You are on page 1of 7

OSMAN TURAN VE SELÇUKLULAR ZAMANINDA TÜRKİYE

Türkiye’de ve dünya’da Selçuklu tarihçiliği denince akla gelen ilk isimlerden biridir
Osman Turan. Yapmış olduğu araştırmalarla Türk tarihinde atıl bırakılmış bir alanda
oldukça özgün çalışmalar yapmıştır. Türkiye Selçukluları alanında yaptığı çalışmalarının
birçoğunu temel kaynaklar üzerinden yapmıştır. Bu nedenle onun ortaya koyduğu
eserlerin üzerine çıkan başka çalışmalar yapılamamıştır.
1914 yılının haziran yılında dünyaya gelen Osman turan, Bayburt ilinin Altıntepe
ilçesinde dünyaya gelmiştir. Birinci dünya savaşının başlaması sonucunda babası Hasan
Ağa cepheye mücadeleye gitmiş ve orada şehit olmuştur. Osman Turan da ülkenin
içinde bulunduğu bu buhran içinde çocukluk çağını yaşamıştır. Savaşın getirdiği kıtlık
ve yoksulluk nedeniyle çocukluk yılları büyük zorluklarla geçmiştir. İlköğretimine
Çaykara ilçesinde başlayarak, liseyi de sırasıyla Trabzon ve Ankara’da tamamlamıştır.
Yüksek öğretimini ülkenin ilk fakültelerinden biri olan Dil, Tarih ve Coğrafya
fakültesinde başlamıştır. Ortaçağ kürsüsüne kayıdını yaptırarak öğrenim görmeye
başlamıştır. Burada ürk tarihinin ve edebiyatının en önde gelen isimlerinden biri olan
Fuat Köprülünün derslerini takip etmiştir. Derslerindeki başarıları ve çalışma azmiyle
Fuat Köprülünün takdirini kazanmıştır. 1941 yılında “On İki Hayvanlı Türk Takvimi” adlı
çalışmasıyla doktorasını tamamlamıştır. Ertesi yıl ise, aynı üniversite de araştırma
görevliline başlamış ve Ortaçağ Türk-İslam Tarihi derslerini vermeye başlamıştır. Siyasi
sebeplerden dolayı doçentlik kadrosu için “ Orta Zamanlar Türk Devletlerinde
Unvanlar” isimli çalışmasıyla doçentlik tezini tamamlamıştır.
1944 yılında Türkçülük-Turancılık davasında yargılanan Nihal Atsız İle görüşmesi
bahane edilerek fakülteden alınmıştır. İleriki dönemlerde yabancı dil alanında
çalışmalarına ağırlık vererek Arapça, Farsça ve Fransızca öğrenmiştir. Yurtdışında
çalışmalara yapmak amacıyla Londra ve Paris’te bulunmuştur. Daha sonra 1949 yılında
Tük Tarih Kurumu’nun asli üyeliğine seçilmiştir.
Osman turan 1954 yılında hocası Fuat Köprülü’nün yolunda giderek siyasete
girmiştir. 1954 ve 1957 yıllarında iki kez demokrat parti’den Trabzon milletvekili
seçilmiştir. 1959 yılında ise, Türk Ocağı Genel Başkanlığına seçilmiştir. 27 Mayıs 1960
darbesi sonrasında tutuklanarak Yassıada’ya götürülmüştür. Buradaki yargılama
sonucunda beraat etmiş ve fakültedeki görevine dönmek istemişse de bunda başarılı
olamamıştır. 1964’te adalet partisine katılmış ve ertesi sene yapılan seçimler de aynı
partiden Trabzon Milletvekili seçilmiştir. 1967’de de son olarak Milliyetçi Hareket
Partisine katılmıştır. Ayrıca 1966’dan 1973 yılına kadar Türk Ocakları Genel Başkanlığı
görevini sürdürmüştür. 1978 yılında da 64 yaşındayken beyin kanaması sonucunda
hayata veda etmiştir.
Büyük zorluklarla dolu bir ömür geçiren Osman Turan bu olumsuzluklara rağmen
ilim hayatında bitmek tükenmek bilmez bir azimle devam ettirmeye çalışmıştır. Sayısız
çalışma ortaya koymakla birlikte, bu değerli çalışmaların arasında en dikkati çekeni “
Selçuklular Zamanında Türkiye” adlı çalışmasıdır. Bu yazımızda da Osman Turan’ın bu
eserini incelemeye çalışacağız.
Türk tarihinin en önemli dönemlerinden bir olan Türkiye Selçuklularının siyasi
tarihini konu alan eseri, alanında rakipsiz bir çalışmadır. Konunun ana kaynaklarına
dayandırılarak gerçekleştirilen çalışma Türkiye Selçuklu devletinin siyasi tarihini büyük
ölçüde yeniden inşa etmektedir.
Eserine ilk olarak büyük Türk muhaceretiyle başlayan Osman Turan, Türk
topluluklarının batıya ve Anadolu’ya yaptığı göç hareketlerinden bahsetmektedir.
Anadolu’nun Türkleşmesi temelinde incelenen bu ilk bölümde en önemli kısımların
başında Malazgirt savaşı oluşturmaktadır. Alp Arslan’ın, Romanos Diogenis ile karşı
karşıya geldiği bu büyük mücadelede Selçuklular galip gelmiş ve Anadolu bu zafer
sonrasında hızlı bir şekilde Türkleşmeye başlamıştır. Türkmen akıncıların
gerçekleştirdiği akınlar sonucunda kısa bir sürede Batı Anadolu’ya kadar
ilerlemişlerdir. Anadolu’da kurulan beylik ve devletlerle de Türk kültürü bu coğrafyaya
kazınmıştır. Böylece günümüze kadar Türk yurdu olarak kalacak olan Anadolu’ya Türk
kimliğinin damgası vurulmuştur.
Eserin ikinci bölümünde ise, Türkiye Selçuklularının kuruluşu işlenmiştir.
Süleymanşah’ın tarih sahnesine çıkışı ve Anadolu’ya gelişiyle konuya başlayan Osman
Turan devletin kuruluş tarihini 1075 olarak tespit etmiştir. Bu konuda Selçuklu
tarihçileri arasında bir mutabakat olamamasına rağmen, Osman turan kendi belirlediği
tarihin daha tutarlı olduğunu düşünmektedir. Süleymanşah’ın Anadolu’da
gerçekleştirdiği fetihler ve burada siyasi bir güç olan Bizans ile olan ilişkileri
anlatılmaktadır. Aynı zamanda Türkiye Selçuklularının bu dönemde Büyük Selçuklu
hükümdarı Melikşah’a bağlı olan Süleymanşah, vassallık yükümlülüklerini yerine
getirmekte acele etmiyordu. Bu durumu Osman Turan Süleymanşah’ın bağımsız
hareket etme arzusu içinde olduğu yorumunu yapmaktadır. Daha sonra
Süleymanşah’ın Anadolu’nun güney kısımlarında gerçekleştirdiği fetih hareketlerinden
bahsetmektedir. En sonundan da yine Süleymanşah’ın Büyük Selçuklu devletiyle
girdiği mücadele ve vefatından bahsetmektedir. Bu bilgiler ışığında Osman turan
Türkiye Selçuklu devletinin kuruluş meselesine eğilmiş ve konuyu olabildiğince
açıklamaya çalışmıştır.
Süleymanşah’ın ölümünden sonra yerine geçen I. Kılıç Arslan dönemini konu alan
üçüncü bölüm ise, siyasi alanda Anadolu’ya Batı’dan gerçekleştirilen haçlı seferleri
ekseninde ele alınmıştır. Özellikle Süleymanşah’ın ölümünde sonra Selçukluların içine
düştüğü siyasi istikrarsızlık ortamında Ebu’l Kasım’ın devletin ayakta kalması için
ortaya koyduğu çabalardan bahsedilmektedir. Daha sonra haçlılarla yapılan mücadele
ve bu mücadele sonrasında Selçukluların Anadolu’nun iç kesimlerine çekilmek
zorunda kalmasından bahsedilmektedir. Başkentin İznik’ten Konya’ya taşınması ve
sahil kesimlerinin Haçlı ve Bizans hakimiyetine girmesi anlatılmaktadır. En sonunda da
I. Kılıç Arslan’ın haçlıları temizleme çalışmaları ve Doğu’ya yaptığı seferler
anlatılmaktadır.
Selçukluların Anadolu savunmasının yanında konuyu Danişmendli Devletine
getiren Osman Turan sadece bir bölümü bu devleti ele almaya ayırmıştır. Anadolu’da
kurulan önemli teşkilatlardan biri olan Danişmendli Devletinin ortaya çıkışı, menşei ve
Selçuklular gibi Anadolu’nun müdafaası konusunda gerçekleştirdikleri faaliyetler
ortaya konulmuştur.
Sonraki bölümde de Selçuklu ve Danişmendli rekabeti ekseninde önce
Şahinşah’ın tahta çıkışı ve daha sonra da Sultan Mesud’un iktidara gelişi ele alınmıştır.
Bu bölümde Danişmendlilere karşı siyasi ve askeri alanda sağlanan üstünlük ve
Anadolu’da otoritenin Selçuklulara geçişinden bahsedilmektedir. Aynı zamanda Sultan
Mesud’un Bizans, Haçlılara karşı kazandığı zaferler incelenmiştir.
Altıncı bölümde ise II. Kılıç Arslan’ın Selçuklu tahtına geçerek Anadolu’da siyasi
birliğin sağlanmasından bahsedilmektedir. Özellikle Türk tarihinin en önemli dönüm
noktalarından biri olan Miryakefalon zaferi ele alınmıştır. Bizans İmparatoru Manuel ile
II. Kılıç Arslan’ın karşıya karşıya geldiği bu büyük mücadeleden Selçuklular galibiyetle
ayrılmış ve artık Anadolu’nun Türk yurdu oldu kesinleşmiştir. Bizans’ın da artık Türkleri
Anadolu’dan çıkarma ümidi kalmamıştır. Malazgirt savaşından sonra Anadolu ve Türk
tarihi açısında büyük bir öneme sahip olan Miryakefalon savaşı Anadolu’daki Türk
varlığını tescillemiştir. Bu zaferden sonra Anadolu’daki gücünü ve otoritesini artıran
Selçuklular Bizans üzerine gerçekleştirdiği fetihleri yoğunlaştırmış ve sınırlarını
genişletmeyi başarmıştır. II. Kılıç Arslan kendi saltanatının sonralarına doğru Türk
veraset anlayışına uygun olarak ülkeyi daha ölmeden kendi oğulları arasında taksim
etmiş ve Feodal bir yapı teşekkül etmiştir. Bunu kendisinden sonra oğulları arasında
taht kavgası yaşanmaması amacıyla gerçekleştirmiş olsa da kısa süre sonra kardeşler
arasıda mücadele başlamış ve hepsi kendi hakimiyetine verilen toprakların sınırlarını
genişleterek egemenlik alanını Anadolu’nun geneline yaymak istemişlerdir. Ancak II.
Kılıç Arslan’ın tekrardan devreye girmesi sonucunda tekrardan Anadolu’da otorite
sağlanmıştır.
Bir sonraki bölümde ise, II. Kılıç Arslan’dan sonra Gıyaseddin Keyhüsrev’in tahta
çıkışı ve II. Süleymanşah ile girdiği saltanat mücadelesi anlatılmaktadır. Ardından II.
Süleymanşah’ın iktidar mücadelesini kazanıp merkeziyetçi bir devlet yönetimini ortaya
koymaktadır. Ayrıca bu dönemde Saltukluların Selçuklu hakimiyetine girmesinden
bahsedilmektedir. Bunun yanında Kafkaslara yönelerek Gürcistan üzerine de sefer
yapılmıştır.
Gıyaseddin Keyhüsrev’in ikinci saltanatı ile başlayan sekizinci bölümde Türkiye
Selçuklularının yükselişe geçtiği görülmektedir. Bu dönemde Ermenilerin Selçuklu
devletine bağlanması ve sınırların artık sahillere doğru genişlemeye başladığı
görülmektedir. I. Haçlı Seferi sonrasında Anadolu’nun iç kesimlerine çekilmiş
olunmasına rağmen Gıyaseddin Keyhüsrev ile birlikte Akdeniz’de önemli bir l,iman
şehri olan Antalya fethedilmiştir. Bu yükselme devrinin ikinci basamağı olan İzzeddin
Keykavus’un saltanatı döneminde ticari alanda önemli adımlar atılmıştır. Ayrıca
Karadeniz’e de açılan bir kapı elde edilerek Sinop fethedilmiştir. Böylece iki hükümdar
döneminde de Türkiye Selçukluları kara devleti olmaktan çıkmış ve sahillere açılma
imkanı bulmuştur.
Osman Turan’ın Selçukluların ikbal devri olarak isimlendirdiği Alaeddin Keykubad
dönemi ise, Türkiye Selçuklularının her alanda en parlak yıllarını yaşadığı dönem
olmuştur. Alaeddin Keykubad’ın tahta çıktıktan sonra Anadolu’da gerçekleştirdiği
fetihlerden bahsedilmektedir. Özellikle Alaiye’nin alınması ve buradan Akdeniz
ticaretine yoğunlaşılması ekonomik olarak gelişme göstermiştir. Ardından Karadeniz’de
de önemli adımlar atılmış be Kırım’ın Suğdak limanı fethedilmiştir. Bu durum Selçuklu
donanmasının hangi seviyelere geldiğinin de göstergesidir. 1230 yılında Alaeddin
Keykubad’ın Harzemşahlar ile gerçekleştirdiği Yassı-Çimen savaşı dönemin en önemli
olayları arasında gösterilmektedir. Alaeddin Keykubad’ın zehirlenme hadisesiyle II.
Gıyaseddin Keyhüsrev’in saltanatı başlamıştır.
Osman Turan’ın II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in saltanatı hakkında verdiği bilgilere
göre üç önemli konu öne çıkmıştır. Bunlar sırasıyla Sadeddin Köpek’in faaliyetleri, dini
ve sosyal alanda büyük tahribat yaratan Babailer ayaklanması ve son olarak da bir nevi
Selçuklu devletinin sonunu getiren Kösedağ Savaşıdır. Bu üç hadisenin II. Gıyadessin
Keyhüsrev’in saltanatında görülmesi, sultanın idare yeteneğinin olamadığının
göstergesidir. Osman Turan’ın da düşüncesini tasdik ederek Selçukluların yıkılış
evresine girdiği dönem başlamıştır.
Kösedağ bozgunundan sonra Selçuklu devletinin içine düştüğü karışılıklardan
bahseden Osman Turan, bu olaydan sonra devletin hızlı bir şekilde yıkılışa
sürüklendiğinden bahsetmektedir. Bunun yanında Muineddin Pervane’ye ayrı bir
bölüm ayırmıştır. Daha sonra Anadolu’da Moğolların egemen oluşuna değinmektedir.
En sonda da Selçuklu devletinin yıkılışı ve hanedanın inkırazını ele almıştır.
Yukarıda bahsetmeye çalıştığımız gibi Osman Turan Türkiye Selçuklu tarihinin
tüm evrelerini kronolojik olarak ve belgelere dayandırarak açıklamaya çalışmıştır. Bu
çalışma alanındaki büyük eksikliği kaldırmakla birlikte kendinden sonraki Türkiye
Selçuklu çalışmalarında da temel başvuru eseri mahiyetindedir. Osman Turan büyük
bir titizlikle ele aldığı çalışmasında kendi tarih anlayışını ve metodolojisini ortaya
koymaktadır. Onu Türkiye’nin dışında dünyada tanınan bir tarihçi haline getiren de
çalışmalarında kullanmış olduğu metodolojisi ve çalışmalarında kılı kırk yarmasıdır.
Osman Turan’ın tarihçilik anlayışına baktığımızda eserlerini yazarken, konuyla
ilgili ana kaynaklara büyük değer vermiştir. Tarihçiliğin en çetrefilli alanı olan kaynak
oluma ve anlama konusunda kendisini oldukça geliştirmiştir. Kaynaklara dayandırılarak
yaptığı araştırmalarının kabul görmesinde büyük etkisi bulunmaktadır. Osman Turan’ın
eserlerinde en göze çarpan husus çok uzun cümle yapılarının kullanılmış olmasıdır.
Uzun cümlelerin kullanılması bazen anlatılanların anlaşılmasını zorlaştırmaktadır.
Ancak Osman Turan’ın öyle bir üslubu bulunmaktadır ki eserlerini okuduğunuzda sanki
karşınızda konuşuyormuş izlenimi bırakmaktadır. Bu nedenle onun eserlerini
okuyanların akıcı bir üslupla karşılaştığını görmekteyiz.
Osman Turan’ın tarihçiliği üzerinde en büyük etki şüphesiz hocası Fuat Köprülü
olmuştur. Fuat Köprülü’nün öğrencisi olma şansını yakalamış olmasının etkisiyle onun
ilmi metodunu da yakından tanıma fırsatı bulmuştur. Hocasının konuları ele alış şeklini
kendi eserlerinde başarıyla uygulamıştır. Olayları bütüncül bir açıdan değerlendirme
şeklinde gerçekleştirilen metot, onun dünyaca bir ün kazanmasında etkili olmuştur.
Osman Turan’ın eserleri hakkında söyleyebileceğimiz bir diğer husus ise, eski Türkçe
kelimelerin yoğun kullanılmasıdır. Ancak bunu hem bir ilim adamının hassasiyeti hem
de dönemin dil anlayışını dikkate alarak değerlendirmek gerekmektedir.
Herşeye rağmen Osman Turan’ın incelemesini yaptığımız “Selçuklular Zamanında
Türkiye” adlı eseri alanında başvuru kitabı durumunda bulunmaktadır. Birçok
araştırmacı ve tarihçiye yol göstermektedir.

You might also like