You are on page 1of 40

Jeontolojinin Üç Figürü

Figürler ve Taktikler

Uzun zamandır pek çok kişi Batı Avrupa’nın, en iyi, biyopolitika olarak tarif
edilebilecek bir iktidar rejimimi peyda edip küresel olarak yaydığı görüşünde.
Biyopolitikanın “insan türünün temel biyolojik özelliklerini siyasi stratejilerin,
genel bir iktidar stratejisinin nesnesi haline getiren bir dizi mekanizma”dan
oluştuğu düşünülmekteydi.1 Pek çok kişi bu rejimin on sekizinci yüzyılın sonu
ile on dokuzuncu yüzyılın başı dolaylarında ortaya çıkıp 1970’lerde pekiştiği
kanaatinde. Bunun öncesinde, Avrupa’nın krallarla yönetildiği çağda, çok farklı
bir iktidar formasyonu, hükümran iktidar hüküm sürmekteydi. Hükümran ikti-
dar, öldürme, kişinin hayatını alma hakkının ve kral merhamet göster-
diğindeyse, yaşamasına müsaade etme hakkının görkemli ve kamuya açık bir
şekilde icra edilmesiyle tanımlanırdı. Bu, hükümranın bir el işaretiyle yürüyen
ve insanların, bazen de kedilerin işkence görüp karınlarının deşildiği, yakılıp
parçalandığı bir rejimdi.2 Kralın iktidarı yalnızca yaşam üzerinde mutlak bir ik-
tidar iddiası taşımıyordu, aynı zamanda bir ölüm karnavalıydı. İnsan kalabalık-
ları, şaşaalı öldürme törenlerinde yaşamın kutsallığı önünde sessizce saygı du-
ruşunda bulunmak için değil, alışveriş yapmak ve zar oynamak için bir araya
geliyorlardı. Bu iktidarın figürü, Michel Foucault’nun Hapishanenin Doğuşu
kitabının ilk sayfalarında yaptığı canlı tasvirde olduğu gibi, kralı öldürmeye
kalkışmanın yerlerde sürüklenip parçalara ayrılmayla cezalandırılmasıdır.

Bu iktidar formasyonu bugün meşru iktidarı kavrama biçimimizden, ondan bek-


lediklerimizden ve bu beklenti sonucunda onun yarattıklarından ne ölçüde farklı
görünür? Günümüz iktidarının iktidarını kurma figürleri ne ölçüde farklıdır?

1
Foucault, Security, Territory, Population, 1.

2 Darnton, Great Cat Massacre.


Artık söz konusu olan krallar ve tebaası ya da parçalara ayrılan bedenler değil,
devletler ve nüfusları, bireyler ve sağlıklarının yönetimi, Malthusçu çift, histerik
kadın, sapkın yetişkin ve mastürbasyon yapan çocuktur. Elbette kimi toplumsal
formasyonlar, ABD’de ya da Avrupa’nın güvenlik devletlerinde ve bunların
9/11, 7/7, 11-M (Madrid’de trenlerde patlatılan bombalar) ile Charlie Hebdo
sonrasındaki gizli gözaltı merkezleri uygulamalarında görüldüğü üzere, hüküm-
ran iktidara geri dönüş işaretleri veriyor gibi görünebilir. Ancak yeni bir katı
hükümran iktidara ilişkin bu belirtiler, söz gelimi sosyal medyada belli algorit-
ma ve deneylerin stokastik ritimleri yoluyla, Foucault’nun güvenlik, toprak ve
nüfus üzerine verdiği derslerde öngördüğü üzere, biyoiktidarın işleyişine derin-
lemesine sirayet etmiştir. 3 Öyleyse bazılarının mevcut biyopolitika rejiminin
eski hükümranlık düzeninden keskin bir şekilde ayrıldığı görüşünde olması ya
da diğer bazılarının (kamp, kışla ve okul figürleriyle ve yaşamı düzenleyişiyle)
disiplinci iktidarın ve (cinsellik, arzunun birey ve nüfus düzeyinde teknolojik
olarak izlenişi ve yaşamın normlaştırılması şeklindeki dört figürüyle) biyopoli-
tikanın sırtını bu eski vahşi hükümranlık dispozitifine dayadıklarını düşünmeleri
hayret edilecek bir şey midir?

Foucault’nun Batı Avrupa’nın uzun tarihi boyunca ve bu devletlerin emperyalist


ve sömürgeci faaliyetleriyle kontrol altına aldığı bölgelerin de kaderlerini be-
lirlediğini düşünülürse, küresel bir ölçekte, iktidarın form ve gerekçe
değiştirdiğini fark eden ilk kişi olduğunu söylemek zordur. Bu kişiler arasında
belki de en meşhuru, Foucault biyoiktidar seminerlerine başlamadan yirmi yıl
önce, yazılarında siyasi faaliyetlerin göndergesi ve amacı olarak “Toplumsal”ın
ortaya çıkışından esefle bahseden Hannah Arendt’tir.4 Arendt Avrupalı krallar ve
saraylar dönemini modern çağın toplumsal bedene odaklanışıyla değil, bu odak-
lanışı klasik Yunan’daki kamusal ve özel alan ayrımıyla karşıtlaştırıyordu.

3
Bkz. örneğin, Masco, Theater of Operations.

4 Arendt, On the Human Condition.


Arendt’e göre, kamu, gereklilik alanından yontulup ayrılmış olan, bağımsızlığı
ve bu alana karşıtlığıyla tanımlanan siyasi düşünce ile eylemin alanıdır. Kamu,
daha önceleri, her şeyin bedenin fiziksel yaşamıyla ilişkili olduğu o gereklilik
alanının etkin olarak dışarıda bırakılması demekti ve bu ihraç başlı başına ka-
musal alanı kurmaktaydı. Arendt’e göre bu gereklilik alanı on sekizinci ve on
dokuzuncu yüzyıllardan itibaren kamuya sızmaya başlayarak kamusal olan ile
özel olan için yeni bir topoloji yaratmıştır. Arendt bu mekana “Toplumsal” adını
vermiştir. Bedensel ihtiyaçları, istekleri ve arzuları siyasal düşünceden ihraç et-
mek yerine, liberal “Toplumsal” devlet bunları kucaklayarak homo economicusu
serbest bırakmış ve onun kamusal forumu talan ederek kendisini siyasalın varlık
nedeni olarak kurmasını sağlamıştır. Bu noktadan itibaren liberal devlet, vatan-
daşlarının biyolojik ve psikolojik ihtiyaç, istek ve arzularını öngördüğünü, ko-
ruduğunu ve iyileştirdiğini göstermek suretiyle meşruiyet kazanagelmiştir.

Foucault biyopolitika konusunda ilk konuşan olmadığı gibi son konuşan da ol-
mamıştır. Foucault’nun bu yüzyılın “Deleuze”ün adıyla anılacağı yönündeki
şaka yollu meşhur beyanının mütevazılığına rağmen, Foucault biyopolitika
kavramının güzel bir yarış çıkarmasından, böylece pek çok yeni mefhumun
(biyoiktidar, thanatopolitika, nekropolitika, biyoiktidarın müspet ve menfi
biçimleri, nöropolitika) ortaya çıkmasından ve bunların antropoloji, kültürel ve
edebi çalışmalar, siyaset kuramı, eleştirel felsefe ve tarih gibi alanlara yayıl-
masından kuşkusuz memnuniyet duyardı. Foucault’dan sonra, Jacques Derrida
ve Donna Harraway öz-bağışıklık kavramını biyopolitika perspektifinden pay-
laşacaklardı.5 Giorgio Agamben biyopolitikanın ortaya çıkışının köklerini Yu-
nan ve Roma Hukukuna uzatmak üzere Foucault ile Arendt’i diyaloga sokacak-
tı.6 Roberto Esposito, Agamben’in menfi okumalarına karşı çıkacak müspet bir
biyopolitika biçiminin yenilikçi Martin Heidegger, Georges Canguilhem ve

5
Bkz. Derrida, Beast and the Sovereign, Volume 1 ve Haraway, “Biopolitics of Postmodern Bodies.”

6 Agamben, Homo Sacer.


Baruch Spinoza okumalarında bulunabileceğini savunacaktı.7 Foucault’nun biy-
opolitika kavramının narsist bir bölgecilikle itham edildiği de olmuştur.8 Bu
bölgecilik biyopolitikanın farklı bir dünya tarihi perspektifiyle okunması duru-
munda, biyopolitikaya farklı bir toplumsal coğrafya tayin edildiğinde belirgin
hale gelir. Bu yüzden Küresel Güney’in farklı köşelerinden pek çok yazar,
referans çerçevesi Batı Avrupa’yla sınırlı olduğunda dahi, Avrupa tarihiyle
başlayıp biten bir biyopolitika tarihi yazmanın imkansızlığını ısrarla savun-
muşlardır. Örneğin, Achille Mbembe Alman Nazizminin sadist dışavurumlarının
soybilimsel olarak Avrupa sömürgeciliğiyle ilişkili olduğunu savunmuştur.
Sömürgeleştirilen mekanda “insan varoluşunun genelleştirilmiş bir şekilde
araçsallaştırılması ve insan bedeni ve nüfusunun maddi olarak yok edilmesi”
Avrupa’daki toplama kamplarının deneme mahiyetindeki öncüleri olmuştur.9
Mbembe’den önce W. E. B. Du Bois da Avrupa anıtsalcılığının, söz gelimi
Brüksel’in o ışıltı bulvarlarının maddi ve söylemsel kökenlerinin Kongo’daki
gaddar sömürge rejimleri olduğunu belirtmiştir.10 Maddeselliğin ve yaşamın
gerek saflaştırılışına gerek üretilişine ilişkin bu küresel soybilim Rosi Braidot-
ti’yi “biyopolitika ile nekropolitikanın aynı madolyonun iki yüzü” olduğu sonu-
cunu çıkarmaya sevk etmiştir.11

Peki ama sömürgeci ya da sömürge-sonrası nekropolitika yahut müspet ya da


menfi biyopolitika kavramları geç dönem liberalizmin şu anda işlettiği ya da
işletegeldiği iktidar formasyonu mudur? Eğer, Gilles Deleuze’ün deyimiyle,
kavramlar etrafımızda olup görüş alanımızda olmayan şeyleri anlaşılır kılıyorsa,
biyopolitika günümüz geç dönem liberalizmi anlamak için gerekli olan

7 Bkz. Esposito, Bios; and Campbell, Improper Life.

8 Karşılaştırmak için bkz. Chakrabarty, Provincializing Europe.

9 Mbembe, “Necropolitics,” 14. Ayrıca bkz. Braidotti, “Bio- Power and Necro- Politics.”

10
Levering Lewis, W. E. B. Du Bois, bilhassa, 394–396.

11 Braidotti, “Bio- Power and Necro- Politics.”


düşünceleri hala kavramsal kanatları altında toplayabiliyor mu?12 Yoksa yaşam
ile çalışan iktidar imgesine fazlasıyla kapılıp etrafımızda beliren ve geç dönem
liberalizme ait başka bir formasyona işaret eden yeni problemleri, figürleri,
stratejileri ve kavramları yahut biyoiktidar kavramı için çok temel olmakla bir-
likte bizzat onun tarafından gizlenen bir formasyonun ortaya çıkışını gözden mi
kaçırdık? Biyopolitik kıvrımdaki her bir küçük çizgiyi (biyogüvenlik, biyospek-
trallik, thanatopolitika) keşfetmeye gereğinden fazla yoğunlaşıp bir zamanlar
günümüz iktidarı için merkezi önemde olan biyoiktidar figürlerinin (histerik
kadın, Malthusçu çift, sapkın yetişkin ve mastürbasyon yapan çocuk; kamplar
ve kışlalar, panoptikon ve tecrit) artık pek belirleyici olmadığını, bunların bir-
takım yeni figürler (Çöl, Animist, Virüs) tarafından büküldüğünü ya da ikame
edildiğini fark edemedik mi? Günümüz geç dönem liberal iktidarı anlamak için
tek seçeneğimiz hükümranlığa geri mi dönmektir? Bu giriş ve onu izleyen
bölümler biyoiktidar kavramına bağlılığımızın başka bir problematiği sak-
ladığını ve ortaya çıkardığını irdelemeyi amaçlıyor. Daha iyi bir terimle
karşılamak saikiyle, bu formasyona jeontolojik iktidar ya da jeontoiktidar diyo-
rum.

Bu nedenle jeontolojik iktidar yahut jeontoiktidar terimleriyle ne kastettiğim


konusunda bir şeyler söylemek istiyorum, her ne kadar bu terimlerin kapsamı ve
mahiyeti yalnızca üretilmeye ve yok edilmeye devam edildiği içkin dünyalar
dahilinde anlaşılabilecek olsa da. (Bu kitap da bu dünyalardan birini ele alıyor.)
Jeontoiktidar ile biyoiktidar arasında yapılabilecek en kolay ayrım, jeontoikti-
darın yaşamın yönetimi ya da ölüm taktikleriyle çalışmayıp, geç dönem liberal-
izmde, Yaşam ve Cansızlık ayrımının o belirginleşen ilişkisini korumak ya da
şekillendirmek için kullanılan bir söylemler, duygular, taktikler kümesi teşkil

12 “Kavram”ı Deleuze ve William James’in kavramsallaştırma işine yaklatıkları şekilde, yani belli bir eşiğe
doğru giden bir dizi yarı-olayın aktüelleşmesi olarak anlıyorum. Bkz. James, Pragmatism; Deleuze and Guattari,
What Is Philosophy? ve Stengers, “Gilles Deleuze’s Last Message.”
etmesidir.13 Bu kitap Yaşam ile Cansızlık arasındaki o yerleşik durağan bölüm-
lemenin sallantıda olduğunu ve biyopolitikanın dörtlü figürünün yeni iktidar
figürleri, taktikleri ve söylemleri tarafından yerinden edildiğini savunuyor. Peki
ama neden başka kavramları değil de bu kavramları kullanıyoruz? Neden iklim
değişikliğine çok daha etkili bir gönderme yapacak meteorontolojik iktidar
kavramını kullanmıyoruz? Başka yerlerde yaşam, şey, organizma ya da varlık
olarak tarif edilen şeyleri karşılamak için bu kitapta “varolan” terimini kullanıy-
orsam, neden kulağa biraz tuhaf gelecek “jeovarolan” [gexistent] terimini de or-
taya atmayalım? Jeovaroluş, burada ve sonraki bölümlerde irdelediğim iddi-
amın, yani Batılı ontolojilerin örtük birer biyontoloji (tek bir varoluş formunun
(bios, zoe) niteliklerinden yola çıkarak bütün varoluş formlarının ölçüsü olarak
Batı metafiziği) teşkil ettiği ve biyopolitikanın bu metafiziğin yerli yerinde tu-
tulmasına bağlı olduğu iddiam için semantik olarak daha iyi bir tercih olmaz
mı? Nihayetinde jeontoloji ve ondan türemiş olan jeontoiktidar gibi terimleri
kullanmaya karar verdim, çünkü cansızlık (geos) ve varlığa ait, (ontoloji) geç
dönem liberalizmde farkın ve piyasaların yönetiminde halihazırda faal olan un-
surlar arasındaki karşıtlığı belirginleştirmek istiyorum. Öyleyse jeontoloji bir
yandan (varolan her şeye Yaşam ile ilişkili niteliklerin atfedilmesi amacıyla)
varoluşun biyolojik olana kapatılışının altını çizmeyi, öbür yandan da iyiden
iyiye yerleşmekte olan geç dönem yerleşmeci liberalizmin kimi rejimlerinde öt-
eden beri aşikar olan bir iktidar formunun küresel ölçekte görünürlük kazandığı
momenti açıklamaya yönelik eleştirel bir dil bulmanın zorluğunu vurgulamayı
amaçlamaktadır.

Bu son hususun üzerinde durmak isterim. Jeontoiktidar biyopolitikanın yerini


almak üzere daha yeni ortaya çıkmış bir iktidar değildir; biyoiktidar (yaşam ve
ölümle yönetmek) öteden beri kendisini destekleyen bir jeontoiktidara bağlıydı

13 Bu yüzden jeontoloji (Cansız varlık) ve jeontoiktidar (Cansız varlıklara ait ve onlar üzerinde uygulanan ikti -
dar) kavramları geç dönem liberalizmi tanımlayan güncel düşünce ve eylem evresini ifade etmek için kullanıl-
maktadır. Bu evre aynı anda bu ayrımı hem pekiştirmekte hem de sökülüşüne tanıklık etmektedir.
(canlı ve durağan arasındaki fark). Nasıl ki Afrika’da açık bir şekilde işlemekte
olan nekrosiyaset çok sonraları Avrupa’da kendini gösterdiyse, jeontoiktidar da
benzer bir şekilde geç dönem yerleşmeci liberalizmde açık bir şekilde işlemek-
teydi ve geç dönem yerleşmeci liberalizmin farkları ve piyasaları yönetmeye
yönelik olağan faaliyetlerine sirayet etmişti. Sömürgeleştirilmiş çeşitli halkların
yaşama işaret eden türden bir niyetsellik, öznellik ve faillik sahibi olan şeyleri
olmayan şeylerden ayıramamaları bu halkları modern öncesi bir zihniyetle ve
tanınma sonrası bir farkla tasvir etmenin zemini olageldi. Öyleyse jeontoloji ve
jeontoiktidar kavramlarının amacı nesneler için yeni bir ontoloji, yeni bir iktidar
metafiziği kurmak ya da insanın şeyler dünyasının hakikatini bilmesinin
mümkün olup olmadığı konusunda bir hükme varmak değildir. Bu kavramlar,
daha ziyade, iktidarın süregelen biyoontolojik yönelimi ve dağılımı parçalanıp
usun aşikar arkaplanı olarak işlerliğini yitirirken geç liberalizmin figürsel taktik-
lerini görünür kılmaya yöneliktir. Daha spesifik olmak gerekirse, bu kavramlar
Yerli meslektaşlarımın eleştirel analizlerini ve varoluş pratiklerini güncel tut-
maya çalışırken manevra yapmaya zorlandıkları o sıkışık mekanı aydınlatmaya
yöneliktir.14 Kısacası, jeontoiktidar öncelikle bir kavram olup daha sonra
arkadaşlarımın dünyalarında uygulama bulan bir şey değil, geç liberal yöne-
timin bu sıkışık alandan bakıldığında nasıl göründüğünden ortaya çıkmış olan
bir kavramdır.

Jeontoiktidar kavramının biyoiktidara kıyasla nasıl çalıştığını anlamak için, bu-


rada Foucault’nun ileri sürdüğü üç iktidar formasyonuna dönmek ve yanıtları
çoktan verilmiş gibi görünebilecek iki basit soru sormak isterim. İlk olarak,
hükümran iktidar, disiplinci iktidar ve biyoiktidar arasındaki ilişki, bir kapsama
ilişkisi mi, ayrılma ilişkisi mi, belirleme ilişkisi mi yoksa aynı kümeye mensup

14 Bu sıkışık alanı oluşturan şeyin, önemli ölçüde, varoluş kipleri yaratmaya yönelik teknikler, kelime dağarcığı
ve etkin araçlar bakımından doğal yaşam ile eleştirel yaşam arasında bulunan bir homoloji olduğunu iddia ede-
ceğim— doğma, büyüme ve ölümden oluşan doğal yaşamın dramı ile conatus, affectus ve sonluluktan oluşan
eleştirel yaşamın dramı arasındaki yaralı bir homoloji. Bu sıkışma soyut bir şekilde değil, geç dönem liberal-
izmin farkı ve piyasaları yönetme biçimi vasıtasıyla gerçekleşiyor.
olma ilişkisi mi? İkinci olarak, Foucault bu iktidar kiplerini tarihsel dönem-
selleştirmeler mi, yarı-aşkınsal bir iktidar metafiziği mi, yoksa daha kapsamlı
bir tarihsel ve toplumsal çerçeve dahilindeki varyasyonlar olarak mı tasarladı?
Şunu hatırlamakta fayda var ki bugün hükümranlık ile disiplinci iktidar ve biy-
oiktidar arasında bir uçurum olduğu konusunda emin davransak da, Foucault
burada bütün üç formasyonu kat eden ortak bir kavram mı gördüğü yoksa her
biri kendi spesifik kavramsal birliğine sahip üç ayrı iktidar formasyonu mu
gördüğü konusunda emin gibi görünmez. Bir yandan, on sekizinci yüzyılın
kendine özgü yöntemlere, yepyeni enstrümanlara ve çok farklı bir donanıma
sahip yeni bir iktidar mekanizmasının ortaya çıkışına (l’apparition), yahut
icadına da denebilir”, tanıklık ettiğini yazar.15 Ancak öbür yandan Foucault bu
iktidar formasyonlarının tespih üzerindeki boncuklar gibi birbirlerini izlemedik-
lerini söyler. Bunlar Hegelci bir aufhebung modeline de riayet etmezler; hüküm-
ranlığın diyalektik bir şekilde disiplinci iktidara, disiplinci iktidarın da biyopoli-
tikaya doğru ilerlediği söylenemez. Bu üç iktidar formasyonu, daha ziyade,
daima birlikte bulunurlar, her ne kadar bunların birbirlerine göre düzenlenme ve
ifade bulma şekilleri toplumsal zaman ve mekana göre değişiklik gösterse
bile.16 Örneğin, Alman faşizmi Holocaust’ta bu üç formasyonu birden kullan-
mıştır— Hitler figürü hükümranın kimin dost kimin düşman olduğunu,
dolayısıyla kimin öldürüleceğini ya da yaşamasına izin verileceğini belirleme
hakkına bir örnek oluşturur, gaz odaları disiplinci iktidarın intizamına bir örnek
oluşturur; Aryan ırkı ise bir nüfus ve hijyen imgelemiyle yönetmeye bir örnek
oluşturur.

Daha güncel örnekler de bulabiliriz. Başkan George W. Bush ve yardımcısı


Dick Cheney, kararlı bir şekilde, kamuoyu önünde yargılama gerçekleşmeksizin
öldürme haklarının olduğunu iddia ettiler (sonraki başkanında sahip olduğunu

15
Foucault, Society Must Be Defended, 35

16 Bkz. Esposito, Bios, 57.


iddia ettiği bir haktı bu). Ancak onlar otoritelerini kurbanların at arkasında
sürüklenip parçalara ayrıldığı festivallerde sahnelemek yerine, insanların ya da
insansız hava araçlarının kullanıldığı operasyonlarda, gizli gözaltı merkez-
lerinde icra ettiler. Daha az aleni ve dolayısıyla potansiyel olarak daha verimli
bir şekilde, Google ve Facebook gibi yeni medya teknolojileri bireysel kararlar-
dan yola çıkarak nüfus trendlerinin izlenebileceği birtakım algoritmaları uygu-
lamaya koydular ve böylelikle bir yandan sermaye için yeni fırsatlar yaratırken
öbür yandan da bireysel zevkler ile belli popülasyonların refahının kesiştiği
alanı güvenlikselleştirmenin yeni araçlarını, yani Franco Berardi’nin “semi-
yokapitalizm” adını verdiği şeyi yarattılar.17 Hükümran iktidarın bu modern tak-
tikleri ve estetiği, Angela Davis’in endüstriyel hapishane kompleksini konu alan
önemli çalışmasından faydalanan Henry Giroux’nun günümüz ABD iktidarının
temel özellikleri olduğunu ileri sürdüğü unsurlarla birlikte varolur: tam
teçhizatlı olağan hapis mekanları ve şiddetli yalıtım biçimleriyle biyogüvenlik.18
Ancak burada, ABD hükümranlığının en keskin kenarını ortaya koyuyor gibi
göründüğü bu noktada—devlet destekli, hapishane bazlı öldürmelerde—bile,
öldürmeler kralların zamanına kıyasla bütünüyle farklı bir estetikle ve duygusal
düzenlemeyle yürütülür. Devletin gerçekleştirdiği bu öldürme eyleminin de
tanıkları vardır, ancak bu tanıklar bir pazar alanından ziyade, cam duvarın
ardında otururlar. Kurban ölüme hazırlanırken bu cam duvar üzerindeki perde
usulca çekilir—ya da “beklenmedik bir durum” baş gösterdiğinde, hızla çekilir.
Gürültülü kalabalıklar dışarıda tutulur: kutlama yapanlar polis bariyerinin beri
tarafındayken, dua nöbetindekiler bariyerlerin öte yanındadır. Bu üç iktidar
formasyonunun birlikte bulunuşuna ilişkin diğer örnekler daha az aşikar yer-
lerde karşımıza çıkar—örneğin, Qantas havayolu şirketinin Avustralya toprak-
larına yaklaşırken yolculara yapılan duyurunun geçirdiği değişimde. Daha

17 Bkz. Berardi, Precarious Rhapsody. Ayrıca bkz. de Macedo Duarte, “Hannah Arendt, Biopolitics and the
Problem of Violence” ve Blencowe, “Foucault’s and Arendt’s ‘Insider View’ of Biopolitics.”

18 Giroux, Youth in a Suspect Society, 83; Davis, Abolition Democracy. Ayrıca bkz. Gilmore, Golden Gulag ve
Masco, Theater of Operations.
önceleri kabin görevlileri yolcuların ülkedeki katı hayvan ve bitki karantinası
düzenlemeleri konusunda bilgilendirmek için duyurular yaparken artık ülkenin
katı “biyogüvenlik yasaları” konusunda duyurular yapıyorlar.

Ancak bu farklı iktidar düğümleri için hükümranlığın, disiplinci iktidarın ve


biyopolitikanın terimlerini, adeta bu oluşumlar birbirlerinden ve tarihten bağım-
sız gibiymiş gibi kullanmaya devam ediyoruz. Sanki bunların akıntılarına dahil
olduğumuzda, bu farklı formasyonların akımları bizi farklı yönlere çekiyor
gibidir. Bir yanda her bir iktidar formasyonu ayrı bir ilişki, estetik ve taktik
ifade ederken öbür yanda her üçünün altında adı konmamış ortak bir kavramsal
matriksin yattığına ilişkin bir his baki kalır—en azından bir tarafta hükümran
iktidar varken disiplinci iktidar ve biyoiktidar öbür taraftadır. Bunu ilk fark
edenin şahsım olduğu söylenemez. Alain Badiou, Foucault arkeolojik yaklaşım-
dan soybilimsel bir yaklaşıma geçtiğinde, “bir ‘alanlar’ doktrinin” bir “epis-
temik tekillikler” diziliminin yerini aldığını, öyle ki bunun Foucault’yu “kavra-
ma ve felsefeye” geri getirdiğini ifade eder.19 Diğer bir deyişle, Badiou Fou -
cault’nun “ne bir filozof ne bir tarihçi ne de bu ikisinin yozlaşmış bir karışımı”
olduğunu söylerken, aynı zamanda son dönem çalışmalarında, bilhassa biy-
opolitika ve kendi ile başkanın hermenötiğine ilişkin düşüncelerinde, metafizik-
sel kavram türünden bir şeyin ortaya çıktığını ileri sürer. Badiou’ya göre bu
kavram iktidardır. Biyopolitika ile jeontoiktidar arasındaki fark da tam olarak
burada yatar.

Bu üç formasyonu bir araya getiren şeyin iktidardan ziyade müşterek fakat daha
önceleri belirgin olmayan ontolojik bir iddianın, Yaşam ile Cansızlık arasında
bir ayrım olduğu iddiasının olduğunu ileri süreceğim. Artık gitgide küreselleşen
bir şekilde bu iddia belirginleşiyor. Örneğin, bir zamanlar pek önem taşımayan,
üç iktidar formasyonunun “insanın bir canlı olması ölçüsünde” (une prise de

19 Badiou, Adventure of French Philosophy, 87, 93, 97.


pouvoir sur l’homme en tant qu’etre vivant) işlediği gözlemi bugün en tant que
ve tant que arasındaki boşlukta, “ölçüsünde” ile “müddetçe” arasında tökezliy-
or. Bir zamanlar pek de detaylı bir şekilde ele alınmamış olan bu söz öbeğini
artık bir epistemolojik ve ontolojik koşul olarak duymamak gittikçe güçleşiyor:
her üç formasyon da insanları canlı olarak kavramsallaştırmaya devam ettiğimiz
müddetçe ve insanlar varolmaya devam ettiği müddetçe işliyor. Evet, hükümran-
lık, disiplin ve biyopolitika yaşamın ve ölümün dramlarını farklı şekilde sahnel-
er, estetikleştirir ve kamusallaştırırlar. Evet, on sekizinci yüzyıldan itibaren,
antropolojik ve fiziksel bilimler insanları bireylerin ve türlerin yaşamını yöneten
bir tabiat kanununa tabi tek bir tür olarak kavramsallaştırmaya başlamıştır. Evet,
bu yeni söylemler hükümranın iktidarını yaşam ve ölüm etrafında organize etme
biçimiyle biyopolitikanın bunu yapma biçimi arasında yeni bir ilişki açığa
çıkarmıştır. Evet, Foucault’nun bu dönüşümü öldürme ve yaşamasına izin
verme hakkından yaşatma ve ölmesine izin vermeye geçiş olarak sunduğu kısa
açıklamasını günümüz devletlerinin yaşattığını, ölmeye izin verdiğini ve
öldürdüğünü göz önüne alarak güncellemek gerekmektedir. Evet, yerleşmeci
sömürgecilikten kalkınmacı liberalizme, tam teşekküllü neoliberalizme bütün
liberalizm türleri biyopolitikanın izini taşımaktadır.20 Ancak bir şeyler bu
ifadelerin geri dönüşü olmayan bir şekilde yeni bir dram üzerinden okunmasına
ve deneyimlenmesine neden olmaktadır: yaşam ile ölümün dramından ziyade,
Cansızlıkta başlayıp biten bir ölüm biçiminde, yani insanın, biyolojik yaşamın
ve çoğu zaman ifade edildiği üzere gezegenin yok oluşunda. Bu bizi bireylerin
ve türlerin yaşam ve ölümlerinden önceki bir zamana, geos’un zamanına, ruhsu-
zluğun zamanına götürür. Anlamı değiştiren “ölçüsünde” ifadesi artık anthropo-
su yalnızca hayvan yaşamının değil, kökensel ve radikal bir Cansızlık halinin
karşısında duran bütün Yaşamın kapsamı dahilindeki unsurlardan yalnızca biri
olarak ön plana çıkarır. Aynı zamanda, hareketsizlikle karşıtlaştırılan canlılığı,
verimsizlikle karşıtlaştırılan soyu tükenmişliği ön plana çıkarır. Diğer bir dey-

20 Bkz. örneğin, Morgenson, “Biopolitics of Settler Colonialism”; and Mezzadra, Reid, and Samaddar, Biopoli-
tics of Development.
işle, anthroposun, yalnızca, Yaşamın, Ölüm/Soy Tükenişi ve Cansızlık ile olan
farkını devam ettirebilmesi ölçüsünde yaşam dahilindeki bir unsur olarak kala-
bileceği gittikçe açık bir hale gelir. Aynı zamanda farkın ve piyasaların
yönetilmesine yönelik geç dönem liberal stratejilerin yalnızca bu ayrımların ko-
runduğu ölçüde işleyebildiği açıktır. İşte tam da bu “ölçüsünde” ifadesini duya-
bildiğimiz içindir ki bu ayraçların artık görünür, tartışılabilir, sorunlarla yüklü
ve dengesiz olduğunu bilebiliyoruz. Elbette “x insanlarının y kayalarından daha
önemli olduğu açıktır” gibi bir ifade üretilmeye, ikna etmeye ve siyasi söylemi
durdurmaya devam ediyor. Ancak bu kitapta ilgilendiğim şey, artık bu ifadeye
derhal onay vermenin önüne geçen o küçük tereddüt, duraksama, nefes ar-
alığıdır.

Şu anda işlemekte olan formül şudur:


Yaşam (Yaşam{doğum, büyüme, üreme} / Ölüm) / Cansızlık

Kavram ve Yurtları

Pekçok kişi Yaşam ile Cansızlık arasındaki aşikar ayrımın çözülüşünü Antro-
posen’de iklim değişikliğinin yarattığı zorluklarla ilişkili görürler. “Antroposen”
terimi ilk kez Eugene Stoermer tarafından kullanıp daha sonra Paul Crutzen
tarafından popülerleştirilmesinden bu yana, gezegendeki insan mevcudiyetiyle
ilişkili kuvvetlerin diğer bütün biyolojik, jeolojik ve meteorolojik formları ve
kuvvetleri alt ederek Holosen’i sonlandırmasını belirten, jeolojik olarak tanım-
lanmış bir anı ifade etmektedir. Yani Antroposen basitçe insanların çevrelerini
etkilemeye başlamasını değil, gezegendeki insan mevcudiyetinin diğer bütün
varlıkları belirleyen (bunu zarar verici bir şekilde yapan) bir hale geldiği anı
ifade etmektedir. Bu kavramın herkesçe kabul edildiğini söylemek zordur. Bu
kavramı destekleyen jeologlar dahi başlangıcını belirlemek için hangi kriterlerin
kullanılması gerektiği konusunda fikir ayrılığı içindedir. Pek çok kriter ve pek
çok tarih ileri sürülmüş durumdadır. Kimileri Antroposen’in başlangıcını
tarımın icat edildiği ve insan nüfusunun patlama yaptığı Neolitik Devrim’in başı
olarak almaktadır. Kimilerine göre ise Antroposen’in başlangıcı atom bom-
basının patlatıldığı tarihtir, zira bu olay dünyanın katmanlarında radyoaktif tor-
tular bırakmış, dünyanın (Gaia) insan eylemleriyle yok edilebilecek bir şey
olarak kavranışının pekişmesine ve gezegene ait bir olgu olarak Yaşam ile uza-
yın soğukluğu olarak Cansızlık arasındaki farkın dramatikleşmesine yardımcı
olmuştur. Hannah Arendt’in Sputnik’in uzaya fırlatılması üzerine 1963’te
düşündükleri ve “duyumun ve görünüşlerin dünyası ile fiziksel dünya görüşü”
arasındaki bağlantının kopması bu noktada önem taşımaktadır, tıpkı James
Lovelock’un 1968 yılı Noel arifesinde canlı yayınlanan, Apollo 8’in o devrim
niteliğindeki uzaya fırlatılışından iki yıl sonra yayımlanan Gaia hipotezi gibi.21
Bazıları ise Antroposen’in başlangıcını enerjisini kömürden edinen Sanayi De-
vrimi olarak tayin ederler. Birleşik Krallık’ta kullanılan “Newcastle’a kömür
satmak gibi” deyimine ilişkin ilk kaydın 1538’de olması bize kömür kul-
lanımının Avrupa’da uzun bir geçmişi olduğunu hatırlatıyor olsa bile, Sanayi
Devrimi on sekizinci yüzyılda Lancashire, Somerset ve Northumberland’deki
kömür yataklarının büyük oranda genişlemesine neden olmuş ve mevcut iklim
devrimimizle ve belki de altıncı büyük yok oluşla sonuçlanmıştır.22 Ancak
kömür yataklarından istifade edilmesi aynı zamanda modern jeolojik kronolo-
jinin temelinin sarsılmasına katkıda bulunacak olan büyük katmanlı fosil yatak-
larını ortaya çıkarmıştır: katmanlaşmış varlık ve zaman tabakaları olarak dünya.
Başka bir deyişle, Antroposen kavramı kömür yataklarının sonucu olduğu kadar
bunların oluşumlarının incelenmesinin sonucudur, zira kömür yataklarındaki
fosiller modern biyoloji ve ondan farklı olarak jeoloji disiplinini ortaya çıkarmış
ve yerlerini sağlamlaştırmıştır. Ancak kömür yatakları modern biyoloji ve jeolo-
21 Arendt, “Conquest of Space and the Stature of Man”; Lovelock, “Physical Basis for Life Detection Experi-
ments.” Ayrıca bkz. DeLoughrey, “Satellite Planetarity and the Ends of the Earth.”

22 Bu fosillerin ve fosil yakıtların keşfedilmesiyle vuku bulan bilgi, sermaye ve biyolojik süreçler arasındaki o
güçlü düğümlenme konusunda farklı perspektifler için bkz. Pinkus, “Humans and Fuel, Bios and Zoe”; ve Yu-
sof, “Geologic Life.”
ji disiplinlerini ortaya çıkarmışsa da, ortaya çıkardığı karbon bombası yavaş
yavaş ancak daha sonraları, görünüşe bakılırsa, aniden bu disiplin ayrımlarını
farklı türden farklar haline getirmiştir. Gezegendeki karbon döngüsü açısından
Yaşam ve Cansızlık arasındaki ayrım nasıl bir fark yaratmaktadır? İnsan kökenli
iklim değişikliğinin baskısı altında disiplinler arasında ne tür kombinasyonlara
ve iş birliklerine ihtiyaç duyulmaktadır? Üstelik eğer sanayi sermayesi modern
jeolojinin müsebbibi ve böylelikle yeni jeolojik çağın ve bu çağı takviye eden
disiplinlerin gizli kökeni ise, neden İnsan yerine onu ayıplamıyor ve yaptığımız
adlandırmada ona yer vermiyoruz? James Moore aslında Antroposen dediğimiz
şeye Kapitolesen demenin daha doğru olacağını söylemişti—burada gerçekte
tanık olduğumuz şey kapitalizmin son beş yüz yılının maddi koşullarıdır.23 De-
nis Dimick’in şiirsel tabirini kullanacak olursak, Antroposen ve iklim değişik-
liği en çok da sınai kapitalizmin “kadim günışığına” olan bağımlılığını yansıt-
maktadır.24 Çok sayıda başka adlandırma da yapılmıştır: Plantationocene, An-
glocene, Chthulucene...

Çeşitli araştırmacıların bir adlandırmayı ya da başlangıç tarihini diğerlerine ter-


cih etmelerinin biçim ve nedenleri, jeontoiktidarın doğal yaşamı, eleştirel
yaşamı ve gerek insanın gerek diğer canlıların, yani bütün türsel varoluş form-
larının geç dönem liberalizmde yönetilme biçimlerini nasıl desteklediğini ve
bunların bünyesinde nasıl desteklendiğini aydınlatmaya yardımcı olabilir. Yakın
dönemde Nature’da yayımlanan bir makalenin yazarlarının da söylediği gibi,
yeryüzü sisteminde yapılan değişiklikler milyonlarca yıllık stratigrafik sıkışma
perspektifinden bakıldığında yalnızca anlık yeryüzü olayları gibi görünen het-
erojen, farklı zamanların etkisini taşıyan, dağınık ve diferansiyel coğrafyalar

23 Moore, Capitalocene, Part 1.

24 Joel Achenbach, “Welcome to the Anthropocene,” Washington Post, 3 Ağustos 2010, National Geograph -
ic’ten Dennis Dimick’inAspen Environment Forum’da yaptığı bir konuşmanın haberi, http:// www.washington-
post.com/wp-dyn/content/article/2010/08/02/AR2010080203751.html, erişim tarihi: 14 Mayıs 2014.
olarak görünür. 25 Ancak bütün stratigrafik dönüm noktalarının “stratigrafik
kayıtlarda fark edilebilir küresel bir değişimi belgeleyen, açık, zamanı tayin
edilebilir işaretlerin yanı sıra, Yeryüzü sistemi üzerindeki uzun vadeli değişik-
likleri belgeleyen yardımcı stratotipler” gerektirmesine rağmen, Antroposen,
“sınırların tayini için birikmiş katı mineral depolarına (‘kayalara’) bel bağlaya-
maması itibarıyla, özel bir problem oluşturur; bu “büyük oranda fosilleri bu-
lunmayan bir olay ufkudur” ve bu yüzden de “şimdiye uzanan ve böylelikle
geleceğe dair bir bakışı örtük olarak içinde barındıran bir zaman birimini formel
hale getiren” bir global sınır stratotipi kesiti ve noktası (GSPP) için yeni bir
zemin bulmak zorundadır. 26 Bu yeni jeolojik çağın en açık, maddi olarak
desteklenebilen, toplumsal bakımdan nesnel kanıtı nedir: Sanayi Devrimi’nden
kalan karbon tabakası mıdır, iklim değişikliğinden kaynaklanan CO2 midir,
yoksa patlatılan atom bombasının yeryüzüne atom düzeyinde atmış olduğu imza
mıdır?

Günümüz eleştirel kuramcıları bu işaretlerin nesnel oldukları fikrini küçüm-


seyebilirler, ancak göreceğimiz üzere, spesifik ve önemli bir açıdan eleştirel ku-
ram doğa bilimlerinin temel arzularını tartışmaya açmaktan ziyade tekrarlamak-
tadır. Bu noktayı sonraki bölümde ele alacağım. Burada basitçe Antroposen’in
dramında ana kahramanların işaretlenme biçimlerinin tamamının, bunlardan
herhangi birinin jeontoiktidarın bugünkü açmazından ayrılmasından ziyade,
farklı bir etik, politik ve kavramsal problem ve karşıtlık kümesiyle sonuç-
landığını söylemek faydalı olacaktır. Örneğin, kelimeleri en dar anlamlarıyla ele
alan bir perspektiften bakıldığında, Antroposen bir aktör olarak insanı diğer
biyolojik, meteorolojik ve jeolojik aktörlerle karşıtlaştırmaktadır. İnsan bir
tarafta bir soyutlama olarak ortaya çıkarken, İnsan Dışı öbür tarafta yer alır. İns-
anlar ne zaman dünyada egemen kuvvet haline gelmişlerdir? Dünyayı bu şek-

25
Lewis ve Maslin, “Defining the Anthropocene.”

26 Lewis ve Maslin, “Defining the Anthropocene.”


ilde sınıflandırmak yalnızca jeoloji disiplini açısından, doğal tiplere ve türsel
mantıklara dayanan bir disiplinin açısından anlamlı olur. Jeolojik bir perspekti-
fle bakıldığında, gezegende en başta Yaşam değil, Cansızlık vardır ve buradan
bir şekilde çeşitli Yaşam türleri hasıl olmuştur. Bu türler evrimleşmeye devam
etmiştir ta ki içlerinden biri yalnızca kendi türünü değil, diğer bütün türleri de
yok edip gezegeni başlangıçtaki yaşamsızlık durumuna geri döndürme
tehlikesini yaratana dek. Diğer bir deyişle, soyutlanmış İnsan Antroposen’in
kahramanı olarak ortaya konduğu zaman, sahneye bir grup spesifik karakter
çıkar— İnsan, İnsan Dışı, Ölü ve Asla Canlı Olmamış Olan. Bu karakterler belli
bir dramı sahneye koyar: insanın sonu Yaşamın sonuna dair bir endişeyi
uyandırır ve Yaşamın sonu da mavi kürenin kızıl gezegene, Dünyanın Mars’a
dönüşeceğine dair bir endişe uyandırır, şayet Mars’ta da yaşam olduğu ortaya
çıkacak olmazsa… Ne var ki işler karmaşıklaştıkça, seyirciler içinden biri
genellikle oyunu durdurup herkese Yaşam ile Cansızlığın ve İnsan ile İnsan
Dışının birer soyutlama olduğunu ve bunların bizi insanların bu problemi
yaratmadığı gerçeğinden uzaklaştırdığını hatırlatır. Bunu yapan daha ziyade bel-
li bir insan toplumu kipi ve bu kip dahilindeki belli sınıflar, ırklar ve bölgelerdir.
Bu müdahale sonrasında ihtilaf dönüşmüştür ve bu ihtilafın kahramanları artık
ne insanlar ile diğer biyolojik, meteorolojik ve jeolojik faktörler ne de Yaşam ve
Cansızlıktır. İhtilaf çeşitli biçimlerdeki insan yaşam-dünyaları ve bunların ver-
ili-dünya üzerindeki etkileri arasındadır.

Ancak jeontoiktidarın kahramanlarını ve hasımlarını anlatmanın bu farklı yol-


larından hiçbiri açık bir toplumsal yada siyasal çözüm sunmaz. Örneğin, eğer
bir insan toplumsallığının, söz gelimi liberal kapitalizmin diğer yaşam biçimleri
üzerindeki etkilerine odaklanacak olursak, bütün varoluş biçimleri gezegenin
mevcut kullanımı konusunda söz sahibi olacak şekilde Yaşamı demokratik-
leştirmek mi gereklidir? Yoksa bazı varoluş biçimlerinin daha fazla mı söz hakkı
olmalı, oylarının ağırlığı daha fazla mı olmalıdır? Antropolog Anna Tsing’in
daha içerimli bir refah siyaseti, iyiyi insanın ve insan dışı canlıların birlikte
büyüyüp gelişeceği bir dünya olarak kavramsallaştıran siyasi bir imgelem için
matsutake mantarlarından istifade ettiği yakın dönemdeki çalışmasını ele alalım.
Ancak bu büyüyüp gelişmenin ölçülmesi de insana ait birtakım bakış açıların-
dan yapılır, belki de böyle yapılması gereklidir. Bu durum diğer bazı mantar tür-
leri ortaya çıktığında belirginleşir, söz gelimi agrikapital fidanlıklarda gelişen
Hevea ağacının kökündeki mantarsı parazitler: Rigidoporus lignosus ve Phelli-
nus noxius. Ben plantasyon kapitalizminin hayatta kalmasını istemiyor olabilir-
im, ancak R. lignosus ve P. noxius kesinlikle istemektedirler. P. noxious’un
adının zararlı [noxious] olması sebepsiz değildir, zira bu mantar türü insanın
belli bir toplumsal varoluş kipine, agrikapitalizme giden yolda insana refakat
eden bir tür olarak görülebilir. Öyleyse P. noxius’a oy hakkı vermeyecek miy-
im? Ona oy hakkı vermem için ne yapmayı ya da ne olmayı kabul etmesi
gerekir? Dünyanın bu yeni savaşında—belli bir formasyonda gelişirken diğer-
lerinde gelişemeyen mineraller, göller, hava parçacıkları ve akıntılar arasın-
dan— başka nelerin benim kurallarıma uyması gerekecektir? Siyasi ittifakların
son derece kafa karıştırıcı hale geldiği durumda bile, “sürdürülebilirlik” ko-
laylıkla kendi arzularımızla uyumlu bir çoklu (varoluş) kipi düşünme çağrısı
halini alabilir. Nihayetinde P. Noxius şu anda elimizde olan en iyi sınıf savaşçısı
olabilir. Kendi varlığının koşullarını yiyip yutar ve sermayenin ona yayıl-
masının normatif koşulu olarak sunduğu şeyi yok eder. Doğru, bu süreçte pek
çok diğer başka varoluş biçimini de yiyip yutar. Ancak sınıf savaşı nazik bir il-
işki değildir.

Bu problemi çözmeye çalışmaktan bitkin düştüğümüzde, teleskopumuzu kenara


koyup dürbünümüzü alarak belli toplumsal coğrafyalardaki insanların belli bazı
varoluş kiplerine bakabiliriz. Diğer bir deyişle, evrensel ölçekte bir içerim için
yerele adaletsiz davranmaktan sakınacak bir altın kural bulmaya çalışmaktan
vazgeçip yerele odaklanabiliriz. Söz gelimi, bu kitap örneğinde, ben Avus-
tralya’nın Kuzey Topraklar’ındaki Yerli arkadaşlarıma ve meslektaşlarıma
bağlılığımı gösteriyorum. Burada yeryüzünün meteorolojik, jeolojik ve biyolo-
jik boyutlarına böylesi kötücül bir kuvvetle etkide bulunan şeyin insanlar değil,
bazı insan toplumsallığı kipleri olduğunu görürüz. Ancak tam da bir konum
sahibi olduğumuzu düşündüğümüz anda — bunlar/ onlar— odağımız derhal
ileri ve dışa doğru genişlemeli. İklim değişikliğinin, sermayenin, toksikliğin,
söylemselliğin küresel tabiatı, derhal, durduğumuz yerden başka bir yere bak-
mamızı talep etmektedir. Yan ürünleri besinlere, ormanlara, aküferlere sızan
toksik sanayinin akışlarını izlemeli, türleri hastalık vektörleriyle birbirleriyle
birleştiren virüs geçiş alanlarına bakmalıyız. Yereli bu sızma kanalları boyunca
uzattığımızda İnsan’a ya da küresele doğru büyümek zorunda değilizdir, ancak
yerel olanda kalmamız da mümkün değildir. Yalnızca buradamsı kalabiliriz.

Başka bir deyişle, Antroposen ve ona refakat eden iklim değişikliği kavramı ba-
sitçe meteorolojik veya jeolojik olaylar olarak değil, 1960’larda ortaya çıkmış
olan bir grup siyasi ve kavramsal rahatsızlıklar olarak görülmelidir— radikal
çevre hareketi, Yerlilerin madenciliğe muhalefeti, Gaia ve bütün dünya kavramı.
Tüm bu rahatsızlıklar şu anda geç dönem liberalizmin farkı ve piyasaları nasıl
yöneteceği sorununa ivme kazandırıyor. Buradaki amacım hangi ihtilafları ya da
hangi kahramanları seçeceğimiz konusunda bir hüküm vermek değil, odaktaki
meselenin birbiriyle rekabet içindeki varoluş mücadelelerin hepsinde bir yer
kapladığını ve ölçeği, olayı, dolaşımı ve varlığı kavramsallaştırma biçimlerimizi
etkilediğini göstermektir. Jeologların Holosen ile Antroposen arasındaki kopuş
için belirleyecekleri tarihten bağımsız olarak, Antroposen kavramı halihazırda
eleştirel düşünce, kültürel siyaset ve küresel kuzey ve güneyde jeopolitik yöne-
timin organizasyonu üzerinde dramatik bir etki yaratmıştır. Bu kavramsal etki
biyopolitika için temel bir önem taşıyan, Yaşam ile Cansızlık arasındaki aşikar
ayrımın sonuçlarından ve sebeplerinden biridir. Coğrafyacı Kathryn Yusoff’un
söylediği gibi, biyopolitika gitgide artan bir şekilde “jeolojiden destek almak-
tadır.”27 İnsanların ya da insan varoluşunun bazı biçimlerinin Yaşamın kendisini
gezegen üzerinde yok olmakla karşı karşıya bırakacak denli güçlü bir kötücül
güç olduğu ihtimali beşeri bilimlerin, insana yoğunlaşan toplumsal bilimlerin,
nicel toplumsal bilimlerin ve doğa bilimlerinin odaklandığı konuları değiştir-
miştir.28 Bir jeolojik kavram olarak Antroposen’in ve karbon döngüsünün mete-
orolojik bir modellemesinin ortaya çıkışı, biyo-jeo-kimya gibi yeni doğa bilimi
sentezlerinin ortaya çıkışı, yeni nesne ontolojilerinin çoğalması (yeni materyal-
istler, spekülatif materyalistler, spekülatif realistler, nesne-odaklı ontolojiler)
tümüyle Yaşamın özerkliği ile Yaşamın Cansızlığa olan karşıtlığı ve farkı
arasındaki sınırın aşındığına işaret etmektedir. Beşeri bilimleri buna bir örnek
olarak verebiliriz.

İnsan yaşamının (ya da insana ait bir yaşam biçiminin) geleceği gezegenin
ısınmasıyla baskı altındayken, ontoloji, felsefede, antropolojide, edebi ve
kültürel çalışmalarda, bilimde ve teknoloji çalışmalarında merkezi bir problem
olarak yeniden gündeme geldi. Gitgide daha yoğun bir şekilde eleştirel kuram-
cılar insan yaşamının diğer yaşam biçimleri üzerinde kurduğu üstünlüğü
göstermekle kalmadılar— ki böylece hümanizm sonrası siyaset ve kuram yük-
selişe geçti— aynı zamanda bütün Yaşam biçimleri ile Cansızlık kategorisi
arasında bir farkın varlığını sürdürmesini sağlayacak bir ayrım yapmak
konusunda güçlük çektiler. Eleştirel kuram gitgide artan bir şekilde biyolojik,
jeolojik ve meteorolojik varlıklar arasında yapılan ontolojik ayrımlar üzerinde
baskı kurdu ve insan sonrası eleştiri de yerini bir yaşam sonrası eleştirisine, var-
lık yerini düzenlemelere, biyoiktidar ise yerini jeontoiktidara bıraktı. Nesneler
Batı felsefesinin farklı ontolojilerinde nasıl bir statüye sahiptir? Nesneler, var-
lıklar var mıdır yoksa var olan yalnızca belirsiz düzenlemeler midir? Bu belirsiz

27 Yusof , “Geological Subjects.”

28 İnsandan insan dışına, oradan cansıza gerçekleşen o yavaş kaymanın bazı örnekleri için bkz. Haraway, Crys-
tals, Fabrics, and Fields; Chakrabarty, “Climate of History: Four Theses”; Colebrook, Death of the PostHuman;
Cohen, “Introduction”; Grusin, Nonhuman Turn; and Thacker, After Life.
düzenlemeler de canlı mıdır? Antropologlar, toplumsal ve kültürel epistemolo-
jilere ve kozmolojilere yönelik ilgilerini çoklu ontolojilere ilişkin bir
meşguliyete dönüştürmek suretiyle tipik olarak felsefenin alanına ait olan bu
problemlere müdahil oluyorlar. 29 Ancak belki de bu akademik disiplinler ede-
biyatta, örneğin Don DeLillo’nun White Noise’unda, kuşkusuz Margaret Ar-
wood’un The Handmaiden’s Tale ile başlayan ve MaddAddam Üçlemesi ile de-
vam eden edebi üretimlerinde çoktan başlamış olan bir diyalogu henüz yakala-
maya başlamışlardır. Bugün bütün bir eko-edebi çalışmalar alanı, edebiyatın,
filmlerin ve medyanın bu yaklaşan yok oluş sonrası dünyaya ilişkin keşiflerini
incelemekle meşguldür.

Buradan ikinci argümanıma geçebilirim. Kırılgan doğaların ve dolaşık


varoluşların birbirleriyle rekabet halindeki hak iddiaları gitgide daha etkili bir
şekilde bizi esir alırken, hızla çoğalan yeni kavramsal modeller, figürler ve tak-
tikler de biyopolitika ve nekropolitikanın kavramsal figürlerini ve taktikleri
yerinden ediyor. Analitik incelemeye elverişli kılmak maksadıyla bu çoğalmayı
üç figür etrafında topluyorum: Çöl, Animist ve Virüs. Bu terimlerin statülerini
anlayabilmek için iki hususun daima göz önünde bulundurulması gerekiyor. İlk
olarak, jeontolojiğin düşüncelerimizin yönetiminde oynadığı rol büyürken, diğer
varoluş biçimleri (diğer varolanlar) basitçe varlığın ve yaşamın niteliklerini
mevcut anlayış biçimimize dahil edilemezler. Daha ziyade, bunların bir yandan
Yaşam ile Cansızlık arasındaki ayrımı yerinden etmeleri, öbür yandan kendi-
lerini liberal yönetim biçimlerinden ayırmaları gerekecektir. Diğer bir deyişle,
bu figürler, statikler ve söylemler, geç dönem liberalizmin diferansiyel bir
toplumsal coğrafyada farkı ve piyasaları mevcut yönetme biçiminin semptom-
larını ve teşhisini ortaya koyarlar. Bu yüzden jeontoiktidarın bu üç figürü bir
açıdan Foucault’nun biyoiktidarının dört figüründen farksızdır. Histerik kadın

29 Bkz. örneğin, Myhre, “What the Beer Shows”; Vigh and Sausdal, “From Essence Back to Existence”; Hol-
braad, “Power of Powder”; de la Cadena, “Indigenous Cosmopolitics in the Andes”; ve Descola, Ecology of
Others.
(kadınların bedenlerinin histerikleştirilmesi), mastürbasyon yapan çocuk (çocuk
cinselliğinin pedagojikleştirilmesi), sapkın yetişkin (sapkın hazların psikiyatrik-
leştirilmesi) ve Malthusçu çift (üreme davranışının toplumsallaştırılması): Fou-
cault’nun bu cinsellik ve toplumsal cinsiyet figürleriyle ilgilenmesinin nedeni
bunların insan varoluşunun bastırılmış hakikatleri olduğunu düşünmesi değil,
modern bir iktidar oluşumunun semptomlarını ortaya koyup teşhis edilmesine
olanak tanımasıydı. Bu dört figür aynı anda hem biyoiktidarın dışavurumları
hem de biyoiktidarın işleyişine açılan pencerelerdir. Her ne kadar Foucault
Toplumu Savunmak Gerekir’de bir araya toplanan olan seminerlerini sunarken
tabi kılınmış bilgilerin başkaldırısını tartışsa da, bu figürlerin tabi kılınışını
ezilen öznelerde olduğu gibi geniş bir anlamda anlamak hatalı olacaktır. Sorun,
bu yaşam biçimlerinin ve figürlerinin tabiiyet durumundan nasıl kurtarılıp
özgürleştirilecekleri değil, bunların nasıl kendi varoluşlarından başka, kendi
varoluşlarının ötesinde bir dünyanın imkanına işaret eden unsurlar olarak an-
laşılacağıdır—bunların nasıl başka bir şeyin ortaya çıkışı öncesindeki ara durak-
lar olarak anlaşılacağıdır. Histerik kadın, mastürbasyon yapan çocuk, Malthusçu
çift ve sapkın yetişkin nasıl olup da daha önce oldukları şeyden başka bir şey
haline gelebildi? Nasıl olup da bunlardan hasıl olan şeyler kendi doğuş
koşullarında varlıklarını sürdürebildi? Nasıl olup da bunlar önce makul ve ikna
edici bir takım nitelik ve özelliklerle donatılırken daha sonra bir canavarlık
olarak lağvedildiler?30

Çöl, Animist ve Virüs’e ilişkin de benzer bir yaklaşım benimsenebilir. Bu figür-


lerin her biri jeontolojik yönetimin bir zamanlar varsayılan ancak artık sallantı-
da olan mimarisini kavramamızı sağlayacak bir mekanizma sunar. Tekrar etmek
gerekirse, bu figürler ve söylemler biyopolitikadan çıkış teşkil etmedikleri gibi
biyopolitikaya verilmiş cevaplar da değillerdir. Bunlar özgürleştirilmeyi
bekleyen tabi kılınmış özneler değillerdir. Jeontoloji tür düzeyinde (soy

30 Bu noktaları şurada detaylıca tartışıyorum, Povinelli, “ Will to Be Otherwise/The Effort of Endurance.”


tükenişi) yaşam (bios) ve ölüme (thanatos) ilişkin bir kriz, ya da basitçe Yaşam
(bios) ile Cansızlık (geos, meteoros) arasındaki bir kriz değildir. Jeontoiktidar
geç dönem liberal yönetimin bir kipidir. Sallantıda olan da bu yönetim kipidir.
Üstelik, ikinci bir noktaya işaret edecek olursak, Çöl, Animist ve Virüs, belki de
geç dönem yerleşmeci liberalizmde en belirgin şekilde olmak üzere, bu geç
dönem liberal yönetimin araçlarını, semptomlarını, figürlerini ve teşhisini oluş-
turdukları için, belli alanlardaki yönetim açısından birtakım diğer figürlerin
daha belirgin ya da uygun olması durumunda, bu üç figürün yerlerini bu diğer
figürlere bırakması gerekebilir. Ancak bana öyle geliyor ki en azından geç
dönem yerleşmeci liberalizm durumunda jeontoloji ve üç figürü, verili yönetim
ve onun alternatifleri arasındaki kapının önünde toplanıp giriş çıkışa mani ol-
maya ve içerdeki odaların şekillerini ve yayılımlarını kısıtlamaya çalışmaktadır.
Ya da bu figürleri geç dönem yerleşmeci liberalizm kapsamındaki iki dünya
arasında yer alan bir grup yönetici ruh olarak düşünebiliriz—birbirine bağlı
olan, yaşam (bios) ile ölüm (thanatos) ve Yaşam (bios) ile Cansızlık (geos, me-
teoros) karşıtlıklarının makul ve dramatik olduğu dünya ile sınırları belirlenmiş
bu alanların artık uygun, makul ve kullanışlı olmadığı ya da zaten hiçbir zaman
olmamış olduğu dünya.

Çölü ve onun temel imgeseli olan Karbon’u ele alalım. Çöl, Yaşam ile Cansızlık
arasındaki ayrımı yeni bir dengeye getiren söylemlerden, taktiklerden ve figür-
lerden oluşur. Yaşamdan koparılmış olarak algılanan ve kavranan—dolayısıyla,
teknolojik uzmanlığın yahut uygun bir idareciliğin doğru şekilde kullanılmasıy-
la yaşama (yeniden) uyumlu hale getirilebilecek— her şeye karşılık gelir. Başka
bir deyişle, Çöl, Yaşam ile Cansızlık arasındaki ayrıma tutunur ve Yaşamın her
daim o ürpertici ve kuru Cansızlığın tehdidi altında olması ihtimalini dramatik-
leştirir. Çöl, yaşamın eskiden bulunduğu; bilgilerin, tekniklerin ve kaynakların
doğru bir şekilde yönetilmesi durumunda yaşamın bulunabileceği ancak şu anda
bulunmadığı mekandır. Karbon İmgeseli bu figürün merkezinde yer alır ve bu
yüzden jeontoiktidarın sürmesinde kilit bir rol oynar. Karbon İmgeseli, metabo-
lizma gibi biyolojik kavramları; doğum, büyüme, üreme ve ölüm gibi metabo-
lizmanın temel olaylarını ve ayrıca olay, conatus/affectus ve sonluluk gibi on-
tolojik kavramları yeni bir düzleme aktararak Yaşamın üstünlüğünü Varlığa
taşır. Açıktır ki biyoloji ve ontoloji aynı söylemsel alan içinde çalışmaz ve bir-
birleriyle basitçe kesişmezler. Yine de, bir sonraki bölümde daha detaylı bir şek-
ilde ele alacağım üzere, Karbon İmgeseli bunların birbirlerine, Yaşamın öteki-
sine, yani Durağana, Cansıza, Çorağa ait kavramsal yeğinlikleri, heyecanları,
hayretleri, endişeleri ve belki de dehşetleri alıp verebildikleri yaralı bir buluşma
yerini güçlendirir. Bu yaralı mekanda, ontolojinin biyoontoloji olduğu ortaya
çıkar. Varlık daima Yaşamın ve yaşamın arzularının egemenliği altında bulun-
muştur.

Bu yüzden Çöl, kelimenin düz anlamına, su mahrumiyeti dolayısıyla yaşama


düşman olan ekosisteme herhangi bir gönderme yapmaz. Çöl, evrendeki diğer
yaşam örneklerini ve gezegenlere yaşam tohumları ekmek için gerekli olan
teknoloji arayışını motive eden duygudur. Çöl, Kuzey Afrika’daki petrol sa-
halarına ilişkin o güncel imgelere hayat verir ve bütün mekanların yakında bir
Mad Max filmindeki dekordan daha fazlası olmayacağı korkusunu körükler.
Çöle jeolojik bir kategori olarak fosil dahilinde göz kırpılır—zira fosillerin bir
zamanlar yaşamla yüklü olduklarını ancak o yaşamı yitirdiklerini düşünürüz,
ancak bir yakıt türü olarak belli bir yaşam biçiminin (güncel, hipermodern, en-
formasyonlaştırılmış kapital) ve yeni bir kitlesel ölüm ve mutlak yok oluşun
koşullarını sunabilir; Çöle aynı zamanda insan kökenli iklim değişikliğini ser-
maye yada teknoloji vasıtasıyla tamir etme çağrılarında göz kırpılır. Öyleyse
Çölün, Mad Max filmlerinden Philip K. Dick’in Martian Time-Slip’teki bilim
kurgusuna ve Juliana Spahr’ın Well Then There Now’daki poetikasına değin
yeni kuramsal, bilimsel, edebi, sanatsal çalışmaların gıdası olması şaşırtıcı
değildir.
Animist figürünün merkezinde Yerli imgeseli bulunur. Çöl, Yaşamın Cansızlık
karşısında sürekli içinde bulunduğu tehlikeli dramın seviyesini yükseltirken An-
imist, Yaşam ile Cansızlık arasındaki farkın bir problem olmadığını, çünkü tüm
varoluş biçimlerinin kendi içlerinde hayat veren, etki eden dirimsel bir kuvvet
barındırdığında ısrar eder. Kimi toplumsal ve tarihi popülasyonlar bu temel An-
imist düşünceye her zaman sahip olmuş olma vasfını yüklenmişlerdir—bu
popülasyonlar temel olarak sömürgelerde yer almakla birlikte küresel olarak
Hristiyanlık öncesi ve İslam öncesi toplumları, günümüzde geri dönüşümü
destekleyen özneleri,31 yeni Paganizmi, fail temelli bilim ve teknoloji çalış-
malarını ve çok çeşitli yeni bilişsel özneleri resmetme ve algılama biçimlerini
de içermektedir. Söz gelimi, otizm ve Asperger’in belli bazı biçimlerinin psiko-
bilişsel teşhisi, Animist’in çerçevesine dahil edilebilir. Temple Grandin burada
örnek gösterilebilecek bir figürdür, yalnızca insan dışı yaşama (inekler)
yöneldiği için değil, aynı zamanda Cansız varoluş formlarına da yönelmesine
imkan tanıyan bu alternatif bilişsellikleri savunduğu için. Animist, insan dışı ve
inorganik eyleyicilik, öznellik ve düzenleme biçimlerine dair, Laline Paul’un
romanı The Bees ya da İtalyan filmi Le Quattro Volte gibi çok çeşitli sanatsal
incelemeye de hayat vermiştir. Animist, diğer bir deyişle, tüm yaşam formları
arasında bir denklik gören yahut başkalarının yaşamdan yoksunluk gördüğü yer-
lerde yaşam gören herkestir.

Animistin kuramsal ifadesinin en gelişmiş hali çağdaş eleştirel dirimselci felse-


felerde bulunur. Kimi yeni dirimselciler Yaşam ile Cansızlık arasındaki sınırı
yıkmak için Spinoza’nın conatus ilkesinin (varolan her şey, canlı ya da cansız
olsun, varlığını sürdürmeye çabalar) ve affectus’un derinliklerine inmişlerdir;
John Carriero gibi diğer bazıları da Spinoza’nın sorgusuz bir şekilde canlıların
cansızlara göre “daha gelişmiş” olduğunu ve “bir kedinin bir taştan fazlası

31 Bkz. örneğin, Hird et al., “Making Waste Management Public.”


olduğunu” kabul ettiğinde ısrar etmiştir. 32 Amerikalı pragmatist Charles Sanders
Peirce de yeni bir dirimselciliğe ilham vermiştir— söz gelimi, Brian Massumi
uzun bir süre önce Peirce’ün semiyotiğini duyguyu cansız varlıklara da uzat-
manın zemini olarak irdelemiştir.33 Elbette “dirimselci materyalizm”e gösterilen
ilgi , Jane Bennett’in çalışmasını alıntılayacak olursak, başlı başına yaşama gös-
terilen bir ilgi olma iddiasında değildir. Bu ilgi daha ziyade eyleyicilik benzeri
durumların yahut eyleyicilerin dağılımını özne, nesne ve yüklem tanımlarını
sarsacak şekilde kavramaya yöneliktir. Ancak tam da burada Karbon İmgeselin-
in gücünü görür gibi oluruz—geç dönem liberalizmde doğum, büyüme, üreme
ve ölüm gibi biyolojik kavramlar ile olay, conatus/affectus ve sonsuzluk gibi on-
tolojik kavramlar arasındaki karşılıklı düzlem değiştirmeler yoluyla kavramsal
mekanın egemen formlarının birbirlerine dikilmesi. Yeni dirimselcilikler kate-
gorilerden birinin niteliklerinin (Yaşam, Leben) varoluş kavramının kilit di-
namiklerine (Varlık, Dasein) bir gölge gibi yapıştığı Batı felsefesi geleneğinden
yararlanırlar. Yaşamın o sınırları çizilmiş bölgesinden dışarı çıkarılmış olması
itibarıyla, Dasein olarak Leben bir teksesli dirimsellik türü olarak serbestçe
gezinir. Bunu yaparken nasıl olup da Cansızlığın vekalet ettiği şeyin, kurtarıcı
kanıtı Yaşam olan şeyi etkilemesine izin vermiyoruz? Bu stratejik yanıtın
eleştirel kuram için hazırladığı tuzaklar nelerdir? Bir varoluş biçiminde değerli
bulduğumuz özelliklerin bütün varoluş biçimlerine atfedilmesi, bir yaşam hiyer-
arşisini, örtük ya da açık bir şekilde, nasıl yeniden kurar?34

32 Carriero, “Conatus and Perfection in Spinoza,” 74.

33 Massumi, Ontopower. Ayrıca bkz. Bennett, “Vitalist Stopover on the Way to a New Materialism”; Saldanha,
Sexual Difference ve Chen, Animacies.

34 Söz gelimi Elizabeth Grosz yakın dönemde fark kavramını Charles Darwin’in çalışmalarında ve daha genel
olarak günümüzdeki o insan sonrası dönemeçte konumlandırmanın peşine düşmüştür. Darwin, Bergson ve
Deleuze’ün yazılarına yönelik yaptığı zengin okumalarla, Grosz Yaşam ile Cansızlık, organik ile inorganik
arasındaki farkı, her ikisinde de varlığını sürdüren bir “sınırlandırılmış dinamizm”i gündeme getirmek suretiyle
tahliye eder. Aynı zamanda inorganik ile organiği de, organik üremenin biçimlerinden biri olan eşey ayrılığının
karmaşıklığı itibarıyla, diğer biçimlerin önüne koymak suretiyle farklılaştırır. Eşey ayrılığı aynı zamanda benz-
ersiz bir şekilde “ontolojik olarak dinamik ve açık uçludur.” Grosz, Becoming Undone, 116.
Son olarak Virüs ve onun merkezi imgeseli olan Terörist, Çölün, Animistin ve
bunların kilit imgeselleri olan Karbon ve Yerliliğin ısrarlı ve hatalı bir şekilde
potansiyel olarak radikalleştirilmesine dair ipuçları sağlar. Virüs, Yaşam ve Can-
sızlık arasındaki mevcut düzenlemelerin bozulması için uğraşan bir figürdür;
bunu yaparken bu farkın fark yaratmayan bir fark olduğunu iddia eder, ancak
bunun nedeni her şeyin canlı, dirimsel ve güçlü olması olmadığı gibi, her şeyin
durağan, tekrarlamalı, hareketsiz, uykuda ve dayanıklı olması da değildir.
Yaşam ile Cansızlık arasındaki ayrım Virüs’ü tanımlamadığı ya da içermediği
için, Virüs bu ayrımı yalnızca daha fazla yayılmak adına varoluş düzen-
lemelerinin enerjilerini başka yöne çevirmek amacıyla kullanabilir veya göz
ardı edebilir. Virüs içinde bulunduğu koşullara sürekli ayak uydururken, bu
koşullarla deneyler yapıp onları test ederken dahi kendini kopyalar, çoğalır ve
uykuda bekler. Yaşam ile Cansızlık arasındaki en ufak farklılıklardan dahi
dikkatli bir şekilde istifade ederek Yaşam ile Cansızlık arasındaki farkı karıştırır
ve düzleştirir. Ne zaman biri iklim değişikliği karşısında insan nüfusunun
büyüklüğünün ele alınması gerektiğini, bir buzul dağının iklimlendirmenin
yaşam üzerindeki etkilerini nezaketle karşıladığını, insanların japonsarmaşığına
benzediğini yahut insanların yok oluşunun arzu edilen bir şey olup hızlandırıl-
ması gerektiğini söylese, orada Virüs ile bir anlığına göz göze geliriz. Virüs aynı
zamanda Ebola ve çöplüklerdir; devasa somon ve tavuk çiftliklerinde yavaş
yavaş gelişen o ilaçlara dirençli bakteri enfeksiyonlarıdır; nükleer güçtür; bir
bomba yerleştirirken tıpkı “bizden” biri gibi görünendir. Belki de en şaşaalısı,
Virüs popüler bir kültürel figür olan zombidir—Yaşam, Cansızlığa dönüşmüş ve
yeni bir tür savaşı biçimini almıştır: yaşamın son kalesini ele geçirmeye çalışan
çürümeye yüz tutmuş o saldırgan yaşayan ölüler. Öyleyse Çöl ile Virüs arasın-
daki fark insan dışı Yaşamın ve Cansızlığın failliği ve niyetselliği ile ilgilidir.
Çöl teknolojik müdahaleye açık durağan bir durumdur, halbuki Virüs bir kolek-
tif düzenleme olarak geç dönem liberal jeontoiktidar temelinde yükselen etkin
olarak muhalif bir faildir. 11 Eylül sonrasındaki geç dönem liberalizmin krizleri,
finansal piyasaların çöküşü ve insan kökenli iklim değişikliği karşısında Virüs
öncelikli olarak köktenci İslam ve radikal Yeşil hareketi ile ilişkilendirilmiştir.
Eleştirel düşüncenin önemli bir bölümü de bu krizler karşısında biyopolitika ve
biyogüvenlik arasındaki ilişkiye odaklanmıştır. Ancak biyogüvenliğe odak-
lanılması biyogüvenliğin sistemli olarak jeo-güvenliğe ve meteoro-güvenliğe
yöneldiğinin üstünü örtmüştür: iklim değişikliğinin toplumsal ve ekolojik
sonuçları.35 Öyleyse Virüs aynı zamanda tanımanın kendi içindeki siyasal öteki-
sidir: devletlerin sınırları boyunca ve devletler arası bir gözetleme altındaki, ak-
tivistler ile teröristler arasındaki sınır bölgesinde ikamet eden çevreciler. Ancak
her ne kadar Virüs ilk bakışta jeontoiktidardan radikal bir çıkış yolu olarak
görünse de, Virüs olmak yoğun bir nefrete ve çeşitli saldırılara maruz kalmak
demektir; Virüsün yakınlarında yaşamak da varoluşsal bir krizi mesken tutmak
anlamına gelir.

Daha açık bir hale geleceğini umduğum üzere, Kapitalizmin her şeyi kar yarat-
ma potansiyeline sahip şeyler olarak görmesi itibarıyla, Kapitalizm ile Çöl, An-
imist ve Virüs arasında emsalsiz bir ilişki vardır. Yani, kapitalleşmenin açısın-
dan hiçbir şey durağan olmayıp her şey dirimseldir, her şey doğru bir yenilikçi
yaklaşımla kendinden daha fazlasına dönüşebilir. Aslında kapitalistlerin en arı
Animistler olduğu söylenebilir. Bununla birlikte, sınai sermaye varoluş biçim-
leri arasındaki ayrımlara bağlıdır ve bazı varlık biçimlerinin ortaya çıkarılmış
birtakım değerlere tabi kılınabilmesi için, devletlerle birlikte bu ayrımları sıkı
bir şekilde kontrol eder. Bu yüzden aktivistler ve akademisyenler, (özne olarak
insanlar da dahil olmak üzere) hayvani yaşam biçimleri arasındaki ve nesneler
arasındaki ilişkiyi düzleştirirken bile, devletler işletme ve şirketlerin hayvanları
ve arazileri kullanma hakkını koruma altına alan ve ekolojik ve çevreci ak-
tivizmin taktiklerini suç haline getiren yasalar çıkarırlar. Başka bir deyişle,

35 Nafeez Ahmed, “Pentagon Bracing for Public Dissent over Climate and Energy Shocks, Guardian, 14 Hazi -
ran 2013, http://www.theguardian.com/environment/earth-insight/2013/jun/14/climate-change- energy-shocks-
nsa-prism, Erişim: 7 Şubat 2016.
Yaşam ile Cansızlık arasındaki farktan faydalandığı halde en nihayetinde ona
bağlı olmayan Virüs gibi, Sermaye de bütün varoluş kiplerini dirimselmiş gibi
görür ve ortaya çıkarılacak değer açısından bütün varoluş kiplerinin aynı olma-
masını gerektirir.

Kanıt, Yöntem, Bölümler ve Başlık

Bazıları bu kitabın biyoiktidarla başlamasını tuhaf karşılayabilir. Biyopolitika


ve biyoiktidar kavramlarını geç dönem yerleşmeci liberalizmi incelemek için
kullandıysam bile, bunu nadiren yapmışımdır. Bu yokluk bu konuda bir bilgi
yokluğu anlamına gelmediği gibi, kavramın kendisinin de basitçe reddedildiğini
göstermez. Foucault, Mbembe yahut nekroiktidar ve biyoiktidar tartışmasına
dahil olan diğer yazarların benim düşüncelerimin çok uzağında olduğunu
söylemek de mümkün değildir. Bu, daha ziyade ve daha önemlisi, biyopolitika
kavramının, düşüncelerime ve yaşamıma ev sahipliği yapan yerleşilmiş mekan-
lardaki, yani pek çok Yerli kadın ve erkekle birlikte otuz yılı aşkın bir süre
yaşayıp aile temelli bir meslektaşlık içinde bulunduğum Avustralya’nın Kuzey
Topraklar’ının üst ucundaki liberal yönetimin ifade bulma biçimini incelemek
için ihtiyaç duyduğum kavram olduğundan asla emin olamamamdan kay-
naklanmaktadır.36 Gerçekten de Yerli nüfuslarının biyopolitik yönetimi, her ne
kadar kesinlikle mevcut ve akla yatkın olsa bile, birtakım yaşam dinamiklerine
(doğma, büyüme, sonluluk, faillik, niyetsellik, kendi yolunu çizme, ya da en
azından değişme vasfına) sahip olan ya da bu dinamiklerle yoğrulmuş varlıklar
ile yerleşmeci liberalizmin katiyen bu dinamiklere sahip değilmiş gibi
davrandığı varlıklar arasında yapılmış bir ayrım yoluyla varlıkların yönetilmesi
durumuna kıyasla benim daha az ilgimi çekiyordu. Kayalar bu duyusal aygıt
temelinde dinleyip kasıtlı olarak eylemde bulunabilirler mi? Geç dönem yer-
leşmeci liberal devlet bünyesindeki majör aktörlerin yanıtı, “kesinlikle

36 Bkz. örneğin, Morgenson, “Biopolitics of Settler Colonialism”; and Griffith, “Biopolitical


Correspondences.”
hayır”dır. Yerleşmeci liberalizm dahilindeki kimi popülasyonlar kayaların bunu
kesinlikle yaptıklarına inanmak ve bu inanç temelinde hareket etmek suretiyle
kendilerini kültürel bir ötekinin net biçimleri olarak mı kuruyorlar? Kesinlikle.
Cansızlığın yalnızca Yaşamın sergileyebileceği biçimlerde eylemde bulunduğu
inancını kullanmak “Öteki”nin net bir formudur, zira uzunca bir süre, yerleşme-
ci liberalizm böyle bir inanışı kolaylıkla saçmalığın olmasa bile imkansızın
hanesine yazabilmiştir. Jeontoiktidar bir hakikat ya da referanstan ziyade bir
farklılaştırma ve kontrol etme iktidarı olarak ortaya çıktığı için, bu aynı inanç
iktidarının kolayca zaptedilebileceği şüphelidir. Diğer bir deyişle, jeontoikti-
darın, basitçe, odağında insan olan yeni bir jeolojik çağın, yani Antroposen’in
ve iklim değişikliğinin kavramsal sonucu ve bu anlamda da geç dönem liberal-
izmin yeni bir aşaması olduğu fikrinde değilim. Antroposen ve iklim değişikliği,
jeontoiktidarı ondan daha önce etkilenmemiş olanlar için daha görünür bir hale
getirmiş olabilir. Oysaki jeontoiktidarın işleyişi geç dönem yerleşmeci liberal-
izminde oldukça açık bir şekilde her daim farkların ve piyasanın yönetilme mi-
marisini teşkil etmiştir.

Biyoiktidar ya da jeontoiktidardan ziyade, çoğunlukla bir özne (otolojik özne)


yahut toplum (soybilimsel toplum) kipinin etrafında toplanan söylem ve duygu-
ların geç dönem liberalizmde toplumsal biçimleri tanımlamaktan ziyade onları
nasıl parçalara ayıran disiplin biçimleri olarak işlediği ile ilgilendim. Meşgul
olduğum bir diğer husus da belli bir olay-biçimi—big bang ya da yeni olan,
sıradışı olan, açık bir şekilde zamanı ve mekanı kırıp yeni bir Burada ve Şimdi,
Orada ve O Zaman yaratan şey— etrafında toplanan söylem ve duyguların lib-
eral etiğin ve siyasetin yönünü daha kindar ve daha yıpratıcı zarar verme biçim-
lerinden nasıl saptırdığı oldu. Başka bir deyişle, ilgimi çeken şey, burada ve
şimdinin ve orada ve o zamanın ufkunda asla bir yarık açmayan ancak yine de
varoluş biçimlerinin oldukları yerde durmalarının ya da yer değiştirmelerinin
temelini oluşturan bir olma biçimi olarak yarı-olaydı. Yarı-olay yalnızca bu-
radamsı ve şimdimsidir ve bu anlamda dikkatimizi nesnelerin sınırlarına değil,
yoğunlaşma , belirme ve sürme kuvvetlerine vermemizi gerektirir. Bu olay
biçimi sıklıkla öteki kipinin etrafına dolanır ve öteki türlü bir durumun ortaya
çıkmasına ket vurur, yönünü başka bir yöne çevirir ve onu tüketir. Söz gelimi,
pek çok kişinin daha kötü bir duruma sürüklenmemek adına aşırı yoksulluk du-
rumunda kalmaya dönük verdiği o yoğun ancak pek fark edilmeyen günlük mü-
cadele egemen etik ve siyasal söylemin retinasında ancak belli belirsiz bir iz
bırakır, çünkü bu kişilerin durumlarını korumaya yönelik gösterdikleri çaba ve
bunun gerektirdiği büyük yaratıcı enerji onun gözünde hiçbir şeydir, tembellik-
tir, miskinliktir, değişimsizliktir, ya da Amerika’da iki Cumhuriyetçi başkan
adayının deyimiyle, bedavacılıktır.37

Bu kitabı başlangıçta geç dönem liberalizm üstüne, Aşk İmparatorluğu ile


başlayan, Terk Ediliş Ekonomileri ile devam eden ve Jeontolojiler ile biten bir
üçlemenin üçüncü ve son parçası olarak tasarlamıştım. Ancak sonunda beklen-
medik bir biçimde ama ciddi anlamda ilk kitabım olan Emeğin Payı’nı yeniden
yazmakta olduğumu ve dolayısıyla geç dönem yerleşmeci liberalizmde yönetim
üzerine uzun bir mülahazayı tamamladığımı fark ettim. Gerçekten de bu kitabın
ilerleyen bölümlerinde aralarında Emeğin Payı’nın ve “Do Rocks Listen?” ile
“Might Be Something” başlıklı makalelerimin bulunduğu eski çalışmalarıma
açık veya örtük atıflar yapıyorum. Bu yüzden bu uzunca kitabın son bölümü
1984’te Avustralya’nın Kuzey Topraklar’ında Cox Yarımadası’nda yerli bir
topluluğun yaşadığı Belyuen’e gelişimle başlamış gibi hissediyorum. O zaman-
lar ne bir antropologdum ne de antropolog olmak istiyordum. Hannah Arendt’in
öğrencisi olan William O’Grady’nin gözetiminde aldığım felsefe lisansım vardı.
Antropolog olmaya baş koymam o dönemlerde Avustralya’daki en eski ve en

37 Burada Jeb Bush’un 2015’te Keene, Massachusetts’te Historical Society’de yaptığı ve Mitt Romney’in
2012’de NAACP’ye hitaben yaptığı konuşmayı yankılayan evvelki yorumlarına gönderme yapıyorum. Bkz.
Ehrenfreund, “Jeb Bush Suggests Black Voters Get ‘Free Stuf,’ ” Washington Post, 30 Eylül 2015, http://
www.washingtonpost.com/news/wonkblog/wp/2015/09/30/jeb-bush-says-black- voters-get-free-stuf-so-does-he/
ve Matt Taibbi, “Romney’s ‘Free Stuff’ Speech Is New Low,” Rolling Stone, 13 Temmuz 2012, http://
www.rollingstone.com/politics/news/romneys-free-stuff-speech-is-a- new-low-20120713.
karmaşık arazi anlaşmazlığının tarafı olan Belyuen’in yaşlı sakinlerinin
talebiyle oldu. Arazi hakları düzenlemesi bir arazi üzerinde hak iddia edenlerin
bir avukat ve bir antropolog tarafından temsil edilmesini gerektiriyordu. Be-
lyuen başlangıçta çeşitli yerli toplulukların kapatıldığı bir yer olan Delissaville
Aborjin Yerleşkesi olarak 1940’larda kurulmuştu. 1976’da Delissaville Yer-
leşkesi’ne özerklik verildi ve adı Arazi Hakları Yasası’na göre Belyuen Toplu-
luğu olarak değiştirildi. Aynı dönemde bu bölgenin etrafındaki İngiliz Milletler
Topluluğu’na ait topraklar üzerinde de hak iddia edildi. Bu iddia ile ilgili dava
nihayet 1989’da görüldü, ancak Arazi Yargıcı hak iddia edilen bölgenin ge-
leneksel bir Aborjin sahibinin bulunmadığına hükmetti. Bu hükme itiraz edildi
ve dava 1995 yılında yeniden görüldüğünde Belyuen Topluluğu’nun küçük bir
bölümünün Arazi Hakları Yasası’nın tanımladığı şekliyle geleneksel Aborjin
sahip tanımına kısmen uyduğuna hükmedildi.

O zamandan beri ve hala bu yaşlı adam ve kadınlarla ve onların çocuklarıyla,


torunlarıyla, torunlarının çocuklarıyla, torunlarının torunlarıyla irili ufaklı
sayısız projede yer aldım, alıyorum. Ancak akademik hayatım onların kültür-
lerini başkalarına açıklayan etnografik metinler üretmekle değil, geç dönem lib-
eral iktidarın onların yaşantısı açısından bakıldığında nasıl göründüğünü in-
celemeye katkı sunmakla geçti. Başka bir deyişle, incelememin nesnesi onlar
değil, geç dönem yerleşmeci liberalizmdi. Bunun sonucunda, ileri sürdüğüm id-
diaların birincil kanıtları onların yaşamından ve yaşamlarımızın o birlikte
yaşadığımız kısmından geçen geç dönem liberalizme ait çeşitli kuvvetlerden
gelmektedir. Yakın dönemlerde geç dönem liberalizmin bu kuvvetleri ve biçim-
leri “Karrabing” kavramı etrafında örgütlenmiş bir alternatif medya kolektifi
etrafında toplanıyor. Bu kitabın yazıldığı dönem itibarıyla, Karrabing’in medya
alanındaki asıl dışavurumu bir film kolektifi ve üç büyük film projesiydi— an-
cak kitap boyunca, en detaylı haliyle altıncı bölümde olmak üzere, aynı zaman-
da bizim başlangıçtaki medya projemize, GPS/GIS bazlı bir artırılmış gerçeklik
projesine atıf yapıyorum. Bu yarım kalmış girişimin arka planına dair bilgi
vermek isterim. 2005 yılında bazı yaşlı yerli arkadaş ve meslektaşlarımla çeşitli
ofislerde gittikçe büyüyen devasa arşivimiz konusunda ne yapmam gerektiğine
ilişkin bir tartışmaya başladık. Bazıları Kuzey Topraklar Kütüphanesi ile birlikte
çalışmamı önerdiler; bu kütüphane çeşitli topluluklara “fiziksel” yerel dijital
arşivler başlatma konusunda destek veriyordu— belli bir topluluğa ait ve yerel
toplulukların üyelerince kullanımının toplumsal cinsiyet, yaş, klan ve ritüellere
dair birtakım yerel kurallar temelinde düzenlemesine imkan tanıyan yazılımlara
sahip, özel bilgisayarlar üzerinde saklanan arşiv. Kuzey Topraklar Kütüphanesi
bu dijital arşivler için, yerel topluluklara kendilerine ait ses ve görüntü kayıt-
larının ve resimli tarih belgelerinin üretiminde ve dolaşımında daha fazla söz
hakkı vermek amacıyla Pitjatjarra bölgesinde geliştirilmiş olan Ara Irititja
yazılımını model almıştı. Biz bu yazılımı nasıl daha iyi kullanacağımızı
öğrenirken, ben de bir yandan ABD’deki yeni dijital inisiyatifler, bilhassa Vec-
tors dergisi aracılığıyla diğer GIS-bazlı formatları inceledim.38

Ancak çok sayıda kadın ve erkek başka bir öneriyle geldiler: arşivi yak. Şayet
arşivimde kayıtlı olan varoluş biçimi yalnızca arşivsel bir bellek olarak anlamlı
idiyse, bu varoluş biçimi çoktan terk edilmişti ve kapuk (bir tür defin) gerek-
tirirdi. Başka bir deyişle, arşivimin daha önce belli bir biçimdeyken şimdi başka
bir biçimde var olacak olan diğer bütün kalıntılarla aynı muameleyi görmesi
gerektiğini düşünüyorlardı. Kalıntılar yakılırken bir delik kazılmalı, o deliğe
çeşitli şarkılar söylenmeli, daha sonra da kalıntılar toprakla kaplanıp ezilmeliy-
di. Uzun yıllar boyunca bazı kişiler artık herhangi bir iz taşımayan bu deliğin
içinde ne olduğunu bilecekti. Daha uzun vadede ise insanların bu yerin önem
taşıdığına ilişkin muğlak bir hisse sahip olması olasıydı. Bu bilgi kaybolmaya-
caktı. Daha ziyade, ayaklarımızın altındaki toprağa dönüşecekti; üzerinde dura-
cak fakat onla meşgul olmayacaktık.

38 Povinelli, “Digital Futures.


Ocak 2007’de ihtiyacımız olan enerjiyi tam toplamaya başlamışken bu topluluk-
ta şiddetli bir isyan baş gösterdi. İsyanın nedeni karışıktı; birtakım kişisel kinler
tartışmalı bir arazi meselesinin ardında kalanlarla iç içe geçmişti. Bu meseleye
hem aşağıda hem de üçüncü bölümde yeniden değineceğim. Şimdilik yalnızca
testere ve baltalarla etrafı sarılan otuz kişinin—o noktada ölmüş olan ancak
arşive en mühim katkıyı yapmış kişilerin çocukları ve torunları—kendilerine iyi
bir geçim sağlayan işlerini bırakıp Belyuen’i terk ettiler. İsyan yerel medyada
haberleştirilmiş, Yerlilerin refahına olan bağlılıklarını göstermeye meraklı olup
olumsuz bir görüntü vermekten kaçınan yerel Labour hükümeti de bu gruba
kendi “geleneksel memleket”lerinde, yani üç yüz kilometre kadar güneyde, pek
bir altyapısı olmayan bir yerleşim bölgesinde konaklama ve iş imkanı vadet-
mişti.

Ne var ki çeşitli umutlar vadeden bu isyandan yalnızca iki ay sonra, federal


hükümet aynı Kuzey Topraklar hükümetini bir rapor yayımlamaya zorladı.
Ampe Akelyernemane Meke Mekarle (Küçük çocuklar kutsaldır) başlıklı bu ra-
por uzaktaki topluluklarla yaşayan Yerli çocukların yaşadığı toplumsal koşulları
incelemekteydi. Her ne kadar rapor Yerli topluluklarında yaşanan bir dizi prob-
lemi detaylı bir şekilde ele alıyorsa da, bilhassa, rakamlara dökülmemiş bir
ifade Avustralya federal hükümetinin Yerli toplulukları yönetme biçimini
dönüştürecek ulusal çaplı bir seks paniğine neden oldu. Bu ifadeye göre yerli
çocuklar en kötü durumlarda cinsel istismara maruz kalıyordu. Muhafazakar
federal hükümet bu ifadeyi arazi hakları dönemini saldırgan bir şekilde yeniden
düzenlemek için, örneğin Aborjin Arazi Hakları Yasası gibi kilit öneme sahip
yasal düzenlemelerin gücünde değişikliğe gitmek için bir gerekçe olarak kul-
landı. Arazilere zor kullanılarak el koyuldu. Polise topluluğa ait bilgisayarlara el
koyma yetkisi verildi. Doktorlara çocuklara zorunlu cinsel muayene yapma tal-
imatı verildi. Uzaktaki ve kırsaldaki Yerli topluluklarına verilen fonlar ya geri
çağrıldı ya da donduruldu. Eğer Yerliler kültürel “yaşam tarzları” için fon istiy-
orlarsa, bunu piyasadan bulmaları gerekecekti. Arazilerini madencilik, kalkınma
ya da turizm için kiraya verebileceklerdi ya da şehirlere göç ederek düşük gelirli
işlerde çalışabilirlerdi.

İşte Avustralya hükümetinin Yerlilerin yaşantısına yönelik yürüttüğü, barınma


ve çalışma imkanının söz konusu olmadığı bu devasa neoliberal dönüşüm ve
Avustralya’nın kuzey batısının kırılgan sahil ekosistemi karşısında,
arkadaşlarım ve ben Karrabing isimli alternatif toplumsal projeyi yarattık.
Emiyengal dilinde karrabing gelgitte deniz seviyesinin ulaştığı en düşük nok-
tayı ifade eder. Sular geri çekilir ve orada kalır ta ki kıyıya yeniden yaklaşıp
karrakal’a ulaşana dek. Karrabing İngilizcedeki “low tide” [düşük seviye]
ifadesinin taşıdığı olumsuz çağrışımlara sahip değildir. Su seviyesinin karra-
binge ulaşmasının “düşük” olan herhangi bir yanı yoktur. Buradan çok çeşitli
potansiyeller hasıl olur. Nganthawudi’den Milik’e uzanan sahil bölgesinde derin
bir karrabing, ana kara ile adalar arasında daha kısa bir geçiş alanı açar. Bazı
yerlerde sular çekildikçe mercan kayalıkları ortaya çıkar. Bir yol belirir. Her ne
kadar ben de dahil olsam da, Karrabing’in nitelikli çoğunluğu Yerli gruplardır.
Bu topluluğun kurallarına göre Yerli olmayan kişiler, Yerlilerden farklı olarak,
üye olabilmek için somut eşyalar sunmalıdır. Bu kuralların amacı, geç dönem
yerleşmeci liberalizmin, üyeler arasındaki duygusal ilişkilerden bağımsız
olarak, insanları imparatorluğun bölümlenişi içindeki konumlarına göre diferan-
siyel olarak borçlandırıp ödüllendirişine karşılık vermektir.

Bu kitabın amaçları açısından Karrabing Yerli Ortaklığı’nın en önemli yönü


arazi hakları döneminin mantığına ve fantezilerine uymamasıdır. Gerçekten de
Karrabing, bireysel üyeleri vasıtasıyla, belirli bölgelere ait olmanın çeşitli kip-
lerini devam ettirdiğinde bile, arazi kullanım hakkına ve grupların tanınmasına
ilişkin, yani klan, totem ve toprağa ilişkin antropolojik imgeler gibi devletin
benimsediği biçimlerin aleni bir reddi niteliğindedir. Bu yüzden her ne kadar
Karrabing’in çoğu üyesi soy bakımından ya da evlilik yoluyla Roy Yarrowin ve
Ruby Yarrowin ile ilişkili olsa da, Karrabing’in içsel yapısını ya da toplumsal
tahayyülünü tanımlayan şey ne soy ilişkisi ne de evliliktir. Üyelik daha ziyade
Karrabing projelerine katkıda bulunmak gibi deneysel ve içkin bir yönelimle
şekillenir. Diğer bir deyişle, Karrabing’in geç dönem liberal jeontoloji ile
süreğen bir doğaçlama ilişkisi vardır. Karrabing, bir varolma kipini ve tarzını
sürdürüp geliştirme peşinde devamlı olarak güçlerini ve kullandığı biçimleri
sorgular ve üyeleri projelere bağlı ve sorumlu hissettiği müddetçe de varlığını
sürdürür.

Kitabın bölümlerinin jeontoiktidarın üç figürü etrafında açıkça dönmüyor ol-


ması okuyucuları şaşırtabilir. Jeontoiktidar ve üç figürü, okyanus üzerindeki
hayalet ışıklar gibi bir görünüp bir kaybolurlar. Yerli Animist (tanınma poli-
tikaları ve bunların tersine döndürülüşü), Kapitalist Çöl (madencilik ve zehirli
hükümranlık) ve itaatsiz Virüs (Karrabing) burada incelenen geç dönem liberal-
izme ait yönetim tarzının yakasını bırakmaz. Yine de bu figürlerin Yerli Karra-
bing’e kısıtlı bir manevra yeteneği veren şey olduğunu ifade etmek isterim.
Bunun pek şaşkınlık uyandırmaması gerekir. Nihayetinde Avustralya’da
Yerlilerin arazi hakları için verilen mücadelenin ilk cephelerinden biri Arnhem
Land’de Yolngu bölgesindeki yeşil sulak toprakları zehirli bir çöle döndürme
tehlikesi taşıyan boksit madeniyle ilgiliydi. Avustralya parlementosuna sunulan
ve Yolngu halkının arazilerin sahipleri olarak tanınmasını talep eden “Ağaç
Kabuğu Dilekçesi”nin ilk imzacılarından biri olan Wali Wunungmura şunları
söyler: “1950’lerin sonunda Yolngu halkı Gove Yarımadası bölgesindeki
madenler konusunda beklentileri olan insanlardan haberdar oldular ve kısa bir
süre sonra da geleneksel topraklarımızın kayda değer bir bölümünün madencilik
yapılması amacıyla kiraya verildiğini öğrendiler. Bizim verdiğimiz yanıt, 1963
yılında, İngiliz Milletler Topluluğu hükümetine boyanmış bir ağaç kabuğuyla
çerçevelenmiş bir dilekçe göndermek oldu.”39 1970’ler boyunca Yerli halk, ser-
maye (başlangıçta madencilik ve hayvancılık ancak peyderpey arsa ıslahı ve tur-
izm) ve devlet arasında, Animist (Totemist) figürü vasıtasıyla ara buluculuk
yapmak için önemli yasal çerçeveler oluşturuldu.

Yine de, bu kitabı bu figürler etrafında düzenlemek yerine, meslektaşlarımın altı


varoluş kipiyle olan ilişkileri ve onların bu kiplerin devamlılığının bu incele-
menin odak noktası olması arzusunu göz önünde bulundurarak düzenledim. Sık-
lıkla Hayal yahut totemsel oluşumlar olarak ifade edilen varoluş biçimleri: bir
kaya ve maden oluşumu (2. bölüm), bir grup kemik ve fosil (3. bölüm), nehir
ağzındaki bir koy (4. bölüm), bir sis oluşumu (5. bölüm), bir yığın su bendi
kayası ve deniz resifleri (6. bölüm). Tartışmayı bu şekilde düzenlemek, birlikleri
yalnızca farklı jeontolojik yönetim kipleri göz önünde bulundurulduğunda be-
liren figürler, stratejiler ve söylemlerle aşırı fetişleştirilmiş bir ilişki kurmama da
engel oldu; ayrıca Karrabing’deki meslektaşlarımın jeontoiktidar analizinin
temelini oluşturan bu manevralarına daha yakın durmama olanak tanıdı.

Sıradaki bölüm OM Manganese’in bir kayalık ve maden Hayali olan Two


Women Sitting Down’un [Oturan İki Kadın] bir kısmını bilinçli olarak yok
etmesine ilişkin bir tahkir vakasıyla başlıyor. Buradan başlamak suretiyle doğal
yaşam ile eleştirel yaşam arasındaki o kısıtlı alanı; yani doğal ve eleştirel bilim-
leri, birbirleriyle türdeş olan doğum, büyüme-üreme, ölüm ile olay, conatus/af-
fectus, sonluluk kavramları vasıtasıyla buluşturan Karbon İmgeseli’nin en kap-
samlı haliyle bir taslağını çıkarmak istiyorum. Bunun sonrasındaki her bölüm
Karrabing analitiğini bir dizi kuramsal pozisyon ile (nesne-odaklı ontolojiler ve
spekülatif realizmler, normatiflik, Logos, bilgi sermayesi) yan yana koyuyor.
Bunu yapmaktaki amacım bu kuramlardan birini diğerine tercih etmek ya da in-
san dışı varoluş kiplerinin konuşmasına olanak tanımak değil, hem Karrabing’in

39 Wunungmurra, “Journey Goes Full Circle from Bark Petition to Blue Mud Bay.
hem de bu varoluş kiplerinin elimizin altındaki eleştirel diller dahilinde olmak-
tan ziyade buraya kapatıldığına işaret eden o dar manevra alanını göstermektir.
Her ne kadar daha sonraki bölümlerin tümü jeontoiktidar ile geç dönem liberal-
izm arasındaki ilişkiyi modelliyorsa da, 7. bölüm bilhassa varlıkların yöneti-
minin mevcut varolma kiplerini yarattığını ve onlara bağlı olduğunu ve ayrıca
bir tür etik ya da politik olay çokluğuna olan bağlılığın daha önemli bir coğrafi
olma biçimini, yani zehirli hükümranlıkların o peyderpey ve dağınık bir şekilde
birikmekte olduğunu gölgede bıraktığından bahsetmektedir. O bölüme kadar
olan kısımda ise, biyo-ontolojik Karbon İmgeseli bir yandan geç dönem liberal-
izmin jeontolojik temellerini açığa çıkarıp sarsmaktayken, geç dönem liberal-
izmin farkı ve piyasaları nasıl yönettiğini inceleyeceğim.

Totemsel varlıkların “totemsel insanları” yönetmenin bir biçimi olarak geçmişte


kullanılmış olması itibarıyla, bu kitabın bölümlerini düzenlerken temel aldığım
nesne-figürler ile ilgili ihtiyati bir açıklama yapmak isterim. Burada animizm ya
da totemizm kavramını (durlg, therrawin, Hayal) Yerli arkadaş ve meslek-
taşlarımın analitiğini tipolojikleştirmek için ancak nadiren kullanmış olabilirim.
Tim Ingold’un da belirttiği üzere Yerli Avustralyalıları Kuzey Amerika İnuitl-
erinden ayıran, “totemsel ve animistik eğilimleri” ile ilişkili antropolojik bir
ayrımdır.40 Ingold’a göre, Yerli Avustralyalılar (totemistler) toprağı ve atalarını
yaşamın öncelikli kaynağı olarak görürken, İnuitler (animistler) yaşamı ve
varoluşu sürdürme yeteneğine sahip bir unsur olarak bireysel ruhlara odaklanır-
lar. Ancak bunlar arasındaki farka daha yakından bakılacak olursa, antropoloji
tarihinde animizm ve totemizm kadar yüklü iki kavram daha bulmak çok zordur.
Bu kavramlar, bazı insanların nesneler ile özneler, faillikler ile edilgenlikler, or-
ganik ile inorganik yaşam arasındaki nedensel ilişkileri düzenleyemiyor,
dolayısıyla dili ve deneyimi kendi kendini düşünebilen bir akıl vasıtasıyla kon-
trol edemiyor gibi temsil edildiği bir sömürge (sonrası) coğrafya dahilinde

40 Ingold, “Totemism, Animism and the Depiction of Animals.” Animizmin tipik olarak kültürel inanışa kap-
atılışını sarsan bir çalışma için bkz. Kohn, How Forests Think.
doğar ve burada iş görürler. Süregelen bu geçmiş deneyimler nedeniyle, bu
çalışma boyunca, bu kavram-fikirleri Yerli meslektaşlarımın varoluş analitiğin-
den farklılaştırırken dahi bunların nasıl bir kontrol ve disiplin mekanizması
olarak iş gördüğünü göstermeye çalıştım.

Her ne kadar Yerlilere ait yaşam dünyalarını tipolojikleştirme pratiğini reddet-


sem de, onların varoluş analitiklerine karşılık gelen dileri ve pratikleri bulmak
için devamlı olarak güçlük çekiyorum. Bunun nedeni, Cunning of Recognition
[Tanımanın Hilesi] ve Empire of Love’da [Aşk İmparatorluğu] göstermeye
çalıştığım üzere, geç dönem yerleşmeci liberalizmin ters gösteren bir aynadan
çok, çarpık gösteren bir ayna olmasıdır—yaşam dünyalarını tersine çevirmekten
ziyade, çarpıtır. Gerçekten de totem olarak tanımlanabilecek varoluş biçimleri
mevcuttur. Arkadaşlarımın pek çoğu “totem” sözcüğünü durlg’un (Batjemahl;
therrawin, Eminyegal) karşılığı olarak kullanıyorlar. Bu kitaptaki bölümlerin
her biri de başka bir durlg yahut therrawin türünden bir varoluş biçimi etrafında
dönmektedir— bir kaya oluşumu, nehir ağzındaki bir koy, sis, fosil ve resif. An-
cak bunu yapma nedenim geç dönem liberalizmin bu dışavurumu ve bunların
varoluş analitiğinin izlediği güzergahı nasıl kontrol altına almaya giriştiğini
göstermek, yani bunların liberal devletler ve piyasalarla uyumlu bir hale getir-
ilmiş olan Animist imgelemine riayet ettiklerini vurgulamaktır. Bu topolojik
uzanım ve genişlemelerin maksadı, varlıkların onlar için ne olduğu konusunda
iddiada bulunmak değil, tüm arkadaşlarımın ve varlıklarının doğaçlama bir şek-
ilde günümüz geç dönem yerleşmeci liberalizmi içinde varlık gösterme ve var-
lıklarını sürdürme mücadelesi verdiklerini göstermektir.

Bu kitabın, bu sosyal projenin alternatif doğasına sadık kalarak, gönderme yap-


tığı ancak tanımlamayı reddettiği şey de bu doğaçlamadır. Yine de Karrabing
analitiğinin kaba manifestosu olarak dört ilke öne çıkacaktır.
1- Şeyler karşılıklı bir özen çabasıyla var olur. Bu çaba zihinde değil, dayanma
etkinliğindedir.

2- Şeyler doğup ölmezler, ancak birbirlerinden uzaklaşıp hal değiştirebilirler.

3- Şeyler birbirlerinden uzaklaşmakla birbirlerine gösterdikleri özeni geri çek-


miş olurlar. Dolayısıyla dünya ölüyor değildir. Dünya bazı yaşam biçimlerinden
uzaklaşıyor olabilir. Bu düşünce biçimine göre Çöl, yaşam barındırmayan şey
değildir. Çöl, bir dizi şeyin insan türünden şeylerden göstereceği özeni
esirgediği ve böylelikle insanı başka bir varoluş biçimine dönüştürdüğü yerdir:
kemik, mumya, kül, toprak.

4- Yapıp ettiklerimizle ilgili doğrudan sorumluluk alırken insan yaşamının


dramlaştırılmasına son vermeliyiz. Dramlaştırmaya bu şekilde son verme ve so-
rumluluk alma yeni sorular için bir alan açabilir. Yaşam ile Cansızlıktan ziyade,
hangi formasyonların varlığını devam ettirdiğimizi ve hangi formasyonları yok
ettiğimizi soracağız.

SON BİR NOT: Neden ağıt? Kitabın başlığının ve organizasyonun belli bir ku-
ramsal duruş kadar belli bir duygusal tonu da yansıtması beklenmiştir. Varolan-
ları yönetmeye yönelik mevcut geç dönem liberal yönetim biçimi çerçevesinde
varoluşların çok çeşitli düzenlenme biçimleri söz konusu olmuştur ve bu
çeşitlilik devam etmektedir. Fakat bunlardan herhangi biri benimsensin ya da
benimsenmesin, pek çok kişinin insanın günümüzdeki karbon-bazlı yayılımının
ya da geç dönem liberal sermayenin diğer bütün varoluş biçimlerini hiçe say-
masının sonucu olduğunu düşündüğü şeyin önüne geçmek için gereken
değişimin türü o denli büyük önem taşımaktadır ki şu anda her olduğumuz şey
artık var olmayacaktır. Bu, elbette, geç dönem liberalizmin asla söylemediği bir
şeydir. Onun dediğine göre bizler değişebilir ve yine aynı kalabiliriz, hatta
olduğumuz şeyden fazlası olabiliriz. Ağıdın nedeni budur: ne umutsuz ne de
umutlu. Öfkeli olabilir, ancak geri çekilmiş değildir. Gerçeklere dayanır, ama
aynı zamanda bir takım duygular yaratması öngörülmüştür. Şair arkadaşım
Thomas Sleigh duyguların bu kesişim noktası için söz konusu terimi önerdi:
ağıt.

Ceviren: Emre Koyuncu

You might also like