Professional Documents
Culture Documents
MEKTUPLAR
şura yayınları
Beyazsaray Zemin Kat No:lO
Beyazıt/İstanbul
Tel: 518 26 85
İçindekiler
Hanımına Mektubu 7
Oğluna Mektubll 10
Amcasına Mektubu 20
Amcasının Oğluna Mektubu 24
Kayınbiraderine Mektubu 26
Hutnayun'a Mesaj 29
Kazım -Muttehidin'e Mektubu 34
Bir Dosta Mektup 40
Dosta Mektup 44
Dosta Mektup 55
. . . Bey'e Mektubu 61
Dosta Mektup 64
. . .'e Mektupu 67
Dosta Mektup 71
Dosta Mektup 75
Dostlara Mektup 80
Dosta Mektup 81
Hayır Fonuna Mektup 83
Hüseyniye-i İ rşad'la ilgili Değerlendirme 85
Mekteb-i İslam Dergisi İdare Heyetine Mektup 99
.. .'e Mektup 105
Ayetullahi'l Uzma Milani'ye Mektup 115
İbrahim Milani'ye Mektup 122
"Eleştiri ve İnceleme" Kitabının Yazarına Mektup 141
Edebiyat Fakültesi Başkanına Mektup 156
Edebiyat Fakültesi Başkanına Başka Bir Mektup 158
Sir Seyyid Ahmed Han 162
Görmediğim ve Tanımadığım Akrabam 194
Hanımına mektubu (x)
Aziz Puran'ım
Biri: Ben.
7
...beyin yardımıyla gerekeni yapabilirsin. Doktor ...hanım
ve doktor ...beyin yardımcı olacaklarını sanıyorum. İ kisi
de şerefli ve muhterem dostlardır. Üniversitenin kitapla
rını geri verdim, bir kaç tanesini ise vermedim, od. a da du
ruyor. Bunların fişleri doktor . . ..bey ve hanımın ismine
göre değiştirilmeli. Evde bulunan bir kaç tanesini de .. . be
ye geri vereceğim . ... beye sor bakalım ; benim ismime ya
zılı başka kitap varsa araştırıp geri vereyim. Şimdilik, es
ki mektup, yazı ve konferanslarımı basıma hazırlıyorum;
devamlı olarak basmamı istediğin yazılan.
Bu gece!
8
olmasını ne kadar isterdim.
Kocan Ali
9
,
Oğlum, İhsan!
10
bana ulaşman için yolunu gözleyen; evet bana, otuzdokuz
yaşına ulaşmış, bu köşede, -hayır- bu yolun ortasında du
ran yalnız ve garip bana. Kavrulmuş göğsüyle bu koca
"kevir" (çöl) ve ağır bir acı yükü, ateşten kavrulmuş du
daklar, taşlardan yara almış ayaklar, hem de boş eller ;
silahsız, sipersiz ve hatta dayanacak bir asasız, bazı za
manlar beliren ümit kıvılcımlarından da yoksun, bunun
da üstüne, yol bulacak bir ışıktan da uzak, en uzak ufuk
larla karşı karşıyayım!
... Ebuzer!
11
Aniden! Ve beklediğimden daha erken.
12
Şimdi ilk olarak seni görüyorum ve sen ilk kez benim
sözlerimi dinliyorsun, sana bir müj de veremediğimden
dolayı üzgünüm, bütün haberlerim kara ve kızıl, hayatı
mın akışı da o kadar başanlı ve müsbet değil!
13
yeşil ve beyaz renksizleşiyor, hepsi siyah oluyor. Kötülük
çukuru ve yükseklikler bir seviyede. Mücevher -eşek tas
ması, inci- bataklık, mabed-küllük, mihrab-mağaza, tev
hid-şirk, takva-takvasızlık, hakikat-yalan, şehidccellat,
temiz-iğrenç, ru;haniyet-sihirbazlık, hokkabazlık-vahiy,
Hüseyn-Yezid, hepsi birbirine karışmış, alt-üst olmuş
halde, içiçe, üstte ve altta, aşağıda-yukarıda ve devrilmiş
halde. Sanki devrim olmuş, kara bir devrim, yani her şe
yin birbirine karışması. Herşeyin, herkesin; insan, hay
van ve cansız eşyanın birbirine karışması. Zira gecedir,
siyahlar yeryüzüne hakim; karışmış olması, yani karışık
lık, kara, yani siyah! Siyahın üstünde de bir renk yoktur.
Buna göre, siyahların hükümetinde, hiçbir şey bir şey ifa
de etmiyor. Hiç kimse hesaba katılmaz. Sınır, derece, ki
şilik, ünvan, değer, sıfat, durum, hak ve batıl ve saf... ol
gu değildir. Her şey-kayıptır.
İşte buna göre hepsi bir ve O, bir? Hiç! Siyah olan bir
hiç, yani gecede, sadece gecedir. Her yanı kaplayan siyah
lık, bütün dünyayı. Dünyalılar "eşit"tirler, dünyadaki
"vahdet" ölüler misali, kabristanlarda olduğu gibi.
14
birbirinin benzeri, bütün ferdler bir topluluk, birbirleri
nin kopyası. Hepsi bir toplumun soyundan, arka arkaya,
birbirinin fotokopisi, bir "öz", bir "asıl", "kabilenin büyük
soyu"!
15
tülüğü, değer ve güzellikleri, hak ile batılı, dereceyi, var
lığı, insanın değerini, fıtratın çeşidini, yaratılışın keyfiye
tini, nasıl rol alması gerektiğini, tesir, iş, keramet, dü
şünce, irade, bilinç, özgürlük, seçme, kısacası insanların,
insani varlık ve hakikatinin boyutunu göstermez.
16
Okumuşlar tabakası.. Düşünce ve ilim, devamlı olarak
alim ve soyluların tekelinde olması gereken bir olguymuş.
Alçak işçilerin, şehirli esnafın veya köylü çiftçinin eline
düşmemeli. İlim bu şerefsiz, maneviyatsız, ruhsuz kesi
min eline geçtiğinde, hem hükümet ve hem de din bu
"soylu ailenin" elinden çıkacaktır ve böylece nasırlı, top
rağa bulanmış ve kaba ellere sahip soysuzlar, bu ilahi ve
yüce makama ulaşmış olacaklar...
"Kıyamet terazisi"!
17
Bizzat insanların kalp, göz ve kulağının şehadeti; zira
İslam'da hiçbir birey yalnız başına değil, insanın her uz
vu kendi başına mesuldür:
İki saf.
18
sahadan lsrafil'in suru gibidir. "Bir asnn suskun ve so
ğuk kabristanı"nda üfürülen İsrafil suru gibidir. Ölü ce
sedlere bir ruhtur. Felç olmuş faziletler, gömülmüş şuur
lar, ölüm çarpmış insanlar, zindanlarda yalnızlığa mah
kum edilenler, karanlık, çürümüşlük ve ölüm ayaklanır
ve "mizan" kurulur, insanlar onunla ölçülür, saflar bu
nunla birbirinden ayırdedilir, cepheler birbirinin karşı
sında yeralır, o zaman hak ve batıl, hizmet ve hiyanet,
çirkin ve güzellik birbiriyle çatışır; cihad başlar; hesap ve
kitap; cennet ve cehennem.
Solmuş siyah alınlar eğik,
Beyaz alınlılann başı dik.
Siyah amellerin defteri; beyaz amel defteri. ( 1)
19
Amcasına mektubu(x)
20
olan ve tedavisi için gerekli olanı yapmak üzere Meşhe �'e
�elmesini söylediğim hasta genç buraya ulaştı. Fakat
... bey bir kez efendinin evine müracaat etmiş, belirsiz bir
haber vermiş, ben de yoktum, ondan sonra ne haber ver
di, ne de her hangi bir karar aldı; daha sonra ise ne be
nimle ve ne de ... ile herhangi bir ilişkiye geçti. Bu olma
yınca kendisi için bir şey yapamadım, benim tavsiye mek-·
tubum da ...'in yanında kaldı. Zavallı da ümitsiz bir şekil
de dönmüş. Bugün olayı duyduğumda tarif edilmez bir şe
kilde üzüldüm; baktım ki, kendisine bir fayda sağlayaca
ğıma zarar vermişim, bu da benim için tahammül edilir
gibi değil.
21
sıra halkın hakkını gasp etmediğim gibi, üstelik hakları
nı kazanmaları için kendi haklarımı bile feda ettim. Bu
nu her yerdeki şuurlu ve şerefli halk iyi biliyor. Ama şu
ursuz ve şerefsiz kesimde ve fitne gömleğini dikip bayrak
laştıran zalim, fasık ve ardniyetliler arasında çokca düş
manım var. Takva ve zühd sahibi Ali b. Ebi Talib'i (keiıdi
hükümeti döneminde) bir Yahudi'den bir zerre toprak
parçasını gasp etmekle suçlayıp ( ! ) muhakeme ettikten
sonra, ayağını basacak kadar bir toprağı olmayan bu
Ali'yi, hem de evinde oturmaya mahkum edildiği böyle bir
zaman ve ortamda eski bir domuz sıfatlı Yahudi'nin top
rağını gasp etmekle suçlayıp, muhakeme etmeyeceklerini
düşünebilir miyim? Bu yü.zden ona ödenmesi gerekeni
fazlasıyla verip o araziden uzaklaştırın, aynca rızasını al
mak veya satınalmak i �in hiç bir şey yapmayın. Çünkü o
arazinin tamamı beş pa. ·a etmez. Ben oraya bir kuyu kaz
mayı kabul edene, o araziyi parasız vermeye hazınm. Ko
hek hamamına da birkaç saat su verin. Su kaynakları ku
ruyan, bütün ahalisi dağılan veya fakirlik ve yokluk içeri
sinde sürünen halka su temin etmekten başka bir mak
sadım yok. Böyle bir niyet de bu adiler tarafından bula
nık hale getirilmemeli. Arkadaşlar, tapu d�iresinin (uzun
süren tapu işlemlerinden önce) bir sened vermesi halinde
kuyunun kazılmasına dair ruhsatın alınabileceğini ve bu
nunla kuyunun kazılıp, Kohek ve Mahlud Abad'ın susuz
luğunun giderileceğini, susuz topraklan olan halkın zira
at yapabileceğini, kuyudan elde edecekleri suyu saata
bağlayıp bir yan gelir kazanabileceklerini söylediler. Ay
rıca kuyuya masraf edilen paranın çıkarılmasından son
ra, istifadenin halka kalacağını belirtmişlerdi. Bunun be
nim menfaatime değil de köyün muhtaç halkının yararı
na olmasından dolayı arkadaşlar bu işle ilgilenmeye ka-
22
rar verdiler; bu doğrultuda ben sadece işin vasıtası ve ga
rantisiyim. Ne sermayem var, ne yatırımım. Her ikisin
den de rahatsızım ve her ikisi de benden kaçıyor! Bunlara
sahip olsam da işi bilmiyorum. Bilsem de o ıssız ve uzak
çölde yaşayan köye ve halkına böyle yapamazdım. Her
halukarda eğer tapu dairesinden böyle bir sened alabilir
sen sevaba ortak olursun. Elbette bunun yanında belirli
bir masraf da olacaktır. Bildirirseniz öderim. Ayrıca ben
de bulunan parsellerle ilgili senetleri, tapudan alacağın
sened için gerekli olup olmadığını da bildirirsen memnun
olurum.
Saygılarımla
Ali.
23
................<x>
24
lar peşinde dolaşıyorum. Ben şimdi akıl ve şuurdan o ka
dar bizarım ki, haddi hesabı yok. Mutsuzluğumun tüm
sebebini kitap, ilim, bilinç ve şuurumun boynuna yıkıyo
rum! Eğer kendi yaşıtımdaki gençler gibi olsaydım, isim
ve ünvan sahibi olarak, diploma doktora sahibi muhte
rem bir bilgin veya bir şair, cesur bir siyasetçi olur bu
saçmalıklardan lezzet alırdım, sessiz ve mutlu bir haya
tım olurdu. Ama artık hiçbir şey beni mutlu edemez. Hal
kın beni şuursuz, mankafa ve boş biri olarak görmesin
den memnun olacağımı anlamış olman lazım. Bilinçli
olan kesimin işi zor, cahil olanları kandırmaksa çok ko
lay. İşte ben bundan dolayı imkan dahilinde yapmacık da
olsa kendimi eşekliğe vurmak ve şeytan sıfatlıları bu ha
lime güldürmek istiyorum; bunun beni ne kadar mutlu
ettiğini bilemezsin. Bunun için ben de, pamuğu iyi giden,
sabun ve şekerinin fiyatı artan veya kuyusunun suyu bir
kaç misli artmış esnaf veya ziraatçi olmayı ne kadar ar
zuluyorum. Böyle olsaydı bunlara sevinir, mutlu olur-
dum. H�yat bana mutluluk verirdi. Mütefekkir, ...... ve
...... olmak yerine, bazılannın bana yakıştıramadıklan bir
eşek veya eşek seviyesinde düşüncesiz biri olsaydım ne
güzel olurdu, hey yaşasın eşek.
................ ·(!)
Ali
25
Aziz kardeşim Ahmed, (x)
26
Burada her türlü resmi protokoldan, yQ.pmacık tavırdan
ve benden uzak olduğunu bildiğin nazikleşme geleneğin
den uzak bir şekilde hepimiz. adına, hususen benim adı
ma Ruzta'ya deyin ki, sizin Avrupalı olduğunuz, bizim
Doğulu olduğumuz, sizin sermaye ve ilminizin olduğu ve
bizim olmadığı doğrudur; bir insanın cebinin boş olması,
elbiselerinin eski, evindeki yaşantısının fakirane, vasıta
sız ve hatta yalmayak olması da mümkündür, ama anla
mak, hissetmek ve ruhun zerafeti noktasında Goldwater
ve Onassis'ten daha yüksek, daha güçlü ve daha güzel ol
ması da ihtimal dışı değildir. Biz gerçekten sermaye ve
sanatta geri kalmışız, ama bu, şuur ve duygu yönünden
de geri kaldığımız anlamına gelmiyor ki. Hayattaki ilerle
me ve düşüş, manadaki ilerleme ve düşüşle paralel sayıl
mamalı. Buraya kadar anlattıklarım onun şunları bilme
si içindi:
27
(daha doğrusu geri bırakılmak.la) birlikte hümanizm dedi
ğiniz; insanı sevme, sevgi, ruhun güzellikleri "benlik üze
rinde hakimiyet" ve buna benzer sahalarda, makineleş
miş, sermaye sahibi ve atomlara sahip toplumlardan da
ha ilerdeyiz. Zira yemek, çalışmak ve lezzet almak içeri
sinde kaybolmuş değiliz ki, bu kavgada çok şeyi unutmuş
veya kurban etmiş olalım. Karl, Her �an Ete ve Parta
Hemvelayti gibileriniz meseleye şöyle bakıyor: "Onlar
(yani biz, şarklılar) bizim yabancılaştığımız güzellik, ruhi
incelik ve sevgi gibi konularda, hassas vicdanlarını uya
nık tutabilmiş ve güçlü biçimde koruyabilmişlerdir. Biz
ise bunlara karşı hassasiyet göstermiyoruz."
28
Humayun ' a mesaj (x)
29
redir tarihte güzel ölmüş olanları bulmaya çalışıyorum.
Korkunç derecede güzel ve büyük ölümler gördüm. Kuş
kusuz nasıl ölmesi gerektiğini bilenler, nasıl yaşanması
gerektiğini de biliyorlardı. Çünkü yaşamak sadece zama
nı doldurmak olmadığı gibi, can vermek de zamandan
kaçmak değildir. Kendisi, başlıbaşına bir iştir. Hayat gibi
büyük bir iş. Tarihte görkemli ölümlerin sayısı çoktur,
ama büyüteçlerin bile göremeyeceği, büyük ve derin gü
zellikleri görebilen gözler vardır. Enteresan savaş alanla
rını, kılıcın güzelliğini ve bulutun berraklığını hisseder
ler, ancak bir ruhun güzelliğini, bir fikrin berraklığını ve
bir arzunun zarifliğini idrak edemezler. Muhammed'in
ölümü böyledir işte. Kılıç kıvılcımları, kan dalgaları, kız
gın atların kişnemesi ve kahramanca bağırmalar onun
kötülüklerini sergilememektedir, bundan dolayı kısa gö
rüşlüler hiç bir zaman onun güzellik ve derinliğini göre
mezler. Muhammed'in ölümle görüşmesi nasıl basit olma
sın ki?
30
Seyyid Cemal'in arzuladığı ve arzusuna ulaşamadan
öldüğü pak İslam, İkbal'in kurmak isteyip kuramadığı
pak ülke, İrşad, bu yapının temel taşlarını koydu, bugün
se duvarlarının yükselmesi için cihadın giderek kızıştığı
nı görüyoruz .. Nişansız ve isimsiz mücahidler hergün da
ha büyük fedakarlıklar gösteriyorlar, binaya bir kerpiç
�oymak ve bu yapıyı Kuba mescidi gibi bir an önce yük
seltmek istiyorlar. Diğer mücahid ve şehidler bu mescidi
tamamlamak ve mükemmel hale getirmek için gayret
göstereceklerdir. Ama şehrin dışındaki bu uzak, kör ve
ücra köşede, küfrün tasallutunda olan bu topraklarda sır
tında taş taşıyarak binanın temeline koyan, Ammar'dı.
31
tebessümle ilerleyecekler, ellerini büyük bir samimiyetle;
kötülük diyanndan gelmiş, yorgun, ayaklan yaralı, yüre
ği yanmış ve ateşten dudakları çatlamış bedeni kucakla
mak için uzatacakl. ar, yanlanna getirip oturtacaklar, hep
si O'nun fedakarlık, ihlas ve sabrını takdirle anacak ve
güzel imtihan verdiği, hayatın iğrenç bataklığından tuza
ğından alnı açik ve başanlı çıktığı için öveceklerdir. O'na,
bu Din ve Kitap için ne yaptığını söyleyecekler ve bu aile
nin en küçük çocuğu, o yaşlı ve vefakar hizmetçiye, şu ke
narda üstüste bıraktığı birkaç kerpicin değerini ve kaça
satın alındığını izah edecektir.
32
lü 'ne iman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah
yolunda cihad edersiniz. Bu sizin için daha hayırlıdır,·
elJer bilirseniz. O da sizin günahlarınızı balJışlar, sizi
altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetle
rindeki güzel konaklara yerleştirir. işte büyük mutluluk
ve kurtuluş budur." (Saf 10-12)
Sana Allah'ın "mağfiret"ini ve cenneti armağan eden,
bizim neslimize "Allah'ın nusret"ini ve "zaferin yakın"lığı
nı müjdeleyen ticaret. Ve şimdi büyük bir imtihanın kal
binde huzur içinde, tertemiz bir şekilde, varlığınla, bir in
sanın ruhunun güzellik,"ihlas, temizlik ve sabır içerisin
de, muhteşem bir güç ve gözleri kama Ştıran bir-güzelliğe
sahip olduğunu göstermiş oldun. Hayatın alçaltıcı sıkıntı
ve dertleriyle figaiı edenlere ve bu kışın soğuk suskunlu
ğunda, işkencelerin bu sağnak yağmurunda, kanatlan kı
rılmış ve ümitsizlik içinde boyun bükmüş bizlere, İbra
him'in ateşteki gönül rahatlığı ve güçlülüğüyle iman ve
ümidin ilham kaynağı oldun ve saf maddiyatın kalbinde,
şimdi, saf bir ruhani atmosfer oluşturdun, saf ruhani at
mosferde, saf maddiyat olanları utandırdın.
Vesselam
33
Aziz Kardeşim Kazım, (x)
Mtıhabbet ve sevgi dolu bakışına feda olayım.
Onlar hayatımın derinliklerinde aydınlık
O iki siyah göz , iki güzel gökyüzü
Ondaki aşk meleği, bulutlar gibi dalgalı .
Onlarda vefa aramak gerçi bir efsane
Ama gözlerimle gördüm, bakışlar gözlerinde vatan
tlahi güzelliğin nüzulunu gönül gözüyle gördüm
O da senin okşayıcı bakışlarına benziyor.
Bize senin hayalin ey dost, can yoldaşıdır.
Bize sana kavuşmak ey can, bedenin yoldaşıdır.
Ne kadar senin ve benim başımda anka tüyüyse de
Lakin senin zülfün, kanat kıran dostun zülfü gibi
Benim eski dostum, her an aklıma getir
İki dudak arasında, karpuz ağızdadır.
34
Bu beden bir misafirhanedir ey genç,
Her sabah senin misafirin gelir ona,
H ayır yanlış söyledim, gelmek değil her an seninle be-
raberdir
Yeni misafir; fikrin, sevincin ve gamın
Yeni ev sahibi ol ey dost
Kapatma kapıyı ve kapıyı açık tut bekle
Her ne gelirse onun gayb dünyasından
Senin gönlünde misafirdir, ona hoşça.davran
Her zaman fikir aziz bir misafir gibi
Göğse aziz bir can gibi gelir.
D üşünceyi ey can, şahıs gibi bil
Ç ünkü şahsın, kudretin düşüncesinden gelir.
D üşünce sevincin yollarını açar.
Hem de sevince varan hazırlığı yapar.
Girer evlere. hızlıca girer yalnız başına
Çıkıncaya kadar sevinç hayırlar doğurur
Gönlüm dalındaki sararmış yapraklan sıkar
Dönünceye kadar yaprak dalında yeşerir
Gamlan, çürümüş dallan kökten söker
D allan tamamen örtülü göstermek için.
Gam gönülden ne kadar dökülür veya giderse
Bunun yerine hak daha iyi nüfuz eder
H ususen bunun inanca dönüşmesi lazım
Ki bendeki gam, tamamen imana dönüştü
B ulut ve yıldırımlar yağmur getirmezlerse
Ç abuk yanar Doğunun tebessümleri
İyilikle kötülük bazen gönlüne misafir olur
Yıldızlar gibi ev ev dolaşıyorlar
O senin yıldızının rehinesi oldukça
Sen de seher yıldızının doğuşu gibi tatlı ol
Ta ki o da bizimle birleşinceye kadar
35
Senden gönül sultanına, şükürler etsin.
Eyyüb yedi sene Allah'ın misafiriyle
Bela içinde sabır ve razılıkla mutluydu_
Ta ki zor bel!ilar yüz çevirinceye kadar
Yüzlerce şükürle hak söylerdi
Bana sevgiden başka sevgi nerededir.
Eyyüb'ün yüzü bir an bile ekşimedi.
Allah'ın hükmüne bağlılık ve utancından
Aslan kesildi ve emirlere cevabı evetdi
Düşünce göğüste yenilenerek doğar
Sevinme, sevinç ondadır sen yüzünü dön
Bulut görünüşte ne kadar ekşi yüzlüyse de
Mutluluk getiricidir, bulut ve onun yankısı
Gam düşüncesini bu 'ut gibi bilmiş ol
Kendi ekşiliğini, yüzt nden azaltmayı bil
O cevher nasıl olsa c. .un elindedir
Onun senden razı olmR.sına gpyret et
Cevher ve zengin yokluğu alma
Kendi tatlı adetini çoğaltmaya çalış
Başka yerde adetinin faydası var
Aniden bir gün hacetini yerine getirir
İki kere ikinin dört ettiğini okuma ey gen-.
Onun hesabı yıldızlarladır, Kur'an sahibi
Sen ayrıntıdır deme onu asil gör
Ta ki giderek asıl maksadına ulaşasın
Eğer sen onu zararlı ve ayrıntı görürsen
Senin gözlerin temelde bekliyor olacak
Zehir geldi, haşhaş beklemekte
Devamlı ölümle olmak, bil ki yöntemdir
Asıl kabul et, yanında tut onu·
Yine de devamlı yol ölümü beklemektir.
Meclislerde onca meşgalesi bulunan senin gibi biri
36
için, kinaye dolu bunca sözü okumaya mecal bulunmaya
bilir, ama hasta biri bir başkasını dinlerken inlemez. Faz
laca ısrar etmiyorum, hayır tam tersine ısrarla söylüyo
rum, rica ediyorum. Ot-obüste, masanın gerisinde, kuy
ruklarda, hamam kabininin boşalması için sıra beklerken
ve buna benzer kaybolmaya mahkum olan zamanlarında
onu okuma. Çünkü Mevlana'mn söylediklerinin zihninde
yer etmemesinden korkuyorum. Böyle olursa üzerinde
durmayabilirsin. Oysa bu, seni her türlü gamdan koruya
cak bir aşı gibidir ve bu, muhtaç olan kalbin için kesinlik
le zaruridir.
37
özellikler açısından belirgin ve müşahhas bir tipe sahip
değilim. Ben ülkeler arasın a çekilen sınırlara inanmadı
ğım gibi, insanlar arasına çekilen sınırlara da inanmıyo
rum. Millet benim görüşümde, müşterek dertlere sahip
halk topluluklarından ibarettir. İnandığım tip ş ekli de ,
ahlaki ve insani yönden -bir özel din mensubu olup olma
m alarından ayrı olarak- mükemmel seviyede olmaktır.
B una göre s adece iki millet mevcuttur: Biri, müşterek
dertlere sahip olanlar ve diğeri , uyanık olanlar. Ayrıca iki
tip ·mevcuttur. Biri insanlık, irfani ihsan ve ahlaki sınır
lar içerisinde yaşayan; diğeri de, bu sınırların dışında bu
lunan. Bu yüzden, bugün, Peygamber'in sahabesi Ebuzer
i Gıfari'ye inancım olduğu ve O'nun hayat tablolarından
lezzet aldığım .kadar, bu sınırlar içerisinde sanat ve ko- ·
38
rüzgarın nefesiyle kanat çırp� kuş, meyhanenin kokuş
muş köşelerinde yaşayan bir kediyle aynı bakışı paylaşa
rak dünyaya bakmaz .
Allahaısmarladık
Ati
39
Bir dosta mektup
Hicran gecesinin dostundan utanayım
Ki garibanca bizi çaldı, ben canı parçalayayım.
Aziz dostum ve kardeşim sayın . . . .
40
kında görüş belirtecek durumda değilim. Çünkü kaç sene
den bu yanadır artık güzelliklerden zevk almıyorum;
edebi, şairce dertleri hissetmiyorum, hassas bir hal ehli
yerine, kuru bir aydın olma yolunda antreman yapıyorum
· (elbette sözlük ve sınırlı manasıyla aydın). Zira ben artık
kendi insanım değilim, kaç senedir, burada halkın ekme
ğini yiyiyorum, bu yüzden kendi derdimi çekemem. Bu
nun içindir ki şiire eğilemiyorum. İran'a döndüğüm za
man uğraşabilirim.
"Nereden başlayayım?"
41
Müslüman çocuk
Taranmamış saçları ve yırtık elbiseleriyle
Toprakların içinde oynuyor
Babasını ve annesini öldürmüşler
Okuma ve yazması olmadıgı için
Elindeki çöple şekiller yapıyor
Bir silahın resmini. . .
Veya Ümid'in şu yiğit şiiri :
Taştan çıkma hoşgeldi
Başını, taşın başına vurmak
Çölleri aşmak gibi görünse de
Dereden yokuşaşagı inmek gibidir.
Kuşkusuz hareketlerdeki , inkılablardaki, özgürlükler
deki adaleti , halkı , intikamı, imanı, başkaları nı sevmeyi ,
insanlığı , cihadı ve fedakarlığı en az aşkta, yaşta, nazda,
hicranda, rekabette ve kaşların keman oluşunda bulunan
zari ;· ve ince duygular kadar görmek mümkündür!
42
rinin, kendilerinden, aşklarından, dertlerinden ve hayal
lerinden bahsetmesi çok insafsızca ve namertçe bir teşeb
büs olur. Halkın imanının, _bir tümenlik ( İran p ara biri
mi-çev. ) mersiye okuyanların, devlete bağlı vaizlerin elin
de bulunduğu ; "siyah-beyaz" filmler oynatan sinemaların
ve Tahran radyosunun bir toplumun medeniyetini değiş
tirdiği bir şehirde, sizin omuzlarınızda büyük bir mesuli
yet vardır. E ğer bu zavallı nesli kurtarmak için bir şey
yapmazsanız, en büyük ihaneti işlemiş olursunuz. İran'da
kapı ve penecere, insanları uyutmak için ninni söylerken,
siz neden homurdanıyor, mırıldanıyor veya inliyorsunuz.
Uyanmaları için feryad edin.
Ali Şeriati
43
Dosta mektub
Aziz Kardeşim Abdullali Bazergan,
44
mamaya çalışmalarının gerektiğini bilmeleri gerek.
45
lerdi: "Programın başında falanın da, konuşacağını hatır
latalım" ! Kısacası buradakiler benim elde etmiş olduğum
makama karşılık böyle bir yola başvurulmasın a ş aşırdı
lar. Tıpkı bir tekkede asıl konuşmacının gelmesine kadar
halkı toplamak için minbere çıkıp mersiye okumaya ben
ziyordu durumum !
Mutahhari bey, Hüseniye şurasının almış olduğu ka
rar neticesinde ilk önce kendisinin ve sonra da benim ko
nuşmamın kabul edildiğini yazıyordu. (Kısacası karpuz
l ar benim koltuğumda ! ) Herhalükarda hassas gecelerden
olan Ramazan'ın 19'undan, ta 24' üne kadar iki konuşma
cının minbere çıkması kararlaştırıldı : Ben ve üstad Mu
tahhari , hatta ben O'ndan sonra. Her haliyle önde veya
sonra -fark etmiyor-. Her gecede iki asıl konuşmacı . Prog
ramın konuşması veya programın başında mukaddime
olarak yapılacak konuşma sözkonusu değildi. Ancak daha
sonra çok mahirce ve manalı bir şekilde hazırlanan ilan
da benim konuşmacıların sırasından düşmeme neyin se
·bep olduğu ve ardından nasıl olup da programın açılışının
bana devredildiği ve Hüseyniye'nin programının başında
yer alabildiğim belli değil; bellidir aslında! Her şekliyle,
hadisede bir maksadın olduğu açıktır. Hem de çok küçük,
basit ve insani olmayan bir hesap. Nitekim başkasının
işine burnunu sokmamış, onların cinsinden olmayan, ne
. . . . müridlerinin ne de onların makam vermediği ve zatın
da da makam düşkünü olmayan biri hakkında bu şekilde
hareket etmeleri çok çirkin. Ben misafirdim, binlerce ıs
rar, dilek ve temenniyle . . . . bir defa geldim ve bir-iki kez
konuştum. Onlar, kendi işlerini engelleyemeyeceğimi,
dükkanlarına ben ve benim gibilerinin zarar veremeyece
ğini bildiklerinden, kendi aralarında hesaplarını yapmış,
dost ve düşman karşısında maslahata uygun olduğuna
karar vererek kendi menfaatleri doğrultusunda kullan
mış ve bunun yanında da bana şöyle bir tekme vurmuş
lardır! Allah ş ahittir, bu hadisede ismimin lekelenmesin-
46
den dolayı sinirlenmiş değilim, elbette bundan dolayı ra
hatsız olmadığımı söylemiyorum. B ir gazetede , hiç ilgili
olmadığı bir şahsın bir kimseye küfretmesi veya hakaret
etmesi, hakaret edileni rahatsız edecektir, hatta bu haka
ret edilen İmam bile olsa. Bunun yanında sıradan bir in
san olan ben ne yapabilirim. Ancak bunun ötesinde asıl
rahatsızlığım, ahlak yönünden nereye kadar çökmüş ol
duğumuzdandı, hem de nerede hem de hangi yolda, hangi
hedef uğruna ve nasıl bir durumda!
İnsanın hayatı , serveti ve � akamı bir kenara itmesi
nin, herşeye gözünü yummasının, reddetmesinin ve Al
lah, ahlak, düşünce uğruna değişik bir hal almasının ;
kendini beğenmişlik, benlik, ahlaki zillet, daha fazla elde
etme rekabeti, hiyanet ve iftira bataklığında boğazına ka
dar batması karşısında bir anlamı yoktur. Eğer ben bun
ların ehli olsaydım, bunu, günahı az, faydası fazla olan
bizim üniversitede yapardım. Hem şöhreti, hem makamı
ve hem de serveti var. Bunun yerine, neden sadece şöhre
ti olan bir yerde bu yola başvurayım! Hem de . . . . ile aynı
safa düştüğüm şöhret . . . . Minber, tekke , mersiye , " sine
dövme" (ellerle göğüse vurma-çev. ) ve buna benzer yerle
rin ehli olanlarla aynı çizgideki bir şöhret!
Evet eğer reddetseydim , Mutahhari , kesinlikle bana
Keyhan gazetesinde yapılan ihanetten ve Hüseyniye'nin
imzasıyla yayınlanan ilanda beni minber ve mersiye eh
liyle aynı safta yazdıklarından dolayı H üseyniye'ye git
mediğimi zannedecekti . Halbuki doğru bildiğim bir işi, bu
sebeplerden dolayı geri tepecek kadar fı r�cil biri değilim.
Ben, "eğer Hüseyniye'de konuşmama, dini tebliğ etmeme
izin vermezseniz, ruhiyem , moralim zayıflar" diyerek t�h
ditlerde bulunan minber mollası kadar da şöhretli deği
lim! Yaratıcının tecellisi işte! Ancak dindeki sapmalar ko
nusunda, halkı bu sapmalar yolunda uyaracak birisini ça
ğırdıklarını duymadık! B ununla birlikte güzel söylemiş;
47
onun gibileri için, konuşmakla minber ayn-ayrı manalar
taşır!
48
lum psikolojisine dayanan unsurlar yatmaktadır. "Maişet
sistemi ve rızıklanma yolu" nun sözkonusu edildiği yerde,
sebebin hedefini veya temel amacı bulmaya çalışmak.
Ama mevzuda takınılan tavır ve yapılan açıklamadan çı
karılan neticeye bakılırsa, ana sebep coğrafi unsurlara
dayandırılıyor. Maişet sistemi ve rızıklanma yolu öyle
açıklanmış ki, doğrudan ve " sınırlarla sınırlandırılmış "
b i r şekilde coğrafi sebeplere dayandırılmış. V e bu kendi
başına, adına "toplumun coğrafi muhiti" denilen bir ideo
lojinin, mektebin ismidir. Düşüncelerini bu sebepler üze
rine yoğunlaştıranla:rdan İbni H aldun'dan çağımızın Eyil
lekust gibilerine kadar bir grup bu görüştedir.
B urada söz konusu olan şudur: Eğer Afrika'nın kuze
yinde yaşayan barbarlar İran'da yaşasaydılar, bizim sa
hip olduğumuz bu durum ve hale onlar da sahip olacaklar
mıydı? Acaba coğrafi şartlar ve kaynaklar açısından bi
zim memleketimize benzeyen ülkeler sosyal ve psikolojik
yönden yine aynı benzerliklere sahip midirler? Bunların
da ötesinde İran'da bulunan değişik kavimlerin taşımış
olduğu karakter ve hususiyetlere ne demek gerek! ?
İran'ın kuzey kesimindeki halk ile güney bölgelerindeki
halk arasında fazlaca bir fark olmamalıdır bu görüşe gö
re.
Başka bir mesele de : İran'da kavmi hassasiyet, devam
lı olarak bölge , toprak ve yerleşim bölgeleri üzerinde bir
tefrika unsuru oluşturmuş ve irtibatı engelleyici bir işle
ve sahip olmuştur. Halbuki ben başka bir sebebi daha te
sirli görmekteyim; biri İslam'dır. Hem de ( İran halkı yö
nünden) yabancı bir din olarak bilinmektE;!dir. Öyle ki ev
rensel ve cihanşumul bir psikoloj iye sahip olup özellikle
milliyetçilik mefhumuna karşıdır; bu ideolojiyle, İran hal
kının da içinde olduğu büyük bir milliyet teşekkül etti.
Diğeri; güç, tesir ve İran kavminin hükümetlerinden da
ha uzun zamanlı, varlık yönünden üstünlüğe sahip ya-
49
hancı unsurların adım adım bu ülke üzerinde tasallut sa
hibi olmasıdır. İkinci önemli sebep: Komşu kavimlerin sü
rekli hücumları , onların topluma girişi ve nüfuzu, özellik
le siyasi feodalizm. Bu bizim tarihimizin önemli kesitleri
nin şekli olmuştur. Bu ulus melikleri, İran'ın bir bölümü
nü, belirli bir araziyi ve İran'ın dışındaki bir bölgeyle bir
likte İran'ın bir kısmım hegemonyaları altında tutuyor
lardı ve bunun neticesinde o kesimde yaşayanları kendi
varlıklarında eritiyorlardı. Diğer biri de özel coğrafi ve
milli duygularla bir araya gelmeyi ve aynı duygularla ha
reket etmeyi en gelleyen dağınık yapıdır. Bu durum daha
çok İslam'dan sonraki döneme rastlamaktadır. Tarih, İs
lam'dan Ö nce İran'da milli duyguların çok güçlü olduğuna
şahittir, bu duygu dinden bile daha ileri bir güç duru
mundaydı.
50
mı? Olaylara ilgisizlik, taassupsuzluk, hissizlik, her ne
olursa uyum göstermek, uzlaşmak, renk değiştirmek, ek
meği müşterinin fiyatına göre yemek, yalan, yağcılı k, zil
let, gurur ve asalet sahibi olmamak, başkalarının istek ve
mizaçlarına göre davranmak ve kendi şahsiyetinin tama
men yokolması, erimesi gibi unsurlar ve . . . Nitekim bütün
bu unsurlar, başka ırklardan, uluslardan olanları n geç
m ekte olduğu "güzergah"ta olan halkların taşıdığı hususi
yetlerdir. Onlarda daha çok görülür. Ama diğerlerine göre
yoksul olan, mustazaf, köylü ve tamamen bağımsız yaşa
yan halklarda bu özellik nasıl aranabilir mi?
Mevzunun sonunda, bu bozuk toplum ve ruhi eksikli
ğin ortadan kaldırılması için plan ve teşebbüsler serisi
önerilmiş; her ne kadar kabul edilir doğrular ise de, be
nim kanaatimce şiddet ve tesir yönünden mevzunun ka
rakter ve söylenişine uygun değildir. Yazı metnini oku
yan, bizde bulunan ahlaki zaafların ve karakter bozuklu
ğunun sathi bir sıfat, geçici ve sürekli olmayan bir bozuk
luk olmadığını , bilakis toplumda köklü ve muhkem, sağ
lam temellere dayanan zorlayıcı bir unsur olduğunu ari
lar ve buna inanır. Buna binaen, sathi bir yara olmadı
ğından hem tedavi ve hem de ameliyat edilemez. B u da
tamamen bu toplumun kendi yapısından kaynaklanan bir
unsurdur. Bu kadar derin sapma ve zayıflık, köklü ve
ciddi bir şekilde anlayış haline geldiği ve yorumlandığı
bir zamanda, telafi veya tedavi edilmesinden söz edildi
ğinde, okuyucu kesin, yapıcı, çok tesirli, güçlü, çözüm ge
tirici ve inandırıcı bir yolla, metodla karşı karşıya gelme
lidir. Ta ki tanımış olduğu kötülük ve sapmaları ortadan
kaldıracak çözüm yoluna güvenebilsin. Ama ben bir oku
yucu olarak; dertlerin, eksikliklerin açıklanması ve yo
rumlanmasının beyanında, yazarın kesin ve güven içeri
sindeki dilinin yanısıra, dakik, derin, kararlı bir görüşe
de sahip olduğunu görüyorum, ancak sıra sapmalara kar
şı mücadele ve çözüm yoluna gelince, yazarın· kesinlik, ,
51
kuv'vet, şiddet ve güven içerisindeki tavrının kaybolduğu
ve daha zayıf bir dille meseleyi beyana çalıştığı da dik
katten kaçmıyor.
52
kilde Galilleo'nin dünya hakkındaki buluşuna, New
ton'un yerçekimi, Pasteur'ün hastalık ve... buluşlarına
benzetiyorum. Onlar, tabii vahiy ilminin anahtarını ele
geçirdiler, kelam ilminin anahtarını... O bunun programı
nı beyan ettiği gün, daha önce raslamadığım bir sersem
lik ve hayrete kapılmıştım. Beni daha çok hayrete sevk
eden, "nasıl?" sorusuydu. Neden mühendis bey, bu sözü
bu kadar basit ve normal bir tavırla beyan ediyor? Nasıl
oluyor da, bu işin yanında başka işlerle de meşgul olabili
yordu? Neden onu diğer işler seviyesinde görüyordu? Ben,
bana o gün açıkladıkları kadarıyla, harikulade bir şekil
de, aniden Kur'an'a ilmi yönden de iman ettiğimi hisset
tim. İlmi iman; tıpkı güneş manzumesine, suyun bileşimi
ne rüzgarın hareketine ilmen inandığım gibi ilmi imana
sahip oldum. Yani "vahiy" olduğunu gördüm! Evet, gör-
.. '
dum.
53
vahiy olmadığına dair ne kadar inkar gücü ve inatçılık
varsa kullanmaları ve benim bu delilime karşı gelmeleri"
şartıyla tartışmalara girdim. Her yerde öne sürdüğüm
güçlü delillerle mutlak ve istisnai bir başarı elde ett_i m.
İman ve hayretler içerisinde harikulade ve ilginç bir mu
cizeye şahit oldum. Sadece ikna edici değil, bunun ötesin
de iman ve hayret dolu.
Ali Şeriati
54
Dosta mektup
Selamlar
55
içeriz ey gafil susuz gel beri
Nefsini postunun derininde öldür
Dosta sırtını dönmekten geri dön.
B elki de Peygamberimizin sırlarla dolu ve güzel olan,
"kötülükler zamanında, tatlı bir rüzgar eser . . . " şeklindeki
sözleri de toplumun bu ihtiyaç ve zaruretine işaret etmek
tedir. Toplumun bu ihtiyaç ve zaruretinden dolayı bu
acizlik ve sınırlılığımla bütün bu . mücahidlerin yaşantısı
nı yazmaya karar vermiştim, ancak Akılani'nin el-lsabe
fi Temeyy u� u 's Sahabe 'si veya Kuleyni'nin ve merhum
Şeyh Abbasi'nin bu sahadaki tarihi kitaplarının tarzıyla
değil. Bilakis Farsça'ya roman veya hikaye olarak tercü
·
me edilebilecek bir özellik ve tarzda , son teŞebbüs gibi.
Her ne kadar derin bir araştırmaya dayanmıyorsa da, te
sir, düşünceye yansıması ve yazarın inandığı akidenin
nüfuz etmesi yönünden çok önemli . Ebuzer-i Gıfari ' den
sonra devamının gelmediğini üzülerek söylemem gerek.
Ammar, Yasir ve Sümeyye konusunda notlar almama ve
kitabın programını çizmiş olmama rağmen hayatımın yö
nü değişmiş olduğundan tamamen yarım kaldı . B u arzu
mun sizin gibi bir araştırmacı eliyle gerçekleşmiş olması
beni fazlasıyla sevindirdi, hususen bunun üstesinden da
ha iyi gelebilirsiniz. Hem bu ameliyeyi gerçekleştirmeye
uygun yapınız var ve hem de daha fazla kaynağa ulaşma
imkanınız var. (Elbette, eğer büyük rehberimiz Cemaled
din Afgani'nin, oğluna, "Nasuhu 'l Tevarih 'i kesinlikle
okuma" şeklindeki vasiyetine uyarak onu bir kenara iter
ve aslında tarihi tekzip etmekte olan bu eseri elinizin al
tından kaldırırsanız okuyucuya daha fazla güven verebi
lirsini z . )
56
Sultanın Vaizi tercümesinde . . . . şöyle yazıyor (. . . ) Ebuzer
kollektif olmaya çağırmıyor . . O, müslümanlar arasında
.
57
kilde aktaramadım.) Bunlardan biri yukarıdaki metindir .
. Siz doktorun iktisadi ve sosyal ekollerde, kelimenin lügat
manası sınırlan içerisinde düşünebildiğini buyurmaktası
nız . Hem de Avrupa'daki ıstılahlara eş bir açıklama getir
meyen Arabça lügat.
58
mesini, başka bir grub, mülk ve servetin kanun yoluyla
yapılacak ıslahatla tedrici bir şekilde düzeltilmesini ve
başka bir grub da, geniş boyutlu üretim ve dağıtım yoluy
la bireysel mülkiyetin lağvedilmesini savunmaktaydılar.
59
O'nunla aynı görüşte olmadığını savunarak şöyle demiş
tir: "Açıktır ki Ebuzer, mülkiyet ve iktisad konusunda ra
dikal bir görüşe sahiptir. O'nun keskin görüşünün tesirin
den dolayı, üzerimizde , hususen de muhakeme edilmesi
esnasında, 'Allah tarafından gönderilmiş veya Peygambe
rin halifesi' olarak adlandırılacak kadar tesirli olmuştur. "
Yaklaşım yeterince açık değildir.
Saygılarımla
Ali Şeriati
Sayın . . . . . . . . . . . . . . . . Bey,
61
yasa ıstılahlarına uydurdular! Asil, yani saf, yani İslam,
başka hiç bir şey değil; bunun soylulukla ne ilgisi var ki?
O 'nun kültürel ıstılahlara ilgisi olduğundan burada açık
lıyorum ; asil " pür" ( halis ve sade) demektir. Lenin, "Bolşe
vikliğin asil sosyalizm" olduğunu söylemektedir! ü" da mı
soyluluk hastalığına kapılmış? Anlayamadım!
62
üzerindeki hakimiyetinin, müslüman Hintlilerin hakimi
yetinden daha iyi olduğunu söylüyorlardı !
63
Dosta Mektup
64
çölden dolayı ne yapacaklarını düşünmeye başladılar. Ni
tekim otellerde oturan bu 6x4 kalıbındaki ruhlar asfalt
yollarda yürüyorlar, ayrıca daha önce tayin edilmiş prog
ram doğrultusunda hava yolu ve motorlu araçlarla yolcu
luk yapıyorlar; her adımda da meyva suları veya kola iç
meleri gerek. Şehirlerin kaldırımlarında yürüdüklerinden
ağızlarının kurumuşluğunu, yorgunluklarını gidermek ve
gönüllerini ferahlatmak için soğuk bir şeyler içmeyi adet
edinenler, yerlerin ateş olduğu, alev tufanının her yanı
kavurduğu kızgın çölde nasıl yürüyebilir ve hatta güneşin
vurduğunu nasıl anlayabilirler!?
65
de-çev. ) bütün olumsuzluklara rağmen yürürse ve cehen
nemine baş vurursa, bizi geri kalmaktan kurtarır, birkaç
adım daha atmam ve düşmemem için ayaklarıma ve elle
rime yeni bir güç verir.
66
Takva ve İman Sembolü Kardeşim!
67
ızdırap , şiddetli bir hormon değişikliği sonucu meydana
gelen sarsıntı ve bilahare meçhul bir yerde otlarken ze
hirli otlar yemiş necip atlar gibi bir hal alabiliyoru z . At,
dizginlerini koparıyor, eyerini atıyor ve elinde olmadan
şahlanıyor, hayali gölgelerden ürküyor, kendisinden kaçı
yor, ahırdan, sıcak ve yumuşak yatağından kaçmak için
ahırın kapısını kırıyor ve feryadların yayıldığı sahralara
kaçıyor. Etrafında dönüyor, havaya sıçrıyor, toprakta yu
varlanıyor, ayaklarını açıp, nallarını yere vuruyor. Sudan
ve kaldığı bölgeden , onu muhabbetle okşayanlardan, yo
lun başında gördüklerinde bakmak için onu durduranlar
dan kaçtığında kendisini kanlara, toprağa bulaştırıyor ne
pahasına ol ursa olsun kendisini kurtarmaya çalışıyor ve
sahraya ulaşıyor. Birkaç saat geçtikten sonra sakinleşi
yor, yorgun düşüyor, ardından bir köşeye yığılıyor ve ölü
me teslim oluyor . . . Bu ·eddedilme engelini aklımızdan ge
çirmezdik. Allah'ın, onu . 1 başına neler getirdiğini görüyor
sun. Aniden kendi kendisini hallediyor. Tıpkı çürük mev
ya gibi; vakti geldiğinde kendiliğinden ağaçtan düşüyor
tam zamanında. Kuşku yok; hazır, nazır, rahmet sahibi,
diri ve meseleleri gören Allah, kendi işimizde bile bir rol
sahibi olmamıza fırsat vermeden, işleri yoluna koyar. Dü
zene girmesini sağlar. Tıpkı arzulağımız gibi, bir-iki tane
değil; bundan dolayı ben rahmet ellerini omuz larımda
hissediyorum. Lütuf ve rahmetle temizleyici, bahar getiri
ci ve susuzluğu giderici bu ilahi yağmurun bir damlasına
bile layık olmadığımı bilmeme rağmen durmadan yağıyor;
bunun karşısında duyduğum heyecandan yüreğim bir ya
nardağ gibi patlayacak oluyor.
68
bana arkadaşlık ediyorlar. Kapılmamın sebebi, görüyor
olmamdır. İşte hakkında kon u ştuğumuz bu merhametli
Allah, layık olduğunuz şekilde ve halkın ihtiyacı olan tür
de sizi hayır ve bereket kaynağı yapmıştır. Bunun da ö"te
sinde toplumun en hassas yerinde, başka bir tabirle en
zor çalışma sahasında, özellikle de yabancıların sömürü
arenası haline gelen bir ülkede ilim, şuur ve tanıma zor
balık surları arasında muhasara altına alındı. Üstü kapa
lı, nemli ve karanlık bir hamama dönüştürülen atmosfe
re, küçük bir ışığın, güneş ışınlarının ve hatta bir mumun
girmesi haram sayıldığından , bu loş ve pörsümüş atmos
ferde yol bulmak mümkün olamazdı. Ancak ilahi bir mu
cizeyle, burada çalışabilecek iman, bilinç ve tanımanın en
layık vesilesiyle en büyük iş, feth ediliş . Belki de siz, bu
bir kaç sabah boyunca işin genişliğini, tesirinin boyutunu,
özellikle hızlı bir şekilde ilerleyişini ve hangi sınırlara da
yandığını bilmiyorsunuz?
69
Bu ilginçtir, ümit vericidir, eyvallah!
Kardeşim!
71
buluşu. Kültürün zirvesinde, felsefe ve dehanın olgunlu
ğunda böyle bir buluş. Biz doğulu aydınlar eğer bu düşün
ceyi eleştiriyorsak, "maslahat"tan dolayıdır, gerçekten de
ğil . Şundan dolayı; herşeyi yağmalanan, açlık çeken bir
ulus için felsefi hiçlik, sofıce hiçliğe yönelme, yokluk dü
şüncesi veya ahlaki nihilizm bir toplumsal felaket olur.
Bu da emperyalizmin yararına ve sömürülenlerin zararı
nadır. Bundan dolayı ben kendi asrımda ve neslimde top
lumsal maslahatı gözeten bir aydın olmaya çalıştım ve ça
lışmaktayim. E sasen, emperyalizm ve yağmalama döne
minin son bulması ve toplumun muradına ermesiyle bir
likte, sanayileşmiş burjuvazi ve iktisadi refah içerisinde
kiler olarak, bugün eleştirdiğimiz , saldırdığımız felsefeyi
savunacağımızdan kuşkum yok. D oğrus u Avrupa ona
hakkıyla ulaşmıştır!
İhtiyaç-refah-boşlµk-isyan-manaya yönelme.
72
görüşümüzü ispat etmesi için zikrettim . Ama böyle bir
açıklama. ve irdelemeye baş vurmaya gerek olmadığı
inancındayım.
73
Öyl e ise, daha şimdiden kendimizi devrimci bir gayret
ve atılımla yolun sonuna fırlatmamız daha doğru olmaz
mı? Aziz ve değerli zamanımızı ; gayret, endişe, korku, çe
kişme, heyecan, ümit, koşuşturma, komplo, yatınn;ı., dü
şünceler, hakkobazlıklar, gam, sevinç, mest olmalar, kö
tülükler, teves süller, ürkmeler, dayanmalar ve . . . Ve buna
benzer işlerle heder edelim, harcayalım, satalım ve fakat
bunun neticesinde elimize geçenler, özünde boş şeyler ol
sun . . . Ele geçirelim, sahip olunca veya gözümüzü açtığı
mızda da onlar için harcadığımız zaniana ağlayalım , ha
yıflanalım. ( 1 )
74
Dosta mektup
Aziz dostum,
75
mek hiçbir maslahat da doğurmaz .
Buna göre, " aşk bir kızamık gibidir, her genç hayatın
da bir kez ona yakalanmalıdır! " Öyle ise, herkesin bu ka
dar üzerinde konuştuğu aşk, bizden çok bizim kimliğimiz-
76
le ilgilidir. Böyle olunca buna aşk demezsek daha doğru
olur. Kanın kaynaması, duygu devrimi, tabiatın bir göste
risi veya başka bir şey �iyelim! O zaman aşk yoktur.
77
E şlerden her biri bir hiç olmasına rağmen, biri nutfesi
ni diğerininin varlık ceninine bırakır, o da bir yük yükle
nir: Aşk gebeliği. İşte o zaman yeni doğmuş varlık yavru
larını kucaklarına alırlar. Ve bütün ömürlerini lahzalara,
anlara bölerler, onu yedirirler, bütün varlıklarını parça
larlar ve onun dudaklarına dökerler; bütün ruhlarını
damla damla yapıp ona içirirler. Yavrularının her geçen
gün daha iyi gelişmesi, anne ve ·babayı her geçen gün em
mesi, her saat ikisini bir lokma ekmek, bir yudum şerbet
yapıp iç içe çiğnemesi, yutması ve içmesi için. Onları tü
ketmek için. İkisinin onda son bulması, iki hiç olmaları ve
bir varlığa dönüşmeleri için . . "Ben" ve "sen"in, "o" olması
için. İşte o zaman onların sevgisi onda bütünleşir, ikisi
onda nefes alırlar, onun gözleriyle görürler, onun boğazıy
la ağlarlar, gülerler, onun dudaklarıyla konuşurlar, onun
· ayaklarıyla yürürler, onun göğsünde çarparlar, onun da
marlarında akarlar, sadece o olur, başka hiç kimse yok
tur! İşte onun ismi aşktır ve aşk böyle doğar, yaratılır. Ve
ancak bununla aşkın var olduğu söylenebilir, ona inanıla
bilir.
78
Nasıl?
Ali Şeriati
79
Dostlara mektup
Aziz Dostlar,
80
Dosta Mektup
81
nüshadan birini de Hüseyni B ey'e vermelerini söyledim.
Bununla birlikte beş makale de ilimlerdeki dostlardan
alınabilir. Eğer Hacc'ın metninden bulmak zorsa ve foto
kopisi pahalıya malolacaksa gerek yok. Diğer dört maka
leyi alabilirsiniz. Özellikle şu anda lazım olan, Sir. Seyyid
Ahmed Han, Allahaısmarladık Şehadet Şehri ve Soru ve
Cevap 'tan oluşan üç makaleyi gönderin.O nların burada
yazılması, teksir edilmesi ve hatta basılması oldukça ko
lay.
Başarı temennisiyle,
Ali
82
Hayır Fonuna mektup
83
Hayır Fonu karşılasın. Her iki toprak parçası da Fon'un
emrindedir.
Mayıs , ( 1 978-çev. )
Ali Şeriati
84
Hüseyniye-i İrşad, ( * ) bir yönden toplumun en büyük
fikri karargahı olarak tanındığı , muhtelif itikadi ve içti
mai tüm kesimlerin -muhalif veya muvafık- bu gerçeği
paylaştığı "V e bu merkezin çağımızın aydın ve genç nesli
arasında, dindar ve gelenekçi halk çevresinde geniş bo
yutlu şekilde İslam'ı yayma ve düşünceler üzerinde etkili
olma misyonunu üstlendiği bir yöne döndürüldükten son
ra, bu son birkaç sene içerisinde olağanüstü bir hızla İran
toplumunda çağımıza uygun yöntemlerle İslami hareke
tin büyük dalgalar halinde büyümesine vesile olmuştur.
Sadece bununla sınıı-lı kalmamış , bu doğrultuda müşah
has, belirgin "fikri bir mekteb" e , belirlenmiş "içtimai he
defler"e sahip olmuştur. Manevi başarı, toplumun şiddetli
ilgisi ve tahsil görmüş kesimin beklenmeyen bir tarzda
heyecanla dönüş yapması şeklinde olmuştur. Gelişme ru
huyla kaynayan bu gençlik, dini duygularla İslami ideolo
jiye yönel�iştir. Bunun yanısıra, komplocuları, iftira yağ
murunu sürdürenleri, kinaye bombardımanı başlatanları
85
tanımış ve onlan şaşkınlığa düşüren ani bir tavırla karşı
larına dikilmiştir. Oıılan -ki şiddetle etkilenip hassaslaş
tılar- halk toplulukları önünde, rezil ve rüsvay etmiştir.
Bütün bu komploları etkisiz hale getirmek için tüm ted
birleri almıştır.
86
nevi kendi yapıları olan İslam yöntemiyle- ve saptırma
larla yoldan çıkarmak ve onları tam anlamıyla felçli hale
getirmek için bütün yöntemlere başvurdular. Avamı, yoz
luğun içinde boğdular, seçkin kesimi de fesadın içinde .
Avam olmayan sınıfı, emperyalizmin cinsel ve ahlaki fe
sadında boğan bu güçler, İslam'ın dünya sathındaki varlı
ğını yüzlerce siyasi plan, fikri, kültürel, toplumsal desi
seyle yok etmeye , zayıflatmaya çalışırken, müslümanla
rın varlığı da binlerce komplo, vahşice saldırı, ateş ve be
lanın eşliğindeki muhasara, fakirlik, bölücülük, katliam,
parçalama, yağmalama, ve hatta ulusların toplu katliamı,
ülkelerin tamamen imhası, ölüm ve kan parolası, toplu
kıyı mları ve korkunç vahşiliklerle ortadan kaldırılmaya
çalışılıyor. Bunların en büyük dertleri güçsüz olduklarını
hissetmeleri oldu . En büyük İslami mesuliyetleri de, es
naf arasındaki birkaç müridleri nezdinde "itibar"larını ,
mevkilerini korumak ve çevrelerindeki halkı, taharette
vesvese, kıraat ve el öpme meseleleriyle ayakta tutmaya
çalışmak, böyle bir ruha sahip olan kitleyi dağıtmamaktı!
Hiç kuşkusuz, bunların çevresindeki müridler bile bu me
suliyetsizlerin şu iki sene içerisinde nasıl bir biliçlenme
dönemi geçirdiklerine, hep birlikte ve aynı ses tonuyla
benzer bir tavır göstererek İrşad'ın karşısında dikilmiş ol
malarına hayretle ve soru soran bakışlarla bakmaktadır
lar. Halkın geleceği konusunda bu kadar kı_zgınlık, kükre
me ve yürek yanıklığı, İslam konusunda sergiledikleri gü
lünç traj edi tablosu, yüzlerce, hatta binlerce senelik tav
şan uykusundan aniden uyanmaları , İslami bir müessese
nin önüne dikilmeleri ve bizzat kendi itiraflarına göre , bir
dini vazifeye karşı Nebi'nin rivayeti esas alınarak saldırı
ya geçmek için yalan söylemeleri , sahtekarlık yapmaları ,
İrşad'a iftira ve .bühtan yamamaları, mesullerinin liya-
87
katsız olduklarını ileri sürmeleri, diğer bütün farzların,
ayet ve hadislerden oluşan hükümlerin arasından sadece
bu işi kendilerine vazife bilmeleri, bu şekilde ciddi ve ta
assubla harekete geçmeleri kendisiyle birlikte yüzlerce
soruyu da gündeme getiriyor . Öte yandan , hayatında
minbere çıkmamış, tek kelime konuşmamış , hayatlarında
bir kez olsun kalemi alıp da bir kağıda yazı yazmamış
olanlar, sadece İrşad'ı eleştirmek ve reddetmek için min
bere çıktılar. Bir sene içerisinde bir çok eser yayınladılar,
bir ay içinde defalarca minbere çıktılar. İrşad'ın sohbet
halindeki derslerine veya otuz sayfalık broşürlerine karşı
lık üçyüz sayfalık reddiyeler yazdılar. Müslümanların zi
hinlerini, ülke sathında her geçen gün yazılan siyonizm,
emperyalizm, maddeperestlik, dinsizlik ve fesaddan ve ls
lam'ın, müslümanların geleceğinden saptırıp sadece Hü
seyniye-i İrşad'm İslam'ı tanıma dersleriyle meşgul etti
ler. Bu teksir kağıtlarını, asrımızda İslam'ı tehdit eden en
büyük tehlike olarak tanıttılar?
88
buklarının içine gireceklerdir.
89
deki isimsiz uşaklardan ayrı olarak- Kerbela'dan dönmüş
ordu misali, bu hadiseye katıldıklarını inkar etmeye ve
karıştıkları her facianın veya günahın vebalini başkaları
nın boynuna atmaya çalışmalarıdır. " H aşa" duvarının ar
kasına gizleniyor veya çaresiz kalınca orduya katılmış ol
malarını tevil etme yoluna gidiyorlar. Şöyle:
90
satçı avamın taassubuyla (Nehrevan) savaştı ve üç cephe
de de mağlup oldu, ardından da yalnız kaldı. Avamın mu
kades kılıcı; Şam'ın iğrenç kılıcı ve güzel isim yapmış sa
habelerin kılıçları birleşti ve onu yokettiler. Kendisinin
böyl� bir durumu oğlu için önceden hazırladığı açıktır. Biz
katılmasaydık bile yine de netice buraya ulaşacaktı, ama
· konumumuzu , e_mniyetimizi ve hayatımızı tehlikeye at
mış olacaktık. Müslümanların cumhuruna muhalefet et
mekle suçlanacaktık. Müslümanl arın birliğini parçala
mak isteyen ve İslam ulemasının da kafirliğine fetva ver
diği bir yabancıyı desteklemek ne fayda sağlayabilir?
91
larsa evinde, ailenin içinde kal, ta ki Allah bir kapı açın
caya ya da şia, ehl-i beyt ve Alioğulları için Peygamber'in
bizzat kendisi bir çare buluncaya kadar. "
92
beytin büyük siması olan Abbas mı meselelere daha iyi
yorum getirir, yoksa onsekiz yaşındaki genç Ali Ekber
mi? Abdullah b . C afer b . Ehi Talip neden gelmiyor da ka
rısı . ve küçük çocuğu O 'nunla yola koyuluyorlar? Hü
seyn'in Kerbela'ya doğru harekete geçirdiği kervana bak
mak bile herkesin O 'nun bu çıkışına muhalif olduğunu
göstermeye yetiyor, sadece Ben-i Ümeyye'nin değil!
93
aldı, savaştı , mücadele edenleri saflara çağırdı. Tek başı
na kaldığında bile savaşmaya davet ediyor, savaşı sürdü
recek kimseler arıyor ve zaferden söz ediyordu.
94
mamak lazım. Benim gibileri her ne kadar takıyye, mas
lahat, iyilik ve hizmet düş üncesiyle görünüşte Abdul
lah'ın safında bulundularsa da, -defalarca da olsa söyle
mek isterim!- bizim orada olmamamız halinde daha kötü
hadiselerin olacağını da unutmamak gerek!
95
aydınların ve dinden giderek uzaklaşan okumuş kesimin
meseleye yakınlık göstermesi, isim yazdırmak için yakla
şık beş bin okumuş kız ve erkek öğrencinin sıraya girme
si, İslam'ı tanıma, Kur'an'ı tanıma, Arap dili ve edebiyatı,
tebligat yöntemi ve konuşma metodu, sosyal ekoller, tef
sir, İslam tarihi, akide, İslam kültürü, çağdaş dünyada
sanat ve felsefe derslerine girmek için müracaat etmesi,
bunuJ?. yanısıra İrşad'ın İslam kültürünün tebliğini ihya
etmenin modern yöntemi, tarihin yüce değerleri , İslam
düşüncesinin yayılması i Ç in yeni bir dönem s ayılan şia
mezhebi konulan, ayrıca İran'da mezhebi sahada tiraj re
koru kırarcasına mezhebin harekete geçirici bir fonksiyon
ifa etmesi yolunda kitapların basılması gibi konulara eğil
mesi, gayret göstermesi zamanımızın en büyük sosyal ha
disesinin gerçeğini oluşturmaktadır . İrşad, aydın ve genç
nesli batılılaşma eğiliminden kurtarıp İslam'a yöneltmek
için başlattığı hareketiyle, halk kitlelerni hurafelerden ,
sınırlı gelenekçi dinden ve yobazlıktan kurtarmak ve ger
çek İslami toplum ve insani mektebe götürmek istiyor. Bu
yolda cehalet perdelerini yırtarak aklı, donukluk ve esa
retten kurtarmayı hedeflemektedir. İlk nurlu İslam yuva
sına, hak ve adalet s avunucusu Ali şiasının yorumuyla
ulaşmak için, bütün müşkülat, engel ve hatta bu iki esa
sın toplumumuzda hakim kılınmasından korkan odakla
rın düşmanlıklarına rağmen kesin ve hızlı bir başarı sağ
layabilmiştir.
96
ra, tekfir gibi ve yapmacık tavırlarla protestolara ve her
türlü saldırıyla kamuoyunda etkisini azaltma faaliyetleri
ne rağmen bunların tamamının fiyaskoyla sonuçlandığı
nın ve onların rezil rüsvaylıklarına vesile olduğunun deli
li olmasıdır. Bu metodu sürdürmekten ümitsizliğe kapıl
mışlar ve neticesizliğini açıkça görmüşlerdir. Tahrik edici
ve üc_retli piyonları, bu tecrübeyle, çürümüş araçların ve
bilinen propaganda yönteminin neticesini açıkca gördüler.
Bir kaç sabıkalı molla müsveddesinden, zayıf nefis sahi p
lerinin ve kendi pak olmayan evlatlarının bile oyuncağı
olan halihazırdaki uşakların devreye sokulduğuna şahit
olmaktayız . Normal halk arasında bile herhangi bir itiba
ra sahip olmayan bir kaç uşak sıfatlı sarıklının görevlen
dirilmesi , kamuoyunu aldatma ve İrşadı toplumda yalnız
bırakma yolunda bir şey yapamamasının yanısıra bu gru
bun mertçe olmayan uygunsuz mücadeleleri, İrşad'ın güç
lenmesi ve daha iyi tanınması yolunda iyi bir vesile de ol
muştur. Bizzat bunlar, kamuoyunun dikkatinin çekilme
si, zamanımızda İslam ve mezhep için yeni bir iş ve yeni
bir yol araştırmakta olan halkın uyanması, bilinçlenmesi
ve inanması yolunda, İrşad'ın hedeflerine bilmeyerek hiz
met ettiler.· Bu, düşünce ve itikadda bir e sastır. Bir "ger
çeğin" beyanı ve zafer için sadece dostların fedakarlık, ih
las, liyakat ve samimiyeti yetmiyor, bunun yanında bu
boyutta ve bazen daha fazla olarak düşmanların ihanet,
düşıp.anlık, saldın ve ropagandalan da etkili olmaktadır.
Öyle ki bugün eğer Ali'nin gerçek şahsiyeti, içtimai ger
çekleri , Ali'nin mektebi (ekolü-çev. ) halk arasında bu ka
dar aşikarsa ve biliniyorsa bunun nedeni, bu mektebi
Peygamber, Fatıma, Hüseyn, Zeyneb, Ebuzer ve Selman . . .
gibi büyük şahsiyetlerin ruhları arasında görmüş olmala
rındandır. Aynca başka bir sebebi de. onu Muaviye, cina
yetkar A's , aynca kuru mukaddesçi, s1nırsuz, tahriklere
97
kapılmış mutaasıp Hariciler gibi düşük ruhlar arasında
görmemiş olmalarıdır. Karanlık, bir lambanın makamını
ve değerini tanımak ve teşhis etmek için en az aydınlık
kadar_ yardımcı oluyor.
98
Mekteb-i İslam dergisi idare heyetine mektup
99
Bu asırda, hususen bu toplumda kitap ve matbuat -
özellikle de bu zamanın kitap ve matbuatı ve sorunlarımı
zın olduğu bu saha- meselesiyle ilgilenenlerin, bu karışık
pazarda nelerin döndüğünü bildikleri aşikardır . kalemle
ve kaleme neler yapıyorlar. Bunun için büyük bir müjde
dir. Bizirtı kitap okuyan toplumumuzda kitapları tanıyan
ların bulunmayışı ne büyük faciadır. Kitap okumak isti
yorlar, ama ne okuyacaklarını bilmiyorlar. Kitap seçimi,
to.plumumuzda "seçimin" nerelere kadar uzandığını gös
termektedir. Gelişmiş toplumlarda matbuatın birikimleri
o toplumlarda bütün dallard.a ilerleme sağlamanın zengin
bel irtisidir. Okuyucu için " seçme" sözkonusu değildir.
Herkesin, mesela aile doktorunun, avukatın veya bir spor
takımının taraftarları nasıl belliyse yazar ve yazarların
taraftarları da, dostları da bellidir. Zira modern toplum
larda yazarlar tanınmıştır. Ama sınırlı toplumlarda, kırık
kalemlerin bulunduğu, düşüncenin öldürüldüğü, itikadın
kaçak sayıldığı · yerleı de, ihtiyaç duyan ciddi ve doğru
okuyucular, bir eseri v.� onun doğru ve asil yazarını bul
mak için tiryaki bir arayıcı gibi bu kara piyasada, yüzler
ce s'öz ve yüzlerce müşkül içerisinde gayret ve takip içeri
sinde olmalıdırlar. Sahte markalar, kalpazanca hazırlan
mış maskeler, propagandalı şöhretleri , suni şahsiyetler,
taklit cinsler, zehirli maddeler, bayıltıcı sular, ithal edil
miş donmuş cesetler, çürüdüklerine dair iptal damgası
yemiş kokmuş yiyecekler, yeninin büyüttüğü çehreler, es
ki inandırıcı gelenekler, bin türlü bencil ve şeytan huylu
bencilleri bir araya toplayan kargaşa mozaiğinde süslü
vitrinlerin arkasında tanınmış el ve eller, sistem ve sis
temler, güzel şöhretli satıcılar, kötü şöhretliler, tellaların
aşikar ve gizlileri karşısında kandırılıp zarara uğratıla
cak, ezilecek, satın alıp yiyecek, zehirlenmesine rağmen
100
çiğnemeye devam edecektir . B u n a rağmen ciddilik , gay
ret, infak, gaybi imdat ve şansının yardımı ile "onu" keş
fetmeye çalışacaktır.
101
küm vermede gôsterdikleri dikkate sahiptirler. Yapımın
da milyarlarca doların sermaye olarak konduğu, ve dün
yanın tanınmış yıldızlarının oynadığı, dünyanın en meş- .
hur yazarının eserinden veya dünyanın en büyük tarihi
hadiselerinden uyarlanmış bir film için en ilginç olaylar,
haberler, maceralar, psikolojik hakkabazlıklar ve propa
gandalar uzun bir süre öncesinden yapılır. Rejisörün is
mini duyurmaya, yıldızlarının özel ve umumi ilişkilerini,
yaşantısını yansıtmaya çalışırlar. Dünyada zihinlere yer
leştirirler. Ariıa film beyazperdeye geldiğinde eleştirme
nin kaleminden çıkan bir iğne, bütün perdeleri kaldırma- ·
ya ve onların bütün propaganda ve planlarını fiyaskoya!
neticelendirmeye yeter! Uyanık, pratik zekalı, kahraman,
ayrıca inanç ve sanattan başka hiçbir şey tanımayan eleş
tirmenin; gürültülü hileler, büyük boyutlu yalanlar, güç
odaklarının tehlikeleri , doğruların katledilmesi veya faz
l asıyla akan p araların vesvesesine kapılma endişeleri
karşısında sadece imanından kaynaklanan güçle hareket
etmesi çok şeyi değiştirmektedir. Taşlamalar, ömrünün
sonuna kadar inzivaya itilmeler, para, hem de kendi ağır
lığında veya ailesinin, hatta bütün "dost" ve "arkadaşla
rı"nın ağırlığında altın onu sürekli tehdit edecektir.
102
nı bulması ve yutması gerektiği halde neyi seçeceğini bil
meyene, aradığını sunmak için yardımcı olurlar.
103
b.İbad gibilerinin isimlerini latince yazması ve gözleri ve
kulakları kapalı saf müşterilerine yut�urması ne gülünç
tür . . .
104
. . . ( *)
105
rağmen sadece hususi cevap vermekle yetindi. ( 1 ) B unun
la birlikte, her zaman rahatsız olduğum durumdan kaçın
mak için sustum. Sert bir dille yazılan mektup meselesiy
se iki sene öncenin hadisesidir -İsrail ve Filistin meselesi
gündeminden, siyoni s tler karşısında safların birliği mese
lesinden sonra-. Mektup olayı, özel yerlerde, onun karşı
sında, ünvan, dar görüşlülük, şahsi ihtiraslar, kendisini
öne çıkarmalar ve halkı aldatmalarla yaygınlık kazandı.
Ama bütün bu dedikoduları yayanlar bu ateşi alevlendi
renler, ciddi insanlar değildi. Ciddi yerlerde de sözkonusu ·
edilmemişti. Bilmem hangi gazeteden bu derginin ismiyle
ve yine bu derginin yazı işleri heyetinin haberi olmadan
bir ilan yayınl;mdı. Bunun bir çok dindar ailede -nitekim
bu ailelerin büyük bir bölümü sözkonusu dergiye itikadi
bilgi noktasından bakmaktaydı- tesirli oldu. Ama yine de
bu derginin ismine duyduğum saygıdan dolayı, bu davra
nışı içime attım. Nitekim Hüseyniye-i İrşad'daki "İslam'ı
Tanıma" derslerimin başında açıkca şöyle dedim: "E ğer
mukaddes ulema cemaatında hastalık veya düşmanlık
baş gösterirse ve orada aleyhimizde sürekli suçlama, ya
lan yanlış saldırı ve tahrik yöntemiyle hücumlar da baş
larsa, biz ulemaya saygıdan dolayı ve düşmanın istifade
etmesini engellemek maksadıyla karşılık vermeyeceği z .
106
Hatta şerefimizi, imanımızı, aşkımızı ve hatta temel mu
kaddes esaslarımızı hedef de alsalar, kendimizi savunma
ya teşebbüs etmeyecek, buna tahammül edeceği z . Çünkü
ulemaya saygıyı kendimizden daha önce görmekteyiz . Zi
ra onların korunması bütün din bağlılarının yanısıra em
peryalizmin kültürel saldırısı karşısında direnen ve me
suliyetlerinin idrakinde olan aydınların da görevidir. Ni
tekim halk kitleleri arasında güçlü bir yere sahip olan ve
bu güne kadar emperyalizmin sarsmaya muvaffak olama
dığı bu sınıfın korunması , içtimai ve fikri bir mesuliyet
tir."
107
dergide basılmış olduğundan bizim veya senin tarafından
gösterilecek hiçbir tepki maslahata uygun olmayacaktır.
108
ad edilmiş) İmam' a ( a . ) inanç hakkında dipnotta sadece
bir soruyu sözkonusu ettim ve Nedbe duası konusunda
sorduğum bu basit soru hakkında araştırması olan ule
manın bana yol göstermesini istedim . Zaman geçirilme
den dergide Nedbe duası üzerinde söz söylenmeye başlan
dı. Orada, başka bir yazarın Nedbe duasına olan itiraz ve
sorularıyla, benim basit sorum birbirine karıştırılmış şe
kilde, hiç bir sınır ve ayrım konmadan, bütün o sözler
sanki- benimmiş gibi yayınladılar, dolayısıyla derginin ya
yınlandığı ce vapların muhatabı da ben olmuş oldum!
109
bilakis İslam İslam ulem�sı ve şia ulemasının resmi görü
şü olarak yayınlanmaktadır-. Bunu da halka aşılamakta,
kamuoyunda bir yazarı yerin dibine batırarak, kitap ve
mütalaa çevrelerinin zihinlerini bulandırmaktadırlar. Bu
nu yapan da şia ulema topluluğuun tek yayın organı olan
dergidir!
1 10
başvuruyorsunuz? ( 13. yıl, 9. s ayı)
111
yazmaya mecbur bıraktı:
1 12
cı sorular uydurdular ve yine kendileri cevap verdiler.
1 13
vet niteliğindedir. Aynca bu mektubu derginin idare mü
dürünün yazdığını da eklemeliyim. O da, dergide " İslam'ı
Tanıma"ya saldın ve ona cevaben yazılan mektuptan son
raydı ! İşte bu sebep ve unsurlardan dolayı, O 'na' hitaben
yazmış olduğum mektup ve İrşad'ın araştırma grubunun
O'nun eleştirisine cevaben yazdığı -ben ihtilaf ve çekişme
l_ep önlemek gayesiyle onu yayınlatmadım- yazıyı bir sene
sonra yayınlamaya mecbur kaldım. B u tür yollara başvu
runlara engel olsa bile, bunun bu sahada yayınlanan en
son yazı olmasını dilerim.
1 14
Ayetullah'il Uzma Milani' ye Mektup
1 15
hakkımız olsa gerektir. B undan dolayı sizin şahsiyetiniz
bizim ümit ve inancımızın dayanağı olmuştu. Hususen,
ömrünün bir bölümünü dışarıda geçiren siz, gençlerin ba
şıboşluğunun sığınağı , müminlerin ü mitlerini yenileme
kaynağı ve aydınların kötümserliğini telafi eden bir ma
kam · haline dönüşen ulemaya büyük ihtiyaç duyulduğu
bir zamanda aramıza katıldınız. Bunlara ilave olarak; İs
lam'a, Dini ilimler Havzası'na ve İslam ulemasına umut
bağlayan herkesin sizin başarılı olmanızı istediği biriyle
rekabetiniz sözkonusuydu.
1 16
yaralı olmadığını söylersek yanılırız.
1 17
la anlattık- size saygı duyanların safında görmediğiniz
den dolayı mutlu da olabilirsiniz. Buna ilave olarak Savaş
Bakanlığı'na bağlı resmi yetkiliye, "zersiz ve zorsuz" (var
lıksız ve güç sahibi olmayan �çev.) bir öğretmen ve bir ko
nuşmacı hakkında başının ezilmesi için fetva yayınlattı
nız. Ama bütün bunlara rağmen size hitaben yazmış oldu
ğum bu mektubun bana büyük bir acı verdiğini söylemeli
yim. Elim, kalbimdeki sıkıntıdan dolayı titriyor. Zira sizi
kaybetmek benim için telafisi mümkün olmayan bir facia.
Hayatım ve alınyazım başka bir yere dayanamadığımın
şahididir. Bundan dolayı başka bir yola da adım atamıyo
rum.
Hazret-i Ayetullah,
1 18
taklit mercii ve büyük bir ilmi şahsiyet kendi söyledikle
riyle amel etmez . Kaçınılmaz bir esas olmasına rağmen,
bu özel durumda amel etmekten kaçınır. Bunun yanında
bir durumu belirlemek bir fakihe yakışmaz. Fakih sadece
hükmü ilan eder, şeriatin genel kanunlarını beyan eder.
Falan yerin, falan şahs_iyetçe benimsenip benimsenmedi
ğine halk karar verir. Hükmü fakihten öğrendikten sonra
meseleye kendileri müdahale eder. Ç ünkü o meseleyle
kendilerinin daha yakın ilgisi vardır ve en do!P"u araştır
mayı da yine kendileri yapabilir. " Belirli bazı gırtlaklar
dan , bu şahıs ve İrşad konusunda yoğun bir saldın ve ifti
ra kampanyası başlatıldığı bir zamanda ne oldu da Haz
ret-i Ayetullah destek olma yerine aniden bilinen unsur
ların yanında yeralmayı tercih etti ve bu değersiz grubla
aynı sesi yükseltti , hatta müessesenin ezilmesi için -bazı
ları neden ezilmesi gerektiğini ve nereden başlanılacağını
iyi biliyor- tavır aldı ve bir fakihe yakışmayacak duruma
düştü?
1 19
lar. Fransız komünistlerinden Henry Alec onlara katıldı
ve müslüman mücahidlere bağlılığından dolayı işkenceler
gördü. Öyle ki onun hayatını konu alan bir film de yapıl
dı. Şii rehber ve müslümanlann öncüsü s ayılan ulema, bu
insanların dertlerini yansıtan kuru bir bildiri bile yayın
lamadı !
120
istenmeyen kişi olarak tanındın" diyorlar. Dün verdikleri
bir hükümle bana "senin ders verme yetkin yoktur" deni
yor ve bugün de Hazret-i Ayetullah'ın fetvası Meşhed'ten
ulaşıyor: "Ey halk O'nu dinlemeyin , kitaplarını okuma
yın " , çünkü senin "velayetin" yoktur!
Hazreti Ayetullah,
121
İbrahim Milani'ye Mektup (*)
Ey "Ali "!
- "Allah " dostu, "insanlık " sembolü, "iman ve hürriyet"
ruhu- senin adına ne ihanetler işlenmiyor ki!
-Özeldir-
122
duğu, dünyada İslam'ı ve müslümanlan tehdit edici tehli
kelere rağmen müslüman h alkın bu gerçeklerden uzak
laştırıldığı bir sıcak atmosferde avamın taassubunu tah
rik etmek için "velayet tehlikede" sloganı uyduruldu ve
başını kaldıran herkesin kafasına indirmek üzere velayet
isimli bir sopa yapıldı. B ütün eserleri Ali'ye ve ailesine
aşkın aynası olan, ömrü, fikri ve kalemi Ali'nin velayeti
nin emrinde olan bana da bu sopayla vurmaya karar ver
dil e r. Çünkü tahrik edilmesi gerekli olanlar, kitap okuma,
konuşma, dinleme , teşhi s , istinbat (sonuç çıkarma) ve
araştırma ehli değillerdi. Sadece, "böyle diyorlar" , "efendi
hazretleri böyle buyurdu" ve "gitmeyin, okumayın, dinle
meyin ! " gibi sözlerin insanlarıydı. B undan dolayı tahrik
olmaları da kolay olurdu.
123
derslerin'e gittiğim bir kaç öğrenci olan ben, aniden kor
kunç bir tehlike oldum . Batıda yirmi yıl boyunca garip
"Valyans " okulunda eğitim görüp gelmişim. Komünist ·
dünyası, kapitalizm, kiliseler ve vahhabi mollaları , işbirli
ği - içinde yatırım yapıp beni seçmişler ve ben böyle bir ci
hanşümul güçfo, doğu-batı, küfür-din, İslam-hıristiyanlık
ve materyalizm gibi zıt kutupların yardımıyla İran'da ve
layeti kökten sökmek, şia'yı imha etmek ve onun yerine
matery_a lizm, komünizm, emperyalizm, kilise, vahhabilik
ve batı kapitalizminden oluşan bir din kurmak istiyormu
şum. -Mevcut bütün tehlikelere rağmen- ellerini bağlaya
rak namaz kılmayacak kadar şiddetli bir dini bağlılığı bu
lunan genç nesli , komünist materyalistler olarak yetiştfr
mek istiyormuşum!
124
H adi Milani'ye benzemesinden istifade etmek istiyorlar.
(1) Ve hayatında bir kelime konuşmay a n , tek satır yaz
mayan ve ömrünün kavi slerinde sadece bir kez milletve
kili olan sizin sözünüzü , "bir merciin fetvası ! " olarak yay
maktalar.
125
!anmasında acemilik yaptınız. Bunların hatırlatılması,
daha sonraki ısmarlama fetvalarda size tecrübe olması
yönünden beyan etmeye değer:
126
dır. Öte yandan masumiyete inanan ulema da _ bu mesele
aleyhinde şöyle bir fetva yayınlamıştır:
127
kavşağında buldum kendimi. Bu noktada ya ' Peygambe
rin Sehvi 'ni veya ' . . . . . 'nin Sehvi'ni kabul etmem gerekiyor
du, ikincisini kabul ettim." ! !
128
k ü m l e ri beyan eder. Halk da araştırı r . l rşad'ın hergün
Tahran'da güçlü hoperlörlerle yayınladığı e z anı dinler ve
söyleyip söylemediğine bakar!?
129
ti giymekte, en büyük ilmi ve ulema sıfatını da kendisine
lakab olarak kullanmaktadır, ama hiç kimse ona itiraz et
memektedir. Bu elbise ve lakabla meydana atılıyor, hal
kın imanı , toplumun mukaddesatı, İslam, Kur' an, ima
met, velayet ve şianın herşeyi ile rahatlıkla oynayabili
yor! Veya bir karpuzcu, kebapçı çırağı veya sandoviççi,
aniden karpuzu, kebabı ve sandovici bir kenara bırakıp
Ali'ye, Fatıma'ya ve Hüseyin'e sarılıyor; ulema kıyafeti ve
resmi dini ünvanla ayakların altından sıyrılıyor ve Pey
gamber'in minberine çıkıyor! Din adına halka vazetmeye
başlıyor, Ali'nin mektebinin ve Hüseyin'in kıyamının söz
cüsü kesiliveriyor, hatta " İslam ve ulemayı savunma" adı
altında tavır almaya ve imamın ( mehdi-çev. ) parasıyla ar
ka arkaya kitab yayınlamaya başlıyor. Ulema adına her
iftirayı, sahtekarlığı, yalanı, saptırmayı, her saldırıyı, her
türlü tabiri, düşmanlığı, töhmeti ve tahriki binlerce sayfa
lar halinde bilinçli düşman ve dostun eHne veriyor. Bu
nun da ötesinde, son olarak, büyük taklid makamı, fetva
sahibi ve büyük fakih Ayetullahi'l Uzma ismiyle fetva ya
yınlanmaktadır!
130
bın takılması, ardından bazı neticeler doğurmuş . Nitekim
iki kitab yayınlattınız ; biri "Velayet Fermanı" ismiyle si
zin adınız a yayınlandı, diğeri de başka birinin ismiyle ya
yınlanan " E şek içinde E şek" isimli eseriniz! ( * )
131
Yani mevzuyu tam kırk yıl öncesine çekiyor ve benim
Ebu Talib h a k k ı n d a İ s l a m ' dan önce söyl e m i ş o l duğum
sözleri İ s l a m ' d a n so nra naklediyo r s u n u z . B un un l a a v a m
tabakasına, s ü n nilerle aynı inançta olµuğu m u v e Ebu Ta
l i b ' i n m ü s l ü m a n o l madığına inandığımı i s p atla m ak i sti ··
yorsunuz ! ! H a l b uki beni m eserim hakkı n d a fe t v a veren
siz bile b e n i m " F atıma Fatıma d ı r " adlı k i t a b ı m d a oku
muşsunuzdur; tekrar etmek ve b üyüklerin sözlerini ke ndi
adıma yayı n l amak yoluyla deği l , delille, ya ş antıy l a , Ebu
Talib ' i n şahsiyet, a m e l ve h a s s a s mesuliyetiyle , tayin edi
ci tavırlarıyla, Ebu Talib'in iman etmiş o l m asının da öte
sinde i s p at l ayıcı deliller sundum . Siz ya bu yazı ları oku
duğu n u z halde aksini b a n a y a m a m aya kalkıştınız veya
okumadan aleyhimde fe �va yayı n lamaya başladınız . Her
haliyle bu iki teşebbüse ,. erilmesi gerekli o l an is m i kendi
niz seçi n .
132
ş a d mües sesesini ve b ütün temel dayanağı , fel sefesi , tari
hi, toplum bilim i , antropoloj is i , dünya görü ş ü , ilmi bakı-·
şaçısı sadece Ali ' n i n m ektebinden kaynaklanan , her yerde
Ali ( a ) v e l ayeti ve Peygam b er a i l e s i n i n savunucusu olan
b e n i hedef göstermektedir. Halb uki benim eserlerimden
bir sayfa okuyan veya bir toplantıda beni din leyen herkes
bunu h i s s e d i p duyabi lir. ( S i z bunların h e p s i n i okudunuz
ve uzun s e n e l e rden b e ridir beni tanıyorsunu z ) . Her alim
ve hatib i n İrşad ' l a işbirliği yapmasının yanısıra, yaklaşık
elli senelik ö m rünce bütün varlığı y l a şia fıkhıy l a içiçe ol
muş, ehl-i beyt mektebine, ö z e l likle de Kur' a n , Ali ve Hü
seyin çevresi ndeki büyük h i z m e t l e ri eski ve yeni bütün
ulema tarafından teyid edilen babam gibiler bile saldırıla
rınızın hedefi olmuştur. Hem de s o n olarak sipariş üzere
yontul m u ş çomaklarla. Bir ömürlük aşk, ahl a k , fedakar
lık, seçkin i l i m ve tebliğ hizmetlerinden sonra; sarık tak
ma rütbesi k a z a n a n , zahire n hayatl arı i m a n , i l i m ve tak
v a n ı n s e m b o l ü o l arak gör ü n e n bir gru p m o l l a yaftalılac
tarafı n d a n saldırıya uğramakta , yalanlar, b ü h tanlar ve
çirkin tabirlerin yan ı s ı r a , s a dece b u grup tarafından ya
pılma s ı , uydurul m a s ı m ü m k ü n o l a n " ve l ayeti i nkar et
mek ! " suçundan dolayı yargı !anm aktadırlar.
133
Bununla birlikte bu yeni cephenin gönlünü hoş etmek
için, zaman z aman yeri olmamasına ve hiçbir ilgisi bulun
mamasına rağmen, bana saldırıyor, "hain kalem" ve ben
zeri kelimeierle beni meseleye karıştınyors�nuz .
134
Gerçek ulema meseleden uzak kalsın, asıl taklid ma
kamları fetva vermesinler, susmaları için ağızlarına mü
hür vurulmuş olsun ve onların yerine hazret-i siz, Ayetul
lahi'l Uzma Kazimini Burucerdi Efendi sahnede olsunlar.
Muhammed Ali Ensari Bezzaz ve İbrahim Ensari Zencani
gibi küfürbaz efendiler, bugünlerde Avrupa'ya gitmek ye
rine , Allah'ın evini ziyarete giden, gazino ve gece partileri
yerine İslam'ı dinleyen, dini toplantılara katıla.n, Rama
zan'ı ihya eden veya Muharrem ve Aşura yası münasebe
tiyle İrşad'a giden bu toplumun namusuna, binlerce ana
ve bacıya, ben Meşhed Edebiyat Fakültesi'nde " İslam'ı
Tanıma" derslerinde hata yaptım diye küfretmekte ve cin
si s apıklık gibi iftiralarda bul unmaktadırlar! Bir " alim"
adına! Yine "velay�t" i savunmak uğrunda! Bir fahişenin
vicdanının bile kabullenemeyeceği küfürler. Bir şahsı kö
tülemek adına, isimlerini bile bilmediği binlerce aileye ağ
za alınamayacak küfürler savurmak! ( * )
135
Sizden, bu tehlikeli siyasi övgüleri ve bu hokkabaz til
kilerin tazim ve saygılarını kabullenmemeni z i , büyük dini
makamların hakkına tecavüz etmemenizi , alleme, dahi ve
eh l -i beyt fa kihi gibi kelimeleri l ügat ve ı s tı l a�i yön d e n
basitleştirmemenizi i stirham ediyorum . Ş i a i l m i n i n b ü
yük iftiharı olan Şeyh T u s i -İ s lami i l i m lerin b ü t ü n saha
l arında görüş sahibidir- gibileri kendilerine " S i kketu' l İs
lam" derke n , siz nasıl oluyor da "Ayetullahi' l Uzma" laka
bını kabul edebiliyorsunuz . Bu n u n l a birlikte sizin şahsı
nızı, b u sözler, telkinler ve benzeri yo llarla V P. s veseye dü
şen b i r şahıstan daha üst seviyede gö rüyor ve i n s ve cin
nin s i z i kolay kolay h u kadar çirkin b i r p l atforma rahat
lıkla sürükleyebileceğini sanmıyordum. Bugün o rtada bu
lunan rezi llik, kimseye gizli kalmış değil ve b u karıştırıcı
lığı n nereden k aynaklandığını b i l meyen de yo k ! ? Nere
den? Neden? N asıl? Hangi plan veya programlar için ge -·
liştirildi ve sahnelendi?
136
ya ekmek için ve hatta bazen hased u kdelerini ( kı skançlık
kompleksleri ni ) gidermek, ş ahsiyet eksikliklerini telafi et
mek için hiçbir teşebbüsten geri kal m a z l ar; halkın imanı
n ı , dinin mukaddesatı n ı , avamın ehl-i beyte olan aşk ve
ihlasını, velayet ve ulemayı heva ve hevesleri n i n oyuncağı
yapar ve onları makamları için birer ve s i l e haline getirir
ler!
137
dıklan ve bu sene bizi ondan sapmak, hatta onu inkar et
mekle itham ettikleri "velayet" mektebinin Aye tullahi'l
Uzma'sı, alleme fakihi ve fetva yetkilisisiniz . Zira, belki
bir çoğu bilmiyordur. Siz tevazu ve büyüklüğün ifşa olma
sından çekindiğiniz için İslam tarihi boyunca şia'da "vela
yet" i ilk defa ilan eden, manalandıran, tefsir ve tahlil
eden, ayet ve rivayetlerle istidlal eden, hüküm çıkaran ilk
kişinin zatınız olduğunu söylemediniz. İnsaf ehli olanlar,
sizin velayet mevzusundaki öncelik hakkınızı resmen ta
nımalıdırlar. Nitekim bu beyler, velayet uzmanlarına -altı
günlük savaştan, müslümanların siyonistler karşısındaki
vahde tlerinin kuvvet bulmasından, İ rş ad hareketinin
başlamasından, İslam'ın büyük fikri akımından ve genç
nesil arasında Ali Şiası' nın yayılmasından sonra- "onlar,
yeni velayet düşüncesini bulan kimselerdir" dediler. Yani
1 969 ve 1970'lerde ! Halbuki bundan 10- 15 sene önce, bu
mesele daha gündeme gelmeden önce ilk olarak siz "vela
yet-i cedid" (Yeni Velayet) görüşünü Tahran radyosundan
ulema adına beyan eden ilk şahıs oldunuz, hem de ayetle :
"Allah'a, Resulüne ve sizden olan ulu'l emr'e itaat ediniz."
1 38
kamı" ünvanlanyla anmakla yetinmiyor, buna ilave ola
rak sizi bu fırkanın reisi, bu mezhebin imamı ve bu vela
yetin ilk kurucusu olarak görüyorum. O gün her ne kadar
tek başınıza ve bu velayeti yalnız şia ve şiiler arasında
ilan ettinizse de teziniz bugün birçok taraftar bulmuştur.
Teşkilat, güç, makam, itibar ve sistem var artık arkanız
da. Öyle ki bu iki sene içerisinde, sizin velayetinizi savun
mak ve velayet muhaliflerine saldırmak maksadıyla yak
laşık yirmi cild kitap yayınlandı . İran tarihinde bunun
benzeri yoktur. Aynca sanatkarlar, şarkıcılar, müzisyen
ler, reklam dolu sahife sahipleri ve radyo programlan si
zinle uyum içerisinde, sizin bu düşüncenizin yayılmasına
yardımcı oldular. B u velayet hakkında, en az onbeş sayfa
yı değişik zamanlarda yayınladılar. Ebu Süfyan zamanın
dan ( nitekim ilk olarak tefrika, kanşıklık, kardeşin kar
deşi öldürmesi yolunda Kureyş'in şirk ve fırsat sembolü
olarak, İslam düşmanlarının sultasını sağlamak maksa
dıyla "Yalancıların Velayeti" şiannı i lan �tti ve ilk gerçek
velayet sahibi Ali'ye saldırıp O'nu uzaklaştırdı) bugüne
kadar siyaset, sanat ve dinin içindeki nifak örneklerinde
bunun benzerine raslanmış deği l. B u yolda Allah'ın size
yardım etmesinden, ilerlemiş olmanızdan dolayı çok mut
luyum . Ve ben -velayetinizde, hedefteki. bir numaralı suç
lu olarak- "Yeni Velayet"in öncüs ü ve kurucusu olmanız
dan dolayı tebriklerimi bildirir, böyle bir düşüncenin şia
toplumunda yayılmasının çok zor olduğunu da itiraf ede
rim. Gaybi destekle bütün bu zorlukların üstesinden gelip
onu hatta " şia velayeti " ! ismi altında planlamış ve o yay
mış olmanızın sevindirici olduğunu söylemek gerek. Zatı
nıza, zatınızın "hemşerileri " olan diğer çalışma arkadaşla
rınıza tebriklerimi yeniden bildirir, sizin ve yaranınızın
zeka ve liyakatınıza "aferin! " dememenin mümkün olma-
139
<lığını belirtir i m .
V e b a ş k a b i r beklentim :
V e s o n beklenti:
Öyledir!
E s ki bir seveniniz . . .
140
''Eleştiri ve İnceleme" Kitabının Yazarına
Mektup
141
de imam ların meclis inde ve mukad des ehl-i beyt mekte
bi �i savunma k adına- molla markalı meslekd aşları gibi
namusa küfretmiyor. Veya benim görüşümü reddetmek,
kitabımı eleştirmek için en büyük bilimsel delil ve akli çı
karım yöntemi olarak ağza alınmayacak küfürler· savur
muyor. Kitabı umumun gözleri önüne serip eleştirmeye
çalışıyor! Bu sahadaki tabirleri "cahil" veya "kötü huylu"
gibi kelimelerden öteye gitmiyor. Bundan dolayı ne kadar
teşekkür etsek azdır.
142
ders şeklinde okumalarını tavsiye etmeyi düşünüyorum.
143
.
Giymiş oldu ğu elbiseye ve makamına duyduğum say
gı , kitabım konusunda yaptığı " İ nceleme ve eleştiri"ye
verdiğim değer ve yazılan eleştiriye dolaylı olarak cevap
i stemiş olduklarından dolayı bir mektub yazdım. İ lk ola
rak kendisinden kj tabın ismini istemeyi ve meseleyi dost
ç a bir mihver üzere konuşup tartışmayı düşünüyordum .
Ancak bu mektubun yayınlanmasının, b e n i m kitabımı
okuyan veya okuyacak olanlar için faydasız olm ayacağına
karar verdi m . Çünkü onun kitabı alenen yayın l anmıştı.
B undan dolayı b e ni m bu kitab konusundaki mektubu
mun yayınlanması caiz ve hatta gerekliydi :
144
cek hale geliyor. B u muhasarada Ben-i Kurayza da hen
değin içinde ; kudurmuş ve silahlı halde. Kurşunlara he
def olanları, bir ihanete kurban gidenleri ve müşterek bir
derde sahip olanları birbirlerine karşı o kadar kötümser
ve düşman hale getiriyorlar ki, birbirlerini göremeyecek,
tanıyamayacak halde kurşunlarına hedef yapıyorlar. Öy
le ki, birbirlerine karşı dedikodu ve yersiz yargılarla sal
dırmakta, gizli ve dağınık haldeki şeytani sıfatlıların
emellerine alet olmaktadırlar.
145
Ianmızda varolan büyüklük, fazilet ve derin manadan sö
zettiğimde ve " namazımızın kıblegahı olan bu mukaddes
ev, arzularımızın kıblesi. Ona yönelerek yaşarız ve yine
ona yönelerek ölürüz . . . . " dediğimde, eksiklik arayan biri
olarak bu sözlerimi bile reddettiniz, muteber fıkhi deliller
öne sürdünüz ve benim yeterli ilmi bilgiye sahip olmadı
ğımı ispatladınız . Zira benim Kabe'nin sıfatlarını anlat
mamı eksik bulmuştunuz. Bu anlatımda, " . . . . şu devamlı
yöneldiğimiz Kabe'ye karşı oturmamalı ve sırt dönmeme
lidir . . ! ! " demeliymişim.
146
Bu bey mescid ile cadde arasındaki farkı bilmiyor! " diye
bilirsiniz.
1 47
balağalı duru m unuz , sizi, kitabımda yeralan konuları
eleştirme çevresinde yanlışa sürüklemekte, mana ve lafız
açısından itiraz etmediğiniz bir mevzuda sadece baskı ha
tasından kaynaklanan bir yanlış nedeniyle kitabı bütün
olarak, kesin bir tavırla saldınnıza hedef yapmanıza, o
görüşü küçük düşürmek için elinizden geleni ardına koy
mamanıza yolaçmaktadır! Hacer'in hikayesinden sonra,
Habeşli bir kadın kölenin bu ilahi mektebte yükselmiş ol
duğu makamı överken, kinayeli bir şekilde (kadınların
özgürlüğü ve kadının ilahi makama ulaşması yolunda bu
gün söylenen sözlerin ne manaya geldiğini; kadın, özgür
lük ve insanlık adına neler yapıldığını görüyoruz) şöyle
diyorum:
148
karşı takınmış olduğunuz düşmanca ve sert duygusallığı
nızı kontrol etmenizi istememdir. Duygularınızı değişti
rin demiyorum, ama onu kontrol edin ve eserimi eleşti
rirken, okuyucuya, şahsıma karşı aşırı mutaasıp ve ön
yargılı olduğunuzu göstermeyin. Bu risalelerin yayınlan
masından kasdınızın o "özel grup"la hiç bir ilişkisinin bu
lunmadığını ispatlayın (çünkü onlara çok az bir bağlılığı
nızın bulunduğunu ve hatta benzer yanlarınızın olabile
ceğini sanmıyorum. Özellikle itikadi ve sosyal yönden be
nim gibi şahıslara olan yakınlığınız, onlardan daha fazla
dır. Ayrıca o tek tempo halindeki seslerin nereden kay
naklandığını da biliyor olmalısını z ) . Şahsi maslahat, iş
sahasındaki menfaat (bu şahıs aleyhindeki saldırılar bir
"moda" halini almış ve "fayda" sağlar olmuştur), ferdi ha
sasiyet, kasıt, ilini olmayan ve dinden kaynaklanmayan
hastalık ve garazlardan tamamen uzak olduğunuzu ve
bütün üzüntünüzün, derdinizin sadece dinden kaynak
landığını, inceleme ve eleştirinizde dayanağınızın İslam ,
akıl ve ilme dayandığını gösterin. Ama anlaşılan o ki,
üniversiteliler, aydınlar ve bu asrın gençleri arasında sal
dırgan kültür ve mübelliğlere karşı yoğun bir gayret gös
teren birini zayıflatmaktır hedefiniz. Bu neslin dine, İs
lam'a ve Şia'ya yönelmesi "maslahata uygun" değil mi?
Dini koruma mesuliyeti altında bulunanların O'na karşı
mücadele vermesi, okumuşlar arasında yeşeren bu dü �
şünceyi parçalaması ve bu fidanı kökten sökmesi hangi
dinin maslahatına uygun olabilir?
149
edememiş olabilir. Buna rağmen O 'nu takib etmenize hak
veriyorum. Bunu da ahlaki bir edepten dolayı söylemiyo
rum. İlmi bir esas, zaruri ve hatta hayati bir mesele ola
rak buna inanıyorum. Zira bir düşünce, ancak eleştiri, in
celeme, devşirme, tahkik, reddetme, inkar edilme, saldırı
ya hedef olm�, itham ve töhmetlerle asıl gelişmesini gös
terebilir, kendisini tashih edebilir, zaaf noktalarını görür,
gafletlerinin farkına varır, kendisini besler, toplumun an
layışını ve çevrenin tepkisini ölçer; tehlikeleri, komplola
rı, gruplaşmaları, hassasiyetleri, gizlice dönen oyunları,
perde gerisindeki planları, güçleri, çelişkileri, maslahat
ları ve ondan zarar gören menfaatleri, ihtiyaçları, dertle
ri, kendisinde cevabını bulan istekleri, hergün somutla
şan ve ağırlaşan sorı ımlulukları ve nihayet kendisini,
komşularını , dostlaru,' ve düşmanlarını yakından tanı
maya fırsat bulur . . . "Durum"u hergün daha iyi, derin ve
dikkatlice tanır ve bu yolla eksikliklerini gidermeye çalı
şır; konuşma dilini bulur, daha doğru ve müstakim yolu
tespit edip toplumun bünyesinde ve zamanın doğrultu
sunda bir konuma oturtur, konuşma dilini belirler. E n
doğru ve beğenilir yolu belirleyerek zaman ve topluma
uyum sağlayan bir konuma ulaşır. Eğer kalma değerine
sahip değilse -veya bu çekişmelerde boğulur, ölürse- ve
belirli bir özgünlüğü yoksa kendi yokoluşunu hazırlamış
olur. Zira bir "fikir", (vahiy yoluyla gelen veya masum bir
kafanın düşüncesi olandan ayn olarak) canlı bir varlık gi
bi -bir ağaç veya herhangi bir canlı gibi- beslenme, hare
ket, budamayla (tashih) ve bilinçli bir şekilde hastalık ,
zorluk, kıtlık, darbeler, kış, güneş, rüzgar, tufan, iklim
şartlarının sürekli değişmesi karşısında direnişle büyür
ve . . . . . . . toprağa kök saldıktan sonra meyve vermeye baş-
lar.
150
Size arzetmek istediğimin, o yayında saygıdeğer zatı
nızın bulduğu hatalara cevap vermek olmadığını belirt
mek isterim. Zira ben, insafsızca ve merhaırletsizce bile
olabilen bu "inceleme ve eleştiri"lere, sosyal tesiri , halkın
bilinçlenmesi yönünde düşünce vermesi ve bağlı bulundu
ğum itikadi hareketin kuvvet bulması açısından b üyük
önem vermekteyim. Bundan dolayı böyle bir gayeyle yapı
lan eleştiriye tepki göstermek, "cevap vermek" ve "karşı
lık olarak saldırmak" gibi yöntemlerin gerekliliğine inan
mıyorum. Ç ünku bildiğimiz, bildiğiniz ve bildikleri gibi,
bizim toplumumuzda eleştiri tamamen " red" manasında
dır. Böyle olunca da bu eleştirilerin büyük bir bölümü
ilimden uzaktır ve doğal değildir. Veya b u hataların bulu
nuşuna başka şeyler sebep olmaktadır. Öyle ki , mevcut
bazı şahsiyetlerin, ulemanın ve benzerlerinin bundan beş
yıl önce henüz yeni yayınlanmış olan lslam 'ı Tanıma ki
tabına büyük övgüler yağdırmalarına ya da susmalarına
rağmen aleyhimde saldırı başlatılmasına ve Hüseyniye-i
İrşad'ın kapatılmasına karar verildikten sonra topluca
saldırıya geçtiklerini görd ü m . (Yazılı ve sözlü övgüler
yağdıran bu şahsiyetlerin , altı günlük İ srail-Arap sava
şından sonra saldırıya geçmeleri ilginçtir. Müslümanların
siyonizm meselesi ve müşterek düşman karşısında birleş
mesinin ve Müslüman Filistin halkının derdine ortak ol
manın sözkonusu olduğu bir zamanda, hem de dindar bir
atmosferde , dinle ilgili özel durumların böyle bir dini
platformda günde getirilmesi karşısında aniden takınılan
tavır! Bu saldırılardan hedefleri de ; yaygın dedikodu, ifti
ra ve yapmacık bir duygusal tahrikle, asıl meseleyi gölge
leyecek tabii olmayan bir hissi tep ki atmosferi oluştur
maktı. Yalancı bir cephe oluşturularak düşüncelerin sap
tırılması ve gerçek cephe üzerinde odaklaşan düşüncele-
151
rin yörüngesini değiştirmek ve aynca ben ve benim gibi
lerin, "Moşe Dayan'ın sol kaşının altında göz yoktur! " di
yememesi için bütün yollar denendi . Ve öyle bir hissi at
mosfer oluşturuldu ki böyle dememiz halinde " ulemaya"
ihanet etmiş ve "velayet"sizlikle suçlanmış olacaktık! . . . )
152
paganday� karşı durulmalıdır. Öte yandan donmuş, bit
miş, imana yabancı kalmış nesil arasında büyük bir dine
yönelme hareketi başlatılmalıdır. Bütün gayretlerin he
defi budur. Yoksa böyle bir zaman ve böyle bir dünyada
benim gibi birinin karalanması veya aklanmasının halkın
kötü geleceği, Müslüman toplumumuz ve İslam üzerinde
nasıl etkisi olabilir ki?
153
ha sonra, cevap vermem için bir mektup yazdığınızı, ama
ona cevap yazmadığımı buyuruyorsunu z . Hem de bunu,
"eğer bir eleştiri olursa ona memnunlukla cevap veririm"
demiş olmama rağmen yapmışım.
154
kında hüküm yayınlanması ve mektubunun cevabını al
madığından dolayı halka "kötü fıtratlı" olarak ilan etmesi
adaletten tamamen uzaktır.
155
Edebiyat Fakültesi Başkanına Mektup
Sonsuz hürmetlerimle ,
156
daha fazla olarak bu çalışmanın sıhh atine dikkat ettiği
nizden şüphe yok. Bunu hatırlatmayı gerekli gördüm, zi
ra beni iyi tanıdığınızı biliyorum. En azından kendi çıka
rım için her türlü yola başvurabilecek kadar maddiyatçı ,
zayıf ve korkak olmadığımı biliyorsunuz . Her yolu caiz
görecek ve rahatlıkla yalan söyleyecek biri olmadığımı
bildiğiniz inancındayım. Söylediklerimi, o raporu sunan
lar kadar muteber kabul edeceğinize inanıyorum. Husu
sen maksadım , idari bir yolsuzluk yapmışsam bu yolla
onu affettirmek ve bunu da sadece sizin bilmenizi iste
mek değil. Size yazdığım bu mektubu bu meseleyle sınır
lamanızı, daha sonra da basit bir idari mektup gibi bir
kenara atmanızı istemiyorum. Şunu da ilave edeyim ki,
fakültenin, başkalaFının da tasdik etmiş olduğu bendeki
kuvvet noktalarını inkar ettiği ölçüde , ben kendimde bu
lunan birtakım zaaf noktalarından rahatsız olmaktayım.
Öyle ki , fakültenin benim hakkımda alacağı her türlü ka
rar karşısında şimdiden teslim olduğumu bildirmek iste
rim . Hatta herkesin kaçınılmaz hakkı olan noktalardan
da herhangi bir beklentim yok . . .
157
Edebiyat Fakültesi Başkanına Başka Bir Mektup
Selamlar . . .
158
talaa ederek (derste sözkonusu edilen mevzulardan hiçbi
ri yazılı olarak basılmış değildir) imtihanlarda başarılı
olamayacağına inandığımdan (örnekleri imtihan kağıtları
ve sorularıdır) , herkesin derste verilen konuyu eksiksiz
öğrenmesinin ve diğer öğrencilerin seviyesine ulaşması
nın gerektiğini söyledim . Zira not, dersi dinledikleri veya
derse katılmak için çektikleri zahmete değil, verilen dersi
öğrenmelerine göre verilir. Kanaatimce, derse katılmış
öğrencilerin seviyesine ulaşmak için kişisel gayret göste
ren öğrenciye yeterince not vermemek yanlış olacaktır.
Böyle bir gayret gösteren öğrencinin, öğrenmenin en ko
lay yolunu tercih edeceğinden kuşku yok . Diğerlerinin
müşterek yolla öğrendiği ve öğretmenin ders verdiği bir
ortam yerine daha zor bir metodu seçmeyi kimse istemez .
Öyle k i , öğrencinin derse katılmasına ihtiyaç ol madığı ,
onun buna muhtaç olduğu gerçeği ortaya konabilirse da
ha verimli bir iş yapılmış olur. Zira bu öğrendi klerini da
ha basit bir yolla öğrenecekse onu zorlamanı n bir manası
yoktur. Böyle bir şeyi ona yüklemek de faydasız bir iş ola
caktır.
159
mama ve onu bir � hlaki mesele olarak değerlendirmeme
rağmen, siz tamamen bunun tersine, ahlak dışı veya en
azından idari olmayan bir mesele olarak değerlendirmek
tesiniz .
160
fından serzenişlere muhatap oluyor, ithamlara maruz ka
lıyor, ancak bu itirazlara cevap vermiyordum. Verilecek
'
cevap da yoktu aslında . Bununla birlikte bütün yüksek
öğretim platformunda, bağlı bulunduğum fakülte için
ilmi bir şöhret kazanmış olmaktan gurur duyuyordum.
Ama ben saygıdeğer zatınızın düşüncesinin bu unsurlara
dayanmadığını, tabii olan bu tür meselelerden kaynak
lan madığını ve aynca bütün düşüncenizin idari maslaha
tı gözetmek olduğunu bildiğimden fazla bir açıklamaya
ihtiyaç duymamaktayım. B unu gözönünde bulundurarak
idari yönetmelikler mevzusu üzerinde durmaktan çok,
ahlaki yön üzerinde durmaya çalıştım. Bunun yanısıra
benim doğru veya yanlış düşündüğüm şeyle sizin düşün
düğünüzün tezad içerisinde olduğunu göstermeye çalış
tım.
161
Sir Seyyid Ahmed Han
162
zahiri bazı emirlere saygıya, fakir ve cahil halkın saygısı
nın ve azınlıktaki zengin kesimin ikramlarının korunma
sına gönül bağlamaktaydılar. Herbirinin kendi sahasında
taşıdığı önemden dolayı, yaşanacak her türlü gelişme ve
değişiklikten büyük bir korku duyuyorlardı. Bu tür geliş
melere şiddetli bir taassubla karşı çıkıyorlardı . Ö yle bir
atmosfer oluşturmuşlardı ki, Müslümanların sömürülme
sine karşı olan mücadeleci, ı slahat ve il erleme taraftan
'
aydınları ke ndi taassuplannda eritmeye çalışıyorlardı.
"Seyyid Ahmed Han" gibi aydın görünümlüleri heyecanlı
bir gibi kahraman gösterip birçok Müslüman, mücahid ve
ıslahatçıları onun etrafında toparlamaya çalışıyor, O'nu
güçlü, nüfuz sahibi, kabul edilmiş şahsiyetli bi;r lider ola
rak kısa zaman içerisinde mücadele sahnesinde sergileme
çabası içerisinde oluyorlardı . Bunun neticesinde " İ ngilte
re emperyalizmi" ve Hindistan'ı elinde bulunduran "Doğu
Hindistan Şirketi" , "özel bir hesap" açmış bulunuyordu.
Bunun yanında onun "yetişmesi ve pişmesi" için har� kete
_
geçiyorlardı.
163
hibi olmaktaydıiar. Bu yolla O'nu takviye ediyor, bunun
ardından emperyalizmin gizli memurları; danışman, öğ
retim üyesi, teknik eleman ve dini medreseye yardımcı ol
mak adıyla ortaya çıkıyorlardı. Bütün bu yöntemlerin ar
dından çehrelerindeki maskeyi kaldırıp İngiliz e m perya
l izminin Hindistan Müslümanlarını koruması, Müslü
manların kültür ve sosyal yönden gelişmesini destekle
mek ve onları Hindular karşısında korumak bahanesiyle
maharetlerini açıkca sergileme yoluna gidiyorlardı. B u
çok yönlü muhasara ile O 'nu kendi kontrolleri altında tu
tarak gizli ve aşikar ilişkiyle, ayrıca bir hayırsever eda
sıyla yapılan yardımlarla çevresini sarmaya başladılar . . .
Zaman geçtikçe herşey daha fazla aydınlanmaya başladı
ve Seyyid Ahmed Han, "j slam binası" ve Müslümanların
dini ilimler havzasının ko.·unması için kraliyetin destek
l�nmesinin gerekli olduğunu resmen ilan etti . Şöyle di
yord u : "Biz lngiliz kraliyetine vekillik eden h ükümeti ve
sömürü sisteminin devamını desteklemeliyiz. Zira onla
rın itimadını kazanmakla, Hindular karşısı nda vaaz,
tebliiJ, dini merasimlerin düzenlenmesi hürriyetine· sahip
olabilir, dini medreselerimizin varlıiJını da koruyabiliriz.
Öyle ki ei]er Hindular bai]ımsızlık kazanıp Hıristiyanla
r ı n. sömürgeci sultası kaldırılırsa Müslümanlar büyük
zarar göreceklerdir. Çünkü Hindular çojJunluktadırlar.
Bundan dolayı azınlıkta kalan biz Müslümanların lngi
lizlerin Hindistcı.n 'daki güvenilir karargahı haline gelme
m iz gerekir. Yani daha açıkcası imparatorluiJun gücün
den istifade etmemiz lazımdır"!
"Seyyid Ahmed Han"ın hızlı bir değişim gösterdiği
böyle bir zamanda, " Hind Müslümanlarının kurtuluş ha
reketi" yoluna devam ediyor, şöhret yapmış ve şüpheli
şahsiyetlerin veya İslam'ı donduran, taassub, taklid, geri
164
k almışlık ve gericiliği yayan, emperyalizmi öven ve bu
b üyük güç karşısında teslimiyetlerini. Han eden kimseler
hareketten uzaklaştırıJ ıyorlardı . B unun neticesinde de
hareket güçlendi. Hareket, resmi yetkili ve ulema sıfatlı
ların yerine, sade, samimi, rnücahid, bilinçli halk, rnesuli
yetlerinin bilincinde olan aydın, mütefekir, yazar, alim ve
kişilik sahibi kimselerin çehresinde temsil edilmeye baş
landı. Hiçbir iddiaları olmayan, fedakar, İslam'ın kendile
ri için iman ve aşk ifade ettiği , nanı ve kazancın hesaba
katılmadığı , gelenek veya laf ge tirmediği şahsiyetlerin
eline geçiyordu. Böylece h areketin kontrolü, uzlaşmacı
"Seyyid Ahmed Han" ile başıboş ve donuk " Seyyid Al i
Muhammed" gibilerinin elinden çıktı. "Muh ammed İkbal"
gibilerinin kalem , dil ve düşüncesiyle şekil aldı . Bilahare
hareketin rehberliği şu ya da bu evden , filan ulema ma
kamından alınarak, bir hareket kadrosuna devredildi. Za
man geçmeden "Allame İkbal" liderliğinde "Muslim Lea
gue" kuruldu. Bu kuruluşun tek hedefi, Hind Yarımada
sında örnek ve pak bir İslam toplumunun teşkil edilmesi,
Müslüman Hind halkının İngiliz e mperyali zminin sulta
sından kurtarılması, halkın da gericilik düşüncesinden,
hurafelere tapmaktan, donukluktan, geri kalmışlıktan,
fakirlik ve cehaletten kurtarılmasıydı . Öyle ki, İkbal ki
taplarından birinin ismini "Müslümanların Dini Anlayış
larına Yeniden Bakış" koyuyordu. Devrimci bir aksiyon
olarak halkın dikkatlerini üzerinde toplayan Muslim Lea
gue, Müslümanları uyandırdı, toplumun derinliklerindeki
sessiz ve meçhul güçleri tespit etti ve harekete geçirdi. Bu
seyir içerisinde hem İngiliz emperyaliz mini tehlikeye dü
şürdü, hem de Müslümanların maslahatı adı altında oy
nanan oyunları su yüzüne çıkardı. Halkın uyanık gözleri ·
önünde rezil etti. Öte yandan h alka dayanan yoz kafalı
165
alim markalı pek çok din görevlisinin maddi kaynaklarını
ve " Hind" Müslümanlarının cehalet ve taassubundan bes
lenmelerini tehlikeye düşürdü. B unun yanında Hindu
dini liderlerini de, l slam'ın yeniden can bulması ve kitle
leri harekete geçirmesi noktasında dehşete düşürmektey
di. İ şte bundan dolayı Şirket'in gizli elleri ve emperyaliz
min resmi kuruluşu; kafir-Müslüman, müşrik-muvahhid
ve zahid-fasid demeden büyük bir kitleyi "Muslim Lea
gue" aleyhinde seferber etmeye çalıştı. H atta birbirine
karşı olan kanatları , "Muslim League"e darbe vurmak
maksadıyla birleştirdi. Amaç , bu kuruluşla başlatılan
devrimci hareketin ilerlemesini felç etmek, Müslüman
kitleler nezdinde lekelemek, inzivaya itmek, savunmasız
bırakmak ve bilahare imha. edilmesi için bütün imkanları
hazırlamaktı .
166
ler, ihanet ve saptırmalar arasından Hind Müslümanları
nın kurtuluşu ve bilinçlenmesi yolunda ilerlemesine de
vam ·etti.
167
su ve Hind Müslümanları arasında büyük bir nüfuz ve
güce sahip olan " Seyyid Ahmed Han''.a yazmış olduğu
mektuptan oluşmaktadır.
Fedai Ali
Isfahan, 1 9 72
168
Hazret-i Sir Seyyid Ahmed Han ! !
169
oyunlardan uzak, açık, samimice, dert çekenin yüreğinin
derinliklerinôen ve iman ateşiyle yükselen bir feryadla si
ze ilan edelim , sizi uyaralım: Siz ulema mercii ve Müslü
man toplumun ilim makamı ünvanıyla şiddetli, hızlı ve
tabii olmayan bir şekilde yokolm aya doğru gidiyorsunuz !
170
Ama tarih "halkın" ihanet ettiğini ispatlayamaz , halk
hiçbir zaman inandıklarına sırt çevirmemiştir. Bir millet
yalan söylemez, bir şeyin "hak" olduğunu bildiği halde
onu "batıl" veya "batıl" olduğunu gördüğü halde "hak"
olarak göstermeye kalkışmaz.
171
peryalist güçlerin Hind Müslümanlarının teşkilatını des
teklemesini sağlamak için onu resmen alim ve İ slami bir
mercii olarak tanıdılar ve hatta. bir elini biat etmek üzere
İ ngiliz imparatorluğuna uzatmış olduğunun bilinmesine
rağmen diğer elini Müslüman ümmetin imamı ol a rak sık
tılar. İ şte bundan dolayı hür düşünceliler ve Müslüman
kurtuluşçular, onu bir dini lider olarak kabullenemiyor
lardı. B ununla birlikte ulema konusunda tarafsız kalma
ları da mümkün değildi. Netice olarak, çehresinde iktidar
ve siyaset ihtirası yerine ilim ve takva taşıyan bir lideri
arzular oldular. Bu liderin, hakim mekanizmaya dayan
ması yerine Hind halkının geleceğini düşünmesi, paraya
ve zorbalığa dayanan şeytanlara dayanmanın yerine sa
dece İ slam'dan ilham alıp halka dayanması, azınlıkta bu
lunan Müslümanlar, cehaletten kurtulmaya muhtaç olan
lar ve yabancı sömürgecilerin esaret bağlarından ve yerli
uşakların sultasından kurtulmanı n yollarını arayanlar
için iman ve ümid k aynağı olması. İ şte böyle bir rehber
aranırken siz geldiniz.
172
meselesi gündeme geliyo rdu. Bize böyle bir zamanda sa
dece sizin takvanız yeterliydi . Müslümanların uleması
arasında hakim olan fesad ve İngiliz e mperyaliz m: inin
uşakları haline gelmelerinden dolayı sizi omuzlarımızda
yükselttik. Sizi Müslümanların alimi, büyük bir ilmi şah
siyet, ulemanın büyük taklid mercii ve Müslümanların
dini rehberi olarak gördük. Bir "cami imamı" olan sizden,
bir "toplum imamı" çıkarmaya çalıştık. Ama siz sadece
takvayla yetinmediniz, pratikte de kendinizi göstermeye
ba şladınız ve İngiliz emperyalizmi ile uyum içerisinde ol
manıza rağmen mücahidlerle, salihlerle ve Müslüman
kurtuluşçularla birlik oldunuz!
173
geliştirmeye ve ilerlemeye başlamışlardır. Hızlı bir şekil
de Avrupa'nın medeniyet, eğitim ve siyasetiyle öğrenim
görüyor, çağdaş bir insan olmaya çalışıyorlar. Yann İ ngi
liz emperyalizmi ülkeden kovulduğunda ve ülkenin yöne
timi Hindistanlılara devredildiğinde bunun ne denli tehli
keli bir gelişme olduğu daha iyi anlaşılacaktır. B öyle de
vam ederse gelecekte Hindular, Zerdüş Üler ve Sihler ül
kenin siyaset, eğitim ve iktisadi yapısını ele geçirecekler
dir. Böyle bir ortamda Müslümanlar ne geçmişteki İ slami
kültürlerine s ahip olacaklar ve ne de yeni kültüre. Tabii
olarak :yarın Hindistan kurtulduğu zaman, biz her türlü
kaynaktan yoksun mahkum edilmiş bir sınıf olarak ülke
nin yönetiminden mahrum kalacağız.
1 74
güçlerin İ ngiliz emperyalizmine karşı mücadele vermesi
ve yabancı emperyalistlerin sultasından ve yerli uşakları
nın hakimiyetinden kurtuluncaya ve ülkeyi tamamen ba
ğımsızlığına kavuşturuncaya kadar mücadelenin sürdü
rülmesi. Ve siz, bu iki hedefe varışta kendinizi kurtuluş
çu ve ilerici güçlerle aynı safta gösterdiniz . Bir tarafta
İ slami medreseler kurarken, diğer yandan da Bengaldeş
Müslümanlarının kıyamına katılarak, kendinizi salih bir
alim, öncü mücahid, hürriyetçilerin mercii ve Müslüman
ların ıslahatçısı çehresiyle ortaya attınız. Hatta üniversi
telerdeki Müslüman öğrenciler ve Müs lüman olmayan
mücadeleci aydınlar, si�i ilerici, bağımlı olmayan, emper
yalizm karşıtı ve hak taraftan bir şahsiyet olarak övgüyle
anıyorlardı.
175
ve emperyalizme karşı baş l atılan mücadelede İ slam inkı
labı hareketine güç ve yön verdiler. Jeopolitik zorluklara
rağmen, çok kısa zaman içerisinde, Müslüman olmayan
Hind halkı arasında Moğolların ve diğer yağmacıların ah
lakı gibi ve M üslüman Hind toplumunun zihninde de
edebi, gelenekçi, bilinçsizce bir merasim ve ferdi bir me
suliyet olarak görülen İ slam aniden hareketli bir ruh ve
ilerici bir düşünceyle can kazandı. Muhacir ve ensarın
imanından, Resul'ün ve yaranının sünnetinden, bin yıllık
geleneksel hurafelerin yerine Kur'an'ı kendisine kaynak
yapan mektepten kaynaklanan iman ve heyecan bütün
Hindistan'ı baştanbaşa sardı . Ö lü duygu ve düşüncede
devrime, cehalet ve gericiliğin kurbanı olan gençliği hare
kete geçirmeye vesile oldu. Ö te yandan İ ngiliz emperya
lizminin getirdiği gözkamaştırıcı ve yeni gelişmelerin aşı
ğı olan genç nesli Allah'a yeniden yönlendirdi . Aydın ve
ilericilerin gözlerini Londra'dan Medine 'ye doğrultmanın
yanısıra, İ slam itikadı; biliçlenme, ilim ve insani mantık
karşısında ilahi bir aydınlık kazandı . İ slam ahkamı , in
san kitlelerinin mesuliyeti konusunda yeniden gündeme
geldi ve İ slami davet , hedeflerin, dertlerin , ümidlerin,
toplumların hedeflerinin önünde, zamanın hareketi gü
zargahında harekete geçti . Sayunma ve izah edici durum
dan kurtulup hareketli ve yönlendirici bir hal aldı . Kuru
bir ormanda yayılan ateş gibi hızla yayıldı. Müslüman
Hind halkının karanlık ve kış soğuğu gibi dondurucu gi
dişatına aydınlık, yenilik ve sıcaklık bağışladı. Dini inan
cı uyuşturucu halden hareketli ha l e, kulluk yap m aktan,
düşünerek amel etmeye dönüştürdü. İ slam'ı kabristanlar
dan şehirlere, ölümden hayata, toplumun dışından toplu
ma geri getirdi. Ayrıca Hindistanlı Müslüman, aydin ve
kurtuluşçuların zihninde ilmin saldırı hedefi, medeniyet,
176
ilerleme, yeniden düşünme, hürriyet taleb etme, ekono
mik eşitlik ve beşerin asaleti olarak görülen Kur'an, ilk
gerçek anlamıyla yeni bir mana kazandı. Ve bütün yönle
riyle aydınların vicdanlarına hitab etti. " Mukaddes bir
şey" ve "esrarengiz bir sihir" yerine , zamana hitab eden
bir kitab , vahyin kaynayan kaynağı, hayat bağışlayan bir
mucize, şifa, nur, ölmüş beden ve cesetler için bir ruh,
medeniyeti. kuşatıcı, doğruluk ve hakikata yönlendirici ci
had ve ictihad, Müslümanları izzet, adalet ve ilme yön
lendiren bir hayat olarak görüldü. Müslümanların ve mü
cahidlerin ruh ve imanından, dertlerinden, şuurlarından
ve ihtiyaçlarından kaynaklanan "Muslim League"in risa
leti, devrimci bir aksiyon ve fırtınalı bir atılganlıkla Hind
Yarımadasının donmuş ve durgun toplumunda tecelli et
ti. İlerl� meyi isteyen ve emperya�izme karşı olan İslam'ın
daveti, gericilik ve sömürü cephelerinde bu karargahtan
ilerledi ve hızlı bir şekilde bütün kurtuluşçu, ilerici ve
mücahid Müslümanları seferber ederek, zamandan ve ha
yattan uzak bir şekilde, zahiri merasim ve ruhsuz dini tö
renlerle, ayrıca faydasız mantıki oyunlarla oyalanan, in
sanın yapıcı yeteneklerini körelten yöntemlerle meşgul
olan dini güçleri, hayata ve yapıcı rol oynamaya sürükle
di. Mücadele sahasında teşkilatlanmayı ve cihad etmeyi
sağladı . Hind Yarımadasında en uç noktada olan hurafe
ve cehaletle mücadele eden aydınlara, ayrıca Hindis
tan'da bunca kurban alan fakirlik ve sınıf çatışmalarına
karşı savaşan adalet taraftarlarına ve bunca büyük facia
lara sebep olan emperyalizme karşı savaş açmış kurtu
luşçulara iman, bilinç ve güç kazandırdı.
177
Bundan dolayı lngiliz emperyalizminin yerli uşakları
nın ona yönelik saldırılan doğaldır. Aynca Zerdüştiliğin,
Hinduluğun, Sihliğin, putperestlik ve şirkin öncü alim ve
muhafızlarının -nitekim l slam'ın Hindistan'da yeniden
canlanmasından korkarlar- İ slam'ı hedef almalı;ın ve bü
tün kinlerini ku s maları normaldir. Ama Sadık Dekni, Ca
fer Bengali gibi hainlerin din kisvesi altında ve İ slam'ı
savunma hilesiyle İ ngiliz saltanatının tellalları ve İ ngiliz
·
istihbaratının casusları olarak gece ve gündüz "Muslim
League"i töhmet, iğrenç iftira ve mertçe olmayan saldırı
'
larına hedef yapmaları acı vericidir. Bu çevrede yoğun bir
gürültü çıkarmaktadırlar. Şayialar yaymakta, bir yandan
İ ngilizlerin uşaklığını yaparken, diğer yand'an hüküm,
velayet ve rehberlik makamına sarılarak, "Muslim Lea
gue 'in lslam 'ı isyan ve ayaklanma lslam 'ıdır. Muslim Le
ague, imparatorlugun varlık temelini sarsıyor ve eger
böyle devam ederse Müslümanlar suskunluktan kurtula
cak ve lngilizlere topyek ün karşı çıkmış olacaktır. . . Bu
nun neticesine bakın. . " demekteydiler. B i r yandan da
.
1 78
gizliyorlardı. Müslümanların beyinlerini felç ederek, l s
lam'ı gülünç bir hale getiriyor ve insan iradesini, şuur, şe
ref ve bütün üstün değerlerini küçük düşürerek, halkı
maymunca kendi mukallidleri haline getiriyor ve arkala
rından sürüklüyorlardı.
ler.
179
aleyhinde en adice iftiraları uydurmaktan ve onunla iş
birliği yapan tanıdıkları veya tanımadıkları herkese en
alçakça yalanlarla saldırmaktan geri kalmayacaklardır.
Kendi m akam ve konumlarını muhafaza etmek ve halkı
cehalet, donukluk, körükörüne taklid, taassub ve hurafe
içerisinde tutarak menfaatlerini sürdürmek maksadıyla
bütün yollara başvuracaklardır. Nitekim milyonlarca in
sanın kalbini İ slam'a ısındıran, Muhammed ve ailesinin
aşkıyla onları bu nur semasının altında yönlendiren Mus
lim League'i, Hind ateşperest hükümdarları -ki asırlarca
Müslümanlar üzerinde tasallut kurma hayalleri peşinde
koşmuşlardır- ve İ slam'ı kökten sökmek üzere kiliseler
tarafından görevlendirilip Doğu'ya gönderilen Hıristiyan
misyonerler, Müslümanların Hind Yarımadasındaki ha
kimiyetini kırmak için bu hakkı gaspetmiş İ ngiliz emper
yalizminin ordusu ile aynı hedef doğrultusunda harekete
geçeceklerdir. League'in bu saldırılarla zayıflaması veya
yokolması da normaldir.
180
gue aleyhinde yalan şayialar yaymaya ve halk kitlelerini
onun aleyhinde yönlendirmeye karar aldılar. Bilinçsiz
halk kitleleri arasında, Muslim League'in aydııılık yolu
ve risaleti üzerinde kötümser bir hava estirmeye ve bu
yolla onu Hind toplumunda yalnız bırakmaya çalıştılar.
181
berlerin (*) ve benzerlerinin sihirbazlık türündeki yalan
larını, hokkabazca töhmetlerini anlama kabiliyetlerini
kaybettikleri gibi beyan ve duyma hisleri d� tamamen kö
relmişti.
182
Muslim League'in şiarını saptırıyorl�rdı. Bu insanı öldü
ren , kör eden ve ölü hale getiren mektepte yetişen taas
sub sahibi mustazaflar o derece felç olmuşlar ve o derece
aciz ve zelil duruma düşmüşlerdi ki, meseleyi araştırmak
için felsefe, fıkıh, usül, tarih, hadi s ilmi, tefsir, kelam, dü
şünce, akıl ve bilinç gerekmediğini, sadece bir göz ile bir
kulağın yeterli olacağını, Muslim League'e gidip binayı
görmelerinin ve minarelerde bu şiarı duymalarının yeter
li olduğunu bilmiyorlardı. Oysa o zaman kendilerinin,
Muslim League'in, İ slam'ın ve hem de Hindistan'ın bu
gizli veya aşikar şeytan sıfatlıların kurbanı olduklarını
daha iyi anlayacaklardı . Kendi menfaatleri sözkonusu ol
duğundan, hakkı öldürmede sınır tanımıyorlar ve şehirle
rinde bulunan bir bina için bunca yalan uydurabiliyorlar.
Şehrin semalarında yankılan bir şiar konusunda da bun
ca yalanı küstahca uydurabiliyorlar. Asılsız nakiller yapı
yorlar . Bundan bindörtyüz yıl önce Mekke ve Medine'de
uygulanan Kur'an'ın müteşabih ayetlerinden ve dağınık
rivayetlerde gizli olan gerçekleri halka nasıl ulaştırıyor
lar ve Allah'ın dininin ve aklının başına neler getiriyor
lar? Bununla birlikte bunların hepsi tabiidir. Muslim Le
ague, senelerden beri bütün yönlerden saldırı , -töhm�t, if
tira, şayia, tahrik, yalan bombardımanı ve bühtanların
hedefi olmasına rağmen hiçbir zaman halkın Allah yolu
na davet edilmesinden geri durmamış, bu hedefini kendi
sini savunma adına bile ihmal etmemiştir. Ö yle ki, bu yo
lun sağında solunda çeşitli komplo ve desiseler ha._zırla
mış bu kesimle olan çatışma sırasınd�, taş yağm �runa,
tek me tokat saldırılara, taşlamalara rağmen yoldan bir
adım bile sapmamıştır. Allah'ın emanetini om�zladıklan
günden beri Kur'an ve Sünnet doğrultusunda Allah'ın re
sulünün, ehl-i beytinin, pak ve mücahid ashabının izinde
183
büyük bir azimle, aşk ve hidayet nuruna doğni ilerlemiş
tir. Hiçbir menfaat aldatması ve hiçbir tehdit korkusuyla
yoluna devam etmekten geri kalmadı . Bütün bu töhmet
ve saldırılar karşısında kendisini savunmayı, bu · kavgaya
karışmayı " mesuliyet"ten geri kalmak olarak değerlendir
di. Güçler karşısında z aaf göstermeyi tevekkül ve daya
nağa ters olarak görüyor, aynca yakınlaşma, tevessül ko
nusunda da ona buna dayanmayı bir kötülüğü ortadan
kaldırmak veya tehlikeyi atlatmak için bile olsa "tevhid"
aleyhinde bir eylem ol arak değerlendiriyordu!
184
Müslümanlarının sömrülmesine karşı mücadele veren
Sultan Ahmed'e yaptığı ihanetlerle ve emperyalist impa
ratorluğa sunduğu hizmetlerle tanınan C afer Bengali'nin .
kaçakçılık, servet, şöh ret ve güç sahasında desteklendiği
ni, buna ilave olarak dinin resmi sözcüsü, aynca bazı dini
yetkililerin söz sahibi temsilci olduklarını gördüklerinde
tahammül etmeleri mümkün olmayacaktır . Ö te yandan
öğrencilik dönemlerinde Avrupa'da, Hindistan'ın emper
yalizmin pençesinden kurtulması feryadını yükselten İ k
bal Lahori'nin İ slam'ın olağanüstü düşüncesini yeniden
canlı hale getirmesi Avrupa üniversitelerinde iftihar vesi
lesi oldu. Bütün ilmi sermayesi, yazma gücü, konuşma
cazibesi ve muhteşem akli kabiliyetiyle , saldırgan Hıristi
yanlık ve düşman oryantalistler karşısında savunmasız
İ slam'ı en güçlü şekilde sav11 nmaya muvaffak oldu. Filo
zof, arif, yazar, şair, konuşmacı, araştırmacı, İ slam'ı tanı
yan, siyasetçi, mücadeleci, yapıcı, aksiyo � er, toplumsal
rehberlik gücüne sahip, eski ve yeni kültürel sermayesi
bulunan, din ve medeniyetçe terbiye edilmiş, keskin ba
kışlı şahin, doğu ve batı kanatlarına sahip güçlü bir avcı
olarak bütün varlığını İ slam'a feda etti. En şiddetli gerici
lik ve yozlukla geri bırakılmış Hind Yarımadasındaki İ s
lam'ı çağdaş kargaşanın gürültüleri arasında gerçek ma
kamına oturtmayı başardı . Ö te yandan batinın göz ka
maştıran yaldızlı medeniyetine ve İ ngiliz emperyalizmi
nin Hindistan'daki yalancı ve aldatıcı parlak modernizm
ateşine, aynca Hindistan Müslümanlan arasında donuk
luk, sapma; sınırlama ve saptırmadan kaynaklanan ka
ranlık geceye rağmen iman aşkının nurunu yeniden canlı
hale getirdi. Bütün bunlara rağmen Cafer Bengali ve Sa
dık Dekni gibi şahsiyetleri İ slami çehreler olarak teyid
eden ve hatta kendilerinin tam yetkili ve resmi temsilci-
185
leri olarak ilan eden malum ulema makamları, bu uşak
ların ellerini halkı aldattıklarından dolayı sıkarken, İ k
bal'i ya tekfir ediyorlardı ya da fasıklıkla suçluyor, z ayıf
latmaya çalışıyor ve O'nun Hindistan Müslümanl arı ara
sında tesirsiz hale gelmesini sağlamak için İ slam düş
manlarınca başlatılan iftira ve bühtan selinin, kampan
yasının karşısında su s uyorlardı. Sessizli kleriyle düşma
nın saldırısını teyid ediyorlardı. Bu durumda, dindar ve
ya hürriyetçi olan takvalı ve doğru düşünceli bir insan,
Müslümanların bu toplumunda casus Cafer Bengali'nin
İ slami ve dini bir şahsiyet olarak görüldüğünü, İ kbal
Lahori'nin ise tekfir edilip suçlandığını görürse meseleyi
nasıl yorumlayacaktır? Şu vaiz, Allah'ın mescidin de ve
Peygamber'in minberinde İ ngi li � imparatorluğunun varlı
ğına, İ slam ve Müslümanları himaye etmesi adına dua
eder ve dinin tebliğ edildiği makamda İ kbal hakkında
açıkça iftiralar yağdırır, O'nun "Dinin E s aslarına Yeni
den Bakış" adlı kitabının İ slam aleyhinde yazılan bir ki
tap olduğunu söylerse ve o kitaptan nakil adına kendi uy
durduklarını orada okll.rsa veya bildiri olarak dağıtılmış
şayia ve uydurma nakilleri yüzbirinci kez tekrar ederse
elbette bir netice verecektir. Bunun neticesinde, bu ko
nuşmaları duyan Müslümanlar büyük bir iman ve ihlasla
İ kbal'e beddua edecekler ve O'nu İ slam düşmanı olarak
göreceklerdir. Bu durumda bir grup Müslümanın; casus
luk, fitne, desise ve saptırma yuvası olan evin aldatmala
rı yüzünden orayı mukaddes bildiğini, orada şifa aradığı
nı, bütün dertlerin dermanını orada aradığını, din ilmini
oradan öğrendiğini, ahlakın nümunelerini orada aradığı
nı düşünmeye başlayacaktır. O rada en büyük hokkabaz
sinsice pusuya yatmış ve göbek şişirenlerin, tellalların,
stokçul a rın işleri de büyük bir güç ve kabiliyete dönüş-
186
müştür. Kalblerini de kin, t aassub , yalan, hurafe ve it
hamlarla doldurmuşlardır. Bu evde Sir Seyyid Ahmed
Han İ slam'ın büyük taklid mercii ve C afer Bengali Müs
lümanların büyük hizmetçisi olarak görülürken, İ kbal bir
din düşmanı olarak tanıtılmaktadır. Bütün yalanların, if
tiraların, şom hilelerin ve İ ngiliz emperyalizminin bütün
gizli ve aşikar oyunl;;ın n ın odağı ve merkezi olan evi tak
va ve iman kıblesi olarak görürken , Muslim League'i,
gençlerin dinden uzaklaştırıldığı ve müminlerin saptırıl
dığı ve bir an önce yıkılması gerekli olan bir karargah
olarak görmektedirler!
187
lup ettiğinden dolayı aldığı ücretle malını mülkünü artı
ran, müminlerin parasından ve beytulmaldan gizlice aldı
ğı paralarla, Nemrud'un bağları gibi bağlar ve H arun'un
zevk haneleri gibi zevkhaneler kuran Cafer Bengali'yi kı
yaslayın. Falanın, hırkası altında yüzlerce put sakladığı
nı görüyorsunuz . Halkın görmesi için "mukaddes" hırka
sını kenara çekmeye atılıyor. V aiz , minberinde Müslü
manlara yalanlarla saldırdığını · görünce aşağıdan böyle
olmadığını bağırıyor. Bir grubun, din adına "ezilmesi"
emri verilen bir şahsı ve kitabı iftiralarla saldırılara he
def yaptığını görüyor, onları tanıtıyor; yalanın kimliğini,
yalanı aktaranın naklini, sahte ibareyi, uydurma değer
lendirmeyi , bühtanın delilini ve hatta kitabın ismini anı
yor, s ayfa numarasını zikrediyor ve kitabın ibaresini tır
nak içine alıyor, yine de ihanet devam ediyor. Yazar, düş
manın görüşünü nakledip reddetmesine rağmen, o inancı
kendisine malediyorlar.
188
1
sarsıcı ve inanılmaz değildir. Nitekim bütün bunların
hepsinin doğal iki temel kaynağının olduğu kesindir: Geri
kalmışlık (bırakılmışlık) ve sömürü!
189
katlanmaya, bütün ihanetlere sabretmeye, bütün çirkin
liklere, aynca zorba ve batıl hükümetlerin tasallutu al
tındaki bir yerde Allah'a inanan bütün müminlerin, zul
met ve yağmacı hükümetlerin egemenliği altındaki yerle
re mesaj getirenlerin başına gelen geleceğe hazırlıklı ol
mazlarsa ilerleyemezler.
İ şte böyledir, hazret-i Sir Seyyid Ahmed Han! "Muslim
League" büyük şairin de dediği gibi:
190
yapmalarına, acılara, dertlere, yaralara, tufanlara, yük
sek dağlara, korkulara, sonsuz çöllere, insan yutan ba
taklıklara rağmen yolumuza devam ediyoruz ve başımıza
gelen her şeye sabrediyoruz. Bütün bunları Allah yolunda
çekilen meşakkatler olarak görüyoruz . Aldatıcı yolun ke
narında hokkabazlık yapar, gürültü çıkarırsa gözlerimiz
ve kulaklarımızla oyalanmayacak, onu seyretmeye koyul
İnayacağız . . .
191
liz emperyalizminin gücü bütün dünyayı sarmakta ve
Hindistan'daki emperyalizmin kökleri tarihe dayanmak
tadır! Ancak, bu sahada, bu zaman ve atmosferde. her şe
yin olabileceğini bekleyen bizler için tabii olmayan, kendi
işinizde yapmış olduğunuz muhasebedir. Şimdi Ben
gal ' deki isyan ba:şansızlıkla sonuçlandı. Kongre Partisi
çatısı altındaki Hind kurtuluşçuların birliği dağıldı, Hay
darabad, Dekn ve Delhi'deki katliamlar halkın gücünü
zayıflattı, İ ngiliz emperyalizmi ve Doğu Hind Şirketi'nin
Hind yarımadasındaki hükümeti, varlığını daha da güç
lendirdi. Bundan dolayı Hindistan'da kurtuluş hareketle
rine dayanmak, rüzgara dayanmak gibi olacaktır. Hind
Müslümanlarının İ slami mücadelesine ümid bağlamak,
suya çizilen plan gibidir. Bu yüzden, emperyalizm aley
hinde mücadele veren kurtuluşçuların ve gericiliğe savaş
açmış Müslümanların iman ve ihlasından kazandıkları
nızla yükselmeniz gerekiyordu. Şehidlerin kanları , mü � a
hidlerin çektikleri işkence, Müslümanların göğüsledikl e ri
zorluk, hürriyetçilerin kahramanlığı ve Hind Müslüman
larının uzlaşmasızca mücadelesinden dolayı katledilmele
ri üzerine bina edilen " İ slam" ve " İ stiklal"den elde edilen
itibar ve güç sebebiyle İ ngiliz emperyalizminin nezdinde
önem kazandınız . Siz şimdi İ slami Hareketin bir öncüsü
ve kurtuluşçu hareketin düzenleyicisi olarak tanıtılmış
bulunuyorsunuz . Yavaş yavaş hendeğin bu yanından
öbür yana sürünüyorsunuz . Halihazırda bütün yönlerden
muhasara edilmiş ve Ben-i Kurayza ihanetiyle tehlikeye
düşmüş Muslim League' in kurtuluşuna destek olun ve gi
derek aşikar hale gelen gizli grupla ilişkiye geçin. Her ha
lükarda, dayanağınızı değiştirin ve sağlam ye re ayak ba
sın! Bu " siyasetin" ilk ve asıl düzenleyicilerinin sizin ya
kınlarınız , özel danışmanlarınız ve akrabalarınız oldu-
192
ğundan kuşku yok . Cehalet ve nifak dolu inlerde yanlışa
bağımlı hale gelmişler. Ama Sir Seyyid Ahmed Han, çöl
lerdeki şu köpekler uykuda olmalarına rağmen, havlıyor
lar . . . Ve siz uykuyu iyi tanıyorsunuz.
193
Görmediğim ve tanımadığım akrabam, kardeşim ( * )
194
düşmek ve felsefi çıkmazlar. B ilahare S choupenauer'in
kötümserliği ve budistvari iç alemdeki sofice ayaklanış
l ar. İşte bütün bunları canıma musallat etti ve önümd e
"intihar" veya "delirme"den başka bir yol bırakmazcasına
bütün ufukl anmı fazlasıyla kararttı.
196
sız olmama, keşf, keramet, ayne'l yakin ve hakke'l yakine
ulaştığım iddiasında bulunmamama rağmen hiçbir za
man, araştırmaktan, bulmaktan, doğruyu ortaya çıkar
maktan, yaptığım işte yanlışa ihtimal- vermekten ve baş
kalarının sözlerinde de doğrunun bulunabileceğinin hesa
bını yapmaktan geri kalmadım. Neticede, gayret göster
meyi ve talep etmeyi prensip haline getirdim . Bununla
birlikte, seçip ona doğru yürüdüğüm yola o derece iman
etmişim ki , onun için yaşayabilir ve onun için hayatımı
verebilirim.
197
felsefi bilmecelerin hiç birini çözmedi , akli tezatları hal
letmedi; gözlerime yeni bir bakış kazandırdı . Bu açıdan
dünyaya baktım. Geçmişteki kuşku ve hayretlerin oluş
turduğu karanlıklardan hiçbirini görmedim.
198
tin hızı ve ilmi boyutları, beyin ismini taşıyan .bu makina
nın güç, zerafet ve yapısının mükemmel oluşuna bağlı
olacaktır.
Hakikat ise başka bir şeydir. Hakikat bir "olgu " , bir
"irtibat" , "enerj i " , ya " madde" ya " unsur" ya "fail" ya
"uzak bir manzume" ya "bir meçhul uydu" yahut " bir (x)
ışını" değildir. Bunlardan biri değildir ki bu araçlarla ele
alınabilinsin. Onun özel mekaniğini, ölçüsünü, kanşımı
nı, ayırımını, boyutlarını, benzerini bulup kıyaslasın,
ilimdeki yöntem ve esaslarla onu bulabilsin ve onunla di
rekt bir ilişkiye geçebilsin . B u , birinin Mevlana'nın
Mesnevi' sini kompütere ve.r mesi ve ondan olağanüstü bir
zekayla anlayıp yorumlamasını beklemeye; astronominin,
aya ve merihe gitmeyi gerçekleştiren modern teknoloji
nin, yani "Apollo" projesini başarıyla neticelendiren Yon
Buraun'un beyninin, Peygamberin Mirac'a gidişini ilimle
açıklamasını, ispatlamasını ya da inkar etmesini bekle
meye ; Fransa devrimi , Cezayir, Filistin ve benzeri dev
rimlerdeki iman, gayret, komplo, taassub, aşk, c ihad,
duygu, nefret, kızgınlık, gam, sevinç, heyecan mozayiğin
den oluşan olguları, ilmi sebe p , dayanak, arkeoloji ka
nunları, açısından değerlendirmek ve bunlan oluşturan
kalorinin ölçüsünü ilmi bir şekilde net olarak değerlen
dirmeye kalkışmaya benzer!
199
insan, binlerce yıl içerisinde hayretler içerisinde kalan in
sanların karşıl aştığı " sorularla " karşılaşırlar. Me!� �
Ling'in ş"{ip!ı.�l�ri., t_�mı tanıı�!l _Ş:ayyam'ı bağırtan şüphe
. -
__
200
Rekkaseden haber veriyorsun,
Kainatın esrarını daha az bulursun
Hiç k imse bu binanın yapısının sırrını
"Hikmet " ile açmadı, açamaz da . . .
Bu gerçeğe inanması fazlasıyla acı vericidir, Zati sıfat
ları ve vücud yetenekleri hayvandan daha çok gelişmiş
insanın, en temel meselenin anlaşılması yolunda, ayakliı
rına serilmiş felsefeyle bir adım bile atılmamış olmasına
inanması zordur. Asrımız insanının felsefi muammaları
nın, sorularının aynısı olması ve hemen o ilk saatlerde -
insanın biliçlenmenin güneşi eşliğinde düşünmeye, bak
maya başladığı , dünyanın boyutları, yapısı ve oluş�mu
üzerine yorum yapmaya başladığı, hakikatı bulmaya ça
lıştığı, bütün gizlilikleri , sırları ve bilmeceleri ortaya çı
karmak için gayret gösterdiği, kainatın gi zliliklerine
ulaşmaya vakit ayırdığı, olguların üzerindeki perdeleri ve
sırların önünü kapayan engelleri kaldırmak için hiçbir fe
_
dakarlıktan kaçınmadığı bir zamanda böyle bir atmosfer
le karşılaşması tahammül edilir gibi değilir!
201
Evet:
202
E ski insanın daha bilinçli bir bakış ve aydın bir gönül
le bu dünyaya baktıklarından kuşku yok. Geçmişin insa
nı daha güçlü bir iman ve 'istikrarlı adımlarla hayat cad
desinde yürüyorlardı . Yeni insana oranla kendi insanlık
ları konusunda daha derin bilgiye sahiptiler. Heideger'in
de dediği gibi asrımızın insanı kendisini bu alemin uçuru
muna atılmış olarak buluyor, "yalnız lık" , "kendisine ve
dünyaya yabancılık" , " ruhi bunalım" , " fikri kargaşa" ve
"bütün ahlaki değerlerin s arsıntısı" onu bir nevi "insani
sefaletin" en korkunç uçurumundan aş ağıya fırlatıyor.
Bundan dolayı bunca bilgi ve güç , onun fel sefi ukdeleri ni
karşılamaya ve insanın fikri bilinmezlerini cevaplandır
m aya yetmediği gibi, onlara çözüm getirmekten tamamen
ümitsizliğe düşmüş, ezelden heri gösterdiği gayretten el
çekmiş, derinliğindeki hakka tapma, hakikata aşık olma
heyecan ve hislerini, hakikatı bulma ateşi; gaybi düşünce
ve heveslerini öldürmüş , netice olarak "en aşağılık sevi
ye"ye kadar düşmüştür! Allah'ın büyük bir sanatını yan
sıtan çehresini materyalist felsefede erişmiş, materyalist
ekonominin içinde kaybolmuştur.
203
si için bütün felsefi meseleler çözüme kavuşturulmuştur.
M ateryali z m (*), insanı e n aşağılık bir seviyeye indirmek
tedir. En aş ağılık ol an bu seviyede "cinsel hürriyet" ve
" ekono m i k refah" yeterli görülmektedi r . Materyalizmle,
kendisini manevi hazlardan, ahlaki değerlerden ve dini
bağlılıklardan kurtaran b i r medeniyet, m akineleşmeyle
üreti :ılıi artırıp hızlandırmaktadır. Ayrıca temel esas hali
ne getirilen bu iki ihtiyacın karşılanması için b ütün im
kanları seferber etmektedir.
204
Ruhlarının berrak belirtileri olan duygular, lise iki ve
üçüncü sınıfta doruk noktaya ulaşıyor. Bu toz pembe duy
gular son sınıflarda daha fazla koyulaşıyor. Sözleri daha
çok şu meselede noktalanıyor: Allah'ım, sen kimsin? Ne
den bana görünmüyorsun, ben bu dünyaya gelmeden önce
nasıl bir günah işledim ki? Neden beni hayat denen iş
kenceye mahkum ettin k? Ah, hiç kimse kalbimin dilini
bilmiyor, ey ölüm neyi bekliyorsun? Neden beni almaya
gelmiyorsun? Beni bu iğrenç hayattan, bütün düşünceleri
para ve şehvet ol an insanlardan kıirtarmıyorsun? Bu şe
�irleri , duvarları , evleri, kıyafetleri, toprakları ve haşere
lerin üzerinde yuvalandığı dünyayı görmeyeceğim bir ye
re firar etmek istiyorum , ah ! Yalnızlık, sükut, gözyaşı,
aşk . . . . ne güzel kelimeler! B u hayatın faydası nedir? Bu
kadar çaba neden? Ne kadar aşağılık sevinçleri var? Aca
ba o yukarıda ki mse var mı? Bütün bu dünya, insanlar,
hayali arzular boş mudur?"
205
dm genç de kendisi için benimsemiştir. B ugünün gençle
rinden kasdımız, batı mukallidi, masrafçı ve burj uva ha
yatı yaşayan gençlerdir. Sosyete hayatını ve doları ; pa
zarlarda ve sokaklarda kültüre, imana, hayatımıza, tarihi
şahsiyetimize, ahlaki değerlerimize , milliyet, din, hedef,
ümid, bütün köklü insanlığa ve bütün güzelliğimize ter
cih ettiler. B ütün bu değerlerin yerine bunların zıtlarını
yerleştirdiler. Onları aniden kudurttular, bağımlı hale ge
tirdiler; irtibatları, aç kurt ve köpeklerin ölmüş leş üze
rindeki ittifakı haline dönüştürdüler! Faiz yeme hastalı
ğını, artırma, biriktirme hırsını, "para sayma" lezzetini,
mal stokunu ve aşırı refahı onlara musallat etti .
Kur'an'ın da tabiriyle hepsini bu ihtiraslar deli etti. Ve
" sarı şeytan" hepsinin canına hülul etti . Akıllan karıştır
dı ve fıtratları yuttu.
206
nü başında taşıyan bir eşeğe, heva-heves ve dünyası pe
şinden koşan, eşyaya, türlü düzenlerle dolu bir makinaya
dönüşür . . . Bu kadarı, en son netice olur!
207
cünü zayıflattı. Onun ayakta durmasına ve korunmasına
vesile olan bütün bağ ve dayanaklarını ortadan kaldırdı
ve hayatı, dünyayı, bencilliği ve lezzeti kanına karıştırdı.
İçlerinde bunlar canlandılar ve onu mutluluk içerisinde
yutup, erittiler. Dünya sevgisi mizacıyla yoğruldular. Bu
nun ardından da hayat ve ebedilik güzergahından saptı
lar!
208
rına göre yetişmiş bir insanın şüpheler içinde pişerek ka-
zandığı iman. - --- - -
� · ... --�� - - - . - ··
209
maz. B undan dolayı bütün bu şüphelerin, dertlerin, ızdı
rapların, buhran ve heyacanlardan kaynaklanan acıların
bir "doğum" sancısı olmasını temenni ederim -bunun ör
neklerini kelimelerinizin arasından hisseder gibiyim-. Ye
ni yılın değişmesi maksadıyla evinin temizliği ve size mi
safirliğe gelecek olan Nevruz ve baharın ayak sesleri "yü
ce ufuk"un ortasından görünmeye başladı bile. Bunun se
vinci gönlünüzün hücresine oturacak. Bu kabına sığma
yan huzursuzluklar, ağır adımların oluşturduğu büyük
sarsıntı ve suskunluklar onun gücünün eseridir. Senin
vücudunun bütün organlarına deprem musallat etmiştir
Ama nasıl?
2 10
vun veya Karun kıblesiyle anlaşma imzalayan, siyah, kır
mızı ve sarı şeytanın himayesine giren o gençlerin bütün
dertlerini, düğümlerini ve bütün sorularını para sağlığa
kavuşturur, çözer ve cevaplar.
211
yol yoktur. Yunan şüphecilerinin, l bn-i Sina, Hayyam,
Schoupenauer ve Meter Ling'in huylarıyla başlarına ge
lenler, bu acı gerçeğin ve çıkmazın açık örnekleridir. Ha
raretli, araştırıcı, aydınların yolunu açıcı ve halka yol
gösterici çehreler değildir bunlar. Ancak, bu mesele üze
rinde en fazla kafa yoranlar arasında sayılabilirler. Bu
nunla birlikte, seçilecek en ahmakça yol, bu yoldan geri
dönmek olacaktır bunlara göre. Yıkıntıdan, yağmadan,
felç olmadan, perişan olmaktan, hezeyan etmekten , boş
düşüncelerle uğraşmaktan ve zihinleri bulandırmaktan
başka bir işe yaramayan yol. Enerjinin harcandığı ve zi
hinlerin verimsizleştiği yol.
2 12
nunda sersemlik, manyaklık ve hatta cinnet getirmeye
götürmekten, hezeyan etm ekten, hayatın en değerli fır
satlarını, çdışmayı, gelişmeyi, eğitimi, vücudun geliştiril
mesi, manevi beslenmeyi durdurmaktan, hürriyet, adalet
ve halkın kurtuluşu yolunda çalışmayı engellemekten ve
bir ömrü boşuna heder etmekten başka neye yarayabilir?
Onu, beşeriyetin en büyük dahileri sayılan Konfüçyüs ,
Buda, Lukers, H ayyam v e bugünün Schoupenauer, Nitz
che ve Sartre gibi çehreleri bile açamadılar, ben nasıl ce
vaplayabilirim. Bu muammalar ya belirli insanlar içindir
ya da gaybın esrarlı perdesini kaldırmak için akıl ve il
min yeterli yorumu yapma gücüne sahip olması gerektir.
İ lim ve bilginin bu seviyeye ulaşması için asırların geç
mesi gerekiyor. Bu merhaleye ulaşıldıktan sonra kainat
taki gizli sırların üzerinden esrar perdeleri kaldırılabilir.
Bu iki yolun dışında muamnıalara cevap bulmak için
kaybedilen vakit ve boşuna harcanan enerji, ömrü heder
etmek ve boşuna uğraşmaktan başka bir şey değildir.
2 13
İ brahim, Buda ve Musa, İsa, Zekeriya, Zerdüşt, Mazdek,
Muhammed, Ali, Ebuzer, H üseyn, Zeyneb, Zeyd, Hallaç,
Şems, Paskal, Seyyid Cemal, Mirza Küçükhan, İkbal, Ta
gore, Gandi gibilerinin, Konfüçyüs , Sisrun, Eflatu:p., Aris
to, Flutin , Batlamyus , İbn-i Sina, Mir Damad, Kant, Des
cartes , Hegel, Spengel ve . . . . gibilerinden üstündürler. Da
ha parlak ve güven içerisindedirler. Ve eğer bu dünyada
bir hakikat varsa,. bunlar herkesten daha çok ona yaklaş
mışl ardır. Hayatın namusu, hareket, tekammüle erme
noktasında daha büyük bir uyum içerisindedirler. Ahlaki
değerler, insani mesuliyetler, bi llurlaşma, ihlas ve en
yüksek şahsiyet açısu dan, daha önemli bir makama sa
hiptirler.
2 14
sız değildir. İlmi, dakik ve b üyük bir mizana dayalı binası
tesadüfi olamaz. Bu hayret verici yapı bilinçsizce olamaz.
Bunca nizam ve düzen hedefsiz olamaz. Bir şeyler var.
Nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum? Nasıl olduğunu bil
miyorum, ama bütün bunların boşu boşuna olmadığı bir
gerçektir . .
21 5
yatın en son maksadının ne olduğunu ortaya çıkarmaya
ihtiyaç yoktur. Onda, felsefi şüphelere yol verilmez. Bu
nunla birlikte, dünyada hakikat güzergahını ve doğru hi
dayet yolunu ve onun hayat üzerindeki etkisini tanıma
makla birlikte , ağacın yeşermesi güzergahının doğrulu
ğundan şüphe edilmez. Bu doğru güzergahı kabullenmek
ten başka çare yoktur.
2 16
ğıyla veya Aristo'nun suri mantığıyla sınırlı bırakmıyo
ruz . Bilinçli ve tabiattak i gerçeklere dayanan bir akılla.
Bu, Kur'an'ın öğrettiği bir yöntemdir. Hatta en son nokta
sı Allah'ı tanıma olan düşüncenin doruğunda dayanak
" ayet" ve sünnettir. Bu da hilkatın kanunu ve tabiata
mahsus özel olgulardır.
217
yolu -hakka tapma ve takva gücüyle- doğru bir şekilde
bulursak, kendiliğinden hidayet güzergahı ve hakikat çiz
gisine girmiş oluruz . En sonunda da ulaşmamız gerekli
olan yere ulaşırız. Tıpkı akarsu taşları arasında ' doğan,
denizleri tanımayan balıklar gibi. Bu balıklar akarsu taş
larının arasında toplanıp kendileri ile birlikte doğmuş
olanlarla; denizlerden, denizlerin gerçeklerinden, denizle
re ulaşmanın yollarından, kendi alın-yazılarından, bunun
manasından , b alığın yaratılma hikmetinden , felsefi me
suliyetteİı, akarsunun ve balığın ilk başlangıcından sözet
mesi ve akarsulardan denize hicretin yolunu düşünmek
hiçbir şey halletmeyecektir. Buna ilave olarak, denizlere
ulaşmayı hayal etmesi, onun üzerine teoriler ve faydasız
felsefi ekoller düzenlenmesi onun hiçbir derdine çare ol
mayacaktır. Siyah ve küçük balık gibi, soğuk ve kapka
ranlık inziva ve uzletten çıkması, tabiatın kanunlarına
uyum içerisi nde tabii bir hicret gerçekleştirmesi, balıkla
rın fıtrat ve hislerini keşfetmesi, bunlarin da ötesinde
akarsunun denize aktığı yönü tespit etmesi ve kendisini
fıtri ve tabii olan bu güzergaha bırakması gerekir. Baş
langıçta güven içerisinde, herhangi bir tehlike ihtimali ol
madan , sapma ve karanlıkla,rda kaybolma hadiseleriyle
,k arşilaşmadan rahat bir şekilde denize ulaşabilir. Bunun
neticesinde , o denizin sıcak ve muhabbetli kucağına ula
şırken, diğer yandan denizin gerçeklerini, nasıllığını ken
diliğinden öğrenir. Öte yandan akarsu taşları arasında
hareketini dondurmuş , gerçekleri felsefi açıdan araştır
maya koyulmuş, soyut mantıki deliller!� denizlerin haki
katını, başlangıcını, yolunu, güzerg� hını felsefi yorumlar
la çözmeye çalışa� balıklar, henüz donuk düşüncelerle
uğraştıklarından bu gerçekler önünde yüzlerce engel
oluşturuyorlar. B unun neticesi ortaya çıkınca başlarına
218
vuruyorlardı . Bu düşünce üreticileri, geri kalmaktan, çü
rümekten, boş ve manasız felsefi sözlerle bir ömrü heder
etmekten, sisli, kirli ve boğuk havada çürümekten, insanı
bitiren hastalıklı duygulann içerisinde erimekten öte bir
iş yapamaz ve bir yere ulaşamazlar.
2 19
Size, geniş bir şekilde açıklama ve yorum yapmaya ge
rek yok. Ö zetlemek gerekirse , dünyanın yaratılışından
kaynaklanan kargaşayı tek kelimeyle şöyle izah edeyim
"gayb". Bütün bQyutlanyla. İ nsanla ilgili olan yönüne çö
züm de "takva".
220
"Gayb " , ona böyle bir iman kudreti ve mesuliyet duy
gusu veren kaynaktır.
221
ve bana yol gösterdiğini anladım ; boş, abes ve şüpheler
den . başka bir işe yaramayan tahta bacaklı felsefenin
adım atmaktan aciz olduğu yolu.
222