır. Popper'in yapıt
8
mantığı üzerine düşüncelerden yola çıkarak, siyaset
felsefesi, siyasi iktisat, toplumbilim, antropoloji ve
biyolojiye dek uzanan bir alanda düşünce üreten,
"zihinsel göçmenliğe"1 sahip bir düşünürdür. Oysa,
böyle son derece bilinçli eklektik bir düşüncenin,
Fransız akademik çevrelerinin katı ve bölümlere ayıncı
anlayışını aşmas1 kolay değildir. Felsefeye ve bilgibili
me egemen çevreler Popper'in çalışmaları hakkında
tam bir kayıtsızlık gösterecek!erdi ve aradaki perdenin
biraz aralanması için Renee Bouveresse'in, Alain Bo
yer'nin veya Jan Largeault'un yazılannın beklenınesi
gerekiyordu. Düşünce tarihçileri de bu alıŞılmadık li
beralizm çeşitlernesiyle ilgilenme lutfunda bulunma
da biraz geç kalacaklardı. Bütün bunlara, Popper'in
düşüncelerini büyük bir sadelik ve açıklıkla ifade et
meye kişisel bir özen göstermesi ve kendi yorumu ile
"anlaşılmazlık kültüne" veya "parlak ve etkileyici ka
palı anlatımdan" hoşlananlardan uzak durması ekle
necek olursa, bazı aydın çevrelerinin ilgisizliği ve te
peden bakmaları daha iyi anlaşılmış olur.
• Üçüncü engel daha yenidir ve K. Popper'in dü
lO
düşüncesine damgasını vuracak birbirini tümleyen iki
buluş yaptı:
• Bir yandan, küresel bir dünya kuramının, öner
ll
çi.irütme, bilginin ilerlemesi için birçok onaylamadan
daha önemlidir.
• Bu inceleme aynı zamanda Popper'e, bilimsel
12
geldir. Kuşkusuz, BAM'ın sonunda "hakikat arayışı"nı
bilimsel buluşun halen en önemli itici gücü olarak
gördüğünü ileri sürüyordu. Bununla birlikte çürüfine
ölçütüne verdiği ayrıcalığm, kurarnların görünüşteki
tamlığının aslında geçici ve yokolup gidecek varsa
yımlardan başka bir şey olmadığı görüşüyle birleş
mesi, BAM yazarının daha önce düşünülmüş gerekli
liklerin artık çöktüğünü düşünmesine ve doğruluk
sorununun basit düzenekli yöntemlerle çözülebilecek
bir sorun olduğundan kuşku duymasına neden oldu.
Böyle bir anlayış içindeyken Popper'in 1934'ten iti
baren, matematikçi, dilbilimci ve felsefeci, üstelik de
Viyana Çevresi'nin bir taraftarı olan Tarski ve yapıtıyla
karşılaşması, Popperci kurgulamaya yeni bir atılım
sağladı. Popper'in Tarski'den ödünç aldığı fikir, bir
önermenin doğru olarak kabul edilebilmesinin
"yegane ve tek koşulunun" belirli olgulara karşılık
gelmesi demek olan, "doğruluk-karşılıklılık" fikri idi.
y
Bö lece Tarskici arılambilim, Popper'e doğruluk so
rununu "yarılışlama" ilkesini dışlamadan yeniden ele
alma olanağını verdi; çünkü Tarski'nin doğruluk ku
ramı doğruluğun genel bir ölçütünü vermeyi değil,
sözsel bir önermenin bir olguya veya bir olgular kü
mesine karşılık gelmesinin koşullarını ortaya koymayı
amaçlıyordu. Karl Popper daha sonraları, Tarski ile
karşılaşması için "Tanrı'nın bir lütfu" diyecektir; öz
yaşamöyküsünde de şunları söylüyor: "Tarski'den,
başka hiç kimseden öğrenmediğim kadar çok şey öğ
rendiğimi sanıyorum."2
2. Danvin ve Evrim Sorun u - Eğer Tarskici anlam
bilimin özümsenmesi Popper'e bir kaypaklıktan, ka
palılıktan kurtulma olanağı verdiyse, Konrad Larenz
ve Darwin incelemeleri de Popper' e, bilgilenın c ct
kinliğinin betimlenmesini biyolojik türden sürcçl r '
14
lumbilimcilerin "bugün toplumbilimcilerin elindeki
en verimli paradigma" dedikleri "yöntembilimsel bi
reyciliğin" öncülerinden biri olarak görülüyor.
Il. Dünya Savaşı'nı izleyen yıllarda, ki Popper artık
London School of Economics'te ders vermektedir,
Popper'in düşüncesi ilk sezgilerine oranla daha da
yoğunluk kazanmıştır. Dayanağını "eleştirel" bir bil
gibilimden alan, felsefi ve biyolojik dayanaklada des
teklenen ve vargılannı yeni alarılara doğru genişleten
Karl Popper'in düşüncesi, genel bir kuramın taslakları
olarak ortaya çıkıyor. Bundan sonra yapılacak olan bir
kozmolojiye ulaşmaktır.
16
rasıdır. Popper'e göre her şey, fizik dünyanın ilk hay
vansal duyumlardan önce varolduğunu ve Dünya 3 'ün
ancak insari dilinin evrimiyle başladığını varsaymak
tan geçiyor. Popper düşünce olgularını ve dilin nes
nelleştirdiği düşünce içeriklerini dikkatle birbirinden
ayırıyor. Düşünce olguları Dünya 2'ye aittir, yalnızca
düşünce içerikleri Dünya 3'e aittir. Böylece Karl Pop
per'in önemli düşüncelerinden birine geliyoruz. İnsan
zihinsel üretimierin sanatçısıdır; nasıl insanın kendi
çocukları belli bir yaştan sonra kendinden ayrılıp
özerk bir evrene katılma eğilimi gösterirlerse, bu da
öyledir. Bu Dünya 3, Platoncu Biçimler dünyasına ve
Hegelci Tin dünyasına ancak görünüşte benzemekte
dir. Kuşkusuz, Dünya 3 tek tek her bireyin bilişsel et
kinliğini aşmaktadır, ama onları değişmez bir biçimde
de belirlememektedir. Nitekim insan, eleştirebilmek
. gibi olağanüstü bir yetiye sahiptir ve gerektiğinde
Dünya 3'ü oluşturan kurarnlan düzeltebilmektedir.
3. "Saatler" ve "Bulutla r" Popper kendisinin ge
-
17
dir. Bizim bilgimiz "yanılabilir" olduğundan dolayı,
dünyayla ilgili sorular açık kalmaktadır. Ve dünya esas
olarak sonsuz olduğundan, insan özgürce karar verme
olanağına sahiptir. Aslında Popper'de Sartrecı bir yan
da var. Insanlar kendi tarihlerini yaparlar, ama yap
tıkları tarihi bilmezler. lnsan özgürlüğü ve evrenin
belirlenmezİiği Popperci ontolojinin temelinde yera
hr.
18
BİRİNCİ KISIM
BiLiM ve LiBERALİZMiN DOGAL YAKINLIGI
.
19
tutacak olursa, siyaset felsefesi üzerine pek fazla bir şey
söylememiştir. Buna karşın, soruşturmalarının bilgi
bilimsel doğası tüm çalışmalarının en önemli J:>elirle
yicisi olmuştur.
Bilimle liberalizm arasında sürekli bir karşılıklılık
kurmasına olanak veren genel bir oluşum, yöntembi
lim ve ahlakbilim fıkri K. Popper'in eleştirel akıkılığı-
·
20
BIRINCİ BÖLOM
ELEŞTiREL AKlLClLIGIN KÖKLERİ
22
Oysa, bu"organik topluluk" ağır ağır dağılmaktaydı.
Popper açıklamasını "tarihsicileştirmekten" çekin
meden, kapalı toplumun ayrışmasının kökeninde az
çok rastlantıya bağlı iki nesnel sürecin biraraya gel
mesinin rol oynadığını belirtiyor. Birinci etken nüfusla
ilgilidir ve geleneksel yöneten sınıfların oturmuştuğu
nu belirgin biçimde etkilemiştir. Hızlı nüfus artışı, bi
reysel istekleri çağaltarak ve mevcut mülkiyetleri sar
sarak, şimdiye kadar iç bağlılığını sürdürmesini bilmiş
egemen toplulukların bağrında farkedilmeyen çatlak
lar meydana getirmiştir. Bu bakımdan Popper, Pla
ton'un sosyolojik bilincini teslim ediyor. Platon gele
neksel seçkinlerin zayıflamasının kabileciliğin bozul
masına katkıda bulunduğunu isabetle fark etmişti. Öte
yandan belirleyici etken ticaretle ilgilidir: " Kapalı top
h,ımun çöküşünün asıl nedeni, ticaretin gelişmesinde
ve denizaşırı ilişkilerde aranmalıdır" diyor Popper7•
Ticaret ve denizaşırı ilişkiler, kentler arasındaki alış
verişi arttırmış, Eski Yunan'ı dış kültürlere açmış ve
toplumsal ka�manlaşmayı hızlandıracak, kabileelliğin
çöküşünü çabuklaştırmıştır.
21
de yok değildi; örneğin Sophocles ve Thukidides gibi
leri siyasi tutuculuklarını gizlemiyorlardı. Bunların
çoğunluğu her şeyden önce Aristophanes, Heredotos,
Demokritos, Protogoras gibi filozof ve bilgindi. Bazı
ları, Pericles gibi Atina'nın demokrasi idealini ken
dinde simgeleştiriyordu. Ama "Yeni inanca asıl katkıyı
bu uğurda yaşamını veren Socrates yapmıştı". Socra
· ıes'e büyük bir hayranlık duymaktadır Popper. Onu
"açık toplumun" en yetenekli ve en özverili sözcüsü
olarak kabul etmektedir. "Eleştirel akılcılığın" temel
ilkelerinin ilk formüle edilmesini Socrates'e borçlu
olduğumuzu düşünüyor:
• Bildiğimiz tek şey " hiçbir şey bilmediğimizdir",
24
tışma geleneği. " Aslında dönüm noktası ve bir ölçüde
de "kuruculuk" Socrates'ten öncedir ve Socrates
öncesi düşünürlerin sınırlı . çevresinde oluşmuştur.
Popper'in 1 958'de Aristotelian Society'de " Socra
tes-öncesi düşünüdere dönüş" başlıklı konuşmasında
savunduğu görüşler bunlardır. Popper'e göre Eski
Yunan felsefesinin muhteşem ilerleyişine okulların,
akademilerin de çoğalması eşlik etmiştir ki, Popper
bunların arasında birbirine karşıt ikisini ayırdeder:
• Bir yanda, Pythagoras tarafından kurulmuş İtalya
26
pıtında bulunması yatıyor.
Bununla birlikte, Popper köklü bir iyimserdir. "Açik
toplumun" ve "kapalı toplumun" bir tür Hegelci aşıl
ması fikrine hiçbir biçimde inanmamaktadır. Buna
karşın "eleştirel akılcılık" geleneğinin yoluna de.vaqı
edeceği kanısındadır. Buna kanıt olarak, bu yöntem
bilimin "kadından" beri insanlığın evrimini göster
mektedir. Engellerle kaplı bir yolda, akıl kendine her
zaman bir geçit bulmaktadır.
• Popper eleştirel düşüncenin karşı konulamaz bi
27
tes-öncesi düşünürlerin başlattığı olağanüstü zihinsel
macera, bugün hal.a Batı'yla sınırlı kalmıştır. Popper
bunu diğer toplum biçimlerini dışlamak için söyle
miyor, ama onlarla pek de ilgilenmediği söylenebilir.
Batı dünyası dışında kalan ülkelerin umut edebile
cekleri en iyi şey, bir gün eleştirel akılcılığın sağlam
zihinsel disiplinini kazanmak olmalıdır! Öte yanqan,
Karl Popper Batıcılığın kendi içinde de seçmecidir.
"Çağımızın tarihi üzerine bir iyimserin düşünceleri"
adlı 1956 'da verdiği bir konferansta, " özgür dünyanın"
sınırlarını büyük bir özenle çizmiştir: "Başta Atlas
Okyanusu, yani Büyük Britanya, ABD, Iskandinav ül
keleri ve lsviçre, ayrıca Pasifik Okyanusu'ndaki bizim
ileri karakollanmız, yani Avustralya ve Yeni Zelanda. "11
Biraz da Hayek tarzında, liberal düşüncenin " adalı",
Angio-sakson geleneğiyle, "kıta Avrupa"sı geleneğini
gözönünde bulunduruyor. Fransa, Almanya ve Avru
pa'nın güneyindeki diğer ülkeler, henüz gerçek an
lamda liberal anlayışa ulaşmış değillerdir Popper'e
göre.
• Kısacası, Popper için insanlığın kararlı ilerlemesi,
28
IKINCI BÖLÜM
ELEŞTİREL AKILCIUGIN TEMEL YAPISI
29
I. "Sorunsalcı" Bilgibilim
12 La connaissance objective, s. 1 1 .
30
karşısında Marıtıkçı Deneyeiliğin temel varsayımlarını
buldu:
• Deneyci bilimler gözleme dayanmayarı önermeleri
31
genelleştirilebilecek bir ilke çıkarabilmek olanaklı de- ·
ğildir. Popper, David Hume'un pratik ve psikolojik
nedenlerden ötürü tümevarımcılığa değer vermeyen
akıl yürütmesini yeniden gündeme getirdi ve kökleş
tirdi. Bir tekil önermeler topluluğu, genel bir önerme
çıkarımlama olanağı vermemektedir. Ama buna kar
şın, bir tek uyumsuz önerme mevcut bir genel öner
menin çürütülmesine yetmektedir. "Çok sayıda beyaz
kuğu gözlemiş olmamız önemli değil, çünkü bu, .tüm
kuğuların beyaz olduğunu doğrulamıyor."
Daha sonra, Mantıkçı Deneyeilik taraftarlarının be
lirlediği ·sırayı tersiı:ıe çevirerek, Popper, kuramın göz
lem üzerindeki mutlak üstünlüğünü ilan etmiştir.
"Bilimsel gelişmenin hiçbir basamağında kurarn ol
mayan , varsayım olmayan, öny;ırgıya dayalı kanı ol
mayan şeylerle işe başlamadığİ mız gibi, gözlemleri
mizi bir biçimde yönlendiren ve sayısız gözlem nesnesi
arasmda bize ilginç gelerıleri seçmemize yardımcı bir
sorun olmadan da bir şeye başlamıyoruz" . 13 Gözlem
her zaman seçicidir, gözlemcinin yalnızca kağıda ge
çirmekle yetineceği duyumlar ya da algılar değildir;
gözlem beklentiler doğrultusunda ve araştırıcının ka
fasını kurcalayan ve zaten ön bilgiden çıkan sorunlarla
kısmen önceden belirlenmiştir. "Kuram yüklü" olma
yan hiçbir gözlem ve genelde hiçbir bilgi yoktur.14
Tümevarımcılığın katı yapısına saldırılarını sürdü
ren Popper, hayvan etolojisinin ve özellikle de Konrad
Larenz'in çalışmalarının sonuçlarını da kendi düşün
celerine katmıştır. Konrad Lorenz'e göre yeni doğmuş
bir hayvan, karmaşık duyu organları aracılığıyla çevresi
ile ilgili ilk bilgilerinin oluşmasını beklemiyor, ama
doğuştan sahip olduğu bir rnekanİzınayla varoluşunun
karşılaştığı ilk sorunları çözmeye çalışıyor. Popper'e
göre hayvanlarla insanlar arasında bilgilerin kazanıl-
1 3 Misere de /'historicisme, s. 1 3 1 .
1 4 La connaissance objective, s . 82.
32
ması bakımından büyük bir fark yoktur. Hayvanların
içgüdüsel davranışları, gerçekte organizmasında kalı
tımsal olarak varolan beklentilere karşılık gelmektedir.
Benzer biçimde, kişinin edilgen olduğu sanılan göz
lemleri de aslında her zaman varsayımlada yüklüdür
ve bu varsayımları carılandıran ve örgütleyen de ge
reksirıimlerdir. İnsana, hayvan geçmişini aşma olanağı
veren tek şey, yalnızca "betimsel" dile degil, aynı za
manda ona akıl yürütme olanağı veren uslamsal dile
·
sahip olmasıdır.
2. Metafizik Sorgulamanın Yeniden Ele Alınması -
33
daha genel bir biçimde, duyumların dünyasının ö te
sinde kalan tüm varlıkların mutlak gereksizliklerini
ilan ettiler.
Burada da Popper, Viyana Çevresi'nin köktenci ol
guculuğuna karşıt tavrını sürdürdü. Kuşkusuz Popper,
bazı filozofların yaptığı, ,dayanaksız metafizik yorum
ların kafa kanştıran türden olduğu görüşüne katılı
yordu. Ama, tüm metafizik sorgulamaların karşı ko-
. nulmaz biçimde h akikatin aranmasına zarar verdiği
yolundaki genel kabulü de reddediyordu. Popper'e
göre metafiziğin iki yüzü vardır: Bir yandan bilgisel
etkinliği sınırlayabileceği gibi, öte yandan onu ivme
lendirip zengirıleştirebilir.
• Metafizik, skolastiğin içinde kaybolup gitmediği
34
•
kurgulardı; ancak, öte yandan bunlar gerçek bilimsel
kurarnlara bir çerçeve sağlayabilirlerdi. Darwincilik,
Popper'e göre bu kategoride bulunmaktadır. Evrimci
kurarn doğrudan "sınanabilir" değildir ama, yine de
tüm bir araştırma programını yararlı bir biçimde ay
dınlatrnaktadır. Bu anlamda Popper çağdaş fiziğin
içinde bulunduğunu düşündüğü uyuşukluğu, uyku
halinin sebebini, ''pir metafizik araştırma programının
yokluğuna" bağlıyor.
Metafiziğe tanınan bu saygınlık, Popper'in tüm. ya
pıtına eşlik eden ve bilimle felsefeyi uzlaştırmayı he
defleyen çok geniş bir tasarının içinde yeralır. Popper
aslında Viyana Çevresi'nin ' hafifletici sebepleri' oldu
ğunu düşünüyordu ve Mantıksal Deneyeiliğin Alman
felsefesinin kapalı ve güç anlaşılır idealizmine bir tepki
olarak doğduğunu unutmuyordu. "L. Wittgenstein ve
analitik felsefeye, Alman idealizmindeki sorumsuzca
yazıların çoğalmasını frenledikleri için"17 minnet
duyduğunu belirtiyor ve H egel, H usserl, H eidegger
gibi filozoftarla ilgilenmek ona tahammül edilemez
görünürken, B. Russell veya R. Carnap gibi filozoftarla
görüş alışverişinde bulunuyordu. Analitik felsefenin
temel yaniışı "metafiziğin yokedilmesini, ortadan
kaldırılmasını amaçlarken'\ aynı zamanda " Hegelci
liğin yükselişiyle birlikte bilimi felsefeden ayıran teh
likeli uçurumu daha da büyütmüştü. Çoğunluğu Al
man M.niversitelerinde olmak üzere kapalı, güç anla
şılır bir felsefenin yanında, aynı zamanda bilimin ya
nında yeralan, hatta onun hesabına dünyanın gizem
lerinin aydınlahlmasına katkıda bulunabilecek yapıcı
felsefeler de varolabilirdi: "Bir fılozoftan felsefe yap
masının beklendiği yolundaki kanımı yineleyeceğim;
felsefe üzerine yazı yazmaktansa, felsefi sorunları
çözmeye çalışmak yeğlenmelidir. "
1 7 Conjectures et refutations, s . 1 1 4.
35
II. "Yanlışlamacı" Bilgibilim
36
önermeyle genel bir önermeyi geçersiz kılma olanağı
vardır ("çürütme" veya "yanlışlama") . Eğer bir kurarn
kendini hiçbir biçimde çürütülmeye açık tutmuyorsa,
temel bir sınamaya karşı kendi bağışıklığını koruyorsa,
onun için bilimsel veya deneyci bir kurarn denile
mez.
• Bili msel olma savındaki bir kuramın, ilkin bir sı
37
memekle birlikte, bu araçla ilgili kaypaklıkları giderme
çabasıyla olsun veya bazı benzerlikleri belirlemekle
olsun, onu daha da geliştirmek çabasını sürdürdü.
a) "Yön VeFici Ideal" Olarak Hakika t - Popper'in bi
lim ve belirsizliğin yanyana olduğunu ialbul etmesi iki
yönlü bir rahatsızlığı ort!lya çıkardı. Bir yandan, görü
nüşte en iyi yapılanmış kurarnların bile aslında geçici
ve değiştirilebilir varsayımlıırdan başka bir şey olma
dığını öne sürerken Popper, bilimsel etkinliğin gele
neksel hedefi olan hakikate ulaşma arzusunu yıkıyor
gibi görünüyordu. O te yandan, özellikle kesinlik idea
lini devre dışı bırakıyor görünmesi ve tüm bilginin
yanılabilir bir nitelikte olduğunda ısrar etmesi yolu
kuşkuculara ve yoksayıcılara (nihilistlere) açma tehli
kesin i de beraberinde getiriyordu. Popper bu tür yanlış
anlamaları gidermeye çalışmıştır.
·
Bir yandan "yanlışlamacıhğı" kuşkuculuktan ve
"günümüz felsefesinin baş hastalığı"18 dediği görece
lilikten (relativizm) kesinlikle ayırdı. "Kuşkucu", insan
aklının ürettiği tüm kurarnlardan umudunu kesmiş
kişidir. "Göreci", kur�ların meşruluğunu kabul eder;
fakat onları bir tür belirsizlikle bir tutar. "Yanlışlamacı"
ise, tersine, insanın yaratıcılığına inanır ve eğer yanlışı
yüceltiyorsa, bu, onu hakikate giden en sağlam yol
olarak gördüğü içindir.
Ö te yandan, Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantı
ğı'nı yazdıktan sonra bilgi sahibi olduğu Tarski'nin
çalışmalarından, onun doğruluk kavramının yöntem
sel olarak aydınlatılması konusundaki çalışmalanndan
destek aldı. Popper doğruluk kavramının nesnel bir
sürece bağlanmak yerine, öznel inançlara terkedildiği
an dağılıp gittiğini düşünüyordu. Oysa, bir kuramın
geçerliliğinde önemli olan kişinin inancı d�ğil, en uy
gun önermeleri ayırdetmeye olanak veren göstergele
rin bulunmasıydı. Bu bakımdan, Popper bir kuramın
38
gerçekliğe yakın olma durumunu ifade eden yeni bir
sözcük icat etti: "Gerçeğe benzerlik" (verisimilitude) .
Böylece, tüm tekil deneylerden "doğruluk" kapsa
mında olanların, "yanlışhk" kapsamında olanlara üs
tün geldiği bir kuram, gerçekliğe "yaklaşan" bir kurarn
olarak nitelenecektir. Böylelikle bir kurarn kısmen
çürütülmüş bile olsa, "gerçeğe benzerlik" in önemli bir
kısmını barındırabilir. .
b) Evrimsel Süreç Olarak Bilgi - Popper, "evrimci bir
bilgibilim"den sözederek, evrim kurarnının kabul
edilmiş ilkesini de kendi bilim felsefesine katmıştır:
"Evrimci bilgibilim", bilimsel yöntemle kesiştiği ölçü
de evrimi ve bilgibilimi daha iyi anlamamıza olanak
verecektir." 19 "Tüm organizmaların gece gündüz sorun
çözmekle uğraştıkları" düşüncesinden hareketle,
Popper rnütasyonlarla karşı karşıya olan hayvan veya
bitki türlerinjn kendi ekolojik çevrelerini etkileyen
ilişkileriyle, tahminlerimiz ve onları yanlışlamaya
yazgılı deneyimler arasında· belirli bir benzeşim ku
ruyor. Nasıl çevrenin zorlaması ile ortaya çıkan bir
dönüşüm bazı türlerin buna uyum sağlamalarım, ba
zılarının da yokolup gitmesi sonucunu doğuruyorsa,
aynı biçimde, yanlışlayıcı bir deneyin sonucu da bir
kuramın (geçici olarak) kabulünü sağlarken, bir diğe
rinin (kesin olarak) elerrmesi sonucunu doğurabilir.
Deneyler, bilimadamlarına yarışan kurarnlar arasında
seçim yapma olanağ· vermektedir.
Bununla birlikte, biyolojik evrimle bilimsel evrini
arasında iki temel fark vardır. 6ir kere, bilimadamları
kuramlarıyla birlikte yokolup gitınemektedirler; "eleş
tirel yöntem," diyor Popper, "varsayımlarımızın bizim
yerimize ölüp gitmesini sağlamaktadır." Özellikle insan,
yaptığı yanlışların üstesinden gelmeye diğer organiz
malardan daha elverişlidir. Bu üstünlüğü de yalmzca
"betimsel" değil, ayın zamanda da "akıl yürütmeye
.
1 9 La connaissance objective, s. 8 1 .
39
olanak veren" uslamsal bir dilin ortaya çıkmasına
borçludur. " Büyük bir biyolojik ilerleme" olan dil sa
yesinde insan kendi kuramıarına dışarıdan bakabilme,
onları ortaklaşa eleştirebilme ve aralarından zayıf olanı
eleme ve " sürüden kovma" olanağı bulmuştur. "Amiple
Einstein arasındaki fark şuradadır," diyor Popper, "her
ikisi de deneme ve yanlışların giderilmesi yönte.m i uy
gularken, amip yanılmaktan hoşlanmaz, oysa Einstein
yanlışlar sayesinde düşünmektedir."
3. Ölçütün Kazandırabilecekleri - Popper'in, bilimi,
bilim olmayandan ayıran ölçütüne çeşitli itirazlar ya
pıldı. Popper bu ölçütün doğa bilimlerinde kullanıl
masının toplum bilimlerine göre kuşkusuz daha kolay
olduğunu kabul ediyordu.
Ama, "yanlışlamacılık"ın bilimsel buluşun ana esin
kaynağı düzeyine yükseltilmesinin uygulamadan ge
len olası güçlükterin ötesinde önemli kuramsal so
nuçları da vardı. G. Hadnitski bununla ilgili olarak
Popper'in bilim alanında gerçek bir "Kopernik devri
mi" yaptığını, pek de fazla abartmadan ifade etti. Eğer
bu sav kabul edi.lecekse, bu, üç şekilde değerlendiri
lebilir:
• Her şeyden önce, Popper bir kurarncı olmaktan
çok bir yöntemcidir. Yeni bir bilim kuramı oluşturmak .
onun temel sorunu değildir; ama buna karşılık bilimsel
önermelerin bilgi verici içeriklerini en üst düzeye çı
karacak yöntemleri biçimlendirme çabası içerisinde
dir. Temel sorunu şudur: " Bu gözüpeklik ve imgelem
harikaları" tahminlerimizin hakikat arayışmda bizi
verimli sonuçlara götürmesini istiyorsak hangi kural
ları kullanmahyız? " Deneme ve yanılma" tekniğinin
"bilginin artışını" hızlandıran bir şey olduğunu düşü
nüyordu.
• İkinci olarak, Popper bilgilerimizin artışı sürecinde
yanlışlığa çok önemli bir rol verir: "Yanlışlarımız bizi
eğitir," der, "tüm bilgibilirnin ve yöntembilimin te-
40
melinde olan budur."2n Ernst M ach'ın çağdaşl arına
önerdiği düşünce ekonomisi ilkelerini Popper kendine
göre uygulamaktadır; çünkü M ach'ta "ekonomi" ilkesi
bilimin dışında kalan yargılar hakkında tahmin yü
rütmeyi içermemesine karşın, Popper'de bu ilke ha
kikatin bulunmasına uygulanmaktadır. Sokratesci
" hiçbir şey bilmiyorum" fikrinden hareketle, Popper
meslektaşlarını, kurarnlarındaki olası doğruları te
mellendirmek yerine yanlış ve çürük olan, olasılık dışı
yanları saptamaya çağırmaktadır. Eğer yanlışlayıcı bir
deneyi, bir lutuf gibi görürsek, eğer bir bilimadamını
"kendi tahminlerini yıkmaya çalışmaya", yanlış olanı
bulmaya çalışmaya ikna edebilirsek, kendi cehaleti
mizin ortaya çıkmasının eğiticiliği, aynı zamanda bize
yeni bir bilginin yollarını açacaktır. Bilim, yanlışların
sürekli olarak elenmesinden başka bir şey değildir.
• Nihayet, Popper bilirnde kesinlik arayışı idealinin
41
(cosmonogie), bilimsel çevrelerin de ötesinde bir tür
dogma niteliği kazanmış olmasına rağmen zorlu sı
navlarla desteklenmiş cesur bir tahmin, Newton ku
rammın fıziğin tek ve sarsılmaz paradigması olma
özelliğine son vermişti. Popper, felsefe ve epistemoloji
açısından, G. Simmel ve M. Weber sosyolojisinin ana
kabullerinden biri olan toplumsal malzemenin sonsuz
ve tüketilemez olduğu ve Aklın düzenleyici isteklerine
yalnızca düze11;siz olgular sunduğu görüşünü açıkça
belirtıneden benimsemiş görünüyor.
.
42
kardan uzaklaşarak gerçekleşebileceğini savunan ol
gucu ideal ona asılsız görünmektedir: "Bir bilimada
mının insanlığını ortadan kaldırmadan, onu tarafsız
kılamayız, aynı şekilde onun hem kişiliğini, hem de
bilimadamı kişiliğini yoketmeden, onun değerler
hakkındaki yargılarını yasaklamak veya yoketmek
olanaklı değildir."22 Bu açıdan, Popper "doğa bilimle
"
riyle" kültür bilimleri arasında bir fark görmemektedir;
her ikisi de ona göre eşit oranda değerlere ve tercihlere
bağlıdır: "Doğa bilimleriyle uğraşanların, toplum bi
limleriyle uğraşanlardan daha nesnel olacağına inan
mak tümüyle yanlıştır; doğa bilimleriyle uğraşan da
ancak diğer insanlar kadar tarafsız olabilir"23 demekc
tedir.
Popper yine de, Almanya'da Karl . Mannheim'ın
yaygınlaştırdığı " bilgi sosyolojisi" adı altındaki savlara
yakın değildir. "Bilgi sosyolojisi"nin savlarına göre bir
topluluğun bireysel düşünceleri, ki bunlara bilimsel
nitelikli düşünceler de dahildir, o topluluğun ataları
nın "toplumsal ortamlarıyla" önceden belirlenmiştir
ve birbirlerine kapalı "bütünsel ideolojiler" oluştunna
eğilimindedir. Popper'e göre, "bilgi sosyolojisi", bilgi
etkinliğini bilen özneden çıkarmaya çalışm alda hede
finden sapmıştır. Bilgi sosyolojisi bilen özne hakkında
bize yeni bir şey öğretmemektedir; çünkü tüm bili
madamlarının zorunlu olarak içinde bulundukları
toplumsal ve· kültürel bir dolmnun, onların davranış
ve düşünce biçimlerine sızdığı zaten bilinen bir şeydir.
Ama buna karşın, toplumsal ortamın basit bir izdü
şümünden tamamen ayrı olan bilimadamının bilme
eylemi hakkında "bilgi sosyolojisi" bize yanlış şeyler
öğretmektedir. Aslında "bilgi sosyolojisi" bu kimliği
haksız yere elde etmektedir. Gerçek bir sosyoloji, bi-
43
limadamının toplumsal konumundan yola çıkıp açık
lamalar yapmak yerine, araşurmaları destekleyen ya
da cezalandıran ortak süreçler olarak siyasi, kurumsal,
toplumsal ve kültürel,koşullarla ilgilenmeliydi. Popper
bu konudaki yargısını bir paradoksla dile getiriyor:
"Bilgi sosyolojisinin gözünden kaçan, bilgi sosyoloji
sinden başkası değildir."
2. Bilimin Nesnelliği - "Doğa bilimlerini ve toplum
bilimlerinin nesnelliği bilimadamlarının tarafsız zi
hinlerinde değil, bilimsel girişimlerin toplumsal nite
liğinde ve rekabette temellenmekt edir."24
Hareket noktası budur. Bilimadamlarının sorunları
üzerinde temellerren öznel bilgi, ancak Popper'in
"öznelerarası olma" (intersubjectivite) dediği eleştirel
görüşlere açılarak nesnel bilgi haline geldiğinde bilim
ortaya çıkar. Popper'in bir bilimsel kuramın ortaya
çıkışıyla ilgili betimlemesi, bu bakımdan Kuzey Ame
rikalı siyaset bilimci Robert Dahi'ın çağdaş karar veıme
süreçlerini açıklamaya yönelik "çoğulcu irade" mo
deliyle bir yakınlık göstermektedir. Dahl'a göre, bir
iktidar tarafından alınmış kararlar ister kamuya, ister
özel kesime ait olsun, her ne kadar biçimsel olarak tek
bir merkezden çıkıyor gibi görürise de, genelde az ya
da çok katılımcı ve çoğulcu bir uzlaşmanın sonunda
alınmış kararlardır. R. D ahi bu katılımcıları "'yan-
. daş-rakipler" olarak tanımlıyor, yani bunlar hem farklı
çıkarlar için "rekabet" halindedirler, hem de ortak bir
karara katkıda bulunan "yandaş" durumdadırlar.
Popper'in onları tanımladığı biçimiyle, bilimadamları
da kamplara ayrılmış karar vericilere benzerler. Var
sayımları birbirleriyle rekabete girdiğinde, bilima
damları artık karşılıklı rakiptirler ve deneyin yakıcı
ateşine karşı az ya da çok hoşnutlukla karşı koyarlar.
Aynı araştırma ahlakİ nı payiaşırken ve karşılıklı eleş
tirinin mutlak gerekliliği konusunda aniaşırken de
24 De Vienne a Franfort. . . , s. 24 1 .
44
yandaştırlar. Zaten Popper bilimsel bilgi sürecini ya-
• pılandıran ilişki tiplerini nitelerken kullandığı "dost
düşman işbirliği" ifadesiyle de Dahl' ınkine çok yakın
bir terminoloji kullanmaktadır.
Popperci nesnelcilik doruğuna bilimsel girişim di
namiğinin ifadesinde ulaşır. Bilimsel girişim, belli bir
dönemde her araştırmacının sahip olduğu kısmi bil
giden daha fazla bir şeydir: J. Watkins'in çok iyi ifade
ettiği gibi, " Bilim, onun üretimine katkıda bulunan
zihinsel etkinliği aşarı bir yapıdır, bu biraz, bir kated
ralin varoluşunun onun inşasına katkıda bulunan kol
gücünün üzerinde olması gibi bir şeydir."25
İnsan ·aklının ürünlerinin kalıcı ve kurumlararası bir
nesnelliğe sahip olduğu savı, belki Popper'in Hegelci
felsefeden ödünç aldığı ender savlardan biridir. Pop
per'e göre bireysel kanılarımızdan doğan ürünler artık
onlardan koparlar ve nesnel, öze.rk bir "Dünya 3" ile
bütünleşirler; bu dünyanın başlıca sakinleri "tahminler"
ve "sorunlar", "uslam lamalar" ve "eleştiriler", "kuram
lar" ve " çürütmeler"dir. Popper, "bilen öznenin olma
dığı bilgibilimin" bu nesnelci bilim kavramını şöyle ni
telendiriyor: Eğer "biz nesnel bilginin büyümesine kat
kıda bulunarı emekçilersek", tüm bu olup biteni bü
tünselliği içinde kavramak kimsenin harcı değildir.
3. Bilimsel Etkinlik Ortamı - Popper bilimsel yara
tının, toplumsal ve kültürel ortamına hiçbir biçimde
ilgisiz değildir. Öznelerarası olina ilkesinin uygulan
masının, onun bazı .nesnel koşullarla birleşmesine
bağlı olduğu Popper'in gözünden kaçmıyor. Popper
kendi tarzında bir "bilgi sosyologudur" .
• Öncelikle, bilimsel araştırmaların yapıldığı top
lumsal örgüt modelleri dış koşullara bağlıdır. Popper
için bilim, yalnızca fikirlerin serbestçe yayılması ve
tartışılmasıyla kalmayan, aynı zamanda "düşüncelerin
15
özgürce rekabet halinde olmasına" sahip çıkacak ku
rumları da yaratan liberal toplumlarla doğal bir ya
kınlık içindedir. Buna karşın, düzene bağlılık ve so
rumsuz olma ile çıkınaza girmiş ve her türlü görüş
alışverişine ve karşıtiıkiara kapalı totaliter toplumlarda
bilim büyüyüp gelişemez.
• Bir de, bilimsel toplulukların örgütlenme biçi
46
oluşturanların çoğunluğunun kabullerini biraraya
getiren açıklayıcı bir model vardır; ve dönemin her
bilimadamı uyumsuz verilerden rahatsızlık duymak
ve yeni sorunları haber vermek yerine, bilimi bunlar
dan arındırmak için çaba gösterir. Kuhn'a göre, para
digmanın gerçekle olan bağında ortaya çok sayıda
normal-dışı durum çıkması yalnızca bir ayrık durum
dur; ve ancak bu durumda "devrimler" bilimsel çev
releri sarsar ve bir süre soma normal bilime dönüşecek
yeni paradigmaların sancılı doğuşu gerçekleşir. .
Popper, bilimsel etkinliğin uzmanıaşmaya ve bü
rokratikleşmeye karşı olan eğilimini kısmen kabul
eder; ancak " normal bilimin" egemenliğine inanın ayı
reddeder: "Normalliği.n engellerini aşarak yeni bir yol
açan ve taze hava gelmesini sağlayan, cesur, eleştirel
normal dışı bilimadarnıdır" , alışkarılıklarına, göreneğe
bağlı ve yaratıcılığa karşı bir bilim, bilim olma niteli
ğini kaybeder.
47
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ELEŞTiREL AKlLClLIG IN
UZIAŞIMSAI.CI DOGASI
48
kökeninde bir yanıyla önemli bir önyargı taşıyan kişisel
bir karar olduğunu kabul ediyordu: "Eleştirel akılcılık,
temel akılcı tavrın akla iman etme sonucu olduğunu
kabul etmektedir. Seçme olanağına sahibiz; akıldışılı
ğın bir türünü, köktenci veya kapsamlı olanını seçe
biliriz. Ama öte yandan da, kaynağını akılcı olmayan
bir karardan aldığını itiraf ederek, akılcılıgın eleştirel
bir biçimini seçmekte de özgürüz. "27 ·
şılaşırız.
Madem ki bir kuramı mantıksal olarak sağlam te
mellere oturtmanın olanağı yoktur, ama öte yandan
da madem ki bir kuramın lehinde tercih belirtilmesi
gerekmektedir; bu tercih, bilimadamlarını bilgiyi ha
zırlayan ilkeler arasına eleştirel akılcılığın temel sav-
27 La societe ouverte, s. 1 57 .
49
larını da saymaya " d avet eden" , akıldışı bir yan da
içeren bir seçim biçimi olacaktır. Bu ilkelerin ilk "ha
kikatler" olma gibi bir konumları yoktur. Daha alçak
gönüllü bir anlayış!� "deneyci bilim oyununun kural
larını ", özgür insanların büyük çoğunluğunun üze
rinde anlaştıkları yöntembilimsel uzlaşımlar oluştu
rur. Popper hakikate giden yolu başkalannın şiddette,
yoksayıcılıkta veya tefekkürde bulmalanna hiçbir bi
çimde karşı çıkmıyor. Yalnızca akıl yolunu diğerlerine
tercih eden bir karar alıyor: " Benim bağlandığım
akılcılık," diyor, " akıl tarafından benimsetiimiş bir ta
vırla akıldışı bir güvene dayanıyor, bu çözümsüzlüğün
aşılabileceğini sanmıyorum. "2�
Popper'in "öznelciliği " Popperci akımın içinde de
tartışmalara neden oldu, özellikle "Açık Toplum"un
24. bölümündeki görüş açısı Popperci akımın içinde
farklı görüşlere yolaçtı. W. Bartley, Popperci " eleşti
relliğin" i ki açıdan saygınlığını yitirdiğini ileri sürdü:
Bir yandan tanırnca her türlü çürütmeden muaf keyfi
bir " kararı" düşüncesinin doruğuna yerleştirmesiyle;
öte yandan da ilkece eleştirel akılcılığa resmen davet
edilmiş akıldışıcılığa beklenmeyen bir geçit verme
siyle. Bu durumdan çıkmak için W. Bartley eleştirel
akılcılığın yalnızca "kendisini içerebilir olduğunu"
savunuyor, başka bir deyişle kendi çürütülmesini de
içermesi gerekmektedir. J. Watkins, Bartley'in tezinin
paradoksal biçimde kendi değiline yolaçtığını düşü
nerek, bu teze şiddetle karşı çıktı. Kendi çürütülüşünü
a priori içeren bir kurarn çürütmeye de neden olamaz.
J. Watkins'e göre Popperci anlayış, W. Barttey'in " tü
meleştiricilik"ine (pancritisizm) göre daha az olum
suzluk içermektedir; bir kı,rrarnın lehinde karara var
mak ve eleştirileri serinkanlılıkla karşılamak, onu ya
pay bir zırhla donatmaktan daha iyidir.
50
II. Ahlaksal Bir Seçim
51
yuz" diyor Popper. Eleştiı;el akılcı, yetkeci savlan red
deder ve kendi bildiklerine sürekli kuşkuyla yaklaşır.
Eleştirel akılcı, başkalarımn karşı çıkışlarını hiçbir
önyargı olmadan kabul eder ve yanlışın genelde
onaylamadan daha eğitici olduğunu düşünür. Eleştirel
. akılcı, kullamcılar arasında yapay engeller oluşturan
kapalı üst-dil yerine, iletişime elverişli açık seçik dili
tercih eder. Eleştirel akılcılık, uslamsal tartışmayı akılcı
etkinliğin ölçüsü kab u l ederek. dinleme ve diyalogun
ayrıcalıklı konumuna işaret eder ve en yetkin hoşgörü
okulunu kurmuş olur.
3. Toplum S�çimi " Eleştirel akıl, şimdiye değin
-
52
oranda laik Marxçı olmanın temel sebeplerini ortadan
kaldırıyordu.
196 l 'deki Tübingen konferansında Popper ile
Adorno arasındaki tartışma, aslında Alman felsefesinin
bağrındaki Kant yandaşlarıyla Hegel yandaşları ara
sındaki yerleşmiş ayrılığı bir bakıma güncelleştiriyor
du. Popper'e göre "Eleştirel Kuram " Hegelciliğin ge
liştirdiği "zekanın ortadan kaldırılması girişimf'ni iz-·
!ernekten başka bir şey yapmıyordu; buna karşın
eleştirel akılcılığın yaptığı " Kant'ın kuramını tamam
lamaktır" .
53
per'in "bilgibilimsel Troçkiciliği" ile Feyerabend' in
bilgibilimsel anarşizmi arasında fazla bir fark yoktur.
Eleştirelliğin ikinci erdemi, bilgiyi kişisel kanıların
değil, toplumsallaşmış yöntemlerin, tartışmanin ve ·
54
Eğer Popper özcülüğün her türüne karşı bu kadar
sert b içimde yüklenmişse, özdeşlik felsefelerine her
zaman karşı çıkmışsa, anlambilim uğruna bilgibilime
sırt çeviren Viyana çevresinden ayrılmışsa, bunun se
bebi, kendi öneemeleri veya kendi terimleri üzerine
dönen bu tür söylemlerin karanlık ve dile getirilemez
Qir sözbilime (retoriğe) dönüşerek yozlaşacağıru dü
şündüğü içindir.
55
IKINCI KlSlM
TOTALiTER DÜNYA ÜZERİNE
TUTKULU ARAŞTIRMA
56
düşüncelerinden kaynaklanmıştır." Ve "Açık Top- ·
35 La soi::iete ouverte, c. ı. s . B
57
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
TOTALiTERLİK OLGUSUNUN ARDlNDAKi
ZiHiNSEL YAPI
58
olgunun bu iki yönlinü incelemeye girişıneden önce,
Popper'in tercih ettiği yöntem olan mantıksal çö
zümleme yöntemini incelemek uygun olacaktır.
I. Mantıksalcı Yaklaşım
59
lenme biçimlerine yön veren belirli ideolojik kuruluş
lara özgü bir " iyi" mevcuttur.
ı . Popper' e göre faşizm ve Stalinizm gibi, görünüşte
·
60
mantığı var ki, birbirinden çok .farklı zamanlarda ve
yerlerde aynı toplumsal örgütlenmelere yolaçabiliyor.
Totaliterlik olgusunda fikirleri, ideolojiyi öne çıkaran
bu yorum, çağdaş yorumları aşmaktadır; çünkü tota
literliğin geçmiş durumlanyla güncel ifadeleri arasın
da temelde bir fark görmemektedir. Hanna Arendt için
totaliterciliğin kesinlikle çağdaş bir olgu olmasına
karşın ve B. H. Levy için totaliterciliğin "bizim modem
, toplumlarda görülmeyen" bir şey olmasına rağmen
Popper, onlara karşıt olarak, totaliterciliğin tüm Batı
tarihi boyunca varolduğunu ve temel esinlerinin Pla
ton:un yapıtında bulunduğunu düşünüyor. Popper'e
göre "Geçmişteki Totalitercilik". ile " M odem Tota}j
tercilik" arasındaki tek fark, ikincinin halka inebilen ve
kitlesel doğasıdır, böylelikle halkları kehanetleri çev
resinde toplayıp harekete geçirebilmiştir.
3. Acaba Poppet'in yaptığı, Dante Germino'nun de
diği gibi "totaliter sözcüğiliıün kullanımına bir şekil
sizlik mi getirmektedir?", Sparta ve Nüremberg'i, Platon
ve Stalin 'i, Saint Augustin ve Mussolini'yi ayrı çerçeve
içinde mi görmektedir? Bu sorulara yanıt hayır olmalı.
Bir kere tüm tarihsicilikler kaçınılmaz bir biçimde to
taliterciliğe yolaçmamaktadır. Popper, bireysel istem
leri aşan, kaçınılmaz nedenler zincirini öne süren ''ka
derci" tarihsicilikle, ideal Kent'in etkin stratejileriyle
yeniden toplumsal örgütlenmesini öngören "etkin" ta
rihsiciliği birbirinden ayırıyor. S aint Augustin ve Toyn
bee de tarihsicidirler, ancak bağnazlığın savunucuları
değille'rdir; onların gerekirci tarih anlayışlarında, ilkece
tüm totalitercilikleri belirleyen ütopyacı boyut yoktur.
AYı-ıca Popper totaliterciliğin tüm yaratıcıianna karşı da
aynı serdikle davranmıyor. Hegel'e karşı düşmanlığı
mutlaktır, kökleşmiştir; "amacının Hegel olgusunu
açıklamak değil, onu altetmek" olduğunu söylemekte
dir. Onun gözünde Hegel bir "soytarı", bir "şarla
tan''dan başkası değildir. Daha temelde Hegel " Pla-
61
ton'dan totaliterciliğe giden zincirin küçük bir halkası
dır", ama " çağdaş milliyetçiliğin ve savaşçılığın en etkin
esin kaynağıdır". Popper'in Platon karşısındaki tutumu
daha karmaşıktır: "Popper, etkisinin tüm kötü yanlarına
karşın Plato n ' a hayranlık duymaktadır" diye yazıyor
Jean Largeault. Popper Platon'un büyük dehasından
kuşku duymamaktadır, hatta onu "for the greatest
philosopher of the world" diye anmaktadır. Ama öte
yandan da Platon, kapalı düşüncenin zihinsel temelle
rini oluşturmuş kişidir; bu yüzden de açık toplumun
başlıca düşmanlarından biri olmaktadır. Hegel ise
kendiliğinden hiçbir şey icat etmemiştir; bütün yaptığı
siyasal ve felsefi Platonculuğu kendine göre güncelleş
tirmesiclir. Marx'a gelindiğinde Popper'in tavrı açıkça
değişmekteclir. Kuşkusuz Popper Marxçılık'ta " tarihsi
ciliğin en saf biÇimini, en yaygın olanını ve en vahimini"
görmektedir. Ancak Marx'ın çalışmalarındaki tarihsici
eğilimler ile onlar� koşut olan insancı yaklaşımları ve
onun toplumbilimsel sezgilerini özenle birbirinden ayrı
tutar. "Ona karşı olan borcumuz büyüktür" der Popper;
ve yazdıklarından, Marx'ın aslında yoksul yaşam sür
müş bir insancı, açık toplumun, mesihçi bir tarih gö
rüşü yüzünden kendisine rağmen totaliterciliğe sürük
lenmiş talihsiz bir üyesi olduğu izlenimi uyarur.
II. Tarihsicilik
62
bir özelliği olarak hemen karşımıza çıkmıyor. Burada
tarihsicilik bir toplumsal dinamikten çok soyut bir
kozmoloji içinde yeralmaktadır. Platon'a göre temelde
olan ve değişmeyen ldealar dünyası, ldealar'ın eksikli
birer kopyasından başka bir şey olmayan değişken ve
geçici "Şeyler" dünyasının kökeninde bulunmaktadır.
Dolayısıyla, duyulur dünyada varolan her şey, ancak saf
kavrayış yoluyla ulaşılabilecek ve yetkinliğe, durağanlığa
ve yokolmazlığa sahip bir " ldea"ya veya bir " Form"a
karşılık gelmektedir. Felsefenin asıl görevlerinden biri,
geçici görünüşler dünyasının ardındaki kalıcı ldealar'a
(Formlar'a) u laşmaktır. Oysa hemen kendini ele ver
meyen bu hünerli metafizik kurgunun altında, Platoncu
tarihsiciliğin t�melleri bulunmaktadır Popper'e göre.
Çünkü, ona göre, Şeyler'le Formlar arasındaki ayrım
yalnızca dünyayı yorumlamadaki "özcü" kavrayışa ne
den olmuyor, ayrıca kehanetçi tarihsiciliğe giden bir
gerekirci toplumsal gelecek kuramma da yol açıyor.
Gerçekten de Platoncu evrendoğum (kozmogoni) ,
bir katı tarihsel gelişim yasasına uygun düşmektedir.
Herakleitos'tan sürekli evrim halindeki dünya fikrini,
H eseidos'tan da insanlığın karşı konulamaz bir kader
karşısında olduğu fikrini alan Platon, duyular dün
yasının, onun sebebi olan ldealar dünyasından sü
rekli olarak koptuğunu ve farklı bir yöne doğru gide
rek kendi sonunu hazırladığı düşüncesiyle tutarlı bir
toplumsal değişim kuramı formüle ediyor. Bu evrim ci
tarih görüşü, onun siyasi dizgel er kurarnında açıklığa
kavuşuyor. "Toplumsal statik" açısından, her siyasi
örgütlenme tipi, kökendeki modelin, İdeal Kent'in az
çok bozulmuş kopyasından başka bir şey değildir.
"Toplumsal dinamik" açısından, kökende olan, ken
dini farkJılı k ve süreklilikJe açığa vurmaktadır; bun
ların her biri bozulmanın ve çürümenin bir derecesini
temsil etmektedir. Böylece Platon dört tip ayırdedi
yo r: Iktidarın varlıkJı ve gözü yüksekJerde bir soylular
63
topluluğunda olduğu tirnokrasi; iktidarın maddi çıkar
peşinde b i r kastın eline düşt üğü oligarşi; halkçı l af
ebeliğinin hüküm sürdüğü demokrasi; ve halkın çok
kararlı bir tirana teslim olduğu tirarılık. Her tipin, bir
sonraki tipe geçiş yapmasına neden olan iç çelişkileri
vardır. Her yeni tipin gelişi, kökenin bozuluşunda ek
bir sapmaya işaret etmektedir. Plato n ' a göre tarih,
geri çevrilemez b ir yozlaşmaya doğru değişim için
dedir.
2. Marx'ın Kaderci Tarihsiciliği - Totaliterciliğin
Odysseus yolculuğunun "üçüncü adamı"na karşı yak
laşımı daha yumuşaktır Popper'in. M arxçılığın aynı
zamanda 19. yüzyıl işçi sınıfının sefaJetine duyulan
haklı bir tepkiden kaynaklanan bir insancılıle olduğunu
kabul ediyor Popper. Ayrıca M arxçılığın özgün bir top
lumbilimsel tarih anlayışına yolu açtığını ve böylece
toplumbilirni, onu yoksullaştıran ruhbilimsel katego
rilerden arındırdığını da onaylıyor. Ancak, 'insancı atı
lım' ve 'toplwnbilimsel sezgi', maalesef, toplwnsal ha
reketin gerekirci kavrayışıyla yolundan saprnıştır. Bu
gerekirci anlayış M arxçı yorumun temel yapısıdır ve
onu tarihsiciliğe yöneltir. lktisadi ve toplumsal yapıların
zorlayıcı etkilerini varsayan Marx, akılcı toplumsal dö
nüşüm yasasına ve karşı konulamaz bir nedensellik il
kesine inanrnıştı; dolayısıyla toplumların devinimine
yönelik her türlü insani ve kurumsal etkiyi dışlamıştı.
Bu ilkesel yanlışlık Marx'ın her iki ünlü savında da var
dır; ve Popper her iki savı da mantıksal akıl yürütmeyle
ve olgusal deneylede çürütmeye çalışmaktadır.
a) Artan SefaZet Yasası " Karın sürekli arttığı ve
-
37 La societe ouverte, s. 1 1 8.
64
nayi devriminin ilk dönemlerinde " çalışma gücünün"
ölçüsüzce sömi.irülmesi, bir kutuba zenginliği, karşıt ·
kutuba ise yoksulluğu iterek .sınıfsal çelişkileri doğur
muştu. Ancak M arx, modern kapitalizmin çocukluk
dönemine !lit gerçeklerden yola çıkarak daha sonraki
gelişmeleri de kapsayacak şekilde bir tarihsel eğilimi
genelleştirirken acele etmişti. Bilinçli eylemlerin veya
kurumsal politikaların tarihteki katı gidişi değiştirebi
leceğini hesaba katmamıştı. Oysa Batı' daki işçi sınıflan
"Sermaye" ile "Emek" arasındaki güç dengesini ayar
lama olanağı verecek ve koşulların işçi sınıfı lehinde
düzelmesine olanak verecek örgütlerini -ki "silahları
grevdir ve eylem araçlan toplu sözleşmelerdir"- sürekli
olarak geliştirmişlerdir. Buna ek olarak birçok Batılı
devlet "vahşi kapitalizmi" bırakarak toplumsal eşit
sizlikleri düzeltmeyi ve sınıflar arasındaki çelişkileri
yumuşatırlayı amaçlayan koruyucu yasal düzenleme
ler getirmişlerdir. "Artan sefalet yasası geçerli değildir,"
diyor Popper. " Bize, ancak bir yüzyıl önceki işçi sını
fının duygulandırıcı sefaletinin bir betirnini yapmak-
·
tadır."3�
b) Toplumsal Sınıfların Ortadan Kalkması - Popper,
M arxçı toplumsal sınıflar kuramının genelde verimli
olmuş katkısını onaylıyor ve başlangıçtaki sermaye
birikiminin, burjuva kapitalizmi ile işçi sınıfı arasında
bir karşıtlık meydana getirdiğini kabul ediyor. Bununla
birlikte Popper Marx'a iki farklı görüş açısından yak
laşıyor; öyle ki, devrimden önceki toplumsal dinamik
kutuplaşan bir çatışmayı getirdiği halde, devrimden
sonra bu karşıtlık yerini, toplumsal sınıfların ortadan
kalkmasına bırakmaktadır.
• Devrimden önce, kapitalist toplumun kaçınılmaz
38 La soci{Jte ouverte, s. 1 1 9.
65
düğü sermayenin tekelci merkezlleşme yasası esnaf,
tüccar ve küçük girişimcilerden oluşan " orta sınıfın"
zorunlu olarak ortadan kalkmasını gerektiriyordu.
Ayrıca, bu yasa toplumdaki iki s ınıftan birine zorunlu
olarak girmeyen toprak sahipleri, çiftçi_ veya tarım iş
çilerinin birdenbire ortadan kalkması sonucunu ge
tirmiyor. Nitekim M arx'ın kendisi de burjuvazinin işçi
sınıfını b ölmekte ve onun en değişken katmanlarını
(lümpen proleterleri) aldatmakta çıkarı olduğunu ka
b u l ediyor. Popper'e göre ise, " ö ngörülen iki sınıfın
yerine yedi toplumsal sınıfın çıkması olanakh: Bıırju
vazi, büyük toprak sahipleri, orta ve küçük toprak sa
hipleri, tarım işçileri, yeni orta sınıf, işçi sınıfı ve
ayaktakımı proleterleri"3�.
• Devrimden sonra ise, toplumsal iki kutupluluk
39 La societe ouverte, c. 1 , s. 1 0 1 .
66
III. Ütopyacılık
67
işte budur .
. • llkin, Platon'a göre görevleri Devlet' i yönetmek ve
"insan sürüsüne" boyuneğdirmek olan "bekçiler" ve
"savaşçılar" kastında meydana gelebilecek her türlü
bölünme riskini ortadan kaldırmak gerekir. Ekonomik
m ücadelenin yeniden doğmasından kaçınmak i çin,
Platon özel mülkiyetİn kaldırılmasını ve Kent içinde
malların ortak kullanımını öğütlemektedir. Kent dı
şında ise ticari korumacılıktan yanadır ve kendi yağıyla .
kavruJmayı önermektedir. Aynı biçimde, Kent'i klan
mücadelelerinin yeniden doğmasından uzak tutabii
rnek için özel yaşamın ortaklaşa olması ilkesini getir
mekte ve aile birimlerinin bozulmasını önermektedir.
Böylece ayrı bir aileyle olan bağını yitiren seçkin, aynı
ve tek bir soyun üyesi olarak kabul edilecektir.
• Daha sonra, üst sınıftarla alt sınıflar arasında her
hangi bir toplumsal karışmayı kesin olarak önlemek
gerekir. Platon' u n Devlet'i yönetici sınıfın iktidar te
kelini varsaymaktadır; "yığınların" tek görevi seçkin
terin maddi ihtiyaçlarını sağlamaktır. Bu görev dağılı
mındaki doğal dengenin bozulmaması için Platon
kesin bir ırk arıtımı öngörüyor. Devlet'in üst kesimle
rinde, bekçiterin ve savaşçıların ırk arılığını korumak
için gerekli her şey Devlet tarafından yapılmalıdır.
Platon, iyi cins köpelderin yetiştirilmesine benzer bir
biçimde yönetici sınıfın dokusunu periyodik olarak
yenilernek ve en arı üyeleri seçebilmek için etkin bir
yetiştirme öngörmektedir. Devlet'in alt kesimlerinde
ise, aynı biçimde yönetilen sınıfların aşırı çoğalmasını
örılemek için yoğun bir doğum kontrolü önermekte
dir. lki sınıf arasında hiçbir geçişe izin verilemez; me
lezleştirme, yalnızca seçkinterin birliğini bozar.
• Nihayet, yönetici sınıfın üstünlüğünü teminat al
tına alacak bir eğitim dizgesi kurulmalıdır. Eleştirel
düşüncenin gelişmesinin yalnızca bölünme tohum
larını barındırabileceği düşüncesiyle Platon birbirini
68
tamamlayan iki kural örıeriyor. Bir yandan, yönetici
sınıfların eğitilmesi için acele edilmemesi, öyle ki seç
kin üyeler tartışma zevkini kaybedecek bir yaşa gel�
sinler. Öte yandan, Platon, yönetici sınıfın zihinse l et
kinlilderi üzerinde titiz bir sansür uygulanmasını ve
yönetici sınıfın üyelerinin ideolojisini yönlendirecek
.
ve birleştirecek buyurgan bir propaganda yapılmasını
yetkeden istemektedir.
Popper'e göre Platon'un ütopyacılığı Adalet kavra
mında en üst düzeyine varmaktadır. " Doğru" olan,
seçkinlerin iktidarını sürekli kılmaya katkı yapandır.
"Yanlış " olan ise, toplumun doğal katmaniarına yö
nelik tehlike taşıyan her şeydir. Platon, adaletin ve
ahiakın ölçütü o larak devleti gören "ahlakçı pozitiviz
min" temelindeki filozoftur.
2. Marx'ın Toplumsal Ebeliği Platon' dan. farkl ı
-
69
düşünülen soyut tarih sahnesi karşısında ikinci planda
kalmaktadır. Devletin bir yönetici sınıf �oplu! uğundan
farklı bir şey olabileceği, düzenleyici veya d üzeitici bir
işieve sahip olabileceği Marx'ın gözünden kaçmıştır.
Bu sınırh siyaset kavramı Marx'ın öğretisinde iki
önemli sorunun tehlikeli bir biçimde belirsizleşmesine
yolaçıyor: Bir yandan şiddetin rolü, öte yandan da
demokrasinin niteliği.
• Şiddetin kaçınılmazlığı - Popper M arx'ın metinle
70
yönetim biçimi vardır: Demokrasi veya tiraniık. "
Popper'e göre demokrasinin ölçütü çoğunluğun tem
sili iktidarının varlığından çok, azınlığın şiddete baş
vurmadan iktidara gelebilme olanağında yatmaktadır.
Oysa burada da M arxçı tarihsicilik, demokratik kural
lar açısındah iki yönden tehlike oluşturmaktadır. Ön
celikle, belirli tarihsel koşullar altında işçi sınıfının
şiddete başvurmadan, barışçı yollardan iktidarı ele
geçirmesi M arx' a uzak bir yaklaşım olmasa bile, daha
sonra iktidara gelen bu yeni çoğunluğun sözcülerinin
karşıtiarına koşulsuzca hiçbir hak tanımayacakları,
onun gözünden kaçmışa benziyor. Oysa bir çoğunlu
ğun bir azınlığa kendi yerine geçme hakkını vermeyi
reddetmesi ve rakiplerini ortadan kal dırma tehd i d i ,
şiddete dayalı b i r tepkiyi de beraberinde getiriyor.
Daha genelde ise, M arxçı d evlet kuramı dem okrasi
kavramı etrafında bir anlam kargaşasına neden oluyor.
M arx' ın tümüyle Platoncu bir ayrıma dayanarak dev
letin "özü" ile, yani proletarya diktatörlüğü ile, devle
tin "varoluşu " , yani anayasal rejimi arasında yaptığı
ayrım, onu monarşi, faşizm veya parlamenter cum
huriyet arasında yalnızca bir derece farkı görmeye
yöneltmiştir ki, aslında bunlar arasında çok temel ay
rımlar vardır. Her rejim zorunlu olarak tek bir "öz" e,
yani kapitalist baskıya bağlıysa ve eğer kötülüğün
kökleri yokedilmek isteniyorsa, tiranlıkla demokrasi
arasında bir ayrım yapmaya gerek yoktur. Popper'e
göre demokrasi-tiranlık ikilemi önem bakımından
kapitalizm-sosyalizm ikileminden her zaman ö nce
gelmektedir.
71
BEŞINCI BÖLÜM
TOTALiTER PROGRAMIN YlKlCI MANTIGI
72 .
bölümü, olgucu bilimiere atfedilen yol ve yöntemleri
kullanmakta ve kuŞkulu ötetaşımalada (extrapolation)
tarihsel öngörülerde bulunmaktadırlar. Gerçekte doğa
bilimlerinin amacı, "koşulsuzca kehanetlerde" bu
lunmak değil, ancak koşullara bağlı öndeyilerde bu
lunmaktır. Kuşkusuz, güneş sistemi örneğinde olduğu
gibi, kapalı, durağan, kendini sürekli yenileyen ve do
layısıyla kesin tahminlerde bulunabilecek dizgeler
vardır. Bir kuyruklu yıldızın geçişini veya bir ay tutut
masını son derece kesin bir biçimde önceden hesap
lamak olanağı vardır. Ancak bu egemen hipotez de
ğildir. Genel kural olarak, bilimadamının elinde olan
yalnızca koşullara bağlı öndeyilerde bulunmaktır, yani
son derece karmaşık ve değişken başlangıç koşullarına
bağlı, daha genel yasalardan çıkabilecek önerineleri
ifade etmek. Buna karşın, ayrıcalıklı bilgi verme ko
numuna sahip uzun süreli hipotezler inşa etmek pra
tik olarak geçerli değildir.
• Bundan başka, insan toplumlarının evrimini, uy
73
istenmeyen sonuçlarını öngörmek konusunda top
lumsal bilimiere yüklediği, görünüşte ikinci derece
deki görevi daha iyi anlamaya olanak veriyor.
Popper için, toplum bilimleri alanındaki öngörüler
son derece sınırlı kalmak zorundadır. Çünkü önceden
bilinemezliğin egemen olduğu bu alan son derece
değişkendir. Popper Batı biliminin çağdaş totalitercilik
gibi son derece kitlesel bir olayı önceden kestireme
mesini buna karut olarak gösteriyor. Aslında Marx,
kapitalist toplumun zorunlu dönüşüm yasalarını for
müle etmek yerine, sermaye birikiminin sakıncalarına
karşı toplumsal yaşamdaki etkin güçlerin bununla
nasıl mücadele edeceklerini ifade etseydi, kendi çağı
nın en büyük beyni olarak kabul edilebilirdi.
Popper'in toplumsal bilimiere yönelttiği eleştirilere
bakıldığında, onun, aklın saldırgan taleplerine karşı
toplumun tümüyle saydam olduğunu kabul eden to
taliter düşünce biçimlerine karşı dlıyduğu tepki daha
iyi anlaşılıyor. Totaliterciliğin dramı, düşüncenin
m utlak egemenliği savında olmasına karşın, pratik
düzlemde en uç noktadaki akılsızlıklara neden olma-
ında yatmaktadır.
74
ren kişi değil, daha önce hiç kurulmamış bir toplumu
yeniden inşa eden mutlak bir yenilikçi olduğu kabul
edildiğinde, aynı zamanda devrim önderlerinin ken- ·
75
zaman olanaklı olsa bile, örneğin bir monarşinin ye
rine cumhuriyeti getirmek veya çarlık yönetimi yerine
Sovyet demokrasisini getirmek olanaklı olsa bile, ikti
sadi ve altyapısal teknolojik dönüşümleri, dahası
toplumsal ve kültürel geleneklerin köklü ve hızlı bir
dönüşümünü yapmak çok daha zordur. M aoculuk da
b u anlamda, yeni düzenin kurulmasından sonra bile
kapitalist üretim llişkilerinin ve bireyci düşünme bi
çimlerinin varlıklarını sürdürmeye devam edeceğini
hesaba katarak, Çin' de, yerleşmiş bir devrimci kuşağın
ortaya çıkabilmesi için "birçok kültür devrimi" yapıl
ması gerektiğini ifade ediyordu.
3. Üçüncü Paradoks Eskiyi Yıkıp Yerine Yeniyi Ku
racak Eylemleri Kapsamaktadır - Toplumun genel
olarak yeniden örgütlenmesine ilişkin " bütüncü" sav,
ikili mantıksal engelle karşılaşmaktadır. Pratik düz
lemde, ne devlet, ne parti, ne de birey hiçbir zaman bir
toplumsal dönüşüm tasarısını bütün ayrıntılarıyla
yönlendirecek ve karmaşık ilişkileri, etkileşimleri tü
m üyle denetim altında tutabilecek durumda değildir.
13undan başka, eğer devletin toplumsal yapıya yönelik
müdahaleleri önceden kestirilemeyen ve istenmeyen
etkileri ve sonuçları ortaya çıkararak "bütüncülüğün"
zorluklarına yenilerini ekliyorsa, bu "sapkın etkiler"
devletin arab uluculuğunun son derece katı olduğu ve
bu etkilerin sonuçlarını sınıriayabilecek meşru ku
rumların varolmadığı totaliter ülkelerde çok daha yı
kıcı olabilir. Zamansal açıdan ise, bir devrimin ilkece
zamana ihtiyacı vardır; oysa "Tasarı"yı uygulamaya
koyma süresi önceden kestirilemeyen güçlükler yara
tarak ve yeni sorunlar o rtaya çıkararak başlangıçtaki
hedeflerin değişmesi ve "başlangıç ideallerinin bo
zulması" sonucunu getirmiştir. "Toplumsal dizge ye
n iden inşa edilirken de işleyişini sürdürmelidir; bu
konudaki aşırılık ister istemez akıldışıdır, çünkü top
lumsal örgütlenmenin topluca bir dönüşümünün,
76
yeni toplumsal dizgenin derhal uyumlu bir işleyişine
yolaçacağını düŞünmek saçmadır; deneyimsizliğin ve
birçok yanlışm yapılacağı kabul edilmelidir"42• Dola
yısıyla bütüncü toplumsal proje yokolmaya
mahkO.mdur, toplumsal malzemenin karmaşıklığı ve
"dikkafalılığı" karşısında başarısızlığa uğrayacaktır.
Komünist devletlerin büyük çoğunluğu tarafından iz
lenen zikzaklı yol, Popper için ütopyacı tekniğin pra
tikteki uygulanamazlığının kanıtıdır. Böylesi bir pro
jenin acilen ve hoyratça uygulanmaya konulması öy
lesine yaniışiara neden olmaktadır ki, yeni düzenle
meler derhal bunların yerini almaktadır. Popper buna
kanıt olarak Sovyet Devrimi'nin b�şlangıç yıll arını
göstermektedir. Otopyacı pratiğin bir türü olan "savaş
komünizmi" öyle zararıara yolaçmıştır ki, Lenin buna
bir ara vermek ve Yeni Ekonomi Pol itikası'nı (NEP)
ortaya atarak kısmi uygulamaları yeniden devreye
sokmak (tarım ürünleri piyasasının yeniden oluştu·
rulması, kişisel girişimiere kısmi bir geri dönüş, üc
retlerin hiyerarşiye göre düzenlenmesi) gereğini duy
muştur. Popper'e göre " ütopyacı toplum mühendisi"
stratejik varsayımlarının geçerliliğini sınayacak kısmi
deneyleri daha baştan reddetmekle, kendini, Pop
per'in deyimiyle "planlamasız bir planlamacılığa"
mahkum ediyordu; yani çare olarak yürürlüğe sokulan
politikaların başlangıçta düşünülenlerle uzaktan ya
kından bir ilişkisi yoktu. Tüm " ütopyacı · dizgeler"
dogmaları sözsel düzeyde tatmin eden "bütüncü
programlarla", bu dizgelere ayakta kalabilme olanağı
veren oportünist politikalar arasında kolayca anlaşı
labilecek bir salınım yapmaktadır. Böylece "ütopyacı
toplumlarda" ideolojinin uyutucu rolü daha iyi anla
şılıyor. Geleneksel toplumlardaki söylence imgesi veya
sözde bilimsel yapılardaki düzen imgesi sayesinde
j
ideolo i, kuramla pratik arasında olmaması gerektiği
77
düşünülen mevcut karşıtlıkları gizleyerek toplumu
edilginleştirmeyi hedefliyor. Komünizme bağlı bir ül
kede ideoloji, yönetici sınıfa, gerçe�ikle devrimci çizgi
arasında görülen karşıtlıkların üstesinden gelme ola
nağı vermektedir; örneğin toprağın zorla kamulaştı
rılm ası politikasıyla ( 1 930'larda Kulaklar' ın serdikle
tasfiye edilmesi uygulaması) , bunun tam karşıtı olan
köylüye toprak dağıtma politikasının, aynı ve kusursuz
bir devrimci mantığın parçası olduğunun gösterilmesi
gibi.
Komünist Çin'in yakın zamanlardaki evrimi Pop
per'in akıl yürütmesini güçlendirir yöndedir. Bugün
Çin' i yöneten "gerçekçi" yöneticiler, ekonominin geri
kalmışlığını Büyük Kültür Devrimi sırasındaki coşkulu
yanılsamalara ve yapılan yaniışiara bağlamaktan ka
çınrnıyorlar. Ama öte yandan, Marxçı-Leninci çizgiye
koşulsuz bağlılık, peygamber Ma o Çe- Tung'la, prag
matik Deng Ciao-Ping'in aynı yolda oldukları sonu
cunu getirdiğinden, Çin bürokrat sınıfının birliğini
ku rtarmaya olanak veren uzlaşıyı sağlamaktadır.
Kısacası, Popper için devrimcilerle, reformcular ara
s ı n daki ayrılıktan çok, iki reformcu kategori arasındaki
ayrılık daha fazla önemlidir; yani toplumu adım adım
dönüştürm eye razı olmuş reformcu kategori ile, bu
.
anlayışı yadsıyan ve ne pahasına olursa olsun, bedeli
ne olursa olsun bin yıllık bir tasarımın kurgusunu ön
görenler arasında.
78
tüm özgürlük alanlarını yöntemsel olarak ortadan
kaldırmaya yönelmektedir.
1 . Dogmacılık Sarmalı - Totaliter girişimin tekçi
(monist) mantığını ortaya koymak için bilgibilim bir
kez daha devreye giriyor. Popper'in gözünde tüm to
taliter düşüncelerin tabanında yeralan " özcülük"le,
totaliter düşüncenin kolayca yöneldiği iktidar fikri
arasında -aynı tözden gelen bir bağ vardır. Totaliter
düşünce, temellerini, bir tür öte dünya bigisi inancına
dayalı " sonul ereklerin", "yüksek tasarıların" varlığında
bulmaktadır; öyle ki, uygun araçlarla bunların bilgisine
ulaşılabilir. Oysa böyle bir savın öayanağı yoktur. " Bi
limsel yollarla sonul ereklere ulaşmanırı olanaksızlı
ğını" son derece açık olarak ifade eden bilimin şimdiye
kadarki kazanımları bu sava karşıdır ve toplumun iki
" ideal maketi" arasına net bir çizgi çekilebileceğini
s avunan fikir, başarısızlığa uğram aya mahkümdur.
Hoşgörüsüzlüğün mukadder döngüsü buradan doğ
maktadır. Böylece, karşıtlıkları ve olguların hakemli
ğini kabul etmeyen ütopya, hızla etkinlikle yayıları ve
her türlü değişime karşı durmaya çalışarı dinsel nite
likli bir inanca dönüşmektedir: Eğer bir topluluk, kö
keni ne olursa olsun, hakikatin tekeline sahip olduğu
savında ise, bu hakikati tartışan veya yalnızca ondan
kuşku duyanları bile "düşman " olarak görecektir.
Bu pakımdarı Popper, " totaliter uygulamalarla",
"bütünselleştirici bilgi anlayışları" arasında büyük bir
uçurum görmüyor. Yakın zamanların sıradışı ütopya
cılıklan (Hitler, Stalin ve M ao'nun) yanında, düşünsel
düzlemde ortaya çıkan ve en yaygın ifadesini düşünce
akımlarının ve aydın çevrelerinin çoğalmasında buları
sıradan ütopyacılık yeralmaktadır. Düşünsel açıklığın
ve kesinliğin peşinde olmakla, düşünceyi sınırlar içine
alarak insanları bir suskunluğa hapsetrnek isteyen ve
farklı düşünce akımlarıyla akılcı ilişkiler kurulmasını
engellemeye çalışan fanatik yorum arasındaki fark
79
bellidir . Gerçekten de başkalarının yadsınması bu iki
ütopyacılığın ortak yönü değil midir?
2. Toplumsal Yaşamın Aynılaştınlması - Bu dü
şünce dizgesinin özünde olan ahlakdışılık kendini
farklı bir yönden açığa vuruyor. M utlak bir toplumsal
. denetiminin olabileceğini varsayarak, toplumsal ör
gütlenmenin önceden belirlenmiş bir plana göre yü
rütülmesi sırasında, eleştirel aklın ve pratik deneyim
lerin ışığında böyle bir planın uygulana)ll a zlığının
ortaya çıkması, ütopyacı yöneticiyi gözden d üşmek
pahasına da olsa karşılaştığı güçlükleri y�dsımaya
yöneltmektedir. özellikle büyük ölçekli bir projenin
uygulanması, zorunlu olarak kısmen belirsiz ve de
netim altında olmayan tepkilere sahip olabilecek çok
sayıda bireye dayanacağından, "ütopyacı", bazı ku
rumlar aracılığıyla kişisel ögeyi denetim altında tut
maya ve bireylerin uysallığından emin olmak için ay
nılaştırılmış davranışları bireylere kabul ettirmeye
yöne! miştir. "Ütopyacı teknik, " diyor Popper, "anahtar
konumları elde tutmayı ve devletin gücünü, devletle
toplumu özdeşleştirecek boyutlara kadar yaymayı
hedeflemektedir. "43
3. Kuşakların Feda Edilmesi - Totaliter şiddetin en
çarpıcı yüzü beJki burada ortaya çıkıyor. Ütopyacı
daha baştan, reformcu çözümü a priori devre dışı bı
raktığından, kendi hayallerini uygulamaya koyinanın
bir sonucu olarak toplumun uğradığı korkunç kayıp
ları, ·kaçınılmaz ve geçici kötülükler olarak değerlen
direrek, özgür cennete giden yolda böyle şeylerin ol
masının zorunluluğunu ifade edecektir. Oysa, ahlaksal
bakımdan bazı kuşakların topluma feda edilmesi
hoşgörülemez: " Bütün kuşaklar geçicidir ve . bütün
kuşakların önemsenmesi onların haklarıdır; ancak hiç
tartışmasız bizim kuşağımıza ve ondan sonra gelecek
' 80
olana karşı büyük sorumluluğumuz var; sanıyorum
her kuşağın da yapması gereken, yaşamı daha az in
safsız ve daha az haksız kılmaya çalışmak olmalı
dır. "44
Popper'in hiç ödünsüz çizdiği ütopyacı yıkıcılığın
bu görünümü bir soru işaretini de beraberinde getiri
yor. Totaliter bütüncülüğün süregiden biçimine yo
laçmayacak toplumsal kuruluşların tasarımianmasına
olanak yok mudur? Popper'in bu soruya yanıtı kesin
likle olumludur. Liberal uygulama, ona göre, toplu
mun meşru evrimine akılcı ve insancı bir çerçeve ha
zırlayarak, yukarıdaki soruya verilebilecek en yakın
yanıt bulunmaktad ır. Liberal ilkelere boyuneğmeyi
kabul etmeyen toplumsal düzene yönelik her reform
hareketi, er veya geç şiddete sürüklenecektir. "Akıl"la
" devrim" arasında bir orta yol yoktur .
81
ALTINCI BÖLÜM
TOTALiTER DÜŞÜNCENİN EBEDİ ÇEKİCİLİGİ
82
per' e göre " Kapalı Toplum" bir kuruntu, kendi imge
leminden çıkan yapay bir kurgu değildir, ama insan
ların oluşturdukları ilk toplulukların işleyişine daya
nan b�r modeldir. Bu ned�nle Toynbee'nin, Platon'un
Devlet'ini Eski Yunan felsefesinin bir soyutlaması sa
yan yorumuna da karşı çıkmaktadır. Popper'e göre
Platon, eski Yunan kentlerinin çöküşlerini durdurmaya
ve onları kabileci toplumun hiçbir şekilde hayall ol
mayan modeline göre yeniden inşa etmeye çalışan
gerçekçi bir ütopyacıdır.
2. "Açık Toplum" yandaşlarıyla " Kapalı Toplum"
yandaşlarının tarihte ilk kez karşı karşıya gelmeleri,
uygarlık tarihimizin kalıcı ögelerinden birine yol aç
maktadır. Atina demokrasisinin yıkılınası yüzünden,
Kapalı Toplum hızla eski konumuna ve gücüne eriş
mişti ; ancak eleştirel düşüncenin yeni tohumları ye
niden yeşerdi. llk Hıristiyanlık, Yerıidendoğuş (röne
sans) ve reform, Aydınlanma Çağı·ve 1 789'un idealleri
Açık Toplum'un kurulmasına giden önemli kilometre
taşlarıydı. Bununla birlikte, demokrasinin yayılması
tiranlığın köklerini ortadan kaldırmadı. Modern tota
litercilik, eski " totalitercilik"in tamamen benzeri ol
masa da, İ.Ö. 5. yüzyılda ortaya çıkan ve o zamandan
beri temelleri pek fazla değişmemiş olan bir mücade
leni n " ebedi hikaye" sinden başka bir şey değildir. Bu
rada sözkonusu olan birbirlerine kökten karşıt olan,
birbirlerini tümüyle dışlayan ve biri ya da d iğeri dev
redeyken onları temel ilkeleriliden uzaklaştıran iç çe
lişkilere sahip tiplerdir.
3. Bu yüzden, zaman zaman Popper'in tarihski eği
time boyuneğdiği düşünülmüştür. " Kapalı Toplum "
"Açık Toplum" ikiliği ve özellikle Açık Toplum'a doğru
karşı konulmaz bir gidiş olduğu fikrinin buna eşlik et
mesi gerekirci bir tarih görüşünü açığa vuruyordu, üs-
. telik tam da gerekirci olmayan bir evren görüşünü ka
rarlılıkla savunan biri tarafından. Bu konuda Popper'in
83
düşüncelerinde bir ikianlamlılığın olduğu ancak görü
nüşte doğrudur:
• Bir yandan Popper, insanlığın şimdilerde eşiğinde
45 La societe ouverte. c. ı ı . s. 2 1 4.
84
kalmıyor, daha da önemlisi kişilerin zihinlerinde varlı
ğını sürdürmektedir; elverişli koşullar altında yeniden
doğabileceği her türlü talıminin ötesindedir.
85
Bununla birlikte, Freudcu antropolojinin bazı yönle
rine karşı ilgisiz değildir ve Freud'un ortaya attığı bi
reyin kişisel yolu ile insanlığın ortaklaşa yolu arasın
daki b enzerliği birçok bakımdan kabul etmektedir.
Örneğin Kapalı Toplum'dan Açık Toplum' a giden yol,
insanı çocukluktan erginliğe taşıyan yola benzemek
tedir. Bu yolda elbette korkular, sıkıntılar ve bazen
insanlarda çıkış noktalarına dönme eğilimleri yaratan
ve yeniden doğumlarındaki güvenli ortama veya ba
baerkil topluluğun etkileyici güvenliğine dönmeyi
umut ettiren şiddetli gerilimler mevcuttur. "Uygarlığın
gerilimi, günümüzde özellikle toplumsal çalkantı dö
nemlerinde kendini dışa vuruyor" diye yazıyor Popper.
Böylelikle çağdaş totalitercilik, Avrupa'nın yeni liberal
demokrasilerinin deneyimsizliklerini ve kırılganlıkla
rını fırsat bilerek, insan ruhunun en derinlerindeki
içgüdüleri kendi tarafına çekebiimiş ve kitlelerde boş
ve delice bir umutla, bir ve ayrımsız bir toplumun öz
lem ini canlandırmıştır. Faşizm ya da komünizm gö
rünümü altında tüm çağdaş ütopyacılıklar, kendileri
ne göre bir yeni toplumsal cennet, bir barış ve mutlu
luk adası ilan etmişlerdir; burada bireyler liberal kan
şıklık ve düzensizlikten uzak, ayrımsız toplumun bü
yük bütünü içind e eriyeceklerdir (komünizm) veya
kendilerini yeniden oluşan bir toplulukta bulacaklar
dır (Nasyonal sosyalizm) . Demek ki, ilk Yunan Kent
leri'nin çözülmesine benzer bir biçimde gerideki to
taliter eğilimleri, eski toplumsal birlik hayallerini
canlandırabileoek yıkıcı koşullar bugün de mevcut
tur.
Popper, Açık Toplum'un içsel eğilimleri yüzünden
"soyut toplum" adını verdiği bir duruma sürüklendi
ğini ve Kapalı Toplum özleminin bu sebepten modern
dönemde yeniden canlandığına işaret ediyor. Bu
noktadaki çözümlemeleri üstü örtük kalmış olmakla
birlikte, toplumsal etkinliklerio parçalanmasını ve
86
davranışların bireyselleşmesini kolaylaştıran eğilim
lerle, toplumsal ilişkilerin soyutlaşması ve ortaklaşa
işlevierin kişilerden bağımsızlaştırılması eğilimlerinin
ters yönde olduğu Popper'in gö�ünden kaçıruyor.
Daha 1 942'de Orwell'i anımsatan bir biçimde, "in
sanların hemen hiçbir zaman yüzyüze gelmedikleri,
her türlü işin birbirlerinden soyutlanınş bireyler tara
fından mektupla ya da telgrafla iletişim kurularak yü
rütüldüğü, insarıların �apalı otomobillerde yolculuk
yaptığı ve yapay döllenmeyle çoğaldığı bir toplum" dan
sözediyordu; şu sözler de Popper'in: "modem toplum
birçok bakımdan böyle soyut bir topluma benzemek
tedir; kentin yollarında yayalar birbirleriyle karşılaşır
lar, ama birbirlerini tanımazlar, birçok bireyin birbi
riyle çok az insani ilişkisi vardır, tanınmadan ve so
yutlanmış olarak yaşarlar."47 Giderek "Açık Toplum "u
zayıftatan ve babaerkil eğilimiere umulmadık yollar
açan bu "soyut toplum " görüşü, Max Weber'in akılcı
laştırmanın yükselişi karşısın.da duyduğu endişeleri
anımsatmaktadır. Max Weber de bu akılcılaştırmanın,
insarıların yaşarnlarında ve davranışlarında bir rutin
leşmeye yolaçacağını ve çağdaş insanda akılcı-meşru
kurumlara karşı bir düş kırıklığı duygusu yaratacağın
dan endişe ediyordu. Bununla birlikte Popper, Max
Weber'in aksine, rutirıleşme ve bürokratikleşme arttığı
zaman, karizma sahibi önderlerin yeniden ortaya çı
kacağını savunan akıl yürütmelerden kaçınır: Ama
Popper özgürlük toplumunun yumuşak başlı bir top
lum olmadığını, birçok risk taşıdığını ve insanların
özgür kalmak istiyorlarsa bu sorunlarla dürüstçe mü
cadele etmeleri gerektiği görüşünde Hayek'le aynı fi
kirdedir.
2. Düzen Gereksinimi Popper için zihnin kalıcı
-
87
organik veya biyolojtk yönleri de vardır.
Gerçekten de, Kapalı Toplum özleminin ötesinde,
insanın ruhsal yaşamının derinliklerinde süregiden bir
düzenlilik gereksinimi vardır. K. Larenz'in çalışmala
rının Karl Popper'in düşünceleri üzerindeki etkisi
burada hissediliyor. Yumurtadan yeni çıkmış bir civ
civin ilk hareketi annesine veya gözlemci tarafından
hazırlanmış yapay bir anneye sokulmaktır. Bu davra
nış, gerçekte insanda veya hayvanda ortak olan temel
bir b eklentiyi ifade etmektedir: Düzen ve güvenlik ar
zusunu. " Düzenliliğin bulunması temel beklentileri
mizden biridir. Düzenliliğin bulunması doğuştan ge
len bir eğilimle, düzenliliğin aranmasıyla veya dü
zenlilik bulma ihtiyacıyla bağlantılıdır; bu ihtiyacı
karşılayan çocuğun hoşnutluğundan görebiliriz bu
nu. "4M Oysa insanlara " kaygı"dan kurtulma olanağı
veren bu düzenlilik isteği, onların düşünceleri ve ey
lemleri üzerinde tamamen de etkisiz değildir.
• Oneelikle dogmatik düşüncede kendini göster
48 Conjectures et relutations, s. 8 1 .
4 9 Conjectures et retutationsc s. 83.
88
ması tavrına karşı çıkıyor.
• " Düzenlilik bulma" eğilimi " insan eyle mlerinin "
89
ÜÇÜNCÜ KISIM
LiBERAL DEMOKRASiNİN
İŞLEYİŞSEL DOGRUI.ANMASI
90
. 1
YEDİNCl BÖLÜM
OLUMSUZIAYICI BİR LİBERALİZM
91
lozofu veya bilimadamını her şeyin, her görüngünün
altında yegane temel ilkeyi oluşturan "saklı bir öz"
görmeye iterek, Popper'e göre düşüncedeki bir sap
ınayı temsil eden felsefi görüştür. Ama bu yöntem
düşüncenin gelişimine çok önemli zararlar vermiştir,
diyor Popper:
• Bir kere, yöntemsel özcülük her şeyin kökeninde
92
asıl anlamlarıyla ilgilenmeden gerektiğinde onları ye
niden tanırnlayarak olguların betimini yapmaktır. "52
Özcül ük, soru nları aksiyarnlar oluşturarak çözmeye
çalışırken, adcılık geçici ve vazgeçilebilir tanımlama
lara saplanıp kalmak yerine önce sorunların çözümü
ne yönelmektedir. Ama, "yöntembilimsel adeılığın
doğa bilimlerindeki başarısı yanında, yöntembilimsel
özcülük yaklaşımının da toplumsal bilimlerde kendine
göre yararları vardır"53 diyor Popper. Yüzyıllardan beri
Kent'e yönelik yerleşik düşüncelerin geliştiği siyaset
biliminde ve siyaset felsefesinde bu yaklaşım fazlasıyla
vardır.
• Platon ' u n kendi devrine göre ifade ettiği biçimiyle
yöntembilimsel özcülüğün, siyasi iktidarın kökeni ve
doğasına yönelik soylu yaklaşımının, toplumların so
mut olarak siyasi örgütlenmesi ve toplumsal yapılan
inaya yönelik farklı çözümlerin soylu olmayan yakla
şımiarına karşı bir üstünlüğü vardı. " Demokrasi,
" Cumhuriyet" veya "Tiranlık" gibi terimierin Kent'in
örgütlenmesindeki olası durumları karşılayan basit
yüklemler o larak arılaşılmaları gereğine karşın, özcü
lük bunları değişmez içeriklere karşılık gelen saf özler
haline getirmiştir. Popper'in, siyasi soykütüğü hak
kındaki o l umsuzluğu, " doğa devlet " inden, " toplum
devlet" ine geçişin zihinsel olarak yeniden kurulmasını
amaçlayan sözleşmed savları niye kuşkulu gördüğünü
açıklıyor. Bunurıla birlikte, dile getirildikleri dönemde
toplumsal sözleşme kuramlarının liberal fikirterin ge
lişiminde etkin katkıları olduğu düşüncesiyle Popper'e
itir'az edilecektir; bu kuramlar, despotizm ·karşıtlarına
Avrupa' daki m onarşiierin çoğunluğunda egemen olan
din e dayalı iktidarlarm meşruluğunu sarsacak araçları
sağlamıştır. Bu bakımdan, toplurn lara yönelik man
tıksal çözümlemeler düzleminde gereksiz görülen bir
93
öğreti, bazı durumlarda Açık Toplum'un gelişmesine
hizmet edebilir!
• Öte yandan, yöntembilimsel özcülüğün ütopyacı
akılcılık sapması üzerinde hiçbir etkisi olmadığı söy
lenemez. ütopyacı akılcılık özellikle toplumsal örgüt
lenmenin gerçekleşmesi için uygun araçları tanımla
madan ve varılacak hedefler için bir toplumsal uzlaşı,
bir mutabakat aramadan önce, toplumsal örgütlen
menin peşinen "sonu! erekler"ini belirlemeye çalış
maktadır. Bu yüzden, birbirlerinden çok farklı öğreti
ler, prototİp devletin ilk Ôrneğinin, tüm toplumsal iş
leyişe olanak verecek devlet makinasına dönüşümünü
tasadamadan önce bir "ortak iyi "nin, bir "ide) Kent" in
ayırdedilmesi için çabalayıp durmuşlardır. Çıkar yolu
olmayan bir savdır bu!
Gerçekten de, bir yandan bilimin açıkça ilan ettiği
"bilimsel yoldan sonu! erekleri belirlemenin olanak
sızlığı" düşüncesi bu sava karşı koymaktad ı rj .yani
t oplumun kökeni ve doğasına ilişkin iki farklı sav ara
s ı n d a bir ayrım yapabilecek kesin bir ölçüt, uslamla
ınaya d ayalı bir yöntem mevcut değildir; aynı şekilde
" 1 evi t nedir? " , " Demokrasi nedir? " , " Siyasetin özü
n edi r?" gibi sorgulamaları ayrıcalıklı kılacak ölçütler,
yöntemler yoktur. Bu durumda siyaset felsefesi ken
dini boş kuramlaştırmalara, skolastik tartışmalara
mahkum etmiş olmaktadır.
Öte yandan, "sonu! erekler" kuramı masum değildir
ve bu kurarn la tekelci bir siyasi icraat anlayışı arasında
gayet güzel ilgi kurulabilir; " ortak iyi" veya "ideal top
lum" kavramları aslında yalnızca basit yapay ideolojik
kurgulardır, toplum u yöneten güçler tarafından kişi
lere kabul ettirilirler; uygulamada, siyasi örgütlenme
hedefl e rinin tanım ve yorum lama tekellerini haksız
yere ellerinde tutan merkezi siyasi güçler tarafından
istenildiği gibi kullanılan " dogma"lardan, "asıl bilgi
ler" olmaktan başka '' işlevleri" yoktur.
94
Bu bakımdan toplumsal düzenin sonu! erekleri et
rafında bir mutabakata varmayı beklemek boşunadır
Popper'e göre. lşte liberalizm tam da bu temeller
üzerinde tartışmanın sonuçsuzluğuna işaret ederek,
asıl katkısını yapmış ve dikkatleri acıların ve şiddetin
somut biçimde giderilmesi sorununa çekmiştir.
95
uslamlamalarmı anımsatan bu olumsuzlayıcı uyum
düşüncesi, Karl Popper'in siyaset felsefesinin belki de
düğüm noktasıdır. Popper'in metinleri meslekten si
yasetçilerin yakın oldukl arı tonda bildirilerden uzak,
bilinçli olarak tevazu ve özveri kokan birçok ifadeyle
doludur: " Her kuşak için bir ölçüde yapabileceğimiz
şudur sanıyorum: Yaşamı daha az haksız ve daha az
ürkünç kılmak", "Zararın neresinden d önüise kardır",
" l şleri dah a kötü hale getirmemek", " Demokratik ge
leneklerdir en az kötülüğü ortaya çıkaran " , " Daha kö
tüsünden kaçını n " . Siyasetçi kibrini yenıneyi bilmeli
ve ne pahasına olursa olsun kafasındaki toplum düş
leri yerine, eldeki o lanakları değerlendirmeye yönelik
akıl yürütmesini bilmelidir.
Siyasi teknisyenierin yaratıcı erdemleri hakkında
ihtiyatı içeren bu örnekler, onların elemed yetileri
konusunda sağlam bir iyimserliği hiçbir şekilde dışla
mıyor. "Gerçek kötülükleri ortadan kaldırmaya çalış
mak gerekir. En sakmcalı kötülüğü saptamak ve bunun
ortadan kaldırılına olanağının olduğunu sabırla di
gcrlcrine göstermek yeterli olacaktır" diye yazıyor
Pop per. Işsizliğin artışının bugün liberal yönetimlerin
temel sorunlarmdan biri olduğu açıktır. Ama bu kö
tülüğün hangi çarelerle iyileştirilebileceğini başlan
gıçta hiç kimse bilmemektedir. Bununla birlikte s iyasi
girişimlerin sonuçlarını değerlendirebilecek, ve başa
rısız gözükenleri d üzelterek yeni tedavi yöntemleri
deneyebilecek durumdayız. Popper bu konuda da
yürekten desteklediği Sokratik özdeyişi " toplum mü
hendisliği" alanına taşıyor: Cehaletimiz sınırsızdır,
ama neyse ki yanlışları giderme yetimiz de aynı dere
cede sınırsızdır.
Önceliği "bilimsel alandan" alan akılcı ilkelerin,
" s iyasi alana " mekanik o larak genişl etilmesinin bir
naiflik taşıdığı yolunda Hirazlar yapılmıştir. Popper' e
göre siyaset sahnesi, iktidara sahip olmaya çaiışan si-
96
yasi girişimcilerin rekabetine sahne olan bir tür "pa
zar" haline geldiğinden, " toplumun karşı karşıya ol
duğu en açık kötülüklerin" saptanması bile, siyası çe
kişmelerin yolaçtığı farklı mantıklar ve çatışmalar yü
zünden zorlaşmaktadır. Şu anda Fransa'da işsizlik
sorununa çare bulmayı ülkenin en önemli sorunla
rından biri olarak görmeyen bir siyası oluşum yoktur.
Bununla birlikte, siyaset oyununun oyuncuları daha
önceki politikaların sonuçlarım serinkanlılıkla değer
lendirmeye ve alternatif çözümler üzerinde tartışmaya
pek yanaşmamaktadırlar.
97
acıdan ve düzensizlikten kurtaracak bir üstünlüğe sa
hiptir. Popper böylelikle toplumun içinde yeretmiş
meşru şiddet kullanımlarına da bir kısıtlama getirmeye
yönelmektedir.
Ezilen halkların baskıya karşı koyma haklarının ya
nında yeralan liberal geleneği kesinlikle benimse
mektedir. Şöyle yazıyor Popper: " Şiddeti içeren her
devrime karşı dizgesel bir karşı tavrım yok; Ortaçağ ve
Rönesans Hıristiyan düşünürlerinin tiranların öldü
rülmelerini o naylamaları gibi, ben de böyle benzer bir
devrimiri doğrulanabileceğine inanıyorum. Ancak bu
yoldaki yegane hedefin demokrasiyi yerleştirmek ol
ması koşuluyla." Karşıt görüşte olanlarm iktidara ge
lebilmelerine hiçbir fırsat tanımayan tiranlık yöneti
minin devrilmesi durumunda şiddete başvurma ta
mamen meşrudur. Popper'in şiddetin kullarulmasıru
kabul ettiği ikinci durum da, bir liberal toplumun yıkıcı
iç güçler tarafından tehdit edilmesidir. Burada liberal ·
toplurnlar önemli paradokslardan biriyle karşı karşı
yalar; acaba liberal toplurnlar kendi mezarını kazmaya
hazırlanan hoşgörüsüzlere karşı hoşgörü göstermeliler
mi, yoksa liberalizm ilkelerini ayaklar altına almak
pahasına siyası topluluğun hoşgörüsüz yandaşlarını
siyasetten dışlamalılar mı? Popper qu konuya duyar
lılıkla yaklaşmıştır:
• Şiddete başvurma ancak anlaşmazlıkların barışçı
98
loğa girmekten hiçbir zaman kaçınmamalıdır. Popper
için, tanışmayı kabu1 eden bir aşırı uç yandaşı, aslında
açık topluma doğru bir adım atmıştır. " Buna karşın,
sizin tarafınızdan ikna olmayı bekleyecek yerde, sizi
öldürmeyi tercih edecek bir rakiple akılcı tartıŞfila
•
57 A.g.e., s. 5 1 9
99
dilerine zarar verecek durumlardaı:ı kaçınmalan ge
rektiğini düşünüyor. İki dünya savaşı arasında Viya
na' daki M us eviler'in tavrıyla ilgili çözümlemeleri,
kendi " minimalist" stratejisi bakımından da son de
rece ilginçtir. Popper Musevi olmakla birlikte çocuk
larının doğumundan önce Protestan olan ailesinin
tavrını onaylıyor. Gerçi Museviler'i başlarıru dik tut
maya ve kimliklerine sahip çıkmaya çağıran Yahudilik
örgütlenmesi açısından, bu şekilde asimile olma, on
lara karşı bir hareket olarak kabul edile bitirdi. Ama, öte
yandan, Museviliğe hoşgörüyle bakmayan ve çoğun
luğu H ıristiyan olan bir toplumun içinde bu tavır ırkçı
duyguların durulmasına olanak veriyordu. 1930'lu
yılların Avusturyası ' n d a anti- semitizm bir olguydu;
bunu daha da alevlendirmenin bir yararı yoktu. lki
kötü durumdan, yani bir yanda biraz utanç verici şe
kilde asimile olmayı onaylamakla, öte yanda anti
semitizm kudurganlığı arasında d ah a az kötü olanı
seçmek doğruydu. ·
1 00
SEKİZINCİ BÖLÜM
REFORMCU BİR LİBERALİZM
101
budur.
Bu bakımdan, Popper social engineering (toplum
mühendisliği), piecemeal engineering (perakendeci
mühendislik) gibi biraz kapalı sözcükler kullanmıştır;
bu kullanılanlar Fransa'ya "teknolojik kafa yapısı",
"oportünist teknoloji", "parçalı teknoloji'', "sosyo
teknik" gibi birbirini tutmayan ve b iraz tartışmalı bir
şekilde çevrilmişlerdir. Ama Popper'in uyarısina kulak
verelim ve sözcükler üzerinde tartışmayalım! Anafikri
yeniden hatırlayalım: Düşünsel, maddi ve ahlaksal
sebeplerden dolayı büyük ölçekli bir toplumsal düzen
inşa etmeye olanak olmasa da, bir toplumsal düzende
dereceli reformlar yapmak siyaset adamları için her
zaman olanaklıdır. Deneme-yanılma yöntemiyle tah
minlerini çürütülmerıin önüne çıkararak ilerleyen bi
limadamı örneğinde olduğu gibi, reformcu da esnek
devam yollarına ayrıcalık v�rerek hedeflerini, sürekli
geliştirebilecek sınırlı ayarlamalara ve yeniden gözden
·
1 02
somut, gerçekleştirilebilir, denedenebilir ölçüde ta.s a
rımlarda bulunmayı yeğlenir kılmaktadır. Bilirnde de
b ütünlüğün doğrudan kavramlma çabası doğru yol
değildir; ancak çeşitli ve eksik deneyler evren hakkın
daki bilgilerimizin artmasını sağlamıştır.
• Ayrıca, öngörülen politikaların akılcı olma derecesi
1 03
II. Korumacı Devlet Kuraını
1 04
şıklıktan, "yurttaşıara bırakılacak özgürlüklerin smın
nı, devletin korumakla yükümlü olduğu özgürlükleri
tehlikeye düşürmernek koşuluyla belirlemeye çalışa
rak"62 kurtulmayı amaçlıyor. Bu amaçla kuram, devlet
müdahalesini birbirini tamamlayan iki i lkeye bağlı
yor:
• Öncelikle adalet ilkesi. Devlet " toplumsal yaşam
için gerekli olan özgürlüklerin kısıtlanması konusunda
tüm yurttaşıara karşı eşit davranılmasmı" sağlamalıdır.
Güçlülerin, zayıflara karşı bu güçlerini kötüye kullan
malarının ve ekonomideki keyfiliklerio denetlenme
sine yönelik devlet desteği Popper'e tümüyle haklı bir
müdahale .olarak görünmektedir. 1942 'de şunları yaz
mıştır: "Siyasi iktidar tüm iktisadi korumacılığın
anahtarıdır. Siyasi iktidar çalışanların her şekilde sö
mürülmelerini önlerneyi temel hedef olarak görmeli
dir. Bundan s o nra da, çalışmak isteyen her yurttaşa
hayatını kazanabilme olanağını garanti etmelidir . "61
• Daha sonra denetim ilkesi. Devletçi düzenlemenin
bu toplurucu eğilimli meşrulaşımı, bir ikinci düzeltici
kuralı da gündeme getiriyor. Toplumsal eşitliği sağla
mak bahanesiyle iktidara gelenlerin kendi ayrıcalıkla
rını arttıracaklarından kuşku duyan Pop per, toplumsal
yetkilerin çoğaltılmasını, ancak bu yetkileri denetle
yecek organların da aynı oranda artması koşuluyla
kabul ediyor. Başka bir deyişle, devletin ekonomi sa
hasına attığı her adım, devletin siyasi alanda denet
lenmesinin yoğunlaştırılmasıyla dengelenecektir.
1986'da Revue Economique'de yapılan bir söyLeşide
Popper, "bürokrasinin kaoserli hücrelerin çoğalması
na benzer genişlemesi" karşısında duyduğu dehşeti
dile getirerek, "bürokrasinin yurttaşıara tiranca bir
baskı yaptığını, kendi memurlarını sindirdiğini ve
olumlu düzenlemeleri felç ettiğini" söylemektedir.
1 05
" Liberalizm ve devlet müdahalesinin birbirlerine
karşıt şeyler olmadığını" sık sık yineler Pop,per. Böy
lece Hayek geleneğindeki aşın-liberalizm ve David
Friedman'la Paul Nozick'in savundukları ütopyacı li
berallik savlarıyla, Popper arasındaki düşünsel ayrılık
daha iyi ortaya çıkıyor. Gerçi Popper vatandaşı Ha
yek'le olan farklı konumunu hiçbir zaman dile getir
memiştir. Bu belki de, kendisinin Yeni Zelanda'dan
lngiltere'ye, London Schools of Economics' e gelerek,
orada felsefe ve bilgibilim okutmasını sağlayan Hayek
ve Gombrich'e karşı duyduğu minnettarlıktan kay
naklanmaktadır. Özyaşamöyküsünde bu konuda
şunları söylüyor: "Bu iki adam benim hayatımı kur
tarmışlardır." Bununla birlikte, eleştirel akılcılıkla
H ayek' çi "kendiliğindenciliğin" aynı hamurdan geldiği
söylenemez. H ayek için devlet müdahalesiyle, pazar
ekonomisi arasında temel bir çatışkı vardır ve "top-
. lumsal adalet yanılsaması" hiçbir biçimde devletin,
zenginiikierin dağılımına bumunu sakmasını doğru
lamamaktadır. Popper'in " Marxçı ahlaka" ve "Sosyal
Devlet" anlayışının toplurncu kabullerine karşı gös
terdiği hoşgörü, Hayek'te yoktur; H ayek için komü
nizm ve rnüdahalecilik, "yapımcılık" safsatasından
şekillenen ikiz kardeşlerdir. Ama, buna karşın Pop per,
muhtemeien " H ayekçi piyasa" arılayışının özgürlük
paradokslarını görmezlikten geldiğini söyleyebile
cektir; toplumsal ilişkilerdeki bu mutlak saydamlığın,
tümüyle Hegelci anlarnda Tin'in yeni bir tuzağına çok
benzediği söylenebilir.
1 06
Alman sosyal demokrat parti çevresine Popper'in ya
pıtlarının okunmasını önerdiğini de ekleyelim!
• Sosyal demokrasiye bu ilginin kökeninde Pop
107
yeni gelişen kapitalizmin toplumsal sakıncalarına
karşı kesinlikle haklı bir protestonun ifadesi olarak
görünüyordu. "Yalnızca ekonomistler tarafindan değil,
kilise tarafindan da hoşgörülen, hatta o -dönemde sa
vunulan haksızlıklara karşı Marx'ın cesur protestosu,
onu insanlığın kurtarıcılarından biri konumuna ke
sinlikle yerleştiriyor"1'5 diyen Popper, biraz daha ileride
şunları da ekliyor: " Marx'ın etkisini açıklayan işte bu
ahlaksal köktenciliktir, bizim görevimiz ona sahip
çıkmaktır. Bilimsel Marxçılık artık ölmüştür. Ama
ahlaksal Marxçılık varolmayı sürdürmelidir. "66 Her ne
kadar M a rxçı ahlak kınanınası gereken bir kaderciliğe
teslim olsa da, sosyal demokrasi birçok bakımdan bu
Marxçı ahiakın bir mirası olarak görünüyordu Pop
per' e. Sosyal demokrasi başka hiçbir gücün üstesinden
gelemeyeceği yüce adalet davasını ve toplumsal eşit
liğin sağlanmasını üzerine almıştır. Sosyal demokrasi,
Balı' da, l945'ten sonra giderek çoğalan ve büyük
yoksulluk çeken kesimlerin yaşam koşullarında
ö n e m l i gelişmeler sağlamış, sosyal devletlerin temel
esi n kaynağı olmuştur.
• Ancak son dönemde, Popperci liberalizmin sosyal
demokrat mirasla arasında yeni ayrıl ıklar olduğu an
laşılıyor. Bir yandan milyonlarca insanı büyük sefa
Ietten kurtarmanın hedefleomesinin yanında eşitlikçi
talep daha önce olduğundan daha az haklı gözüküyor
Popper' e. Hayatta kalmaktan çok isteklere önem ve
rildiğinde eşitlik tutkusu sayiuluğunu yitiriyor. Ama
öte yandan da, Batılı ülkelerde -eşitsizlik azalsa bile,
zengin ülkelerle yoksul ülkeler arasındaki eşitsizliğin
şiddetlendiği Popper'in gözünden kaçmışa benziyor.
Karl Popper'in düşüncesi her zaman Batımerkezci ol
muştur; ama bu Batımerkezci yaklaşım Batı'nın,
dünyanın diğer kesimleri karşısında nasıl daha çok
1 08
üstünlük kuracağı anlamında değildir; ama gelişme
sorunlarına karşı belki bir çeşit kayıtsızlık olarak nite
len dirilebilir. " Üçüncü Dünya" sorunu hiç kuşkusuz
Popperci düşüncenin atladığı en ünemli sorunlardan
biridir.
1 09
DOKUZUNCU BÖLOM
KURUMSALCI LİBERALİZM
1 10
polis teşkilatı veya sendika arasında bir nitelik farkı
·
yoktur. .
lll
çabalayıp durmak yerine, gereği olan daha az iyiyi
yapmaya çalışması. bana daha akla uygun görünüyor."
Eğer siyasi kurumlara bir "erek" atfetmek geçerli bir
yaklaşırnsa "bu en fazla, kurumları, kötü ve yeteneksiz
yöneticilerin fazla zarara neden olmalarını önleyecek
biçimde kurmak olmahdır. "67
• Ayrıca devlet erkinin uygularnada sınırlandırılması
1 12
müyle totaliterciliğe giren çok sayıda karma rejimi
'
wıutan bu indirgeyici sınıflandırmaya dikkat çeke
ceklerdir. Kimileri ise, siyaset alamna, ortak tutumlaİ
•
benimsenmesine doğası gereği karşı koyan dışlayıcı
bir mantık egemen olduğu halde, "olumsuzlayıcılık"
konusunda birlik olmanın verimliliğine inanan bir
öğretinin naifliğine, biraz mizahla yaklaşacaklardır.
Nihayet, birçoklan ise insanlığın bugün karşı karşıya '
olduğu az gelişmişlik sorunlarıyla nükleer silahlan
•.
1 13
•
SONUÇ
1 14
etkinlikten ayırıyor ve bilimadamlarını, görünüşte en
iyi olan kurarnları sürekli gözden geçirmeye çağırıyor.
Tercihini liberal demokrasi yönünde kullanmasının
temelinde de, onun ahlakbilimsel üstünlüğünden çok,
gerekirci olmayan evren görüşünün sınırsızca açık bir
toplumsal "oyuna" olanak verm esi vardır. N ihayet,
insanların kararlarının önceden kestirilmezliği, top
lumsal belirsizliğin ölçüsünü verdiğinden dolayı bu
görüş, Pöpperci insancılığı besleyen görüştür.
Karl Popper'in düşüncesini dönemlerin atmosferine
indirgemek yanlış olacaktır. Popper'in ürünlerini tam
ve bütünleşmiş bir bilgi dizgesi olarak düşünmek de
yanıltıcıdır. Yetersizliklerinin ve eksikliklerinin öte
sinde, Popper'in yapıtı düşünmeye ve eleştiriye yoğun
bir çağrı olarak görülmelidir. Platon, " Kapalı Toplum"
için neyi temsil ediyorsa, açıkça olmasa da, "Açık
Toplum" için de o olmayı t asarlayan bir adamın zi
hinsel çalışmalarını kayıtsızbkla veya küçümsemeyle
değerlendirmek olanaklı değildir.
23 Nisan 1988 tarihli The Economist dergisi Pop
per'in " Popper on democracy, the open society and i ts
enemies revisited" başlıklı uzun bir incelemesini ya
yınladı. Bu makalede Popper, 1942'den önce öne sür
düklerini hem belirginleştiriyor, hem de güncelleşti
riyordu. Londra'nın güneyinde Kenley'deki evinde
1989 Temmuz'unda yapmış oJduğumuz bir söyleşide
de, demokrasi h akkındaki düşüncelerinin evrimini
şöyle ifade etti: ·
1 15
rüyor. Bunun sonuçları ise, Popper'e "çok kötü" gö
rünüyor. Çünkü bu, partizanca oligarşiye olanak sağ
lıyor. Seçilenler, partinin rehineleri durumunda olu
yorlar. Özellikle, nisbi temsil, partilerin çogalmasıyla
uzlaşmanın seçeneklerini ve çoğunlukları kolaylaştı
rarak, "bir hükümetin seçim yoluyla görevden alın
ması gibi yaşamsal bir sorunu" gölgeliyor.
• Nihayet Popper, çogunluğun seçilmesine bağlı
1 16
BİBLİYOGRAFYA
117