Professional Documents
Culture Documents
Figürler ve Taktikler
Uzun zamandır pek çok kişi Batı Avrupa’nın, en iyi, biyopolitika olarak tarif
edilebilecek bir iktidar rejimimi peyda edip küresel olarak yaydığı görüşünde.
Biyopolitikanın “insan türünün temel biyolojik özelliklerini siyasi stratejilerin,
genel bir iktidar stratejisinin nesnesi haline getiren bir dizi mekanizma”dan
oluştuğu düşünülmekteydi.1 Pek çok kişi bu rejimin on sekizinci yüzyılın sonu
ile on dokuzuncu yüzyılın başı dolaylarında ortaya çıkıp 1970’lerde pekiştiği
kanaatinde. Bunun öncesinde, Avrupa’nın krallarla yönetildiği çağda, çok farklı
bir iktidar formasyonu, hükümran iktidar hüküm sürmekteydi. Hükümran ikti-
dar, öldürme, kişinin hayatını alma hakkının ve kral merhamet göster-
diğindeyse, yaşamasına müsaade etme hakkının görkemli ve kamuya açık bir
şekilde icra edilmesiyle tanımlanırdı. Bu, hükümranın bir el işaretiyle yürüyen
ve insanların, bazen de kedilerin işkence görüp karınlarının deşildiği, yakılıp
parçalandığı bir rejimdi.2 Kralın iktidarı yalnızca yaşam üzerinde mutlak bir ik-
tidar iddiası taşımıyordu, aynı zamanda bir ölüm karnavalıydı. İnsan kalabalık-
ları, şaşaalı öldürme törenlerinde yaşamın kutsallığı önünde sessizce saygı du-
ruşunda bulunmak için değil, alışveriş yapmak ve zar oynamak için bir araya
geliyorlardı. Bu iktidarın figürü, Michel Foucault’nun Hapishanenin Doğuşu
kitabının ilk sayfalarında yaptığı canlı tasvirde olduğu gibi, kralı öldürmeye
kalkışmanın yerlerde sürüklenip parçalara ayrılmayla cezalandırılmasıdır.
1
Foucault, Security, Territory, Population, 1.
3
Bkz. örneğin, Masco, Theater of Operations.
Foucault biyopolitika konusunda ilk konuşan olmadığı gibi son konuşan da ol-
mamıştır. Foucault’nun bu yüzyılın “Deleuze”ün adıyla anılacağı yönündeki
şaka yollu meşhur beyanının mütevazılığına rağmen, Foucault biyopolitika
kavramının güzel bir yarış çıkarmasından, böylece pek çok yeni mefhumun
(biyoiktidar, thanatopolitika, nekropolitika, biyoiktidarın müspet ve menfi
biçimleri, nöropolitika) ortaya çıkmasından ve bunların antropoloji, kültürel ve
edebi çalışmalar, siyaset kuramı, eleştirel felsefe ve tarih gibi alanlara yayıl-
masından kuşkusuz memnuniyet duyardı. Foucault’dan sonra, Jacques Derrida
ve Donna Harraway öz-bağışıklık kavramını biyopolitika perspektifinden pay-
laşacaklardı.5 Giorgio Agamben biyopolitikanın ortaya çıkışının köklerini Yu-
nan ve Roma Hukukuna uzatmak üzere Foucault ile Arendt’i diyaloga sokacak-
tı.6 Roberto Esposito, Agamben’in menfi okumalarına karşı çıkacak müspet bir
biyopolitika biçiminin yenilikçi Martin Heidegger, Georges Canguilhem ve
5
Bkz. Derrida, Beast and the Sovereign, Volume 1 ve Haraway, “Biopolitics of Postmodern Bodies.”
9 Mbembe, “Necropolitics,” 14. Ayrıca bkz. Braidotti, “Bio- Power and Necro- Politics.”
10
Levering Lewis, W. E. B. Du Bois, bilhassa, 394–396.
12 “Kavram”ı Deleuze ve William James’in kavramsallaştırma işine yaklatıkları şekilde, yani belli bir eşiğe
doğru giden bir dizi yarı-olayın aktüelleşmesi olarak anlıyorum. Bkz. James, Pragmatism; Deleuze and Guattari,
What Is Philosophy? ve Stengers, “Gilles Deleuze’s Last Message.”
etmesidir.13 Bu kitap Yaşam ile Cansızlık arasındaki o yerleşik durağan bölüm-
lemenin sallantıda olduğunu ve biyopolitikanın dörtlü figürünün yeni iktidar
figürleri, taktikleri ve söylemleri tarafından yerinden edildiğini savunuyor. Peki
ama neden başka kavramları değil de bu kavramları kullanıyoruz? Neden iklim
değişikliğine çok daha etkili bir gönderme yapacak meteorontolojik iktidar
kavramını kullanmıyoruz? Başka yerlerde yaşam, şey, organizma ya da varlık
olarak tarif edilen şeyleri karşılamak için bu kitapta “varolan” terimini kullanıy-
orsam, neden kulağa biraz tuhaf gelecek “jeovarolan” [gexistent] terimini de or-
taya atmayalım? Jeovaroluş, burada ve sonraki bölümlerde irdelediğim iddi-
amın, yani Batılı ontolojilerin örtük birer biyontoloji (tek bir varoluş formunun
(bios, zoe) niteliklerinden yola çıkarak bütün varoluş formlarının ölçüsü olarak
Batı metafiziği) teşkil ettiği ve biyopolitikanın bu metafiziğin yerli yerinde tu-
tulmasına bağlı olduğu iddiam için semantik olarak daha iyi bir tercih olmaz
mı? Nihayetinde jeontoloji ve ondan türemiş olan jeontoiktidar gibi terimleri
kullanmaya karar verdim, çünkü cansızlık (geos) ve varlığa ait, (ontoloji) geç
dönem liberalizmde farkın ve piyasaların yönetiminde halihazırda faal olan un-
surlar arasındaki karşıtlığı belirginleştirmek istiyorum. Öyleyse jeontoloji bir
yandan (varolan her şeye Yaşam ile ilişkili niteliklerin atfedilmesi amacıyla)
varoluşun biyolojik olana kapatılışının altını çizmeyi, öbür yandan da iyiden
iyiye yerleşmekte olan geç dönem yerleşmeci liberalizmin kimi rejimlerinde öt-
eden beri aşikar olan bir iktidar formunun küresel ölçekte görünürlük kazandığı
momenti açıklamaya yönelik eleştirel bir dil bulmanın zorluğunu vurgulamayı
amaçlamaktadır.
13 Bu yüzden jeontoloji (Cansız varlık) ve jeontoiktidar (Cansız varlıklara ait ve onlar üzerinde uygulanan ikti -
dar) kavramları geç dönem liberalizmi tanımlayan güncel düşünce ve eylem evresini ifade etmek için kullanıl-
maktadır. Bu evre aynı anda bu ayrımı hem pekiştirmekte hem de sökülüşüne tanıklık etmektedir.
(canlı ve durağan arasındaki fark). Nasıl ki Afrika’da açık bir şekilde işlemekte
olan nekrosiyaset çok sonraları Avrupa’da kendini gösterdiyse, jeontoiktidar da
benzer bir şekilde geç dönem yerleşmeci liberalizmde açık bir şekilde işlemek-
teydi ve geç dönem yerleşmeci liberalizmin farkları ve piyasaları yönetmeye
yönelik olağan faaliyetlerine sirayet etmişti. Sömürgeleştirilmiş çeşitli halkların
yaşama işaret eden türden bir niyetsellik, öznellik ve faillik sahibi olan şeyleri
olmayan şeylerden ayıramamaları bu halkları modern öncesi bir zihniyetle ve
tanınma sonrası bir farkla tasvir etmenin zemini olageldi. Öyleyse jeontoloji ve
jeontoiktidar kavramlarının amacı nesneler için yeni bir ontoloji, yeni bir iktidar
metafiziği kurmak ya da insanın şeyler dünyasının hakikatini bilmesinin
mümkün olup olmadığı konusunda bir hükme varmak değildir. Bu kavramlar,
daha ziyade, iktidarın süregelen biyoontolojik yönelimi ve dağılımı parçalanıp
usun aşikar arkaplanı olarak işlerliğini yitirirken geç liberalizmin figürsel taktik-
lerini görünür kılmaya yöneliktir. Daha spesifik olmak gerekirse, bu kavramlar
Yerli meslektaşlarımın eleştirel analizlerini ve varoluş pratiklerini güncel tut-
maya çalışırken manevra yapmaya zorlandıkları o sıkışık mekanı aydınlatmaya
yöneliktir.14 Kısacası, jeontoiktidar öncelikle bir kavram olup daha sonra
arkadaşlarımın dünyalarında uygulama bulan bir şey değil, geç liberal yöne-
timin bu sıkışık alandan bakıldığında nasıl göründüğünden ortaya çıkmış olan
bir kavramdır.
14 Bu sıkışık alanı oluşturan şeyin, önemli ölçüde, varoluş kipleri yaratmaya yönelik teknikler, kelime dağarcığı
ve etkin araçlar bakımından doğal yaşam ile eleştirel yaşam arasında bulunan bir homoloji olduğunu iddia ede-
ceğim— doğma, büyüme ve ölümden oluşan doğal yaşamın dramı ile conatus, affectus ve sonluluktan oluşan
eleştirel yaşamın dramı arasındaki yaralı bir homoloji. Bu sıkışma soyut bir şekilde değil, geç dönem liberal-
izmin farkı ve piyasaları yönetme biçimi vasıtasıyla gerçekleşiyor.
olma ilişkisi mi? İkinci olarak, Foucault bu iktidar kiplerini tarihsel dönem-
selleştirmeler mi, yarı-aşkınsal bir iktidar metafiziği mi, yoksa daha kapsamlı
bir tarihsel ve toplumsal çerçeve dahilindeki varyasyonlar olarak mı tasarladı?
Şunu hatırlamakta fayda var ki bugün hükümranlık ile disiplinci iktidar ve biy-
oiktidar arasında bir uçurum olduğu konusunda emin davransak da, Foucault
burada bütün üç formasyonu kat eden ortak bir kavram mı gördüğü yoksa her
biri kendi spesifik kavramsal birliğine sahip üç ayrı iktidar formasyonu mu
gördüğü konusunda emin gibi görünmez. Bir yandan, on sekizinci yüzyılın
kendine özgü yöntemlere, yepyeni enstrümanlara ve çok farklı bir donanıma
sahip yeni bir iktidar mekanizmasının ortaya çıkışına (l’apparition), yahut
icadına da denebilir”, tanıklık ettiğini yazar.15 Ancak öbür yandan Foucault bu
iktidar formasyonlarının tespih üzerindeki boncuklar gibi birbirlerini izlemedik-
lerini söyler. Bunlar Hegelci bir aufhebung modeline de riayet etmezler; hüküm-
ranlığın diyalektik bir şekilde disiplinci iktidara, disiplinci iktidarın da biyopoli-
tikaya doğru ilerlediği söylenemez. Bu üç iktidar formasyonu, daha ziyade,
daima birlikte bulunurlar, her ne kadar bunların birbirlerine göre düzenlenme ve
ifade bulma şekilleri toplumsal zaman ve mekana göre değişiklik gösterse
bile.16 Örneğin, Alman faşizmi Holocaust’ta bu üç formasyonu birden kullan-
mıştır— Hitler figürü hükümranın kimin dost kimin düşman olduğunu,
dolayısıyla kimin öldürüleceğini ya da yaşamasına izin verileceğini belirleme
hakkına bir örnek oluşturur, gaz odaları disiplinci iktidarın intizamına bir örnek
oluşturur; Aryan ırkı ise bir nüfus ve hijyen imgelemiyle yönetmeye bir örnek
oluşturur.
15
Foucault, Society Must Be Defended, 35
17 Bkz. Berardi, Precarious Rhapsody. Ayrıca bkz. de Macedo Duarte, “Hannah Arendt, Biopolitics and the
Problem of Violence” ve Blencowe, “Foucault’s and Arendt’s ‘Insider View’ of Biopolitics.”
18 Giroux, Youth in a Suspect Society, 83; Davis, Abolition Democracy. Ayrıca bkz. Gilmore, Golden Gulag ve
Masco, Theater of Operations.
önceleri kabin görevlileri yolcuların ülkedeki katı hayvan ve bitki karantinası
düzenlemeleri konusunda bilgilendirmek için duyurular yaparken artık ülkenin
katı “biyogüvenlik yasaları” konusunda duyurular yapıyorlar.
Bu üç formasyonu bir araya getiren şeyin iktidardan ziyade müşterek fakat daha
önceleri belirgin olmayan ontolojik bir iddianın, Yaşam ile Cansızlık arasında
bir ayrım olduğu iddiasının olduğunu ileri süreceğim. Artık gitgide küreselleşen
bir şekilde bu iddia belirginleşiyor. Örneğin, bir zamanlar pek önem taşımayan,
üç iktidar formasyonunun “insanın bir canlı olması ölçüsünde” (une prise de
20 Bkz. örneğin, Morgenson, “Biopolitics of Settler Colonialism”; and Mezzadra, Reid, and Samaddar, Biopoli-
tics of Development.
işle, anthroposun, yalnızca, Yaşamın, Ölüm/Soy Tükenişi ve Cansızlık ile olan
farkını devam ettirebilmesi ölçüsünde yaşam dahilindeki bir unsur olarak kala-
bileceği gittikçe açık bir hale gelir. Aynı zamanda farkın ve piyasaların
yönetilmesine yönelik geç dönem liberal stratejilerin yalnızca bu ayrımların ko-
runduğu ölçüde işleyebildiği açıktır. İşte tam da bu “ölçüsünde” ifadesini duya-
bildiğimiz içindir ki bu ayraçların artık görünür, tartışılabilir, sorunlarla yüklü
ve dengesiz olduğunu bilebiliyoruz. Elbette “x insanlarının y kayalarından daha
önemli olduğu açıktır” gibi bir ifade üretilmeye, ikna etmeye ve siyasi söylemi
durdurmaya devam ediyor. Ancak bu kitapta ilgilendiğim şey, artık bu ifadeye
derhal onay vermenin önüne geçen o küçük tereddüt, duraksama, nefes ar-
alığıdır.
Kavram ve Yurtları
Pekçok kişi Yaşam ile Cansızlık arasındaki aşikar ayrımın çözülüşünü Antro-
posen’de iklim değişikliğinin yarattığı zorluklarla ilişkili görürler. “Antroposen”
terimi ilk kez Eugene Stoermer tarafından kullanıp daha sonra Paul Crutzen
tarafından popülerleştirilmesinden bu yana, gezegendeki insan mevcudiyetiyle
ilişkili kuvvetlerin diğer bütün biyolojik, jeolojik ve meteorolojik formları ve
kuvvetleri alt ederek Holosen’i sonlandırmasını belirten, jeolojik olarak tanım-
lanmış bir anı ifade etmektedir. Yani Antroposen basitçe insanların çevrelerini
etkilemeye başlamasını değil, gezegendeki insan mevcudiyetinin diğer bütün
varlıkları belirleyen (bunu zarar verici bir şekilde yapan) bir hale geldiği anı
ifade etmektedir. Bu kavramın herkesçe kabul edildiğini söylemek zordur. Bu
kavramı destekleyen jeologlar dahi başlangıcını belirlemek için hangi kriterlerin
kullanılması gerektiği konusunda fikir ayrılığı içindedir. Pek çok kriter ve pek
çok tarih ileri sürülmüş durumdadır. Kimileri Antroposen’in başlangıcını
tarımın icat edildiği ve insan nüfusunun patlama yaptığı Neolitik Devrim’in başı
olarak almaktadır. Kimilerine göre ise Antroposen’in başlangıcı atom bom-
basının patlatıldığı tarihtir, zira bu olay dünyanın katmanlarında radyoaktif tor-
tular bırakmış, dünyanın (Gaia) insan eylemleriyle yok edilebilecek bir şey
olarak kavranışının pekişmesine ve gezegene ait bir olgu olarak Yaşam ile uza-
yın soğukluğu olarak Cansızlık arasındaki farkın dramatikleşmesine yardımcı
olmuştur. Hannah Arendt’in Sputnik’in uzaya fırlatılması üzerine 1963’te
düşündükleri ve “duyumun ve görünüşlerin dünyası ile fiziksel dünya görüşü”
arasındaki bağlantının kopması bu noktada önem taşımaktadır, tıpkı James
Lovelock’un 1968 yılı Noel arifesinde canlı yayınlanan, Apollo 8’in o devrim
niteliğindeki uzaya fırlatılışından iki yıl sonra yayımlanan Gaia hipotezi gibi.21
Bazıları ise Antroposen’in başlangıcını enerjisini kömürden edinen Sanayi De-
vrimi olarak tayin ederler. Birleşik Krallık’ta kullanılan “Newcastle’a kömür
satmak gibi” deyimine ilişkin ilk kaydın 1538’de olması bize kömür kul-
lanımının Avrupa’da uzun bir geçmişi olduğunu hatırlatıyor olsa bile, Sanayi
Devrimi on sekizinci yüzyılda Lancashire, Somerset ve Northumberland’deki
kömür yataklarının büyük oranda genişlemesine neden olmuş ve mevcut iklim
devrimimizle ve belki de altıncı büyük yok oluşla sonuçlanmıştır.22 Ancak
kömür yataklarından istifade edilmesi aynı zamanda modern jeolojik kronolo-
jinin temelinin sarsılmasına katkıda bulunacak olan büyük katmanlı fosil yatak-
larını ortaya çıkarmıştır: katmanlaşmış varlık ve zaman tabakaları olarak dünya.
Başka bir deyişle, Antroposen kavramı kömür yataklarının sonucu olduğu kadar
bunların oluşumlarının incelenmesinin sonucudur, zira kömür yataklarındaki
fosiller modern biyoloji ve ondan farklı olarak jeoloji disiplinini ortaya çıkarmış
ve yerlerini sağlamlaştırmıştır. Ancak kömür yatakları modern biyoloji ve jeolo-
21 Arendt, “Conquest of Space and the Stature of Man”; Lovelock, “Physical Basis for Life Detection Experi-
ments.” Ayrıca bkz. DeLoughrey, “Satellite Planetarity and the Ends of the Earth.”
22 Bu fosillerin ve fosil yakıtların keşfedilmesiyle vuku bulan bilgi, sermaye ve biyolojik süreçler arasındaki o
güçlü düğümlenme konusunda farklı perspektifler için bkz. Pinkus, “Humans and Fuel, Bios and Zoe”; ve Yu-
sof, “Geologic Life.”
ji disiplinlerini ortaya çıkarmışsa da, ortaya çıkardığı karbon bombası yavaş
yavaş ancak daha sonraları, görünüşe bakılırsa, aniden bu disiplin ayrımlarını
farklı türden farklar haline getirmiştir. Gezegendeki karbon döngüsü açısından
Yaşam ve Cansızlık arasındaki ayrım nasıl bir fark yaratmaktadır? İnsan kökenli
iklim değişikliğinin baskısı altında disiplinler arasında ne tür kombinasyonlara
ve iş birliklerine ihtiyaç duyulmaktadır? Üstelik eğer sanayi sermayesi modern
jeolojinin müsebbibi ve böylelikle yeni jeolojik çağın ve bu çağı takviye eden
disiplinlerin gizli kökeni ise, neden İnsan yerine onu ayıplamıyor ve yaptığımız
adlandırmada ona yer vermiyoruz? James Moore aslında Antroposen dediğimiz
şeye Kapitolesen demenin daha doğru olacağını söylemişti—burada gerçekte
tanık olduğumuz şey kapitalizmin son beş yüz yılının maddi koşullarıdır.23 De-
nis Dimick’in şiirsel tabirini kullanacak olursak, Antroposen ve iklim değişik-
liği en çok da sınai kapitalizmin “kadim günışığına” olan bağımlılığını yansıt-
maktadır.24 Çok sayıda başka adlandırma da yapılmıştır: Plantationocene, An-
glocene, Chthulucene...
24 Joel Achenbach, “Welcome to the Anthropocene,” Washington Post, 3 Ağustos 2010, National Geograph -
ic’ten Dennis Dimick’inAspen Environment Forum’da yaptığı bir konuşmanın haberi, http:// www.washington-
post.com/wp-dyn/content/article/2010/08/02/AR2010080203751.html, erişim tarihi: 14 Mayıs 2014.
olarak görünür. 25 Ancak bütün stratigrafik dönüm noktalarının “stratigrafik
kayıtlarda fark edilebilir küresel bir değişimi belgeleyen, açık, zamanı tayin
edilebilir işaretlerin yanı sıra, Yeryüzü sistemi üzerindeki uzun vadeli değişik-
likleri belgeleyen yardımcı stratotipler” gerektirmesine rağmen, Antroposen,
“sınırların tayini için birikmiş katı mineral depolarına (‘kayalara’) bel bağlaya-
maması itibarıyla, özel bir problem oluşturur; bu “büyük oranda fosilleri bu-
lunmayan bir olay ufkudur” ve bu yüzden de “şimdiye uzanan ve böylelikle
geleceğe dair bir bakışı örtük olarak içinde barındıran bir zaman birimini formel
hale getiren” bir global sınır stratotipi kesiti ve noktası (GSPP) için yeni bir
zemin bulmak zorundadır. 26 Bu yeni jeolojik çağın en açık, maddi olarak
desteklenebilen, toplumsal bakımdan nesnel kanıtı nedir: Sanayi Devrimi’nden
kalan karbon tabakası mıdır, iklim değişikliğinden kaynaklanan CO2 midir,
yoksa patlatılan atom bombasının yeryüzüne atom düzeyinde atmış olduğu imza
mıdır?
25
Lewis ve Maslin, “Defining the Anthropocene.”
Başka bir deyişle, Antroposen ve ona refakat eden iklim değişikliği kavramı ba-
sitçe meteorolojik veya jeolojik olaylar olarak değil, 1960’larda ortaya çıkmış
olan bir grup siyasi ve kavramsal rahatsızlıklar olarak görülmelidir— radikal
çevre hareketi, Yerlilerin madenciliğe muhalefeti, Gaia ve bütün dünya kavramı.
Tüm bu rahatsızlıklar şu anda geç dönem liberalizmin farkı ve piyasaları nasıl
yöneteceği sorununa ivme kazandırıyor. Buradaki amacım hangi ihtilafları ya da
hangi kahramanları seçeceğimiz konusunda bir hüküm vermek değil, odaktaki
meselenin birbiriyle rekabet içindeki varoluş mücadelelerin hepsinde bir yer
kapladığını ve ölçeği, olayı, dolaşımı ve varlığı kavramsallaştırma biçimlerimizi
etkilediğini göstermektir. Jeologların Holosen ile Antroposen arasındaki kopuş
için belirleyecekleri tarihten bağımsız olarak, Antroposen kavramı halihazırda
eleştirel düşünce, kültürel siyaset ve küresel kuzey ve güneyde jeopolitik yöne-
timin organizasyonu üzerinde dramatik bir etki yaratmıştır. Bu kavramsal etki
biyopolitika için temel bir önem taşıyan, Yaşam ile Cansızlık arasındaki aşikar
ayrımın sonuçlarından ve sebeplerinden biridir. Coğrafyacı Kathryn Yusoff’un
söylediği gibi, biyopolitika gitgide artan bir şekilde “jeolojiden destek almak-
tadır.”27 İnsanların ya da insan varoluşunun bazı biçimlerinin Yaşamın kendisini
gezegen üzerinde yok olmakla karşı karşıya bırakacak denli güçlü bir kötücül
güç olduğu ihtimali beşeri bilimlerin, insana yoğunlaşan toplumsal bilimlerin,
nicel toplumsal bilimlerin ve doğa bilimlerinin odaklandığı konuları değiştir-
miştir.28 Bir jeolojik kavram olarak Antroposen’in ve karbon döngüsünün mete-
orolojik bir modellemesinin ortaya çıkışı, biyo-jeo-kimya gibi yeni doğa bilimi
sentezlerinin ortaya çıkışı, yeni nesne ontolojilerinin çoğalması (yeni materyal-
istler, spekülatif materyalistler, spekülatif realistler, nesne-odaklı ontolojiler)
tümüyle Yaşamın özerkliği ile Yaşamın Cansızlığa olan karşıtlığı ve farkı
arasındaki sınırın aşındığına işaret etmektedir. Beşeri bilimleri buna bir örnek
olarak verebiliriz.
İnsan yaşamının (ya da insana ait bir yaşam biçiminin) geleceği gezegenin
ısınmasıyla baskı altındayken, ontoloji, felsefede, antropolojide, edebi ve
kültürel çalışmalarda, bilimde ve teknoloji çalışmalarında merkezi bir problem
olarak yeniden gündeme geldi. Gitgide daha yoğun bir şekilde eleştirel kuram-
cılar insan yaşamının diğer yaşam biçimleri üzerinde kurduğu üstünlüğü
göstermekle kalmadılar— ki böylece hümanizm sonrası siyaset ve kuram yük-
selişe geçti— aynı zamanda bütün Yaşam biçimleri ile Cansızlık kategorisi
arasında bir farkın varlığını sürdürmesini sağlayacak bir ayrım yapmak
konusunda güçlük çektiler. Eleştirel kuram gitgide artan bir şekilde biyolojik,
jeolojik ve meteorolojik varlıklar arasında yapılan ontolojik ayrımlar üzerinde
baskı kurdu ve insan sonrası eleştiri de yerini bir yaşam sonrası eleştirisine, var-
lık yerini düzenlemelere, biyoiktidar ise yerini jeontoiktidara bıraktı. Nesneler
Batı felsefesinin farklı ontolojilerinde nasıl bir statüye sahiptir? Nesneler, var-
lıklar var mıdır yoksa var olan yalnızca belirsiz düzenlemeler midir? Bu belirsiz
28 İnsandan insan dışına, oradan cansıza gerçekleşen o yavaş kaymanın bazı örnekleri için bkz. Haraway, Crys-
tals, Fabrics, and Fields; Chakrabarty, “Climate of History: Four Theses”; Colebrook, Death of the PostHuman;
Cohen, “Introduction”; Grusin, Nonhuman Turn; and Thacker, After Life.
düzenlemeler de canlı mıdır? Antropologlar, toplumsal ve kültürel epistemolo-
jilere ve kozmolojilere yönelik ilgilerini çoklu ontolojilere ilişkin bir
meşguliyete dönüştürmek suretiyle tipik olarak felsefenin alanına ait olan bu
problemlere müdahil oluyorlar. 29 Ancak belki de bu akademik disiplinler ede-
biyatta, örneğin Don DeLillo’nun White Noise’unda, kuşkusuz Margaret Ar-
wood’un The Handmaiden’s Tale ile başlayan ve MaddAddam Üçlemesi ile de-
vam eden edebi üretimlerinde çoktan başlamış olan bir diyalogu henüz yakala-
maya başlamışlardır. Bugün bütün bir eko-edebi çalışmalar alanı, edebiyatın,
filmlerin ve medyanın bu yaklaşan yok oluş sonrası dünyaya ilişkin keşiflerini
incelemekle meşguldür.
29 Bkz. örneğin, Myhre, “What the Beer Shows”; Vigh and Sausdal, “From Essence Back to Existence”; Hol-
braad, “Power of Powder”; de la Cadena, “Indigenous Cosmopolitics in the Andes”; ve Descola, Ecology of
Others.
(kadınların bedenlerinin histerikleştirilmesi), mastürbasyon yapan çocuk (çocuk
cinselliğinin pedagojikleştirilmesi), sapkın yetişkin (sapkın hazların psikiyatrik-
leştirilmesi) ve Malthusçu çift (üreme davranışının toplumsallaştırılması): Fou-
cault’nun bu cinsellik ve toplumsal cinsiyet figürleriyle ilgilenmesinin nedeni
bunların insan varoluşunun bastırılmış hakikatleri olduğunu düşünmesi değil,
modern bir iktidar oluşumunun semptomlarını ortaya koyup teşhis edilmesine
olanak tanımasıydı. Bu dört figür aynı anda hem biyoiktidarın dışavurumları
hem de biyoiktidarın işleyişine açılan pencerelerdir. Her ne kadar Foucault
Toplumu Savunmak Gerekir’de bir araya toplanan olan seminerlerini sunarken
tabi kılınmış bilgilerin başkaldırısını tartışsa da, bu figürlerin tabi kılınışını
ezilen öznelerde olduğu gibi geniş bir anlamda anlamak hatalı olacaktır. Sorun,
bu yaşam biçimlerinin ve figürlerinin tabiiyet durumundan nasıl kurtarılıp
özgürleştirilecekleri değil, bunların nasıl kendi varoluşlarından başka, kendi
varoluşlarının ötesinde bir dünyanın imkanına işaret eden unsurlar olarak an-
laşılacağıdır—bunların nasıl başka bir şeyin ortaya çıkışı öncesindeki ara durak-
lar olarak anlaşılacağıdır. Histerik kadın, mastürbasyon yapan çocuk, Malthusçu
çift ve sapkın yetişkin nasıl olup da daha önce oldukları şeyden başka bir şey
haline gelebildi? Nasıl olup da bunlardan hasıl olan şeyler kendi doğuş
koşullarında varlıklarını sürdürebildi? Nasıl olup da bunlar önce makul ve ikna
edici bir takım nitelik ve özelliklerle donatılırken daha sonra bir canavarlık
olarak lağvedildiler?30
Çölü ve onun temel imgeseli olan Karbon’u ele alalım. Çöl, Yaşam ile Cansızlık
arasındaki ayrımı yeni bir dengeye getiren söylemlerden, taktiklerden ve figür-
lerden oluşur. Yaşamdan koparılmış olarak algılanan ve kavranan—dolayısıyla,
teknolojik uzmanlığın yahut uygun bir idareciliğin doğru şekilde kullanılmasıy-
la yaşama (yeniden) uyumlu hale getirilebilecek— her şeye karşılık gelir. Başka
bir deyişle, Çöl, Yaşam ile Cansızlık arasındaki ayrıma tutunur ve Yaşamın her
daim o ürpertici ve kuru Cansızlığın tehdidi altında olması ihtimalini dramatik-
leştirir. Çöl, yaşamın eskiden bulunduğu; bilgilerin, tekniklerin ve kaynakların
doğru bir şekilde yönetilmesi durumunda yaşamın bulunabileceği ancak şu anda
bulunmadığı mekandır. Karbon İmgeseli bu figürün merkezinde yer alır ve bu
yüzden jeontoiktidarın sürmesinde kilit bir rol oynar. Karbon İmgeseli, metabo-
lizma gibi biyolojik kavramları; doğum, büyüme, üreme ve ölüm gibi metabo-
lizmanın temel olaylarını ve ayrıca olay, conatus/affectus ve sonluluk gibi on-
tolojik kavramları yeni bir düzleme aktararak Yaşamın üstünlüğünü Varlığa
taşır. Açıktır ki biyoloji ve ontoloji aynı söylemsel alan içinde çalışmaz ve bir-
birleriyle basitçe kesişmezler. Yine de, bir sonraki bölümde daha detaylı bir şek-
ilde ele alacağım üzere, Karbon İmgeseli bunların birbirlerine, Yaşamın öteki-
sine, yani Durağana, Cansıza, Çorağa ait kavramsal yeğinlikleri, heyecanları,
hayretleri, endişeleri ve belki de dehşetleri alıp verebildikleri yaralı bir buluşma
yerini güçlendirir. Bu yaralı mekanda, ontolojinin biyoontoloji olduğu ortaya
çıkar. Varlık daima Yaşamın ve yaşamın arzularının egemenliği altında bulun-
muştur.
33 Massumi, Ontopower. Ayrıca bkz. Bennett, “Vitalist Stopover on the Way to a New Materialism”; Saldanha,
Sexual Difference ve Chen, Animacies.
34 Söz gelimi Elizabeth Grosz yakın dönemde fark kavramını Charles Darwin’in çalışmalarında ve daha genel
olarak günümüzdeki o insan sonrası dönemeçte konumlandırmanın peşine düşmüştür. Darwin, Bergson ve
Deleuze’ün yazılarına yönelik yaptığı zengin okumalarla, Grosz Yaşam ile Cansızlık, organik ile inorganik
arasındaki farkı, her ikisinde de varlığını sürdüren bir “sınırlandırılmış dinamizm”i gündeme getirmek suretiyle
tahliye eder. Aynı zamanda inorganik ile organiği de, organik üremenin biçimlerinden biri olan eşey ayrılığının
karmaşıklığı itibarıyla, diğer biçimlerin önüne koymak suretiyle farklılaştırır. Eşey ayrılığı aynı zamanda benz-
ersiz bir şekilde “ontolojik olarak dinamik ve açık uçludur.” Grosz, Becoming Undone, 116.
Son olarak Virüs ve onun merkezi imgeseli olan Terörist, Çölün, Animistin ve
bunların kilit imgeselleri olan Karbon ve Yerliliğin ısrarlı ve hatalı bir şekilde
potansiyel olarak radikalleştirilmesine dair ipuçları sağlar. Virüs, Yaşam ve Can-
sızlık arasındaki mevcut düzenlemelerin bozulması için uğraşan bir figürdür;
bunu yaparken bu farkın fark yaratmayan bir fark olduğunu iddia eder, ancak
bunun nedeni her şeyin canlı, dirimsel ve güçlü olması olmadığı gibi, her şeyin
durağan, tekrarlamalı, hareketsiz, uykuda ve dayanıklı olması da değildir.
Yaşam ile Cansızlık arasındaki ayrım Virüs’ü tanımlamadığı ya da içermediği
için, Virüs bu ayrımı yalnızca daha fazla yayılmak adına varoluş düzen-
lemelerinin enerjilerini başka yöne çevirmek amacıyla kullanabilir veya göz
ardı edebilir. Virüs içinde bulunduğu koşullara sürekli ayak uydururken, bu
koşullarla deneyler yapıp onları test ederken dahi kendini kopyalar, çoğalır ve
uykuda bekler. Yaşam ile Cansızlık arasındaki en ufak farklılıklardan dahi
dikkatli bir şekilde istifade ederek Yaşam ile Cansızlık arasındaki farkı karıştırır
ve düzleştirir. Ne zaman biri iklim değişikliği karşısında insan nüfusunun
büyüklüğünün ele alınması gerektiğini, bir buzul dağının iklimlendirmenin
yaşam üzerindeki etkilerini nezaketle karşıladığını, insanların japonsarmaşığına
benzediğini yahut insanların yok oluşunun arzu edilen bir şey olup hızlandırıl-
ması gerektiğini söylese, orada Virüs ile bir anlığına göz göze geliriz. Virüs aynı
zamanda Ebola ve çöplüklerdir; devasa somon ve tavuk çiftliklerinde yavaş
yavaş gelişen o ilaçlara dirençli bakteri enfeksiyonlarıdır; nükleer güçtür; bir
bomba yerleştirirken tıpkı “bizden” biri gibi görünendir. Belki de en şaşaalısı,
Virüs popüler bir kültürel figür olan zombidir—Yaşam, Cansızlığa dönüşmüş ve
yeni bir tür savaşı biçimini almıştır: yaşamın son kalesini ele geçirmeye çalışan
çürümeye yüz tutmuş o saldırgan yaşayan ölüler. Öyleyse Çöl ile Virüs arasın-
daki fark insan dışı Yaşamın ve Cansızlığın failliği ve niyetselliği ile ilgilidir.
Çöl teknolojik müdahaleye açık durağan bir durumdur, halbuki Virüs bir kolek-
tif düzenleme olarak geç dönem liberal jeontoiktidar temelinde yükselen etkin
olarak muhalif bir faildir. 11 Eylül sonrasındaki geç dönem liberalizmin krizleri,
finansal piyasaların çöküşü ve insan kökenli iklim değişikliği karşısında Virüs
öncelikli olarak köktenci İslam ve radikal Yeşil hareketi ile ilişkilendirilmiştir.
Eleştirel düşüncenin önemli bir bölümü de bu krizler karşısında biyopolitika ve
biyogüvenlik arasındaki ilişkiye odaklanmıştır. Ancak biyogüvenliğe odak-
lanılması biyogüvenliğin sistemli olarak jeo-güvenliğe ve meteoro-güvenliğe
yöneldiğinin üstünü örtmüştür: iklim değişikliğinin toplumsal ve ekolojik
sonuçları.35 Öyleyse Virüs aynı zamanda tanımanın kendi içindeki siyasal öteki-
sidir: devletlerin sınırları boyunca ve devletler arası bir gözetleme altındaki, ak-
tivistler ile teröristler arasındaki sınır bölgesinde ikamet eden çevreciler. Ancak
her ne kadar Virüs ilk bakışta jeontoiktidardan radikal bir çıkış yolu olarak
görünse de, Virüs olmak yoğun bir nefrete ve çeşitli saldırılara maruz kalmak
demektir; Virüsün yakınlarında yaşamak da varoluşsal bir krizi mesken tutmak
anlamına gelir.
Daha açık bir hale geleceğini umduğum üzere, Kapitalizmin her şeyi kar yarat-
ma potansiyeline sahip şeyler olarak görmesi itibarıyla, Kapitalizm ile Çöl, An-
imist ve Virüs arasında emsalsiz bir ilişki vardır. Yani, kapitalleşmenin açısın-
dan hiçbir şey durağan olmayıp her şey dirimseldir, her şey doğru bir yenilikçi
yaklaşımla kendinden daha fazlasına dönüşebilir. Aslında kapitalistlerin en arı
Animistler olduğu söylenebilir. Bununla birlikte, sınai sermaye varoluş biçim-
leri arasındaki ayrımlara bağlıdır ve bazı varlık biçimlerinin ortaya çıkarılmış
birtakım değerlere tabi kılınabilmesi için, devletlerle birlikte bu ayrımları sıkı
bir şekilde kontrol eder. Bu yüzden aktivistler ve akademisyenler, (özne olarak
insanlar da dahil olmak üzere) hayvani yaşam biçimleri arasındaki ve nesneler
arasındaki ilişkiyi düzleştirirken bile, devletler işletme ve şirketlerin hayvanları
ve arazileri kullanma hakkını koruma altına alan ve ekolojik ve çevreci ak-
tivizmin taktiklerini suç haline getiren yasalar çıkarırlar. Başka bir deyişle,
35 Nafeez Ahmed, “Pentagon Bracing for Public Dissent over Climate and Energy Shocks, Guardian, 14 Hazi -
ran 2013, http://www.theguardian.com/environment/earth-insight/2013/jun/14/climate-change- energy-shocks-
nsa-prism, Erişim: 7 Şubat 2016.
Yaşam ile Cansızlık arasındaki farktan faydalandığı halde en nihayetinde ona
bağlı olmayan Virüs gibi, Sermaye de bütün varoluş kiplerini dirimselmiş gibi
görür ve ortaya çıkarılacak değer açısından bütün varoluş kiplerinin aynı olma-
masını gerektirir.
37 Burada Jeb Bush’un 2015’te Keene, Massachusetts’te Historical Society’de yaptığı ve Mitt Romney’in
2012’de NAACP’ye hitaben yaptığı konuşmayı yankılayan evvelki yorumlarına gönderme yapıyorum. Bkz.
Ehrenfreund, “Jeb Bush Suggests Black Voters Get ‘Free Stuf,’ ” Washington Post, 30 Eylül 2015, http://
www.washingtonpost.com/news/wonkblog/wp/2015/09/30/jeb-bush-says-black- voters-get-free-stuf-so-does-he/
ve Matt Taibbi, “Romney’s ‘Free Stuff’ Speech Is New Low,” Rolling Stone, 13 Temmuz 2012, http://
www.rollingstone.com/politics/news/romneys-free-stuff-speech-is-a- new-low-20120713.
karmaşık arazi anlaşmazlığının tarafı olan Belyuen’in yaşlı sakinlerinin
talebiyle oldu. Arazi hakları düzenlemesi bir arazi üzerinde hak iddia edenlerin
bir avukat ve bir antropolog tarafından temsil edilmesini gerektiriyordu. Be-
lyuen başlangıçta çeşitli yerli toplulukların kapatıldığı bir yer olan Delissaville
Aborjin Yerleşkesi olarak 1940’larda kurulmuştu. 1976’da Delissaville Yer-
leşkesi’ne özerklik verildi ve adı Arazi Hakları Yasası’na göre Belyuen Toplu-
luğu olarak değiştirildi. Aynı dönemde bu bölgenin etrafındaki İngiliz Milletler
Topluluğu’na ait topraklar üzerinde de hak iddia edildi. Bu iddia ile ilgili dava
nihayet 1989’da görüldü, ancak Arazi Yargıcı hak iddia edilen bölgenin ge-
leneksel bir Aborjin sahibinin bulunmadığına hükmetti. Bu hükme itiraz edildi
ve dava 1995 yılında yeniden görüldüğünde Belyuen Topluluğu’nun küçük bir
bölümünün Arazi Hakları Yasası’nın tanımladığı şekliyle geleneksel Aborjin
sahip tanımına kısmen uyduğuna hükmedildi.
Ancak çok sayıda kadın ve erkek başka bir öneriyle geldiler: arşivi yak. Şayet
arşivimde kayıtlı olan varoluş biçimi yalnızca arşivsel bir bellek olarak anlamlı
idiyse, bu varoluş biçimi çoktan terk edilmişti ve kapuk (bir tür defin) gerek-
tirirdi. Başka bir deyişle, arşivimin daha önce belli bir biçimdeyken şimdi başka
bir biçimde var olacak olan diğer bütün kalıntılarla aynı muameleyi görmesi
gerektiğini düşünüyorlardı. Kalıntılar yakılırken bir delik kazılmalı, o deliğe
çeşitli şarkılar söylenmeli, daha sonra da kalıntılar toprakla kaplanıp ezilmeliy-
di. Uzun yıllar boyunca bazı kişiler artık herhangi bir iz taşımayan bu deliğin
içinde ne olduğunu bilecekti. Daha uzun vadede ise insanların bu yerin önem
taşıdığına ilişkin muğlak bir hisse sahip olması olasıydı. Bu bilgi kaybolmaya-
caktı. Daha ziyade, ayaklarımızın altındaki toprağa dönüşecekti; üzerinde dura-
cak fakat onla meşgul olmayacaktık.
39 Wunungmurra, “Journey Goes Full Circle from Bark Petition to Blue Mud Bay.
hem de bu varoluş kiplerinin elimizin altındaki eleştirel diller dahilinde olmak-
tan ziyade buraya kapatıldığına işaret eden o dar manevra alanını göstermektir.
Her ne kadar daha sonraki bölümlerin tümü jeontoiktidar ile geç dönem liberal-
izm arasındaki ilişkiyi modelliyorsa da, 7. bölüm bilhassa varlıkların yöneti-
minin mevcut varolma kiplerini yarattığını ve onlara bağlı olduğunu ve ayrıca
bir tür etik ya da politik olay çokluğuna olan bağlılığın daha önemli bir coğrafi
olma biçimini, yani zehirli hükümranlıkların o peyderpey ve dağınık bir şekilde
birikmekte olduğunu gölgede bıraktığından bahsetmektedir. O bölüme kadar
olan kısımda ise, biyo-ontolojik Karbon İmgeseli bir yandan geç dönem liberal-
izmin jeontolojik temellerini açığa çıkarıp sarsmaktayken, geç dönem liberal-
izmin farkı ve piyasaları nasıl yönettiğini inceleyeceğim.
40 Ingold, “Totemism, Animism and the Depiction of Animals.” Animizmin tipik olarak kültürel inanışa kap-
atılışını sarsan bir çalışma için bkz. Kohn, How Forests Think.
doğar ve burada iş görürler. Süregelen bu geçmiş deneyimler nedeniyle, bu
çalışma boyunca, bu kavram-fikirleri Yerli meslektaşlarımın varoluş analitiğin-
den farklılaştırırken dahi bunların nasıl bir kontrol ve disiplin mekanizması
olarak iş gördüğünü göstermeye çalıştım.
SON BİR NOT: Neden ağıt? Kitabın başlığının ve organizasyonun belli bir ku-
ramsal duruş kadar belli bir duygusal tonu da yansıtması beklenmiştir. Varolan-
ları yönetmeye yönelik mevcut geç dönem liberal yönetim biçimi çerçevesinde
varoluşların çok çeşitli düzenlenme biçimleri söz konusu olmuştur ve bu
çeşitlilik devam etmektedir. Fakat bunlardan herhangi biri benimsensin ya da
benimsenmesin, pek çok kişinin insanın günümüzdeki karbon-bazlı yayılımının
ya da geç dönem liberal sermayenin diğer bütün varoluş biçimlerini hiçe say-
masının sonucu olduğunu düşündüğü şeyin önüne geçmek için gereken
değişimin türü o denli büyük önem taşımaktadır ki şu anda her olduğumuz şey
artık var olmayacaktır. Bu, elbette, geç dönem liberalizmin asla söylemediği bir
şeydir. Onun dediğine göre bizler değişebilir ve yine aynı kalabiliriz, hatta
olduğumuz şeyden fazlası olabiliriz. Ağıdın nedeni budur: ne umutsuz ne de
umutlu. Öfkeli olabilir, ancak geri çekilmiş değildir. Gerçeklere dayanır, ama
aynı zamanda bir takım duygular yaratması öngörülmüştür. Şair arkadaşım
Thomas Sleigh duyguların bu kesişim noktası için söz konusu terimi önerdi:
ağıt.