You are on page 1of 125

C E P Ü N 1 V E R S 1 T E S 1

Yıldızlar
Savaşı
CARLOS DE SA REGO 1 F. TONELLO

Iletişim Yayınları • LA DECOUVERTE


CATVLLVS

C E P O Nir E R SIT E SI

Yıldızlar Savaşı
La guerre des ı!toiles
CARLOS DE SA REGO 1 FABRIZIO TONELLO

Çeviren
TEOMAN TUNÇDOCAN

flt:tişim Yayınları • lA DECOUVERTE


CATVLLVS

Iletişim Yayınları • LA DECOUVERTE

CE P ONifiERSITESI
Iletiflm Yayıncıı• A.Ş. �na aahlbl: Murat Betge
Genel Yaym Yön..menl: Fahrf Aral
Yayın Yön.tmenl: Erkan Kayılı
Yayın Denıtmıını:Ahme!ll1681
Yayml<uN�:
Fahrı Aral, MUI'lll Belge, T��tııl Bora, Mul'lll GO�eklngil,
Ahmeılnsel, Erilan Kay ılı, Umit Kıvanç
TUOrul PaşaoQiu, Mete Tunçay
GörHI T-ım: Ümit Kıvanç
lUpalı llklatr•ycınu: GOrcan ÖZkan

Sayfa Düzeni: HOsnOAbbas


Dlı;l: Maraton Otzgievl

B•lıı: Şelık Maıbaası (Iç) 1Ayhan Maıbaası (kapsl<)


Iletişim YayıncılıkAŞ Cep Ünlversitesl94 ISBN 975-470..271·3
llelışim Yayınları, EytUI1992.
• •

1. Basım:
1986 tarihli 1. basilısından çevrilmiştır
ıiı>Edrtions La Dtıcouvene, 1966
ı,Place Paui-Palnıevlı, 75005, Pans. France

Klodtarer Cad.lıetıı;ım Han No.7 34400


ıiı>lletlşlmYayıncılıkA.Ş.,1992

cııoaıoo1u Istanbul, l'el. 516 22 60 • 61 • 62


önsöz

GOnOmOzde bilgi bir yandan en önemli de()er haline gelirken doer


yandan da artan bir hızla gelişiyor, çeşitleniyor. Ama katlanarak
bOyüyen bilgi Uretlminden yararlanmak, özellikle gOndellk yaşam
kaygılarının baskısı ahında. zorlaşıyor. Her şeye ra()men bilgiye
ulaşma çabasını sOrdUrenler için de ImkAnlar pek fazla de()il.

Ayrıca, özelllkle TOrkiye gibi Olkelerde bir konuda kendini geliş­


tirmek ya da sırt merakını gidermek için herhangi bir konuyu ö()­
renmek isteyenlerin şansı çok az. Üniversitelerimiz, topluırumu­
zun yetişkin böiOmOne katkıda bulunmak için gerekli imkAnlardan
yoksun.

Cep Üniversitesi kitapları Işte bu olumsuz ortamda, evlerinde


kendilerini yetiştirmek, otobOste, vapurda, trende harcanan za­
mandan kendileri için yararlanmak isteyenlere sunulmak Ozere
hazırlandı.

20. yazyıl Fransız kOitOr hayatının en önemli OrUnlerinden olan,


bugOn yaklaşık 3000 kitaplık dev bir dizi oluşturan ·oue sals-je"
(Ne Biliyorum) dizisini Iletişim Yayınları TOrkçe'ye kazandırıyor.
Iletişim'in Cep Üniversitesi, bu bOyOk diziden seçilmiş Türkiyeli

okurlar için özellikle Ilgi çel<ici olabilecek eserlerin yanısıra, Av­


rupa'nın başka yayınevlerinin benzer bir çerçevede yayımladıOı
kitapları da içeriyor.
Ayrıca TOrkiye'nin siyaset, kültür, ekonomi hayatıyla ilgili konu­
larda özel olarak bu dizi için yazılmış telif eserler "Oniversite"nin
·�renim programı"nı tamamlayacak.
Cep Üniversitesi'nin her kitabı alanının öndegelen bir uzmanı
tarafından yazıldı. Kitaplar, hem konuya ilk kez &Oilen kişilere hem
de bilgisini derinleştirmek isteyenlere sesianebilecek bir kapsam
ve derinlikte. Bilginin yeterli ve anlaşılır olması, temel kıstas. Cep
Üniversitesi kitaplarını lise ve üniversite öl)rencileri yardımcı ders
kitabı olarak kullanabilecek; ö�retmenler, ö�retim Oyaleri ve
araştırmacılar bu kitaplardan kaynak olarak yararlanabilecek;
gazeteeller y�un Iş temposu içinde çabuk bilgilenma ihtiyaçlarını
Cep Üniversitesi'nden karşılayabilecek; çalıştıöı meslek dalında
bilgisini geliştirmek Isteyen, evinde, kendi programlayabil�i
bir mesleki �itim ImkAnına kavuşacak; ayrıca, herhangi bir ne­
denle bir konuyu merak eden herkes, kolay okunur, kolay taşınır,
ucuz bir kaynaQı Cep Üniversitesi'nden temin edebilecek.
Cep Üniversıtesi kıtapiarı sık aralıklarla yayımlandıkça, benzersiz
bir genel kOitOr kltaplı�ı oluşturacak. Insan Hakları'ndan Gene­
tik'e, Kanser'den Ortak Pazar·a, Alkolizm'den Kapitalizm' e, Ista­
tistik'den Cinsellik'e kadar uzanan geniş bit bilgi alanında hem
zahmetsiz hem verimli bir gezinti için Ideal "mekAn", Cep Üni­
versitesi.

ILETIŞIM YAYlNLARI
Içindekiler

GIRiş 9
ı. BÖLÜM
FOzesavar Savunması: Eski Bir öykü . ..... 12
n. BÖLÜM
..... ,_

Stratejik Savunma Girişimi Tasansı .


. ..... . .. .. .. .... 30
ııı.BÖLÜM
Sovyetlerin Ileri Ve Geri
Oldukları Noktalar ... . 61
ıv.BOLOM
Savunma ya da Caydırma: ABD'de
Strateji Tartışmaları... .. ... . .... .... ... .............. .... ... ....
... .. 70
V. BÖLÜM
SOl Ekonomisi . . .. . . . . 85
VI. BOlüM
........,_,, . . ... ...... -. ... ..... ... ······· .... .

SOl'ye Karşı Eureka .. 99


SONUÇ 116
122
........................................................ ............................................

SÖZLÜK .
124
................................................................... ..............................

BIBLYOGRAFYA .............•........................................•..............................
..Nasıl bir şizofrcnin bir kişili� olduıJu
söylenebilirsc, Amerika Birleşik Devletle­
ri'nin de bir nükleer ogretisi olduıJu söyle­
nebilir:·
Aarorı,.L. l<'ıiedbcrg

7
GİRİŞ

23 Mart 1983 günü, Beyaz Saray'ın ova} bürosunda


Ronald Reagan, Sovyet askeri tehdidi üzerine alışılmış
söylevlerinden birini televizyon kameralan karşısında
vermekteydi. Amerika Cumhurbaşkanı demecine son ve­
rirken beklenmedik bir konuya değinerek herkesi şaşırt­
tı: Reagan, bilim adamlanın harekete geçmeye çağırıyor­
du. Başkan, Amerikalı bilginlerden, o güne kadar hiç
kimsenin düşünmeye cesaret edemediği çok büyük bir gi­
rişimi başlatmalanm istiyordu: "nükleer silahlan etkisiz
ve kullanılamayacak hale getirmek". Ronald Reagan, sa­
vaş halinde ABD kentlerine ve askeri hedeflerine düşecek
Sovyet nükleer füzelerini havada yokedebilecek bir çeşit
"hava kalkam" düşlüyordu.
Kameralar Başkamn üzerinden ayrılır ayrılmaz
Amerika medyaları, hemen, tasanya çok uygun bir ad
taktılar: '"Yıldızlar Savaşı". Başkan Reagan'ın en yakın
dostlannın tasarladığı lazerler, elektromanyetik toplar
ya da uzay muharebe platformlan, çağımızın silahlann­
dan çok Steven Spielberg ve George Lucas'ın ünlü filmle­
rindeki uzay araçlarına benziyordu.
Amacımız, 23 Mart 1983'teki söyleYin ürünü olan ve
daha sonra Strategic Defense Initiative (SDI = Stratejik
Savunma Girişimi) adı verilen Amerikan programını in­
celemektir. Bir gün nereye varacağıru kimsenin bilmediği
bu program, 1983'ten beri ABD'deki, Sovyetler Birli­
ği'ndeki ve Avrupa'daki strateji tartışmalannın ana ko­
nusu olmuş ve iki süpergüç arasındald iHşkileri derinle­
mesine etkilemiştir.
Bu programın aslı nedir? Kuşkusuz uzaygemileri ya
da düşman gezegenler arasındaki bir uzay savaşı değ'il-

9
dir: uzaygemileri henüz yapılmamıştır, gözlem, iletişim
ve uyan uydulanysa başımızın üstünde yavaş yavaş ge­
lişmelerini sürdürmektedir. Buna karşılık Pentagon, en
azından bir bölümü uzaya yerleştirilecek yeni silahlar
kullanarak, Sovyet fıizelerine karşı etkili bir savunma dü­
zeni oluşturmaya çalışmaktadır. Amerikan yönetimi ön­
gördü�ü amaçlara ulaşabilirse, uzun süredir bilinen nük­
leer caydırma öwetisi baştan sona altüst olacaktır. Hatta
bazılan Hiroşima'da başlayan nükleer çağın sona erdjjpni
bile söylemektedir.
Bu görüş, kuşkusuz, bütünüyle temelsiz değildir,
ama olaylar başlangıçta sanıldıılından çok daha yavaş ge­
lişmektedir. Ç�unlukla yörüngedeki bir füzeyle karşılaş­
tınlan SDI, uçmadan (ya da çoğunlukla olduğu gibi yanıp
kül olmadan) önce, odun ateşinde iyice ısıtılması gereken
ilk balonlara benzemektedir.
SDI'nin açıklanan amacı, uzun vadede, ABD halkının
savunulmasıydı. Bu gerçekleştirilebilir miydi?
Bugün bu konuda birbirinden farklı görüşler vardır.
SDI taraftarlan bunun kesinlikle başanlnbilecegini söy­
lüyorlar: 1986'da gerçekleştirilemez gibi görünenlerin,
beş ya da on yıl içinde gerçekleştirilebilecegini belirtiyor­
lar. Böylece, bugünkü inançlanmızı gülünç düşürecek
olajtanüstü bilimsel gelişmeler vaat ediyorlar. En az on­
lar kadar ünlü başka bilginlerse, uzay kalkanı yapımı sı­
rasında karşılaşılacak dev bilimsel güçlükleri vurgulu­
yorlar.
Ne var ki, bu güçlükler aşılsa bile, böyles1 bit siste­
min gerçekleştirilmesinde yapılacak uygulamaya ilişkin
ya da parayla ilgili sorunlar, kısa süre içinde, gereksiz ça­
balar durumuna düşmeyecek mi?
SDfye ayrılan para boşuna mı harcanmış olacak? As­
la! Pentagon'un 1986-1991 arasında dağıtınayı öngördü­
�ü yirmi milyar dolar, ABD'deki bütün bilimsel araştır­
malan kamçılayacaktı. Bu yatınmlann iç "'sonuçlan" da
olağanüstü olacaktı. Buna karşılık, "Yıldızlar Savaşı"'nın
başlaması Avropalılan tepki göstermeye itti. Bazı Avru­
pa ülkeleri Amerikan lokomotifinin ardına takılınaya ça-

10
lışırken, bazılan da teknolojik Avrupa prograrnı biçimi
alabilecek bir "Avrupa içi çözüm" arayışına giriştiler.
SOl'nin iktisadi etkileri, Avrupalı yöneticilerin gözünde
en azından yeni stratejik olgu kadar belirleyiciydi.

ll
BİRİNCİBÖLÜM
FÜZESAVAR SAVUNMASI:
ESKi BİR ÖYKÜ

Sputnik l'in 4 Ocak 1957'de gönderiliw bip bipler, ye­


ni bir çng; n, uzaym fethi çag"lnın, belirtisiydi. Dünya'nın
ilk yapay uydusundan gönderilen ilk ses sinyalleri
ABD'de de kaygıyla duyuldu, zira bu sinyaller Amerikan
topraklannın artık saldırılamaz olmaktan çıktığım i1an
ediyordu. Sovyet mühendislerin başaııs1, yörüngeye nhı­
beten ağır yükleri yerleştirebilecek oldukça güçlü füzeler
yapabileceklerini kanıtladı. Birinci mantık!-'al sonuç şuy­
du: Sovyet füzeleri artık New York ve Washinı,rton'a nük­
leer bomba taşıyabilirlerdi. Amerikahlann iki yüzyıldır
taşıdıklan güven duygusu -hem de ilk Sovyetler Birliği
atom bombasmın patiatılmasından sekiz yıl önce- yokol­
muştu. H bombasırun yapımına büyük katkılarda bulu­
nan Macar kökenli bilgin Edward Te1\er, te\evizyonda,
"bu ABD için Pearl Harbour'dan daha kötü'' deiliği sırada
yanılmıyordu.
Böylece, henüz Amerikalllann kıtalararası hizmete
hazır füzeler yapılmadan, bir füzesavar savunma sorunu
Pentagon un stratejik uwaşlan arasma girmiş oldu. Ger­
'

çekten de 1957-1958'den başlayarak Beyaz Saray'ın boro­


lanna tasarılar yağmaya başladı.
Kara Kuvvetleri, düşman füzelerini havada imha et­
mek için nükleer başlıklı Nike Zeus önleme füzesirıi öne­
riyordu. Radarlar, kıtalararası balistik füzelerin (ICBM -

Intercontinental Ballistic Missi/es 1 fırlatıldığını zama­


nında haber verecekler ve onlan önlemekle görevli Nike

1 Stratejik sorunlarla UgUl lerimierin anlamını, kitabın sonundaki sözlük­


te bulabilirsiniz.

12
Zeus'ları yönlendireceklerdi. Radarların ve yöneltme sis­
temlerinin güvenirliği tartışmalı oldu�ndan, önleme fü­
zesini, düşman füzesinin yakınında patlayacak bir atom
başlığıyla donatmak gerekiyordu. Bu oldukça ilkel anla­
yışa karşın, Kara Kuvvetleri 1962'de Büyük Okyanus
üzerinde yapılan bir önleme denemesinde başarılı olmak­
tan geri kalmadı. Başka tasanlarsa, o dönemde varolan
teknolojilerin yetersizliğinden olumsuz etkilendiler:
-BAMBI (Balistic MissiZe Boost lntercept) -Walt Dis­
ney'in sevimli küçük masalım anımsatan bir adcb bu-,
Sovyet füzelerine fırlatılmaları sırasında saldırmayı ön­
gören bir tasanydı. Ne var ki, dünya yörüngesine, kızılö­
tesi ışınlarla yönlandirilen roketlerle donatılmış yüzlerce
yapay uydu yerleştirmek gerekiyordu. Bu, o dönemde
gerçekleştirilmesi güç bir işti.
-SPAD (Space Patrol Actiue Defense), uzay araçlan
yapan Convair firmasının bir tasarısıydı; gene önleme fü­
zeleriyle donatılmış uydulara dayanıyordu.
-INSATRAC (lnterception by Satellite Tracking) çalış­
ması Locheed fırmasınındı; karaya yerleştirilen ve uydu­
larla yönlandirilen füzelere dayanıyordu.
Altmışlı yılların başlannda bu tasanlardan hiçbiri iş­
leyebilecek aşamaya getirilememişti ve hiçbiri yeterince
umut vermiyordu. Bu nedenle Başkan John Kennedy
ABD topraklan üzerinde gerçekleşebilecek nükleer patla­
malann etkilerine karşı geniş bir pasif savunma (sığınak­
lar yapılması, besin ve sağlık maddeleri stoklannın ger­
çekleştirilmesi, kentleri boşaltma tatbikatlarının yapıl­
ması) programını Kongre'ye sunmayı yeğledi. Bu düşünce
eliili yıllardan beri ABD stratejisi üzerine yapılan bütün
tartışmaların gerçek bir umacısıydı.
Tekniğin yavaş ilerlemesine karşılık strateji düşün­
cesi çok daha hızlı gelişmekteydi. hk Sovyet atom bomba­
sının patlamasından on beş yıl, Sputnik-l'den yedi yıl
sonra açık bir gerçek ortaya çıkmıştı: Büyük nükleer
oyunda A13D artık yalnız değildi.
1964'te Eisenhower ve Kennedy yönetimleriyle işbir­
liği yapmış iki bilim adamı Herbert York ile Jerome

13
Wiesner, Scientific American dergisinde, daha sonra ta­
rihsel bir nitelik kazanan bir makale yayımladılar.
Amerikalı uzmanlar, ilk kez olarak, nükleer ça�da,
etkili savunmalann yalnızca olanaksız de�il, aynı zaman­
da da tehlikeli oldugunu belirtiyorlardı.
Bu çelişkinin temelinde, iki süpergüç arasında dejtiş­
mez bir denge kurma kaygısı yatmaktaydı. İki bilim ada­
mı, bu dengenin ancak, yapılacak her çeşit saldınnın kar­
şı tarafın felaketler saçan misillemelerini başlataca�n­
dan emin olunması durumunda �lanabilece!lini belirtti­
ler: MAD'in (Mutıuıl Assured Destruction) 2 '"karşılıklı ke­
sin imha" ilkesiydi bu. MAD'nin temeli, taraflardan hiçbi­
rinin bir baskın saldınsıyla karşı tarafı "sHahlanndan
anndırma" umudu taşıyamamasına dayanmaktaydı.
Bu korku dengesi, ancak her iki tarafın da, u�ayaca­
� bir saldınnın yarataca� bütün koşullarda nükleer si­
lahlanndan en azından bir bölümünü kurtarınayı başara­
cag-tndan emin olunması halinde varlııfını sürdürebilir.
"İlk vuruş"'tan sonra, misillerneler yapma olanaıfı her za­
man "garanti" olmalıydı. "İkinci vuruş"' için karşılıklı ola­
rak bu hakkın tanınması, ABD ve Sovyetler Birlijti'ni, bu
türden bir yanıtı etkisiz kılmaya yönelik savunma silah­
lanndan vazgeçmeye yöneltecekti.
Kendi halkını düşmanın nükleer füzelerine rehine
olarak bırakmak, böylece, hem bir iyi niyet belirtisi, hem
de öbür süpergüce yönelik bir mesaj oldu: kentlerim sa-

ı Ingilizce kısahması MAO olan 'Karşılıklı kesin imha'. sık sık söylendi·
Qinin tersine, gerçekle bir '()Qreti' ya da 'strateji' degildir. Amerikalıla­
rın ve Sovyetlerin nükleer silahlarını kuHandıklarında karliı taratı laıj
devrine döndorecelderini kesinlikle bilmeleri yalnızca bir gerÇekUk11r,
McGeorge Bundy'nin dediQi gibi a fact of life'tır ("bir yaşam gerçe­
QI'dir}. Iki sOpergOçten her birinin eHnde bulunan 10.000'1erce nükleer
başlık, kısıtlı bir nüfuz oranıyla kullanılmış olsa bile, 'düşmanı• yoket­
mek için gerekli olandan daha fazla, hem de çok daha fazladır. 1970'11
yıllarda yapılan antlaşmalara konan eşitlik ve stratejik denge sagıa­
maya yönelik maddeler, daha çok hem karşılıklı olarak verilebilecek
zararların bilincine varılmasının, hem de Kremlin ile Beyaz Saray'ın bu
zararlardan kurtulunamayaca!)ını kabul etmelerinin sonucudur.

14
vunmasız haldedir ve bu durum size karşı kötü niyetler
taşımadığıını gösteren en büyük kamttır; çünkü eğer sai­
dıracak olursam cezanın çok korkunç olacaltım biliyorum.
Nükleer caydıncılıgın boş laflan haline gelen bu akıl
yürütme yöntemini ABD Savunma Bakarn Robert MeNa­
mara ve danışmanlan hızla benimsedilerse de, askerler
sözkonusu yöntemi pek coşkuyla karşılamadılar. Genel
Kurmay Başkanlığı, savunma bakanlıı'tının yararsız, pa­
halı ve hatta tehlikeli bulduğıı ABM3 sistemini geliştirme­
ye devam etti. Amerikalı sanayici-asker kanşımı güçlü lo­
biler'in baskısı ve Moskova çevresinde oluşturulmuş bir fü­
zesavar ağının ortaya çıkanlması olayın kaderini değiştir­
di: 1967'de, Robert McNamara, Setinel füzesavar sistemi
için Kongre'den fon aynlmasıru isternek zorunda kaldı.
Hazırlanın program, önemli teknik iyileştirmelere
dayanıyordu: klasik radarlann yerine, hedefi çok daha
kesin ve hızlı biçimde belirleme olanağı veren iki büyük
yakalama radan yerleştirildi. Önleme fOzeleri iki çeşitti:
uzun menzilli Spartan füzeleri ve çok hızlı Sprint füzele­
ri. Sprint füzeleri, birinci savunma hattı başanlı olamadı­
ğında, son anda devreye girmek üzere düşünülmüştü.
Bununla birlikte sistem pahalıydı ve etkililiği de kuş­
kuluydu. 1968 başkanlık seçimi sonrasında bütün karar­
lar asloya alındı. Gerçekte Pentagon ile Beyaz Saray'ın
Vietnam'da başka işleri vardı ve Sentinel'e öncelik tarun­
ması sözkonusu değildi. Dahası, Nixon'ın ve ulusal gü­
venlik danışmanı Henri Kissinger'ın iktidara gelmesi,
Amerikan stratejisinin köklü olarak yeniden gözden geçi­
Tilmesine yolaçtı.
O dönemde ABD, yepyeni bir durumla karşılaştı: ezi­
ci askeri üstünlüklerinin sonu gelmişti. Bir yandan Viet­
nam'da savaşa devam ederken, öte yandan Amerikalı uz­
manlann çoğuna göre, nükleer silah açısından Sovyetler
ile eşit hale gelmek kaçınılması olanaksız bir gerçekti.
Aynca Sovyetler Birliği'nin en azından nicelik bakımın-

3 Antibal/istic Missile, Antibalistik fQze.

15
dan en büyük nükleer güç haline gelmesi tehlikesi de var­
dı: füzeleri a.rtı.rma yanşmda Krem1in üstünlük sa(tla.mış
gibiydi.
Henry Kissinger anılanndaki şu satırlarla duygulan­
nı özetlemekteydi: "Altmışh yıliann sonu, ABD'nin, ikti­
sadi ve nükleer silahlar açısından elinde tuttuttu ezici üs­
tünlüğü artık yitirmekte olduğunu göstermiştir. Sovyet­
ler Birligi nükleer silah bakımından eşitliği sağlamak
üzereydi ( ...) ABD, dış siyasetini, başka uluslann geçmiş­
te yaptığına benzeyen başka öncül ilkelere dayandırmayı
öğrenmek zorundaydı."4 Güçler oranının bu yeni değer­
lendirmesinin tek bir sonucu olabilirdi: Sovyetler Birliği
ile silahların sınırlandınlması için giirüşmelere başlan­
ması. SALT (Strategic Arms Limitations Talks [Stratejik
Silahlan Sınırlandırma Görüşmeleri)) adıyla bilinen bu
görüşmeler, 1972'de Moskova'da imzalanan bir antiaş­
roayla son buldu.

I. 1972'de imzalanan ABMAntiaşması

ABM antlaşmasının füzesavar ağlannın vnrlığım ke­


sinlikle yasaklamasına karşılık, saldın silahlarına Hişkin
geçici protokol si\ahlanma yarışını engelleyici hükümler
taşımıyordu. Gerçekten de silahianma yarışı, baitJmsız
yörüngeli birçok başlıkla donanmış füzeler ya da MIRV
(Multiple lndependently Targetable Reentry Vehicle) ala­
nında devam edebilirciL
Bu yeni tekniğin geliştirilmesi ve ilk denemeleri,
ABD'de, Johnson yönetimi sırasında gerçekleştirildi.
MIRV'ler için krediler, Sovyetlerin ABM ağı Galoş'un
varlığı ortaya çıkanlmasından önce, 1967'de, verildi. Ga­
loş'un varlığı, ABD'deki nükleer başlık sayısının artınl­
mastndan yana olanlar için kuvvetli bir koz oldu:
MIRV'ler olmazsa ABD'nin caydıncı gücü, Sovyet savun­
ma sistemlerince hızla devre dışı bırakılmayacak mıyd)?

4 Henry Kissinger, Years of Upheava/ (cilt 1, 1982).

16
SALT I ANLAŞMALARI

"Slralegic Arms Limilalion Talks" -SALT- adıyla bili­


nen görüşmeler iki ayrı bölümden oluşur: füzcsavar sis­
temleri ve saldırı silahlarının sınırlandırılması. "ABM
antlaşması" adıyla bilinen, 26 Mayıs 1972'dc Moskova'da
ABD ilc Sovyetler Birlijti arasında i mzalanan antlaşma,
bu iki bölümden ilkiyle ilgiliydi.
Sınırsız bir süre için, ama her beş yılda bir gözden
gcçirilmck koşuluyla i m zalanan antlaşma, her iki taraf
için izin verilen iki ajt dışında yeni fozesavar attiarının
oluşturulmasını yasaklıyordu. (3 Temmuz 1974'te, Baş­
kan Richard Nixon ilc Genel Sekreter Lconid Brcjncv'in
imzaladıgı ek protokol, izin verilen ajtların sayısını her
iki taraf için bire indirdi}.
Ağiann her birinde en çok 100 fırlatıcı bulunabilc­
cekti. Radarların sayısı, tipi ve yönü de kurallara bağlan­
mıştı. Karaya, denize ya da uzaya yerleştirilen bütün
başka ABM sistemleri ve seyyar sistemler yasaktı. Denc­
mcler (bunlar da kurallara baglanmıştı) gerektirmeyen
laboratuvar çalışmaları serbestçe yapılabiliyordu.
Bununla birlikte fı:!zcsavar sistemleri sorunu çok
öne mli değildi. Gerçekten de, 1975'dc, ABD, Grand­
Forks'daki (North Dakota) ICBM üssünü savunan Safe·
guard sisteminden tek yanlı olarak vazgcçti. Sovyetler
Birliği ise, aynı dönemde, hakkı olan rampatarın tama­
mını gerçekleştirmekten vazgeçmeyi ycı!lcdi. Yapılan bu
seçimler, sözkonusu sistem tiplerine çok az briivcn duyul­
dugunu gösteriyordu.
Buna karşıhk, Brcjnev ile Nixon, saldın silahlarını
sınırlandıran geçici protokol üzerinde anlaşmaya vardı­
lar. ABD 1.054 ICBM'sini ve 656 SLBM'sini (dcnizaltıla­
rın fırlattığı füzeler), Sovyetler Birliği ise 409 ICBM'sini
(yalnız "a�r" ICBM'lerin sayısı 308'i geçcmcyecekti) ve
950 SLBM'sini elinde tutacaktı.

Büyüklüğü o dönemde bilinmeyen büyük Sovyet


ICBM bataryalannın gücünü dengeleme konusunda, Ni­
xon yönetimi, Amerikan silahlannın teknolojik üstünlük-

17
lerine güveniyordu. Nixon ile Kissinger SALT I'i imzala­
yarak Kremlin'in silahlarında ileride meydana gelecek
ilerlemeleri durduruyor ve yanşı kendileri için çok daha
elverişli bir alana kaydrnyorlardı. Amerikalılann kendi
avantajlı durumlanru daha uzunca bir süre koruyabile­
ceklerine inanarak, MIRV'Ieri Moskova ile yapılacak gö­
rüşmelerin gündeminden çıkarmaya karar vermelerinin
nedeni buydu. Bununla birlikte, Sovyetler Birliği'nin
"MIRV yanşı"nı kendi lehine çevirmesi durumunda orta­
ya çıkacak tehlikenin de bilincindeydiler: gerçekten de
daha 1969'da, Kissinger'a baglı bir fizikçiler grubu olan
Doty group, bu tehlikeyi haber verdi.
1972'deki antlaşmalardan sonra, Sovyetler de rampa­
lanna birçok başlık yerleştirmeyi hızla başardılar. Oysa

MIRV VE NÜKLEER STRATEJl

Washington'ın nükleer planlamaları, her iki tarafın


silahlarında üç aşagı beş yukarı bir eşitlik olduğunda,
düşmanın ICBM'lerine yönelik ilk vuruşun -kuşkusuz ta·
şıyıcıların bir tck nükleer başlık taşıması halinde- görü­
nüşte olanaksız oldugu ilkesine dayanıyordu. Füzeler ke­
sinlikle belirlenemedigine göre, karşı tarafın füzelerin­
den bi'rinin. yokedileceginden emin olabilmek için en az
iki füze kullanmak gerekir.
Bir saldın sonunda, böylece saldırgan silahsız kala­
cak, buna karşılık saldmya u�ayanın elinde kullanabi­
lecegi birçok füze bulacaktı. Böylesi bir girişimden sonra
saldırgan kendi kendini silahsız bırakmış olacaktı.
Tersine, rampada da altı, on, on dört başlık bulunur­
sa, sadece bu rampayla karşı tarafın birçok füzesini -hem
de orta yüzdeli bir isabet oranıyla- yokedcbilirdi: Böylece,
karşı tarafı silahsız hırakmayı amaçlayan "ilk vuruş" ola­
naklı hale geliyordu. Kendi füzclerinin sadece bir bölü­
münü kullanarak düşmanın yerde konuşlandınlmış bü­
tün füzeleri yokedilebilirdi. Böylece, yokedilmesi olanak­
sız caydırıcı güçlerce güvenceye alınan stratejik denge
·
tehlikeye düşmüş oluyordu.

18
Sovyetlerin SS-9 ve SS-18 gibi büyük füzeleri, Amerikalı­
Iann Minuteman'ından çok daha güçlüydü ve dolayısıyla
da çok sayıda başlık ve aldatıcı (ya da dikoy) taşıyabilirdi.
Strateji açısından, Sovyetlerin tek başlıklı ICBM'lerinin
çok sayıda başlık taşıyan "MffiV'' füzelerine dönüştürül­
mesi, Kremlin'in yarannaydı.
Görüldü� gibi, ABD'nin tek yanh girişimi, kendi gü­
venliğinin azalması ve silahlanma yanşının başdöndürü­
cü bir hıza ulaşması sonucunu do�rdu (nükleer başlıkla­
no sayısı 1970-1980 arasında yaklaşık olarak altı kat art­
tı). Sovyetlerin elindeki nükleer başlık sayısının hızla
artması ve Amerikan ICBM'lerinin bir ABM a�yla ko­
runmasının yasaklanması, Pentagon'un yere konuşlandı­
nlmış nükleer güçlerin güçsüzlü� konusunda sapiantı­
IaTa kapılmasına yolaçtı (Reagan yandaşlannın "savun­
ma boşluğu" adım verdikleri de işte buydu). Bu kaygı,
1970'1erin sonlanndaki uluslararası atmosferde, ABM
antlaşmasının tartışma gündemine gelmesine ve bir füze­
savar savunması düşüncesinin ortaya atllmasma yolaçtı.
Ama kurarndan uygulamaya ancak Beyaz Saray'a yeni
bir ekip geldikten sonra geçilebilı:li.

ll. Reagan Ekibi İktidarda

1980 başkanlık seçimlerini Ronald Reagan'ın kazan­


ması, aşm tutucu -Amerikan dış siyaset çevrelerine göre
oldukça uçtaydılar- bir uzmanlar grubunun yönetimi ele
geçirmesine olanak verdi. Committee on The Preııent Dan­
ger bünyesinde toplanan bu kuramcılar, "yumuşama"mn
başlangıcından itibaren, iki süpergüç arasındaki görüş- •

melere karşı amansız bir mücadele yürüttü. Fred Ilde,


Richard Perle, Richard Pipes, Colin Gray ve başkalan­
nın nükleer sorunlara yaklaşımı, McNamara'dan beri
Amerikan ö�etisine egemen olan yaklaşımdan çok fark­
lıydı ve SALT I antlaşmalannın imzalanması sonucunu
doğurdu.

19
1985 KASI... 'NDA STRATEJIK GÜÇLER

ABD Sovye11eı 81r11(11

tCBM· Yere konuşlandl n tmış kilalatarası Hizeter

sayıSI
Tf>/er Rampa Başlık Toplam Tipler Rampa Başine Toplam
sayısı sayısı sayısı

Tnanıı 24 24 SS·11 502 502

600
Mınuıeman ll 450 450 SS·13 60 60

ss-ıs 308 ıo
Minuraman lll 550 1 650 SS1
· 7 150 4
3080

85·25
SS-19 360 6 2160
18 18

TOPLAMLAR 1 024 2124 1398 6 420

SLBM· Denz
l alulann lir1aruoı sıralejik tuzeter

Tj)ler Rampa Başhk Toplam Tıpler Rampa Başlık Toplam


sayısı sayısı sayısı sayısı

320
360
C· 3 288 10 2.8 80 SS.N· 6 320
C-4 8 2.880 SS.N·8 292 292

1.568
SS·N·17 12 12

540
SS.N·18 224
SS·N · 2 0 60 9
SS.NX·2 3 16 7 112

TOPLAMLAR 648 5.760 924 2844

Bombardıman uçaldan

Tf>/er Rampa Başlık Toplam Tıpler Rampa Başiıiı Toplam


sayısı sayısı sayısı sayısı

S.52G ALCM BearH ALCM


(uçakların (uçak lan n
lırıanıoı lırlanı�

30
seyyar seyyar

100 400
füzeter) 98 12 1176 füzele� 8 2 40

69
B-52 G BearG 4
Pene1ra1or 12 828 Blson 45 1 00
B·52H ALCM 15 20 300
B-52 H
Peneıraıor 81 12 9 72

ToPLAMLAR 263 3276 175 820

20
Amerikan gOçlerine ıilŞkin noUar toplam içinde yeralmayanlar. Straıegic �� Command
61 FB-111 bombardıman uçaOı; yedekle tutulan h!ımeı dışı bırakılmış 307 B-52, SALT ll

ilk
antlaşmasırıda yer verilmeyen, denlıaittiardan (SLCM) fırlatılan uzun menzilll 50-tOO füze,
Avrupa'ya yerfeşllnlen, orta menz�ll 140 Pershlng 2 ve Cruise füzesi Uzun menziiH

Sovtet gü�leılne ��in not\a� lcp\am Içinde yeıalmayanıar bölgesel hava oıdulanııôa
bombardıman uçaklan olan B·1 'ler 1986 başında ABD Hava Kuvverteri'ne verildl

bulunan 260 TU-26 Backflre boırbardıman uçaOı ve deniz kuvvetlerine baQII uçaklar Yeni bir
ICBM olan ve 10 nüklear başlik ıaşıyan SS-X-24 1986'da ve uzun menziiH TU·160 SLCM

Kaynak: Arms Con!rol Assoclatlon, Counllbwn on SALT ll, Washington OC.


SS..X-21 1989'da hizmete girdi
1985.

Bu uzmanlara göre, Sovyetler Birligi gibi totaliter bir


devletle birarada yaşamak -uzun vadede- olanaksızdı.
Gene bu uzmanlar altmışlı yıllardan beri Arnerikan stra­
tejisine temel olan, bir nükleer savaşın ancak özveri so­
nucu önlenebileee!P düşüncesini kabul etmlyorlardı. "Kö­
tülük dünyası"na işi düştüğünde bu kuramı benimsemek,
kendi tarafını güçsüz düşünnek demektir diyorlardı.
Caydıncılık, ancak, nükleer bir çatışmayı sürdürebilecek
ve gerektiğinde kazanabilecek (tu preuail) kararlılıkta -
hem de hiçbir duraksama izlenimi yaratmadan- görüne­
rek güvence altına nlınabilirdi. Bu uzmanlara göre Sov­
yetler Birligi, "liberal" stratejilerin nükleer bir savaşın
kazarolamayacağını söyleyen "safça" düşüncesini paylaş­
mıyordu. Richard Pipes, daha 1977 yılında, bir nükleer
"saldın" öğretisiyle geniş bir sivil savunma programım
birleştiren Kremlin'in nükleer bir savaştan korkmadığım,
hatta bu tutumuyla belki de böyle bir savaşa hazırlandı­
ğını söylüyordu.
Olaya bu açıdan bakıldığında, sivil savunma ve füze­
savar sistemleri stratejik alanda yalnızca çok seçkin bir
yer tutmakla kalmıyor, aynı zamanda hükümetin yurt­
taşianna karşı hemen hemen ahlaki bir yükümlülüğü ha­
line geliyordu. Bu ABM sistemlerini yasaklayan ve
"ABD'nin elini kolunu ba�layan" 1972 antlaşmasını ka­
bul etmek olanaksızdı.
Reagan yönetimi, iktidara gelir gelmez, Jimmy Car­
ter döneminde düşünülen yeniden silahlanma programı­
na yeni bir atılım kazandırdı ve Arnerikan silahlannı çok
yönlü olarak modernleştirmeye başladı. Savunma sistem-

21
lerindeJd araştımıalar büyük geHşme gösterıli ve Başkn­
run 2 Ekim 1981'de nükleer güçler üzerine verdi!P bir
emirle, füzesavar savunma sistemine önemli fonlann ny­
nlması öngörüldü.
Pentagon, bu stratejik kavşa#J en iyi biçimde dönmek
için, kuşkusuz birçok proje hazırlattı. örneıtin 1972 ant­
laşmasının imzalanmasından hemen sonra Amerikan or­

dusu, amacı ICBM'lerin rampa depolanm korumak olnn


Site Defense programını ortaya attı. Kısa süre sonra, Sit(•
Defense programı, nükleer başlıklı düşman füzt-lerini
uçuşlannın son evresinde yakalayabilecek bir ABM agının
oluşturulmasım amaçlayan LOADS (Low Altitude Dı-fense
System) programıyla birleşti. Düşman fazelerinin yakıntn­
da patlayan nükleer başlıklar kullanan eski Safequard
programının iyileştitilmiş biçimi olan bu program,
1977'den sonra, nükleer olmayan araştıncı bir başlıltın de­
nenmesini amaçlayan ve düşman füzesini basit bir çarp­
mayla önleyen Roming Ouerley programıyla birleştirildi.
1974'te Kongre'nin getirılitti kısıtlamalara karşın,
Pentagon, lazerierin ve parçacık demetlerinin askeri uy­
gulamalan üzerine araştırmalar yürüttü. Lazer silahlan
üzerine gerçek çalışmalar, 1974'te, Rockwell firmasının
Rachel programıyla başladı. 1978'den itibaren San Juan
Capistrano atış alanında tanksavar füzelerine karşı de­
nemelere girişirken, ertesi yıl da Savunma BakanhıP
Araştırma-Geliştirme Dairesinin (DARPA - Defense Ad­
uanced Research Projects Agency) HEL (High Energy La­
ser [Yüksek Lazer Enerjisi]) programını uygulamaya koy­
du. HEL programı, 400 kilovat gücünde bir kimyasal la­
zer ilkömeginin yapılmasına olanak verdi; yapılan ilkör­
nek, Amerikan Hava Kuvvetl�ri'nin NKC-135 tipi nakliye
uçaklarından birine yerleştirildi. Bu "havada uçan lazer
laboratuvan" (ALL), havadan havaya Sidewinder füzele­
rine karşı lazeri denedi ve orta derecede isabet yüzdesi el­
de edildi.
Bu arada ·TRW Corp firması, hidrojen flüorürlü.bir
lazer ilköme!Pni gerçekleştirmeye çalışıyordu; ALPHA
adı verilen bu ilkömek, daha sonra, TRIAD uzay lazeri

22
programına alındı. TRIAD programı, lazer ışm demetleri­
ni yöneltmek için büyük bir ayna yapılmasım öngören
LODE tasansı, az güçlü bir lazer ışmı aracılı�yla uzayda
hareket halinde bulunan bir hedefi nişanlayabilmek için
gerekli koşullan belirleyecek TALON GOLD tasansı gibi
tasanlan içeriyordu.

III. SDI BiçimleruneyeBa,lıyor

1980'deki başkanlık seçimi kampanyasmda, savunma


önlemlerine hep ilgi gösteren Ronald Reagan, NORAD'a ­
Amerikan Hava Kuvvetleri'nin Cheyenne Mountain Colo­
rado'da kurduıtu PC ileri uyan sistemi- yaptl� bir ziya­
retten sonra gazetecilere düşüncelerini şöyle aÇlkladı:
"burada beni en çok etkileyen şey kaderin alaycılı� oldu:
görkemli teknolojimizle, havadan gelen düşman silahlan­
nı durdurmak dışında her şeyi yapabiliriz. Tarihte, sa­
vunmanm olanaksız olduA-u bir dönem yaşandı�nı san­
mıyorum; hatta eskiden düşman gemilerinin istilasım ön­
lemek için kıyı topçusundan bile yararlanıldı.5 Dolayısıy­
la yeni ABD Cumhurbaşkanının 1981'in ilk aylannda
Sovyetlerin nükleer füzelerine karşı savunma sorunlannı
yeniden incelemekle görevli bir yüksek komisyon kurma­
sı hiç de şaşırtıcı detildi. Ronald Reagan'ın Sovyetler Bir­
liA-i danışmanı George Keyworth II, Edward Teller ve eski
Savunma Bakanı Yardımcısı David Packard komisyonun
önde gelen Qyeleriydi.
Pasif Saoonmadan... Kalifomiya eski Ulusal Muhafız
subayı ve Ronald Reagan'ın eski dostu Louis Giuffrida,
felaket halinde ivedi önlemler almakla görevli federal bü­
ro FEMA'nın (Federal Managment Agency) başına getiril­

di. FEMA, 1982 yılı başlannda atom silahlanna karşı sı­


�naklar yapılmasını öngören bir programı Kongre'ye
sundu.

5 Robert Sheer, With enough shove/s, Random House, New York.


1982, sayfa 104.

23
Yeni yönetimin pasifsavunmaya karşı duyduğu bu il­
gi, benimsediği caydıncılık anlayışına da çok uygundu:
nükleer savaş o1anaklıysa, ya da hatta böyle bir olasılık
varsa, bir hükümetin kendi devamlılığını sağlaması bir
görevdir. Ayrıca en önemli askeri kuruluşlan ve sanayi
kuruluşlannı korumak, halkı eğitmek ve hayatta kalma­
sını sağlamak da görevleri arasındadır. Ama program aşı­
n yapmacıklıydı (ve bu niteleme onun için söylenebilecek
en hafif sözdür). Örneğin Kalifomiyalılar, savaş halinde,
bir bombadan yayılacak ısıdan, rüzgardan ve radyasyon­
lann büyük bölümünden korunmak için bir bahçede kazı­
lacak siper üzerine birçok ıvır zıvır yığınanın yeterli oldu­
ğuna inanıyorlardı. Pentagon'un yüksek düzey sorumlu­
lanndan Thomas K. Jones'a göre her Amerikan yurttaşı
kendi sığınağını kazabilirdi: "bir delik kazmak, üstünü
iki kapıyla örtrnek ve üstüne bir metre kalınlığında ıvır
zıvır yığmak. Eğer yeterince kürek varsa herkes bunu ya­
pabilirdi.6
Bu düşünce, Washington'da iktidarda bulunan son
derece tutucu ideologlan için bile aşınydı. New York Ti­
mes'ın 3 Nisan 1982'deki sayısında şöyle deniyordu: "Bu­
nun yürüyebileceğini düşünen üstün zekillı kim? Başkan
nükleer silahiara karşı halkta uyanan korkuyu yatıştır­
maya çalıştığı sırada, bunu önermeye kim karar verdi?
Her ikisi de kapı dışan edilmelidir."
Louis Giuffrida ve Edward Meese'nin önerdiği en coş­
kulu tasandansa Başkan Ronald Reagan'ın kendisi, 3
Aralık 1981'de National Security Council toplantısında
şikayet etti.
Bütün basının katıldığı engel1eme kampanyası, bir­
çok uzmanın ve hatta Genel Kurmay Başkanlığının ka­
rarsızlığı, maliyetlerio daha kesin biçimde hesaplanması,
sonunda, bu geniş ölçekli sivil savunma tasansının terke­
dilmesine yolaçtı. Kongre ancak kısıtlı bir programa izin
verdi; ama gene de FEMA tasansından vazgeçilmedi.

6 Robert Sheer, aynı yapıt, sayfa 23.

24
1983'te, Louis Giuffrida, 1984 mali yılı için gene önemli
miktarda (252 milyon dolar) kredi istedi.
Bu arada Beyaz Saray, kamuoyuna hiçbir şeyin,
kentler ve sayfiye yerleri nükleer patlamalarla yokolur­
ken bir yeraltı sığınağı na gömülmek zorunda kalmak ka­
dar sevimsiz görünmedi�ni anladı.
Tek başına bu karabasan bile, nükleer silahiann
"dondurulması"m kararlı biçimde savunanlar arasına en
koyu tutuculann da katılması için yetip de artt1 . Nükleer
savaş sonrasında nasıl hayatta kahnabileceği ni öğreten
tatbikatlar kadar Amerikan yaşama tarzına yabancı hiç­
bir şey olamazdı ve bu türden uygulamalar üzerinde bi­
raz direnme cesareti gÖSteren her siyaset adamı kamuo­
yunun gözündeki saygınlığını yitirmeye mahkumdu. So­
kaktaki adam için, ailesi ni, evini, yazlığı nı, arabasım ve
kendisini korumayı başaramayan bir hükümet, artık beş
dakika bile iktidarda kalmamalıydı .
... High Frontier'e Füzelere karşı savunma konusun­
daki kesin tartı şmalar 1981 sonunda, resmi yapılann
bünyesinde değil , Karl Bendesen, Justin Dart, büyük pa­
ra bnbası Joseph Coors gibi sanayicilerin, emekli General
Daniel Graham ve Edward Teller gibi kişilerin bulundu­
ğu Reagan'ın eski dost çevresinde başladı. Ne var ki bu
öbekteki kişilerde de düşünce birliği yoktu. Aralannda,
Daniel Graham gibi , elde bulunan teknolojilerden yarar­
lanarak hemen bir füzesavar savunma sistemi kurulma­
sını önerenler olduğu gibi, Edward Teller gibi ancak bü­
yük bir teknolojik gelişme sıçraması nın hem etkili bir sa­
vunmayı gerçekleştirebil eceğini, hem de ABD'nin Sovyet­
ler Birliği'ne karşı askeri, teknik ve sanayi alanlannda
üstünlük kurmasını sağlayabileceğini düşünenler de var­
dı. Düşünce alanındaki anlaşmazlık ortadan kalkacak gi­
bi değildi; bu yüzden Graham, 1982 ilkbahannda, aşın
tutucu bir kuruluş olan Heritage Foundation hesabına
yönettiği bir incelerneyi kamuoyuna açıklamaya karar
verdi: High Frontier tasarısı.
Tasan , ·bütün ülkeyi kucaklayan bir füzesavar sa­
vunma" sistemini öngörmekteydi. Oldukça ilkel olan sis-

25
tem, dünya yörüng-Pı<i ne yerleştirilecek 432 uydudan olu­
şncak ve uydulann hl>r birinde havadaki ICBM'yi yakala­
yabilecek güçte elli kadar küçük füze bulunacaktl. Gra­
ham'ın hesapianna göre oldukça alçak yörüngelere (yak­
laşık 550 kilometre yükseklig-e) yerleştirilen bu uydulan n
sayısı, olası bir Sovyet füze saldınsına karŞl ülkeyi her an
"örtebilecek" düzeydeydi.
Dünya yörüngesine yerleştirilen bu savunma sistemi­
nin, Amerikan ICBM silolan çevresinde karaya yerleşti­
rilecek bir "nokta savunma" sistemiyle tamamlanması ge­
rekiyordu. Saldın anında, mini füzeler ve hatta bilgisa­
yarıann komuta ettigi a�r makinalıtüfekler, uydulardan
kurtulan nükleer başlıklan patlamadan önce yokedebile­
cek bir "demir kalkan" oluşturabilirdi.
Bu tasan, oldukça basit ve az masraflı teknolojilere
dayanıyordu: amaç, böylesi bir girişimin maliyeti ve ger­
çekleştirilebilirHgi üzerine yapılan itirazlan önceden yo­
ketmekti . Buna karşılık, hem askeri hedeflerin hem de
halkm korunması güvence altına alınmak istendiginden,
çok iddialı bir tasanydı.
1982 ilkbabannda Ronald Reagan'a sunulan High
Frontier, Pentagon'da hiç de heyecanla karşılanmadı. Ay­
nı yılın Kasım ayında, Savunma Bakanı Caspar Weinber­
ger ve araştırma konulanndaki yardımcısı Richard De­
Lauer, tasannın aleyhinde olduklannı açıkladılar: çünkü,
etkililig-i kuşkulu bir sistemin yapımına girişmektense,
yapılmakta olan araştırmalan dikkatli biçimde geliştir­
meyi daha yararlı buluyorlardı .
23 Mart I983'te, Ronald Reagan'ın verdigi söylevden
birkaç saat önce, savunma programlanyla görevli Penta­
gon soromlulan, 1984 mali bütçe tasansını tartışmak
için Senato Silahlı Kuvvetler Komisyonu'nca toplantıya
ç�nldı. Toplantıda, hem komisyon üyeleri hem de Pen­
tagon görevlileri, bu tip araştırmalann gerektirdigi za­
man ve para konusunda çok ihtiyatlı sözler söylediler.
Ömegi.n , uzaya yerleştirilen lazerler konusunda,
"uyanlmış enerjili silahlar" programından sorumlu Gene­
ral Donald Lamherson şöyle demekteydi: "bu sistemlerin

26
neye benzeyece�ni bilmiyoruz; ne kadar etkili olabilecek­
lerini bilmiyoruz; kaça malolacaklanru bilmiyoruz? Bu
ihtiyatlı yaklaşım, losa süre sonra "do�udan do�ya
Başkan'ın yüre�nden gelen'' bir söylevle rafa kaldınldı.

IV. Ronald Reagan'ın Tarihsel Söylevi

Uzay kalkanının resmi öyküsü 23 Mart 1983 akşamı,


NBC, CBS ve ABC kameralannın karşısında başladı. Ro­
nald Reagan, ABD'nin askeri açıdan güçlendirilmesi zo­
runluı'tunu anlatmak ve aynı gün Meclis'te görüşülmekte
olan 1984 }'lh Savunma bütçesini savunmak için yurttaş­
Ianna bir konuşma yapmak zorundaydı. Başkan, Penta­
gon'un istedi� 274 milyar dolardan bir tek dolar bile ke­
silecek olursa ulusal güvenliğin tehlikeye düşeceğini tem­
silcilere (çojtu Demokrattı) anlatmak istiyordu. Temsilci­
leri buna inandıramaması durumunda, 198l'den beri uy­
guladıgı yönteme başvurarak, doıtrudan Kongre'ye çaitın­
da bulunma yolunu deneyecekti.
Ronald Reagan, SS-20'nin Avrupa'ya yönelik tehdi­
dinden ve Sovyetler'in Karayipler'e "sızması"ndan sözetti .
Başkan, Amerikan halkının Sovyetler'in lotalararası fu­
zelerine karşı korunması konusuna ancak konuşmasının
sonunda değindi. Kehanetlerde bulunur gibi konuşan
Başkan, Amerikan halkına bir çagında bulunarak, "gele­
cette, umuda da yer veren bir bakış açısıyla bakma" görü­
şünü kendisiyle paylaşmalan nı istedi. Amacı, "nükleer si­
lahlan etkisiz ve geçersiz kılmak"dı. Bunu sağlamak için
izlenecek yöntemler, Arnerikah bilim adnmlannın, "yete­
neklerini insanlıgın ve dünya banşının emrine vennek
için" büyük bir çaba harcamalanna dayanıyordu.
Ola}'l izleyen gazeteciler ve kabine üyelerinden birço­
ğu, strateji alanında yapılan bu ani dönüşe şaşınp kaldı-

7 US Senale Commitee on Armed Services. Part 5-Strategic and


Theatre Nuclear Forces, Washington OC. US Government Printing
Office, 1983, sayfa 1648.

27
lar. Uzmanlann ve DARPA yöneticisi Richard Cooper gibi
konuyla do{trudan ilgili sorumlulann ya da savunma sis­
temleri yöneticisi John Gardner gibi sorumlulann olay­
dan haberleri bile yoktu. Savunma Bakaruru n Araştırma­
lar'la görevli yardı mcısı Richard DeLauer olaydan ancak
yirmi dört saat önce haberdar eclilmişti.
Başkanın söylevi için Beyaz Saray'a davet eelilen 52
bilim adamının ç�u da yeniliklerden habersizdi. Bilim
adamlannın ilk tepkileri daha çok aleyhte oldu. Nobel Fi­
zik ödülünü almış olan Hans Bethe hemen şunlan söyle­
di: ''bunlann gerçekleştirilebileceğini düşünmüyorum ve ­
daha kötüsü- rasiantısal bir başan yıldızlar savaşının
çıkmasına yolaçacaktır."8
George Lucas'ın ünlü filmini anımsatan tek kişi Hans
Bethe değil di. Demokrat milletvekili Les Aspin de aynı
deyimi kullandı; ertesi gün bütün basında yeralan bu de­
yim, -bu tarihten sonra- resmi adı Strategic Defen.�e Ini­
tiatiue ol an tasarı için kullanılmaya başladı .
Tasarının herkesi şaşırtacak biı.'imde ortaya atılması
Ronal d Reagan'ın girişimi için olumlu mu, olumsuz mu
oldu? Eski ABD Dışişleri Bakanı Alexander Haig JT'a gö­
re, Cumhurbaşkanının söylevi "iyi hazırlanmamıştı" ve
her şeyden l>nce basında ortaya çıkabilecek karşı çıkışlan
etkisiz kılmayı amaçlamaktaydı . Kennedy dönemindeki
eski Dışişleri Bakanı George Bali, "üzerinde iyi düşüntil­
memiş bu tasannın ulusa ve bütün dünyaya açıklanması­
nı, modern çağlardaki bir devlet başkanının en sorumsuz
eylemlerinden biri"9 olarak niteledi. Buna karşılık olum­
lu tepkiler de oldu, aşın tutucu çevreler bir bütün halin­
de Başkan'ı n arkasında yeraldılar.
23 Mart demeci Ronald Reagan'ın savunma bütçesini
kabul ettirmek için açtı� kampanya sırasında verdiği
söylevlerden biriydi. Aynca SDPnin gerçekleştirilmesi,
uluslararaSJ siyaset alanında ortaya çıkan sertleşmeden

8 Time'da çıkan yazı. Mart 1983.


8 George BALL, "The war for 'Star Wars', The New York Rev1ew o
Bool<s, 1 1 Nisan 1985.

28
giderek daha çok kaygılanmaya başlayan ABD kamuoyu­
nun bir bölümüne güvence vermek açısından da yararlı
görülmekteydi. İki hafta önce, Temsilciler Meclisi'nin Dı­
şişleri Komisyonu nükleer silahların "dondurulmas1" yö­
nünde bir karar çıkardığı sıradD., nükleer silahları "don­
durma" kampanyası önemli bir başarı kazanmıştı. Bu
olayı dengelemek için, ''insanları deı'til, silahlan öldüre­
cek" silahlar üzerine bir araştırma programının ortaya
atılması, ustaca haz1rlanmış bir siyasal manevraydı.
Kısacası, ABD'de bir füzesavar savunma sistemi dü­
şüncesinin yeniden doğmasında üç olay etkili oldu:
- Birincisi, daha önce de belirtildiği gibi, Sovyet füze­
leri "mirvage"larla birlikte nükleer başlık sayısında görü­
len hızlı artış.
- İkincisi, 1980'de Kremlin ile hiçbir konuda görüşme
yapılmasım istemeyen tutucu bir politikacılar ve uzman­
lar grubunun iş başına geçmesi .
- Üçüncüsü, yetmişli yıllarda, füzesavar silahlar üze­
rine aralıksız olarak sürdürülen karanlık çalışmalar.
Bütün bunlara bir de Ronald Reagan'ı n kişisel karar­
ları ve güçlü sanayiciler lobi.<;i'nin çıkarlan da eklenirse,
başlangıçta oldukça belirsiz olan bir tasarının birkaç ay
içinde nasıl öbür bütün olayları unutturacak kadar önem­
li hale geldig-i anlaşılabilir.

29
İKİNCİ BÖL'ÖM
STRATEJİK SAVUNMA GİRİŞİMİ
TASARlSI

Ronald Reagan, söylevinde ayrıntıya ginnemişti .


Başkanın düşledigi "uzay kalkanı"nı betimlemek görevi,
Başkanla birlikte çalışanlara bırakılmıştı.
Bu kalkanın nasıl yapılacallım anlayabilmek için, bir
kıtalararası füzenin (ICBM) hedefine dogTu yaptıgı uçuşu
izlememiz gerekir.

I. Çokkatlı Bir Savunma Sistemi

ICBM, çok büyük miktarda sıcak gaz yayarak silo­


sundan fırlatılır. Füzenin birinci katındaki motorlar ça­
lışmaya başlar; bu kattaki motorlann yakıtlan bitince,
sırasıyla önce ikinci, sonra üçüncü kattaki motorlar dev­
reye girer. Bu başlangıç evresi, yani ateşleme evresi Oç­
beş dakika sürer ve füı.enin son katı 300 ya da 400 kilo­
metre yükseklikte (atmosferin kalınhgı 100 kilometreyi
geçmedigine göre, atmosferin oldukça dışında) öbür bö­
lümlerden ayrılır.
ICBM artık, ya1m ı.ca nükleer başhklan , -düşmanın ra­
darlannı, savunma sistemlerini yarnitmaya yarayan- alda­
tıcılan ve -"sızmaya yardım eden araç gereçleri"10 taşıyan
bir roket (buna "otobüs" denir) içemıektedir. "otobüs" yak­
laşık olarak 29.000 km/saat'lik bir yörünge hıZlyla uçar.
ICBM uçuşunun "ateşleme sonrası ya da orta yol ev­
resi" adı verilen ikinci uçuş evresi yaklaşık sekiz dakika

10 Sızmaya yardımcı araç gereçlerin en önemlisi. alüminyumdan yapıl­


mış kOçOk bir balondur; algılayıcılar için bu balonun 'hakiki hedef eko­
su' nükleer başlıga benzer. Her ICBM'de düzinelerce, hana yüzlerce
balon bulunabilir.

30
sürer: "otobüs", uzayda, birbirinden hafifçe farkh uçuş
yollanna başlıklan ve aldatıcılan bırakır. "Son evre'" de­
nen dördüncü evre bir dakika kadar sürer. Evre, "bulut"
atmosferin ilk tabakalanna ulaşınca başlar: havanın sür­
tünme etkisi "sızmaya yardım eden araç gereçler"in hep­
sini yokeder, buna karşılık başlıklar hedeflerine düşer.
Ateşlemeden bu yana yaklaşık yanm saat geçmiştir.
Nükleer füze fırlatmasının bu betimi, yerde konuşlan­
dmlmış kıtalararası füzeler için geçerlidir. Temel model
SDI, gerçekte, Sovyetler'in ICBM1erine karşı yapılmıştır.
Peki ama neden füze rampalan ya da denizaltılardan
firlatılan fuzeler değil de ICBM'Ier? Nedeni çok basit: çün­
kü Sovyetler nükleer başlıklannın yüzde 75'ini bu tip füze­
lerde yo�nlaştınnışlardır ve bu füzelerin gücü ve isabet
yüzdesi Amerikalılar'ı özellikle kaygılandırmaktadır.
Bu seçimin bir başka önemli nedeni daha vardır:
ICBM'nin uçuş süresi (yaklaşık 30 dakika) savunmayı ko­
laylaştırmaktadır. Gerçekten de, den.i zaltılardan fırlatı­
lan nükleer füzel erin (SLBM) uçuş süresi çok daha kısa­
dır ve dol ayısıyla da önlenmeleri daha güçtür.
Derinlemesine Bir Sa.uunma - Amerikalı sorumlular,
gerçek anlamda "derinl emesine" savunma oluşturan bir­
çok silah sistemi düzenleyerek, bir saldın halinde ABD'ye
karşı fırlatılan füzelerin önemli bölümünü, hatta tama­
mını yoketmeyi düşünmektedirler. "Deri nlemesine" sa­
vunma sistemi, uzaya yerleştirilen ve kıtalararası füzele­
rin ve düşman nükleer başlıklarının izleyeceği yolda bir
engeller dizisi oluşturan birçok füzesavar silah "tabakası"
içerecektir. Her tabaka düşman güçlerin bir böl ümünü
yakalayacaktı. Başkan Reagan'ı n düşüncesine göre bu
önleme eylemi, nükleer olanaklara başvurmadan gerçek­
leşmeliydi.11 Şu halde, nükleer başlıklı eski önlem füzele-

1 1 Daha ileride de görece�imlz gibi düşünalen silahlardan birinin -x ışınh


lazer- çahşabilmesi için nükleer bir patlama gerekiyordu. Oysa Rea·
gan·a göre. uzay kalkanı dünyayı nükleer silahlar karabasanından
kurtarmak amacıyla dü�Onülmüştü ve dolayısıyla da nükleer yöntem­
lere başvurmadan görevini yerine getinnek zorundaydı.

31
rioden bütünüyle farklı ilkelere göre çalışan ve karaya
konuşlandınlnuş (ABM antlaşmaSl, her ülkeye bu tür fü­
zeler için bir tek füze üssü kurma haklo vermekteydi) ye­
ni silahiann yapılmaSJ gerekiyordu.
Sovyet füzeleri bugün 10.000 nükleer başlık taşımak­
tadır. SDPyi savunanlara göre, y<>�tun saldın halinde bile
bütün Amerikan topraklannı düşman nÜkleer filzelerine
karşı savunmak için, fOzesavar silah tabakalan (her uçuş
evresi için bir tane olmak üzere dört tabaka) oluşturmak
yeterli olacak ve her tabaka yüzde 90 oranında etkili bir
savunma s�layacaktır. Gerçekten de, bu tabakalar oluş­
turuldugundaysa, birinci tabaka füzelerin büyük bölümü­
nü yokedecek ve ABD'ye do�u gelmekte olan nükleer
başlık sayısı l.OOO'e inecektir; ikinci tabaka, yüzden biraz
fazla fazenin geçmesine izin verecektir; üçaneli tabakayı
aşabilen 10 fOzeyi de sonuncu tabaka yokedecektir.
Bununla birlikte bu örnegin göreceli bir de�eri var­
dır: çünkü hiç kimse, yeni gerçekleştirilen şu ya da bu si­
lah sisteminin "garanti ettigi'' yıkım oranım önceden ye­
terli bir isabetle hesaplamayı bilmemektedir. DolayıSJyla
ortada çok sayıda belirsiz öle (algılayıcılann, kontrol sis­
teminin ve muharebe yönetiminin ne kadar gOvenilir ol­
dugu, silahiann gerçek perfonnanslan, düşmarun alacağı
karşı önlemler, vb.) bulunmaktadır.
Dahası, sistemin bütün olarak etkisi, büyük ölçüde
tabakalar araSlnda kurulacak b�lantıya ba!ıhdır. Sözge­
limi, bütün tabakalar bir tek uyan sistemine b�hysa ve
bu sistem bozuk çıkarsa, bütün kalkan görevini ynpma­
yacalttır. "Çoktabakah" yöntemin (günümüzde ilginç so­
nuçlar verebilecegi sanılan tek yöntem budur) bütün ola­
naklarından sonuna kadar yararlanmak isteniyorsa, algı­
)ayıcılan artırmak gerekir; bu da, tekruk sorunlan n, hata
olasılıklannın ve maliyetierin artmaSJna yolaçacaktır.
Pentagon'un Öngördüğü Uzay Kalkanı Neye Benzeye­
cek? Sistemin "yapısı"nda, ABD'ye dOi!ru fırlatılan Sov­
-

yet fü�elerini hemen sapıayabilecek yetenekte donanım­


lar (radarlar, optik algılayıcılar ya da uydulara yerleşti­
rilmiş kızılaltı ışmh algılayıcılar), ya karaya, ya da uzaya

32
ATEŞLEME SONRASI EVAESI J
SON EVRE ORTA YOL ATEŞLEME EVAESI
ı 1 � 3-5 dakıka 1
1 dakıka 1 5-20 dakıka 8 dakika 1
ı
ı ı
ı
1
.ı ı
1 1
1
ı
ı
ı
ı 200 km ı ı

� ı ı

w :;:)
ı
1
� ı
<\)
o aldalıcılar
Ü () nokleer baŞlıklar
<Illi
� Bir ICBM'nin izledi�i yol
yerleştirilmiş uyanlmış enerjili (lazerler, parçacık bom­
bardımanlan sag-layan silahlar), çok hızlı mermiler atan
elektromagnetik toplar, önleme füzeleri bulunmalıdır.
Sistemin harekete geçmesini ve "muharebe yönetimi''ni
sa�layabilmek için, çok kısa bir zaman dilimi içinde olay­
la ilgili sayısız bilgi ve göstergeyj işlemden geçirebilecek
güçlü bilgisayarlara da gereksinim gösterecektir. Şu hal­
de savunma kalkam, yüzlerce uydu, çok sayıda radar, ye­
re konuşlandınlmış önemli sayıda komuta ve atış merke­
zi gerektirmektedir.
Bu şemayla, 1960-1970 yıllan arasında gündeme ge­
tirilen bütün füzesavar savunma tasanlan arasındaki te­
mel fark, bugün artık düşman fuzesini ateşleme evresin­
de önleme düşOneesi içine girilmiş olmasıdır. Bu anlayı­
şın hem büyük bir yaran, hem de büyük bir sakıncası
vardır. Bir yandan, üç kath filzeler, motorun çıkardıRı
aleviere karşı duyarh kızılötesi ışınlı algılayıcılarla uzak­
tan kolayca belirJenebiJmektedir; aynca, bir aldatıcılar
bulutu içinde yolalan nükleer başlıklan yoketmek çok da­
ha kolaydır. Öte yandansa, bir Sovyet füzesi ni silosundan
fırlatıhr fırlatılmaz vurabilecek silahlar hala yapılama­
mıştır. SDPyi savunan} ar, "mermileri" ışık hızıyla yolalan
silahlar kullanabilmeyj umudetmektedirler: günümüze
kadar askeri alanda kullamlabilece� pek düşünfilmemiş
olan lazer demetleri ve parçacık demetleri.
SDl'nin kuramsal modeli, firlatılmalanndan hemen
sonra ve nükleer başlılanm ve sızmaya yardım eden yüz­
lerce aygıtı uzaya b1rakmadan, düşman füzelerinin bilyük
bölilmünü saf dışı bırakma umudu na dayanmaktadır.

IL Uyarılm.ış En�rjili Silahlar12

Sovyet füzelerine ateşleme evresinde saldırmak ve


yoketmek içjn Pentagon uyanlmış enerjili silahlar (özel-

'2 SOl'nin daha çok siyasal, stratejik ve iktisadi yanlarıyla ilgilenen okur­
larımızın. Pentagon'un gelec�e yönelik silah tasarılarını içeren 11.2.
11.3 ve 11.4 allbölümlerini okumaları zorunlu �ildlr.

34
likle lazer silahlan) kullanmayı düşündü.
Bütün lazer silahlannın temeli, adianndan gelen et­
kiye dayanır: Light Amplification by Stimulated Emission
of Radiation- LASER (Uyanlımş ışıma yayımıyla 1Şlk
yükseltrnesi).13 Lazerler, bütiln ışık tanelerinin, (foton­
lar) kesinlikle eşzamanlı biçimde yer degiştirdigi demet­
ler oluşturma ilkesine uyar. Bu yolla, demetler içine, ma­
denleri eritebilecek, yogun nesneleri kesebilecek, vb. ka­
'
dar büyük miktarda enerji depolanabilir. Bununla birlik­
te elde edilen güçler gerçek bir lazer silahı yaratmayı dü­
şünme olan$ vermemektedir.
Askerler, hafif güçlü lazer demetlerini "akıllı" füzele­
rin güdüm sisteminde kullanmaktadırlar. SDI için hedef­
leriyse, binlerce kilometre uzaktan anında düşman foze­
sini vurma olanaılı oldukça güçlü demetler yaratmaktır.
Lazer demetleri, bütün ışık demetleri gibi, aynalar
aracılıılı.yla uyanlmış ya da odaklanmış olabilir. Uzayda
bu yöntemle yönlendirilen bir lazer demeti nin, ya roaden­
de bir delik açarak, ya da füzenin yüzeyinde "kabugun"
yırtılmasma yolaçan küçük bir patlama gerçekleştirerek
ICBM'ye zarar verebilecegi düşünülmektedir.
Bir nesneyi yoketmek ya da ona ciddi biçimde zarar
vermek için gerekli enerji miktan birçok parametreye
bağlıdır: hedefi oluşturan gereçler, yüzeyinin özellikleri
ve demetin istenilen yere kesin biçimde yöneltilebilmesi.
Görüldügü gibi çözülmesi gereken başlıca sorunlar, laze­
rin gücü ve kınmm sorunlandır (demet, yayımlandı�
kaynaktan uzaklaştıkça genişler; bu nedenle, hedef yüze­
yinin birim alanına düşen eneıji miktan azalmış olur).
Lazerin gücü, ışın demetlerini oluşturmada kullanı­
lan yönteme b�hdır: günümüzde "e�cimer"li, serbest
elektronlu ve X ışmlı kimyasal lazerler tasarlanmaktadır.
Kınlma, ışık ışımasının dalga boyuna ve aynanın çapına
baglıdır: dalga boyu küçük ve ayna hem büyük, hem de
çok düzgün oldu� ölçüde kınlma az olur.

13 Silahlı Kuweller lngilizce-TOrkçe AskerT Terimler SöziO!)O, say 350,


Gnkur. Basımevi, 1 969.

35
Dalga boyu seçilen lazer tipine bajthdır, aynanın bo­
yutlanysa fiziksel ve sınai güçlükler nedeniyle sınırlı kahr.
• Kimyasal lazerler, bir lazer ışını üreten iki "yakıt"
arasındaki kimyasal tepkimenin yarattıgı enerjiyi kulla­
nır. Bu alandaki en olgunlaşmış teknoloji, hidrojen flüo­
rür elde etmek için hidrojen ile flüor kullanan lazerierin
teknolojisidir. DARPA ile laboratuvarda elde edilen güç­
ler, günümüze kadar birkeç megavatı aşmamıştır.
Silah olarak kullanılabilmeleri için yörüngeye yerleş­
tirilmeleri, çok büyük bir aynayla ve -Sovyet füzelerini
birkaç bin kilometre uzaklıktan tam isabetle vurahilme­
leri için- çok büyük bir güçle donatılmalan gerekir. OTA
(Office of Technological Assessment: ABD Kongre'sinin
teknolojik de�erlendirme dairesi) hesabına bir rapor ha­
zırlayan Ashton Carter'ın hesaplannda gözönüne alınan
varsayımlardan biri, 10 metre çapında bir aynayla birlik­
te kullanılan 20 megavathk bir kimyasal lazerdir. Bu tür
bir performansa ulaşmak için aşılması olanaksız hiçbir
teknolojik güçlük bulunmamasına karşın, etkili bir füze­
savar savunma düzeninin gerektirdi!ti işi başarabilecek
bir ilköme�n yapımının yakın gelecekte gerçekleşebile­
cegi söylenemez. Atış işlemi sırasında biçimi hiç bozulma­
yan ve hiç titreşmayen böylesine dev boyutlu aynalann
yapılması çok güçtür. Bunu kanıtlamak için, dünyanın en
büyük teleskop aynasının -Palomar dağlndaki gözleme­
vindeki teleskopta bulunmaktadır- 5,08 metre genişli!tin­
de oldu�nu anımsamak yeterlidir. Üzeri nde durolan çö­
zümlerden biri, binlerce küçük öğeden oluşan (her öltenin
her an istenen konumda olmasını sağlamak için, öğelerin
bir bi lgisayarın yönetiminde tutulması düşünülmektedir)
büyük aynalar yapmaktır.
Bu tip lazerlerle donatılrruş 160 uzay platformunun
yörüngeye yerleştiri1mesi,14 uzaya birkaç bin ton ağırh­
gında araç gereç ve kimyasal madde göndermeyi gerekti-

ı•' Bu sayı, Ashton Caıer'a göre 1.400 Sovyet ICBM'sine karşı koyabil­
mek için gerekli platform sayısıdır.

36
recektir. Amerikahlann Challenger tipinde uzay gemile­
rinin taşıyabilece� yararlı yük 30 tonla sınırlıdır.
• Excimer'li ve serbest elektronlu lazerler.
Excimer lazeri, iki atomdan oluşan molekü11erin (di­
mer) uyanlmasıyla bir lazer ışık demeti üretir: bir asal
gaz (argon, ksenon, kripton) ve klor ya da tliior. Excimer
lazerinin avantajlı yanı, çok daha küçük boyutlu bir ay­
na kullanarak kimyasal lazerinkine eşit güç elde etme
olana� veren çok kısa bir dalga boyuna (0,3-0,5) sahip
olmasıdır.
Ne var ki bu avantaj, en azından şimdilik, önemli bir
dezavantaj nedeniyle ortadan kalkmıştır: süreç, büyük
bir enerji savurganlığına yolaçmaktadır. Dolayısıyla, bir
ilkörnegin yapımı için gerekli oldu� kabul edilen güçlere
yakın bir gücü laboratuvarda elde etmek henüz olanak­
sızdır. Excimer lazerleri kesintili ışık pompalamalanyla
çalışır. Günümüzdeki araştırmalar pompalamalan tek­
rarlayabilme olanaklarını yaratmaya yönelmi!?tir.
Serbest elektronlu lazer ilkesi (Free electrons laser,
FEL) bir elektron demetinin kinetik enerjisini bir lazer
ışımasına dönüştürmeye dayanır. Bir parçacık hızlandın­
cısının yaydığı elektronlar sürekli degişen bir manyetik
alana yönlendirilir. Bu sayede ortaya çıkan ışımalar bir
lazer demeti oluşturabilir. Işık, elektron yörüngesine te­
�et olarak yayıhr.
Eşzamanlı hızlandırıcılar bu ilkeye göre çalışır ve dü­
şük enerjili X ışıolan ve morötesi ışınlar için en güçlü ke­
sintisiz kaynaklardır. Serbest elektronlu lazerler, degiş­
ken dalga boylu ışınlar yayabildiklerinden -dolayısıyla­
çok kısa dalga boylu ışınlar da yayabilirler: bu da, daha
t>nce de belirtildiği gibi, daha küçük aynalar kullanabil­
me olanağı verir. Buna karşılık, elde edilen güçler, uçuş
halindeki füzelere karşı kullanılabilmeleri için gerekli
güçlerle karşılaştınldıklannda çok zayıftır.
Bu iki ttp lazer de çok sayıda araç gereç kullanmayı
gerektirir. Dolayısıyla bunlann kullamlması, ancak yerde
konuşlandınlmalan koşuluyla düşünülebilir. Böylece, la­
zerlerin demetleri, yerden 36.000 kilometre yükseklikte

37
yörüngeye yerleştirilmiş aynalara dogru yönlendirilir. Bu
aynalardan yansıyan demetler, daha alçak yörüngelerde
bulunan küçük "muharebe aynalan"na yansır. Bu ayna­
larsa ışıolan Sovyet fazelerine yöneltir. Bulutlann sis­
temde yaratabilece� felç durumunu ödünleyebilmek için,
yere konuşlandınlan lazer sayısının oldukça yüksek ol­
ması gerekir.
Demetin Yer'den ara aynalara gidip gelmesi sırasın­
da yüzde 90 güç kaybı meydana gelir. Şu halde, hedefın
üzerine ulaştı� sırada 40 megavathk bir güçte olabilmesi
için yer yüzüne 400 megavathk bir tesis kurmak gerekir.
Atmosfer nedeniyle demette meydana gelen ışın sapması
sorununun çözümüyse çok daha güçtür. Etkili bir ışın el­
de etmeyi engelleyecek bu olayı ödünlamek için uyarlayıcı
optik adıyla bilinen bir düzeltme sistemi üzerinde çalışıl­
maktadır. Sözkonusu sistemin ana parçası, Yer yörünge­
sindeki ara aynanın yanına yerleştirilmiş zayıf güçlü bir
lazerdir. Bu lazer Yer'e do� bir ışı n gönderecek ve yer­
deki bir alıcı da ışındaki sapınayı gözleyecektir. Böylece,
yere konuşlandınlmış muharebe lazerinin ışını, pilot ışı­
nın deldigi aynı hava tabakalanndan geçerek yeniden uy­
gun bir ışın saliayacak tarzda biçimlendirilecektir.
• X ışınh lazerler. Bu lazer tipinde, uzun zamandır
bilinen bir fiziksel olaydan yararlamlmak istenmiştir: bir
termonükleer bombanın patlamasıyla açı�a çıkan enerji­
nin yüzde 80'1 X ışıolan biçiminde yayılır. Bu ışınlar her
yönde uzaklaşırlar ve eneıjileri bir füzeye zarar verebile­
cek ya da yokedebilecek güçtedir. Bu silahın gücü, lazerde
kullanılabilecek X ışıolan enerjisi miktanna ve ışının az
çok etkili biçimde odaklanıp odaklanmamasma bağlıdır.
Termonükleer patlamadan çıkan enerjiyi yönlendir­
mek için -X ışıolan aynayla yansıtılamadı�na göre-,
bombayı, X ışıolan demeti yaratabilecek bir gereçten ya­
pılmış uzun çubuklar içeren bir tesisatla kaplamak gere­
kir. Kullanılan gerecin yapısı ve donanımın planı büyük
bir giz olarak saklanmalı dır. Ne var ki X ışınh lazerlerde
bile ziyan olan enerji yüzdesi çok yüksektir: askeri amaç­
larla ku11amlabilecek X ışınb bir lazer çok güçlü bir nük-

38
leer patlama gerektirmektedir (500 kiloton ile 1 megaton
arasJnda). DahaSJ, hedefe ulaşacak enerji, tek bir patla­
mayla (termonükleer patlama) yayılacak ve ateşlemeden
birkaç mikrosaniye sonra donarum yokolacaktır.
Bütün maddeler X ışınlanna karşı göreceli olarak
saydamsız olduklanndan, X ışım demeti hedeflenen fuze­
nin yüzeyi içine milimetrenin bir kesri kadar girebilecek­
tir. Bununla birlikte, küçük bir patlamaya yolaçabilecek
ve füzeden yıkıcı etkileri olan bir şok dalgası yayılacaktır.
Son olarak, atmosferin X ışınlannı soıturması, bu si­
lahın Yer'e konuşlandınlabilmesi olasılıfl"ım ortadan kal­
dırmaktadır. Dolayısıyla araştırmalar, yörüngeye oturtu­
lacak ya da harekete geçirilmeden birkaç saniye önce
uzaya firlatılacak X ışınlı lazeriere yönelmektedir (pop-up
adı verilen teknik).
Öbür lazer tipleriyle karşılaştınldıfl"ında, X ışınlı la­
zerlerin çok a�r araç gerece gereksinimi yoktur (enerji
üreten bombanın boyutlan küçüktür). Savunma için ge­
rekli sayıda bir azalma yoktur. X ışınh lazer sisteminin
getirdiği maliyetletki oranı hesaba katılmadan bile, '"sa­
vunma'' amacıyla birkaç yüz nükleer bombayı sürekli
uzaya gönderme fikri hiç de coşku yaratacak bir fikir gibi
görünmemektedir.
Edward Teller'in savundu/tu ikinci çözüm, bu lazerle­
ri, elden geldiğince Sovyet kJyılan yalunında duran deni­
zaltılara yerleştirmeyi öngörüyordu. Böylece bunlar, Sov­
yetler Birliği saldınyı başlattıfl"ı anda fırlatılabileceklerdi.
Çok hızh füzelere yerleştirildiklerinden, yeterince kısa
bir süre içinde, Sovyet ICBM'leri nükleer başlıklanm ve
sızınalanna yardım edecek araç gereçlerini uzaya bırak­
madan, onlann fırlatılma konumlan na ulaşacaklardır.
Karmaşık, çabuk zarar görebilen ve tehlikeli araç ge­
reçleri yörüngeye yerleştirme zorunlu/tunu ortadan kal­
dırma olanağı veren bu çözüm, kuşkusuz en iyi çözüm de­
ğildir. Lazerleri ateşleme emri, Sovyet füzeleri ateşlenir
ateşlenmez, hemen hemen aynı anda denizaltılara ulaş­
mak zorundadır. Dahası, -denizaltılann düşman saldınsı­
na uğrama olasılığını hesaba katmasak bile- lazerierin

39
devreye girmesi yanlış alarmlarla ve karşı önlemlerle ak­
satılabilecektir.
Güçlü lazerierin askeri uygulamalarda kullamlması­
nı engelleyen kuramsal güçlükler bulunmamaktadır. Bu­
nunla birlikte, askerlik , sanayi, iktisat ve enerjiyle ilgili
güçlüklerio çok büyük olduğu ve bunlara dayalı bir sa­
vunma sisteminin hızla geliştirilma olasılığının çok uzak
olduğu belirtilebilir.
- Binlerce kilometre uzaktaki bir füzeye zarar vermek
için gerekli güç, -laboratuvar koşullarında bile- bugüne
kadar elde edilememiştir.
- Yeterli çapta aynaların yapımı da henüz çözüleme­
miş bir sorundur. Bunların taşınmaSl ve uzaya yerleşti­
rilmeleri de çözüme kavuşturulamamıştır. Yıpranmaya
karşı dayanıklılıklan da istenen düzeye çıkanlamamıştır.
- Atmosferin yolaçttğı sapmayı ortadan kaldırma ola­
nağı (Yer'e konuşlandırılmış lazerler açısından), yüksek
güçler ve uzak mesafeler için henüz tanıtlanmamıştır.
- Hedefe yöneltınede kesinlik ve ateşlemeden sonra
nişalanlamada düzeltme yapılmaSl henüz gerçekleştirile­
memiştir.
- Lazerin çalışması için gerekli enerjiyi, uzay plat­
formlanna taşımak ve depolamak gerekmektedir ve bu
durum da Iojistik açıdan birçok sorun yaratmaktadır.
Yer'e konuşlandınlmış lazerler içinse, sistemi beslemek
amacıyla yüzlerce megavathk bir gücü hemen kullanıma
hazır bulundurmak gerekmektedir.
- Düşman denetimindeki ya da bozuk bir çevrede ça­
lışma zorunlugu, sistemde ·•yedeklemelere .. gidilmesini
gerektirdi: yörüngedeki ya da yörüngeye gönderilmeye
hazır durumdaki aynaların ve lazerierin sayısı, elverişsiz
hava koşulan, teknik eksiklikler, belli bir anda yörünge­
deki muharebe platformlanndan ancak küçük bir bölü­
mün ateş etme ve saldırıya geçme konumunda olmaSl he­
saba katı lmalıdır.
Parçacık Demetli Silahlar - Protonlar, elektronlar ve
ağır iyonlar gibi parçacıklar, bir kütlesi ve yükü (fotonla­
nn kütlesi ve yükü yoktur) olan maddenin bileşenleridir.

40
TARTıŞMALI LAZER DENEMELERİ

1985'tc, general Ahrahamson, SDI'ye bag-lı bazı araş­


tırmalarla 'büyük siikse" yaptı ve lazerler üzerine yapılan
iki denemeyle özellikle övündü: 1985 ilkbabannda Nevada
çölünde yapılan X ışınlı lazer denemesi; aynı yılın eylül
ayında, White Sands'de eski bir füzenin tahrip edilmesi.
İkinci deneme, bir atış alanına yerleştirilen eski bir
Titan füzesinin ikinci katına karşı "Mirac I" kimyasal la­
zeriyle gerçekleştirildi. Işın, bir kilometreden az uzaklıg-a
yerleştirilmiş hedefe yöneltildi ve birkaç saniye sonra
(bütün veriler açıklanmamıştır) ftize patladı. Patlamanın
cinsi (ışıi:ıın doğr)fdan dogruya füzcnin yüzeyine çarpma­
sıyla patlama meydana gelemez) belirtilmedi. Bununla
birlikte eski bir füzenin tahrip edilmesi, "Mirac I" ya da
başka bir kimyasal lazcrin, b i nlerce kilometre uzaklıkta
ve hareket halindeki bir hedefin vurulabilmesi ve tahrip
edilebilmesi için gerekli güce ulaşılabilccegi ni tamtladı.
Ayrıca, atışta büyük bir hızla düzeltme yapabilme kapa­
sitesi, lazerin füzesavar silahı olarak kullanılabilmesi
için kesinlikle zorunlu bir özellikti. lşım sabit olan ve ha­
reket halindeki hedeflere yöneltilemeyen "Mirac I", bu
özelli kleri gözönünde bulundurulduğunda ancak deneme
aşamasında sayılabilecek bir teknoloj iydL Üstelik, ayna­
lan 34.000 litre suyla sojtutulmuştu ve çalıştınlması için
370 kişi gerekmişti.
X ışınlı lazerin yarattıgt düş kırıklıklan uzun süreli
gizli tutulduysa da, Amerikan Science dergisinin 8 Kasım
1985'te çıkan sayısında birçok kafa karıştırıcı ayrıntı ve­
rildi. Bu tesisatı n başlıca sorunu olan X ışınlanmn odak­
lanması yetersiz ı,-ibi görünmektcydi ve hatta denetleme
aygıtları iyi ayarlanmamış olabilirdi ve bu durum aynı il­
körnckler üzerine daha önce yapılmış denemelerin sonuç­
lan nı çürütüyordu.
Bu açıklamalar gerçek bir skandal yarattı. X ışınit
lazer Profesör Edward Te\\er'in gözdesiydi ve profesör
araştırmaları hızlandırmak am acıyla Başkan Rcagan'­
dan 100 milyon dolarlık ek tahsisat koparmtştı. Penta­
gon, 28 Aralık 1985'te yeni bir deneme daha yaptı ve bu
deneme de gene "başarılı" olarak nitelcndirildi.

41
Yogun gereçler içine az ya da çok miktarda girebilirler ve
Amerikan askeri sorumlulannın düşüncesine göre bun­
lar, düşman füzelerinin yönlendirme sistemindeki ana
elektrik devrelerini bozmak ya da nükleer yüklerini erit­
mek için kullanılabilirler.
Atomsal ve yanatomsal parçacıklann nasıl üretilece­
ği ve hızlannın ışık hızına nasıl yaklaştınlabileceği uzun
süredir biliniyor. Birçok sanayileşmiş ülkede, bu işi ger­
çekleştirebilmek için elektriksel alanlar kullanan parça­
cık hızlandıncılan yapılmıştır.
Parçacık demetlerini askeri amaçlarla kullanabilmek
için aşılması gereken büyük sorun, lazerierin kullanılma­
sında çıkan sorunla aynıdır: yeginliği çok yüksek, ama
aynı zamanda da çok uzun mesafelere dagılmayacak de­
metler üretebilmek.
Temel parçacıklar "nötür" ya da "yüklü" olabilir. Yük­
lü parçacıklann akılan, yaratılması , yönlendirilmesi ve
bir hedefin tahribinde kullamlması en kolay olanlardır;
ama uzak mesafelere yayılması gerektiğinde ciddi güç­
lükler çıkarmaktadır. Nötür parçacıklann akıllan, yayıl­
ma ve tahribat kapasitesi bakımmdan sorun yaratma­
makta, ama hala yeterli yağinliklerde üretilememektedir.
Yüklü parçacıklar, elektriksel alanlardan yararlanan
hızlandıncılarla üretUmektedir ve bu nedenden ötürü
Yer'i kuşatan manyetik alanlarda ortaya çıkan değişik­
liklere karşı duyarlıdırlar. Parçacıklan uzaktaki bir nes­
neye yeterli bir isabetle odaklaştırma çabası, Yer'in man­
yetik alanlan düzensiz olduğundan çok büyük güçlükler
yaratmaktadır. Kaliforniya'daki Lawrence Livermore la­
boratuvanrun üzerinde çalıştığı varsayımlardan biri, at­
mosferde yüklü parçacık demetlerine geçiş yolu açmak
için bir lazer ışınından yararlanmayı öngörmektedir. Ne
var ki bu şemanın olurlugu henüz tarutlanmamıştır.
Nötür parçacıklar manyetik alanlara duyarlı olma­
malanna karşın, gene de aynı oranda ciddi zorlamalann
etkisinde kalırlar. En küçük atmosfer parçası onlan dur­
durur ve yalnızca uzayda kullanılmalan düşünülebilir.
Laboratuv�rda, bir füzeye yüzlerce kilometre uzaktan za-

42
rar verebilecek boyuttaki güçlere yakın güçler elde edil­
miştir; ne var ki bugüne kadar kullanılan hızlandıncıla­
nn çoğunda, elde edilen güç hızlandıncının uzunlu�yla
orantılıdır. Sonuç olarak, askeri bir kullanım için gerekli
güç hızlandıncısı, birkaç yüz hatta birkaç bin kilometre
uzunlu�nda olmalıdır. Hızlandırma, nötürleştirme ve
parçacık demetlerinin yönlendirilmesi gibi çok karmaşık
işlemleri yapmak zorunda olan bu dev boyutlu araç gereç­
leri yörüngeye yerleştirmeyi biliyor muyuz?
Bu araştırmalann yapıldı� Lawrence Livermore I..a­
boratory'deki ATA (Aduanced Test Acceleratory) hızlandı­
neısı 85 metre uzunlu�ndadır ve uzayda taşmabilecek
bir nesneye hlç benzememektedir. Los Alamos National
Laboratory'deki RFQ (Radiofrequency Quadrupole) hız­
landıncısı, parçacıklan çok daha yakın uzaklıklar içinde
hızlandı rabilmektedir ve küçük, hafif ve güvenilir bir hız­
landıncı için hala aşılmast gereken uzun bir yol vardır.

ID. Kinetik Enerjili Silahlar

Uyanlmış enerjili silahiara ya da yukanda anlatılan


elektromanyetik topa orunla bizlere daha az yabancı ge­
len füzesavar füzeler, SDI geliştikçe a#Jrhk kazanmakta­
dır. Bunun basit bir nedeni vardır: uyanlmış enerjili si­
lahlar henüz yapılmamış ve bunlann çalışma ilkeleri he­
nüz tartışmalı olmasına karşılık, eski önleme füzeleri
uzun süredir çalışmaktadır ve bazı yeniliklezin gerçekle­
şece� umudunu vermektedir.
Roketlerle Donatılmış Uydular - Uyanlmış enerjili si­
lahlara ilgi, ICBM'lere ateşleme evreleri sırasında saldır­
ma zorunluğundan doğmuştur: Günümüzdeki Sovyet
ICBM'leri için bu evre yaklaşık beş dakika sürmektedir. ·

Yukanda sözü edilen OTA raporu, başka bir teknik


çözüm düşündürür. Sovyet SS-18 füzeleri, ateşleme evre­
lerini yaklaşık 400 kilometre yükseklikte tamamlarlar.
Küçük füzeler taşıyan uzay platformlan aynı yükseklik­
teki bir yörüngeye yerleştirilirse, bir roket yatay bir uçuş­
la ICBM'ye doğTu gidip başlıklannı ve aldatıcılannı bı-

43
rakmaya başlamadan onu yokedebilir. Roketlerin eylem
alam, roketlerin hızına ve sistemin tepki kapasitesine
bağlıdır: ICBM'nin ateşlerunesiyle aym anda fırlatılan ve
hızı 10 km/saniye olan otomatik güdümlü bir füze, vuru­
lacak füzenin yükselme evresi sırasında (beş dakika sü­
ren bir evredir bu) 3.000 kilopıetre yolalabilir.
Bu tekniğe bağlı olarak da önemli sorunlar çıkmakta­
dır. Özellikle, ateşleme evreleri büyük ölçüde kısaltılmış
(100 saniye ile üç dakika arasında) ICBM'ler yapmak ola­
naksızdır.
Yere Konuşlandırılmış Füzesauar Fazeler - Amerikan
askeri sorumlulan, -başta düşmanın nükleer başlıklı fü­
zelerini orta yol evresinde, atmosfere girmeden yokedebi­
lecek nükleer olmayan bir önleme füzesi olmak üzere­
başka büyük tasanlar üzerinde de çalışmaktadırlar.
ERIS (Exoatmospheric Reentry-Vehicle lnterceptor Sub·
system) adı verilen bu araştırma programı, araştıncı baş­
hğı başlangıçta bir uydusavar silahı olarak kabul edilen
(daha ileride, şok amaçh silahlar bölümünde ele alınacak­
tır) HOE (Homing Overlay Experiment) programımn doğ­
rudan devamıdır.
Başlangıçtaki düşünce basitti : kızılötesi ışın yakala­
yıcısının yönlendirdiği küçük bir araştıncı başlık, yerden
fırlatılacak bir füzeye yerleştirilir ve düşman nükleer
başlığına bir radar aracılığıyla yönlendirilir. Hedefin ya­
• kınına ulaştığında, arayıcı başlık radann görevini devra­
br ve göğün soğuk ortamında "sıcak" bir nesneyi kolayca
algılayabildiğinden (tersine, arkasında yeryüzü gibi sıcak
bir ortam bulunan bir nesneyi algılamak çok daha güç­
tür: çünkü kızılötesi ışınlann panltılanndaki kontrast
çok daha zayıftl.r) hedefi rahatlıkla bulur.
Saatte birkaç bin kilometre hızla uçan iki nesne ara­
sındaki çarpışma, patlayıcılara gerek kalmadan birbirle­
rini yokedebilecekleri kadar şiddetli olur.
ERIS araştıncı başlığı, HOE programında öngörülen
başlıktan çok daha küçük olduğundan, birçok başlık .taşı­
yan bir füzesavar yapma olanağı vermektedir. Farklı he­
defleri vuracak bu farklı başlıkların yönlendirilmesi he-

44
nüz varsayım aşaınasmda<lır. Bununla birlikte Pentagon,
bir "mirve" yakalayıcısı (ABM antlaşmasıyla yasaklan­
mıştı) gerçekleştinneyi hararetle istemektedir.
• En kolay füzesavar savunması, 1960'lı, 1970'1i yıl­
lardaki ABM ağlannın yetkinleştirilmiş biçimi olan son
evre savunmasıdır. Radarlar, uzun menzilli füzeler ve en
son başvurulacak küçük füzeler, nükleer başlıklı düşman
füzelerini atmosfere girişlerinden sonra önlemekle görevli
bu türden bir donanımın temel bileşenleridir. Havanın
sürtünme etkisi sayesinde aldatıcılann tahrip olması,
nükleer başh�n belirlenınesini kolaylaştınnakta ve tah­
rip edilme olası lı� m artırmaktadır.
HEDI (High-altitude Endoatmospheric Defense lnter·
ceptor) programı çerçevesi nde, atmosferin yüksek tabaka­
lannda kullanılmak üzere yeni bh uzun menzilli füze ge­
liştirildi. Sözkonusu füze, Haziran 1984'te yapılan HOE
(denemenin koşullan için ilerideki çarçeveli bölüme bakı­
nız) deneyinde de olduğu gibi, doğrudan çarpma olmadan
hedefi tahrip edebi lecek yetenekte patlayıcı taşıyan bir
araştıncı başhkla donanıyordu.
Amerikan Kara Kuvvetlerinin geliştirdiği küçük SR­
HIT (Smail-Radar Homing lntercept Technology) gibi ay­
gıtlar, Sovyet nükleer başhklannı yere çarpmalanndan
birkaç saniye önce önlemek zorundadır. SR-HIT'i (3 met­
re yükseklijpnde, 35 santimetre çapındadır), yüz kadar
barutl u küçük fırlabcı fırlabr; SR-HIT'i minyatürleştiril ­
miş bir radarla, -onu doWtıclan doğruya bir hedefe yönelt­
mekle görevli - bir kızılötesi ışmh yakalayıcı yönl endirir.
Son evre savunması alanındald araştırmalann (ABM
antıaşması sonrasında bile arahksı z sürdürüldü) büyük
bir avantajı vardır: Pentagon'un yirmi beş yılılır üzerinde
çahştığ"ı "olgunlaşmış" teknolojilere dayanması. Dolayı­
sıyla, mutlu bir sona ulaşma umudu veren tek SDI sa­
vunma tabakası budur.
Çünkü yere konuşlan<lınlmış birçok başka silahı in­
celemektedir ve hatta -High Frontier yandaşlanrun des­
teklediği Swarmjet yöntemi (son anda düşmanın nükleer
başlı�na doğru ateşleneo küçük roketlerden oluşan bir

45
''perde") gibi- işlevsel hale getirilmiştir. Yetkin bir yönelt­
me sistemlerinin bulunmamasına karşın, bu roketlerin
hedeflerini yakalama olasıh� yüksektir. Ne var ki bu sis­
temler, betonanne silolar gibi "katı" hedeflerin savunma­
sında işe yarayacaktır. Zira nükleer başhgın çarpışma so­
'nucu patlama ve bu nedenle de önemli zararlar verme
(hedefin birkaç kilometre üstünde olsa bile) olasıh� yük­
sektir.
Elektromarıyetik Toplar - Olası bir ''elektromanyetik
top"un işleyiş ilkesi Birinci Dünya Savaşı'ndan beri ince-
1enmektedir. Ne var ki, elektromanyetik bir güç arac,ıh­
�yla merrnilerin fırlatılmasına ilişkin anlamlı deneyler,
ancak çok yakın dönemlerde gerçekleştirilebilmiştir.
Mermi, paralel iki ray atasına yerleştirilir. Çok hızlı
dönen rotorlu eşkutuplu bir jeneratör, "top"un içine ileti­
len çok büyük nicelikte elektrik enerjisi üretir. Bir plaz­
ma (serbest elektronlar ve iyonlar bakımından zengin,
çok yüksek sıcakhkta gaz) mermi gerisinde oluşur ve
onun raylar arasında ilerlemesini satlar. Bu sayede olu­
şan manyetik alan, menniyi topun çıkış deligine do�u
iter.
Birkaç yıl öncesine kadar, birkaç gram a�rh�ndaki
fırlatılacak maddelerin (genellikle plastik küpler) hızı sa-

HAZİRAN 1984'DEKİ HOE DENEYİ

10 Haziran 1984'te BilyUk Okyanus'taki Kwajalein


üssünden fırlatılan bir araştıncı başlık, Kaliforniya'daki
Vandenberg üssünden ateşhınen dolu olmayan bir nük­
leer başlı� çok büyUk yUkseltide tahrip etmeyi başardı­
gında, HOE (}/oming Ouerloy Experiment) simgesi dün­
yanın bütün gazetelerinde yeraldı. Dogrudan çarpışma­
dan birkaç saniye önce, yakalayıcmın MHV (Miniature
Homirıg Vehicle) adı verilen arayıcı başlı�, yaklaşık on
beş metre çapında madensel bir file açtı ve "düşman"
nükleer başlı� bu fileye çarparak parçalandı.
Bu deneyi -programın dördüncü, ama başanya ula­
şan tek deneyiydi- Pentagon olaganüstü bir başan ve fü-

46
zesavar savunma alanında gerçekleştirilen büyük geliş­
melerin kanıtı olarak tanıttı. Amerikalı sorumlular,
MHV'yi yönlendirmede kullanılan kızılötesi tarayıcının,
bir insan bedeni sıcaklıwnı 1.600 kilometre- uzaktan algı­
layabilecek "güçte oldugunu belirttiler. Ulaşılan perfor­
mans ilk bakışta heyecan vericiydi: ne var ki HOE dene­
yinin içinde gerçekleştigi koşullar, gerçek bir saldırı
anında ortaya çıkabilecek koşullardan çok uzaktı. Bu de­
ney sırasında, gerçekte , uçuş yolu önceden kesin biçimde
bilinen ve yerinin belirlenmesi aldatıcılarla güçleştiril­
memiş bir tek nükleer başlık vardı. Amerikan radarları­
na gelince, onların çalışmasını engelleyecek hiçbir işlem
de yapılmamıştı; oysa, gerçek bir saldın sırasında Sov­
yetler elbette radarları için çeşitli teknikiere başvura­
caklardır.
Çok önemli bir şey daha vardı: MHV'nin düşman fü­
zesini belirlemekle görevli füzesinin kızılötesi ışınit önle­
me füzesinin işini kolaylaştırmak için, hedef-başlık daha
önce ısıtılmıştı. Oysa bu tür silahlarda çözülmesi gereken
soru n, uzayda bulunan birçok nükleer başlıklı füzeye
benzeyen nesne arasrndan, düşman füzeyi belirleyebile­
cek yetenekte önleme fOzcleri geliştirmektir.
Sıcakh(tı mutlak sıfıra yakın olan (-273, ıs·c) bir
çevrede tek bir hedefi -hem de iyice ısıtılmış bir hedefi­
belirlemek ve vurmak hiç de m arifet" sayılmamalı. Bu
sadece en iyi koşullarda gerçekleştirilen ve "dog"aya hafif
bir müdahale"nin yapıldıgı bir deneyden başka bir şey
deg-ildir. Elbette ayıplanacak bir yöntem degildir bu; ama
bütün bilimsel araştırmalarda uygulanan ve çalışmalann
gelişmesi için gerekli bir evre olmaktan öte bir anlam da
taşımamaktadır.
General Abrahamson ile başka Amerikalı sorumlula­
rın deney sonuçlarını yayın organlarına açıklama biçim­
leri, yalnızca ve bütünüyle propaganda yapma isteginin
sonucudur. Bununla birlikte, sorumluların da vurguladı­
Iıı gibi, 10 Haziran 1984'teki başarılı deneyin, bu tip si­
lahların yapılabilirligini ve hatta uzay kalkanı kavramı­
nın gerçekçiligini tanıtlayan çok önemli bir evre oldugu
doğrudur.

47
niyede 6-10 ldlometreye ulaşabiliyordu. 1984'te Arneri­
kan basımnda yeralan bir deneyde, 6,5 milimetre kalınlı­
�ndald bir çelik zırhın, 8,6 kın/saniyelik bir hızla (fikir
vermek için bir karşılaştırma yaparsak, konvansiyonel
patlayıcıh silahiann ço�nda merrnilerin hızı 1-2 km/sa­
niyedir) fırlatılan 2,5 gramlık bir mermiyle delindigi be­
lirtildi.
Mernri birçok manyetik alandan geçirilerek ve böyle­
ce her geçişte hızı artanlarak bu teknik iyileştirilebilir.
Bazı incelemelere göre, 34 hıziandırma evreli, l l metre
uzunlu�nda bir topun, 2,5 gram ağırlığındaki merrnileri
saniyede 50 kilometrelik bir hıza ulaştırabileceği.ni gös­
terdi.
Bu düşünceyi savunanlar, elektromanyetik top tekni­
ğinin çok hızh geliştiği.ni belirtiyorlar, ama birçok soru­
nun (özellikle de plazmanın yüksek sıcaklığından do�an
sorunlar) bulundugunu da kabul ediyorlar.
Çözüm bulunmayan en önemli sorunlardan biri, mer­
rnileri yavaşlatan atmosfer sürtünmesidir. Sözkonusu ya­
vaşlatmayı yenmek için gücü çok büyük ölçüde artırmak
gerekmektedir. Ama bu durumda merrnilerin aşın ısın­
ması, hatta tahrip olması olasılığı vardır. Üstelik, enerji
kaynaklan, hedefe yöneltme ve mermiyi etkili biçimde
yönetme sistemine ilişkin sorunlann durumu da bundan
daha iç açıcı değildir. Ne var ki bütün bu sorunlar, yirmi
kadar Arnerikan şirketinin elektromanyetik bir top yap­
mak için çalışmasını ve orta vadede askeri uygulamalan
(özellikle yapay uydulara karşı) başlatma niyetini engel­
lememektedir.

IV. Uzay Kalkanının Mimarisi

Başkan Reagan'ın düşlediği. uzay kalkarnnın mimari­


si -yani hedefi belirleme sistemiyle, hedefi yokedici silah
sisteminin uyumlu hale getirilmesi- henüz belirlenme­
miştir ve uzunca bir süre daha böyle kalacağı sanılmak­
tadır. 'X yılı için öngörülen uzay kalkanı etiketini taşıyan
bir maketi gerçekleştirmeyi engelleyen -hala- birçok çözü-

48
lememiş etken (yakalayıcıların gilvenirli�, silahların et­
kililiği, lojistik, Sovyet füzelerinin yerleştirildikleri yerle­
rin belirlenmesi, savunulacak bölgelerin öncelik SJrala­
ması bulunmaktadır.
1985 sonbahannda, Savunma Bakanlı�, hem Sovyet
füzelerinin uçuşunu durdurabilecek, hem düşman alanın­
da ve nükleer patlamalarla elverişsiz kılınmış alanda ça­
·hşabilecek, hem doğTudan saldırılara karşı kendini savu­
nabilecek, yedi "tabaka"b bir sistemin tasarlandıg-tnı
açıkladı .
Bu sistemin mimarisi ayrıntılı biçimde açıklanmadıy­
sa da, yedi tabakalı modele temel olan ·aporu hazırlayan
büyük Amerikan firmalannın, Lazer sihıhlanyla donatıl­
mış on kadar uzay platformu ve elektromanyetik toplar
ya da küçük roketler taşıyan binlerce küçük yapay uydu
yerleştirmeyi öngördükleri bilinmektedir.
Bununla birlikte silahlandınlmış yapay uydular bir­
çok sorun çıkarmaktadır: özellikle de "absanteizm" soru­
nu. Alçak bir yörüngeye yerleştirilen bir yapay uydunun
hedefe oldukça yakı n olma avant�ı varsa da, öte yandan,
Yer çevresinde döndü�nden her an hedefin üzerinde bu­
lunmamaktadır. Buna karşılık, Yer'in belli bir noktası,
üzerinde sürekli kalan ve gökte sabit duruyormuş izleni­
mi uyandıran, Yer'e yaklaşık 36.000 kilometre uzaklıkta
yörüngeye oturtulan, yörüngesi dünya merkezli yapay
uydular vardır.
Bir silahın her an atış konumunda bulunduğundan
emin olmak için, bu alçak yörüngeye çok sayı da uzay
platformu yerleştirmek, ya da çok yüksek yörüngelere da­
ha sınırlı sayıda uzay platformu ya da yörüngesi dünya
merkezli platform yerleştirmek gerekmektedir. Buna
karşılık, ikinci çözüm yolu �eçildiltinde, hedefleriyle ara­
lannda bulunan büyük uzakhk nedeniyle silahların gücü
çok fazla olmalıdır. Sovyet füzelerini etkisizleştirmek
(SDI'nin ana sorunlanndan biri budur) için gerekli uydu
sayısına ilişkin varsayımlar, ABD'de, görüşlerini belirten
çeşitli uzmanlar ve kuruluşlar araSlnda çok şiddetli tar­
tışmalara yolaçmaktadır.

49
Çeşitli kaynaklann yaptığı tahminler, 90 ile 2.400
yapay uydu arasında dejpşmektedir. Bu fark kullanılan
parametreye �hd:Jr: yapay uydular yüksek yörüngelere
yerleştirilir, çok "parlak" lazerlerle ya da ardarda birçok
kez vurahilecek çok etkili silahlarla donatılırlarsa sayıla­
n çok aza iner. Buna karşılık, daha alçak yörüngelere
yerleştirilen, daha az delici güce sahip lazerler öngören,
Sovyet fazelerinin ateşleme evrelerinin kısaltılmasını da
· hesaha katan bir yol seçilirse, çok yüksek sayıda uydu
yerleştirme zorunlugu vardır. Dahası, teknik eksiklikler
ve uzay platformlanndan hazılannı kullanım dışı bıra­
kan düşman saldınlan da gözönünde tutulmabdır.
Şu halde OTA raporuyla aynı görüşleri paylaşmak
gerekir: "d�" uydu topluluklan yoktur. Bütün bu he­
saplar varsayıma dayalı savunma kapasitelerine ve teh­
dit varsayımlan na göre yapılabilmektedir. Dolayısıyla da
farklı varsayımlar farklı sayıda yapay uydu öngörülmesi­
ne yolaçacaktır."15
Uydulann sayısı birkaç düzineyi geçerse, lojistik açı­
sından ortaya çıkan sorunlar sistemin çalışma olasılığını
tehlikeye düşürehilir. Uzayda "lojistik deste�n sürmesi "
garanti de�ldir. Ancak yörüngeye yakalayıcılar ve gerek­
li silahlar yerleştirildikten sonra, düşmanla sürtüşmeye
girilebilir. Oysa, Amerikan uzaygemisi en çok 30 ton ge­
reci 200 kilometre yükse�e taşıyabilmektedir. Binlerce
ton araç gereci dünya çevresinde yörüngeye oturtabilmek
için (bir bölümıl 36.000 kilometre uzaklıkta bulunan ve
yörüngesindeki hızı dünyarunkine eş olan) yüzlerce, hat­
ta binlerce uzaygemisi uçuşu ya da Ariane füzesi uçuşu
gerekir.
Pentagon, bir uzay kalkanının gerçekleştirilebilmesi
için, yörüngeye 100 tona kadar araç gereç taşıyahilecek
ve bir yörüngeden öbürüne gidabilecek bir taşıtın yapıl­
ması gerekti�rti biliyor. Ocak I986'da yaşanan Challan-

15 US Congress, OHice of Tecnology Assessment, Bal/istic Missil De·


!ense Technologies, Washington DC, GPO, 1985, say. 1 79.

50
ger trajedisinden sonra, böyle bir "uzay kamyonu"nun ya­
pmu yakın gelecekte pek olanaklı görülmemektedir.

V. Savaşın YönetimiveKarp Önlemler

Ronald Reagan'ın önerdi� uzay kalkanının gerçek­


leştirilmesinde karşılaşılan en büyük sorun "savaşın yö­
netimi"dir. Yerleştirilecek silah sistemleri ne olursa ol­
sun, düşman füzelerinin ateşlendi�ni belirlemek, savun­
ma ögelerini alarma geçirmek, aldatıcılan ve nükleer
başlıklan birbirinden ayırtederek, çeşitli düşman nesne­
lerin kimli�ni saptamak, uçuşlannın her evresinde yer­
lerini kesinlikle belirleyerek hedefleri izlemek, her hedef
için bir ya da birçok atış sistemi ayırmak, hedefleri yaka­
lamak ve yoketmek, atış sonuçlannı dog-rulamak ve -
gerekliyse- yeniden ateş etmek. Bütün bunlar birkaç da­
kika içinde ve büyük bir olasılıkla füzesavar silahlannın
da saldınya u�adıRı bir ortamda gerçekleşecektir.
1985'te, Boeing Co'nun uzay geliştirme programı yö­
neticisi Marshall F. Gehring, ''teknolojinin hem yapay be­
yin ve uzman sistemler alanında, hem de verileri strate­
jik savunmaya �lı olarak degerlendirebilmek için kul­
lanılması, bugün varolan bilgi-işlem kapasitelerinden bir­
çok kat daha büyük bilgi işlem kapasiteleri geliştirme zo­
runlu�nu dogurur.18 Gerçekten de SDI bilgisayarlan bir
Titan çalışması yapmak zorunda kaldılar. Çalışma sıra­
sında bilgisayarlann, birçok yakalayıcıdan ve algılama
aygıtından gelen (her birinin sinyal yayım hızı ve güveni­
lirliği farklıydı) milyarlarca bit'lik bilgiyi anında de�er­
lendirebilmeleri gerekiyordu. Her potansiyel hedef için
bütün gerekli bağlantılan kurmak, olası çarpışma nokta­
lannın dışdeğerini hesaplamak ve her hedefe bir silah
ayırmak zorunlugu vardı. 10 milyon satır tuttu� tahmin
edilen bu programın, birkaç düzine saniyelik bir süre

16 A. DIN:in yaptıgı alıntıdan. "Strateglc Delense Tecnology: Fact o Re­


tion?", International Derense Review, no 1 , 1985.

51
içinde haz1rlanması zorunluydu. Bir karşılaştırma yapı­
lırsa, Fransa'da hava trafiğini denetleyen program ancak
iki milyon satır tutmakta ve hazırlanması bir gün sür­
mektedir.
Bu tür program "el ile" yazılamaz ve hiç kimse prog­
ramda yanlışlar bulunup bulunmadıg-Inı denetleyemez.
Dahası, dev boyutlardaki bir saldınnın koşullannın ben­
zerini yaratan bir test -tanımı bakımından- sözkonusu
olamaz. Oysa sistem ancak saldın halinde tam işieyecek­
tir. Sovyetler Birliği topraklanndan fırlatılan ICBM'leri
yoketmek için düşünülmüş savunma sistemi, Sovyetler'in
işbirliği olmadan gerçek anlamda bir testten geçiril emez!
Dolayısıyla programın güvenirliği, bilgisayarda benzer
koşullar yaratıldıg-I varsayılarak denetlenebilir; ama bu
durumda da, sisteme, ek bir belirsizlik düzeyi ve yeni bir
olası hata kayna#l eklenmiş olur.
SDI'nin resmi yapılabilirlik raporunu yazan komisyo­
nun başkanı James Fletcher, bu tür bir bilgiişlem progra­
mının hizmete elverişli oldu�nu belirtebiirnek için başka
bilgisayarlara 50 milyon aktarma yapılması gerektiğini
belirtir.
Bu hız ve karınaşıkhk düzeyinde insaniann alacajtı
hiçbir karara güvenilemez. Bunlar daha önce de�erlendi­
rilerek savaş programına ve mikroişlemeilere kaydedil­
miştir. "Yıldızlar savaşı" eğer bir gün çıkarsa otomatik
bir gerilimle çıkacak ve askeri ve siyasal sorumlulann
daha haberi bile olmadan sona erecektir. Elbette siyasal
kararların alınması açısından büyük sorunlar yaratan bir
olay var ortada: ne var ki, böylesi bir savunma sisteminin
yanlışlıkla harekete geçirilmesiyle çıkacak sorunlar, nük­
leer nıisillemenin başlatılması sonucu çıkacak sorunlar­
dan çok daha hafiftir.
Savunma sisteminin mimarisi ve çok. büyük elektro­
nik "beyni", Ronald Reagan'ın düşünün gerçekleştirilme­
sinde karşılaşılan tek engel değildir. Çok daha basit bir
tehdidi de unutmamak gerekir: karşı tarafın alaca� kar­
şı önlemler.
MIT'de profesör olan Kosta Tsipis'in dikkati çektiği

52
temel sorun, harekete geçirilir geçirilmaz kusursuz biçim­
de çalışacak ve 200 saniye içinde görevini yapacak bir sis­
temin gerçekleştirilmesidir. Eldeki sistem tipi hareketsiz
kalabilir ve üzerinde en küçük bir fikir sahibi olmadı�­
mız karşı önlemlere yansıyahilir ve onlar da sal dınya
geçtikleri sırada Size füze fırlatabilir. Karşı önlemler
ucuzdur ve bir milyar dolara mal olan bir sistemi dümdüz
edebilir."17
Gerçekte, Sovyet bilim adamlannın seçme sıkıntılım
yoktur. Alınabilecek en etkili önlem, ICBM'lerin sayısını
Amerikan savunma sistemlerini çaresiz bırakacllk ölçüde
artırmaktır. Her yeni Sovyet füzesi için, savunma sistem­
lerinin güvenir1i�ni s�lamak u�na Amerikalılar çok
daha büyük yeni harcamalar yapmak zorunda kalıyorlar­
sa, bu yanş Arnerikah lar açısından dayamlmaz boyutlara
ulaşacaktır.
Aynca, kıtalararası füze silolannın (boş olup olma­
dıklannı Washington bilmemektedir) sayıs1m art1rmak
da düşünülebilir, ama bu durumda da Amerikalılar paha­
h sistemleri kurmak zorunda kalacaklardır. Aynca, Sov­
yetler yeni bir seyyar ICBM ku�nı çalışabilecek hale
getirdi�nde, ABD gene aynı pahalı yük altına girecektir.
Gene hemen gerçekleştirilebilecek sistemler aÇ\sın­
dan olaya bakıldı�nda, Sovyetler Birli� SOl'den zarar
görmeyecek savunma silahlannın sayısım -özellikle de
stratejik bombardıman uçaklannı ve uzun menzilli sey­
yar nükleer füzeleri- artırabilir.
Denizaltılardan fırlatılan füzeler, iyi bir nüfuz kapa­
sitesidir: ICBM'lerin tersi ne, ateşleomeleri sırasında yo­
kedilmeleri olanaksız olan bu füze)erin uçuş süreleri çok
daha kısadır ve "alçak" bir uçuş yolu izieyecek biçimde
fırlatılabilirler (böylece, orta yola yerleştirilmiş savunma
silahlannın büyük bölümünden kurtulabilirler). Dahası,
sabit fırlatma üsleri bilinen ICBM'lerle karşılaşılan olgu-

{
ı7 E.EDELSON'ın yaptıgı alıntıdan, "Space Weapons: The Science Be­
hind lhe B\g Debale", Popu/ar Science, Temmuz 1984.

5.3
lann tersine, savunanlar SLBM'lerin nereden yola çıka­
catım hiçbir zaman kestiremeıler.
Sovyet mühendisleri çok daha teknik bir seçim yapa­
rak savunma sistemine ve öncelikle de sistemin en kolay
zarar görebilecek parçalanna, yapay uydulara yerleştiril­
miş yakala.fıcılara ve uzaya yerleştirilmiş boytık aynala­
ra saldırabilirler.
Yapay uydu haline getirilmiş nesneler kadar kolay
yokedilebilen çok az şey vardır: yörüngeleri ve konumlan
çok iyi bilindilinden, bunlar sabit hedefler olarak kabul
edilebilirlerı Her ne kadar Sovyetler etkili uydusavar si­
lahları yapımında güçlüklerle karşılaşıyorlarsa da (bölüm
llr'e bakınız), bir SDI sisteminin kilit bileşenlerine saldır­
mak oldukça kolaydır: bir yapay uydu yakınına yerleşti­
rilmiş ve stratejik nükleer saldın füzesinin ateşleomesin­
den birkaç saniye önce patlayacak bir "uzay mayını" yer­
leştirmek, uzaya ABM silahlanyla aynı yörüngede ama
ten yönde yer deliştiren bir madensel bulut ya da kum
bırakmak ya da araştıncı başJıklarla donatılmış füzesa­
var füzeleri fırlatmak. Aynca, füzesavar göreviyle yere ya
da uzaya konuf}andınlan lazer silahlan da düşünülebilir.
Bir başka yöntem de, uzayda patlayacak ve EPM1' etki­
siyle bütün sistemi körleştirecek bazı nükleer silahlar
kullanmaktır.
Bir dizi pasif karşı önlem ,de düşünülebilir: lazer ışını
sıcakhtına dayanıklı gereçlerle füze ytızeyini çeşitli bi­
çimlerde "zırhla" kaplayarak, ya da ışık ışınlarını geri
gOnderebilecek ya da füzeyi ııaptayacak aygıtlan yanıtta­
bilecek yansıtıcı yüzeyler yaratarak, savunmaya yönelik
yakalayıcılan yanıltacak aldatıcılann artınlması. Kızıl­
ötesi tarayıcılann yönünü saptırmak için fuze motorları­
nın alevi "örtülebilir"; çok yOkseklerde, biltün X ışıru bo­
şaltımını qurabilecek çok ince bir madensel yaprak fu-

'' EleGtro-rrıagnefic Pulse. Bu, yOzlerce kilometre uzaklıktaki elektrik B:f·


gıtlarına zar• verecek bir nOkleer patlama gerçekleştirebilecek bir
eleldromanyetlk şok dalgasıdır. Korunmamış bflllln radarlar, bilgisa­
yartar hattl elektrikli saatler Işe yaramaz hale getirilir.

54
zenin çevresi ne yerleştirilebilir; ya da, son olarak, lllzer
demeti sıcaklı�ınm bir bölümünü sogurabilmesi için füze­
nin duvarlan soğutulabilir.
Başka bir etkili karşı önlem de ICBM'lerin ateşleme
evrelerini kısaltmaktır: böylece bütün müdahaleler çok
güçleştirilmiş olac$ndan, uzay kalkanının çalışması çok
kannaşıklaşacaktır. Bu sonuncu durumda, savunma sis­
temi ancak, binlerce aldatıcının her yana dawldıgı bir or­
tamda yolalan "otobüs"te ve nükleer başlıklann kendisin­
de çalışmaya başlayabilir.
SOl'yi savunanlar, kuşkusuz, teknolojinin aynı za­
manda savunma sistemini de koruma ve "pasif' karşı ön­
lemleri aşma olanağı verece�ni belirterek, olası karşı ön­
lemlerin etkisini küçük göstenneyi denemektedirler.
Ama bütün uzmanıann hesapladığı bir şey var: karşı­
karşı önlem arayışlan sonsuza kadar sürebilir.
Bu konuda söylenebilecek son söz, belki de, ABD as­
keri araştırmalan na büyük emek veren ve IBM firması­
mn başlıca bilimsel sorumlulanndan biri olan Richard
Garwin'in sözleri dir: "teknik konusunda iyimser görüşle­
re sahipseniz, rakiplerinizin de sizin sisteminizi yokede­
bilecek teknik kapasitede olabilecegine inanmalısınız.''18

VI. Çok Amaçlı Silahlar

Çok geniş bir eylem alanına yayılmakla birlikte SDI


programı, füzesavar silahlan konusundaki tüm araştır­
ma ol anaklanm kullanmıyordu. Resmi açıdan başka
amaçlara yönelen bazı teknolojiler -özellikle hedefi n yeri ­
ni saptamaya yönelik olanlar-, uzay kalkanının geliştiril ­
mesi için kullanılabiliri er. Bu konuda özellikle iki araştır­
ma alanı çok önemlidir: uydusavar silahlan ve taktik fü.
zelere karşı önleme füzeleri.
"Çok amaçlı" silahiara Pentagon çok önem verdi; çün­
kü bunlar, bir yandan ABM antlaşmasının sınırlan için-

" EDELSON'ın daha önce belirtilen makalesindeki alıntıdan.

· 55
SDI PROGRAMLARI

SDI programının birinci eVTesi 1990 yılı başlannda


sona erecekti. Araştırma çalışmaları, uyanlmış enerjili
silahiann (DEW-Directed EMrgy Weapons) gelişmesine
baglı dört, gözetleme, hedef tesbiti, takip, nişan alma ve
atış (SATKA- Surveülanve Acquisition, Tracking and Kill
Assessment) sorunlarına baglı beş, kinetik enerjili silah­
ların geliştirilmesine (KEW-KiMtic Energy Weapons)
bağlı beş ve balistik bir füzenin önlenmesine yönelik bir­
leşik yönetimle ilgili bir olmak üzere on beş teknolojik
deneye ayrılır.
• DEW deMme programı. Çeşitli tasanlardan olu­
şur:
- ALPHAILODEILAMP tasarısı, Pentagon'un 1970'Ji
yılların sonunda ortaya attıgı eski TRIAD programının
devamıdır. Alpha, yere konuşlandırtlmış kimyasal bir la­
zerdir; LODE (Large Optics Dememsıration Experiment)
ve LAMP (Lode Aduenced Mirror Program) çok yüksek
parlaklık düzeyindeki bir lazerin ve demeti yönlendiren
son derece arı ve kesin çok büyük aynaların yapılabilirli­
Rini tanıtlamayı amaçhyordu;
- ATP tasarısı: Acquisition, Tracking and Pointing
adı verilen deneme, hedefi bulma, izleme ve vurma konu­
sunda eski TALON GOLD programının çalışmalarını
sürdürmektedir. Programın amacı, bir lazer ışın demeti­
nin uzayda hareket halindeki bir hedef üzerinde büyük
bir isabetle sabitleştirilebilecegini tanıtlamaktır. 21 Ha­
ziran 1985'te çok başarılı bir deney yapıldı: uzaygemisi
Discovery'nin lombozu üzerine yerleştirilen bir ayna, Ha­
wai takımadalarındaki bir ABD hava üssünden gönderi­
len bir ışın demetiyle iki dakika süresince aydınlatıldı.
Uzaygemisindeki ayna da -ışık demetini Yer'e geri gönde­
rerek- görevini tam olarak yerine getirdi; deney aşama­
sındaki kimyasal lazer. Hidrojen flüorürlü ve başka prog­
ramiann optik altsistemlerini de bünyesinde toplayan
çok güçlü bir kimyasal lazer, White Sands füze atış alanı­
na yerleştirilmiştir. Sözkonusu lazer, yerde bulunan sa­
bit hedeflere karşı etkili olacaktır.;

56
- Uplink lazer tasarısı. Işın demetinin atmosferde ya­
yılmasından doğan sorunlan incelemek için konuş)andı­
nlmış bir Jazerdir;
- Yüklü parçacık demetleri ve nötr parçacık demetle­
riyle ilgili tasarı. Birinciler, Lawrence Livermore'un Na­
tional Laboratory'de bulunan 50 MeV elektron parçacık
hızlandmcısı (ATA - Aduanced Test Accelerator) üzerinde
incelendi. Nötur parçacık demetleriysa Los Alamos l abo­
ratuvarında ele alındı.
SATKA deneme programı. Şu bölümlerden oluşur.
- BSTS tasarısı. Boost Surueillance an.d Traching

System (düşman füzesini ateşleme evresinde saptama ve


gl>7.etleme) denemesi, eski Advanced Warning System
(AWS) programının yerini alacaktır. BSTS, motorlardan
çıkan sıcaklıgı algılayabilecek yetenekte, çok gelişmiş kı­
zılötesi tarayıcılar kapsamak zorundadır;
- SSTS tasarısı: uzayda hedefi gözetlerneye ve bul­
maya yönelik bu deneme (Space Surueillance an.d Trac­
king System), 1986 yılı başında henüz kesin biçimde ta­
nırnlanrnarn ıştı. 1990 başlannda yapılması öngörülen de­
nemede nükleer başiıkiann ve dikoylarıo uçuş yolunu
bulmak ve izlemek için, sogtıkbilirn yardımıyla sogutul an
kızılötesi ışın algılayıcılarının kullanılması gerekir;
- ADA tasarısı : ilk testinin 1988'de yapılması öngörü­
len Airbome Optical Adju nct'ın amacı, balistik fUzelerin
uçuş yolunu gözlernede bir uçajta yerleştirilen optik algı­
layıcılardan yararlanılabilecegini tanıtlamaktı;
- TIR tasarısı : düşmanın fırlattıgı nükleer başlıkla­
rın son evresini gözlernek için yapılmak istenen yeni bir
radara (Terminal lmaging Radar) ilişkin denemeler,
19801i yılların sonlan için öngörülmüştü. Yerdekilere
benzeyen, ama uzsya yerleştirilmiş radarları içeren bir
programın ortaya atılma olasılıgmı Pentagon gözönüne
aldı. Bu radarların görevi de aynı olacaktı, ama bunlar
düşmanın fırlattıgı füze orta yola geldiginde devreye girc­
ceklerdi;
- LWIR tasarısı : Deneme bu kitabın yazıldıltı sıralar­
da henüz bütünüyl e tanımlanmamıştı, ama uzun dalga
boylu bir kı zılötesi ışın algılayıcısının uzaya yerleştiri l-

57
mesi öngörülüyordu (Long Wavelenght Infrared Probe -
LWIR).
• KEW deneme programı. Şu tasanları içeriyordu:
- REDI tasarısı, düşmanın fırlattı�ı atom başlıklan­
nı, son uçuş evreleri sırasında atmosfere girmelerinden
önce, tahrip edebilecek yetenekte, nükleer olmayan bir
önleme ftızesi geliştirmeyi öngörür. HEDI fJ/igh Endoat­
mospheric De(ense lrı.terceptor), kızılötesi yakalayıcının
komutasındaki bir patlayıcı başlıkla donatılacaktı;
- ERIS tasansı, düşman başhklannı atmosfere giriş­
lerinden önce tahrip edecek, nükleer olmayan bir önleme
taşıtlnın ne kadar etkili oldu�nu tamtlayacak,tı. ERIS
(Exoatmospheric Reentry Vehicle Irı.terceptor Subsystem),
1977'de başlatılan ve bu tipte dört testin (ilki 1983 Şuba­
tında gerçekleştirilmişti) yapılmasını öngören Homing
01Jf!rlay Experiment) programının d<�Çudan devamıdır.
Yapılan testlerden yalnızca sonuncusu (1984 Haziranı)
istenen önlernelerin gerçekleştirilmesine olanak vermiş­
tir;
- Yere ve uzaya konuşlandınlmış elektromanyetik
toplar tasansı. Bu kitabın kaleme alındı� sırada henüz
kesin biçimde tammlanmamış olan deneyierin 1990 yılı
başlannda yapılması öngörülmekteydi.
• Önleme deneme programı:
- DUşman başlıklanru uçuşlannın son evresi sırasın­
da önlenebilecegini kanıtlamaya yönelik bir testtir. ERIS
önleme sistemine, TIR son evre savunma radannın ve bir
uçaga yerleştirilmiş bir komuta, kontrol ve haberleşme
sisteminin de eklenmesini öngören bir testtir.

de kalırken, bir yandan da stratejik savunma alaronda


gelişmeler sa#larna olanı$ veriyordu.
Uydusauar Sistemleri (ASAT) - HOE denernesinde
kullamlan MHV'nin (Miniature Homing Vehicle) gelişme­
si, çok basit bir dOşilnceye (15-20 kilometre yOkseklikte
hedef uyduya dogru yolalan bir F-15 uçag:ırun fırlattı�,
çok gelişmiş olmayan bir kızılötesi yakalayicı tarafından
yöneltilen küçük bir araştıncı başlık kullanılması) daya-

58
nan ASAT programının bir parçasıdır.
1985'te başanlı bir deneme yapıldı ve Pentagon
1988'de -sözkonusu silah işlevsel hale geldikten sonra­
bir dizi başka deneme yapılmasım öngördü. Ne var ki, bir
yandan bütçe sorunları, öte yandan da askeri açıdan sa­
dece saldın stratejisi çerçevesinde yararlı olması nede­
niyle, Kongre'de bu programa şiddetle karşı çıkıldı.
Gerçekten de, düşman uydulannı tahrip etmek ya da
"kör etmek" ancak bu uydulan vurmak istediğinizde bir
anlam taşımaktadır: çünkü ancak düşmanı vurmak isti­
yorsanı z, ileri uyan uydulannı ya da düşmanı n haberleş­
roesi için gerekli uydulan saf dışı bırakmak yararlı olur.
Buna karşılık, bunalıma egemen olmak ve bir saldın teh­
likesinden uzak durulmak isteniyorsa. saldırmak niyetin­
de olmadı�mızı kanıtlayabilmemiz için karşı tarafın
"gözlerinin ve kulaklanmn" titizlikle korunması gerekir.
Amerikalıların ASAT programını haklı göstermek
için açıkladıklan resmi neden, Sovyetler Birliği'nin işlev­
sel bir ASAT programına sahip olmasıdır. Buna karşılık,
ABD'nin asıl amacı SDfyi geliştirmekti : bu kitabın yazıl­
dı� yıllardan başlayarak, birkaç yıl içinde, nükleer baş­
hklarla aynı görevi yüktenebilecek yapay uydulara karşı
uzay füzesavar silahlannın ilkörnekleri denenecek ve
böylece ABM antlaşmasının getirdiği yasaklar aşılmış
olacaktır.
Temmuz 1983'te Beyaz Saray'ın bilim danışmanı
George Keyworth II, şu sözleri açık açık söyleyerek, dün­
yamnkine eşit bir hızla yerleştirildi#i yörüngede dönen
bir ASAT'ın yörüngeye yerleştirilmesi gerektiğini savun­
du: ''bir ASAT görevi açısından en iyi çözüm bu olmayabi­
lir; ama, düşman füzelerini uçuşlannın ilk üç evresinde
yoketmeye yönelik teknolojiyi denemek açısmdan dün­
yayla eşit hızda dönen bir uydusavar kapasitesi geliştir­
mek önemlidir."
Tahtile Füzesavar Füzeleri (ATBM) - Teknoloji alanın­
da saltlanan gelişmeler, başlangıçta havadan gelecek sal ­
dınlara karşı kullanılabilecek füzeler yapma olan� ve­
rirken, bugün orta menzilli balistik füzelere karşı füzesa-

59
var olarak kullanma olanağı da vermektedir. Füzelerin
ateşlendiıli zamarnnda alg:ılanabilirse, atmosfere ICBM'­
lerden çok daha düşük bir luzla girmeleri saglanabilir ve
böylece de önleme füzelerinin görevi kolaylaşır.
Pentagon'un yüksek dereceli sorumlulanndan Tu�ge­
neral James Cerce, 5 Nisan 1984'te, Amerikan Patriot fü­
zesinin füzesavar görevi üslenmek üzere modernleşmekte
olduıtunu açıkladı.20 Amerikalı subaylar, savunma kalka­
nı gerçekleştirilinceye kadar geçecek süre içinde ara çö­
züm olarak, hızla bir ATBM programı geliştirilmesine bü­
yük önem vermektedirler.
Gerçekten de ATBM'ler, denizaltılann (SLBM) fırlat­
tııtı ve hız, izled.igi yol, atmosfere giriş açısı bakımından
orta menzilli füz�lere çok benzeyen stratejik füzelerin ön­
lenmesinde de kullanılabilir. Amerikalı uzmanlar, ATBM'­
lerden ICBM'lere karşı "son evrede kullanılabilecek bir
savunma silahı" olarak yararlanma umudunu hala taşı ­
maktadırlar.
SDI'yi savunanlar, ATBM teknolojisine çok sıcak
bakmaktadırlar; çünkü onu, stratejik kalkanıyla korunan
Amerika ile taktik nükleer füzelere karşı savunmasız Av­
rupa arasındaki ayncalıklı durumu ortadan kaldıracak
bir çözüm olarak görmektedirler. Onlara göre, bir çeşi t
"Avrupa kalkanı" oluşturmak için, Avrupa'ya ATBM'ler
yerleştirmek yetecektir (bak bölüm V).
Günümüzde varolan füzelerin hiçbiri taktik füzelere
karşı gerçekten etkili olamamıştır. Gelecekte NATO'nun
yaşamsal ölçüde önemli bazı hedeflerini (havalimanlan
ve komuta merke.zleri) savunacak ATBM'leri geliştirmek
amacıyla 1986'da birçok tasan üzerinde çalışılmıştır.

:ıo Nilekim Palriol füzeleri, daha sonra. 'Körfez Savaşı" sırasında füzesa­
var silahı olarak kullanıldı (ç.n.).

60
r

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
SOVYETLERİN İLERİ VE
GERi OLDUKLARl NOKTALAR

"Yıldızlar savaşı" ve Amerikalı yöneticilerin füzesa­


var savunmasına karşı gösterdikleri yeni ilgi, bazen Sov­
yetlerin bu alanda gerçekleştirdikleri yog-un etkinliğe bir
yanıt olarak gösterilmektedir. Pentagon'un hazırladığı
Sovyet askeri gücü adlı broşür, Ronald Reagan'ın iktidara
gelmesinden bu yana, her yıl, Sovyet uzay etkinliklerini
haber veren bir panorama çizmektedir. Savunma Bakanı
Caspar Weinberger ise Şubat 1985'te kesin suçlamalar
yöneltmiştir: " Sovyetler, kısa zamanda gerçekleştirilebi­
lecek bir füzesavar sisteminin araştırrnalannı ve geliştir­
me çahşmalannı yapmaktadır; Sovyetlerin üzerinde ça­
lıştıklan sistemin, ABM antlaşmasım yürürlükten kaldı­
rabilecek güçte olmasından ve -eg-er gerçekleştirmek isti­
yorlarsa- gelecek on yıl içinde ulusal boyutta bir füzesa­
var ağı ortaya koymalanndan kaygı duymaktayız ."21
Caspar Weinberger'ın korkulan bir temele dayanıyor
muydu? Yoksa; çekimser davranan Kongre'ye karşı Ro­
nald Reagan'ın girişimlerini haklı göstermek için mi söy­
lenmişti? Bu soruların yanıtı henüz kesin bilinmemekte­
dir; üstelik askeri etkinlikleri kuşatan gizi ve Pentagon'un
kara tablo çizme eğilimini de hesaba katmak gerekir.
Bu alanda yapılan her tür bağımsız irdeleme, dog-ru­
dan bilgi edinmede karşılaşılan eksiklerio sancılarını 5e­
.
kecektir. Sovyetler Birliği'ne ilişkin askeri bilgilerin he­
men hemen tamamı, gerçekte, doğrudan doğruya ya da
do/aylı olarak Amerikan haberalma örgütlerinden gel-

zı Caspar WEINBERGER, Annual Report ro the Congress- FY 1986,


Washington OC, GPO. 1985, say. 56.

61
mektedir. Olay ne kadar öoemliyse, gerçegi görebilme
şansı da o kadar azalmaktadır. Evrensel boyutta geçerli
stratejik araştırma merkezlerinin sayısı da çok azdır. Av­
rupa'da Stockholm lnterrıational Peace Researeh Institute
(SlPRI), Londra'daki International lnstitlU! of Strategic
Studies (IISS) ve birkaç Batı Alman araştırma enstitüsü­
nOn yaptı� araştırmalar, sadece ihtiyatlı olma kaygısıyla
Pentagon'un bildirilerinden ve başka Amerikan kaynak­
lanndan (özellikle de Kongre'nin belgeleri) kopya edilen
yayınlardan farklıdır.
Fransız ve İngiliz haberalma örgütlerinin gözlem uy­
dulan olmadı�ndan, gizi ortadan kaldırabilmek için çok
az olanaklan vardır ve çotunlukla Arnerikah rneslekdaş­
lannın onlara 98#lamak istedikleri bilgileri birbirlerine
aktanp dururlar. Bununla birlikte, CIA'in verdigi çoğun­
lukla birbiriyle çelişen sayılan ve yorurnlan, Sovyet­
ler'den gelen bilgilerle karşılaştırarak ve başka batılı ha­
beralma örgütlerinin S&tladı� cılız bilgilerle (halkın an­
layabilecegi iktisadi ve bilimsel bilgiler) dotrulayarak en
kaba hatalardan kurtulma olanag:ı vardır. Ne var ki bu
çalışma, bütünüyle doyurucu bir bilgi düzeyi satlamak­
tan çok uzak kalmaktadır.

I. Uydusavar Silahları

Günümüzde Sovyetlerin kullandı� sistem, degişik­


lik yapılmış bir SS-9 füzesi taşıyan ''öldürücü" bir ya­
pay uydudan oluşur. Dayandtti ilke çok basittir: yoke­
dilmek istenen uydunun yörOngesi hesaplanır, ASAT
mümkün olan en yakın yörOngeye yerleştirilrneye ve
hedefe bir kilometreden az uzaklıkta bulunduğu sırada
patıatılmaya çalışılır. Ama bu sisternin çahşrnası çok
karmaşıktır ve uzmanlar 1963'te terkedilen eski Arne­
rikan programı SAINT'den esinlenen bu sistemi olduk­
ça ilkel bulmaktadır.
Sovyetlerin denerneleri 1968'de başladı ve bu tarih­
ten sonra, hepsi de alçak yörüngeli hedeflere (bilgi topla­
mada, haberleşmede ve ileri uyan alanında kullanılan

62
Amerikan uydulannın çoğu ya yüksek yörüngeli (20.000
kilometre] ya da dünya çevresindeki bir yörüngede
[36.000 kilometre] dönen uydulardır) yönelik üç dizi test
(toplam 20 tane) gözlendi. "Bütünüyle işlevsel" olan bu sis­
tem, yapılan 20 testin ancak 13'ünde hedefe bir kilometre­
den az uzaklık kalacak kadar yaklaşabildi. Hiçbir hedef­
uydu'tahrip edilmedi (belki de Casmos 1241 dJşında).
Genel kanıya göre Sovyetlerin ASAT'ı yavaş bir silah­
tır; seçilen yöntemden ötürü (ortakyörünge yaklaşımı ) et­
kisi ve güvenirligi kısıtlıdır. O kadar ki, 1984'teki bir
OTA inceleme semineri şu açıklamayı yapabilmiştir: ..yö­
rüngesel önleme sisteminin askeri açıdan büyük bir anla­
mı yoktur. Gerçekleştirdiıli tehdidi gözler önünde canlan­
mrmak da güçtür."22
1985 Mayısında, Sovyet Genel Kurmayının sözcüsü
general Çervov, Batı Alman gazetesi Frankfürter Rundsc·
hau'ya, Sovyetler Birligi'nin 1982'ye kadar, yeni Ameri­
kan sistemiyle aynı ilkelere (yani çok yüksekte uçan bir
uçaktan flrlatılan bir füze) dayanan bir uydusavar silahı ­
m testten geçirdiılini açıkladJ . Amerikalı uzmanlarsa, ar­
darda gerçekleşen altı başansız denemeden sonra, Sov­
yetlerin bu alandaki çalışmalara son vermiş olabilecekle­
rini düşünmektedirler.
1983'te Sovyetler, Yuri Andropov'un ag-ZJndan uydu­
savar silahlannın denenmesine ilişkin olarak tekyanlı bir
morataryum ilan ettiler. 1985 Eylülünde Amerikalıların
gerçekleştirdiıli başanh bir ASAT denemesinden sonra
Kremlin'in yöneticileri denemelere devam edecekleri tah­
didini savurdularsa da, 1986 ilkbaban na kadar biçbir
Sovyet denemesi gözl enmedi.

ll. Sivil Savunma

Sovyetlerin nükleer bir patlamanın etkilerine karşı


pasif savunma konusunda gerçekleştirdikleri etkinlikle-

22 Oflice of Technology Assessment, Arms Control in Space: Works·


hops Proceedings. Washington DC, OTA·BP·ISC·28, 1 984, say. 25.

63
rin anlamını kavramak kolay değildir: Sovyetler Birli­
ği'nde önemli programiann yanısıra, etkisi kuşkulu ön­
lemler hep birarada gündemde kahruştır.
Moskova, çok erken dönemlerde sivil halkın korun­
maSlyla ilgilenmeye başlamıştır: 1950-1960 }'lllan araSln­
da Sovyetler, "emperyalist devletler"in savaşı (nükleer
savaş dahil) seçmeleri olaSlhğı üzerinde ısrarla durarak,
sivil savunma üzerine birçok kitap ya}'lmladılar. Uza}'lp
gidabilecek bu çatışmanın, sonunda, "sosyalist devletlerin
kaçınılmaz zaferi''yle sona ereceğini öne sürdiiler.
Sovyet yetkililerinin düşündüğü önlemler, -öncelikle
parti çerçevesinde diişünülen bir sığınak ağı en önemli
kentlerde gerçekleştitilmiş olsa bile, asla bu �aba}'l sa�la­
yabilecek düzeyde de�ildi.
Sovyetler Birliği'nin bu alanda gösterdiği bütün et­
kinlikler, özellikle de kentlerin " 1 .000-1.500 kişilik toplu­
luklar halinde" boşaltılmasını öngören planlar, Penta­
gon'da, Sovyet halkımn s'ergilediği kuşkuyla boy ölçüşebi­
lecek kadar büyük bir ilgi uyandırdı.
Batı'ya göçedenlerden çoğunun söylediğine göre, nük­
leer savaş sonrasında hayatta kalabilmeyi öltrenmek için
yapılan deneyleri halk, ya kırsal alanda gezintiler yap­
mak için bir bahane ya da yeni bir zaman kaybı olarak
kabul etmektedir. Klvrak zekalı Moskovalılar bu konuda
birçok fıkra uydurmuşlardır. Bunlardan en iinlüsü, sivil
savunmaya takılan addır: şaka yollu tabut anlamına da
gelen grazhdanskaya oborona'mn ("sivil savunma'') kı­
saltması olan GROB.
Sovyetler Birliği'ndeki pasif savunma, ABD'dekilere
ya da Fransa'dakilere benzeyen sorunlar yaratmıştır; ne
var ki, programdaki bazı kilit öğelerin (örneğin taşımacı­
lık ya da besin maddeleri dağıtım ağı) süreğen yetersizli­
ği, güçlükleri daha da artırmaktadır. ABD'de bir kentin
boşaltılması -eğer trafik tıkanıklığı bir yana bırakılırsa­
kuramsal olarak olanaklı dır, çünkü her yurttaşın arabası
vardrr. Ama kentlerin boşaltılmaSl, ulaşım araçlanndaki
yetersizlikten ötürü Sovyetler Birliği'nde kesinlikle ola­
nak dışıdır.

64
Etkisi son derece kuşkulu olan bu programı Batılılar
(örneğin bazı Batılı tutucular), Sovyetlerin nükleer bir
savaşa hazulandıklannı gösteren bir "tamt" saydılar. Bir
zamanlar pek yaygın olarak benimsenen bu savı, günü­
müzde, çok az sayıda uzman desteklemektedir.

III. Hava ve Füze Saldırılarına Karşı Savunma:


Biraz Tarih

Sovyetler'in füzesavar savunma sistemi, soğuk sava­


şın başlarında, hava saldınlarına karşı önemli bir düze­
nin kurulması olgusundan büyük destek gördü. Ameri­
kan bombardıman uçaklarırun (nükleer silahların günde­
me geldiği ilk on beş yıl boyunca bombayı taşıyabilecek
tek araç uçaklard\) tehdidine karşı koymak için Sovyet
ordusu, 1948'de bagımsız bir sınıf (aynı Deniz Kuvvetleri
'
ve Hav a Kuvvetlerine benzt>r biçimde) gibi düzt>nlenen
(PVO-Protiuopocuşnaya oborona) bir hava savunma örgü­
tüyle donatı ldı.
Sınırlan boyunca sıralanan birçok düşman üssünden
gelen tehditler altında bulunan bir kara devleti görünü­
mündeki Sovyetler Birliği, -ABD Hava kuvvetlerindeki B-
52'lerin Amerikan nükleer kuvvetlerinin ikinci derecede
önemli bir bileşeni haline gelmesinden sonra bile- hava
savunmasım sürdürdü ve güçlendirdi.
Temmuz 1962'de, Nikita Kruşçev, PVO'nun füzesa­
var kapasiteleriyle \lgili büyük yankılar uyandıran aç\k­
lamalar bile yaptı: Sovyetler Birliği Komünist Partisi Bi­
rinci Sekreteri, "uzaydaki bir si neği vurabilecek güçte bir
fü zemiz var" diyordu. Aynı dönemde Sovyetler Birliği'nin
geniş kapsamlı nükleer denemeler yapmasına ve FOBS
sistemine23 karşın, Washington Kruşçev'in övünmegjni
ciddiye aldı.

zı FOBS sistemi -Fractfonal Orbiting Bombfng System yôrt:ıngeye otur­


tulmuş bir çeşit yapay uyduydu ve ABM antlaşmasının imzalanmas ın·
dan önce Sovyetler Birligi'nce Jest edilmişti.

65
Gerçekte, ilk Sovyet füzesavar sistemi Galoş, ancak
bir ABM a�nın Moskova çevresine yerleştirilmesiyle alt­
mışh yıllann sonlannda işlevsellik kazanabildL Mekanik
tarayıcılı radarlardan yararlanan ve belirsizlikleri ödün­
lernek için birçok megatonluk nükleer başlıkla donatılnrlş
füzelerden oluşan ilkel bir sisterndi bu. Galoş'tan bekle­
nen performans, eliili yıllnnn sonunda geliştirilmiş Ame­
rikan Nike Zeus sisteminden beklenenle aynıydı.
Nükleer başlıklarla donanan ve düşman füzelerinin
son uçuş evrelerinde devreye girecek önleme füzelerine
dayanan ABM sistemlerinin etkililiği eskiden beri ABD'­
de bilinmekteydi . Sovyetler Birliği, 1972'de ABM antlaş­
masının imzalanmasından sonra, en azından Moskova
çevresindeki koruma ag-ınm kaldınlmamasına karar ver­
di. Hatta, özellikle ABM-X-3 sisteminin hizmete sokul­
masından sonra, sözkonusu ağın iyileştirilmesi çalışma­
lanna da başland1. Nükleer başlıklar taşıyan ABM-X-3'­
te, Amerikalılar'ın 1960'lı yıllann sonlannda gerçekleş­
tirdikleri Safeguard ajtlndan füzelere, Spartan'a ve
Sprint'e benzeyen iki füze (SH-04 ve SH-08) bulunmak­
taydı . Uzun menzilli SH-04 füzesini yapma amacıys{i bir
düşman ICBM'sini yan yolda önlemekti ; SH-08 ise son
derece hızlı bir füzeydi ve düşman füzesi ni son uçuş evre­
si sırasında önlemekle görevlendirilecekti. Bununla bir­
likte Kremlin, yerde konuşlandınlmış ABM sistemlerin­
den bir türlü vazgeçemedi: uzaya yerleştirilmiş herhangi
bir silah ilkörneği ya da farklı savunma "tabakalan" ilke­
sine dayanan herhangi hir sistem tasansı , günümüzde
artık geçerliğini yitirmiştir.

IV. Bir SovyetUzay Kalkanı Varolacak mı?

Yeni hava savunma fazelerinin yalnızca bombardı­


man uçaklan na karşı da kullarolabilme .olası lı� Penta­
gon'u kaygılandırmaktadır.
SA-12 füzesi Gladiator (hedefini 30.000 metre yüksel­
tide bile vurabilecek yetenekte olduğu düşünülen bir ay­
gıttır), nükleer bir başlıkla donatıldığmda, ABM yetenek-

66
lerine ulaşabilir. Kongre komisyonlanndaki konuşmalart
sırasında Reagan yönetiminin birçok sorumlusu, -her ne
kadar bazılan SA-121erin orta menzilli fiizelere karşı
kullanılabileceklerini (örne!Pn Pershing-2'ler gibi) düşü­
nüyorlarsa da- SA-12'1erin ICBM'leri yokedebilecek yete­
nekte olduklannı söylemediler. Bununla birlikte, gene de,
1972 tutanaklannda SA-12'lerin böylesi bir görevi yükle­
nebilecekleri kabul edildi (Bkz. bölüm II'deki ATBM'lerle
ilgili bölüm).
SA-12'1er kuşkusuz modern füzelerdir; ama e�er Sov­
yetler Birliği SA-12'leri füzesavar olarak ku11anmak isti­
yorsa, onlara nükleer bir başlık takmak zorundadır.
1986'da, Sovyetler BirliıP'nin, nükleer olmayan yollarla
füzeleri önleme olanağı veren teknoloji eşi!Pni henüz aşa­
madıklan sanılmaktadır.
En büyük güçlük, Sovyet bilim adamlannın birçok yıl
geriden izledikleri kızılötesi ışmlı yakalayıcı teknolojisin­
dedir. Gerçekten de Sovyetler Birliği, ileri uyan uydulan­
na bu tip yakalayıcılan henüz yerleştirmemiştir (oysa
ABD bunu 1970'Ji yı11ann başında gerçekleştirmişti). Da­
hası , Amerikalıların 10 Haziran 1984'te Büyük Okyanus
üzerinde gerçekleştirdikleri tipte, nükleer olmayan bir fü­
zesavar silahını denemeyi ancak seksenli yıllann sonla­
nnda yapmayı öngörmektedirler.
Pentagon, aynı zamanda, Sovyetler Birliıli topraklan­
nın tümünü kaplayan ABM sisteminin -zamam gel diğin­
de- hızla yerleştirilmesine katkıda "bulunabileceğini" öne
sürerek, Sovyet radar sisteminin modernleştirilmesini kı­
nadı. Suçlamalann ana noktası, Sibirya'daki Krasno­
yarsk kenti yakı nlarında, Abalakovo'da yapılmakta olan
büyük yakalama radan oluşturuyordu.
Bu kuruluşun tipi, çevri\d1ği yön ve beklenen yete­
nekleri, bir ileri uyarı sistemi radanndan beklenenle ay­
nıydı ve dolayısıyla da 1972 antlaşması nı lhlal etmiyor­
du. Bununla birlikte Krasnoyarsk, Sovyetler Birliği'nin
"kenar bölgeleri"nden birinde değildi ve radann yönü -
antlaşmanın VI-b maddesinde öngörüldü�ü gibi- "dışarı
doğru" çevrilmemişti. Sovyetler, bu durumu, bu radan n

67
bir ileri uyan sisteminin parçası olmadığını, uzaydaki
nesneleri algılamakla görevli olduğunu açıklayarak sa­
vundular.
Bütün büyük yakalama radarlan gibi ABM ağıyla fii­
len bütünleştirilebilecek bu radar, özelliklerinin tümü ba­
kımından irdelencüğinde- aslında, antlaşmayı ihlal et­
mekteydi. Kaldı ki Sovyetler, yeni bir pazarlık önererek
bunu üstü örtülü olarak kabul ettiler: Abalakovo'daki ra­
dara ilişkin çalışmalarm durdurolmasına karşılık Ameri­
kalılar'm İskoçya ve Groenland'a yeni radarlar yerleştir­
mekten vazgeçmesi (çünkü 1972 antlaşmasının ihlal edil­
diğini Kremlin'e bile kabul ettirecek bir "modernleştir­
me"ydi bu).
Ayrıca Sovyetler, lazerler alanında çok büyük araştır­
malara başladılar. Pentagon, Sibirya'daki Şeri-Şagan te­
sislerinin uydusavar lazer silahı ve hatta füzesavar silahı
olarak kullanılabilecegini kabul etmektedir. Ne var ki,
hünez bu kanıyı destekleyı>cek hiçbir somut deneme ya­
pılmamıştır. Amerikalı hiçbir bağımsız uzman, Sovyetler
Birliği'nin bu alanda herhangi bir üstünlük sagladığı gö­
rüşünü paylaşmamaktadır.
ABM savunma sisteminin yerleştirilmesi bakımından
çok daha büyük hayati önem taşıyan bazı alanlarda (bil­
gisayarlann iyice küçük boyutlara indirgenmesi ve bir sa­
niye içinde akıl almaz sayıda çok bilginin de�erlendiril­
mesi), Sovyetler'in geri kahşı genel kanıya göre çok daha
büyük boyutlara ulaşmaktadır. Öte yandan, Sovyetlerin
çocuk video oyunlan nı askeri elektroniği iyjleştirmek için
kopya ettikleri ve saniyede 10 milyon bilgiyi değerlendi­
recek bilgisayarlar yapabilecekleri öne sürülebilir.
Sovyetlerin bilim alanındaki kapasiteleri küçümsene­
mezse de (Sputnik ya da MIRV bunun kamtıdır), balistik
füzeleri nükleer olmayan bir sistemle önlemek konusunda
karşılaşılan büyük teknik ve parasal sorunlan orta vade­
de çözebilecek düzeyde olduklannı gösteren hiçbir belirti
yoktur.
Sovyetlerin füzesavar silahlan geliştirme programı,
Amerikalılann SDI'nin ortaya atılmasından önce uygula-

68
dıklan araştırma programıan na benzemektedir (hem de
daha ilkel olmak koşuluyla). Sovyet programı bir '"güven­
ce" satlamaktan çok, karşı tarafin bu alanda bir başan
elde etmesi durumunda, konuya bütünüyle yabancı kal­
mamayı amaçlamaktadır.

69
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
SAVUNMA YA DA CAYDIRMA:
ABD'DE STRATEJi TARTIŞMALARI

Ronald Reagan'm salık verdiği füzesavar savunma


anlayışının yeniden gündeme gelmesi, Amerikan kamuo­
yunun duyarh olduAu bazı noktalan (ABD toprakJannın
Sovyet füzelerinin insafına kalmış olduAu düşüncesinin
Amerikan kamuoyuna yaptıılı dayanılmaz baskı) günde­
me getirmese Amerikahlarca bu kadar kolay benimsen­
mezdi.
Amerikan toplumunu gerçekten inciten bu olgu
19501i yıllann sonlannda ortaya çıktı ve doMuklan top­
raklan yakıp yıkan muharebelere daha alışkın olan Av­
rupalılann savaş karşısında sergiledikleri bir çeşit kader­
cili�ne hiç benzemiyordu. Yüzyıllar boyunca, Avrupa kı­
tasındaki her insan kuşaftı savaş deneyimini yaşadı. Yur­
dun işgale uıP"aması, yurdu savunmak için yapılan feda­
karhklar, düşmana karşı dayanma, yaşlı Avrupa'nın bu­
günkü liderlerini derinlemesine etkiledi.
Avrupa'nın koşullanyla, komşulan arasında düşman
devletler bulunmayan ve Asya ile Avrupa'daki kanşıklık
bölgelerinden iki okyanusla ayrılan ABD'nin koşullan
arasında hiçbir benzerlik yoktur. ABD'nin bu coıP"afı ko­
numu, kamuoyunda ve yerel aydınlarda uluslararası
olaylar karşısında sergilenen ilgisizliği ve hatta küçümse­
rneyi açıklar ABD, büyOk çatışmalardan bile e tkila nme­
.

yen bir soyutlanmışlık içindedir.

I. Bir Amerikan Savaş Üslubu

20. yüzyıl boyunca biçimlenen Amerikan savaş üslu­


bu, "boy'1ann götürülüp banndınldı!lı, beslendiği ve en
hiz1ı ve en etkili biçimde düşmanla savaşabilecek koşul-

70
larla donatıldığı uzak ülkelerdeki savaşlardan başka tür­
de bir çatışmayı öngörmüyordu. Oğullannın yaşamı m cö­
mertçe harcayan, ya da bu konuda çok cimri olan, topra­
ılın her metre karesini tannrun bir lutfu ve her insanı bu
topraılı işieyecek kutsal varlık gibi gören -ABD ile İsrail
gibi- uluslar vardı.
ABD yüzyıldır yoğun tarım ilkesinden çok sermaye­
yoğun ilkesine dayanan bir savaşı seçme ayncalığmı taŞl ­
maktadır. Amerikalılar, iktisadi kaynaklannın ve bilim­
sel üstünlüklerinin, kendi çıkarlannı -en hızlı biçimde, en
az can kaybıyla ve özellikle de ülke topraklarını asla teh­
likeye düşürmeden- karışıklıkinn kışkırtma olgusuyin
ba�daştırmak için yeterli olduğuna inanıyorlardı.
Hiçbir silah bu savaş üslubuna atom bombası kadar
uygun düşemez. Gerçekten de, savaşın yarattığı bütün
sorunlan bir anda çözen bu kitlesel yıkım silahı çok iyi
bir araç degil miydi? Amerikalı gazeteci Walter Lipmann,
Amerikan yurttaşlannın büyük çoğunlugunun bombardı­
man uçaklan-nükleer silahlar ikilisine duyduğu aşın gü­
veni acı acı anlatıyordu: ''Bu, wisful thi nking'in askeri
alandaki kusursuz bir uygulamasıdır: ul usal çaba, talim,
askere alma, disiplin gerektirmeyen, yalnızca para ve bil­
gi (yani bizde bol bulunan iki şey) gerektiren bir savaş.'·24
Ellili yıllarda nükleer silah sürekli gündemdeydi,
çünkü bu silahı gerçekten kullanabilecek tek ülke ABD'y­
di. Ne var ki 1958'den başlayarak veriler değişti: Sovyet­
ler Birliği kıtalararası füzeler yapmıştı ve Amerikalılar
tarihleri boyunca karşılaşmadıklan bir sorunla burun bu­
runaydılar; ABD topraklarının da mutlak bir saldırı teh­
likesiyle karşı karşıya olduğunu ö�enmişlerdi. Bundan
sonraki otuz küsur yılda Amerikalıların strateji düşünce­
si tarihi bu sorunu çözmek ya da en azından tehlikeyi
azaltmak için verilen çabalarla doludur.
Kaldı ki, siviller hiçbir ülkede ABD'de olduğu kadar

:ıc Lawrence FREEDMAN'ın alıntısından, The Evolution of Nuclear Stra­


tegy, say. 48.

71
askeri öğretiler üzerinde etkili olmamıştır; zaten bu ülke­
yi kuranlar sürekli bir ordu düşüncesinden bile nefret et­
mişlerdi. Amerikalı ilk nükleer kurarncılar (Bernard Bro­
die, Herman Kahn, Paul Nitze, Thomas ScheJiing, Albert
Wohlstetter) general de�il fizikçi ya da iktisatçıydılar. Bu
kişilerin kültürel e/Ptimleri, onları, anlaşmazlıklann kö­
kenlerini düşünmekten çok, kaynaklan en yüksek verim­
le kullanmaya (y sayıda bombardıman uçağına yerleştiri­
len x sayıda nükleer başlık, z sayıda kenti yokedecektir).
diplomatik kurnazilkiara ya da savaşaniann yititlitini
düşünmeye itiyordu.
"Amerikalılar özel kültürel etitimlerinin etkisiyle,
uygulamadaki her sorunun bir yanıtı oldu�nu düşj.lnme­
ye iti1iyorlardı. Hesaplara ve sayılara dayanan öngörüle­
re güveniyorlardı. ( ... ) Patlamanın yolaçtığı ölü sayısına,
maliyet-kar oranına, hayatta kalabilme oranına başvuru­
larak stateji sorunları tartışıldı" diye yazıyor Freeman
Dyson.25
Yetmişli yıllardan başlayarak, kapalı bir aydın dün­
yaya doğru kayış gözle görülür hale geldi: Arthur Schlesin­
ger'e göre "Strateji havarileri bir toplui�e başına dengeli
olarak kaç nükleer başlık yerleştirilebileceğini hesaplar­
ken, gerçeklik bir düşler dünyasında yokolup gidiyordu.26
Amerikan öğretilerinin valsi, teknolojik gelişmenin,
Washington'daki siyasal detişikliklerin ve Sovyet giri­
şimlerinin sonucu ortaya çıkan yeni belirsizliklerin düze­
nine ba�lı olarak hızlandı ya da yavaşladı. Stratejik sa­
vunma girişimi, bir dansın şu andaki son dönüşüdür,
ama ileride birçok başka dönüşle de karşılaşılacaktır. Bu­
na karşılık müzik hep aynı kalmaktadır: nükleer silahia­
nn "akılcı"' biçimde kullanılacağı "sınırlı" savaş senaryo­
lanru çog-altarak, son özveriyi bir şeytan kovma törenine
dönüştürmek.

25 Freeman DYS�. Weapons and Hope, Harper and Row, New York,
1984.
26 Arthur SCLESINGER Jr "Foreign Policy and the American Caracter"
..

Foreign Affairs. 1 983 Sonbaharı, say. 1 1 .

72

Amerikalı profesör Seweryn Bialer, Reagancı lık için
şöyle demektedir: Reagancılık "nükleer eşitlik ikilemi
karşısı nda Amerika'nın gösterdiği iyimser ve halkçı bir
tepkidir. Bu halkçı bir tepkidir, çünkü -gerçekten de­
Amerikan halkına, Sovyetler Birliği ile stratejik açıdan
eşit olma ilkesinin zorla getirdiği çok güvensiz ortamı ka­
bul etme yanhşına düşmeme sözü veriyordu. Reagancılık,
ABD'nin SSCB'ye karşı nükleer açıdan üstünlük sağla­
ması konusunda söz vererek bir önlemler bütününü uy­
gulamaya koydu.( ... ) Sözkonusu uygulamalar, bütün so­
runlann çözüme kavuşturulmasına ve karmaşık sorunla­
no betimlemelere ve basit betimlemelere indirgenebilme­
sine alışmış Amerikan halkçıhğı geleneğine uygundu.27
Amerikan füzelerindeki artış üstünlük sağlama olanalP
verecek boyutlarda olmadığından, basının da büyük des­
teğiyle, Sovyet füzelerinin kullanılamayacak h i
i le getiri ­
leceği düşüncesi Amerikan halkına aşılandı.
ABD savaş üslubundan hiç vazgeçmemişti. Kendi
mezarlığına yönelik bir tehdidin bedelini ödemeden, bü­
tün dünyada kendi çıkarl annı -gerektiğinde güç kullana­
rak- savunabilme düşünü hala görmekteydi . Reagan,
anahtar elinde, onlara hemen bir altın çağ vaat ediyordu.
Stratejik savunma girişimleri konusunda çıkan tartışma­
lar, gene de, ABD'de çok sayıda uzmanın buna inanmadı­
ğıru gösteriyordu.

ll. ABD'de SDI Tartışmaları

Füzesavar savunmasına ilişkin tartışmalann teme­


linde üç sorun yatmaktatiır: bir uzay kalkanı gerçekleşti­
ı-ilebilir mi?; Bu, varol an antlaşmalada bağdaşahilir mi?;
Uzay kalkanı Amerika'nın güvenliğini güçlendirecek mi?
Uzay Kalkanı GerçekleştiriZebilir Mi? - 23 Mart 1983'­
teki söylevden sonra iki inceleme komisyonu kuruldu:

:zı Seweryn BIALER. 'Amerika Birleşik Devletleri ve d�u-batı ilişkileri',


Polit1qUe etrangere, No 3/84, say. 595.

73
"Fletcher komisyonu" ve "Hoffman komisyonu". Komis­
yonların görevi, kullamlacak teknolojilerin durumunu de­
ğerlendirmek ve SDl'nin Amerikan stratejisi ve silahların
denetlenmesi üzerine yaptı� etkiyi ölçmekti. 1984 Oca­
�nda, başlatılan çalışmalann sürdürolmesini destekle­
yen sonuçlar alındı ve Reagan yönetimi tasarı için bir eş­
güdüm örgütünün kurulmasına karar verdi: hava genera­
li James Abrahamson'ın sorumluluğuna bırakllan SDIO­
Stra.tegic Defense Initiative Organization.
Her iki komisyonun hazırladığı raporlar asla bütü­
nüyle yaymlanmadı. Pentagon'un 1984 Nisanmda yayım­
ladı(tı metinler, deliksiz bir fOzesavar kalkanının gerçek­
leştirilip gerçekleştirilemeyecegi konusunda hiçbir bilgi
vermiyordu . Ne var ki her iki raporun yayımianmasını iz­
leyen tamşmalar çok önemli bir noktaya açıkhk getirdi :
Amerikan halkının tümünü savunmaya yönelik hedefin,
yakın gelecekte gerçekleştirilmesi artık olanaklı görülmek­
tedir. Tasarının daha az iddialı bir amaca yönelmesi için
tartişmalarla dolu birkaç ay yetip de arttı : Si\ptanan yeni
amaç bazı yaşamsal derecede önemli 'komuta merkezlerı­
ni ve kıtalararası füzelerin silolarını korumayı öngörü­
yordu.
Savunma Bakanı Caspar Weinberger, elbette bu yo­
rumu kabul etmedi: "Sovyet füzelerini, ABD'de ya da bağ­
laşıklanndan birinin topraklannda bulunan herhangi bir
hedefe yaklaşmadan önce, nükleer olamayan yollarla im­
ha etmeyi denemek istiyoruz. Yani, halkl mı yoksa silah
sistemlerini mi savunalım gibi iki seçenekl e karşı karşıya
değiliz:·28 Gerçekte Reagan yönetiminin amacı, yalnızca
füze silolannın savunulmasına yönelik çalışmaların, bü­
tün Amerikalılan savunan büyük kalkan için atılan ilk
a<lım olduğuna halkı inandırmaktı .
Ne var ki iki sorunun yapısı birbirinden kesinlikle
farklıydı: ICBM silolannın sayısı azdı ve nükleer patlama

28 Caspar WEINBERGER, Annua/ Repott to the Congress- FY 1986,


Washington OC, GPO, say. 55.

74
olasılığı nedeniyle belli bir direnişle kabul edilmişlerdi.
Dolayısıyla, oldukça basit, orta derecede etkili bir sistem
silolan savunmak için yeterliydi; üstelik uzmanlar, nük­
leer bir saldından sonra, füzelerckn yarısının işlevsel hal­
de kalmış olmaSlnı yeterli buluyorlardı.
Kentlerin (zayıf "yumuşak" hedeflerin) savunulması­
na gelince, onlar için kusursuz olmayan bir savunmayı
yeterli bulamayız. Uzay kalkanından SlZan bir tek düş­
man nükleer başlık bile New York gibi bir kenti bütünüy­
le yokedebilecek ve milyonlarca Amerikalıyı öldürecektir.
Yoğım nüfuslu kentsel merkeziere karşı fırlatılan bütün
Souyet füzelerini yoketmek için, kesin bir güvenirliıP olan,
çok karmaşık bir sistem kurmak gerekir.
Oysa şu anda gerçekleştirilebilecek ya da yakın bir
gelecekte geliştirilebilecek savunma teknikleri kesinlikle
yetersizdir. Henüz bilinmeyen tekniklerin geliştirilmesi
ve güçlü, güvenilir ve parasal açıdan olanaklar dışına
taşmayan bir savunma sistemiyle bütünleştirilmesi,
halkları savunmaya yönelik bir ·programı ortaya atmak
için vazgeçilmez bir koşuldur.
Şu ya da bu önleme evresinde kullanılacak füzesavar
silahları'nın betimlemelerine, SDI ile ilgili belgelerde bol
bol rastlanır. Buna karşılık, resmi belgelerde Amerikan
kentlerini koruyabilecek bir füzesavar sistemi üzerine az
çok ayrıntılı hiçbir inceleme bulunmamaktadır. Sistemin
"mimarisi'' konusundaysa, henüz hiç kimse kurgu-bilim
evresini aşabilmiş deıPldir. Profesör Edward Teller bile
en sıradan genel bilgilerin ötesine geçememektedir: "Sov­
yetler BirHıP'nden zararh nesnelerin çıkmasına izin ver­
meyen bir duvar".
Beyaz Saray yakın gelecekte gerçekleştirilebilecek bi­
limsel gelişmelere çok bel bağlamakta ve eskiden şu ya
da bu bilim adamının atom bombası yapmak ya da Ay'a
gitmek olasılığı üzerine sergiledikleri kuşkuyu anımsat­
maktadır. Amerikan diplomasisinin en yetkili dört eski
sorumlusu McGeorge Bundy, Robert McNamara, Gerard
Smith ve George Kennan ise şöyle yanıt veriyordu: "Ay'a
gitmek için harcanan çaba bir düşman tarafından köstek-

75
lenmemişti. Baltah bir Aylı mangası bu çabayı başansız­
lıkla sonuçlandırabilirdi .29
Kuşkusuz 2000 yılına merdiven dayadlğııruz şu sıra­
larda halklann etkili biçimde savunulmasını amaçlayan
bir bakış açısı, gerçekçi bir seçenek sayılmamakta, hatta
SOl'yi savunanlann çoltu tarafından bile benimsenme­
mektedir. Massachusetts Institute of Technology'de gö­
revli Ashton Carter'a göre "Karşılıklı rehine bırakma ola­
sıhgım ortadan kaldıran -yani her süpergücün nükleer si­
lahlar kullanarak karşı tarafa toplumsal açıdan öldürücü
zararlar venne yeteneği- bir füzesavar savunması görüşü
o kadar zayıftır ki, uygulama açısından hiçbir şansı yok­
tur."30 OTA'nın Eylül 1985'te yayımlanan 330 sayfalık ra­
porunda sıralanan sonuçlar, Amerikalllann karşı karşıya
bulunduklan seçme güçlüklerini özetlemektedir:
- ABM savunma sistemi Amerikan ICBM'lerini koru­
mak için yararh olabilirse de, bir nükleer saldın sözkonu­
su oldugıında ABD halkının hayatta kalmasını sa�laya­
maz;
- Füzesavar savunma sistemi, Sovyetlerin nükleer si­
lahlarda maddi indirime gidilmesini kabul etmeleri duru­
munda daha etkili hale getirilebilir. Ama SDI çalışmalan
bugünkü hı21yla sürdürüldüğü sürece böyle bir antlaşma
olanaksız görülüyor;
- SDI, sadece ABD büyük bir teknik başan sa�larsa
ve Sovyetlerle iyi bir işbirliği içine girerse Amerikalılann
güvenlik olasılıgını artırabilir. Ne var ki bu iki koşulun
yerine gelmesi güç görünmektedir. ,
SDI ABM Antlaşmasıyla Bağdaşabilir Mi? - 1972'de
imzalanan ABM antiaşması füzesavar savunma sistemle­
rinin geliştirilmesini büyük bir ciddiyetle ve hiçbir yanlış
anlamaya meydan. vermeyecek bir açıklıkla yasaklamak-

211McGeorge BUNDY ve çalışma arkadaşları, "The Presidenl's Choice


Star Wars or Arms Control', Foreign Affairs, 1984-1985 kışı, say. 267.
30 Ashton CARTER ve David SCHWARTZ, Bal/istic Misst/e Defense
Washington OC, The Brookings tnstitution, 1984, say. 1 1 .

76
tadır: "her iki taraf da kendi topraklannı savunmak için
füzesavar sistemieti k urmamayı ve bu tür bir savunma­
nın temellerini atmarnayı kabul eder ... " -madde 1,2.31 Ro­
nald Reagan'a gelince, o, ABD ile Sovyetler Birliği arasın­
da yapılan silahlan sınırlandırma antlaşmalanna hep
karşıydı ve çevresindeki görevliler bu antlaşmayı birçok
başka şeyin yamsıra- 1981 yılında Amerikan savunma­
sında görülen yetersizliğin bir sonucu saydılar.
Amacı, aslında, geniş ölçekli bir füzesavar savunması
geliştirmek olan SDI'yi ortaya atmadan önce, Başkan Ro­
nald Reagan antlaşmanın eskimiş olduğunu açıklamadı.
Hatta st ratejik savunma girişimiyle, 1972'de imzalanan
antlaşmalanf\ bağdaşıp bağdaşmayacağı sorunu belki ak­
lına bile gelmedi.
1983 Martındaki açıklamadan sonra Beyaz Saray ih­
tiyath bir strateji benimsedi. Antlaşmayı geçersiz ilan et­
mek büyük diplomatik zararlar yaratacak, üstelik Sov­
yetlerin kaba saha, ama Amerikan stratejik denklemleri­
ni daha karmaşık hale geti rebilecek bir füzesavar savun­
ma sistemini hızla kurarak, bu davranışa yanıt verme
tehlikesini de doğurabilecekti. Dolayısıyla Pentagon bir
yandan Sovyetleri antlaşmanın birçok maddesini "çiltne­
mekle'' suçlarken (bkz. bölüm III), öte yandan da Reagan
yönetimi antlaşmalann boşluklanndan yararlanarak,
SDI'yi antlaşmalarla bağdaştırmak üzere bir hukukçular
ordusunu seferber ett i. Beyaz Saray'ın öne sürdüğü (ço­
ğunlukla gazetelere sızan haberler biçiminde ortaya atıh­
yordu) üç sav varclı:
• Birinci sav: araştırmalara izin verilmeliy di. Ama
"araştırma" nerede bitiyor ve yasak olan "geliştirme" ne­
rede başlıyordu? Burada da birçok belirsizlik vardı; ama
her iki tarafin da genellikle kabul ettiği bir yoruma göre,
geliştirme, bir ilkörnek laboratuvar dışında test edildiği
anda başlıyordu.

31 US Arms Controland Disarmament Agency, Arms Control and Disar­


Washing­
mament Agreements: Texts and Histories of Negotiations,
ton DC, GPO, 1982, say. 139.

77
1972'de imzalanan antlaşmanın geçersizHği üstüne
yapılan tartışmalar sırasında Amerikalılar bu tanımı,
sözkonusu deneyleri yapay uydular aracılığıyla gözlemle­
me olanağına ba41adılar. Elbette, hem Amerikalılara hem
de Sovyetlere göre, bir çatı altında yapılan bütün dene­
meler serbest değildi (Reagan yönetiminin bazı sorumlu­
lan bugün bunu açıkça söylemektedir).
• Tartışmalı ikinci sorunsa ana ög'e)erdi. "Ana ög-e"
nedir? Antlaşmaya göre üç ana ö�e vardır: füzeler, fırlatı­
cılar (silolar ya da fırlatma rampalan) ve radarlar. Yeni
sistemler de ana ö�e olarak kabul edilmekte midir?
TRIAD programıyla geliştirilen çeşitli araç gereçleri (bir
lazer, bir ayna ve bir teleskop; bkz. böl arn II) olası bir
"ana öğe"nin basit parçalan olarak kabul eden Penta­
gon'un öne sürdügü sava göre, laboratuvar dışında bile
testler yapma ol8!'a4ı vardı . Amerikalı uzmanlann çoılu
bu yorumu pek do�u bulmadılar; ne var ki ortada kesin
bir gerçek vardı: antlaşmanın hiç de açık seçik olmadı!lı.
• Üçüncü sav: "iki yönlü kullanılabilecek" teknolojile­

ri -özellikle uydusavar silahlan (ASAT) ve taktik füzesa­


var füzeleri (ATBM) antlaşmayla sımrlandınlmamıştı.
Sav, hiç de�ilse biçimsel açıdan, dogruydu. Bu "ikllf' ye­
teneğe ilişkin en önemli örnek, HOE programındaki ara­
yıcı başlık, Miniature haming uehicle'di Bir fuzesavar si­
.

lahı olarak kullanılmadan önce, bir uydusavar silahı ola­


rak düşünOlmüştü (bkz. bölüm II). Taktik füzesavar füze­
leri (ATBM) araştırmalan ve denemeleri de antlaşmada- '
ki yasaklan aşma olanagı verebilir. Gerçekten de taktik
füzesavar füzelerinin geliştirilmesi, kıtalararası füzelere
karşı yararlı sistemlerin oluşturulmasına zemin hazırla­
yabilir. Bunlar bugün bile denizaltılardan fırlatılan stra­
tejik füzeleri (SLBM) bir ölçüde yakalayabilecek yetenek­
tedirler.
Bütün ba4ımsız uzmanlar, sözbirliği ederek, bu silah
kategorilerinin varolan antlaşmanın özünü tehdit ettiğini
ve doldurolması gereken bir temel boşluk bulundugunu
söylüyorlardı. Yasal sorunlar uzmanı Amerikalı üç ünlü
hukukçu Abraham Chayes, Antonia Handler Chayes ve

78
Eliot Spitzer'in silahiann denetimine ilişkin ortak yargısı
çarpıcıdır: ASAT ya da ATBM programlan etiketi altında
ABM teknolojilerini geliştirme girişimi yasal açıdan na­
muslu bir davranış olmayacak ve teknik açıdan da pahai­
h olacaktır. (...) Bütünü bakımından -hedefleri ve
felsefesi- ele alındığında SOl'nin antlaşmanın amaçlan
ve hedefleriyle çeliŞtijti açıkça ortadadır."32
Ne var ki bütün bunlar, Reagan yönetiminin bazı
üyelerini -doksanh yıllarda- antlaşmayı bütünüyle ve ko­
layca rafa kaldırma karan almaktan ahkoymadı. Eğer bu
uygulama ABD'nin ulusal güvenliğini açıkça artıran bir
uygulama olsaydı, kuşkusuz Amerikalllann ç�u tarafın­
dan desteklenirdi. Ama bugün füzesavar savunmasına
ilişkin çabalann hakhhğı tartışılırken, 1972 antlaşmalan
dillerden düşmemektedir.
Bu Iyi Bir şey mi? - Ronald Reagan'a göre misilierne
tehdidine dayalı nükleer caydıncılık ahlak dışı'dır. "Öç
almak yerine insaniann canlannı kurtarmayı amaçlayan
bir sistemden daha ahlaki ne olabilir? Hiç kimseyi tehdit
etmeyecek sistemlere güvenmek amacıyla, her şeyi yoket­
me tehdidi yaratan bir yeteneğe bağımlı kalmaya son
vermekten daha banşçı bir tutum olabilir miT33
Caydıncılığın ahlaki yanı, ABD'de Reagan dışındaki
insaniann da kafasını kurcalıyordu: bu konuda, Amerika­
h piskoposlann 1983 yılındaki nükleer silahlar üzerine
yazdıklan piskoposluk mektuplan anımsanabilir. Bu
mektuplar, -işi yapısı bakımından caydıncıhk olgusunu
suçlamaya kadar vardı'rmadan- nükleer silahiann siville­
re karşı kullanılmasına ve "özellikle de" atom silahlannın
kullamlmasına açıkça karşı çıkıyordu.
Sorun, ahlaki açıdan terör dengesinin kolayca kabul
edilmemesinden kaynaklanıyordu: hem her türlü savun-

32 Abraham CHAYES ve çalışma arkadaşları, ·space Weapons: The


Lega Conle)(t•, Daedalus, 1 985 yazı, say. 215.
33 Ronald REAGAN, 29 Mart 1985'te National Space Club'de verdigl ve
Wireless File'ın 61. sayısında yayımlanan söylevden, US Information
Service, Paris, 1 Nisan 1 985, say. 2.

79
ma girişiminden, hem de, saldırıya uğramlması halinde,
elde bulunan etkili misilleme olanağından vazgeçmek.
Gerçekten de, tehlike içindeki bir insan en do�al hak­
kmdan, yani korunma hakkından nasıl gönül rahatlığıyla
vazgeçer? Ve bizimle aynı korkulan, aym sıkıntılan ve
aynı umutlan paylaşan erkeklerin ve kadıniann körükö­
rüne yokedilmesinden nasıl sevinç duyulabilir?
Albert Wohlstetter gibi kurarncılar ya da Fred lkle
gibi Reagan yönetimi sorumlulan, "karşıhklı yoketme gü­
vencesi"nden en az yirmi yıl önce vazgeçmişlerdi. Bu gibi
kişiler, Sovyetler Birliği ile ABD arasında uzlaştırılması
olanaksız bir siyar�al çatışma bulundu�una kesin biçimde
i na nıyorl ardı . Dolayısıyla, yalnızca silahları denetim al­
tında tutınayı amaçlayan basit önlemlerle stratejik bir
denge sağlanamazdı. Sonuç olarak, uluslararası iHşkiler­
de istikrarsızlık kaçınılmaz ve sürekli bir gerçeklik ola­
rak kabul edilmeli ve ABD, Sovyetler Birliği'ne karşı tek
yanlı ôlarak davranarak, istikrarsızlığın getireceği sonuç­
lara katlanmalıydı.
Ikle şöyle yazıyordu: ''karşıhklı sınırlamaya (mutual
restraint) dayalı bir de�şmez denge, psikolojik olarak,
sürekli varlığını sürdüren karşılıklı yıkım tehdidiyle bağ­
daşamaz. Bu kanşımm ilk ana maddesi uluslararası iliş­
kilerdeki (. ..) en iyi öğeler, ikincisiysa en kötü ö�elerdir
( ... ). Değişmez ve karşılıkh olarak kabul edilen bir güç­
süzlük dogmasına İnananlar, bu uzlaşmazlığın dinamiği­
ni kavrayamazlar. Çok övündükleri stratejik düzenleri,
özü bakımından istikrarsızdır."34
Tutucu uzmanlara göreyse, nükleer çağda savunma­
Iann "istikran bozduğunu" öne süren tabuyu yıkmak, pa­
sif (sığınak)ar) ve aktif (füzesavar silah lan) korunma sis­
temleri oluşturmak gerekir. Bununla birlikte bütün Rea­
gan yandaşlan bu tür önlemlerin hayranı değildir; bunun
nedeni öğreti değil, maliyet-etkililik oranı degerlendinne-

:ıoı Fred Iki{!, 'Nuclear Strategy·, Forergn Affairs 1, 1985 ilkbaharı say.
817,

80
sinde karşılaşılan olumsuz tablodur.
B u noktadan yola çıkarak, ABD'nin güvenliğini Sov­
yetleT Bil"lilti'ne kaTşı bir çeşit nükleeT üstünlük sağlaya­
rak iyileştirme girişimi ortaya çıkmıştır. Atılması gere­
ken bir tek adım vardır. Başkan'ın çevresindeki birçok ki ­
şinin duraksamndan ataca� bir adımdır bu: örneği n Ge­
neral James Thomson, Rand Copporation'da, '"Stratejik
savunmalar alanmda Sovyetler Bil"liği'ne karşı anlamh
bir üstünlük elde etmeyi başanrsak, işte ancak o zaman
gerçek bir stratejik üstünlük sağlamış oluruz. Bu durum
bütünüyle lehimize blaçaktır. Tersine, Sovyetlerin aynı
alanda bize karşı anlamlı bir üstünlük elde etmeleri du­
rumunda ortaya çıkacak sonuçlar ABD için stratejik açı­
dan felaket olabilir"35 demektedir.
Yürütülen mantık çok basittir. Varolan ya da gelişti­
rilmekte olan saldın sistemleriyle tamamlanan füzesavar
savunmalan, gerçekten de ABD'ye düşmanı daha önce
vurma yeteneği kazandırabilir. ABD, uzaya yerleştirdi ği
lazer sihıhlannın -ya da başka silahlann- saldın potansi­
yelini kullanmadan bile, Sovyetler Birliği'ne karşı sürpri z
bir nükleer saldın başl atabilir ve füzesavaı sistemleri sa­
yesinde misillernelerden korunmak için uzay kalkanın­
dan yararlanabilir.
Başlangıçta hiçbir saldırgan amacı olmayan bir ay­
dınca düşünce, yani misillernelere dayanan bir caydıncılı­
ğın eleştiı;lmesi, sonunda, çok yönlü silahlanma prog­
ramlanTil haklı çıkaran b\r görünilm aldı . Amerikan bi­
lim adamlannın çoğunun SOl'ye \htiyatla baktığını, hat­
ta açıkça düşman olduğunu ve hala '"karşılıklı yoketme
güvenliği"" ilkesini daha az kötü bulmaya devam ettiğini
gösteren de işte bu gelişmedir.
Sovyetler Birliği ile görüşmeler yapılmasım savunan­
lar, ABM sistemlerinin istikrar bozucu oldu�nu, zira si­
lahlanmayı hızlandırdığım öne sOruyorlardı: gerçekte her

35 James Thomson, 'Sirategic Delense and Deıerrence·, RANDIP·6985


Mayıs 1984, say. 13.

81
iki taraf da yalnızca savunma sistemlerini geliştirmeyi
amaçlamakla kalmıyor, karşı tarafın füzesavar savunma­
sını boğacak, delecek ya da düşman savunma sistemine
sal<lırma olanağı yaratacak, düşmanın savunma sistemi­
ni silahlanndan anndırncak yetenekte saldın sistemleri
geliştirmeyi de istiyordu.
Bu sürekli istikrarsızlıga çok daha önemli başka bir
istikrarsızlık daha eklenmektedir: bunalım çıkması ha­
linde, tarallann her biri karşı tarafın ABM sisteminin et­
ki gücünü ve gerçek görevini araştırabilir ve düşmanı da­
ha önce vurma girişiminde bulunabilir. Öte yandan, sil­
pergüçlerden birinin öbüründen önce savunma sistemini
kurmayı başarması durumunda, stratejik dengedeki bu
bozulma çok daha tehlikeli hale gelecektir.
Halkın korunmasını amaçlayan bir uzay kalkanı dü­
şüncesinin "bir düş", ama tehlikeli bir düş olduğunu dü­
şünen McGeorge Bundy, Robert McNamara, George Ken­
nan ve Gerard Smith gibi kişiler işte bu görüşü savundu­
lar. Bu kişilerin irdelemelerine güre Sovyetler Birliği, an­
cak kendi füze saYlsını artırarak, Amerikan savunma sis­
temlerini delmek ve etkisiz kılmak için her türden karşı
önlemi alarak SDfye karşılık verebilirdi. Yanş içinde ve
her iki tarafın milyarlarca dolar harcayarak geçirdijti yıl­
lardan sonra, başlangıç noktasına geri dönülmesi kaçırul­
maz bir sonuçtu . Dörtler ise, "yıldızlar savaşı "mn nükleer
silahlann tehdidini ortadan kaldırmaya ya da sınırlama­
ya yaramayacaılJ nı, maliyetler, süre ve sınırsız tehlikeler
alanındaki yanşmaya son verecek bir reçete olduğunu be­
lirtiyorlar.36
Avrupalı baglaşıklar arasmda da çok yaygın olan bu
kaygılar, Amerikan yönetiminin resmi tavnn� ya da en
azından bu tavrı ortaya koyuş biçiminde biraz degişiklik­
ler yapmasına yolaçtı. Geleneksel Amerikan stratejisiyle
"bağları n kopanlması"ndan artık daha az sözedilmekte
ve yeni savunma sistemlerinin eklenmesiyle caydıncılı-

3' McGeorge Bundy, daha önce belirtilen madde, sayfa 273.

82
ğın "güçlendirileceği" söylenmektedir. Dahası, SDI'nin
daha uzunca bir süre bir "araştırma program1" olarak ka­
lacağı ve bir füzesavar kalkanı uzaya yerleştirilecek olur­
sa bunun daha önce Sovyetler Birli�i'yle görüşüleceği
vurgulanmaktadır.
SDI'nin yolaçtıltı ökreti yıkımianna kuramsal bir tu­
tarlılık kazandırma çabasını, Beyaz Saray'ın uzay danış­
manı ve Dışişleri Bakanlığının silahiann denetlenmesi
konusundaki danışmanı Paul Nitze gösterdi . Paul Nitze,
bundan birkaç yıl önce, yeni bir caydıncıhk dengesi kur­
mak için bir çeşit "anlaşmah geçiş" süreci önerdi . Yeni
denge, hem saldın silahlanna, hem de sınırlı savunma si­
lahlanna dayanacaktı. İki tarafa ait bütün stratejik güç­
lerin güvenlik içinde tutmasında her iki süpergücün de
ortak çıkarı bulundugunu vurguladı. Günümüzde bu gü­
venlik yalnızca denizaltıların taşıdığı füzeler için geçerli
olduguna göre, iki büyük devlet, komuta merkezlerinin,
ya da kıtalararası füze ve bomba taşıyıcı uçak üslerinin
korunmasına yönelik sınırlı savunma sistemlerinin ger­
çekleştirilmesi için anlaşmaya varabilmelidirler.
Bu kavramsal çerçeve içinde halkiann savunulması
ve misilierne tehdidinin ortadan kaldınlması, artık, uzak
ve belirsiz bir gelece�e ertelenen basit göndermeden baş­
ka bir şey değildir. Bununla birlikte bu şema, Amerikalı
ve Avrupalı "banşseverleri" -en aZlndan bir bölümünü­
rahatiatma olanağı vermektedir.
Dahası, SDI yandaşlannın çogunlukla önemsemediği
bir veriyi de hesaba katmaktadır: uzay kalkanı ancak çok
sınırlı indirgenmiş saldın güçlerine karşı etkili olabilir.
Reagan yönetiminin Sovyetler Birliği'yle sürdürülen gele­
neksel görüşmelere tekyanlı ve alterna tif bir girişim ola­
rak kabul ettiği füzesavar sistemleri, aslında Sovyetler
Birliği'nin iyi niyetine ba�lıydı. Böylece iki taraf arası n­
daki görüşmeler, usa aykın gibi gelse de, uzay kalkanının
ana �esi haline geliyordu.
Oysa, Kremlin'in elindeki silahiann zorunlu olarak
kıSltlanması da (Ronald Reagan bu konudaki dileklerini
sürekli dile getirmiş, Mihail Gorbaçov ise Ocak 1986'da

83
sundugu silahsızlanma planında konuya deginmişti)
Kremlin için gerçek bir karabasan olan "yıldızlar sava­
şı''nın terkedilmesini gerektiriyordu. Dolayısıyla Paul
Nitze'in oluşturdu4u şema bile, çözümleyemeyeceA'i kadar
büyük sorunlar yaratmaktaydı.

84
BEŞİNCi BÖLÜM
SDI EKONOMİSİ

Teknik güçlükler ve stratejik tarti şmalar, bir buzda­


ğına benzeyen SDI'nin yalruzca su üstünde kalan bölü­
müydü. 'Yıldı zlar savaşı"nı savunanlar parasal güçlük­
lerle de karşılaşıyordu. Reagan yöneti minin ikinci kez se­
çilmesiyle birlikte, Pentagon'a verilen ödenekler de,
Kongre'nin devletin giderek artan açıklanyla mücadele
konusunda aldığı kararlardan nasibini aldı. 1986 mali yı­
lının Savunma bütçesi , Temsilciler meclisinde ve Senato'­
da 1985 yıh bütçesiyle aym düzeyde tutuldu: böylece Pen­
tagon hesaplannı yeniden yapmaya, hatta bütçesinde ba­
zı açık kesintiler uygulamaya zorlandı . SDI için Beyaz
Saray, 1986 yılında 3, 7 milyar dolar istemişti. Parlamen­
toda uygulanan uzun bir mekik siyasetinden sonra, bu
miktar 2,75 milyar dolara indirildi. Şubat 1986'da Caspar
Weinberger, 4,8 milyar dolarlı k bir ödenek istegiyle yöne­
time başvurdu: C. Weinberger'in istediği bu rakkam, çok­
yıllık SDI programında öngörülen miktann çok az altın­
daydı. Bununla birlikte sözkonusu iste�n yerine getiril­
mesi kesinlikle olanaksızdı.
Askerlere açık çekierin verildiği dönemler gerilerde
kalmıştı. Savunma Bakanhğırun her dairesi, her progra­
mı, ödenekleri elinde tutahilrnek için mücadele etmek zo­
rundaydı. Ronald Reagan'ın gözdesi SDI programı bile
güçlü rakiplerle mücadele etmek zorundaydı: üstelik SDI
programı uzun vadeli bir araştırma programıydı ve elde
edilecek sonuçlar da kuşkuluydu.

85
I. SDrnin Bütçesi

Reagan yönetiminin 1984'te Kongre'ye sundu� beş


yıllık stratejik savunma bütçe tasansı, 1984-1989 mali
yıllan için 8,6 milyar ek ödenek öngörüyordu: bu öde­
nekle birlikte, araştırmanın ilk evresine ilişkin maliyet
yaklaşık 34 milyar dolara yükselmiş oluyordu. Ne var ki
Pentagon, 1985 mali yılı için istedi� 2,6 milyar dol arın
ancak 1,4 milyar dolarını elde edebildi; 1986 yılındaysa ­
daha önce de be1irtti#imiz gibi- ancak 2,75 mHyar dolar
alabildi.
1990'dan sonra SOl, o yıllara kadar varh�nı sürdü­
rebilirse, çok daha büyük meblatlara gereksinim göstere­
cektir. Seksenli yıllarda yapılan araştırma çahşmalannın
ürünü olan çok sayıdaki silah ilkörne� için öngörülen de­
nemeler, gerçekten çok pahalıya malolacaktır ve "yıldız­
lar savaşı ..nın faturası katlanarak 1986 yılı için 70 milyar
dolara ulaşacaktır.
Bu de�erlendirme de çok iyimser bulunabilir: Pers­
hing-2 füzelerinin üretimiyle görevli Martin Marietta, si­
lah şirketinin başkanı Norman Augustine'e göre, karma­
şık bir silah sisteminin ABD'de büyük gecikmelerle işlev­
sel hale gelmesi, başlangıçta öngörülen bütçenin üçte bir
ya da daha büyük oranda aşılması ve hizmete girme tari­
hinin başlangıçtaki varsayımlardan birçok yıl geriye kay­
ması çok normaldir. Sonuç: program bugünkü biçimiyle
korunutsa, SDI bütçesi 1995 yılianna doWtı, çizimler ve
birkaç ilkörnek dışında hiçbir şey üretmemiş olmasına
karşın 100 milyar dolara yükselebilir.
Ayrıca bu miktarlann SOl etiketi altma yazılmamış,
ama stratejik bir savunmanın geliştirilmesine sıkı sıkıya
bag-lı etkinliklerle iJgiJj bir dizi harcamayı (sözgelimi, Bü­
yük Okyanus'taki Kwajalein fü zesavar deneme üssünün
işletme giderleri, taktik füzesavar füzeleri programı
[ATBM], ileri uyan sistemlerinin modernleştirilmesi, bü­
yük Pave Pawns radarlannın modernleştiri lmesi, uydu­
savar füzelerinin [ASAT) yapılması ve yerleştirilmesi ,
OARPA'nın gerçekleştirdiği ileri bilgiişlem, bilgisayarlar,

86
ı985'TE y l'faAMlK TAHMINI SOl BÜTÇEsi
(nıllyon dolar)

Malyıl ,_. 1g85 1986 1987 1988 1989 1990 Toplam

vonetimin IsıediCI mktar .1 1777 6165


Kongre'nin verd!QI miktar .1 1397 2750
3722 4908 7300 8634 33.497

mikroişlemciler, yüksek hızlı entegre devreler [VHSIC]


ya da Pentagon'un çeşitli bihm dairelerinde yapılan yeni
gereçler) hesaba katmarlığını da belirtelim. Bunlara bir
de, Enerji dairesinin (DOE) bazı stratejik savunma prog­
ramianna yaptı� dolaylı ya da dolaysız katkılan da ekle­
mek gerekir.
1984 yılı bütçesinde, Pentagon'un "araştırma ve ge­
liştirme" görevleri için istedi� toplam fonlarda SOl'nin
payı ancak yüzde 3,7'ydi. 1990 mali yılı için yüzde 13,1'i
aşacak bir yüzde, "yıldızlar savaşı"nı, tahmini bütçesi en
büyük artış gösteren askeri araştırma programı haline
getirecektir. Bununla birlikte, Başkan Reagan'ın düşleri­
ni gerçekleştirmeye başlamak için öngörülen miktarlar,
örne�n Kongre'nin yalnızca 1985 yılında bütün askeri
araştırmalara yönelik olarak kabul etti� 34,7 milyar do­
larla karşılaştınldığında çok küçük kalmaktadır. Gene de
SDI, Araştırma ve Geliştirmenin (A & G) en kanşık alan­
lan nda, özellikle de yakalayıcılar, ileri bilgiişlem, uyanl­
mış enerjiler alanlannda önemli meblağları toplamakta­
dır. 1986 yı1ında, yalnızca yakalayıcıların geliştirilmesine
(SATKA [Surueillance, Acquisition, Tracking and Kill As­
sessment: Gözetleme, hedeflerin tesbiti, belirlenmesi ve
nişan alma, atışların değerlendirmesi]), ayrılan para, Ge­
neral Abrahamson'ın sunduğu bütçenin yüzde 37'sini bul­
maktadır. Buna, sistemlerin analizi ve muharebe yöneti­
mi için ayrılan ödenekleri de eklersek, asıl "silahlar"a de­
�1, hedef tesbitine ve verilerin, işaretierin de�erlendiril­
mesine yönelik ödenekierin SDI bütçesinin yüzde 43, 7'si­
ne ulaştığı görülür.

87
SOl ÖDENEKLERINiN DAÖIUMI

1985 manyrtr
1984-1989
SDI bütçeprogramı (milyon do/af} 7986 mal yıh {ıasan)

546
376
SATKA 857 10.500

256
Uyanlmış enerıııı silahlar 844 5.900
Kinetik ene�ıu silahtar 596 5 900
stemler ve muharebe yOnelimi kavramr
Si 99 227 1.100

112 222 1.900


Lojlstk, hedef belirleme lsatıetl,
sisıemterın ayakta kalması
Yönelim giderleri 11

Toplam 1400 2750 25.300

leer gOçler ve elki alanjan üzerine yapuflı konuşma; ve The Srraregic Delense lniliatillll Costs,
Kaynaklar: General Abrahamson·ın 21 Şubat 1985,e, Senaıo ah komltesinde, Stratejik nük­

Conır.ıcıors and Consequences, Council of Economıc Priorities, USA. Nisan 1985

II. Askeri Sanayiler İçin Bir Oksijen Çadırı

Stratejik savunma girişimine ba�lı araştırmalara ay­


nlan ödenekler, Amerikan askeri sanayi kompleksi için­
deki büyük şirketlerin bütçeleri içinde bir damla sudan
başka bir şey de�ldir. Savunma araştı rmalanna aynlan
ödenekler artık ABD'deki iktisadi ve bilimsel yaşamda
hesaba katlimaya başlanmıştı ve SDI gelecek için en ola­
ğanüstü kar kaynaklanndan biri sayılmaktaydı.
Pentagon ile birlikte çalışan şirketler, askeri harca­
malann artmaya devam etmesi üzerine bir süredir kaygı­
larım gizlemiyorlardı . Kıtalararası MX füzesi, Stealth ya
da B-lB bombardıman uçaklan ve Tı·i dent füzeleri ı,<ibi
büyük stratejik programlar, 1980'1i yıliann sonlarına
doğru tamamlaoacaktı (elbette, eğer bütçe kısıntılann­
dan çok etkilenmezlerse). Sözkonusu şirketler 1990'h yıl­
larda önemli bir sıkıntıyla karşı karşıyaydılar: varolan
hiçbir büyük askeri projenin, 20. yüzyılın sonunda ger­
çekleştirilmesi tasarlanan Amerikan ordusu silahlarını
modernleştirme amacı için gerekli silah siparişleri alı­
nıncaya kadar "ayakta kalma" olanağı verecek boyutta
olmaması.

88
Aerojet şitketinin başkan yardımcılanndan biri olan
James Rowe, 1985 Ekiminde, Wall Street Journal'de şöy­
le diyordu: "pazarlama sorunlannuzı inceledikten sonra,
saldın silahlan maliyetlerinin arttığını gördük ve savun­
ma silahlan üretiminin daha iyi bir iş oldu(tu sonucuna
vardık"37 İş arkadaşlan nın ço(tu da başkan yardımcısının
bu yargısına katılıyor gibiydi: TRW şirketi, özel personel
alımı konusun daki bir broşüründe, SDI'nin "önümüzdeki
yirmi yıl boyunca silah sanayisine egemen olacağı" görü­
şünü belirtiyordu.
Askeıi sekWrde çalışan büyük şirketler, elbette, Baş­
kan Reagan'ın "temel araştırma" tasansıyla görünüşte
pek az ilbrileniyorlardı . Hepsinin de gözü, SOl'nin bir son­
raki evresi -yani füzesavar sistemlerinin üretilmesi ve ko­
nuşlandınlması (ister yere, ister uzaya konuşlandınlacak
olsun)- üzerine dikilmişti. Gerçekten de, bir füzesavar
kalkanını yerleştirme olanağı bulunduğu anlaşıldıitı an­
dan başlayarak imzalanacak sözleşmelerin yüzlerce mil­
yar dolarlık sözleşmeler olacağı biliniyordu; bunlar, Ame­
rikan uzay sanayisi açısından yüzyılın en büyük işi ola­
caktı .
Sanayiciler de bilim adamlan kadar kuşku içindeydi­
ler, ama savunma silahlan yarışında yarış dışı kalmak
istemiyorlardı. Öncelikle, bir füzesavar kalkanı hiç ger­
çekleştirilemeyecek bile olsa, SDI programı klasik silah
sistemleri alanında kuşkusuz ilginç sonuçlar verecekti
(()rneği n, Deniz Kuvvetlerinin büyük birimlerini koruma­
ya yönel ik radarlar ve küçük füzesavar füzeleri). Bu da,
bütçe zorlamalan nedeniyle acımasız bir rekabete girişen
şirketler için küçümsenmeyecek bir "oksijen çadın"ydı.
Yeni SDI programının öngördüg-ü silah ilkörnekl eri­
nin ya da bir savunma sistemi bileşenlerinin basit işleyiş
"denemeleri" de önemli kar kapılan oluşturacaktı . Son
olarak, Savunma Bakanlığınının araştırma ve teknoloji
çalışmalarıyla görevli eski bakan yardnncısı, askeri sana-

37 Aynı kitapta W.J. B ROAD'un yazısında yeralan alıntıdan.

89
yi danışmanı Richard DeLauer'in de vurguladıgı bir ger­
çek vardı: "işin başında yoksanız, ortasında ve sonunda
da olamazsınız." Uzay kalkanı birkaç yıl içinde gerçekleş­
tirilebilecek hale gelirse, ya da hatta Pentagon kalkanı ya
da bazı füzesavar silahlarını konuşlandırmaya karar ve­
rirse, hiçbir sanayici treni kaçırmak istemeyecekti . Daha­
sı, birçok şirketin daha şimdiden düşündügü bir pazar
daha vardı: Amerikan füzelerine olası bir Sovyet füzesa­
var kalkanı yelpazesini delebilme olanağı verecek karşı
önlemleri alabilmek için gerekli teknolojilerin yaratabile­
ce� pazar.
SDlO'nun 1983'ten beri yaklaşık 260 kadar şirketle
yaptığı birkaç bin sözleşme (sözkonusu sözhşmelerin top­
lam maliyeti 3 milyar dolan aşıyordu), bazı büyük şirket­
lerin yapı sm da zaten de�şiklikler yaratmıştı: savunma
silahlarıyla uıtraşan ve yalnızca bir düzine kadar işçiyle
çalışan küçük bölümler, şirket başkan yardımcılanndan
birinin sorumlul uğıı altına verilmiş, yüzlerce ücretlinin
çalıştığı gerçek bölümlere dönüşmüşlerdi . Sonuç olarak,
savunma sistemleri üzerine çalışma, bu alanda giderek
çekicilik kazanmaktaydı .
Şirketlerin iç yapılanndaki bu yeniden örgütlenmey­
le birlikte, Kongre'ye ve halka karşı ··yıldızlar savaşı'"nı
savunmakla görevli bir birimin oluşturulması da gerçek­
leştirildi. Böylece, SDIO'nun harcadı� her yeni dol ar, bir
iş, çıkar ve tutku zinciri yaratıyordu.
Gündemde başka bir dönüşüm daha vardı : Pentagon
için çalışan yeni bir şirket tipinin geliştirilmesi. Nükleer
silahiara karşı bir kalkan oluşturma düşüne eklenen si­
lahlanma programlanndaki artış, savunma öğ'retilerinde­
ki kanşıklıgı ve çelişkileri artırdı . Silah sistemleri kavra­
mı ve bu silahiann üretimi, kullanımı, başka sistemlerin
ve teme11erinde yatan öğ'retilerle uyumlu hale getiril me­
leri, Savunma Bakanlığı sorumlulanna aşılması güç so­
runlar yaratacak kadar karmaşık bir hal aldı. Dolayısıyla
Pentagon, düşük ücretli kamu hizmeti görecek yerde, da­
ha yüksek bir ücretle dışardan "danışman" olarak çalış­
mayı yeğlemiş, az sayıda, çok özel, sivil ve askeri uzman-

90
lar kategorisinin çalışmalanna giderek daha bağımlı hale
geldi.
1981'den başlayarak askeri harcamalarda görülen
patlama, sadece irdelemelel" üreten şirketlerin gelişmesi­
ni destekledi; bir silah sistemini çalıştırma tarzlan ve
bunlara temel olan öwetiler, askeri mikroişlemciler, Pen­
tagon'un çeşitli daireleri için çok karmaşık silah komuta
sistemlerinin yönetimi. En güzel örnegi. Kaliforniya'daki

SDI HESABlNA ÇALIŞAN BAŞLlCA Ş!RKETLERlN


TIMZALADIGI SÖZLEŞMELER

SDI programının ilk iki yılında (1983 ve 1984) kay­


nakların yüzde 87'si eskiden beri Savunma Bakanlı�yla
iş yapan on büyük Amerikan şirketine verildi. Sözkonusu
on şirketin her biri "ana müteahhit"lik firması prime
conlraclon; olarak çalışıyor, buna birçok taşcron fırma da
eklcniyordu. Buna karşılık prime con lractors'lan n her bi­
ri General Abrahamson'ın ''cngelli yarış" adını verdigi bir
sınavdan geçmek zorundaydılar: bu, araştırmalarının ye­
terli biçimde ilcrlcdigi n i göstermek zorunda olduklan bir
çeşit yıllık sınavdı; sınavı baııaramayanların bir sonraki
ödenekleri kesiliyordu.

SDI kontr.ıılan
SDI söıleşmelerlnin
Şirlıeller 1983·1985 ödenek aynimiş
1983 ve 1984 mal yıh
(bın$} ıopıam yOzdesl

Boeıng 364.331 %22,4


Lockneed 240,165 '1'. 14.7
Mc Donnen Douglas 236.802 % 1 4,5
LTV 210.989 % 12,9

Rodlwell 1nt1
Teledyne 1 1 5.359 % 7,1
88.744 % 5,4
,TRW 76350 % 4,7
Hugues 34.769 % 2,1

Unon
Avco 30.594 % 1,8
25.336 % 1,5

Toplam 1 .423.439 % 87,9

Kaynaklar. Council on Economlc Prior�les. The Strategic Delense lnftlaılve: Cosı, Conı·
ractors & Consequences. 1985.

91
Applications International Corp. (SAIC) olan (bu firma,
1985'te, toplam olarak General Dynamics, Northrop,
Grumman, Raytheon ve RAND corp'tan daha çok SDI
ihalesi kazandı) bu yeni firmaları n çıkarları, altın yu­
murtlayan tavuğu öldürmekten geçmiyordu. Dolayısıyla
bu firmaların uzmanlannın Beyaz Saray'a giderek Baş­
kan Reagan'ın düşünün bir düşten başka bir şey olmadı­
ğını söylemeleri beklenemezdi.

lll. SDI ve ÜniversitelerdekiAraştırmalar

SDIO, ABD içinde ve dışında geniş bir denetleme ağı­


na sahip olma tutkusunu hiçbir zaman saklamadı. Ço­
ğunlukla en ilginç yeniliklerı ve buluşlan küçük şirketler
ya da adları pek duyulmamış üniversitelerin araştırma
ekipleri gerçekleştirir. Buna örnek olarak, James Abra­
hamson'ı n sık sık sözettiği, Kalifomiya Üniversitesindeki
bir gökbilimcinin çalışma giderlerini karşılamak için uy­
guladığı bir yatınrrt tasansı gösterilebilir: sözkonusu ta­
sanda, evrende bilinen bütün gök cisimlerinin çekim
olaylan nı hesaplayabilecek bir bilgisayar modelinin geliş­
tirilmesi öngörülüyordu. "Yıldızlar savaşı"nda kullanıla­
cak silahlar için gerekli bilgi yığınını işlemden geçinnede
yönteminden yararlanılabilecek bir dev simülasyon soru­
nudur bu.
En parlak fikirleri seçip almak için, SDIO James !on­
son yönetiminde küçük bir uzman büro oluşturdu; büro­
nun amacı, küçük üniversite laboratuvarlaıına ve başarı­
sızlık olasılığı çok yüksek, son derece gel işmiş araştırma­
lara girişmiş şirketlere ödenek sağlamaktı . Bu büro,
SDI'ye bırakılan kaynaklann yaklaşık yüzde 5'inden (bu
da hiç de küçümsenmeyecek miktarlar demekti) yararla­
nabilecekti ve böylece küçük tasarılar büyük ölçüde hız­
landınlmış olacaktı. Dolayısıyla, binlerce Amerikalı kü­
çük iş sahibinin ve laboratuvann, bilim adamlannın ve -
birçok düş kınkhğına karşın hala pastadan büyük bir
pay kopannayı uman- Avrupalı PME yöneticisinin de
"yıldızlar savaşı "nı düşlernesi hiç de şaşırtıcı de�·ildir.

92

1
..1
SOl'nin üniversitelerdelti etkisi sanayi alanında ya­
rattığı etlti kadar büyük oldu. James Ionson'ın elinde,
1989 sonuna kadar, yalnızca üniversite araştırmaları m
karşılamak üzere yaklaşık 600 milyon dolar vardı . Araş­
tı.nna yapanların peşinde koşması da gerekmiyordu: 1985
sonunda SDIO merkezinde yığılmış, üniversitelerden ge­
len 1.000 ödenek istejti ve destek bekleyen tasan vardı .
Önemli ödenekler ve bilimsel açıdan son derece çekici
araştırmalar vaad eden "yıldızlar savaşı", çok sayıda
araştıncının ilgisini çekrnekten geri kalamazdı. Bu ne­
denle SDI sorumlulan, daha o tarihlerde, bilim adamlan­
na aşın hızlı bilgisayarlar, muharebe yönetim mikroiş­
lemcileri ya da uzaya yerleştirilmiş lazerler için çok hafif
enerji santrallan gibi alanlarda çahşma olanagı sunan
yanm düzine kadar konsorsiyum kurmuşlardı .
Aynca SDI programı, Amerika'da, Pentagon'dan gele­
cek ödenekiere bel bağlayan üniversite sayısını her geçen
yıl biraz daha artırmaktaydı. Tıp araştırmalan bir yana
bırak.ılırsa (ABD'deki üniversite araştırmalanna verilen
hükümet ödeneklerinin yüzde 50'si), geri kalan bütün bi­
lim alanları, temelde, Ulusal Bilim Vakfı'nın kaynaklan­
na güveniyordu. Oysa artık Savunma Bakanlığının üni­
versitelere ayırdığı ödenekler (1985'te 930 milyon dolar),
Ulusal Bilim Vakfı'nın ödeneklerini aşıyordu.
SDI, ülkenin en yetenekli bilim adamlarının önemli
bir bölümünü kendine çekerek, ülkedelti akademik yaşa­
mı alt- üst etmeye başlamıştı . Sözkonusu bilim adamları,
yavaş yavaş, meslek yaşamlan "yıldızlar savaşı"nın geliş­
mesine sıkı sıkıya bağlı seçlti n bilim adamı kHklerinde
toplandılar;. SDI'ye yönelen bu beyin göçü akademik yet­
ltilileri kaygılandırdı ve Pentagon'un tasarısına karşı çı­
kan bilim adamları hareketine büyük bir atılım kazandır­
dı. Pentagon, uzay kalkarn üzerine yapılan çalışmaların,
öbür yaşamsal alanlardalti çalışmalann ve temel araştır­
malann yerini alarak, üniversite araştırma programlan­
nın odak noktası haline gelmesinden korktu.
Dahası, SDI için gerekli olan gizlilik, akademik öz­
gürlüğü do�udan tehlikeye düşürmekteydi : bir araştır-

93
mamn kilit ö!teleri "savunma" sorununun bir parçasıysa,
herhangi bir çalışmanın sonuçlannı yayıolamak ya da ül­
ke içindeki ya da yabancı bilim adamlanyla bilgi ve fikir
alış verişinde bulunmak olanaltı artık yoktur. Amerikalı
bilim adamlannın önemli bir bölümü, SDI'nin, ABD'deki
genel araştırma kapasitesinde büyük bir yıkıma yolaçabi­
leceıtlru düşünmektedir.
Aynca SDI'nin ticaret alaruna yaptıltı etkilerden de
pek bir şey beklenmemektedir. Çünkü SDI'nin geliştirdi­
ıti teknolojiler henüz üretim süreçleri içinde yeralamaya­
cak ya da sivil üretime katkıda bulunamayacak kadar
(üstelik askeri sır niteliginde olmalan daha başlangıçta
yaygınlaşmalanm engellemektedir) özeldir, külfet1idir.
Şu halde "yıldızlar savaşı"ndan, yalnızca bilgiişlem tek­
nolojileri, mikroişlemciler, yeni araç gereçler, uzayda ula­
şım ve telekomünikasyon alanlannda olumlu etkiler bek­
lenebilir.
Uzmanlar da deı'terlendirmelerinde çok ihtiyatlı gö­
rünmektedir. Sivil kurumlar, nükleer patlamaya dayana­
bilecek kapasitede, ama bu nedenden ötürü maliyeti çok
yüksek bilgisayarlan satın alma gereksinimini gerçekten
duyacaklar mı? Tıpta kullamlan birkaç watt gücünde, yıl­
larca çalışahilen bir lazerle, nükleer bir patlama sayesin­
de üretilen milyonlarca wattlık X ışmıyla ve bir tek defa
çalışan bir lazer arasında ne benzerlik olabilir? Başka
güçlükler de vardır: DARPA'nın ünlü programı VHSIC'in
(aşın hızlı entegre devreler) sivil yaşamda uygulama ala­
m bulması güçtür. "Savunma gizliliği" VHSIC'i öyle bir
koruma altına almıştır ki, bu alanda çalışan şirketler ge­
liştirdikleri bileşenlerin fotoıtraflannı bile yayımlayama­
maktadır. Pentagon'la hiçbir ilişkisi olmayan birçok şir­
ketin pazara Pentagon için üretilene benzeyen ürünler
sürmesi sonucu, oldukça saçma bir uygulama ortaya çık­
maktadır. sm programı, vergi yükümlülerinin ödediıti
paralardan büyük meblaitlar harcayarak Galyum arae­
nürlü bir mikroişlemci geliştinneye çalıştı. Oysa yedi
Amerikan şirketi bunu SDIO'dan önce gerçekleştirmişti .
Bu örnekler daha da çoıtaltılabilir.

94
SDI temel araştırmalara büyük bir ödenek aktarma­
ya devam ettiği sürece, teknolojik gelişme hızmı kaçınıl­
maz biçimde artıracak ve belki de, temel bilim alanında
gerçekleşen birkaç buluşa katkıda bulunacaktır. Görül­
düjtü gibi "yılrozlar savaşı", yalnızca Sovyetler Birliği için
değil, Batı Avrupalı teknisyenler, şirketler ve bilginler
için de gerçek bir meydan okumadır. Öte yandan, SDI gi­
bi askeri bir programın, bilgiişlemi ya da yeni araç gereç­
leri geliştirmek için izlenebilecek en etkili ve en ucuz yol
olduğu da çok kuşkul udur.

IV. SDI Nasıl BenimsetiJebilir?

SDI yetkililerinin girdiği polemiklere ve sergileelikle­


ri iyimserliklere karşın, bir soru hala yanıtım beklemek­
tedir: üzerinde bu kadar tartışılan bir program, birbirini
izleyen birçok mali yıl boyunca uygulamada kalabilecek
midir? SDI'yi savunanlar elbette tasannın durdurolma­
ması için bütün önlemleri almnktadırlar. Savunma Ba­
kanhjp gibi izlediği yol da eskidir: Amerikan Kongresi
kulislerinde ajpr basan ve askeri bütçe oylamalarında oy­
lan çok etkili olan senatörlerin, temsilcilerin seçim bölge­
lerinde bulunan şirketlere sözleşmeler dajtıtmak. Seçimle
iş başına gelenlerin şu ya da bu yoldan sevgisi kazanıla­
rak, seçmeniere iş ve gönenç güvencesi veren bu parasal
çıkan savunmalan ve yenilemeleri sağlanabilir.
Pentagon, bu ''yasal rüşvet" oyununu sonuna kadar
sürdürmekte kararhdır. 1983 ve 1984 yıllan için verilen
SDI sözleşmelerinin yaklaşık yüzde 77'si, Kongre'nin Si­
lahlı Kuvvetler Komitesine ve Savunma harcamalanm
inceleyen altkomiteye üye olan 8 temsilcinin ve 14 sena­
törün eyaJetlerinde ya da seçim çevrelerinde bulunan şir­
ketlerde toplanmıştır. Council on Economic Priorities'in
bir incelemesine göre, bu iki komiteden birine üye bir se­
natörle temsil edilen federasyon eyaletleri, temsilcileri bu
iki koroitede bulunmayan eyaletlere oranla SDI. sözleş­
melerinden -ortalama olarak- altı kat daha fazla yarar­
lanmaktadır. Askeri sanayilerin en güçlü olduğu seçim

95
çevrelerinden gelen temsilcilerin bu türden komitelere
katılma konusunda daha hevesli davranmaları olgusu gö­
zönünde tutulsa bile, gene de ortada şaşırtıcı bir oransız­
hk gözlenmektedir.
Kaçınılmaz hale gelen bütçe kısıtlamalan nedeniyle,
SDI'nin gelece� -ödenek dağıtımı ne kadar akılcı yapılır­
sa yapılsın- güvence altında görülmemektedir. Örneğin,
"yıldızlar savaşı" yandaşlan, kendi saflanna çektikleri
bütün lobileri seferber ederek ve hatta yeni ltişileri ve ku­
rumlan aynı yönetim altında toplamaya çalışarak propa­
ganda kampanyalarını yoğunlaştırdılar.
SDI programını ne pahasına olursa olsun kamuoyuna
ve Kongre'ye "benimsetmek" için gösterilen bu arzu, araş­
tırmaları da etltilemeye başladı. Lawrence Liveı-more la­
boratuvarında SDI hesabına yapılan "sistem incelemele­
ri"nin yönetmeni Doktor Comelius Coll III, 1985 sonun­
da, Pentagon sorumlularının yapılan araştırmalardan el­
de edilen sonuçlan abartarak açıkladıklannı belirterek,
bu konuda şikayetçi oldu. Doktor Coll, Pentagon sorum­
lularının uyguladı� bu yöntem yüzünden, SDI programı­
nın bilimsel inandıncılı�mn da tehlikeye düştüğünü öne
sürdü ve. buna, füzesavar savunma sisteminin gerçekleş­
tirilebilmesi için öngörülen maliyetin de çok düşük tah­
min edildiğini ekledi.
Sandiyn ulusal laboratuvan yöneticilerinden biri
olan Roger Hagengruber, iş arkadaşı Lawrence'ı destekle­
di: "Bilim, görkemli denemeler ve gösteriler gerçekleşti­
rilmesi için yapılan büyük baskılardan olumsuz etkilıme­
cek midir? Yanı t kesinlikle evettir: özellikle de her yıl ay­
nlan ödenek giderek eksiJip dururken."38 Bu tavır alışlar
yeni olgular doğurdu: Pentagon yöneticilerirün uyguladıltı
yöntemlere artık SDI'yi destekleyen araştnıcılar karşı
çıkmaktadır. Hatta Roger Hagengruber işi "kıskıvı·ak
ba!llı piliç" denemeleri örne�ni vermeye kadar götürmek­
tedir: bir piliç kıskıvrak bağlandıktan sonra bir tüfek atı-

:ıa 1 9 Kasım 1985ıe yayımlanan International Herald Tribune.

96
şıyla öldürülür ve tüfeı:;
rin piliçleri öldürdüğü açıklamr.
Ama bu olayın, sık bir ormanda sizden kaçmaya çalışan
bir pilici öldürmekle uzaktan, yakından hiçbir ilişkisi
yoktur."39
SDI tasansırun tek olgusu görkemli gösteriler de�il­
dir. Amerika'daki bütün büyük bilim programlan, e�er
ödeneklerini korumak ve artırmak istiyorlarsa bu süreci
kabul etmek zorundadır. Gerçekte, ABD'nin siyasal siste­
mi kısa vadeli sonuçlan özendirmektedir. Kamu fonlann­
ca giderleri karşılanan araştırmalann, daha çekici başka
araştırmalara ödeneklerini kapurmaması için somut ve
luzlı sonuçlar vermesi gerekir.
Programın ortaya atılmasından başlayarak, SDI so­
rumlulan, "güveni artırmak uğruna gözüpek denemeler"
(BEACON - Bold Experiments to Aduance Confidence)
adını verdikleri olayı gerçekleştirmeye çalıştılar. Daha
sonra BEACON STAR'lara -Significant Technical Achie­
uements and Resea.rch (Teknik buluşlar ve anlamlı araş­
tırmalar)- dönüştü. 1985'te, STAR'\ar gibi en azından üç
göz kamaştıncı deney yapıldJ: Amerikan uzaygemisi üze­
rine yerleştirilmiş bir aynadan bir lazer ışınının yansıtıl­
ması; eski bir kıtalararası Titan füzesinin bir katının la­
zer ışmıyla tahrip edi1mesi; bir Sovyet nükleer başlığı
maketinin tahrip edilmesi (teknik ya da bilim açısından
pek büyük değer taşımayan, ama araştırma açısından bil­
yük sıçramalar olarak nitelenen bütün bu deneyler için
"tartışmalı lazer denemeleri"' başlıklı çerçeveye mıkınız).
Dahası, 1988'deki başkanlık seçimleri yaklaştıkça STAR'­
lann da artacağı sanılmaktadır. Gerçekte, SDI yandaşlan
ya hep ya hiç demektedir: Ronal d Reagan başkanlık koltu­
ğunu devrederken, yerine geçecek kimseyi bir oldu bittiyl e
karşı karşıya bırakmak istemektedir: sanayi kesiminde
iyice kök salmış bir program ve bu programı durdurmak
konusunda Kongre'ye söz vermiş bir yeni başkan.
Bu arada, daha önce de belirtildiı'P gibi, SDI bütçesi

:. 19 Aralık 1985 tarihli international Herald Tflbune.

97
Kongre'de giderek daha büyük güçlüklerle karşılaşmak­
tadır. Uzay savunmasının en ateşli savunuculan bile
1990'a kadar 15 milyar dolarlık bir ödenek elde ederlerse
kendilerini şanslı sayacaklardır. 1985 yıhnm Kasım ayı
sonunda, General Abrahamson, 1986 yılı ödeneğinde ya­
pılacak 1 milyar dolarlık bir kesintini n, eldeki kaynaklan
-uzayda konuşlandınlmış lazerler gibi daha pahalı ve so­
nuçlan belirsiz programlar yerine- daha ucuz ve kısa va­
dede daha umut verici programlarda toplamak zorunlu­
�nu yarataca#ım açıkladı. Amerikan temsilcileri ve se­
natörleri bütçeyi kesin bir.'imde uygulama yoluna gider­
lerse, SOl'ye aynlan ödenekler, SDI programının ortaya
atılmasından önce savunma silahlan alanında yapılan
araştırmalar içın öngörülen bütçeyi miktar olarak aşmaz.
Bu da başlangıç noktasına geri dönüş anlamına gelir: sa­
vunma teknolojileri, Amerikan stratejisinde önemli bir
yer tutar, ama asla başrolü oynayamaz.

98
ALTINCI BÖLÜM
SDI'YE KARŞI EUREKA

"Ylldızlar savaşı" mn ABD'deki savunuculan, yalnızca


devletin bütçe açıklanna bag-h karşı çıluşlara ve Ameri­
kan Kongresindeki bazı üyelerin giderek artan düşman­
lıklanna gögüs germekle de kalmadılar: Mart 1983'te
SDI düşüncesinin ortaya atılmasından başlayarak Beyaz
Saray, NATO'nun Avrupalı üyelerinin kaygı ve kuşkula­
nyla da karşılaştı .

1. Avrupa Savunma ŞemsiyesininAltmda ma?

Amerika'nın danışmayt unuttugu Batı Avrupa, şu ke­


sin soruyu sormadan edemiyordu: Uzay kalkanı Avru­
pa'yı da koruyacak mıydı? Pentagon'un verdig-i birçok gü­
venceye karşın Avrupalılar buna hemen inanmış gibi gö­
rünmüyorlardı . SDI Avrupa'yı koruma yeteneg-inden yok­
sunsa, gerçekten de Batı blogunda -kaçınılmaz olarak­
"eşitsiz güvenlik" bölgeleri yaratacaktı: bir yanda füzesa­
var sistemleriyle korunan ABD, öte yanda savunmasız
bir Avrupa. En kötümser varsaytmlara göreyse, SDI,
Moskova ile Washington arasında bir savunma silahlan
yanşı başlatacak ve bu arada Avrupahlar savunmasız bı­
rak:ılacaktı. Bu durumda Avrupa -birbirlerine karşı kur­
duklan uzay kalkanlannın yarattıılı misilleme olanaklan
sayesinde kendilerini güvenceye alan ve bu nedenden
ötürü Avrupa topraklannda kapışabilecek- iki büyük dev­
letin olası savaş alanına dönüşmeyecek miydi?
Aynca "ytldızlar savaşı", NATO üyeleri arasında gizli
gizli duyulan bir kaygıyt su yüzüne çıkardı : ABD'nin gü­
venlig-iyle Batı Avrupa'nın güvenliğini 'birbirinden aytr­
mak". Avrupahlar, kendini bir Sovyet nükleer saldınsı

99
olasıb�ndan uzak hisseden bir Amerika'mn, -haklı ya da
haksız olarak- Avrupa'yı olası bir konvansiyonel muhare­
be alanı olarak görmeyi, belki de daha az sakıncalı bula­
bilece�nden korkmaktaydılar.
Atlas Okyanusu'nun iki yakasında yaşayan SDI yan­
daşları, bunun yersiz bir korku olduğ'unu düşünmektey­
diler. Amerikan topraklan Sovyet nükleer tehdidinden
yeniden kurtulmuş olsa bile, ABD, -tıplo Sovyetler Birli­
jti'nin nükleer güç adını hakeden bir güce henüz sahip ol­
madı� dönemlerde egemen olan "karşılıklı yoğun misille­
me" ilkesinin yürürlükte oldu� günlerdeki gibi- bir sal­
dın halinde, hiç duraksamadan Avrupa'nın yardımına
koşacaktı. Dolayısıyla SDI Amerika ile Avrupa'nın savun­
masını 'birbirinden ayırmak" bir yana, Atlas Okyanu­
su'nun iki yakası arasındaki güvenlik ba�lannı daha da
güçlenelirecekti.
Ne var ki bu uslamlamanın foyası çok çabuk ortaya
çıktı. Çünkü, gerçekte, yalnızca Amerikalllann bir füze­
savar kalkanından yararlanmalan nı ve bu durumun kar­
şı tarafın gözünü korkutmak ve caydırmak için yeterli ol­
duğunu öne sOrmekteydi. Oysa ABD'nin çalışmalan aynı
hızla sürdürmesi durumunda, Sovyetler Birli�i'nin de er
ya da geç bir savunma sistemine sahip olmaması olanak­
SlZru. Bu durumdaysa Avrupa, Kremlin'in diplomatik
şantajianna çok daha açık hale gelecekti. Gerçekten de
Sovyetler Birlijti, Batı Avrupa ülkelerini nükleer silahlar­
la vurma tehdielini savurarak, rehine alacaklarılı ve Was­
hington'un elinde bu tahelieli dengelayecek bir karşı tehelit
bulunmayacaktı.
Bütün bu açmaziara karşın Pentagon kaneline güve­
nilmesini istiyor, teknolojinin Avrupa'yı da savunan bir f'ı.ı­
zesavar kalkanı yapmaya olanak verecegini öne sürüyor­
du. Ama asıl sıkıntı Pentagon'un kendi �zıyla yaptıjp iti­
raflardan d�yordu: SDfnin öngördüğü çok gelişmiş füze­
savar savunmalan, ICBM'ler (stratejik ve taktik bombar­
dıman uçakları, seyyar fozeler, kısa ve orta vadeli füzeler)
dışındaki nükleer silahiara karşı pek etkili olamıyordu.
Oysa Avrupa için asıl tehdidi de bu silahlar yaratıyordu.

100
Bir gün ABD topraklannı etkili bir biçimde koruyan,
Sovyet ICBM'lerini yokedebilecek (30 dakika içinde) bir
savunma sistemini gerçekleştirebilme umudu, kuramsal
olarak çok uzun bir süre gerektirmektedir. Buna karşılık
Avrupa'yı tehdit eden füzelerin hedeflerine ulaşabilmesi
için yarım saat gerekmemektedir. Çekoslovakya'ya ya da
Doğu AJmanya'ya konuşlandınlabilecek SS-20'1er için on
dakika, SS-23 ya da SS-21 taktik füzeleri için 2-3 dakika
yeterlidir. Düşman füzelerini yarım saat içinde etkisiz
hale getirebilecek bir savunma kalkanı oluşturulabilece­
�nden bugün kuşku duyuluyorsa, Avrupa için bir savun­
ma sisteminin gerçekleştirilmesi (alı,t1lama, ateşleme ve
sonuçları değerlendirme işlemleri saniyesinde yapılmah­
dır) haydi haydi olanaksız görülecektir. Üstelik, Avru­
pa'yı tehdit eden bütün Sovyet taktik füzelerinin izledig-l
yol (SS-20'ler dışında) atmosferih dışına çıkınamaktadır
ve bu durum uyarılmış enerjili silahlar üzerine yapılan
çalışmalan çok güçleştirmektedir.
Bu koşullar altında Avrupa'nın SDI'si daha ölçülü he­
deflere yönelmeliydi: Avrupa'daki başlıca NATO komuta
merkezlerine, havaalanlarına ve füze üslerine nokta sa­
vunma uygulamak. Bu, teknik açıdan yapılabilirlig-i ve
maliyet-etki oranı tartışmaya açık bir çözümdil ve geliş­
meler ne yönde olursa olsun Avrupa kıtasının stratejik
durumunda pek bir şey değiştirmeyecekti.

ll. Avrupalılarda ihtiyatlı,


Amerikalılarda Atak Bir Tutum

Ronald Reagan'm büyük düşü karşısında Avrupa, çı­


kışı olmayan bir durumun içine düşmüştü. SDI'ye karşı
çıkarsa, Kuzey Atiantik Paktı'nın bütünlügilnü zedeleye­
cek ve güçlü baglaşıgını hoşnutsuzluğa itecekti. Ameri­
ka'nın tasarısına katıhrsa, aynı zamanda Avrupa'da gü­
vensizliği artıran bir sürece de katılmış olacaktı.
"Atlantik topluluğu" adı verilen bu dengesiz karışım­
da Avrupalılar, Washington kökenli stratejik yeniliklere
karşı hep büyük bir kuşku sergilediler. Batı Avrupa hü-

101
kümetleri altabeyleri Amerika'run korumasına çok iyi
uyum sa�ladılar ve 1949'dan beri co�afi ve stratejik açı­
dan varolan durumun (statüko) yılmaz savunucusu kesil­
diler. Do�l olarak ortaya tutucu bir tavır çıktı: Avru­
pa'da çıkacak bir savaş -ister nükleer ister konvansiyonel
olsun- kaçınılmaz biçimde bu eski uygarhk beşijpnin yo­
kolmasıyla sonuçlanacaktır. Aynı biçimde, iki blok ara­
sındaki herhangi bir gerilim, Avrupa uluslan arasındaki
güvenlik, ticaret, günlük yaşam üzerine kaçınılmaz olum­
suzluklar getiriyordu. Dolayısıyla Avrupa uluslan, Sov­
yetler Birlig-i ile çatışmaktansa yumuşama siyasetini ve
geçici olmasına karşın akıl almaz biçimde hala süren bu
garip "savaşsızhk'" halini içtenlikle tercih etmektedirler.
ABD'ye gelince, onlar kurduklan stratejinin bütün
dünyayı kucakladığlnı söylüyor ve dünyanın öbür ucunda
bulunan, Montana eyalatinden çok daha küçük bu toprak
parçasına egemen olan komünizmi benimsemiş yerel mil­
liyetçilere karşı çıkmak uğruna, Vietnam'daki şiddetli ça­
tışmalann içine yanm milyona varan askerini (savaş bo­
yunca bunlann 55.000'ini kaybetti) sokma hakkını ken­
dinde buluyordu. Üstelik, sınırh olan bu savaş, Amerikan
kentlerini ve toprağlnı hiçbir biçimde tehdit edemezken.
İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ABD, kendini, bü­
tün dünyadan sorumlu tek devlet saymaktadır. Sovyetler
l3irliği'nin güç kazanması ve yerel çatışmalann artması
karşısında Washington, bıkmadan, usanmadan, -Sovyet­
ler Birliği'ni "durdurma" ve, gerektijpnde, "engelleme··
olanağl verecek bir askeri üstünlük peşinde koşarak- her
olası rakip karşısında belli bir güvenlik sınınm koruma­
ya çalıştı. Böylece Sovyetler Birliği ile çatışma, Amerikan
siyasetinin de�şmez verisi haline geldi.
Nükleer silahlar, 1945'ten bu yana, bu askeri üstün­
lük arayışının temel ekseni oldu. Bu güç düşü, Penta­
gon'un, Sovyetler Birliği ile eşit olmaya katlanamaması­
na ve dolayısıyla da durup dinlenmeden silahlanru artır­
masına, belli aralıklarla stratejisini gözden geçirmesine
ve olası çatışma biçimi hallerini çoA'altmasına yolaçtı. Bu­
na karşılık Avrupalılar her defasında eski stratejilere

102
(altmışh yıllarda yo�n misillemeler, bugün esnek karşı­
lıklar) tam bağlı olduklannı ortaya koydular. NATO için­
deki anlaşmazlıklar değişmez bir senaryo çerçevesinde
sürüp gitmektedir: Amerikahlar son buluşlannın güven
verici açıklamalanm yapmakta, bunun bir tek kelimesine
bile inanmayan Avrupalılarsa sözkonusu açıklamanın
anlamsızlığını ortaya koymaya çalışmaktadırlar.
Avrupalıların bu ihtiyatlı tutumlan, batı kanadında­
ki bütünleşmeyi güçsüzleştirdiği ve ABD'de askeri alanda
gerçekleştirilen büyük çabalara karşı çıkanıann eline koz
verdiği için, elbette Beyaz Snray'ı çok kızdınyordu. Oysa
Avrupa'nın tutuculuğuyla Amerika'nın modernleşmeciliği
arasındaki bu çatışma, stratejik savunma sorunu konu­
sunda meyvelerini vermekte gecikmedi. Anlaşmazlık -
tıpkı Avrupa füzeleri alanında olduğu gibi- kısa süre için­
de Atlas Okyanusu ötesi dayanışma konusunda bir teste
dönüştü. ABD için ''yıldızlar savaşı", iyi ve kötü ba�laşık­
lan birbirinden ayırma ölçüsüydü. Dolayısıyla böylesine
önemli bir konuda ABD'nin, yaşlı Avrupa'daki hükümet­
ler arasındaki bütünleşmeyi katı bir sınavdan geçirmesi,
aydınlar, sanayiciler ve hatta askerler arasında düşünce
aynlıklan yaratması, kısacası, ilgili ülkelerin her birinde
en koyu atacı tepkileri ve ulusçu düşleri yeniden S\l yüzü­
ne çıkarması kaçınılmazdl.

m. Abrahamson'ın Açtığı Kampanya

Stratejik savunma girişimine karşı tavır alan ilk bü­


yük ülke Fransa'dır (Haziran 1984'ten başlayarak). Bu
tavır, başka AET ülkelerinin de Amerikan tasansına kar­
şı çıkan ülkeler safında yeralması tehlikesini do�rdu.
Ocak 1985'te Pentagon kamuoyunda gerçek bir kampan­
ya başlattı (kampanyanın ilk adımını, Amerikan Savun­
ma Bakanı Caspar Weinberger, strateji sorunlanna iliş­
kin bir ko11okyum sırasında Münih'te attı): böylece Avru­
palılar da SDI'ye katılmaya çaWılmış oluyorlardı.
Kısa süre sonra, General Abrahamson, bir Avrupa
turnesi sırasmda, cazip anlaşma vaadlerini artırdı, ama

103
SDI'ye katılmanın uygulama biçimlerine açıklık getirile­
medi. 1985 yılının Mart ayı sonunda, Caspar Weinberger,
NATO'ya üye bütün Batı Avrupa hükümetlerine (ve Ja­
ponya, !srail, Avustralya ile Güney Kore'ye) gönderdigi
bir mektubu açıkladı ve onlan altmış günlük bir süre
içinde SDI'ye katılma karan almaya zorladı. 27 Mart'ta,
Lüksemburg'da yapılan NATO'nun Nükleer Planlar Gru­
bu toplantısı sırasında (27 Mart) Amerikahlar, Avrupalı­
lan inandırmak için bütün olanaklanm seferber ederek,
araştırma programianna katılan ülkelerin Savunma Ba­
kanlannın -biraz korkarak da olsa- desteğini sajtladı; ay­
m zamanda, Amerikahlann Cenevre'de Sovyetler Birliği
ile stratejik görüşmelere "yanaşması" için de destek veril­
di. Caspar Weinberger'ın François Mitterand'ı inandır­
mak için Paris'e gittiği sırada, Başkan Ronald Reagan da
SDI'nin "yalnızca ABD'nin savunmasım değil", bütün
müttefik ülkelerin savunmasını da amnçladığını belirten
bir söylev verdi (29 Mart 1985).
Amerika'nın yaptığı baskı biraz fazla ağlr ve dikkat
çekiciydi . Avrupalı sorumlulann çoğu (bazıları SDI'ye
düşman olmaktan çok uzaktı), ABD Savunma Bakanı­
nın ortaya attığı altmış gOn "Oitimatomu"ndan rahatsız
oldu. Batı Avrupa hükümetleri bünyesinde, Amerikan
tasansına katılmaktan yana olanlarla karşı olanlar bir­
birine girdiler.
Bu Amerikan saldınSl karşısında FranslZ hükümeti,
Bonn'da toplanan sanayileşmiş ülkeler doru�undan kısa
süre önce ve Batı Almanya Dışişleri Bakanı liberal Hans­
Dietrich Genscher ile görüş birligine vararak, Avrupa'da
teknolojik işbirliği yapılması düşüncesini ortaya attı;
''Eureka tasarısı" adı verilen ve siyasal amacı hemen he­
men bütünüyle açıklanmış olan bu tasarının amacı, Av­
rupa'daki SDI yandaşlannın açtığı kampanyaya bir karşı
denge sa�lamaktı.

104
EUREKA TASARISI

Fransa'nın Nisan 1985'te ortaya attı�ı Avrupa tckno­


lojik Eureka tasansı, resmen hiçbir askeri amacı olma­
yan sivil bir tasarıdır. Eurcka'mn amacı, yüksek teknolo­
ji alanında Avrupa tirmaları arasında bilimsel, teknik ve
sınat işbirligi saglamak için somut tasarılar ortaya at­
mak ve bu tasanları sonuçlandırmaktır. Komünist olma­
yan bütün Avrupa ülkeleri (yansızlar dahil) tasarıya ka­
tılabiliyorlardı. 1985 yılı sonunda, Fransa program için 1
milyar frank kredi vermeyi taahhüt ederken, Federal Al­
manya 50 milyon mark yatırmaya hazır oldugunu açıklı­
yordu.
Eureka tasarısı, öncelikle ele alınması gereken beş
büyük program içermektedir:
. Oromatik: Gelecegc yönelik bilgiişlem teknolojileri­
nin edinilmesi. Bu alanda sayısal süper hesaplayıcıları
ve gelecek kuşagın hiper hesaplaylCIIarını, eşzamanlı ya­
pıda çokişlcmcilere, yapay. zekaya ve yapay zekanın özel
sistemleri ne, ana clbclleklere, ana mikroişlemcilere, hızlı
silisyum ya da galyum arscnürlü devrelerc ilişkin araş­
tırmaları kapsar.
. Örokom: Bilgiişlem af?lanna sahip olmak. Araştır­
ma için bilgiişlem agları, büyük sayısal Avrupa komüta­
törü, geniş bantlı iletişim, bilişim, geniş bantlı yayın .
. Örobot: Üçüncü kuşak robotlar. Sivil güvenlik ro­
botları, tarım robctları, bilgisayar destekli çeşitli teknik­
Jerle donanmış otomatik fabrikalar, C02'1i lazerler, exci­
mer'ler ve serbest elektronlar.
. Örobiyot: Biyoteknolojiye sahip olmak. Yapay dölle­
me, kontrol ve düzenleme sistemleri.
. Öromat: Yeni gereçle r üzerine araştırma. İleri tek­
nolojili sanayi türbini, Avrupa hızlı treni.
Avrupalıların Eureka program ı konusunda attıkları
ilk adımlar Paris'te toplanan teknoloji kongrelerinde ger­
çekleşti. Avrupa tasarısına ve komisyonuna katılan on
sekiz Avrupa ülkesi, 5 ve 6 Kasım 1985'te, Hanover'de

105
Eureka belgesini imzaladılar. Eureka belgesi, "dar kap­
samlı ve esnek'' bir yazmanlık kurulurak programa katı­
lan ülkelerin bakanlanndan oluşan kurulun sorumlulu­
guna bırakılınasını kararlaştırmaktaydı. Somut tasanla­
rın giderlerinin karşılanması konusunda belgede kesin
hükümler yoktu: sanayiciler teknik projelerini hazırlaya­
caklar ve parasal yükünü karşılayacaklar (büyük bir ola­
sılıkla çeşitli ülkelerdeki bir "Bay Eureka"nın yardımıy­
la), daha sonraysa kendi hükümetlerinden destek almak
için görüşmelere başlayacaklardı. Dolayısıyla Eureka, bu
evrcde, özel şirketler arasında şu ya da bu tasarı için ya­
pılan işbirliğine konan etiketten başka bir şey değ'ildi.
Hanover toplantısı bu etiketi on tasanya yapıştırdı :
üç firmanın (CGE grubunu n genel üretim şirketi-Fransa,
Fiat grubundan Comau-ltalya, LASAG-İsviçre) sunduğ'U,
bütünüyle otomatik, esnek bir atölycler sistemi; eğitim
amaçlı bir ev bilgisayarı (Acorn-Büyük Britanya, Thom­
son-Fransa, ve Olivetti-ltalya); temizleme santralları için
gereçler (Lyonnaise des Eaux-Fransa, De Danske Suk­
kerfabrikkcr-Danimarka); bir kompakt vektör hesaplayı­
cısı (Matra Data Systcmes-Fransa, Norsk Data-Norvcç);
amorf silisyum uygulamaları (SOLEMS, Total grubunun
yan kuruluşu-Fransa, MBB-Federal Almanya); tckstil
dalında entegre bir atölye (Efacec, EID, Lubi , Lncti, hep­
si de Portekiz firması, Lectra Systcmes, Fransa); tropos­
ferdeki kirletici maddelerin taşınmasını ve geçirdikleri
dönüşümü incelerneyi amaçlayan Eurotrac tasansı (Fe­
deral Almanya, Avusturya, Finlandiya, Hollanda, Nor­
veç, !talya gibi on ülke bu tasanya katıldı); güçlü lazerie­
rin geliştirilmesi (Büyük Britanya, İtalya, Federal Al­
manya, Fransa); cinsellikle bulaştınlabilen hastalıkların
tanısı için biyolojik teknikler (Biokit SA-İspanya, PA
Technology-Büyük Britanya); Avrupa'ya özgü bir araştır­
ma agının kurulması (AET ve Avrupa ülkelerinin çojtu).
Ayrıca, 1986 yazında Londra'da yapılacak toplantıda Eu­
reka kapsamına alınmayı bekleyen on altı tasan daha
vardır.

106
IV. SDPye Karşı Çıkan Fransa

Fransa'nın SOfye karşı oldugunu hemen açıklaması


ve hatta Amerikan tasan sının tekerleğine çomak sokma­
sı hiç de şaşırtıcı degildir. Her şeyden önce Fransa'yı bu
yola iten çok büyük bir stratejik neden vardır: Amerikalı­
Iann bir uzay kalkanı ge1iştirmeleri, Sovyet topraklannı
koruyan benzeri bir savunma sisteminin kaçınılmaz ola­
rak devreye sokulması sonucunu d$racaktı ve Fransız
caydırma gücünün etkisi bundan kaçınılmaz biçimde za­
rar görecekti.
Bir Sovyet ABM sistemi -ilkel bile olsa- Albion pisto­
sundaki ve denizaltılardaki fırlatma rampalanndaki
(SNLE) f"Uzelerin saldın ve sızma yeteneklerini devam et­
tirebilmek için ciddi ve yüksek maliyetli çabalan n sürdü­
rOlmesini gerektirecektir. Fransız yetkililerin üzerinde
durduklan çok daha önemli bir şey daha vardı: nükleer
silahlan "etkisiz kılma" düşüncesi, çeyrek yiizyıldır süren
nükleer banşın temeli sayılan korkuya dayalı caydıncıhk
ve denge kavramını temelden tehdit ediyordu. Aynca Pa­
ris'e göre, Amerika başkanının yaptı!P gibi nükleer teh­
ditten çıkanlacak ahlak dersinin üstüne kuşku düşürmek
yerine, banşçı hareketleri desteklemek daha yerinde ol­
maz mıydı?
Güçler dengesi uğruna Amerikan füzelerinin Avru­
pa'ya yerleştirilmesinde başı çeken Fransa, Washing­
ton'un sergilediği tutumu yüz seksen derecelik bir dönüş
olarak niteleyerek, kaygı duymaya başladı: Avrupa'ya
yerleştirilmesi için onca şey yapıldıktan sonra, atom si­
lahlanrun "kötülültün başı" oldugunu Avrupa kamuoyuna
açıklamak gerçekten de güçtü.
François Mitterand, 1981'den başlayarak, Fransız sa­
vunma siyasetinde eskiden beri sürdürülen nükleer si­
lahlara öncelik tanıma ilkesini haklı gösteren ve güçlen­
diren bir tavn benimsedi: kısa süre içinde çok başlıklı fü­
zelerle donatılacak SNLE yapım programının hızlandınl­
ması; nötron bombası ve yeni Hadlls füzelerine ilişkin
araştırmalann sürdürülmesi. Hem Batının stratejik ko-

107
numu açısından kaygılanyla, hem "Fransa'mn yerini ko­
ruma" isteitiyle, hem de dış siyaset konusun �a de Gaul­
le'cü kalıba uygun düşman girişimiyle bagdaşan bir se­
çimdi bu. Şu halde Fransız Cumhurbaşkanı, açıklanan
amacı nükleer silahlan baltalamak olan bir stratejik giri­
şimi yadsımaktan başka bir şey yapamazdı. Atom silahia­
nna tanınan öneeliitin Fransa'da gerçek bir sıkıntı yarat­
tı� amınsarursa (vurucu güç, yıllar boyunca gerçek bir
fetiş, ulusal ba�msızlıgJn, toprak bütünlüftünUn, Fransız
devletinin uluslararası pazardaki -özellikle de Avru­
pa'daki komşulannın gözünde- yerinin simgesi haline
gelmişti), Cumhurbaşkanının yaptıgı bu seçim çok daha
iyi anlaşılır. Giderek daha çok denetim dışı kalan ve an­
laşılmaz bir dünyada Fransa'nın nükleer gücünün duru­
mu, Fransız siyaset adamlan açısından, bazılannın dur­
durulamayacagını açıkladıklan bir gerilerneye karşı bel
bağlanabilecek son kozdu.
Aynca Fransa'daki sosyalist hükümet, SDI'nin temsil
etti!ti teknolojik meydan okumadan kaygı duyduğunu
açıklayan ilk Avrupa hükümeti oldu. Avrupa kıtasındaki
geliştirme sanayileri dalında etkinlik gösteren şirketle­
rin, Amerikan sanayil erinin taşeronu haline gelme tehli­
kesi yok muydu? Atlas Okyanusu ötesine gerçek bir "be­
yin göçü" ile karşılaşmayacak mıydık? Fransa, "yıldız sa­
vaşları"nın, Avrupa'nın Amerika ve Japonya karşısındaki
teknolojik gerilemesini hızland:ı rmasından ve, sonunda,
Avrupa'nın iktisadi ve siyasal bagJmsızlıgını tehlikeye
düşürmesinden kaygı duyuyordu. Üstelik, Amerikahlarla
sözleşmeler imzalamak i�i n yapılacak yanşın, Avrupa ül­
keleri arasındaki işbirligini rafa kaldırması ve Avru­
pa'nın batı bölümünde daha büyük bir siyasal birlik ku­
rulmasını tehlikeye düşürmesi olasıhgı da vardı .
Fransa'nın AET içindeki başlıca dostlan, bu SDI
aleyhtan kanıta topluca karşı çıkmaktan çok uzaktılar.
Gerçekte, Fransızların bazı görüşlerini komşulan da pay­
laşıyordu.
Federal Almanya'daki Duraksamalar ue Düşünce Ay·
rılıkları SDI hiçbir ülkede Federal Almanya'daki kadar
-

108
derin görüş ayrılıklan (hatta hükümetin içinde bile) ya­
ratmadı. Gerçekten de Ameıikahların girişimi, ABD ile
dayanışma ve Ostpolitik'in zorlamalan, Fransa ile Avru­
pa bütünleşmesi arasındaki ilişkiler arasında bocalayan
bir dış siyaset dengesini tehdit etmekteydi.
NATO fuzelerinin Avrupa'ya yerleştirilmesi, zaten
İkinci Dünya Savaşı sonrasının Büyük tabusunu yıkmış­
tı: Federal Almanya'da, Alman çıkarları'ndan sözetmek
hem sağda, hem solda yenidPn yasal bir hak sayıldı. Ne
var ki asıl güçlükler, bu çıkarlan açık seçik tanımlama
aşamasmda ortaya çıkmaya başladı. NATO'ya ve bu bağ­
laşmanın lideri ABD'ye sadakat, hala güvenlik için en bü­
yük güvence, tartışılmaz bir temel düşünce sayıldı. Şu
halde Bonn hükümetinin, ABD cumhurbaşkanının önce­
lik verdiği herhangi bir askeri tasanya karşı çıkması ya
da hatta açık bir eleştiri yöneltınesi olanaksızdı. Sovyet
blokuyla ilişkilerin yumuşatılmasına dayanan Ostpolitik,
Federal Alman Cumhuriyeti'nin dış ilişkilerinde temel
öğe oldu. Ama yumuşama siyasetiyle Kremlin'in SDI'ye
karşı duyduğu düşmanlık nasıl bağdaştınlabilirdi? Fede­
ral Almanya'nın alaca,P "yıldızlar savaşı"nı destekleyen
bir karar, öbür Almanya ile -çok yavaş da olsa- iyileştiri­
len ilişkileri (Ren ötesi siyasal güçlerin çoğu buna çok bü­
yük önem veriyordu) onanlmaz biçimde tehlikeye düşür­
meyecek miydi?
Alman dış siyasetinin üçüncü ekseni hesaba katıldı­
ğında durum daha da karmaşık hale geliyordu: AET ile
bütünleşmek. Liberaller, sosyal-demokratlann büyük bö­
lümü ve Hıristiyan-demokı·atlann hiç de küçümsenmeye­
cek bir bölümü, Avrupa'da daha geniş kapsamlı bir işbir­
liğine (özellikle de yüksek teknoloji alanında) gidilmesin­
den yanadır. Teknoloji alanındaki yeni bir iyimser tavır,
sanayi ve bilim alanındaki kapasitelerde yeniden kavuşu­
lan bir güven duygusu Federal Almanya'da şaşkınhk ya­
ratıyordu.
Öte yandan, geliştirme sanayileri dalında etkinHk
gösteren Alman kuruluşlan Bavyera ve Baden Wurtem­
berg de bulunuyordu ve SDI'ye katılınama tehlikesini gö-

109
ze alamazlardı. Bununla birlikte, Spaceiab tasansı sıra­
sında Alman-Amerikan işbirliğinin yaşattıgı olumsuz de­
neyimlerden ders alan sanayiciler, yeni araştırma progra­
mı çerçevesinde yapılan buluşlann ticari kullanımı konu­
sunda güvenceler istemekteydiler. Alman hükümetinin
SDI konusundaki kararsızlığı, Reagan ile Gorbaçov'un
1985 Kasımında yaptıklan doruk toplantısından sonra
daha da güçlendi. Batı Almanya'nın SDI'yi kabul etmesi,
Dojtu ile Batı arasında "erimekte olan buzlan" sabote et­
mek olmayacak mıydı?
Şimdi sıra büyük bir girişimdeydi: nükleer saldın si­
lahlannın rolünü büyük ölçüde azaltmak ve güvenliği
nükleer olmayan savunma silahianna dayandırmak dü­
şüncesi, Fransa'nın tersine, atom silahlanndan asla vaz­
geçmemek zorunda olan bir ülkenin askerlerini ve siyasal
sorumlulannı elbette ilgilendirecekti. "Yıldızlar savaşı",
Almanya'nın gücünü uluslararası alanda yeniden kabul
ettirmek için nükleer enerjiden yararlanmayı düşleyenle­
re bol bol umut veriyordu. Birçok başka konuda da oldu­
ğu gibi, Almanlar, bir yandan kırk yıldır kendilerini zor­
layan siyasal ve askeri anlaşmazlıklan yavaş yavaş aş­
mak için etkinlik alanlannı genişletirken, bir yandan da
Washington'un en iyi bağlaşığı olduklannı kanıtlamaya
çalışıyorlardı.
10 Aralık 1985'te Bonn hükümeti Alman firmalannın
SDI tasansına katılmalan konusunda görüşmeler yap­
mayı kabul ederek çelişkili bir karar alıyordu . Ne var ki
görüşmeleri Ekonomi Bakanı , liberal Martin Bangeman
yürütüyordu ve görüşmelerin "yıldızlar savaşı "nı destek­
leyen siyasal bir antlaşmayı amaçlamadıgını, sadece ba­
sit ticari görüşmeler olduğunu söylüyordu.
Büyük Britanya: Sadakat ve Ticaret - Büyük Britan­
ya, SDI programına katılmayı kamuoyuna açıklayan ilk
Batı Avrupa ülkesi oldu. Ne var ki benimsenen bu tavır
hükümet içinde oybirliğiyle desteklenmiyordu. 15 Şubat
1985'te, İngiliz Dışişleri Bakanı sir Geoffrey Howe, uzay
kalkanını "hem oldukça basit karşı önlemlerle aşılabiJe­
cek, hem de daha ucuz olduğu açıkça bilinen bir 21. yüz-

110
yıl Maginot hattı olarak niteleyerek" tutucu çevrelerde
yeni bir karşı çıkışı başlatıyordu. Sir Geoffrey, Avrupa ile
ABD'nin güvenlijp arasında bir baglantı kurulması tehli­
kesinden kaygı duyuyor ve NKI'O'nun elindeki en "etkili
savunma silahı"nın caydıncılık olduğunu belirtiyor, İngi­
liz dış siyasetini yöneten kişi olarak, SDI'ye aynlan ''çok
büyük paralar" başka yerlerde kullamlsa daha iyi olmaz
mı diye soruyordu?
Ne var ki sir Geoffrey Başbakanını kandırmayı başa­
ramadı. 1985 yılının Kasım ayında, Londra ile Washing­
ton, İngiliz şirketleri nin Amerikan tasansına katılma bi­
çimlerini düzenleyen gerçek bir antlaşma imzaladılar.
Hükümet içinde bile tartışılan bu karar, her şeyden önce
Margaret Thatcher'ın siyasal tercihinin sonucu gibiydi.
Gerçekte, Birleşik Krallık, ön görüşmeler sırasında, SDI
programından 1,5 milyar dolarilk bölümün İngiliz fırma­
Ianna verilmesi konusunda güvence almaya çalışmıştı.
Bu iste� Washington aşın buldu ve Londra da hemen is­
teğinden vazgeçmek zorunda kaldı. Ama böyle bir güven­
ce olmadıltında antlaşmanın ticari yanı çok önemsiz hale
geliyordu. Gerçekten de, her şey yeniden gözden geçirildi­
ğinde, İngiliz hükümetinin, Amerikalılara, NATO içinde­
ki en güvenilir bağlaşık olduğunu bir kez daha kanıtla­
mak istediği kanısı uyanmaktadır. Bu aynı zamanda ln­
giltere'nin Avrupa "kıtası'' ülkeleriyle arasına belli bir
mesafe koyma tarzıdır. Büyük Britanya'nın şu andaki çı­
kan, Ortak Pazar siyasetinde daha etkin roloynamak için
ABD ile kuracağı ayncalıklı ilişkilerden yararlanmak ve,
tersine, Ortak Pazar'da daha etkin olarak ABD ile aynca­
lıklı ilişkiler kurmak değil midir?
!talya SDI'ye Isteksiz Bakıyor AET'nin dördüncü bü­
-

yü� de Almanlardan pek farklı düşünmüyordu. SDIO ile


sözleşme yapma şansını elde eden bazı şirketler -özellikle
de FIAT-, İtalya yanmadasında çok güçlü olan Atiantik
Paktı yanlısı çevrelerle birleşerek, hükümetin açıkça "yıl­
dızlar savaşı"ndan yana tavır koymasını ve teknoloji ak­
tanmlannı ve bu teknolojilerin ülkede kullamlmasını gü­
vence altına almasını istediler. Bununla birlikte İtalya,

III
birkaç olası sözleşme uğ'runa, Betino Craxi vı;: Giulio And­
reotti ikilisinin uygulamaya koydulttı yeni dış siyaseti
tehlikeye atmak istemiyordu. İtalyanlar Akdeniz ülkele­
rinin gücünü yeniden keşfederek Doltu ile Batı arasında
arabulucu rolü oynamak istiyorlardı. Amerikan stratejisi­
ne resmen gösterilecek büyük bir bağ'lılık, hem uygula­
nan Akdeniz siyasetinin inanırlığını azaltacak, hem de
Dog-u Avrupa ülkelerine açılma yönünde gösterdi�i çaba­
lara zarar verecekti. Dahası, Roma hükümeti AET'yle da­
ha yakın bir iktisadi bütünleşme ve siyasal birlik sağla­
ma savaşımı vermek üzeredir; dolayısıyla, SDfye açıkça
katılarak, yüksek teknoloji konusunda Avrupa işbirliğine
sırt çevirdiği izlenimini vermek istememektedir.
Şu halde, 1985 yıh sonunda, Dışişleri Bakam Giulio
Andreotti'nin "ince" teknolojilerin aktanınında varolan
kurallann uygulanmasını güvence altına almaktan öte
bir şey yapılmayacağını, bu teknolojileri isteyen İtalyan
şirketlerinin SOl'ye katılabileceğini açıklaması hiç de şa­
şırtıcı değildir. G. Andreotti'nin açıklaması, hükümet po­
litikasma aşın ölçüde ters düşmernek için bulunmuş bir
yöntem di.
Hasıh, henüz stratejik alanda bazı sonuçlar elde edil­
memesine karşın, birçok ülke SDI programından kaçma­
ya başlamıştı . SDI programına karşı çıkan ve Eureka ta­
sansım öneren Fransa, bütün Avrupa ülkelerinin Ameri­
kan programına hücum etmeden önce, kendi aralarında,
gerçek anlamda konuyu enine boyuna görüşebilecekleri­
ne inanıyordu. Fransa'nın girişimi başanh olduysa da
(Federal Almanya ve İtalya "yıldızlar savaşı"na isteksiz
katılıyordu) Avrupa ülkeleri arasındaki işbirliği konusun­
da dişe dokunur bir gelişme sa�layamadı. Amerikan �e­
tisine güven duymayan, ama önerilecek bir seçenek de
bulamayan yaşlı Avrupa kıtasındaki yöneticilerin strateji
konusundaki düşüncelerinin ne kadar kısır oldu�nu gös­
teren başka bir kanıttı bu. Fransızlara gelince, onlar
Amerikalı dostlanna karşı bir bağımsızlık örneği sergili­
yorlardı. Ama Fransa strateji bakımından Avrupalı dost­
lanna pek bir şey sunmuyordu: Fransız öwetisi altılann

112
ufkunu aşmak istemiyor ve aşanuyordu. Brest'ten Stras­
bourg'a kadar oybirliğiyle kabul edilen bir s1yasa1 seçim,
Bonn'u, Londra'yı ve Roma'yı rahatsız ediyordu.
5 Kasım 1985'te yapılan Hannover toplantısı Avrupa
işbirliği düşüncesini doğurdu ve Eureka programı çerçe­
vesinde bir düzine kadar yüksek teknolojili tasarıyı ta­
nımladı. Eureka programı, bir çeşit etiketten çok, Batı
Avrupa devletlerinin teknik, bilimsel ve parasal kaynak­
lannı gerçek anlamda birleştirdikleri bir çeşit uzlaşma­
dır. Gerçekte "Eureka", uzun zamandan bu yana tartışıl­
makta olan, koordinasyon ve yönetim yapılan, finansman
biçimleri ya da Ortak Pazar kurumlarıyla bağlan açısın­
dan hiçbir antlaşmayla noktalanmamış bazı işbirlifti ta­
sanlanna verilen addır.
Ulusçuluk, burada da, tıkanıklığın ana nedenidir.
Serbest girişime sıkı sıkıya bağlı olan ve Londra'da ikti­
dan elinde bulunduran muhafazakarlar, Eureka'nın dev­
let gelirlerinden desteklenmemesi ve AET bünyesi içinde
yeni bir bürokrasi oluşturmaması gereğine inanıyorlardı.
Gerçekten de Büyük Britanya için önemli olan, özel şir­
ketler arasındaki işbirliğini desteklemeye yönelik hafif
bir yapı oluşturmaktı; ama bunu yaparken devlet özel şir­
ketlerin yerini almamalı ve şirketlerin sanayi stratejileri­
ne ağır baskılar yapmamahydı .
Sanayi işbirliği konusunda devletin doğrudan işe ka­
nşmasına karşı Büyük Britanya'nın gösterdiği tepkiyi
Federal Almanya da paylaşıyordu. Buna karşılık Bonn,
devletin gelecejte yönelik temel araştırmalara destek sait­
lamasına karşı değildi. Dolayısıyla Almanya Federal
Cumhuriyeti Eureka projesinin, her şeyden önce, uzun
vadeli, sanayi kuruluşlannın planlamasına doğrudan
bağlı olmayan araştırma tasanlan oluşturmasım istiyor­
du. Bonn, şirketlerin ne yapmalan ya da ne üretmeleri
gerektiğini belirleme görevinin devlete düşmediğine ina­
nıyordu. Görüldü(tü gibi Federal Almanya Eureka'yı, her
şeyden önce, temel araştırmalann (üretimin en önemli
bölümü buna bağlıydı) karşılanması için bir çeşit Avrupa
fonu olarak görüyordu.

113
Fransa'nın AET içindeki dostlan, yüksek teknolojiler
alanındaki üretimde ve araştırmalarda planlı bir yöneti­
min izini taşıyan yeni bir merkezileşmiş yapı yaratma
kuşkusunu hep duydular. Paris bu "Colbert'ci" imgerun
yanhşlı�nı hep vurguladıysa da, Fransa'nın kamu gelir­
lerinden Eureka için 1 milyar frank ayıraca#Jnı ve hızlı
bir üretim ve pazarlama gerçekleştirmek amacıyla son­
lanmış işbirligi tasanianna öncelik verecegini açıklamak­
ta acele davrandıltı doıtrudur. Sözkonusu girişim, Fran­
sa'nın araştırmalan ve gelişmiş sanayileri destekleme
alanında yaptı� uygulamalara ters düşmemektedir.
Eureka'mn gelecegi açısından en önemli sorun, Avru­
pa şirketlerinin Çt>jtunun, Japon ya da Amerikan şirketle-
. riyle ortaklık kurmayı tercih etmeleridir. Gelece�e yöne­
lik ürün pazarında rekabetin acımasızca sürdürül dü�
Avrupa'da, hiçbir şirketin gönlü büyük bir sözleşmeyi
komşu ülkeye kaptırmaya kolay kolay razı olmamakta­
dır. Avrupa ülkeleri arasındaki sanayi işbirliltinde görü­
len yavaşlıkların ve tıkanıklıkların temel nedeni, şirket­
lerin, kendilerini, komşu ülkedeki rakip firmanın bir ta­
şeronu konumunda görmek istememeleridir.
Bununla birlikte, Avrupalıların sanayi alanındaki
küçük şovenlikleri, Kassandra'lann40 önceden haber ver­
dikleri ciddi sonuçları belki d�ayacaktır. Bütün ça­
balarına karşın Avrupalı şirketlerin, SDI çerçevesi içinde
önemli sözleşmeler koparma şansı hiç yoktur. Avrupalı
sanayicilerin kaTŞllaştıklan engeller kesinlikle aşılmaz
engellerdir. SDI programının yanya yakın bölümü, 1972'­
de imzalanan ve füzesavar sistemlerinin ya da bileşenle­
rinin (madde Xl) ve bu tipteki sistemlere ya da bileşenle­
rine ilişkin tekruklerin ve planları n (karşılıklı olarak ka­
bul edilen G deklarasyonu) başka devletlere aktanlması­
nı yasaklayan ABM antiaşması nedeniyle Avrupalllara
kapalıydı. Programın üçte birlik başka bir bölümü de hiç-

4° Kassandra. Yunan mitolojisinde, kral Priamos ile Hekabe'nin kı:ııdır.


Tanrı Apolion sayesinde gele<:egi önceden haber verme yelenegi
edinmiştir. (ç.n.).

114
bir Avrupa şirketinin elinde bulunmayan ileri teknoloji­
lerle ilgilidir. Bütçenin yaklaşık yüzde 13'ü doA'nJdan ti­
carl uygulamalara yolaçabilecek araştırmalarla ilgiliydi:
aynca ABD'nin Avrupalılar arasındaki rekabeti finanse
etmesi de düşünülemezdi. Son olarak bütçenin yüzde 3'ü,
Amerikan topraklannda bulunan laboratuvariann ve
üretim merkezlerinin ayakta kalabilmesi için d&gttılıyor­
du. Şu halde Avrupalı şirketler, "yıldızlar savaşı" progra­
mına ayrılan tüm bütçenin yaklaşık yüzde 3'ü için birbir­
leriyle çekişi p durabilirlerdi . öte yandan, bu bölüm için
bile Amerikan şirketlerinin rekabetiyle karşıtaşacak ve
bu yüzde 3'ün üçte birini koparabilirlerse kendilerini
mutlu sayacaklardır.
Amerikan Bilim Adamlan Federasyonu'nun Arahk
1985'te Temsilciler Meclisi'ne sundu�u bir rapor, 1972-
1985 arasında, Avrupa şirketlerinin, Amerikan füzesavar
silahlan araştımıa bütçesi için aynlan ödenetin ancak
yüzde 0, 1'ini (lO milyon dolar) elde edebildiklerini göster­
mektedir. Günümüzdeki manzara da bundan pek parlak
sayılamaz. Avrupalı şirketlerin düşledikleri sözleşme tu­
tarlan şöyle sıralanabilir:

SOl lr;ln 6f"9Wien OdenekleM toplamı (1986-19901 30 milyar C!Oiar "4 100
Avrupahlannkoparınayı umdıillln 3 mWyar C!Oiar % 10

SOlO'nun Avrupaltiara ayırdı!)! ödenekler


Avrupaklann koparabilec8kleri 300 nityon dolar % 1
30 tılllyon dolar '!(, 0,1

�n.ıc ·aameıs 10 European pani:ipallon In the Straıegi: Delense lnllialive", sıaıernenı ol


John Pke, Associate ı:hclor f()( ıpace polley·Federetlorı ol Amerlcan Sdenlists, SUbcommh·
ıee on Economlc Slabllizat'ıon, Commillee on Bankiıg. Arıara & Urbaln Mairs, House ol
Represenıatives, 10 /alık 1985.

115
SONUÇ

SDI'nin gelecewne ilişkin kesin yargılara varmak


olanaksız, ABD'nin geniş ölçekli ve etkisi kuşkulu bir fü­
zesavar savunmasını mı, yoksa ICBM silolarını ve komu­
ta merkezlerini koruyan nokta savunma sistemlerini mi
kuracağını bilmek güçtür. Hatta programın durdurularak
Sovyetler Birli� ile bir antlaşma imzalanması varsayımı­
nı bile gözden uzak tutmamak gerekir. Bu sonuncu du­
rumda SDI'den geriye yalnızca birkaç hedef saptama ve
yeni tip hedefvurma sistemleri kalacaktır.
Uzay Kalkanı Olmayacak - SDI, -er ya da geç bir gün­
Amerika kentlerini korayabilecek bir uzay kalkanını ger­
çekleştirmek için düşünüldü. Üç yıllık bir araştırmadan
sonra kesinlikle bilinen bir tek şey var: uzay kalkanı ol­
mayacak. 21. yüzyılın eşiginde, nükleer silahlar hep -
günilmiizde de ol du� gibi- bütün uygarlıklan yokedebi­
lecek boyutlarda olacak.
Hatta uzun vadede bile SDI, halkları koruyabilecek
aşamaya ulaşamayacak: biri teknoloji kapasitesine, öbü­
ril böylesi bir işlemin maliyetine dayanan iki kanıt, bu
yargıya temel olmaktadır.
Bölüm II'de anlatılan ileriye dönük silah tasarılan
daha uzunca bir süre somut gerçekleşmelere dönüşeme­
yecektir. Amerikan Cumhurbaşkanının nükleer olmayan
füzesavar savunması yaratma sözüne uygun olmayan X
ı�ınlı lazerler, Prometheus'cu bir teknolojiye benziyordu .
Tasanda çalışan bilim adamlarının yaptığı açıklamalar­
dan sonra, tasarının yapılabilirliiti ve yararhhğı yeniden
tartışılmıştır.
Öte yandan, çeşitli uzay aygıtianna ilişkin tartışma­
lar günümüze kadar gözardı edilen bir güçlüğü gizledi:

116
uzay kalkanının mimarisi ve işleyişi. Gerçekten de uzay
kalkanı sistemi, en duyarlı algılayıcılann bile körleştiri­
lebildiği, en gelişmiş lazerierin bile tahrip edilebildiği,
düşmanın denetimindeki bir ortamda çalışacak son dere­
ce karmı:.şık bir sistemdir. Dahası, sistemin yönetirole il­
gili mikroişlemcileri tek başlanna bütünün işleyişini teh­
likeye düşürebilecek yanlışlar içermektedir. Ronald Rea­
gan'ın "dünyayı nükleer silah karabasanından kurtar­
mak"' için düşündüğü uzay kalkam, ancak bir bütün ola­
rak kusursuz çahştıitında bir anlam taşıyacaktır.
Bu durumda geriye yapılacak bir tek şey kalıyor:
ICBM silolan çevresine nokta savunma sistemleri yerleş­
tirmek. Ama bu işlem başlıca stratejilerin alt üst olması
anlamına gelmemektedir ve sözkonusu girişim geleneksel
Amerikan strateji anlayışı çerçevesi içinde yeralmakta­
dır. Yeni bir seyyar ICBM'nin geliştirilmesi ya da Sovyet­
lerle silahiann denetim altına alınmasına yönelik bir
antlaşmamA im zalanması da tehlikeyi azaltmada etkili
olacaktır. Bununla birliku- SOl'den yana olan lobiler, Mi­
nuteman ile .MX'Ierin çevresinde füzesavar savunma sis­
temlerinin yerleştirilmesini büyük bir olasılıkla sBglaya­
caklard.ır.
Halkların savunulmasına yönelik bu tasannın saç­
malığı iktisadi açıdan daha d� belirgindir. Uzay kalkanı
korkunç derecede pahalıdır ve çok daha düşük maliyetli
karşı önlemlerle kalkan sistemi yanıltılabilir, etkisiz kılı­
nabilir ya da kör edilebilir. Füzesavar savunma sistemi,
gerçekte, binlerce ton araç gerecin dünya yörüngesine
oturtulmasını gerektirmektedir. Buna örnek olarak bir
sayı vermeyi yeterli görmekteyiz: NASA'nın verdiği sayı­
lara göre, 1986'da, 454 gram araç gereci uzaya gönderme­
nin maliyeti 3000 dolardı. Buna ek olarak çok gelişmiş
donanımlar üretmek ve bunlan hiç kimsenin önceden
kestiremeyeceği bir maliyeti taşıyarak sürdürmek gerek­
mektedir.
SOl'yi savunanlann bazıları savunmalannı, Sovyet­
ler Birliği'ni iki seçenekten birini seçmeye zorlamak ilke­
sine dayandırdılar: Sovyetler Birliği ya yeni bir silahlan-

117
ma yarışına girecek (bunun masraflarını karşılaması ola­
naksızdı) ya da ABD'nin kı\rlı çıkacagJ bir siyasal ve as­
keri bir antlaşma imzalayacaktı. Aşm tutucu bu ideolog­
ların stratejisi, bu noktada da uzun süre devam etti. Fe­
deral bütçedeki açık, Pentagon'a aynlan ödenekleri teh­
dit etmeye başladı; oysa Sovyet mareşalleri peynir ekmek
gibi füze türetmeye devam ettiler. Demokratik bir top­
lumla totaliter bir rejim ara8ında yapılan silahlanma ya­
nf)nda, halkı tereyet yemek yerine top edinmeye razı et­
meyi totaliter rejimler çok daha kolay başarır.
Gorbaçov'un Silaluızlanma Plam Sovyetler Bir1iti
-

yetmişli yıllannın eonlannı "siyasal ve diplomatik ola­


naklarını qan koşuUlU'da yaşadıktan sonra", Brejnev'in
lll'dından if başına gelen iki ölümün eşitinde'ki yaşlının -
Andropov ve Çernenko- aşmayı başaramadılı bir iç buna­
lımın etkisiyle felç oldu. Bir dizi diplomatik başansızhlın
ardarda yaşanmuı kaçınılmaz hale gelmişti: Avrupa fü­
zelerinden Amerika'nın Grenada'yı41 işgaline, Poton­
ya'daki erken nonnale dönüşten Güney Kore'deki Boeing
olayına, Afganistan'da utrarulan başansızlıklara kadar
1980-1985 bilançosu çok kötüydü. Sovyetler Birli�'nin ik­
tisadi alandaki perfonnanın o kadar kötüydü ki ABD, çok
daha bqanlı ve hiç olmadılı kadar kendinden emin bir
havaya büründü. Mihail Gorbaçov'un devraldılı kalıt hiç
de parlak de�ldi.
Sovyetlerin bu güçsüzlu�. iki süpergüç arasındaki
stratejik görüşmeler açı81ndan iç açıcı bir belirti miydi?
Bu konuda kesin bir şey söylemek olanaksızdır; ama Sov­
yetler Birli� Komünist Partisi birinci sekreteri, 15 Ocak
1985'te yaptılı son derece ateşli silah81zlanma önerileri­
ni, durumların flll'klt oldulu başka koşullarda çekmece­
den çıkannaltta çok zorlanırdı. Dünyadaki bütün nükleer
silahlan 2000 yılına kadar tavsiye etmeyi amaçlayan bir
öneriyi Potithüro ve Orduya kabul ettirebilmek için, yeni

" KOçOk Antiner'deki bu adayı ABD, 1983-1985 arasında yaklaşık ikl yıl
sOreyle işgali altında tuttu. (ç.n.)

118
bir yönetici ku�nın iş başına gelmesi gerekirdi.
Sovyetlerin öne sürdügü büyük silahsızlanma öneri­
leri 1986'1ann işi değildir. Silahsızlanma önerileri Krem­
lin'in yirmi-<>tuz yıldır Batı kamuoylanna yönelik olarak
uyguladıg-ı propagandanın temel taşlanndan biridir. Ne
var ki bu kez Sovyet yönetimi belirsiz bir evrensel banş
�sıyla yetinmedi. Gorbaçov planı, çeşitli tipte atom si­
lahlannın yokedilmesi ve nükleer denemelerin bütünüyle
yasaklanması için ilk kez kesin bir takvim belirliyordu.
Kimyasal ve konvansiyonel silahlar sorununa el atan
Sovyetler Birliği, özellikle de bütün silahslZlanma süreci­
nin yakından denetlenmesine (hatta yerinde araştırmalar
yapılmasına bile izin vererek. Oysa Batı, İkinci Dünya
Savaşı sonrasındaki Sovyet-Amerikan görüşmelerinin ço­
�nda, Sovyetlerin yerinde denetleme yapılmasına izin
vermemelerini, görüşmelerin olumlu sonuç vermesini ön­
leyen gerçek bir engel olarak öne sürmüşlerdi) izin ver­
meye hazır oldu� nu belirtiyordu.
Nüleleer Güç Artık Farklı Biçimde Algılanıyor Dün­

yanın en büyük iki devletinin yöneticileri, Hiroşima'dan


bu yana ilk kez, en azından verdikleri söylevlerde, nük­
leer çag,n sona erdiRini resmen açıklıyorlardı. Atom si­
lahlannın yararlan ve ölümcüllil� konusundaki kuşku­
lannı açıkça ortaya koyuyor]ardı. Ronald Reagan ve Mi­
hail Gorbaçov, nükleer güçlerinin, -boyut ve nitelik bakı­
mından- iki ülke arasındaki siyasal ve stratejik dengenin
belirlenmesindaki önemini yitirmekte oldu�nu üstü ka­
palı olarak anlatıyorlardı.
"Nükleer çaAın bittijfini" vurgulayan bu sözler, Avru­
pahlann banşçı hareketlerinde ve Amerikan kamuoyu­
nun büyük bölümünde göriilen "nükleer silah aleyhtarlı­
#ı" duyarlığından çok farkh düşünceleri dile getirmiyor­
du. Liderlerin sözlerinde, 1980'1i yıllann başlanndaki id­
dialann yankısı bulunmuyordu. Ama nilkleer güç tabusu­
na zarar görmeden dejfinmek, özellikle Avrupa'da, ola­
naksızdı. İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana, atom silah­
lan NATO ile Varşova Paktı arasındaki dengelerin temel
taşı oldu. Aynca, ABD'nin elinde bulundurdu� silahlar,

119
Sovyetler Birliği'ni, Amerikan önderliği'ndeki Batı dün­
yasına katılma düşüncesinden uzaklaştınyordu.
, Nükleer �n sona ermesi, bu tür silahların yarattıgı
tehdit yüzünden, yaklaşık kırk yıldır silah elde birbirleri­
ne düşman gibi bakan Avrupa ülkeleri arasındaki "buzla­
nn" çözülmesine katkıda bulundu. Ayrıca nükleer çagın
sona ermesiyle Avrupa'daki statüko bozuldu, devletler
arasındaki dengelerin konvansiyonel askeri güçlerle ba�­
laşmalan ve karşı bağlaşmalan harekete geçiren siyasal
manevralarla belirlendiği dönemleri anımsatan görüntü­
leri yeniden hortlattı.
Batı ve Doğu Avrupa ülkelerinin son dünya savaşının
kanlı sahneleriyle sarsılan başlıca siyaset adamlan, nük­
leer silahlardan annmış bir dünya olasılığı karşısında
dehşete düştüler: çünkü o döneme kadar başkalanndan
bekledikleri kendi ülke güvenliklerini sağlama işini artık
kendilerinin yüklenmesini gerektiren tabioyla karşılaş­
mamak için, nükleer güce dört elle sanldı lar. Bloklar sis­
temi kırk yıldır Avrupa'da banşı ya da, daha doğrusu, sa­
vaşsızlığı saıl'lamamış mıydı? Ve sözkonusu başlıca siya­
set adamlannın iktidanm tehlikeye düşürecek köklü de­
ğişikliklere karşı en büyük engel de bu değil miydi?
Şu halde bu banşı ve huzuru bozan SDI ve nükleer
çal! sonrası söylevleri, kanşıklık ve şaşkınlık dışmda baş­
ka bir şey yaratmayacaktı. Statükaya bağlı Batı Avrupalı
yöneticiler, ne pahasına olursa olsun Avrupa ile ABD ara­
sındaki bağlan koparmayarak, Atlas Okyanusu'nun iki
yakası arasındaki dayanışmayı sürdürmeye çalıştılar.
Bazılan, füzesavar uzay kalkarorun işleyebileceğine saf
saf inanarak ve ABD'nin Sovyetler Birliği'ne üstünlük
sağlayacağını umarak, Avrupa'nın SDI'ye katılması dü­
şüncesini savundular (hatta ABD askeri sisteminin ve sa­
nayicilerinin üstünlüğünü kabul etmeyi bile kabul ederek).
Gerçekte kadere.boyun eğme davranışıydı bu: çünkü "yıl­
dızlar savaşı''mn sürdürülmesi ve -kaybetmek pahasına
da olsa- bu savaşa katılınması kaçınılmaz görünüyordu.
Günümüzdeki huzurun sürmesinden yana olan baş­
kalanysa SDI'yi reddediyorlardı: çünkü caydıncılık kav-

120
ramının ruhuna ters olan SDI dengeyi bozacaktı. Bu ta­
vır, özellikle, bir ölçüde özerk kalabilmek için bloklar sis­
teminden yararlanan Fransa ya da Çin gibi nükleer güce
sahip özerk ülkelerin tavnydı .
Ama asıl oyun başka alanlarda oynamyordu. Önce,
"'yıldızlar savaşı"', iki süpergüç arası nda on ya da yinni yıl
sürecek yeni bir silahianma yanşı, giderek artan bir gü­
vensizlik ve daha büyük bir dengesizlik yaratabilirdi.
Sonra, Batı Avrupa ülkeleri, kendi güvenliklerinin so­
rumluluğunu daha ciddi biçimde yüklenmek için, yeni
Amerikan stratejileri konusundaki bu çatışmalann kaçı­
nılmazlığını daha iyi kavrayabileceklerdi . Bunu başarnbi­
lirler miydi? Ne yazık ki en küçük bir ışık bile yok. Avru­
pa'da SOl'ye karşı çıkanlarla onu destekleyenler arasın­
daki tartışma, "ilericiler" denen "'muhafazakarlar"ın, kırk
yıldır rahat rahat üzerinde oturduklan nükleer bomba­
lardan olıışan dev piramirlde ilk çatiaklann ortaya çık­
masıyla birlikte, tir tir titrQmeye başladıklannı göster­
mektedir.

121
SÖZLÜK

ABM, Antiball�tic Missik: füzesavar füze.


ABM Treaty: 1972'de imzalanan füzesavar savunmalanru sınır-
landırma antlaşması.
ATBM, Anti-Taetical Balli!tic Missile: taktik füzesavar füzeleri.
ASAT, Antisatellite: uydusavar silahlan sistemi.
DARPA, De(enu Aduanced Research Projects Agency: ABD Sa·
vunma Bakanlıl}ının ileri teknikler üzerine araştırmalar ya­
pan dairesi.
DOD, Departement of Defense: çoAunlukla Pentagon adıyla anı­
lan ABD Savunma Bakanhl}ı.
DOE, Departement of EnerlJY: ABD'de nükleer başiıkiann ger­
çekleştirilmesi ve yapımından sorumlu Enerji Bakanlıl}ı.
EMP, Electro-magnetic Pulse.: Bir nükleer patlamanın yarattı�}�
çok yüksek gerilimli elektroınanyetik şok dalgası. Madenscl
nesnelerin yakaladı�}� bu dalga, çok uzaktaki elektrik ve elekt­
ronik sistemlerin bozulmasını �lar.
Jo'EMA, Federal Emergency Monogemeni Agency: birçok başka
görevinin yanı sıra, nükleer bir savaşın sonuçlanna karşı pa­
sif korunma s&Aiamakla görevli federal daire.
FY, Fi.tıcal Year: Mali yıl (ABD'de malt yıl 1 Ekim'de başlar: şu
halde 1986 mali yılı 30 Eylül 1986'da sona ermektedir).
GPO, Gouemment Printi11(1 Offı«: ABD hükümetinin resmi ya­
yınlan basınakla görevli dairesi.
ICBM, Intercontinental Baliilitic Mi.tısile: yere konuşlandınlmış
kıtalararası balistik füze.
Aldatıcılan, radarlan ve savunma algılayıcılannı yanıltmak için,
taşıyıcılann gerçek nükleer başlıktarla birlikte taşıdıklan ya­
lancı başlıklar. Bunlar arasında, metalik parçacık bulutlan
(chaffs), aerosol yayımlan, küçUk alüminyum balonlar sayıla­
bilir.
MIRV, Mı.ıltipl lndependently-Targetable &entry Vehicle: başlık­
lannın her biri farklı bir hedefe yönelebilen çok başlıklı füze.
OTA, Office of TecrwlOfiY Auessment: Amerikan Kongresi için
teknolojik de#erlendinneler yapan daire.
SDIO, Strategic Defense Initiative Organization: Stratejik Sa­
vunma Girişimi örgütü, Pentagon'un SDryi geliştirmekle gö­
revli örgütü.
SALT, Strategic Anns Limitation Treaty: stratejik silahlan sınır·
landırma antlaşması. SALT I, 1972'de Moskova'da imzalandı;

122
SALT II, 1979'cla Viyana'da imzalannuttı, ama ABD 1986 yılı·
na kadar heniiz ABD Senatosunda onaylanmadı.
SLBM, Submarine-Lounchea Balliatic Miaaih: denizaltılardan
fırlatılan stratejik füze.

12.1
BİBLiYOGRAFYA

Fransızca Bibliyografya

FELDEN M., La guerre dans l'espace, Paris, Bergcr­


Levraut, 1984.
CALLOIS P., La guerre de cent secondes, Paris, Fayard,
1985.
KENNAN G., Le mirage nucleaire, Paris, La D�ouverte,
1985.
BONIFACE P., HEISBOURG lo'., La puce, les honımes et la
bombe, Paris, Hacheltc, 1986.

ingilizce Bibliyografya

[ 1 ] US Arms Control and Disarmament Agcncy, Arms Corıt­


rol and. Disarmament .Agreements: Texts and Histories o{ Negotia­
tion.�. Washington OC, Governmcnl Priniing Office (GPO), 1982.
[2] REAGAN R., The Presid.ent's Strategic De{l'nse lnitiaiive,
White House pamphlel, Washington DC. Ocak 1985.
[3] 1)01), De{ense Against Ballistic Mi.ssiles: Arı Asses.�ment
of Technologies and Policy lmplications, Washington OC, GPO,
1984.
[4] DOD, The Strotegic De{ense Initiative: Defensiue Tehno·
logies Study, Washington DC, 1984.
LS) Department of State, The Strategic De{ense lrıitiative,
Spccial Report no 129, Washington DC, GPO, 1985.
[6) Department of Oefense-Deparlment of Stalc, Soviet
Strategic De{Pnse Programs, Washington OC, GPO, 1985.
[7) CARTER A., Directed Energy Missile Defense in Space,
Washington OC, US Congress, Office of Technology Assessment
(OTA), 1984.
[8] US Congress. Office of Technology Assessment, Ballistic
Missile Defense Technologies, OTA-ISC-254, Washington DC,
GPO, 1985.

Birinci Bölüm

[9] .FREEDMAN L., The Euolıdion of nuclear Stra.tegy,


Londra, MacMillan Press, 1 981.

124
[ 10] BALL G., 'The War for "Star Wars", New York ll••vıew
ofBooks, l l Nisan 1985.

Ikincı Bölüm

[ll] Daedalus.Jourrnıl of The American Academy of Aris


And Scienus, (Weapons in Space", cilt I: "Concept.s and Techno­
logies", Ilkbahar 1985.
[12] CARTER A. ve SCHWARTZ D., Ballisticlı Missile De·
[ense, Washington, The Brookings lnstitution, 1984.

Oçüncü Bôlüm

[ 131 LONCSTRETH T. The lmpact of US and Souiet Ballis·


tic Missite De[ense Programs On the ABM Treaty, Washington
.

DC, "National Campaign To Save The ABM Treaty", 1985.


[14] COCKBURN A., The Threot: Inside the Sooiet Militory
Machi11e, New York, Random House, 1983.

Dörduncu Holiım

[151 DaPclalu.,·Journal of The American Acotll'my of Art.,


And SciPnces, "Weapons in Space", cilt l l : "lmplications for Sccu­
rity", Ya1. 19H5.
(161 BUNDY McGcorgc, "The Presidcnt's Choice: Star Wars
or Arm!l Control", Foreıgn Affairs, Kış 1984/85.
[17] CRAY Colin, "The Case for Stratcgic Dcfcnse", Surui·
uol, Mart-Nisan 1985.
[18] KEYWOHTH George A. l l , "A Sense of Obligation'', Aeo·
rospace America, Nisan 1984.

Beşinci Dolüm

[19] Council on Economic Priorities, The Strotegic Deferı.�e


initiative: Costs, Controclors & Consequences, New York, 1985.

Altıncı Bölüm

(20] CRTFFITHS D., "The Selling of Star Wars to Busineııs


Abroad", Dusiruoss Week, 15 Temmuz 1985.
[211 WETNUF.RCER C., "Letter to the Allies on SDI Re­
search", Suruiuol, Mayıs-Haziran 1985.

125
search", Sımıival, Mayıs-Hıuiran 1985.
[22] PIKE J ., Barriers to European Parti.cipation in t� Stro­
tegic Defense Initiative, Statement to the Suboomrnittee on Eco­
nomic Stabilizatioo, Comm.ittee on Banking, Finance & Urban
Affairs, House of Representatives, Washington DC, 10 Aralık
1985.

126

You might also like