You are on page 1of 160

TESLİMİYETÇİLİK

KADER DEGİLDİR

ATASOY MÜFTÜOGLU

HECE YAYINLARI
Hece Yayınları: 276
Düşünce

Birinci Basım: Haziran 7013


İkinci Basım: Şubat 2016
©Hece Yayınları

Kapak Tasarımı: SARAKUSTA


www.sarakusta.com.tr

Teknik Hazırlık: Bülent GÜLER

Baskı: Dumat Ofset


T: (0312) 278 82 00

ISBN: 978-605-5108-05-2

HECE Basın Yayın Reklamcılık San. Tic. Ltd. Şti.


Konur Sokak Nu: 39/1-2 Kızılay-Çankaya/Ankara
Yazışma: P. K. 79 Yenişehir/Ankara
T: (O 312) 419 69 13 F: (0 312) 419 69 14
e-posta: hece@hece.com.tr
www.hece.com.tr
İÇİNDEKİLER

SUNUŞ
Ayrıntılara, Biçimlere, Yüzeylere Kapanmak / 7

Konformizm Bilincimizi Tahrip Ediyor/ 19

Bilinç Yoksa Eğer, Gelecek de Yoktur/ 31

Düşüncesizleştirilen Toplumların Bağımsız


Bir Gelecek İnşa Etmeleri Beklenemez/ 4 1

Zihinlerimize Vurulmuş Sömürgeci Prangaları


Paramparça Etmedikçe Hiçbir Şey İyi Olmayacak/ 53

İkili Hayatlar Yaşamaya Devam Edemeyiz/ 63

Eski İç Sorunlarla, Yeni Dış


Sorunlar Arasında Sıkışıp Kalmak / 75

Ezeli ve Ebedi Bir Ufuktan Bakmak/ 85

Manipülasyon Nesnesi Haline Getirilen Toplumlarımız/ 97

Varoluşsal Sorumluluklar/ 1 07

Zihinsel Perişanlıklar ve Mezhep Holiganlıkları / 1 1 9

İslam 'ı İstemekte Özgür Değiliz/ 1 3 1

İslami Zihin Kontrol Altında Tutuluyor/ 1 4 1

Teslimiyetçilik, Bir Geleneğe Dönüştürülemez/ 1 5 1


SUNUŞ

AYRINTILARA, BİÇİMLERE,
YÜZEYLERE KAPANMAK

Dünyanın küresel etkiler, akımlar, kültür, iletişim araçları, tek­


nolojiler aracılığıyla bütünleştirilmesiyle birlikte, sorumlu ve ilgili
olsak da olmasak da dünyada olup biten her şeyle ilgileniyor, her
şeye maruz kalıyoruz. Bütün dış müdahalelere, spekülasyonlara,
telkin ve manipülasyonlara açık hale getiriliyoruz. İçerisinde bu­
lunduğumuz bu durum; irademiz, tercihlerimiz ve inançlarımız dı­
şında olUşuyor ve üzerimizde yıkıcı, boğucu, tahrip edici etkilere
yol açıyor. Bizlerden çok uzaklarda gerçekleşen her olay, anlatılan
her hikaye, hepimizi ister istemez bir biçimde baskılıyor. Müslü­
manların hiçbir biçimde müdahil olamadığı, karşı koyamadığı, et­
kileyemediği bir irade, bir kültür, bir sistem, hem de sektiler bir sis­
tem, bizleri dönüştürerek kendimiz olmaktan çıkarabiliyor ve baş­
kaları tarafından köleleştiriliyoruz.
Fark etme yeteneğimizi kaybettiğimiz için içerisinde yaşadığı­
mız toplumun, hayatın, dünyanın ve tarihin gerçekte ne ifade etti­
ğini gereği gibi algılayamıyoruz. Gerçekte ne olduğunu fark etmiş
olsaydık, koşullara bir biçimde direnecektik. Direnmeyi başarama­
dığımız zaman da bir mahcubiyet duygusu yaşayacaktık. İsiami va­
roluşumuza yönelik saldırıları unutmayacaktık. Müslümanları zi­
hinsel anlamda köhneleştiren konformist ve romantik gelenekleri-
Atasoy Müftüoğlu

miz sebebiyle küresel sorunlar, gelişmeler, etkiler karşısında hiçbir

çözümleme yapma ihtiyacı duymuyor, sorumluluk alma cesareti


gösteremiyoruz. İslami' çevreler için bağımsız olmak ya da olma­
mak bir sorun teşkil etmiyor. İslami' mücadeleyi, mücadele düşün­
cesini hiçbir gerekçe olmaksızın erteleyebiliyoruz. Din ilgisi, pro­
paganda amaçlı söylenceler ve anlatılardan ibaret bir noktaya geli­

yor. Hayır hasenat etkinlikleri medyatik şovlara dönüşüyor.


Geçmişe yönelik kronik bağımlılık içerisindeyiz. Geçmişten

nasıl yararlanacağımızı bilmiyoruz. Bu bağımlılık hepimizi zihin­


sel olarak muhafazakar fosillere dönüştürüyor. Statükocu bunaklık­

lar sebebiyle siyasal bilinçten arındırılmış bir din algısı kitleselleş­


tirilmiş ve kurumsallaştırılmıştır. İnşa edici, onarıcı, yenileyici bir
nostalji yerine; özlemden, duygusallıktan ibaret bir nostalji, bugün­
le, şimdiyle ilişki kurmamızı zorlaştırıyor. Romantik düşsel saçma­
lıklar dini' duyarlığın vazgeçilemez bir parçası haline geliyor. Ede­
biyat hayatımız, toplumsal sorumluluk, direniş ve muhalefet so­
rumluluğu almadığı için edebi' bir kuraklıkla karşı karşıyayız. Dini'

hayatımız ayrıntılara, yüzeylere, biçimlere boğulduğu için hayati'


konuları tartışmıyor, konuşmuyoruz.
Her şeyden memnun, hoşnut, hiçbir gelişmeyi, değişim ve dö­
nüşümü sorgulamayan konformist bir düşünce, edebiyat ve kültür
hayatı düşünülemez. Günümüzde hoşgörü pasif bir konumun, be­
lirsiz ve ilkesiz bir konumun adıdır.
Dini' hayatın, politik koşulların, hareketlerin, keyfiliklerine tabi
olması kabul edilemez. Gerçekliğin ve her tür iktidarın hizmetine

giren, gerçeklikle hep uyum içerisinde bir dini' hayatın, düşüncenin


bağımsızlığından söz edilemez. Bu bağımlılık ve uyum sebebiyle
güncelliğin, yerel 'in sınırları aşılamıyor. Bu bağımlılık ve uyum se­
bebiyle herkes bir biçimde manipüle edilebiliyor; yine bu nedenler­
le insanlığın dikkatini çekebilecek farklı dinamikler oluşturulamı­
yor. Dini' hayat, dini' söylem, romantik, hamasi metaforlarla sihirli
hale gelmiştir. Her cemaat mensuplarına, tek aklı, tek metni, tek
yorumu, tek ismi dayattığı için kitlelerin ufku, cemaat diktatörlük-

8
Teslimiyetçilik Kader Değildir

leri tarafından kapatılmaktadır. Zihinsel çalkantılar, çelişkiler ve


kuruntulardan, bölünmüşlüklerden kurtulamadığımız için entelek­
tüel itibarımız yerlerde sürünüyor. Neoliberal dünya görüşü ve ha­
yat tarzı bütün inançları, ilkeleri, değer sistemlerini göreceli hale

getiriyor. Neoliberal dünya görüşü ve hayat tarzım meşrulaştırabil­


mek için gündeme alınan cinsel sapmalarla ilgili tartışmalar Müs­

lümanların da ilgi alanlarına girebiliyor.


Modem-sektiler zamanlar boyunca cinsel özgürlük yaklaşımı,
modem özgürlük anlayışının hep merkezinde yer almıştır. Modem
dünyada, modem kültürlerde kadın bedeninin teşhir edilmesi, ka­
dın özgürlüğü olarak tanımlandı. Modemite kadın bedeninin görü­
nürlüğünü sağladı. Modemite kadınları cinsiyetlerine indirgeyerek
değersizleştirdi, cinsel teşhirciliği meşrulaştırdı, kadınları bir arzu

nesnesine dönüştürdü. Kadın kimliği, kadın bedeninin inşasıyla il­


gili olarak yorumlandı. Modem-sektiler-liberal kültür, kadınların
görsel anlamda uyarıcı, kışkırtıcı olmasını moda'lar yoluyla daya­
tıyor. Bu kültür, kadın bedeninin bütün hatlarıyla görünmesini isti­
yor. Irkçı ve sömürgeci tasavvurla birlikte, uygarlaştırma misyonu
doğrultusunda Müslüman kadını standartlaştırarak bedenlerini ser­
gilemelerini isteyen sömürgeci kültür, bunu tam olarak başarama­
yınca İslam ve kadın konusunu sürekli bir sorgulama konusu hali­
ne getirmiştir. Modem olmanın belli başlı ölçütü haline gelen ser­
best cinsellik, günümüzde kadınların kendilerini görsel istismara
açık hale getirmelerine neden olmuştur. Burada, yeri gelmişken,
"görünmediği halde, gören kadın, sömürgeciyi deli eder" diyen
Frantz Fanon'u takdirle anmak gerekir.
İçerisinde yaşadığımız toplumlarda, kültürel, düşünsel, toplum­
sal, siyasal ve ekonomik biçimler bizim irademiz dışında oluşturu­
luyor. Sekülerizmin, kapitalizmin, neo-liberalizmin toplumlarımız
tarafından içselleştirilmesi konusunda eleştirel bir farkındalık içeri­
sinde olduğumuzu söyleyemeyiz. Sektiler, kapitalist, neoliberalist
kültürün İslam toplumlarında hiçbir karşılığının bulunmadığını
yüksek sesle ifşa etmek gerekir.

9
Atasoy Müftüoğlu

Müslüman olmak demek, çok sefil uzlaşmalara katlanmak değildir.


Müslümanlara asla yakışmayan pasif, edilgen tavrı ve duruşu
sürdürmekten vazgeçmeliyiz. Egemen zihniyeti dönüştürebilmek
için yeni fikri açılımlar içerisinde olmalı, yeni meşruiyet alanlan
açmalıyız. İslam 'ın ve Müslümanların amansızca çiğnenen onuru­
nu yükseltmemiz gerekirken, romantizmlerimizi, düşlerimizi, nos­
taljilerimizi çoğaltmaya, biriktirmeye çalışıyoruz, sözcüklerle bile

bir öfkeyi yükseltemiyor, sözcüklerle savaşa cesaret edemiyoruz.


Tahkir edilen, baskılanan, tenkit altında tutulan, asimilasyona
maruz bırakılan, kuşatılan, engellenen, onurları sistematik olarak
rencide edilen halkların, toplumların her durumda direniş haklan
olduğunu hatırlamalıyız. Hiçbir halk, toplum kendi inançlarını,
kendi özgünlüğünü, kendi dil ve kültürünü yaşama, temsil etme,
zenginleştirme haklarından mahrum bırakılamaz. Hiçbir otorite,

hiçbir gerekçeyle farklı unsurlara, farklı yorumlara, farklı mezhep­


lere tahakküm hakkına sahip olamaz. İslam toplumlarında halen
yaşanan yapısal sorumsuzluklara karşı, yapısal keyfiliklere karşı,

yapısal önyargılara karşı, tevhidi bir dile dayalı kuşatıcı bir bilinç
mücadelesi yürütmek gerekiyor. Sömürgeci kültür maalesef bilin­
cimizi de yenilgiye uğrattı. Bilincimiz bozguna uğratıldı. Bilinci­
mizle direnebilmeyi başarabilseydik eğer, bugün toplumlarımızda
mezhep savaşları yaşanmayacaktı.

Bilinçsizlik, sorumsuzluk, keyfilik ve korkaklık zamanımızı


katlediyor.
Zamanımızı katleden zaaflarımız sebebiyle çağın, tarihin büyük
sorunları ile ilgili bir çözümleme yapamıyoruz. İslami bünye, ay­
rıntılara kapandığı, ayrıntıları din haline getirdiği için küresel dü­

şünce dünyasının nabzını tutamıyoruz.


Özellikle genç kuşakların, vicdanın ve bilincin dilini kullanarak,
derin bir fark etme yeteneğine sahip olarak, kendilerine dayatılan res­

mi gerçeklere karşı uyanık kalarak, her tür konformizmi sarsarak her


tür teslimiyetçiliği bozguna uğratması gerekiyor. Genç kuşakların,
alıklaştıncı ucuz romantizmler karşısında dikkatli olması beklenir.

10
Teslimiyetçilik Kader Değildir

Tarihin dışında kalmak demek siyasal nesne olmak, her durum­

da sömürge konumuna mahkum olmak demektir.


Hayatımızı uzlaşmaz ikilikler, karşıtlıklar ve parçalanmalar içeri­
sinde sürdüremeyiz. Konjonktüre! tercihler yapan kişilikler, eğilim­
ler, çevreler; çelişkili, dağılmış kişilikler ve eğilimlerdir. İnsanın

kendi aklını kullanması, kendi düşüncelerini oluşturması bir keyfilik


ve başıboşluk olarak değerlendirilemez, bizler, müşavere ve dayanış­
ma yoluyla kendi aklımızı fikrimizi, düşüncelerimizi, eylemlerimizi
çoğaltmak, somutlaştırmak, etkili kılmak için yeryüzünde bulunuyo­
ruz. Her hangi bir propagandaya maruz kalmaksızın bir insanın ken­
diliğinden düşünme çabası içerisine girmesi, bireyciliği seçmek ola­
rak değerlendirilemez. Kendilerini izleyenler üzerinde bir şekilde ik­
tidar oluşturan cemaat liderleri, bağımsız ve eleştirel düşünme çaba­
larına izin vermiyor. Kendisi olmayan, kendi tercihleri olmayan, hep
başkasının hizmetinde olan, hiçbir gelişmeyi sorgulayamaz, hiçbir
şeye muhalefet edemez, hiçbir biçimde başkaldıramaz. Bağımsız bir
tavra, tarza, duruşa, özgün bir yoruma, özgür bir bilince sahip olmak,
insana çok pahalıya mal olan bir tercihtir. Kendini her konuda yeter­

li saymak nasıl bir patoloji ise; kendini inşa etmeyi başaramadığı için
ahmakça başkası olmaya çalışmak da bir başka patolojidir.
İslfun'a katılmak, İslami hassasiyetler içerisinde bulunmak, ulus
üstü kriterlere sahip olarak, etnik kökensizleşmeyi seçerek, dünya
çapında bir cemaate katılmak, dünya çapında ilgiler içerisinde bu­
lunmak demektir.
Günümüz dünyasına ekonomik akılcılık temelinde kurumsallaşan
bir diktatörlük egemendir. Maddi gelişmelerin, maddi uygarlığın ve

maddi değerlerin insani, ahlaki dünyalara hiçbir katkısı olmamıştır.


Modem sektiler birey, yalnızca kendisi için vardır, modem, seküler
birey için insani, vicdani alanlarda hiçbir fedakarlık beklenemez. Mo­
dem sektiler birey, kendisi için sorumluluk alamayacak ölçüde nihi­
listtir. Modernitenin simgesi olan sekülerizm, bugün sektiler bir mis­
yonerlik biçiminde, mutlakiyetçi bir sektilerizm biçiminde etkinliğini
sürdürüyor. Bir yanda bireyci putperestlik, bir diğer yanda bilimci,

11
Atasoy Müftüoğlu

teknikçi putperestlik; hepimizi, insani yanımıza, deruni yanımıza, şi­


irsel yanımıza yabancılaştırıyor. Tüketim ve yığın kültürü insanları
standartlaştırıyor. Bu kültürün hiçbir şekilde bir bilinç içermediğini,
bilince ihtiyaç duymadığını bilmek gerekiyor. Her tür dış etkiye açık
bireyler kolaylıkla niteliksizleştirilebiliyor. Her tür bayağılık medya
aracılığıyla kitleselleşiyor. Görüntünün diktatörlüğü bilincimizi eroz­

yona uğratıyor, görme yeteneğimizi dumura uğratıyor. Tüketim kül­


türünün baştan çıkarıcı etkisi İslami kesimleri de içerisine alacak şe­
kilde yayılıyor. Tüketim tapınakları ve çılgınlığı herkesi bir biçimde
büyülüyor, herkesi bir biçimde nesnelerin hizmetine sokuyor.
Nicel-matematiksel bir dünyada her şey yalnızca bir eşya mu­
amelesi görüyor. İlahi bakışlardan bağımsızlaştırılan insan, bedensel

güdülere indirgenmiş bir varlığa dönüşüyor. Geleneksel değerlerin,


alışkanlıkların, yaklaşımların taşlaşarak, ısrarlı bir tekdüzelik içeri­
sinde tekrarlanması düşüncesizliği kitleselleştiriyor, protestanlık, ki­
lise otoritesini sorgulayarak kişisel, keyfi yorumun yolunu açmıştı.
Günümüzde İslami bütünlüğü ve İslil.mi otoriteyi kaybettiğimiz için
kişisel ve keyfi yorum anarşisi yaşıyoruz. Otoriteyi nasıl tanımlaya­
cağımızı bilmiyoruz. Kimi çevreler otoriteyi dokunulmaz kılarak
kutsarken, kimi çevreler otoriteyi reddediyor. Bu noktada yapılması
gereken, otoriteyi eleştirel bir dikkatle takip etmek olmalıdır.
Müslümanlar olarak günümüz gerçeğinin, gerçekliğinin tam
olarak ne olduğunu bilmiyoruz, konuşmuyoruz. Kendi eğilimleri­
miz doğrultusunda, kendi cemaatlerimizin, mezheplerimizin, etnik
aidiyetlerimizin çıkarları doğrultusunda gerçekler imal ve icat edi­
yoruz. Bir merak yoksunluğu içerisindeyiz. Merak yoksunluğu se­
bebiyle gerçeği bütünüyle görmemiz imkansız hale geliyor. Gerçe­
ği, birbiriyle bağlantısını kaybetmiş küçük parçalar halinde görebi­
liyoruz. Milliyetçilikler ve mezhepçilikler, bizleri birbirimize ya­
bancılaştıran patolojiler haline gelmiştir. Evrensel İslami bilincin,
Ümmet bilincinin, etnik ölçütlere, mezhepçi ölçütlere indirgenme­
si bizleri rahatsız etmiyor. Sekülerizm, İslil.m karşıtı kampanyala­

rın, ideolojik ve ırkçı aracı haline geliyor.

12
Teslimiyetçilik Kader Değildir

Dindarlığın sefil bir teslimiyetçiliğe, statükoculuğa, muhafaza­


karlığa, hiçbir yaptırım gücü olmayan bir maneviyatçılığa indirgen­
mesi, dinin geçmişe hapsedilmesi, özelleştirilmesi gibi İslamın ru­

huna, içeriğine tamamen yabancı bir iklim oluşuyor.


Hamaset öyküleriyle tıka basa doldurulmuş tarihsel bir hafıza

bizleri kötürümleştiriyor. Bugün acımasız bir tarihle karşı karşıya


bulunduğumuz halde, sorgulayan, hesap soran bir hafızaya sahip
olmadığımız için ne yapacağımızı bilmiyoruz. Bıkmadan, usanma­
dan tarihin son, en az dört yüz yılını tekrar eden bir kültür, tekrar
eden bir tarih, tekrar eden bir zihniyet, kendisini yenileyemeyen bir
duyarlık içerisinde geçiriyoruz. Kendisini tekrar eden bir kültürle
özgün ve özgür bir gelecekten söz edemeyeceğimizi hüzünle ve
mahcubiyetle hatırlamalıyız. Eleştirel sorgulama yetisini kaybeden
kültürler için yapısal bir değişim imkanından söz edilemez. Kon­
formist bir zihin, düşünce ve kültür dünyası yapısal dönüşüm ihti­
yacı duymaz. Konformist bir zihin dünyasının; içerisine kapatıldı­

ğı geleneksel kalıplarla ilgili hiçbir rahatsızlığı yoktur.


Başka hiçbir seçenek yokmuş gibi başkalarının dayattığı bir hayatı
yaşamak zorunda değiliz. Hedonist bir dünya, hedonist bir kültür her

tür yabancılaşmaya, bozulmaya, sapkınlığa ve ölçüsüz bayağılaşmaya


sonuna kadar açıktır. Hedonizmin kendisi büyük bir bayağılıktır.
İslami bir çözümleme yapmaksızın gerçeği dönüştüremeyiz.
Paramparça bir İslami bünye hiçbir çözümleme yapmaya muktedir
değildir. Zayıf, güçsüz, edilgen bir bünye değiştirmek istediğimiz
yapılan, değiştirmek istediğimiz zihinsel dünyalah, bunların haya­
tımız üzerindeki olumsuz etkilerini sorgulayamaz, değiştiremez.
Her şeyin durmadan değiştiği, hep hareket halinde olan bir dün­
yada, biz Müslümanlar hiçbir şeyi değiştiremiyoruz, bir türlü hareke­
te geçemiyoruz. Tekrarlar, sıradanlıklar, yüzeysellikler, tek boyutlu­
luk, bağnazlık, günübirlikçilik köylü, taşralı kültürlerin belli başlı
özellikleri arasındadır. Toplumlarımız siyasal belirsizlikleri, siyasal
istikrarsızlıkları ve bağımlılıkları bu kültür sebebiyle aşamıyor. Orta­
doğu 'da küresel ihtiyaçlar, çıkarlar, beklentiler, talepler doğrultusun-

13
Atasoy Müftüoğlu

da yeni düzenlemeler yapılıyor. Her ülke küresel sermayenin deneti­


mi altına alınıyor. Küresel sermayenin ve küresel zihin dünyasının
denetimi altına giren, denetimi kabul eden her hangi bir ülkede dev­
rim olduğunu iddia etmek kadar tutarsız bir değerlendirme olamaz.
Zihinlerimiz kültürel bir çöplük haline gelmiştir. Enformasyon
yoğunluğu altında bozuluyoruz, dezenformasyonun oluşturduğu
kirli atıkları tüketiyoruz. İsHimi bütünü temsil etmediğimiz, ümmet
bütününü temsil etmediğiniz için hizip, fraksiyon asabiyetini tem­
sil ediyor, çöp yığınları arasında kaybolup gidiyoruz. Teslimiyetçi,

ılımlı, hoşgörülü muhafazakar bir dindarlık, makbul bir dindarlık


biçimi olarak seHimlanıyor. Bütün bunların yanına her geçen gün
daha da çoğalan İsHimcı bir lümpenleşmeyi de eklemek gerekiyor.
Bu lümpenleşme, İsHimi çevreleri içerisine alan düşüncesizliğin,
niteliksizliğin, derinliksizliğin, mezhep ve etnik köken asabiyetinin

açık bir yansımasıdır. Sözünü ettiğimiz bu sorunlar maalesef tarih


dışı bir kültür oluşturuyor. Bugün, zihinlerimiz birbirleriyle çatı­
şan, birbirlerini reddeden kavramsal çerçevelerin işgali altındadır.
İnsani değerlerin yerini, bugün para, mal fetişizmi ve bencillik­
ler alıyor.

Hiçliğin dünyasında çıkara dayalı mücadelelerle gösteri ve gös­


teriş manyaklığına tanık oluyoruz. İslami hizmet bir gösteri (tiyat­
ro) faaliyetine dönüşmüş ve kapitalist kültür, hayatın şiirsel, ruhsal,
hikemi boyutunu yok etmiştir. Günümüzde, modem zamanlarda,
sektiler zamanlarda hikmet ancak, şeriattan bağımsız ele alındığın­
da ilgi görebiliyor. İlke olarak şeriatı tercih edenler, hikmet, este­
tik, irfan gibi konulara; ilke olarak hikmeti, tasavvufu seçenler ise
şeriata yabancılaşıyor. Bu tür yabancılaşmalar, parçalanmalar, ko­
puşlar, kırılmalar sebebiyle bugün, kamusal alanı kapitalist, neoli­

beral, sektiler ilişkiler, etkileşimler, çerçeveler belirliyor. Kamusal


alan İsHimi bütünlüğe kapalıdır. Bu durum bizlerin zihinsel bir en­
kaz altında yaşamakta bulunduğumuzu gösterir.
Keskin bir dikkate sahip olmadığımız için gündelik sıradanlık­
ları aşamıyoruz.

14
Teslimiyetçilik Kader Değildir

Hepimizin zihinsel bir radyografiye ihtiyacı var. Kitap her ge­


çen gün bir kültür kaynağı olmaktan çıkıyor, bir tüketim ürününe
dönüşüyor. Nitelikli kültürel üretim yaptığımızı iddia edemeyiz. Ir­

kı, insani değerlerin, ehliyet ve liyakatin üzerinde tutan ilkel bir


zihniyet İslami bir iklimde kendisine yer açabiliyor. Çok basit de
olsa, her bağnazlık bizleri, ötekileştirilenlerin, farklı kılınan unsur­
ların gerçeklerine karşı körleştirebiliyor. Farklı bir kültüre, farklı
bir dile, tarza saygının olmadığı yerde ancak ırkçı bir histeriden söz
edilebilir. Hangi nedene dayalı olursa olsun her ırkçı asimilasyon
girişimi, karşı bir asimilasyona yol açar. İcat edilmiş karşıtlıklar te­
melinde kurulan toplumlarda insani, ahlfilci duyarlıklar ve ilişkileri
hayata geçirmek çok zordur. Asimilasyona başvurmak, kültürel ve
ahlfilci yetersizlikle yakından ilgili bir konudur.
Hakikatin ifadesi olduğumuzda kimsenin bizi onaylamasını
bekleyemeyiz.
Konuşmamız gereken yerde, zamanda susmak, ahlfilcsızlıktan
başka bir şey olamaz.
Ahlfilcsızlığa sürüklenmemek için bilincimizin ve vicdanımızın
sesi doğrultusunda hareket etmeli, bilincimiz ve vicdanımızla aya­
ğa kalkmalı, yeniden yürümeye başlamalıyız.
İslami anlamda, temelde, tarihsel bir çözümleme, hesaplaşma,
yüzleşme yapmadan, putkıncı bir dil, düşünce, kültür oluşturmadan,
toplumlarımızda hiçbir şeyin değişmeyeceğini bilmemiz gerekir.
Toplumlarımızda halen devam eden Batı'nın ideolojik, kültürel, si­
yasal, askeri, ekonomik mevcudiyeti ve nüfuzu üzerinde hiçbir tar­
tışma yapılmıyor. Modem, sektiler uygarlık adına, emperyalizm ra­
hatlıkla sürdürülebiliyor. Emperyalistler tarafından sürdürülen iş­
galler, katliamlar, suikastlar, Guantanamolar hiçbir biçimde sorgu­
lanmıyor, bütün kötülükler cezasız kalıyor. Katiller müttefik olunca
sesimizi çıkarmıyoruz. Askerileştirilmiş bir dünyada yaşıyoruz.
Amerika'nın dünyanın her yerinde 1 000 civarında askeri üssü var.
Kronik bir sağcılık hastalığı nedeniyle askeri üsleri de füze savun­
ma sistemlerini, patriotlan da bağımsız bir zihinle tartışmıyoruz.

15
Atasoy Müftüoğlu

Hayatın ve tarihin içerisinde her tür bozulma ve çürüme sorun­


suzlukla başlar. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, bizleri birbiri­
mize bağlayan Ümmet inancı ve düşüncesinin yerine, ne yazık ki
bizleri birbirimizden ayıran milliyetçilik ve mezhepçilik geçiyor.
Müslümanlar arasında, Müslüman toplumlar arasında mezhepçi ve
hizipçi mülahazalarla psikolojik bir soğuk savaşın sürdürülmesi, hiç­

bir gerekçeye dayanılarak meşrulaştırılamaz. Böyle bir savaşa katı­


lan bütün taraflar, sorumsuzca hareket ettikleri, bağnazca hareket et­
tikleri için Ümmet'in geleceğini yok ediyor. Müslümanlar arasında
yaşanan güvensizlik ilişkileri İslam vicdanını derinden yaralıyor.
Ne pahasına olursa olsun, İslil.mi bağımsızlığımızın ve geleceği­

mizin sorumluluğunu üstlenmeye cesaret edebilmeliyiz. İslil.m'a yö­


nelik sürdürülen olumsuz imaj çalışmalarının, emperyal stratejinin

gereği olarak yürütüldüğünü bilmeliyiz. Medya kampanyaları karşı­


sında, medya sorgulamaları yapabilmeliyiz. Hem yerel bağlamda,

hem de küresel bağlamda bizlere anlatılan resmi hikayelerin kuş­


kuyla, eleştirel bir derinlikle değerlendirilmeleri gerekir. Bugün,
İran ve Suriye konusunda gerçek bağlama nüfuz edilmeksizin yü­
zeysel ve mezhepçi değerlendirmeler yapılıyor. İran'ın nükleer cay­
dırıcılığa sahip olmak istemesini anlamak zor olmasa gerekir. İsra­
il'in nükleer bir tekel olması hiç gündeme alınmazken, Rusya, Hin­
distan, Pakistan gibi İran'ın komşularının nükleer statüye sahip ol­
dukları hatırlanmazken, sürekli İran'ın gündemde kalması düşündü­

rücüdür. İran'a yönelik küresel, emperyal, sektiler histerinin teme­


linde İran'ın İslil.mi bir siyasal modeli, bağımsız bir modeli, devrim
yoluyla hayata ve tarihe geçirmiş olması gerçeği vardır.
Günümüzde hiçbir biçimde kendisini güvende hissetmeyen İs-
13.m toplumlarından emperyalist dünyaya karşı hoşgörü beklemek
kadar, büyük bir saçmalık, ahmaklık olamaz. Günümüzde, özgür­

lük ve bağımsızlık adına hiçbir risk almayan, almak istemeyen, bir


direniş ve muhalefet kültürü oluşturmayı akıllarından bile geçirme­
yen, statükoculukta, sağcılıkta, muhafazakarlıkta, milliyetçilikte

karar kılan cemaatler, hoşgörü diliyle gündemde kalmak, başkala-

16
Teslimiyetçilik Kader Değildir

nnın onayını almak istiyor. Hangi nedenlere dayalı olursa olsun,


başkalarının dikkatini çekmek, kendimizden söz ettirebilmek için
aziz İslam 'ı araçsallaştırarak teatral gösterilere ve oportünist propa­
ganda kurgularına, yalanlarına tevessül etmemeliyiz.
Karşı karşıya bulunduğumuz çok ağır sorunları, emperyalist, sö­
mürgeci etkilere, müdahalelere bağlamak kolaycılığı seçmektir. İs­
lil.mi bütünlüğe sahip olsaydık, bu bütünlüğü, ümmet bilinci ve da­

yanışması içerisinde özgür bir şekilde, onurlu bir şekilde temsil et­
seydik; keyfilikler, bencillikler, karşıtlıklar, bağnazlıklar, önyargı­
lar, düşüncesizlikler, teslimiyetçilikler ve konformizm bizleri beyin­

sizleştirmemiş olsaydı, bütün bu ağır sorunlarla karşılaşmayacaktık.


Kendi tarihimizi, kendi inançlarımız, dünya ve ahiret görüşümüz,
hayat tarzımız doğrultusunda inşa etmediğimiz sürece, hiçbir etkin
konuma sahip olamayacağız. İçerisinde yaşadığımız toplumda da gö­
rebileceğimiz üzere, kurulu düzenle, kurulu düzenin değerleriyle uz­
laşan İslami unsurların gündeminde kendi tarihimizi inşa etmek gibi
bir konu yoktur. Gönüllü olarak aldığımız, kendi isteğimizle aldığı­
mız medya uyuşturucuları, propaganda uyuşturucuları, dini hayatın
vazgeçilemezleri haline gelen menklbelerin, propaganda amacıyla
seri olarak kurgulanan, imal edilen rüyaların oluşturduğu uyuşturu­
cular, bizleri çok korkunç bir köleliğe mahkum ediyor. Uyuşturucu
bağımlılarından yeni bir tarihi inşa etmeleri, radikal bir dönüşüm ger­
çekleştirmeleri, bir muhalefet kültürü oluşturmaları asla beklenemez.
Gönüllü olarak aldığımız, masal, menkıbe, rüya, propaganda
uyuşturucuları bizleri çok güçsüz, çok değersiz, çok niteliksiz kılı­

yor. Gelenekçi, mistik batını, işraki uyuşturuculara bağımlı hale ge­


lenler, getirilenler dönüştürücü zihinsel çabalar ortaya koyamaz,
tutarlı, kapsayıcı eleştiriler yapamaz, eleştirel bir zihin dünyasına
sahip olamaz; tarihsel, sosyal, politik çözümlemeler üretemez. Ay­
nı şekilde, moda 'mn diktatörlüğüne boyun eğerek, moda 'mn üret­
tiği, sergilediği, bayağı bir zevk nesnesi haline getirilen yapay ka­
dınlar da moda uyuşturucuları karşısında bağımsız bir duruş ger­
çekleştiremezler.

17
Atasoy Müftüoğlu

Nerede yaşarsak yaşayalım, günümüzde yaşanan olaylarla ilgili


olarak üretilen resmi yorumlan paylaşmak zorunda değiliz. Resmi
yorumlar etrafında eleştirel sorular sormak zorundayız. İslam top­
lumlarında yaşanan, yapısal olmayan değişim hareketleri, ayaklan­
malar, küresel, emperyal etkilerin bir yansımasıdır. Burada, Orta­
doğu'da yaşanan ayaklanmalarla ilgili olarak, bütün ayaklanmacı­
ların, niçin İslami değişim, dönüşüm, düzen talep etmediklerini ko­
nuşmak, tartışmak gerekir. Müslümanlar olarak hepimizin küresel,
emperyal, seküler etkiler sebebiyle İslami dilin, söylemin, düşün­
cenin, kültürün içeriğinin olumsuz yönde değiştiğini hatırlamamız
gerekir. Kendilerini emperyal merkeze göre konumlandırarak ta­
nımlayan ve meşrulaştırmaya çalışan işbirlikçi cemaatleri, akımla­
rı da tartışma gündemine alabilmeliyiz.
Yalnızca haklı olmak yetmiyor, haklının aynı zamanda, haklılı­
ğını kanıtlayabilmesi için sesini, iradesini yükseltmesi gerekiyor.
Haklı olduğumuzu kanıtlayabilmek için ikiyüzlü insan hakları tanı­
mının himayesine ihtiyacımız olamaz. Emperyalist güçlerin, yapıla­
rın işledikleri bütün kötülüklerden, modem, seküler, liberal, demok­

ratik kavranılan sömürerek aklanmaya çalıştıklarını kaydetmeliyiz.


Günümüz dünyasında her tür bilgiye ulaşmak artık çok kolay,
ancak, bilgiyi üretenlerin, bu bilgiyi ideolojik amaçlarla, ırkçı
amaçlarla, sömürgeci amaçlarla yönlendirdiklerini, kullandıklarını
dikkatlerimizden uzak tutmamalıyız. Tek bir dile, tek bir siyasal
ideolojiye, modele, tek bir kültüre asimilasyonu dayatan her ırkçı
histeriye karşı sonuna kadar direnebilmeliyiz.

18
KONFORMİZM BİLİNCİMİZİ TAHRİP EDİYOR

Oryantalistler, sömürgeciler; Müslümanların, ümmet çapında,


gerçek ve büyük uyanışını engelleyebilmek, durdurabilmek için et­
nik ayrımları, mezhep ayrımlarını kullanmayı, bu ayrımları bir çatış­
ma noktasına getirmeyi, tasavvufi, batıni hareketlerden yararlanma­
yı, bu hareketleri güçlendirmeyi temel siyasal ilke ve strateji olarak
benimsediler. Sömürgecilik tarihi boyunca ve bugün, sömürgeci si­
yasetler, uygulamalar, müdahaleler hep oryantalist yorumlar, bilgi­
ler, yaklaşımlar üzerinde temellendirildi. Oryantalizm, her tür sö­
mürgeciliği meşrulaştırmaya yarayan bir dil, söylem, tarz oluşturdu.
Modern tarih ve tarihçi, Batı dışı dünyanın tarihinden, kültürün­
den bütünüyle habersizdir. Batı 'da, Batı dışı dünya hakkında her
zaman çok derin bir cehalet vardır. Modern sosyal bilimler, Batı dı­
şı toplumları, kültürleri dikkate alma ihtiyacı duymadan üretilmiş­
tir. Her tür tahakküm ilişkisi, sömürgeci bilgi yoluyla gerçekleşti­
rilmiştir. Kapitalizmin biçimlendirdiği bir dünyada, bütün toplum­
lar Avrupa siyasal modelinin vazgeçilemezliğine ikna edilebilmiş­
tir. Kapitalist şekillendirme insan fıtratının bütün iyi ve güzel yan­
larım tahrip etmiştir.

Müslümanlar olarak muhafazakar, konformist bir gelenekle ma­


lı11 olduğumuz için modern küresel sistemin oluşturduğu çitin içe­
risinde yaşıyoruz; her şeye, her yere, her olaya maalesef bu çitin
içerisinde bakıyoruz. Çitin içerisinden görülebilecek yerleri görebi­
liyoruz. Çiti aşmak, kırmak, dışarı çıkmak, kendimize ait bir dün-

19
Atasoy Müftüoğlu

ya, alan, iklim, bağlam oluşturmak gibi bir kaygımız yok. Bizlere
dayatılan sektiler paradigma içerisinde düşünüyor, bu paradigma
doğrultusunda konuşuyor ve yazıyoruz.
Bilincimizi tahrip eden konformizm bugün büyük bir ahlaksız­
lığa dönüşmüştür.
İdeolojik, ayrımcı, ırkçı sektiler düşüncenin İslama karşı savaşı
yüzyıllardır, aralıksız sürüyor. İçerisinde yaşadığımız dünyayı eleş­
tirel olarak değerlendiremeyen edilgen İslami cemaatler, partiler, sa­
hici tavırlar, değerler oluşturmayı başaramıyor. Etnik çatışmalar,
mezhep çatışmaları, Müslümanları birbirlerine yabancılaştırıyor. Bu
durum Ümmet bünyesinde telafi edilmesi güç yeni yıkımlara yol

açıyor. Put kıncı düşünceleri hayata geçiremediğimiz için özgür


ufuklardan söz edemiyoruz. İslami modeli; yeniden düşünme, tartış­
ma, hayata geçirme konusu hil.line getiremiyoruz. İslami gruplar, ce­
maatler, kadrolar konjonktüre! kaygılar içerisinde eriyip gidiyor.

Zamana ve tarihe müdahale etme bilinci ve iradesi oluşturama­


dığımız için zaman ve tarih bize müdahale ediyor. İslami cemaat­
ler, partiler, akımlar tarihsel durumla uzlaşmak için birbirleriyle ya­

rış hil.lindeler. Tarihsel durumu aşabilecek entelektüel, kültürel, dü­


şünsel bir kararlılık oluşturamıyoruz. Tarihsel durumlarla uzlaşan­
lar devrim'den söz edemezler. Tarihsel durumlarla uzlaşanlar statü­

koculardır. İran İslam Devrimi tarihsel duruma müdahale ettiği, ta­


rihsel durumu aştığı için bugün her tür tehdide açık bil.le gelmiştir.
Küresel, Emperyalist, Siyonist, Evangelist sistem İran'ın tarihe asi­
mile olması için İran'ı bunaltıyor, baskılıyor, yalnızlaştırıyor, güç­
süzleştiriyor ve etkisiz hale getirmeye çalışıyor.
Günümüz dünyasında siyaset, yalnızca çıkarların stratejik bağ­
lamda yönetimi halini aldığı için hiçbir yerde ahlaki, ilkesel siyasal
bir tavra tanık olamıyoruz. Hangi nedenle olursa olsun, konjonktü­

re tabi olmak, koşullara boyun eğmek, koşullara göre konum tayin


etmek, özgürlükten vazgeçmek demektir. Nerede olursa olsun,
mevcut olanı yeterli saymak, münıkün olabilecek şeyler için müca­
deleden vazgeçmek anlamı taşır. İslami bir mücadele için, bağım-

20
Teslimiyetçilik Kader Değildir

sızlık mücadelesi için, henüz şartlar yeteri kadar elverişli değil, de­
mek, mazeret üretmekten başka bir anlam taşımaz. Tercihlerimizi
çoğu kez, bilincimiz ve bilgimiz değil, duygularımız şekillendiri­
yor. Hiçbir ahlaka, hiçbir ilkeye, hiçbir değer sistemine bağlı olma­
ma hali olan nihilizm, Müslümanları da bir biçimde etkileyebiliyor.
Derin bir trajedi ile kuşatıldığımız hil.lde, bu kuşatmayı maale­
sef fark etmiyoruz.
Umutlarımız ihanete uğruyor.
Ortadoğu 'da gerçekleştirilen bütün ayaklanmalar, bütün isyan­
lar, bugün, ne yazık ki geleneksel yapılara dil.hil oldular. Farklı yo­
rumlar, eğilimler, yöntemler, içtihadlar, fikirler Müslümanlar için
hiçbir şekilde çatışma, rekabet, karşıtlık ve nefret konusu, ayrılık
gerekçesi olamaz. İşbirlikçilik kayıtsız kalınabilecek, mazur görü­
lebilecek, sorgulanmadan geçiştirilebilecek bir konu olamaz. İşbir­
likçiliğin, fikir, yorum, içtihad, yöntem farklılığıyla hiçbir biçimde
ilişkisi yoktur. Müslümanlar olarak hiç kimseyi, kendi görüşlerimi­
zi, yorumlarımızı kabule zorlayamayız. Farklı yorum ve yöntem sa­
hiplerine üstün gelmek gibi ahlil.ki olmayan bir yol seçemeyiz. An­
cak işbirlikçilikle, işbirlikçilerle ilgili olarak ciddi bir hesaplaşma
içerisinde olmamız gerekir. Hiç kimse bizlerden işbirlikçi akımla­
rı, cemaatleri, partileri anlayışla karşılamamızı bekleyemez. Küre­
sel-emperyalist sistemle bütünleşen, uzlaşan, onların önerileri doğ­
rultusunda gündem belirleyen cemaatlere müsamaha edemeyiz. Çi­
tin içerisinde kalan bağımlı bir zihnin yazdıkları, söyledikleri ve
yaptıkları İslami bağlamda bir değer taşımaz.
Müslümanlar olarak şimdiye kadar düşünmediklerimizi düşün­
meye, tartışmaya, konuşmaya başlamalı, sekülerizmin, demokrasi­
nin, neoliberalizmin evrensellik iddialarını reddetmeliyiz. Kendi­
mizi İslami inançlarımızın dili, kavramları ve mantığıyla temsil et­
meye başlamalıyız. Her durumda yeni bir inşa çabası ve sorumlu­

luğu içerisinde bulunabilmeliyiz. Düşüncesiz, fikirsiz, bilinçsiz, es­


tetikten, nitelikten, incelikten yoksun hayatlar yaşamaya devam
edemeyiz. Tek boyutlu hayatlar yaşamaktan vazgeçmeliyiz. Hepi-

21
Atasoy Müftüoğlu

miz, gündelik hayatın sıradan bir parçası haline geliyoruz. Hiç kim­
senin farklı ve özgün talepleri yok. Hizip, cemaat, parti, mezhep

mantığı insanın düşünen, akleden yanını yok ediyor.


Sömürgeci tarih devam ediyor.
Batı dünyasının isıam alemiyle savaşta olmadığı iddiasının, çok
ucuz, çok bayağı, çok kirli bir propaganda yalanı olduğunu anlama­
lı ve bu yalanları bütün açıklığıyla ifşa etmeliyiz. Bugün, isıam
dünyası gerçeği çok iğrenç bir biçimde çarptırılıyor. Her hangi bir
İsiami oluşum, hareket, önce terörist olarak damgalanıyor, ulusla­
rarası kamuoyuna bu şekilde takdim ediliyor, daha sonra da bu ha­
reketlere yönelik olarak bu hareketleri etkisiz kılmak üzere, Afri­

ka'da, Mali'de karşılaştığımız gibi militarist, faşist, emperyal ya­


yılmacılık harekete geçiyor. Sömürgecilik sürekli biçim değiştire­

rek bu defa, Afrika'yı bir kez daha istila ediyor. Fransızlar, İngiliz­
ler, Avrupalılar bir kez daha uygarlaştırma misyonu'nu harekete
geçirerek, Afrikalılar üzerinde hakimiyet haklan olduğunu iddia
ederek yeni bir vesayet rejimi oluşturuyor.
Hiçbir muhalefet, direniş, mücahede bilincine sahip olmayan
ılımlı, hoşgörülü İsiami unsurlar küresel siyasal proje adına araç­
sallaştırılıyor. Toplumlarımızda mezhepçilik tuzağına düşen Müs­

lümanlar, maalesef mezhep merkezli bir gündem, mezhep merkez­


li bir hareket tarzı oluşturmaya çalışıyor. Zihinsel iktidarsızlıklar,

zihinsel ve ahlaki kötürümlükler, etnik, mezhepçi, hizipçi ufuk dı­


şında kalan ufukları görmemizi engelliyor. Resmi doğrular, ahlaki
evrenselliği hiçbir zaman dikkate almıyor. Konformist ve muhafa­

zakar gelenek, hiçbir şekilde var olan değerlerin niteliğini sorgula­


yamıyor. Konformist ve muhafazakar gelenekçilik, her tür yeniden
ve yenilikten rahatsız olur. Muhafazakar ve konformist bir zihin,
bir toplum ya da cemaat, her şartta edilgendir, edilgenliğe mah­
kumdur. Edilgenlikten kurtulabilmek için özne olmak gerekir, öz­

gür olmak gerekir, bilinç sahibi olmak gerekir. Konformist ve mu­


hafazakar eğilimler özgürlüğe ihtiyaç duymazlar, çünkü özgürlüğü
hak etmek için büyük sorumluluklar, büyük riskler almak, büyük

22
Teslimiyetçilik Kader Değildir

bedeller ödemek gerekir. Konformist ve muhafazakar bir zihin


dünyası için değişim imkanı yoktur. Muhafazakarlar ve konfor­
mistlerin değer ürettikleri, içerik ürettikleri, eleştiri ürettikleri gö­

rülmemiş ve duyulmamıştır. Bu çevreler yalnızca eski alışkanlık­


,
larını tüketirler. Bu çevreler nihai tercihler yapamazlar, nihai karar­
lar alamazlar, konjonktüre! tavırları seçerler. Konjonktüre! seçim­
ler yapanlar bu tercihlerini korkuları sebebiyle yaparlar. Korkular,
çıkarlar temelinde tercihte bulunanların vicdani yanları körelmiştir.
Bunun içindir ki konjonktüre!, edilgen, pasif konumları seçenler,
hiçbir şekilde hakikati temsil edemezler, hakikati konuşamazlar.
Günümüzde, Müslümanların politik bilinçleri küresel sistemin
beklentileri, talepleri, çıkarları doğrultusunda yönetiliyor. Müslü­
manlar, her dönemde imal edilen uyumluluk, hoşgörü politikaları

doğrultusunda konumlandırılabiliyor. Tarihten dışlanan ve tarihsiz­


leştirilen Müslümanların, gerçek bir varoluş sergileyebilmeleri için
yeniden tarih sahnesine çıkmaları gerekiyor. Soğuk Savaş döne­
minde komünizme karşı Amerika'nın himayesini seçen Müslüman­
lar, şimdilerde Şii 'liğe karşı, Amerika'nın himayesini seçtiler.
Eleştirel, özgün düşünme ve analiz yeteneğine sahip olmayan İsla­
mi cemaatler, bugün her tür konformizmle, özellikle de resmi kon­
formizmle bütünleşmiş bulunuyor.
İslamcılık, her tür konformizmi reddetmekle başlar.
Direniş, muhalefet olmadığı takdirde, tahakküm de devam ede­
cektir.
Konformizmle bütünleşen İslami çevreler bugün, İslamcılıktan
ayrılarak Nato'culuğa, muhayyel bir Suriye tehdidine karşı Patriot­
çuluğa doğru sürükleniyor.
Geleneksel konformizm, resmi konformizm Müslüman zihinleri
bilinçten, eleştiri ve sorgulamalardan, muhalefetten uzaklaştırıyor.
Ortadoğu'da, Afrika'da yaşanan tarihsel olayları, müstekbirler,
muktedirler nasıl anlıyorsa, bizim de bu olayları öyle anlamamız is­
teniyor. İslami cemaatlerin gündemini ucuz ayrıntılar, yüzeysel kli­
şeler ve hizip çıkarları oluşturuyor. Hiç kimse neosömürgecilikle ya

23
Atasoy Müftüoğlu

da kolonyalist Nato'nun ideolojik-militarist politikalarıyla ilgilen­


miyor. Yakın gelecekte bir gün, Müslüman cemaatlerin, kendi çı­

karları için Nato'dan Patriot talep etmeleri sürpriz sayılmayacaktır.


Bilgi, algı, enformasyon kirliliği Müslümanlar arası ilişkileri de

kirletiyor. Görüş, yorum farklılıkları ne yazık ki derin anlaşmazlık


konusu haline gelebiliyor. İçerisinde bulunduğumuz günlerde Ma­

li 'den başlayarak bütün bir Afrika'yı içerisine alacak, Mali'nin ve


Afrika'nın yeraltı zenginliklerine yönelik emperyalist saldırıları
konuşmak ve bu saldırılara karşı bir direniş bilinci oluşturmak ye­
rine; daha çok, Mali'li, Afrika'lı direniş gruplarının aşın bulunan
İsliimi yorumlan konuşuluyor ve tartışılıyor. Hiçbir gelişme, Müs­
lüman kamuoyunun, emperyal, küresel propaganda dili karşısında
edilgenleştirilmesi kadar umut kıncı olamaz.

Gerçek umutlar için İsliimi ve bağımsız irademizi harekete ge­


çirmemiz gerekir.

Yapmaya güç yetirebileceğimiz şeyleri yapmadığımız takdirde,

tarih karşısında sorumlu olacağız.


İsliim Dünyası, modern zamanlan, Doğu ile Batı arasında, mo­

dernite ile gelenek arasında, ütopya ile gerçeklik arasında gidip ge­

lerek, yönünü kaybetmiş bir biçimde geçirdi. Toplumlarımız yönü­


nü kaybettiği için İsliim'ı tutarlı, bütünlüklü bir sistem halinde orta­
ya koymayı başaramadı. Bugün geldiğimiz nokta, İsliim 'ı Batılı an­
lamıyla bir din gibi algılamaktan ibarettir. Bunun yanında, ırkçılık,

milliyetçilik, mezhepçilik gibi çok ağır patolojiler İsliim toplumları­


m içerisinden çıkılması çok güç bir istikrarsızlığa sürüklemiştir.
İsliim Dünyası, iç dinamiklere dayalı içeriden yapısal bir dönü­
şümü gerçekleştiremedikleri için küresel dinamiklerin dışarıdan
dayattığı dönüşüme maruz kaldılar. İslam toplumlarına sömürgeci­
lik yoluyla ve zorla dayatılan ulus-devlet sistemi, emperyalist dün­
yanın toplumlarımıza tahakkümünü devam ettirmesinde ciddi ko­
laylıklar sağladı. Sömürgeleştirilen ulus-devletlerde özellikle ente­
lektüel kadroların zihinsel dünyaları yıkıma uğratıldı. Sözünü etti­
ğimiz yıkım sebebiyle bizler bugün kendi toplumsal ve kültürel za-

24
Teslimiyetçilik Kader Değildir

aflanmızla yüzleşemiyoruz. Ulus devlet sisteminin kutsallaştırdığı


milll çıkar yaklaşımları, ilgili bütün toplumları insani, ahlaki, vic­
dani ve hukuki politikalardan bütünüyle uzaklaştırdı. Milli çıkar
politikaları, haklı olmak, hakkaniyet sahibi olmak, adalet sahibi ol­
mak gibi bir gerekçeye hiçbir biçimde ihtiyaç duymadı.
Hayatımızı, insani değerler değil, araçlar, çıkarlar biçimlendiri­
yor. Bütün özgünlükler, yerellikler, dijital sistemler yoluyla küresel
kültürün bir parçası haline geliyor. Dijital dünyanın temsil ettiği
değerler, küresel, neoliberal değerlere dönüşüyor, İnternet insanla­
rı yalnızlaştırıyor. Bitişik komşumuzu tanımıyoruz; ancak, sanal
dünyada, ne kadar uzakta olursa olsun, İnternet kullanıcılarını tanı­
yoruz, onlarla sanal dostluklar, ilişkiler kurabiliyoruz. Kapitalist
kültür, kendisine yönelik muhalefeti de kendisi üretebiliyor. Böyle­
ce, sistem için kontrol edilebilir, sınırlandırılabilir, yönlendirilebi­
lir bir muhalefet oluşturulmuş oluyor.
Bilişim çağının neden olduğu derin, yoğun, hızlı değişim, bütün
toplumları, her tür olumsuz etkiye açık hale getiriyor. Muktedirler
ve müstekbirler tarafından tanımlanıyoruz, yönlendiriliyoruz, kon­
trol ediliyoruz. Kendi hayatlarımızı kendimiz yönetemiyoruz, kon­
trol edemiyoruz. İlgilerimizi, dikkatimizi, bilincimizi yoğunlaştır­
mamız gereken merkezi olaylan, konuları değil, bizleri kontrol
eden güçlerin bizlere dayattığı çerçeveleri konuşuyoruz. Bu neden­
ledir ki çok bayağı, çok sıradan, çok kirli gerçeklikler gündemimi­
zi etkileyebiliyor. Tercih yapma ve karar verme özgürlüğümüz yok.
Eleştirellikten uzak, yanlı, önyargılı analizlere dayalı medya pers­
pektifleriyle uyutuluyoruz, aldatılıyoruz. Özellikle günümüz dün­
yasında bizlere sunulan bütün yorumlara kuşkuyla yaklaşmamız,
olayları kuşkucu bir gözle takip etmemiz, okumamız, anlamamız
gerekiyor. Olayları, gelişmeleri yorumlarken, değerlendirirken çı­
kış noktamız, hareket noktamız ne olmalıdır sorusu, hayati bir so­
rudur. Hareket noktamızı kendimiz belirlemeli, bilincimizi imha
eden dezenformasyon savaşları karşısında hazırlıklı, donanımlı ol­
malıyız. Günümüz dünyasında, enformasyondan daha çok dezen­
formasyon üretildiğini hatırlamalıyız.

25
Atasoy Müftüoğlu

İnsanf müdahale maskesi altında sürdürülen emperyal, küresel


paylaşım savaşları karşısında, Afrika'yı yeniden sömürgeleştirme­

ye çalışan ırkçı emperyalizm karşısında zihinsel ve toplumsal far­


kındalık, hareketlilik sahibi olabilmeliyiz. Sürekli yenilgiye uğra­
mamak için küresel gidişatı bütün boyutlarıyla takip edebilmeliyiz.
Radikal sloganlar atmakla radikal olunamaz. Radikal olmak, tari­

hin hangi yönde ilerlediğine ilişkin, bağımsız düşünme ve sorgula­


ma yeteneğine sahip olmayı gerekli kılar. Tarihi bilinçli bir sorum­
luluk içerisinde takip etmeyen radikal olamaz. Radikal olmak de­
mek, toplumlarımızın İslami bağlamda yapısal dönüşümüne katkı­

da bulunabilecek fikirler ve eylemler üretmek demektir.


Radikal olmak, zamanın bütün putlarına, putçuluklarına eleşti­

rel olarak bakmakla başlar. Günümüzde, sekülerizm, bilim, uzman­


lık ve profesyonellik bir büyük put gibi algılanıyor. Akademik bil­

gi, ideolojik ve ırkçı siyasetin hizmetinde etki alanlarını genişleti­


yor. Modern zamanların en etkili uyuşturucusu olan demokrasiler
halkların onayım alabilmek için her tür siyasal, ahlaki ilkeyi hun­
harca, pervasızca çiğneyebiliyor. Halkların onayım alabilmek için
her tür ilkesizlik rriubah sayılabiliyor.
İslam toplumlarında, her durumda statükoya başvuran, statükoyu
yücelten, statükoya dokunulmazlık kazandıran, İslamın değil, statü­
konun onayını almaya çalışan bir gelenek bütün boyutlarıyla yürür­
lükte olduğu için Müslümanlar aziz İslam Şeriatı'nın bütüncül çerçe­
vesine karşı kayıtsız kalmayı sürdürüyor. Bu kayıtsızlık sebebiyle bu­
gün toplumlarımızda İslam adına keyfi eğilimler, keyfi yaklaşımlar,
keyfi hoşgörü, keyfi katılık gibi akımlar kurumsal hale gelebiliyor.
İslam dünyası toplumlarında, taklitle birlikte zihinsel kriz, taklit­

le birlikte düşüncesizlik başladı. Taklitçi gelenek, taklitçi kültür,

taklitçi dini hayat, İslami aklın, bilincin ve zihnin sömürgeleştiril­


mesine yardımcı oldu. Aklımızın, bilincimizin ve zihnimizin sömür­
geleştirilmesiyle birlikte çok aşağılayıcı yenilgiler aldık. Şeriat, biz­

lere, hayatın her alanında ve safhasında ilahi ilkeler tarafından belir­

lenen sınırlarımız olduğunu öğretir. Keyfi hoşgörü anlayışı da keyfi

26
Teslimiyetçilik Kader Değildir

katılıklar da sözünü ettiğimiz bu sınırlan tanımıyor. Günümüzde di­

ni hayat, yalnızca dinleyen, itaat eden, hayranlık besleyen, putlaştı­

ran, kendi düşüncesi olmayan, bu nedenle de soru sormayan, her

hangi bir alanda bir öneri oluşturamayan, farklı bir yol, yöntem

önerme ihtiyacı duymayan, edilgen bireylerden oluşuyor. Dini ha­

yatın içerisinde bulunduğu bu tür kısıtlamalar nedeniyle aklımızı,


akıllarımızı çoğaltamıyoruz. Bütün dünyaya hitap etmesi gereken

İslami dilin, söylemin, duyarlığın, yorumun ve ahlakın parçalara bö­

lünmesi, etnik ya da mezhepçi parçalara indirgenmesi, utanç verici

iç soı:unlara, çatışma ve karşıtlıklara neden oluyor. İsliim ülkelerini

fiziksel anlamda da ruhsal ve kültürel anlamda da birer birer kaybe­

diyoruz. Ortadoğu'da, Afrika'da neler olup bittiğini anlamlandırma,

yorumlama, çözümleme konusunda yetersizlik içerisindeyiz. Afga­

nistan, Irak, İran, Mısır, Suriye, Libya, Afrika konusunda hepimiz

sistematik bir dezenformasyona tabi tutulduğumuz için gerçekleri

bilmiyoruz. Kurmaca bir propaganda dili tarafından yönlendiriliyo­

ruz. Propaganda yalanlarıyla zihinlerimiz kirletiliyor. Emperyal-kü­

resel sistemin, İsliim dünyasında hiçbir ülkenin, hiçbir şekilde, İsra­

il 'den daha güçlü olmasına izin verilmeyeceği, hiçbir ülkede İs­

lfun 'ın siyasal anlamda başarılı olmaması gerektiği yolundaki stra­

tejisi, Nato aracılığıyla hayata geçiriliyor. Batılılar, kendileriyle ilgi­

li güvenlik önlemlerini, Türkiye örneğinde görülebileceği üzere,

toplumlarımıza dayatıyor. Libya ve Suriye'de, ülkelerinin mahvı

pahasına emperyalist güçlerle işbirliği yapan muhalifler, sömürgeci

ihtirasların gerçekleşmesine katkıda bulunuyor. Petrol gelirleriyle

nüfuz satın alan Suudi Arabistan, Amerika'nın ve Avrupa'nın çıkar­

ları doğrultusunda İsliimi bir yorum üreterek İran'ı yalnızlaştırma

politikalarına, bu yorumlar aracılığıyla yardım ediyor.

Tarihi, bilinçli bir şekilde yaşamadığımız için bugünün tarihi ta­

rafından edilgenleştiriliyoruz.

Eleştirel bir duruş, tarz, tavır sahibi olamadığımız için çok cid­

di, çok büyük savrulmalar yaşıyoruz.


Atasoy Müftüoğlu

Küresel ya da ye:::-el bağlamda büyük sürünün bir parçası haline


getirilenlerin, devletin, iktidarın, statükonun bir parçası haline getiri­
lenlerin, kendilerine ait düşünceleri ve bağımsız tercihleri olamaz.
Geleneksel akılla, muhafazakar akılla, taşralı alışkanlıklarla, statüko­

larla bütünleşenlerin düşünme ve üretme yeteneğinden söz edilemez.


Geleneksel, muhafazakar akıl, insanlığın siyasal gündemine karşı ka­
yıtsızdır. Müslümanların, küresel, emperyal gündemin, yapıların, çı­
karların beklentilerin ve ihtiyaçların bir parçası haline gelmesiyle bir­
likte, İslam'ın merkeziliği ve evrenselliği ilkesi maalesef unutulmuş

ya da unutturulmuştur. Bu nedenle, İslami bir modelin mümkün olup


olmayacağı, her yerde ancak sektiler aklın sınırları içerisinde kalarak
tartışılabilmektedir. Günümüzde putlaştırılan sektiler kavramların,
Avrupa'ya özgü tarihsel koşulların ürünü olduğu için herkese, her

kültüre eşit olarak hitap etmesinin mümkün olmayacağı unutuluyor.


Avrupa tarihinin ve bu tarihe ait kurumların evrensel insanlık tarihi

gibi sunulması saçmalığına bir son verilmesi gerekiyor.


İslil.m Dünyası entelektüel hayatın, düşünsel, kültürel hayatın

her tür dış etki ve denetimden bağımsız bir zeminde, yeni bir dü­
şünsel ufuk açması, düşünsel sorunlarımızı analitik akla başvurarak
tartışmaya açması ve düşünsel süreçlere müdahale etmesi gerekir.
Analitik akıl, hem ideolojik çarpıtmalar, körleştirici bağnazlık­
lar, çarpıtılmış manipülasyonlar karşısında, hem de toplumun içeri­
sinde bulunduğu romantik ütopyacılıklar karşısında, bizlere gerçe­
ğe ulaşmak üzere yeni bir kavrayış kazandıracaktır.
Sömürgeci iktidar aygıtlarının ürettiği modem-sektiler bilgi, ken­
dimizi İslami anlamda gerçekleştirmemize izin vermiyor. İçerisine
kapatıldığımız bütün kavramsallaştırmalar sözünü ettiğimiz sektiler
bilgiye dayalı kavramsallaştırmalardır. Sektiler, materyalist iktidar
biçiminin zihinlerimiz üzerinde oluşturduğu denetim ve sınırlamalar,
hayatın her alanında, özellikle de entelektüel hayatta hepimizi hep
edilgen kılıyor. Bu nedenledir ki; entelektüel edilgenlik İslam top­

lumlarında maalesef bir hayat tarzı haline gelmiştir. Sektiler, mater­


yalist, ırkçı bir bilgi sistemine mahkum edilmek, bu bilgi sistemi

28
Teslimiyetçilik Kader Değildir

doğrultusunda düşünmek, eğitim almak, entelektüel, akademik içerik


üretmek, emperyalist ideolojilere hizmet etmekten farksızdır.
Emperyal tasan ve iktidar uygulamalarına karşı, bağımsız, muha­

lif eleştirel bir bilincin inşası günümüzün en öncelikli, hayati proble­


midir. Müslümanları, bir analiz nesnesi olarak gören sektiler iktidar­
la ürettiği sistematik propaganda zihinlerimizin ve beyinlerimizin iş­
lemesine izin vermiyor. Bunun yanında ideolojik, politik emperyal

çıkarlara hizmet etmek üzere icat edilen, dünya çapında etkili bir bi­
çimde pazarlanan ılımlı, hoşgörülü İslam yaklaşımıyla da kesinlikle
muhalif, eleştirel bir bilinç oluşturulamıyor. Emperyal, küresel dün­
yanın, İslam dünyasındaki çıkarlarına meydan okuyan her oluşum,
her hareket bir şekilde etkisiz ha.Ie getirilebiliyor. Muhalif her yakla­
şım şüpheli muamelesi görüyor. Küresel sisteme entegre olmayan
her unsur, histerik tahakküm politikalarının kurbanı olabiliyor.

29
BİLİNÇ YOKSA EGER, GELECEK DE YOKTUR

İslam toplumları, neoliberal zamanlar içerisinde; insani, ahlaki


dünyaya hiçbir şekilde katkısı olmayan, kibrin ve küstahlığın em­
peryal diliyle uzlaşmak zorunda bırakıldılar. Bunun yanında, para­
nın ve şiddetin insanlık dışı kültürü de neoliberal kültür şeklinde
küreselleşti. Hiçbir diktatörlüğün, piyasanın diktatörlüğü kadar
yozlaştırıcı ve yabancılaştırıcı etkileri olmadı. Piyasa diktatörlüğü
her kültürden her insanı; küçük, kirli, bayağı ihtiraslar için her an
seferber edebiliyor, hayatın içerisinde herkes kendisini ticari an­
lamda konumlandırıyor. Modern-sektiler dünya, hayatı anlamlar­
dan bağımsızlaştırdığıdan pragmatik hayat yaşıyoruz. Bugünün ak­
lı, ticari çıkarları yöneten ticari akıl haline geldi. Bu akıl bireyci he­
donizmi çoğaltan bir akıldır.
Batı tarihinin ve kültürünün ürünü her kavram, her ideoloji, her

hareket hegemonik dayatmalarla evrenselleştirilmeye çalışılıyor.


Rönesans sonrası dönemde sömürgecilik, kapitalizmle birlikte baş­
ladı. Kapitalizm ve sömürgecilik hem insan hem de tabiat üzerinde
tahakküm kuran bir bilim anlayışı oluşturdu. Müslümanlar, bunun,
Latin Hıristiyan dünyasına ait, bu dünya ile özdeşleşen; İslami ha­
yatta ve dünyada hiçbir karşılığı bulunmayan, sektiler bir dil ve
söylemle yönlendiriliyor, biçimlendiriliyor. Hıristiyanlık, kapita­
lizm, aydınlanma, teknolojik üstünlük bütün dünya için tek uygar­
lık modeli olarak dayatılıyor. Bu uygarlık modelinin bütün kavram
ve kurumlan, Müslümanlara karşı ideolojik kampanya aracı haline

31
Atasoy Müftüoğlu

getirilmiştir. Bu nedenle Müslüman hayatlar ve kültürler tahakküm


altındadır. Bütün bunlara karşın, her toplumda Müslümanlar mev­
cut durumu aşmak yerine, mevcut durumu sürdürmeye çalışıyor.
Mevcut durumu sürdürmek istemeyenler, İslil.mi bir dönüşümü ger­
çekleştirmek isteyenler bir şekilde yalnızlaştırılıyor.
Modem-sektiler zamanlar boyunca Batı dışı dünyada ortaya çı­

kan sömürgecilik karşıtı her hareket barbarlık olarak kategorize


edildi. Batı dünyasının her alanda gerçekleştirdiği vesayet sistemi
bu yolla meşrulaştırıldı. Bugün, her şeyden önce Müslümanların bir
özneleşme süreci yaşayarak acil sorunları belirleyip bir yol haritası

çizerek bağımsız bir varoluş alanına çıkmaları gerekiyor.


İslil.mi özgürlüğün, özgünlüğün, bütünlüğün, bilincin, ruhun ve

üretkenliğin kaybıyla birlikte katı bir biçimciliğe sürüklendik. Bir di­

ğer yanda, insanı eylemden alıkoyan, ölçüsü, ilkesi olmayan batınilik­


lere kapandık, ortak kimliğimizin ve ortak referanslarımızın kaynağı
Ümmet'ten uzaklaştık. Günümüzde, ırk, renk, mezhep farklılıklarına

dayalı çatışmalar, rekabetler yeni bir kabilecilik dönemine girdiğimi­

zi gösteriyor. Tevhidi bakış açısıyla bakma liyakatine sahip olmadığı­


mız için ulusal, mezhepçi İslamcılıklar icat ettik. Din'in kişiselleşme­
si karşısında bir sorgulama yapmadık. İslami otorite boşluğu nedeniy­
le Ümmet bilinci merkeziliğini yitirdi, ulusal çıkar mülahazaları, mez­
hep çıkarı mülahazaları, Ümmet hassasiyetinin yerine geçti.
İslil.mi bağlamda tarihi yeniden başlatabilmek için Müslüman
zihnin her tür vesayetten özgürleştirilmesi gerekir. Irkçı, ideolojik

tarihin ve zamanın bakış açısını mutlaka değiştirmemiz gerekir.


Karşı karşıya bulunduğumuz altüst oluşlar, yabancılaşmalar, kop­
malar, keskin gerilimler ve bölünmelerle ilgili, zihinsel ve ahlaki an­

lamda yeni bir yöntem belirleyerek yeni bir başlangıç yapabiliriz.


Umut; sorumluluk almak, paylaşmak ve direnmekle başlar. Her

tür koşullanmaya, her tür propagandaya açık birey ve cemaat, an­


lamlı, isabetli, nihai tercihler yapamaz. Propaganda ve yönlendirme
yoluyla hayatlarını sürdüren ve tercihte bulunanlar, hiçbir durumda
kendilerini gerçekleştiremez. Yeryüzünde Allah'ın (c.c.) iradesini

32
Teslimiyetçilik Kader Değildir

gerçekleştirmek üzere, içtenlikli, bilinçli çabası olmayanların umut


hakkı olamaz.
Bugünün neoliberal kültürü yapaylık, geçicilik, aldatıcılık ve

müstehcenlikten oluşuyor. Bu kültür içerisinde kadınlar cinsel etki­


leşimi ve cinsel yakınlaşmayı kışkırtan feminist bir tarz oluşturma­
ya çalışıyor. Ölçüsüz tüketim günümüz insanı için yeni bir yatıştı­
rıcı işlevi görüyor. İnsanlar marka alışverişi yaparak sahte mutlu­

luklar yaşıyor. Dijital hayatlar, insanları gerçek hayattan uzaklaştı­


rıyor. Modern ideolojik ütopyalar çöktüğü halde, ideolojik siyaset
yapılabiliyor. İdeolojik rekabetler istenildiğinde kışkırtılabiliyor.
Tarih, politik bir araç olarak kullanılabiliyor. Tarih, kazananların

dünya görüşleri doğrultusunda, kaybedenlerin trajedilerini yansıt­


mayacak, içermeyecek şekilde yazılıyor. Kısa vadeli siyasal hesap­
lar, rekabetler ebedi ahlaki ilkeleri ayaklar altına alabiliyor. Suudi
Arabistan ile İran arasında yaşanan jeostratejik etki mücadelesi Or­
tadoğu'yu her geçen gün daha çok istikrarsızlığa sevk ediyor. Afri­
ka'nın sahip olduğu doğal kaynaklan sömürmek, uranyum, fosfat,
altın gibi değerli madenlere sahip olmak, bir diğer yanda İsliimi un­
surları etkisiz hale getirebilmek için Fransa, İngiltere 'nin de yar­
dımlarını alarak Mali 'ye saldırıda bulunuyor.
Bugünün dünyasında nerede durduğumuzu anlayabilmek için
romantik rüyalara, umutlara yaslanmaktan vazgeçerek gerçeklere
uyanmak zorundayız. Gerçeklerin farkında olmadığımız için siya­
sal ve toplumsal eleştiri yapma ihtiyacı duymuyoruz. Günümüzde
İslam dünyası ülkelerini ya coğrafi anlamda ya da sayısal anlamda
tanımlayabiliyoruz. İsliim toplumları her alanda üretkenliğini yitir­

miştir. Müslümanlar, eski yaklaşımlar yerine, yeni bir bugün, şim­


di yaklaşımı oluşturabilmeli. Ümmet ölçeğinde ortak bir bilinci an­
layıncaya kadar, niteliksel anlamda bir varlık ortaya koyamayız.
Farklı yorumları sorun olmaktan çıkarabilecek; çok kültürlü, çok
etkili bir gerçekliği kuşatabilecek, içerebilecek yeni bir dil oluştu­
rabiliriz. Kısmi putçuluklardan vazgeçebilecek bir erdeme sahip
olabilirsek bu bütünlüğü sağlayabiliriz. Mezhep bağnazlıklarıyla,

33
Atasoy Müftüoğlu

etnik bağnazlıklarla malfil bir kültürden, put kıncı düşünceler, put


kırıcı düşünürler çıkmaz.
İnsan fıtratına yabancılaşan bir çağda, dünyada bütün doğallık­
lar birer birer kayboluyor. Modem, sektiler, ideolojik zamanlarda,
insanların utanç verici eylemleri sorun olmaktan çıkıyor. Hayasız­
lık sorun olmaktan çıkıyor. Hayatın her alanında karşı karşıya gel­
diğimiz zihinsel sahtekarlıklar normalleşiyor, sıradanlaşıyor. Siya­
sal iktidar mücadeleleri bir fikir ve ilke içermiyor. Bilincimizin ve
kalbimizin sesini duymayı unuttuğumuz için her konuda propagan­
daya göre tavırlar alıyoruz.
Modem, sektiler, liberal değerlerin evrenselcilik iddiasıyla İs­
lam toplumlarına dayatılması, bu değerlerin vesayeti altına alınma­
sı, toplumlarımızın yüzeysel bağlamda da olsa bu değerleri, haya­
tın her alanına ilişkin her tür algının bulanıklaşmasına, tahrif edil­
mesine, bozulmasına neden oluyor.
Hiçbir ülke, hiçbir toplum, hiçbir kültür, hiçbir edebiyat hep ve­
sayet altında, hep araf 'ta kalarak asla hayatiyet kazanamaz. Top­
lumlarımızla Batı dünyası arasında sürdürülen asimetrik ilişki, he­
pimizi kültürel bir ırkçılığa maruz bırakıyor. Bu konumun, İslami

düşünce, kültür, edebiyat ve siyaset hayatı tarafından tartışılabil­


mesi gerekir. Yeni bir düşünsel gündem, yeni bir anlamlandırma
çerçevesi oluşturarak yeni bir bilinç inşa edebiliriz. Karmaşık ve
bölünmüş düşüncelerle yeni bir gündem oluşturulamaz. Geleceği­

mizi kendi elimize almak istiyorsak, her tür vesayet baskısını red­
detme iradesi gösterebilmeliyiz.
İçerisinde yaşadığımız zamanlarda, karşı karşıya bulunduğumuz
gelişmeleri, olayları ve tarihi etkileyebilecek, düşünceler, görüşler,
etkinlikler oluşturarak ilkeli bir tavır ortaya koyabiliriz. Edilgenlik
bir tercih, bir kader olamaz. Emperyal, neoliberal sisteme eklemlen­
mek, bu sistemle işbirliği yapmak, bu sistemin bir parçası haline gel­
mek, İslami varoluş alanından ve İslami sorumluluklardan çekilmek
demektir. Düşünce, kültür, edebiyat hayatımız, İslam'ın toplumsal,
siyasal misyonunu kamuoyu gündemine kazandırabilmek için eleşti-

34
Teslimiyetçilik Kader Değildir

rel, muhalif bir direniş dili, direniş tasavvuru üzerinde çalışmalıdır.


Soyut bir düzlemde İsliimi bir modelden söz etmekle bu modelin na­
sıl gerçekleştirilebileceğine ilişkin somut çalışmalar yapmak birbi­
rinden çok farklı şeylerdir. Geçmişi romantize eden kişiselleşmiş bir
maneviyatla zihinsel bağımsızlık ve hareketlilik sağlanamaz. İs­
lfun 'ın, ulus-devlet söyleminin bir parçası haline getirilmesi, Müslü­
manların kurulu düzen içerisinde, kurulu düzenin kurallarıyla bütün­

leşmesi hiçbir gerekçeyle kabul edilemez.


Gelenekçilikle bütünleştikçe, İsliimi bütünden her geçen gün
daha çok uzaklaşıyoruz. Gelenekçi kültürün tahakkümü sebebiyle
zamanımızın sorunları karşısında çaresiz kalıyoruz. İsliim algısıyla
ilgili derin bir yozlaşma yaşanıyor. İsliim 'ı, bir bütünlük içerisinde
temsil ettiğimizi iddia edemeyiz. Topluma, tarihe, siyasete müda­
hale etme yeteneği ve iradesi taşımayan sektiler bir İsliim tanımı
yapılıyor. Evrensel İsliimi bütünlüğün, yerel bir kültüre, yerel bir
geleneğe indirgenmesi karşısında bilinçli bir sorumluluğa maalesef
uyanabilmiş değiliz. Aziz İsliim'ın, her hangi bir milllyetin, her
hangi bir mezhebin, her hangi bir ulus-devletin mülkü haline geti­
rilmesi bizleri rahatsız etmiyor. Kapsayıcı bir ufka, kapsayıcı bir
duyarlılığa, kapsayıcı bir ahlaka yabancılaşıyoruz. Etnik, mezhepçi
bağnazlık alanlarına kapandığımız, kapatıldığımız halde, gerçekdı­

şı beklentiler içerisine girebiliyoruz.


Zamanı bir bütünlük içerisinde kavrayamamak gibi bir problemi­
miz var. Zamanımızı hiçbir şekilde etkilemesi, dönüştürmesi müm­
kün olmayan eski metinleri ezber yoluyla tekrar etmeyi İslfuni eğitim
sanıyoruz. Bir yanda geçmişi, diğer yanda Batı'yı taklit ettiğimiz için

yeni bir insan, yeni bir toplum ve yeni bir inşadan söz edemiyoruz.
Özellikle genç kuşaklar dijital prangalar sebebiyle düşünme yetenek­
lerini yitiriyor. Dijital ürünlerle bütünleşen günümüz insanı, teknolo­
ji tarafından kullanılıyor. Iphone kuşağı anlam dünyasından uzakla­

şıyor. Kadın çekiciliğinin hayasızca teşhiri, modernlik adına savunu­


labiliyor. Aşın akılcılık, aşırı rasyonalite, mekanikleşme, ilahi değer­
lerden bağımsız dünyalar, hayatlar oluşturuyor.

35
Atasoy Müftüoğlu

İslam, Allah'ın (c.c.) bizlere yüklediği bütün sorumlulukları, iç­


tenlikle yüklendiğimizde varoluşumuzu şekillendirir.
Müslüman olmak, her durumda, her yerde, her şartta; Allah'ı, tev­
hid'i, merkeze alan bir konum, duruş, tavır sahibi olmak demektir.

Bilinç yoksa eğer, gelecek de yok demektir.


Gelenekçi, görenekçi, menklbeci bir kültürle, hamasi, popülist
bir kültürle İslami bir gelecek, İslami bir umut inşa edilemez. Tev­
hid ve Ümmet'le bütünleşen bir imanın dışında her şey anlamsızla­
şıyor. İman, görünmeyenleri de görmek ve yaşamak anlamı taşır.
Resmi ya da geleneksel paradigmaların ve sınırların içerisine

hapsolmak, sürünün bir parçası olmak, muhalefet etmemek, sorun


çıkarmamak, ahlaki çürümenin yansımasıdır. Bir başka çürümeye
de kontrolsüz küresel ticaret ve piyasa liberalizasyonu neden olu­
yor. Neoliberal diktatörlük, günümüzde markaların diktatörlüğünü,
markalara dayalı kimlikleri dayatıyor.
Hayal dünyalarında yaşayarak değil, gerçeğe uyanarak umuda
yol bulabiliriz. Alışkanlık yapan medya uyuşturucuları, bağımlılık
yapan gelenek uyuşturucularından kurtulamadığımız takdirde fark­

lı dünyaların gerçeğine açılamayız. Farklılığı sorun olmaktan çıka­


ran bir erdemliliğe sahip olmak şiarımız olmalıdır. Bilgi 'nin ide­

olojik, ırkçı, Oryantalist amaçlarla biçimlendirildiği dijital zaman­


larda daha çok dikkate ihtiyacımız olduğunu unutmamalıyız. Her
geçen gün daha da azgınlaşan kapitalist imparatorluk, bilişim yo­
luyla yayılmacılığını sürdürüyor. Her tür bilgi'nin küresel-emper­
yal sistem tarafından kontrol edildiğini hatırlamak zorundayız.
Medyanın çevremizde olup biten olaylarla ilgili yansıttıklarıyla

gerçekler arasında uçurumlar olduğunu bilmeliyiz.


Küresel etkiler karşısında direnme yeteneğimiz olmadığı için
özgün yanlarımız, bilincimiz aşındırılıyor. Emperyal-seküler siste­

min her dönemde yeni sömürgeleştirme biçimleri bulabildiğini


unutmamalıyız. Taşralı bir kültürle, taşralılaştırılmış bir zihniyetle,
sözünü ettiğimiz sömürgeleştirme biçimlerini fark edemeyeceğimi­

zi anlayabilmeliyiz.

36
Teslimiyetçilik Kader Değildir

Aziz İsHl.m'ın, şu ya da bu mezhebin, şu ya da bu cemaatin ve­


sayetinden kurtarılması, İsHl.mi bilincin bağımsızlaştırılması gerekir.
İsHim'ın kendisi olmaktan çıkarıldığı, gelenekçi, statükocu kalıplara
sokulduğu, her tür iktidarın İsHl.m'ı araçsallaştırabileceği, mezhep,
cemaat çıkan doğrultusunda çarpıtılabildiği bir dünyada, hiçbir za­
man ve hiçbir şekilde evrensel bir İsHl.m ve Ümmet ufkuna ulaşma­
mız mümkün olmayacak. İsHl.m'ın evrenselliği emperyalist olmayan
bir evrenselliktir. İsHl.m 'ın evrenselliği, insanlığın varoluşsal sorun­
larıyla ilgilenen, varoluşsal hassasiyetlerine yanıt veren bir evren­
selliktir. Müslümanlar olarak varoluşumuzu ilfilıi bağışlar ve lütuf­
larla anlamlı ve değerli kılabiliriz. Müslüman olmak demek; müm­

kün olanın en iyisini, en güzelini ve en doğrusunu yapmak demek­


tir. Tevhide, Ümmete dayalı temel nirengi noktalarını kaybeden
Müslümanların, kendilerini kapitalist, neoliberal sisteme satmış ol­
maları mazur görülebilecek, gerekçelendirilebilecek bir durum de­
ğildir. Bugün, kapitalist, neoliberal duyarsızlık, insanlığı tehdit eden
sorunlar karşısında büyük bir aldırmazlık içerisindedir.
İslami referans noktalarını terk ederek neoliberal sisteme anga­
je Müslümanlar, çok ciddi bir biçimde içsel sorgulamalar yapabil­
melidir. İsHl.m 'a ve Müslümanlara karşı soğuk savaş ve propagan­
da savaşı bütün yoğunluğuyla sürerken, kültürel ve fiziksel saldırı­
lar artarken, dünyanın mevcut durumuna ilişkin dehşet verici bir
kayıtsızlık içerisinde olabiliyoruz. İsHl.mi cemaatler çok edilgin tü­
keticilerden oluşuyor. İktidardan ve otoriteden bağımsız bir dil,
muhalif bir dil oluşturarak iktidara ve otoriteye doğrulan söyleye­

bilmeliyiz. Dünyayı değiştirme, dönüştürme bilinç, ceht ve iradesi­


ne sahip olmak isteyen Müslümanların, her tür putçuluğa karşı, ik­
tidar, para, çıkar putçuluklanna karşı donanımlı olmaları iktiza
eder. Cemaat mensuplarının yalnızca kendi liderlerini kutsallaştır­
maktan ibaret hizmet yaklaşımları da bir başka putperestliktir.
Kur'an-ı Kerim, hiçbir şekilde, mezhep, cemaat çıkan doğrultusun­
da, Kur'an-ı Kerim'in bütünlüğünden bağımsızlaştınlarak yorum­
lanamaz. Nerede olursa olsun, düşünce tarzımız, yaşayış tarzımız

37
Atasoy Müftüoğlu

İslami bütünlüğü yansıtabilecek bir ufuk içerisinde somutlaştırıl­

malıdır. Eleştirel bir bilince sahip olması gereken her Müslüman


kendisinden sorumludur.
Aziz İslam'ın millileştirilmesi, resmileştirilmesi, sünnileştiril­
mesi, şiileştirilmesi, selefileştirilmesi, vahhabileştirilmesi, biitini­
leştirilmesi, nurculaştınlması, folklorikleştirilmesi, bireyselleştiril­
mesi karşısında bütün Müslümanların derin bir tevhid, ümmet dik­
kat ve hassasiyeti içerisinde bulunmaları gerekir. Bilincimiz, aklı­
mız, kalbimiz, yüksek bir sorumluluk duygusu içerisinde dünyanın
bütün ufuklarını aynı içtenlikle kucakladığında ancak, sağlıklı bir

yol üzerinde yürümekten söz edebiliriz.


İhtiraslarımızın, çıkarlarımızın hiçbir şekilde ibadetlerimizin
önüne geçmesine fırsat vermemeliyiz. Ahiret hayatına yönelik ilgi­
lerimiz, yoğunluklarımız, dünyevi sorumluluklarımızı ihmal etme­
mize; dünya hayatına yönelik yoğunluklarımız da ahiret hayatına

yönelik sorumluluklarımızı ihmal etmemize neden olmamalıdır.


Maruz kaldığımız bunca felakete, acıya, ıstıraba ve yıkıma rağ­
men; bakış, duyuş, algı tarzımızı kökten değiştirmeye cesaret ede­
miyoruz. Tarihi, hayatı, dünyayı sektiler ölçütler temelinde yaşa­
maya devam edebiliyoruz. Hayatımızda çok köklü, çok anlamlı,
çok değerli değişiklikleri gerçekleştirebileceğimiz ilahi modele,
ilahi yönteme ve kaynağa yabancılaşıyoruz. Ahlaki, deruni boyut­
larımızı kaybediyoruz.
İnsanlık çapında, dünya çapında yaşanan çok ağır ve büyüyen
sorunlara, insanlık ve dünya çapında karşılıklar, yanıtlar ve çözüm­
lemeler bulmak gerekir. Bu sorunlar karşısında hiçbir etnik, yerel,
milliyetçi, mezhepçi tavır ve yorum asla tutunamaz, birbirlerine ka­
palı, birbirlerinden hiçbir şey öğrenmek istemeyen, öğrenmek bir
yana birbirleriyle kavgalı milliyetçi, mezhepçi parçalanmalardan
bir umut çıkamaz.
İslam dünyası, ümmete çok derin bir bağlılık duyarak ancak zi­

hinsel bir devrimle yeni bir başlangıç yapabilir, niceliklere indir­


genmiş bir dünyada ve toplumda, her şeyden önce, hayatın anlamı-

38
Teslimiyetçilik Kader Değildir

nı, niteliksel bağlamda yeniden somutlaştırmamız gerekir. Müslü­


manlar olarak geçmişin tekrarı bir bugünü yaşıyoruz. Zihinsel bir
devrim gerçekleştiremediğimiz taktirde, geleceğimiz de bugünün
tekrarı olacaktır.
Küreselleşmenin neden olduğu derin değişim, bütün İsliim top­
lumlarında da kendisini açıkça hissettiriyor. Ulus ötesi ilişkiler,

yaklaşımlar, etkiler, ulus-devletin kontrolü dışında sıradanlaşıyor.


Her yerde, herkes herkesle ilişki kurabiliyor, mesafe sorun olmak­
tan çıkıyor, mekansızlaşan bir dünya oluşuyor. İsteyen, ilgili, yete­
neği olan herkes, potansiyel bir işlev sahibi olabiliyor; sesini, me­
sajını, rahatsızlığını, taleplerini bir şekilde duyurabiliyor. Ortado­

ğu 'da yaşanan ayaklanmalar, isyanlar, sözünü ettiğimiz bu sürecin,


bağlamın yansımalarıdır. Bu nedenledir ki bu ayaklanmalar bir zih­
niyet değişimini amaçlamıyor, küresel süreçlere eklemlenme ama­
cı taşıyor. Karşılıklı bağımlılık ilişkileri egemenlikleri aşındırıyor,
küresel güvenlik politikaları karşısında, ulusal güvenlikten söz edi­
lemiyor. Günümüz dünyasında her tür çıkar yaklaşımını ve ege­
menlik hırslarını meşrulaştırabilecek yeni bir akıl biçimi ortaya çık­
mıştır. Bu akıl biçimi her tür değer sistemini, her tür ilkesel tavrı
sarsıyor, altüst ediyor.
Krizlerin, şiddetin, iç savaşların, güvensizliğin yayıldığı bir dö­
nemde toplumlarımız her geçen gün daha çok zayıflıyor, güçsüz ve
etkisiz hale geliyor. Bu durum karşısında, mezhep bencilliklerinin,
cemaat bencilliklerinin geçerli hiçbir mazeretleri olamaz, sözünü
ettiğimiz zayıflık, güçsüzlük ve bilinçsizlik sebebiyle bugün, pek
çok İsliimi akım, isim, Mevlana, İbn-i Arabi, Yunus Emre, tasavvu­
fi ve neonurculuk gibi akımlar, küresel bir siyasal proje adına ma­
alesef araçsallaştırılmıştır.

Küresel iletişim aygıtları, sistemi, yerel toplulukları özellikle de


genç kuşakları, ulusötesi bir dünya ile bu dünyadaki gelişmelerle,
oluşumlarla, fikirlerle buluşturuyor; ulus-devletler, yerel kültürler,
küresel ekonomik ve kültürel gelişmeler/güçler karşısında savun­
masız ve dirençsiz hale geliyor. Bu durum karşısında genç kuşak-

39
Atasoy Müftüoğlu

lar çok ciddi bir biçimde değer değişimi yaşıyor. Modem, sektiler,
neoliberal ideolojilerin büyüleyici ikna gücüne karşı genç kuşakla­
rın tutunabilecekleri güçlü referans kaynakları yok. İslam'ın birey­
sel bir dindarlık biçimine ve geleneğe dönüştürülmesi karşısında,
genç kuşaklar küresel dinamikler doğrultusunda tercihler yapıyor.
Küresel kültürel güç karşısında bütün toplumlar, daha esnek tercih­
ler yaparak yerel kültürel değerlerden ve ilkelerden vazgeçiyor. Or­
tadoğu'da yaşanan ayaklanmalarla birlikte Ortadoğu ülkeleri küre­
sel sermayenin çıkarlarına açık hale getiriliyor. Mısır, neoliberal
ekonomik, politik sisteme entegre olmaya çalışıyor. Ortadoğu böl­
gesinde yaşanabilecek gerçek bir İslami değişimi kontrol edebil­
mek için küresel sistem Türkiye modelini gündemde tutuyor.
Evrensel sorumluluk ve bilinç, etnik ve mezhepçi bencillikleri,
saplantıları, bağnazlıkları aşmakla başlar. Bütün insani alanları ve
ilgileri kapsamayan İslami bir perspektif ve ufuk düşünülemez.
Bencilliklerin tayin edici olduğu bir yerde hiçbir dayanışma ger­
çekleştirilemez.

40
DÜŞÜNCESİZLEŞTİRİLEN TOPLUMLARIN BAGIMSIZ
BİR GELECEK İNŞA ETMELERİ BEKLENEMEZ

Günümüz dünyasında bilgi, emperyal siyasetin çıkarlarını


onaylayacak şekilde üretiliyor. Modem-sektiler zamanlar boyunca
bilgi, sömürgeci yayılma ve tahakkümü meşrulaştıracak bir çerçe­
ve içerisinde icat edildi. Bugün de medya, emperyal maceraları
haklılaştırmak üzere kullanılıyor. Hepimiz medya moğolları tara­
fından kuşatma altında tutuluyoruz. Her şeyin piyasaya göre belir­
lendiği bir dünya, kesinlikle ahlaka ihtiyaç duymuyor. Bu dünyanın
her durumda yalnızca /aydaya ihtiyacı var. Avrupa Aydınlanması­
nın tanımladığı insanın zihninin, ruhunun, kalbinin olmadığını, bu
insanın bedenden ibaret olduğunu da kaydetmek gerekiyor.
Piyasa ölçütleri, bütün ölçütlerin üzerinde olduğu için günü­
müzde siyasal sistem, bir şirket yönetilir gibi yönetiliyor. Bugünün

dünyasında bir yanda küresel ağlar, diğer yanda milliyetçilikler; bir


yanda yersiz yurtsuzlaştırmalar, diğer yanda yerleşimler; bir yanda
küresel piyasa hareketleri yer alırken, diğer yanda ulusal çıkar yak­
laşımları yer alabiliyor. Çatışmalar ve değişim sorunlarından kay­
naklanan bunalımlar derinleşiyor, yayılıyor.
İslam toplumları; zihinsel dünyaları dönüşüme uğratıldığı için
düşünsel mevcudiyetleri, üretkenlik yetenekleri olmayan toplumla­
ra dönüştürülmüştür. İslam toplumları kendi bağımsız irade ve ey­
lem yetenekleriyle bir varoluş mücadelesi vermek yerine, her konu­
da Batı dünyasının onayını alarak varolmaya çalışıyor. Müslüman-

41
Atasoy Müftüoğlu

lar şimdiki zamanda cereyan eden yerel ya da küresel olaylan, içe­


risinde yaşadığımız çağın, tarihin nabzını tutarak değil, duygusal ve
biçimsel bir zeminde anlamaya çalışıyor. Biçimsel olarak anlamak­
sa hep yanılsamalar biriktirmekle sonuçlanıyor.
İslam toplumlarında, özellikle de son dönemde, pek çok ayak­
lanmanın, isyanın yaşandığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde
tarih kesinlikle ilerlemiyor; tarih bir o yana, bir bu yana savruluyor,
yalpalıyor. Hemen her ülkede temel değerlerden, ilkelerden, ölçüt­
lerden, kurallardan yoksun güç mücadeleleri yaşanıyor. Oyun içe­
risinde oyunlar sergileniyor. Her ülkede bölünmeler, çatışmalar, re­
kabetler, karşıtlıklar çoğalıyor. Ayaklanmaların yaşandığı ülkeler­
de, çok muğlak ve gri bir tabloyla karşı karşıyayız. İsyan ve ayak­
lanmaların hangi yönde sonuçlar üreteceğine ilişkin hiçbir somut
belirti olmadığını bilmek, anlamak gerekiyor. Ayaklanmaların ya­

şandığı ülkelerde sorumluluk alanlar daha çok genç aktivistler.


Genç aktivistler, Batı ' lı kavramlar merkezinde düşünüyor, hareket
ediyor. Bütün bu ülkelerde Batı kendi sistemini zorla kabul ettirme­

ye çalışıyor. Batı dünyası bugüne gelinceye kadar; aşın, fundamen­


talist, ekstremist olarak tanımladığı ve etiketleyerek dışladığı ke­
simleri, bugün iş odaklı pragmatistler olarak görüyor, onlarla işbir­
liği yapmanın yollarını anyor. Yakın zamanlara kadar siyasete kar­

şı mesafeli bir duruşu olan Selefi akımlar, bugün siyasetin merke­


zinde yer almak için kavga veriyor.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde bütün dayanışmalar, itti­
faklar sürekli yer değiştiriyor. Bu ittifaklar ilkesizlik ve mantıksızlık

zemininde gerçekleşiyor. Herkes bir biçimde günü kurtarmaya çalışı­


yor. İslami unsurlar Amerika ile birlikte hareket ediyor, Libya ve Su­
riye örneğinde görülebileceği üzere, Batı'nın askeri girişimlerini da­
vet ediyor, destekliyor. İki Batı 'da (Amerika ve Avrupa' da) Müslü­

manları kategorize ederek Sünni Müslümanlarla birlikte hareket edil­


mesi gerektiği yönünde telkinlerde bulunuyor. Şii dünyanın, siyase­
tin, direnişin yalnızlaştınlması konusunda bugün Suudi Arabistan ön­

cülüğünde yeni bir koalisyon oluşturulmuş bulunuyor.

42
Teslimiyetçilik Kader Değildir

Bugün, gerçekleştirilen ittifakların mahiyetlerini sağlıklı bir biçim­


de çözümleyebilmek güç görünüyor. Amerika Irak ' la, Irak İran ' la, İran
Suriye ile dayanışma içerisinde. Irak ve Suriye Baas rejimleriyle, Kad­
dafi rejimini yıkıma uğratan Amerika; otoriter Arap monarşileriyle iş­
birliği yapıyor. İran, otuz yıldan beri reel politik sınırlar içerisinde ha­
reket ediyor ve kuşkusuz İran ' ın her durumda yeni ittifaklara ihtiyacı
var. Bütün ittifaklar günümüzde yanlış temeller üzerinde yükseliyor.

Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde yaşanan olaylar medya savaş­


ları aracılığıyla, kameralar aracılığıyla tek yanlı, önyargılı ve emperyal
çıkarlar doğrultusunda yansıtılıyor. Kameraların/medya'nın ilgi alanı
dışında kalan kesimlerin, sokağa, alana çıkmayan kesimlerin ne düşün­
düğünü, nasıl düşündüğünü kimse bilmiyor. Kitleler medya savaşları
aracılığıyla zihinsel soykırımdan geçiriliyor. Medya, kamera her ülke­

de açıkça bir tahrik ve kışkırtma rolü üstleniyor. Her ülkede statüko,


askeri unsurlara dayanırken; muhalefet hareketleri savaşları medya
aracılığıyla sürdürüyor. Kurulu düzenlerin medyası, itibarlarını kaybe­

derken, muhalif medyanın itibarı artıyor.


Sözünü ettiğimiz ülkelerde devrim ya da bahar bir yana, yeni bir
yolu, yöntemi, yaklaşımı, modeli, programı, eylemi şekillendirebile­
cek irade ve liderlik olmadığım bilmek gerekiyor. Her ülkede ikti­
dara gelenler meşruiyetlerini dışarıdan tedarik etmeye çalışıyor.
Muhaliflere, B atı dünyası saygınlık ve görünürlük kazandırıyor.
Muhalif bütün unsurlar her ülkede, Suriye ' de de pozisyonlarım ya­
bancılara, onların muvafakatlarına göre belirliyor. Libya'da, Suri­
ye' de; çeteler, kriminaller, kuşkulu silahlı gruplar, gerilla örgütleri,
komiteler, hiç kimsenin kendilerine vermediği bir meşruiyet ve oto­
rite peşinde. Her ülke siyasal bir öngörülemezlikle karşı karşıya.
Geçmişe doğru düşündüğümüz, geçmiş tarafından baskı altına
alındığımız için bugüne, geleceğe ilişkin bir vizyon üretemiyoruz.
Ulusalcı politikalar, ulusalcı çıkar yaklaşımları aşılamıyor. Müslü­
manlar arasında ortak bir strateji gerçekleştirilemiyor. Yerelci ko­

numlar ve yerelci bağlılık biçimleri ufkumuzu kapatıyor. B ilinç ol­


madığı için hiçbir şekilde özne de olunamıyor.

43
Atasoy Müftüoğlu

B atı dünyası Müslümanları ötekileştirirken, Müslümanlar B a­


tı ' nın onayını almaya çalışıyor, B atılı referansları içselleştiriyoruz.
Sömürgeci kavramların, değerlerin, referansların, dünya görüşünün
içselleştirilmesi her türlü direniş imkanını, zeminini yok ediyor.
Toplumlarımızın bilincini , tercihlerini, tavrını, eylemlerini Av­
rupamerkezci uygarlık değerlerinin dönüştürdüğü bir dönemde; bi­

zim İslfim medeniyetinden söz etmemiz bir anlam taşımıyor. İslfim


kültür ve medeniyeti birikimi , modem-seküler kültür ve uygarlığın

meydan okumalarına üretkenlik ve yenilenme yetisini kaybettiği,


Müslüman halklar konformist geleneklerle, taşra dindarlıklarıyla
uyutuldukları ve düşüncesizleştirildikleri için cevap veremiyor. B u
tablodan bir özgürlük iradesi çıkarılamayacağını görmemiz gerekir.

Ahlili derinliklere sahip, sorumlu, bilinçli, eylemli, erdemli, sor­


gulayan, üreten, tartışan, merak eden, düşünen, araştıran, bütünlüklü
ve tutarlı varoluşlara sahip değiliz. Müslüman kitleler cemaatlerin

kullandığı duygusal, hamasi dini söylemler aracılığıyla düşüncesiz­


leştiriliyor. Kitleler her durumda yalnızca itaate koşullandırılıyor. Bu­
gün, yalnızca kitleler değil, aydınlar da akademik adamlar da hiçbir
şekilde çaba harcamadan, çalışmadan, yorulmadan, okumadan, tahsil

ve terbiye görmeden her şeyi bildikleri iddia edilen mübarek zatlara,


üstadlara inanıyor. Günümüzde bütün tasavvuf hareketleri bilginin
kaynağı olarak hikmeti, felsefeyi, keşfi, sezgiyi, ilhamı, aşk ve cez­

be 'yi temel alıyor. Ortaçağ Türkiye ' sinin Kalenderilik, Bektaşilik,


Mevlevilik, Hurufilik, Melamilik, Halvetilik, Horasanilik gibi mirası­

nı tüketiyor. Bütün bunların karşısında ise literalist Selefilik yeni bir


aşırılıkçılık oluşturuyor. Topluluk bilincine sahip olmayan kitle kültü­

rü, popüler beğeniye hitap etmek suretiyle kitleleri aynılaştırıyor.


B arbarlık yönünde ilerleyen sektiler burjuva uygarlığı karşısın­

da bfitıni geleneklere sığınmak hiçbir şey ifade etmiyor. Konfor­


mizme, statükolara kapanmış toplumlarda zihinsel ve ahlaki anlam­
da radikal bir dönüşüm gerçekleştirilemiyor. Her ülkede İslfimi ce­
maatler, partiler Avrupamerkezci söyleme dfihil olmak ve B atı ' yı

memnun etmek için yarış hfilindeler. Ortadoğu ve Kuzey Afrika' da

44
Teslimiyetçilik Kader Değildir

hiçbir ülkede kurulu düzenler ve statükocu yapılar ortadan kaldırıl­


madığı hiilde bizler Ortadoğu Devrimlerinden söz edebiliyoruz.
Batı vesayetini aşamamak her alanda çok derin bir bilinç bula­

nıklığına neden oluyor. Vesayet altında bulunan düşünsel ve kültü­


rel hayatlar gerçek çözümlemeler yapamadıkları gibi kendi sesleri­
ni de bulamıyor.
Toplumlarımızın hiilen içerisinde bulundukları, bilinç ve algı bu­

nalımından kurtulabilmeleri; sömürgeciliğin ve kültürel Oryantaliz­


min neden olduğu travmalarla hesaplaşabilmeleri için İslamcılık
mücadelesini bütün boyutlarıyla sahiplenmeleri ve güçlendirmeleri
gerekir. İslamcılığı siyasal bir ideoloji olarak yorumlamak, İslamcı

yönelişleri çarpıtmak anlamı taşır. İslamcılık siyasal bir ideoloji de­


ğil, iktidar talebi değil, bir bilinç ve özgürlük mücadelesinin adıdır.
Yerel aidiyetlere tutunmak, bu aidiyet biçimlerini kutsamak, bu ai­
diyet biçimlerini sömürmek, köhne milliyetçiliklerle, köhne muhafa­

zakarlıklarla, köhne mezhepçiliklerle sınırlı köhne bir dünyada yaşa­


maya mahkum olmak demektir. Köhne bir dünyaya kendimizi kapat­
tığımız için yeni bir şey üretmiyoruz, yeni bir şey keşfetmiyoruz, ye­
ni bir merak duygusu geliştiremiyoruz. Hiçbir şey üretmediğimiz için
emperyal, küresel sistemin ürettiklerini tüketiyoruz. Bu konumda bu­
lunuşumuz sebebiyle her gün yeni prangalar ediniyoruz. Sürü içgüdü­
sü hepimizi uyum ve itaate yönlendiriyor. Sürü içgüdüsüyle hareket
ettiğimiz için hiçbir konuda kişisel inisiyatifler alamıyoruz. İslami ce­
maatler kitleleri denetim altında tutabilmek için çok yoğun bir biçim­
de duygusal, manevi, psikolojik baskı altında tutuyor. Cemaat liderle­
ri de artık reklama, kitle medyası yoluyla oluşturulan imaja ihtiyaç du­
yuyor, her geçen gün bir şekilde fıtratımıza yabancılaşıyoruz. Günü­
müz insanı daha çok teknik anlamda iletişim kurabiliyor. Duygu yok­

sunlukları derinleşiyor. Modem seküler insan, insani dünyalara ya­


bancılaşıyor, yalnızlaşıyor, insani dünyalardan soyutlanıyor.
Varoluşumuza ilişkin bağımsız bir farkındalık oluşturamadığı­
mız için bir hiçliğe doğru yol alıyoruz. Maruz bırakıldığımız bilgi
bombardımanı sebebiyle, hangi bilginin, hangi amaca, hangi çıka-

45
Atasoy Müftüoğlu

ra hizmet etmek üzere üretildiğini anlamakta zorluk çekiyoruz. Bu


durum sürekli bir içsel ve zihinsel belirsizliğe neden oluyor. İhti­
yaçlarımız ve arzularımız bizim irademiz dışında nasıl imal edili­
yorsa, temsil edeceğimiz fikirler, yorumlar da aynı şekilde imal
ediliyor. Ötekileştirilenler tarihten ve varoluş dünyasından dışlanır­
ken, ötekileştirilenlerin özgün varoluşları da yok ediliyor.
Karşı karşıya bulunduğumuz yapısal, kronik sorunların, zaafla­
rın, tıkanmanın, tembelliğin sorumluluğunu çok güçlü bir içtenlik­
le üstlenebilmeliyiz. İ slami ilgiyi, sorumluluğu yalnızca ahiret ha­
yatıyla sınırlandırmak, Müslümanları dünyaya ilişkin sorumluluk­
ları konusunda kayıtsızlığa sürüklüyor. Zulme , emperyalizme kar­
şı, sömürgeciliğe ve ırkçılığa karşı teslimiyetçiliğe sevk ediyor. Bu
noktada işaret edilmesi gereken İslamcılık, her tür statükoculuğu,
konformizmi, muhafazakarlığı reddeder, sürekli mücadele halinde
olmayı ve direnişi önerir. İ slamcılık, sosyo-ekonomik ve politik ba­
ğımsızlığı, adaleti inşa etmek ister. İslamcılık, ibadet hayatıyla sı­
nırlı bir din algısını tartışırken, İslam 'ı hayatın bütün boyutlarına
kazandırmak üzere yeni bir bilince öncülük eder. B ağımsız, bilinç­
li, kararlı bir tercihin adı olan İslamcılık, ulus-devlet dayatmaların­
dan ve mukaddeslerinden özgürleşmek demektir.
Değerlerden bağımsız bir dünya, ancak şeylerin dünyası olabi­
lir. Şeylerin dünyası, kirlilik, yalan, yozlaşma, yıkıcılık, katliam, iş­
kence üreten bir sistem oluşturuyor. Bu sistem, hem eşits izlikleri
hem de kutuplaşmaları çoğaltıyor. Neoliberal serbest pazar düzeni,
Amerikan tarzını küresel bir tarza dönüştürüyor. Yeni haçlı seferle­
ri aracılığıyla, bütün zamanların en korkunç emperyal terörü aracı­
lığıyla kendi siyasal sistemlerini toplumlarımıza dayatıyor; toplum­
larımız, Afganistan, Irak, Libya, Suriye örneklerinde takip edilebi­
leceği üzere demokrasi emperyalizmi adına korkunç iç savaşlara
sürükleniyor. Masum halklar yerlerinden ediliyor. Bugünün dünya­
sında yaşanan bütün sorunların temelinde emperyalist, ırkçı, çıkar­
cı ideolojik ihtiraslar bulunduğunu bilmek gerekir.

Hiçbir eleştirinin, muhalefetin, sorgulamanın, direnişin olmadığı


yerde bilinç, özne olamaz, bağımsız bir dil ve söylem gerçekleştiri-

46
Teslimiyetçilik Kader Değildir

lem ez. Hiçbir eleştirinin, sorgulamanın, muhalefetin olmadığı bir

yerde yalnızca kölece itaat vardır. Yeni bir toplum ve sistem vizyo­
nu oluşturmak için önce bağımsız ilkesel bir duruş ve yürüyüş zorun­

ludur. Temel, vazgeçilemez İslami ilkelerimiz; dostluklarımızdan,


çevremizden, onlarla ilişkilerimizden çok daha önemlidir. Dostları­

mız, çevremiz, düşüncelerimiz, tavrımız, duruşumuz sebebiyle bizle­


ri yalnız bırakabilir, ancak ilkelerimiz hiçbir zaman yalnız bırakmaz.
Hangi düzeyde olursa olsun, günü yaşamak, günümüz insanının

y egane şiarı haline geliyor. Bu nedenledir ki bütün dünyamız, ha­

y atımız, ilişki biçimlerimiz pragmatik güdülerle şekilleniyor. Prag­


matik güdüler her türlü bencilliği ve her türlü kabileciliği meşrulaş­

tırıyor. Modem-sektiler zamanlarda bencilliğin, bireyselciliğin ve

ahlaki sınırları olmayan bireysel özgürlüğün meşruiyet kazanma­

sıyla birlikte değer sistemlerinin çöküşe geçtiğini hatırlamak gere­

kiyor. B ireysel özgürlük ahlaki ve toplumsal sınırlar ve sorumlu­

luklar içerisinde kalması koşuluyla savunulabilir. Sınırsız özgür­

lük, sınırsız hiçlik demektir. Her şeyi mubah saymak, bütün değer­

leri ve değer sistemlerini inkar anlamı taşır. İlahi varoluştan, ilahi

anlam ve değer ölçütlerinden bağımsız insan, bedensel güdülerden

ve teknik düşünceden ibaret bir varlıktır.

Özellikle genç kuşakların, paslı ve küflü bir konformizm, sağcı­

lık, muhafazakarlık karşısında, hiçbir konuda risk almayı gerektirme­

yen teslimiyetçilik karşısında bağımsız bir konumu ve küresel İslami

ufku seçmeleri hayati önemi haiz bir konudur. Müslümanlar bilinçli

bir irade oluşturmadığımız, yeni bir bilinç doğrultusunda yoğun ça­

balar harcamadığımız için, bize dayatılan korkunç bir tarihe katlanı­

yoruz. Kur ' an-ı Kerim ' in, toplumsal hayatı nasıl dönüştüreceğine

ilişkin çözümlemelerimiz yok. Gerçek hayatta uygulayacağımız bü­

tünlüklü ve kapsamlı bir model üzerinde çalışmıyoruz. İslami ideal­

ler soyut, felsefi ideallere dönüşüyor. İslami çalışmalar, ya hamaset

ve entelektüel egzersiz düzeyinde ya da konformist, muhafazakar

çerçevelerin kopyalanarak çoğaltılması şeklinde sürdürülüyor.

47
Atasoy Müftüoğlu

İslam toplumları olumsuz yönde bir dönüşüm yaşıyor. B atı ' dan

teknolojik araçlar ithal eden toplumlarımız, şimdi de amaçlar ithal

ediyor. İslami cemaatler, hareketler evrenselcilikten yerelliğe, mil­


liyetçiliğe , devrimcilikten reformculuğa doğru yol alıyor. B ütün İs­

lami oluşumlar ulus-devlet gerçekliğini kabul ederek bu doğrultu­


da konum tayin ediyor. Devrimci İslami oluşumlara, hareketlere

karşı dünya ölçeğinde büyük bir psikolojik savaş sürdürülüyor.


İslam Dünyasında, İslami düşünce hayatı, modem-sektiler za­

manlar boyunca tahakküm üreten kolonyalist dil, söylem, ideoloji,


kavram ve kurumlar karşısında entelektüel bir yetersizlik ve nitelik­
sizlik sergiledi. Modem, sektiler, emperyal dil ve söylemi kendi il­
keleriyle birlikte, arzu ve ihtiraslarını toplumlarımıza sömürgecilik
yoluyla dayattı. Bu dayatma karşısında düşünce ve kültür hayatımız
İslami bağlamda sistematik bir eleştiri ve yorum üretemedi, direniş
gerçekleştiremedi. Hepimiz içerisinde yaşadığımız toplumlarda,
kültürel yabancı haline getirildik. Bugün, halen, modem sektiler za­
manların gerçekleri, yapılan karşısında açıkça bir tıkanma durumu
yaşıyoruz. İ slam toplumlarını doğrudan ilgilendiren merkezi, haya­

ti sorunlar karşısında ne yazık ki sessizliğimizi koruyoruz.


Emperyal-küresel etkiler karşısında yaralayıcı, incitici bir sa­
vunmasızlık içerisindeyiz. Yaşadığımız bütün felaketlerin kayna­
ğında emperyalist etkiler arayan Garbiyatçı bir mantığa sahip oldu­
ğumuz için kendi zaaflarımızı tartışmıyoruz. Zihinsel çatışma ve
karmaşayı aşma liyakati gösteremiyoruz.
Zamanı biçimlendirmesi gereken İslam, günümüzde zaman tara­
fından biçimlendiriliyor, tanımlanıyor, konumlandırılıyor. İslam
toplumlarında yaşanan değişim hareketleri, ayaklanmalar, isyanlar

emperyal statükonun beklentileri, sınırları, dili ve mantığı doğrultu­


sunda yol alabiliyor. Arap toplumları arasında derin parçalanmalar,

derin istikrarsızlıklar yaşanıyor, bu durum İsrail ' in daha da güçlen­


mesine yol açıyor. Eleştirel güce, bilince sahip bir ufkumuz ve dili­
miz olmadığı için Libya ve Suriye ' de yaşanan iç savaşlarda emper­
yalizmin, emperyalist politikaların yanında yer alabiliyoruz. Özel-

48
Teslimiyetçilik Kader Değildir

lilde Ortadoğu ' da yaşanan gelişmelerle ilgili, ahmaklık derecesinde


düşsel ve romantik bir dil kullanıyor, yaklaşım sergiliyoruz.
Ortadoğu ' da yaşanan gelişmelerle ilgili, medyanın ürettiği san­

sas yonel ayrıntılar, sansasyonel öyküler ve spekülasyonlar üzerinde


tartışmıyoruz. Medya'mn temel insanlık sorunlarıyla ilgilenmediği­
ni unutuyoruz. Küresel gerçekliği anlamaya çalışmıyoruz. Demok­
rasi maskesi altında sürdürülen haçlı seferlerini analiz etmiyoruz.
İdeolojik savaşların bütün yoğunluğuyla sürdüğünü fark etmiyoruz.
Emperyal statüko ile hesaplaşamıyor, bu statükonun kavramla­

rım reddedemiyoruz. Ortadoğu ayaklanmaları, yerel tiranları değiş­

tirirken, emperyal statükonun tiranlığını sürdüren kavram ve ku­

rumlar karşısında eleştirel bir imada bile bulunamıyor. Aziz İs­


lfun' a bir bütün halinde sahip çıkamıyoruz. Aziz İslil.m ve Aziz
Kur ' an ya ahliiki rehberlikle sınırlı ya da metafizikle sınırlı olarak
değerlendirilebiliyor. Kur ' an aklıyla düşünmediğimiz, görmediği­
miz ve yaşamadığımız için Kur ' an-ı Kerim ' in temel ilkelerinin ev­

rensel ve ebedi bağlamda· geçerli olabileceğini kanıtlayabilecek bir


bilince, ufka ve çözümlemeye bir türlü ulaşamıyoruz. İslil.m ' ı, ye­
rel, geleneksel aklın sınırlan içerisinde temsil etmeye çalıştığımız
için suçluyuz. Yerel akıl, sıradan gündelik hayatın kaygılarım, ilgi­
lerini aşmayı başaramıyor.
Müslümanlar, S elman-ı Farisi gibi kendisini , İslil.m ' ın oğulları

ve kızları olarak tanımlayamıyor.


Sahih bir bilinci somutlaştıramadığımız için hiçbir ırkın, rengin,

değer ölçütü olarak ele alınmaması gerektiğini, İslil.m ' ın bütün in­
sanlık için olduğunu hatırlamıyoruz. Irkçılık, mezhepçilik bir put­

çuluk ha.Iine geliyor. B ir ırka ya da mezhebe tapmak demek, başka­


larına hayat hakkı tanımamak demektir.

Aziz İslil.m, gerçek bir eylem devriminin adıdır.


Kur ' an-ı Kerim ' e dayalı temel, entelektüel referansları özgür­

leştirnıediğimiz takdirde, hiçbir devrimden asla söz edemeyiz.


Güçlü, etkili, bilinçli bir varoluş ; tarihin, zamanın farkına vararak
başlar. Bilinçli bir varoluş evrensel aklın rehberliğinde, etki kay-

49
Atasoy Müftüoğlu

naklarını, alanlarını ve araçlarını çoğaltıp yeni boyutlar bularak,


içimizdeki ve dışımızdaki yaratılışı tefekkür ederek, radikal bir de­
ğişim için sıra dışı nitelikli kadrolar, üretken entelektüeller yetiştir­
mek suretiyle başlar. Derin düşünmeyen, üretmeyen, sorumluluk
almayan insan hiç yaşamamıştır. İnsan kendisini çoğaltarak, yeni
başlangıçlar yaparak, üreterek, kendisine büyük sorular yönelterek
gündelik sınırları aşabilir. Düşünme ve üretme yeteneğine sahip ol­
mayan insan için her şeye boyun eğmekten başka bir yol yoktur.
Dünyevi, maddi korkuların baskısı altında yaşamak, yaşamak de­

ğildir. Her türlü korkuyu aştığımızda ancak özgür olabiliriz.


Kendisiyle ilgili tercihleri, kararları bir başkasına, taklit ettiği
bir otoriteye bırakan insan, kendisine sahip olmadığı için böyle ya­
par. Kar ve zarar kaygılarının belirleyici olduğu bir hayat, hayat de­

ğildir. B ireylere ya da toplumlara zorla dayatılan, zorla kabul etti­


rilen fikirler ahlil.ki olamaz. İsliimi kimlik ancak eylemle tamamla­
nabilir. Y aratıhş amaçlarıyla bağdaşmayan konularla, sorularla, so­
mut spekülasyonlarla ilgilenmek yerine, sorumlu tutulduğumuz ko­
nularla, alanlarla ilgilenmeliyiz.
Piyasanın, paranın, bireyciliğin sınırsız saltanatı karşısında içeri­
sinde yaşadığımız ürküntü veren sıradanlıkları terketmeliyiz. Yaşa­
dığımız zamanın merkezi sorunlarının farkına varabilmeliyiz. Ger­
çekleştirilmesi mümkün sorumlulukları üstlenmede asla tereddüt et­
memeliyiz. İman ' ın dışa dönük tezahürleri üzerinde yoğunlaşarak
toplumun ilfilıi değerler doğrultusunda dönüştürülmesi mücadelesi
her an gündemimizde olmalı . Züht dünyadan uzaklaşarak değil,
dünyevi kirliliklerden, bayağılıklardan uzaklaşarak elde edilebilir.

Günümüzde temel İslami referanslarla yaşadığımız hayatlar


arasında büyük çelişkiler, derin uçurumlar var. Gönüllerimizde İs­

lil.mı yaşattığımızı sanırken, kafalarımızda kapitalist arzulan büyü­


tüyoruz. Bu çelişkileri aşabilmek için bütün varlığımızla düşünme­
li, bütün varlığımızla kendimizi uyarmalıyız, İsliimi referansları öz­
gürleştirmeyi, bu yolda bir mücadele vermeyi düşünmeksizin yaşa­

mak, nesneler gibi yaşamayı seçmek demektir. Kendimizi değiştir-

50
Teslimiyetçilik Kader Değildir

meden, değişim talep edemeyiz. B ir zihniyet değişimi yaşamadan


statükoları değiştiremeyiz.
Statükoları değiştirmek, temel sorunlarımız etrafında ortak bir

irade oluşturmak suretiyle gündeme taşınabilir. İnsanı, köleliğe, pa­


sifi zme, teslimiyetçiliğe, konformizme sevk eden her yaklaşım sor­
gulanarak reddedilmelidir.
Zihinsel bir kadavra gibi yaşamaya mahkum olmaktan daha kö­

tü, daha aşağılık bir konum olamaz. İslam ' ın, imanın dışa, toplum­
sal hayata dönük tezahürlerini gerçek kılmak gibi onurlu bir sorum­

luluğumuz olmalı.
Emperyal, modem, sektiler dünya kendi değer sistemini mutlak­
laştırarak farklı değer sistemlerine hayat hakkı tanımıyor. Bu ne­
denledir ki B atı dünyası, İslam toplumlarını, halklarını, kültürlerini
olumsuz birkaç klişeye indirgiyor. İnsani toplumsallıklar, ahlaki
toplumsallıklar birer birer kayboluyor. Piyasa, hayatın bütün bo­

yutlarını kontrol ediyor, dönüştürüyor. Piyasa sorumsuz bir güç


olarak hükümdarlığını sürdürüyor. Kitlelerin algılan, piyasanın ta­
lepleri doğrultusunda yönlendiriliyor. Piyasa, iletişimi de istediği

yönde şekillendirebiliyor. Maddi çıkar mülahazalarının tayin edici


olduğu bir dünyada, bir değer mücadelesi kaygısı taşıyanlar birer
birer sahneden çekiliyor. Düşünsel yoğunlukları, derinlikleri ihmal
ettiğimizde, her alanda büyük bir kısırlaşma yaşanıyor. Taklite da­

yalı klişeler, gerçekliği gereği gibi görmemizi engelliyor. Her alan­


da dramatik bir erozyon, zihinsel, ruhsal bir gevşeklik yaşanıyor.
Yeni zamanları dikkate almayan, pasif, demode bir dil ve yaklaşım­

la ancak geleneklerin gereği yerine getirilebiliyor.


Ufuklarımızı değiştirmek zorundayız.
Gerçeklikten uzak bir yaklaşımla kamuoyunu değiştirmek ve

harekete geçirmek mümkün olamaz. Gerçekçi olmak, İslami ideal­


lerden uzaklaşmak anlamına gelmez . B ir dava'yı, bir düşünce 'yi,
bir mesajı somutlaştırarak temsil etmek için bütüne yönelik bir ilgi
ve bütünsel bakış sahibi olabilmeliyiz. Amerikanlaştırmanın mas­
kesi olan küreselleşme karşısında, muhafazakar satükoyu savun-
Atasoy Müftüoğlu

makla hiçbir sonuç elde edilemez. Alışkanlıklarımızı aşarak daha


geniş bir ufka ve tartışma alanına çıkabilmeliyiz. Etnik ya da mez­
hepçi yaklaşımlarla ahlaki bir evrenselliğe ulaşamayız.
Etnik ya de mezhepçi yaklaşımlar ve bağnazlıklardan hiçbir şe­
kilde ve hiçbir yerde örnek bir kişilik ve örnek bir kimlik çıkmaz.
Ahl aki bütünlüğe sahip olmayanlar, iktidarlar karşısında gerçeğin
ifadesi olamazlar. Hangi mülahazayla olursa olsun, iktidarın yanında
hizalananlar, her hangi bir değişim ve dönüşüme öncülük edemezler.

52
ZİHİNLERİMİZE VURULMUŞ SÖMÜRGECİ
PRANGALARI PARAMPARÇA ETMEDİKÇE
HİÇBİR ŞEY İYİ OLMAYACAK

Modem zamanlar boyunca, İslam toplumlarında yaşanan tarihin


aklı yoktu, İsliimi bir yönü yoktu. Toplumlarımız sömürgeci tarihin
aklına maruz kaldıkları için putkırıcı düşünceler ve düşünürler üre­
temediler. Zihinlerimizin kolonyalist düşünce tarafından erozyona
uğratıldığı günden bugüne kadar bağımsız iradeye sahip, üretken
özneler yetiştirmeyi başaramadık. Tarihsel sorumluluklar alabile­
cek öznelerin oluşturacağı kolektif bilince sahip olmadığımız için
hepimiz koşulların, konjonktürün, statükoların ürünü haline geldik.
Koşulların ürünü olduğumuz için gerçekleştirmek istediğimiz İslii­
mi amaçlarımız yok. Küçük, kısmi, biçimsel, yüzeysel İsliimi öz­
gürlüklerle yetiniyoruz. Özne üretmek yerine, kalabalıklar, sürüler
üreten bir geleneğimiz var.
Modem barbarlık uygarlık ve demokrasi maskesi altında yürü­
yüşünü sürdürüyor. İyi ile kötü kavramlarının çok bulanık bir hale
geldiği bir dönemden geçtiğimiz için daha çok haysiyetsiz tiranla­
rın sesini, sözünü duyuyoruz. S ağcı, gelenekçi, görenekçi, hoşgörü­
cü dini unsurlar; haysiyetli mağdurlar, haysiyetli direnişçilerle bir­
likte görünmekten, onlarla dayanışma içerisine girmekten korku­
yor. Avrupa Aydınlanması tarafından yürütülen paradigma savaşla­
rını kaybettiğimiz günden bu yana, her durumda Aydınlanma aklı­
nın, mantığının, yorumlarının onayını alma ihtiyacı duyuyoruz.

53
Atasoy Müftüoğlu

Avrupa Aydınlanmasının her tür tahakkümü meşrulaştıran bir ikti­

dar ve güç mantığı oluşturduğunu unutuyoruz.


Aydınlanma düşünürleri evrenselleştirmeye çalıştıkları , özgür­
lükçü retoriğe rağmen, köleliğe teoride karşı çıkarken, pratikte kö­
lelik karşısında sessiz kaldılar. Avrupa ' da köleler evcil hayvan mu­
amelesine tabi tutuldular, mal gibi alınıp satıldılar, insanlık dışı ko­
numlara mahkum edildiler. Özgürlükçü Aydınlanma düşünürleri
kendi ırkçılıklarını mazur görebilecek yol ve yöntemlere başvur­
maktan geri durmadılar. Avrupa ' da, Amerika' da kölelik insani,

vicdani, ahlaki gerekçelerle değil, Saint-Dominque ( 1 794) örneğin­


de de görülebileceği gibi kölelerin muhteşem özgürlük mücadele­
leri ve örgütlü isyanları sebebiyle yürürlükten kaldırılmıştır. Bu is­
yanlara katılanlar arasında Müslüman köleler de vardır.
Günümüzde zihinlerimizi, hayatlarımızı mütehakkim modem-se­
küler uygarlık şekillendiriyor. Milliyetçiliklerin siyasallaştırılması,
halkların etnik teıimlerle tanımlanması, organik ulus, organik devlet

anlayışının icat edilmesi, tek etnisiteli yapılar oluşturma girişimleri


insanlık dışı bir dünya oluşturdu. Aziz İslfu:n ' ın mütehakkim bir kül­
tür tarafından tanımlandığı, sınırlandırıldığı, yönlendirildiği, etkisiz­
leştirildiği bir dünyada, Müslümanların kendilerini özgür hissetmele­
ri kadar korkunç bir yanılsama olamaz. Hangi nedenlerle olursa ol­
sun; bağımlılığı kabul etmek, başkalarının mülkü olmak demektir.

B oyun eğerek, yalan söyleyerek, ikiyüzlülük yaparak, maske


kullanarak, mütehakkimlerin dilini kullanarak yaşamak, yaşamak
değildir. Bu tür bir yaşamak sürekli aşağılanma ve alçalmışlık içe­
risinde yaşamaktır. Günümüzde insanlığı kategorize eden yapısal
ırkçılık, Müslüman hayatları değersizleştirmeye devam ediyor.
Bizler, böyle bir dünyada, İslam düşmanlarından Müslümanlar için
adalet ve merhamet talep ediyoruz. Hayatta, toplumda, tarihte kar­

şılığı olmayan, böyle olduğu halde bütün halklara dayatılan soyut


felsefi ilkeler karşısında İslami bağımsızlık bilincini yükseltemiyo­
ruz. Dışlayıcı, ırkçı kavramlarla evrenselci bir yaklaşım oluşturula­
mayacağını hatırlamıyoruz. Tarihin bu döneminde, Müslümanların

54
Teslimiyetçilik Kader Değildir

niçin hiçbir ağırlığı olmadığı üzerinde düşünmüyoruz. Hiçbir tarih­

sel olaya, soruna müdahale edebilecek bir güce sahip değiliz.


Yaşadığımız yüzyılın gerçeklerine nüfuz edebilecek, bu gerçek­

leri doğru tanımlayabilecek, bunları aşmak ve kendi gerçekliğimizi


olu şturmak üzere, yeni bir dil, düşünce, pratik, dünya ve ahiret gö­

rüş ü inşa etmek üzere kuşatıcı bir irade oluşturmak zorundayız. Bu­
nun için her tür korkuyu aşmak, bilincimizi bilemek durumundayız.
İnandırıcı umutlara bağlanmalıyız.
İnançlarımız, düşüncelerimiz ve pratiklerimiz arasındaki çeliş­

kileri ortadan kaldırmalıyız.


İdeolojik illüzyonlar da bil.tın! illüzyonlar da her durumda kör­

leşmeye neden olur.


Libidinal bencillikler ve tüketimin kölesi olmaktan daha büyük
bir düşüş olamaz.
Hayatımıza sorumlu akıl, sorumlu düşünce, sorumlu duruş yo­
luyla derin anlamlar ve içerikler kazandırabiliriz. Çıkar yaklaşımla­
rından, ilişkilerinden feragat edebilseydik, İslam ' ın bütüncül amaç­
lan için daha güçlü temellere sahip olabilecektik. Mezhep asabiye­
ti, etnik asabiyet gibi aşırılıkları, çatışma ve nefreti aşamayan bir
ahlak, kültür hiçbir şekilde hiçbir sorunu aşamaz. B öyle bir kültür­
den, ahlaktan İslam ümmeti adına bir gelecek beklenemez. B atı
dünyasının entelektüel ve akademik hegemonyasının zihinsel köle­
leri olarak yaşadığımız bir dönemde; bütün sorunlarımızı çözümle­
miş gibi davranmaya devam edemeyiz.
İnançlarımızı, dü�üncelerimizi küresel çerçeveyi etkileyebilecek
şekilde özgürleştiremediğimiz takdirde, modernliğin barbarlığı kar­

şısında sessiz kalmaya devam edeceğiz. Hem geleneksel dünyaya


yönelik hem de modem-sektiler dünyaya yönelik çok güçlü hesap­
laşmalar yapmadığımız takdirde, neoliberal kuşatmayı aşamayız.
Modem tarih tarafından tarihsizleştirilen halkların, toplumların;
kendi kendilerini yönetme yeteneğine sahip olmadıkları düşünül­
düğü için bu toplumlara savaşlar, işgaller, katliamlar yoluyla de­
mokrasiler dayatılıyor. Ortadoğu ' da devrimlerden söz edenler, Or-

55
Atasoy Müftüoğlu

tadoğu ' da hiçbir ülkede yapısal sorunların değişmediğini, güç den­


gelerinin değişmediğini hatırlamıyor. Ortadoğu ' da her şey maale­
sef pragmatizm ve oportünizmden ibarettir. Emperyalist amaçlarla
yazılan modem tarihin, ideolojik ve ırkçı maskeler halinde kullanı­
lan modem kavramları hayatımız üzerinde dönüştürücü etkiler
uyandırabiliyor. Bu kavramlara karşı bağımsız olmayı başaramadı­
ğımız için medya tarafından üretilen gerçekleri, gerçek sanıyoruz.
Kültürel anlamda bir inziva hayatı yaşıyoruz. Ne teknoloji üretebi­
liyoruz ne düşünce ne kültür ne irfan ne de bilgelik üretebiliyoruz.
Hiçbir alanda bir direniş göstermeksizin, kokuşmuş bir konfor­
mizm içerisinde bütün dayatmaları kabullenmiş durumdayız.
Zihinlerimize vurulmuş sömürgeci prangaları paramparça etme­
dikçe hiçbir şey iyi olmayacak, hiçbir umut gerçekleşmeyecek. Ko­
şullara boyun eğmek, yapabileceğimiz bir şey yok, yalnızca dua
edelim, demek, köleliğe razı olmak demektir. Köleliğe razı olmak
demekse hiç kimse olarak yaşamak demektir. Üretmek özgürlükle
ilgilidir; taklit etmek, kopyalamaksa boyun eğmekle ilgilidir.
Hıristiyan dünyasının oluşturduğu ve bütün dünyaya dayattığı,
askeri yöntemlerle kabul ettirdiği evrensel tarihi çerçeveye asla
mecbur ve mahkum olmadığımızı bir kez daha hatırlamak gerekir.
S özünü ettiğimiz tarih, sekülerizm temelinde oluşturulmuş , icat
edilmiş bir tarihtir. B ugün de İslam dünyası toplumlarına dayatılan
demokrasiler askeri bir proje olarak düşünülmüştür.
Bağımlılığı, boyun eğmek zorunda kaldığımız bir kader gibi
görmemeliyiz.
Atalet ve meskenet içinde sürdürülen varoluşun İslami manada
bir değeri olamaz.
Tarihin ideolojik ve ırkçı amaçlar doğrultusunda şekillendirildi­
ği bir dönemde, hiçbir kültürel ırkçılığa tahammül etmek zorunda
değiliz.
İnandıklarımızı, düşündüklerimizi yüksek sesle ifade etmekten
kaçınmamalıyız.
İslamcılık düşüncesi, İslam ' ın bir bütün halinde tarihe kazandı­
rılması, bir bütünlük içerisinde özgürleştirilmesi için her alanda yü-

56
Teslimiyetçilik Kıı der Değildir

rütülmesi gereken bir mücadele biçimini içerir. İslamcılık mücade­


le sini yalnızca politik bir ideoloji gibi algılayanlar, İslamcılığı böy­
le takdim etmeye çalışanlar, kolonyalist etkilere maruz kaldıkları
için böyle düşünüyor. İslamcılığı politik bir klişe olarak görmek

kadar büyük bir sapkınlık olamaz.


İslamcılık bir iktidar projesi değil, bir özgürlük projesidir.
Aziz İslam ' ı keşif, ilham, sezgiden ibaret ruhani bir akım gibi

takdim etmeye çalışmak, İslam ' a yapılmış en büyük ihanettir.


Etnik, mezhepçi ve cemaatçi mutlakçılıkla hiçbir şekilde ve hiç­
bir zaman bir ümmet iklimi ve haritası oluşturamayacağımızı far­
ketmeliyiz. Bu tür mutlakçılıklarla evrenselci değerler inşa edile­
meyeceği gibi insanlıkla da etkileşim içerisine girilemez. B unun
içindir ki bugün, ümmeti oluşturması gereken unsurlar arasında
gerçek bir iletişim yoktur.
Zihinsel sömürge durumunda oluşumuz, İslami dile, söyleme,
hukuka, siyasete özgürlük kazandıramayışımızın sorumlusu yalnız­
ca kolonyalistler değil. Bunun sorumluluğu daha çok, tahakküm
üreten dilin baskısı altında, bu baskıyı içselleştirerek yaşamaya de­
vam eden biz Müslümanlarız. Nerede olursa olsun özgürlük için
bütün imkanlarımızı, gerektiğinde hayatlarımızı ortaya koyarak
mücadele etmemiz gerekir.
B ağımlı olmak demek, bir özne iradeden yoksun olmak, yalnızca
bir şey, eşya olmak demektir. Bağımlı olmak demek bir başkası içirı
bir başkası adına var olmak, bir başkasının iradesi doğrultusunda ha­
reket etmek demektir, hacimli bireyler ve toplumlar nerede durdukla­
rını, nerede ve nasıl durmaları gerektiğini, hangi yönde yol almaları
gerektiğirıi bilemezler. Statükolara ve konformizme kölece bağımlılı­
ğı bir gelenek hfilirıe dönüştüren Nurculuk ve Neonurculuk örneğinde
görülebileceği üzere; Siyonist ve Evangelist tiranlıklar karşısında hiç­
bir şey yapılamayacağını, yalnızca dua etmek ve ağlamaktan ibaret bir
tavır takınılması gerektiğirıi söylemek, tarihte bir benzeri görülmemiş
ve benzeri asla yaşanmamış bir düşüş, acziyet, zillet ifadesidir. Elve­
rişli koşullar oluşuncaya kadar İslami sorumlulukları ertelemek çok
ucuz, çok bayağı bir mazerete sığınmak anlamı taşır.

57
Atasoy Müftüoğlu

Düşüncelerimiz, inançlarımız sadece zihinlerimizde değil, kal­


bimizde, ruhumuzda, davranışlarımızda, ahlakımızda, eylemleri­

mizde, toplumsal, siyasal ilişkilerimizde yaşamak üzere vardır.


Modem tarih, galiplerin galibiyetlerini ve ideolojilerini doğru­
layan, bu doğrulara dokunulmazlık kazandıran bir alan halini al­
mıştır. Modem ideolojik, politik egemenlikler de tarih aracılığıyla
kendilerini meşrulaştırma yolunu seçmişlerdir. Kaybedenlerin tari­
hi, yani biz Müslümanların tarihi ise maalesef dayatılmış, zorla ka­
bul ettirilmiş doğruların tarihidir. Modem tarih önyargılı, tarafgir
ve kaybedenlere karşı aşağılayıcı tavırlar alan, tepeden bakan bir
tarih olarak hep gündemdedir.
Modem-sektiler zamanlarda iktidarlar, egemenlikler, galibiyet­
ler hep kötüye kullanılmış; iktidarlar varlıklarını ancak zulüml e
sürdürebilmiştir. Modem-sektiler tarih korkunç bir yozlaşma tarihi ­
dir. Hayatın her alanında ortaya çıkan özel çıkar yaklaşımı , kamu
yararı yaklaşımını unutturmuştur. Modem-sektiler zamanlar ahlfilci
bilincin, hassasiyetin, sorumluluğun ayaklar altına alındığı zaman­
lardır. Ahlaki bilincin ve sorumluluğun yokluğunda her toplum, her
tür aşırılığı, saldırganlığı sıradanlaştırabilir. Günümüzde görülebi­
leceği üzere ahlaki bilinçten yoksun kitleler etnik ya da mezhepsel
her tür histeriyi, bağnazlığı kolaylıkla savunabiliyor. Günümüz İs­
lam toplumlarında, Türkiye ' de de yaşadığımız üzere, taşra milli­
yetçilikleri, taşra dindarlıkları, taşra mezhepçilikleri, taşra primiti­
vizmi gün geçtikçe maalesef kurumsallaşıyor, resmileşiyor.
Ahlaki ufkumuzu kaybettiğimiz günden bu yana, Müslümanlar
ya etnik ve mezhepçi çıkarlara göre ya da cemaat çıkarlarına göre
yöntem belirliyor. B ütün güzel hasletlerin ahlakımızın vazgeçile­
mez bir parçası haline gelmesi gerekirken, bu hasletler birer birer
hayatımızdan çıkıyor. Müslümanlar; Nurculuk, Neonurculuk ola­
yında görülebileceği üzere, tutarlılık ve bütünlükten tamamen yok­
sun, açık olmayan, statükocu, konformist bir anlayış zemininde, ah­
laki ve dürüst olmayan pozisyonlar alıyor. Hiçbir cemaat alışılmı­
şın dışına çıkmaya, statükoları reddetmeye cesaret edemiyor. Mey­
dan okuyan bir bilinç üretemiyor, inşa edemiyor.

58
Teslimiyetçilik Kader Değildir

İnsanlığı yeni bir tarihe hazırlamak için çok güçlü içtenlikler,

ufuklar, umutlar ve çok güçlü bir bilinç gerekiyor. Düşünsel, zihin­


sel zemin kaybedildikten sonra, her şey kaybedilmiş demektir. Pa­
radigma savaşlarını kaybettiğimiz tarihten bugüne kadar düşünsel,
zihinsel sömürge olmaktan özgürleşmeyi başaramadık. Toplumla­
rımız için B atı ' nın tek referans kaynağı haline gelmesi, B atı bilin­
cinin , bütün insanlığa yol gösterdiği iddiasının entelektüel gündem­
de yer almaya devam etmesi, her tür bilgide B atıya bağımlılığın
sürmesi, ırkçı, ideolojik bilginin bir türlü sorgulanamaması, tesli­
miyetçi kabullerin bir gelenek halini alması, küresel medya siste­
mine, medya politikalarına, resmi gündeme maruz kalmamız, ne­
oliberal hayat tarzının, dünya görüşünün belirleyici hale gelmesi,
siyasal kayıtsızlığa neden olan depolitize edilmiş tüketim kültürü,
tepeden gelen etkili propaganda mesajlarına maruz kaldığımız için
gerçek dünyayı anlama yeteneğine sahip olamayışımız, acımasız
analizler yapamamak, propagandanın, manipülasyonun, medyatik
imajların düşünce için büyük bir tehdit olduğunu fark edememek,
felç edici düşüncesizlikler, felç edici iradesizlikler çok derin yapı­
sal sorunlarla karşı karşıya bulunduğumuzu gösteriyor. Çok hayati
sorunlarla karşı karşıya bulunduğumuz halde olumsuzlukları, yan­
lışlıkları, yanılsamaları bir şekilde maskeliyoruz.
Kaybedenlerin, her şeyden önce kendi dillerini, düşüncelerini,
inançlarım, söylemlerini, paradigmalarını, referanslarım, değer sis­
temlerini, dünya görüşlerini özgürleştirmeleri gerekir. Statükocu,
konformist, teslimiyetçi, boyun eğen, itaat eden, muhalefet etme­
yen bir dünya görüşü ve hayat tarzı hiçbir gerekçeyle savunulamaz.
Hiçbir aptallık hoş görülemez. Araçsal aklın inıkanlarıyla sahici bir
varoluş gerçekleştirilemez. Aklın yetkinliği İlahi Vahiy ' le sağlana­
bilir. Maddi kalbimizle, manevi kalbimiz aynı derecede ihtimam is­
ter. Fani olandan çok, baki olana yönelmek, baki olan üzerinde yo­
ğunlaşmak zorundayız.

Toplumlarımızın, düşünsel, fiziksel, ruhsal bütünlüklerinin pa­


ramparça edildiği bir dünyada, Müslümanlar olarak sorunlarımızı kü­
resel gündeme yansıtmayı başaramıyoruz. Paramparça olmuş bir bün-

59
Atasoy Müftüoğlu

yeden hiçbir şekilde bir gelecek çıkmayacağını hatırlamıyoruz. Em­


peryalist, Siyonist militarizm toplumlarımızın, halklarımızın varoluş
haklarını tanımıyor. Gücün belirleyici olduğu bir tarih bütün kötülük­
leri, bütün ahlaksızlıkları, bütün akılsızlıkları pervasızca sergiliyor.
Kötülüğün tarihi karşısında, düşünce hayatımız, edebiyat ve kültür
hayatımız hiçbir şekilde kayıtsız kalamaz, körlüğe ve sağırlığa sığına­
mayız. İdeolojik, politik, ekonomik tahakküm adına tahakküm ve bas­
kı da büyük bir insanlık suçudur. Sivil halka karşı sürdürülen toplu kı­
yımlar, tutsak almalar, göçe zorlamalar da hiçbir zaman zamanaşımı­

na uğraması söz konusu olmayan çok ağır insanlık suçlarıdır.


Modem-seküler faşizme, militarizme her insanın, her kültürün
hayatının değerli olduğunu öğretebilecek yollar bulabilmeliyiz.
Modem-seküler kavramlara yüklenen çok aşırı, çok ölçüsüz, temel­
siz anlamlar yüzünden, bu kavramların hangi ölçüde geçerli olabi­
leceğini, nerede, nasıl geçerli olabileceğini sorgulamakta çok geç
kalıyoruz. Serbest piyasanın ve bireysel hayat tarzının egemenliği
altındaki pragmatizmden başka bir değer tanımayan demokrasiyi
bir referans kaynağı olarak alabiliyoruz.

Eklektizm Müslümanlara yakışmıyor.


Modem tarihin hakikatten uzaklaşarak barbarlığı seçmesi ve bar­
barlığı modem kavramlar aracılığıyla meşrulaştırması, utanç verici,

yüz kızartıcı bir tarihe mahkum edildiğimizi gösterir. Avrupamer­


kezci evrenselci dayatma, Avrupa kültür ve uygarlığını bütün dünya­

ya dayatarak farklı kültür ve uygarlıklara karşı emperyalist bir tavır


alıyor. Müslümanlar olarak, A vrupamerkezci değerlerin evrensellik

iddialarını reddederek, bu değerlerin Avrupa ile sınırlı değerler oldu­


ğunu kanıtlamamız gerekir. Avrupamerkezci bir evrensellik bütün
dünyaya dayatılınca herkesin bu değerlere saygı duyması bekleniyor.
Günümüzde İslam toplumları, İslami akımlar, partiler Avrupa­
merkezci söyleme dahil olmak üzere birbirleriyle yarış hiilindeler.

S özünü ettiğimiz yarış daha çok demokrasi ve insan hakları gibi


ideolojik amaçlı kullanılan kavramlar merkezinde sürdürülüyor.
Ahlaki ve düşünsel cesaretimiz olmadığı için maalesef her konuda

60
Teslimiyetçilik Kader Değildir

uy umculuğu seçiyoruz. Ahlaki korkaklık, uyumculuk ve teslimi­

yetçil ikten kurtulamadığımız için bilincimiz kolaylıkla manipüle


edi lebiliyor. Halklarımız mübarek zatlar, üstadlar, hocaefendiler,
şeyhefendiler tarafından din aracılığıyla bütünüyle düşüncesizleşti­

rildikleri, tek yoruma mahkum edildikleri , taklitle kısıtlandıkları


için yeni bir tarih inşa etme mücadelesi veremiyoruz. Düşüncesiz­
leştirilen yığınlarla hiçbir mücadele veremeyeceğimizin farkında

değiliz. B ir toplumun din aracılığıyla düşüncesizleştirilmesi kadar


b üyük bir felaket olamaz. B ir toplumun düşüncesizleştirilmesi de­
mek o toplumun bütünüyle uyuşturucu bağımlısı olması demektir.
Toplumlarımız düşüncesizleştirildikleri için ahlaki tanıklıklar

y apamıyor. İslami anlam sistemine dayalı olarak düşünsel, ahlaki,


politik duruş bütünlüğü gerçekleştiremiyor.
Kapitalizme, neoliberalizme, sekülerizme entegre olmuş bir
toplumda yaşadığımız halde, düşünce hayatımız, edebiyat hayatı­

mız, dini hayatımız hiçbir biçimde kültürel bir direniş için, ahlaki
bir direniş için harekete geçmiyor, geçirilemiyor. Cemaat, hizmet
faaliyetleri, etkinlikleri, bütünüyle propaganda konuşmalarından,
propaganda söyleminden ibaret kalıyor. Her geçen gün nefessiz ka­
lan bir kültür iklimi içerisindeyiz. Taklit ve itaate koşullandırılan
bireylerin hiçbir şekilde anlama yetisine sahip olmadığını kaydet­
mek gerekir. Taklit ve itaate koşullandırılan bireyler nitelikli olan­
la niteliksiz olanı ; sahici olanla sahte olanı ayırt edemezler. Taklit
ve itaate koşullandırılan bireyler ve cemaatler etkin bir duruş sahi­
bi olamazlar, hep edilgen bir konumdadırlar.
İslam dünyası modem zamanlar boyunca gerçeği yansıtmayan,
gerçeğin ifadesi olmayan yanıltıcı tercihler yaptı. Pan Arabizm, Pan
Türkizm gibi milliyetçilikler, İslami bilinci, Ümmet bilincini, ufkunu,
yaklaşımını korkunç bir biçimde tahrip etti. İslam toplumlarında te­
mel sapma laik milliyetçiliklerle başladı. Ulus-devletlerin neden oldu­
ğu patolojiler bir türlü aşılamadı. Ulusun türdeşleştirilmesi gibi dayat­
malar derin parçalanmalara, çatışmalara, karşıtlıklara, nefretlere yol
açtı. İslfun ' ın ulus-devlet sınırlan içerisine çekilmesiyle birlikte, İs-

61
Atasoy Müftüoğlu

lam, devlet aklı tarafından tanımlandı. İslam'ın ulus-devlet sınırları


içerisine çekilmesiyle birlikte, İslam 'ın ulus-üstü içeriği, vizyonu,
misyonu terkedildi. İslami inançlara bağlılığın yerini toprağa bağlılık
aldı. Toplumlarımızın bünyesindeki bütün bileşenleri kuşatacak ada­
let ve hakkaniyet duygusu yok edildi. Dışlayıcı toplumlarda, dışlanan­
lar er ya da geç ayaklanma yolunu seçtiler. Bugün de toplumlarımız,
çok kaba bir pragmatizm adına etno-milliyetçi söylemlerle güdüleni­
yor. Sayıların ilgisini çekmek, seçimleri kazanmak gibi pragmatik ne­
denlerle kolektif histeri kolaylıkla kışkırtılabiliyor. Teslimiyetçilik,
statükoculuk ve konformizm cemaatlerin kendi çıkarları doğrultusun­
da oluşturdukları keyfi dini söylem aracılığıyla meşrulaştırıldığı için
ancak, angaje aydınlar, akademik adamlar yetiştirilebiliyor. Düşünce­
sizleştirilen toplumlarda, düşünce, kültür, edebiyat savaşçıları yetişti­
rilemiyor. Statükoculuk ve konformizm bir hayat tarzına dönüştürül­
düğü için yeni düşünce, araştırma, tartışma alanları açılamıyor; resmf
ufuklar, resmf kalıplar, resmf düşünceler aşılamıyor, eleştirel bir or­
tam oluşturulamıyor. Bu nedenledir ki aydınlarımız, bilim adamları­
mız, edebiyat adamlarımız, hocaefendilerimiz, şeyhefendilerimiz res­
mi dilin ve statükonun imkfuıları dışında üretmeyi başaramazlar, kök­
lü analizler, eleştiriler yapamazlar, köklü tartışmalara cesaret edemez­
ler. Sorgulamadığımız, sorgulayamadığımız bütün kavramların bir şe­
kilde meşruiyetlerini kabul etmiş oluruz.
Günümüzde, modem, seküler, liberal etkiler karşısında düşün­
ce, edebiyat, kültür hayatımızın ciddi bir direnme yeteneğine sahip
olmadığını görüyoruz. Düşünce hayatımız, edebiyat ve kültür ha­
yatımız ortaçağ Türkiyesine özgü hatmi akımların, işraki eğilimle­
rin baskısı altındadır. Bu durum hepimizin zihni bağlamda Ortaçağ
Türkiye' sinde yaşadığımızı gösterir. Batınilikle, İşrakilikle malül
bir düşünce hayatı hiçbir şekilde günümüz dünyasını etkileyemez,
dönüştüremez. Böyle bir düşünce hayatı seküler, neoliberal, kapita­
list, demokratik etkilerle, baskılarla hesaplaşamaz ve savaşamaz.

62
İKİLİ HAY ATLAR YAŞAMAYA DEVAM EDEMEYİZ

Müslümanların tarihin akışını etkileyebilecek bir bilince, bu bi­


linci hayata geçirecek bir iradeye ihtiyacı var. B u bilinci mitolojik

bir geçmiş anlayışı temelinde oluşturamayız. Mitolojik bir gelecek


y aklaşımıyla da sağlıklı bir gelecek yürüyüşü başlatamayız. B ir ge­
lecek yürüyüşü, tayin edici, belirleyici, özgün İslami referanslarla
başlatılabilir. Halen içerisinde bulunduğumuz düşünsel, kültürel
muğlaklıklarla hesaplaşmadığımız taktirde, hiçbir alanda yol ala­
mayacağımızı bilmek durumundayız. Düşünsel muğlaklıklar içeri­
sinde bulunmak, gereği kadar bağımsız olmadığımız anlamı taşır.
Demokratik, sektiler, liberal söyleme dii.hil olmak suretiyle İslami
mücadeleye sırt çevirmiş, İslamı bir folklore indirgemiş oluruz. De­
mokrasi, sayıların galibiyeti demektir.
İslami mücadele sahici bir dil, sahici bir kişilik, sahici bir kim­

lik sahibi olmayı gerektirir. Nerede olursa olsun, büyük bir sürünün
parçası olmak kolaydır. Sürünün bir parçası olmak, hiçbir şey ol­
mak, demektir.

Teknik, bilimsel tanımlamalara indirgenen bir dünya, doğayı bir


nesne olarak görüyor, teknoloji için kaynak olarak değerlendiriyor.
Böyle bir dünyada insan, bireylerin de yalnızca verimli olup olma­
dıklarıyla ilgileniyor, ahlaklı ya da nitelikli olup olmadıklarıyla de­
ğil. Bu nedenledir ki günümüz toplumlarında kendileri için yaşayan
amaçsız varoluşlar bir çığ gibi büyüyor. Hemen her toplumda ne­
oliberal yaklaşımların bir sonucu olarak eğitim ve sağlık sistemleri

63
Atasoy Müftüoğlu

piyasa mantığına göre düzenleniyor ve yapılandırılıyor. Hastalar da

öğrenciler de müşteri haline geliyor.


Teknik, bilimsel dünyanın öngörülemeyen sonuçları , insanlığ ı
dehşete düşürüyor. Tarih, askeri anlamda, askeri yöntemlerle, bas­
kılarla, tehditlerle şekillendiriliyor. Evangelist fundamentalizm iyi­
nin, kötüye karşı ölümüne savaşını her durumda gündemde tutabi­
liyor. Müslümanlar olarak bugünün gerçekliğini sorgulamak ve bu
gerçekliğe karşı koymak yerine, bu gerçekliğe boyun eğiyoruz. Fi­
ziksel, askeri şiddete, teröre maruz kalmak kadar rencide edici bir
durum olamaz. Fiziksel gücün tahakküm için kullanılması, doğal
olarak direnişe yol açacaktır. Maruz bırakıldığımız zulümlerin kar­
şılıksız kalması, cezasız kalması çok daha büyük bir zulümdür.
Yüzeysel bir dille, zamandışı mitolojik bir dille, evrensel bir dil
oluşturulamayacağını öğrenebilmeliyiz. Yüzeylerle ilgilenmek, yü­
zeylerin arkasında bulunan etkenlere, müessirlere kayıtsız kalmakla
sonuçlanıyor. Geçmişte yaşanan, üretilen her şeyi kutsallaştırdığımız
için eleştirel değerlendirmeler yapamıyor, böylece geçmişin şimdi de

tutarlı bir biçimde temsilini sağlayamıyoruz. Çöküşün, yanılgılarımı­


zın tarihini de anlamak için çaba harcayabilmeliyiz. Bugün, zihinsel
bir kayıtsızlık ve aktif bir pasifizm içerisindeyiz. İsiami bütün içeri­
sinde çok ilkel kutuplaşmalar yaşanıyor. Ümmet bilinci ve ahlakı
adına her tür kutuplaşmaya meydan okumamız gerekirken bu konu­
da sorumsuz davranıyoruz. Etnik asabiyet, mezhep, hizip asabiyeti,

danışma, dayanışma, kardeşlik ilkelerini imha ediyor. Mezhep karşıt­


lıklarının, insanları, insanlıktan çıkaracak kadar İsiam ' a, Ümmete
yabancılaştırması utanç verici bir durumdur. Toplumlarımız bünye­
sinde, iç savaş kadar yakıcı, yıkıcı, yok edici başka bir şey olamaz.
İç savaşlar zihnimizi olduğu kadar ruhlarımızı, bedenlerimizi de ya­

kıyor. Aklımızı, kalbimizi paramparça eden, bizi dilsiz, çaresiz bıra­


kan bu dehşet verici gelişmeler karşısında İslami tercihlerimizi, du­
ruşumuzu radikal bir biçimde gözden geçirebilmeliyiz.
Kendilerini yeryüzünde Allah ' ın (c.c.) vekili olarak konumlan­
dırmaları gerekenler, sıradan bir köy primitivizmine dönüştürülen

64
Teslimiyetçilik Kader Değildir

din algısıyla çok yoğun bir şekilde hesaplaşabilmelidir. Bilinçdışı


önyargılarla farklı yorum ve tercihleri yaftalamak çok bayağı bir
kolaycılık ve düşüncesizliktir. Ümmet bünyesinde yaşadığımız ür­
küntü verici kopuşlar karşısında zihin ve ufuk açıcı entelektüel kad­

ro lar seslerini ve etkinliklerini yükseltebilmelidir. Mutlak edilgen­


lik durumu sağlıklı, kabul edilebilir bir durum değildir. Bu kadro­
ların, karşıt uçlar arasında etkileşim sağlayarak yanıltıcı kategorile­
ri etkisiz hale getirmeleri gerekir. Söylemek istediklerimizi her za­
man açık seçik bir biçimde söylemeli, hiçbir gerekçeyle muğlaklı­
ğa, kaçamağa ihtiyaç duymamalıyız. Tayin edici bir düşünce orta­
mı, bağımsız, eleştirel bir çerçeve oluşturabilmeliyiz. Anlaşılma­
yan şeyler söyleyerek bir otorite oluşturmaya, bir marka haline gel­
meye çalışmamalıyız. Düşüncelerimizin kamusallaşması, kamusal
alanı etkilemesi konusunda yoğunlaşmalıyız. Aziz İslam bizlere;
hem Allah ' a, hem kendimize, hem diğer insanlara/varlıklara karşı ,
hayata ve tabiata karşı sorumlu olmayı, sorumlu davranmayı öğre­
tir. Varoluşun, hayatın, toplumun , kültür ve medeniyetin maddi,
manevi boyutları bir bütünlüğe sahip olmalıdır.
Kolonyal düşüncenin zihinlerimiz üzerindeki ağır tahribatını
ancak İslami kimliğimizi, referanslarımızı, aidiyet ve meşruiyet
kaynaklarımızı özgürleştirerek giderebiliriz, alternatif bir varolu­
şun mümkün olduğunu kanıtlayabiliriz. Toplumlarımızda askeri,
siyasal, kültürel emperyalizm biçimlerine bir biçimde tepki göste­
rilirken, çok daha derinlerde ilerleyen, kök salan ontolojik emper­
yalizm karşısında hiçbir şey yapamıyoruz.
Bilinçli bir duruşa, tercihe sahip olmak, sürekli, yeniden inşa
çabası içerisinde olmayı zorunlu kılar. Bir Müslümanın koşullar ta­
rafından kurgulanması kabul edilemez. İslam toplumlarında yaşa­
nan pek çok sorun anlaşılabilir, ancak ahlaki geri kalmışlık, düşün­
sel geri kalmışlık, kesinlikle mazur görülemez.
Nerede olursak olalım, niteliğin hakkım vermek zorundayız.
En korkunç diktatörlük aynı olanların, farklı olan üzerinde kurdu­
ğu baskıcı egemenliktir. Bu diktatörlük dünyada her şeyin kendisine
ait olduğunu ve her şeyi kendisinin belirlemesi gerektiğine inanır.

65
Atasoy Müftüoğlu

Modem, sektiler zamanlar boyunca farklılar, her durumda, dün­

yaya, olaylara aynıların ufkundan bakmak zorunda bırakılmıştır .

Bu süreç , maalesef bugün de devam ediyor. Aklın ve bilincin olma­


dığı yerde herkese kolaylıkla hükmedilebiliyor. Kendi inanç ve dü­

şüncelerine nihai anlamda bağlı bulunmayanlar, inançları doğrultu­

sunda bir irade oluşturamıyor. İslami çevrelerde propagandacı dil

her şeyi yüzeyselleştiriyor, bayağılaştırıyor. Niteliğe dayalı İslami

içeriğin yerini büyüleyici propaganda aldığı için dini söylem çok

ucuz gözlemlerden, yorumlardan oluşuyor. Bu gözlem ve yorum­

larla gündelik hayatın gerçekliğini aşmak mümkün olamıyor. Ken­

di gerçekliklerini kutsallaştıranlar, başka hiçbir çabaya etkinliğe ve

ufka dönüp bakmıyor. Kuşatıcı İslami niteliklere sahip olmayanlar,

İslami kimliğe de sahip olamıyor.


İ slami umutlarımız içerisinde yaşadığımız tarihin, çağın gerçek­

liğine kayıtsız kalmamıza neden olmamalı, gerçeklikle yüzleşme ­

mizi engellememelidir.

Umutlarımızın bir uyuşturucuya dönüşmemesi gerekir.

Küresel medya düzeni zihinlerimizi, bilincimizi, ahlakımızı ve

vicdanımızı yoksullaştırıyor. Neoliberal hayat tarzı, insanları, top­

lumları birbirlerine yabancılaştırıyor, güçsüzleştiriyor. Medya'ya

maruz kalan, medyalaştırılan, şeyleştirilen topluluklar bilinç, mu­

halefet, sorgulama üretemiyor. Medya aracılığıyla aptallaştırılan

topluluklardan sahici bir tavır sadır olmuyor.

Ağır hasarlı hayatlar yaşıyoruz.

Tüketimcilik, tüketim ve haz manyaklığı, hayat tarzına dönüşüyor.

İlkesizlikler insanları hiçliğe sürüklüyor.

Neo-liberal akıl ve mantık, bütün toplumlarda, hayatın bütün

alanlarına nüfuz ederek yapısal bir çürümeye neden oluyor. Neoli­

beral akıl-mantık sebebiyle herkes, her kurum kendisini bir şirket

yönetir gibi yönetmeye çalışıyor. Nesne haline getirilen insanlar,

kendi düşüncelerine ve hayatlarına sahip çıkamıyor. Bilgi ve enfor­

masyon sermaye tarafından araçsallaştırılıyor.

66
Teslimiyetçilik Kader Değildir

Geçmişin gerçekliğiyle bugünün gerçekliğinin birbirinden çok

farklı olduğunu bilmek gerekir. Geçmiş eleştiriden muaf olamaz;


her h angi bir mezhep, cemaat, filim, cemaat lideri de eleştiriden
mu af olamazlar. Kendilerini vazgeçilemez bir referans kaynağı ko­

numunda görenler, bu davranışlarıyla görüşlerini başkalarına da­

y atmış olurlar.
Hayatın her alanında ahlaki tutarlılık ve ahlaki bilinç sahibi ola­

bilmemiz için ahlaki sorgulamalar yapabilmeliyiz. Yeni ifade bi­


çimleri, teknikleri, yol ve yöntemleri üretebilmeliyiz. Primitif bir
geçmiş nostaljisi yerine, gerçek bir geçmiş algısı inşa etmeliyiz.
Önemli olan fikirlerin yeniliği değil, gerçekliğidir. Ütopyacı öz­

lemler konusunda çok dikkatli olunmalıdır.


Ortadoğu ' da yaşanan isyanlar, ayaklanmalar ve gösterilerin çok

sın ırlı etkiler uyandırdığını kaydetmek gerekir. Bütün bu ayaklan­


maların niceliği üzerinde değil, niteliği üzerinde durulmalıdır.

Ayaklanmalardan, isyanlardan yeni ve özgün bir inşa çıkmıyor. Bu


ayaklanmalar sırasında devrim fikrinin sorumsuzca bozulduğunu,
tahrif edildiğini gördük. Devrimler kurucu bir söylem, kurucu fikir­
ler, kadrolar ister. Devrimler paradigma değişikliklerini gerçekleş­
tinnek üzere yapılır.
Mağlup bir medeniyetin çocukları olduğumuz için niceliksel de
olsa, her hareketlilik bizlerde umut ürpertilerine neden oluyor.
Ayaklanan, isyan eden, değişim talebinde bulunan kesimlerin nasıl
bir dünya, nasıl bir düzen, nasıl bir toplum , nasıl bir siyaset istedik­
leri konusunda tutarlı hiçbir analiz yapılmıyor. İsyancıların, protes­
tocuların, muhaliflerin alternatif bir sistem önerisi, vizyonu, proje­
si ve çalışması yok. Politik liderleri değiştirmek mümkünken, temel
yapı ve yaklaşımlar değiştirilemiyor.
İnsanların hoşuna gidecek şeyler yazmaktan ve konuşmaktan

vazgeçip söylenmeye değer olanı yazmalı ve konuşmalıyız. İslam


toplumlarında yeni bir politik arayıştan, hareketlilikten söz edilebi­
lir, ancak alternatif politik bir bilinçten söz edilemez.
İkili hayatlar yaşamaya devam edemeyiz.

67
Atasoy Müftüoğlu

B irbirleriyle asla bağdaşmayan sadakat ve aidiyet biçimleriyle


bütünleşemeyiz.
Bütün değerlerin nitel olmaktan çıkarıldığı, nicel alanla sınırlan­
dırıldığı bir dünyada yaşıyoruz. B ütün değerler dünyalılaşıyor, mad­
dlleşiyor. Uhrevi anlamlara, ilgilere, sorumluluklara yabancılaşıyo­
ruz. Ölümün hayatın bir parçası, hayatın her anında var olan bir ger­
çek olduğunu unutuyoruz. Dünyalılaşan ufkumuzu, piyasa putları
belirliyor. Reklam dünyasının tüketim toplumuna dayattığı talepler­

le sınırlı bir hayat tarzı oluşuyor. Hayatın her alanım kuşatan mate­
matiksel yaklaşımlar sebebiyle imanın yerini hesapçı akıl alıyor. Te­
fekkür ve düşünce, düşünce olmaktan çıkıp bir tekniğe dönüşüyor.
Hayatın bütün boyutlarını kuşatması gereken bilgi, tek boyuta, eko­
nomik boyuta indirgeniyor, bilgi çıkarcı bilgiye dönüşüyor. Neoliberal

hayat tarzı, bedensel güdülere hizmet ediyor. Dünyayı nesneye dönüş­


türen modem, sektiler, endüstriyel dünya görüşü, insanı da üretim ara­
cına dönüştürüyor. Düşünen insanın yerine, kitle insanı geçiyor. Kitle
insanı her şeyi bayağılaştırıyor, İslam algısını da bayağılaştırıyor. Te­

fekküre yabancılaştırıldığımız, kaba bir pozitivizme saplanıp kaldığı­


mız için bilimlerin sınırlılığını fark etmiyoruz, bilim için hfila pek çok
şeyin büyük bir meçhulden ibaret olduğunu hatırlamıyoruz.
Modem, sektiler, neoliberal dünyada insani varoluş, cinsellik ve
üretim içgüdüsüyle sınırlı hale geliyor. Birbirinden çok farklı hayat
tarzlarını birlikte yaşamaya çalışıyoruz. Bu durumun şizofrenik bir
durumun yansıması olabileceğini hiç düşünmüyoruz. İnanç ve kül­
tür dünyamızla hiçbir biçimde ilişkisi olmayan kavranılan bilinçsiz
bir biçimde kullanmaya devam ediyoruz. Bu kavramların içerikleri,
oluşumları, hangi bağlama ait oldukları konusunda maalesef bir fi­
kir sahibi değiliz. Kendi irademiz dışında yönlendiriliyoruz. Derin­
likli bir biçimde düşünmeye vakit bulamıyoruz. Kimilerimiz ideolo­
ji robotu, kimilerimiz cemaat robotu, kimilerimiz parti robotu olarak

hayatını sürdürüyor. Bu konum nihai bir gaflet haliyle bütünleştiği­


mizi gösteriyor. Nihilist hayat tarzı, dünya görüşü İlahi Vahyin ye­
rine, kontrol edilemeyen, aşırı aklı koyduğu günden bu yana hayat;

68
Teslimiyetçilik Kader Değildir

içgüdüler, hazlar, şehvetler tarafından işgal edildi. Kişisel özgürlük­


ler, başıboşluk ve her tür değer sistemini inkar anlamına geldi. Po­
püler kültür, dini kültürün de popülerleşmesine yol açtı. Kitleler po­
püler hiile getirilen dini kültür aracılığıyla etkisizleştirildi. Popüler

kültür aracılığıyla etkisiz hale getirilen dini çevrelerin toplumsal ve


siyasal anlamda İsliimi talepleri yok. İsliimi cemaatler mutlak bir
edilginlik ve teslimiyetçilik içerisinde. Koşullara bağlı tavır, tercih
ve koşullara bağlı koşullanma çıkarcı bir alışkanlık hiiline gelmiş , il­
kesel tercih, tavır, duruş ve konumlanma terk edilmiştir. İlahi Vah­
ye, nasslara dayalı bilgi unutulmuş , keşif, ilham, sezgi, zevk yoluy­
la kazanılan bilgiler meşruiyet kazanmıştır. Akılcı yönteme karşı çı­
kan, yeni bir işrakilik moda hiiline gelebilmiştir.
Müslümanlar kendi referans sistemine yabancılaştığı için direniş
iradesi gösteremiyo. Modem sektiler ideolojiler, ya üstün ırk safsata­
sıyla ya da insanlığı kurtaracak sınıf (proleterya) gibi safsatalarla tari­
hi kirlettiler. Nihilist bir hayat tarzı sebebiyle iyi ya da kötü gibi ay­
rımlara itibar etmeyen bir anlayış gelişti. Ahlaki mutlaklar, ölçütler,
kaygılar yok sayıldı. Karşı karşıya bulunduğumuz ağır yapısal sorun­
larla yüzleşmeye cesaret edemediğimiz için yeni başlangıçlar yapamı­
yoruz. Bugün, en büyük sorunumuz İslami anlamda zihinsel özgürlük
sorunudur. Zihinsel, düşünsel bağımsızlığa sahip olmadığımız taktir­
de, hiçbir konuyu, hiçbir sorunu ciddi bir biçimde konuşamayız, çö­
zümleyemeyiz. Zihinsel, düşünsel bağlamda bir bağımsızlığa sahip
olmadığımız takdirde, İslami bir gelecekten söz edemeyiz. Bugün, in­
sanlığa yirmi birinci yüzyılda nasıl bir İsliimi dünya önereceğimize
ilişkin elimizde teorik, bütüncül bir çalışma yok. Zihinsel, düşünsel,

kültürel inziva hiilinden çıkmamız gerekir. Zihinsel, düşünsel, kültü­


rel, bilimsel üretkenlikte Amerika' ya ya da Avrupa'ya bağımlılık sü­
rerken; özgün eserler, çözümlemeler ortaya koyamayız. Tahakküm
üreten modem, sektiler dile, söyleme karşı bir direniş gerçekleştire­
mediğimiz taktirde, bağımsız ve onurlu bir hayata sahip olamayız.
Modem, sektiler, materyalist değerler, B atı dünyasının kendi
kültürel, sosyal, tarihsel birikiminin, özelliğinin bir ürünüyken; bu

69
Atasoy Müftüoğlu

değerlerin mutlak değerler halinde İslam dünyasına dayatılıyor ol­


ması hiçbir gerekçeyle kabul edilemez. Dünya tarihinin, Oryanta­

list bir zeminde, A vrupamerkezci yaklaşımlarla kurgulanması da


keza kabul edilemez.
Müslümanların, özellikle de genç kuşakların, sorgulayıcı bir bi­
lincin yürüyüşünü başlatmaları gerekir.
Saldırgan, ırkçı, narsist, nihilist bir dünya görüşüne öykünmek
kadar büyük bir saçmalık ve ahmaklık olamaz. B atılı kavramların

himayesi altında İslami çözümlemeler yapmaya çalışmak, normal


karşılanabilecek bir durum değildir.
Bilgiyle hakikatin, akılla aşkın, akılla vahyin, zahirle batın' ın bü­
tünlüğünü bir kez daha gerçekleştirmek zorundayız. İslam ' ın evrensel
değerlerini ulusal sınırlar içerisine hapsedemeyiz. Irkçı emperyalizmin
bir cinnet hfilinde bütün dehşetiyle sürdürüldüğü günümüzde; bilinci­
mizi, öfkemizi bir kez daha güçlendirmemiz gerekir. İslamcılık, ilam
modelin tarihe kazandırılması mücadelesinin adıdır, hiçbir nedenle ha­

fife alınamaz. Değer üretmek yerine, ödünç değerlerle oyalanamayız.


Hayatın her alanında özgün ve özgür bir üretkenlikle zilıinsel, düşün­
sel felç durumunu iyileştirebiliriz. Ciddi, tutarlı, bütünlüklü sorular
sormadığımız taktirde, bizi etkisiz hfile getiren nedenleri anlayamayız.

İlahi rahmete istihkak kazanabilmemiz için kendi hayatımızı ya­


şayabilmeliyiz. Sektiler, liberal etkilere karşı direnmek, birikim, şe­
caat, cesaret ve kararlılık ister. B irbiriyle çatışan, birbirini ötekileş­
tiren bir kültürün çarpık temsilcileri haline geliyoruz. Hepimiz kit­
lesel insana dönüşme tehdidi altındayız. Çok bilmek yerine, neye ih­
tiyacımız varsa, nereden sorumlu bulunuyorsak o kadarını bilmeli­
yiz. Günümüz dünyasında gerçeklik, gerçekte olup bitenlerden çok
farklı bir yerdedir. B izim taleplerimiz, ilgi ve beklentilerimiz dışın­

da bize anlatılanlar, daha doğrusu manipülasyon yöntemleriyle bize


dayatılanlar gerçeklik haline getirilmiştir. Televizyonun, intemetin

insanları seyirciye dönüştürdüğü bir dünyada, düşünmek ve okumak


çok zahmetli ve yorucu bir çabaya dönüşmüştür. Toplumlarımızda
her hangi bir düşünce, sanat ya da edebiyat hareketi B atılı paradig-

70
Teslimiyetçilik Kader Değildir

maya yakınlığı ölçüsünde meşruiyet kazanıyor. Ne pahasına olursa


ol sun; sanat, fikir, edebiyat, siyaset, ahlaki bir zemin ve ufuk içeri­
sinde, bir bütünlük içerisinde üretilebilmelidir. İnsanlık kültürüne
katkıda bulunabilecek, nihai sorunlarımızı gündemine alabilecek,
tartışabilecek bir edebiyat yaklaşımını hayata geçirebilmeliyiz.
Her tür değerden bağımsız materyalist akılcılık, bugünün dün­
yasında insanlığı sayılabilir, yönlendirilebilir, denetlenebilir, gözet­
lenebilir hale getiren bir düzen oluşturdu. Bu düzen, bizler farkına
varmadan, zihinlerimizi de kontrol edebiliyor. Bu düzen farklıya
hayat hakkı tanımayan, farklı ' yı bir şekilde cezalandıran şovenist
bir düzendir. Modem sektiler insan, yalnızca ölçülebilir ve sayıla­
bilir değerlerle ilgileniyor, farklıya hayat hakkı tanımayan şovenist
düzen, Batılı olmayan değer sistemlerini, hayat tarzlarını tarihin ve
hayatın dışına sürgün ediyor.
Müslümanlar olarak geçmişe doğru düşündüğümüz için kronik
hfile gelen iç sorunlarımızla hesaplaşmayı düşünmüyoruz. Bu sorun­
larla hesaplaşmadığımız için sorunlarımız birikiyor, derinleşiyor.
İçerisinde bulunduğumuz sorunlarla hesaplaşamadığımız için yenil­
gi üzerine yenilgi alıyor, yenilgileri biriktiriyoruz. Dini hayatımıza,
düşünce hayatımıza, kültürel hayatımıza ciddi bir biçimde Orta
Çağ'a ait tasavvufi yaklaşımlar, renkler, biçimler, yorumlar yön ve­
riyor. Sözünü ettiğimiz tasavvufi yaklaşımlar büyük ölçüde temel şe­
riat ilkelerinden bağımsız bir anlayıştır. Mevlana ve Mevlevilik din­
lerin aşkın birliğini savunurken, Türk Şamanizmi'nin etkisi altında
gelişen Türkmen şeyhlikleri de Yunus Emre örneğinde görülebilece­
ği üzere yetmiş iki millete ve din'e eşit bir gözle, anlayışla yaklaşır.
Kendilerini İslam hukuku karşısında, şeriat ilkeleri ve nasslar karşı­
sında sorumsuz sayan ibahiye akımı, başta Yunus Emre olmak üze­
re, Taptıık Emre, Hacı Bektaş, San Saltuk, Barak Baba, Baba İshak
gibi pek çok Türkmen şeyhi, dervişi etkilemiştir. Mevlevilik ortaya
çıktığı dönemde, Şii, Kalenderi adımlarla bütünleşmiş bir akımdır.
Müslümanlar, Ortaçağ din ve tasavvuf ikliminin, ibahilik gibi
akımların etkisi altında bulundukları için 1 948 yılından bu yana

71
Atasoy Müftüoğlu

emperyalizm, sömürgecilik ve İsrail karşısında hiçbir varlık ve ha­


yatiyet ortaya koyamıyor, yalnızca utanç ve zillet sergiliyor.
Bugünün gerçekliği, her tür romantizmi, popülizmi, hamaseti
ezip geçiyor, İslam Dünyası ülkeleri Türkiye örneğinde görülebile­
ceği üzere, İsrail ' le ilgili ancak sözlü çatışmalara cesaret edebili­
yor. Uzlaşmaz çelişkiler yaşıyoruz, uzlaşmaz çelişkiler içerisinde
yaşanılabileceğini sanıyoruz. Kurgulanmış, gerçek olmayan zihin­
lerle, akıllarla hiçbir etkinlikte bulunamayacağımızı anlayabilmi ş
değiliz. Kurgulanmış bireylerin hiçbir zaman gerçek kimlikleri,
gerçek kişilikleri olamaz. Sömürgeci bilginin zihinlerimizi kötü­
rümleştirdiği günden bu yana, insanı ve toplumu eylem iradesinden
yoksun bırakan bir geleneği yaşatıyoruz. Bu gelenek yüzünden, bu­
gün her tür müdahaleye açığız. Hangi alana ilişkin olursa olsun, dı­
şarıdan, bilinçli tercihlerimiz dışında bir müdahaleye maruz kal­
mak, özgürlükten de bağımsızlıktan da yoksun olmak anlamı taşır.
Batıni geleneklerin, sezgisel, ruhsal tecrübelerin, içsel zevklerle il­
gili marifetlerin, sırların bilgisine sahip olduklarını iddia edenlerin,
Allah 'tan doğrudan bilgi aldıklarını, Allah ' ın sözünü doğrudan işit­
tiklerini, sözlerinin Allah 'tan geldiğini iddia eden, şeriat tarafından
kabul edilmesi hiçbir biçimde mümkün olmayan düşünceleri kut­
sallaştıran, Yunan felsefesinin etkisi altında gelişen, Eflatuncu bii­
tınilikle bütünleşen, şeriat 'tan bağımsız bir tasavvuf anlayışının, zi­
hinlerimize vurduğu zincirlerden kurtulamadığımız için İslami an­
lamda bağımsız ve bütüncül tercihler yapamıyor, kamusal alanla il­
gili iddiaları olmayan, bireysel tercihe indirgenmiş bir din algısıyla
günümüzü gün ediyoruz. Nurculuk-Neonurculuk örneğinde görüle­
bileceği üzere; zulme karşı, isyan ve tuğyan' a karşı, emperyalizme,
sömürgeciliğe, ırkçılığa karşı, işgal, istila, soykırım ve katliamlara
karşı, bir eylem ve direniş iradesi ortaya koymak, bir mücadele ve
muhalefet bilincini yükseltmek yerine; yalnızca dua etmemiz ve ağ­
lamamız isteniyor. Tarih boyunca bu derecede büyük bir alçalış gö­
rülmemiştir. Bu tür bir zihniyet sebebiyle Müslümanlar tarihin öz­
nesi değil, tarihin sistematik olarak aşağılanan nesnesi konumunda-

72
Teslimiyetçilik Kader Değildir

lar. Yalnızca gönüllere hitap etmekle sınırlı bir din yaklaşımıyla


yola çıkan Nurcu-Neonurcu akım bugün iktidar ve para ihtirasları
adına her tür politik atraksiyonu meşru sayabiliyor.
Modem sektiler zamanlarda yaşanan paradigma savaşlarını, her
alanda hezimete uğrayarak kaybettik. Bu savaşları kaybettiğimiz
için düşünce, kültür, sanat, bilim, felsefe dünyamız tarihten dışlan­
dı. Bizler bugün hayatın her alanında kaybedenlerin dilini kullanı­
yoruz. Bu dil bizim sorunlarımızı anlatmaya güç yetiremiyor. So­
runlarımız, acılarımız, trajedilerimiz küresel gündeme, insanlığın
gündemine yansıtılamıyor. Paradigma savaşlarını kaybettiğimiz gi­
bi aynı zamanda ciddi bir yön kaybı da yaşıyoruz. Zihinsel bir is­
tikrarsızlık ve karmaşa içerisindeyiz. Zihinsel, düşünsel parampar­
ça olma durumu, bugün de sürüyor. Emperyal sistemin onayını al­
mayan hiçbir hareket, siyaset, oluşum meşruiyet kazanamıyor. Her
alanda içi boş spekülasyonlar yapıyoruz. Kaybedilmiş bir dil ve dü­
şünceyle ilgili, bu dil ve düşünceyi özgürleştirme mücadelesi ver­
mek yerine, yalnızca melankolik tepkiler veriyoruz.

73
ESKİ İÇ SORUNLARLA, YENİ DIŞ SORUNLAR
ARASINDA SIKIŞIP KALMAK

Küresel faşizmin demokrasi şemsiyesi altında pazarlandığını


fark etmek gerekiyor. Bugünün tarihi geriye doğru ilerliyor. Şirket
çıkarları için savaşlar icat edilebiliyor. Endüstriyel, küresel güçler,
teknolojik, askeri yapılardan ibaret. Bu nedenle, bu yapılardan hiç­
bir insani, ahlaki, vicdani tavır beklenmiyor. Kapitalist, emperya­
list, küresel sistemle rekabet edecek bir başka güç yok. Soğuk Sa­
vaş döneminde Sovyetler B irliği simetri sağlayan bir güçtü. Sov­
yetler Birliği dağılınca asimetrik bir belirsizlik ortaya çıktı. V aro­
luşlarını alternatif bir gücün himayesi altında sürdürebilen Ortado­
ğu ülkeleri, bugün bir uçtan diğer uca salınıyor. Günümüzde her ül­
ke piyasanın mantığına teslim olarak, piyasanın gereklerini yerine
getirerek kendisine bir gelecek arıyor. İslam ülkeleri piyasanın ge­
rekleri doğrultusunda hareket ederek, Amerikan değerleriyle uzla­
şarak, bütünleşerek, ılımlı, hoşgörülü İslam zemininde tercihler ya­
parak, Kur' an ve Sünnet'ten bağımsız bir din ve dindarlık algısını
seçerek kendilerini güvence altına almaya çalışıyor.
Soğuk Savaş sonrası dönem, İslam dünyası ülkeleri için sürekli
müdahale ve sürekli tahakküme maruz kalmak şeklinde biçimlendi.
Bugün, emperyal politik çerçeveler, projeler Hıristiyan köktencilik,
Siyonizm, Evangelizm, militarist sağcılık tarafından belirleniyor.
Sözünü ettiğimiz çerçeveler her zaman ve her durumda İslam ' a ve
İslamcılığa karşı içgüdüsel bir düşmanlık içerisindedir. Bu nedenle-

75
Atasoy Müftüoğlu

dir ki bu çevreler ne pahasına olursa olsun, İs!ami yönetim talepleri


karşısında laik diktatörleri, laik hareketleri sonuna kadar destekleye­
bilirler. Laiklik modem B atı dünyası için vazgeçilemez bir unsur ol­
duğu için Türkiye, Arap ayaklanmaları sırasında, Ortadoğu ülkele­
rine laiklik önerecek derecede anlaşılamaz bir garabet sergilemiştir.

Günümüzde egemenlik ya da ulusalcılık gibi kavramların küresel


etkiler karşısında hiçbir geçerliliği kalmamıştır. Emperyal sistemin
tahakküm üreten uygulamaları bir türlü gereği gibi sorgulanamıyor
ve tartışılamıyor. Dayatılmış bir evrenselliğe mahkum edilmişiz.
Hıristiyanlıkla uygarlık eş anlamlı olarak kullanılıyor. Türkiye örne­
ğinde izlenebileceği üzere, İs!am toplumları, emperyalist bir uygar­

lığa ait kurumlan, kavranılan ithal ederek, bu kavram ve kurumlara


meşruiyet kazandırarak kendilerini yapılandırmaya çalışıyor. Cum­

huriyet Türkiyesi, bedeli ne olursa olsun B atı uygarlığının bütün ta­


leplerine uyum sağlamak kararlılığıyla yola koyuldu, Fransız tarzı
katı, fanatik laiklikle bütünleşti. Bu tarihten beri Türkiye modernli­
ğin yüzeysel davranış ve sembollerini temsil ediyor, kendisini değil.
B atılılaşma kuşkusuz Osmanlı İmparatorluğu döneminden itibaren

bir devlet projesidir, bu proje modem, sektiler ontolojinin özümsen­


mesi amacına yönelik bir projedir.

Toplumlarımızın felaketi zihinlerimizin ele geçirilmesiyle bir­


likte başladı.

B atı dünyası önce ekonomik, sonra siyasal, daha sonra da kül­


türel egemenlik yoluyla toplumlarımız üzerinde ciddi bir denetim
sağladı. Ekonomik egemenlik yoluyla toplumlarımızı sömüren Av­
rupa, bugün ekonomik bağlamda bir çöküş yaşıyor, siyasal bağlam­
da büyük bir krizle karşı karşıya. Bu çöküş ve krize rağmen, İslam
toplumları Avrupamerkezci dil ve söylemden bağımsızlaşmaları
gerektiğini düşünemiyor. Dört trilyon dolar civarında milli gelire
sahip olan 57 İs!am ülkesinin dünya üretiminin yalnızca yüzde ye­
disini ürettiğini üzülerek kaydetmek gerekir. Rahatsızlık uyandırsa
da gerçekleri söylemeliyiz. Muhafazakar ve kültürel bir popülizm­
le hiçbir biçimde bağımsız politikalar üretilemiyor. B ugün karşı

76
Teslimiyetçilik Kader Değildir

karşıya bulunduğumuz yapısal, zihinsel tıkanma üzerinde cesaretle


düşünmeye başlamalı ve İslami ilginin, sorumluluğun manevi, ba­
tıni spekülasyon üretmekten ibaret olmadığını kanıtlamalı, sektiler
aklın baskısından özgürleşebilmeliyiz.
Toplumlarımızın statü sorunları, statü arayışları, statü kaygılan
ve gerilimleri bir türlü sonuçlandırılamıyor. İslam toplumları olarak
bulunmamız gereken yerde değiliz, olmamız gerektiği gibi olamıyo­
ruz. Ortadoğu 'da yaşanan ayaklanmalar sonrasında da her şey bir
devrim bağlamında değil, Batı ' nın normatif ölçütleri temelinde, ye­
rel koşullan da dikkate alan yorumlarla yapılandırılıyor. İran ' da ba­
ğımsız akıl yürütme (ictihad) temelinde gerçekleştirilen İslam Dev­
rimi de bugün geçmişe doğru ilerliyor, hatmi tevillere dayalı Ahba­
ri söylemi İslam toplumlarına ihraç etmeye çalışıyor. İran ' ın ahlak
Devrimini ihraç etmeye çalışması, İsnaaşeriye-Caferiye mezhebini
ihraç etmeye çalışması bir şekilde anlaşılabilir, ancak batıni temel­
lere dayalı Ahbariliği ihraç etmeye çalışması kabul edilemez. Top­
lumlarımızda yaşanan değişim ihtiyacının, değişim taleplerinin,
beklentilerinin ne kadarının iç dinamiklerden, ne kadarının dış etki­
lerden kaynaklandığını sağlıklı bir biçimde belirleyebilmiş değiliz.
Sınırların düşünceler, kültürler tarafından çizildiği bir dünyada
yaşıyoruz. Kozmopolit bir dünya kültürü oluşuyor. Twitter kuşağını
sözünü ettiğimiz bu kozmopolit kültür yönlendiriyor, etkiliyor, şekil­
lendiriyor. Eski sorunlar, yeni çözümler ister. Hiçbir alim, düşünür
ve fakihe, kendi dönemleriyle ilgili olmayan sorumluluklar yükleye­
meyiz, kendi dönemleriyle ilgili olmayan çözümler bekleyemeyiz.
Hiçbir alim bütün zamanlar için geçerli çözümler üretemez. Bu yol­
da öne sürülen bütün iddialar bir hezeyan olmaktan öteye geçemez.
Bizler, Müslümanlar olarak bir yanda eski iç sorunlarımızla ku­
şatılmış durumdayken, diğer yanda da yeni dış sorunlar, etkiler, bas­
kılarla kuşatılmış durumdayız. Güç ve iktidar gösterilerinin tayin
edici hale geldiği, içerisinde yaşadığımız kötülükler ve utanç çağın­
da, dünyaya, insanlığa hiçbir katkıları olmayan modem, sektiler ide­
olojiler İslam ' ı siyasal bir seçenek olmaktan çıkarabilmek için var
Atasoy Müftüoğlu

güçleriyle çalışıyor. Bizler de, karşı karşıya bulunduğumuz alçaltıcı


müdahalelerden, altüst oluşlardan, işgaller, soykırım ve katliamlar­
dan, korkunç iç savaşlardan yeni bir tarihsel, siyasal, ekonomik dü­
şünce üretmeyi başaramıyoruz. Kötürümleştirici eski yaklaşımlar,
mezhep aşırılıkları, etnik karşıtlıklar, çatışmalar vb. sebebiyle ikna
edici bir dil, söylem, proje oluşturamıyoruz. Bu nedenle hayatın her
alanında İsliimi bağlamda çok büyük gecikmeler yaşıyoruz.
Yapısal bir dönüşüm ve yenilik ihtiyacı duymayan muhafaza­
karlıklar tarafından ciddi bir biçimde engelleniyoruz. Muhafaza­
karlıklar tarafından engellendiğimiz halde, bunu fark etmiyor ve
kendimizi muhafazakar olarak tanımlıyor, bununla iftihar edebili­
yoruz. İçerisinde yaşadığımız muhafazakarlıklar bağımsız yoruma
ve düşünceye ilgi duymuyor.
Bilindiği üzere Avrupa'nın üstünlüğü 1 8 . ve 1 9. yüzyıllarda
gerçekleşti. Sanayi Devrimi belirleyici tarihsel bir dönüşümün ön­
cüsüydü. Daha önceki yüzyıllarda dünyada farklı Asya uygarlıkla­
rıyla birlikte İsliim uygarlığı da ekonomik açıdan Avrupa' dan çok
daha zengindi. Bu uygarlıklar teknik açıdan da Avrupa'nın ilerisin­
deydi. İslam toplumlarında toplumsal yapıların katılaşması, dina­
mizm ve hareketliliğini yitirmesi, kötürümleştirici alışkanlıklar ve
tekrarlar, zihinsel donmuşluk, devletin dışında düzenleyici, dönüş­
türücü, sorgulayıcı toplumsal güçlerden yoksunluk vb. gibi neden­
ler Avrupalı sömürgecilere cesaret verdi. Zihinsel gelişmeyi engel­
leyen bağnazlıklarla, geleneklerle; sömürgeci dış etkiler bir araya
gelince toplumlarımız iktidar, egemenlik yapılan karşısında itaati,
sessizliği seçtiler, eleştirel yaklaşımlar ortaya koyamadılar.
İsliim 'ın erken dönemlerinde toplumlarımız tarihsel olaylara, ge­
lişmelere, bilimsel ve kültürel hareketlere yönelik çok zengin bir du­
yarlılık içerisindeydi. Modem zamanlara kadar toplumlarımızda ki­
taba yönelik, tarihe, kültür ve edebiyata yönelik, içten, yoğun, nite­
likli bir ilgi vardı. 1 492 ' lere kadar sürdürülen üretkenliği kaybetti­
ğimiz için zihinsel anlamda durdurulamayan bir düşüşe geçtik. Geç­
mişi masalsı mitler ve öyküler yoluyla efsaneleştirmek yerine, geç-

78
Teslimiyetçilik Kııder Değildir

miş i akılla, bilimsel analizlerle çözümlemeyi başarabilseydik, bu


düş üşü durdurabilirdik. Olağandışı öyküler anlattığımız, askeri ve
siyasi olaylarla sınırlı bir tarih yorumunu tüketmeye devam ettiği­
miz için olayların doğrudan ve dolaylı nedenlerini anlamakta güçlük
çekiyoruz. Tarih, bir dizi olayı sıralamak, öykülemek, tekrar etmek
değil, bu olayları hazırlayan nedenleri, olayların kökenini anlamak­
tır. Yönetimle ve siyasetle ilgilenmeyen bir gelenek bugün de zihin­
lerimiz üzerinde olumsuz etkilerini sürdürüyor. Bu gelenek yüzün­
den tarihsel gerçekliğe nüfuz etmekte yetersiz kalıyoruz.
Yaşadığımız yüzyılın bilincinde olmadığımızda, bu yüzyıla bir
şey kazandıramayız.
Hem bireysel bağlamda hem de toplumsal bağlamda pragmatik,
çıkarcı tercihlerde bulunduğumuz için kendimizi değersizleştiriyo­
ruz. İkili kişilikler, ikili hayatlar yaşıyor, ilkesizleşiyoruz. Medya­
tik popülizm tercihlerimizi etkiliyor. Medya diktatörlükleriyle ilgi­
li herhangi bir şekilde bir rahatsızlık duyduğumuzu söyleyemeyiz.
Görsel alana ilişkin kolaycılık, düşünme yeteneklerimizi yok
ediyor. Ekrana, sahneye çıkan herkes bir şekilde her tür doğallığı
yitiriyor, gösteri yapmaya başlıyor. Tesettür moda haline geliyor.
Histerik bir itki olan teşhircilik sınır tanımıyor. Hayasızlık televiz­
yon, intemet aracılığıyla teşhir ediliyor. Siyaset popülizm propa­
gandası ile varlığını sürdürüyor. Latin-Hıristiyan dünyaya özgü bir
kurum olan sekülerlik toplumlarımızda gün geçtikçe meşrulaşıyor.
Bu nedenle bugünün dünyasını sektiler algılarla izlemekte, yorum­
lamakta bir sakınca görmüyoruz. İnsan ve toplum hayatının, dünya
ve insanlık hayatının bütün boyutlarına Kur ' an-ı Kerim ' in ufkun­
dan bakmak gibi bir kaygımız yok. Hayatın bütün boyutlarını içe­
risine alan İslam algısından, bilincinden uzaklaşıyoruz. Tek boyut­
lu bir İslam algısı doğrultusunda yönlendiriliyoruz. Tek boyutlu bir
İslam yaklaşımının hayatiyetinden, dinamizminden, toplumsal, si­
yasal, tarihsel etkilerinden söz edemeyiz.
Müslümanlar için zihinsel, kültürel ve siyasal anlamda yoğun
bir hesaplaşma zorunlu hale gelmiştir. Zihinlerimizi baskı altında

79
Atasoy Müftüoğlu

tutan karanlık ve şovenist kavramların geçerliliklerini sorgulamak­


ta çok geç kaldığımızı hatırlamalıyız. Tek boyutlu bir teknik uygar­
lığın, bir ilerleme yaklaşımının, maddi konfor ve maddi rahatlıktan
ibaret bir modernlik anlayışının sömürgesi olmaya devam edeme­
yiz. Dünyanın, hayatın, siyasetin dinden, ahlaktan bağımsızlaşma­
sının, insanlık için iyi bir gelecek olmadığına işarettir. Siyasetin din
ve ahlaktan arındırılması bugünün dünyasında görülebileceği üze­

re siyaseti bir yıkım aracına dönüştürür.


Modem zamanlar boyunca Müslümanlar, B atı uygarlığı karşı­
sında çok ağır, telafi edilmesi çok güç , aşağılayıcı yenilgiler aldı­
lar. Bu yenilgiler sebebiyle bir mağduriyet dili, söylemi oluşturul­
du. Bu dil nedeniyle bugün, hayatın her alanında karşı karşıya bu­

lunduğumuz aşağılanmalara ilişkin olarak yenilgilerimizin iç ne­


d�nleri üzerinde hiç konuşmuyoruz. Halbuki , mağlupların, her şey­
den önce mağlubiyetlerinin nedenlerini sorgulamaları, bu zelil du­
ruma neden, nasıl, nerede düştükleriyle ilgili kendi kendileriyle
yüzleşmeleri gerekirdi.
İslam dünyası toplumlarında 1 3- 1 6 . yüzyıllar arasında bir dur­
gunluk dönemine girildiğine ilişkin pek çok tezahürler ortaya çık­

mıştır. Kimi yorumcular çöküş nedenleri arasında Gazali 'nin gele­


neği mutlaklaştırmasını, kimi yorumcular Bağdat ' ın Hülagu tarafın­

dan yıkıma uğratılmasını sayarlar. Çöküş nedenleriyle ilgili kuşku­


suz en önemli tezahür akılcı yaklaşımların hafife alınmasıyla ortaya
çıkmıştır. Bu dönemden itibaren İslam medeniyeti ufku, iklimi, or­
tamı içerisinde farklı ilgi, sorumluluk ve üretkenlik alanlan terk edi­
lerek yalnızca dini düşünceyle sınırlı çalışmalar yapılmıştır. İlahi
Vahyi referans kaynağı alan akıl ve ictihad bütünlüğü bozulmuştur.
Müslümanların, İslam tarihini siyasal ya da askeri tarihten, sa­
vaşlar tarihinden ibaret sayan, bu nedenle de entelektüel tarihle hiç
ilgilenmeyen olumsuz bir geleneği var. Bu gelenek, entelektüel dün­
yayı , siyasal dünyadan uzaklaştırmıştır. İslam toplumlarında dur­
gunluk dönemleriyle birlikte bilgi, bilim, fikir, yöntem üretmek, öz­
gün eserler vermek yerine, daha önce üretilen metinleri yorumla-

80
Teslimiyetçilik Kader Değildir

mak, tekrar etmek gibi kolaycı bir bağlama geçildi. Biçimsel bağla­
ma indirgenen bir fıkıh algısı oluşturuldu. Entelektüel durgunlukla
birlikte İslam milleti, medeniyeti bütünü içerisinde ortaya çıkan si­
yasal rekabetler, karşıtlıklar, kültürel bütünlüğün parçalanması, İsla­
mi bünyeyi dış etkiler karşısında dirençsiz hale getirdi. 1 5 . yüzyıl
sonlarına doğru, Yeni Dünya'nın keşfiyle birlikte dünya yeniden bi­
çimlenmeye başladı. Yeni Dünya'nın keşfiyle birlikte başlayan ye­
ni süreçler, daha çok kaynağa, daha çok zenginliğe sahip olmak an­
lamına geliyordu. Bu zenginlikle birlikte B atı ' da bilimsel araştırma­
lar yoğunlaştırıldı. Zenginlikler siyasal güce dönüştürüldü. Bu tarih­
ten itibaren İslam toplumları refah üretmek yerine, refah tüketmeye,
bilim üretmek yerine, daha önce üretilen bilimleri tüketmeye başla­
dılar. 1 6. yüzyılda Avrupa her alanda sömürgeci bir güç olarak tari­
he müdahale etmeye başladı. 1 7 . yüzyıl başlarında Avrupa ' da her
krallık, her prenslik bilim, sanat, kültür, edebiyat, fikir adamlarını
korumak, finanse etmek, çabalarına destek olmak amacıyla pek çok
vakıf, kurum, enstitü, akademi oluşturdu. Daha çok bilgi, bilim, fi­
kir, kültür ve zenginlik üreten ülkeler, kuşkusuz hiçbir şey üretme­
yen, yalnızca ithal eden ülkeleri bir biçimde etki altına alacak ve sö­
mürge durumuna getirecekti. İslam toplumları sözünü ettiğimiz dö­
nemler boyunca ve halen logaritmik hızla büyüyen bilimsel, kültü­
rel gelişmeler karşısında; tarihsel tanıklıklar yapmayı, tarihsel so­
rumluluklar almayı başaramadı. İslami ilgi, dikkat, eğitim, düşünce,
kültür İslam ' ın ilk dönemleriyle sınırlı uygulamalara indirgendi.
Tarihsel gerçekleri, altüst oluşları, tarihsel değişim dönüşüm
hareketlerini, bunların tarihsel etkilerini dikkate almayan; siyasal
etkinliklerden ve sorumluluklardan uzaklaşarak kendi içine kapa­
nan İslami entelektüel hayat, etrafında oluşan yeni dünya karşısın­
da alternatif üretme yeteneğini kaybetmiştir. Ekonomik güdümle
düşünme, yaşama, ilişki kurma biçiminin egemen olduğu bir gü­
vensizlik çağında, Müslümanlar genel geçer görüşlerin sınırlarını
aşarak, dış etkilerden bağımsız bir İslami girişim başlatamıyor. Öz­
gün bir geçmiş tanımı yapamadığımız için zamanın dışında yaşa-

81
Atasoy Müftüoğlu

tutan karanlık ve şovenist kavramların geçerliliklerini sorgulamak­


ta çok geç kaldığımızı hatırlamalıyız. Tek boyutlu bir teknik uygar­
lığın, bir ilerleme yaklaşımının, maddi konfor ve maddi rahatlıktan
ibaret bir modernlik anlayışının sömürgesi olmaya devam edeme­
yiz. Dünyanın, hayatın, siyasetin dinden, ahlaktan bağımsızlaşma­
sının, insanlık için iyi bir gelecek olmadığına işarettir. Siyasetin din
ve ahlaktan arındırılması bugünün dünyasında görülebileceği üze­
re siyaseti bir yıkım aracına dönüştürür.
Modem zamanlar boyunca Müslümanlar, B atı uygarlığı karşı­
sında çok ağır, telafi edilmesi çok güç, aşağılayıcı yenilgiler aldı­
lar. Bu yenilgiler sebebiyle bir mağduriyet dili, söylemi oluşturul­
du. Bu dil nedeniyle bugün, hayatın her alanında karşı karşıya bu­
lunduğumuz aşağılanmalara ilişkin olarak yenilgilerimizin iç ne­
d�nleri üzerinde hiç konuşmuyoruz. Halbuki, mağlupların, her şey­
den önce mağlubiyetlerinin nedenlerini sorgulamaları, bu zelil du­
ruma neden, nasıl, nerede düştükleriyle ilgili kendi kendileriyle
yüzleşmeleri gerekirdi.
İslam dünyası toplumlarında 1 3- 1 6. yüzyıllar arasında bir dur­
gunluk dönemine girildiğine ilişkin pek çok tezahürler ortaya çık­
mıştır. Kimi yorumcular çöküş nedenleri arasında Gazali 'nin gele­
neği mutlaklaştırmasını, kimi yorumcular Bağdat'ın Hülagu tarafın­
dan yıkıma uğratılmasını sayarlar. Çöküş nedenleriyle ilgili kuşku­
suz en önemli tezahür akılcı yaklaşımların hafife alınmasıyla ortaya
çıkmıştır. Bu dönemden itibaren İslam medeniyeti ufku, iklimi, or­
tamı içerisinde farklı ilgi, sorumluluk ve üretkenlik alanlan terk edi­
lerek yalnızca dini düşünceyle sınırlı çalışmalar yapılmıştır. İlahi
Vahyi referans kaynağı alan akıl ve ictihad bütünlüğü bozulmuştur.
Müslümanların, İslam tarihini siyasal ya da askeri tarihten, sa­
vaşlar tarihinden ibaret sayan, bu nedenle de entelektüel tarihle hiç
ilgilenmeyen olumsuz bir geleneği var. Bu gelenek, entelektüel dün­
yayı, siyasal dünyadan uzaklaştırmıştır. İslam toplumlarında dur­
gunluk dönemleriyle birlikte bilgi, bilim, fikir, yöntem üretmek, öz­
gün eserler vermek yerine, daha önce üretilen metinleri yorumla-

80
Teslimiyetçilik Kader Değildir

mak, tekrar etmek gibi kolaycı bir bağlama geçildi. Biçimsel bağla­
ma indirgenen bir fıkıh algısı oluşturuldu. Entelektüel durgunlukla
birlikte İslam milleti, medeniyeti bütünü içerisinde ortaya çıkan si­
yasal rekabetler, karşıtlıklar, kültürel bütünlüğün parçalanması, İsla­
mi bünyeyi dış etkiler karşısında dirençsiz hale getirdi. 1 5 . yüzyıl
sonlarına doğru, Yeni Dünya'nın keşfiyle birlikte dünya yeniden bi­
çimlenmeye başladı. Yeni Dünya'nın keşfiyle birlikte başlayan ye­
ni süreçler, daha çok kaynağa, daha çok zenginliğe sahip olmak an­
lamına geliyordu. Bu zenginlikle birlikte B atı ' da bilimsel araştırma­
lar yoğunlaştırıldı. Zenginlikler siyasal güce dönüştürüldü. Bu tarih­
ten itibaren İslam toplumları refah üretmek yerine, refah tüketmeye,
bilim üretmek yerine, daha önce üretilen bilimleri tüketmeye başla­
dılar. 1 6 . yüzyılda Avrupa her alanda sömürgeci bir güç olarak tari­
he müdahale etmeye başladı. 1 7 . yüzyıl başlarında Avrupa' da her
krallık, her prenslik bilim, sanat, kültür, edebiyat, fikir adamlarını
korumak, finanse etmek, çabalarına destek olmak amacıyla pek çok
vakıf, kurum, enstitü, akademi oluşturdu. Daha çok bilgi, bilim, fi­
kir, kültür ve zenginlik üreten ülkeler, kuşkusuz hiçbir şey üretme­
yen, yalnızca ithal eden ülkeleri bir biçimde etki altına alacak ve sö­
mürge durumuna getirecekti. İslam toplumları sözünü ettiğimiz dö­
nemler boyunca ve hfilen logaritmik hızla büyüyen bilimsel, kültü­
rel gelişmeler karşısında; tarihsel tanıklıklar yapmayı, tarihsel so­
rumluluklar almayı başaramadı. İslami ilgi, dikkat, eğitim, düşünce,
kültür İslam ' ın ilk dönemleriyle sınırlı uygulamalara indirgendi.
Tarihsel gerçekleri, altüst oluşları, tarihsel değişim dönüşüm
hareketlerini, bunların tarihsel etkilerini dikkate almayan; siyasal
etkinliklerden ve sorumluluklardan uzaklaşarak kendi içine kapa­
nan İslami entelektüel hayat, etrafında oluşan yeni dünya karşısın­
da alternatif üretme yeteneğini kaybetmiştir. Ekonomik güdümle
düşünme, yaşama, ilişki kurma biçiminin egemen olduğu bir gü­
vensizlik çağında, Müslümanlar genel geçer görüşlerin sınırlarını
aşarak, dış etkilerden bağımsız bir İslami girişim başlatamıyor. Öz­
gün bir geçmiş tanımı yapamadığımız için zamanın dışında yaşa-

81
Atasoy Müftüoğlu

yan bir ütopyacılığa sığınıyoruz. Tarihsel olaylar karşısında pasif


izleyiciler olarak kalmaya devam edemeyiz.
Tarihin farkında olmak, bilincinde olmak mücadele halinde olma­
yı gerektirir. İslamcılık dönüştürücü bir değişim talebinin ifadesidir.
Modem, seküler, liberal gerçeklik karşısında, İslami cemaatler,
cemaat liderleri, partiler, parti liderleri mutlak bir edilgenlik durumu
yaşıyor. Bilincimizi bugünün acımasız gerçekliğine açmaya cesaret
edemiyor, kendi zamanımızı yansıtabilecek, kendi zamanımızı dönüş­
türebilec;ek bir dil ve irade oluşturamıyoruz. Kendilerini izlediğimizi
iddia ettiğimiz, mezhep imamlarımızın mücadelelerini, eylemlerini,
tavır ve tarzlarını, muhalefet bilinçlerini hiçbir biçimde bugüne, ken­
di tercihlerimize yansıtamıyoruz. Mezhep imamlarına yönelik bağlı­
lıklarımızın sözde bir bağlılıktan öteye geçemediğini görüyoruz.
Mezhep imamları kendi dönemlerinde zihinsel, ilmi bağımsızlıklarını
koruyabilmek adına, İslami iktidarlarla asla uzlaşmadılar. Bu nedenle
Ebu Hanife hapishanede öldü. İmam Malik yediği dayak sebebiyle
felç oldu. Ahmet Bin Hanbel işkencelere maruz kaldı. İmam Şafii zin­
cire vurularak Yemen'den Bağdat'a getirildi. Bugün büyük bir mez­
hep asabiyetiyle bu imamları izlediklerini iddia edebilen cemaat lider­
leri, cemaat çıkarlarını büyütmek için açıkça İsrail 'le, Amerika'yla iş­
birliği yapabiliyor. Amerika ve İsrail tarafından öğütlenen, önerilen
ılımlı, pasif, hoşgörülü bir İslam algısını temsil edebiliyor.
Modem sanayi uygarlığı bütünüyle yapay bir dünya oluşturdu.
İletişim devriminin yaşandığı bir çağda insanlar arasında gerçek
iletişim kurulamıyor. Günümüzde her şey sayılardan ibaret. Bütün
toplumlarda nitelikler hızla azalırken, nicelikler hızla çoğalıyor.
Her şeye o kadar alıştık, her şeyle o kadar bütünleştik ki içerisinde
yaşadığımız seküler dünyadan, seküler sistemden rahatsızlık duy­
muyoruz. B aşka bir düzenin, İslami bir düzenin, dünyanın mümkün
olup olmadığını düşünme ihtiyacı bile duymuyoruz.
Yeni bir varoluş tarzı, ufku, iklimi oluşturmalıyız. Düşünme tar­
zımızda yapısal bir değişime cesaret edebilmeliyiz. Bizler, farkına
varmadan, bizleri her alanda kontrol eden, biçimlendiren, hizaya

82
Teslimiyetçilik Kader Değildir

sokan bir sistem içerisinde yaşadığımız halde radikal hesaplaşma­


lara yönelemiyoruz.
Eleştirel gözlere, eleştirel zihinlere sahip değiliz.
Dini hayat, İslil.mi cemaatler, gruplar, hizipler, oluşumlar; roman­
tik atavizmle, köy primitivizmiyle bütünleşmiştir. Modem, sektiler, li­
beral meydan okumalar karşısında entelektüel yanıtlar oluşturamadı­
ğımız gibi İslami alternatifler de geliştiremiyoruz. Günümüzde, acı­
masız Batıcılar karşısında, ılımlı hoşgörülü, teslimiyetçi reformistler
gündemi ele geçirmeye çalışıyor. Literalist V ahhabilik, Selefilik ka­
ba, bağnaz yeni bir tarz oluşturuyor, mezhep karşıtlığı temelinde ken­
disini meşrulaştırmaya çalışıyor. Düşsel idealizmlerimiz bugünün za­
lim gerçekliği karşısında hiçbir şey ifade etmiyor. Bugünün tarihine,
şimdiki çağa damgasını vurabilecek, küresel gündemi etkileyebile­
cek, sarsabilecek düşünce, kültür, dava adamlarına sahip değiliz. Bu­
nun içindir ki; sorunlarımızı bile tanımlayamıyoruz. Ümmetin beklen­
tilerini, ihtiyaçlarını, umutlarını karşılayabilecek bir düşünce hareketi
oluşturamıyoruz. Entelektüel bir projeye sahip değiliz.
Romantik zihinlerin ütopyacılıklarıyla oyalanıyor, avutuluyoruz.
Aziz İslam'a modem, seküler bilimin izin verdiği ölçüde, izin ver­
diği alanda, sınırları sektiler düşünce tarafından belirlenen kısmi bir öz­
gürlük tanınıyor. Batı aydınlanması karşısında eleştirel bir ufuk, eleş­
tirel bir bilinç inşa edemiyoruz. İslami, tevhidi duyarlılığımızı, Ümmet
hassasiyetimizi güçlü, tam oktavlı onurlu bir sese dönüştüremiyoruz.
Aydınlanma aklı, mutlakı reddettiğinden beri, modem aşırı akıl yeni
bir mutlak bulamadı. Bilim, sanat, ideoloji gibi sahte mutlaklar icat et­
ti. Aşkınlığın kaybı ile başlayan tarihsel kırılma bugün de sürüyor. Bu
kırılma her alanda çok büyük bir belirsizlik, boşluk oluşturuyor.
Modem, seküler, liberal toplumların kendilerine özgü bir tarzla­
rı, üslupları, dünya görüşleri ve hayat tarzları var. Bu durum, bu
toplumlar için normaldir. Ancak, modem, seküler, liberal dünyaya
öykünen, bu dünyayı taklit eden İslil.m toplumlarının sözünü ettiği­
miz taklitçi tercihleri anormal bir durumdur. Taklitçi tercihler sah­
te varoluşlar oluşturarak insanları nihilizme sürüklüyor.

83
Atasoy Müftüoğlu

Yabancı varoluşlar yaşıyoruz.


Müslümanlar her alanda emperyalist sistemin kontrolü altında
bulunuyo. Hiçbir biçimde laikliği tehdit etmeyecek, çarpıtılmış bir
İslami biçimi temsil etmemiz isteniyor. İslam ve Müslümanlarla ilgi­
li basitleştirmeler çoğalıyor. Bu durumda, gerçek dünyayı anlamak,
çözümlemek, gerçek dünyaya yönelik eleştiriler yapmak gerek.
Anlamak, sormakla başlar.
Bugünün dünyasına yeni bir ufuk, yeni bir perspektif sunabil­
meliyiz.
İslami sorumluluklarımızı, ilgilerimizi, bireysel hayatlarımıza
yönelik konularla sınırlandıramayız. Siyasal ve toplumsal konular
etrafında yeni bir hassasiyet zeminine ihtiyacımız var. Toplumları­
mızda, milliyetçiliklerin, mezhepçiliklerin, hizipçiliklerin zehirle­
diği, kirlettiği, kısırlaştırdığı yeni bir bağnazlık, yeni bir aşırılık,
yeni bir kültür oluşuyor. Ümmet yaklaşımını terk ediyoruz. Temel
inançlarımız, ilkelerimiz, değerlerimizle günümüzdeki uygulama­
lar arasında derin çelişkiler oluşuyor.
Modem, sektiler, liberal dünya görüşü insanları kitleye dönüştü­
rüyor, her şeyi bir şekilde manipüle ediyor. Bu dünya görüşünün ya­
bancılaştırıcı, kişiliksizleştirici, şeyleştirici etkilerini her alanda gör­
mek mümkün. Her yerde manipülatif bir dil ve söylemle karşı kar­
şıya bulunduğumuz için büyüyen, yoğunlaşan, derinleşen insani tra­
jedileri gereği gibi yorumlayamıyor, değerlendiremiyoruz. Küresel
jeopolitik, bu defa Suriye 'yi yaşanılabilir bir ülke olmaktan çıkarı­
yor. Suriye 'nin çöküşünü, tükenişini seyrediyor. Jeopolitik rekabet­
ler sebebiyle Suriye ' nin iç savaş yoluyla çökertilmesi, stratejik öne­
mini yitirmesi amaçlanıyor. Suriye 'yi özgürleştirmek isteyenler, Su­
riye 'ye demokrasi götürmek isteyenler Suriye 'yi yok ediyor.
Nerede, hangi amaçlarla yapılırsa yapılsın, dışarıdan dayatılan
sınırlamaların olduğu yerde özgürlükten söz edilemez.
İthal edilmiş örgütlenme biçimleriyle, referans sistemleriyle hiç­
bir mücadeleden sonuç alınamaz, hiçbir devrim gerçekleştirilemez.

84
EZELİ VE EBEDİ BİR UFUKTAN BAKMAK

Müslüman olmak demek; Kur ' an-ı Kerim ' in içerdiği ebedi
amaçları, anlamları, bilgelikleri, değerleri sonsuza kadar temsil et­
mek, sonsuza kadar Kur ' an ufkunun anlamlarına içtenlikle bağlı
kalmak demektir. İlahi iradeyi, ilahi emaneti, ilahi sorumlulukları,
ilahi modeli yeryüzünde temsil etmek ve gerçek kılmak üzere, mü­
cadele alanına çıktığımızda, İslami alana girmiş oluruz. İslami ala­
na girmekle kendimizi, toplumlarımızı, çevremizi ve hayatımızı
değiştirme sorumluluğunu yüklenmiş oluruz. Hayatımız boyunca
varoluşumuzun hiç değişmeyen merkezi boyutu, Allah ' a (c.c.) ait
olmakla şekillenir, Allah ' a ibadetle, hizmetle anlam kazanır.
Kendimizi, toplumumuzu Kur'an ilkeleri ve ahlakı doğrultu­
sunda değiştirmediğimiz, değiştirmeyi düşünmediğimiz taktirde İs­
lami bir gelecekten söz edemeyiz.
Hayatın, tarihin içerisinde Kur'an ' ı temsil etmek, zamana, me­
kana müdahale edebilecek bir sorumluluk bilincine, iradesine sahip
olmakla mümkün olabilir. Sözünü ettiğimiz sorumluluk bilinci ve
iradesi, düşünsel yoğunluklar ve nitelikler yönünde gerçekleştire­
ceğimiz çabalarla sağlanabilir, sayısal planda çoğalarak değil.
Kur'an ' ın öngördüğü İslami sistem, insani etkinlik alanlarının
tümünü kuşatan tutarlı, bütünlüklü bir sistemdir. Bu sistem, yalnız­
ca manevi kurallardan ibaret değil, aynı zamanda dünyevi, maddi,
siyasal, ekonomik kurallar da içeriyor. Kur' an-ı Kerim ' in ezeli,
ebedi içeriğine, buyruklarına inanmak, bu doğrultuda eylemde bu-

85
Atasoy Müftüoğlu

lunmayı, tercihler yapmayı, yaşamayı zorunlu kılar. Eylemde bu­


lunmayan, değer tercihleri yapamayan imanın mahiyeti tartışma
konusudur. İslami bir tercihte bulunmak, hayatın bütün boyutlarıy­
la ilgili bir dünya görüşünü ve hayat tarzını seçmek anlamına gelir.
Bu dünya görüşü ve hayat tarzı, hayata, tarihe, dünyaya, insanlığ a
Kur' an-ı Kerim ' in ufkundan bakmayı ve bu ufuk yönünde değişi­
mi emreder. Kur' an-ı Kerim İslam 'ın özünü, temelini, esasını anla­
tır. Yöntem konusunda aziz Peygamberimizin açıklamalarına ve
uygulamalarına başvururuz.
Kur' an-ı Kerim, hayatın bütün boyutlarını biçimlendirmek, yö­
netmek üzere hükümler getirmiştir.
İzzet ve onur kaynağı Kur' an-ı Kerim; edebi güzellik ve üstün
belagat kaynağı Kur' anı Kerim; tarihe girdiği andan itibaren emsal­
siz ve mucizevi etkisiyle, içeriğiyle, mesajıyla önce cahiliye insanı­
nı, cahiliye toplumunu, cahiliye kültür ve ahlakını değiştirmiş; ye­
rel bir toplumdan, evrensel bir toplum, evrensel bir kültür ve mede­
niyet oluşturmuştur. İslami mesaj ve dil bir ırka, sınıfa, renge, züm­
reye değil, bütün bir insanlığa hitabı esas almıştır. Evrensel toplu­
mun ifadesi olan İslam, farklı dinlere, topluluklara, hukuki, adli ve
kültürel özerklikler tanımıştır. Müslüman yöneticilerin seçiminde
hiçbir şekilde ırk faktörünün bir yeri olmamıştır.
Geçmişte hayatı, tarihi yüzyıllarca yöneten bir medeniyet, İsla­
mi ilkeleri, ahlakı, amaçları hayatın her alanına yansıtmayı başara­
bildiğimiz taktirde yeniden bir kez daha tarihi ve hayatı yönetebi­
lir. Bunun için Müslümanların, öncelikle, insanın ve toplumun İs­
lami sorumluluklarıyla hiç ilgisi bulunmayan tartışmalara, uğraşla­
ra veda etmesi gerekir. İçerisinde yaşadığımız şimdide her şeyden
önce dönüştürücü bir bilince uyanmamız gerekir. Kapitalist hayat
ve neoliberal düşünce tarzının metalaştırdığı, ruhsuzlaştırılmış sü­
rülere dönüştürüldüğü toplumlarda, insan ve toplum davranışlarını
İslam ' a göre şekillendirmek her geçen gün daha da zorlaşıyor, şim­
diyi şekillendirirken bugünün dünyasına ilişkin tarihsel bağlamı
dikkate almak zorunlu hale gelmiştir.

86
Teslimiyetçilik Kader Değildir

Geçmişi sağlıklı bir biçimde değerlendirebilmek için eleştirel


bir tarih yaklaşımına ihtiyacımız var. Tarihe bir arkeoloji nesnesi
gibi bakamayız. İslam ' ın, tarihi şekillendirdiği döneme ilişkin ba­
şarılarla, başarı öyküleriyle büyülenerek, sürekli bu öyküleri tekrar
ederek yaşamak, bizleri bugünün çok ağır gerçekleriyle yüzleşmek­
ten uzaklaştırıyor, olayların, gelişmelerin pasif seyircileri haline
getiriyor. Olayları bütün boyutlarıyla değerlendiremiyoruz.
Hayatın bütün boyutlarını kuşatan, şekillendirmesi gereken aziz
İslam ' ın, şimdinin dünyasında yalnızca bfüıni, manevi bir boyut ha­
linde yaşandığını, yaşatıldığını, İslam 'ın bir geleneğe dönüştürüldü­
ğünü, ancak bir gelenek şeklinde temsil edilebildiğini unutuyoruz.
Geçmişte olduğu gibi bugün de Kur' an-ı Kerim ' in teorik ve kuram­
sal bağlamda nasıl anlaşılması gerektiği konusunda yoğun çalışma­
lar yapılıyor ancak Kur' an-ı Kerim ' in tarihsel, siyasal, ekonomik
gerçekliklere nasıl yansıtılabileceği, nasıl dönüştürebileceği üzerin­
de durulmuyor. Yine geçmişte kimi dönemlerde yapıldığı üzere, bu­
gün, Müslümanların bireysel hayatlarında karşılaşabilecekleri kimi
sorunlarla ilgili ayrıntılı çözümlemeler yapılıyor ancak düşünsel,
kültürel, bilimsel, toplumsal, siyasal sorunlarla ilgili çözümlemeler
yapılamıyor. Kamusal, toplumsal inşa, biçimlendirme, düzenleme
yerine, bireylerin manevi hayatlarıyla, ihtiyaçlarıyla ilgilenen bir
zihniyet gündemde tutuluyor. Cemaat hareketleri, cemaat çıkarları­
nı esas aldıkları için kitlelerin algılarına hitap etmek gibi bir kolay­
cılığı seçiyor. İslami partiler, cemaatler sistemle, Batı dünyasıyla,
emperyal güçlerle ilişkilerinde hiçbir şekilde ilkesel davranma cesa­
reti gösteremiyor, faydacı ilişki biçimleri üzerinde yoğunlaşıyor.
Müslümanlar, bütün dünyada İslami varoluşumuzu, hassasiyetle­
rimizi dikkate alma ihtiyacı duymayan seküler bir irade tarafından
aşağılanarak kontrol altında tutuluyor. Her yerde İslam, devlet ideolo­
jileri tarafından tarumlanıyor. Emperyal, küresel dünya, Müslümanla­
rı sorun olarak görüyor. Tanınmış İtalyan Oryantalist Francesko Gab­
neli; Müslümanları, bir böcek bilimcinin, böcekleri incelediği gibi in­
celediğini söylüyordu. Bu Oryantalist bayağılık bugün de sürüyor.

87
Atasoy Müftüoğlu

Bir yanda Ortadoğu ülkelerinde devrimler ve baharlar' dan söz


ediliyor, ancak bir diğer yanda Filistin ve Filistinliler tarihlerinin en
yalnız dönemini yaşıyor. Milyonlarca Afganistanlı, Iraklı, Suriyeli,
Filistinli mülteci dayanılmaz koşullar içerisinde hayatta kalma mü­
cadelesi verirken; biz Müslümanlar ülkelerimizi keyfi bir biçim de
işgal ve istila eden, kardeşlerimizi katliama ve işkenceye tabi tutan,
İslam ' ın aziz şehirlerini viraneye dönüştüren emperyalistlere karşı
tepkilerimizde dikkatli ve ölçülü olmamız konusunda uyarılıyoruz .
Hiçbir alanda kendimizi gereği gibi savunamıyoruz. Çünkü zi­
hinsel sömürge durumundan özgürleşemiyoruz.
Yeni bir evrensel yürüyüş ve inşa için tevhidi bilinci, hilafet bi­
lincini ve sorumluluk bilincini zihinsel bir bağımsızlık ve üretkenlik
içerisinde harekete geçirebilmeliyiz. Bu tür bir bağımsızlık ve üret­
kenlik içerisinde olmadığımız için yeryüzünde, hayatın ve tarihin
içerisinde Allah 'ın (c.c.) vekili gibi hareket edemiyoruz. Kitleler,
cemaatler aracılığıyla duygusal, romantik bir dil ve söylemle yön­
lendiriliyor. Kur ' an-ı Kerim ' i asli bütünlüğü içerisinde vakur, onur­
lu bir duruşla temsil ve ifadeye cesaret edemiyoruz. Öykünmeci
yaklaşımlarla malfil bulunduğumuz için hep değişime maruz kalı­
yor, kendimizi, toplumlarımızı değiştirme yeteneği kazanamıyoruz.
Yüzeysel, biçimsel, ruhsuz bilgiler ve tekrarlar sebebiyle varo­
luşlanmız bunalım içerisinde. Zihin ve düşünce dünyamızın ufku
kapalı. Bizleri, ibadetlerimizin biçimsel boyutlarıyla ilgili düzenle­
meler yapan bir fıkıh geleneği baskılıyor. Geleneksel kısıtlamaların
ve duygusallıkların baskılarından bağımsızlaşamıyoruz.
Kur' an-ı Kerim ' in Müslümanlara bahşettiği ezeli ve ebedi ufku
maalesef kaybettik; ilkel, yerel, etnik, ırkçı, mezhepçi ufuklara ka­
pandık. Kitlesel duyguları kışkırtan, kitlesel bir popülizm ve ufuk­
suzluk içerisindeyiz. Tevhidi kimliğimiz, Ümmet' e özgü kimliği­
miz hep tehdit altında. Şu ya da bu mezhebe dayalı kimlik yakla­
şımları ne yazık ki gündemimizde yer alabiliyor.
Aklımız bir özne aklı olmaktan çıktığı için propaganda yoluyla yö­
netilebilir hale gelmiştir. Eleştirel imkanlara, yaklaşımlara sahip olma-

88
Teslimiyetçilik Kıı der Değildir

<lığımız için paranoyak: yanılsamalardan bir türlü kurtulamıyoruz. Top­


lumsal, siyasal dünyanın dışında kalan bir din anlayışı ile içerisinde ya­
şadığımız tarihin zorunlu kıldığı sorumlulukları yüklenemiyoruz.
Ezeli ve ebedi ilkeler, bilgelikler, bütünlükler sistemi olan aziz
İs lam, kendine özgülüğünü maalesef yitiriyor. İnanç dünyamız,
dünya görüşümüz, hayat tarzımız, maruz bırakıldığımız zihinsel
parçalanmalar nedeniyle bir bütünlüğü yansıtmıyor. Düşünce dün­
yamız ve hayat tarzımız arasındaki çelişkiler, tutarsızlıklar büyü­
yor. Kur' anı, İslami model geçmişte etkin, bağımsız, üretken, belir­
leyici, dinamik bir yapıya, bütünlüğe sahipken; bugün ne yazık ki;
edil gen, bağımlı, belirlenen, pasif, tükenen zayıf bir bünyeye dö­
nüşm üştür. Günümüzde öncelikle gerçekleştirilmesi gereken en
önemli çaba, İslami özgünlüğün, bütünlüğün, bağımsızlığın, temel
kavramlar doğrultusunda oluşturulacak: İslami dilin, söylemin, İsla­
mi bağlamda yapabilecek düşünsel bir dönüşümün yeniden hayata
kazandırılma çabasıdır. Kur' an! temellere ufka, bilince yabancıla­
şan yorumlarla, Kur' an-ı Kerim ' in öngördüğü bütünden kopmuş
parçalarla, sektiler dünya görüşünün vesayeti altında yaşayabilen
bir İslam algısı ile hiçbir alanda bir özgürleşme yaşanamaz, hiçbir
alanda bir dönüşüm mücadelesi yürütülemez. Bu bağlamda en bü­
yük sorumluluğun bilinçli entelektüellere, ulemaya, akademik kad­
rolara düştüğünü hatırlamak: gerekir. Sektiler eğitim kurumlan çok
büyük bir yanılsama ve sapmadan ibarettir.
Örnek insan ve örnek toplumu, nitelikli düşünceler ve nitelikli bi­
reyler yetiştirebilecek İslami eğitim kurumlarını gündeme alabilmeli­
yiz. Halen karşı karşıya bulunduğumuz kimlik ve meşruiyet bunalımı­
nı aşabilmek için aktif, üretken, sorgulayıcı bir zihin dünyasına sahip
olabilmeliyiz. Yerleşik kategorilerle sınırlandırıldığımızda, kısıtlandı­
ğımızda yeniden düşünme, yeniden üretme ihtiyacı duymayız.
Yeni bir Kur' ani duruşa, bu duruşa dayalı yeni bir bakış açısına
ihtiyacımız var.
Hepimiz, bütün dünyada açıkça bir şüpheli muamelesine tabi
tutuluyoruz.

89
Atasoy Müftüoğlu

Ahlaki bir şizofreniyle karşı karşıyayız.


Kuşatılmışlık durumunu direnerek aşabiliriz.
Klişe suçlamalara itibar etmemeliyiz.
Günümüz dünyasında gerek bireylerin, gerekse toplumların zi­
hinleri medya görüntüleri aracılığıyla yönetiliyor. Popüler medya
söylemiyle her tür paranoyayı kışkırtan medya dili, toplumsal ve si­
yasal körlüğe neden oluyor. Modem, sektiler birey logolara, marka­
lara, vitrinlere, ekranlara göre tavır alıyor, düşünerek bir tavır ge­
liştiremiyor. Günümüz insanı için nesnelerin kendileri değil, mar­
kaları önem taşıyor. Nesnelerin anlamları, reklam, propaganda yo­
luyla temsil ediliyor, düşünmeyi, kendisi olmayı başaramayan her­
kes ancak logosantrik olabiliyor.
Yaşadığımız dönemde, dünyada konvansiyonel savaşlardan
çok, propaganda savaşları daha büyük bir zihinsel tahribata yol açı­
yor. Propaganda savaşları yoluyla kitleler emperyal, küresel çıkar­
lar doğrultusunda biçimlenen yanlış, çarpık, kirli gerçekliklere ik­
na edilebiliyor. Propaganda savaşları, siber savaşlar, bilgisayarlar,
enformasyon araçları yoluyla yürütülüyor. Yanlış, çarpık, kirli ide­
olojik, emperyal gerçeklik üzerinde o kadar yoğun bir vurgu yapı­
lıyor ki sonunda kitleler bu gerçekliğe inanmaya başlıyor.
Medya ve propaganda uyuşturucularına maruz kalan bireyler ve
toplumlar, hiçbir şekilde mazur görülemeyecek bir edilgenliğe
mahkum oluyor. Medya dili ve söylemini eleştirelliğin süzgecinden
geçirme ihtiyacı duymuyoruz. Zihinlerimiz kavramsal yanlışlıklar,
çarpıklıklar ve yalanların işgali altında. Gerçeklikle ilgili olarak ba­
ğımsız bilgiler, çözümlemeler üretemediğimiz için kavramsal ya­
lanlar, yanlışlıklar hayatın içerisindeki konumumuzu, duruşumuzu
olumsuz yönde etkiliyor.
Neoliberal küreselleşme, küresel militarizmin himayesi altında
genişlemesini sürdürüyor. Irkçılık bu defa medeniyetler çatışması
klişesi altında ilerliyor. Bütün kanlı savaşlar, işgaller, istilalar, iç
savaşlar demokrasi ihracı , insani müdahale gibi maske kavramla­
rın öncülüğünde gerçekleştiriliyor. Medeniyetler Çatışmasının bir

90
Teslimiyetçilik Kader Değildir

fantezi ve olmadığını, her gün karşı karşıya geldiğimiz tarihsel kı­

rıl malar yoluyla bir gerçek olduğunu anlıyoruz. Uluslararası Top­


lum klişesinin büyük bir aldatmaca olduğunu, uluslararası toplu­

mun emperyalist iradeyi dayatan, meşrulaştıran bir slogandan öte­


ye hiçbir işlevi olmadığını görüyoruz . Mağluplar; mazlumlar, za­
yıflar, yabancılar, dışarıdakiler, ötekiler, damgalananlar, aşağıla­

nanlar. Yani Müslümanlar uluslararası sistem tarafından sürekli bir


kontrol ve baskıya tabi tutuluyor. Dışarıdakiler, ötekiler uluslara­
rası toplumun dayatmalarına boyun eğmedikleri taktirde, İran örne­
ğinde görülebileceği üzere ambargolar ve her türlü yaptırım yoluy­

la ağır cezalara çarptırılabiliyor. Emperyal sisteme dahil olmayan­


ların, Amerika'ya endeksli iç ve dış politika üretmeyenlerin akıbe­
ti konusunda hiç kimsenin bir güvencesi bulunmuyor.

İkinci Dünya savaşı sonrası dönemde Amerika, dünyada bir


benzeri olmayan, çok boyutlu, çok etkili, çok çeşitli akademik bir
kurumsallaşmayı gerçekleştirdi. Bütün bilim alanlarında eğitim ve­
ren bu kurumlar bütün dünyadan öğrenciler kabul etti. B ütün top­
lumlarda, İslam toplumlarında, akademik kadroların bilimsel, ente­
lektüel, zihinsel şekillenmelerinde bu kurumların önemli etkileri
oldu. Toplumlarımızda da görülebileceği üzere, akademik, entelek­
tüel, kültürel, politik, ekonomik kadroların zihinsel olarak ele geçi­
rilmesiyle birlikte, zihinsel anlamda bağımsızlığımızı yitirdik, ithal

çözümleme ve düşünme tarzlarıyla bütünleştik. Bu nedenledir ki


bugün, hangi alana ilişkin olursa olsun, İslami bağlamda, bütünsel
anlamda tercih yapma özgürlüğümüz yoktur.

Bugünün dünyasının daimi ötekileriyiz.


Öteki ' nin düşman sayıldığı, yabancının kötü telakki edildiği
zihniyet B atı tarihinin, kökü çok eskilere kadar giden bir yaklaşımı­
dır. B ugün, bu zihniyet Müslümanları patolojikleştirme girişimleri­
ne, uygulamalarına pervasızca başvurabiliyor. Her başkalığı bir
tehdit olarak algılamak, yabancı bir virüs olarak görmek Avrupa

kimliğinin ırkçı bir ideoloji temelinde oluştuğunu, emperyalizmin


bu ırkçı ideolojiden doğduğunu bilmek gerekir.

91
Atasoy Müftüoğlu

Havalarda uçuşan demokrasi ya da insan hakları klişelerine


rağmen, neoliberal küreselleşmeye rağmen bugün, modern, sekti­
ler, demokratik devletin de ulusdevlet' in de kapılan herkese açık
değil. Modern, sektiler, demokratik devletler gibi ulus-devletler de
çok bencil. Bu devletler herkes için değil. Ulusdevletler hfil<:im olan
ulus temelinde yapılandırıldığı için ayrımcıdır, bu nedenle de fark­
lı ' ya karşı adil olamaz. Modern, sektiler, demokratik devletler de
ulus devletler de ötekileştirdikleri unsurların muhtemel tehditleri
karşısında, her alanda, her konuda kendilerini hep karantina altında
tutarlar. Biz Müslümanlar kapsayıcı bir medeniyetten koparıldığı­
mız, uzaklaştırıldığımız dönemden bu yana, ne yazık ki dışlayıcı
milllyetçiliklere, ırkçılıklara kapatıldık. Bugün, farklı 'yı dışsallık
alanına hapseden ırkçı bir kültürle karşı karşıyayız. Her ırkçı irade
yeryüzünde çok daha fazla hakka sahip olduğuna inanıyor.
Nerede ve hangi gerekçeyle olursa olsun ötekileştirmek, kolay­
cılığı seçmektir. Sorumluluktan ve diğerkamlıktan kaçmak, ahlaki,
düşünsel, kültürel yoksulluk, yetersizlikle ilgilidir. Batılılar, hiçbir
zaman kendilerini Filistinlilerin, Iraklıların, Afganistanlıların, Lib­
yalıların, Suriyelilerin vb. yerine koymayı düşünmediler, bunu
akıllarından bile geçirmediler. Sansasyonel bir biçimde kullandık­
ları, sömürdükleri şiddet olaylarını anlamaya çalışmadılar. Küresel
emperyalizmin sömürgeleştirmeye çalıştığı ülkelere yönelik uygu­
ladığı yaptırımlar rejimi yoluyla, katliama tabi tuttuğu insan sayısı­
nın, kitle imha silahlarıyla öldürdüklerinden çok daha fazla olduğu­
nu, yalnızca Irak ' ta 500000 masum çocuğun, yaptırımlar rejimi se­
bebiyle ölüme mahkum edildiğini ürpererek hatırlamak gerekiyor.
Birleşmiş Milletlerin kurulduğu 1 945 yılından bugüne kadar em­
peryalist B atı dünyası, yoksul, güçsüz, masum ülkelere, halklara
yönelik 66 kez savaş açtı. Amerika her durumda İsrail ' i kayıtsız
şartsız korumaya, desteklemeye şımartmaya devam ederken, Arap­
isıam toplumlarını her durumda sömürmeye, istikrarsızlaştırmaya,
zayıflatmaya devam ediyor. Suriye 'de yaşanan iç savaş, emperyal,
küresel çıkar politikalarının bir parçasıdır. İran ' ın nükleer silah ça-

92
Teslimiyetçilik Kader Değildir

lışmalarıyla ilgili dünya çapında kamuoyu oluşturulurken, İsrail ' in


nükleer programıyla ilgili çok derin bir sessizlik yaşanıyor. İsrail ' in
bütün bir insanlık için büyük bir tehdit olduğu hiçbir şekilde konu­
şulmuyor. Bütün insanlık değerlerini altüst eden, insani her şeyi yı­
kıma uğratan, sürekli patoloji üreten emperyal sistem, ne pahasına
olursa olsun, İsrail ' i koruma altına alıp ona cesaret veriyor.
Emperyal sistem karşısında İslami özne olma iradesini ortaya ko­
yamıyoruz. Toplumlarımız belirsizliklerle dolu, karmaşık bir döneme
doğru sürükleniyor. Arap Baharı yaşadığı öne sürülen ülkelerde ucu
açık süreçler yaşanıyor. Toplumlarımız hayatın her alanında modern­
liğin, sekülerliğin artıklarıyla geçiniyor. Bu nedenle zihinlerimiz hep
ağır hasarlı. Zihinsel hayatımız büyük bir boşluk içerisinde. Çok bü­
yük bir kopuş ve derin bir travma ile karşı karşıya olduğumuz hfilde
bu durumu fark etmiyoruz. Kendi referanslarımızla değil, Batılı refe­
ranslarla düşünüyoruz. Batılı referanslarla düşünmek, Batılı referans
çerçevesi içerisinde meşruiyet arayan bir noktada bulunmak, sahici
varoluşlardan uzaklaşıp kopya varoluşla bütünleştiğimizi gösterir.
İslami bağlamda derin bir yabancılaşma yaşıyoruz. İslami bilin­
ci, tevhid ve ümmet bilincini derinden yaralayan, tevhid ve ümmet
bilincinin neredeyse sonuna geldiğimizi gösteren çok ağır sorunlar­
la yüz yüzeyiz. İslami bağlamda değil, mezhepler bağlamında ko­
nuşuyor, tartışıyoruz. Her mezhep kendisini İslami bütünün yerine
koyuyor. Nitelikli, derinlikli, incelikli, duyarlıklı ve sorumlu bir ak­
la, bilince sahip olsaydık; bu tür düşünsel yavanlıklar, yozlaşmalar,
katılıklar, bağnazlıklar sergilemeyecek, yanılsamaların tuzağına
düşmeyecektik. Bugün, bir başka yabancılaşma da Müslümanların
farkında olmaksızın sekülerleşmesiyle yaşanıyor. İslamı konuşmak
yerine muğlak bir medeniyet yaklaşımı üzerinde spekülasyonlar ya­
pıyoruz. Dini hayat, biçimsel tezahürler, folklorik heyecanlar, içe­
riksiz öfkeli tepkiler, sorumluluktan kaçışın ifadesi mistik uyuştu­
rucular, savunmacı söylemler, yüzeysel coşkulardan oluşuyor. İçe­
risinde bulunduğumuz zihinsel parçalanmalar sebebiyle ciddi ra­
hatsızlıklar yaşıyoruz. Bu rahatsızlıkları iyileştirmeden sağlıklı ça-

93
Atasoy Müftüoğlu

lışmalar yapamayız. Hiçbir konuda kendi bağımsız görüşlerimiz,


yorumlarımız yok. Kendimize başkalarının gözüyle, başkalarının
ufkundan bakıyoruz. Hangi alana ilişkin olursa olsun, bütün tartı ş­
malar Batılı kavram ve kurumlar ekseninde sürdürülüyor. Modem
zamanlarda üretilen tüm kavramlar iktidar, egemenlik, tahakküm
aracı olarak kullanılıyor. Kendi kavramlarını, küresel ekonomik
egemenliği ellerine geçirdikten sonra evrenselleştiren modemite,
yerli, özgün kavramları ve dünya görüşlerini ötekileştirerek dışladı .
Modem Batı 'ya özgü bütün kavramların etnik önyargılar içerdiğini
kaydetmek gerek. Irkçı bir dünyanın, düşüncenin, her zaman kar­
şıt/düşman bir dünyaya, düşünceye ihtiyacı var. İnsanlığa hitap
eden, bu dünyayı bir bütünlük içerisinde düşünen bir inancın, değer
sisteminin ötekileştirmeye, yabancıya ihtiyacı olamaz.
Modem zamanlar boyunca Müslümanlar çok ağır yenilgiler aldı.
Zihinsel bir tükeniş içerisine girdi. Yenilgiye uğramak, tarihin dışın­
da kalmak, tarihin nesnesi olmak demekti. Halen Müslümanlar, ken­
di hayat tarzı temelinde kendini nasıl konumlandıracağını bilmiyon.
Hangi gerekçeyle olursa olsun, başkası olmaya öykünen bireyler ve
toplumlar hiçbir şekilde kendisi olamaz. Günümüzde bütün İslam top­
lumları, bir şekilde kültürel, siyasal, ekonomik, askeri müdahalelere
maruz kalıyor. Bu müdahalelere açık olduğu için toplumlarımız özgür
değiller. Hepimiz bağımlı bir bilinçle düşünce hayatında var olmaya
çalışıyoruz. Renksiz, gri, tavırsız bir düşünce ve edebiyat hayatımız
var. Toplumlarımız arasında kültürel iletişim, alışveriş ve dayanışma
yok. Dünyada İslfun 'a yakışan bir duruş tarzı belirleyebilmiş değiliz.
Suriye ' de mezheplerin çatıştığı, çatıştırılabildiği, şu ya da bu mezhep
adına masum insanlara yönelik katliamların gerçekleştirildiği, utanç
verici bir dönemden geçiyoruz. Doğu-Batı karşıtlığını, gerilimini, ça­
tışmasını aşamamak gibi varoluşsal bir problemimiz var.
Modernliğin emperyalizm yoluyla evrenselleştirilmesiyle birlikte
modem dünya görüşü, modem hayat tarzı bir şekilde meşrulaştırıl­
mış oldu. Modem, sektiler evrensellik karşısında Müslümanlar ma­
alesef yerel alanlara, ilgilere, milliyetçiliklere ve mezhepçiliklere ka-

94
Teslimiyetçilik Kader Değildir

pandılar. Modemiteye karşılık verememek, bu tür ilkelliklere kaparı­


makla sonuçlarımamalıydı. Aziz İslam Ümmetinin engin imkanları
üzerinde çalışarak radikal keşifler, yenilikler yapabilirdik, bugün de
yap abiliriz. Bunun için etnik sınırları, mezhep sınırlarını aşmamız
gerekir. Kimlik, kişilik, ahlak, bilgi, bilinç bütünlüğünü sağlayama­
dığımız taktirde hiçbir yere gidemeyeceğimizi arılamalıyız.
Tarihi ütopik umutlara dayalı olarak okuyamayız.
Tarihin ufkunda görülebilenleri doğru okuyabilmek için gerçek
bir fikir mücadelesi içerisinde, zihnimizi ve hayatı kendimiz biçim­
lendirebilmeliyiz. İslamı, Kur'arı'ı bir bütün olarak ne kadar istediği­
mizi, ne kadar arzu ettiğimizi, İslami bütüne ne kadar ihtiyaç duydu­
ğumuzu kendimize samimi olarak sormak, tatmin edici cevaplar al­
dığımız takdirde umutlarımak durumundayız. İslam ' ı bütün varlığı­
mızla, ruhumuzla, bilincimizle istemiyor ve arzu etmiyorsak, İslami
aidiyetimizi bir kez daha gözden geçirmeye cesaret edebilmeliyiz. İs­
lami anlamları, değerleri ve içeriği gereği gibi sahiplenseydik, bugün
çok daha güçlü olacaktık, İslami kavramlarımız değersizleşmeyecek,
itibarsızlaşmayacaktı. Bugün, her şeyden önce bağımsız bir üretken­
lik dönemine ihtiyacımız olduğunu hatırlamalıyız. Söylemekle yap­
mak arasında var oları uçurumları ortadarı kaldırabilmeliyiz.

95
MANİPÜLASYON NESNESİ HA.LİNE
GETİRİLEN TOPLUMLARIMIZ

Doğu ile Batı, modemite ile gelenek arasında sıkışıp kalan İs­
lam Dünyası toplumları ve kültürleri, meşruiyet kurmakta zorlanı­
yor, hangi meşruiyet kaynağına yöneleceğine bir türlü karar vere­
miyor. Bu ülkelerin kültürel ve siyasal kimlikleri, büyük ölçüde be­
lirsizlik ve kararsızlık içerisinde bulunuyor. Özellikle Ortadoğu ül­
keleri yalnızca petrolle ilgili politik ekonomi yoluyla küresel gün­
deme dahil olabiliyor. Aynı ülkeler petrol ve İsrail ' in güvenliği se­
bebiyle her durumda her türlü müdahaleye açıktır. Ortadoğu, birin­
ci Dünya Savaşı sonrası dönemde, Jeopolitik bağlamda İngiliz ve
Fransız sömürgeciliğinin keyfi kararları doğrultusunda yapılandı­
rıldı. Bölgenin siyasal ve kültürel gerçeklerine hiçbir şekilde, hiç­
bir zaman saygı duyulmadı, bu gerçekler dikkate alınmadı.
Modem zamanlar boyunca İslam toplumları hep dışarıdan emper­
yalist güçlerce tanımlandı. Bugün, bu durum -İran dışında- değişmiş
değildir. Sanayi kapitalizmi ve ulusdevletler sistemiyle başlayan ye­
ni dönemde, Osmanlı İmparatorluğu ekonomik ve Jeopolitik rekabe­
te cevap verme konusunda başarılı olamamıştı. 1 7 . yüzyılda yaşanan
bilimsel, teknolojik devrimlere kadar, İslam medeniyeti insanlık tari­
hinin en büyük, en etkili, en ileri medeniyetiydi. Temel İslami ilke­
lere, ölçülere, yasalara sadakat yerine cemaat, tarikat, hizip liderine
sadakat, her duruma sorgulama yapmaksızın itaat, zihinlerin bir bi­
çimde baskı altına alınması, metne bağlılığın yerine cemaate, cema-

97
Atasoy Müftüoğlu

at liderine, çıkarına bağlılık gibi nedenlerle kapitalist ve sömürgeci


yayılma karşısında bir direniş gerçekleştiremedik. Hakikatin her han­
gi bir cemaatin yorumuna indirgenmesi, herkesin kendi cemaatinin
uygun gördüğü, onayladığı doğrultuda düşünmesi, hareket etmesi,
cemaat, hizmet liderinin bir yorum, kanaat makinesine dönüşmesi,
cemaat liderinin yalnızca kitlelerin hoşuna gidecek şeyler söyleyerek
onları etkilemeye çalışması, aynı zamanda egemen, emperyal zihni­
yete de hizmette kusur etmemesi, İslami bilincin çok ciddi bir biçim­
de sulandırılması, erozyona uğratılması sonucunu doğurmuştur.
Modem, sektiler zamanları zihinsel bir hapishaneye kapatılarak
geçirdik. Düşünce hayatımız prefabrike düşüncelerle akıntıya ka­
pıldı, halen sürükleniyor. Zihinsel kölelik sürdüğü için her şeyi ko­
nuşuyoruz; ancak, en hayati, vazgeçilemez, savsaklanamaz sorunu­
muzu konuşmuyoruz. Aziz İslam ' ın, bir din olduğu kadar devlet,
toplum, ekonomi, siyaset olarak yapılandırılması gerektiğini gün­
deme getiremiyor, savunamıyoruz. Siyonist, Evangelist fundamen­
talizmin İslam ' a yönelik saldırılan hiç gündeme alınmaz, tartışıl­
maz ve takbih edilmezken; İslami aktivizm hep kınama, sorgulama,
aşağılama konusu yapılabiliyor. Modem, sektiler, neoliberal kültü­
rün, siyasetin, ideolojinin neden olduğu baskılar, çalkantılar içeri­
sinde bir o yana, bir bu yana savruluyor, İslam Ümmeti ' nin gönlü­
nü ve bilincini kazanmak yerine; neonurcu akımın yaptığı gibi em­
peryalist dünyanın gönlünü kazanmaya çalışıyoruz.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde İslam ' ı kimlik kaynağı gören
Türk toplumu, Batılılaşma, sekülerleşme dönemiyle birlikte kimli­
ğini İslam 'dan bağımsızlaştırdı. Jön Türkler, Fransız pozitivizmini
örnek aldılar. İttihat ve Terakki hukuk ve eğitimde laikliği ve libe­
ral anayasayı esas alıyordu. Panislavizm akımının etkisi altında ka­
lan Rusya'lı Türki düşünürler Türkiye 'de etnik milliyetçiliğe öncü­
lük ettiler. Çok kültürlü İslam imparatorlukları döneminde kimlikler
milliyetçiliklere göre değil, İslam merkezinde gerçekleşiyordu. Tür­
kiye' de, Latin alfabesinin kabulüyle İslam tarih, kültür ve medeni­
yetiyle her tür ilişki kesildi. Bu dönemde devlet milliyetçiliği etnik

98
Teslimiyetçilik Kader Değildir

milliyetçilikle bütünleştirdi. Bu bütünleşme Türklerle birlikte, Türk­


çenin de çok abartılı, ölçüsüz, temelsiz yüceltilmesiyle devam etti.
Daha sonra Türkçe, Arapça ve Farsça etkilerden arındırıldı. Zor kul­
lanılarak gerçekleştirilen etnik homojenleştirme politikaları, laikleş­
tirme politikaları Kürtleri ulusal kimlik arayışına sevketti. Her bas­
kının, zorlamanın bir bedeli olabileceğini hatırlamak gerekir.
Ulusdevlet zihniyetinin, yaklaşımının yerleşmesi sebebiyle her
ülkeye göre değişen bir İslam algısı oluşturuldu. İslam ' ın, evrensel
bir kimlik kaynağı olduğu yolundaki hassasiyetimizi kaybettik. İs­
lfun, bütün ulusdevletlerde, ihtiyaç duyulduğunda kullanılan yar­
dımcı bir araç haline getirildi.
İmaj , propaganda, enformasyon gibi kurgularla kuşatılmış bir
zihin dünyasında yaşıyoruz. Hakikatin ve bilincin şeyleştirildiği bir
dünyada, daha çok manipülatif kişilikler gündemi işgal ediyor. Va­
roluşun bütün boyutlarını kapsayan bir bilince sahip olmadığımız
için zihinlerimiz kontrol altında tutulabiliyor. Küresel durumun bi­
lincinde olmadığımız için gerçeklere yabancılaşabiliyoruz. Maruz
bırakıldığımız her algı, her enformasyon emperyal çıkarlar doğrul­
tusunda önceden biçimlendiriliyor.
Çok dramatik bir nesneleşme durumu ile karşı karşıyayız.
Emperyal algı ve enformasyonun köleleri gibiyiz. Emperyalist
çıkarlara uygun olmayan, bu çıkarlarla bütünleşmeyen, her eylem,
her yorum, her girişim, her oluşum, egemen irade, siyaset, ideoloji
tarafından etiketlenerek dışlanıyor, mahkum ediliyor, değersizleşti­
riliyor, aşağılanıyor. Sistemden bağımsız düşünen ya da eylem üre­
ten kim olursa olsun, ya fanatik ya terörist olarak ilan ediliyor.
Müslümanları iki yüz yıldan bu yana keyfi bir biçimde, yalnızca
emperyalist çıkarlar adına her gün kitlesel olarak öldüren, mülksüz­
leştiren, işkencelere tabi tutan, yoksullaştıran, sömüren irade karşı­
sında hep sessiz kalıyoruz. Emperyalizmin işbirlikçisi neonurcu
unsurlar bizleri barış ve sükunet içerisinde bulunmaya davet edebi­
liyor. Kendimize ait söyleyecek bir sözümüz olmadığı için emper­
yal akla, sistemin aklına teslim olmuş durumdayız. Her tepkimiz,

99
Atasoy Müftüoğlu

her eylemimiz sistemin aklı , mantığı tarafından barbarca yargılanı­


yor. Önceden ve dışarıdan tanımlanan bir çerçeve üzerinde yazıy or,
konuşuyor ve tartışıyoruz. İ deolojik enformasyona, emperyal algı­
ya maruz kalmamız, düşünme iradesine sahip olmamaktan kaynak­
lanıyor. Egemen söylem, algı karşısında bağımsız bir irade oluştu­
ramayan, sorumluluk alamayan bir zihin düşünce üretemez, eylem
üretemez. Faşist bir modernlik, faşist bir sekülerlik sebebiyle ege­
men düşünce, yorum ve propagandanın yanında saf tutmamalıyız.
Muhalif bir dile, söyleme, tarza, tavra, duruşa sahip değ iliz.
Müslümanlara dayatılan kavram, kurum, algı ve söylemleri içsel­
leştirmemiz kadar büyük bir felaket düşünülemez.
Tarih, bağımsız düşünme ve eylem iradesi gösterdiğimiz zaman
başlayacak.
Günümüz dünyasında sermaye ve kültür küresel ölçekte yayı lı­
yor. Toplumlarımızın bugün karşı karşıya oldukları değişimin ma­
hiyetini, bu gerçeğin ışığı altında değerlendirmeliyiz. Karşı karşıya
olduğumuz değişimin toplumlarımızın özgün değer sistemiyle bir
ilişkisi bulunmadığını anlayabilmeliyiz. Neoliberal hayat tarzı bi­
reyleri olduğu kadar toplumları da dönüştürüyor. Toplums al ilişki­
ler piyasaya göre belirleniyor. Günümüzde siyaset yalnızca çıkarla­
rın yönetilmesinden ibaret bir uğraş halini almıştır.
Hepimiz şeyler dünyasında yaşıyoruz.
Aklımız, fikrimiz, düşüncemiz anlamdan yoksunlaşıyor, bir
araç hfiline dönüşüyor. B ütün anlamların yerine verimlilik geçiyor.
Toplumlarımız bugün, ne yazık ki açıkça manipülasyon nesnesi
haline getirilmiştir. Kitlelerin duygu ve düşünceleri kitle iletişim
araçları tarafından dayatılmaktadır. Hangi konuda ve nasıl düşünece­
ğimiz önceden belirlenebilmektedir. Düşünce adamlarımız, kültür
adamlarımız, entelektüel kendiliğindenliğe sahip değildir. Kültür
adamlarımızın edebiyatla, edebiyat adamlarımızın kültürel derinlikle
bir ilişkileri kalmamıştır. Kimi arkadaşlarımız, Allah (c.c.) ile özel
ilişki kurdukları, bu ilişki sebebiyle herkesin ulaşamayacağı bilgilere
sahip olduklarına inanılan kutsallaştırılmış , efsanevileştirilmiş kimi
meczupların peşinde sürükleniyor; hiçbir biçimde düşünme, sorgula-

1 00
Teslimiyetçilik Kader Değildir

ma ihtiyacı duymuyor. Taklit etme, boyun eğme, edilgenlik daha çok


kronik bağımlılıkla ilgili bir durumun adıdır. İnsan, üreterek, sorum­

luluk alarak, bir irade oluşturarak özgür olur. Neoliberal kültürde ol­
duğu gibi içgüdülerin başıboş bırakılması özgürlük değildir. Dayatı­
lan her çerçeveyi kabul eden, nesne statüsünü aşma yeteneğine sahip
olmayanlar popüler ilgiler ve beklentiler içerisine girerler.
Kendi bağımlılıklarına kapananlar için var olana uyum sağla­
maktan başka çare yoktur. Hiçbir şeyi dönüştürme yeteneğine, ce­
saretine sahip olmayanlar, her tür statükoyla uyum içerisinde bu­
lunmayı seçerler.
Bugün, Müslümanlara hitap eden düşünce dünyası, edebiyat ve

kültür dünyası eksiksiz bir konformizmi yansıtıyor. Devrimcilikleri­


miz sözde kalmış devrimciliklerdir. B asmakalıplaştırılmış, birörnek­
leştirilmiş insanların, cemaatlerin özgürlüklerinden söz edemeyiz. Bu
çevreler propaganda ve enformasyonun kurbanlarıdır. Dışarıdan, ta­
hakküm üreten emperyal dil, politika aracılığı; içeriden, duygusal ce­
maat, hizmet dili aracılığıyla manipülasyon nesnesi hfiline getirilen
toplumlarımız bugün, kendi sorunlarını, kendileri çözümleyemiyor.
Ortadoğu ' da, Arap-İslam ülkelerinin dünya siyasetinde ortak bir siya­
sal duruşa sahip olamamaları hazin bir gerçektir. Aynı şekilde bu ül­
keler İsrail karşısında da ortak bir tavır belirleyemiyor. San Remo
(1920) konferansında gerçekleştirilen emperyalist paylaşımdan bugü­
ne bölgede hiçbir şey değişmedi. Koşullar bugün daha ağır ve daha ta­
hammü l edilemez bir noktaya gelmiştir. Her emperyalist müdahale,
Ortadoğu ' yu müdahale öncesinden çok daha kÖtü bir noktaya getir­
miştir. Bu defa Suriye küresel güç mücadelesinin, küresel jeopolitiğin
kurbanı olarak seçilmiştir. Suriye'nin iç savaş yoluyla çöküşü sağlan­
mıştır. Hiçbir ülke için iç savaştan çok daha korkunç bir sınav yoktur.
Suriye ile ilgili olarak Amerika şimdi d�, arkadan liderlik stratejisi
uyguluyor. Suriye' de yapmak istediklerini müttefiklerine yaptırıyor.
Her durumda hepimizin eleştirel bir bilince ihtiyacımız olduğu­
nu hatırlamalıyız.
Küresel olgular, düşünsel dünyaları, hareketleri birbirine yaklaş­
tırıyor. Kuşatıcı bilgi birikimine sahip olmadığımız taktirde bu ya-
Atasoy Müftüoğlu

kınlaşmalardan olumsuz etkilenebiliriz. Tevhidi dilin, söylemin, bi­


lincin sulandırılmaması, erozyona uğramaması için Kur'an ve Sün­
net dışındaki otorite kaynaklarına da eleştirel yaklaşabilmeliyiz.
İslil.m toplumları, 19 ve 20. yüzyıllarda çözümlemeleri gereken
sorunları çözümlemek yerine biriktirdiklerinden 200 yıl boyunca bu
sorunlarla, çok boyutlu, çok yönlü ikilemlerle, çelişkilerle 2 1 . yüzyı­
la girdi. Modernleşmenin ürettiği ve dayattığı sorunlar, çalkantılar,
belirsizlikler, gerilimlerle başa çıkmayı başaramadık. Toplumlarımız
modernleşme süreçlerine uyum sağlayabilmek için İslfu:n ' a yabancı­
laştı. İslfu:n temel kimlik kaynağı olma niteliğini maalesef yitirdi. Bu
dönemde, İslfu:n algısı, modem dayatmalar karşısında bir gelenek al­
gısına dönüştürüldü. Sömürgecilik projesi bütün İslfu:n toplumlarına,
modemite lehinde reformlar dayattı. Modernleştirme hareketleri, iş­
galler ve egemenlik uygulamalarının maskesi olarak kullanıldı. Özel­
likle Türkiye 'nin Batılılaştırılması, modernleştirilmesi, İslil.m 'ın sis­
tematik bir biçimde dışlanması amacına yönelikti. İslfu:n dünyasında,
İslfu:n ' a yönelik en kapsamlı saldın Türkiye ' de gerçekleştirildi.
Kemalizm, B aasçılık, Nasırcılık gibi ideolojik, sektiler, milliyet­
çi akımlar faaliyet gösterdikleri ülkelerde ulemanın İslfu:ni işlevleri­
ne son vererek bu kesimi devlet memuru haline getirdi. Her ülkede
devlet bürokrasisinin bir parçası haline getirilen, devlet ideolojisine
ve devlet İslil.m ' ına hizmet eden dini kurumlar, kadrolar, her dönem­
de ulusdevletin politikaları doğrultusunda çalıştılar. Türkiye ' de mil­
liyetçilik, İslil.ma karşı açık bir meydan okuma şeklinde ortaya çık­
tı. Milliyetçilik, İslil.mi geçmişimizi aşağılayarak inkar etti. Sömür­
geciliğin ürünü ulusdevletler, İslil.m ' ı ulusal sınırlar içerisine hapset­
tiler ve ulusal kültürün kontrolü altına aldılar. Ulusdevlet sınırları
içerisine hapsedilmiş bir İslil.m, İslil.m ' ın asla onaylayamayacağı, ka­
bul edemeyeceği, meşrulaştıramayacağı bir konumdur. İslfu:n'ın
ulusdevlet sınırları, ulusal kültür mantığı içerisine kapatılarak milli­
yetçi/sektiler zihniyetin denetimi altına alınması demek, İslfu:n 'ın
kamusal ve siyasal alandan uzaklaştırılması demektir.
Ulusdevletlerin tarihe girişiyle birlikte İslil.m ' dan bağımsız,
kavram ve kurumlar oluşturuldu. Her yerde İslil.m simgesel anlam-

102
Teslimiyetçilik Kader Değildir

da, bağlamda temsil edilir oldu. Yalnızca İran ' da, İslil.m Devrimiy­
le birlikte din ve siyaset birleştirildi. Bu nedenle İran, İslil.m Devri­
mi ' nin gerçekleştirildiği günden bu yana modem, sektiler, emper­
yal, liberal dünyanın tehdidi altında varoluşunu sürdürüyor.
Toplumlarımızın Avrupamerkezci siyasal düşünceler tarafından iş­
gal edilmesiyle birlikte, laik yaklaşımlar, düşünceler ve hayat tarzı güç
kazandı. Milllyetçilikler her alanda sosyal, toplumsal tahribata yol aç­
tı. Laiklik ve milliyetçilik uygulamalarıyla birlikte, İslam önceliğini,
önemini, hayatiyetini kaybetti. İslam'ın ulusdevlet yaklaşımı içerisine
çekilmesi, ulusdevlet sınırlarını aşma iradesini gösterememesi, bu sis­
temle rekabet etme gücünü yitirmesi, İslam'ın sembolik, folklorik bir
alana kapatılmasıyla sonuçlandı. İslam toplumlarına yönelik sömürge­
ci proje laiklik temelinde hayata geçirildi. Ulusdevletlerde, sömürgeci­
liğin ürünü devletlerde modernite demek, laiklik demekti.
Modernleşmenin ve küreselleşmenin olumsuz etkilerine karşı
hazırlıklı olmayan İslil.m dünyası toplumlarında, bu süreçler, şehir­
lerimizin de yapısal bir dönüşüme uğramasına yol açtı, şehirlerimi­
zin özgün dokusu tahrip edildi. Şehirlerimiz ve kültürümüz kimli­
ğini kaybetti. Şehirlerimizin mirası, hafızası barbarca yağmalandı.
Modem saldırılardan önce şehirlerimiz ve çevresi İslam düşüncesi­
nin, hayat tarzının ve felsefesinin ruhuna uygun bir biçimde düzen­
leniyordu. Bütün yapıların manevi bir boyutu, tarzı vardı. Şehirle­
rimizin ve şehir planlarının İslam mimari tarzıyla, mimari kültürüy­
le uzaktan yakından bir ilgisi bulunmuyor. Şehirlerimizin tanınma­
yacak ölçüde kimliklerini ve kültürlerini yitirmelerinde kırsal ke­
simden gelen yoğun göçlerin, toplumsal çatışmaların, emperyalist
işgallerin, savaşların, Haçlı saldırılarının da büyük etkisi var.
Laik kurumların, kavramların, algıların etkisi, vesayeti, himaye­
si altında İslil.mi bir varoluştan söz edilemeyeceğini halen gereği gi­
bi kavrayabilmiş değiliz. İslil.m ' ı modem, sektiler zamanlara göre
yorumlamak, algılamak, İslam ' ı yalnızca manevi bir güç olarak ya­
şatmak anlamına gelir.
İslam'ın dini bir güç, hareket olduğu kadar, dünyevi bir güç, hare­
ket olarak tarihe girdiğini gereği gibi konuşamadık. İslam, siyaset,

103
Atasoy Müftüoğlu

devlet ilişkisi, İslam ' ın siyaseti belirlemesi gibi temel konular 20.
yüzyıl başlarından itibaren modemite tarafından gündem dışına çıka­
rıldı. Laik ve ulusalcı ideolojilerle entelektüel bağlamda hesaplaşama­
dık. İslam 'ın, Müslümanların siyasal hayatlanna katkıda bulunama­
yacağı, siyasal hayatl arım yönetemeyeceği iddialarının halen kibirli
bir biçimde sürdürülm esi, İslami düşünce, bilim, entelektüel hayatının
yetersizliği, cesaretsizliğiyle y akından ilgilidir. İslami siyaset, İslfunl

inançlar, değerler ve yapılarla içiçe geçen bütünlüğün ifadesidir.


Kendi tarihimizin öznesi olmak gibi bir iddiamız varsa, önce

kendi bağımsız düşüncelerimiz, projelerimiz ve irademiz olmalı.


Güvenilebilir umutlar için güvenilebilir bilgi, bilinç, birikim ve
ufuk gerekir.

Duygusal tercihler konusunda çok dikkatli olmak ilkemiz olmalı.


Bu tür tercihlerin çoğu kez kitlesel körleşmeye neden olabileceğini
hatırlamalıyız. Manşetlerde ve ekranlarda gördüğümüz tablonun arka
planında neler olduğunu anlamaya çalışmadığımız taktirde yanılabili­
riz. Manşetlerin ve ekranların zihnimizi çarpıtmasına imkan verme­
meliyiz. Aklın, vicdanın ve bilincin ölümünün gerçekleştiği bir dö­
nemde kapitalist demokrasiler kendi çıkarları adına bütün bir insanlı­
ğa yönelik her tür kötülüğü, barbarlığı, canavarlığı göze alabiliyor.
Farklı ' y ı kavramak, anlamak için erdemli olmak yeterlidir; er­
demli insanlar, erdemli toplumlar için farklılıklar bir sorun değildir.
Avrupa modelini, demokratik modeli tek model olarak dayatmak
yerine, farklı modellerden bir model olarak gördüğümüz taktirde an­
cak çokkültürlü bir dünyadan söz edebiliriz. Tek modelin dayatıldığı
bir dünyada çokkültürlülükten söz etmek kadar büyük bir yalan ola­
maz. Karşılıklı anlayışın olmadığı bir dünyada, yalnızca bugün oldu­
ğu gibi çatışmalar, karşıtlıklar olabilir. Gerçek diktatörlükler; siyasal
kültürler arasında, siyasal yapılar, kurumlar, modeller arasında fark­
lılıklar olabileceğini kabul etmeyen demokratik diktatörlüklerdir.
Büyük bir anlam yürüyüşü için her şeyden önce kendi sözcük­

lerimizle konuşmaya, modem, sektiler, demokratik çerçevenin, uf­


kun, dünyanın ötesini düşünmeye cesaret edebilmeliyiz.

1 04
Teslimiyetçilik Kader Değildir

Avro-Amerikan Haçlı Seferleri günümüzde demokrasi ve insan


hakları gibi kavramların himayesi altında ilerleyişini ve fetihlerini
sürdürüyor.
Amerika kıtasının Avrupalılar tarafından fethedilmesi, küresel
para, zenginlik kaynaklarına sahip olmak demekti. Bu dönemde
Avrupalılar, Asyalı rakiplerinin önüne geçtiler. 20. yüzyıla kadar
Avrupa dünyayı şekillendirdi. Bu defa Amerika tarihe yön verme­
ye başladı. Sanayileşme ve modernleşme süreciyle birlikte dünya
gelişmiş ve gelişmemiş dünyalar olarak ikiye bölündü. Bu konu et­
rafındaki tartışmalar son iki yüzyıl boyunca sonuçlandırılamadı.
Modernleşmenin toplumlarımız üzerinde kültürel egemenliği sürü­
yor. Küresel süreçler içerisinde eriyip gitmemek için sosyokültürel
bir jeolojiye ihtiyacımız var. Ortak varoluş, ortak bilinci zorunlu kı­
lar. Ortak bilinç aynılık olarak değerlendirilemez. 1 980' li yıllarla
birlikte küresel ağlar aracılığıyla bütün dünyaya yayılan neoliberal
düşünce, davranış, kültür toplumlarımızı toplumsal yabancılaşma­
ya, kültürel yozlaşma ve bayağılaşmaya sevk etti. Piyasaların, özel
kapitalistlerin eline geçmesi, liberal kapitalizmin nihai bir model
olarak dayatılması, farklı alternatifleri etkisiz hale getirdi.
Küreselleşme İsliim toplumlarına, dünya görüşüne, hayat tarzı­
na yönelik en yeni meydan okumanın adıdır. Küreselleşme toplum­
larımızı yeni bir kültürle işgal ediyor. Bu kültür, çürütücü laik de­
ğerleri bir hayat tarzına dönüştürüyor. Küresel kültürün etki alanı­
na girmek, laik hayat tarzının, dünya görüşünün etki alanına gir­
mektir. Sektiler haz ve tatmin kültürü, özgün, manevi kültürlere yö­
nelik çok ağır bir saldırı halinde tezahür ediyor. Bireycilik, tüketi­
cilik, laik ahlak İsliimi kesimleri de içerisine alacak şekilde bütün
kesimleri olumsuz yönde dönüştürüyor. Küresel kapitalizm ve se­
ktiler kültürle ilgili sorunlarımız var. Küreselleşmiş postmodern
toplumlarda eski kalıplar ve yaklaşımları sürdürmekte ısrar edeme­
yiz. Geçmişe ait bilgi birikimini öğrenmek, ezberlemek, tekrar et­
mek görüldüğü üzere gündelik hayatımız üzerinde dönüştürücü bir
etki uyandırmıyor. Sahip olduğumuz pek çok bilgiyi kullanamıyo-

105
Atasoy Müftüoğlu

ruz, sözünü ettiğimiz bilgi ve birikim Müslümanların farklı bir ha­


yat tarzı, farklı bir kültür, medeniyet oluşturması için yeterli olmu­
yor; dünyanın, hayatın, tarihin farklı bir biçimde yorumlanmasına
katkıda bulunamıyor. Hep modem, seküler dünya konuştuğu için
bizler İslami anlamda konuşamıyoruz. İslamı her düzlemde konu­
şabilmeliyiz. Müslümanlar çözüm üretmek yerine ayrıntılara, yü­
zeylere takılıp sorun üretiyor. Hayatımız ilahi anlamlardan, ahlaki
anlamlardan hızla boşalıyor. Gündelik hayatın içerisinde gerçekleş­
tirdiğimiz ilişkiler, konumlar, beklentiler seküler zamanların izleri­
ni taşıyor, kutsal zamanların değil. Kutsal alanlar, ilgiler, yoğun­
luklar ve bilinç maalesef marj inalleşiyor. Meşruiyet referanslarımız
değişiyor. İslam, hayatlarımıza bütünüyle müdahale edemiyor, an­
cak kısmi müdahalelerde bulunuyor. Kitleler bir bilince değil, yan­
lış bilince dayalı Nurcu, neonurcu akımlar örneğinde görülebilece­
ği üzere her şeyi kendine yontan kurgularla yönlendiriliyor. Bu akı­
ma mensup yazarlar aynen neoliberal ve seküler yazarlar gibi İs­
lamcı düşünceyi, davayı, çabayı ve mücadeleyi tahfif edip istihza
konusu yapabiliyor, karikatürize edebiliyor.
Müslümanlar bir direniş alanı, bağımsız bir alan oluşturamadığı
için yukarıda verdiğimiz örnekte görülebileceği gibi İslamcılık konu­
sunda Siyonistlerle aynı görüşü paylaşan yorumlar ortaya çıkabili­
yor. İslami aktivizm söz konusu olduğunda sözünü ettiğimiz akımlar,
Neoconlar ve neoliberallerle aynı tepkiyi gösteriyor, aynı rahatsızlı­
ğı sergiliyor. Toplumun ve siyasetin dışına itilen aziz İslam 'ın, İs­
lamcı bir mücadeleyle toplumların siyasal merkezlerine dönüşüyle
ilgili aktivizm, bilinç düşmanı, gelenekçi, görenekçi, sağcı, muhafa­
zakar unsurları olduğu kadar, seküler çevreleri de dehşete düşürüyor.
Dışarıdan ve yukarıdan dayatılan çözüm önerileriyle bir gelecek
kuramayacağımızı hatırlamalı, İslam ' ın neler yapabileceğine iliş­
kin somut bir çerçeve üzerinde konuşabilmeliyiz.

106
VAROLUŞSAL SORUMLULUKLAR

İlahi anlam ve amaçlardan boşaltılmış bir dünyada her şey me­


kanik hale geliyor, insanı sermaye olarak gören, yeni bir varoluş
tarzı ortaya çıkıyor. Herkesin dilinde çok spekülatif bir biçimde do­
laşan özgürlük kavramı günümüzde insanların, toplumların ve dev­
letlerin çıkarlarını yönetme yeteneğiyle ilgili, her durumda ve ne
pahasına olursa olsun daha çok kazanmak, daha çok kar elde et­
mekle ilgili bir kavrama dönüşmüştür. Hiçbir aşırılığı, istismarı ve
kötülüğü önleme gücü olmayan, kapitalizmin yeni yüzü neolibera­
lizm, bugünün belirleyici ideolojisi olmuştur. Bu bugün, bütün top­
lumlarda, toplumsal ilişkiler piyasa tarafından belirleniyor.
Günümüz dünyasında, her alanda, her yerde karşımıza yararcı­
lık yönünde somutlaşan davranışlar çıkıyor. Davranışlarımızı, ter­
cihlerimizi, konumlarımızı, koşullara göre, iktidar ve çıkarlara gö­
re belirlemeye başladığımızda, önce sahiciliğimizi, güvenilirliğimi­
zi kaybediyoruz; kişiliğimiz ve karakterimiz inandırıcılığını yitiri­
yor. Koşullara ve çıkarlara göre yaptığımız tercihler bizleri ahlaken
çürütüyor, her durumda, her tür iktidarın nimetlerinden yararlana­
bilmek için susmak, konuşmamak, muhalefet etmemek, bir bedel
ödeneceğinden korkarak tavır almamak ahlaki, sahici mevcudiyet­
lerin, varoluşların tükenişine neden oluyor.
Bugünün dünyasında her alanda statükolara hapsedildiğimiz;
hizip, mezhep, etnik köken gibi hapishanelere kapatıldığımız için
İslami umutlardan söz edemiyoruz. Her tür fanatizmin, bağnazlı-

107
Atasoy Müftüoğlu

ğın, her tür aşırılığın, her tür holiganlığın, dar ufukluluğun, tek bo­
yutluluğun bütün umutları yok edebileceğini unutuyoruz. Zihinsel
özgürlüğümüzü, bağımsızlığımızı, onurumuzu kazanamadığımız
için hiçbir statükoya meydan okuyamıyoruz. Tek umudumuzun zi­
hinsel özgürlüğümüz olduğunu fark etmiyoruz.
Korkulara tutsaklık ufkumuzu kapatıyor, sınırlarımızı daraltı­
yor, bir türlü nerede ve nasıl duracağımıza karar veremiyoruz.
Müslümanlar İsliimi, tevhidi bütünlükten sorumlu. İsliimcılık bir
bütünlük mücadelesinin adıdır. İsliimi varoluşumuzu, bütünlük bi­
lincini şiar edinerek, bütünlük ahlakını temsil ederek gerçek kılabi­
liriz. İsliimcılık, İsliim 'ın kaybettiğimiz, unuttuğumuz, savsakladığı­
mız, ertelediğimiz, sahip çıkmaktan korktuğumuz, uğruna mücade­
le etmekten imtina ettiğimiz boyutlarını yeniden hayata, topluma,
tarihe kazandırmak; iliihi iradeyi gerçek kılmak çabası ve mücade­
lesidir. Gereği gibi iman ettiğimizde ve bu doğrultuda içtenlikli bir
biçimde yaşadığımız, İsliimi bütünlüğü eksiksiz bir biçimde hayata
yansıtmak üzere eylemde bulunduğumuz taktirde umut etmeye baş­
layabiliriz. Eylemsiz bir dindarlık, eylemsiz bir manevi, tasavvufi
hayat ve ilgi, kişisel tapınma ile sınırlıdır. İsliimi ufuk, resmi devlet
retoriğinin sınırları içerisine alınamaz, hiçbir biçimde ikna edici ol­
mayan, ulus-devlet retoriğinin soğuk klişelerine teslim olamayız.
Statükoların, resmi ulusdevlet söyleminin sınırları içerisinde
kalan bir düşünce, kültür ve edebiyat hayatı kendisini ölüme mah­
kum etmektir. Düşünce, kültür, edebiyat hayatının tarihin tanığı,
sesi, ufku olması; tarihsel sorumluluklar üstlenmesi, kültürel, top­
lumsal değişim üzerinde etkili olması gerekir. Emperyal stratejile­
rin, bugün, bir kez daha toplumlarımızda uygulama alanı bulabil­
dikleri bir dönemde, düşünce, entelektüel ve edebiyat hayatımızın
her tür kişisel polemikleri bir yana bırakarak; tarih sahnesine yeni
bir bilinçle, yeni bir ahlakla çıkarak, güçlü, çarpıcı, etkili eleştiriler
yapması, entelektüel sessizliği yazması, bu sessizlikle yüzleşmesi,
bu sessizliği aşması gerekir. Emperyal bir dünya kültürünün baskı­
sı, etkisi, yönlendirmesi altında bulunduğumuz bir dönemde yeni

108
Teslimiyetçilik Kader Değildir

bir seçenek, yeni bir dil, ufuk ve vizyon ortaya koymak zorundayız.
Yerleşik kalıplar, yaklaşımlar, alışkanlık ve yorumlarla ilgili radi­
kal sorgulamalar yapaıp toplumsal bağlamda eleştirel sorumluluk­
lar alabilmeliyiz.
Romantizm ve nostalji mağdurları olarak hayatımızı sürdüre­
meyiz.
1 1 Eylül sonrası dönemde emperyalist gündemin Ilımlı İslam
temelinde şekillendiğini biliyoruz. İslfun ' ın ve Müslümanların sı­
nırlarının, sorumluluklarının emperyalist irade tarafından belirlen­
mesi, içerisinde yaşadığımız zihinsel zilletin, felaketin derecesini
gösterir. Toplumlarımızda bugün, Türkiye örneğinde açıkça görü­
lebileceği üzere Ilımlı İslam yönünde, yani emperyalizmin beklen­
tileri doğrultusunda bir dönüşüm yaşanmaktadır. Ilımlı, hoşgörülü,
sağcı, muhafazakar, milllyetçi bir din algısı meşruiyet kaynağı ha­
line gelmektedir. İslam toplumları her gün yeni bir 1 1 Eylül yaşa­
dıkları halde, bu gerçeklikten yola çıkılarak muhalif, sorgulayıcı
yeni bir dil, düşünce, edebiyat, siyaset oluşturamadı. Gerçek böy­
leyken, bir diğer yanda İslamcılık düşüncesini, hareketini, yönelişi­
ni aşağılayan, tahfif ve tezyif eden, bu düşünceyi dışlayan, marji­
nalleştirmeye çalışan ve kendisini İslfun ' a nisbet etmeye devam
edebilen statükocu bir akım ortaya çıkmıştır.
İslam toplumlarında bugün biçimsel siyasal yapılar olduğu gibi
kalıyor ancak çok daha tehlikeli bir gelişme yaşanıyor; halklar etnik
köken ve mezhep temelinde bölünüyor. Etnik ve mezhep kantonla­
rına bölünüyoruz. Çok zalim ve anlaşılması çok güç bir durumla
karşı karşıyayız. Milllyetçi, yerel, mezhepçi, taşralı bir gündeme ka­
panmak kadar büyük bir talihsizlik olamaz. Bu durum insanlığın bü­
tününe, insanlık sorunlarına kayıtsız ve yabancı kalmak anlamı ta­
şır. Kendi yorumlarına, yerelliklerine, yerel bilgiye, mezhepçilikle­
rine kapananlar siyasal bilince ve farkındalığa ihtiyaç duymazlar.
Kanda asalet aramak gibi büyük bir sapkınlık olamaz.
Aziz İslam ' ı değil de şu ya da bu mezhebi mutlaklaştırmak, ebe­
dileştirmek kadar büyük bir saçmalık olamaz.

1 09
Atasoy Müftüoğlu

Sünni-Şii karşıtlığından, rekabetinden, çatışmasından söz etmek


demek, utanç verici, yüz kızartıcı bir şeyden bahsetmek demektir.
Tevhidi anlamda bir bütünlük bilincine, Ümmet bilincine sahip
olmayan insanlar, topluluklar nesneleşmekten, nesneleştirilmekten
kurtulamaz. Bu bağlamda, her alanda eleştirel bir hesaplaşmaya ih­
tiyacımız olduğunu hatırlamalıyız. Hangi toplum olursa olsun, bü ­
yük adamlara ihtiyaç duydukları andan itibaren, büyük adamlann
himayesine, vesayetine ihtiyaç duydukları, büyük adamların ey­
lemlerini, düşünce ve davranışlarını dokunulmaz kıldıkları andan
itibaren ufuklarını kapatmaya başlarlar.
Çevremizde sayıları çok az da olsa; düşünen, üreten, sorgulayan,
tartışan, hayır diyen, eylemde bulunan, nitelikli, derinlikli, kendi ter­
cihlerinin öznesi bir kadronun ve evrensel çapta düşünme yeteneğine
sahip zihinler olması; etrafımızda, günümüz cemaatlerinde yaşandığı
üzere, kendi düşünceleri, tercihleri, yorumları olmayan, cemaat lide­
rinin nesnesi haline getirilmiş milyonlarca itaatkar köle olmasından
çok daha anlamlı, çok daha hayırlıdır. İslami çaba, İslamcı mücadele
hiçbir kesimin tekelinde olamaz. Düşünce, fıkıh, hukuk, sanat, edebi­
yat, estetik, hikmet adamları, aktivistler, eylem adamları, herkes bir­
birleriyle dayanışma ve istişare halinde, herkes kendi bağlamında üre­
terek, İslami bütünlüğe katkıda bulunabilmelidir. İnsanların nitelikle­
ri kanla, hizip ya da mezhepleriyle değil, temsil ettikleri tevhidi an­
lam, nitelik ve değerlerle ölçülür. İslam 'ın ve Müs l ümanların modern
uygarlık, çok kültürlülük gibi masallara rağmen, hala nihai yabancı,
nihai öteki muamelesine maruz kalabildiği bir dünyada hepimizin si­
yasal bağlamda özneleşmek gibi bir çabamız olmalıdır.
Ülkemiz İslam ' dır.
Kendimizi her yerde, her durumda, her anda yalnızca Allah'a
(c.c.) ait hissettiğimizde gerçek anlamda bir dönüşüm başlayacak­
tır. Yalnızca bir etnik aidiyete, yalnızca bir mezhep aidiyetine ait
olmakla iftihar edilemez. Hakikati temsil etmek, gerçekler karşısın­
da, bedeli ne olursa olsun, eleştirel bir duruşa, akla, tavra, tarza sa­
hip olmayı gerektirir. Nereden geldiğimiz değil, şimdi, nerede, na­
sıl durduğumuz önemlidir.

110
Teslimiyetçilik Kader Değildir

Açgözlülük, gösterişçilik, daha çok mal mülk edinme, daha çok


biriktirme, daha çok sahip olma ihtirası, aşın, ölçüsüz hırslar, arzu­
lar, toplumları telafisi mümkün olmayan bir bozulmaya sürükler.
Tüketiciliğe, bencilliğe, bireyciliğe zorlayan, her şeyi metalaştıran
bir ekonomik sisteme boyun eğemeyiz. Müslümanların hayatlarını
nesnelerle anlamlı kılmaya çalışmaları mazur görülemez, içerisinde
yaşadığımız zamanın tarihini şekillendirebilmek için çok ciddi de­
rinliklere, niteliklere, erdemlere sahip olmamız gerekir. Koşullarla
uzlaştığımızda, koşullar tarafından dönüştürüldüğümüzde İslami bir
v aroluştan söz edemeyiz. Radikal bir değişim hareketinin sorumlu­
luğunu üstlenebilmemiz için önce bizim değişmemiz icap eder.
Varoluşsal bir sorumluluğu, bir bütünlük bilincini temsil ettiği­
mizde, ortak bir tasavvur ve irade oluşturduğumuzda yerine getir­
miş olacağız.
Umut üreten imkanlar sayıları çoğaltarak değil, nitelikleri, yo­
ğunlukları çoğaltarak sağlanabilir. Kalabalıkların, sürülerin bir bi­
linci ve iradeyi temsil ettikleri görülmemiştir. Pasif, iradesiz varlık­
lar olarak hayatımızı sürdüremeyiz.
Düşünsel yanlışlar, hatalar, yaklaşım ve yorum yanlışlıkları se­
bebiyle birbirimizi uyaracak şekilde birbirimize yakın durmalıyız.
Hizipçi dayanışmalara, hizipçi saldırganlıklara itibar etmemeliyiz.
Farklı yorumlar, farklı bağlılıkları olan insanları bir arada tutan bir
incelik kültürüne, kentsel kültüre sahip olabilmeliyiz. Karşılıklı bir
anlayışa, inceliğe sahip olmadığımız takdirde, birbirimizle sahici
ilişkiler kuramayız.
Yeni bir mücadeleye, yeni bir umuda hayat vermek, gerçek bir
varoluşa, gerçek bir varoluş sorumluluğuna sahip olmakla mümkün
olabilir. Gerçek bir varoluş sahibi olmak demek, parçalara, farklı­
lıklara, ayrıntılara takılıp kalmamayı gerektirir.
Modem, sektiler, Hıristiyan, neoliberal kültür adına, İslam ' ın ve
Müslümanların şeyleştirilip nesneleştirildiği bir dönemde, İslam ' la,
Müslümanlarla ilgili her şeyin nicel bir çerçeve içerisinde ve yan­
lış algılarla tartışıldığı bir dönemde İslam ' a ilişkin bütün tanımla-

111
Atasoy Müftüoğlu

maların Müslüman olmayanlarca yapıldığı bir dönemde hepimizin


ümmet iklimi içerisinde çok ciddi , siyasal ve kültürel farkındalık
içerisinde olmamız çok hayati önemi olan bir konudur. Günümüz­
de İslam ya yerel bir kültüre dönüştürülerek temsil ediliyor ya da
tam tersi bir noktada bütünüyle kültürsüz, tek boyutlu bir köktenci­
liğe dönüştürülüyor. Düşünsel tembelliğe ve ufuksuzluğa dayalı se­
viyesizlikler ilgi toplayabiliyor, popülist teamüllere dayalı olarak
sürdürülen halk kültürü şeklindeki bir din algısı yaşatılabiliyor.
Ümmete inanmak, ümmetten söz etmek, her durumda birleştiri­
ci, bütünleştirici, kuşatıcı, bağdaştırıcı, uzlaştırıcı bir kavramdan
söz etmek demektir. Ümmet, bünyesi içerisinde, yer alan bütün
renkleri, bütün dilleri, bütün boyutları ve yorumları temel bir inhi­
raf olmaksızın özgürleştirir, meşrulaştırır.
Günümüz dünyasında küreselleşme, kültürel, siyasal ve ekono­
mik bağlamlarda bütünleşme sağlarken; yeni bir değişim ve etkile­
şim biçimi oluşturuyor. Sözünü ettiğimiz değişim ve etkileşim, İs­
lam toplumlarında ekonomik küreselleşmeye, yoğun kentleşme ha­
reketlerine, enformasyon, iletişim devrimine büyük ölçüde yön
verdi. Modem zamanlar boyunca, İslam dünyası ülkeleri her zaman
politik ve fiziksel müdahalelere maruz kaldı. Bugün de bu müdaha­
leler bir biçimde sürdürülüyor. Sözünü ettiğimiz müdahaleler kar­
şısında, bayrak, marş bağımsızlıkları çok sembolik bağımsızlıklar
olarak kaldı. Bugün, özellikle Ortadoğuda toplumlarımız anlamda
korkunç bir felç durumu yaşanıyor.
1 1 Eylül 200 1 'den sonra emperyal sistemin ortaya koyduğu in­
dirgemeci ve çarpıtılmış İslam ve Müslüman imajı, İslamın ve
Müslümanların düşmanca algılanması sonucunu doğurdu. İslama,
Müslümanlara yönelik düşmanlık sebebiyle İslam ' ın aynı zamanda
siyasal bir olgu olduğunu savunan İslami çevreler büyük ölçüde ge­
ri çekildi, İslam ' ın ulusallaştırılması yolunu seçti. İslam, İslamcı
dil, söylem, mücadele ve hareketlere yönelik aşağılamalar, Müslü ­
manları uzlaşmacı, teslimiyetçi seçeneklere yönlendirdi; tasavvufi
dil ve akımlar özellikle öne çıkarıldı. Laik ve liberal unsurlarla uz-

112
Teslimiyetçilik Kader Değildir

laşmış , bütünleşmiş ılımlı, hoşgörülü bir dindarlık biçimi oluşturul­


du. İslamcı dil, gündem ve tasavvura karşı muhafazakar, sağcı, mil­
liyetçi bir dil geliştirildi. Neonurculuk örneğinde görülebileceği
üzere, İslami gündemle ilgilenmeyen bir zihniyet, seküler bir öğre­
tim programı ve seküler okullarla İslami camianın gündemine gir­
di, seküler okullar, seküler eğitim, kendisini İslam ' a nisbet eden bir
dini akım tarafından meşrulaştırılmış oldu.
Küresel egemenlik ihtirasları, emperyal kibir, küstahlık, ceha­
let, 20. yüzyıl boyunca Ortadoğu ' yu derin bir karmaşa, kuşatma,
gerilime mahkum etti. 2 1 . yüzyılda da emperyalizm işgaller, iç sa­
vaşlar, etnik karşıtlıklar oluşturarak bütün bölge ülkelerini sonuna
kadar etkisiz kılmaya çalışıyor. Küresel sistemle işbirliği yapma­
yan, küresel sisteme boyun eğmeyen ülkeler, rejimler, hareketler
korkunç bir biçimde zayıflatılıyor, güçsüzleştiriliyor.
İslam ' a ve Müslümanlara yönelik aşağılayıcı meydan okumalar
karşısında, İslami politik, ekonomik, kültürel bir bağımsız dil oluş­
turmayı başaramadık; farklı, özgün İslfu:ni bir model ortaya koyama­
dık. Toplumlarımızın ve toplumlarımızı doğrudan ilgilendiren siya­
setin bütün boyutlarını kapsayan bir İslam algısı inşa edemedik. Gü­
nümüzde ekonomik, kültürel bağımlılıklar, ulusal bağımsızlıkları
bütünüyle tartışmalı hale getirdi. Küresel sisteme boyun eğmeyen
ülkeler hiçbir gerekçesi olmayan savaşlar yoluyla enkaz haline geti­
rildi. Bu ülkelerde sosyal, kültürel, tarihsel bütün yapılar, zenginlik­
ler, miras yok edildi, yağma edildi. Bugün, küresel, emperyal siste­
min vazgeçilemez birinci önceliği İsrail 'in güvenliğive her alandaki
konumunun güçlendirilmesidir. Amerika, İsrail ' le ilgili kalıcı ortak­
lığını tahkim ederek Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün ve Körfez ülke­
leriyle ilişkilerini stratejik çıkarları doğrultusunda yeniden şekillen­
diriyor. Bu amaca yönelik bu ülkelerdeki sivil toplum kuruluşlarım
bütün imkanlarıyla destekliyor. Bu kuruluşlar aracılığıyla ilgili ül­
kelerde neoliberal bir dönüşümün zeminini hazırlıyor.
Modem zamanlarda İslam 'ın en büyük başarısını gerçekleşti­
ren, modem, seküler dünyaya karşı ilk büyük ayaklanmayı, dev-

1 13
Atasoy Müftüoğlu

rimle sonuçlandıran İran ' ın ve İran yörüngesinde bulunan direniş


hareketlerinin yalnızlaştırılması ve güçsüzleştirilmesi için mezhep
merkezli bir dayanışmaya, karşıtlığa ne yazık ki emperyalist düny a
bir kez daha öncülük ediyor. Mezhepçi yabancılaşmalar, bağnaz­
lıklar, ilkellikler, aşırılıklar ve ahmaklıklar emperyal gündem doğ­
rultusunda derinleşip yayılıyor. Her hangi bir mezhep lehinde ya da
aleyhindeki tercihlerimizi, emperyalist propaganda yoluyla yapma­
mız utanç verici bir durumdur.
Emperyal sistem İslamcı bilinç, duyarlık, hareket karşısında
ılımlı, hoşgörülü İsHl.mi akımları, tasavvufi akımları . İsHl.mcı yakla­
şımlara karşı aşağılayıcı bir dil kullanılıyor, nefret duyguları oluştu­
ruluyor. Avrupa' da İsHl.mcı oluşumlara karşı, bu oluşumları engelle­
yebilmek için bütün hükümetler çok ciddi fonlar ve vakıflar kuru­
yor. Tasavvufi ve sufi üstadlar referans mercii haline getiriliyor.
Ulusal İsHl.mi cemaatler, devletçi, milliyetçi İslami yaklaşımlar
olamayacağını, İsHl.m ' ın ulusötesi yapılar, ilişkiler, perspektifler ve
Ümmet oluşturmak istediğini hatırlamak gerekir. İslami bilince, ik­
lime, ufka uyandığımızda, etnik üstünlük iddialarına karşı, yabancı
düşmanlığına karşı tevhidi bir dille uyarılırız. Ulusdevlet milliyet­
çiliği, önce devletin kendi etnik unsurlarına ait olmasını sağlar,
sonra farklı unsurları dışlamaya, temizlemeye yönelir. Nerede olur­
sa olsun her ayrımcılık ve zor kullanmak suretiyle asimilasyon uy­
gulamalarına karşı direnişin haklı nedenleri olduğu aşikardır.
Jeopolitik ihtirasların oluşturduğu çok ahlaksız bir dünyada ya­
şıyoruz. Müslümanların, emperyal çıkarlar doğrultusunda hareket
eden güçlülerin yanında değil, her durumda kuşkusuz direnen İsHl.­
mi güçlerin yanında olması gerekir.
Tarihi ve olayları yanlış okumak; yanlış tercihlerde bulunmak
ve yanlış yolda ilerlemekle sonuçlanır.
Toplumlarımız, halklarımız, İslami cemaatler, partiler henüz ba­
ğımsız bir siyasal dile, kültüre, söyleme ve bilince sahip değildir. Bu
nedenledir ki emperyal stratejiler, her hangi bir ülkede bağımsız yeni
bir bilincin, hareketin ortaya çıkması durumunda, bu gelişmeleri de-

1 14
Teslimiyetçilik Kader Değildir

netim altına alabilmek için yoğun çabalar harcıyor. Ortadoğu 'da ya­
şanan ayaklanmaların bu bağlamda yeniden gözden geçirilmesi haya­
ti önemi olan bir konudur. Demokratik sürece dahil olmak, her tür da­
yatmayı kabul edecek ölçüde ılımlı olmayı kabul etmektir. Gerek Mı­
sır' da ve gerekse Tunus 'ta İslami partiler ayaklananların İslam 'la, İs­
lami taleplerle ilgisi olmadığını; Mısır'la, Tunus 'la ilgili olduğunu
özellikle belirtmişler, ölünceye kadar demokrasiye sadık kalacakları­
na dair yemin etmişlerdir. Hıristiyan-Avrupa kökenli ithal kurumlar,
rejimler aracılığıyla yeni bir inşanın mümkün olmayacağını bir kez
daha hatırlayabilmeliyiz. Adaletten yoksun demokrasileri, tahakküm,
sömürü, savaş, iç savaş, yalancılık, ikiyüzlülük üreten demokrasileri
yüceltmenin İslami bilince yakışmadığını kaydetmek gerekir.
Emperyal stratejiler kimi ülkelerde rejimleri değiştirmek yerine,
kontrol etmeyi daha uygun buluyor. İnsani müdahale kavramını,
rejim değişikliği yapmak üzere, siyasal müdahale olarak anlamak
icap eder. Yeniden bir kez daha sömürgeleştirilen Libya ' da, İtal­
ya 'nın Libya'yı işgalinin 1 00. yılının Trablus 'ta büyük törenlerle
kutlandığını, yeni Libya rejimi yöneticilerinin bu törenlere heyecan
ve coşkuyla katılarak kolonyalistlere teşekkür ettiklerini hatırlamak
önemlidir. Bu olay kuşkusuz dehşet vericidir ve mazur görülebile­
cek hiçbir yanı yoktur. Bugün Libya petrolleri, Nato üyesi ülkelere
bedelsiz olarak gönderilmektedir.
İslil.mi bilincimiz sömürgeleştirildiği, iptal edildiği için İslil.mi
bağlamda tarih üretemiyoruz.
Bugünün tarihi içerisinde nasıl bir konum almamız, nerede ve
nasıl durmamız gerektiğine, kime muvafakat, kime muhalefet ede­
ceğimize yeni kolonyalistler karar veriyor. Müslümanlar modem
tarihin, modem sektiler sistemin kendilerini nasıl şeyleştirdiğinin
maalesef farkında değildir. Şeyleştirilen zihinler hiçbir zaman bü­
yük hakikatleri, büyük sorunları göremez, büyük fikirlere, düşün­
celere, ufuklara sahip olamazlar. Şeyleştirilen zihinler yalnızca ta­
limat almaya elverişlidir. Şeyleştirilen zihinler, klişeler, sloganlar,
kalıplar ve nefretle yalnızca yüzeyler üzerinde konuşabilir.

115
Atasoy Müftüoğlu

İslami ufuklar ve bilinç yerel olanı kuşatabilir, içerebilir; ancak


yerel bilgi, yaklaşım İslil.mi ufuklara ulaşamaz. Sağcı, muhafazakar,
milliyetçi, mezhepçi, hizipçi bir zihin hiçbir zaman, hiçbir şekilde
büyük hakikate ulaşamaz; hep küçük parçalar, işler ve oyunlarla
oyalanır. Küçük parçalar ve küçük işlerle oyalananlar, her hangi bir
fikir, argüman, iddia üzerinde tartışmak yerine, bu fikir, iddia ve ar­
gümanları ortaya atan kişilere saldırmayı, iftira etmeyi kahramanlık
sayarlar. Küçük parçalarla oyalananlar, görüntüler ve gerçeklikler
arasındaki uçurumu göremezler. Müslümanların değişen, dönüşen,
maddi düzlemde gelişen dünyanın dinamiklerini anlayamamak, çö­
zümleyememek gibi bir sorunu var. Büyük hakikati göremeyenler,
görme yeteneğine sahip olmayanlar tek yanlı, tek boyutlu, önyargı­
lı aşın yorumlar yapar, ucuz genellemelere yönelirler.
Afganistan, Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Somali, Sudan ve
İran' ın istikrarsızlaştırılıp güçsüzleştirilmesi, gerektiğinde işgal ve
istila edilmesi, bu ülkelerde iç savaşlar yoluyla toplumların parçalan­
ması, parçaların birbirine yabancılaştırılması, mezheplerin çatıştırıl­
ması temelinde oluşturulan Amerikan planı 1 1 Eylül 200 1 tarihinde
gündeme alınmıştır. Sözünü ettiğimiz planın bir sonucu olarak bu­
gün, bütün Ortadoğu etnik, mezhepçi gerilimler, çatışmalar, karşıt­
lıklar yaşıyor. Silah sanayi ürettiği silahlara pazar bulabilmek için sa­
vaşlar, iç savaşlar çıkarıyor. Savaşlar ve tüketim çılgınlıkları kapita­
lizmi daha güçlü kılıyor. Kim olursa olsun tüketim kültürünü benim­
seyen herkes kapitalizme hizmet ediyor. Bugün neredeyse herkes ih­
tiyaç kavramını kapitalist dünya görüşü doğrultusunda belirliyor.
Ortadoğu 'ya, İran' a, Suriye 'ye, Lübnan ' a, Hizbullah ' a yönelik
istikrarsızlaştırma girişimleri emperyal gündem doğrultusunda şe­
killeniyor, emperyal gündem doğrultusunda kının, kıyım, iç savaş
ve gerilimler devam ediyor.
Hiçbir zaman Ortadoğu ' nun doğal bir parçası olması mümkün
olmayan militarist, ırkçı, işgalci, yerleşimci, faşist, işkenceci İsra­
il 'in bölgedeki dokunulmazlığını sürdürebilmesi, İsrail 'e karşı sür­
dürülen radikal muhalefet ve direnişin kontrol edilebilmesi için

116
Teslimiyetçilik Kader Değildir

iran 'ın, Suriye 'nin ve Hizbullah ve Hamas gibi direniş örgütlerinin


zayıflatılması gerekiyordu. Küresel, emperyal sistem Suriye ' yi kor­
kunç bir biçimde güçsüzleştirdi. Suriye ' nin emperyal bir müdahale
karşısında bulunduğunu, Suriye muhalefetinin bu amaca hizmet et­
mek üzere icat, imal edildiğini söylemek Baas rejimini desteklemek
anlamına gelmez. Hiçbir Müslüman laik, milllyetçi bir ideolojiyi
onaylayamaz. Suriye muhalefeti büyük Amerikan planının, küçük
bir parçasıdır. Suriye ' de, bugünden bakıldığında sektiler, milllyetçi
Baas rejimi için bir gelecek olmadığı gibi bu rejimin muhalifi unsur­
lar için de bir gelecek yoktur. Suriye 'nin geleceği için Suriye halkı
karar vermeyecek. Bedin Bilim-Politika Derneği ile Birleşik Dev­
letler Barış Enstitüsünün Day After toplantılarında kimi muhalif un­
surlarla birlikte Suriye'nin geleceği şekillendirilmeye çalışılıyor.
Ortadoğu ülkeleri bir biçimde neoliberal dünya görüşüyle uzlaş­
tınlacak, neoliberal gündem doğrultusunda yön belirleyecek.

117
ZİHİNSEL PERİŞANLIKLAR VE
MEZHEP HOLİGANLIKLARI

Olaylara, gelişmelere; duygusal ya da ideolojik klişelerle yak­


laştığımızda, hiçbir şekilde sağlıklı sonuçlar elde edemeyiz. Tarih
boyunca yaşadığımız bilinç ve siyasal güç parçalanmaları, güç re­
kabetleri, İslam imparatorluklarını, devletlerini, İslami bünyeyi çok
ciddi bir biçimde zayıflattı. Kültürel bütünlüğün kaybıyla birlikte
evrensel ufkumuzu kaybettik. 1 6 . yüzyılla birlikte dünyada yaşa­
nan ekonomik, politik küresel değişimi, yeni keşifleri, yeni zengin­
lik girişimlerini gereği gibi takip edememek, analiz edememek, de­
ğişen dünyanın dışında, uzağında kalmak toplumlarımızı sömürge
olacak kadar güçsüzleştirdi. Her alanda zenginlik üreten, yeni ku­
rumlar, yeni yapılar, yeni bilgiler, fikirler üreten bir dünya karşısın­
da her alanda mevcut olanı tüketen bir dünyaya dönüştük.
Günümüzde de toplumlarımız bilgi üreten bir dünya karşısında
teslimiyeti seçmiş durumdadır. Daha çok üreten modern, sektiler,
liberal kültür doğal olarak İslami içerik üretemeyen toplumlarımızı
istediği yönde dönüştürebilmektedir. Toplumlarımız bugün küresel
neoliberal dünyanın ürettiği değerler ve kültürlerin etkisi altındadır.
Dünyayı daha çok ticari akıl yönetmektedir. Ticari akıl, insanları
sorumlu davranmaya değil, girişimci olmaya sevk etmektedir. Ne­
oliberal özgürlük yaklaşımı, bir ahlaka sahip olmadığı için yalnız­
ca kişisel çıkarlara hizmet ediyor. Toplumlarımız küresel neolibe­
ral saldırılar karşısında savunmasızdır. Bu saldırılar nedeniyle top-

119
Atasoy Müftüoğlu

lumlanmız ahlaki altüst oluşlar yaşıyor. İletişimin, sermayenin, bü­


yük şirketlerin ve tüketicilerin sınırsız dünyası hepimizin her alan­
da yeni değerlendirmeler yapmamızı gerektiriyor. Neoliberal saldı­
rılar sebebiyle büyük bir anlam yoksulluğu yaşıyoruz, anlam üret­
meyi başaramıyoruz.
İslam toplumlarında, bütün İslami yapıların, cemaatlerin, dü­
şünce ve kültür adamlarının, cemaat liderlerinin, statükonun çizdi­
ği sınırlar içerisinde hareket etmek, bu sınırlan takdis etmek gibi
temel bir sorunu var. Her durumda itaat geleneğinin, zihniyetinin
eleştiriye ve muhalefete tahammülü yok. Bunun yanında ehven-i
şer tercihi gibi ilkesizliği, politikasızlığı, ikiyüzlülüğü meşrulaştı­
ran bir başka geleneğimiz de var. Bu durum biz Müslümanları ger­
çek bir varoluşa sahip olmaktan alıkoyuyor. Sözünü ettiğimiz gele­
nekler, zihniyetler sebebiyle hiçbir şekilde bilinçli bir farkındalık
oluşturamıyoruz. Fikirlere değil de kişilere odaklandığımız için her
durumda kendimizi dar bir alana kapatıyoruz.
İslami meşruiyet referanslarımızı kaybettik.
Avrupa kavram ve kurumlarının ötesini düşünmeye cesaret ede­
miyoruz. Kendi kavramlarımızla nasıl düşüneceğimizi bilmiyoruz.
Hayatın bütün alanlarım içerisine alan, İslami dünya görüşünü ve
hayat tarzım somutlaştıran bir çerçeveye, programa ve uygulamaya
sahip olduğumuzu iddia edemeyiz. Bugünün dünyasında İslam ' ın
yalnızca manevi zenginlik üretmesi isteniyor.
Temel İslami ilkeleri, ölçütleri, değerleri, kavram ve kurumları
gerçekliğe dönüştürmek üzere ortaya koyduğumuz bir mücadele­
miz yok. Gündelik ahlakla sınırlı bir dindarlık biçimiyle yetiniyo­
ruz. Bu nedenledir ki onurlu, özgür bir duruş noktası belirleyemi­
yoruz. İslam düşüncesinin, hamasete teslim olması nedeniyle ger­
çek konuşmalar ve tartışmalar yapamıyoruz. Bugünün gerçeklerine
karşı kayıtsızız. Etnik köken, hizip, mezhep sarhoşlukları sebebiy­
le hiçbir çözümleme üretemiyoruz. Hamasi bir retorik hepimizi
gerçek çabalardan alıkoyuyor. Hakikati temsil etmek yerine, taraf­
ları temsil etmek gibi bir ahlaksızlık yayılıyor. Hangi yorumu tem-

1 20
Teslimiyetçilik Kader Değildir

sil ediyor olursa olsun her tür darkafalılık, dilini ve söylemini kon­
trol edemez. Bu nedenle de bu tür darkafalılıklar, küstahlığı ve ka­
balığı seçer. Bu tür bir darkafalılık, hizipçilik, kalabalıkları heyeca­
na sevk etmek, ne pahasına olursa olsun taraftar toplamak, taraftar­
lara ucuz umutlar telkin etmek için çaba harcar.
Müslümanlar gücünün, imkanlarının farkında olsaydı, harekete
geçebilecekti. Korkularımız sebebiyle hep ikili, çelişkili hayatlar
sürdürüyoruz. Korkularımız her zaman zalimlere cesaret veriyor.
Hangi nedenle olursa olsun, korkuya mahkum olanların, hiçbir bi­
çimde özgür olamayacaklarını unutuyoruz. Bütün koşullara boyun
eğen, hiçbir duruma itiraz etmeyen, sorgulamayan, hayır demeyen
kişiliklerden özne olmaları beklenemez. Hayatımız üzerinde ahlaki
bir denetim yok artık, yalnızca finansal bir denetim var. Bugünün
dünyasında enformasyon ve iletişim yoğunlukları yaşanırken, her
tür düşünme faaliyeti yüzeyselleşiyor. Enformasyon ve iletişim yo­
ğunlaştıkça bütün nitelikler birer birer kayboluyor; dostluklar, sahi­
ci ilişkiler kayboluyor, bütün bu ilişkilerin yerini on/ine ilişkiler
alıyor. Küresel, kapitalist sistem bütün toplumları bir fabrika gibi
düşünüyor, bir fabrikayı yönetir gibi yönetiyor. Sermaye hayatımı­
zın bütün boyutlarını bir şekilde sömürüyor. Güvenlik rejimleri ne­
rede olursak olalım, hepimizi gözetim altında tutabiliyor. Siyaset,
adaletle yönetmek gibi temel bir ilkeden uzaklaşıyor, teknik bir so­
run gibi algılanıyor. Modern sektiler bilim sermayenin ve kapitaliz­
min hizmetinde olduğu gibi demokrasiler de kapitalist piyasaların
hizmetinde bulunuyor. Piyasa hayatın tüm boyutlarını istila ediyor.
Sermaye her şeyi araçsallaştırıyor.
Bütün derinliklerin, anlamların, bilgeliklerin, niteliklerin, yo­
ğunlukların buharlaştığı bir zamanda, dünyada, toplumda tek kay­
gı, günü yaşama kaygısıdır. Hayatı, günü yaşamakla sınırlı hale ge­
tiren sistem, zihnimizi de bir biçimde yönlendiriyor. Zihinlerimiz
genel geçer algılama biçimleri doğrultusunda şekilleniyor. Genel­
geçer algılama biçimleri etkisiz, yersiz, boş varoluşlar oluşturuyor.
Gerçekleri olduğu gibi görmeyi başaramıyoruz. Gerçeklerin çok

121
Atasoy Müftüoğlu

uzağında yaşıyoruz. Düşüncesiz umutlar gibi umutsuz düşünceler


de yanıltıcı, aldatıcı sonuçlar doğuruyor. Temelsiz, ucuz iyimser­
likler toplumları kötürümleştiriyor. Kendi yöntemleriyle büyüle­
nenler, kendi yorumlarını mutlaklaştıranlar çevrelerini göremeye­
cek ölçüde ahlaki bir körleşme yaşıyor. Tevhidi düşüncede yaşanan
parçalanma ve çözülme, tevhidi dünya görüşüne bağlı olduğunu id­
dia eden kişilerde de parçalanma ve çözülmeye neden oluyor.
Tarihten çekilmiş bir medeniyetin mağlup çocukları olduğumuz
halde, medeniyet üzerinde çok spekülatif bir dil kullanıyoruz. İsla­
mi bağlamda bir medeniyete sahip olmadığımızın farkında değiliz.
Bir medeniyete sahip olsaydık, Müslümanlar arası ilişkiler, tartış­
malar medeni insanlara yakışır ölçüde olacaktı, bütün tartışmalar
terbiye sınırları içerisinde yürütülecekti.
Kalabalıkların onayını almak, ilgisini çekmek için oluşturulan di­
ni bir tasavvur ile yeni bir kültür üretilemez. Bir kültürün ve medeni­
yetin tarihe yeniden dönebilmesi için evrensel düşünce ve insanlık
ufkunu kuşatabilen, öncü düşünürlerin, bilgelerin, filozofların, alim­
lerin, müctehidlerin yetkin kadrolar halinde yetiştirilmeleri ve so­
rumluluk yüklenmeleri gerekir. Henüz bir tartışma terbiyesine bile
sahip olmayan, lümpen İslamcıların, lümpen devrimcilerin hiçbir
kültürel inşaya katkıları olamaz. Irkçılıkların, milliyetçiliklerin, mez­
hepçiliklerin, kabileciliklerin ve bunlar arasında halen sürdürülen
kanlı çatışma ve rekabetlerin, iç savaşların gerçek olduğu bir dünya­
da ne uygarlıktan ne de medeniyetten asla söz edilemez. Modern za­
manlar boyunca uygarlık kavramı hep terörize edici bir slogan olarak
varlığını sürdürdü, bugün de sürdürüyor. Kendi inançlarını, düşünce­
lerini, kutsama algısını, dünya görüşü ve hayat tarzını özgürleştirme­
yi başaramayan toplumların bir medeniyetten söz etmeleri kadar bü­
yük bir çelişki olamaz. Her alanda sağlıklı yorumlar yapabilmemiz
zihinsel ve kültürel dünyamızı yeniden inşa ederek mümkün olabilir.
Medya tiranları, finans tiranları, dini hayata musallat olan bütün
tiranlar ufkumuzu kapatıyor, bu nedenle de karşı karşıya bulundu­
ğumuz olaylarla ilgili eleştirel bir duruş gerçekleştiremiyoruz, öz-

122
Teslimiyetçilik Kader Değildir

gün bir vizyon oluşturamıyoruz. İslam algısı, tasavvuru bugün ma­


alesef, milliyetçilik, sağcılık, muhafazakarlık, gelenekçilik, göre­
nekçilik, hizipçilik, mezhepçilik, popülizm, hamaset ve köylülükle
malfildür. Çok daha vahim, çok daha beter bir durum dikkatlerimiz­
den kaçıyor. Cemaat ve hizmet olarak anılan topluluk, Amerika' da
siyonist ve Evangelist lobilerin talepleri, beklentileri, önerileri doğ­
rultusunda hareket edebiliyor. Bu çok kirli ilişki biçimi Neonurcu
akımın kötü yola düştüğünü gösteriyor.
İslami bilinci, tevhid ve ümmet bilincini toplumsallaştırmayı
başaramadığımız için, hiçbir bağımlılık biçimine son veremiyoruz.
Bu bağımlılık ilişkileri sebebiyle İslami algı ve tasavvur laik, milll­
yetçi, ideolojik yapıların baskısından kurtulamıyor. Ulusdevletlerin
belirleyici bir güç haline gelmesiyle birlikte toplumlarımız önce
kimliksizleştirildi. Kimliksizleştirme süreçleri, kişiliksizleştirme
süreçlerine dönüştü. Bu noktada sahte, taklit, kopya kimlikler icat
edildi. Ulusdevletlerin her projesi, Müslümanları ümmet bütünlü­
ğünden uzaklaştırdı. Bugün, Neonurcu akım örneğinde de görüle­
bileceği üzere İslami cemaatler milll kutsallar icat etti ve milllyet­
çilikleri kutsallaştırdılar. Türkiye ' de yaşandığı üzere Müslümanlar
da Kürt sorunu etrafında ulusdevlet aklına tabi oldular, bu akla
inandılar. Bugün İslami cemaatler, cemaat liderleri kamusal, siya­
sal alanlar hakkında görüş belirtmekten imtina ediyor, kişisel din­
darlıkla ilgili çalışmalar yapıyor, kişisel ibadetler bağlamında yo­
rumlar üretiyor. Herhangi bir cemaate katılan bireyler kişilik ve
benlik duygularını kaybediyor. Cemaat, hizip disiplini düşünmeye
ve sorgulamaya izin vermiyor. Her cemaat mensubu, cemaat lide­
rinin nihai hakikati temsil ettiğine inanıyor.
Kalabalıkların içerisinde kayboluyoruz.
İnsan olarak yaşamak yerine, nesne/eşya gibi yaşıyoruz.
Ne isteyeceğimizi bilmiyoruz.
Toplumsal, kitlesel ayaklanmaların yaşandığı Ortadoğu ülkele­
rinde kitleler diktatörlükleri reddediyor; ancak reddettikleri yapıla­
rın yerine yeni bir yapı koyamıyor, öneremiyor, yeni bir sistem in-

123
Atasoy Müftüoğlu

şa edemiyor. Bu ülkelerde ayaklanmalar, inşa edici bir süreci baş­


latamadı. Siyasal bir program oluşturamadı.
Emperyalizmin geçici bir ideoloji olmadığım hatırlamak ve ha­
tırlatmak gerekir.
Ortadoğu ' ya yönelik emperyalist yeniden şekillendirme giri­
şimleri demokratikleştirme üst başlığı altında sürdürülüyor. Bölge­
de Sünni kökenli İslil.mi oluşumlar, akımlar, partiler küresel siste­
me dahil edilirken, sistem karşıtı Şii unsurlar, hareketler etkisizle ş­
tirilip marjinalleştiriliyor. Küresel sistem mezhepleri çatıştırıyor.
Mezheplerin çatıştığı bir dünya korkunç bir dünyadır.
Mezheplerin çatışma halinde olduğu, çatışmaya açık olduğu bir
dünyada ümmeti gerçek kılmamız mümkün olamaz.
Evrensel ahlaki yasalar, ahlak merkezli bir uygarlık, medeniyet
olmadığı için bugün görüldüğü üzere her yerde faşizm, zulüm ve
kötülük hükümferma olabiliyor. Günümüzde yalnızca propaganda
amaçlı gündemde tutulan çok kültürlülüğün teorik bir çerçeveden
ibaret olduğunu görebilmeliyiz. Tek model, tek uygarlık, tek para­
digmanın şiddet yoluyla dayatıldığı bir dünyada karşılıklı anlayış­
tan, diyalog ya da hoşgörüden söz etmek kadar büyük bir saçmalık
olamaz. Tekbiçimlileştirilmeye çalışılan bir dünyada bütün bu kav­
ramlar içi boş sloganlar olmaktan öteye geçemez.
Bugünün dünyasında yürürlükte olan pek çok kavram emperya­
list dünya sisteminin ihtiyaçları, çıkarları doğrultusunda üretilmiş
kavramlardır. Bu kavramlar emperyalist sömürüyü meşrulaştırmak
üzere kullanılıyor. Faşist, ırkçı bir uygarlık anlayışı, Avrupalıların
hayatlarını de ğerli, önemli bulurken, Müslüman hayatlara hiçbir
şekilde saygı duymuyor. Avrupa, İslil.m 'ı tarihsel bir dışsallık ve di­
ni fanatizm şeklinde kurguladığı için ırkçı kategoriler hiç değişmi�
yor. İnsanlığım yitirmiş bir uygarlık, uygarlık ve özgürlük maskesi
altında, barbarlığını sürdürüyor.
Modem, sektiler, liberal insan hakları retoriği kesinlikle Müslü­
manları kapsamıyor. Arakanlı Müslümanlara yönelik Budist terörü
konusunda Batı dünyasından gerçek bir tepki gelmiyor. Her zaman

124
Teslimiyetçilik Kader Değildir

olduğu gibi bugün de mağdurlar Müslümanlar olduğunda, hiçbir


katliam, soykırım modem tarihin kaydına girmiyor. İnsan Hakları
dili, propaganda aracı olan bir dildir. Bütün dünyada Müslümanla­
rın propagandadan ibaret bir dil aracılığıyla sistematik bir biçimde
aldatıldıklarını hatırlamak gerekir.
Zihinsel bağımsızlık, zihinsel cesaret, üretkenlik, özgünlük, de­
rinlik, nitelik, bütünlük, kuşatıcılık ve irade olmaksızın, asıl önem­
lisi dayanışma bilinci olmaksızın yeni bir tarih başlatmak mümkün
olmayacak. Statükoların sınırlarını aşabilmek için kararlılık içeri­
sinde bir zihinsel irade gerekir. Kimi korkularla mallll olan kişilik­
ler, cemaatler bu korkuları sebebiyle statükolarla bütünleşiyor. Zi­
hinleri pek çok korku ile malı11 bulunan kişiliklerin, cemaatlerin
gücü, etkisi korkuları kadardır.
İslam toplumlarında, milliyetçi akımlar çok derin çelişkiler içe­
rir. Bu akımlar bir yanda emperyalizme karşı bir uyanıştan söz
ederken, diğer yanda da B atılılaşma yönünde girişimler başlatırlar.
Ortadoğu ' da bu dönemde gerçekleşen ayaklanmalarda görülebile­
ceği üzere, Arap-İslam toplumları, İran ve Türkiye de dahil olmak
üzere, özellikle genç kuşaklar B atılı düşüncelere maruz kaldılar,
onlar gibi düşünmeye başladılar. Bugün, B atı ' ya muhalefet eden
unsurlar, bu muhalefetlerini B atılı bir retorikle gündeme getiriyor.
Ortadoğu ' da yaşanan ayaklanmalar düşünceye yansıtılamadı, yeni
bir anlam sistemi oluşturamadı, yeni bir siyasal süreci başlatamadı
İran, kendi devrimini kendi kültürüyle gerçekleştirmişti. B ugünkü
ayaklanmalar Batı kültürünün, küresel etkileri altında gerçekleşi­
yor. İran İslam Devrimi küresel sisteme karşı, kapitalist diktatörlü­
ğe karşı ilk büyük ayaklanma özelliğini koruyor.
Bugünün Müslümanlar açısından en çarpıcı gerçeği, derin çelişkisi
şudur: İçerisinde Müslümanların yaşadığı toplumlar var, ancak Müslü­
manların oluşturduğu İslami toplumlar yok. Kendisi olma bilincini yi­
tiren, kimliğinin bilincinde olmayan bireyler ve toplumlar İslami so­
rumlulukların hakkını veremiyor. Bu nedenledir ki düşünme tarzımız,
hayat tarzımız İslami ilkelere göre bir bütünlüğü yansıtmıyor. Düşün-

125
Atasoy Müftüoğlu

me ihtiyacı duymayan, düşünsel merak içerisinde olmayan, sorgulama


ihtiyacı duymayan, soru sorma yeteneğine sahip olmayan bireyler ve
toplumlar bilincin kötürümleşmesine, çölleşmesine neden olurlar.
Müslümanlar, halen karşı karşıya bulunduğu utanç verici, alç al­
tıcı, yüz kızartıcı etnik, hizipçi, mezhepçi karşıtlıklar, aşırılıklar ve
çatışmalar nedeniyle hiçbir şekilde ve hiçbir zaman evrensel bir id­
diada bulunamaz, evrensel çözümlemeler yapamaz, evrensel İslami
bir tasavvur oluşturamayız.
Bir insanın, bir hareketin ufkunu ve ilgilerini her hangi bir etnisite,
yerellik, hizip ve mezhebin tek yorumuyla, tek aklıyla sınırlandınnası
demek, umutsuz bir taşralılığa mahkum olması demektir. Taşralılığa
mahkum bir zihniyet dünyasının evrensel çapta etkiler uyandırabilecek
bir kültür (medeniyet) inşa etmesi düşünülemez. Karşı karşıya bulun­
duğumuz taşralılık (köylülük) sebebiyle bugün bir yanda İslam ulusal­
laştınlırken, diğer yanda, İslami hareketler neoliberal gündemle uzla­
şıyor. Neoliberal gündemle uzlaşmak, yalnızca bir ekonomik sistemle
uzlaşmak anlamına gelmiyor. Çünkü neoliberalizm aynı zamanda ah­
laksız bir hayat tarzı ve dünya görüşü olarak sunuluyor.
Müslümanlar, maalesef, başkaları tarafından dayatılan rencide
edici kendilikler yaşıyor. B aşkaları nasıl olmamızı istiyorsa öyleyiz.
İslami unsurların, cemaatlerin, mezheplerin her birinin kendilerine
özgü, bir başka grupla paylaşmadıkları kendi bencil, narsist gündem­
leri var. Bu durum kabul edilemez. Bu asla onaylanamaz tablo sebe­
biyle ortak bir varoluşa, ortak bir bilince ve duyarlılığa sahip değiliz.
Çok ucuz iyimserlikler içerisindeyiz.
Eleştirel bir iyimserlik içerisinde bulunmayı hiç düşünmüyoruz.
Eskimiş ezberleri tüketmeye devam ediyoruz.
Zihinsel anlamda büyük bir perişanlık içerisindeyiz, entelektüel
dünyamızda büyük bir ıssızlık ve sükôt yaşanıyor. Hayatın her ala­
nında Batı dünyasının tarihsel birikimi doğrultusunda yapılan kav­
ramsallaştırmalarla kendimizi ifade etmeye çalışıyoruz. Devlet ve
siyaset hayatı, ekonomik ve kültür hayatı bu kavramlar merkezinde
şekilleniyor. Bu kavramların izin verdiği ölçüde, bu kavramların
müsamahasına sığınarak İslami bir konum kazanmaya çalışıyoruz.

126
Teslimiyetçilik Kader Değildir

Modem, sektiler bilinci sorgulamaya cesaret edemiyoruz.


Küre ' nin küreselleştiği, her şeyin ekonomiye indirgendiği bir
dünyada rekabet ve serbest piyasa ekonomisi tek belirleyicidir. Bu
durum bütün değer sistemlerini ve insani dünyaları altüst eiyor. Si­

yaset her ülkede, küresel finans piyasalarının denetimi altındadır.


Bütün demokrasiler büyük bir gösterişten ibarettir.
İslil.m toplumları dehşetengiz gerçekliklerle karşı karşıyadır.
İçerisinde yaşadığımız küresel süreçlere bilinçli bir biçimde tanık­
lık ederek tarihi gerçeklere uyanmak zorundayız. İslil.m dünyası
tablosu belirsiz ve karmaşıktır. Düşünce ve entelektüel hayatımız
belirsizlik denizinde yüzüyor.

Bütün Ortadoğu ' yu içerisine alan istikrarsızlık, kuşatma, belirsiz­


lik, gerilim ve karşıtlıklar emperyalist dünya tarafından kışkırtılıyor.
Suriye 'ye tahmil edilen iç savaş emperyalist gündem ve çıkarlar doğ­

rultusunda sürdürülüyor. Bu gündem Müslümanlar tarafından gereği

gibi tartışılmamış, teşrih edilmemiştir. Her tür mezhep karşıtlığı, geri­

limi hangi mezhep adına sürdürürse sürdürsün, utanç vericidir. Hiçbir

tartışma hangi mezhep adına olursa olsun, mezhep merkezli bir yakla­

şımla sürdürülmemelidir. Her şeyden önce ve her durumda Müslüma­


nız ve daha sonra gerekiyorsa eğer mezhep yorumlarına başvurabiliriz.

Amerika'nın, Şii dünya ve hareketlilik karşısında Sünni bir çizgi ger­


çekleştirmek üzere yoğun çalışmalar yaptığı hatırlanmalıdır. Sünni
dünya bir kez daha Amerikan himayesine açık hfile gelmektedir. Suri­

ye' de sürdürülen kirli, kanlı iç savaşta muhalif unsurların emperyalist­


ler tarafından icat edildiğirıi, yönlendirildiğini, silah, mühimmat, eği­

tim vb. gibi yollarla desteklendiğirıi, Suriye 'nirı geleceğirıi Suriye hal­

kının ya da muhaliflerin değil, emperyalist dünyanın biçimlendireceği­


ni söylemek sektiler, milliyetçi Baas tiranlığını desteklemek anlamına
gelmez. Hiçbir Müslüman hiçbir gerekçeyle B aasçı olarak suçlana­
maz. Suriye' de muhalefet ortak, toplu bir irade ve duyarlılık oluştur­
mayı başaramamıştır. Muhalefetin yüze yakın parçadan oluştuğu hatır­

lanmalıdır. Suriye halkı, iç savaşla ilgili kendi iradesini yansıtmamış­

tır. Muhalifler arasında bir ittifak ve uzlaşma olmadığı gibi ortak bir

127
Atasoy Müftüoğlu

program da yoktur. Suriye ' de yaşananlar etrafında hizip çıkan adına,


mezhep çıkan adına manipülasyon ve aldatmacaya tevessül etmek ah­
laksızlıktır. Suriye ' de yaşananlarla ilgili muhalif unsurları eleştirmek,
İran adına konuşmak, İran perspektiflerini paylaşmak olarak yorumla­

namaz. İran'a karşı sürdürülen kuşatma dikkate alındığında İran-Suri­


ye ilişkilerini anlamak hiç de zor olmasa gerek. Medya tarafından üre­
tilen çarpıtmalar, medyatik dramatizasyonlar konusunda her zaman
dikkatli olmalıyız. Medya ve iletişim sistemi bütünüyle bayağılaşmış,
savaşlar bile seyirlik hfile getirilmiştir. Suriye konusunda Türkiye 'nin

küresel tahakküm sistemiyle birlikte hareket etmesi yanlıştır, büyük bir


talihsizliktir. Suriye ' de akan kan ve büyüyen acılardan, Suriye'de
kentlerin, tarihsel, kültürel varlıkların tahribatından Türkiye de sorum­
ludur. Türkiye ' nin; biz Suriye halkının yanındayız, yönündeki dış po­
litika tercihi ikna edici olmaktan çok uzaktır.

Eleştirel olmayan heyecanlar, duygusallıklar hepimizi çok ciddi


bir biçimde yanıltıyor. Dünya olaylan etrafında kuşatıcı bir siyasal
farkındalığa, sorgulayıcı bir duruşa, eleştirel bir tavra ihtiyacımız
olduğunu hatırlamalıyız.

Siyasal ahlak ve ilke noktasından bakıldığında bugünün dünyası


sıfır noktasındadır. Günümüzde militarist, faşist her askeri girişim

demokrasinin yayılması retoriği altında gerçekleştiriliyor. Geçmişte

sömürgecilik uygarlaştırma misyonu klişesi altında sürdürülüyordu,


bugün de demokratikleştirme misyonu klişesi altında sürdürülüyor.
Modem uygarlık, barbarlık, hayasızlık ve sapkınlık biçiminde tem­
sil ediliyor. Sömürgecilik tarihi, sömürdüğü, hfilen sömürmeye de­
vam ettiği toplumlarda etnik, mezhebi, kültürel farklılıklar oluştur­
muş ve bunları kurumsallaştırmıştır. Bu yüzden, bugün toplumları­
mız ithal yasalar, ithal zihniyet ve yaklaşımlar aracılığıyla yönetili­
yor. Müslümanlar, toplumsal ve siyasal anlamda özgün ve özgür bir
model oluşturmayı başaramıyor. Bu nedenledir ki tarihin bu çok
kanlı döneminde, siyasal ve toplumsal bir kazanımdan söz edemiyo­
ruz. B ugünü biçimlendirebilecek İslami bir dile, bilince, bilgi ve bi­
rikime sahip olmadığımızı itiraf edebilmeliyiz. İslami düşünceleri-

1 28
Teslimiyetçilik Kader Değildir

mizi İslami pratiklerle buluşturamıyoruz. Avrupa paradigmalarıyla


düşündüğümüz için kendimiz olmayı başaramıyoruz. Aziz İslam ve
İslamcı mücadeleyi, hasım ve rakip ideolojiler, Siyonistler ve Evan­
gelistler nasıl tanımlıyorsa, bizler de öyle tanımlamaya çalışıyoruz.
Sağcı, solcu, nurcu, muhafazakar aydınlar zihinsel sömürge duru­
munu sürdürdükleri, düşünsel komadan çıkamadıkları için İslamcı
düşünceyi, davayı, kavgayı emperyalistler gibi ve onların yaklaşım­
larıyla değerlendiriyor. Bizimle aynı hakikat algısına sahip olma­
yanların yorumlarını paylaşmak kadar büyük bir zillet olamaz. Ba­
ğımsız İslami yorumlar, bağımsız İslamcılık yorumlan bilinç yo­
ğunlukları ister, cesaret yoğunlukları ister, siyasal cesaret ister. Ko­
şullar doğrultusunda tercihler yaptığımız, yol, yöntem, tarz belirle­
diğimiz için hiçbir şekilde sahici olamıyoruz. Koşullara göre vazi­
yet alanlar sahicilikten uzaklaşıyor. Koşullara göre vaziyet alanlar
İslam 'ı kendi çıkarları doğrultusunda, kendi konumlarına uygun bir
biçimde, keyfi bir biçimde tanımlıyor. Düşünce ve kültür hayatımız
zihinsel soykırıma maruz bırakıldığı için İslami özgürlük talebinde
bulunamıyoruz. İslam ' ın dünyaya, hayata, tarihe, topluma, siyasete
yönelik içeriğini inkar ederek din işi gönül işi tarzında basit, ucuz,
bayağı, kolaycı tekerlemelere başvuruyoruz. Zihinleri sömürgeleşti­
rilenler, İslam 'ı bütün boyutlarıyla, iddialarıyla sahiplenmeye cesa­
ret edemeyenler, kişisel dindarlığa sığınıyor ya da İslam ' ı yerel bir
folklore, kültüre, geleneğe indirgeyerek temsil etmeye çalışıyor.
İçerisinde bulunduğumuz zihinsel perişanlık, hizipçilik, mezhep­
çilik, hizip-mezhep holiganlığı, cesaretsizlik, teslimiyetçilik sebebiy­
le bugün Türkiye örneğinde de görülebileceği üzere toplumumuz mu­
hafazakar, seküler, liberal bir dönüşüm yaşıyor. Bu nedenle de top­
lumlarımız köklü bir değişim arzusu ve iradesine sahip değil. Aydın­
larımız başka, İslami bir dünyanın müınkün olabileceğine inanmıyor.
Gerçek devrim, her alanda kökten, kuşatıcı, derinlikli bir deği­
şimle mümkündür. Gerçek devrim bütün varoluşumuzu yenileyip
inşa ederek gerçekleştirilebilir.

129
İSLAM'I İSTEMEKTE ÖZGÜR DEGİLİZ

Modem zamanlar boyunca din, vahiy, akıl; din, devlet, siyaset


ilişkileri, bu bağlamda yapılan tartışmalar, yorumlar yalnızca Ay­
dınlanmacı önyargıların, dayatmaların, çarpıtmaların, dışlamaların
tek boyutlu yaklaşımları içerisinde sürdürüldü. Günümüzde de bu
konudaki tartışmalar aynı bağlam içerisinde değerlendiriliyor. Ay­
dınlanmacı yaklaşım, dini bir mit gibi sunarak, dinle mit arasında
bir yakınlık kurup modem güşünce ve felsefeyi dinin yerine ikame
ederek sektiler bir dünya görüşü oluşturdu. Bu dünya görüşü, Av­
rupamerkezci bir kurumsal yapılanma, politik yapılanma, model,
dil ve söylem inşa etti. Sözünü ettiğimiz yapılanma, inşa Yunan,
Yahudi, Hıristiyanlık gelenekleri temelinde somutlaştı . B atılılaşma
serüveni yaşayan bütün toplumlar, Türkiye örneğinde görülebilece­
ği üzere, hiçbir eleştirel değerlendirmeye tabi tutmaksızın Batılı
düşünce, kültür, felsefe paradigmalarını yüzeysel de olsa büyük öl­
çüde özümsediler. Bu paradigmalar, faydacı, materyalist, rasyonel
bir dünya görüşü ve hayat tarzı oluşturdu. Beyaz Batılı insanın üs­
tünlüğünü esas alan ırkçı bir dünya görüşü hümanizm kültür emper­
yalizmiyle birlikte ilerledi. Hümanizm, sekülerizm ve materyalizmi
içerecek şekilde yapılandırıldı, modem uygarlık, Hıristiyanlıkla
bütünleşen bir çerçeve içerisinde şekillendi. Modem tarihin Batılı
referanslar temelinde kurgulanmasıyla birlikte dünya birbirine kar­
şıt iki kampa bölündü. Doğu öteki olarak tanımlandı. Öteki olmak
bütün olumsuz özellikleri taşımak demekti. Bu nedenle, olumsuz

131
Atasoy Müftüoğlu

olarak tanımlananlar tarihten, varoluş dünyasından dışlandılar, öte­


kileştirilenlerin özgünlükleri ve özgün varoluşları imha edildi. Ba­
tılı normları kabul etmeyen ötekilerin farklı bir siyasal, kültürel
modelden söz etmeleri imkansız hale getirildi.
Ötekilerin dünyasını despotizm ve akıldışılıkla eşitleyen Avru­
pamerkezci dil karşısında Müslümanlar bir varlık belirtemedi. Mo­
dem, sektiler efsaneleri sorgulayamadık. Kendimize özgü bir düşün­
ce, kültür, devlet, siyaset modeli oluşturamadık. Batılılaşma serüve­
niyle birlikte içerisine girdiğimiz zihinsel, ahlaki, kültürel parçalan­
maları telafi edemediğimiz gibi bu parçalanmaların daha da derin­
leşmesi karşısında kayıtsızlıklarımızı sürdürdük. Dünya görüşümüz
soyut bir zeminde kaldı; somut bir bilince, somut hayata dönüşme­
di. İslami dünya görüşü bilincine, İslami bütünlük bilincine sahip
olamadığımız için kendi tercihlerimizin öznesi olamadık. Tarihsel
gerçeklikle, toplumsal, siyasal gerçeklikle ilgisi olmayan mistik, so­
yut bir din dili oluşturduk. Bugün, Müslümanlardan söz ediyoruz,
ancak Müslümanların oluşturduğu İslam toplumlarından söz edemi­
yoruz. İslam ' ı kimi parçalar üzerinde temsil ediyoruz. İslami bütün­
lük için bir mücadele vermiyoruz. İslam devleti talep edemiyoruz,
İslam siyaseti talep edemiyoruz, İslam hukuku talep edemiyoruz.
İslam toplumları, İslami dünya görüşü ve İslami hayat tarzı doğ­
rultusunda dönüşmüyor, neoliberal dünya görüşü ve hayat tarzı
doğrultusunda dönüşüyor.
Modem zamanlarda, her alanda her kategori Avrupamerkezci
bir yaklaşım temelinde kavramsallaştırılıp kurumsallaştırıldı. Batı­
nın, tarihi ve dünyayı belirlemeye başladığı zamanlardan bu yana
zihinlerimizi de B atı entelektüel dünyası belirliyor. Bu noktada,
toplumlarımız, düşünce dünyalarımız modemitenin nesnesi haline
getirildi. Batı, maddi başarıların sağladığı güçle dünyayı etki alanı
içerisine aldı. Modemiteyle emperyalizm birlikte başladı, şiddet
araçları kullanılarak modemite, emperyalizm evrenselleştirildi.
Müslümanlar, modem kategorileri tartışmaya, meşruiyetlerini red­
detmeye ne yazık ki cesaret edemedi.

132
Teslimiyetçilik Kader Değildir

Müslümanca var olmaya, Müslümanca direnmeye cesaret ede­


medik.
Modem kategorilerin küresel geçerlilik iddialarını eleştirel bir
değerlendirmeye tabi tutamadık. Bugün bile Avrupa tarihi, bütün
tarihlerin öznesi olarak savunulabiliyor. Zihinsel dünyamız sektiler
anlamda bir dönüşüme, tahribata uğradığı için Avrupa referansları­
na ihtiyaç duymaksızın bağımsız bir dil, söylem, düşünce, kültür
oluşturamıyoruz. Zihini, ahlaki bulanıklıkları aşamıyoruz. Korkunç
bir bayağılık çağında, kendisini tarihten soyutlayan bir İsliim algısı
oluşturuldu. Kendisini tarihten soyutlayan pasif bir İsliim algısı se­
bebiyle İsliim ' ın pek çok boyutu gündemimizden çıkarıldı, unutul­
du, ihmale uğradı ya da terk edildi.
İsliim toplumlarında içerisinde bulunduğumuz dönemde de ge­
nel bir belirsizlik ve tamamlanmamışlık yaşanıyor. Halen karşı kar­
şıya bulunduğumuz zihinsel, içsel, ruhsal parçalanmalar nedeniyle
kendi hayatlarımızı İsliimi anlamda dönüştüremiyoruz. Kendi ha­
yatlarımızı dönüştürmeyi başaramadığımız için başka hayatlar üze­
rinde de örnek olamıyoruz. İsliimi cemaatler, oluşumlar, yapılar,
partiler sürü içgüdüsü ile hareket ediyor. Sürü içgüdüsü bağımsız
akla, düşünsel üretkenliğe, eleştirel muhakeme yeteneğine geçit
vermiyor. Kitleler ya tek akla, ya yerel akla, ya etnik akla kapana­
rak ancak bilinçle ulaşabileceği!lliz kavrayış biçimlerinden uzakla­
şıyor. Dini hayatımız, kurmaca kişilikler, kutsallaştırılmış büyüle­
yici hayat hikayeleri, akla, mantığa, tevhidi bilince asla sığmayan
abartılı kurgularla dikkati çekmeye çalışıyor. Cemaat liderlerine
yönelik kayıtsız �artsız itaatin ciddi bir patoloji olduğu düşünülmü­
yor. Dini hayatımızda eleştirel bir dikkate yer verilmediği için ata­
erkil bütün gelenekler .dini söylem içerişinde yaşayabiliyor. Düşün­
me yeteneğföe, özgürlüğüne ve iradesine sahip olarak doğan insan-
. lar, bir cemaate, harekete, hizmete, partiye katıldıklarında düşünme
yeteneklerini ve özgürlüklerini kaybederek bir robota dönüştürülü­
yor. İnternet yoluyla İsliim toplumlarında genç kuşaklar, yeni kül­
türler, yeni fikirler, tarzlar, tavırlarla tanışıyor ve melez bir kimlik

133
Atasoy Müftüoğlu

ediniyor. Daha iyi günler geleceğine ilişkin kehanetler yoluyla


genç kuşaklara narkoz veriliyor, gerçekler anlatılmıyor. Her yerde
bağnaz bir antikacılık faaliyeti ile karşılaşıyoruz.
Zihinsel devrim yaşamadan, siyasal devrimin yaşanamayacağı­
nı anlayamıyoruz.
Zihinsel devrim için putkıncılık rolü üstlenemiyoruz. Medya
imparatorluklarının hegemonik dili ve söylemi, medyanın küresel
gücü, medya gösterileri ve tepeden küreselleşme bağımlılıklarımı­
zı derinleştiriyor.
Medya manipülasyonları karşısında bağımsız bir duruş sergile­
yemediğimiz için olaylarla, gelişmelerle ilgili Amerikan perspek­
tiflerini tüketmeye devam ediyoruz. Bütün dünya, insani, ahlaki,
vicdani bağlamda ciddi bir biçimde yoksullaşıyor. Dizginsiz bir
bencillik, bireysellik sorumsuz bir dünya oluşturuyor. Akılcı libe­
ralizmin sosyal felaketler karşısında yapabileceği hiçbir şey yok.
Müslümanların insan olarak görülmediği bir zamanda, Müslüman­
lar insan hakları söyleminin himayesinde kendisini ifade etmeye
çalışıyor. Evrensel anlamda geçerli, yürürlükte olan ahlaki yasalar,
kurallar, ölçütler olmadığı için bugün olduğu gibi bütün dünya fa­
şizme, zulme, kötülüğe açık hale geliyor.
Dindarlık tezahürleri halk söylemi ve folklorik kimi törenlerle
sınırlı hale geliyor.
Temel İslami ölçütler, temeller, değerler, kategoriler marjinal
alanlara itiliyor. Dünyayı ve olayları romantik bir tarzda algıladığı­
mız için her zaman gerçeklere çok geç uyanıyor ve yabancılaşıyo­
ruz. Küreselleşme yoluyla bir kez daha B atılılaşmaya çalışıyoruz.
Bugünün emperyal, küresel iradesi karşısında bağımsız bir İsla­
mi politika, dil, model ortaya koyamamak gibi ciddi, yapısal bir so­
runumuz var. Kamusal alandaki uygulamalara, tartışmalara, İslami
inançlarımızla, görüşlerimizle katılamıyoruz. Derinlikli ve nitelikli
bir temsil liyakatine sahip olarak kendimizi bir bütünlük içerisinde
kamusal alanda ifade edemiyoruz.
Dünyayı düşlerimizde yaşattığımız şekilde değil, gerçekte oldu­
ğu gibi algıladığımız taktirde, somut bir yol, yöntem belirleyebili-

134
Teslimiyetçilik Kader Değildir

riz. İçerisinde bulunduğumuz tarihsel dönemin özelliklerini de ha­


tırda tutarak kendimizi her alanda yeniden konumlandırabilmeliyiz.
Yeni bir ifade tarzı, özgür ve özgün bir ifade tarzı bulamadığımız
taktirde mumyalaşma tehlikesiyle karşı karşıya geleceğiz.
İlfilıi, ahlaki sorumluluk alanını terk eden sektiler insan, her şe­
yi mubah sayarak sıradanlaştı. İnsanın sıradanlaşmasıyla birlikte
her tür bayağılık, yabancılaşma, yozlaşma da sıradanlaşıyor. İnsan,
kitle toplumunun kişiliksiz bir parçası haline geliyor.
Gerçekçi olmayan beklentiler içerisine girmemek için tarihsel
gerçeklere nüfuz eden, bu gerçekleri eleştirel duyarlıkla değerlen­
diren bir ufka ihtiyacımız var.
Modern zamanlar boyunca modern, sektiler soykırıma maruz ka­
lan bu nedenle de kimlik bilincini kaybeden hep arafta kalan, hep
edilgen durumda olan, hiçbir alanda, hiçbir şekilde özgün bir meto­
dolojiye sahip olmayan Müslüman zihin, tevhidi bilgi temelinde İs­
lam ' ı nihai bir referans noktası alarak yeni bir diriliş gerçekleştirmek
zorundadır. Bütün kültürleri etkileyen ve göreceli olarak dönüştüren
modern, sektiler kültür karşısında, kültürel direnişin imkfuıları üze­
rinde çalışmak, etkileyici bir kültürel güce dönüşmek gerekir. B atılı
bilimsel, entelektüel, kültürel, siyasal modelin tek gerçek olarak da­
yatıldığı bir dünyada her şeyden önce İslami zihnin bağımsızlaşması
hayati öneme sahiptir. İsiami zihin bağımsızlaşmadıkça hiçbir konu­
yu, hiçbir sorunu İslami anlamda gereği gibi yanıtlayamayız.
Entelektüel, kültürel tarihin etkisiz, taşralı nesnesi olarak yaşa­
maya devam edemeyiz.
İsiam ve Devlet, İslam ve S iyaset, İsiam Devleti gibi temel ko­
nuları engin bir derinlik ve bütünlük içerisinde bütün boyutlarıyla
konuşabilmemiz, tartışabilmemiz için her şeyden önce zihinsel sö­
mürge konumunu reddetmemiz gerekir.
İsiam şeriatı, kilise ve devlet, din ve siyaset arasında bir ayrımı
kabul etmez. Devlet, dini ve sektiler unsurlardan oluşmaz. İsiam
Devleti bu tür tasniflere ihtiyaç duymayan bir bütünlüğün adıdır.
İsiami devletin halifesi bir din adamı olmak zorunda değildir. İsia-

135
Atasoy Müftüoğlu

mi devletin halifesi, imamı, başkanı Allah ' ın yeryüzündeki temsil­


cisi de değildir. B aşkan ya da imam, masum değildir. İslam şeriatı,
ırk, milliyet farklılıklarını bir sorun olarak görmez. İslam siyaseti,
bütün ırkları, milliyetleri aşan, kaynaştıran bir Ümmet inşa etmek
ister. İslam hukuku şu ya da bu halkın niteliklerini değil, insan fıt­
ratını esas alır. Kişisel otoritenin tartışılmazlığı İslam ' ın ruhuna ay­
kırıdır. İslam ahlakı bireysel sorumluluk düşüncesi üzerinde yükse­
lir. İslam devlet hukuku nezdinde, devlet başkanı da dahil olmak
üzere hiç kimsenin ayrıcalıklı bir konumu yoktur. Devlet başkanı,
İslami uygulamaları sırasında Müslümanların eleştirilerine açıktır.
Camiler yalnızca ibadet amacıyla inşa edilmiş mekanlar olmayıp
aynı zamanda toplumun siyasal ve eğitim hayatının da merkezidir.
Cami, devlet' i kontrol altında tutar ve toplumun devletle ilgili
eleştirilerini yansıtır.
Müslümanlar, hayatı, dünyayı, devleti, siyaseti, toplumu neoli­
beral aklın baskısı altında algılamak, düşünmek ve çözümlemek
zorunda değil. Neoliberal akıl, insanı, toplumu, hayatı, devleti, in­
sanı bir şirketi yönetir gibi yönetiyor. Neoliberal akıl, her durumda
karlılık ve verimlilikle ilgileniyor, sorumsuz bir özgürlük anlayışı
geliştiriyor. Bu nedenledir ki neoliberal dünyada her türlü kötülük,
her türlü zulüm ve vahşet pervasızca işlenebiliyor.
İslam, kainatı bir gerçek olarak görür. Kainatın içerdiği hakikat­
leri kabul eder. İslam, kötülüğün ve şerrin kainatın zorunlu bir özel­
liği olmadığını öğretir. Kil.inat yeniden şekillendirilebilir, düzenle­
nebilir, kötülükler, zulümler ortadan kaldırılabilir. İslam nazarında
insan, özgür irade sahibi, sorumlu bir varlıktır.
İnsan, kendi hayatını kendisi inşa edebilir.
İnsanla Allah (c.c.) arasında her hangi bir aracı yoktur.
Kendi amellerimiz, çabalarımız, içtenliklerimiz, dayanışma ve
paylaşma duygularımızla, sorumluluklarımızı yerine getirmek su­
retiyle kurtuluşumuzu kendimiz hazırlarız. İslam, şiddete dayalı
değişim, dönüşüm yöntemlerini kabul etmez. İslam ' ı yalnızca bir
inanç sistemi olarak düşünemeyiz. İslam, bir ümmet tasavvurunun
adıdır. Ümmet siyasal bir bütünlüğü ve bağımsızlığı amaçlar.

136
Teslimiyetçilik Kader Değildir

İslami aidiyetimiz şu ya da bu coğrafyayla, milllyetle ilgili ol­


mayıp İslami inançlarımızla ilgilidir.
Ebedi ülkemiz İslam ' dır.
İslam ' ın çıkarları, Müslümanların çıkarlarından şu ya da bu
kavmin, ülkenin, milllyetin, mezhebin çıkarlarından her durumda
daha önceliklidir, daha hayatidir.
İslam, insanlık tarihinin en büyük devrimini gerçekleştirerek ye­
ni bir insanla, yeni bir toplumla, yeni bir inanç ve değer sistemiyle,
yeni bir devlet ve yeni bir siyasetle tarihe girdi, tarihi dönüştürdü.
Neoliberal aklın diktatörlüğü altında yaşamaya, düşünmeye ik­
na edildiğimiz için yeni bir insan, toplum, inanç, değer sistemi, si­
yaset ve devlet konusunda artık mücadele etmiyoruz.
Bu durum zihinsel ve ahlaki bir çöküş ve çürüyüşün adıdır.
İslam, tarihe eşitlikçi bir toplum, devlet ve siyaset oluşturarak
şekil verdi.
Feodal düzene ilk meydan okuma ve eşitlikçi deklerasyon Veda
Haccı 'nda dile getirildi.
İslam ' da her hangi bir biçimde bir aristokrasinin olmadığını ha­
tırlamak gerekir. Ümmet' in bütün üyeleri mutlak bir eşitlik ilkesi­
ne tabidir.
İslam, hiçbir ayrımın söz konusu olmayacağı, tevhidi bir duyar­
lılığın, bilincin adıdır. Müslümanlar kendilerini ulusal dil, kültür, ül­
ke, ekonomik çıkar birliğiyle değil, Ümmet bilinciyle temsil ederler.
Ümmet, evrensel bir buluşma, kaynaşma, bütünleşme dayanış­
ma, paylaşma, birlikte üretme zeminidir. Birlikte mücadele etme ze­
minidir. Bu nedenle, Ümmet' in birbirinden farklı bütün renkleri,
yaklaşımları ve yorumlarıyla entelektüel alışveriş halinde olmak he­
pimiz için vazgeçilemez bir yükümlülüktür. İslam, dini, dünyevi, la­
ik, kutsal, manevi, maddi gibi ikili karşıtlıklara yer vermeyen bütün­
cül bir sistemin adıdır. Bilgi arayışı ve üretimi ertelenemeyecek ön­
celiklerimiz arasındadır. Günümüzde, kendi aramızda halen yaşa­
nan hizipçilikler, mezhepçilikler ve milllyetçiliklere nihai anlamda
bir son veremediğimiz taktirde, hem Ümmet olmayı hem de başka-

137
Atasoy Müftüoğlu

lannı İslfun ' a ikna etmeyi başaramayız. Müslümanlar hiçbir şekilde


milliyetçilik, popülizm, akıldışı duygusallıklar ve mezhepçilik üret­
mek durumunda olmamalı. Müslüman topluluklar özellikle kriz dö­
nemlerinde devlet elitlerinin başvurduğu manipülasyonlar ve m ani­
pülatif siyasal liderler konusunda çok dikkatli olmalıdır.
Her tür manipülasyona karşı, ucuz propaganda retoriklerine kar­
şı algılarımızı yeniden düzenleyebilmeli, onarabilmeliyiz. Güç gös­
terisi yapmakla güçlü olmak birbirinden çok farklıdır.
Ekonomik vahşetin egemen olduğu, her şeyin mekanikleştiği ve
paranın iktidarının geçerli olduğu, soğuk ve duygusuz bir akılcılığın
hepimizi yabancılaştırdığı bir dünyada, İsliimi değerler de maalesef
ticari değerler haline dönüşmüştür. Cemaat ve hizmet faaliyetleri
ekonomik ve politik çıkar, lobi, kulis merkezleri faaliyetleriyle bü­
tünleşmiştir. Cemaatler, kitleleri din aracılığıyla aldatmakta, kitleler
din adına aldatılmaktan rahatsız olmamaktadır. Günümüzde çok et­
kili olan neoliberal hoşgörü anlayışı gibi kimi dini cemaat, hizmet
gruplarının da sloganı haline dönüştürülen hoşgörü anlayışı sebe­
biyle dini hayatta da bırakınız yapsınlar zihniyeti moda haline gel­
miştir. Cemaat, hizmet fikri, hiçbir ruhi, ahlaki derinlik içermeyen,
sayılan ve paralan çoğaltmaya yönelik büyük bir şirket faaliyetine
dönüşmüştür. Bu cümleden olmak üzere, bırakınız yapsın/arcı hoş­
görü anlayışı sebebiyle Müslümanlar, sağcılık, muhafazakarlık, mil­
liyetçilik, mukaddesatçılık, tarihçilik, coğrafyacılık, vatancılık, bay­
rakçılık, hanedancılık, marşçılık, gelenekçilik, görenekçilik, Türk­
çülük, Türkçecilik, toprakçılık, liberallik, demokratlık, Amerikancı­
lık gibi pek çok belirsiz unsurla uzlaştınlmıştır. Bu tür bir uzlaşıyı
hoşgörü zemininde, cemaat, hizmet çıkan için kutsayarak meşrulaş­
tıranların nasıl İsliimi sayılabilecekleri tartışmaya açıktır.
Aziz İsliim, ulusötesi bir bilincin adıdır.
İsliim ' ın hiçbir milliyetçilik türüyle uzlaştırılması asla düşünü­
lemez.
Etkili, kuşatıcı bir Ümmet kültürü, dayanışması, bütünlüğü söz
konusu olabilseydi, etnik ve mezhep bölünmeleri, çatışmaları ol­
mayacaktı.

i38
Teslimiyetçilik Kader Değildir

İslami yönetim dönemlerinde devlet hiçbir şekilde etnisiteyi so­


run görmedi, bütün farklı unsurlar etnik aidiyetlerinden bağımsız
olarak aynı uygulamalara, saygıya, ilgiye muhatap oldular.
Etnomimyetçi zihniyet, devletin kendi mimyetine ait olması ge­
rektiğini savunur. Bu zihniyet sebebiyle daha zayıf etnik unsurları dış­
lar. Ulusdevletler döneminde mim kimliği tahkim etmek üzere, mim
marş, mim bayrak, mim takım, mim dil, mim eğitim, mim bayram gi­
bi yapılar oluşturmak suretiyle anlaşılması güç bir sentez oluşturuldu
ancak hiçbir ulusdevlet gerçek anlamda bağımsızlaşmayı başaramadı.
Bugün evrensel normları uygulama iradesine sahip hiçbir sis­
temden söz edemiyoruz. Böyle bir sistem olmadığı için emperyalist
müdahaleler, işgal ve istilalar, soykırımlar, küresel kapitalizmin yı­
kıcı etkisi, silah kaçakçılığı, insan kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti,
etno milllyetçilikler gibi kötülükler devam edebiliyor. Milllyetçi­
liklerin siyasallaşması etnik sorunları derinleştiriyor. Ulusdevlet­
lerde halkların kendilerini etnik terimlerle ifade etmeleri, insanları
birbirlerine yabancılaştırıyor.
Karşı karşıya bulunduğumuz zihinsel sömürge durumunu aş­
mak için tevhidi bağlamda kuşatıcı bir zihni tasavvuru somutlaştır­
mamız gerekir. Dünyaya, olaylara, gelişmelere İsliimi dünya görü­
şü ufkundan bakmak, bu dünya görüşü zemininde yorumlar, çö­
zümler, sorgulamalar gerçekleştirmek, tevhidi bir duruş, tarz sahi­
bi olmak vazgeçilemez temel bir yükümlülüğümüz olmalı. Bu yü­
kümlülüğü eksiksiz bir biçimde yerine getirebilmek için entelektü­
el nitelik ve birikime sahip olmak icap eder.
Günümüz dünyasında küresel sistem ötekini reddetmek yerine,
ötekini emperyal sistemin çıkarları doğrultusunda dönüştürerek siste­
min bir parçası hfiline getirmeyi amaçlıyor. İçerisinde yaşadığımız dö­
nemde Ortadoğu ' da yaşananlar sözünü ettiğimiz bu projenin çok açık
yansıması olarak okunabilir. Dikkat edilirse, artık hiçbir ahlaki hare­
ket, cemaat, hizmet, parti İslam Devletinden, İslam toplumundan, İs­
lami yönetimden, İslami mücadeleden söz etmiyor. Ortadoğu ' da, ik­
tidar alanı dışında tutulan İslfunl unsurlar hem kendilerini hem de de­
mokrasiyi meşrulaştırmak üzere modernite alanına kabul edildiler.

139
Atasoy Müftüoğlu

Neoliberal diktatörlük, hiç kimsenin İslil.m ' ı bir bütünlük içeri­


sinde talep etmesine izin vermiyor. Neoliberalizm, emperyalizmin
en yeni maskesi olarak kullanılıyor.
İsliim ' ı , toplumsal , siyasal ve ekonomik bir sistem olarak iste­
mek konusunda özgür değiliz .
Gerektiğinde umutlarımızı da eleştirel bir değerlendirmeye tabi
tutabilmeliyiz. Kendimizi de gerektiğinde içtenlikli bir biçimde in­
celeyebilmeliyiz. İslil.m toplumu, İslil.m devleti gibi konularda ikna
edici ayrıntılı bir projeye bile sahip olmadığımızı itiraf etmeliyiz.
Sürekli geçmişe bakan atıl bir zihini durum, hiçbir çözümleme ya­
pamaz. Tarihsel olaylan, yorumlan, gelişmeleri olduğu gibi tekrar
edemeyiz. Geçmişe ilişkin bütün tecrübelerin, birikimin, yorumların ,
eserlerin dinamik bir yeniden yoruma ihtiyacı olduğunu fark etmeli­
yiz. Eski yorumların tekrarı, toplumların kendilerini yenilemelerine
imkan tanımaz. Şimdiyle geçmiş arasında çok büyük boşluklar oldu­
ğunu görmeliyiz. Yeni bir başlangıç, irade, inşa; bilincimizi sömürge­
leştiren, alçaltıcı, çürütücü, nesneleştirici süreçlerden özgürleşmekle
mümkün olabilir. Geleceğe yönelik bir inşa projesinin, kendi değerle­
rimiz temelinde oluşturulacak bir teori, pratik bütünlüğünü içermesi

gerekir. Hayatın her alanında ve her durumda, İlfilıi Vahyin akıl ve fıt­
ratla bütünlüğünü sağlayan bir tutarlılığa ve bilince ihtiyacımız vardır.
İslil.m dünyası toplumlarında, düşünsel, kültürel, entelektüel, si­
yasal özgürlük, İslil.mi dünya görüşü, İslam ve devlet, İslil.m ve si­
yaset, akıl-vahiy ilişkisi hakkında Avrupa kategorilerine başvurma
ihtiyacı duymaksızın içerik ürettiğimizde ve bunları uygulama ala­
nına kazandırdığımızda mümkün olacak.
Zihinlerimizi, düşüncelerimizi, siyasal tercihlerimizi B atı ' nın
bizden istediği doğrultuda değiştirdiğimiz taktirde , kendi isteğimiz­
le köleliği seçmiş olacağız.
B ilmek gerekir ki kölelerin kendi düşünceleri, kendi hayatları,
kendi dünya görüşleri , devletleri, siyasetleri, kavram ve kurumlan,
bağımsız tercihleri olamaz.

140
İSLAMİ ZİHİN KONTROL ALTINDA TUTULUYOR

Aydınlanma ideolojisi, insanı her hangi bir yaratık ya da bir ma­


kine gibi tasavvur etti. Aydınlanmanın bir dünya görüşü haline gel­
mesiyle birlikte, insanlar insani alanlardan, ilgilerden, duyarlıklar­
dan uzaklaştırıldı. Hümanizmle birlikte, Allah (c.c.) varoluşun
merkezinden çıkarıldı, yerine insan yerleştirildi. Aydınlanmanın
gerçekleştirmek istediği sistem , kutsal ve mutlak gibi kavramlar
içermeyen bir sistem olarak düşünüldü. Bu sistem nezdinde insan­

lık, maddi boyuta indirgendi, insan, duygusuz bir nesne gibi tanım­
landı. İnsanın maddi boyuta indirgendiği bir dünyada güç belirleyi­
ci bir ölçüt haline geldi. Bu dünyada hayat, üretim, tüketim, kar,
haz gibi unsurlardan ibaret bir hayata dönüştü. Bu dünyada ahlak,
fazilet, merhamet, adalet, haya, edep, iffet, bilim dışı sayılarak in­
kar edildi. Günümüzde de büyük ölçüde hayat, dünya matematiksel
paradigmalar, rakamlar ve miktarlarla değerlendiriliyor.
Modern Batılı modelin güç, sömürgecilik aracılığıyla mutlaklaş­
tırılmasıyla birlikte Batılı olmayan dünya görüşü, hayat tarzı, tarih
algısı tarihin dışına sürüldü. Batılı olmayan düşünce, kültür, tarih,
insan değersizleştirildi. Batı dışı dünya, tarihin son birkaç yüzyılını
her alanda açık ve somut bir tahakküme maruz kalarak geçirdi. Sö­

zünü ettiğimiz süreçler içerisinde, yani Aydınlanmacı modern za­


manlar boyunca, özellikle Müslüman halklar, toplumlar kültürel,
düşünsel, zihinsel soykırıma tabi tutuldu. Bu zihinsel soykırım sebe­
biyle Müslümanlar tarihsel zamanlar karşısında ağır bir bilinç kör-

141
Atasoy Müftüoğlu

lüğü ve kaybı yaşadılar, yaşamaya devam ediyorlar. Zihinsel soykı ­


rıma maruz bırakıldığımız için nice zamandır kendi dilimizle konu­
şamıyoruz. Kendi dilimizle konuşma iradesine sahip değiliz. Başka­
larının dayatılmış diliyle, sözcükleriyle, kavramlarıyla konuşuy o­
ruz. İslami dilimizi, sözcüklerimizi, söylemimizi kavramlarımız ı,
dünya ve ahiret görüşümüzü, hayat tarzımızı, düşünme biçimimizi
özgürleştirmek için bir savaşımız yok. Örgütlenmiş şiddet yoluyla

tek bir kültür, uygarlık algısının dayatıldığı bir dünyada, bütün çer­
çevelere boyun eğdik. Geleneğimiz muhalefet ve eleştiriye açık ol­
madığı için bütün statükolara bağımlı hale geldik. Yeni bakışlar ge­
liştiremedik. Modem, sektiler Batı 'nın evrensellik olarak sunduğu
ideolojik çerçevenin emperyalist bir çerçeve olduğunu çok geç fark
ettik. Sektiler kültürle İslami kültür arasındaki derin çatışmayı sor­
gulamaya cesaret edemedik. Toplumlarımız bugün de büyük bir kı­
sırdöngü içerisindedir. Karşı karşıya bulunduğumuz çıkmazdan bir
çıkış yolu arayanlar, bir başka çıkmaza sürükleniyor.
İslam ' a ve Müslümanlara yönelik ideolojik ve ırkçı dil, bugün
akademik dil halinde etkisini sürdürüyor. İslami zihnin, Müslüman
zihnin soykırıma maruz kaldığı günden bugüne; dini hayat, düşün­
ce, kültür; gerçek hayat, tarih ve toplumla ilgilenmiyor. Dini hayat,
soyut felsefi, hikemi spekülasyonlar, skolastik, mistik, metafizik ko­
nularla ilgileniyor. Bu nedenle bugün İslami dünya ve ahiret görü­
şünden söz edemiyor, daha çok İslami maneviyat, hikmet, tasavvuf,
ahlak biçiminden söz edebiliyoruz. İslami cemaatler maddi güç ve
etki sahibi olmaya çalışıyor, sayılan çoğaltma mücadelesi veriyor.
İslami cemaatlerin, partilerin Hakikati temsil etmek gibi bir gün­
demleri yok. Büyük bir propaganda ve halkla ilişkiler ürünü cema­
at, hizmet akımları büyük bir bencillik, kayıtsızlık ve büyük bir kor­
kaklık içerisindeler. Bu cemaatler kendi çıkarlarına gölge düşürece­
ğinden korkarak insanlığın karşı karşıya bulunduğu zulümler, fa­
şizmler, katliamlar, işgaller, istilalar hakkında hiç konuşmaz ve fikir
belirtmezler. Bu cemaatler, hizmetler kendi çıkarlarını, gündemleri­
ni, yöntemlerini sürdürebilmek için küresel haydutların, tiranların,

142
Teslimiyetçilik Kader Değildir

kan dökücülerin hizmetine girmekte hiçbir sakınca görmezler. Bu


cemaatler, hizmetler muhafazakar, milliyetçi, mezhepçi, hizipçi ve
ticari akılla hareket ettikleri için Ümmet aklına yabancıdır.
Maruz kaldığımız zihinsel soykırım nedeniyle bütünlüğünü yi­
tirmiş , küçük parçalara bölünmüş, marjinalize edilmiş bir din algı­
sıyla oyalanıyor, avutuluyor, aldatılıyor ve uyutuluyoruz. Gündelik
hayatımızı İsliimi temel ilkelere dayalı olarak sürdüremiyoruz. İs­
liim 'ı, gerçekçilikten çok uzak bir inanç sistemi gibi algılıyoruz.
Söylem planında yaşattığımız bir dönüşüm arzusunu yapısal, ku­
rumsal bir değişime dönüştüremiyoruz. Duygusal ve mistik bir din­
darlık biçimi, bilinçli Müslümanlıktan rahatsız oluyor. Her şeyi eko­
nomiye indirgeyen bir dünyada yaşadığımız için bilinç ve kültüre
ihtiyaç duymuyoruz. B atıni anlamlara sahip oldukları iddia edilen

cemaat liderlerinin tiranlığı sebebiyle nitelikli kadrolar yetiştiremi­


yoruz. Hep bir parçaya takılıp kalıyoruz. Şii ya da sufi etkilere kar­
şı Vahhabiliği seçiyoruz. B ugün konumumuz radikal bir statükocu­
luğu yansıtıyor. Statükolar içerisinde tükeniyoruz. İsliimi içerik her
geçen gün daha acuz, daha bayağı, daha ticari hfile geliyor, popülist
bir duyarlık biçimine dönüşüyor. Popülist duyarlıklar sebebiyle
olayları bir bütünlük içerisinde kavrama yetisine sahip değiliz.
Modem, sektiler zamanlarda, İliihi Vahyin denetiminden ba­
ğımsızlaşan akıl, ideolojilerin emrine girerek temyiz edici özelliği­
ni yitirmiştir. Aklın, ideolojilerin emrine girdiği günden beri bütün
bilgi alanları problemlidir. Modem seküler model, insan aklının sı­
nırları olabileceğini kabul etmiyor. Bu nedenle de baskıcı, ötekileş­
tirici, terörize edici bir değer sistemi oluşturuyor. Bu değer sistemi
nazarında dünya yalnızca büyük bir pazardır. Bu büyük pazar ye­
rinde maddi ve manevi alanlar, ilgiler, bağlamlar arasında bir den­

ge oluşturulamıyor. İnsanın çıkar peşinde koşan sektiler bir varlık


olduğu düşünülüyor. Modem, seküler eğitim modeli, tektipleştirici,
mekanikleştirici, nesneleştirici, programlanmış makineler yetiştiri­
yor. Modem zamanlarda özgürlük hayatın her alanında var olması
gereken ahlaki sınırlamaların kaldırılması olarak anlaşılıyor.

143
Atasoy Müftüoğlu

Rönesans, Aydınlanma ve modernleşmenin mutlaklaştınlmasıyla


birlikte, Batı dışı dünyanın bütünüyle sömürgeleştirilmesi gerçekleş­
tirildi. İslami zihnin kontrol altına alınmasından sonra, İslam düşün­
cesi, kültür ve medeniyeti değersizleştirilip anlamsızlaştırıldı. Batılı
normların evrenselleştirilmesinden sonra, bütün İslami normlar ma­
alesef yerelleştirilip milllleştirildi. İslami zihnin soykırıma maruz bı­
rakılmasıyla birlikte, Müslümanlar varlığını ancak folklorik ve kül­
türel bağlamda sürdürebiliyor. Bugünün dünyasında ötekinin varol­
ma hakkı yok. İthal algılama biçimleriyle hiçbir alanda özgün bir çer­
çeve, yorum, inşa gerçekleştiremiyoruz. Her tür bağımlılık zihni bir
çölleşmeye neden oluyor. Hiilen içerisinde bulunduğumuz bağımlılık
biçimleri kendimize, inanç ve düşüncelerimize güvenimizi kaybetti­
ğimiz için ortaya çıktı. Yaşadığımız özgüven kaybı, hastalıklı bir
aşağılık duygusuna dönüştü. Derin ve yoğun bir anlam duygusuna
sahip olmadığımız için kimliğimize ve kültürümüze yabancılaştık.
Ümmet ahlakını terk ettiğimiz için bugün ne yazık ki çok dar ve sığ

aidiyet alanlarına kapatılmış bulunuyoruz. Çok dar ve sığ aidiyet


alanlarına kapatıldığımız için küresel resmin, tablonun, iklimin bütü­
nünü göremiyoruz. Çok dar aidiyet alanlarıyla bütünleştiğimiz için
küresel, emperyal, liberal diktatörlük bugün Ortadoğu ' da mezhep
merkezli yeni bir çatışma zemini oluştııruyor. Zihinlerimiz İslami

bütünlüğe göre değil, hizip, mezhep, etnik köken parçalarına göre


konumlandırıldığı, programlandığı için mezhep ve etnik köken mer­
kezli çatışmalarda hakkaniyetten ayrılarak saldırgan bir tavır alabili­
yoruz. İslami bünye, milllyetçilikler, mezhepçilikler, gelenekçilikler,
hizipçilikler, muhafazakarlıklar, menklbecilikler, hurafecilikler, libe­

ralleşmeler, kapitalistleşmeler yoluyla içeriden çok ciddi bir biçimde


zayıflatılıyor. Toplumlarımızda tevhidi bilinci, ümmet bilincini deje­
nere eden yaklaşımlar daha çok temsil imkanı bulabiliyor. Bunalım
dönemlerinde özellikle politik kadrolar milllyetçi duygulan istismar
ediyor, mezhepçi duygulan sömürüyor. Neonurculuk örneğinde de
görülebileceği üzere İslami bütünlük büyük bir deformasyona tabi tıı­
tuluyor. Sentezci, milllyetçi dil meşru sayılıyor. Karşı karşıya oldu-

144
Teslimiyetçilik Kader Değildir

ğumuz algısal yozlaşma nedeniyle teslimiyetçi ve belirsiz varoluşlar


sergiliyoruz. Eleştirel analizler yapmadığımız için yapısal sorunlar,
bunalımlar kronik hfile geliyor. Kimi kesimler geçmişi taklit etmek,
kimi kesimler de moderniteyi taklit etmek suretiyle varolmaya çalı­
şıyor. Yüzeysel ve biçimsel öykünmecilikler sebebiyle tarihsel geliş­
melerin farkına varamıyoruz. Geçmişe özlem duymak bugünün bu­
naltıcı gerçekliği karşısında hiçbir şey ifade etmiyor.
İthal hayat tarzlarıyla, ithal kültürel ve siyasal modellerle umu­

du somutlaştıramayız. Umudu somutlaştırabilmemiz için İsiam


toplumlarında genç kuşakların geleceğe nasıl hazırlandıklarını sağ­
lıklı bir biçimde değerlendirebilmemiz gerekir. Genç kuşakların İs­
lami bilgi, inanç, düşünce, dünya görüşü ufkunu bir bütünlük içeri­
sinde insanlığın dikkatine kazandırabilecek bir bilince ve birikime
sahip olmadıklarını itiraf etmeliyiz.
İslami bilince sahip olmaksızın, İslami birikime sahip olmanın
bir kıymeti yoktur.
Çeviri, taklit ve kopya yoluyla bilgi edinen birey ya da toplum­
lar, hiçbir alanda özgün bir şey üretemezler. Günümüz dünyasında
televizyon bilgi iletme aracı olarak değerlendirilemez. Televizyon
daha çok kitleleri resmi doğrultuda yönlendirme aracıdır. Küresel,
emperyal sistem televizyon, medya yoluyla kitleleri hem kontrol
ediyor hem de nesneleştiriyor. Ortadoğu ' da yaşanan ayaklanmala­
rın ortaya koyduğu çarpıcı bir gerçek var: Bu ayaklanmalar, İsiami
bağlamda hiçbir stratejiye, vizyona, liderliğe, nitelikli kadrolara,
etkili bir programa sahip olmayan, siyasal söylem olarak B atılı pa­
radigmaları referans noktası olarak alan yoksulların ve dışlanmışla­
rın ayaklanmalandır. Ortadoğu ' da kimi diktatörler gidiyor, ancak
diktatörlükler devam ediyor. S embolik seçimlerle kitleler oyalanı­
yor. Bu ayaklanmalar sırasında da görülebileceği üzere ilgili ülke­
lerde B atılı paradigmaların sınırlan içerisinde ve denetimi altında
bulunmak kaydıyla İsiam ' a sınırlı bir alan bırakılıyor.

Emperyal, küresel tiranlık, Müslümanların, İsiami cemaatlerin,


partilerin, cemaat, hizmet liderinin yardımlarıyla İsiamcı, devrim-

145
Atasoy Müftüoğlu

ci, direnişçi düşünceyi, yönelişi, eğilimleri ve hareketleri bütünüy­


le tasfiye etmeye çalışıyor. Amerika, Ortadoğu ' yu kendi çıkarları
doğrultusunda bir kez daha yeniden şekillendirmeye çalışıyor. Su­
riye ' de halen yaşanan iç savaş bu amaca yönelik başlatılmıştır.
Türkiye ' de de yakından izlenebileceği üzere İslami gruplar, cema­
atler, partiler yerel Baas diktatörlüğü karşısında, emperyalist küre­
sel diktatörlüğün yanında yer almıştır.

Müslümanlar ilkesel temelde düşünmek, yapmak, tercihte bu­


lunmak, sorgulamalar yapmak, hayır demek gibi yeteneklerden
yoksun bırakıldıkları için yalnızca cemaat, parti, hizip liderini tak­
lit ve takip ettikleri için bir muhalefet ve sorgulama bilinci oluştu­
rulamıyor. Maruz kaldıkları zihinsel karmaşa nedeniyle bir buna­

lım durumunu yansıtan cemaat, parti, hizip liderleri, ulema hareket­


leri yanlış tercihleri, yanlış algıları sebebiyle hesaba çekilemiyor.
Sözünü ettiğimiz tablo sebebiyle bugün bağımsız bir kültürel varo­
luştan söz edemiyoruz. Müslümanlar bir yanda her şeyi yasaklayan
katı gelenekçi yaklaşımlarla diğer tarafta her şeyi mubah, meşru sa­
yan liberal hoşgörü yaklaşımı arasında gidip geliyor.
İçerisinde bulunduğumuz kültürel kuşatma karşısında İslami
dünya görüşüne, siyaset, eğitim, öğretim anlayışına ilişkin bağlılık­
larımızı, yaklaşımımızı yeniden gözden geçirmeli, yenilemeli ve
güçlendirebilmeliyiz. Her etnik merkezci, mezhep merkezci dil bir
çatışma ve gerilim nedenidir. Hangi toplumda olursa olsun terör,
her tür sağlıklı oluşumu, çabayı, inşayı geciktirir. Terör üreten de
teröre maruz kalan da tarihe geç kalır. Hangi alana ilişkin olursa ol­
sun, yüzeysel temelsiz algılamalara itibar etmemeliyiz. B ir zulme
tepki verirken, bir başka zulme seyirci kalmamalıyız. Kimlerin ya­
nında, kimlerin karşısında nasıl konumlandığımızı, nasıl durduğu­
muzu yeniden değerlendirmeliyiz. İncelikten yoksun tartışma or­
tamlarından uzaklaşmalıyız. Medya tutsaklığından özgürleşebilme­
liyiz. Etnik, mezhep, hizip merkezci, tek akla dayalı yorumları aşa­
rak küresel yankısı olabilecek bir söylem oluşturabilmeliyiz. Bütün

süreçlerin çok hızlı yaşandığı bir dünyada, bütün statükolar karşı-

146
Teslimiyetçilik Kader Değildir

sında teyakkuz durumunda olmalıyız. İradesizleştirici, düşüncesiz­


leştirici, köleleştirici bağımlılıklara kesinlikle son vermeliyiz. İn­

san aklıyla insan iradesini birlikte eğiten bir anlayış oluşturmalıyız.

Erdemli olmak, güçlü ve iradeli olmayı gerektirir. Bu nedenle şah­


siyet duygusu güçlü ve yoğun bağımsız kişilikler yetiştirebilmeli­

yiz. Kendi şuurumuzun farkına varmalıyız.

Her şartta İslami bir stratejiye sahip olabilmeliyiz.


Sömürgecilik döneminde sömürgeciliği meşrulaştıran bir bilgi bi­

çimi icat edilmişti. Bugün bizler bu bilgileri tüketmeye devam ediyo­

ruz. Toplumlarımıza yönelik bilgi siyasetlerini eleştirel bir dikkatle ta­

kip ettiğimizi iddia edemeyiz. İslfun ' a, İslamcılığa, devrimci ve dire­

nişçi hareketlere yönelik bilgiler kirletilmiş, çarpıtılmış bilgiler em­


peryal proje doğrultusunda üretilen bilgilerdir. Objektif bilgiyle resmi

bilgiler arasında çok ciddi uçurumlar olduğunu hatırlamamız gerekir.


Her şeyin metalaştırıldığı, alınıp satıldığı, başarının imal edilebil­
diği bir dünyada, İslami düşüncenin hangi ölçüde, bağlamda, alanda
özgür olduğu konusunda kendimize rahatsız edici de olsa derinlikli
sorular sorabilmeliyiz. Hayatın anlamdan boşaltılması ve sekülerleş­
mesiyle birlikte hayatın içerisinde büyük kırılmalar, parçalanmalar
yaşandı. Sekülerleşmeyle birlikte hayatın her alanı, her tür etkinlik ti­
cari bir boyut kazandı. Hayatın her alanının hesaplanabilir hfile geti­
rilmesi, hayatı bütünüyle ruhsuzlaştırdı. Bugün her şey tüketim ürü­
nüne dönüşüyor. Günümüzde sanat, edebiyat ürünleri de ticari yasa­
ların baskısı altında. Bilincimizin estetik boyutu yoksullaşıyor. S ahi­
ci duyarlıklar kayboluyor. Edebiyatın, sanatın evrensel içeriği dikka­
te alınmıyor. Entelektüel bir direnişten, başkaldırıdan söz edemiyo­
ruz. Tavizsiz bir dürüstlük sergileyemiyoruz. İnsanlığın gerçek so­
runları sol, sağ, liberal, kapitalist, sektiler klişelere sığmıyor, bu kli­
şelerle açıklanamıyor. Bu klişelerin akılsız ve ahlaksız klişeler oldu­
ğunu anlamamız gerekiyor. Ulusal egemenlik ideolojileri büyük kö­
tülüklere yol açıyor. Müslümanların daha çok, daha yoğun farkında­
lıklara ihtiyacı var. Önyargılı yorumlar; ideoloji, ırkçı, mezhepçi, ce­
maatçi yorumlar insanları olgusal zeminlerden uzaklaştırıyor, hakka-

147
Atasoy Müftüoğlu

niyet duygusundan, adalet duygusundan mahrum ediyor. İdeolojik


ve ırkçı ihtiraslar, her tür kötülük aracını meşrulaştırabiliyor. Irkçı,
mezhepçi, cemaatçi oluşumlar kendi gündemlerine, tarz ve yöntem­
lerine kapanarak diğerleriyle ilişkilerini koparıyor. Tarihsel felaket­
ler, zulümler, adaletsizlikler karşısında edebiyat, sanat hayatının po­
litik tavırlar alması, politik muhalefet oluşturması gerekir. Edebiya­
tın işlevleri üzerinde yeniden düşünmeli, kurmaca dünyaların ne ifa­
de ettiğini tartışabilmeliyiz.
Müslümanların, İslamcıların günümüz dünyasında bilincin en
üst seviyesine ulaşmaları hayati bir sorumluluktur. Kendimizi en
güzel ve en etkili yollarla anlatmanın imkanlarını çoğaltabilmeliyiz.
Gelenekçi, görenekçi, muhafazakar, mistik, sağcı, statükocu,
hoşgörücü unsurlar tarafından sürdürülen bilinç düşmanlığının
maskesini düşürebilmeliyiz. Hayal kurmakla bu hayallere mahkum
olmanın aynı şeyler olmadığını fark etmeliyiz. Hiçbir konuda kav­
ramsal bir çerçeveye sahip olmadığımızı, bu durumun mazur görü­
lebilecek bir durum olmadığını bilmeliyiz.
Zamanın eskittiği kimi çıkarımları yeniden gözden geçirebilme­
liyiz.
Düşünsel hayatta pek çok değişim yaşandığı halde biz bunları
hiç dikkate almıyor, yüzlerce yıl boyunca aynı metni yeni bir yo­
rum, değerlendirme ve eleştiriye tabi tutmaksızın okumaya devam
ediyoruz. Geçmişte yaşayan Müslüman filimlere, fakihlere, fikir ve
tasavvuf adamlarına, onların düşünce ve hayat tarzlarına bir tür do­
kunulmazlık ve kutsallık kazandırıldığı için bu zevatı ve yaklaşım­
larını eleştirel anlamda gerçekçi bir çerçeve içerisinde değerlendi­
remiyoruz. Geçmişe doğru düşündüğümüz için gerçeklere nüfuz et­
me yeteneğimiz gelişmiyor. Kur' an ve Sünnet ' e dayalı yorumlar
yerine, cemaat çıkarı için oluşturulan keyfi, çarpıtılmış yorumlar
yoğun bir biçimde kullanılabiliyor. Geçmişin mirasını kutsallaştır­
mak ve dondurmak yerine, bu mirası bugürtü, şimdiyi etkileyebile­
cek bir güce ve imkana dönüştürmek icap ediyor. Metafizik, felse­
fi, hikemi, teolojik, spekülatif soyut tartışmalar hepimizi salih
amellerden, eylemlerden alıkoyuyor.

148
Teslimiyetçilik Kader Değildir

Geçmişte Vahyin ve aklın ışığında geliştirdiğimiz bağımsız düşün­


sel yeteneklerimizle dünyayı ve tarihi şekillendiriyor ve dönüştürebili­
yorduk. Zihnimizin Avrupamerkezli dünya görüşü tarafından sömür­
geleştirilmesiyle bu dünya görüşü tarafından şekillendiriliyoruz.

Dünyayı dönüştürme yeteneğimizi kaybettik.


Kendimizi kaybettik.
Geçmişe, şimdiye ve geleceğe aynı bilinçle bakabilmeliyiz.
Geçmiş , şimdi ve gelecek arasında bütünlüklü bir bakış açısına sa­
hip olabilmeliyiz.
Vakur, bağımsız, onurlu duruş, varoluş sahibi olabilmeliyiz.
Konumsuzluk mazur görülebilir bir durum olamaz.
Ne olduğumuza, kim olduğumuza, nerede ve kimin yanında
durduğumuza, duracağımıza artık bir karar vermeliyiz.
Yenilendikçe geleceğe doğru, yenilenmeye direndikçe geçmişe
doğru yürümeye devam edeceğiz.
Kuşkusuz, içtenlikli, bilinçli, sürekli çabalarımız karşılık bula­
caktır.
Aziz İslfun ' ın bireysel, manevi inançlar alanına kapatıldığı, bir

mitoloji gibi algılandığı, duygusal bir söyleme indirgendiği bir za­


manda yoğun biçimde bilinç üretmek zorundayız.
Taklit ' i bir alışkanlık haline getiren, algılama ve anlama yete­
neklerini kaybeder.
Gayba ilişkin inançlar bütününü ilahi vahyin bize sunduğu im­
kanlar içerisinde anlayabiliriz. Aklımızla yaşadığımız dünyadaki
konumumuzu, sorumluluklarımızı, ufkumuzu, tavrımızı, duruşu­
muzu seçeriz. Aklımız ilahi vahyin ışığı altında sorumluluklarımı­
zın sınırlarını ve boyutlarını belirler. Tek akıl her şeyi bilemez,
açıklayamaz ve kuşatamaz . Tek akıl tam bilgiye ulaşamaz. Bu ne­

denledir ki içtihad ve müşavere öngörülmüştür. Tek akla dayalı yo­


rumları körü körüne kabul ettiğimizde hiçbir biçimde yeni bir yapı­
lanmaya, yönteme ihtiyaç duymayız.
Dünyevi zamanları Müslümanca yaşayabildiğimiz taktirde, ebe­
di zamanları, ebedi nimetleri ve bağışlan kazanabiliriz.

149
Atasoy Müftüoğlu

İslil.m ' ın hayatımız üzerindeki etkisinin duygusal bağlamla sı­


nırlı hil.le gelmesine izin vermemeliyiz.
Yaşadığımız çağı , dünyayı, tarihi, toplumu kültürü gerçekçi bir
yaklaşım ve yöntemle değerlendirmek ve elde edeceğimiz sonuçla­
ra göre yeni bir başlangıç yapmak zorundayız. Küresel olayları , ge­

lişmeleri bütün boyutlarıyla, nedenleriyle ve sonuçlarıyla takip


ederek İslil.mi bir duruş, düşünüş ve üretkenlik içerisine girmeliyiz.
Tarihsel, küresel somut gerçekliklerden uzak, bu gerçekliklerin
farkında olmayan, bu gerçekliklerle ilgili çözümlemeleri olmayan
bir İslami yaklaşım olamaz. İslil.m ' ın somut, pratik hayatın dışında
yaşatılması, konuşulması kabul edilemez. İslil.m ' ın, Kur' an-ı Ke­
rim ' in, kimi grupların, çevrelerin, cemaatlerin çıkarlarına hizmet
edecek şekilde yorumlanması kadar vahim bir sapma olamaz. Bu
sapmalar sebebiyle bugün bizler İslil.m ' ı gereği gibi temsil edemi­
yoruz. İsliimi inançlarımızla hayatımız arasındaki mesafe her geçen

gün daha çok açılıyor. Ümmet ' in bütününü kuşatacak kültürel ve


siyasal bir gündem oluşturmayı başaramadık. Bu doğrultuda bir
gündem oluşturabilmek için İslil.m Ümmet' inin bütün renklerini,
bütün farklı unsurlarını temsil edebilecek genç kuşakların, kadrola­
rın entelektüel ve psikolojik yeterlilik kazanarak ortak sorumluluk
almalarını sağlamak gerekir.
Allah (c.c.) için ortaya koyduğumuz eylemlerle ahlaki üstünlü­
ğe sahip olabiliriz.

Hepimiz taşıyabileceğimiz sorumluluklara muhatabız.


İslami varoluşumuz, Allah ' a itaat ve sorumluluklarımızı gereği
gibi yerine getirmekle somutlaşır.
İnsanları sahip oldukları, temsil ettikleri erdemler ve nitelikler­
le tanımlarız.

Hiç kimseyi, hiçbir gerekçeyle ilahlaştırmayız.


İslil.m ' ın sınırları dışında kalan bir amacımız olamaz. İçe dönük
kişisel eğilimler, kişisel takva yaklaşımı bizleri toplumsal sorumlu­
luklara yabancılaştırmamalı.

150
TESLİMİYETÇİLİK, BİR GELENEGE
DÖNÜŞTÜRÜLEMEZ

Günümüzde bütün toplumlar, siyasal gerçeklerle değil, siyasal


mitolojilerle, manipülasyonlarla yönetiliyor. Bu nedenle toplumlar,
her durumda çok kirli yalanlarla kısıtlanıp engelleniyor. Günümüz­
de politika, yalnızca biyopolitikaya dönüşmüştür. B iyopolitika
halkların yalnızca biyolojik özelliklerini, taleplerini dikkate alıyor.
B iyopolitika yoluyla halklar siyasetin öznesi olmaktan çıkarılarak
nesnesi haline getiriliyor. B iyopolitika yoluyla her durumda, ikti­
dar, toplum üzerindeki denetimi derinleştirebiliyor. Bu nedenle bu­
gün hem B atı toplumlarında hem de İsli'im toplumlarında kitleler
daha çok biyolojik ihtiyaçlarının karşılanması için ayaklanıyor.
Modem zamanlar boyunca, muktedirler, müstekbirler, galipler,
sömürgeciler, kendi oluşturdukları kültür, tarih, uygarlık değerlerini
mutlaklaştırıp ötekileştirdikleri, sömürgeleştirdikleri toplumlara da­
yattılar. Mutlaklaştırılan Avrupamerkezci değerler, ontolojik farklılı­
ğı vurgulayan değerlerdi. Sözünü ettiğimiz farklılık B atılı zihin dün­
yasının, Doğu 'ya üstünlüğü iddiası üzerinde temellendirildi. Avrupa­
lı zihin dünyası, B atı dışı insani dünyaları, kültür ve tarihleri aşağıla­
yan bir yöntem geliştirdi. Her türlü sömürgecilik, özellikle de kültü­
rel sömürgecilik bu aşağılayıcı tavır zemininde gerçekleştirildi.
Sömürgeci Batı uygarlığı mümkün olan bütün kötülük biçimle­
rini, şiddet biçimlerini, sapkınlık biçimlerini üreterek, bunları sö­
mürgeleştirilen halklar üzerinde eksiksiz bir biçimde uyguladı, uy-
Atasoy Müftüoğlu

gulamaya devam ediyor. İsliim toplumları özellikle kültürel, düşün­


sel sömürgeciliği reddedemediği, hesaplaşamadığı için bugün de si­
yasal sömürgecilikle hesaplaşamıyor. Her zaman düşünsel bir te­

yakkuz hali içerisinde bulunmamız gerekirken, bu tür bir dikkati ne


yazık ki oluşturamadık. Sömürgecilik yoluyla dayatılan kültür ve
uygarlık değerlerini kabul eden toplumlar, kendi özgün kültür ve
uygarlık dünyalarından vazgeçerek kendisi olmaktan da vazgeçtiler.
Bugünün dünyası, sektiler, ırkçı bilgi yoluyla tek uygarlık fıkri­
nin, B atı uygarlığı fikrinin tahakkümü altındadır. Bu uygarlık, bü­
tün kavram ve kurumlarıyla sömürgecilik, savaşlar, soykırım ve
katliamlar yoluyla B atı dışı toplumlara dayatılıyor. B u durumda
uygarlıklararası diyalogdan söz etmek kadar büyük bir saçmalık
olamaz. Hangi dünyada, hangi toplumda olursa olsun, her tür ter­
cih, her tür ilişki ahlaki değerler temelinde gerçekleştirildiğinde

birleştirici olur. Irkçı ya da ideolojik çıkar temelinde yapılan bütün


tercihlerin, kurulan bütün ilişkilerin büyük haksızlıklara, parçalan­
malara neden olacağı unutulmamalıdır. Bir yanda uygarlıklararası
diyalogdan söz edenler diğer yanda Müslümanlara, küstah bir dille
alternatif bir sistem olmadığını, sektiler liberal, demokratik sistem
dışında gidebileceğimiz başka bir yer olmadığını hatırlatıyor.
İslami bilgi, bilinç, içerik ve düşünme biçimleri üzerinde emper­
yal, sektiler kontrol ve baskı sürüyor. Emperyal baskılar yoluyla İs­
liim, siyasal gücü, etkisi, pratiği olmayan bir inanç biçimine dönüş­
türülüyor. Emperyal, seküler, neoliberal düşünce ve hayat tarzının,
yasa ve ilişki biçimlerinin işgaliyle birlikte, kendi toplumlarımızda
İslam tayin edici bir otorite olmaktan çıkarılmıştır. Bu işgal duru­
munun normalleşmesi ve içselleştirilmesi bulunduğumuz korkunç
duruma işaret eder. Bu işgal durumunun normalleşmesi İsliim ' a ve
Ümmete bağlılıklarımızı değersizleştirmiş, biçimsel bağlılıklara dö­
nüştürmüştür. Modem, sektiler, neoliberal söylem, propaganda ara­
cılığıyla ılımlı-hoşgörülü bir İsliim tanımı yapılmış, bu tanım yaygın
hale getirilmiş, İsliimcılık, İslami direniş, İsliimi mücadele ve muha­
lefet gibi kavramlar maalesef bir patolojiye indirgenmiştir.

152
Teslimiyetçilik Kader Değildir

İslami direniş, mücadele, muhalefet gibi kavramlann bir patoloji­


ye indirgendiği bir dünyada İslami umuttan söz edilemez. İslami
umudu hak edebilmek için bilinçli bir mücadele halinde olmak, sü­
rekli, sistematik sorumluluklar almak, dışarıdan yapılan her tür tanı­
ma karşı direnmek, ne pahasına olursa olsun hiçbir biçimde İslami
bütünden ödün vermemek gerekir. İslam ' a yönelik dışarıdan yapılan
tanımlar, müdahaleler, baskılar karşısında İslami düşünce ve kültür
hayatımız, bir muhalefet, direniş iradesi ortaya koyamamıştır. Daha
doğru bir deyişle bir muhalefet iradesi ortaya koyabilmek için her
hangi bir girişimde bulunmamıştır. İdeolojik ve ırkçı bilgi karşısında,

biyopolitika karşısında bir tercih iradesine sahip olamamak gibi çok


yakıcı bir konu ile karşı karşıya bulunduğumuzu kabul etmeliyiz.
Hiçbir kanıta, gerekçeye, ihtiyaç duymaksızın Amerika istediği
bir ülkeyi, istediği bir hareketi, akımı, aktivisti keyfi bir biçimde te­
rörist olarak damgalayabiliyor. Bu noktada biz Müslümanlara dü­
şen asıl sorumluluk, asıl konuşulması, tartışılması gereken husus,
terörizm olmaktan çok terörizmle mücadele bağlamında sürdürü­

len, gerçekleştirilen küresel terörizmdir. Küresel terörizmin işgal


ve katliamlarıdır. Amerika' nın, Avrupa'nın politik eğilimleri, çı­
karları, dünya görüşleri doğrultusunda yayın yapan medya, ideolo­
jik, ırkçı yayıncılık, kendilerine yönelik her hangi bir bireysel şid­
det eylemini günlerce çok yoğun ve çok sansasyonel bir biçimde

gündemde tutarken, tarihin ve dünyanın en korkunç terör üreticisi,


ihracatçısı Amerika' nın, Afganistan, Irak, Pakistan, Somali, Libya,
Güney Yemen, Suriye ' de devam ettirdiği kitlesel katliamlar, kitle­
sel terörizm ve suikastler karşısında hayasızca susuyor.
B iz Müslümanların, çok tedirgin edici, rencide edici, küçük dü­
şürücü küresel gerçekler karşısında, sesimizi, bilincimizi, öfkemizi

yükselterek emperyalist dünyanın kirli yalanlarını ifşa etmemiz ge­


rekir. Düşünce hayatımız, edebiyat, sanat ve kültür hayatımız bu
konuda çok ağır bir sorumluluk altındadır. Yerleşik düşünce, tavır,
duruşu reddederek bu düşünce ve tavırları sorgulamanın sorumlu­

luğunu üstlenebilmeliyiz. Yeni çözümlemeler yapabilmemiz için

153
Atasoy Müftüoğlu

yeni sorular sorabilmeliyiz. İnsani, ahlaki değerlere, bütünlüğe dö­


nüşün öncüsü olması gereken Müslümanlar, etnik ya da mezhepçi

gerilimlere kapanamazlar. Bu gerilimleri normalleştiremez, meşru­


laştıramazlar. Hangi mezhep adına sürdürülüyor olursa olsun, mez­
hepçi siyasetler, oluşumlar, manipülasyonlar, şu ya da bu mezhebi
yorumu etkisizleştirmek adına yürütülen propaganda karşısında
sessiz ve duyarsız kalamayız.
Kültürel sömürgecilik, ideolojik ve kültürel emperyalizm, mo­
dern, sektiler, neoliberal dünya görüşünü, hayat tarzını hukuk yak­
laşımını, kavramlarını bir bütünlük içerisinde toplumlarımıza da­
yattı. Bizlere dayatılan bu bütünlük, İslami bütünlükten kopmamı­
za neden oldu. Bizler halen, B atı kültür ve uygarlığından hangi öl­
çüde yararlanıp yararlanamayacağımıza, bütünüyle reddedip redde­

demeyeceğimize, aynı şekilde İslam ' ı asli bütünlüğü ve amaçlan


doğrultusunda toplumlarımıza ve tarihe kazandırıp kazandıramaya­
cağımıza bir türlü bir karar vermiş değiliz.
Hep Araf'ta duran bir varoluş, varoluş değildir.
Emperyal, küresel sistem, İslam toplumlarında gerçekleştirilen
her tür bağımsızlık arayışını, direniş mücadelesini terörist arayışlara
indirgeyerek yalnızlaştırıyor. Direniş ve bağımsızlık girişimleri tari­
hi, kültürel ve siyasal bağlamlarından koparılarak değerlendiriliyor.
Müslümanlar İslami bütünden koptuğu, modern, sektiler bütü­
nün denetimi altına alındığı için teknik-mekanik bir dünyanın, dü­
şüncenin ruhsuzlaştırıcı iklimine katıldı. İlahi varoluşu temsil yete­
neğini yitirdiğimiz için içgüdülerimiz, ihtiraslarımız tarafından ko­
laylıkla yönlendirilebilir hil.le geldik. İçsel, ruhsal derinlik ve nite­
liklere yabancılaştığımız için niceliklerle bütünleştik. Kendilerine
yabancılaşan bireyler, toplumlar, ilahi sorumlulukları ve yükümlü­
lükleri gereği gibi yerine getirme yeteneklerini yitirirler. İkiyüzlü
hayatlar yaşayan Müslümanlar şizofrenik bir konuma sürüklenirler.
İslam Dünyası toplumlarında yabancı değerler, yabancı kavram

ve kurumlar sömürgecilik, ekonomik, politik dayatına ya da öykün­


me yoluyla yerli değerler haline gelirken; İslami değerler, değer ol-

154
Teslimiyetçilik Kader Değildir

ma özelliğini kaybediyor. Toplumlarımız, İslami taleplere, beklenti­


lere, gündeme ve mücadeleye yabancılaşıyor. Bireycilik, neoliberal
serbest piyasa, demokrasi bizim de gündemimizi belirleyebiliyor.
Müslümanların gündemlerinin, Müslüman olmayanlar tarafın­
dan belirlendiği tuhaf bir tarih dönemi yaşıyoruz.
Va hayfa, va esefa.
Soğuk savaş sonrası dönemde İslam ve siyaset konusu, Ameri­

kan dünya görüşü doğrultusunda tartışıldı, yorumlandı, tanımlandı.


Bu amaca yönelik olarak CIA çok büyük fonlar oluşturdu. İslam ve
siyaset konusunun Amerika ' nın ve İsrail 'in beklentileri doğrultu­
sunda tanımlanabilmesi için uluslararası pek çok konferans düzen­
lendi. Bu konferanslarda, aralarında Müslüman akademisyenlerin
de bulunduğu katılımcılar, CIA ' dan büyük miktarlarda bağışlar al­
dılar. Sözünü ettiğimiz konferanslar aracılığıyla İslamcılık, İslami
radikalizm gibi muhayyel tehditler icat edildi.
Modem, sektiler tarihin, Müslümanları etkisiz hiile getiren, edil­
genliğe mahkum eden dinamiklerini keşfedememek, bu dinamikle­

ri anlayamamak gibi çok ciddi bir sorunu var. Sözünü ettiğimiz ta­
rihin gelişen seyri karşısında yeni bir bilinç oluşturmamız gereki­
yor. İçerisinde yaşadığımız zamanın tayin edici unsurları karşısın­
da İslami bir çözümleme iradesi oluşturabilmeliyiz.
Sorumluluklarımızı geleceğe erteleyemeyiz.
Karşı karşıya bulunduğumuz çok acı tecrübelerden kalıcı ders­
ler alarak bir şeyler öğrenerek çıkabilmeliyiz. Kronik edilgenlik
durumu mazur görülemez.
Küresel tiranlık, ardı arkası kesilmeyen müdahalelerle toplum­
larımızı güçsüzleştirip istikrarsızlaştırıyor. Kültür endüstrisi, bütün
toplumları, modem, neoliberal , sektiler hayat tarzını içselleştirmesi
konusunda yönlendiriyor, kültürleri standartlaştırıyor, kitleleri oya­

lıyor, eğlendiriyor, kitlelerin gerçeklerden kaçışına zemin hazırlı­


yor. Müslümanlar, içerisinde bulunduğu geleneksel, yapısal edil­
genlik nedeniyle hepimizi kuşatan ve kültürsüzleştiren gelişmelere
bütünüyle nüfuz edemiyor.

155
Atasoy Müftüoğlu

Matematikselleştirilen hayatlar yaşıyoruz.


Bu tür bir hayatın içerisinde bireyler bir şekilde hesap kitap nesne­
sine indirgeniyor. Sektiler bilgi, çıkarcı ve pratik bilgiyle sınırlı hayat­
lar oluşturuyor. Küresel gündeme müdahale edebilecek yeteneklere,

bilince, bilgeliğe, ufka, birikime ve vizyona sahip düşünürler, edebiyat


adamları, filimler ve aktivistlere sahip değiliz. İslami önceliklerimizi,
duyarlıklarımızı bizler belirlemiyoruz. Yerel tiranlara, zalimlere karşı

duyduğumuz öfkeyi, küresel tiranlardan, zalimlerden esirgiyoruz.


Emperyal sistem, gelenekçi kimi İslami unsurların da yardımını
alarak olabildiğince yumuşatılmış bir İslam imgesi oluşturmayı ma­
alesef başarmıştır. Yumuşatılmış İslam demek, istenilen yönde eğilip
bükülebilir, biçimlendirilebilir bir İslam demektir. Günümüz dünya­

sında egemen kültür, düşünce, bilim, sanat, siyaset, dinle ilgili her
kategori bütünüyle Avrupamerkezci bir yaklaşım temeıınde kavram­
sallaştırılmıştır. Bu nedenledir ki biz Müslümanlar bugün, kendi re­
ferans kaynaklarımıza, sistemimize göre bir kavramsal çerçeve inşa
edemiyoruz. Bizleri, İslami referans kaynaklarımızdan koparan,

uzaklaştıran düşünsel, bilimsel, teknik nedenler, etkiler üzerinde bü­


tünlüklü, kuşatıcı, derinlikli analizler üretmeye başlayabilmeliyiz.
İslam ' ın kurucu kavramlarının, yapılarının yerini; modern, se­

ktiler dünyanın kurucu kavramları ve yapıları almıştır. Bu yüzden­


dir ki varlığımızın içsel, deruni, metafizik boyutlarını yitirdik. Ha­
yatımızı tarihin mağlupları olarak sürdürüyoruz. Bu yüzdendir ki

emperyalistlerin yaptıkları her kötülük yanlarına kar kalıyor. İslam


şehirleri, toplumları, bu şehirlerdeki tarihsel hafıza merkezleri sa­
vaş malfilü haline geliyor. Emperyalistlerin ne kadar masum insan
öldürdükleri, ne kadar masum insanı mahrumiyete mahkum ettikle­
ri, ne kadar masum insanı muhacerete zorladıkları onların hiçbir şe­
kil ve hiçbir zaman umurlarında değildir. Onlar hep ne kadar kar et­

tiklerini, ne kadar kar edeceklerini hesaplar. B arbarlık tarihinin,


ırkçı tarihin bugün geldiği noktada hoşgörü gibi muğlak bir kavra­
ma meşruiyet kazandırmaya çalışmak demek, her tür sömürgeci
müdahaleyi meşrulaştırmak demektir.

156
Teslimiyetçilik Kader Değildir

Modem, seküler uygarlık, çok büyük, çok derin bir ahlaki soru­
nun, çürümenin adıdır. İnsan Hakları , demokrasi ve özgürlük gibi
kavramlar bir mitolojiye dönüştürülmüş abartılı kurgulardır. B atı
uygarlığının barbar değerleri, ırkçılık, sömürü, şiddettir.
Teslimiyetçiliğin bir gelenek hfiline getirilmesi asla kabul edilemez.
Romantik aptallıklara ihtiyaç duymamalıyız.
Modem, seküler şiddeti, ırkçılığı sorgularken, kötülüklere baş­
kaldırırken; aynı zamanda iyi, doğru, güzel olanın da örneklerini ço­
ğaltmak üzere, sıra dışı bir cesaretle, sıra dışı bir bilinçle, tarihin yal­
nızca barbarlıktan, militarizmden ibaret olmadığını gösterebiliriz.
Hiç kimse, hiçbir gerekçeyle hakikatin kendi tekelinde olduğunu
iddia etmeye kalkışmamalıdır. Ancak, hep birlikte hareket ettiğimizde
İslami onurumuza sahip çıkabiliriz. Günümüzde etnik karşıtlıklar,
mezhep karşıtlıkları hayasızca istismar ediliyor. Bir etnik topluluğun,
bir başka etnik topluluktan daha üstün olduğuna inanan mitik tasavvur­
lara karşı, mitolojik Türk imgesine karşı, hangi ulus olursa olsun, ulu­
sun idealleştirilmesine ve kültürel türdeşleştirme politikalarına karşı,
tektipleştirici resmi kimlik dayatmalarına karşı, ortak insani y anımızı,
ortak vicdani y anımızı, ortak değerlerimizi harekete geçirebilmeliyiz.
Evrensel ahlaki, insani zeminlerden ayrılmamalıyız.
B atı ' nın sömürgeci saldırılarına karşı güçsüzleştirilen halklar ma­
alesef milliyetçiliklere, kavmiyetçiliklere sarıldılar. Milliyetçiliklerle
birlikte sekülerleşme de bu halkların gündemine girdi. Ulusal kimlik
gerilimleri, spekülasyonları, B atı nasyonalizminin eseri olarak haya­
ta geçti. Tarih boyunca İslam imparatorlukları, dini farklılıkları, et­
nik farklılıkları bir sorun olarak görmedi. Bir arada olma kültürünü
İslam temsil etti. İslam İmparatorlukları çok inançlı, çok etnili impa­
ratorluklardı. İslam Devletlerinin türdeş bir kitle oluşturmak, farklı
kültürel unsurları asimile etmek gibi bir uygulamaları olmadı.
Dışlayıcı milliyetçilikler, dışlayıcı mezhepçilikler biz Müslü­
manlara yakışmıyor.
B iz Müslümanları bir araya getiren temel tevhidi ilkeler, ölçüt­
ler, değerler bizleri birbirimize yabancılaştıran saplantılardan, ben­
cilliklerden Çok daha güçlü, çok daha anlamlı, çok daha değerlidir.

157
Atasoy Müftüoğlu

İnsanlığın dünyasında hiçbir şey etnik üstünlük adına, mezhep


üstünlüğü adına, politika yapmak, mücadele etmek ve savaşmak
kadar utanç verici olamaz.

Yalnızca Müslüman olarak anılmak yerine, etnik ve mezhepsel


aidiyetleri merkeze almak, ahlaki ve zihinsel bir çöküşün yansıma­
sıdır. Bu durum, İslil.mi kesimlerde yaşanan derin, yaygın lümpen­
leşmeden kaynaklanıyor. İslil.mi ilgi, uğraş yapmacık duygusal çer­
çeveler ve kurgulara indirgenemez.
Başkaları tarafından biçimlendirilmek bir kader olamaz .
Bağımsız bir varoluş mücadelesi, ancak zihinsel bir devrimle
başlatılabilir.

158

You might also like