Professional Documents
Culture Documents
Yıldızlar
Savaşı
CARLOS DE SA REGO 1 F. TONELLO
C E P O Nir E R SIT E SI
Yıldızlar Savaşı
La guerre des ı!toiles
CARLOS DE SA REGO 1 FABRIZIO TONELLO
Çeviren
TEOMAN TUNÇDOCAN
CE P ONifiERSITESI
Iletiflm Yayıncıı• A.Ş. �na aahlbl: Murat Betge
Genel Yaym Yön..menl: Fahrf Aral
Yayın Yön.tmenl: Erkan Kayılı
Yayın Denıtmıını:Ahme!ll1681
Yayml<uN�:
Fahrı Aral, MUI'lll Belge, T��tııl Bora, Mul'lll GO�eklngil,
Ahmeılnsel, Erilan Kay ılı, Umit Kıvanç
TUOrul PaşaoQiu, Mete Tunçay
GörHI T-ım: Ümit Kıvanç
lUpalı llklatr•ycınu: GOrcan ÖZkan
1. Basım:
1986 tarihli 1. basilısından çevrilmiştır
ıiı>Edrtions La Dtıcouvene, 1966
ı,Place Paui-Palnıevlı, 75005, Pans. France
ILETIŞIM YAYlNLARI
Içindekiler
GIRiş 9
ı. BÖLÜM
FOzesavar Savunması: Eski Bir öykü . ..... 12
n. BÖLÜM
..... ,_
SÖZLÜK .
124
................................................................... ..............................
BIBLYOGRAFYA .............•........................................•..............................
..Nasıl bir şizofrcnin bir kişili� olduıJu
söylenebilirsc, Amerika Birleşik Devletle
ri'nin de bir nükleer ogretisi olduıJu söyle
nebilir:·
Aarorı,.L. l<'ıiedbcrg
7
GİRİŞ
9
dir: uzaygemileri henüz yapılmamıştır, gözlem, iletişim
ve uyan uydulanysa başımızın üstünde yavaş yavaş ge
lişmelerini sürdürmektedir. Buna karşılık Pentagon, en
azından bir bölümü uzaya yerleştirilecek yeni silahlar
kullanarak, Sovyet fıizelerine karşı etkili bir savunma dü
zeni oluşturmaya çalışmaktadır. Amerikan yönetimi ön
gördü�ü amaçlara ulaşabilirse, uzun süredir bilinen nük
leer caydırma öwetisi baştan sona altüst olacaktır. Hatta
bazılan Hiroşima'da başlayan nükleer çağın sona erdjjpni
bile söylemektedir.
Bu görüş, kuşkusuz, bütünüyle temelsiz değildir,
ama olaylar başlangıçta sanıldıılından çok daha yavaş ge
lişmektedir. Ç�unlukla yörüngedeki bir füzeyle karşılaş
tınlan SDI, uçmadan (ya da çoğunlukla olduğu gibi yanıp
kül olmadan) önce, odun ateşinde iyice ısıtılması gereken
ilk balonlara benzemektedir.
SDI'nin açıklanan amacı, uzun vadede, ABD halkının
savunulmasıydı. Bu gerçekleştirilebilir miydi?
Bugün bu konuda birbirinden farklı görüşler vardır.
SDI taraftarlan bunun kesinlikle başanlnbilecegini söy
lüyorlar: 1986'da gerçekleştirilemez gibi görünenlerin,
beş ya da on yıl içinde gerçekleştirilebilecegini belirtiyor
lar. Böylece, bugünkü inançlanmızı gülünç düşürecek
olajtanüstü bilimsel gelişmeler vaat ediyorlar. En az on
lar kadar ünlü başka bilginlerse, uzay kalkanı yapımı sı
rasında karşılaşılacak dev bilimsel güçlükleri vurgulu
yorlar.
Ne var ki, bu güçlükler aşılsa bile, böyles1 bit siste
min gerçekleştirilmesinde yapılacak uygulamaya ilişkin
ya da parayla ilgili sorunlar, kısa süre içinde, gereksiz ça
balar durumuna düşmeyecek mi?
SDfye ayrılan para boşuna mı harcanmış olacak? As
la! Pentagon'un 1986-1991 arasında dağıtınayı öngördü
�ü yirmi milyar dolar, ABD'deki bütün bilimsel araştır
malan kamçılayacaktı. Bu yatınmlann iç "'sonuçlan" da
olağanüstü olacaktı. Buna karşılık, "Yıldızlar Savaşı"'nın
başlaması Avropalılan tepki göstermeye itti. Bazı Avru
pa ülkeleri Amerikan lokomotifinin ardına takılınaya ça-
10
lışırken, bazılan da teknolojik Avrupa prograrnı biçimi
alabilecek bir "Avrupa içi çözüm" arayışına giriştiler.
SOl'nin iktisadi etkileri, Avrupalı yöneticilerin gözünde
en azından yeni stratejik olgu kadar belirleyiciydi.
ll
BİRİNCİBÖLÜM
FÜZESAVAR SAVUNMASI:
ESKi BİR ÖYKÜ
12
Zeus'ları yönlendireceklerdi. Radarların ve yöneltme sis
temlerinin güvenirliği tartışmalı oldu�ndan, önleme fü
zesini, düşman füzesinin yakınında patlayacak bir atom
başlığıyla donatmak gerekiyordu. Bu oldukça ilkel anla
yışa karşın, Kara Kuvvetleri 1962'de Büyük Okyanus
üzerinde yapılan bir önleme denemesinde başarılı olmak
tan geri kalmadı. Başka tasanlarsa, o dönemde varolan
teknolojilerin yetersizliğinden olumsuz etkilendiler:
-BAMBI (Balistic MissiZe Boost lntercept) -Walt Dis
ney'in sevimli küçük masalım anımsatan bir adcb bu-,
Sovyet füzelerine fırlatılmaları sırasında saldırmayı ön
gören bir tasanydı. Ne var ki, dünya yörüngesine, kızılö
tesi ışınlarla yönlandirilen roketlerle donatılmış yüzlerce
yapay uydu yerleştirmek gerekiyordu. Bu, o dönemde
gerçekleştirilmesi güç bir işti.
-SPAD (Space Patrol Actiue Defense), uzay araçlan
yapan Convair firmasının bir tasarısıydı; gene önleme fü
zeleriyle donatılmış uydulara dayanıyordu.
-INSATRAC (lnterception by Satellite Tracking) çalış
ması Locheed fırmasınındı; karaya yerleştirilen ve uydu
larla yönlandirilen füzelere dayanıyordu.
Altmışlı yılların başlannda bu tasanlardan hiçbiri iş
leyebilecek aşamaya getirilememişti ve hiçbiri yeterince
umut vermiyordu. Bu nedenle Başkan John Kennedy
ABD topraklan üzerinde gerçekleşebilecek nükleer patla
malann etkilerine karşı geniş bir pasif savunma (sığınak
lar yapılması, besin ve sağlık maddeleri stoklannın ger
çekleştirilmesi, kentleri boşaltma tatbikatlarının yapıl
ması) programını Kongre'ye sunmayı yeğledi. Bu düşünce
eliili yıllardan beri ABD stratejisi üzerine yapılan bütün
tartışmaların gerçek bir umacısıydı.
Tekniğin yavaş ilerlemesine karşılık strateji düşün
cesi çok daha hızlı gelişmekteydi. hk Sovyet atom bomba
sının patlamasından on beş yıl, Sputnik-l'den yedi yıl
sonra açık bir gerçek ortaya çıkmıştı: Büyük nükleer
oyunda A13D artık yalnız değildi.
1964'te Eisenhower ve Kennedy yönetimleriyle işbir
liği yapmış iki bilim adamı Herbert York ile Jerome
13
Wiesner, Scientific American dergisinde, daha sonra ta
rihsel bir nitelik kazanan bir makale yayımladılar.
Amerikalı uzmanlar, ilk kez olarak, nükleer ça�da,
etkili savunmalann yalnızca olanaksız de�il, aynı zaman
da da tehlikeli oldugunu belirtiyorlardı.
Bu çelişkinin temelinde, iki süpergüç arasında dejtiş
mez bir denge kurma kaygısı yatmaktaydı. İki bilim ada
mı, bu dengenin ancak, yapılacak her çeşit saldınnın kar
şı tarafın felaketler saçan misillemelerini başlataca�n
dan emin olunması durumunda �lanabilece!lini belirtti
ler: MAD'in (Mutıuıl Assured Destruction) 2 '"karşılıklı ke
sin imha" ilkesiydi bu. MAD'nin temeli, taraflardan hiçbi
rinin bir baskın saldınsıyla karşı tarafı "sHahlanndan
anndırma" umudu taşıyamamasına dayanmaktaydı.
Bu korku dengesi, ancak her iki tarafın da, u�ayaca
� bir saldınnın yarataca� bütün koşullarda nükleer si
lahlanndan en azından bir bölümünü kurtarınayı başara
cag-tndan emin olunması halinde varlııfını sürdürebilir.
"İlk vuruş"'tan sonra, misillerneler yapma olanaıfı her za
man "garanti" olmalıydı. "İkinci vuruş"' için karşılıklı ola
rak bu hakkın tanınması, ABD ve Sovyetler Birlijti'ni, bu
türden bir yanıtı etkisiz kılmaya yönelik savunma silah
lanndan vazgeçmeye yöneltecekti.
Kendi halkını düşmanın nükleer füzelerine rehine
olarak bırakmak, böylece, hem bir iyi niyet belirtisi, hem
de öbür süpergüce yönelik bir mesaj oldu: kentlerim sa-
ı Ingilizce kısahması MAO olan 'Karşılıklı kesin imha'. sık sık söylendi·
Qinin tersine, gerçekle bir '()Qreti' ya da 'strateji' degildir. Amerikalıla
rın ve Sovyetlerin nükleer silahlarını kuHandıklarında karliı taratı laıj
devrine döndorecelderini kesinlikle bilmeleri yalnızca bir gerÇekUk11r,
McGeorge Bundy'nin dediQi gibi a fact of life'tır ("bir yaşam gerçe
QI'dir}. Iki sOpergOçten her birinin eHnde bulunan 10.000'1erce nükleer
başlık, kısıtlı bir nüfuz oranıyla kullanılmış olsa bile, 'düşmanı• yoket
mek için gerekli olandan daha fazla, hem de çok daha fazladır. 1970'11
yıllarda yapılan antlaşmalara konan eşitlik ve stratejik denge sagıa
maya yönelik maddeler, daha çok hem karşılıklı olarak verilebilecek
zararların bilincine varılmasının, hem de Kremlin ile Beyaz Saray'ın bu
zararlardan kurtulunamayaca!)ını kabul etmelerinin sonucudur.
14
vunmasız haldedir ve bu durum size karşı kötü niyetler
taşımadığıını gösteren en büyük kamttır; çünkü eğer sai
dıracak olursam cezanın çok korkunç olacaltım biliyorum.
Nükleer caydıncılıgın boş laflan haline gelen bu akıl
yürütme yöntemini ABD Savunma Bakarn Robert MeNa
mara ve danışmanlan hızla benimsedilerse de, askerler
sözkonusu yöntemi pek coşkuyla karşılamadılar. Genel
Kurmay Başkanlığı, savunma bakanlıı'tının yararsız, pa
halı ve hatta tehlikeli bulduğıı ABM3 sistemini geliştirme
ye devam etti. Amerikalı sanayici-asker kanşımı güçlü lo
biler'in baskısı ve Moskova çevresinde oluşturulmuş bir fü
zesavar ağının ortaya çıkanlması olayın kaderini değiştir
di: 1967'de, Robert McNamara, Setinel füzesavar sistemi
için Kongre'den fon aynlmasıru isternek zorunda kaldı.
Hazırlanın program, önemli teknik iyileştirmelere
dayanıyordu: klasik radarlann yerine, hedefi çok daha
kesin ve hızlı biçimde belirleme olanağı veren iki büyük
yakalama radan yerleştirildi. Önleme fOzeleri iki çeşitti:
uzun menzilli Spartan füzeleri ve çok hızlı Sprint füzele
ri. Sprint füzeleri, birinci savunma hattı başanlı olamadı
ğında, son anda devreye girmek üzere düşünülmüştü.
Bununla birlikte sistem pahalıydı ve etkililiği de kuş
kuluydu. 1968 başkanlık seçimi sonrasında bütün karar
lar asloya alındı. Gerçekte Pentagon ile Beyaz Saray'ın
Vietnam'da başka işleri vardı ve Sentinel'e öncelik tarun
ması sözkonusu değildi. Dahası, Nixon'ın ve ulusal gü
venlik danışmanı Henri Kissinger'ın iktidara gelmesi,
Amerikan stratejisinin köklü olarak yeniden gözden geçi
Tilmesine yolaçtı.
O dönemde ABD, yepyeni bir durumla karşılaştı: ezi
ci askeri üstünlüklerinin sonu gelmişti. Bir yandan Viet
nam'da savaşa devam ederken, öte yandan Amerikalı uz
manlann çoğuna göre, nükleer silah açısından Sovyetler
ile eşit hale gelmek kaçınılması olanaksız bir gerçekti.
Aynca Sovyetler Birliği'nin en azından nicelik bakımın-
15
dan en büyük nükleer güç haline gelmesi tehlikesi de var
dı: füzeleri a.rtı.rma yanşmda Krem1in üstünlük sa(tla.mış
gibiydi.
Henry Kissinger anılanndaki şu satırlarla duygulan
nı özetlemekteydi: "Altmışh yıliann sonu, ABD'nin, ikti
sadi ve nükleer silahlar açısından elinde tuttuttu ezici üs
tünlüğü artık yitirmekte olduğunu göstermiştir. Sovyet
ler Birligi nükleer silah bakımından eşitliği sağlamak
üzereydi ( ...) ABD, dış siyasetini, başka uluslann geçmiş
te yaptığına benzeyen başka öncül ilkelere dayandırmayı
öğrenmek zorundaydı."4 Güçler oranının bu yeni değer
lendirmesinin tek bir sonucu olabilirdi: Sovyetler Birliği
ile silahların sınırlandınlması için giirüşmelere başlan
ması. SALT (Strategic Arms Limitations Talks [Stratejik
Silahlan Sınırlandırma Görüşmeleri)) adıyla bilinen bu
görüşmeler, 1972'de Moskova'da imzalanan bir antiaş
roayla son buldu.
16
SALT I ANLAŞMALARI
17
lerine güveniyordu. Nixon ile Kissinger SALT I'i imzala
yarak Kremlin'in silahlarında ileride meydana gelecek
ilerlemeleri durduruyor ve yanşı kendileri için çok daha
elverişli bir alana kaydrnyorlardı. Amerikalılann kendi
avantajlı durumlanru daha uzunca bir süre koruyabile
ceklerine inanarak, MIRV'Ieri Moskova ile yapılacak gö
rüşmelerin gündeminden çıkarmaya karar vermelerinin
nedeni buydu. Bununla birlikte, Sovyetler Birliği'nin
"MIRV yanşı"nı kendi lehine çevirmesi durumunda orta
ya çıkacak tehlikenin de bilincindeydiler: gerçekten de
daha 1969'da, Kissinger'a baglı bir fizikçiler grubu olan
Doty group, bu tehlikeyi haber verdi.
1972'deki antlaşmalardan sonra, Sovyetler de rampa
lanna birçok başlık yerleştirmeyi hızla başardılar. Oysa
18
Sovyetlerin SS-9 ve SS-18 gibi büyük füzeleri, Amerikalı
Iann Minuteman'ından çok daha güçlüydü ve dolayısıyla
da çok sayıda başlık ve aldatıcı (ya da dikoy) taşıyabilirdi.
Strateji açısından, Sovyetlerin tek başlıklı ICBM'lerinin
çok sayıda başlık taşıyan "MffiV'' füzelerine dönüştürül
mesi, Kremlin'in yarannaydı.
Görüldü� gibi, ABD'nin tek yanh girişimi, kendi gü
venliğinin azalması ve silahlanma yanşının başdöndürü
cü bir hıza ulaşması sonucunu do�rdu (nükleer başlıkla
no sayısı 1970-1980 arasında yaklaşık olarak altı kat art
tı). Sovyetlerin elindeki nükleer başlık sayısının hızla
artması ve Amerikan ICBM'lerinin bir ABM a�yla ko
runmasının yasaklanması, Pentagon'un yere konuşlandı
nlmış nükleer güçlerin güçsüzlü� konusunda sapiantı
IaTa kapılmasına yolaçtı (Reagan yandaşlannın "savun
ma boşluğu" adım verdikleri de işte buydu). Bu kaygı,
1970'1erin sonlanndaki uluslararası atmosferde, ABM
antlaşmasının tartışma gündemine gelmesine ve bir füze
savar savunması düşüncesinin ortaya atllmasma yolaçtı.
Ama kurarndan uygulamaya ancak Beyaz Saray'a yeni
bir ekip geldikten sonra geçilebilı:li.
19
1985 KASI... 'NDA STRATEJIK GÜÇLER
sayıSI
Tf>/er Rampa Başlık Toplam Tipler Rampa Başine Toplam
sayısı sayısı sayısı
600
Mınuıeman ll 450 450 SS·13 60 60
ss-ıs 308 ıo
Minuraman lll 550 1 650 SS1
· 7 150 4
3080
85·25
SS-19 360 6 2160
18 18
SLBM· Denz
l alulann lir1aruoı sıralejik tuzeter
320
360
C· 3 288 10 2.8 80 SS.N· 6 320
C-4 8 2.880 SS.N·8 292 292
1.568
SS·N·17 12 12
540
SS.N·18 224
SS·N · 2 0 60 9
SS.NX·2 3 16 7 112
Bombardıman uçaldan
30
seyyar seyyar
100 400
füzeter) 98 12 1176 füzele� 8 2 40
69
B-52 G BearG 4
Pene1ra1or 12 828 Blson 45 1 00
B·52H ALCM 15 20 300
B-52 H
Peneıraıor 81 12 9 72
20
Amerikan gOçlerine ıilŞkin noUar toplam içinde yeralmayanlar. Straıegic �� Command
61 FB-111 bombardıman uçaOı; yedekle tutulan h!ımeı dışı bırakılmış 307 B-52, SALT ll
ilk
antlaşmasırıda yer verilmeyen, denlıaittiardan (SLCM) fırlatılan uzun menzilll 50-tOO füze,
Avrupa'ya yerfeşllnlen, orta menz�ll 140 Pershlng 2 ve Cruise füzesi Uzun menziiH
Sovtet gü�leılne ��in not\a� lcp\am Içinde yeıalmayanıar bölgesel hava oıdulanııôa
bombardıman uçaklan olan B·1 'ler 1986 başında ABD Hava Kuvverteri'ne verildl
bulunan 260 TU-26 Backflre boırbardıman uçaOı ve deniz kuvvetlerine baQII uçaklar Yeni bir
ICBM olan ve 10 nüklear başlik ıaşıyan SS-X-24 1986'da ve uzun menziiH TU·160 SLCM
21
lerindeJd araştımıalar büyük geHşme gösterıli ve Başkn
run 2 Ekim 1981'de nükleer güçler üzerine verdi!P bir
emirle, füzesavar savunma sistemine önemli fonlann ny
nlması öngörüldü.
Pentagon, bu stratejik kavşa#J en iyi biçimde dönmek
için, kuşkusuz birçok proje hazırlattı. örneıtin 1972 ant
laşmasının imzalanmasından hemen sonra Amerikan or
22
programına alındı. TRIAD programı, lazer ışm demetleri
ni yöneltmek için büyük bir ayna yapılmasım öngören
LODE tasansı, az güçlü bir lazer ışmı aracılı�yla uzayda
hareket halinde bulunan bir hedefi nişanlayabilmek için
gerekli koşullan belirleyecek TALON GOLD tasansı gibi
tasanlan içeriyordu.
23
Yeni yönetimin pasifsavunmaya karşı duyduğu bu il
gi, benimsediği caydıncılık anlayışına da çok uygundu:
nükleer savaş o1anaklıysa, ya da hatta böyle bir olasılık
varsa, bir hükümetin kendi devamlılığını sağlaması bir
görevdir. Ayrıca en önemli askeri kuruluşlan ve sanayi
kuruluşlannı korumak, halkı eğitmek ve hayatta kalma
sını sağlamak da görevleri arasındadır. Ama program aşı
n yapmacıklıydı (ve bu niteleme onun için söylenebilecek
en hafif sözdür). Örneğin Kalifomiyalılar, savaş halinde,
bir bombadan yayılacak ısıdan, rüzgardan ve radyasyon
lann büyük bölümünden korunmak için bir bahçede kazı
lacak siper üzerine birçok ıvır zıvır yığınanın yeterli oldu
ğuna inanıyorlardı. Pentagon'un yüksek düzey sorumlu
lanndan Thomas K. Jones'a göre her Amerikan yurttaşı
kendi sığınağını kazabilirdi: "bir delik kazmak, üstünü
iki kapıyla örtrnek ve üstüne bir metre kalınlığında ıvır
zıvır yığmak. Eğer yeterince kürek varsa herkes bunu ya
pabilirdi.6
Bu düşünce, Washington'da iktidarda bulunan son
derece tutucu ideologlan için bile aşınydı. New York Ti
mes'ın 3 Nisan 1982'deki sayısında şöyle deniyordu: "Bu
nun yürüyebileceğini düşünen üstün zekillı kim? Başkan
nükleer silahiara karşı halkta uyanan korkuyu yatıştır
maya çalıştığı sırada, bunu önermeye kim karar verdi?
Her ikisi de kapı dışan edilmelidir."
Louis Giuffrida ve Edward Meese'nin önerdiği en coş
kulu tasandansa Başkan Ronald Reagan'ın kendisi, 3
Aralık 1981'de National Security Council toplantısında
şikayet etti.
Bütün basının katıldığı engel1eme kampanyası, bir
çok uzmanın ve hatta Genel Kurmay Başkanlığının ka
rarsızlığı, maliyetlerio daha kesin biçimde hesaplanması,
sonunda, bu geniş ölçekli sivil savunma tasansının terke
dilmesine yolaçtı. Kongre ancak kısıtlı bir programa izin
verdi; ama gene de FEMA tasansından vazgeçilmedi.
24
1983'te, Louis Giuffrida, 1984 mali yılı için gene önemli
miktarda (252 milyon dolar) kredi istedi.
Bu arada Beyaz Saray, kamuoyuna hiçbir şeyin,
kentler ve sayfiye yerleri nükleer patlamalarla yokolur
ken bir yeraltı sığınağı na gömülmek zorunda kalmak ka
dar sevimsiz görünmedi�ni anladı.
Tek başına bu karabasan bile, nükleer silahiann
"dondurulması"m kararlı biçimde savunanlar arasına en
koyu tutuculann da katılması için yetip de artt1 . Nükleer
savaş sonrasında nasıl hayatta kahnabileceği ni öğreten
tatbikatlar kadar Amerikan yaşama tarzına yabancı hiç
bir şey olamazdı ve bu türden uygulamalar üzerinde bi
raz direnme cesareti gÖSteren her siyaset adamı kamuo
yunun gözündeki saygınlığını yitirmeye mahkumdu. So
kaktaki adam için, ailesi ni, evini, yazlığı nı, arabasım ve
kendisini korumayı başaramayan bir hükümet, artık beş
dakika bile iktidarda kalmamalıydı .
... High Frontier'e Füzelere karşı savunma konusun
daki kesin tartı şmalar 1981 sonunda, resmi yapılann
bünyesinde değil , Karl Bendesen, Justin Dart, büyük pa
ra bnbası Joseph Coors gibi sanayicilerin, emekli General
Daniel Graham ve Edward Teller gibi kişilerin bulundu
ğu Reagan'ın eski dost çevresinde başladı. Ne var ki bu
öbekteki kişilerde de düşünce birliği yoktu. Aralannda,
Daniel Graham gibi , elde bulunan teknolojilerden yarar
lanarak hemen bir füzesavar savunma sistemi kurulma
sını önerenler olduğu gibi, Edward Teller gibi ancak bü
yük bir teknolojik gelişme sıçraması nın hem etkili bir sa
vunmayı gerçekleştirebil eceğini, hem de ABD'nin Sovyet
ler Birliği'ne karşı askeri, teknik ve sanayi alanlannda
üstünlük kurmasını sağlayabileceğini düşünenler de var
dı. Düşünce alanındaki anlaşmazlık ortadan kalkacak gi
bi değildi; bu yüzden Graham, 1982 ilkbahannda, aşın
tutucu bir kuruluş olan Heritage Foundation hesabına
yönettiği bir incelerneyi kamuoyuna açıklamaya karar
verdi: High Frontier tasarısı.
Tasan , ·bütün ülkeyi kucaklayan bir füzesavar sa
vunma" sistemini öngörmekteydi. Oldukça ilkel olan sis-
25
tem, dünya yörüng-Pı<i ne yerleştirilecek 432 uydudan olu
şncak ve uydulann hl>r birinde havadaki ICBM'yi yakala
yabilecek güçte elli kadar küçük füze bulunacaktl. Gra
ham'ın hesapianna göre oldukça alçak yörüngelere (yak
laşık 550 kilometre yükseklig-e) yerleştirilen bu uydulan n
sayısı, olası bir Sovyet füze saldınsına karŞl ülkeyi her an
"örtebilecek" düzeydeydi.
Dünya yörüngesine yerleştirilen bu savunma sistemi
nin, Amerikan ICBM silolan çevresinde karaya yerleşti
rilecek bir "nokta savunma" sistemiyle tamamlanması ge
rekiyordu. Saldın anında, mini füzeler ve hatta bilgisa
yarıann komuta ettigi a�r makinalıtüfekler, uydulardan
kurtulan nükleer başlıklan patlamadan önce yokedebile
cek bir "demir kalkan" oluşturabilirdi.
Bu tasan, oldukça basit ve az masraflı teknolojilere
dayanıyordu: amaç, böylesi bir girişimin maliyeti ve ger
çekleştirilebilirHgi üzerine yapılan itirazlan önceden yo
ketmekti . Buna karşılık, hem askeri hedeflerin hem de
halkm korunması güvence altına alınmak istendiginden,
çok iddialı bir tasanydı.
1982 ilkbabannda Ronald Reagan'a sunulan High
Frontier, Pentagon'da hiç de heyecanla karşılanmadı. Ay
nı yılın Kasım ayında, Savunma Bakanı Caspar Weinber
ger ve araştırma konulanndaki yardımcısı Richard De
Lauer, tasannın aleyhinde olduklannı açıkladılar: çünkü,
etkililig-i kuşkulu bir sistemin yapımına girişmektense,
yapılmakta olan araştırmalan dikkatli biçimde geliştir
meyi daha yararlı buluyorlardı .
23 Mart I983'te, Ronald Reagan'ın verdigi söylevden
birkaç saat önce, savunma programlanyla görevli Penta
gon soromlulan, 1984 mali bütçe tasansını tartışmak
için Senato Silahlı Kuvvetler Komisyonu'nca toplantıya
ç�nldı. Toplantıda, hem komisyon üyeleri hem de Pen
tagon görevlileri, bu tip araştırmalann gerektirdigi za
man ve para konusunda çok ihtiyatlı sözler söylediler.
Ömegi.n , uzaya yerleştirilen lazerler konusunda,
"uyanlmış enerjili silahlar" programından sorumlu Gene
ral Donald Lamherson şöyle demekteydi: "bu sistemlerin
26
neye benzeyece�ni bilmiyoruz; ne kadar etkili olabilecek
lerini bilmiyoruz; kaça malolacaklanru bilmiyoruz? Bu
ihtiyatlı yaklaşım, losa süre sonra "do�udan do�ya
Başkan'ın yüre�nden gelen'' bir söylevle rafa kaldınldı.
27
lar. Uzmanlann ve DARPA yöneticisi Richard Cooper gibi
konuyla do{trudan ilgili sorumlulann ya da savunma sis
temleri yöneticisi John Gardner gibi sorumlulann olay
dan haberleri bile yoktu. Savunma Bakaruru n Araştırma
lar'la görevli yardı mcısı Richard DeLauer olaydan ancak
yirmi dört saat önce haberdar eclilmişti.
Başkanın söylevi için Beyaz Saray'a davet eelilen 52
bilim adamının ç�u da yeniliklerden habersizdi. Bilim
adamlannın ilk tepkileri daha çok aleyhte oldu. Nobel Fi
zik ödülünü almış olan Hans Bethe hemen şunlan söyle
di: ''bunlann gerçekleştirilebileceğini düşünmüyorum ve
daha kötüsü- rasiantısal bir başan yıldızlar savaşının
çıkmasına yolaçacaktır."8
George Lucas'ın ünlü filmini anımsatan tek kişi Hans
Bethe değil di. Demokrat milletvekili Les Aspin de aynı
deyimi kullandı; ertesi gün bütün basında yeralan bu de
yim, -bu tarihten sonra- resmi adı Strategic Defen.�e Ini
tiatiue ol an tasarı için kullanılmaya başladı .
Tasarının herkesi şaşırtacak biı.'imde ortaya atılması
Ronal d Reagan'ın girişimi için olumlu mu, olumsuz mu
oldu? Eski ABD Dışişleri Bakanı Alexander Haig JT'a gö
re, Cumhurbaşkanının söylevi "iyi hazırlanmamıştı" ve
her şeyden l>nce basında ortaya çıkabilecek karşı çıkışlan
etkisiz kılmayı amaçlamaktaydı . Kennedy dönemindeki
eski Dışişleri Bakanı George Bali, "üzerinde iyi düşüntil
memiş bu tasannın ulusa ve bütün dünyaya açıklanması
nı, modern çağlardaki bir devlet başkanının en sorumsuz
eylemlerinden biri"9 olarak niteledi. Buna karşılık olum
lu tepkiler de oldu, aşın tutucu çevreler bir bütün halin
de Başkan'ı n arkasında yeraldılar.
23 Mart demeci Ronald Reagan'ın savunma bütçesini
kabul ettirmek için açtı� kampanya sırasında verdiği
söylevlerden biriydi. Aynca SDPnin gerçekleştirilmesi,
uluslararaSJ siyaset alanında ortaya çıkan sertleşmeden
28
giderek daha çok kaygılanmaya başlayan ABD kamuoyu
nun bir bölümüne güvence vermek açısından da yararlı
görülmekteydi. İki hafta önce, Temsilciler Meclisi'nin Dı
şişleri Komisyonu nükleer silahların "dondurulmas1" yö
nünde bir karar çıkardığı sıradD., nükleer silahları "don
durma" kampanyası önemli bir başarı kazanmıştı. Bu
olayı dengelemek için, ''insanları deı'til, silahlan öldüre
cek" silahlar üzerine bir araştırma programının ortaya
atılması, ustaca haz1rlanmış bir siyasal manevraydı.
Kısacası, ABD'de bir füzesavar savunma sistemi dü
şüncesinin yeniden doğmasında üç olay etkili oldu:
- Birincisi, daha önce de belirtildiği gibi, Sovyet füze
leri "mirvage"larla birlikte nükleer başlık sayısında görü
len hızlı artış.
- İkincisi, 1980'de Kremlin ile hiçbir konuda görüşme
yapılmasım istemeyen tutucu bir politikacılar ve uzman
lar grubunun iş başına geçmesi .
- Üçüncüsü, yetmişli yıllarda, füzesavar silahlar üze
rine aralıksız olarak sürdürülen karanlık çalışmalar.
Bütün bunlara bir de Ronald Reagan'ı n kişisel karar
ları ve güçlü sanayiciler lobi.<;i'nin çıkarlan da eklenirse,
başlangıçta oldukça belirsiz olan bir tasarının birkaç ay
içinde nasıl öbür bütün olayları unutturacak kadar önem
li hale geldig-i anlaşılabilir.
29
İKİNCİ BÖL'ÖM
STRATEJİK SAVUNMA GİRİŞİMİ
TASARlSI
30
sürer: "otobüs", uzayda, birbirinden hafifçe farkh uçuş
yollanna başlıklan ve aldatıcılan bırakır. "Son evre'" de
nen dördüncü evre bir dakika kadar sürer. Evre, "bulut"
atmosferin ilk tabakalanna ulaşınca başlar: havanın sür
tünme etkisi "sızmaya yardım eden araç gereçler"in hep
sini yokeder, buna karşılık başlıklar hedeflerine düşer.
Ateşlemeden bu yana yaklaşık yanm saat geçmiştir.
Nükleer füze fırlatmasının bu betimi, yerde konuşlan
dmlmış kıtalararası füzeler için geçerlidir. Temel model
SDI, gerçekte, Sovyetler'in ICBM1erine karşı yapılmıştır.
Peki ama neden füze rampalan ya da denizaltılardan
firlatılan fuzeler değil de ICBM'Ier? Nedeni çok basit: çün
kü Sovyetler nükleer başlıklannın yüzde 75'ini bu tip füze
lerde yo�nlaştınnışlardır ve bu füzelerin gücü ve isabet
yüzdesi Amerikalılar'ı özellikle kaygılandırmaktadır.
Bu seçimin bir başka önemli nedeni daha vardır:
ICBM'nin uçuş süresi (yaklaşık 30 dakika) savunmayı ko
laylaştırmaktadır. Gerçekten de, den.i zaltılardan fırlatı
lan nükleer füzel erin (SLBM) uçuş süresi çok daha kısa
dır ve dol ayısıyla da önlenmeleri daha güçtür.
Derinlemesine Bir Sa.uunma - Amerikalı sorumlular,
gerçek anlamda "derinl emesine" savunma oluşturan bir
çok silah sistemi düzenleyerek, bir saldın halinde ABD'ye
karşı fırlatılan füzelerin önemli bölümünü, hatta tama
mını yoketmeyi düşünmektedirler. "Deri nlemesine" sa
vunma sistemi, uzaya yerleştirilen ve kıtalararası füzele
rin ve düşman nükleer başlıklarının izleyeceği yolda bir
engeller dizisi oluşturan birçok füzesavar silah "tabakası"
içerecektir. Her tabaka düşman güçlerin bir böl ümünü
yakalayacaktı. Başkan Reagan'ı n düşüncesine göre bu
önleme eylemi, nükleer olanaklara başvurmadan gerçek
leşmeliydi.11 Şu halde, nükleer başlıklı eski önlem füzele-
31
rioden bütünüyle farklı ilkelere göre çalışan ve karaya
konuşlandınlnuş (ABM antlaşmaSl, her ülkeye bu tür fü
zeler için bir tek füze üssü kurma haklo vermekteydi) ye
ni silahiann yapılmaSJ gerekiyordu.
Sovyet füzeleri bugün 10.000 nükleer başlık taşımak
tadır. SDPyi savunanlara göre, y<>�tun saldın halinde bile
bütün Amerikan topraklannı düşman nÜkleer filzelerine
karşı savunmak için, fOzesavar silah tabakalan (her uçuş
evresi için bir tane olmak üzere dört tabaka) oluşturmak
yeterli olacak ve her tabaka yüzde 90 oranında etkili bir
savunma s�layacaktır. Gerçekten de, bu tabakalar oluş
turuldugundaysa, birinci tabaka füzelerin büyük bölümü
nü yokedecek ve ABD'ye do�u gelmekte olan nükleer
başlık sayısı l.OOO'e inecektir; ikinci tabaka, yüzden biraz
fazla fazenin geçmesine izin verecektir; üçaneli tabakayı
aşabilen 10 fOzeyi de sonuncu tabaka yokedecektir.
Bununla birlikte bu örnegin göreceli bir de�eri var
dır: çünkü hiç kimse, yeni gerçekleştirilen şu ya da bu si
lah sisteminin "garanti ettigi'' yıkım oranım önceden ye
terli bir isabetle hesaplamayı bilmemektedir. DolayıSJyla
ortada çok sayıda belirsiz öle (algılayıcılann, kontrol sis
teminin ve muharebe yönetiminin ne kadar gOvenilir ol
dugu, silahiann gerçek perfonnanslan, düşmarun alacağı
karşı önlemler, vb.) bulunmaktadır.
Dahası, sistemin bütün olarak etkisi, büyük ölçüde
tabakalar araSlnda kurulacak b�lantıya ba!ıhdır. Sözge
limi, bütün tabakalar bir tek uyan sistemine b�hysa ve
bu sistem bozuk çıkarsa, bütün kalkan görevini ynpma
yacalttır. "Çoktabakah" yöntemin (günümüzde ilginç so
nuçlar verebilecegi sanılan tek yöntem budur) bütün ola
naklarından sonuna kadar yararlanmak isteniyorsa, algı
)ayıcılan artırmak gerekir; bu da, tekruk sorunlan n, hata
olasılıklannın ve maliyetierin artmaSJna yolaçacaktır.
Pentagon'un Öngördüğü Uzay Kalkanı Neye Benzeye
cek? Sistemin "yapısı"nda, ABD'ye dOi!ru fırlatılan Sov
-
32
ATEŞLEME SONRASI EVAESI J
SON EVRE ORTA YOL ATEŞLEME EVAESI
ı 1 � 3-5 dakıka 1
1 dakıka 1 5-20 dakıka 8 dakika 1
ı
ı ı
ı
1
.ı ı
1 1
1
ı
ı
ı
ı 200 km ı ı
� ı ı
w :;:)
ı
1
� ı
<\)
o aldalıcılar
Ü () nokleer baŞlıklar
<Illi
� Bir ICBM'nin izledi�i yol
yerleştirilmiş uyanlmış enerjili (lazerler, parçacık bom
bardımanlan sag-layan silahlar), çok hızlı mermiler atan
elektromagnetik toplar, önleme füzeleri bulunmalıdır.
Sistemin harekete geçmesini ve "muharebe yönetimi''ni
sa�layabilmek için, çok kısa bir zaman dilimi içinde olay
la ilgili sayısız bilgi ve göstergeyj işlemden geçirebilecek
güçlü bilgisayarlara da gereksinim gösterecektir. Şu hal
de savunma kalkam, yüzlerce uydu, çok sayıda radar, ye
re konuşlandınlmış önemli sayıda komuta ve atış merke
zi gerektirmektedir.
Bu şemayla, 1960-1970 yıllan arasında gündeme ge
tirilen bütün füzesavar savunma tasanlan arasındaki te
mel fark, bugün artık düşman fuzesini ateşleme evresin
de önleme düşOneesi içine girilmiş olmasıdır. Bu anlayı
şın hem büyük bir yaran, hem de büyük bir sakıncası
vardır. Bir yandan, üç kath filzeler, motorun çıkardıRı
aleviere karşı duyarh kızılötesi ışınlı algılayıcılarla uzak
tan kolayca belirJenebiJmektedir; aynca, bir aldatıcılar
bulutu içinde yolalan nükleer başlıklan yoketmek çok da
ha kolaydır. Öte yandansa, bir Sovyet füzesi ni silosundan
fırlatıhr fırlatılmaz vurabilecek silahlar hala yapılama
mıştır. SDPyi savunan} ar, "mermileri" ışık hızıyla yolalan
silahlar kullanabilmeyj umudetmektedirler: günümüze
kadar askeri alanda kullamlabilece� pek düşünfilmemiş
olan lazer demetleri ve parçacık demetleri.
SDl'nin kuramsal modeli, firlatılmalanndan hemen
sonra ve nükleer başlılanm ve sızmaya yardım eden yüz
lerce aygıtı uzaya b1rakmadan, düşman füzelerinin bilyük
bölilmünü saf dışı bırakma umudu na dayanmaktadır.
'2 SOl'nin daha çok siyasal, stratejik ve iktisadi yanlarıyla ilgilenen okur
larımızın. Pentagon'un gelec�e yönelik silah tasarılarını içeren 11.2.
11.3 ve 11.4 allbölümlerini okumaları zorunlu �ildlr.
34
likle lazer silahlan) kullanmayı düşündü.
Bütün lazer silahlannın temeli, adianndan gelen et
kiye dayanır: Light Amplification by Stimulated Emission
of Radiation- LASER (Uyanlımş ışıma yayımıyla 1Şlk
yükseltrnesi).13 Lazerler, bütiln ışık tanelerinin, (foton
lar) kesinlikle eşzamanlı biçimde yer degiştirdigi demet
ler oluşturma ilkesine uyar. Bu yolla, demetler içine, ma
denleri eritebilecek, yogun nesneleri kesebilecek, vb. ka
'
dar büyük miktarda enerji depolanabilir. Bununla birlik
te elde edilen güçler gerçek bir lazer silahı yaratmayı dü
şünme olan$ vermemektedir.
Askerler, hafif güçlü lazer demetlerini "akıllı" füzele
rin güdüm sisteminde kullanmaktadırlar. SDI için hedef
leriyse, binlerce kilometre uzaktan anında düşman foze
sini vurma olanaılı oldukça güçlü demetler yaratmaktır.
Lazer demetleri, bütün ışık demetleri gibi, aynalar
aracılıılı.yla uyanlmış ya da odaklanmış olabilir. Uzayda
bu yöntemle yönlendirilen bir lazer demeti nin, ya roaden
de bir delik açarak, ya da füzenin yüzeyinde "kabugun"
yırtılmasma yolaçan küçük bir patlama gerçekleştirerek
ICBM'ye zarar verebilecegi düşünülmektedir.
Bir nesneyi yoketmek ya da ona ciddi biçimde zarar
vermek için gerekli enerji miktan birçok parametreye
bağlıdır: hedefi oluşturan gereçler, yüzeyinin özellikleri
ve demetin istenilen yere kesin biçimde yöneltilebilmesi.
Görüldügü gibi çözülmesi gereken başlıca sorunlar, laze
rin gücü ve kınmm sorunlandır (demet, yayımlandı�
kaynaktan uzaklaştıkça genişler; bu nedenle, hedef yüze
yinin birim alanına düşen eneıji miktan azalmış olur).
Lazerin gücü, ışın demetlerini oluşturmada kullanı
lan yönteme b�hdır: günümüzde "e�cimer"li, serbest
elektronlu ve X ışmlı kimyasal lazerler tasarlanmaktadır.
Kınlma, ışık ışımasının dalga boyuna ve aynanın çapına
baglıdır: dalga boyu küçük ve ayna hem büyük, hem de
çok düzgün oldu� ölçüde kınlma az olur.
35
Dalga boyu seçilen lazer tipine bajthdır, aynanın bo
yutlanysa fiziksel ve sınai güçlükler nedeniyle sınırlı kahr.
• Kimyasal lazerler, bir lazer ışını üreten iki "yakıt"
arasındaki kimyasal tepkimenin yarattıgı enerjiyi kulla
nır. Bu alandaki en olgunlaşmış teknoloji, hidrojen flüo
rür elde etmek için hidrojen ile flüor kullanan lazerierin
teknolojisidir. DARPA ile laboratuvarda elde edilen güç
ler, günümüze kadar birkeç megavatı aşmamıştır.
Silah olarak kullanılabilmeleri için yörüngeye yerleş
tirilmeleri, çok büyük bir aynayla ve -Sovyet füzelerini
birkaç bin kilometre uzaklıktan tam isabetle vurahilme
leri için- çok büyük bir güçle donatılmalan gerekir. OTA
(Office of Technological Assessment: ABD Kongre'sinin
teknolojik de�erlendirme dairesi) hesabına bir rapor ha
zırlayan Ashton Carter'ın hesaplannda gözönüne alınan
varsayımlardan biri, 10 metre çapında bir aynayla birlik
te kullanılan 20 megavathk bir kimyasal lazerdir. Bu tür
bir performansa ulaşmak için aşılması olanaksız hiçbir
teknolojik güçlük bulunmamasına karşın, etkili bir füze
savar savunma düzeninin gerektirdi!ti işi başarabilecek
bir ilköme�n yapımının yakın gelecekte gerçekleşebile
cegi söylenemez. Atış işlemi sırasında biçimi hiç bozulma
yan ve hiç titreşmayen böylesine dev boyutlu aynalann
yapılması çok güçtür. Bunu kanıtlamak için, dünyanın en
büyük teleskop aynasının -Palomar dağlndaki gözleme
vindeki teleskopta bulunmaktadır- 5,08 metre genişli!tin
de oldu�nu anımsamak yeterlidir. Üzeri nde durolan çö
zümlerden biri, binlerce küçük öğeden oluşan (her öltenin
her an istenen konumda olmasını sağlamak için, öğelerin
bir bi lgisayarın yönetiminde tutulması düşünülmektedir)
büyük aynalar yapmaktır.
Bu tip lazerlerle donatılrruş 160 uzay platformunun
yörüngeye yerleştiri1mesi,14 uzaya birkaç bin ton ağırh
gında araç gereç ve kimyasal madde göndermeyi gerekti-
ı•' Bu sayı, Ashton Caıer'a göre 1.400 Sovyet ICBM'sine karşı koyabil
mek için gerekli platform sayısıdır.
36
recektir. Amerikahlann Challenger tipinde uzay gemile
rinin taşıyabilece� yararlı yük 30 tonla sınırlıdır.
• Excimer'li ve serbest elektronlu lazerler.
Excimer lazeri, iki atomdan oluşan molekü11erin (di
mer) uyanlmasıyla bir lazer ışık demeti üretir: bir asal
gaz (argon, ksenon, kripton) ve klor ya da tliior. Excimer
lazerinin avantajlı yanı, çok daha küçük boyutlu bir ay
na kullanarak kimyasal lazerinkine eşit güç elde etme
olana� veren çok kısa bir dalga boyuna (0,3-0,5) sahip
olmasıdır.
Ne var ki bu avantaj, en azından şimdilik, önemli bir
dezavantaj nedeniyle ortadan kalkmıştır: süreç, büyük
bir enerji savurganlığına yolaçmaktadır. Dolayısıyla, bir
ilkörnegin yapımı için gerekli oldu� kabul edilen güçlere
yakın bir gücü laboratuvarda elde etmek henüz olanak
sızdır. Excimer lazerleri kesintili ışık pompalamalanyla
çalışır. Günümüzdeki araştırmalar pompalamalan tek
rarlayabilme olanaklarını yaratmaya yönelmi!?tir.
Serbest elektronlu lazer ilkesi (Free electrons laser,
FEL) bir elektron demetinin kinetik enerjisini bir lazer
ışımasına dönüştürmeye dayanır. Bir parçacık hızlandın
cısının yaydığı elektronlar sürekli degişen bir manyetik
alana yönlendirilir. Bu sayede ortaya çıkan ışımalar bir
lazer demeti oluşturabilir. Işık, elektron yörüngesine te
�et olarak yayıhr.
Eşzamanlı hızlandırıcılar bu ilkeye göre çalışır ve dü
şük enerjili X ışıolan ve morötesi ışınlar için en güçlü ke
sintisiz kaynaklardır. Serbest elektronlu lazerler, degiş
ken dalga boylu ışınlar yayabildiklerinden -dolayısıyla
çok kısa dalga boylu ışınlar da yayabilirler: bu da, daha
t>nce de belirtildiği gibi, daha küçük aynalar kullanabil
me olanağı verir. Buna karşılık, elde edilen güçler, uçuş
halindeki füzelere karşı kullanılabilmeleri için gerekli
güçlerle karşılaştınldıklannda çok zayıftır.
Bu iki ttp lazer de çok sayıda araç gereç kullanmayı
gerektirir. Dolayısıyla bunlann kullamlması, ancak yerde
konuşlandınlmalan koşuluyla düşünülebilir. Böylece, la
zerlerin demetleri, yerden 36.000 kilometre yükseklikte
37
yörüngeye yerleştirilmiş aynalara dogru yönlendirilir. Bu
aynalardan yansıyan demetler, daha alçak yörüngelerde
bulunan küçük "muharebe aynalan"na yansır. Bu ayna
larsa ışıolan Sovyet fazelerine yöneltir. Bulutlann sis
temde yaratabilece� felç durumunu ödünleyebilmek için,
yere konuşlandınlan lazer sayısının oldukça yüksek ol
ması gerekir.
Demetin Yer'den ara aynalara gidip gelmesi sırasın
da yüzde 90 güç kaybı meydana gelir. Şu halde, hedefın
üzerine ulaştı� sırada 40 megavathk bir güçte olabilmesi
için yer yüzüne 400 megavathk bir tesis kurmak gerekir.
Atmosfer nedeniyle demette meydana gelen ışın sapması
sorununun çözümüyse çok daha güçtür. Etkili bir ışın el
de etmeyi engelleyecek bu olayı ödünlamek için uyarlayıcı
optik adıyla bilinen bir düzeltme sistemi üzerinde çalışıl
maktadır. Sözkonusu sistemin ana parçası, Yer yörünge
sindeki ara aynanın yanına yerleştirilmiş zayıf güçlü bir
lazerdir. Bu lazer Yer'e do� bir ışı n gönderecek ve yer
deki bir alıcı da ışındaki sapınayı gözleyecektir. Böylece,
yere konuşlandınlmış muharebe lazerinin ışını, pilot ışı
nın deldigi aynı hava tabakalanndan geçerek yeniden uy
gun bir ışın saliayacak tarzda biçimlendirilecektir.
• X ışınh lazerler. Bu lazer tipinde, uzun zamandır
bilinen bir fiziksel olaydan yararlamlmak istenmiştir: bir
termonükleer bombanın patlamasıyla açı�a çıkan enerji
nin yüzde 80'1 X ışıolan biçiminde yayılır. Bu ışınlar her
yönde uzaklaşırlar ve eneıjileri bir füzeye zarar verebile
cek ya da yokedebilecek güçtedir. Bu silahın gücü, lazerde
kullanılabilecek X ışıolan enerjisi miktanna ve ışının az
çok etkili biçimde odaklanıp odaklanmamasma bağlıdır.
Termonükleer patlamadan çıkan enerjiyi yönlendir
mek için -X ışıolan aynayla yansıtılamadı�na göre-,
bombayı, X ışıolan demeti yaratabilecek bir gereçten ya
pılmış uzun çubuklar içeren bir tesisatla kaplamak gere
kir. Kullanılan gerecin yapısı ve donanımın planı büyük
bir giz olarak saklanmalı dır. Ne var ki X ışınh lazerlerde
bile ziyan olan enerji yüzdesi çok yüksektir: askeri amaç
larla ku11amlabilecek X ışınb bir lazer çok güçlü bir nük-
38
leer patlama gerektirmektedir (500 kiloton ile 1 megaton
arasJnda). DahaSJ, hedefe ulaşacak enerji, tek bir patla
mayla (termonükleer patlama) yayılacak ve ateşlemeden
birkaç mikrosaniye sonra donarum yokolacaktır.
Bütün maddeler X ışınlanna karşı göreceli olarak
saydamsız olduklanndan, X ışım demeti hedeflenen fuze
nin yüzeyi içine milimetrenin bir kesri kadar girebilecek
tir. Bununla birlikte, küçük bir patlamaya yolaçabilecek
ve füzeden yıkıcı etkileri olan bir şok dalgası yayılacaktır.
Son olarak, atmosferin X ışınlannı soıturması, bu si
lahın Yer'e konuşlandınlabilmesi olasılıfl"ım ortadan kal
dırmaktadır. Dolayısıyla araştırmalar, yörüngeye oturtu
lacak ya da harekete geçirilmeden birkaç saniye önce
uzaya firlatılacak X ışınlı lazeriere yönelmektedir (pop-up
adı verilen teknik).
Öbür lazer tipleriyle karşılaştınldıfl"ında, X ışınlı la
zerlerin çok a�r araç gerece gereksinimi yoktur (enerji
üreten bombanın boyutlan küçüktür). Savunma için ge
rekli sayıda bir azalma yoktur. X ışınh lazer sisteminin
getirdiği maliyetletki oranı hesaba katılmadan bile, '"sa
vunma'' amacıyla birkaç yüz nükleer bombayı sürekli
uzaya gönderme fikri hiç de coşku yaratacak bir fikir gibi
görünmemektedir.
Edward Teller'in savundu/tu ikinci çözüm, bu lazerle
ri, elden geldiğince Sovyet kJyılan yalunında duran deni
zaltılara yerleştirmeyi öngörüyordu. Böylece bunlar, Sov
yetler Birliği saldınyı başlattıfl"ı anda fırlatılabileceklerdi.
Çok hızh füzelere yerleştirildiklerinden, yeterince kısa
bir süre içinde, Sovyet ICBM'leri nükleer başlıklanm ve
sızınalanna yardım edecek araç gereçlerini uzaya bırak
madan, onlann fırlatılma konumlan na ulaşacaklardır.
Karmaşık, çabuk zarar görebilen ve tehlikeli araç ge
reçleri yörüngeye yerleştirme zorunlu/tunu ortadan kal
dırma olanağı veren bu çözüm, kuşkusuz en iyi çözüm de
ğildir. Lazerleri ateşleme emri, Sovyet füzeleri ateşlenir
ateşlenmez, hemen hemen aynı anda denizaltılara ulaş
mak zorundadır. Dahası, -denizaltılann düşman saldınsı
na uğrama olasılığını hesaba katmasak bile- lazerierin
39
devreye girmesi yanlış alarmlarla ve karşı önlemlerle ak
satılabilecektir.
Güçlü lazerierin askeri uygulamalarda kullamlması
nı engelleyen kuramsal güçlükler bulunmamaktadır. Bu
nunla birlikte, askerlik , sanayi, iktisat ve enerjiyle ilgili
güçlüklerio çok büyük olduğu ve bunlara dayalı bir sa
vunma sisteminin hızla geliştirilma olasılığının çok uzak
olduğu belirtilebilir.
- Binlerce kilometre uzaktaki bir füzeye zarar vermek
için gerekli güç, -laboratuvar koşullarında bile- bugüne
kadar elde edilememiştir.
- Yeterli çapta aynaların yapımı da henüz çözüleme
miş bir sorundur. Bunların taşınmaSl ve uzaya yerleşti
rilmeleri de çözüme kavuşturulamamıştır. Yıpranmaya
karşı dayanıklılıklan da istenen düzeye çıkanlamamıştır.
- Atmosferin yolaçttğı sapmayı ortadan kaldırma ola
nağı (Yer'e konuşlandırılmış lazerler açısından), yüksek
güçler ve uzak mesafeler için henüz tanıtlanmamıştır.
- Hedefe yöneltınede kesinlik ve ateşlemeden sonra
nişalanlamada düzeltme yapılmaSl henüz gerçekleştirile
memiştir.
- Lazerin çalışması için gerekli enerjiyi, uzay plat
formlanna taşımak ve depolamak gerekmektedir ve bu
durum da Iojistik açıdan birçok sorun yaratmaktadır.
Yer'e konuşlandınlmış lazerler içinse, sistemi beslemek
amacıyla yüzlerce megavathk bir gücü hemen kullanıma
hazır bulundurmak gerekmektedir.
- Düşman denetimindeki ya da bozuk bir çevrede ça
lışma zorunlugu, sistemde ·•yedeklemelere .. gidilmesini
gerektirdi: yörüngedeki ya da yörüngeye gönderilmeye
hazır durumdaki aynaların ve lazerierin sayısı, elverişsiz
hava koşulan, teknik eksiklikler, belli bir anda yörünge
deki muharebe platformlanndan ancak küçük bir bölü
mün ateş etme ve saldırıya geçme konumunda olmaSl he
saba katı lmalıdır.
Parçacık Demetli Silahlar - Protonlar, elektronlar ve
ağır iyonlar gibi parçacıklar, bir kütlesi ve yükü (fotonla
nn kütlesi ve yükü yoktur) olan maddenin bileşenleridir.
40
TARTıŞMALI LAZER DENEMELERİ
41
Yogun gereçler içine az ya da çok miktarda girebilirler ve
Amerikan askeri sorumlulannın düşüncesine göre bun
lar, düşman füzelerinin yönlendirme sistemindeki ana
elektrik devrelerini bozmak ya da nükleer yüklerini erit
mek için kullanılabilirler.
Atomsal ve yanatomsal parçacıklann nasıl üretilece
ği ve hızlannın ışık hızına nasıl yaklaştınlabileceği uzun
süredir biliniyor. Birçok sanayileşmiş ülkede, bu işi ger
çekleştirebilmek için elektriksel alanlar kullanan parça
cık hızlandıncılan yapılmıştır.
Parçacık demetlerini askeri amaçlarla kullanabilmek
için aşılması gereken büyük sorun, lazerierin kullanılma
sında çıkan sorunla aynıdır: yeginliği çok yüksek, ama
aynı zamanda da çok uzun mesafelere dagılmayacak de
metler üretebilmek.
Temel parçacıklar "nötür" ya da "yüklü" olabilir. Yük
lü parçacıklann akılan, yaratılması , yönlendirilmesi ve
bir hedefin tahribinde kullamlması en kolay olanlardır;
ama uzak mesafelere yayılması gerektiğinde ciddi güç
lükler çıkarmaktadır. Nötür parçacıklann akıllan, yayıl
ma ve tahribat kapasitesi bakımmdan sorun yaratma
makta, ama hala yeterli yağinliklerde üretilememektedir.
Yüklü parçacıklar, elektriksel alanlardan yararlanan
hızlandıncılarla üretUmektedir ve bu nedenden ötürü
Yer'i kuşatan manyetik alanlarda ortaya çıkan değişik
liklere karşı duyarlıdırlar. Parçacıklan uzaktaki bir nes
neye yeterli bir isabetle odaklaştırma çabası, Yer'in man
yetik alanlan düzensiz olduğundan çok büyük güçlükler
yaratmaktadır. Kaliforniya'daki Lawrence Livermore la
boratuvanrun üzerinde çalıştığı varsayımlardan biri, at
mosferde yüklü parçacık demetlerine geçiş yolu açmak
için bir lazer ışınından yararlanmayı öngörmektedir. Ne
var ki bu şemanın olurlugu henüz tarutlanmamıştır.
Nötür parçacıklar manyetik alanlara duyarlı olma
malanna karşın, gene de aynı oranda ciddi zorlamalann
etkisinde kalırlar. En küçük atmosfer parçası onlan dur
durur ve yalnızca uzayda kullanılmalan düşünülebilir.
Laboratuv�rda, bir füzeye yüzlerce kilometre uzaktan za-
42
rar verebilecek boyuttaki güçlere yakın güçler elde edil
miştir; ne var ki bugüne kadar kullanılan hızlandıncıla
nn çoğunda, elde edilen güç hızlandıncının uzunlu�yla
orantılıdır. Sonuç olarak, askeri bir kullanım için gerekli
güç hızlandıncısı, birkaç yüz hatta birkaç bin kilometre
uzunlu�nda olmalıdır. Hızlandırma, nötürleştirme ve
parçacık demetlerinin yönlendirilmesi gibi çok karmaşık
işlemleri yapmak zorunda olan bu dev boyutlu araç gereç
leri yörüngeye yerleştirmeyi biliyor muyuz?
Bu araştırmalann yapıldı� Lawrence Livermore I..a
boratory'deki ATA (Aduanced Test Acceleratory) hızlandı
neısı 85 metre uzunlu�ndadır ve uzayda taşmabilecek
bir nesneye hlç benzememektedir. Los Alamos National
Laboratory'deki RFQ (Radiofrequency Quadrupole) hız
landıncısı, parçacıklan çok daha yakın uzaklıklar içinde
hızlandı rabilmektedir ve küçük, hafif ve güvenilir bir hız
landıncı için hala aşılmast gereken uzun bir yol vardır.
43
rakmaya başlamadan onu yokedebilir. Roketlerin eylem
alam, roketlerin hızına ve sistemin tepki kapasitesine
bağlıdır: ICBM'nin ateşlerunesiyle aym anda fırlatılan ve
hızı 10 km/saniye olan otomatik güdümlü bir füze, vuru
lacak füzenin yükselme evresi sırasında (beş dakika sü
ren bir evredir bu) 3.000 kilopıetre yolalabilir.
Bu tekniğe bağlı olarak da önemli sorunlar çıkmakta
dır. Özellikle, ateşleme evreleri büyük ölçüde kısaltılmış
(100 saniye ile üç dakika arasında) ICBM'ler yapmak ola
naksızdır.
Yere Konuşlandırılmış Füzesauar Fazeler - Amerikan
askeri sorumlulan, -başta düşmanın nükleer başlıklı fü
zelerini orta yol evresinde, atmosfere girmeden yokedebi
lecek nükleer olmayan bir önleme füzesi olmak üzere
başka büyük tasanlar üzerinde de çalışmaktadırlar.
ERIS (Exoatmospheric Reentry-Vehicle lnterceptor Sub·
system) adı verilen bu araştırma programı, araştıncı baş
hğı başlangıçta bir uydusavar silahı olarak kabul edilen
(daha ileride, şok amaçh silahlar bölümünde ele alınacak
tır) HOE (Homing Overlay Experiment) programımn doğ
rudan devamıdır.
Başlangıçtaki düşünce basitti : kızılötesi ışın yakala
yıcısının yönlendirdiği küçük bir araştıncı başlık, yerden
fırlatılacak bir füzeye yerleştirilir ve düşman nükleer
başlığına bir radar aracılığıyla yönlendirilir. Hedefin ya
• kınına ulaştığında, arayıcı başlık radann görevini devra
br ve göğün soğuk ortamında "sıcak" bir nesneyi kolayca
algılayabildiğinden (tersine, arkasında yeryüzü gibi sıcak
bir ortam bulunan bir nesneyi algılamak çok daha güç
tür: çünkü kızılötesi ışınlann panltılanndaki kontrast
çok daha zayıftl.r) hedefi rahatlıkla bulur.
Saatte birkaç bin kilometre hızla uçan iki nesne ara
sındaki çarpışma, patlayıcılara gerek kalmadan birbirle
rini yokedebilecekleri kadar şiddetli olur.
ERIS araştıncı başlığı, HOE programında öngörülen
başlıktan çok daha küçük olduğundan, birçok başlık .taşı
yan bir füzesavar yapma olanağı vermektedir. Farklı he
defleri vuracak bu farklı başlıkların yönlendirilmesi he-
44
nüz varsayım aşaınasmda<lır. Bununla birlikte Pentagon,
bir "mirve" yakalayıcısı (ABM antlaşmasıyla yasaklan
mıştı) gerçekleştinneyi hararetle istemektedir.
• En kolay füzesavar savunması, 1960'lı, 1970'1i yıl
lardaki ABM ağlannın yetkinleştirilmiş biçimi olan son
evre savunmasıdır. Radarlar, uzun menzilli füzeler ve en
son başvurulacak küçük füzeler, nükleer başlıklı düşman
füzelerini atmosfere girişlerinden sonra önlemekle görevli
bu türden bir donanımın temel bileşenleridir. Havanın
sürtünme etkisi sayesinde aldatıcılann tahrip olması,
nükleer başh�n belirlenınesini kolaylaştınnakta ve tah
rip edilme olası lı� m artırmaktadır.
HEDI (High-altitude Endoatmospheric Defense lnter·
ceptor) programı çerçevesi nde, atmosferin yüksek tabaka
lannda kullanılmak üzere yeni bh uzun menzilli füze ge
liştirildi. Sözkonusu füze, Haziran 1984'te yapılan HOE
(denemenin koşullan için ilerideki çarçeveli bölüme bakı
nız) deneyinde de olduğu gibi, doğrudan çarpma olmadan
hedefi tahrip edebi lecek yetenekte patlayıcı taşıyan bir
araştıncı başhkla donanıyordu.
Amerikan Kara Kuvvetlerinin geliştirdiği küçük SR
HIT (Smail-Radar Homing lntercept Technology) gibi ay
gıtlar, Sovyet nükleer başhklannı yere çarpmalanndan
birkaç saniye önce önlemek zorundadır. SR-HIT'i (3 met
re yükseklijpnde, 35 santimetre çapındadır), yüz kadar
barutl u küçük fırlabcı fırlabr; SR-HIT'i minyatürleştiril
miş bir radarla, -onu doWtıclan doğruya bir hedefe yönelt
mekle görevli - bir kızılötesi ışmh yakalayıcı yönl endirir.
Son evre savunması alanındald araştırmalann (ABM
antıaşması sonrasında bile arahksı z sürdürüldü) büyük
bir avantajı vardır: Pentagon'un yirmi beş yılılır üzerinde
çahştığ"ı "olgunlaşmış" teknolojilere dayanması. Dolayı
sıyla, mutlu bir sona ulaşma umudu veren tek SDI sa
vunma tabakası budur.
Çünkü yere konuşlan<lınlmış birçok başka silahı in
celemektedir ve hatta -High Frontier yandaşlanrun des
teklediği Swarmjet yöntemi (son anda düşmanın nükleer
başlı�na doğru ateşleneo küçük roketlerden oluşan bir
45
''perde") gibi- işlevsel hale getirilmiştir. Yetkin bir yönelt
me sistemlerinin bulunmamasına karşın, bu roketlerin
hedeflerini yakalama olasıh� yüksektir. Ne var ki bu sis
temler, betonanne silolar gibi "katı" hedeflerin savunma
sında işe yarayacaktır. Zira nükleer başhgın çarpışma so
'nucu patlama ve bu nedenle de önemli zararlar verme
(hedefin birkaç kilometre üstünde olsa bile) olasıh� yük
sektir.
Elektromarıyetik Toplar - Olası bir ''elektromanyetik
top"un işleyiş ilkesi Birinci Dünya Savaşı'ndan beri ince-
1enmektedir. Ne var ki, elektromanyetik bir güç arac,ıh
�yla merrnilerin fırlatılmasına ilişkin anlamlı deneyler,
ancak çok yakın dönemlerde gerçekleştirilebilmiştir.
Mermi, paralel iki ray atasına yerleştirilir. Çok hızlı
dönen rotorlu eşkutuplu bir jeneratör, "top"un içine ileti
len çok büyük nicelikte elektrik enerjisi üretir. Bir plaz
ma (serbest elektronlar ve iyonlar bakımından zengin,
çok yüksek sıcakhkta gaz) mermi gerisinde oluşur ve
onun raylar arasında ilerlemesini satlar. Bu sayede olu
şan manyetik alan, menniyi topun çıkış deligine do�u
iter.
Birkaç yıl öncesine kadar, birkaç gram a�rh�ndaki
fırlatılacak maddelerin (genellikle plastik küpler) hızı sa-
46
zesavar savunma alanında gerçekleştirilen büyük geliş
melerin kanıtı olarak tanıttı. Amerikalı sorumlular,
MHV'yi yönlendirmede kullanılan kızılötesi tarayıcının,
bir insan bedeni sıcaklıwnı 1.600 kilometre- uzaktan algı
layabilecek "güçte oldugunu belirttiler. Ulaşılan perfor
mans ilk bakışta heyecan vericiydi: ne var ki HOE dene
yinin içinde gerçekleştigi koşullar, gerçek bir saldırı
anında ortaya çıkabilecek koşullardan çok uzaktı. Bu de
ney sırasında, gerçekte , uçuş yolu önceden kesin biçimde
bilinen ve yerinin belirlenmesi aldatıcılarla güçleştiril
memiş bir tek nükleer başlık vardı. Amerikan radarları
na gelince, onların çalışmasını engelleyecek hiçbir işlem
de yapılmamıştı; oysa, gerçek bir saldın sırasında Sov
yetler elbette radarları için çeşitli teknikiere başvura
caklardır.
Çok önemli bir şey daha vardı: MHV'nin düşman fü
zesini belirlemekle görevli füzesinin kızılötesi ışınit önle
me füzesinin işini kolaylaştırmak için, hedef-başlık daha
önce ısıtılmıştı. Oysa bu tür silahlarda çözülmesi gereken
soru n, uzayda bulunan birçok nükleer başlıklı füzeye
benzeyen nesne arasrndan, düşman füzeyi belirleyebile
cek yetenekte önleme fOzcleri geliştirmektir.
Sıcakh(tı mutlak sıfıra yakın olan (-273, ıs·c) bir
çevrede tek bir hedefi -hem de iyice ısıtılmış bir hedefi
belirlemek ve vurmak hiç de m arifet" sayılmamalı. Bu
sadece en iyi koşullarda gerçekleştirilen ve "dog"aya hafif
bir müdahale"nin yapıldıgı bir deneyden başka bir şey
deg-ildir. Elbette ayıplanacak bir yöntem degildir bu; ama
bütün bilimsel araştırmalarda uygulanan ve çalışmalann
gelişmesi için gerekli bir evre olmaktan öte bir anlam da
taşımamaktadır.
General Abrahamson ile başka Amerikalı sorumlula
rın deney sonuçlarını yayın organlarına açıklama biçim
leri, yalnızca ve bütünüyle propaganda yapma isteginin
sonucudur. Bununla birlikte, sorumluların da vurguladı
Iıı gibi, 10 Haziran 1984'teki başarılı deneyin, bu tip si
lahların yapılabilirligini ve hatta uzay kalkanı kavramı
nın gerçekçiligini tanıtlayan çok önemli bir evre oldugu
doğrudur.
47
niyede 6-10 ldlometreye ulaşabiliyordu. 1984'te Arneri
kan basımnda yeralan bir deneyde, 6,5 milimetre kalınlı
�ndald bir çelik zırhın, 8,6 kın/saniyelik bir hızla (fikir
vermek için bir karşılaştırma yaparsak, konvansiyonel
patlayıcıh silahiann ço�nda merrnilerin hızı 1-2 km/sa
niyedir) fırlatılan 2,5 gramlık bir mermiyle delindigi be
lirtildi.
Mernri birçok manyetik alandan geçirilerek ve böyle
ce her geçişte hızı artanlarak bu teknik iyileştirilebilir.
Bazı incelemelere göre, 34 hıziandırma evreli, l l metre
uzunlu�nda bir topun, 2,5 gram ağırlığındaki merrnileri
saniyede 50 kilometrelik bir hıza ulaştırabileceği.ni gös
terdi.
Bu düşünceyi savunanlar, elektromanyetik top tekni
ğinin çok hızh geliştiği.ni belirtiyorlar, ama birçok soru
nun (özellikle de plazmanın yüksek sıcaklığından do�an
sorunlar) bulundugunu da kabul ediyorlar.
Çözüm bulunmayan en önemli sorunlardan biri, mer
rnileri yavaşlatan atmosfer sürtünmesidir. Sözkonusu ya
vaşlatmayı yenmek için gücü çok büyük ölçüde artırmak
gerekmektedir. Ama bu durumda merrnilerin aşın ısın
ması, hatta tahrip olması olasılığı vardır. Üstelik, enerji
kaynaklan, hedefe yöneltme ve mermiyi etkili biçimde
yönetme sistemine ilişkin sorunlann durumu da bundan
daha iç açıcı değildir. Ne var ki bütün bu sorunlar, yirmi
kadar Arnerikan şirketinin elektromanyetik bir top yap
mak için çalışmasını ve orta vadede askeri uygulamalan
(özellikle yapay uydulara karşı) başlatma niyetini engel
lememektedir.
48
lememiş etken (yakalayıcıların gilvenirli�, silahların et
kililiği, lojistik, Sovyet füzelerinin yerleştirildikleri yerle
rin belirlenmesi, savunulacak bölgelerin öncelik SJrala
ması bulunmaktadır.
1985 sonbahannda, Savunma Bakanlı�, hem Sovyet
füzelerinin uçuşunu durdurabilecek, hem düşman alanın
da ve nükleer patlamalarla elverişsiz kılınmış alanda ça
·hşabilecek, hem doğTudan saldırılara karşı kendini savu
nabilecek, yedi "tabaka"b bir sistemin tasarlandıg-tnı
açıkladı .
Bu sistemin mimarisi ayrıntılı biçimde açıklanmadıy
sa da, yedi tabakalı modele temel olan ·aporu hazırlayan
büyük Amerikan firmalannın, Lazer sihıhlanyla donatıl
mış on kadar uzay platformu ve elektromanyetik toplar
ya da küçük roketler taşıyan binlerce küçük yapay uydu
yerleştirmeyi öngördükleri bilinmektedir.
Bununla birlikte silahlandınlmış yapay uydular bir
çok sorun çıkarmaktadır: özellikle de "absanteizm" soru
nu. Alçak bir yörüngeye yerleştirilen bir yapay uydunun
hedefe oldukça yakı n olma avant�ı varsa da, öte yandan,
Yer çevresinde döndü�nden her an hedefin üzerinde bu
lunmamaktadır. Buna karşılık, Yer'in belli bir noktası,
üzerinde sürekli kalan ve gökte sabit duruyormuş izleni
mi uyandıran, Yer'e yaklaşık 36.000 kilometre uzaklıkta
yörüngeye oturtulan, yörüngesi dünya merkezli yapay
uydular vardır.
Bir silahın her an atış konumunda bulunduğundan
emin olmak için, bu alçak yörüngeye çok sayı da uzay
platformu yerleştirmek, ya da çok yüksek yörüngelere da
ha sınırlı sayıda uzay platformu ya da yörüngesi dünya
merkezli platform yerleştirmek gerekmektedir. Buna
karşılık, ikinci çözüm yolu �eçildiltinde, hedefleriyle ara
lannda bulunan büyük uzakhk nedeniyle silahların gücü
çok fazla olmalıdır. Sovyet füzelerini etkisizleştirmek
(SDI'nin ana sorunlanndan biri budur) için gerekli uydu
sayısına ilişkin varsayımlar, ABD'de, görüşlerini belirten
çeşitli uzmanlar ve kuruluşlar araSlnda çok şiddetli tar
tışmalara yolaçmaktadır.
49
Çeşitli kaynaklann yaptığı tahminler, 90 ile 2.400
yapay uydu arasında dejpşmektedir. Bu fark kullanılan
parametreye �hd:Jr: yapay uydular yüksek yörüngelere
yerleştirilir, çok "parlak" lazerlerle ya da ardarda birçok
kez vurahilecek çok etkili silahlarla donatılırlarsa sayıla
n çok aza iner. Buna karşılık, daha alçak yörüngelere
yerleştirilen, daha az delici güce sahip lazerler öngören,
Sovyet fazelerinin ateşleme evrelerinin kısaltılmasını da
· hesaha katan bir yol seçilirse, çok yüksek sayıda uydu
yerleştirme zorunlugu vardır. Dahası, teknik eksiklikler
ve uzay platformlanndan hazılannı kullanım dışı bıra
kan düşman saldınlan da gözönünde tutulmabdır.
Şu halde OTA raporuyla aynı görüşleri paylaşmak
gerekir: "d�" uydu topluluklan yoktur. Bütün bu he
saplar varsayıma dayalı savunma kapasitelerine ve teh
dit varsayımlan na göre yapılabilmektedir. Dolayısıyla da
farklı varsayımlar farklı sayıda yapay uydu öngörülmesi
ne yolaçacaktır."15
Uydulann sayısı birkaç düzineyi geçerse, lojistik açı
sından ortaya çıkan sorunlar sistemin çalışma olasılığını
tehlikeye düşürehilir. Uzayda "lojistik deste�n sürmesi "
garanti de�ldir. Ancak yörüngeye yakalayıcılar ve gerek
li silahlar yerleştirildikten sonra, düşmanla sürtüşmeye
girilebilir. Oysa, Amerikan uzaygemisi en çok 30 ton ge
reci 200 kilometre yükse�e taşıyabilmektedir. Binlerce
ton araç gereci dünya çevresinde yörüngeye oturtabilmek
için (bir bölümıl 36.000 kilometre uzaklıkta bulunan ve
yörüngesindeki hızı dünyarunkine eş olan) yüzlerce, hat
ta binlerce uzaygemisi uçuşu ya da Ariane füzesi uçuşu
gerekir.
Pentagon, bir uzay kalkanının gerçekleştirilebilmesi
için, yörüngeye 100 tona kadar araç gereç taşıyahilecek
ve bir yörüngeden öbürüne gidabilecek bir taşıtın yapıl
ması gerekti�rti biliyor. Ocak I986'da yaşanan Challan-
50
ger trajedisinden sonra, böyle bir "uzay kamyonu"nun ya
pmu yakın gelecekte pek olanaklı görülmemektedir.
51
içinde haz1rlanması zorunluydu. Bir karşılaştırma yapı
lırsa, Fransa'da hava trafiğini denetleyen program ancak
iki milyon satır tutmakta ve hazırlanması bir gün sür
mektedir.
Bu tür program "el ile" yazılamaz ve hiç kimse prog
ramda yanlışlar bulunup bulunmadıg-Inı denetleyemez.
Dahası, dev boyutlardaki bir saldınnın koşullannın ben
zerini yaratan bir test -tanımı bakımından- sözkonusu
olamaz. Oysa sistem ancak saldın halinde tam işieyecek
tir. Sovyetler Birliği topraklanndan fırlatılan ICBM'leri
yoketmek için düşünülmüş savunma sistemi, Sovyetler'in
işbirliği olmadan gerçek anlamda bir testten geçiril emez!
Dolayısıyla programın güvenirliği, bilgisayarda benzer
koşullar yaratıldıg-I varsayılarak denetlenebilir; ama bu
durumda da, sisteme, ek bir belirsizlik düzeyi ve yeni bir
olası hata kayna#l eklenmiş olur.
SDI'nin resmi yapılabilirlik raporunu yazan komisyo
nun başkanı James Fletcher, bu tür bir bilgiişlem progra
mının hizmete elverişli oldu�nu belirtebiirnek için başka
bilgisayarlara 50 milyon aktarma yapılması gerektiğini
belirtir.
Bu hız ve karınaşıkhk düzeyinde insaniann alacajtı
hiçbir karara güvenilemez. Bunlar daha önce de�erlendi
rilerek savaş programına ve mikroişlemeilere kaydedil
miştir. "Yıldızlar savaşı" eğer bir gün çıkarsa otomatik
bir gerilimle çıkacak ve askeri ve siyasal sorumlulann
daha haberi bile olmadan sona erecektir. Elbette siyasal
kararların alınması açısından büyük sorunlar yaratan bir
olay var ortada: ne var ki, böylesi bir savunma sisteminin
yanlışlıkla harekete geçirilmesiyle çıkacak sorunlar, nük
leer nıisillemenin başlatılması sonucu çıkacak sorunlar
dan çok daha hafiftir.
Savunma sisteminin mimarisi ve çok. büyük elektro
nik "beyni", Ronald Reagan'ın düşünün gerçekleştirilme
sinde karşılaşılan tek engel değildir. Çok daha basit bir
tehdidi de unutmamak gerekir: karşı tarafın alaca� kar
şı önlemler.
MIT'de profesör olan Kosta Tsipis'in dikkati çektiği
52
temel sorun, harekete geçirilir geçirilmaz kusursuz biçim
de çalışacak ve 200 saniye içinde görevini yapacak bir sis
temin gerçekleştirilmesidir. Eldeki sistem tipi hareketsiz
kalabilir ve üzerinde en küçük bir fikir sahibi olmadı�
mız karşı önlemlere yansıyahilir ve onlar da sal dınya
geçtikleri sırada Size füze fırlatabilir. Karşı önlemler
ucuzdur ve bir milyar dolara mal olan bir sistemi dümdüz
edebilir."17
Gerçekte, Sovyet bilim adamlannın seçme sıkıntılım
yoktur. Alınabilecek en etkili önlem, ICBM'lerin sayısını
Amerikan savunma sistemlerini çaresiz bırakacllk ölçüde
artırmaktır. Her yeni Sovyet füzesi için, savunma sistem
lerinin güvenir1i�ni s�lamak u�na Amerikalılar çok
daha büyük yeni harcamalar yapmak zorunda kalıyorlar
sa, bu yanş Arnerikah lar açısından dayamlmaz boyutlara
ulaşacaktır.
Aynca, kıtalararası füze silolannın (boş olup olma
dıklannı Washington bilmemektedir) sayıs1m art1rmak
da düşünülebilir, ama bu durumda da Amerikalılar paha
h sistemleri kurmak zorunda kalacaklardır. Aynca, Sov
yetler yeni bir seyyar ICBM ku�nı çalışabilecek hale
getirdi�nde, ABD gene aynı pahalı yük altına girecektir.
Gene hemen gerçekleştirilebilecek sistemler aÇ\sın
dan olaya bakıldı�nda, Sovyetler Birli� SOl'den zarar
görmeyecek savunma silahlannın sayısım -özellikle de
stratejik bombardıman uçaklannı ve uzun menzilli sey
yar nükleer füzeleri- artırabilir.
Denizaltılardan fırlatılan füzeler, iyi bir nüfuz kapa
sitesidir: ICBM'lerin tersi ne, ateşleomeleri sırasında yo
kedilmeleri olanaksız olan bu füze)erin uçuş süreleri çok
daha kısadır ve "alçak" bir uçuş yolu izieyecek biçimde
fırlatılabilirler (böylece, orta yola yerleştirilmiş savunma
silahlannın büyük bölümünden kurtulabilirler). Dahası,
sabit fırlatma üsleri bilinen ICBM'lerle karşılaşılan olgu-
{
ı7 E.EDELSON'ın yaptıgı alıntıdan, "Space Weapons: The Science Be
hind lhe B\g Debale", Popu/ar Science, Temmuz 1984.
5.3
lann tersine, savunanlar SLBM'lerin nereden yola çıka
catım hiçbir zaman kestiremeıler.
Sovyet mühendisleri çok daha teknik bir seçim yapa
rak savunma sistemine ve öncelikle de sistemin en kolay
zarar görebilecek parçalanna, yapay uydulara yerleştiril
miş yakala.fıcılara ve uzaya yerleştirilmiş boytık aynala
ra saldırabilirler.
Yapay uydu haline getirilmiş nesneler kadar kolay
yokedilebilen çok az şey vardır: yörüngeleri ve konumlan
çok iyi bilindilinden, bunlar sabit hedefler olarak kabul
edilebilirlerı Her ne kadar Sovyetler etkili uydusavar si
lahları yapımında güçlüklerle karşılaşıyorlarsa da (bölüm
llr'e bakınız), bir SDI sisteminin kilit bileşenlerine saldır
mak oldukça kolaydır: bir yapay uydu yakınına yerleşti
rilmiş ve stratejik nükleer saldın füzesinin ateşleomesin
den birkaç saniye önce patlayacak bir "uzay mayını" yer
leştirmek, uzaya ABM silahlanyla aynı yörüngede ama
ten yönde yer deliştiren bir madensel bulut ya da kum
bırakmak ya da araştıncı başJıklarla donatılmış füzesa
var füzeleri fırlatmak. Aynca, füzesavar göreviyle yere ya
da uzaya konuf}andınlan lazer silahlan da düşünülebilir.
Bir başka yöntem de, uzayda patlayacak ve EPM1' etki
siyle bütün sistemi körleştirecek bazı nükleer silahlar
kullanmaktır.
Bir dizi pasif karşı önlem ,de düşünülebilir: lazer ışını
sıcakhtına dayanıklı gereçlerle füze ytızeyini çeşitli bi
çimlerde "zırhla" kaplayarak, ya da ışık ışınlarını geri
gOnderebilecek ya da füzeyi ııaptayacak aygıtlan yanıtta
bilecek yansıtıcı yüzeyler yaratarak, savunmaya yönelik
yakalayıcılan yanıltacak aldatıcılann artınlması. Kızıl
ötesi tarayıcılann yönünü saptırmak için fuze motorları
nın alevi "örtülebilir"; çok yOkseklerde, biltün X ışıru bo
şaltımını qurabilecek çok ince bir madensel yaprak fu-
54
zenin çevresi ne yerleştirilebilir; ya da, son olarak, lllzer
demeti sıcaklı�ınm bir bölümünü sogurabilmesi için füze
nin duvarlan soğutulabilir.
Başka bir etkili karşı önlem de ICBM'lerin ateşleme
evrelerini kısaltmaktır: böylece bütün müdahaleler çok
güçleştirilmiş olac$ndan, uzay kalkanının çalışması çok
kannaşıklaşacaktır. Bu sonuncu durumda, savunma sis
temi ancak, binlerce aldatıcının her yana dawldıgı bir or
tamda yolalan "otobüs"te ve nükleer başlıklann kendisin
de çalışmaya başlayabilir.
SOl'yi savunanlar, kuşkusuz, teknolojinin aynı za
manda savunma sistemini de koruma ve "pasif' karşı ön
lemleri aşma olanağı verece�ni belirterek, olası karşı ön
lemlerin etkisini küçük göstenneyi denemektedirler.
Ama bütün uzmanıann hesapladığı bir şey var: karşı
karşı önlem arayışlan sonsuza kadar sürebilir.
Bu konuda söylenebilecek son söz, belki de, ABD as
keri araştırmalan na büyük emek veren ve IBM firması
mn başlıca bilimsel sorumlulanndan biri olan Richard
Garwin'in sözleri dir: "teknik konusunda iyimser görüşle
re sahipseniz, rakiplerinizin de sizin sisteminizi yokede
bilecek teknik kapasitede olabilecegine inanmalısınız.''18
· 55
SDI PROGRAMLARI
56
- Uplink lazer tasarısı. Işın demetinin atmosferde ya
yılmasından doğan sorunlan incelemek için konuş)andı
nlmış bir Jazerdir;
- Yüklü parçacık demetleri ve nötr parçacık demetle
riyle ilgili tasarı. Birinciler, Lawrence Livermore'un Na
tional Laboratory'de bulunan 50 MeV elektron parçacık
hızlandmcısı (ATA - Aduanced Test Accelerator) üzerinde
incelendi. Nötur parçacık demetleriysa Los Alamos l abo
ratuvarında ele alındı.
SATKA deneme programı. Şu bölümlerden oluşur.
- BSTS tasarısı. Boost Surueillance an.d Traching
•
57
mesi öngörülüyordu (Long Wavelenght Infrared Probe -
LWIR).
• KEW deneme programı. Şu tasanları içeriyordu:
- REDI tasarısı, düşmanın fırlattı�ı atom başlıklan
nı, son uçuş evreleri sırasında atmosfere girmelerinden
önce, tahrip edebilecek yetenekte, nükleer olmayan bir
önleme ftızesi geliştirmeyi öngörür. HEDI fJ/igh Endoat
mospheric De(ense lrı.terceptor), kızılötesi yakalayıcının
komutasındaki bir patlayıcı başlıkla donatılacaktı;
- ERIS tasansı, düşman başhklannı atmosfere giriş
lerinden önce tahrip edecek, nükleer olmayan bir önleme
taşıtlnın ne kadar etkili oldu�nu tamtlayacak,tı. ERIS
(Exoatmospheric Reentry Vehicle Irı.terceptor Subsystem),
1977'de başlatılan ve bu tipte dört testin (ilki 1983 Şuba
tında gerçekleştirilmişti) yapılmasını öngören Homing
01Jf!rlay Experiment) programının d<�Çudan devamıdır.
Yapılan testlerden yalnızca sonuncusu (1984 Haziranı)
istenen önlernelerin gerçekleştirilmesine olanak vermiş
tir;
- Yere ve uzaya konuşlandınlmış elektromanyetik
toplar tasansı. Bu kitabın kaleme alındı� sırada henüz
kesin biçimde tammlanmamış olan deneyierin 1990 yılı
başlannda yapılması öngörülmekteydi.
• Önleme deneme programı:
- DUşman başlıklanru uçuşlannın son evresi sırasın
da önlenebilecegini kanıtlamaya yönelik bir testtir. ERIS
önleme sistemine, TIR son evre savunma radannın ve bir
uçaga yerleştirilmiş bir komuta, kontrol ve haberleşme
sisteminin de eklenmesini öngören bir testtir.
58
nan ASAT programının bir parçasıdır.
1985'te başanlı bir deneme yapıldı ve Pentagon
1988'de -sözkonusu silah işlevsel hale geldikten sonra
bir dizi başka deneme yapılmasım öngördü. Ne var ki, bir
yandan bütçe sorunları, öte yandan da askeri açıdan sa
dece saldın stratejisi çerçevesinde yararlı olması nede
niyle, Kongre'de bu programa şiddetle karşı çıkıldı.
Gerçekten de, düşman uydulannı tahrip etmek ya da
"kör etmek" ancak bu uydulan vurmak istediğinizde bir
anlam taşımaktadır: çünkü ancak düşmanı vurmak isti
yorsanı z, ileri uyan uydulannı ya da düşmanı n haberleş
roesi için gerekli uydulan saf dışı bırakmak yararlı olur.
Buna karşılık, bunalıma egemen olmak ve bir saldın teh
likesinden uzak durulmak isteniyorsa. saldırmak niyetin
de olmadı�mızı kanıtlayabilmemiz için karşı tarafın
"gözlerinin ve kulaklanmn" titizlikle korunması gerekir.
Amerikalıların ASAT programını haklı göstermek
için açıkladıklan resmi neden, Sovyetler Birliği'nin işlev
sel bir ASAT programına sahip olmasıdır. Buna karşılık,
ABD'nin asıl amacı SDfyi geliştirmekti : bu kitabın yazıl
dı� yıllardan başlayarak, birkaç yıl içinde, nükleer baş
hklarla aynı görevi yüktenebilecek yapay uydulara karşı
uzay füzesavar silahlannın ilkörnekleri denenecek ve
böylece ABM antlaşmasının getirdiği yasaklar aşılmış
olacaktır.
Temmuz 1983'te Beyaz Saray'ın bilim danışmanı
George Keyworth II, şu sözleri açık açık söyleyerek, dün
yamnkine eşit bir hızla yerleştirildi#i yörüngede dönen
bir ASAT'ın yörüngeye yerleştirilmesi gerektiğini savun
du: ''bir ASAT görevi açısından en iyi çözüm bu olmayabi
lir; ama, düşman füzelerini uçuşlannın ilk üç evresinde
yoketmeye yönelik teknolojiyi denemek açısmdan dün
yayla eşit hızda dönen bir uydusavar kapasitesi geliştir
mek önemlidir."
Tahtile Füzesavar Füzeleri (ATBM) - Teknoloji alanın
da saltlanan gelişmeler, başlangıçta havadan gelecek sal
dınlara karşı kullanılabilecek füzeler yapma olan� ve
rirken, bugün orta menzilli balistik füzelere karşı füzesa-
59
var olarak kullanma olanağı da vermektedir. Füzelerin
ateşlendiıli zamarnnda alg:ılanabilirse, atmosfere ICBM'
lerden çok daha düşük bir luzla girmeleri saglanabilir ve
böylece de önleme füzelerinin görevi kolaylaşır.
Pentagon'un yüksek dereceli sorumlulanndan Tu�ge
neral James Cerce, 5 Nisan 1984'te, Amerikan Patriot fü
zesinin füzesavar görevi üslenmek üzere modernleşmekte
olduıtunu açıkladı.20 Amerikalı subaylar, savunma kalka
nı gerçekleştirilinceye kadar geçecek süre içinde ara çö
züm olarak, hızla bir ATBM programı geliştirilmesine bü
yük önem vermektedirler.
Gerçekten de ATBM'ler, denizaltılann (SLBM) fırlat
tııtı ve hız, izled.igi yol, atmosfere giriş açısı bakımından
orta menzilli füz�lere çok benzeyen stratejik füzelerin ön
lenmesinde de kullanılabilir. Amerikalı uzmanlar, ATBM'
lerden ICBM'lere karşı "son evrede kullanılabilecek bir
savunma silahı" olarak yararlanma umudunu hala taşı
maktadırlar.
SDI'yi savunanlar, ATBM teknolojisine çok sıcak
bakmaktadırlar; çünkü onu, stratejik kalkanıyla korunan
Amerika ile taktik nükleer füzelere karşı savunmasız Av
rupa arasındaki ayncalıklı durumu ortadan kaldıracak
bir çözüm olarak görmektedirler. Onlara göre, bir çeşi t
"Avrupa kalkanı" oluşturmak için, Avrupa'ya ATBM'ler
yerleştirmek yetecektir (bak bölüm V).
Günümüzde varolan füzelerin hiçbiri taktik füzelere
karşı gerçekten etkili olamamıştır. Gelecekte NATO'nun
yaşamsal ölçüde önemli bazı hedeflerini (havalimanlan
ve komuta merke.zleri) savunacak ATBM'leri geliştirmek
amacıyla 1986'da birçok tasan üzerinde çalışılmıştır.
:ıo Nilekim Palriol füzeleri, daha sonra. 'Körfez Savaşı" sırasında füzesa
var silahı olarak kullanıldı (ç.n.).
60
r
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
SOVYETLERİN İLERİ VE
GERi OLDUKLARl NOKTALAR
61
mektedir. Olay ne kadar öoemliyse, gerçegi görebilme
şansı da o kadar azalmaktadır. Evrensel boyutta geçerli
stratejik araştırma merkezlerinin sayısı da çok azdır. Av
rupa'da Stockholm lnterrıational Peace Researeh Institute
(SlPRI), Londra'daki International lnstitlU! of Strategic
Studies (IISS) ve birkaç Batı Alman araştırma enstitüsü
nOn yaptı� araştırmalar, sadece ihtiyatlı olma kaygısıyla
Pentagon'un bildirilerinden ve başka Amerikan kaynak
lanndan (özellikle de Kongre'nin belgeleri) kopya edilen
yayınlardan farklıdır.
Fransız ve İngiliz haberalma örgütlerinin gözlem uy
dulan olmadı�ndan, gizi ortadan kaldırabilmek için çok
az olanaklan vardır ve çotunlukla Arnerikah rneslekdaş
lannın onlara 98#lamak istedikleri bilgileri birbirlerine
aktanp dururlar. Bununla birlikte, CIA'in verdigi çoğun
lukla birbiriyle çelişen sayılan ve yorurnlan, Sovyet
ler'den gelen bilgilerle karşılaştırarak ve başka batılı ha
beralma örgütlerinin S&tladı� cılız bilgilerle (halkın an
layabilecegi iktisadi ve bilimsel bilgiler) dotrulayarak en
kaba hatalardan kurtulma olanag:ı vardır. Ne var ki bu
çalışma, bütünüyle doyurucu bir bilgi düzeyi satlamak
tan çok uzak kalmaktadır.
I. Uydusavar Silahları
62
Amerikan uydulannın çoğu ya yüksek yörüngeli (20.000
kilometre] ya da dünya çevresindeki bir yörüngede
[36.000 kilometre] dönen uydulardır) yönelik üç dizi test
(toplam 20 tane) gözlendi. "Bütünüyle işlevsel" olan bu sis
tem, yapılan 20 testin ancak 13'ünde hedefe bir kilometre
den az uzaklık kalacak kadar yaklaşabildi. Hiçbir hedef
uydu'tahrip edilmedi (belki de Casmos 1241 dJşında).
Genel kanıya göre Sovyetlerin ASAT'ı yavaş bir silah
tır; seçilen yöntemden ötürü (ortakyörünge yaklaşımı ) et
kisi ve güvenirligi kısıtlıdır. O kadar ki, 1984'teki bir
OTA inceleme semineri şu açıklamayı yapabilmiştir: ..yö
rüngesel önleme sisteminin askeri açıdan büyük bir anla
mı yoktur. Gerçekleştirdiıli tehdidi gözler önünde canlan
mrmak da güçtür."22
1985 Mayısında, Sovyet Genel Kurmayının sözcüsü
general Çervov, Batı Alman gazetesi Frankfürter Rundsc·
hau'ya, Sovyetler Birligi'nin 1982'ye kadar, yeni Ameri
kan sistemiyle aynı ilkelere (yani çok yüksekte uçan bir
uçaktan flrlatılan bir füze) dayanan bir uydusavar silahı
m testten geçirdiılini açıkladJ . Amerikalı uzmanlarsa, ar
darda gerçekleşen altı başansız denemeden sonra, Sov
yetlerin bu alandaki çalışmalara son vermiş olabilecekle
rini düşünmektedirler.
1983'te Sovyetler, Yuri Andropov'un ag-ZJndan uydu
savar silahlannın denenmesine ilişkin olarak tekyanlı bir
morataryum ilan ettiler. 1985 Eylülünde Amerikalıların
gerçekleştirdiıli başanh bir ASAT denemesinden sonra
Kremlin'in yöneticileri denemelere devam edecekleri tah
didini savurdularsa da, 1986 ilkbaban na kadar biçbir
Sovyet denemesi gözl enmedi.
63
rin anlamını kavramak kolay değildir: Sovyetler Birli
ği'nde önemli programiann yanısıra, etkisi kuşkulu ön
lemler hep birarada gündemde kahruştır.
Moskova, çok erken dönemlerde sivil halkın korun
maSlyla ilgilenmeye başlamıştır: 1950-1960 }'lllan araSln
da Sovyetler, "emperyalist devletler"in savaşı (nükleer
savaş dahil) seçmeleri olaSlhğı üzerinde ısrarla durarak,
sivil savunma üzerine birçok kitap ya}'lmladılar. Uza}'lp
gidabilecek bu çatışmanın, sonunda, "sosyalist devletlerin
kaçınılmaz zaferi''yle sona ereceğini öne sürdiiler.
Sovyet yetkililerinin düşündüğü önlemler, -öncelikle
parti çerçevesinde diişünülen bir sığınak ağı en önemli
kentlerde gerçekleştitilmiş olsa bile, asla bu �aba}'l sa�la
yabilecek düzeyde de�ildi.
Sovyetler Birliği'nin bu alanda gösterdiği bütün et
kinlikler, özellikle de kentlerin " 1 .000-1.500 kişilik toplu
luklar halinde" boşaltılmasını öngören planlar, Penta
gon'da, Sovyet halkımn s'ergilediği kuşkuyla boy ölçüşebi
lecek kadar büyük bir ilgi uyandırdı.
Batı'ya göçedenlerden çoğunun söylediğine göre, nük
leer savaş sonrasında hayatta kalabilmeyi öltrenmek için
yapılan deneyleri halk, ya kırsal alanda gezintiler yap
mak için bir bahane ya da yeni bir zaman kaybı olarak
kabul etmektedir. Klvrak zekalı Moskovalılar bu konuda
birçok fıkra uydurmuşlardır. Bunlardan en iinlüsü, sivil
savunmaya takılan addır: şaka yollu tabut anlamına da
gelen grazhdanskaya oborona'mn ("sivil savunma'') kı
saltması olan GROB.
Sovyetler Birliği'ndeki pasif savunma, ABD'dekilere
ya da Fransa'dakilere benzeyen sorunlar yaratmıştır; ne
var ki, programdaki bazı kilit öğelerin (örneğin taşımacı
lık ya da besin maddeleri dağıtım ağı) süreğen yetersizli
ği, güçlükleri daha da artırmaktadır. ABD'de bir kentin
boşaltılması -eğer trafik tıkanıklığı bir yana bırakılırsa
kuramsal olarak olanaklı dır, çünkü her yurttaşın arabası
vardrr. Ama kentlerin boşaltılmaSl, ulaşım araçlanndaki
yetersizlikten ötürü Sovyetler Birliği'nde kesinlikle ola
nak dışıdır.
64
Etkisi son derece kuşkulu olan bu programı Batılılar
(örneğin bazı Batılı tutucular), Sovyetlerin nükleer bir
savaşa hazulandıklannı gösteren bir "tamt" saydılar. Bir
zamanlar pek yaygın olarak benimsenen bu savı, günü
müzde, çok az sayıda uzman desteklemektedir.
65
Gerçekte, ilk Sovyet füzesavar sistemi Galoş, ancak
bir ABM a�nın Moskova çevresine yerleştirilmesiyle alt
mışh yıllann sonlannda işlevsellik kazanabildL Mekanik
tarayıcılı radarlardan yararlanan ve belirsizlikleri ödün
lernek için birçok megatonluk nükleer başlıkla donatılnrlş
füzelerden oluşan ilkel bir sisterndi bu. Galoş'tan bekle
nen performans, eliili yıllnnn sonunda geliştirilmiş Ame
rikan Nike Zeus sisteminden beklenenle aynıydı.
Nükleer başlıklarla donanan ve düşman füzelerinin
son uçuş evrelerinde devreye girecek önleme füzelerine
dayanan ABM sistemlerinin etkililiği eskiden beri ABD'
de bilinmekteydi . Sovyetler Birliği, 1972'de ABM antlaş
masının imzalanmasından sonra, en azından Moskova
çevresindeki koruma ag-ınm kaldınlmamasına karar ver
di. Hatta, özellikle ABM-X-3 sisteminin hizmete sokul
masından sonra, sözkonusu ağın iyileştirilmesi çalışma
lanna da başland1. Nükleer başlıklar taşıyan ABM-X-3'
te, Amerikalılar'ın 1960'lı yıllann sonlannda gerçekleş
tirdikleri Safeguard ajtlndan füzelere, Spartan'a ve
Sprint'e benzeyen iki füze (SH-04 ve SH-08) bulunmak
taydı . Uzun menzilli SH-04 füzesini yapma amacıys{i bir
düşman ICBM'sini yan yolda önlemekti ; SH-08 ise son
derece hızlı bir füzeydi ve düşman füzesi ni son uçuş evre
si sırasında önlemekle görevlendirilecekti. Bununla bir
likte Kremlin, yerde konuşlandınlmış ABM sistemlerin
den bir türlü vazgeçemedi: uzaya yerleştirilmiş herhangi
bir silah ilkörneği ya da farklı savunma "tabakalan" ilke
sine dayanan herhangi hir sistem tasansı , günümüzde
artık geçerliğini yitirmiştir.
66
lerine ulaşabilir. Kongre komisyonlanndaki konuşmalart
sırasında Reagan yönetiminin birçok sorumlusu, -her ne
kadar bazılan SA-121erin orta menzilli fiizelere karşı
kullanılabileceklerini (örne!Pn Pershing-2'ler gibi) düşü
nüyorlarsa da- SA-12'1erin ICBM'leri yokedebilecek yete
nekte olduklannı söylemediler. Bununla birlikte, gene de,
1972 tutanaklannda SA-12'lerin böylesi bir görevi yükle
nebilecekleri kabul edildi (Bkz. bölüm II'deki ATBM'lerle
ilgili bölüm).
SA-12'1er kuşkusuz modern füzelerdir; ama e�er Sov
yetler Birliği SA-12'leri füzesavar olarak ku11anmak isti
yorsa, onlara nükleer bir başlık takmak zorundadır.
1986'da, Sovyetler BirliıP'nin, nükleer olmayan yollarla
füzeleri önleme olanağı veren teknoloji eşi!Pni henüz aşa
madıklan sanılmaktadır.
En büyük güçlük, Sovyet bilim adamlannın birçok yıl
geriden izledikleri kızılötesi ışmlı yakalayıcı teknolojisin
dedir. Gerçekten de Sovyetler Birliği, ileri uyan uydulan
na bu tip yakalayıcılan henüz yerleştirmemiştir (oysa
ABD bunu 1970'Ji yı11ann başında gerçekleştirmişti). Da
hası , Amerikalıların 10 Haziran 1984'te Büyük Okyanus
üzerinde gerçekleştirdikleri tipte, nükleer olmayan bir fü
zesavar silahını denemeyi ancak seksenli yıllann sonla
nnda yapmayı öngörmektedirler.
Pentagon, aynı zamanda, Sovyetler Birliıli topraklan
nın tümünü kaplayan ABM sisteminin -zamam gel diğin
de- hızla yerleştirilmesine katkıda "bulunabileceğini" öne
sürerek, Sovyet radar sisteminin modernleştirilmesini kı
nadı. Suçlamalann ana noktası, Sibirya'daki Krasno
yarsk kenti yakı nlarında, Abalakovo'da yapılmakta olan
büyük yakalama radan oluşturuyordu.
Bu kuruluşun tipi, çevri\d1ği yön ve beklenen yete
nekleri, bir ileri uyarı sistemi radanndan beklenenle ay
nıydı ve dolayısıyla da 1972 antlaşması nı lhlal etmiyor
du. Bununla birlikte Krasnoyarsk, Sovyetler Birliği'nin
"kenar bölgeleri"nden birinde değildi ve radann yönü -
antlaşmanın VI-b maddesinde öngörüldü�ü gibi- "dışarı
doğru" çevrilmemişti. Sovyetler, bu durumu, bu radan n
67
bir ileri uyan sisteminin parçası olmadığını, uzaydaki
nesneleri algılamakla görevli olduğunu açıklayarak sa
vundular.
Bütün büyük yakalama radarlan gibi ABM ağıyla fii
len bütünleştirilebilecek bu radar, özelliklerinin tümü ba
kımından irdelencüğinde- aslında, antlaşmayı ihlal et
mekteydi. Kaldı ki Sovyetler, yeni bir pazarlık önererek
bunu üstü örtülü olarak kabul ettiler: Abalakovo'daki ra
dara ilişkin çalışmalarm durdurolmasına karşılık Ameri
kalılar'm İskoçya ve Groenland'a yeni radarlar yerleştir
mekten vazgeçmesi (çünkü 1972 antlaşmasının ihlal edil
diğini Kremlin'e bile kabul ettirecek bir "modernleştir
me"ydi bu).
Ayrıca Sovyetler, lazerler alanında çok büyük araştır
malara başladılar. Pentagon, Sibirya'daki Şeri-Şagan te
sislerinin uydusavar lazer silahı ve hatta füzesavar silahı
olarak kullanılabilecegini kabul etmektedir. Ne var ki,
hünez bu kanıyı destekleyı>cek hiçbir somut deneme ya
pılmamıştır. Amerikalı hiçbir bağımsız uzman, Sovyetler
Birliği'nin bu alanda herhangi bir üstünlük sagladığı gö
rüşünü paylaşmamaktadır.
ABM savunma sisteminin yerleştirilmesi bakımından
çok daha büyük hayati önem taşıyan bazı alanlarda (bil
gisayarlann iyice küçük boyutlara indirgenmesi ve bir sa
niye içinde akıl almaz sayıda çok bilginin de�erlendiril
mesi), Sovyetler'in geri kahşı genel kanıya göre çok daha
büyük boyutlara ulaşmaktadır. Öte yandan, Sovyetlerin
çocuk video oyunlan nı askeri elektroniği iyjleştirmek için
kopya ettikleri ve saniyede 10 milyon bilgiyi değerlendi
recek bilgisayarlar yapabilecekleri öne sürülebilir.
Sovyetlerin bilim alanındaki kapasiteleri küçümsene
mezse de (Sputnik ya da MIRV bunun kamtıdır), balistik
füzeleri nükleer olmayan bir sistemle önlemek konusunda
karşılaşılan büyük teknik ve parasal sorunlan orta vade
de çözebilecek düzeyde olduklannı gösteren hiçbir belirti
yoktur.
Sovyetlerin füzesavar silahlan geliştirme programı,
Amerikalılann SDI'nin ortaya atılmasından önce uygula-
68
dıklan araştırma programıan na benzemektedir (hem de
daha ilkel olmak koşuluyla). Sovyet programı bir '"güven
ce" satlamaktan çok, karşı tarafin bu alanda bir başan
elde etmesi durumunda, konuya bütünüyle yabancı kal
mamayı amaçlamaktadır.
69
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
SAVUNMA YA DA CAYDIRMA:
ABD'DE STRATEJi TARTIŞMALARI
70
larla donatıldığı uzak ülkelerdeki savaşlardan başka tür
de bir çatışmayı öngörmüyordu. Oğullannın yaşamı m cö
mertçe harcayan, ya da bu konuda çok cimri olan, topra
ılın her metre karesini tannrun bir lutfu ve her insanı bu
topraılı işieyecek kutsal varlık gibi gören -ABD ile İsrail
gibi- uluslar vardı.
ABD yüzyıldır yoğun tarım ilkesinden çok sermaye
yoğun ilkesine dayanan bir savaşı seçme ayncalığmı taŞl
maktadır. Amerikalılar, iktisadi kaynaklannın ve bilim
sel üstünlüklerinin, kendi çıkarlannı -en hızlı biçimde, en
az can kaybıyla ve özellikle de ülke topraklarını asla teh
likeye düşürmeden- karışıklıkinn kışkırtma olgusuyin
ba�daştırmak için yeterli olduğuna inanıyorlardı.
Hiçbir silah bu savaş üslubuna atom bombası kadar
uygun düşemez. Gerçekten de, savaşın yarattığı bütün
sorunlan bir anda çözen bu kitlesel yıkım silahı çok iyi
bir araç degil miydi? Amerikalı gazeteci Walter Lipmann,
Amerikan yurttaşlannın büyük çoğunlugunun bombardı
man uçaklan-nükleer silahlar ikilisine duyduğu aşın gü
veni acı acı anlatıyordu: ''Bu, wisful thi nking'in askeri
alandaki kusursuz bir uygulamasıdır: ul usal çaba, talim,
askere alma, disiplin gerektirmeyen, yalnızca para ve bil
gi (yani bizde bol bulunan iki şey) gerektiren bir savaş.'·24
Ellili yıllarda nükleer silah sürekli gündemdeydi,
çünkü bu silahı gerçekten kullanabilecek tek ülke ABD'y
di. Ne var ki 1958'den başlayarak veriler değişti: Sovyet
ler Birliği kıtalararası füzeler yapmıştı ve Amerikalılar
tarihleri boyunca karşılaşmadıklan bir sorunla burun bu
runaydılar; ABD topraklarının da mutlak bir saldırı teh
likesiyle karşı karşıya olduğunu ö�enmişlerdi. Bundan
sonraki otuz küsur yılda Amerikalıların strateji düşünce
si tarihi bu sorunu çözmek ya da en azından tehlikeyi
azaltmak için verilen çabalarla doludur.
Kaldı ki, siviller hiçbir ülkede ABD'de olduğu kadar
71
askeri öğretiler üzerinde etkili olmamıştır; zaten bu ülke
yi kuranlar sürekli bir ordu düşüncesinden bile nefret et
mişlerdi. Amerikalı ilk nükleer kurarncılar (Bernard Bro
die, Herman Kahn, Paul Nitze, Thomas ScheJiing, Albert
Wohlstetter) general de�il fizikçi ya da iktisatçıydılar. Bu
kişilerin kültürel e/Ptimleri, onları, anlaşmazlıklann kö
kenlerini düşünmekten çok, kaynaklan en yüksek verim
le kullanmaya (y sayıda bombardıman uçağına yerleştiri
len x sayıda nükleer başlık, z sayıda kenti yokedecektir).
diplomatik kurnazilkiara ya da savaşaniann yititlitini
düşünmeye itiyordu.
"Amerikalılar özel kültürel etitimlerinin etkisiyle,
uygulamadaki her sorunun bir yanıtı oldu�nu düşj.lnme
ye iti1iyorlardı. Hesaplara ve sayılara dayanan öngörüle
re güveniyorlardı. ( ... ) Patlamanın yolaçtığı ölü sayısına,
maliyet-kar oranına, hayatta kalabilme oranına başvuru
larak stateji sorunları tartışıldı" diye yazıyor Freeman
Dyson.25
Yetmişli yıllardan başlayarak, kapalı bir aydın dün
yaya doğru kayış gözle görülür hale geldi: Arthur Schlesin
ger'e göre "Strateji havarileri bir toplui�e başına dengeli
olarak kaç nükleer başlık yerleştirilebileceğini hesaplar
ken, gerçeklik bir düşler dünyasında yokolup gidiyordu.26
Amerikan öğretilerinin valsi, teknolojik gelişmenin,
Washington'daki siyasal detişikliklerin ve Sovyet giri
şimlerinin sonucu ortaya çıkan yeni belirsizliklerin düze
nine ba�lı olarak hızlandı ya da yavaşladı. Stratejik sa
vunma girişimi, bir dansın şu andaki son dönüşüdür,
ama ileride birçok başka dönüşle de karşılaşılacaktır. Bu
na karşılık müzik hep aynı kalmaktadır: nükleer silahia
nn "akılcı"' biçimde kullanılacağı "sınırlı" savaş senaryo
lanru çog-altarak, son özveriyi bir şeytan kovma törenine
dönüştürmek.
25 Freeman DYS�. Weapons and Hope, Harper and Row, New York,
1984.
26 Arthur SCLESINGER Jr "Foreign Policy and the American Caracter"
..
72
•
Amerikalı profesör Seweryn Bialer, Reagancı lık için
şöyle demektedir: Reagancılık "nükleer eşitlik ikilemi
karşısı nda Amerika'nın gösterdiği iyimser ve halkçı bir
tepkidir. Bu halkçı bir tepkidir, çünkü -gerçekten de
Amerikan halkına, Sovyetler Birliği ile stratejik açıdan
eşit olma ilkesinin zorla getirdiği çok güvensiz ortamı ka
bul etme yanhşına düşmeme sözü veriyordu. Reagancılık,
ABD'nin SSCB'ye karşı nükleer açıdan üstünlük sağla
ması konusunda söz vererek bir önlemler bütününü uy
gulamaya koydu.( ... ) Sözkonusu uygulamalar, bütün so
runlann çözüme kavuşturulmasına ve karmaşık sorunla
no betimlemelere ve basit betimlemelere indirgenebilme
sine alışmış Amerikan halkçıhğı geleneğine uygundu.27
Amerikan füzelerindeki artış üstünlük sağlama olanalP
verecek boyutlarda olmadığından, basının da büyük des
teğiyle, Sovyet füzelerinin kullanılamayacak h i
i le getiri
leceği düşüncesi Amerikan halkına aşılandı.
ABD savaş üslubundan hiç vazgeçmemişti. Kendi
mezarlığına yönelik bir tehdidin bedelini ödemeden, bü
tün dünyada kendi çıkarl annı -gerektiğinde güç kullana
rak- savunabilme düşünü hala görmekteydi . Reagan,
anahtar elinde, onlara hemen bir altın çağ vaat ediyordu.
Stratejik savunma girişimleri konusunda çıkan tartışma
lar, gene de, ABD'de çok sayıda uzmanın buna inanmadı
ğıru gösteriyordu.
73
"Fletcher komisyonu" ve "Hoffman komisyonu". Komis
yonların görevi, kullamlacak teknolojilerin durumunu de
ğerlendirmek ve SDl'nin Amerikan stratejisi ve silahların
denetlenmesi üzerine yaptı� etkiyi ölçmekti. 1984 Oca
�nda, başlatılan çalışmalann sürdürolmesini destekle
yen sonuçlar alındı ve Reagan yönetimi tasarı için bir eş
güdüm örgütünün kurulmasına karar verdi: hava genera
li James Abrahamson'ın sorumluluğuna bırakllan SDIO
Stra.tegic Defense Initiative Organization.
Her iki komisyonun hazırladığı raporlar asla bütü
nüyle yaymlanmadı. Pentagon'un 1984 Nisanmda yayım
ladı(tı metinler, deliksiz bir fOzesavar kalkanının gerçek
leştirilip gerçekleştirilemeyecegi konusunda hiçbir bilgi
vermiyordu . Ne var ki her iki raporun yayımianmasını iz
leyen tamşmalar çok önemli bir noktaya açıkhk getirdi :
Amerikan halkının tümünü savunmaya yönelik hedefin,
yakın gelecekte gerçekleştirilmesi artık olanaklı görülmek
tedir. Tasarının daha az iddialı bir amaca yönelmesi için
tartişmalarla dolu birkaç ay yetip de arttı : Si\ptanan yeni
amaç bazı yaşamsal derecede önemli 'komuta merkezlerı
ni ve kıtalararası füzelerin silolarını korumayı öngörü
yordu.
Savunma Bakanı Caspar Weinberger, elbette bu yo
rumu kabul etmedi: "Sovyet füzelerini, ABD'de ya da bağ
laşıklanndan birinin topraklannda bulunan herhangi bir
hedefe yaklaşmadan önce, nükleer olamayan yollarla im
ha etmeyi denemek istiyoruz. Yani, halkl mı yoksa silah
sistemlerini mi savunalım gibi iki seçenekl e karşı karşıya
değiliz:·28 Gerçekte Reagan yönetiminin amacı, yalnızca
füze silolannın savunulmasına yönelik çalışmaların, bü
tün Amerikalılan savunan büyük kalkan için atılan ilk
a<lım olduğuna halkı inandırmaktı .
Ne var ki iki sorunun yapısı birbirinden kesinlikle
farklıydı: ICBM silolannın sayısı azdı ve nükleer patlama
74
olasılığı nedeniyle belli bir direnişle kabul edilmişlerdi.
Dolayısıyla, oldukça basit, orta derecede etkili bir sistem
silolan savunmak için yeterliydi; üstelik uzmanlar, nük
leer bir saldından sonra, füzelerckn yarısının işlevsel hal
de kalmış olmaSlnı yeterli buluyorlardı.
Kentlerin (zayıf "yumuşak" hedeflerin) savunulması
na gelince, onlar için kusursuz olmayan bir savunmayı
yeterli bulamayız. Uzay kalkanından SlZan bir tek düş
man nükleer başlık bile New York gibi bir kenti bütünüy
le yokedebilecek ve milyonlarca Amerikalıyı öldürecektir.
Yoğım nüfuslu kentsel merkeziere karşı fırlatılan bütün
Souyet füzelerini yoketmek için, kesin bir güvenirliıP olan,
çok karmaşık bir sistem kurmak gerekir.
Oysa şu anda gerçekleştirilebilecek ya da yakın bir
gelecekte geliştirilebilecek savunma teknikleri kesinlikle
yetersizdir. Henüz bilinmeyen tekniklerin geliştirilmesi
ve güçlü, güvenilir ve parasal açıdan olanaklar dışına
taşmayan bir savunma sistemiyle bütünleştirilmesi,
halkları savunmaya yönelik bir ·programı ortaya atmak
için vazgeçilmez bir koşuldur.
Şu ya da bu önleme evresinde kullanılacak füzesavar
silahları'nın betimlemelerine, SDI ile ilgili belgelerde bol
bol rastlanır. Buna karşılık, resmi belgelerde Amerikan
kentlerini koruyabilecek bir füzesavar sistemi üzerine az
çok ayrıntılı hiçbir inceleme bulunmamaktadır. Sistemin
"mimarisi'' konusundaysa, henüz hiç kimse kurgu-bilim
evresini aşabilmiş deıPldir. Profesör Edward Teller bile
en sıradan genel bilgilerin ötesine geçememektedir: "Sov
yetler BirHıP'nden zararh nesnelerin çıkmasına izin ver
meyen bir duvar".
Beyaz Saray yakın gelecekte gerçekleştirilebilecek bi
limsel gelişmelere çok bel bağlamakta ve eskiden şu ya
da bu bilim adamının atom bombası yapmak ya da Ay'a
gitmek olasılığı üzerine sergiledikleri kuşkuyu anımsat
maktadır. Amerikan diplomasisinin en yetkili dört eski
sorumlusu McGeorge Bundy, Robert McNamara, Gerard
Smith ve George Kennan ise şöyle yanıt veriyordu: "Ay'a
gitmek için harcanan çaba bir düşman tarafından köstek-
75
lenmemişti. Baltah bir Aylı mangası bu çabayı başansız
lıkla sonuçlandırabilirdi .29
Kuşkusuz 2000 yılına merdiven dayadlğııruz şu sıra
larda halklann etkili biçimde savunulmasını amaçlayan
bir bakış açısı, gerçekçi bir seçenek sayılmamakta, hatta
SOl'yi savunanlann çoltu tarafından bile benimsenme
mektedir. Massachusetts Institute of Technology'de gö
revli Ashton Carter'a göre "Karşılıklı rehine bırakma ola
sıhgım ortadan kaldıran -yani her süpergücün nükleer si
lahlar kullanarak karşı tarafa toplumsal açıdan öldürücü
zararlar venne yeteneği- bir füzesavar savunması görüşü
o kadar zayıftır ki, uygulama açısından hiçbir şansı yok
tur."30 OTA'nın Eylül 1985'te yayımlanan 330 sayfalık ra
porunda sıralanan sonuçlar, Amerikalllann karşı karşıya
bulunduklan seçme güçlüklerini özetlemektedir:
- ABM savunma sistemi Amerikan ICBM'lerini koru
mak için yararh olabilirse de, bir nükleer saldın sözkonu
su oldugıında ABD halkının hayatta kalmasını sa�laya
maz;
- Füzesavar savunma sistemi, Sovyetlerin nükleer si
lahlarda maddi indirime gidilmesini kabul etmeleri duru
munda daha etkili hale getirilebilir. Ama SDI çalışmalan
bugünkü hı21yla sürdürüldüğü sürece böyle bir antlaşma
olanaksız görülüyor;
- SDI, sadece ABD büyük bir teknik başan sa�larsa
ve Sovyetlerle iyi bir işbirliği içine girerse Amerikalılann
güvenlik olasılıgını artırabilir. Ne var ki bu iki koşulun
yerine gelmesi güç görünmektedir. ,
SDI ABM Antlaşmasıyla Bağdaşabilir Mi? - 1972'de
imzalanan ABM antiaşması füzesavar savunma sistemle
rinin geliştirilmesini büyük bir ciddiyetle ve hiçbir yanlış
anlamaya meydan. vermeyecek bir açıklıkla yasaklamak-
76
tadır: "her iki taraf da kendi topraklannı savunmak için
füzesavar sistemieti k urmamayı ve bu tür bir savunma
nın temellerini atmarnayı kabul eder ... " -madde 1,2.31 Ro
nald Reagan'a gelince, o, ABD ile Sovyetler Birliği arasın
da yapılan silahlan sınırlandırma antlaşmalanna hep
karşıydı ve çevresindeki görevliler bu antlaşmayı birçok
başka şeyin yamsıra- 1981 yılında Amerikan savunma
sında görülen yetersizliğin bir sonucu saydılar.
Amacı, aslında, geniş ölçekli bir füzesavar savunması
geliştirmek olan SDI'yi ortaya atmadan önce, Başkan Ro
nald Reagan antlaşmanın eskimiş olduğunu açıklamadı.
Hatta st ratejik savunma girişimiyle, 1972'de imzalanan
antlaşmalanf\ bağdaşıp bağdaşmayacağı sorunu belki ak
lına bile gelmedi.
1983 Martındaki açıklamadan sonra Beyaz Saray ih
tiyath bir strateji benimsedi. Antlaşmayı geçersiz ilan et
mek büyük diplomatik zararlar yaratacak, üstelik Sov
yetlerin kaba saha, ama Amerikan stratejik denklemleri
ni daha karmaşık hale geti rebilecek bir füzesavar savun
ma sistemini hızla kurarak, bu davranışa yanıt verme
tehlikesini de doğurabilecekti. Dolayısıyla Pentagon bir
yandan Sovyetleri antlaşmanın birçok maddesini "çiltne
mekle'' suçlarken (bkz. bölüm III), öte yandan da Reagan
yönetimi antlaşmalann boşluklanndan yararlanarak,
SDI'yi antlaşmalarla bağdaştırmak üzere bir hukukçular
ordusunu seferber ett i. Beyaz Saray'ın öne sürdüğü (ço
ğunlukla gazetelere sızan haberler biçiminde ortaya atıh
yordu) üç sav varclı:
• Birinci sav: araştırmalara izin verilmeliy di. Ama
"araştırma" nerede bitiyor ve yasak olan "geliştirme" ne
rede başlıyordu? Burada da birçok belirsizlik vardı; ama
her iki tarafin da genellikle kabul ettiği bir yoruma göre,
geliştirme, bir ilkörnek laboratuvar dışında test edildiği
anda başlıyordu.
77
1972'de imzalanan antlaşmanın geçersizHği üstüne
yapılan tartışmalar sırasında Amerikalılar bu tanımı,
sözkonusu deneyleri yapay uydular aracılığıyla gözlemle
me olanağına ba41adılar. Elbette, hem Amerikalılara hem
de Sovyetlere göre, bir çatı altında yapılan bütün dene
meler serbest değildi (Reagan yönetiminin bazı sorumlu
lan bugün bunu açıkça söylemektedir).
• Tartışmalı ikinci sorunsa ana ög'e)erdi. "Ana ög-e"
nedir? Antlaşmaya göre üç ana ö�e vardır: füzeler, fırlatı
cılar (silolar ya da fırlatma rampalan) ve radarlar. Yeni
sistemler de ana ö�e olarak kabul edilmekte midir?
TRIAD programıyla geliştirilen çeşitli araç gereçleri (bir
lazer, bir ayna ve bir teleskop; bkz. böl arn II) olası bir
"ana öğe"nin basit parçalan olarak kabul eden Penta
gon'un öne sürdügü sava göre, laboratuvar dışında bile
testler yapma ol8!'a4ı vardı . Amerikalı uzmanlann çoılu
bu yorumu pek do�u bulmadılar; ne var ki ortada kesin
bir gerçek vardı: antlaşmanın hiç de açık seçik olmadı!lı.
• Üçüncü sav: "iki yönlü kullanılabilecek" teknolojile
78
Eliot Spitzer'in silahiann denetimine ilişkin ortak yargısı
çarpıcıdır: ASAT ya da ATBM programlan etiketi altında
ABM teknolojilerini geliştirme girişimi yasal açıdan na
muslu bir davranış olmayacak ve teknik açıdan da pahai
h olacaktır. (...) Bütünü bakımından -hedefleri ve
felsefesi- ele alındığında SOl'nin antlaşmanın amaçlan
ve hedefleriyle çeliŞtijti açıkça ortadadır."32
Ne var ki bütün bunlar, Reagan yönetiminin bazı
üyelerini -doksanh yıllarda- antlaşmayı bütünüyle ve ko
layca rafa kaldırma karan almaktan ahkoymadı. Eğer bu
uygulama ABD'nin ulusal güvenliğini açıkça artıran bir
uygulama olsaydı, kuşkusuz Amerikalllann ç�u tarafın
dan desteklenirdi. Ama bugün füzesavar savunmasına
ilişkin çabalann hakhhğı tartışılırken, 1972 antlaşmalan
dillerden düşmemektedir.
Bu Iyi Bir şey mi? - Ronald Reagan'a göre misilierne
tehdidine dayalı nükleer caydıncılık ahlak dışı'dır. "Öç
almak yerine insaniann canlannı kurtarmayı amaçlayan
bir sistemden daha ahlaki ne olabilir? Hiç kimseyi tehdit
etmeyecek sistemlere güvenmek amacıyla, her şeyi yoket
me tehdidi yaratan bir yeteneğe bağımlı kalmaya son
vermekten daha banşçı bir tutum olabilir miT33
Caydıncılığın ahlaki yanı, ABD'de Reagan dışındaki
insaniann da kafasını kurcalıyordu: bu konuda, Amerika
h piskoposlann 1983 yılındaki nükleer silahlar üzerine
yazdıklan piskoposluk mektuplan anımsanabilir. Bu
mektuplar, -işi yapısı bakımından caydıncıhk olgusunu
suçlamaya kadar vardı'rmadan- nükleer silahiann siville
re karşı kullanılmasına ve "özellikle de" atom silahlannın
kullamlmasına açıkça karşı çıkıyordu.
Sorun, ahlaki açıdan terör dengesinin kolayca kabul
edilmemesinden kaynaklanıyordu: hem her türlü savun-
79
ma girişiminden, hem de, saldırıya uğramlması halinde,
elde bulunan etkili misilleme olanağından vazgeçmek.
Gerçekten de, tehlike içindeki bir insan en do�al hak
kmdan, yani korunma hakkından nasıl gönül rahatlığıyla
vazgeçer? Ve bizimle aynı korkulan, aym sıkıntılan ve
aynı umutlan paylaşan erkeklerin ve kadıniann körükö
rüne yokedilmesinden nasıl sevinç duyulabilir?
Albert Wohlstetter gibi kurarncılar ya da Fred lkle
gibi Reagan yönetimi sorumlulan, "karşıhklı yoketme gü
vencesi"nden en az yirmi yıl önce vazgeçmişlerdi. Bu gibi
kişiler, Sovyetler Birliği ile ABD arasında uzlaştırılması
olanaksız bir siyar�al çatışma bulundu�una kesin biçimde
i na nıyorl ardı . Dolayısıyla, yalnızca silahları denetim al
tında tutınayı amaçlayan basit önlemlerle stratejik bir
denge sağlanamazdı. Sonuç olarak, uluslararası iHşkiler
de istikrarsızlık kaçınılmaz ve sürekli bir gerçeklik ola
rak kabul edilmeli ve ABD, Sovyetler Birliği'ne karşı tek
yanlı ôlarak davranarak, istikrarsızlığın getireceği sonuç
lara katlanmalıydı.
Ikle şöyle yazıyordu: ''karşıhklı sınırlamaya (mutual
restraint) dayalı bir de�şmez denge, psikolojik olarak,
sürekli varlığını sürdüren karşılıklı yıkım tehdidiyle bağ
daşamaz. Bu kanşımm ilk ana maddesi uluslararası iliş
kilerdeki (. ..) en iyi öğeler, ikincisiysa en kötü ö�elerdir
( ... ). Değişmez ve karşılıkh olarak kabul edilen bir güç
süzlük dogmasına İnananlar, bu uzlaşmazlığın dinamiği
ni kavrayamazlar. Çok övündükleri stratejik düzenleri,
özü bakımından istikrarsızdır."34
Tutucu uzmanlara göreyse, nükleer çağda savunma
Iann "istikran bozduğunu" öne süren tabuyu yıkmak, pa
sif (sığınak)ar) ve aktif (füzesavar silah lan) korunma sis
temleri oluşturmak gerekir. Bununla birlikte bütün Rea
gan yandaşlan bu tür önlemlerin hayranı değildir; bunun
nedeni öğreti değil, maliyet-etkililik oranı degerlendinne-
:ıoı Fred Iki{!, 'Nuclear Strategy·, Forergn Affairs 1, 1985 ilkbaharı say.
817,
80
sinde karşılaşılan olumsuz tablodur.
B u noktadan yola çıkarak, ABD'nin güvenliğini Sov
yetleT Bil"lilti'ne kaTşı bir çeşit nükleeT üstünlük sağlaya
rak iyileştirme girişimi ortaya çıkmıştır. Atılması gere
ken bir tek adım vardır. Başkan'ın çevresindeki birçok ki
şinin duraksamndan ataca� bir adımdır bu: örneği n Ge
neral James Thomson, Rand Copporation'da, '"Stratejik
savunmalar alanmda Sovyetler Bil"liği'ne karşı anlamh
bir üstünlük elde etmeyi başanrsak, işte ancak o zaman
gerçek bir stratejik üstünlük sağlamış oluruz. Bu durum
bütünüyle lehimize blaçaktır. Tersine, Sovyetlerin aynı
alanda bize karşı anlamlı bir üstünlük elde etmeleri du
rumunda ortaya çıkacak sonuçlar ABD için stratejik açı
dan felaket olabilir"35 demektedir.
Yürütülen mantık çok basittir. Varolan ya da gelişti
rilmekte olan saldın sistemleriyle tamamlanan füzesavar
savunmalan, gerçekten de ABD'ye düşmanı daha önce
vurma yeteneği kazandırabilir. ABD, uzaya yerleştirdi ği
lazer sihıhlannın -ya da başka silahlann- saldın potansi
yelini kullanmadan bile, Sovyetler Birliği'ne karşı sürpri z
bir nükleer saldın başl atabilir ve füzesavaı sistemleri sa
yesinde misillernelerden korunmak için uzay kalkanın
dan yararlanabilir.
Başlangıçta hiçbir saldırgan amacı olmayan bir ay
dınca düşünce, yani misillernelere dayanan bir caydıncılı
ğın eleştiı;lmesi, sonunda, çok yönlü silahlanma prog
ramlanTil haklı çıkaran b\r görünilm aldı . Amerikan bi
lim adamlannın çoğunun SOl'ye \htiyatla baktığını, hat
ta açıkça düşman olduğunu ve hala '"karşılıklı yoketme
güvenliği"" ilkesini daha az kötü bulmaya devam ettiğini
gösteren de işte bu gelişmedir.
Sovyetler Birliği ile görüşmeler yapılmasım savunan
lar, ABM sistemlerinin istikrar bozucu oldu�nu, zira si
lahlanmayı hızlandırdığım öne sOruyorlardı: gerçekte her
81
iki taraf da yalnızca savunma sistemlerini geliştirmeyi
amaçlamakla kalmıyor, karşı tarafın füzesavar savunma
sını boğacak, delecek ya da düşman savunma sistemine
sal<lırma olanağı yaratacak, düşmanın savunma sistemi
ni silahlanndan anndırncak yetenekte saldın sistemleri
geliştirmeyi de istiyordu.
Bu sürekli istikrarsızlıga çok daha önemli başka bir
istikrarsızlık daha eklenmektedir: bunalım çıkması ha
linde, tarallann her biri karşı tarafın ABM sisteminin et
ki gücünü ve gerçek görevini araştırabilir ve düşmanı da
ha önce vurma girişiminde bulunabilir. Öte yandan, sil
pergüçlerden birinin öbüründen önce savunma sistemini
kurmayı başarması durumunda, stratejik dengedeki bu
bozulma çok daha tehlikeli hale gelecektir.
Halkın korunmasını amaçlayan bir uzay kalkanı dü
şüncesinin "bir düş", ama tehlikeli bir düş olduğunu dü
şünen McGeorge Bundy, Robert McNamara, George Ken
nan ve Gerard Smith gibi kişiler işte bu görüşü savundu
lar. Bu kişilerin irdelemelerine güre Sovyetler Birliği, an
cak kendi füze saYlsını artırarak, Amerikan savunma sis
temlerini delmek ve etkisiz kılmak için her türden karşı
önlemi alarak SDfye karşılık verebilirdi. Yanş içinde ve
her iki tarafın milyarlarca dolar harcayarak geçirdijti yıl
lardan sonra, başlangıç noktasına geri dönülmesi kaçırul
maz bir sonuçtu . Dörtler ise, "yıldızlar savaşı "mn nükleer
silahlann tehdidini ortadan kaldırmaya ya da sınırlama
ya yaramayacaılJ nı, maliyetler, süre ve sınırsız tehlikeler
alanındaki yanşmaya son verecek bir reçete olduğunu be
lirtiyorlar.36
Avrupalı baglaşıklar arasmda da çok yaygın olan bu
kaygılar, Amerikan yönetiminin resmi tavnn� ya da en
azından bu tavrı ortaya koyuş biçiminde biraz degişiklik
ler yapmasına yolaçtı. Geleneksel Amerikan stratejisiyle
"bağları n kopanlması"ndan artık daha az sözedilmekte
ve yeni savunma sistemlerinin eklenmesiyle caydıncılı-
82
ğın "güçlendirileceği" söylenmektedir. Dahası, SDI'nin
daha uzunca bir süre bir "araştırma program1" olarak ka
lacağı ve bir füzesavar kalkanı uzaya yerleştirilecek olur
sa bunun daha önce Sovyetler Birli�i'yle görüşüleceği
vurgulanmaktadır.
SDI'nin yolaçtıltı ökreti yıkımianna kuramsal bir tu
tarlılık kazandırma çabasını, Beyaz Saray'ın uzay danış
manı ve Dışişleri Bakanlığının silahiann denetlenmesi
konusundaki danışmanı Paul Nitze gösterdi . Paul Nitze,
bundan birkaç yıl önce, yeni bir caydıncıhk dengesi kur
mak için bir çeşit "anlaşmah geçiş" süreci önerdi . Yeni
denge, hem saldın silahlanna, hem de sınırlı savunma si
lahlanna dayanacaktı. İki tarafa ait bütün stratejik güç
lerin güvenlik içinde tutmasında her iki süpergücün de
ortak çıkarı bulundugunu vurguladı. Günümüzde bu gü
venlik yalnızca denizaltıların taşıdığı füzeler için geçerli
olduguna göre, iki büyük devlet, komuta merkezlerinin,
ya da kıtalararası füze ve bomba taşıyıcı uçak üslerinin
korunmasına yönelik sınırlı savunma sistemlerinin ger
çekleştirilmesi için anlaşmaya varabilmelidirler.
Bu kavramsal çerçeve içinde halkiann savunulması
ve misilierne tehdidinin ortadan kaldınlması, artık, uzak
ve belirsiz bir gelece�e ertelenen basit göndermeden baş
ka bir şey değildir. Bununla birlikte bu şema, Amerikalı
ve Avrupalı "banşseverleri" -en aZlndan bir bölümünü
rahatiatma olanağı vermektedir.
Dahası, SDI yandaşlannın çogunlukla önemsemediği
bir veriyi de hesaba katmaktadır: uzay kalkanı ancak çok
sınırlı indirgenmiş saldın güçlerine karşı etkili olabilir.
Reagan yönetiminin Sovyetler Birliği'yle sürdürülen gele
neksel görüşmelere tekyanlı ve alterna tif bir girişim ola
rak kabul ettiği füzesavar sistemleri, aslında Sovyetler
Birliği'nin iyi niyetine ba�lıydı. Böylece iki taraf arası n
daki görüşmeler, usa aykın gibi gelse de, uzay kalkanının
ana �esi haline geliyordu.
Oysa, Kremlin'in elindeki silahiann zorunlu olarak
kıSltlanması da (Ronald Reagan bu konudaki dileklerini
sürekli dile getirmiş, Mihail Gorbaçov ise Ocak 1986'da
83
sundugu silahsızlanma planında konuya deginmişti)
Kremlin için gerçek bir karabasan olan "yıldızlar sava
şı''nın terkedilmesini gerektiriyordu. Dolayısıyla Paul
Nitze'in oluşturdu4u şema bile, çözümleyemeyeceA'i kadar
büyük sorunlar yaratmaktaydı.
84
BEŞİNCi BÖLÜM
SDI EKONOMİSİ
85
I. SDrnin Bütçesi
86
ı985'TE y l'faAMlK TAHMINI SOl BÜTÇEsi
(nıllyon dolar)
87
SOl ÖDENEKLERINiN DAÖIUMI
1985 manyrtr
1984-1989
SDI bütçeprogramı (milyon do/af} 7986 mal yıh {ıasan)
546
376
SATKA 857 10.500
256
Uyanlmış enerıııı silahlar 844 5.900
Kinetik ene�ıu silahtar 596 5 900
stemler ve muharebe yOnelimi kavramr
Si 99 227 1.100
leer gOçler ve elki alanjan üzerine yapuflı konuşma; ve The Srraregic Delense lniliatillll Costs,
Kaynaklar: General Abrahamson·ın 21 Şubat 1985,e, Senaıo ah komltesinde, Stratejik nük
88
Aerojet şitketinin başkan yardımcılanndan biri olan
James Rowe, 1985 Ekiminde, Wall Street Journal'de şöy
le diyordu: "pazarlama sorunlannuzı inceledikten sonra,
saldın silahlan maliyetlerinin arttığını gördük ve savun
ma silahlan üretiminin daha iyi bir iş oldu(tu sonucuna
vardık"37 İş arkadaşlan nın ço(tu da başkan yardımcısının
bu yargısına katılıyor gibiydi: TRW şirketi, özel personel
alımı konusun daki bir broşüründe, SDI'nin "önümüzdeki
yirmi yıl boyunca silah sanayisine egemen olacağı" görü
şünü belirtiyordu.
Askeıi sekWrde çalışan büyük şirketler, elbette, Baş
kan Reagan'ın "temel araştırma" tasansıyla görünüşte
pek az ilbrileniyorlardı . Hepsinin de gözü, SOl'nin bir son
raki evresi -yani füzesavar sistemlerinin üretilmesi ve ko
nuşlandınlması (ister yere, ister uzaya konuşlandınlacak
olsun)- üzerine dikilmişti. Gerçekten de, bir füzesavar
kalkanını yerleştirme olanağı bulunduğu anlaşıldıitı an
dan başlayarak imzalanacak sözleşmelerin yüzlerce mil
yar dolarlık sözleşmeler olacağı biliniyordu; bunlar, Ame
rikan uzay sanayisi açısından yüzyılın en büyük işi ola
caktı .
Sanayiciler de bilim adamlan kadar kuşku içindeydi
ler, ama savunma silahlan yarışında yarış dışı kalmak
istemiyorlardı. Öncelikle, bir füzesavar kalkanı hiç ger
çekleştirilemeyecek bile olsa, SDI programı klasik silah
sistemleri alanında kuşkusuz ilginç sonuçlar verecekti
(()rneği n, Deniz Kuvvetlerinin büyük birimlerini koruma
ya yönel ik radarlar ve küçük füzesavar füzeleri). Bu da,
bütçe zorlamalan nedeniyle acımasız bir rekabete girişen
şirketler için küçümsenmeyecek bir "oksijen çadın"ydı.
Yeni SDI programının öngördüg-ü silah ilkörnekl eri
nin ya da bir savunma sistemi bileşenlerinin basit işleyiş
"denemeleri" de önemli kar kapılan oluşturacaktı . Son
olarak, Savunma Bakanlığınının araştırma ve teknoloji
çalışmalarıyla görevli eski bakan yardnncısı, askeri sana-
89
yi danışmanı Richard DeLauer'in de vurguladıgı bir ger
çek vardı: "işin başında yoksanız, ortasında ve sonunda
da olamazsınız." Uzay kalkanı birkaç yıl içinde gerçekleş
tirilebilecek hale gelirse, ya da hatta Pentagon kalkanı ya
da bazı füzesavar silahlarını konuşlandırmaya karar ve
rirse, hiçbir sanayici treni kaçırmak istemeyecekti . Daha
sı, birçok şirketin daha şimdiden düşündügü bir pazar
daha vardı: Amerikan füzelerine olası bir Sovyet füzesa
var kalkanı yelpazesini delebilme olanağı verecek karşı
önlemleri alabilmek için gerekli teknolojilerin yaratabile
ce� pazar.
SDlO'nun 1983'ten beri yaklaşık 260 kadar şirketle
yaptığı birkaç bin sözleşme (sözkonusu sözhşmelerin top
lam maliyeti 3 milyar dolan aşıyordu), bazı büyük şirket
lerin yapı sm da zaten de�şiklikler yaratmıştı: savunma
silahlarıyla uıtraşan ve yalnızca bir düzine kadar işçiyle
çalışan küçük bölümler, şirket başkan yardımcılanndan
birinin sorumlul uğıı altına verilmiş, yüzlerce ücretlinin
çalıştığı gerçek bölümlere dönüşmüşlerdi . Sonuç olarak,
savunma sistemleri üzerine çalışma, bu alanda giderek
çekicilik kazanmaktaydı .
Şirketlerin iç yapılanndaki bu yeniden örgütlenmey
le birlikte, Kongre'ye ve halka karşı ··yıldızlar savaşı'"nı
savunmakla görevli bir birimin oluşturulması da gerçek
leştirildi. Böylece, SDIO'nun harcadı� her yeni dol ar, bir
iş, çıkar ve tutku zinciri yaratıyordu.
Gündemde başka bir dönüşüm daha vardı : Pentagon
için çalışan yeni bir şirket tipinin geliştirilmesi. Nükleer
silahiara karşı bir kalkan oluşturma düşüne eklenen si
lahlanma programlanndaki artış, savunma öğ'retilerinde
ki kanşıklıgı ve çelişkileri artırdı . Silah sistemleri kavra
mı ve bu silahiann üretimi, kullanımı, başka sistemlerin
ve teme11erinde yatan öğ'retilerle uyumlu hale getiril me
leri, Savunma Bakanlığı sorumlulanna aşılması güç so
runlar yaratacak kadar karmaşık bir hal aldı. Dolayısıyla
Pentagon, düşük ücretli kamu hizmeti görecek yerde, da
ha yüksek bir ücretle dışardan "danışman" olarak çalış
mayı yeğlemiş, az sayıda, çok özel, sivil ve askeri uzman-
90
lar kategorisinin çalışmalanna giderek daha bağımlı hale
geldi.
1981'den başlayarak askeri harcamalarda görülen
patlama, sadece irdelemelel" üreten şirketlerin gelişmesi
ni destekledi; bir silah sistemini çalıştırma tarzlan ve
bunlara temel olan öwetiler, askeri mikroişlemciler, Pen
tagon'un çeşitli daireleri için çok karmaşık silah komuta
sistemlerinin yönetimi. En güzel örnegi. Kaliforniya'daki
SDI kontr.ıılan
SDI söıleşmelerlnin
Şirlıeller 1983·1985 ödenek aynimiş
1983 ve 1984 mal yıh
(bın$} ıopıam yOzdesl
Rodlwell 1nt1
Teledyne 1 1 5.359 % 7,1
88.744 % 5,4
,TRW 76350 % 4,7
Hugues 34.769 % 2,1
Unon
Avco 30.594 % 1,8
25.336 % 1,5
Kaynaklar. Council on Economlc Prior�les. The Strategic Delense lnftlaılve: Cosı, Conı·
ractors & Consequences. 1985.
91
Applications International Corp. (SAIC) olan (bu firma,
1985'te, toplam olarak General Dynamics, Northrop,
Grumman, Raytheon ve RAND corp'tan daha çok SDI
ihalesi kazandı) bu yeni firmaları n çıkarları, altın yu
murtlayan tavuğu öldürmekten geçmiyordu. Dolayısıyla
bu firmaların uzmanlannın Beyaz Saray'a giderek Baş
kan Reagan'ın düşünün bir düşten başka bir şey olmadı
ğını söylemeleri beklenemezdi.
92
1
..1
SOl'nin üniversitelerdelti etkisi sanayi alanında ya
rattığı etlti kadar büyük oldu. James Ionson'ın elinde,
1989 sonuna kadar, yalnızca üniversite araştırmaları m
karşılamak üzere yaklaşık 600 milyon dolar vardı . Araş
tı.nna yapanların peşinde koşması da gerekmiyordu: 1985
sonunda SDIO merkezinde yığılmış, üniversitelerden ge
len 1.000 ödenek istejti ve destek bekleyen tasan vardı .
Önemli ödenekler ve bilimsel açıdan son derece çekici
araştırmalar vaad eden "yıldızlar savaşı", çok sayıda
araştıncının ilgisini çekrnekten geri kalamazdı. Bu ne
denle SDI sorumlulan, daha o tarihlerde, bilim adamlan
na aşın hızlı bilgisayarlar, muharebe yönetim mikroiş
lemcileri ya da uzaya yerleştirilmiş lazerler için çok hafif
enerji santrallan gibi alanlarda çahşma olanagı sunan
yanm düzine kadar konsorsiyum kurmuşlardı .
Aynca SDI programı, Amerika'da, Pentagon'dan gele
cek ödenekiere bel bağlayan üniversite sayısını her geçen
yıl biraz daha artırmaktaydı. Tıp araştırmalan bir yana
bırak.ılırsa (ABD'deki üniversite araştırmalanna verilen
hükümet ödeneklerinin yüzde 50'si), geri kalan bütün bi
lim alanları, temelde, Ulusal Bilim Vakfı'nın kaynaklan
na güveniyordu. Oysa artık Savunma Bakanlığının üni
versitelere ayırdığı ödenekler (1985'te 930 milyon dolar),
Ulusal Bilim Vakfı'nın ödeneklerini aşıyordu.
SDI, ülkenin en yetenekli bilim adamlarının önemli
bir bölümünü kendine çekerek, ülkedelti akademik yaşa
mı alt- üst etmeye başlamıştı . Sözkonusu bilim adamları,
yavaş yavaş, meslek yaşamlan "yıldızlar savaşı"nın geliş
mesine sıkı sıkıya bağlı seçlti n bilim adamı kHklerinde
toplandılar;. SDI'ye yönelen bu beyin göçü akademik yet
ltilileri kaygılandırdı ve Pentagon'un tasarısına karşı çı
kan bilim adamları hareketine büyük bir atılım kazandır
dı. Pentagon, uzay kalkarn üzerine yapılan çalışmaların,
öbür yaşamsal alanlardalti çalışmalann ve temel araştır
malann yerini alarak, üniversite araştırma programlan
nın odak noktası haline gelmesinden korktu.
Dahası, SDI için gerekli olan gizlilik, akademik öz
gürlüğü do�udan tehlikeye düşürmekteydi : bir araştır-
93
mamn kilit ö!teleri "savunma" sorununun bir parçasıysa,
herhangi bir çalışmanın sonuçlannı yayıolamak ya da ül
ke içindeki ya da yabancı bilim adamlanyla bilgi ve fikir
alış verişinde bulunmak olanaltı artık yoktur. Amerikalı
bilim adamlannın önemli bir bölümü, SDI'nin, ABD'deki
genel araştırma kapasitesinde büyük bir yıkıma yolaçabi
leceıtlru düşünmektedir.
Aynca SDI'nin ticaret alaruna yaptıltı etkilerden de
pek bir şey beklenmemektedir. Çünkü SDI'nin geliştirdi
ıti teknolojiler henüz üretim süreçleri içinde yeralamaya
cak ya da sivil üretime katkıda bulunamayacak kadar
(üstelik askeri sır niteliginde olmalan daha başlangıçta
yaygınlaşmalanm engellemektedir) özeldir, külfet1idir.
Şu halde "yıldızlar savaşı"ndan, yalnızca bilgiişlem tek
nolojileri, mikroişlemciler, yeni araç gereçler, uzayda ula
şım ve telekomünikasyon alanlannda olumlu etkiler bek
lenebilir.
Uzmanlar da deı'terlendirmelerinde çok ihtiyatlı gö
rünmektedir. Sivil kurumlar, nükleer patlamaya dayana
bilecek kapasitede, ama bu nedenden ötürü maliyeti çok
yüksek bilgisayarlan satın alma gereksinimini gerçekten
duyacaklar mı? Tıpta kullamlan birkaç watt gücünde, yıl
larca çalışahilen bir lazerle, nükleer bir patlama sayesin
de üretilen milyonlarca wattlık X ışmıyla ve bir tek defa
çalışan bir lazer arasında ne benzerlik olabilir? Başka
güçlükler de vardır: DARPA'nın ünlü programı VHSIC'in
(aşın hızlı entegre devreler) sivil yaşamda uygulama ala
m bulması güçtür. "Savunma gizliliği" VHSIC'i öyle bir
koruma altına almıştır ki, bu alanda çalışan şirketler ge
liştirdikleri bileşenlerin fotoıtraflannı bile yayımlayama
maktadır. Pentagon'la hiçbir ilişkisi olmayan birçok şir
ketin pazara Pentagon için üretilene benzeyen ürünler
sürmesi sonucu, oldukça saçma bir uygulama ortaya çık
maktadır. sm programı, vergi yükümlülerinin ödediıti
paralardan büyük meblaitlar harcayarak Galyum arae
nürlü bir mikroişlemci geliştinneye çalıştı. Oysa yedi
Amerikan şirketi bunu SDIO'dan önce gerçekleştirmişti .
Bu örnekler daha da çoıtaltılabilir.
94
SDI temel araştırmalara büyük bir ödenek aktarma
ya devam ettiği sürece, teknolojik gelişme hızmı kaçınıl
maz biçimde artıracak ve belki de, temel bilim alanında
gerçekleşen birkaç buluşa katkıda bulunacaktır. Görül
düjtü gibi "yılrozlar savaşı", yalnızca Sovyetler Birliği için
değil, Batı Avrupalı teknisyenler, şirketler ve bilginler
için de gerçek bir meydan okumadır. Öte yandan, SDI gi
bi askeri bir programın, bilgiişlemi ya da yeni araç gereç
leri geliştirmek için izlenebilecek en etkili ve en ucuz yol
olduğu da çok kuşkul udur.
95
çevrelerinden gelen temsilcilerin bu türden komitelere
katılma konusunda daha hevesli davranmaları olgusu gö
zönünde tutulsa bile, gene de ortada şaşırtıcı bir oransız
hk gözlenmektedir.
Kaçınılmaz hale gelen bütçe kısıtlamalan nedeniyle,
SDI'nin gelece� -ödenek dağıtımı ne kadar akılcı yapılır
sa yapılsın- güvence altında görülmemektedir. Örneğin,
"yıldızlar savaşı" yandaşlan, kendi saflanna çektikleri
bütün lobileri seferber ederek ve hatta yeni ltişileri ve ku
rumlan aynı yönetim altında toplamaya çalışarak propa
ganda kampanyalarını yoğunlaştırdılar.
SDI programını ne pahasına olursa olsun kamuoyuna
ve Kongre'ye "benimsetmek" için gösterilen bu arzu, araş
tırmaları da etltilemeye başladı. Lawrence Liveı-more la
boratuvarında SDI hesabına yapılan "sistem incelemele
ri"nin yönetmeni Doktor Comelius Coll III, 1985 sonun
da, Pentagon sorumlularının yapılan araştırmalardan el
de edilen sonuçlan abartarak açıkladıklannı belirterek,
bu konuda şikayetçi oldu. Doktor Coll, Pentagon sorum
lularının uyguladı� bu yöntem yüzünden, SDI programı
nın bilimsel inandıncılı�mn da tehlikeye düştüğünü öne
sürdü ve. buna, füzesavar savunma sisteminin gerçekleş
tirilebilmesi için öngörülen maliyetin de çok düşük tah
min edildiğini ekledi.
Sandiyn ulusal laboratuvan yöneticilerinden biri
olan Roger Hagengruber, iş arkadaşı Lawrence'ı destekle
di: "Bilim, görkemli denemeler ve gösteriler gerçekleşti
rilmesi için yapılan büyük baskılardan olumsuz etkilıme
cek midir? Yanı t kesinlikle evettir: özellikle de her yıl ay
nlan ödenek giderek eksiJip dururken."38 Bu tavır alışlar
yeni olgular doğurdu: Pentagon yöneticilerirün uyguladıltı
yöntemlere artık SDI'yi destekleyen araştnıcılar karşı
çıkmaktadır. Hatta Roger Hagengruber işi "kıskıvı·ak
ba!llı piliç" denemeleri örne�ni vermeye kadar götürmek
tedir: bir piliç kıskıvrak bağlandıktan sonra bir tüfek atı-
96
şıyla öldürülür ve tüfeı:;
rin piliçleri öldürdüğü açıklamr.
Ama bu olayın, sık bir ormanda sizden kaçmaya çalışan
bir pilici öldürmekle uzaktan, yakından hiçbir ilişkisi
yoktur."39
SDI tasansırun tek olgusu görkemli gösteriler de�il
dir. Amerika'daki bütün büyük bilim programlan, e�er
ödeneklerini korumak ve artırmak istiyorlarsa bu süreci
kabul etmek zorundadır. Gerçekte, ABD'nin siyasal siste
mi kısa vadeli sonuçlan özendirmektedir. Kamu fonlann
ca giderleri karşılanan araştırmalann, daha çekici başka
araştırmalara ödeneklerini kapurmaması için somut ve
luzlı sonuçlar vermesi gerekir.
Programın ortaya atılmasından başlayarak, SDI so
rumlulan, "güveni artırmak uğruna gözüpek denemeler"
(BEACON - Bold Experiments to Aduance Confidence)
adını verdikleri olayı gerçekleştirmeye çalıştılar. Daha
sonra BEACON STAR'lara -Significant Technical Achie
uements and Resea.rch (Teknik buluşlar ve anlamlı araş
tırmalar)- dönüştü. 1985'te, STAR'\ar gibi en azından üç
göz kamaştıncı deney yapıldJ: Amerikan uzaygemisi üze
rine yerleştirilmiş bir aynadan bir lazer ışınının yansıtıl
ması; eski bir kıtalararası Titan füzesinin bir katının la
zer ışmıyla tahrip edi1mesi; bir Sovyet nükleer başlığı
maketinin tahrip edilmesi (teknik ya da bilim açısından
pek büyük değer taşımayan, ama araştırma açısından bil
yük sıçramalar olarak nitelenen bütün bu deneyler için
"tartışmalı lazer denemeleri"' başlıklı çerçeveye mıkınız).
Dahası, 1988'deki başkanlık seçimleri yaklaştıkça STAR'
lann da artacağı sanılmaktadır. Gerçekte, SDI yandaşlan
ya hep ya hiç demektedir: Ronal d Reagan başkanlık koltu
ğunu devrederken, yerine geçecek kimseyi bir oldu bittiyl e
karşı karşıya bırakmak istemektedir: sanayi kesiminde
iyice kök salmış bir program ve bu programı durdurmak
konusunda Kongre'ye söz vermiş bir yeni başkan.
Bu arada, daha önce de belirtildiı'P gibi, SDI bütçesi
97
Kongre'de giderek daha büyük güçlüklerle karşılaşmak
tadır. Uzay savunmasının en ateşli savunuculan bile
1990'a kadar 15 milyar dolarlık bir ödenek elde ederlerse
kendilerini şanslı sayacaklardır. 1985 yıhnm Kasım ayı
sonunda, General Abrahamson, 1986 yılı ödeneğinde ya
pılacak 1 milyar dolarlık bir kesintini n, eldeki kaynaklan
-uzayda konuşlandınlmış lazerler gibi daha pahalı ve so
nuçlan belirsiz programlar yerine- daha ucuz ve kısa va
dede daha umut verici programlarda toplamak zorunlu
�nu yarataca#ım açıkladı. Amerikan temsilcileri ve se
natörleri bütçeyi kesin bir.'imde uygulama yoluna gider
lerse, SOl'ye aynlan ödenekler, SDI programının ortaya
atılmasından önce savunma silahlan alanında yapılan
araştırmalar içın öngörülen bütçeyi miktar olarak aşmaz.
Bu da başlangıç noktasına geri dönüş anlamına gelir: sa
vunma teknolojileri, Amerikan stratejisinde önemli bir
yer tutar, ama asla başrolü oynayamaz.
98
ALTINCI BÖLÜM
SDI'YE KARŞI EUREKA
99
olasıb�ndan uzak hisseden bir Amerika'mn, -haklı ya da
haksız olarak- Avrupa'yı olası bir konvansiyonel muhare
be alanı olarak görmeyi, belki de daha az sakıncalı bula
bilece�nden korkmaktaydılar.
Atlas Okyanusu'nun iki yakasında yaşayan SDI yan
daşları, bunun yersiz bir korku olduğ'unu düşünmektey
diler. Amerikan topraklan Sovyet nükleer tehdidinden
yeniden kurtulmuş olsa bile, ABD, -tıplo Sovyetler Birli
jti'nin nükleer güç adını hakeden bir güce henüz sahip ol
madı� dönemlerde egemen olan "karşılıklı yoğun misille
me" ilkesinin yürürlükte oldu� günlerdeki gibi- bir sal
dın halinde, hiç duraksamadan Avrupa'nın yardımına
koşacaktı. Dolayısıyla SDI Amerika ile Avrupa'nın savun
masını 'birbirinden ayırmak" bir yana, Atlas Okyanu
su'nun iki yakası arasındaki güvenlik ba�lannı daha da
güçlenelirecekti.
Ne var ki bu uslamlamanın foyası çok çabuk ortaya
çıktı. Çünkü, gerçekte, yalnızca Amerikalllann bir füze
savar kalkanından yararlanmalan nı ve bu durumun kar
şı tarafın gözünü korkutmak ve caydırmak için yeterli ol
duğunu öne sOrmekteydi. Oysa ABD'nin çalışmalan aynı
hızla sürdürmesi durumunda, Sovyetler Birli�i'nin de er
ya da geç bir savunma sistemine sahip olmaması olanak
SlZru. Bu durumdaysa Avrupa, Kremlin'in diplomatik
şantajianna çok daha açık hale gelecekti. Gerçekten de
Sovyetler Birlijti, Batı Avrupa ülkelerini nükleer silahlar
la vurma tehdielini savurarak, rehine alacaklarılı ve Was
hington'un elinde bu tahelieli dengelayecek bir karşı tehelit
bulunmayacaktı.
Bütün bu açmaziara karşın Pentagon kaneline güve
nilmesini istiyor, teknolojinin Avrupa'yı da savunan bir f'ı.ı
zesavar kalkanı yapmaya olanak verecegini öne sürüyor
du. Ama asıl sıkıntı Pentagon'un kendi �zıyla yaptıjp iti
raflardan d�yordu: SDfnin öngördüğü çok gelişmiş füze
savar savunmalan, ICBM'ler (stratejik ve taktik bombar
dıman uçakları, seyyar fozeler, kısa ve orta vadeli füzeler)
dışındaki nükleer silahiara karşı pek etkili olamıyordu.
Oysa Avrupa için asıl tehdidi de bu silahlar yaratıyordu.
100
Bir gün ABD topraklannı etkili bir biçimde koruyan,
Sovyet ICBM'lerini yokedebilecek (30 dakika içinde) bir
savunma sistemini gerçekleştirebilme umudu, kuramsal
olarak çok uzun bir süre gerektirmektedir. Buna karşılık
Avrupa'yı tehdit eden füzelerin hedeflerine ulaşabilmesi
için yarım saat gerekmemektedir. Çekoslovakya'ya ya da
Doğu AJmanya'ya konuşlandınlabilecek SS-20'1er için on
dakika, SS-23 ya da SS-21 taktik füzeleri için 2-3 dakika
yeterlidir. Düşman füzelerini yarım saat içinde etkisiz
hale getirebilecek bir savunma kalkanı oluşturulabilece
�nden bugün kuşku duyuluyorsa, Avrupa için bir savun
ma sisteminin gerçekleştirilmesi (alı,t1lama, ateşleme ve
sonuçları değerlendirme işlemleri saniyesinde yapılmah
dır) haydi haydi olanaksız görülecektir. Üstelik, Avru
pa'yı tehdit eden bütün Sovyet taktik füzelerinin izledig-l
yol (SS-20'ler dışında) atmosferih dışına çıkınamaktadır
ve bu durum uyarılmış enerjili silahlar üzerine yapılan
çalışmalan çok güçleştirmektedir.
Bu koşullar altında Avrupa'nın SDI'si daha ölçülü he
deflere yönelmeliydi: Avrupa'daki başlıca NATO komuta
merkezlerine, havaalanlarına ve füze üslerine nokta sa
vunma uygulamak. Bu, teknik açıdan yapılabilirlig-i ve
maliyet-etki oranı tartışmaya açık bir çözümdil ve geliş
meler ne yönde olursa olsun Avrupa kıtasının stratejik
durumunda pek bir şey değiştirmeyecekti.
101
kümetleri altabeyleri Amerika'run korumasına çok iyi
uyum sa�ladılar ve 1949'dan beri co�afi ve stratejik açı
dan varolan durumun (statüko) yılmaz savunucusu kesil
diler. Do�l olarak ortaya tutucu bir tavır çıktı: Avru
pa'da çıkacak bir savaş -ister nükleer ister konvansiyonel
olsun- kaçınılmaz biçimde bu eski uygarhk beşijpnin yo
kolmasıyla sonuçlanacaktır. Aynı biçimde, iki blok ara
sındaki herhangi bir gerilim, Avrupa uluslan arasındaki
güvenlik, ticaret, günlük yaşam üzerine kaçınılmaz olum
suzluklar getiriyordu. Dolayısıyla Avrupa uluslan, Sov
yetler Birlig-i ile çatışmaktansa yumuşama siyasetini ve
geçici olmasına karşın akıl almaz biçimde hala süren bu
garip "savaşsızhk'" halini içtenlikle tercih etmektedirler.
ABD'ye gelince, onlar kurduklan stratejinin bütün
dünyayı kucakladığlnı söylüyor ve dünyanın öbür ucunda
bulunan, Montana eyalatinden çok daha küçük bu toprak
parçasına egemen olan komünizmi benimsemiş yerel mil
liyetçilere karşı çıkmak uğruna, Vietnam'daki şiddetli ça
tışmalann içine yanm milyona varan askerini (savaş bo
yunca bunlann 55.000'ini kaybetti) sokma hakkını ken
dinde buluyordu. Üstelik, sınırh olan bu savaş, Amerikan
kentlerini ve toprağlnı hiçbir biçimde tehdit edemezken.
İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ABD, kendini, bü
tün dünyadan sorumlu tek devlet saymaktadır. Sovyetler
l3irliği'nin güç kazanması ve yerel çatışmalann artması
karşısında Washington, bıkmadan, usanmadan, -Sovyet
ler Birliği'ni "durdurma" ve, gerektijpnde, "engelleme··
olanağl verecek bir askeri üstünlük peşinde koşarak- her
olası rakip karşısında belli bir güvenlik sınınm koruma
ya çalıştı. Böylece Sovyetler Birliği ile çatışma, Amerikan
siyasetinin de�şmez verisi haline geldi.
Nükleer silahlar, 1945'ten bu yana, bu askeri üstün
lük arayışının temel ekseni oldu. Bu güç düşü, Penta
gon'un, Sovyetler Birliği ile eşit olmaya katlanamaması
na ve dolayısıyla da durup dinlenmeden silahlanru artır
masına, belli aralıklarla stratejisini gözden geçirmesine
ve olası çatışma biçimi hallerini çoA'altmasına yolaçtı. Bu
na karşılık Avrupalılar her defasında eski stratejilere
102
(altmışh yıllarda yo�n misillemeler, bugün esnek karşı
lıklar) tam bağlı olduklannı ortaya koydular. NATO için
deki anlaşmazlıklar değişmez bir senaryo çerçevesinde
sürüp gitmektedir: Amerikahlar son buluşlannın güven
verici açıklamalanm yapmakta, bunun bir tek kelimesine
bile inanmayan Avrupalılarsa sözkonusu açıklamanın
anlamsızlığını ortaya koymaya çalışmaktadırlar.
Avrupalıların bu ihtiyatlı tutumlan, batı kanadında
ki bütünleşmeyi güçsüzleştirdiği ve ABD'de askeri alanda
gerçekleştirilen büyük çabalara karşı çıkanıann eline koz
verdiği için, elbette Beyaz Snray'ı çok kızdınyordu. Oysa
Avrupa'nın tutuculuğuyla Amerika'nın modernleşmeciliği
arasındaki bu çatışma, stratejik savunma sorunu konu
sunda meyvelerini vermekte gecikmedi. Anlaşmazlık -
tıpkı Avrupa füzeleri alanında olduğu gibi- kısa süre için
de Atlas Okyanusu ötesi dayanışma konusunda bir teste
dönüştü. ABD için ''yıldızlar savaşı", iyi ve kötü ba�laşık
lan birbirinden ayırma ölçüsüydü. Dolayısıyla böylesine
önemli bir konuda ABD'nin, yaşlı Avrupa'daki hükümet
ler arasındaki bütünleşmeyi katı bir sınavdan geçirmesi,
aydınlar, sanayiciler ve hatta askerler arasında düşünce
aynlıklan yaratması, kısacası, ilgili ülkelerin her birinde
en koyu atacı tepkileri ve ulusçu düşleri yeniden S\l yüzü
ne çıkarması kaçınılmazdl.
103
SDI'ye katılmanın uygulama biçimlerine açıklık getirile
medi. 1985 yılının Mart ayı sonunda, Caspar Weinberger,
NATO'ya üye bütün Batı Avrupa hükümetlerine (ve Ja
ponya, !srail, Avustralya ile Güney Kore'ye) gönderdigi
bir mektubu açıkladı ve onlan altmış günlük bir süre
içinde SDI'ye katılma karan almaya zorladı. 27 Mart'ta,
Lüksemburg'da yapılan NATO'nun Nükleer Planlar Gru
bu toplantısı sırasında (27 Mart) Amerikahlar, Avrupalı
lan inandırmak için bütün olanaklanm seferber ederek,
araştırma programianna katılan ülkelerin Savunma Ba
kanlannın -biraz korkarak da olsa- desteğini sajtladı; ay
m zamanda, Amerikahlann Cenevre'de Sovyetler Birliği
ile stratejik görüşmelere "yanaşması" için de destek veril
di. Caspar Weinberger'ın François Mitterand'ı inandır
mak için Paris'e gittiği sırada, Başkan Ronald Reagan da
SDI'nin "yalnızca ABD'nin savunmasım değil", bütün
müttefik ülkelerin savunmasını da amnçladığını belirten
bir söylev verdi (29 Mart 1985).
Amerika'nın yaptığı baskı biraz fazla ağlr ve dikkat
çekiciydi . Avrupalı sorumlulann çoğu (bazıları SDI'ye
düşman olmaktan çok uzaktı), ABD Savunma Bakanı
nın ortaya attığı altmış gOn "Oitimatomu"ndan rahatsız
oldu. Batı Avrupa hükümetleri bünyesinde, Amerikan
tasansına katılmaktan yana olanlarla karşı olanlar bir
birine girdiler.
Bu Amerikan saldınSl karşısında FranslZ hükümeti,
Bonn'da toplanan sanayileşmiş ülkeler doru�undan kısa
süre önce ve Batı Almanya Dışişleri Bakanı liberal Hans
Dietrich Genscher ile görüş birligine vararak, Avrupa'da
teknolojik işbirliği yapılması düşüncesini ortaya attı;
''Eureka tasarısı" adı verilen ve siyasal amacı hemen he
men bütünüyle açıklanmış olan bu tasarının amacı, Av
rupa'daki SDI yandaşlannın açtığı kampanyaya bir karşı
denge sa�lamaktı.
104
EUREKA TASARISI
105
Eureka belgesini imzaladılar. Eureka belgesi, "dar kap
samlı ve esnek'' bir yazmanlık kurulurak programa katı
lan ülkelerin bakanlanndan oluşan kurulun sorumlulu
guna bırakılınasını kararlaştırmaktaydı. Somut tasanla
rın giderlerinin karşılanması konusunda belgede kesin
hükümler yoktu: sanayiciler teknik projelerini hazırlaya
caklar ve parasal yükünü karşılayacaklar (büyük bir ola
sılıkla çeşitli ülkelerdeki bir "Bay Eureka"nın yardımıy
la), daha sonraysa kendi hükümetlerinden destek almak
için görüşmelere başlayacaklardı. Dolayısıyla Eureka, bu
evrcde, özel şirketler arasında şu ya da bu tasarı için ya
pılan işbirliğine konan etiketten başka bir şey değ'ildi.
Hanover toplantısı bu etiketi on tasanya yapıştırdı :
üç firmanın (CGE grubunu n genel üretim şirketi-Fransa,
Fiat grubundan Comau-ltalya, LASAG-İsviçre) sunduğ'U,
bütünüyle otomatik, esnek bir atölycler sistemi; eğitim
amaçlı bir ev bilgisayarı (Acorn-Büyük Britanya, Thom
son-Fransa, ve Olivetti-ltalya); temizleme santralları için
gereçler (Lyonnaise des Eaux-Fransa, De Danske Suk
kerfabrikkcr-Danimarka); bir kompakt vektör hesaplayı
cısı (Matra Data Systcmes-Fransa, Norsk Data-Norvcç);
amorf silisyum uygulamaları (SOLEMS, Total grubunun
yan kuruluşu-Fransa, MBB-Federal Almanya); tckstil
dalında entegre bir atölye (Efacec, EID, Lubi , Lncti, hep
si de Portekiz firması, Lectra Systcmes, Fransa); tropos
ferdeki kirletici maddelerin taşınmasını ve geçirdikleri
dönüşümü incelerneyi amaçlayan Eurotrac tasansı (Fe
deral Almanya, Avusturya, Finlandiya, Hollanda, Nor
veç, !talya gibi on ülke bu tasanya katıldı); güçlü lazerie
rin geliştirilmesi (Büyük Britanya, İtalya, Federal Al
manya, Fransa); cinsellikle bulaştınlabilen hastalıkların
tanısı için biyolojik teknikler (Biokit SA-İspanya, PA
Technology-Büyük Britanya); Avrupa'ya özgü bir araştır
ma agının kurulması (AET ve Avrupa ülkelerinin çojtu).
Ayrıca, 1986 yazında Londra'da yapılacak toplantıda Eu
reka kapsamına alınmayı bekleyen on altı tasan daha
vardır.
106
IV. SDPye Karşı Çıkan Fransa
107
numu açısından kaygılanyla, hem "Fransa'mn yerini ko
ruma" isteitiyle, hem de dış siyaset konusun �a de Gaul
le'cü kalıba uygun düşman girişimiyle bagdaşan bir se
çimdi bu. Şu halde Fransız Cumhurbaşkanı, açıklanan
amacı nükleer silahlan baltalamak olan bir stratejik giri
şimi yadsımaktan başka bir şey yapamazdı. Atom silahia
nna tanınan öneeliitin Fransa'da gerçek bir sıkıntı yarat
tı� amınsarursa (vurucu güç, yıllar boyunca gerçek bir
fetiş, ulusal ba�msızlıgJn, toprak bütünlüftünUn, Fransız
devletinin uluslararası pazardaki -özellikle de Avru
pa'daki komşulannın gözünde- yerinin simgesi haline
gelmişti), Cumhurbaşkanının yaptıgı bu seçim çok daha
iyi anlaşılır. Giderek daha çok denetim dışı kalan ve an
laşılmaz bir dünyada Fransa'nın nükleer gücünün duru
mu, Fransız siyaset adamlan açısından, bazılannın dur
durulamayacagını açıkladıklan bir gerilerneye karşı bel
bağlanabilecek son kozdu.
Aynca Fransa'daki sosyalist hükümet, SDI'nin temsil
etti!ti teknolojik meydan okumadan kaygı duyduğunu
açıklayan ilk Avrupa hükümeti oldu. Avrupa kıtasındaki
geliştirme sanayileri dalında etkinlik gösteren şirketle
rin, Amerikan sanayil erinin taşeronu haline gelme tehli
kesi yok muydu? Atlas Okyanusu ötesine gerçek bir "be
yin göçü" ile karşılaşmayacak mıydık? Fransa, "yıldız sa
vaşları"nın, Avrupa'nın Amerika ve Japonya karşısındaki
teknolojik gerilemesini hızland:ı rmasından ve, sonunda,
Avrupa'nın iktisadi ve siyasal bagJmsızlıgını tehlikeye
düşürmesinden kaygı duyuyordu. Üstelik, Amerikahlarla
sözleşmeler imzalamak i�i n yapılacak yanşın, Avrupa ül
keleri arasındaki işbirligini rafa kaldırması ve Avru
pa'nın batı bölümünde daha büyük bir siyasal birlik ku
rulmasını tehlikeye düşürmesi olasıhgı da vardı .
Fransa'nın AET içindeki başlıca dostlan, bu SDI
aleyhtan kanıta topluca karşı çıkmaktan çok uzaktılar.
Gerçekte, Fransızların bazı görüşlerini komşulan da pay
laşıyordu.
Federal Almanya'daki Duraksamalar ue Düşünce Ay·
rılıkları SDI hiçbir ülkede Federal Almanya'daki kadar
-
108
derin görüş ayrılıklan (hatta hükümetin içinde bile) ya
ratmadı. Gerçekten de Ameıikahların girişimi, ABD ile
dayanışma ve Ostpolitik'in zorlamalan, Fransa ile Avru
pa bütünleşmesi arasındaki ilişkiler arasında bocalayan
bir dış siyaset dengesini tehdit etmekteydi.
NATO fuzelerinin Avrupa'ya yerleştirilmesi, zaten
İkinci Dünya Savaşı sonrasının Büyük tabusunu yıkmış
tı: Federal Almanya'da, Alman çıkarları'ndan sözetmek
hem sağda, hem solda yenidPn yasal bir hak sayıldı. Ne
var ki asıl güçlükler, bu çıkarlan açık seçik tanımlama
aşamasmda ortaya çıkmaya başladı. NATO'ya ve bu bağ
laşmanın lideri ABD'ye sadakat, hala güvenlik için en bü
yük güvence, tartışılmaz bir temel düşünce sayıldı. Şu
halde Bonn hükümetinin, ABD cumhurbaşkanının önce
lik verdiği herhangi bir askeri tasanya karşı çıkması ya
da hatta açık bir eleştiri yöneltınesi olanaksızdı. Sovyet
blokuyla ilişkilerin yumuşatılmasına dayanan Ostpolitik,
Federal Alman Cumhuriyeti'nin dış ilişkilerinde temel
öğe oldu. Ama yumuşama siyasetiyle Kremlin'in SDI'ye
karşı duyduğu düşmanlık nasıl bağdaştınlabilirdi? Fede
ral Almanya'nın alaca,P "yıldızlar savaşı"nı destekleyen
bir karar, öbür Almanya ile -çok yavaş da olsa- iyileştiri
len ilişkileri (Ren ötesi siyasal güçlerin çoğu buna çok bü
yük önem veriyordu) onanlmaz biçimde tehlikeye düşür
meyecek miydi?
Alman dış siyasetinin üçüncü ekseni hesaba katıldı
ğında durum daha da karmaşık hale geliyordu: AET ile
bütünleşmek. Liberaller, sosyal-demokratlann büyük bö
lümü ve Hıristiyan-demokı·atlann hiç de küçümsenmeye
cek bir bölümü, Avrupa'da daha geniş kapsamlı bir işbir
liğine (özellikle de yüksek teknoloji alanında) gidilmesin
den yanadır. Teknoloji alanındaki yeni bir iyimser tavır,
sanayi ve bilim alanındaki kapasitelerde yeniden kavuşu
lan bir güven duygusu Federal Almanya'da şaşkınhk ya
ratıyordu.
Öte yandan, geliştirme sanayileri dalında etkinHk
gösteren Alman kuruluşlan Bavyera ve Baden Wurtem
berg de bulunuyordu ve SDI'ye katılınama tehlikesini gö-
109
ze alamazlardı. Bununla birlikte, Spaceiab tasansı sıra
sında Alman-Amerikan işbirliğinin yaşattıgı olumsuz de
neyimlerden ders alan sanayiciler, yeni araştırma progra
mı çerçevesinde yapılan buluşlann ticari kullanımı konu
sunda güvenceler istemekteydiler. Alman hükümetinin
SDI konusundaki kararsızlığı, Reagan ile Gorbaçov'un
1985 Kasımında yaptıklan doruk toplantısından sonra
daha da güçlendi. Batı Almanya'nın SDI'yi kabul etmesi,
Dojtu ile Batı arasında "erimekte olan buzlan" sabote et
mek olmayacak mıydı?
Şimdi sıra büyük bir girişimdeydi: nükleer saldın si
lahlannın rolünü büyük ölçüde azaltmak ve güvenliği
nükleer olmayan savunma silahianna dayandırmak dü
şüncesi, Fransa'nın tersine, atom silahlanndan asla vaz
geçmemek zorunda olan bir ülkenin askerlerini ve siyasal
sorumlulannı elbette ilgilendirecekti. "Yıldızlar savaşı",
Almanya'nın gücünü uluslararası alanda yeniden kabul
ettirmek için nükleer enerjiden yararlanmayı düşleyenle
re bol bol umut veriyordu. Birçok başka konuda da oldu
ğu gibi, Almanlar, bir yandan kırk yıldır kendilerini zor
layan siyasal ve askeri anlaşmazlıklan yavaş yavaş aş
mak için etkinlik alanlannı genişletirken, bir yandan da
Washington'un en iyi bağlaşığı olduklannı kanıtlamaya
çalışıyorlardı.
10 Aralık 1985'te Bonn hükümeti Alman firmalannın
SDI tasansına katılmalan konusunda görüşmeler yap
mayı kabul ederek çelişkili bir karar alıyordu . Ne var ki
görüşmeleri Ekonomi Bakanı , liberal Martin Bangeman
yürütüyordu ve görüşmelerin "yıldızlar savaşı "nı destek
leyen siyasal bir antlaşmayı amaçlamadıgını, sadece ba
sit ticari görüşmeler olduğunu söylüyordu.
Büyük Britanya: Sadakat ve Ticaret - Büyük Britan
ya, SDI programına katılmayı kamuoyuna açıklayan ilk
Batı Avrupa ülkesi oldu. Ne var ki benimsenen bu tavır
hükümet içinde oybirliğiyle desteklenmiyordu. 15 Şubat
1985'te, İngiliz Dışişleri Bakanı sir Geoffrey Howe, uzay
kalkanını "hem oldukça basit karşı önlemlerle aşılabiJe
cek, hem de daha ucuz olduğu açıkça bilinen bir 21. yüz-
110
yıl Maginot hattı olarak niteleyerek" tutucu çevrelerde
yeni bir karşı çıkışı başlatıyordu. Sir Geoffrey, Avrupa ile
ABD'nin güvenlijp arasında bir baglantı kurulması tehli
kesinden kaygı duyuyor ve NKI'O'nun elindeki en "etkili
savunma silahı"nın caydıncılık olduğunu belirtiyor, İngi
liz dış siyasetini yöneten kişi olarak, SDI'ye aynlan ''çok
büyük paralar" başka yerlerde kullamlsa daha iyi olmaz
mı diye soruyordu?
Ne var ki sir Geoffrey Başbakanını kandırmayı başa
ramadı. 1985 yılının Kasım ayında, Londra ile Washing
ton, İngiliz şirketleri nin Amerikan tasansına katılma bi
çimlerini düzenleyen gerçek bir antlaşma imzaladılar.
Hükümet içinde bile tartışılan bu karar, her şeyden önce
Margaret Thatcher'ın siyasal tercihinin sonucu gibiydi.
Gerçekte, Birleşik Krallık, ön görüşmeler sırasında, SDI
programından 1,5 milyar dolarilk bölümün İngiliz fırma
Ianna verilmesi konusunda güvence almaya çalışmıştı.
Bu iste� Washington aşın buldu ve Londra da hemen is
teğinden vazgeçmek zorunda kaldı. Ama böyle bir güven
ce olmadıltında antlaşmanın ticari yanı çok önemsiz hale
geliyordu. Gerçekten de, her şey yeniden gözden geçirildi
ğinde, İngiliz hükümetinin, Amerikalılara, NATO içinde
ki en güvenilir bağlaşık olduğunu bir kez daha kanıtla
mak istediği kanısı uyanmaktadır. Bu aynı zamanda ln
giltere'nin Avrupa "kıtası'' ülkeleriyle arasına belli bir
mesafe koyma tarzıdır. Büyük Britanya'nın şu andaki çı
kan, Ortak Pazar siyasetinde daha etkin roloynamak için
ABD ile kuracağı ayncalıklı ilişkilerden yararlanmak ve,
tersine, Ortak Pazar'da daha etkin olarak ABD ile aynca
lıklı ilişkiler kurmak değil midir?
!talya SDI'ye Isteksiz Bakıyor AET'nin dördüncü bü
-
III
birkaç olası sözleşme uğ'runa, Betino Craxi vı;: Giulio And
reotti ikilisinin uygulamaya koydulttı yeni dış siyaseti
tehlikeye atmak istemiyordu. İtalyanlar Akdeniz ülkele
rinin gücünü yeniden keşfederek Doltu ile Batı arasında
arabulucu rolü oynamak istiyorlardı. Amerikan stratejisi
ne resmen gösterilecek büyük bir bağ'lılık, hem uygula
nan Akdeniz siyasetinin inanırlığını azaltacak, hem de
Dog-u Avrupa ülkelerine açılma yönünde gösterdi�i çaba
lara zarar verecekti. Dahası, Roma hükümeti AET'yle da
ha yakın bir iktisadi bütünleşme ve siyasal birlik sağla
ma savaşımı vermek üzeredir; dolayısıyla, SDfye açıkça
katılarak, yüksek teknoloji konusunda Avrupa işbirliğine
sırt çevirdiği izlenimini vermek istememektedir.
Şu halde, 1985 yıh sonunda, Dışişleri Bakam Giulio
Andreotti'nin "ince" teknolojilerin aktanınında varolan
kurallann uygulanmasını güvence altına almaktan öte
bir şey yapılmayacağını, bu teknolojileri isteyen İtalyan
şirketlerinin SOl'ye katılabileceğini açıklaması hiç de şa
şırtıcı değildir. G. Andreotti'nin açıklaması, hükümet po
litikasma aşın ölçüde ters düşmernek için bulunmuş bir
yöntem di.
Hasıh, henüz stratejik alanda bazı sonuçlar elde edil
memesine karşın, birçok ülke SDI programından kaçma
ya başlamıştı . SDI programına karşı çıkan ve Eureka ta
sansım öneren Fransa, bütün Avrupa ülkelerinin Ameri
kan programına hücum etmeden önce, kendi aralarında,
gerçek anlamda konuyu enine boyuna görüşebilecekleri
ne inanıyordu. Fransa'nın girişimi başanh olduysa da
(Federal Almanya ve İtalya "yıldızlar savaşı"na isteksiz
katılıyordu) Avrupa ülkeleri arasındaki işbirliği konusun
da dişe dokunur bir gelişme sa�layamadı. Amerikan �e
tisine güven duymayan, ama önerilecek bir seçenek de
bulamayan yaşlı Avrupa kıtasındaki yöneticilerin strateji
konusundaki düşüncelerinin ne kadar kısır oldu�nu gös
teren başka bir kanıttı bu. Fransızlara gelince, onlar
Amerikalı dostlanna karşı bir bağımsızlık örneği sergili
yorlardı. Ama Fransa strateji bakımından Avrupalı dost
lanna pek bir şey sunmuyordu: Fransız öwetisi altılann
112
ufkunu aşmak istemiyor ve aşanuyordu. Brest'ten Stras
bourg'a kadar oybirliğiyle kabul edilen bir s1yasa1 seçim,
Bonn'u, Londra'yı ve Roma'yı rahatsız ediyordu.
5 Kasım 1985'te yapılan Hannover toplantısı Avrupa
işbirliği düşüncesini doğurdu ve Eureka programı çerçe
vesinde bir düzine kadar yüksek teknolojili tasarıyı ta
nımladı. Eureka programı, bir çeşit etiketten çok, Batı
Avrupa devletlerinin teknik, bilimsel ve parasal kaynak
lannı gerçek anlamda birleştirdikleri bir çeşit uzlaşma
dır. Gerçekte "Eureka", uzun zamandan bu yana tartışıl
makta olan, koordinasyon ve yönetim yapılan, finansman
biçimleri ya da Ortak Pazar kurumlarıyla bağlan açısın
dan hiçbir antlaşmayla noktalanmamış bazı işbirlifti ta
sanlanna verilen addır.
Ulusçuluk, burada da, tıkanıklığın ana nedenidir.
Serbest girişime sıkı sıkıya bağlı olan ve Londra'da ikti
dan elinde bulunduran muhafazakarlar, Eureka'nın dev
let gelirlerinden desteklenmemesi ve AET bünyesi içinde
yeni bir bürokrasi oluşturmaması gereğine inanıyorlardı.
Gerçekten de Büyük Britanya için önemli olan, özel şir
ketler arasındaki işbirliğini desteklemeye yönelik hafif
bir yapı oluşturmaktı; ama bunu yaparken devlet özel şir
ketlerin yerini almamalı ve şirketlerin sanayi stratejileri
ne ağır baskılar yapmamahydı .
Sanayi işbirliği konusunda devletin doğrudan işe ka
nşmasına karşı Büyük Britanya'nın gösterdiği tepkiyi
Federal Almanya da paylaşıyordu. Buna karşılık Bonn,
devletin gelecejte yönelik temel araştırmalara destek sait
lamasına karşı değildi. Dolayısıyla Almanya Federal
Cumhuriyeti Eureka projesinin, her şeyden önce, uzun
vadeli, sanayi kuruluşlannın planlamasına doğrudan
bağlı olmayan araştırma tasanlan oluşturmasım istiyor
du. Bonn, şirketlerin ne yapmalan ya da ne üretmeleri
gerektiğini belirleme görevinin devlete düşmediğine ina
nıyordu. Görüldü(tü gibi Federal Almanya Eureka'yı, her
şeyden önce, temel araştırmalann (üretimin en önemli
bölümü buna bağlıydı) karşılanması için bir çeşit Avrupa
fonu olarak görüyordu.
113
Fransa'nın AET içindeki dostlan, yüksek teknolojiler
alanındaki üretimde ve araştırmalarda planlı bir yöneti
min izini taşıyan yeni bir merkezileşmiş yapı yaratma
kuşkusunu hep duydular. Paris bu "Colbert'ci" imgerun
yanhşlı�nı hep vurguladıysa da, Fransa'nın kamu gelir
lerinden Eureka için 1 milyar frank ayıraca#Jnı ve hızlı
bir üretim ve pazarlama gerçekleştirmek amacıyla son
lanmış işbirligi tasanianna öncelik verecegini açıklamak
ta acele davrandıltı doıtrudur. Sözkonusu girişim, Fran
sa'nın araştırmalan ve gelişmiş sanayileri destekleme
alanında yaptı� uygulamalara ters düşmemektedir.
Eureka'mn gelecegi açısından en önemli sorun, Avru
pa şirketlerinin Çt>jtunun, Japon ya da Amerikan şirketle-
. riyle ortaklık kurmayı tercih etmeleridir. Gelece�e yöne
lik ürün pazarında rekabetin acımasızca sürdürül dü�
Avrupa'da, hiçbir şirketin gönlü büyük bir sözleşmeyi
komşu ülkeye kaptırmaya kolay kolay razı olmamakta
dır. Avrupa ülkeleri arasındaki sanayi işbirliltinde görü
len yavaşlıkların ve tıkanıklıkların temel nedeni, şirket
lerin, kendilerini, komşu ülkedeki rakip firmanın bir ta
şeronu konumunda görmek istememeleridir.
Bununla birlikte, Avrupalıların sanayi alanındaki
küçük şovenlikleri, Kassandra'lann40 önceden haber ver
dikleri ciddi sonuçları belki d�ayacaktır. Bütün ça
balarına karşın Avrupalı şirketlerin, SDI çerçevesi içinde
önemli sözleşmeler koparma şansı hiç yoktur. Avrupalı
sanayicilerin kaTŞllaştıklan engeller kesinlikle aşılmaz
engellerdir. SDI programının yanya yakın bölümü, 1972'
de imzalanan ve füzesavar sistemlerinin ya da bileşenle
rinin (madde Xl) ve bu tipteki sistemlere ya da bileşenle
rine ilişkin tekruklerin ve planları n (karşılıklı olarak ka
bul edilen G deklarasyonu) başka devletlere aktanlması
nı yasaklayan ABM antiaşması nedeniyle Avrupalllara
kapalıydı. Programın üçte birlik başka bir bölümü de hiç-
114
bir Avrupa şirketinin elinde bulunmayan ileri teknoloji
lerle ilgilidir. Bütçenin yaklaşık yüzde 13'ü doA'nJdan ti
carl uygulamalara yolaçabilecek araştırmalarla ilgiliydi:
aynca ABD'nin Avrupalılar arasındaki rekabeti finanse
etmesi de düşünülemezdi. Son olarak bütçenin yüzde 3'ü,
Amerikan topraklannda bulunan laboratuvariann ve
üretim merkezlerinin ayakta kalabilmesi için d>tılıyor
du. Şu halde Avrupalı şirketler, "yıldızlar savaşı" progra
mına ayrılan tüm bütçenin yaklaşık yüzde 3'ü için birbir
leriyle çekişi p durabilirlerdi . öte yandan, bu bölüm için
bile Amerikan şirketlerinin rekabetiyle karşıtaşacak ve
bu yüzde 3'ün üçte birini koparabilirlerse kendilerini
mutlu sayacaklardır.
Amerikan Bilim Adamlan Federasyonu'nun Arahk
1985'te Temsilciler Meclisi'ne sundu�u bir rapor, 1972-
1985 arasında, Avrupa şirketlerinin, Amerikan füzesavar
silahlan araştımıa bütçesi için aynlan ödenetin ancak
yüzde 0, 1'ini (lO milyon dolar) elde edebildiklerini göster
mektedir. Günümüzdeki manzara da bundan pek parlak
sayılamaz. Avrupalı şirketlerin düşledikleri sözleşme tu
tarlan şöyle sıralanabilir:
SOl lr;ln 6f"9Wien OdenekleM toplamı (1986-19901 30 milyar C!Oiar "4 100
Avrupahlannkoparınayı umdıillln 3 mWyar C!Oiar % 10
115
SONUÇ
116
uzay kalkanının mimarisi ve işleyişi. Gerçekten de uzay
kalkanı sistemi, en duyarlı algılayıcılann bile körleştiri
lebildiği, en gelişmiş lazerierin bile tahrip edilebildiği,
düşmanın denetimindeki bir ortamda çalışacak son dere
ce karmı:.şık bir sistemdir. Dahası, sistemin yönetirole il
gili mikroişlemcileri tek başlanna bütünün işleyişini teh
likeye düşürebilecek yanlışlar içermektedir. Ronald Rea
gan'ın "dünyayı nükleer silah karabasanından kurtar
mak"' için düşündüğü uzay kalkam, ancak bir bütün ola
rak kusursuz çahştıitında bir anlam taşıyacaktır.
Bu durumda geriye yapılacak bir tek şey kalıyor:
ICBM silolan çevresine nokta savunma sistemleri yerleş
tirmek. Ama bu işlem başlıca stratejilerin alt üst olması
anlamına gelmemektedir ve sözkonusu girişim geleneksel
Amerikan strateji anlayışı çerçevesi içinde yeralmakta
dır. Yeni bir seyyar ICBM'nin geliştirilmesi ya da Sovyet
lerle silahiann denetim altına alınmasına yönelik bir
antlaşmamA im zalanması da tehlikeyi azaltmada etkili
olacaktır. Bununla birliku- SOl'den yana olan lobiler, Mi
nuteman ile .MX'Ierin çevresinde füzesavar savunma sis
temlerinin yerleştirilmesini büyük bir olasılıkla sBglaya
caklard.ır.
Halkların savunulmasına yönelik bu tasannın saç
malığı iktisadi açıdan daha d� belirgindir. Uzay kalkanı
korkunç derecede pahalıdır ve çok daha düşük maliyetli
karşı önlemlerle kalkan sistemi yanıltılabilir, etkisiz kılı
nabilir ya da kör edilebilir. Füzesavar savunma sistemi,
gerçekte, binlerce ton araç gerecin dünya yörüngesine
oturtulmasını gerektirmektedir. Buna örnek olarak bir
sayı vermeyi yeterli görmekteyiz: NASA'nın verdiği sayı
lara göre, 1986'da, 454 gram araç gereci uzaya gönderme
nin maliyeti 3000 dolardı. Buna ek olarak çok gelişmiş
donanımlar üretmek ve bunlan hiç kimsenin önceden
kestiremeyeceği bir maliyeti taşıyarak sürdürmek gerek
mektedir.
SOl'yi savunanlann bazıları savunmalannı, Sovyet
ler Birliği'ni iki seçenekten birini seçmeye zorlamak ilke
sine dayandırdılar: Sovyetler Birliği ya yeni bir silahlan-
117
ma yarışına girecek (bunun masraflarını karşılaması ola
naksızdı) ya da ABD'nin kı\rlı çıkacagJ bir siyasal ve as
keri bir antlaşma imzalayacaktı. Aşm tutucu bu ideolog
ların stratejisi, bu noktada da uzun süre devam etti. Fe
deral bütçedeki açık, Pentagon'a aynlan ödenekleri teh
dit etmeye başladı; oysa Sovyet mareşalleri peynir ekmek
gibi füze türetmeye devam ettiler. Demokratik bir top
lumla totaliter bir rejim ara8ında yapılan silahlanma ya
nf)nda, halkı tereyet yemek yerine top edinmeye razı et
meyi totaliter rejimler çok daha kolay başarır.
Gorbaçov'un Silaluızlanma Plam Sovyetler Bir1iti
-
" KOçOk Antiner'deki bu adayı ABD, 1983-1985 arasında yaklaşık ikl yıl
sOreyle işgali altında tuttu. (ç.n.)
118
bir yönetici ku�nın iş başına gelmesi gerekirdi.
Sovyetlerin öne sürdügü büyük silahsızlanma öneri
leri 1986'1ann işi değildir. Silahsızlanma önerileri Krem
lin'in yirmi-<>tuz yıldır Batı kamuoylanna yönelik olarak
uyguladıg-ı propagandanın temel taşlanndan biridir. Ne
var ki bu kez Sovyet yönetimi belirsiz bir evrensel banş
�sıyla yetinmedi. Gorbaçov planı, çeşitli tipte atom si
lahlannın yokedilmesi ve nükleer denemelerin bütünüyle
yasaklanması için ilk kez kesin bir takvim belirliyordu.
Kimyasal ve konvansiyonel silahlar sorununa el atan
Sovyetler Birliği, özellikle de bütün silahslZlanma süreci
nin yakından denetlenmesine (hatta yerinde araştırmalar
yapılmasına bile izin vererek. Oysa Batı, İkinci Dünya
Savaşı sonrasındaki Sovyet-Amerikan görüşmelerinin ço
�nda, Sovyetlerin yerinde denetleme yapılmasına izin
vermemelerini, görüşmelerin olumlu sonuç vermesini ön
leyen gerçek bir engel olarak öne sürmüşlerdi) izin ver
meye hazır oldu� nu belirtiyordu.
Nüleleer Güç Artık Farklı Biçimde Algılanıyor Dün
•
119
Sovyetler Birliği'ni, Amerikan önderliği'ndeki Batı dün
yasına katılma düşüncesinden uzaklaştınyordu.
, Nükleer �n sona ermesi, bu tür silahların yarattıgı
tehdit yüzünden, yaklaşık kırk yıldır silah elde birbirleri
ne düşman gibi bakan Avrupa ülkeleri arasındaki "buzla
nn" çözülmesine katkıda bulundu. Ayrıca nükleer çagın
sona ermesiyle Avrupa'daki statüko bozuldu, devletler
arasındaki dengelerin konvansiyonel askeri güçlerle ba�
laşmalan ve karşı bağlaşmalan harekete geçiren siyasal
manevralarla belirlendiği dönemleri anımsatan görüntü
leri yeniden hortlattı.
Batı ve Doğu Avrupa ülkelerinin son dünya savaşının
kanlı sahneleriyle sarsılan başlıca siyaset adamlan, nük
leer silahlardan annmış bir dünya olasılığı karşısında
dehşete düştüler: çünkü o döneme kadar başkalanndan
bekledikleri kendi ülke güvenliklerini sağlama işini artık
kendilerinin yüklenmesini gerektiren tabioyla karşılaş
mamak için, nükleer güce dört elle sanldı lar. Bloklar sis
temi kırk yıldır Avrupa'da banşı ya da, daha doğrusu, sa
vaşsızlığı saıl'lamamış mıydı? Ve sözkonusu başlıca siya
set adamlannın iktidanm tehlikeye düşürecek köklü de
ğişikliklere karşı en büyük engel de bu değil miydi?
Şu halde bu banşı ve huzuru bozan SDI ve nükleer
çal! sonrası söylevleri, kanşıklık ve şaşkınlık dışmda baş
ka bir şey yaratmayacaktı. Statükaya bağlı Batı Avrupalı
yöneticiler, ne pahasına olursa olsun Avrupa ile ABD ara
sındaki bağlan koparmayarak, Atlas Okyanusu'nun iki
yakası arasındaki dayanışmayı sürdürmeye çalıştılar.
Bazılan, füzesavar uzay kalkarorun işleyebileceğine saf
saf inanarak ve ABD'nin Sovyetler Birliği'ne üstünlük
sağlayacağını umarak, Avrupa'nın SDI'ye katılması dü
şüncesini savundular (hatta ABD askeri sisteminin ve sa
nayicilerinin üstünlüğünü kabul etmeyi bile kabul ederek).
Gerçekte kadere.boyun eğme davranışıydı bu: çünkü "yıl
dızlar savaşı''mn sürdürülmesi ve -kaybetmek pahasına
da olsa- bu savaşa katılınması kaçınılmaz görünüyordu.
Günümüzdeki huzurun sürmesinden yana olan baş
kalanysa SDI'yi reddediyorlardı: çünkü caydıncılık kav-
120
ramının ruhuna ters olan SDI dengeyi bozacaktı. Bu ta
vır, özellikle, bir ölçüde özerk kalabilmek için bloklar sis
teminden yararlanan Fransa ya da Çin gibi nükleer güce
sahip özerk ülkelerin tavnydı .
Ama asıl oyun başka alanlarda oynamyordu. Önce,
"'yıldızlar savaşı"', iki süpergüç arası nda on ya da yinni yıl
sürecek yeni bir silahianma yanşı, giderek artan bir gü
vensizlik ve daha büyük bir dengesizlik yaratabilirdi.
Sonra, Batı Avrupa ülkeleri, kendi güvenliklerinin so
rumluluğunu daha ciddi biçimde yüklenmek için, yeni
Amerikan stratejileri konusundaki bu çatışmalann kaçı
nılmazlığını daha iyi kavrayabileceklerdi . Bunu başarnbi
lirler miydi? Ne yazık ki en küçük bir ışık bile yok. Avru
pa'da SOl'ye karşı çıkanlarla onu destekleyenler arasın
daki tartışma, "ilericiler" denen "'muhafazakarlar"ın, kırk
yıldır rahat rahat üzerinde oturduklan nükleer bomba
lardan olıışan dev piramirlde ilk çatiaklann ortaya çık
masıyla birlikte, tir tir titrQmeye başladıklannı göster
mektedir.
121
SÖZLÜK
122
SALT II, 1979'cla Viyana'da imzalannuttı, ama ABD 1986 yılı·
na kadar heniiz ABD Senatosunda onaylanmadı.
SLBM, Submarine-Lounchea Balliatic Miaaih: denizaltılardan
fırlatılan stratejik füze.
12.1
BİBLiYOGRAFYA
Fransızca Bibliyografya
ingilizce Bibliyografya
Birinci Bölüm
124
[ 10] BALL G., 'The War for "Star Wars", New York ll••vıew
ofBooks, l l Nisan 1985.
Ikincı Bölüm
Oçüncü Bôlüm
Dörduncu Holiım
Beşinci Dolüm
Altıncı Bölüm
125
search", Sımıival, Mayıs-Hıuiran 1985.
[22] PIKE J ., Barriers to European Parti.cipation in t� Stro
tegic Defense Initiative, Statement to the Suboomrnittee on Eco
nomic Stabilizatioo, Comm.ittee on Banking, Finance & Urban
Affairs, House of Representatives, Washington DC, 10 Aralık
1985.
126