You are on page 1of 192

AGIR HASARLI ALGILAR

ATASOY MÜFTÜOGLU

HECE YAYINLARI
Hece Yayınları: 293
Düşünce

Birinci Basım: Ocak 2014


© Hece Yayınları

Kapak Tasarımı: Sarakusta


Teknik Hazırlık: Bülent GÜLER

Baskı: Öncü Basımevi


Kazım Karabekir Caddesi
Ali Kabakçı İş Hanı No: 85/2
İskitler! ANKARA
Tel: 384 31 20

ISBN: 978-605-5108-20-5

HECE YAYINLARI
Konur Sk. No: 39/1-2 Kızılay/ Ankara
Yazışma: P.K. 79 Yenişehir/ Ankara
Telefon: (O 312) 419 69 13
Fax: (O 312) 419 69 14
e-posta: hece@hece.com. tr
İÇİNDEKİLER

Birinci Bölüm
Sunuş
Ağır Hasarlı Algılar-Ağır Hasarlı Zihinler / 9

İkinci Bölüm
Algılarımızın ve Vicdanlarımızın Parçalanması / 19

Üçüncü Bölüm
Resmi Sömürgecilikten Neo-Sömürgeciliğe / 29

Dördüncü Bölüm
Paradigma S avaşları Sürerken / 41

Beşinci Bölüm
Kaybedenler Direnerek Tarih Yazabilirler / 55

Altıncı Bölüm
Cinnet Hali / 67

Yedinci Bölüm
Algı B ozuklukları / 81

Sekizinci Bölüm
Günlük ve Yerel Ufukları Aşmak / 95

Dokuzuncu Bölüm
Patolojik Algılar ve Yanılsamalar / 107

Onuncu Bölüm
Utanç Verici, Yüz Kızartıcı Tercihler, Karşıtlıklar / 121

Onbirinci Bölüm
B ilinç Yoğunlukları / 133

Onikinci Bölüm
B ilinç Zehirlenmeleri / 145

Onüçüncü Bölüm
Nitelikli Umutlar, Nitelikli İnşa' lar / 157

Ondördüncü Bölüm
Kanıksanmış B ağımlılıkları Aşmak / 169

Onbeşinci Bölüm
Travmatik B ir Tarih ve Traj ik Karşıtlıklar / 183
BİRİNCİ BÖLÜM
SUNUŞ

AGIR HASARLI ALGILAR, AGIR HASARLI ZİHİNLER

İsliim toplumlarında yaşanan parçalanmalar, çözülmeler, bozul­


malar, yabancılaşmalar, tarihsel düşünce, hareket ve eylem üretme
yeteneğimizi kaybetmemize neden oluyor. Toplumlarımız, düşün­
ce, kültür sorunları, hareketler ve oluşumlarıyla ilgilenmiyor, daha
çok cemaat, tarikat, parti liderlerinin hamasi söylemleriyle ilgileni­
yor. Düşüncelerin yerini kişiler alıyor.
Tarihin gidişatım; tarihteki bağımsız duruşumuz, tavrımız, kişi­
liğimiz, içtenlikli, sistematik çabalarımız ve eylemlerimiz belirler.
Bugün, modem-sektiler tarihin istediği yönde sürükleniyorsak
eğer; bu aklımızın, fikrimizin, tefekkürümüzün, içtenliğimizin, ça­
balarımızın yetersizliği yüzündendir. Varlığımızı, imkanlarımızı
içtenlikle Allah ' a (c.c.), İsliim ' a tahsis etmiş olsaydık, zamana, me­
kana, tarihe müdahale liyakatine sahip olabilecektik.
Özne olma iradesini kaybettiğimiz için ne kendimizi ne toplumu
ne de hayatı değiştirebiliyoruz. İnsani bütünlüğü kaybettiğimiz, zihin­
sel, ruhsal olarak parçalandığımız ve sektiler sınırlar içerisine hapse­
dildiğimiz için Allah 'ın iradesini tarihe yansıtamıyoruz. Her türlü
bencilliğin, keyfiliğin, bencil ihtirasların, ucuz karşıtlıkların, milliyet­
çiliklerin, mezhepçiliklerin, ahlaktan bağımsız özgürlük yaklaşımları­
nın normalleştiği bir dünyada medeniyet inşa'sından söz edemeyiz.

9
ATASOY MÜFTÜOGLU

İslam toplumlarının içerisinde bulunduğu utanç verici tablodan


bir medeniyet perspektifi ve umudu çıkarılamaz. Günümüzde her
hizipçi yaklaşım, oluşum ve ilişki biçimi medeniyet ufkunu kapatıp
karartıyor. İslam toplumlarının dini', kültürel, tarihsel niteliklerini
dikkate almaksızın Batı 'ya özgü referansları, yapıları kopyalamak
kadar saçma bir tercih olamaz. Sekülerizmin dinin meşruiyetini ve
otoritesini sarstığı günden bu yana, İslam ' ın bütüncül içeriğini so­
mutlaştırmayı başaramadık.
Tarihin merkezinde yer alabilecek bilgiye, bilince, iradeye, ah­
laka, ahlaki' özneye sahip olamadığımız için pasif teslimiyetçilikle­
ri meşrulaştırıyoruz. Pasif teslimiyetçiliklerin İslam ' ın ruhuna ay­
kırı olduğunu, Peygamber efendimizin misyonuyla asla ilgisinin
bulunmadığını hatırlamıyoruz. Pasif teslimiyetçilikler yüzünden
çok ciddi' kırılmalar, telafisi mümkün olmayan hasarlar yaşıyoruz.
İslami' özgünlüklerden uzaklaşıyoruz.
Güç ve çıkar ilişkilerinin, reelpolitiğin, İslami', insani', vicdani'
kaygılara geçit vermediği bir dünyada yaşıyoruz. Toplumda sosyal,
toplumsal, siyasal bütünlüğü inşa edemediğimiz için emperyal, kü­
resel kasırganın önünde sürüklenen çerçöp gibiyiz. Bu nedenledir
ki bugün sosyal ve siyasal trajediler yaşıyoruz. B atı uygarlığının,
modemitenin etki alanına girdiğimiz günden bu yana, İslami' üret­
kenliğimizi kaybettik. B atı dünyasının İslam toplumlarıyla ilişkisi
bir üst-alt ilişkisidir. Toplumlarımızın zihinsel, algısal, düşünsel,
kültürel dünyaları ağır hasarlı dünyalardır.
Algısal, zihinsel dünyalarımız ağır hasarlı olduğu için medeni­
leştirme misyonu maskesini hiilen kullanmaya devam eden, emper­
yalist Batı dünyası sömürgecilik, Oryantalizm, misyonerlik yoluy­
la toplumlarımızı şekillendirmeye devam edebiliyor. Toplumları­
mız İslami' yönde değil, seküler, liberal yönde bir değişim yaşıyor.
Müslümanların, kendi aralarında çözümlemeleri gereken hayati
sorunların çözümü konusunda, Suriye iç savaşı konusunda da görü­
lebileceği üzere, emperyalist ülkelerin yardımlarına ihtiyaç duyuyor
olmaları, müdahalelerini talep ediyor olmaları, toplumlarımızın, top­
lumlarımıza vaziyet eden politikaların nihai' anlamda bir bilinç ve ah-

10
AGIR HASARLI ALGILAR

lfild çöküş yaşadığını gösterir. Resmi yalanlara dayalı olarak gerçek­


leştirilecek emperyalist girişimlere gönüllü olarak katılmak kadar bu­
yük bir ahlaki yıkım olamaz. Müslümanlara hitap eden medya organ­
larının da emperyalist girişimleri onaylayan yayınlan tarih boyunca
unutulamayacak zihinsel bir iflasın yansıması olacaktır.
Ahliikl bir özne olmadığımız taktirde, hiçbir biçimde ahliikl bir
eylem, duruş ve tavır gerçekleştiremeyiz.
Ağır hasarlı sömürgeleştirilmiş zihinlerle tarihe, siyasete müda­
hale edilemez, tarihsel gündem sorgulanamaz.
Medeniyetlerin, kültürlerin yükseliş ve düşüşleriyle ilgili, kap­
samlı, derinlikli, kuşatıcı analizler, eleştiriler, çözümlemeler yapa­
madığımız için bugün, modem-seküler-liberal uygarlık karşısında
yaşadığımız derin aczi aşamıyoruz. Takliti gelenek hiiline getiren
toplumlar, kendi toplumlarının kaderi, sorunları ve geleceğiyle ilgi­
lenmezler, kendilerini gerçekleştirebilecek bir bağımsızlık ve mü­
cadele bilincine sahip olamazlar.
İsliim medeniyetinin, kültürünün etkisini, üretkenliğini ve öz­
günlüğünü kaybetmesi, İsliiml düşüncenin üretkenliğini, dinamiz­
mini ve bütünlüğünü kaybetmesiyle birlikte başlamıştır. İsliim me­
deniyetinin yeniden asll bütünlüğüne kavuşması, İsliiml düşünce­
nin yeniden asll bütünlüğüne ve üretkenliğine kavuşmasıyla müm­
kün olabilir. Etnik bölünmeleri meşrulaştırmak, mezhepçi bölün­
meleri normalleştirmek, ortak insanlık ahliikını, bilincini yok et­
mektir. Bölünmeleri meşrulaştırmak, normalleştirmek evrensel
kardeşlik ufkunu terketmektir.
Emperyal-küresel dünyanın, diktatörlüğün oluşturduğu, önerdiği,
dayattığı gündem doğrultusunda düşünüyor, konuşuyor, tartışıyor,
yazıyor, tepki gösteriyor, muhalif ya da muvafık oluyor, kimin hak­
lı, kimin haksız, kimin iyi, kimin kötü, kimin terörist, kimin özgür­
lük mücahidi olduğuna karar veriyoruz. Bilincimizi, vicdanımızı, dü­
şüncelerimizi yönümüzü provoke eden manipülasyonlar ve dezen­
formasyon karşısında savunmasız durumdayız. Kimilerimiz fikirle­
rin dünyasında yaşarken, kimilerimiz ideolojilerin dünyasında, kimi-

11
ATASOY MÜFTÜOGLU

lerimiz iktidar, çıkar ve güç mücadelelerinin dünyasında, kimilerimiz


de gerçek dünyanın dışarısında, hayal dünyalarında yaşıyor.
Hizip, cemaat, mezhep gettolarına kapandığımız ya da kapatıl­
dığımız için insani, vicdani dünyalara yabancılaşıyoruz. İslamı ger­
çek içeriğiyle yaşamıyoruz, yaşadığımız geleneksel tezahürleri ger­
çek içerik sanıyoruz. Ahlaki ve düşünsel bütünlükler konusundaki
hassasiyetlerimiz zayıfladığı için sözün onurunu koruyamıyor,
propagandanın müptezelliklerine inanıyoruz.
Modem-sektiler-kapitalist emperyalizmin, İslam toplumlarında
gerçekleştirmek istediği en önemli proje, İslam toplumlarını etnik
ve mezhepçi temelde bölmek, bu yönde şekillendirmekti. Bugün,
toplumlarımız maalesef bu noktadadır. Hangi iç ya da dış nedene,
gerekçeye dayalı olursa olsun, birbirimizle kavgalı oluşumuz, insa­
ni, özellikle de İslami yanımızın ciddi bir biçimde eksildiğini, eroz­
yona uğradığını gösterir.
Pakistan' da, Afganistan ' da, Filistin' de, Irak'ta, Mısır'da, Lib­
ya'da, Tunus ' ta, Lübnan' da, şimdi de Suriye ' de karşı karşıya oldu­
ğumuz can alıcı sorunlarla ilgili olarak, bu sorunları sorgulamaya aç­
mak yerine tek boyutlu perspektiflerle, hizipçi yorumlarla bu sorun­
ların bir parçası olmaya devam ediyoruz. Kronik, yapısal sorunları­
mızla, zaaflarımızla, yanılsamalarımızla, yanlış bilinçlerimizle, ben­
merkezciliklerimizle içtenlikle hesaplaşmaya cesaret edebilmeliyiz.
Eleştirel soruşturmalar yapmaya cesaret edebilseydik, berrak
düşüncelerimiz ve bilincimiz olacaktı. Ortak İslami ilkeler temelin­
de bütünleşememek gibi bir patoloj i içerisinde yaşıyoruz. Hiçbir
konuda bugün, bir berraklığa sahip değiliz. Her şey, her geçen gün
daha da bulanık ve kirli hale geliyor. Konjonktürel yorumların öte­
sine geçemiyoruz. Çok ucuz, çok bayağı karşıtlıkların üstesinden
gelemiyoruz. Sessiz uzlaşmalar yaşıyoruz.
Hangi alanda olursa olsun, sessiz uzlaşmaların eylemsizlikle so­
nuçlanacağını hatırlamalıyız.
Benmerkezci dünyalar, ilgiler, tercihler, ilişkiler bizleri modem
kabilelere dönüştürüyor. B irbirleriyle konuşmayan, konuşmaya te-

12
AGIR HASARLI ALGILAR

nezzül etmeyen, birbirlerini anlamayan, anlamaya çalışmayan, bir­


birleriyle tartışmayan kabileler, birbirleriyle barbarca çatışıyor.
Modemler hayati sorunlar karşısında her zaman çaresizdiler, bizler
de kabilecilikler karşısında acz içerisindeyiz.
Benmerkezci bağnazlıklar, iç savaşlar, düşmanlıklar ufukları­
mızı karartıyor, toplumlarımızı yok oluşa sürüklüyor, İslami yanı­
mız, umutlarımız, iddialarımız eksildiği için neoliberal, seküler di­
lin, söylemin, gündemin, mantığın, ufkun sınırları içerisinde kendi­
mize gelecek arıyoruz. Bu durum, nihai bir yenilginin ifadesi ol­
maktan başka bir şey değildir.
İslam toplumlarının sömürgeleştirilebilir, istikrarsızlaştırılabilir
olması katlanılabilir bir şey değildir. Bu kısırdöngü böyle devam
edemez. Sömürgecilerin çarpıtılmış, önyargılı Doğu tahayyüllerini
haklı çıkarabilecek şekilde davranmak, derin bir trajedi içerisinde
olduğumuzu gösterir. Modem zamanlar boyunca parçalanan zihin
dünyamızı ve insani yanımızı bütünleştirmedikçe, seküler zaman­
lar boyunca parçalara bölünmüş İslam algımızı asli bütünlüğüne
kavuşturmadıkça sözünü ettiğimiz trajedi devam edecektir.
Günümüz tarihi, bütün inançları, değerleri, ilkeleri göreceli hale
getiriyor. İnançların, değerlerin ve ilkelerin göreceli hale gelmesi de­
mek, bunları yok saymaktır. İnançların, değerlerin ve ilkelerin göre­
celi hale gelmesi, zihinsel bir erozyona, bilinç erozyonuna işaret
eder. Bugünün dünyasına seküler anlam ve algılama kategorileri ha­
kimdir. İnanç Özgürlüğü, seküler yasa ve ilkelerle sınırlandırılmıştır.
Kamusal alan seküler sistemlere açık, İslami sisteme kapalıdır. İsla­
mi kimlikler kamusal alanda yasak kimliklerdir. Yasaklı kimlikler,
rencide edilen, onurları dikkate alınmayan kimliklerdir.
Bugün, yeryüzünde, her yerde İslami varlığımız, renklerimiz,
kültürümüz, yaşayış, düşünüş tarzımız tartışma konusu yapılıyor. İs­
lami kimliğimiz, içerisinde yaşadığımız toplumlarda bile sorgulama
konusu yapılabiliyor. Kutsallaştırılan, dokunulmaz kılınan, tek refe­
rans haline getirilen liberal demokrasiler'in İslama tahammülleri
yoktur. Dünyayı seküler anlamda dönüştürme projelerinin önündeki

13
ATASOY MÜFTÜOGLU

en büyük engel olarak İslil.m, İslil.mcılık ve İslami hareketler görülü­


yor. Bizlerin, teslimiyetçi bir bekleyiş yerine, acilen gerçeklikle he­
saplaşmamız gerekiyor. Aziz İslil.m ' ın, yanlış, aşın, kaba, barbar,
bağnaz temsillerini de bu hesaplaşmaya dahil etmek gerekiyor.
İslil.m toplumlarının temel, hayati, merkezi sorunları söz konu­
su olduğunda, suskunluğun derinliğine kapanmak çare olamaz. Çö­
küş yönünde yaşanan zihinsel değişim ve yenilgileri görmek, bura­
dan hareketle yeni bir algılama sureci başlatmak icabeder. İlkesel
değer yargıları olmayan kuşaklar, şimdiyi anlamlı kılamayacakları
gibi geleceğe de sağlıklı bir yol bulamazlar.
Teslimiyetçilik, bir bataklığa doğru sürüklenmekten farksızdır.
Tarihten, gerçeklikten, sorumluluktan, bedel ödemekten, risk
almaktan kaçmak ve fantastik mistisizmlere sığınmak kadar utanç
verici bir şey olamaz. Tarihsel hesaplaşmalar, yüzleşmeler, özeleş­
tiriler yapmadığımız, yabancılaşmaya, bozulmaya, bayağılaşmaya,
çöküşe karşı koymadığımız, maruz kaldığımız bütün kötülükleri
sessizce geçiştirdiğimiz için ahlaki, vicdani yanımızı yitiriyoruz,
ahlil.ki olmayan konumlara mahkum oluyoruz.
Doğru ile yanlış içiçe geçmiş bir halde bir arada yaşayabiliyor.
Umursamazlık, düşüncesizlik, duyarsızlık ve münker ' in kitleselleş­
mesine, örgütlenerek İslil.mi olana meydan okumasına yol açıyor.
Münker özgürleşiyor, maruf baskılanıyor. Tefekkürden alıkonulan
toplumların geleceği nihai nokta burasıdır. Her şeyin göreceli hale
geldiği bir durumda, kötüyü, münker' i tanımlamakta zorlanıyoruz.
Ahlil.ki alana, vicdani alana, sorumluluk alanına, eylem alanına an­
cak düşünmek suretiyle çıkabiliriz.
B ilinç alanına ancak düşünerek ulaşabiliriz.
Tarihe ancak niceliksel bağlamda, demografik anlamda, sayılar
biçiminde dahil edilmek, İslil.mi düşünce, kültür ve siyaset hayatının
hiçbir zaman gündeminde olmadı. Avrupa merkezci paradigmaların,
Müslümanlara, devletsiz, tarihsiz, medeniyetsiz, kültürsüz halklar
muamelesi yapması kadar alçaltıcı bir durum olamaz, zihinsel ve
kültürel anlamda yabancı bir dünyada yaşamaya devam edemeyiz.

14
AGIR HASARLI ALGILAR

İslami bilincin, tarihsel bilinç hiilinde yoğunlaşarak somutlaş­


ması gerekiyor.
Toplumlarımıza sistematik olarak ideolojik, politik, sektiler bir
tasarım uygulanıyor.
Parçalanmış hayatlar, kültürler, zihinler, bütünlükler yıkıcı ge­
rilimler, travmalar kaderimiz olamaz. Toplumlarımız hiçbir şekilde
sorgulanmamış ideolojik klişelerle, dondurulmuş, kalıplaştırılmış
önyargılarla baskılanamaz.
Müslüman halkların maruz kaldığı acılar, sürgünler, soykırım­
lar, katliamlar insanlık tarihinin kolektif vicdanına, hafızasına dahil
edilmemişken, kurbanlar Yahudi olunca, Yahudi acılarını telafi
edebilmek için onlara İsrail hediye edilmiştir.
İçerisinde bulunduğumuz dönemde toplumlarımızda, sekülerleş­
miş, liberalleşmiş bir dünyaya, hayata katılmak için eleştirellikten
yoksun hayranlıklar içerisinde bulunan, anlamsız hayatların boşlu­
ğuna yuvarlanmış kayıp kuşaklar ideolojik, partizan üniformalar
içerisinde propagandanın yanında yer alıyor, hakikatten uzaklaşı­
yor, olayların altındaki yapıları görmüyor.
Ne pahasına olursa olsun, kendi sesimizi bulmak zorundayız.
İçerisine sürüklendiğimiz ahlaki kırılmalarla, çıkar arayışıyla
sınırlı ilişki biçimleriyle, her türlü aşırılıklarımızla, paranın çürütü­
cü büyüsüyle acilen ve içtenlikle yüzleşmek zorundayız. Emperyal­
küresel sistem bugün, A vrupamerkezci bir temel üzerinde yeni bir
kültür kimliği oluşturuyor. İletişim endüstrileri yoluyla bu kültür
bütün toplumlara ihraç ediliyor. Türkiye ' nin bir kültür sorunu var,
ancak bir kültür politikası yok. Bu yüzden, toplumlarımızda genç
kuşaklar neoliberal kültüre eklemleniyor. Neoliberal eklemlenme
toplumlarımızda büyük ahlaki, kültürel yıkımlara neden oluyor.
Düşünmek, risk almak ve cesaret etmek demektir.
Düşünmeye cesaret edemeyen, kendi iradelerinden vazgeçer.
Düşünmeye cesaret edemeyenler, medya sistemleri ve araçları yo­
luyla oluşturulan moda kimliklere, moda kültürlere bağlanırlar. B ir
toplumda yeni kuşaklar, kendi kültür ve medeniyet değerleriyle

15
ATASOY MÜFTÜOGLU

ilişkilerini kestiklerinde o toplumun tarihinde yeni bir yabancılaş­


ma dönemi başlamış demektir. Genç kuşakların kimliklerinin ve
varoluş tarzlarının dönüştürüldüğü toplumlarda, hayatın her alanın­
da Müslümanların, şimdiki zamana uyanarak yeni başlangıçlar
yapmaları gerekir.

16
İKİNCİ BÖLÜM
ALGILARIMIZIN VE VİCDANLARIMIZIN
PARÇALANMASI

Tarihsel olayları, gelişmeleri, hareketleri önyargılarla takip et­


mek, olaylara tek ufuktan bakmak, tek akılla çözümlemeler yap­
mak kuşkusuz yanıltıcı sonuçlar verir. Olayları doğrudan algıla­
makla propaganda yoluyla algılamak birbirinden çok farklıdır. Ön­
yargılar, eksik ve çarpık bilgilerle yorumlar yapmak, temel ahiaki
ilkeleri umursamadığımızı gösterir. Küresel enformasyonu, önyar­
gılardan arındırılmış bilgilerle eleştirel bir değerlendirmeye tabi
tutmak, eleştirel araştırmalar yapmak gerekir.
Günümüzde, A vrupamerkezci ideolojik dili, söylemi, modeli,
tercih ve temsili sorgulamaksızın kabul ederek, emperyalist sömü­
rü süreçlerine katılmak, paralı asker konumuna düşmekten farksız­
dır. Tarihin ırkçı ve ideoloj ik nedenlerle saptırıldığı, politik propa­
gandanın, politik çokyüzlülüğün, politik ve ideolojik kontrolün, ha­
kikatin yerine geçtiği bir dönemde yaşıyoruz.
İslami dünya görüşünü, hayat tarzını, İslami bir modeli seçme öz­
gürlüğümüzün olmadığı bir dünyada, İslami tercihler yapanların katli­
amlarla susturulmak istendiği bir dünyada Lale devrinde yaşıyormuş­
casına Ramazanlar, Bayramlar, Hacclar, Umreler idrak ediyoruz. Kar­
şı karşıya bulunduğumuz hayati sorunları hiç gündeme getirmeksizin
artık bir folklöre dönüşmüş ibadetler gerçekleştiriyoruz. Rüzgara karşı
gelmemiz gerekirken, rüzgarla birlikte bir çöp gibi savruluyoruz.

19
ATASOY MÜFTÜOGLU

Neoliberalizmin zorbalıkları yoğunlaşarak sürüyor, güç kullan­


mak suretiyle liberal değerler bütün dünyaya dayatılıyor. İnsan
Hakları bayrağı altında evrensel bir haçlı seferi sürdürülüyor. Ne­
oliberal emperyalizm, bütün dünyaya, maalesef İslam dünyası top­
lumlarına da sektiler eğitim ve düşünme sistemini kabul ettirmeyi
başarmıştır. Tarih boyunca hiçbir yalan insan hakları yalanı kadar
iğrenç olmamıştır. Günümüzde, hiçbir hareket, ayaklanma ve is­
yan, aydınlanma diktatörlüğünü gündemine almaya cesaret edemi­
yor. Teröre Karşı Savaş neoliberal emperyalizmin maskesi olarak
sınırsız bir biçimde istismar edilebilmektedir. Her iki B atı 'nın, Av­
rupa ' nın ve Amerika'nın toplumlarımızda yaşanan özgürlük ihlal­
lerini sorgulamaya hakları yoktur. Zira, hem Avrupa hem de Ame­
rika hukukun üstünlüğü şiarını bir propaganda silahı olarak kullanı­
yor. Her iki Batı ' da da yürütme, her zaman hukukun çok üzerinde­
dir, Mısır ' a dayatılan askeri darbe kabusu, farklı hiçbir seçeneği,
özellikle de İslami bir seçeneği kabul etmeyen, tek modeli, Batılı
bir modeli, işbirlikçi yerel yönetici seçkinler ve faşist generaller
aracılığıyla gerçekleştirmekle ilgilidir. Totalitarizm Avrupa icadı
olduğu halde, Avrupa kendisini bugün özgürlük söylemiyle tanım­
layabiliyor. Özgürlük klişesini ağızlarından düşürmeyenler, neoli­
beral sömürgeciliğin yağmacı, dolandırıcı hırsızlıklarını, yolsuz­
luklarını , açgözlülüklerini, jeopolitik fırsatçılıklarını ustalıkla gö­
zardı etmeye çalışıyor.
Hiçbir alanda, özellikle de siyasal alanda bir iradeye sahip olma­
yan düşsel bir ümmet tablosu karşısında bulunmak kadar acı veren
bir şey olamaz. Bugün, biz Müslümanların da maddi kaygılarımız
var. Kültürel kaygılarımız, siyasal kaygılarımız yok. Oryantalist bir
proje doğrultusunda toplumlarımız ayrımcı, etnik, mezhepçi politi­
kalarla sonuna kadar güçsüzleştiriliyor, istikrarsızlaştınlıyor. Küre­
sel, emperyal düzenin çıkarları, beklentileri, talepleri doğrultusunda
hareket eden Suudi Arabistan bu defa, Hace ve umre gelirlerini Mı­
sır ' ın işkenceci, katliamcı, darbeci generallerine ödül olarak dağıt­
mıştır. Yine aynı şekilde İslam milletinin Hace ve umre gelirleri Şi­
a karşıtlığı, mezhepçi rekabetler, çatışmalar adına harcanmaktadır.

20
AGIR HASARLI ALGILAR

Ortadoğu ' da bugün Amerika, İsrail, Suudi Arabistan koalisyonunun


belirleyici etkisi konusunda çok dikkatli olmak gerekir.
Rakip inançları, mezhepleri bir arada barış içerisinde yaşatan İslam
medeniyetinin bugün geldiği nokta utanç verici ve yüz kızartıcıdır.
Her ulusdevletin kitlesel kıyımlar, kültürel kıyımlar yoluyla kurul­
duğunu, her milliyetçiliğin yıkıcı bir iktidar gücüne sahip olmak iste­
diğini hatırlamak gerekir, evrensel bir dilin, bilincin, ufkun, ahlfilan
ifadesi olması gereken İslam ve Müslümanlar, bugün İslami bütüne
ilişkin hassasiyetleri kaybettikleri için kültür ve medeniyet üretemiyor.
Toplumsal, kültürel, mezhepçi parçalanmalar sebebiyle her geçen gün
İslam kültür ve medeniyet ikliminden daha çok uzaklaşıyoruz.
Kendi yasalarını, mantığını, değerlerini, evrensel yargı yetkisine
sahip yasalar, değerler olarak dayatan emperyalizm; yeni bir tarihsel
süreç başlatarak neoliberal misyonerlik faaliyetlerine hız veriyor.
Uygarlık maskesi altında sürdürülen barbarlık sebebiyle Filistin, Af­
ganistan, Irak, Libya, Mısır, Suriye, Tunus sömürgeci eziyetle karşı
karşıyadır. Neoliberal misyonerlik her yerde anarşi, şiddet, yıkım
üretiyor. İnsanlık dünyası, tarihin son ikiyüzyılını aydınlanma dikta­
törlüğünün zihinsel, ideolojik, politik baskısı altında geçirdi, geçiri­
yor. İslam ' ı , İslami hareketleri, gelişmeleri, oluşumları, etkisiz başa­
rısız kılma yönündeki bütün girişimler seküler, liberal seçkinler eliy­
le gerçekleştiriliyor. Aydınlanma tarihi, gerçek anlamda bir boşi­
nançlar tarihidir. Evrensel emperyal projeler için araç haline getirilen
bu boş inançlarla İslam toplumlarına halen büyük acılar çektiriliyor.
Günümüz Müslümanları olarak karşı karşıya bulunduğumuz
ufuksuzluk ve metodoloj i yoksunluğunu gidermek büyük bir so­
rumluluk olarak önümüzdedir. Düşünsel ufkumuzu, birikimimizi,
iklimimizi insanlığın büyük sorunlarını kavrayabilecek bir nitelik­
le, yoğunlukla, derinlikle buluşturabilmeliyiz. Etnik rekabetleri ,
mezhep rekabetlerini aşamayan bir zihniyet ne yeni bir kapsayıcı
kültür ne de medeniyet inşa edebilir.
Modem tarih, etnomerkezci ve ideolojik bakış açısı doğrultusunda,
kazananların, kendilerini haklı çıkarmak amacıyla yazdıkları bir tarih­
tir. Modem tarih, eksiksiz bir biçimde emperyalist fikirlerin, ideoloji-

21
ATASOY MÜFTÜOGLU

lerin, projelerin ve politikaların, ihtirasların biçimlendirdiği bir tarihtir.


Modem tarih, dayatılmış sistemlerin, modellerin, kuralların bugün ar­
tık karşı konulamaz bir bağımlılığa dönüştürülmüş tarihidir. Modem
tarih, çıkarlar, zevkler ve hazlardan oluşan bir ahlaksızlık tarihidir.
Modem, seküler zamanlarda icat edilen bütün izmler, emperya­
lizmi meşrulaştırma amacına yönelik işlevlerle sınırlandırılmış pro­
poğanda araçlarıdır. Emperyalist dünya görüşü, yalnızca sözünü et­
tiğimiz izmlerin dünyayı yönetebileceğini, bu izmlere göre yalnızca
Avrupa kültür, uygarlık, siyaset modelinin insanlık için en uygun
model olduğu safsatasını bütün toplumlara ideolojik şiddet yoluyla
kabul ettirmiştir. B ugün, kimi izmler inandırıcılıklarını yitirdikleri
için bunların yerini uzun zamandır, postlar alıyor. Biz Müslüman­
lar da varoluşumuza bir anlam yükleyemediğimiz için yabancı izm­
ler ve postlar peşinde gelecek arıyoruz. Müslümanlar farklı bir va­
roluş iddiasında bulunamıyor.
Günümüzde İslam, ulusdevlet milliyetçiliklerinin kültürel bir
uzantısı haline getirildiği için ortak bir İslami dil kullanamıyoruz.
İslam ' ın ve mezheplerin millileştirilmesi, Ümmet dayanışmasına
imkan vermiyor. İslam ' ın yerine etnik kimliklerin geçirilmesi sö­
mürgeciler eliyle oldu. Her ülkede Müslümanlar ulusdevlet iktidar­
larının hizmetine girdiler; ulusdevlet iktidarları reelpolitik doğrul­
tusunda politikalar belirledikleri için Müslümanlar da bu reelpoli­
tik politikalar tarafından güdümlendi, manipüle edildi.
Britanya sömürgeciliği Ortadoğu ' da toplumsal, siyasal sistemi
ayrımcılıklar esasına göre göre şekillendirmişti. Bugün, neosömür­
gecilik bir kez daha Müslümanları mezhep ayrımcılıkları temelin­
de yönlendiriyor.
Bugün, ulusdevletler kendilerini yerel kimliklerle, yerel mez­
heplerle ifade ediyor; ulusdevleti ya da mezhebi tek ufuk olarak gö­
rüyor. Bu nedenlerle Müslümanlar ulusötesi ufuklar, ilgiler, etkiler
uyandıramıyor.
Tarihin dönüşünü konuşmak yerine, bugün bir kez daha tarihin so­
nunu konuşmak zorunda kalıyoruz. Tarihin Sonunun, İslam ' a ve Müs­
lümanlara yönelik en büyük meydan okuma olduğunu hatırlamalıyız.

22
AGIR HASARLI ALGILAR

Kendilerini üst insanlar olarak tanımlayan kolonyalistler, bizleri,


biz Müslümanları insanlıkdışı olarak konumlandırdılar. Bunun için­
dir ki; Müslümanların modem tarih boyunca maruz kaldıkları, kal­
maya da devam ettikleri soykırımlar, katliamlar hiç kimsenin umu­
runda değildir. Kimler tarafından, hangi gerekçeyle gerçekleştiril­
miş olursa olsun hiçbir katliam, soykırım, kimyasal silahlar yoluyla
cezalandırma asla kabul edilemez, meşrulaştırılamaz, savunulamaz.
Yeni sömürgecilik, kültürel sömürgecilik, kendimiz olmayalım,
kendi inançlarımız doğrultusunda bir toplum , dünya oluşturmaya­
lım diye elinden geleni yapıyor; gereği gibi Müslüman olmayalım
diye, emperyal, küresel dayatmalarını her tür hile, desise ve entri­
kalarla sürdürüyor. B izler de maalesef, emperyal, küresel talepler
doğrultusunda hem kapitalist, hem sekülerist, hem neoliberalist,
hem mezhepçi, hem ulusdevletçi, hem diyalogcu, hem hoşgörücü,
uydu, parya, işbirlikçi Müslümanlar olmaya çalışıyoruz. Yani bir
şekilde İslam ' dan çıkmaya, İslam ' ı gönül işine dönüştürmeye çalı­
şıyoruz. Karşı karşıya bulunduğumuz olayların, savaşların, iç sa­
vaşların, darbelerin nedenlerini anlayabilmek için hiçbir çaba har­
camazken, olayların sonuçlan hakkında ipe sapa gelmez spekülas­
yonlar yapıyoruz. B ugün, toplumlarımızda ne yazık ki sömürgeci
sosyolojinin kategorileri hakimdir.
Kendi önyargılanmızın, bağımlılıklarımızın, ufuksuzluklanmı­
zın, fanatizmlerimizin, yabancılaşmalanmızın baskısı altında bu­
lunduğumuz için ne yazık ki gerçekleri, gerçek dünyayı bir bütün­
lük içerisinde yorumlayamıyoruz. Her kesim, kendisini yalnızca bir
parça üzerinden ifade etmeye çalışıyor. Parçalar üzerinde çalışan­
lar, bizi büyük bütünden, büyük bütüne özgü ahlaki sorumluluklar­
dan uzaklaştırıyor.
İslam toplumlarında, dini hayatın, düşüncenin, kültürün, siyase­
tin, modem emperyalist tarihi, dünya görüşünü ve ideolojileri sor­
gulayamamak, reddedememek gibi konformist geleneklerden kay­
naklanan kronik bir zihinsel problemi var. Bu nedenledir ki günü­
müzde hemen sormamız gereken temel soruları sormuyor, temel
sorunları tartışmıyoruz. Temel sorulan sormadığımız, temel sorun-

23
ATASOY MÜFTÜOGLU

lan tartışmadığımız için İslami cemaatler, İslami anlamları görece­


li hale getirebiliyor. B izler, bugün, aziz İslam 'ı referans olarak al­
madıklarını açıkça ilan eden hizmet ya da cemaat hakkında, sağlık­
lı bir tartışma açamıyor, eleştirel sorgulamalar yapamıyoruz.
Farkında olmaksızın yaşamak demek, bir ot gibi yaşamak de­
mektir.
Maruz bırakıldığımız sistematik sömürgeci saldırılarla onurlu
bir biçimde yüzleşmedikçe, bu saldırılar devam edecektir. Kendi
varoluşlarının bilincinde olmayanlar, hayatın ve tarihin içerisinde
hiç bir şeyin bilincinde olamazlar, her tür olumsuz etkiye açık olu­
şumuz, zihinsel bir anarşi içerisinde oluşumuzdan kaynaklanıyor.
Eyleme dönüştürmedikçe, soyut düşüncelerimiz gerçekleri değişti­
remeyecektir. B ugünün bulanık dünyasında hepimizin yüksek sevi­
yede bilince ve farkındalığa ihtiyacımız v ar. Bugün, farkında olma­
dığımız, farkında olmadığımız için de sorgulayamadığımız tarihsel
bir terörle karşı karşıyayız. İçerisinde bulunduğumuz zaman ve me­
kanlar dışında gerçekleşen olgular ve olaylarla ilgilenmiyoruz. İs­
lami bir merkeze, merkezi bir otoriteye sahip olmadığımız için her
cemaat kendisinin büyük merkez olduğuna inanıyor.
Koşulların baskısı arttıkça, verdiğimiz ödünler de çoğalıyor, so­
rumluluklarımızı ertelediğimiz durumlarda, konularda geri çekil­
meler başlıyor. Ödün verdiğimiz ve ertelediğimiz yükümlülükler
bir süre sonra yükümlülük olmaktan çıkıyor, hayatımızdan çıkıyor.
Karşı karşıya bulunduğumuz yapısal sorunlarla ilgili olarak daha
çok dışsal nedenler üzerinde yoğunlaştığımız için sorunlarımızın iç­
sel nedenleri üzerinde durmuyoruz. İslami bünyenin, asli bütünlüğü­
nü kaybetmiş olması nedeniyle her tür dış etkiye, her tür olumsuz et­
kiye açık hale gelmesi konusu ilgi alanımızın dışında kalıyor. Dış et­
kilere açık bir bünye, zayıf, güçsüz, dirençsiz bir bünye halini alıyor.
İslam Medeniyetini, İslami bütünü temsil eden insanlar ve top­
lumlar oluşturmuştu . B ugün seküler parçalara bölünmüş algıları ve
vicdanları kirletilmiş, çarpıtılmış insanlar ve toplumlarla yeni bir
medeniyet inşa edemiyoruz. Algıları ve vicdanları parçalanmış,
çarpıtılmış insanlarla ve toplumlarla hiç bir şekilde ortak bir kültür
ve medeniyet iklimi oluşturamayız.

24
AGIR HASARLI ALGILAR

Algılan, bilinçleri ve vicdanları parçalanmış, çarpıtılmış insan­


lar, topluluklar, tarih inşa etme yeteneklerini kaybetmiştir.
Müslümanlar biyolojik insanı, gerçek insana, İslilmi bütünü
temsil eden insana dönüştürerek tarihi başlattılar. Müslümanların,
birbirlerine rakip, karşıt, hasım parçalara bölünmeleriyle birlikte
Müslümanlar tarihin nesnesi haline geldiler. Günümüz dünyasında
Müslümanlar, rakip parçalanmalar nedeniyle evrensel insanlık vic­
danına, ufkuna, ahlilkına yabancılaştılar, ırkçı, milliyetçi, mezhep­
çi, hizipçi, cemaatçı vicdanlar edindiler.
İslami bütünlüğün, dilin, ufkun, vicdanın, kimliğin paramparça ol­
ması, şizofrenik bir durumla malGI olduğumuzu gösterir. Bugün, karşı
karşıya bulunduğumuz tarihsel olaylar, gelişmeler, müdahaleler karşı­
sında aldığımız tutum ve tavırlar, İslam kültür ve medeniyet terbiyesin­
den, ahlakından, edeplerinden çok uzaklaştığımızın göstergesidir.
Suriye ' de, Amerika ' nın, Rusya' nın, Çin' in, İngiltere ve Fran­
sa'nın, Suudi Arabistan, İran ve Türkiye ' nin bir şekilde müdahil ol­
duğu küresel bir iç savaş yaşanıyor. Yüzbinlerce masum insanın
katline, Suriye ' nin tarih, insan, toplum, kültür birikiminin topye­
kün yıkımına neden olan bu iç savaşta, yalnızca seküler Baas dik­
tatörlüğü değil, savaşa doğrudan ya da dolaylı, bir şekilde katılan,
savaşın, yıkımın, katliamların sürmesine, şiddetlenmesine katkıda
bulunan bütün taraflar çok ağır bir sorumluluk altındadır ve bütün
taraflar insanlığa karşı suç işlemektedir. Hepimiz, gerektiğinde ül­
ke, mezhep vb. bağlılıklarımızı gözden geçirebilmeliyiz. Hiçbir sa­
dakat ve bağlılık eleştiriye kapalı kalmamalıdır.
İslilmın hiçbir yorumundan kesinlikle bir barbarlık çıkarılamaz.
Keyfi yorumlar, aşırı yorumlar, bencil yorumlar müsamahayla kar­
şılanamaz. Suriye ' de mezhep karşıtlıkları açıkça bir barbarizme
dönüşmüştür. Bu barbarizm bütün bir bölgeyi ateşe atacak ölçüde
genişliyor. B arbarizmin insani dünyalara, insani geleceklere, kültür
ve medeniyet hareketlerine hiçbir biçimde bir katkısı olamaz.
İslami bütünden kopmuş, ümmet idealine yabancılaşmış, rakip
ve keyfi parçalarla bir kültür ve bir medeniyet inşa edilemez, yeni
bir düşünce sistemi oluşturulamaz. Hiçbir zenginlik, düşünsel , ah-

25
ATASOY MÜFTÜOGLU

laki, kültürel zenginlik kadar etkili, kalıcı ve dönüştürücü olamaz.


İslami algının, bilginin, bilincin ve vicdanın bir bütünlük içerisinde
hayatı dönüştürmeye başlamasıyla, özgürleştirilmesiyle birlikte an­
cak bir medeniyetin inşası konuşulabilir.
Medeniyetler, belirleyici, tayin edici özelliklerini ve nitelikleri­
ni, temel ölçütlerini dinlere borçludur. İslam medeniyeti belirleyici
gücünü, birlikte yaşama, dayanışma ahlakına, terbiyesine, sorumlu­
luğuna, kuşatıcı ve üretken bir bilincin gücüne borçludur. B irlikte
yaşama ahlakını, bütünlüklü, kişilikli, nitelikli insanı kaybettiği­
mizde, kazanabileceğimiz hiçbir şey yoktur.
Toplumlar, sayılardan oluşan topluluklar değildir.
Varoluşumuzu diri tutan, güçlü ve etkili kılan, değerler çürüdü­
ğü için sayılara dönüşüyor, sayılarla ölçülüyor, değerlendiriliyoruz.
Ahlaki, düşünsel, politik yozlaşmalar, temel İslami ilkeler doğ­
rultusunda, bütüncül bir düşünce sistemi oluşturmamıza engel olu­
yor, bütünlüklü bir düşünce sistemine sahip olmadığımız için nite­
likli, derinlikli, dönüştürücü bilgiler üretemiyoruz; kültürel, ente­
lektüel yankısı olan eserler üretemiyoruz; İslam ' a özgü, bir düşün­
me, bilme, öğrenme, üretme yöntemi geliştiremiyoruz.
Algılarımız ve v icdanlarımız parçalandığı için yalnızca manipü­
lasyonlar yoluyla tepkiler oluşturuyoruz. Farklı yorum ve tepkilere
hayat hakkı tanımıyoruz. Farklı yorumların haklı olabileceklerine
hiçbir şekilde ihtimal vermiyoruz. Bütün farklılıkları kardeşlik te­
melinde kuşatan, içeren, kültürel kimliğin, kültürel terbiye ve ince­
liğin, bilgeliğin, kültürel ve irfani gelişmişliğin ifadesi olan İslam
medeniyeti ikliminden uzaklaştığımız için parçalara bölünen, ırkçı,
mezhepçi, milliyetçi algılar ve vicdanlarımızla, karşıt, rakip, hasım
haline getirdiğimiz Müslümanları anlamaya çalışmak yerine, onla­
rı, sokak gösterilerinde karşıtlara ölüm sloganlarıyla mahkum et­
meye, yok etmeye çalışıyoruz.
Ulusalcılığın, mezhepçiliğin tanımlayıcı ve belirleyici hale gel­
mesi, barbarizme hizmet ettiği kadar, neosömürgeciliğe de hizmet
ediyor.

26
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
RESMİ SÖMÜRGECİLİKTEN
NEOSÖMÜRGECİLİGE

Her ülkenin, her toplumun kendi başının çaresine baktığı, bütün ah­
lfil<l kategorilerin altüst olduğu, yıkıcı bireyciliklerin güçlendiği, top­
lumsal bağların, değerlerin dikkate alınmadığı, umursanmadığı; Türki­
ye 'de yaşandığı üzere toplumun, topluluklara dönüştüğü, toplum dışı­
laşma eğilimlerinin güç kazandığı, kimlik farklılıklarının , kimlik kar­
şıtlıklarına, rekabet ve çatışmalarına dönüştürüldüğü, farklıyı düşman
gibi gören patolojilerin çoğaldığı, neoliberal, seküler, materyalist dün­
yanın, Müslümanların üzerine çullandığı, toplumlarımızın, kültür ve
sanat hayatımızın, siyaset hayatımızın olayların sonuçlarını etkileme
yeteneklerini kaybettiği, siyasal gündemi kontrol edemediği, olayların
akışını belirleme yeteneğine sahip olmadığı bir dünyada yaşıyoruz.
Hangi anlamda olursa olsun, toplumsal tercih ve davranışlarımı­
zı şekillendirme iradesine, İslami anlamda kendimizi dönüştürme,
İslami bir model üzerinde konuşma özgürlüğüne sahip değiliz. İsla­
mi kimliğin siyasal bir nitelik, içerik kazanması, İslami bilincin ge­
lişmesi ve İslamın eylemci yorumunun hayata geçmesiyle birlikte,
İslami dünyamız, hayatımız, emperyal, küresel düzen tarafından se­
küler müdahalelere ve manipülasyonlara tabi tutuluyor. İslami siya­
sal tercihler, mücadeleler, örgütlenmeler söz konusu olduğunda bü­
tün Müslümanlar fundamentalist, terörist gibi aşağılayıcı tanımlarla
etiketleniyor. Gerçekte, fundamentalist tanımının Müslümanlarla
ilişkilendirilmesi bir çarpıtmadır. Fundamentalizm Amerika' da Hı­
ristiyan sağ, Hinduizm ve S ihizm için kullanılabilir. Amerikan Po-

29
ATASOY MÜFTÜOGLU

restanlığı din-siyaset ayrımını reddeder, siyaseti din, dini de siyaset


olarak algılar. Gerçek böyleyken Amerikan Protestanlığı hiçbir şe­
kilde tartışma, sorgulama konusu yapılmaz. Çünkü, nelerin tartışıla­
cağına, sorgulanacağına haydut süper güç karar verir. Bugünün tari­
hini ahlaki gerekçelere ihtiyaç duymayan siyasal tercihler oluşturu­
yor. Reelpolitik adına hiçbir gerekçesi olmayan, ahlaki haklılığı ol­
mayan kötülükler, askeri darbeler, iç savaşlar, karşıtlıklar icat edili­
yor. Hegemonya hırsları bütün dünyada korkunç adaletsizliklere ne­
den oluyor. Emperyalist girişimler kamuoyu desteği sağlayabilmek
için her türlü manipülasyona başvuruyor. Müslümanlar olarak ger­
çeği bütün boyutlarıyla araştırmak yerine bu manipülasyonlar doğ­
rultusunda yorumlar yapıyoruz. Suriye ' de yaşanan utanç verici
mezhep savaşları, etnik savaşlar etrafında emperyalist irade nasıl
düşünüyorsa, bizler de aynen onlar gibi düşünüyoruz.
Günümüzün küresel dünyasında, kültürel aidiyet, duygular, kültü­
rel farklılıklar, kültürlerarası anlayış bütünüyle belirsizleşiyor. Mutlak
referans çerçeveleri, kimlik kaynağı, meşruiyet kaynağı olmaktan çı­
kıyor. Her yerde ahlaki görececilik maalesef zemin kazanıyor.
Resmi sömürgeciliğin yerini neosömürgecilik alıyor. Toplumla­
rımız İslam medeniyeti algısına, yapılarına, değerlerine yabancıla­
şıyor, bireyciliği, laikliği, görececiliği, açgözlülüğü, pornografiyi
evrenselleştirmeye çalışan mekanik Batı uygarlığına öykünmeye
çalışıyor. Neosömürgecilik bu defa liberal demokrasilerle İslami
zihni, tahayyülü tutsak alıyor. Türkiye ' de, neoliberal özgürlük, İs­
tanbul Boğazında rakı içmek ya da şort giyme özgürlüğü olarak ta­
nımlanıyor. Böylesi bir zihinsel çöküş , böylesine modem bir ilkel­
lik ne görülmüş ne de duyulmuştur.
Dışarıdan neosömürgeci müdahaleler, içeriden mezhep ve mil­
liyet rekabetleri yoluyla İslam toplumları çok ciddi bir biçimde par­
çalanıyor ve zayıflatılıyor. Milliyet bağları temelinde yapılanan ho­
mojen dil ve kültürlere ihtiyaç duyan ulusdevlet mantığı, narsisizm
biçiminde ortaya çıkan milliyetçilikleri kışkırtıyor. Narsisist milli­
yetçilikler de hiçbir şekilde ortak insanlık değerlerine ve adalet il­
kelerine saygı duymuyor.

30
AGIR HASARLI ALGILAR

Toplumsalın çöküşüyle birlikte her şey çöker.


Toplumsalın çöküşü, politik çözümlemelerle açıklanamaz, gi­
derilemez.
Derin değişim ve dönüşümler üzerinde, laik ve küresel etkiler
üzerinde kapsamlı kültürel analizler, çalışmalar yapmak gerekir.
İslami bilincin, Ümmeti yeniden tarihe, hayata kazandırabilecek
şekilde, dönüşümünü sağlamak gerekir. Bir medeniyet hareketi, an­
cak Ümmet ' i kapsayacak ve bütün farklılıkları içerecek şekilde ya­
pılandırıldığında etkili olabilir. Bugün, Müslümanlar, gerçek ve al­
gısal kimlik bunalımları yaşıyor. Oryantalist araçlar yoluyla kültü­
rel, siyasal, psikolojik denetim, baskı altında tutuluyor. Batılı var­
sayımlar, önyargılar ve çarpıtmalarla tanımlanıyor.
Her ötekileştirme girişiminin, güçsüzleştirme, etkisizleştirme,
aşağılama amacına yönelik olduğunu hatırlamalıyız.
Neosömürgecilik, yerel, liberal, seküler seçkinlerle işbirliği ya­
parak İslami sorumluluklarımızın sınırlarını tayin etmeye ve siya­
sal mücadele biçimlerinden vazgeçmemizi, şiddet kullanarak sağ­
lamaya çalışıyor. Neosömürgecilik içsel, kişisel mücadelelerle sı­
nırlı bir İslam 'ı temsil etmemizi istiyor. Neosömürgecilik, daha iyi
bir toplum, daha iyi bir siyaset, daha iyi bir dünya için değil, daha
bireysel iyilikler için çaba harcamamızı istiyor. Neosömürgecilik
bütün emperyalist projeleri meşrulaştırabilmek için demokrasiyi
ideolojik bir maske olarak kullanıyor.
Küreselleşme, neoliberal, kapitalist, seküler kültürün sınırsız bir
biçimde yayılmasını sağlayan bir ideoloji olarak ilerliyor. Toplum­
ların, ulusdevletlerin zayıflatılması, parçalanması, küresel, seküler,
kapitalist bir toplumun oluşturulması amacına yöneliktir. Malların,
hizmetlerin, kültürel ürünlerin, her türlü modanın, her tür sapkınlı­
ğın, toplumsal, siyasal tarzların hızlı bir biçimde dünyayı etkileye­
rek dolanabildiği bir dönemde İslami aklın, bilincin, kültürün, uf­
kun olağanüstü bir çaba harcayarak ümmeti gerçek kılması gerekir.
Günümüzde iç sorunlarımız, ilgilerimiz, gündemimiz maalesef,
küresel ölçekte gelişen perspektifler doğrultusunda yönlendiriliyor.
Etrafımızda, komşularımızda yaşanan istikrarsızlıklar, çatışmalar,

31
ATASOY MÜFTÜOGLU

acılar, yıkımlar, iç savaşlar çok uzaklardaki yabancı bir irade tara­


fından icat ve imal edilebiliyor. Bütün bu gelişmeler karşısında
Müslümanlar organik, siyasal, kültürel, ahlaki bir bütünlüğe sahip
değil. Bu bütünlüğe sahip olmadığımız için aşağılanmışlık ve güç­
süzlük duygusunun neden olduğu bunalımlar yaşıyoruz. Müslü­
manların ulusüstü , mezhepüstü kültürel ve siyasal bütünlüğü ger­
çekleştirememesi konusunda anlaşılabilir bir mazeretleri olamaz.
Düşünsel, kültürel, felsefi, politik, estetik, edebi üretkenlikle,
etkili fikir akımlarıyla, etkili düşünce, kültür kuruluşlarıyla, ortak
İslil.mi iklimi oluşturabilecek güçlü bir bilinçle, büyük İslil.mi bütü­
nü gerçekleştirebiliriz. Kültürel küreselleşme aracılığıyla Batılı
malların, fikirlerin, değerlerin, davranış ve tarzların, modaların, ni­
hilizmin hızlı bir şekilde yayıldığı bir dünyada, mezhepçi bağnaz­
lıklara kanarak, mezhepçi ve etnik kışkırtmalara alet olarak, etnik
bağnazlıklara sürüklenerek yaşamak bilinçsiz, sorumsuz fosiller
halinde yaşamaktan farksızdır.
Popüler, ticari medya kültürü, özellikle de televizyon yerel, böl­
gesel, tarihsel bağlılık ve aidiyet duygularını , tarihsel ve kültürel
hafızayı erozyona uğratıyor. Kimlik kaybı yaşayan, aidiyet duygu­
larını kaybeden toplumlarımız bugün bizim toplumlarımız olmak­
tan çıkıyor. Zaman içerisinde oluşan, geçmişin nostalj ik hayalleriy­
le oyalandığımız için farkedemediğimiz, farkedemediğimiz için de
hiçbir önlem almadığımız derin değişimler yaşıyoruz.
Modem, sektiler bilgi; savaşları, işgal ve istilaları, soykırımları
çoğaltmak, yaymak ve meşrulaştırmak üzere, emperyalist dünya­
nın, ideoloj ik, politik, ekonomik etki alanlarını genişletmek için
kullanılıyor. Neosömürgecilik, Avrupamerkezci anayasal demok­
rasi 'yi, evrensel insan hakları söylemini, medya bağımsızlığını, si­
vil toplum söylemini, serbest piyasa ideolojisini ve neoliberalizmi,
Batı dışı dünyaya, bu kavramları dokunulmaz, tartışılmaz, eleştiri­
lemez kılarak şiddet yoluyla dayatıyor. Avrupamerkezci dil tarafın­
dan mutlaklaştırılan sözünü ettiğimiz kavramları, bu kavramlarla
oluşturulmak istenen politik sistemi hiç kimse tartışmaya, sorgula-

32
AGIR HASARLI ALGILAR

maya ve reddetmeye cesaret edemiyor. Sektiler terör, modem, bi­


limsel bir maske altında pazarlanabiliyor.
Müslümanlar, küresel politik sistemin mantığını, içeriğini, işle­
yişini, uygulamalarını gereği gibi anlama yeteneğine, vizyonuna
sahip olmadığı için modem ideolojilerin sahte iddialarını reddet­
mekte hep geç kalıyor. Politik çıkar ve sömürge araçları olarak kul­
lanılan bütün ideolojiler, yanlış kavramlar, klişe haline gelmiş pro­
paganda kalıpları, ırkçı, ideolojik mülahazalarla aşırı bir biçimde
abartılıyor. Bu kavramların masumiyetine inanmak, bir uyuşturucu
bağımlılığına müptela olmaktan farksızdır. Sözünü ettiğimiz put
kavramların, put klişelerin, put ideolojilerin tarihe, insanlığa, insa­
ni ve ahlaki bir anlam kazandırdığı görülmemiş ve duyulmamıştır.
Her toplumsal sistem, insani sorunları, beklentileri, talepleri
çözme iradesini oluşturur. İdeoloj ik sistemlerse insani sorunları de­
rinleştirir, çatışmaları, istikrarsızlıkları ve ayrımcılıkları kışkırtır.
İdeolojik sistemler, yirminci yüzyıl boyunca görülebileceği
üzere, bütün dünyada insanlıkdışı bütün yöntemleri kullanmayı
alışkanlık haline getirmiştir. İdeoloj ik ütopyaların hiçbir hukuki,
insani, vicdani, ahlaki yasaya saygısı yoktur. Mutlaklaştırılan ve
bugün bir din halini alan sekülerizm, belirleyici siyasal bir güç ha­
line gelmiştir. Güç ve terör yoluyla tarihi ele geçiren sömürgeci
dünya, sektiler toplumlar ve sektiler gelecekler için bir şekilde top­
lumlarımız üzerinde psikolojik terör uyguluyor. Amerikan tarzı de­
mokratik kapitalizm adına, savaşlar yoluyla, siyasal şiddet yoluyla,
askeri darbeler ve katliamlar yoluyla, yaşadığımız dönemde Orta­
doğu ' ya demokrasi ihraç ediliyor. Modem dünya, Aydınlanma ide­
olojisini yaymak için her zaman şiddet yolunu seçti .
Bizler; bilgisizlikler, yanılgılar ve dezenformasyon sebebiyle,
Müslümanlarla doğrudan ilgisi olduğu halde, acımasız küresel ger­
çekliği gereği gibi takip etmiyoruz. Geçtiğimiz günlerde, şiddetin çe­
kiciliğine kapılan, talepleri açık olmayan grupların gösterilerini çar­
pıtarak pazarlayan Batılı medya örgütlerine, yakın geçmişte, Ceza­
yir' le ilgili bir gösteri sırasında, protestocuları dağıtmak için Pari s ' te
polisin yüzlerce protestocuyu öldürüp Seine nehrine attığı toplu vah-

33
ATASOY MÜFTÜOGLU

şeti hatırlatmak gerekir. Nazizm, Faşizm ve Bolşevizm gibi ideoloji­


ler, Batı uygarlığının ürünleridir. Hiçbir toplum, hiçbir zaman orga­
nik bir bütün değildir. Çeşitliliği ve farklılığı reddeden organik bü­
tünlüğün iddiası, azınlık ya da öteki olarak kategorize edilen unsur­
ları yok saymak gibi bir amaca hizmet etmek üzere tasarlanmıştır.
Irkçı ve ideolojik mülahazalarla bir toplumu zorla değiştirmeye
çalışmak kadar akıldışı bir şey olamaz. İslil.m toplumları modem
zamanlar boyunca ütopyacı toplumsal mühendislik saldırılarına
maruz kalmıştır. Toplumlarımız seküler projeler için deney alanı
hil.line getiriliyor. Mısır ' da yaşananlar, bu tür bir projenin darbe ve
katliamlar yoluyla hayata geçirilmesinden ibarettir.
Sıradan ve konformist bir hayatın içerisinde, zihnimizin, bilin­
cimizin gücünü ve eleştirel ufkunu zenginleştiremeyiz.
Bugün bütün toplumlar yeni bir ırkçılıkla karşı karşıyadır. Bu
yeni ırkçılık, bütün toplumlara neosömürgeci kavram, kurum ve de­
ğerleri dayatan neoliberal ırkçılıktır. Aydınlanma akılcılığının reh­
berliğinde seküler hayat tarzı adına, İslil.mi toplum ve hayat tarzına
karşı sistematik bir politik şiddet uygulanıyor, bugünün dünyasında
her ideolojik sapma, kendisini insanlığın ve toplumların gelişimin­
de en son nokta olarak görebiliyor. Neoliberal ırkçılık, toplumsal,
dini, ahlil.ki, kültürel değerleri umursamayan, ahlil.ki bağlardan ba­
ğımsızlaşmış, moda kurbanları genç kuşaklar yetiştiriyor.
Kültürel emperyalizmin evrensellik iddialarıyla Avrupadışı
dünyaya dayattığı kavramlar, kurumlar, değerler, Avrupadışı halk­
ların kendilerine özgü kültür, medeniyet, siyaset, kavram, kurum ve
değer yapılarına, perspektiflerine sahip olmadığı varsayımına daya­
nır. Kültürel emperyalizmin sürdürülebilmesi için kullanılan araç
kavramlar, B atı ' nın kültürel, siyasal üstünlüğünü, eşsizliğini, rakip­
sizliğini kabul ettirmek üzere kullanılıyor. Bugünün dünyasında
ahlaki sorumluluk duygusunu modem toplumlar yalnızca kendi
halklarıyla sınırlandırıyor.
Irkçı ve ideolojik dünya görüşleri için ortak insanlık fikri geçer­
sizdir. B atılı insan hakları düşüncesi, B atılı insanları içeren haklar-

34
AGIR HASARLI ALGILAR

dır. Bugünün dünyası, çıkarlar dünyası ve değerler dünyası olarak


ikiye bölünmüştür. İdeolojik dünyalar hiçbir zaman propaganda sı­
nırlarını aşamazlar. Ulusdevlet milliyetçilikleri farklı dilsel, kültü­
rel, bölgesel farklılıkları dikkate almaksızın homojen uluslar icat
etmeye çalışır. Milliyetçilik, dünyayı düşmanlar ve dostlar arasın­
da ayrımcılığa tabi tutar.
Toplumlar arasında, halklar arasında ortak bilinç ve ortak has­
sasiyet olmaksızın hiçbir biçimde iletişim kurulamaz.
Müslümanlar olarak nostaljik bir düşler dünyasında yaşadığı­
mız için gerçeklere dayanan bir gündemimiz olmadı . Bu nedenle­
dir ki dünyanın yaşadığı değişim, dönüşüm hareketleriyle, bu hare­
ketlerin içeriğiyle ilgili olarak, bu hareketlerin İslam toplumlarının
düşünce ve kültür hayatı , ekonomik ve politik hayatı üzerindeki
olumsuz etkileri anlamında, eleştirel anlamda, küresel İslami bir
çerçeve oluşturmayı başaramadık. Sözünü ettiğimiz çerçeve küre­
sel ölçekte geçerli olabilececek entelektüel ve politik formasyona
sahip olmamızı gerektiriyordu . B ugün, gerçek dünyanın içerisinde
bulunduğu karmaşa karşısında bile somut bir gündemimiz yoktur.
Üretken olan her sistem, her yapı, her alanda üretken olmayan sis­
temleri, yapıları bir şekilde bağımlı ha!e getirebiliyor.
Irkçı, ideolojik, sömürgeci egemenlik biçimleri, toplumsal ol­
mayan değerleri, seküler, liberal seçkinler aracılığıyla toplumları­
mıza zorla benimsetmeyi başarmıştır. Günümüzde, düşünce, kül­
tür, politik hayatımız Avrupamerkezci irade tarafından ihraç edilen
bir gündem tarafından bir kez daha fethedilmiştir. Toplumsal , poli­
tik, kültürel, ekonomik gündemin, demokrasi, sivil toplum, insan
hakları, serbest piyasa, neoliberal dünya görüşü ve özgürlük anla­
yışı tarafından belirlendiği bir toplumda, Müslümanların İslami an­
lamda varlığından söz edilemez. İhraç ya da ithal edilen bir gün­
dem yoluyla belirlenen bir toplumda, Müslümanlar sessiz sedasız
İslami alanı terkediyor.
B ütün dünyada Müslümanlar ortak bir kaderi paylaştığı ha!de,
ortak tavırlar geliştiremiyor, birlikte hareket edemiyor. Olağanüstü,

35
ATASOY MÜFTÜOGLU

mezhepüstü hassasiyetlere sahip olmadığımız için bu yolda hiçbir


çaba harcamıyoruz. Bu nedenle de Müslümanlar günümüz dünya­
sında etkin bir güç haline gelemiyor. Devlet, ulus ve mezhep ben­
cillikleri, ortak inançlarımızdan, ortak değerlerimizden, ortak bil­
geliklerimizden daha belirleyici olabiliyor.
Nostaljik bir düşler dünyasında yaşayan toplumlarımız, bugün,
mehdi gelecek mi gelmeyecek mi, gelecekse ne zaman gelecek,
hangi cemaat lideri gerçek mehdi, hangi cemaat lideri çakma meh­
di, kimde mehdi özellikleri var, hangi mezhep hak, hangi mezhep
batıl, Peygamber efendimiz hangi cemaatin etkinliklerine düzenli
olarak, hem de maddi ve fiziki alemde katılıyor, teravih namazı var
mı, yok mu, eğer varsa kaç rekat. . . gibi apokaliptik mitler merke­
zinde yoğunlaşan tartışmalarla vakit öldürüyor. Sözünü ettiğimiz
tartışmalarla vakit öldürdüğümüz için hayatımız, zihin dünyamız,
kültürlerimiz neosömürgeciliğin denetimi altında bulunuyor, nos­
taljik gündemimiz, emperyal saldırganlıkların caydırılması konu­
sunda hiçbir şey ifade etmiyor.
Acımasız gerçekleri göremeyecek ölçüde , acınacak durumda­
yız. Her cemaat, hizmet, kendi doğrularını, yorum ve yaklaşımları­
nı mutlaklaştırdığı için hiç kimse yeryüzünde, dünyada başka yo­
rum ve yaklaşımlar olup olmadığını merak etmiyor. İslam adına de­
jeneratif algılar, tavırlar, öfkeler sergiliyoruz. Gündem konusu yap­
tığımız şeyler yüz kızartıcı şeylerdir.
Neosömürgeci çıkarlar öyle gerektiriyor diye, icat edilen, kur­
gulanan sözde gerçeklikler zemininde düşünüyoruz. Farklı değer
sistemleri, dünya görüşleri arasındaki gerilimler, uyuşmazlıklar ve
çatışmalarla ilgilenmiyor, mezhep gerilimleriyle uğraşıyoruz. Pek
çok konuda bizlere bilinçli olarak gerçeğin tam tersi söyleniyor, ya­
lan söyleniyor ve bizler bunlara inanıyoruz.
İmajlarla gerçeklikler arasındaki uçurumları görmüyoruz.
Yanılsamalarla yaşamayı bir geleneğe dönüştürdük. Olaylar ta­
rafından yalanlanan baharlar ve devrimler konusunda hiç değilse
bir özeleştiri yapabilmeliydik. Bu özeleştirileri yapmadığımız için
yalancı baharlar, yalancı devrimlerle oyalanıp gidiyoruz.

36
AGIR HASARLI ALGILAR

İslami varoluşumuzun taleplerini, sorumluluklarını, ilkelerini


yansıtan bir dünya oluşturmayı, bir tarih oluşturmayı gerçekleştire­
mediğimiz için çılgın bir dünyanın, çılgın bir tarihin istediği yönde
savruluyoruz. Aziz İslam, artık, farklı zaman ve mekanlarda, birey­
lerin ya da cemaatlerin algılarına tabi bir şey haline gelmiştir. Bu
durumu sorgulayamamak kadar vahim bir düşüş olamaz. Temel İs­
lami ilkeleri savsakladığımız için biçimlerle, törenlerle avunuyoruz.
Kendimize ait olmayan kaygan bir zemin üzerinde bulunuyoruz.
Dünyaya, tarihe, hayata İslami temelde bakmıyoruz, günümüz­
de ne yazık ki herkes, her yerde, kendi yorumunu, kendi çıkarını
destekleyen bilgileri kullanıyor.
Hiçbir konuda, hiçbir öykünün tamamını bilmiyoruz. Öykünün
tamamını bilmediğimiz için parçalar üzerinde kavgalar, düşmanlık­
lar üretiyoruz. Özellikle de Ortadoğu ' da yaşanan bütün gelişmeler
sistematik bir dezenformasyon kuşatmasına tabi tutuluyor.
Neoliberalizmin nihilist boyutu bütün anlam ve değer sistemle­
rini ağır bir biçimde erozyona uğratıyor. Her durumda hayatta ka­
labilmek için güce başvurmak nihilist dünyanın tek ilkesi haline
gelmiştir. Nihilizm, modern yozlaşma biçiminin nihai aşamasıdır.
Aydınlanma aklının ve ideolojisinin geldiği son noktadır.
Bugün, toplumlarımızın hal-i pürmelalini anlatabilecek uygun
sözcükler, tanımlar, kavramlar yoktur. Toplumlarımız, ya kendi ül­
kelerinde otoriter, militer vesayet sistemleri altında ya da Avrupa­
merkezci bir vesayet sistemi altında varolmaya çalışıyor. Sektiler
tiranlıklar, darbeler yoluyla sekülerleştirmeyi, demokratikleştirme­
yi gelenek haline getiriyor. B ir diğer yanda da jeopolitika yoluyla
Ortadoğunun doğal kaynakları denetim altına alınıyor.
B ütün bu olup bitenler etrafında çok güçlü, çok bilinçli ve de­
rinlikli farkındalıklar oluşturmak zorundayız. Geçmişten devraldı­
ğımız algılar, günümüzde çok şey ifade etmiyor. İslam ailesi olarak
içerisinde bulunduğumuz noktaya nasıl geldiğimize ilişkin bütün­
cül çözümlemeler yapmamız gerekir. İslami algılarımızı özgürleş­
tirerek bir değişim başlatabiliriz, değişimin yolunu açmak, önünü
belirlemek kuşkusuz büyük bir önem taşır.

37
ATASOY MÜFTÜOGLU

Kendi zamanımızın öyküsünü yazabilmek ve konuşabilmek için


kendilik bilincine dayalı bir farkındalığa ihtiyacımız olduğunu ha­
tırlamalıyız.
İs!ami anlamda çok ciddi bir temsiliyet sorunu yaşıyoruz, ken­
dimizi gereği gibi ifade etmekte zorlanıyoruz. Karşı karşıya bulun­
duğumuz, içinden çıkılması zor sorunları sıralamak, konuşulması­
nı, tartışılmasını istemek, melankolik bir umutsuzluk olarak değer­
lendirilemez.

38
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
PARADİGMA SAVAŞLARI SÜRERKEN

S ınır ötesi bilgi ve iletişim akışlarının yoğunlaştığı; her şeyin,


her şeyi etkilediği bir zamanda, dünyada yaşıyoruz. Ş imdiye kadar
kültürel çatışmalardan söz ediyorken, şimdilerde kültürel işgaller­
den söz ediyoruz. Anlık bilgi akışları zaman-mekan kısıtlamalarını
aşıyor, küreselleşme, ülkesizleştirici bir noktaya doğru ilerliyor. İn­
sanlar arasında, toplumlar arasında ülkeler üstü bağlantılar yoğun­
laştığı için kültürel benzeşmeler de yoğunlaşıyor. Bu gelişme kar­
şısında statükocu, muhafazakar kültürler eriyor. Toplumlar, günü­
müzde kendi özgün anlam ve değer sistemleriyle varlıklarını sür­
dürme konusunda zorlanıyor.
Bireycilik, bencillik, nihilizm, toplumsal, kültürel aidiyet bi­
çimlerini aşındırıyor. Genç kuşaklar, hakim moda paradigmaların
dışında bağımsız düşünme, davranma yeteneğine sahip değiller.
Genç kuşaklar kendilerini daha çok bireysel anlamda algılıyor,
kendi çıkarları doğrultusunda hareket ediyor. B ir yanda toplumsal
parçalanmalara neden olan bireycilik, nihilizm direnirken, bir diğer
yanda da toplumsal sorumluluk ve bütünlük için bireyciliğe karşı
direnişler gerçekleştiriliyor.
Paradigma savaşları hayatın her alanında sürüyor.
Paradigmalar, bir toplumun inanç, kültür, medeniyet değerleri­
nin toplamıdır. Bu değerleri bir bütünlük içerisinde temsil ettiği­
mizde bağımsız bir varoluşa sahip oluruz. Bu değerlere yabancılaş-

41
ATASOY MÜFTÜOGLU

tığımızda, bugün pek çok toplumda yaşandığı üzere, kültürel sö­


mürge noktasına sürükleniriz. Günümüzde, anlam ve değer mer­
kezli toplumsal aidiyet biçimleri , kişisel konum ve başarı arayışına
dönüşüyor. Bencilliğin ve bireyciliğin yükselişi, ahlaki sorumluluk
duygularını yok ediyor. Bencillik ve bireycilik bir anlamsızlık dün­
yası oluşturuyor. Anlamsızlık dünyasında bireyler, toplumsal ve
ahHiki sorumluluk alanlarına yabancılaşıyor. Toplumsal ve ahHiki
sorumluluk duygusunun kaybolması sebebiyle bütün modem top­
lumlarda siyasal katılım büyük ölçüde azalıyor, putlaştırılan de­
mokrasiler tartışmalı bil.le geliyor.
Ahlaki boşluklar sebebiyle, modem ya da modernleşme yönünde
ilerleyen toplumlar edep, haya duygusundan bağımsızlaşıyor. İnsan­
lar maddi tüketim ve materyalizm aracılığıyla mutlu olmanın yolla­
rını arıyor. Tüketim kültürü, materyalist bir kültür olarak somutlaşı­
yor. Nesnelere tapınma, nesnelere kölelik yeni bir modaya dönüşü­
yor. Sosyal sermaye tükendiği için kültürel ülkesizleşme, yerli, öz­
gün değerleri, İsHimi değerleri geçersiz kılabiliyor. Nesnelerin, imaj­
ların, ideolojik fikirlerin, deneyimlerin, homojenleştirici etkiler
uyandırarak dünyaya yayılması karşısında İsHimi duyarlıklar, kültür­
ler savunmasız hele geliyor. Emperyal, küresel model, küresel aynı­
lıklar oluşturuyor. Bu nedenle İsliimi algı alanımız sınırlandırılıyor.
Modemite, sekülerleştirme nasıl emperyalizmin bir boyutu ise
kültürel küreselleşme de kültürel emperyalizmin bir başka boyutu­
dur. Demokrasi de Batılı değerlerin, referansların siyasal ifadesin­
den başka bir şey değildir. Müslüman düşünce dünyasının, kültür
dünyasının bu gerçeği farketmemiş olması çok düşündürücüdür.
Liberal demokrasiler, ayrıcalıklı sınıfların, seküler, liberal seçkin­
lerin, beyazların, müstekbirlerin, zenginlerin çıkarlarına hizmet
ederler, halklara değil.
Günümüz dünyasında, küresel siyaset bağlamında kültürler, ide­
oloj ilerin önüne geçiyor. İnsanlık tarihini liberalizmle tanımlamak
gibi Avrupamerkezci bir yaklaşım geçerliliğini koruyor. Neoliberal
demokrasiler, tercih özgürlüklerine ısrarla vurgu yapıyor, ancak;
Müslümanların, İsHim 'ı tercih özgürlükleri katliamlarla, darbelerle,

42
AGIR HASARLI ALGILAR

ambargolarla bastırılmaya çalışılıyor. Neoliberal demokrasiler, dini


inançları, değer, anlam sistemlerini, ahtaki ilkeleri toplumsal olmak­
tan çıkararak bireysel tercihlere indirgiyor, kültürü özelleştiriyor,
ahlaki değerlerin otoritesini reddediyor. Birey 'i toplumdan daha de­
ğerli sayan liberal hayat tarzı, her tür bencilliği ve sorumsuzluğu
meşrulaştırarak toplumsal değerlerin bütünlüğüne zarar veriyor. Li­
beral evrenselcilik bir kültür emperyalizmi şeklinde, toplumlarımızı
istikrarsızlaştırıyor. Evrenselcilik, Aydınlanma ideoloj ileri bağla­
mında her zaman çirkin bir maske olarak kullanılıyor.
Toplumlarımızda halen yaşanan toplumsal, kültürel, siyasal, eko­
nomik altüst oluşlar, kutuplaşmalar, istikrarsızlıklarla ilgili olarak en
üst düzeyde bir farkındalık oluşturmamız gerekirken, Müslümanlar,
mezhep rekabetleri, bencillikleri, çatışmaları ve mezhepçi katliam­
larla, iç savaşlarla çok ilkel, çok karanlık, utanç ve dehşet verici tab­
lolar sergiliyorlar. Felsefi, entelektüel kökleri Yahudi-Hıristiyan kül­
türüne dayalı, bilimsel, teknolojik gelişmesi klasik Yunan-Roma kül­
türüne dayalı, Batı uygarlığıyla aynı anlama gelen liberalizmin oluş­
turduğu, bilimsel devrimlerle güçlendirilen, A vrupamerkezci bir
dünya görüşünün, hayat tarzının vesayeti altında hayatlarımızı so­
rumsuzca sürdürebiliyoruz. Müslümanlar, düşünsel, kültürel, ente­
lektüel çabalara, ilgilere, yapılanmalara iltifat etmiyor. Küresel öl­
çekte etkili olabilecek düşünce ve kültür kuruluşlarına, entelektüel
merkezlere sahip değiliz. Düşünsel, kültürel, entelektüel çabalara
saygı duymuyor, katkıda bulunmuyoruz. Ulusötesi bir topluluğun,
Ümmet 'in dilini kurmak, bu dille konuşmak yerine, mezhep merkez­
ci bir dil kullanıyor ve örgütlenmelere tevessül ediyoruz. Üretken bir
akla, değişim iradesine ihtiyacımız olduğunu hatırlamalıyız.
İngilizler tarafından oluşturulan Vahhabi yönetimi bugün bütün
imkanlarını kullanarak bütün İstam dünyasına Şii karşıtlığı ihraç
ediyor. Şii karşıtlarını silahlandırıyor, finanse ediyor. Modem, kü­
resel tarihin kurbanları, tarihin nesnesi olduklarını farketmeyecek
ölçüde büyük bir bilinçsizlik içerisinde yaşıyor. Hepimiz çok ciddi
bir özgürlük yanılsaması içerisindeyiz. B ağımsız bir varoluşu hak
etmek, hiçbir yerde, hiçbir şekilde sömürgeci manipülasyonlara

43
ATASO Y MÜFTÜOGLU

maruz kalmamakla yakından ilgilidir. Maruz kalmak, saldırıya uğ­


ramak, boyun eğmek demektir.
Ortadoğu ' da istikrarsızlıklar, gerilimler, emperyalist müdahale­
ler, vesayet rejimleri, diktatörlükler yüz yıldır sürüyor. Ortadoğu ' da
hiçbir tarihsel, kültürel gerçekliği yansıtmayan, sömürgeci çıkarlara
göre çizilen siyasal sınırlar, Batı ' nın Ortadoğu 'daki karakolu İsrail ' i
rahatsız etmeyecek şekilde yeniden biçimlendiriliyor. Irak, İran, Su­
riye ve Libya' nın Ocak 2002 'de şer ekseni olarak tanımlandığını ha­
tırlamak gerekir. Ortadoğu ' ya yönelik emperyalist irade hiçbir za­
man terörün nedenlerini konuşmadı, tartışmadı; terörün sonuçların­
dan hareketle müdahaleler yaptı. Küresel irade, dostlarının terörünü
meşrulaştırırken, düşmanlarının terörünü mahkum etti.
Günümüz dünyasında daha çok bilince, daha çok dayanışmaya,
daha çok sorumluluğa ihtiyacımız olduğunu farketmeliyiz. Mı­
sır' da, devrim ve bahar olarak tesmiye edilen ayaklanmalar, libe­
ral, sektiler taleplerle ilgili ayaklanmalardı. Müslüman Kardeşlerin
iktidarı, hiç kimsenin gündeminde yoktu. Kardeşlerin iktidarı,
muhtemel/mümkün bir İslami modelin başarısıyla sonuçlanırsa, bu
bölgeden yeni İslami seçeneklerin ortaya çıkabileceği korkusu, en­
dişesi, emperyal, küresel sistemi hareket geçirdi. Mısır ' da liberal,
sektiler elitler, ordu ile dayanışarak, ordu ile birlikte askeri bir dar­
be ve katliam gerçekleştirdi.
Seçimler yoluyla demokrasinin yerini, sektiler, liberal elitler ve
faşist generallerin dayanışmasıyla gerçekleştirilen darbeler, katli­
amlar yoluyla demokrasiler alıyor. Libya ve Suriye ' de, emperyalist
müdahale ve iç savaşlar yoluyla, emperyalist çıkarlar doğrultusun­
da devlet ve ulus inşa etme süreçleri kanlı bir şekilde sürüyor.
Sömürgeleştirilen sektiler, liberal elitler için, ordular için, müm­
kün tek ufkun Batı ufku olduğu anlaşılıyor. İslam dünyası ülkeleri
arasında maalesef siyasal fikir birliği yok. Mezhep karşıtlıkları ne
yazık ki siyasal çıkarlar için her zaman kullanılabiliyor. Mezhepler
arasında dayanışma ve bütünlüğü sağlayabilecek unsurların, çatış­
ma ve bölünmeyi kışkırtan unsurlardan çok daha güçlü, çok daha
anlamlı olduğunu hatırlamak gerekiyor.

44
AGIR HASARLI ALGILAR

İslam dünyası toplumları, kendi tarihlerinin, kültürlerinin, dünya


görüşlerinin dinamikleri ve kaynaklanyla asla ilgisi olmayan, hiçbir
şekilde zorunlu, gerekli, doğal olmayan çatışmalar, gerilimler, kar­
şıtlıklar yaşıyor. İslam dünyası ülkeleri emperyal, küresel hesaplann
ve çıkarların hedefi hiiline getirilmiştir. Toplumlanmıza, kültür ve
medeniyet varlıklanmıza yönelik hesaplar hep dışarıda yapılan he­
saplardır. Siyasal amaçlarla sömürülen milliyetçilikler, mezhepçi­
likler ve ikili karşıtlıklar yoluyla toplumlarımız istikrarsız kılınabil­
mektedir. İkili karşıtlıklar yoluyla toplumlanmızda Batı arzusu taşı­
yan kesimler, kuşaklar, kendi ülkelerinin kültür ve medeniyet anla­
yışına, hayat tarzına karşı ayaklanmalara kalkışabilmektedir.
Günümüz tarihini bencil çıkarlara dayalı siyaset biçimleri oluş­
turuyor.
Zihinsel dünyalarımız bile güç yapılarının çıkarına göre biçim­
lendiriliyor.
Batı ' nın sömürgecilik yoluyla ihraç ettiği bilgi, kültür ve dünya
görüşünü tüketiyoruz.
B atı dünyasının postsömürgecilik yoluyla sürdürdüğü kültürel,
siyasal tahakküm karşısında nasıl iyimser olabiliriz?
Müslüman halkların gelecekleriyle birlikte, geçmişleri de birer
birer imha ediliyor. Saraybosna' da, Bağdat' da, Kahire ' de, Kabil ' de,
Şam ' da bütünüyle yağmalanan kütüphaneleri, müzeleri hatırlamak
gerekir. Tarih, barbarlıklarla birlikte yürüyor; İslam ve Müslümanlar
karşısında herkesin bir Hitler misyonu üstlendiğini görebiliyoruz.
Militarist ve faşist darbeler Müslümanlara yönelik olarak gerçekleş­
tirildiğinde küresel sistem tarafından mükafatlandınlıyor. Toplumla­
nmız, halklarımız çaresizliğin alçaltıcı yanıyla sık sık sınanıyor.
Bütün dünyada, İslam dünyası ülkelerinde de pozitivist politik
yaklaşımlar belirleyici hale geliyor. Gerçekler bütün değer sistem­
lerini ezip geçiyor.
Hiçbir ideale yer bırakmayan gerçeklikler karşısında toplumla­
nmız yalnızca hayatta kalma mücadelesi veriyor.
Toplumlarımızda Batı arzusu içerisinde yaşayan kesimler, genç
kuşaklar ideolojik uyuşturucular yoluyla, bütün sömürgeci ege-

45
ATASOY MÜFTÜOGLU

menlikleri ve sömürgeci hayat tarzlarını kabule hazır hiile getirili­


yor. Hangi bağlama ilişkin olursa olsun, tutsaklığa mahkum edilmiş
akıllar ve zihinlerle hiçbir sağlıklı tercih yapılamaz. Tutsaklığa
mahkum edilmiş akıllar ve zihinler, hiçbir şekilde daha anlamlı, da­
ha tutarlı seçenekler olup olmadığını düşünmezler. Kendi adlarına
düşünme yeteneğine sahip olmayan propaganda mağdurları , mah­
kumları nasırlaşmış bir duyarsızlık içerisine girerler.
İslami gelenekler, cemaatler, hareketler günümüzde nitelikli
kadrolar yetiştirmek yerine, düşüncesizleştirilmiş, akılsızlaştırıl­
mış, nesneleştirilmiş propaganda araçları yetiştiriyor. Genç kuşak­
lar, bir önceki kuşağın yaklaşımlarını aşabilecek bir düşünce cesa­
retine sahip değiller. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, İslami in­
celiklerden, derinliklerden, hikmet ve irfan, erdem ve adalet, basi­
ret ve merhamet duygularından yoksun bir eylem ve mücadele tar­
zı maalesef cihadcılık olarak gündemde tutulabiliyor. Karşılıklı da­
yatılmış rekabetlerin, çatışmaların ve iç savaşların temelinde kor­
kunç bir cehaletin yattığını hatırlamak ve bilmek gerekiyor.
Aziz İslam 'ın, yerel, mezhepçi, hizipçi klişeler dışında hiçbir
müktesebatı olmayan, hiçbir müktesebatları olmadığı için de her­
kes tarafından kolaylıkla güdümlenen fanatikler tarafından etkisiz­
leştirildiğini görmek, yaşamak insanımızı dehşete düşürüyor.
Tutsaklığın yalnızca tek bir biçimi yoktur, onlarcası, yüzlercesi
vardır. Ruhlarını sömürgeci ideallere satanlar da çok hazin bir tut­
saklığı temsil ederler.
Görüş ufkumuzu daraltan bilgisizlikler, yanlış tarihsel bilgiler,
üstünkörü bilgiler, mezhepçi bağnazlıklara dayalı yorumlar, sahipc
!erini her durumda çelişkilere mahkum eder.
Daha bir yıl önce Mısır ' da, devrimci olarak alkışlanan, yücelti­
len, tebcil edilen kitlelerin, aradan bir yıl geçmeden devrimciler de­
ğil, darbeciler olduğu ortaya çıktı . Suriye ' de, bin parçaya bölün­
müş, hiçbir parçanın diğerine saygı duymadığı, her parçanın Batı ' lı
bir siyasal iradenin hizmetine girdiği muhalif unsurlar nasıl bir dev­
rim gerçekleştirecekler?

46
AGIR HASARLI AL G ILAR

Zihin dünyalarımızın sağlığını, iyi niyetli ahmakların safsatala­


ra dayalı yorumlarından korumalıyız ,
İsliiml umutlara yürümek için cesaret, liyakat ve evrensel ufuk­
lara nüfuz eden bir bilinç gerekir. İlahi hakikati, emaneti , bütün bo­
yutlarıyla eksiksiz bir şekilde, onurla, bağımsız bir dille temsil ede­
bilmek için bu uğurda karşımıza çıkabilecek, muhtemel bütün be­
delleri ödemeyi göze alarak yola çıkmamız gerekir.
Her alanda, hiçbir derinliğe sahip olmayan gelip geçiciliklerin
dünyasında yaşıyoruz. Yoğunlaşmaların yerini, yüzeysellikler alı­
yor. Her şey medya popülizminin mantığına göre şekilleniyor. Her
olay gösteri endüstrisinin bir parçası olarak pazarlanıyor.
Ruhsuz, kalpsiz, merhametsiz, bilgelikten mahrum, teknik, eko­
nomik paradigmalarla sınırlı, ırkçı ve pornografik modem , seküler
uygarlık, ırkçı, sömürgeci bir propagandadan ibarettir. Gerçek böy­
le olduğu hiilde, medeniyetten nasibi olmayan, modem, sektiler
dünya, dünyaya uygarlık ihraç etmekten söz edebiliyor. Tüketim
kapitalizminin tahakkümü altındaki toplumlarda her şey, bütün
hazlar, tutkular, bağlılıklar, aidiyetler anlıktır. Her şey anında tü­
kenmekte, anında eskimektedir.
İçerisinde yaşadığımız küresel yüzyılda, her yerellik, her parça,
küresel bütünden bir şekilde ve olumsuz bir biçimde etkileniyor.
Küreselleşme, küresel piyasalar ve neoliberal emperyalizm; ulus­
devlet iktidarlarını güçsüzleştiriyor. Bu gelişmeler karşısında üretilen
yerel/ulusal stratejiler, çözümlemeler genellikle etkisiz sonuçlar do­
ğuruyor. Küreselleşme, pek çok boyutu olan bir süreçler toplamı ola­
rak ilerliyor. Ekonomik, kültürel, siyasal küreselleşme, yerel/ulusal
sınırları aşarak bütün toplumları küresel sisteme dahil etmeye çalışı­
yor. Küresel bağlantılar ve karşılıklı bağımlılıklar siyaseti dönüştürü­
yor. Bu nedenle siyasal sorunlar küresel bir nitelik kazanıyor.
Neoliberal emperyalizm ve küresel piyasalar, istedikleri zaman
yerel iktidarları başarısızlığa uğratabiliyor. Piyasa güçlerini kontrol
etmek her zaman mümkün olmayabiliyor. Küresel süreçlerin etki­
sine açık sosyal, kültürel hayatımız, sınırları belirsiz yabancılaşma­
lara, değişimlere maruz kalıyor. Medya ürünleri , teknolojileri bü-

47
ATASO Y MÜFTÜOGLU

tün dünyayı hiçbir engelle karşılaşmaksızın dolaşıyor, bütün dün­


yayı tek bir pazar haline dönüştürüyor. B atılı, tek yönlü bilgi, en­
formasyon akışı medya emperyalizmi şeklinde toplumlarımızı isti­
la ediyor. Hepimiz, medyatik güncelliğin, bayağılaştıncı, düşünce­
sizleştirici etkisi altında hareket ediyoruz. Enformasyon ve iletişim
alanlarında yaşanan dijital devrim değişimi hızlandırıyor. Bu ne­
denle zamana dayanıklı düşüncelere sahip olamıyoruz.
Yaşadığımız dönemde süreçlerin uluslararasılaşması, hepimizi
kültürel ve İslami anlamda marjinalleştiriyor. Hepimiz bir yapay­
lıklar dünyasında, meta haline dönüşmüş hayatlar yaşıyoruz. Bugü­
nün dünyasında en büyük put, piyasa ideolojisidir. Uluslararası pa­
zarlar, yeni medya araçları, medya hareketliliği sebebiyle ulusdev­
letler özellikle kültürel anlamda kendi sınırlarını kontrol edemiyor.
Küreselleşme süreçleri kültürel homojenliği, neoliberal kültür te­
melinde ihraç ediyor. Sermayenin ve medyanın ekonomik çıkarlar
dışında hiçbir ahlaki kaygı taşımadığını görüyoruz.
Günümüzde ulusdevletler, küresel sistemin yerel mümessilleri
olarak hareket ettiklerinden, küresel sistemin güvencesi altına giri­
yor. Sistemin yerel mümessilleri olarak hareket etmeyenler bir şe­
kilde cezalandırılıyor. Mısır ' da, Müslüman Kardeşler iktidarının
İslami hassasiyetler temelinde politik bir inşa arayışı bile askeri
darbe yoluyla engellenebiliyor. Ulusdevletlerin fikirler üzerinde et­
kisi bulunmadığı gibi yerel sosyal, kültürel süreçler üzerinde de ta­
yin edici etkisi yoktur. Dışarıdan yanlış bir biçimde ve kasıtlı ola­
rak Arap Baharı olarak adlandırılan süreçler içerisinde sistematik
olarak bütün Ortadoğu ülkeleri istikrarsızlaştırılmış , zayıflatılmış,
toplumsal , mezhebi parçalanmalara sürüklenmiştir. Arap Baharı ­
nın güçlü ve istikrarlı kıldığı tek bir ülke yoktur. Arap Baharından
kazançlı çıkan tek ülke İsrail'dir. B ütün bunlar olurken, aynı za­
manda İran ve Hizbullah Müslümanlar nezdinde itibarsızlaştınl­
mış, değersizleştirilmiştir. İran ' ın, Mısır'da gerçekleştirilen askeri
darbe karşısında sergilediği tavır, İran ' ın devrimci ideallerle değil,
çıkarcı realpolitik hesaplarla hareket ettiğini göstermiştir.

48
AGIR HASARLI ALGILAR

İdeolojik, ırkçı, neoliberal , sömürgeci medya uyuşturucuları , za­


manımızı, bilincimizi, özgürlüğümüzü çalıyor. Kendi zamanımızın
sorumluluklarına bir türlü uyanamıyoruz. Toplumlarımız küresel
sistem tarafından bilinçli bir biçimde aldatılıyor, yanlış yönlendiri­
li yor. Hangi konuda olursa olsun, yanlış koşullandırmalara maruz
kalmak, bağımsız düşünme yeteneğimizi elimizden alıyor. Hangi
konuda olursa olsun, koşullandırma yoluyla, manipülasyon yoluyla
bilgi alanlar, her hangi bir düşüncenin/felsefenin ifadesi olamaz,
yalnızca kimi sözcükleri yan yana sıralayabilir. Düşünceleri , davra­
nı şları ve tercihleri manipüle edilebilen insanlardan doğru kararlar
vermelerini, doğru sorumluluklar almalarını bekleyemeyiz.
Tarihsel parçalanmışlıkları, zayıflatılmışlıkları, duyarsızlıkları,
sorumsuzlukları aşarak, yerleşik konformist zihniyetle mücadele
ederek, radikal seçenekler üzerinde çalışmak için her zaman oldu­
ğu gibi bugün de çok geç kalıyoruz. Geniş bir tarihsel perspektif
üzerinde çalışarak, korkulukları yıkarak, ihtiyatlı iddialar serdet­
meliyiz. İkna edici bir model geliştirmeye çalışmalıyız.
Ilımlı, temkinli umutların ifadesi olmak, bizleri daha az mahcup
edecektir.
Kendi İslami seçeneklerimiz üzerinde çalışmak yerine, dışarı­
dan dayatılan seçenekler üzerinde çalışmaya mahkum ediliyoruz.
Kendimizden kaynaklanan sorunları hiç gündeme taşımıyoruz.
Gündemi yakalayabilmek için kullanılan moda kavramlar ne yazık
ki bizim de ilgimizi çekebiliyor. Güncel konularla ilgili gündem
her zaman bizim dışımızda belirleniyor. Olaylara, gelişmelere her­
kes kendi cemaat, hizip, mezhep aidiyeti doğrultusunda yaklaşıyor.
Çıkar peşinde koşmak, bütün toplumların, bütün politikaların ortak
amacı haline gelince, hiç kimse yaşadığımız beklenmedik gelişme­
ler, olaylar, savaşlar, iç savaşlar, darbeler, katliamlarla ilgili olarak,
bütün bu olup bitenler neden oluyor, bütün bu olup bitenlerin hak­
lı, meşru nedenleri var mı, diye sormuyor. Çıkar peşinde koşmak
artık eleştiri konusu bile yapılamıyor. Bütün bir hayat, bencil çıkar­
ların mücadelesine indirgeniyor. Liberal olmak geçer akçe haline
geldiği için hiç kimse bir başkasının yanlışını düzeltmek için dav-

49
ATASOY MÜFTÜOGLU

ranmıyor, kimse kimseye müdahale etme ihtiyacı duymuyor. Libe­


ral olmak, her tür anormalliği, aşırılığı vb. normal karşılamak anla­
mına geliyor.
Ortadoğu 'da, İslam toplumlarında emperyalist, sömürgeci kötü­
lük kol geziyor. Zincirleme siyasal felaketler yaşanıyor. Bütün bun­
lar olurken, bizler, hala, her nasılsa, devrimlerden, baharlardan söz
edebiliyoruz.
Bu çapta bir hamakat olamaz.
Koşullar hep değişiyor, ancak, bizler statükocu geleneklerimizi
değiştiremiyoruz. Bencilliklerimiz, aşırılıklarımız, ihtiraslarımız
İslamın safiyetine gölge düşürüyor.
Eleştiri geleneğimiz olmadığı için hiçbir şeyi değiştirme ihtiya­
cı duymuyoruz.
Günümüz dünyasında, özellikle genç kuşakların aidiyet ve kim­
lik duygularını iletişim araçları belirliyor. İletişimin belirleyici oldu­
ğu bir dünyada yaşıyoruz. Küresel ağlar ve bilgi sistemi yerel dün­
yaları ve kültürleri, emperyalist sistemin beklentileri doğrultusunda
dönüştürüyor. Görsel-işitsel sistemin bir ülkesi yok. Genç kuşaklar
için küresel bir türdeşleşme söz konusudur. Genç kuşaklar her han­
gi bir değer ve fikir sistemiyle değil, yalnızca başarıyla kendilerini
tanımlıyor. Herkes için başarı hayatın tek amacı haline geliyor.
Aziz İslam ' ın, beşeri kurgulara, ideolojik kurgulara, ırkçı, sö­
mürgeci kurgulara tabi kılınması, bu kurgular doğrultusunda tanım­
lanıp yönlendirilmesi, kabul edilmesi, gerekçelendirilmesi asla
mümkün olmayan çok vahim bir durumun ifadesidir. Yaşayan, ha­
reket eden, üreten, yenileyen, dönüştüren bir imana sahip olması
gereken Müslümanlar, büyük bir anlam, ahlak, bilinç kıyımına uğ­
radıkları için somut sorunlar, müdahaleler, engellemeler karşısında
bir eylem inşa edemiyor. Ortak bir anlam, v aroluş, direniş mücade­
lesini gerçekleştiremediğimiz için yanlış bilinç tezahürlerini din
haline getirdik. Yanlış bilinci cehalet olarak okuyabiliriz. Yanlış bi­
linç tezahürleriyle tarihi yeniden harekete geçiremeyiz. İslamın,
kendisini, tarihte, dünyada yeniden gerçekleştirebilmesi, yeni an­
lamlara, yeni alanlara, yeni ufuklara ve yeni formlara açılmasıyla,

50
AGIR HASARLI ALGI L AR

kendi zamanımızın ihtiyaçlarına yanıt verebilecek şekilde yeniden


yapılandırılmasıyla mümkün olabilir.
İsliim ' ın nazarında her şartta bütün bir dünya, bütün bir insanlık
var. B ütün bir dünyaya, bütün bir insanlığa hitap etmesi gereken
evrensel bir kültürün ve medeniyetin dilinin, bugün sayısız, nitelik­
siz parçalara bölünmesi, her parçanın İsliimın hiçbir şekilde onay­
lamayacağı bağnazlık, ufuksuzluk ve dar görüşlülüğü kurumsallaş­
tırması hiçbir gerekçeyle kabul edilemez, onaylanamaz.
İsliim medeniyeti, düşünsel , kültürel, entelektüel, felsefi, siya­
sal, ekonomik, edebi, estetik varoluşu bir bütünlük içerisinde tem­
sil ettiğinde, tarih ve insanlık ölçeğinde etkili bir medeniyetti. Bu­
gün geldiğimiz noktada, kurumsallaştırılmış bağnazlık, bencillik,
ufuksuzluk, dargörüşlülük, anlayışsızlık, kavrayışsızlık ve bilinç­
sizlikle hiçbir şekilde yeni bir düşünce ve tefekkür dünyası, yeni bir
kültür ve medeniyet dünyası oluşturamayız.
Her parçalanma ahliiki yetersizliklerden, bencilliklerden ve so­
rumsuzluklardan kaynaklanır.
BEŞİNCİ BÖLÜM
KAYBEDENLER DİRENEREK
TARİH YAZABİLİRLER

Bugünün dünyasını şekillendiren şeyler, ekonomik ve ideoloj ik


ihtiraslardır. Emperyalist dünya, demokrasi ve özgürlük yalanlarıy­
la, her tür yıkım, yağma, talan ve denetimi büyük bir küstahlıkla,
büyük bir kibirle sürdürüyor. Günümüzde konuşulması gereken,
ancak hiç konuşulmayan diktatörlük biçimi, ideolojik propaganda
yoluyla sürdürülen diktatörlüklerdir. Bu diktatörlük biçimlerine, İs­
lam toplumları her an, her gün yoğun bir biçimde maruz kalıyor.
İdeoloj ik propaganda yoluyla her toplumda kitlesel bir aptallaş­
tırma biçimi uygulanıyor. Kitleler bir kez aptallaştırıldığında, ken­
dilerine hiçbir gerçek anlatılamıyor. Her toplumda kitlelerin dikka­
ti, ilgisi daha çok medyada yazılanlar ve gösterilenler aracılığıyla
biçimlendiriliyor, kontrol ediliyor. Bu yolla bütün olgular emperyal
egemenliğin çıkarları doğrultusunda çarpıtılıyor. Bu konuda bizim,
medyanın yazamadıklarıyla, gösteremedikleriyle ilgilenerek dikka­
timizi, bilincimizi bu konuda yoğunlaştırmamız gerekiyor.
Afganistan ' da, Irak 'ta, Libya'da, Suriye ' de, şimdi de Mısır ' da
yaşananların gerçek hikayesini bilmiyoruz. Buralarda yaşanan iç
savaşların, işgallerin, darbelerin, canavarlıkların hiç kuşku yok ki
hepsi Amerikan, B atı gündemi doğrultusunda gerçekleştiriliyor.
İslami düşünce ve tasavvur dünyasının ruhunu kaybettiği, İsla­
mi bilginin, aklın, kalbin paramparça edildiği günden bu yana, top-

55
ATASOY MÜFTÜOGLU

lumlarımız kendisine yönelik, İslam kültür ve medeniyet varlıkları­


na yönelik vahşeti, barbarlığı bütün boyutlarıyla sorgulayabilecek,
reddedebilecek bir bilinç oluşturamamıştır. Maruz bırakıldığımız
zihinsel, kültürel, siyasal , ekonomik, askeri felaketler sebebiyle sö­
zünü ettiğimiz sorgulayıcı bilinci oluşturarak, toplumsallaştırarak,
siyasallaştırarak kolektif bir siyasal akıl oluşturuncaya kadar bu fe­
laketler devam edecek.
Müslümanların evrensel bir dile, düşünceye, bilince ihtiyacı ol­
duğu halde, ilkel yerelliklere, utanç verici mezhep çatışmalarına
kapandığımız için ortak bir dil, bilinç oluşturmak imkansız hale ge­
liyor. İslam dünyasında içe dönüklük, İslamın düşünsel, kültürel
gelişmesini sınırlandırıyor. Tasavvufi, mistik ilgiler; bilgiye, bilim­
sel araştırmaya, kültürel çalışmalara saygı duymuyor. Keşfi ya da
kerameti, şeriattan, nasslardan üstün tutan bir geleneğimiz var. Bu
geleneği eleştirel tartışmaya açmak cesaret gerektiriyor. Tasav­
vuf' tan ibaret bir İslam algısı, evrensel İslam imparatorluklarının
çöküşünü hazırlayan nedenler arasındadır. Mevlana, bilimleri ve
sanatları bir bardağın üzerindeki süslemelere benzeterek, hafife
alır. Bardak kırıldığında bilimler ve sanatlar da yok olur, der.
Bu yorumuyla, bardağın içindekilere atıfta bulunur.
Umut hakkında konuşabilmek için maruz kaldığımız bütün fela­
ketlerin, iç ve dış nedenlerine bütünüyle nüfuz edebilecek doğru
analizler yapabilmeliyiz. Doğru analizler, doğru bilgilere ihtiyaç du­
yar. Propaganda yoluyla tercihte bulunanlar, hiçbir zaman doğru
analizler yapamazlar. Eski duygusal yaklaşımlarla ancak eski bilinç
biçimleri sürdürülebilir. Yeni bilinci, siyasal aklın, evrensel aklın ve
ahlakın sınırları içerisinde oluşturmak gerekir. Nostaljinin bir gele­
neğe dönüştürülmesi, kayıplarımızı kabul ettiğimiz anlamına gelir.
Her tür doğallığı, içtenliği tahrip eden, yapay yapılar, sistemler
oluşturan kapitalist hayat tarzı, hepimizi çok çelişkili davranış bi­
çimlerine sürüklüyor. Neye inandığımıza ya da inanmadığımıza ni­
hai anlamda karar veremiyoruz. Hepimize zorla kabul ettirilen ko­
şullarda, konumlarda yaşıyoruz. Kapitalist hayat tarzının bir teza­
hürü olarak, İslami cemaatler de özel çıkarlarının peşinden koşu-

56
AGIR HASARLI ALGILAR

y or. Cemaatler çok saldırgan, baskılayıcı, kaba ve yüzsüz bir pazar­


lama tarzı sergiliyor.
Bugün, en büyük sorunlarımızın başlıcası, özel çıkara, özel yön­
teme, özel program, yorum ve yaklaşıma önem veren, ortak ümmet
yaklaşımına itibar etmeyen bir hastalığın ağırlaşarak sürmesidir.
Günümüzde, insan hayatını ilgilendiren temel, hayati konular,
ulusdevlet yaklaşımları ve mantığıyla çözümlenip anlaşılabilecek
sorunlar olmaktan çıkıyor. Yerel ve küresel hareketler içiçe geçi­
yor. Emperyal, küresel iktidar, öteki olarak konumlandırdığı bütün
unsurları ya baskılıyor ya etkisiz hale getiriyor ya da bugün yaşadı­
ğımız üzere, neoliberal, seküler kültür yoluyla sisteme dahil ediyor.
Büyük bir propaganda söyleminden ibaret olan insan hakları
s öylemi, ötekinin, farklının haklarını içermediği için ötekilerin se­
rüvenine kayıtsız kalabiliyoruz. Modem tarih, modem olmayan
dünyaya, toplumlara kimlik dayatmanın tarihidir. Neoliberal dün­
yalar verimlilik ve çıkar hesapları üzerinde temellendirilen, hedo­
nizm ve açgözlülüğün meşru sayıldığı dünyalardır. Neoliberalizm
bireycilikleri ve sorumsuzlukları mutlaklaştırabilir.
Her kötülük sorumsuzlukla başlar.
Müslümanlar günümüz dünyasında, asıl gerçeği göremediği
için çarpıtılmış gerçeklikler üzerinde spekülasyonlar yapıyor. Kar­
şı karşıya bulunduğumuz çok ağır sorunlarla ilgili olarak tarihsel
hesaplaşmalar yapmamız gerekirken, hamasi , duygusal tavırlar ser­
giliyoruz. Tarihsel hesaplaşmalar, tarihsel çözümlemeler yapabile­
cek dirayette kadrolarımız, kurumlarımız yok.
Görmezden gelemeyeceğimiz dehşetli gelişmelerle ilgili sahip
olduğumuz tek şey köylü bilincidir.
Köylü bilinci, ufuksuzluk demektir.
Tarihsel gelişmelerle, değişim, dönüşüm hareketleriyle, mo­
dem, sektiler, liberal gerçeklikle hesaplaşabilmek için neyi bekledi­
ğimizi, niçin beklediğimizi, ne zamana kadar bekleyeceğimizi bil­
miyoruz, sadece bekliyoruz.
Belirsizlikleri farketmiyoruz.

57
ATASOY MÜFTÜOGLU

Nerede olursa olsun, ötekileştirilen unsurlar, kendileri üzerinde


bir tahakküm oluşturmak üzere ötekileştiriliyor. Ötekinin ve farklı ­
nın her tür baskı ve dayatmaya müstahak olduğu düşünülebiliyor.
İnsanlar etnik aidiyetleriyle, mezhepleriyle ya da sınıflarıyla değer­
lendiriliyor.
İnsanların dünyasında değil, hakim olanların dünyasında yaşı­
yoruz. Günümüz insanı, yalnızca maddi sorunların sorun olduğunu
farkedebiliyor. Modernliklerin neden olduğu insani, ahlaki tahribat
derinleşerek sürüyor. Kimlik rekabetleri, gerilimleri derinleşiyor.
Her kimlik iddiası, farklı olduğunu öne sürerek ortaya çıkıyor.
Her yerde çok ucuz, çok kirli tekbenciliklerle karşılaşabiliyoruz.
Her tür eleştiriden muaf olduklarına inanılan tekbenci cemaat li­
derleri bile ayrıcalıklı bilgilere, sezgilere sahip olduklarını iddia ede­
biliyor. İslami bilinç, tevhidi bilinç ve terbiye yerlerde sürünüyor.
Farklı olmak, öteki olmak, icat edilmiş karşıtlıklar dışında, or­
tak hiçbir şeye sahip olmayanlar anlamına gelmemelidir.
İslam toplumları üzerinde, toplumlarımızın eğitim ve kültür ha­
yatı üzerinde sömürgeci bilginin, iktidarın, egemenliğin hegemon­
yası zihinsel anlamda eksiksiz bir biçimde sürüyor. Bu hegemonya
modemliklerle birlikte başlayan seküler epistemoloji aracılığıyla
sürdürülüyor. Toplumlarımızda dini hayat, düşünce, kültür ve aka­
demik hayat, sözünü ettiğimiz seküler epistemelojiyi aşmak için
neler yaptığını, bir şeyler yapıp yapmadığını, kendilerine sormalı­
dır. Bu konuda ne yazık ki alabileceğimiz olumlu bir yanıt yoktur.
Bu durumda, derin bir mahçubiyet duymaksızın hangi İslami
hizmetlerden söz edebiliriz?
İslam toplumlarına, kendimize, İslam kültür ve medeniyetine,
seküler epistemolojinin mantığı içerisinden bakmak kadar büyük
bir düşüş, çöküş olamaz. Bu çöküş sebebiyledir ki bugün İslam
dünyasında dini hayatın gündemini, seküler epistemoloj iyi aşmak
değil, mezhep rekabetleri ve karşıtlıkları oluşturuyor.
Hayatlarımız, ideoloj ik klişeler, kalıplar yoluyla güdümlenebi­
liyor, sömürgeleştiriliyor. Emperyal iktidar tarafından yüceltilen
değerler, değer sanılıyor, sayılıyor. Farklı değer sistemleri olabile-

58
AGIR HASARLI ALGILAR

ce ği akla getirilmiyor. Toplumlarımızda gerçekleştirilen ayaklan­


malar, emperyal iktidarın dokunulmaz kıldığı, ideolojik değerler
adına gerçekleştiriliyor. Genç kuşaklar kendileri olmaktan vazge­
çerek yabancılaşmayı, bir yabancı gibi yaşamayı, yabancı hayat
tarzlarını seçiyor. Modem, seküler, liberal, kapitalist hayat tarzı
karşısında özellikle genç kuşakların farklı bir tercih hakları yok.
Modem, seküler kültür insan egosunu merkeze aldığı için her
şey büyük bir hiçliğe dönüşüyor.
Hayatın şiiri , bilgelikler yok oluyor.
İlahi Vahye dayalı varoluş bilincine yabancılaşan kuşaklar boş­
luğa sürükleniyor. Boşluk ve sorumsuzluk yeni bir hayat tarzıdır.
Toplumlarımızda yaşanan kronik trajedilerden kalıcı dersler çı­
kararak zihinsel anlamda yeni bir inşaya yönelebiliriz. Romantik,
patolojik, duygusal, aceleci yorumlar konusunda çok dikkatli olma­
l ıyız. Hiçbir gerçekliği yansıtmayan Arap Baharı tanımı ve süreci­
nin, bugün geldiği noktanın İsrail Baharı olduğunu hatırlamalı ve
gerçeğe uyanmalıyız.
İslam toplumları çok çalkantılı değişimler yaşıyor. Kapitalizm
ve teknoloji merkezli metalaştırıcı bir kültür; kültürel ve politik so­
runlardan daha çok ekonomi merkezli sorunları gündemde tutuyor.
Ekonomilerin insani anlamlar ve değerler doğrultusunda yönetil­
mesi gerekirken, ekonomiler insani anlamları yok etme pahasına,
insanlığı yönetiyor. Rekabet ve tüketimden ibaret bir kitle kültürü
içerisinde şekillenen dünyalarda yaşıyoruz.
Bugün dünyada, özellikle de İslam ülkelerinde, bütün rej imler,
emperyal, küresel iktidar tarafından tek taraflı ekononomik ve ide­
olojik baskılarla manipüle ediliyor. Her rejim gibi demokratik ol­
duğu iddia edilen rej imler de küresel sermayenin çıkarlarına hizmet
edip etmediklerine göre değerlendiriliyor. Diktatörlükler, küresel
çıkarlara hizmet etmeleri durumunda; güvence altında diktatörlük­
lerinin keyfini çıkarıyor.
İslam toplumlarında, neoliberal, kapitalist modele karşı, yeni,
farklı, İslami bir seçenek oluşturma girişimleri, her tür şiddet poli­
tikaları uygulanarak engelleniyor. Sözünü ettiğimiz şiddet politika-

59
ATASOY MÜFTÜOGLU

lan sebebiyle Müslümanlar maalesef seküler meşruiyet kaynakları­


na başvuruyor, denize düşen demokrasiye sarılıyor. İslami konu­
mumuzu, duruşumuzu belirleme konusunda özgür değiliz. Bunun
içindir ki kendimizi Y ahudi-Hıristi yan değerler temelinde ifade et­
meye çalışıyoruz.
Küresel sistem, kendi tahakküm iradesini meşrulaştırabilmek
için demokrasiyi kullanıyor. Demokrasi, farklı bağlamlarda, farklı
zaman ve mekanlarda birbirinden çok farklı anlamlar içerebiliyor.
Demokrasinin çok etkili bir slogan olduğunu farketmemiz gereki­
yor. Her demokraside halklar karar süreçlerinin dışında tutuluyor.
Merhum Muhammed İkbal ' in, "zaman sana uymazsa, sen za­
manla savaş" dizesini bizleri yeniden düşünmeye sevkedebileceği
umuduyla hatırlamak gerekiyor.
Zamana boyun eğen bir dilin, söylemin, duruşun, kimliğin gele­
ceğinden söz edilemez. Müslümanlar, yeryüzünde, zamanı değiştir­
mek üzere bulunuyor. Başkalarının düşüncelerine, talimatlarına ta­
bi olarak yaşamak, problemli bir durumun adıdır.
Günümüzde, küresel kapitalist iktidar için küresel ekonomi politi­
ğin çıkarlarını gözetmek, bütün insanlık sorunlarından çok daha önem­
li sayılabilmektedir. İslam toplumlarına yönelik olarak demokrasi mas­
kesi altında bir Haçlı Seferi sürdürüldüğünü iddia etmek, hiçbir şekil­
de abartılı sayılamaz. Bugün, içerisinde yaşadığımız dönemde görüle­
bileceği üzere, demokrasi askeri müdahale aracı hiiline gelmiştir.
Mısır' da yaşananlar, emperyal, küresel, kapitalist iktidarı sür­
dürmek adına, bütün durumlar için gerektiğinde uygun bir siyasal
söylem oluşturulabileceğini, hiçbir biçimde ilkesel demokrasiler­
den söz edilemeyeceğini gösterir. Mısır ' ın öncelikleri değil, kapita­
list iktidarın öncelikleri önemlidir. Halkların tercihleri, talepleri,
beklentileri, umutları hiç kimsenin umurunda değildir. Küresel ka­
pitalist sistemde her şey, maliyet-kar analizleri temelinde gerçek­
leştirilir. Yoksulluklar, mahrumiyetler, ölümler, yıkımlar kayda ge­
çirilemeyecek ölçüde önemsiz şeylerdir.
Müslümanların içerisinde yaşadığı olaylara yönelik tepkilerimiz
ahlaki tepkilerdir, ancak yeterli tepkiler değildir. Müslümanların

60
AGIR HASARLI ALGILAR

bugün her şeyden önce Aydınlanma aklının diktatörlüğünü redde­


deb ilecek bir bilince, birikime, küresel bir vizyona, programa ve
eylem iradesine ihtiyacı vardır. Tek taraflı, tek boyutlu, tek yönlü
parçalar üzerinde düşünen, yazan, yorum yapan İslami oluşumlarla
geleceğe yol bulunamaz.
Toplumlarımızda halklar, kitleler anlatılan her hikayeye inanır
hale getirildiler. Anlatılan her hikayeye inanan halklar, bu nedenle
düş ünme ihtiyacı duymuyor, soru sorma ve sorgulama ihtiyacı duy­
muyor. İçerisinde yaşadığımız İslami gelenek kişisel araştırma,
sorgulama faaliyetlerine izin vermiyor. Düşünce ufkumuz dondu­
rul duğu için bütün ufukları kaybettik. Yerel ufukların sınırlan içe­
ris inde yaşamaya devam ediyoruz.
Küresel sömürü yapılarına bağımlılık bir geleneğe dönüşmeme­
liydi, karşı karşıya bulunduğumuz bütün meydan okumalara gereği
gibi karşılık verebilecek, küresel sömürü yapılarını bütün boyutla­
rıyla analiz edebilecek kadrolara sahip alabilmeliydik.
Müslümanların bugün ne yazık ki gerçek beklentileri yok, hayal
edilen beklentileri var. B izleri, dışarıdan gelen düşünceler hangi öl­
çüde denetliyor ve sınırlandırıyorsa, içeriden gelen düşünceler de
konformist düşünceler de aynı ölçüde denetliyor ve sınırlandırıyor.
İslamın evrensel ufkuna, evrensel değerlerine, evrensel imkan­
larına sonuna kadar güvenerek, kendi bilincimizi bir kez daha ha­
rekete geçirerek, yeni bir yürüyüş başlatabiliriz. İslam ' ı ve Müslü­
manları engelleyen sorunları ve güçlükleri ayrıntılı olarak belirle­
yerek sahip olduğumuz imkanlar ölçüsünde pratik seçenekler üze­
rinde çalışabiliriz. B ir umut yolculuğu, ancak bilinç yolculuğuyla
birlikte gerçekleştirildiğinde anlamlı olur.
Birbirinden tamamen kopuk, başına buyruk davranan cemaatle­
rin, mezheplerin, etnik toplulukların, bir araya gelmek, bir arada
görünmek gibi bir sorumluluğu taşımamaları korkunçtur. Böyle bir
tabloda umuda yer bulunamaz. Fikirlerimiz, inançlarımız, hayat
tarzlarımız, ilişki biçimlerimiz arasındaki çelişkileri gözden geçir­
memiz gerekir. Dikkatimizi, ilgimizi temel , hayati sorunlara teksif
etmeliyiz. Hepimiz hep avantaj peşinde koşan bir dünyaya maruz

61
ATASOY MÜFTÜOGLU

kaldığımız için karşı karşıya bulunduğumuz hiçbir yabancılaşma


ve çürüme bizi şaşırtmıyor.
Modem, sektiler dünya, sistem, zihniyet, iktidar, zaman zaman,
İslamın radikal , devrimci yorumlarıyla sorunu olduğunu ifade edi­
yor, bu yorumlara karşı bir etkisizleştirme kampanyası sürdürüyor.
İçerisinde yaşadığımız günlerde, Mısır' da, Türkiye ' de yaşanan is­
tikrarsızlaştırıcı gelişmeler, modem, sektiler dünyanın, İslamın
kendisini bir sorun olarak gördüğünü gösteriyor. Her yerde Müslü­
manlar saldırgan bir laiklik karşısında savunma durumunu seçiyor.
İslam ve laiklik arasında keskin ayrışmalar yaşanıyor.
Hemen her yerde, İslam ve Müslümanlardan, İslami hareketler­
den, partilerden, cemaatlerden kendilerini laik düzenlere, laik hayat
tarzlarına, laik dünyaya uydurmaları isteniyor. Laik Batı dünyası
ile Müslümanlar arasındaki en büyük ayrışma ahlaki zeminde ifa­
desini bulur. Modem, sektiler dünyanın cinsel özgürlük yaklaşımı
hiçbir gerekçeyle ve hiçbir zaman müsamaha ile karşılanamaz.
İsliimın kişisel hayatlarımızla ilgilenmesi, toplumsal , siyasal ha­
yatlarımıza müdahale etmemesi konusunda sık sık faşizan yollarla
uyarılıyoruz. İsliiml cemaatler, partiler, hareketler, modem, sekti­
ler, liberal, emperyalist dünyanın baskısı altında; bu dünyanın
onaylayabileceği bir İsliim tanımı yapabilmek için yoğun tevillere,
çarpıtmalara başvuruyor. Günün koşullarına göre, siyasal ve eko­
nomik gerekliliklere göre, konumlandırılıyor, sınırlandırılıyor,
kontrol altında tutuluyoruz.
Küresel, emperyal sistem, farklı koşullarda, farklı bağlamlarda,
farklı toplumlarda, farklı işlevler üstlenebilecek İsliimi yorumlar
icat ediyor.
İsliiml cemaatler, gruplar, Nurculuk, Neonurculuk örneğinde de
görebileceğimiz üzere neoliberalleşme yönünde radikal kaymalar
yaşıyor. Hemen her toplumda, Müslümanlar neoliberal bireysel
haklar temelinde kendilerini ifade etmeye çalışıyor.
Bu durum; ahlaki kaygılarla hareket etmediğimizi gösterir. Pa­
radigma kaymalarının kesintisiz sürdüğünü farketmeliyiz. Bu ne­
denledir ki her koşulda, sisteme tabi, uyumlu Müslümanlar olarak

62
AGIR HASARLI ALGILAR

İsHimın üzerimizdeki tayin edici etkisinin ortadan kalkmış olduğu


bir noktada bulunuyoruz.
Modem, seküler zamanlar boyunca temel İsHimi ilkelerin, İsHi­
mın asli bütünlüğünü bozacak şekilde birbirinden ayrılmasıyla bir­
likte, İsHimın seküler iktidarlar tarafından tanımlanması , biçimlen­
dirilmesi bugün olduğu gibi çok kolaylaşmıştır. Birbirleri arasında
organik bağlar bulunan temel İsHimi ilkelerin bütünlüğü hayati
önem arzeden bir konudur.
Temel İsHimi ilkelerin birbirinden koparılması dışında; tasavvu­
fi, batıni akımların oluşturduğu aşırı bireyciliğe varan zühd anlayı­
şı, toplumsal, siyasal sorumluluklara karşı kayıtsızlık, siyasal olay­
lara, eylemlere karşı sorumsuzluk, her durumda fiili otoriteye bo­
yun eğmek gibi gelenekler, Müslümanları tarihin dışında kalmak
gibi telafi edilmesi çok güç bir sonuca mahkum etmiştir.
Günümüzde bu geleneği aşmayı göze alan umut verici bir geliş­
meden söz edilebilir. İran İsHim Devriminden sonra ilk kez, Mı­
sır' da Müslüman Kardeşler askeri bir darbeye maruz kalmalarına
rağmen, siyasal bir kamuoyu oluşturmak üzere, İslami mücadeleyi
ve kitleleri siyasallaştırma iradesi gösteriyor. Sonuçları ne olursa
olsun, bu gelişme cesaret verici bir gelişmedir. Ortak siyasal müca­
dele tecrübesi yeni bir bilinç oluşturacak, sabırla, metanetle sürdü­
rülecek her direniş sonunda toplumsal bir iradeye dönüşecektir.
Karşı karşıya bulunduğumuz tehditler ve tehlikelerden söz et­
mek, yükselen umut ışıklarını gözardı ettiğimiz anlamına gelmez.
Kaybedenler, direniş yoluyla tarih yazabilirler.

63
AL TiNCi BÖLÜM
CİNNET HALİ

B astırılanlar, nesneleştirilenler, sömürgeleştirilenler kendi dille­


riyle konuşamazlar, kendi düşünceleri ve tercihleri olamaz. Sömür­
geci egemenlikler toplumlarımızdan biçimsel anlamda geri çekildi­
ler ancak, sömürgeci bilgi biçimleri, dünya görüşleri tahakkümünü
sürdürüyor. Bilincimizi bizim irademiz ve isteğimiz dışında şekil­
lendiren şey, sömürgeci, ırkçı modemliklerdir. Biz içerisinde bu­
lunduğumuz bu feci durumu ya zihinsel ölümler yaşadığımız ya da
romantik bir körlük içerisinde bulunduğumuz için görmüyoruz.
Ulusdevletler döneminde, otoriter devlet denetimi altındaydık.
Bir dönem Türk milliyetçiliği, Arap milliyetçiliği İslam ' a dahil
edilmişti, daha sonra İslam, bu milliyetçiliklere dahil edildi. Ulus­
devletlerde İslam, milli kimliklerin küçük bir parçası haline getiril­
di. Küresel çağda, bu defa küresel çapta bir denetime tabi tutulduk.
Tek millet, tek dil yaklaşımının neden olduğu büyük yıkımlar, bü­
yük acılar, büyük trajediler devam ederken, bu defa modem, sekti­
ler, liberal iktidarların dayattığı, sömürgeci bilgi ve hayat tarzı kav­
gası ile sınanıyoruz. Frantz Fanon ' un tarif ettiği sömürgeleştirilmiş
entelektüeller, aydınlar, sanat, edebiyat adanılan, yabancılaşmış
seçkinler, yakıcı, yıkıcı, nihilist ayaklanmaları, sömürgeci söyle­
min, iradenin dayattığı hayat tarzını meşrulaştırmaya çalışıyor.
Sömürgeci egemenliklerin hizmetinde, bu egemenliklerin diliy­
le hareket etmek olsa olsa bir cinnet hali olabilir. Tahakküm üreten

67
ATASOY MÜFTÜOGLU

güçler, toplumlarımızda bu güçler adına hareket eden mümessillik­


ler olmasaydı, kuşkusuz istedikleri gibi hareket edemeyeceklerdi.
Emperyal, küresel iktidar çıkarları gerektirdiğinde, ihtiyaç duyduk­
larında, tahakküm, darbe, iç savaş ve istikrarsızlık üretebiliyor.
Duygusal perspektiflere sahip olduğumuz için imkansız gibi gördü­
ğümüz karşılaşmalar, Mısır' da gördüğümüz üzere, normalleştirile­
biliyor, özgürlük ve bağımsızlık, her tür tahakküm iradesini farket­
tiğimizde, bu iradeden rahatsızlık duyduğumuzda, bu iradenin uy­
gulamaları karşısında direnmekle başlar.

68
AGIR HASARLI ALGILAR

YABANCILAŞARAK V AROLMANIN
PATOLOJİK YANSIMALARI
Toplumlarımızda, özgün, köklü, kuşatıcı, bağımsız paradigma­
lara sahip olmayan, her tür yabancılaşmaya açık genç kuşaklar;
muktedirlerin, müstekbirlerin idealleriyle, dünya görüşleriyle öz­
deşleşerek toplumsal rahatsızlıklara neden oluyor. Bu kuşakların
ahlaki kaygıları yok, ekonomik ve ideolojik kaygıları var. Kendi
inançlarımız, değerlerimiz, dünya görüşümüz doğrultusunda bir
mücadele yürütmediğimiz, yeni bir toplum inşa etme sorumluluğu
taşımadığımız için başka dünyalara maruz kalıyoruz. Kendi hika­
yemizi yaşamadığımız ve yazamadığımız için bir süre sonra maruz
kaldığımız hikayelere dönüşüyoruz. Bu nedenle de alınıp satılabi­
len, yönlendirilebilen, pazarlanabilen, kontrol edilebilen, baskıla­
nabi len, kısıtlanabilen, kendimize ait olmayan hayatlar yaşıyoruz.
Toplumlarımız, kültürlerimiz, hayatlarımız ideolojik, kültürel
müdahaleler yoluyla istenildiği anda belirsizliklere sürüklenebili­
yor. Sözünü ettiğimiz müdahaleler karşısında fiziksel ve sayısal ik­
tidarlar bir çözüm iradesi oluşturamıyor.
Kendimizi gerçek anlamda, bir bütünlük içerisinde Müslüman
olarak gerçekleştiremiyoruz.
Toplumsal, kültürel, ahlaki, politik sorunların ne olduğunu, ne
olması gerektiğini bizler belirlemiyoruz. Kaldı ki bugün hiçbir top­
lumda, karşı karşıya bulunduğumuz sorunlara İsHl.mi çözümler aran­
mıyor, demokratik çözümler aranıyor. Toplumlarımızda yaşanan,
yaşanması gereken sorunların, önceliklerin, tartışma konularının ne­
ler olması gerektiğini neoliberal, küresel diktatörlük belirliyor.
İsHl.m toplumları, isıam adına bir iradeye sahip olmayan, Üm­
met adına bir vizyonu temsil edemeyen, ortak bir bilinç, duyarlık,
mücadele, eylem ortaya koyamayan, yalnızca büyük sayılardan
ibaret topluluklara dönüştürülmüştür. Toplumlarımızda Ümmet uf­
kunun yerini, ulusal ya da mezhepsel ufuklar almıştır. Her etnik
topluluk, her mezhep, her cemaat İsHl.m ' ı kendi mülkü gibi görebi­
liyor. Dini hayat gerçekliklerle yüzleşerek değil, gerçekçi amaçlar
ve özgün çalışmalarla değil, ütopik alternatiflerle, masallarla, nos-

69
ATASOY MÜFTÜOGLU

taljik kurgularla, mezhepçi kurgularla kendisini ifade etmeye çalı­


şıyor. Zihinsel anlamda, hayata, tarihe, insanlığa yeni ve özgün an­
lamlar kazandırmak üzere, yeniden üretim yapabilecek kadrolar
üzerinde çalışmıyoruz, bu tür kadroları yetiştirebilecek kurumlara
sahip değiliz. Herkes, yalnızca sayılarını çoğaltmak istiyor.
İslam dünyası toplumlarında genç kuşaklar yabancılaşarak va­
rolmak istiyor.
İslami varoluş kişiselleşiyor.
Genç kuşaklar hayatlarını yabancı kalıplar, klişeler, markalar,
sloganlar, biçimler ve tarzlara göre düzenliyor.
Bir daha yerine konması mümkün olmayabilecek ahlaki değer­
leri yitirme pahasına, yüzeysel, kozmetik tercihler yapıyor. Otoriter
rej imlerin, otoriter geleneklerin boyunduruğundan özgürleşmek is­
teyen genç kuşaklar, neoliberal, sektiler ideoloj inin boyunduruğu­
nu seçiyor.
Toplumlarımızın kendisine yabancılaştırılması, İslami varoluş
bilincinin parçalanması, bölünmesi, bölünen parçaların birbirleriyle
ilişkisinin kesilmesi, bölünen parçaların nihai bir karşıtlığa dönüşe­
cek şekilde dini ve sektiler alanlar olarak yapılandırılmasıyla birlik­
te başladı. İslami hareketler, cemaatler modernlikle birlikte başlayan
ve halen devam eden sektiler değişimin mahiyetini, boyutlarını, et­
kilerini, toplumlarımızın zihin dünyası üzerindeki kalıcı tahribatını
gereği gibi yorumlayıp değerlendiremediler. Bugün de karşı karşıya
bulunduğumuz karşıtlıkların, istikrarsızlıkların nedenlerini, kaynak­
larını anlamakta güçlük çekiyoruz.
Çözümlenmemiş , biriktirilmiş sorunların ağır baskısı, Ortado­
ğu ' da yaşanan ayaklanmalarla kronik hale geliyor.
Gerilim dönemlerinde İslami cemaatler, hareketler tarihsel he­
saplaşmalar yapmak yerine, romantik illüzyonlara yaslanıyor.
İçerisinde bulunduğumuz dönemde, Mısır' da, S uriye ' de,
Irak ' da, Tunus 'ta, Libya'da, Türkiye ' de yaşanan çalkantılar, altüst
oluşlar, karşıtlıklar, gerilimler, kamplaşmalar İslami bünyeyi zayıf­
latıyor, güçsüz ve umutsuz kılıyor. Sözünü ettiğimiz gelişmeler bir
bütünlük içerisinde bakıldığında İsrail ' i rahatlatıyor, güçlü ve

70
AGIR HASARLI ALGILAR

umutlu kılıyor. Emperyal amaçlara hizmet etmek üzere imal ve icat


edilen muhalefet hareketleri, direniş ve ayaklanmalar, gerçeğin bü­
tününü görmemizi engelliyor, hepimiz küçük parçalar üzerinde,
birb irimizi rencide edecek şekilde spekülasyonlar yapıyoruz.
Toplumlarımızda cereyan eden olaylar, olgular İslam ' ı ve Müs­
lümanları edilgenliğe mahkum etmek üzere gerçekleştiriliyor; bunu
anl ayabilmeliyiz. Hiç kimse, hiçbir mülahaza ile İslami alanı, ken­
di çıkar alanı gibi görmeye çalışmamalı, keyfi yorumlarla yeni ve
çarpık meşruiyet biçimleri üretmemelidir.
Her eğilimin, her cemaatin kendi çıkarına göre özel bir dil ve
yaklaşım oluşturduğu bir dünyada Müslümanların genel çıkan hiç­
bir biçimde konuşulamaz, gündeme getirilemez.
Hiçbir şekilde, hiçbir zaman bir bağımsızlık dili oluşturmayan,
bir bağımsızlık mücadelesini telaffuz etmeyen, emperyal düzenle
özdeşleşen hoşgörülü cemaatler, mezhepler, kültürler, siyasetler
ebedi kölelik yönünde tercihler yaptıkları için böyle hareket ederler.
Emperyal ırkçılık, kültürel ırkçılık ve ideolojik ırkçılık biçimin­
de bütün dünyada etkisini sürdürüyor. Modem, seküler, neoliberal
egemenlik, İslam ve Müslümanlar söz konusu olduğunda, içerisinde
yaşadığımız günlerde Mısır' da yaşandığı üzere, her tür faşizme baş­
vurabiliyor. Mısır, bir kez daha militer, seküler, neoliberal bir ope­
rasyona maruz kalıyor. Toplumlarımız, Mısır ve Türkiye örneğinde
izlenebileceği gibi zihinsel altüst oluşların, bağımlılıkların, belirsiz­
liklerin neden olduğu bütün patolojik yansımaları sergiliyor.
Kimlik, aidiyet, kişilik ve bilinç yozlaşmaları yaşadığımız için İs­
lfuni bir gündem oluşturamıyoruz. Ümmet gündemi oluşturamıyoruz.
Toplumlarımızda, nihai belirleyiciler, İslfuni değil. Bu durum, biz
Müslümanlar için gerçek bir trajedidir. Hayatımıza İslfuni akıl ve ah­
lak değil, faydacı, rasyonel akıl yürütmeler yön veriyor. Karşı karşıya
bulunduğumuz nihai çelişkileri, nihai yabancılaşmaları farketmiyoruz.
Ulusal, organik popülist gelenekler, İslfunın önüne geçebiliyor. Sorun­
larımızı gereği gibi ortaya koyamıyor, gereği gibi tartışamıyoruz.
Küresel, emperyal sistem bütün toplumlara tektipleştirici ve ko­
şullandırıcı ideolojik, hazcı çerçeveler dayatıyor. Bu çerçeveler yo-

71
ATASOY MÜFTÜOGLU

luyla İslam toplumları sisteme dahil edilerek asimile olmaya ikna


edilebiliyor. Sisteme dahil olmayanlar, asimilasyonu reddedenler
terörist, düşman ya da tehdit unsuru olarak damgalanıyor. Sisteme
dahil olmak demek, sektiler, liberal demokrasileri tek seçenek ola­
rak kabul etmek demektir.
Toplumlarımızda her gelişme, her olay, her konu muhafazakar
statükonun sınırları içerisinde kalarak, kalmaya özen göstererek
konuşuluyor. Her tür iktidar, otorite, egemenlik, tahakküm, her tür
faşizm ve militarizm biçimiyle uzlaşabilen, bütünleşebilen, İslama
nisbet edilen, ancak, İslamın ruhunu ve temel ilkelerini yansıtma­
yan bir geleneğimiz var. Müslümanlar bu gelenek tarafından, yani
içeriden engelleniyor. Bu tür bir geleneğe mahkum olmak, zillete
mahkum olmak demektir.
Geleneksel alışkanlıkları aşmayı başaramayan, sınırlı, yerel ko­
nularla yetinen, yeni tartışma konularına, alanlarına nüfuz edeme­
yen bir zihniyet ve kültür, şimdinin gerçekliklerini sorgulamak, ta­
nımlamak konusunda çok ciddi zorluklar yaşıyor. Alışkanlıkları aş­
mayı başaramadığımız, hep taşralı kaldığımız için küresel çapta sür­
dürülen zihinsel işgalleri, kültürel kolonileştirmeleri konuşmuyoruz.
Hepimiz, emperyal kontrol altında tutuluyoruz.
Emperyal sistemin merkezi değerlerine, yapılarına zarar verme­
mek koşuluyla emperyal sistemin uyarıları, önerileri, uygulamala­
rı, direktifleri doğrultusunda bir tercih yapmamız isteniyor. Emper­
yal sistem, kimi durumlarda, kültürel ve sorun teşkil etmeyen fark­
lılıklara bir şekilde katlanıyor, ancak politik farklılığa, Mısırda son
günlerde yaşanan altüst oluşlar, darbelerde de görülebileceği üzere
farklı bir politik modele katlanamıyor. Küresel, emperyal sistem,
İslami siyasal modelin hiçbir şekilde başarılı olmasını istemiyor.
Toplumlarımızın ve insanımızın ufkunun ve bilincinin radikal
bir şekilde açılması gerekiyor. Ufkumuzu radikal anlamda açmadı­
ğımız takdirde, apaçık gerçekleri algılamakta güçlük çekeceğiz.
İslama ve Müslümanlara karşı her tür faşizmin ve kötülüğün
mubah sayıldığı bir dönemde, aynı yerde, aynı konumda kalmayı
sürdüremeyiz.

72
AGIR HASARLI ALGILAR

Bütüncül bakış açılarından, bütüncül ilgi ve perspektifden uzak­


l aştırıldığımız için yerel, etnik, mezhebi ilgi alanlarında oyalanıyor,
bu alanda yaşanan yüzkızartıcı sorumsuzluklar merkezinde kamp­
l ara bölünebiliyoruz. Yüksek bir sorumluluk duygusu içerisinde
yapmamız gerekenleri yapmadığımız takdirde, umutlu olamayız.
Bir toplumda, yaşadığımız toplumda da, hedef daha çok kazan­
mak, ne pahasına olursa olsun kazanmak olunca, düşünsel, kültü­
rel, entelektüel çabaların, üretimin hiçbir değeri, yankısı olmuyor.
Entelektüel emeğe, çabaya değer vermeyen bir çevrede yaşıyor ve
üretmeye çalışıyoruz.
Narsistik benlikler çoğalıyor.
Dini hayatı kendi çıkar alanlarından ibaret gören cemaat hare­
ketleri, teatral, kurgusal, düzmece anlatılarla, kendi reklam ve pa­
zarlamalarını yapmaktan ibaret bir uğraş içerisindeler. İslami bir
otoriteden, bilinçli, bilgili, duyarlı bir kamuoyundan yoksun oldu­
ğumuz için her tür safsata, zırva, masal, palavra, manyaklık, dini
hayat içerisinde maalesef karşılık bulabiliyor.
Safsata küresel ölçekte pazarlanabiliyor.
Safsataya, masal ve menkibeye açık yığınlar var.
Safsata her yerde tüketiciler bulabiliyor.
Kişisel düşünceleri olmayan , muhakeme yeteneği olmayan, İs­
lami ile safsatayı birbirinden ayırt etme liyakatine sahip olmayan,
kişisel düşünceler, sorgulayabilecek düşünceler edinebilecek özgü­
vene sahip olmayan genç kuşaklar, her tür zırvaya inanabiliyor.
Zırvalar, kutsallaştırılabiliyor.
İkonik statüleri olan, efsanevi varlıklar haline getirilebilen, eleş­
tirilmeleri günah sayılan bir yığın put adam, İslami hizmet tekelini
elinde tutuyor.
Kendi kendisini pazarlayabilen cemaat, hizmet lideri; Peygam­
berimiz Efendimiz ' in, kendi cemaatlerinin bütün etkinliklerini
Türkçe Olimpiyatları örneğini vererek, bizzat takip ettiklerini iddi­
a edebilecek kadar ağır klinik tezahürler gösterebiliyor. Aynı cema­
at, hizmet lideri, Peygamberimiz Efendimizin Türkiye ' nin gelece­
ğinin, kaderinin kendisine tevdi edildiğini ileri sürecek kadar, key­
fi, sorumsuz açıklamalar yapabiliyor.

73
ATASOY MÜFTÜO G LU

Dini hayatın, büyük ölçüde, meczı1bin tarafından işgal edilebil­


diği , İlahi Vahiyden, nasslardan bütünüyle bağımsız dini bir retorik
oluşturulduğu bir dönemde, düşünce, kültür, entelektüel ve akade­
mik hayatımız meş ' um bir sessizlik içerisinde bulunuyor.
İslam toplumları, dışarıdan ideolojik, ırkçı, modem manyaklık­
lar, içeriden de dini etiketli manyaklıklar tarafından çok ciddi bir
biçimde zayıflatılıyor.
Kur' an-ı Kerim ' in , bütün bir hayatın kalbi, ruhu, bilinci olması
gerektiğini, hayatı bütünüyle dönüştürmesi gerektiğini konuşmak
yerine, Kur' an-ı Kerim ' i bilimsel, akademik, teknik araştırma ko­
nularının nesnesi haline getirebiliyoruz.
Meczı1bin ' in anlattığı din, Muhammed İkbal merhumun bir şiirin­
de söylediği üzere; "Allah ' ı da Cibril ' i de Peygamberi de dehşete dü­
şürüyor." Allah'ı, Cibril ' i , Peygamberi dehşete düşüren mollaların,
vaizlerin dili, mantığı, söylemi, kendilerini izleyenleri bir tür uyuştu­
rucu bağımlısı haline getiriyor. İslam toplumlarında dini hayatın, dü­
şüncenin, kültürün vülgarize edilmesi, batınileştirilmesi, millileştiril­
mesi ve mezhepçilik merkezinde şekillenmesi karşısında hayret veri­
ci bir duyarsızlık, nemelazımcılık, vurdumduymazlık içerisindeyiz.
Geri dönüşü olmayan çok olumsuz değişimler yaşıyoruz.
Yaşadığımız zihinsel kriz toplumsal krize dönüşüyor. Toplum­
sal kriz de siyasal krize dönüşüyor. Hiçbir konuda ne yazık ki ba­
ğımsız stratej iler geliştiremiyoruz. Kendi sorunlarımızı konuşmu­
yoruz, bize dayatılan sorunları konuşmaya mahkum ediliyoruz.
Yapısal zaaflarla malı11 olduğumuz için İslam ' a ve Müslüman­
lara karşı sürdürülen kültürel savaşlar, değer sistemi savaşları kar­
şısında tutarlı bir dil oluşturamıyoruz.
İslami ufku kaybediyoruz.
Karmaşık ufuklar, arzular, eğilimler, beklentiler ve umutlar içe­
risinde kayboluyoruz.
İçerisinde yaşadığımız dünyada, dönemde gerçeklikle ilgili al­
gılarımızı büyük ölçüde medya oluşturuyor. Gerçekliğin kendisini
değil, onun ideolojik yorumlarını izliyoruz. İdeoloj ik olanı, gerçek­
likten ayırt edebilmek için çok bilinçli ve kuşatıcı çabalar gereki-

74
AGIR HASARLI ALGILAR

yor. Her yerde patolojik çıkar mülahazalarıyla çarpıtılmış bir ileti­


şim biçimiyle karşılaşıyoruz.
Tarihin yönünü, gidişatını, mantığını, dinamiklerini, ihtirasları­
nı merak etmediğimiz, öğrenemediğimiz, tarihin toplumlarımızda
u yguladığı kötülükler karşısında bir irade belirtmediğimiz için bu
kirli, kanlı, karanlık tarihi tekrar tekrar yaşıyoruz. Bu konu etrafın­
da bir gelecek bilinci oluşturamadığımız takdirde, aynı tarihi yaşa­
maya, aynı tarihe katlanmaya devam edeceğiz. Katlanmak, hiçbir
konuda hiçbir irade ortaya koyamamakla, katlanmak, acz ve çare­
siz likle ilgilidir.
Emperyal tarihe maruz kalmaya, bu tarihin nesnesi olmaya de­
vam ettiğimiz takdirde gelecek ve özgürlük olmayacak. Günümüz­
de yaşanan direniş karikatürleri, direniş tiyatroları sırasında da gö­
rülebileceği üzere, Avrupamerkezci dili, dünya görüşünü, algı, bil­
gi biçimlerini paylaşan kesimler, özellikle de genç kuşaklar, küre­
sel, emperyal iktidarın bir parçası haline geliyor. Sömürgeleştirilen
algıların, zihinlerin, kendilerini sömürgeleştirenlere hayran olduk­
larını, onlar tarafından araçsallaştınldıklarını görüyoruz.
Modem hiçbir mitolojiyi sorgulama ihtiyacı duymayan, yalnız­
ca bu mitolojilere öykünen ve maruz kalan genç kuşakların direniş­
le neyi kastettiklerini açıklamaları gerekir. Dayatılmış, ithal edil­
miş, kopya edilmiş, taklit, sahte hayatlar, görüşler, değerler ve va­
roluş biçimleriyle anlamlı bir mücadele yürütülemez, direniş ger­
çekleştirilemez. İthal edilmiş değerler ve varoluş biçimleriyle üre­
tilen her protesto, her söylem, dil, toplumlarımızı kamplaşmalara
sürüklüyor ve zayıflatıyor. İthal varoluş biçimleriyle yapılan ey­
lemler emperyal muktedirlerin işine yarıyor, onları rahatlatıyor.
İthal varoluş biçimleri niceliklerle, sayılarla kendisini ifade eden,
niteliklere ve bilgeliklere yabancı kuşaklar oluşturuyor. Adalet ve ah­
liika ihtiyaç duymayan, yıkarak, yakarak, imha ederek, korkutarak,
baskılayarak, terörize ederek, ötekileştirerek ilerleyen bir sistem üze­
rinde eleştirel değerlendirmeler yapmaları gereken genç kuşaklar, zi­
hinsel anlamda somürgeleştirildikleri için bunu yapamıyor; bu sis­
tem adına, bu sistemin çıkarlarına hizmet etmek üzere tavır alıyor.

75
ATASOY MÜFTÜOGLU

Ufuklarımız değişiyor.
İsiami bir toplumu, dünyayı, siyaseti düşünmeye, yazmaya, ko­
nuşmaya, bu doğrultuda eylemde bulunmaya cesaret edemiyoruz. İs­
lam toplumları, İsiami bir dünyayı, toplumu, modeli, telaffuz etme­
sinler, gündemlerine almasınlar diye, sürekli istikrarsızlaştınlıyor,
güçsüzleştiriliyor, zayıflatılıyor, iç savaşlara sürükleniyor. Emperyal
tahakküm adına Müslüman toplumlar, hayatlar, kültürler birer birer
korkunç yıkımlara mahkum ediliyor. Müslüman kitlelere, neoliberal,
sektiler anlamda bir özgürlük yaklaşımı ve hayat tarzı dayatılıyor.
Modernlikleri, B atılılaştırıcı bir irade, bir tahakküm iradesi ola­
rak okumak gerekir. Bugün, hepimizin hayatı, modem, sektiler, li­
beral iktidarın nesnesidir. Müslümanlar için bundan daha kötü bir
akıbet olamaz. Bu noktaya nasıl geldiklerini ve getirildiklerini an­
lamak için hiçbir çaba göstermeyen toplumlarımızın, bu acıklı du­
rumu hakkında acil çözümlemeler yapmak gerekir. Modem, sekti­
ler, liberal iktidar, insan hayatını olduğu kadar, toplumsal ve siya­
sal hayatı da şekillendiriyor, yönetiyor. Bu iktidar her şeyden önce
iletişimi yönetiyor, kontrol ediyor, bilgi, eğitim sistemini sürekli
yeniden üretiyor, yönetiyor ve kontrol ediyor; kültürel dünyalarını,
para ve piyasaları yönetiyor ve kontrol ediyor. Gerçek böyle olun­
ca, emperyal iktidar, bir tahakküm sistemi halinde, kendi dünya gö­
rüşünü, hayat tarzını ve çıkarlarını toplumlarımıza acımasız bir bi­
çimde dayatıyor. Bütün bu sözünü ettiğimiz süreçler biyopolitik bir
ontoloji temelinde gerçekleşiyor. Filistin 'de, Afganistan 'da, Pakis­
tan ' da, Libya'da, Suriye 'de, şimdi de Mısır'da yaşananlar, hayatı­
mızı, toplumlarımızı, zihinlerimizi, kültürlerimizi nesneleştiren pa­
ramparça eden, dönüştürerek yöneten iradenin, iktidarın eseridir.
isıam dünyası toplumlarında İsiami cemaatler, hareketler bu gerçe­
ği konuşmak, tartışmak, bu gerçekle yüzleşmek ve hesaplaşmak ye­
rine mezhep çatışmalarına, rekabetlerine, gerilimlerine kapanarak
ahlaki, zihni, vicdani intihar yolunu seçiyor. Haremeyn 'e vaziyet
eden, Amerika' nın paryası Suudi diktatörlüğü, bütün mezheplere
aynı mesafede bulunması gerekirken, Şii karşıtı oluşumları yürek­
lendiriyor, cesaretlendiriyor ve finanse ediyor.

76
AGIR HASARLI ALGILAR

Her alanda yetersizlik, kolaycılık içerisinde bulunuyor ve bir


masal dünyasında yaşıyoruz.
Ülkelerini üç kuruş pahasına emperyalistlere peşkeş çeken
ay aklanmacılar, muhalifler, emperyal iktidarın mümessilleri olarak
h areket ediyor.
Müslümanlar, kendi siyasal tarihini, kültürünü belirleme irade­
sine sahip değil. İslami tercihlerimizle ilgili karar ve söz sahibi de­
ğiliz. Kendi dilimizi, söylemimizi, taleplerimizi, zihnimizi özgür­
leştiremiyoruz.
İslam dünyasında, İslami zihnin, bilginin, eğitimin özgürleştiril­
mesi adına sürdürülen sistematik bir çalışma yok.
Kişiliğimizi oluşturan temel ve tevhidi ilkelere yabancılaşıyoruz.
Yenilenme ve değişim korkusu yaşadığımız için statükoya, kon­
form izme sığınıyoruz. Müslümanlar da ne yazık ki neoliberal hak­
lar zemininde kendilerine bir yol bulmaya çalışıyor.
Her alanda bugün neoliberal dilin hakimiyetini görebiliyoruz .
Tarihe karışmış bir bilinçle bugünün sorunları karşısında tutu­
namayız. Yaklaşımlarımızı, yöntemlerimizi, etkinlik biçimlerimizi
ve alanlarımızı yeniden gözden geçirmek, tanımlamak zorundayız.
Kendisini İslama nispet eden popüler kültür uyuşturucularıyla hiç­
bir sorunu aşamayız. Eleştirel dili, yöntemi, düşünceyi, tavrı, tarzı,
yorumu bir patoloji olarak görmekten vazgeçmeliyiz.

77
YEDİNCİ BÖLÜM
ALGI BOZUKLUKLARI

Müslümanlar, ortak ufukları genişletmeli, büyütmeli. Ortak ufuk­


lar merkezinde buluşmamız gerekirken, ortak ufukları kaybediyoruz.
Ortak ufku kaybettiğimiz için ortak yürüttüğümüz projelerimiz,
programlarımız yok. Hiçbir alanda yeniden üretime, üretkenliğe ihti­
yaç duymadığımız için hep mevcut olanla iktifa etmeye devam edi­
yoruz. Yerel ufukların ötesinde neler olup bittiğini merak etmiyoruz.
Yerel ufukların dışına çıkamamak, bizleri ufuksuz bırakıyor.
Bizler, bugün kendimize özgü dünyalarda değil, ekonomik ve
kültürel alışverişin küresel dünyasında yaşıyoruz. Ekonomi ve kül­
tür üzerinde, davranış ve ilişki biçimleri üzerinde, nihilist hayat
tarzları üzerinde ahlaki denetim yapılamıyor.
İnsanlığın yeni dünyası ahliiki otoriteden bağımsızlaşıyor.
Bütün toplumlarda, özellikle genç kuşaklar küresel, neoliberal
etkilere maruz kalıyor, aynılaşıyor, yozlaşıyor, aidiyet bilincini yi­
tiriyor, hiçbir mutlak' a ihtiyaç duymuyor, taklitçi bir güruh' a dönü­
şüyor. Ahlaktan bağımsız akıl, ahliiktan bağımsız ideoloji, her tür
çıkarı, her tür çıkar mücadelesini, her tür şiddet yıkım yöntemleri­
ni haklılaştırabiliyor.
Hangi alanda olursa olsun, her tür edilgenlik durumu, güdümle­
nebilir olma durumuna işaret eder. Bu durum yalnızca neoliberal,
seküler kesimlerde değil, dini hayatın içerisinde de görülebilir.

81
ATASOY MÜFTÜOGLU

Küresel çağda, ulusdevletler, neoliberal , seküler kültürel işgal­


ler, istilalar, dönüşümler karşısında çaresizdir, acz içerisindedir.
Ulusdevletler bu durumda hamasete, popülizme, milliyetçiliklere
sığınmaktan başka hiçbir şey yapamıyor. Toplumlarımızda her
hangi bir cemaate, hizmete katılan genç kuşaklar da cemaat lideri­
nin aklı, bilgisi, ufku ile sınırlı bir dünyaya katılıyor, kapatılıyor, bu
ufkun dışına çıkma iradesi gösteremiyor. Böylece, genç kuşaklar
dini etiketli eksiksiz bir diktatörlüğe gönüllü ol arak hizmet ediyor.
Ulusdevlet yapıları, genç kuşaklara kültürel açıdan hitap edebi­
lecek bir vizyona sahip değildir. Dini cemaat, hizmet gündemi de
ulusalcı, mezhepçi çerçeveleri aşabilecek bir niteliğe, derinliğe ya­
bancıdır. Türkiye 'de görülebileceği üzere kendi kültürel, manevi,
ahlaki kimliği, değerleri, ölçüleri, sınırları olmayan genç kuşaklar,
neoliberal seküler kültürün egemenliği yoluyla dönüştürülüyor.
Küresel iktidar, sınırları olmayan bir iktidar biçimidir. Bu ikti­
dar kimi durumlarda dolaylı, kimi durumlarda doğrudan etkilerle
bir kültürler çatışması ortamı, iklimi oluşturuyor. Modem zaman­
larla birlikte, Avrupa' nın İslam ' a ve Müslümanlara karşı başlattığı
tarihsel hesaplaşma halen tamamlanabilmiş değildir; sürmektedir.
Toplumlarımızda özellikle genç kuşakların İslam ' a, İslami değerle­
re karşı neoliberal , seküler değerler doğrultusunda yüzeysel, biçim­
sel anlamda da olsa, tercihler yapmaları sözünü ettiğimiz tarihsel
hesaplaşmaların bugün geldiği noktayı gösteriyor.
Toplumsal hayatımız, düşünce, kültür, entelektüel hayatımız, genç
kuşakların neoliberal, seküler, İslam karşıtı tercihlerinden rahatsız de­
ğil. Bu çevreler genç kuşakların ekonomik istikrarsızlığa neden olan
şiddet yanlısı eylemlerinden rahatsız. Toplumlarımızda Müslümanlar
düşünsel, kültürel, entelektüel anlamda, İslami bütünü temsil etmiyor,
edemiyor, kimi kısmi doğrular ve ilgilerle oyalanıyor.
A vrupa' nın, kendisini çok özel, çok üstün, çok ayrıcalıklı ola­
rak gören kolonyalist tavrı karşısında, en yüksek insanlık kültürüne
sahip oldukları iddiası karşısında, bağımsız bir düşünsel, entelektü­
el varoluşu somutlaştırmamız gerekir. Şimdinin gerçeklikleri hak­
kında derinlikli çözümlemeler yapmak zorundayız. Şimdiye ilişkin

82
AGIR HASARLI ALGILAR

ol anla güncel konular birbirinden çok ayrı şeylerdir. Şimdinin ger­


çekliklerini arabalarımıza çıkartmalar yapıştırarak, kimi rozetler ta­
karak, ev !erimize bayraklar asarak çözümleyemeyiz. Modası geç­
miş milliyetçiliklere tenezzül edemeyiz.
Hiçbir gerekçeyle dünyayı kendi cemaatimizden, kendi mezhe­
bimizden ibaret sayamayız. İnsanlık ve Ümmet seviyesinde sorum­
lul uklarımız olduğunu unutamayız. Tarihsel İsJaml birikimin bütün
düşü nce okullarına aşina olmak durumundayız. isıamı birikimin
bütün boyutlarına nüfuz etmeliyiz. Modem, sektiler ideolojiler ve
felsefe hareketleriyle tartışma yapabilecek bir yeteneğe sahip ola­
bilmeliyiz. Doğuştan gelen hiçbir özelliğimiz bir üstünlük sebebi
sayılamaz. Seçilmiş , kutsanmış, özel bir insan kategorisi yoktur.
Gerçek bilgiyle teçhiz edilmediğimiz takdirde, küresel saldırılar
karşısında etkili olamayız. B ilgimizi, içtenliğimizi, ibadetlerimizi,
toplumsal sorumluluklarımızı çoğalttığımız ölçüde ilahi hikmete
istihkak kazanabiliriz. Sektiler, neoliberal kuşatmayı aşamadığımız
takdirde hiçbir şey iyi olmayacak. Kamusal entelektüel ve politik
tavır, her durumda sorumlu hareket etmeyi gerektirir. Kültürel de­
rinliği olmayan, kavramsal açıklığı olmayan romantik radikallikler­
le hiçbir inşa başarılamaz.
Güncel zamanları etkilemek ve dönüştürmek yerine, güncel za­
manların onaylayabileceği bir dil oluşturmak, İsJaml bir meşruiyet
dili oluşturmak yerine, neoliberal meşruiyete sığınmak, çok ciddi
bir algı bozulması içerisinde bulunduğumuzu gösterir.
Bu tercihler, inançlarının ve kimliklerinin bilincinde olmayanla­
rın yapabileceği tercihlerdir. Gerek Ortadoğu ülkelerinde gerekse
Türkiye ' de yaşanan protestolar, ayaklanmalar, isyanlardan hiçbir
şekilde küresel, emperyal sistemi, dili, söylemi sorgulayan, kültürel
derinliği olan, heyecan ve öfke sınırlarını aşabilecek, romantik ol­
mayan, bağımsız, eleştirel bir bilinç çıkmamıştır, çıkarılamamıştır.
Yeni bir inşa ey lemi, bilgi, bilinç, ahlak, akıl, çaba, ortak so­
rumluluk duygusu, planlama bütünlüğüyle gerçekleştirilebilir. Pra­
tik tezahürleri , yansımaları olmayan teorik bağlamla sınırlı çalış­
malardan bir sonuç bekleyemeyiz. Modem bilimin, modem hayat

83
ATASOY MÜFTÜOGLU

tarzının hayatın her safhasında kendisini hissettiren seküler baskı ­


sı, kibri ve meydan okuması karşısında, her şeyden önce İslami bir
özgüvene sahip olabilmeliyiz.
İdeolojik gerçekliklerin, ideolojik dilin, söylemin, dünyanın, ta­
rihsel gerçeklikler, dil ve söylem gibi sunulması, ideolojik gerçek­
liğin, tarihsel gerçekliğin yerini alması, büyük yanılsamalara, kar­
şıtlıklara ve çatışmalara neden oluyor. İslam dünyası toplumları
ırkçı emperyalizmler yoluyla medenileştirme, liberalleştirme, sekü­
lerleştirme ve kapitalistleştirme saldırılarına maruz kalmaya başla­
dığı günden bu yana, bu saldırılara karşılık vermek yerine; ideolo­
jik dilin baskılarına kapanıyor ve çok pasif bir konformizme kapan­
ma yolunu seçiyor. Sözünü ettiğimiz pasif konformizm, bizleri taş­
ralı öykünmeciler ve tarihin pasif nesneleri haline getiriyor. Tarihin
pasif nesneleri haline getirildiğimiz için İslami kimliğimizi tevhidi
bir onur ve vakarla temsil edemiyor, nasıl düşüneceğimize, neye ne
kadar inanacağımıza kendimiz karar veremiyoruz.
İslam dünyası, Müslümanları temsil iddiasındaki cemaatler,
partiler, emperyal, küresel iktidarın doğruları yönünde kendilerini
konumlandırıyor. Hangi paradigma, hangi dil, hangi meşruiyet bi­
çimi gündemde ya da modaysa bu modalar istikametinde hareket
ediyor. Cemaatler pragmatizmin bütün biçimlerini, fütursuzca kul­
lanabiliyor, hiçbir şekilde sorun çıkarmamak için her tür iktidarın
hizmetine girebiliyor, büyük sürüyle birlikte hareket ediyor. Türki­
ye ' de de örneği görülebileceği üzere muhafazakar, milliyetçi, ro­
mantik, mezhepçi statükonun uyumlu temsilcileri haline gelen ce­
maatler, güncel zamanların bütün renklerine bürünebiliyor.
Ümmet, bugün maalesef nostaljik bir duygudan başka bir şey
değildir.
İslama özgü bütüncül bakış açısını, bütüncül ufukları kaybetti­
ğimiz, bilincin evrenselliğine yabancılaştığımız için bugün İslam
adına ulusal taraftarlıklar, mezhepçi taraftarlıklar sergileniyor.
Dünyanın kendileriyle birlikte başlayıp kendileriyle birlikte sür­
düğüne, tarihin kendi etkinlik ve eylemlerinden ibaret olduğuna
inanan ırkçı B atı yaklaşımı karşısında, Batı ' nın etnomerkezci refe-

84
AGIR HASARLI ALGILAR

rans kaynakları karşısında, tekelci bir medeniyet yaklaşımı karşı­


sında, ezik ve savunmacı bir dil kullanmaya devam ediyoruz. Etra­
fımızda cereyan eden, Ümmet ' in hayatiyetiyle doğrudan ilgili olay­
ları , B atılılar gibi yorumlamadığımız için açıkça istiskal ediliyoruz.
Kültürel özgüvene sahip değiliz.
Kültürel özgüvene sahip olmadığımız için neoliberal dille ken­
dimizi ifade etmeye çalışıyoruz. Tarih boyunca, kültürel özgüvene
sahip olmayan toplumlar, kendi içlerine ve kaderlerine kapandılar.
Tarihçi Nigel Cliff' in deyişiyle, ' bir yanardağ gibi püskürerek '
tarihe giren, tarihi etkileyen, dönüştüren, küreselleştiren İslam ve
Müslümanlar, bugün ne yazık ki neoliberal, sektiler iradenin, dün­
y a görüşünün insaf ve merhametine terkedilmiştir. Neoliberal , se­
ktiler iradenin hiçbir zaman İslam ve Müslümanlar hakkında insaf
ve merhamet sahibi olduğu görülmemiştir.
İslamı vülgarize eden gelenekçi, görenekçi, ulusalcı, hoşgörücü
cemaatler, cemaat çıkarı adına bütün İslami ilkelerden vazgeçerek
tevhidi ve Ümmet bilinci bağlamında İslamın başına bir mezartaşı
dikmişlerdir. Mistik ve mitik bir dille kutsallaştırıldıkları için her şe­
yi bildiklerine, gördüklerine inanılan alimlerin, ariflerin, hocaefendi­
lerin, şeyhefendilerin hiçbir şeyi gereği gibi bilemeyeceklerini kendi­
lerine anlatarak bu zevatı sınırlarının ve sorumluluklarının bilincinde
olmaya davet edebilecek bir otoriteden ne yazık ki yoksunuz.
A vrupamerkezci miti aşmaya, bu miti reddetmeye cesaret ede­
mediğimiz için düşünsel bir devrim üzerinde konuşmuyoruz. İsla­
mi kimliğimizin gereklerini yerine getirmiyoruz. Üretken bir akla
ve değişim iradesine yabancıyız. İslami cemaatler, akımlar, neoli­
beral dilin sınırları içerisinde kalarak hizmet üretmeye çalışıyor. Bu
cemaatlerin bir kamusal yüzleri var, bir de özel yüzleri.
İslami bünyede yaşanan utanç verici gelişmelerle hizipçilik,
mezhepçilik, ulusalcılık ile teorik İslami bütün arasında uçurumlar
var. Çelişkilerimiz her geçen gün daha da çoğalıyor. B ir yanımız
şimdide, şimdinin dayatmaları altında yaşarken, bir diğer yanımız
geçmişte yaşıyor. Alışkanlıklarımızı aşarak daha geniş alanlara açı­
lamıyoruz.

85
ATASOY MÜFTÜOGLU

Hıristiyan düşünür, Aziz Augustine, güç ve zenginlik için yapılan


savaşları büyük bir hırsızlık olarak değerlendiriyordu. Bugün, İslam
dünyası toplumları modem, seküler, hıristiyan, kapitalist, liberal hır­
sızlar tarafından örgütlü bir biçimde soyulup yağmalanıyor. Moğol­
ların B ağdat ' ı , Haçlıların Kudüs ve Şam ' ı yakıp yıktıkları gibi günü­
müzde de medya moğollan zihin ve algı dünyalarımızı paramparça
ediyor. Medya moğollarının propaganda ve manipülasyonları yoluy­
la nesneleştirildiğimiz için bugün birbirimizle çatışıp savaşıyoruz.
Geçmişte üstünlük kompleksi ve kibir yüzünden büyük düşüşler ya­
şamıştık, bugün tarihin hızlı ilerleyişi karşısında, zihinsel, düşünsel,
kültürel bir atalet, rehavet, meskenet içerisinde yaşıyoruz.
Vülgarize edilmiş, sekülerleştirilmiş, liberalleştirilmiş bir din
algısı, İslilmi bünyeyi kötürümleştiriyor ve bunu farketmiyoruz.
Modem, seküler, liberal Haçlılar, İslilmın tarihe egemen olduğu
dönemlerde engin gönüllü, engin görüşlü toplumlar oluşturduğunu,
farklı dini unsurlara özerklik tanıdığını, dini özgürlüklere müdaha­
le etmediğini, Müslüman olmayan, farklı dinlerden ehliyet, liyakat
sahibi insanlara İslilml devlet bünyesinde siyasal roller verdiğini,
kimi Yahudilerin İslilm devleti bünyesinde dışişleri bakanı, bir pis­
koposun da büyükelçi olarak görev yaptığını hatırlamak istemiyor.
Şarklılıklan sorun haline getiren zihniyet modem, seküler zaman­
lara özgü bir zihniyettir.
Tarih galiplerin hikayesinden ibaret değildir.
Kendi tarihsel hikayemizi gerçek boyutları içerisinde temsil et­
mek için İslilmın bütüncül ufukları içerisinde yer almalıyız.
Emperyal, küresel sistem, hiçbir ahlilki, felsefi, hukuki gerekçe­
ye ihtiyaç duymaksızın kendi kendini meşrulaştırıyor. Emperyal
ideoloj ik sistem de sürekli kendisini yeniden üretiyor. Modem, se­
küler tahakküm yapılan İslilm ' ı ideoloj ik düşman olarak gördüğü
için emperyalist bir stratej i uygulayarak Müslümanları içeriden
karşıt kamplara bölebiliyor.
Tarih yapma arzusu, iradesi, gücü olmayan, tarihe yansıtılabile­
cek evrensel düşünceler üretemeyen İslilm dünyası toplumları, isıa­
mi dünya görüşüne, hayat tarzına gerçeklik kazandıramadıkları için

86
AG I R HASARL I ALG I LAR

emperyal düzeni, yapılan, dili sorgulamak yerine, bu yapıların ve di­


lin hizmetine giriyor. İslil.mın bir devlet olarak somutlaştırılması dü­
şüncesi bir yana, kendilerini İslil.ma nisbet eden kadroların B atılı an­
lam da siyaset yapmaları, iktidara gelmeleri Mısır ve Türkiye ' de ol­
duğu gibi ayaklanmalara, protestolara neden olabiliyor. İslil.mın bir
devlet olarak somutlaşması fikri, seküler dünyayı dehşete düşürüyor.
Günümüz dünyasında Müslüman halkların farklı bir dil, düşün­

ce, toplum , siyaset, model, tarz oluşturma özgürlükleri yoktur.


Müslümanlar, Türkiye ' de bütün dönemler boyunca ve şimdilerde
yaşandığı üzere, ahliiki, felsefi içeriği olmayan işgalci kavramlar

aracılığıyla terörize edildiler. İslam ve Müslümanlar söz konusu ol­


du ğunda, Müslümanlara yönelik gerçekleştirilen her tür aşağılama
ve kötülük, modernlik adına sessizlikle karşılandı .
Güç mantığının belirleyici olduğu bir dünyada, sistemde, hak ve
adalet kavramlarına ihtiyaç duyulmuyor. Uluslararası ilişkiler de
bu kavramlardan yoksun olarak yürütülüyor.
Güç mantığının tayin edici olduğu bir dünyada, hiçbir ülke ken­
disi olmayı, kendisi kalmayı başaramıyor. B ütün toplumlar günü­
müz dünyasında, ideolojik dil, söylem, düşünce yoluyla açıkça
kontrol ediliyor. Bu kontrol sebebiyledir ki bizler, ancak, neolibe­
ral, seküler mantığın sınırları içerisinde kalmaya özen göstererek
İslil.mi düşüncelerimizi meşrulaştırmaya çalışıyoruz. Küresel, em­
peryal düzen bütün kendiliklerin sınırlarını belirsiz hale getiriyor,
kendilikleri yok ediyor. Batı ' nın, ırkçı ve Avrupamerkezci seküler
evrenselliğini sorgulayamamak, tartışamamak, reddedememek gi­
bi kronik bir problemimiz var. Ayrıca, evrensel İslam ailesi içeri­
sinde kutuplaşmaları, karşıtlıkları, gerilimleri çözme iradesine, bi­
lincine, hassasiyetine sahip bir otoriteye sahip olamamak gibi bir
problemimiz de v ar.
Ahliiki ve zihni bir sefalet içerisinde bulunduğumuz için Sünni­
Şii karşıtlığı temelinde gelişen, emperyalistler tarafından yoğun bir
biçimde kışkırtılan kutuplaşmalarla ilgili sağlıklı, kalıcı, etkili çö­
zümlemeler de yapamıyoruz. Evrensel ortak İslami dilin, bilincin
önündeki en büyük engeller, ulusdevlet merkezli ya da mezhep mer-

87
ATASOY MÜFTÜOGLU

kezli politik yaklaşımlardır. Hangi mezhebe dayalı olursa olsun,


mezhep merkezli politik yaklaşımları içtenlikle reddetmek gerekir.
Fantastik ütopyalara dayalı yanlış bir din algısı sebebiyle em ­
peryal dayatmalara karşı, bu dayatmaları aşabilecek çapta, bu da­
yatmalara meydan okuyabilecek ç apta bir direniş dili oluşturamı­
yoruz. Ümmet dayanışması gerçek olsaydı eğer, hiç kimse hiçbir
dayatma biçimine cesaret edemeyecekti .
Ulusdevlet saplantıları, milliyetçi, gelenekçi , muhafazakar bağ­
nazlıklar, alışkanlıklar sebebiyle tarihsel bir dönüşümü gerçekleşti­
remiyoruz. Ulusdevletçi ve mezhepçi yaklaşımlar sebebiyle, em­
peryal, küresel düzene karşı muhalefet hareketleri, toplumsallaşıp
siyasallaşamıyor.
Her şeyin maddi, nihilist bir v aroluşa indirgendiği bir zamanda
yaşıyoruz. Olan bitenle ilgilendiğimiz için olması gerekenlerle ilgi­
lenmiyoruz. İnançlarımız, düşüncelerimizle, hayatın içerisindeki
pragmatik tercihlerimiz arasındaki boşluklar büyüyor, bu boşlukla­
rı farketmiyoruz. B ir yanda geleneğin baskısı, bir yanda modernli­
ğin baskıları zihin dünyamızı hareketsiz kılıyor. Modernlikler, ila­
hi vahye özgü bütün değerlerin, değer sistemlerinin dünyevi alan­
dan sürgün edilmesiyle birlikte başlamıştı . Modemliklerle birlikte
zihin dünyalarımız sekülerizm yönünde bir biçimde dönüştürüldü,
zihinsel bir s akatlanma yaşadık, radikal altüst oluşlar yaşadık.
İçerisinde bulunduğumuz dönemde Türkiye ' de karşılaştığımız
üzere, modem, sektiler, liberal dilin, düşüncenin, dünya görüşünün
himayesi altında, hayasızlık bütün boyutlarıyla özgürleştirildi. Ha­
yasızlık, neoliberal anlamda meşrulaştırıldı. Neoliberal, sektiler ay­
dınlar Türkiye ' nin geldiği bu noktayı, hayasızlığın özgürleştirilme­
sini bir devrim olarak alkışlıyor.
İnsani yanımızı, deruni, ahlaki yanımızı, İslami yanımızı, bilin­
cimizi dumura uğratan ve hepimizi İlahi varoluşa, İlfilıi ahlaka, so­
rumluluklara, iklime yabancılaştıran, sömürgeci unsurları çok mut­
lu eden, cesaret ve umut veren gelişmeler karşısında dini hayat, ce­
maatler çok hazırlıksız yakalandılar. Hoşgörü dili, söylemi, her tür

88
AGIR HASARLI ALGILAR

inhirafı ve sapkınlığı İslami bünyeye dahil etmek üzere, çıkarcı


y aklaşımlarını eksiksiz bir biçimde sürdürüyor.
Narsist, bireyci, hazcı, çıkarcı dijital kuşaklar, bütün niteliklere,

bi lgeliklere, özellikle de İslami ahlaka yabancılaşıyor. Bütün bu geliş­


meler karşısında Müslümanlar, ne yazık ki ancak sayılara tutunarak
varoluşlarını sürdürmeye çalışıyor. Yanlış bir bilincin arkasında sü­
rükleniyoruz. İslami cemaatlerin, oluşumların, grupların ortak dilleri,
kaygıları, amaçları yok. Her cemaatin, hareketin, mezhebin özel bir
dili, gündemi ve yöntemi var. Ortak bir Ümmet diline sahip değiliz.
Günümüz dünyası, neoliberalizmin ideoloj ik egemenliği altın­
dadır. Entelektüel ve akademik dünyamız seküler hegemonyayı
aşabilecek, bu hegemonyayı reddedebilecek zihinsel bir irade orta­
ya koyamamıştır. B ilgiyle ilgili tekelci tanımlama, tekelci denetim,
bilginin sınırlarını , amaç ve işlevlerini belirleyen seküler dünya gö­
rüşünün emrindedir. İslami bütünlüğü temsil eden, İslami dünya
g örüşünü ve ahlak sistemini içeren tutarlı bir paradigma oluştura­
madığımız için dışarıdan , neoliberal diktatörlük tarafından dayatı­
lan her şeye maruz kalıyoruz.
B ağımsızlığımız sloganlardan ve klişelerden öte geçemeyen bir
bağımsızlıktır.
Her tür dış etkiye maruz kalan bir bünye, bağımsızlıktan söz
edemez.
Maruz kalmak demek, her hangi bir hesaplaşmaya ve mücade­
leye girişmeksizin boyun eğmek demektir. Maruz kalmak, saldırı­
ya uğramaktır. B ağımsız bir varoluşu hak etmek, her hangi bir ma­
nipülasyona maruz kalmamakla yakından ilgilidir. Tarihin kurban­
ları ve nesnesi olan genç kuşaklar; özellikle özgürlük yanılsaması
üzerinde yoğunlaşmak zorundadır. Niteliklerin abartıya, aşırılığa,
kırıp dökmeye ihtiyacı yoktur. Boşluğun ve hiçliğin dehşetiyle öz­
gürlükler arasında bir bağ kurulamaz.
B ağımsızlığımız sloganlardan öteye geçmediği için İslamı sos­
yopolitik bir sistem olarak gündemimize almaya cesaret edemiyo­
ruz. Neoliberal hayat tarzı, İslam ve Müslüman karşıtı bütün unsur­
lara hayat vermeye devam ediyor. Ütopik fantezilere dayalı nostal-

89
ATASOY MÜFTÜOGLU

jik bir dil kullandığımız için entelektüel , kültürel, siyasal meydan


okumalara onurlu bir biçimde yanıt veremiyoruz.
Romantik bir geçmiş anlayışı ile ütopik bir gelecek yaklaşımı
arasında gidip geliyoruz.
Düşüncelerimiz, dilimiz, kavramlarımız, duruşumuz, tavrımız,
tarzımız tarih yapma vizyonunu kaybetmiştir. Düşüncelerimiz, di­
limiz, kavramlarımız tarihe müdahale etmek bir yana, dondurul­
muş, hayatiyetini kaybetmiş çerçeveler olarak var. İs!am toplumla­
rının, düşüncesinin, medeniyetinin sürekliliği ve özgünlüğü seküler
saldırganlıklar sebebiyle kesintiye uğramıştır. Her şey sektiler bi­
lim ve aklın sınırları içerisine alındığından aşkın değerler hayatımı­
zın dışına sürüldü.
B atılı epistemoloj iye mahkum olmak, İs!ami temellerden, ilke
ve içerikten, ah!aki ölçülerden bağımsız bir bilim yaklaşımına mah­
kum olmak demektir. Bugün, Türkiye ' de yaşandığı üzere, toplum­
larımızın, düşünce ve kültür dünyamızın önceliklerini, tartışma ko­
nularını, meşruiyet biçimlerini, seküler, neoliberal bilgi , dünya gö­
rüşü ve hayat tarzı belirliyor.
İs!ami varlığımız ne yazık ki sayılarla ifade ediliyor. Varlığımız
ancak seçim sandıklarında görülebiliyor, hayatın diğer alanlarında
değil. Bu konu etrafında hepimizin sağlıklı çözümlemeler yapmak
üzere sorumluluk alması gerekir. Geleneksel dil, yaklaşım, yöntem
bugünün sorunları karşısında yetersizdir. S avunmacı, nostaljik,
duygusal bir dil, toplumsal, siyasal, küresel dünya için hiçbir öne­
risi , eleştirisi olmayan, bugünle, şimdiyle ilgi kuramayan bir dildir.
Yalnızca bilgi biriktiren, bu bilgileri hiçbir çözümleme için kul­
lanamayan ulema yaklaşımının tartışılabilmesi gerekir. B ilgi biriktir­
mek bir marifet olsaydı, en büyük alimler bilgisayarlar olacaktı. Gü­
nümüzde bilgi, bilim, bilinç , yorum, içerik üretme yeteneğine sahip
olmayan ulema yalnızca Ş iiliğe ve Şii direniş hareketlerine karşı nef­
rete dayalı bir muhalefet üretiyor. Modem, sektiler, kapitalist, libera­
list, emperyal, küresel diktatörlüğe karşı meydan okuyan tek bir
cümle bile kurma yeteneğine sahip olmayanlar, Şiiliğe karşı fetva ve
katliam seferberliğine giriştiler. Ulema, seküler, neoliberal, kapitalist

90
AGIR HASARLI ALGILAR

emperyalizmin yapmak istediğini eksiksiz bir biçimde yerine getire­


rek bir kez daha köleliği seçti .
İslil.mın evrensel anlam ve amaçlarını temsil etmek yerine, hede­
fe cemaat, mezhep ve ulusdevlet çıkarını koymak kadar büyük bir
sapkınlık olamaz. Bu tür patoloj ik ilkelliklerle ezeli, ebedi ortak in­
sanlık değerlerini temsil eden , paylaşan evrensel İslil.m cemaati
oluşturulamaz. Zengin kültürlerin bir arada yaşayabileceğini tarih
boyunca kanıtlayan bir medeniyetin varislerinin, şimdi birbirlerine
mezhepleri sebebiyle tahammül edememesi anlaşılabilir bir durum
değildir. Bilmek gerekir ki her tür aşırılık ve fanatizm kaybetmeye
mahkumdur.
İslil.m ailesi bir kez daha zor zamanlardan geçiyor, bağnazlıklar­
la sınanıyor. Moğolların (1258) B ağdat ' ı yakıp yıktığı dönemde
Müslüman kitleler, bu korkunç kıyım ve yıkımla yüzleşmek yerine,
içlerine kapanarak tasavvuf, mistisizm yolunu seçtiler. Bir yanda
içe dönüş , bir yanda geçmişe dönüş, Müslümanları tarihsel geliş­
meler karşısında kayıtsızlığa sevketti . Bugünün dünyasında bu de­
fa neoliberal moğollarla karşı karşıyayız. Onlar ne isterse, nasıl is­
terse öyle olmaya çalışıyoruz. Eylemlerimizle, protestolarımızla,
direnişlerimizle kendi hikayemizi değil, onların hikayesini anlatı­
yoruz.

91
SEKİZİNCİ BÖLÜM
GÜNLÜK VE YEREL UFUKLARI AŞMAK

Müslümanlar, içerisine kapatıldığı, kapandığı, kabile, milliyet,


cemaat, hizip, parti , mezhep hapishaneleri sebebiyle evrensel İsla­
mi dile, siyasal dile sahip değil. Bu nedenledir ki tarihsel gelişme­
lere, olaylara tek bir çerçeveden, hapishanelerimizin pencerelerin­
den bakıyoruz. Tek bir çerçeveden, pencereden bakmanın her za­
man yanıltıcı sonuçlar vereceğini düşünmüyoruz. Tarihsel olaylara,
gelişmelere hem içeriden hem de dışarıdan bakabilecek bir nüfuz
yeteneğinden yoksunuz.
Dini hayat her durumda romantik bir duyarlılık içerisinde şekil­
lendiği için akıllarla değil, söylencelerle dini hayatımızı sürdürüyo­
ruz. Kitleler büyük ölçüde akılla değil, geleneğin sözlü yorumuna
bağlı bir din algısı içerisinde. Bilinç ufkumuz tek boyutlu olduğu
için güncel tartışmaların tarihsel boyutlarına aşina değiliz. Riyakar­
lık temelinde gelişen emperyal, küresel politikalar karşısında gele­
cekte pişmanlık duyabileceğimiz tercihler yapıyor, ancak yanılgıla­
rı maalesef paylaşmıyoruz.
Müslüman halklara büyük, derin acılar, yıkımlar pahasına çıkar
amaçlı değişimler dayatılıyor.
Toplumlarımızda, son dönemde Türkiye ' de görülebileceği üze­
re , özellikle genç kuşaklar, sektiler, neoliberal kültürün iktidarı ta­
rafından araçsallaştırılabiliyor, nesneleştirilebiliyor. Kendi düşün­
celeri olmayan genç kuşaklar seküler, neoliberal düşüncenin, kav-

95
ATASOY MÜFTÜOGLU

ramların, uygulamaların İslam toplumlarında hiçbir suretle karş ı­


lıkları bulunmadığını bilmiyor.
Emperyal himayeye , vesayete, ilgiye, onaya mazhar olabilmek
için bütün yıkımlar karşısında sessizliğimizi korumaya devam ede­
biliyoruz. Kendimizi sorgulayabilecek dürüstlüğü , sahiciliği, safi­
yeti ve masumiyeti ne yazık ki bütünüyle kaybettik.
Büyük çaplı yapısal dönüşümler, yapılanmalar, tasavvurlar yerine
folklorik, kozmetik, duygusal, romantik, nostaljik, milliyetçi, popü­
list, sağcı, hoşgörücü, muhafazakar hizmetler yoluyla kendimizi ka­
nıtlamaya çalışıyoruz. Tutarlıklı, bütünlüklü, Ümmet bütününü içeri­
sine alan, tarihsel çerçevesi ve içeriği olan İslami bir gündeme sahip
olduğumuzu söyleyemeyiz. Ayrıca laik bir ülkede İslamın bağımsız­
lığından, özgürlüğünden, özerkliğinden söz edilemeyeceğini de ısrar­
la unutuyoruz. Küresel gelişmeleri İslami bir bütünlük içerisinde yo­
rumlayabilecek yetenekte gözlemcilerimiz, analistlerimiz yok.
Herkes kendi hapishanesine kapatılanların sorunlarıyla hemhal
olduğu için Ümmetin sorunları bir türlü gündemimizi oluşturamıyor.
Bütün bu olup bitenler sebebiyle ahlaki huzursuzluk ve tedirginlik
duymuyor, ahlaki sorgulamalar yapmıyoruz. Herkes kendi hapisha­
nesinde çok mutlu görünüyor. Milliyetçi duyguları sömürmek, coş­
turmak İslami hizmet sayılabiliyor. Folklorik, gelenekçi, görenekçi,
sağcı, hoşgörücü İslami cemaatler el ele vererek İslami bilincin, Üm­
met ve tevhid bilincinin buharlaşıp uçmasını sağlamıştır.
İslami cemaat yaklaşımının bugün geldiği nokta üzerinde, ibret­
le ve büyük bir sorumluluk duygusu içerisinde değerlendirmeler
yapılmalı. Abartılı, ölçüsüz, temelsiz, masalsı ve büyük ölçüde bü­
yük yalanlara dayalı bir dini retorikle cemaatler her türlü iktidar ve
egemenlik biçimleriyle, toplama kampları (Guantanamo vb.) rej im­
leriyle çıkar beraberliği, işbirliği içerisine girebilmektedir.
Sorgulamaksızın kabul ettiğimiz geleneksel alışkanlıklarımız
sebebiyle klişelerin gerisinde yatan zihniyeti ve uygulamaları tar­
tışmıyoruz.
İslami umutlarımız, sorumluluklarımız, beklentilerimiz ve ta­
leplerimizle gerçeklikler arasında büyük uçurumlar v ar. Çıkar mü-

96
AGIR HASARLI ALGILAR

lah azalanyla akıntıya kapılıyor, ana yoldan çıkıyor, yan yollara sa­
pı yor ve uçurumları görmüyoruz.
Ahlaki bir boşluğa düştüğümüzden anlamlar ve nitelikleri ço­
ğaltmak için değil, kar ve başarıyı çoğaltmak için canhıraş bir mü­
cadele veriyoruz.
B aşarı, şan, şöhret ve statüye adeta tapıyoruz.
Hayatımızın merkezindeki ilahi değerler, ölçüler; dünyevi , mad­
di değerler ve ölçülerle yer değiştirmiştir. B ugün Ümmet ve tevhid
kaygısı içerisinde bulunduğumuzu iddia edemeyiz. Hiçbir iktidar bi­
çimi karşısında bağımsız, onurlu bir duruş sergileyemiyoruz.
Bugünün tarihi içerisindeki konumumuz belirsizdir. S iyasal ey­
lem düşüncesi konusunda geleneksel inançlarımız tarafından en­
gelleniyoruz. B izleri , din adına sürdürdüğümüz geleneklerimiz en­
gelliyor. Siyasal eylem düşüncesinden bağımsız İslami bilinç bu­
gün yalnızca bir hayırseverlik yaklaşımına indirgenmiştir. Geçmi­
şe özgü birikimin, bugünü anlamamıza ve çözümlememiz konu­
sunda bize yardımcı olduğunu söyleyemeyiz. Geleneksel din algı­
sı, bugün daha çok mezhep savaşlarını, gerilimlerini çoğaltıyor. Es­
ki analiz kalıpları, yeni durumları, süreçleri kapsayamıyor.
Neoliberal bir dünyada, neoliberal arzulara maruz bırakıldığı­
mız için ahlaki, ilkeli, v akur, bağımsız hayatlar yaşayamıyoruz. B ir
çıkmaz sokakta, bir o yana bir bu yana s avruluyoruz. Ahlaki y an­
lışlıkları farketmiyoruz. Hiçbir iktidar biçimini (siyasal, ekonomik,
manevi iktidar biçimleri) ahlaki kaygılarla uyaramıyoruz. Düşün­
sel, kültürel, entelektüel hassasiyetlerin yerini etnik ve mezhebi
hassasiyetler alıyor. Mezhepçi bir dil, söylem, retorik İslami dilin
yerine geçiyor.
Bencilliklere ve çıkarlara dayalı fırsatçı bir dille, popülizme da­
yalı bir cemaat diliyle, politik bir dille İslami bir gelecek tasavvuru
oluşturulamaz.
İslami geleceğimize ilişkin mevcut umutlarımızı yeniden gözden
geçirmek zorundayız. Toplumlarımızda, din adına, bilgisizliğin, bi­
linçsizliğin sömürülmesi had safhaya ulaşmıştır. B ütün bu gelişme­
lerle ilgili herkes bizlerden eleştirisiz bir onay bekleyebiliyor.

97
ATASOY MÜFTÜOGLU

Kendi düşünceleri , düşünsel, kültürel yetenekleri olmayan, öz ­


gün çerçeveler ve içerik üretemeyen bireyler ve toplumlar, kendi si
olamayan bireyler ve toplumlar, ithal edilmiş düşünceler, davranı ş­
lar ve tepkilerle kendilerini ifade ederler. A vrupamerkezci dilin ,
düşüncenin, kültürün tahakküm üreten iktidarı , bizler bu kültüre ve
düşünceye öykündüğümüz sürece devam eder.
B ugün İslam dünyasında, Türkiye ' de , herkes bu dil aracılığıyla
kendi konumunu, yöntemini, duruşunu meşrulaştırmaya çalışıyor.
B atı dışı dünyada genç kuşaklar, B atı ' ya maruz kalan , B atı ' y ı arzu
eden aydınlar, entelektüeller, üniversiteler; farklı dünya görüşleri­
ni, hayat tarzlarını , farklı seçenek ve modelleri, emperyalist yön­
temlerle sömürgeleştiren neoliberal diktatörlüğün hizmetine gir­
m iştir. Özellikle , siyasal diktatörlüklere karşı direnen, ayaklanan,
tepki gösteren sözünü ettiğimiz kesimlerin neoliberal diktatörlük­
lerle ilgili hiçbir sorunları/rahatsızlıkları yoktur.
Kendisi olmayan bireylerin, toplumların , kadroların özgün an­
lamda, bağımsız anlamda üretkenliklerinden söz edilemez. Kendisi
olmayan herkes, yalnızca edilgen alıcılardan ibarettir.
Konformist, statükocu kültürler, toplumlar içerisinde bulunduk­
ları zihinsel durumların, ufukların, nihai durumlar ve ufuklar oldu­
ğuna inandıkları için yeni bir tecrübeye asla ihtiyaç duymazlar. Bu
nedenledir ki toplumlarımızda zihniyet değişimi tartışılması ve ça­
lışılması çok zor bir konudur. Konformist kültürlerde eleştirel so­
rumluluk olmadığı için geçmişin otorites i dışına çıkarak hiçbir şey
yapılamıyor. Konformist kültürlerde, yeni şeyler öğrenmek, yeni
ufuklar, alanlar, iklimler açmak hiçbir şekilde mümkün olmuyor.
Konformist, gelenekçi , görenekçi , muhafazakar toplumlarda dini
hayat, cemaat hayatı İsiam ' ı vülgarize ederek, kitleselleştirerek, kit­
leleri niteliksizleştirerek, düşüncesizleştirerek, nesneleştirerek, araç­
sallaştırarak, tekbiçimlileştirerek yoluna devam ediyor. Cemaatler,
ilahi hakikati cemaat çıkarları için feda edebiliyor. Günümüzde em­
peryalist çıkarlara bilinçli olarak il.let olan cemaatler olduğunu biliyo­
ruz. Emperyalistlerle birlikte hareket eden, işbirliği yapabilen İslami
unsurların, insani, ahlaki duruşları, konumlan tartışılabilmelidir.

98
AGIR HASARLI ALGILAR

Konformist toplumlarda neol iberal aidiyet ve düşünce biçimle­


ri bütün aidiyet biçimlerinin önüne geçiyor. Teknoloj ik devrim yo­
luyla, enformasyon devrimi yoluyla, modem emperyalist si stem
kendisini yenilemeyi ve güçlendirmeyi başarabiliyor. Spor ideolo­
jisi yoluyla, televizyon ve turizm hareketleri yoluyla kitleselleşme,
neoliberal değerlerin toplumlarımızı işgaline zemin hazırlıyor.
Zamanın ruhunu teşhis etmekle, zamanın ruhuna uyum sağla­

ma, kuşkusuz aynı şey değildir. Bugün neoliberal mitoloj i ve dayat­


ma, ayrıcalıklı ideolojik bir egemenlik biçimi oluşturmuştur. Kül­
türün ticarlleştirilmesi, sanayileştirilmesi, turi stik bir mahiyete dö­
nüştürülmesi zihinsel tekbiçimlileştirilmelere yol açtı . İthal düşün­
ce ürünlerini, davranış kalıplarını, hayat tarzlarını talep edenler, dü­
şüncesizliği, bağımlılığı kabul etmiş oldular.
B u yolla geniş kitleler, özellikle de genç kuşaklar derinlikli sor­
gulamalar yapamayacak bir noktaya getirildiler.
B iz Müslümanlar, eleştirel akla geçit vermeyen, yalnızca duygu­
larımıza hitap ederek duygularımızı sömüren bir dil, söylem aracılı­
ğıyla her geçen gün daha çok etkisiz hale getiriliyoruz. Günlük, ye­
rel ufukları aşmayı başaramıyoruz. İletişim araçları hayatımızı/uf­
kumuzu, ilgi ve dikkatimizi snırlandırabiliyor. İletişim, yüzeyselleş­
tiriyor, yozlaştırıyor. Siyasal olaylar, protestolar televizyonlarda
gösterilebilecek ve infial uyandırabilecek şekilde kurgulanıyor.
Tekno-liberal dünyalar, hazlar, tutkular, taklitçilikler, öykün­
meler, mülkiyet tapınmaları, ekonomik insanın yükselişi; özgün­
lükleri , bağımsızlıkları , bilgelikleri değer sistemlerine yönelik aidi­
yet biçimlerini yok ediyor.
Ahlil.ki sorumluluk duygusu, ah!aki akıl ve kiilp, hayatın her ala­
nında insani, ah!aki bütünlük ve dayanışma için ç aba harcar. Her
tür parçalanma, ötekileştirme, anlayışsızlık, sorumsuzluk ve dar
görüşlülükle doğrudan ilgilidir. B ireyci, bencil, narsist ve ötekileş­

tirici tercihlerde bulunanlar hiçbir değer, ah!ak sistemini tanıma­


dıkları için böyle hareket ederler. Alışkanlıklara bağımlılık, yeni
çözümlemelere, yaklaşımlara izin vermez.

99
ATASOY MÜFTÜOGLU

Taklide dayalı bir öğrenme biçimi , taklide dayalı bir bilinç biçi­
mi belirleyici olamaz.
Nefret, düşmanlık ve ötekileştirme refleksleriyle hareket eden­
ler, rakip, karşıt telakki ettikleri insanların ve toplulukların insan­
lıkdışı bir konumda olduklarını düşünürler. Bu kesimler, Türki­
ye ' de yaşandığı üzere, bütün olumlu kavramları ve davranış biçim­
lerini, kendi tekelleri altına alarak bu kavramların dışladığı unsur­
ları hayasızca tahkir ederler.
Hayatımızı , aynılaştırıcı neoliberal klişe ve kalıplara hapsede­
meyiz. Kendi yorumlarımızı ve tercihlerimizi de kendi hapishane­
lerimiz hil.line getiremeyiz. Bu nedenle bütün insanlık dünyasını il­
gilendiren bir sorumluluk alanı içerisinde bulunmalıyız.
İthal edilen düşünce ve davranışlarla, dünya görüşü ve hayat
tarzlarıyla, ithal edilmiş bir dil ve kavramla hiçbir mücadele yürü­
tülemez, hiçbir yol alınamaz, hiçbir yere varılamaz.
Hangi ideolojiye bağlı olurlarsa olsunlar, her hangi bir ideoloji­
nin güdümünde tercihte bulunanlar, hiçbir şekilde mantıklı , doğru
ve sağlıklı düşünemezler. Her hangi bir ideoloj inin güdümünde ya­
şayanlar yalanlara karşı koyabilecek bir birikime sahip değildir.
Hangi anlamda ve bağlamda olursa olsun çıkarcı her yaklaşım kim­
lik, karakter, kişilik bölünmesine yol açar.
Müslümanlar, ahlil.ki ufkun, tavrın, tarzın ödünsüz evrenselliği­
ne göre kendilerini konumlandırmak zorundadır. Ümmet duyarlılı­
ğı yerine etnik, cemaat ve mezhep duyarlılıklarını koyamayız. Mi­
tolojik anlatıları, efsanevi anlatıları İslil.mi dilin, bilginin yerine ika­
me etmeye çalışan cemaatler hiçbir zaman hakikatle buluşamazlar.
Evrensel doğruları temsil sorumluluğu ile karşı karşıya bulunan
Müslümanlar romantik abartılarla, tarihle oynayarak, tarihi siyasal
bir oyuncak olarak kullanarak, cemaat çıkarına hizmet edebilecek
hamasi bir tarih icat ederek, narsisist bir tarih algısı üreterek, tarihe
ve insanlığa hitap edemezler.
Mezhep, cemaat ve parti çıkarı için mitolojik anlatıların icat
edilmesi, geçmişin yanlış yorumlanması, geçmişin kimi çıkarlar
için sömürülmesi, kimi tarihsel şahsiyetlerin şu ya da bu mezhep

1 00
AGIR HASARLI ALGILAR

çıkarına hizmet edecek şekilde sunulması, Müslümanları mutaba­


kat kaynaklarımızdan uzaklaştırıyor.
Etnik merkezli, mezhep merkezli, cemaat merkezli bir dil, dil
mil liyetçiliği, toprak milliyetçiliği, bu milliyetçilikler temelinde
oluşturulan folklor, uyuşturucu yanılsamalara neden olabiliyor.
Günümüz dünyasında ve şartlarında siyasal, etnik ve mezhepçi
ayrımları aşan niteliklere ve bilgeliklere ihtiyacımız olduğunu ha­
tırlamalıyız.
Türkiye ' de; hayat tarzları ve dünya görüşleri arasında gerçek bir
so ğuk savaş yaşanıyor. Kültürel fay hatları daha belirgin, görünür ha­
le geliyor. İslami kesimlerin gerçek anlamda değil, daha çok gelenek­
çi, muhafazakar, konformist anlamda yeniden kamusal alanda görü­
nür hale gelmeleri endişeli modernler' in statülerini, ayrıcalıklarını,
konumlarını, egemenliklerini kaybetme korkusuna sevkediyor. Muh­
temel İslami tehdidi bertaraf etmek, yeniden otoriter, sektiler, liberal
egemenlik, iktidar, tahakküm günlerine dönmek isteyenler, kimi ma­
zeretler bularak, üreterek ayaklanma yolunu seçiyor. Bu ayaklanma,
her hangi bir düşünce, felsefe içermiyor; klişeler, sloganlar, küfürler
içeriyor. Sektiler, liberal endişeli modemler, geleneksel ayrıcalıkları­
nı kaybetmemek için her tür şiddeti mubah sayıyor, faşizan yöntem­
lere başvurabiliyor. Bu arada, neoliberal hayat tarzının, her şey mubah
anlayışı, yaklaşımı temelinde yükseldiğini hatırlamak gerekir.
Günümüzde sektiler, neoliberal tekelci tarihsel anlayış, kamusal
hayatın bütün normlarını belirleme iradesine sahip olduğuna, tari­
hin kendi yanlarında olduğuna inanıyor. Bu zihniyet aynı zamanda
entelektüel anlamda da bir tekel oluşturuyor. Müslümanlar, bugün,
bir kez daha modem, sektiler, liberal faşizmin tahammülsüzlüğüne
tanık oluyor. Dünya görüşleri ve hayat tarzları arasında ciddi geri­
limler yaşıyoruz. Çok ilginçtir, hayat tarzlarının hiçbir suretle tar­
tışmaya açık olmadığını pek çok vesilelerle ve küstahça açıklayan
Amerika ve Avrupa bu defa, Türkiye ' de yaşanan toplumsal, s iyasal
gerilim günlerinde, sektiler, neoliberal ayaklanmacıların yanında
yer alıyor, bu kesimleri himaye ediyor, bu kesimlerin davranış bi­
çimlerini savunabiliyor.
ATASOY MÜFTÜOGLU

Ahlakın bireyselleştirilmesi ve göreceli hale gelmesini isteyen


neoliberal , seküler kesimler, ahlakın toplumsallaştırılmasını bir da­
yatma olarak yorumluyor.
Pragmatizme dayalı neogörececilik hiçbir kutsala ve ahlaka ih­
tiyaç duymuyor. B ireyciliğin kutsanması ve dokunulmaz kılınması
genç kuşakları bir hiçliğe sürüklüyor.
Hiçlikten bakan; hiçbir şeyi doğru göremez.
Medya entelektüelleri çağında, medya kitlelerine hitap etmek,
ancak abartmalar, yalanlar ve çarpıtmalarla mümkün olabiliyor. Si­
yasal , toplumsal gerilim dönemlerinde kamusal aydınların , ahlaki
sorumluluk almaları , sorumlu davranmaları beklenir.
Ticari kültürün acımasızlığı, faydacı dünya görüşünün ruhsuz­
laştırıcı, vicdansızlaştırıcı etkileri karşısında, İslami düşünce ve en­
telektüel hayatının pek çok modem, seküler hikayeyle yüzleşmele­
ri gerekiyor.
İyi-kötü , doğru-yanlış , ahlaki olan- ahlaki olmayan arasındaki
ayrımların ortadan kaldırıldığı bir dönemde, kendi kişisel eğilimle­
rimize kapanamayız, bu eğilimleri putlaştıramayız.
B ugünün dünyası, hayatın ve tarihin her alanında her tür savaşı
kazanabilecek her tür araca sahip; ancak, barışı inşa edecek, sürdü­
recek, koruyacak, hiçbir bilgeliğe, erdeme, ahlaka sahip değil. Em­
peryal saldırılar karşısında yorgun düşen kültürler, yorgun düşen
toplumlar neoliberal, sektiler değişime ayak uydurmak zorunda ka­
lıyor. Ancak, yapılması gereken kuşkusuz bu değil, değişime anga­
j e olmak yerine, değişimin kaynaklarını ve yönünü teşhis ederek bu
doğrultuda bir yön belirlemek olmalıdır. B ilincinde, farkında olma­
dığımız, yakından takip etmediğimiz bir dünya hakkında sağlıklı
yorumlar yapamayız. Bir dönemi , bir sürecin hikayesini anlatmak­
la, o dönemin, o sürecin dinamiklerine nüfuz etmek, bu dinamikle­
ri çözümlemek birbirinden ayrı şeylerdir.
Her tür aşırılığı besleyen şey, önyargılar ve bencilliklerdir. Her
tür aşırılığın önüne ancak anlama çabasıyla geçebiliriz.
Kültürlerin, düşüncelerin, davranış, duruş ve eylem tarzlarının,
iletişim ve etkileşim biçimlerinin ulusal, yerel sınırları aşarak, çok

102
AGIR HASARLI AL G I LAR

hı zlı ve çok yoğun bir biçimde yayılması her toplumda olduğu gibi
İsl am toplumlarında da kültürel altüst oluşlara neden oluyor. Küre­
se l, neoliberal etkiler, özellikle genç kuşakları kimliksiz, aidiyetsiz
yı ğınl ara dönüştürüyor.
Yenilik, üretkenlik, değişim konularıyla ilgilenmeyen toplum­

lar, kültürler, liberal , sektiler etkilere maruz kaldıklarında neye uğ­


radık larını anlamakta zorluk çekiyor, kendilerini hiç beklemedikle­
ri bir anda kültürel çatışmaların, gerilimlerin içerisinde buluyor.
Toplumlarımızın karşı karşıya bulundukları olgulara ve olayla­

ra yeni bir gözle, yeni bir bilinçle bakmak gerekiyor. Tek yanlı ana­
li zl er, her zaman, her tür çözümleme girişimini akamete uğratır.
Olayları küçük sayılar, büyük sayılar mantığı içerisinde değerlen­
dirmek büyük yanılsamalara neden olur. S ayılar üzerinde değil , fi ­
kirler üzerinde durmak önemlidir. Küresel kültürel etkilere açık
olan toplumlarımızda, hangi ölçüde özgün düşünsel , kültürel içe­
rikler ürettiğimizi, üretip üretmediğimizi tartışmamız gerekir.
Modem, sektiler, liberal ideoloj iler, hayat tarzları , hayatın, ka­
inatın ahlaki anlamını bütünüyle tahrip ettiler. Ahlakın kişisel , key­
fi bir tercihe indirgenmesi de modem zamanların icadıdır. Militan
aklın, hesapçı rasyonalitenin belirleyici olduğu zamanlarda, günü­
müzde olduğu gibi hiç kimse ahlaki bir otoriteden, ahlaki meşru­
iyetten söz etmeye cesaret edemiyor.
Postmodem, küresel dünya, evrensel anlamda mutlak bir Haki­
kat olamayacağı iddiasıyla düşünce, tartışma dünyasına girdi. Her
toplumda postmodem etkilere açık hale gelen genç kuşaklar, em­
peryal, küresel çağla hesaplaşmak yerine, İslami dünya görüşü ve
hayat tarzıyla hesaplaşma yolunu seçiyor. Türkiye, bugün, bir kez
daha böyle bir süreçle sınanıyor.
Türkiye ' de yaşanan iktidar karşıtı gösteriler, sektiler, liberal
muhalefeti , öfkeyi yansıtıyor. Müslümanlar, hayatı , toplumu, ahla­
ki değerlerle anlamlı kılmaya çalışırken; protestocular nihilist bir
şiddet sergiliyor. Protestoların yeni bir tartışma başlatması açısın­
dan, farklı bakış açılarının, yaklaşımların tartışmaya katılması açı­
sından yararlı olduğunu söyleyebiliriz. Ancak , ilke, duruş ve bağlı-

1 03
ATASOY MÜFTÜOGLU

lıklarımızı yıkarak, yakarak, küfrederek değil, yeni fikirler inşa


ederek ifade edebiliriz.
Toplumsal olaylar, güçlülerin narsisizmleriyle kontrol edilemez.
İsliim toplumlarında cereyan eden protestolar, ayaklanmalar sı­
rasında, genç kuşakların , sömürgeci bilginin, kültürün, hayat tarzı­
nın nesnesi olmaktan kaynaklanan hiçbir rahatsızlıkları olmadı.
Tam tersi bir gelişme yaşandı. Protestocular, sömürgeci kültürün
put kavramlarını şiar edinerek protestolarını sürdürdüler.
Türkiye ' de de aynen böyle oldu.
Genç kuşaklar kendi toplumlarının anlam, referans , meşruiyet
kaynaklarından ilham almak yerine, kolonyalist kültür klişelerin­
den, sloganlarından i lham alarak harekete geçtiler. Hayatın, kaina­
tın ahliiki anlamını savunmak adına ayaklanması gereken genç ku­
ş aklar, bu anlamlara meydan okumayı seçtiler.
Ahlaki protestoların yerini ideoloj ik protestolar aldı. Kültürel
duyarlılığın yerine, ideoloj ik duyarlılık geçti . İsliimi düşünce ve ha­
yat tarzını anlamak yerine, yargılamak ve tahkir etmek gibi bir yo­
la başvuruldu.
Ahliiki değerleri, ilkeleri, duruşu savunmak, konformizmi, ikti­
darı savunmak anlamına gelmez, gelmemelidir. Türkiye ' de Müslü­
manlar her türlü iktidarın (siyasal, ekonomik, manevi) yabancılaş­
tırıcı etkilerini aynelyakin gördüler, yaşadılar, yaşıyorlar. Konfor­
mizmi, iktidarı, kurulu düzeni, statükoyu savunma; bunları meşru­
laştırmak sağcı bir yaklaşımla özdeşleştirilebilir, ancak, İsliimi bir
hassasiyetle özdeşleştirilemez. Protestolar yeni duyarlılık biçimle­
rine aşina olmamıza yardımcı olabilir. Taslaşmış alışkanlıklarımı­
zı, tutumumuzu bu vesileyle gözden geçirebiliriz.
Düşünsel sorgulamalar, farklı görüşlerle yeni boyutlar kazanır.
Tek düşüncenin, tek aklın egemen olduğu yerde hiçbir şekilde ye­
ni bir ufuktan, yeni bir başlangıçtan, yeni bir inşadan söz edemeyiz.

1 04
DOKUZUNCU BÖLÜM
PATOLOJİK ALGILAR VE YANILSAMALAR

İslam ' ın, milliyetçilik, mezhepçilik, hizipçilik, cemaat ya da ce­


maatler aracılığıyla nötralize edildiği, kısmi, parçalı , pasif Müslü­
manlıklar döneminde yaşıyoruz. İslamın ve Müslümanların nötrali­
ze edilmesi, Müslümanların yerleşik statükoyla, siyasal otorite ve
devletle bütünleşmesiyle başlıyor. Devlet çıkarı, etnik çıkar, mez­
hep çıkan, cemaat çıkan için herkes keyfi bir biçimde İslama müda­
hale edebiliyor. Yerleşik İslam yaklaşımı, statükoya, kurulu düzen­
lere, emperyalizme, faşizme, küfre karşı muhalefette bulunamıyor,
eleştiremiyor, isyan edemiyor. Bütün Müslümanları kapsayan meş­
ru bir otoriteye sahip olamadığımız için her İslami hizip, cemaat,
yorum İslamı kendi tekeline almaya çalışıyor. Her cemaat kendi yo­
rumuna, liderinin yorumuna kapanıyor, yani bir mağaraya kapanı­
yor. B ir mağara ne kadar ışık verirse o kadar ışık alıyor. Çıkara da­
yalı pratikler, ilkesel düşüncelerin, uygulamaların yerine geçiyor.
İslam toplumlarında, İslami hareketler, partiler bugün daha çok, İs­
lami içeriği olmayan pragmatik bir dille rasyonel stratejik bir çerçeve
üzerinde çalışıyor. Konjonktüre! gerekçelerle toplumlarımızda devlet,
otoriter, baskıcı niteliğinden, İslami unsurlar da ilkesel ölçütlerden ta­
viz vererek uzlaşmalar gerçekleştiriyor. Böylece ılımlı eğilimler, pasif
eğilimler meşruiyet kazanırken, radikal eğilimler mahkum ediliyor.
Günümüz dünyasında lime lime edilmiş bir İslam algısı yürür­
lüktedir.

107
ATASOY MÜFTÜOGLU

İslil.mi akımlar, eğilimler statükonun içerisinde kalarak çözüm­


lemeler yapıyor, kendilerini konumlandırmaya çalışıyor. Bu akım­
lar, İslil.mi yaklaşımların daha esnek, daha liberal bir biçim alması­
nı, radikal , İslil.mcı çözümlemelerin yerine, reformcu çözümlemele­
rin geçmesini istiyor. Bu nedenle her toplumda İslil.mi akımlar nite­
liksel olarak gün geçtikçe küçülüyor, görünür olmaktan çıkıyor.
İslil.m toplumlarında kendilerini İslil.ma nisbet eden yerleşik ge­
leneklerin, anlayışların , devrimci, direnişçi, muhalif İslil.mi dile,
söyleme, eyleme çok yabancı olduklarını biliyoruz. S özünü ettiği­
miz geleneklerin İslil.mi renkleri vardır, ancak İslil.mcı hassasiyetle­
ri ve bilinçleri yoktur. Bu gelenekler kişisel ibadetlerle ve kimi ah­
Iaki sorunlarla ilgilenir, siyasal, toplumsal sorunlarla ilgilenmezler.
Farklılıklar medeniyetinin, farklılıkların birlikteliğini temsil
eden çoksesli bir medeniyetin Müslüman çocukları ; modern za­
manlarda farklıya ve farklılıklara tahammülü olmayan tek tip top­
luma, tek dile, tek etnik kimliğe , tek kültüre hapsedilmiştir. Farklı­
lıkları sorun haline getirmeyen bir kültürden, irfandan ve bilgelik­
ten uzaklaştırılan toplumlarımız, bugün mezhep mutlakıyetçilikleri
adına utanç verici barbarlıklar sergiliyor.
İslil.m toplumlarında Ümmet düşüncesi, hassasiyeti, dayanışma­
sı, söylem ya da sokak düzeyindedir. Ümmet bilincinin ve dayanış­
masının önündeki en büyük engel ulusal çıkar politikalarıdır. Gün­
demimizi İslil.mi temeller, öncelikler değil, ulusal çıkarlar belirliyor.
İlkeli Müslümanlığın yerini, pragmatik politikacılık almıştır. Pasif
bir İslil.m algısı, liberal seküler demokrasilerin hizmetine girmiştir.
Günümüz toplumlarında radikal , İslil.mcı vizyon ve birikim, po­
litik dönüşümü sağlayabilecek bir noktaya gelemediği için politik
bir sorun olmaktan çok, bir güvenlik sorunu olarak değerlendirili­
yor. Küresel, emperyal proje, radikal , İslil.mcı vizyonu ya marj inal­
leştirmek ya da sisteme dahil ederek etkisiz hale getirmek istiyor.
S isteme dahil olmak, sistemin değerleriyle, yasalarıyla bütünleş­
mek anlamına geldiği gibi sistemin denetimini de kabul etmek an­
lamı taşıyor. S isteme dahil olduğumuzda bütün İslil.mi ilkeler, de­
ğerler kişiselleşiyor, soyut bir mahiyet kazanıyor. İslil.mi ilkeler so­
yut bir mahiyet kazanırken, bizler somut seküler gerçekliğe boyun

1 08
AGIR HASARLI ALGILAR

eğ miş oluyoruz. Kısmi, küçük, yüzeysel özgürlüklere ikna ediliyo­


ru z. Tarihi etkileme yeteneğinden, gücünden yoksun konformist bir
kü ltür sürekli geri çekilerek v arlığını sürdürüyor. İslam toplumla­
nn da yapısal bir değişime, dönüşüme ilişkin her hangi bir progra­
ma sahip olmayan, kurulu düzenlerle uzlaşan hükümetlerin, ikti­
darların, İslami kimlik iddiaları ve meşruiyetleri yoktur.
Ulusdevleti, serbest piyasa kapitalizmini, seküler demokrasile­
ri , seküler demokrasilerin propaganda aracı haline getirilen insan
hakları söylemini meşrulaştıran , nihai bir referans olarak alan poli­
tik hareketlerin, partilerin İslami vizyonla, özellikle de İslamcı viz­
yonla her hangi bir münasebeti olamaz. İnsan Hakları söyleminin
bütünüyle ideolojik bir söylem olduğunu hatırlamalıyız. B ütün ide­
oloj iler yalnızca klişeler, kalıplar, sloganlar üreterek toplumları bü­
tünüyle düşüncesizleştirirler.
İdeoloj iler çıkar maskeleri olarak kullanılır.
Sağcı, muhafazakar, gelenekçi, görenekçi , mezhepçi bir kültürle
Ümmet ' i etkileyebilecek, dönüştürebilecek güçlü bir dil ve düşünce,
siyasal bir hareket oluşturulamaz. Sünni düşüncenin ve çerçevenin,
Şii düşüncenin ve çerçevenin, Selefi düşünce ve çerçevenin sınırla­
nnı aşamayan, aşmak istemeyen cemaatler, akımlar Ümmetten,
Ümmetin geleceğinden söz edemezler. İslamın tarihe çıktığı ve tari­
hi dönüştürdüğü dönemde olduğu gibi dışa açılma, dünyaya ve in­
sanlığa açılma, dünyayı dönüştürme inancı, heyecanı, bilinci, iddia­
sı bugün maalesef marjinal, sorunlu iddialar haline gelmiştir. Dün­
yaya açılmak isteyen İslamcı vizyon bu özelliği sebebiyle takdir
toplaması gerekirken, kendi toprağına yabancılaştığı mülahazasıyla
eleştirilebilmekte, toprak mitoloj ileri bir türlü atılamamaktadır.
Mitolojik, masalsı bir dindarlık biçimiyle hiçbir gelecek oluştu­
rulamaz.
Yeni bir taıih başlatabilmek için yeni bir bilincin ortaya çıkışı­
nı sağlamak gerekir.
Her tür bağımlılık, bilinç bulanıklaşması , bozulması, yönünü
kaybetmesi ve istikrarsızlaşması ile başlar. B ulanık ve muğlak bi­
linç , günümüz İslam topraklarında olduğu gibi kitlelerin, İslam ' ı ,
folklorik anlamda kavramalanna neden olur. B ulanık ve yönünü

1 09
ATASOY MÜFTÜOGLU

kaybetmiş bilinç fosilleşmiş alışkanlıkları kutsallaştırır. İnsanların ,


toplumların bağımlılaştırılması, homojenleştirilmesi ideolojik di l,
yöntem ve araçlarla gerçekleştirilir, farklıl ıklar yok edilir. Bu şart­
lar altında, farklılıkları temsil etmek, savunmak ve onayl amak, ba­
ğımlılıktan kurtulmak anlamı taşır.
İdeolojik dil , çarpıtılmış bir dildir.
İdeolojiler, propaganda ve baskı yöntemleriyle toplumlara em ­
poze edilen aldatıcı, avutucu, uyuşturucu tuzaklardır. İdeoloj iler,
kayıtsız şartsız ve akıldışı itaat ve sadakati saklamak üzere, haki kat
maskesini kull anarak dehşetli yalanlar üretirler. Konformist kültür­
ler, toplumlar, her hangi bir şekilde bir meydan okumaya geçit ver­
medikleri için kemikleşirler, taşlaş ırlar. Kitle toplumları ve kültür­
leri , bütün nitelikleri ve bilgelikleri birer birer imha eder. İdeolojik
dünya görüşleri , bürokrasiler, yönetimler, toplumları bir makineye
dönüştürerek insanı şeyleştirir.
Hakikat arzusu taşımak, bilinçli farkındalıklara sahip olmayı
zorunlu kılar.
Hakikat arzusu insanı bağımsızlaştırır, özgürleştirir, onurlu ve
aziz kılarken; çıkar arzuları insanları hor ve zelil kılar. Çıkar arzu­
ları doğrultusunda hareket etmek, politika yapmak, adaletten uzak­
laşarak, kirlenmek demektir.
İnançlarımızla, davranış ve tercihlerimiz arasında yaşanan uz­
laşmaz çelişkiler, derin bir ahlaki sorunla karşı karşıya olduğumu­
zu gösterir. Bilinçli olarak düşünmekle, alışkanlıklara dayalı kon­
formist tekrarlar, birbirinden çok farklı şeylerdir. Bilinçli olarak
düşünmek fikirlerle ilgili olduğu gibi alışkanlıklara dayalı tekrarlar
duygularla ilgilidir.
Taklide dayalı bir gelenek sebebiyle bütün kuşaklar kendilerin­
den önce yaşayanları takip ediyor. Bu nedenledir ki hiçbir kuşağın
kendi düşünsel, kültürel, politik, pratik deneyimleri yoktur. Propa­
ganda yoluyla yapılan tercihler daha güçlü bir propaganda yöntemiy­
le etkisiz hale getirilebilir. Özellikle dini çevrelerde, cemaatlerde an­
latılan düzmece, kurmaca öyküler bu konuda somut bir örnek teşkil
edebilir. Aşılamaz, ulaşılamaz, dokunulamaz kişilik kültü oluşturul­
duğunda, bu kült kim olursa olsun, kendisini izleyenleri akılsız, dü-

110
AGIR HASARLI ALGILAR

ş üncesiz, fehimsiz nesneler hilline dönüştürür. Kimi liderlere, ilim,


irfan sahiplerine, üstadlara entelektüel olarak borçlu olabiliriz, ancak,
bu durum onları aşmamız konusunda bir engel teşkil edemez.
Zihinsel, entelektüel dönüşüm, insani, ahlaki, hikeml dönüşüm­
le birlikte , yüksek sorumluluk ve yüksek fedakarlık duygularıyla
gerçeğe dönüşür. Düşünse l , politik tercihlerden çok, ahlaki duruş
her yerde önceliğimiz olmalıdır. Hiçbir politik sistem , hangi propa­
gan da yöntemini kullanırsa kullansın, hangi kişilik kültü tarafından
manipüle edil irse edilsin, ahliikl içerik ve dayanaklara sahip olmak­
sızın meşruiyetini sürdüremez. Çıkar mülahazaları doğrultusunda
hareket etmek, insanı , toplumu, siyaseti alçaltır; hükmetme ihtiras­
ları insanı insanlıktan çıkarır.
Zihnimizin, kalbimizin ve dışsal davranışlarımızın bir bütünlü­
ğe sahip olması gerekir. Hiç kimsenin kirletmeye cesaret edemeye­
ceği içtenlikleri ve dürüstlükleri şiar edinerek yaşamak, güncelin
tuzağına, büyüsüne kapılmadan hakikatin, gerçeğin peşinden koş­
mak kadar onurlu bir duruş olamaz. Hangi konuya ilişkin olursa ol­
sun, ihtiraslı söylemlerin yanıltıcılığını hatırlamak önemlidir.
Ekonomik ve politik iktidar sahiplerinin, manevi iktidar sahip­
lerinin dayanılmaz kibirleri karşısında, vakar ve heybet ahlakımızın
rencide edilmesine imkan vermemeliyiz.
Küresel, emperyal gerçekliklerin bilincine varmak gibi bir sorum­
lulukla karşı karşıyayız. Bu sorumluluğu ancak, evrensel İslami viz­
yonla yerine getirebiliriz. İslamcı vizyonun, emperyalist, neonurcu,
mistik unsurlar tarafından önemsizleştirilmesi, değersizleştirilmesi
karşısında, soyut tartışmaları, karşıtlık ve rekabetleri bir yana bıraka­
rak, somut sorunlar etrafında somut çözümlemeler yapabilmeliyiz. So­
mut, politik, ekonomik, kültürel bir programla birlikte insanlık ölçe­
ğinde geçerli olabilecek çözüm çerçeveleri üzerinde çalışabilmeliyiz.
Toplumlarımızda ilkesel tercihlerin yerini, paragmatik tercihler
alıyor. Küresel gerçekler, gelişmeler karşısında her durumda prag­
matik yöntemler seçiliyor. Devrim fantezileri yapılan Mısır, Tunus
ve Türkiye' de olduğu gibi İslami idealler, yerini politik liberalleş­
meye terkediyor. Müslümanlar, ya farklılıkları yok eden ulusdevlet
zorbalıklarını ya da farklılığa, çeşitliliğe, çoğulculuğa, kültürel gö-

111
ATASOY MÜFTÜOGLU

receciliğe izin veren neoliberal sapkınlığı seçmek zorunda bırakılı­


yor. İslami bünyedeki karşıtlıklar, karşıt fikirler, yorum ve yakla­
şımlar İslami bünyeyi derinden çürütüyor.
İtaatkar, düşüncesiz taraftarlar, sürüler yerine, düşünen, sorgu­
layan , hayır diyebilen insanlar yetiştirilmediği için ütopyacı rüyalar
görüyoruz.
Her alanda, özellikle de politika, dış politika alanında, ahlaki du­
ruş , tavır, dil, yaklaşım asla söz konusu olmuyor. Yalnızca çıkar ihti­
rasları dış politika gündemini oluşturabiliyor. Pragmatik politik gün­
dem, hiçbir biçimde bir siyaset felsefesi perspektifi içermiyor. Bu ne­
denle bizler kime ait olursa olsun, ahlaki temelleri olmayan tercihleri
paylaşmak ve onaylamak durumunda değiliz. Yaşadığımız dönemde
Türkiye romantik, nostaljik ihtiraslarla, Ortadoğu ' da model ülke olma
iddiaları arasındaki çelişkileri yaşıyor. B ölgesel politik rekabetler, nü­
fuz savaşları, etnik, mezhepçi, tarihsel rekabetler, çatışmalar, her tür­
lü romantik, nostaljik ihtirasların eyleme dönüşmesine izin vermiyor.
Bir insanın kendisine yabancılaşması; nesne ya da eşya konu­
muna indirgenmesiyle birlikte başlar. İnsan, ancak, kendisi oldu­
ğunda, inançlarını, düşüncelerini , programlarını, tercihlerini hayata
geçirdiğinde güçlü ve etkili olur, kendisi olan insan, kendisi olan
toplum , inançlarını, düşüncelerini, programlarını, kültür ve mede­
niyeti ithal etmez, bütün bunları kendisi inşa eder.
B ir insan, bir toplum, siyasal irade sahibi olduğunda, kamusal
alanda kendisini, kendi inşa ettiği düşüncelerle, tarzlarla açıkça ve ek­
siksiz ifade ettiğinde özgür olabilir; ödünç, kopya, ithal düşünceler,
programlarla insan özgür olamaz, bu ancak büyük bir yanılsama olur.
Hakikat arzusu, bakımsız olmayı zorunlu kılar, özneleşmek, far­
kında olarak yaşamakla, hakikatle bütünleşmek ve bu doğrultuda
üretmekle gerçekleşebilir.
Özneleşme yükselişin, nesneleşme alçalışın bir y ansımasıdır.
Gerçek bir değişim ve dönüşüm, memnuniyetsizlik ve reddetme
iradesi, yeteneği , kararlılığı ve bilinciyle yakından ilgili bir konu­
dur. Müslüman olmak, İslam ' ı seçmek, statükoyu reddetmek, put­
ları , putperestlikleri reddetmek, geleneksel alışkanlıkları sorgula-

1 12
AGIR HASARLI ALGILAR

nıak, güçlülerin, müstekbirlerin iradesini reddetmek, yalnızca Al­

l ah ( c . c . ) için varolmak anlamı taşır.


Kelime-i tevhid de reddetmekle başlar.
Kurulu düzenlerden, statükolardan memnun olduğumuz, rahat­
sız olmadığımız sürece, hiçbir şeyi değiştiremeyiz, değiştirmek is­
te meyiz, her muhafazakarlık, her konformizm, her statükoculuk,
de ğişimden korkar.
Tarihi etkileyebilecek, dönüştürebilecek güç, değişim ve muha­
lefet bilincinin, ahlaki öfkenin kazandıracağı güçtür. Tarihi dönüş­
türmek isteyen halkların her şeyden önce, kimlik kanamalarını dur­
durarak, güçlü , gerçek, derinlikli bir inanca, güçlü ve kuşatıcı bir
bilince, güçlü bir dayanışma iradesine, güçlü heyecanlara, özlemle­
re, düşünsel hareketliliğe, üretkenliğe ihtiyacı vardır.
Çıkarcı, ırkçı, ideolojik dile, tavra, tarza, duruşa karşı hep derin
bir teyakkuz hiilinde olmak gerekir. Çıkarcı, ırkçı, ideolojik dille
gerçek bir iletişim kurulamaz. İnsanın araçsallaştırıldığı, şeyleşti­
ril diği bir dünyada, araçsallığı reddetmek kadar anlamlı/erdemli bir
tutum olamaz.
İslam toplumlarında halen sürdürülen yanlış ve çarpık bir gele­
nek sebebiyle neyin iyi, neyin kötü olduğuna, neyin hayırlı, neyin
hayırsız olduğuna, neyin yanlış, neyin doğru olduğuna, karar ver­
me iradesi cemaat liderlerine özgü büyük bir ayrıcalıktır. Bu konu­
da cemaat mensuplarının düşünceleri , eleştirileri, tercihleri söz ko­
nusu olamaz. Cemaat mensubu, düşünme, akıl yürütme sorumlulu­
ğundan feragat etmiş, bu sorumluluğu cemaat liderine terketmiştir.
Cemaat mensubu böylece hiçbir şey olan nesnelere, eşyalara dö­
nüştürülmüştür. Aklımızı, bilincimizi , ruhumuzu baskılayan , bi­
çimlendirmeye çalışan dışsal her müdahale, farkına varalım ya da
varmayalım çirkin bir şiddet biçimidir.
Maruz bırakıldığımız her hangi bir kötülüğe, şiddete zulme kat­
lanmaya başladığımızda, bu kötülükleri bir şekilde meşrulaştırmış
oluruz. Kötülüğü, şiddeti, köleliği sütun boyutlarıyla farkettiğimizde,
kötülük, kölelik, bağımlılık bizleri gerçek anlamda rahatsız ve renci­
de ettiğinde, incittiğinde, yaraladığında, bunlara karşı isyan etme ih­
tiyacı duyduğumuzda, insani, vicdani yanımız yaşıyor demektir. Kö-

113
ATASOY MÜFTÜOGLU

tülerin, müstekbirlerin, egemenlerin arzulan doğrultusunda hareket


etmeye başladığımızda, insanlıktan çıkmaya, araç haline gelmeye
başlarız. Günümüz dünyasında güçlülerin zayıflara karşı sürdürdük­
leri savaşlarda, güçlülerin yanında yer alan cemaatin, unsurların bu
tercihlerinin İslami, insani, vicdani bir dayanağı, gerekçesi olamaz.
Günümüz dünyasında dini hayat, vahyin, aklın, bilincin rehber­
liğinde değil, geleneklerin ve duyguların rehberliğinde ilerliyor.
Mitoloj ik bir dindarlık biçimi, güç ilişkileri söz konusu olduğunda
istenilen kalıba sokulabiliyor.
İslam dünyasında modemite ve sekülerizm, tahakkümü, sömü ­
rüyü , şiddeti meşrulaştırmak üzere araç olarak kullanıldı . Bugün de
aynı araçların üzerimizdeki baskısı acımasızca sürdürülüyor. Mo­
demite ve laiklik Türkiye ' de olduğu gibi ulusdevletlerin tek ve vaz­
geçilemez referans kaynağı haline getirildi. Modemitenin emperya­
list boyutu, karakteri, içeriği her yerde ve her zaman ustalıkla tar­
tışma dışında tutulabiliyor. Günümüzde de bu tür bir tartışma söz
konusu değil. Bu nedenledir ki bugün, İslam toplumlarında, her
hangi bir alanda meşruiyete sahip olabilmek için modemite dışında
bir başka ufka maalesef sahip değiliz.
Modem zamanlar boyunca İslam toplumlarında yaşanan, bugün
de şiddetlenerek devam eden entelektüel heyelanlar, çöküşler sebe­
biyle milliyetçi, mezhepçi, gelenekçi , toprakçı sınırlan aşarak bütün­
lüklü bir dünya ve ahiret görüşü, tevhidi temelde bir kuram ve pratik
çerçevesi, düşünce, hayat tarzı, felsefesi oluşturamadık. Onun içindir
ki siyasal, ekonomik, kültürel İslami akımlar, hareketler ancak küre­
sel, emperyal sisteme entegre olmak suretiyle hayatiyet kazanıyor.
Sisteme entegre olduktan sonra, hiçbir siyasal hareketin kendisine
özgü, özgün, bağımsız bir yanı kalmıyor. Bu hareketler için İslam
yalnızca kültürel bir kaynak, renk , boyut olarak görülüyor.
B ağımsız düşünce, kültür, medeniyet, siyaset perspektiflerine,
vizyonuna veda eden siyasal hareketler, çıkar merkezli bir dil, söy­
lem oluşturarak yollarına devam ediyor. Hakikat kaygısının yerine,
popülizm ve çıkar kaygısı geçiyor, popülizm ve çıkar mülahazaları
hiçbir ahlaki sınır tanımadığı için mezhebi gerilimler insafsızca sö­
mürülebiliyor.

1 14
AGIR HASARLI AL G ILAR

Hakikat arzusunun, kaygısının kimsenin umurunda olmadığı bir


zam anda ve dünyada yaşıyoruz .
Sisteme entegre olan siyasal hareketlerin siyasal sistemi değiş­

tirm ek, dönüştürmek üzere her hangi bir programları ya da müca­


de leleri yoktur. Siyasal sistemi dönüştürmek isteyen radikal unsur­
lar hem entelektüel yetersizlik içerisindedir hem de baskıcı yön­
temlerle kolaylıkla etkisiz hale getirilmektedir.
Yaşadığımız dönemde, özellikle de Ortadoğu bölgesinde, sö­
mü rgeci ihtirasların neden olduğu kronik istikrarsızlıklar ve şiddet
derinleşerek sürüyor. Suriye ' de yaşanan ve çok büyük acılara, yı­
kı mlara neden olan iç savaşı, emperyal, küresel bağlamından kopa­
rarak yerel bir çerçeve içerisinde, yerel koşulların sonucu görmek
çok büyük yanılsamalara neden olmaya devam ediyor.
Siyasal adaletin sağlanamadığı bir dünyada şiddet, maalesef ka­
çınılmaz hale geliyor.
Modem tarihin mağlupları olan Müslümanlar, bu çok yönlü
mağlubiyetin bir sonucu olarak bugün, B atılı kültürel, ekonomik,
siyasal modelin tutsağı durumundadır. Ellerimizde kelepçeler,
ayaklarımızda prangalar yok, ancak zihinlerimize vurulan pranga­
lar sebebiyle İslami bir ufuk üzerinde çalışamıyor, bu ufuk içerisin­
de mücadele etmeye cesaret edemiyoruz.
Günümüzde toprak merkezli olmayan bir egemenlik ve denetim
sistemi , toplumlarımızı istediği şekilde dönüştürebiliyor. Bugün,
kullandığımız bütün kültür ve medeniyet parametreleri modem, se­
küler parametrelerdir. Bu parametrelerin bir ahlakı, felsefesi, erde­
mi olsaydı, bunlar tartışma konusu olmayabilirdi. Ancak, bize mo­
demite adına dayatılan tek şey, meşrulaştırılan her şey, kaba güç,
şiddet yoluyla dayatılan şeylerdir. Kaba güç yoluyla dayatılan her
şey bizim insanlığımızı derinden yaralıyor, rencide ediyor.
Ortak anlam, değer sistemlerine sahip olmayan bir dünyada ya­
şamak kadar tehlikeli bir şey olamaz, kaba güç hiçbir şekilde bir üs­
tünlük nedeni sayılamaz. Kaba güce sahip olmakla, bir değer siste­
mine sahip olmak ayrı ayrı şeylerdir. Anlamlar, değerler, erdemler
ve niteliklerle ilgilidir. Anlam , değer sistemlerine sahip olmayan
seküler dünya, yalnızca niceliklerle ilgilenir.

115
ATASOY MÜFTÜOGL U

Tutarlı bir bütünlüğe sahip olması gerekir varoluşumuz, bunu


ancak, niteliksel değerlerle s ağlayabilir. Kendimize ait varoluş lara
s ahip olmadığımız takdirde, özgün, bağımsız, uygulanabilir prog ­
ramlar üretemeyiz.
Propaganda yoluyla homojenleştirilen bütün toplumlarda, her tür
iktidarın işi kolaylaştırılmıştır, toplumlar medya uyuşturucuları , po ­
püler kültür uyuşturucuları , cemaat uyuşturucuları tarafından homo­
jenleştirildiklerinde, hiçbir muhalefete ihtiyaç kalmaz. Bu tür top ­
lumlarda üretken ve eleştirel düşünürlere ihtiyaç duyulmadığı gibi
bu tür düşünürler ortaya çıktığında bunlara hayat hakkı da tanınm az.
Anaakım B atı medyası çıkarları gerektirdiğinde, İsliim toplum­
larındaki her tür rej imi, bu rej imlerin liderlerini etiketleyerek, bun­
lar hakkında dünya kamuoyunun taraf olmasını sağlayabilir. Med­
ya varlığını ve hayatiyetini popüler kültüre borçludur.
Uygar olanların hayatını çok değerli, uygar olmayanların hayatı­
nı çok değersiz; bizim ırktan ve mezhepten olanların hayatını çok de­
ğerli, diğer ırk ve mezhepten olanların hayatlarını çok değersiz say­
mak, bütün insani ve ahlaki değerleri yitirmek demektir. Bu tür kate­
goriler patolojik algılardan kaynaklanır. İnsanların hayatlarını eşit
değerde görmeyen, bizim ölülerimiz değerli, sizin ölüleriniz değersiz
noktasına gelmiş bir insanlık için olumlu hiçbir şey söylenemez.
Hangi etnik kökene , hangi mezhebe bağlı olurlarsa olsunlar, in­
sanların yaşamayı hak etmediklerini düşünmek kadar büyük bir
barbarlık olamaz .
Hangi alanda olursa olsun, bir başarısızlık, edilgenlik, başkaların­
ca dışarıdan belirlenme ve konumlandırılma söz konusu olduğunda,
geleneklerimiz nesnel şartlara göndermede bulunuyor, sorumluluk
almaktan kaçıyor, kendimizden kaynaklanan sorunları, zaafları ko­
nuşmuyoruz. Statükocu ve konformist geleneklerimiz, Müslümanla­
rı, özgürlüğe, bağımsızlığa, direnişe, mücadeleye yürümekten alıko­
yuyor. Çok ciddi algı belirsizlikleriyle malfü bulunan dini geleneği­
miz, zihinsel ve yapısal bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç duymuyor.
Zaaflarımızı , aşırılıklarımızı, bencilliklerimizi, fanatizmlerimizi, ön­
yargılarımızı gerektiğinde, içtenlikli bir zeminde eleştirel değerlen­
dirmelere tabi tutabilmeliyiz. Özeleştiri yapmadığımız takdirde ada-

116
AGIR HASARLI ALGILAR

let ve hakkaniyetten ayrılmış olabiliriz. Adalet ve hakkaniyetten ay­


nlm ak, büyük bir uçuruma sürüklenmekten farksızdır. Yaptıkları

işin, hizmetin dünyada yapılan en iyi hizmet olduğuna inanmak da


b ir patoloji biçimidir. İnsanları uygarlaşmış, uygarlaşmamış şeklinde
kate gorize etmek ne kadar çirkinse, insanları mezheplerine, etnik kö­
ke nlerine göre kategorize etmek de bir o kadar çirkindir.
Yanıtlamayı başaramayacağımız sorular üzerinde sürekli spekü­

lasyonlar yapıyor, ancak, gerçek sorular üzerinde titizlikle çalışmıyor,


çözümlemeler yapmıyoruz. Zamanın sorunları üzerinde yoğunlaşma­
mız gerekirken, geçmişin sorunları etrafında kavgalar yapabiliyoruz.
Her kuşağın tarihe yeni bir ışık altında bakması gerekir. Geçmişi de­
ğiştiremeyiz, ancak, bugünü, şimdiyi değiştirebiliriz. Konformist kül­

türler düşünürler ne geçmişe yönelik, ne de bugüne yönelik sorgula­


malar yapamazlar. Bu nedenledir ki bugün, uyuşturucu, engelleyici,
hareketsizleştirici, geleneksel yanılsamalar nedeniyle tutarlı, bütün­

lüklü perspektifler, vizyon, program ve içerikler üretemiyoruz.


Mitolojik bir din algısıyla hayatımızı sürdürdüğümüz için dünya­
yı gerçekte olduğu gibi görmeyi başaramıyoruz. İslilm dünyası top­
lumları küreselleşme çağında, yeni bir karşılaşma içerisindedir. Bu
karşılaşma içerisinde, İslilmi anlamda varoluşsal bir ağırlığa sahip ol­
madığımız takdirde tutunamayız. Yeni zamanların üzerimizdeki bas­
kılarını eski algı kalıplarıyla aşamayız, sektiler bilgiye, tarza entegre
olan toplumlarımızın, İslami bir bilinç uyanışından söz etmeleri, olsa
olsa bir ironi olabilir. Tevhid ve Ümmet bilincine dahil olmayan hiç­
bir yaklaşım ve anlayış meşrulaştırılamaz. Ümmet' i gerçek kılmak
için her şeyden önce siyasal bir kültüre ve mücadeleye ihtiyaç vardır.
Benmerkezci önyargılarla, ulusalcı , mezhepçi ajitasyonlar üre­
tecek ölçüde ahtaki varoluşa yabancılaşıyoruz. B üyük düşünmeyi
gerçekleştiremediğimizden küresel farkındalık oluşturamıyoruz.

Bireysel tercihlerini, resmi doğrular, ideolojik doğrular, mezhepçi


doğrular ya da medya aracılığıyla yapanlar, çok ucuz ve basmaka­
lıp tercihler yapıyor. Gerçeklerle kurgular arasındaki derin farklılı­
ğ ı görememek, büyük savrulmalara ve karşıtlıklara neden oluyor.

117
ATASOY MÜFTÜOGLU

Her tür propagandacı yaklaşım, tercih algılarımızı altüst ediyor.


Propaganda yoluyla tercihler yaptığımız için okuyarak, araştıra­
rak, tahkik ederek, yaşayarak, düşünerek, çözümlemeler yaparak ,
tecrübe ederek bilmeye ihtiyaç duymuyoruz. Bencil, rekabetçi ,
benmerkezci hayatlar yaşıyoruz.
Umutlarımızı engelliyoruz.
Uyuşturucu yanılsamalar ufkumuzu karartıyor.
Ölçüsüz umutlar, ölçüsüz hayal kırıklıklarına neden oluyor. Ha­
yatın merkezinde maalesef çıkar mülahazaları var. Gündelik varo­
luşlar, kalıcı, nitelikli , çabalara izin vermiyor.
Entelektüel dünyamız, siyasal ve kültürel dünyamız, neoliberal
dünya görüşü yönünde yabancılaştırıcı bir değişim yaşıyor. Algıla­
rımız, sözcüklerimiz, kavramlarımız, köklerini , derinliklerini, hafı­
zalarını yitiriyor. Liberal demokrasiler, toplumlarımızın hayatında
yeni bir hareket noktası haline geliyor. İslam algısı, düşüncesi, bi­
linci, farklı bir anlam yüklenerek çok farklı, gözden ırak bir bağla­
ma taşınıyor. Kimi neoliberal tanımlar, İslami cemaatlerin, vakıfla­
rın, derneklerin dilinde büyük bir itibar kazanırken, İslami tanım­
lar, sözcükler itibarını kaybediyor.
İslami umutl arın yerini neoliberal umutlar alıyor.
Nicel ölçütler, hepimiz için belirleyici hale geliyor.
Dini hayat ucuz yollara, ucuz yöntemlere başvuruyor.
Dini hayatın içerisinde, her aşamada korkunç bir vülgarizasyon­
la karşı karşıya kalıyoruz.
Çıkar mülahazalarıyla İslami dil , söylem, çaba, yöntem insafsız­
ca vülgarize ediliyor, yozlaştırılıyor, bayağılaştırılıyor, basitleştirili­
yor, kabalaştırılıyor, köylüleştiriliyor. Kendimize ait bir tarihi, kültü­
rü, medeniyeti, felsefesi, dünya görüşü, hayatı olmayan toplumlara
dönüştürülüyoruz. Neoliberal, seküler, kapitalist dünyanın etki alanı
içerisindeyiz, ancak, bu kategorileri hiçbir şekilde sorgulayamıyoruz.
Çok ucuz çıkarlar için aziz İslam ' ı vülgarize edenler de bu vül­
garizasyona maruz kalanlar da sorumlu ve suçludurlar. İslami bü­
tünlükten, tevhidi bütünlükten, Ümmet bütünlüğünden keyfi bir bi­
çimde koparılmı ş , saptırılmış , parçalara bölünmüş yorumlarla İsla­
mi bir dil , dönüşüm ve gelecek inşa edilemez.

118
ONUNCU BÖLÜM
UTANÇ VERİCİ, YÜZ KIZARTICI TERCİHLER,
KARŞITLIKLAR

Kitle iletişim araçları , dünyayı aynı şekilde algılamamızı, olay­


ları, gelişmeleri aynı şekilde yorumlamamızı, aynı ilgi alanlarına
kapanmamızı bizlere dayatıyor. Kitle iletişim araçları yoluyla, pro­
paganda yöntemleriyle bilincimiz kuşatılıyor. Reklam, propaganda
ve pazarlama yöntemleri her şeyi olduğundan farklı göstererek he­
pimizi yanıltıyor. B ilincimizi, bizim irademiz dışında biçimlendi­
ren bir başka üst irade var. B ilincimizin meta haline getirilmes i , he­
pimizi başkalaştırabiliyor. B akışlarımızı , yorumlarımızı standart­
laştıran, hayatımızı duyarsızlaştıran bir sistem içerisinde yaşıyoruz .
B u sistem içerisinde özgün yanlarımızı yitirdik. Dosdoğru olmak
istemiyoruz; yalnızca sahip olmak istiyoruz.
Küresel sistem her olayı medyatikleştirmek suretiyle dikkatimi­
ze kazandırabiliyor. Medyatik dünya, bugünün dinamiklerini, hız,
gençlik, yenilikleri harekete geçirebiliyor. Gerçeklerin değil, gö­
rüntülerin iktidarı, bizleri görsel akılla bütünleştiriyor. Görsel akıl ,
hiçbir zihinsel ç abaya, analize, eleştiriye ihtiyaç duymuyor. Görsel
akıl, reklam, propaganda, pazarlama mantığıyla hareket ediyor, bu
mantıkla olayları izliyor.
İdeolojik çıkarlar, ulusalcı çıkarlar, mezhepçi çıkarlar, olayların
tersyüz edilmesi anlamı taşıyor. Çıkar mülahazaları , insanları dü­
şüncesizleştiriyor, ahlaki olmayan yol ve yöntemlere sevkediyor.
Televizyon ve bilgisayar bağımlılığı, uyuşturucu bağımlılıklarına
dönüşüyor. Reklam , propaganda, pazarlama yöntemleri tarafından

121
ATASOY MÜFTÜOGLU

edilgin hale getirildiğimiz için hayatlarımızı kendimiz kontrol ede­


miyoruz. B ir değer sistemine yabancılaşan herkes , kendisini büyük
bir boşluk içerisinde buluyor.
B ütün toplumsal , siyasal olaylar, sav aşlar, iç savaşlar, katliam­
lar, suikastlar, televizyonlarda, ekranlarda, hangi doğrultuda, nasıl
şekillendirilmeleri gerekiyorsa, ideoloj ik ve ırkçı bir çerçeveyle
kurgulanarak kitlelere sunuluyor. Kurgulanan görüntüler hiçbir za­
man gerçek içeriği yansıtmıyor.
Gösteri dünyalarında yaşadığımız için gerçek dünyaları bütün
boyutlarıyla kavramakta güçlük çekiyoruz. Günümüz insanı, dü­
şüncelerin, felsefelerin, bilgeliklerin dünyasından, görsel , işitsel
dünyaya taşınmıştır. Her şey bir gösteri nesnesine dönüştürülürken;
dini hizmet, cemaat hizmeti de aynı şekilde bir gösteriye dönüş­
müştür. Gösteri dünyası her şeyi değersizleştirirken, din algısını ve
bilincini de değersizleştirmiştir. Dini hizmet biçimleri manevi , mi­
toloj ik çekicilikle birlikte, ticari çekicilik içinde her tür reklam , pa­
zarlama yöntemini rahatlıkla kullanabilmektedir.
Günümüz insanı, düşünerek ve içerik üreterek varolmak yerine,
görünerek varolmak yolunu seçiyor; eşyaya, nesnelere tutunarak
yaşamaya ç alışıyor.
Dini hizmet alanı içerisinde, davetçilerin yerini pazarlamacılar
alıyor.
B ütün Müslümanları ehlileştirmeye yönelik emperyal politika­
lar, uygulamalar, ruhlarımızı kirletiyor. Tevhide dayalı duyarlık ye­
rini , kitleler için üretilen mitoloj ilere masallara terkediyor. Devrim­
ci, direnişçi yapıları, yaklaşımları, düşünceleri, hareketleri etkisiz
hale getirebilmek için emperyal bir proje, hepimizi içerisine alabi­
lecek şekilde ilerliyor. Küresel, emperyal düzen pek çok konuda ol­
duğu gibi Afganistan, Irak ve S uriye konusunda neye ve kime inan­
mamız gerektiği hakkında, hepimizi dezenformasyon bombardıma­
nına tabi tutuyor. Dezenformasyon enkazı altında sağlıklı, bütün­
lüklü, tutarlı yorumlar üretemiyoruz. Türkiye ' de örnekleri görüle­
ceği üzere, popülist, milliyetçi, mezhepçi, politik, ucuz ve bayağı

122
AGIR HASARLI ALGILAR

çıkarlar adına politikacılar direniş hareketlerini, mücadelelerini


şeytanlaştırmaya çalışıyor.
Va hayfa, va esefa.
Küresel, ideoloj ik, ırkçı dayatmalara direnerek alışılmışın dışın­

da bir düşünce, yorum , tav ır, duruş sahibi olmak cesaret istiyor. Bu
konuda yalnız kalmayı göze alarak yürümek gerekiyor. Zihinleri­
miz, evlerimiz, sokaklarımız medya uyuşturucuları tarafından, ile­
tişim ideolojisi tarafından işgal ediliyor. Her gün yeni çelişkiler, tu­
tarsızlıklar, ilkesizlikler biriktiriyoruz.
Görselin, medyatik bayağılaştırmaların tahakkümü karşısında,
düşüncelerimizin, bakışlarımızın, yorumlarımızın, bağımsızlığından
ödün vermemeliyiz. Düşüncelerimizin, tercihlerimizin, duruşumu­
zun hiçbir iktidar tarafından kontrol edilmesine izin vermemeliyiz.
Bütün zaman ve mekanlarda yaşayan bütün insanlara hitap eden İs­
lam 'ın, yalnızca bir halka, cemaate, mezhebe hitap edecek ölçüde kı­
sıtlanması, çarpıtılması, yumuşatılması ya da katılaştırılması düşünüle­
mez. Bütün insanlığa hitap eden bir din için düşman kategorisi söz ko­
nusu olamaz. İnsan olmayan kategorisini icat ederek insan olmadıkla­
rını düşündüğü kesimleri sömürgeleştiren uygar dünya, bu kesimleri
her tür hak ve hukukun dışında sayıyor, saymaya devam ediyor.
İslam ' ın evrensel ufku, hangi mezhep tarafından yapılırsa yapıl­
sın, her hangi bir mezhebin ufkuyla kapatılamaz . İçtenlikli, sorum­
lu özeleştiriler yapmadığımız için iç sorunlar, çelişkiler, bağnazlık­
lar ve bencillikler kronik hale geliyor. İçtenlikli, sorumlu özeleşti­
riler yapmadığımız için utanç verici , yüz kızartıcı tercihler yapıyor,
karşıtlıklar içerisinde yer alıyoruz. Farklı yorumları ve bu yorumla­
rın temsilcilerini düşman ilan ediyor, onlara karşı s avaş açıyoruz.
B u ilkel tablolar, İslami umutlarımızı yerle bir ediyor. Ümmetin ka­
derini, geleceğini hiç mi hiç umursamıyoruz . Ümmeti kültürel ve
siyasal bir güce dönüştüremediğimiz için, hiçbir alanda her hangi
bir iradeye sahip değiliz.
İslami tercihler, geçmişte yaşanan kimi sorunlar etrafında sür­
dürülen rekabet ve çatışmalarla sınırlandırılamaz.

123
ATASOY MÜFTÜOGLU

Müslümanlar, bütün zamanların problemleriyle ilgilenen tevhi­


di bir tercihin, ufkun temsilcileri olmak zorunda. Küresel gel işm e­
ler, dönüşüm ve değişimler hakkında hiçbir çözümleme yapma ye­
teneğine sahip olmayan Müslümanlar, bu konuda çalışmaları gere­
kirken, mezhepçi klişeler etrafında sonuçsuz kalacak kavgalar veri­
yor. Vülgarize edilmiş bir din ve mezhep yaklaşımı, tevhidi bütün
kavramları , temelleri maalesef yok sayabiliyor.
Taşlaşmış, donmuş bir akılla, duyarsız bir zihinle, yeni bir ufuk
oluşturmak kesinlikle mümkün olamaz . Yenilenme ve yeni bir
ufuk, ancak içtihadla sağlanabilir. İçtihad yoksa eğer, hareket de
mücadele de yoktur; içtihad, aklın, bilincin ve ufkun çoğaltılması,
zenginleştirilmesi demektir.
İsliim toplumlarında, yobaz, katı , bağnaz, tek boyutlu, önyargı­
lı bir dindarlık algısının neden olduğu çok büyük ve çok derin yı­
kımları kalıcı dersler almak üzere, hatırlamak gerekir.
İsliimi cemaatler, hareketler ve yapılarla ilgili eleştirel bir so­
rumluluğa, tavra, tarza sahip olabilmeliyiz. Eleştirel bir sorumluluk
taşımadığımız takdirde, hiçbir biçimde yenilenmeyi başaramayız.
Eleştirel sorumluluğa sahip olmayan yapılar kaçınılmaz bir şekilde
bir yozlaşma sürecine girerler.
Ulusdevletler tek tip toplumlar oluşturarak İslamın evrensel uf­
kundan ayrıldılar. Kültürel, düşünsel alanlar ulusdevletin sınırları
içerisine kapatıldı. Kültürel dünyalar küçültüldü , daraltıldı. Farklı­
lıklara tahammülü olmayan tek tip toplum, birlikte yaşama bilgeli­
ğine yabancılaştı . Birbirimizin sınırlarına saygı göstererek konuşa­
bilseydik, karşı karşıya bulunduğumuz sorunları sesimizi yükselt­
meden müzakere edebilseydik, muhataplarımızın da haklı olabile­
ceklerini kabul edebi lseydik, bu kadar çok gerilim ve karşıtlık ya­
şamayacaktık.
İnsani alanlar, derinlikler, bilgelikler, ilgiler ve ufuklar hızla tü­
ketiliyor. Her şey piyasanın gerekleri, çıkarları, beklentileri , ufukla­
rı içerisinde şekilleniyor. Her şey, İsliimi cemaatler, partiler, mez­
hepçilikler tarafından ölçüsüz ve sınırsız biçimde vülgarize ediliyor.

1 24
AGIR HASARLI ALGILAR

Cemaat, mezhep ya da parti çıkarı için İslami ilkelerden her türlü

ödün verilebiliyor. Cemaatler ve partiler sayıları çoğaltabilmek için

p opülizmin bütün biçimlerini kullanmakta tereddüt etmiyor.


İslam, kültürel bir alana hapsedilerek millileştiriliyor.
İslamın vülgarize edilmesi sebebiyle başta Türkiye olmak üze­

re, bütün İslam toplumları ne yazık ki nirengi noktalarını kaybet­


miştir. Nirengi noktalarını kaybeden toplumlar bugün, nereye, na­
sıl yönelebileceklerini bilmiyor.
Günümüz dünyasında gerçek diktatörlüğün neoliberal diktatör­
lükler olduğunu ısrarla hatırlamak ve tartışmak gerekiyor. Bugünün
özgürlük dili , söylemi neoliberal anlamda kullanılıyor. Neoliberal
anlamda özgürlük, hiçbir değer ve ahlak sistemine ihtiyaç duyma­
m ak, bunları reddetmek anlamına geliyor.
Müslümanlar, istediği her şeyi yaparak değil, iyilikleri savuna­
rak, iyilikleri somut gerçekliklere dönüştürerek, kötülükleri redde­
derek, kötülükleri fiilen ortadan kaldırmaya çalışarak, bu doğrultu­
da mücadele ederek özgürlüğe farklı bir değer kazandırır. B izim
için özgürlük, her tür yabancılaşmaya, kötülüğe, teslimiyetçiliğe
karşı direnmekle başlar. Konformist, statükocu, muhafazakar kül­
türlerde toplumlarda direnişe de özgürlüğe de ihtiyaç duyulmaz.
Günümüzde İslam toplumları , cemaatler, partiler hiçbir yaban­
cılaşmadan, yabancılaşmaları bir sisteme dönüşmesinden, sektiler
keyfiliklerden, inhiraflardan rahatsız değiller.
İslami hareketlerin, mücadelelerin küresel ölçekte ehllleştirilme­
si, vülgarize edilmesiyle birlikte başladı. İslamın vülgarize edilme­
si, yığınların, kitlelerin hoşuna gidebilecek, onların onaylayabilece­
ği, kabul edebileceği şekilde basitleştirilmesi , içeriğinin boşaltılma­
sı, hamasete, folklore dönüştürülmesi anlamına geliyor. Vülgarize
edilmiş bir din algısı ve yaklaşımıyla Neonurculuk uygulamalarında
da görülebileceği üzere, küresel, emperyal düzenle her türlü işbirli­
ği yapılabiliyor. Küresel emperyal düzenle uzlaşmayı, bütünleşme­
yi kabul etmeyen unsurlar, İran-Suriye-Hizbullah örneğinde görüle­
bileceği üzere benzeri görülmemiş kampanyalarla yalnızlaştırılıyor.

125
ATASOY MÜFTÜOGLU

Mezhep gerilimleri, çatışmaları, rekabetleri , mezhep merke zli

politik yaklaşımlar, ilişkiler, maalesef, İslami duyarlığın ulusdev let


sınırlarına kapanması, kapatılması sonucunu doğuruyor. Ulusdev­
let sınırları içerisine çekilmiş milli, mezhepçi Müslümanlığın bir

Ümmet v izyonuna, programına, bilincine sahip olması beklene­


mez, beklenmemelidir. Küresel sistemin ya da yerel anlamda dev­

letin vesayeti altında, yeniden İslami yapılanma mümkün olamaz.


1 9 . yüzyıldan itibaren Avrupa emperyalizmi aracılığıyla dünya­
nın dönüştürülmesi projesi hayata geçirilmişti . Aynı dönemde Av­
rupamerkezci siyasal sistemler ortaya çıkmıştı. Avrupamerkezci si­

yasal model ve laik ulusalcılık, İran 'da İslam devrimiyle birlikte


son buldu . B ugün topluml arımız, neoliberal diktatörlüğün yardı­

mıyla otoriter laiklikten, liberal laikliğe geçti . Liberal laiklik uygu­


lamalarını daha çok Türkiye örneğinde bütün boyutlarıyla takip

edebiliyoruz . Düşünce, kültür ve entelektüel hayatımız laikliğin

hiçbir biçimini reddetmeye cesaret edemiyor. Vülgarize edilmiş bir

dini yaklaşımın meşrulaştırılması, kurumsall aştırılmas ı , küresel


si stemin himayes ine mazhar olması, İslami bütün iddialardan , iddi­

alarımızdan v azgeçtiğimizi gösterir.


İçerisinde bulunduğumuz dönemde İslam topl umları neoliberal

özgürlük söylemi ve retoriğiyle açıkça köleleştiriliyor.

B ugünün dünyasında kutsal olan tek şey sermayedir.


Eşyaya tapınmak, markalara tapınmak, modalara tapınmak,

mülkiyete tapınmak eleştiri ve sorgulama konusu bile yapılamıyor.


Kapitalist bir si stemin hayatın her alanında bizleri araçsallaştırma­

sına itiraz etmiyoruz. İslamı bir alışkanlığa dönüştürdüğümüz için,

İslami temeller üzerinde çalışma ihtiyacı duymuyoruz.

Yapay ilişkilerin, yapay dünyalarında, İslami hizmetler bile bir

gösteriye, gösterişçiliğe dönüştürülebiliyor. Nerede olursa olsun

gösteri yapanlar, tiyatro yapanlar niceliksel anlamda gündemde ka­

labiliyor. Tevhid ve ümmet bilincine, ahlakına saygı duymayan İs ­

l ami unsurlar, lümpenleşme , köylüleşme , taşralılaşma yönünde bir

savrulma yaşadıkları için utanç verici , yüz kızartıcı mezhep reka-

126
AGIR HASARLI ALGILAR

betleri, çatışmaları büyük bir keyif ve hazla sürdürülebiliyor. Lüm­


penleşme, köylüleşme, taşralılaşma bütün karşıtlıkları ve rekabetle­
ri derinleştiriyor, çatlakları çoğaltıyor.
Karşı karşıya bulunduğumuz küresel, emperyal baskı ve aşağı­

lanmalar bilincimizin keskinleşmesine yol açmalıydı, maalesef


b öyle olmadı. Tam tersi bir aldırmazlık, kayıtsızlık durumu ortaya
çıktı . Mazur görülmesi mümkün olmayan köhneleşmiş yanılsama­
lar dini hayatı istila etti . Bu nedenledir ki kendi tarihimizin öznesi
olamadık . Medeniyetlerin ithal edilemeyeceğini, inşa edilmesi ge­
rektiğini düşünemedik.
Anlam kırıntılarıyla, değer ve ahlak kırıntılarıyla hiçbir inşa fa­
aliyeti gerçekleştirilemez. İçerisinde yaşadığımız dünyada somut
sorunlara, somut yanıtlar verebilecek bir yetkinliğe sahip olmamız
gerekir. Konformist kültürlerden, toplumlardan bir direniş siyaseti
çıkarılamaz.
Gerçek anlamda özgür olduğumuzda, düşüncelerimizin, eylem­
lerimizin bir yankısı ve anlamı olur.
İslami sorumluluklarımızı ertelemek, ötelemek, geciktirmek bir
araf durumuna ve kararsızlığa işaret eder.
Modem, sektiler kültür bireyi yüceltirken, İslam kültürü , top­
lumsal yapılan , değerleri öne çıkarır. S ağlıklı toplumlar, bireysel
ve toplumsal değerleri bir bütünlüğe kavuşturur. B ireylerin, top­
lumsal , özellikle de ahlaki değerler konusunda hassasiyet sahibi ol­
maları beklenir. Kamuoyu süreçlerini oluşturan değer sistemleri
toplumdan topluma farklılık gösterebilir. İslam toplumlarında ka­
muoyu süreçlerini büyük ölçüde, ahlaki ilkeler, ölçüler, kaygılar
belirler. Liberal , sektiler toplumlarda kamuoyunu niceliksel , biçim­
sel ölçütler tayin eder.
Dünya çok hızlı, altüst edici dönüşümler yaşıyor. Sürekli deği­
şen zihinsel , kültürel dünyaları yalnızca bir yoruma hapsederek
açıklayamayız. Bugün dünyada, iyi ya da kötüyü, ahlaki olanı ve
olmayanı neoliberal dünya görüşü belirliyor. Bu durum ne yazık ki
Türkiye ' de de bu noktaya gelmiştir. İslam referans kaynağı olmak-

127
ATASOY MÜFTÜOGLU

tan çıkarıldığı için referans si stemi ithal ediyoruz. Bugün her alan ­
da, her şey neoliberal referanslara atıfla meşrulaştırılabiliyor.
Kendi düşünceleri olmayan, nihai tercihleri olmayan genç ku ­
şaklar, medya uyuşturucularına maruz kaldıkları için ya ideoloj ik
modalara ya da neoliberal modalara göre hareket ediyor; bu neden­
le de ahlaki ölçüleri reddediyor, bu ölçüleri göreceli bil.le getiriyor,
ahlaki ölçülerin kontrolüne tepki göstererek direnişe geçebiliyor.
Hızla değişen, dönüşen küreselleşmiş ve neoliberalleşmiş bir dün ­
yada, konformist, muhafazakar, yerel yapılar ve politikalar genç
kuşakları bir arada tutmayı başaramıyor. Müslümanlar, liberal de­
mokrasilerin, karma ekonomi kapitalizminin oluşturduğu ve maale­
sef mutlaklaştırdığı bir modeli aşmayı başaramadığı, yeni bir seçe­
nek üretemediği, İslami hayat tarzını çekici hiile getiremediği için
sık sık kültürel çatışma ve kutuplaşmalara sürükleniyoruz.
Romantik/nostalj ik ve popüler muhafazakarlıklar, dünyayı bir
bütünlük içerisinde izleyerek yeni çözümlemeler yapma konusuna,
ihtiyacına ilgi duymuyor. Her an küresel etkilere maruz kaldığımız
hiilde, yerel, mezhepçi , cemaatçi , partizan ufukların ötesindeki
ufukları göremiyoruz. Bu nedenledir ki hepimiz bir şekilde içsel
tekbiçimlilikler yaşıyoruz.
Günümüz toplumları neoliberal tahakküm yoluyla homojenleş­
tiriliyor. Neoliberalizmin ideolojik içeriğini farketmiyor ve tartış­
mıyoruz. Bu içeriği farketmediğimiz için yüzer gezer yorumlar ya­
pıyoruz. Neoliberal dünya görüşü ve hayat tarzı, toplumların gele­
neksel , özgün değer yapılarına, değer yargılarına ve değer kaygıla­
rına karşı duyarsız, sorumsuz ve küstahtır. Hangi toplumda olursa
olsun, bütün ahlaki ölçütler, kurallar boşuna konulmuş keyfi kural­
lar değildir. Hepimiz katılmak, paylaşmak, riayet etmek zorunda
olduğumuz kurallar etrafında titizlik gösteririz. Bu kurallara uyul­
madığı takdirde toplumlar bozulur ve dağılır.
Neoliberal ideolojiye, dile, söyleme, tarza dahil olan genç ku­
şaklar, ahlaki uyarı , öneri ve müdahaleden rahatsız oluyor, tepki
gösteriyor. İktidarların yabancılaştırıcı, çürütücü etkilerini konuş-

128
AGIR HASARLI ALGILAR

mak, iktidar kirlenmelerini tartışmakla, içerisinde yaşadığımız gün­


lerde görülebileceği üzere kentleri yakıp yıkmak, her türlü haya ve
edep sınırlarını pervasızca aşarak kentlerin cadde ve sokaklarının
duvarlarını galiz küfürler galeri si haline getirmek birbirinden çok
farklı şeylerdir. Haya duygusunu yitiren bireylerin de toplulukların
da insani yanları erozyona uğramıştır.
Anlam çürümeleri Türkiyede yaşandığı gibi her toplumda so­
rum suz, bilinçsiz varoluşlar üretiyor.
Hangi kesimde olursa olsun, kolektif coşku ve öfkenin büyüsü­
ne kapılanlar, kontrol edilmesi mümkün olmayan gerilimlere yol
açıyor. Tercihlerini propaganda yoluyla yapanlar, nihai bir tercih
yapamayanlar, her zaman büyük bir boşluğa savrulabiliyor.

129
ONBİRİNCİ BÖLÜM
BİLİNÇ YOGUNLUKLARI

Modem, sektiler zamanların hazcı ölçütleri , içerisinde yaşadığı­


mız günlerde görülebileceği üzere nihilist tepkilere, protestolara,
yıkımlara yol açıyor. Değerlerinin tehdit altında olduğunu düşü­
nenlerin, direniş ve muhalefete başvurmaları kadar doğal bir hak
olamaz. Direnişin de muhalefetin de elbette ikna edici bir içeriği,
niteliği ve düzeyi olmalıdır.
Bugünün dünyasında anaakım medya, istediği zaman, sahte ger­
çeklikler oluşturuyor. Olayları nasıl yorumlamamız gerektiği önceden
belirlenip paketlenerek kitlelere sunuyor. Duygusal etkiler altında ka­
larak tercihlerini yapanların, algılama psikolojileri kontrol altına alını­
yor. Olgular arka plana aktarılırken, olaylar ön plana çıkarılıyor. Med­
ya yoluyla edindiğimiz bilgi ve izlenimler sebebiyle sahte gerçeklik­
leri sorgulama, analiz etme ihtiyacı duymuyoruz. Gözlemleyerek, ol­
gu ve olayları bütün boyutlarıyla irdeleyerek kanaat oluşturmuyoruz.
Medya, kitlelere genellikle tek yönlü , tek yanlı gerçeklikleri su­
narak, kitleleri yanıltıyor. Gerçeklerin farklı dünya görüşleri , hayat
tarzları doğrultusunda algılanması, pazarlanması, zihinsel , ah!aki
bir karmaşaya neden oluyor. Anaakım medya çıkarları doğrultu­
sunda kullanmak üzere sahte krizlere, olaylara ihtiyaç duyar. Ka­
munun dikkatini, ilgisini yönlendirmek üzere moda devrimler, mo­
da baharlar, moda ayaklanmalar icat eder. Kurguları gerçekmiş gi­
bi sunmak, elbette algılama yeteneklerimizi köreltir.

133
ATASOY MÜFTÜOGLU

Kazananların konuştuğu, kaybedenlerin sustuğu toplumlarda,


toplumsal gerilimler kaçınılmaz hale gelir. Kendilerini dışlanmış
ve tehdit altında hissedenler, bu durumu bir varoluş sorunu olarak
görebilir. Küresel çağda, enformasyon devrimi çağında, İnternet
çağında, genç kuşakların dışlanma korkusuyla konformizm ve sta­
tüko ile bütünleşmelerini beklemek çok büyük bir yanıl samadır.
Kutuplaşma ve gerilim dönemlerinde toplumlar, bireyler, kültürel
aidiyetlerini aşarak ortak insanlık değerleri etrafında bir erdemlilik,
bilgelik örneği göstererek birbirlerini anlamaya çalışabilmelidir.
İslil.mi bilincin, düşüncenin, Ümmet hassasiyetinin, dayanışma­
sının, yeniden uyanışını, inşa' sını sağlayamadığımız takdirde, ta­
rihsel çapta bir uyanıştan , ayaklanmadan söz edemeyiz. Bilincin
uyanışı hepimizin kültürel, siyasal özneler hiilinde , kültürel ve si­
yasal mücadeleye katılmalarıyla mümkün olabilir. İslil.mi oluşum­
lar, cemaatler, eğer kurulu düzenin ve statükonun sınırları, yasaları
içerisinde konumlandırılacaksa, bu durumda tarihsel bir inşa ger­
çekleştirilemez.
Sömürgeci bilgi ve kültür tarafından kontrol edilen, yönlendiri­
len toplumlarda, bağımsız ve sahici v aroluşlar hiçbir şekilde ortaya
çıkamaz. Kurulu düzenler içerisinde kalarak özgün ve bağımsız bir
üretkenliğe sahip olamayız. Modem, seküler vesayet sistemi içeri­
sinde her şey tahakküm üreten emperyal sistemin değerleri , çıkar­
ları doğrultusunda şekillenir.
Varolmayanın varoluşu, nihai bağımsızlıkla başlar.
Yeni özneler yetiştirmek isteyen kültürlerin, toplumların her
şeyden önce bir bilinç yoğunlaşmasına yönelmeleri gerekir. Gerçek
bir ayaklanma, tarihsel bir ayaklanma, B atılılaşma, sekülerleşme,
modernleşme, liberalleşme doğrultusunda yapılan tercihleri, baskı­
ları reddetmekle başlar. Kitlesel ayaklanmaların tarihsel bir nitelik
kazanabilmesi için sisteme dahil olması değil, sisteme meydan
okuması, sistemi değiştirmesi gerekir. Devrim, yüzleri ve yüzeyle·
ri değil, yapıları ve derinlikleri dönüştürerek başlar.
Dij ital çağda, geleneksel bütün göstergeler, ölçütler altüst olu­
yor. İnternet, özellikle genç kuşakları hiçbir mukaddesleri olmayan

134
AGIR HA S ARLI ALGILAR

dün ya vatandaşları haline getiriyor. Genç kuşaklar maddi kültürün


sefaletiyle kuşatılıyor. Bu kuşatma altında yaşayanların ahlaki pu­
su l aları yok. Genç kuşaklarda somutlaşan B atı arzusunu çözümle­
meksizin, sağlıklı bir gelecek ufku oluşturamayız. İthal edilen tar­

tı şm a konuları, gündem başlıklarıyla bilinç uyanışı sağlanamaz .


Top lumlarımızın, düşünce ve kültür hayatımızın, her şeyi, her ola­
yı, her gelişmeyi medyatik güncelliğin sınırları içerisinde yorumla­
m ası düşünsel ve kültürel kötürümleşme belirtisidir. İçsel bir tutar­

lıl ık içerisinde, İslami bir tutarlılık içerisinde hareket etseydik, her


şey den önce bugünün tarihine direnişe öncelik verecektik. Modem,
sektiler tarihle, sömürgeci , seküler bilgiyle hesaplaşmaksızın yeni
bir şey söyleyemeyiz, özgün ve özgür alanlar açamayız.
B ütünüyle yapaylıklar dünyasında yaşıyoruz.
Biyolojik ihtiyaçlar ve maddi değerler dışında hiçbir şeye ihti­
yaç duymayan, bireyci akılcılığı putlaştıran kuşaklar yeni bir tarihi
başlatamayacakları gibi modem tarih tarafından bir çöp gibi bir o
yana bir bu yana savrulurlar.
Her sorunu dış dayatmalarla açıklamak bir tür kolaycılıktır. Bu
nedenle bizden kaynaklanan sorunlarla da içtenlikle yüzleşmemiz
gerekir. Geçmişin bilinçsizce tekrarı, her alanda merak ve keşif ye­
teneklerimizi yok etmiştir. B atılı hayat tarzının, ekonomik siste­
min, seküler eğitim modelinin toplumlarımızı , hayatımızı belirledi­
ği zamanda, İslam adına, 2 1 . yüzyıla neler sunabileceğimizi, önere­
bileceğimizi, kazandırabileceğimizi tartışmaya açmalıyız. Düşün­
sel sorgulamalar yapmayan bir geleneğimiz var. Analitik sorular
sormayan, analitik cevaplar üzerinde çalışmayan bir kültürümüz
var. B u gelenek ve kültür meşrulaştırılamaz . Dini hayat kurgulara
dayalı hikayeler, menklbeler, rüyalar ve yalanlarla sürdürülemez.
Kitleler din adına dayatma yoluyla dönüştürülemez. B ütün insanlı­
ğı bir şekilde homoj enleştiren tüketim kültürünün, ahlaki, kültürel
sınırları aşan olumsuz etkileri sebebiyle düşünen, yaşayan , sorgula­
yan insanın yerini bugün yalnızca seyreden ve itaat eden insanlar
alıyor. Kültürlerin yerine ideolojiler geçiyor. B ilgi, kültürden, bil­
geliklerden bağımsız hale geliyor.

1 35
ATASOY MÜFTÜOGLU

Güçlü etkili, dönüştürücü düşünceler, kuşatıcı programlar, iç­


tenlikli , birikimli kadrolara sahip olmayan akımlar, hareketl er,
ayaklanmalar, cemaatler, karanlık çelişkiler oluşturuyor. Milliyetçi
ve mezhepçi çılgınlıklar çok ilkel bir zihin dünyasında bulunduğu­
muzu gösteriyor.
Bu şartlar içerisinde, toplumsal, etnik ve mezhepsel farklılıkları aç­
maksızın hiçbir şekilde İslami bir mücadele yürütülemeyeceğini, İsla­
mi bir gelecek umut edilemeyeceğini bilmek gerekir. Kimlik ve aidi­
yet özürlü Müslümanlar olarak nasıl yaşayabildiğimizi, ahlaki hesap­
laşmalar yaparak kendimize sorabilmeliyiz. Epistemolojik emperyaliz­
min zihin dünyamızı bütünüyle istila ettiği bir zamanda nasıl, hangi
mülahaza ile mezhep tartışması yaptığımızı, yapabildiğimizi, hangi
mülahaza ile milliyetçilik yapabildiğimizi çözümlemek mümkün de­
ğildir. Bu tartışmaların nevrotik tezahürler olduğunu belirtmek gerekir.
S iyasetin, siyaset dışı alanlarla ilgili hiçbir değer ölçütünü kabul
etmeyen karakteri sebebiyle siyasal dostların, bir anda, nasıl siya­
sal düşmana dönüştürüldüğünü anlamakta zorlanıyoruz. S iyasal
düşmana dönüştürülmek demek, aynı zamanda şeytanileştirilmek
demek. A vrupamerkezci değerler ve çıkarlar doğrultusunda ve za­
manında reformlar yapanlara dokunulmazken, bu doğrultuda re­
form yapmayanlar anında şeytanileştiriliyor.
B atılıların her şeyi çok değerli, bizimse her şeyimiz çok değer­
siz. Ortak bir bilincin öncülüğünde yeni bir tarih başlatıncaya kadar
bu kolonyalist küstahlıklar devam edecek. Bugün, küresel, emperyal
çıkarlar hakkında, sermayenin yön verdiği anaakım medya yoluyla
yayılan propaganda dışında gerçekleri görmek, öğrenmek çok zor
hale gelmiştir. Bu konuda Suriye örneği üzerinde çalışmak aydınla­
tıcı olabilir. B atılılar gibi düşünmeyen, onlarla birlikte yürümeyen­
ler modern faşizm tarafından etkili bir şekilde cezalandırılıyor.
B ugün İsliim toplumlarında, her tür iktidara karşı mesafeli, eleş ­
tirel bir tutum, duruş sergilenemedeği için görülerimiz, yorumları­
mız, değerlendirmelerimiz maalesef iktidarların otoritesi doğrultu­
sunda gerçekleşiyor. S tatüko meşrulaştırıldığında, düşünce ve kül­
tür hayatı ahliiki sorgulamalar yapma ihtiyacı duymuyor.

136
AGIR HASARLI ALGILAR

Günümüzde, söylem dünyası, gerçekliğin dünyası olmaktan


ç ok, tahakküm üreten emperyal dilin dünyasıdır. B ütün kavramlar
manipülasyon aracı hil.line getirilmiştir. Manipülasyon aracı haline
getirilen kavramlar, güçlülerin çıkarlarına hizmet edebilecek şekil­
de keyfi olarak kurgulanıyor, keyfi olarak kullanılıyor.
Şeyleşmiş , şeyleştirilmiş bütün toplumlarda, değer, ahlak, bilge­
lik sistemlerine ihtiyaç duyulmuyor. Ötekileştirilen her toplum, her
kültür, ideoloj ik, ırkçı, sektiler bilgi yoluyla kontrol ediliyor. Hepi­
m izi bilgi nesneleri olarak gören, yöneten bir misyonerlikle karşı
karşıyayız. S özünü ettiğimiz misyonerlik günümüzde dijital devrim
yoluyla çok daha etkili bir biçimde ilerleyişini sürdürüyor. Dij ital
devrim süreçlerinden nerede, nasıl, hangi ölçüde yararlanabileceği­
mize, dijital devrimin neden olduğu yabancılaştırıcı etkilerin nasıl
aşılabileceğine henüz sağlıklı bir çözümleme getirebilmiş değiliz.
Her tür manipülasyon dolaylı bir şiddet biçimidir.
B izler, maruz kaldığımız şiddet biçimleriyle hesaplaşmak, bu
şiddeti reddetmek yerine, bu şiddeti içselleştiriyoruz. İslami bütü­
nün temel boyutlarını, yapılarını dışlayan, dikkate almayan, kurulu
düzenin mantığı içerisinde hareket ederek içsel sapmaları kurum­
sallaştıran gelişmeleri ciddiye almıyoruz.
Patolojik müdahalelerin ürettiği baskıları özümsediğimiz gibi
yaşadığımız bütün çelişkileri de maalesef normalleştiriyoruz. Yerel
diktatörlerle ilgili ateşli sorgulamalar yaparken, emperyal diktatör­
lükleri sorgulamak, işe oradan başlamak aklımıza gelmiyor.
Her hangi bir konuyu, gelişmeyi, olayı, analiz etmeden, ayrıntı­
lı olarak değerlendirmeden, araştırmadan kabul etmek, her şeyi ide­
olojik anlamda, propaganda yoluyla kabul etmek demektir.
S ömürgeci bilginin nesneleri hil.line getirildiğimiz için farklı bir
dünyayı, hayat tarzını, modeli , İslami bir modeli düşünmeye, ko­
nuşmaya, tartışmaya cesaret edemiyoruz.
Olanları bıkmadan usanmadan konuşuyoruz, ancak olması ge­
rekenleri hiç konuşmuyoruz.
Sömürgeci bilgi bireyselliğimize nasıl saygı duymuyorsa, İslami
cemaatler de bireyselliğimize asla saygı duymuyor. Cemaatler de çok

137
ATASOY MÜFTÜOGLU

abartılı, temelsiz duygusal manipülasyonlar yoluyla kitleleri büyüle­


meye çalışıyor. Dini hayat çok ucuz, çok düzeysiz bir popülizm ve pro­
paganda yoluyla gizemli, efsanevi hfile getirilen akımların rekabetleri­
ne sahne oluyor. Gösterişçi her yöntem İslam adına utanç vericidir.
Konformist uyum din hfiline getirildiği için tarihsel travmalar,
hizipçilikler, mezhepçilikler kolaylıkla sahneye konulup ilgi topla­
yabiliyor. İslami, insani varoluşun deruni, ruhi, hikemi, ahlaki bo­
yutları bütünüyle erozyona uğradığı için hiçbir travmadan kalıcı
dersler çıkaramıyoruz.
Özgürlük, bağımsızlık, direniş, sömürgeci bilginin nesnesi ol­
mayı reddetmekle başlar.
Sömürgeci bilgiyi içselleştirenler için kölelikten başka bir yol
yoktur.
Kal abalıkları büyülemek ve onları sömürmek üzere üretilmiş po­
püler bir söylemle halk geleneğine dönüştürülmüş bir din yaklaşı­
mıyla hiçbir alanda, hiçbir mücadele yürütülemez. Müslümanlar ko­
şullara göre, çıkarlara göre bir dil oluşturamaz. Koşullara göre yapı­
landırılan propaganda dili açık ve net olmayan, değişken bir dildir.
Modem zamanlar boyunca, dünya B atının öncelikleri ve değer­
leri doğrultusunda şekillendirildi. B atı dışı dünyada yaşayan herkes,
hepimiz başka biri olmaya, olmadığımız gibi olmaya zorlandık.
Modemiteyle birlikte icat edilen asimilasyon politikaları , asimi­
lasyon baskıları , daha sonra ulusdevletler tarafından ithal edildi,
her tür asimilasyon baskısı ikiyüzlü toplumlar oluşturdu. Fıtri, ya­
ratılışla başlayan, asimile edilmemesi geren farklılıkları , asimile et­
meye çalışmak, her yerde baskı rej imlerinin oluşmasını sağladı.
Asimilasyon politikaları Türkiye ' de yaşandığı üzere, asimilas­
yona maruz kalanları mağdur ettiği gibi mağdurların bu mağduri­
yetlerini gidermek üzere bir mücadele iradesi ortaya koymalarına
imkan sağladı.
B ir gökkuşağı gibi bütün renkleri kuşatan İslam kültür ve mede­
niyetinin çocukları, bugün büyük bir bilinç bulanıklığı yaşıyor. Ki­
milerinin ufkunu, bilincini, vicdanını milliyetçilikler, kimilerinin
bilincini , ufkunu ve vicdanını mezhepç ilikler dumura uğratıyor.

138
AGIR HASARLI ALGILAR

Bilinç bulanıklıkları, mezhepleri dine dönüştürüyor.


Milliyetçilikler insani dünyaları , ahlaki dünyaları paramparça

ediy or.
Milliyetçilik, mezhepçilik, bağnazlık, aşırılık, ufuksuzluk ve dar­
görüşlülükler yüzünden hayatı sürüklenerek, savrularak, aşağılana­
rak yaşıyoruz, bilinçle değil. İslam toplumlarının niçin ve nasıl bu ta­
hammül edilemez duruma geldikleri üzerinde önemle çalışmamız
gerekiyor. İslami sınırların, yasaların, ölçütlerin belirsizleşmesi, bu­
lanık laşması, göreceli haJe getirilmesi kabul edilemez, savunulamaz.
İslam toplumlarında İslamın bütüncül yorumunu dışlayan, söylence­

lere dayalı mistik, batini, hikeml bir dil; zaman dışı, tarih dışı bir zih­
niyet oluşturmuştur. İslamın bütüncül yorumunu dışlayan akımların
birbirinden çok farklı, birbirine çok uzak bir gündemi var. Sözünü et­
tiğimiz farklılıklardan ortak bir bilinç ve irade çıkarılamaz.
Yeni ve ortak bir bilincin, İslami bütünlük içerisinde tarih s ah­
nesine çıkışını sağlamak için modem dünyanın bütün putlarıyla he­
saplaşmak gerekir.
Bugünün dünyasını finansal çıkarlar yönetiyor. Bu tip toplumlar
piyasalaştırıcı politikaların baskısı altında bulunuyor. Bütün toplum­
lar özgün, yerli kültürlerin sınırlarını aşan, aşındıran yeni bir kültürel
gerçeklikle dönüştürülüyor. İnternet, evrensel bir perspektif, evrensel
bir gündem oluşturuyor. Her yerde teknolojinin standartlaştırıcı özel­
liğiyle karşılaşıyoruz. Küresel s istem içerisinde farklı tercihler yapma
imkanı her geçen gün daha da zorlaşıyor. Müslümanlar, her zaman­
kinden daha yoğun, daha dikkatli, daha heyecanlı, hızlı hareket etmek
zorunda olduğu zamanlar yaşıyor. Bu dönemde, daha çok üretken ve
sorgulayıcı akla, daha çok içtenliğe, sahiciliğe ihtiyacımız var.
Müslümanlar, 2 1 . yüzyılda ne ifade ediyor, nerede duruyor, kar­
şı karşıya bulunduğu tehditlerle nasıl başa çıkabilir gibi sorulara ik­
na edici cevaplar bulmak zorunda. Her alanda evrensel geçerliliği
olan bir dil, söylem, düşünce, kültür üzerinde çalışmak, bu konular
etrafında gerektiğinde risk almaya hazır olmak durumundayız.
Her konuda, acaba B atı ne der, tavrı içerisinde olmak, bir çık­
maz sokak içerisinde dönüp durmaktır. B ir çıkmaz sokağa kapan-

1 39
ATASOY MÜFTÜOGLU

mamak için her tür statükoya karşı, hep mesafeli ve dikkatli bir ze­
min üzerinde bulunmalıyız. Politik s isteme dahil olan İslami uns ur­
ların, bu yolla etkisiz hale getirildiğini, statükonun bir parçası ha­
linde, edilgen bir biçimde hayatını devam ettirdiğini hatırlamalı yız .
İslam dünyası toplumları , B atı dünyasının karşı saldırıya geçti­
ği 1492 yılından bu yana, sistematik bir şekilde, soğuk ve sıcak sa­
vaşlarla çok ağır bir şekilde sınanıyor. Modem, seküler zamanlar,
Müslümanların iç bütünlüklerini kaybettiği ve bir daha kazanama­
dığı zamanlardır. Rönesans ' a kadar süren İslami egemenliği niçin
kaybettiğimizi aradan geçen bunca zaman boyunca tatmin edici bir
şekilde konuşmuş, tartışmış değiliz.
B ugün de modem, seküler milliyetçiliklerle İslam arasında ça­
tışma sürüyor. Ulusdevletlerle birlikte, Türkiye ' de yaşandığı üzere,
İslami kimliğe karşı , etnik kimlikler hayata geçirildiği için Ümmet
aidiyeti bir nostalj iye dönüştü .
İslami düşüncenin, hayatın derinliğini ve niteliğini kaybetmesi
sebebiyle toplumlarımız, ideoloj ik, etnik, mezhepçi propaganda ve
manipülasyonlarla kuşatıldılar. Propagandaya maruz kalan zihinler
ciddi bir biçimde s akatlandı. Politik ve eleştirel olmayan konfor­
mist zihin, hiçbir alanda, hiçbir konuda direnmeyi başaramadı.
İslamcılık, her tür konformizme karşı, bir direniş bilincinin adıdır.
İslamcılık, Allah ' ın evrensel dinini gerçekleştirmek üzere, er­
ken İslami dönemde v arolan , şimdi yeniden oluşturulan bir tarihi
ufuk, hassasiyet, sorumluluktur. İslamcılık, sömürgeci tarihin, sal­
dırıların çok ağır zihinsel , ruhsal hasarlarını iyileştirmek, kronik
hale gelen bağımlılıkları aşarak siyasal bir cemaat algısı, ahlakı,
yaklaşımı, kavram ve kurumları oluşturmak ister.
İslamcılık, modem, seküler, neoliberal zamanlar boyunca ma­
ruz kaldığımız bilinç kanamalarını durdurmak üzere girişimde bu­
lunmak, eylem geliştirmektir. İslamcılık, günümüzde dokunulmaz­
lık kazandırılan neoliberal algılarla yorumlanamaz, sorgulanamaz,
y argılanamaz.
İslamcılık, içerisinde y aşadığımız çağ insanının algılarına ve ih­
tiyaçlarına bütünlüklü cevaplar vererek İslami miras ı , bütün boyut-

1 40
AG I R HASARL I ALG I LAR

lanyla, yeniden, seçici, eleştirel bir kaygıyla, titizlikle ele alarak,


bu mirası yeni bir tarih kültür, s iyaset başlatmak üzere gerçekleşti­
rilecek bir programın ifadesidir.
Zamanı, hayatı , İslamı, neoliberal dünya görüşünün ufku içeri­
si nde kalarak algılamak, tanımlamak zorunda değiliz.
Zaman bilincimizin sömürgeleştirildiğini hatırlamamız gerekir.
İslam ' ı , İslamcılığı nasıl tanımlayacağımız konusunda maalesef
özgür değiliz.
Toplumsal, zihinsel, kültürel değişimin dışarıdan, tepeden dayatıl­
dığı bir zamanda, İslamcılıkla ilgili yorumlar, tartışmalar, yargılama­
lar bilinç kanamalarının devam ettiğini gösteriyor. Sömürgeciliğin en
yeni araçları insan hakları, sivil toplum, demokratikleşme gibi araçlar,
İslam toplumlarında hiçbir karşılığı olmadığı hfilde, hızla ve etkili bir
biçimde meşrulaştınlabilmiş ve kurumsallaştınlabilmiştir.
Küresel emperyal sistemin, kişisel, özel, folklorik dindarlıklar­
la, batıni, mistik, tasavvufi gösterilerle ilgili her hangi bir problemi
bulunmuyor. İslamcılık, tarihsel, siyasal sorumluluk almanın ve
içerik üretmenin, eylemde bulunmanın ifadesi olduğu için emper­
yal, küresel, seküler sistem , İslamcılığa karşı , ideolojik, kültürel, si­
y asal bir mücadele, savaş yürütüyor. Emperyalistler tarafından yü­
rütülen bu savaşta, nurculuk, neonurculuk gibi hareketler, batıni,
tasavvufi kimi akımlar, emperyalizmle açıkça işbirliği yapabiliyor.
B atının ç ıkarlarını olumsuz yönde etkilediğinde, her hangi bir
konu ya da gelişme, medyanın gündeminde ağırlıklı olarak yer alı­
yor. B atı medyasının etki alanını küresel ölçekte genişlettiğini ha­
tırlamak gerekiyor. Günümüzde B atı etkisini dikkate almayan hiç­
bir uluslararası inisiyatif kullanılamıyor. İran ' a ve Şii ' liğe karşı ,
Batı ile birlikte petrol şeyhleri ve neonurculuk yeni b i r soğuk savaş
başlatmış durumda. Petrol şeyhlerinin petrodolarlan bu defa mez­
hepçi gerilimler, karşıtlıkları ve çatışmaları kışkırtmak üzere kulla­
nılıyor. B ütün bu gerilimler yaşanırken , Türkiye, bölgemizde Os­
manlı nostaljisiyle tutunmaya çalışıyor.
İslam ' ın gerçek içeriğinden uzaklaştırılarak evcilleştirilmesi ,
millileştirilmesi , nurculuğa, neonurculuğa, tasavvufi, mistik eğilim-

141
ATASOY MÜFTÜOGLU

!ere indirgenerek paramparça edilmesi hiçbir şekilde tartışma konu­


su yapılmazken, İslamcılığın entelektüel , akademik bir kibir içeri­
sinde sorgulama konusu yapılması ahlaki ve zihinsel bir yanlış lıktır.
Toplumlarımız, her gün neoemperyal müdahalelerin farklı bi­
çimleriyle baskılanıyor,
B atılılar stratej ik çıkarları söz konusu olduğunda, her tür müda­
haleyi meşrulaştırabilecek bir yol bulabiliyor.
B u müdahaleler karşısında derin ikilemler, çelişkiler sergi liy o­
ruz. Bu müdahaleler toplumlarımızın, toplumsal, siyasal, askeri ira­
delerini, kimlik tercihlerini yok sayarak Müslüman halkları ambar­
golar yoluyla cezalandırabiliyor. Denetim altında tutulan rejimler,
bütün bu olup bitenler karşısında açık olmayan, belirsiz dış politi­
ka yaklaşımlarına sığınıyor. Toplumlarımız, Suriye ' de yaşanan iç
savaş örneğinde olduğu gibi Çin ' in , Rusya' nın, İran ' ın tavrını, yak­
laşımını , yorumlarını kabul etmezken, Amerikan yaklaşımlarını,
yorumlarını kabul edilebilir buluyor. B ağlamları belirsiz, meşru­
iyetleri çok muğlak tercihler yapabiliyoruz. Her tür farkındalığın,
eleştirel tavrın , tutumun, muhalefetin medya aracılığıyla kontrol
edilmesi, sınırlandırılması sebebiyle gelişmeleri , olayları bir bütün­
lük içerisinde değerlendiremiyoruz. İslami bütün etrafında, düşün­
sel, kavramsal bir çerçeve oluşturmak her geçen gün daha da kar­
maşık bir hale geliyor.

142
ONİKİNCİ BÖLÜM
BİLİNÇ ZEHİRLENMELERİ

Enformasyon çağı, zihinlerimizi, düşünce dünyamızı, davranış­


ları mızı homojenleştiriyor, tektipleştiriyor, ruhsuzlaştırıyor. İnsan­
ları nesnel rakamlar olarak gören bir zihniyet insani ve vicdani ya­
nımızı çürütüyor. Merhamet duygusunu tanımayan laik, materyalist
dünya, güç siyasetleri dışında hiçbir ahlaki perspektife sahip değil.
B ugünün dünyasını akıl ve ahlak dışı ihtiraslar, rekabetler, düş­
manlıklar belirliyor. Kitlesel medyanın diktatörlüğü tarafından
yönlendiriliyoruz. B izlere, bilincimiz yol göstermediği için bir o
yana, bir bu yana savruluyoruz. İçimizin insani, ahlaki, vicdani, ir­
fan! bilgeliklerini , erdemlerini kaybetme pahasına, hayatımızı mad­
di zenginlikler uğruna heba ediyoruz.
Metalik bir iletişim dünyasında, duygularımız bile mekanikleşiyor.
Kapitalist kültür, her tür içeriği standartlaştırıp kitleselleştirerek
evrenselleştirmeye çalışıyor. Bu durumda bütün özgün kültürel ya­
pılar marj inalleşiyor. Standartlaştırılan ve kitleselleştirilen bu kül­
tür, bütün sosyal, kültürel yapılan niteliksizleştiriyor. Her siyasal
görüş, her dünya görüşü, hatta her dini akım bile yalnızca sayıların
ilgisini çekmeye çalışıyor. Zenginlikler ve sayılar çoğalınca, derin­
lik, içtenlik ve nitelik kaygısı azalıyor.
Bugün ulusdevletin ve laikliğin aşırılıkları, bir başka aşırılık yo­
luyla giderilmeye çalışılıyor. Bu aşırılık neoliberal aşırılıktır, neoli­
beral dünya görüşü ve hayat tarzı kitlesel bir hipnoz oluşturuyor.

145
ATASOY MÜFTÜOGLU

Ulusdevlet ve milliyetçiliğin icadıyla birlikte toplumlarımızda özel­


likle de Türkiye 'de İslami referansların, dayanışmanın yerini etnik
referanslar, dayanışmalar aldı . Türkiye, silah zoruyla bir kimlik dö ­
nüşümüne uğratıldı . Yine silah zoruyla laikleştirildi .
Modemite toplumlarımız için emperyalist bir dayatmadan baş­
ka bir şey değildi . Modemite , ulusdevlet ve laiklik, dayatmacı bir
sistem oluşturdu. Karşı karşıya kaldığımız bütün olayları, geliş me­
leri hiçbir derinliği olmayan mekanik bir bilinçle takip ediyo ru z.
Kitlesel iletişim sistemi, zihinlerimizi bütünüyle gereksiz, ihtiyacı­
mız olmayan ayrıntılarla dolduruyor. Medya sistemi resmi gerçek­
likleri ya da resmi yalanları yansıtıyor, kitlesel mekanik bir mantık
oluşturuyor. Bu şartlar altında gerçeği, farklı şeyleri söylemek için
her tür etiketlenmeyi göze almak gerekiyor. İnsanı nesne konumu­
na sürükleyen bir sisteme maruz kaldığımız için bilincimizi kendi­
miz belirleyemiyoruz. Aptallık düzeyinde bir duygusallık ve iyim­
serlik, hepimizi gerçeklerden uzaklaştırıyor.
Toplumda hil.len yaşanan milliyetçi ve mezhepçi saplantılar, in­
sanları , insanlıktan çıkarıyor. Tedav isi olmayan ırkçı ve mezhepçi
nevrozlar sebebiyle İslami bir dava gündemi oluşturulamıyor. Irk­
çı, mezhepçi bencillikler sebebiyle çok açık gerçeklikleri anlamak­
ta zorlanıyoruz.
Küreselleşme çağında modem, B atılı ile yerli, Doğulu iç içe ge­
çiyor. Küreselleşme yerli olanı modernleştiriyor. Böyle olunca in­
sanlık sorunları B atılı bir perspektifle yorumlanıyor. Dünyayı bir
Amerikalı ve Avrupalı gibi görmeye başlıyoruz. İslami anlamda bir
mücadele içerisinde olmadığımız için konumumuzun bilincinde
değiliz. Toplumlarımızın, kendi kendilerini, kendiliğinden örgütle­
me özgürlükleri yoktur. Toplumlarımız bir yanda küresel tüketim
kültürünün saldırısına uğrarken bir diğer yanda da İslam ' ın evren­
sel mesajı için küresel araçlardan yararlanıyor.
Neoliberal hayat tarzı , dünya görüşü yerel dünyaları dönüştür­
düğü için gündemimiz İslami hakikatlere göre değil, neoliberal
doğrulara göre değişiyor ve dönüşüyor. Modernleşmenin daha çok
sanayileşme ve kentleşmeyle, B atılılaşmanınsa Hıristiyanhk ve la­
iklikle ilgili olduğunu farketmiyoruz. B atılıl aştıkça hem Hıristiyan-

146
A C IR HASARLI ALGILAR

Jığı hem de sekülerizmi sorgulamaktan, tartışmaktan vazgeçiyor,


İslama, İslami temellere daha çok yabancılaşıyoruz.
Modemitenin, B atılılaşmanın ve küreselleşmenin dili İngilizce
ol duğu için bütün toplumlarda hissedilebilir ölçüde bir melezleşme
yaşanıyor. Günümüz dünyasında elektronik olarak depolanan bilgi­
nin yüzde sekseninin İngilizce olduğunu biliyoruz. Dilin Ameri­
kanlılaştırılması bayağılığın ve sorumsuzluğun da yaygın hale gel­
mesine, bütün saygı unsurlarının ortadan kaybolmasına neden olu­
yor. B içimsel anlamda özgür olmak, kadınlar için yeterli sayılabili­
yor. Kadınların cinsel obje olarak görülmesi, her hangi bir rahatsız­
lığa neden olmuyor. Dindarlık biçimlerinin nicelikselleştirilmesi
Müslümanları rahatsız etmek bir yana, büyük ölçüde rahatlatıyor.
Malumat sahibi olmakla bilgi sahibi olmak birbirine karıştırıl ıyor.
Malumat sahibi olmak için hiçbir ciddi çaba gerekmezken, bilgi sa­
hibi olmak için çok çaba harcanması gerektiği unutuluyor. Demok­
rasilerde iktidarlar, kalabalıklar ve sayılar ne der endişesiyle hiçbir
zaman gerçekleri söyleyemiyor.
Aklımızdan, zihnimizden, gönlümüzden geçenleri bütün açıkl ı­
ğıyla söylemediğimiz takdirde, yalan söylemiş, tiyatro yapmış olu­
ruz. Kendi düşüncelerimizi kamuoyu önünde eksiksiz bir biçimde
açıklayabilecek bir özgüvene sahip olabilmeliyiz. Açıklık ve dü­
rüstlük her zaman vazgeçemeyeceğimiz bir şiarımız olmalıdır.
Kolonyalizmin yeni biçimler altında, özellikle de kültürel an­
lamda, dönüştürücü etkisini sürdürdüğü bir zamanda, duygusallık­
lara hitap eden bir dille kültürel bir direniş gerçekleştiremeyiz. Gü­
cümüz olmayabilir, ancak ahlaki meşruiyete sahip olarak meşruiye­
ti bir güce dönüştürebiliriz.
Nostaljik yaklaşımlar, yerini stratej ik yaklaşımlara bırakabilme­
lidir.
B ugün dünyada hayatımız, yapay nitelikler doğrultusunda inşa
ediliyor. İnsani hayatın temel boyutları , anlamları , değerleri konu­
sunda sessiz, kayıtsız ve sorumsuz kalan bir kültür, bilim, medeni­
yet dünyasında, hayatın bütün boyutlarına müdahale edilebiliyor,
varlığımızı ancak biyolojik anlamda sürdürebiliyoruz.
İnsanlık, genetik mühendisliğin, genetik manipülasyonun, gün­
demde tutulabildiği korkunç bir dünyada yaşıyor, ancak, bu kor-

147
ATASOY MÜFTÜOGLU

kunçlukları hissetmeyecek ölçüde duyarsızlaştırılıyor. Müslümanlar


olarak, dünyayı zihinsel, entelektüel olarak yeniden fethetmek üze­
re, kapsamlı bir üretkenlik içerisine girmedikçe sözünü ettiğimiz
korkunç dünyanın üzerimizdeki yıkıcı etkisi devam edecektir. Sö ­
mürgeci güçlerin İsliim dünyasını ulusdevletlere bölmesiyle birlikte
gerçekleştirilen büyük yabancılaşma, bu bölünme ve yabancılaş­
mayla birlikte İsliim ülkelerinin kapitalist, seküler dünya sistemine
katılmaları , modem, seküler, işbirlikçi yönetici kadroların sömürge­
leştirilmiş zihin dünyalarıyla ilgili İsliimi temelde, çok kapsamlı bir
hesaplaşmayı üstlenebilecek kadrolar yetiştirmek gerekiyor.
Küreselleşme bütün toplumları değişim baskılarına maruz bıra­
kıyor. Küresel süreçler hayatın bütün boyutlarını dönüştürüyor. Mo­
dem, seküler düşünce ve kültür tarzının üstünlüğü iddiası süreklilik
kazanıyor. Bu nedenle, hangi değerleri temsil edeceğimiz, yaşataca­
ğımız ve tercih edeceğimiz konusunda her vesileyle uyarılıyoru z.
Bugün karşı karşıya olduğumuz siyasal, kültürel, toplumsal sorunla­
ra ancak, neoliberal cevaplar arayabiliyoruz. Neoliberal dilin, gün­
demin, söylemin mantığına teslim olduğumuzu iddia etmekte hiçbir
abartı yoktur. Farklı bir toplum, dünya ve gelecek tasavvuru üzerin­
de çalışsaydık, neoliberal gündeme mahkum olmayacaktık.
İsliim toplumlarına, İslami düşünce, kültür hayatı ve İslami bir se­
çenekleri olmadığı, neoliberal, seküler gündemin kaçınılmaz bir mo­
del olduğu sık sık küstahça hatırlatılıyor. Küreselleşme süreçleri, ye­
ni bir bağımlılık, yeni bir uyumluluk yeni bir teslimiyetçilik, yeni bir
boyun eğme, her tür direnişi yok etme süreci olarak somutlaşıyor.
Geleneksel İsliimi yorumlar, kurumsal yapılar maalesef her tür
bağımlılığı ve uyumluluğu onaylayabiliyor. Geleneksel İsliimi yo­
rumlarla, kurumsal yapılarla tarihsel çözümlemeler yapılamıyor.
Çok uluslu, çok dilli, çok dinli , çok kültürlü İsliim İmparatorlukla­
rının parçalandığı günden bugüne , İsliim toplumları , halkları çok
ciddi kimlik problemleri, parçalanmaları yaşıyor. Ulusdevletler,
milliyetçilikler yoluyla icat edilen yeni kimliklerin neden olduğu,
kimlik gerilimleri hepimizi kuşatıyor. Türkiye ' de yaşandığı üzere
faşizan asimilasyon politikaları , uygulamaları, bugün, bilindiği
üzere Kürt sorununu doğurdu . Faşizan , militer asimilasyon politi-

148
AG I R HASARL I ALG I LAR

kalan Kürt dilinin, Kürt kültürünün yasaklanması gibi benzeri ol­


m ayan sağcı, milliyetçi dışlayıcılıkları hayata geçirdi. Küresel an­
lamda da yerel anlamda da her tür sömürgecilik, her tür kolonya­
!izm kendini haklı çıkarabilecek uygun maskeler bulabiliyor.
İsliim toplumlarında yönetici kadrolar, B atılı meşrulaştırma bi­
çimlerini, yöntemlerini kullanıp bunlara dayanarak yönetebiliyor.
İsliimi meşruiyet kaynaklarına dayanarak değil. B ugün B atılı meş­
rulaştırma biçimleri eleştirel bağlamda sorgulanamıyor. Tahakküm
ilişkileri kolonyal bir söylemle normalleştirilebiliyor.
Direniş bilinci, iradesi, eylemi, daha adil , erdemli, iyi ve ahlaki
bir dünyanın mümkün olduğuna inanmakla, böyle bir dünyayı bütün­
lük içerisinde tanımlamakla başlar. B öyle bir dünyanın mümkün ol­
mayacağına inanmak, köleliğe katlanmaya karar vermek demektir.
Gerçek barı ş , ötekileştirilen toplumlar için de sorumluluk al­
mak, onlar için üzüntü duymak, onlar adına kaygılanmak, onlar
adına sevinmek ve onları paylaşmakla başlar. B arış , biz ve onlar ta­
nımı ortadan kalktığında gerçek olur. İsliimi varoluş , herkes için,
bütün bir insanlık için sorumluluk almayı zorunlu kılan bir varoluş­
tur. İyi ile kötü arasında seçim yapma yeteneği, ahlaki ve vicdani
sorumluluk temelinde kazanılabilir.
Modem, seküler, liberal özgürlük yaklaşımı, ayrıcalıklı, güçlü ke­
simleri kapsar. Postmodem zamanlarda özgür olmak, tüketici olmak
anlamına geliyor. Bu nedenle yoksullar, zayıflar, sömürülenler, işgal
altında tutulanlar için özgürlükten söz edemiyoruz. Kimlik bunalım­
ları nedeniyle büyük bilinç boşlukları ve kopuklukları yaşıyoruz. Sö­
zünü ettiğimiz boşluklar ve kopukluklar sebebiyle bağımsız tavırlar
alamıyoruz. Toplumlarımıza yönelik emperyal müdahaleler hiçbir
meşruiyet gerekçesine ihtiyaç duymaksızın diledikleri doğrultuda
ilerliyor. Emperyal, küresel irade hiçbir yasa, kural, ölçü tanımazken,
bizleri sürekli kurallara uymaya çağırıp zorlayabiliyor.
Toplumsal hayatın metalaşmas ı , herkesi daha fazlasına sahip ol­
ma ihtiraslarına sevkediyor. Hakikat arayışının yerine, ne pahasına
olursa olsun kar arayışı geçiyor. Hakikat mücadelesinin yerini , kar
etme mücadelesi alıyor.
B izleri , yalnızlıkla, yaşlılıkla, hastalıklarla ve sonunda ölümle
buluşturmak üzere zaman büyük bir hızla ilerliyor. B unları hatırla-

149
ATASOY MÜFTÜOGLU

yarak daha dikkatli, sorumlu, derinlikli , nitelikli, bilgelikle donatıl­


mış hayatlar yaşayabiliriz.
Romantik ve nostaljik umutlar, beklentiler, gerçek bir bağımsız­
lık ve özgürlük mücadelesi önünde çok ciddi engeller çıkarabilir.
Bu tür umutlar sebebiyle ne yapmamız gerektiği konusunda düşü n­
ce ihtiyacı duymayız. Bugün, İslami oluşumların, hareketlerin, di­
renişlerin, ayaklanmaların, küresel müdahaleler yoluyla kesintiye
uğratıldığını , yönlerinin değiştirildiğini hatırlamalıyız.
Küresel olaylar, gelişmeler etrafında radikal anlamda ufkumuzu
açmadığımız takdirde, sahnenin dışında kalmaya devam edeceğiz.
Her konuda alışkanlıkların ve genel kabulün sınırlarını aşan bir ufka
sahip olmamız gerekiyor. Anlayışsızlık ve belirsizlik her zaman ufku­
muzu kapatabilir, bizleri , gri bir dünyada yaşamaya mahkum edebilir.
Sektiler bilgi ve düşüncenin, hepimizi araçsallaştıran iktidarı
karşısında sessizliğimizi koruyoruz. Hangi nedene dayalı olursa ol­
sun, insanın araçsallaştırılmasının, insanlıktan çıkarılması demek
olduğunu unutuyoruz. Sektiler bilgi yoluyla araçsallaştırıldığımız­
dan varoluş ve hayat tarzımızı, değer sistemimizi toplumsallaştırıp
özgürleştiremiyor, siyasallaştıramıyoruz. Aynca, değer sistemimi­
zi siyasallaştırmak için her hangi bir çabamız olduğunu da iddia
edecek durumda değiliz. Değer s istemimiz, hayat ve düşünce tarzı­
mız, dünya ve ahiret görüşümüz, siyasal alanın dışına çıkarılmıştır.
İslami varoluşumuzun, hayat tarzımızın, dünya görüşümüzün
maalesef siyasal bir karşılığı yoktur.
İslami, ilahi iradenin yeryüzünde gerçek kılınma davasının, mü­
cadelesinin yerini, maneviyatçılık ve batınilik almıştır. Alışkanlıkla­
ra ve geleneklere dayalı biçimsel ve kitlesel rutinler dindarlık olarak
kabul edilebilmektedir. Oryantalist söylemin, İslam ' ı tanımlarken
öne sürdüğü kimi önyargılann bu dindarlık biçimini meşrulaştırdığı
tarihsel bir gerçektir. Oryantalistler tarafından tuhaf, egzotik, gi­
zemli, irrasyonel olarak tanımlanan bütün dini tezahürler, bugün İs­
lam adına yaşatılıp savunulabilmektedir. Dini düşünce hayatı, daha
çok kişisel dindarlığın sorunlarıyla ilgili bir alanda çalışmakta, sta­
tükoyu meşrulaştırmakta, statüko yu meşrulaştırdığı için de dünya­
ya, hayata, tarihe, siyasete müdahale etme ihtiyacı duymamaktadır.

150
AGIR HASARLI ALGILAR

Müslümanların dünyaya, tarihe müdahale edebilmeleri için kül­


türel , siyasal, ekonomik anlamda özne olmaları gerekir. Yapısal de­
ğişime kapalı geleneksel kültürler, bağımsız bir irade oluşturamaz­
lar. B ütün yönetim biçimleriyle, bütün muktedirlerle uzlaşmayı ,
b ütünleşmeyi meşrulaştıran bir geleneğe bağlı olduğumuz için
ele ştirel, muhalif bir dile ve kültüre bütünüyle yabancılaşmışız.
Kim olursa olsun, gücü elinde bulunduranlara itaat, İslami, ahla­
ki, vicdani muhalefete maalesef izin vermiyor. Bu tür bir itaat anla­
yışını meşrulaştıran yaklaşımların bütün boyutlarıyla tartışılması ve
reddedilmesi gerekir. Sorumlulukla vicdan birbirlerini tamamlayan,
birlikte var olan değerlerdir. Sorumsuz toplumlar, bireyler, kültürler
her türlü kötülüğe açıktır. Kötülük, sorumsuzlukla, keyfilikle birlik­
te başlar. Sorumsuzluk, keyfilik, vicdansızlık ötekileştirilenleri in­
sandışılaştırır. S istematik bir biçimde öteki imalatı, ırkçılıkla ilgili
olduğu kadar, kültürsüzlük, taşralılık, lümpenlik ve sorumsuzlukla
da ilgilidir. Öteki sayılanlar hiçbir şekilde ahlaki bir değerlendirme­
ye tabi tutulmuyor, ahlaki bir ilgiye mazhar olamıyor.
Ahlakın, sorumluluğun ve vicdanın önemsiz hale getirilmesi,
modernlikle başladı . Ahlaksız bir modernlik aracılığıyla, modem
olmayanlar acımasızca ötekileştirildiler. Her dışlama, ötekileştir­
me, kategorize etme, denetleme, kısıtlama, manipülasyon, farklının
meşruiyetini reddeden açık bir şiddet eylemidir. Irkçı tahakküm gü­
düsü de bir başka şiddet biçimidir. İnsanların ve toplumların oldu­
ğu gibi devletlerin de ihtirasları çoğaldıkça, ahlaki sorumlulukları
azalır, zamanla yok olur.
Ahlaki eylemin yerini araçsal eylemler aldığında, dünya değer­
lerden bağımsız hale gelir.
Sahip olduğumuz İslami bilincin, İslami pratikler üretmesi gerekir.
İslam ' ı emperyal güç merkezlerinin tanımladığı şekilde tanım­
lamak, İslami bilinçten yoksun olduğumuz anlamına gelir. Emper­
yal güç merkezleri İslam ' ı manevi bir kültür biçimi, bir halk gele­
neği olarak temsil etmemizi istiyor. Halen içerisinde yaşadığımız
fiili gerçeklik emperyal güç merkezlerinin İslam konusunda amaç­
larına ulaştıklarını gösteriyor. Halen, biz Müslümanların kullandı­
ğ ı dilin, söylemin , etkinlik ve eylemin siyasal bir etkisi, siyasal bir
işlevi olmadığını hatırlamalıyız.
ATASO Y MÜFTÜOGLU

S özünü ettiğimiz dil, söylem, mevcut olanla ilgilenen, bu ze­


minde yorumlar, değerlendirmeler yapan bir dildir, İslami anlamda
olması gerekenle ilgilenen bir dil değil. İslami düşünce, dava, hare­
ket algısının, tasavvurunun verili olanla sınırlandırıldığı, kısıtlandı­
ğı bir dönemde yaşıyoruz. Bu durum, devletle, sistemle, statükoyla
özdeşleştiğimiz anl amı taşır.
Kendimize ait özgün bir sunuma, bağımsız bir ufka, eylem bi­
lincine sahip değiliz.
B ağımsız bir bilince sahip olmadığımız için kapitalist, sektiler,
liberal yapılarla suç ve çıkar ortaklığı içerisinde olabiliyoruz.
İslamın, ilahi, fıtri, insani, ahlaki evrensel dünyasında yaşamadığı­
mız için yabancıyız. Yabancı olmak, kimliği her zaman tartışmaya,
kuşkuya açık olmak demektir, batıcı sisteme ne gereği gibi dahil ola­
biliyor ne de tam dışlanabiliyor. Yabancının durumu, belirsiz bir va­
roluş durumudur. Yabancı, her durumda bir manipülasyon nesnesidir.
Her zaman radikal, öteki muamelesi gören biz Müslümanlar
çok ciddi bir biçimde asimilasyona tabi tutulduk. B izler İslam ' ı il­
legal olarak yaşamaya mecbur bırakıldık. B izler, maalesef, ancak
ulusdevletin himayesi altında, onun kutsallarını tebcil etmek, meş­
rulaştırmak üzere konumlandırıldık, akort edildik.
Müslümanlar halen İslam algısını, Ümmet ve şeriat algısını, yani
İslami dili özgürleştirebilmiş değil. B izler, etrafı çitlerle çevrili bir
alanda, bu çitlerden rahatsız olmadan yaşamaya devam edenlerdeniz.
Bu durumda, ilk işimiz zihnimizi, kalbimizi kuşatan çitleri aşmak ol­
malı. B izler neoliberal, sektiler mutabakatın dışında kalmak, bu muta­
bakatı reddetmek için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız. Bu muta­
bakatın dışında kaldığımız için yalnızlaştırılmaktan korkmamalıyız.
Günümüz dünyasında, bir dava bilincine , ahlakına, öfkesine,
muhalefet ve direniş bilincine sahip özneler tehdit olarak algılanı­
yor. Statükolara, sisteme, faşizme boyun eğen, bunlarla işbirliği ya­
pan hoşgörülü, ılımlı unsurlar, iyi ötekiler muamelesine tabi tutu­
lurlarken, statükoları redddeden, direnen, mücadele eden İslami un­
surlar kötü öteki muamelesine tabi tutuluyor. Günümüzde İslami
dil, mücadele inancını, fikrini içermiyor. Mücadele fikrine yaban­
cılaşıyoruz. İslami kimliğin inşası yolunda kültürel, siyasal, top-

152
AGIR HASARLI ALGILAR

lumsal bir mücadele içerisinde değiliz. Müslümanların, devletten,


sistemden, kurulu düzenden bağımsız siyasal talepleri yok. İslam ' ı
si yasal bir duruş, anlam, tavır, bilinç halinde temsil etmiyoruz. İs­
lam ' ı folklorik bağlamda temsil ediyoruz.
İslami bütünden, tevhidi bütünlükten radikal kopuşlar yaşanı­
y or, hayati, merkezi öneme sahip sorumluluklar, sorunlar askıya
alınabiliyor. Cemaat ya da cemaatler statükonun içerisinde, yerel,
küresel statükonun derinliklerinde kayboluyor. Cemaat ya da ce­
m aatler yerel, küresel statükolarla bütünleşerek, iyi geçinerek kar
ve güç biriktiriyor. Müslümanlar kurulu düzenleri değiştirmeyi ba­
şaramadı, ancak kurulu düzenler bizleri bütünüyle değiştirmeyi ba­
şardı. Muktedirlere, müstekbirlere karşı İslami bir meydan okuma
şöyle dursun, onlarla birlikte, onlara meşruiyet kazandırma Cema­
at ' in şiarı haline gelmiştir. Tevhidi duyarlık, bilinç temelinde yo­
rumlandığında, emperyal çıkarların nesnesi haline gelen Cemaat ya
da cemaatler, büyük bir hiçtir, hiçbir şeydir.
Biz Müslümanlar bugün maalesef özürlü kimlikler içeris inde,
özürlü aidiyetler içerisinde, bilinç zehirlenmes i içerisinde hayatı­
mızı sürdürüyoruz.
Küresel emperyal sistemin tahakküm politikaları, uygulamaları
olmasa kendimizi Darülİslam ' da yaşıyor farzedeceğiz. B ugün kar­
şı karşıya bulunduğumuz bilinç tıkanması karşısında alimlerin, dü­
şünürlerin, yazarların, kültür adamlarının eleştirel duruşları, fikirle­
ri, önerileri büyük bir önem taşıyor. Konformist bir zihin dünyası
hiçbir konuda hiçbir şeyi eleştiremez, sorgulayamaz ve reddede­
mez . B ireysel tercihlerini resmi doğrular ya da medya aracılığıyla
yapanlar, her durumda basmakalıp tercihler yapmış olurlar.
İslami bir tercihte bulunmak, nihai anlamda bir tercihte bulun­
mak demektir.
S ahiciliğimizden, bilincimizden, içtenliğimizden, yüreğimizden
hiç kimsenin bir şüphesi olmamalı.
Gerektiğinde sürüden ayrılmakta tereddüt göstermeyeceğimiz­
den de kimsenin şüphesi olmamalı.
Kendi inançlarımızın, hayatımızın, varoluşumuzun, aktif, so­
rumlu, dürüst, üretken özneleri olmadığımız takdirde, büyük sürü­
nün, düşüncesiz kalabalıkların nesnesi olacağız.

153
ATASOY MÜFTÜOGLU

Modem, seküler, neoliberal ufkun nihai ufuk olarak kabul edil­


mesi, nihai bir çürüme, ciddi bir bilinç kaybı içerisinde bulunduğu ­
muzu gösterir.
Dindarlık, aynılıkların tekrarı değildir.
Üretkenliğin, eleştirinin ve muhalefetin reddi , sorumlu v arolu­
şun reddi anlamı taşır.
Milliyetçi ve mezhepçi dargörüşlülükler ve aşırılıklar sebebiyle
İslam Ümmeti bir türlü kurumsallaşamıyor, siyasallaşamıyor. İsla­
mi bütün yapılar maalesef yerelleşiyor. Kapitalist modernlikler her
tür özgünlüğü, her tür doğallığı, içtenliği, aidiyet, kimlik duygula­
rını, dostluk ve kardeşlik duygularını nicelikleştiriyor. Bu noktadan
hareketle, biz Müslümanların, her şeyden önce her tür metalaştırma
süreçlerine karşı bir anlam, değer, bilgelik, aidiyet mücadelesi baş­
latmamız gerekir.
B ir türlü gerçeğe dönüştüremediğimiz, gerçeğe dönüştürmek
için sorumluluk almadığımız inanç ve düşüncelerimizle ilgili radi­
kal özeleştiriler yapabilmeliyiz.
Medyatik dünyaya hapsolmak kadar, insanı düşüncesizleştiren,
etkisizleştiren bir başka müessir olamaz .
İslam ' ı kişisel alana, batın! alana, folklorik alana kapatan, ka­
musal , sosyal , siyasal hayatı , modem, seküler, liberal yasalara açan
emperyal müdahaleler konusunda sessizliği seçmek, anlayışla kar­
şılanabilecek bir durum değildir. Ciddi bir tercih ve anlam bunalı­
mı içerisinde bulunduğumuzu kabul etmeliyiz. Hayatımızı ekono­
mizmin yönetmesine izin vermemeliyiz. Düşünce adamlarının, da­
va adamlarının, kültür adamlarının kendilerini tek boyutla, tek yo­
rumla ve iktidar ilişkileriyle kısıtlaması halinde, dünyaya bir bütün­
lük içerisinde bakması söz konusu olamaz. İçerisinde bulunduğu­
muz dönemde bağımsız, muhalif, eleştirel aydınların yerini, yüzer
gezer resmi uzmanlar, danışmanlar, memurlar alıyor.
İslami kimliğimizi, aidiyetimizi kültürel, siyasal, toplumsal mü­
cadeleler yoluyla bir bütünlük içerisinde inşa etmek suretiyle Müs­
lüman özneler haline gelebiliriz. Müslüman özne olmayı başarama­
dığımız takdirde modem, seküler mutlakçılık ve keyfilik karşısında
bugün yaşadığımız üzere tutunamayacağız, savrulacağız.

154
ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM
NİTELİKLİ UMUTLAR, NİTELİKLİ İNŞA'LAR

Ahlaksızlıklar, adaletsizlikler, sorumsuzluklar, bencillikler ha­


yatı imkansız ha!e getiriyor. Ahlaki ölçüler, yargılar, tutum ve dav­
ranışlar, kişisel olmayan, hepimizi kuşatan, içeren, ilgilendiren, he­
pimizin uyması gereken ölçülerdir. Özel çıkara göre, özel yoruma
göre, özel kesimlere göre bir ahlak tanımı yapılamaz. Her tür ben­
cillikten, narsizmden, önyargıdan , bağnazlıktan uzaklaştığımızda
ancak ahlilki bir dünyaya girebiliriz. İnsanı insan olduğu için değer­
li buluruz, şu ya da bu etnik aidiyete sahip olduğu için değil. Şu ya
da bu dili konuşmak bir ayrıcalığa, üstünlüğe değil, sadece farklılı­
ğa işaret eder. Ayrımcı değerler ahlaki olmadığı için çatışmalara,
karşıtlıklara neden olur.
Özel bağlılık biçimleri , her hangi bir etnik aidiyete, mezhebe,
toprağa saplantılı bağlılık ve bağımlılık ahlilki olarak savunulamaz.
Bu bağlılıklar önyargılar içerdiğinden sınırlı bağlılıklardır. Ayrılık­
çı bağımlılık biçimleri bir gelecek üretemez. B encil, önyargılı bağ­
lılık biçimleri, eleştirel düşünce bilincine sahip olmadığımız için
tarih dışı söylenceler, efsaneler, kurmacalar, uydurma hikayeler ve
aldatmacalar yoluyla bir geleneğe dönüşüyor.
Ahlilki bağlılıklar, insanlık ölçeğinde büyük bir kuşatıcılık ve
kapsayıcılıkla gerçekleşir. B ir ülkeye, etnisiteye, toprağa, mezhebe
karşı duyduğumuz bağlılık, sevgi, bir başka etnisiteye , mezhebe düş­
manlığa dönüştüğünde ahlili olmaktan çıkar, ahlilksız bir bağlılığa

157
ATASOY MÜFTÜOGLU

dönüşür. Ahlak, hiçbir toplumun cemaatin, mezhebin, ülkenin özel


çıkarını meşrulaştırmak üzere araçsallaştırılamaz. Ahlakın genel ve
evrensel çerçevesine, içeriğine gerçekten saygı duysaydık, yani, ger­
çekten ahlak sahibi olsaydık, günümüzde yaşandığı üzere , etnik ve
mezhepçi karşıtlıklar, gerilimler, düşmanlıklar yaşanmayacaktı.
Müslümanlar, niteliksel bir inşadan , iyileşmeden, umuttan söz
edebilmek için hemen şimdi mezhepçi ve etnik karşıtlara son ver­
me iradesi ve erdemini gösterebilmelidir. Bu tür karşıtlıkların İslii­
mi bünyede yeri olmaması gerekir.
Günümüzde siyaset pragmatik yaklaşımları, yararlan, gerekçele­
ri aşarak ahliiki içerikler doğrultusunda şekillenmiyor. Hiçbir toplu­
mun ahliiki siyaset talebi yok. Herkes pragmatik siyaset yaklaşımını
kullanıyor. Ortadoğu ' da yaşanan ayaklanmaların da ahlaki talepleri
yoktu . Bu ayaklanmaların etkilerinin boyutu , yönü , kapsamı, yoğun­
luğu , anlamı üzerinde çok ucuz ve duygusal bir retorik oluşturuldu.
Hiçbir ayaklanmadan farklı ve özgün bir düşünce sistematiği çıkma­
dı, çıkarılamadı. Ayaklanmalar yeni bir siyasal model, yapı gerçek­
leştirmeyi başaramadı. Bugünün dünyasında ahliikl temelde siyaset
yapma konusunda hiç kimse özgür değil. Bugün Müslümanlar bile,
ahlaki kaygılan , ahlaki tercihleri olan siyaseti gerçekçi bulmuyor.
Modem seküler zamanlarda insani varoluş paramparça olduğu
için hiçbir alanda bir bütünlük sağlanamıyor. Toplumlar parçalan­
mış bir ruh hill i ve parçalanmış düşünceler, parçalanmış kişilikler,
kimlikler içerisinde varlıklarını sürdürmeye çalışıyor. Müslüman­
lar, birbirleriyle hiçbir surette bağlantısı olmayan iki karşıt düzen,
sistem ve dünya görüşüyle hayat tarzı arasında sıkışmış ve parça­
l anmış durumda. Emperyal , küresel faşist sistem dünyanın farklı
bir biçimde algılanmasına, kavranmasına izin vermiyor. Müslü­
manlar, ya bastırılmış, ya tecrit edilmiş, ya tabi kılınmış, ya da aşa­
ğılanmış bir şekilde bugünün dünyasında kendimize bir yer arıyor.
Seküler kültürün, seküler dünya görüşünün, seküler olmayan kül­
türler, toplumlar üzerinde sağladığı zora, tahakküme dayalı iktidarı ek­
siksiz biçimde bugün de sürüyor. Seküler kültürü, dili, söylemi yapı­
bozuma uğratmadan kendimizi, kendi dilimizle ifade edemeyeceğiz.

158
AGIR HASARLI ALGILAR

Günümüzde karşı karşıya olduğumuz körleştirici tutkularımız,


ilgilerimiz, ihtiraslarımız nedeniyle ahliiki ufukları kaybediyoruz,
hepimiz bir anlam ilişkisi, değer, ilke, ahliik ilişkisi zemininde de­
ğil, çıkar, iktidar ilişkisi zemininde konuşuyor, tartışıyoruz.
İsliimi ilkeler, kavramlar, pratikler birbirleriyle içiçe geçmiş,
birbirini tamamlayan ilkeler, kavramlar ve pratiklerdir. Ahliik, ada­
let, merhamet, iyilik birlikte var olduklarında değerlidir. Bugün,
hepimizin daha çok ahliika, adalete, merhamete, sorumluluk duy­
gusuna ihtiyacımız var; daha çok paraya, çıkara, iktidara değil. Gü­
nümüz toplumlarında ahliiki suçlara, kötülüklere karşı korkunç bir
kayıtsızlık var. Neoliberal hayat tarzı ve hoşgörü anlayışı, ahliiki
suçları , kötülükleri suç olmaktan çıkarıyor. Ahliiki sınırları olma­
yan bir özgürlük yaklaşımı adalet fikrini yok sayıyor.
Ahliiki ufkumuzu kaybettiğimiz için rüzgarların istediği yönde
savruluyoruz.
Nerede, nasıl bir duruş sergileyeceğimize, neye, ne kadar inana­
cağımıza, nihai anlamda bir karar veremediğimiz için bütün tercih­
lerimizle ilgili olarak maalesef, hakkımızda başkaları karar veriyor.
Kendi akıllarımıza sahip olmadığımız, kendi akıllarımızı çoğalta­
madığımız, İsliimi aklımızı kullanamadığımız için başkalarının ak­
lıyla hareket ediyoruz .
Tek akla, tek yoruma hapsedilerek bu yorumu toplumsallaştır­
dığımız, yenileyemediğimiz ve sorgulayamadığımız için müebbet
bir düşüncesizlik hapsine kapatılmış gibiyiz, emperyalistlerle aynı
çizgide konumlanan cemaatlerin bulunduğu, riskli olabilecek her
tür muhalif, bağımsız yorum, değerlendirme ve tavırdan kaçan ce­
maatlerin kutsallaştırıldığı , putlaştırıldığı postmodem bir cahiliye
çağında yaşıyoruz.
Put akıllar, putçu akıllar, bencil akıllar, çıkarcı akıllar, ahliiksız
akıllara dönüşüyor.
Bencillikler, kayıtsızlıklar, korkakl ıklar, muhafazakar teslimi­
yetçilikler edilgenliğimizi ve yalnızlığımızı çoğaltıyor. Öngörüle­
mez ve hesap edilemez gelişmeler istisna edilirse, içerisinde yaşa­
dığımız koşullar içerisinde İsliimi bir gelecekten söz edemeyiz.

159
ATASOY MÜFTÜOGLU

Emperyal, küresel sistem, dünyayı nasıl görmemizi, olaylan na­


sıl anlamamızı, yorumlamamızı istiyorsa, öyle görüyor, anlıyor ve
yorumluyoruz. Evrensel İslil.mi bilince ve İslil.m tarihi perspektifine
sahip olmadığımız için bugün dünyada siyasal ve kültürel bir özne
olamıyoruz. Siyasal ve kültürel özne olamadığımız için İslil.mi ger­
çeklik algısı yerine, B atılı gerçeklik algısıyla hareket ediyoruz. Bu
durum, toplumların zihinsel anlamda varoluşsal bir krizin tam orta­
sında yer aldığını gösteriyor. Bu nedenle hayatın niteliğine yönelik
saldırılar karşısında duyarsız kalıyoruz.
Modem, sektiler zamanlar boyunca, B atı uygarlığının şiddet, yı­
kım, barbarlık yoluyla B atı dışı toplumlara ihracı, toplumlarımızı
yapısal anlamda istikrarsızlığa sürüklemiştir. S özünü ettiğimiz ya­
pısal istikrarsızlık sebebiyle bugün Müslümanlar tercihlerini, ilgi­
lerini, yönelişlerini, yaşadığımız dünyanın koşulları içerisinde be­
lirliyoruz, inançlarımız ve ilkelerimiz doğrultusunda değil.
Bugün dünyaya çok kibirli ve çok küstah bir akılcılık vaziyet
ediyor.
Küresel sistem insani ve ahlfild değerlerden bağımsız bir zeminde
ilerliyor. İnsanlık, piyasaların emrinde ve hizmetindedir. Piyasalar
hiçbir şekilde toplumsal, siyasal denetime tabi değil. Piyasa bir araç
olmaktan çok bir amaç hil.line geliyor. Günümüzde uygarlık serbest
piyasa uygarlığıdır. Küresel serbest piyasanın önünde ciddi bir engel
yoktur. Küresel piyasa hareketleri, farklı, özgün kültürleri, ekonomi­
leri, politikaları büyük ölçüde marj inalleştirip etkisiz kılmıştır.
Müslümanlar somut küreselleşme karşısında, soyut bir evren­
selliği savunmaya devam ediyor.
S özünü ettiğimiz soyut evrensellik söylemi, gerçek durumu da
gereği gibi yansıtmıyor. B izim evrenselci söylemimizi milliyetçi,
mezhepçi karşıtlıklar, çatışmalar büyük ölçüde gölgeliyor, bir fan­
teziye dönüştürüyor.
S anal gerçeklikten, hakiki gerçekliğe uyanmamız gerekiyor.
İslil.m toplumları bütüncül anlamda İslil.mi bir tercihte bulunma­
ya cesaret edemeyen edilgen toplumlara dönüşmüştür. S özünü etti­
ğimiz İslil.mi tercih, toplumlarımızın İslil.mi ilkeler, yasalar, değer-

1 60
AGIR HASARLI ALGILAR

ler temelinde yapılandırılması, şekillendirilmesi talebiyle ilgili bir


tercihtir. Emperyalist bir dayatma biçimine dönüştürülen demokra­
silerin toplumlarımız için nihai bir ufuk hil.line getirildiği bir dö­
nemde İslami umutlardan söz edemeyiz. Günlük hayatın alışkanlık­
larına, beklentilerine, kaygılarına, tekrarlarına kapanmış toplumlar
İslami umutlar üretemezler.
Modem, sektiler zamanlarda tarih ideolojik ve ırkçı amaçlarla
araçsallaştırıldı, B atılı çıkarlara hizmet eden partizan bir tarihe dö­
nüştürüldü . Avrupa tarihi, kültürü, uygarlığı kutsallaştırılınca, Av­
rupalılar üstün bir kimliğe sahip olduklarını iddia etmeye başladı­
lar. Avrupalılar Avrupalı olmayan ötekini kavramsal karşıtlıklar te­
melinde inşa ettiler. İslam toplumları bugün, modernlik adına imal
edilmi ş , modem, sektiler dünyayı meşrulaştırıcı, kurmaca bir tarih
anlayışının, kültür ve siyaset anlayışının baskısı altında bulunuyor.
Bu sistematik, kurumsal baskılar nedeniyle İslami anlamda toplum­
sal bir varoluş biçimi inşa edemiyoruz.
Sorgulayıcı bir tarih yaklaşımı, düşünce, sanat, edebiyat yaklaşı­
mı üretemiyoruz. Kültürel bir direniş dili oluşturamıyoruz. Muhalif
bir çizgiye, ufka, etkinliğe ihtiyaç duymuyoruz. Düşünce, kültür, sa­
nat, edebiyat hayatımız, özellikle de siyasal hayatımız gösteri unsu­
ru olarak kullanılan olaylarla ilgileniyor, ancak içerikle ilgilenmiyor.
B aşlarımızı kuma gömerek yaşamaya devam edemeyiz.
Her geçen gün, daha çok küresel, emperyal sistemin vazgeçil­
mez bir parçası hil.line geliyoruz. Toplumlarımızın, emperyal siste­
min bir parçası olarak Ortadoğu ' da rol üstlenmesi iftihar edilebile­
cek bir durum değil, teessüf edilecek bir durumdur. Siyasetin popü­
lerleşen dili, somut dünyayı, durumları yansıtmıyor. Siyasetin kit­
lesel, hamasi dili temel sorunlar karşısında kayıtsızlık içerisindedir.
Amerikan ve İsrail çıkarlarını bir biçimde sınırlandıran İran-Suri­
ye-Hizbullah ittifakı karşısında, bugünlerde Amerika, Türkiye ve
İsrail ' in oluşturduğu karşı bir çizgi beliriyor. Libya yeniden nasıl
sömürgeleştirildiyse, bugün de aynı şekilde Suriye sömürgeleştiri­
liyor. Yargısız infaz araçları insansız uçaklar, dünyanın en yoksul
ülkesi Afganistan ve Pakistan ' da masum sivillere, masum, maz-

161
ATASOY MÜFTÜO GLU

!um, mağdur çocuk lara yönelik binlerce cinayet işlerken , bu cina­


yetler hiçbir biçimde toplumun, iktidarın, siyasetin gündeminde yer
almıyor. Çıkar tercihleri ahl aki tercihleri unutturuyor.
İlkesel, ahl aki değer duygusunu yitirdi ğimiz için her tür bağı m­
lılığa katlanıyoruz.
Türkiye ' yi her nasılsa anlayışla karşılayan uluslararası konjonk­
türün müsamahakar tavrına dayanarak Türkiye, devlet ideolojisi doğ­
rultusunda travmatik dış politika tercihleri yapıyor. Türkiye ideolojik
ve ahlaki anlamda ri sk almaya cesaret edebil seydi , İran, Suriye ve
Hizbullah ' ın temsil ettiği antiemperyalist çizgiye muhalefet etmeye­
cekti . Devletin tarihe, iç-dış siyasete hükmetmesi Türkiye ' yi her du­
rumda bağımlı kılabil iyor. Nostalj i duygularına hitap eden , nostalji
ihtiyacına cevap vermeye çalışan bir tarih yaklaşımı, mezhepçi ref­
lekslerle malul bir tarih yaklaşımı , Osmanlı nostaljisi, Ortadoğu top­
lumlarına tarihsiz halklar gibi davranılması sonucunu doğuruyor.
Dış pol itika tercihleri hamasete boğulmuş bir söylem aracılığı y­
la meşrul aştırı lıyor. Ol aylarl a ilgilenen kitleler, olgularla ilgilenmi­
yor. Olgusal analizler, yorumlarla ilgilenmek yerine, kurgusal yo­
rumlarla ilgileniyoruz.
Maddiyatçı zehirlenme, vahşi bir tüketimcilik bütün değer duy­
gularımızı aşındırıyor, günümüzde en çok üzerinde durulan haklar
mülkiyet hakkı ile daha çok kar elde etme haklarıdır. Neoliberal ha­
yat tarzı insanları özel ilgi lere, özel inançlara, sorumsuz dünyalara
sürüklüyor; İnternet, sosyal medya özellikle genç kuşakları yalnız­
laştırıyor. Teknolojik köleleşme sahte , yapay dünyalar olu şturuyor.
İçi boş umutlar üreten romantik ve nostaljik bir dile, söyleme, du­
yarlığa kapanmak yerine, İslami bir topluma hangi ölçüde ihtiyaç
duyduğumuzu, bunun için hangi ölçüde sorumluluk alabileceğimi­
zi kendimize sormalı, İslami bir topluma gerçekten ihtiyaç duyu­
yorsak, önceliklerimizi konuşmaya, tartı şmaya başlayabilmeliyiz.
Küresel piyasa ilişkileri hepimizin hayatını etkileyip dönüştürü­
yor. Derin yabancılaşmalar yaşadığımız için kurulu düzene dahil olu­
yoruz. Kapitalist hayat tarzını içselleştirerek kendi kendimizi kapita­
lizmin sömürgesi haline getiriyoruz. Modem, sektiler, liberal, kapita-

1 62
AGIR HASARLI ALG I LAR

list si stem in kalıcı ve aşılamaz olduğunu zımnen kabul ettiğimiz için


İslamı bireysel bir dindarl ık biçim ine indirgiyoruz. Dini söylem, pro­
paganda, popülizm ve nostalj i den ibaret bir söy leme dönüşüyor. Bü­
tün bu nedenlerle travmatik bir yön ve zemin kaybı yaşıyoruz.
Müslümanların dünyada maruz bırakıldığı ideolojik şiddet, bas­
k ı , aşağ ılama, ötekileştirme, tecrit, d ı şlama gibi uygulamalar B atı
uygarlığı , kültürü, dünya görüşü adına yapıldığında meşru sayılabi­
liyor. S iyonist söm ürgec iler de her tür işgal , istila ve sömürgeleştir­
me girişim ve katl iamları nı B atı uygarlığı adına gerçekleştirdikleri ­
ni iddia ederek eylemlerine meşruiyet kazandırı yor. Her türlü kötü­
lük, B atı uygarl ığının bir tezahürü olduğunda, ahlilkl yargı lama ko­
nusu olmaktan çıkıyor.
Ahlilks ızlıklar, adaletsizlikler, sorumsuzluklar, bencill ikler, ha­
yatı imkansız hille getiriyor, Ahlaki ölçüler, yargılar, tutum ve dav ­
ranışlar, k i ş isel olmayan, hepimizi kuşatan , ilgilendiren, hepimizin
uyması gereken ölçülerdir. Özel çıkara, yoruma, kesimlere göre ah­
Jak tanımı yapılamaz. Her tür benc illikten, nars izimden , önyargı­
dan , bağnazl ıktan uzaklaştığımızda ancak ahlilki bir dünyaya gire­
biliriz. İnsanı in san olduğu için değerli buluruz , şu ya da bu etnik
aidiyete sahip olduğu için değil. Şu ya da bu dili konuşmak bir ay­
rıcalığa, üstünlüğe değil, sadece farklılığa işaret eder. Ayrımcı de­
ğerler ahlilki olmadığı için çatı şmalara/karş ıtlıklara neden olur.
Özel bağlılık biç imleri , her hangi bir etnik aidiyete, mezhebe ,
toprağa, saplantılı bağlılık ve bağımlılık ahlilki olarak savunula­
maz . B u bağlılık biçimleri önyargılar içerdikleri için sınırl ı bağlı­
lıklardır. Ayrılıkçı bağımlılık biç imleri bir gelecek üretemez. Ben­
cil, önyargılı bağlılık biçimleri , eleştirel düşünce bil incine sahip ol­
madığımız için tarih dışı söylenceler, efsaneler, kurmacalar, uydur­
ma hikayeler ve aldatmacalar yoluyla bir geleneğe dönüşüyor.
Ahlilki bağlıl ıklar, insanlık ölçeğinde büyük bir kuşatıcılık ve
kapsayıcılıkla gerçekleşir. B ir ülkeye, etnisiteye, toprağa, mezhebe
karşı duyduğumuz bağlılık, sevgi , bir başka etnisiteye, mezhebe
düşmanlığa dönüştüğünde ahlaki olmaktan çıkar, ahlilksız bir bağ­
lılık olur. Ahlilk, hiçbir toplumun cemaatin, mezhebin, ülkenin özel

1 63
ATASOY MÜFTÜOGLU

çıkarını meşrulaştırmak üzere araçsallaştırılamaz. Ahlakın genel ve


evrensel çerçevesine, içeriğine gerçekten saygı duysaydık, gerçek­
ten ahiak sahibi olsaydık, günümüzde yaşandığı üzere, etnik ve
mezhepçi karşıtlıklar, gerilimler, düşmanlıklar yaşanmayacaktı .
Müslümanlar niteliksel bir inşadan , iyileşmeden, umuttan söz
edebilmek için hemen şimdi mezhepçi ve etnik karşıtlıklara son
verme iradesi ve erdemi gösterebilmelidir. Bu tür karşıtlıkların İs­
Iami bünyede yeri olmaması gerekir.
Her yenilenme, her yeniden inşa girişimi doğal olarak, önemli
riskler almayı, sarsıcı, zorlu sorular sormayı gerektirir. B ütün dün­
yayı, Amerikan kültürü temelinde etkileyen, başkalaştıran, dönüş­
türen küreselleşme süreçleriyle bu süreçlerin neden olduğu ağır so­
runları tartışmak, bu sorunları aşmaya çalışmak; yeni bir hareket ve
nirengi noktası belirleyerek başlatılabilir. İsiami düşünce, kültür ve
medeniyet hayatının tarihsel çapta bir kesinti , kopukluk, yabancı­
laşma yaşadığı muhakkaktır. Düşünsel, kültürel, siyasal konformiz­
mi aşmaksızın, yeni bir medeniyet dili oluşturamayız. Her tür kon­
formizme müdahale edebilecek, entelektüel bir hesaplaşmaya cesa­
ret etmeksizin, zamanı dönüştüremeyiz. Dij ital devrim çağında, di­
j ital devrim süreçlerinden nerede, nasıl, hangi ölçüde yararlanabi­
leceğimizi , dij ital devrimin neden olduğu büyük yozlaşmaları ve
yabancılaştırıcı etkileri nasıl aşabileceğimizi tartışma gündemine
getirebilmeliyiz. Bu konuda toplumlarımız en kolay yolu seçmiş,
üretmek yerine, aktarmayı tercih etmiştir.
isıam toplumlarında kimlik arayışı, kimlik sorunları , kimlik ça­
tışmaları maalesef devam ediyor. Kimlik sorunları, çatışmaları İs­
ıam toplumlarında ulusdevletlerle birlikte başladı . Dışlayıcı etnik
milliyetçilikler üzerinde kurulan ulusdevletler, İsiami aidiyet teme­
linde tanımlanmayı terkederek İsiam ' ı , ulusdevletin her hangi bir
parçası olarak değerlendirdi. Modem, sektiler merkezli bir dil, tarih
ve kültür insanlığın bütününü kuşatmıyor; modem ve sektiler olma­
yan dünyayı yok s ayıyor, aşağılayarak sömürgeleştiriyor. S ömür­
geleştirme politikaları sanayileşme hareketleri için hammadde bul-

1 64
AGIR HASARLI ALGILAR

m ak, yeni pazarlar oluşturmak ü zere başlatılmıştı, bu politikalar


günümüzde de aynı yoğunlukta sürdürülüyor. Modem, sektiler dil,
tarih ve kültür her durumda ayrımcı bir dildir, ırkçı bir kibirle ma­
lı1ldür. B u dil, modem, sektiler olmayan dünyaları dilsiz, kültürsüz,
tarihsiz dünyalar olarak ötekileştiriyor.
Modernlik ve sekülerlik bize şiddet yoluyla dayatılmıştır. Her
tür sömürgeleştirme girişimi, A vrupamerkezci değer sistemi ihracı
ile ilgilidir. Toplumlarımıza dayatılan laiklik, milli ideolojiler, et­
nik ulusdevletler oluşturulması için temel oluşturmak üzere ithal
edilmiştir. Toplumlarımızda bütün iktidarlar, laikliği bir meşruiyet
kaynağı olarak kullanmışlardır. Modem, sektiler, emperyal düzene
ilk başkaldırı İran ' da gerçekleştirilmiş, İslam Devrimiyle laik ulu­
salcılığa son verilmiştir. Konu ile ilgili olarak tarihçi Pierre-Jean
Luizard ' ın, laikliğin İtalyan ve Fransız mason locaları tarafından
Osmanlı İmparatorluğu bünyesindeki askeri okullara sokulduğunu
yazması çok dikkat çekici bir gelişmedir.
Tarih ve medeniyet anlayışının, yaklaşımının, B atı dünyası ta­
rih ve uygarlığıyla özdeşleştirildiği bir dönemde, İslam düşüncesi­
nin, kültür ve medeniyet yaklaşımının yeniden yapılandırılması,
hayati önem taşıyan bir sorumluluk olarak gündeme alınmalıdır.
Bu yapılandırma, hem geçmişi hem de modem zamanları içerisine
alabilecek şekilde gerçekleştirilebilirse, hem karşı karşıya olduğu­
muz sorunları cevaplandırmış hem de yeni düşüncenin çerçevesini
belirlemiş oluruz.
Her alanda küresel ölçekte çok boyutlu gözlem ve analiz nokta­
larına sahip olabilmeliyiz.
İslami ilgi, dikkat ve sorumluluk koşullara dayalı, gelip geçici
dalgalara, modalara dönüştürülmemeli .
Yeni bir düşünce, kültür, medeniyet dili oluşturmak, yeni bir
dönemi başlatmak, yeni insanlar ister, antikacılar değil.
Toplumsal kimliğin etnik köken üzerinden tanımlanması, mezhep
üzerinden tanımlanması, kendilik bilincinin etnik aidiyetle sağlanma­
sı hiçbir şekilde kabul edilemez. Her zaman kapsayıcı, kuşatıcı ve adil
bir yaklaşım, ahlaki ilkeler, hassasiyetler temelinde kurulabilir.

1 65
ATASOY MÜFTÜO G LU

Söm ürgecilerin dünya görüşlerini, hayat tarzları nı, değer sis­


temlerini, kavram ve kurumlarını benimseyip özümseyerek kurum­
sallaştıran ve bir sisteme dönüştüren toplumların bağımsızlıktan
söz etmeleri kadar anlamsız bir şey olamaz. Bu büyük ve tahammül
edilemez çelişkinin tartı şma, sorgul ama konusu olmaktan çıkarıl­
ması ayrıca üzerinde durulması gereken esef verici bir durumdur.
Dışlayıcı etnik milliyetçilik temelinde kurulan ulusdevletler, İsla­
mın yerine etnik milliyetçiliği koyarak İsliimı millileştirdiler. İsliim ' ı
ulusdevletin her hangi bir parçası haline getirdiler. Türkiyede olduğu
gibi farklı bir varoluş iddia etmek, farkl ı bir dil kullanmak derin et­
nik çatışmalara, karşıtlıklara neden oldu. Adalet ve hakkaniyete da­
yalı toplumsal ilişkiler için nefret ve yakınlık ilişkilerini aşmak, mi­
litan taraftarlık konumunu terketmek gerekir. Militan taraftarlığa
hapsolmak, sorunları derinleştirmek anlamına gelir. Sömürgeci dil,
nasıl öteki üretiyorsa, ulusdevlet de aynı şekilde öteki üretiyor. Öte­
ki üreten kültürlerden, siyasetlerden adalet ve ahliiki tavırlar beklene­
mez . Türkiye bugün, ötekileştirici ırkçı, ideolojik, yıkıcı dilin neden
olduğu sorunları, acılan, yıkımları onarmaya çalışıyor. Etnik ulusal­
cı ideolojilerin, bağnazlıkların, aşırılıkların evrensel ahlaki ufukları,
değerleri , anlamlan, bilgelikleri yok saydığını hatırlamak gerekir.
Yaşadığımız zamana ilişkin çok hızlı ve çok yoğun dünyayı
doğru anlayabilmek için çok güçlü bir zaman bilinci geliştirmek
durumundayız.
Günümüzde , bütün yabancılaşma, yozlaşma ve başkalaşmalar
sıradan gerçekliğe dönüştü . Modem, sektiler, neoliberal hiçbir
akım , yapı hiçbir şekilde meşrulaştırma ihtiyacı duymaksızın sıra­
dan bir gerçeklik halinde ilerlemekte ve derinleşmektedir. Bu ko­
şullar içerisinde toplumlarımız mücadele etmek için hiçbir nedene
ihtiyaç duymuyor. Derin bir anlam çürümesi yaşandığı için sözünü
ettiğimiz gerçekliklerle ilgili hiçbir hesaplaşmaya yönelmiyoruz.
Medyatik güncelliklerin sınırlan içeri sine hapsolduğumuz için sor­
gulamalar yapmak yerine seyrediyoruz.

166
ONDÖRDÜNCÜ BÖLÜM
KANIKSANMIŞ BAGIMLILIKLARI AŞMAK

B atılı paradigmanın bir emperyalizm biçimine dönüştürülerek,

bütün insanlığa dayatılmasıyla birlikte; hayatlarımız, düşünce tarz­


larımız, dünya görüşlerimiz altüst oldu. Hayatın sınırlarını, beklen­
tilerini ve taleplerini maddi kaygılar ve mülahazaların belirleme­

siyle birlikte, ahlaki ikilemler, gerilimler ve çatışmalar yaşamaya


başladık. Üretim ve teknoloj iye dayalı, insani yanı olmayan meka­

nik, hesapçı bir uygarlık toplumsal bütün ilişkileri şeyleştirdi. Zi­


hinlerimizin sömürgeleştirilmesinden sonra, yabancı kavram ve ku­

rumlar hayatımıza, hayatımızı şekillendirmek üzere somut bir ger­


çek olarak girdi, hayatımıza somut olarak giren yabancı kavram ve

kurumlar, toplumlarımızı zihnen ve ruhen esir aldı.


Yabancı güçlerin, düşüncelerin, referans sistemlerinin iradesi,

arzusu doğrultusunda şekillenen bir hayat tarzıyla bir şekilde uzlaş­

tık, bütünleştik. Müslümanlar konformist geleneklere, yorum ve


yaklaşımlara dayanarak İslam ' ı modernlikle, kapitalizmle, seküle­

rizmle, neoliberalizmle bağdaştırıp uzlaştırdılar. Sözünü ettiğimiz


bu uzlaşma, bağdaştırma, hepimizin, bilinç kaynaklarından uzak­

laşması, bilinç kaynaklarına yabancılaşması suretiyle gerçekleşti .

Bu bağdaştırma ve uzlaşma sonrasında ortaya çıkan bütün yabancı­


laşmalara, bozulmalara ve çürümeye alıştığımız, alıştırıldığımız

için temel, vazgeçilemez ilkelerimizi unuttuk. Bugün yaşadığımız

1 69
ATASOY MÜFTÜOCLU

kavram sal yoksunluk ve kuraklıkla i l g i l i maalesef her hangi bir ra­


hatsızl ığımız yok . Varolma bil incinin yerinde teslim iyetç ilik var.
Varolmak ; üreterek, farkederek , merak ederek, soruml uluk üst­
lenerek , eylemde bulunarak , sorgulayarak , hareket ederek, müca­
dele ederek, tefekkür ederek, sorulmam ı ş sorular sorarak , bir dava
kaygısına sahip olarak başlar.
İnsani hayatın ticari leştirilip sömürgeleştiri lmesiyle insan , özne
olarak varolmak yerine, üreten, tüketen, kar eden, zevk alan, nesne­
lere dönüştürüldü. Kitlelerse günümüzde daha çok dekoratif unsur­
lar olarak yönlendiri l iyor. Modem, endüstriyel , sektiler zamanlar
boyunca insan bir şeki lde robotlaştırı ldı ve teknoloj inin denetimi
altına al ındı . Modem çalışma si stemi insanların özel, sosyal , kültü­
rel hayatlarını yok etti. İnsanlar bu s istem yoluyla standartl aştırıldı ,
araçsallaştırıldı , kolayca kontrol edileb i l ir, ölçülüp sayılab i l ir, araş­
tırma nesnesi haline getirileb i l ir bir kalıba sokuldu .
Maddi ihtirasların ve tutkuların belirlediği bir varoluş tarzı, İs-
13.mi varoluşumuza gölge düşürdü. B atı l ı paradigma tarafından
mutlaklaştırılan kavram ve kurumlar aracılığıyla sürdürülen kültü­
rel soykırım, bugün de bütün yoğunluğuyla sürdürülüyor. Kültürel
soykırım karşısında İs!ami cemaatler, entelektüel kadrolar, dönüş­
türücü, sarsıcı eleştiriler yapmıyor, tarihsel çözümlemeler üretemi­
yor. Bu yüzden, yav an, yalan, kirli, yapay , çelişkili hayatlar yaşıyo­
ruz, sahici hayatlar değil. Bu hayatlar gittikçe tek boyutlu, tek bi­
çimli, ah!aki derinlikten yoksun hayatlara dönüşüyor.
Her hangi bir sorunu çözümleyebilmek için her şeyden önce bu so­
runun toplumsal bağlamda farkında olmamız gerekir. Zihinsel sömür­
ge durumunda bulunduğumuzu farketmiş olsaydık, bugün her şeyden
önce bu durumla yüzleşecektik. Geleceğe yönelik yeni bir ufuk açma­
yı başaramadığımız için geçmişe iltica ediyoruz, geçmişi eleştirel ola­
rak yorumlayabilecek tarih bilincine sahip değiliz. Resmi, milliyetçi,
mezhepçi klişeleri tarih sanıyoruz. Sömürgeleştirilmiş bağımlı bir zi­
hinle bir mücadele yürütülemeyeceğini anlamak istemiyoruz.
Zihinsel bağımlılık içerisinde olduğumuz için kendi inşa ettiği­
miz, biçimlendirdiğimiz bir dünyada deği l , bize dayatılan bir dün-

1 70
AGIR H A S A R LI ALGI LAR

yada yaşıyoruz . Yaşadığımız dünyada, bölgemizde yaşanan olay­


larla i l g i l i kendi yorumları m ı z ı , düşüncelerimizi , değerlendirmele­
rimizi oluşturam ıyor, olaylara, gel i şmelere medya arac ı l ığıyla nü­
fuz etmeye çal ı ş ı yoruz . Zihinlerimiz l i beral , seküler bir dünyanın,
bir başka ve yabancı bir dünya görüşünün hizmetinde bulunuyor.
B ize ait olmayan, olması mümkün olmayan düşünce, davranış, yo­
rum biç imleriyle bütünleşiyoruz. Her yerde hayatın merkezinde çı­
kar politikaları ve terc ihleri yer alıyor. Her yerde s iyaset sayılara
indirgenmiştir. Fikirlerin değ i l , sayıların meşriliyeti söz konusudur.
Kitleler, sayılar statükolardan , kurulu düzenden memnun oldukları
için hiçbir deği şim gerçekleştiri lemiyor. Yaşadığımız toplumda da
diğer İsliim toplamlarında da İsliim, ihtiyaç duyulduğunda kul lanı­
lan yedek bir güç ha!ine getirilmiştir.
Yeni bir tarih yapabilmek için toplumlarımızın İslami bir irade
oluşturabilecek ölçüde bilinç üretmeleri gerekir. Nesneler ve sayılar
etkili bir güç oluşturamazlar, bilinç , içerik üretemezler. Etkili bir güç
nesnelerin özneye, sayıların bilince dönüşmeleriyle sağlanabilir.
Neyi umut edebileceğimizi görebilmek için ne yaptığımıza,
yaptıklarımızın ne anlama geldiğine bakmalıyız. Ölçüsüz ve temel­
siz umutlar, her zaman ölçüsüz hayal kırıklığı demektir. Küresel
kuralsızlık ve postmodem çağda Gulag ' lar, toplama kampları , Gu­
antanamo , B agram, Gazze , buralarda yaşanan yürek paralayıcı ha­
yatlar, hayatımızı ahliiki bir dikkatle yaşamamızı sağlamalıdır.
Tarihi yeniden harekete geçirebilmek, yeni bir yön vermek için
sorumluluk duygumuzu, bilinç ve direniş birikimimizi, muhalefet
fikrini hayata geçirebilmeliyiz. Zihinsel bağımlılık, düşünsel köle­
lik, edilgenlik, durgunluk, yüzeysellik içerisinde bulunan toplumlar
düşüncelerini yönetemezler, çoğaltamazlar. Dışarıdan belirlenmiş
yöntemlerle hiçbir hareket yürütülemez.
Hangi gerekçeyle olursa olsun, kendi çalışmalarımızı , başarıları­
mızı, cemaatimizin hizmetlerini, mezheplerimizi , etnik aidiyetimizi
ve hatta ülkemizi romantikleştirmemeliyiz. B öyle bir romantikleş­
me yaklaşımı, geleneği bizleri küresel gerçeklerden uzaklaştırabilir.
Her yorumun, her cemaatin, hareketin, mezhebin, etnik aidiyetin

1 71
ATASOY MÜFTÜOGLU

kendi tarzım, yöntemini mutlaklaştırdığı bir dünyada hiçbir dayanış­


ma, etkileşim ve barış gerçekleştirilemez. Ulusdevlet saplantıları di­
ni, kültürel çoğulculuğu, birlikte yaşama hassasiyetlerini yok eder.
İnsan Hakları bütün dünyada, toplumlar, halklar için aynı ölçüde
geçerli olduğunda Afganistanlılar, Iraklılar, Filistinliler, S uriyeliler,
Kürtler, Ermeniler, Rumlar vb. için geçerli olduğunda, herkes için
geçerli olduğunda ancak barıştan söz edilebilir. Zihinlerimizin geç­
mişe dair hamaset öykülerince esir alınmasına izin veremeyiz. Ar­
keoloj i nesnesi haline getirilmiş bir geçmiş anlayışım savunamayız.
Geçmişe dokunulmazlık kazandırdığımız için bıkıp usanmadan
geçmişi tekrar ediyor, bugünü ihmal ediyoruz. Geçmişin yeniden
inşası yerine, geçmişten yapılacak seçici katkılarla bugünü inşa et­
mek gerekir. B ugün Müslümanlar, entelektüel bir boşluk, yönsüz­
lük içerisinde olduğu için her konuda her şeyin cevabım B atıda arı­
yor, B atıyla özdeşleşmeye çalışıyor. Bu durumda mağduriyet söy­
leminin ciddi bir dayanağı olamaz. Türkiye örneğinde de görülebi­
leceği üzere; B atı ' ya maruz kalmak Türkiye ' nin kendi tercihidir.
Osmanlı İmparatorluğunun, İslami mirasın bilinçli bir seçimle red­
dedilmesiyle Türk kimliği de yabancılar tarafından oluşturulmuş,
eğitimin laikleştirilmesiyle birlikte toplumda etkisini halen sürdü­
ren nihai bir yabancılaşma yaşanmıştır. S özünü ettiğimiz laiklik
hiçbir yerde benzeri görülmeyen savaşçı bir laikliktir.
Yaşadığımız medya çağı, zihinsel çevrede çok büyük kirlenme­
lerin yaşanmasına neden oluyor. Müslümanlar kendileriyle ilgili
konular etrafında sürekli medya blokaj ı ile karşı karşıya bulunuyor,
bu blokajı aşma iradesi gösteremediğimiz için çarpıtılmış yorumla­
rı tüketiyoruz. Tarihsel olaylar, gelişmeler hakkında, bize dayatılan
çerçeveler üzerinde konuşuyoruz, özümsenmemiş bilgiler ve yo­
rumlar çok ciddi algı zaafları oluşturuyor. Televizyon görüntüleri,
reklamlar toplumların zihin dünyalarını sömürgeleştiriyor.
Günümüzde Avrupamerkezci bir ufkun sınırları içerisinde kala­
rak düşünmeye, konuşmaya özen gösteriyoruz . Avrupamerkezci ta­
nımları artık hiç yadırgamadan, bir rahatsızlık duymadan kullana­
biliyor, kabul edebiliyoruz. Bu tanımların neden olduğu yabancı-

1 72
AGIR HASARLI ALGILAR

laştırıcı etkileri tartışmıyoruz. İsiami umutların, ufukların yerini ar­


tık, her ülkede demokratik umutlar, ufuklar alıyor. Emperyal dünya
Ortadoğu ' yu kendi etki alanı içerisinde görüyor, bu nedenle de Or­
tadoğu ' yu kendi tarihsel ve kültürel yapılarından soyutlayarak ye­
niden yapılandırmaya çalışıyor.
İslfun dünyasında Müslümanlar, İslfuni düşünce hayatı, cemaat
hareketleri, cemaat liderleri; modem , sektiler, liberal sistemle tarih­
sel bir hesaplaşma yapmayı göze alamadı, bu konuda tarihsel çözüm­
lemeler, eleştiriler gerçekleştiremediler. Toplumlarımız, B atı mode­
lini taklitten ibaret, hiçbir özgünlüğü, derinliği ve ahlak.iliği olmayan
bir tarih içerisinde yaşıyor. B öyle bir tarihten siyasal bir özne çıkarı­
lamayacağını öğrenmeliyiz. B ize emperyal dünyanın ırkçı tasarısı
doğrultusunda dayatılan istikrarsızlıkların ardı arkası kesilmiyor.
Amerika ve Avrupa inkar edilemez bir gerileme içerisindeyken,
Avrupa kendisini evrensel tarihin merkezi saymaya devam edebili­
yor, B atılı değer sistemi ve hayat tarzı her yerde geçerliliğini koru­
yor. Bu durum B atıcılık çağının bir şekilde devam ettiğini gösteriyor.
İsiama ve Müslümanlara karşı sürdürülen ideoloj ik içsavaş bü­
tün yoğunluğuyla devam ederken, bizler bir türlü romantik yanılsa­
malardan kurtulamıyoruz. B ir türlü aşmayı başaramadığımız ro­
mantik yanılsamalarımız sebebiyle statükocu, konformist konum,
yaklaşım, yorum ve ilişkilerimizi baskıcı bir sürecin zorunlu aşa­
maları olarak görüyoruz.
B ütün bir dünyanın ticari bir şeyleştirmeye tabi tutulduğu bir
zamanda, kapitalizmin ve neoliberalizmin alternatifsiz olduğu iddi­
a ediliyor. Bu kibirli, küstah iddialar karşısında, İsiami bir modelin,
kültürün, medeniyetin, siyasetin mümkün olduğuna dair somut bir
çerçeve oluşturamıyoruz. Nostaljik, muhafazakar tarihsel bir mira­
sın, birikimin sınırları içerisine hapsedildiğimiz için tarihe giremi­
yor, tarihsel özne olmak için bir çaba harcamıyoruz. Tarihsel özne
olmayı başaramadığımız için soyut niceliklere indirgenmi ş pasifist
topluluklara dönüştürüldük. Maruz kaldığımız nihai yabancılaşma­
lar sebebiyle İsiamcılar kayıplara karıştılar. Her şeye, bütün koşul­
lara alıştığımız için ne muhalefete ne mücadeleye ne yenilenmeye

1 73
ATA S O Y MÜFTÜO G LU

ne yeni bir dünyanın inşası konusuna, özetle hiçbir şeye ihtiyaç


duymadan yaşayabil iyoruz . Hangi değerleri kaybetti ğimizin farkın­
da olmadığımız için kaybettiklerimizi yeniden kazanmak gibi bir
kaygımız yok . Geçici heyecan larla, kı smi, nisbl başarı larla mutlu
olabiliyoruz . Hayal i umutlar bizleri yeni bir varoluş tarzına geç­
mekten al ıkoyuyor.
Olaylar ve olgularla ilgileniyoruz, ancak , yap ısal tarihsel deği­
şim, dönüşüm hareketleriyle, değer sistemi ve hayat tarzı değişim­
leriyle, zihinsel parçal anmal arl a ilgi lenmiyoruz. Zihinlerimiz i leti­
şim si stemleri ve enformasyon ağl arı tarafı ndan yönlendirildiği için
dünya olayları n ı , emperyal dünyanın çıkarları doğrultus unda yo­
ruml uyoruz. Modern , postmodern tiran lıklar, uygarlık, insan hak­
ları , demokrasi gibi kavramlarla kendilerini maskeledikleri için bu
tiranlıkları sorgulamıyor; geleneksel , yerel tiranlar kend ilerini mas­
kelemeyi başaramadıkları için onlarla uğraş ıyoruz.
Tarih; bizlere hatırlamayı , farketmey i , tan ıklık yapmayı öğret­
meli . Herkes için yazılan tarihe, herkes için yazan tarihçiye dikkat
kesilmeliyiz. Ulusdevletçi zihniyet kitleleri milli leştirdiği için kan
ve toprak mitini, mezhep bağnazlıklarını aşmak kolay olmuyor.
Topluml arın millileştirilmesi, bir şekilde şeyleştirilmes iyle sonuç­
landı . Tek boyuta, tek yoruma kapatılan toplumlar bu yoll a bilinç­
sizleştiri l d i . S özünü ettiğimiz şeyleştirme toplumların üretme, sor­
gulama, muhalefet etme yeteneklerini yok etti . B ugün de bu şeyleş­
tirme , hamaset söylemiyle sürdürülüyor.
Osman l ı İmparatorluğu döneminde, mezhepçi pol itik refleksler,
sapl antılar, bağnazlıklar sebebiyle Osmanlılar, Arap dünyası top­
lumlarını S afavi Ş i i ' l iğine karşı himaye altına almışlard ı . Bu bağ­
nazlık bugün de canlılığını koruyor. B u , defa Türkiye, hem İran ' ı ,
hem d e Ş i i hareketleri , unsurları yalnızlaştırmak üzere oluşturulan
küresel koalisyonun bir parçası gibi hareket ediyor.
Küresel çağda, toprak merkezli olmayan yeni bir egemenlik biçi­
mi ortaya çıktığı hfüde, zamanın dinamiklerini anlamakta zorlanıyor,
millileştirilen kitleleri marşlar, bayraklar, simgeler popülizmiyle hare­
kete geçirmeye çalışıyoruz. Efsanevi bir geçmiş kurgusuyla geleneği

1 74
AGIR HASARLI ALGI LAR

dokunulmaz kılan bir tasavvurla, biyopolitika ve biyoiktidar uygula­


malarından ibaret modernl ikler karşısında tutunamıyoruz. Sömürgeci
B atı , Batı dışı dünyayı hfüa bir gan imet kaynağı görmeye devam edi­
yor. Batı , ürettiği Doğu karşıtı kurallarla, dünyaya vaziyet etmeye ça­
lışıyor. Sömürgeci , Oryantal ist düşünce , toplumlarımıza özgü az ge­
lişmişliği, yapısal bir özel lik, topl uluklarımızın karakteristik bir özel­
liği gibi sunmaya devam ediyor. Sömürgeci düşünce nezdinde her ko­
nuda, hep öteki muamelesi gören toplumlarımız, bu aşağılayıcı tavra
rağmen, Batı 'nın himayesine, ilgisine ihtiyaç duyabiliyor.
B atılı kurumların, topyekün toplumları mıza aktarı lmasıyla bir­
l ikte , İslfiml inşa tasavv urundan vazgeçm iş olduk. Özell ikle Batı lı
eğitim si stem inin kabulü, İslfim ın bu eğitim si stem inin mantığı içe­
ri sinde öğretilmes i , anlaş ılması sonrasında toplumsal , siyasal iddi ­
alarından vazgeçerek yalnızca bir maneviyatç ılığa dönüştürüldü.
Bir özgürleşme , bağımsızlaşma, yeniden radikal inşa tasavv urunun
adı olan İs lamc ı l ı k ; temel tevhidi ilkelere , ölçülere , yasalara, sınır­
lara, nasslara, akla asla saygı duymayan, İbahiliğin, İşraki liğin, B a­
tını liğin, Kalenderiliğin postmodern vers iyonları olarak faal iyet ha­
linde bul unan hoşgörülü cemaatler, İs lamı neoliberal etki ler altında
yorumlayan siyasal iktidarlar tarafından bütünüyle etkisizleştiril­
miş ve olumsuz bir yoruma hapsedilmiştir.
Ulusdevletçi zihniyet maalesef Müslümanları da milliyetçi leşti­
riyor. B u milliyetçileşme ahlfiki' ve düşünsel dikkatsizliklere , ölçü­
süzlüklere, bayağılıklara neden oluyor. B u nedenle, evrensel ölçek­
te yankı sı olabilecek ufuklar, yaklaşımlar, düşünceler, tartışmalar,
sorgulamalar üretemiyoruz. Sömürgec i , oryantalist propaganda,
toplumsal , siyasal , ekonomik istikrars ızlıklara neden olduğu gibi
zihinsel , düşünsel istikrarsızlıklara da neden olabiliyor.
İslfimi' umutları ateşl emek, İslfiml özlemleri somutlaştırmak için
her şeyden önce her tür konformizmi temelden sarsmak gerekir.
Kurtuluş kehanetlerine dayalı umutlara, kehanet öykülerine iti­
bar edilemez.
Duygusal bir sömürüye dayalı İslfimi' söylem olamaz.

1 75
ATASOY MÜFT Ü OGLU

Kronik ahlfild hastalıklarla malı11 , emperyal sistemle her türlü


işbirliğine açık unsurlarla, yapılarla İslami mücadele yürütülemez.
İslam dünyasında, İslami cemaatler, düşünce hareketleri, parti­
ler, sektiler, kapitalist, neoliberal , demokratik ufku, içeriği ne yazık
ki aşılamaz bir ufuk ve içerik gibi görüyor.
İslami kesimlerin, Avrupamerkezci kavram ve kurumlara, Av­
rupa modeline mahkum olmadığımızı anlayamaması çok düşündü­
rücü ve umutsuz bir durumun adıdır. Bu durum, tarihsel bir yenil­
giye, düşüş ve çöküşe işaret eder. B u bağlamda, içerisinde bulun­
duğumuz dönemde, Ortadoğu ' da yaşanan, devrim olarak tanımla­
nan ayaklanmaların kuşatıcı bir İslami gelecek tasavvuru , modeli
içermediğini de hatırlatmak gerekir. Devrimler, yeni bir düşünce,
yeni bir toplum, yeni bir ekonomik, politik model oluşturmak üze­
re başlar. Bugün ne Mısır ' da ne Tunus ' ta ne de Suriye ' de İslami
anlamda kültürel, siyasal , ekonomik temelde bir gelecek tasavvuru­
nu şekillendirebilecek, birikime, iradeye, ufka sahip Ümmetçi kad­
rolar yoktur. Farkına varmadığımız, yok saydığımız yapısal sorun­
larımızla ilgili radikal bir hesaplaşma yapabilmeliyiz .
Hakikat adına gerektiğinde tek başımıza mücadele etmekten ka­
çınmamalıyız.
B ütün iktidar yapıları karşısında eleştirel bir mesafe içerisinde
bulunabilmeliyiz.
Yerel koşullara dayalı ufukları aşarak küresel bir görüş ufku
oluşturmalı, dünyayı bir bütünlük içerisinde anlamaya çalışmalı,
genel geçer bilgilere iltifat etmemeliyiz. Modemitenin oluşturduğu
küresel kültürel egemenlik karşısında tutunabilecek, insanlık dün­
yasını etkileyebilecek derinlikli bir dil inşa edebilmeliyiz.
Modem, sektiler, neoliberal sistemi, ufuktaki tek gelecek olarak
görmek kadar büyük bir yanılsama olamaz. Bu kötürümleştirici ya­
nılsamayı aşabilmek için bir farkındalık oluşturmak, tartışma baş­
latmak gerekir. Kendi bağımsız kararlarımız, tercihlerimiz, fikirle­
rimiz doğrultusunda mı yaşıyoruz, yoksa bir sürü gibi güdülerek mi
yaşıyoruz, sorusuna içsel bir tutarlılık, ahlaki bir tutarlılık içerisin­
de cevap verebilmeliyiz. İslami bir dünyaya katılmak, cemaate ka-

1 76
AGIR HASARLI ALGILAR

tılmak, harekete katılmak demek duygusal bir otomata dönüşmek


değildir. Duygusallığın hakim olduğu bir dünyada hiç kimse dü­
şünmek gibi bir zahmete katlanmaz.
Modem, seküler, maddiyatçı, mekanist, rasyonalist dünya görü­
şü, dünyayı manipüle edilebilir, sömürgeleştirilebilir, yağmalanabi­
lir, talan edilebilir ruhsuz bir nesne gibi düşünür. Bu durum, modem
tarihte insanlığın ve dünyanın çok derin bir yozlaşma, bayağılaşma,
yabancılaşma ve parçalanma içerisine girdiğini gösterir. Modem, se­
küler aydınlanmacı akıl; dini alanı, etkiyi, ilgiyi, inancı değersizleş­
tirerek dünyanın dışına sürgün edince, bütün dünya her türlü kötülü­
ğe açık hale geldi. İslam dünyasında kendisini yenileyemeyen zihin­
sel, düşünsel, kültürel dünyanın yaşlanması, üretkenliğini ve iradesi­
ni yitirmesiyle birlikte toplumlarımız, içeriği ne olursa olsun, modem
dünyanın ürettiği genç kültürün etki alanına girdi. Üretkenliğini yitir­
miş yaşlı kültürleri taklit etmeye devam eden kuşaklar hiçbir şekilde
özgün fıkirler, yorumlar, çözümlemeler üretemediler.
Bu nedenle de toplumun temelden dönüşümü için hiçbir biçim­
de uzun soluklu bir yürüyüş başlatılamadı. B u konuda bütünlüklü
bağımsız bir siyasal felsefe ve mücadele oluşturulamadı.
Küreselleşme çağında Müslümanlar yeni bir gerçeklikle sınanı­
yor. Küreselleşme, B atı dışı kültürleri yok eden, kültürel birörnek­
leşmeyi bütün toplumlara bir şekilde dayatıyor, B atı dışı bütün kül­
türleri ötekileştiriyor. Öteki olmak, her durumda, her yerde edilgen
olmaktır. Konuşma, düşünme, yorumlama özürlü olmaktır. Kendi
kendilerine yeterli olmayı başaramayan kültürler, siyasetler, eko­
nomiler, küresel kültüre, ekonomiye, siyasete entegrasyonu seçi­
yor. B u gelişmeler karşısında, Müslümanlar tutarlı yüzleşmeler, he­
saplaşmalar gerçekleştiremiyor.
Her konuda, maalesef, belirlenmiş ve manipüle edilebilir bir ko­
numda bulunuyoruz.
Reelpolitik stratej iler, siyasal ihtiyaçlar, ittifaklar çok acımasız,
çok ahlaksız hesaplar yapılmasına, ilişkiler kurulmasına neden ola­
biliyor. Emperyal, küresel sistemin çizdiği sınırlar dışında konuş­
mak, yazmak, yorumlamak, siyaset üretmek büyük cesaret istiyor.

1 77
ATASOY M Ü FTÜOGLU

Hepimiz bir şekilde tüketim kapital izminin bir parçası hiiline geli­
yoruz. İnsanlar kendilerini markaların yardımıyla ifade ediyor. B ü­
tünüyle imaj l ar dünyasında yaşıyoruz. İslami kesimler de gösteriş­
çi tüketim sistemi içerisinde yerlerini almıştır. İslami kesimlerle tü­
ketim kapitalizmi arasında hiçbir gerilimin olmaması, kültürel bir
çatışma yaşanmaması çok düşündürücüdür.
Müslümanlar çok karmaşık yanılsamalar içerisindedir.
Kanıksanmış bağımlılıklar yaşıyoruz.
Zaman zaman prangalarımızı yenilemekten başka bir şey yaptı­
ğımızı iddia edemeyiz.
Hangi konuya ilişkin olursa olsun, muvafakat da muhalefet de
sistemin çıkarları doğrultusunda, medya propagandası yoluyla üre­
tilebiliyor.
Manevi kontrol, manevi , duygusal manipülasyon yoluyla, yani
dini hizmetler aracılığıyla kitle psikolojisi yönetilip hoşgörü üreti­
lebiliyor, uyum sağlanabiliyor, Kitlesel uyumluluk sağlanınca, kit­
lelerin duygularını , düşüncelerini, algılarını sorgulamakta zorlanı­
yoruz . Her tür sorgulama risk almayı gerektiriyor. S ürüler halinde
düşünmeye ikna edildiğimiz için eleştirel düşünceye, tavra, tarza,
duruşa ihtiyaç duymuyoruz. Günümüzde İslami hizmetler de büyük
ölçüde ticarileşiyor. Hizmetler, duyguların manipülasyonu, kurma­
ca, düzmece öyküler, menklbeler yoluyla sürdürülüyor. Tüketim
alışkanlıklarımız nasıl reklam ve propaganda aracılığıyla yönetili­
yorsa, cemaat tercihlerimiz de duygusal propaganda yöntemleri ta­
rafından belirleniyor. Propaganda, kitleleri duygusal otomatlara
dönüştürüyor. Eleştirel irdelemeler yapmadığımız için yapay ola­
rak şişirilen propaganda yalanlarına inanıyoruz. Propaganda, insan­
ları kendi köleliğinden hoşnut hale getiriyor. Herkes gibi düşünme­
yenleri terörize eden bir geleneğimiz var. B ir bilinç devrimi ger­
çekleştirmek istiyorsak, bu geleneğin aşındırılması gerekir.
Zihinsel bağımsızlık olmadan yeni bir kültür, genç ve üretken
bir kültür inşa edemeyiz.
Zihinsel özgürleşme, İslami bütünün, otoritenin, seküler otorite
karşısında bağımsızlığını kazanmasıyla başlayabilir. Seküler sınır-

1 78
A G I R HASARLI ALGILAR

lar içerisine hapsedilen, İslami bir inşadan, ilgi ve çabadan söz edi­
lemez. Dini, antik bir kurum, antik bir ilgi ve kültür gibi gören , özel
inanca indirgeyen, tepeden inme şiddetl i sekülerleşmeye karşı , ila­
hi vahyin, aklın, bilincin, ruhun, kalbin bütünlüğünü sağlayabile­
cek yeni bir dili , ufku ve varoluşu hayata, tarihe kazandırabiliriz.
Konformist, sağcı, geleneçi bir din algısı, sektiler otoriteye karşı
hiçbir şey yapamaz. İtaat ve uyumluluğu kutsallaştıran , konformist
bir gelenek, yeni bir fikir, muhalefet ve mücadele üretemez.
Eleştirel gücü olan bir dil ve söylem oluşturabilmeliyiz. Ancak,
bağımsız hareket etmeyi başarabildiğimiz takdirde, her şeyi bütün
açıklığıyla konuşabiliriz. Ne tür bir bağımlılık olursa olsun, her tür
bağımlılık, yanlış giden şeyler hakkında sesimizi yükseltmemize en­
gel oluyor. Anaakım medya, sansasyonel ayrıntıları, basit sıradan öy­
küleri, tek yanlı yorum ve çarpıtmaları, yoğun olarak gündemde tu­
tarken, Türkiye ' nin bölgesinde cereyan eden gelişmelerle ilgili eleş­
tirel yayınlar yapamıyor. Suriye ' nin icat edilmiş muhalif unsurlar
aracılığıyla, İsrail için tehdit olmaktan çıkarılması, Amerika-İsrail çı­
karlarına göre yeniden şekillendi'.ilmesi, İran ' ın her alanda etkisiz
hale getirilmesi, yalnızlığa mahkum edilmesi, Irak ' ın işlevsiz kılın­
ması, Filistinlilerin kendi sınırlarını kontrol edemeyecek, kendi ken­
disini savunma iradesini geliştiremeyecek bir noktaya kilitlenmesi,
Filistinlilerin saygı ve tanınma sorunlarının derinleşmesi, emperyal,
faşist silahlı güçler tarafından İslami onurun hayasızca çiğnenmesi
gibi konular etrafında kapsamlı, sorgulayıcı sorular sormuyoruz.
Ahlaki temelleri olmayan pragmatik politikalardan romantizm­
ler üretmeye çalışıyoruz .
Dünyanın bütünüyle finansallaştırıldığı , elektronikleştiği b i r za­
manda, özgürlükler, yalnızca finansal özgürlükten ibarettir. Emper­
yal , küresel sistemin , şu veya bu ülkeye demokrasi götürüyoruz
şeklindeki iddiasını, ilgili ülkeye emperyalizm, sömürü ve yıkım
götürüyoruz şeklinde anlamak ve yorumlamak gerekir. Teknolojik
akılcılık, bilimsel, teknik uzmanlaşmayı mutlaklaştıran teknokrasi ,
teknolojik önyargılar, insanlığa mekanik kitle katliamları çağını ya­
şattığı gibi insani varoluşun ve değerler dünyasının parçalanması-

1 79
ATASO Y MÜFTÜOGLU

nı, yıkılışını da yaşattı. Sektiler zamanlar ve sektiler iktidar, İslamın


hayata, tarihe, siyasete dönüşü fikrini düşünülmesi imkansız bir ko­
nu haline getirdi. Sektiler iktidarın bu korkunç meydan okuması ve
tahakkümünü aşarak bu konuda İslami cevaplar üretecek somut bir
model ve çözümlemeler ortaya konuluncaya kadar yeni bir başlan­
gıç yapılamaz.

1 80
ONBEŞİNCİ BÖLÜM
TRAVMATİK BİR TARİH VE TRAJİK
KARŞITLIKLAR

B atılı dünya, hayat, tarih, siyaset, ekonomi görüşü, B atılı olma­


yan toplumlara sistematik bir baskı unsuru olarak büyük bir perva­
sızlık ve küstahlıkla dayatılı yor. Bugün hayatın her alanında 19.
yüzyıl pozitivizminin yönlendirici etkileri var. Bu pozitivizm, her
durumda bütün bir varoluşu akılcı ölçütlere dayalı fiziksel ve top­
lumsal gerçekliklerle sınırlandırıyor. Hayata tarihselci açıdan ba­
kan sektiler insan, zamanı aşan ilahi değerlere, ilkelere inanmıyor.
Tarihselci dünya görüşü nezdinde hiçbir şey, hiçbir ahlil.k ve değer
sistemi kalıcı değil . Modem sektiler zaman kavramı, zamanı aşan
inançları değersizleştiriyor. Genç kuşaklar, bugünleri kendilerine
borçlu olduklarını düşünüyor. Modem sektiler insan yeniyi, daha
yeniyi bulacağım derken, yoğun bir nihilizme sürükleniyor. İnsan­
lığın bugün içerisinde bulunduğu anlam, değer bunalımları , düşün­
sel anarşi , tarihselci yorumlardan kaynaklanıyor.
Müslümanlar, tarih bilincine ihtiyaç duymadığı için nostaljik ef­
sanelere başvuruyor. Küresel, çokuluslu, merkezi olmayan yeni bir
kültür karşısında ne yapabileceğimizi düşünmüyoruz. Geleneksel
yapılar, yenilikler karşısında aşınıyor, özelliğini yitiriyor. Kültürel
alışveriş yapmıyoruz. Kültür üretmediğimiz için yalnızca kültür
alıyoruz, kimseye kültürel anlamda verebileceğimiz bir şeyimiz
yok. Kültür üretmediğimiz, kültürel yoğunlaşmalara, zenginliklere

1 83
ATASOY MÜFTÜOGLU

önem vermediğimiz için kültürel gücümüz yok. Kültürel güç hali­


ne gelebilmek için ne yapmalıyız, neler yapabiliriz sorusunu bile
sormuyoruz. Güçlü kültürel etkilere maruz kalıyoruz. Kültürlerin
gücü, sayıların gücünü hiç mi hiç umursamıyor.
Sıradanlık ve alışkanlıklar, insanımızı düşünsel sorumluluklardan
uzaklaştırıyor, toplumu etkisiz hale getiriyor. Alışkanlıklara göre ya­
şamak, farkında olmadan yaşamaktır. Sorumlu ve bilinçli hayatlar
yaşasaydık, radikal belirsizliklere mahkum olmayacaktık. Sorumlu
ve bilinçli hayatlar yaşasaydık, İslami cemaat çevrelerinin günde­
minden eksik olmayan megalomanik ve patolojik fantezileri sorgula­
yacaktık. Sorumlu ve bilinçli hayatlar yaşasaydık olgularla kurguları
birbirinden ayırt edebilecek, narsizmlerle, hayallerle gerçekler ara­
sındaki sınırlan farkedecektik. Sorumlu ve bilinçli hayatlar yaşasay­
dık geçmişin dehşet verici karanlık travmalarını, yani mezhep savaş­
larını, rekabetlerini, çatışmalarını yaşamayacaktık. Sorumlu ve bi­
linçli hayatlar yaşasaydık Suudi Arabistan ' ın, Türkiye ' nin, İran ' ın
mezhep merkezli dış politika tercihlerini çok yüksek bir sesle takbih
edebilecek, reddedebilecek ahlaki bir liyakate sahip olacaktık.
Her tür fanatizm ve imal edilmiş karşıtlık, tefekkür, muhakeme
yeteneğimizi yok eder.
Her tür fanatizm, yeni, farklı yorumları reddeder, bizi üzerinde
hiç çalışılmamış, ezberlenmiş klişelere mahkum eder.
S omut, yaşanılabilir bir gerçekliğe dönüştüremediğimiz inanç­
larımız, fikirlerimiz üzerinde konuşup tartışmamız gerekirken ; bağ­
nazlıkların, fanatizmlerin, holiganlıkların peşinde sürükleniyoruz.
Müslümanların ulusal anlamda değil, kozmopolitan anlamda bir
tarihi ve medeniyeti v ar. Ulusalcı tarih ve kültür, ırkçı bir icattır.
Ortadoğu ülkelerinde son ikiyüz yıldır siyaset kimi zaman askeri,
kimi zaman ekonomik yöntemlerle kimi zaman da kültürel sömür­
gecilik yoluyla B atılılar tarafından yönetiliyor. İkinci Dünya sava­
şından sonra emperyalist çıkarlar doğrultusunda kurulan elli beş
kadar ülke arasında hiçbir zaman gerçek anlamda bir dayanışma
sağlanamamıştır. Ortadoğu bölgesi Fransa' nın (1798) Mısır ' ı işga­
liyle birlikte gerçek anlamda sömürgeleştirilmiştir.

1 84
AGIR HASARLI ALGILAR

S ömürgeci kültür, Ortadoğu ülkeleri, toplumları ve kültürleriyle


ilgili her durumda ahlaki olmayan bir dil ve retorik kullanıyor. Mo­
dem tarih araçsallaştırılmış ideoloj ik bir tarih olduğu için tarihte
gerçekte neler olduğu konusunda bütünlüklü yorumlara sahip deği­
liz. Mısır, 1 79 8 ' den bugüne modemiteye, çağdaşlığa açılmakla İsla­
ma açılmak arasında devam eden bir çatışma, gerilim yaşıyor. Bü­
tün hayatları kişisel dindarlıkla sınırlı Müslümanların bağımsızlık
gibi bir sorunları yok. Ancak, kuralları sömürgeciler tarafından be­
l irlenmiş bir dünyada aşağılanarak yaşamak istemeyen İslami hare­
ketler, Müslüman Kardeşler örneğinde görülebileceği üzere, militer,
faşist diktatörlüğe karşı, B atıcı çözümlere karşı direnişi seçiyor.
Günümüzde İslam toplumları trajik karşıtlıklarla altüst oluyor.
İslami bünye, içeriden hizipler, mezhepler, farklı yorumlar,
farklı çıkarlar çatışması, dışarıdansa uygarlıklar çatışması yoluyla
sürekli zayıflatılıyor. B ugünün dünyasında, liberal demokrasiler
kurtarıcı bir mit olarak pazarlanıyor. S ömürgeci dayatma devam et­
tiği için bütün bir dünyaya tek bir model ihraç ediliyor. B atılı kül­
türleri , siyaset biçimlerini üstün olarak gören, B atılı olmayan kül­
tür ve siyaset biçimlerini nevrotik olarak tanımlayan A vrupamer­
kezci ırkçılık gereği gibi sorgulanamıyor. B atı dünyası kendi içeri­
sinde pek çok parçaya bölünmüşken, İslam ve Müslümanlar, İsla­
mi gelişmeler söz konusu olduğunda tek bir bütün gibi hareket ede­
biliyor. Sektiler dünya İslami tercihleri bilinçdışı tercihler olarak
görüyor, dindarları güdülenmiş bireyler olarak karikatürize ediyor.
B encillikler, ırkçılıklar, benmerkezcilikler, mezhepçilikler, nar­
sisizmler yüzünden aklın, bilincin, vicdanın sınırları daralıyor.
B encilliklerle sınırlandırılan aklın özgür olamayacağını unutuyo­
ruz. Akıl, evrensel ufuklar içerisinde özgür olabilir. Ulusdevlet ak­
lı da hiçbir şekilde evrensel akla, vicdana, ahlaka itibar etmez.
Müslüman aklı, vicdanı, bilinci ulusdevlet aklına tabi olmak zo­
runda değildir. Ulusdevletlerin her zaman tasarlanmış bilinçli yan­
lışları olur; ulusdevletler, çıkarları gereği yanıltıcı içerikler de üre­
tirler. Ulusdevletlerin vicdan ve merhamet sahibi olmaları beklene-

1 85
ATASOY MÜFTÜOGLU

mez. Müslümanlar, her yerde, her zaman vicdan ve merhamet sahi­


bi olmak zorundadır.
Dijital kontrol çağında, hepimiz bir biçimde kontrol ediliyor ve
yönlendiriliyoruz. Özel, yerel, mezhepçi akıllara sahip olduğumuz için
kamusal, evrensel akla yabancıyız. İnsani müdahale yalanı gibi politik
sloganlar tarafından baskılanabiliyoruz. Irak 'ta, Afganistan 'da, Ye­
men ' de, Somali ' de, Vietnam ' da, Kamboçya' da her tür kimyasal silahı
fütursuzca kullanan emperyalistler, Suriye 'de kullanılan kimyasal si­
lahlarla ilgili olarak dünya ölçeğinde kamuoyu oluşturmaya çalışıyor.
İnsanlığın ahlaki, insani sorunlara ilgisizliği, kayıtsızlığı moder­
niteyle başladı. Modemiteyle birlikte anlam içeren varoluşlar, ahla­
ki, manevi varoluşlar akıldışılık olarak görüldü . Sektiler bir bilgi
kategorisiyken, sekülerizm bütün dünyaya siyasal bir ideoloj i ola­
rak, şiddet yoluyla dayatıldı. İslami sorumluluklarımızı bir bütün­
lük içerisinde gerçekleştirme yeteneğimizi kaybettiğimiz için sekti­
ler sisteme eklemlenerek bağımlılığı seçtik. Sekülerizm, küresel
geçerlilik iddiasıyla bütün toplumları dönüştürürken, Müslümanla­
ra hitap eden geleneksel yapılar, bizden pasif ve itaatkar olmamızı
talep etti . Pasif ve itaatkar bir kültürün toplumlarımızı hiçbir şekil­
de dönüştüremeyeceğini düşünmedik.
Hangi alanda olursa olsun pasif ve itaatkar bir kültür iklimi içe­
risinde yetiştirildiğimiz için soyut propaganda bilgileri doğrultu­
sunda konumlarımızı seçiyor, dünya olaylan ve Ortadoğu ' daki ge­
lişmelerle ilgili olgusal temeller ve somut veriler olmaksızın ucuz
değerlendirmeler, yorumlar yapabiliyoruz. Her tür değerden ba­
ğımsız bir reelpolitik tarafından yönlendiriliyoruz .
Travmatik bir tarihsel dönemde yaşıyoruz .
S özün, anlamın, niteliğin, erdemin, bilgi ve bilgeliğin, adalet ve
hakkaniyet duygularının tükenişi, karşıtlıkları, çatışmaları , şiddeti
kışkırtıyor, kolaylaştırıyor, normalleştiriyor. Şiddetin, karşıtlığın
norm alleşmesi umutlarımızı imkansız kılıyor, özell ikle İslam top­
lumlarında halen sürdürülen mezhep karşıtlıklarına dayalı çatışma­
lar, şu ya da bu mezhep adına gerçekleştirilen profesyonel katliam­
lar, zihinlerimizi, kalbimizi ve kanımızı donduruyor.

186
AGIR HASARLI ALG I LAR

Hangi mezhep adına olursa olsun, mezhep savaşları büyük bir


utançtır. Politik dilin, söylemin ilkesizliği sebebiyle mezhep mer­
kezli politik tercihler çok büyük bir ahlaki çürümeye neden oluyor.
Mezhep merkezli politik tercihler ve ilkesizlikler sebebiyle belir­
sizliklerle dolu, karmaşık bir döneme doğru sürükleniyoruz.
Bu konu etrafında Müslümanlar, resmi mantığın ve dilin dışına
çıkmayı başaramadıkları için keskin eleştirel tavırlar alamıyor,
uçucu spekülasyonlara ve varsayımlara başvuruyor.
Her ülkede kamuoyu kendisine dayatılan pragmatik politik çer­
çevelerle biçimlendiriliyor. İnsanlar propaganda, medya uyuşturu­
cuları yoluyla sahte kimliklere sahip oluyor. Propaganda insanların
sorgulama ve düşünme yeteneklerini yok ediyor. Propaganda her­
kesi aynılaştırıyor, birömekleştiriyor. Bu suretle herkes özgünlük­
lerini ve özgürlüklerini kaybediyor
Neoliberal emperyalizm çağında bütün gerçeklikler icat edilmiş
gerçeklere dönüşüyor. Neye, ne kadar, nasıl inanmamız gerektiğini
bize dikte eden dışımızda bir irade var. B izler bu iradeye boyun
eğiyor, icat edilmiş, emperyal çıkarlar doğrultusunda imal edilmiş
gerçeklerle yönlendiriliyoruz.
Televizyonlarda görüp gazetelerde okuduklarımız büyük ölçüde
ideolojik kurgular ve manipülasyonlardır.
Çoğu kez, icat edilmiş gerçeklere inanıyoruz. Aynı şey İslami
çevrelerde de yaşanıyor. Propagandanın aynılaştırdığı Müslüman­
lar kendiliklerinden düşünemiyor, yorum yapamıyor, hareket ede­
miyor. Nitelik kayıplarının yaşandığı her yerde çok ciddi yozlaş­
malarla karşılaşıyoruz.
Cemaat l iderinin kurguladığı imgelerle oluşturulan profesyonel
hizmet söylemi, oportünist söylem, cemaat tabanı düşüncesizleşti­
rildiği için heyecanla ve hararetle onaylanıyor. Dini hayatımızın,
inanç dünyamızın otoriter seküler yapılar tarafından yönetildiği bir
dünyada, bu durum hiçbirimizi rahatsız etmiyor, cemaatin icat etti­
ği paketlenmiş menkfbeler aracılığıyla herkes rahatlatılıyor. Tevhi­
di temel ilkeler doğrultusunda dönüştürücü bir değişime cesaret
edemiyoruz. Laikliğin dokunulmaz kılındığı bir dünyada, bu duru-

187
ATASOY MÜFTÜOGLU

mu nasıl aşabileceğimizi konuşmak yerine, İslam medeniyeti söy­


lemi etrafında sürekli spekülasyonlar yapıyoruz.
Ulusdevlet yapılarının, laikliklerin, Aydınlanma ideoloj i s i kav­
ram ve kurumlarının, İslamın otoritesini, statüsünü sarstığı, İslamın
referans kaynağı olmaktan çıkarıldığı bir dünyada, İslami konumu­
muzu, meşruiyetimizi yeniden konuşabilmeliyiz.
Hangi bağlamda olursa olsun, küreselleşmeye dahil olmak, em­
peryalizmle özdeşleşmektir.
İslami mücadele için nihai anlamda risk almayı göze alamayan­
lar egemen zihniyete boyun eğiyor. Her konuda gri , renksiz, coşku­
suz bir dil kullanıyoruz. Kendi inançlarının ve tercihlerinin sorum­
luluğunu üstlenemeyenler, koşullara ve süreçlere boyun eğiyor, ko­
şullara ve süreçlere göre kurmaca bir dil üretiyor. Her durumda
kendisini haklı çıkarmaya, kendisini icat edilmiş, uydurulmuş men­
kibelerle kutsallaştırmaya çalışan hizmet dili sorunlu bir dildir.
Kendilerini eleştiriden muaf sayanlar, yalnızca kendilerini kandıra­
bilirler. Koşullarla, süreçlerle birlikte olmak, düşüncesizlikle, kişi­
liksizlikle ilgili bir konudur. Koşulları ve süreci meşrulaştırdıktan
sonra, her tür otoriteyi meşrulaştırdıktan sonra, her tür işbirlikçilik,
uyumculuk ve kölelik olağan hale gelir.
Aydınlanma çağı ideolojisi, toplumları , halkları seçkin sınıfla­
rın yönetmesi, biçimlendirmesi gerektiğini iddia eder, aklı bir ta­
pınma nesnesi haline getirir, her tür bilgelik fikrini inkar eder. Bü­
tün mut/akları reddeden Aydınlanma diktatörlüğü, bu defa Aydın­
lanma aklını mutlaklaştırır. İslamın ve Müslümanların, toplumları,
siyaseti yönetebileceği düşüncesi sektiler seçkinleri ve onların ye­
rel mümessillerini çılgına çevirir. Mısır ' da gerçekleştirilen 3 Tem­
muz 20 1 3 askeri darbesi, darbeyle birlikte gerçekleştirilen Müslü­
manlara yönelik katliamlar, modem-sektiler tarihin alışık olduğu­
muz zalimliklerine, sapkınlıklarına bir yenisini daha eklemiştir.
B ilgelik, sınırlarımızın ve sorumluluklarımızın farkında olmak­
la, aklımızın da sınırları olduğunu kabul etmekle başlar. Aydınlan­
macı önyargılar, dayatmalar, aşırılıklar, çılgınlıklar, hezeyanlar,
her durumda çok büyük ahlaki körlüklere yol açar. Modem-sektiler

1 88
AGIR HASARLI ALGILAR

tarihin, ideoloj inin tek seçenek halinde toplumlarımıza dayatılma­


sı, yabancı güdümlü düşünme ve yönetme saplantıları karşısında
toplumlarımızın her şeyi yeniden düşünmelerini zorunlu kılar.
Yabancı güdümlü düşünme ve eylem biçimleri günümüz Türkiye­
sinde kendi toplumsal değerlerimize ihanet pahasına gerçekleştirili­
yor. Neoliberal, Nihilist protestolar, sınırsız bir sorumsuzluk içerisin­
de sergilenirken, bu sorumsuzlukları sektiler bir sorumluluk olarak
yorumlanabiliyor. Yaşadıklarımız, gördüklerimiz politik bir bunalım­
dan daha çok ahlfilcl bir bunalımla karşı karşıya bulunduğumuzu gös­
terir. Kültürel ve ahlfilcl boşluğun neden olduğu yıkıcı kabalıklar, dep­
resif nefret itkileri, şiddet içeren formlar dışında özgün hiçbir içeriğe
sahip olmayan eylem biçimleri hiçbir gerekçeyle onaylanamaz.
Kendi inançlarımıza, düşüncelerimize, değerlerimize, dünya görü­
şümüze uygun toplumlar inşa etmek, hayatlar yaşamak, siyasal tercih­
lerde bulunmak konusunda özgür değiliz. Hayatımızın bütün boyutla­
rını işgal ve tehdit eden, baskılayan, bizi inançlarımız ve düşünceleri­
mizle çelişecek, çatışacak şekilde davranmaya zorlayan ideolojik put­
lar, dil ve söylem yoluyla kuşatılmış durumdayız. Toplumlarımız, Ba­
tılı seçkinlerin ve onların ideolojik, politik önyargılarının oyuncağı
haline geldi . Oyuncak haline getirildiğimiz için insanlıkdışı politik,
ekonomik, askeri şiddete maruz kalıyoruz. Toplumlarımızda, neolibe­
ral, bireyci, pozitivist putlar adına isyanlar gerçekleştiriliyor.
İslam toplumları, sömürgeci şiddet karşısında, zihinsel karmaşa,
belirsizlik ve şaşkınlık içerisindedir. Her toplumda yerel seçkinler,
sektiler kültür, sanat çevreleri, sömürgecilerin izinden yürümek ve
onlar gibi yaşamak istiyor. İslami çevreler, cemaatler, akımlar İsla­
mın kimi boyutlarından vazgeçerek liberal, muhafazakar ideoloj iler
doğrultusunda yeni konumlar belirlemeye çalışıyor. Ertelenmiş, bi­
riktirilmiş , savsaklanmış pek çok temel sorunumuz var. Konformist
mazeretler üreten bir gelenek tarafından engelleniyoruz . Tekdüzelik
zincirlerini kıramamak gibi kronik bir sorunumuz var.
Hiçbir şekilde sessiz ve kayıtsız kalamayacağımız, bedeli ne
olursa olsun, karşılık vermemiz gereken olaylar, gelişmeler, düzen­
lemeler, müdahaleler karşısında bulunuyoruz. Gerçek önceliklerin

1 89
ATASOY MÜFTÜOGLU

yerini sahte öncelikler alıyor. Somut İslami kavramlar, soyut kav­


ramlara dönüşüyor. Ahlakın, ahlaki değerlerin tahfif ve tahkir edi­
lebildiği günlerden geçiyoruz. Kadın vücudunun teşhirini, uygarlık,
modernlik sayan pornografik bir yaklaşım, Türkiye örneğinde de
izlenebileceği üzere toplumsal değerlere meydan okuyabiliyor. An­
lam , bilgelik, değer kaynaklarımız, maddi dünyanın gaileleri karşı­
sında tutunamıyor. İslilm ' ın ve Kur ' an-ı Kerim ' i n bizleri dönüştür­
mesine gereği gibi hazır olmadığımız için Kur' an-ı Kerim ' i kuru
akademik metinler aracılığıyla yorumlamaya devam ediyoruz.
Kendi bağnazhklarımızla, konformizmlerimizle, aşırılıklarımızla
yüzleşmeye, hesaplaşmaya cesaret edemiyoruz.
A vrupamerkezci ideolojik, ırkçı dil, biz Müslümanları , kültürü­
müzü, toplumlarımızı, önyargılar ve çıkarlar temelinde tanımlıyor,
konumlandırıyor, toplumlarımızı siyasal , ekonomik, kültürel libe­
ralleşme yoluyla sisteme dahil etmek istiyor. B atı ' nın çok yönlü sis­
tematik, aşağılayıcı, yıkıcı, imha edici sömürgeci saldırılarına, İslil­
mi sorumlulukları gereği yanıt vermek isteyen Müslümanlar, radi­
kal, fundamentalist Müslümanlar olarak damgalanıyor, nefret nes­
nesi haline getiriliyor. Dünyanın neresinde olursa olsun, seküler fa­
iller tarafından işlenen cürümler, zulümler hiç gündeme gelmiyor.
Radikal İslilm ' ın , asla modem bir ideoloj i değil , emperyalistle­
re verilmesi gereken zorunlu , hayati bir yanıt olduğunu bilmek ge­
rekir. Toplumlarımızın yeni ve ağır sorunları, eski çözüm kalıpları­
na sığmıyor. Yeni bir kültür, uygarlık ve siyaset vizyonuna, bunun
için de yenilenmeye, eleştiriler ve sorgulamalar yapmaya ihtiyacı­
mız var. İçerisinde bulunduğumuz dönemde Mısır ' da yaşananlar,
Müslüman Kardeşler' in geleneksel yaklaşımların ördüğü duvarları
yıkarak kendilerini aşan bir eylem biçimini ortaya koymuş olması,
devrimci başlangıçların mümkün olduğunu gösterir. B u eylem bi­
çimi ve bilinci, hesaba katılmayan Müslüman öznenin, bundan böy­
le hesaba k.a .tılması gerektiğini herkese hatırlatacaktır. Bu eylem bi­
çimi ve bilin � i , l iderliği, programı, somut talepleri olmayan eylem
biçimleriyle karıştırılmamalıdır.

190
AGIR HASARLI ALGILAR

Müslümanlara sadece araç muamelesi yapılan bir dünyada, mili­


tarist yapıların, unsurların, yöntemlerin yardımıyla, otoriter modern­
leştirme ve sekülerleştirme girişimleri bugün de devam ediyor. Top­
lumlarımızda, modem zamanlar boyunca, Avrupa modernleşmesiyle
ilgili tutarlı, bütünlüklü, eleştirel bir algı oluşturulamamıştır. Mo­
dernleşme dönemlerinde Avrupa ' da yaşanan dönüşümlerin hiçbirisi­
ni yaşamaksızın modernleşmeye çalışmak, taklitle sınırlı, ucuz bir
yöntem olarak kalmıştır. Toplumlarımızın İslami bir tasavvur adına,
eleştirel akla, bilgiye, bilince başvurmadan ithal ve kopya ettiği uy­
gulamalar, biçimsel, yüzeysel bir değişimi gerçekleştirmiştir.
Modem, sektiler zamanlar boyunca yaşadığımız üzere, kendisi­
ni merkez olarak konumlandıran her düşünce , kültür, medeniyet ya
da siyaset, farklı olana, ötekine hiçbir alan bırakmamıştır. B u ne­
denledir ki bugün, emperyal egemenlik projesi, Mısır ' da yaşanan
gelişmelerde de görülebileceği üzere devam ettirilmektedir. Her
egemenlik projesi İslam toplumlarına zihinsel , ruhsal, fiziksel acı­
lar, eziyetler çektirme pahasına sahneye konuluyor.
Varoluşsal kararsızlıkları, belirsizlikleri aşmak, nihai anlamda
bütüncül bir karar vermek zorundayız.
Konformizmin zincirlerini kırmak zorundayız. Kendimizi nere­
de, nasıl, hangi aidiyet ve kimlik bilinciyle konumlandıracağımızı
bilmek zorundayız.
Her şeyden önce, her alanda yerel ufukları aşarak Ümmet ufku­
na geçmek gerekiyor. Yere iliğin, mezhepçiliğin ötesine geçemeyen
kültürler için İslami bir gelecek düşünülemez. Mezhebi ufuksuzluk­
ların yaşandığı bir dünyada İslami dayanışmalardan söz edilemez.
Uluslarüstü, mezheplerüstü İslami bir dile, düşünceye, bilince,
kültüre sahip olamamak kadar utanç verici bir durum düşünülemez.
Velhamdülilliihi Rabbiıa!emin.

You might also like