You are on page 1of 497

KENAN EVREN

MiLLiYET YAYINLARI: 127



©Yayın Hakkı/Copyright: Milliyet Yayın A.Ş.
Kenan Evren

Kapak Düzeni: Funda Eren

Birinci Baskı: ocak 1991
İkinci Baskı: Şubat 1991
ISBN 975-506-077-4
975-506-079-0

Bu kitap Erdem'de dizilmiş, Milli Eğitim Basımevi'nd'e basılmıştır.


KENAN EVREN
İÇİNDEKİLER

İkinci Kitaba Başlarken 9


12 Eylül Günü Cereyan Eden Olaylar 11
Basında Yeralan Makaleler 15
Yerli Basının Soruları 34
Yabancı Basının Soruları 46
Bakanlık Verilebilecek isimler 70
Başbakanlıkça Ele Alınacaklar 101
içişleri Bakanlığı'nca Ele Alınacaklar 102
Adalet Bakanlığı'nca Ele Alınacaklar 103
Milli Savunma Bakanlığı'nca Ele Alınacaklar 104
Milli Eğitim Bakanlığı'nca Ele Alınacaklar 104
Maliye Bakanlığı'nca Ele Alınacaklar 105
Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı'nca Ele Alınacaklar 105
imar ve iskan Bakanlığı'nca Ele Alınacaklar 106
Turizm ve Tanıtma Bakanlığı'nca Ele Alınacaklar 106
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nca Ele Alınacaklar 106
Özerk Kuruluşlarca Ele Alıncaklar 107
Cumhurbaşkanlığı ve Meclisle İlgili Olanlar 107
Türk Silahlı Kuvvetlerinin Dikkate Alacağı ve Uyacağı Hususlar 108
Vehbi Koç İle Yaptığımız Görüşme 115
Anayasa Düzeni Hakkında Kanun 130
1981 Yılı 179
1981 Atatürk Yılı 182
12 Eylül'den Altı Ay Sonra 252
Denetleme Kurulu Kurulması ve Emniyet Teşkilatı Kanunu'nda Yapılan 272
Değişiklikler

Çağlayangil'in Mektubu 276


Avrupa Konseyi 311
Yabancı Ülke Gazetecileri 323
12 Eylül'ün l ' inci Yıldönümü 382
Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye İle Uğraşması Devam Ediyor 407
Siyasi Partilerin Feshine Dair Kanun 418
Basında Partilerin Feshine İlişkin Makaleler 422
İkinci Cildin Sonu 493

7
İKİNCİ KİTABA BAŞLARKEN

Birinci kitabı bitirdikten sonra üzerinden aylar geçti. Bir türlü bu kitaba
başlamak için zaman bulamadım. Ayrıca içimde heves de yoktu. İnsanda
heves olmayınca el kalem kdğıda gitmiyor. Bir sürü can sıkıcı iş güç arasında
buna vakit ayırmak mümkün de olmuyor. 1987 yılına da girdik. Bugün yeni
yılın üçüncü günü, günlerden Cumartesi, çok da canım sıkılıyor. Birinci sebe­
bi okullarda başörtüsü ile derslere girme yasağı YÖK tarafından kondu diye
günlerdir Türkiye'nin sanki en mühim meselesi buymuş gibi gazetelerde baş
haber bu, makalelere konu olan husus bu. Gazeteler hem inica var diye yayga­
rayı koparırlar, Kur'an kurslarının bir bakan nasıl açılışını yapar diye yazı ya­
zarlar, yurt dışında ve yurt içindeki küçücük kız çocuklarının dahi başlarını
örttürüyorlar "Gidiş nereye, Hum�yni rejimine mi" diye resimli haberler
yayınlarlar, öte taraftan da YÖK başörtüsünü yasakladı diye bu sefer de
başörtülü öğrencileri destekler bir tutum içerisine girerler. Anlamak mümkün
değil.

İşte bu hadise beni son derece sinirlendirdi. Bu sinirli halimle kaleme


kağıda sarıldım. ikinci kitabıma başlayayım, belki de sinirlerim biraz yatışır
diye düşündüm ve öylece yazmaya koyuldum. Yazarken konulara dalar ve

9
böylece sinirlilik halinden kurtulurum dedim ama; inanın bir taraftan yazıyor,
diğer taraftan kafamdakileri atamıyorum.

Evet sevgili okurlarım, işte böyle bir ruh haleti içerisinde ikinci kitabıma
başladım. İyi mi yaptım, kötü mü yaptım ben de bilemiyorum. Birinci kitabı
üç senede bitirebildim. Bu kitap kaç senede biter? İnşallah Cumhurbaşkanlığı
sürem dolmadan bitirmek kısmet olur.

Bu kitap 12 Eylül 1980 gününden 1981 yılı sonuna kadar geçen süre
içerisinde cereyan eden olaylan kapsayacak. Bir seneden fazla bir zamam içine
alan bu dönemi gün gün tuttuğum notlardan alarak yazacağım. Olayları
saptırmadan olduğu gibi bütün samimiyetimle ortaya koymaya çalışacağını.
Takdir, sağduyusuna her zaman inandığını yüce milletimindir.

10
12 EYLÜL GÜNÜ CEREYAN EDEN OLAYLAR

12 Eylül 1980 günü saat 13.00'te televizyon ve radyolardan yayınlanan


mesajımla birinci kitabı bitirmiştim. İşin ilk safhası bitmişti. Yönetime el kon­
muş, parlamento kapatılmış, bütün siyasi faaliyetler yasaklanmış, dört siyasi
partinin liderleri (Alparslan Türkeş hariç) Gelibolu ve Uzunada'ya
gönderilmiş, sokağa çıkma yasağı konmuş. bütün yurtta.sıkıyönetim ilan edil­
miş ve vatandaşlardan bu yönetime yardımcı olunması, yayınlanacak bildiri­
lere aynen uyulması istenmişti. Sıkıyönetim bölgeleri ve Komutanları daha ev­
velden tespit edildiği için vakit geçirmeden bu bölgeler ve sıkıyönetim
komutanları ilan edilmişti. Ülkenin bir numaralı meselesi anarşi ve terördü. Bu
konunun en kısa zan1anda halledilmesi kaçınılmazdı. Eğer bu iş uzarsa halkın
bize olan itimadı da 'sarsılabilirdi. Bu bakımdandır ki, Sıkıyönetim Komutan­
lanna bütün yetkilerini kullanmalarını, olayların üzerine cesaretle gitmelerini
istedim. Bu husus Milli Güvenlik Konseyi'nin 2 nolu bildirisinde bütün
ülkeye duyuruldu. Bu bildirinin bir maddesinde şöyle deniyordu:
"Sıkıyönetim Komutanlıklan, ülkede devlet otoritesinin tesisi, asayiş, _emni­
yet, huzur. can ve mal güvenliğinin sağlanması için lüzum görecekleri her
türlü tertip ve tedbiri almaya yetkili kılınmışlardır. Bütün vatandaşlar
Sıkıyönetim Komutanlıklarının aldığı ve alacağı kararlara tedbirlere ve
yayınlanacak bildirilere titizlikle uyacaklardır."

Sıkıyönetim Komutanlannın yapacakları icraatı köstekleyecek, tenkit ede­


cek bir makan1 yoktu. Aylarca bir kanunun çıkarılması için artık beklemeye­
ceklerdi. Lüzumlu kanunların hemen ele alınmasını, evvelce teklif yapıp da ay­
lar ve aylarca Meclis Komisyonlarında, Genel Kurulunda bekleyen ve sen ben
kavgası yüzünden kanunlaşamayan kanunların ele alınması ve kanun­
laştırılması ve yeniden çıkarılması gereken kanunların en kısa zamanda
önümüze getirilmesi emrini verelim.

Bugün akşama kadar bütün Sıkıyönetim Komutanlıklarından alınan rapor­


lardan Türkiye çapında bir olay olmadığı ve halkın bu müdahaleyi büyük oir
tasviple karşıladığı anlaşılıyordu.

Evvelce alınan karara göre her bakanlık ve müstakil genel müdürlüklere ve


mühim kuruluşlara gidecek irtibat subayları görevlerine başlamışlardı.

11
Bütün yurtta sokağa çıkına yasağı uygulandığından önemli bir olay esasen
ıJeklemiyorduk. Anarşist ve teröristler için ilk birkaç gün şok geçirilen günler
olur. Ondan sonra toparlanma ve arkasından da eylem faslı başlardı. Bunu bil­
diklerinden dolayıdır ki, Sıkıyönetim Komutanlıkları, Emniyet mensuplarıyla
işbirliği yaparak, evvelce eylemlere katılmış veya şüpheli olan kişileri gözaltına
aldılar. Esasen emniyet kuvvetleri senelerdir horlanmaktan, siyasi baskılar
yüzünden iş görememekten, büyük bir moral çöküntüsü,içersinde idiler. 27
Mayıs 1960'ta olduğu gibi biz emniyet kuvvetlerine hiç dokunmadık, bilakis
onları onore edecek şek.ilde göreve gönderdik. 12 Eylül saat 03.00'ten evvel
Ankara Emniyet Müdürünü Ankara Sıkıyönetim Komutanı çağırıp kendisine
birkaç saat sonra Harekatın başlayacağı t�bliğ edildiğinde, gözleri yaşararak
bütün Ankara emniyet mensuplarının seve seve emirlerinde olduğunu ifade et­
mesi de bunun güzel bir örneği idi.

Akşam üzeri Gülhane Askeri Hastanesinde bulunan eşimi görmek üzere


hastaneye gittim. Acaba heyecanlandı mı? diye merak ediyordum. Zira fazla
heyecan, geçirmekte olduğu hastalığı menfi yönde etkileyebilirdi. Bir gün ev­
velinden haberi olduğu için heyecanlanmadığını söyledi. Bir müddet kendisi
ve yanında kalan baldızımla görüştükten sonra yine Genelkurmaya geldim.

Kafamda hep başbakan ve bakanlar kim olmalı suali dolaşıp duruyordu.


Gerçi Konsey Üyesi ve Kuvvet Komutanlarıyla ve İkinci Başkanla bu konu
üzerinde aşağı yukarı bir mutabakatımız vardı ama, kat'i kararımızı verme­
miştik. Ben bir aralık eski bakanlardan Emin Paksüt'e bu konuyu açmış ve
kendisinin Başbakanlığı kabul etmesini önermiştim. Zira halen Meclislerde bu­
lunmayan fakat aynı zamanda tecrübeli bir kişinin ve özellikle sivil bir kişinin
başbakanlığı üstlenmesini istiyordum. Einin Paksüt bu görevi maalesef kabul
etmedi. Sebebini sorduğumda yaşının 70'i aştığını faal döneminin geride
kaldığım, yararlı olamayacağım ifade etti. 9:er türlü yardımı yapmaya hazmın,
ister gece, ister gündüz, ister tatil, ister bayram ne olursa olsun beni çağıra­
bilirsiniz; ancak söylediğim sebepten fiilen görev alamam diye ilave etti. "Kimi
tavsiye edersin?" diye sorduğumda ise; "Böyle bir durumda Devlet Başkanı da
hükümet başkanı da siz olmalısınız, bunun en iyi şekli budur, böylece icraatı
istediğiniz gibi ve zorluk çekmeden yürütebilirsiniz" dedi. Söylediği doğru ve
�antıklı idi. Ama hem devlet başkanlığı, hem başbakanlık, hem genelkurmay
başkanlığını bir arada yürlitmek çok zor, benim vücudum bu kadar yükü
kaldırabilir miydi, ben de rahmetli Cemal Oürsel gibi sıkıntıdan felç olmaz
mıydım? Bunları düşünerek bu fikri benimsemedim.

Benim anladığım kadarı ile Emin Paksüt yaradılışı gereği emft" ve direktif
alarak iş yapmasını kabul edemeyecek bir yapıya sahipti. Zaman zaman bizim
elbette birtakım müdahalelerimiz olacaktı. Bundan dolayı bu görevi kabul et­
mediğini ziıruıediyonim.

12
Bugün hava, deniz sabalan ile hudut kapılan da kapatıldı. Ancak yuıtdışına
çıkacak, yurtdışında çalışan işçilerimizle turistlere Trakya'dan çıkış izni veril-
di. Aynca transit geçen uçaklara da müsaade edildi.
12 Eylül günü yayınladığımız Milli Güvenlik Konseyi'nin 7 nolu bildirisi
ile DİSK, MİSK ve bunlara bağlı sendikalann faaliyetlerini durdurduk. Bun­
ların yöneticileri de gözaltına alındı. Buna mecburduk. Zira 12 Eylül'e gelin­
ceye kadar kanunsuz grevler, kanunsuz işyeri işgalleri, illegal örgütlerle
işbirliğini yapanlar bu sendikalardı. Özellikle büyük bir konfederasyon olan
Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) kanunsuz eylemler
bakımından ön sırada bulunuyordu. Sıkıyönetim döneminde İstanbul'da 1
Mayıs'ta Sıkıyönetim Komutanlığının koyduğu sokağa çıkma yasağına uy­
mayacağını açıkça iHin etmekten çekinmeyen DİSK idi. Eğer bu iki işçi kon­
federasyonu hakkında bu karan almamış olsaydık öyle zannediyorum ki
özellikle'"DİSK, işçileri yine sokağa dökmeye kalkabilirdi.
Bugün yayınladığımız diğer bir bildiri ile de bütün devlet dairelerindeki me­
murlarla, işçi statüsünde çalışanların işten çıkanlmalannı da durdurduk. Zira
bugüne kadar yapılan eylemlerden zarara uğramış veya fena muameleye maruz
kalmış amir ve işverenlerin yeni durumdan faydalanarak suçlu suçsuz ayınını
gözetmeden işçilerin işine son ve·receklerine inanıyorduk. Onun için bu bildi­
riyi yayınlamak zorunluluğunu duyduk. Böyle hareket etmekle ne derece isa­
betli karar verdiğimizi ileriki olaylar bize ispat etti. Ancak muhakkak işten
çıkanlması gereken işçiler de olabilirdi. Bunun için de ileride aldığımız bir ka­
rarla bu yetkiyi sıkıyönetim komutanlarına verdik. Sıkıyönetim komutanının
müsaadesi olmadan hiçbir işveren işçinin işine son veremedi. Bu karardan
dönmemiz için işverenlerden çok müracaat ve hatta baskılar geldi, fakat
seçimler yapılıp normal düzene geçtikten bir hayli sonraya kadar bu karanmızı
ısrarla uyguladık.
Harekatın birinci günü kapanmadan yarın bütün bakanlıklar müsteşarlarının
Başbakanlık Bakanlar Kurulu Toplantı Salonunda toplanmalan emrini verdim.
Onlara, bakanlar olmadığına göre devlet işlerinin aksamaması için bakan
varmış gibi bakan yetkisini kullanarak görevlerin yerine getirilmesi direktifini
vereceğim. Zira yeni Bakanlar Kurulu teşkil edilinceye kadar en az bir haftalık
zamana ihtiyaç yardı. Bu süre içerisinde devlet çarkının durmaması gerekirdi.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş'in hfil§ daha bu­
lunamamış olmasına canım çok sıkılmıştı. Nasıl olmuş da kimden haber alıp
kaçmış veya bir yere saklanmıştı. Muhakkak ki Ordu mensuplarından birisi bu
bilgiyi son gecede ona ulaştırmıştı. Ankara Sıkıyönetim Komutanına Tür­
keş'in en kısa zamanda teslim olması hususunda radyo ve televizyonda bir bil­
diri yayınlatması emrini verdim. Dinlenmek üzere eve gitmeden evvel İhsan

13
Sabri Çağlayangil'i telefonla aradım. Kendisine "dün haftalık görüşmeye gel­
diğimde, tabii ki bu gece yönetime el koyacağız diyemezdim: bunu hoş
karşıladığını zannettiğimi, başka çarenin kalmadığını, buna mecbur
bırakıldığımızı" ifade ettim. Kendisi "inşallah muvaffak olursunuz, memleket
ve milletimiz için hayırlı olması" temennisinde bulundu.

İyi niyetle yaptığım bu telefon konuşması. seçimler yapılıp normal düzene


geçtikten sonra istismar edilerek, sözde Çağlayangil'den özür dilediğim
şeklinde basında yer aldı. O zaman keşke telefon etmeseymişim diye
hayıflandım.

13 EYLÜL CUMARTESİ

Sabah Genelkurmay'a geldikten hemen sonra Türkiye'nin hiçbir yöresinde


bir olay olmadığı haberini alınca. gündüzleri sokağa çıkma yasağını kaldım1a
kararım aldık. Bunu bir bildiri ile yayınladık, gece sokağa çıkma yasağının
hangi saatler arasında uygulanacağım o bölgenin Sıkıyönetim Komutanlarina
bıraktık.

MHP'nin Genel Başkanı Alparslan Türkeş'in teslim olup olmadığını sor­


duğumda, henüz ortaya çıkmadığını öğrenince hemen Milli Güvenlik Konseyi
Başkanı olarak benim tebliğimi yayınlamalarını ve yarın saat 13.00'e kadar
süre tanınması emrini verdim. Tebliği hemen hazırladılar. Yayınlanan tebliğin
üçüncü maddesi şöyle idi:

"MHP Genel Başkam Alparslan Türkeş, 14 Eylül 1980 günü saat 13 .00' e
kadar en yakın Garnizon Komutanlığına müracaat etmediği takdirde kendisinin
Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı bildirileri ne ve Milli Güvenlik Konseyi emir ­
lerine uymadığından dolayı suçlu duruma düşeceği açıklanır."

Devlet hizmetlerinin Genelkurmay Karargfilıında yürütülmesi imkfuıı yoktu.


Daha evvel Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliğinde göre:v yapacak per­
sonel tespit edilmişti. Genel Sekreterlik görevine Orgeneral Haydar Saltık geti­
rilmişti. Saltık Türkiye Büyük Millet Mecilisi binasına giderek Genel Sekreter­
liğin yerleşeceği yerleri tespit etti. Akşam üzeri de taşındılar. Yerleşme bugün
ve ertesi gün devam etti.

Bugün de bildirilerin yayınlanmasına devam edildi, bugünkü bildirilerin


çoğu sıkıyönetim komutanlarının bildirilerine aitti.

Sokağa çıkma yasağı kaldırılır kaldı rılmaz, vatandaşların sevinçle sokağa


çıktıkları, işleri güçleri ile meşgul oldukları gelen raporlardan ve gazete haber­
lerinden anlaşılıyordu.

14
Yayınlanan bütün gazetelerde yapılan müdahalenin haklılığına temas edili­
yor ve icraatımız tasvip görüyordu. Enteresan bulduğum bazı makaleleri bura­
da zikretmek istiyorum.

"Uzun söze hiç gerek yok. Oysa basmda böyle günlerde sıralanması adet
olmuş pek çok laf göreceksiniz şimdi. En çok da şunu okuyacaksınız.

-Nasıl, dediğim çıkmadı mı? Ben biliyordum , b ekliyordum.falan.

Görünen köy kılavuz istemediğine göre, k ehanet sayılmaz o tür şeyler


yazmış olmak. "Ben söylemiştim" sözü ancak arkasının şöyle gelmesiyle ge­
rekli ve yararlı bir nitelik kazanabilir:

-Teşhisimin doğruluğu anlaşıldığına göre, tedavi konusundaki önerilerime


kulak veri n lütfen.

Her şey bi r yana, g ürültünün ve dövüşün k esi lmesiyle şimdi sessizce


oturup düşünme olanağı var karşımızda.

Başka ülkelerde yönetim o lağanüstü bir yoldan el değiştirirken genellikle


kan akar. Biide ise 12 Eylül 1980, yıllardır kansız geçen i lk gün oldu.

Herkes kafasmda dilediği yorumu ve soyut değerlendirmeyi yapabilir. Ama


bu somut durumun büyük çoğunluğa rahat bir soluk aldıracağı gerçeğini hesa­
ba katmamak yanıltıcı sonuçlara götürür yorumcuyu.

"Kansızlık" özelliğini önüm üzdeki dönemde sürdürmek için elden geleni


yapmak her iyiniyetli yurttaşın ilk ödevidir.

Silah seslerini n, cenaze görüntülerinin, anlamsız şanıatalarm kesilmesiyle


ortaya çıkan serinkanlı düşünme olanağından yararlanırken kafalarda vurgu­
lanmasını bir kez daha önereceğim ilk teşhis ise şu:

Canlı organizmaları o lan toplumdaki gelişmelerin gerektirdiği olağan dışı


davramşlar isteğe ve iradeyle bağlı d eğildir.

Bir diş hekimi "istediği i çi n" çekmez çürük dişi. Çürümüş olduğu ve
ağrısına dayanılamadığı için çeker.

Sonuç gerçekleştikten sonra olay üstüne gevezelik etmenin anlamı ve yararı


yoktur. Yanıtının araştırılması gerekli soru bellidir:

Diş neden çürüdü ve yeni çürümelerin önlenmesi için ne yapılabilir?

Şimdi hepimiz her şeyden önce bunu düşünmeliyiz. Serinkanlılıkla."

Refik ERDURAN, Milliyet, 13 Eylül 1980

15
"İ nsan doğrusu merak ediyor: Türk S ilahlı Kuvvetlerinin, memleketin
yönetimine el koyması karşısında acaba Türkiye'nin dön büyük partisinin li­
derleri neler hissediyorlar?

Acaba "Türkiye"yi bu noktaya biz getirdik. Parti çekişmelerini herşeyden


önemli saymasak, ülkenin derin bir uçuruma doğru yavarlanmakta olduğunu
yıllarda.n beri söyleyenlere, bizi birar<!Ja gelmeye, memleketin yüksek yararları
uğruna el ele vermeye çalışanlara kulak versek, siyasi mücadeleyi yozlaştırıp
kör döğüşü haline getirmesek, bu böyle olmazdı " diyorlar mı?

Ve insan merak ediyor, şu anda. feshedilmiş bulunan Parlamentonun üyeleri


acaba "liderlerim izi uyarma görevini tam olarak yapsak, siyasi literatürde
"abesle iştigal etmez" diye bilinen parlamentoyu abesten başka hiçbir şeyle
iştigal etmez bir kuruluş haline düşürmesek, parti disiplini denen kavramı li­
dere körü körüne bağlılık anlamında. kabul etmesek, ülkenin beklediği kanun­
ların çıkarılmasının, kamuoyunun beklediği denetim görevini yapmanın, yol­
suzluklarla mücadele etmenin bizim başta gelen yükümlülüğüm üz olduğunu
unutmasak, Türkiye bu noktaya gelmezdi" diyorlar mı?

Altı aya yakın zamanda.n beri bir Cumhurbaşkanı seçimini da.hi başarıyla
gerçekleştirememiş bir parlamentonun, çözüm yerine problem üreten bir parla­
mentonun ulusumuza ayakbağı olmaktansa, yerini çözümler üretecek organlara
bırakmasının en azından daha umut verici olduğunu kabul ediyorlar mı?

Adı artık alaya alınan bir yüksek mahkememizin üyeleri, ida.reyi işlemez
hale getiren yüzlerce, binlerce karar vererek, devleti içinden çürüttüklerini ve
Türkiyeyi bugüne getiren/aktörlerin arasında bu tutumun önemli bir yer işgal
ettiğini biliyorlar mı?

Meslek kuruluşları, bölücülerin yıkıcıların oyuncağı o lduklarını, bilim


adamları kendilerine düşen "uyarma" görevini yapmadıklarını, bazı sendika­
ların yöneticileriyle bir kısım işverenlerin topluma ve birbirlerine karşı sorum­
luca davranmadıklarını ve bütün bu "gaflet, da.la/et ve hatta hıyanetlerin" birike
birike Türkiyeyi bu hale getirdiğini görüyorlar mı?

Aslında, onların yeteneği olsaydı , yıllarda.n beri sürüp gelen uyarılar bir
parça işe yarar ve tutumlarını değiştirirlerdi.

Nitekim Orgeneral Evren ile dört kuvvet komutanının "Milli Güvenlik Ku­
rulu Üyesi " sıfatıyla 27 A ralık 1979 günü, o zamanki C umhurbaşkanı Ko­
rutürk'e sundukları mektupta, ülkenin karşı karşıya bulunduğu tehlikeler en
açık bir dille anla tılmıştı. Hami "ülkenin içinde b ulunduğu bu durumdan bir an
önce kurtulm ası, h üküm etler kadar diğer partilerimizin de görevleri
arasında.dır. Türk Silahlı K uvvetleri, İ ç Hizmet Yasası ile kendisine verilen
. g örev ve sorumluluğunun idraki içinde, ülkemizin bugünkü sorunları

16
karşısmda siyasi partilerimizin bir an önce milli menfaatlerimizi ön plana alarak
Anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek
anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü faaliyetlere
karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer Anayasal kuruluşların da
bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir" diyen cümlelere yer veril­
mişti.

Bütün kamuoyunun beklenti lerini dile getiren bu istekleri de savsaklayan


siyasilerimiz, bugünkü sonuçtan lxışka neyi bekliyorlardı?"

Oktay EKŞİ, Hürriyet, 13 Eylül 1980

"Kara bahtlı vatan ana kurtarılsın" diyor, bu kurtarılışın siyasi kadroların


basirete dönmeleriyle gerçekleştirilmesini diliyorduk.

Böyle olmasını isteyenlerin başında Genelkurmay Başkam Orgeneral Sayın


Evren ile Türk Silahlı Kuvvetleri Yüksek Komuta kademesinde görev yapan
arkadaşlarının yer aldıklarından hiç kuşku duyulamaz.
işin özü, siyasi kadroların beklenen basireti gösteremedikleri ve komutan­
ların, bütün iyi niyet ve uyarılaruıa rağmen sonuç alamayınca yönetime el koy­
mak zorunda kaldık/arıdır.

G elişmenin böyle olduğuna, Türk Silahlı Kuvvetleri Komutanlarının reji­


min gereklerine azam i dikkati göstererek yaptıkları uyarılardan sonuç ala­
mayınca müdahalede bulunduklarına, bütünüyle millet tanıktır, Tanrı tanıktır.
Yarın tarih de tanıklık edecektir.

Siyasi kadroların durumları tam anlamıyla bir lxısiret bağlanmasıydı. Şimdi


varılmış bulunan sonuçta hangi kadronun ne ölçüde rolü olduğunu tespit et­
mek görevlilerin işidir. Tarih de bu noktada çok şey tespit edecektir. Ama tari­
hin bir başka tespiti, hiç kuşku duyulamaz ki, komutanların bu noktaya kadar
çok sabırlı davrandıkları olacaknr. Gösterdikleri sabrın giderek halk tarafından
çok görülmeye başladığı bile, tarihin tespitleri arasında yer alacaktır.

Vatanın bütünlüğü ve milletin birliği ciddi ölçülerde tehlikeye girmişti . Va­


tandaş evinde köyünde, kentinde ve mahallesinde tam anlamıyla can korkusu­
na düşmüştü. Çıkış yolu sayılabilecek hiçbir öneriye yanaşmayanlar akşam
lxışka salxıh başka konuşmayı devletin varlığı üzerinde kumar oynamayı siya­
set sananlar vardı. D evletin çağdaş ilkelerinin hepsini yıkıp topluma kafa­
larındaki karanlığa göre biçim vermeye kalkışanlar, hüzünle seyrediliyordu.
Ö nceki gece gerçekleştirilen harekatın bir,sorumluluğu olacaksa onların
üzerinde kalacaknr.

17
Bu11u böylece kaydettikten so11ra, varılan noktadan sonrası içi11 millete
tercüman olacağımıza inanarak dileklerimizi yazmak isteriz:

- Milli Güvenlik Konseyi'nitı açıkla11an bildirilerini milletin bütünü11ü kap­


sayacak bir şefkat anlayışı ile hazırlata11 say111 komutanların bu anlayışı
sürdürmeleri, milletin bütününce paylaşılan bir dilektir.
- Daha önceki örneklerde askeri yönetimi etkileme çabaları, bu yolda
girişimler olduğu, bir ölçüde de olsa başarıya ulaşıldığı gözlç11miş bir husus­
tur. Yine bütün millet, bu defa öyle çabalara, girişim ve telkinlere yönetimin
her kademesinin kapalı tutulmasını dilemektedir.
- Bu noktaya gelişle eylemi, işlemi ve tutumu ile kimler etkili olmuşsa,
sağma soluna bakılmadan hepsinin "Yaptım yamma kôr kaldı" diyemeyecekleri
ölçülerde cezalarım.gömıe/erini istemekte de milletimiz birliktir.
- Milli zoru11luluklarla başlatılan Tanrı'ya şükrolswı ki tam bir disiplin
içinde Türk Silahlı Kuvvetleri'11in komuta zinciri kopmadan gerçekleştirilen
"Koruma ve Kollama Harekatı"mn açıklanan amaç ve hedeflerine uygun
yönde gelişeceği demokratik sistemin işlemesine e11ge/ olan nedenleri ortadan
kaldırarak tamamlanacağı milletin büyük umududur.
- Harekatı gerçekleştirmeyi yurtseverlik/erinin gereği bilen komutanların
milletten gelen bu isteklere tam uyulması için özen göstereceklerine
inamyoruz. Dü11 geceden itibaren geride bırakılan dönemde ortaya koydukları
kişilik/eri bu güveni millete vermektedir. Bu anlayışla birkaç cümle ile sol ya
da sağda akıllarınca iş yapnuş olanlara söyleyeceklerimiz vardır.

Arkada kalan kabuslu dönemde sergiledikleri maceracılıktan vazgeçmek


fırsatı önlerindedir. Ye11i yö11etimin açıkla11a11 hedefleri öyle çılgrnlıklara bu
dönemde asla izin verilmeyeceğini göstermektedir. Akıllarım baş/arma toplam­
aları yaptıklarımn cezasını çekmeye hazır olmaları yeni marifetler yapmaya ziJı­
har girişmemeleri kendi çıkar/arma en uygun olan yoldur.

Türk Si/ahit Kuvvetleri'nin kuşkusuz büyük hassasiyetle yapacağı hakem­


liğine, herkes razı olmalıdır. Yeni yönetimin işi11i kolaylaştırmam11 vatan ve
millete karşı görev olduğu hiç unutulmamalıdır. Vatanm bütünlüğü ve milletin
birliği en yüce değerdir. Bu11u11 artık idrak edilmesi zoru11ludur."

Hüsamcttin ÇELEBİ, Günaydın, 13 Eylül 1980

"Kim gelecek Kim gidecek? Bir iktidar değişmesi gün sorunu mu? .. Şimdi
bekliyoruz. Yeniden bekliyoruz. Hep Bekledik. Bir şeyler olsun diye,
değişsin diye".. Böyle yazmıştım birkaç gün önce. Ankara'da geçirdiğim

18
günlerin, özellikle Parlamemo toplantıları izlenimlerimin sonucuydu o
düşüncelerim... Altı aydır Cumhurbaşkamm seçemeyen bir Parlamellfo ...
Çıkmazlarda bocalayan bir azınlık iktidarı.. Kaç kez denenmiş, yararsız,
başarısı: olduğu anlaşılmış bir siyasi lider ... Kendi içinde bir takını
çekişmelerin depremine tutulmuş bir ana muhalefet. Biri faşizme yakın, biri
dinsel fanatizm istismarcısı iki gerici parti, ikisinin başında da güvenilmez,
ina111lnıaz iki politikacı... Solda birbirine karşıt bir takını küçük partiler. On­
ların dış111da kendi başlarına buyruk bir sürü "fraksiyon" ... Her gün arta11 ölü
sayısı. Kurtarılan mahalleler, kentler. Bütünüyle yozlaştırılmış bir devlet
çarkı ...

Bir yerlere gidiyorduk. Bu gittiğimiz yer, bugünkü yerdi. Başka yer yoktu.
Anayasa'111n Başlangıç bölümü "Tarihi boyunca bağımsız yaşamış, hak ve
hürriyetleri için savaşmış olan, Anayasa ve hukuk dışı tutum ve dav­
ramşlarıyla meşruluğunu kaybemıiş bir iktidara karşı direnme hakkım kullana­
rak 27 Mayıs 1960 devrimini yapa11 Türk Milleti" diye başlar ve şu sözlerle bi­
ter ... Bu Anayasa'yı kabul ve ilan ve onu, asıl tenıinawı vata11daşların
gönüllerinde ve iradelerinde yer aldı,�ı inancı ile, hürriyete, adalete ve fazilete
aşık evlatların111 uyamk bekçiliğine emanet eder.. "

Kaç kez uyardılar! Kaç kez açık açık söylediler! Hepimiz yazdık, hepimi:
söyledik! Eı·lerde, kahvelerde, taşıtlarda, Jıalkınıız her sabah her akşam bun­
ları konuşuyordu: Sonu yoktur bu gidişin. Bu anlaşnıazlığ111, bu düşmanlık
hamsınm. Hele şu "herşeyi hen çözümlerim" diye parti:a11ca bir tutum l'e dav­
ra111ş içindeki bir az111/ık iktidarı11111 bir kez daha devlet gemisini karaya oturta­
cağı görülen, bilinen bir gerçekti.

12 Mart 1971 'de ay111 kişi, başmda bulunduğu yönetim kadrosunu çıkmaza
soknıt1ştu. Sonra yeniden "politika lideri" olarak ortaya çıkmayı başarmıştı.
Seçim yenilgilerine karşrn bir kaç ke: daha yönetimin baş111a geçmişti.
Meclis'te azmlıktaki grubuyla tek baş111a iktidar olmuştu. Önce, yüz günde
herşeyi çözümleyeceğini söylemiş, sonra bu sözü unutmuş, kendini büyük
seçim :o/erleri kazanmış bir lider gibi, iktidarın değişmez başı gibi görmeye
başlanuştı.

Karşısındaki a11a muhalefetin, iç sorunlarından, çekişmelerinden baş


kaldmp, iktidar boşluğunu gördüğü, gereken çözümü, çereyi aradığı da yok­
tu. Güzel sözlerden öteye gimıeyen bir sosyal demokrasi edebiyatı, programda
yazılı ilkeleri bir türlü uygulayamayan, :aman zaman ileri attlğı adımları bile
yavaşlatan, ya da gerileten anlaşılmaz bir tutum...

Her türlü kötülükte parmağı bulunduğu açık açık yazılan, söylenen, mah­
kemelerde kanıtlanan bir siyasal kadronun devlet kademelerini hızlı biçimde
ele geçirişi. Çağdışı görüşleri yaşama uygulamaya çalışan başka bir siyasal

19
örgütün yurdumuzu ulusumuzu Atatürk devriminden uzaklaştırma, koparma
çabaları... Atatürk devriminin yandaşları, erleri, Atatürk ilkelerinin sahipleri
böyle bir duruma sürgit göz yumamazlardı elbe t. Nasıl 27Mayıs 1960'ta göz
y ummadılarsa, daha sonraki yıllarda nasıl zaman zaman uyarı mektuplarıyla,
anımsatmaları iktidarı ellerinde tutanları Atatürk devriminin yoluna çağırdılarsa
bir kez daha aynı kutsal görevi yapacaklardı . Bu kaçınılmaz bir gerçekti. Öyle
de o ldu.

Şimdi yeni bir yaprak aç ılmıştır. Bu yeni yaprağın, A tatürk'ün özlediği


devrimci demokrasi çizgisinde ileri aşamalar yaratması bek lenir. Halkımız da
böyle bir demokrasiyi, gerçek demokrasiyi özlemle istemektedir. Gelecek
günlerin yurdumuza ve ulusumuza güvenli aydınlık/ar getirmesi dileğiyle ... "

Oktay AKBAL, Cumhuriyet, 13 Eylül 1980

"Epitetos'un efendisi onun bacağını burarak eğleniyordu.

- Buruyorsun ama kırılacak, dedi Epitetos.

Efendi eğlencesine devam etti ve az sonra bacak kırıldı.

- Sana söylemiştim dedi Epitetos, iş te kırdın!

Genç demokrasimizi de nice/erimiz böyle burmuş/ardır!

- "Yapmayın kırılacak " uyarılarına gülüp geçe rek kızıl oyunları sürdürmek
"Buruyorsunuz ama kırılabilir" ikazlarına omuz silkerek , kara zikirleri marifet
sanmak, demokrasinin gövdesini çamaşır sıkarcasına burmaktan başka neydi
k i?..

Ve işte kırılmıştır!

Yönetime aske ri üniforma giydirilmesini hiç istememek , böyle bir !htimali


"nasıl olsa olmaz" kolaycılığı ve avuntusuyla kafaların ge risine tıkmakla
m ümkün olabilseydi işler ne kadar kolaylaşırdı!... Ama değildir ve böyle bir
isteksizliğin e n sağlam beslenme kaynağı ancak üniformayı tahrikten
_kaçınmak, üniformayı infialden, tedirginlikte n ve kahırdan uzak tutmakla ya­
ratılır!...

Hemen ellerimizi vicdanlarımıza bastırarak ko nuşalım:

- Kaçta kaçımız yapabilmiştir bunu ?

Herhalde meydanları kızıl liderlerin resimleriyle donatan ve sol yumruk­


larını üzerine vatanı oturtacakları bir kazık ormanı halinde havaya dikmekle
övünen devrimbazlarımız değil!...

20
Herhalde milli marş çalınırken önce yuh çeken, ardından· da enternasyonel
böğüren Marksist/erimiz de değil!...
Ve herhalde 9 Eylül'de Kadifekale'ye Rus bayrağı çeken Moskof takımı,
yahut Konya sokaklarını Yeşil şeriat bayraklarıyla doldurup, medeniyetin ve
laik cumhuriyetin ruhuna fatiha okumaya çalışan çöl arnkları da değil!...
Daha sayayım mı?
Herhalde yürütmeyi durdurma otomatiğini, nakil ve tayin emirlerinin dahi
öncesine ayarlayan Danıştayınuz da değil!...
Herhalde solun her yaptığında hafifletici bir sebep bulup, sağa büyüteç
veya dürbünle bakanlar, yahut tam tersleri de değil! ... Herhalde Atatürk'ten
beri sürüp gelen bir dış politikayı, Kara'nın peşine bir uçurtma kuyruğu gibi
takılarak yere çalanlar da değil!... Herhalde kongrelerinde Mao mu? Lenin mi?
kavgası yapan eğitim kemiricileri de değil!....
Evet, elbette geriye yine de büyük bir çoğunluk kalmaktadır ama, kötü
paranın iyi parayı kovması gibi bütün bu kötülerin yarattığı tedirginlik ve
uyandırdıkları infial de gerideki iyileri perdelemiş ve tesirsiz bırakmıştır.
Aslında Türk ordusunun gözleri bağlansaydı da, bütün o densizlikler öyle
yapılsaydı. Yine de sonuç değişmez. Ordunun el yordamı dahi ülkeye çöken
kabusa karşı koyma gerçeğini ona duyururdu! ...
Hem Türkiye'de yaşayan bir politikacı olacaksın, hem Türkiye 'nin
yönetimine üniforma sokulmasın isteyeceksin ve hem de o üniformayı tedirgin
eden, kahırdan kahıra süren ve durmadan tahrik eyleyen ne varsa hepsini ya­
pacaksın! ... Hayır, korktuğuna veya istemediğine dibi kırmızı balmumuyla
davetiye çıkartmaktır bu!...
Nasıl ki, hem sendika yöneticisi olmak, hem özgürlükleri tepe tepe kullan­
mak, hem de bir ordunun bütün damarlarına nalçalı kunduralarla basmayı ma­
rifet sanmak bir araya geldi mi sonu şamardır silledir ve böyle bir ahmaklığın o
darbeye çağrı çıkarmaktan başka bir anlamı yoktur!...
Her neyse .... Geçmiş yağmurlara şemsiye açmakta fayda yok artık!... o:ı.1.1ı
olmuş ve rüzgar ekile ekile doldurulan tarladan nihayetfırtına biçme sırası da
gelip çatmıştır!...
Bugüne nasıl ve niçin geldiğimizi iyi bir tahlilden geçirebildiğimiz ölçüde,
fırtınanın kısa süreceğini, hatta tatlı bir melteme dahi dönmesinin mümkün
olduğunu söylemekte ise fazla hata yoktur sanıyorum.
- Demokrasi'nin askeri yönetimlerden uzak durması, vatanların selameti yo­
lunda işletilmesi şartına bağlıdır. Vatan yolundan çıkarılmış bir rejimi daha
ziyade askeri hastanelerde tedaviye almak ise, çağımızın hemen hemen
kaçınılmaz olaylarından sayılıyor arnk!...

21
Kafalardan fırlamış nice akıl şayet yerlerine dönerse ve elbirliği ile
küstürmeyi hüner sandığımız basiret de ülkemize tekrar dönüp yüzlerimize
gülerse, hem hasta için, hem de ü11iformalı doktorlar için işler çok kolay­
laşacak ve başan ölçüsü de mutlaka artacakttr.

Böyle olmasım diliyoruz.

Nihayet demokrasimizi o askeri hastaneye karga tulumba yakalayarak


götürmedi/er. Onu elbirliği ile bizler hasta ettik ve adeta sürükleye sürükleye
götürüp hastane kapısma bırakıverdik!:.
Olmayabilseydi keşke! Bunu e11 az bizler kadar, hatta hepimizden daha çok,
ordu11u11 kendisi de söylüyor. Ama istenmediği halde yapılmak zorunda
kalınan az hareket mi vardır?
"Ka<s·ma mecburwıdan" diye sürüp gider bir eski şarkmıız!...
Adam evinin penceresinden bir de bakmış ki, Yeniçeri ağası palasım sallaya
sallaya uzakta11 geliyor.

Hemen karısma seslenir


Bize gelmiyordur ama, 11e olur 11e olmaz sen kapım sürgüle hamm. .
Ama tam o sırada öbür camdan sokagı seyretmekte olan afacan oğlunun
sesi duyulur.

- Ba11a kaltrsa bize geliyordur baba.

- Nedenmiş o?

- Şey.. Bizim eşek geçenlerde ağa11uı kapısmdaki süt güğümlerini devir-


mişti ..

-Eee?

- Sonra keçi de ne kadar fidanı fidesi varsa yedi bitirdi.

Eh! ben de dün camlarım taşlarken oğlunun başım yarmıştım.

Adam sedirden fırladığı gibi kapıyı sürgülemek için aşağı koşmuş olan
karısına seslenir

- Aç sürgüyü hamnı, hatta kapıları da ardma kadar aç ki ağaya bir de o zor­


luğu çektirmeyelim.

Hikaye budur!"

Bedii FAİK, Hürriyet, 14 Eylül 1980

22
"Yurdunu seven her insan gibi artık bakışlarımızı geçmişe değil, geleceğe
çevirmeliyiz. G eleceğe dönük hesaplar yapar, yaşantımızı sağlam esaslar
üzerine oturtmak gayreti içine yirmi yıl sonra tekrar düşerken , geçmişin acı de­
neylerinden çıkardığımız sonuçları akıldan uzak tutmamalıyız.
Ordu müdaha/f!sinin gerçekleş tiği saatlerde, daha önceleri sık sık
konuş tuğum üst düzeydeki bir komutan bana "Evinizden çıkıp bir kapı
ötesindeki komşunuza geceleri rahatlıkla gitmeyi istemez misiniz? İşte, her
şeyden önce bu sağ/anacaktır" dedi.
Büyük iddiaların, sorunların tartışıldığı geçmiş günlerde bile kamuoyunun
mantığıyla duygusu işte bu cümlenin içinde yaşıyordu.
Demokratik düzeni korumak için yasaları düzenleme istekleri, birliğe çağrı
girişimler i g ibi önemli atılımların altında hep bu basit cümlenin içeriği
yatıyordu. Ordu 1979 'dan bu yana kademeli biçimde yetkilileri uyardığı ve
biz, bunları yazdığımız zaman bağnaz ve budala olanların hemen hepsi gerçeği
yansıtıp yansıtmadığımıza bakmamış, sanki her işi alabildiğince doğru
yörüngede sürdüriiyorlarmış gibi, bize siyesetçileri baskı altında tutmak iste­
diğimiz gibi adi iftiraları hak görmüşlerdi.
Kısaca özet leyelim: 1979 'da ordu üst kademelerinin sivil yöneticileri Milli
Güvenlik K urulu toplantıları dahil hemen her resm i toplantıda ve hatta özel
konuşmalarda Türkiyeyi içinde bulunduğu badireden çıkarmak için � apılması
gerekenleri söylemişlerdi. Ağustos 1979 'da biz, "Hürriyet"te iki büyük parti
liderini birliğe çağırıp cumhuriyetin ana unsurları üzerinde birleşmelerini iste­
diğimz , bunda o sırada başarı sağladığımız zaman işin ciddiyetini kavrayan
pek olmamıştı. Halbuki "Hürriyet" iki lideri bir m etin etrafında birleştirdiği za­
man açıklanan esaslar laik, demokratik ve hukuk devleti ilkelerine bağlı
Türkiye C umhuriyeti'nin "geleneksel kurallarını " kapsıyordu.

CUMHURiYETE BACLILIK

Ve ordu "biliyorduk ki" Atatürk' ün kurduğu cumhuriyetin idik, demokratik


ve hukuk düzeni içindeki geleneksel kurallarına sıkı sıkıya bağlı idi ve bağlı
olduğunu da son kez yine gösterdi.
Hiç kimse telaşa kapılmasın ve gülüp geçmesin, ordu müdahalesinden son­
ra şimdi böyle yazıp, çalını yaptığımız gibi yanılgıya kapılmasın. Türkiye'de
pek çok insan hafıza zaafiyeti ile malüldür , ama gazete koleksiyonları hafıza­
larını yitirmezler, baksınlar göreceklerdir ki, kaç defa şunları da yazmışızdır.
Ordu anarşinin kökünden kazınması için bazı yasal değişiklikleri resmen is­
temiştir. Bir olağanüstü hal yasası, bir devlet güvenlik mahkemeleri yasası,

23
seçim yasasının Meclis aritmetiğini düzenleyecek biçimde ele alınması ve hatta
Anayasa'nın bazı maddelerinin yeniden ele alınıp düzenlenmesi gibi ana istek­
lerini her yetkiliye -bazen yazıyla bazen şifahen- her zaman söylemiştir. Bu
arada ordunun iş ltayatındaki keşmekeşten tutun da ekonomik düzenlemelere
kadar herşeyi yeniden ve demokratik kurallar içinde düze�lemeyi önerdiğini
açıklamıştık.
Hepsini ama hepsini yazmıştık.
Kös dinlendi. Pek çokları bir başbakanın bu istemleri sıralaması sırasında
bunlar ordunun istekleridir diye ortaya çıkmaktan çekinmesini ülkeye şu ya da
bu düzeni getirmek istiyor diye hafife alıp alaya kalknlar.
Kısacası ordunun sonradan l Ocak 1 980'de "uyarı mektubuyla" açıkça
beyan ettiği bu dilekleri kulak ardı etmekte de ustalıklarmı gösterdiler. Hala
şdşarını, bu uyarılara kuru sıkı diye tarnşanlar bile görülmüştü.

ATATÜRKÇÜLÜK

Ordu bu son aşamada geleneksel Atatürkçülüğünü gösterdi -.ıe müdahale


kesinleşti.
Orgeneral Evren'in böyle müdahalelere hiç yatkın olmadığını, hiç bir za­
man arzulamadığım bizzat biliyorum. Defaatle konuştum kendisiyle. Her sefe­
rinde bütün iyi niyetiyle ülke için gerekli gördüklerini yetkili kesimlerin
sağlamasından yana olduğunu içi yanarak anlatmış, sonuç alınamamasından
duyduğu üzüntüyü dile getirmişti. Nihayet Evren Paşa, ordunun başıdır ve
ordu, geleneksel Atatürkçülüğe bağlı bir güç olduğu için bir gün "Yapıla­
mayan/an yapmak zorunda" kalabilirdi.
Bu zorunluk 12 Eylül günü ve gecesi gerçekleşti.
Şimdi bakınız Evren Paşanın 1V konuşmasının metnine. 1979'dan beri
yazdıklarımızdan farklı tek sanr göremezsiniz. Yıllar, aylar boyu süren istekler
bu konuşmanın metni içinde yer almıştır.
Ordu müdahalesiyle gelecek yeni yönetim kadrolanna Evren'in konuşması
bir çeşit programdır.
Artık hedef belirlenmiş, demokratik hayan daha sağlam kurallara oturtmayı
amaçlayan, bir program önümüzde olduğuna göre, kurulacak yeni hükümetin
amacı elbetteki bu kurallann ışığında olacaktır:
Yeni "Yürütme organı " daha basit deyimiyle hükümet, yeni bir düzenleme
dönemine girişte bu hedefi vakit geçirmeksizin gerçekleştirecek çaba içinde ol­
malıdır. Müdahale olmuş, artık müdahale sonrası değer kazanmaya başla­
mıştır.
24
VAKiT GEÇIRMEKSlzlN

Eger bir ku.rucu meclis kurulması ön plana alınıyorsa o takdirde bu kurucu


Meclis'in kurulup çalışmaya geçmesiyle önemli aşamaya gelinmiş olacaktır.
Kurucu Meclis, eger yeni bir anayasa düzenleyecekse, ya da bugünkü anaya­
sayı revizyona tabi tutacaksa, kuruluşuyla birlikte vakit yitirmeksizin bu
işlevini yerine getirmesi beklenilmelidir.
Mahkemelerin daha süratli çalışmasından anarşinin önlenmesi için gele­
cekte Türk Devletine güç verecek türlü yasalara kadar her şey, demokratik
cumhuriyetin geleceğinde tartışma konusu yapılmayacak değerde hazırlanıp
gerçek-leştirilmeli değil midir?
Parti yönetimine katılmış AP'liler ve CHP'/iler ile konuştum.
Her biri müdahalenin kaçınılmaz olduğunu söyledikleri gibi, "Önümüzdeki
son şansın ordu yönetiminin başarıya ulaşması " olduğunu açıkyürekli/ikle
ifade etti. Üstündağ da böyle dedi, Orhan Eren de böyle konuştu.
Önümüzdeki son şans başarıya ulaşmalıdır.
Bu çok önemli bir yargıdır.
Ancak son şansm değerlenebilmesi için bu şansı kullananlara herkesin el­
birliğiyle yardımcı olması gerekmektedir. Demokratik düzenin gelecekte a�­
samadan yürüyebilmesi için herkesin , demokratik düzene bir an önce
geçilebil-mesi, ordumuzun gerçek görevine gönül rahatlığıyla hemen
dönebilmesi için iyiniyetlerin bu aşamada biraraya gelmesi birinci hatta "son
şansın" tek koşuludur.
Gelecek günlerde demokratik düzenin yeniden yeşermesi için, geleneksel
Atatürkçü düzenin sürüp gidebilmesi için hedefe kişisel bazı inatlardan,
inançlardan vazgeçerek birlikte aynı yolda yürüyerek varabiliriz. Sağa ve sola
açılan diğer yollar, �u ana yolun üzerindeki inançlı yürüşümüzü asla durdur­
mamalıdır.

Çünkü asker-sivil herkes biliyor ki, Türk halkı laiktir, gönülden demokra­
tiktir, sağduyusuyla demokratik düzene layıktır.
Yeni yönetimde görev alanlar nasıl ki, süratle bu sonucu sağlamayı görev
biliyorlarsa, onlara destek olunarak demvkratik, laik ve hukuk düzenini
sağlamayı isteyen herkes, yeni yöneticilere yardımcı olarak üzerine düşeni
yapmalıdır."
Cüneyt ARCA YÜREK, Hürriyet, 14 Eylül 1980

25
"Silahlı Kuvvetlerin, emir-komuta zinciri içinde yönetime tümüyle el koy­
ması, yağmurun yağması gibi, doğal bir olaydır! Kuraldır, belli nedenler, belli
sonuçları doğurur. Devlet, devlet olmaktan çıkar, parlamento, onbeş gün
içinde seçilmesi gereken Cumhurbaşkanını seçmez ve ülke baştanbaşa örtülü
bir iç savaşm kanlı arenasma dönüşürse, Silahlı Kuvvetlerin yönetime el koy­
masmdan doğal ne olabilir ki? Sonuç şaşırncı değildir.
Çok partili yaşama adımımızı attığımız günden bu yana tam otuz yıl
geçmiştir. Bu otuz yılın ilk onuncu yılında 27 Mayıs ihtilali yaşandı. 27 Mayıs
ihtilôlini onbir yıl sonra 12 Mart Muhnras: izledi; 12 Mart Muhtırasından do­
kuz yıl sonra da 12 Eylül 1980 günü Silahlı Kuvvetler, hiyerarşik bütün içinde
yönetime el koydu. Arada 22 Şubat ve 21 Mayıs gibi ihtilal girişimlerine de
tanık olundu.
1950 yılından bu yana, 12 Eylül tarihi ile birlikte, tam dokuz kez sıkıyö­
netim ilan edilmiş bulunuyor. Otuz yıllık çok partili yaşamımız, her iki yılma
karşılık bir sıkıyönetimli yıl ile ilginç bir siyasal grafik çizdi.
Bu gerçekleri alta/ta koyarsanız, sonuç kendiliğinden belirir: Biz, çok partili
yaşamı, çoğulcu ve özgürlükçü demokrasiyi, Anayasal düzeni yaşatamadık,
Hukuk devletini kan gölünde boğduk, demokrasinin ne olduğunu, daha
önemlisi, ne olmadığını bir türlü anlayamadık!
Bu bir iflastır. Bu sonuç, otuz yıldır bizleri yöneten, yönettiklerini sanan
kadrolaruı ve bunların siyasal düşüncelerinin tam bir iflası demektir...
Evet, kimsenin söyleyeceği bir söz yok: Bu sonuç sürpriz değildi, bekle­
niyordu. Bu çalkannda bu kan gölünde başka ne olabilirdi, ne beklenirdi? Bir
parlamento onbeş gün içinde seçilmesi gereken Cumhurbaşkanını, akllalmaz
vurdumduymazlık/arla altı aydır seçemezse, kim kime ne söyleyebilir? Günde
ortalama yirmi yurttaşımızın can verdiği bir ortamda kim hukuk devletinden,
Anayasadan, demokrasiden söz edebilirdi? Bu enflasyonlu, devalüasyonlu
düzen, bu kan gölü, elbette bir yerde nokta.fanacaktı. Ve noktalandı.
1960 ihtilalini hep beraber yaşadık. 60 Mayısında yönetime el koyan Silahlı
Kuvvetler, bu ihtilalin lideri Orgeneral Cemal Gürsel'in deyişi ile "Duvarları
küfürlerle kirlenmemiş bir parlamentQyu" sivil yön.etime armağan etti; sivil
yönetim, bu armağamn değerini hiç anlamadı. 12 Mart kargaşasından sonra
yönetimde ağırlığını duyuran askeri yönetim isteseydi sürekli kalıcı bir askeri
yönetime dönüşebilirdi, ama 12 Mart yönetimi de sivil yönetime kapılarını açn.
Genelkumıay Başkam ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Evren'in
yapllğı ilk açıklamada "Ferdin ve toplumun huzur ve refahına önem veren
özgürlükçü demokratik, lôik ve sosyal hukuk kurallarına dayalı bir yönetim"
kumıa amacını taşıdıklarını söylemesi, Silahlı Kuvvetlerimizde sivil yönetime
dönme yolundaki sağlıklı geleneğin canlı tutulduğunu göstermektedir.
26
Buradan da bir başka sonuç çıkmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetleri, çok par­
tili yaşama adımımızı atnğımız günden bu yana oluşagelen olaylar karşısında
hiçbir zaman silrekli ve kalıct bir askeri yönetim kurmayı düşünmemiştir. Bu
tuttun, değeri çok sonra anlaşılacak bir büyük güvencedir.

Bu gibi büyük olaylar, yaşadığmıız bunalımların temelindeki nedenleri an­


lamaya katkıda bulunmalıiiır. Bugüne kadar, kalıcı ve sürekli bir "Sivil
yönetim" kuramadık, yaşadığmıız deneylerdetı de yararlanarak, bundan sonra,
"Özgürlükçü, demokratik, laik ve sosyal hukuk kurallarına dayalt'' yönetimi
nasıl kuracağız, hep birlikte bu konuyu düşünelim."

Uğur MUMCU, Cumhuriyet, 14 Eylül 1980

Türkiye'nin çeşitli yörelerindeki kuruluşlardan ve vatandaşlardan bu Ha­


rekatı gönülden desteklediklerini belirten telgraflar gelmeye başladı. Bu arada
Brüksel'dc görevde olan büyük kızım Şenay ve damadımız da telefon ederek
harekatı oradaki t�levizyonların detaylı olarak verdiğini ve müspet
karşılandığını bildiriyordu. Dönmelerine aşağı yukarı bir sene vardı.
Görevlerine devam eUnclerini ve bizi merak ennemelerini söyledim.
Saat l 7.00'de başbakanlıktaki bakanlar kurulu odasında toplanmaları için
daha evvel emir verdiğim bütün bakanlık müsteşarları ile kom,ışmak üzere
başbakanlık binasına ğittim. Müsteşarlar orada toplanmışlardı. Kendilerine,
özetini aşağıda yaptığım şifahi emri verdim:
Hiçbir Bakan olmadığı için, Bakan'ın görevlerini yeni Bakanlar atanıncaya
kadar müsteşarlar yürütecektir.
Biz bir partinin adamları değiliz. Tarafsız kişileriz, sizler de bundan sonraki
görevlerinizde tarafsız hareket edeceksiniz.
Bakanlıklara daha evvel sızmış aşın sol ve aşın sağda kişiler varsa bunları
temizleyeceksiniz. Bu konuda çok dikkatli olmanızı istiyoruz.
Her Bakanlıkta tasarruf tedbirlerine büyük önem verilecek, dış kadrolar
gözden geçirilerek mümkün olan kadrolar kaldırılacak. Dış görevlere personel
mecbur kalınırsa gönderilecek, giUniş olanların sayısı da asgari düzeyde tutu­
lacak.
Çalışmalar bir süre devamlı olacak, tatil �eri de gerekirse çalışılacak.
Bakanlıkların çıkarılmasını gerekli gördükleri acele kanunlar varsa, hemen
Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliğine gönderilecek. Bu Sekretarya pa­
zartesi günü göreve başlayacaktır. Çalışmalar burasıyla yapılacaktır.
Vatandaşa çok iyi muamele edilecek, bu konuda dikkatli olunacaktır.
Planda olan yatırımlar aynen devam edecektir.
İta amirliği yetkisi de müsteşarlardadır. Acil ihtiyaçlar için bu yetkiyi kul­
lanacaklardır.
Buradan ayrıldıktan sonra Genelkunnay· karargfiluna geldiğimde İkinci
Başkana Bakanlıklara gönderdiğimiz irtibat subaylarından bazıları kendilerini
oranın amiri imiş gibi bir pozisyona sok.abilirler. Memurlardan zayıf karakterli
olanlar da bu subaylara yaranm ak için onlara yanaşabilir ve hatta çeşitli teklif­
lerde, ihbarlarda bulunabilirler. Bu gibi olaylar 27 Mayıs 1960 ihtilfilinde oldu.
Aynı durumlarla karşılaşmayalım. Kuvvet komutanlarına gerekli ikazı yapalım
ve muayyen bir süre sonra da ·bunları alalım. Zira rahatsızlık verebilir dedim.
Nitekim, Bakanlar Kurulu kurulduktan bir süre sonra hoş olmayan durumlarla
karşılaşıldı ve bir emirle bu uygulamaya son verildi.
Alparslan Türkeş, bugün de ortaya çıı.kmadı. Ben ertesi gün teslim ola­
cağına inanıyordtım. Türkeş'in firar edişi çeşitli söylentilerin ortaya çıkmasına
da sebep oldu. Örneğin; Türkeş ordudaki. kendi yandaşları ile mukabil bir
darbe yapacak ve yönetime kendisi el atacakmış, orduda çok taraftan vannış,
onlar Türkeş'i kaçınnışlarmış. Bu haberi bana getirdiklerinde güldüm. Bırakın
böyle dedikoduları, bir orduyu ele geçinnenin o kadar kolay mı olacağını zan­
nediyorsunuz, siz biran evvel onu bulmaya bakın, eğer gecikirse daha çeşit
çeşit dedikodular ortaya yayılır. Bizim milletimiz de maalesef dedikodulara, fı­
sıltı gazetesi dediğimiz kulaktan kulağa yayılan haberlere çabuk inanır, dedim.
Akşam Konsey Üyesi arkadaşlarla biraraya gelerek başbakan ve bakanlar
üzerindeki çalışmalarımızı sürdürdük. Başbakanın Turhan Feyzioğlu olması
üzerinde hemen hemen büyük bir mutabakat sağladık. Ben başbakanın sivil ve
aynı zamanda Atatürk ilkelerine bağlı, devlet tecrübesi olan bir kişi olmasını
arzu ediyordum. Bu niteliklerin birleştiği zat olarak da Feyzioğlu'nu görüyor­
duk. Kendisini Ecevit hükümeti zamanında Başbakan Yardımcılığından ve
Milli Güvenlik Kurulu toplanulanndaki cesur konuşmalarından, Atatürk ilkele­
rinden sapmayan, taviz vermeyen bir kişi olarak tanıyorduk. Niyetim küçük
bir partinin başkanı olarak Feyzioğlu'nu Başbakan yapmak, kuracağı kabineye
iki kişi Adalet Partisinden, iki kişi Cumhuriyet Halk Partisinden Bakaıı almak,
gerisini de partili olmayaıı kişilerden seçmek suretiyle mevcut partileri de kuru­
lacak hükümette görevli kılmak suretiyle 12 Eylül'den evvel bir türlü
gerçekleştirilemeyen Adalet Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisinin küçük çapta
da olsa bir koalisyon hükümeti kunnak idi. İlk çalışmalarımızı hep bu esas
üzerinde yürüttük. Ancak ileriki günlerde göreceğimiz üzere bu formül
yürümedi. Çeşitli engellerle karşılaşınca bundaıı vazgeçmek zorunda kaldık.
1960 döneminden beri bakanlık yapmış kişilerin listesini çıkartmamızı, bunlar
üzerinde çalışmamızı Orgeneral Haydar Saltık teklif edince uygun blıldum.

28
Hemen o tarihten bugüne kadar bakanlık yapmışların listesinin çıkarılmasını
istedim. Hakikaten bu liste bize yardımcı olacaktı.

Yurt sathından aldığımız raporlardan ufak tefek Sıkıyönetim bildirilerine


aykın birkaç olaydan başka önemli bir olay olmadığını öğrendim. Eve
gitmeden yine hastaneye eşime uğradım. Onunla kısa görüşme yaptıktan sonra
eve gidip yattım. Hastanedeki eşime bundan sonraki günlerde de hemen he­
men her gün uğramayı ve bazen öğle, bazen de akşam yemeklerini beraber ye­
meyi sürdürdüm.

14 EYLÜL PAZAR

Bugünün en mühim haberi, Alparslan Türkeş'in Ankara Sıkıyönetim Ko­


mutanlığına teslim olduğuna dair haberdi. Esasen verdiğimiz süre bugün saat
1 3.00'te bitiyordu. Bu süre dolmadan gidip teslim olmuş. Hemen bir uçakla
İzmir'e ve oradan da Uzunada'daki Erbakan'ın yanına gönderilmesi emrini
verdim. Aynı gün o da yerine ulaştı. Böylece spekülasyon yapılabilecek bir
hadise de kapanmış oldu. Kendisinden emin olan, suç işlememiş bir kişi el­
bette kaçmak ve saklanmak lüzumunu duymaz. Ya suçlu olduğundan dolayı
saklandı, veya 27 Mafıs ihtilfilinde olduğu gibi ilk anda kötü muamelelere ma­
ruz kalabilme korkusundan birkaç gün saklanmak ve im1dn bulabilirse yurt dı­
şına kaçmak imkaruru araşbrmak maksadıyla saklanmış olabilir, bilemiyoruz.

Bugün İkinci Başkan odasında DPT Müsteşar Vekili Turgut Özal1a Maliye
B akanlığı Müsteşarı müşterek bir toplantı yaparak, siyasi partilerin ve ka­
patılan sendikaların bankalardaki paralarına yapılacak işlem ve grev ve lokavt­
ların ertelenmesinden dolayı işçilere verilecek avansların ne kadar olması ge­
rektiği üzerinde çalışma yaptılar. İşçiler için bana getirilen teklif, toplu
sözleşmesi devam eden veya gelen işçilerin hepsine yüzde 75 nisbetinde bir
zam verilmesi şeklinde idi. Ben ilk anda bu oranı fazla buldum. Maliyenin
ödeme imkanı olup olmadığını sordum. Mümkün olduğunu ve bu teklifi ya­
panın DPT Müsteşarı ile Maliye Bakanlığı Müsteşarı olduğunu öğrenince, peki
dedim. Esasen o seneki enflasyon yüzde 100 civannda idi. Bu zam az bile
gelecekti. Bu konuyu öğleden sonra yapacağımız toplantıda ele alırız dedim.

Orgeneral Haydar Saltık yerli ve yabancı basın mensuplarının basın


toplantısı yapmamı arzu ettiklerini söyledi. Ben de, "uygun olur 16 Eylül
günü yapabiliriz, hazırlıklar o. güne kadar tamamlansın" dedim. İlk defa bir
basın toplantısı yapacak, yerli ve yabancı yüzlerce kurt gazetecinin sorularına
muhatap olacakbm. önceden sorular alınarak ona göre cevap da hazırlanabilir-

29
miş ve genellikle de devlet başkanları bu yolu tercih ederlermiş. Bunu basın
toplantısı bittikten sonra öğrendim. Kendimden emindim, sorulacak her türlü
soruya cevap verebilecek durumdaydım.

B ugün öğleden sonra Konsey Üyesi arkadaşlar, Genel Sekreter ve İkinci


B aşkanın katıldığı bir toplantı daha yaptık. Bu toplantıda görüşeceğimiz
gündem konuları şunlardı:

1. Sıkı yönetim ilan edilen yeni bölgelerde sıkı yönetim mahkemeleri· kurul-
masına ihtiyaç olup olmadığı,

2. İşçi - işveren ilişkileri,

3. Siyasi parti liderlerinin güvenlik altında tutulma sürelerine ilişkin işlem,-

4. Genel Sekreterlik teşk.ila.t ve ilkeleri,

5. Vali atamaları, Büyükelçi atamaları,


6. Avrupa Konseyi'nin Türk parlamenter başkan yardımcıları Turan Güneş
ve Cevdet Akçal'ın durumları,

7. Genel Sekreterlikte, Yüksek Askeri İdare Mahkemesinden, Askeri


Yargıtay'dan askeri hfil<lm görevlendirilmesi.

Bu yedi konu üzerinde yaptığımız görüşmeler sonunda;

- Halen mevcut sıkıyönetim mahkemeleri muayyen sıkıyönetim bölgeleri


düşünülerek kurulmuşlardı. B ütün Türkiye sathında sıkıyönetim ilan edil­
diğine göre, elbette bazı Komutanlıklar nezdinde sıkıyönetim mahkemelerinin
kurulması gerekecektir. Hatta İstanbul, Ankara, İzmir gibi anarşi ve terörün
yaygın olduğu şehirlerimizde kurulmuş bulunan sıkıyönetim mahkeme adetle­
rinin de çoğaltılması gerekecektir. Bunlar tespit edilmeli ve kurulma emirleri
verilmelidir. kararına varıldı. Sıkıyönetimin de yurtta devamı kararlaştınldı.

- İşçi- İşveren ilişkileri hakkında bize takdim edilen bilgiler dinlendi ve uy­
gun bulundu. Esasen grev ve lokavt tüm ülke çapında yasaklanmıştı. Bu ya­
sakların devam etmesi ve yukarıda da yazdığım gibi, toplu sözleşme zamanı
gelmiş olan işçilere yüzde 75 oranında ücret artışı sağlanması kararını aldık.
- Siyasi parti liderleriyle yakın temaslara devam edilmeli , televizyon gidip
görüntüleyebilmeli ve hatta beyanat alabilmesi sağlanmalıdır. Şimdilik bulun­
dukları yerlerde bu ay sonuna kadar kalmalıdırlar dedik.

- Genel Sekreterlik için düşünülen ve bize takdim edilen teşkilatı uygun


bulduk. Ancak sivil personelle takv iye edilmelidir ve Kuvvet Kurmay
B aşkanlıkları ile sık sık temas ve koordinasyon yapılmalıdır direkti fini verdik.

- Vali atamaları ile Büyükclçi atamaları şimdilik durmalı, ileride bunu ele
alırız kararına vardık.

30
Avrupa Konseyi toplantısına Turan Güneş, Cevdet Akçalı, Metin
Toker'in katılmalarının uygun olacağını kararlaştırdık.
- Genel Sekreterliğin, Askeri Yargıtay, Yüksek Askeri İdare Mahkemesin­
den alınacak askeri hfilcimlerle takviye edilmesinin uygun olacağını karar altına
aldık.

15 EYLÜL PAZARTESİ

Bugün enteresan bir bilgi aldım. 1 2 Eylül günü yayınladığımız 10 numaralı


bildiri ile bankalardaki her türlü muamelenin 1 5 Eylül gününe kadar durdurul­
duğunu ve her türlü mevduatın devlet teminatı altında bulunduğu bildiril­
mişti. Bu bildiri icabı bugün bankalar normal işlemlerine başlayacaklardı.
Halkımızın bankalara hücum ederek fazla miktarda para çekmelerinden endişe
ediyorduk. Böyle olması da normal karşılanabilirdi. Halbuki o akşam üzeri
aldığımız bilgilerden tam tersi olduğu ortaya çıktı. Bugün bankalara yatırılan
mevduat, çekilenden daha fazla idi. Bu durum halkımızın yeni yönetime duy­
duğu güvenin güzel bir örneğiydi.
Hükümet teşkili çalışmalarına; Konsey Üyesi arkadaşlar, Genel Sekreter
Haydar Saltık ve İkinci Başkanla tekrar başladık. Bu çalışmalarımıza zaman
zaman Emin Paksüt'ü de davet ettik. Mühim olan evvela başbakan üzerinde
karara varmaktı. Bt!gün yaptığımız görüşmeler sonunda Turhan Feyzioğlu
üzerinde birleştik. Emin Paksüt, diğer panilerin Feyzioğlu'nu kabullenecekle­
rini zannetmediğini belirtti . Haydar Saltık da aynı düşüncede idi . Emin
Paksüt'ün ve Saltık'ın istedikleri benim aynı zamanda başbakanlık görevini de
üstlenmemdi. Bu hal şekli daha evvel de ifade ettiğim gibi en mantıklı olanı
idi. İhtilfilin lideri aynı zamanda yönetimin de başı olmalıydı. Fakat üç görevi
birden üstlenmem karşısında bir kalp krizi veya felç olmamdan korkuyordum.
Aynca arkadaşlara şunu da söyledim: "Konsey Başkanı olarak bir karar ala­
cağız bu karan hükümetin uygulaması normaldir. Bazı konular olacak ki
doğrudan doğruya hükümet bu konuda karar verip icraya koyacaktır. Ben
icranın başı olursam aldığım bu karan gerektiğinde Konsey nasıl tenkit edecek
veya değiştirebilecek. Çok müşkül bir durum ortaya çıkmaz mı", o zaman
bana hak verdiler.
Bir aralık yalnız Konsey Üyeleri ile baş başa görüşürken Başbakan olarak
Haydar Saltık'ı yapma fikri ortaya atıldı. Bir seneye yakın bizlerle beraber
çalıştyor, her şeye vakıftı. Kendisini çağırıp bu fikrimizi açtık. Özür beyan
etti. İstikbalini asker olarak sürdürmek istediğini, ama eğer emir olarak

31
veriliyorsa, askerlikten istifa etmek suretiyle bu görevi emir aldığı için kabul
edebileceğini söyledi. Anladığım kadarı ile böyle bir görev istemiyordu. Ben
de fikrine hünnet ettiğimi, askerlikten ayrılmasını anu etmediğimi b ildirerek
bu konuyu kapattık . İşte bu hal çaresi de kabul edilmeyince, Turlıan Feyzioğlu
ü:zerinde karar kıldık.

Bu kararımızdan sonra Emin Pak süt 'ü Feyzioğlu'nun evine gönderdik .


Kendisiyle konuşmasını ve görevi kabul edip etmeyeceğini öğ renmesini iste­
dik. Eğer kabul ederse Genelkurmaya getirmesini rica ettik. Bir müddet sonra
Paksüt ve Feyzioğlu birlikte geldiler. Feyzioğlu bu görevi üstlenmeye pek
hevesli görünmüyordu. Ancak ısrarımız karşısında peki dedi. Sevinmiştik , he­
men bakanlar üzerindeki çalışmalarımıza başladık.

Bu konu üzerindeki çalışmalarımız gece geç vakitlere kadar sürdü. Fey­


zioğlu, maliyenin çok önemli bir bakanlık olduğunu, vergi işleri, gelir vergisi
gibi önemle üzerinde durulması gereken işler bulunduğunu, bu bakanlıkta dev­
letin menfaatleri ile ilg ili önemli kararlar alınacağını, bankacılık işlemleri, kam­
biyo, milli emlfilc., bütçenin hazırlanması ve kontrolü gibi konuların hep bu ba­
kanlıkta toplandığını belirtt ikten sonra; bu nederılerle bütün burılan
yüıiitebilecek b ir bakanın bu bakanlığın başına getirilmesi gerektiğini söyledi.

Aynca Ticaret Bakanlığının da önemine işaret ettikten sonra, "Turgut Özal


mutlaka kabinede olmalıd ır" dedi ve Özal'ın ekonomik istikrar politikasını
yürüten ve aynı zamanda Ekonomik Kurul Başkanı olacak Devlet Bakanlığına
veya Başbakan Yardımcılığına getirilebileceğini söyledi.

Feyzioğlu konuşmasına devamla; "Ekonomik Kurulun çalışması önemlidir,


Turgut Bey şimdi tam hatırlayamadığım fakat soyadı Kıvanç olan bir kişi ile
beraber çalışabilir, y anında maliyeden ve dışişlerinin ticaret uzmanlarıyla sık
sık dış ülkelere gider, ancak böylece mali ve ekonomik işleri yürütebiliriz, bu
b akımd an Maliye Bakanlığı ile Ticaret Bakanlığının birarada değil, ayn ayn ol­
masında yarar vardır" dediler. (Bize M aliye Bakanlığı ile Ticaret Bakanlığının
b ir B akanlık olarak birleştirilmesi teklifi yapılmıştı. Feyzioğlu bu teklifin
geçersizliğini ortaya koymak için bu açıklamayı yaptı.)

Feyzioğlu, aynca "Turgut Özal çok sık olarak dış ülkelere g idecektir, bu
bakımdan da işler çok zor olur" diye ilAve etti. "Ekonomide mühim olan husu­
sun Maliye, Ticaret ve Sanayi Bakarılıklannın çok sıkı bir işbirliği halinde
çalışması lazımdır. '.Zeyyat Baykara ekonomisttir, maliyede çok bulunmuştur
ve aynca Avrupa'da da beş y ıl görev yapmıştır. Bu b akımdan Maliye Ba­
kanlığına en uygun isim olarak '.Zeyyat Baykara'yı teklif edeceğim " dedi.

Turgut Özal'ın bazı şimşekleri üzerine çekeceğini de belirtti. Örnek olarak


da bank alarda hesabı belli olmayan "Sırdaş hesap " hatalı bir uygulamadır, f
kat Turgut Özal farklı görüşü savunabilir diye de ekledi.

32
Bu arada Konsey Üyesi arkadaşlar şu fikri ortaya attılar:

Turgut Özal bir Devlet Bakanı olmalı, aynca İktisadi Koordinasyon Kuru­
lunun da Başkanı olmalıdır.

Maliye Bakanlığı ile Ticaret B akanlığı da beraber değil, ayn ayn Bakanlık
olmalıdır.

Feyzioğlu, Maliye Bakanlığının şu anda çok sıkıntıda olduğunu, devletin


gelir sağlayamadığını, vergi cezaları arasında 50 lira gibi komik para ceza­
larının bulunduğunu, m aliyeyi çok iyi bilen bir maliyeciye çpk ihtiyaç
olduğunu söyledikten sonra, Turgut Özal'ın da yüıütülen para-istikrar politi­
kasını Bakan seviyesinde yürütmesinin şart olduğunu ilave etti.

Böylece Maliye Bakanlığı için Zeyyat B aykara'yı, Devlet Bakanı ve Eko­


nomik Koordinasyon Kurul B aşkanı olarak Turgut Özal'ı şimdilik uygun bul­
duk.

Maliye ve ekonomi konularını bu şekilde göıü�tükten sonra, sıra Dışişleri


Bakanlığına getireceğimiz kişi üzerine geldi, göıüşmelere başladık. Adaylar
arasında İlter Türkmen, Kamuran Gürün, Kamuran İnan ve Osman Olcay
vardı. Bu dördü arasında epey mukayese yapıldı. Turhan Feyzioğlu Kamurarı
Güıün'ü tercih ediyordu. B iz ise karar vermekte acele etmemeyi uygun bul­
duk. İlter Türkmen esasen halen Dışişleri B akanlığı Genel Sekreterliği
görevini yürütmekte idi. :Su bakımdan konulara daha çok vakıftı. Ancak
Kamuran Gürün Bakan olursa İlter Türkmen onunla uyum içinde çalışabilir
miydi? Bunların araştınlmasırun doğru olacağına kanaat getirdik.

NOT: Bu araştırma hemen yapıldı ve aldığımız netice iyi idi. Her ikisi de
kim Bakan olursa beraber uyum içinde çalışabileceklerini söylemişler. Mesele
kalmadı.

Dışişleri Bak.anlığı konusunu da böylece hallettikten sonra, Turhan Fey­


zioğlu, Kemal Cantürk'ün çok dürüst bir kişi olduğundan bahisle B ayındırlık
Bşk.anlığına Cantürk'ün getirilmesini teklif etti. Ama bu makama Cahit Kara­
kaş da olabilir diye de ilave etti.

Bayındırlık B akanlığını da not ettik.

NOT: Cahit Karakaş'la temas kurularak, bu görevi kabul edip etmeyeceği


hususu kendisinden sorduruldu. Özür beyan etmiş.

Adnan Başer Kafaoğlu'nun Maliye Bakanı yapılması üzerinde de duruldu.


Feyzioğlu, "Kafaoğlu vergi uzmanıdır, çok zekidir, ancak maliye bakanlığında
kendisini kabul ettirebil(r mi bilemem, diğer Bakanlarla çok çekişmeli duruma
gelebilir, maliye çok önemlidir, Kafaoğlu'nun tecrübesi yoktur, bütçe yap­
mamıştır" dedi.

33
Sıra Milli Eğitim Bakanlığına geldi.
Turhan Feyzioğlu, "en önemli Bakanlıklardan birisi de Milli Eğitimdir.
Halen anarşi üniversitelerden liselere kaymış durumdadır. Öğrenci kesiminde
15- 1 6 yaşında olanlar pankart asıyorlar, öğretmenler ise TÖB-DER ve ÜLKÜ­
BİR adında iki derneğe bölünmüş durumdalar. Bu nedenle de anarşi
öğretmenler arasında da mevcut. Öğretmen ve memur sayısı toplamı 480.000
civarındadır. Bu kesim çok kamplaşmış, her iki kamptakileri kazanmak ve on­
ları Atatürkçü bir çizgide birleştirmek mümkün, yeter ki tepe kadroları Ata­
türkçü kişilerle dolduralım. Sizlerin. de bildiği gibi, karakol basan, b:µıka so­
yan, APO'cularla işbirliği yapan okul müdürü ve öğretmenler var. Onun için,
çok önemli bir Bakanlık diyorum . Bu Bakanlığa Mehmet Özgüneş getirilebilir.
Özgüneş milli eğitim işleriyle daha evvel uğraşmışur, bunlara yabancı değildir.
Alevi-sünni davasının da halledilmesi çok önem kazanıyor. Öncelikle halledil­
mesi gerekir. Özgüneş, Diyanet işleriyle ilgili görevde iken buraya politika
sokmamıştır. Kendisi çok doğru ve dürüst bir insandır, uyumludur da" dedi.
Biz bu B akanlığa emekli amiral Sezai Orkunt'u da düşünüyorduk. Onu
Feyzioğlu'ndan sorduk, şöyle cevapladı; "Çok çalışkan, titiz, gece gündüz
demeden çalışır. Otorite de kurar. İkisi arasında bir mukayese yaparsak,
Özgüneş konulara daha çok vakıf olduğundan , ben onu tercih ederim."
Bu B akanlık için "CHP'den Tarhan Erdem, Cahit Karakaş, Orhan Eyüb­
oğlu; AP'den Doğan Kitaplı, Sümer Oral, Cihat Bilgehan da düşünülebilir."
diye ilave etti.
Sıra Sağlık Bakanlığına gelmişti.
Feyzioğlu bu Bakanlık için şöyle dedi:
Doktorların problemleri en kısa zamanda halledilmelidir. Tam gün yasası
yeniden ele alınmalıdır. Gülhane bünyesinde bir tıp fakültesi kurulmalıdır.
Yalnız doktor değil, hemşire, hastabakıcı, memur gibi problemleri de vardır.
Halen Türkiye'de doktoru olmayan hastaneler var. Buralara doktor tayini acele
olarak ele alınmalıdır.
Sağlık Bakanı için Feyzioğlu bir isim veremedi.
Gümrük ve Tekel Bakanlığını ele aldık.
Feyzioğlu, bu B akanlık için de şunları dile getirdi:
"Bu Bakanlığın da önemli problemleri var. Kendine özgü bir teşkilat yapısı
ve alışkanlıkları var. Belirli bir rüşvet sistemleri mevcut. Bunu her devirde
yürütürler. Tütün konusu, çay konusu, hudut ve gümrük kapılan meselesi
var. Silah kaçakçılığı da bu Bakanlığın işleri arasına girer. Silah kaçakçılığı
konusu çok önemlidir. Acilen önlenmesinde büyük yarar vardır. Bu Bakanlığa

34
geçmiş dönemlerde maalesef çok da militan yerleştirildi. B ütün bunlar
gözönüne alınarak, bu Bakanlığın başına da bütün bunlarla mücadele edebile­
cek bir kişinin getirilmesi llıım."
Çalışma Bakanlığı konusunda da şunları söyledi :
"Türk-İş'in Atatürkçü kanadını yanımızda ve ayakta tutmalıyız. Geti­
receğimiz Bakan arkadaş işveren ile işçiler arasında hakem rolü oynayacaktır.
O nedenle Türk-İş'ten getirmeyi düşündüğünüz Sadık Şide tarafsız olamaz,
bir taraftır. Bu Bakanlık işçi konularında karar organıdır. Ben bu Bakanlığa
Profesör Turan Esener'i düşünüyorum. Bu konulan çok iyi bilir ve
yurtdışında da hizmet vermiştir."
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Turizm ve Tanıtma Bakanlığı: ile diğer Ba­
kanlıklar üzerinde Feyzioğlu bir mütalaada bulunmadı.
Geç saatlere kadar süren bu konuşmamız sonunda, kendisine teşekkür ede­
rek evine gönderdik. Feyzioğlu'nun uzun devlet tecrübesi vardı. Çeşitli Ba­
kanlıklarda bulunmuş, Başbakan Yardımcılığı yapmış, yani devlet tecrübesi
olan, Atatürk'e gönülden bağlı bir kişi olmasından yararlanmış olduk.

Basında 12 Eylül harekatı ile ilgili yazılar devam ediyor. Bugün çıkan bu
çeşit makalelerden Uğur Mumcu'nun "Terörsüz Özgürlük" başlıklı makalesin­
den 12 Eylül ile ilgili aşağıdaki pasajı almakta yarar gördüm:
"12 Eylül ortamı, 27 Mayıs ve 12 Mart'tan çok başka türlüdür. Böylesine
kanlı ortamda devletin ilk ve başlıca görevi, yurttaşları, KORKUSUZ
YAŞAMA ÖZGÜRL Ü KLERİNE kavuşturmasıdır. Bunun da ilk koşulu,
terör odaklarını, arkalarında karanlık karargahları ile birlikte ortaya
çıkarmaktır.

Terörün olduğu yerde, Anayasadan, hukuk devletinden, serbest


seçimlerden, bağımsız yargıdan söz etmenin olanağı yoktur. Terörün bu kanlı
ipoteği kaldırılmadıkça, özgürlükçü demokrasiye dönülmüş sayılmaz. Terörün
hüküm sürdüğü ülkelerde, anayasa, kağıt parçalarından, parlamentolar, taş
yığı11ları11dan başka bir işe yaramaz. Yaramadığı ülkemizdeki acı deneyle
görüldü.

Türk Silahlı Kuvvetleri, 27 Mayıs'ta da 12 Mart'ta da kalıcı bir askeri


yönetim kurmak istemedi. Yeni yönetim de "ÖZGÜRL Ü KÇ Ü, DEMOK­
RATİ K, LAİK VE SOSYAL" nitelikli bir SİVİL Y ÖNETİM kurma amacım
taşıdığını ililn etti.

Şimdi hepimizin bir temel amacı olmalıdır. Çok yönlü kışkırtmaları11, kurt

35
kapanlarına kapılmadan, terörsüz özgürlüğü, kansız demokrasiyi kurmak ve
sivil yönetimi sağlıklı yöntemleri ve kalıcı çözümleri ile yeniden
oluşturmak... "

16 EYLÜL SALI

Saat 1 0.00'da basın toplantısı vardı. Toplantıya Konsey üyesi arka­


daşlarımla birlikte gitmeyi uygun buldum. Tam saat 1 0 . 00'da basın toplan­
tısının yapılacağı Başbakanlık binasına gittik. Salona girdiğimizde oda lebaleb
dolu idi. Tabir caizse iğne atılsa yere düşmeyecek bir kalabalık vardı. İçerisi de
çok sıcaktı. Evvela daha evvel hazırlanmış ve tarafımdan bazı düzeltmeler
yapılmış yazılı metni okudum. Alınan karara göre yazılı metnin okunmasını
müteakip 15 dakika yerli basın mensuplarına, 1 5 dakika da yabancı basına
soru sormaları için zaman ayrılmıştı. Gerek yazılı metni okumam ve gerekse
sorular bölümünde verdiğim cevaplarda hiç zorlanmadım. Çok rahattım. İlk
defa böyle kalabalık bir basın toplantısına çıkacak bir askerin 'flZ da olsa heye­
canlı olması nom1al karşılanabilir. Fakat nedense bende heyecan hiç yoktu
diyemem, ama çok azdı. Hele okumaya başladıktan biraz sonra heyecanım
yavaş yavaş azaldı.
Mühim olan bir safhayı da mükemmel bir şekilde atlatmıştım. Toplantı son­
rasında Konsey Üyesi arkadaşların hepsi beni tebrik ettiler ve çok güzel
geçtiğini beyan ettiler. Basın toplantısı sonunda salonda kaç basın mensubu­
nun bulunduğunu sorduğumda; 500'e yakın yerli ve yabancı televizyon ve
basın mensubunun bulunduğwm, bir kısmının da dışarıda kaldığını söylediler.
Ben de ilgililere neden böyle ufacık bir salonu seçtiklerinden dolayı kızdım.
Önemli gördüğüm için basın toplantısı konuşmamı buraya alıyorwn :
"Değerli basın mensupları,
Hepinizi en iyi duygularla selamlıyorwn.
Hür demokratik rejimlerde basının ne büyük hizmetler gördüğü ve onun
değerli mensuplarmm demokrasinin yaşamasına ne denli katkılarda bulunduk­
ları, demokrasi içinde yaşayan aklıselim sahibi herkesin idraki içindedir. Bu
inanç içinde size hitap etmekten kıvanç duyuyorum.
Demokrasi rejmi,faziletler rejimidir. Demokrasi fertten ferde faziletli insan­
ların varlığı ile yaşar. Demokrasinin bütün özgürlükleri ona inananlar içindir.
Demokrasi rejimini yıkmak, yerine başka bir rejim kurmak isteyenler, hele de-

36
mokrasinin hak ve hürriyetlerini kullanarak emellerine ulaşmak isterlerse, de­
mokrasiye inanmış milyonlarca faziletli insanın hak ve hürriyetleri nasıl koru­
nacaktır?
İşte bence meselenin esası budur. Bilerek veya bilmeyerek an/aşılmayan bi­
rinci mesele budur.
Demokrasiye vücut vere11 bütün kuruluşlar, demokrasi var diye, demokra­
siyi yıkmak isteyenlere demokrasi11i11 hak ve hürriyetlerini vererek onları, fazi­
letli vata11daşlara uygu/a11a11 yasalarda11 11asıl faydaland11·abilirler? Hal böyle
olu11ca, terör ve anarşiye karşı nasıl yasa yapılabilir? İşte bu yüzde11dir ki, re­
jim ke11di11i koruyacak yasalarla. bilerek veya bilmeyerek teçhiz edilememiştir.
Bu yasalar Meclislerde görüşülürke11 faziletli vata11daş düşünülmemiş, daima
rejimi yıkmak isteye11leri11 demokratik hakları düşü11ülmüştür.
Türkiye'de otuz yılı aşkın _bir süredir demokrasi rejimi vardır. Devletin
temel yapısı, "Egemenlik kayıtstz şartsız milletindir" ina11cı üzerine bina edil­
miştir.
Yargı yetkisi millet aduıa hür ve bağımsız yargı organlarına, yasama yetkisi
milletin seçmiş olduğu temsilcileri ile yine millet adma TBMM:ve verilmiştir.
Yürütme yine millet adına TBMM içinden seçilmiş hükümetlerce yürütülür.
Türkiye'nin temel düzeni budur. Bütü.11 bunlar Anayasamız ile düzenlenmiş
bulunmakta ve de en önemlisi Türk demokrasisi, Anayasanın dibacesi11de be­
lirtildiği gibi Atatıü·k bıkılôpları baz111a oturtulmuştur.
İşte, bilerek veya bilmeyerek anlaşılmayan ikinci mesele de budur. Sanki
Atatürk i11kıldplan bazı yokmuş gibi davranarak, demokrasimizi bu raydan
çıkarmak için yapılan biitü11 beyanlar, gizli ve açık çalışmalara, demokrasiyi
korumak için kurulmuş bütün anayasal kuruluşlarca, daha başlangıçta karşı
çıkılmarrz ış, haıta suskunlukla adeta teşvik edilmiş, en hafif deyimle
müsamaha ve hoşgörü ile basiretler bağlanmıştır.
Her rejim, ke11dini fikren savunacak sağlam muhafızlar ister. Rejimi top­
suz, tüfeksiz korumanın esas yolu budur.
Atatürk üıkılôpları tabam11a oturtulmuş Türk demokrasi rejimi maalesef
ke11di kendini savunacak Atatürkçü görüşle teçhiz edilmiş ye11i nesiller
yetiştirilmesinde zaafa bilerek veya bilmeyerek düşürülmüştür. İşte üçüncü
ö11emli mesele de budur.
İlkokullardan üniversitelere kadar Atatürkçülük, diğer bir deyimle Kemalist
öğretim yapılacağına ve böyle birfikir üretileceğine tam aksine sağ, sol ve irti­
caifikirler üretilmiştir. Bunları üretenler maalesef devlet kasasmdan maaş alan
bir kısmı öğretmen ve profesörler olmuş, bu hal öyle bir durum yaratmıştır ki,
önce bu öğretmenler., profesörler bölünmüş, daha sonra en sevgili
varllklarımız tertemiz çocuklarınuz karşıtfikirlere ayrılmışnr. Birçok Atatürkçü

37
ve vatansever öğretmen ve profesörlerimizin sesleri duyulmaz olmuştur.
Birçok öğretmen bir yıl önce bize gelip, "Efendim biz okulda Atatürkçüyüz de­
meye korkuyoruz, azınlıkta kaldık" demişlerdir.
Devletin gözü önünde Başkentte bir ögretmen derneği kongresinde terörist
odakların mücadele ve münakaşası açıkça yapıldığı halde yetkili kuruluşlar
"Bu hal nedir?" diyememiştir.
Böyle bir öğretim ve eğitim ortamında biz nasıl demokrasiyifikren koruya­
cak genç nesiller yetiştirebilirdik.
Şu halde "Büyük Atatürk'ün Cumhuriyeti emanet edeceği gençler yetişti­
rilememiştir" diyoruz ve inanıyoruz ki, bu tesbitimize 45 milyon Tark vatan­
daşı da katılmaktadır. Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri Türk Milletinin bir
parçasıdır ve onun en sadık evladıdır.
Yine demokrasi rejimlerinde serbest olan dernek kurma hakkı kötüye kul­
lanılmıştır. Binlerce dernek esas kuruluş gayesinden ayrılarak rejim üzerinde
fetva veren kuruluşlar olup çıkmışlar, gizli veya açık demokrasiyi yıkma
savaşına girişmişlerdir.
Çalışkan, masum, vatanın yücelmesi için el emeği ve alınteri dökerek gece­
gündüz çalışıp ailesini geçindirmek, yarınını güvenceye almaktan başka bir
düşüncesi olmayan Türk işçileri, birtakım ağalarca ellerine kızıl bayrak verile­
rek ve yabancıların resmi tutuşturularak demokrasiyi yıkmak ve başka bir re­
jim istemek için haince kullanılmışlardır.
Böylece vatansever işçilerimiz de birkaç gruba bölünmüş, oynanmak iste­
nen oyun perde perde oynanmıştır.
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, bölünme yüzyıllardan beri kardeşçe
yaşayan mezhep ve ırk ayrımına götürülerek oyunun son perdesine gelinmek

istenmiştir.
Yukarıdan beri anahatları ile izahına çalıştığım nedenledir ki, Türk Demok­
rasisini rayından çıkartmıştır ve böylece bir rejim buhranı doğmuştur.
Bütün bu ve saymadığım daha birçok tutum ve davranışlar karşısında bir
kısım anayasal kuruluşlar ve siyasi partiler gaflet uykusundan uyanmamışlar,
sanki ortalık güllük gülistanlıkmış gibi şahsi, zümrevi ve partici çekişmelerden
ayrılmamışlar, adamsendecilik, suskunluk ve umursamazlık içinde gerekli
girişimlerde bulunmamışlardır. Bir taraftan, bu yolda küçük bir beya.ıat veren
çıksa, diğer taraf onu "Ara rejim özleyenler var" diye tehdit etmiş, batacak ge­
mide kendisinin de boğulacağını hesaba katacak idrakten yoksun olduğunu
göstermiştir.
Aziz milletimiz, bütün bu durumları acı içerisinde izlemiş, "Bu işin sonu ne
olacak?" diye çaresizlik içinde kalmıştır.

38
Türk Silahlı Kuvvetleri tarih boyunca daima devleti korumuştur. Büyük
Atatürk'ün bize verdiği görev budur. Aziz milletimizin isteği de budur. O dai­
ma, Silahlı Kuvvetlerini koruyucusu olarak görür ve eli silah tutan evlatlarının
güvencesi altında yaşar.
Rejim buhranını çözecek girişimlerin olmaması bu işin başarılamaması
üzerine, Türk Silahlı Kuvvetleri 8 ay evvel bir uyarı mektubu ile endişelerini
ve isteklerini demokrasiye yakışır bir biçimde ilgililere bildirmiştir. Ve de her
vesile ile düşüncelerini açıklayarak demokrasiyi kurtarmak için demokrasi
içinde girişimlerini sürdünnüştür.
Ayrıca, devlet güvenliği ile doğrudan ilgili bir anayasal kurul olan Milli
Güvenlik Kurulu içinde ayda bir uyarılara devam edilmiş, söylenecek her şey
söylenmiştir.
Ne yazık ki, haftalar, aylar geçmiş, derde deva olacak ne bir tedbir
alınabilmiş, ne de büyük milli meselede birlik ve beraberlik sağlanabilmiştir.
Bütün bu uyarıların etkisiz kalması sonucu Türk Silahlı Kuvvetleri son çare
olarak, Atatürk'ün verdİ.ği emaneti, yasaların verdiği görevi ve aziz milletinin
isteğini yerine getirmiştir.
Kısaca söylemek gerekirse, bu harekô.t Cumhuriyeti koruma ve kollama ha­
rekô.tıdır.
Bu harekat Silahlı Kuvvetlerin ve aziz milletimizin tümünün istekleri
doğrultusundadır. Bu noktayı özellikle vurgulumak isterim. Bu, tarih kitap­
larındaki bir darbe değildir. Bu harekô.t demokrasiye indirilen darbeyi ortadan
kaldınnak için Ordunun ve milletin isteği doğrultusunda yapılmıştır.
Eğer bu müdahale yapılmasaydı, bu gizli ve hain güçler Silahlı Kuvvetlere
sızarak birkaç yılda onu da bölme yoluna gideceklerdi.
Yıkı cı ve bölücü güçler büyük milletimiz içinde itibar ve taraftar kazana­
mamışlardır. Birer halk çocuğu olan bekçi/erimizi, polislerimizi, askerlerimizi
öldürmekle geride yetim bıraktıkları çocuklannferyadı, anaların ve babaların
ıstırabı onların halktan yana olmadıklarını göstermiştir. Güya halk için
savaşıyorlarmış. Diğer taraftan Konya olayları gericiliğin ne boyutlara
ulaştığını göstermiştir. Milletimizin bu olay karşısında gözleri açılmış tehlikeyi
bütün boyutlarıyla gönnüştür.
Bir parti liderinin Çanakkale'deki bir kongrede konuşmalarının dikkatle in­
celenmesi, taşıdıklarıfikirlerin ne olduğunu gösterecektir.
Buna benzer bugüne kadar çok beyanlar oldu. Fakat savcılıkların her
müracaatında ilgililer hl!1ckında dokunulmazlık kaldırılamadı. Peki ne olacak,
bir parlamenter her seçimde seçim kazansa, kanunları çiğneyip suç işlemesine
rağmen hiçbir zaman mahkeme karşısına çıkartılamayacak mı?

39
Demokratik a/kede anarşi, bö/acülük, terör, yıldırma, zorla para alma, va­
tandaşı baskı alnnda tutma bu boyutlarda olabilir mi? Bu hale rejim daha ne ka­
dar dayanabilir? Milletimiz ortada devlet yok mu diye sormaz mı?
Herkes kendi hakkını korumaya kalkarsa o memleket ne hale düşer?
Soruları uzatabiliriz.
Harekatın çok kısa bir zamanda kansız bir şekilde başarılması, aziz mille­
timizin tümünün isteğinin bir belirtisi ve milletimizin yıkıcı, bölücü ve gerici
çevrelere nefretinin en açık ifadesidir.
Halkın yaşannsı normale dönmüştür. Daha da iyileşmesi için bütün gayret-
ler saıfedilecektir.
Bu hareMnn amaçlarını şöyle özetleyebilirim:
1. Milli birliği korumak,
2. Anarşi ve terörü önleyerek, can ve mal gllvenliğini tesis etmek,
3. Devlet otoritesini hakim kılmak ve korumak,
4. Sosyal barışı, milli anlayış ve bereberliği sağlamak,
5. Soysal adalete. ferdi hak ve hürriyete ve insan haklarına dayalı idik ve
cumhuriyet rejimini iş/erli kılmak,
6. Ve nihayet makul bir sürede yasal düzenlemeleri tamamladıktan sonra si­
vil idareyi yeniden tesis etmektir.
Milli Güvenlik Konseyi demokratik düzen ve rejimin şimdiye kadar
sağlıklı bir biçimde işlemesine imkdn vermeyen tüm engelleri bir daha böyle
bir müdahalenin yapılmasına lüzum bırakmayacak şekilde kaldırmaya ka­
rarlıdır. Bunun için Anayasa, Seçim Kanunu, Partiler Kanunu gibi mevcut ka­
nunlarda bugünkü duruma gelmemize r.eden olan hükümler ya değiştirilecek
ya da yeni hükümler ilave edilecektir. Bunun yanısıra anarşi ve terörü etkili bir
şekilde önleyecek yargı organlarının kuvvetlendirilmesi için gerekli kanunlar
hazırlanacak ve Ceza Kanununda aksayan taraflar ıslah edilecektir.
Özgürlük ve bağımsızlık adı altında anarşinin ne okullarda, ne üni­
versitelerde, ne de sendikalarda serpilip boy atmasına imkdiı verilmeyecektir.
Yetki{i, sorumlu, yeterli vatandiışın hakkına saygılı işleyebilen, demokratik,
sosyal hukuk düzeni gerçekleştirilecektir. Bu düzene, kısa sürede aşamalarla
varılacaktır.
MalCUnunuz olduğu gibi, halen yasama yetkilerini kullanan bir Milli Gü­
venlik Konseyi vardır. Yürütme organı olarak başkanlığımda Bakan yetkilerine
sahip müsteşarlardan oluşan bir kurulfaaliyettedir. Bu hafta içinde Bakanlar
Kurulu teşkil edilecektir.

40
Bir geçici Anayasa hazırlanacak ve müteakiben Kurucu Meclis kurulacaktır.
Türk ekonomisinin büyük sıkıntılar içinde olduğu, enflasyonun armğı, sa­
nayimizin tam işleyememesi sonunda üretimde düşüşler ve istikrarsızlık
olduğu bilinmektedir. Memleketimizi düştüğü bu ekonomik bunalımdan kur­
tarmak, halkımızın sıkıntılannı hafifletmek, ekonomik gelişmeyi sağlayarak ar­
tan işgücüne yeni iş sahaları açmak amacıyla uygulanan istikrar programı
yürütülecektir. Ekonominin tabii kanunlar içinde çalışması kolaylaştırılarak
sosyal amaçlara biran evvel ulaşılacaktır.
Türkiye'nin uyguladığı ekonomik istikrar programının OECD ülkeleri ve
milletlerarası ekonomik ve finans kuruluşlarınca desteklenmesi sağlanacaktır.
Ülkemizin kısa sürede ekonomik buhrandan çıkması için gerekli yasal
düzenlemeler süratle ele alınacaktır� Bunların çözümlenmesinde, alınacak
bütün ekonomik tedbirlerin üzerinde milletimizin ferden ve bütün olarak
göstereceği sabır, metanet ve fedakarlık başlıca güvencemiz olacaktır.
Değerli basın mensupları,
Bütün öğretmen, memur ve diğer görevliler, işçi ve işverenlerin vazife
şuuruna sahip sorumlu kişiler olarak vatanseverlik, milli beraberlik ve
kardeşlik duyguları içinde birbirinin haklarına karşılıklı saygılı olarak
görevlerine devam etmeleri sağ/anacaktır.
Devlet hizmetlerinde bulunan görevlilerin, tarafsız ve adil olması önemli bir
ilkedir. Bu ilkenin uygulanmasını önleyen, bu ilkeye aykırı olan bütün
tertiplere ve kuruluşlara müsaade edilmeyecek ve gerekli olan yasal işlemler
yapılacaktır.
Muhtelif ve f?ilhassa ideolojik sebeplerle kopma noktasına gelen işçi ve
işveren ilişkileri, işçinin haklarını koruyan ve işveren hakkına saygılı bir an­
layışla yeniden düzenlenecektir.
İşyerlerindeki barışın, işçinin sosyal ve ekonomik haklarını güvenilir bir
biçimde sağlaması yanında, üretim ve verimin artmasını da sağlayarak tüm
Türk Ulusunun yararına olacağına inanıyoruz.
Kıymetli Basın Mensupları,
Yeni yönetim, her alanda olduğu gibi dış politika alanında da Atatürk ilkele­
ri uyarınca, Türk Milletinin temel özlemleri doğrultusunda ve yine Atatilrk'ün
"Yurtta sulh, cihanda sulh " deyiminde ifadesini bulan, barışçı bir dış politika
izleyecektir.
Türkiye, bütün ülkelerle iliş/dlerinde Birleşmiş Milletler Yasasında yer alan
bağımsızlık, egemenlik, toprak bütünlüğüne saygı, iç işlerine karışmamak ve

41
hak eşitliği ilkelerini esas alacaktır. Kendisi bu ilkelere riayet göstereceği gibi,
başka ülkelerin de anılan ilkelere uymalarını titizlikle gözetecektir. Türkiye'ye,
Türkiye'nin toprak ve ulus bütünlüğüne ve Türk vatandaşlarına yöneltile­
bilecek her türlü tecavüz ve tehdite de karşı konulacaktır.
Türkiye dünya ve bölge barışına elinden geldiği ölçüde katkıd(l bulunmak
Yolundaki geleneksel siyasetini sürdürecektir. Bu siyaset çerçevesinde
bugünkü uluslararası koşulların gereği olduğuna inandığı yumuşama sürefini
de destekleyecektir.
Türkiye'nin güvenlik, politik ve ekonomik alanlarda taraf olduğu ikili ve
Çok taraflı bütün andlaşmalar geçerliliğini koruyacak ve Türkiye bunlardan
doğan yükümlülüklerini karşılıklılık ilkesi uyarınca yerine getirmeye devam
edecektir.
NATO ittifakı ile ilişkilerimiz sürdürülecektir. Bu ittifakın uluslararası barış
v e güvenliğin korunması için önemini devam ettirdiğine kaniim.
AET ve Avrupa Konseyi ve demokrasiye bağlı ülkelerin üyesi bulunduğu
diğer kuruluşlarla ilişkilerimiz ve işbirliğimiz devam edecektir.
Bu çok taraflı ilişkilere muvazi olarak, Amerika Birleşik Devletleri, Dokuz­
lar ve diğer Batılı ülkelerle ikili düzeydeki ilişkilerimizi geliştirme yolunda
Çabalarımız sürdürülecektir.
Kendileriyle tarihi ve geleneksel bağlarımız olan Is/dm ülkeleri ile
i lişkilerimizin her alanda dostluk ve kardeşlik anlayışı içinde geliştiriİip
g üçlenmesine özen gösterilecektir. Bütün komşularımızla iyi ilişkiler ve verimli
bir işbirliği geliştirmek en samimi arzumuzdur. Sovyetler Birliği, dünyada
barış ve güvenliğin muhafazasında ve güçlendirilmesinde büyük sorumluluğu
bulunan bir devlet olarak komşularımız arasında özel bir yere sahiptir.
Yunanistan ile aramızda süregelen bütün sorunların, iyi niyetli ve yapıcı bir
Yaklaşım içinde, ikili müzakereler yoluyla adil çözümlere kavuşturula-bileceği
g örüşündeyiz.
Kıbrıs sorununa gelince, bu anlaşmazlığın Ada'daki iki toplum liderleri
arasında varılmış mutabakatlar çerçevesinde .ve toplumlararası görüşmeler
Yöntemiyle sonuca ulaşmasını temenni ediyoruz.
Aziz Basın Mensupları,
Memleketin ve milletin yüce menfaatlerini daima herşeyin üstünde tutmuş
olan Türk Silahlı Kuvvetleri, bu tarihi görevini tamamladıktan sonra, her za­
manki veluir ve vazife aşkı ile, bütünüyle asli vazifesi olan vatan savunmasına
dönecektir.
Türk Silahlı Kuvvetleri, bu kere üzerine aİdığı bu görev nedeniyle kuvvet

42
ve kudretinden asla hiçbir şekilde zaafa uğramış değildir. Etkili bir biçimde
vazifesi başındadır.
Harekatın ilk anından itibaren bütün vatandaşlarımızın Milli Güvenlik
Konseyi'nin emir ve bildirilerine uymakta gösterdiği büyük anlayış, soğuk­
kanlı davranış, milletimize güvende ne derece haklı olduğumuzun bariz delille­
ri11den birini teşkil etmiştir. Bunu11 için huzurunuzda yüce Türk Milletine bu
güç anlarda gösterdiği yurtseverlik ve anlayış için bir kere daha, şahsım ve
Türk Silahlı Kuvvetleri adına şükranlarımı ifade etmeyi zevkli bir borç bilirim.
Hepinize teşekkür ederim. "

YERLİ BASININ SORULARI

SORU : Geçici Anayasa ve Kurucu Meclis için acaba bir tarih, bir süre ve­
rebilir misiniz?
CEVAP : Takdir edersiniz ki, bu konularda, kat'i tarih vermek, hem sizi
hem de vatandaşlarımı yamltabi/ir. Ama şuna bilhassa emin olunuz ki, Türk
Silahlı Kuvvetleri, demin işaret ettiğim gibi, uzun bir süre bu vazifeyi
üstlenmek ve asli vazifesinden ayrılmak niyetinde değildir. Mümkün olabilen
en kısa sürede bu11ların yapılması için elinden gelen bütün gayretler saifedile­
cektir.
SORU: Güvence alımda bulunan siyasi parti liderlerinin siyasal gelecekleri
hakkında bir şey söyleyebilir misiniz?
CEVAP: İlk günkü konuşmamda da ifade etmiştim zannediyorum ve
demiştim ki, "Şimdilik bütün siyasi partilerin faaliyetleri durdurulmuştur. Ka­
patılmıştir demedim, durdurulmuştur. "Seçim Kanunu, Partiler Kanunu ve
Anayasa hazırlandıktan sonra, seçimlere gidilecek zamandan muayyen bir süre
önce parti faaliyetlerine müsaade edilecektir" demiştim. Parti liderlerinin duru­
muna gelince, onların güvenceleri için bu yola başvurulmuştur. Kendileri
gözaltında değildir. Orada serbest olarak dolaşmaktadırlar, bulundukları ma­
halde.
Ancak bu ortam içerisinde Ankara'da bulunmaları, kendilerinin güvenlikleri
bakımından bazı mahzurlar doğurabilir. İlk günün heyecanı ile vaktiyle yapılan
bazı çirkin hareketlere tevessül edilebilir. Bunun için ortam yatışıncaya kadar
kendilerinin böyle bir yerde kalmalarını uygun gördük, ama onları da çok kısa
bir zamanda tekrar yerlerine, evlerine iade edeceğimizi söyleyebilirim. Ama
bunun hakkında kati bir tarih veremem.
43
Her gün bütün Türkiye'nin, bütün yurdun dört köşesinden haberler
alıyoruz. Daha sakin ve nomıal bir düzene geçtiğimiz zaman onları Ankara'ya
getirteceğiz.
SORU: Uygulanan ekonomik istikrar programının, sizin de işaret ettiğiniz
gibi enflasyonu hızlandırdığı, üretimin düşmesi ile aksayan bazı sonuçları
oldu. Acaba Milli Güvenlik Konseyi, programı aynen uygulayacak mı? Yoksa
bu aksayan yönlerini yeniden gözden geçirecek mi?
CEVAP : Bir program tespit edilmiş ve bir yolq girilmiş. Bu yolda
yürünüyor. Bu yolda çıkacak ufak tefek engellerin aşılması !çin gayret sarfe­
dilecek. Ama büyük bir engel, karşımıza büyük bir duvar çıkmadığı sürece bu
ekonomik programdan ayrılmayacağız. Ve alınan bu tedbirlerin aksayan
tarafları olursa, bunların giderilmesi için her türlü.gayret smfedilecek.
SORU: Milli Güvenlik Konseyi'nin beş üyesinin yemin etmelerine ilişkin
haberler vardı basında . Bu yemin hangi yemin olacak? Bir parlamenter yemini
olacağını zannetmiyorum. Yeminin şekli ve amacını, nedenini söyleyebilir
misiniz?
CEVAP: Her halde onu siz de göreceksiniz, duyacaksınız. Şimdi yanımda
olmadığı için okuyamayacağım. Tabii parlamentoda yapılan yemine benzer bir
yemin olacak. Tabii, aym olmayacak.
SORU: Ne gün yemin töreni efendim?
CEVAP : Perşembe g_ünü.
SORU : Cumhurbaşkanı seçimi turlarının mevcut sistemde aksadığı
görüldü. Yeni bir Anayasa hazırlanacağı veya Anayasanın aksayan yönleri
düzeltileceğine göre, cumhurbaşkanı seçiminin süratle yapılmasını sağlayacak
yeni bir düzenleme söz konusu mudur?
CEVAP : Çok iyi bir noktaya temas ettiniz. Demokratik ülkelerde biliyorsu­
nuz, cumhurbaşkanlığı seçimi, vaktiyle bizde olduğu gibi tıkanmış ama her
ülke buna çare bulmuş. Bizde bu çare maalesef bulunamamış. Çünkü iyiniyeıe
dayanılarak yapılmış. ama her şeyde iyi niyet kafi gelmiyor. Bazı müey­
yidelerin konması lazım. Yakında biliyorsunuz, Yunanistan 'da bir seçim
yapıldı ve üç oturumda eğer seçilemezse, meclisfeshediliyordu. Buna benzer,
bunun aynı demiyorum ama bir usul getirilmek suretiyle cumhurbaşkanlığı
seçiminin böyle uzun sure bekletilmeden kısa zamanda yapılmasım sağlayacak
kanuni tedbirler alacağız. Ayrıca, Milletvekillerinin de istedikleri zaman Mec­
lise gelip istedikleri zaman gitmeleri veya yoklamada bulunduktan sonra ayrılıp
gitmeleri gibi üzücü ve milletin nazarında hoş görülmeyen kısımları
düzenleyecek tedbirleri de almak niyetindeyiz.
SORU: Bazı liderler hakkında suç duyuruları ve kanıtları olduğu öne
sürülüyor. Bu konuda ne dersiniz?

44
CEVAP : Biz bu suç kanıtlarında hiç kimseyi ayrı tutmadık. Kanun na­
zarında biliyorsunuz herkes eşittir. Eğer herhangi bir parti lideri bu suçu
işlemişse, elbette kanun karşısında o da hesabını vermek zorundadır. O
bakımdan bir ayırım yapmadık.

SORU : İlkokullar açıldı. Orta dereceli okullar öğrenime başlamak üzere.


Acaba öğretmenlerin tüm çocuklara aşıladıkları fikirleri yeniden aşılamamaları
için bir önlem alınacak mı? Aynı öğretmenler görevlerine devam edecekler mi?

CEVAP : Halen mevcut öğretmenlerimiz, bundan evvelki dönemlerde


oldu-ğu gibi aşın uçların birer maşası olmadıkça ve Atatürk ilkeleri
doğrultusunda görev yaptıkça hiç kimseye bir şey yapılmayacaktır. Vaktiyle
suç işlemişler hariç. Bunların içerisinde maalesef terörist olanlar da çıkmıştır.
Terör odaklarına yataklık yapanlar da. . Elbette bunlar hakkında işlem
yapılacak. Fakat. falan derneğe üyedir, kayıtlıdır da diyerek kimseye birşey
yapacak değiliz. Yeter ki suç işlemiş olmasın. Zaten dernekler kapatıldığına
göre, bu da mevzubahis olamaz. O bakımdan, öğretmenlerimizin
çoğunluğunun tertemiz oldu-ğwıa hepimiz inanıyoruz. Hepimizi yetiştiren on­
lardır. Ve ne zaman görsek ellerini öperiz, bizi yetiştirdikleri için. Ama buna
layık oldukları sürece .... Elbette onlar görevlerinin başında kalabilir. Buna
layık olmadığı sürece de bu tertemiz çocuklarımızı zehirlemelerine,
aşılamalarına da firsat vermeyeceğiz.

SORU : Kurucu Meclis nasıl oluşturulacak? Kurucu Meclise hangi kuru­


luşlardan ne şekilde üye seçilecek. Bu konuda bir çalışma var mı?

CEVAP : Kurucu Meclis seçimi için ilkeleri tespit etmekteyiz. Ve biter bit­
mez, bu ilkelerin tespiti biter bitmez, hem kamuoyuna, hem de kıymetli
basınımıza açıklanacaktır. Ama şu anda Kurucu Meclis üyeleri şu tarzda
seçilecektir, buralardan üye alınacaktır gibi henüz bir karara varmış değiliz.
Bunların üzerindeki çalışmalarımız sürdürülmektedir. Demin de ifade ettiğim
gibi bitince sizlere tabii muhakkak bilgi vereceğiz.

SORU : Sözlerinizden devri sabık yaratmayacağınız izlenimi aldım.


Yamlıyor muyum?

CEVAP : Devri sabık defneye/im de buna, o tabiri kullanmayalım da, geç­


miş dönemlerde memleketin bu hale gelmesi için gösterilen geniş müsamaha,
kanunları uygulamama ve adamsendecilikten memleketi kurtaracağız.

SORU : Ülkenin normal demokratik düzene geçebilmesi için yapılması ga­


reken çalışmalarınız sizce ne kadar süre içinde tamamlanabilir? Türkiye'deki
bu hareket çeşitli komşularımız tarafindan ne şekilde karşılanmıştır? Özellikle
İran'ın bu konudaki tutumu nedir?

CEVAP : zannediyorum ve bundan evvelki konul"lQmda da değinmiştim.


45
Bu normal düzene ne zaman geçeceğiz konusunda, böyle bir takvim yaparak,
bir binanın yapılmasında olduğu gibi, filan güne kadar, filan katta beton
dökülecek.filan günü demiri döşenecek gibi bir program yapmanın mümkün
olmadığım takdir edersiniz. Onun için normal düzene geçiş konusunda
mümkü11 olan en kısa sürede dedim. En kısa sürede geçeceğiz.
Bu hareketin komşularımız üzerinde bıraktığı intibaa gelince; gerek dünya
devletlerinde gerek komşularımızda büyük bir tepki görülmedi. Bunu anlayıŞla
karşıladıklarını zannediyorum. Çünkü bu bizim iç meselemizdir. Ve bu iç me­
selemizden dolayı da dış politikamızı değiştirecek değiliz. Gelmiş geçmiş
bütün hükümetler devri11de sürdürü/e11 dış politikamız yine devam edecektir.
Dostumuz ve komşumuz İra11'a gelince; İran ile ilişkilerimiz tarih boyu11ca
daima en iyi şekilde devam etmiştir. Ve yine hepimizin bileceği gibi İran Dev­
rimilıi biz, İran'ın bir iç işi olarak kabul ettik ve onlarla ilişkilerimizde hiçbir
aksaklığa meydan vermeden, elimizden gelen bütün yardımları yapma çabası
içinde bulunduk.
Dost İran'ın da bizim bu hareketimizi, Cumhuriyeti koruma ve kollama har­
eketimizi olgunlukla ve anlayışla karşılayacağına inanıyoruz.
SORU : Kurucu Meclis kurulacağından bahsettiniz. Burada Anayasa,
Seçim Kanunu, Partiler Yasası gibi ana kanunların da değiştirileceğini veya
yeniden yapılacağım beyan buyurdunuz. Acaba bu yasaları, kurulacak olan
Kurucu Meclis mi yapacaktır, yoksa Kurucu Meclis kurulup da bu yasalar da
yapılmış ve tarafınızdan ilan edilmiş olacak mıdır?
CEVAP : Elbette Kurucu Meclis kurulduktan sonra yapılacaktır. Çünkü,
Kurucu Meclisten evvel Seçim Kanunu, Partiler Kanunu ve Anayasayı
hazırlamış olsaydık, Kurucu Meclise zaten gerek kalmazdı. O zaman doğrudan
doğruya seçimlere giderdik. Mesele kalmazdı. Onun için Kurucu Meclisten
sonra bunu yapacağız.

YABANCI BASININ SORULARI

SORU : Türk-Yunan ilişkilerinin şimdiki durumunu nasıl değerlen­


diriyorsunuz? Geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?
CEVAP : Çok yakın komşumuz ve dostumuz, aynı ittifak içinde bulun­
duğumuz Yunanistan'la ilişkilerimizde bazı kopukluklar olmuştur. Bundan ev­
velki hükünıetler döneminde de bu kopuklukların giderilmesi için Türkiye iyi
niyetle daima yaklaşımda bulunmuştur.

46
Bizim dönemimizde de Türk-Yunan ilişkilerinin daha iyiye gitmesi ve Yu­
nanistan'ın NATO ittifakına dönmesi için her türlü gayret_gösterilecek, ama bu
gayretin dostumuz, komşumuz Yunanistan tarafından da aynı şekilde
gösterilmesini ümit etmek istiyoruz.
SORU : Sayın General, Milli Güvenlik Konseyi'nin herhangi bir üyesi ya
da Genelkurmay'dan herhangi bir kişi bu hareketi yapmadan önce Birleşik
Amerika ile istişarede bulundu mu?
CEVAP : Sureti katiyede hayır. Ancak, bu soruyu niçin sorduğunuzu
biliyorum. ABD'nin buradaki Yardım Kurulu Temsilcilerinden aldığı bir haber
üzerine, ABD'deki bazı ajanslarda, Türkiye'deki bu harekatın başladığı, erken
saatlerde verildi. Buna istinaden bizde, böyle bir haberin onlara aktarıldığı iz­
lenimi doğdu, daima bunlar soruldu.
Bu hareketi ilgililerden başka kimse bilmiyordu. Hatta şunu söyleyebilirim,
eşlerimiz ve çocuklarımızd ahi bundan habersizdi. Diyecekler ki, "Pekala nasıl
haber aldılar? " Amerikan Yardım Kurulu Başkanlığı'nın bulunduğu binanın
yakımna 11 Eylül akşamı tank birlikleri gelince, bundan şüphelenmiş olabilir­
/er. Nitekim, bu şüphelenmeden mütevellit "Bu tanklar buraya niye geldi" diye
de sordular. Biz de "Bir tatbikatımız var, NATO tatbikatı başladı, bugün
1 1 1nde başladı, onun için geldi" diye kendilerine bilgi verdik. "Merak etme­
yin, bu bir tatbikattır, tatbikat dolayısıyla geldi" dedik. Verilen haber budur.
Yoksa böyle bir harekatın yapılacağı hiçbir zaman kendilerine duyurul­
mamıştır, harekat başlamadan evvel.
SORU : Sayın General, demokrasiye ne zaman döneceksiniz?
CEVAP : Demokrasiye dönüş için demin arkadaşlarım da sordular "Bir ta-
· rih verebilir misiniz?" diye. Zaten biz demokrasiyi ortadan kaldırmış değiiz.
Bunu burada bilhassa belirtmek isterim. İşlemeyen demokrasiyi, bozulmuş
demokrasiyi tekrar demokrasinin diğer kaideleriyle birlikte getirmek için bu
harekatı yapmak zorunda kaldık. Eğer tarihimizi tetkik ederlerse, görürler ki,
Türk Silahlı Kuvvetleri Türkiye'de daima demokrasinin kuvvetlenmesi için
girişimlerde bulunmu.ştur. Aksi hareketi yoktur.
Demokrasi demek, her isteyenin her istediğini yapabilmesi demek değildir.
Bunu herhalde kabul ederler. Biz o hale dönmüştük.
SORU: Özetlemeniz mümkün mü? Yönetiminiz terör ve şiddet konusunda
ne gibi önlemler almayı düşünüyor? İktisadi konularda ne gibi önlemler almayı
düşünüyor? Ve ayrıca sivil bir hükümet kurmayı düşünüyor musunuz?
CEVAP : Türkiye'de bulunan vatandaşların en çok mutazarrır oldukları, en
çok şikayet ettikleri husus anarşi ve terör olaylarıdır. Bu terör ile mücadelede
normal ve sulh zamanına göre hazırlanmış kanunlar ile mücadele etmenin

47
güçlüğü ortaya çıkn. Bunlarla mücadele için yapılması tazım gelen, kanunlarda
yapılması ldzım gelen değişiklikleri biz defalarca hükümete, parlamentoya ve
Cumhurbaşkanı 'na ilettik. Bunlarla mücadele için kanunlarda çeşitli düzenle­
meleri yapacağız ve aynı zamanda mahkemelerin işleyişine hız getireçek ted­
birleri ala.cağız.
İzleyeceğimiz ekonomik politika için bir soru sordular. Zannediyorum,
şimdi okuduğum metinde ve de biraz evvelki arkadaşımın sorduğu soruda da
bu vardı. Şimdi izlenmekte olan ekonomik politika aynen yürütülecektir.
Sivil idareye geçişe gelince; bunu da yine bir arkadaşım sormuştu. Sivil
idareye geçiş için şimdi bir zaman vermem mümkün değil. En kısa zamanda
yapılması ve Silahlı Kuvvetlerimizin asli görevine tekrar dönmesi için her
türlü gayret satfedilecektir. Bu hafta içerisinde hükümeti teşkil ederek yürütme
görevini ona devredeceğiz.
SORU : Türk ekonomisinin büyük güçlükler içinde bulunduğunu belirtti­
niz. Bilinmektedir ki, ulusal bütçenin üçte biri Silahlı Kuvvetlere harcanmak­
tadır, bu yönde bir kısıntı yapmayı düşünüyor musunuz?
CEVAP : Doğrudur, üçte biri değil ama ona yakındır. Bütçenin büyük bir
kısmıının Silahlı Kuvvetlere gittiği doğrudur. Ama bizim stratejik konumumu­
zu gözönüne getirirseniz, bu kadar büyük ordu bulundurmamızın zaruretine
herhalde siz de inanırsınız. Eğer Silahlı Kuvvetler modernize edilir, modern si­
lah ve malzeme ile teçhiz edilirse, elbette daha kudretli ve kuvvetli bir ordu çok
daha küçük bırakılmak suretiyle görevini yapabilir.
Silahlı Kuvvetleri azalmıadan, her sahada olduğu gibi diğer bütün sahalarda
olduğu gibi Silahlı Kuvvetlerin diğer bölümlerinde de tasarrufa azami riayet
edilecek. Binaenaleyh bu sıkıntıdan çıkmamız için elden gelen bütün gayret
saıfedilecektir. Nerelerden bu tasarrufun yapılabileceğini, bütün sektörleri ta­
ramak suretiyle çıkaracağız ve her sah.ada tek vatandaştan en büyük kuruluşa
kadar her türlü tasarrufa riayet edilmesini sağlayacağız.
Akşam hükümet çalışmalarına geç saatlere kadar devam ettik. Fey­
zioğlu'nun Başbakanlığa getirileceği haberi duyulmuş, etraftan aleyhine kam­
panyalar hemen başlamışu. Hükümette Adalet Partisinden ve Cumhuriyet Halk
Partisinden görev alacak ikişer Bakanı seçme kararını daha evvel almışuk. Bu
karara dayanarak bizimle çalışabilecek ve sivri olmayan isimler üzerinde dur­
duk. Adalet Partisinden son dönemde Sosyal Güvenlik Bakanlığı yapmış olan
ve benim yakinen tanıdığım aynı zamanda hemşehrim olan Sümer Oral'a yine
aynı Bakanlığı vermeyi düşündük. Kendisini çağırdım ve muvafakaunı almak
istedim. Başbakanın kim olacağını sordu. Feyzioğlu cevabını aldıktan sonra
yarına kadar müsaade istedi, peki dedim. Müsaade istemesinin sebebi Gelibo­
lu'da bulunan Süleyman Demirel'in muvafakaunı almak olduğunu sonradan

48
öğrenince canım sıkıldı. Demirel, Turhan Feyzioğlu'nun Başbakan olacağını
öğrenince görev almamasını söylemiş. Ertesi gün gelip özür dilediğinde kendi­
sine, Demirel'e müracaat etmekle hata işlediğini, eğer ilerde onların tekrar parti
başkanlığına geleceğini düşünüyorsan hata ediyorsun dedim.
Bu olay bana iki partiden alınacak Bakanlarla koalisyon şekiinde kurulacak
hükümette işlerin yürütülemeyeceği, her önemli ka,rarda liderlere başvuracak­
ları izlenimini verdi. Bundan dolayı da yavaş yavaş bu fikrimden vazgeçmeye
başladım.
Devlet Bakanı olarak Cumhuriyet Halk Partisinden Orhan Eyüboğlu'nu uy­
gun görmüştük. Kendisi ile yaptığımız konuşmada bu görevi bir memleket
meselesi kabul ederek peki dedi.
Cumhuriyet Halk Partisinden Cahit Karakaş'a da evvelce Bayındırlık Ba­
kanı olarak görev yaptığından dolayı aynı görevi vermek istediğimizi araya
başka birini sokarak sordurduk, o da kabullenmedi. Niçin kabul etmediğini bi­
lemiyorum. Zennederim o da Feyzioğlu ile çalışmak istemedi.
Bugün yine geç saatlere kadar Bakanlar Kurulu teşkili çalışmaları ile
meşgul olduk. Zira bugünkü basın toplantısında sorulan bir soruya karşılık ve­
rirken Bakanlar Kurulunun bu hafta sonuna kadar ilftn edilebileceğini
söylemiştim. Verdiğim sözü yerine getirmem gerekirdi. Daha ilk günlerde ya­
lancı duruma düşmek istemezdim. Bu işin ne kadar zor olduğunu müteakip
günlerde daha iyi anladım ve rahmetli İsmet İnönü'nün bu konuda
söylediklerini hatırladım.

17 EYLÜL ÇARŞAMBA

Bugünkü bütün gazeteler dünkü basın toplantısından bahsediyorlar. Hepsi­


nin ittifak ettiği husus; toplantının çok başarılı olduğu idi. Bu konuda
yazılanlardan birkaç örneği buraya koymakta yarar görüyorum.
"1960 ve sonrasının ihtilal yönetimi basın toplantılarında bulundum. Bir
gazeteci arkadaşımızın _tokat/anışını daha meslek hayatımın ilk yıllarında
dehşetle ve ibretle gördüm. 21 Mayıs öncesi Talat Aydemir'in daha darbe
teşebbüsünde bulunmadan, konuşmalarını dinledim. Nasıl da gürlüyor,
esiyordu. 12 Mart'ı ve sonrasını da gazeteci olarak takib ettim.
Dahası ... Albaylar cuntası döneminde Atina'da bulundum. Papadopu­
los'un basın toplantısına katıldım.

49
Ve dün, Orgeneral Sayın Kenan Evren'in basın toplantısındaydım.
Devlet, Milli Güvenlik Konseyi ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan
Evren'in ..... Statüsü gereği, imzaladığı bir metin kanun ... Bir sözü - yerine
getirilmesi zorunlu - buyruk olan Evren'in sergileyeceği görümüyü doğrusu
merak ediyordum. Ankara'yı adeta istila eden yüzlerce yabancı gazeteciyi
düşünüyor, biraz da endişe ediyordum.
Frenklerin bir sözü vardır, "İlk intiba, en iyi intibadır" derler. Biliyordum
ki, Sayın Evren'in bu ilk basın toplantısında çizeçeği imaj, kolay kolay silin­
meyecek, yeni yönetim altında nasıl bir Türkiye oluşacağı yolundaki
düşüncelere ilk eskizleri sunacaknr.
Ba$ın toplantısından ayrılırken, geleceğe çok daha iyimser bakabileceğimizi
düşünüyordum.
12 Eylül olayı, ne yakm Türkiye tarihinin diğer müdahaleleri ile kıyaslana­
bilirdi, ne de bir Yunanistan yahut bir diğer ülkedeki askeri müdahale olayıyla.
Başbakanlıkta, basın toplantısının yapılacağı salon hiç de asker ve subay
dolu değildi. Oysa eski basın toplantılarını hatırlıyorum, neredeyse
gözeteciden çok asker ve subay olurdu.
Sadece basın toplantısının ihtiyaç gösterdiği kadar bir görevli kadrosu
vardı, o kadar.
Ortalıkta, işgüzarlıkla, gayretkeşlikle dolaşan, gazetecilere olur olmaz
müdahalelerde bulunanlar da yoktu. Oysa son 20 yılda bunun örneklerini
görmüştük. Demokrasinin askıya alındığı batı ülkelerinde de öyle.
Ve Orgeneral Sayın Evren'in konuşması da ortamdaki bu uygar görüntüyü
tamamlar nitelikteydi.
"Gerçekçi tesbitler, Demokrasiyi hedef alan çözüm. Kararlı, tutarlı ve planlı
uygulamalar. Ve bütün bunları saran ölçülü bir hoşgörü."

YABANCI BASIN

Evet Ankara yaban_cı gazetecilerin istilası alnnda. ·Önceki gece Ankara Ote­
li'nde öbek öbek toplamp, 1 2 Eylül Harekatını tartışan yabancı gazetecilerin
kafalarında da herşeye rağmen bir soru vardı:
"Bu bir askeri darbe miydi? Demokrasi kaldırılmış, Türkiye bir cunta
yönetimine mi girmişti!"
Gerçi, ne konuştukları kimselerden böyle bir intiba alıyorlardı, ne de Anka-
50
ra'nm çok daha rahatlamış, gerginliği, dehşeti atmış yeni görüntüsü öyle bir
intiba 'Veriyordu.
Tersine ...
Türkiye insam sanki bir kabustan uyanmış gibiydi.
Ama yabancı gazeteci/er kafalarındaki tereddütleri asıl dünkü ilk basın
topla11tıs111da Devlet, Milli Güvenlik ve Ge11elkurmay Başkam Orgeneral Sayın
Kena11 Evre11'i dinledikten sonra amlar.
(tabii, komünist olmayan herkesifaşist sayma saplantısında olanlar hariç)
Orgeneral Ke11an Evren açık açık şöyle diyordu.
"Hareketimizi sakın, tarihteki askeri darbeler gibi görmeyin. Demokrasi
kaldmlmamıştır. Demokrasinin daha iyi işlemesini sağlayacak bjr ortamın
tees-süsü için müdahalede bulunulmuştur. Zaten Türk Silahlı Kuvvetleri,
yak111 tarihe bokmız, hep demokrasiyi kuvvetlendirmek için müdahalelerde bu­
lunmuştur.
Orgeneral Evren, bir başka gazeteciye ise hedefler gerçekleştirildikten son­
ra, mümkün olan süratle sivil yönetime geçileceğini, ordunun asli görevine
döneceğini söyluyordu.
Yabancı basmda, "Liderlerin sürgüne mi gönderildikleri" yolunda te­
reddütler vardı. O tereddütleri ise Orgeneral Evren şöyle giderdi:
"Siyasi parti liderleri gözaltında değillerdir. Güvence altındadır/ar. Kendile­
rine karşı bazı taşkmlıkların yapılabileceği düşünülerek güvenceye alınmış­
lardır. Sakin bir ortam sağ/andıktan sonra evlerine iade edilecek/erdir. Ankara'
ya geleceklerdir. "

KADiFE ELDiVENiN iÇiNDE NE VAR ?

Evet Orgeneral Sayın Evren Türkiye ve dünya kamuoyuna elini dün kadife
eldiven içinde uzattı. Dünya ve Türkiye kamuoyu kadife ile temas etti. Ama, o
eldivenin içinde demir bir yumruk var.
12 Eylül Harekdtı , öyle görünüyor ki, planlı_ ve o planın uygulanması için
kesin kararlı.
Taviz yok.
Türkiye'nin önünde yeni bir devre açıldığını söyleyebiliriz.
Bu hafta hükümet ilan edilecek. Sonra bir geçici anayasa yürürlüğe giriyor.
51
Daha sonra Kurucu Meclis seçilerek göreve başlayacak. Yeni anayasa hazırla­
nacak. Siyasi partiler, seçim kanunu ve diğer bazı yasalarda değişiklikler
yapılarak, demokrasinin daha iyi işleyeceği bir hukuk ortamı oluşturulacak.
Bu arada kimsenin şüphe etmemesi gereken bir gerçek şu: Şiddet
örgütlerinin üzerine -hiç müsamahasız gidilecek. Önümüzdeki günlerde ibret
levhalarımn sunulması kimseyi şaşırtmamalıdır.
Kamu vicdanının süratle tatmin edileceği infazlar.... Adalet kılıcımn yeni
şiddet suçlarmın işlenmesini önleyici caydırıcı bir süratle işlemesi.
Beklenen bu.

Ve bir şey daha, ekonomi politikası aynı doğrultuda sürecek. Orgeneral


Sayın Kenen Evren, bunu açıkça söyledi, hem yerli, hem yabancı basma.
Yani istikrar programı hiç kesintisiz devam ediyor.
Bu karar da yeni yönetimdeki sağduyunun bir diğer işareti.
Kısacası geleceğin Türkiyesi için dün çizilen ilk eskizler olumlu. Herkesin
özlemi, herkesin dileği olan bir yöneliş sergileniyor.
Bu son şansı iyi değerlendirelim. "
Güneri CİV AoGLU, Tercüman, 1 7 Eylül 1 980

"Ne kadar çok gazete, ne kadar çok ajans ve ne kadar çok gazeteci vamıış!
Dün devlet Başkanı Sayın Kenan Evren Paşa'nın basın toplantısında ilk
önce kendi meslektaşlarımızla tanıştık, ne zamandan beri görmedik/erimizi ora­
da gördük, koskocaman salon sanki birden bire küçülüverdi, içerideki kadar
gazeteci de dışarıda kaldı ....
Saat tam JO'da salona ilk önce Konsey Üyeleri; Kara, Deniz, Hava, Jan­
damıa Komutanları ile Konsey Genel Sekreteri girdi. Dört komutan yan yana
oturdular. Genel Sekreter Saltık Paşa ise Konsey üyelerinden ayrı olarak
kürsünün sol tarafında yerini aldı. iki, üç dakika sonra da protokol müdü­
rünün "Sayın Devlet Başkanı " şeklinde yüksek sesle yaptığı anonsun arkasın­
dan Konsey Başkanı Orgeneral Kenan Evren salona gelip basın mensuplarını
selamlayarak yerine oturdu. Bu andan itibaren/oto muhabirleri, yerli ve ya­
bancı kameramanların çalışırken çıkardığı sesler salondaki gürültüyü bir hayli
arttırdı. Başkan birkaç dakika gürültünün sona ermesini bekledi. Basın- Yayın
52
Genel Müdürü de seslerin kesilmesini temin ettikten sonra Evren Paşa, yazılı
konuşmasını okumaya başladı.
Devlet Başkam konuşmasında, silahlı kuvvetlerin neden yönetime el koy­
duğunu izah ediyor, ordunun cumhuriyeti, kollama ve koruma görevini yerine
getirdigini söylüyo_rdu. Saym Başkan basın topla11tısmda e11 kısa zamanda or­
dunun gerekeni yaparak kışlasına döneceğini belirtiyor, bunu üstüne basa basa
tekrarlıyordu. Toplantıda ayrıca hükiimetin bu hafta içinde açıkla11acağı, geçici
Anayasa hazırlanacağı, kurucu meclis toplanacağı belirtiliyordu.
Metin okunmasmdan sonra sorulara geçildi. İlk önce, baslll mensuplarının·
soru somıak için bir çekingenlik içinde oldukları görüldü; ortalığı bir sessizlik
kapladı, herkes birbirinin yüzüne bakarak bir bekleme devresine girdi.... Daha
so11ra sorular birbirini takip etmeye başladı. Başkanın büyük bir samimiyetle
ve "babacanca" soruları cevaplaması gazetecileri de rahatlatmıştı. Sorular için
verilen 15 dakika biterken bir çok gazetecinin üzerinden çekingenlik gitmişfa­
kat sualleri ellerinde kalmıştı. 15 dakika dış basına ayrıldı, dış basın da ra­
hatlıkla suallerini sordu ve istedikleri cevabı aldı.
Baslll toplantısı biterke11 kameramanlar.foto muhabirleri Konsey üyelerini
başkanları ile birlikte çekmek istediklerini belirtti. Sayın Evren, "Gayet ta­
bii... " diyerek 1 O dakikaya yakm kürsüde gazetecilerin bu arzusunu yerine ge­
tirdi.
Baslll toplantısmdan çıkarken herkes birbirine "Nasıl buldun, sen ne diyor­
sun?" gibilerden sualler sorarak havayı öğrenmeye çalışıyordu. Hava çok iyi
idi, yerli yabancı bas111 tatmin olmuştu, bugün için sorulacak her suali sormuş
ve cevabını almışlardı.
Bu hafta içinde hükümet açıklanacaktı, önümüzdeki hafta da kumcu meclis
.
çalt§maları hız kazanacaktı. Herşey büyük bir açıklıkla halkın önünde yapılıyor
ve yapılacak her şey büyük bir açıklık ve samimiyetle kamuoyU1ıa duyuruluy­
ordu.
Tek kelime ile basm toplantısı çok açık, samimi ve sımsıcaktı. "
Erol DALLI, Tercüman, 1 7 Eylül 1980

"Duyuyor musunuz Danıştay üyeleri? ....


Kenan Evr.en 'in söylediklerini duyuyor musunuz Anayasa Mahkemesi
üyeleri? ....

53
Çocuklarımızı bu hale getiren bir takım üniversite profesörleri, duyuyor
musunuz?
Ve diğerleri!... Devlet Başkanının söylediklerini duyuyor musunuz?
Sokaktaki sade vatandaşa değil bu sözler...
Ekmek parasından gayrı hiç bir şey düşünmeyen tertemiz Türk işçisine ve
ülkenin efendisi Türk köylüsüne değil bu sözler.....
Okul ve tahsil derdine düşmüş milyonlarca günahsız çocuğa ve gözyaşları
'dinmeyen milyonlarca anneye babaya değil bu sözler...
Size söylüyor size ...
Duymuyor musunuz?.
Pekdld duyuyorsunuz..
Ama hd/a orada oturuyorsunuz.
Üstelik "konseye bağlılık" mesajları yayınlıyorsunuz.
'Zannettik ki, istifa edersiniz.
'Zannettik ki kendinizi feshedersiniz.
Aldanmışız..
Sizi oraya getiren Anayasa 'nın değişeceği, radyolardan gümbür gümbür
ilan edilirken, bu ne sabır ve bu ne tahammül? ... Braw; doğrusu.
*

Hakim beyefendiler! ...


Biz bunları söyledik, buna benzer ldfları ettik diye, tam 10 yıl Adliye kori-
dorlarında süründük .. Toplam 28 yıl hapsimiz istendi...
Şimdi ne olacak?
Düşecek mi bizim davalar?
Yaa efendim, aksi gibi dokunulmazlığımız falan da yok.
*

İşte Bakırköy savcısı ... Ve savcıları! ... DİSK dosyasını hazırlamışlar ve


"kapatılması " teklifiyle çoktan Adliyeye vermişlerdir.
Ama, mahkeme, davayı tam 4 ay sonraya talik etmiştir.
Niçin?
Bu kadar mühim, böylesine acil bir mesele, niçin 4 ay s.onraya talik? ....

54
Bakırköy savcıları, ölüm tehlikesiyle ve devamlı tehdit altında
yaşıyorlarmış ne gam ? ... Hdkim beyin huzuru ve sağlığı yerinde ya... Mesele
yok.
Biz, bugünlere böyle geldik işte..
Kenan Evren'in söyledikleri, her hukukçunun ve her profesörün, başucuna
bir mukaddes kitap gibi asılacak cinsten sözlerdir:.
Öpüp öpüp başlarına koysunlar.
Vazgeçtik istifalarından.. "
Rauf TAMER, Tercüman, 17 Eylül 1980

"Hiç kuşku yok ki, Orgeneral Evren'in deyimiyle "12 Eylül Harekdtı"nın
ana amacı şu cümlenin içinde yatıyor:
"..... Milli Güvenlik Konseyi demokratik-düzen ve rejimin şimdiye kadar
sağlıklı bir biçimde işlemesine imkan vermeyen tüm engelleri, bir daha böyle
bir müdahalenin yapılmasına lüzum bırakmayacak şekilde kaldırmaya ka­
rarlıdır.. "
Bu cümlenin içeriği, geçmişin deneylerinden büyük ölçüde yararlanıldığını
gösteriyor. Bir daha böyle bir müdahalenin yapılmasına lüzum bırakmayacak
şekilde bir partinin veya birkaç partinin eğilimlerine göre değil, ülkenin
koşullarına göre yasal düzenlemeler yapılacağını açıkça vurguluyor.
Haklıdır da. Çünkü 1960 ihtilalini yaşayanlar çok iyi bilirler. O sırada bir
İsmet Paşa vardı, bir CHP, İhtilal idaresi DP'yi kapattı, CHP'yi alabildiğince
serbest bıraktı, hattd eylemlerine, işlemlerine bu partinin ağırlığını koymasına
müsaade etti. Ne oldu? .. Şu oldu; 1960'da Türkiye'ye yeni bir düzen getir­
mek için açılan Kurucu Meclis'e giren üyelerin yüzde 99'u CHP eğilimliydi,
hattd CHP'li idi, anayasada diğer kanunlar-da, düzenlemeler de CHP'nin
ağırlığı altında hazırlandı ve uygulandı.
12 Eylül Harekatı, bir partiyi yanına alır görünmemiş, aksini yapmıştır.
Harekatın ana amaçlarını altı madde üzerinde özetleyen Orgeneral Evren'in
son cümlesi ise geleceğe dönük bakışlarımıza ışık tutar mahiyettedir:
".... Nihayet makCd bir sürede yasal düzenlemeleri tamamladıktan sonra si­
vil idareyi tesis etme�....
"

Yine Evren'in açıkladığına göre, anayasa değişecek, seçim Kanunu


hazırlanacak, Siyasi Partiler Kanunu tekrar ele ahnacaktır.
55
Sorumuz üzerine Orgeneral Evren bütün bu yasal hazırlıkların bir Kurucu
Meclis tarafından hazırlanacağını açıkça ifade etmiştir. Bu, demokrasiye
geçişte ilk önemli adımdır ve nihayet, siyasal nitelikteki bir meclis eliyle de­
mokrasinin rayına oturtulacağının ilk işaretidir. Asker yöneticiler ilk aşamada
bugün üzer/erinde taşıdıkları yasama gücünü Kurucu Meclis'e devretmiş ola­
caklardır.
Hükümet- Evren'in açıklamasına göre - bu hafta ildn edileceğine göre,
asker yöneticiler yürütme organım da başka bir kadroya aktarmaktadırlar. Ha­
rekfinn beşinci günü bunlar olumlu işaretlerdir.
Yeni Kurucu Meclis'in kimlerden ve nasıl oluşacağı üzerinde de hazırlıklar
yapılmaktadır. Eğer geçmiş deneylerden sonuç çıkarılırsa ye11i Kurucu Mec­
lis'i11 bir siyasi eğilime göre tern'ple11memesi, hemen her siyasi görüşü kapsa­
ması, ayrıca sadece meslek kuruluşlarından ya da bürokratlardan gelecek
üyelerle donanlıp kısır çerçeve içinde düze11lendiği izlenimini vermemesi ge­
rekmektedir
O nedenlerle yeni Kurucu Meclis'e son derece ağır ve tarihi bir sorumluluk
düşmektedir. Türk Devletini yıkıntıdan kurtaracak yasal önlemlerin yanı sıra,
bu Kurucu Meclis'in devleti yapacak tüm yasal mekanizmayı hazırlaması zo­
runluluğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Dış ve ekonomi politikasında bir yıl öncesinden başlatılıp düzenlenen gidiş
değişmeyecektir. Bu iki ana konuda da Orgeneral Evren son derece dikkatli
durmuştur. Ekonomide dünün önlemleri sürecektir ama, "eğer ö11ümüze bir
duvar çekilirse''. işte o zaman yeni yönetimin gerekli yeni düzenlemeleri yap­
ması gibi açık bir tutımı Evren tarafmdan dosta düşmana duyurulmuştur.
Batı, eğer gerçekten Türkiye'11in varlığına gereksinme duyuyorsa, yeni
yönetimin açık yüreklilikle sürdürmeyi kararlaştırdığı bu eko11omik düzeni
başarıya ulaştıracak yardımları aksatmamalıdır. Orgeneral Evren'in "Önijmüze
duvar çıkmazsa" diye özetlediği durumu11 içeriğinde bu dikkati çekmenin bu­
lunduğunu göımemek için kör olmak lazımdır.
Orgeneral Evren okuduğu metnin dışında sorulara verdiği cevaplarda 12
Eylül Harekfinnuı ana amacı üzerinde son derece berrak açıklamalar yapmışnr.
Evren'in üzerine basarak ifade ettiği "Demokrasi kaldırılmadı " cümlesinin
ardından gelen açıklamalarına göre ordu, raymdan çıkmış, hürriyetlerin
hürriyetsizlik için kullanılmaya başladığı ldçkalaşmış bir demokratik bünyeyi
bu dertten kurta1mak için müdahale etmiştir. Devleti kemiren her türlü hastalık
tedavi edilecek sonra ülke tekrar sivil yönetime iade edilecektir. Türk ordusu­
nun tarihindeki bütün müdahaleler aslında bu ana amaç için
gerçekleştirilmiştir. Evren bu cümleleri, ordunun geçmişi bugünün garantisidir
demek için kullanmlştır:
56
Basın toplantısında son derece rahat konuşan, soruları ustalıkla ve açıklıkla
cevaplayan Evren'itı bir cümlesini bugünden gelecege dönük bir teminat ola­
rak kabul edelim ve tekrarlayalım:
"Demokrasi kaldırılmadı .. "
Bu sözü hiç unutmayalım."
Cüneyt ARCAYÜREK, Hürriyet, 17 Eylül 1980

"Ne yazık ki, birkaç defa okurlarımıza arzettigim sebeplerle yazılarını ha­
diselerden ancak en yakın iki, üç gün sonra çıkıyor. Bu, izalesi benim elimde
olmayan bazı sebeplerden doguyor. Bunun için tekrar özür dileyerek,
yazılarımızın biraz bayatlamış olmasını hoşgörmelerini aziz okuyucularımdan
rica ederim.
Şimde size salı günü Milli Güvenlik Konseyi ve Genelkurmay Başkanı Or­
general Kenan Evren Paşa'nm televizyonda canlı olarak takip ettigimiz basm
toplantısından başlayacagım.
Yerli, yabancı yüzlerce gazetecinin önünde açık kalple her sorulan suale
inandırıcı ve mantıklı cevap vermekle Kenan Paşa Türkiye'de, belki de
dünyada en rahat ve açık cevaplar veren ve hiçbir soruyu cevapsız bırakmayan
devlet adamı yerini aldı. Biz, televizyonda yüzlerce gazetecinin, hatta bazen
durumun agırlıgını takdir etmeden, "Ne zaman çekilip gideceksiniz?" gibi ham
sualler soranlara da o kadar sogukkanlılık ve nezaketle, hiç tereddüt etmeden
cevaplar verdi ki, bizim en büyük parti liderlerimiz bunu yapamamış olduktan
başka Amerika gibi demokratik memleketlerde de bu yapılamamıştır.
işte ben bu yazımla bu noktaya temas ederek Sayın Evren'in haddimiz ol­
mayarak hazırcevaplıgına ve ·n e yapacagını bilir bir kişi olduguna şahit olarak
şu üç vak'ayı sizlere arzetmeye lüzum gördüm.
27 Mayıs 1960'ta askeri idarenin ikinci günü İstanbul Sıkıyönetim Komu­
tam ve Milli Birlik lstanbul Grubu Başkanı sabık tabii senatörlerden muhterem
Fahri Özdilek Paşa hazretleri, Gazeteciler Cemiyeti'nde bir basın toplantısı
yapmak lüzumunu hissettiler. Bunun için bendenize müracaat ederek bunun
cemiyet salonlarında yapılmasını istediler. Konu üzerine görüştük. Kendile­
rine, yerli, yabancı bütün gazetecileri çagırmak lüzumunu arzettim. Muvafakat
ettiler. Ben:
- Fakat Paşam, bu adamlar sualler sorarlar. Ona göre hazırlıklı olmalısıniz
deyince:
- Ben Milli Birlik'in kararını almadan o suallere cevap veremem.

57
- O zaman zatıaliniz cemiyete gelirsiniz, ben sizi gazeteci/ere tanıtırım ve bir
beyanat okuyup gidersiniz! dedim ve öylece hareket edildi.
Elbette Fahri Paşa hazretleri de bunu hatırlarlar.
Amerika'da galiba ayda bir cumhurbaşkam basın toplantısı yapar ve
gazetecilerin sordukları suallere cevap verir.
Bu basın toplantılarından birinde, cumhurbaşkam, müteveffa Eisen­
hower'in gazetecilerin sordukları her suale cevap vermediğini ya işittim, ya
bir mevsak kaynaktan öğrendim. Sorulan suale cevap vermek istemeyince
cumhurbaşkanı:
- Sonra gelen! diye sıradaki gazetecinin sorularını bekliyor ve daha evvel
soru soran gazeteci de:
- Efendim, bizim soru ne oldu? diyemiyor.
Bu işin adabı ve usatü bu. Amerika da en geniş demokratik hürriyetler cari
olan bir memleket.
Üçüncüsü Milli Güvenlik Konseyi ve Genelkurmay Başkanı Kenan Evren
Paşa, sorulan suallere ne kadar tereddütsüz ve rahatlıkla, güleryüzle cevap ver­
diğini gördükçe:
- Efendim, demokrasiye ne zaman döneceksiniz? diye soranlara:
- Hangi demokrasi devrinde siz gazeteciler, hükümet üyeleri veya siyasi li-
derlerden benim kadar açık ve mülayim cevap aldınız, bana söyler misiniz?
dese acaba ne cevap verirlerdi.
Ben bu yazıları kimseyi övmek için değil, herkesin gözü önünde cereyan
etmiş olan bir vakayı tahlil ve tespit için yazıyorum. İyiniyetli ve bize daima
karşı olan bir küçük zümreden başkalarının herhalde askeri idareye yaranmak
için kalem yürüttüğüne hükmetmez/er.
Biz öylesine, �numuzu eleyip, eleğimizi kaldırmışız ki, onlardan eser bile
kalmamıştır. Siz ne diyorsunuz!
1908 Rumeli Subaylar İhtilalinden bu yana sanırım bugünkü askeri idare
dördüncü veya beşincidir. Bu defaki 27 Mayıs ve 12 Mart'tan daha esaslıdır.
Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Sayın Kenan Evren Paşa'nın ifade­
sine nazaran bu sefer Anayasa, Seçim ve Partiler kanunları değiştirilecektir.
Bunun için kurucu meclis kurulacaktır. Bunlar iki gün veya iki ay içinde
yapılabilecek şeyler değildir. Onun için Güvenlik Konseyi'ne:
- Ne zaman idareyi sivillere bırakacaksınız? suali çok erken ve mevsimsiz­
dir. "
Burhan FELEK, Milliyet, 17 Eylül 1980

58
"Ordunun yönetime el koymasından sonra yapılan ilk basın toplantısı, çok
ö11emlidir. Her milletten tecrübeli gazeteciler bu basın toplantısında başlıca iki
sorunwı cevabıro ararlar.
" - En önde görüne11 kişi gerçek lider mi?"
"- Niyeti nedir? Köklü dönüşümlere eğilimi var mı ?Denıokrasiye dönecek
mi? Ne zaman?"
Dün, iki sorunun cevabı, net olarak belli olmuştur. Anlaşılmıştır ki, 12
Eylül Harekatının sadece görünüşteki değil, gerçek lideri de Orgeneral Kenan
Evren'dir.
Evren, yerli yaba11cı 500 kadar gazetecinin doluştuğu, kısa süredefirın gibi
ısınan küçük salonda bir saatte imtihanını vermiş ve espri yaparak, el sallaya­
rak ayrılmıştır.
Özellikle yazılı metin bittikten sonra, sorulara cevap bölümünde tecrübeli
bir sivil politikacı kadar başarı sağlayan yeni devlet başkanı, kelime, kavram
ve konulara hakim olduğunu göstermiştir. Siyasi açık vemıeden de açık, sade
ve kısa konuşmanın mümkün olduğu11u bir askerden beklenmeyecek yumu­
şaklıkla ortaya koymuştur. İç ve diş politikanın, ekonomik konuların, anayasa
ve seçim sistemi gibi meselelerin konuşulduğu epey yoğun geçen basın
top/amısı tam saat JO'da başlamış ve tam saat l / 'de sona ermiştir. Yani tam
programlandığı gibi.
Elbiselerimiz sıcaktan üzerimize yapışmış vaziyette salondan ayrılırken,
yaygın kanaat şuydu.
"- Evren bu imtihanı başarı ile verdi... "
Evren'in söylediği sözler üzerinde durmayacağız. Nasıl olsa televizyonda,
radyoda izlemişsinizdir. Ama şunu söyleyelim, basın toplantısmdaki
gazeteciler, karşılarında güleç bir yüz, zeki bir ifade, zor ve tıtzaklı sorulardan
kolayca sıyrılıp, yanlış anlamaya imkan vermeyecek sağlam cümlelerle mer­
amını anlataf?ikn bir asker, politikacı görmüşlerdir.
"- Demek ki" denilmiştir, "Hareketin liderini ve beynini geri planda değil
önde aramak gerekiyor."
Bu, olumlu bir gelişmedir. Silahlı Kuvvetler'in ülke yönetimini elde tut­
tuğu süre içi11de hiyerarşisi bozulmadan bü11yesini koruyabileceğini
göstemıektedir.
Her zaman bu ilk izlenimi vermek kolay olmuyor. Hatırasını her zaman
"sevgi ve saygı ile andığımız rahmetli Cemal Gürsel 27 Mayıs'tan sonra ilk
basın toplantısında güçlü bir lider ve işlek bir beyin olarak değil, çok sevimli,
iyi niyetli ve "Babacan" bir kişi olarak izlenim yaratmıştı.
59
Ve hemen hareketin arka planuıda "Gerçek lider" arayışı başlamıştı.
"İhtilalin kudretli albayı Türkeş" efsanesi biraz da bu nedenden doğmuştur.

Sonunda yine hiyerarşi ağır basmış ve "Babacan " Gürsel "Kudretli "
Türkeş'i yurt dışına postalayıp, seçimlerin yapılmasmı sağlamıştı.

Bu defa ise daha başlangıçta tereddütler dağılmıştır. Müdahaleden sonraki


ilk günlerde yapılan yakıştırnıa/ar silinip gitmiştir.

Gelelim ikinci merak konusuna.

"- Sivil idareye ne zanıan geçilecek? "

Orgeneral Evren bu konuda kesin konuşmamayı tercih etmiştir. Basm


toplanrısından sonra yerli ve yabancı gazetecilerin en çok tartıştıkları mesele bu
olmuştur. Kimisi Evren 'in söylediklerini "Seçimlerin çok çabuk yapılacağmı
sanmıyorum" diye değerlendimıiştir. Tersine iyimser yorumlar da yapılmıştır.
Bizim kişisel kamnuz Evren'in sivil idareye dönüş için söylediği kesin sözlerin
altmm çizilmesi ve tarih verilmemesini olumsuz bir işaret olarak kabul edilme­
mesi gerekn'ği yolundadır. 'Zamanında ülke yönetimine el koymuş eski bir ihti­
lalcinin anısını burada kısacık hatırlata/mı.

"- Biz üç ay sonra seçim yapıyoruz dediğimiz anda gücümüzü tümüyle yi­
tiriverdik. Herkes yeni patron aramaya başladı."

Evren'in de 27 Mayıs'ı ve 12 Mart'ı yaşamış bir asker olarak bu tecrübeleri


değerlendirdiği ve zaman vermek için ihtiyat gösterdiği düşü11ı7/ebilir. Ancak
bir noktayı gözden kaç1rmamak gerekiyor. Devlet Başkam Evren, 12 Eylül
günü yaptığı televizyon konuşmasuıa göre, dünkü basuı toplantmnda
programım biraz daha netleştirmiştir. Buna göre, hafta sonunda hükümet ilan
edilecektir. Hükümet ilanından kısa süre sonra Kurucu Meclis "Seçimle" ku­
rulacak ve Anayasa, seçim sistemi değişiklikleri Kurucu Meclis'te
şekillendirilecektir.

Bu hususları Evren dün çok açık seçik bir "Asker sözü" üslubu ile
söylemiştir. liderler hakkında özel mahkemeler kurulup yargılama yapılma­
yacağım, anıa suçu olan liderin diğer vatandaşlar gibi muamele göreceğini de
belirtmiştir.

Herkesin niyetini bilemeyiz ama, dünkü basm toplantısım izledikten sonra,


12 Eylül hareketinin lideri Orgeneral Evren'in ilan edilen programın, "En kısa
sürede tamamlanmasını" isteyenler arasında yer aldığını düşünüyoruz. "

Teoman EREL, Günaydın, 17 Eylül 1980

60
Dünkü basın toplantısıyla ilgili olmamakla beraber Cumhuriyet Gazetesi
yazarlarından İlhan Sclçuk'un bugünkü makalesini de buraya almak istiyo­
rum. Zira aynı yazar 12 Eylül'ün üzerinden bir hayli zaman geçip normal de­
mokratik düzene geçtikten sonra 12 Eylül aleyhine bir hayli makale yazdı. Ma­
kale şöyle:
"Saym Demirel so11 günlerde televizyonda sık sık şu sözü yilıeliyordu:
- Biz gidersek Türkiye 1979 kasımına döner.
Oysa toplumların geriye dönemeyeceği bir kez daha kanıtlandı. Ülke 12
Eylül'de hir takvim yaprağı daha kopardı. Eski rejimin suyu öylesine ısınmıştı
ki 12 Eylül'de olmasa bile bir başka günde kaynaması doğaldı. Kentte ve
köyde çoğu kişi evini11 kapısında11 dışarı çıkamıyor, çıktığı zaman öldürüleceği
korkusuyla yaşıyordu. Rejimin erdemlerini çürütenler kendi dayanaklarını da
çürütmüş/erdi. En akıl almaz işler yapılıyor ve doğal karşılanıyordu. Sayın
Demirel ses duvarını aşmıştı. Ecevit'in sürekli çağrıları karşılıksız kalıyordu.
Azınlık hükümeti11i11 sayın başı son televizyon ko11uşmasında gazetelerin soru­
/arma şu karşılığı veriyordu:
- Ne demiş CHP Genel Başkanı ? Hakem düdük çalar oyun biter mi demiş.
Böyle sözleri gayri ciddi sayarım.
Ama düdük çalmdı.
Ve oyun bitti.
Rejim içi11den çürümüş kof bir ağaç gibi devirildi. Suç kimdeydi? rejimi
yıl/arda11 beri çürüte11 kişilerde mi? Yoksa olayın daha derininde toplumsal ve
ekonomik nedenler mi vardı ? Bu somların yanıtlarım uzun uzun araştırmak
gerekir. Çağımızda toplum-bilimin bir adı da ekonomi-politiktir. Bu demektir
ki ekonomi ile politika birbirinden ayrılmaz bir bütünü oluştururlar. Ve hiç bir
toplum, bu bütü11/üğün dışında birformülle sorunlarım çözemez.
MGK, Türkiye 'nin çok zor ve karmaşık bir döneminde yönetime
bütünüyle el koymuştur.
Tarihte (ister seçim ister devrim, ister darbe, ister savaş hangi yöntemle ik­
tidara geçerse geçsin, hiç bir yö11etimin elinde sihirli değnek yoktur. Ve bir­
de11bire +ıer şeyi düzeltemez. Çünkü geçmiş düzenin bütün katılımları ve
çürümüşlüğün bütün güncelliği toplumun sırtındadır. Bu yükte11 arınmak,
yıllar ve yıllar isteye11 bir çaba içi11 aynı kural işlemektedir.
Türkiye'de terör deri11/iğine bir yaradır. Bürokrasi yansızlığını ve işlerliğini
yitirmiştir. Ekonomikdurum ise hepsinden de kötüdür ve bütün soruların tem­
el kaynağıdır. Dış ödeme dengesindeki açık korkunçtur. 20 milyar dolara
yakın borcun ağırlığı devletin ve halkın sırtındadır. Dışalım-satımda en
azuıdan yılda üç milyar dolai"lık bir boşluk vardır. Dışa bağımlı bir ekonomik
düzen 30 yıldan beri oluşturulmuştur.
61
Yeni yönetim böylesine ağır sorunlar atımda işe başlıyor önümüzdeki
günlerde gelişecek olayları ele alırken ve tartarken bu gerçekçi yaklaşımın
ölçülerini unutmamak gerekir. "

Bugün bütün gün ve gece yansına kadar geçen süre B akanlar Kurulu
çalışmaları ile geçti. Turhan Feyzioğlu kamuoyunda tutulmamıştı. Bütün me­
sele küçük bir partinin başında oluşu ve her girdiği koalisyon hükümetlerinde
bir müddet sonra koalisyondan ayrılması oluşunda.
Kamuoyunun reaksiyonunu çeken bir aday üzerinde ısrar etmemiz ileride
bizi zor durumlarla karşı karşıya getirebilirdi. Bu kararımızdan vazgeçmenin
ısrar etmekten daha iyi olacağına inandık. Yalnız bunu kendisine nasıl
söyleyecektik. Yine Emin Paksüt aklımıza geldi. Paksüt'ü öğle yemeğine Ge­
nelkurmay'a çağırdık. Yemeği beraber yedikten sonra, benim odamda bu sefer
Emin Paksüt'le bir görüş alışverişinde bulunduk. Milli Güvenlik Konseyi
üyesi arkadaşlar da bu görüşmede hazır bulundular.
Evvela ben söze başlayarak, "Turhan Feyzioğlu'na Başbakanlık görevini
ver_irken çok düşündük. Bize göre her bakımdan bu göreve ldyık, tam bizim
aradığımız Atatürkçü, bilgili, tecrübeli bir kişi. Ancak küçük bir partinin lideri
oluşu dışarıda reaksiyon yaratmış. Her taraftan Feyzioğlu'nun Başbakanlığıruı
karşı çıkışlar başladı. Yani kamuoyunda tasvip görmediği anlaşılıyor. Buruı
rağmen Başbakan yapacak olursak, çok direnmelerle karşılaşabiliriz. Bu
görevi vermekten vazgeçmek istiyoruz" dedim ve kendisinin bu hususta ne
düşündüğünü sordum.
Emin Paksüt'ün söyledikleri özetle şöyle oldu:
"Tarih önünde çok büyük sorumluluklarıJHz var. Dört siyasi partinin
başkanları şimdi gözetim altında, bunlardan biri başbakan. Feyzioğlu 'nun
Başbakanlığa gelişi her bakımdan reaksiyon yaratır. Bana bu görevi vermek
istediniz, ben görev istemiyorum. Ama istediğiniz kadar çalışır, sizlere
yardımcı olur.um. Bu çalışma için gece, gündüz, tatil de dahildir. Ne zaman
isterseniz bana haber gönderin, gelir size yardımcı olurum. Yaşım 70'in
fizerinde, eski enerjim yok. Onun için bu görevi kabul edemiyorum. Geçici
Anayasa istiyorsunuz. Seçim kanunu hazırlanmasını düşünüyorsunuz. Bun­
ların hemen hazırlanması size sıkıntı yaratır. Acele etmekte serbestsiniz, ancak
biraz daha üzerinde durulmasında yarar vardır.
Turhan Feyzioğlu'na gittiğimde, sen benden gençsin, sen görev al, bir hiz­
met verirlerse düşün dedim. Yeni bir ekip oluşturacağız ve bu ekipte yeni
şöhretler olmasını istiyoruz. Feyzioğlu çok zeki, çalışkan, dürüst birisidir. O

62
nedenle her politikacı hakkında oldugu gibi Feyzioglu hakkında da, aksini
düşünenler vardır. Şimdi de aynı şeyler söylenebilir. Gölgelenmeyecek bir
ekip kurulmalıdır. Bugüne kadarki araştırmamız, kendisinden çok istifade
edilebilecek, tam Atatürkçü bir nitelige sahip oldugwıu göstermiştir. Ama nıa­
dem ki bu kadar reaksiyon dogurdu, yol yakınken bundan vazgeçilebilir. Bu
dönemde memleketin otoriteye ihtiyacı var. Tabii kişilik de çok önemli. İşin
ehlini bulmak gerekir."
Ben kendisine, Başbakan olarak sizi düşünmüştük ama siz kabul etmeyince
işim.iz çok zorlaştı deyince, Emin Paksüt şöyle devam etti:
"Benim için de bir hayli karşı çıkanlar olur. Özellikle aşırı sol ve sag iste­
mezler. Ben asker olsaydım mesele kalmazdı.
Turhan Feyzioglu'nun yerine Zeyyat Baykara olsa ne dersiniz? O da
mülkiyelidir, iyidir. Mali konularda da uzmandır. Parlamentoda bulunmuştur.
Naim Tala da düşünülebilir. Zekidir, ancak güçlü degildir.
Ferit Melen de akla gelebilir. O da zekidir, mali konuları iyi bilir. Ancak
güçlü degildir.
Bana sorarsanız Genelkurmay Başkanı olarak siz hem Devlet Başkanı ve
hem Başbakan olmalısınız. Yanınıza bir Başbakan Yardımcısı alırsınız. Birçok
işleri o yürütür. 27 Mayıs 1960'daki durumla şimdiki durum birbirine benze­
mez. 27 Mayısçılar o günkü özel durum için yemin ettiler. Ama sizler yemin
ederken, mesela, "Milletten aldıgımız güçle bu görevi başarmak üzere" gibi
başlayan bir yemin şekli düşünülebilir. Şimdi yeni bir bina inşa edilecek, bu
binanın temeline su karıştırılmamalıdır. Millet yapılan bu hareketi meşru kabul
etmelidir.
Kurucu Meclis'ten bahsettiniz. Bu meclis nasıl kurulacak? Şimdiden belli
edilemez. Anayasa Mahkemesi kalacaksa başka, partiler var olacaksa başka.
Onun için şimdiden bir şey söylenemez.
Kendi kendinizi baglamamak ldzımdır. Şimdi geniş yetkiniz var. Ne emir
verirseniz kanun yerine geçer. Yalnız yasama organı degil, anayasa yapıcısı
bile sizsiniz. Ama eger illd meclisten geçirmek istiyorsanız, o takdirde Kurucu
Meclise alınacakları ona göre seçmek, gerici, aşırı solcu gibi kişileri bu meclise
sokmamak, Atatürkçüleri bulmak gerekir.
Turhan Feyzioglu'na sizin onu Başbakan yapmaktan vazgeçıiginizi ben
söylerim.
Uzmanlar Kuruluna ihtiyaç olabilir. Ama bunlar da tehlifcelidir. Başımıza
bu uzmanlar neler getirdiler bilirim. Hazırladık/an herhangi bir konuya ait ra­
porda 9 muhalefet şerhi koymuşlardı. Böyle şey olur mu?
İşe çok iyi başladınız. Böyle devam ettirilmelidir. Sizlerin Güney Ameri-

63
ka'daki maceracılar gibi olmadığınızı bütün dünya iyi anlamalıdır. Dün
yaptığınız basın toplantısında iyi cevaplar verdiniz. Ama tehlikeli bir uygula­
ma oldu. Bundan sonra basının soracağı sorular daha evvelden alınmalıdır ve
ona göre hazırlamlmalıdır.
Şimdi biz parlamentoyuz. Anayasa yapıcısıyız. Bunu hiçbir zaman unut­
mayalım.
Silahlı Kuvvetler mensuplarına, Emniyet Kuvvetfr;rine saldıranın cezası
idam olmalıdır. Emirlere karşı gelenleri, bombalı pankart asanları gören ihtar
eder, dinlemezse ateş eder. Bu husus Avrupa İnsan Hakları Anlaşması ile ka­
_ bul edilmiştir. Yeryüzünde sonsuz hürriyet yoktur. Düşünce özgürlüğüdür
diyerek orak-çekiç mi taşıtacağız. Bugün sağ, sol öpüşür ama yarın ne otur?
Bu artık son harekettir, ona göre davranılmalıdır. "
Paksilt daha sonra uygulanan ekonomik modelden şikayet ederek, doların
30 liradan 50 liraya çıkarılması gerekirken, birdenbire 70 liraya çıkanlmasını
tenkit etti ve bir ailenin aylık gideri 15.000 lira ise, geliri de bu seviyede ol­
malıdır dedi ve sözü Turgut Özal üzerine getirerek şöyle devam eni:
"Turgut Özal'ın maliye ile ilgisi yoktur. Yüksek mühendistir. Özel sektörde
ve dış ilişkilerde kredi bulmada başarılı olmuştur, ama maliyeden anlamaz.
IMF destekliyor ancak OECD beğenmiyor. Memduh Aytür gibi maliyeciler
beğenmezler, maliye camiası da Özal nereden geldi derler. Özel sektörü
destekliyor durumuna düşmemeliyiz. Mali konuları Adnan Başer Kafaoğlu
çok daha iyi bilir ve yürütür.
Maaşlarda uygulanan katsayı sistemini değiştirmek ldzım . Müstahsili iyi
duruma getirmeli. İşçiler için çok iyi karar aldınız. Devlet memuru,
öğretmenler politika içinde kalırsa mahvoluruz. Turgut Özal daha evvel hangi
seviyede görev yapıyorduysa o seviyede hizmetine devam etmelidir. Maliye
çok önemlidir. Eğer buraya iyi birisini getiremezsek, ileride başınız çok ağrır.
Sosyal adaleti sağlayacağız dedik. Belediyeler Kanunu ve Vergi Kanun­
larını yeniden çıkaracağız dedik. Adnan Başer Kafaoğlu bunları çok iyi yapar,
ama Özal yapamaz.

Bankalardaki sırdaş hesap bir vergi kaçakçılığıdır."


Paksüt, kabineye alınmasr gereken bazı isimler üzerinde de değerlen­
dinneler yapUktan sonra. devamla:
"Türkiye bugün demokrasiye geçme savaşını veriyor. Her tarafımız.
yıkılmış ve bozulmuş bir halde idi. Anarşi ve terörü ortadan kaldırma savaşı
veriyor.
İnsan değerlendinnesinin gilçlüğü burada da kendisini gösterdi. Turhan
Feyzioğlu, Turgut Özal'ın muhakkak kabineye alınmasını ileri sürerken; Emin

64
Paksüt, Özal'ın maliyeden anlamadığını, Adnan B aşer Kafaoğlu'nun mali
konularda daha yetenekli olduğunu iddia ediyor. Biz Turgut Özal'ın kabineye
alınıp alınmaması konusunda daha çok Turhan Feyzioğlu'nun etkisinde
kaldık. Aynca 1 2 Eylül'den evvel ekonomik konulan B aşbakan adına
yürütenin Özal olduğunu da biliyorduk.

Ancak, B aşbakanlık konusu ortada kalmıştı, yerine henüz birini bula­


mamıştık.

Yarın, benim ve Konsey üyesi arkadaşlarımın TBMM salonlarında yemin


merasimi yapılacaktı. Merasime bütün orgeneraller de davet edilmişti. Mera­
simden sonra Yüksek Askeri Şılra'nın toplanmasını emrettim. Orada bu ko­
nuyu göıii şür, Şılra üyelerinin de Başbakanın asker mi, sivil mi veya asker
orijinli mi olması gerektiği hakkındaki fikirlerini alınz diye düşündüm.

Çok yorulmuştum. Gece yarısından sonra eve gidip istirahate çekildim.


Uyuyabilmek için de teskin edici bir ilaç aldım.

18 EYLÜL PERŞEMBE

Devlet Başkanlığı görevini de üstlendiğim için, benim ve yasama görevini


yerine getirecek olan Konsey üyelerinin and içmesi gerekiyordu. And içme
töreninin bugün saat 1 6.00'da TBMM salonunda yapılması uygun görül­
müştü. Törende bütün orgenerıµ ve oramiraller ile Ankara'daki general ve
amiraller, yüksek yargı organları başkan ve bir kısım üyeleri, üniversite rektör
ve dekanları, Bakanlıklar müsteşarları, bazı devlet erkim, basın ve yayın ku­
ruluşları hazır bulunacaklardı . Askeri erkan büyük üniformalı, diğer sivil ku­
ruluş mensupları da tören kıyafetli olacaklardı.

Saat 1 6.00'da tören başladı. Evvela ben, arkamdan dört Konsey üyesi and
içtik. Benim içtiğim andla, Konsey Üyelerininki ayn idi. Bana ait olan and
şöyleydi:

"Yüce Türk Milleti,


Devlet Başkanı, Milli Güvenlik Konseyi ve Genelkurmay Başkanı sıfatıyla
Türkiye Cumhuriyeti'nin içinde bulundugu bütün sorunları, Atatürk ilkelerine
bağlı kalarak., adalet, hukuk ve insan hakları prensiplerinden ve vicdani ka­
naat/erimden başka bir tesir altında kalmaksızın ve hiçbir karşılık beklemeksi­
zin çözümlemek amacıyla kendimi Türk Milletine adadım.
Vatanın ve milletin mutluluguna, birlik ve beraberligine çalışacağıma, dev­
letin bagımsızlığına, vatanın ve milletin bütünlügüne yönelecek her tehlikeye

65
karşı koyacağıma, milletin kayıtsız şartsız egemenliğine, demokratik ve Mik
cumhuriyet ilkelerine dayalı yeni bir anayasa düzenlenmesi için çalışacağıma,
Türkiye Cumhuriyeti'nin şan ve şerefini koruyup yüceltmek ve üzerime
aldığım görevi ye_rine getirmek için bütün gücüm ve varlığımla çalışacağıma,
namusum ve şerefim üzerine and içerim."
Milli Güven.l.ik Konseyi Üyesi arkadaşların yaptık.lan yemin ise şöyleydi:
"Yüce Türk Milleti;
Milli Güvenlik Konseyi Üyesi ve Kara Kuvvetleri (Deniz, Hava, Jandarma
Genel) Komutanı sıfatıyla, Türkiye Cumhuriyetinin içinde bulunduğu bütün
sorunlarını, Atatürk ilkelerine bağlı kalarak, adalet, hukuk ve insan hakları
prensiplerinden ve vicdani kanaat/erimden başka bir tesir altında kalmaksızın
ve hiçbir karşılık beklemeksizin çözümlemek amacıyla, kendimi Türk milletine
adadım.
Vatanın ve milletin mutluluğuna, birlik ve beraberliğine çalışacağıma; Dev­
letin bağımsızlığım, vatanın ve milletin bütünlüğünü koruyacağıma ve milletin
kayıtsız şartsız egemenliğine, demokratik ve idik cumhuriyet ilkelerine dayalı
yeni bir Anayasa düzenlenmesi için çalışacağıma namusum ve şerefim üzerine
and içerim. "
And içme bittikten sonra, salonda bütün davetliler sıra ile bizleri tebrik
ettiler. Böylece tören sona ermiş oldu.
Törenden hemen sonra Yüksek Askeri ŞOra Üyelerini Genelkurmayda
toplantıya çağırdım. Daha evvel de yazdığım gibi amaç, B aşbakan olacak kişi
üzerinde fikirlerini öğrenmekti.
Bu maksatla yaptığım toplantıda, orgenerallerden bir kısmı yine benim
aynı zamanda B aşbakanlık görevini de üstlenmem gerektiğini ifade ettiler. Ben
malum itirazımı yapınca bo tek.lif sahipleri bir şey söyleyemediler. Başbakan
olacak zat asker orijinli mi olmalı, yoksa sivil mi konusu üzerinde bir hayli
münakaşadan sonra, asker orijinli olması fikri ağırlık kazandı. Büyük
çoğuk.luk böyle düşününce, ben de bu hal tarzına peki dedim. Kim olsun suali
karşısında ise, çok kısa bir süre önce emekliye ayrılan ve emekli olduğu güne
kadar bizimle birlikte çalışan eski Deniz Kuvvetleri eski Komutam Bülend
Ulusu'nun bu görev için en uygun olacağı tezi çoğunluk kazandı. Sebep ola­
rak ise, üç sene Milli Savunma Bakanlığı müsteşarlığı yaptığı, üç sene de De­
niz Kuvvetleri Komutanlığında bulunduğu, bizimle uyum içerisinde
çalışabileceği ileri sürüldü. Ortaya atılan bu sebeplerin hepsi doğru idi. Ancak
benim için mahzur olarak mütalAa ettiğim bir iki husus vardı. B irincisi Bülend
Ulusu'nun çok terbiyeli, kibar oluşu acaba bir mahzur yaratmayacak mıydı.
Gerçi bu husus aynı zamanda iyi bir meziyetti. Ancak böyle dönemlerde biraz
sert tabiatlı insanlara daha çok ihtiyaç olabilirdi. İkinci bir mahzur ise, emekli
66
olduktan sonra Demirel'den bir dış görev istemiş, Demirel de bana sormuş
ben de istemeye istemeye uygun olur demiş ve bunun üzerine Roma
Büyükelçiliğine gönderilmesi kararlaştırılmıştı. Agremanı istenmiş, yakında
gitmesi bahis mevzuu idi. Bu olaydan dolayı Demirel'e karşı bir minnet borcu
olabilirdi. Bu iki mahzuru fazla bir mahzur telakki etmedim. Konsey Üyesi ar­
kadaşlarım da B ülend Ulusu'yu destekleyince peki dedim. Şahsen sivil bir
başbakan istememe rağmen, bu isteğime uygun bir kişi bulunamadığından,
neticede asker orij inli ve aslında çok da sevdiğim bir arkadaşım böylece
seçilmiş oldu.

Toplanudan sonra telefonla Ulusu'yu İstanbul'dan aradım . Bu ikinci


arayışımdı. Zannediyorum iki, üç gün evveldi , Bakarılar Kurulu üyeleri
üzerinde çalışırken, o tarihte başbakan olarak, Feyzioğlu'nu düşünüyor, Ulu­
su'yu da Ulaştırma Bakanı yapmak istiyorduk; telefonla bu fikrimizi söylemiş
ve muvafakatını da almıştık. Bugünkü telefonda "Bülend Paşa, yarın atla gel
sana B aşbakanlık görevini veriyoruz" deyince, evvela bir tereddüt geçirdi.
"Başbakanlığı yapabilir miyim, Ulaştırma Bakanlığı için peki demiştim. Zira
mesleğimle oldukça ilişkili ama B aşbakanlık olunca biraz şaşaladım. Ben sizin
gibi toplum karşısında rahat konuşamam" dedi. Kendisine cevaben " Yaparsın,
hem de çok iyi yaparsın. Konuşa konuşa sen de rahat konuşmayı öğrenirsin,
hiç meraklanma, sana her türlü yardımı yaparız" deyince, kabul ettiğini ve
yarın Ankara'ya hareket edeceğini söyledi.

Böylece en mühim mesele olarak karşımızda duran, başbakarılık problemi


halledilmişti.

Ulusu gelinceye kadar biz yine diğer B akanlar üzerindeki çalışmalarımıza


bugün de devam ettik.

Başbakan Yardımcıları ve Devlet B akanlan aşağı yukarı belli olmuştu.


Zeyyat Baykara ve İlhan Öztrak görevi kabul etmişlerdi. :Ekonomik işleri
yürütecek olan B aşbakan Yardımcısı olarak, Demirel hükümeti döneminde
Başbakanlık müsteşarı ve Devlet Planlama Teşkilatı müsteşar vekili Turgut
Özal'ı daha başlangıçta kararlaştırmış ve bu hususu kendisine de söylemiştik.
Ekonomik işlerden sorumlu Devlet B akanı ve Başbakan yardımcısı ola­
cağından ilk sorduğu soru Maliye B akanının kim olacağı sorusu oldu. Biz bu
B akanlık için Adnan Başer Kafaoğlu'nu düşünüyorduk. Bu husus� kendisine
söyleyince, "ben onunla çalışamam" dedi. Kendisini Maliye B akanı yapalım
dedik, onu da i.stemedi. Zeyyat Baykara'yı :veya Kemal Cantürk'ü teklif ettik,
onlara da itiraz etti. "Peki, kimi i stiyorsun" diye sorduk; Hem Devlet B a­
kanlığı ve Başbakan Yardımcılığı ve hem de Maliye Bakanlığı üzerinde olsun
istedi. Onu da biz kabul etmedik. Adnan Başer Kafaoğlu'na Ticaret Ba­
kanlığını teklif ettik; ben maliyeciyim ve maliyenin özellikle vergi bölümünde

67
ihtisasım var, Ticaret Bakanlığını yapamam, deyince, bayağı canım sıkılmaya
başladı. İkisi de biıbiri ile çalışmak istemiyordu. Kafaoğlu eğer Özal kabul
etse, onun kontrolunda Maliye Bakanlığına razı olacak. Fakat Özal, Kafaoğlu
ile çalışmak istemiyordu. Halbuki Kafaoğlu'nun ifadesine göre, Demirel'in
son B aşbakanlığı döneminde ona ekonomik işlerle meşgul olması için Özal'ı
Demirel'e kendisi teklif etmiş.
Bu. görüşmeler saatler ve saatler aldı. Tabii bu arada çeşitli kereler gidip gel­
meler oluyordu. Bir aralık kafam iyice kızdı. Arkadaşlara, "yahu her ikisini de
bırakalım ikisini de almayalım. Daha başlangıçta bu kadar zorluk çıkarırlarsa
kimbilir ileride neler yapmazlar" dedim. Nerede ise vazgeçiyorduk. Ancak, dış
borçların ertelenmesi, yeni krediler bulunması konusunda dış ülkelerle ve fi­
nans kuruluşları ile müzakereleri yürüten Özal olduğu için sonunda Ka­
faoğlu'nu feda edip Özal'ı bırakmayı uygun bulduk. Kendisine birlikte uyum
içinde çalışabileceği bir Maliye Bakanı teklif etmesini söyledim. Sonunda Kaya
Erdem'i teklif etti. Bu ismi hiç işitmemiştik. Kim olduğunu sorduk.Maliye Ba­
kanlığında uzun süre genel müdür olarak çalıştığını ve daha iki ay kadar evvel
Londra'ya mali müşavir olarak gittiğini söyledi. Hemen Londra Büyükelçisini
telefonla buldurdum. Büyükelçi Vahap Aşıroğlu'na Kaya Erdem'i Maliye Ba­
kanı yapmak istediğimizi, kendisini nasıl tanıdığını sorduğumda müsbet olarak
mütalaada bulundu. O halde kendisi kabul ediyorsa hemen hareket etsin de­
dim. Kısa bir süre sonra kabul ettiğini ve dertıal hareket edeceği haberini verdi.
Böylece en çok başımızı ağrıtan ve bir iki günümüzü alan bu problem de
halledilmiş oluyordu. Başımızı ağrıtmasının sebebi 24 Ocak l 980'de yürür­
lüğe giren ekonomik kararların alınmasında önemli rolü olduğunu bildiğimiz
Turgut Özal'ı yine bu kararlan uygulayacak. bir makamda tutmak, fakat bütün
ipleri de eline teslim etmemek, yani Maliye B akanlığını da kendisine bırak­
mamak. endişesinden kaynaklanıyordu. Diğer bakanlıklarda da zaman zaman
sıkıntılanmız oldu. Bu sıkıntıları müteakip günlerin olaylan arasında anlatmaya
çalışacağım.

19 EYLÜL CUMA

Bugün Milli Güvenlik Konseyi'run ilk toplantısını Türkiye Büyük Millet


Meclisinde bu iş için ayrılan odada yaptık. Bir açış konuşması ile oturumu
açtım ve alınacak kararların milletiinize hayırlı uğurlu olmasını diledim.
Konuşmayı müteakip ilk kanun teklifi olan Atatürk'ün 100 üncü doğum
yılının kutlanması ve Atatürk Kültür Merkezi kurulması hakkındaki kanun tek­
lifini görüştük; dört maddesini komisyona iade ettik.

68
Aynca. 1402 sayılı Sıkıyônetim Kanununun bazı maddelerinin değiştiril­
mesine ve bazı maddelerin ilavesine dair olan kanun teklifinin de görüşmesini
yapıp kanunlaştırdık. Bu kanunla 1402 sayılı Sıkıyön�tim Kanununun bazı
maddelerini değiştinniş ve yeni bazı madde ve· fıkralar ilave etmiştik. Bunlar­
dan önemli gördüğüm bazılarını burada zikrebnek istiyorum:
İlave edilen bir fıkra ile Sıkıyönetim Komutanlarının, bölgelerinde genel
güvenlik, asayiş veya kamu düzeni açısından çabşmalan sakıncalı görülen
veya hizmetleri yaradı olmayan kamuda görevli personelin atanması veya işine
son verilmesi, mahalli idarelerde çalışanların görevden uzaklaştırılması veya
işine son verilmesi hakkındaki istemleri ilgili kurum ve organlarca derhal ye­
rine getirilmesi sağlanıyordu.
Bu, Sıkıyönetim Komutanlarına verilmiş çok geniş bir yetki idi.
Sıkıyönetim Komutanının bu şek.ildeki isteği Bakanlıklarca hemen yerine geti­
rilecekti. Nomıal zamanda böyle bir kanunu TBMM'den geçinnek imkansızdı.
1402 sayılı Sıkıyônetim Kanununda yapılan diğer bir değişiklikle;
Sıkıyônetim Komutanlığı emrinde görevli Silahlı Kuvvetler mensupları,
emniyet ve asayişe ilişkin zabıta kuvvetleri ile diğer güvenlik gôrevlileri ken-
dilerine verilen görevlerin yerine getirilmesi sırasında tabi oldukları Türle Si­
lahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu ve Yönetmeliği, Polis Vazife ve Selfilı.iyet
Kanunu, Jandanna Teşkilat ve Vazife Nizamnamesinde silah kullanma yetki­
sine sahip güvenlik kuvvetlerinin teslim ol emrine itaat edilmemesi veya silahla
mukabeleye yeltenilmesi veya güvenlik kuvvetlerinin meşru müdafaa durumu­
na düşmeleri halinde görevli güvenlik kuvvetleri mensuplarının doğruca ve
duraksamadan hedefe ateş edebilmeleri imkanı sağlanmış oldu.
Bu değişiklikte önemli bir değişiklikti. Bu konu 1 2 Eylülden evvelki
dönemde de mevcut hükümetlere teklif olarak götürülmüş fakat itibar gönne­
mişti. Güvenlik Kuvvetlerinin ateş etme yetkisi çok sınırlı olduğundan, polis,
jandanna veya asker kendisine ateş eden teröriste karşı bile silahını kullana­
mıyor, kullanıp da karşısındaki terörist kazara ölecek veya yaralanacak olursa
mahkemenin sonuna kadar hapiste kalıyordu. Böyle olunca da güvenlik gö­
revlisi silahım kullanmamayı ve hatta olay üzerine gibnemeyi tercih ediyordu.
Başka bir değişiklikle Sıkıyônetim Komutanının gözetim alttnda tubna yet­
kisi 30 güne çıkarıldı. Bu yetki de caydırıcılık bakımından yararlı oldu. Hatta
bir müddet sonra bu yetki 90 güne kadar çıkarıldı.
Çıkarılan bu ilk kanunla 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanununda 44 madde
veya fıkra ya değiştirilmiş veya ilave edilmişti. Bunlardan bir çoğu 1 2
Eylül'den evvel hükümetlere teklif edilmiş fakat partilerin anlaşamamaları
yüzünden kanunlaştınlamamışb.

Bugün Bülend Ulusu İstanbul'dan geldi. Kendisini de alarak Konsey

69
Üyeleri ile birlikte Bakanlar Kurulu üyeleri üzerindeki çalışmalarımızı sürdür­
dük. Geç saatlere kadar devam eden çalışmalarımız sonunda Bakanlar Kurulu­
na bir iki noksanı ile son şeklini verebildik. Yann bu noksanları da tamamla­
mamız gerekiyordu. Zira basın toplantısında bir soru üzerine yaptığım açık­
lamada bu hafta sonunda Bakanlar.Kurulunu açıklayacağımızı belirtmiştim.
Bugün günlerden Cuma olduğuna göre Pazar günü bu işin bitmesi lazımdı.

BAKANLIK VERİLEBİLECEK İSİMLER

Bakanlık verilebilecek isimleri 1 2 Eylül'den kısa bir süre önce ve sonra


kendime göre sıralamıştım. Bunlardan bazıları evvelce de bakanlık yapmış
kişilerdi. Tarihi bir değeri olur düşüncesiyle bu listeyi buraya almakta yarar
görüyorum. Bu isimlerden bazısının karşısına vermeyi düşündüğümüz ba­
kanlığı yazmış, diğerlerini yalnız isim olarak kaydetmiştim.

Turhan Feyzioğlu : Başbakan


Haluk Bayülken : Başbak&ı
Adnan Başer Kafaoğlu : Maliye ve Ticaret Bakanı
Z.eyyat Baykara : Başbakan Yrd. veya Maliye Bakanı
Kamuran inan : Dışişleri veya Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
Kemal Cantürk : Maliye Bakanı
Sebahattin Özbek : Tarım ve Hayvancılık Bakanı
Sezai Orkunt : Ulaştırma Bakanı
İlhan Öztrak Adalet Bakanı
Orhan Öztrak : Gümrük ve Tekel Bakanı
Şahap Kocatopçu : Sarıayi ve Teknoloji Bakanı
Mehmet Özgüneş : Milli Eğitim Bakanı
Karıi Vrana : Devlet Bakanı
Mehmet Gölhan : Sanayi ve Teknoloji Bakarıı veya Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanı
Cihat İren : Ticaret Bakanı
Firuzan Ardıç : Enerji veTa�ii Kaynaklar Bakanı
Mukadder Öztekin : Gümrük ve Tekel Bakanı
Halilk Cilov : Maliye Bakanı veya Ticaret Bakanı

70
Mustafa Gönül : İçişleri Bakam
Bayram Turan Çetin : İçişleri Bakanı
Prof. Nimet Özdaş : Devlet Bakanı
Özer Türk : Turizm ve Tanıtma Bakanı
Cihat Baban : Turizm ve Tanıtma Bakanı
Cihat Alpan : Gümrük ve Tekel Bakanı veya Gençlik ve Spor
Bakanı
Cahit Karakaş : Başbakan Yrd. veya B ayındırlık Bakanı
Feramuz Berkol : Devlet Bakam
Prof. Turhan Esener : Çalışma Bakanı
Necmi Ayaooğlu : Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı
Nihat Artunkal : Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı
Kamuran Gürün : Milli Savwıma Bakanı
Celal Kayacan : Devlet Bakanı veya İçişleri Bakanı
Sadık Şide : Çalışma Bakam
Orhan Eyüboğlu : Başbakan Yardımcısı
Emin Paksüt : Başbakan Yardımcısı
Ferit Melen : Başbakan Yardımcısı
İbrahim Tekin : Gümrük ve Tekel Bakanı
Turgut Özal : Devlet Bakanı
Sümer Oral : Sosyal Güvenlik Bakanı
Fehmi Alpaslan : Adalet Bakanı
Coşkun Kırca : Devlet Bakanı

Ekrem Alican

M. Kemal Şentürk

Kadri Kaplan

Muz.affer ÖZdağ

Fethi Çelikbaş

Nüvit Yetkin : Adalet Bakanı

Macit z.eren

Mesut Erez

Doğan Kitaplı

İsmail Arar

Erol Yılmaz Akçal

71
A. Rıza Uzuner

Baran Tuncer

Aydın Yalçın

İlter Türkmen

Taıtıan Erdem

Metin Toker

Necmettin Narlıoğlu

Orhan Haraççı

Abdullah İğneciler

İhsan Doğramacı

İlhan Evliyaoğlu

Tahsin ÖOalp

İşte liste bu idi. Bugün ve yarın bu liste üzerinde çok çalışıldı. Çeşitli
düzeltmeler yapıldı ve nihayet yann son duruma getirilebilecek.

Evvel! Başbakanın il!nı gerekiyordu. Onu yarın açıklayacak ve hemen ar­


kasından atayacağı bakanlan da ben Devlet Başkanı olarak onaylayacaktım.
Bugünkü çalışmamız da gece yansını geçti . Tabii bu arada bakanlık ve­
receğimiz kişiler Ankara'da ise çağı rarak, Ankara dışında iseler telefonla
arayarak muvafakatlarını alıyorduk.

20 EYLÜL CUMARTF.Sİ

Sabahleyin ilk işimiz Başbakanı atamak oldu. Bülend Ulusu B aşbakan


olmuştu. 15 Eylül Pazartesi gününden itibaren Bakanlar Kuruluna seçilecek
kişiler üzerindeki çalışmalara başlar başlamaz, yalan yanlış haberlerin
yayılmasını ve dolayısıyla spekülasyonu önlemek için, bu konu üzerinde
basına haber verilmemesi hususunda sansür koymuştuk. Bu bakımdan gaze­
telerin hiçbirisinde buna ait haber yer alınıyordu.

B aşbakan Ulusu ile sabahtan oturarak akşama kadar Bakanlar Kurulunda


noksan olan birkaç ismi de kararlaştınnak suretiyle.Bakanlar Kurulu üyelerini
tamamladık, yarın ilan edebilecek hale getirdik.

Zorluk çektiğimiz bakanlıklardan birisi de Enerji ve Tabii Kaynaklar Ba-

72
kanlığı oldu. Bu Bakanlığı evvela Bilyükelçi olarak Strazburg'da bulunan
Kamuran İnan'a teklif ettik, kabul etmedi. Dışişleri Bakanlığına peki diyebi­
leceğini söyledi. Bir aralık bu B akanlığın müsteşarı Necdet Seçkinöz'il teklif
ettiler. Çağırdım, kendisine teklif ettim. Tabii memnuniyetle kabul etti. Sonra­
dan Süleyman Demirel'in mutemet adamıdır, yapmayın dediler, vazgeçtik.
Kimseyi bulamıyorduk. Nihayet Serbülent Bingöl'ün adı ortaya atıldı. Emekli
Orgeneral Refik Tulga'nın kayınbiraderi olurmuş, mühendismiş. eğer kabul
ederse bu görevi başarabilir dediler. Telefonla Refik Tulga ile konuştum. On­
dan cevap gelinceye kadar, İPRAŞ'da Genel Müdürlük yapmış iki kişi ile te­
mas kurduk. İkisinin de özel şirketi vamıış, şirketi bırakıp gelemeyeceklerini
özür dileyerek beyan ettiler. Bereket Refik Tulga'dan müsbct cevap geldi de
bu Bakanlığı son anda doldurabildik. Yoksa yann ilan edemeyecektik.

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı makamına evvela bu Bakanlığın müsteşarı


olan Mehmet Gölhan'ı düşündük. Kendisini Genelkurmaya çağırdım. Bu Ba:
kanlığı kabul edip etmeyeceğini sorduğumda, maal memnuniye :ve şeref kabul
edeceğini bildirdi. Sonradan Gölhan için de Süleyman Demirel'in bir numaralı
adamıdır, B akanlık görevini yürütürken bütün direktifi Demirci'den alır
dediler. Bunun üzerine ondan da vazgeçtik. Şahap Kocatopçu kabul ettiğinden
mesele kalmadı.

Dışişleri B akanlığı konusunda İlter Türkmen ile Kamuran Gürün arasında


tercih yapmakta bir hayli zorluk çektik. Her ikisinin de üstün tarafları vardı.
Sonunda İlter Türkmen müsteşarl ık görevini yürütmekte olduğundan, onu
Dışişleri B akanı yapmayı, Gürün'ü de müsteşarlığa tayin etmeyi uygun
gördük.

Böyle zorluklarla karşılaştıkça, keneli kendime neden basın toplantısında


"Bakanlar Kurulu bu hafta sonuna kadar ilan edilecektir" dedim diye
kızıyordum. Bu bana bir ders oldu. Bundan böyle mecbur kalmadıkça kat'i
konuşmadım. Daima bir açık kapı bıraktım.

Bakanlar Kurulunu şöyle tespit ettik :

Başbakan : B ülend Ulusu


Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı : Zeyyat Baykara
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı : Turgut Özal
Devlet Bakanı : Mehmet Özgüneş
Devlet Bakanı : M. Nimet Özdaş
Devlet Bakanı : İlhan Öztrak
Adalet Bakanı : Cevdet Menteş
Milli Savunma Bakanı : HalUk Bayülken
İçişleri Bakanı : Selahattin Çetiner

73
Dışişleri Bakanı : İlter Türkmen
Maliye Bakanı : Kaya Erdem
Milli Eğitim Bakanı : Hasan Sağlam
Bayındırlık Bakanı : Tahsin önalp
Ticaret Bakarıı : Kemal Cantürk
Sağlık bakanı : Necmi Ayanoğlu
Gümrük ve Tekel Bakanı : Recai Banıralp
Tarım ve Onnan Bakanı : Sebahattin ÖZbek
Ulaştınna Bakanı : Necmi ÖZgür
Çalışma Bakarıı : Turtıan Esener
Sanayi ve Teknoloji Bakanı : Şahap Kocatopçu
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı : Serbülent Bingöl
Turizm ve Tarııtma Bakanı : İlhan Evliyaoğlu
İmar ve İskan Bakanı : Şerif Tüten
Köyişleri Bakanı : Münir Güney
Gençlik ve Spor Bakanı : Vecdi Özgül
Sosyal Güvenlik Bakanı : Sadık Şide
Kültür Bakanı : Cihat Baban

21 EYLÜL PAZAR

Bugün Bakanlar Kurulu listesi resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe gir-


di. Artık Bakanlık makamlan doldurulmuş ve dolayısıyla ben de rahat­
lamıştım. Ancak içimde bir kuşku da yok değildi. Bakan olarak atadığımız bu
kişilerin çoğunu tanımıyorduk. Bizimle uyumlu çalışabilecekler miydi? Acaba
Başbakanlığı da ben üstlensem daha mı iyi olurdu? İcra ile aramızda bir
anlaşmazlık çıkar mı, gibi sorular kafamı kurcalayıp duruyordu. Konsey
Üyesi arkadaşlarla hükümet üyeleri arasında uyuşmazlık çıkabileceğinden de
kuşku duyuyordum.
Anarşi ve teröi"le mücadelede muvaffak olacağımızdan emindim. Zira iste­
diğimiz karan veya kanunu alabilecek durumda idik. Sıkıyönetim Komutan­
larına kanunda verilmiş bütün yetkileri kullanmalarını istemiştik.
Adalet mekanizmasını ne yapacaktık? Bu sektör de bozulmuştu. Bunun
böyle olduğunu " 12 Eylül günü yaptığım konuşmada açıkça dile getinniştim."
Adalet Mülkün Temelidir sözü inandırıcılığını kaybetmişti. Adalet mensuptan
içerisinde bozulmamış, tarafsızlığını muhafaza eden hfilc..im ve savcılarımız

74
çoğunluktaydı. Onun için adalet mekanizmasına dokunmamayı daha doğru
bulduk. Onlar kendileri arasında büyük bir temizlik yapılacağı beklentisi
içerisindeydiler. Bunu biliyorduk. Ancak böyle yapmadık. Yapmamakla iyi
yolu seçmiş olduğumuzu sonraki aylar içerisinde anladık.

İçişleri Bakanlığına bağlı emniyet kuvvetlerinin de çok bozuk, disiplinsiz,


eğitimsiz, dernekler tarafından yônetilir bir durumda olduğunu da biliyorduk.
Onun içindir ki İçişleri Bakanlığına disiplinli ve Kara Kuvvetleri Komu­
tanlığım sırasında bana Kurmay Başkanı olarak hizmet vermiş güvenebi­
leceğim emekli Korgeneral Selahattin Çetiner'i getirmiştik. Kendisine emniyet
kuvvetlerini kısa zamanda istediğimiz bir düzeye getirmesini, ayıklanacak
olanların da ayıklanması emrini ve ihtiyaçlarının da en kısa zamanda
karşılanması için Başbakan Ulusu'ya gerekli direktifi verdim.

22 EYLÜL PAZARTESİ

Bugünkü gazetelerin hepsi yeni Bakanlar Kurulu üyelerini takdim ediyor


ve genellikle müspet karşılıyorlar. Bu husus beni rahatlattı. Demek ki seçimi­
mizde isabet vardı.

Sıkıyônetim bölgelerinden aldığımız bilgiler de iyi idi. 12 Eylül'den evvel


olduğu gibi her gün 20 vatandaşımız öldürülmüyor, dükkanlar kapatunlmıyor,
bankalar, mutemetler soyulmuyor, akşamlan herkes sokağa rahatlıkla çıkabili­
yor, okullar, üniversitelerde hiçbir olay cereyan etmiyordu. Sıkıyönetim Ko­
mutanları mahalli emniyet kuvvetlerinden aldıkları istihbarat bilgilerine
dayanarak şüpheli kişileri gôzetim altına alıyor ve suçlan olanları hemen
Sıkıyönetim Mahkemelerine veriyorlardı. Ankara'da ise bunlara ilave olarak
gözetim altına alınması ve haklarında kanunf takibata geçilmesi gereken eski
milletvekilleri de gôzetim altına alırunış ve daha evvel hazırlattığımız Genelkur­
may İstahbarat Okuluna gönderilmişlerdi. Yurt sathında her türlü grev ve lo­
kavt yasaklandığı için bütün fabrika ve işyerleri de muntazam olarak çalışmaya
başlamışlardı.

B ugün saat 1 7.00'de Ürdün Kralı Hüseyin'in Özel Temsilcisi Korgeneral


Muhammet İdrisi'yi kabul ettim. Görüşmede Dışişleri B akanı İlter Türkmen
de bulundu. Özel Temsilci Ürdün Kralı'nın yazılı bir mesajını takdim etti.
Aynca Kral Hüseyin'in Devlet B aşkanlığı görevini üstlenmem dolayısıyla
bana en iyi dileklerini ve dostane dµygulannı iletmekten şeref duyduğunu,
Majeste Kral'ın Tilrkiye'deki olaylan ya.kından takip ettiklerini, yönetime
başan dilediklerini, ülkelerimiz arasındaki ilişkilerin geliştirilmesini ve kuvvet-

75
lenmesini arzu ettiklerini, Kral'ın Türkiye'ye karşı çok yakınlık duyduklarını,
arzularının Türkiye ile Arap ve İslam dünyası arasındaki bağların daha da
güçlendirilmesi olduğunu, Türkiye'deki yönetim değişikliğinin kan dökül­
meden gerçekleştirilmiş olması karşısında memnuniyetini belirttiklerini, Kudüs
meselesinin yalmz Arapları ilgilendiren bir sorun olmayıp, bütün İslam
dünyasını da ilgilendiren bir sorun olduğunu ifade etti.

Ben de kendisine: Türkiye'nin dış politikasında bir değişiklik yapılmasının


söz konusu olmadığını, İslam ülkeleri ve Orta Doğu ülkeleriyle ilişkilerimize
özel bir önem verdiğimizi, gerek kardeş Ürdün ve gerekse diğer İslam
ülkeleriyle olan ilişkilerimizin uzun bir maziye ve tarihe dayandığını, yapılan
bu müdahalenin kaçınılmaz olduğunu ve milletin büyük bir çoğunluğunun da
bunu arzu ettiğini, müdahale yapılmamış olsaydı bir iç savaşa sürüklenebile­
ceğimizi, gerekli düzenlemeler yapıldıktan sonra tekrar demokratik düzene
dönüleceğini, Ürdün ve diğer İslam ülkeleriyle ilişkilerimizin daha da
geliştirilmesi için her türlü gayretin gösterileceğini, Kudüs konusunda ilk tep­
kiyi Türkiye'nin gösterdiğini, açık olan Filistin konusundaki tutumumuzu
bundan böyle de daha kuvvetli .olarak devam ettireceğimizi, İsrail ile olan
ilişkilerimizi yeniden gözden geçireceğimizi, Majeste Kral'ın nazik mesajına
aynca cevap vereceğimi söyledim.
.
12 Eylül Harekatından on gün sonra Ürdün Kralı'nın bu nazik hareketi
beni sevindirdi. İlk defa bir Devlet Başkanı Özel Temsilcisini göndermek sure­
tiyle bizim yönetime el koyuşumuzu anlayışla karşıladığını ve desteklediğini
i fade ediyordu.

23 EYLÜL SALI

Milli Güvenlik Konseyi olarak bugün ikinci toplantımızı yaptık. Bu toplan­


tıda Atatürk'ün doğumunun 100 üncü yılının kutlanması ve Atatürk Kültür
Merkezi kurulması hakkındaki kanun teklifini görüşerek kanunlaştırdık. Bu
kanunun ilk neşrettiğimiz kanun olmasını çok istemiştik. Bu maksatla 19 Eylül
günü bu kanunu görüşmüş fakat dört maddesini komisyona i ade etmiştik.
Onun için birinci kanun olamamıştı.

76
25 EYLÜL PERŞEMBE

Milli Güvenlik Konseyi olarak bugün de toplanarak evvela 1 5 80 sayılı


B�lediye Kanununa ek kanun tasarısını görüşerek kanunlaşurdık. Bu kanuna
göre bütün belediye meclisleri feshedilmiş ve belediye başkanları görevden
alınmıştı. Görevden alınan belediye başkanları yerine Sıkıyönetim Komutan­
larının istemlerine uygun olarak il belediye başkanlıklarına İçişleri Ba­
kanlığınca, diğer belediye başkanlıklarına ise Valilere� atama yapılacağı ve
aynı usulle değiştirilebileceği hükme bağlanmışu.

Bu kanunu ivedi çıkarmamız gerekli idi. Zira bütün belediye başkanları


partili kişilerdi. Parti faaliyetlerini durdurduğumuza göre belediye başkanlaruu
da görevden almak uygun olacaku. Mamafih Sıkıyönetim Komutanlarına ister­
len;e eski belediye başkanla.anı görevde bırakabilme yetkisini de aynı kanunla
vermiştik.

B ugün kabul ettiğimiz diğer bir kanunla da il genel meclislerini feshetmiş


ve bu görevin Valiler tarafından il idare şube başkanları arasından seçilecek
dört üyeden oluşan ve valinin başkanlık edeceği bir kurul marifetiyle
yürüttilmesi hükme bağlanmışu.

Yine bugün kabul ettiğimiz üçüncü bir kanunla ruhsatlı da olsa yanlarında
her çeşit ateşli veya kesici silah ve patlayıcı maddeleri bulunduranların bunları
1 5 gün içerisinde mahalli askeri veya mülki makamlara teslim. etmelerini, tes­
lim etmeyenler hakkında 6 l 36 sayılı kanun ile Türk Ceza Kanununun 264
üncü maddesindeki eylemlerden dolayı verilecek cezaların; yandan, bir misline
kadar ilavesi ile çoğaltılarak verileceği hususu hüküm aluna alınmışu.

Bu kanun da çok lüzumlu idi. Nitekim bu kanunun ne kadar yerinde


olduğu 15 gün içerisinde teslim edilen ateşli silah, kesici silah ve patlayıcı
maddelerin yüzbinleri aşmasıyla ortaya çıktı. Her gün teslim alınan silah mik­
tarı geldikçe biz de hayretler içinde kalıyorduk. Meğer hemen hemen herkes
silahlı durumda imiş. Gerçi özellikle doğu ve güneydoğuda halkın büyük
oranda silahlanmakta olduğu haberini alıyorduk. Ancak bu kadar geniş çapta
olduğunu tahmin edememiştik.

Kanunun tanıdığı 15 günlük süre içerisinde silahını teslim edemeyenlerden


bu sürenin uzatılması hakkında çok teklif gelmiş fakat biz bu süreyi uzat­
mamışUk.. Zira bir defa bu yola girecek olun;ak bu gibi tekliflerin arkası kesil­
meyecekti. Süreyi uzatmayınca birçok vatandaş silahlanın çöp kutularına, tar­
lalara atmış ve oralardan toplananlar büyük rakamlara ulaşmışu.

77
26 EYLÜL CUMA

Saat 1 0.00'da Sovyetler Birliği Büyükelçisi Alexei Rodionov'u kabul et­


tim. İstek kendisinden gelmişti . Görüşmede Büyükelçi. "Yeni Türk yönetimi­
nin ülkelerimiz arasmdaki dostane ilişkilerin devamma ve iyi komşuluk ve
işbirliğinin gelişmesine büyük önem atfetmekte olması hususunun Brejnev ta­
rafından da be11imsendiği11i, Sovyetler Birliği'11i11 Leni11 ile Atatürk tarafından
temeli atılmış ola11 ilkelere dayanan Türk-Sovyet i/işkileri11i11 ve işbirliği11i11 ke­
sinlikle ileride de gelişmesinden yana olduğu11u, Brejnev'in mevcut Türk­
Sovyet işbirliğini11 her alanda bundan böyle de geliştirilmesi ve ilişkilerimizde
karşılıklı a11layış ve güvenin güçlendirilmesi içi11 gerekli şa;tların mevcut
olduğunu düşündüğünü" ifade etti.
Ben de kendisine özet olarak, "Türk dış politikas111111 daima barışsever
esaslara dayandığım, bizim de Sovyetler Birliği ile olan ilişkilerimizin daha da
iyiye gitnıesi11i arzu ettiğimizi, bölge barış111a ve dünya barışına yapılacak
müspet çabalara her zaman olduğu gibi katkıda bulwıacağmıızı" belirttikten
sonra. başlamış olan İran-Irak savaşı üzerinde görüş alışverişinde bulunduk.

27 EYLÜL CUMARTESİ

Bugün TBMM'nin Senato salonunda B aşbakan Bülcnd Ulusu hükümet


programını bize okudu. Yasama görevini biz yürüttüğümüzden, bu programın
kabul veya reddedilmesi bize ait oluyordu.

Programın okunması bittikten sonra ben de aşağıdaki konuşmayı yaparak,


Ulusu hükümetine başarılar diledim:

"Ülkemizin içi11de bulwıduğu fevkaldde önemli sorunlara ve olağa11üstü


koşullara gerçek bir yaklaşımla teşhis koyan ve çareler getire11 hükümet
programım tüm kamuoyu ile birlikte di11lenıiş bulu11uyoruz.
Programda Eylül 1980 Türkiyesi11in durumu ve devletin aksayan yönleri
açıkça belirtilmiştir.
Bu hükümet programının, Yüce Türk milletinin hissiyatına tercüman
olduğuna ve yıllardır özlemi çekilen çözümleri getireceği11e inanıyoruz.

78
Kurulan hükümet bir parti hükümeti degildir. Memlekete büyük hizmet
aşkı ile yola çıkan degerli arkadaşları bünyesinde toplayan bu hükümetin
başarılı olması bütün ulusun özlemidir.
Ülkemizin içinde bulundugu sorunlar ve yakın çevremizdeki so11 gelişmeler
üstlenmiş olduğunuz sorıu11lulugu daha da agırlaştırmakta ve sizleri tarihi bir
görevle karşı karşıya bırakmaktadır.
Yüce Türk ulusu tarihin her devrinde oldugu gibi ülke11in içinde bulundugu
bu sıkıntılı dönemin atlatılmasında milli birlik ve beraberlik içinde daima
devletle beraber olacaktır.
Türk halkı fedakardır. Türk halkı eşsiz sağduyusu ile tehlikeyi sezmiş ve
yapılmasını arzu ettigi icraatı bizlerden beklemektedir.
Gerçekleri halkımızdan gizlemeyecegiz. Her şey 011lar111 arzuları istikame­
tinde cereyan etmeli, programda yer verilen tedbirler süratle uygulanmalıdır.
Hükümet programında; anarşi, terör ve bolücülük ile ekonomik sıkmtılar
ülkemizin en başta gelen acil sorunları olarak degerlendirilmiştir. Bunlara karşı
alınması öngörülen tedbirler isabetli bir şekilde tespit edilmiştir. Bütün bu hu­
suslar öteden beri üzerinde önemle durduğumuz konuları oluşturmaktadır.
Bugü11 Türkiye'deki huzursuzluğun en mühim sebeplerinden biri de eko­
nomideki zaafiyet ve düzensizliktir.
Her yıl artan nüfus yanında üretim azlıgı, milli gelir kaynaklarının adil
dağılmayışı ve ücret politikasındaki yanlışlıklar halkımızı büyük çapta rahatsız
etmektedir. Halkımızın geçim ihtiyacını sağlayacak tedbirler süratle
alınmalıdır.
Vergi yasalarımn, bütün ekonomik faaliyetleri kapsayacak, vergi adaletini
sağlayacak, vergi kaybım önleyecek şekilde yeniden gözden geçirilmesi olum­
lu bir davranış olacaktır.
Sağlıklı bir ekonomiye kavuşulması amacıyla, hükümet programında yer
alan tedbirlerden bilhassa üretimin artırılması ve üretimin artırılması için kendi­
milli kaynaklarımızın en verimli şekilde kullanılması büyük önem
taşımaktadır. Milli kaynaklarımızı harekete geçirecek sermaye birikiminin
sağlanmasında milletçe tasarrufun önemi göz önünde tutularak gerekli her
türlü tedbir öncelikle almmalı ve bu konudaki egitim ve öğretime özen
gösterilmelidir.
Vatandaşlarımızın sağlık hizmetlerinden eşit olarak yararlanmasını temin
edecek yasal tedbir ve düzenlemelerin alınmasına, tarım sektöründe
çalışanların sosyal güvenliklerinin sağlanmasına ilişkin vaadler günümüzün ih­
tiyaçlarına ve halkımızın arzularına cevap verecek nitelikte görülmektedir.

79
Hükümet programı, bizim ele alınmasını faydalı gördüğümüz kanunlara yer
vermiş bulunmaktadır. Hazırlanacak tasarıların süratle neticelenmesi için ge­
reken yapılacaktır.
Atatürk ilke ve devrimlerinin ışığı altında hazırlanmış olan bu programla
saptanan hedeflerin gerçekleşmesi, uygulamadaki lxışarı ile yakından ilgilidir.
Programda ğelirtilen esasların isabetle ve süratle uygulama alanına ak­
tarılması ve bir bütün içinde neticelendirilmesi önem kazanmaktadır.
Bu program mutlaka gerçekleştiriİmeli, ülke büyük Atatürk'ün bize emanet
ettiği gibi ülkesi ve milleti ile bir bütün olarak refah ve mutluluğa ulaş­
tırılmaluiır.
Devletin bekasına yönelik fikri ve fiziki haince saldırılar içinde bulunan
anarşi ve terör odakları süratle söndürülmelidir.
Yüce ulusumuz huzur ve -refah özlemi içindedir. Türk milletinin yaşamında
tarihi bir dönüm noktasında bu�unmanın idraki içerisinde mutlaka başarılı ol­
mak gerektiğini tekrar ifade emıek isteriz.
Programın yüce milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını ve Sayın Ulusu
hükümetinin sürekli başarılarını dileriz."

28 EYLÜL PAZAR

12 Eylül'den evvel kararlaştınlrnış olan ve Trakya'da icra edilecek NATO


müşterek tatbikatı başlamıştı. Bu tatbikata başta Amerika Birleşik Devletleri ol­
mak üzere bazı NATO ülkelerinin kara, hava ve deniz kuvvetleri de
katılıyordu. Belçika'run da kara birliğinden bir tabur bu tatbikata katılacak
iken, 1 2 Eylül darbesi oldu diye son anda hükümetinin aldığı bir karara uyarak
birliğini bu tatbikattan çekmişti.

Trakya'da başlayan bu tatbikatın son bölümünü izlemek üzere Kuvvet


Komutanları ve aynı zamanda Milli Güvenlik Konseyi üyeleri ile birlikte
İstanbul'a hareket ettik. Belçika'run piyade taburu gemilerle Tekirdağ iskele­
sine kadar gelmişken gemiden çıkmayıp, tatbikata kaUlmamalan beni üzmüş ve
bu üzüntümü NATO B aşkomutanına da söylemiştim. B una benzer bir durum
NATO askeri komite üyelerinin her Eylül ayında bir veya iki NATO ülkesinde
yapacakları gezide de vuku bulmuştu. Bu sene Eylül ayındaki bu gezi Türkiye
ve İtalya'da yapılacaktı. Geliş tarihleri de 19 Eylül'dü. Türkiye'nin bu geziye
katılacak NATO'ya dahil ülkelerin Genelkurmay B aşkanlarını ülkemde
görmekten memnun olacağımı bildirmeme rağmen zannediyorum Hollanda,

80
Danimarka ve Belçika gibi ülkelerin itirazı üzerine bu gezi iptal edildi. Buna da
üzülmüş ve duyduğum üzüntüyü NATO Başkomutanı Orgeneral Rogers'a bil­
dirmiştim. Aldığım cevapta; kendisinin de bu durumdan üzüntü duyduğunu,
ancak birkaç ülkenin siyasi makamlanrun muhalefeti yüzünden iptal etmek zo­
runda kaldığını bildirmişti .

30 EYLÜL SALI

Her sene Harp Okullannın yeni yıl öğrenimine başlamalan münasebetiyle


bu okullarda tören düzenlenir. Bu sene de yeni ders yılına başlanacak olan bu
gün Kara Harp Okulunda tören tertiplenmişti. Konsey üyesi arkadaşlarla bir­
likte törene katıldık. Okul komutanı ve diğer ilgililer konuşmalannı tamam­
ladıktan sonra ben de aşağıdaki konuşmamı yapum:

"Sevgili Harbiyeli/er,
Bu okuldan çok büyük asker, komutan ve devlet adamı yetişmiştir. Sizlerin
arasından da muhakkak ki, istikbalde büyük komutan, büyük asker, büyük
devlet adamı yetişecektir. Ancak hiçbir zaman asker oldugunuzu unutmayın.
Evvela askersiniz. Onun için bu sene, geçen se11e verdigimiz emre uyularak,
ilk derste asker bir arkadaşımız, askeri konuda bilgiler verdi.
Kuru bir asker olarak yetişmemeniz, ilim ve itfan sahibi olmanız için ge­
rekli her türlü teknik ve sosyal bilgiler sizlere verilmiştir. Bu sizleri istikbale
daha kuvvetle adım atmanız ve gelecege daha güvenle bakabilmeniz için
yapılmıştır. Onun için diyorum ki, evvela askersiniz.
Evldtlarım,
Bu yaşlarda, bu çaglarda, sakın ola ki politikaya bulaşmayın. Biz, bugün
politikanın içine atıldıysak, yurdumuzun düştügüfeldketli durumdan, her za­
man oldugu gibi, milletimizi düzlüge çıkarmak için buna mecbur kaldık. Ulu
önder Atatürk'ün bizlere direktifi de daima bu olmuştur. Ne zaman ki bir ordu
politikanın içine girmiştir, o ordu yavaş yavaş disiplinini kaybetmeye ve
çökmeye başlamıştır.
Bunun en bariz misalini bizim yakın tarihimizde Balkan Harbinde
görebiliriz.
Onun için, bizim yapngımız bu harekdn, kendinize misal alarak sakın ola ki
politikanın içine an/mayın. Biz orduyu politikadan kurtarmak içi11 emir-komu­
ta zinciri içinde bu harekatı yapmak zorunda kaldık. Eger yapmasaydık, bun­
dan evvelkiler gibi, ordu politikanın içine girerdi.

81
Dikkat ederseniz, 5 kişilik bir emir-komuta kademesiyle işleri yürütüyoruz.
Bizim altımızdaki kademelere bulaştırmamak için de her türlü çabayı saifedi­
yoruz. Şuna da kararlıyız ki, en kısa zamanda, memleketimizi hakiki demokra­
tik kaideler üzerine oturttuktan sonra görevimizin başına döneceğiz.
Arkadaşlar,
Bu çağlarda sizlere çok kimseler yanaşır, izm'li ideolojileri aşılamak ister.
Bunları biz çok yakinen biliyoruz. Eğer izm'li bir ideoloji aşılamak ldzım ge­
lirse, işte ulu önder Atatürk'ün Kemalizm ideolojisi vardır. Onu benimseyiniz.
Kemalizm 'in koyduğu esaslar bizi aydınlığa götürmüştür. Ondan ayrılmaya
başladığımız andan itibaren karanlığa gömülmeye başladık. Ne zaman ki
ayrıldık, dainıafeldketlerle karşı karşıya geldik.
Biz, dünyaya örnek olmuşuz. Geri kalmış ülkelerin örnek aldığı büyük
Atatürk'ü bırakmışız, kendimizin lideri Atatürk'ü bırakmışız, başka milletlerin
liderlerini örnek almaya başlamışız.
Dünya o kadar çabuk değişiyor ki, artık harplerin şekli de değişti. İç savaş
türleriyle memleketler içinden yıkılmaya çalışılıyor. Eğer bir memleketin idare
şekli kendi ideolojisine yakın bir şekle dönüştürülürse, o memleketi işgal et­
meye hiç bir zaman gerek kalmaz. İşte bizim düşmanlarımızın uygulamak iste­
dikleri politika da budur.
Gittikçe nüfusu ve gücü yükselen bir Türkiye, birçok ülkeleri rahatsız eder,
etmektedir de. Bugün 45 milyon, 10 sene sonra 60 milyon kalkınmış bir
Türkiye, büyük nüfus sahibi Türkiye, daima onlar için bir kaygı kaynağıdır.
O halde ne yapılacaktır? Böl, parçala ve yut. İşte politika budur.
Asırlar boyu, 600 küsur seneden beri bir arada kucak kucağa yaşamış
ülkemizin insanlarının "Sen kürtsün, sen ldzsın, sen çerkezsin" denilerek
bölünmeleri için her türlü gayret salfedilmiştir. Biz bilerek veya bilmeyerek
bunlara alet olmuşuz.
Genç Harbiyeliler,
Sizlere aşılanmak istenen izm'lere kulağınızı tıkayın, sırtınızı çevirin. Ve
daima aklınızı kullamn. Bu çağlarda kendinizi çok bilgili sanabilirsiniz. Ama
hayata atıldıktan sonra göreceksiniz ki, tecrübe denen ve hiçbir ölçüsü olmayan
o büyük değer, sizin kazandığınız bilgilerden çok yüksektir. Onun için tecrübe
sahibi komutanlarınıza inanın ve güvenin.
Biraz önce okul komutanınızın anlattığı gibi bir komutan olmaya çalışınız.
Komutanlık Allah vergisidir ama çalışarak da komutanlık hasletlerini elde
edebilirsiniz. Daima iyi bir komutan olmaya çalışınız.
Hepiniz, takım komutanlığından itibaren en yüksek makamlara kadar birer

82
komutan olacaksımz. Ama komutan ismi takmakla insan komutan olmaz. Ha­
kiki komutan olmak için bütün vasıflara sahip olursanız, işte o zaman gerçek
komutan olursunuz. Komutanlarımı ve öğretim üyeleriniz tarafından sizlere
bu 4 sene zaifında çok değerli bilgiler verilecektir. Buradaki teknik bilgilerle
mücehhez olarak sizlerin, iyi bir komutan olarak çıkmamı için her türlü gayret
satfedilecektir.
Daha öncekiler ve bizler gibi, bizden sonra gelecekler de okullarımızın,
-başta Harp Okulları olmak üzere- en iyi, en yüksek seviyeye çıkarılması için
gayret satfedeceklerdir.
Okullarımız birer menbadır. Bu menbamn tertemiz olması için her türlü
çabayı satfediyoruz. Sizlerin Silahlı Kuvvetler içine tertemiz girmeniz için her
türlü çalışma yapılacaktır.
Hepinize lxışarılar dilerim.
Biz de bu sıralardan yetiştiğimiz için o yaşlarda insanın çeşitli etkiler altında
kalarak yanlış yollara sapanların bulunduğunu yakinen biliyordum. Onl.ın için
genç Harbiyelilere onların en büyüğü olarak bunları söylemek lüzwnunu duy­
muştum. Hepimizin bildiği gibi 27 Mayıs 1 960 Harek�tı Kara Harp Okulu
öğrencileri ile başlatılmıştı. Ama sonunda ne oldu? O genç çocuk kendisini va­
tan kurtaran aslan olarak gördü. Disiplini bozuldu. 2 1 Şubat ve 22 Mayıs
ayaklarımalanru yapmak suretiyle disiplinsizliğini ispatladı ve hepsi de okul­
dan atılarak perişan oldular. Bunu yakinen bildiğimiz içindir ki, Harp Okuluna
1 2 Eylül HarekAtında hiçbir görev verilmedi.

2 EKİM PERŞEMBE

Her sene sonbaharda yurdwnuzun çeşitli yörelerinde tatbikatların yapılması


bir gelenek haline gelmiştir. Zira sonbaharda hasat yapılmış olur. böylece
kıt'aların arazide tatbikat yapmaları kolaylaşır ve vatandaşa zarar verilmez. 3
üncü Ordu bölgesinde programlanan tatbikat Ağrı, Malazgirt ve Patnos'da icra
edilecekti. İşte bu tatbikatı izlemek üzere bugün uçakla Van'a gittik. Berabe­
rimde Kara Kuvvetleri Komutanı Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutarıı
Tahsin Şahinkaya ve Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun vardı. Deniz
Kuvvetleri Komutanı Nejat Tümer'i Ankara'da nöbetçi olarak bıraknk.
V arı'a gideceğimizi daha evvel kararlaştırmıştık. Milli Güvenlik Konseyi
Genel Sekreteri Orgeneral Haydar Saltık, Van'a gittiğinizde halka hitap etmek
ister misiniz diye sordu. Ben de kendisine. herhalde iyi olur, birşeyler
83
söylerim demiştim. Van havaalanından Vilayete geldik. Vilayet önünde okullar
ve vatandaşlann oluşturduğu büyük bir kalabalık bizi karşıladı. Bir hayli kur­
banlar kesildi. İlk defa böyle kalabalık bir topluluğa hitap edecektim.
Üzerimde Genelkurmay Başkanı üniforması ile bir politikacı gibi kürsüden
halka hitap etmek tuhafıma gitti. B i r aralık Ankara'da iken konuşurum
dediğime de pişman oldum. Ama konuşmamazlık edemezdim. Halk büyük te­
zahürat yapıyor, alkışlıyordu. 12 Eylül'den sonra ilk defa olarak halkın reak­
siyonunu tespit ediyorduk.

Kürsüde halkı selamladıktan ve tezahüratın dinmesini bekledikten sonra


konuşmaya başladım. Hitabım Sevgili Vanlı hemşehrilerim şeklinde oldu.
Niçin hemşehrilerim dediğimi de izah enim. Bizim için vatanın her yöresi bir­
dir. Doğulusu, batılısı, kuzeylisi, güneylisi hepsi bu vatanın Türk evlatlarıdır,
onun için sizlere hemşehrilerim diye hitap ediyorum deyince yeniden büyük
bir alkış ve tezahürat başladı. Hemşehrilerim hitabını bundan sonra yaptığım
konuşmalarda genellikle kullandım.

Konuşmamın giriş kısmından sonra şöyle devam ettim :

Sevgili Vatandaşlarım,
12 Eylül sabahı yapnğım konuşmada bu noktalara nasıl geldiğimizi, neden
12 Eylül Harekatını yapmak zorunda kaldığımızı, sizlere radyo ve televizyon­
dan yarım saat içerisinde izah etmiştim. Şimdi sizlerle yüzyüze bir kere daha
bu noktalara değinmek lüzumunu hissediyorum.
Biz demokrasiyi, Anayasamıza göre vazgeçilmez kuruluşlardan olan partile­
ri, partilileri yanlış anladık. Bir partiye mensup olmakla diğer parti mensubunu
düşman gözüyle görmeye başladık. Bu vatanın evldtları, kaç tane parti varsa, o
kadar parçaya bölündü. Birbirlerinin kahvesine gitmemeye, birbirlerin den kız
alıp-vermemeyi, aynı aile içerisinde baba ile evldt birbirleriyle konuş mamaya,
birbirlerine düşman gibi bakmaya başladılar.
Demokrasi bu değildir. Tabiidir ki, bundan istifade etmek isteyen dış güçler
tam onamını buldu ve genç evlatlarımızın eline silah vererek onların beyinlerini
yıkayarak ortalığa salıverdi. Başladılar birbirlerini vwmaya. Günde yirmi, otuz
tane vatan evladı boşu boşuna hayatlarını kaybediyorlardı.
Buna biz, uzun süre tahammül ettik. Bunu önlemek için tedbirler gösterdik,
yapılması ldzım geleni dilimiz döndüğünce her kademeye söyledik. Ama mu­
vaffak olamadık.
Eline silah alan bir terörist rahatça karşısına gelen zavallı mehmetçiği, za­
vallı polisi, bu vatan evladı jandarmayı rahatlıkla vurabiliyor. Fakat, ona karşı
gelmek isteyen polisi, jandarması, askeri silah kullanamıyor. Kullandığı anda
derhal hapishaneye anlıyor.

84
Bunları düzelttiremedik. Demokrasi, bu gibi anarşistlerin istediğini yap­
masına fırsat veren bir rejim demek değildir. işte bu çirkin paniciliği önlemek,
hakikaten memleketin özlemini duyduğu, bütün vatandaşların özlemini duy­
duğu hakiki demokrasiyi getirebilmek için bu hareki1tı yapmak zorunda kaldık.
Biz, devlet idaresini elimize alıp, senelerce bu memleketi idare etmek niyetinde
değiliz, bizim vazifemiz bu değildir. Bunu gayet iyi biliyoruz. Silahlı Kuvvet­
ler, politikanın içine girmez; ama göz göre göre de vatandaşlarımızı daha uzun
süre bu halde bırakmaya da gönlümüz razı olamazdı. Eğer daha bekleseydik
inanın, yakın bir zamanda bir iç harbe girebilirdik, birbirlerimizi boğaz/ardık.
İç Hizmet Kanunumuzun bize verdiği bir yetki de var. Bu yetkiye göre,
Türkiye Cumhuriyetini korumak ve kollamak Silahlı Kuvvetlerin vazifesi.
Cumhuriyet tehlikeye düştüğü anda, Atatürk'ün bize emanet etn"ği topraklar,
bu tertemiz topraklar tehlikeye düştüğü anda, biz duramazdık. Ya çekip gide­
cektik vayahut da bu harekdn yapacaktık. Biraz önce de değindiğim gibi çok
bekledik. "Bunlar kendi kendilerine yapsınlar, bir araya gelsinler, ş.u memle­
keti, şu düştüğü badireden kurtarsınlar" diye çok bekledik. Ama olmadı.
Ondan sonra dini inançlarımızı istismar etmeye başladılar. Laikliği yanlış
tanıtmaya başladılar. "Laiklik dinsizliktir" diye ilan etmeye başladılar. Vatan­
daşlara işlediler. Sevgili vatandaşlarım, /diklik dinsizlik demek değildir.
Bugüne kadar kim hangi vatandaşımızın dinf inançlarına karşı çıktı ? Kimin
ibadetine karıştı ? Hangi cami yapılmasına mani oldu? Ama onlar, rey alabil­
mek için, üç-beş tane rey uğruna bunları istismar ettiler. "Din elden gidiyor"
dediler. Yalandan. namaz kılmakla, oruÇ tutmakla, hacca gitmekle Müslüman
olunmaz. Kalbi temiz olsun, kalp temizliği esastır.
Aziz vatandaşlarım,
Ben bir hocanın çocuğuyum. Dinin ne demek olduğunu pekdld bilirim. işte
sevgili yurttaşlarım, bir taraftan dini istismar edenler, bir taraftan partizanlıkla
halkı birbirine düşürenler memleketi bu hale getirdi.
Ekonomik sıkıntılar had safhaya geldi. Elbette bize göz diken, bizi
parçalamak isteyen düşmanlara bundan daha iyifırsat olamazdı. Ellerinden
geldiğince silah sokmaya başladılar. Silah kaçakçılığı öyle büyük boyutlara
ulaştı ki, bugün topladığımız silahlarla belki bir tümeni teçhiz edeb!liriz.
Hdld da silah yakalanmakta. Bunlar nereden geliyor? Bunları herhalde bizi
seven, bizim kara gözümüze dşık ülkeler göndermiyor. Sevgili Vanlılar, sizleri
tanıyorum. Bölgeniz, yurdumuzun en sakin, bu vatana en sadık bölgeleri­
mizden birisidir. Sıkıyönetimden evvel de, sıkıyönetim sırasında da burada
hiçbir hadiseyle karşılaşmadık.

85
Sevgili Vanlılar,
Sizlere bir vazife daha düşüyor. Bu anarşist dediğimiz kişilere bir bakar­
sak, onaltı yaş ile yirmibeş yaş arasında. Neden ? Çü11kü bu yaşların beynini
yıkamak çok kolay. Omm için anne-baba olarak sizlere, veli olarak sizlere çok
büyük vazifeler düşüyor. Evldtlarımzla çok yakında11 ilgilenin, onun nereye
gittiğini, ne okuduğunu, ne ile meşgul olduğunu çok yakından takip edin.
Sayın Vanlılar,
Sizleri bu güneş altında daha fazla tutmamak için sözlerime nihayet ver­
meden şunu söylemek istiyorum: Her yerde ifade ettiğim gibi, bizler, beş
kişilik Milli Güvenlik Konseyi üyeleri uzun süre bu makamda kalmak niye­
tinde değiliz. Buna hevesli de değiliz. Ka11u11f düzenlemeleri, se�·im sistemini,
Partiler Kanununu, Anayasayı yaptıktan sonra en kısa zamanda idareyi gelecek
parlamenter kişilere teslim edeceğiz. Bundan emin olabilirsiniz. Bizim makam
ve mevkide gözümüz yoktur_. Bir hırsımız da yoktur, bunu bilesiniz.
Bu konuşmamdan sonra helikopterle tatbikat bölgesine gittik. Akşama ka­
dar tatbikatı izledik, karanlık basmadan Ağn'ya geldik. Ağn'lılar da top­
lanmışlardı. Burada da bir hayli kurban kesildi, sevgi gösterilerinde bulunul­
du. Ağn'da da vatandaşlara aşağıdaki konuşmayı yaptım:

Sevgili Hemşehrilerim,
Biraz evvel, dokuzyüz sene önce büyük kumandan Alpaslan'm 45 bin
kişilik ordusu ile 200 bin kişilik orduyu mağlup ederek, Anadolu kapılarını
bizlere açtığı Malazgin Meydan Muharebesinin yapıldığı yerdeydik. Oradan
geliyoruz. Mehmetçikler dedeleri11in dedelerinin dedesi olan o Türk asıllı
Selçukluların muharebe eniği bölgede şimdi tatbikat yapıyorlar. Biliyorsunuz,
kötü niyetli bazı kişill;r, bir zamanlar, böyle tatbikatlar ile ilgili olarak "Silahlı
Kuvvetler bunları bölge halkına gözdağı vermek için yapıyor" diyorlardı. Ar­
kadaşlar, biz kime gözdağı vereceğiz? Ama onların maksadı başkaydı. Mak­
satları halkımızı Silahlı Kuvvetlerden soğutmak, Silahlı Kuvvetlere gözdağı
vermek, bu suretle halkla Silahlı Kuvvetlerin arasını açmak ve istediklerine
nail olmak. Ama onların soğutmak istedikleri halk işte burada ...
Eğer sizler Silahlı Kuvvetlere karşı ufacık bir kırgınlık duysaydınız, bizleri
bu kadar büyük bir kalabalıkla karşılamak için gelmezdiniz. O bir avuç· hain,
bizi sizlerden koparamaz. Sizin sevginizi bizlerden esirgetemez. Onların gaye­
si, memleketi milleti parça parça bölmek, bu suretle dış düşmanların kolaylıkla
birer lokması haline getirmektir. Bütün emelleri bu idi. Dün Harp Oku/u'nda
yaptığım konuşmada da ifade ettiğim gibi, birçok dış düşmanımız bizi
parçalamak, ufak ufak parçalara bölmek, ondan sonra da yutmak ister.
Çünkü, ilerde 50 milyonluk, 60 milyonluk kalkınmış bir Türkiye hiçbir za-

86
man onların işine gelmez. 12 Eylül öncesine kadar memleketin içine
sürüklendiği durumu yakinen gördünüz, hepimiz yaşadık. Demokrasinin vaz­
geçilmez unsurları olan siyasi partilerimiz maalesef vatandaşları da bölerek ve
birbirlerine düşman ederek, memleketi bu hale getirdiler.
Bizde, demokrasi, particilik yanlış anlaşıldı. Vatandaşlar, kahvelerini, ca­
milerini, yollarını ayırdılar. Ankara'da İstanbul'da üniversitelerdeki, liselerde­
ki talebeler, kolkola sokakta gezemez, okula gidemez oldular. Sağ'da olanlar
bir grup, sol'da olanlar da bir grup halinde, jandarmanın, polisin himayesi
altında okullarına gidip gelmeye başladılar. Buna biz daha ne kadar zaman ta­
hammül edebilirdik? Öyle bir noktaya geldik ki, artık o zavallı beyinleri
yıkanmış, bu topraklar üzerinde büyümüş çocuklarımız birbirlerine o kadar
düşman oldular ki, neredeyse birbir,lefinin kanını içer duruma geldiler. Buna
dahafazla göz yumamazdık.
Evet, Silahlı Kuvvetler olarak bizim vazifemiz, yurt savunmasını, yapmak,
dıştan gelecek tehlikelere karşı bu yurdu birinci derecede korumaktır. Ama bir
vazifemiz daha var ki, o da Atatürk'ün bize emanet ettiği Türkiye Cumhuriye­
ti'ni korumak ve kollamaktır. Türkiye Cumhuriyeti ne zaman ki tehlikeye düş­
müştür, Silahlı Kuvvetler daima duruma el amıış ve buna müsaade etmemiştir.
Silahlı Kuvvetlerde bugüne kadar hiçbir zaman geriye gidiş görülmemiştir. Si­
' /ahlı Kuvvetler, daima bu memleketin daha iyiye, daha mükemmele gitmesi
için ne lazımsa, neye ihtiyaç varsa onun peşinden koşmuştur.
Biz tekrar geriye dönüp bir otoriter rejim getirmek heveslisi değiliz. Biz de­
jenere olmuş, yolundan sapmış demokrasiyi değil, birbirini seven, birbirini
sayan, vatandaş olarak birbirini hor görmeyen bir ortamın bulunduğu demok­
rasiyi istiyoruz. Yoksa "sen filan partidensiii, gözün çıksın" anlayışı demokra­
siyle bağdaşmaz. Demokrasi bu demek değildir arkadaşlar... Ama rey için,
koltuk kavgası için maalesef demokrasiyi bu hale getirdiler. Ben burada size
hitap ederken, bir seçim konuşması yapmıyorum. Ben size memleketin
düştüğü son durumu anlatmaya çalışıyorum.
Evldtlarımızı, genç çocuklarımızı okullara veriyoruz. Burada, çok kıymetli
öğretmenlerimize teslim ediyoruz. Ama ne yazık ki, maalesef üzülerek
söylüyorum, bir kısım öğretmenlerimiz onları yabancı ideolojilerin içine
sürükleyerek, ellerine de birer silah tutuşturarak, birbirleriyle boğuşmalarına
göz yumdu"/ar veya çocuklarımızı o yola sürüklediler.
Öğretmenlerimiz, bizim en mukaddes varlıklarımızdır. Ben Mld öğretmen­
lerimi nerede görsem ellerini öperim. Çünkü onlardan feyz aldım. O öğret­
menler ti. bizleri bu vatana hayırlı evlat olarak yetiştirdiler. Şu çocuklarımız
evvela ana kucağında yetişiyor, ondan sonra öğretmenlerimize teslim ediliyor.
O halde aile, öğretmen elele verirse, çocuklarımız bu vatan topraklan için kan-

87
lannı seve seve her zaman/eda ederler. Birbirlerinin kanlarını değil, düşman
istilasına karşı kan akıtırlar. Bu vatanın, bir zaman tertemiz olan 20-30 evlddı
hergün hunharca öldürüldüler ve genç yaşta hayata veda ettiler.
Kıymetli Ağrılılar, tekrar ediyorum, idarede bizim uzun müddet kalmaya
niyetimiz yok, böyle bir hırs peşinde değiliz.
Daha evvelki konuşmalarımla, radyo ve televizyon konuşmalarımda da
ifade ettiğim gibi, memleketin tabına uymayan, biz.feri bu hale sürükleyen
A nayasa'nın, Seçim Kanunu ve Partiler Kanununun bazı maddelerini
değiştirdikten sonra, normal demokratik düzene geçeceğiz. O zaman biz de
tekrar vazifelerimizin başına döneceğiz. _Bunu böyle bilesiniz.
Şunu da ifade edeyim ki, Doğu bölgemiz artık bundan sonra birer sürgün
yeri olmayacaktır. Doğu bölgesine işe yaramayan, Atıadolu'nun diğer tarafla­
rında doğru dürüst çalışmayan bir kısım arkadaşlarımız gönderilmeyecek­
/erdir. Nasıl ki, Silahlı Kuvvetlerimizde bu bölgeler için mecburi hizmet kon­
muşsa, doktorlarımıza, mühendislerimize, öğretmenlerimize, kaymakam­
larımıza ve valilerimize de mecburi hizmet koyacağız. Herkes gelsin, bu va­
tanın her karış toprağuıda hizmet görsün. Para karşılığı vazife verilmez. Bu
vatanı seven, onun üzerinde büyümüş bizler, bu vatanın her tarafında vazife
yapmak mecburiyetindeyiz. 909 senedir bu topraklar bizimdir, bundan sonra_
da bizim olacaktır. Madem ki, bu topraklar üzerinde yaşıyoruz, bunun nimetle­
rindehfaydalanıyoruz, o halde vazifelerimizi yerine getirmeliyiz. Üniversiteyi
bitiren veya ihtisasını yapan herhangi bir doktor veya mühendis, gelecek, va­
tanın her tarafında mecburi hizmetini yapıp, ondan sonra gidecektir. Çünkü
onların okuduğu üniversitelerde ve okullarda sizlerin de hakkı vardır. O
üniversiteler, o okullar sizlerden alınan vergilerle açılıyor. O halde madem ki
sizlerin katkısı vardır, onlar da gelsinler bunun karşılığını burada ödesinler.
Kıymetli Ağrılılar, şu -manzara hakikate11 bizleri çok heyecanlandırdı. Bu
kadar büyük bir topluluğun bizleri karşılayacağını, bu kadar sıcak davrana­
cağını tahmi11 etmiyorduk. Ama görüyoruz ki, millet bizimle beraberdir. 'Zaten
biz bu harekatı yaparken şuna inanınız ki, evvela millete güvendik. Ondan
sonra Silahlı Kuvvetler'e güvendik. Çok sabrettik, çok söyledik, uyardık, va­
tandaşlarımızın bize kötü gözle baktığını fark ede ede aylarca bekledik, belki
düzelir dedik. Çok mektuplar aldık, çok tarizlere maruz kaldık, ama yine
sabrettik. Bir noktaya geldik ki, arnk sabrımızın tahammülü kalmadı, hududu
bitti. Ondan sonra bu işi yapmaya mecbur olduk. Bu makamlara gelip yapma­
saydık, tarih önünde biz suçlu olurduk.
Bu durumdan elbirliği ile kurtulacağız. Sizlerin yardımıyla, bizler(n gayre­
tiyle ve etele vererek inşallah yakın zamanda düzlüğe çıkacağız. Çünkü bu
millet büyük millettir. Tarih sayfalarını karıştırın, Türkiye daima büyük millet

88
olarak kalmıştır. Eğer, son devirlerde bu hale düşmüşsek, bu bizi idare eden­
lerin kabahatidir, milletin kabahati değil.
Bir noktaya daha temas edeceğim sayın Ağrılılar. Bölünmelerden bahse­
derken, dini istismar edenlere değinmedim. Ama şimdi değinmek istiyorum.
Bir kısım politikacılar da dini alet ederek, bizleri sizlere din düşmam olarak
tanıtmak istediler. "Laiklik dinsizliktir" dediler. Hayır arkadaşlar "Laiklik din­
sizlik demek" değildir. Nasıl ki, ben namaz kılan, oruç tutan, hacca giden,
zekdt veren arkadaşıma karış!'Jıyorsam, bunları yapmayan arkadaşıma o da
karışamaz. Çünkü, dinimiz bize der ki, "Al/ahla kul arasına kimse giremez. "
Allah bu konuda onları memur etmedi.
Nasıl ki, her koyun kendi bacağından asılırsa, mahşerde de herkes kendisi
hesap verecektir, 011lar hesabım vermeyecektir. O halde, "Sen oruç tutmuyor­
sun, sen namaz kılmıyorsun" diye, kimse kimseye kafir diyemez. Allah 11ez­
dinde kimin kafir, kimin Müslüman olduğunu ancak Allah bilir, başka kimse
bilemez. Yala11 namaz kılanları halka kendini beğendirmek için oruç tuta11ları
biz biliyoruz. Bu11lar müslümanlık değildir. Hulasu kalple Allah 'ına ina11mış
kimselerin tuttuğu oruç, kıldığı namaz namazdır. Onun için bu milleti bir de
böyle bölmek istediler.
Din ile devlet işlerini ay.ırmıştık. Ama tekrar yavaş yavaş bunları
birleştirmeye başlamışlardı. Bu durum bizifelakete sürükledi. Zaten tarihi tet­
kik edin, düşmanlarımız bizi bölmek için daima dini kullanmıştır. Yobazlığı
kışkırtmıştır, yobazlık kışkırtıldıkça ilim-irfan kalmamıştır ve Türkiye de
yavaş yavaş geri adımlar atmaya başlamıştır. Onun için bu gibi sözlere inan­
mayın. Türk Silahlı Kuvvetlerine Ağrı 'dan, Van 'dan, Erzurum 'dan,
Edirne'den, Antalya'dan Türkiye 'ni11 her tarafından yavrular geliyor. B�z hiç
kimsenin dinine karışmayız ibadetine karışmayız. Asker ocağında herkes iba­
detini rahatlıkla yapar, orucunu tutar ve tutması için de her türlü kolaylığı
görür. Onun için size yalan söylüyorlar. Biz din düşmanı değiliz. Biz dini alet
eden yobazların karşısındayız.
Sevgili Ağrılılar, Atatürk bu millete çok şeyler yapmıştır. O 'na ne kadar
medyunu şükran olsak azdır. Ama son zamanlarda biliyorsunuz bazı kimseler
Atatürk'ü unutturmak için ne lazımsa yaptılar.
Askere gelen lise mezunu o çocuklarımıza soruyoruz "Atatürk kimdir?"
diye. Vayahut "Türk büyüklerinden birkaçını say" diyoruz. Atatürk'ü saya­
mayan lise mezunları geliyor. Ülkelerin ismini vermeyeyim, büyük insan diye
o ülkelerin liderlerini sayıyor da Atatürk'ü saymıyor. Bu onların kabahati
değil. Eğer bu çocuklar bunu bilmiyorsa, kabahat onu öğretmeyen öğretme­
ninde, onu öğretmeyen ailesindedir. Binaenaleyh, kıymetli öğretmenlerimize
hitap ediyorum: Atatürk'ü iyi öğretiniz. Atatürk'ün devrini belki yaşamadınız,
biz onların yetiştirdiği son nesilleriz. Bizden sonra da belki O'nu gören kimse

89
kalmayacaktır. Ama tarih kitapları Atatürkle doludur. Çocuklarımızı , gönülleri
Atatürk sevgisiyle dolu olarak yetiştirin. Atatürk, dünyada geri kalmış ülkelere
örnek olmuştur. Bizim, başka milletlerin liderlerini seçmemize ihtiyacımız yok­
tur. Bizim liderimiz Atatürk'tür. O bize yolu göstermiştir. O 'nun yolundan
yürüdükçe da.ima nurlu ufuklara doğru gideceğiz.

Bugünkü gazetelerin de ifade ettiği gibi terör olaylarında büyük bir düşme
meydana gelmişti. Bir gazete bu hususu ele almış ve şöyle bir tablo çizmişti:
12 Ağustos ile 3 1 Ağustos tarihleri arasındaki 20 günde bütün yurt sathında
terörden 1 84 kişi ölmüş, 4 terörist çatışmada öldürülmüş iken; 12 Eylül ile 30
Eylül arasındaki 1 8 günde 1 1 vatandaş hayatını kaybetmiş, buna mukabil 1 7
terörist çatışmada öldürülmüştü.
Bunun başlıca sebepleri arasında emniyet kuvvetlerinin yönetime
güvenmesi, yönetimi arkasında görmesi ve çekinmeden, hapse girme korkusu
olmadan silahını kullanabilmesiydi. Emniyet kuvvetleri aynı emniyet kuvvet­
leri idi. Yalnız dernekleri kapatılmış ve içlerindeki politize olmuş, sağ ve sol
örgütlerle ilişki kurmuş olanlar temizlenmeye başlanmıştı.
Dün toplanan Avrupa Konseyi de Türkiye'nin durumunu görüştü. To­
plantıya Türkiye'den Konseyin üyeleri bulunan Turan Güneş, Metin Toker,
Besim Üstünel ve Cevdet Akçalı'nın katılmalarına müsaade etmiştik. Çünkü
bunlar Konseye seçilmiş üyelerdi. Bu dönem sona erinceye kadar seçilen
üyelerin toplantılara katılma haklan vardı. Bu dönem bittikten sonra Türk.iyede
parlamenter demokratik sistem olmadığından yeni üye göndermemiz söz konu­
su olamayacaktı. Dünkü Konsey toplantısında Türkiye hakkında bir rapor
hazırlayan Avrupa Konseyinin Avusturyalı üyesi Steiner'in raporu aynen ka­
bul edilmiş. Steiner bu raporunda; "Türkiye'de bir an evvel demokrasiye
geçmesinin sağlanması isteniyor, şimdilik Konseyin Türkiye ile ilişkilerini
sürdürmesi, Türkiye'deki durumu yakından takip etmesi, Ocak ayındaki
toplantısında yeniden gündeme getirilmesi kararlaştırılıyordu. Steiner ayrıca,
Türkiye üzerinde yapılacak baskıların menfi etki yapacağını. fayda sağlama­
yacağını da iddia ediyordu. "
Rapor Türkiye açısından olumlu olarak mütalaa edilebilirdi. Avrupa Kon­
seyinin her toplantısında Türkiye'nin durumu görüşülecek, bizi tatmin etme­
yen ve hatta zaman zaman sinirlendiren kararlar çıkacak fakat hiçbir zaman
Türkiye'yi Avrupa Konseyinden çlkamıa karan alamayacaklardı.
İleride bu safhaları göreceğiz.

90
3 EKİM CUMA

Bugün de tatbikat bölgesindeydik. Dün gece bir gece baskını tatbikatını iz­
ledik. Güzel oldu.
Gerek Malazgirt ve gerekse Patrıos'da halk büyük sevgi gösterilerinde bu­
lundu. Yine bir hayli kurbanlar kasildi. Patnos'da halka kısa bir konuşma ya­
parak bize karşı gösterdikleri sevgiye, tezahürata teşekkür enim ve artık
kırgınlık.lan. küskünlükleri bırakarak birbirlerini sevmelerini saymalarını, aynı
vatanın evlatlan olduklarını unutmamalannı istedim.
Tatbikat bugün öğleden sonra bitti, biz de helikopterle Van'a geldik.
19.30'da uçakla Ankara'ya hareket enik.
Ankara'ya döndükten sonra aldığım bilgiye göre Amerika Birleşik Dcvlet­
leri'ne giden Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Turgut Özal'ın Amerika'
dan 200 milyon dolarlık ekonom ik yardım almayı başardığını öğrendim, se­
vindim. Zira ekonomik durumumuzun iyileştirilmesi için dövize ihtiyacımız
vardı.
Bugün 1 2 Eylül'den evvel öldürülen Nihat Erim'in katillerinden Dev-Sol
üyesi sekiz militanın yakalandığı bildirildi, çok sevindik. Bu yakalamalann ar­
kası muhakkak gelecekti. Bütün mesele Sıkıyönetim mahkemelerinin davalan
kısa sürede neticelendirip neticelcndiremeyeceği hususu idi. Ülkemizde askeri
mahkemeler de dahil maalesef mahkemelerimiz çok ağır işliyordu.
Hükümete vergi kanunlarının biran evvel hazırlanıp önümüze getirilmesi
direktifini vertniştim. Zira 24 Ocak ekonomik kararlarının muvaffak olması
için vergi gelirlerinin artırılması ve dolayısıyla bütçe açıklarının en asgari
düzeye indirilmesininin şart olduğunu biliyordum. Esasen 12 Eylül'den evvel­
ki Demirel hükümeti de bunu bildiği için vergi reform kanunlarını hazırlatmış
fakat kanunlaştıramamışu. Kanunlaştırması da mümkün değildi. Zira Türkiye
Büyük Millet Meclisinde çoğunluğu yoktu. Kendisine dışandan destek ve­
receğini vaad eden Milli Selamet Partisi de bu konuda destek vermiyordu. Ka­
nun esasen Maliye Bakanlığında genel olarak hazırdı. En uygun şekle getiril­
mesi gerekiyordu. Maliye Bakanlığına getirdiğimiz Kaya Erdem de evvelce bu
kanunun hazırlık.lan üzerinde çalıştığından zorluk olmayacaktı.

91
6 EKİM PAZARTFBİ

Amerika Birleşik Devletleri'nin Ankara Büyükelçisi James W. Spain'in


Cumhurbaşkanı Carter'dan bana yazılı bir mesajını iletmek istediğini dün
söylemişler, ben de bugün saat 09.30'da kendisine randevu vermiştim. Ka­
bulde Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Vekili Rahmi Gümrükçüoğlu da bulun­
muştu. (Dışişleri B akanı ve müsteşarı Ankara'da olmadıklarından Rahmi
Gümrükçüoğlu bulundu)

B üyükelçi Spain evvela Carter'ın bana gönderdikleri mesajı takdim etti.


Mesajı okudum. Mesaj genel olarak şu hususlan_ ihtiva ediyordu:

"Evvela Türkiye 'nin son yıllarda karşılaşmış olduğu güçlüklerin Amerika


Birleşik Devletleri'nde ve Türkiye'nin diğer dostları ve müttefiklerinde derin
endişe kaynağı olduğuna işaret ediyor ve demokratik usullerle işbaşında olan
hükümetin şimdi işbaşında olmaması hususu gerek Amerika Birleşik Dev/etle­
rinde, gerekse NATO üyesi diğer ülkelerde endişe ile karşılanmakta ise de,
Türkiye'nin içinde bulunduğu zor koşulların-yol açtığı sıkıntılar do/ayısıyla
ülke idaresine geçici olarak el koyma kararımızm Amarika Birlçşik Devletleri
ve ittifakın diğer üyeleri tarafından büyük ölçüde sempati ve anlayışla
karşılandığını belirtiyordu. Ayrıca yeniden demokratik sisteme dönüş
taahhüdümüzün de 1 2 Eylül olaylarına yapıcı bir şekilde yaklaşım
göstermelerinde.önemli bir unsur olduğuna da işaret ediyordu.
Carter Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilere de temas ederek bu iki
ülkenin NATO'nun askeri kanadında bulundukları ve etkili bir işbirliği yapa­
bildiklerinde, bu bölgenin güvenli bir durumda olduğuna işaret ediyor ve
şimdi NATO 'nun güney-doğu kanadının bölünmüş durumda olmasından
yakınıyordu.
Carter, Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanatma tekrar dönmesi için vak­
tiyle general Haig, şimdi de general Rogers'ın gayretlerine müdahale etmeyi
düşünmemekle birlikte, bu meselenin şimdi halledilmesinde zaruret olduğunu
ve gecikmesi halinde imkdnsız hale gelmesinin ihtimal dahiline gireceğini,
böyle bir durumun ise hepimiz için bir trajedi olacağını söylüyor ve sonunda
general Rogers'ın Ankara'ya yapacağı ziyarette konunun süratle bir çözüme
kavuşturulmasına katkıda bulunmamızı istiyordu.
Göıüldüğü üzere mesajda başlangıçta 1 2 Eylül Harekatını sempati ve an­
layışla karşıladıklarını ifade ettikten ve bizi amiyane tabiri ile okşadıktan sonra

92
esas konuya geçiyor ve Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına yeniden
dönüşü çalışmalarının bir an evvel gerçekleştirilmesini biraz da tehditkar bir
şekilde istiyordu.

Mesajı okuduktan sonra Büyükelçi Spain'c genel olarak şunları söyledim:

"Başluın Carter'ın J.2. Eylül Harekdtını sempati ve anlayışla karşılamış ol­


dukları yolundaki ifadelerine teşekkür ederim.
Harekdnn sebeplerini burada yeniden izah etmeye gerek duymuyorum. 12
Eylül öncesindeki durum dünya kamuyunun gözleri önünde cereyan ettigi için
herkesin maltımudur. Bugünkü durumu ne biz, ne de Türk kamuoyu arzu et­
mezdi. Ne var ki, başka bir çıkar yol kalmamışn.
İkinci husus olarak, NATO'nun güneydogu kanadındaki durumdan biz de,
başlangıcından beri üzüntü duymaktayız. Yunanistan 'ı NATO 'nun askeri kan­
adından çıkmasını zorlayanın Türkiye olmadıgı çok iyi bilinmektedir. Yuna­
nistan, kendi arzusu ile ayrıldı. Bir müddet sonra da hatasını anladı ve geri
dönmeyi arzuladı. Bundan sonraki'gelişmelerin ayrmnlanna ginneyecegim.
Aslında 1974'ten önce de Ege'deki komuta kontrol sorunu mualldktaydı.
Çok iyi bilindigi üzere bundan dolayıdır ki her NATO tatbikatında anlaşmazlık
çıkar ve NATO komutanları üzülürlerdi.
Yunanistan tekrar NATO 'ya dönmek istediginde bu sorunların
çözümlenmesini istedik. Arzu ettik ki, bu anlaşmazlıklar halledilsin ve böylece
ileride yine zorluklarla karşılaşmayalım. Ne bizim başımız agrısm ve ne de
NATO'nun başı agrısın. Bizim bu çabalarımız üzüntü ile belirteyim ki, bazı it­
tifak üyeleri tarafından yanlış anlaşıldı , Türkiye Yunanistan 'ın NATO 'ya
dönmesini engelliyor dendi. Böyle bir töhmet altında kalınca ben o tarihte
General Haig'e Biz Yunanistan'ın NATO askeri kanadına dönmesine karşı
degiliz, madem ki bizi böyle görüyorsunuz, o halde bir teklifim olacak. Yuna­
nistan NATO'ya dönsün, ancak Ege'de gerek denizde, gerek havada komuta
kontrol konusu açıkta bırakılsın yani komuta kontrol ne Yunanistan'da ve ne
de Türkiye'de bulunsun. Hali edilinceye kadar komuta kontrol İtalya'daki
NATO komutalarında olsun dedim. Bu teklifim Yunanistan tarafından kabul
görmedi. Yunanistan 1 974 öncesindeki avantajları ile NATO 'ya dönmek iste­
mektedir. Ben SACEUR ile temaslarımda müteaddit defalar gerek General
Haig'e ve gerekse General Rogers'a biz hükümet ve Silahlı Kuvvetler olarak
1974 öncesindeki duruma tekrar dönülmesini kesinlikle kabul edemeyiz. Bu
konuda bize baskıda bulunmayın dedim.
Ege konusu kamuoyumuza o kadar mal olmuştur ki; 1974 öncesi duruma
dönmemiz artık mümkün deglidir. Ne biz, ne de bizden sonra gelecek
hükümetler bunu kabul edemezler. Bildiginiz gibi biz de kamuoyuna dayan-

93
maktayız. Milletimizin güve11ine dayanarak yönetime el koyduk. Aksi takdirde
milletimizin bu itimadını kaybediriz. General Haig ve Ge11eral Rogers'a her za­
man şunu söylemişimdir: Ege'deki hak ve hukukumuz konusunda 1964
yılmda bir hata yapılmış - 1 964 yılına kadar Ege'nin ortasmdan geçen bir hat
her iki tarafça uçaklar için erken ihbar olarak kabul edilmişti. 1964 yılında
Türkiye'ye sorulmadan SACEUR 'ün kararı ile bu hat /i'IR hattına kaydırılmış
ve biz buna itiraz etmemişiz - bu hara 1 974 'e kadar sürüncemede kalmıştır.
1 964 'teki idarenin bu konudaki tutumunu bugün hayırhah/ıkla anmıyoruz.
Aynı şekilde, gelecek nesillerin de bizi ltlnetle anmasını istemeyiz. Şahsımı il­
gilendiren her türlüfedakarlığı yaparım. Ancak, milletimi ilgilendiren konular­
da hiçbir tavizde bulunamam. Rogers'ın teklifi görüşümüzden fazla uzak
değil, ancak birçok ufak tefek noktalar var. Yunanistan tarafının ısrarla bazı
kelimeler üzerinde durması yüzünden anlaşamıyoruz.
Öğleden sonra dostum ve meslektaşını General Rogers gelecek. Yine bu
konuyu görüşeceğiz. Ümit ederim ki olumlu ve yapıcı tekliflerle gelir. Bil­
diğiniz gibi bugüne kadar biz görüşmeleri hiçbir zaman kesmedik. Her zaman
görüşmelerden yana olduk.
Başkan Carter'in bölge konusundaki hassasiyetini çok iyi anlıyorum. Bir
bölge ülkesi olarak NAT0 '11u11 güneydoğu kanadının önemini biz de müd­
rikiz. Menfaatlerimizin icabı olarak Ege meselesinin çözümlenmesi bizim için
de çok önemlidir.
Başkan Carter'ın gönderdiği mesaj için teşekkür ederim. Müessiriyeti
bakımından, aynı girişimin Yunanistan 'da da yapılmış olduğunu ümit ede­
rim."
Büyükelçi Spain bu görüşlerime karşılık olarak özetle şunları söyledi:

Her zaman olduğu gibi, bunda da haklısın.ız. Hemen ifade edeyim ki, aynı
girişim Atina'da da yapılımıştır. Türkiye'de uzun süre görev yapmış bir diplo­
mat olarak ild nokta üzerinde durmak istiyorum :
Birincisi, gerek şahsım adına, gerek hükümetim ad111a Zat-ı Devletlerini te­
min etmek isterim ki; herhangi bir baskıda bulunmak söz konusu değildir. Yu­
nanistqn'ın reintegrasyonu konusundaki görüşlerimiz, aynı ittifak içinde bir­
birlerine bağlı, müttefik ve dost bir ülke olduğumuz için dile getirilmiş
bulunmaktadır. Nitekim birinci madde ile ilgili olarak Yunanistan'ın tutumu
hakkındaki sözlerinizi gayet iyi anlıyorum. Bir anlaşmaya varabilmek için
önemli olan, ilygunformülü bulabilmektir.
İkinci olarak şu hususu tebarüz ettirmek istiyorum. Bildiğiniz gibi Amerika
Birleşik Devletleri idaresi 12 Eylül Harekdtınızı büyük bir anlayışla karşı­
lamıştır. Bu, harektitın akabinde yapılan resmi açıklamada da ifade e<filmiştir.

94
Bu arada sırfşahsi alanda bir düşüncemi de arz etmek isterim. Yunanistan
NATO'ya dönüşü konusunu tamamen bizimle olan ikili ilişkilerinin bir ön
şartı olarak görmek temayülü içjnde bulunuyor. Bu itibarla, General Haig'in
başlatmış olduğu ve General Rogers'ın devam ettirdiği gayretler ile Ege soru­
nuna önümüzdeki iki ay zaıfında askeri kanallardan bir çözümün bulunama­
ması halinde, Başkan Carter'ın bizzat devreye gimıek durumunda kalabileceği
aklıma geliyor."
Büyükelçiye, B aşkan Carter'ın mektubuna aynca yazılı olarak cevap ve­
receğimi bildirdim ve konuşmamız böylece son buldu.

Aynı gün öğleden sonra da General Rogers geldi. Kendisi ile Genelkunnay
karargahında uzun bir görüşme yaptık. Konu yine Yunanistan'ın NATO'nun
askeri kanadına dönüşü idi. Bir anlaşmaya varamadık.

Bu konu, yani Yunanistan'ın NATO'nun askeri entegrasyonuna dönüşü,


12 Eylül'den sonra çeşitli basın organlarında işlendi. Umumiyetle Türkiye'nin
bu hususta büyük taviz verdiği, Yunanistan'ın dönüşüne müsaade etmememiz
gerektiğine dair olan yazılar ağırlık kazandı. Bu bakımdan bu konu üzerinde
biraz daha dunnakta fayda görüyorum.
Hepimizin bildiği gibi 1 974 yılı 20 Temmuz'da Kıbns'ta gerçekleş­
tirdiğimiz Barış Harekatının hemen akabinde Yunanistan'da 1967 yılından beri
işbaşında bulunan ve Albaylar Cuntası olarak isimlendiıjlen yönetim devril­
miş, yerine Fransa'da sürgünde bulunan Karamanlis'in başbakanlığında kl.lru­
lan hükümet görevi devir almıştı. Karamanlis hükümeti işbaşına geldikten
sonra NATO'nun Kıbrıs Harekatına mani olmadığını ileri sürerek NATO'yu
suçlamış ve fevri bir kararla NATO'nun askeri kanadından çekilmişti.
NATO'ya tahsis ettiği kara, hava ve deniz kuvvetlerini NATO'dan çekmişti
ama; bütün NATO karargahlarında bulunan Yunanlı subayları geri

çekmemişti. Bu subayların hepsi görevleri başında duruyorlar ı. Fransa Cum­
hurbaşkanı De G aulle zamanında da Fransa NATO'nun askeri kanadından
çekilmişti fakat aynı zamanda NATO karargfilılanndaki bütün subayları da
alınmıştı. Yunanistan'ın bu garip tutumuna hiçbir NATO üyesi ülke karşı
çıkmamıştı. Öteki ülkeleri bu durum rahatsız etmezdi fakat bizi rahatsız etmesi
gerekirdi. Nitekim de çok rahatsızlık duyulduğu zamanlar olmuştur. İlk itiraz
etmesi gereken ülkenin Türkiye olması nonnal iken; maalesef hiç sesimizi
çıkarmamış ve resmi bir müracaatımız de olmamış. Başta Amerika Birleşik
Devletleri olmak üzere bizden başka diğer NATO ülkeleri Yunanistan'ın aldığı
bu karardan döneceğine inanıyor ve bundan dolayı da hiçbir girişimde bulun­
muyorlardı. Bu durum aylar ve senelerce devam etti. Ne zaman ki Yunanistan
NATO'nun askeri kanadına dönmek istedi, o zaman NATO karargfilılannda
bu konuyu ileri sürdük ama geç kalmıştık. NATO'ya dönmek isteyen Yu­
nanlıların bu müracaatından sonra subaylarını NATO karargfilılanndan

95
çekmesi için yapılacak müracaatın müspet karşılanması elbette mümkün
değildi. 1 974'ten evvelki Ege denizindeki komuta kontrol durumu ile hava sa­
hasındaki komuta kontrol durumu maalesef lehimize değildi. NATO'ya ilk gi­
rerken bu konular üzerinde fazla durulmamış, NATO'ya girelim de ufak tefek
mahzurlarına katlanalım denmiş ve ileride ne gibi mahzurlar doğuracak farkına
varılamamış. İşte o tarihte kabul edilen NATO dökümünlanna göre; Ege'de
aşağı yukarı karasularımızın bausındaki Ege hava sahası üzerindeki kontrol so­
rumluluğu Yunanistan'a bırakılmış.
Denizde de durum aşağı yukarı aynı olmuş. Yani Akdeniz'den Türkiye'ye
gelecek bir yardım konvoyunun Türk karasulanna girinceye kadar olan
bölgedeki sorumluluğu Yunanistan'a . bırakılmış. Gerçi bu çarpık durum
karşısında denizdeki komuta kontrolu düzenleyen dökümana rezerv koy­
muşuz. Ancak bu rezerv bir türlü halledilememiş ve halledilemediğinden do­
layı da her NATO tatbikaunda bizim ve Yunanistan'ın itirazları olmuş. Yapılan
itirazlara bazen bir hal çaresi bulunamamış ve bu komutanlıklar Yunanistan1a,
Türkiye'nin bu tutumlarından bıkmışlardı.
Bu sıkınuları bildiğimiz içindir ki, Yunanistan NATO'ya döndükten sonra
aynı sorunlarla hem NATO komutanlıktan hem de Türkiye ve Yunanistan
karşılaşmasın istedik. Bunun için de Yunanistan'ın NATO'ya dönüşünü
Ege'deki komuta kontrol sorunlannın halli şartına bağladık. Yunanistan,
yukarıda izah ettiğim gibi, 1 974'ten evvel.ki aynı durumla NATO'ya dönmek
istiyor, biz bunu kabul etmediğimizden, dönüşü gerçekleştirilemiyordu. Zira
NATO'da bütün kararlar tüm üyelerin ortak oluru ile alınabiliyordu. Bir üye
hayır dese, o karar gerçekleşemiyordu. Türkiye'den gayn NATO'nun diğer
ülkeleri Yunanistan'ın tekrar dönüşünü istiyor ve bir an evvel gerçekleşmesi
için bize çeşitli yollardan ve çevrelerden telkinler ve hatta baskılar geliyordu. -
Zamanın hükümetleri
.
bu konu askeri bir konu. olduğundan meselenin halli
için Genelkurmay Başkanlığını görevlendirmişti. ilk temaslar Ecevit hükümeti
zamanında başlamıştı. Benim Genelkurmay Başkanı olmamdan bir sene sonra
General Haig ile bu konuda ilk müzakerelere başlamam 1 2 Mart 1979 tari­
hinde Ankara'da başladı. Müzakerelere saat 09.00'da başlandı, 12. l O'a kadar
devam etti . Toplantıya Napoli'deki Güney Avrupa Müttefik Kuvvetleri
Başkomutanı Amiral Shear, Brüksel'deki NATO Askeri Temsilcimiz Korge­
neral Süreyya Yüksel, Genelkurmay Plan Prensipler Başkanı Korgeneral Se­
dat Güneral de katıldılar. Konu ilk defa önümüze gelmiyordu. Daha evvel
siyasi kanalda çeşitli kereler g�rüşülmüş, NATO Genel Sekreterliğince NATO
Komutanı General Haig bu işle görevlendirilmişti. General Haig bu görevi
aldıktan sonra evvela Yunan Genelkurmay Başkanı General Davos ile
konuşmuş, bilfillare bize gelmişti. İşte bugün başlayan bu görüşmeler çeşitli
tarihlerde ve mahallerde sürdürülmüş nihayet 6 Ekim 1 980 gününe gelinmişti.

96
Müzakere tarih ve yerleri şöyle idi:

- 14 Mayıs 1979'da Bıiiksel'dc NATO karargfilunda benimle General Haig


arasında

1 8 Mayıs 1 979'da Ankara'da Genelkurmay'da benimle General Haig


arasında. Toplantıya İkinci Başkan Orgeneral Haydar Saltık da katıldı. (Bir
saat kadar sürdü)

- 6 Eylül 1 979'da Ankara'da Genelkurmay'da benimle Orgeneral Rogers


arasında. (General Haig ayrılmış, yerine General Rogers tayin edilmişti).
Toplantıya Orgeneral Haydar SalUk, Plan Prensipler B aşkanı Korgeneral Nec­
det Öztorun da katıldılar. (Bir saat devam etti).

- 1 7 Eylül l 979'da B ıüksel'de Orgeneral Rogers ile benim aramda. (Bir


saat devam etti).

- 20 Ekim 1 979'da Ankara'da Genelkurmay'da benimle Oramiral Shear


arasında. (İki saat devam etti).

- 30 Kasım 1979'da Ankara'da Genelkurmay'da benimle Orgeneral Rogers


arasında. (Üç saat zamanımızı aldı).

- 9 Aralık 1979'da Bıüksel 'de NATO karargfilıında benimle Orgeneral


Rogers arasında. Toplantıda Korgeneral Necdet Öztorun, Brüksel'deki askeri
temsilcimiz Koramiral Sabahattin Ergin ve Rogers'ıli müşaviri Albay
Papageorge da katıldılar. (ToplantJ iki saat sürdü).

- 6 Şubat 1 980'de NATO karargfilıında Orgeneral Rogers ile Orgeneral


Haydar Saltık arasında.cereyan etti.

- Aynı gün yine NATO karargfilunda General Rogers ile Orgeneral Haydar
SalUk arasında, toplantıya Albay Papageorge ile havacı Albay V. Avar ile Bin­
başı N. Esener katıldılar. Bu ikinci toplantı radarlarla ilgili ve teknik konulan
da kapsadığından saat 10.00'dan 16.30'a kadar devam etmiş.

- 27 Şubat 1980'de Ankara'da benimle General Rogers arasında. Toplan­


tıya Orgeneral Haydar Saltık, Korgeneral Necdet Öztorun, Korgeneral Necip
Toıumtay, Albay V. Avar, Albay Papageorge da katıldılar. (Saat 1 3.30'dan
1 7.00'ye kadar).

- 9 Mayıs l 980'de B rüksel'de benimle Orgeneral Rogers arasında. Top­


lantıya Korgeneral Necip Torumtay, Koramiral Sabahattin Ergin, Hava Albay
V. Avar, Albay Papageorge katıldılar. (Toplantı iki saatten fazla sürdü).

- 2 1 Temmuz 1980'da Ankara'da benimle General Rogers arasında. Top­


lantıya Orgeneral Haydar Saltık, Korgeneral Necip Torumtay, Albay Papage­
orge da katıldılar. ( 1 3. 30'dan 16.30'a kadar)

- 30 Temmuz 1 980'de Bıüksel'de NATO karargfilunda Orgeneral Rogers

97
ile Korgeneral Necip Torumtay arasında. Toplantıya Hava Albay V. Avar ile
Albay Papageorge da kablclılar.

- 1 8 Eylül 1 980'de Ankara'da Genelkunnay'da Korgeneral Necip Torum­


tay ile Albay Papageorge arasında.

- 25 Eylül 1 980'de Yeşilköy Askeri Hava Meydanında Orgeneral Rogers


ile Korgeneral Necip Torumtay arasında. Toplantıda Albay Papageorge de bu­
lundu. (Saat 1 7 .00 ile 1 8.20 arasında)

- 6 Ekim 1 980 de benimle Orgeneral Rogers arasında.

Bu tarihten sonra 1 6 Ekim 1 980'de Ankara'da benimle Orgeneral Rogers


arasında bu konuda son görüşmemiz yapılmış ve Yunanistan'ın NATO'ya
dönüşü; Ege'nin hava, deniz alanlarında komuta kontrol yetkisi ne
Yunanistan'da ve ne de Türkiye'de olmamak, komuta sorumlulukları tespit
edilinceye kadar bu sorumlulukların Napoli'deki NATO Komutanlıklanna
(AIRSOUTH ve NAVSOUTH) verilmesi kaydıyla bir neticeye bağlanmıştır.

Görüldüğü üzere bu kadar u�un s»re devam eden müzakerelerden sonra


kazancunız acaba ne olmuştu.

En büyük kazancımız Ege'nin hava ve deniz sahalarında 1 974'ten evvel


Yunanistan'a verilmiş olan komuta kontrol yetkisi kaldınlmış oldu.

İkinci kazancımız Yunanistan'ın NATO'ya dönüşüne mani olmakla


suçlanmaktan ve bunun sonucu olarak çeşitli baskılardan kurtulmuştuk.

Gerçi varılan bu anlaşmayı sonradan iktidara gelen Papandreu kabul


etmemiş ve dolayısıyla Ege'deki komuta kontrol ve saha sorumlulukları hfila
halledilememiştir. Ancak bunun sorumlusu Türkiye değildir. Varılan bu
anlaşmayı tanımayan ve dolayısıyla yerine getinneyen Yunanistan'a aittir. Eğer
bu anlaşma bizim basında bazı yazarların yazdığı gibi Türkiye'nin aleyhine,
Yunanistan'ın lehine olmuş olsaydı, Papandreu, bu anlaşma Yunanistan'ın
aleyhine yapılmış bir anlaşmadır, benden önceki hükümet bunu imzalamıştır,
ben kabul etmiyorum der miydi?

Tersini düşünelim. Acaba anlaşma sağlanmasaydı bugüne kadar kendimizi


nasıl savunacaktık. Hem NATO'nun güneydoğu kanadının kuvvetlenmesini
Türkiye olarak biz de istiyoruz diyecektik, hem de Yunanistan'ın NATO'ya
dönüşünü engelleyecektik. Bu iddiaya kim inanırdı.

Bugün Türkiye iyi niyetli olduğunu ispat etmiş ve bütün NATO üyelerinin
saygınlığını kazanmıştır. Yunanistan'ın tutumunun ne olduğunu ise hem biz
biliyoruz, hem de NATO üyeleri biliyor.

Bu konuyu böylece burada kapatmak istiyor ve kararı tarihe bırakıyorum.

98
Bugün ilk.defa dört idam cezasını onayladık. İkisinin cezalan 1 6 Temmuz
1 980 tarihinde Askeri Yargı tay tarafından tasdik edilmişti. Dört idam
mahkOmunun ikisi sağ, ikisi sol teröristti. Bunlardan bir sağ ve bir sol terörist
firarda olduğu için infazı yakalandıklarında yerine getirilecekti. Diğer ikisi sol
terörist Necdet Adalı ile sağ terörist Mustafa Pehlivanoğlu'nun yarın idam
edilmeleri muhtemel. Böylece ilk defa bir idam cezası yerine getirilecekti.

7 EKİM SAU

Dün onayladığımız iki idam cezası bugün infaz edildi. Biri 24, diğeri 22
yaşında olan bu iki terörist yedi kişiyi öldürmüşler, 1 2 kişiyi de
yaralamışlard ı. Btiylece işledikleri suçlarını canlan ile ödediler. Verilmiş ve
bundan sonra verilecek bütün idam kararlannı tasdik etmeye kararlı idile
Avrupalı dostlarımız ne derlerse desinler, ne kadar baskı yaparlarsa
yapsınlar, bu karanmızdan taviz vermeyecektik. Bundan dolayı bizi Avrupa
Konseyinden çıkarsalar bile kararımızdan dönmeyecektik. Çünkü teröristleri
terör eylemlerinden alıkoyacak en tesirli tedbirlerin başında tilüm cezalarının
yerine getirilmesinin geldiğini biliyorduk. Nitekim bu infazdan sonra
hapishanede kendi aralarında konuşan teröristler arasında panik havasının
estiğini öğrenmiştik. Esasen bugüne kadar parlamentonun bir tek idam
cezasını tasdik etmemesi bu teröristlere cesaret veriyordu. Bir zaman gelecek
nasıl olsa hapishaneden ya kaçacaklarına, ya kaçınlacaklanna veyahut da bir
ihtilalle taraftarlarının yönetime geleceklerine inanıyorlardı.

9 EKİM PERŞEMBE

Dün kabul ettiğimiz bir kanunla Sıkıyönetim Askeri Mahkemelerinin


görevine giren suçlan işleyen siyasi partilerin her kademedeki yönetici ve
üyelerinin suç dosyalan hakkında soruşturma ve yargılama yapmaya, parti
genel merkezlerinin bulunduğu yer Sıkıyönetim Mahkemelerini yetkili
kılmıştık. Bu kanuna istinaden Milli Selamet Partisi Genel Başkanı Necmettin
Erbakan ile, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş'i
Uzunada'dan Ankara'ya getirmiş ve mahkemeleri icra edilmek üzere gözetim
aluna alınmışlardı. Necmettin Erbakan'ın ve parti yöneticilerinin suçu 6
Eylül'de Konya'da yapılan miting ve gösteri yürüyüşü, Alparslan Türkeş ve

99
parti yöneticilerinin suçu ise l 3 Eylül cuma g ünü parti genel merkezinde
yap llan aramada genel merkezde ruh satsız Silah bulunması ve suç unsuru
olarak bazı yazılı evrakın ele geçirilmesi idi. Her ikisi suça iştirak eden
a rkadaşlarıyla birlikte Genelkunnay İstihbarat Okulunda gözetim altına
alındılar.

Cumhuriyet Halk Partisi ile Adalet Partisi Genel Merkezlerinde yapılan


aramalarda suç unsuruna rastlanamamışu.

Bugün aynca Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in Özel Temsilcisin i


kabul. ettim. Özel Temsilci Irak Devlet Başkanının selamlarım, başarı
d ileklerini belirttikten sonra; Irak ile Türkiye arasındak i mevcut iyi ilişk ilerin
daha d a gelişmesini arzu ettiklerini ifade etti ve Saddam Hüseyin'in yazılı
mesajını sundu.

Ben de kendisine, Irak ile lran arasında ihtildfların müzakere ile değil de,
çatışmayla halli yolunun tercih edilmesinden komşu ülke olarak üzüntü
duyduğumuzu, savaşın başladığı günden beri her iki ülkeye karşı
tarafsızlığımızı muhafaza ettiğimizi, arabuluculuk yapmayı düşünmüş isek de,
İran'ın hiçbir ülkenin arabuluculuk veya yardlm görüşünü kabul etmeyeceğini
açıkça i/dn etmesi üzerine beklemeyi uygun bulduğumuzu, Saddam
Hüseyin'in bizim arabuluculuk yapmamızı istemesinden memnunluk
duyduğumuzu, ancak lran 'ın da bunu istemesi halinde bu görevi
memnuniyetle yerine getirmeye çalışacağımızı. fakat savaşın sona erdirilmesi
için lrak'ın şartlarının ne olacağı hususunda birfikrimiz olması gerektiğini, bu
konuda beni aydın/atabilirse memnun olacağımı söyledim.
Özel Temsilci cevaben; "İranla savaşa başladıklarında amaçlarının İran
topraklarını işgal olmadığını, İran tarafından lrak'ın ülkesi üzerindeki
egemenliğine saygı gösterilmesini ve 1913 İstanbul Anlaşması ile çizilen
sınırların kabul edUmesini istediklerini, bu konuda görüşmeler başlar başlamaz
Irak ordularını işgal ettiği topraklardan geri çekeceğini, birliklerinin hangi nok­
taya kadar çekileceği hali ile yapılacak anlaşmaya bağlı olacağını, zira işgal et­
tikleri toprakların bir kısmının daha önce İran tarafından işgal edildiğini" beyan
etti.

Ben kendisine, özetle, "Yapacağımız teşebbüsler ve sondajlar sonunda,


lran böyle bir teşebüsü olumlu karşılarsa, biz bu görevi memnuniyetle yaparız.
Ancak bu teşebbüsler yapılıncaya kadar bölgede büyük devletlerin
müdahalelerine yol açabilecek davranışlardan kaçınılması hususuna çok önem
veriyoruz. Birbuçuk sene evvel kendileriyle tanıştığım Saddam Hüseyin'e bu
isteğimizi duyurunuz" diyerek ve Saddam Hüseyin'e selam ve sevgilerimi ilet­
mesini isteyerek görüşmemizi bitirdim.

Hükümet göreve başlayalı 15 günü geçmişti. Tam tarihi hatınmda kalma-

100
maltla birlikte, bu günlerde Başbakan Bülend Ulusu'yu makamında ziyaret
ederek başarı diledim ve bu arada, seçimle gelecek hükümete görevi teslim
edinceye kadar yapılmasını istediğim veya gerekli kanunların hazırlanarak
Konsey'e gönderilmesini beklediğim hususları ihtiva eden yazılı bir direktifi
kendisine verdim.

Bu direktifte yer alan hususlar şunlardı:

BAŞBAKANLIKÇA ELE ALINACAKLAR

1. Bundan böyle iktidara gelen bir siyasi parti ancak muayye n yerlerdeki
makam sahiplerini degiştirebilmeli. Bu husus kanunla düzenlenmeli ve bu
makamların nereleri oldugu kanunda zikredilmeli.
Bu konuyu şunun için istiyorduk; şimdiye kadar gelmiş geçmiş her iktidar
yönetimi devir alır almaz hemen hemen bütün kamu görevlilerini görevden al­
makta, kendi paralelindeki kişileri ehil olsun olmasın o görevlere tayin etmekte
idi. Böyle olunca da kamu görevinde bulunanlarla o görevden alınıp daha pasif
yerlere tayin edilenler birbirine zıt kutuplar oluştunnakta, görevden alınanlar
iktidarın muvaffak olmaması ve dolayısıyla kendisini o makama getinniş olan
evvelki partinin tekrar iktidara gelme�i için her türlü çabayı sarfetmekteydiler.
İstedim ki, yeni gelen bir bakan mesela müsteşarını, özel kalem müdürünü,
bazı genel müdürleri değiştirebilsin, bunların altındaki küçük memurlara
varıncaya kadar görevlileri hallaç pamuğu gibi atmasın. Elinde partizanlık
yaptığı veya görevinde muvaffak olamadığına dair kuvvetli deliller van;a el­
bette o gibiler hakkında da gerekli işlemlere başvurulabilmeliydi. Bu konunun
çok zor iş olduğunu biliyordum. Gerçekleşmesi de mümkün değildi. Ama
işlerin daha düzenli yürümesi için böyle olmasını gönülden istiyordum.

2. Devlet hizmetindeki memurlardan partizanlık yapanlar veya terör odak­


larına yardım edenler kısa zamanda temizlenecek/erdir.
Bu konu çok ivedi idi. İstenilen temizliği yapamazsak, terörle mücadelede
muvaffakiyet ihtimalimiz de o nisbette zor olurdu. Partizanlık devlet hizmetine
ginnemeliydi.

3. Silahlı Kuvvetlerde oldugu gibi, sivil idarede de yüksek makamlara ka­


deme kademe gelinmeli. Genç ve tecrübesiz bir kişinin uzmandır diyerek
birinci derecedeki bir makama getirilmesi önlenmeliydi.
Bu husus da maalesef gerçekleşemedi. İltimas ve adam kayırma da bu
yüzden önlenemedi.

101
4. Yönetim Kwullannın iktidarın arpalığı olması önlenmelidir.
5. Bakanlıkların, Bakanlığı ile ilgili derneklere bütçelerinden yardım yap­
maları kaldırılmalıdır.
6. Her sahada tasarrufa büyük bir önem verilecek ve özellikle akaryakıt
kullanımındaki savurganlık önlecektir. Ziyafetlere son verilecek.
7. Memuriyetten ideolojik nedenlerle veya disiplinsizlikten dolayı ilişik kes­
meler kolaylaştırılacaktır.
8. Toprak reformu kanunu mutlaka çıkanlacaktır.
9. Belediyeler Kanunu yeniden ele alınarak düzenleme yapılacaktır.
10. Milli Güvenlik Kurulu Kanunu yeniden hazırlanacak, bu kurulun ver­
diği kararlar istişari olmaktan çıkarılacak.
11. Eskiden olduğu gibi Cumartesi günleri yarım gün mesai sağlanacaktır.
Bunu gerçekleştiremediğimize h!Hl üzülürüm. Batı mederiiyetinden bu ka-
dar geri kalmışız, teknolojide onlara yetişelim diye çaba sarfediyoruz, diğer ta­
raftan onlar gibi bol bol tatil yapıyoruz. Kaldı ki işçilerimiz Cumartesi
günlerinde yanın gün çalışmaktadırlar.

İÇİŞLERİ BAKANUGrNCA ELE ALINACAKLAR

1. Seçim Kanunu ile Siyasi Partiler Kanunu yeniden hazırlanacaktır.


2. Trafik Kanunu yeniden düzenlenecek ve böylece günümüzdeki trafik
keşmekeşi önlenecektir.
3. Merkez Valilik kadro/an dondurulacak. Bu kadronun üzerinde vali olur­
sa, bunlara devletin diğer sektörlerinde görev verilebilmelidir. Kabul et­
meyenler emekliye sevk edileceklerdir.
Bunu 1 2 Eylül döneminde gerçekleştirdik sonra yine genişletildi.
4. İdari teşkilat yeniden ele alınacak ve birkaç vilayet bir müfettişliğe veya
bölge valiliğine bağlanacak.
Bunun gerekliliğine inanıyordum. Nitekim 1983 yılında bölge valiliği
kanununu çıkardık, fakat seçimlerden sonra gelen Anavatan Partisi iktidarı
bunu kaldırdı. İleride Türkiye böyle bir teşkilatlanmaya gideceğine hal!
inanıyorum. İçişleri Bakanlığı mensupları başta valiler olmak üzere bölge vali­
liği sistemine karşı oldular. Sebebi Bakanlık ile valiler arasına ikinci bir ka­
demenin ginnesini arzu etmemeleridir. Günümüzde ve gelecekte 67 vilayetin
merkezden idaresi mümkün olamıyor ve olamayacaktır. Arada bir kademe
102
teşkil edip Bakanlık sekiz vaya dokuz bölge valiliğine emir vermek suretiyle
bir kısım yetkilerini bu valiliklere devir ennesi işleri çok kolaylaşuracaktır.

5. Valiler yilayet dahilindeki bütün kuruluşların amiri olacaktır. Böylece


halen direkt olarak Bakanlıklardan emir alan bazı kuruluşlar emri dogrüdan
validen alacaklardır.
6. Partiler milletin tarihine mal olmuş bayrak ve efsaneleşmiş amblemleri
kullanamamalı.
Milliyetçi H areket Partisi, parti amblemi olarak üç aylı Osmanlı
İmparatorluğunun kullandığı bayrağı kabul ettiğini hep biliyoruz. Bu yüzden
bazı tablolarda bu bayraklar vardır diye o tabloları asmaktan çekinir olmuştuk.
Hatta bir merasim günü zamanın Başbakanı Bülent Ecevit, mehter takımı
geçerken bana "Paşam, mehter takımındaki üç aylı bayrakları kaldırsak nasıl
olur" d iye sormuş, ben sebebini anladığım için kendisine, "Say ı n
Başbakanım, mehter takımından bayrakları nasıl kaldırırız. Bu bayraklar o za­
manın imparatorluk bayrakları idi. Bayrakları kaldıracagımıza, bir kanunla
partilerin bu şekilde amblem kullanmalarına mani olalım" şeklinde cevap ver­
miştim.

ADALET BAKANUÔI'NCA ELE ALINACAKLAR

l . ldam cezaları hemen tasdik edilecektir.


2. Güvenlik kuvvetlerine, hdkim ve savcılara, vali ve kaymakamlara karşı
işlenen öldürme suçlarının cezası idam olmalıdır.
B u görevlerde bulunanları öldürmenin önlenebilmesi için cezaların bu
şekilde olmasının caydırıcılık sağlayacağını düşünüyordum.

3. Bazı suçlar var ki bunlar, as/4 afkapsamına alınamamalı.


4. Enuıiyet mensuplarından veya devlet hizmetinde bulunanlardan herhangi
bir kişinin, yasa dışı örgütlere yataklık veya yardım ettigi tespit edilirse,
örgüt mensuplarına verilen cezanın iki katı buşahsa verilmelidir.
5. Tespit edilecek bir esas çerçevesinde cezaevlerinde hükümlü bulunan
bazı suçlular oy kullanamamalıdır.
6. Cezaevleri ıslah edilecek ve yeniden
- yapılacak cezaevleri batı
ülkelerindeki cezaevleri gibi olacaktır.
7. Sıkıyönetim mahkemelerinin üç yıla kadar verdigi cezalar temyize tabi
olmamalı.

103
MİLLİ SAVUNMA BAKANLICI'NCA
ELE ALINACAKI.AR

1 . Meclisteki Askerlik Kanununda yapılması öngörülen değişiklik kanun


tasarısı hemen kanunlaştırılacak.
2. İdeolojik veya disiplinsizlik nedenleri ile Silahlı Kuvvetler mensuplarının
ilişiklerinin kesilmesi kolaylaştırılacak.

MİLLİ E(;İlİM BAKANUCrNCA ELE ALINACAKLAR

1- Milli eğitimde reform yapılacak


2- İmam-Hatip okullarının adedi yurdun imanı ihtiyacına cevap verecek
miktara indirilecek.
Bu okulların adedi bir plana dayanmıyordu. Necmettin Erbakan'ın partisi
her ilçede bir imam-hatip okulu istiyordu. Bu okullar ülkenin imam ve hatip
ihtiyacını karşılasın diye açılmışlardı. Halbuki buradan mezun olanların çoğu
devletin diğer sektörlerinde görev alıyorlardı.

Bilahare Milli Eğitim B akanı ile yaptığım görüşme sonucunda okulların


azaltılması yerine şimdiki rakam olan 375 rakamında durdurulmasının uygun
olacağına karar verdik.

3. Okullarda direniş, boykot, işgal ve eğitimi engelleme gibi olaylara


katılan veya önayak olanlar en ağır şekilde cezalandırılacaklardır.
4. Lise ve ortaokul müdürlerine ayrıca bir makam tazminatı verilecek.
Mümkün olursa smıjlara öğrencilerin her türlü ihtiyaçları ile ilgilenecek bi­
rer sınıf öğretmeni verilm�si yoluna gidilecek.
5. Tıp fakülteleri çoğaltılacaktır.
6. Üniversitlerin disiplin yönetmelikleri aynı olacaktır.
7. Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük şehirlerimizde toplanmış olan fakülte
ve yüksek okulların bir kısmı Anadolu 'nun diğer şehirlerine dağıtılacak.
Böylece hem bu üç şehirdeki izdiham önlenecek, hem de diğer
şehirlerimizin fakülte veya yüksek okula sahip olmaları imkanı
sağlanacaktır.

104 I
8. Özel dershaneler kaldırılacaktır.
Özel oershaneler birer ticaret merkezi haline gelmişlerdi. Birçok aile o
parayı temin edemedikleri için çocuklarını bu dershanelere gönderemiyorlar ve
dolayısıyla da üniversite giriş imtihanlarında fırsat eşitliği sağlana-mıyordu.
Aynca anne, baba ile çocuk arasında özel dershaneye gidememe yüzünden
münakaşalar, kavgalar eksik olmuyordu. Kaldı ki bu dershaneler daha ziyade
muayyen şehirlerimizde mevcut olup bütün Türkiye'ye yayılmış durumda da
değildi.

MALİYE BAKANLIGl'NCA ELE ALINACAKLAR

1 . Asgari ücret konusu bir an evvel hal/edilecektir.


2. Vergi adaletini sağlayan kanun öncelikle çıkarılacaktır.
3. Bir memurun çeşitli yerlerden maaş veya ücret alması önlenmelidir.
Bundan maksadımız; çeşitli yönetim kurullarında görev alıp hem asıl görev
yerinden ve hem de bu yönetim kurulu üyeliklerinden ücret almanın önüne
geçmekti.

SA<iLIK VE SOSYAL YARDIM BAKANLI<il'NCA


ELE ALINACAKLAR

1.Doktorlara ait tam gün yasası değiştirilecektir.


Bu kanun faydalı olmamıştı. Sözde doktor hastanede tam gün çalışacak,
dışarıda özel muayenehane açamayacaktı. Doktora devlet kafi ücret vereme­
diğinden doktorların büyük blir bölümü hastanelerden ayrılmış ve bunun ne­
ticesinde hastanelerde doktor sıkınusı başgöstermişti. Aynca tam güne tabi
olup da kaçak olarak dışarıda da muayenehane açan doktorların bulunduğu bi­
liniyordu. Bunun için kanunun değişmesi gerekiyordu.

2. Doktorların ve bazı bulunmayan kritik personelin üniversiteyi bitirdikten


sonra devletin göstereceği yerlerde asgari üç yıl çalışma mecburiyeti kollflcak.
Anadolunun birçok yöreleri ve özellikle doğu ve güneydoğu bölgesinde
doktor noksanlığı çoktu. Bazı hastanelerde bir mütehassısın bulunduğu da bir

105
gerçekti. Oraları cazip hale getinnek için astronomik rakamlara ulaşan maaş
venneye devletin gücü yetmiyordu. Diğer meslek mensuplarının kabahati ne
idi ki doktora fazla para verecek, onlara az verecektik. Devlet o şahsın doktor
.
olması için bir hayli para ve emek sarfetmişti. Öyle ise bunu mecburi hizmet
yapmak suretiyle Memeliydi. Bu konu diğer meslekler için de geçerli ol­
malıydı. (Örneğin mühendisler için) Doktorlar için olan kanunu çıkardık, fakat
maalesef diğer kritik personel için çıkartamadık. Buna hfila üzülüıiim.

İMAR VE İSKAN BAKANLIGl'NCA ELE ALINACAKLAR

Toplu konut yapımı ele alınacak, gecekondu işi halledilecektir. Bazı Avrupa
ülkelerinde olduğu gibi bankaların ev alımı için şahıslara kredi verme imkdnları
'iağlanacaktır.

nJRİZM VE TANITMA BAKANLIGl'NCA ELE ALINACAKLAR

Turizme büyük önem verilecektir. Bu maksatla birkaç sene için kamu kuru­
luşlarının ve Silahlı Kuvvetlerin buna elverişli kampları dış turizme tahsis
edilecektir.
Birçok Akdeniz ülkesinin turizmden milyarlarca dolar döviz elde eniklerini
biliyordum. Biz senelerce ihmalimiz yüzünden bu sahada bir gelişme kaydede­
miştik. Katı kurallar içeren kanunlarımızda değişiklik yapmadan turizmi
geliştirmek mümkün görünmüyordu. Onun için kanunlar değiştirilmiş ve
böylece turizmde büyük hamleler gerçekleştirilebilmiştir.

TARIM VE HAYVANCILIK BAKANLIGl'NCA


ELE ALINACAKLAR

Tc�rımda ve hayvancılık alanında bir reform programı hazırlanacak ve uygu­


lanacaktır.

106
ÖZERK KURULUŞLARCA ELE ALINACAKLAR

Radyo ve televizyonda her gün siyasi parti liderlerinin, yardımcılarının,


genel sekreterlerinin beyanat vermeleri önlenecek, haftanın muayyen
günlerinde ve haber bültenleri dışında ayrılacak saatlerde bu beyanatlar
yayınlanacaktır.
12 Eylül'den evvelki dönemde özellikle televizyonda haber bültenleri
sırasında siyasi partilerin dakikalarca birbirlerini kötüleyen, çamur atan beyan­
larını hep habrlıyoruz. Bu konuşmalar halkın asabını bozmaktan başka bir işe
de yaramıyordu. Bu yüzden televizyonununu kıran vatandaşların bile bulun­
duğunu duyuyorduk. Elbette siyasi partilerin söylecekleri radyo ve televizyon­
dan verilmeli. Ancak her gün haber bültenleri içerisinde olmamalıydı. Bu gibi
beyanatlar için bir zaman ayrılır, isteyeli vatandaşlar ve özellikle partililer, me­
raklılar o saatte televizyonunu açar dinler, istemeyen �inlemez.

CUMHURBAŞKANUGI VE MECLİSLE İLGİLİ OLANLAR

1 . Cumhurbaşkam seçimi tek dereceli olacak veya Mecliste yapılacaksa, ki­


litlenmeyi önleyecek bir yöntem bulunacak.
Bu konuda çekilen sıkmttlan hep hatırlarız. Aylarca cumhurbaşkanı
seçilememişti. Bunun en iyi yolu halk.in tek dereceli bir seçimle cumhur­
başkanını seçmesi şekli idi. Anayasaya bu şekilde bir madde koymadığımıza
hfil! daha üzülüriim.
2. Meclis Başkanı seçiminde birkaç turda netice alınamazsa çogunluk siste­
mi ile başkan seçilebilmeli ve yeni başkan seçilinceye kadar eski meclis
başkanı görevine devam etmelidir.
Meclis başkanı seçiminde de kilitlenmelerin olduğunu ve seçim neticele­
ninceye kadar da meclisin kanun çıkarma görevini yerine getiremediğini yine
haurlarız. İşte bunu önlemek için diğer demokratik ülkelerin bulduğu bir usulü
benimseyebilirdik. Nitekim öyle yapıldı ve Anayasanın ilgili maddesi buna
göre düzenlendi.
3. Milletvekilleri içerisinde emekli olanlar, milletvekili maaşından başka
aynca emekli maaşını almamalu:brlar.

107
Milletvekilliği görevi de bir kanıu göreY: sayıldığına göre, vaktiyle hertıangi
bir kamu görevinden emekliye ayrılmış kişinin hem emekli maaşı alınası, hem
de milletvekili maaşı almasını doğru bulmuyordum. Bu hal cumhurbaşkanı
için de geçerli olmalıydı. Böylece meclis içinde iki maaş alanlar, yalnız millet­
vekili maaşı alanlar diye bir fark da ortadan kalkmış olurdu.
4. Referandum bazı mühim ka.nunlar için kullanılabilmeli.
Bu hususu da gerçekleştiremedik. Anayasa görüşülürken bu konu ortaya
geldi. Ancak kanunu referanduma götürme yetkisini Cumhurbaşkanına ver­
mek istiyorlardı. Ben bunu doğru bulmadım. Zira Cumhurbaşkanı ile meclis
ve-iktidar zor durumlara düşebilirdi. Bu yüzden vazgeçtim .

lO EKİM CUMA

Silahlı Kuvvetler yurt çapında yönetime el koymuştu. Aşağı kademelerdeki


bazı subay ve astsubayların bizim hiç de arzu ettnediğiı'niz davranış içerisinde
bulunabileceklerini ve bunun neticesi olarak halkımızın Silahlı Kuvvetlere
karşı beslediği güvenini sarsabileceği ihtimaline karşı bir emirle Silahlı Kuv­
vetler mensuplarının bu dönemde dikkat ettneleri gereken hususları belirtmeyi
uygun buldum. Bu maksatla aşağıdaki emri müstakil takım ve bölük seviye­
sine kadar yayınlattım . Bu emrimden de anlaşılacağı üzere, Silahlı Kuvvetler
mensuplarının politikaya bulaşmamaları, kendi görevleri içerisinde kalmaları
isteniyordu.

TÜRK SİLAlill KUVVETLERi:NİN


DİKKATE ALACAGI VE UYACAGI HUSUSLAR

"Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir bütün olarak tüm ülke yönetimine el koyma
kararı ve bu ka.rarı uygulamak için hazırladığı planlar; ATATÜRK ilkelerine,
ulusun bütünlüğüne ve bölünmezliğine inanan ka.hraman TÜRK Silahlı Kuv­
vetleri tarafından emir ve komuta zinciri içerisinde başarı ile gerçek­
leştirilmiştir.
Rütbesiz erinden en büyük komutanına kadar aldığı emirleri tam olarak ye­
rine getirmeye hazır olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin, TÜRKİYE Cumhuriyeti­
ni kollama ve koruma vazifesini gerçekleştirmesi hususu en üst düzeydeki
Kuvvet Komutanları ve tarafımdan bütün koşullar titizlikle incelenerek ka.rara
bağlanmıştır.
Türk Silahlı Kuvvetleri 12 Eylül 1980 tarihinde Devletimizin ve Cumhuri-
108
yetimizin önemli sorunlarını anlamada, alınacak tedbirleri saptamada ve uygu­
lamada acze düşen kişi, kurum, organ ve siyasi partilerin anlamsız, milli he­
deflerimize ters düşen çekişmelerine son vererek; işleyen, etkili ve yeterli bir
yönetim sistemini ve ATATÜRK ilkelerine uyan özgür, demokratik ve laik bir
politik düzeni gerçekleştirmeye başlamışnr.
Bu düzeni gerçekleştirmenin devamında Türk Silahlı Kuvvetlerinin dikkate
alacagı ve uyacagı hususlar aşagıya çıkarılmıştır.
1 . GENEL HUSUSLAR
a. Bütün vazifeleri ve aldıgı emirleri eksiksiz yerine getirmede Silahlı Kuv­
vetlerin sahip olması gereken niteliklerinin başında saglam, etkili emir komuta
düzeni ve sarsılmaz disiplin anlayışı gelmektedir. Türk Silahlı Kuvvetlerinde
bu disiplin anlayışının yegane gerçekleştiricisinin ATATÜRK'çü Kahraman
ve fedakfır subay ve astsubaylar oldugu unutulmamalıdır.
b. Türkiye Cumhuriyeti11in içinde bulundugu koşullardan kurtarılması ve
ATATÜRK'çü politik düzenin gerçekleştirilmesi ile ülke yönetiminin etkili,
yeterli, koordineli bir biçimde işlemesi ve sapmaları zamanında tesbit ederek
düzeltilmesini saglayacak bir kontrol dazeninin ortaya konması, aşamalarla
saglanac,aknr.
c. Kurtarma ve düzenleme safhasında; TÜRK Silahlı Kuvvetlerinin en üst
düzeydeki komuta11/arından oluşan Milli Güvenlik Konseyi, Devletin en
yüksek ve yetkili organı olarak politik, ekonomik, sosyal, kültürel ve askeri
diger konularda gerekli kanunları, kararnameleri çıkarma, bütün faaliyetlerin
icrasını takip ve kontrol etme görevine devam edecektir.
d. Milli Güvenİik Konseyinin belirtilen görevlerini yerine getirmede, Kon­
sey Sekreterligi karargah hizmetlerini yürlltecektir. Genel kurmay Başkanlıgı,
Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlıgı ile daha ast komu­
tanlıklar sadece askeri vazifelerin yürütülmesini saglayacaklardır.
2. TÜRK S/LAHLI KUWETLERİNİN HEDEFİ VE VAZiFELERi:
a. Tark Silahlı Kuvvetlerinin temel hedefi; iç ve dış düşmanlara karşı
ülkenin bütünlügünü ve bagımsızlıgını korumak ve kollamak ile tesbit edilmiş
Milli Askeri Hedefleri ele geçirmek veya korumaktır.
b. Türk Silahlı Kuvvetlerinin temel vazifeleri:
(1 ) Askeri Görevler
(a) Her türlü koşulda savaşma niteligini muhafaza ederek, banşta
caydırıcı bir güç olarak hazır bulunmak.
(b) Gerektiginde askeri hedefleri ele geçirecek şekilde savaşmak.
(c) Askeri teknolojiyi sürekli olarak degiştirmek.
(d) Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumak
109
(2) Sivil işlere ilişkin görevler
Türk Silahlı Kuvvetleri bugün içinde bulunduğumuz koşullarda Türk
Devletini düzlüğe çıkarmada önemli sivil görevler yüklenmiş durumdadır. Bu
görevler:
(a) Anarşi, terör ve bölücülük ve her türlü yaygın şiddet eylemlerini
onadan kaldırmak iç g üvenliği ve barışı sağlamak.
(b) Türk Devletinin merkezi ve mahalli yönetiminin etkili ve verimli
olarak çalışmasına katkıda bulunmaktır.
3. G ÖREVLERİN YAPILMASINDAKİ ESAS:
a. Askeri görevlerin yapılmasındaki temel esaslar:
( 1) Yukarıda belirtilen askeri görevlerin icrasında göz önünde bulun­
durulacak temel unsur, her zaman olduğu gibi sarsılmayan bir disiplin
içerisinde İç Hizmet Kanun ve Yönetmeliği esaslarının eksiksiz uygulanması
olacaktır.
(2) Silahlı Kuvvetlerin iç ve dış güvenliğe ilişkin vazifelerinin
yapımında icra unsurları küçük birliklerdir. Bu birlikler askeri gücün temelini
teşkil ederler. Bu teşkillerin birbirlerini tamamlayacak şekilde birleştirilip
bütünleştirilme$i görevin gerektirdiği bölgede hazır bulundurulmasi , komuta
ve kontrol sistemini oluşturan bütün personelin birlik, beraberlik ve uyum
içerisinde olmasını ve çalışmasını gerektirir. Gayret birliği ve uyum sağlamada
başarının etkili olması birliklerdeki disiplinin eriştiği düzeye bağlı olduğu unu­
tulmamalıdır.
(3) Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının sahip olduğu ideoloji
A TA TÜRK'çülüktür. A TA TÜR K ilkelerinde birleşme ve bütünleşme
sağlanmıştır. İlimin en hakiki mürşit olduğuna inanan Türk Silahlı Kuvvetleri,
askeri ve sivil vazifelerine ilişkin sorunları çözmede modern teknikleri en geniş
biçimde kullanmaktadır ve kullanmaya devam edecektir.
b. Sivil görevlerin yapılmasındaki esaslar:
(1) Türk Silahlı Kuvvetleri; İç Hizmet Kanun ve Yönetmeliği, 1402
sayılı Sıkıyönetim Kanunu ve uygulanan diğer kanun ve kararnameler
uyarınca kendine tanınan yetkilere dayanarak ve bütün kolluk kuvvetlerini de
kullanarak yurt sathında örgütlü, örgütsüz bütün anarşistleri, teröristleri ve
bölücüleri etkisiz hale getirecektir. Bu amaçla Sıkıyönetim Komutanlıkları ih­
das edilmiştir. Sıkıyönetim Komutanlıkları; alacakları tedbirleri emirlerle so­
rumlulara uygulatacaklar gerektiğinde eğitim amacı ile kurslar düzenleyecekler
ve halkın uyması gereken hususları bildirilerle açıklayacaklardır. Sıkıyönetim
Komutanları yetkilerinin bir kısmını veya bazılarını tayin edilen Sıkıyönetim
Komutan Yardımcılarına devredebilecekler, ancak bu yetkiler daha aşağı ka­
demelerdeki komutanlara devredilmeyecektir. Sıkıyönetim Komutanları kendi
1 10
bölgelerinde uygun gördükleri il veya ilçelerde görevli birlik komutanlarını
Sıkıyönetim Komutan Yardımcısı olarak atama yapılmak üzere Genelkurmay
Başkanlığına öneride bulunacaklardır.
(2) Türk Silahlı Kuvvetleri "bir okul olarak" personelini ATATÜRK
ilkeleri ışığı alnnda eğiterek onlara Türk milli ve askeri değerlerini öğretecek
ve uygun davranışlarda bulunmalarını sağlayacaktır.
(3) Sıkıyönetim Komutanları kendi bölgelerinde bulunan fakat
modern teşkilat ve yönetim esaslarını uygulamayan, verimli çalışmayan
çevresine hizmet ve ürün vermeyen, yanlı hareket eden teşkillerin yeterli hale
gelmesini sağlayacak tedbirleri alacaklar, düzenlemelerde bulunacaklardır.
Sıkıyönetim Komutanları, bilhassa yukarıda belirtilen türde, teknik konularda
ilgili makamlar nezdinde girişimlerle sonucun ilgili Bakanlıklar ve Genel
Müdarlükler ve mülki amirliklerce ele alınmasını sağlayacaklardır. Bu tür
girişimler yalnız Sıkıyönetim Komutanlıklarınca yapılacaknr.
(4) Merkez ve mahalli idarelerde görevlendirilen askeri personel bu­
lwıdukları teşkilatın amaç ve vazifelerine uygun olarak teşkilatlanması, per­
sonel kullanması, yönlendirilmesi, koordinesi ve kontrol edilmesine ilişkin
esasların saptanmasını ve uygulanmasını sağlayacaklardır. Hu yerde
görevlendirilmiş askeri personel, teknik konular dışında faaliyet
göstermeyeceklerdir.
Halkın bilmesi ve uyması gereken hususlar teşkilin dışında bulunan
görevlilerce açıklanacaktır. (Belediye Başkanı, genel müdür gibi)
4. TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNDE GÖREVLİ KOMUTAN VE PER­
SONELİN GÖREVLERİ:
a. Personel ve birlikleri, askeri hedefleri ele geçirecek biçimde savaşa
hazırlamak.
b. Disiplini sağlamak ve idame ettirmektir.
Bu iki vazife de, gerçek bir eğitim uygulaması ile sağlanabilir. Bu nedenle,
bütün komutanların önde gelen vazifeleri barışta ve savaşta yeterli ve etkili bir
eğitimin uygulanmasını sağlamak, personelin mutluluğuna katkıda bulun­
maknr.
5. TÜRK SİLAHLI KUWETLERİ PERSONELİNİN
GÖZETMESİ GEREKEN HUSUSLAR:
a. Genel :
Askeri güç sisteminin, imkanlarını kullanarak çevresine yapnğı hizmet,
askeri komuta ve yönetim sisteminin fonksiyonlarıdır. Komuta ve yönetim
sisteminin etkinliği, Türk Silahlı Kuvvetlerinin çok güçlü yapan disiplini
gerçekleştirmtsi ile sağlanır.

111
Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin devlet işlerinin nasıl yürütüleceğine
ilişkin değişikfikirler etrafında gruplaşması gibi bir durum her birlikte Komu­
tanın Juınuni yetkilere ve liderlik niteliklerine sahip olması ilkesine aykırıdır.
Ayrıca ülkemizde yabancı etkilerle oluşan faluıt bünyemize uymayan değişik
fikirlerin Silahlı Kuvvetlere nüfuz etmesi, ileride Silahlı Kuvvetlerin birbirine
hasım gruplara bölünmesi anlamına gelebilir. Ülkemizin içinde bulunduğu
savaş ve buhran devrelerinde Türk milletinin birlik ve beraberlik içinde düze
çıkması "Türk Birliğinin kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin
çelikleşmiş ifadesi" olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin çok güçlü bir disipline sa­
hip olması gerçeğine dayanmaktadır. Ne zaman hangi nedenlerle olursa olsun
disiplinin sarsılması, milli felaketlere sebep olmuştur. İçinde bulunduğumuz
dönemde Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına dönük niteliklerinden, /Jirlik ve
beraberliğinden kayıplar vermemesi en başta gelen amacımızdır. Memleketi­
mizde her konuda ve sorunda meydana gelen farklı yaklaşımların düşmanlık
haline gelmiş olmasının önemli bir telafisi çok zor olan olumsuz sonu�·lar
doğurduğu açık bir gerçektir. Bu durumun normal hale gelmesi sırasında Si­
lahlı Kuvvetler mensuplarının politikfaaliyetler dışında Juılması hayati önemi
haizdir. Sonuç olarak; disiplini sarsacak eylemlerin ve davranışların başında
askeri personelin politika içerisine girmesi gelir.
b. Pasif kollama görevinden aktif koruma durumuna giren Silahlı Kuvvet­
ler, bu ara devrede ve tekrar bütünüyle kollama durumuna geçinceye kadar
politikada aktif görev almayan bütün personeli ile politika dışında Juılmaya
özen gösterecektir. Bu nedenlerle Silahlı Kuvvetlerin politika dışmda tutul­
ması, komuta ve yönetim sistemindeki bütün görevlilerin en öneml(vazifesi­
dir.
ATATÜRK'çülüğü benimseyerek bütün sapık ideolojilerle savaşan ve
başarılı olan askeri personel bu devrede de politika, dışında luılmayı en iyi
şekilde gerçekleştirecektir.
c. Politika, bir anlamı ile i11Sanları11 birarada bulunması sonucu meydana
gelen gücün, değişik amaçları, hedeflerini elde etmek üzere tertiplenip, kul­
lanılmasıdır. Esasen Silahlı Kuvvetlerin bünyesinde de vatan savunması için
hazır her yönü ile etkili bir güç vardır. İyi niyetle veya kötü niyetle kendi poli­
tik görüşlerine güç luıtarak itibar kazanmak isteyenler, her rütbedeki asker
kişilere sokulup kendi fikir ve görüşlerini daha güçlü hale getirerek baskı
grupları oluşturma hevesine kapılabilirler. Hiçbir askeri personelin bu tür
g irişimlerde bulunan kişilerle münakaşa etmesi, bu fikirler etrafında
gruplaşmalara katılması ve beyanlarda bulwıması beklenemez.
d. Yanlış anlamalara ve yorumlara sebep olmamak için, askeri personel
aşağıdaki davranışlardan kaçınacaklardır:

1 12
(1 ) Vicdan hürriyeti mutlaktır. Vicdan hürriyetine saygılı olmak
gerekir. Askari personel, kendi dini inançlarını ve uygulamalarını başkalarını
etkileyecek biçimde açıklamayacak ve herkesin dini inançlarına ve uygulama­
/arma saygı gösterecektir.
(2) Askeri personel devlet yönetimine ilişkin hususları açıkça
münakaşa etmeyecek, bilerek veya bilmeyerek belirli fikirleri benimseyip bu
fikirleri üst makamlara iletmeyecek vaya belirli görüşler doğrultusunda gruplar
oluşturarak baskı grupları gibi hareket etmeyecektir.
(3) Askeri personel, yönetime ilişkin bilgi sahibi olabilir, ancak,
resmi kisvesi altında özellikle kışlada ve hatta özel hayatmda bu bilgisini be­
nimsediği fikirleri başkası ile tartışamaz. Bu hususlarda kamuoyu
oluşturmaya katkıda bulunamaz.
(4) Silahlı Kuvvetler mensupları için aşağıdaki faaliyetler
"POLİTİK" nitelikte oldugundan kaçım/malıdır.
(a) Siyasi partilerle her türlü ilişki kurmak, parti mensupları ile
müzakere ve tartışmalara gimıek.
(b) Benimsedikleri devlet yönetimine ilişkin fikirleri yaymaya
çalışmak, bu hususta münakaşalara girmek ve beyanlarda bulunmak.
(c) Hükünıet programında, politikasında ve icraatında kendi
görüşlerine göre saptayacağı noksanlıkları ve alternatifleri çevresindekileri et­
kileyecek biçimde beyan ve girişimlerde bulunmak.
(d) Yukarıda açıklanan nitelikteki hususlarda, kişisel propaganda
yapmak ve beyanlarda bulunmak.
(e) Açık veya kapalı olarak politik baskı grubu gibi hareket eden
dernek, birlik, grup ve benzeri teşkillerle ilişki kurmak.
6. SONUÇ:
Ülkemizin içinde bulunduğu bu kritik dönemde Silahlı Kuvvetlerin, TÜRK
milletinin güvencesi olarak askeri gücünü sürekli olarak armracagına ve hiçbir
fedakdrlıktan kaçınmayarak vatan savunması ve üstlendiği Devleti kollama ve
koruma görevini en iyi şekilde sonuçlandıracağına inancım tamdır.
Emir ve esaslarının titizlikle uygulanmasını rica ederim.
Kenan EVREN
Orgeneral
Genelkurmay Başkanı
DAGITIM
Gereği Bilgi
Müstakil Tk ve Bl. seviyesine Devlet Başkanlığı Gen. Sek.fiğine
kadar dağıtılacaktır. M.G. Konseyi Gen. Sek.fiğine

1 13
Bugün kabul ettiğimiz bir kanunla faaliyetleri durdurulan sendika, federas­
yon ve konfederasyonların mallarının idaresi, menfaatlerinin korunması için
görevli mahalli mahkemelerce bir veya üç kişiden oluşacak kayyum tayini
imkfuu sağlandı. Böylece bu kuruluşların sendikal faaliyetleri hariç diğer hiz­
metlerin yürütülmesi mümkün olabildi.

Yurt sathında az da olsa terörist hareketler bazı illerimizde devam ediyordu.


Nitekim bugün İstanbul'da bir polisimiz şehit edildi. Ankara'da da bir ilkoku­
lun müdiresi ölü olarak bulundu.

Bugün Konsey üyesi arkadaşlarla yaptığımız görüşme sonunda Gelibo­


lu'nun Hamzakoy'undaki dinlenme kampında bulunan Demirel ile Ecevit'in
evlerine dörunelerine müsaade etmeye ve bunun için de yarın uçakla Ankara'ya
getirilmelerine karar verdik. D@a fazla orada bırakılmalarına gerek duy­
mamışuk.

11 EKİM CUMARTESİ

Demirel ile Ecevit bugün Ankara'ya getirildiler. Bütün siyasi faaliyetler


durdurulduğundan dolayı her iki parti başkanının da bu yasağa uymalarını is­
tememiz normaldi ve hakkımızdı. Bunu düşünerek yazılı olarak hazırladığımız
ve Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri olarak Orgeneral Haydar S altık'ın
imzaladığı bir yazıyı Etimesgut hava meydanında kendilerine tebliğ ederek im­
zalattık.

Tebliğ ettiğimiz bu yazının örneği aşağıdadır.

1111011980
1 . Silahlı Kuvvetlerce, belli bir yerde güvence altında bulundurulmanız
sona ermiştir.
2. İkametgdhmızda da gerekli koruma ve emniyet tedbirleri 12 Eylül'den
evvel olduğu gibi alınacaktır.
3. Siyasi partifaaliyetleri yasaklanmış olduğundan;
A. Siyasi amaçlı ve yönlendiricifaaliyetlerde bulunmayacak ve beyanat ver-
meyecek,
B. Evinizde bu amaca yönelik toplantılar tertip etmeyecek,
C. Bu amaçlı toplantılara katılmayacak,
D. Şehir içinde lehte veya aleyhte toplantı ve gösterilere neden olabilecek
faaliyetlerde bulwımayacak,

1 14
E. Bunların haricinde normal ziyaretlerinizi yapabilecek ve makul ölçüler
içinde ziyaretçi kabul edebileceksiniz.
4. Ankara dışı, yurt içi seyahatlerinizi güvenlik önlemleri için Sıkıyönetim
Komutanına bildiriniz.
5. Yeni yönetimin bugüne kadar yayınlamış olduğu karar ve bildirilerdeki
esaslara uymanızı ve yeni yönetimin politikasını veya icraatım etkileyebilecek
her türlü davranış ve beyanlardan sakınmamzı önemle rica ederim.

Milli Güvenlik Konseyi emri ile;

Haydar SALTIK
Orgeneral
İmza
DAGITIM:
GERECi:
BİLGİ:
Bay Süleyman Demirel Gn. Kur. Bşk.
Bay Bülent Ecevit Ank. Sıkıyönetim K.
TEBELLUG
EDİLMİŞTİR İmza İmza

Daha evvel Ankara'ya getirilen ve gözetim altına alman Alparslan Türkeş


ile Necmettin Erbakan'dan; Alparslan Türkeş ile birlikte bazı parlamenterlerin
de içinde bulunduğu 2 8 Milliyetçi H areket Partili hakkında Ankara
Sıkıyönetim Askeri Mahkemesince tutuklama karan verildi. Aynca 36 Milli­
yetçi Hareket Partili hakkında da gıyabi tutuklama karan verildi. Mahkeme
bugün Necmettin Erbakan hakkında henüz bir karar vennedi.
*

Dün Hakkari'nin Uludere ilçesinde yapılan bir operasyon sonunda;


teröristlerden 5 kişi ölü, 7 kişi yaralı olarak ele geçirildiğini öğrendik.

U EKİM PAZAR

VEHBİ KOÇ İLE YAPTIGIMIZ GÖRÜŞME

Ağrı, Malazgirt ve Patnos'daki tatbikattan Ankara'ya döndüğümde,


işadamlanmızdan Vehbi Koç'un bana hitaben gönderdiği bir mektubu elime
geçmişti. Mektup 3 Ekim tarihini taşıyordu. Mektup şöyle başlıyordu:

1 15
A tatürk 1919'da Ankara 'ya geldiği zaman 1 8 yaşında idim. Balya
çemberlerinden süngü yapılarak, Kurtuluş Savaşını veren ordunun do­
natıldığını hatırlıyorum.
Aradan 60 yıl ve pek çok olay geçti. Yaşadığımız iyi ve kötü günlerin so­
nunda vardığım hüküm şudur: Türk milleti, kendisine birlik ruhu verildiği tak­
dirde her işi başarır, her hedefe varır.
İstikrarsız ve güvensiz yaşadığımız son yılların ümitsizliği içinde, sizlerin
iktidarı ele almak mecburiyetinde kalışınıza şahit olduk. 12 Eylül Cuma günü
radyo ve televizyonda yaptığınız samimi ve gerçekçi konuşmadaki düşüncelere
katılmamak mümkün değildi.
Ülkemin hizmetinde geçen 60 yılı düşünürken, tecrübelerime daya11arak
birkaç önemli noktayı size arz etmek istedim. Sizin başarınızın bütü11 milletin
tek ümidi olduğwıa inanıyorum. Bi./gi ve tecrübe arasındaki muvazeneye ver­
diğiniz önem ise bütün kamuoyunun malıUnu. Bu bakımdan.faydalı olacağım
sandığım hatırlatma/arımı size iletmeyi bir memleket görevi olarak görüyorum.
diyor ve tavsiyelerini sıralıyordu. Mektup biraz uzun olduğu için tavsiyelerini
özet olarak şöyle sıralamak mümkün:

- 27 Mayıs 1960'ta düşülen hatalardan kaçınılmalı,


- Teferruatla uğraşıp zaman kaybetmeden, temel meseleler ele alınmalı,
- Çıkarılacak kanunlar ileride noksanlık ve aksaklık iddialarına-yer verme-
yecek şekilde dikkatle hazırlanmalı,
- Sivil idareye geçiş zamanı isabetle hesap edilmeli,
- Yönetimden hiç gitmeyecekmişiz intibamı yaratmadan, memleketi güvenli
bir şekilde demokrasiye döndürmeli,
- Anarşi, terör, bölücülük gibi afetleri bastırarak, milli birliği, mal ve can
güvenliğini tesis etmeli.
Bunları sıraladıktan ve alınacak ekonomik tedbirlere de değindikten sonra,
mektubunu şöyle bitiriyordu:

Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu durumdan kurtulması için birbirimize


yardımcı olarak, Kuvayi Milliye devrinde olduğu gibi elbirliği, işbirliği yapa­
rak, geceİi gündüzlü çalışmamız, güçlüklere katlanmamız, maddi manevi fe­
dakarlık yapmamız şarttır. Bu memleket ayakta durursa hepimiz mesut oluruz.
Aksi takdirde bugünleri çok ararız. Varlığımızın, memleketin varlığına bağlı
olduğuna inanan ben ve arkadaşlarım, memleketimizin· kalkınmasında bugüne
kadar olduğu gibi bundan sora da elimizden gelen bütün imkanları kullana­
cağız.

1 16
Bize ancak bizden hayır geleceğini bilmekteyiz.
Millet hayrı için vereceğiniz mücadelede liıtufülerine ve arkadaşlarınıza mu­
vaffakiyetler temenni ediyorum.
Mektubunda aynca, emredildiği takdirde benimle de görüşebileceğini belir­
tiyordu.
Mektubu okuduktan sonra kendisine 12 Ekim Pazar günü gelmesi haberini
iletmiştim.
Vehbi Koç bugün geldi. Kendisiyle gönderdiği mektup üzerinde konuştuk.
Düşüncelerimi izah ettim. Koç, çok zor ve sürekli çalışmayı gerektiren, sık sık
sinir bozucu olaylarla karşılaşılması mukadder olan bir görevin başında
olduğum için, sıhhatime çok dikkat etmem gerektiğini söyledi. " Aman
sağlığınızı ihmal etmeyiniz, siz memleket için lazımsınız, öğle yemeklerinden
sonra muhakkak yarım saat de olsa. yatıp istirahat etmelisiniz. İngiltere
B aşbakanı Churchill İkinci Cihan Savaşı sırasında Londra bombardman edi­
lirken dahi öğle uykusuna yatarmış. Ben bu tavsiyemi Cevdet Sunay Paşaya
ve diğer Cumhurbaşkanlanna da yapmışımdır. Rahmetli İsmet İnönü de öğle
yemeğinden sonra bu istirahati yapardı. Aman siz de muhakkak yapın"
deyince, ben de kendisine, "Sayın Koç, bir tarafta Devlet Başkanlığı, bir taraf­
ta yasama görevini yürüten Milli Güvenlik Konseyi Başkanlığı ve diğer taraf­
tan Genelkunnay B aşkanlığı görevlerini yürüttüğüm şu aşamada bu zamanı
bulmam mümkün değildir. Sağ kalırsak ve işler de hafıflerse, inşallah ilerde
düşünürüm" deyip, kendisine teşekkür ettim.
Vehbi Koç ayrılırken tekliflerini içeren bir mektubu da bana verdi. Bu mek­
tupta şunlar sıralanıyordu:
1 . İki seneden beri devam eden sıkıyönetim yüzünden Silahlı Kuvvetler
asli görevi olmayan konularla karşı karşıya gelmiş ve yorulmuştur. Devlet ida­
resi bütünüyle ele alındıktan sonra uygulamaya konacak önemli yeni kararlar
yüzünden Silahlı Kuvvetlerimizin yıpranması mukadderdir. Bundan dolayı
"temel" kanuni düzenlemeler yrıpıldıktan sonra ordunun kışlasına dönmesi,
demokrasimizin devamı için elzemdir. Ordu yanlış kararlar alır ve yıpranırsa,
memlekete diktatörlük, onun arkasından komünizm gelebilir. Bu tehlike
karşısında Silahlı Kuvvetlerimizin bu devrede alacağı kararlarla kendisine
yardımcı olma, vatanını seven her Türk için milli bir vazifedir.
2. Türkiye, birçok anlaşmalarla Batı Dünyası 'na bağlıdır. Bu anlaşmalar
"Hür Demokratik Parlamenter" sisteme göre düzenlenmiştir. Demokrasiye
dönüş uzadığı takdirde Batılı ülkeler ve onların kuruluşları endişe duyarlar,
birtakım taahhütlerini yerine getirmezler. Bundan dolayı, konuşmalara ve
beyanlara çok dikkat etmek, "vaktinde demokrasiye dönüleceği" inancını
sarsmamak lazımdır.
1 17
3. iki yıl boyunca 5200 vatandaşın anarşi yüzünden canlarını kaybetmiş ol­
maları ve memlekete büyük miktarda silah ve cephane sokulmuş bulu11ması
vaziyetin ciddiyetini, vahametini göstermektedir. Bu durumda, anarşi,
bölücülük ve kaçakçılıkla ilgili kanunlar öncelikle ele alınmalıdır. Yakalana11
anarşisitlerin ve suçluların mahkemeleri uzatılmamalı ve cezaları süratle veril­
melidir. Polis teşkilatını teçhiz edecek ve kuvvetle11direcek imkanlar
genişletilmeli, gerekli kanunlar bir an önce çıkarılmalıdır.
4. Şimdi; "Faşist Ordu iktidara geldi, kapitalist/erle birleşerek Türk işçisini
istismar ediyor" propagandası yapılmaktadır. Böyle bir iftira karşısında işçi­
işveren ilişkilerini düzenleyecek olan kanwılar dikkatle incelenerek taraflar için
adilane bir şekilde ve asgari hata ile çıkarılmalıdır. Bu düzenleme yapılırken
bazı se11dikaların Türk devletini ve ekonomisini yıkmak için bugüne kadar
yaptıkları aşırı hareketler gözönünde bulundurulmalıdır. Diger taraftan ,
DİSK'in kapatılmış olmasından dolayı bir kısım işçiler sendikal münasebetler
yönünden bir bekleyiş içindedirler. Militan sendikaların yönetim kadrolarına
sızarak kendi davalarını devam ettirmek niyetindedirler. Bu durum bilinerek
hazırlanacak kanunlarda gerekli tedbirler alınmalıdır.
5. Kıdem tazminatı karşılıkları, kurulacak birfonda toplanmalıdır. İşçilere
ödenecek yıllık miktarlar ayrıldıktan sonra, geriye kalan kısım kamu ve özel
sektör yatırımları için düşük faiz ile kullandırılmalı ve bu /onun yeni işgücü
yaratması sağlanmalıdır. Aksi takdirde, bu kaynak da devletin açıklarım kapat­
maya kullamlır ve ekonomik/ayda sağlanamaz.
6. Vergi kanunları dikkatle hazırlanmalı ve vergi yükü yayılmalıdır. Bu
defa herkesin, kazancı nispetinde vergi ödeyecegi bir sistem getirilmelidir.
7. 1973 seçimlerinden sonra iktidara gelen partiler; valiler, emniyet
müdürleri, müsteşarlar ve devlet kadrolarında çalışanlar arasında kendi
görüşlerine göre değişiklikler yaptıkları için bir kısım kıymetli elemanlar
ayrılmış, bir kısmı korkuda.n hiçbir karar alamam ıştır. Bundan dolayı hizmetler
aksamış, işler yürümez olmuştur. Gazetelerde okudugumuza nazaran bugünkü
idare de bazı değişikliklere başlamıştır. Bu değişiklikler yapılırken son derece
dikkatli olunmalı, 12 Eylü/'den sonra şevkle işe başlayan devlet memurlarının
itibarı ·ihya edilmelidir.
8. Hatalı bir tebliğ veya kanun çıkmaması için Anayasa Mahkemesi
üyelerinin veya tarafsız hukukçuların mütalaaları alınmalıdır.
9. Türkiye'nin enerji meselesi de öncelikle ele alınmalıdır. Petrol salfıyatını
azaltmak için elden gelen her çareye başvurulmalı, 1981 'de petrol ihtiyacımızı
temin etme çareleri süratle aranmalıdır. Halk her gün radyo ve televizyon
vasıtası ile uyarılmalı, enerji tasarrufuna yönlendirilmelidir.

1 18
10. Doğu Berlin'de kurulan Türkiye Komünist Partisi, memleketi dışardan
ve içerden yıkmak için son yıllarda çok şeyler yapmıştır ve Mld yapmaya de­
vam etmektedir. 12 Eylül Harekdtı'nın ilk günlerinde sinmiş gözüken solcular,
aldıkları emirlerle şimdi yeniden harekete geçmişler, bomba atmışlar, pankart
asmışlar, polislerimizi şehit etmeye, vatandaşlarımızı öldürmeye devam
etmişlerdir.
Bu defa girişilen ıslahat hareketinin muvaffak olmaması için:
- Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin arasını açmak,
- Konsey üyeleri ile hükümetin arasını açmak,
- Silahlı Kuvvetler kademeleri ile hükümetin arasını açarak cunta kurmaya
yönelmek,
işçi sınıfını ayaklandırmak amacıyla, komünist partinin, solcu
örgütlerinin, Kürtlerin, Ermenilerin, birtakım politikacıların kötü niyetli
teşebbüslerini devam ettirecekleri muhakkaktır. Bunlara karşı uyanık olunmalı
ve teşebbüsleri muhakkak engellenmelidir.
1 1 . 1 960 yıllarında zararı görülmüş olan ihbarlar bu devrede de
başlamıştır. Kötü niyetli insanlar, şahsi düşmanlıkları yüzünden bu gibi ihbar­
ları yaparlar. ihbarlar yüzünden çok vakit kaybedilir ve birtakım yanlış işler
yapılır. Bu kötü niyetli teşebbüslere fırsat verilmemelidir. Nitekim, Devlet
Başkanı ile Başbakan Yardımcısı Turgut Özal hakkında bir takım dedikodular
başlatılmıştır. Turgut Özal bir ddhi değildir. Onun da hataları olabilir. Fakat
bu nazik dönemde, mevcudun içinde, meselelerimizi en iyi bilen insandır. De­
dikodulara bakmadan kendisini tutmakta fayda vardır.
12. Yunanlılarla olan ihtilaflı meselelerimiz, başta Kıbrıs, Ege kıta sa­
hanlığı ve FIR hattı olmak üzere , bu dönemde, milletimizin Silahlı Kuvvetle­
rimize olan güveni içinde, muhakkak çözüme bağlanmalıdır.
13. Sık beyanatlarda bulunarak veya kamuoyunun tepkisini dikkate alma­
dan basının kalemine tenkitfırsatı verilmemelidir. Mesela, 31 .10.1980 tari­
hinde CHP Genel Başkanlığı 'ndan·ayrılan Bülent Ecevit'in yazdığı istifa
mektubunun kamuoyuna açıklanmasının mahzurlu görüldüğü hakkındaki
beyanat yanlış olmuştur. Bu mektubun açıklanmasında hiçbir mahzur yoktu.
14. Dinsiz millet olmaz. Din işleri, bu defa siyasi partilerin istismar ede­
meyecekleri şeklide düzene sokulmalıdır.
15. Bugünkü yönetim kadrosunun "iktidar hastalığı "na yakalanmasına ve
"Biz en iyi düşünürüz" görüşüne saplanmasına imkan verilmemelidir.
Bugün nüfus sayımı vardı. Onun için bütün yurtta sayım süresince sokağa
çıkma yasağı vardı. Sokağa çıkma y asağından yararlanarak, İ stanbul'da
yapılan aramalarda aranan birçok teröristin yakalanması mümkün oldu.

1 19
Yarın Konsey Üyesi arkadaşlarla birlikte Diyarbakır'a gidecek ve orada
halka hitap edeceğim. Gezilerimi daha ziyade Doğu ve Güneydoğu Anadolu
bölgelerine yapmayı ve ora halkına hitap euneyi tercih ediyorum. Zira bura
halkının kendilerinin wıutulduğu ve devletten kMi destek görmediği inancında
olduklarını bil iyorum . Esasen B aşbakana verdiğim direktifte de doğu ve
güneydoğuya yapılacak yatınmlann bwıdan evvelki senelere oranla çoğalbl­
masını, bu bölgelerin geri kalmışlıktan kurtarılmasını istemiştim .

13 · 14 EKİM PAZARTFBİ VE SALI

Akşamüzeri uçakla Diyarbakır'a gittik. Hava meydanından şehre gelişte


bütün yolların Diyarbakırlılar tarafından doldurulduğunu ve büyük tezahürat
yapıldığını görünce biraz hayret eunedik desem yalan söylemiş olacağım.
Diyarbakır'dan böyle bir karşılama beklemiyordum. 1 2 Eylül'e gelinceye ka­
dar cereyan eden olaylan içeren birinci kitapta izahına çalıştığım gibi, Diyar­
bakır nerede i se kurtarılmış bir şehir olarak biliniyor ve o yörenin başkenti ka­
bul ediliyordu . B aşkent oteli, başkent lokantası gibi tabirlerden gayri,
otobüsten inenler terminalde "B aşkente hoşgeldiniz" diyerek selamlanıyordu.
Bir lisede bir erkek öğrencinin hem de Milli Güvenlik dersi öğreuneni bir
subaya derste, "Hocam pasaportunuz var mı?" diye sual sorabildiğini an­
launıştım. İşte bundan dolayı böyle bir karşılama beklemiyordum. Bugün an­
ladım ki ; devletin yanında olan halk çoğunluktadır ve 1 2 Eylül'den evvel
yapılanları tasvip eunemektedir. Bu manzara beni ve Konsey üyesi arka­
daşlarımı sevindirdi.

Orduevine geldik. Akşam yemeği için hazırlık yaparken Münih-İ stanbul­


Ankara seferini yapan Diyarbakır yolcu uçağının dört veya beş kişi oldukları
tahmin edilen teröristler tarafından Ankara'ya inmeden kaçırıldığını ve akar-
. yakıt ikmali içi n Diyarbakır'a 1 9.20'de mecburi iniş yaptığını, uçak.ta 149 yol­
cu ve 7 mürettebatın bulunduğu haberini verdiler. Teröristlerin, uçağın akar­
yakıt ikmali yapıldıktan sonra Cidde veya Tahran havaalanına giunek üzere
havalanmasını istedikleri öğrenildi. Ben arkadaşlarla da görüştük.ten sonra is­
teklerinin yerine getirilmemesi ve Jandarma Genel Komutanlığı tarafından
daha evvel hazırlanan ve eğitimi yapunlan komando timinin hemen uçakla Diy­
arbakır'a getirtilmesi ve uçağa bir operasyon düzenlenerek yolcuların kur­
tarılması emrini verdim. Arkasından Konsey üyesi ve aynı zamanda Jandarma
Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celaswı ile Konsey üyesi ve Deniz Kuvvet­
leri Komutanı Oramiral Nejat Tümer'i hava meydanına göndererek, yolcular

120
kurtarılıncaya kadar orada kalmalarını ve yapılacak işlere nezaret etmelerini
istedim . Biz de yemekten sonra Kolordunun icra ettiği tatbikatın gece
bölümünü görmek üzere tatbikat bölgesine hareket ettik.

Gece tatbikau kısa süreli idi. Tatbikat sonunda tekrar Diyarbakır'a geldik.
Teröristler o zamana kadar kadın, çocuk ve ihtiyarlardan 53 kişiyi serbest
bırakmışlardı. Onların ifadesinden, uçaktaki teröristlerin sağcı ve dinci bir
örgüte mensup oldukları, konuşmalarından ve uçaktaki kadınların başlarını
örttürmelerinden anlaşılmıştı. Ne istedikleri belli değildi. Yalnız akaryakıt ik­
mali yapılmasını ve Cidde veya Tahran havaalanlannd an birine götüriilmelerini
pilotlara söylemişlerdi. Arıkara'dan yola çıkarılan komando timinin havada
olduğunu öğrendim. Salıverilen yolcuların ifadelerinden, teröristlerin elinde
tabanca ve kalaşnikof makinalı tabanc a olduğu, bomba bulunmadığı
anlaşılmışu. Böyle olunca operasyon kolay yapılırdı. Bunları öğrendikten son­
ra Orduevine geldik ve istirahate çek.ildim. Orgeneral Sedat Celasun'la Orami­
ral Nejat Tümer hava meydanında kalmışlardı. Mühim bir olay cereyan ederse
bana telefonla haber vermeleri emrini de vermiştim.

Gece yansından sonra sabaha karşı saat 03.55'te Orgeneral Sedat Celasun
telefonla arayıp her şeyin hazır olduğunu, eğer bir mahzur görmüyorsam ko­
mando timi ile operasyona başlayabileceklerini bildirdi. Benim emrimi sordu.
Başlayın dedim. Beş dakika kadar sonra ikinci bir telefonla operasyonun
yapıldığını, bir dakika sürdüğünü, yolculardan biri ağır olmak üzere yedi
kişinin hafif yaralandığını telefonda duyunca çok sevindim. Teröristlerin
isteğini yerine getirmiş olsaydık, suçlu olan ve içlerinden ikisi aranan bu
teröristlerin yapuklan yanlarına kalacak ve bu uçak kaçırma olaylan da devam
edecekti.

14 Ekim günü tatbikatın öğleye kadar olan kısmını izledik. Öğleden sonra
da Diyarbakır'ın Orduevi önündeki alanda halka hitap edip, aynı gün Anka­
ra'ya dönecektik. Halk alanı doldurmuştu. Burada uzun bir konuşma yapum.
Konuşmamın uzun olması dolayısıyla bazı önemli yerlerini buraya alıyorum :

"Sevgili Diyarbakırlı hemşehrilerim,


Türkiyemizin güneydoğu bölgesindeki bu çok güzel Diyarbakır'ımızın
bizim için çok büyük bir önemi var. Bu, tarih boyunca böyle devam etmiştir.
Atatürk devrinde de böyle olmuş, şimdi de böyle olmuş, bundan sonra da
böyle olacaktır. Diyarbakır 900 sene evvel Selçuklu Türkleri tarafından
alınmış ve 900 seneden beri Türk olarak, Türk toprakları içinde müstesna ye­
rini korumuştur.
Biliyorsunuz memleketin hemen her köşesinde rahat ve huzur kalmamıştı.
Vatandaşlar tedirgindi. Geceleri sokağa çıkamıyor, rahat dolaşamıyorlardı.

121
Mahalleler birbirinden ayrılmış, şehirler birbirinden ayrılmış ve adeta birbirle­
rine düşman kesilmişlerdi. Eğer biz içerde kendimiz birbirimize düşersek aca­
ba dış saldmlara ktırşı bu memleketi nasıl koruruz?
Dikkat edin bir millet ne zaman zayıf düşmüşse, ne zaman birbirine
düşmüşse, dış tehlikeler derhal kendini göstermiştir. Şöyle bir dünyaya bakın;
etrafınıza bakın, ne demek istediğimi anlarsınız. Ollun için biz uzun süre daha
buna tahammül edemezdik. Bu millet eskiden olduğu gibi yine gönül gönüle
kucak kucağa olsUll istedik ve bu Harekatı bundan dolayı yaptık.
Etrafimızda sıcak harpler cereyan ediyor. Çok yakınımızda cereyan ediyor.
Dost iki ülke Irak ve İran'ın problem/erilli savaşla halletmeye çalışmaları bizi
de üzüyor. İki dost ülkenin biran evvel bu duruma son vererek, problem/erilli
dostça halletmeleri bizim en büyük temennimizdir. Ve bu yolda atılacak her
adımı gönülden destekleyeceğimizi burada beyan etmek isterim.
Aziz Diyarbakırlılar,
Biraz evvel de ifade ettiğim gibi, anarşinin hakkından gelmeden, bu vatanı,
bu cennet mekanı tertemiz yapmadan, görevimizin başından gitmeyeceğiz.
Eğer gidersek, bu millet bizi ldnetler. Yalnız bu vazıfemizi yerine getirir­
ken, bütün vatandaşlarımız bu kişilerin yakalanmasında, bu kişilerin muha­
kemeleri safhasında eğer bize yardımcı olursa işlerimiz kolaylaşır. Çok kısa
zamanda bunu halledebiliriz. Aksi takdirde zaman alır. Onull için ben her me­
deni yunraşın vatandaşlık görevini yerine getirmesi için sizlerden, büiün Türk
milletinden bu bir avuç insanla mücadelede bizlerle beraber olmanızı isttyor ve
sizlerden bunu bekliyoruz.
Eğer cumhuriyete inanıyorsak, onu sadık olan bekçiler bekler. O sadık olall
bekçiler de Atatürk'ün cumhuriyeti emanet ettiği başta Türk gençliğidir. Türk
gençliği cumhuriyete sahip çık.tırsa, bu rejimi kimse yıkamaz.
OnUll için, burada sizlerin huzurunda bütün Türk milletinin genç nesillerine
hitap ediyorum; arkadaşlar: Sizi istismar edenlere imkan vermeyiniz. Elinize
silah tutuşturmak isteyenlere gerekli cevabı verin. Onların gayeleri sizi maşa
olarak kullanmak, amaçlarına ulaşırlarsa sizi bir kenara iterek diktatörlük kur­
maktır. Bunu böyİe bilesiniz. Sizi cumhuriyet diye kışkırtıyorlar. Sizin genç
dimağlarınızdan, enerjinizden istifade ediyorlar. Bunlara sakın ola ki
kanmayaslnız. Dikktıt ederseniz, bu gibi hain kişiler daima perde arkasında iş
görürler. Ortaya çıkmazlar ve yakalanmazlar. O zavallı genç nesiller bu işi
yüklenir ve daima da onlar yakalanırlar.
Biraz evvel genç nesillere seslendim. Şimdi de anne babalara sesleniyorum.
Sizlerin huzurunda bütün Türk milletinin anne ve babalarına seslentyorum:

1 22
Çocuklarınıza, evlatlarınıza sahip olunuz. Onların yetişmesi için elinizden ge­
len her türlü gayreti gösteriniz, yalnızca öğretmenlere teslim etmeyiniz,
öğretmen ile beraber bir veli olarak işbirliği yapınız, okuma yazma seferber­
liğine tekrar girişiniz.
Biliyorsunuz, Atatürk yeni haifleri icat edinceye kadar Türkiye'de okuma
yazma nisbeti azami yüzde 18 idi. Daha sonra yüzde 30, yüzde 40'a ulaştı.
Bugün yüzde 70'tir. Fakat sevgili hemşehrilerim, dünyada medeni mi/etlerin
okuma-yazma nisbeti yüzde 99'un üzerindedir. Biz ne zaman yüzde 99'un
üzerine çıkarsak medeni milletler arasındaki yerimizi rahatça alırız. Bugün de
medeni milletler arasında yerimiz sağlamdır ama yüzde 99 bir okuma-yazma
nisbetine ulaşınca şimdiki durum arasında muhakkak ki o zaman çok fark ola­
caknr.
Okuma-yazma seferberliği derken, evvela şunu tavsiye ediyorum: Kız
çocuklarınızı okutunuz. Neden "Kız çocuklarınızı okutunuz" diyorum? Onlar
istikbalin anneleridir. Bir evldt ile en çok uğraşan, onunla her gün meşgul olan
kişi annedir. Baba sabah çıkar, akşam gelir. Ama anne her gün geceyarısına
kadar onu kucağında uyutur. Eğer anne okumuş, yazmış ise, evladını ona
göre yetiştirir. Kız çocuğunu okula göndermek günah değildir. Bunu size
böyle söyleyenler, yalan söylüyorlar. Çünkü "İlim Çin'de de olsa gidin orada
öğrenin" demiştir Peygamberimiz. Japon mucizesi böyle cereyan etmiştir. Ev­
vela kız çocuklarını okutmuşlar, ondan sonra Japonya 50 sene içerisinde bu
hale kavuşmuştur. Onun için anne ve babalara sesleniyorum: Evvela kız
çocuklarınızı okutunuz.
Sayın Diyarbakırlılar, değerli hemşehrilerim,
Din ve mezhepçiliğe katiyenftrsat vermeyiniz. Son zamanlarda biliyorsu­
nuz, (Alevi-Sünni) diye bir ayırım devri yaşadık, yıllarca böyle bir şey yoktu
bu memlekette. Neden, çünkü parçalamak istiyorlar. Parçala da nasıl
parçalarsan parçala, ister dini alet et, ister ideolojiyi alet et, ne yaparsan yap,
parçala. Onun için, hepsi Müslüman olan vatandaşları Alevi-Sünni diye
ayırmaya başladılar. Dinimiz mezhepçiliği kabul emıez. İs/dm dininde
mezhepçilik yoktur. Dinlerin içinde bir tek Müslüman dininde mezhepçilik ka­
bul edilmemiştir. Ayrılık yoktur. Onun için burada sesleniyorum.Bütün vatan­
daşlarım hangi mezhepten olursanız olun, hangi tarikattan olursanız olun, bir­
birlerinizi kucaklayın, birbirlerinizi öpün ve birbirlerinize sarılın, bu vatan
hepimizindir. Biz aynı dinin, aynı evldtlarıyız. Bizim dinimizde kindarlık da
yoktur. Biz kimseye kin beslemiyoruz. Dikkat ederseniz kimsenin şahsı aley­
hinde bir söz satf etmedik.
Bütün kurumlarıyla sağlıklı bir temele dayanmayan yönetimler uzun süre
ayakta kalamazlar. Bir gün gelir Cumhuriyet kenara itilebilir ve diktatörlük ku­
rulabilir. Senelerce bundan çekmiş, asırlarca bundan çekmiş, bu memleket.
123.
Asırlarca diktatörlükle idare edilmiş bu memleket, gele gele bu rejimi bul­
muştur. İyi, en iyi rejim, cumhuriyet rejimi biliyorsunuz sevgili vatandaşlarım.
Bu millet elele olduğu zaman, birlik ve beraberlik içinde olduğu zaman
aşamadığı engel kalmam ışnr. lstikldl Harbi, dünyada emsaline az rastlanan bir
harptir. Bir milletin ordusu dağınlacak, ordusunun elinden silahları alınacak,
ondan sonra bu millet kazması ile küregiyle elindeki basit av tüfegiyle atılacak,
mücadele yapacak, düşmanlarını topraklarından kovacak... Bunu başka bir
millet yapamaz. Ancak bunu Türk milleti yapar.
Türk milleti birlik ve beraberlik içinde oldugu sürece alnndan kalkamaya­
cağı bir problem yoktur. Bütün güçlükleri yenecektir. Hepimiz beraber olalım,
birbirimizi sevelim, birbirimizi sayalım, birbirimizi kardeş gibi görelim. Birbi­
rimizi düşman gibi görmeyelim. Atatürk'ün izinde olalım. Ne zaman
Atatürk'ün izinden ayrıldıksa biz bu hallere düştük.
Sevgili Vatandaşlarım,
Bir önemli konuya da temas etmek istiyorum. Bazı kötü niyetli kişiler, siz­
lere diyorlar ki, "Bu gelen idare işçinin karşısındadır. Fakir kişilerin
karşısındadır. İşverenin yanındadır". Biz bunları duyuyoruz. Bu konuda bildi­
riler de dagınyorlar. "Faşist generaller" diyorla_r, "Faşist cunta " diyorlar. Hep­
sini biliyoruz.
Ama sevgili vatandaşlarım, Silahlı Kuvvetlerin üst kademesinden, aşa"ğıya
·kadar olan bütün komuta kademesinin en az yüzde 90'ı köylü çocuğudur. Biz
hepimiz fakir ailelerin çocukları olarak geldik. Fakirliğin ne demek olduğunu
çok iyi biliriz. Biz zengin kişilerin evldtları degiliz. Belki yüzde onumuz zen­
gindir. O halde böyle fakir tabakadan gelen, halkın içinden gelen, halkla bera­
ber olan bir komuta kademesi her halde işçinin karşısında olmaz. Hiçbir zaman
işçinin karşısında değiliz. Az kazançlı kişilerin karşısında değiliz. Onların daha
çok kazanmalarını daha müreffeh bir hayat içinde olmalarını gönülden dile­
mekteyiz. Biz bu yönde elimizden gelen herşeyi yaparız. Yeter ki çalışan
hakkıyla çalışsın. Vatanperver insan, kendisine verilen bir işi bihakkın yapan
insan demektir. Eger bir vatandaş yaptıgı işi hile ile yapıyor, hile karıştırarak
kazanıyorsa, o vatanperver degildir. O hain bir vatandaştır. Onun için biz,
hakkıyla çalışan işçilerimizin daima yanındayız. Onların destekçisiyiz, de­
stekçisi olmaya devam edeceğiz.
İşverenlerin durıununa gelince... işverenler bu temiz vatan evlatlarını, tene­
miz işçiyi sömürmesin o da muayyen kazansın, o da kazancının çogunu
işçil.ere versin. Binaenaleyh, bizim anlayışımız budur. Size bu konularda ne
söylüyorlarsa, inanın yalan söyliJyorlar. Bunu bilesiniz. Tekrar ediyorum, biz
orta gelirlilerin.fakir kişilerin karşısında degiliz, olmamıza da imkan yoktur."

1 24
Konuşmam sık sık alkışlarla ve sevgi gösterileri ile kesiliyordu.
Konuşmamın sonlarına doğru bir v atandaş "Paşam bu dört parti olmasın"
diye bağırdı. Ben de kendisine, "Olmasın ama tek parti ile de olmaz. O zaman
diktatörlük olur" diye cevap verdim. Demek ki particilik, hele bizdeki kötü
particilik vatandaşı rahatsız etmiş. Vatandaş rahat ve huzur içinde yaşamak is­
tiyordu.

15 EKİM ÇARŞAMBA

B ugün Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi Milli Selamet Partisi Genel


Başkanı ile 21 arkadaşını tutukladı ve mahkemelerinin tutuklu olarak devamına
karar verdi. Böylece hem Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan
Türkeş ve hem de Milli Selamet Partisinin Genel Başkanı Necmettin Erbakan
ve yakın mesai arkadaşlarının m ahkemelerinin tutuklu olarak yapılması
gerçekleşmiş oluyordu. Adalet Partisi ile Cumhuriyet Halk. Partisi merkezle­
rinde yapılan aramalarda, anarşist ve teröristleri desteklediklerine dair bir delil
bulWlamadığından; adı geçen iki partinin genel başkanları hakkında bu yönde
dava açılmamıştı. Belki devlet hizmetlerinin yerine getirilmesi esnasında
işlenmiş suçlardan dolayı veya parlamentoyu çalıştırmamak, lüzumlu kanuni
tedbirleri zamanında almamak ve dolayısıyla anarşi ve terörün yıllarca ülkede
tırmanarak devam etmesine sebebi yet vermek gibi suçlamalarla ilgililer
hakkında soruşturma açmak ve sonuda mahkemeye vermek ve hana 1 960 ih­
tilfilinde olduğu gibi özel bir mahkeme teşkil etmek mümkündü. Ancak ben
bu gibi yollara başvurulmasını istemedim. Zira Yassıada mahkemelerinin
kamuoyunda bıraktığı izlenimi biliyordum. Köpek, bebek davaları ile işe
başlayıp sonunda nerelere geldiğini de görmüştük. Bunun için böyle bir yolu
tercih etmedim. Eğer Milliyetçi Hareket Partisi ve Milli Selamet Partisi gibi
partilerde görülen suçlara benzer suçlar ortaya çıkacak olur ve normal
sıkıyönetim suçlan içerisinde mütalaa ediliyorsa sıkıyönetim mahkemeierinde,
bunun haricindeki suçlar için de ilgili mahkemelerde davalarının görülmesi
şıkkını tercih ettim. Nitekim sonraki aylar içerisinde bazı eski Bakanların. Ba­
kanlık.lan ile ilgili suistimal ve rüşvet suçlan ortaya çıkmış ve mahkemeleri,
Yüce Divan görevini de yürüten Anayasa Mahkemesinde görülmüştü.

Bugün aldığımız haberler arasında İstanbul'da iki polisin teröristler ta­


rafından öldürülmesi olayı canımızı sıkmıştı. Bu üzüntülü habere karşılık
Kars ve Artvin illerinde içlerinde 59 öğretmen olmak üzere 193 militanın yaka­
lanması;

1 25
Adana'da evvelce 1 1 kişiyi öldünnüş ve 9 kişiyi yaralamış 12 solcu mili­
tanın yakalanması;

Malatya'da 1978'de cereyan eden olaylara karışmış 7 sağ eylemci ve


Şarkışla'da Cumhuriyet Halk Partisi ilçe başkanını öldüren 2 sağ teröristin ya­
kalanması haberlerine de sevinmiştik.

Yurt çapındaki bu gibi yakalanmalar her gün bir hayli oluyor, fakat az da
olsa yine öldürme olaylan cereyan ediyordu. Gittikçe azalan bu terör Ölay­
lanrun tamamiyle yok olmasa da en asgari bir düzeye ineceğine inanıyordum.
Fakat bunun için zamana ihtiyacımız vardı.

Bugün aynca iki kanun tasarısını kabul ederek kanunlaştırdık. Bunlardan


birisiyle, vatani görevlerini yapan erlerden vefat edenlerin cenazelerinin isteni­
len yere kadar nakli devlet tarafı11dan yerine getirilmesi sağlanıyordu. Bugüne
kadarki uygulamalarda subay ve astsubayların cenaze masraftan ve yurt içinde
nakilleri devlet tarafından ödenirken, er ve erbaşların ailesinin istediği yere na­
kil ücreti maalesef ödenemiyordu. Kıt'alaiJa ya personelden para toplanarak
bu nakil masrafı karşılanıyor veya ailesi gelip alıyor ve masrafını kendisi
ödüyordu. Bu husus büyük bir haksızlık oluyor ve bu kıt'a komutanlarını çok
müşkül duruma sokuyordu. Devlet kişiyi hem para ödemeden vatan hizmetine
çağın yor, hem de vefatı halinde, cenazesini memleketine kadar nekletmiyordu.
Devlet bu kadar fakir değildi. Uzun zamandan beri bu kanunun çıkarılamamış
olması Silahlı Kuvvetler için yüz karası idi.

12 Eylül Harekatından bir müddet sonra Genel Sekretere 196 1 Anaya­


sasının yerine geçecek geçici bir anayasanın hazırlanması emrini vermiştim.
1961 Anayasası i le işleri yürütmek mümkiln değild i . Kaldı ki,
konuşmalarımda bu Anayasının değiştirileceğini söylemiştim. Açıkça 196 1
Anayasası rafa kaldınlmışur diye bir beyanda da bulunmamıştım. Ortada bir
anayasa olmalıydı. Veya anayasa yerine geçecek ve bizim icraatımızda kolaylık
sağlayacak bir kanuna ihtiyacımız vardı. Onun için geçici de olsa böyle bir.
kanunun hazırlanmasını istemiştim. Genel Sekreterlikteki hukukçu arkadaşlar
bu konuda bir taslak hazırlamışlar. Hazırlanan taslağı okuduğumda hiç
beğenmedim. Mevcut Anayasayı esas almışlar; Meclis ve Senato seçim ve
görevleri, Cumhurbaşkanlığı görevleri ve seçimi, hükilmetin teşkili esasları
gibi günümüze uymayan kısımlan çıkarmışlar, geriye kalanları olduğu gibi
bırakmışlar. Böyle bir kanunu geçici Anayasa olarak kabul edecek olursak
kendi kendimize elimizi kolumuzu bağlayacaknk. Bunuiı üzerine, bize birçok
konuda yardımcı olan Emin Paksüt'le konuştum. Meseleyi ona açtım, "öyle
bir kariun çıkaralım ki; hem anayasa bulunsun ve hem de bize icra serbestliği
sağlasın_. Yani elimiz kolumuz bağlanmasın" dedim. Paksüt, "Bu konuda
aceleye gerek yok. Siz bir ihtildl yaptınız. İhtildlin kendine göre kanunları

1 26
vardır. Esasında böyle bir kanun çıkarmasanız da bir mesele olmaz. Ama ma­
dem ki gerek kamuoyunuza ve gerekse dış dünyaya karşı ihtilal hükümeti de
olsa böyle bir anayasının bulunmasını arzu ediyorsunuz, ben yakın zamanda
hazırlar getiririm" dedi.

18 EKİM CUMAR�

27 ilin valilerini değiştirdik.

Bugün 7 Milli Selamet Partili daha tutuklandı.

12 Eylül'den sonra yakalanan Nihat Eıim'in katilinin, hapishanede kafasını


duvara vura vura öldüğünü öğrendik.

Bugünkü Hürriyet gazetesinde gazetenin köşe yazarlarından Cüneyt Ar­


cayürek'in bir yazısı yer aldı. Bu yazının bir kısmını buraya almakta yarar
görüyorum.

Yazının başlığı "SON OLUŞMALAR" :

"Devlet Başkanı Evren ülkeyi tertemiz yapmadan görevleri başından git­


meyeceklerini Diyarbakır'da söyledi ya!
Başkentten İstanbul'a, lstanbul'dan Başkente fısır fısır türlü söylenti, ol-
madık yorum, akla gelmeyecek yakıştınnalar.
Hiçbiri doğru değil.
ilk önce şu soruyu sormalıyız:
Yeni yönetimin anarşiyi de terörü de kökünden kazımadan gitmesini istiyor
muyuz? Elbette istemiyoruz. İşte ülkeyi tertemiz yapmadan görevden uzak­
/aşılmayacağı duyurusunun altında yatan ilk gerçek bu. Ülkenin Jönetimine
tümü ile el koymuş ordunun anarşi karşısında başanya uğramasının sonucu­

nu, ülkenin ne hale gelebileceğini hiç düşünebiliyor.musunuz? Geleceğin en


büyük tehlikesi böyle bir başarıs.ızlıktır. Anarşinin başı ezilmezü istediğiniz
kadar yepyeni bir anayasa, dünyanın en mükemmel seçim kanununu yapınız,
lütfen söyler misiniz; bu yasalar ne yazar, ne sağlar?
Yeni yönetimin tutumu sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yemesine
benziyor. Bir zamanlar baktık ki; anarşiyi bir günde durduracaklarını vaad
edenler ikinci gününde h üsrana uğradı. Bir hükümet programını 100 günde
uygulayıp yolu açacaklarını ilan eden bazı öneml.i konularda başarıya ulaşsalar
dahi anarşi karşısında çaresiz kaldı.

127
Bu nedenle yeni yönetim saat, gün, ay gibi olağanüstü kesin vaadler
söylememeyi yeğliyor.
Hiç bir şeyi aceleye getirmeyeceklerini ama ilk gününden ortaya koydukları
çizgiyi, söz verdikleri ana hedefi başarıya- ulaştıracaklarını kesinlikle
-yapnğımız her sohbette- açıkça vurguluyor/ar.
Aslında yeni yönetim de çok iyi biliyor ki, önünde iki önemli sorun yat­
maktadır. Devleti yeni yasal düzenlemelerle ulaştırırken ilk başta anarşiyi
kökünden kazımak, ekonomiyi çok iyi kullanmak zorundadır.
Anarşiyi ezmeye bütün gücüyle çalışırken ekonomik sıkıntılar, madde yok­
lukları başlarsa, ya da her ikisi de olumlu sonuçlar olmazsa, milletin tümüne
karşı sorumlu olan bir yönetim önemli sıkıntıya düşecektir. Bu nedenle yeni
yönetim ilk önce bir iki önemli görev üzerinde çok dikkatli titizdir. Anarşi kon­
usunda ülkenin dört bir bucağından gelen komutanlarla yapılan toplannda yeni
kararlar alınırken, ekonomik sıkıntıların önümüzdeki günlerde Milli Güvenlik
Konseyinin önüne geleceği bilinmektedir. Milli Güvenlik Konseyi, uzman­
ların, hükümetin vereceği bilgi, almayı tasarladığı kararlar bir bir müzakere
edecek, buna göre yeni bazı değerlendirmeler yapması olasılığı belirecektir. "
Yazının daha devamı var, uzun olduğu için buraya almadım. Yazarın bun­
dan evvel de buna benzer makaleleri oldu.

19 EKİM PAZAR

Bugün Kurban Bayramı. Kurbanımı kestikten sonra hastaneye giderek h§la


hastanede yatmakta olan eşimle bayramlaştım. Bastonla yürüyebilen, genellikle
konuşabilen fakat sağ elini kullanamayan eşim Sekine bu durumda bayramı
hastanede geçirmesine haklı olarak üzülüyordu. Ben de en az onun kadar
üzüntülü idim. Fakat üzüntümü belli etmemeye çalışıyordum. Uzun süre has­
tanede kaldım. Öğle yemeğini de beraber yedikten sonra ayrıldım. Bayram ol­
masına rağmen çalışmalarıma devam ettim.

24 EKİM CUMA

Bugün Milli Güvenlik Konseyi olarak toplandık, bazı kanun tasanlanru


gôıüşerek kabul ettik. Bu arada 14 Eylül günü Adana'da tank yüzbaşısını şehit
eden sol terorist Serdar Soyergin hakkında Adana Sıkıyônetim Mahkemesinin
verdiği idam cezasını onayladık. Bu gece yansına doğru infaz edilecek.

128
29 Eylül' den l 7 Ekim tarihine kadar bütün yurt sathında toplanan silah
r
miktarı ı o. 1 40 rakamına ulaştı. 54 1 .468 adet de mermi aynı tarih içerisinde
ilgili maicamlara testini edildi.

Teslim edilen silahların cins ve miktarları şöyle:

1 32.522 tabanca, 2474 makinalı tabanca. 23.569 piyade tüfeği, 6 1 5


otomatik tüfek, 364 yivli av tüfeği, 623 çeşitli çap ve cinste tüfek.

Mermilerin cinslerine göre ayınını ise şöyle:

5 2 1 .773 tabanca mermisi, 1 9.695 çeşitli cins mermi, 260 kilo tahrip kalıbı,
. .
2. 768 kilo dinamit. 8.449 kesici alet, 1 .569 metre saniyeli fitil, 2. 1 10 kilo ba-
rut, 1 8.470 adet elektrikli· fünye, 2 1 adet çeşitli bomba.

1 8 gün _gibi kısa süre içerisinde teslim edilen silah ve cephane miktarı da
gösteriyor ki; yurt sathında büyük mikyasta bir silahlanmanın olduğu
kuşkusuzdur. Bu rakamların ileriki aylarda ve yıllarda gittikçe çoğalacağı ve
korkutucu boyutlara ulaşacağını tahmin ediyorduk.

Yine bu 1 8 günlük süre içerisinde Sıkıyönetim Komutanlıklarınca dördü


ölü, dördü yatalı olmak üzere 1 7 terörist yakalanmış ve 993' kişi de gözalbna
almmışh.

Yalnız İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı bölgesinde 26 Eylül'den bugüne


kadar anarşik eylemlere karışmış 505 kişi yakalanmışh. Bunların meslek grup­
larına göre dağılımı ise şöyle idi:

Yüksek Öğrenim Öğrencisi .. . . . . . . . . . . . . 43

Orta Öğrenim Ö ğrencisi 40

Serbest Meslek Sahibi .. .. . . . . . . .. . . . . . . . . 1 35

Memur 36
i şçi 157

Ev Kadını 3

Boşta Gezer 91

Amırşi ve terörle mücadelede bütün Sıkıyönetim Komutanlıklarından iyi


haberler geliyordu. Bunda muvaffak olacağımıza inanıyordum . Zira
Sıkıyönetim Komutanlıklanna güveniyor ve istedikleri bütün yetkileri kendile­
rine veriyorduk.

129
26 EKİM PAZAR

Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin kendi Petrol Bakanını Özel Temsilci


olarak Türkiye'ye göndermişti. Kendisini bugün kabul ettim. Bana Saddam
Hüseyin'in sevgilerini, saygılarını ve iyi dileklerini getirdiğini, Türkiye ile
ilişkilerine .Saddam Hüseyin'in büyük önem verdiğini, ilişkilerin daha da
geliştirilmesi için bütün bakanlarına emir verdiğini, Irak'la Türkiye arasındaki
petrol boru hattı bir süreden beri Türkiyedeki kısmının tahrip edilmesi
yüzünden petrol pompalanamadığını, eğer tamiri yapılmışsa hemen petrol
pompalamaya başlayabileceklerini söyledi. Aynca İran'la savaşa başlama­
larının sebeplerini izah ederek; aslında savaşı başlatan tarafın Irak olmadığını,
aylardır İran uçak.lan tarafından sık sık hava sahasının ihlal edildiğini, İran
topçusunun Irak topraklarını ateş altına ald.ığını, hudut ihlfillcrinde bulunduk­
larını, Irak içerisinde karışıklık çıkannaya çalışuklannı geriiş olarak izah etti.

Ben de kendisine bu savaştan duyduğumuz üzüntüyü izah ile, her iki


ülkenin komşusu olmamız münasebetiyle tarafsız kalacağımızı, silah ve cep­
hane satamayacağımızı, topraklarımız üzerinden de geçmesine müsaade etme­
yeceğimizi, bizim de Irak1a olan iyi ilişkilerimizi daha da gelişti.rmek hususun­
da kararlı olduğumuzu, petrol pompalamaya derhal başlayabileceklerini, boru
baturun emniyeti için daha etkin önlemler alacağımızı belirttim.

Bugün Emin Paksüt'ten rica ettiğim anayasa yerine kaim olmak üzere
hazırlanacak geçici anayasa taslağını Paksüt getirdi. Çok beğendim. Tam be­
nim istediğim gibi olmuştu. Hem mevcut Anayasa yürürlükteydi ve hem de
çıkardığımız veya çıkaracağımız kanunlar ile bildiri ve kararların anayasaya
aykırılığı ileri sürülemeyecek ve bunlar anayasa değişikliği olarak kabul edile­
cekti. Bu kanunu buraya almakta yarar görüyorum. Zira önemli bir kanundu.

ANAYASA DÜZENİ HAKKINDA KANUN

Büyük Türk Milleti adına tarihi sorumluluk duygusu ile hareket ederek emir
ve komuta zinciri içinde ve emirle 1 2 Eylül 1980 Harekdtını gerçekleştirmiş ve
yönetime bütünü ile el koymuş bulunan Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el
koymasını zorunlu kılan sebepler ile Harekdtın amacı ve Milli Güvenlik Kon­
seyinin kuruluş tarzı, Konsey bildirileri ve Konsey Başkanının 1 2 Eylül 1 980
1 30
günü radyo ve televizyonda yayınlanmış konuşması ile kamuoyuna duyurul­
muştur.
MADDE 1 - 9 Temmuz 1 961 tarihli ve 334 sayılı T.C Anayasası ile
değişiklikleri, aşağıdaki maddelerde belirtilen istisnalar saklı kalmak üzere,
yeni bir anayasa kabul edilip yürürlüğe girinceye kadar yürürlüktedir.
MADDE 2 - Anayasada Türkiye Büyük Millet Meclisine, Millet Meclisine
ve Cumhuriyet Senatosuna ait olduğu belirtilmiş bulunan görev ve yetkiler 12
Eylül 1 980 tarihinden itibaren geçici olarak Milli Güvenlik Konseyince ve
Cumhurbaşkanına ait olduğu belirtilmiş bulunan görev ve yetkiler de Milli
Güvenlik Konseyi BaŞkanı ve Devlet Başkanınca yerine getirilir ve kullanılır.
MADDE 3 Milli Güvenlik Konseyince kabul edilerek yayımlanan bildiri
-

ve karar hükümleri ile yayımlanan ve yayımlanacak olan kanunların anayasaya


aykırılığı iddiası ileri sürülemez.
MADDE 4 Milli Güvenlik Konseyinin bildiri ve kararlarında yer alan ve
-

yer alacak olan hükümlerle 12 Eylül 1980 tarihinden sonra çıkarılan ve


çıkarılacak olan Bakanlar Kurulu Kararnamelerinin ve üçlü kararnamelerin
yürütülmesinin durdurulması ve iptali istemi ileri sürülemez.
MADDE 5 12 Eylül 1980 tarihinden sonra, Bakanlar ile Bakanların yetki
-

verdiği görevlilerce kamu personeli hakkında uygulanan ve uygulanacak olan


işlemlerin ve alınan kararların yürütülmesinin durdurulması istemi ileri
sürülemez.
MADDE 6 - Milli Güvenlik Konseyinin bildiri ve kararlarında yer alan ve
alacak olan hükümlerle Konseyce kabul edilerek yayımlanan ve yayımlanacak
olan kanunların 9 Temmuz 1961 tarihli ve 334 sayılı Anayasa hükümlerine uy­
mayanları Anayasa değişikliği olarak ve yürürlükteki kanunlara uymayanları
da kanun değişikliği olarak yayımlandıkları tarihte veya metinlerinde gösterilen
tarihlerde yürürlüğe girer.
MADDE 7 Bu kanun Resmi Gazetede yayınlandığında 12 Eylül 1980'den
-

itibaren yürürlüğe girer.

27 EKİM PAZARTESİ

Anayasa düzeni hakkındaki kanun teklifini bugün kabul ederek 2324 saytlı
kanun olarak yayınlattık.

Milli Güvenlik Konseyi olarak göreve başlayalı bir ayı geçiyordu. Bu arada
Konsey üyesi aıkadaşlarla görüşerek nonnal Genelkunnay Başkanı ve Kuvvet

131
Komutanları maaşından gayri maaş almamaya karar verdik. Ben de Genelkur­
may B aşkanı lojmanından çıkıp Çankaya Köşküne taşınmadım. Hatta Cum­
hurbaşkanının zırhlı arabasını dahi almadım. Genelkurmay Başkanı olarak ev­
velden beri kullandığım makam arabasını kullanmaya devam ettim. Evden
Genelkurmaya gidip gelirken ve şehir içindeki gezilerimde koruma polisi ve
eskort arabası da kullanmıyordum. Hatta yol kavşaklarında kırmızı ışıkta ara­
bayı durduruyor, yeşilde geçiyordum. Bir aralık beni ikaz ettiler. Koruma ara­
basının önde ve arkada beni takip etmesinin çok uygun olacağını belirttHer.
Peki dedim. Ölmekten korkmuyordum. Ama pisi pisine vurulmak ve bu işi so­
nuca ulaştırmadan dünyadan çekilip gitmek de istemiyordum. Bir aralık Kon­
·
sey Üyesi arkadaşlarla konuşurken, "Eğer beni ve bu arada sizlerden de bir
veya ikinizi suikast neticesinde öldürecek olurlarsa, en kıdemli arkadaşımız
emir ve komutayı alır, görevisürdürür. Hangi örgüt bu suikastı yapmış ise o
örgüte mensup ve tutuklu bulunanların hepsini kurşuna dizersiniz. Böylece
başka örgütlere de gözdağı verilmiş olur" dedim.
Yine yaptığımız konuşmalarda. yurt satlunda yapacağımız gezilerde yalnız
benim konuşmamı, beyanat vermek gerekirse benim beyanat vermemi uygun
bulduk. Böylece çeşitli ağızlardan çeşitli şekilde konuşma yapılmasını önlemiş
olduk. 27 Mayıs 1 960 ihtilalinden sonra Milli Birlik Komitesi üyelerinin hepsi
ayn ayn konuşmuş, beyanat vermiş ve bu durum birbirleri ile ters düşmelerine
sebep olmuştu. Bu kararımızı sonuna-kadar uyguladık ve öyle zannediyorum
ki, iyi oldu.

Bugün kabul ettiğimiz ikinci bir kanunla faaliyetleri durdurulan siyasi par­
tilerin mallarının idaresi ve menfaatlerirun korunması kayyumlara bırakıldı.
Görüldüğü üzere siyasi partilerin kapatılmalarını düşünmüyorduk. Gerçi
kapatılmaları için bugünden başlayarak devamlı telkinler yapıldı fakat her de­
fasında bu telkinleri reddettim. Zira 27 Mayıs 1 960'ta Demokrat Parti ka­
patılmıştı da ne olmuştu. Yerine Adalet Partisi doğmuş ve açıkça biz Demok­
rat Partinin devamıyız diye meydanlarda bağırmışlardı. İleride neden kapatma
karan almak zorunda kaldığımızı yeri gelince izah edeceğim.

28 EKİM SALI

Bir süre önce İsrail Kudüs'ü başkent yaptığını ilan etmişti. Bunun İslam
ülkeleri üzerindeki etkisi çok şiddetli olmuş ve hemen hemen bütün İslam
ülkeleri İsrail ile ilişkilerini kesmişlerdi. İslam Konferansı Örgütü, Türkiye'nin
bu Örgüte üye olması dolayısıyla bize resmen müracaat ederek, bizim de İsrail
ile diplomatik ilişkilerimizi kesmemizi istemişti. B u konuda bir karar vermek

1 32
üzere Milli Güvenlik Konseyi üyelerini, Başbakan Bülend Ulusu'yu, Dışişleri
Bakanı İlter Türkrnen'i, Genelkunnay İkinci Başkanı Orgeneral Necdet
Öztorun'u Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Orgeneral Haydar Saltık'ı
toplantıya çağırdım. Toplantıya Dışişleri Bakanlığından birkaç ilgili de katıldı.
Durum değerlendinnesinde, Dışişleri Bakanlığı İslam Konferansı
Örgütü'nün bu devetine uyarak İsrail ile diplomatik ilişkilerimizin askıya
alınmasını uygun görüyordu. Konsey üyeleri ve Genelkunnay ise, bu hal
tarzını uygun bulmuyorlardı. Ben de birdenbire Dışişlerinin teklifi istikame­
tinde karar alınmasını çok sert bulmuştum.
Sonuçta: şimdilik büyük.elçilik düzeyindeki ilişkimizin ikinci k§tip düzeyine
düşürülmesi, ileride İsrail daha vahim kararlar alacak olursa, o zaman yeniden
konunun tezekkür edilmesi kararını verdik0• Dışişleri Bakanlığı da bu karar
çerçevesinde icraata geçti. Böyle bir karar alışımızın faydalan ileride görüldü.
Yabancı basın mütemadiyen Genel Sekreterliğe başvurarak, basın toplantısı
yapılmasını arzu ediyordu. Ben basın toplantısını 1 6 Eylül günü yapmıştım.
Çok ısrar vaki olunca, Genel Sekreter Haydar Saltık'a, "Saltık, sen iyi de
İngilizce biliyorsun. Bu basm toplannsmı sen yap" demiştim.
Bugün yabancı basının istediği basın toplantısı yapıldı. Bir soru üzerine
Orgeneral Saltık, Demirel ve Ecevit için "Her ikisi11i11 de bugün içi11 sade birer
vata11daş durumunda bulwıduklamıı, ileride 110rmal düzene geçilip, siyasifaa­
liyetlere müsaade edildiğinde, siyasifaaliyette bulunabileceklerini ümit ettiğini,
şimdiden normal düzene geçiş tarihi verme11i11 mümkün olamayacağını,
t�rörün hakkından gelmeden çekip giirnenin düşünülemeyeceğini" söylemiş.
Bu beyanattan da görüleceği üzere, bu iki lider için başlangıçta siyasi yasak
koymayı düşünmüyorduk. Fakat sonunda bizi bu karan almaya mecbur ettiler.

29 EKİM ÇARŞAMBA

Bugün Cumhuriyet Bayramı töreni için hipodroma gittiğimde, bütün


tribünlerin ve açık havadaki yerlerin Ankaralılar tarafından doldurulmuş
olduğunu gördüm. Milli Eğitim Bakanına okulların büyük mikyasta katılmaları
emrini venniştim. Bu emir de yerine getirilmiş ve bir hayli öğrenci törene gel­
mişti. Halkın bayramını kutlarken halk çılgınca alkışlıyor ve tezahürat
yapıyordu. Tören güzel oldu.
Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla radyo ve televizyonda Türk milletine me­
saj yayınlarum. Bu mesajımdan bazı yerleri buraya alıyorum:
"Ne acıdır ki; bu kadar zor yüzyılları aşarak 57 yıl evvel Cumhuriyete

1 33
kavuşabilmiş Türk Milletini bundan mahrum etmek isteyen bedbahtlar yakın
senelerde yurdumuzda türemiş, acımasızca birbirlerinin ve masum vatan­
daşların kanlarını akıta akıta bu ülkeyi 12 Eylül'e getirmişlerdir. Bu vatan
hainlerini defalarca muhtelif vesilelerle radyo ve televizyondan uyarmış, dış
mihraklardan emir alarak yönlendirilen bu girişimlerinden vazgeçmelerini,
Türk Silahlı Kuvvetlerinin A tatürk'ten teslim aldığı Türkiye Cumhuriyetini
hiçbir zaman kirli e17lellerin oyuncağı hainlere teslim etmeyeceğini, sabrının ve
ağır başlılığının istismar edilmemesini söylemiştim. Ama onlar bu hitaptan an­
lamadılar. Zannettiler ki, Silahlı Kuvvetlerimizin içine de sızmak suretiyle, onu
parçalayabilecekler ve menfur emellerine bu suretle ulaşabileceklerdir.
Silahlı Kuvvetler mensuplarının Atatürk pınarından fışkıran tertemiz, pırıl
pırıl bir inançla yıkanmış, hepsinin göğsünde vatan ve millet sevgisi yattığını,
içerisine sızmak isteyecek bu gibi/eri yok edecek güçte olduğunu unuttular ve
yine unuttular ki, bu vatan üzerinde yaşayan 45 milyon vatandaş onlarla bera­
ber değildir. Eğer o 45 milyonluk kitle bugüne kadar susmuş ve sabretmiş
ise, Silahlı Kuvvetlerine karşı beslediği güvenden ve biraz da Meclisteki tem­
silcilerinin harekete geçmesini beklemesinden olmuştur. Milletin bunları tasvip
etmediğini görmek için vatandaşların arasına girmek yeterlidir. Ama ne hazin­
dir ki, milletin temsilcisi olanlar milletin isteğine göre hareket edeceklerine
mensup oldukları partideki bir küçük hizibin hatta kişinin sözüne kulak verdi­
ler ve onlardan emir aldılar. Onlar için mühim olan milletin menfaati değil par­
tinin çıkarları idi.
Değerli Yurttaşlarım,
Türk Silahlı Kuvvetlerinin varlığının tek gayesi Yüce Ulusunu, yurdunu
parçalanamaz bir butün halinde, iç ve dış düşmanlara karşı koruyarak sonsuza
kadar sürecek mutluluk, g üven ve huzur dolu bir yaşam düzenine
kavuşturmaktır. Bu gayeyi gerçekleştirebilmek için 12 Eylül'den beri büyük
bir tutku ve heyecanla, tüm ülke kuruluşlarında, çalışmalara yeni bir yön veril­
miş ve yeni atılımlar başlatılmış bulunmaktadır. Kahraman Türk Ulusunun hu­
zur ve güven dolu bir yaşantıya kavuşturulması için mümkün olan herşey
yapılmakta, bütün imkanlar kullanılmaktadır. Başarıya mutlaka ulaşılacaktır.
Çünkü bunu, ulusumuz da tümü ile dilemekte ve yeni yönetimi yürekten des­
teklemektedir. Sağlanacak her başarı Türk Silahlı Kuvvetleri için en değerli
mükô.fat, Ulu Önder Atatürk'e ve andına ldyık olabilmenin sınırsız gurur ve
kıvancı ile, yüce ulusunun kendisi için duyduğu güven ve sevgi olacaktır.
Sevgili Vatandaşlarım,
"Ne Mutlu Türküm Diyene" özdeyişinde ifadesini bulan Türk milliyetçiliği
inancı içinde ne zaman ve nerede olursa olsun, el ele ve omuz omuza, kalp
kalbe oldukça aşamayacağımız hiçbir engel yoktur. Birlikte sarfedilen

1 34
. çabaların pınarında daima refah ve mutluluk meyveleri yetişir. Bu nedenle
yakın gelecekte, yurtsever sağduyunun cücü ile, ekonomik ve sosyal sorun­
larımıza da kesin çözümler bulacağımıza inanmaktayım.
Aziz Yurttaşlarım,
f!içbir kötü emel, bugün olduğu gibi bundan sonra da, Türkiye Cumhuri­
yetine zarar veremeyecek ve kalbi Atatürk inancı, yurt sevgisi ile dolu Türk
ulusunun eşsiz kudreti ve çelik iradesi karşısında ne kadar güçlü olursa olsun
dağılmaya mahktlm olacaktır.
Her Türk, Atatürk ideolojisini ömür boyunca bir bayrak gibi yücelerde tu­
tarak yurdunu ve ulusunu onun gösterdiği hedeflere ulaştıracaktır.
Yurt ufukları Cumhuriyetimizin güneşi ile aydınlanacak, birlik ve beraber­
lik içinde, özgür ve bağımsız, her zaman daha güçlü, her zaman daha mutlu 29
Ekim'ler Türk ulusunun en büyük bayramı olmaya devam edecektir.
Bu ülke, bu bayrak, bu Cumhuriyet bizimdir, sonsuza kadar da bizim kala­
caktır.
Sevgili Yurttaşlarım,
Ulusumuzun bu duygu ve düşüncelere ortak olduğuna; bu anlayış ve azim­
le her türlü engeli yılmadan aşarak, Cumhuriyetimizi, Atatürk ilkelerinin
aydınlattığı yolda, şan ve şerefle sonsuza kadar götüreceğine kesin inanç
beslemekteyim. "
Bugün Cumhuriyet B ayramı olmasına rağmen, Mardin'in Kızıltepe ilçesi
içerisinde güvenlik kuvvetleriyle silahlı çabşmaya giren sekiz APO'cu terörist
ölü olarak ele geçirildi, Adana'da beşi kadın 20 terörist yakalandı. Her gün
böyle iyi haberler geliyor ve bizi sevindiriyordu.

30 EKİM PERŞEMBE

Bugün Ecevlt'in Parti B aşkanlığından istifa ettiğine dair haber geldi. Sebe­
bini a.raşhrdığımızda Şôyle bir durumla karşılaştık:

28 Ekim günü Orgeneral Saltık, yabancı gazetecilerle bir toplantı


düzenlemiş ve sorulan da cevaplandırmıştı. Bu cevaplar arasında Demirel ile
Ecevit'in bugün için sade bir vatandaş oldukları, siyasi faaliyetlere müsaade
edildiğinde bunların da birer vatandaş olarak siyasi faaliyette bulunabilecekleri
belirtilmişti.

1 35
Bu husus bazı yerli basında yanlış kıymetlendirilmiş ve bu iki liderin, siyasi
faaliyetlere müsaade edildiğinde yeniden partilerinin başına geçebileceği
şeklinde yansıtılmıştı. Bu yanlışlık üzerine 29 Ekim günü bir bildiri
yayınlayarak, bu yanlış haber tekzip edilmiş ve bu arada Partiler Kanunu ye­
niden düzenl�nirk.en, liderler sultasına yol açmayacak Vf! parti liderlerinin belir­
li sürelerden fazla hizmet etmelerini önleyecek düzenlemelerin düşünüldüğü
ifade edilmişti.
İşte Ecevit bir daha kendisine liderlik verilmeyecek diye parti liderliğinden
istifa etıiıiş olabileceği gibi, daha kuvvetli bir ihtimal de siyasi faaliyetler ya­
saklandığına göre bu makamı üzerinde muhafaza ettiği sürece bizimle
mücadele yapamayacaktı. Vakıf kurma, mecmua çıkarma hazırlıktan içinde bu­
lunduğu haberleri de kulağımıza geliyordu. istifa edip bir vatandaş olarak
mücadele etmeye kararlı olabilirdi. Nitekim ileride Arayış isimli haftalık bir
dergi çıkaracak ve yeni yönetimle mücadeleye girişecektir. İstifa ederken bir de
siyasi mahi.yette bir bildiri dağıtmış. Tabii bu bildirinin yayınlarunası yasak­
larunışu.
Bugün Mersin'de altı yasadışı örgütün 99 militanının silahlan ile birlikte ele
geçirildikleri haberini aldık.

1 KASIM CUMARTESİ

Genel Sekreter Orgeneral Haydar Saltık'a basın mensuplarını toplamasını


ve demokrasiye geçiş programını genel hatlan ile açıklamasını, böylece gerek
bizim kamuoyumuzu ve gerekse dünya kam'uoyunu meçhullerden kurtarmasını
söylemiştik. Orgeneral Saltık istediğimiz bu toplantıyı bugün yaptı ve
programın genel hatlarını basın mensuplarına şöyle izah etti:
"l . Kurucu Meclis mutlaka kurulacaktır. Ancak evvela Kurucu Meclisin
teşkiline imk!Jn verecek ön şartların sağlanmış olması gerekir.
2. Bu şartfar sağlandıktan sonra Kurucu Meclisin nasıl kurulacağı, görev
ve yetkilerinin ne olacağı hakkındaki kanun kabul edilecek.
3. Kurucu Meclisin kuruluş ve görevleri hakkındaki kanunun kabulünü
müteakip, Kurucu Meclis bilfiil teşkil edilecek, Kurucu Meclis öncelikle yeni
anayasayı hazırlayacak.
4. Yeni anayasamn hazırlanmasını müteakip bu anayasa bir referandum ka­
nunu ile halk oyuna sunulacak.
5. Yeni anayasamn halk oyunca kabul edilmiş hükümleri uyarınca yeni par­
tiler kanunu ve yeni seçim kanunu hazırlamp kanunlaştırılacak.

1 36
6. Yeni anayasa ve siyasi partiler kanununa uygun olarak yeni partilerin
kurulmasına ve teşkilatlandırılmasına yetecek bir zaman da dikkate alınarak,
partifaaliyetlerinin başlamasma müsaade edilecek.
7. Yeni seçim kanunu uyarınca genel seçimlerin yapılması sureıiyle parla­
mento kurulacak ve göreve başlayacak.
8. Anayasada yer alacak geçici hükümler uyarınca Kurucu Meclis ve Milli
Güvenlik Konseyinin görev ve mevcudiyetleri sona erecek ve normal demok­
ratjk siyasi hayata bütünüyle dönülmüş olacak. "
Bu basın toplantısı düzenleruneden evvel basın tarafından sorulacak sorular
daha önceden alırunış ve bu sorulardan uygun olanların cevaplan hazırlan­
mışu.
Sorulardan birisi, yeni anayasa düzeni hakkındaki yasaya göre, ileride bir
başkanlık sisteminin kurulup kurulmayacağı mealinde idi. Bu soruya verilen
cevapta; ileride başkanlık sisteminin düşünülmediği, Milli Güvenlik Konseyi­
nin Kurucu Meclis kuruluncaya kadar mecburen yasama görevlerini de yerine
getireceğinin kabul edilmesi gerektiği hususu belirtilmişti.
B aşka bir soru ile de, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay'ın bugünkü görev
ve yetkilerinin neler olduğunun açıklığa kavuşturulması isteniyordµ.
Buna verilen cevapta da, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay'ın l 96 1 Anaya­
sası ve kendi kuruluş ve görev kanunlarıyla düzenlendiği, 12 Eylül 1980 tari­
hinden itibaren yürürlQğe girmiş bulunan 2324 sayılı anayasa düzeni
hakkındaki kanunun gerekçe ve meıninden de anlaşılacağı üzere, bu düzenin
değiştirilmediği veya kaldırılmadığı, hukuk kurallarının bütünü ile yürürlükte
olduğu, bu bakımdan Anayasa Mahkemesi ve Danıştay'ın görev ve yetkileri
açısından da tereddütü gerektirecek bir boşluğun bulunmadığı bildirilmişti.
Bu basın toplantısında şu hususlara da yer verilerek toplantı tamamlan­
mışn:
"12 Eylül Harekatının nasıl bir ortamda ve hangi şartlar altında
gerçekleştirildiği 2324 sayılı kanunun gerekçesinde bir defa daha belirtilmiştir.
Memleketimizin içinde bulunduğu şartları değerlendirme yetersizliği nede­
niyle, bazı dış çevrelerde doğmuş olan tereddütler, kesinlikle inanıyoruz ki;
Harektlnn asıl amacına doğru, sapmadan ve sarsılmadan ilerlediği anlaşıldıkça
ortadan kalkacaktır. Halkımızın içtenlikle benimsediği ve asla vazgeçe­
meyeceği, demokratik hürriyetçi düzenin, birdn önce kurulup işlerlik kazan­
ması için yapılan çalışmaları görüp anlayacak olanlar, Türk milletine ve hür
demokratik düzene. düşmanlık duygusu taşımıyorlarsa, 12 Eylül Harektınnı er
geç takdirle karşılayacak/ardır.

1 37
Milli Güvenlik Konseyinin, yok olmuş devlet otoritesini biran önce tesis et­
mek çabaları, hürriyetleri kısıtlayıcı anlamda yorumlanamaz.
12 Ey/ütün amaçları bellidir ve bunlara mutlaka ulaşılacaktır. Harekat, he­
deflerine olumlu gelişmelerle ilerlemektedir. Bu amaçlara ulaşabilmek için,
yeterli bir zamana ihtiyaç olduğu şüphe götürmez. Halkımızın çok geniş
ölçüde desteğine sahip olan 12 Eylül Harekatının amaçlarına ulaşması için ge­
reken yeterli zaman, kamuoyunu oluşturmak görevi yapan basınımızın gayret
ve katkıları ölçüsünde kısalacaktır. "
Şimdi açıkça ifade edeyim ki; biz Milli Güvenlik Konseyi olarak Harekaun
üzerinden 45 gün gibi kısa bir süre geçmiş olmasına rağmen, verdiğimiz
programa aynen uyduk, hiç sapma yapmadık, Ancak basınımızdan istediğimiz
bu desteğin yapıldığını söylemekte güçlük çekiyorum.

Bu basın toplantısını yaptırmamız iyi olmuştu. Vatandaşlarımız nelerin han­


gi sıra ile yapılacağını öğrenmiş ve bize karşı olan güveni daha da artmış ola­
caktı.

Adana'daki 6'ncı Kolordu ve Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Nevzat


Bölügiray bir rahatsızlık geçirdi, ameliyatı gerekti . Bu durumda yeniden
Sıköyönetim Komutanlığına dönmesi sağlığı bakımından doğru olmazdı. Bu
bakımdan Bölügiray'ı Genelkumiaydaki Sıkıyönetim Koordinasyon
B aşkanlığına aldık, yerine de Korgeneral Burlıancttin B igalı'yı verdik. Bigalı
ertesi gün görevine başladı.

3 KASIM PAZARTF.Sİ

Bugün Mili Güvenlik Konseyi olarak bazı kanunları görüşmek üzere top­
landık. Uzun bir toplantı oldu. Önemli kanunlardan birisi; barışta güven ve
asayişi korumak, kaçakçılığı men, takip ve tahkikle görevli olanların bu
görevlerinden dolayı, ya da görevleri sona ermiş olsa bile yaptıkları hizmet
nedeniyle maruz kaldıkları yaralanma veya hastalık sonucu ölmeleri veya sakat
kalmaları halinde ödenecek nakdi tazminat ile birlikte bağlanacak aylığın ve
yalnız yaralanmalar halinde ödenecek nakdi tazminatın esas ve yöntemlerini
belirleyen kanun tasarısı idi.

Bu kanun son derece lüzumlu idi. Zira enıniyet mensupları an�i ve terörle
mücadelede veya kaçakçıları takipte giriştikleri silahlı çatışmada yaralanıyor ve
bunun sonucu ya sakat kalıyor veya ölüyordu. Bunların ve aile efradının ge-

138
leceğini güvence aluna alan bir kanun yoktu. Bu yüzden emniyet görevlileri
olayların üzerine cesaretle gidemiyorlardı. Onun için bu kanunu biran evvel
çıkarmak istiyorduk. Bugün bu kanunu kabul ettik.

Avrupalı dostlarımızdan bazılarının Türkiye'de ne olup bittiğini yerinde


gönnek maksadıyla Türkiye'ye gelmek istedikleri ve ilk müracaatın Federal
Almanya'da iktidarda bulunan SPD (Sosyal Demokrat Parti)'yi temsilen Fel­
lenneier'in Türkiye'ye gelip Dışişleri Bakanı ve Cumhuriyet Halk Partisi ilgili­
leri, başta Bülent Ecevit olmak üzere genel sekreter Mustafa Üstündağ ile
görüşmek istediğini bana duyurdular.

Bu isteğe şu bakımdan kızdım. Neden Ecevit'le görüşmeye geliyor? Ecevit


parti başkanlığı�dan istifa etmiş. Parti faaliyetleri durdurulmuş. Onunla
yapılacak bir temastan neyi öğrenecek? Ecevit kendisine bir müdahale
yapılmalıydı, yapılması da iyi oldu der miydi? Eğer Türkiye'deki korkunç du­
rumu ve halkın bugüne kadar çektiklerini yerinde gönnek istiyorlarsa gitsinler,
Anadolu'yu adım adun dolaşsınlar, halkla konuşsunlar, onların söylediklerine
kulak versinler.

Buna rağmen, "gelsin kiminle görüşürse görüşsün" dedim ve müsaade et­


tim.

Bugün Ecevit ve Üstündağ ile görüştü. Tabii yalnız bu maksatla gelme­


diğini belirunek için Dışişleri Bakanı İlter Türkmen'le de görüştü.

Bu gibi ziyaret istekleri müteakip günlerde de devam edecekti. Nitekim


Federal Almanya'nın Sosyal Demokrat Partisi namına bir temsilci gelir Ece­
vit'le konuşur da, Hıristiyan Demokrat Parti (CDU) temsilcisi Türkiye'deki
karşıh Adalet Partisi genel başkanı Süleyman Demirel'le görüşmeye gelmez
mi? Onlardan da bir istek geldi, ay sonuna doğru geleceklenniş. Gelsinler de­
dik. Gelecek heyet milletvekili Vemer Hark'ın başkanlık edeceği bir heyenniş.

Onlar da gelsin bakalım. Bizi yolumuzdan kimse döndüremez. Biz prog­


ramımızı yapmışız. Yeniden demokratik parlamenter sisteme döneceğimize söz
vennişiz. Bu sisteme inanmışız. Gerisi bizi ilgilendinniyordu.

Diğer taraftan, dış ülkelerden devlet ve hükümet adamlarına da hak veriyo­


rum. Öyle ya, kimdir bu Kenan Paşa? Sözüne güvenilir mi, güvenilmez mi?
Askeri darbe yapanlar başlangıçta hep böyle tatlı vaadlerde bulunur. Ama so­
nunda diktatörlük gelir. Arkasından yeni yeni darbeler birbirini izler.
Türkiye'de de aynı durumlar acaba olmayacak mı? Ben de olsam böyle
düşünürdüm. Onun için "gelsinler, görsünler, gitsinler" dedim ve gelmelerine
mani olmadım.

Fellerrneier Türkiye'den ayrılırken verdiği beyanat sırasında,


"Demokrasiye dönüş için zamandan daha önemli olan sağlam temellere otur-

1 39
muş bir rejim kurulmasıdır. Orgeneral Evren'in demakrasiye kısa sürede
dönüleceğine dair vaadine inancımız tamdır, çünkü Orgeneral Evren sözüne
sadık bir asker olarak tanınmaktadır" şeklinde ifadeler kullanmak suretiyle
gelişinden iyi izlenimlerle aynldığını üstü kapalı da olsa belirtmiş oJııyordu.

5 KASIM ÇARŞAMBA

Amerika B irleşik Devletleri'nde haftalardır devam eden B aşkanlık seçim


propagandaları bitmiş, seçim yapılmış ve seçim sonuçlan da bugün elimize
gelmişti. Bize ulaşan haberlerden Reagan'ın Carter'a büyük fark yaparak
Başkanlığı kazandığı anlaşılıyordu.

Seçim sonuçlarının açıklanmasından evvel yaptığımız araştırmadan, Cum­


huriyetçilerin adayı olan Reagan'ın ve partisinin Türkiye'ye bakış açısının Car­
ter ve partisi Demokratlara nazaran daha müspet yönde olduğu merkezinde idi.
Gerçi bugüne kadar Carter yönetiminden de fazla bir zorluk çekmedik. Ancak
zaman zaman özellikle Türkiye'ye yapılan askeri ve ekonomik yardımların ki­
fayetsizliği bizi zor durumlara düşürmüştü. Kıbrıs konusuna bakış açılan da
bizi tatmin etmiyordu. Her ne kadar 1 975 senesinde Kıbrıs Harekatından do­
layı Amerika Birleşik Devletlerinin Türkiye'ye uygulamaya başladığı silah am­
bargosu Carter döneminde kaldırılmış ise de; bu ambargonun kaldırılması Am­
erika Birleşik Devletleri'nin Kıbrıs problemine bakış açısının değişmesinden
dolayı ol�ayıp, Türk Silahlı Kuvvetlerinin dört sene içerisinde uğradığı güç
kaybının NATO'yu da zayıflatmasından ve Türkiye'nin daha da zor durumlar­
la karşılaşması halinde Kıbns'tarı çekilmekten ise sosyalist l:!loktan da silah al­
abilme ihtimalinin ortaya çıkmasından veya diğer ülkelerden bu ihtiyacını
karşılayabilmesinden ve dolayısıyla zaman içerisinde Türkiye'nin Amerika
Birleşik Devletleri'ne bağımlılığının azalması tehlikesinden olabilir. Nitekim
bu konular Genelkurmayda ve hükümet çevrelerinde zaman zaman konuşulur
olmuştu.

Reagan'ın Türkiye'ye karşı tutumunun Carter'a nazaran daha olumlu ola­


cağı hakkındaki bilgilere fazla bel bağlamadan uygulamalan beklememiz
herhalde daha isabetli olacakb.

Seçimi Reagan'ın kazanması bizim basında da iyi karşılandı. Aynca bu


seçimlerde Yunanlılann bir numaralı destekçileri, savunuculan olan birkaç
senatörün seçilememeleri de bizim yönümüzden iyi haberlerdi.

Anarşi ve terörle mücadele bütürı_Sıkıyönetim Komutanlıkları bölgelerinde

140
muvaffakiyetle yürütülüyordu. Her gün yakalama, çatışmada öldürülme ha­
berleri geliyordu.
Bugün de Marksist - Leninist Silahlı Propaganda birliği (MLSP/B) diye bi­
linen ve acımasız örgütler arasında yer alıp çeşitli öldürme olaylarından dolayı
uzun zamandır aranmakta olan örgüt liderlerinden Kerim Mete Sonatılgan
isimli azılı terörist, Fatsa'da giriştiği çatışmada ölü olarak ele geçirilmiş,
bölgede yapılan aramalarda da 16 DEV-YOL üyesi terörist sağ olarak yaka­
lanmışu.
Bugün memur ve işçi statüsünden emekli olmuşların emekli maaşları ke­
silmeden devlet kuruluşlarında sözleşmeli olarak çalıştı rılmalarına imkan
sağlayan bir kanunu görüşerek kabul ettik.
Bu kanuna ihtiyaç duyulmuştu. Devletin birçok önemli yerlerinde
çalıştırılacak eleman bulmada zorluklarla karşılaşılıyordu. Halbuki emekli
olmuş asker veya sivil tanınmış ve kendisinden yararlanılabilecek değerli ve
güvenilebilecek kişiler vardı. İşte bunları sözleşmeli olarak çalıştırmak bu ka­
nunla mümkün olabilecekti.
Sıkıyönetim Komutanları asker kişiler olduğundan, o muhiti tanıyor ve
bundan dolayı da v�tiyle maiyetinde çalışmış ve bilfilıare emekli olmuş asker
kökenli kişileri çalıştırma eğiliminde bulunuyorlardı. Böyle askeri rejim
dönemlerinde bu eğilimi biraz da hoş karşılamak gerektiğine inanıyordum. Hiç
tanımadığı bir kimseyi onun bunun tavsiyesi ile göreve geti rmektense, kendi­
sinin tanıdığını o göreve atamak doğru olabilirdi.
Buna rağmen; Genel Sekreterliği, Genelkurmay İkinci Başkanını, hatta
Başbakanı uyararak; her göreve asker kökenli arkadaşlarımızı getirmemelerini,
bu durmun kamuoyunda da hoş karşılanmayacağını, bu müdahaleyi sanki bu
maksatla yapmışız gibi bir izlenim doğabileceğini, kaldı ki normal düzene
geçtiğimizde gel vazifeye dediklerimize git demenin çok zo r olmakla birlikte,
bizden sonra işbaşına geleceklerin bunları o görevden almaları halinde bir
takım hoş olmayan durumların ortaya çıkabileceğir;ıi belirtmi ştim.
Müteaddit uyarılarıma rağmen bu uygulamaya tam manasıyla mani
olduğumu söyleyemem. Mesela bir şehir belediye başkanlığına asker kökenli
birini getirmiş isek, o belediye başkanının belediyenin çeşitli kademelerine
aldığı sözleşmeli personelin hemen hemen hepsine yakınını asker kökenliler
arasından seçtiğini görüyorduk. Hatta eğer kendisi topçu ise, topçu subay ve
astsubaylarını, ordu donatım sınıfından ise bu sınıftaki subay ve astsubayları
göreve alıyorlardı. Niye böyle yapıyorsunuz diye sorduğumda, "Ne yapayım
Komutanım, sivil kesimi tanımıyorum ki, nasıl o görevleri tanımadıklarıma
emanet edeyim. Bunları tanıyor ve onun için getirmek zorunda kalıyorum"
şeklinde cevap alıyordum.
141
6 KASIM PERŞEMBE

Hükümet, Başbakan Ulusu'ya verdiğim direktif ve biran evvel çıkarıl­


masını istediğimiz kanunları Bakanlar Kurulunda kararlaştırmıştı.
Bu kanunlar arasında özellikle yeni vergi düzenlemeleri, belediyeler ve ma­
halli idarelerin mali ihtiyaçlarını halledecek yeni kaynaklan sağlayacak finans
kanunu, gereksiz bürokrasi, kırtasiyecilik ve idari işlemleri giderecek mevzuat,
sık sık sıkıyönetime başvurulmaması için idareye olağanüstü tedbirler alma
yetkisini sağlayacak olağanüstü hal kanunu, polis ve jandarma vazife ve sela­
hiyet kanununda yapılacak değişiklikler, dernekler kanununun geçirilen
tecrübelerden de yararlanarak yeniden düzenlenmesi ve derneklerin siyasetle
uğraşmalarının önlenmesi, toplantı gösteri yürüyüşleri kanununun yeniden
düzenlenmesi, kaçakçılıkla mücadele mevzuatının ele alınması, bankalar ile
resmi ve özel kuruluşlar için özel güvenlik örgütü kurulması hakkında yasa,
trafik kanunu, milli menfaatimizle ilgili vatandaşlık kanunu, mahkemelerin
süratle ve adil kararlar verebilmelerini ve bunların korkuwzca uygulanmasını
sağlayacak yasal ve idari tedbirler, anarşi ve terörü etkili bir şekilde önleyecek
ve siyasi istikrarı sağlayacak düzenlemeler, siyasi partiler kanununun yeniden
hazırlanması, yeni seçim kanunu, vergi kaybının önlenmesi ve vergi
kaçakçılığını önleyecek temel yasal düzenlemeler, vergi idare ve kazasında
iyileştirici yasal tedbirler, devlet harcamaları ile ilgili mevzuatın israfı önleyici
hizmetin gereği gibi yapılmaması veya gecikmesine yol açan hükümlerin ve
uygulamaların yeniden gözden geçirilmesi, KİT'lerin daha verimli
çalışmalarını sağlayacak pratik düzenlemelerle piyasa ekonomisi şartlarına göre
çalışmalarını gerçekleştirecek düzenlemeler, iç ve dış ticaret hayatımızı
düzenleyen mevzuattaki aksaklıklar ve boşlukları giderecek günün şartlarına
göre düzeltilecek çalışmalar, gümrüklerde yapılan her türlü rüşvet ve
kaçakçılık olaylarının kesl n olarak önlenmesi için alınacak tedbirler, özel
teşebbüsün sigara üretimine imkan tanıyan düzenleme, kalkınmamızın önemli
faktörü olan sanayileşmemizle ilgili mevzuatın günün şartlarına göre uydurul­
ması, toprak ve tanın reform kanununun ele alınması, devlet ihale kanununun
günün şartlarına göre yeniden hazırlanması, çalışma ve sosyal güvenlik kanun­
larındaki düzenlemeler, toplu iş sözleşmesi grev ve lokavt kanunlarının
yeniden ele alınması, sendikalar kanununun yeniden hazırlanması, sosyal si­
gortalar kapsamına alınmayan grupların özellikle tanın sektöründe çalışanların
sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınmaları, eski ve yeni emekliler arasındaki
farkın giderilmesi, öğretmenlerin politikadan anndınlması için her türlü yasal

1 42
ve idari çalışmaların tamamlanması, Milli Eğitim temel kanunu ve üniversiteler
kanunu üzerindeki çalışmalar, tam gün yasasının değiştirilmesi gibi çalışmalar
yer alıyordu.
Üç senelik süre içerisinde bunların büyük bir kısmı gerçekleştirildi, az bir
kısmı zaman kifayetsizliğinden tamamlanamadı.
Hükümet hakikaten bunlar üzerinde yoğun bir çalışma temposuna girdi.
Milli Güvenlik Konseyi olarak biz de Genel Sekreterlik kanalı ile takip ediyor
ve bazı kanun çalışmalarına ilgili uzmanları göndererek katılıyo!duk.
Daha evvel de işaret ettiğim gibi, anarşi ve terörle mücadele gayet iyi
gidiyordu. Her gün aldığımız sevindirici haberler gibi bugün de yurdun çeşitli
yörelerinden güzel haberler gelmişti.
Bunlar arasında; İstanbul'da Gaziosmanpaşa ve Eyüp'te 65 eve baskın ya­
pan emniyet ekiplerinin DEV-SOL ve Halkın Kurtuluşu örgütlerine bağlı 150
kişiyi ele geçirdikleri, Ankara'da 4'ü kız 1 3 militanın yakalandığı, Uşak'ın
Eşme ilçesinin bir köyünde biri ölü, biri yaralı olmak üzere üç teröristin,
Diyarbakır'da cami basıp cemaatin parasını gasbeden militanın yakalandığı ha­
berleri yer alıyordu.
Peki acaba 12 Eylül'den önce bunlar neden yakalanamıyorlardı da şimdi
yakalanabiliyorlardı. En başta gelen sebep Sıkıyönetim Komutanlannın ve do­
layısıyla onların emrinde görev yapan emniyet mensuplarının icraatına
müdahale eden bir makam yoktu. Bunlar mevcut kanunların kendilerine ver­
diği yetkileri rahatlıkla ve çekinmeden kullanabiliyorlardı. Hatırlayacak olur­
sak; 1 2 �ylül'den evvel Fatsa'da vali: yetkisine dayanarak şehirde sokağa
çıkma yasağı koyarak bütün evleri aramaya kalktı. Türkiye Büyük Millet Mec­
lisinde muhalefet tarafından kıyametler koparıldı. Basın da keza günlerce bu
olayı sütunlarında konu yaptı. Böyle olunca ilgili makamlar niye kendilerini
riske ederek istikbalini körletsin. Emniyet kuvvetleri niye silahlı çatışmaya gir­
sin de kendisine silah çeken teröristi öldürsün ve sonunda tutuklanarak
hapishaneye girmeyi göze alsın. İşte birinci sebep bu idi.
Şimdi emniyet kuvvetleri rahatlamışlardı. Onlar da anarşi ve terörle
mücadelede başarılı olamamalarından ötürü üzgündüler. Bir avuç haine
mağlup duruma düşmüşlerdi. Onlar da bu vatanın ev14tlan idi. Fakat ellerin­
den tutan yoktu. Bölünmüşlerdi. Silah ve teçhizatları çok naksandı. Otomobil­
lerinin akaryatıru bile temin edemiyorlar, arızalı araçlarını tamir ettirecek parayı
bulamıyorlardı. Daha birçok sebepleri sıralamak mümkün, ama ben bu kadarla
yetiniyorum.
Yine hafızalarımızı 12 Eylül öncesine götürürsek, İstanbul, Ankara gibi
büyük belediyelerin parasızlıktan personelinin maaşlarını ödeyemediklerini;
sık sık hükümetin kapısını çalarak yardım isteğinde bulunduklarını, bu
143
yardımı alamazsa işçilerinin greve gittiklerini, günlerce haftalarca çöplerin
toplanamadığını ve bu yüzden hastalık tehlikesinin başgösterdiğini hatırlarız.

Şimdi aynı belediyeler kendi gelirleriyle işlerini rahatlıkla yürütebilmekte ve


hükümetten pir yardım talebinde bulunmamaktaydılar. İstanbul Belediyesinin
birbuçuk ay gibi kısa bir süre içerisinde belediye gelirlerinin % 25 nisbetinde
arttı ğı, İstanbul Belediye B aşkanı tarafından açıklanıyordu. Sebebi, belediye
gelirleri muntazaman toplanıyor ve toplananlann bir kısmı bazı örgütlere değil,
belediye kasasına yatınlıyordu.

12 Eylül Harekatından hemen sonra İstanbul Belediyesine bağlı İETI


idaresine girildiğinde şöyle bir manzara ile karşılaşılmıştı:

Mahzen gibi bir yerde birkaç torba görülmüş. Çoğunun ağızlan açık, çuval
biçimindeki bu torbaların içinde bir sürü paralar, kaydı kuydu yok; otobüs bi­
letleri sağda solda saçılmış bir durumda. Buraya girenler hayretler içerisinde
kalmışlar. Günlük toplanan bu paralann hesabı kitabı yok. Getiren ne getirmiş
ise o. Noksan var mı, yok mu? Varsa ne kadar noksandır, belli değil.

Böyle bir belediyeden daha ne beklenir. Elbette borçlu olur. Elbette para·
istemek için hükümete müracaat eder.

İstanbul Belediye Başkanlığına getirilen Korgeneral İsmail Hakkı Akansel


bugün basın mensuplarına yaptığı açıklamada, Belediyede görev yapan per­
sonelin iki aylık maaş alacakları olduğunu, şimdi aylıkları muntazam
ödeyebilir hale geldiklerini, vaktiyle sahilleri haksız olarak işgal etmiş olanların
buralardan kaldmlarak bütün sahillerin halkın istifadesine açılacağını söyledi.

Sahillerdeki bu işgallerin bazı açıkgözler ve mafya mensuplan tarafından


metre karesi 37,5 kuruştan alınıp, burayı başkalanna metrekaresi 37.000 lira­
dan devir ettiklerini de ilave etmiştir.

Ne kadar acı değil mi?

7 KASIM CUMA

Bugün iki önemli kanunu kabul ettik.

B unlardan birisi Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanunu idi. Bu kanuna


göre Silahlı Kuvvetlerin tabip ihtiyacım karşılamak ve askeri doktor
yetiştirmek üzere Gülhane Askeri Tıp Akademisi kuruluyor ve Akademi Ge­
nelkurmay Başkanlığına bağlanıyordu.

144
1 2 Eylül'den evvel çeşitli girişimlerimiz olmuş, böyle bir akademinin ku­
rulmasını sağlayamamıştık. Silahlı Kuvvetlerdeki tabip mevcudu her geçen
sene azalıyordu. Zira mevcut tıp fakültelerine müracaat edip fakülteye giren
öğrenciler askeri tabip olmak istemiyorlardı. Her sene 100 civannda öğrenci
alınması gerekirken, bazı seneler bu miktar 1 5-20 civannda kalıyor, bunlar da
4
altıncı sınıfa kadar 8- 10 rakamına iniyor u.

Üniversite rektör ve dekanlanyla Genelkurmay Başkanı olarak kendim biz­


zat konuştum. Bize tıp fakültelerinde kontenjan ayırın, bu kontenjandan yarar­
lanmak isteyeceklere askeri tabip olmak zorunlul_uğunu getirin dedim. Kabul
ettiremedim. Üniversiteler özerk olduklarından, hiçbir makam buraya emir
veremiyordu. Hükümete müracaat ettik", bir kanunla Gülhanede bir tıp
fakültesi kurulması imkanını sağlayın dedim. Bu sefer de müstakil bir tıp
fakültesi kurulması Anayasaya aykırıdır diye cevap verdiler. Anayasada bir
değişiklik yapın, bu bir ihtiyaçtı r. Silahlı Kuvvetler kısa bir zaman sonrasında
doktorsuz kalacak, iktidar muhalefet bunda anlaşabilirsiniz dedim. Anlata­
madım.

İşte bunun için bu kanunu çıkarmak zorunluluğunu hissettik. Esasen


Türkiye'de ilk tıp fakültesini askerler Haydarpaşa'da açmışlar ve adına d a
Askeri Tıbbıyei Şahane demişler. Tıp fakültelerinin anası Gülhane olmuş. Fa­
kat bir zaman gelmiş, ne olur bize de tıp fakültesi açma müsaadesi verin diye
yalvarır duruma düşmüş.

Kabul ettiğimiz ikinci kanun, Sıkıyönetim Kanununa bir fıkra ekleyerek


Sıkıyönetim Komutanlarına sanıklann 30 gün içinde hakim önüne çıkarılması
yetkisini gerektiğinde 90 güne çıkarılması hakkındaki kanundu.

Bu teklifler Sıkıyönetim Komutanlarından gelmeye başlamıştı. Zira bazı


toplu suçlarda suçlulann 30 gün içerisinde hakim önüne çıkanlması mümkün
olmuyordu. Özellikle İstanbul, Ankara gibi Sıkıyönetim Komutanlıkları
bölgelerinde toplu yakalamalar çok oluyor ve bu çokluktan dolayı sanıkların
ilk sorgulam aları 30 gün içerisinde tamamlanamıyordu. Esasen böyle durum­
larda Sıkıyönetim Komutanları 90 günlük bu yetkisini kullanabileceklerdi.

Bu kanun Avrupa'daki bazı ülkelerde tepki ile karşılandı. Fakat bu tepki­


lere kulaklarımızı tıkadık. Zira ateş düştüğü yeri yakardı. Bu ateş bize
düşmüştü. Bu yangını söndürme mücadelesinde falan ülke ne der, filan ülke
ne der diye hareketlerimizi ayarlayacak olursak, muvaffak olmamız elbette
mümkün olmazdı.

145
11 KASIM SALI

Bugün ilk defa bir gazete İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığınca ka­


patılıyordu. Kapatma sebebi Atatürk hakkında yazılan bir makale idi.
Atatürk'ü küçük düşürücü böyle bir yazının ölüm yıldönümünün hemen ertesi
günü yayınlanmış olması dikkat çekicidir.

12 Eylül'den sonra biz Atatürkçülüğü tekrar yerleştirmek için büyük gayret


sarfederken, Atatürk'ü göklere çıkarmanın doğru olmadığuu belirtmeye çalışan
böyle bir fikri, bu kitabı okuyacakların tasvip edip etmeyeceklerine karar vere­
bilmek için bahse konu yazıyı buraya almakta yarar görüyorum.

KEMALlZM IDEOWJİSİ MUZ MUDUR ?

Kari Marks bir bilim adamıdır.


Dünyanın bütün üniversitelerinde incelenir. Çoğu toplumbilimci Marksizmi
bir yöntem olarak kullanır; Marks'ın kitapları dünyanın bütün büyük
kütüphanelerinde bulunur.
Buna karşın dünyada ve ülkemizde Marks'ın açıklanmasında ve yorumlan­
masında alabildiğine tartışma sürmektedir. Marksist olduklarını söyleyen siya­
sal partiler ve devletler arasında fikir ve eylem çatışmaları bitmemiştir!
Peki; Marksizm her niyete yenilen bir muz mudur?
Atatürk bir eylem adamıdır.
Yazmaktan çok konuşmuştur; yapmıştır; gerçekleştirmiştir. Mustafa Kemal
Paşa çoğu zaman "irticalen" konuşmuştur. Çevresindekiler not tutmuşlardır;
baian nerede ve nasıl oluştuğu bilinmeyen fikirler "Atatürk söyledi" diye piya­
saya sürülmüştür; propaganda üretilmiştir.
Bugün Atatürkçüyüm ya da Kemalistim diyen çoğu kimse arasında tartışma
ve kavga sürmektedir. Bunu doğal saymak gerekir. Marks, Lenin ya da Mao
gibi kişilerin ardından da savaşının bitmediği düşünülürse, Kemalist ideoloji­
nin 1 980 yılında tartışma alam bulması Atatürk'ün etkinliğini kanıtlamaktan
başka bir anlama gelmez.
Mustafa Kemal doğalı yüz yıl, öleli kırk yıl olmuş, ama kavgası sürüyor.
Böyle bir olay dünya tarihinde çok rastlanan bir olgu değildir.

146
A ncak Kemalizm 'in tartışmasında bir ciddiyet olmalı. Atatürk'ü
değerlendirirken ölçüyü kaçırmak, Atatürkçülük dediğimiz dünya görüşünü
her niyete yenilen bir muz niteliğine dönüştürür.
Öyleyse 11e yapmalı?
Günün bu. saatinde söylemek belki "Apolitik" sayılabilir ama ben yine
söyleyeceğim: Önce Kemalizmin özgürce tartışılabildiğifikir ve bilim ortamı
sağlanmalı. Bugün Türkiye'de herkes "Elhamdülilldh Müslümanım" dedikten
sonra
- Elhamdülilldh, diyor, Atatürkçüyüm.
Böyle söyleyenlerin kaçı içtenlikli?
Yeryüzünde komünist partilerin egemen olduğu devletler var. Ama
komünist ülkelerde herkes komünist olmak zorunda değildir. Sıradan yurttaş
vicdanında hangi fikri ya da hangi inancı taşırsa taşısın, kimse karışmaz.
Devlet, eğitim yoluyla yeni kuşakları yönlendirmeye çalışır. Türkiye'de
Kemalizmi canlandırmak istiyorsak öncefikir gücüyle ortaya çıknuık gerekir.
Ne yapmalı öyleyse?
Atatürk'ün 1) Gerçekleştirdiği eylem, 2) Sözleri ve yazıları, 3) Kurduğu
parti ve programı, 4) Kurduğu devlet ve Anayasası, yok mudur? Bütün bun­
ların harmanından bilim yöntemleriyle bir sonuç çıkarmak çok mu zor?
Kuşkusuz zor değil.
Atatürk'ü dünya tarihinde nereye oturtmak gerekir? sorusu elle tutulur
biçimde ortadadır. 1917 devriminden sonra ikiye ayrılan dünyada üçüncü yol
ayırımını Türkiye'nin ulusal bağımsızlık savaşıyla başlatan adamdır Atatürk;
antiemperyalisttir; üçüncü dünyanın habercisidir. Bu niteliklerinin verdiği
rütbeleri omuzlarından sökmeye kalkıştınız mı, Atatürk'e düşmanlık çizgisine
ulaşırsınız.
Yeryüzünde çağdaşlaşma iki süreçte gerçekleşiyor; insanda özgürleşme,
toplumda bağımsızlaşma, Kemalizm bu yolda bir aşamadır; ama son durak
değildir.
insanlıkta son durak yok.
Kemalizm geriye kapalı ileriye açık bir ideolojidir. Biz ise kırk yıldan beri
ileriyi yasaklayıp, geriye kapıları açan siyasal düzenler içinde yaşıyoruz.
Bunu yazanın ismini buraya geçimıiyorum. Kapatılan ilk gazete Cumhuri­
yet gazetesi oldu. Bu yazının taşıdığı arcı niyetleri de burada tartışma konusu
yapmiyorurn. Bunu değerli okuyuculanmın vicdanlanna bırakıyorum. Belki
bir kısmı hak da verebilir. Elbette insan kafa yapısı; yapı olarak aynıdır da o
kafanın içinde oluşan fikirler aynı değildir. Mühim olan çoğunluğun ne
düşündüğüdür.

147
Atatürkçülük üzerine ilim adamları tarafından yazılmış o kadar eser vardır
ki, odalar almaz. Atatürk ve Atatürkçülük nedir, ne değildir, bu husus yıllardır
görüşülmüş, tartışılmış ve çeşitli eserler yazllımşl!r.
Bizim Atatürkçülük üzerinde hassasiyetle duruşumuz ülkedeki hem
sağcıları, hem solcuları (solcular derken sosyal demokrat düşünceli olanları
kastetmiyorum) çok rahatsız etmişti. Türkiye Komünist Partisi paralelindeki
iki kişinin aralarında görüşürlerken; 12 Eylül Harekatının kendilerinin ulaşmak
istedikleri hedefleri en az on yıl geciktirdiğini ifade ettiklerini bana
aktarmışlardı.
Esasen Atatürk'ü, yetişen nesillere ne aile ocağında, ne okullarımızda ve ne
de üniversitelerimizde anlatamadığımızdan dolayıdır ki, gençlerimiz kendile­
rine anlatılan ideolojik fikirlerin etkisi altında kalarak, ya sağa veya sola
kaymışlardır.
12 Eylül'den sonra yakalanıp Adana'nın Osmaniye _ce-zaevinde tutuklu bu­
lunan bir sol teröristin bana yazdığı mektupta söyledikleri ç.ı;ıle enteresandu.
Okuyunca içim sızladı. Aşağı yukarı şöyle söylüyordu bu gen� Çocuk:
.
"Evet, ben bugüne kadar içinde öldürme olaylarının da bulwıdugu birçok
eyleme karıştım. Şimdi tutuklandmı. Yaptıklarımm cezasını elbette çekecegim.
Kusurum yok demiyorum. Ama okulda hiçbir hocadan biz Atatürkçülük
hakkında bir şey işitmedik. Ben burada hasiphanede Atatürk'ü ve O'nunfikir­
lerini öğrendim.
Peki Sayın Devlet Başkamm, ben suçluyum da beni bu y(Jla sürükleyenler,
okulda bana Atatürk'ü ögretmeyenlerin hiç suçu yok mu? Ben mahkam ola­
cagım da onlar dışarıda nu kalacaklar."
Bu genç hakh değil miydi? Ama suç bir kişide, on kişide değildi ki; eğitim
sistemimizde idi. Çocuğa Yunan tarihini, Roma tarihini, İslam tarihini en ince
noktalarına varıncaya kadar anlatıyorduk da, Birinci Dünya Savaşının neticele­
rini, Kurtuluş Savaşım, Atatürk inkılap ve ilkelerini, İkinci Cihan Harbi ve
yakın tarihimizi üstünkörü geçiştiriyorduk. Böyle olunca da genç dimağlar bi­
raz evvel söylediğim şekilde usta ellere geçiyor ve istenilen şekle sokuluyôrdu.

12 KASIM ÇARŞAMBA

Bugün bir önemli kanunu daha kabul ederek yürürlüğe koyduk.


Şimdiye kadar üniversitelerin çeşitli fakültelerinden mezun olanlar mevcut
kanuna göre yedeksubaylık hakkını kazanıyordu. Ancak Silahlı Kuvvetlerin
her sene alabileceği yedeksubay miktarı muayyendi. Bu miktar 1 0- 1 1 bini
geçmiyordu. Halbuki üniversitelerden bir senede mezun olanların sayısı, 40
bin civarında idi. Böyle olunca Silahlı Kuvvetler ihtiyacı kadar olan yedeksu-
148
bayı silah altına alıyor, geriye kalanlar mütemadiyen birikiyordu. Askerliğini
yapmadan resmi veya ôzel kuruluşlar bu üniversite mezunlarını işe al­
madıklarından, birçok üniversite mezunu genç işsiz güçsüz dolaşıyor ve bun­
dan dolayı da devlete küskün oluyordu.
İşte yeni kabul ettiğimiz kanunla, buna çare getirdik. Birikmişleri dörder
aylık kısa dönem eğitimden geçirerek bunların askerliklerini yapması imkanı
sağlanmış, bundan sonra mezun olacaklara da isterlerse gönüllü olmak üzere
dokuz ay er olarak askerliğini yapmak kolaylığı getirilmişti. 1 8 ay yedeksu­
baylık yapacağına, dokuz ay erlik yaparak 9 ay önce terhis edilecekti.
Gönüllülerin miktarı kafi gelmezse kur'a ile tesbit edilerek er olarak askerlikle­
rini yapacaklardı.
27 Mayıs 1960'tan önce buna benzer bir durum yine meydana gelmiş, bir
türlü Mecliste kanun çıkarılarak halledilememişti. O tarihte lise meZJ,lnlan ye­
deksubay oluyordu. Lise mezunları o kadar çoğalmıştı ki; hepsini silah altına
almak mümkün olamıyordu. Hatırlanın, o tarihte Genelkurmaydan lise me­
zunlarının er olarak vatani görevlerini yapmaları, yalnız üniversite mezunlarına
yedeksubaylık hakkının verilmesi tekli fi yapılmış. fakat milletvekillerinin
çocuk.lan veya akrabalarının çoğu lise mezunu olduğundan, onların er olarak
askerliklerini yapmalarını önlemek için bu kanun teklifi bir türlü
çıkarılamıyordu. Nihayet 27 Mayıs ihtilalinden sonraki Milli Birlik Komitesi
hükümeti zamanında o kanun çıkarılabilmişti.
Şimdi de aynı durumla karşı karşıya idik. Yine bir darbe olmuş ve ancak
bu kanun çıkarılabilmişti. Tabii acı bir şey. Aklı selimi bir tarafa bırakır, his­
lerimizle ve şahsi yararlan ön plana alarak işleri yürütmeye kalkarsak, netice
böyle olur. Milletvekilinin oğlu veya yakın akrabası er olarak askerliğini yap­
masın da, isterse dünya yıkılsın, isterse yüzbinlerce genç biriksin. İşte zihniyet
bu.
Bugün Ankara Sıkıyönetim mahkemesi 89 Milliyetçi Hareket Partili ile
Doğu Perinçek ve 4 1 Türkiye İşçi Köylü Partili (TİKP) hakkında tutuklama
karan çıkardı. Mikroplar teker teker bazen de böyle topluca tutuklanıp mah­
keme önüne çıkarılıyorlar.

13 KASIM PERŞEMBE

Anarşi ve terörle mücadelede 12 Eylül'den beri ne kadar mesafe aldığımızı


çok iyi dile getiren ve Hürriyet Gazetesinin bugünkü nüshasında Oktay Ekşi
imzasıyla yayınlanan aşağıdaki makaleyi buraya almak istiyorum. Bu
değerlendirme benim veya bizim değerlendirmemiz değildir. Bir gazeteci
görüşüdür.

149
DEVLET İŞLEYİNCE

Aşagıdaki okuyacagınız haber, Hürriyet Ankara Bürosu tarafından 31 Tem­


muz 1980 tarihinde verilmişti. Giriş kısmı aynen şöyle:
"Gün geçtikçe artan siyasi cinayetler, katillerin yanlanna kdr kalıyor. Son
altı yıl içinde işlenen 1858 cinayette 2304 kişinin hayatlarını kaybettikleri belir­
lendi. Faili bilinen olay sayısı 700 iken 1605 sanık yakalandı. 495 sanık ise
siyasi cinayet olaylarından dolayı aranmaya başlandı.
Emniyet Genel Müdürlügü rakamlarına göre, 1974 yılında siyasi cinayet­
lerde sadece 3 kişi hayatını kaybederken, 1979 yılında can verenlerin sayısı
1 123'e yükseldi. "
Ve bir başka . haber. Bu da 12 Eylül 1 980 tarihli Milliyet gazetesinde
yayınlanmış. Şöyle başlıyor:
"1980 yılının, geride bırakııgımız 8 ayı içinde tüm yurtta şiddet olayları
yüzünden hayatlarını kaybedenlerin sayısı 1606'ya yükselmiştir. Özellikle son
iki ayda, günde ortalama 10 kişi öldürülmektedir.
Temmuz ayında ölenlerin sayısı 301 iken, Agustos ayında bu rakam 347'y e
yükselmiştir. "
1 Eylül'den 12 Eylül tarihine kadar geçen süre içinde anarşi ve terörün kur­
banı olan yurttaşlarımızın sayısı ise 1 70. Yani, her gün ortalama 15 kişi
hayatını kaybetmiş.
Ankara'dan dün yeni bir haber geldi. O da , son iki ay, yani yeni yönetim
işbaşına geleli beri yurtta kaç kişinin anarşi ve terör kurbanı oldugunu
söylüyor:
Tam 89 kişi ölmüş.
Bunların 44'ü, güvenlik kuvvetleri tarafından çatışma içinde yahut kaçtıgı
gerekçesiyle öldürüldügüne göre, sadece yeraltındaki anarşi ve terör kurban­
larının sayısı 45'tir.
Bu rakam 1 974'ünki ile kıyaslanırsa büyüktür. Keza, anarşi ve terörün
kökünün kazınması için bu rakamın sıfıra düşmesi gerektigi dikkate alınırsa,
önümüzde daha hayli uzun mesafe oldug'u ortaya çıkar.
Ama insafla bakmak ve hükme öyle varmak hepimizin görevidir.
Böyle tartınca kabul etmek gerekir ki; iki ayda 45 kişi kaybettigimiz ne ka-
150
dar doğru ise aynı iki ay içinde (günde ortalama 15 kişi üzerinden) 900 kişinin
hayatının kurtarıldığı da o kadar doğrudur. Hadi kaybettiğimiz 45 kişiyi
düşün, demek ki 855 yurttaşımız bugün aramızda ise, bunu son iki aydır dev­
letin işlemesine borçlu olduğumuz şüphesizdir.
işte 12 Eylül öncesinde anlatanıadığ ımız hususlardan biri bu, yani devletin
işler hale getirilmesi idi.
Şimdi alınan sonuçta, yönetime el koyan Silahlı Kuvvetlerin, anarşi ve
teröre karşı tam bir tarafsızlık içinde mücadele etmesinin etkisi, bütün öteki
faktörlerden önemlidir. Çünkü "tarafsız mücadele" vatandaşın devlete olan
güveninin temel taşıdır. Nitekim kanuna karşı gelmiş herkese karşı devletin
aynı ciddiyetle harekete geçtiği ve geçeceği izlenimi vatandaş vicdanında
yerleştikçe, devlet kuvvetlerinin halktan gördüğü yardım artmakta, o arttıkça
güvenlik kuvvetlerinin aldığı sonuç daha başarılı olmaktadır.
Tıpkı daha önce, bir fasit dairenin, tersine işlemesi gibi. Yani evvelce va­
tandaşın devlete karşı güven duymaması güvenlik kuvvetlerini yardımsız ve
çaresiz bırakmakta, bu da başarı�ı engellemekteydi. Başarısızlık güveni
sarstıkça, vatandaşın umudu daha da kırılmakta ve yardım elini uzatmaktan
kaçınmaktaydı.
Demek ki, anarşi ve teröre karşı etkin bir mücadele başlatılmış
görülmektedir. Önemli olan, bu mücadelenin biran önce tam bir başarıya
ulaştırılması ve normal şartlara dönülmesidir.

Terörün yurdun her tarafında azalması ve suçluların yakalanması vatan­


daşlar arasında da devlete güveni artınnış ve bunun sonucu olarak da, 1 2
Eylül'den evvel terörün çok yoğun olduğu bazı yörelerimizden göç eden
ailelerin tekrar şehirlerine, köylerine dönmeleri de başlamışu.

17 KASThf PAZARTESİ

Konsey üyesi arkadaşlarla birlikte İzmir'e gittik. Ege Ordu ve Sıkıyönetim


Komutanlığında 12 Eylül'den beri anarşi ve terörle yapılan mücadelede
gerçekleştirilenler hakkında verilen brifingi dinledikten ve bazı sorularıma
cevaplar aldıktan sonra, İzmir'e gitmeden evvel verdiğim emir uyarınca Hava

151
Eğitim Komutanlığının sinema salonunda toplanmış bulunan İzmir garnizo­
nundaki subay ve bir kısım astsubaylarla bir konuşma yapum.

B u konuşmamda 12 Eylül'e gelinceye kadar cereyan eden olaylan,


yaptığımız çeşitli girişimleri, 12 Eylül Harekatını yapmamış olsaydık, kısa bir
zaman süreci içerisinde bir iç savaşa sürüklenmemizin kaçınılmaz olacağını,
S ilahlı Kuvvetlerimiz içerisinde de bölünmelerin başladığını, doğu ve
güneydoğuda senelerdir devam eden ve önlenmesi için hiç bir etkin önlem
alınmayan bölücü akımlann çok korlrnnç boyutlara ulaştığını , Türkiyemizin bu
hale gelmesinde partilerin bir türlü anlaşmaya yanaşmamalarının, Meclisin
görevini yapmamasının yanında, 1961 Anayasasının bünyemize uymamasının
da büyük etken olduğunu, bundan sonra takip edeceğimiz yolu, bütün Silahlı
Kuvvetler mensuplarının birlik ve beraberlik içerisinde bulunmalarını,
halkımıza karşı daima iyi muamelede bulunulması gerektiğini, askeri bir idare
v ardır diyerek görevlilerin menfaat peşinde koşmamaları gibi hususları içeren
bir saate yakın bir konuşma yaptım. Esasen İzmir'e geliş sebebimiz de bu idi.

Bu konuşmam ı müteakip valiyi, gazeteciler cemiyetini ziyaret ettim. Za­


manım çok kısıtlı olmasına rağmen ablanım yanında oturan 97 yaşındaki anne­
mi ziyaret edip elini öptüm, hayır duasını aldım. 20 dakika kadar kaldıktan
sonra vedalaştık.

Hatay Caddesi yüzlerce vatandaş topluluğu tarafından doldurulmuş, cad­


deyi kapatmışlardı. Gelişimde ve _ayrılışımda büyük tezahürat yaptılar.

Geceyi İzmir'de geçirdik.

18 KASIM SALI

Sabahleyin uçakla İstanbul'a geç�ik. Hava meydanından helikopterle doğru


1 'inci Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığına geçtik. Burada da İzmir' deki gibi
gerekli izahatı aldık.

Bu izahatı müteakip sinema salonunda toplanmış bulunan subay ve astsu­


baylara hitaben bir konuşma yaptım. Aşağı yukarı İzmir'dcki subaylara
yaptığım konuşmadakileri burada da tekrarladı m . Ancak bu konuşmam
İzmir'dekinden biraz daha uzun sürdü. Konuşmamın sonuna doğru "Bu
büyük millet bu duruma düşmemeliydi; Türk milleti buna ldyık değildir" diye
ifadede bulunurken gözlerim yaşardı, sesim boğazımda düğümlendi ve bu
yüzden orada konuşmamı bitirmek zorunda kaldım.

İstanbul'dan helikopterle Çorlu'ya geçtik. Orada bir meydanda büyük bir

152
kalabalık toplanmıştı. Onlan bekleonemek için evvela onlara hitap eonem ge­
rekti. Burada yaptığım konuşmanın bazı bölümleri aşağıdadır.

Bazı menfaati haleldar olmuş kişiler, menfaatlerine set çekilmiş olanlar,


bizi kötülemek, yapılan işleri kötü göstermek için ellerinden ne gelirse
yapıyorlar. Biz bunları da maka/ karşılıyoruz, zaten bize rahmet okuyacak
değiller elbette, ama onlara millet rahmet okumuyordu, onlar ziyanı yok bize
rahmet okumasınlar.
Sevgili vatandaşlarım, yapılacak çok iş var, ama her işe birden burnumuzu
sokarsak, her işe birden el atmaya kalkarsak, hepsi yarım yarım olur. Neye
benzer biliyor musunuz? Ele geçen parayı bölük pörçük, azar azar, bütün vi­
layetlere kazalara serpiştirip, bazı işlere başlamış görünmek, ondan sonra da
bunun altmdan senelerce kalkamamak... On sene, onbeş sene sürüncemede
kalanlar gibi bizim de işlerimiz yarım yamalak kalır. Şimdi bir apartmana sar­
/edilen parayla yirmi tane apartman yapmaya kalkarsak hiçbirisi bitmez, ama
hepsini bir tanesine saifedersek belki beş ayda biter.
Hamdolsun, Çorlu ve Trakya'da bulunan bütün şehirlerimiz anarşiden o
kadar tedirgin değildirler. Ama öyle yerlerimiz vardı ki ve öyle yerler şimdi
çıkıyor ki, biz bile işin içinde olduğumuz halde durumun bu kadar vahim
olduğunu bilemiyorduk. Vilayet ismini vermeyeceğim, şehir ismini
vermeyeceğim, çünkü o vilayeti kötülemiş gibi olabilirim. Fakat o vilayetin
çoğunluğunun o temiz Anadolu çocuğunun, saf, temiz vatandaşın kabahati
yok. Orayı seçmişler, o vilayetin coğrafik durumunu uygun görmüşler, sak­
lanabilme imkanını bulmuşlar ve orayı işgal etmişler. Buralarda ayrı bir idare
kurmuşlar. Sanki orada Türkiye Cumhuriyeti yok. Orada ayrı bir idare var.
Mahalle komiteleri var, halk mahkemeleri var. Vatandaş mahkemeye
gidemiyor, müracaatını o halk mahkemesine yapıyor. O ne karar verirse, onun
kararı uygulanıyor. Belediye hizmetleri o belediye reisinin verdiği direktif da­
hilinde, kanunsuz da olsa, zorla da olsa yaptırılıyor. Ve burada, bu
anarşistlerin içinde, dev/enen maaş alan her meslekten birçok kişi var. Meslek­
leri burada saymıyorum. Yine öyle vilayetler varki, devlet memuru olarak
oraya tayin edilmiş, maaşı orada tahakkuk ediyor, kendisi anarşist ve Alman­
ya'da çalışıyor. Ve oranın devlet dairelerinde takvimler asılmış, takvimlerin
yapraklarında, aylık olan ve büyük takvimlerin yapraklarında, o bölgeden
öldürülmüş anarşistlerin resimleri var. Resimlerin altında onlara ithaf edilmiş
şiirler var. Sağ tarafında da Nazım Hikmet'in şiirleri var. Bunlar, devlet dai­
relerinde, o şehrin devlet dairelerinde duvarlarda asılı. Bugüne kadar ses
çıkarılmamış, kimse görmemiş. Ve o vilayette okul var. Çok modern okul var.
Okulun öğretmeni var. Okulun idarecisi var, talebesi yok, okulun lojmanı var,
herkes maaşını almakta devam ediyor. Daha yüzlerce sayabilirim, buna benzer
misaller. Bu gibi şehirlerle uğraşıyoruz. Yavaş yavaş kazınıyor, merak
153
etmeyin, bu vatanı Atatürk zamanında oldugu gibi tertemiz sizlere teslim
edecegiz. Butıa inanın.
Bu millet, buna layık degildi. Bu mi/et büyük millettir. Bu millet tarihte dai­
ma en büyük mevkileri işgal etmiş millettir. Ama ne yapalım ki, bu hale
düşürüldü. Müsamaha edile edile işte bu noktalara geldi.
Bu konuşmamın arkasından İzmir ve İstanbul'da olduğu gibi Kolordunun
sinema salonunda toplanmış olan subay ve astsubaylarla İzmir ve İstanbul'daki
subaylarla yaptığım konuşmaya benzer bir konuşma yaptım.

Büyük garnizonlarda subay ve astsubaylara hitaben yaptığım bu tür


konuşmalar bundan sonraki zamanlarda diğer garnizonlarda da devam edecek.
En çok üzerinde durduğum husus; subay ve astsubaylann hatta erlerin,
özellikle sıkıyönetim görevlerinde çalışanların halkımıza kötü rq.uamelede bu­
lunmamaları, halkın nefretini çekecek davranışlardan kaçınmaları oldu.

Aynı gün İstanbul'a döndük. Cağaloğlu'ndaki Gazeteciler Cemiyetini ziya­


ret ettik. O tarihte İstanbul Gazeteciler Cemiyeti başkanı rahmetli 90 yaşına
ulaşmış Burhan . Felek'ti. O ihtiyar haline rağmen beni sokak kapısından
karşıladı. Kolkola merdivenlerden yukarı çıktık. Salonda rahmetli, bana sarıldı
elimi alıp öptü, mani olmak istedimse de tam mani olamadım. Bunun üzerine
ben de onun elini öptüm. Bu durum ertesi günkü bazı gazetelerde tenkit mev­
zuu oldu. Türk adetlerine göre, yaşlıların veya büyüklerin eli öpülür, bunda
yadırganacak bir husus olmamasına rağmen, birkaç gazete buna yer verdi.

Orada altın kaplama bir de Gazeteciler Cemiyetinin şildini verdiler. Bu se­


remoniyi müteakip Gazeteciler Cemiyeti Başkan ve yönetim kurulu üyelerine
hitaben bir konuşma yaptım.

Bu arada B urhan Felek, benden 1 1 Kasım günü kapatılmış olan


Cumhuriyet gazetesinin zor durumda olduğunu, tekrar açılması hususunda
emirlerimi istirham etti. Ben de kendisine bu yetki Sıkıyönetim Komu­
tanınındır, ona söylerim dedim.

Hakikaten buradan ayrıldıktan sonra Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Nec­


det Üruğ ile görüştüm. 22 Kasım günü çıkmasına müsaade edilmesi konusun­
da anlaştık.

Bugün Avrupa Ekonomik Topluluğu ülkelerinin oluşturduğu Avrupa Parla­


mentosunun Strasburg'da yaptığı toplantıda yine Türkiye konusu görüşülmüş.
Görüşmelerde komünist üyeler Türkiye hakkında venniş veriştimıişler ve
Türkiye'nin Topluluktan çıkarılmasını istemişler.

Bu çatlak sesler hiç kesilmeyecek, nonnal düzene geçinceye ve hatta


geçtikten bir m üddet sonraya kadar devam edecektir. Avrupa Parlamentosunda
lehimizde konuşanlar da var, bereket versin onlar daha çoğunluktalar.

1 54
Vergi kanunlarının ne safhada oldunu sık sık soruyorum. Son şeklini almış
olduğunu öğrendim. Zannederim Cuma gününden itibaren sıra ile vergi ka­
nunlarını görüşmeye başlayabileceğiz.

19 KASIM ÇARŞAMBA

Dün geceyi İstanbul'da geçirmiştik. Sabah evvela Tuzla Piyade Okuluna


uğradık. Oranın sinema salonunda okuldaki bütün subay ve bir kısım astsu­
baylarla bir konuşma yaptım. Dün çeşitli garnizonlarda subaylara
söylediklerimi burada da tekrarladım. Ancak 12 Eylül'den evvelki o anarşi ve
terör döneminde Piyade Okulunda kurs gören teğmenlerden ikisinin terör
olaylarına karıştığını ve önlerine çıkan güvenlik görevlisi bir eri öldürdüklerini
bildiğim için, bu olayı çok acı bir lisan kullanarak orada dile getirdim ve bir
Türk subayının görevini yapan mehmctçiğe silah çekip öldürecek kadar soy­
suzlaşamayacağını, bu camianın içinden böyle subayların çıkabilmiş ol­
masından üzüntü değil utariç duyduğumu, aramızda böyle kişiler varsa onları
bu ocak içerisinde barındırmamamız gerektiğini ifade ettim.
Öyle tahmin ediyorum ki bu konuşmam bilhassa genç teğmenler üzerinde
çok etkili oldu. Z:ira ayrılırken söylediğim başarı dileğime hep bir ağızdan ve
gür bir sesle "Sağol" karşılığını aldım.
Tuzla'dan helikopterle Gölcük'e geçtik. Orada da Gölcük garnizonunda
bulunan subay ve astsubaylara sinema salonunda hitap ettim.
Buradaki konuşmamı müteakip uçakla Eskişehir'e hareket ettik.
Eskişehir'deki 1 inci Taktik Hava Kuvvetleri subay ve astsubaylarıyla aynı
mealde yaptığım konuşma sonunda hemen Ankara'ya hareket edecektik.
Vatandaşların hükümet meydanında beni beklediklerini öğrenince,
mecburen vilayete gittim. Şehrin içi yol boyunca insan doluydu. Vilayete yak­
laşırken kalabalık o kadar çoğaldı ki, arabamız zorlukla ilerleyebiliyordu. Ben
de arabanın penceresini açmış elimle halkı selamlıyordum. Bir aralık vatan­
daşın birisi elimi tutup sıkmak istedi. Bazıları bunu yapıyordu. Fakat bu va­
tandaş elimi bir türlü bırakmıyordu. Araba hareket halinde olduğundan, kolum
araba kapısına dayandı, nerede ise kırılacaktı. Bereket versin ki araba çok ağır
gidiyordu. Sert bir haraketle elimi çektim ve kırılmaktan kurtardım. Ondan
sonra vilayetin önüne gidinceye kadar elimi dışarıya çıkannadun.
iki gündür çok yorulmuştum. Mütemadiyen hareket halinde ve her sefe­
rinde bir saat, bazen daha fazla konuşmak beni bayağı yormuştu. Yalnız

155
bugün sabahtan beri üç ayn yerde birer saatten üç saat konuşmuştum. Onun
için hükümet meydanında toplanan o muazzam kalab�ığa ancak kısa bir hitapta
bulunabildim. Buna ben de üzüldüm ama hakikaten takatim tükenmişti.

Dün ve bugün Çorlu'da Eskişehi r'de halkın gösterdiği büyük ilgiyi, sevgiyi
dile getiren 21 Kasım tarihli Milliyet gazetesinin değerlendirmesini aşağıya al­
makta yarar görüyorum.

Millet en gencinden en yaşlısına kadar huzura susamış, kavgadan bıkmış.


hatta nefret enniş. Parti mücadelelerinden tiksinmiş. Onun için bana bu sevgiyi
gösteriyor.
İşte makale:

Devlet Başkam Orgeneral Evre11'i11 Batı Anadolu'ya yaptığı geziyi, televiz­


yon aracılığı ile bizler de oradaynuşçasına yaşadık. Haber programlarım
izleyen vatandaşlar, Çorlu'da ve Eskişehir'de meydanları doldurup Evren'i
dinleyen kitlelerin çoşkusunu, ekranların karşısında paylaştılar.
Orgeneral Evren'i11 de söylediği gibi "Halk mutludur ve 12 Eylü/'ün
yanındadır. " Evren'in gittiği her yerde, büyük kalabalıklardan sevgi görmesi,
Türk ulusunun mutluluğunu arttırmaktadır. Çünkü Silahlı Kıivvetler ülkede bir
taraf değil, yurdun son ümididir. 12 Eylü/'ün başarısız olması gibi bir ihtimal
düşünülemez bile. Emir komuta zincirine bağlı, disiplinli ve bütünlük içindeki
bir ordu, ancak Türkiye ile anlaşmazlığı olan ülkeleri endişelendirir. Ya da
Türk devletinin güçsüzlüğüne bel bağlayanları!
İşte Orgeneral Evren'bı geniş halk yığınları tarafından sevgi ile kucaklan­
ması, bundandır. Halk geniş kapsamlı, değişik çıkarlara sahip.farklı dürtülere
göre tepki gösteren kesimlerden oluşan bir insan topluluğudur. Partilisi, parti­
sizi, işçisi ve işvereni ile tüm kesimler, ortak geleceklerini aym bayrak alımda
gördükleri zaman, halk ulus/aşır.
Evren'i gezisinde karşılayan kalabalıklar da, Türk ulusunun temsilcileriy­
diler. A narşiden, terörden bunalmış, anlaşma ortamına özlem duyan milyon­
larça insan, Evren'i 4/e dolayısıyla ülkenin son ümidi olan Türk ordusunu
alkışlıyordu.
Ama bu, ulusun halk olmak niteliğini yitirdiği anlamına de gelmemektedir.
Adalet Partili ya da Cumhu_riyet Halk Partili insanların, Orgeneral Evren'i
karşılayan kitlelerin çoğunluğunu oluşturduğunu bilmek dahi bu gerçeği bir
kez daha hatırlamamız için yeterlidir. Türk insanı , devletinin bütünlüğünü
karşısında gördüğü zaman tüm ayrılıklarını kenara itebilen bir ulusun ferdidir.

156
İşte bu gerçekler, başka benzeri ülkelerde görülmeyen biçimde, Silahlı
Kuvvetlerimizi demokrasinin bekçisi yapmıştır.
Bir Latin Amerika ülkesini alalım. Orada siyasal iktidarın tek alternatifi or­
dudur. Brezilya, Şili, Arja11tin gibi ülkeleri incelediğimiz zaman, askerlerin
ayn bir siyasi pani biçiminde değerlendirildiğini görürüz. Cuntaları, cuntalar,
darbeleri darbeler izler. Halk seyirci, politikacılar arada bir kullamlan
figüranlardır. Ve Latin Amerika orduları, ülke birliğinin sembolü değil, gerek
toplwnda, gerek kendi içi11de parçala11mış iktidar adaylarıdır.
Kena11 Evre11'in gezisi11i kaplayan halk coşkusu, bu gerçeğin bilincindeydi:
Aym meydanlarda değişik partileri alkışlayan kitleler, demokrasiye dönüldüğü
zaman yine toplanıp kendi görüşlerine olan bağlılıklarım seslendirecekler. De­
mokrasi, Türk toplumu için vazgeçilmez bir yaşam biçimidir.
Ama Orge11eral Evren , bir parti11in sözcülügünü değil, devletin
bütünlüğü11ü temsil ediyordu. Bu yüzden Adalet Partilisi, Cumhuriyet Halk
Partilisi, genci, yaşlısı ile Türk halkı Evren'i bağrına bastı.

21 KASIM CUMA

Avrupa Parlamentosu Türkiye hakkında sosyalist grup ve komünistler ta­


rafından verilen ve Türkiye'nin topluluktan çıkarılması hakkındaki öneriyi
reddedip, bir heyetle mahallinde inceleme yapılması karan aldı.
Evvelce Profesör Cavit Orhan Tütengil, Profesör Ümit Doğanay ve DİSK
eski genel başkanı Kemal Türkler'in öldürülmesi olaylanna karışan
teröristlerin de içinde bulunduğu 460 kişinin İstanbul Sıkıyönetim bölgesinde,
9-2 l Kasım günleri arasında yakalandığı, diğer taraftan son bir hafta içinde
yurdun çeşitli yörelerinde de 56'sı öldünne olayı sanığı olmak üzere 785
suçlunun yakalandığı Sıkıyönetim Komutanlıklarının yayınladıkları bildirilerle
açı klanı yordu.
Böyle giderse cezaevleri ka.fi gelmeyecek. Daha şimdiden tedbir almak
gereği ortaya çıkn. Bazı kışlalardaki erler boşalularak cezaevi haline getirildi.
Hükümete de inşa halinde olan cezaevlerinin biran evvel bitirilmesi ve yeni ce­
zaevleri yapımına ruz verilmesi hakkında direktif verildi.
Bugün aynca Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı evvelce yasa dışı eylemlere
kauldığı anlaşılan 1 69 memurun işine son verdi ve 20 memurla, 29 üniversite
öğrencisini Ankara il sınırları dışına çıkardı.

157
1 2 Eylül'den evvel Sıkıyönetim Komutanının· böyle bir karar alması
mümkün müydü. Zaten kanunlarımız da buna müsait değildi. 1402 sayılı
Sıkıyönetim Kanununda son yaptığımız değişikliklerle Sıkıyönetim Komutan·
lanna bu yetki verilmişti.

Vergi kanunlarında yapılacak düzenlemelerin ilki, bugün kabul ettiğimiz


Değerli Kağıtlar Kanunundaki değişiklikler ile Damga Vergisi Kanunundaki
değişiklik kanunu ve Harçlar Kanunundaki değişiklikleri ihtiva eden kanunlar
oldu.

Bu üç kanunla değerli kağıtlardan alınan vergi resimleri, damga vergisi ve


harçlar önemli miktarlarda çoğaltılmış oldu.

Müteakip günlerde diğer vergi kanunları ele alınacak, böylece senelerdir ele
alınamayan ve 24 Ocak kararlarından sonra muhakkak çıkarılması gereken ka·
nunlar bu dönemlerde çıkarılacak ve hazine rahat bir nefes alma imkanına
kavuşacaktı.

25 KASIM SALI

Ecevit hükümeti döneminde Gümrük ve Tekel Bakanı Tuncay Mataracı ile


Sosyal Güvenlik Bakanı olan Hilmi İşgüzar'ın o tarihte görevi suistimal, adam
kayınna ve maddi yararlar sağlama iddiasıyla Meclis araştırması istenmiş fakat
reddedilmişti. Bugün bu konu önümüze geldi ve her ikisinin de Yüce Divan
görevini yürüten Anayasa Mahkemesinde yargılanmalarını uygun bularak dos·
yanın Cumhuriyet Başsavcılığına havale edilmesini kararlaştırdık.

Bu gibi suçlar maalesef normal dönemlerde hep hasıraltı edilmekte ve bu


durum bazı bakan ve üst derece yöneticilerinin usulsüz işlem yapmalarını
teşvik etinektedi r. Nitekim mahkemeleri sonunda her ikisinin de suçlan sabit
görülecek ve hapis cezalan ile cezalandırılacaklardır.

26 KASIM ÇARŞAMBA

Vergi kanunlarının konuşulmasına bugün de devam ettik. Amme alacak·


farının tahsil usula hakkındaki kanunda yapılacak değişikliklerle, tekerlekli
kara taşıtfarı vergisi kanununda yapılacak değişiklikleri içeren iki kanunu
bugün görüşerek kanunlaştırdık.

158
Diğer vergi kanunlarını Aralık ayı içerisinde görüşeceğiz.
Anarşi ve terörle mücadele aralıksız sürdürülüyor. Bugün Gaziantep'te
içlerinde 1 2 kişinin katillerinin de bulunduğu 25 terörist, Erzurum'da yedisi
cinayet zanlısı 38 militan, İstanbul'da yasa dış i TİKKO adlı örgütün Kar­
tal'daki hücre evlerinde bir makinalı tüfek, 18 tabanca ve 8 el bombası ile bir­
likte içlerinde çeşitli tarihlerde işlenmiş lO cinayetin faillerinin de bulunduğu
35 militan yakalanmış. Vezirköprü'de ise iki polis teröristlerce vurularak şehit
edilmiş fakat üç saat içerisinde teröristler yakalanmışlardır.
B ugün Yüksek Askeri ŞOra'nın sonbahar toplantısına başkanlık ettim.
Şurada Silahlı Kuvvetlere ait çıkarılması gereken kanun teklifle rini; l 2
Eylül'den beri yapılan işleri gözden geçirdik.

29 KASIM CUMAR�

Cumhuriyet Halk Partisinde uzun süre hizmet etmiş, Parti Genel Sekreter­
liği, Parti Başkan Yardımcılıklarında bulunmuş Ortıan Eyüpoğlu bu gece bir
kalp krizi sonucu vefat etmiştir. Çok üzüldüm. Kendisini severdim. Ecevit
hükümeti zamanında zaman zaman dertleşir ve Ecevit'in tutumundan şikayet
ederdi. Anarşi ve özellikle bölücülüğün ulaŞtığı korkunç boyutları iyi teşhis
ediyor ama Başbakan nezdinde müessir olamıyordu. Allah rahmet eylesin.
Adana'da evvelce bir astsubayı şehit eden iki terörist ile Milliyet gazetesi
başyazarı Abdi İpekçi'nin katili Mehmet Ali Ağca'yı Ankara'da saklayıp yurt
dışına kaçmasını sağlayan 4 terörist Malatya'da ele geçirildi. Ayrıca
Malatya'da yapılan operasyonlarda 55 terörist d8ha yakalandı.

3 ARALIK ÇARŞAMBA

Bu ayın başında Alman Sosyal Demokratik Parti (SPD) adına Fellermeier


başkanlığında bir heyet gelmiş, Ecevit ve bazı Cumhuriyet Halk Partililerle te­
mas etmiş, Dışişleri Bakanımızla görüşmüş ve dönmüşlerdi.
Şimdi de Alman Hıristiyan Demokrat Partisinden (CDU) bir grup gelmiş,
onlar da Demirel ve Ecevit'i ziyaret ettiler. Maksatları her iki tarafı da dinleye­
rek Türkiye'de olup bitenleri anlamaya çalışacaklarmış. Sanki Türkiye'de olup

159
bitenleri yalnız Ecevit ile Demirel biliyorlar! B aşka kimse Türkiye'nin
geçmişinden, halinden, geleceğinden habersiz!

Ne yapalım, daha evvel de söylediğim gibi, gelsinler görsünler dedik ve bu


tür ziyaretlere mani olmadık.

Almanya'ya dönerken bu heyetin başkanı, "Subaylarla yap tığım


görüşmelerde onların parlamenter demokrasiye dönmek için kararlı olduğunu
gördüm" şeklinde beyanat vermiş.
Sanki biz parlamenter demokrasiye döneceğiz dememişiz de, subayların
söylediğine işaret ediyor.

Ne dersiniz, bu zat da bir şey söyleyecek elbette. Bunu söylemiş. Ağınma


gitmiyor değil fakat sabrediyorum.

5 ARALIK CUMA

Bülent Ecevit'in bir dergi çıkaracağı haberini aldık. Dergiyi de Milliyet


gazetesi finanse edecekmiş.

Ecevit'in Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanlığından istifa etmesinin


sebebi şimdi daha iyi anlaşılıyor. Tabii genel başkan olarak kalsa böyle bir
dergi çıkaramayacak ve bu yönetimle mücadele edemeyecek. Şimdi bir vatan­
daş olarak dergi çıkarıyorum ve yazı yazıyorum diyecek.

Hem Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanlığından ayrıldım diyor, hem


de A vrupa'dan gelen heyetlerin ziyaretlerini kabul ediyor. Gelenlere, gidin
genel sekreterle veya başkan yardımcısıyla konuşun demiyor. Hakikaten genel
başkanlıktan ayrıldığına kim inanır!

Bugün de Ankara'da yasa dışı sağ ve sol örgüt üyesi 66 kişi yakalandı.
Son hafta içinde yurdun çeşitli yörelerinde yapılan operasyonların sonucu
1 5 35 kişi yakalandı.
Mübarekler, yakalaya yakalaya bitmiyor.

1 60
6 ARALIK CUMARTF.Sİ

Başbakan Bülend Ulusu, ilk basın toplantasını bugün yapn, bugüne kadar
anarşi ve terörle mücadelede alınan mesafeyi, ekonomik durumu, çıkarılan ka­
nunlar ve bundan sonra yapılması düşünülenler üzerinde bilgi verdi.

Anarşi ile mücadele konusunda verdiği rakamlardan bazılarını buraya al­


makta yarar görüyorum.

12 Eylül'den sonraki 80 gün ile, 1 2 Eylül'den evvelki 80 günlük olayları


mukayese eden rakamlar şöyledir:

Silahlı saldın ve çauşma olaylarının sayısı 1 2 Eylül'den önceki 80 günlük


dönemde 1 609 iken, 12 Eylül'den sonraki 80 günlük dönemde 305'e inmiş.

Patlayıcı madde atma olaylarının sayısı 12 Eylül'den önceki 80 günlük


dönemde 704 iken, 1 2 Eylül sonrası 80 günde 288'e inmiş.

Anarşik olaylardaki ölü sayısı 12 Eylül'den önceki 80 günlük dönemde sa­


dece Sıkıyönetim ilan edilen 20 ilde 680 iken; 12 Eylül'den sonraki 80 günde,
67 ilimizde 1 37'ye inmiştir.

İşte rakamların gösterdiği tablo budur.

8 ARALIK PAZARTF.Sİ

Bugün sabahtan akşama kadar hazırlanan vergi kanun tasarılarını görüşerek


kanunlaştırdık. Bu kadar kanunu bir gün içerisinde nasıl görüşüp de kabul
ettiğimiz sorusu akla gelebilir.

Bu gibi önemli kanunları daha evvel ilgili Bakan ve uzmanlarla görüşüyor,


gerekli düzeltmeleri yaptırıyor, tamam olduktan sonra kararlaşnrdığımız günde
toplanıyor ve kanunlaştırıyoruz. Daha evvel görüşüp düzeltmeler yapmamıza
rağmen, son müzakeresi sırasında da bazen bir çok düzeltmelere gittiğimiz ve
hatta tekrar komisyona iade ettğimiz de oluyordu. Bu kanun tasanlanru da ev­
velki günlerde görüşmüş ve son şeklini vermiştik.

Kabul ettiğimiz vergi kanunları şunlaajı:

- Emlak vergisindeki değişiklik kanunu

161
- Bina inşaat vergisindeki değişiklik kanunu

- Emlak alım vergisindeki değişiklik kanunu

- Veraset ve intikal vergisi kanunundaki değişiklik.

Vergi kanunlarında yaptığımız bu değişiklikler tabii birçok mükellefi ra­


hatsız ediyordu. Fakat bu değişiklikleri yapmak zorundaydık. Zira alınan ver­
giler arasında o kadar eskileri vardı ki, rakam.lan bugünün enflasyonu
karşısında çok komik kalmıştı.

Esasen şimdiye kadar bu kanunların hiç bir iktidar tarafından ele


alınamayışının sebebi; seçmen vatandaşlan rahatsız etmemek düşüncesiydi.
Vatandaşı rahatsız etmeyelim derken, enflasyon belası ile çok daha fazla ra­
hatsızlık meydana geldiğini unutuyorduk.

Sıkıyönetim mahkemelerinde açılan dava dosyalan her geçen gün artıyor ve


mevcut askeri hakimlerle bu davaların kısa sürede sonuçlandanlması mümkün
görülmüyordu . Yeniden askeri hAkimi kısa sürede yetiştirmemiz de mümkün
değildi. Çere olarak bana muayyen doğumlu yedek subayların içinden yalnız
hAkim sınıfından olanları silah altına alalım ve böylece hAkim, savcı açığını
karşılayalım teklifini getirmişlerdi.

Böyle şey olmaz. Ne kadar devam edeceği belli olmayan bir dönem için
hem de yalnız hAkim sınıfından olanlar silah altına alınır mı? Farz edelim ki
aldık. Bunların içinde işimize yarayanlar olur, yaramayanlar olur. Yaramayan­
ları ne yapacağız, nerede kullanacağız.

Öyle yapacağımıza sivil hakim ve savcıların da Sıkıyönetim Askeri Mahke­


melerinde görevlendirilebilmesine imkAn sağlayan bir kanun hazırlayalım diye
emir vermiştim. İşte bu emrime istinaden hazırlanan kanunu bugün kabul ettik.
Böylece sıkıyönetim mahkemelerindeki hAkim ve savcı noksanı da giderilmiş
olacaktı.

ı İdarenin her kademesinde evvelce çeşitli fraksiyonlara katılmış veya onlarla


işbirliği yapmış, eylemlerini desteklemiş olanların temizlenmesi hakkı ndaki
emrimiz uyarınca, her Bakanlıkta gerekli işlemlere başlanmı ştı . Bu konu
özellikle anarşi ve terörle mücadeleyi sürdürecek olan poliste çok daha
mühimdi. İçişleri Bakanının 1 2 Eylül'den sonra bugüne kadar 300 emniyet
görevlisinin işine son verdiğini öğrendim. Temizlik faaliyetleri devam ediyor,
diğer taraftan ise emniyet mensuplarının eğitimi, disiplini, kılık kıyafeti, silah,
cephane, araç noksanlarının giderilmesi üzerinde de hassasiyetle duruluyor.
Her geçen gün emniyet güçlerinde bir iyileşme ve canlanma göze çarpıyor.

Birçok ilçemiz, özellikle doğu ve güneydoğu ilçelerimizin bir kısmında


kaymakam yoktu. Türkiye sathında kaymakamsız ilçe bırakılmaması emrini de

1 62
venniştim. İçişleri Bakanlığı bunu da ilk günden ele almış ve süratle kayma­
kam tayinlerini yapmaya başlamıştı.

9 ARALIK SAU

Saat 09.30'da Irak'ın Sanayi B akanını kabul ettim. Irak Devlet Başkanı
Saddam Hüseyin'den yazılı bir mesaj getinniş. Kendisi ile bir saat konuştum.
Aramızda özet olarak şu şekilde bir konuşma cereyan etti:
Iraklı Bakan: "Irak Devlet Başkanının hem yazılı, hem sözlü mesajlarını,
hem de Kendilerinin :zat-ı Devletlerine en iyi dileklerini getirmiş olduğıun gibi,
Türkiye ile Irak arasınqa mevcut işbirliğinin her alana yaygınlaştırılması yo­
lundaki dileklerini de aynı şekilde getirmiş bulunuyorıun. Nitekim dün Ticarett
Bakanınız ile yapmış olduğumuz görüşmeler sonunda iki ülke arasındaki tica­
ret hacminin iki katına çıkarılması konusunda mutabık kalmış bulunuyol'Uz.
Türkiye'den sağlayabileceğimiz her türlü mala ait bir listeyi de kendisinden is­
temiş bulunuyorum. lrak'taki ihale ve taahhüt işlerinde Türkfirmalarına, teklif
ettiklerifiyatlar daha yüksek olsa dahi; bütün diğer yabancı firmalara nazaran
öncelik tanıdık. Bunu, Türkiye ile ilişkilerimizin arzu ettiğimiz düzeye
çıkartılması için tarafımızdan gösterilen gayretin bir misali olarak
zikrediyorum. Zira Türkiye ile yaptığımız her türlü işbirliğini kendi
bakımımızdan daha güvenilir görüyoruz. Bizim anlayışımıza göre, ülkelerimiz
dost olmanın da ötesinde, ortak çıkarlara sahip bulunmaktadırlar. Arzumuz bu
işbirliğimizi ve ortak çıkarlarımızı hiç vakit kaybetmeksizin daha da
pekiştirmektir. Bu konuda pek çok imkanın mevcut olduğunu düşünüyoruz. "
Misafir Bakan, bu konuşmasının arkasından Saddam Hüseyin'in yazılı me­
sajını takdim etti. Mesajı okuduktan sonra kendisine söylediklerim �zet olarak
şunlardı:
"Evvelce de ifade ettiğim gibi, Türkiye ile lrak'ın ilişkileri tarih boyunca iyi
olarak cereyan etmiş ve aramızda çok mühim problemler vuku bulmamıştır,
Hemen belirteyim ki, ülkelerimizin münasebetlerinin iyi olması muhakkak ki
her iki ülkenin de lehine olmuştur. Özellikle ekonomik sahada Türk-Irak
ilişkilerinin her geçen gün çoğalması, diğer sahalardaki ilişkilerimizin
gelişmesine de yardımcı olmaktadır. Ticari ilişkilerimizin karşılıklı olarak iki
misline çıkartılması hususunda mutabık kalınmış olmasına ben de memnun ol­
dum.
İran-Irak arasındaki savaşın en büyük etkisi petrol alanında görülmektedir.

163
Boru ham üzerinden petrol pompalanmasına başlanmıştır. Ancak, bu konuda
yine de bazı sıkıntılarımız vardır. Bu sıkıntılarımızdan birincisi, iki ülke
arasında ortaklaşa yapılmış olan.boru hatıından, lrak'ın muhtelifyıllarda ver­
meyi taahhüt ettiği miktarda petrolü alamayışımızdan kaynaklanmaktadır.
Pompalanmakta olan petrolden Yumurtalık'ta önceliğe sahip olması gereken
bir ülke varsa, bu ülkenin Türkiye olması gerektiğini sanıyorum. Anlaşma
gereğince 1981 yılında bu hanan 12 milyon ton petrol almamız gerekiyor. Hal­
buki 1981 içinde ancak 4,5 milyon ton verilebileceğini haber almış
bulunuyorum. Her ne. kadar aradaki açığı diğer ülkelerden kapatmak için
uğraşıyor�ak da, bu konuda güçlüklerle karşılaşıyor ve bu yüzden spot
alımlara başvurmak zorunda kalıyoruz. Bu durumun bizi ekonomik sıkıntıya
soktuğu takdir edilecektir.
Belirtmek istediğim ikinci husus ise, her geçen gün petrol ürünlerinin
mütemadiyen pahalılaşmasına rağmen , 1973 Anlaşmasma göre bizim boru
hatnndan almakta olduğumuz ücretin arttırılması için girişimlerimiz oldu. Bu
konuda bir toplann yapılacağım öğrendim. Toplantının yapılıp, konunun bu ay
so•una kadar neticelendirilmesi halinde, ülkelerimiz arasındaki ilişkilerin daha
iyiye gideceğine inancım daha da kuvvetlenmiş olacak.
Yumurtalık'taki petrol depolama tesislerinin tevsii çalışmaları var. Bu işi
müştereken yaparsak Akdeniz ülkelerine yapılacak sevkiyat daha da kolay­
laşmış olacaknr.
Petrol konusundaki sıkınnlarımızı izah etmiş bulunuyorum. Boru hatnndan
gelen petrolde önceliği bize verip, diğer ülkelere artan miktarı vermeleri ha­
linde bu sıkıntınuz giderilmiş olacaknr.
Harp içinde bulunan lrak'ın karşılaşmakta olduğu sıkınnları da anlıyorum.
İhtiyaç duyulan malların Mersin'e kadar gelip, buradan kısa zamanda
nakledilememesinden sıkınn duyduğunuzu biliyorum. Bütün nakliye imkanları
kullanılarak, birikmiş bu malların önümüzdeki günlerde nakline baş/anacağını
söyleyebilirim. "
Iraklı Bak.an, "Bu hususlar bu kadar teferruatlı olarak bize önceden iletilme­
mişti. Biz Türkiye ile her konunun halli için şimdiden evet diyoruz. Ne emir
buyuru/ursa, o yapılacaknr. Bizim boru hattından petrol pompalamamızın bi­
rinci nedeni Türkiye'nin ihtyacım gidermek içindir. Dostumuz ve kardeşimiz
Türkiye'nin zorluklarla karşılaşmasını ve başkalarının baskısı alnnda kalmasını
hiç arzu etmiyiz. Bütün tehlikeleri göze aldık ve teknisyenlerimizi sevk ederek
boru hattını tamir ettirdik. Boru hattından biz de gerek dostlarımızın çıkarları
için, gerek siyasi nedenlerle yararlanmak istiyoruz. İlişkilerimizin iyi olduğu
ve bize yardım eden bazı ülkelere de petrol vermek zorundayız. Türkiye'nin
zorluklarını da gözönüne aldık.

164
Kaddafi ve Hafiz Esad dışında bütün Arap liderleri ve ülkeleri ile iyi
ilişkilerimiz var. "
Sovyetlerle İranlılar arasındaki ilişkilere ve İran-Irak savaşına d a
değindikten sonra konuşmamız sona erdi.

Dikket edilecek olursa, Irak bizimle bir problem çıkarmamaya azami dikkat
gösteriyor ve dostluğumuzu bozacak en ufak bir harekette bulunmamaya da iti­
na ediyor.

İranla savaşa başladığı günden beri bu üçüncü Bakan Türkiye'ye gelmekte


ve hepsi de Saddam Hüseyin'den yazılı ve şifahi dostluk mesajı getirmektedir.

Saddam Hüseyin İran'a karşı başlattığı harekatla hata işlediğini kisa bir
süre içerisinde anladı. İran'ın oyununa geldi ve savaşı kendisi başlattı. Sad­
dam Hüseyin, İran'da Humeyni rejiminin gelmesinden sonra İran içerisinde
başlayan kargaşalıklardan. idamlardan, ordu üst kademelerinden çoğunun yurt
dışına kaçışından, ordunun parçalanmış görünümünden yararlanmak istedi.
Böyle bir fırsat bir daha elime geçmez, Şattülarap meselesinin halli için şimdiki
zaman en uygun zamandır diye düşündü ve bizim 1 2 Eylül Harekatından on
gün sonra Irak. birliklerini İran topraklarına soktu ve tabii ilk taarruz eden taraf
olduğu için başlangıçta bazı toprak parçalarını ele geçirebildi. Fakat bu başarı
sabun köpüğü gibi çok kısa sürdü. İran ordusunun toparlanmasından sonra
ilerlemesi durdu. Arkasından geri çekilme başladı. Saddam Hüseyin İran si­
lahlı kuvvetlerinin gücün.ü iyi değerlendiremedi. Aynca İran'daki Hwneyui re­
jiminin yurt içinde rahatlıkla yerleşip kök salmasına belki de bilmeyerek
yardımcı oldu.

İran böyle bir fırsatı bekliyor, yurt içinde gerekli temizlikleri yapabilmek ve
rejimi oturtabilmek için, kendisine en büyük mani güç olarak gördüğü silahlı
kuvvetlerini başka bir yerde meşgul etmek istiyordu. Bu fı rsatı Saddam
Hüseyin yaratmış oldu. Eğer Saddam Hüseyin ilk taamızu başlatmamış ol­
saydı; belki de İ ran kendisi başlatacaktı. Çünkü sınırda her 1gün olay
çıkarıyordu. Irak içindeki Şii toplumu harekete geçiriyor, olay yaratıyordu.

Saddam Hüseyin bu oyunu anlayamadı ve İran'ın oyununa geldi. Bu işi


kısa sürede halledeceğini zannetti. Ama aldandığını bu üç ay içerisinde anladı.
İçinden çıkılması gÜç bir batağa saplanmıştı. .Böyle olunca bir de Türkiye ile
problemli duruma düşmeyi elbette istemezdi. Kaldı ki halen Türkiyede bir
asleri idare vardı . Bu askeri idarenin ne yapacağı belli olmazdı. O halde
Türkiye ile ipleri kopannamak gerekirdi.

İşte benim değerlendirmem böyle idi.

B iz , İ ran-Irak savaşı başladıktan sonra aram ı zda y aptığım ı z


değerlendirmede b u savaş sona erinceye kadar tam tarafsızlığımızı korumaya

165
ve her iki ülkeye de savaş malzemesi ve silah satmamaya ve hatta topraklarımız
ve hava sahamız üzerinden bu gibi silah ve cephane nakline müsaade
etmemeye karar verdik. Şu saflıada dövize çok ihtiyacımız vardı. Eğer her iki
ülkeye açık olmasa da gizli yollardan silah, cephane, yedek parça sabnış olsak,
·

bir hayli döviz kazancımız olurdu.

Buna rağmen tarafsızlığımızı korumamızın Türldye'nin çıkarlarına daha uy­


gun düşeceğini değerlendirdik ve bu karan sonuna kadar uyguladık.

Bugün de Ankara, Adıyaman, Adana ve Erzurum'da biri ölü olmak üzere


9 1 yasa dışı örgüt üyesi yakalandığı öğrenildi . Görüldüğü gibi hemen hemen
her gün bu yakalamalar devam ediyor.

12 ARALIK CUMA

1 2 Eylül'den kısa bir süre önce Ankara Ayrancı bölgesinde bir inzibat erini
arkadan vurup öldüren 19 yaşındaki Erdal Eren adındaki terörist hakkında ve­
rilen idam cezasını bugün onayladık. İdam gece yansı infaz edildi.

Yine bugün kabul ettiğimiz bir kanunla albayların emeklilik yaşını 58'den
60'a,, tuğgeneralin emeklilik yaşını da 60'tan 62'e çıkardık.
Diğer devlet memurlarının yaş haddi 65 olduğu halde, albayların 5 8
yaşında emekli edilmeleri haksızlık oluyordu. Tam olmasa d a bir nisbette bu
haksızlığı gidermiştik.

16 ARALIK PAZARTESİ

Bugün de Ordu ilinde üç terörist ölü olarak ele geçirildi. Ankara ve Ada­
na'da ise 82 militan yakalandı.

Amerika Birleşik Devletleri'nde Dışişleri B akanlığına eski NATO


Başkomutanı General Haig'in getirildiği haberini aldık. Bu habere sevindfm .
Zira Haig iyi dostum. İnşallah doğrudur.
Bugünden itibaren vergi kanunlarının tetkikine başladık. Bu tetkikler ayın
24'üne kadar devam edecektir. B azı geceler saat 02. 00'ye kadar
görüşmelerimiz sürdürülmüştür.

1 66
Alçak Eımeni militanlarının bugün Avustralya Başkonsolosumuz Şarık
Anyak'ı şehit ettikleri ve koruma polisini de yaraladıkları haberini aldık. Tabii
çok üzüldük. Enneni İntikam Tugayı adlı cinayet örgütünün 1 2 Eylül'den son­
raki bu ilk cinayeti, bundan evvel olduğu gibi bundan sonra da devam edecek­
tir.

18 ARALIK PERŞEMBE

Ankara Gazeteciler Cemiyetini ziyaret ettim. Orada aşağıdaki kısa


konuşmayı yaptım. Bu beyanatı yapmama sebep, içeride v e dışarıda
kamuoyunda bir tereddüt yaratılmak isteniyordu. "Ne zaman demokratik nor­
mal düzene dönülecek, buna ait bir açıklama yapılmadı. Bir program verilme­
di. Bu askerler kolay kolay gitmezler" gibi fısıltıların yayılmakta olduğunu
duymuştum. Böyle maksatlı ve çirkin havadislerin, karşımızda olan güçler ta­
rafından ortaya atılacağını esasen bekliyordum. Bu hususu bir defa daha
halkımıza duyuımakta ve dışarıdan gelecek baskılarla bizi yanıltmak veya kor­
kutmak gibi bir düşüncenin içerisinde olanlar varsa -ki muhakkak vardır- on­
ların; bu gibi girişimlerin ters tepki yapacağım bilmelerini istedim.
Verdiğim beyanat şöyleydi:
Değerli Basın Mensubu Arkadaşlar,
Son zamanlarda bazı çevrelerde demokrasiye ne zaman dönüleceği şeklinde
bir kampanya sürdürülmektedir. Bu kampanya gözümden kaçmıyor. Avru­
pa'da bazı kuruluşlar soruyormuş "Ne zaman siyasi hayata dönülecek" diye.
Dış baskılarla bunu bize söylettirmek istiyorlarsa ters etki yaratır. Bu güzide
millet, kendi kendine karar verir. Dış baskılarla değil. Sonra biz bir beyanda
bulunduk. Bir program içinde bunu bildireceğiz. Nasıl 12 Eylül Harekıit) tam
zamanında yapıldıysa, bu konu da bizim kafamızdadır. 1981 senesi içerisinde
ayrıca söyleyeceğim.
Bazı çevrelerin ümitlerini dış baskılara bağladıkları gözlenmektedir.
Ümitlerini oraya bağlamaya lüzum yok. Biz müteaddit defalar beyan ettik.
Türk Ordusu, Türk Silahlı Kuvvetleri, hiç bir zaman geriye doğru adım at­
mamıştır. Memleketi geriye götürücü bir misalini gösterin. Yoktur. Bula­
mazsınız. Hele Atatürk devrinden bu yana...
Dış yardımların dış baskılarla kesilebileceği şeklindeki düşünceler yayılmak
istenmektedir. Bunlar yanlıştır. Para ile memleketin mukadderatını satamayız.
Bu millet kendi yağı ile kavrulmasını bilmiştir. Aç kalarak da yapması lôzım
gelen bütün işleri gerçekleştirmiştir.

167
Değerli arkadaşlar,
A11arşi ile mücadelede kısa zamanda başarılı sonuçlar alınmıştır. 12 Eylül
Harekatından bu ya11a anarşi ve terör odakları her gün kurutulmaya devam
edilmektedir. Eskiye oranla huzur ve güven ortamı büyük ölçüde sağlanmıştır.
Acaba şimdi bir kamuoyu yoklaması yapsak Türkiye'de, desek ki, "Bu
idareden memnun musunuz, değil misiniz?" ve so11uçta halkın yüzde sekseni
"Memnunuz" derse ne olacak? Biz böyle bir şey de yapmadık.
Hepinize esenlikler ve başarılar diliyorum.
Bu beyanatım ve orada konuştuk.lanın hakkında, bir yazarın -ismini ver­
meyeceğim- bir gazetede çıkan makalesini enteresan bulduğum için buraya
alıyorum:

SÖYLE PAŞAM

Devlet Başkam Saym Kenan Evren, bugüne kadar hiçbir politikacı, Cum­
hurbaşkam ve liderin yapamadığı şekilde, ilerici ve "bağımsızlıkçı "
geçine11lerin ağzuım payını verdi. Ayrıca Türkiyemizin en acıklı ve tezatlı
gerçeğine, sa/yürekle teşhis koydu.
Neden o, öncekiler hakikati görmüyorlar da, sahtekdrlıkları anlamıyorlar
mıydı ? Anlıyorlardı da, "basındı, masmdı" diyerek bunların kirli ağızlarına
düşmekten sakınıyorlardı. Kimisinin de samimiyeti, cesareti eksik veya zaten
bunlarla aym kafada idi.
Evet, Kenan Evren . "bağımsızlık" diye suyunu çıkardıkları, ırzını giderdik­
leri "milli istik/dl" fikrinin en güzel ifadesini verdikten sonra "bağımsız­
lıkçılarm" suratlarındaki maskeyi şöylece yırtıyor:
"Son zamanlarda basmda bir kampanya başladı: Ne zaman demokrasiye
dö11eceğiz? işin kötü tarafı, DIŞ ÇEVRELERİN BASKISI İLE YAPIUYOR
BU. Filan Avrupa kuruluşu soruyormuş: Ne zaman döneceksiniz? diye.
Asıl işin garibi: B UNU YAZANLAR VE SÖYLEYENLER, TAM BA­
GIMSIZUKTAN BAHSEDEN KiŞİLERDİR. Böyle bir baskı olduğu zaman
vaveylayı koparmıyor/arsa siz bunu nasıl karşılarsanız? (Ah Sayın Evren!
Kendilerini oynatan ellere, kendi çıkarlanna ve hele kendi yaptıkları şeye karşı
vaveyla koparmak o zavallıların haddi mi)
Evren, istiklal ve milli haysiyet duygusunu bağımsızlıkçılara anlatamaz.
Çünkü onlar için bağımsızlık zaten batı veya Sovyet mandalığıdır.

1 68
Ama Evren, bu fikri ve duyguyu, milli mücadelemizin istikldl-i tam'a
inanmış liderleri gibi, halkımıza gayet açık ve sade anlanyor:
- "Ne zaman dö11ecekmişiz? Bu bizim agmmıza gidiyor. Dış baskılarla bunu
bize söyletmek istiyorlarsa ters tepki yaratır. Bu millet kendi ke11dine karar ve­
rir. Dış baskılarla degil. Dış baskılara güvenilerek böyle şeyler söylenmesini
tasvip etmiyorum. Begenmiyorum. Dayanamaz bunlar, yardımlar kesilirfalan
diyorlar. Bu millet kendi yagı ile kavrulmasını bilmiştir. Aç kalarak da yap­
ması ldzım gelen işleri yapmıştır. Bazı- çevrelerin ümitlerini dışarıya
baglamalarına gerek yok."
Şimdiye kadar da güzel şeyler söyledi, ama, bizim milletimiz ve biz Türk
milliyetçileri Kenan Paşa'nın en çok bu sözlerini sevdik.
Çünkü Evre11 hem bagımsızlık oynayan, hem uşaklık eden, hem demokrasi
yanlısı görünüp hem de milletimizi batının veya Sovyetler'in kölesi yapmaya
çalışan, batı uydusu aydınlar demokrasisi(!) taraftarlarımn suratları ortasına en
agır yumrugu indirmiş oldu.
Onlar ki Batıdan alınan yardımlar ve yabancı sermaye bizi sömürge yapıyor
diye bas bas bagırırlar. Diger ya11dan da batılıların elinde çomak kesilerek:
kızıl, hırsız, siyoncu, haçlı, bölücü anarşiyi yok etmek azmiyle gelen ordumu­
zu Avrupa Konseyini11 sosyalist ülkeleri ile korkutmak adiligine düşerler. Milli
mücadelede, Damat Feritçiler ile mandacılar yani bundan fazlasını mı
yapıyorlardı?
Söyle Paşam! Milletin Seni sevecektir.
Demokrasi elbette kurulacak ve halkımızın eşkiya korkusundan, her türlü
baskıdan uzak, refah ve hürriyet içinde yaşadıgı gü11ler yakında gelecektir.
Söyle Paşam! Sende biliyorsun ki istik/dl ve hürriyeti, yalnız milliyetçiler
istemektedir. Bunların demokrasi patırtısı yaparak Avrupa'dan tepemize De­
netçi Parlamenterler getirmıeye kalkmaları, s11fşu rezil anarşistleri ezersiniz
de; anarşinin gazetelerdeki, bürokrasideki köklerine inersiniz diyedir. Mem­
lekette artık istedikleri gibi at oynatamazlar, halkın iflahım kesemezler, bir
daha kanlı Taksim mitingleri yapamazlar ve tribünlerdeki seyircileri kanlı maç
oynamaya çagıramazlar korkusundandır.

Bugün de terorist örgütler arasında kanlı eylemler bakımından en önde yer


alan ve acımasızca öldürme olaylarına karışan Marksist - Leninist Silahlı
Propaganda Birliğinin İstanbul bölge sorumlusu ve silahlı 25 militan ile,
169
şimdiye kadar 25 cinayet işleyen Türkiye Komünist Partisi Marksist Leninist
Örgütü ve bu örgütle işbirliği halinde bulunan Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş
Ordusu örgütlerine mensup 33 militan yakalanmıştır. Böylece bu iki örgüt ele­
manlarından bugüne kadar yakalananlarla her iki örgüt büyük güç kaybına
uğratılmıştır.

Bugün aynca Adana'da şimdiye kadar 42 cinayet olayına karıştıkları sapta­


nan ülkücü kesime mensup 44 sanık da yakalanmışlardır. Bunların arasında
Milliyetçi Hareket Partisi ilçe başkanı ile Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfede­
rasyonu yöneticisi de var.

Son bir hafta içinde yakalananlara bakacak olursak, 355 kişinin 1 45 silahla
ele geçirilmiş olduğunu görürüz.

1 2 Kasım ile 1 2 Aralık tarihleri arasu�da cereyan eden anarşik olaylar ve ya­
kalanan terörist miktarları ile ele geçirilen silah ve cephane miktarları da
şöyledir:

Son bir ayda 1 5'i teröristlerden olmak üzere 48 kişi hayatını kaybetmiş ve
97 kişi de yaralanmıştır.

Bu süre içerisinde gerçekleştirilen operasyonlarla 149'u sağ, 706'sı sol,


1 89'u bölücü örgütlere üye ve 3974'ü görüşü henüz belirlenemeyen toplam
50 1 8 sanık yakalanmış ve aramalarda 201 tüfek, 54 makinalı tabanca, 1 174 ta­
banca, 1 15 .083 mermi ve 562 patlayıcı madde ele geçirilmiştir.

Bir ay evvelki olaylarla karşılaştırıldığında bu ay % 23'lük bir azalma ve


hayatını kaybedenlerde ise % 30 bir azalma olduğu göze çarpmaktadır.

22 ARALIK PAZARTF.Sİ

Kıbrıs görüşmeleri Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kurt Waldheim'ın


yeni girişimleri sonucu yine hız kazandı. Bu seferki baskı Maraş'ın Birleşmiş
Milletler yönetiminde Rumların iskfuuna açılması konusu üzerinde ağırlık ka­
zanıyordu. Bu konuda varılacak karara esas olmak ve fikir alışverişinde bulun­
mak üzere Kıbrıs Türk Federe Devleti Başkanı (o tarihte henüz Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti ilan edilmemişti) Rauf Denktaş'ı Ankara'ya çağırmıştık.

Bugün Ankara'ya geldi, Dışişleri Bakanı, B aşbakan ve benimle görüştü.


Neticede Kıbrı·s Türk Federe Devleti'nin istekleri yerine getirilmeden Maraş'ın
açılmasının doğru olmayacağı, bu konunun diğer meselelerle birlikte ele
alınması, müstakil olarak Maraş'ın halledilmemesi gerektiği hususunda görüş
birliğine vardık.

1 70
Esasen Kıbns'ta Rum ve Türk toplumları arasındakı görüşmeler devam
ediyordu. Üç tur yapılmış ve bazı gelişmeler elde edilmişti. Gerçi görüşmeler
ağır ilerliyordu, ancak bu gibi görüşmelerde hızlı netice mümkün değildi.
Daha çok turlar yapılacağı muhakkaktı.
Bu görüşmelerden müspet sonuç alınacağına ben şahsen inanmıyordum.
Zira Rum tarafı öyle istekler ileri sürüyordu ki, kabulü mümkün değildi. Türk
askerinin çekilmesi, 200 binden fazla Rum'un tekrar kuzey Kıbrıs bölgesine
geri dönmesi, seyahat eune serbestisi, mülk edinme serbestisi, Türklere adada
nüfuslarıyla orantılı olarak % 20 lik bir toprak verilmesi gibi kabulü imkfulsız
şartlar üzerinde ısrar ettikçe elbette bir neticeye ulaşılamayacaktı. Nitekim
sonuç böyle oldu ve neticede Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ortaya çıktı.

24 ARALIK ÇARŞAMBA

Vergi kanunlarından önemli ikisini de bugün görüşerek kanunlaştırdık.


Daha evvel de yazdığım gibi bir haftadan fazla zamandan beri geceleri, bazen
gece yansını da geçen süreler içerisinde hazırlık görüşmelerini yaptığımız bu
kanun tasarıları son şeklini almışlardı.
Bugün Milli Güvenlik Konseyinde kabul ettiğimiz kanunlar şunlardı:
l .Gelir Vergisi kanununda yapılan değişikliklerle ilgili 88 maddelik kanun
2.Kurumlar Vergisi Kanununda değişiklik yapan 22 maddelik kanun
Bugün aynca istiklal madalyası sahiplerinin almakta oldukları maaşları
düzenleyen kanunda da değişiklik yaparak çok az olan maaşlarını günün
şartlarına uydurduk.
Ana�ist ve teroristlerin yaklanmaları devam ediyor. İçlerinde ikisi polis ol­
mak üzere bugüne kadar 23 vatandaşı öldüren DEV-SOL üyesi 43 terorist ile
Fatsa, Aybastı, Ünye ve Gölköy'de son iki ayda 8'i ölü �lmak üzere 6 1 0 kişi
bölgeye gönderilen komando tugayı tarafından ele geçrilmiş, Kars'ıiı Ardahan
ve Sarıkamış ilçelerinde de 29 militan yakalanmıştır.

171
26 ARALIK CUMA

Azılı teröristlerden Marksist-Leninist Silahlı Propaganda Birliği örgütünün


liderleriniden birisi bugün İstanbul'da yakalandı.

Adana'da ise helikopter ve panzerlerle yapılan bir operasyon sonucu biri


ölü, üç azılı terorist ele geçirildi.

Eski İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan ile DİSK Genel B aşkanı Ab­
dullah Baştürk ve DİSK yöneticilerinden 68 kişiyi İstanbul Sıkıyönetim Mah­
kemesi tutukladı.

Genclkunnay Başkanlığında bugün neşredilen bir bildiri ile 12 Eylül ile 1 6


Aralık arasında yurt sathında 29.995 teroristin yakalandığı, bu dönem içinde
27'si güvenlik görevlisi, 70'i terorist olmak üzere toplam 2 l 5 kişinin öldüğü,
2592 tüfek, 4772 tabanca, 1 07 makinalı tabanca, 255 .440 merminin ele
geçirildiği açıklandı.

28 ARALIK PAZAR

Bugün Gaziantep'te gerçekleştirilen bir operasyonda bir üsteğmen şehit


oldu, bir komi�r muavini yaralandı. Gerçi teroristlerden biri ölü diğeri yaralı
olarak ele geçirildi ama, üsteğmene çok üzüldüm .

5 Ocak günü Atatürk'ün doğum yılının l OO'üncü yıldönümü dolayısıyla


Türkiye Büyük Millet Meclisi salonunda kutlama yılının açılışını yapacağım.
Bu törene davet 'edilecekler arasında B irinci Türkiye Büyük M illet Meclisi
üyelerinden hayatta kalanlarla eski Cumhurbaşkanlan baş sırayı alıyorlardı.
Celfil B ayar'ı çağırıp çağırmayacak.lan hususunda bana müracaat ettiler.
"Elbette çağıracaksınız. Zira hem ilk kurulan Meclisten hayatta bulunandır,
hem Cumhurbaşkanlığı, hem de Atatürk'ün başbakanlık görevini yapmıştır.
Yassıada mahkemisinde mahküm olmuştur ama, bu mahkamiyet ne birinci
Meclis üyeliğini ve ne de Cumhurbaşkanlığı sıfatını onadan kaldırır. Kaldı ki,
mahkümiyet karan da affa uğramıştır" dedim. Buna göre de kendisine dave­
tiye gönderildi.

172
29 ARALIK PAZARTESİ

B ugünlerde teröristlerin yakalanm aları arka arkaya devam ediyor.


Türkiye'nin hangi noktaya geldiğinin güzel bir örneği böylece gözler önüne
seriliyor.

Bugün de Marksist-Leninist Silahlı Propaganda Birliğinin beyinlerinden b�r


terörist yakalandı. Aynca Bingöl ve Tunceli'de güvenlik kuvvetleri ile çatışan
iki terörist ölü olarak, Kahramanmaraş'ta da iki sol örgüte mensup 92 terörist,
İzmir'de dördü kız 37 terörist, Adana'da 17 militan sağ olar.ık ele geçirildiler.

Son zamanlarda Milli Güvenlik Konseyinin insani davranışlarını yanlış yo­


rumlayan bazı gazete yazarlarının, faaliyetleri durdurulan siyasi partiler ve li­
derleri lehinde ve aleyhinde bir nevi yine parti mücadelesi yapmaya yeltendik­
leri dikkatimizi çekti. Bunun üzerine Genelkurmay Sıkıyönetim Koordinasyon
Başkanlığından aşağıdaki bildiriyi yayınlayarak ilgililerin dikkatini çektik:

Bazı yazarlar ve diğer basın mensupları siyasi partilere ilişkin kendi


görüşlerini ve sempati duydukları veya mensup oldukları muhtelif kademele­
rinde hizmet ettikleri partilerin faaliyet ve görüşlerini savunan, bunlardan
örnekler veren, diğer partileri itham eden makaleler yazarak ve haberler vere­
rek geçmişe ait de olsa, belirli konularda bir nevi parti mücadelesi sürdürme
çabasındadırlar.
Milli Güvenlik Konseyi'nin 7 numaralı bildirisi ile her türliipartifaa/iyetle­
ri yasaklanmışnr. Yukarıda belirtilen türde haber ve makaleler ve diğer yazılar
aynı yasak kapsamındadır. Her türlü basın faaliyetlerini düzenleyen sorum/u­
lamı Milli Güvenlik Kon.seytnin tüm karar ve bildirileri ile yasaklarına itina ile
uyma/an hanrlanlır.
Bu bildirinin yayınlanması bir müddet için etkisini gösterdi. Ancak basın
zaman zaman kıyısından köşesinden bu yasaklarda delik açmaya ve sonra da
bu delikleri çoğaltmaya veya genişletmeye çalışır. Bunda da böyle oldu ve bu
yüzden de Sıkıyönetim Komutanları arzu etınemelerine rağmen gazetelerden
bazılarını kısa veya uzuİı sürelerle kapatmak zorunda kaldı.

173
30 ARALIK SALI

Bu ay içerisinde bütün vergi kanunlarını tamamlamak istiyorduk. Bugün de


aşağıdaki üç vergi kanununda yapılan değişiklikleri içeren kanunları kabul et­
mek suretiyle vergi refom1U niteliğindeki kanunlan tamamlamış oluyorduk.

Gönül arzu ediyor ki bu kanunlar normal demokrntik parlamenter sistemin


işler olduğu dönemde çıkarılabilsin. Hem Cumhuriyet Halk Partisi hükümeti
ve hem Adalet Partisi hükümeti bazı vergi kanunlarını değiştirmek istemiş. fa­
kat her ikisinin de gücü yetmemişti. Kısmet Ulusu hükümetine imiş.

Bu üç kanun şunlardı:

1. Vergi Usul Kanununda yapılan değişiklikleri ihtiva eden 100 maddelik


kanun

2. Harçlar Kanununda değişiklik yapan 4 maddelik kanun


3. Damga Vergisinde değişiklik getiren 5 maddelik kanun
Görüldüğü gibi bu kısa süre içerisinde hemen hemen bütün vergi kanun­
larını günümüz şanlarına uydurmuş ve hazineyi büyük ölçüde rahatlatmış ol­
duk.

Yaptığımız bu hizmetin değerini bizim dışımızda basınımızda çok güzel dile


getiren bir yazıyı buraya almak istiyorum.

26 Aralık tarihli Milliyet gazetisinde imzasız olarak neşredilen yazı şöyle:

HAYIRLI OLSUN

Önce Sezar'ın hakkım Sezar'a vermek gerekir. Demek ki, Türkiye'de de


vergi reformu niteliğinde yasal çalışmalar yapılabilirmiş.

Demek bizim
ülkemizde de, devlet, günün şartlarına göre kendi tutumunu ayarlamak gücüne
ve yeteneğine sahipmiş. Yaptık, yapıyoruz şeklindeki açıklamalarla geçen
yıllar, çeşitli maliye bakanlarımn basın toplantıları ve partiler arasındaki akıl
dışı pazarlıklar... Sonunda her konuyu olduğu gibi vergi reform çalışnıalarını
da 12 Eylül iktidarına bırakmadık mı? ...
Yeni Gelir Vergisi Kanunu ile diğer vergi yasa metinlerini eleştirecek poli-

1 74
tik kadroların önce bir özeleştiri yapmaları ldzımdır. Yeni yasrılarda eğer sos­
yal adalet ilkeleri zedelendiyse, eğer teknik aksaklıklar varsa, ya da,
maliyeciler ekonomistlere ağır bastıysa ve koyunun yünü kırpılmak yerine
kuyruğu kesildiyse, yıllar yılı Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında kav­
ga edip, transfer yapıp, pazarlık yürütmekten başka bir şey düşünmeyenlere,
kızmayalım mı?
Enflasyon üçlü rakamlara çıkmışken, petrol fiyatları akıl almaz ölçülerde
yükselmişken, dar ve sabit gelirliler ezilirken, aralarında görüşmek gereğini
duymayan politikacılarımız!... İşte karşınızda yeni bir gelir vergisi, yeni bir
kurumlar vergisi var! ..
Maliye Bakanlığındaki kurulları, Bakanlar Kurulunu, Milli Güvenlik Kon­
seyi Genel Sekreterliğine bağlı komisyonları, Milli Güvenlik Konseyini ve 12
Eylül iktidarını kutlarız!..
1 963 'ten beri, Türkiye'de gelir vergisi tarife'ieri hiç değişmemişti. Bunu
sağladılar.
Ama beklenilen bu muydu?
Mesela; toplusözleşme düzenine tabi emekçilerin indirimli gelir vergisinden
yararlanmalarının, toplusözleşme sürelerinin biteceği tarihten başlatılması
hükmü ki, memurlar için bu başlangıç tarihi 1 Mart 1981 'dir. Hangi hesabın
ürünü olabilir? Sebep piyasaya bu vergi indirimleri ile çıkacak nakitfazlalığını
bir süre için önlemek ve enflasyonun pompalanmasını engellemektir belki.
Ancak ana amaç, dar ve sabit gelirlilerin ezikliğini hemen giderip sosyal
adaleti sağlamak değil miydi?
Bir gerçeği kabul edelim.
12 Eylül iktidarı, vergi reformu çalışmalarını yaparken ana hedef olarak
sosyal adaleti tek başına almamıştır. Enflasyonist tahribatın önlenmesi, para
politikalarının vergilerle de desteklenmesi gibi amaçlar, ücretlerin vergi
yükünü kısmen olsun hafifletmek hedefine eşit önem taşımıştır. Bu yasalara
sermayeden yana ya da çalışanlara karşı gibi bir damga vurmak, kammızca
1
yanlıştır. Nitekim, kurumlar vergisi oranı da arttırılmıştır.
Kısacası, bu çalışmaya reform da denilebilir kısa vadeli acil teknik tadbirler
de.

Yanlışı ve doğrusu ile, yeni vergi yasaları, Türk ulusuna hayırlı olsun! ..
Sanırız bugün, öfkeli tepkiler yerine, akılcı ve düzeltici teklifler getirmek za­
manıdır.

1 75
31 ARALIK ÇARŞAMBA

Bugün senenin son günü. 1 980 yılını nasıl geçirdiğimiz, halkımızın


ümitsizlikler içerisinde kıvrandığı, korkulu günler yaşadığı gözlerimizin
önünden henüz gitmemiştir. Kim bu olaylan basit gibi göstemiek istese de,
kim bunları önlemek demokratik sistem içinde mümkündü, askeri müdahaleye
gerek yoktu dese de, milletin çoğunluğunun hem de büyük bir çoğunluğunun
böyle düşünmediğini biliyorum. Bunu görmemek, hissetmemek için insanın
gözlerinin kör, kulaklarının sağır, hislerinin nasırlaşmış olması gerekir. İleride
tarihçiler bunun doğrusunu elbette yazacaklardır.
Eski siyasilere ve onlarıJJ liderlerine, terör örgütleri içinde görev alanlara,
menfaatleri bozulanlara soracak olursanız; elbette bu kişiler harekat gerekli idi,
çok iyi oldu demeyeceklerdir. Nitekim demiyorlar. Hele Avrupalı parlamenten­
lerin bir bölümü dünyada değil, hayal aleminde yaşıyorlar. Terör varmış, ülke
bir yangın yerine dönmüş, her gün 20 kişi ölüyonnuş, parlamento çalışmıyor
hiçbir iş yapmıyormuş, memleketin seçilmiş bir cumhurbaşkanı yokmuş, onun
umurunda bile değildir. O bir şey ezberlemiştir, yalnız onu tekrar eder durur.
"İnsan haklan " ·der, "parlamento" der, "demokrasi" der. O ülkeyi gelip
görmek bile istemez. Askeri sevmez. Çünkü asker savaşçıdır. Asar, keser.
Asker sanki o milletin fertlerinden değil de başka bir alemdan gelmiş.
Evet bu harekatın doğruluğunu ve yanlışlığını bu nesil dünyadan
ayrıldıktan sonra gelecek nesiller ortaya koyacaklardır.
198 1 yılında yapacağımız çok işler var. Her şeyden evvel Kurucu Meclisin
teşkili için gerekli kanun hazırlanacak ve Kurucu Meclis göreve başlayacak,
anayasa hazırlanacak, seçim kanunu. siyasi partiler kanunu, sendikalar kanu­
nu, toplusözleşme grev ve lokavt kanunu, dernekler kanunu gibi �anunlar
hazırlanacak. Bunlar hemen aklıma gelenler. Daha yapılacak birçok işler
önümüzde.
198 1 yılında yurt sathında dolaşmak ve vatandaşlara hitap etmek de
istiyorum. Niyetim Türkiye'de gitmediğim ve konuşma yapmadığim vilayet
bırakmamak. İnşallah bu isteğimi yerine getiririm.
1980 yılı şahsım ve aile düzenim bakımından da çok kötü geçti. Mayıs
ayında Hollanda'da ağır bir beyin tıkanmasından mütevellit sağ tarafı olduğu
gibi felç olan ve konuşması duran eşimi Haziran'da Ankara'ya getirdimse de,
ha.J.a daha Gülhane Askeri hastanesinde tedavi alunda. .Felç durumunun tama­
miyle geçmeyeceği ve sağ elini hiç kullanamayacağı kesin. Tekrar bir krizin

1 76
gelmesi her an beklenebilir. Sık sık, hemen hemen hergün muhakkak
hastaneye uğramam gerekiyor. Zira moral bakımından ona kuvvet vermenin
önemi var. Yanında refaketçi olarak iki Qaldız memleketlerinden sıra ile gele­
rek kalıyorlar. Bazen de yeğenim ve bi r arkadaşımın hanımı yanında
kalıyorlar. Bu hal ne zamana kadar böyle devam edecek bilemiyorum. Tabii
bunları düşündükçe üzülüyorum. Eve çıkardığım zaman ne olacak, buna bir
çare düşünemiyorum. Bir kadın veya hemşire tutsam o kişi insanın yakını
veya akr�bası gibi bakar mı? Benim bu görevim ne kadar sürecek. Bu işe bir
defa bulaştık, bırakıp gitmek mümkün değil.
İşte bütün bunlar 1980'in bana şahsen getirdikleri.
1 98 1 'in ülkem için l 980'c;len çok daha iyi olacağına inanıyorum. Ama
ailem için nasıl olacak? Bu konuda bir tahminde bulunamıyorum . Bazı günler
evde yatsı namazı kılıyor ve arkasından Allah'a dua ediyorum. Allah'a isyan
ettiğim, günaha girdiğim anlar da olmuyor değil.
l 980 yılının son günü olması münasebetiyle milletime bir mesaj
yayınlamam gerekiyordu. Onu hazırlattım. Üzerinde düzeltmeler yaptıktan
sonra bugün yayınlattım.

177
1981 Yil.J
1 OCAK PERŞEMBE

Yılbaşı gecesi hastanede eşimin yanında bir müddet kaldıktan sora onun
uyumasını müteakip eve geldim. Televizyon seyredip yathm. Eşim hastanede
yatarken benim için yılbaşının ne değeri olabilirdi ki? Memleket problemleri bir
tarafta, anarşi ve terörle mücadele diğer tarafta, eşimin uzun sürecek ve belki
de iyi olmayacak hastalığı ôbür tarafta dururken ben neyi kutlayacakbm ki?
Aslında ailece yılbaşı gecelerini dışarıda gazinolarda veya eğlence yerle­
rinde geçirdiğimiz hemen hemen olmamışbr. 1953 yılındaki yılbaşı gecesini o
zamanki Ankara'nın en nezih yerlerinden sayılan Gar Gazinosunda bir arka­
daşla birlikte ailece geçirdik, memnun da kalmadık. Başka böyle gazinoya git­
tiğimi hatırlamıyorum. Orduevlerine gitmişizdir. Ancak çoğunlukla evde aile
arasında veya yakın dostlarımız veya arkadaşlarımızla toplanarak bu geceyi
kutlamışızdır. Bu seneki gibi hiç kutlamadığımız yılbaşları da olmuştur.

Bu sabah kalktığımda her zaman olduğu gibi gazetelere göz attım. Bütün
yurtta yılbaşının olaysız ve huzur içinde geçtiğini yazıyorlardı. Bu arada 1 2
Eylül'den evvel Ardahan'da komünist örgütler tarafından kurulan halk mahke­
mesinin sözde başkanlığını yapmış bir teröristin de dahil olduğu 25 militanın
ve İstanbul'da ise dört kişiyi öldürmüş 1 3 sağcı teröristin yakalandığı haberleri
de yer alıyordu.

Milliyet gazetesi yılın olayı olarak 12 Eylül Harekatını ve yılın adamı olarak
da beni seçmiş.

Dört gün sonra 5 Ocak 198 1 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanb
salonunda Atatürk'ün doğumunun l OO'üncü yılı kutlama töreni yapılacak. Bu
töreni ben bir konuşma ile açacağım. 198 1 yılı aynı zamanda Türkiye'de ve
tüm dünyada Atatürk yılı olarak kabul edilecek.

Törende yapacağım konuşmama ·son şeklini vermek üzere çalışmama


ağırlık verdim. Bu konuşmanın Atatürk'e layık bir konuşma olması gerekiyor­
du.

12 Ocak'ta da Pakistan Cumhurbaşkanı Ziya ÜI Hak benim davetlim ola­


rak Türkiye'ye üç günlük resmi bir ziyaret yapacaktı. 1 2 Eylül'den sonra
Türkiye'yi ziyaret eden ilk devlet başkanı Ziya Ül Hak olacaktı. Böylece
Pakistan bu konuda da en yakın dostumuz olduğunu kanıtlamış bulunuyordu.
Bu ziyaretin hazırlıkları ile de bugün meşgul oldum.

1 80
2 0CAK CUMA

İçişleri Bakanlığından aldığım bilgiye _göre Ankara'da son 1 5 gün


içerisinde yasa dışı örgütlere mensup ve çeşitli eylem ve öldürme olaylarına
karışmış 99 terörist ile, yurdun çeşitli yörelerinde son bir haftada
gerçekleştirilen operasyonlarda çeşitli suçlardan aranan 728 kişi yakalilfilllıŞ ve
çeşitli silah. mermi ve patlayıcı madde ele geçirilmişti.
Emniyet güçlerinin üst üste gerçekleştirdiği bu operasyonlarda sağladıkları
başarı hakikaten takdire değerdi. Bunun için bütün emniyet güçlerini bu
başarılarından dolayı kutlamayı düşündüm ve aşağıdaki takdir mesajını
yayınladım:
"Son günlerde çok miktarda suçlunun yakalanarak adalete teslim edilmesini
ve geçmişteki faili meçhul olayların giderek aydınlığa kavuşturulmasını mem­
nunlukla müşahede etmekteyim.
Güvenlik kuvvetlerimizin anarşi ve terör odaklarını yok ederek, yurdumu­
zu esenliğe, halkımızı huzur ve sakana kavuşturmak için, vatan ve millet yo­
lunda gösterdiği cansiperane gayretler her türlü takdirin üstündedir .•

Bu kutsal görevdeki başarılarından dolayı başta Sıkıyönetim Komutanları


olmak üzere Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri ile Jandarma Genel Komutanlığı
birliklerini ve Emniyet mensuplarını kutlar, başarılarının devamını dilerim. "
Hakikaten bütün emniyet güçleri büyük bir şevkle çalışmaktaydılar. 12
Eylül'den evvel bir şey yapamamanın üzerlerinde bıraktığı menfi etkiyi silkip
annışlardı. Aslında kabahati bu emniyet güçlerinde aram amak gerekir. Onları
bu hale getirenlerde, kati yetkiyi bu güçlere vermemekte direnenlerde, ikide
birde emniyet güçleri işkence yapıyor diye yaygara kopararak bunları pasifize
etmeye çalışanlarda aramak gerekirdi. Bunlar ortadan kalkınca pekfila
görevlerinde başarılı olmaya başladılar. Daha da başarılı olacaklardır.

5 OCAK PAZARTF.Sİ

Atatürk'ün doğumunun l OO'üncü yılı kutlama günü gelmişti. Evvela


08.45'te Anıtkabir'e giderek Atatürk'e saygı duruşumuzu yaptık.

181
1981 ATATÜRK YILI

Saat 1 1 .00'de de Türkiye Büyük Millet Meclisindeki tören başlayacaktı.


Tören saatinde Meclis toplantı salonuna girdim, kürsüye gelinceye kadar sa­
londa bulunanların hepsi ayakta beni uzun uzun alkışladılar. Salon, balkon ve
localar dolu idi. Eski cumhurbaşkanlanndan Celal Bayar, Cevdet Sunay ve
Fahri Korutürk de en ön sırada yerlerini almışlardı.
Alkışların kesilmesini bir müddet bekledikten sonra aşağıdaki konuşmamı
okumaya başladım:
Biiyük Türk Millet[, Sayın Konuklar,
Büyük Kurtarıcımız, Cumhuriyetimizin kurucusu, yarattığı siyasal sôsyal
ve kültürel inkılaplarla Türk tarihinin ve dünya tarihinin akışına yeni bir yön
veren, uygarlık ufuklarımızın ışığı, insanlığın seçkin evlddı, Milli Kahraman
ve Büyük Devlet Adamı Mustafa Kemal Atatürk'ün doğumunun IOO'üncü yılı
olan 1981 yılına girmiş olmanın engin gururu ve kıvancı içindeyiz.
Hepimizin bildiği gibi Türkiye Cumhuriyeti, Büyük Kurucusunun
J OO 'üncü 'Doğum Yıldönümünü O 'na layık bir şekilde kutlamak ve
yüzyılımıza şeref ve övünç veren aziz hatırasını devletçe ve milletçe anmak
üzere 1981 yılını Milli Güvenlik Konseyinin kabul ettiği bir kanunla Atatürk
Yılı olarak kabul ve ilan etmiştir.
Biraz önce Ulu önderimizin kutsal vatan topraklarında sonsuzluğa doğru
uzanan Anıt Kabrini ziyaret ederek O'nun manevi huzurunun sessizliğinde
gönüller dolusu saygı ve şükran duygularımızı ifade etmiştim. Şimdi de
ölümsüz Atatürk'ün milletine bıraktığı en büyük eser ve armağanı olan Türkiye
Büyük Millet Meclisinden aziz vatandaşlarıma ve onun bütün kalbiyle,
düşünceleriyle ve hizmetleriyle içten bağlı bulunduğu insanlık alemine seslene­
rek "1981 Atatürk Yılını " kutlamalara açıyorum.
Minnet ve şükran duygularının bir ifadesi olarak Ulu önderine ithaf ettiği
bu ilk 100 üncü yıl tüm ulusumuza kutlu olsun. Türklüğe ve insanlığa en güzel
ve muhteşem düşünce ve hizmet örneklerini verebilmiş en büyük Türk
Atatürk'ü Doğumunun lOO'üncü yılında şükranla, sevinçle ve iftiharla anarken·
Türk milleti bu mutluluğu diğer uluslarla da bölüşmektedir. Son 100 yıl içinde
insanlık ailesinin yetiştirdiği en büyük liderler arasında yer alan Atatürk için
bütün dünya milletlerinin yürekten takdir, hayranlık ve saygı duygularıyla bi­
zim heyecanımıza ortak olduklarını görmekten mutluluk duyuyoruz.

1 82
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu UNESCO'nun Genel
Kurulunda oybirliğiyle aldığı bir kararda Atatürk'ün JOO'üncü doğum yılı do­
layısıyla O'nun kişiliğini ve eserlerinin çeşitli yönlerini belirtmek amacıyla
toplantı düzenlenmesi kabul edilmiştir. Bu kararda Atatürk'ün;
- UNESC0'11un çalıştığı tüm alanlarda olağanüstü inkılapçı olduğu belirtil­
miştir.
- Özellikle sömürgecilik ve emperyalizme karşı açılan savaşların ilk lideri
olduğu vurgulanmıştır.
- Dünya milletleri arasında karşılıklı anlayışın ve devamlı barışın değerli
öncüsü bulunduğu gerçeğine önemle işaret edilmiştir.
Nihayet bütün hayatı boyunca insanlar ardsında hiçbir renk, din, ırk ayrımı
gözetuıeyen bir uyum ve işbirliği çağının doğacağına inanmış olmasına da
değinilmiştir.
Hiç şüphe yoktur ki; Atatürk.felsefesi ile d�ünce, davranış ve uygulama­
ları ile insanlık dünyasımn ender yetiştirdiği Komutan, Devlet Adamı ve
İnkılapçılar arasında müstesna bir yer almaktadır.
Sevgili Yurttaşlarım, Değerli Konuklar,
Atatürk, kısa süren yaşamında, eşsiz dehası ve sımrsız azmi ile, milletine
güvenerek ve yalnız ona dayanarak yurdumuzu istiladan kurtarmakla kal­
mamış, aym zamanda onu en ileri uygarlık düzeyine yükseltecek temelleri de
atmıştır.
Türk Ulusu için ye,rıi bir devir açan ve bu devre adını veren Ulu Önder
1905 yılında 24 yaşında genç bir kurmay yüzbaşı olarak ordu saflarına
katıldığında, memleketin o g ünkü kötü g idişini görmüş, bunları
değerlendirmiş ve çareler aramaya başlamıştır. Daha bu genç yaşlarda iken,
farklı kişiliği, kültürü, çalışkanlığı ve enerjisi ile dikkatleri üzerine çekmeye
başlamıştı. Çanakkale Muharebeleri'ndeki başarıları ve Anafartalarda ka­
zandığı efsanevi zafer, asker yönünün dünya çapında da üne ulaşan ilk
pırıltıları olmuştur.
O, Çanakkale Muharebeleri'nden sonra Kafkas, Doğu ve Suriye cephele­
rindeki hizmetleri sonunda bütün yurtta ve dünyadd artık bir kahraman olarak
tanınmış bulunuyordu.
Özellikle istik/dl Savaşımızda yarattığı destanlar, Başkomutan Gazi Musta­
fa Kemal Paşa'nın askeri alandaki dehasının kanıtları olmuştur. Sakarya
Savaşı ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi bu destanlar dizisinin son hal­
kalarıdır.

1 83
Atatürk'e göre zafer başlı başına bir amaç değildir. O şöyle der; " Hiçbir
zafer gaye değildir. 'Zafer ancak kendisinden sonra daha büyük bir gayeyi elde
etmek için gerekli en belli başlı bit vasıtadır. Gaye düşüncedir. 'Zafer birfikrin
elde edilişine yardımı oranında değer kazanır: Bir fikrin elde edilmesine
dayanmayan bir zafer sürekli olamaz. O, boş gqyrettir. Her büyük meydan
muharebesinden, her büyük zaferin kazanılmasından sonra, yeni bir alem
doğmalıdır. Yoksa başlı başına zafer, boşa gitmiş bir gayret olur."
Onun içindir ki, Büyük Taarruzla gerçekleştirilen zafer Türkiye
Cumhuriyetini doğurmuştur.
Atatürk'ün askeri dehası, devlet kuruculuğu, devlet adamlığı ve inkıl(1pçı
yönüyle devam eder. Bu yönleri ile de Atatürk, Komutan Atatürk kadar
ünlüdür. Çağdaş yazarlar ve düşünürler Atatürk'ün devlet adamlığını ve bu
arada O 'nun köklü reformlannı hala incelemekte ve değerlendirmektedirler.
Atatürk'ün meslek olarak askerliği seçmiş olduğu gözönünde tutulacak
olursa, O'nun devlet adamlığı ve inkılapçılığı daha da önem ve değer kazanır,
Atatürk'ü bu alanda hazırlayan ve yetiştiren o dönemdeki ortam ve bu ortamı
hazırlayan sebeplerdir. Osmanlı İmpQratorluğunun son dönemlerinde toplum­
da, devlet kuruluşlarında ve ekonomide meydana gelen büyük çöküş doğal
olarak devleti çok güçsüz bırakmışn. Bu güçsüzlük sosyal hayatta dengesizlik­
lere neden olduğu gibi, siyasal egemenlik anlayışını da sarsmış bulunuyordu.
B u ortam içerisinde çıkış yolu arayanlar ve duruma çare bulmak isteyen
çevreler ve hamiyetli kişiler de vardı. Bunlar da çeşitli düşünce akımlarına
sarılmışlardı. Mustafa Kemal'in gençlik yılları işte Osmanlı İmparator/uğu'nun
bu sarsınınlı döneminde oluşan olaylar arasında geçmiş ve o bu olayların.fikri
·

değerlendirilmesiyle olgunlaşmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu'nun Birinci Dünya Savaşında müttefikleri ile bir­
likte yenilmesi ve siyasal alanda parçalanma tehlikesi ile karşılaşması, bu im­
partorluk içerisindeki ana unsur olan Türklerin bağımsızlık savaşı yapmalarını
zorunlu hale getirmiş ve bu zorunluluk Türk tarihinde "Atatürk Devrimi"
adıyla ortaya çıkan köklü değişiklik hare_ketinin de başlangıcı olmuştu. Bir ta­
raftan dış müstevliye ve diğer taraftan içeride onunla işbirliği yolunu seçen kişi
ve müesseselere karşı sürdürülen Milli Mücadelede, yeni bir Türkiye Devle­
ti'nin kurulmasıyla hukuki ve yasal temellere dayalı bir güvence sağlanmıştır.
Anadolunun ortasında kurulan bu devlet, yeni meclisi ve düzenli ordusuyla
Türk istik/dl Savaşının hem karar vericisi, hem planlayıcısı ve hem de uygu­
layıcısı olmuştur.
Türk İstiklal Savaşı kazanıldıktan sonra Türkiye Cumhuriyetinin ilk Cum­
hurbaşkanı olan Mustafa Kemal'in devlet adamlığı bu yüce vazifeyle değil,

1 84
gerçekte daha önceleri başlamıştı. O, Milli Mücadele içinde askeri harekatla
siyasal sevk ve idareyi birlikte yürütmüştü.
Atatürk'ün devlet adamlığı, O'nun Türkiye'nin sorunlarına eğilmesiyle,
Türk halkının refahına yönelik karar ve uygulamalara başlamasıyla etkinlik ka­
zanmıştı. O'nun en yakın çalışma arkadaşı İnönü "Atatürk'ün askerlik nitelik­
leri gerçekten yüksektir. Siyasi niteliklerinin daha da büyük olduğu görülür.
Bu ikisi birleşince Atatürk'ün kişiliği müstesna bir ölçüye varmış oluyor" der.
Düşmanın denize dökülmesinden sonra, çok çetin müzakereler sonucu im­
zalanan Lozan Barış Antlaşması'nın gerçekleştirilmesi ve kapitülasyonların
kaldırılarak Türk Ulusuna yargıda, siyasette ve ekonomide tam bağımsızlık
kazandırılması incelik isteyen devlet adamlığı haslet/erindendir. Kuşkulu hede­
fler yerine maceradan uzak bir mtumla: "Biz yaşamak ve bağımsızlık isteyen
bir milletiz. Yalnız ve ancak onun için canımızı/eda ederiz" diyen Mustafa Ke­
mal mantığa dayalı ve akılcı bir devlet adamının örneğini vermişti.
Devlet adamlarında bulunması gereken vasıfların en önemlilerinden birisi
de, devlet işlerinin bir plan ve programa göre yürütülmesidir. Atatürk aynı za­
manda plan ve program adamıydı. Türk inkılaplarının başlangıç yıllarında
1 922'de Ankara'da yaptığı bir konuşmada "Çalışmalarımız yıllarca takip ve
tatbik edilecek bir programa dayanmadıkça başarısızlığa mahkUnıdur. Objektif
olduğu kadar milletimizin acil ihtiyaçlarına çare bulacak bir programa dayan­
mayan ıslahat teşebbüsleri, şahsi ve keyfi olmaktan kurtulamaz" diyen
Atatürk, kalkınmanın bir plana göre düzenlenmesini ve halk tarafından benim­
senmesini önemle işaret eder. O, gücünü daima halktan alan bir devlet
adamıydı.
Atatürk, dünyada "Kemalizm", "Atatürkçülük" veya "Türk inkılabı" olarak
tanınmış sosyal ve siyasal hareketi yönlendirmede ortaya yeni ilkeler atmış ve
kaynağını hayat gerçeğinden alan uygulamalarda bulunmuştur. Bu uygulama­
lardan bazıları O'nun sağlığında gerçekleşmiş, bazıları da bir amaç veya hedef
olarak belirtilmiştir. Bunlar "Atatürk ilkeleri" olarak yeni Türkiye devletinin,
Türkiye Cumhuriyetinin temelini oluşmrur.
Türk inkılabının başlangıcında, sürdürülen bağımsızlık savaşıyla Türk yur­
dunun düşman işgali altından kurtarılışını izleyen günlerde Atatürk, bundan
sonra asıl içimizde bulunan düşmanla mücadele edilmesi gerektiğini belirt­
m işti. Bu düşman içimizde, düşünce tarzımızda, tutum ve dav­
ranışlarımızdaydı. Atatürk düşmandan kurtarılmış bir toprak üzerinde, yoksul­
luk ve çaresizlik içerisinde kıvranan bir ulusu çağdaş uluslar düzeyine çıkarıp,
mutlu, zengin ve rahat bir yaşam şekline kavuşturmayı amaçlamıştı. Sosyal
alanda hurafelerle ve gerçek dışı din anlayışıyla geri kalmış sanayiden yoksun,
ekonomisi mahvolmuş bir top/wn, ancak köklü reformlarla değiştirilebilirdi.
1 85
Türk milletinin çağdaş uygarlık düzeyine ulaşabilmesi, onun ilkelen'nde be­
lirtilen hedeflere varılabilmesi ancak inkıldpçı bir ruh ve tutumla
gerçekleştirilebilirdi.
Atatürk'ün koyduğu ilkeler; belli bir l«ılıba sokulmaya veya dondurulmaya
tabi tutulmadan, hayat gerçeğinden alınmış ve zamanın gerçeklerine göre yine
inkılapçı bir anlayışla, kendi yönlerinde geliştirilmesi gereken prensiplerdir.
Ulusal bağımsızlık, ulusal egemenlik, cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık,
devletçilik, laiklik, çağdaşlaşma inkılapçılık gibi ana ilkeler Türk inkılabının te­
melleridir.
Uluslar, dünya ulusları arasında kendilerini, devletler hukukunun verdiği
hak ve yetkiyle, siyasal yön<jen bağımsızlık sahibi olmakla kanıtlarlar. Atatürk
bu durumu, daha 1 919'da Samsun'a çıktığında: "Ulusal egemenliğe dayalı,
kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türkiye devleti kurmak" parolası ile
açıklamış ve bu yolda milleti seferber ederek bunu azimle yerine getirmiştir.
Atatürk'ün milli egemenlik ve halkçılık ilkeleriyle bağlantılı olan
cumhuriyetçilik ilkesi, Türk siyasal hayatında demokrasiye yönelişin ve
hazır/anışın bir işaretidir. Atatürk şöyle der: "Demokrasi ilkesinin en çağdaş ve
en mantıki uygulamasını sağlayan hükümet şekli Cumhuriyettir. "
Atatürk bir milliyetçiydi. Atatürk'ün milliyetçilik anlayışı bencil değildir.
lrkçı değildir. Dağıtıcı değil, toplayıcı ve bütünleştiricidir. O'nun milliyetçiliği,
kaderde, kıvançta, tasada bir olmanın mutluluğundan doğan yepyeni ve
gerçekçi Türk milliyetçiliğidir.
Atatürk'ün halkçılık ilkesini de bu görüş açısından ele almak /(izımdır.
Çünkü O, halkı, ne ulus içinde ayrı ayrı sınıf ve gruplar, ne de, egemen bir
gücün yönettiği kitle olarak kabul etmiştir. Halk, büyük kurtarıcımızın,
"Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına, Türk Ulusu denir" sözü ile be­
lirlediği gibi, ulusumuzun doğrudan doğruya kendisi, sınıfsız ve ayrıcalıksız,
kaynaşmış bir kitle olarak tümüdür. Halkçılık ilkesi de, herşey halk için, halk­
la beraber anlayışı ile bu bütüne yönelik bulunmaktadır.
Atatürk'ün devletçilik ilkesi Türkiye'nin gerçeklerinden esinlenen bir tutu­
mun ifadesi olarak kabul edilebilir. Bu ilke ekonomide Türkiye'nin koşullarına
uygun bir ekonomi politil«ısı olarak anlaşılmalıdır. Türk halkının ihtiyaçlarım
karşılamayı esas alan bu ilkede Atatürk az zamanda milleti refaha, ülkeyi
bayındırlığa götürecek seçmeler yapmış ve sosyal adalete yer vermiştir.
Atatürk, Türk İnkıldbını Mik temeller üzerine oturtmayı amaçlamıştı. Türk
toplumu çağdaş uygarlığa ulaşmak için atılımlar yapmak zorundaydı. Bu ne­
denle laikliği umel ilkeler arasına özenle oturmıuştu. Ldikliğin.düşünce ve tu·
tumda yerleşmesi hem ilericilik hem de demokratik yaşam felsefesine uygun­
dur. Atatürk 1923 '1erde, "Bizim dinimiz en maka/ ve en tabii bir dindir ve
186
ancak bundan dolayıdır ki, son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla,
fenne, bilime, mantığa uygun olması gerekir. Bizim dinimiz, bunlara tamamen
uyar" demiştir.
Atatürk'ün /diklik ilkesinde dinin siyaset aracı olarak kullanılması akıl ve
mantık dışıdır.
Atatürk, inkilapçılık ilkesini de katmaklafelsefesini, bazı dini, siyasi ve fel­
sefi kuramlarda olduğu gibi katı ve dar bir çerçeve içinde kalmaktan kurtarmış,
değişme ve gelişmeyi reddeden tutucu komünizm. faşizm, nazizm gibi rejimle­
rin aksine olumlu ve sosyal yapıya uygun her türlü yeniliğe açık bırakmıştır.
Bununla beraber, bu özelliğinden yararlanarak, O'nu aşırı sağa veya sola
çekebilmek, ilkeleri arasında kurulmuş çok hassas denge dolayısıyla asla
mümkün değildir. Böyle bir girişim, Atatürkçülüğü ya hiç anlamamak veya
bazı basit çıkarları uğnma bilerek saptırmaya çalışmak ve sömürmek olur.
Atatürk, çağdaşlaşmayı Türk bıkıldbının baş amacı olarak ele almıştır. Te­
melsiz tutum ve davranışlardan uzak, rastlantılara yer vermeyen ve yaşam fel­
sefesi bilime ve bilimin uygulaması olan teknolojiye dayanan bu ilke,
çağdaşlaşmanın esası ve özüdür. Türk milleti ancak bu yolla çağdaş uluslar
arasında saygın bir yere sahip olabilir. Atatürk'ün özlemi böyle bir tutumdur.
O, bütün icraatında bilimi öncü ve yol gösterici kabul etmiştir. Türk Milleti için
kurtuluş yolu, geri kalmışlıktan kurtulma ancak bilim ve teknik yolu olabilir.
Atatürk'ü evrenselleştiren en önemli görüş, O'nun insan sevgisi ve insanlık
ülküsüdür. Atatürk milleti ile övünür, ona gurur ve güvenle bakar. Diğer yan­
dan "Bizimle işbirliği eden bütün milletlere saygı ve ilgi gösterileceğini, on­
ların milliyetçiliğinin bütün gereklerinin tanınacağım" ifade ederek "Bizim mil­
liyetçiliğimiz bencilce ve mağrurca bir milliyetçilik değildir" der.
Atatürk dünya insanlığını bir bütün olarak görür ve Türk milletinin varlığı
ve mutluluğu kadar bütün dünya milletlerinin barış içinde mutluluğuna hizmet
etmeye elinden geldiği kadar çalışmıştır.
Sevgili Vatandaşlarım,
Türk Ulusu, yaşamının en büyük talihini, Ulu Önder Atatürk'ü kendisine
bahşeden Tanrı lütfuna borçludur.
Karanlık günlerinin acıları içinde özlemle beklediği aydınlığı O getil"miş;
gelişme ve güçlenmesi için en doğru yolu O göstermiştir.
O'nun uygarlığa açık, pratik ve gerçekçi yapılarıyla, sonsuza kadar uygu­
lanabilme yeteneğine sahip ilkeleri, bizleri bugün de her türlü bunalım ve enge­
li aşarak, zafere ve Atatürk idealine götürecek güçtedir.
Bu nedenledir ki, ulusumuz O 'nun çizdiği yoldan asla ayrılmayacak;
1 87
O 'ndan başkasına inanmayacak, ilkelerini \le eserlerini daima bu azim ve
inançla yaşatacak ve koruyacaktır.
Türk Silahlı Kuvvetleri, ülke bütünlüğünü ve güvenliğini kişisel çıluırlarına
feda etmeye luılkışan bir kısım vatan hainleriyle aldatılmış zavallıların dışında,
tüm ulusumuzun yürekten luıtıldığı ve desteklediği 12 Eylül 1980 Harekatını
da, bu anlayıştan aldığı güçle gerçekleştirmiştir.
Devlet ve yasaların egemenliğini yeniden tesis etmek, anarşi ve terörle etki­
siz hale getirilen demokrasiye ve kurumlarına tekrar işlerlik kazandırmak, ulu­
suna hakkı olan güven ve mutluluğu verebilmekten başka, bir amacı olmayan
bu tarihi görevini de aynı anlayışın bilinci içinde, yalnızca beklenen gaye elde
edilinceye kadar, hiçbir iç ve dış baskıya boyun eğmeden sürdürecektir.
Çünkü gerçek demokrasi, herkesin istediğini yapması değil; halk adına,
halkın mutluluğu için halkın istediği ve güvendiği yönetimin uygulanmasıdır.
Milli Güvenlik Konseyi yönetimi; devletin mevcudiyetinin ve cumhuriyet
yönetiminin gereği olduğu halde, bugüne luıdar yapılmamış iş ve işlerle,
alınmamış önlemleri ve bu maksatla, zaruri görülen yasal düzenlemeleri süratle
tamamlayabilmeye çalışmaktadır. Ülkemiz, yılların birikimi olan aksaklık ve
eksikliklerin, hiçbir çıluır ve yan gözetilmeden giderilmesini müteakip, cumhu­
riyete ve Atatürk ilkelerine sadık bir yönetime devir ve emanet edilecektir.
Atatürk Yılı, bu konuda büyük bir inanç ve heyecanla salfedilmekte olan
çabalara, bu müstesna rastlantı, yeni bir anlam ve ayrı bir güç luıtacak; Türkiye
Cumhuriyetinin geleceğine uzanan hızlı bir luılkınma köprüsü ve yaşamında
yepyeni ve mutlu bir çağın müjdecisi olacaktır.
Türk Ulusu böylece, kökeni nerede olursa olsun, yoluna çıkarılacak tüm
engelleri süratle aŞarak, Yüce Atatürk'ün gösterdiği doğrultuda ilerlemesine
devam ederek çağdaş uygarlık düzeyindeki yerini başarıyla koruyacaktır.
Aziz Vatandaşlarım, Değerli Konuklar,
Atatürk'un Yüzyılında yaşamak mazhariyetine sahip bulunan kuşağımız,
O 'nun ilk yüzüncü doğum yılını da bu mazhariyetin gururu ile kutlamaya
hazırlanmaktadır.
1�81 yılında, o en büyük Türk'ü, bugünün dünyasına anlatmak; ilkelerini,
devrimlerini ve eserlerini tanıtmak üzere. yurt içinde ve dışında yoğun kültür
ve sanat hareketleri sportif temaslar, basın ve yayın faaliyeti planlanmış bulun­
maktadır.
Atatürk Yılı , aynı zamanda , Atatürk sevgisine yönelik ve ülkenin
gelişmesine yararlı birçok bilimselfaaliyet ve yatırımların da başlatıldığı hare-

188
ketti bir yıl olacak ve bundan sonraki yılların atılımlarına, yeni bir hız ve taze
bir kuvvet katacaktır.
Özellikle, gelişme yolunda gerçekleştirilecek bu kararlı ve geniş adımlar,
ülkesi için en büyük emeli "Çağdaş uygarlık düzeyini aşmak" olan ve ulusu
için yüreğinde daima bu sarsılmaz inancı taşımış bulunan Aziz Atatürk'ün ru­
hunu şdd edecek en değerli amıa._ğanlar olacaktır.
O, bugüne kadar her zaman bizlerle oldu, gelişen, kalkman, yükselen
Türkiye'nin gurur ve kıvancmda da yine daima bizlerle olacak ve engin yurt
sevgisinin meşalesi ile yolumuzu aydınlık tutacaktır.
Ülkemiz Atatürk'ün vatanı, toplumumuz Atatürk'ün ulusu olmanın onuru­
nu taşımaktadır. Her atılımda O 'nun ilkeleri, yurdun her köşeşinde O 'nun
eserleri vardır. Bu mazhariyet, varlığımız için her türlü tehdidin karşısınde en
kudretli silahımız; uygarlık yolunda en güvenilir rehberimiz olacaktır.
Yeniden hayat verdiği bu asil ve kahraman Ü/us, O'nu hiçbir zaman ve asla
unutmayacak, eserlerine yenilerini katarak ve ilkelerini amacına götürerek,
kalplerde yanan sevgisini, engin minnet ve şükran duygularıyla sonsuza kadar
yaşatacaktır.
Atatürk'ün doğumwıun Yüzüncü Yılım bütün Tllrk milleti ve tüm in­
sanlıkla beraber kutlarken, O'nu geçmişten geleceğe uzanan iftihar ve şükran
duyguları ile, bugünün sevinç ve heyecam içinde ve nihayet yarınlar için bes­
lediğimiz ümit ve güven hisleriyle anıyoruz. Türk milleti olarak sonsuzluğa
doğru akıp gidecek yüzyıllar boyunca ülkemizi ve milletimizi gittikçe daha
güçlü, daha mutlu ve O'nun ülkü ve inançlarına layık olabilme şartları içinde
görmenin, eserlerini ebediyen yaşatmanın sarsılmaz azim ve kararı içindeyiz.
Atatürk Yılının, ülkemize ve dünyaya barış ve mutluluk getirmesini tekrar
dilerken, Aziz ve Ulu Önderimizin manevi huzurunda saygı ile eğilir, hepinizi
sevgi ile selamlarım.
Konuşmamın sonunda da sürekli alkışlar duyuldu. Mecliste yapılan tören
burada son buluyordu.
Bilahare saat 1 2.00'de Meclis önüne konulacak olan Atatürk anıtının teme­
lini attım. Bu anıt, Genelkunnay Başkanlığım zamanında Türkiye Büyük Mil­
let Meclisi Başkanı Cahit Karakaş'ın başkanlığında teşekkül eden ve benim de
üye olduğum bir jüri tarafından seçilmişti. O tarihte ben başka bir anıtı
beğenmiş ve onun seçilmesini arzu etmiştim ama. çoğunluk bu anıtı
beğenmişti.
Temel attığım yeri de beğenmedim. Meclis duvarlarından birinin önüne
konmuş ve adeta bir kenara itilmiş manzara gösteriyordu.
Ben en uygun yer olarak Meclis merdivenlerinden indikten sonra Emniyet
1 89
Genel Müdürlüğü binasına doğru giderken bahçenin ortasına isabet eden bir
yeri düşünüyordum. Emir versem orası olacaktı. Konsey Üyesi arkadaşlarım
da aynı düşüncedeydiler. Fakat şimdi temelini attığımız yeri bir jüri seçmiş; ile­
ride "Efendim, 12 Eylül döneminde bir askeri idare geldi. Bu anıun yeri şurası
olması gerekirken bir emirle buraya koydular. Ne olacak asker kafası bu işten
bu kadar anlar" derler. Onun için karışmayalım dedim ve seçilen yere temeli
attım.

Aynı gün Opera Binasında sanat şöleni vardı. Kızım Miray'ı alarak oraya
gittim. Davetliler arasında İnönü'nün eşi Mevhibe İnönü de vardı. Şeref lo­
casındaki yerimde Mevhibe hanımı da yanıma aldım. Yanımızdaki locada Celal
Bayar'la Cevdet Sunay bulunuyorlardı.

Dışişleri Bakanı İlter Türkmen, Kültür Bakanı Cihat Baban'ın yaptıkları


konuşmaları müteakip Türk sanauna uzun yıllar himıet vermiş olan Bedia Mu­
vahhit, Vasfı Rıza Zobu, Adnan Saygun, Necil Kazım Ak.ses, Cemal Reşit
Rey, Eşref Üren, Cevat Dereli, Zühtü Mürüdoğlu, İsmet Hikmet Koyunoğlu
ve Münir Nurettin Selçuk'a Atatürk Plaketi ödüllerini verdim ve özetle şu
konuşmayı yaptım:

Değerli Konuklar,
Türk sanatının müzik dalını biraz önce hep birlikte dinledik, seyrettik.
Nereden başlayıp nereye gelciiğimizi herhalde daha iyi anladık. Ve öyle zanne­
diyorum ki, sizlerin de göğüsleri benim gibi iftiharla kabardı. 50 senelik bir
maziye sahip Cumhuriyet dönemi Türk sanatı, yine Atatürk'ün önderliğiyle ve
Atatürk'ün teşvikiyle 1930'larda başlatıldı ve bu seviyeye geldi.
Hepimiz hatırlarız, çocukluk çağlarımızda resim yapmak, müzik dinlemek
veya bir müzik aleti çalmak günah kabul edilirdi. Bunları yıkan ve Türk
Milletinin hasletinde mevcut güzfl sanatlara karşı olan o kabiliyeti keşfederek,
bu sanatkfirların elinden tutan yine Atatürk'tü.
Atatürk devrinden sonra biz, maalesef sanatkarların ellerinden tutamadık.
Bu da bizim kabahatimiz....
Burada huzurlarınızda bulunan müzik, tiyatro, resim, heykel ve mimari dal­
larındaki arkadaşlarımızı, Türk sanat ve kültürünü bütün dünyaya tanıtan diğer
değerli arkadaşlarımızın da birer temsilcisi olarak kabul ediyorum. Bu arka­
daşlarınuı kadar değerli, daha birçok sanatkar arkadaşlarımız mevcuttur. Onla­
ra da gönlümüz armağanlar verilmesini arzu ederdi. Ama şimdilik, yalnız bu
değerli arkadaşlarımıza, bu armağanları sunmakla iktifa edeceğiz.
Ben bütün sanatkar-arkadaş/anma sesleniyorum: Bu değerli sanatkar arka­
daşlarımızın şahsında hepinizi tebrik ediyor, sizleri, görevlerinizin kutsiyeti ve
Türk Milletine yaptığımı büyük hizmetler dolayısıyla takdirle anıyorum.
190
Bu armaganlar sunulacağı zaman, bana, "Nerede vereceksiniz? " diye sor­
dular. Ve bir Devlet Başkanını11 sahneye çıkarak bu armağanları vermesinin
doğru olmadığını söyleyenler çıktı. Ben kendilerine aynen şunu dedim: "Ben
Türk sanatma, Türk kültürüne bu kadar emek vermiş, yurtta ve dünyqda bizi
tanıtmak için senelerce didinmiş bu değerli arkadaşlarımızın ayağına giderim.
Bu beni küçülmıez, bu beni yüceltir. Gerekirse ben onların ellerini de öperim.
Şimdi, bütün Türk milleti adma, Atatürk'ün JOO'üncü dogum yıldö11ümü
vesilesiyle hazırladığımız şu küçük a1mağa11ları, Layık olmamakla beraber, bi­
rer hatıra olarak kendilerine burada takdim ediyorum. Amıağanları vermekten
de ayrıca büyük bir zevk duyduğumu belirtmek istiyorum.
Bu konuşmayı yaparken, "Ben Türk sanatına, Türk kültürüne bu kadar
emek vermiş, yurtta ve dünyada bizi tanıtmak için senelerce didi11miş bu
değerli arkadaşlarımızuı ayagma giderim. Bu beni küçültmez, yüceltir"
cümlesini söylediğimde salonda bir alkıştır koptu. Dinleyicilerin de hoşuna
gittiği belli idi. Ben bu sözleri hoşa gitsin diye söylememiştim. Hakikateq.
böyle düşünüyordum. Bu düşüncemi de samimi olarak ifade etmiştim.
Akşam saat 20.00'de Çankaya Köşkünde bir resmi kabul düzenlemiştim.
Oraya da bir hayli davetli geldi. Bu arada Celal Bayar'la Cevdet Sunay da gel­
diler. Fahri Korutürk hastalığı dolayısıyla gelemedi.
Resmi kabul süresince davetlilerle bir müddet ilgilendikten sonra küçük bir
odada Konsey Üyeleri, Celal Bayar ve Cevdet Sunay'la bir aralık sohbet enik.
Bu sohbet sırasında Celal Bayar'ın hafızasının hfila yerinde oluşuna hayret et­
tim. Zira o da 99 yaşına gelmişti. Kendisinin bu törenlere davet edilmesinden
son derece mutlu olduğu görülüyordu.
Bugün Avrupa Parlamentosunca görevlendirilen Ludwig Steiner
Türkiye'ye geldi. Hatırlarıacağı üzere Aralık ayı başlarında Avrupa Parlamen­
tosuna Türkiye aleyhine bir rapor sunulmuş fakat bu rapor kabul edilmeyerek,
Aralık ayı sonunda bir heyetin Türkiye'ye gönderilmesi karan alınmıştı. İşte
Steiner bu heyetin başı idi. Bugün Başbakarı Bülend Ulusu ve Dışişleri Ba­
kanı İlter Türkmen ile görüştü. Adet olduğu üzere yarın da Süleyrnarı Demirel
ve Bülent Ecevit'le görüşecek.
Bu çeşit görüşmeler, gelmeler gitmeler hiç bitmeyecek. Avrupa Parlamen­
tosuna bir iş çıktı. Hemen hemen her toplanusında Türkiye konusu gündeme
gelecek.

191
6 OCAK SALI

Dün yapılan Atatürk Yılının açılış törenine 67 ilimizin temsilcileri de


katılmışlardı. Bu gün bu temsilcileri Çankaya Köşkünde kabul
- ederek kendile-
rine kısa bir hitapta bulwıdum.
Bugün Gülhane Askeri Tıp Fakültesi_nin açılışı ve 1980- 1 98 1 Öğretim ve
Eğitim Yılına başlaması dolayısıyla Gülhane'de yapılan törene katıldım.
Böylece artık Silahlı Kuvvetlerimizin tabip ihtiyacı bu fakülteden karşılanacak
ve büyük bir boşluk giderilmiş olacaktı.

9 0CAK CUMA

Avrupa Parlamentosu Siyasi Komisyon raportörü Steiner bugün


Türkiye'den ayrılırken, "Türkiye Avrupa Komisyonunun çok önemli bir
üyesidir. Daha önce, Milli Güvenlik Konseyi tarafından açıklanmış olan hu­
suslar hükümet tarafından bana tekrar edilmiştir. Bu da Türkiye'nin demokra­
siye dönüşten başka bir yolu olmadığını ifade etmektedir" şeklinde bir beyanat
vermiş.
Aynca Steiner ve beraberinde gelen İspanyol parlamenter Louis Barnevevo
Tercüman gazetesi sahibi Kemal Ilıcak ve kansı Nazlı Ilıcak'ın evlerinde ver­
diği akşam yemeğine de katılmış; yemekte bu iki Parlamento Siyasi Komisyon
üyesinin söyledikleri gazetenin 10 Ocak tarihli nüshasında yer aldı. Şöyle
demişler.
"Türkiye'de temaslarda bulunduğum herkes 1 2 Eylül Harekatı için- mutla­
ka yapılmalıydı - dediler.
Steiner 13 Ocak'ta komisyona sunacağı raporunda bu hususu önemle belir­
teceğini, ancak demokrasiye geçiş konusunda bir takvimin gerekli olduğuna da
işaret edeceğini söylemiş ve önümüzdeki birkaç ay içindikesin tarihleri sergil­
emese de bir gündem veren demokrasiye geçiş işaretlerini alacağımızı umuyo­
ruz. " demiş ve ilave etmiş, "Türkiye'den çok iyi intibalarla ayrılıyorum.
Türkiye'nin demokrasiye geçeceğine kesinlikle inanıyorum."
İspanyol parlamenter ise, "Steiner'in söylediklerine katıldığını,
Türkiye'deki ordunun diğer ülkelerin ordularına hiç benzemediğini, demokra­
tik geleneklere bağlı olduğunu" söylemiş.
Bakalım bunların verecekleri rapor nasıl olacak ve Siyasi Komisyon ne
karar verecek?

192
Aslında biz bu gibi gelip gidenlerin verecekleri raporlarla kendimizi .bağlı
hissetmiyorduk. Yeter ki Türkiye'nin geçirdiği korkunç dönemi kavrayabilsin­
ler. Bu gelenlerin çoğunluğu durumun fecaatini kavradı fakat bir kısmı kavra­
mak istemediğinden kavramadı.

12 Eylül Harekatını tasvip etmemesi gerekenlerin başında Celal Bayar'ın


gelmesi gerekirdi. Zira bir askeri darbe ile Cumhurbaşkanlığından indirilmiş,
aylan�a hapishanede kalmış. Ölüme mahk.Om edilmiş, sonradan affa uğramış
bir kişi. O bile bakın ne demiş:

"Askeri harekdtları prensip itibariyle tasvip edemem. Ancak 12 Eylül Ha­


rekdtı mecburi idi. Başka bir çere yoktu. Yönetimi çok iyi niyetli olarak
görüyorum. Çalışmalarını ciddi, haysiyetli, iyi niyetli olarak değerlendiri­
yorum. 27 Mayıs ile 12 Eylül'ü mukayese etmem imkdnsız. 27 Mayıs bir cun­
ta harekdtıydı ve işin içinde başka/aktörler vardı. Cumhuriyet Halk Partisinin
o dönemde bazı teşvik ve tahriklerini görmemek imkdnsız. İyi niyetli askerleri
tenzih ederim ama, Cumhuriyet Halk Partisi böyle bir harekete sempati ile ba­
kan davranışlarda bulundu. Ayrıca çeşitli cumalarla da işbirliği yapıldı. 12
Eylül'de durum böyle değil. Burada amaç memleketi içine düştüğü çı/anazdan
kurtarmak. "
Celal Bayar bu görüşünü Süleyman Demirel, Ahmet İhsan Kınmlı ve bir­
takım Adalet Partisinin eski milletvekillerinin onuruna verdikleri yemek
sırasında söylemiş.

11 OCAK PAZAR

Aşağı yukarı her gün çeşitli terör örgütlerinden yakalamalar olduğunu


yazmıştım. Onun için her gün bu konuda gerçekleştirilen operasyonlardan sık
sık bahsetmiyorum. Nitekim bugün de Ankara emniyet güçlerinin uzun za­
mandan beri takip alunda tuttukları DEV-YOL örgütüne mensup 204 azılı mili­
tan ele geçirildiğini öğrendik. Bunlar bugüne kadar 4'il polis olmak üzere 25
vatandaşı öldürmüşler.

YapLl.an tetkik sonucu bunlardan çoğunun 1974'te çıkarılan af kanunundan


yararlananlar olduğu anlaşıldı. Bu militanlar çeşitli kuruluşlara sızmışlar. Bu
arada devlet tiyatrolarına, Hacettepe hastanesine, Orta Doğu Teknik
Üniversitesine sızdıkları öğrenildi. İçlerinde odun deposu, paıfümeri mağazası
gibi yerlerin de bulunduğu 22 işyerini işlettikleri ve buradan sağladıkları gelir­
leri örgüte verdikleri ortaya çıktı. Tabii yakalanan bu teröristlerle birlikte çok
miktarda makinalı tabanca, tabanca, tüfek, mermi ve patlayıcı madde de ele

193
geçirildi. Bu operasyonlarla DEV- YOL örgütüne büyük bir darbe vurulmuş
olduğu muhakkak..

12 OCAK PAZARTESİ

Resmi davetlim olan Pakistan Cumhurbaşkanı Ziya Ül Hak bugün saat


14.00'te özel bir uçakla Ankara'ya geldi. Havaalanında kızım Miray'la,
General ve Bayan Ziya Ül Hak'ı karşıladım. Akşam onuruna Köşkte bir
akşam yemeği verdim. Resmi görüşmeler yarın yapılacak.
Ziya Ül Hak ile ilk defa karşılaşıyorum. Türk dostu, saygılı, zeki ve mem­
leketini seven bir kişi. Dinine çok düşkün, namaz vakitlerine dahi dikkat
ediyoruz. Anıtkabir'de Atatürk'ün kabrini ziyarette ellerini açarak Fatiha oku­
du. Aldığım bilgiye göre teğmenliğinden beri böyle imiş. Sonradan dindar
olma değil.

13 0CAK SALI

Pakistan Devlet Başkanı Ziya ÜI Hak ile resmi görüşmelerimiz bugün sa­
bah Çankaya Köşkünde_ başladı. Heyetlerin de katıldığı bu toplantı iki saatten
fazla devam etti.
Aramızda cemyan eden görüşmeler özet olarak aşağıdaki gibi oldu:
Usulden olduğu üzere, evveıa ben Ziya Ül Hak'a gerçekleştirdiği bu
ziyaretten duyduğumuz memnuniyeti dile getirip hoşgeldiniz dedikten sonra,
bu gibi görüşmelerde ilk sözü misafire bırakmak gelenek haline geldiğinden

ben de sözü kendisine bıraktım.


Ziya Ül Hak; Hindistan toplumu içersinde bulunulan dönemden
başlayarak, Pakistan'ın Cinnah'ın liderliğinde başlatılan bağımsızlık
mücadelesini kısaca izah etti ve Pakistan'ın bağımsızlığını kazanmasından Hin­
distan'ın rahatsızlık duyduğunu, bu memnuniyetsizliğini günümüze kadar
sürdürdüğünü, Hindistan'la aralarında cereyan eden bazı arzu edilmeyen olay­
ların temelinde bunun yatbğını dile getirdi.
B iHihare Afganistan'ın durumuna değindi. Bu milletin tari.h boyunca
bağımsız yaşadığını, Rusya'nın Afganistan'ı ele geçirinek için uzun yıllar
çalıştığını, nihayet bu fırsatı 1979 yılında Afganistan'daki yönetimin Babrak
Kannal'ın eline geçisini müteakip yakaladığını, Sovyetlerin 80.000 askerle Af-
194
ganistan'ı işgal ettiğini, o zamana kadar Afganistanla iyi olan ilişkilerinin bu
işgalle birlikte bozulduğunu, birbuçuk milyona varan Afgan mültecisinin
Pakistan'a sığındığını, bu kadar mülteciyi banndumak, iaşe etmek külfeti ile
karşı karşıya bulunduğunu, Sovyet işgalinin sona erdirilmesi için İslam Kon­
feransı Örgütü'nün ve B irleşmiş Milletler Genel Sekreterliğinin bugüne kadar
sürdürdükleri çabaların müspet bir neticeye ulaşmadığını, birbuçuk milyon
mülteciyi kabul etmemizin Afganistan ve Sovyetlcr tarafından iyi bir hareket
olarak görülmediğini, halbuki sırf insani gayelerle bunları kabul etmek zorun­
da kaldığım, Afganistan probleminin daha uzun seneler Pakistan'ı rahatsız
edeceğini düşündüğünü geniş bir şekilde anlattı.
Arkasından İran-Irak savaşına geçti. Bu savaş başladıktan bir hafta sonra
27 Eylül tarihinde Tahran'a gittiğini, fakat İran yetkililerinin bu ziyaretini tuhaf
bir ziyaret olarak karşıladıklarını, savaşı sona erdirme veya hiç olmazsa kısa
süreli bir ateşkes teklifini reddettiklerini, o tarihte İran'da bir otorite boşluğu
gördüğünü, arabuluculuk teklifini de kabul etmediklerini, İran'ın uzun süreli
bir savaşa hazırlanma çabası içinde gördüğünü anlatn.
Tahran'dan sonra Bağdat'a da gittiğini, orada da benzer bir hava ile
karşılaştığını, Saddam Hüseyin'in İran'ın mezhep farklılıklarını istismar ede­
rek İran rejimini devirmeyi amaçladığını, bu amacı gerçekleştirmek için
sınırlarına tecavüz ettiğini, 1 980 Nisan ayından beri sımr birliklerini topçu
ateşine tuttuğunu ve 1975 anlaşmasına göre lrak'a ait olması gereken bölgeyi
vermemekte direndiğini, Irak'ı ateşkes konusunda daha esnek bulduğunu, an­
ladığı kadarıyla lrak'ın 1975 anlaşmasını zorla imza ettiğini, şimdi bundan
kurtulmak istediğini, Irak'ın da İran gibi uzun sürecek bir savaşa
hazırlandığını, Arap ülkelerinin çoğunun Irak'ı desteklediklerini dile getirdik­
ten sonra; Pakistan'ın Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkilerine geçti.
Bu konuda şunları söyledi:
"Amerika Birleşi.k Devletleri ile ilişkilerimiz öteden beri iyi olmuştur. Arada
birtakım görüş ayrılıkları elbette olmuştur. Hatta bizi haya{ kırıklığına
uğratacak durumlar da ortaya çılanıştır. Buna rağmen iki ülke ilişkilerinin dai­
ma dostane olduğunu belirtmeliyim. Yalnız Amerika Birleşik Devletlerinin bu
dostluğunun bizim açımızdan güvenirliliği daima meçhul kalmıştır.
Sovyetler Birliği Afganistan'ı işgal edince, çıkarlarımızın merdiven/eşmesi
nedeniyle, bu güvenir/iliğe bir açıklık kazandırmak istedik. Amerikan idaresi­
nin ortaya çıkan bu yeni durum karşısında bize askeri satış programından
(FMS) 200 milyon dolar teklif etmesini tuhaf karşıladık. Böyle bir miktar
yardımı kabul edemezdik. Bu miktar hiçbir işimize yaramayacağı gibi, ayrıca
kapı komşumuz haline gelen Sovyetler'in de husumetini celp etmemize sebep
olacaktı. Birleşmiş Milletler Toplantısı vesilesiyle Amerika Birleşik Devletle-

195
rinde iken Başkan Carter ile görüştüm. Pakistan'ın stratejik konumunu izaha
çalıştım. Sonunda bizim konumumuzun önemi hakkında ABD yönetiminin bi­
zimle aynı düşünceye sahip olmadıklarını gördüm. Yeni ABD yönetiminin Pa­
kistan'a atfe«iği önem hakkuıda hiçbir bilgimiz yok. Şu anda belli olan yegane
husus, yeni ABD yönetiminin Sovyetler'e karşı daha kararlı bir politika izle­
yeceğidir. "
SovyeUerle olan ilişkileri konusunda da Ziya ÜI Hak özetle şu hususları
dile getirdi:
"Hi11distan'la çok iyi ilişkiler içinde buluna11 Sovyetler Birliği'nin asıl
amacı; bize baskı yaparak, Pakistan'ın tutumunu yumuşatmasını ve Sovyet ta­
raftarı bir politika izlemesini sağlamaktır. Bütün islam dünyası, Türkiye ve
Çin ile çok iyi ilişkilerimiz nedeniyle, Sovyetler'in bu amaçlarına
ulaşamayacaklarını söyleyebilirim. Bu çerçevede lslam dünyasının durumu
büyük önem taşıyor. İslam alemi sahip bulunduğu büyük mali, enerji, insan
ve yetenek kaynaklarını en iyi biçimde değerlendirerek dünya politikasmda
daha çok söz sahibi olabilmelidir.
Biz, Pakistan olarak, Türkiye ile aramızda mevcut dostluk ve kardeşlik
ilişkilerinden daima iftihar duymaktayız. Zor günlerimizde Türkiye'nin bize
sağlamış olduğu destek için minnet hislerimiz sonsuzdur. Arzumuz ikili
ilişkilerimizi en yüksek düzeye getirmektir. "
Ziya Ül Hak'm konuşması burada son bulmuştu. Ben sözü tekrar aldım ve
özetle şunları söyledim:
"Değerli dostum ve kardeşim Ziya Ül Hak'ın verdiği bu etraflı ve samimi
açıklamalara teşekkür ederek söze başladıktan sonra; Türkiye ile Paksitan'ın
bölgelerinde uyguladıkları politikalar bakımından bir değişiklik görmediğimi,
her iki ülkenin de aynı görüşlere sahip olduklarını, Afganistan işgalini anında
kınadığımızı, Amerika Birleşik Devletlerinin bölgede uyguladığı yanlış politika
yüzünden Afganistan'ın Sovyet işgaline sebep olduğunu, ben bu yanlış politi­
kayı gerek CENTO dağıldıktan sonra ve özellikle 12 Eylül'den sonra
görüştüğüm ABD ilgililerine açıkça anlatmaya çalıştığımı, Amerika Birleşik
Devletleri'mn Pakistan'a bakış açılarının hatalı olduğunu, kdfi yardım ve des­
tek sağlamadıklarını da ifade e«iğimi, Afganistan işgalinden sonra şimdiye ka­
dar uyguladıkları yanlış politikadan uyanmış olacaklarını ümit ettiğimi, bütün
çabamızın Afanistan'ın Sovyet işgalinden kurtarılması yönünde olduğunu, an­
cak bunda muvaffak olunacağını zannetmediğimi, Sovyetler'in amkları adımı
geri alacaklarına ihtimal vermediğimi, bu işgalin arkasından başka adımların
gelebileceğinden kuşku duyduğumu, Sovyetler'in daima uzun vadeli politika
izlediklerinin unutulmaması gerektiğini" ifade ettikten sonra, İran'daki durum
hakkında da şu görüşleri ileri sürdüm:

1 96
"lran ke11di iç meselesi yüzünden Afganistan'daki durumun vahametini
görüp çere arayabilecek durumda değil. Bugün için İran'da duruma kimin ha­
kim olduğu belli değil. Ortada bir otorite boşluğu görülüyor. İran-Irak
savaşını11 durdurulması hususu11da Ekse/{ifıs/aruıın girişimlerini takdirle
karşıladık. Bu iyiniyetle yapılan arabu/uculuk girişimi ıarafiarca maalesefyete­
rince değerlendirilemedi. Bu konuda bizim de bazı teşebbüslerimiz oldu. Fakat
İran 'dan henüz bir cevap alabilmiş değiliz. Bunu otorite boşluğuna
bağlıyoruz. Bizim müşahadelerinıiz; lrak'ın daha yumuşak, İran'ın ise katı bir
tutum içerisinde oldukları merkezindedir. Her iki ülkeyi yıpratıp zayıf düşüren
bu savaşın, bizim için olduğu kadar Pakistan ve bölge için de iyi bir sonuç
vermeyeceğini biliyoruz. Sovyetler'in İran hududunda bulundurdukları birlik­
lerinin hazırlık durumlarını artırdıklarını da biliyoruz. Şu anda doğrudan bir
işgal hareketinden çekinecekleri akla gelirse de, çıkacak birfırsattan da derhal
yararlanacaklarına muhakkak gözü ile bakılabilir. ABD veya Sovyetler Bir­
liğinden biri11in atacakları yanlış bir adım, bu iki süper gücü karşı karşıya ge­
tirebilecektir."
İran-Irak savaşına bu kadarla değindikten sonra Ziya Ül Hak'ın
konuşmasında değindiği diğer konular hakkındaki göıii şlerimi aşağıdaki
şekilde belirttim :

"İslam Zirv( Konferansından iyi neticeler alınmasını biz de ümit etmek is­
tiyoruz.
Yeni ABD yönetiminin, Pakistan ve orta doğuyu da içine alan bu
bölgedeki tutumu bizim için de henüz açık değil. Benim ihtibaıma göre, yeni
ABD yönetimi Sovyetler'e karşı daha kuvvetli olma prensibinden hareket ede­
cektir. ABD Dışişleri Bakanlığına getirilen General Haig'in tutumunu bilirim.
Daima NATO ülkelerinin daha çok kuvvetlenmesi gerektiğini savunmuştur.
Bölgede ABD'nin yapmış olduğu hatalardan bahsettiğim kişilerden biri olan
General Haig, Pakistan'da ABD'nin işlediği hataları kabul etmişti. Ümit ederiz
ki şimdi bölgeye gerekli önemi verirler. "
Bu konuların arkasından ikili ilişkilerimizin geliştirilmesi için yapmamız
gereken işlere, Silahlı Kuvvetlerimiz arasında mevcut işbirliğimizi daha da
geliştirmemiz gerektiğine ve diğer konulara değindikten sonra, Yunanistan'la
olan ilişkilerimizi ve Kıbrıs konusunu izah ettim . Böylece göıiişmelerimiz ta­
mamlanmış oldu.

197
14 OCAK ÇARŞAMBA

Pakistan Devlet Başkanı Ziya Ül Hak'ı bugün İstanbul'a uğurladım. Ken­


disi İstanbul'un tarihi ve turistik yerlerini gezdikten sonra yarın sabah
Türkiye'den ayrılacak.
Türkiye'nin 1 2 Eylül'den beri anarşi ve terörle mücadelede sağladığı başarı
ve uyguladığı ekonomik politika, uluslararası alanda dikkatleri üzerine
çekmeye başladı. Bu yüzden, dış ülke temsilcilerinin biri gelip biri gidiyor.
Ziy Ül Hak Ankara'da İken Romanya Ağır Sanayi Bakanı İoan Avram gel­
mişti. Romanya Cumhurbaşkanı Çavuşesku'dan bana yazılı bir mesaj getir­
diğini söylemişlerdi. Bugün onu kabul ettim. Gerek mesajda yazılı olanlardan
ve gerekse Bakarım söylediklerinden, Türkiye ile olan ilişkilerini her alanda
geliştirmek istedikleri, petrol arama, yeni yatırım alanlarında Türkiye ile
işbirliği yapabilecekleri; ticari ilişkilerini yıllık 500 milyon dolara çıkarmak is­
tedikleri anlaşılıyordu. Kendisine bu konular üzerindeki görüşlerimizi an­
lattım. Bizim de Romanya ile olan ilişkilerimizin geliştirilmesini arzu
ettiğimizi, ileri sürdükleri teklifleri inceleyeceğimizi söyledim.·
Yarın bir yurt gezisine çıkmayı kararlaştırdım. Bu gezide Konya'dan başla­
yacağım ve sıras.yla Adana, Hatay, Kahramanmaraş, Gaziantep illerine
uğrayacağım. Gideceğim her ilde halka hitap edip bazı düşüncelerimizi açıkla­
mak suretiyle aydınlığa kavuşturulması gereken hususları aydınlatacağım.
Özellikle Kurucu Meclisin ne zaman kurulacağı, nasıl teşekkül ettirileceği ve
fonksiyonunun ne olacağı gibi hususlara değineceğim.
Kurucu Meclis hakkında kafamda fikir oluşmuş ve Konsey Üyesi arka­
daşlar ve diğer ilgililerle konuşarak onlara da bu fikrimi kabul ettirmiştim. Bu
meclisin 30 Ağustos'tan evvel kurulmasını mümkün görmüyor, 29 Ekim'den
sonraya bırakılmasını da düşünmüyordum. Bakanlar Kurulu teşkili sırasında
yaptığım hataya tekrar düşmek istemiyordum. Onun için iki ay gibi bir süre
bırakarak bu süre içerisinde kurulabileceğini açıklamak istiyordum. Bu ,meclise
seçileceklerin nasıl seçileceği hususunda da kafamda bazı fikirler vardı. Ancak
ona şimdilik değinmemeyi uygun buldum. Zira onun üzerinde daha
çalışmamız gerekiyordu.

198
15 OCAK PERŞEMBE

Bugün Konsey Üyesi arkadaşlarla birlikte uçakla Konya'ya gittik. Hava


alanından hükümet meydanına gelinceye kadar yolun her iki tarafında
toplanmış halk, evlerin ve apartmanların pencere ve balkonlarını doldunnuş
halk büyük tezahüratta bulunuyordu. Çeşitli kurbanlar kesildiğini gördüm. Ne
kadar olduğunu bilmiyorum, 30'a yakın olduğunu tahmin ediyorum.
Konya gibi tutucu ve dini çevrelerin fazla olduğu bir şehirde böyle candan
bir karşılama beni biraz da şaşırttı. Gerçi tutucu diye ismi çıkmıştır Kon­
ya'nın, aslında bu tutuculuk muayyen bazı ilçeler ve köyleri ile şehirde az bir
zümreyi kapsar. Bunu biliyorum. Ama yine de bu kadar kalabalığı bu kış
mevsiminde beklemiyordwn.
Bu durum da gösteriyor ki, halk yapılan müdahaleyi candan destekliyor.
Eğer desteklememiş olsaydı; sokaklara dökülüp kadını, kızı, erkeği, yaşlısı,
genci ile içten gözlerinin içi gülerek bizi karşılamaz, otomobilime kucak dolu­
su çiçek atmazlardı.
İşte bu kalabalık arasında vilayet binasına geldik. Burada da bütün alanın
dolmuş olduğunu gördük. Validen il hakkında gerekli bilgiyi aldıktan sonra
vilayet önündeki meydarıı doldurarı halka hitaben bir konuşma yaptım. Bu
konuşmanın bazı kısımlarını buraya almak istiyorum.
Aziz vatandaşlarım, daima ileriye bakarsak adımlarınuz ileriye doğru gider,
geriye bakarsak adımlarımız geri geri gider. 1300 sene, 1400 sene evvelki
kaidelerle artık bu zamanın milletleri idare edilemez. Onun için dinin devlet
işlerinden ayrılmasını Atatürk koymuş ve herkesi dininde serbest bırakmış,
ibadetinde serbest bırakmış, din adamının muhterem olduğunu söylemiş.
Hakikaten öyledir, ama din işleri devlet işleriyle karışırsa o zaman bu asırda bu
medeniyet asrında, bu ilim asrında, bu milleti idare edemeyiz. Biz din adam­
larına daima hürmetkarız ve onlardan dini bilgiler alırız. Ama o muhterem din
adamlarımızdan da rica ediyoruz, devlet idaresine karışmasınlar. Bizim dini­
miz düşmanlığı değil kardeşliği emreder. Kötülüğü değil iyiliği ön planda tu�
tar. Bu asırda cihad olamaz. O devirler geride kaldı. Ehli salip seferleri çok
gerilerde kaldı. Bu devirde ehli salip seferleri mi ilan edelim?
Anarşi ve terörle macadelede çok mesafe aldık. Ama henüz tam kökünü
kazıyamadık. Fakaimerak etmeyin bunların kökünü çok yakında kazıyacağız.
Şuna inanınız ki, bu memlekete, bu vatana komünizmi de faşizmi de soktur-

199
mayacağız. Bölücülerin ve dinimizi istismar edenlerin yapmak istediklerine
müsaade etmeyeceğiz. Atatürk'ün ilkelerini tekrar yerine oturtacağız.
Şimdi kıymetli hemşehrilerim, sayın Konyalılar, burada ilk defa bütün mil­
lete bir hususu açıklayacağım. Bu açıklamayı Konya'ya bıraktım. İlk gel­
diğimiz günden beri dedik ld, "Biz bu bozuklukları düzelttikten sonra gi­
deceğiz. Demokratik sisteme döneceğiz. " Ve kendilerine bir plan verdik.
Evvela anarşiyle mücadele edeceğiz. Ondan sonra Kurucu Meclisi kuracağız.
Kurucu Mecliste yeni Anayasa, Seçim Kanunu, Partiler Kanunu gibi önemli
kanunları çıkartacağız ve bir daha memleketin bu hale düşmemesi için
çıkarılması lazım gelen bütün kanunları çıkartacağız, ondan sonra Atatürk il­
kelerine bağlı bir yönetime devredeceği7" dedik. Bu söz asker sözü, namus
sözü. Şimdi Kurucu Meclis ne zaman kurulacak? Kurucu Meclis 30 Ağustos
ile 29 Ekim tarihi arasındaki bir tarihte kurulacak. Ancak kurulurken şunu da
söyleyeceğim: Milli Güvenlik Konseyi, benzetme yapabilirsem, şöyle ya­
payım, Senatonun vazifesini görecek. Kurucu Meclisten çıka.11 kanunlar bize
g elecek, biz eğer onu değiştirirsek, değişiklik şekliyle yürürlüğe girecek, es­
kiden olduğu gibi tekrar meclise gidip, tekrar gelme yok. Meclisin ka.bul ettiği
kanunu biz aynen kabul edersek, kanunlaşdcak. E!,er bazı yerlerini
de!,iştirirsek, o değişiklik luıliyle yayınlanacak. Sorup duruyorlardı, işte bura­
da açıklıyorum, büyük bir mani çıkmazsa 30 Ağustos'la 29 Ekim arasındaki
bir tarihte Kurucu Meclis kurulacak. B unun kanunlarının hazırlığı
içerisindeyiz. Ve yine şunu söyleyeyim, bu Kurucu Meclise partili olarak, par­
tilerden kimseyi almayacağız.
Kurucu Meclisten sonra normal düzene, parlamenter demokratik sisteme
döndükten sonra da Türkiye'nin kaderi; memleketi bu hale getirenlere tekrar
teslim edilmeyecek. Bunu şunun için söylüyorum: Bütün kamu görevlileri,
görevlerini öyle yapsınlar. Çünkü şöyle bir inanç var, "bunlar nasıl olsa gidi­
ci .. " Daima kulaklarını onlara çeviriyorlar. Onlardan aldıkları direktiflerle iş
yapmaya çalışıyorlar. Heveslenmesinler, memleketi bu hale getirenlere tekrar
m emleketi teslim etmeyiz. Efendim, politikacı zor yetişirmiş, kolay
yetişmezmiş. Bu memlekette çok büyük politikacılar daha yetişir. Bir kişiye,
iki kişiye teslim edilemez. Bu milletten çok bilyükler çılanıştır, merak etmeyin.
Yolsuzluk ve iltimasla da mücadele yapıyoruz. Ama iltimas ve yolsuzlukla
mücadele, en zor mücadelelerden birisi. Çünkü bu, iki kişi arasında cereyan
eden bir hadise. Eğer bunda vatandaşlar bize yardımcı olursa çok daha, muvaf­
fak oluruz, bu konuda. iltimasın kökünü ka.zıyamazsak, rüşveti önleyemezsek
ahltikımızı da düzeltemeyiz. Ahlaksızlık buradan başlıyor. Ama dikkat ederse­
niz, bunun kökünü ka.zıyacağız diyemiyorum. Çünkü bu bütün milletlerde var.
İltimas ve rüşvet, maalesef bizde de oluyor ve yakalanması da çok zor. Sizler
bize yardımcı olursanız bunlann da hakkından geliriz.
200
İkinci Ordu Komutanlığını ve Meram civanndaki birlik ve tesisleri ziyaret
ettikten sonra, Orduevi sinema salonunda toplanmış olan subay ve astsubay­
larla, Çorlu, Gölcük, Eskişehir garnizonlannda yaphğım konuşmalara benzer
bir konuşma yaptım.

Akşam Orduevinde Ordu Komutanı tarafından verilen kokteyl büfe vardı.


Çinili Salon olarak adlandırılan salona girdiğimizde salonun bir hayli kalabalık
olduğunu gördük. Bizimle beraber geziye katılan gazeteci arkadaşlar da bir
köşede idiler. Yanlarına gittim, şaka tarzında kendilerine, "Öyle zannediyorum
ki Kurucu Meclis takvimini açıklamakla merakınızı giderebildim". dedim. Hal­
buki onların merakı siyaset yasağı konusunda söylediklerimdi. Mehmet Ali
Kışlalı bu konuyu deşmek istedi "bütün eski siyasiler bu yasak içine giriyorlar
mı?" diye sorunca; ben de orada bulunan gazetecilere;

"Kurucu Meclisten sonra normal seçimle kurulacak Millet Meclisine eski


parlamenter/erden hiçbirini almayı düşünmüyoruz. Zira bunların hepsi sorum­
ludurlar. 12 Eylül'den evvel bu parlamenterlerden bazıları bize gelip işlerin iyi
gitmediğinden,feldkete doğru sürüklendiğimizden bahsederlerdi. Ben de ke..n­
dilerine vazifelerinizi yapın, gerekirse istifa edin, bu sorumlwuğu paylaşmayın
derdim. Hiçbirisi bu mekanizmayı işletmedi. Elimizde suçlu ve suçsuzu
ayıracak hassas bir cihaz yok ki. Bu bakımdan hepsini dışarıda bırakacağız"
şeklinde cevap verdim.

Gazeteciler bunu bir beyanat olarak hemen gazetelerine bildirmek istediler.


Ben doğru . bulmadım. B u bir beyanat değildir, sohbettir demek suretiyle
önledim. Kendimizi iyice bağlamak da istemiyordum. Olur ki ileride bazı
yumuşamalar yapabilirdik.

Bu akşam Konya'da iken, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığınca


gerçekleştirilen bir operasyon sonucunda, bugüne kadar içlerinde iki güvenlik
görevlisinin de bulunduğu 6 kişiyi öldüren Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordu­
su (TİKKO)'na mensup 30 militanın yakalandığım öğrendik.
Aynca Antalya'da da 14 sol örgütlere mensup teröristler yakalanmış.
Yarın erkenden Adana'ya hareket edeceğiz.

16 OCAK CUMA

Uçakla Adana'ya hareket ettik. Hava çok yağmurlu. Buna rağmen halk
yine sokakları dolduımuş.

201
Adana'da evvela Kolorduyu, bilfilıare Vilayeti ziyaret ettik. Arkasından
Belediyeye gelerek balkonundan halka hitap ettim. Burası geniş bir meydan
değil. Hfila şiddetli yağmur yağıyor olmasına rağmen halk eline şemsiyesini
alıp gelmiş. Bu kadar yağmur altında halka uzun konuşma yapmam doğru ol­
mazdı, onun için mümkün olduğu kadar kısa konuşmaya gayret ettim.
Yapuğım konuşmanın bazı kısımlarını buraya alıyorum:
Aziz Adanalı hemşehrilerim, kıymetli vatandaşlarım,
Bu güzel şehrimiz, güney Anadolumuzun incisi Adana, geçtiğimiz şu bir­
kaç sene içerisinde anarşi ve terörden en çok zarar gören ve birçok vatan
evlddının kaybedildiği, yuvaların yıkıldıgı şehirlerirnizin başında gelmektedir.
Ankara gibi, İstanbul gibi bu şehrimizde de maalesef çok şehit verdik, çok va­
tandaş kaybına ugradık. Ama hamdolsun ki, o günleri geride bıraktık, daha da
anarşinin köküne inmek suretiyle eskiden olduğu gibi bu bölgemizi de tertemiz
rahat ve huzur içerisinde yaşayan bir şehir haline getireceğiz. Neden, neden
burayı seçtiler bu anarşistler ve teröristler? Sebebi kıymetli vatandaşlarım o
çalışkan vatanperver işçimiz, nerede yığılmışsa İstanbul gibi, Ankara gibi,
İzmir gibi, Adana gibi, oralara el attılar. Onları kışkırtmak suretiyle bu terörü
ve komünizmi yaymak istediler. O temiz vatandaşlarımızı birer maşa olarak
kullandılar.
Gayeleri şuydu: Memleketteki ekonomik kriz gittikçe çoğalsın, vatandaş
artık hayatından bizar duruma gelsin. fabrikalar çalışmasın, çalışıyorsa en
düşük kapasite ile çalışsın bu suretle memleket, millet fakrü zaruret içerisine
düşsün ve ondan sonra desinler ki, her zaman attıkları o sloganlarla, işte
görüyorsunuz bu yönetim yürümüyor, bu idare şekli sömürücüdür, yani tek
yol onların dediği gibi devrimdir, komünizmdir. Memlekete komünizmi getir­
mek istiyorlardı ; onun için burayı seçtiler. Buna elbette milletimizin yegane
güvencesi Silahlı Kuvvetlerimiz müsaade edemezdi. Sabredeceği kadar etti,
ama sabrın sonıuıa gelince bu işe de el atmak zorunda kaldı.
Bu konuda çok şehit verdik, kayıp verdik, ama vatandaşlarımızın yardımı
sayesinde şu günlere ulaştık. Daha da iyi günler önümüzde bizi beklemektedir.
Bunu hiç merak etmeyin.
Yurdumuzda yapılan toplusözleşmelerde bir adalet göremiyoruz. Bir
şehirde başka türlü, aym iş kolunda çalışanlar başka türlü para alırken, diğer
bir şehirde aynı işi yapan vatandaşlarımız daha başka türlü para alıyor. Bunları
da düzeltmek istiyoruz. Eğer aynı iş kolunda çalışıyorsa, Türkiyenin neresinde
çalışıyQJ"sa çalışsın, aynı parayı almasını sağlayıcı bazı kanuni tadbirler
üzerinde de durmaktayız.
Sizlere 12 Eylül konuşmamda sendika ağalarmdan bahsetmiştim. Şimdi, o
ağalardan bazı misaller vereceğim. Neler yapmışlar sizin paranızla?
202
Bu sendikanın ismini vermeyeceğim. Çünkü adalete intikal ediyor, bu
yaptıkları. Şimdi açıklamam doğru olmaz. Bir sendikanın 8 milyar Türk li­
rasına varan mal varlığı var. Sekiz milyar... Bunlarla neler yapıyor, şimdi size
anlatacağım. Ama bu sendika, kendisine bağlı_işçiler greve gittiği zaman, grev
süresince lütfen ayda 1000 lira, 1500 lira verir, fazlasmı vermez. Bu sendika,
Ankara 'da sendika merkezi olarak 1 6 katlı ve 1 60 odalı bir gökdelen
yaptırıyor. Bu gökdelen 200 milyon Türk lirasına ihale edilmiş, bir kişinin
oluruyla, olur demesiyle yapılmış, ihaleye verilmiş, Bu yapılan gökdelenin
yanında 800 kişilik bir eğitim salonu var. Ne eğitimi yaptıracaklar, onu da bi­
lemiyoruz. Komünizm eğitimi yaptıracaklardı . . . Yine bu sendikanın Ege
kıyılarımızda bir dinlenme yeri diye, veyahutta eğitim merkezi diy e
yaptırdıkları bir kamp tesisi var. Dünyanın en modern kamp tesislerinden. 300
kişi kapasiteli olan bu kampta 7 adet lüks villa, 112 adet iki kişilik çok lüks
dinlenme odaları, 3 ita 4 tane yüzme havuzu, spor tesisleri. Feda olsun ama
buraya işçiler gitmiyor. O sendikanın başındakiler gidiyor, buraya. Bu aynı
sendika, Ankara'da bir matbaa yaptırmış, matbaanın yapım masrafı 200 mil­
yon Türk lirası. Bu matbaa Avrupa 'da mevcut matbaalardan 6'ncısı, ofset
baskı yapıyor, üç tane kompütürlü. Ne yapılıyor bu matbaada, size
söyleyeyim. Dev-Yol'un bildirilerini, gazetelerini, mecmualarını basıyor, ya­
kalandı.
Bu sendikanın yine Ankara'da JOO'denfazla otomobili var. içinde trıerce­
desler dahil.fakat dört-beş tane şöför var, gerisi sendikacılar tarafından kul­
lanılıyor, sizin sayenizde..
Başka bir sendikadan misal vereceğim. Bu sendika da Ankara'da taşradan
gelen temsilciler için bir yemek vermiş. Bir tek yemek. Ödediği para 3 milyon
Türk lirası bir tek yemek için . . . işte bunlara ben söyledim, sendika ağaları
diye. Çünkü, sizin paralarınızla orada krallar gibi yaşayanları kastettim. Neden
bu hale geldi bunlar, sayın vatandaşlarım. Sebebi, sendikalar denetlenemez,
kimse oralara giremez, neler satfedi/ir, nereye satfedilir, nasıl satfedilir, bunu
kimse soruşturamaz. Ama yeni getireceğimiz kanunlarla bu sendikalar da de­
netlemeye tabi tutulacak, her kuruşun hesabı sorulacak.
Sevgili vatandaşlarım, bu yağmurun altınd.a sizleri fazla bekletmek
istemiyoruz. Bölgemiz, bölgemiz derken bu orta doğuyu kastediyorum, çok
kritik günler yaşıyor. Yarın ne olacak? Kimse kestiremez. Çok yakınımızda
komşu iki ülke savaş halinde, bir türlü bu savaşı sona erdiremediler. Biz de
muvaffak olamadık. Birçok ülkeler arabuluculuk yaptı, Birleşmiş Milletler
araya girdi ama muvaffak olamadı. Bunun sonu nereye varır, nasıl olur,
bugünden kestirmek mümkün değildir. Onun için ufak bir yanlış adım, yanlış
bir hesap, bütün bu bölgeleri ateşe verebilir. Ve belki dünyayı ateşe
sürükleyebilir. Bu bakımdan her an savaşa hazır olmak mecburiyet�ndeyiz.

203
Biz anarşi ve terörle mücadele ederken aynı zamanda savaşa olan
hazırlıklarımızı da ihmal etmiyoruz. Askerlerimiz her an savaşa hazırdır.
Bugünkü gazeteler dünkü Konya konuşmama geniş yer vermişler.
Özellikle Kurucu Meclisin kuruluş şekli ile tarihini açıklamış olmamı başlık
yapmışlar.
Bu kitabı yazarken sahifeleri arasına bazen gazete yazarlarının makalelerini
de alıyorum. Sebebi; bu yazarlardan bazıları 1 2 Eylül dönemi sona erip, nor­
mal demokratik düzene geçtikten sonra asker aleyhinde ve bu yönetim aley­
hinde çeşitli makaleler ve yazılar yazdılar. Bugün yazd-Iklan ile o zaman
"yazdıklarını vatandaşlanmın karşılaşurabilmeleri için bunları sahifelerin arasına
alıyorum.
Şimdi de bugünkü tarihli Tercüman gazetesinde Nazlı Ilıcak'ın yazdığı
başyazıyı buraya almak istiyorum. Yazı şöyle:

ORGENERAL EVREN'İN KONUŞMASI

Orgeneral Evren, dün Konya konuşmasında, uzun zamandır beklenen bir


hususu şu sözlerle açıklamıştır:
Kurucu Meclis 30 Ağustos 29 Ekim arasında teşekkül ettirilerek
çalışmalarına başlayacaktır.
Demokrasi yolundaki bu ilk adım, 12 Eylül'ün hedefine bağlı kaldığının se­
vindirici bir işareti, açık bir teyididir.
Devlet Başkanının Konya konuşmasını üç ana esasta toplayabiliriz.
1 . 12 Eylül'e getiren sebeplerin, harekattan sonra, nasıl yavaş yavaş orta­
dan kaldırıldığı izah edilmiştir. Uikliğe aykırı davranışlar, Atatürk çizgisinden
sapmalar tenkid edilmiş, anarşi konusundaki başarılar sergilenmiştir.
Yakalanan silah adedi 10 bin, mermi adedi 183 bindir. Kendiliğinden teslim
edilen silah adedi 160 bin, mermi adedi 635 bindir. Bu rakamlar 2 nci Ordu
mevcudunun üzerindedir: 1 2 Eylül öncesinde bir haftada 20 vilayette 202
saldırı olayı gerçekleşmişti. Şimdi son bir haftada 67 vilayette 18 saldırı olayı
gerçekleşmiştir. Bu yüzde 92'/ik bir azalmayı gösterir. Afiş ve pankart asmalar
haftada 225'den 59'a inmiştir. Bu yüzde 75'/ik bir azalma demektir. 12 Eylül
öncesinde günde ortalama 10 kişi ölürken ölü sayısı günde ortalama J 'e
düşmüştür.
Orgeneral Evren, Fatsa'nın komünist merkezi olduğuna işaret etmiş,
anayasanın çarpık taraflarının anarşistlerin işine yaradığını söylemiş,

204
"Gecikseydik vatan komünistlerin eline düşecekti" demek suretiyle mazideki
vak'a/ar, bugünkü başarılarla 1 2 Eylül'ün meşruiyetini bir kez daha vurgu­
lamıştır.
2. Konuşmanın ikinci bölümünde yeni iktidarın icraatı anlatılmıştır. Z.am­
/ar, KİT zararları ile açıklanrtuş, vergi kanunlarının lüzumu belirtilmiş, ihracat
artışları övülmüş, elektrik kısıntısının sebebi izah edilmiştir. Bu arada Kurucu
Meclis hakkındaki müjde de asker sözünün namus sözünün bir teyidi olarak
verilmiştir. Kurucu Mecliste nihai kararın Milli Güvenlik Konseyine
bırakılması bizce doğru bir görüştür. Bu şekilde hem tartışmaların uzaması
önlenecek hem 12 Eylül'ün hedefine varması sağlanacaktır. Orgeneral Evren
ve arkadaşları bir takım bozukluklara işaret ederek gelmişlerdir. Bu bozukluk­
lar mutlaka giderilmelidir. 1961 Anayasasıru Anıtsal bir yapıt olarak görenler
neticeye tesir ederlerse gayeye ulaşmak zorlaşacaktır. Kurucu Meclise politi­
kacı da alınmayacaktır, hatta tamamen güdümlü bir kurucu meclis
oluşturularak meşruiyet bildhare, anayasa ve kanunların halk tarafından refe­
randumla tasdikinde aranabilir. 12 Eylül Harekatı haklılığını önümüzdeki
yıllarda ispat edebilmek için, bütün tasarılarını , plan ve görüşlerini
gerçekleştirmek zorundadır. Elbettefikir alacaktır ama son söz sahibi mutlaka
belli bir iddiayla yola çıkan Konsey olmalıdır.
3. Devlet Başkanının konuşmasının üçüncü bölümünü politikacılardan ve
basından şikayet diye özetleyebiliriz. Politikacılardan yakındığına birçok
kereler şahit olmuştuk. Şimdi basını da araya katmıştır.
Politikacı ile ilgili cümleleri şöyledir:
"Tencereyi pis/etmişlerdi, biz geldik temizledik. Ne zaman gideceksiniz
diye gözlerimize bakıyorlar, iktidarı verelim gene mi pis/etsinler .. Kurucu
Meclise partilerden kimseyi almayacağız, memleketi bu hale getirenlere memle­
keti teslim etmeyeceğiz. Heveslenmesin/er. Politikacı kolay yetişmez diyorlar.
Bu memleketten hem de ne politikacılar yetişir. "
Basın hakkında ise "sert ve yıkıcı tenkit yaptığı, hükümeti yıpratmak iste­
diği" iddiası ortaya atmıştır.
Madem hedef demokrasidir, demokrasiye biran evvel geçmektir ve Kurucu
Meclis müjdesiyle bu amaca biraz daha yaklaşılmıştır, politikacıyla ve basın
mensubuyla, yani demokrasinin iki ana unsuruyla aradaki dostluk bağları ko­
parılmamalıdır. Bazı politikacılar, bazı basın mensupları eleştirilebilir; tıpkı
bazı M.ki"!lerin, bazı üniversite hocalarının eleştirilebileceği gibi...
Memleketi bu hale sadece politikacılar getirmemiştir. İstikrarsızlığı yaratan
seçim kanunudur; erken seçimin önünü tıkayan, cumhurbaşkanım seçtirmeyen
anayasadır. Anarşi yuvası haline gelen derneklerfaaliyetten men edildiğinde,
yürütmeyi anında durduran Danıştaydır, affı çıkaran Anayasa Mahkemesidir,
205
dil ve kültür buhranı yaratan Dil Kurumudur, 142'nci maddenin iptali
hakkındaki başvuruyu ciddi bulan Sıkıyönetim mahkemesidir.
1 2 Eylül Harekatını basının ve politikacıların büyük bir bölümü haklı
görmüş ve Türkiye'ye rapor hazırlamak üzere gelen Avrupa Konseyi Heyetine
lehte telkinler yapmıştır. Bugün demokrasiye dogru giden çetin yoldaki engel­
leri bir bir ve elbirligiyle ayıklamak günüdür. Köprüleri atmadan, dostluk
baglannı koparmadan!."
Bu makale de gösteriyor ki, 12 Eylül Harekatını gerekli gönnekte ve bunun
muvaffak olması için elbirliği önermektedir.

Adana'da belediye balkonundan yaptığım bu konuşmayı müteakip


Orduevine giderek, orada toplanmış, olan subay ve astsubaylarla bir konuşma
yaptım . Öğle yemeğini orduevinde yedik ve hemen Adana Sigara Fabrikasına
gittik.

Burada sigara üretiminin çoğaltılması için gerekirse üç vardiya halinde


çalışılması direktifini verdim . 1 2 Eylül'den evvel bu fabrikada da işi
yavaşlatma eylemleri vardı. Buna rağmen fabrikayı dolaşırken çalışan işçilerin
bize karşı gösterdikleri sevgi gösterileri görülmeye değerdi. Demek ki bu za­
vallı işçi vatandaşlarımızın vaktiyle yapbnlan eylemleri isteyerek yapmadıkları,
sendikalarda çöreklenmiş bazı militanların ve bunların fabrikadaki uzaİıtası
olan elemarilannın baskılarıyla yaptıkları ortaya çıkıyordu.

Fabrikayı gördükten sonra Mersin'e geçtik. Mersin'de halk caddeleri dol­


durmuş ve meydan lebaleb doluydu. Epey gecikmiştik. Eğer 30 dakika sonra
helikopterlerle hareket etmezsek İskenderun'a gece inmek zorunda kalacaktık
ki, bu da çok tehlikeli olabilirdi. Vilayete de uğrayacaktık. Onun için halka beş
dakikalık bir hitapta bulunarak kendilerine hem teşekkür ettim ve hem de fazla
konuşamayacağıından ötürü özür diledim.

Validen ilin sorunları ve asayiş durumu hakkında kısa bir bilgi almayı
müteakip, helikopterle İskenderun'a hareket ettik. Tam karanlık basmadan ala­
ca karanlıkta İskenderun'a inebildik. Helikopter pistinden şehre gelirken ka­
g
ranlıkta eldik; Tugay Karargfiluna uğrayıp orada da asayiş durumu hakkında
bilgi aldık, birikmiş halkı selamladık. Kısa bir konuşma yaptım. Yaptmlan
Atatürk heykelini açurn; arkasından orduevine gelip akşamı burada geçirdik.

206
17 OCAK CUMARlESİ

Blıgün hava kötü, bulutlar alçak. Helikopter Nur dağlarını geçemeyecek.


Bu yüzden erken saatte kara yoluyla Antakya'ya hareket ettik. Hava açarsa
helikopterler arkamızdan gelir dedik. Biraz gecikmeli olarak Antakya'ya gel­
dik. Antakya'da yağmur yok fakat her an yağabilir.

Şehre otomobillerle gireıken, burada da bütün şehir halkının sokakları dol­


durduğunu gördüm. Doğruca Vilayete giderek Validen bilgi aldıktan sonra,
Antakya'nın Belediyesi önündeki büyük meydanda toplanmış olan muazzam
kalabalığa hitap ettim. Konuşmalarım sık sık alkışlarla, tezahüratla kesiliyor.
Kadınlardan bazılan araplann yaptığı gibi dillerini oynatarak ağızlarından garip
sesler çıkarıyorlar. Bu bir nevi sevinç gösterileri imiş, düğünlerde bayramlar­
da yapılınnış.

Konuşmanın başlamasıyla burada da yağmur başladı. Fakat o muazzam


kalabalıktan ayrılan yahut kaçışan olmadı. Şemsiyesi olan şemsiyesini açtı, ol­
mayan ıslandı. Bu yüzden burada da konuşmamı kısa kesmek zorunda
kaldım.

Antakya yöresinde alevilik, Sünnilik ayı n ını olduğunu bildiğimden,


konuşmamda bu konuya ağırlık verdim. Halka hitabım şöyleydi :

Sayın Hataylı hemşehrilerim, kıymetli vatandaşlarım,


12 Eylül'den sonra ilk ziyaretimi doğu bölgesine yapmıştım, Van 'dan
başlamıştım. Ondan sonraki gezimi batıya yaptım. Trakya'ya ... Şimdi de,
Türkiyemizin en güney ucunda ve en stratejik bölgede bulunan Hatay'ımıza
gelmiş bulunuyorum. Bugüne kadar yurt içinde yaptığım gezilerde gördüğüm
sıcaklık ve samimiyeti burada, bu yağmur altında da sizlerden gömıekten son­
suz mutluluk duydum. Millet kendisine hizmet edenleri, hiçbir menfaat
gözetmeden muhakkak ki sevgisiyle mükafat/andırmaktadır. Bizi bu mükafata
/{fyik gördüğünüzden dolayı büyük bir mutluluk duyuyor ve çalışma zevkimiz
daha da yükselerek yorgunluklarımızı unutuyoruz. Kendisini ulusuna adamış,
yeri ve zamanı geldiğinde gözünü kırpmadan vatanı ve ulusu uğruna seve
seve hayatını feda edeceğine yemin etmiş bir mesleğin mensuplarıyız. 12
Eylül'de ulusun mukadderatına el koyduğumuz anda ettiğimiz yeminle
kendimizi ulusumuza adamayı ifade etmemiz, esasta yeni bir unsur değildi.
Ancak, bu durumda dahi, içtiğimiz anda sadık kalacağımızın bir ifadesi bir
yemin tazelemesiydi. Bizim kendimizi ulusumuza adadığımızı ifade eden

207
sözlerimizde Silahlı Kuvvetlerimizin bütün mensuplarının iradesi, azmi ve
imanı mevcuttur. Türk Silahlı Kuvvetlerinin bütün mensupları, kendilerine
hayat düsturu yaptığı disiplini, itaatı, sadakatı ve onun komuta bağlılığıyla
komutanlarının ağzından kendisini ulusuna bir kere daha adamıştır. Bu and
Silahlı Kuvvetlerin yeni bir "izm" getirme niyetinde olmadığını, sadece ve
sadece ulusun hak ve çıkarlarını savunarak, yolundan saptırılmak istenen
Atatürk ilkelerini ve Cumhuriyeti yeniden onarmak ve ulusunu bir daha
kimsenin onu yolundan çıkartamayacağı şekilde sağlam temeller üzerine
otunmak iradesini gösteren bir adayışın ifadesidir.
Yurt içinde yaptığım gezilerimde ve bu gezilerde yaptığım konuşmalarda
ayrı ayrı konuları işleyerek, milli sorunlarımıza bakış açımızı ve bunlara çareler
bulma hususundaki görüşlerimizi ifade etmeye çalışmıştım. Buradaki
konuşmamı, radyo ve televizyon/ardan dinlediğiniz konuşmalarımla
birleştirirseniz, görüşlerimizin zaman zaman sizlerle yapılan konuşmalarla bir
bütünlük teşkil ettiğini anlayacaksınız. Sizlerin bu yardım ve anlayışı sayesin­
dedir ki, kısa zamanda bu anarşinin hakkından gelebildik. Sizlerin yardımı ol­
dukça a/tın�n kalkamayacağımız hiçbir yük yoktur.
Aziz Hataylılar,
Hatay ilinin birçok yerinde abidelerde kitabe/eşen Atatürk'ün "40 asırlık
Türk yurdu düşman elinde esir kalamaz" vecizesi yer almaktadır. Dört bin
yıllık Türk yurdu olduğunu ifade eden bir bölgede, yurdıma, ulusal
değerlerine gönülden bağlı , istiklal mücadelesi sırasında omuz omuza
çarpışmış, birçok şehitler vermiş evldtlarına bölünmeyi telkin edenlerin, bu
gerçeği görmemesi mümkün değildir. Ama , hırs ve hıyanet içinde bulunan bir
avuç gafil, bunu isteyerek dörtbin yıllık Türk yurdunun evlô.tlarını alevi ve
sünni diyerek birbirine düşürmek isterler. Bu memleketin özbeöz evlatlarını
mezhep ayrımı kışkırtıcılığıyla çağdışı ırkçılık yaparak bölmek parçalamak is­
terler. Siyasi çıkarları uğruna halkı birbirine karşı hasım duruma getirmek is­
terler.
Tarihe bir göz atınız. Bu kavga bir hilafet kavgasıdır. Eğer Hazreti Ali'yle
Muaviye, bilselerdi ki bir zaman gelecek, taraftarları birbirlerinin gırtlağına
sarılacak, bu kavgayı yapmazlardı. Bu kavga niçin günümüze kadar getiril­
miştir? Çünkü, Türkiye'ye hakim olmak isteyen devletler, askeri güçlerin
yanısıra, bu bölünmeyi de kullanarak Türk'ü Türk'e kırdırmak suretiyle haki­
miyet savaşında bu ayırımı da kullanmışlardır.
Asıl işin acı tarafı sayın vatandaş/arım, çok partili dönemde siyasi partiler
oy sandığından birkaç oy fazla çıkarma pahasına sorumsuzca bu ayırımı kul­
lanmışlardır. Tanrısı bir, Kur'anı bir, Peygamberi bir, aynı sesleniş ve yakarış
içindeki saf ve temiz insanları birbirinden koparmaya imkdn yoktur. Acaba

208
Kur'anı , aleviyle sünniler ayrı ayn mı okuyup tefsir ediyorlar? Namazda
başka başka sureleri mi okuyorlar? Elbette ki hayır. Evlddını gelin ederken ge­
lin alayı başında Türk bayrağı taşıyan, cenazesini aynı bayrağın gölgesinde
veya aynı bayrağa sararak istirahatgahına teslim eden, duasında vatamnı, ulu­
sunu, cumhuriyetini, ordusunu, Atatürk'ünü dilinden düşürmeyen bu memle­
ket evldtlarını alevi-sünni diye göstermeye çalışmak eğer cehalet değilse
hryanetin ta kendisidir.
Sevgili vatandaşlarım,
Halife-i Raşidin diyerek, orta yolda giden, dört halifeyi sayan, kulaklarında
Hazreti Ali'nin menkıbeleri de çmlayan; hararetle içtiği sudan sonra hamdını
ve Kerbela şehitlerini anma terbiyesi alan uluswnuzun bir başka bölümünü de
diğer tarafa anlmış gibi göstermek, ranıtmak yine cehaletin bir eseri değilse
hıyanetin sonucudur.
Sevgili vatandaşlarım,
Bu ayırımın, bu dinsel ayırımın yanısıra bölgede köken ayrılığı isteyenler
de aynı hıyanetin içindedirler. Atatürk, şu at üzerinde bize bakan Atatürk "Ne
Mutlu Türküm Diyene" derken, bu diyenin diyebilenilJ Türk olduğunu bütün
dünyaya ilan etmiştir. Silahlı Kuvvetlerimizin saflarında aynı üniforma içinde,
aynı bayrak ve silaha el basarak, aynı andı, aynı yemini yapanların geçmişte
Cihan Harbine, İstiklal Harbine, yakın tarihimizde Kore Harbine, Kıbrıs Ha­
rekatına aynı heyecan ile katılmış/arın evldtlarını, bu evldtlarını birbirinden
ayırmaya imkan var mıdır? Soruyorwn sizlere, imkan var mıdır? Bütün bun­
ları düşünerek ve değerle!J,direrek geçmiş yılların tatlı günlerini hatırlayarak,
bizi parçalamak isteyenlerin sergilediğ(bu oyunlara gelmemeyi, birbirinize ve
evldtlarınıza anlatınız.
Ey öğretmenler, size sesleniyorum: Size teslim edilen öğrencilerinize bun­
ları öğretiniz. Yanlış yoldan ayırınız onları.
Tanrının her türlü nimetini bol bol ihsan ettiği Hatay'ımızm müreffeh ve
mutlu insanlar diyarı olması gerekirken, bir avuç sapnrılmışların bu temiz ha­
vayı bozmasına elbirliğiyle, gönü/birliğiyle karşı konulduğu ve bunda mutlak
başarıya gidildiğini izlemekten yetkili ve sorumlulardan bunları dinlemekten
büy'Uk bir ferahlık duyduk. Demin de ifade ettiğim gibi Ankara'ya gittiğimde
ilgililerle görüşmek suretiyle daha müreffeh bir Hatay yaratmanın uğraşısına
hep birlikte katılacağız. Sizlere, kardeş kavgasına sürükleyecek hainlerin
oyunlarına gelmemekte çok dikkatli olmanızı bir kere daha hatırlatıyorum.
Bunların oyunlarına gelmeyin. Aynı ulusun evlatları olarak, aynı bayrağın
alnnda yaşama azminizi şimdiye kadar kanıtladığınız gibi bundan sonra da
lrJ.msenin sizi bu değerlerden koparamayacağına inancım ve güvencim tamdır.

209
Aziz ve kahraman Hataylılar,
Şunu sizlere tekrar tekrar söylemek istiyorum. Atatürk şunu söylemiştir:
"Türk, Öğün, Çalış, Güven " demiştir. Türklüğümüzle övüneceğiz. Aynı
topraklar üzerinde yaşayan insanlar olarak, vatandaşları olarak övüneceğiz.
Ondan sonra çalışacağız, çok çalışacağız ve yine çalışacağız. Ondan sonra da
evvela kendimize, birbirimize ve milletimize güveneceğiz. Güven kaynağımız
bu millettir, hiç kimseye güvenimiz yoktur. Ancak, Türk milleti kendisine
güvendikçe herşeyin altından kalkmıştır. Bizden sonra gelen nesillere belki biz
göremedik amma, bizden sonra gelecek evlatlarımıza parlak ve mutlu Türkiye
teslim edelim.
Bizi bölmek, bizi parçalamak ve lokma lokma yutmak, bazı "izm"ler
komünizm, faşizm gibi- sapık ideolojilere götürmek isteyenlerin peşinden
gitmeyiniz. Onları yakalayıp teslim ediniz. Yakalayamıyorsamz haber veriniz,
biz onların hakkından geliriz. Biz bu uğurda başımızı koyduk. Bu millet, bu
büyük millet, bu /7iiyüklüğüne l(Jyık olan yaşamına muhakkak kavuşacaktır.
Buna inanınız, güveniniz.
Yaptığım programa göre bugün Kahramarımaraş ve Gaziantep'e de uğrayıp
halka hitap ettikten sonra, Ankara'ya dönecektik. Fakat programımız hava mu­
halefetinden bozuldu.

Hatay'daki konuşmam bittiğinde helikopterler hfila İskenderun'a geleme­


m işlerdi. Otomobillerle karadan hareket ettik. Helikopterler gelebilirse yol
boyunca bizi takip etsinler ve nerede müsait bir "yer bulurlarsa oraya insinler,
biz oradan sonra helikopterlerle yolwnuza devam ederiz diye emir verdim.

Antakya'dan ayrıldıktan sonra 20'nci kilometre civarında helikopterler gel­


di, biz de otomobilleri bırakarak helikopterle Kahramanmaraş'a geldik. Hava
yine yağmurlu idi. Bu yüzden helikopterlerle zor bir uçuş yaptık. Havanın
yağmurlu olmasına rağmen, Kahramanmaraş Hükümet Konağı önündeki
geniş alanın ve civarındaki binaların üstleri ve pencereleri lebaleb doluydu.
Halkın bir kısmı şemsiyesini açmış, bir kısmı şemsiyesiz ıslarımayı tercih
ediyordu.

Konuşmam için hazırlanan kürsüye çıktım ve bazı pasajlarını alacağım


aşağıdaki konuşmamı yaptım .

Bildiğiniz gibi 1978 yılının ArMık ayı sonlarına doğru Kahramarımaraş'ta


cereyan eden anarşik olaylarda bu şirin ilimizde 107 kadar kadın, kız, çocuk,
genç, yaşlı vatandaşımız hayatlarını kaybetmiş, yüzlerce ev ve dükkan
yakılmış, yıkılmış, şehir adeta bir savaş alanına dörımüştü. Halk henüz o fa­
cianın acısını ununnamışn. Şimdi gelen huzur ve güven ortamı dolayısıyla halk
sevincini bizi böyle büyük bir kalabalık halinde karşılamak ve tezahüratta bu­
lunmakla gösterebiliyordu. M anzara hakikaten çok etkileyici idi.
210
Konuşmamın bazı pasajları şöyle idi:

Aziz vatandaşlarım, Kahramanmaraşlılar,


Kurtuluş Savaşımızda bu şehrin ayrı bir önem ve manası var. Kurtuluş
Savaşının ilk tohumları da burada atılmıştır. Banda oldı,gu gibi güneyde de bu
şehrimizde başlanlmıştır. Sizlerin babaları veya dedeleri birlik ve beraberlik
içinde amansız ve çok güçlü bir düşmana karşı savaş vermişlerdir. Ve bu
güzel şehrimizi sizlere emanet etmişlerdir. Türk'ün, topragını kimseye
vermeyecegini, bir karış topragını verdirmeyecegini bütün dünyaya ilan
etmişler ve bu suretle düşmanın buradan çekilmesini saglamışlardır. Eger aynı
durumla bir daha karşılaşacak olursak, sizlerin de aynı kahramanlıgı
göstereceginiz muhakkaktır. Çünkü sizlerin de damarlarında babalarınızın,
dedelerinizin taşıdıgı o kahramanlık kanları dolaşmaktadır. Bu efsane, (efsane
olarak niteliyorum bu hareketi) inanan, birleşen, demir bir yumruk gibi
düşman karşısına çıkan bir yöre halkının efsanesidir. Böyle bir millet yıkılır
mı ? Topragı zaptedilebilir mi? Elbette yıkılmaz, zaptedilemez. Ama, bizi
yıkmak isteyen, gizli ve hain güçler, aramıza nifak tohumları atarak, her türlü
meldneti yakın mazide işlemişler ve hepimizin bildigi gibi bu güzel yurt
parçasını kana bulamış/ardır.
Onların maksatlarının ne oldugunu açıklıkla anlaman(zı istiyorum. Onlar
hain kişilerdir. O hainler, aleviydi, sünniydi diye aranıza nifak tohumlan sok­
mak istediler ve birbirinize düşman yaptılar. Ama onlar cezalarını şimdi
çekiyorlar. Dafuı da çekecekler.
Sevgili vatandaş/arım,
Bizim dinimizde mezhepçilik yoktur. En son din olan ve in iyi din olan
dinimizi bize emanet eden Peygamberimiz mezhepçilikle mi teslim etti.
Sonradan gelenler bu mezhepçiligi çıkardılar. Eger, bir zaman gelecek böyle
mezheplere ayrılmış Müslüman kişilerin birbirlerinin gınlagına sıralacaklarını
bilselerdi, bilselerdi böyle bir şey olacagını muhakkak ki Hazreti Ali'yle
Hazreti Muaviye birbirleriyle ters düşmezlerdi, Ne bilsinler bir zaman gelecek
de böyle olacak. Hepimiz, bir Allah'a inanıyoruz, bir Peygamberimiz var,
aynı Kur'anı kullanıyoruz, aynı Kur'anın sureleriyle namaz kılıyoruz. O halde
ayrılık neden? Hepimiz inancımızda hürüz. Onun için Atatürk /diklik ilkesini
bu memlekete koydu. En büyük iyiliklerinden birisi de budur. Eger ldikligi
kabul etmemiş olsaydı, o zaman düşününüz ki bu dini ayrılıklar devletin
içerisine de girecek, maazallah paramparça olacaktık. Onun içindir ki
Atatürk'ün /diklik prensiplerine sıkı sıkı sarılınız diyoruz, hiç kimsenin dinine
kanşmıyoruz. Herkes dininde mezhebinde hürdür. Nerede ihadet ederse eder,
kimse karışamaz, kimsenin de vazifesi degi/dir. Size, Amerika Birleşik
Devletleri'nden misal verecegim. Amerika Birleşik Devletleri, lngiltere'den,

21 1
Polonya'dan, İspanya 'dan, Avrupa'nın muhtelif memleket/erinden hatta
Afrika 'dan gitmiş milletlerden teşekkül eder. Ayrı ayrı milletler orada
birleşmiş, Birleşik Amerika diye bir devlet kurmuşlar. Onlar birleşmişler de,
aynı irktan·gelen, aynı dini kullanan, aynı ananeye sahip bu millet niye, niye
bir Birleşik Amerika gibi olamasın, neden birbirine düşman olsun? Sebebi
milletin, bu dini inançlarını kullanarak, onları birbirine düşm�n etmek ve
Türk'ü Türk'e kırdırmaktı. Sebebi buydu. Ama sizler, bizler bu oyuna
gelmedik, gelenler oldu. Bundan sonra gelmemesi için elbirliğiyle çalışalım,
birbirimizi sevelim, birbirimize sarılalım, aynı topraklarda yaşayan, aynı
bayrağın etrafında toplanmış kişiler olarak, birbirimizi Türk olmanın gururu
içerisinde sevelim sayalım.
Sevgili vatandaşlarım,
Bu mezhepçilik düşünceleri ortaçağ düşünceleridir. Anık o karanlık devir­
lerin içerisinde kalmışnr bunlar. Zamanımızda bunların yeri yoktur. Bundan
medet umanlar aldanlmış kişilerdir. Biraz evvel söylediğim gibi gizli emellere
yardım eden kişilerdir. Türkiye'yi bölmek, parçalmak ve yutmak isteyenleri
işleridir. Bunu böyle bilesiniz. Türkiye'yi komünist, teokratik, faşist bir re­
jime götürmek isteyenlerin işidir.
Bu oyuna gelm�yiniz. Bizim bu hainlere vereceğimiz cevap şu olmalıdır:
Bizim yüzümüz geleceğe dönüktür. Biz arnk ortaçağ zihniyetini kabul etmiyo­
ruz. Biz bölünmeyiz. Biz aldanmayız. Bizler aynı millete mensup kardeşleriz,
verilecek cevap budur.
Konuşmamın sonunda büyük bir tezahürat arasında Kahramanmaraş'tan.
aynldık. Helikopterle Gaziantep'e geçecektik. Helikopter pilotlarının havanın
çok kapalı olduğunu, bulutların önümüzdeki dağlık bôlgeyi kapadıklarını, bu
yüzden uçamayacaklarını söylemeleri üzerine; C!ğle yemeğini müteakip araba­
larla Gaziantep'e gitmeye karar verdik.
Gaziantep'e karanlık basmadan ulaşmamız gerekiyordu. Yolun bir hayli vi­
rajlı olmasına ve zaman zaman yağmura rağmen, karanlığa çok az bir zaman
kala ulaşuk.
Buradaki Hükümet Meydanı da çok genişti. Arada sırada yağmur yağmaya
devam ediyordu. Civar evlerin çatıları dahi insanlarla doluydu. Meydanda boş
yer kalmamışn.
Karanlık basmadan konuşmamı tamamlayabilmem için, gelir gelmez
kürsüye çıkıp konuşmaya başladım. Çok da yorulmuştum. Üç gündür
mütemadiyen dolaşıyor ve çeşitli yerlerde konuşma yapıyordum. Bu yüzden
Gaziantep konuşmamı kısa kesmek zorunda kaldım. Bunun bir sebebi de, ha­
vanın yağmurlu olması ve akşam karanlığının basmak üzere oluşu idi.

2 12
Konuşmamın bir yerinde enteresan bir olay cereyan etti. Konuşurken
yağmur başlamışu. Bunun üzerine; yağmurda ıslanıyorsunuz, sizi daha fazla
yağmur altında tutmak istemiyorum deyince, meydandaki o muazzam kala­
balığın içerisinden yüzlerce açılmamış siyah şemsiye mantar gibi havaya kalktı
ve arkasından da "Evren Paşa isteriz" diye tempolu tezahürat başladı. Bu man­
zara bizi hem sevindirdi, hem de güldürdü.

Kısa konuşmamın bazı bölümlerini almak istiyQrum.


Geçmişte, çok yakın bir zamanda bu gazi şehrimizde, çok acı günler
yaşandı, çok vatan evlddı kaybedildi. Hainlerin kurşunlarıyla hayatları söndü,
ocakları söndü. Ama bunların hepsi şimdi teker teker, çifter çifter, onar onar
yakalanmakta, kalanları da muhakkak yakalanacaktır. Hiç merak etmeyin,
hepsinin peşindeyiz. Yeter ki sizlerin yardımı üzerimizden eksik olmasın.
Bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da bizlere yardımcı olursanız, çok
kısa zamanda köklerini kazıyacağız. Düşman ayağını bastırmamış, bu gazi
şehri başka nasıl bölecek/erdi. Dışardan gelenler, içinizefitne soktular, sağcı
dediler, solcu dediler, sünni dediler, alevi dediler, birbirinize düşürdüler.
Sayın vatandaşlarım, bunlara katiyen inanmayın. Bunlar Türkiye'yi, şehir
şehir ele geçirmek suretiyle bölmek, parçalamak ve ondan sonra lokma lokma
yutmak isteyenlerin taktikleriydi. Bunu anladık, çoktan beri anladık. Ama za­
manı kolladık. Belki mevcut iktidarlar bunun hakkından gelirler, anlaşırlar de­
dik, ama bildiğiniz gibi maalesefyapamadılar. Sonunda biz bu işin içine gir­
mek mecburiyetinde kaldık:
Kıymetli vataiulaşlarım, sayın hemşehrilerim,
Atatürk'ün doğum yıldönümünün başladığı bu yıl ile birlikte yeniden
kardeşlik devrini açalım. Vaktiyle birbirimize olan düşmanlıkları unutalım,
Atatürk'ün çizdiği yolda yürüyelim. O'nun ilkelerini unuttukça, kaybettikçe bu
durumlara düştük. Tekrar bu ilkelere sımsıkı sarılalım ve JOO'üncü yıl açış
konuşmamda söylediğim gibi, Atatürk ilkelerine sarılalım, sapanlar olursa on­
ları doğru yola getirelim. Biliyorsunuz, yalancı devrimciler, "Tek yol devrim"
diye ortaya atıldılar, duvarlara, şuraya buraya yazdılar. Evet, devrim vardır
"
ama bu tek yol Atatürk devrimidir. O'nun yoludur. Atatürk'ün koyduğu
ilkeler, komünizme de faşizme de kapalıdır. O, Bursa'da söylediği bir
söylevde, bir nutukta, "Komünizm görüldüğü yerde ezilmelidir" demiştir.
O'nun milliyetçilik anlayışı da, Atatürk milliyetçiliğidir. Kafatascılık milli­
yetçiliği değildir. Bölücü değil, toplayıcı, birleştirici milliyetçiliktir.
Her şehirde ayn ayrı konulara temas ettim. Siz kıymetli vatandaşlarımdan
da memleketin, milletin biran evvel kalkınması ve refaha kavuşması için ver­
giye tabi m'ükelleflerin, vergilerini tam olarak vermesini, vatandaşlık görevini
tam olarak yapmasını diliyorum.
213
Çünkü vatandaşlık demek, görevini en iyi yapan insan demektir. Eğer bir
ayakkabı boyacısı, ayakkabıyı çok iyi boyuyorsa, o vatandaşlık görevini tam
yapryor demektir. Eğer bir sanatkar, uğraştığı sanat dalında yaptığı eseri en iyi
şekilde meydana getiriyorsa, o en iyi vatandaştır. Bunun gibi vergisini tam
veren, bu millete, bu vatana hizmetini bu suretle yapan kişiler de en iyi vatan­
daş olacaktır. Bunu sizlerden bekliyoruz.
Geceyi Gaziantep'de geçirdik.

Akşam günlük gazetelere göz atarken; Hürriyet gazetesinin Bir Günün


Hikayesi köşesinde "Hay Allah Razı Olsun" başlığını taşıyan bir yazı dikkati­
mi çekti. Enteresan bulduğum için buraya almakta yarar gördüm. Zira 1983
seçimlerinden sonra bunların tam aksini yazanlar da yine basın oldu. Yazı
şöyleydi:

"Evren Paşa Konya'da önemli sözler etti! Bizim yönümüzden bunların


içinde en önemlisi geçmiş devrin partilileri için söyledik/eri oldu. Belki insan
zaafı diyenler çıkacaktır. Ama samimi bir şekilde düşüncelerimizi söylemek
istedik.
Geçmiş dönemin partililerinin Kurucu Mecliste yer almaması kararı yerden
göğe kadar haklıdır. Yeni hükümet kurulurken bir ara sembolik de olsa parti
temsilcilerinin kabinede yer alması görüşü ileri sürülmüştü ama Al/ahtan bu
görüş fazla ilgi görmedi ve kabine partisiz - Tabii mümkün olduğu ölçüde­
kişilerden kuruldu. Pekald da oldu. İşler de en az eskisi kadar sağlıklı
yürüyor. Demek ki partililerimizden başka kişiler de devlet işlerini
yapabiliyor/armış.
Bir tarihlerde gazete olarak parti liderlerine çağrıda bulunmuş, gelin an/aşm
demiştik. O tarihlerde iki liderin etrafında kümelenen kişiler de bizi ne yapmak
istiyorsunuz diye suçlamışlardı. Ne mi yapmak istiyorduk. En azından ülkenin
bir barış havası içine girmesini. Ne var ki olmadı. Çoğu yakın dostlarımız de­
mokrasi savunucusu geçinip de demokrasiye sahip çıkmayanlara derdimizi an­
latamadık.
Eğer Kurucu Mecliste partililer yer alacak olsaydı en azından kendi ara­
larında yine gruplaşacaklar ve biz sağda veya solda oturalım diye başlangıçta
tefrik yaratmaya kalkacak/ardı. O günden bu yana da taraf olanların hdld bir
araya gelemediklerini, aksine birbirlerini suçlamaya devam ettiklerini esefle
görüyoruz. O da vatan ev/Mıdır diyerek el uzatana henüz rastlamadık.
O halde bir defa daha söyleyelim. iyi ki Konsey, Kurucu Meclise partilileri
almıyor. Hiç olmazsa yeni meclis başlangıçta bütünlük havası içinde göreve
başlayacaktır.
Bu da şimdilik bize yeter. "

2 14
Yine bugünkü Tercüman gazetesinde dün Adana'da işçi sendikaları ve sen­
dika ağalan hakkında söylediklerimle ilgili olarak Güneri Cıvaoğlu imzasr ile
yayınlanan "Putlar Yıkılıyor" başlığını taşıyan makale de enteresandı. Onu da
müsamahanı.za sığınarak buraya alacağım.
Makale şöyle:
"Açık konuşalım, doğruyu teslim kônusunda ürkeklik, çekingenlik
göstermeyelim. 12 Eylül'den bu yana, putlar yıkılmakta, dokunulmaz sanılan
tabuların üzerine üzerine gidilmektedir.
Öyle putlar, öyle tabular ki, bunlar yıllar içinde politikanın taviz çirkefinde
kök salmış, boy atmıştır.
Ve ancak şimdi yıkıldıklarını, üzerine üzerine gidilebildiğini görüyoruz.
Sendikaların mali denetiminden kim söz edebiliyor, işçimizin alın teri damla­
larını, sendika dğasının tasallutundan kim koruyabiliyordu.
Gerçeği teslim etmek, yiğidin hakkını yiğide vermektir. Demokrasi
dönemini hırpalamak ya da dolaylı olarak hırpalanışına arka çıkmak hiç
değildir. Tersine... Çirkin politikanın çirkefinde küstahça boy vermiş putların
devrilişi, tabuların üstüne üstüne gidi/işi, bunların suçüstü fotoğraflarını�ı
kamuoyuna sergilenişi, demokrasinin nasıl yozlaştırılmış o/dugunu ortaya
koyacaktır. O putlara, o tabulara arka çıkan politikacıların çirkin görüntüleri
kamuoyuna yansıtılmalıdır.
Ancak öylece çirkin olmayan politika ve politikacı belirlenebilir.
Ancak öylece yoz demokrasiden sıyrılarak.faziletler rejimi olan demokra­
siye yönelmek mümkün olur.
Putların, tabuların kök saldığı çirkefin tahlili bütün ayrıntılarıyla
anlaşılmadan, yeni pis su sızınnlarına karşı korunulamaz.
Devlet Başkanı Orgeneral Sayın Kenan Evren dün Adana'da, bazı sendika­
ların kirlerini sergilemiştir.
Sayın Evren'in sözünü ettiği komünist yayınları basan matbaa hangi sendi­
kaya aitti? Hangi sendikanın JOO'ün üzerinde lüks otomobili vardır?
O sendikanın, o matbaası, o yayınları yaparken, o sendikanın başında bu­
lunan zat hangi partinin sorumlu ve de yetkili yöneticisiydi?
O sendikanın lüks arabalarından biri 1971 'de hangi partinin genel başkanı
ile ters düşerek istifa eden sabık genel sekreterinin emrine ücretsiz olarak veril­
mişti? Ve o sabık genel sekreter, o sendika tarafından başka hangi imkanlar
tanınmıştı?
Lüks dinlenme tesislerinde gecesi 1 TL ücretle sendika ağaları ağırlayan

215
işçi kuruluşunun 1 Mayıs kutlama törenlerine hangi partinin 25 milletvekili
pnur konuğu olarak katılmıştı?
Açık konuşalım, 12 Eylül'den sonra putlar yıkılmakta, tabuların üstüne
üstüne gidilmektedir. Putların, tabuların kök saldığı, çirkefin yüzüne vurmuş
bir takım çirkin politikacı akislerini şimdi herkes görüyor."

18 OCAK PAZAR

Sabah uçakla Ankara'ya döndük. Bugünkü gazeteler üç günlük gezimi ve


konuşmalarımı değerlendiren yo rumlarla . dolu. Hemen hemen hepsi
konuşmalarımda değindiğim hususların doğruluğuna işaret ediyorlar.
Bazılarından kısa kısa pasajlar almak istiyorum.

Hürriyet gazetisinde Oktay Ekşi şöyle diyor:

"Sayın Evren'in sözlerinden öyleleri var ki, insanın altına imza atası
geliyor.
Ö zellikli sendikaların gelir ve giderlerinin denetlenmesine ve ağalık
düzeninin sendikal hayattan tasfiye edilmesine ilişkin olanlara katılmamak
mümkün değildir. Ne var ki bize kalırsa devletin bu nitelikteki denetim gücü
sadece sendikalarla sınırlı kalmamalı, kamuyona hizmet amacını taşryan bütün
kuruluşlara, örneğin siyasi partilere, kamu yararına faaliyette bulunmak iddi­
asını taşıyan bütün derneklere de yaygınlaştırılmalıdır."
Bu husus benim programımda esasen v ardı. Nitekim Devlet Denetleme Ku­
rulu bu maksatla kuruldu ve Anayasa yapılırken Cumhuriyet Başsavcısının
siyasi partiler üzerindeki denetim yetkisi artırıldı.

Tercüman gazetesinde Güncri Cıvaoğlu uzun makalesinin bir yerinde şöyle


yazıyor:

"Konya'da ldisizm ilkesi altında herkesi ... Adana'da çalışma barışı ilke­
�inde çalışanı ve çalıştıranı .. Hatay'da ve Kahramanmamaraş'ta İslam dininin
bütünlüğü içinde ayrı mezhepleri birliğe çağıran mesajlar vermiş bulunuyor.
Sayın Evren paramparça olan vatan sathutda yeniden bütünlüğü kurma
çabasındadır."
Aynı makalenin bir bölümünde de şöyle söylüyor:

"Demokrasinin tabiatında, demokrasinin esprisinde ayrılıkçılık vardır. Dev


birforum olan demokrasilerde çeşitli menfaat ve fikir gruplarının menfaatleri
ve görüşleri çatışır. O çatışmanın oluşturduğu yeni dengeler ise çok yönlü ve
her grubu belirli ölçülerde tatmin eden çözümler oluşturur. Ancak bu çözümler
216
statik, yani katı ve değişmez değildir. Dinamiktir zaman içinde değişen
şartlarda oluşan zayıflayan ya da kuvvet kazanan yarar ve görüş gruplarının
sürekli tartışmaları ile her çözüm devamlı değişim gösterir.
Ama bu ideal olan demokrasidir. Büyükforumda herkesi bir ölçüde tatmin
edecek çok yönlü çözümler öngörülüyorsa . . . Bütünlük bozulmuyorsa ...
büyükfonunda yarar ve görüş çatışmaları hoşgörü ve olgunluk sınırları içinde
kalıyorsa ... Ekonomik durum, sınıf, din, ırk, mezhep farklılıkları istismar
edilmiyor, bölünme, cepheleşme kıvılcımları sıçratılmıyor, tersine uzlaşma
arayışl�rına konu oluyorlarsa. Demokrasinin tabiatındakifarklılık ve ayrılık bir
milletin bütünüyle mutluluğa yönelişinde önemli unsurudur. "
Yazar demokrasiyi bir orkestraya benzetiyor ve orkestradaki nefesli, yaylı
ve vurgulu sazların birbirinden habersiz felaket sesler çıkarması da
mümkündür, uyumlu çalarak bir şaheseri meydana getirmesi de diyor ve şöyle
devam ediyor:
"işte demokrasifarklı grupların, kesimlerin, ırkların, mezheplerin ülke yar­
arına bir bütünlük içinde melodi ortaya koyduğu zaman sağlıklı işlemektedir.
Bozulan, yozlaşan demokraside ise ayrılıklar, farklılıklar, her biri aynı
melodiyi tamamlayacak sesler değil, çatlak sesler çıkarmak için kullanılır. Ade­
ta cehennemi bir gürültü.
işte bu demokrasinin tabiatındaki ayrılıkçılığın sömürüsüdür. Türk demek-
ten çekinen şair, şiirinde ne diyordu?
Türkiyeli.
Şiirinde bunu diyen, politikada neler yapmamıştı ki..."
Böyle zamanlarda akla gelen ve k9.ğıda dökülen bu güzel düşünceler de­
mokrasiye geçildiğinde çabucak unutuluyor. Yine partililer çatlak ve uyumsuz
sesler çıkararak melodiyi berbat ediyorlar ve işin acı tarafı basın bunu
yukarıdaki yazıda olduğu gibi tenkit edeceğine, aksine körüklüyor. Ne dersi­
niz, bir türlü orkestrada şaheser bir melodiyi seslendiremedik gitti ...
Yine Tercüman gazetesinde Rauf Tamer de benim Adana'da, Antakya'da
hem de yağmura rağmen halk yığınlarının beni alkışlarken, bir Alman sendi­
kacının Stuttgart'ta aynı saatlerde "Türkiye'de artık demokrasiden bahsedile­
mez. Ordu her ne kadar demokrasiye dönülecek diyorsa da buna dair hiçbir
işaret görülmüyor. Sendikacı/ar tutuk/anmakta ve insan hakları çiğnenmekte,
bir taraftan da işkenceler sürmektedir. Temas ettiğim insanların, 12 Eylül'ü
tasvip etmediklerini müşahade ettim" şeklinde verdiği beyanau ele alıyor ve bu
utarunaz adamın Türkiye'ye geldiğinde verdiği demecin ise, "Bu ihtildl diğer
ülkelerdeki ihtildllere benzemiyor. . . Türk ordusu, diğer ordulara
benzemiyor... Demokrasiyi yıkmak için değil, demokrasiyi korumak için

217
yapılan 12 Eylül Harekdtı, milletçe desteklenmektedir" şeklinde olduğunu
y�yor ve yazısına şöyle devam ediyor:
"Bizim içimizde de bu tip adamlar vardır. Zaten 12 Eylül'e ülkeyi bu tip
adamlar getirmiştir... O ahlakın, Türkiye'deki uzantıları, hiild el altından Avru­
pa ya haber uçurmakta ve kapkara tablolar çizmektedir. Öyleyse, göreceğimiz
her yerde kafasını ezmemiz gereken ah/dk işte bu ahldktır.
Kontr-gerilla diyerek koskoca bir özel harp dairesini yıpratan ah/dk, işte bu
ah/aktır.
Müflis hazine tekerlemesiyle bizi dünyaya jurnal/ayan ah/dk, döviz
göndermeyin ey işçiler çağrısı ile kapı kapı dolaşan ah/dk, işte bu ahldktır.
Sekiz milyarlık bütçeyi, sendika ağalarının keyfine harcatan ah/dk, sonra da
dönüp terzi Fikri düzenini - terzi Fikri Fatsa Belediye Başkanı olandır -
alkışlayan ah/dk, işte bu ah/dktır.
Koparın koparabildiğiniz kadar... İşgal edin toprakları ... Durdurun fabrik­
a/arı fetvasry/a iç harp ilan eden ve Türk askerini arkadan vur diye emir çıkaran
ah/dk, işte bu ahldktır.
Daha sayayım mı?
Hayır hayır... Bu ahlakı ve onun Türkiye'deki uzantılarını hatırladınız
herhalde..
Şimdi ne yapmalı?
Bana kalırsa, o ahldkı, kulağından tutup, Evren Paşayla birlikte Adana'ya
götürmeli, Antakya 'ya g ötürmeli, heyecanlı halk yığınlarının sevinç
gözyaşlarını göstermeli ... 45 milyonun tansiyonunu, O 'nun gözünün içine
sokmalı ..
Sonra da dönüp sormalı:
Bu güzel duygular niye? Kime? Faşist bir yönetime mi?
Açın dinleyin BiZİM RADYO'yu ... O radyo ki, Türk düşmanlarına artık
yön verememekte ama güya hdld moral vermektedir. Bakın ne diyor... o bile
ne diyor:

Bu Harekat biiim planlarımızı en az 20 yıl geriye atmıştır.


Hangi 20 yıl? İlelebet de şuna...
Bir daha rüyanızda görürsünüz siz o ortamı. Vapur kaçmıştır. Geçmiş
ola ...
Ve başka kapıya, haydi başka kapıya...
Kanla irfanla kurduk biz bu cumhuriyeti. Yıktırmayız.
işitiyor musun utanmaz adam ve o'nun Türkiye'deki uzantı/an ?

218
Yıktırmayız. "
İşte buna benzer daha birçok değerlendinneler. makaleler gazetelerde yer
almışu. Ben sadece birkaç örnek aldım.
Diğer taraftan teröristlerin yakalanmasına devam ediliyor. Nitekim Ada­
na'da yapılan operasyonlarda DEV-SOL, DEV-YOL. ÜGD, Halkın Kurtu­
luşu, PKK gibi yasa dışı derneklerde örgütlenerek çeşitli terörist eylemleri
gerçekleştinniş ve bugüne kadar 219 kişiyi öldünnekten sınık 223 kişinin ya­
kalandığı ve birçok tabanca, otomatik silah ve menninin ele geçirildiği Adana
Sıkıyönetim Komutanlığınca açıklandı.
Aynca Akyazı ilçesinde iki kuyumcu soyan teröristlerin ikisi ölü olmak
üzere yedi kişinin yakalandığı. ama maalesef bu operasyon sırasında bir
kuyumcunun oğlu ile bir polisimizin de can verdiğini öğrendik.

19 OCAK PAZARTFBİ

Konya, Adana, Antakya Kahramanmaraş, Gaziantep gezimiz ve oralarda


yaptığım konuşmaların müspet yankılan. yorumlan bugünkü basında da bir
hayli yer tutuyor. Hemen hemen bütün köşe yazarları yine bu konuyu
işliyorlar. Okuyanların başını ağrıtmayacağını ümit ettiğim birkaç makalenin
önemli gördüğüm kısımlarını buraya alacağım. Zira bu yazar arkadaşlarımız
dışarıdan durumu daha net ve tarafsız olarak görebiliy?r.
Milliyet gazetesindeki Yılmaz �tiner Adana'da denetlediğim sigara fabri­
kasında ilgililere söylediklerimi ele alarak şunları yazmış:
"Devlet Başkanımız Sayın Kenan Evren, Adana'da sigara fabrikasını gezip,
ilgililerden bilgi alırken, bir de bakıyor 7 tane makina çalışmıyor!... Evet,
Türkiye'de yıllardır vatandaş sigara kuyruğuna girip sırasını beklerken, yine
onbinlerce vatandaş gerçekfiatınuı üstünde bir paket sigara alırken, kaçakçılar
yokluktan yararlanıp, Türkiye'yi sömürüp ceplerini doldururken, Tekel
yetkilileri kapı kapı dolaşıp avuç dolusu döviz ödeyerek fason sigara
yaptırmaya çalışırken, koskoca sigara fabrikamızda 7 makina sanki bizimle
alay ediyormuşçasına sakin, sessiz, muattal bir köşede pineklemiş duruyor!
Olacak iş midir bu?
Sayın Evren de içi sızlayarak gördüğü bu manzara karşısında ilgililere so­
ruyor:
- Niçin çalışmıyor bu makinalar?
- Efendim, yedek parça yokluğundan bu durumda kaldık! Üretim de
bakımdan etkilendi ve düşük kaldı!..

219
Başkanın gözleri çakmak gibi ça/cıyor. Ama yine de olgunluğwıun sükaneti
içinde şunları söylüyor:
- Döviz Yugoslavya'ya ve Bulgaristan'afason sigara yapımı için veriyoruz
da, neden yedekparça getirmek için vermiyoruz?
Kem, küm, kızarma bozarma, kıpırdanma terleme... Ama insanı ikna ede­
bilecek hiçbir cevap almak mümkün değil tabii!.
Hatırlayacaksınız, adı geçen fabrikada çoğu yerde olduğu gibi 12 Eylül'den
önce kapasitenin 40 bin olmasına rağmen, 5-6 bin ton sigara üretiliyordu ve bu
sigaraların bir kısmının da pantolonların paçasında dışarıya kaçırıldığı
biliniyordu. Ancak yeni yönetim normal düzeye çıkartabilmişti üretimi.
Sayın Evren'in birkaç gün önce karşılaştığı ve ortaya koyduğu bu katı
gerçeği, sigara fabrikasından alın, aklınıza hangi fabrika, hangi üretim dalı,
gelirse gelsin, orada araştırın aynı hastalığa müptela olduğunu göreceksiniz.
Yıllardır Türk ekonomisini kemire kemire bugünlere getiren de (ama o ka­
dar güçlü bünyemiz varmış ki, bir türlü nakavt olmadık) bunların
nemeldzımcılığı ve karşılıklı birinin ak dediğine diğerinin kara demek inadı
değil miydi?"
Bu pasajı şunun için aldım; bu kitabı okuyacak yeni nesiller 12 Eylül'den
evvelki ortamı iyi bilsinler. Bilsinler ki, babalarının ağabeylerinin yapbklarını
yapmasınlar. Bir şey beyaz ise beyaz, kara ise kara densin. Karşısında ola­
cağım diye illa tersini söylemek zorunda olmasınlar. Yoksa yine aynı noktalara
gelirsiniz.
Bu fabrikadaki örnek aslında basit bir örnekti. Verdiğim emir üzerine kısa
zamanda o makinaların yedek parçalan hein de Makina Kimya Endüstrisi tesis­
lerinde yapıldı ve faaliyete geçirildi. Diğer sigara fabrikaları da tam kapasite ile
üretime geçirildi ve kısa bir süre sonra memlekette sigara sıkıntısı kalmadığı
gibi, Yugoslavya ve Bulgaristan'dan da fason sigara alımına son verdik. Yeni
hiçbir sigara fabrikası devreye sokulmamasına rağmen üç sene Türkiye sigara
sıkıntısı çekmediği gibi, bir kısım sigarayı da dış ülkelere ihraç enne imkanına
kavuştu. Bütün mesele ciddi çalışma, devletin etkinliğini gösterebilmektedir.
Tercüman gazetesinde Ergun Göze şunları yazıyor:
"Orgeneral Kenan Evren Konya'da, Adana'da ve Antakya'da konuştu. Ev­
ren'in konuşmalarında öyle noktalar vardı ki insana Devlet konuşuyor dedirtti.
Gerçekten 1 2 Eylül'den sonra devletin bütün yükünü omuzlarına alan, devlete
karşı senelerdir girişilmiş bulunan bütün kahpe saldırılara göğüslerini açmış ve
bütün fecaatı olanca çıplaklığryla bir de kaptan köp-.:üsünde temaşa etmiş bulu­
nan insanların konuşması idi bu konuşma. Bu sebeptendir ki halk Adana'da,
Konya'da, Antakya'da yağmur altında Evren'i dinlemek için ısrarla bekle­
miştir. Çünkü, yanlış söyledim bu halk değil milletti.'
220
Orgeneral Evren Devlet Başkanı seviyesinden ve seldhiyetle milletine
açıklamıştır ki, anarşiye karşı büyük bir savaş verilmiş, belki beli kırılmış fa­
kat kökü kazınamamıştır. Çünkü bu anarşi Türk devletini yıkmak isteyen dış
güçlerin içimizdeki ajanları tarafından pompalanmaktadır ve 12 Eylül öncesi
tahminleri aşacak vehamettedir. Ama kahraman Türk ordusu bu belanın önüne
geçmiş ve 12 Eylül'den sonra 2'nci Ordunun silahlarından fazla silahı top­
lamış ve belli başlı örgütleri çökertmiştir. "
Hürriyet gazetesinde Çetin Emeç "Yarınlara Hazır Olmak" başlağı altında
yazdığı uzun makalenin bir yerinde şöyle söylüyor:
"Devlet Başkanı Sayın Kenan Evren'in son konuşmalarına kulak verirken;
ben, yarını yaşamaktan çok, anılar arasında geziniyor, hafızamda dünden
yapraklar açıyordum.
Sayın Evren'in sözlerinde ne mi vardı ? Pembe ufuklardan çok, mutlu ama
zor hedefler.... Barut kokusu olmasa da; savaş tablosu ... olaylara hoşgörü
gözüyle bakma telkini kadar,fedakdrlık isteği..
Bunlar zor şeyler mi? Hayır... Hele, biz Türkler .kadar tarih boyunca fe­
dakdrlık ve kemer sıkmaya talim etmiş bir millete, hiç değil..
Bu millet değil midir, şeker bulamadığı zaman çayına kuru üzüm atıp içen.
Buğdayı yoksa, süpürge tohumundan ekmeğe bile eyvallah deyip gık'ı
çıkmayan. "
Aynı makalenin sonunda da şunları yazmış:
"Türkiye'nin 20 'nci yüzyıldaki tarihini yazacak olanlar, muhakkak ki,
Büyük Atatürk'ü baş köşeye buyur edeceklerdir. Yine, pek zor bir dönemde
kaptanlığı kuşanıp, devlet gemisini selamet limanına ulaştıran lnönü'ye, el­
bette alkış tutacaklardır... Yurdumuzda demokrasi meş'alesini ateşleyen De­
mokrat Partiye de, onu deviren 27 Mayıs'a da ayrı yerler vereceklerdir... 12
Eylül için de, sanırım Dünyaya parmak ısırtan hareket sıfatım kullanacak­
lardır...
Fakat; biliyor musunuz, bütün bu yaldızlı tahtlar arasında boş kalmış son
tahtı kime ayıracaklardır? ..
Tekrar hastalanmış şu Türkiye'den; demokrasi yolundan sapmadan;
modern, liberal, korkularını yenmiş ve kendi yazgısına hükmedebilen kale gibi
bir Türkiye yaratmayı başarmış kişiye... belki de, kişilere...
Bugün onları tanıyoruz... Kazanacakları zaferin, hepimizin zaferi olduğunu
da biliyoruz....
"

Tercüman gazetesinde "Evren-Millet Diyaloğu" başlığı altında bir makale


yazan Mukbil Ö zyörük de bu makalesinin başında ve sonunda şunları
söylüyor:

221
"Sayın Devlet Başkanı, politikadan yetişmiş bir meydan hatibi değildir.
Bundan dolayı da, meydan nutuklarındaki klişeleri kullanmıyor. Asker
karşısında konuşan bir kumandan gibi ve dolambaçlı yollardan ve cümlelerden
geçmeyerek, bir muharebenin emirlerini verircesine açık-seçik ve net...
Karşısındaki kitleler ise, zaten vatan hizmetini çoktan bitirmiş ve
üniformasını çıkarmış olsa bile gene, esasen asker ... Bu milletin bu asker
vasfı üzerinde çok dikkatli ve hassas olması gerekir.
Orgenaral Evren, miting hatibi değil, ama meydanları dolduran milletin
karşısmda, bütün rütbeleri teker teker aşıp başkumandanlığa erişmiş ve vatan­
daşlarınm alıştığı ve beğendiği tarzda konuşmasım bilen, bu uslup ile yetişmiş
. bir asker... Ve bu tablonun özel bir manası var. Bu tabloda içiçe olan ordu ve
milletin özel bir diyaloğu var. Aydınlarımız bu tabloya çok dikkat etmeyi, bu
tabloya şu söylediklerimin ışığında bakmayı unutmamalıdırlar. Üstelik 12
Eylül milletin rağmına da olmamış, nice zamandır gelişen ve her yönüyle acı
ve milleti can, mal ve devleti kaybetme telaşına düşüren makas türlü hadise ve
tezahürlerin birikimiyle, beklenen tek çare olarak gerçekleşmiştir. Çizdiğim
tabloya bir de bu faktör eklenmeli, bir de bu ışık tutulmalıdır. "
Görüldüğü gibi hemen hemen bütün belli başlı gazetelerde, gezim sırasında
yaptığım konuşmalar müspet karşılanmış ve desteklenmiştir.

20 0CAK SALI

1 2 Eylül'den beri TRT Genel Müdürü Kasaroğlu'nu görevinde bırakmış­


tık. Çünkü 1 1 Eylül akşamı kendisini Genelkurmay karargfilıına getirdiğimizde
bize zorluk çıkarmamış, hatta yardımcı da olmuştu. Gerçi Süleyman Demi­
rel'in getirdiği bir genel müdürdü. Bunu biliyorduk. Ancak biz kamu görevin­
de çalışanların kimin tarafından getirildiğine bakmıyor, görevini tarafsız yerine
getirip getirmediği, görevi sırasında eski patronlarından direktif alıp almadığı
hususu ile ilgileniyorduk.

Uzun zamandan beri Kasaroğlu'nun sık sık Demirel ile temas ettiği ve
ondan direktif aldığına dair haberler alıyor, fakat belki bı rakır diyerek
sabrediyordıı k. Bu sabrımız netice vermedi. Bunun üzerine Başbakan Bülend
Ulusu'ya TRT Genel Müdürünü değiştirmesini, yerine mesleği muhabere
subayı olan emekli Tümgeneral Macit Akman'ı ataması direktifini verdik.
Ulusu görevden alınması yerine, kendisinin emekliliğini istemesinin daha
doğru olacağını teklif edince: tercih hakkını kendisine bıraktık...

B aşbakan, Kasaroğlu'nu çağırıp durumu kendisine izah etmiş. Kasaroğlu

222
da istifa dilekçesini verdi. Yerine . Macit Akman'ın atama kararnamesini
çıkardık. Eğer Demirel ile irtibabru devam ettirmemiş olsa ve bizim istediğimiz
şekilde tarafsızlığını muhafaza edebi!Jniş olsaydı, değiştirme niyetimiz yoktu.
Aynı şekilde, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı müsteşarı Necdet
Seçkinöz'ün de direktifi Demirci'den aldığı anlaşıldığından, o da istifa ettirildi.
Keza Basın-Yayın Genel Müdürü de istifa etti.
Amerika Birleşik Devletleri'nde Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan Ro­
nald Reagan da yemin ederek görevine başladı. Reagan'ın Türkiye'ye bakış
açısının Carter'a nazaran daha olumlu olduğu söyleniyor. İnşallah doğru
çıkar.

21 OCAK ÇARŞAMBA

S ıkıyönetim mahkemelerinde görülen davalar kısa sürede neticeye


ulaştınlam ıyordu. Sebebi "Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü
Kanunu" idi. Avukatlar sık sık redd.i hakim talebinde bulunuyorlar, böylece
zaman kazanıyorlardı.
Buna benzer bazı açık kapılar mahkemelerin uzamasına sebep oluyordu.
Bugün kabul ettiğimiz bir kanunla, adı geçen usul kanununda gerekli
düzeltmeler yapıldı. Yine de mahkemeler maalesef istediğimiz çabuklukta
görülemiyordu. Sistemi kökten değiştirmek lazım ancak bu safhada çok güç..
Bugün kabul ettiğimiz diğer bir kanunla da öğretmenlere ayda 1000 lira
eğitim ve öğretim tazminau verilmesini sağladık. Bunun büyük bir yardım ol­
madığını biliyorduk. Ancak o tarihteki geçim endeksine göre yine de fena
sayılamazdı. Öğretmenlerin bugüne kadar çok ilunal edildiğini biliyorduk. Hiç
olmazsa bu şekilde bir ek gelirle yardırnlanna koşmak istedik.
Mersin, İskenderun ve Trabzon limanlannda orta doğu ülkelerine ve İran'a
sevk edilecek çok miktarda transit eşyanın biriktiğini ve taşıma şirketlerinin
bunlar için fazla miktarda taşıma ücreti istediğini, eğer normal ücretlerle
taşımazlarsa; askeri araçlarla taşıtacağımı veya, şirketlerin elindeki araçlara el
atacağımızı Adana konuşmasında söylemiştim. Bu konuşmamın etkisi hemen
görüldü, taşımalar hızlandı. B ana da Türkiye'nin bazı yörelerindeki taşıma
şirketlerinden taşımaya hazır olduklanna dair telgraflar gelmeye başladı. Bazen
de böyle yapmak gerekiyor. Fırsat düşkünleri çok...
Bugün 31 kişinin katil sanığı 87 Ülkü-Yol'a rr•.!nsup anarşist. çeşitli illerde
yakalandı.

223
23 0CAK CUMA

Üç yılda bir yapılan İslam Konferansı TeşkiJan Zirve Toplantısına Türkiye,


bugüne kadar Dışişleri Bakanlığı seviyesinde katılmıştı. Bu sene Suudi
Arabistan'da yapılacak zirve konferansına hangi seviyede katılmamız gerektiği
üzerinde yaptığımız görüşmelerde, Başbakari Bülend Ulusu'nun katılması
karanna vaımıştık.
Bu karara vaımamızı gerekli kılan sebeplerin başında, İslam ülkeleri ile
olan ekonomik ve ticari ilişkilerimizi geliştirme, böylece bu ülkelere yapa- .
cağımız ihracatı artırma düşüocesi büyük rol oynadı. Eğer ihracatımızı
artıramazsak, ekonomik durumumuzu düzeltmemiz, dış borçlarımızı za­
manında ödememiz m(irnkün görülmüyordu. Avrupa Ekonomik Topluluğu
üyeleri ile OECD ülkelerine gtivenemezdik. Avrupa Konseyinde ve Avrupa
Parlamentosunda mütemadiyen aleyhimizde olan karar tasarıları hazırlanıyor,
çeşitli beyanatl�r veriliyordu. Bizi ekonomik bakımdan daha da kötü duruma
düşürmek ve böylece istedikleri baskıyı yapabilmek için her türlü oyunlara
girişebilirlerdi. İşte bu düşüncelerle yalnız batı ülkeleriyle değil, ortadoğu,
Arap ve İslam ülkeleri ve hatta Asya ve A frika ülkeleri ik olan ticari
ilişkilerimizi geliştirmek zorunda olacağımızı ve ancak bu kozu elimizde tut­
mak suretiyle batı ülkelerinin bir kısmının uygulamak isteyeceği ekonomik
baskıları hafifletebileceğimizi düşünüyordum. Bundan dolayıdır ki, bu zirve
toplantısına başbakan seviyesinde katılmayı kararlaşbrdık.
Bu kararımızın isabetli olduğunu önümüzdeki aylarda ve yıllarda İslam
ülkelerine yaptığımız ihracatın birden bire hissedilir derecede arttığını görmek
suretiyle anladık.
25 Ocak'ta toplanacak olan bu zirve toplantısı dolayısıyla B aşbakan Ulusu
bugün Suudi Arabiştan'a hareket etti. Bu iştirak bütün İslam ülkeleri ve
özellikle Arap ülkeleri üzerinde çok müspet etki yaptı. Nitekim, zirve konfe­
ransında, İran-Irak savaşını sona erdirmek için kurulan ve başkanlığına Gine
Devlet Başkanı seçilen İslam Barış Komitesi üyeleri arasına Ulusu da seçildi.
Bu ayın başlarında Türkiye'ye gelen Avrupa Konseyi Raportörü Steiner'in
raporunu hazırladığı ve Konseye sunduğunu öğrendik. Hazırlanan raporu bu­
raya almayacağım. Ancak� önemli gördüğüm bazı bölümlerini kaydetmekle ye­
tineceğim. Raporda özetle:
"Türkiye'de müdahaleden önce terörizmin tırmandıgı, parlamentonun felce
ugradıgı, partiler arasında diyalog kurulamadıgı, devlet mekanizmasının
çözüldügü" belirtiliyor ve şöyle deniliyor,

224
"Tark ordusu demokratik, tarafsız, halkçı ve ilericidir.
Terörizmi çıkaran ve merkezi dışarıda bulunan dış güçler Türkiye'de
karışıklık yaratıp olağanüstü öneme sahip jeopolitik durumdan faydalanmayı
amaç güdüyordu. Terörizme karşı Demirel hükümeti tamamen güçsüzdü.
Türkiye'de görüştüğümüz kişilerin anlattıkları , General Evren 'in
müdahalenin ertesi günü yaptığı açıklamalara tamamen uyuyor. "
Görüldüğü gibi, 1 2 Eylül'den önceki durumu, dışarıdan gelen ve fiilen
yaşamayan bir yabancı anlayışla karşılayabiliyor da, bizim siyasi partilerimizin
başkanları başta Demirel ve Ecevit olmak üzere bunu anlamıyor. Bugün de an­
lamamakta ısrar ediyor. Mamafih ben bunu da bir dereceye kadar hoş
karşılıyorum. Zira altlarından koltuk alındı. O öyle bir koltuk, öyle menfaat
sağlayan bir koltuk ki, onu kaybebnenin acısı kolay kolay unutulmaz tabii ! .: .
Steiner raporunda böyle diyor da, bizim yazarlarımız başka türlü mü
yazıyor? Onlar bu korkunç ortamın içinde yaşadıkları için daha da açık seçik
hemen hemen her gün yazıyorlar.
İ şte Milliyet'ten Yılmaz Çetiner'in yazdığından ufak bir pasaj :

"Milletçe heyecan dolu bir silkiniş, dipdiri bir uyanış, yeniden doğuşun
içinde olduğumuz görülüyor... Yıllardır anarşi ve terörün zulmü altında ezilen,
kahrolan ve ülkenin iyi kalpli, işinde gücünde, başkasına zarar vermek
istemeyen, mazlum insanları şimdi artık huzur içerisinde/er... ve kendilerini
tüm yetenekleriyle, bu yeni dönem Türkiye'nin mutluluğuna , refahına adamış
bulwıuyo_rlar, kaybedilen zamanı kazanmaya çalışıyorlar...
Geçmişin kısır politika tartışmaları arasında gelişen, geliştirilen ve sonun­
da sahiplerini de yemeye başlaya�. her alana bulaşmış anarşi" ve terörün ge­
riye bıraktığı enkazı aslına bakarsanız artık anmaya, eleştirmeye gerek yok!..
Ama ne çare ki, bugünün ve yarınların değerini anlayabilmek için o dehşet
verici günleri aklımızdan çıkarmak da elbet doğru değil!..
Hiçbir şey yapılmadı mı Türkiye'de? Ne münasebet! .. İğneden ipliğe,
yağdan şekere, çimentoya kadar yüzlerce dalda dışa bağımlı olan Türkiye'nin
sanayide, tarımda, ekonominin her kesiminde çok büyük mesafeler aldığını,
sosyal alanlarda büyük gelişmeler kaydettiğini inkdr etmek mümkün mü? An­
cak son yıllarda kişisel kaprisler,fantaziler ve macera çelmeleri uğruna bütün
bunların tepetaklak olmasıyla karşı karşıya kaldığımız da bir ayrı gerçek!...
"

Bunu ben söylemiyorum. Olayların içinde yaşamış, görmüş bir yazar arka­
daşımız söylüyor. Bize yağ çekmek, dalkavukluk yapm<l.k için de yazmıyor.
Zira aynı yazarlar sırası gelince bizi de tenkit ebnişlerdir.

225
28 OCAK ÇARŞAMBA

Avrupa Konseyi bugün Steiner'in raporunu göıüştü, neticede Mayıs'a ka­


dar Türkiye'ye tekrar gidilmesi, o zamana kadar beklenmesi karan aldı .

Siyasi Komisyonda Steiner'in hazırladığı rapor başlangıçta yumuşaktı, fa­


kat sosyalist grubun baskısı ve yun dışına kaçmış olan vatansızların
girişimleriyle olsa gerek ki, rapor sertleştirildi ve Konseye öyle sunuldu.

Konseyde oylanacak iki karar tasarısı vardı. Birisi Steiner'in raporu, diğeri
Belçikalı sosyalist parlamenter De Jardin'ın Türkiye'nin Avrupa Konseyinden
çıkarılmasını öngören tasan idi. Bu ikinci tasan kabul edilmedi ! . . .

Daha evvel d e yazdığım gibi, b u şekildeki müzakereler mütemadiyen


yapılacak ve hiç bir zaman da Türkiye'yi Avrupa Konseyinden çıkarma karan
alamayacaklar. Esasen böyle bir karar almış olsalardı da bizim icraatımızı
·

etkilemeyecekti.

Aralık ayının ihracat rakamının 569 milyon dolara ulaştığı bildirildi ki;
bugüne kadar elde edilen e n yüksek rakam oluyordu. Bu miktar içinde sanayi
ürünlerinin payı da yüzde 45 civarında oluyor. Bu sevindirici bir haberdi.
Alınan 1cdbirler meyvesini vermeye başlamıştı.

29 OCAK PERŞE'MBE

Ulusu bugün İ slam Zirve Konferansından Türkiye'ye döndü. Yaptığım


konuşma . sonunda Konferansa katılmasının çok yararlı olduğu sonucuna
vardık.

Esasen İslam Konferansı Teşkilatına ilk katılırken konulan bir rezervde; is­
ter Dışişleri Bakanlarının her yıl yapacak.lan Konferansta, ister üç yılda bir
yapılacak Zirve Konferanslarında alınacak kararlara Türkiye'nin uyma zorun­
luluğu yoktu. B u rezerve göre, eğer alınan karar bizim Anayasamıza uygun
değil ve mevcut ittifak anlaşmalarımıza ve dış politikamıza ters düşüyorsa, o
karara uyma zorunluluğumuz olmuyor. Vaktiyle bu iyi düşünülmüş ... Böylece
her toplantı sonunda rezerv koymak mecburiyetinden kurtulmuşuz.

Bankalar faiz oranlarını birbirleriyle yanş edercesine gittikçe çoğaltmaya,

226
gizli yollarla mevduat sahiplerine menfaat sağlamaya başladılar. Buna paralel
olarak bankerler de faizleri yüzde 100, hatta yüzde 1 20'ye kadar yükselttiler.

Buna bir dur demek lhım. Başbakanı uyardık. B ankalar Birliğinc:e bir
karar alıp, bu"karan taviz vermeden uygulamak gerekecek.
B aşbakan Yardımcısı Turgut Özal ise, mevduat faizlerinin artmasının
enflasyonu önleyeceğine dair bir beyanat vermiş.

Avrupa Konseyi Türkiye'de normal düzen işliyormuş ve Türkiye'de 1 2


Eylül'den evvel hiçbir şey olmamış, durup dururken yönetime el konulmuş
gibi; 12 Eylül'den sonra ülke düzeyinde alınaiı tedbirleri ikide birde aldığı ka­
rarlarla onaylamadığını, tutuklulann tutukluluk hallerinin çok uzun olduğunu,
idamların sürdürüldüğünü, insan haklarına riayet edilmediğini belirten kararlar
alır ve yayınlar. Bunlara benzer bir karan da bugün almış ve Konsey Genel
Sekreterliğine Türkiye'de durumu bu yönden inceleme yapması hususunda di­
rektif vermiş. Direktif şöyle:
"Asamble,
1 . Siyasi İşler Komitesinin ik! üyesinin, 5-8 Ocak 1 981 tarihlerinde
Türkiye'ye yaptıkları inceleme gezisi sonrasında hazırlanmış bulunan raporu­
nu değerlendimıiş olarak,
2. Sadece demokratik ilkelere saygı gösteren ülkelerin Konseye üyeliklerini
muhafaza edebileceklerini öngören ve Avrupa Konseyi statüsane dayanan tu­
tumunu teyid ederek ve bu çerçevede Türkiye'de hızla normal demokratik
yaşama dönülmesi gereğini vurgulayan 1 Ekim 1980 tarihli ve 9()4. sayılı Tav­
siye Kararını hatırlatarak,
3. Bakanlar komitesinin 904 sayılı Tavsiye Kararına verdiği ve
Türkiye'deki gelişmeleri Asamble ile yakın işbirliği halinde dikkatle
izleyeceğini açıkladığı cevabım not ederek,
4. 904 sayılı Tavsiye Kararının 10. paragrafında belirtildiği üzere Türk
Hükümetinin, halkın serbestçe ifade edilen iradesine tam olarak saygı
gQstererek ve siyasi ve sendikal şekilde haklar ile basın özgürlüğünü de eksik­
siz bir biçimde içerecek şekilde demokratik müesseselerin ihyası bakımından
somut şartları ve takvimi belirlemesi gerektiğini teyid ederek,
5. Türk Hükümetinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ilişkin
yükümlülüklerin yerine getfrileceği ve özellikle Sözleşmenin 15. maddesinde
yer alan ve inhiraf edilmesi mümkün olmayan haklara tam olarak saygı
gösterileceği yolunda açıklamış olduğu niyeti dikkate alarak,
6. Türkiye'de halen demokratik ilkelerin uygulanmadığının ve İnsan hak-

227
/arına saygı gösterilmediğinin aşağıdaki bilgilerden anlaşıldığını gözönünde
bulwıdurarak;
i. Binlerce kişinin mahkemeye çıkarılmaksızın tutuklanması ve hapsedil-
mesi,
ii. Başbakanın işkence iddialarının araştırılacağı ve gereken hallerde
suçu görülen görevliler hakkında soruşturma açılacağı yolundaki kesin niyetini
ifade ettiği 6 Araiık 1980 tarihli açıklamasına rağmen rastlanan birkaç işkence
olayı,
iii. Basın ve yayın faaliyetlerinin fiilen sansüre tabi tutulması,
iv. Kötü muamele dahil İnsan Hakları Sözleşmesinin diğer ihldlleri.
7. Kanuna uygun olsa dahi, daha önceki uygulamaya aykırı olarak, ölüm
cezalarının infazına gidilmesinden kaygı duyarak,
8. Demokrasinin ihyası yönünde somut ilerleme kaydedilmemesinin
Türkiye'nin Avrupa Konseyi'ne üyeliğini sürdürmesi ile bağdaşmayacağını
gözönünde tutarak,
9. Halen gözaltında bulunan iki Asamble üyesinin soruşturmalarının, ken­
dileriyle kişisel temasa imkan verecek şekilde süratle tamamlanmasını temenni
ederek,
10. Siyasi işler Komitesini Türkiye'deki iç gelişmeleri yakından izlemekle
görevlendirir.
1 1 . Daimi Komiteyi, 26 Mart 1981 'de lahey'de yapacağı toplantıda duru­
mu gözd�n geçirmekle görevlendirir,
12. Genel Sekreteri mahkUnıların işkence veya kötü muameleye tabi tutul­
duğu yolunda Parlamenter Asamblenin üyeleri tarafından dikkatine sunulan
olaylar hakkında Türk makamlarından bilgi temin etmekle görevlendirir.
13. 1-12. paragrafların ışığında, Mayıs 1 98J 'de düzenlenecek 33. olağan
oturumunun ilk bölümünde durumu incelemeyi kararlaştırır.

2 ŞUBAT PAZARTESİ

B akanlar Kuruluna ilk defa Başbakanlık ettim. Toplantı 1 7 .OO'den


20.00'ye kadar üç saat devam etti. Toplantıda bir müddet evvel Konya, Ada­
na, Hatay, Kahramanmaraş, Gaziantep illerinde yaptığım gezide tespit ettiğim
hususları ve alınması gerekli tedbirleri Bakanlara ilettim. Aynca diğer konular
üzerinde de direktif verdim.
Eski Sosyal Güvenlik Bakanlarından Hilmi İşgüzar'ın Yüce Divana veril­
mesine dair Konsey karan aldık. Artık Yüce Divan görevini yapan Anayasa

228
Mahkemesinde yargılanacak. B ize verilen bilgiler karşısında mahk.Om ola­
cağıru kuvvetle ümit ediyoruz.

6 ŞUBAT CUMA

İstanbul Emniyet Müdür Muavini ve koruma polisinin İ stanbul'da


otomobilinde dört terörist tarafından öldürüldüğü. otomobilde bulunan diğer
iki polisin ağır yaralandığı haberini aldım. Canım sıkıldı. Teröristlerin son
çırpınışları. Böyle sansasyon olaylar gerçekleştirmek suretiyle var olduklarını
taraftarlarına ispat enneye çalışıyorlar.
Daha evvel de yazdığım gibi bankalar faiz konusunda görüş birliğine
• .

vardılar. Bu görüş birliğine varmada Merkez B ankası B aşkanı Osman


Şıklar'ın ağır konuşmasının etkisi oldu. Artık bundan böyle bütün bankalar
aynı faiz oranlarını uygulayacak. birbirleriyle rekabet enneyecekler. Yüzde 50
faiz oranını aşamayacaklar.

8 ŞUBAT PAZAR

Şehirlerimizde devam etmekte olan gece elektrik kesintileri bugünden


itibaren 39 ilde kaldırıldı. Artık bu illerimizde elektrik kesintisi olmayacak.
l 983 yılına kadar alınan tedbirler ve yeni devreye girecek santrallerle bütün
Türkiye'de elektrik kesintilerinin kalkacağını düşünmekteyiz. İnşallah mahçup
olmayız.

11 ŞUBAT ÇARŞAMBA

Her gün yakalanan teröristleri günlük olarak değil de. aylık olarak
yayınlacağımı yazmıştım. İşte buna uyarak 12 Ocak ile 1 l Şubat tarihleri
arasındaki bir aylık dönemde Türkiye sathında cereyan eçlen olaylar, yakala­
nan terörist. silah ve cephane miktarları şöyle oldu:

Bir aylık dönem içinde 58 8 suç işlenmiştir. İşlenen bu suçların;


294'ü afiş - pankart asma ve bildiri dağıtma
1 34'ü gasp ve soygun
63'ü silahlı saldın ve güvenlik·kuvvetleriyle çatışma

229
24'ü patlayıcı madde atma ve kundaklama
6'sı öğrenci olayı
3'ü gösteri ve direniş
64'ü darp, tehdit, gece sokağa çıkma yasağına uymama suçlarıdır.
Bu suçların 16'sı sağ örgütler, 36 1 'i sol örgütler, 1 5'i bölücü gruplar ta­
rafından işlendiği tespit edilebilmiş; 196'sının yönü belirlenememiştir.
Bu bir aylık suç miktarlan bir ay evvelki ile karşilaştınldığında, yüzde 20
oranında azalma olduğu görülmektedir.
Yine bu bir aylık dönem içinde 20 kişi hayatını kaybetmiştir. Buna mukabil
çeşitli illerde 17 terörist ölü olarak, 16 terörist yaralı olarak çatışma sonucu ele
geçirilmiştir.
Aynca yapılan arama ve operas"yonlar sonucunda bu bir aylık dönemde 607
sol, 420 bölücü, 528 sağ eylemci ve 3046 henüz belirlenemeyen olmak üzere
5601 sanık yakalanmıştır.
Bu dönem içinde 298 tüfek, 76 av tüfeği, 47 makinalı tabanca, 4776 taban­
ca, 1 adet roketatar, 87. 123 mermi, 44 1 patlayıcı madde, 44 adet diğer silah da
ele geçirilmiştir.
Yakalanan bu sanıkların öğrenim durumları da şöyledir:
Yüksek öğrenim : 323
Orta öğrenim : 67 1
İlkokul : 443
D i ğe rl e ri : 1 118
Meslek gruplarına göre dağılımı ise aşağıdaki gibidir.
Öğrenci : 511
Öğretmen 129
İşçi : 323
Memur : 149
Serbest Meslek : 5 19
Ev kadını : 56
Diğer Meslek Mensubu : 420
Boşta gezen : 418

Yakalanan bu suçluların büyük bir kısmı 1 2 Eylül'den evvel işlenmiş


suçların failleridii.

230
U ŞUBAT PERŞEMBE

Bugün 1 2 Eylül Harekatının üzerinden beş ay geçti. B u beş ayı


değerlendirdiğimizde; her sahada, özellikle anarşi ve terörün asgari düzeye in­
dirilmesinde başan sağladığımızı ve millete verdiğimiz sözü yerine getirmekte
olduğwnuzu görmekteyiz.
Karşımızda yalnız anarşi ve terör yok. Devletin her sahada bozulmuş
çarkları var. Anarşi ve terörle birlikte, bozulan bu çarkların da dişlilerinin
onarılmasına uğraşıyoruz. Bunun çok zaman alacağı muhakkak. Ancak
yönetimi devir edinceye kadar, önemli olanlarını ele alıp düzeltebilirsek mesele
yok.
Bu beş aylık sürenin başarılı geçtiği basının tutumund�n da anlaşılıyor.
Basına lüzwnundan fazla müdahalede bulunmuyoruz. Methiye düzmeJerini de
istemiyoruz. İnsaf sahibi ve doğruyu görebilenler, kendilerini bir ideolojik
akıma kapurmamış olanlar, bu beş aylık süreyi müspet olarak değerlen­
direbiliyorlar.
Bir misal olmak üzere, bugünkü Milliyet gazetesinde çıkan baş makaleyi
buraya almakta yarar görüyorum:
"Zaman ve sözler geri alınamaz şeklinde bir özdeyiş vardır... 12 Eylül'ün
beşinci ayım doldurduğumuz bugün keşke zaman da, sözler de geri
alınabilseydi diyoruz...
Keşke, bundan 20 yıl öncesine dönebilseydik... 1961 Anayasasını uygula­
maya başladığımız günleri sıfırlayabi/seydik. Toplumun her kesimi ve bütün
insanlar, yeniden başlayabilseydi demokratik hayata ... Demokrasinin, kavga
değil barışla, ayrılık değil uzlaşma ile yaşayabileceğini kararlaşnrsaydık.
Olan oldu! ...
Bugün 12 Eylül'ün beşinci ay dönümü...
Açıkça söyleyelim ki, geride kalan beş ay, 12 Eylül iktidarı için başarılı
geçmiştir.
Hafif kaderci bir sözü, keyifli anlarımızda kullanırız biz Türkler... En kötü
günümüz, bugün gibi olsun deriz... içinde, biraz şükür, biraz da yarına karşı
duyulan güvensizlik vardır.
Bundan bir yıl öncesine, 1 980 Şubatına, ya da iki yıl evvele dönsek...
Hepimiz gidişin iyi olmadığını, yarının kötü olacağını düşünmüyor muyduk?

23 1
O günleri iyice bir hatırlayalım ... Hangimiz, beş ay öncesine oranla,
ülkenin ve insanlarm daha güvenli duygulara sahip olduğunu inkar edebilir?
Türkiye artık, ölümün kol gezdiği, siyasetin kavgaya dönüştüğü ve her türlü
kutsal değerin pazarlık konüsu edildiği bir ülke değildir.
İstikrarın ve güvenin bedeli, meğer kötüye kullandığımız demokrasinin
kurban edilmesiymiş?
Ama insaflı olalım...
Zorla getirmedik mi 12 Eylül'ü? Muhtıralar, uyarılar, işaretler, alabil­
diğince verilmedi mi? Ayrı düşüncede olanlarımızı, ne cinayetler birleştirebildi,
ne de ekonomik ve sosyal bir iflas tehlikesi...
Şimdi 1 2 Eylül'ün beşinci ayındayız ve bugünün dünden daha iyi olduğunu
açıkça söylüyoruz. "
Makaleden bir kısmını aldığım yukarıdaki satırlar da gösteri yor k i ,
icraatımız i y i yoldadır. İnşallah böyle devam eder.

Bugün, Türkiye'de bulunan ABD Silahlı Kuvvetler B aşkanı Teksas sena­


törü Jon G.Tower'ı kabul ederek bir süre görüştüm. Tower aynı zamanda Ge­
nelkunnay İkinci Başkanı, Milli Savunma Bakanı -ıe Başbakanla da görüştü.

Kendisine 12 Eylül'ün yapılması zaruretini, bu harekatı yapmamış olsaydık


Türkiye'nin bir iç harbe sürüklenmesinin mukadder olduğunu, başka çıkar yol
kalmadığını, Silahlı Kuvvetlerimizin İkinci Cihan Harbinden kalma silah ve
m alzeme ile donatılmış olduğunu, Amerikan yardımının kifayetsiz bulun­
duğunu, arrunlması gerektiğini anlattım.

Tower bana hak verdi ve aynca B aşkan Reagan'ın bir mesajını da sundu.

Tower Türkiye'den ayrılırken bir basın toplantısı düzenlemiş. Bu basın


toplantısında Türkiye'ye yardımın arttırılması gereğine değinmiş.

Bu toplantıda bir gazeteci kendisine şu soruyu yöneltmiş:

"Türk cezaevlerinde meydana geldiği iddia edilen olaylar, Amerika. Birleşik


Devletleri'nin Türkiye'ye yardımını ne ölçüde etkiler? "
Bu sorunun altında yatan; cezaevlerinde bulunan tutuklu ve mahkumlara
i şkence yapılıyor. Buna rağmen ABD Türkiye'ye yardıma devam edecek mi?
konusudur.

Bu gibi iddialar hiç bibneyecek, her fırsatta ortaya atılacaktır.

Senatör Tower'ın bu soruya verdiği cevap enteresan olduğu için aşağıya


alıyorwn:

"Bu iddiaları duyduk. Dünyada herhangi bir ülkede bir siyasi değişiklik

232
olduğu zaman, eleştirileri yapmaya hazır insanlar daima vardır. Bu iddialar
ABD 'nin Türkiye'ye yardım sevkini asla etkilemez. Halen işbaşında olan
hükümetin istemeden bu göreve geldiğini ve mümkün olduğu kaR-ar kısa za­
manda demokratik parlamellter sisteme dönülmesi konusundaki arzusunu
gözönünde bulundurmak gerekir. Amerika Birleşik Devletleri olarak
Türkiye'nin iç meselelerinin büyük olduğuna ve bazı köklü adımlar atılması
gerektiğine inanıyoruz. Bu hükümetin demokratik parlamellter sisteme
döneceğine inanıyoruz."

13 ŞUBAT CUMA

1 2 Eylül'den sonra bir hayli suçlu veya terörist çeşitli yollarla yurt dışına
ve özellikle Batı Almanya'ya kaçmışlar ve bulundukları ülkelerde Türkiye
aleyhindeki eylemlerine devam ediyorlardı.

Bu suçlul arın iadeleri için ilgili hükümetler nezdinde müteaddit


teşebbüslerde bulunduk. Fakat müspet bir karşılık alamadık. Söyledikleri;
"Bunlar siyasi mülteci olarak bize sığındılar" şeklinde idi. Bunların adi suçlu,
terörist oldukları ifade edildiğinde, bu sefer de "idam edilmeyeceğine dair
güvence verin", veya "suç dosyalarını bize gönderin biz burada muhakemeleri­
ni yapalım" şeklinde cevap vermeye başladılar.
Böyle bir hal şeklini kabul etmemiz demek; yargı yetkimizi yabancı bir
ülkeye devir etmemiz veya bağımsız mahkemelerimizin vereceği ve yasama or­
ganının tasdik edeceği idam cezasını daha mahkemesi yapılmadan kaldırmrunız
demek olacaku. Tabii her iki teklifi de reddettik.

Kaçan bu suçluların Türkiye'ye gelmediklerini görünce; bu gibilerin yurda


dön çağrılarına savaş, sıkıyönetim veya olağanüstü hal dönemlerinde bir ay,
normal dönemde üç ay içerisinde dönmeyenlerin vatandaşlıktan çıkarılmalarını
sağlayacak bir kanun hazırlanmasını istemiştik. B u kanun hazırlanmış,
önümüze gelmişti. Bugün bu kanunu görüşerek kabul ettik. Artık Behice Bo­
ran, TÖB-DER Başkanı Gazioğlu ve bunun gibi kaçakları vatandaşlıktan
çıkarmak mümkün olacak.

Aynı kanuna eklediğimiz bir madde ile de, dışarıdaki vatandaşlarımızın bu­
lunduğu ülkenin vatandaşı olması imkanını da sağladık (çifte vatandaşlık).

233
B ir hafta kadar önce, yakın bir tarihe kadar Ankara'da Amerikan Yardım
Kurulu Başkanı olup, kısa bir süre önce Napoli'deki NATO Komutanlığı Kur­
may B aşkarı.lığına atanan Amerikan Korgenerali Thomson'un eşinden bir
mektup aldım.
Bayan Thomson Ankara'da iken Keçiören'deki Atatürk Yetiştirme Yurdun­
da gönüllü olarak çalışmış ve bu arada iki çocuğu da evlat edinmiş. Mektubun­
da, bu yurdun feci halini anlatıyor ve aldığı iki çocuğun ilk günkü fotoğraflan
ile şimdiki fotoğraflarını gönderiyor.
Mektubu okuyunca çok üzüldüm . Bu yurda ani olarak gidip hakikaten du­
rumun anlatıldığı gibi olup olmadığını öğrenmek istedim.
Bugün yanıma televizyon ve basın mensuplarını da alarak yurda baskın
yaptım. Gördüklerim mektupta anlatılanlardan da feci idi. Bu denetleme so­
nunda yurt müdürünü görevden aldırdım. Çocuk Esirgeme Kurumu Genel
Müdürünü de değiştirttim ve yurdun en kısa zamanda istediğim şekle sokul­
masını istedim . Ankara Garnizon Komutanına da emir vererek birçok işlerin
asker marifetiyle yapılmasını sağladım.
İşte ilk çocuk yuvalarıyla, yetiştirme yurtlarına el atışım böyle başladı. Her
gittiğim şehirde bu yuvalan ve yurtlan denetlemeyi bir görev saydım.
12 Eylül'den evvel gazetelerde bu yurtlarda cereyan eden çirkin olaylan,
ırza tecavüzleri okur ve üzülürdüm. Bayan Thomson'un yazdığı bu mektup
benim bu konuda harekete geçmemi sağladı ve böylece bütün Türkiye
sathındaki çocuk yuvalan ve yetiştirme yurtlan mükemmel hale geldi.

Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nu (DİSK) kapatmamız


ve suçlu bulunan sendika liderleri ve bir kısım görevlilerin İstanbul
Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi savcılığınca tutuklanması ve terör
örgütleriyle ilişkisi olması onları muhtelif yollarla desteklemesi, komünizm
propag·andası yapması, devletin düzeninin marksist ve leninist bir idare şekline
dönüştürülmesi için kurulan örgütlerle işbirliği yapması ve benzer suçlardan
dolayı mahkemeye verilmeleri , Av rupa'nın aynı paraleldeki sendikaları ve
basın organlan tarafından sık sık eleştirilmektedir. Bu arada, Uluslararası Af
Örgütü de Türkiye'den DİSK'in neden kapatıldığını sormuş. Dışişleri B a­
kanlığı gerekli cevabı verecek. Ancak bu DİSK konusu hiçbir zaman Avru­
pa'nın gündeminden silinmeyecek. Mütemadiyen yazacaklar, mütemadiyen
soracaklar. Ama biz bu baskılara boyun eğmeyeceğiz. Mesele bağunsız yargı
organlarımıza intikal etmiştir. Tutuklananlar sendikal haklarını kullandıkla­
rından dolayı değil, bu sendikal haklarını kötüye kullandıklarından, mevcut

234
kanunlarımızda suç sayılan eylemleri gerçekleştirdiklerinden dolayı tutuk­
lanmışlardır, neticeyi mahkemelerin vereceği karar belirleyecektir dedik ve de­
meye devam ettik.

18 ŞUBAT ÇARŞAMBA

Terör örgütlerinden hergün yakalanaıiıar olduğunu, bu bakımdan bunlara


aylık raporlarda değineceğimi yazmış olmama rağmen, şimdiye kadar eski
başbakanlardan Nihat Erim'i, 7 polisi ve 1 02 vatandaşı öldürdükleri tespit edi­
len 1 1 94 DEV-SOL militanının yakalandığına dair bugün aldığım haberi bu­
raya kayıt etmeden geçemeyeceğim. Zira bu büyük bir operasyondu ve emni­
yet kuvvetleiimiz bu operasyonu muvaffakiyetle neticeye ulaştınnıştı.
Geçmiş hükümetler döneminde dış ülkelerden alınmış borçlann ödeme tak­
sitleri kapımıza dayanmıştı. Bunları ödeyecek dövizimiz yoktu. Kaldı ki, ye­
niden dövize ihtiyacımız vardı. Bunun için Merkez B ankasından ilgililer
Londra'ya gittiler. Orada yedi yabancı bankanın ilgilileri ile Ocak ayında
yapılan görüşmelerin ikinci kısmı başlatıldı. Hem 3.2 m ilyar dolar börcun er­
telenmesi ve hem de faizlerin düşürülmesi üzerinde görüşmeler yapılacaktı.
Müspet sonuç alınacağını tahmin ediyoruz.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Turgut Özal da Tokyo'ya yeni kredi
imkanları aramak için temaslarda bulunmaya gitmişti. Oradan Washington'a
geçen Özal, burada da ABD Maliye Bakanı, Savunma B akanı ve özel kuru­
luşların temsilcileriyle görüşüp .yeni kredi bulma imkanlarını zorlayacak ve
ABD'nin yapmakta olduğu askeri ve ekonomik yardıriı miktarının kesintiye
uğratılmamasını temine çalışacak.

Bu şekildeki çabalar devamlı olacak. Zira bilhassa kısa vadeli borçlar mese­
lesi bizi çok sıkıştınnaktaydı. Vaktiyle herkes ihtiyacı olan dövizi kendi bulsun
denmiş, özel sektörün bulduğu bu kısa vadeli borçlanıi şimdi ödeme zamanı
gelmiş, sıkıntısını şimdi biz çekiyor ve hal çareleri peşinde koşuyoruz.
Gerek Londra'dan, gerekse Washington'dan aldığımız haberler genellikle
iyi.

20 ŞUBAT CUMA

Daha evvel de değindiğim gibi, yabancı basın Türkiye'de işkence yapılıyor


diye hemen hemen hergün bir haber ortaya atıyor, böylece Türkiye üzerinde
Avrupa ülkelerinin baskısını artınnalan imkanını yaratmaya çalışıyordu.

235
Bu arada eski İstanbul Belediye Başkanlarından ve tutuklu bulunan Ahmet
İsvan'a da hapishanede işkence yapıldığına dair ısrarlı haberler kulağımıza ge­
liyordu. B unun üzerine savcı Ahmet İsvan'ı hastaneye muayeneye gönderdi.
Vücudund<\ hiçbir işkence izi bulunmadığı gibi, savcıya kendisinin verdiği ifa­
dede de hapishanede işkenceye maruz kalmadığını belirtti.

Bu maksatlı yayınlar ve iddialar hiç bitmeyecek. Tarafsız olması gereken


basın da maalesef bu gibi yayınlara devam edecek. B iz yönetim olarak,
işkence yapılmasını hiçbir zaman tasvip ettnedik ve yapanları da adalete teslim
ettik.

İşkence konusunda 17 Şubat tarihli Tercüman gazetesinde çıkan bir maka­


leyi buraya almakta yarar görüyorum. Güzel dile getirmiş:

Türkiye'de işkence iddialarının sonu hiç gelmemiştir. 12 Mart, arkasından


M.C dönemleri, Ecevit iktidarı ve son olarak Demirel azınlık hükümeti bu gibi
suçlamalardan kendisini bir türlü kurtaramamıştır.
12 Mart'ta kontr-gerillamn (!)faaliyetleri üzerindeki yazılar ve sözler henüz
hafızalarda çok taze olarak durduğu için, biz daha sonraki safhaları
hatırlatmakla yetineceğiz. Türkiye her dönemde, sanığa işkence yapılan bir
memleket olarak tanıtılmıştır. Ulus/arası Af Örgütü, - muhakkak istemeyerek­
ülkemizi karalayan teşkilatların başında gelir. Hadiseleri veriş tarzını 1977
raporuna ait satırlarla ortaya koymak isteriz: 'Türkiye'de iki seneden beri süren
şiddet eylemleri büyük ölçüde sağ örgütlerden kaynaklanmaktadır. Türkiye ha­
pishanelerinde 1976'da 600-700 siyasi mahkam bulunuyordu. Bilindiği ka­
darıyla bunların hepsi solcu eylemcilerdir."
Aynı raporda, Uluslararası Af Örgütü, Paşa Güven adlı bir öğrencinin polis
tarafından dövüldüğünü de, Türkiye'de insan haklarının çiğnenmesinin bir
başka işareti olarak verilmiştir.
Paşa Güven (7 Ocak 1977'de) Site Yurdu çatışmasında elinde silahla yaka­
lanmış, bu arada iki kişiyi yaraladığı da tesbit edilmişti. Cumhuriyet gazetesi
olayı manşetten üç gün üstüste yayınlıyor, Güven'in komaya girdiğini iri pun­
tolarla yazıyordu. Halbuki Güven, hastaneden çıkanca, dövülmediğini ve ağır
bir yarası bulunmadığını belirtiyordu. (Milliyet 1 1 Ocak) ..... Paşa Güven bel­
ki poliste biraz tartaklanmıştı, ama muhakkak olan şu ki komaya gimıemişti.
Kimdi bu Paşa Güven? DEV-GENÇ'in parayan derneği İYÖD 'ün (İstanbul
Yüksek Ö ğretim Derneği) Başkanı. DEV-GENÇ, DEV-YOL ve DEV-SOL
diye ikiye ayrılınca, DEV-SOL kanadında kalmış, 3 kişilik Merkez Komitesi­
nin üyesi olmuştur. Nihat Erim dahil olmak üzere, bir: çok kişinin ölümünü
planlayan bu örgütün en önemli yöneticilerinden biri mevkiinde bulunan Paşa
Güven halen yakalanamamıştır. Paşa Güven 1 2 Eylül'den kısa bir müddet
önce DEV-SOL'u örgütlemek için Almanya'ya gitmişti.
236
Evet, bir büyük terör örgütünün başının polisçe tartaklanması, tabii yerli
komünistlerin teşvikiyle uluslararası Af örgütü'nü harekete geçirmişti. . .
Bugün gene işkencelerden bahsediliyor. Avrupa Konseyi'nin içine kadar sızan
komünistler, Türkiye'yi yalnız bırakmak gayretiyle propagandalarını
yürütüyorlar. Türkiye'de bugün işkence yapılıyor mu? İşkence varsa, diğer
dönemlerde varolduğu söylenenin fevkinde midir? Buna müspet veya menfi
bir cevap veremeyiz. Çünkü elimizde vesika yok, delil yok. Yalnız bu gibi
iddiaların her devirde öne sürüldüğünü belgelemek ve değerlendirmeyi
okuyucuya bırakmakla yetineceğiz. İşte çeşitli tarihlerdeki gazete haberleri ve
yorumlan:
Nisan 1978
- CHP İçişleri Bakanı Özaydınlı: İşkence söylentileri üzerine araştırmalar
yapılıyor. Bu yolda her ihbar değerlendirilecektir. Hükümetimiz, insanlık dışı
çağdışı uygulamaların karşısındadır.
MHP'li bir grup milletvekili başbakanlığın kapısına kanlı gömlek
bıraknlar.
- Ülkücüler basın toplantısı yaparak işkenceye uğradıklarını söyledilir.
- Milliyet yazarı Örsan Öymen: Her kim olursa olsun, kime uygulanırsa
uygulansın, işkenceye karşıyız. MHP yöneticilerinin işkence iddialarına kulak
verilmeli,_ ortaya atılan örneklerin üzerine gidilerek, sağlıklı bir araştırma
yapılmalıdır.
- Hürriyet yazarı Cüneyt Arcayürek : Biz işkenceyi 1 2 Mart'ın marifeti
sanırken, bugün her yönüyle işlediği söylenilen hukuk düzeninde, karakollar­
da, savcı kapılarında vatandaşa işkence yapıldığı haykırılmaktadır... Otelime
kadar gelen Muharrem Beylan adlı 20 yaşlarında bir genç, "Alt dudağımı dar­
beyle deldiler, sırtıma vurdular, copların izleri hdld duruyor" dedi... Dudağı
delinmişti, sırtında kalın kırmızı kan izleri duruyordu. Raporla durumu tesbit
için hastaneye gittiğinde, doktorlar onu ağza alınmayacak küfürlerle kov­
muşlardı. İşkence iddiaları orta yerde dururken başbakanın bu yöne eğilmesi,
hem olayı-, hem yöneticileri temize çıkartmak için buralara tarafsız bir doktorlar
ve hukukçular heyeti göndermesi, soruşturma açması, gerçeğe inmenin en
kestirme yolu değil midir? ... MHP Milletvekili Yusuf Özbaş'ın oğlu Edip
Özbaş, Maraş'ta yakalandıktan sonra ayakları şişmiş, ağzı dili yara içinde
imiş. Ben Edip Özbaş'ı görmediğim için "miş" diyorum. Babasının elinde re­
smi rapor var. Maraş Devlet Hastanesinden 3 doktor Edip Özbaş'ın
vücudwıdald yaralan saptamışlar.
Mayıs 1978
- AP'li 3 parlamenter Edip Özbaş'a işkence yapıldığım tesbit etti.

237
- Demirel: işkence iddiaları ayyuka çıktı. Yarından sonra bu konuda genso­
ru vardır.
- CHP Senatörü Niyazi Ünsal: İşkence olayları eskisi gibi devam etmekte-
·

dir.
- Türkeş, Korutürk'e işkence gören MHP'li/erle ilgili belgeler verdi.
Ecevit gim", Demirel geldi, işkence iddialan son bulmadı:
Mayıs 1980
- İstanbul Barosu açıkladı: işkence sorgulamanın ayrılmaz bir parçası oldu.
Baro, işkencelerden öldügü öne sürülen kişilerin fotograflarını basın
mensuplarına dagıttı. Apaydın, "işkence olayları kaygı' verici boyutlara
ulaşmıştır" dedi.
Haziran 1980
- Ecevit : Kayseri'de insanlar, işkence edile edile öldürülmektedir.
- CHP'li 43 parlamenter işkenceler konusunda Meclis araştırması istedi.
Parlamenterler, "Çağdışı bir -yönetimin insanlarımıza uyguladığı işkence
yöntemlerinin kamuoyuna sergilenmesi için bir araştırma lüzumludur" dediler.
- CHP Milletvekili Mustafa Gazalcı, Denizli'de işkence yaptıran Emniyet
Müdürü hakkında valinin soruşturma açtırdığını, fakat valinin Demirel
hükümetince merkeze alındığını söyledi.
- Üstündağ, basın toplantısında işkenceye uğrayanları basın mensuplarına
gösterdi.
İşkence iddialarının her devirde onaya atılmasına mukabil, Avrupa Konseyi
ilk defa iddialara kulak vermiş ve bu hususu raporuna geçirmiştir. Halbuki
Türkiye açısından - Hiç değilse iddialarda- bir şeyin degişmediği kanaatinde­
yiz: Suçlamalar aynı şiddetle dünden bugüne devam etmektedir... Ama de­
mokrasinin askıya alınması ile birlikte, Avrupa'nın bazı tereddütleri belirmiştir:
Türkiye'ye şüphe ile bakılmakta, bu yüzden işkence iddiaları ciddiye
alınmaktadır. Unutmayalım ki demokrasi, bilhassa Avrupa'da, en büyük
güven belgesi, her kapıyı açan sihirli bir anahtardır.

24 ŞUBAT SALI

B atı Avrupa Birliği Asamblesinin Savuruna ve Silahlanma Komisyonu


üyelerinden oluşan bir kısım parlamenter Türkiye'ye gelmişti. Onları kabul et­
memin ve kendileriyle görüşmemin yararlı olacağını düşünerek, bugün kabul
ettim.

238
Kendilerine brifing verilmiş ve muhtelif temas ve görüşmeler yapmışlardı.
Parlamenterleri kabulüm sırasında yaptığım konuşmanın bazı kısımlarını bu­
raya almakta yarar gördüm:
1 2 Ey/al öncesi günlerde Türkiye'de hakiki bir demokrasinin mevcut
olduğunu söyleyebilmek imkfınsızdır. O günlerde, siyasi partiler arasındaki
kısır çekişmeler ve bunun çok ciddi şekilde teşkilatlanmış ve silahlanmış terör
kaynakları üzerindeki teşvik edici etkisi, ülkede tam bir anarşi havasının
teessüsü neticesini vermişti. Ferdin yaşam hakkının dahi sağlanamadığı böyle
bir atmosferde demokrasiden bahsetmek mümkün değildi.
Bir ülkede, o ülke vatandaşlan şayet yaşamlarmdan emin değillerse, en ta­
bii hakları olan çalışma ve seyahat özgürlüğüne sahip değillerse, evlerinden
işyerlerine giderke11 dahi ölüm korkusu çekiyorlarsa, o �lkede insan hak­
larında11 bahsetmek herhalde hayalleri fazla zorlamaktan öteye bir anlam
taşımayacaktır.
İşte 12 Eylül öncesi Türkiye'deki durum bu idi. Biz bugün bu durumu ta­
mamen tersine çevilmiş ve vatandaşı tüm özgürlüklerine kavuşturmak yolunda
önemli bir mesafe kaydetmiş durumdayız.
Bizler daha ilk günden söz verdiğimiz üzere bu ülkeyi tam anlamıyla de­
mokratik yaşama kavuşturmak hususundaki taahhüdümüzü yerine getirecek ve
g örevi demokratik yollarla seçilmiş yeni yönetime devredeceğiz.
Çalışmalarımızı bir plan ve program içerisinde yürütmekteyiz ve zamanlamayı
da bu plan ve programa göre yapıyoruz.
Avrupa ülkeleri parlamentoları ve Avrupa Konseyi çerçevesinde bir kısım
parlamenterlerin Türkiye'deki durumla ilgilifaaliyet ve beyanlarını ilgi ile izli­
yoruz. Bunlardan bazılarının Türkiye'de insan hakları ve özgürlüklerin
kısıldığı, tutuklulara işkence yapıldığı yolundaki iddialarını derin bir üzü11tü ile
karşılıyoruz. Sizlere belirtmek istediğim husus, bütün icraatımızın kanun
üstünlüğüne saygı çevçevesinde yürütüldüğüdür. Anayasamız ve mevzu­
atımız, işkenceyi kesinlikle yasaklamıştır. Bu konudaki iddialar ihbar kabul
edilmekte ve ilgilinin şikayeti beklenmeksizin soruşturma konusu
yapılmaktadır. Bu uygulamanın en son örneği büyük bir kentimizin eski bir
belediye başkanı ile (Ahmet İsvan) ilgili iddiaların, yetkili makamlarca resen
tahkikidir. Basın-Yayın organları vasıtasıyla kamuoyunca da yakından izlenen
soruşturma sırasında, adı geçen, kendisine hiçbir işkence yapılmadığını açıkça
beyan etmiş ve bu iddiaların çevresindeki ba.zı kişilerce maksatlı olarak uydu­
rulduğunu belirtmiştir. Böylece, uzun zamandan beri yabancı bazı basın or­
ganlarını işgal eden ve tamamiyle gerçek dışı ve kötü niyetli iddialara dayanan
bir konunun içyazü aydınlığa çıkmıştır. İşkence iddiaları ile ilgili .olarak
yürüttüğümüz soruşturmalar sırasında, bunlardan bazılarının maalesef gerçek
olduğu da, anlaşılmış, sorumlular hakkında derhal kanuni işlem başlatılmıştır.

239
Dostlarımızın bize güvenmelerini ve Türkiye'nin demokrasiye dönüşü
konusunda bize yardımcı olmalarım diliyoruz. Türkiye demokratik ve özgür
A vrupa'nın ayrılmaz ve kopmaz bir parçasıdır ve öyle kalmak istemektedir.
A ncak bu11un sadece bizim gayretlerimizle sağla11masının mümkün olmaya­
cağını takdir edeceğinizden ve çalışmalarınızı yapıcı çabalara yönelteceğinizden
şüphe etmiyoriPn.
Bu konuşmamı müteak.ip başkanları durumundaki parlamenter, bizi destek­
ler mahiyette bir konuşma yaptı. Zannediyorum içlerinde bir - iki menfi gözlük
taşıyan varsa da, çoğunluğu Türkiye'den olumlu izlenimlerle ayrıldılar.

Asamble üyeleri aynca Süleyman Demirel ve CHP Genel Sekreteri Mustafa


Üstündağ ile de görüşmüşler. B asında çıkan haberlere göre, her ikisi de
şimdiki yönetime .yardımcı olmalanru, Türkiye'nin yeniden demokratik düzene
geçeceğine inandıklarını söylemişler.

Başkan durumundaki İtalyan parlamenter Stefand Cavaliere, heyet namına


Türkiye'den ayrılırken, "Mayıs ayında yapılacak Avrupa Konseyi Danışma
Meclisi toplantısında, Türkiye'nin Avrupa Konseyinden çıkartılması, ya da
üyeliğinin askıya alınması gibi bir durum söz konusu olmayacaktır. Devlet
Başkanı Orgeneral Kenan Evren 'in heyeti kabulü sırasında yaptığı
konuşmanın, Türkiye 'nin demokrasiye dönerek, yine demokrasi içinde
yaşayacağı konusunda tüm heyet üyelerini ikna etmiştir" şeklinde beyanet ver­
diğini öğrendim.

Heyet üyeleri arasında aynı zamanda Londra'daki Türk-İngiliz Dostluk


Derneği Başkanı olan Sir Frederic Bennett de vardı . Bennett'in benimle aynca
konuşmak istediğini söylediler. Yarın onu kabul edeceğim.

25 ŞUBAT ÇARŞAMBA

Saat 1 0.00'da Sir Frederic Bennett'i kabul ederek kendisiyle uzun ve


başbaşa bir konuşma yaptık. Türkleri çok seviyor. Esasen bunun için Türk.­
İngiliz Dostluk Derneği B aşkanlığını yapıyor. Konuşmamız samimi bir hava
içerisinde ve özet olarak aşağıdaki şek.ilde cereyaiı etti.

Sir Frederic: İlk önce dünkü kabulünüz ile ilgili olarak Zat-ı dev/etlerine
içten tebriklerimi sunmak isterim. Kabul buyurduğunuz parlamenterler
konuşmalarınızın o derece etkisi altında kaldılar ki, aralarında bazılarının eski
kanaatlerini tamamen değiştirdiklerine eminim. Adeta onları bir eğitime tabi
tuttunuz diyebilirim.

240
Huzurunuza parlamenterler heyetinin bir üyesi olarak değil, sadece Türk­
İngiliz Dostluk Derneğinin Başkanı ve bir Türk dostu olarak çıkmaktayım.
Şimdi, Yüksek müsadenizle, Türkiye ile ilgili her konuya büyük aldka duyan
bir dostunuz olarak Avrupa camiasında Türkiyeyi ilgilendiren bazı gelişmeler
hakkında bilgi arzedeceğim. Geçtiğimiz yıl zarfında Türkiye'ye iki kere gelmiş
ve Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu yakmdan gömıüş bir kimse olarak,
12 Eylül harekdtmın benim için bir sürpriz teşkil etmemiş olduğunu hemen be­
lirtmek isterim. Hatta 12 Eylü/'ü kaçınılmaz olması muvacehesinde biraz da
gecikmiş bir harekat olarak değerlendirdiğimi söyleyebilirim. Ancak, yaba11cı
basının gerçekleri doğru bir şekilde yansıtmamış olması yüzünden, Batı 'nın
12 Eylül harekatını ram anlamıyla idrak etmiş olduğunu iddia etmenin de
müşkül olduğunu takdir buyurursu11uz. Bununla birlikte, şimdi Batı gerek
Türkiye'nin dostlarınm ve Büyükelçilerinin gayretleri, gerek Zat-ı Devletleri­
nin yapmış oldukları açıklamalar sayesituie durum hakkında daha sağlıklı bir
anlayış içine girmiş bulunuyor. Batı bugün Türkiye'nin karşı karşıya bulu11-
duğu terörizmin, İtalya ve Almanya'da zaman zaman görülen siyasi amaçlı
münferit terörizmfaaliyetleri11den çok daha farklı boyutlarda olduğunu kav­
ramıştır. Buna rağmen, Batı'nın radikal sosyalist çevreleri, komünist partileri,
özellikle Fransız ve İtalyan aşırı solu tutumlarında tabii olarak değişiklik yap­
mayacaklardır. Bu çevrelere mensup kişilerin Türkiye'ye yapacakları ziyaret­
lerden tatmin olarak geri dönmelerine bu yüzden imkan olmadığı gibi,
Türkiye'nin demokrasiye dönmesinden bu gibi kimseler, ellerindeki yegane
silahı kaybetmiş olacaklarından, elbette ki memnun olamayacaklardır. Bu
çerçevede Rum faktörünü de u11utmamak gerekir kamsındayım. Zira sokaktaki
bir Rum, Türkiye'nin sıkıntılar içinde bulunmasından daima memnun ola­
caktır. Gene de, Yunanlı muhafazakarların son Konsey toplantısında sorumlu
bir şekilde davranmış olduklarını , ve Papandreau'nun Sosyalist Partisine
mensup üç parlamenter dışmda, hazırlamış olduğumuz uzlaşıfomıülü lehinde
oy vermiş olduklarını belirtmek isterim.
Avrupa Konseyi'nin, bu kuruluşa Türkiye'de atfedilen önem derecesinde
bir önem taşımadığına ben şahsen inamaktayım. Önemi daha ziyade psikolojik
bir mahiyet taşımakta ve hür Avrupa ülkelerinin bir sembolü olmasında. Bu
yüzden Türkiye'nin üyeliğinin aksamadan sürmesi için bizler gayret sar/ediyo­
ruz.
Avrupa Konseyinin Mayıs ayında yapacağı toplantıda genel havamn Ocak
ayınınkinden çok daha müsait olacağına inanıyorum. Bilfarz, Ocak ayında
Türkiye'nin üyeliğinin askıya alınmasını isteyenlerden biri olan Hollandalı
sosyalist bir parlamenter bana dün akşam bunun hata olacağına inandığını
söyledi. Kaldı ki Genel Kurul'da böyle bir karar ancak 213 çoğunlukla
alınabilir ve bu karara istinaden Bakanlar Konseyi de yine 213 çoğunlukla aynı

24 1
istikamette bir karar alırsa üyeliğin askıya alınması kesinleşmiş olur. Hiçbir
bakanın böyle bir karardan yana olmadıgı 'Zat-ı Devletlerinin malt1mlartdır. Ne
var ki, Konsey Genel Kurulunun yetki.�i sınırlı dahi olsa da bu yolda bir karar
almasım11 geniş psikolojik tesirleri olabilir ve dü11ya basınında bu karar büyük
makes bulur. Herşeye rağme11 Mayıs ayında böyle bir oylamaya gidileceğine
be11 şahsen inanmıyorum. Türk parlamenterlerinin Mayıs ayındaki topla11tıya
katılıp katılmamaları incelemeye değer bir husustur. Zira katılmalarının Parla­
memer Meclisince kabul edilmemesi halinde, ortaya çıkacak durum gerek sizin
prestijiniz, gerek dostlarınızın gayretleri açısından çok olumsuz bir sonuç
doğuracaktır. Bu itibarla, Avrupa Parlamellterler Meclisi Bürosunun
ö11ümüzdeki Mart ayında yapacağı toplamıya hakim olacak genel havaya göre
bir karar vermek yerinde olur kanaatindeyim. Gelişmeler hakkında Dışişleri
Bakammza bilgi vereceğim. Esasen Parlame11terler Meclisi Başkanı De Koster
de bu müddet zarfinda Türkiye'ye bir ziyarette bulu11acak.
Bu vesile ile Zat-ı Devletlerine gerek Avrupa Konseyinde gerek Milli
Meclislerde sürekli olarak üzerinde durulan iki konu hakkında bilgi sunmak
istiyorum. Bunlardan ilki işkence iddiaları, ikincisi ise Türkiye 'nin
demokrasiye dönmeyeceği kuşkusu. Bunlardan birincisine beyanlamıızla
büyük açıkltk getirmiş bulunuyorsunuz. Sanırım zamanla bu ko11u üzeri11de
durmaktan vazgeçilecektir. İki11ci konuda gerek dostlarımı, gerek tarafsız
gözlemciler hiçbir kuşku duymamakla birlikte, düşmanlarınız bunu devamlı
olarak işlemektedirler. Herhangi bir takvim vermenin güçlüğünü takdir
ediyorum. Ge11eral Ziya Ü/ Hak takvim vermek suretiyle bir hata işlemiş ve
şartlar bu takvime uymasma elvermeyince de sözünde durmamış bir kişi
durunıu11a istemeyerek düşmüştür. Bu itibarla acaba bir orta yol bulunamaz mı
sorusu akla geliyor. Bu naçizane telkini bir dostunuz olarak ve haddim
olmayarak yapacağım. Esasen bu konu üzerinde Zat-ı Devletlerinin de
durduğu11a inanıyorum. Orta yol derken bir taraftan bir kaç yıl hiçbir gelişme
kaydedilmeden bu durumun devam emıesi, diğer taraftan kati bir takvim
verilmesi gibi iki ışık arasmda bulunabilecek bir orta yol kastetmekteyim.
Bilfarz, önümüzdeki altı hafta zarfında Kurucu Meclis'in yeni A nayasaya
ilişkin çalışmalarımn ilk safhasını 1 982 başlarında bitirerek, sonucu halk
oyuna sunacağı şeklinde Zat-ı Dev/etlerinin bir beyanat vermesi son derece
faydalı olabilecektir. Bu kabil beyanat pek çok çevrede ve Milli
Parlamentolarda çok müsbet bir tesir icra edeceği gibi, kati bir takvim
olmayacağı cihetle, süre bakımından da sizi bağlamayacaktır. Böyle bir
açıklamamnfaydası da, Türkiye'nin şu sıralarda muhtaç bulunduğu ekonomik
yardımuı aksamadan yumuşak bir şekilde devam etmesinde kendini
gösterecektir. Bu maruzatım ile çok kıymetli vaktinizi işgal etmeme müsaade
buyurduğunuz için tekrar teşekkür etmek isterim.

242
Ben: Sizi hem bir Türk dostu, hem Türk-lngiliz Dostluk Derneği Başkanı
olarak kabul etmekten ve Türkiye'nin problemlerini bilen bir kişi olarak dinle­
mekten memnunluk duydum. Türkiye'nin sorunlarını olduğu kadar, gerçek
durumu dışarda herkese anlatmak hususundaki yardımlarınızdan dolayı da
teşekkür ederim.
12 Eylül öncesi durumu çok iyi bildiğinizi ifade ettiniz. Onun için bu tefer­
ruata girmeyeceğim. Türkiye'de terörizmin ulaştığı boyutlar yurt dışında bilin­
miyordu. Bereket bizim kendi basınımızda bunlar yer alıyor ve böylece
öğrenilebiliyordu. Bizden önce, politikacılar gerek terörizmi, gerek bölücü
grupların faaliyetlerini dile getirmek istemedikleri gibi, bunları hem
önemsemediler, hem de boyutlarını azımsamada adeta birbirleriyle yarıştılar.
Durumun vahameti hükümetlere verilmiş yığın halindeki dosyalarda en açık
bir şekilde sergilenmekteydi. Biz askerlerin, yani hem şimdi sorumluluk almış
olanlarımızın, hem de seleflerimizin uyarılarına hiçbiri kulak vermek istemedi.
Türkiye'de terörizm ve bölücü cereyanlar o raddeye gelmişti ki, biraz daha ge­
cikmemiz halinde bir iç harbin çıkmasına ramak kalmıştı. Türkiye'deki
terörizm ve bölücü cereyanların nereden kaynaklandığını anlamak için haritaya
bir göz atmak yeter sanırım. Afganistan ve lran 'daki durumdan sonra
Türkiye'nin de parçalanması tasavvur/arının ner:eden kaynaklandığı böylece
kolaylıkla anlaşılacaktır. Türkiye gibi, komünist ülkelerle çepeçevre sarılı bir
durumda olmayan Batılı ülkelerin bazı parlamenteri kendi ülkelerindeki de­
mokratik nizama bakarak ve dünyanın bu bölgesindeki duruma gözlerini
çevirmeden, sadece kendilerine yollanan yazılar ve yalan dolu mektuplara isti­
naden Türkiye hakkında fikir sahibi olduklarım sandılar ve tamamen bunların
etkisinde kaldılar. Türkiyeyi ziyaret eden her parlamenter grup önce CHP,
AP ve diğer parti başkanlarını ziyaret ederek onların fikirlerini öğrenmeğe
önem verdiler. Hiçbiri halkın içine girerek, asıl halkın ne düşündüğünü
öğrenmek istemedi. Bu yüzden dün kendilerine hakın içine girerek Türk
halkının ne düşündüğünü öğrenmelerini tavsiye ettim. 12 Eylül'den önce bana
gelen bazı milletvekilleri, senatörler ve hatta bazı bakanlar, tefessüh etmiş bir
parlamentodan hiçbir yarar sağlanamayacağını ifade ederek, ordunun yönetime
el koymasını ısrarla istemişlerdir. Böyle bir ülke tahayyül etmek kolay mıdır.
Durum kısaca buydu. Ne var ki biz Türkler kendimizi yurt dışında tanıtamıyor
ve içinde bulunduğumuz durumu anlatamıyoruz. Herkesin gelip durumu kendi
gözleriyle görüp, kendilerinin öğrenmelerini bekliyoruz.
Takvim vermek konusundaki en büyük güçlüğüm, sözünde duramamış bir
kişi durumuna düşmek endişesinden kaynaklanıyor. Bugüne kadar hayatımda
vermiş olduğum her sözü tutmuş bir insanım. 1 2 Eylül'den hemen sonra
yapmış olduğum basın toplantısında hükümetin hafta sonu kurulacağını
söylemiş olmam yüzünden, önceden bilinmesine imkdn olmayan güçlüklere

243
rağmen geceli gündüzlü çalışarak bu sözümü tutabildim ve hükümeti Pazar
günü illin edebildik. 30 Ağustos illi Ekim ayı sonu arasında teşkil olunacak
Kurucu Meclisi çok önemli çalışmalar, birçok ana kanunun hazırlanması gibi
konular bekliyor. Bu çalışmalar sonunda ortaya çıkacak kanunlar halk oyuna
sunulacak. Bunların bazılarının kabul edilmemesi durumunda Kurucu Meclis
elbette çalışmalarını sürdürmek mecburiyetinde kalacak.
Sir Frederic: Türkiye'den ayrıldıktan sonra NATO ülkelerinin imal ettikleri
küçük silahların komünist ülkeler aracılığıyla Türkiye 'de teröristlerin eline
geçmemesi için üye ülkelerin daha hassas davranmaları için mücadele
edeceğim.

26 ŞUBAT PERŞEMBE

Bu sene yeni krediler bulmak için Japonya, Amerika, Fransa ve Batı Al­
manya'ya giden ve 20 gün devam eden gezisinden bugün Türkiye'ye dönen
Devlet Bakanı ve Başbakan Yarduncısı Turgut Özal, iyi haberler getirdi.

Amerika Birleşik Devletleri'nin bütçeden 300 milyon ve Eximbank'tan 145


milyon olmak üzere 445 milyon dolar, Dünya Bankasının 712 milyon dolar
kredi verecekleri, OECD çerçevesinde 1 milyar 350 milyon dolar kredinin
gerçekleşmesinin beklendiği ve bunun için de Federal Alman Maliye Bakanı
Matthoefer'in bu yardımın koordinatörlüğünü yapacağı anlaşıldı.

Böylece uyguladığımız ekonomik modelin bu ülkeler ve kuruluşlar, özel­


likle IMF tarafından tasvip gördüğü belli oluyordu. Aksi olsaydı bu kolaylığı
göstermeleri mümkün değildi. Askeri bir yönetim işbaşında olmasına rağmen,
bu kredilerin temin edilmiş olması iyi yolda olduğumuzun işaretleriydi.

Tabii iş yalnız borçlan ertelemek ve yeni krediler bulmakla bitmeyecekti.


Bütün mesele ihracatımızı artırarak, döviz girdilerimizi çoğaltmak. buna muka­
bil ithalatı kısmak, i şçi dövizlerini , turizmden sağlanan döviz miktarını
artırmak ve hizmetler sektörüne de gerekli önemi verebilmekteydi. Eğer bunlar
gerçekleştirilebilirse Türk ekonomisi 4-5 sene içerisinde iyi bir yola girebile­
cekti. Biz yönetimde kaldığımız sürece bunu sağlayabilmek için her türlü
çabayı göstereceğiz. Ancak seçimler yapılıp, normal demokratik düzene
geçtikten sonra iktidara gelecek yönetim ne yapar onu bilemem. Yine tavizler,
oy için gereksiz masraflar, yatırımlar ve israf muhakkak ki yine olacak ve
denge bozulacaktır.

244
4 MART ÇARŞAMBA

Avrupa basınında Türkiye'de işkence yapıldığına dair yayınlar yine devam


ediyor. Bu arada DİSK'in Genel Başkanı Abdullah Baştürk'e tutuklu bulun­
duğu hapishanede işkence yapıldığı iddia edilince, daha evvel Ahmet İ svan'a
yapıldığı gibi, Sıkıyönetim Savcısı, Baştürk'ü hastaneye sevk etmiş ve neti­
cede böyle bir durumun olmadığı ortaya çıktı.

Avrupa'da bu gibi haberleri yayanların Türkiye'den kaçanlarla, TKP'nin


olduğunu çok iyi biliyoruz. Ama yapabileceğimiz başka bir şey yok. Avru­
pa'dan çeşitli zamanlarda gelen parlamenterlere Türkiye'deki durumu yerinde
gösteriyoruz. Onlar da tatmin oluyorlar. Bu bir mücadele. Hem yurt içinde ve
hem de yurt d ı ş ında bu haklı mücadelemizi sürdüreceğiz. B i zi
yıldıramayacaklar.

Nitekim Federal Almanya parlamentosundan Türkiye'ye yine iki parlamen­


ter gelmişti . Bunlardan birisi Hans Burdens, diğeri Karsten Voigt idi. Her iki­
si de Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Necdet Ö ztorun, Ad.alet Partisi
Genel Başkanı Demi-rel ve Cumhuriyet Halk Partisi eski Genel Başkanı Ecevit
ile görüştüler. Ecevit'le görüşmeleri yakın bir tarihte yayınlamaya başladığı
haftalık Arayış dergisinin bürosunda cereyan etmiş.

Bu temaslar sonunda verdikleri beyanetta; "Ankara'daki temaslarından;


Türkiye 'de seçimlerin 1983 yılında yapılabileceği izlenimini edindiklerini,
Türkiyeyi 12 Eylül'e getiren şartlar arasındq politikacıların işledikleri hataların
önemli rolü olduğunu, politikacıları suçlarken parti/arkı gözetmediklerini, in­
san haklarının ihlal edildiği ve işkence yapıldığı yolunda zaman zaman bazı id­
dialar ortaya atılıyorsa da; bu iddialara katılmadıklarını, gerek hükümetin, ge­
rek Sıkıyönetim Komutanlıklarının suçlulara işkence yapılmasını tasvip
edeceğine ve herhangi bir yetkili makamın işkence için talimat verebileceğine
inanmadıklarını" söylemişler.
Bu da gösteriyor ki, gelip Türkiye'yi görenler hakikati anlayıp doğruyu bu­
.
luyorlar. Bu bakımdan, her ne kadar gelip giden bu heyetlerden rahatsızlık
duyuyor, bizi denetlemeye mi geliyorlar diyorsak da, diğer yönden gelmeleri­
nin bizim bakımımızdan yarar sağladığını anlıyor ve bunun için de gelmelerine
mani olmuyorduk.

245
6 MART CTJMA

3 Mart günü de Federal Almanya Meclisi Dışişleri Komisyonuna mensup


yedi parlamenter, heyet başkanı Alois Mertes Başkanlığında Türkiye'ye gelmiş
ve temaslarına başlamışu.

Heyet Başkanı Mertes bizim hassasiyetimizi bildiğinden dolayı verdiği ilk


beyanatta; Türkiye'ye denetleme için gelmediklerini, inceleme ve temaslarda
bulunmak istediklerini söylemiş.

Heyet 3 Mart gününden beri çeşitli kişi ve kuruluşlarla, tabii bu arada adet
olduğu üzere Demirel ve Ecevit'le, hükümetle temaslarda bulunmuş, hatta özel
sektörle ve halkla da konuşmuşlar. En son olarak bugün saat 10. 30'da heyeti
toplu olarak kabul ettim.

Aramızda özet olarak aşağıdaki şekilde bir konuşma geçti:

Heyet Başkanı iki gün evvel Paris'te Enneni teröristler tarafından şehit edi­
len bir görevlimizin bu şekilde öldürülmesinden duydukları üzüntüyü dile ge­
tirdikten sonra, ben kendilerinden bugüne kadar Türkiye'de yaptıkları temas
ve incelemeler sonunda edindikleri izlenimleri istedim. Bunun üzerine
aramızda şöyle bir konuşma geçti:

Mertes: Yüksek müsaadenizle Türkiye'deki izlenimlerimizi üç nokta halinde


7.at-ı Devletlerine izah etmeye çalışacağım.
Türkiye'de AP, CHP yöneticileri de dahil olmak üzere, temas etmiş
olduğumuz eski parlamenterler, resmi makam sahibi veya özel kişiler ve en
liberal gazete yazarları bizlere istisnasız olarak ve bir ağızdan 12 Eylül'den
önce Türkiye'de demokrasinin felce uğramış oldıxğunu, münferit ve toplu terör
olayları yüzünden ülkede bir kaosun hüküm sürmekte olduğunu ve hasıl olan
otorite boşluğu içinde parlamenter demokrasinin işleyemediğini ifade
etmişlerdir. Dolayısıyla Türldye'deki durumun vahamet ve fecaatinin bu de­
rece olduğu bizler için bu kadar açıklıkla malam değildi. Bu kere yapmış
olduğumuz temaslarda bunu öğrendik ve bütün arkadaşlarımız.fikir sahibi ol­
dular.
Ban Avrupa Birliği Parlamento üyelerine yapmış olduğunuz beyanatı dik­
katle incelemiş bulunuyoruz. Gerçek amacını:;ın geçici bir askeri yönetim ola­
rak işleyen, güvence veren ve sağlam esaslara dayanan bir demokratik düzeni
kısa zamanda yeniden kurmak olduğunu öğrenmiş bulunmakla büyük mem­
nuniyet duyduk. Şimdi, işleyen demokratik bir parlamentonun üyeleri olarak

246
ülkemize döndüğümüz zama11, bizlere tevcih edilecek suallerin başında
Türkiye'deki askeri yönetimin bu hedefini nasıl ve ne kadar bir sürede
gerçekleştirebileceği suali olacağı cihetle, bu konuda da bizi aydınlatmanızdan
mutlu olacağız.
Edinmiş olduğumuz en önemli izlenimlerimizden biri de, Türkiye'de insan
haklarının ihldli ve işkence iddiaları karşısında.faillerin hakkında derhal taki­
bat açılması için gerek Milli Güvenlik Konseyi ve hükümetin gerek devletin
bütün organlarının gayet hassas davranmakta olduklarıdır. Zira bugün Alman­
ya'da kamuoyu sadece Türkiye ile ilgili olarak değil.fakat demokratik bütün
ilkelerin işler/iliği açısından her konunun münakaşasını yapmaktadır. Hatta
Afganistan'ın SSCB 'ce işgalinden sonra dahi kendi güvenliğimiz açısından
NATO'nwı lüzumlu olup olmadığının dahi münakaşası yapılmaktadır. Batı ca­
miasının sadece askeri bir ittifak değil.fakat aynı zamanda Batı'nın önem ver­
diği ilkeler ve değerlerden kurulu karşılıklı bir yardım camiası olduğu
vakıasından hareketle, işkence iddialarının da kamuoyumuzca üzerinde durul­
masını tabi[ karşılamamız gerekiyor. Bu itibarla, bu gibi iddiaları cevapsız
bırakmamamız da parlamenterler olarak bizim görevlerimiz arasında bulunu­
yor. Hemen iftiharla belirtmek isterim ki, bu kOnuda bize verilen bilgilerden
tamamen tatmin olmuş bulunuyoruz. Ziyaretimiz iki ülke arasındaki çok eski­
lere dayanan dostluğun perçinleşmesine hizmet edeceği gibi, Batı dünyası ve
NATO içindeki ideallerimizi de böylelikle bir kere daha teyid etmiş olacaktır.
Berı : Birinci konuya temas etmeden önce size Türkçede mevcut bir
darbımeseli söyleyeceğim. "Koyun can derdinde, kasap et derdinde" deriz.
Bu açıdan bakılırsa, Türkiye'nin can derdinde, Batı 'nın ise et derdinde olduğu
görülmekte. Terör konusunda Türkiye esas itibariyle 1970'lerden bu yana çok
muzdarip olmuştur. Bu yüzden 1 97l 'de bir 12 Mart dönemi ve bunu takip
eden bir sıkıyönetim devri geçirdik. O zamanlar terörü11 bu derece yaygın ol­
mamasına mukabil yakalanan teröristlerin daha ileri yıllarda salıverilmeleri
sebebiyle Türkiye 1980'lere artan ölçüde terör olayı ile birlikte geldi. 12 Mart
harekatı meseleyi halletmek yerine meseleni11 üzerine bir örtü serdi; ancak
örtünün altında terör bütün canlılığı ile duruyordu. 12 Eylül Herakatı 1971 'de
yapılsaydı, belki böyle bir hareklitı 1980'de yapmak gereği kalmayabilecekti.
12 Eylül'den sonra biz bir program verdik. Evvela terörizm etkisiz hale ge­
tirilecek, sonra Kurucu Meclis teşkil olunacak, Kurucu Meclisten Anayasa,
Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu gibi ana ka11unlar geçirilecek, daha sonra
Anayasa halk oyuna sunulacak ve böylelikle normal demokratik sisteme
dönülecek, dedik. Nitekim, programa uygun olarak terörizm ve anarşinin artık
kaynaklarına inilmekte olduğunu gördükten sonra, bundan bir ay önce Kon­
ya'da Kurucu Meclis'in teşkil olunacağı tarihi açıkladım. Tarih olarak neden
30 Ağustos ild Ekim sonu arasını belirtip de kati bir tarih vermemiş olduğum
247
akla gelebilir. Bunun da sebebini şöyle açıklayabilirim. 1 2 Eylül'ü hemen ta­
kip eden günlerde yapmış olduğum basın toplantılarından birinde hükümetin
teşkil olunacağı tarih hakkmdaki bir soruya cevaben, hafta sonunda kurulacak
demiş bulundum. Bu sözümü yerine getirebilmek için çektiğim sıkıntıyı sadece
ben bilirim. Bu güne kadar.hiç hükümet teşkil etmemiş olduğumuz için bunun
kolay bir iş olacağını sandık. Gene de büyük sıkmtılarla sabahlara kadar
çalışarak hükümeti Pazar günü ild11 etmek suretiyle sözümüzü tuttuk. Bu
misalden ders alarak, kati bir tarih yerine Kurucu Meclis'in teşkili konusunda
iki aylık bir süre belirttim. Beş aylık bir yönetimden s<Jnra terörizm ve
anarşinin Ağustos'a kadar iyice etkisiz hale getirilebileceğini ve artık Kurucu
Meclis'in teşkil olunabileceğine karar vardik. Samimiyetle ifade edeyim ki
terör ve anarşinin Türkiye'de bu kadar dal budak sarmış olduğunu tahmin ede­
memiştik. Bugün hdld hergün yüzlerce silah ortaya çıkarılmakta. Bir misal ola­
rak size Mart'ın sadece 3 ve 4 üncü günlerinde ortaya çıkarılan silahlara ait ra­
porlardan misaller vereceğim. Bu rakamlara ele geçirilen mermiler elbette dahil
değil. Silahları toprağa gömülmüş vaziyette buluyoruz. Anarşi ve terör odak­
ları artık bir şey yapamayacak/arını anlayınca, bu silahları ileride kullanmak
amacıyla toprağa gömüyorlar, biz de yapılan ihbarlar sonucu ortaya
çıkarıyoruz.
Kurucu Meclis'in kurulmasından sonra demin sözünü ettiğim kanunların
hazırlanması başlayacak. Bundan sonra da bir değerlen{iirme yaparak
hazırlanacak Anayasa'nın halk oyuna 11e zaman sunulacağını açıklayacağız.
Bizim asker olarak idareye isteyerek el koyduğumuzu sananlar yanılıyorlar.
Çoğumuz 1 7-18 yaşlarımızda asker ocağına girdik. Askerliğin ne olduğunu
çok iyi biliriz. Askerin bu işlere karışmasının Silahlı Kuvvetleri yıpratacağını
da müdrikiz. Ancak tarih boyunca İmparatorluklar kurmuş bir milletin yavaş
yavaş ortadan kalkmasuıa da göz yumamazdık. Türk Ordusu tarih boyunca
hiçbir zaman geriye adım atmamış bir ordudur. 1950 i/a 1960 arasında Türkiye
demokratik bir devre yaşadı. 1960'tan sonra da böyle bir devre geçirdik. Türk
milleti ikisi arasındakifarkı ve demokrasinin faziletlerini iqrak etmiş bir millet­
tir. Türkiye'nin ihtiyacı sağlam esaslara dayalı bir Anayasa ve aynı şekilde
Seçim ve Partiler Kanunlarına sahip bir parlamenter sistem kurmaktır. Bu ise
en kısa zamanda olacaktır. Lütfen bizden tarih estemesinler. Tarih vermiş
olduğum için hükümet kurma konusunda karşılaştığım sıkıntılı duruma tekrar
düşmek istemem.
Şu sıralarda Kurucu Meclis'in nasıl ve kaç kişiden kurulacağı üzerinde
çalışıyoruz. Ve onun kanununu hazırlamakla meşgulüz. Kurucu Meclis
çalışmaya başladıktan sonra da seçimlerin ne zaman yapılacağını karar­
laştıracağız.
Değindiğiniz ikinci konu işkence iddialarıdır. Esasen bu iddialar veni
248
değildir ve demokratik sistem devam ederken dahi zaman zaman ortaya
atılmıştır. CHP iktidardayken AP ve MHP hapishanelerde sağcılara işkence
yapıldığım iddia ediyorlardı. AP ve MHP iktidara gelince, bu defa da solculara
işkence yapıldığını CHP'liler iddia etmişlerdir. Bu gibi işkence iddiaları bize
intikal etmiş ve hakikaten işkence yapıldığı tesbit edilmiş ise faillerin hepsi de
mahkemeye verilmiştir. Şunu tasdik ederler ki, dünyanın her yerinde bu gibi
olaylar zama11 zaman oluyor. Yeter ki yapanları hükümet takip etsin. Yoksa
işkence mevcut idare tarafından teşvik ediliyor demektir.
Mertes: Buyurduğunuz hususlara tamamen katılıyoruz. Bunları bize görüş­
tüğünıüz her iki partinin yöneticileri de dahil olmak üzere herkes söyledi. Yu­
nanistan'daki albaylar cuntası ile sizin en büyükfarkınız burada. Bu vesileyle
liıt-ı Devletlerinden bir ricada bulunmak isterim. Konuşmalarınızda her vesile
ile bu noktayı büyük otoritenize dayanarak belirtmeniz son derece yararlı ola­
caktır.
Ben: Vaktim olsaydı size ele geçirdiğimiz bir mesajdan bazı pasajları aynen
okurdum. Bu mesajda teröristlerin Türkiye'de işkence yapıldığını kanıtlayan
bilgiler toplamak için ve bunları daha sonra Avrupa'da dağıtmak için nasıl
çırpındıkları açıkça ortaya çıkmaktadır
Voigt: Bu mektubu da neşretmeniz birfikir olarak akla geliyor.
Ben: Mektup mahkemeye intikal etmiş bir davayla ilgili olduğu için bwıa
imkan yok. Türkiye'de cereyan eden muhakemeler konusunda şu11u da kay­
detmek isterim. Biz mahkemelerin işleyiş düzeninde en küçük bir değişiklik
yapmadık, eskiden olduğu gibi çalışmalarına aynen devam ediyorlar. Misal ol­
arak sizlere şu üç cildi göstereyim: Birincisinde Kahramanmaraş davasını11 ka­
rarları var. Üç ayrı matbaada basılarak ciltlenmesi 15 gün sürdü. İkinci cilt
Marksist-Leninist Silahlı Propaganda Birliği adını taşıyan bir örgüt hakkuıda
yeni açılmış olan davanın iddianamesi. Üçüncüsü de başka bir iddianame. Bi­
naenaleyh mevcur hukuk usullerini aynen uyguluyoruz. Bunların ağır
işlemelerinden biz de müşteki olmakla birlikte, hiç bir baskıda bulunmuyoruz.
Bu arada hemen belirteyim ki, NATO ittifakının Türkiye içi11faydalı olup ol­
madığı hususu bizde de senelerdir tartışılıyor. Bir grup "evet" derken başkd bir
grubun "hayır" demesini ben normal karşılarım. Bunlarfikir mücadeleleridir.
Mertes: Biz Alman parlame11terleri NATO konusunda.fikir birliği içindeyiz.
Halk NATO'nun gerekliliğini münakaşa ederken, bizim görevimiz halkı bunun
gerekliliğine inandırmak ve böylelikle mali ve askeri yardım programlarım par­
lamentodan geçirebilmek olmalı.Türkiye'ye yönelik terörist faaliyetlerin Al­
manya'da gelişmesinin bütün Alman parlamenterlerin aleyhinde olduğunu
söyleyebilirim.

249
Ben: Bunu işitmekten memnun oldum. Kaldı ki, Alman dostlarımıza da iki
ekstrem arasında zarar geldiğini biliyoruz. Son olarak şu hususu da belirtmek
istiyorum. Alman misafirlerimizi Ankara'da en son olarak kabul etmemin se­
bebi, kendilerinin daha iyi ikna olabilmeleri için, etki altında kalmadan, önce,
gerekli gördükleri çevreler ve halkla temas etmelerini sağlamak ve bizim,
ülkeyi diktatörlükle idare etmediğimize inanmaları içindi. Türkiye, Atatürk za­
manında Batı 'ya girmiş ve Batı 'nın üyesi olmuş bir ülkedir. O zamandan beri
gelmiş geçmiş bütün hükümetler Batı ve Batılı değerlere bağlı kalmışlardır.
Şüphesiz bundan sonra gelecek hükümetler de bağlı kalacaklardır. Bunun
dışında bir ihtimal Türkiye için düşünülemez.
Bu vesile ile siz değerli parlamenterlerden Almanya'ya döndüğünüzde Al­
man halkına ve bütün Alman parlamenterlerine en iyi dileklerimi iletmenizi rica
ediyorum.
Mertes: Nazik açıklamalarınız için pek çok teşekkür ederiz.Türkiye'de edin­
miş olduğunuz müspet intibaları döndüğümüzde tüm Alman halkı ve parla­
menterlerimize bütün açıklığı ile anlatacağımız hususunda Zat-ı Devletlerini te­
min etmek isteriz. Seçmiş oldukları hayat tarzı dışındaki bir alternatifin gerek
Türkiye, gerek Almanya için bir intihar olacağuıa bizler de inanıyoruz. Huzu­
runuzda açık konuşmamıza izin vermiş olduğunuz için ayrıca minnettarız.
Gerçekten Zatı Devletlerince kabul buyurulmamız, bu ziyaretimizin doruk nok­
tasını teşkil etti. Son olarak şu hususu da huzurlarınızda arzetmek isterim.
Kendi ülkemizde Naziler iktidarda iken, Kemalist Türkiye'nin Alman demok­
ratlarına kucak açmış olmasını biz Almanlar daima şükranla anarız. Bu itibarla
Atatürk'ün prensiplerinin ve düşüncelerinin idraki içindeyizdir. Bu prensip ve
düşüncelerin Türkiye Cumhuriyetinde her zaman için hükümran olduğunu ve
olacağını bizzat öğrenmiş bulunmaktan mutluluğumuz sonsuzdur. Şüphesiz,
bu ziyaretimiz ülkelerimiz arasındaki ilişkilerin daha da sağlamlaşmasına
katkıda bulunacaktır.

Bugün Şubat ayı toptan eşya fiyatlarındaki artış, yani enflasyon hızının
yüzde 1 olduğu anlaşıldı. Enflasyon gerilemeye başlamıştı. Şubat'taki bu
yüzde 1 rakamı tabii iyi bir gidişin işareti oluyordu. 1980 yılının enflasyon hızı
yüzde 107 idi. Bakalım 198 1 yılı ne olacak. Muhakkak ki yüzde 50'nin altında
olacak, zira bütün tedbirler alınmakta. Özal bu yılki enflasyonun yüzde 30-35
arasında olabileceğini söylüyor. Bakalun tahmini tutacak mı?
Türkiye'de uzun senelerden beri ilk defa ekmek fiyatı bazı şehirlerimizde
düşmeye başladı. Sebebi tüccarın stok yaptığı buğdayın ihracını hükümetin ya­
saklaması oldu.

250
'7 MART CUMA

Bülent Ecevit CHP Genel Başkanlığından istifa ettikten sonra, ARAYIŞ


ısimli haftalık bir dergi çıkarmaya başladığını yazmıştım. Maksadının askeri
yönetimle mücadeleyi basın yoluyla sürdürme olduğunu öğrenmiştik. Bir der­
gi çıkarmanın bir hayli mali desteğe ihitiyaç gösterdiğini biliyorduk. Ecevit'in
ise böyle mali bir kaynağa sahip olmadığını da tahmin ediyorduk. Bir gazete­
nin 5 milyon lira yardımda bulunduğu haberini aldık, ses çıkarmadık. Bir
müddet takip ederiz, eğer normal olarak diğer basın organlan gibi sıkıy<,inetim
yasaklarına riayet eder ve bu yasaklar dışına çıkmazsa mesele yok, yayın
hayatını sürdürür dedik.
Bugünkü tarihli Arayış dergisinin üçüncü nüshasında Bülent Ecevit'in bir
baş yazısı yayınlandı. Bu makaleden bi � bölümünü buraya almak istiyorum:
Dikta rejimleri ancak zor kullamlarak ayakta durabilirken, demokrasi kendi
gücüyle ayakta durabiliyor. Demokrasiyi yaşatmak için değil, ancak yıkmak
için zora başvurmak gerekiyor. Bu da ça.�ımız koşullarına en uygun rejimin
demokrasi olduğunu kanıtlar.
Sağlı sollu terörün birleştiği bir amaç vardı: Türkeye'de demokrasinin
geçersizliğini kanıtlamak ve insatıları yaşama özgürlüğünden başka bir şey
düşünemez noktaya getirmek... Bunda da bir ölçüde başarı sağlamışlardır.
Fakat gelip geçici bir başarıdır bu. Yalnızca yaşama özgürlüğüyle yetin­
mek, bitkisel bir yaşam sürmek olur.
Otuz yıl demokrasinin haklarıyla, özgürlükleriyle yaşamış bir toplum, de­
mokrasiden uzun sW:e yoksu11 kalmayı içine sindiremez.
Ecevit'in bizimle mücadele etmek için bu işe kalkıştığı iyice belli oluyordu.
Sanki biz demokrasiyi ortadan kaldırmak için 12 Eylül müdahalesini yapmışız
gibi, bu yazısında demokrasinin faziletini anlatmaya çalışıyor. Sayın Ecevit'te
bir fikri sabit ol�uğunu bana gelen bazı haberlerden anlamaya başlamıştım.
Avrupa'dan gelen yabancı devlet adamı, parlamenter veya gazetecilerle yaptığı
görüşmelerde; bizdeki askeri yönetimin, yani bizim gidici olmadığımızı, bu
idareden kolay kolay ve kendi isteğimizle aynlrnayacağımızı söylermiş. Bunun
doğruluğu bu makalesinden de belli oluyor.
Ne yapalım, bazı bu gibi yazılara sinirlenmekle beraber "14 havle" çekip
üzerine gitmiyoruz. Ama bundan cesaret alarak dozunu gittikçe artırırsa elbette
ona da müsade etmeyiz.

25 1
12 MART PERŞEMBE

12 EYLÜL'DEN ALTi AY SONRA

12 Eylül'ün üzerinden altı ay geçmiş. Evvela son bir aylık dönemde cere­
yan eden olaylan ve arkasından altı aylık dönemdeki olaylan, yakalanan mili­
tanları , hayatını kaybeden vatandaşlan, ele geçen silah ve cephaneyi gözden
geçirelim:

12 Şubat'la 1 1 Mart tarihleri arasında 292 suç işlendiği tespit edildi.


İ şlenen bu suçlardan;

% 50'si afiş, pankart asma ve bidiri dağıtma


% 27'si gasp
% 9 'u silahlı saldın ve güvenlik kuvvetleriyle çatışma
% I O'u darp, tehdit, gece sokağa çıkma yasağına uymama suçlarıdır.
Bu suçlardan;

% 1 'i (4 suç) eylemci sağ grup


% 58'i ( 1 70 suç) eylemci sol grup
% 4'ü ( 1 1 suç) bölücü gruplar tarafından işlenmiş,
diğerleriQin yönü henüz belirlenememiştir.

Saldırılar sonucu bu bir aylık dönem içinde 9 kişi hayatını kaybetmiştir.

Diğer yandan güvenlik kuvvetleriyle giriştiği çatışma sonucu 9 terörist


çatışmada öldürülmüştür.

1 2 Eylül'den bu yana geçen altı aylık süre içinde işlenen suçların seyri ve
son ayla mukayesesi de şöyledir:

- 1 2 Eylül ile 1 2 Ekim 1980 arasında 1 1 46 suç tespit edildiği halde son ay
içerisinde % 75 azalma kaydedilerek bu rakam 292'ye düşmüştür.
- Ölü sayısı 69'dan % 87 azalma göstererek 9'a düşmüştür.

- Yaralı sayısı 1 5 1 'den 28'e düşerek % 80 azalmıştır.

- Silahlı saldırılarda % 80 azalma olmuş, l 38'ten 32'ye düşmüştür.

Son bir aylık dönemde yapılan arama ve o pe rasyonlar sonucunda 1596 sol
eylemci, 3 1 8 sağ eylemci, 444 bölücü ve 3979 henüz yönü belirlenemeyen ol-

252
mak üzere toplam 5937 sanık yakalanmış ve haklarında yasal işlemlere
başlanmıştır. Yine bu süre içerisinde 1 377 tüfek, 70 av tüfeği, 767 patlayıcı
madde ele geçirilmiştir.

Bir aylık sürede yakalanan bu sanıkların öğrenim, meslek ve yaş grupları


da şöyle:

Öğrenim Durumları

Yüksek Öğrenim Görenler 470

Orta Öğrenim Görenler 677


İ lkokul Mezunları 850

Diğerleri · 361

Meslek Durumları

Öğrenci 356
Öğretmen 1 77
İ şçi 423

Memur 276

Serbest Meslek 5 14

Ev Kadını 38

Diğer Meslek Mensubu 1 24

Boşta Gezer 450

Yaş Durumları

1 6-25 Yaş Arası 1423

25-35 Yaş Arası 650

3545 Yaş Arası 200

45 ve Daha Yukarı 85

253
Yönetimimizin altıncı ayını doldunnası dolayısıyla basındaki değerlen­
dinneler lehimizde. Ö rneğin Hürriyet'te "Altı Ayın Bilançosu, Terörün Beli
Kınldı" şeklinde manşet atılmış. Milliyet, Tercüman ve Hürriyet'te yazılan üç
makaleyi de örnek olarak bu.raya almak istiyorum.

Kızılay'da bulvar üstünde işaret etiğim taksi ani bir frenle durdu. Ön
kaypıyı derhal açan şoför:
"- Çabuk abi çabuk" diye seslendi.
Daha bir ayağım yerdeyken, yani iyice binmeden taksiyi hareket ettiren
şoför, geçirdiği heyecanın etkisi ile hızlı hızlı konuşmaya başladı:
"- Sol/adın ceza, durdun ceza .. Bulvardan müşteri aldm ceza . . Hemen
,
bastırıyorlar.. Seni alırken bir yakalansaydım abi gittiydi bin lira ...
, .

"- Valla ben beğeniyorum" dedim şoföre, "Aslında bu yoğun kontroller se­
nin lehine. Ankara'da trafik akışı bayağı hızlandı. Ayda bir kez bin lira ceza
versen bile, trafik hızlandığı için sağladığın benzin tasarrufuyla yine kdrlı
çıkarsın. "
Şoför beni şöyle bir süzdükten sonra, neşeli bir ses tonuna geçti ve:
"- Paşa'mın şansına abicim" dedi, "Bu yıl havalar çok iyi gitti, ciddi kış ol­
madı . "
Ya benim yanımda bir anda kötümserlikten sıyrılıp değişik açıdan bakmışn
dünyaya. .. Ya da müşterisinin yönetime yakın biri olduğunu düşünerek üslup
değiştirmişti.
Aslında çoğumuz bir havadayız. İyimserlikle kötümserlik arasında gidip
geliyoruz. Tabii, birkaç günden beri baharın kapıyı çalması da olumlu etki
yapıyor.
Böyle bir ortamda ve böyle bir iklimde
1
ulaşnk 12 Man'a .
Bugün 1 2 Eylül'de kurulan yönetim altıncı ayını doldurdu. Yine bugün
197 J 'de yapılan 1Jıüdahalenin onuncu yıldönümüdür. Aşağı yukarı her on
yılda bir askeri müdahaleler yaşadığımız için, böyle dönemlerdede kendimizi
bambaşka bir dünyada hissetmiyoruz. Ülke bildiğimiz ülkedir. Askerlere ve
politikacılara yalan ölçüde aşinayız.
İşler karışn mı politikacılar geri çekilir, askerler gelir. Ortalığı derleyip to­
parlamaya çalışırlar.
İnşallah ·bu defa derlenip toparlanma sağlam sonuç verir de sürekli
yaşayacak bir sivil idare kurulur. Demokrasi rayına oturur.
12 Eylül'ün altıncı ayında bir değerlendirme yapmakta fayda var.
Eğer mukayeseyi J 1 Eylül günü ile yaparsak, birçok bakımdan iyi noktala-

254
ra gelinmiştir. Şiddet ciddi şekilde geriletilmiştir. Memleketteki iç savaş
koşulları dağıtılmıştır. O dönemde herkes görüşünü iyice keskinleştirip, karşı
düşünceyi anlama çabasmı terkemıişken, bugün yumuşak tartışma alışkanlığı
mayalanmaya başlamıştır.
Ekonomik politikada 12 Eylül öncesi koşullarda alınamaya11 tedbirler
almmıştır. Vergiler nihayet çıkarılmıştır. Bu arada sanayideki durgunluğun
enflasyon kadar tehlikeli olduğu, yatırımlardaki azalmanın ve işsizlik artışının
tehlikeli durumlar yaratabileceği idrak edilmiş ve bu sorunların çözümü de
yakm hedefler arasına alınmıştır.
Ciddi bir akaryakıt sıkıntısı çekilmemiştir. Yazının başında a11lattığımız
şoför yurttaşın '.'Paşa'mın şansına" diye yorumladığı yumuşak kış ise bir ilave
lütuf olarak yardıma koşmuştur. Bu yumuşak kış aslında sadece yönetimin
değil, tüm halkımızın şansıdır. Çünkü ekonomide işler kötüye giderse her ko­
nuda gelişmeler kötüye gider.
Bu bakımda11 birçok eski poliktikacının da 12 Eylül hakkında ifade ettiği
gibi:
"- Başarı şarmr ve bu yönde askere yardımcı olmak gerekmektedir."
Genel olarak bakılırsa ilk altı ay başarılı geçmiştir.
Bu tempo ve tutum sürdürülürse, askerlerin önümüzdeki iki yıl içinde ana
programlarım gerçekleştirebilecekleri söylenebilir. Hatta, ulusumuzun yıllar
boyu yaşadığı kopkoyu kötümserlikten sıyrılıp düzelme ve toparlanma umu­
duna gelmesi hesaplanmayan enerjileri de açığa çıkarabilir ve hedeflere daha
erken ulaşılması olanağı da doğabilir.
Teoman EREL

Türkiye bir 'onarım' dönemini geçiriyor. Geçmişin yıkıntıları yeniden inşa


edilmekte, sosyal, ekonomik ve siyasi yapı onarılmaktadır.
Bir örnek çalışma hayatıdır. Ekonominin disiplini içinde, karlı.tık, verim,
geçim endeksleri gibi ölçülere dayandırılması gereken "toplu sözleşme pa­
zarlıkları" bir sorumsuzca çağrı ile dejenere olmuştu.
"İşçiler, isteyin isteyebildiğiniz kadar... Kopardığınız kadarını alın" çağrısı
kulaklardadır.
Böylece zembereklerinden boşanan sendika istekleriyle çalışma hayatı
onulması çok güç yaraları almış, işyerleri kapanmaya başlanuştı. Karşılanması
mümkün olmayan istekler ve çıkmaza giren toplu sözleşme görüşmeleri, işçiye
255
daha iyi şartları sağlamak bir yana, gündeme işsizliği getiriyordu. Kapanan ya
da tensikata gitmek zorunda ·kalan iiJerleri kıdem tazminatlarını bile
ödeyemiyordu.
Çalışma hayannda açılmış bulunan yaralar, şimdi yeni yeni sarılmakta, top­
lu sözleşmelere ve ücret sistemine ekonominin prensiplerine uygun disiplin ka­
zandırılmaktadır. Elbette yeni düzenlemede de işçi kesimine sancılar veren
katılmadığımız uygulamalar var ama dejenerasyonun sona erdiğini de teslim
etmeliyiz.
Yakın geçmişte, iş hayatını da zemberek/erinden boşandıran bir başka so­
rumsuzca çağrıyı daha hatırlatmakta yarar var. "Sanayici kendi dövizini kendi
bularak malım ithal etsin " çağrısından sözediyoruz.
Sanayicinin önünde iki yol vardı. "Ya fabrikasını l ıpatacaktı, ya da Tahta­
kale piyasasmda11 dolarını bulacak, şu veya bu formül ile hammaddesini ithal
edecekti. Menşei belirsiz hammadde tekliflerini geri çevimıeyecek, üretimini
sürdürecekti.
'Zaten devrin sorumlu yöneticisi de bu uygulamaya göz yumulacağını ima
etmiyor muydu?
Sanayici çaresizdi .. içi sızlaya sızlaya kendi dövizini kendi bulma yolunda
adımlar am.
Şimdi, hemen her sanayi kuruluşunda o sorumsuzca çağrı sonucu atılan
adımların sancıları vardı. Biraz katı, biraz ayrıntılı defter ve fatura denetimleri­
nin kabusu yaşanmaktadır.
Kabul edilmesi beklenen "stok affı " işte bu kabusu, bu sancıları gidermeye
ve sanayicinin eli11de olmaksızın girdiği çetin yolda almış olduğu yaraları sar­
maya dönüktür.
Servet beyanının yenilenmesi yolundaki çalışmaları da gene geçmişin yara­
larına merhem sürmek diye niteleyebiliriz. Verilen servet beyanlarını, yakın
geçmişin "anormal uygulamalarının" bir sonucu olarak düşünmek yanlış ol­
maz. Herkesin kendi dövizini kendi bulmak zorunda bırakıldığı, Tahtakalenin
adeta ikinci Merkez Bankası diye anıldığı dönemde.... Defterler allak bullak
olmuştur. Hatta o kredilere karşı garanti olarak gösterilmek üzere yurtdışında
gayrimenkuller de edinilmiştir. Ydni servet beyanlarında görünenlerin yanısıra
görünmez varlıklar da -zorunlu olarak- oluşmuş bulunuyor.
Geçmişin ldrleri üzerine, yeni servet beyanları bahar yağmuru gibi akabilir,
pislikleri temizleyebilir.
Üstelik gerek stok affı, gerek yeni servet beyannameleri uygulaması, bir
"af' niteliğinde de değildir. Beyan edilmeyen stoklar ve servet beyannameleri
arasında ortaya çıkacak farklar vergilendirilmektedir. Ydni bir çeşit ceza-

256
/andırma da söz konusu olmaktadır. Ayrıca bir yandan bütün varlıkların
meşrulaştırıldığını , öte yandan hazinenin vergi yoluyla gelire
kavuşturulduğunu, kara para diye adlandırılan bir para potansiyelinin de
üretimi finanse etmek üzere devreye gireceğini de söyleyebiliriz.
Güneri C!VAOGLU

Bir meslektaşım anlattı. Kendisi, babadan kalma ruhsatlı silahı için yeni
"bulundurma" izni almak amacıyla ilgililere başvurmuş. Bunun gerektirdiği
işlemler yapılırken, bağlı bulunduğu Emniyet Amirliğine gitmiş. Önündeki
blrkaç vatandaşın işlemleri.. tamamlansın diye kuyrukta beklediği sırada aynı
odaya bir zat girmiş ve masada oturan Komiser Muavinine:
"Muhterem " demiş, "Ben emekli albay bilmem kim. Şu benim işime l:lfr
bakar mısın?"
Komiser muavini başını kaldırmış ve gayet sakin ve terbiyeli bir biçimde:
"Emekli albay olmanız sıradan öncelik olmanızı gerektirir mi efendim?
Lütfen bekleyin, sıra size gelince bakayım" cevabını vermiş.
Ve bu emekli zat, kendisine usulü dairesinde yol gösteren komiser muavi­
nine karşı çıkmadan sırada bekleyip işini gördürmeyi tercih etmiş.
Şüphe etmeyiniz ki bunun tam aksi de olabilirdi. Yani komiser muavini
"Elbet efendim" der, öteki vatandaşların sırasının çiğnenmesine vasıta olabilir­
di. Veya bahsi geçen emekli albay, "Vay! Ben sana gösteririm" der, kıyameti
koparabilirdi.
ikisinin de olmamasının bir nedeni var gibi geliyor bize:
12 Eylül tarihinden beri devlet makinasının işleyişi önemli biçimde değişti.
Komiser muavini "ben sana gösteririm" tehdidine uğramadan görevini yapa­
cağına inanmaya başladı. Komiser muavinine -veya devletin herhangi bir ka­
demesinde herhangi bir görevliye- bu tür tehditler savurmanın hiçbir anlamı ve
değeri kalmadığını, o tür tehditlere bel bağlayan kişiler de anladı.
Meslektaşımızın tanık olduğu bu olayı, 12 Eylül Harekatının 6'ncı ayının
dolması münasebetiyle dün Hürriyet'in Ankara Bürosu'nun verdiği bir haber
dolayısıyla hatırladık.
Habere göre son altı ay içinde günlük ölüm olayı ortalaması 20'den 2 'ye
inmiş. Bir başka deyişle 180 günde 350 kişi öldürülmüş. Bunun da 1 15'ini,
"güvenlik kuvvetleri ile çatışmaya giren teröristler" teşkil ediyormuş. Demek
ki bu şerirler güvenlik kuvvetlerine karşı durmasa, ölüm sayısı 235'de kala­
cakmış.

257
G erçi 235 kişinin ölümü hiç de küçük bir rakam değildir. Ama daha önceki
dönemin günlük ölüm sayısı aynı tempoyla devam etseydi altı ayda kaybet­
tiğimiz vatandaş sayısı en az 3600'ü bulacaktı. Daha doğrusunu söylemek
gerekirse, bu tarihe kadar artık iç savaş çıkmış ve bütün hızıyla yurdumuzun
her tarafına yayılmış olacakn.
O nedenle bugün kavuştuğumuz can güvenliğinin gerçek değerini anlamak
için, üç beş çocuğun- bir araya gelip istedikleri kuyumcuyu yahut bankayı soy­
dukları, istedikleri adamı, istedikleri anda vurup ortadan kayboldukları o
dönemi ve o dönemin havsala almaz dehşetini unutmamak lazımdır.
Gerçi o zaman da "devlet herşeye muktedirdir" diyenlerimiz vardı. O zaman
da "adalet gerçekleşecektir" sözleri ikide bir telaffuz
.
edilirdi. Ama ne devletin
/
"herşeye. muktedir olduğuna" ne de "adaletin gerçekleşebileceğine" inanan
kalmıştı.
Şimdi, devlet yine devlet, adalet yine o adalet ve polis yine o polistir. Va­
tandaş da aynıdır. Ama değişen birşey vardır. O da devletin etkinliğinin arttığı
gerçeğidir.
Bu gerçeğin bilinmesi güzeldir_ Huzur vericidir. Ama bu gerçeğin ışığı
aln11da bir "durum değerlendirmesi" yaparak ülkemizi "leyli mektep" haline so­
kan gece sokağa çıkma yasaklarını tekrar düzenlemek de artık bir ihtiyaçtır.
Oktay EKŞİ

Görüldüğü gibi yalnız üç gazeteden aldığım yazılar ve diğer gazetelerde de


buna benzer y azılarla ilk altı ayın değerlendi rmesi başarılı olduğumuzu
gösteriyordu.
Yönetimi teslim edinceye kadar inşallah bu başarıyı sürdüreceğiz . Milletin
desteği devam ettikçe ve bizler de dürüst çalıştıkça başarılı olmamamız için bir
sebep yok.
Çok yoruluyorum. Devlet B aşkanlığı, yasama görevleri dolayısıyla Milli
Güvenlik Konsey i Başkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığını aynı anda
yürütmenin ne kadar yorulmayı gerektirdiğini insaf sahibi herkes takdir edebi­
lir.
Aynca evde hasta bir de eşim var. Bastonla yürüyebiliyor, çok şükür
konuşabiliyor fakat sağ elini kullanamadığı için kendi kendine giyinemiyor,
soyunamıyor, yardımsız yemek yiyemiyor, hatta elini yılç.ayamıyor, banyo ya­
pamıyor, tuvalete gidemiyor. B ütün bunları yardımla gerçekleştiriyor.
Gündüzleri genellikle yanında bir yardımcı bulunuyor. Akşamlan yatarken,
sabah kaltığında bu konulardaki yardımı ben yapıyorum. Gece şeker has-

258
talığının verdiği bir zorunlulukla muhakak tuvalet ihtiyacı doğuyor. Onu da
ben yapıyorum. Rahat uyuyabilmesi için ben yatak odasının hemen yanındaki
holde yatıyorum. Baş ucundaki zil butonuna bastığında yanımdaki zil çalıyor,
böylelikle uyanıyor ve yardımına koşuyorum.
Bu durumdan eşim de üzüntü duyuyor ve bana "Senin en fazla yardıma ih­
tiyaç duyacağın bir zamanda benim sana yardımcı olmam gerekirken, bu kadar
yorgunluğa rağmen bir de bana yardım ediyorsun" demek suretiyle bu
üzüntüsünü ifadeye çalışıyordu. Gece beni kaldırmamak için bir gün zili
çalmadan kendi kendine tuvalete kalkmış. Uykum esnasında bir aralık "tak"
diye bir sesle uyandım. Baktım eşimin yatak odasının ışığı yanıyor. Kalktım.
Odaya girdiğimde yatakta olmadığını gördüm. Tuvalete girdim, meğer
tuvalette ayağa kalkmaya çalışırken yana kaymış ve küvetle duvar arasında
sıkışmış kalmış. Hemen kaldırdım ve neden böyle yaptın diye de biraz
söylendi m . "Seni yormak istemedi m , uykun ikiye bölünüyor sana
kıyamadım" dedi. Ben "Bu hizmetten sıkıntı duymuyorum. Ben aynı şekilde
hasta olsaydım, sen bana hizmet etmeyecek miydin. Kan koca böyle zaman­
larda birbirine hizmet etmeyecek de ne zaman hizmet edecek. Bir daha böyle
kendi kendine kalkmaya çalışırsan çok üzüliirüm. Ya bu takırtıyı duymasam
ve uyanmasaydım, halin ne olacaktı bunu düşünmüyor musun" dedim ve bir
daha tekrar etmeyeceğine dair kendisinden söz aldım.
Şimdi şu satıdan yazarken o günleri tekrar yaşıyor ve gözyaşlarımı tu­
tamıyorum. Keşke sağ olsaydı da bugüne kadar her gece kalkıp bu hizmeti
yapsaydım. Hasta olmasına ve yardıma muhtaç olmasına rağmen yine de
kanın olarak evde bir varlıktı.
Herhalde yapayalnız olmaktan çok daha iyi idi. Yürümese de bir köşede
oturuyor olsaydı yine razı idim. Allah gani gani rahmet eylesin, nur içinde
yatsın. Ona yaptığım hizmet inanın ki bana dokunmuyordu.
Beni en çok üzen taraf, çok· hareketli olan onun bir gün gelip böyle
başkasının yardımına muhtaç duruma düşmüş olmasını görmekti. Manen çok
üzülüyordum. Bu kadar ağır işlerimin arasında bu manevi üzüntü beni harap
ediyordu.
Birçok felç geçiren hastalar gördüm . Zamanla iyi oluyorlardı. Bir zaman
biz de bekledik, belki iyi olur, hiç olmazsa hafifler dedik. Ancak bu kadar
hafifledi. I;)oktorlann ifadesine göre yine bir krizin gelmesi ihtimali varmış.
Zira şeker hastalığı bunun başlıca sebebi, şeker de, insülin yapılmasına ve her
gün ölçülmesine rağmen 200'den aşağı düşmüyor. Normali ise 100. Bunu bil­
diğim için her gün bir korku içerisindeyim. O da altı ay ümitle bekledi.
Yürüyebilmesine seviniyor, fakat elinin i yi olmayacağına kanaat getirmiş ola­
cak ki; bana " Kenan elim geçmeyecek, buna çok üzülüyorum" diyordu. Ben
kendisine biraz daha beklemesini, inşallah onun da düzeleceğini söylüyorsam

259
da, "Olsa bugüne kadar belli olurdu. Arrık elimden hayır yok. Ben böyle ola­
cak insan mıydım" der ve ağlardı. Morali bozulduğu için, ilk alU ayda havesle
yapuğı egzersizleri de arrık istemeyerek yapmaya başlamışu.
İ şte günlük işler, yurt sathında cereyan eden olaylar, yurt dışından vaki
baskılar, eski siyasi parti lider ve mensuplarının menfi tutumları üzerine bir de
evdeki bu manevi üzüntünün bir gün beni de yatağa düşürmesinden korkuyo­
rum . Allah'a, "Yarabbi, beni bu sıkıntılardan kurtar. Memleketi ve milletimi
seUmete uğraunadan sağlığımı elimden alma" diye zaman zaman dua ediyo­
rum .

17 MARTSALI

Birbuçuk ay sonra Mayıs ayına gireceğiz. 1 Mayıs Bahar Bayramı olmasına


rağmen, komüni stlerin bayramı haline dönüşmüştür. Her senenin 1
Mayıs'ında neler olduğu ve hatta bir kaç sene evvel 1 Mayıs günü İstanbul
Taksim Meydanında cereyan eden karılı olaylardan 34 kişinin öldüğünü de bi­
liyorduk.
Bu günü yine mi kutlayacakuk? Arkasından 27 Mayıs Anayasa ve Hürriyet
Bayramı gelecekti. 27 Mayıs ihtilalinden sonra hazırlanan 196 1 Anayasası bizi
bu noktalara getirmemiş miydi? Bu anayasayı hazırlayanlarla aşın solda olanlar
her ne kadar bu anayasaya toz kondurmuyorlar.;a da; büyük bir çoğunluk mev­
cut anayasanın karşısında, değiştiri lmesinden yanadırlar. Ben de
konuşmalarımda anayasaya kabahat buldum. Öyleyse nasıl olacak da Anayasa
Bayramını kutlayacaktık. Esasen bu bayramın adı da sakattı. Zira 1 960'dan
evvel de anayasamız vardı. Hatta ilk anayasa 1 876'da Birinci Meşrutiyetle ka­
bul edildi. O halde bayramın adının sırf Anayasa Mahkemesi kuruldu diye
Anayasa Bayramı olarak isimlendirilmesi doğru değildi.
Bu sebeplerle, her iki bayramın da kaldırılması gerektiğini Konsey üyesi
arkadaşlarıma daha evvel açmış, onlar da bu düşüncemi uygun karşılamış­
lardı. Bunun üzerine, ilgililere her iki bayramın kaldırılmasını; Cumhuriyel
Bayramının ikibuçuk günden birbuçuk güne, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve
Çocuk Bayramının yalnız ilkokul çocukları için kutlanmasını ve o gün diğer
devlet daireleri ve resmi kuruluşların tatil edilmemesini sağlayacak bir kanun
hazırlanmasını istemiştim.
Kanun hazırlanmış, bugün önümüze gelmişti. Kanunu görüşüp kabul ettik.
B öylece evvelden beri karşı olduğum 1 Mayıs ve 27' Mayıs Bayramlarını
kaldırmış olduk.
Bu iki bayramı hiç bir iktidar kaldıramazdı. Ancak bu yönetim döneminde

260
bunu gerçekleştirebilirdik. Biz millette birlik ve beraberlik ruhunun teşekkül
etmesine çalışıyorduk. Halbuki 27 Mayıs'ın yanında olanlar, olmayanlar diye
Türkiye'de iki toplum vardı. Karşısında olanlar merasim gününe gelmemek,
Atatürk anıtlarına çelenk koymamak için çeşitli yollara başvuruyorlardı.

18 MART ÇARŞAMBA

1 Mayıs ve 27 Mayıs Bayramlarının kaldırılması, sağ kanadı destekleyen


gazetelerde alkışlandı. Sol kanat gazetelerinde aleyhte bir yazı görülmedi ise
bunun sebebi Sıkıyönetim Komutanlığınca kapatılma korkusundan olduğu ka­
naatındayım. İleride, yani demokrasi dönemine dönüldüğünde, 27 Mayıs'ın
kaldırılması belki tenkid konusu yapılmayacak ama, l Mayıs muhakkak ki çok
tenkit edilecek ve tekrar bayram yapılması için gayretler eksik olmayacaktır,
hatta kanuna aykırı olarak gösteriler tertip edilecektir. Bundan hiç şüphe enni­
yorum. Ülkemizde komünistler eksik olmadığı sürece bu mücadele devam
edecektir.
Bugün eşimi tekrar Gülhane hastanesine yatırmak wrunda kaldım. Birkaç
gündür sağ kaburga altında şiddetli ve dinmeyen ağrı yüzünden. Ankara ve
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakülteleri öğretim üyelerinin de katıldığı genel bir
konsültasyon yapıldı. Bir bulgu bulunamadı. Şeker hastalığına bağlı ağrılar
olduğu kararına vanld�.
Bugüne kadar mütemadiyen artış gösteren gıda maddelerindeki fiyatlar dur­
du. Gazeteler de bu konuya eğilmişler ve 198 1 yılı Ocak ayından beri birçok
malın etiketinde değişiklik olmadığını yazmaya başlamışlar.

28 MART CUMARTESİ

İzmir'deki Ege Ordu Komutanlığı'nın plan tatbikatı vardı. Bu tatbikatı


Konsey Üyesi ve aynı zamanda Kuvvet Komutanı arkadaşlarla izleyecektik.
Bundan istifade ederek, memleketim olan Manisa ve Alaşehir'e de uğramak
ve orada halkı bazı konularda uyarmayı düşünmüştüm. İzmir'deki plan tatbi­
katını bitirdikten sonra bugün helikopterle Manisa'ya geçtik. Şehre girerken
bütün yol boyunca Manisalıların kadın, erkek, yaşlısı ve genciyle büyük bir
kalabalık halinde sokakları dolqurduğunu gördüm. Manzara göz yaşartıcı idi.
Vilayet önündeki büyük alanın her tarafı insanla dolmuştu, hiç boş yer yoktu.

26 1
Ben bu konuda herhangi bir emir vermemiştim. Siyasi partilerin yaptığı gibi
bedava otobüslerle insan da taşıttırılrnarnıştı. Vatandaş kendiliğinden sokaklara
dökülmüş, bizi görmek ve beni dinlemek istiyordu.
Hemşehrilerime karşı bir saatten fazla süren bir konuşma yaptım.
Konuşmamın bazı kısırnlannı buraya almak istiyorum:
Sevgili hemşehrilerim,
Milletimizin ezici çoğunluğunun başlangıçtan beri büyük bir coşkuyla
desteklediği ve onun özlem ve isteklerini yerine -getirmeyi amaçlayan 12 Eylül
Harekatından bu yana 6 ayı aşkın bir zaman geçti. Bu süre içerisinde 12
Ey/ül'de belirttiğim �açlar istikametinde eksilmeyen bir gayretle, başlangıçta
saptadığımız hedeflere doğru güvenle ve istikrarla ilerlemekteyiz.
İlk hedefimiz olan anarşi ve terörle mücadelede bugün vardığımız noktayı
sizlere açıklamak istiyorum. Her gün radyo, televizyon ve basında takip
ettiğiniz gibi, rejimi devirmeyi, yurdumuzu parçalamayı hedef tutan gizli
örgütlerin bütün elemen/arı teker teker yakalanmakta ve bu örgütler birer birer
çökertilmektedir. Yakalananları· televizyondan izliyorsunuz, çoğu daha
hayatının baharında, gencecik çocuklarımız, 16 ile 25 yaş arasındakiler ekse­
riyette. Ya liseden terk, ya üniversitede okuyamamış veya hiç okula gitmemiş
kişiler. Bunlar ihtilal yapacak, mevcut rejimi devirecek ve idareye el koyup
devleti idare edecekler. Bunlara acımamak mümkün değil.
Sevgili hemşehrilerim, ama onlar kendiliğinden bu yola düşmediler. Bu
yola düşürüldüler. Düşürenlerin de bir kısmı ele geçirildi. Fakat esas elebaşları
yurt dışında veya yurt içinde olup, perde arkasından gelişmeleri
seyretmekteler. Kendileri, yani perde arkasında olanlar bu tehlikeli oyun içinde
değiller. Ama ileri sürdükleri bu zavallı çocuklar, emellerinde muvaffak
olsalardı, hemen ön safa geçip idareyi ele alacaklar ve bunları bir kenara
itecek/erdi. Bundan hiç şüpheniz olmasın.
Sevgili hemşehrilerim,
Yurt içinde planlan alt-üst olan ve büyük çoğunluğu yakalanan anarşist ve
teröristlerin bir kısmı şimdi kurtuluşu yurt dışına kaçmakta buldular. Halen
oralardaki mevcut ortamdan istifade ederek, bize dost olmayan milletlere
mensup kişilerle işbirliği yaparak, memleket aleyhine çalışmalarını
sürdürüyorlar. Son ümitlerini, bize dışarıdan yapılacak baskılara bağlamışlar.
Başka ümitleri kalmadı. Türk milletinin tarihini okumamış ve damarlarında
Türk kanı taşırruIJan o gafiller, bu milletin ne büyük tazyiklere göğüs gerdiğini
ve dıştan yapılacak tazyik/erle bu milletin dize getirilemeyeceğini bilmiyorlar.
Bu gafillerin ve hainlerin telkinlerine ve yalan dolu mektuplarına inanan bir
kısım yabancılar da Türkiye'de insan haklarının çiğnendiğini, tutuklulara
işkence yapıldığını ileri sürebiliyorlar.
262
Sevgili vatandaşlarım, biz işkencenin karşısındayız. İşkence ile netice al­
mak istemeyiz. Bu insanlığa da, vicdana da aykırıdır. Eğer, bazı yerlerde,
böyle ufak tefek işkence olayları meydana geliyorsa, bu idarenin bilgisi
dışında oluyor ve yakalananların haklarında da gerekli kanuni işlemlere te­
vessül ediliyor.
Biz, memleketimizdeki gelişmeleri görmek için dışarıdan gelenlere de
kapımızı açtık. Bunlar geldiler, gördüler ve gittiler. Kapımız herkese açık,
alnımız ak, yüzümüz pak. Gelenlerden tarafsız olanlar hakikatı gördü. Ama bir
taraf olanlara zaten ne söylense, ne gösterilse para etmez.
Evet, Türkiye'den kaçıp giden bu hainler, senelerdir yurt dışındaki diplo­
matlarımızı acmıasızca şehit eden Emıeni teröristlerle bile işbirliği yapabilmek­
tedirler. Bunların, Türk vatandaşı olup olmadığını sizlere bırakıyorum. Biz
bunları Türk vatandaşı olarak bağrımıza nasıl basabilirdik? Bu yüzdendir ki,
yurda dönmeleri için bir süre tanıdık, o süre içinde gelmeyenleri de hiç
düşünmeden vicdan huzuruyla vatandaşllktan çıkardık. Çünkü inanıyoruz ki,
bu görüşe büyük bir vatandaş topluluğu da katılmaktadır.
Sevgili vatandaşlarım,
Şimdi sizlere, memleketimizi bölmek, parçalamak ve parça parça olmuş bir
Türkiye yaratmak için, Atatürk devrinden beri çeşitli usuller deneyen komünist
örgütlerin, çoğu uzun seneler evvel yaptıkları bir kongrede aldıkları kararlar­
dan bazılarını açıklamak istiyorum. Bunları bilesiniz, bilesiniz ki , uygu­
ladıkları taktiklerle mücadele edebilesiniz.
Bu söyleyeceklerimi, şimdiye kadar yakalanmış veya yakalanmamış o
terörist, aldatılmış kişiler de iyi dinlesinler. Belki onlar da bilmiyordur. On­
ların içinde de belki bilmeden bu örgütlere katılanlar vardır.
Bu 18 maddelik bir metindir. Ben size 9-JO maddesini okuyacağım.
Birinci direktif: "Memleketinizde komünist veya sosyalist partilerin kurul­
masını teşvik ediniz. Bunlar mevcut ise işbirliği yapınız" diyorlar. Şimdi an­
ladınız mı "141-142'ye hayır" diye niçin barbar bağırdıklarını. Çünkü, eğer
141-142 kalksaydı komünist panisini rahatlıkla kurabileceklerdi.
Verdikleri ikinci direktif: "Halkınızı mümkün olduğu kadar çok sınıf ve
zümrelere bölünüz. " Bölünmedi mi bundan evvel? Kimisine "Sen kürtsün"
dediler, kimisine "Sen alevisin" dediler, kimisine "Sen sağcısın, sen solcusun,
sen ümmetcisin, sen şeriatçısın" dediler. Her kuruluşu mümkün olduğu kada.r
bölmeye çalıştılar. Bu, vaktiyle o kongrede verilmiş direktifin neticeleriydi.
Üçüncü direktif: "İşçi ve işverenler arasında da.imi anlaşmazlık konuları
·
çıkarınız. " Çıkarılmadı mı? Bizim hangi işyerimizde rahat ve huzur vardı. Dai­
ma birbirleri ile çekişme halindeydiler.

263
Verdikleri dördüncü direktif: "Komünist rejim kökleşinceye kadar, yurdu­
nuzda böyle bir tehlikenin olmadığım herkese inandırınız." Bunların içinde
değil miydi memlekette komünizm tehlikesi yoktur diyenler. Seçim nutuk­
larında, seçim meydanlarında bile bunları söyleyenler oldu.
Verdikleri beşinci direktif "Memleketinizde gizli, açık din düşmanlığı
yapınız. Mezhep ve tarikat kavgalarını kışkırnnız. " Onun için mezhepler biri­
birleriyle daima kavga halindeydi.
Sevgili hemşehrilerim. verdikleri direktifin altıncı maddesini okuyorum:
"Halkın çok sevdiği yahut millete kabul ettirilmiş kahramanları yıkmak zor ola­
cağına göre, onları kendinize bayrak yapınız, düşünce ve davranışlarını kendi
açınızdan yorumlayınız." Bunun için Atatürk'ü bayrak yapnlar ve daima kendi
taraflarında gibi gösterdiler. Zaten hangi taraf olursa olsun, Atatürk onların
yanındaydı sanki.
Direktiflerin yedinci maddesi: "Romanda, şiirde, yazıda, karikatürde sis­
temli ve maksatlı olarak işçinin ve köylünün sefaletini mübaldğalı bir şekilde
teşhir ediniz."
Sekizinci madde: "Milletinize Batı blokuna ve mevcut düzene karşı
düşmanlık aşı/ayınız. "
Dokuzuncu madde : ·�sendikaları, gençlik derneklerini ve sanat kuruluşlarını
elde etmeye çalışınız."
Onuncu madde: "Sürekli huzursuzluk kaynakları arayıp bulacak ve bunları
devam ettirmeye çalışacaksınız. "
Size işte 1 8 maddeden, burada söylenmemesi lazım gelenleri atlayarak
mühim olan on tanesini okudum.
Sevgili hemşehrilerim, bu konuda daha söyleceklerim var.
12 Eylü/'den sonra belleri kırılan bu örgütlerin mensuplarına, dışarıda bu­
lunan kendi taraftarlarının nasıl akıl verdiklerini açıklayacağım. İşte elimize
geçen broşür. Teksir makinasıyla basılmış ve dağıtılmış kendi taraftarlarına.
B u broşürde evvela yalan ve tezvirle işe başlıyorlar. Bakınız milletin
gözbebeği ve milletin bağrına basnğı Türk Silahlı Kuvvetleri için ne diyorlar,
bazı yerlerini okuyacağım sizlere. Şöyle diyorlar bir yerinde: "Bu kukla ordu,
Türk Ordusu Amerikan emperyalizmi ve diğer batılı emperyalistler tarafından
milyarlarca dolar harcamalarla organize edilmiştir. Emperyalizmin ve egemen
sınıfların besili ordusu, Türk Ordusu bunun karşılığı olarak emperyalizmin
sadık uşaklığı görevini yerine, getirmektedir." işte onların istediği Türk ordusu
değil, onların istediği halk ordusu, her sivil eline silah alacak sokaklara
dökülecek. Onlar Türk ordusundan hoşlanmazlar.

264
Başka bir pasaj okuyorum sizlere: "Harp Okullarına, askeri liselere sadece
subay çocukları girebilmektedir. "Yalanlara bakın. Bazı rakamlar verceğim.
Kara Harp Okulumuzun dört sınıfında bugün 3 bin 394 öğrencimiz var. Bu 3
bin 394 öğrenciden 5'i general çocuğu, 164'ü subay çocuğu. O 164 kişi 3 bin
394 kişinin içinde yüzde kaç eder biliyor musunuz? Yüzde 4 ,9. Yüzde beş
bile değil. 340 tane astsubay çocuğu var. Bunlar da yllzde JO'u teşkil ediyor.
759 memur ve öğretmen çocuğu var. Yüzde 22,5'u bunlar olıişturuyor. Kara
Harp Okulumuzda 399 tane çiftçi çocuğumuz var. Mevcudun yüzde 1 2 'si.
417 tane de işçi çocuğumuz var. 12,2'yi de bunlar teşkil ediyor. Daha da
böyle sayabilirim. Hepsini saymadım. Her meslekten, her şehirden,
Türkiye'nin her vilayetinden çocuğumuz var. Yalnız Hakkdri'den kimse bu­
lunmuyor. Maalesef ordan kimse girememiş. Neden? Demek ki oranın eğitim
seviyesi düşük, imtihanları kazananuyorlar. Demek ki Kara Harp Okulumuzda
67 vilayetimizin 66'sından çocuk var ve her meslek sahibinin çocuğu var.
Ama bunlar öyle demiyor. Bakın, kendi taraftarlarına "Hep subay çocukarı gi­
riyor" diyorlar.
Dağıttıkları bu broşürde ordu için daha neler diyorlar: "Bu ordu azgın bir
·
demokrasi düşmanıdır. " Gülüyorsunuz değil mi, evet bunlara gülünür.
"Emperyalist, gerici kültürle yetiştirilen subaylar, ilericilik, devrimcilik,
halkçılık adına ne varsa hepsini yok etmek için amansız bir çırpınış içindedir.
Öyleymişiz biz. "Amerikan emperyalizminin hizmetinde ve NATO 'cu olmak
bu subayların ögündüğü en temel unvandır." NATO'cu olduğumuzdan dolayı
öğünllyormuşuz. Onların istediği başka bir bloka girmek, elbette NATO 'ya
biz kendi isteğimizle girdik, zorla değil.
Sevgili hemşehrilerim, böyle yalan dolanlardan sonra şimdi de kendi
taraftarlarına bir direktif veriyorlar, bugün ne yapmaları ldzım geldiği
hakkındaki direktifleri şu: "ilk önce Cuntanın kitleleri etkilemeyi amaçlayan
propagandasının etkisiz duruma getirilmesi gerekir. Cuntanın amacını ve ne
yapmak istediğini emekçilere en açık bir şekilde anlatınız. Tüm devrimciler ve
komünistler olarak bütün gücümüzle cuntanın emperyalizm, komprador
burjuvazi ve toprak ağalarının hizmetinde zam, zulüm ve işkence demek
olduğunu kitlelere göstermeliyiz. Bu konuda cunta, oldukçafazla propaganda
malzemesini devrimcilerin önüne sunuyor. " Bakın neler sunuyormuşuz biz.
"Gelir gelmez zam yapması ve kendinden önceki hükümetin ekonomik
pogramını aynen izleyeceğini ilan etmesi cuntanın iç yüzünün çabuk açığa
çıkacağını gösteriyor. " Yani bunu propaganda malzemesi yapın diyor, zam
yaptı, zulüm yaptı, öteki hükümetin programını aynen uyguluyor diye. Biz
�teki hükümetin programının peşinde değiliz. Bu memleketin kalkınması ve
refahı için neye inanmışsak onun peşindeyiz.

265
Daha sonra bir clirektifleri şöyle devam ecliyor: "Özellikle işçi senclikalarının
her şan alnnda mücadeleyi sürdürebilecek şekilde örgütlenmesi çok önemlidir.
DİSK'e bağlı sendikaları yeniden bu biçimde örgütlemek ve kitleleri bunun
için seferber etmek devrimin gelişmesine önemli katkılarda bulunacaktır.
DİSK'e sahip çıkmak ve DİSK'i yeni biçimde örgütlemek devrimcilerin
önemli bir görevidir. Birçok revizyonist, reformist sendika ağası (Hele şükür
bunlar da bir ağa tabiri kullandı) ya teslim oldu ya da her şeyi bırakıp kaçtı.
İşçiler bu durumda kimin gerçek dost, kimin ise sahte dost olduğunu görüp
kavramaya başladı. " Şu cümleye dikkat eclin. "Her alanda işçi sınıfının gerçek
dostu komünistler ve devrimcilerdir. " İçinizde bu vatanın çok temiz işçi
evldtları da var. Bilesiniz böyle haince çalışıyor/ar ve zehirlerini saçıyorlar.
Ama bütün millet, işçilerimiz, emekçilerimiz de dahil, bunların indirilmiş
maskelerinin altındaki yüzlerini gördüler.
Sevgili hemşehrilerim,
Sağcısı, solcusu, bölücüsü, ümmetçisi ayırt edilmeden, bu rejimi kimler
yıkmak istemiş, memleketi kimler parçalamaya yeltenmiş ise, onların üzerine
gidilmiştir ve gidilmeye de devam edilecektir. Bu konuda emniyet kuvvetle­
rimizin ve Silahlı Kuvvetlerimizin gösterdikleri başarıları takdirle karşılarken,
bu kuvvetlere yardımda bulunan büiün vatandaşlarıma da sizlerin huzurunuzda
teşekkür ediyorum.
Yabancı sermayenin yurdumuza korkusuzca gelmesini teşvik edici ve fakat
aynı zamanda yurdumuzu sömürmeye imkan bırakmayan kanuni tedbirler
almmqktadır.
Esasen mevcut kanunlarımız da yabancı sermayeye imkan tanımamaktadır.
Yabancı sermaye hususunda bazı çevreler, "Atatürk bunun karşısındaydı,
Atatürk yabancı sermayeye karşıydı " gibi birçok yazılar yazıp fikirler ileri
sürebilmektedir. Ben bunun böyle olmadığını, Atatürk'an 1923 'te bu konuda
söylediği şu sözlerden sizlere ispat edeceğim, bakın ne diyor Atatürk 1923'te:
"Memleketimizi az bir zamanda mamur etmek için milletimizin kafi olmayan
sermayesi karşısında harici sermayenin mesaisinden istifade etmek, hakiki
menfaatimiz gereğidir. " Çünkü o devirleri bizim yaştakiler gayet iyi bilir, elli
lirası, yüz lirası olan zengin sayılırdı. Kime yaptıracaktı bunları, onun için
devlet üstlendi.
Devam ediyor Atatürk: "Zannolunmasın ki, biz ecnebi sermayesine karşı
bulunuyoruz. Hayır, bizim memleketimiz vasidir. Çok emekle sermayeye ih­
tiyacımız vardır. Binaenaleyh kanunlara riayetkdr olmak şartıyla ecnebi ser­
mayelerine ldzım gelen teminatı vermeye her zaman hazırız. "
Değerli hemşehrilerim,

266
Bu bölge, tarfhi eserleri, kültür değerleri ve doğal özellikleri bakımından
eşsiz tarihf zenginliklere sahiptir. Bunların turizm alanında değerlendirilmesi
hem sizlere, hem de ülke ekonomisine yararlı katkılar şağlayacaktır. Zira tu­
rizm, getirdiği imkanlar açısından son yıllarda bütün milletler için çok önemli
bir sektör durumuna gelmiştir. Birçok ülkede bunu sayabilirim ama şimdi vak­
timiz yok, turizmden elde ettiği gelirlerle içinde bulundukları darboğazları ra­
hatlıkla aşmışlar ve ekonomilerini düzlüğe çıkarmışlardır.
Biz bu konu üzerinde maalesef senelerce mütemadiyen konuştuk,
konuştuk. Ama gözle görülür bir gelişme sağlayamadık. Bu sahada çok geride
kaldık. Bunun da idraki içindeyiz. Artık her sahada olduğu gibi, bizim de bu
sektöre gereken önemi vermemiz kaçınılmazdır. Hükümetimiz bu konu
üzerinde hassasiyetle durmakta ve turizm sektörüne gereken kolaylıkların
sağlanması ve alt yatırımların gerçekleştirilmesi için her türlü çabayı
saifetmektedir. Ancak, turizm sektöründe çalışanlara ve sizlere de görevler
düşmektedir. Turist, yakınlık, dürüstlük ve sıcak bir ilgi bekler. Ayrıca,
kalacağı yerin de temiz olmasını ister. Bunlar sağlandığında, bölgeye gelecek
turist sayısında önemli artışların olmaması için hiç bir sebep yoktur. Bunları
sağlayabilirseniz göreceksiniz ki, turistler diğer ülkelere gittiği gibi,
memleketimize akın akın geleceklerdir.
Sevgili hemşehrilerim, şimdi de çok yakında kabul ettiğimiz bayram ve tatil
günleriyle ilgili kanunlar hakkında kısaca bilgi sunmak istiyorwn. Zira bunun
üzerinde çok spekülasjon yapılmak isteniyor, çok yazı yazılıyor, söyleniyor.
Onun için bu konuya değinmek lüzumunu hissettim.
27 Mayıs tarihte yerini almıştır. O gün böyle bir müdahale yapılması gere­
kiyordu, yapıldı, buna karşı değiliz. Ancak, her müdahaleden sonra tatil ilan
edilmesi prensip olarak kabul edilecek olursa, 12 Mart, 12 Eyü/'ün de tatil
günlerine dahil edilmesi lazım. 12 Eylül'den sonra bazıları geldi: "Efendim, 12
Eylül'ün sene-i devriyesi olacak mı ? Ona göre tedbir alalım" dediler. Ne
münasebet diye cevap verdim. Böyle bir şey yok. Biz kendimizi hergün
hatırlatmak için değil, millete hizmet için bu işe atıldık.
Sevgili vatandaşlarım, bu gibi günler tarih kitaplarında yerlerini alır. Bay­
ram günleri olarak değil.
Doğru mudur, yanlış mıdır? Muayyen bir süre geçtikten sonra tarih
hükmünü verir, bizler değil. Bu nesil gittikten sonra gelen nesiller bu zamanın
tarihini yazar ve onlar karar verir, bu hareket doğru muydu, değil miydi? Biz
kendi kendimize bayram yapamayız. Eğer yapılacaksa bizden sonra gelen ne­
siller yapsın, biz yapmayız. 27 mayıs Bayramı 'nı onun için kaldırdık. Bir de
vatandaşlar arasında kardeşlik, sevgi ruhlarının gelişmesi için kaldırdık.
Ayrıcalık yok, birleştiricilik var.

26 7
1 Mayıs'a gelince... 1 Mayıs'ı niye kaldırdık? Biliyorsunuz, 1 Mayıs Bay­
ramı, Bahar Bayramı. Fakat gelin görün ki, bu bayram amacından saptırılmış,_
komünistlerin gövde gösterisi yapmalarına imkan sağlayan bir hale
dönüştürülmüştü. Biliyorsunuz bir tarihte Taksim Meydanında 30'da11 fazla
vatandaşımız bu yüzden hayatını kaybetti. Vatandaşlar 1 Mayıs günü baharı
karşılayıp kırlara gidecekleri yerde, evlerine kapanarak oturmayı tercih etmeye
başladılar. Emniyet mensupları ile Silahlı Kuvvetler de elde silah nöbet bekler
duruma geldUer.
Sevgili hemşehrilerim,
1928 ve 1 929 yıllarında ilkokula ben burada başlamıştım. Gayet iyi
hatırlarım o yılları. · O yıllarda Atatürk'ün başlattığı gibi şimdi de O'nun
doğumunun 100 üncü yıldönümünde bütün yurtta okuma-yazma seferberliği
başlatılmış bulunmaktadır. Bu seferberliğe kadınıyla, erkeğiyle, yaşlısı, gen­
ciyle hepimiz elbirliği içinde katılmalıyız. Katılmayan/arı teşvik etmeliyiz. Ve
hatta onları zorlamalıyız. Bu ilim ve iifan çağında, aya, yıldızlara gidilirken
Türkiye'de bu kadar çok okuma-yazma bilmeyen vatandaşımız olmamalıdır.
En kısa zamanda Türk milletinin okuma-yazma nisbetini yüzde 90'ların
üzerine çıkannaya mecburuz.
Zamanımızda hiç bir medeni ülkede kadın-erkek ayırımı kalmamıştır.
Kadınlarımız, kızlarımız da erkeklerin çalıştıkları bütün iş dallarında rahatlıkla
çalışabilmektedir. Dünyanın her tarafında bu böyledir. Atatürk daha o devirde
kadınlarımızı n_ bütün haklarını vermiş ve onları ikinci sınıf insan durumundan
çıkartmıştır.
Bugün yine kadınları ikinci sınıf insan durumuna geçirmeye çalışanlar var.
Bunlarla amansız şeklide mücadele edeceğiz. Çocuklarımıza iyi terbiye verebil­
mek için kızlarımızı ve kadınlarımızı okutmaya mecburuz� Ancak, böylece
çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkabiliriz.
Alkışlarla sık sık kesilen ve 1 saat 1 5 dakika süren bu konuşmayı müteakip
yine helikopterle Alaşehir'e geçtik. Burası benim memleketimdi. İ lkokulu
Alaşehir'de okumuştum. Bu yüzden Alaşehir bütün köyleriyle konuşma- yapa­
cağını meydanı doldurmuştu. Meydan o kadar kalabalıktı ki, insanlar konuşma
yapuğım kürsünün hemen yanına kadar gelmişlerdi. Esen rüzgar karşısında
dalgalanan buğday tarlası gibi, insanlar bir sağa bir sola yalpa yaparak dalga­
lanıyordu.
Alaşehir'den ayrıldıktan sonra arkadaşlarımla konuşurken, bu kalabalığın
kürsüye bu kadar yakın bulunmasından ve izdihamdan korkmuş olduklarını
öğrendim.
İ şte bu kalabalığa karşı yaptığım konuşmamın bazı pasajlarını aşağıya
alıyorum:

268
Hergün yakalanan teröristlerle ele geçirilen silahlan radyo-televizyondan ve
basından izliyorsunuz ve yine cumhuriyeti yıkıp , onun yerine marksist
-leninist, maoist, şeriatçı veya faşist bir idare getirmek isteyenleri de
seyrediyorsunuz. Bir �ısmı yaptıklarının doğru olmadığını, pişmanlık
duyduklarını ifade ediyorlar. İnşallah gönülden söylüyorlardır. Bizim bir
görevimiz de yanlış yolda olanları doğru yola sokmaktır. Biz bu çocukların,
bu genç çocukların çoğunluğunun iyi ellerde eğitilmediklerinden, okuma
imkan! bulamadıklarından, vatan, millet sevgisi, büyüğe hürmet, küçüğe sevgi
hisleriyle dolu olarak yetiştirilmediklerinden bu sapık yollara sürüklendik/erine
inanıyoruz. Bunlar elbette yaptıklarının cezasını çekeceklerdir. Ama bir
taraftan da bu çocukların ilerde vatana yararlı birer yurttaş olarak
kazandırılması üzerinde de çalışmalar yapmaktayız.
Sevgili hemşehrilerim,
içinde bulunduğumuz ekonomik sıkıntıya bir, iki sene daha katlanmak zo­
rundayız. Eğer milletçe alınan tedbirlere yardımcı olursak bu süre daha da
kısalabilir.
Her zaman söylediğim gibi, burada da tekrar edeceğim; çok üreteceğiz,
daha çok üreteceğiz, yine üreteceğiz, üstün kaliteli üreteceğiz ve dış ülkelere
ihraç edeceğiz. İhr.acatımızı çoğaltıp ithalatımızı azalttığımız ölçüde
sıkıntılarımız günden güne azalacaktır. Devlet olarak her türlü savurganlığa
karşı mücadele edilmektedir. Devletin işlettiği işletmelerin hiç birisinin zararına
çalışmasını arzu etmiyoruz. Bugüne kadar büyük bir savurganlıkla idare edilen
KİT'lerin, yani kamu iktisadi teşekküllerinin zararlarının.fazla üretim, lüzumu
kadar personel kullanma, ithalatı önlemek suretiyle giderilmesi prensibimizdir.
Bunları kısa sürede gerçekleştirmek takdir edersiniz ki kolay olmuyor. Bir
müesseseyi bozmak çok kolaylıkla oluyor da, bozulmuş müesseseyi
düzeltmek uzun süre alıyor.
Sevgili hemşehrilerim,
Bugünkü yönetimde Milli Güvenlik Konseyi ve Hükümet bir bütün olarak
mütalaa edilmelidir. Bu inançla hepimiz tam bir güven ve dayanışma
içerisinde şevkle, heyecanla çalışmaktayız. Bu suretle başlangıçta tespit
ettiğimiz hedeflere hergün artan bir hızla ulaşacağımıza güveniniz. Bunu neden
söylemek lüzumun_u hissettim? Zaman zaman bazı dedikodular çıkarıyor/ar,
"Milli Güvenlik Konseyi üyeleriyle hükümeti-n arası açıktı, filanla filan
geçinemiyormuş" şeklinde. Hatta zaman zaman beni öldürİİ>'or/ar, Konsey
üyelerini öldürüyorlar, "Silahlı sa/dm yapıldı " diyorlar. Görüyorsunuz ki
dimdik, sapasağlam karşınızdayız. Böyle yalanlara, böyle tezvirata inan­
mayınız. Bizim bir elimizde Atatürk ilkeleri bayrağı,_ bir elimizde de vatan ve
millet sevgisi bayrağı var. Biz bu yolda güvenle yürüyoruz. Şayet ecelle veya

269
ecel dışı böyle bir şey olursa, aaha arkamızda yüzlerce, binlerce Evren Paşalar
var. Bayrağı onlar alır, onlar yürütür.
Eksik olmasınlar, bizi seven vatandaşlarımızdan zaman zaman mektuplar
alıyoruz. Bize bazı önerilerde bulunuyorlar. "Aman uçağa binmeyin, aman
helikopterle gitmeyin, aman bu toplulukların karşısına çıkmayın. Ne olur ne
olmaz" diye. Aziz Türk vatandaşları biz, sizlerle karşı karşıya bulunduğumuz
zaman en mutlu günümüzü yaşıyoruz. Onun için sevgili hemşehrilerim.bu gibi
dedikodulara aldırış etmeyin, kulaklarınızı tıkayın.
Şimdi başka bir konuya değineceğim: Kamu kuruluşlarındaki memur ve
hizmetlilerin, vatandaşlara, yönetimimizin 12 Eylül'den beri koyduğu ilke ve
prensipler doğrultusunda ve tam bir sadakatla hizmet götürmediklerini duy­
maktayız. Vatandaşın nafakasından arttırdığı vergisi ile maaş alan ve görevi
ona hizmet etmek olan memurlar tam bir tarafsızlıkla, yan tutmadan, güler
yüzle ve yardımsever bir tutum içerisinde çalışmak zorundadırlar. Devlet hiz­
metinde bulunanların, Atatürk ilkelerine bağlı, çağdaş ve akılcı bir yönetimle,
zaman faktörlerine de büyük önem vererek, kendilerinden bekleneni yerine ge­
tirmelerini istiyorum. Normal bir düzen içerisinde olmadığımızı bir kere daha
hatırlatmakta fayda görüyorum. Kaldı ki, normal düzende de zaten böyle ol­
ması gerekir.
Aziz vatandaşlarım,
JOO'üncü Yıl münasebetiyle bütün yurtta başlatılan okuma-yazma seferber­
liğine milletçe katılmalıyız. Katılmalıyız ki, okuma-yazma bilenlerin nispeti
yüzde 90'ın üzerine çıksın. Türkiyemizde 13 milyona yakın vatandaşımızın
okuma-yazma bilmemesi bizim için utanç sebebi olmalıdır. Bunların
çoğunluğunu kızlarımız ve kadınlarımız oluşturuyor. Bu konuda kabahat
kadınlarımızda değil, biz erkek/erdedir.
Şimdi bütün Türk erkeklerine hitap ediyorum: çocuklarınızı okutunuz.
Kızlarınızı bu medeni dünyanın nimetlerinden mahrum edemezsiniz. Onlar
kendi arzularıyla kız olarak dünyaya gelmediler Allah öyle istediği için ya­
ratıldılar. Onların da dünyanın bütün nimetlerinden istifade etmeye haklan yok
mu? Onları okutmamakla, onları örterek bir öcü gibi büründürmekle sevap
değil günah işliyorsunuz. Sizden sonra o çocuklarınız cahil, yapayalnız kalırsa
onlara kim bakacak? Nasıl çalışacak da hayatım kurtaracak? Her uzman onların
başında siz mi bulunacaksınız? Kız çocuklarınız evliliği yürütemeyip ka­
casından ayrılırsa veya kocası erkenden ölürse ne yapacak? Bunları düşünerek
biraz evvel söylediğim gibi kız çocuklarını da okutacaksınız. Eğer kızlarımız,
kadınlarımız okur ve bizler gibi medeniyetin bütün nimetlerinden istifade eder­
lerse, onların yetiştirdiği çocuklar bu millete daha hayırlı olur. Bunu bilerek
çocuklarınıza bu terbiyeyi veriniz. Bazı kimselerin "Kız çocuğu okutulmaz,

270
günahtır" şeklindeki görüşlerine inanmayınız, Bunlar softaların uydurma­
larıdır.
Bu konuşmayı yaptıktan sonra büyük bir tezahüratla meydandan ayrıldık.
Kaymakamlıkta akrabalarla kısa da olsa konuştum. Öğle yemeğini Alaşehir'de
yedik ve tekrar helikopterle İzmir'e geldik. Havameydanında uçağa aktarma
olduk ve aynı gün akşam üzeri Ankara'ya döndük.
B irkaç gündür Ankara'dan ayn idim. Eşim evde benim geldiğimi görünce
sevindi. Akşam televizyonda Manisa ve Alaşehir konuşmalanmı onunla bera­
ber dinledik. Alaşehir konuşmamda sôylediğim "Eğer ben ölecek olursam, be­
nim arkamdan gelecek daha yüzlerce, binlerce Evren Paşalar var. Onlar bay­
rağı alır, onlar yürütür" sözlerim üzerine eşimin üzülüp ağladığını
unutamıyorum. "Neden kendine dikkat etmiyorsun. Allah saklasın sana bir
şey olursa benim halim ne olur, hiç düşündün mü? Kendini bu kadar yorma,
kalabalıkların içine böyle korkusuzca girme" dedi. Peki, merak etme bana bir
şey olmaz demek suretiyle kendisini teselli etmeye çalışum.

30 MART PAZARTE.9

Bugünkü ajans haberleri ABD Başkanı Reagan'a bir suikast yapıldığını,


çok yakından tabanca ile ateş eden bir kişinin Reagan'ı göğsünden yara­
ladığını, bir güvenlik görevlisinin öldüğünü duyurdu.
Bu önemli bir haberdi. Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de haber
bomba gibi etki yaptı. Haberi akşam haberlerinde eşim de duydu. Beni
düşünerek tedirginlik göstermeye başladı .. Nedense bana bir şey olacağından
çok korkuyordu. Belli etmemeye çalışıyordu ama, her halinden belli oluyordu.
Merak ettnemesini söylüyorsam da, haklı olarak endişeli. bir hali vardı. Bana
bir şey olursa kendi durumunun ne olacağını elbette düşünmek zorundaydı.
Ona kim bakardı. Çocuklanmız acaba benim baktığım gibi bakabilirler miydi.
İşte bunlan düşünerek tedirgin oluyordu. Bu tedirginliği vefat edinceye kadar
devam etti.
Amerika'da cumhurbaşkanlarına suikast yapılması nerede ise bir gelenek
haline geldi. Bu kaçıncı suikaste uğrayan cumhurbaşkanıydı? Çok şükür
Atatürk'e yapılmak istenen İzmir suikastı hariç, bugüne kadar hiçbir cumhur­
başkanına böyle bir saldın yapılmadı. Amerikan toplwnu ile Türk toplumu
arasında devlet başkanlanna karşı beslenen saygı bakımından bu farkı hemen
görüyoruz.

27 1
Türkiye'de herşey iyi gidiyor. Anarşi ve terör her gün yakalanan terörist ve
örgüt mensuplarıyla gittikçe azalmakta. Bu yüzden bütün Sıkıyönetim Komu­
tanları sokağa çıkma yasağını daha da kısaltarak saat 0 1 .00 ile 05.00 arasında
olmak üzere dört saate indirdiler.

1 NİSAN ÇARŞAMBA

Reagan'a yapılan suikastın yankılan devam ediyor. Şimdilik ölüm tehlike­


sini atlattığı anlaşılıyor. Bir kaburga kemiğine isabet eden kurşunun sol ciğeri
parçladığı, fakat yapılan ameliyatla durumunun iyiye doğru gittiği ve hatta iki
haftaya kadar hastaneden çıkabileceği bildiriliyor.

DENETLEME KURULU KURULMASI VE


EMNİYET TEŞKilATi KANUNU'NDA YAPILAN DEGİŞİKLİKLER

. 1 2 Eylül'den beri kafamda Cumhurbaşkanlığında bir Denetleme Kuru­


lu'nun buluıiması fikri oluşmuştu. Zira herhangi bir Bakanlıkta veya kamu ku­
ruluşunda cumhurbaşkanının kendisine intikal eden bir konuyu tetkik ettirme
imkanı yoku. Böyle bir durum karşısında ya o Bakanlığın müfettişlerine veya
B aşbakanlığın Yüksek Denetleme Kuruluna bu denetlemeyi yaptırabilecekti.
Halbuki cumhurbaşkanı kendisinin seçtiği kişilerden teşekkül etmiş ve kendi­
sine bağlı bir Denetleme Heyeti marifeti ile böyle bir d_enetleme yaptırmasında
büyük bir yarar görüyordum . Silahlı Kuvvetlerde, hem Kuvvet Komu­
tanlıklarında ve hem de Genelkurmay Başkanlığında bulunan Denetleme Ku­
rulları çok yararlı olmuştu.
İşte bunu düşünerek, bir müddet evvel Cumhurbaşkanlığına bağlı olacak
bir Denetleme Kurulu kurulması hakkında bir kanun hazırlanması direktifini
vermiştim. Bugün bu kanunu Milli Güvenlik .Konseyinde görüşüp, kabul et­
tik.
Bugün aynca, Emniyet Teşkilatı Kanunu'nun bazı maddelerinde değişiklik
yapan bir kanunu da kabul ederek yürülüğe koyduk. Bu kanun gereğince artık
emniyet mensupları ile çarşı ve mahalle bekçileri demek kuramayacak ve spor
dernekleri dışında kurulmuş derneklere üye olamayacaklar.
Böylece 1 2 Eylül'den evvel POL-DER ve POL-BİR şeklinde birbirine
karşıt iki derneğe bölünmüş ve bu yüzden görev yapamaz duruma düşmüş ve
272
hatta birbirine düşman olmuş polis teşkilatımız bu bölünmüşlükten kunanlmış
oluyordu.
Manisa'da yaptığım konuşmanın yankılan basında bir hayli yer aldı. Tabii
sol basm bu konuşmaya pek iyi gözle bakmadı. TKP'nin verdiği bu direktifin
l 950'li yıllarda olduğunu yazmak suretiyle güncel olmadığım. üzerinden çok
zaman geçtiğini anlatmak istedi. Sağ basında ise konuşmam büyük destek
gördü. Bugünkü tarihli Tarcüman gazetesinde Osman Kibar'm bu konuda
yazdığı "Teşekkürler Evren Paşa" başlıklı makalesinin bir bölümünü aşağıya
alıyorum.
Gelelim Devlet Reisinin konuşmasına: O günden beri halkın agzından
"Evren Paşanın açıkladıgı on madde" diye tekrarlanan ve üzerinde teker teker
fikir yürütülen "Komün istlerin yıkım planı " hakkında düşünülen ve
söylenenlere iyice kulak vermek gerek. Bu on maddeyi hafızalarımıza iyice
yerleştirmeliyiz. Bütün yakın geçmişi hafızalarımızda tazeleyerek on maddeyi
teker teker okuyalım. Örgütler, beyanatlar, kınamalar, Meclis içinde ve
dışındaki nutuklar, büyük isimli kalem' sahiplerinin yazıları, yorumları, va/­
hasıl bilerek, az bilerek veya farkında olmadan ldf edenleri birer birer
hanrlayacağız.
1 . Komünist veya sosyalist partilerin kurulmasını teşvik ediniz.
Kuranların kaçı ortada? Behice Boran'ın nasıl kaçtığı ve dışarıda kimlerle
beraber olduğunu bilmeyen kaldı mı? Diğer arslanlar (!) nerede? Komünist
Partisinin kurulmasında beis görmeyen, zarar bulmayan büyükler kimdi? Dev­
let Reisi isim vermedi, veremezdi. O devletin başı olduğu için temkinli olmak
zorunda. Ama hepsini çok iyi bildikleri de, çok şükür belli.
2. Halkınızı sınıf ve zümrelere bölünüz.
Az mı uğraştılar? "Türkiyeli" ldfını ortaya atıp meydanlarda dolaşanların
hepsi de sağ ve aramızdalar. Özel bayrak ve marşların yapıldığını unutmak için
vakit çok erken. "Ben Türküm" demeyen bakana da şahit olduğumuz günleri
nasıl unutabiliriz?
3. İşçi-işveren arasında daima anlaşmazlık çıkarınız.
Eeh, Allah için, bu konuda bir hayli de başarı gösterdiler. Gün gelmişti ki
grevde olan işçi sayısı nerede ise çalışandan fazla olmuştu. D İSK'in
yaptıkları, hele hele meşhur Maden-İş'in tutumlarının zararları ve yaramgı çok
gergin hava çabuk unutulabilir cinsten değildi. O Maden-İş yöneticilerinin mil­
yon/an nasıl paylaşnklanm onaya çıkaranlar az mı tehdit edilmişlerdi? Ve daha
önceki gün iki yöneticinin 16 milyon çalarak memleketten kaçtıklarına şahit ol­
duk. İşçinin sırtından servet sahibi ve politika yapanları artık tanımayan işçi
kardeşlerimiz kalmamıştır inşallah.

273
4. Din düşmanlığı yapınız. Mezhep, tarikat kavgalarını kışkırtınız.
Evren Paşa isim vermedi. Elbette ki biz de ona uyacağız. Meclis zabıtları
yerli yerinde. Bir karıştırma kdfi. Kimlerin bu emre dlet oldukları meydana
çıkar. Hele hele Adana Sıkıyönetim Mahkemesinin zabıtları incelenirse
komşuyu komşuya, eski dostları birbirine nasıl kırdırdıkları acı hakikatleri ko­
layca meydana çıkar. İsim yok, çünkü olayları yaşayanlar hayattalar.
5. Roman, karikatür ve yazıda işçi ve köylünün sefaletini mübalağalı bir
şekilde teşvik ediniz.
Ne hacet roman ve yazı karıştırmaya. Televizyon arşivlerini çıkamıak yeter.
Röportajlar ve filmler meydanda. Kimler yazdı, kimler oynadı ve kimler
övünerek hepimizi kahredercesine TV'de sergilediler, resmen belli değil mi?
Bu noktada hayli ilerleme kaydettikleri acı bir hakikat. Sonuna kadar içimiz
burkulmadan, kanımız tepemize çıkmadan hangi tiyatroyu seyredebildik?
6. Millete batı bloku düşmanlığı aşı/ayınız.
Az çalışmadılar. Kasıtlı veya kasıtsız ellerinden geleni yaptılar. Hamdolsun
ki milletimiz kanmadı. Uymadı ve yüz vermedi. İsim yok.
7. Komünist rejim kökleşinceye kadar, yurtta böyle bir tehlikenin ol­
madığına herkesi inandırınız.
İçeride de, dışarıda da bu fikri savunanlar hep malum. Fikir hürriyeti, ka­
naat serbestliği yutturmacası az mi işlendi. Meğer işin içinde iş varmış. Pes.
8. Halkın sevdiği kişilerin fikirlerini kendi açınızdan yorumlayınız.
Kişilere ne hacet. En büyüğümüz Atatürk'ü dahi yorumlayanlar kimlerdi?
"Tarihi yanılgı" safsatasını ortaya atanlar, kabrine dahi hürmet göstermeyenler
bilerek veya bilmeyerek "Komünistlerin yıkım planı "na ne güzel hizmet
etmişler..
9. Süresiz huzursuzluklar yararınız.
Eh, bu maddeyi de başarı (!) ile tatbik ettiler. Mecliste, basında, işyerinde,
okullarda ve sokaklarda.
10. işçi, gençlik ve sanat kuruluşlarını ele geçiriniz.
Uyuşuk ve pısırık/arın ilgisizliği sayesinde bunda muvaffak oldular.
D�mek ki, hepsi bir tertip ve plana göreymiş. Küçümsemenin, gevşekliğin,
biraz da korkunun saiki ile davranışlarımızla ekmeklerine yağ sürmüşüz.
Çekeceğiz.
İyi ki 1 2 Eylül Harekdtı olmuş. Yoksa son günler gelmişmiş. Açıklama­
nızdan dolayı teşekkürler Evren /'aşa.

274
Yankı dergisinde, yurt dışına kaçan Behice Boran1a bir Afrika ülkesi gaze­
tecisinin yaptığı müHikat yer alıyor. Enteresan bulduğum için bir bölümünü
buraya alıyorum:
SORU: 12 Eylül darbesinden bu yana işçi hareketi ne durumda? Yakın bir
gelecekte solun birleşmesi olasılıgı var mı?
B.BORAN: 12 Eylül'den sonra bütün siyasi partiler, sendikalar, mesleki
teşekküller yasaklandı. Merkezleri mühürlendi. Üyelerinin büyük kısmına ve
yöneticilerine karşı davalar açıldı.
DİSK'in binlerce üyesi soruşturmaya ve çeşitli derecelerde işkenceye tabi
tutuldu. Bunların içinde belli başlı bütün yöneticileri de vardı. Üçyüzü tutuk­
landı.
Sol örgüt ve hareketler bu koşullara kendilerini uydurarak yeraltında
yaşamaya çalışıyorlar. Bu koşulların uzun yıllar sürmesi beklenebilir. Çünkü
gerçek demokrasiye dönüş umutları yok. Cunta sözünde durup da bir parla­
menter demokrasiye dönse bile, işçi sınıfının, emekçilerin, Kürt halkının ve
tüm demokratik ve ilerici kuvvetlerin baskı altında tutulacagıfaşist bir rejimi
kamufle etmek için olacak ... orada ne bir so}cu partiye, ne de işçi sınıfı nın
partisine yer bulunacak.
Görüldüğü gibi, bütün sendikalar, meslek teşekkülleri yasaklanJı, merkez­
leri mühürlendi , DİSK'in binlerce üyesi çeşitli işkencelere tabi tutuldu
şeklinde yalan beyanda bulunabiliyor. TÜRK-İŞ'in kapatılmadığını bilmiyor
mu? Elbette biliyor... Meslek teşekküllerinin siyasi faaliyette bulunmalanrun
yasaklandığını bilmiyor mu? Tabii ki biliyor .. Gözleriyle gönnüş gibi işkence
yapıldığını iddia ediyor. Ama Avrupa'daki kendi taraftarlan maalesef buna
inanıyor veya inanmış görünmek işlerine g�liyor.
Behice Boran ölmeden evvel demokrasiye dönüldüğünü görünce acaba ileri
sürdüğü iddialanndan dolaya yüzü kızannadı mı?

2 NİSAN PERŞEMBE

İhsan Sabri Çağlayangil yurt dışına çıkmak ve Çekoslavakya'daki


kaplıcalarda bir müddet kalarak tedavi olmak istediğini, bu maksatla benden
müsaade almak üzere benimle konuşmayı arzu ettiğni ilgililer kanalıyla duyur­
muştu.
Ben de kendisine bugün randevu venniştim. Karşılıklı olarak konuştuktan
sonra, konuştuğu hususlan ihtiva eden ve daktilo ile yazılmış mektubu da

275
bana bıraktı. Neden yazılı olarak verdiğini o tarihte çözememiştim. Nihayet 1 3
Eylül 1 987 tarihli Yeni. Asır gazetesinde bu mektup yayınlanınca anladım ki;
ileride bu mektubu kullanmak istemiş.

Konuşmamız samimi bir hava içerisinde geçmiş ve kendisine, gerekiyorsa


gittiği yörelerdeki Büyükelçilikte misafir edilebileceğini de söylemiştim.

Askerin uzun süre bu görevi yüklenmemesi gerektiğini ben ve arkadaşlarım


da bildiğimiz içindir ki; bugüne kadar yaptığım konuşmalarda, verdiğim beya­
natlarda ve özellikle 1 2 Eylül günü yaptığım konuşmada, en kısa zamanda de­
mokratik sisteme dönüleceğini ve yönetimi seçimle gelmi ş hükümete devir
edeceğimizi tekrar tekrar beyan etmiştim. Acaba üzerimizde bir baskı unsuru
yaratmak maksadıyla mı bunları söylemişti? Eski siyasilere bir yasaklama ge­
tirmememiz için mi söylemişti, bilemiyorum.

Verdiği mektubu buraya alıyorum. Takdiri değerli okuyucularım a


bırakıyorum.

Her makamda bulunduğunu, artık hiçbir hırs sahibi olmadığını, gelecekten


beklediği bir emeli olmadığını söyleyen Sayın Çağlayangil'in, 1983 yılında
yapılan seçimlerden evvel ve seçimlerden sonra şehir, şehir dolaşarak yaptığı
konuşmaları ve Demirel'in bir dediğini iki etmediğini hafızalar unutmadı. Hırsı
olmayan bir i nsan bunları yapar mı? 80 yaşına yaklaşmış bir kişi olarak
köşesine çekilip takdir toplaması gerekmez miydi? Bütün bunları da vatan­
daşlarıma bırakıyorum.

ÇAGLAYANGİL'İN MEKTUBU

2 Nisan 1 981

Muhterem Paşam,
Ben yetmiş yaşını aştım. Birfaninin erişebileceği en yüksek makamlardan
velev geçici ve anormal şartlar içinde bile olsa nasip aldım. Bir ihtirasım,
gelecekten beklediğim herhangi bir emelim yok. Olacağımı olmuşum.
Sizlerle de bunca yıldır arkadaşlık ediyoruz. Komutanlarımızın halis niyet­
lerinden, memlekete bağlılıklarından zerrece kuşkumuz yok.
Memleketseverliğin kimsenin inhisarında olmadığı da bir gerçek. Bu
çilekeş yurt hepimizin. Onun için hiçbir ard niyete dayanmadan
düşüncelerimizi, bunca yıllık tecrübeden aldığımı dersleri huzurlarınıza
getirmek istiyorum. Görüşlerimiz iltifat görmeyebilir. Ama alıştığınız çevreden
sizi biraz dışarıya çıkarabilirse, olayları değişik açıdan önünüze koyabilirse,
onu da bir kazanç sayacağım.
276
SİYASİLERLE İLiŞKİLER

Son zamanlarda politikacılara fazla güverı ve sevgi ayırmadığınızı biliyo­


rum. Ama, "akıllı düşman, akılsız dosttan iyidir" fetvasınca, düşüncemizi açık
açık söyleceğim.
İki ayrı konu üzerinde maruzana bulunacağım:
Birincisi: Şahsımla ilgili sayılır.
İkincisi: Anarşi ve iç durum Üzerine.
Şahsımla ilgili olanı şu:
Onbeş yıldır, uluslararası siyaset aleminin içinde yaşıyorum. Dünyayı idare
edenlerin, veya idare ediyoruz sananların çoğuyla tanıştım. Kendileriyle şahsi
dostluklar kurdum. Dış politikanın girdisi, çıktısı üzerinde birçok şeyler
öğrendim.
Son onbeş yirmi gün içinde, İtalya Senato Başkanı Sinyor Fanfani'den,
Belçika eski Başbakanı M. Hermel'den özel davetler aldım. Beni misafir
etmek ve zaman zaman adetimiz olduğu üzere dünya ahvali üzerinde
konuşmak istiyorlar. Çekoslovak hükümeti de, 1978 yılında yaptıkları gibi
Karlovivari Su şehrinde bir dinlenme ve kür yapmaya çağırıyor. Yurt dışına
çıkınca, buralara da uğramam mümkündür. Tabiatıyla yabancı Devlet adamları
arasındaki eski dostlarımız benimle görüşmek arzusu izhar edebileceklerdir.

YANLIŞ ANLAŞILABİLiR

Anarşi kaçkınlarının ve bazı solcu militanların, Türkiye'nin bugünkü


yönetimi hakkında türlü iftira ve tezvir/erde bulundukları söylentilerinin or­
talıkta dolaştığı bu devirde, benim muhtemel temaslarım üzerine de yorumlar,
spekülasyonlar yapılabilir. Devletime, bugünkü yönetime cephe alıp ya­
bancılara gammazlık yapacağıma ihtimal veremeyeceğinizi bilirim. Ancak,
bugün izlenilen iç ve dış siyaset bakımından herhangi bir sakınca görülürse,
görüşme isteklerine meydan vermemek veya idare etmek yolları aranabilir. Bu
konudaki düşüncelerinizi öğrenmek isterim.
Bunları size daha çok şunun için söylüyorum:
Türkiye'ye gelip gidişi sıklaşan, bu arada bizlerle de kendi istekleriyle te-

277
mas kuran yabancı hey'etlerden aldığımız intiba olumsuzdur. Bunlar doldurul­
muş geliyorlar. Avrupa Konseyinin de ters bir karar alması ihtimal dahilinde­
dir. "Varsın, alsınlar! etkisi ne olacak?" diye umursamamak mümkündür. An­
cak, yabancı parlamellterlerin tutumları uluslararası diğer demokratik
kuruluşları da etkileyebilir ve Türkiye'yi her bakımdan rahatsız edebilir.
Türkiye'nin batı camiasında arzu edilmeyen bir durumla karşı karşıya gel­
memesi için, her imkandan yararlanarak durumumuzun anlatılmasında,
ay'*nlatılmasında yarar görürüm.

ANARŞİ VE İÇ POLİTİKA

Anarşi ve iç durumumuz hakkındaki görüşlerimizi de şöylece


özetleyebilirim:
Bazılarının kimlikleri ve rolleri evvelce de bilinen azılı anarşistlerden pek
çoğunun bu devirde yakalanmış olması, ortalığı oldukça sakinleştirmiştir. Bu­
nunla beraber normale dönüldüğünde, terörün tekrar can/anmayacağım
şimdiden öne sürmek fazla iyimserlik olur. Anarşinin gerçek mihraklarına,
muharrik/erine yeterince inilebildiğini gösterir emareler henüz ortada
görünmemektedir. Amacı, ayaklanma ve ayaklandırma olduğuna şüphe
olmayan bu hareketin sadece. kadro olarak üzerine gitmek, kökünü kazımaya
yetmeyecektir.

YARGI ORGANLAR/

Görebildiğimiz kadarıyla, mahkeme/eriniz; işlerliğe henüz kavuşabilmiş


değillerdir. Resmi beyanlara göre 25 bini aşan gözaltılı ve tutuklu samkfardan,
şimdiye kadar cezaya çarptırılanların azlığı ve mahkemelerdeki gecikme, bu
görüşleri haklı çıkarmaktadır.
Özgürlük, tarafsızlık, yansızlık, denge gibi kavramların niteliği, kapsamı,
sınırları üzerinde hala kesin bir vuzuh ve bugünkü şartlara uygun bir mutaba­
kat sağlanamamış olması da bu ortama eklenirse, anarşinin kökünü kazıma he­
defi, daha doğrusu mecburiyeti gölgelenmektedir.
Parlamentoya dayalı hükümetlerin başvurduğu Sıkıyönetim idareleri, uzun
süre yürürlükte kalmalarına rağmen,·anarşinin hakkından gelememiş ve bu
durum türlü hayal kırıklıklarına, otorite zaqfı yorumlarına yol açmıştı. Silahlı
Kuvvetlerin etkili varlığı, tam mevcudu ve sınırsız yetkileriyle girişilen terörle

278
mücadele de, bugün bir netice vermezse, yani anarşi yine sönmezse, bu afetin
ordudan bile kuvvetli oldugu iftiraları ve istismarları başlaµlacak. İşte o za­
man, -Allah korusun- memleketin engelsiz olarak komünizme açık kalması
tehlikesi başgösterecektir.
Malum sebeplerle, evvelce Sıkıyönetim .idaresinin başına geldigi gibi, ordu
da anarşi karşısında çaresiz kalmış görünümüne sokulmaya kalkışılırsa, bu
hal, çözümü son derece güç problemlerin başlangıcı olabilir.

ORDUNUN BAŞAR/Si

Başarısız hükiJnıet/erin çaresi vardır. Biri gider, öbürü gelir,feldket olmaz.


Ama ordu, siyasete bulaşmanın ve iktidar olmanın kaçınılmaz erozyonuna bir
kere kapılırsa, onun çaresi zordur. Çünkü ordunun yedeği yoktur. Bunun
içindir ki, aklı başında her politikacının bu devirde baş dileği, sizlerin başarıya
ulaşmanızı istemek ve beklemektir. Siyasetçilerin 12 Eylül üzerinde değişik
görüşleri olabilir. Ama, inanın ki, Silahlı Kuvvetlerin millete olan beyan ve
taahJ:ıütlerini başarıyla sonuçlandırarak bir an evvel asli görevlerine şerefle
dönmelerine temenni etmeyen siyasetçi düşünülemez. Bu durum gözönünde
tutulursa ve er veya geç, ama mutlaka demokrasiye dönüleceği düşünülürse,
politikacıları; memleketin yeniden nomıale döndürülmesi gayretlerinin dışına
itmenin veya onları geçmişin tek sorumlusu sayarak incitmenin yarar degi/,
zarar sayılması gerekir.
Denwkrasi öyle bir makinadır ki; özgürlüğe dayalı ana ilkelerinden oluşan
motoru, toplumun ortak amaç ve inançlarından doğan akaryakıtı ve
operatörlüğünü yapan siyasetçilerin synchronise çalışmalarıyladır ki, ancak
sağlam ve sağlıklı bir biçimde işleyebilir. Bu unsurlardan herhangi .birini
yerinden oynatır veya değiştirirseniz makina tekleyecektir.
12 Eylül'den sonraki ilk telefon görüşmemizde; "Başka çare kalmamışti,
anlayışla karşılayın .. " buyurmuştunuz. Bugün .bütün siyasetçiler, başka çare
var mıydı, yok muydu tartışmasını geride bırakmışlardır. Onlar, bu hareketin
çare, hem de başarılı ve kesin çare olmasının duacısı halindedirler.

279
DEMOKRASİNİN İNŞASI

Siyasetçilerle temaslarınız bıçak gibi kesildiği için, veya bize öyle


göründüğü için, bu durumlar sizlere intikal ettirilememiş olabilir.
Biz, bu temas kopukluğunu, 12 Eylül hareketiyle, herhangi bir zümre
veya şahıs arasında bağlantı varmış görünümünden kaçınma isteğine ham/et­
miştik. Böyle bir görüntünün Silahlı Kuvvetler'in olduğu kadar, siyasi
hey'etlerin de yararına olmayacağı görüşünü paylaştık. Zamanı gelir, bizim de
katkımıza lüzum hissedilirse elbet gereği yapılır diye düşündük; sabırla bek­
lemeye karar verdik. Hata da o sabrın içindeyiz. Herkese yaptığımız telkinler
bunlardır.
Ancak, unutulmamalıdır ki, intikal devrelerinde en mühim unsurlardan biri
de zaman mes'elesidir.

A VRUPALILAR'/N GÖRÜŞÜ

Son gelen Avrupalı parlamenterlerle konuşmamızda bir İtalyan milletvekili,


"Telaş etmeyin, nasıl olsa demokrasiye döneceğiz, bize zaman tanıyın, bizi
Yunanlılarla kıyaslamayın, diyorsunuz. İyi, güzel ama, durumunuz bizim için
kötü bir örnek oluyor. Sizin gerekçeniz terörü susturuncaya kadar sabır. Fakat
terör İtalya'da da var. Hem de boyutları her geçen gün artıyor. Siz eğer
"Demokrasi/eda edilmeden anarşi bastırılamaz, bunun hakkından ancak askeri
idare gelebilir" tezini savunursanız, üstelik bütün batı aleminin de bunu
müsamaha ile karşılamasını isterseniz, ortaya öyle bir model çıkar ki, İtalya
dahil birçok NATO ülkesi sıkıntıya düşer. Avrupalıların acele etmesinin sebebi
budur" demişti.

B ÜROKRASİ GÜÇLENMEMELİ

Fransız milletvekilleri ise, daha enteresan bir noktaya temas ettiler:


"Böylesine intikal devrelerinin en büyük sakıncası, bürokrasiyi güç­
lendirmesi, tabir caizse, her tasarrufun gizli hakimi yapmasıdır. Siyasfpartiler
iktidara gelir, 'biz hükümet programını gerçekleştiririz, normal idareyi
bürokratlar yapar' derler. Askeri idare iktidara gelir, "bizim geliş sebebimizin
280
icapları ve ana doğrultuları var. Normal idareyi yansız teknisyenler yapar'
derler. Bu durumda bürokrasi şöyle düşünebilir: 'Demek ki, sivil de gelse,
asker de gelse, idareyi biz yapacağız. O halde düzeni öylesine kurmalıyız ve
yasaları öylesine yapmalıyız ki, bürokrasi korunsun ve güçlensin. '
Böylece Bürokrasi İmparatorluğu her iktidar değişikliğinden kendisine bir
pay çıkarmanın, biraz daha güçlenmenin yolunu bulur."
İtalyanların da, Fransızların da görüşleri düşündürücüdür. Her ikisi de za­
manın önemi ve lehte işletilmesiyle ilgilidir.
Bürokrasi el attığı konuları genişletip yaymaya, gayeyi, tejerruann içinde
görünmez hale sokmaya her zaman ve her yerde heveslidir. "Çok iyi, iyinin
düşmanıdır" derler. Mükemmeli yapalım derken, iyi yapmak imkanı da elden
kaçırılırsa yazık olur.

İSTİKRAR VE DEMOKRASİ

Çeşitli Anayasal kuruluşların, basının, anarşinin, enflasyonun, çalışma


düzeninin, demokrasinin işlerliğini ne biçimde kösteklediği, açıkça ortaya
konmuştu. Bu kusurları düzeltmek için ihtiyacımız olan yasa ve tedbirler,
uzun süre aramızda tartışıla tartışıla adeta ezberlenmiş hale geldiği de bir
gerçektir.
Anarşi dahil, birçok aksaklıkların Türkiye'deki istikrarsızlıktan, demokra­
tik sistemimizdeki, özellikle Anayasamızdaki boşluklardan kaynaklandığı da
kimsenin meçhulü değildir.
Bunlara el atmakta gecikir ve önceliği, Türkiye'nin daha bir süre beraber
yaşamaya mahkUnı, adeta mecbur olduğu teferruat kabilinden konulara verir­
sek, önümüz sıkıntılı günlerle dolacaktır.

ZAMAN ÖNEMLİ

12 Eylül günü vaki telefon görüşmemizde de belirttiğim gibi, bu devrelerde


zaman faktörünün değeri üzerinde tekrar durmak istiyorum.
Memleketin derdi.de, devası da bizzat zatıaliniz tarafından 12 Eylül'ünfer­
dasında anlatıldı. Bunların gerçekleşmesine siyasetçilerin katkıda bulunmaya
hazır olduklarında şüphe yoktur.

28 1
Türkiye'nin ancak demokrasiyle idare edilebileceğini, hürriyetin anarşi,
disiplinin baskı demek olmadığım ve kuvvet ayırımının kuvvet paylaşması an­
lamına gelemeyeceğini ve otoritenin tecezzi kabul etmeyeceğini anlatmaya hiç
ihtiyaç olmayan bir idareden, Türk Milletinin bugün herşeyden evvel beklediği
şey istikrar tedbirlerilf,ir.
Saygılarımla.

8 NİSAN ÇARŞAMBA

İstanbul Emniyet Müdürü Başyardımcısı iken 6 Şubat günü otomobilinde


öldürülen Malunut Dikler'in katilleri ile, Gün Sazak'ın katilleri, Türle Halk
Kurtuluş Ordusu (THKO) adı verilen örgütü tekrar canlandırmaya çalışan 9'u
kız 30 militan ile, Elazığ'da aşın sol bir örgütün kanlı eylemlere katılmış 23
militanın yakalandıklarını öğrendik. Bu olaylar önemli olduğu için buraya kay­
deunek zorunda kaldım.
CHP'nin eski Genel Başkanı Bülent Ecevit Arayış isminde haftalık bir der­
gi çıkannaya başlamıştı. Bu dergi vasıtasıyla bizim yönetimimizle mücadele
edeceğini öğrenmiş olmamıza rağmen, ses çıkannadık. Ancak " İşkence"
başlıklı bir yazısında suç unsu� bulunmuş olacak ki, Ankara Cumhuriyet
Savcılığınca Ecevit'in ifadesinin alındığı haberini ilettiler. Bilgi sahibi olduk.
Ecevit zaten bunu yapabilmek için parti genel başkanlığından istifa eunişti.
Öyle görülüyor ki, başı belaya girecek.

10 NİSAN CUMA

Avrupa Parlamentosu bugün Türlciye ile ilgili dört tasarıyı görüştü. Bu ta­
sarılar şunlardı:
1 . Liberallerin sunduğu Karar Tasarısı: Türkiye'ye inceleme heyeti
gönderilmeden karar alınmasın.
2. Sosyalist grubun sunduğu Karar Tasarısı: Türlciye iki ayda demokrasiye
dönmezse ilişkiler dondurulsun.
3. Komünistlerin sunduğu Karar Tasarısı: Türlciye'ye heyet gönderilmesin.
4. Radikallerin sunduğu Karar Tasarısı: Türlciye demokrasiye dönünceye
kadar Türle- AET anlaşması uygulanmasın.

282
Görüşmeler sonunda sosyalistlerin karar tasarısının kabul edildiğini
öğrendik. Yani Türkiye iki ay içinde demokrasiye dönmezse Türkiye'nin Av­
rupa Parlamentosu ile ilişkileri dondurulacak.
Bu karan alanlar da biliyorlar ki iki ay içinde Türklye'nin demokrasiye
dönmesi mümkün değil, belki bu kararla bizi korkutacakİannı düşünmüş ola­
bilirler.

Türkiye'dekr sosyal demokrat görüşlü ve hatta aşın sol görüşlü yan­


daşlarının Avrupa Parlamentosundaki fikirdaşlarına bu kararın alınmasında
baskı yapuklan , eğer böyle bir karar alırsanız mevcut yönetim iki ayda demok­
rasiye geçmese de, çabuklaştıracakları muhakkakur diye haber uçurduklannda
hiç şüphe yoktu.

Böyle bir kararın, 434 üyesi bulunan 'Avrupa Parlamentosunda 45 aleyhte,


5 1 lehte oyla alındığını öğrenince büsbütün canım sıkıldı. 434 mevcutlu bir
par-lamentoda 96 kişinin katılmasıyla böyle bir karar alınabiliyor demek. Ne
yapayını ben böyle parlamentoyu?

Bu karar üzerine hükümetimiz sert bir bildiri yayınlayarak bu karan dinle­


meyeceğini açıkladı. Bildirinin son cümlesi şöyle bitiyordu:

"Sadece Türk luılkına karşı sorwnlu olan yeni yönetim, ülkeyi layık olduğu
demokratik düzene en kısa sürede kavuşturma kararını dış tesirler altında al­
mamıştır. Bu kararı gerçekleştirmek yolundaki azimli çalxılarında da dış tesir­
lerin etkisinde şüphesiz ki kalmayacaktır."

1 1 NİSAN CUMARTESİ

12 Şubat ile 1 1 Mart tarihleri arasında bir aylık dönem içerisinde cereyan
eden olaylan, yakalanan militan .miktarlarını, hayaunı kaybeden vatandaşlan,
ele geçen silah ve cephaneyi belirtmiştim.

Aradan bir ay daha geçti. Şimdi de 12 Mart 1 98 1 ile 1 1 Nisan 1981 tarihle-
ri arasındaki olaylan görelim:
Bu bir aylık dönemde toplam 3 19 suç işlenmiştir. İşlenen bu suçlardau;

% 47'si afiş, pankart asma, bildiri dağıtma


% 23'ü gasp
% l O'u silahlı saldın

% 6'sı patlayıcı madde atma


283
% 14'ü diğer suçlar teşkil etmektedir.

Bu suçlardan;

% 3'ü (9 suç) sağ eylemciler

% 5 3'ü ( 1 68 suç) Sol eylemciler

% 4'ü ( 1 2 suç) bölüculer

tarafından işlenmiş, diğerlerinin hangi gruba ait olduğu henüz kesin olarak
belirlenememiştir.

Bu bir aylık süre zarfında 20 kişi hayatını kaybetmiştir, Aynca, yapılan


operasyonlar sonucu 17 terörist ölü olarak ele geçirilmiştir.

Son yedi ayda işlenen suçların mukayesesi de şöyledir:

12 Eylül l 980'den sonra ilk ay içerisinde 1 146 suç işlenmiş iken son ayda
bu rakam % 72 azalma ile 3 l 9'a düşmüştür.

Ölü sayısı % 7 1 azalma ile 69'dan 20'ye; yaralı sayısı ise % 80 azalma ile
1 5 1 'den 20'ye düşmüştür.

Silahlı saldın miktarı % 78 azalarak 1 38'den 3 l 'e; patlayıcı madde atma ve


kundaklama % 84 azalma ile 1 l O'dan 1 8'e düşmüştür.

Bir aylık dönemde 3738 piyade tüfeği , 1093 otomatik tüfek, 1 14 av tüfeği,
1 069 makinalı tabanca, 79.893 tabanca ve yanın milyon civarında mermi ele
geçirilmiştir. Ele geçirilen silah miktarına dikkat edilecek olursa: bir ay evve­
line nazaran beş misli artış göstermiştir.

13 NİSAN PAZARTESİ

Yurdumuza Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanı Hans de Kos­


ter gelmişti. Bugün onu kabul ettim. Aramızda cereyan eden konuşmanın özeti
şöyle oldu:

de Koster: Dönüşümde Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi yetkili ku­


rulla1"lna bir rapor sunacağım. Yapnğınız beyanatları yakında.n takip ediyorum.
Ülkede demokrasiye dönüş konusunda eminim ki bazı ek düşünceleriniz mev­
cuttur. Bütün bunları raporuma dercetmek istiyorum.
Sonbaharda bir meclis kurulacak. Yeni Anayasayı hazırlayacak olan bu
istişari meclisin ülkenin değişik bölgeleri yanında, işveren, işçiler, serbet mes­
lek sahipleri gibi, çeşitli kesimleri de kapsamasının yerinde olacağı nı

284
düşünüyoruz. Diğer taraftan, meclis kurulur kurulmaz seçim tarihini veya
mevsimini açıklayacağınızı belirttiniz.
Raporumu bugün kaleme alacak olsam çeşitli konuşmalarınızı ve bu arada
Newsweek dergisine verdiğiniz mülakatı iktibas ettim. Ancak şu anda sizinle
beraberim ve konuyla ilgili olarak söyleyebileceklerinizi dikkatle dinleyeceğim.
Ben: Bir süre önce halka yaptığım bir konuşmada Kurucu Meclisin hangi
tarihte teşkil edileceğini açıkladım. Daha sonraki bir konuşmamda ise Kurucu
Meclisin teşekkülünden sonra seçim tarihini açıklayacağımı belirttim.
Bu Kurucu Meclis'te 67 ilin her birinden kişiler bulunacak. İlaveten Milli
Güvenlik Konseyinin de bir kontenjanı olacak. Bu kontenjanı kullanmadan
önce, illerden gelenlerin meslek gruplarını inceleyeceğiz ve daha sora, konten­
janı Mecliste her meslekten temsilci bulunmasını sağlayacak bir biçimde kulla­
nacağız. Meclisin kuruluş tarzına ilişkin rakamları şu anda veremiyorum. Zira
bunun üzerinde halen çalışmaktayız.
Daha Kurucu Meclis teşkil edilip Anayasa üzerinde çalışmalarına
başlamadan önce seçim tarihini ilan etmenin isabetli olmayacağını ve hatta
yanılncı olabileceğini düşündük.

Türkiye demokrasiye geçişe dış baskıyla değil.fakat kendi iraaesiyle karar


verdi. Zira bu sistemin en iyi sistem olduğunu bizzat kendisi tespit etti. Şimdi
müstakbel demokratik rejimin yeniden dejenere olmaması ve aksamaması için
çalışmaları sürdürüyoruz. Biz iyi niyetle bunun üzerinde çalışırken, bize karşı
baskı yöneltilmesi üzücü oluyor.
Batı A vrupa'daki ülkelerin hepsinin rejimi parlamenter demokrasi ama
seçim sistemleri birbirinden farklıdır. Hiçbir ülke diğerine "yeknesak seçim
sistemine gidelim" veya "sistemi şu yönde değiştir" demiyor. Biz de bize en
uygun seçim sistemini yapmaya çaba gösteriyoruz. Hiçbir kimse bu konuda
bize "şöyle yapın" demek hakkına sahip değildir.
Biz parlamenter demokratik sisteme geçiş hususunda aleni söz verdik. Mil­
letimiz bu hususta bize güveniyor; yabancıların da itimat etmesini istiyoruz.
Tarih verilmesi gibi hususlarda bize ısrarda bulwıulmasın, zira bir tarih ve­
rirsek sözümüzü o tarihte yerine getirmeye kendimizi mecbur hissederiz. Ku­
rucu Meclisin ilk görevi yeni Anayasayı hazırlamak olacaktır. Eğer biz Kurucu
Meclise yeni Anayasayı belirli bir sürede tamamlamasını söylersek kendilerini
baskı alnnda tutmuş olmaz mıyız?
Böyle bir tutum doğru olsaydı, esasen Kurucu Meclise gerek kalmaz, yeni
Anayasayı kendimiz hazırlardık. Kurucu Meclisin teşkilinden sonra
çalışmaların gidişatına bakacağız, gerçekleştirilmesi gereken referandum ve

285
benzeri diğer işleri dikkate alarak bir tahmin yapacağız ve sonra seçim gününü
açıklayacağız.
de Koster: Verdiğiniz bilgiler gerçekten çok yararlı, çok teşekkür ederim.
İkinci Dünya Harbinde dikta rejimi tarafından ölüme mahkum edilmiş bir kişi
olarak, parlamenter demokrasinin faziletlerine ve en az kötü rejim olduğuna
inanıyorum.
Bugünden takvim verme konusunda karşılaştığınız güçlükleri anlıyorum.
Kurucu Meclise illerden gelecek kişiler seçimle mi görevlendirilecekler, yoksa
Milli Güvenlik Konseyi tarafından tayin mi edileeekler?
Ben: Bu husus üzerinde çalışılıyor, henüz belli olmadı. Esasen belli olsaydı
kamuoyuna açıklardık. Ancak bu husustaki kanunun engeç önümüzdeki Hazi-
ran ayına kadar tamamlanacağını sanıyorum.

de Koster: Kurucu Meclisin hazırlayacağı Anayasa taslağını Milli Güvenlik


Konseyi tadil edecek mi?
Ben: Ben bu hususu da kamuoyuna açıklamış bulunuyorum; Milli Güvenlik
Konseyi bir senato gibi görev yapacaktır. Esasen taslak hazırlanırken iki organ
kendi arasında devamlı istişare edecek, ama Milli Güvenlik Konseyi de me­
tinde ufak tefek bazı değişiklikler yapabilecektir. Esasen senatoların her yerde
bu yetkisi yok mudur?
de Koster: Anayasa taslağı hazır olunca referanduma sunulmadan önce
yeterli bir süre ayıracak mısınız?
Ben: Tabii, elbette. Bu metin üzerinde kamuoyunda ve basında tartışma
yapılacak. Seçim tarihi için belki şimdi Kurucu Mecliste yaptığımız gibi bir
süre bekleyebiliriz. Zaten Türkiye'de seçime müsait dönem sadece ilk veya
sonbahardır. Türkiye'de seçim kışın veya yazın yapılmaz.
de Koster: Referandumdan sonra, siyasi partilerin seçimden önce kurulması
gerekecek. Bu husus da örneğin altı ay gibi belirli bir süreye gerek
gösterecektir.
Ben: Yeni partilerin kurulması ihtimal dahilindedir. Bu takdirde onlar da za­
mana ihtiyaç duyacaklardır.
Eski parlamenterlere niçin seçim hakkı tanınmayacağını muhtemelen sora­
caksınız. Ben bir benzetme yoluyla cevabını peşinen anlatmaya çalışayım:
Futbol maçı yapan iki takım mevcut, sahaya da devamlı şişe ve taş atılıyor.
Haftaymda hakem maçı tatil ediyor ve sahayı temizletiyor. Bundan sonra ha­
kem iki takımı tekrar bir araya getirirse neler olur? Önce skor üzerinde
münakaşa başlayacak, atılan gollerin ofsayttan kaydedildiği ileri sürülecek.

286
Bundan sonra ilk vuruşu kimin yapacağı hususunda kavga çıkacak, velhasıl
bu münakaşa sürüp gidecek.
Ülkeyi J 2 Eylül durumuna getiren ekibe "biz ortalığı temizledik, yeniden
gelin" dersek eski durum tekrar ortaya çıkacak. Onun için 12 Eylül öncesine
karışmamış yeni ekiplerin onaya çıkması, eski ekibin ise hiç değilse bir dönem
için yeni meclisten uzak kalması gerekiyor. Bunu millet de böyle istiyor.
de Koster: 12 Eylü/'den sonra yargının bağımsızlığı ilkesini korumanız çok
yerinde oldu. Yeni demokratik düzende de aynı ilke muhafaza edilecek, değil
mı."?

Ben: Elbette. Biz bu ilkeyi şimdi dahi ihlal etmedik. Özel mahkemeler kur­
mamız hususunda bize çok ısrar edildi, ama reddettik. Zira hakimler bağımsız
iken çok iyi çalışacağına, baskı altına alındıklarında ise ortaya çok kötü
sonuçların çıkacağına inanıyoruz.
Halkın çeşitli kademelerinden, çok kimse bize iktidardan gitmememiz hu­
susunda da telkinlerde bulundular. Biz bu telkinlere itibar etmiyoruz, zira biz
parlamenter demokrasiye inanmış insanlarız. Daha önce de bahsi geçtiği
üzere, en kötü demokrasi en iyi diktatörlükten daha iyidir. Halkın bu kabil tel­
kinlerini tabii karşılamak gerekiyor. Çünkü Türk halkı eskiden çok $ıkıntı
çekmiş ve önceki liderlerden nefret etmişti. Bu, rahata kavuşmuş insanların
psikolojisidir. Biz 12 Eylü/'den önce siyasetçilere çok söyledik, milleti parla­
menter sistemden soğutmama/arını ısrarla istedik. Bakın şimdi halk geliyor ve
iktidardan gitmememizi istiyor.
de Koster: Yeni yönetiminizin içinde bulunduğunuz zor şartlara rağmen
elde ettiği başarıları takdirle izledim. Yönetiminizi Avrupa Konseyi Parlemen­
terler Meclisinde de tenkitlerden korumak arzusundayım.
Özellikle soldan çok tenkit geliyor ve bu tenkitler bir genel tereddüt havası
yaratabiliyor. Özellikle bu tereddüt havasının dağıtılmasında yardımcı olmak
istiyorum. Örneğin işkence olayına her ülkede rastlanıyor. Sizde de olduğunda
takip ve tecziye ediliyor. Bu işlemleri açıklamanız ve yayınlamanız yarar
sağlayacak.
Ben: işkence iddiaları ile ilgili davaları mahkemeler aleni yürütüyor.
Hatırımda kaldığına göre halen 16 dava mevcuttur ve bu davalardan birinde 20
seneye kadar hapis istenmiştir. Ancak biz teröristlerin davaları da dahil, mah­
kemelere müdahale etmiyoruz. Açıklamaları ancak davalar normal seyri içinde
sonuçlanınca yapabiliriz.
de Koster: Bugün sendikalann kesbettiği önem hepimizin malumudur.
Nitekim hükümetinizde de Türk-iş Genel Sekreteri Bakan olarak görev

287
almıştır. Kurucu Mecliste güvendiğiniz sendikaların temsil edilmesinde iyi bir
intiba yaratacağını düşünüyorum.
Ben: Daha önce de izah ettiğim üzere, Kurucu Mecliste her kesimden bir
kişi bulunmasına gayret göstereceğiz. Esasen bir parlamentonun tarzı te­
rekkübünün de böyle olması gerektiğini düşünüyoruz.
de Koster: Yeni vatandaşlık kanununuzun A vrupa'da bazı tereddüt/er
doğurduğunu belirtmek istiyorum. Bu yasa uyarınca vatandaşlıktan çıkartılma
işlemlerinin keyfi olmasını önleyecek bir teminat ve temyiz mekanizması
öngörülüyor mu?
Ben: Vatandaşlıktan çıkarılması sözkonusu kişinin önce suçtan sanık
olduğu Sıkıyönetim Komutanlığı veya mahkemede belirleniyor. Kendisi
aranıp bulunmadığında, bağımsız mahkeme önüne çıkması için davet yapılıyor
ve kendisine 30 gün süre tanınıyor. Bu süre içinde ilgilinin mahkeme önüne
gelmemesi iddia olunan suçu işlediğinin ikrarı sayılmak gerekiyor. Bu meka­
nizmamn teminatı, bağımsız mahkeme önüne çıkmaktır. Nitekim davet
yapılanlardan 23-24 kişi mahkeme önüne çıktılar, bazılarının suçsuz oldukları
belirlendi ve serbest bırakıldı.
Esasen Avrupa insan Hakları Sözleşmesinin 5'inci maddesinin (c) ve (/)
fıkraları böyle bir işlemin yürütülmesi için hukuki imkan sağlamaktadır.
de Koster: Kıymetli zamanınızı ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Bir
Türk dostu olarak ülkenizdeki gelişmeleri her zaman yakından izleyeceğim ve
daima yardıma hazır olacağım.
Ben: Ben de bir hususa değinmek istiyorum. Avrupa Parlamentoları sanki
Avrupa 'da hiç bir sorun yokmuş gibi Türkiye 'de işkence iddiaları, vatan­
daşlıktan çıkarılma gibi konuları ele alıp günlerce tartışıyorlar. Halbuki
uluslararası terörizm ve Ermeni terörizmi hakkında ne yapılabileceğini
tartışmaları g erekir. Diğer taraftan Polonya sorunu mevcuttur. Bunun
tartışılması gerekir. Avrupalı parlamentolar bütün bunlari bir kenara bırakıp,
birkaç aşırı solfraksiyonun tahrikiyle, Türkiye ile ilgili iddialarla uğraşıyorlar.
Türkiye'deki işkence iddiaları ile ilgilenen bir parlamento, 1 7 diplo­
matımızın öldürülmesi ve katillerinin bulunmaması ile ilgilenir:ferse çok mem­
nun olacağım.
Biz kendimizi Avrupalı kabul edip mutluluk duyuyoruz. Ama Avrupalı
dostlarımız bizi Avrupalı kabul etmiyorsa, bu onların bileceği bir iştir, takdirini
kendilerine bırakıyoruz.
Kıbrıs Harekatından sonra ABD bize ambargo koydu. Ancak hatasını idrak
edip, dört sene sonra kararından vazgeçti. Ümit ederim ki Avrupa da böyle bir
yanlış karar almaz.

288
de Koster: Türkiye ile ilgili görüşmeler basınınızda gereğinden çok akis bu­
luyor. Örneğin l.Ahey toplantılarında Türkiye konusu gündemde değildi, buna
karşılık tedhişçilik konusunda bir karar aldık.
Biz kendimizi parlamenter demokrasinin merkezi sayıyor ve tabiri caizse,
bunu diğer ülkelere ihraç etmek istiyoruz. Bu arada tabii ki parlamenter de­
mokrasinin her ülkede kusursuz olmasını amaçlıyoruz. Bu çerçevede gerek­
tiğinde kendi içimizdeki aksaklıklara da eğiliyoruz. Örneği11 resmi dil konu­
sunda Almanya 'nın, askere alma konusunda İsveç 'in ve Yunanistan 'ın
durumları üzeri11de de durduk. Bu bakımdan Türkiye'ye gösterilen ilgi11i11 is­
tisnai olduğunu lütfen düşünmeyiniz.
Konuşmamız bir saat kadar sürdü. Arkasından, ülkemizi ziyaret eden Ro­
manya Dışişleri Bakanı Stefan Andrei'yi kabul ettim. Kendisi Romanya Devlet
Başkanı Çavuşesku'nun iyi dileklerini ve beni Romanya'ya resmen davet eden
yazılı mesajıru takdim etti.

14 NİSAN SAU

Bugünkü tarihli Tercüman gazetesinde Yavuz Donat'ın 1 2 Eylül'ün


üzerinden 215 gün geçmiş olması dolayısıyla eski Ankara Belediye Başkanı ve
CHP'li Vedat Dalokay ile yaptığı bir mülakat yer aldı. Dışarıdan bakan bir
gözle durumu nasıl gördüğünü dile getiren bu m akaleyi buraya almak
istiyorum:
- Sayın Vadat Dalokay, askeri yönetimin 215 günü nasıl geçti?
- Gerçekten başarılı. Bence şu konularda önemli mesafeler alındı:
- Terör yok denecek kadar azaldı.
- Bazı teknik aksaklıklara rağmen vergi kanun/an çıktı.
- KİT' /erin durumu ele alındı.
- Enflasyon oranı düşürüldü.
- Maliye para basmadan maaş ödemeye başladı.
- Döviz girdileri arttı.
- Devletin varlığı hissedildi.
- Sayın Dalokay dış dünya Türkiye'yi nasıl görüyor? Avrupa Parlamento-
sundaki son durum a ne diyorsunuz? Avrupa Konseyi üyeliğimiz ne olacak?

289
- Azizim bir bardak suda fırtına koparmayalım. Dış dünya bu defa
Türkiye'y i iyi görüyor. Ben yurt dışında iş yapıyorum. İnşaatta her ülkeden
işçi, mühendis, mimar var. Türkiye'nin dışarıdaki itibarı müsbet. Ben Evren
Paşa'nm yerinde olsam, Avrupa Konseyine bir mektup yazarım: "Türkiye şu
sırada kendi iç sorunlarım çözmekle meşgul. Demokrasiye dönüleceği konu­
sunda da herkesin sağlamlığım bildiği asker sözü verdim. Bir süre için
üyeliğimizi askıya alın. İç m eseleleri bitirir bitirmez demokrasiye de döneriz,
A vrupa Konseyine d�... "
- Siyasi faaliyet durdu ama, siyaset durmadı. Akşamlan ev toplantıları ..
Sohbetler.... Kulisler... Bu "özel toplantılarda" bugünkü yönetim hakkında
neler konuşuyorsunuz?

- Ben ikiyüzlülüğü sevmem. Şimdiye kadar Konsey hakkında olumsuz


düşünce ileri süreni görmedim. Tek kuşkumuz var, o da "dar çerçeve" ile
çalışmaları. Bunun süratle genişlemesi ldzım.
- "Dar çerçevenin" faydası nedir, zararı nedir?

- Faydası şudur: Sorunlar yoz/aşmıyor, kısa zamanda çözülüyor. Zararı da


şudur: En iyi çözüm gelmiyor. Örnek, vergi yasalarındaki sonradan
düzeltiİmesi yoluna gidilen aksaklıklardır. Belediyeler yasası hazırlanıyor.
Geçen gün bunu hazırlayan komisyonun bazı üyeleri bana geldi,fikir istediler.
Tartıştık. Demek o komisyon yeterli olgunlukta değil.
- Hükümet nasıl?

B ülend Ulusu'nun kişiliğine büyük saygı duymaya başladım.


Gösterişsiz, ama çok doğru bir çalışma içinde. Ulusu'yu özellikle tebrik ede­
rim. Ancak bazı bakanların onun temposuna uymadığını söylemeliyim.
- Evren Paşa'run konuşmalarını dinliyor musunuz?

- Hepsini 1V'den takibediyorum.


- Nasıl buluyorsunuz?

- İnanarak konuşuyor. İçten. Yapmacıksız. Doğru buluyorum. Halkın his-:


/erine tercüman oluyor.
- Evren Paşa cumhurbaşkanı olur mu?

- Gidiş onu gösteriyor.


- Sizin gidişiniz neyi gösteriyor?

- Ben politikanın içindeyim. Ülkeme yararlı olacagım her noktada buluna-


bilirim . . . Belediyecilikte, mimarlıkta, politikada tecrübe sahibiyim. Bu
yönetim bana hayat hakkı tanıdı. Ben de yönetime yardımcı olmak isterim.

290
- "Eskilere" politika imkanı verilmeli mi, verilmemeli mi? Siz "eski"
sayılıyor musunuz?
- Türkiye'nin politik malzemesi otuz yıldır iki büyük partide toplandı. Bun­
lar Türkiye sorunları hakkında deney ve bilgi sahibi. Bu büyük potansiyeli bir
yana bırakarak Türkiye'nin sorunlarını çözmek imkansız. Ancak, Türkiye'yi
yozlaştıranlara siyasi hak verilmeyebilir. Demokrasiyi çökerten/ere ambargo
uygulanabilir.
- Türkiye'yi yozlaştıran, demokrasiyi çökerten derken kimleri kastediyor­
sunuz?
- Bir kısmı yargılanıyor. Aslında yargılananlar, sadece hakim karşısına
çıkanlar değil, onların dönemleridir. O dönemlerin tüm sorumlularıdır.
- Yani?
- Suçu olan parti yöneticilerine siyaset yasağı konabilir. Ancak karar ge-
nelleştirilemez.
� Kurucu Meclis için ne düşünüyorsunuz?
- Biran önce gündeme gelmeli. Kamuoyunun görüşleri orada açıklanma
imkam bulmalı. Kurucu Meclis seçimi duygusal olmamalı. iyi ve gerçekçi ol­
malı. Geçiş dönemi için Kurucu Meclis en önemli yollardan biridir.
- Partilerin kapablması, yeni partilerin kurulması söz konusu olabilir mi?
- Mevcut partileri kapatmaya gerek yok. Kapatılsa bile hemen yerlerini dol-
duracak olan yenileri çıkar. Belki solda yeni partiler örgütlenebilir. Zira CHP
solunda boşluk doğdu.
- Siz ilerde "başka bir partide" bulunabilir misiniz?
- Ben CHP'/iyim, başka bir partiye gitmem için bir sebep yok.
- Ecevit'in dergisini okuyor musunuz?
- Ben de sandım ki, Bülent Bey önce günah çıkaracak. Ben sanıyorum ki,
bizim eski lider önce kendini yargılayacak...Heyhaaat... Umutlarım boş çıktı.
Ecevit eski Ecevit.. Eski tas, eski hamam .. .
- Görüşüyor musunuz?
- Kiminle, Ecevit'le mi? Ben onunla değil, o benimle görüşmüyor.
- "İç hiyerarşi", sizin görüşmenizi gerektinniyor mu?
- Belediye Başkanlığından ayrıldığımdan beri hiç görüşmedik. 12 Eylül'de
sürgüne gitti. Dönünce arkadaşlar bana geldi, "Vedat, haydi git ziyaret et" de­
diler.

291
- Siz ne yapbruz?

- Şöyle dedim: Ortaya çıksın, benden, Türk halkından ve partililerden özür


dilesin. Sonra görüşeyim.
- Sayın Dalokay çok sertleştiniz galiba? Daha dikkatli konuşsanız.

Yok kardeşim. İçerde başka, dışarda başka konuşmaya gerek yok.


Ecevit, CHP Genel Başkanını sürgüne göndertecek hataları bizzat kendisi
işlemiştir. Siyasal hatalar yapmıştır, suçludur, sürgünü haketnıiştir.
- Sizin gibi düşünen kaç CHP'li var?

- Bazan tek kişi çoğunluktur. Gerçeği çoğunluk değil, bilen söyler.

17 NİSAN CUMA

Bugünkü tarihli Tercüman gazetesinde Güneri Cıvaoğlu imzasıyla çıkan ve


12 Eylül'ün üzerinden 7 ay geçmesi dolayısıyla yaptığı bir değerlendirmeyi de
buraya almak istiyorum.

Bu kısa makalenin sonunda, o günleri unutmayalım diye tavsiyede bulunan


aynı yazar arkadaşımızın 1986 ve 1 987 yıllarına geldiğinde, kendisinin o
günleri unuttuğunu, hiç ağzına almadığını göreceğiz.

1 2 Ey/ül'ün üzerinden 7 ay geçti ... Ve şu 7 ayda çok şeyler değişti.


D eğişen Türkiye manzaralarını sergilemekte ve yakw g eçmiş ile
karşılaştırmalar yapmakta fayda var... Dünün dehşet ürpertilerini unutmamak,
bugünlerin kıymetini bilmek için fayda var.
Analar, babalar, delikanlı oğullarının, genç kızlarının okul dönüşlerini gene
yürekleri titreyerek mi bekliyor?
Daha hava kararırken, yollar, caddeler boşalıyor mu? Perdeler indiriliyor,
evlere kapanılıyor mu?
Kahveler taranıyor mu?
Yatsı namazından çıkanlara tabancalarla kurşun yağdınlıyor mu?
Gazete sayfaları kanlı cesetfotoğrajlanyla bakılmaz halde mi Jıald?
Geceleri sabaha kadar silah sesleri yankılanıyor mu? Bombalar patlıyor mu.
Bankalar soyulup erlerimiz şehit ediliyor mu?
Karakol/arımız basılıyor, polislerimiz vuruluyor, silahlarına el konuyor
mu?

292
Hiç Mafia ile işbirliği halinde bir bakanımız var mı? Kaçakçılığın her
türlüsü için rüşvet alan bir bakan?
Ya yolsuzluğun her türlüsünün içinde olan çok çalışkan, çok işgüzar bir
bakan? Bölücü bir bakanımız var mı? "Ben Kürdüm" diyebilen bir bakandan
sözediyoruz.
Ya bu baka11/arla tam bir uyum ve dayamşma içinde olduğunu, hatta, ke11di
partisinde11 bakanlardan bile bu derece anlayış ve destek görmediğini açıkça
söyleyebilen bir Başbakan .. .
Yok . . . Elbette yok . . . . . . .
Sefaret basıp, Türk polisini, şehit etmiş yabancı teröristleri öpen bir ba­
kanımız var mı?
Fabrikalarda direniş komiteleri, üretimi yavaşlatıp, durdurabiliyor/ar mı ? ..
Militanları11 baskısından işçi yılgın, işveren panik içinde mi, işyerleri işgal
altında mı?
Fabrikalar, ticarethaneler, hattd sıradan dükkanlar terör örgütlerine haraç
veriyorlar mı ? Vermemeye, biraz karşı koymaya çalışanlar kurşunlanıyorlar
nu?
Fida11 gibi gençlerin birbiri ardma canverdiği ve ülkenin bir iç savaş atanma
döndüğü günlerde, "Anarşinin üstesi11den geliyoruz, bunlar anarşinin son
çırpınışları" diyebilecek kafa hfild yönetimde mi?
Bugünü iyi değerlendirmek için dünü ibretle hatırlamakta fayda var..
Yarın gene ay111 manzaraların gündeme gelmeyeceği sağlam bir devlet ve
toplum yapısını ... Sağlıklı bir sosyal ve siyasi dokuyu oluşturmak için dünün
hastalık/arına iyi teşhis konulmalıdır.

18 NİSAN CUMAR�i

Bugün eşim Sekine'nin göz muayenesini özel bir klinikte yaptınnak zorun­
da kaldım. Şeker hastalığından mütevellit göz damarlarındaki kanamalardan
görme gücü azal m ıştı. Gazetelerde ince yazılan okuyamı yordu. Lazer
ışınlarıyla kanayan damarlan yakmak gerekiyonnuş. Bu cihaz ise Gülhane
Hastanesinde yoktu.

Klinikte yapılan muayenesi sonunda hakikaten bazı göz içi damarlarda ka­
nama tespit edildi. Yann Göz Bankasında o damarlar lazer ışını. ile yakılacak.
Eğer ehil elde bu yakma i şlemi yapılmazsa, kör kalma ihtimali de olabili yor-

293
muş. B ana yurt dışında bu işlem in yapılmasını teklif ettiler. Kabul etmedim.
Fakat bir taraftan da kör kalmasından çok korkuyordum . Felç durumunun
üstüne bir de körlük gelirse halimiz nice olur, onu düşünüyordum. Sekine za­
ten arada sırada "Böyle yaşamaktan ise ölmek daha iyi. Ne olur bana bir iğne
yapın da öleyim" deyip duruyor. Bir de gözleri görmezse dünyaya büsbütün
küsecek. Bu bakımdan yarını heyecanla bekliyorum.

19 NİSAN PAZAR

Göz Bankasına Sekine ile beraber gittim. Gözündeki kanayan damarlan


lazer ışınlan ile yıktılar. Hamdolsun başarılı oldu. Bir müddet kanama durur,
ancak şeker kontrol altında tutulmazsa kanamalar tekrar edebilir dediler.
Maliye Bakanlığı vergi tahsilat rakamlarını yayınladı. Rekor düzeyde vergi
alındığı ortaya çıktı. Vergi gelirlerindeki bu artışın sebebi; çıkarılan yeni vergi
kanunları olmakla birlikte, vergi mükelleflerinin askeri yönetimden çekinmeleri
veya yönetime yardımcı olmak gibi nedenler de olabilir.

21 NİSAN SALI

Yakalanan teröristleri yazmıyordum. Ancak önemli gördüklerimi buraya al­


makta yarar bulduğum için, dün ve bugün yakalanan örgütleri kaydedeceğim.
Dün. vaktiyle 2 1 öldürme, çok sayıda yaralama ve çeşitli silahlı soygun ey­
lemini gerçekleştirmiş 29 DEV-YOL örgütü militanı Adana'da; bugün de ara­
larında lO mimar ve mühendisin bulunduğu 43 DEV-YOL militanı İstanbul'da
yakalandılar. En geniş teşkilata sahip DEV-YOL'culara arka arkaya indirilen
darbeler, bu örgütü oldukça zayıflatu.

24 NİSAN CUMA

İki gündür ülkemizde bulunan Kuzey Atlantik Asamblesi Güney Bölgesi alt
lcomisyonu Başkanı Van Der Stoel'ün benimle görüşmek arzusunu ilettikle­
rinde. bugün saat 14.30'da kabul edeceğimi bildirmiştim. Artık Avrupalı dost­
larımıza yavaş yavaş kızmaya başlamışbm. Çünkü Avrupa Konseyinden, Av-

294
rupa Parlamentosundan, NATO'nun çeşitli ı.. u ruluşlanndan veya Avrupa
ülkelerinin çeşitli bakanlarından biri gidiyor, başkası geliyordu.

Bu sefer de NATO üyesi ülkelerin parlamenterlerinden oluşan asamblenin


alt komisyon B aşkanı gelm işti. Bunları kabul etmeyebilirdim. Ancak. kabul
ennemin yararlı olduğuna inanmıştım. Şimdiye kadar bu şekilde kabul ettikle­
rimle yaptığım görüşmeler sonunda bu kişi veya grupların müspet intibalarla
aynldıklanru bana iletmişlerdi. İşte bu düşüncelerle Van Der Stoel'ü de kabul
ettim.

Biraz sinirlendiğim bu konuşma aşağıdaki şekilde cereyan etti:

Van der Stoel: Z,atı Devletlerine bir buçuk günlük temaslardan sonra edin­
diğim izlenimleri arzedeyim. Terörizm azalmıştır. Enflasyonun hızı
düşmüştür. Ancak çözümlenmemiş bir takım sorunlarm mevcut olduğu da bir
vakıadır. Halen askıda bulunan bu sorunlar hakkında Z,atı Devletleri11in, Milli
Güvenlik Konseyinin düşüncelerini öğrenmek isterdim.
Avrupa ve Türkiye bir bütünün parçalarıdır. Aralarında güvenliğe ilişkin ve
ekonomik alanlarda sıkı bağlar mevcuttur. NAT0 '11un yanısıra Avrupa
Eko11omik Topluluğu ile de bağlarınızm güçlenmesini temenni ediyoruz. Bu
bağların zayıf/atılması için bazı çevrelerce çabaların sarfedildiği11in de
farkındayız. 1 2 Eylül günü yaptığınız beya11atta ve bunu izleyen
konuşmalarınızda, ana hedefleriniz ko11usunda bazı açıklamalarda bulundu­
nuz. Ağustos veya Eylül ayında bir Kurucu Meclisin teşekkül edeceğini, bu
Meclisin üyelerinin bütün illerden seçileceğini ifade ettiniz. "Financial Times"
gazetesinde vermiş olduğunuz mülakatta da eski parlamenterlerin ye11ide11
seçilemeyecekleri11i beyan ettiniz. Bu konularda bize daha ge11iş bilgi verebilir
misiniz?
Ben: Türkiye, demokrasiyi yabancı devletlerin tazyiki ile seçmemiştir. Türk
halkı demokrasiyi en iyi sistem olduğu için benimsemiştir. Türkiye'ye gelen
bütün heyetlere şu hususu belirttim : Türk Silahlı Kuvvetlerinin demokrasiye
geçişte çok önemli bir rolü olmuştur. 12 Eylül gü11ü yaptığım ilk
konuşmamda, Türk halkı11a, demokrasiye kısa bir süre içinde geçileceğini
ifade ettim. Tasrih edeyim, bu11u dünya kamuoyunda herhangi bir tazyik gel­
mediği halde, Avrupa'dan planlı ve sistematik baskıların gelmesi bizi
üzmektedir. Türkiye'de bizi Batı 'dan ve hatta NATO'dan ayırmak için
çalışanlar mevcuttur. Hatta, siyasi partilerin içinde bu düşüncede olan politi­
kacılar da vardır. Bu zümre, Türkiye'nin Batı 'dan uzaklaşarak üçüncü
Dünyaya yaklaşmasını arzu etmektedir. Bunu gayet iyi biliyoruz. Bu kişiler
Türkiye içinde emellerini gerçekleştiremeyi11ce, yurt dışında kendilerine destek
aramışlardır ve bulabildikleri işbirlikçileri ile bize baskı yapmaktadırlar.
Amaçları bizi sinirlendirmek ve yanlış kararlar alma yolunda zorlamaktır. Ne

295
var ki, 1 2 Eylül'e kadar beklemiş olmamız ne kadar sabırlı olduğumuzu
g östermiştir. Aceleci olsaydık, daha önce davranırdık. Aleyhimizde
çalışanların oyunlarına gelmek niyetinde değiliz. Yine, üzülerek tekrarlayayım
ki, halkımızdan demokrasiye ne zaman döneceğimiz konusunda bir soru gel­
mediği halde, Avrupa'dan bu konuda baskılara maruz kalmaktayız.
Demokrasiye geçiş hususunda geçiş programı verdik. Tarih vermenin an­
lamı yoktur. Zira tarih verdiğimiz ve sözümüzü tutamadığımız takdirde yalancı
çıkabiliriz.
Kurucu Meclis Ağustos veya Ekim ayında kurulacaktır. Bütün illerden
gelecek Meclis üyelerinin sayıları 100-150 kişi kadar olacaktır. Kurucu Meclis
Anayasayı hazırlayacak ve bu yasa halkın oyuna sunulacaktır. Yeni Anayasa
kabul edildiği takdirde, burada kayıtlı esaslara istinaden yeni seçim kanunu,
partiler kanunu ve diğer ilgili mevzuat hazırlanacaktır. Bütün bu çalışmalar için
belli bir tarih tespit ederek bunu ilan etmek mümkün müdür?
27 Mayıs'ta, Anayasamn hazırlanması için 2 aylık bir süre tanınmıştı. Ne­
ticesini gördük, birçok yanltşlarla ortaya çıktı. Bu nede11le, Kurucu Meclisin
çalışma süresini tahdit etmeyeceğiz ve yeni Anayasamn en iyi şekilde
hazırfa1unasına gayret edeceğiz.
Öte yandan, demokrasiye dö11meye niyetimiz olmasaydı , bunun aksini
beyan eder miydik. Dostlarımızdan bu konuda samimi olduğumuza inanma­
larım rica ediyoruz.
Şimdiki durumda bazı tahditler getirdiysek, bunların sebebi içinde bulun­
duğumuz "savaşa" benzer durumdan kaynaklanmaktadır. Savaşta nasıl tanka
karşı tankla, uçağa karşı uçakla mücadele edilirse, terörizme karşı da
teröristlerin uygulaaıkları taktiklere benzer taktiklerin uygulanması gereklidir.
Amneity lntemational'dan idamlar konusunda yazılar geliyor. İdam karar­
larını ben vemıiyorum. Bu kararlar, bağımsız mahkemeler tarafından mer'i ka­
nunlar çerçevesinde almmaktadır. İdama mahkılm olan teröristler acımadan
adam öldürmüş katillerdir. Hıristiyan ve İslam dinlerinde insanlık duygu­
larından yoksun kimselerin idam edilmelerine karşı bir mani yoktur. Kaldı ki,
Papa'nın da bu hususta bir beyanı vardır. Bu konuda gelen eleştirileri
mantığım almıyor.
12 Eylül öncesini değerlendirebilmek için o dönemde Türkiye'de yaşamış
olmak gerekir. Arada sırada ülkemize gidip gelen dostlarımızın 12 Eylül
öncesindeki ortamı anlamaları mümkün değildir. Bir oda kirlenirse bu yarım
saat içinde temizlenebilir. Bina kirlenirse ancak bir ayda temizlenebilir.
Türkiye'yi bir bina olarak tahayyül edersek, bina çökmüştür. Biz şimdi moloz­
ları temiziemeye çalışıyoruz. Yeni binayı sağlam bir temel üzerinde inşa

296
edeceğiz. Eski parlamenterleri yeni binaya almamamızın nedeni, eski binayı
yıkanlar arasında bulunmalarıdır. Yeniden yıksınlar diye mi onları davet ede­
lim?
Van der Stoel: Parlamemerlerin yeniden işbaşına getirilmelerini kastetme­
miştim. Halk seçsin demiştim.
Ben: Halka sorulacak olursa, kamuoyunun % 90'ı eski parlamenterlerin
geri getirilmelerine karşı çıkacaktır. Milletin arzusu bu yöndedir.
Eski parlamenter/erin arasında iyilerinin bulunduğunu ben de biliyorum.
Ancak ben hakim değilim. Bu konuda hüküm veremem. Bir devre
seçilmelerine müsaade etmezsiniz. Bunu izleyecek dönemdeki seçimlere
kanlabilirler.
Kişisel fikrimi sorarsanız, politika bir meslek değildir. Bu itibarla ka­
zamlmış bir haktan söz edilemez. Hakemlik görevini halka verirsek, politi­
kacılar halkı kandırır ve yeniden iktidara gelirler. Halkın artık buna tahammülü
kalmamıştır.
Tecrübeli eski bir Dışişleri Bakanı olan size şu hususları tekrarlamak iste­
rim: Biz Türkler, kendimizi Batı camiası içinde görürüz. Bu Atatürk'ten beri
izleyegeldiğimiz politikadır. Dostlarımız, bu gerçeği kabul ederlerse, baskı
yapmazlarsa, demokrasiye geçişimizi kolaylaştıracak/ardır. Ancak Batılı dost­
larımız, bizi aralarında istemiyorlarsa, bu da kendilerinin bileceği bir mesele­
dir.
Varşova Paktı ile NATO arasında bir farklılık olması lazım. Varşova
Paktı 'nuı Macaristan'da, Çekoslavakya 'da ve şimdi ae Polonya karşısındaki
tutumunu gördük. Türkiye'nin demokratik sisteminde ufak bir değişiklik
olmuş ise, dostlarımızın bunu anlayışla karşılamaları gerekir. Bunun aksine,
baskıda bulunurlarsa Varşova Paktının eline bir koz vermiş olurlar.
Van der Stoel: Türkiye'nin NATO kuvvetleri tarafindan işgal edilmesi tehli­
kesi yoktur.
Ben: Bunu biliyoruz. Baskı maddi değil manevidir.
Van der Stoel: Biz demokrasiye itıanmış kişiler olarak bu sualleri s.orarken
herhangi bir önyargıda bulunmaksızın, dinlemek ve öğrenmek amacını
güdüyoruz. Türklerin kendi geleceklerini kendilerinin tayin edeceklerine şüphe
yoktur. Biz parlamenter bir kuruluşun temsilcileri olarak sadece Türkiye'nin
demokrasiye dönüşü ile ilgileniyoruz.
Müsaade buyurursanız ikinci bir sual sormak istiyorum. "Financial Times"
gazetesine verdiğiniz müldkatta işkence iddialarının 12 Eylül öncesinde de
mevcut olduğunu, ancak Ban'da bunun üzerinde şimdiki kadar durulmadığını,

297
yönetiminizin bu konuda tedbirler aldığını ifade ediyorsunuz. Mevcut
koşullarda işkencenin önünün alınabileceğine inanıyor musunuz?
Ben: Bu konuda dünyadaki hiçbir ülkenin yönetimi size kesin cevap vere­
mez. Emniyet kuvvetleri içindeki fertler yönetimin arzusu hilafına böyle hare­
ketlerde bulunabilir/er. Karakollarda böyle şeyler olabilir. Yönetim olarak
böyle bir harekete muttali olduğumuz zaman gerekeni yapıyoruz. İşkence ka­
nunlarımıza aykırıdır. Bu konuda uyarıda bulunuyoruz. Şikayet olmazsa ve
mesele mahkemeye intikal etmez ise, bu durumda ne yapabiliriz. Bir örnek ve­
reyim. Orduda subayların aske_rleri dövmeleri yasaktır. Ama, genç subayların
kızıp askerleri tokatladıkları olmuştur. Şikayet halinde bunlar mahkemeye ve­
rilmiş ve cezalandırılmışlardır. Bu durumların tahaddüs etmemesi arzu edilir.
Hiçbir yönetim işkence yapılmayacağını % 100 garanti edemez ve hatta
terörizmin % 100 kaldırılması da mümkü11 değildir.
Biz Avrupalı ve Batılı ülkeler olarak, elele verip beynelmilel terörizm ile
mücadele emıeliyiz. Zira böyle bir işbirliğinde bulu11ulmadığı takdirde, diğer
ülkelerin de Türkiye'de 12 Eylül öncesine benzer bir durum ile karşılaşmaları
mukadderdir.
Van der Stoel: Konu11un ö11emi11i müdrikim. Biz de ülkemizde böyle sorun­
lar ile karşılaştık. Siz bu konuda ö11emli başarılar elde ettiniz. Öğrendiğime
gör-e, ülkenizde 20.000 kadar siyasi tutuklu var. Gözaltmda bulundurma
süresi 90 gündür. Tutukluların avukatları ile görüşmeleri kısıtlanmıştır. Mah­
kemeler ağır işlemektedir. Mahkemelerin hızlandırılması mümkün müdür?
Ben: Vaktiyle gözaltında bulundurma süresi 011beş gün idi. Sıkıyönetim ilan
edilince bu süre bir aya çıkartıldı. Ancak tutuklananların sayısı artınca
kovuşturmanın yapılabilmesi için bu süre de yeterli olmadı. Ve doksan güne
çıkartıldı. Bu noktaya dikkatinizi çekmek isterim. Bu süre bütün tutuklular için
geçerli değildir. Yalnız bazı suçlular için, bilfarz toplu olarak yakalananlar için
uygulanmaktadır. Bu savcıların tahkikatı selametle yapabilmeleri için elzemdir.
Avukatların müvekkillerini ziyaret etmeleri yasak değildir. Ancak, görülen
suistimaller üzerine bazı tedbirler almmıştır. Bazı avukatların tutuklulara silah
getirdikleri ve hatta mahkfimlarınfirarlarına yardımcı oldukları müşahade edil­
miştir. Yukarıda da değindiğim gibi, narmal bir dönemde değiliz. Bir savaş
durumu ile karşı karşıyayız. Demokrasiye döndüğümüzde bu olağanüstü ted­
birler de kalkacaktır.

298
27 NİSAN PAZARTESİ

Nisan ayı Avrupalı dostlarımızın Türkiye'ye akın akın gelip gittikleri bir ay
oldu. Bunlardan birisi de İngiltere Mührü Has Lordu ve Dışişleri Bakanı Sir
lan Gilmour idi.

Bugüne kadar olduğu gibi, bu B akanı da saat 1 4 .00'te kabul ettim.


İngiltere 12 Eylül'dcn itibaren yönetimimize hep anlayışla yaklaştı. Bu bakan
da aynı şeyi dile getirdikten sonra, ülkelerinde bir kamuoyu olduğunu, bu
kamuoyuna kulak vermek zorunda bulunduklannı, son zamanlarda aldığımız
bir kararla Sıkıyönetim Komutanlarına gereğinde 90 gün gözetim altında tunn a
yetki si verdiğimizi, b u kararın ülkesi kamuoyunda menfi etki .yaptığını, bunun
için benim bu konuda vereceğim izahattan memnuniyet duyacağını belirnn esi
üzerine; kendisine şu cevabı verdim:

"Müttefiklerimizin anlayış ve desteğini memnuniyetle karşılıyor ve sorun­


larımızın üstesinden gelinmesinde değerli bir destek olarak görüyoruz.
Türkiye'de demokrasinin yok olduğu görüşü yanlıştır, çünkü demokrasi
Türkiye Büyük Millet Meclisi var iken de yoktu. Esas demokrasi 12 Eylü/'den
önce öldürülmüştü. Biz şimdi hayat vermek istiyoruz. Bir parlamento düşünün
ki 6 ay bir cumhurbaşkam seçemedi, milletin özlediği beklediği yasaları
çıkaramadı, çıkarmadı. Büyük partiler ve liderleri birbirini yerken, aşırıların
tozu dumana katmalarına göz yumdular. Belki Meclis aritmetiği değişik ol­
saydı, durum böyle olmazdı deniyor. Belki, belki ama olmadı. Biz kendilerini
birçok kez uyardık. Vicdammız rahat. Bizi böyle bir harekete zorladılar. Ordu
olarak istemeye istemeye böyle bir harekete giriştik. Ordunun başta kalma gibi
bir arzusu yoktur. Zaten Türk ordusu siyasete bulaşmak ve karışmak istemez.
Geçmişte biz bunun da sıkıntılarım yaşadık. Dışarıdan bilinmez ama ben ve
arkadaşlarım bilirler ki, ordunun siyasete zaman zaman karışması nedeniyle
ülkemiz çok sıkıntılı dönemler geçirmiştir. Türk Ordusu 1 908'de siyasete
karıştı. 1912 Balkan Harplerini de bu yüzden kaybetti. Belki de Birinci Dünya
Savaşında yenilmesinin önemli birfaktörü de budur. 1960'tan sonra da böyle
teşebbüsler oldu. Bizim bu kez de Silahlı Kuvvetlerin başındaki komutanlar
olarak harekete geçmemiz de siyasetten orduyu korumak içindir. Şu andaki
yönetim içerisinde de idari ve teknik konularda gör�v yapan subay sayısını as­
garide tuttuk.
90 günlük süre ihtiyaçlardan doğmuştur. 12 Eylül'den önce de partilere
sıkıyönetim zamanında gözaln süresinin kısalığından şikayet etmiştik. Partiler

299
bu konuda da yasa çıkaramadılar. Terörizm ve anarşistler kök salmışlardır. Bir
Kahramanmaraş olaylarından 500 kişi tutuklanmış, çoğu suçlu oldukları bilin­
mesine rağmen bir takım kanuni boşluklardan yararlanıp, salıverilmişlerdir.
Bir süre sonra anarşistler bu boşluklardan dolayı daha da kudurgan
olmuşlardır.
12 Eylü/'den sonra bir yasa ile bu süreyi uzattık. Tatbikatın bir gereği
olmuştur. Şimdi bir itirafta bu/anayım, hatta birkaç kez istemeyerek bu 90
günlük sürenin de ihlali ile karşı karşıya kalınmıştır. İki eski bakan var. Tun­
cay Mataracı ile Hilmi İşgüzar. Dosyaları öyle kabarık ki 90 günük sürenin
sonunda savcı geldi, ben dedi dosyaların tetkikini bitiremedim. Özel yasa
çıkarıp bir ay uzamk, hana yine bitmediğinden bir kez daha uzattık.
Biz terörizmin kökünü kazımaya çalışıyoruz. Bu gün bile öğle haberlerinde
20 kadar kadının İzmir'de yakalandıklarını işittim. Durumun ciddiyeti açıktır.
Türkiye büyük bir bela ile karşı karşıyadır. Maksat demokrasiyi kurmaktır,
yok emıek değil, hata yapmamaya çalışıyoruz, işkence iddiaları üzerinde de
sizlerden daha fazla hassasız. Her iddia ve şikayetin üzerinde büyük bir dik­
katle duruyoruz. Dostlarımızdan sabır ve destek bekliyoruz."
Konuk Bakaıı şunları söyledi:
"Biz de sizin anarşidan çektiğinizi aynı şiddette olmasa da lngiltere'de
çektik, çekiyoruz. İngiliz Hükümeti ve halkı sizin tedhiş konusundaki
başarılarınıza hayranlık duymakta, demokrasiye dönme arzusu içinde
olduğunuzu bilmektedir. "
Bu cevaptaıı sonra İngiltere Başbakaııı B ayan Thatcher'in kısa bir süre
önce Oıtadoğu'da yaptığı gezi sırasında gittiği ülkelerdeki temasları hakkında
birbirimize bilgi aktardık. Çevik kuvvet konusunda kendisine bizim
görüşlerimizi anlattım . Ortadoğu'ya NATO ittifakına dahil ülkelerin
müştereken müdahale k;tran alması halinde, Türkiye'nin NATO ittifakı
çerçevesinde üstüne düşebilecek görevleri yerine getirebileceğini ; bunun
dışında yalnız Türkiye olarak bir görevi ve sorumluluğu kabul edemeyeceğini
izah ettim. Bunu anlayışla karşıladıklarını konuk Bakaıı ifade eni.
Aynca kendisine, bizim güvenlik sorunumuzun jeopolitik durumumuza
bağlı bulunduğunu , bu tehlikeli bölgede Sovyetler Birliği'nin varlığını
görmemezlikten gelemeyeceğimizi, müttefiklerimizin de bunu anlayışla
karşılamaları gerektiğini de ilave ettim.
Konuk Bakaıı bende anlayışlı bir kişi intibamı verdi . Konuşmalarımız sa­
mimi bir hava içerisinde sona erdi. Diğer Avrupa ülkelerinden gelenler gibi de­
mokrasiye ne zamaıı geçeceğimize dair bana bir soru sormadı.

300
Daha evvelki günlerde DEV-YOL örgütüne ark� arkaya darbe vurul­
duğunu, bu yüzden bu örgütün bi r hayli zayıfladığını yazmıştım . Bugün
aldığım bir haberde, İzmir'de he�inin kadın olduğu 12 DEV-YOL militanının
ele geçirildiğini öğrendim.
Bu 12 komünist kız, örgüt mensubu erkeklerle devrim nikahı kıyarak bir­
likte yaşamışlar, gecekondu semtlerinde propaganda yapma suretiyle para top­
lamışlar, kurye görevi yapmışlar. Hepsi de genç kızlar. Gazetelerde resimleri­
ni gördükçe üzülüyorum. Nasıl olmuş da bu teröristlere metreslik yapmışlar
diye ! . .

29 NİSAN ÇARŞAMBA

Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcısı 12 Eylül'ün hemen aka­


binde siyasi parti genel merkezlerinde arama yapmış ve Milliyetçi Hareket Par­
tisi Genel Merkezinde silah, mermi, öldürülecek kişilerin listelerini ele
geçirmiş ve bunun üzerine soruşturmaya başlamıştı.
Savcı, soruşturmasını bugün tamamlayarak Alparslan Türkeş ve 2 1 9
sanığın idam isteği ile dava açtı. İddianamede idamı istenen Türkeş ve 1 6'sı
MHP Genel Yönetim Kurulu üyesi olan 64 sanığın "Anayasal düzeni zorla
değiştirmeye teşebbüs", 156 sanığın da "katliam" suçu işledikleri belirtiliyor­
du.
Savcılar umumiyetle böyle en ağır suç isnadı ile dava açarlar, fakat mah­
keme sonunda bir de bakarsınız, birkaç senelik hapis cezası ile sıyrılırlar. Hat­
ta bazen beraat bile ederler. Korkarım bu dava da sonunda böyle olacak.

Ben de bugün Konsey üyesi" arkadaşlarla birlikte 3 üncü Ordu Ka­


rargfilunda icra edilecek plan tatbikatını izlemek üzere Erzincan'a hareket ettim.

Erzincan'a vardığımızda, hava meydanından şehre gelinceye kadar çok


büyük bir kalabalığın bizi karşıladığını, çeşitli kurbanlar kesildiğini, birçok atlı
vatandaşların konvoyun önünde ve yanında bize refakat ettiğini, velhasıl yedi­
sinden yetmişine Erzincanlıların sokağa döküldüğünü gördüm.

Bugün akşama kadar Plan Tatbikatını takip ettik. Geceyi Erzincan'da


geçirdik.

301
30 NİSAN PERŞEMBE

Bugün öğleye kadar Plan Tatbikatını izledikten sonra, Hükümet mey­


danında toplanmış binlerce vatandaşa hitap etmek zorunda kaldım.

Konuşmarpda, ç ıkardığımız vergi kanunlarında vatandaşlar lehine


yaptığımız değişiklikleri, işçi vatandaşlarımıza haklan olanı değil imkanımız
içinde olan kadar verebildiğimizi, ekCmomik durum düzeldikçe yapılacak
yardımların daha da artacağını izah ettikten sonra şunları söyledim:

Sizlerden, bütün Türkiye'deki vatandaşlarımdan bir ricada bulunmak


istiyorum: Kanunlara ve nizamlara riayetkar olunuz. Bugüne kadar başımıza
gelen bu felaketler, kanun dinlememezlikten, başıbozukluktan gelmiştir. Ham­
da/sun şimdi böyle bir durum yoktur. Artık. vatandaşlarımız devletin gücüne
güvenmiştir. Devletin kanunlarına riayetkar olmaktadır. Bundan sonra da
böyle devam etmenizi dilerim.
Şimdi de başka bir konuya temas edeceğim. Sık sık Türkiye dışından ge­
len bazı kuruluş temsilcileri mütemadiyen soruyorlar: "Parlamenter sisteme ne
zaman geçeceksiniz? " diye. Sanki biz parlamenter sisteme dönme kararmda
değilmişiz gibi. . . Bunlar, Türk'ü Türk'ten daha fazla düşünüyormuş ha­
vasında, bize mütemadiyen bu soruyu yöneltiyorlar.
Biz bir program verdik. Bu programı burada tekrar etmeyeceğim. Çünkü
biliyorsunuz, o program çerçevesi içinde adım adım demokratik parlamenter
sisteme geçeceğiz. Bunu her yerde söylüyorum. Ama şunu da burada tekrar
ediyorum ki, Türkiye, Türk Milleti, demokratik parlamenter sisteme kendi ka­
rarıyla geçmiştir, başka milletlerin baskısıyla değil. Bu sistemin en iyi sistem
olduğunu anlamış ve millet istediği için demokratik parlamenter sisteme
geçmiştir. Bundan sonra da parlamenter sisteme onlar istediği için değil, Türk
milleti bunu benimsediği ve Türk milletine en yaraşır olduğu için geçeceğiz.
Bunu burada tekrar etmek istiyorum.
Şimdi de, dışarıdan gelen kişilerin mütemadiyen üzerinde durdukları ve
"öğrenmek istiyoruz" dedikleri işkence iddialarına değinmek istiyorum.
Biliyorsunuz, B eynelmilel Af Örgütü diye bir: örgüt var. Bu örgüt,
dışarıda, Türkiye'de değil. Ama bu örgütün içinde Türkiye'den de temsilciler
var. Bu Beynelmilel Af Örgütüne mensup bazı kişiler Türkiye'ye geliyorlar,
"Efendim tutuklulara siz işkence yapıyorsunuz" diye bazı iddialarda

302
bulunuyorlar. Biz hiçbir zaman işkencenin yanında olmadık ve her zaman
işkencenin karşısında tavır aldık. İşkence yapmamn insanlıga yakışmadıgını
da belirttik. Buna ragmen her ülkede olduğu gibi, bazı yerlerde bu gibi olaylar
meydana gelirse ve yapanlar yakalanırsa, ilgililer hakkmda da gerekli cezai
tedbirleri alıyoruz.
Bunlar neden şimdi geliyorlar? işkencenin karşısında olan bu kişiler, 12
Eylül'den önce acaba neredeydiler? Hergü11 teröristler tarafından 20-30 ta11e
vatandaşımız hayatim kaybederken ve yi11e birçok vatandaşımızm kulağı, bur­
nu kesilir, gözü oyulurken bu işke11ce iddialarım ortaya ata11 Bey11elmilel Af
Örgütü o zaman neredeydi? Evet, soruyorum: Neredeydi acaba o zaman bu
Beynemlilel Af Örgütü? Bu Beynelmilel Af Örgütü o zaman 11iye Türkiye'ye
gelmedi? "Sizde işkence var, bunlara ma11i olamıyorsunuz" diye . Niye gelme­
di de şimdi geliyor?
011un da bir sebebi var, sevgili vatandaşlarım. Türkiye'de barınamaya11,
dışarıya kaça11 vata11 hainleri, onlarla işbirligi ediyor. Onlara mütemadiyen ya­
lan-dolan haberler salmak suretiyle kışkırtmak istiyorlar. Ama biz yine diyoruz
ki, "İnsan Hakları Beyannamesi" diye bir beyanname var. Buna biz de imza
koymuşuz. İnsan haklarına saygılı olacagız diye. Bu İ11san Hakları Beyanna­
mesinin ikinci maddesi der ki "Bir insanın evvela yaşama hakkı vardır.
Yaşama hakkma kimse tecevüz edemez. Ve yaşama hakkı e11 büyük hakkıdır
kişinin. " Soruyorum şimdi, 12 Eylü/'de11 evvel herhangi bir vatandaşın
yaşama hakkı garami altında mıydı ? Peki o zaman neredeydi, işkencenin
karşısında olan bu kişiler?
Yine bu Af Örgütü idamın karşısında, "İdam etmeyin" diyor. İdam mesele­
si, her milletin kendi kanunlarıyla takdir edilir. Bazı milletler bunu kabul
etmiş, bazıları da etmemiştir.
Biz, "Neden idamı kaldırdınız" diye o ülkelere soramıyorsak, onların da
bize "Siz neden idam ediyorsunuz" diye sormaya hakları yoktur.
Bir kişi tasavvur ediniz ki, eline silah alacak, sekiz kişiyi, on kişiyi, yirmi
kişiyi hayvan bogazlar gibi boğazlayacak, öldürecek, ondan sanra ben onu
idam etmeyeceğim. İdam etmek bizim dinimizde de, Hıristiyanlık dininde de
vardır.
Bu konuşmadan sonra Ankara'ya hareket ettik. Zira Ankara'da yapılacak
işlerimiz vardı. Daha evvel randevu verdiğim Federal Almanya'nın ARD Tele­
vizyon muhabiri ile mülakatım vardı.
Ankara'ya gelir gelmez bu televizyon muhabirine aşağıdaki mülakatı ver­
dim:

303
SORU: Sayın General Evren, Avrupa Parlamentosu'nun ultimatom niteliği
taşıyan son kararını nasıl karşılıyorsunuz?
CEVAP: Bu·parlamentonun aldığı karamı nasıl bir karar olduğunu ve kaç
kişiyle alındığını sizler de gayet iyi biliyorsunuz. Dörtte bir mevcutla ve 51
parlamenterin oyuyla bu karar alınmıştır. Bunun önemli bir karar olduğunu
zannetmiyorum. Kaldı ki, Türkiye demokrasiye kendi milletinin arzusuyla
vaktiyle geçmişti, bundan sonra yine kendi milletinin kararıyla geçecektir. Bu
alınan kararın Türkiye ile AET arasındaki münasebetleri etkiley�ceği kanaa­
tinde değilim. Yakın bir zamanda bu yanlış alınan karartn düzeltileceğini ümit
ediyorum.
SORU: Türkiye'nin dostları, özellikle Batıdakiler, Türkiye'nin demokra­
siye yeniden döneceğine inanmakla birlikte, bu alanda kesin bazı tarihler
öğrenmek de istiyorlar. Bu konuda bir takvim verebilir misiniz?
CEVAP: Efendim, -bu soru, muhtelif gruplar ve muhtelif muhabirler ta­
rafuıdan soruldu. Ben bunu Türk halkına da açıkladım. Bir konuşmamda de­
dim ki, 30 Ağustos'la Ekim sonu arasında Kurucu Meclis evvela Anayasa'yı
yapacak. Anayasa halkoyuna sunulacak ve halk Anayasayı onlayladıktan sonra
Seçim Kanunu yapılacak, Partiler Kanunu yapılacak, siyasi partilerinfaaliyet­
lerine müsaade edilecek ve kararlaştırılacak bir tarihte normal seçime gidilecek.
Bu konuda bizim mil/etimizin, bizim yönetimimize karşı bir itimadı var. Fakat
nedense dışardaki dostlarımız bunu çok merak ediyorlar. Ama bu kati tarihi,
Kurucu Meclis'in kurulmasından sonra açıklayacağımı dile getirmiştim.
Şimdiden bir tarih vermenin çok erken olacağını ve belki bizi yalancı
çıkarabileceğini düşünerek bugün kati bir tarih söyleyemiyorum.
SORU: Kurucu Meclis'in nasıl ve kimler tarafından oluşturulacağına ilişkin
bilgi verebilir misiniz?
CEVAP: Biraz evvel de ifade ettiğim gibi Kurucu Meclis bu sene kurula­
cak. Bunun hazırlıkları son safhaya gelmiştir. Ümit ediyorum ki, Haziran ayı
içerisinde bunun kanununu çıkarabileceğiz. Genel olarak şöyle ifade edebili­
rim: Kurucu Meclis aşağı-yukarı 150 civarında üyeden teşkil edilecek. Bu 150
kişinin bir kısmı her vilayetten seçilecek kişiler tarafından oluşturulacak, bir
kısmı da kontenjandan, Milli Güvenlik Konseyi'nin kontenjanından seçilecek.
Bunun ne kadarı kontenjandan, ne kadarı vilayetlerden seçilecek, onu söylecek
durumda değilim. Çünkü kanun hazırlanıyor, son şeklini almadı. Ancak şunu
ifade edebilirim ki, Konsey'in seçeceği adaylar, vileyetlerden seçilecek aday­
lardan çok daha az olacak, üçte birinden daha aşağı bir rakam olacak.
SORU: Politikacılar ve politik partilerin geleceğine ilişkin ne
söyleyebilirsiniz?

304
CEVAP: Partilerin bundan sonraki durumları için size şunu söylebilirim:
Biz partileri kapatmadık. Muayyen bir süre için partilerin faaliyetlerini durdur­
duk. Binaenaleyh, normal düzene geçildikten sonra, yani seçim havasına giril­
diği zaman partilerin yine eskiden olduğu gimfaaliyetlerine müsaade edilecek­
tir.
SORU: Yönetiminizin ilk dönemlerinde ağırlık, terörle mücadele konusun­
daydı. Ancak, bu arada insan haklarının zedelendiğine ilişkin de bazı iddialar
yayılmaya başladı. Bu çabalar sırasında güvenlik güçlerinin haddinden/azla
şiddet gösterdikleri konusundaki iddiaları nasıl cevaplarsınız?
CEVAP: işkence iddiaları yurdumuzda yeni değildir. Bu her devirde or­
taya atılmıştır. Hatta nomıal domakratik sistem yürürlükte iken de terörizmle
mücadele esnasında yakalanan sağ ya da sol terörist/erle işkence yapıldığı iddi­
aları ortaya atılmıştır ve bu ortaya atılma daima mukabil taraftan gelmiştir.
Şöyle diyebilirim: Eğer sağ parti if'tidardaysa soldan, sol parti iktidardaysa
sağdan daima işkence yapıldığı iddiaları ortaya atılmıştır. Şimdi de bu
yönetime karşı olanlar Türkiye içerisinde artık yapacak bir şey kalnıeymca,
bütün ümitlerini dış baskılara bağlayarak, Türkiye'de işkence yapıldığı iddia­
larını ortaya atmaktadırlar. Buna yönetimimiz sureti katiyede karşıdır. Biz
hiçbir zaman bir kişiye ya da zümreye işkence yapılmasını tasvip etmeyiz.
Ama buna rağmen bazen/erdi olarak emniyet mensuplarının bu gibi hareketle­
rine maalesef rastlanıyor. Ama bize intikal ettiği zaman derhal haklarında ge­
rekli tahkikata girişiliyor ve mahkemelere veriliyor. Bunun cezası da ağırdır.
Yakında alınacak kararları zaten dünya kamuoyuna açıklayacağız. O zaman
göreceksiniz ki, bu gibi işkenceye karışmış olanlar hakkettikleri cezaya
çarptırılacaklardır. Yani bu işkence iddialarını ben yönetime karşı olan güçlerin
biraraya gelerek, büyüterek yaymalarında buluyorum. Yani Türkiye'nin her
yerinde bu şekilde işkence yapıldığı varit değildir ve buna yönetim de katiyen
müsaade etmez.
SORU: Teröre karşı mücadele ayrı bir konu, terör nedenlerini ortadan
kaldırmak ayrı bir olaydır. Bu ikinci konuyla ilgili ne gibi önlemler
alınmaktadır?
CEVAP: Dünyada beynelmilel bir terörizm vardır. Bugün biz yüzde yüz
terörün kökünü kazıyacağız diye iddia etmiyoruz. Bu her devirde olmuştur.
Bundan sonra da olacaktır. Ama bunların boyutlannın çok ufak, çok aşağı se­
viyede kalmasına çaba salfedeceğiz.
Eğer dütıya milletleri, bilhassa Avrupa'daki ülkeler, elbirliği ile terörizmle
mücadelede işbirliği yaparlarsa, ben öyle zannediyorum ki, gerek ülkemizde,
gerekse diğer Avrupa ülkelerindeki terörün kökü o zaman kazınabilir. Bazı
diğer ülkeler bu mücadeleyi bizim gibi etkili yürütmez/erse, bunun kökünün

305
kazınacağına inanamıyorum. Bu nedenledir ki, beynelmilel terörizmin
kökünün kazınması için bütün Batılı ükelerin bu konuda işbirliği yapmaları ge­
rekmektedir. Bunu yapabilirlerse terörün kökü kazınabilir. Bu yapılmazsa za­
man zaman bizim ülkemizde de, diğer ülkelerde de olacaktır. Ama bizde
boyutları tabii çok daha aşağı seviyelerde cereyan edecektir.
SORU: Ekonomik bir soru yöneltmek istiyorum. Batı ve İslam ülkeleri ile
ilişkiler sürüyor. Sizce Türkiye'nin ekonomik sorunlanm kökünden
çözümlemek için kendi ayağımn üzerinde durabilmesi için gerçekçi bir ümit
beslenebilir mi?
CEVAP: Ekonomik durumumuz bundan bir süre evvel iyi değildi. Şimdi
de iyi sayılmaz ekonomik durumumuz. Büyük·bir enflasyon memleketi kasıp
kavuruyordu. Bu mücadelede dostlarm birbirine yardımı gerekir. Türkçede bir
tabir vardır, "Kötü gün dostu olunuz" derler, iyi gün dostu değil. Onun için
Batılı müttefiklerimiz ve dostlarımız bize ttu ekonomik sıkıntıdan kurtulmamız
için gerekli yardımda bulunuyorlar. Biz buna müteşekkiriz. Ama şuna da
inanıyorum ki, bu ekonomik sıkıntmın altından kalkmak için devamlı olarak,
yani ilelebet böyle bir yardımla ayakta duramayız. Kendi kendimize yeterli bir
hale gelmek için gerekli bütün tedbirler alınmaktadır. İhracatın ve döviz girdi­
lerinin çoğaltılması ve her sahada tasarrufa riayet edilmesi, istihdam politikası
gibi birçok tedbirler alınmakta. Bunun neticelerini de yavaş yavaş
görmekteyiz.
Yüzde yüzün üzerinde seyreden enflasyon, bugün yüzde kırklarla yüzde el­
liler arasına indirilmiştir. Önümüzdeki senelerde bunun daha da aşağı indiri­
leceğine inanıyoruz. Ekonomik durumumuz düzeldikten sonra tabii ki, do�t­
larımızın bu yaptıkları yardıma şimdi olduğu gibi o zaman da teşekkür ederiz.
İslam ülkeleri ile olan iktisadi münasebetlerimiz ise ayrı mütalda
edilmemelidir. Biz bütün dünya ile olan ticari münasebet/erimizi komşu İslam
ülkeleriyle de sürdürmekteyiz. Son zamanlarda bu ilişkilerde bir gelişme oldu.
Bu normal bir gelişmedir. Başka şekilde düşünülmemesi gerektiği in­
ancındayım. İslam ülkeleri ile olan münasebetlerimiz diğer dünya ülkeleri ile
olan münasebetlerimiz gibi değerlendirilmelidir.
SORU: Son olarak kişisel bir soru yöneltmek istiyorum. Son zamanlarda
sık sık Kemal Atatürk'le karşılaştırılıyorsunuz. Bu konuda ne gibi duygu­
larınız var? Ve günü geldiğinde, Devlet Başkanlığı için demokratik bir
Türkiye'de aday olmayı düşünür müydünüz?
CEVAP: Ben bundan üzüntü duyuyorwn. Zaman zaman bana böyle sorular
soruluyor. Beni A tatürk'le kıyas etmeye kalkışıyorlar. Ama hiçbir zaman ben
Atatürk olmak niyetinde değilim. Olamam da zaten. O büyük bir adamdı.

306
Dünya çapında bir liderdi. Biz O 'nun koyduğu prensipler üzerinde yürüyoruz.
(Y11wı koyduğu ilkeleri muhafaza etmeye çalışıyoruz. Biz, O 'nun ilkelerinin
muhafızıyız, bekçisiyiz. Binaenaleyh beni Atatürk'le mukayese edince
üzülüyorum. Bunun , halktn bana karşı olan sevgisinden geldiğine
inamyorum. Ama benzetmeme/erini arzu ederim. İlerde ne olacağım söylemek
şimdiden erken olur. Milletim ne isterse o olur. Yani ben şahsım için hiç bir
şey düşünmüyorum. Ve bu işe atılırken zaten hiç böyle bir şeyin peşinde ol­
madığımı önceden söyledim. Benim yerimde Genelkurmay Başkanı olarak
kim bulunsaydı aym şeyi yapacaktı. 12 Eylü/'de benim Genelkurmay Başkam
olmam bir tesadüften başka bir şey değildir.
Sorulara dikkat edilecek olursa, diğerleri gibi bu da, demokrasiye geçiş ta­
rihini öğrenmek istiyor ve Avrupa'ya kasıtlı olarak yaydırılan işkence olaylan
üzerindeki görüşlerimi almaya çalışıyor. Sanki sözlt".Şmişler gibi, her gelen
muhakkak bu iki konuya değiniyor. Ben de inat ettim. D..!mokrasiye geçiş
konusunda hiçbir tarih vermiyorum. Gerçi kafamda bu işin en erken 1983
yılında olabileceği hakkında bir fikir var. Ama bu tarihi verecek olsam, bütün
şer güçlerin kendilerini buna göre ayarlayacaklarını gayet iyi biliyorum:
Terörün sonu alınıncaya ve teröristlerin büyük bir bölümü yakalanıncaya ka­
dar böyle bir tarih vermemeye kararlıyım.

l MAYIS CUMA

Bugün de İsveç televizyon muhabiri geldi, onunla kısa bir mülak.abm oldu.
Dün Federal Alman ARD televizyon muhabirinin sorduğu soruların aynını
İsveç televizyon muhabiri sordu. Aslında kızmam gerekir fakat ben hepsine si­
nirlenmeden ve soğukkanlılıkla cevap vermeyi daha uygun buldum. Böylece
Avrupa basın ve yayın organlarını karşıma almamış oluyordum. Aslında belki
de birbirlerinden habersiz aynı sorulan soruyor olabilirler. Doğrusu da budur.
Öyle olunca kızmama da gerek kalmıyor.

Bugün aynca Gelir Vergisi Kanununda, Vergi Usul Kanununda değişiklik


yapan kanunlarla, yeni İşletme Vergisi Kanununu kabul ettik.

İlk defa Türki ye sakin bir 1 Mayıs günü geçirdi. 1 Mayıs B ayramım
kaldırmamış olsaydık, ufak da olsa birkaç olay muhakkak olurdu.

Tercüman gazetesi, " 1 Mayıs Artık KAbus Değil" diye manşet yapmış ve
1977, 1 978, 1 979 ve 1980 senelerinin 1 Mayıs gününün Taksim Meydanı
fotoğraflarını alt alta sergilemiş.

307
1977 yılı fotoğrafında 34 kişinin öldüğü andaki Taksim Meydanının hali,

1 978 yılı fotoğrafında kızıl bayraklar arasında Marks, Engels ve Lenin'in


büyük boy yağlıboya resimleri görülüyor, bir tek Türk bayrağı ve Atatürk
resmi yok.

1 979 yılı fotoğrafında sokağa çıkma yasağı konduğu için Taksim Mey­
danında Türk sancağı ve nöbet tutan askerler var.

1 980 yılı fotoğrafında da yine sancak vardı, askerler tetikte bekliyorlardı


diye yazıyordu.

Bazı malların fiyatlarında düşmeler başladı. Bu hal basına da yansıdı. Sene­


lerdi r ilk defa böyle bir durumla karşılaşıldığı için, basın da bu konuyu
işlemeye başladı.

Güneri Cıvaoğlu'nun 2 Mayıs tarihli Tercüman'da yazdığı makalenin bir


yerini buraya alıyorum:

"12 Eylül sonrası yönetim büyük bir şansa kavuşmuştur ya da kavuşmanın


eşiğindedir. Son 10 yıldan bu yana bir yönetimin ilk defa bu kadar yakınına
sokulan şans, sabit gelirlilerin satınalma güçlerinin artmasıdır. En azından aynı
düzeyde kalmasıdır. Yani, maaşlara ve ücretlere gelen zamların, toplu
sözleşmelerle sağlanan imkanların enflasyon alevlerinde erimemesidir.
Açıklayalım:
Bugün birinci sayfamızda sunduğumuz manşet "Fiyatlar Düşllrülüyor"dur.
Daha önce geride kalan Ocak, Şubat, Mart aylarının sonlarında ise "Fiyat
Artışı Durdu" manşetlerini yayınlamıştık.
Yani yılın başlarında fiyatlar sabit kalmıştır. Şimdi ise fiyatların gerileme
dönemine girmiş bulunuyoruz. Geniş kitleler için bu bir müjdedir. Dahası ..
aynı dönemde, çalışan kitleler ve emekliler için önemli gelir artışları sağlanmış
bulunuyor. Böylece fiyat artışlarının, enflasyon oranının üstünde olması, yani,
satınalma gücünde yükselme gibi olumlu bir gelişme sergilemektedir."

Çökertilen terör örgütlerinden DEV-SOL'u yeniden canlandırmak için


teşkil�Uanan ve bugüne kadar 8'i güvenlik görevlisi olmak üzere 29 kişiyi
acımasızca ôldüren 1 68 militanın İ stanbul'da gerçekleştirilen operasyonlarla

308
ele geçirildiği haberini aldım. Artık her gün bu gibi haberleri ala ala, bana tabii
gelmeye başladı.

İhracat da gittikçe artış gösteriyor. Özellikle Irak'a yapılan ihracatta büyük


bir sıçrama oldu. B u sene sonunda i hracatın 4 milyar doları bulması
bekleniyor. Alınan tedbirler gün geçtikçe meyvesini vermeye başladı. Örneğin
geçen sene 12 ayda Ir&k'a yapuğımız ihracatı bu sene iki ayda gerçekleştirdik.

7 MAYIS PERŞEMBE

İngiltere'nin BBC televizyonu muhabiri ile bugün mülakatım vardı. Sor­


duğu sorular bundan evvel gelen muhabirlerin sorularının hemen hemen ben­
zeriydi. Örneğin "Geçen Eylül'deki müdahaleyi gerektiren şartlar ve sebepler
nelerdir?" , "Bugüne kadar askeri ve güvenlik makamları ne kadar başarı
sağlamışlardır? " , "Türkiye'nin demokrasiye dönüşü nasıl olacaktır? " ,
"İşkence hakkındaki iddialara n e dersiniz?" gibi sorular evvelce d e sorulmuş
ve bunlara verdiğim cevaplan yazmışum. Aynı cevaplan başka bir üslupla bu
muhabire de sıkılmadan izaha çalıştım . Onun için bunlara ait cevaplan buraya
almıyorum. Yalnız, evvelce sorulmayan iki soru vardı , onları yazmakla yeti­
neceğim. Soru ve cevaplar şöyleydi:

SORU: Avrupa ile gelişmekte olan ilişkiler konusundaki düşünceleriniz?


CEVAP: Türkiye her zaman Avrupa ile ilişkilerine büyük önem vermiştir.
Atatürk ilkelerini benimsemiş olan Türk Milletinin, onun tarafından
gösterilmiş olan ana hedeflerinden biri Batının bir parçası olmaktır. Genç cum­
huriyetimizin politikasında bu husus değişmez bir esas olarak yer almıştır. Bu
itibarla Türkiye Cumhuriyeti Avrupa ile ilişkilerinde sadece siyasal ve ekono­
mik alanlarda değil, sosyal ve kültürel alanlarda da yakın işbirliğine büyük
önem atfetmektedir. Şurasını unutmamak gerekir ki, Batı demokrasilerinin
sınırı Türkiye ile başlar. Siyasal ve ekonomik bakımdan istikrarlı ve askeri
bakımdan kuvvetli Türkiye, Avrupa için bir güvencedir. Kanımca Avrupa bi­
zim için ne kadar önemliyse, Türkiye de Batı için aynı derecede önemlidir.
Bu çerçeve içinde Avrupa ile ilişkilerimizi bu alanda geliştirmekte ka­
rarlıyız. Bir yandan NATO ittifakı içinde ilişkilerimiz ve işbirliğini
geliştirmeye gayret ederken, diğer yandan ekonomik alanda da aynı arzu
içindeyiz. Bu nedenle Avrupa Ekonomik Topluluğuna tam üyeliğimizi

3()1)
gerçekleştirmeye matuf çabalara başlamış bulunuyoruz. Böylece tam üyelik
için başvurduğumuzda hazırlıklarımız tamamlanmış olacaknr. Kuşkusuz içinde
bulunduğumuz bu zor dönemde ve demokratik parlamenter sistemimizi sağlam
temeller üzerinde yenide11 tesis çabalarımızda Avrupayı yammızda görmek is­
tiyor ve bunu bekliyoruz.
SORU: Türkiye'deki son siyasal gelişmeler NATO içindeki rolü11ü nasıl
etldlemiştir?
CEVAP: Türkiye'deki son siyasi gelişmeler NATO içindeki rolünü müsbet
yönde etkilemiştir. Ortak savunma sistemi çerçevesinde kanun hakimiyetini,
huzur ve süka11u sağlamış, ekonomik sorunlarım çözümlemeye başlamış bir
müttefikin katkı ve etkinliği, kargaşa içindeki müttefikinde11 şüphesiz
mukayese edilemeyecek kadar fazladır. Bugün Türkiye NATO içindeki
müttefikleri11in güven ve saygısını kazanmış ve ittifak çerçevesinde
yükümlülüklerini müdrik bir üyedir. 12 Eylül'den bu ya11a NATO muvacehe­
sindeki tutum ve politikamız bunu açıkça kanıtlamaktadır. Türkiye'ni11 12
Eylü/'den sonraki dönemde yürüttüğü NATO politikası gayet açıktır ve genel
dış politikası içinde ittifaka verdiği önem her vesile ·ile vurgulanmıştır. Bu
müşterek savunma felsefesinin ürü11ü olan NATO ittifakının temelini teşkil
eden anlaşma, üye ülkelerin genel ve smırlı tecavüz yamnda yıkıcı ve bö/acü
saldırılara karşı da işbirliği, dayanışma ve savunmalarım öngörmektedir. Biz
Türkiye'nin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğü11e çeşit/{ maskeler
altında sa/dıran/arm, dost ve müttefik ülkelerde yerleşme/eri, barınmaları hatta
Batının hür demokratik düzenini istismar ederek faaliyet gösteren bazı unsur­
larca desteklenmelerini ittifakın temel prensip ve amaçları ile
bağdaşnramıyoruz.

Nisan ayt geçinme endeksi 1 , 1 olarak belirlendi. Enflasyon süratle aşağtya


doğru çekiliyor. Bütün mesele doğru olant yapmak. Oy endişesi olmaymca,
partiler arast çekişme durunca yönetim makat ve doğru kararlan almakta
stkmu çekmiyor. Merkez Bankasmdaki döviz rezervi 1 ,2 milyar dolan buldu.
OECD'nin Türkiye'ye bir milyar dolarltk yardtm yapacağt ve bu yardtmla ilgili
taahhüt toplanusmm Paris'te yaptldtğl ve bu miktar yardtmın yaptlmast karan
alındtğt haberini aldtm. OECD'nin Genel Sekreteri Van Lerınep verdiği beya­
natta, "Türkiye'dek.i ekonomik gelişmeler cesaret vericidir" diyor.

Avrupalı dostlartmtz da aruk doğru yolda olduğumuzu anlamaya başladllar.

3 10
9 MAYIS CUMARTESİ

AVRUPA KONSEYİ

Avrupa Konseyi iki gün sonra yine Türkiye'nin durumunu ele alacak.
Konscy'in Türkiye'nin üyeliğini askıya alacağını zannetmiyorum, bu karan
alamayacaklardır. Fakat bir kısım baskı uygulayacaklan da muhakkak.
Komünist ve sosyol demokrat parlamenterlerin aleyhimizde her türlü kampan­
yayı yürüteceklerinden de şüphe etmiyorum.

Bu arada Federal Almanya Dışişleri Bakanlığının Türkiye hakkındaki rapo­


ru Türkiye'deki bazı gazetelerde yer aldı. Raporda, "Askeri yönetimin sağlam
temellere dayalı, büyük kitlelerin güven ve onayına sahip olduğu, Türkiye ile
yapılacak temaslarda bütün Türklerin askeri yönetime dışarıdan bir baskı
yapılmaması ve yardımın kesilmemesi ya da azaltılmaması konusunda Alman
yetkililerinin uyarılması" hususlanrun yer aldığı belirtiliyordu.
Başta Almanya, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere olma� üzere
Türkiye'deki durumun ve yönetimimizin büyük halk kitleleri tarafından geniş
destek gördüğü diğer bazı Avrupa ülkeleri tarafından da tasdik ediliyordu.

Bu bakımdan , Türkiye'nin AET'den veya Avru pa Konseyinden


çıkanlacağını tahmin etmiyorum. A v rupa Konseyi belki de hala daha
görevlerine devam eden bizim parlamenterlerimizin görev sürelerini uzatmaya­
cak, böylece seçimler yapılıp TBM M teşkil edilinceye kadar Konsey'de bizim
parlamenterlerimiz bulunmayacaktır. Bu da bizi fazla rahatsız etmez.

13 MAYIS ÇARŞAMBA

Avrupa Konseyi dün de Türkiye'nin durumunu görüşmeye devam etti.


Steiner'in hazırladığı raporu sertleştirmek için büyük çaba harcayan sosyalist
ve komünist parlamenterlerin karşısına muhafazakar ve liberal parlamenterler
çıkınca, siyasi komisyonda hiçbir direktif tasarısı çıkamadı. Bu yüzden siyasi
komisyonun bugün de toplanması ihtimali var. Nitekim bugün toplanan siyasi
komisyonda Türkiye hakkında hazırlanan ikinci raporun da kabul edilmemesi

31 1
üzerine komisyon başkanı Steiner'in istifa ettiği haberini akşam aldık. Bu ra­
porda Steiner, Türk.iye'nin durumunun sonbaharda ele alınmasını istiyordu.
Akşam, Papa II'nci Jean Paul'ün Türkiye'den kaçmış bulunan Abdi
İpekçi'nin katili M.Ali Ağca tarafından bir ayin sırasında tabanca ile vurulduğu
ve Papa'nın ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldığı haberini getirdiler. Evvela
inanmak istemedim. Ağca'nın Papa ile ne ilgisi olabilir diye düşündüm. Ancak
haber doğru idi ve Mehmet Ali Ağca da silalu ile birlikte yakalanmışu.
Bu haber müthiş bir haberdi. Mamafih, terörizmin hangi boyutlara
diaştığını göstermesi bakımından bu olay leh�mize de kullanılabilirdi. Bizim
isteğimiz, bütün ülkelerin terörizm ile aynı derecede etkili mücadele yapması
ve bu gibi tetöristlerin siyasi mülteci olarak kabul edilmemesi idi. Bazı ülkeler
böyle hareket etmediği sürece dünyadan terörün silinmesi elbette mümkün ol­
mazdı.
Yann sabah İstanbul'a gidecektim . İstanbul'da, bugüne kadar terö ristlerin
yakalanmasında biışanlı hizmet vermiş emniyet mensuplarına ödül verecektim.
Sabah Yeşilköy havaalanına vardığımda, gazeteciler Papa'nın vurulması
olayı karşısında ne düşündüğümü sordular. Kendilerine şu açıklamayı yaptım:
"Papa'nın vurulması, beynelmilel terörizmin hangi boyutlara ulaştığını
gayet qçık bir şekilde ortaya koydu. Bizim de söylediğimiz budur. O aklı hava­
larda dolaşa11 bazı Avrupalı dostlarımız herhalde bu olay karşısında biraz da
olsa, bundan sonra aklıselimle hareket edeceklerdir zannederim.
Çok utanılacak bir olay... Bu11u yapanın bir Türk vatandaşı oluşu bizi daha
çok üzdü. Ama biliyorsunuz, biz bu vatandaşımızı idama mahkam ederek ce­
zala11dırmıştık. Fakat Türkiye hudutları dışına çıkmıştı. Birçok Avrupalı dost­
larımız siyasi mültecidir diye böylelerine kucak açarlarsa, netice bu olur.
Türkiye'nin Ortadoğu'daki önemini, vaktiyle çok dile getirmeye çalıştık.
Bir Afganistan olayı ile, İran-Irak savaşı bu sözlerimizin doğruluğunu ispat­
ladı . Bu olay da dileriz ki, beynelmilel terörizm konusunda daha önce
söylediklerimizde ne kadar haklı olduğumuzu ortaya koymuş bulunsun. Te­
mennimiz bu. Olaydan duyduğum üzüntüyü belirtirken, Papa l/'nci Jean
Paul'e acil şifalar dileriz. "
Bu kısa mesajım teröristleri ülkelerinde barındıran ve onları siyasi mülteci
olarak kabul eden ülkelere idi. Ama herkes kös dinlemiş. Beyanat vermeye ge­
lince, ülkelerin yöneticileri çok parlak tatlar ediyorlar; "Terörün karşısındayız,
terörün önlenmesi için bütün ülkelerin bu konuda işbirliği yapması gerekir"
diyorlar. Ama icraata gelince bir şey yapUldarı yok. Mütemadiyen �yledikleri;
insan hakları, işkence, siyasi haklar, idam cezası kaldırılsın gibi parlak sözler.

312
Bir kişinin insan hakkından bahsedebilmesi için; evvela o kişinin ailesine,
çevresine, topluma karşı olan yükümlülüklerini yerine getirmesi gerekmez m i?
Bu görevlerini yerine getirmeyecek, her türlü mel'aneti i şleyecek, toplumun
yaka silktiği yüz karası bir kişi olacak. ondan sonra da insan haklarından bah­
sedebilecek!

Japonlar da bugün en uygar millet. Orada da insan haklan var. Ama onlar,
evvela dünyaya gelen insanın yapmakla yükümlü olduğu bazı görevleri vardır,
o görevleri yerine getirmeli ki , başkaları ve toplum da ona karşı ola n
görevlerini yapsın diyorlar. Avrupalı ve dolayısıyla Avrupalının taklitçisi olan
biz ise. yalnız insan haklan diye tutturmuş gidiyoruz. Onun için de bir sürü
edepsiz, terbiyesiz, şımarık, seks düşkünü, eroin düşkünü, eli silahlı veya so­
palı insanlar türemiş. Bunun sonu nereye varacak bilemiyorum ! ...

12 Eylül'den sonra, aldığımız tedbirlerle terörün önü büyük ölçüde alınd ı .


Yurdun her tarafında huzur v e güven sağlandı. Böyle olunca, 1 2 Eylül'den
evvel evlerini barklarını, köyünü kentini terk edip başka şehirlere göç eden ai ­
leler tekrar yurtlarına dönmeye başladılar. Bu durum bazı gazetelerimize
röportaj konusu olmaya başladı.

Hürriyet gazetesi 10 Mayıs günü bu konudaki gözlemlerini dile getirmek


için başladığı yazı dizisine "Gidenler Döndüler" başlığını atmış ve evi yıkılan
bir ailenin Hilvan'da yıkılmış evinin enkazı arasında fotoğrafını basarak
üstüne "Savaş Sonrası Gibi" yazısını yazmış. Bu yazı dizisine başlarken şöyle
demiş:

"Korkunun yürekleri dagladıgı, 12 Eylül öncesi günleriydi. Yarın sıra ki­


min canında malmda endişesi uykuları haram ediyordu.
Şehit kanlarıyla sulanmış güzel yurdumuzda, kirli ellerin tezgahladıgı oy-
unlar sergileniyor, beyni yıkanmış insanlar kardeş kanı döküyordu.
Bu bir iç savaştı.
Çaresizlik giderek büyüyordu.
Devlet babayı bulmaktan umudunu kesen acılı insanlar, çaresiz
kaldıklarında, her taşı binbir anı taşıyan yerlerini, yurtlarını terk edip g öç
ediyorlardı.
Can korkusundan sadece ceketini ahp, kendi öz vatanında gurbetçi olarak
gidenler artıyordu.
12 Eylül'de kardeş kavgasına, iç savaşa, anarşiye dur denildi.
Şimdi vatandaş sahipsiz degildi. Devlet vardı. Huzur vardı.
Öz vatanlarında gurbetçi olan nice kişi, terk ettikleri yerlere, topraklara bin­
bir umut ve sevinçle dönmeye başladılar.

313
Ama ne bıraktılar, ne buldular?
İşte bu yazı dizisinde, terk ettikleri yerlere dönen insanlann öykülerini,
yüreğiniz burkularak okuyacaksımz. "
Bu yazı dizisi üç gün devam etti ve bugün sonuncusu neşredildi.

Bu vatandaşların yaşama hakkı , oturma hakkı, çalışma hakkı. okuma hakkı


yok muydu? Bu suçsuz zavallı vatandaşlan yerinden yurdundan eden o eli si­
lahlı teröristlerin mi yalnız insan hakkı var. Avrupa yalnız bu anarşistlerin ve
teröristlerin mi haklannın savunucusudur?

Hiç suçu olmadığı halde evini barkını can korkusuyla terk edip giden ailele­
rin insan haklan yok muydu? Bu zavallılar yurtlarını terk ederlerken neden Av­
rupalı insan hakkı savunucuları (!) seslerini o zaman çıkarmadılar.

Bunları yazıyorum ki ; bizden sonra gelecek nesiller 1 2 Eylül'den evvel


Türkiye nasıl korkunç bir dönem y aşadı bilsinler. Zira şimdi şu satırları
yazdığım 1987 senesinde lise son sınıfa gelmiş birçok genç o günleri
hatırlamıyor. Sorduğumda bazısı ya hiç birşey hatırlamıyor, bazısı da hayal
meyal hatırlıyorum diye cevap veriyor. Bu gençler 1 0- 1 5 sene sonra çeşitli
görevlerin başına gelecekler. Eğer geçirilen bu dönemleri iyi tetkik etmezlerse,
Türkiye bir zaman sonra değişik bir senaryo ile aynı durumlarla karşı karşıya
kalabilir.

Hürriyet gazetesi muhabirin.in adım adım gezerek Türkiye'nin ufacık bir


yöresinde tespit ettiği izlenimleri ni buraya almadım . B u muhabiri biz
göndermedik. Kedi kendine buraları dolaşmış ve acı sahneleri gazetesine
aktarmış. A ynı gazetede altı kız, bir erkek kardeşin anneleriyle birlikte bir
fotoğrafı neşredilmiş. Çocuklardan birisi babasının fotoğrafını elinde tutuyor.
Fotoğrafın altında şu satırlar v ar:

"Zeynep Yelkenkumral, APO 'cuların can, mal ve namusuna el uzatması


üzerine, ailesi kendisini Adana'daki akrabalarının yanına göndermişti. Güzel
Zeynep, baba ocağına döndüğünde acı bir sürprizle karşılaştı. "
Bu acı sürpriz, babasının APO'cular tarafından öldürülmüş olmasıydı.

Papa'nın Ağca tarafından vurulması haberi ve benim bu konuda verdiğim


kısa beyanattan, insan haklarına, işkence iddialarına, idama karşı olmaya
geçtim ve oradan Türkiye'de y aşanan acı olaylara değindim. Tekrar Papa'nın
vurulması olayına geliyorum:

Ertesi gün, yani 14 Mayıs günü suikastten hemen sonra yakalanan Ağca,
"İtalya'da idam yok ki" demiş. Demek ki, bu işi gerçekleştirmek için idamın
olmadığı bir ülkeyi seçmiş.

314
İnsan haklan savunucularının etkisiyle, hemen hemen bütün Avrupa
ülkeleri. özellikle Avrupa Ekonomik Topluluğuna ve Avrupa Konseyi'ne
katılan ülkeler, idamı ceza kanunlarından kaldırmışlar. Bize de bu yönde baskı
uyguluyorlar. Aslında Avrupa İnsan Haklan SÖ7Jeşmesinin 2'nci maddesi
idam cezasını kaldırmıyor. Eğer bu ceza mahkemeler tarafından verilmiş ise,
bunu kabul ediyor. Ama buna rağmen birçok ülke idamı ceza kanunlarından
kaldırmış. Benim mantalitem bunu bir türlü kabul edemiyor. Terörün özellikle
Avrupa ülkelerinde yaygınlaşmasının bir sebebini de ben bunda buluyorum.
İşte İ talya, işte İngiltere, işte Fransa, Federal Almanya, İspanya. . . Hepsinde
idam yok. Ama hepsinde de terör var. Ağca da İtalya'yı seçmiş.
Ölüm cezasına karşı olanlar için Hürriyet gazetesinde şu kısa yazı çıktı:

"Ölüm cezasına karşı mısınız?


Biz de insanların öldürülme/erine karşıyız dersek bir ortak noktada
buluşmuş oluruz.
A11cak nedense bir süredir toplumlar insa11ların yine insanlar tarafından kat­
ledilnıesi11e seyirci kalmayı marifet bilir oldular. Ölüm cezasma karşıyız diyen­
ler terörizmin masum insanları yok etmesinden adeta rahatsız olmaz
göründüler.
Tekrar edelim, biz Tanrı'mn verdiği canın bir insan tarafından almmasma
karşıyız. Ama bu işi meslek edinenlerin de korunmasına akıl erdiremiyoruz.
Samrız dünya hukukçu/arma, insan hakları savunucu/arına önemli bir
görev düşüyor, Teröristlere müsamaha ederek, teröre nasıl çare bulunacaktır?
Samimi olmamız, gerçekçi görünmemiz gerekir. Toplumların komik olması
düşünülemez. Teröriste kucak aça11, onları barındıran koskoca Almanya ölüm
cezasına karşı olduğundan teröristler için hapisha11elerde uydurma i11tihar olay­
ları tertipliyorsa, bu11u11 da bir nedeni olmalıdır.
O halde terörün giderek azgınlaştığı bu devirde kendi kendimizi
ka11dırmaya kalkmayalım."
Almanya hapishanelerinde yakın bir tarihte birkat intihar olayı cereyan
etmişti. Bu intihar tabanca ile iple asılarak olmuştu. Yazar, yazısında buna
dokunuyor�

B ir terörist düşünün ki; bir hava meydanı terminalinde masum yolcuların


arasına birkaç bomba atacak veya silahı ile rastgele ateş edecek, 20-30 ve hatta
bazen de 60-70 kişinin ölümüne sebep olacak, ondan sonra da yakalanan bu
terörist idam edilmeyecek!

Ben bunu bir türlü kabul edemiyorum. Bilmem siz ediyor musunuz?

315
15 MAYIS CUMA

İstanbul'daki başarılı emniyet m ensuplarına ödül vennek için dün


İstanbul'a gelmiştik. Bugün, Kalender Orduevinde 1 'inci Ordu ve Sıkıyönetim
Komutanı Orgeneral Necdet Üruğ'un tertiplemiş olduğu törene akşam
katıldım.

Kokteyl şeklinde tertiplenen bu törende, başarılı emniyet mensuplarına


Sıkıyönetim Komutanlığınca hazırlanan ödülleri verirken şu konuşmayı
yaptım:

Degerli Emniyet Mensupları,


Birkaç yıldan beri Türkiye'de mevcut anarşini11 11e safhalar geçirdiği11i bu­
rada anlatacak degi/im. Çünkü olayların içinde sizler de bizim gibi yaşadımz.
Adalet, em11iyet ve idare... Bu üç mekanizma elele verdikçe, vatan ve millet
düşmanlarıyla mücadelede muvaffak olmamak için hiç bir sebep yoktur.
Eğer daha önceki dö11emlerde, anarşi ve terörle mücadelede muvaffak olun­
mamış ise, sebebi, bu üç kuruluşun birbiriyle ahenkli çalışılamamasındandır.
Gerekli bir çok tedbirlerin de ilgililer tarafından alınamamış olmas111da11dır.
Bu tedbirler derken, ka11uni tedbirleri, idari tedbirleri, hepsini
kastediyorum.
Türkiye'de anarşiden en çok sıkıntı çeken şehrimiz de İsta11bu/'du. Ve en
çok vatandaşımızı da burada kaybettik. Gerek Silahlı Kuvvetler'de11, gerekse
emniyet mensuplarından birçok şehitler verdik.
Ama 12 Eylül'den sonra büyük degişiklik yapmadan, aynı teşkilatla, aym
kişilerle, pekdla bu hainlerin hakkuıdan gelinebildi. Bu mücadelede emniyet
mensuplarının gösterdiği büyük gayret hakikaten takdire değer.
Sayın Sıkıyönetim Komutam'nın, İstanbul bölgesinde çok üstün başarı
gösteren bu emniyet mensupları arkadaşlarımızın· taltifi için bir teklifi oldu.
Bunu memnuniyetle kabul ettim. Bu gibi üstün başarı gösteren emniyet men­
subu arkadaşlarımız diğer bölgelerde de mevcuttur. Onları da zaman zaman
takdir ediyoruz.
Diğer emniyet mensubu arkadaşlarımız, anarşi ve terörün önlenmesinde
başarı göstermedi mi? Gösterdiler, ama bütün emniyet mensuplar111a böyle bir

316
ödül vermek mümkün değil. Biz yalmz üstün başarı gösterenlere bu ödüllerini
vermekle iktifa edeceğiz. Bu ödülleri verirken, diğerlerini de taltif ettiğimi bu­
rada belirtmek isterim. Bu taltifyalmz bir ödül vermekle olmaz.
Bu meyanda son zamanlarda sıkıyönetim mahkemelerinin sivil hakim ve
savcı arkadaşlarımızla takviyesinden sonra işlerin daha süratli bir şekilde
yürütülmesi bizi sevindirmektedir.
Gerçi bu sürat arzu ettiğimiz seviyeye çıkmadı ama, bunun da bazı sebeple­
ri var. Mevcut davaların, ·dava dosyalarının vaktiyle iyi tanzim edilmemiş ol­
ması, dağınık bir şekilde bulunması gibi sebepler, henüz daha bu hızın isteni­
len seviyeye çıkmasında büy Ük engel te"şkil etmektedir. Gönlümüz,
mahkemelerin biraz daha hızlı çalışarak, vatandaşların arzuladığı gibi,
suçlu/arm birer birer, ikişer ikişer, üçer üçer layık oldukları cezalara
çarptırılmasından yanadır. Bu konuda her geçen gün çalışmaların hızlandığını
görmekten büyük sevinç duyuyoruz. Bu vesile ile adelet mensupları arka­
daşlarıma da takdirlerimi sunuyorum. Ayrıca vilayet ve belediye mensupları
arkadaşlarımıza da bu işbirliğinde gösterdikleri büyük gayretten dolayı tebrik­
lerimi ve takdirlerimi iletiyorum.
Şimdi hepinizin huzurunda çok büyük fedakarlıklarla çalışan bu emniyet
mensupları arkadaşlarıma ö�llerini vereceğim. Başarılarının devamını dile­
rim.

Avrupa Konseyinde birkaç gündür konuşulan Türkiye'nin Konsey'de


kalıp kalmaması konusu bugün neticeye ulaştı. Steiner'in hazırladığı rapor ka­
bul edildi; böylece Türkiye sonbahara kadar Konsey'de kaldı. Fakat Kon­
sey'deki Türk parlamenterlerin görev süresi de uzatılmadı. Esasen
uzatılmamasını biz istemiştik. Çünkü hem parlamentomuzu feshetmişiz, hem
de hfil§ daha birkaç parlamenteri görev süreleri dolduğu halde orada
bırakacağız. Bu doğru olmayacaktı. Biz istemesek de, Avrupa Konseyi bu
karan alacaktı ki, bu hal bizim için daha haysiyet kıncı olacaktı.
Avrupa Konseyi Siyasi Komisyonu sonbahara kadar Türkiye'nin durumu­
nu yeniden inceleyecek ve sonbaharda konu yeniden ele alınacak.

317
18 MAYIS PAZARTESİ, 19 MAYIS SALI

Bugüne kadar 3'ü poli�. 4'ü bekçi olmak üzere 37 kişiyi öldüren ve ara­
larında Akrep Nalan olarak isimlendirilen kadının da bulunduğu 1 3'ü kadın,
78 militan gerçekleştirilen operasyonla yakalandı. Örgütün adı "Türk Halk­
Kurtuluş Partisi Cephesi Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birliği Devrim­
ci Kurtuluş"'tur.
Yakalanan bu teröristlerin gerçekleştirdiği eylemler arasında; 15 miyon li­
ralık Cerrahpaşa Hastanesi mutemetinin soyulması, Jokey Klübü soygunu, 5
Amerikalının, Sendikacı Aslan Sivri'nin, İsrail Hava Yollan Müdürü Abraham
Elezar'ın öldürülmesi olaylan da var.

Bugün akşam üzeri Samsun'a gideceğiz. Yann 1 9 Mayıs Atatürk'ü Anma


ve Gençlik ve Spor Bayramı. Bu sene Atatürk'ün doğumunun I OO'üncü
Yıldönümü olması sebebiyle 198 1 Yılı Atatürk Yılı olarak kabul edelmişti. İşte
Atatürk Yılı olması münasebetiyle Bayramı evvela Samsun'da kutlamak,
öğleden sonra da Ankara'da kutlamalara katılmayı planladık. Aynca,
Atatürk'ün Amasya Tamimi'nin yapıldığı 22 Haziran tarihinde Amasya'da, Er­
zurum Kongresini gerçekleştirdiği 23 Temmuz günü ErLurum'da, Sivas.Ko­
gresinin yapıldığı 4 Eylül günü de Sivas'ta bulunmayı kararlaşurdık.
Samsun'a karanlık basmadan geldik. Sıhhiye Er Eğitim Merkezi
misafirhanesinde kısa bir dinlenmeden sonra, valinin şehirde vereceği akşam
yemeğine katılmak üzere kışladan şehire hareket ettik. Hava kararmıştı.
Kışladan şehir merkezine gelinceye kadar geçtiğimiz yollarda birikmiş halk
topluluğu korkunçtu . Otomobilin içindeki ışıklan yakmak suretiyle halkın beni
görebilmesini temin ettim. Otomobilin iki tarafından ve öndeki eskort araba ve
motosikletleri yolu zorlukla açabiliyorlardı. Sanki bütün Samsun halkı sokak­
lara dökülmüştü.
Samsun şehri de terörden. anarşiden çok çekmiş ve çok can kaybı vermişti.
Halk şimdi huzura kavuşmuştu. Bu tarifi mümkün olmayan, ancak
yaşanılabilen büyük coşkulu karşılamanın, yapılan tezahüratın başka sebebi
olamazdı. Arabamız duracak olsa, bir daha hareketimiz mümkün olamayacak,
belki de otomobil havaya kaldırılacaktı. Onun için durmamaya dikkat ediyor-
318
duk. Ağır da olsa, sahildeki büyük. otele geldik. Otelin önünde muazzam bir
kalabalık vardı.
Valinin tertiplediği akşam yemeğini müteakip folklor gösterileri yapıldı, geç
vakit kışla misafirhanesine gelip istirahate çekildik.
Samsun'a gelirken Konsey Üyesi arkadaşlarla, Başbakan Ulusu'yu da ge­
tirmiştim. Yann sabah saat 07.00'de iskeleye gittik. Burada Atatürk'ün Sam­
sun'a çıkışını sembolize eden töreni izledikten sonra, Atatürk'ün rıhtıma ilk
adımını attığı yeri temsilen hemen yakınına yapılacak ve adı "İlk Adım" olacak
Atatürk anıtının temelini attık. Buradan 19 Mayıs törenin yapılacağı stadyuma
gittik. Stad ağzına kadar dolmuştu. Tribüne gelişimiz halkın büyük çoşkusu
ile karşılandı. Bir Devlet Başkanının ilk defa 19 Mayıs Bayramını Samsun'da
kutlaması onlar için büyük bir olay ve müstesna bir gündü.
19Mayıs için hazırladığım konuşmayı da burada yapmayı uygun bul­
muştum. Şeref tribününden aşağıdaki konuşmayı yaptım:
Aziz Yurttaşlarım ve Sevgili Gençler,
Hepinizin bildiği gibi bu yıl Atatürk Yılıdır. Atatürk'ün doğumunun
lOO'üncü yıldönümü olan bugün ona ldyık bir şekilde yurdun her köşesinde
kutlamrken yurt dışmda da çeşitli ülkelerde ve kuruluşlarda aynı şekilde kut­
lanmaktadır.
19 Mayıs 1919, Türk Ulusunun tarihinde önemli bir yer işgal eder. Bu ta­
rih, yok olmaya mahkWrı edilmiş ve tarih sahifelerinden silinmek istenilmiş bir
milletin yeniden kuruluşunun başlangıç tarihidir. 19 Mayıs Atatürk için de çok
önemli bir tarihti. Onun içindir ki, doğum tarihi kesin olarak bilinmeyen
Atatürk'e doğum günü sorulduğunda, "19 Mayıs neden olmasın" demiştir. Bu
da gösteriyor ki Ulu önder, Karadeniz'in bu şirin şehri Samsun'a ilk adımını
atttğı tarihi, Türk Ulusunun ye11ide11 doğuşu gibi kendisini11 de doğum günü
kabul emıiştir. Samsunlu/ar bununla. haklı olarak iftihar edebilirler.
Sizlerin bu mutlu gününüzde aranızda bulunmak ve sizleri Atatürk'ün
doğumunu11 JOO'üncü yılında kutlamak, Gençlik ve Spor Bayramını burada
başlatmak için Konsey Üyesi arkadaşlarım, Başbakan, diğer bir kısım bakan
arkad'1şlarımla birlikte güzel Samsun'a gelmiş bulunuyoruz. Ge11çlik ve Spor
Bayramı hepinize ve tüm Türk gençliğine ve ulusuna kutlu ve mutlu olsun.
Sanısun 'a ayak bastığımız anda11 itibaren bizlere karşı gösterdiğiniz yakın ve
sıcak ilgi ve misafirperverlikten, büyük tezahürattan dolayı teşekkürlerimi su­
narım.
Sevgili Gençler, Aziz Yurttaşlarım,
Bundan 62 yıl önce bugün, küçücük Bandırma Vapuru ile yaptığı tehlikeli

319
bir yolculuktan sonra, ulusun tek ümidi, yıllardır hasretle beklediği muzaffer
ve kahraman komutam Mustafa Kemal Paşa, buradaki rıhtımda karaya
çıkmıştı.
Bu muzaffer komutan, bilinmeyen bir geleceğe, heyeca11/ı fakat vakur ve
emin bir adımla başlıyordu. Azimliydi, kararlıydı ve kalbi güven ve inançla
doluydu, muvaffak olacağından emindi, çünkü O, ulusunun hasletlerini, kabi­
liyetlerini ve onu11 bağımsızlık aşkını çok iyi biliyordu. Samsun 'a ilk ayak
bastığında, yıİlar sonra Türk Gençliğine hitabesinde "Bir gün istik/Ql ve cum­
huriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde buluna­
cağm vaziyeti11 imkfi11 ve şeraitini düşünmeye"ceksbı " dediği gibi, o gün, içi11de
bulunulan durumu düşünmüyor, yalnız ve yalnızca büyük Türk U/usunu
esarette11 kurtarmayı düşünüyordu.
Samsun'da alevlenen özgürlük meşalesi daha sonra Amasya, Erzurum, Si­
vas ve adım adım bütün Anadolu'da, kalplerdeki ateşi tutuşturmuş ve bu ruhla
bir çığ gibi büyüyen milli irade, önüne çıkan bütün engelleri parçalayıp aşarak,
Türk ulusunu hakkı olan bağımsızlık ve özgürlüğüne kavuşturmuş ve modern
Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur.
Yurtsever, Yaratıcı, Kahraman Türk Gençliği,
Atatürk'ü11 "Ey Türk Gençliği, birinci vazifen Türk istikldlini, Türk Cum­
huriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbali­
nin yegdne temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir" diyerek ver­
diği büyük görevin tam bilinci ve O 'na layık olmasının gurur ve kıvancı
içinde, devraldığı bu kutsal emaneti, canı pahasına da olsa, onurla koruyacak
ve sonsuza kadar yaşatacaktır. Buna yüce ulusumuz gibi ben de yürekten
inanıyorum. Ulu önderimiz de, Gençlik ve Spor Bayramını armağan ederek
ulusumuzun özü, gözbebeği, taze gücü ve ebedi ümidi siz Türk Gençliğine
verdiği bu büyük görevin ifası ko11usunda duyduğu sonsuz inanç ve güveni,
beslediği eşsiz sevgiyi böylece göstermiştir.
Türk vatamnın, Türk istikbalinin dayandığı temel Türk Gençliği, asrımızın
son çeyreğinde maalesef tüm i11Sanlığı hedefalan bir tehdidin hain saldırısına
maruz kalmıştır. Bu tehdit, anarşi ve terördür. Binlerce yıllık insanlık tarihi
içinde bu kadar kahpece, ahlaksızca, vahşiyane ve yaygın bir tecavüze wstlan­
mamışnr.
Asrımızda gelişen modern silahlar karşısında bir savaşta hiçbir ülkenin mu­
zaffer olmasına imkan kalmaması nedeniyle, i11Sanlık anarşi ve terör şeklinde
biçimlenen bir gizli savaşın içine itilmiştir. Bundan gaye kalenin içten
zaptedilerek çökertilmesidir. Bunun için de, kalenin içindeki dinamik unsur
olan o ulusun genç nesilleri seçilmiştir.

320
Sanayileşen toplumların çelişkileri, ekonomik gelişmenin sıkıntıları,
özgürlük kavramı, demokratik düzenin hür ortamı iğrenç bir şekilde istismar
edilerek beyinleri yıkanmış silahşörler yaratılmakta, ellerine tutuşturulan silah­
larla kendilerinden olmayan, kendileri gib{ düşünmeyen masum kişileri
öldürmek üzere savaş alanına itilmektedirler.
Bu büyük insanlık suçunun gerisindeki fikir babaları vatan ve ulus sevgisi
ile dolu gerçek milliyetçilik anlayışına gericilik derken,· çeşitli bölgelerde aynı
duyguları istismar ederek insan kışkırtıcılığını mübah görür ve destekler.
Özgürlükten taviz vermeyen ve her zaman mevcut geniş özgürlüğü dahi
kiJfi görmeyen bir görünüm içinde cinayetlerine insani destek ararken; kendi­
sinden farklı düşüneni acımasızca ve hunharca öldürür.
Silahlı soygun, hırsızlık, haraç ve gaspı, hainane eylemlerinde haklı ve ta­
bii bir davranış olarak nitelerken; rüşvet, yolsuzluk, nüfuz suistimali ile
mücadele ettiği yaygaralarıru kopanr.
Karşıt fikre sahip olanlara en hunhar işkenceleri yaparken; kendilerine
işkence yapıldığı iddialarını yayar.
Ulusal bağımsızlığı silahla savunduğunu ilan ederken; diğer taraftan ulusu­
nun düşmanı olan ve onu parçalamaya çalışan kişi ve kuruluşlarla işbirliğinden
ve hatta vatanını satmaktan çekinmez.
Bütün bu çelişkiler içinde dahi haktan yana görünerek büyük kitleleri
dehşet ve korku içine iterek, sosyal yapıyı yıkmaya çalışır. İnsanlık hiçbir za­
man bu kadar namert ve ahlaksız bir düşünce ve davramş içine itilmemiştir.
Yeni Yetişen Asil Türk Gençliği,
Büyük Atatürk sana hitabında, eşsiz bir ileri görüşle görevini belirtmiş,
seni, karşılaşacağ!n tehdit ve tehlikelere karşı uyarmıştır, dahili ve harici
düşmanların olabileceğini sana hatır/atmıştır. Hamdolsun ki büyük bir
çoğwıluğunuz genç cumhuriyetimizin varlığına kasdeden bu düşmanların oyu­
nuna gelmediniz. Aldatılan, ayartılan, ihanet içine itilen gafiller birer birer ya­
kalandıkça, tertemiz Atatürkçü gücün, yüce vasıfların gözler önüne serilmekte­
dir.
Yüreği vatan ve ulus sevgisi ile dolu, müşfik, dürüst Türk Genci;
- izleyeceğin tek yol Atatürk'ün açtığı yoldur.
- Bu yol akıl, mantr.k ve dinamizm yoludur.
- Bu yolda insanlık, bağımsızlık, hürriyet, eşitlik, çağdaşlık ve aydınlık
vardır.
- Kendini bu yolda hizmete ada.

32 1
- Bir kısım fikir babaları Atatürk'e sahip çıkarak bu yolu sana başka türlü
göstermeye çalışacaklardır. Onlara inanma doğru yolu iz'anınla kendin bul.
Türkiye Cumhuriyetinin kararlı, azimli ve muktedir koruyucusu olarak ken­
dini çağdaş bilimlerin en ileri seviyesinde bilgilerle teçhiz etmek birinci amacın
olmalıdır. Birinci görevin Cumhuriyetimizi birlik ve beraberlik içinde, bir
vücut olarak her türlü saldırıya karşı korwrıaya her an hazır bulunmaktır. Diğer
bir görevi11 ülkemizi mamur kılmak, ulusumuzu çağdaş medeniyet seviyesine
her ala11da yükseltmek için senden beklenen görevlere hazır bulunmaktır. Ata­
larmıızdan sana miras kalan üstün niteliklerle dolu güçlü karakter yapının
gereği, ilken, sağlam bir fikri ve bedeni yapı içinde e/ele bu görevlerin
öngördüğü hedeflere yürümek olmrı/ıdır.
Türk Gençliği, Atatürk idealinin en seçkin mimarı ve tek ümididir. Büyük
Atatürk Cumhuriyeti sizlere bu inanç ve güvenle emanet etmiştir. Bütün
dü11yanın saygı ve hayranlık beslediği o eşsiz dehanm bu güven ve sevgisinin
ne kadar haklı olduğunu kanıt/ayınız ve O'nun bu yüce duygularına layık olu­
nuz.
Kısa da olsa bir zama11/ar düşman çizmesi altında inlemiş olan yurdumuz­
da , Kurtuluş Savaşımız devam ederken, babası cephede, anası smmdaki cep­
hane ile yollarda kağnı arabaları arkasında çile çekmiş o günlerin gençliğinin
bunalımlarım gözjjnüne getirerek sizlere bu güzel yurdu kanı ve canı pahasına
armağan etmiş olan nesillere şükran borcunuzu, bu kutsal emaneti yücelterek
ödeyiniz. Ülkemiz sizlerden hizmet vefedakdrlıklar beklemektedir.
Yüzyıllarca üç kıt'aya egemen olmuş ve yönettiği ülkelerde de adaletin en
mükemmel örneklerini vermiş olan Türk ulusunun destanlarla dolu tarihini ya­
ratan en önemli etken, yurt, ulus, bayrak sevgisi ile dolu ve gerektiğinde onlar
için, bir an bile tereddüt etmeden camnıfedaya hazır, geçmişine saygılı, gele­
neklerine bağlı , geleceğe açık, asalet ve kahramanlık timsali nice nesiller
yetiştirmiş olmasıdır.
Sizler de, bu değerlerle yükselen, istiklal Marşımız ile en büyük heyecanı
duyan, Türk olmakla ve Atatürk ile övünen, kendisine güvenen, yarınlarımızın
çok çalışkan, güçlü sahipleri olunuz. Atatürk Türkiye'sinin Atatürk çocukları
olduğunuzu unutmayınız ve bağrından kaynak/andığınız yüce ulusunuzu
Atatürk ilkelerinin mutluluğunda sonsuzluğa ulaştırınız. Gerici, bölücü, yıkıcı
ve aşırı değil; yapıcı, yaratıcı, dengeli ve yurdunu, ulusunu herşeyden çok
seven, Atatürk gibi seven gerçek Atatürk'çüler olunuz.
Doğumunun JOO'üncü Yılmda, Aziz Atatürk'ün anısına sun,acağımız en
değerli armağan bu olacaktır.
Aziz Samsunlular,

322
Karadeniz'in şirin şehri Samsun 'da 62 'nci yıldönümünü kutlamakta
oldugumuz Gençlik ve Spor Bayramınız, bu yıl ayrı bir özellik ve anlam
tışımakta ve Büyük Atatürk'ün JOO'üncü doğum yıldönümü ile birleşmiş bu­
lunmaktadır.
Bizlere iki ayrı bayramın sevincini tattıran bu güzel rastlannnın sonsuz he­
yecanını yaşarken, daha birç<Jk yüzyılların ülkemize refah ve mutluluklar getir­
mesini diliyor, bu günlerin yaratacısı Yüce Atatürk'ü rahmet ve minnetle anar­
ken bütün yurttaşlarıma, siz Samsunlular'a, Samsunlu gençlere ve tüm Türk
gençliğine sevgiler sunuyorum.
Bu konuşmamdan öğrenciler çok duygulanmış olacaklar ki , çılgınca
alkışlamak suretiyle bu duygularını belirttiler.

YABANCI ÜLKE GAZE1ECİLERİ

Yabancı ülke gazetecileriyle radyolarının benimle mülfilcat istekleri arka ar­


kaya devam ediyor. Daha evvel de yazdığım gibi, mühim bir mahzur
görmediğim sürece bir istekleri kabul ediyorum.

İşte bunlar arasında 23 Mayıs günü Washington Post gazetesi muhabirinin


sorulan, 25 Mayıs günü Norveç'te yayınlanan Aftenposten gazetesinin soru­
lan ve aynı gün Almanya'nın Sesi televizyonu muhabi rinin sorulan yer
alıyordu. Bu üç gazete ve televizyon muhabirinin sorularına verdiğim cevap­
ların hepsini buraya almayacağım. Ancak enteresan bulduğum bazı sorularla,
verdiğim cevaplan kaydedeceğim . Bunlar arasında Washington Post
muhabirinin; Türkiye'deki ekonomik düzelme ile Kürtler hakkındaki sorusu ve
ileride yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminde adaylığımı koyup koymaya­
cağım hakkındaki soru ve cevaplarıyla, Norveçli gazetecinin ve Almanya'nın
Sesi televizyon muhabirinin birkaç soru ve cevaplan yer alacaktır. Diğer soru­
lan önemli görmediğim için buraya almıyorum.

Washington Post
SORU: Ekonomik düzelmenin sürati sizi tatmin ediyor mu ve Kürtlerin
uzun zamandır merkezi hükümet tarafından ihmal edilip basla alnnda tutulduk­
larından şikayet ettikleri Güneydoğu Türkiye'de, ekonomik gelişmeyi
sağlamaktan başka haİıgi odunlar anlmalıdu?
CEVAP: Herşeyden önce şunu ifade etmek isterim ki, Türk kanunları
karşısında her Türk vatandaşı eşit haklara sahiptir. Türkiye Cumhuriyeti

323
sınırları içinde yaşayan ve Türk vatandaşı olan her şahıs Türk'tür. Bu, Cum­
huriyetimizin temelinde, Atatürk'ün milliyetçilik anlayışının özünde mevcuttur.
Yurtdışında bulunan bazı kötü maksatlı aşırı uçlara mensup bölücü ve Türk
düşmanı kişi ve grupların iddiaları ile Türkiye'nin gerçekleri birbirinden
farklıdır. Çok gelişmiş Batı ülkeleri de dahil olmak üzere her ülkede sosyo­
ekonomik gelişme açısından olduğu kadar coğraf!. yapı bakımmdan da bölgesel
farklılıkların mevcut olduğunu hiç kimse inkdr edemez. Osmanlı Devleti za­
manında imparator/uğun zenginlikleri bu günkü Romanya, Bulgaristan, Maca­
ristan, Yuoguslavya ve diğer bölgelere yatırılırken en/azla ihmal edilen bölge
maalesefAnadolu olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu günden itibaren
Atatürk ilkeleri doğrultusunda çağdaşlaşma çabaları içinde her alanda eşitlik
ilkesine dayalı dengeli bir kalkınmayı yürütmüştür. Bu kalkınma çabalarında
şüphesiz nüfus hareketleri, yerel imkanlar, ekonomik kaynaklar, sosyo­
kültürel yapı, dini inançların etkinliği, değişikliklere karşı reaksiyon
faktörlerinin de etkileri mevcuttur. Bu/aktörlerin tesiri ile bizim ülkemizde de
diğer ülkelerde olduğu gibi yerelfarklılıklar mevcuttur. Sadece ekonomik alan­
da değil sosyal ve kültürel alanlarda da kuruluşundan bugüne kadar bütün
Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin çabası dengeli bir gelişmeyi sağlama is­
tikametinde olmuştur. Türk ekonomisinin düzelmesi yolundaki gelişmeler
memnuniyet vericidir. Enflasyon % 40 dolaylarına düşürülmüştür ve bu
düşüş daha da devam edecek gibi görülmektedir. Piyasada yokluğu hissedilen
mal mevcut değildir. İhracat hissedilir derecede artmış, yurt dışında çalışan
işçilerin gönderdik/eriyle birlikte döviz rezervlerimiz yükselmiştir. Türk
parasının yabancı paralar karşısında gerçekçi kur ayarlamasına imkdn veren
önlemler ve faiz hadlerinin yükseltilmesi neticesi banka mevduatlarındaki
artışlar ekonomik stabilizasyon tedbirlerinin parçaları olarak ekonomimize
müspet katkılarda bulunacak tedbirlerdir. Yapılan vergi reformu neticesinde
hazine gelirleri, artmış, orta suııfm üzerindeki vergi yükü hafifletilerek sosyal
dengenin sağlanması yolunda, hatırı sayılır adımlar atılmıştır. Yeni ve büyük
yatırımlara girişmek yerine mevcut tesislerin tam kapasite ile çalıştırılmasını
öngören tasarruf, üretim artışı, yeni istihdam sahaları açılması bakımından fay­
dalı o lmaktadır. Kamu İktisadi Teşebbüsleri ile ilgili çalışmalar
sürdürülmektedir. Devletçiliğimizin temel müesseseleri yanındaki bu kuru­
luşlar, ekonomik çalışan, üretken ve devletin desteğine ihtiyaç duymaksızın
görev yapan, hizmet ile ticari anlayışı dengeli bir şekilde yürütülen teşekküller
haline getirilecektir. İstikbale yönelik ekonomik politikamızda hedefler ihra­
catın daha da armrılarak mümkün olan en kısa zamanda dış ödemeler dengemi­
zin sağlanması, bu alanda verilen açığın temel nedeni, petrol aramalarının
hızlandırılması, üretimin her alanda armrılması için tedbirler alınması, sanayi
ve tarımın dengeli olarak geliştirilmesi için yatırımlarımızın kaynaklarımıza
göre düzenlenmesi, enerji sorunlarımızın halledilmesi, nüfus artışının zorladığı

324
işsizlik sorununun devamlı gözönünde tutularak hal çareleri bulunması ola­
caktır.
SORU: Cumhurbaşkanliğını düşünüyor musunuz?
CEVAP: Bu aşamada size şunu söylemek isterim ki, parlamenter demokra­
tik sistem yeniden Türkiye'de sağlam temeller üzerine oturtulmadan önce
hiçbir karara varacak değilim. Müdahale, benim Cumhurbaşkanı olmam için
değil, iç savaşı önlemek için gerçekleştirildi. Cumhurbaşkanlığı seçimi için
şartlar normale döndüğü zaman halkın isteği ve eğilimi doğrultusunda hareket
edeceğim.
Aftenposten Gazetesi
SORU: İkinci Dünya Savaşından sonra, 12 Eylül, Askeri Liderlerin üçüncü
defa idareyi ele alış/arıdır. 4 'üncü bir müdahale ihtiyacının ortaya çıkmayacağı
yeni bir istikrar ortamı yaratabileceğinize güveniniz var mıdır?
CEVAP: Cumhuriyetimiz çok gençtir. Çok partili demokratik rejim ise 30
senelik bir maziye sahiptir. Binaenaleyh bu kısa süre içerisinde üç defa
müdahalenin oluşu, demokratik ve parlamenter sisteme tam manasıyla henüz
adapte olunamamasındandır. Biz bir daha böyle bir müdahalenin olmaması için
bugüne kadar geçirdiğimiz tecrübelerden yararlanarak sağlam esaslar getirmek
istiyoruz. Ama buna rağmen istikbalin ne getireceğini şimdiden bilemeyiz.
Eğer ileride yine 12 Eylül öncesi durumlarla karşılaşılırsa o zamanki şartlar
içinde o devrin nesli karar verecektir. Ama öyle zannediyorum ki, bu ha­
rekattan ve bundan önceki harekattan büyük ders almmış olmalıdır. Buna
rağmen bizde bir tabir vardır. "Tarih tekerrürden ibarettir." Eğer tarih tekerrür
ederse o zaman ne olacağını bugünden ben, kahin olmadığıma göre, bilemem.
SORU: Herhangi bir politikacının gıpta edeceği bir halle desteğine sahipsi­
niz. Şu anda Türkiye'de kurmaya çalıştığınız istikrarı güvence altına alabilmek
için Başkan adayı olmayı nazarı itilxıre alacak mısınız?
CEVAP: Biz bu 12 Eylül Harekdtını makam sahibi olmak, bir makama
oturmak için yapmadık. Benim şahsen bir niyetim olsaydı halkın en/azla des­
tiğine mazhar olduğumuz şu sıralarda böyle bir seçime giderdim.
Normal seçimler yapıldıktan sonra veya şöyle söyleyeyim; normal
seçimlere gitmeden önce Anayasaya uygun olarak hazırlanacak Seçim Kanu­
nundan sonra Cumhurbaşkanının nasıl seçileceği ortaya çıkacaktır. O konuda
şimdiden birşey söylemek herhalde erken olur. Ben gerekirse köşeme
çekilmesini de bilir ve bundan büyük zevk duyarım. Ama millet isterse o za­
man o konuyu düşünürüm. Şimdiden birşey söylemem.
SORU: Türkiye de Norveç gibi NATO ittifakı içinde kanat ülke durumun-

325
dadır. Bu bakımdan Türkiye'nin savunması tüm ittifak için büyük önem
taşımaktadır. Bugün Türkiye'nin Batılı müttefiklerinden aldığı askeri ve eko­
nomik yardımı tatminkar buluyor musunuz?

CEVAP: Türkiye At/antik ittifakı.içinde üzerine düşen görev ve sorumlu­


luklarını, icabında tüm olanaklarını zorlayarak, bu arada büyük ölçüde ekono­
mik sıkınnlara katlanmak pahasına yerine getirmektedir. Tabiatıyla, ittifakın
diğer üyelerinin de Türkiye'ye karşı aynı anlayış ve sorumluluk duygusu
içinde olmalarını beklemek hakkımızdır.

Maalesef, bugün Türkiye'nin savunmasını tam bir başarı ile sağlayabilmesi


için elindeki silahlar yeterli değildir. Modern teknolojinin gereği olarak mevcut
silahlarımızın hem modernizasyonu, hem de miktarca arttırılması bir zorunlu­
luktur. Ayrıca; ekonomik bakımından Türkiye'nin kısa zamanda kendi ken­
dine yeterli hale gelebilmesi ve ittifak içinde daha etkin bir rol oynayabilmesi
için NATO müttefiklerimizin ekonomik ve askeri destek ve yardımına ih­
tiyacımız olduğu bir gerçektir.

Almanyanın Sesi Televizyonu

SORU: Sayın Başkan, ülkenizi sık sık ziyaret eden bir yabancı olarak Türk
halkının davranış ve cesaretinde bir yükselme görülüyor. Bu sadece Milli
Güvenlik Konseyi tarafından terörizmin basnrılmasında başarılı olunması do­
layısıyla değildir. Bunun dışında daha/azla bir şeyler, ülkenin acil meseleleri­
nin çözülebileceğine dair ümit ve bekleyişler olmalıdır. Durum böyle iken Milli
Güvenlik Konseyi ve Hükümet bu bekleyişleri nasıl karşılayacağını
düşünüyor ve bu ümitler konusundaki görüşleri nedir? Gelecek için ne plan­
larınız vardır ve ülkenizin karşı karşıya bulunduğu temel sorunlar nelerdir?

CEVAP: Türk vatandaşının beklentileri genel olarak diğer ülkelerin insan­


larınkinden farklı değildir. Türk vatandaşı artık büyük ölçüde yaşama
özgürlüğüne kavuşmuştur. Can ve mal güvenliğinin bilinci içindedir. Devlet
otoritesi yeniden güçlendirilmiş, adalet mekanizması endişeden uzak ve ta­
rafsız olarak iş/emektedir. Vatandaşın diğer bir beklentisi şüphesiz sosyal
farklılıkların az olduğu bir düzende ekonomik refaha kavuşmaktır. Bu yofda
ilk adımlar atılmıştır. Vergi reformu yapılmış, orta sınıfı n üzerindeki vergi
yükü azalnlırken devlet gelirlerinde arnş sağlanmışnr. Diğer taraftan enflasyon
hızının % 40 civarına düşürülmesi de dolaylı birfarklılık yaratmış bulunmak­
tadır. Diğer taraftan anarşi ve terörden çok etkilenmiş olan eğitim müesseseleri
bu yıl ilk defa kesintisiz bir öğretim yılı geçirmiştir. Vatandaşlarımız tekrar
eğitim özgürlüğüne sahip bulunmanın mutluluğu içindedir/er. Önümüzdeki

326
dönemde, ekonominin sağlıklı bir şekilde düilüğe çıkarılması, ödemeler den­
gesinin sağlanması.fiyat istikrarının temini, dengeli gelir dağılımı ve nihayet
demokratik parlamenter rejime birlik ve beraberlik içinde sağlıklı bir şekilde
dönülmesi temel hedeflerimiz arasındadır. Vatandaşlarımızın da beklentileri
bunlardır.

SORU: Avrupa ülkelerindeki kritiklerin vurgulamak istedikleri diğer bir


nokta mevcuttur. Bu konu sendikal hakların askıya alınmış olmasıdır. Bunlar
tekrar ne zaman faaliyete geçecektir. İstikbalde tek bir sendika mı mevcut ola­
caktır?

CEVAP: Türkiye'de halen olağanüstü bir durum mevcuttur. Bunun gereği


ve 12 Eylül öncesi bir kısım sendikaların maksatları dışında i<k.olojikfaaliyete
girmiş olmaları nedeniyle bir kısım sendikal haktar askıya'1lı?ımıştır. Ancak
işçilerin mağduriyetini önleyecek yasal tedbirler de alınmıştır. Kurulan Merkez
Hakem Teşkildtı vasıtasıyla işçi-işveren münasebetleri düzenlenmektedir. Sen­
dikal özgürlüklerin kısıtlanması düşünülmediği gibi tek sendika düşüncesi de
mevcut değildir. Sendikal faaliyetlerin tümüyle serbest bırakılması ameliyesi
demokratik parlamenter sisteme geçiş ameliyesi ile dengeli bir şekilde
yürütülmek zorunluluğundadır. Bu husus sağlıklı bir demokrasiye yumuşak
inişle geçilmesinin ana konularından biridir.
SORU: Bazı Türk gazetelerinin Federal Almanya Hükümeti, hatta genel
olrJrak Almanları sert bir şekilde tenkit etmelerinin ışığında ülkelerimiz
arasındaki ilişkiler konusundaki görüşleriniz nedir? Ciddi sorunlar var mıdır?
Bunlar nasıl çözümlenebilir?
CEVAP: Türkiye ve Federal Almanya aynı savunma ittifakı içinde yakın
işbirliği yapan iki dost ülkedir. Her iki ülkenin basın ve yayın organlarının
yazdıkları veya iddia ettikleri ne olursa olsun, Türkiye ile Federal Almanya
karşılıklı ortak merıjaatlere dayanan, hem ikili hem ittifak içinde yakın ilişki ve
işbirliği sürdürmektedir/er. Nitekim her iki ülke hükümetlerinin tutum ve poli­
tikası da bunu teyid eder mahiyettedir. Bu bakımdan gerek bazı Alman basın
w!yayın organlarında Türkiye aleyhindeki yayınlar, gerek bazı Türk basın
yayın organlarının aynı şekil/Je tutumu, kanaatimce hükümetlerin politika ve
davranışlarını etkileyemez. Bilindiği üzere ülkemiz zor günler yaşamaktadır.
Bu itibarla dost ve müttefiklerimizin, öze/tikle yakın ilişkiler idame ettirmeye
büyük önem atfettiğimiz Federal Almanya'nın anlayış ve yardımına ihtiyacımız
vardır.

Federal Almanya'da olduğu gibi ülkemizde de basın hürdür. A ncak


Türkiye'de terörizme karşı verilen mücadelede aranan bazı kişilerin Avru­
pa'ya, özellikle Federal Almanya'ya kaçtıkları, yurda dön çağrılarına uy-

327
madıkları, Batı Avrupa'nın özgür ortamını suistimal ederek, yalan yanlış
beyanlarda bulunarak, Türk kamuoyunu tedirgin eden faaliyet gösterdikleri de
bir gerçektir. Vize konusuna ildvete11 bunların basımmıza akisleri değişik
şekillerde olmakta ve yorumlanmaktadır. Ancak yukarıda da söylediğim gibi
hüküinetler seviyesindeki ilişkilerimiz genelde dostane ve memnuniyet verici­
dir.

22 MAYIS CUMA

CHP'yi toparlamak maskesi altında, bu parti milletvekillerinden Şeref


Bakşık'ın bütün CHP milletvekillerine bir çağnda bulunarak, Ankara'da " Ülke
ve parti sorunlarının arkadaşlarca birarada izlenmesi, değerlendirilmesf
çalışmalarında uygulanacak ilkelerle ilgili düşünceleri belirlemek" amacı ile bir
toplantı düzenleyeceği haberi alır almaz, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığını
uyardık. Bu toplantının yapılmasına mani olmasını istedik. Parti faaliyetleri ya­
saklandığına göre; böyle bir toplanunın icrası elbette olamazdı.

Öyle anlaşılıyor ki; bu bir deneme idi. Yasağı acaba bir yerinden delebilir
miyiz düşüncesinin hakim olduğu bir girişimdi. Eğer buna ses çıkarmayacak
t
olursak, arkadan diğer toplantılar gelecek ve tabii öteki parti er de hemen_ aynı
şekil toplantıları düzenleyeceklerdi. Aslında Süleyman Demirel evine gelen
partililerle sık sık toplanular yapıyordu. Ancak eve misafir şeklinde gelip git­
tiklerinden bir şey yapamıyorduk. O, partisinin dağılmaması için elinden gelen
her şeyi yapıyordu. Ancak alenen böyle bir toplanu tertip etmiyordu.

CHP'nin bu girişimi Ankara Sıkıyönetim Komutanlığınca önlendi.

CHP'lilerin bu manasız girişimi bazı basınımızda da hoş karşılanmadı ve


tenkit edildi. Pazartesi günü Venedik'te NATO Asamblesi toplanırken ve
gündeminde de Türkiye'deki siyasi durum varken; AET Parlamentosunun 14
Haziran'da yeniden toplanarak, Türkiye'nin demokrasiye dönmesi için verilen
iki aylık süre sonunda yeni bir değerlendirme yapması söz konusu iken, yani
Türkiye dış politik baskılarla uğraşırken CHP eski yöneticilerinin böyle bir
toplanu düzenlemeleri garip değil miydi? Sanki yakında seçimler yapılacak ve
siyasi faaliyetlere de müsaade edilmiş gibi toplanu düzenliyor! Bunda iyi niyet
aranabilir mi?

Bir köşe yazan bu konuyu ele alarak değerlendirmiş ve makalesinin sonun­


da şöyle yazmış :

"Şimdi durup düşünmek gerekir. Yemeği düzenleyenlerin eline ne geçti?

328
Kim ne kazandı ?
Koca bir hiç ....
Ortada fol yok yumurta yokken, toplantı düzenleyip, kıyısından
köşesinden politika yapmaya kalkışmak ve bunu yasaklanacağım bile bile 'yap­
mak, olsa olsa ilerisi için şu hesabı gösterir;
Biz en zor günlerde mücadele verdik diyebilmenin, hiç de pahalı
sayılamayacak kahramanlık yatırımım ....
Eğer öyleyse çok yazık. Zaten bu günlere hep böyle ufak hesaplar
yüzünden gelmedik mi?"
.

Evet, hep böyle küçük hesaplar, ayak oyunları, beyaza siyah, siyaha beyaz
diye diye geldik bu günlere. . .

24 MAYIS PAZAR

İstanbul-Ankara seferini yapmak üzere Yeşilköy'den bu sabah saat


07.08'de kalkan Haliç isimli uçağımızın havalandıktan kısa bir süre sonra
07.20'de içeride bulunan dört aşın sola mensup teröristce Bulgaristan'ın Bur­
gaz hava meydanına kaçırıldığı ve uçak içinde 1 1 2 yolcunun bulunduğu,
uçağın B urgaz hava meydanına saat 08.00'de indiği haberini bana
ulaştırdılar.
İlk verdiğim emir, teröristlerle katiyen pazarlığa girişilmemesi oldu. Ne is­
tiyorlar onu öğrenelim dedim. Bir müddet sonra dört teröristin, Türkiye'de tu­
tuklu bulunan yandaşlarının serbest bırakılmasını istedikleri, bu istekleri ye­
rine getirilmezse, yolcular arasında bulunan Amerikalılardan başlamak üzere
teker teker yolcuları öldüreceklerini ilgililere ulaştırdıkları haberini getirdiler.
Bulgar makamları da, teröristlerin ellerinde bomba olduğunu, her an uçağı ha­
vaya uçurabileceklerini, binaenaleyh isteklerinin yerine getirilmesinde yarar
gördüklerini ifade etmişler. Bu arada teröristler yolcular arasındaki 1 7 kadın
ve çocuğu serbest bırakmışlar. Bu serbest bırakma sırasında iki açıkgöz yolcu
da kaçmayı başarmış.
Ben; bu gibi isteklerin yerine getirilmesinin mümkün olmadığını, bir devlet
ya vardır, ya da yoktur, varsa devlet dört teröristle pazarlığa girişmez. Şayet
uçağı havaya uçuracak olurlarsa, ben de uçak havada infilak etmiş ve düşmüş
kabul ederim dedim. Bulgar makamlarına bunu böyle söyleyin. Yakıt ikmalı
isterlerse vermesinler ve hareketine de müsaade etmesinler. Eğer müsaade

329
ediyorlarsa biz komanda timimizi Burgaz'a gönderir ve bunlarla operasyon ya­
panz, şeklinde haber yolladım. Ayırca Bulgar makamlanyla temaslarda bulun­
mak üzere de Dışişleri Bakanlığı müsteşarı Büyükelçi Kamuran Gürün'ü Bur­
gaz'a gönderttim .
Ertesi gün, Kamuran Gürün teröristlerle g�ruşmek üzere onlardan temsilci
istemiş. Teröristlerden ikisi bu maksatla uçaktan inerek Gürün'le görüşmeye
gitmiş. İşte bu sırada uçakta kalan iki ter()risnen birisi ön kapıda, diğeri arka
kapıda nöbet beklerken; pilot, uçağın havalandırma sistemini çalışurabilmek
için uçak motorlanru çalıştırmam lazım demiş ve arkasından çalışurmış. Bu es­
nada uçaktaki yolcular aralarında işaretlerle anlaşarak teröristleri etkisiz hale
getirmeyi planlamışlar. Hostesin birisi ön kapıda duran teröristin önüne
geçmiş. bu- sırada uçak harekete geçince teröristler muvazenelerini kaybet­
mişler. İşte bu kısa andan istifade eden yolcular, iki teröristin üzerine atlayarak
ellerinden silahlanru almışlar, bir hayli de dövmüşler. Böylece yolcular kendi
kendilerini kurtarmışlar.
Bu haberi duyunca çok sevindim. Olay, dünya basınında da büyük yankılar
yapu.
Daha önce de kaçırılıp Diyarbakır'a indirilen THY uçağında olduğu gibi, bu
uçak kaçırma olayında da teröristlere taviz vermedik. Bütün ülkeler bu şekilde
hareket edebilse, öyle zannediyorum ki; uçak kaçırma olayı kalmaz.
Burgaz'a kaçırılan bu uçak kaçırma olayında Bulgar hükümet yetkilileri ta­
rafsız hareket ederek bize yardımcı oldular. Hiç olm.azsa bizim isteklerimizi -
komando timi gönderme isteğimiz hariç- kabul ettiler. Bundan dolayı ben de
Bulgaristan Cumhurbaşkanı Jivkov'a bir teşekkür mesaj ı gönderdim.

26 MAYIS SAU

Ülkemizdeki belediyelerin gelir kaynaklarının çok kıt olduğunu ve bu


yüzden özellikle büyük şehirlerimizin belediye başkanlarının sık sık Ankara'ya
gelerek mevcut hükümenen mali destek istediklerini, bu destek verilmediği
takdirde mevcut işçilerinin ve memurlarının ücretlerini dahi ödeyemediklerini
yakinen biliyorduk.
B u aksaklığı gidermek ve belediyelerin kendi yağlarıyla kavrulmalarını
sağlamak amac ıyla, belediye gelirlerini artıracak bir yasa tasarısı
hazırlanmasını uygun bulmuştuk.

330
Kanun taslağı bugün önümüze geldi. 107 m addelik bu kanun tasarısını
bugün görüşerek kanunlaştırdık. Öyle zannediyorum ki, yıllarca konuşulup da
bir türlü kanunlaştırılamayan bu tasarının kabulü ile büyük bir boşluk doldu­
rulmuş olacaktı.

27 MAYIS ÇARŞAMBA

Bugün 27 Mayıs Harekatının 21 'inci yıldönümü idi. Gerçi 27 Mayıs


Anayasa ve Hürriyet Bayramını kaldırmıştık ama, bu Harekatın haklılığını da
inkar edemezdik. Belki erken yapıldığı, alttan geldiği için Ordu disiplinini çok
zedelediği ve bu yüzden 22 Şubat ve 2 1 Mayıs 1961 olaylarının cereyan ettijSi,
zamanın başbakanı ile iki bakanının idam edilmeleri gibi hususları tenkit
edilebilic. Ama iyi niyetle başlatılmış, bilahare yönü saptınlmış bir harekettir.

Bugün Libya Arap Halk Sosyalist Cemahiriyesi Dış İrtibat Bürosu Halk
Komitesi Genel Sekreteri Abdulati El Ubeydi'yi kabul ettim. Bundan bir süre
önce Libya Lideri Kaddafı'nin, Türkiye ve Irak'taki Kürtlerin bağımsızlığına
kavuşması gerekir şeklinde bir beyanatı olmuş ve bundan çok canım
sıkılmıştı. Böyle bir beyanatı hayretle karşıladığımızı kendisine ulaştırmıştım.

Şimdi Genel Sekretere de bu konudaki düşüncelerimi bildirmek iste­


diğimden dolayı kendisini kabul ettim.

İlle sözü benim almamla aramızda aşağıdaki konuşma cereyan etti:


Ben: Libya Dış İrtibat Bürosu Halk Komitesi Genel Sekreteri olarak size
önce hoşgeldiniz demek isterim. Sizi aramızda görmekten ve misafir etmekten
memnunluk duyuyoruz. Libya Genelkurmay Başkanının davetlisi olarak 1 979
yılında ben de Libya'yı ziyaret etmiş ve büyük Eylül ayı merasimlerinde hazır
bulunmuştum. Bu ziyaretimin hatırası daima zihnimdedir. O zamandan bu
yana ülkelerimiz arasındaki dostluk gittikçe gelişti ve atılan adımlarla daima
ileriye' gidilerek bu seviyeye gelindi. İlişkilerimizin bu durumundan gerek Lib­
ya, gerek Türkiye karşılıklı olarak büyük faydalar saglıyor. O tarihlerde Lib­
ya'da bulunan işçilerimizle ilgili ve daha ziyade bunların kazançlarının trans­
!erine ilişkin bazı sorunlarımız vardı. Bunların hepsi karşılıklı görüşmelerle
halledildi. Şimdi ise yine işçilerimizle ilgili başka problemlerimiz var.
İşçilerimizden aşırı uçlara mensup bazılarının davranışları, meselô. oradaki
Büyükelçiligimize yürüyüş yapmaları ve Büyükelçiliğimizin duvarlarına
Türkiye aleyhine yazılar yazmaları bizi üzmüş bulunuyor. Türkiye'de anarşi
ve terörden yakalanamayan/arın bir kısmı Avrapa ülkelerinde, bir kısmı da

33 1
Libya'da işçi kisvesi altında çalışıyorlar. Biz dostlarımızdan bu çeşit dav­
ranışlara mani olmalarını ve bu gibi kişilerle mücadele etmelerini bekleriz.
Büyükelçiliğimize yapılan yürüyüşün Libya Hükümetinin izniyle olmadığını
ve yürüyüşçülerin kendi aralarında aniden toplanarak bu yürüyüşü yapmış ol­
duklarını tabii biliyoruz. Ancak önlem alınırsa daha memnun oluruz. Nitekim
Türkiye'de gerek havacı, gerek denizci olarak bulunan Libyalı öğrenciler de
Libya aleyhine herhangi bir şey yapmaya tevessül ederlerse, biz bunlara mani
olur ve derhal geri göndeririz.
Ayrıca Sayın Kaddafi'nin vermiş olduğu bir beyanatta Türkiye ve lrak'taki
Kürtlerin bağımsızlığa kavuşmaları gerektiği yolundaki ifadeleri bizi "
üzmüştür. Her ne kader kendileri reaksiyonumuz üzerine, bu sözleri Devlet
Başkanı olarak söyleme(liğini, sadece kişisel görüşlerini dile getirdiğini belirt­
mişse de biz dostumuzdan böyle bir şey beklemiyorduk. Zira bizde böyle bir
konu ve halkımız içinde bir tefrik mevcut değil. Bütün vazifeler, bütün vatan­
daşlarımıza fark gözetmeden açıktır. Bu düşüncelerimi dostum Kaddafi'ye
selam ve sevgilerimle birlikte iletmenizi istiyorum. Belirtmeye hacet yok ki
bunu Sayın Kaddafi'y /e olan dostluğumuza güvenerek söylüyorum. Başkası
olsa böyle bir mesaj göndermezdim.
Konuk Genel Sekreter: Önce bizi kabul etmek için kıymetli zamanınızdan
vakit ayırdığınızdan dolayı Zat-ı Devletlerine şükranlarımı sunarım. Gerçek
kardeşiniz ve dostunuz olan Kaddaji'nin selam ve sevgilerini de Zat-ı Devletle­
rine iletmek isterim. Libya'daki Türk işçilerinin durumları ve tutumları ile
Kaddaji'nin demeçlerinden doğan tepki Türkiye'ye yapmakta bulunduğum bu
ziyaretin gerçekleştirilmesi sebepleri meyanındadır.
12 Eylül öncesi dönemde siyasi partilerin Türk devleti ve halkının sorun­
/arma çare bulamamaları yüzünden Türkiye'yi kurtarmak için Türk Silahlı
Kuvvetlerinin 12 Eylül Harekatına girişmiş olduğunu Kaddafi çok iyi biliyor.
Nitekim 12 Eylül öncesi Türkiye'nin içinde bulunduğu durumun bir aynası da
Libya'da bulunan Türk işçilerinin durumlarına inikas etmiş idi. Türk işçilerinin
Türkiye'de karşılaştıkları meseleler Libya'ya da ihraç edilmiş idi. Şimdiki du­
rumda biz Libya'nın kalkınmasında büyük rol oynayan Türk işçileri arasında
mevcut bu gibi kişileri Türk makamları ile işbirliği yaparak iade etmeye ka­
rarlıyız. B undan böyle Libya 'ya gelecek işçileri'! seçiminde de Türk
kardeşlerimizin titiz davranacaklarını umuyoruz.
Ben: Bu kararınızı işitmekten memnun oldum. Şimdi biz de Libya'ya işçi
gönderirken dikkatli davranıyoruz. Ancak kaçak gelen işçiler de olabileciği
gibi bir insanın içini tam manasıyla anlamak her zaman mümkün olmuyor.
Konuk Genel Sekreter: Kaddafi'nin demecine gelince hemen belirtmek iste­
rim ki, Kürtlerle ilgili değildir. Bu demeci daha ziyade Irak ve Kıbrıs gibi

332
ülkelerde azınlık muamelesi gören toplumlar için yapılmış tamamenfelsefi ma­
hiyette bir demeç olarak mütalda etmek gerekir. Kaddafi Türk halkının ve Türk
devletinin toprak bütünlüğüne büyük önem atfetmekte olduğunu Zat-ı Devlet­
lerine ilemıemi benden istedi. Hatırlanacağı üzere, Liderimiz mazlum duruma
düşürülen Türk azınlığı yüzünden patlak veren Kıbrıs olayları sırasında
dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı Libya'nın kesin olarak Türkiye'nin
yanında olacağını belirtmişlerdi. Yine Liderimiz daha önceleri cereyan eden
anarşik olaylara, Türk diplomatlarına karşı girişilen eylemlere ve uçak ktıçırma
olaylarına da kesinlikle karşı olduğunu, bu gibi eylemlere karışmış kimselerin
Libya'da hiç bir yerlerinin olmayacağını ve bunlara karşı Türkiye ile birlikte
mücadele vermeye hazır olduğunu yine Zat-ı Devletlerine bilhassa belirtmemi
benden istemiş bulunuyor.
Ben: Bütün bunları işitmiş olmaktan çok memnun oldum. Esasen Sayın
Kaddafi'nin Türklere karşı sevgisini ve iyi niyetini gayet iyi bilirim. Hem
bunu ziyaretim sırasında gözlerimle müşahade ettim, hem de kendisinin bizi
12 Eylül'de11 sonra ilk kutlayan liderlerden biri olmasını bunun bir nişanesi
addediyorum. Atatürk'ün Doğumunun lOO'üncü Yılı vesilesiyle 19 Mayıs'ta
dile getirdiği samimi ifadeleri de bizi çok mütehassıs etmiştir. Bu yüzdendir
ki, kendisinden böyle bir beyanatın gelmemesini arzu ederdim, onun için
söyledim.

28 MAYIS PERŞEMBE

12 Eylül Harekatından sonra komşumuz Bulgaristan'la ilişkilerimiz ne­


dense bir canl ılık kazandı . Bulgaristan Cumhurbaşkam Todor Jivkov
mütemadiyen beni Bulgaristan'a davet ediyor; Türkiye'ye bir bakan gelip bir
bakan gidiyor ve her bakan gelişinde muhakkak bana Jivkov'dan yazılı veya
sözlü mesaj getiriyor. Bu yüzden ben de onları kabul etmek zorunda
kalıyorum.
Bu yakınlaşmayı . ben iki sebebe bağlayabiliyorum. Birinci sebep, 1 2
Eylül'den evvel Türkiye'ye giren v e teröristlerin eline geçen silahların büyük
bir kısmının Bulgaristan yoluyla geldiğinde şüphe yoktu. Uyuşturucu madde
kaçakçılığı da bu ülke üzerinden yapılıyordu. 12 Eylül'den sonra yönetime ge­
len askeri idareye hoş görünmek suretiyle bu gibi illegal işlerle ilişkilerinin ol­
madığını dolaylı olarak bize anlatmak., Bulgaristan'ın Türkiye'ye daima dost
davrandığını ispatlamak olabilir. Nitekim gelen bir bakanlan, konuşması
sırasında, Bulgaristan'ın silah kaçakçılığı ile bir ilgisi bulunmadığını,

333
uyuşturucu madde kaçakçılığına da m üsaade etmediklerini i fade etmek
lüzumunu hissetmişti.
İkinci sebep olarak da; Bulgaristan'da yaşayan Türk asıllıları Bulgar·
laştımrnk için bizimle çok samimi ilişkiler içerisinde görünmek ve bu iyi
ilişkilerden yararlanarak, orada yaşayan Türkleri yavaş yavaş Bulgarlaştınnak
akla gelebilir.
Bir üçüncü sebep de; 12 Eylül'den sonra batı camiası Türkiye üzerinde
mütemadiyen baskı icra etmekte ve Türkiye'nin bir an evvel demokratik sis·
teme dönmesi için zorlamalarda bulunmaktadır. Bu zorlamalar ve baskılar
karşısında benim gösterdiğim reaksiyonu da biliyorlar. Hakiki dost kendileri·
nin olduğunu, Türkiye'de cereyan eden olayların Türkiye'nin bir iç sorunu
olduğunu, doğu ülkelerinin bununla ilgilenmediğini göstem1ek suretiyle
Türkiye'yi kendi saflarına çekebilmek düşüncesi de akla gelebilir.
Tabii buna kat'i teşhis koymak son derece güç bir husus.
İşte bugün yine Bulgaristan'ın Haberleşme Bakanı Vassil Tzanov'u kabul
ederek kendisi ile bir müddet görüştüm. İlk sözü ben alarak, yakın bir tarihte
Burgaz'a kaçırılan uçak olayında Bulgar makamlarının gösterdikleri müspet
anlayışa temas ederek. duyduğumuz memnuniyeti bir defa daha belirtti m. Ar·
kasından bu dön teröristin Türkiye'ye iade edilmesi talebimizi yineledim. Se·
bep olarak da 1971 tarihli uluslararası anlaşma gereğince bu gibi suçların siya·
si suç olarak kabul edilemeyeceğini bclintim.
Konuk Bakan, benim kendisini kabul etmemden dolayı duyduğu memnu·
niyeti ifade ettikten sonra, Jivkov'un yakın bir tarihte beni Bulgaristan'da
gönnekten son derece mutlu olacağını i fade için kendisini görevlendirdiğini,
Türkiye ile ilişkilerinin geliştirilmesine özel bir önem verdiklerini, bu ziyaret­
gerçekleşirse ilişkilerimizin gelişmesine büyük katkı sağlayacağını ve ayrıca
B alkanlarda yumuşamaya ve istikrar havasına da katkıda bulunmuş olacağını
ilave etti.
Ben de kendisine bu ziyaretin bu sene içinde gerçekleştirilmemesi halinde
önümüzdeki sene gerçekleştirmeyi düşündüğümü ifade ettim.
B ilahare konuk bakan; sanayi, tanın alanlarında i.şbirliği için ilk adımı
attıklanru, enerji konusunda mevcut olan geniş kapsamlı işbirliğine ilaveten tu·
rizm ve ulaştırma konulan üzerinde de çalışmaları hızlandırarak, tarihi ipek ti·
caret yolunu yeniden ihya edebileceğimizi söyledi.
Görüşmemiz diğer bazı konulara da değinildikten -sonra sona erdi.
Görüldüğü gibi, Bulgaristan, Türkiye ile olan ilişkilerinin geliştirilmesine
özel bir (>nem gösteriyor. Bit de esasen bütün komşularımızla iyi ilişkiler

334
içerisinde bulunmayı dış politikamızın bir gereği olarak kabul ediyoruz. Yeter
ki karşımızdakiler bu sözlerinde samimi olsunlar.

29 MAYIS CUMA

Ocak ayı içerisinde DEV-YOL örgütüne mensup 204 militan yakalanmıştı.


Bugün de f76 DEV-YOL militanının yakalandığı haberini getirdiler. Bu mili­
tanların bugüne kadar 20 vatandaşımızı öldürdükleri, birçok kanlı eylem ve
soyguna katıldıkları bildirildi. Yapılan operasyonlarda 7.S milyon liralık altın
ve 438 bin lira para ve çeşitli silahlar da ele geçirildi.

Yine bu operasyon sonucu Ankara'da altı işyerini bu teröristlerin


çalıştırdıkları, modem dizgi ve baskı makinalarım kullandıkları anlaşıldı.

Aynca Konya'da bir mermi imalathanesi ortaya çıkarıldı. Yine Konya'da


1 70, Çankın'da 872, İzmit'te 83 silah ele geçirildi.

Bu operasyon esaslı bir operasyondu. Böylece en geniş teşkilata sahip


Marksist - Leninist görüşe sahip DEV-YOL örgütüne büyük bir darbe daha in­
dirilmiş oldu.

Bu haberin verildiği 30 mayıs tarihli Tercüman gazetesinde Güncri


'-<: ıvaoğlu imzasıyla yayınlanan şu yazıyı enteresan bulduğum için buraya

alıyorum. Belki bu yazılan aynen sayfalarıma almakla okuyanlanmın sabrını


suistimal ediyorum. Ancak 1 98 3'te yapılan seçimlerden sonra 12 Eylül
dönemini kötüleme kampanyasına girişenler, Demirel ve Ecevit dönemini
ararmış gibi hemen hemen hergün Demirel ve Ecevit'i göklere çıkaranlar yine
bu gibi yazarlarımız olduğu için, böyle enteresan bulduklarımı kaydetmek zo­
runda kalıyorum .

"12 Eylül öncesinin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kuv­


vet Komutanları, Jandarma Genel Komutanı ve Orgeneral Haydar Saltık, sa­
dece yetenekli ve dürüst komutanlar olarak biliniyordu. 1 1 Eylül sabahı, bu
komutanların ülke yönetimine el koyacağı fısıldansaydı herhalde, zihinlerde
pek çok soru işareti belirirdi. Hatta samimi söyleyelim siyasi tecrübelerinin
bulunmayışı sebebiyle ciddi rezervlerimiz olurdu.
Oysa bu kadro çok dengeli bir politikayı ustaca yürüttü. İç barışı sadece
terör odaklarını çökerterek değil, zarif uygulamalarla da sağladı. İki büyük
parti liderinin serbest kalmaları . . 27 Mayıs'ın Bayram olmaktan çıkarılması o
.

zarif ve sagduyu doğrultusunda uygulamaların örnekleridir. Örnekler


çoğaltılabilir.
335
Aynı kadro, ekonomik politikayı değiştirmemek basiretini de sergilemiş •.. .

Şiddet olaylarının söndürülmesi büyük başarıdır.


Ve şimdi insaf ile teslim etmek gerekir ki başarısını ortaya dört dörtlük
koymuş bir zirve kadromuz vardır.
İnsanfaktörü Türkiye'den manzaraları değiştirebilmiştir.
Bir başka örnek Başbakan Yardımcısı Turgut Özal'dır. Özal daha önce
Demirel hükümetinin ekonomi politikasını yürüten Başbakanlık müsteşarıydı.
Bir teknokrattı. Elbette o ekonomi politikasının oluşmasına katkısı vardı, ama,
sosyal siyasi tercihlerin ekonomiyle dengelenmesi başkasına aitti. Son karar
altında imza başkaydı.
Turgut Özal, 12 Eylül sonrasının Başbakan Yardımcısıdır. Sosyal ve siyasi
tercihleri ekonominin gerekleriyle dengelemekte, uyum sağamakta birinci dere­
cede sorumludur.
O sorumluluğun sürdüğü 8 'frıci ayın sonlarında, vardığımız çizgiye
bakıyoruz ve gene insaf ile teslim etmekte fayda görüyoruz ki, Özal
tartışmasız bir başarının altındaki imzadır.
Özal için eleştirilen bazı uygulamalar sadece ayrıntılardadır.
Ayrıca her iyinin daha iyisi olabileceği bir gerçektir.
Özal'dan insan faktörünün başarıdaki rolünün aktüel örneğidir.
Hiç karamsar olmayalım. Her alanda her kesimde iyi yetişmiş insanlarımız
var. Onlar rutubet gibidir. Önlerine duvar da örseniz sızıyor, gelmeleri gereken
yere varmaları gereken başarıya ulaşıyorlar.
Önümüzde siyasi faaliyetlerin yeniden açılacağı dönem var. Siyaset kadro­
larımız için de kaygı duymamalıyız. Mevcut insan faktörlerinin yanısıra,
pekçok yeni değer siyaset arenasında yerini alacaktır. "

31 MAYIS PAZAR

Bugünkü basın haberleri arasında Bangladeş'in Cumhurbaşkanı Ziya Ül


Ralunan'ın bir suikast sonucu öldürülmesi olayı vardı. B u habere çok
üzüldük. Dost ve kardeş bir ülkenin bu yüzden kargaşaya sürüklenmesini iste­
mezdik. İnşallah böyle bir şey olmadan sükllnete kawşur.

336
1 HAZİRAN PAZAR�

Bangladeş'ten gelen haberler kötü. Dakka ve Jessore şehirlerinde asilerle


hükümet birliklerinin çarpıştıkları ve ilk belirlemelere göre 50 kişinin öldüğü
bildiriliyor. İç savaş kokulan duyulmaya başladı.
Bugün aynı zamanda bir müddet evvel kabul ettiğimiz Hale.imler ve
Savcılar Yüksek Kurulu kanununa göre bu kurula seçilmiş bulunan üyeleri ka­
bul ederek kendilerini kutladım.
1 2 Eylül'den evvelki kanuna göre, Hakimler Yüksek Kurulu ayn, Savcılar
Yüksek Kurulu ayn idi. Bu iki kurulun ayn olması bir takım mahzurlar ortaya
çıkarmıştı. Ancak, her çıkarılan kanunu illa ki tenkit etmek hastalığına müptela
bazı kişi ve kuruluşlar da bu yeni sistemi tenkit etmişlerdi. Bunun için, kurula
seçilen üyeleri kutlamak maksadıyla Çankaya Köşkündeki kabulüm sırasında,
yapılan bu tenkitlere cevap verme ihtiyacını duydum ve şu konuşmayı yaptım:
"Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun değerli üyeleri,
Bugün görevlerinize başlamış bulunan sizleri kabul etmekten ve kutlamak­
tan büyük bir memnunluk duymaktayım.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun kuruluşu, bildiğiniz gibi bazı
çevrelerde ve basında eleştiri mevzuu oldu. Ama o eleştiri yapan arkadaşlarıma
ben, Fransa ve Federal Almanya Anayasalarını tetkik etmelerini rica edeceğim.
Yasa, bu iki ülkenin anayasasından esinlenerek gerçekleştirilmiştir.
Bildiğiniz gibi evvelce, Yüksek Savcılar Kurulu ayrı Yüksek Hakimler Ku­
rulu da ayrı görev yaparlardı. Ben, hdkimlerle savcıları ayrı mütalaa etmiyo­
rum. Her iki görevi yapan arkadaşlarımızın da çok mühim sorumlulukları
vardır. Yaptıkları görevler çok ulvidir. Ancak, savcıları tayin eden kurul ayrı,
hakimleri tayin eden kurul ayrı olamaz. Onun için bu iki kurulu birleştirerek
savcıları ve hakimleri aynı kurulun çatısı altında toplamayı uygun gördük.
Adalet mekanizmasının bağımsızlığına da dokunmadık. Çünkü, Yargıtay ve
Danıştay'dan gelen sayın arkadaşlarımız bağımsız olarak görevlerini yapacak
çoğunluğa sahiptirler. Onların sayısı 4 'tür. Hükümetin üyesi ise 3 'tür. Kaldı
ki, hükümetten katılan arkadaşlardan birisi Bakandır. Zaten evvelden de Ba­
kan, bu kurulların başkanı idi. Diğer iki üye ise, müsteşarla, Özlük işleri Ge­
nel Müdürüdür. Bu arkadaşlarımız da zaten hakimlik mesleğinden gelmiş,
J 'inci dereceye yükselmiş, Yargıtay üyeliğine erişmiş kişilerdir. Bunların ta­
rafsızlığından şi!phe etmek harhalde mümkün olamaz.

337
Degerli Arkadaşlar,
Öyle hadiseler olmuştur ki, bir bölgede bulunan savcı arkadaşımız,
Yüksek Savcılar Kurulu tarafından görevden alınmış ama aym suçu işlemiş
hakim arkadaş alınmamışnr.
Yasadaki yeni düzenlemeyle, bu gibi çelişkili işlemler artık ortadan kalka­
caktır. Çünkü işlere aynı kurul bakacaktır. Kaldı ki, eger bir işlemde
usulsüzlük veya hata olmuşsa, yapılacak müracaat üzerinde inceleme Kurulu
teşekkül edecektir. İnceleme Kurulu, Yargıtay'dan gelen iki asil, iki yedek ve
Danıştay'dan gelen iki asil, iki yedek üye olmak üzere toplam sekiz kişiden
oluşuyor. O halde yapılacak itirazı inceleyecek bu komisyonun tarafsızlıgından
şüphe edilemez.
İlk devre için Devlet Başkanı'nın seçimine gelince... Bu da Fransız Anaya­
sasında mevcut bir hükümdür. Hatta bu kurulun başkanı , Fransız Anaya­
sasında Cumhurbaşkanıdır.
Hdkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda görev yapacak kişiler, her zaman
tarafsızlıklarını ispat etmiş ve bu makamlara kadar erişmiş arkadaşlardır.
Çalışmalarınızı en iyi şekilde yürüteceginize gönülden inanıyorum.
Görevlerinizin, yurdumuz için hayırlı ve ugurlu olmasını diliyorum. Ve siz­
leri tekrar yürekten kutluyorum. "

Bugün aynca, Cumhuriyetimizin ilanından kısa bir süre sonra kabul edil­
miş bulunan ve birçok maddelerinin artık günümüzün ihtiyaçlarına uygun ola­
rak değiştirilmesi gereken Türk Medeni Kanunul}.u yeniden hazırlamak üzere
bir komisyon kurulması ve bu komisyonun yeni kanun taslağını azami iki yıl
içinde hazırlamaları hakkındaki kanunu da kabul ettik. Böylece senelerdir el
atılamamış bir konuya da el atmış olduk. İnşallah bu iki sene zarfında
hazırlanır da, yönetimi devir euneden önemli gördüğümüz bu kanunu da kabul
ederiz.
·

2 HAZİRAN SALI

Bangladeş'te isyanın bastırıldığı ve isyancı subayların yakalandığı haberleri


geldi. Bu haber beni ferahlattı.

338
Aralarında İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere 28 ilimizde sokağa çıkma
yasağı bir saat daha azaltılarak 02.00 ile 05.00 saatleri arasına alındı.

Bugüne kadar Ecevit tarafından çıkarılan haftalık Arayış adlı dergide çıkan
makale ve yazılarla diğer basın organlarından eski siyasi liderlere ait demeçlere
ve hatta Sıkıyönetim Komutanları hakkındaki eleştirilere ses çıkannadık, bir­
kaç kez Sıkıyönetim Komutanlığı kanalı ile ilgili yazı işleri müdürlerinin dik­
katini çektik. Fakat bu iyi niyetimizin bir zaaf eseri olarak kabul edildiğini
çıkan yazılardan anladık. Bunun üzerine Milli Güvenlik Konseyince aşağıdaki
bildirinin yayınlanmasına karar verdik:
Karar No: 52
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlığına, bağımsızlığına ve rejimine
yönelikfikri ve fiziki hain saldırıların olanca genişliği ve şiddetiyle süre gel­
diği bir ortamda, milletimiz için başkaca bir çıkış yolu kalmadığı anda, Türk
Silahlı Kuvvetleri emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yönetime el koy­
muş; 12 Eylül Harekatını zorunlu kılan sebeplerle harekatın amaçları; Milli
Güvenlik Konseyinin 1 Numaralı bildirisi ve Konsey Başkanı 'nın 12 Eylül
günü radyo ve televizyonda yayınlanan konuşması ile kamuoyuna
açıklanmıştır.
Olağanüstü durum ve şartlar, olağanüstü tedb(rleri gerektirir. Bundan do­
layı, Milli Güvenlik Konseyinin 1 Numaralı bildirisi ile parlamento ve
hükümet feshedilmiş, parlamento üyelerinin dokunulmazlığı kaldırılmış ve
bütün yurtta sıkıyönetim ilan edilmiştir. Milli Güvenlik Konseyinin 7
Numaralı bildirisinin ] 'inci maddesi ile siyasi partifaaliyetleri yasaklanmıştır,
Bu yasak, Milli Güvenlik Konseyi Başkanı 'nın 12 Eylül 1 980 günlü
konuşmasında belirttiği gibi, her türlü siyasifaaliyetin her kademede durdurul­
masıdır.
Memleketin muhtaç olduğu huzur ortamının bir an önce sağlanması ve
sağlanacak huzurun korunması için konulan bu genel siyasi faaliyet yasağı,
parti yöneticilerinin, eski parlamento üyelerinin ve bütün parti mensuplarının
faaliyetlerini kapsamaktadır.
Hal böyle iken, memleketi 1 1 Eylül 1 980 ortamına getiren şartların
doğmasında ve ağırlaşmasında olumsuz davranışları ile rol oynamış bulunan
kimseleri eleştirmek yahut övmek veya yermek maksadı ile yayımlar yapıldığı,
demeçler verildiği dikkati çekmektedir.
Ayrıca eski parlanrenterlerin, siyasi parti yöneticilerinin ve mensuplarının
dünkü, bugünkü ve gelecekteki durwnları konu yaparak beyanlarda bulunduk­
ları, yorumlar ve yayımlar yaptıkları görülmekte, umumi yerlerde siyasi
gösteri izlenimi veren özel toplantılar düzenleyerek bunu siyasi amaçlarla
kamuoyuna yansımkları izlenmektedir.
339
2324 sayılı Temel Hukuk Düzeni Hakkındaki Kanunla açıklandığı gibi is­
tisnaları dışında yürürlükte olan 1961 Anayasasının Sıkıyönetimi düzenleyen
1 24 'üncü maddesine göre, gerektiğinde Sıkıyönetim süresince bazı
hürriyetlerin kısıtlanması ve kullanılmasının durdurulması zorunludur.
Bu nedenlerle 12 Eylül Hare/altının amaçlarına bir an önce ulapnasını
sağlamak maksadıyla her kademede, her türlü siyasi partifaaliyetleri ile birlikte
aşağıda açıklanan hususlar yasaklanmışnr.
1- Faaliyetleri yasaklanmış bulunan siyasi partiler ve mensupları arasındaki
siyasi çekişmelerin sürdürülmesi,
2- i l Eylül 1980 tarihinde, parlamento üyesi bulunan siyasi parti
mensupları ile her kademede siyasi parti yöneticisi ve mensuplarının
TÜRKİYE'nin geçmiş veya gelecek siyasi veya hukuki yapısıyla ilgili olarak
kendi anlayışları doğrultusunda sözlü veya yazılı beyanda bulunmaları veya
makale yazma/an ve bu amaçlarla toplann yapma/an,
3- Sıkıyönetim uygulamalarına ilişkin olarak Sıkıyönetim Komu­
tanlıklarının koyduğu yasakların ve aldığı kararların herhangi bir şekilde
tartışılması,
4- Kamu davası açılıncaya kadar haklarında soruşturma ve kovuşturma
yapılan siyasi parti, işçi teşekkülleri, meslek kuruluşları , dernek ve siyasi
kişilerle ilgili olarak kamuoyunu yamltıcı ve ilgilileri etkileyici yazı yazmak,
sözlü veya yazılı beyanda bulunmak, yorumlar yapmak.
5- Açılan kamu davalarında verilecek mahkumiyet veya beraat kararları ke­
sinleşinceye kadar ilgilileri suçlayıcı veya savunucu herhangi bir yorum ve
yayında bulunmak (sadece açık cereyan eden duruşma safhaları doğru olmak
şartıyla tam yahut özet olarak yayınlanabilir.)
6- Bu karar ile konulan yasaklara uymayanlar hakkında, fiilleri başka bir
suçu oluştursa dahi, ayrıca 1402 sayılı Sıkıyonetim Kanununun 16'ncı madde­
si uyarınca yasal işlem yapılacaknr.

Bugüne kadar, ortamı sertleştirecek davranışlardan mümkün oldukça


kaçındık. Memleketi 27 Mayıs devriminde olduğu gibi bir ortam içerisine
sürüklemek istemedik. Fakat gördük ki; eski siyasiler gizli kapaklı faaliyetleri­
ni sürdürmek istiyorlar. Ecevit haftalık bir dergi vasıtasıyla bizimle
mücadeleye girişti. Demirel ise, evinde her gün yurdun ·çeşitli yörelerinden ge­
len partililerle toplantılar yapıyor, onlara direktifler veriyor. Yani partililer­
sözde faaliyetten men edilmiş, hakikatte ise parti faaliyetleri sürdürülüyor.
Basın ise bir nevi parti ileri gelenlerinin sözcüsü durumunda.

340
Böyle olunca, bizde bu bildiriyi yayınlayarak, kötü gidişe mani olmak iste­
dik. Eski siyasi partilerin ileri gelenlerini evlerinde göz hapsine de alabilirdik.
Zi yaretleri yasaklayabilirdik. Telefonlannı kestirebilirdik. Hatta evvelce
işlediklerinden dolayı özel bir mahkemede mahkOm da ettirebilirdik. Bunu tek­
lif edenler bulunmadı değil. Fakat ben hiç birine itibar etmedim. O zaman belki
hepsini kahraman edecektik. 27 Mayıs'tan sonra mahkum edilenler ve idam
edilenler şimdi kahraman olmadılar mı? Bunu düşünerek bu yolu tercih etme­
dim. Yayınladığımız bildiri, onların bir müddet için davranışlanna dikkat et­
melerini sağlayacaktır. Etkisi görülmezse o zaman yeni tedbirleri düşünürüz.

Kurucu Meclis'in nasıl teşkil edileceği hususu zaman zaman zihnimi kur­
calıyordu. 27 Mayıs'ta teşkil edilen Kurucu Meclis, çeşitli meslek ve kamu
kuruluşlannın kendi aralarından seçtiği kişilerden oluşmuştu. Aynı şekilde ol­
masını arzu etmiyorduk. Kurucu Meclis'e seçileceklerde Konsey olarak bizim
de etkimizin olmasını düşünüyorduk. Birçok alternatifler getiriliyordu. Konu
üzerinde uzun zamandan beri düşünmekteydim . Kafamda oluşan fikir
şöyleydi:
Kurucu Meclis; Milli Güvenlik Konseyi olarak bizim seçeceğimiz temsilci­
lerle, her ilden gelecek temsilcilerden oluşacak bir Danışma Meclisi ile, Milli
Güvenlik Konseyinden oluşmalı. Danışma Meclisine seçilecekler, dilekçe ile
Valiliklere veya Milli Güvenlik Konseyine müracaat etmeliler. Valilikler
müracaat edenler arasından Kanunda tespit edilecek şartlan taşıyanlar içinden
o il için seçilecek aday miktarının üç misli adayı Milli Güvenlik Konseyine bil­
dirilmeli ve bunlar arasından son seçim bizim tarafımızdan yapılmalıydı.
Milli Güvenlik Konseyince doğrudan seçilecekler ise; yine doğrudan Kon­
sey'e dilekçe ile müracaat edenler arasından, bizim tarafımızdan seçilmeli.
Danı şm a Meclisi'nin tüm üye sayısı 1 50- 1 60'ı geçmemeli, Konseyce
doğrudan seçileceklerin miktarı azami 40 olmalı ve asker kökenli olacakların
miktarı 20-25'i geçmemeliydi.
İşte bu esaslar dahilinde direktifimizi vermiş ve bu çerçevede Kurucu
Meclis Kanununun hazırlanmaşını istemiştik. Kanunun bu ay içinde
hazırlanmasını ve Danışma Meclisinin de 29 Ekim Cumhuriyet Bayramında
toplanmasını düşünüyorduk.
Kurucu Meclis'in nasıl olması gerektiği üzerinde basınımızda da bazı
yazılar çıkıyordu.
Bugünkü tarihli bir gazetede, muhabirin CHP milletvekillerinden ve eski
Dışişleri B akanlarından Sayın Turan Güneş ile yaptığı bir röportajda sorulan

341
sorularla, verdiği cevaplar çok hoşuma gittiği için buraya almak istiyorum.
Hoca tabiriyie anılan, benim de çok sevdiğim ve takdir ettiğim ve bir aralık
B aşbakanlık adaylarımdan olduğu halde sonradan vazgeçtiğim Turan Güneş'e
sorulan sorulardan birisi şöyle:

"Seçimle meydana g elecek bir Kurucu Meclis kutuplaşmalara,


kamplaşmalara girer mi, girmez mi?"
Verdiği cevap "Büyük ihtimalle girer" şeklinde. Muhabir bunun üzerine şu
soruyu yöneltiyor:

"O zaman da 12 Eylül öncesinin şartları geri döner mi, dönmez mi?"
Verilen cevap şöyle:

"Türkiye'nin temel sorunu, siyasi partililerin birbirlerine rakip olarak değil,


hasım olarak kamplaşmaya girmesidir. Eğer bu kamplaşma devam edecekse,
hangi anayasayı yaparsanız yapınız, zaten seldmet yoktur. Madem işi uzattın,
1 924 Anayasasında da krize girdik, 27 Mayıs oldu. 1 961 Anayasasında da
krize girdik, 12 Eylül oldu. Kafalar, mizaçlar değişmeden anayasa
değiştirmekle bir şey olmaz."
Rahmetli ne kadar doğru söylemiş. Bütün mesele, şu kör olası kafalarımızı
değiştiremedik gitti. Nitekim bugün bakıyorum da, 1 2 Eylül'den sonra çok iyi
niyetlerle yapılan 1982 Anayasasının da orasından burasından delik açtılar ve
bazı m addelerini yozlaştırdılar. Örneğin TBMM'deki üyelerin parti
değiştirmelerini önlemek için getirilen meşhur 84'üncü madde işletilmedi. Hile
yollarına sapıldı. Alenen parti değiştirenlerin milletvekilliği bile düşürülmedi.
Sebep; Turan hocanın söylediği gibi kafa yapımız değişmedi ki ! . ..

Kafa yapısını değiştirmek için de, kanun yapılmaz ki! ...

Bu konuda adam olmamız için daha çok zamana ihtiyacımız var.

Yazar, başka bir soruyu da şöyle yöneltiyor:

"Sayın Turan Güneş kafa ve mizaçlar değişmeden Anayasa değiştirmekle


bir şey olmaz dediniz, öyleyse, bu kafa ve mizaçtaki eski parlamenterlere ya­
sak konulması, siyasi haklarının temelli veya bir süre için ellerinden alınması
yeni ortamı sağlayacak mı?"
Cevap: Sağlamayacak.
Soru: Neden?

Cevap: Bir defa, kafa, mizaç işi şahıs işi değil, bir ortam işidir. 27
Mayıs'tan sonra yasak anlayışı içinde bütün Demokrat Partililerin yeni meclise
girilmesi yasaklandı. Tam tersine siyasi ortam daha da ağırlaştı. Kurucu
Meclis'in Anayasa Komisyonunda böyle yasakların ters sonuç verdiğini

342
söyledigim zaman lxızı üyeler benim eski Demokrat Partili oldugum için arka­
daşlarımı savunduğumu yüzüme söylediler. Kulak/an çınlasın fakat ben haklı
çıktım. Suf böyle yasaklardan ötürü magdur duruma düşen ve yasak kalkar
kalkmaz, Meclise giren birçok arkadaşım vardır. Türkiye'nin kinlerin, haklı
haksız mağduriyetlerin, intikam hislerinin getireceği zehirli ortama değil, sos­
yal gü.çler, siyasal gü.çler arasında anlaşma ve uzlaşmanın getireceği huzur or­
tamına ihtiyacı vardır. "
Bunu ben de bildiğim için, uzun bir süre yasak getirme, partileri kapatma
gibi telkinlere pek itibar göstermedim. Fakat sonradan cereyan eden olaylar,
mütemadi telkinler, hatta tecrübeli bildiğimiz eski politikacılann bu yöndeki
telkinleri insanı ister istemez etkiliyor. Ve, acaba ben mi yanlış düşünüyorum
diye tereddüde düşürüyor.

Muhabirin sorduğu bir başka soru ise şu:

"Sayın Turan Güneş. parlamenterlerin kusuru var mJ , yok mu?"


Turan Güneş bu soruyu şöyle cevaplıyor:
"Elbette ki kusuru vardır. Nitekim 12 Eylül'den sonra, üçüncü ayda herke­
sin bir özeleştiri yapmasını yazdım. Herkesin hesabı kamuoyunda ortaya
çıkmalıdır. Bu başka bir sorundur. "
Yazar sonunda Kurucu Meclis'in kwulması ile ilgili şu soruyu soruyor:
"Nasıl bir Kurucu Meclis ve nasıl bir seçim?"
Turan Güneş'in cevabı şöyle:
"Bugünkü ortamda genel oyla bir seçim yapıp, Kurucu Meclisin kurulması
tabii olanaksızdır. Benim b,elirtmek i&rediğim, ortaya çıkacak anayasa üzerinde
bir icma-i ümmet saglayacak yolları aramakıır."
(İcma-i ümmet'in manası; toplumun bir noktada birleşmesidir.)

6 HAZİRAN CUMARTESİ

B aşbakan Ulusu bugün üçüncü basın topl�tısını yaptı ve son iki aylık
dönem içerisindeki icraatı dile getirdi. Ulusu'nun ağırbaşhlığı, ciddiyeti ve
dürüstlüğü halk tarafından da takdir ediliyor. Esasen bizim halkımızın büyük
bir çoğunluğu devlet adamlannda bunu arıyor. Özlellikle mütevazi ve doğru
dürüst olanları çok seviyor.

IBusu ile zaman zaman yaptığım konuşmalarda, Bakanlardan bir problemi

343
olup olmadığını sorduğumda, genellikle hepsinden memnuniyetini ifade
ediyor, yal.ruz Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Turgut Özal'dan ufak te­
fek şikayetleri oluyordu. Mesela Bakanlar Kurulu toplanulanna zaman zaman
geç geldiğinden, hiç defter kalem taşımadığından ve dolayısıyla not tutmak
adeti olmadığından, ElConomik Kurul Toplantısı kararlarına uymak isteme­
diğinden şikayet eder, fakat alınmasını teklif etmezdi.
Bugünkü basın toplantısı sırasında tabii an�i ile mücadelede varılan nok­
tayı da belirtti ve l2 Eylül 1980 öncesi 1 8 aylık dönemde cereyan eden olaylar,
ele geçen teröristler, silah miktarlarıyla son 9 aylık dönemdekilerle mukayese­
sini yapu. Bu mukayese sonucu;
12 Eylül 1980 öncesi 1 8 aylık dönemde sadece sıkıyönetim ilan edilmiş 20
ilde 3374 kişi anarşi ve terörden hayaunı kaybetmişken; son 9 aylık dönemde
bütün Türkiye sathında anarşi ve teröİ'den hayatını kaybedenlerin sayısının
4 1 2'ye düştüğü,
12 Eylül'den önceki 1 8 aylık dönemde 20 ilde güvenlik kuvvetlerince ele
geçirilen muhtelif uzun namlululu silah ve tabanca miktarı 22. 732 iken; son 9
aylık süre içerisinde ele geçirilen silah miktarının 473.533 olduğunu, aynca
160. 1 70 silahın da vatandaşlar tarafından teslim edildiğini dile getirmiş oluyor­
du.
Aynı basın toplantısında; ekonomik durum, hazırlanmakta olan toplu konut
yasası, işçi haklan, doktorların durumu gibi çeşitli konulara temas etmiştir.

7 HAZİRAN PAZAR

Bugün de, şimdiye kadar 4 1 vatandaşı öldürmüş 1 5 sağ görüşlü militan,


emniyet kuvvetlerince yakalanarak adalete teslim edilmiştir. Yakalananlardan
" Ülkücü Gençlik Dcmeği"nin Mecidiyeköy sorumlusu olan bir kişinin 9 kişiyi
öldürdüğü ortaya çıku.
İşin garibi; bu haberi veren sağ görüşlü gazetelerden bazıları, yakalanan bu
teröristlerin sağ görüşlü olduklarına değinmeden yalnız 15 teröristin yaka­
landığına işaret ediyorlar. Bunun böyle olmaması gerekir ama maalesef zaman
zaman bu gibi taraf tutan davranışlar sağ basında da, sol basında da
görülebiliyor.

8 HAZİRAN PAZARTF.Si

İsrail uçakları bugün Bağdat yakınlarındaki Irak nükleer santralını bomba­


layarak tahrip etti.
344
İsrail'in bu gibi ani emrivakilerine bir taraftan kızıyor, diğer taraftan aldığı
bu cesur kararlara hayranlık duyuyorum. Adamlar kendilerine yapılan
saldınlara misli ile �ılık veriyor.

9 HAZİRAN SALI

Yurt dışındaki Enncniler iyice azdılar. Bugün de Cenevre'de Başkonsolos


Sekreterlerinden Mehmet Savaş. oradaki Ennenilerin silahlı saldırısı sonucu
şehit edildi.
Cencvre'den bu üzücü habe ri alırken; yurt içinden de iyi iki haber
ulaştırıldı.
Bunlardan birisi, Marksist- Leninist Silahlı Propaganda Birliği (MLSPB)
diye anılan terör odağına mensup dört teröristin ölü olarak ele geçirildiğine
dair olan haber; diğeri ise Ankara'da Türkiye Devrimci Komünist Partisi
(TDKP) üyelerinden 38 militanın ele geçirilmesi olayı idi.
Suriye Dışişleri Bakanı Abdülhalim Haddam , Türkiye'ye Dışişleri Ba­
kanımızın davetlisi olarak gelmişti. Kendisini kabul edip, hem Suriye'den
ülkemize sokulan silah ve cephaneden, hem de Türkiye'deki teröristlerden
büyük bir kısmının Suriye kamplarında eğitilmesinden duyduğumuz üzüntüyü
belirtmek istedim. B u maksatla kendisini bugün bizim Dışişleri B akanı İlter
Türkmcn'le birlikte kabul ettim. Kabul esnasında aramızda özet olarak
aşağıdaki konuşma cereyan etti:
Konuk Bakan: Türkiye'de bulunmak benim için büyük bir mutluluktur.
Ayrıca Zat-ı Dev/etlerine Devlet Başkammızm sonsuz saygı ve selamlarını da
getirmiş bulunuyorum. Kendileri yakuıda Türkiye'ye gelmek arzusunda ol­
duklarını iletmeye beni memur ettiler.
Ben : Suriye Devlet Başkanı Sayın Hafız Esad'ın iyi dileklerine çok
teşekkür ederim. Biz Türkiye olarak her komşu ülke ile olduğu gibi Suriye ile
de münasebetlerimizin iyi olmasını temenni etmekteyiz ve üzerimize düşen her
görevi yapmaya çalışmaktayız. Orta-Doğu bölgesinin son zamanlardaki duru­
mumian memnun olmadığımızı belirtmek isterim. Temennimiz mevcut ihtilaf­
ların biran evvel halledilerek bütün Orta-doğu ülkelerinin sulh ve süklJ.na
kavuşmalarıdır. Dün vuku bulan hava saldırısı karşısında duyduğumuz büyük
üzüntüyü bir bildiri ile hem kendi kamuoyumuza hem dünyaya açıklamış bulu­
nuyoruz. Sorunların kuvvet kullanma yolu ile halledilmeye çalışılmasının
doğru bir yol olmadığına inanıyoruz. Başta silah tüccarları olmak üıere Ona-

345
Dogu bölgesinin kaynamasını arzu eden bir çok dış güçler olabilir. Bizim ele
geçirdigimiz silahların miktarı bu görüşümüzün dogru oldugunu kanıtlıyor. Şu
anda 600 bini aşan bir miktar, bütün Türk Silahlı Kuvvetlerinin personel mev­
cudunun da üstündedir. Bu silahlar Türkiye'ye deniz yolundan, hudutlardan
velhasıl muhtelif yollardan gelmekte. Bu arada dostumuz Suriye'den de
geliyor. Bu itibarla gerek silah kaçakçılığının, gerek diğer alanlardaki
kaçakçılığın önlenmesi için etkin tedbirler alınmasını dostumuz Suriye'den rica
ediyoruz. Zira bu gibi kaçakçılık olayları kamuoyuna yansıymca "acaba bu
ülke bize dost değil mi?" gibi sorular sorulmaya ve böyle birfikir kamuoyunda
hakim olmaya başlıyor. Ben bu itibarla Sayın Devlet Başkam Hafız Esad'ın bu
konu üzerinde herhalde hassasiyetle duracağını kuvvetle ümit ediyorum. Ken­
dilerinin Türkiye'ye gelme arzusunu öğrenmekten sevindim. İnşallah bunu ile­
ride birlikte kararlaştınrız.
Konuk Bakan: 7.at-ı Devletlerinin bu açık sözlerine sonsuz şükranlarımı su­
narım. Suriye olarak uyguladığımız politika Türkiye ile ilişkilerimizi
ulaşabileceğimiz en büyük seviyeye getirmeyi amaçlıyor. Halkımızın işbirliği
ve ortak çıkarlarımız ve Türkiye ile en iyi düzeyde ilişkil€r kurabilmek için el­
den gelen herşeyi yapmaya hazır olduğumuzu teyid ederiz.
Biz de Suriye olarak ülkemizde çok büyük bir terör olayı yaşadık. Terör ile
mücadelemizde biz de çok büyük miktarda silah ele geçirdik. Bu silahlar
arasında ordumuzda dahi bulunmayan modern silahların olduğunu gördük. Bu
silahların büyük bir kısmı bize Lübnan, Irak, Ürdün üzerinden, bir kısmı da
Türkiye üzerinden gelmiş bulunuyor. Tabii ülkelerimiz arasındaki sımrın çok
uzun olmasınuı da bunda rolü var. Suriye ile Türkiye'nin çıkarları yek­
diğerinin istikrarlı olmalarındadır. Zira kargaşa çıkması halinde bu aynen bir
hastalık gibi her iki tarafa da yayılır. Bu konuda 7.at-ı Devletlerinin huzurunda
ayrıntıya girmeyeceğim. Bunları diğer konularla birlikte Sayın meslektaşım
Türkmen ile ele alarak a/İnnıası gereken tedbirleri görüşeceğiz. Zira Türkiye'de
de terörün başgöstermiş olması, Suriye'de mevcut olan teröre güç vermiştir.
Bu itibarla aramızda bu konudaki işbirliğinin bütün imkanlarını olduğu kadar,
ilişkilerimizi en üst düzeye getirecek diğer bütün konuları da görüşeceğiz. Her
iki ülke yararına yapmamız gereken gerçekten pek çok şey var. Halklarımızın
arzusu bu istikamette oldukça, bunu gerçekleştirmemiz için hiçbir engel mev­
cut olamaz. Ülkelerimizin ilişkilerinin iyileşmesini istemeyen ve istikrarlı ol­
mamız işlerine gelmeyen bazı güçler var. İsrail'i bir örnek olarak verebiliriz.
Tabii İsrail dışında da başka güçler var. Hem dost, hem komşu, hem de
kardeş iki ülke olarak bunların oyununa gelmemeliyiz. Ayrıca hemen belirtmek
isterim ki iki ülkeyi ilgilendiren herhangi bir konuyu kardeş Türk hükümeti
bize iletirse, bunu hemen görüşerek tedbirleri almaya amadeyiz.

346
B e n : Bu açıklamalarınızı işitmekle büyük memnuniyet duydum.
Kalkınmakta olan ülkelerin bu hamlelerine engel olunması ve aralarında mev­
cut olabilecek ihtilafların devam edegelmesi için bazı güçlerin her gayreti salf
ettikleri11e i11anmak gerekir. Avrupa'da pek çok ülke aralarındaki meseleleri
halletmişler ve vatandaşları bir diğerinin ülkesine pasaporta bile ihtiyaç duy­
mada11 gidebilirken bizim bölgemizde de neden böyle olmasın. Dolayısıyla dış
güçlerin oyununa gelmemek ldzım. Zira ülkeler arasında bir toprak sorunu
yoksa, ülkeler birbirlerinin rejimlerine karışmıyorlarsa, esasen aralarında
herhangi bir mesele olmamak gerekir. Başka ülkelerle meseleleri olmayan
ülkeler, kendi halklarının daha müreffeh olması için daha çok gayret salfede­
cek ve daha çok kaynak ayırabilecektir. Bunun aksi ise ihtilafların süregelmesi
ve mütemadiyen silahlanmadır. Biz Türkiye olarak dünyadaki gidişatı bu
yüzden tedirginlikle izliyoruz.
Konuk Bakan: Zat-ı Devletlerinin buyurdukları hususlara tamamen
katılıyorum. Gerçekten ülkelerimiz arasında işbirliğinin gerçekleşmemesi için
hiçbir neden mevcut değildir. 1970'den önceki ilişkilerimizin iyi ilişkiler ola­
rak nitelendirilemeyeceğini ve bunun doğal olmadığını düşünen- Devlet
Başkanımız Hafız Esad 1970'ten sonra halklarımızın da arzusuna uygun ola­
rak iyi ilişkiler tesis etmek için gayret salfetmiştir. Ve son 10 yılda idarecileri­
miz arasında teati edilen ziyaretler ile ilişkilerimiz muayyen bir seviyeye getiril­
miştir.
Ben: ilişkilerimizin iyileştirilmesi elbette bizim de arzumuzdur. Türkiye'de
yakaladığımız teröristlerden bazıları Suriye'de FKÖ mensupları ile birlikte
eğitinı gördüklerini ifade etmişlerdir. Bu duruma mani olunması
münasebetlerimizin iyileşmesi açısından büyük bir adım teşkil eder. Alınacak
tedbirler konusunda herhalde Dışişleri Bakanları kendi aralarında görüşüp bir
mutabakata varırlar. Bu vesile ile çalışmalarınızın hayırlt olmasını ve iki
ülkenin yararına netice vermesini teme1111i ederim.
Konuk Bakan: Çok teşekkür ederim. Müsaade buyurursanız FKÖ konu­
sunda çok kısa bir maruzatta bulunacağını. Suriye olarak hiçbir zaman Türkiye
aleyhinde olan kişilerin eğitilmesine müsaade etmeyeceğiz. Bunu önlemek
için ne yapmak gerekiyorsa yaparız. Esasen Suriye'de eğitim görenlere,
İsrail'e karşı eğitim gördükleri için izin veriyoruz. Türkiye başta olmak üzere
esasen hiçbir devletin aleyhine, hiç kimsenin eğitim görmesine izin vermeyiz.
Ne var ki, bazen Suriye'de eğitim görmüş, Suriye aleyhtarı teröristlere de
rastlıyoruz. Bu konuya Suriye hükümeti ciddiyetle eğilecektir. Tabii bu konu­
da bizim de Türk hükümetinden vaki şikayetlerimiz ve ricalarımız olabilir.
Ben: Biz de Türkiye topraklarında böyle teröristleri yakalarsak derhal size
teslim ederiz.

347
Bu görüşmeden de anlaşılacağı üzere, Suriye de bizimle yakınlaşmak ih­
tiyacını duymuş. 1 2 Eylül'den evvel Türkiye'ye giren çeşitli silah ve cephane­
nin önemli bir kısmının Suriye üzerinden geldiğini, teröristlerden bir kısmının
ise Suriye'dek.i kamplarda eğitim gördüklerini çok yakından biliyorduk. Bun­
ları bildiğimizi Suriye de herhalde tahmin ediyordu.
İşte Türkiye'de askeri bir idarenin işbaşında bulunduğu bir dönemde, esa­
sen başı İsrail ile dertte iken, bir de bizimle ihtil�flı olmaması ve bu sebeple
ilişkilerimizi düzeltmek ihtiyacından bu yakınlaşmayı istemiş olacakları akla
geliyordu. Nitekim Hafız Esad'ın Türkiye'ye gelme isteği bir daha gündeme
·

gelmedi.

12 HAZİRAN CUMA

Bugün Atatürk'ün l 9 l 9'da Samsun'dan Amasya'ya geçişinin 62'nci


yıldönümü idi. Daha evvel de yazdığım gibi Atatürk'ün doğumunun IQO'üncü
yıldönümü dolayısıyla l 9 Mayıs günü Samsun'a gitmiştik. Bugün de Konsey
Üyesi arkadaşlar ve Başbakan Ulusu ile birlikte Amasya'ya gittik. Amasya'da
bugün aynı zamanda Atatürk Anıurun temelini atacağız.
Anıtın yapılacağı alana geldiğimizde� büyük meydanın her yerinin dol­
duğunu, çevredeki evlerin balkon ve pencereleriyle damlarının da insanla dolu
olduğunu gördük. Manzara insana gurur vericiydi. Milletimiz Ata'sını unut­
mamıştı. Millet, huzura güvene susamış. Bu kadar kalabalığın başka türlü
toplanması mümkün değildi.
Evvela Atatürk Anıtının temelini anım. B ilahare, hazırlanan kürsüden bir
konuşma yaptım. Sık sık alkışlarla, tezahüratla kesilen bu konuşmamın bazı
pasajlarını buraya alıyorum:
Degerli Hemşehrilerim,
Dogumunun JOO'üncü yılım kutladıgimız büyük kurtarıcımız Ulu önder
Atatürk, yavaş yavaş yok olmaya terkedilmiş ve böylece tarih sayfalarında.n si­
linmek istenmiş Türk Ulusunu kurtarma� amacıyla 19 Mayıs 1919'da bil­
diginiz gibi Samsun'a ayak basmıştı. Orada, uzun zaman kalmanın tehlikeli
olacagını sezinleyen Atatürk, daha emin yerlerde çalışmak için evvela Hav­
za 'ya geçmiş ve bilahare bu güzel şehrimize 62 yıl önce bugün gelmiş ve ilk
'
tamimini hazırlayarak burada. yayımlamıştır.
Birçok vatandaşın, hatta bunlar arasında aklı başında geçinen .ve münevver
dedigimiz kişilerin, İngiliz veya Amerikan himayesini kabul etmekten başka
348
çare kalmadığını aralarında, bazen de alenen basında tartıştıkları ve bunu tahak­
kuk ettirmek için cemiyetler kurdukları ve artık herşeyin yok olduğuna
inandıkları bir devirde, Türk ulusunun bağımsız yaşamayacağına, esir
yaşamaktansa ölmenin daha şerefli bir hareket olacağma inanan ve ulusunun
bağımsız yaşamaya karşı olan büyük tutkusunu çok iyi bilen Atatürk, "Milletin
bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır" diyerek, "Ya İstik/dl,
· ·

Ya Ölüm" parolasıyla ilk tamimini burada yayın/a1nıştı.


Bu bakımdan Amasya Tamimi olarak tarihe geçen ve 21 Haziran'ı 22 Hazi­
ran'a bağlayan gece vilayetlere ve kolordulara-yaymlanan bu tamimin tarihi
değeri büyüktür. Onun için, Konsey Üyesi arkadaşlarım ve Başbakan ile bu
mutlu yıldönümümüzde aranızda bulunmak istedik.
Bu tarihi gqnü ebedileştirmek, şimdiki ve gelecekteki nesillere o günleri
daha iyi anlatabilmek maksadıyla bira'J evvel temelini attığımız Atatürk Anıtı'nı
yaptırmakla Amasyalılar olarak Atatürk'ü ne kadar sevdiğinizi ve ne kadar ka­
dirbilir olduğunuzu kanıtlamış oldunuz.
Sizleri bu büyük girişiminizden dolayı candan kutluyorum.
Sevgili Vatandaşlarım,
Biliyorsunuz, memleketimizi yine 19 Mayıs 1 91 9 öncesi günlere
döndürmek için yıllarca örgütlenerek, ülkeyi bir iç savaşın eşiğine getirenlerle
amansız bir mücadele vererek, yurdumuzu ve ulusumuzu bu büyük felaketten
el birliği ile kurtarmış bulunuyoruz. Nasıl ki, 19 Mayıs 191 9 'da Atatürk'ün
dediği gibi "Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtarmış" ise
1 2 Eylül 1980'de de, yine milletin birlik ve bütünlük içinde yaşama azmi,
yurdumuzu iç ve dış g_üçlerin saldınsından kurtarmıştır.
Geride bıraktığımız günlerin tablosunu çizmeyeceğim. Çünkü bu tablonun
içinde yaşadınız. Bu güzel yöremizde de vatandaşlarımızın dini inançlarını is­
tismar edenler, sizleri de adeta düşman kamplara bölmüşlerdi, alevi ve sünni
diye ... Asırlarca kucak kucağa yaşamış olan sizler o tarihlerde birbirlerinizin
mahallelerinden, sokaklarından geçemez duruma gelmiştiniz. Hamdolsun ki,
bugün yine çok eskiden, bilhassa Atatürk devrinde olduğu gibi kardeş sevgisi
ile birbirlerinize sarılmış durumdasınız. İşte bu tablo onu gösteriyor.
Sevgili Hemşehrilerim,
12 Eyül'deki o noktaya gelinmesinde büyük sorumluluk sahipleri, şimdiki
duruma bakara,k menuıun olacaklarına, şükredeceklerine, sanki milletin o nok­
taya gelmesinde hiç kusurları, hiç veballeri yokmuş gibi, hergün radyo ve tele­
vizyon karşısında dakikalarca, saatlerce birbirlerine saldıran onlar değilmiş
memleketi bu hale başka/an getirmiş de, onlar masum ve kusursuz kişilermiş
gibi bir davranış ve tutum içerisinde görünmektedirler.. Bu durum bizim ve va­
tandaşlarımızın di,kkatinden kaçmamaktadır.

349
Senelerce ve senelerce uçuruma doğru sürüklenen vatanın bu gidişine
seyirci kalanlar, şimdi işçiye, memura, köylüye, esnafa, gençliğe sahip
çıkmaya, onların vaktiyle düşünemedikleri haklarının avukatlığını yapmaya
çalışıyorlar.
Sevgili Amasyalılar, bildiğiniz gibi, 12 Eylül'den so11raki muhtelif
konuşmalarımda, bu harekatı milletin arzusuna uyarak yaptıgımızı, anarşi ve
terörle mücadelede sizlerin, yani halkımızın yardımı olduğu takdirde, kısa za­
manda muvaffak olacağımızı, keza senelerdir bozulan ekonominin tekrar istik­
rarlı bir duruma gelebilmesi içi11 üç veya dört yıl milletçe bazı sıkıntılara katlan­
mamız gerekeceğini, bunun anarşi ve terör gibi kısa zamanda
önlenemeyeceğini de dile getirmiştim.
Şimdi, o kişiler alınan tedbirlerden rahatsız olmaya başladılar. Terörde
sağlanan başarıyı gölgelemek için yurriçi11de başlattıkları "İşkence yapılıyor"
yaygaralarını, yurt dışı kuruluşlara aktardılar. Bize o kanalla baskı yapmayı
denediler. Netice vermeyince 90 günlük gözetim altında tutmanın insan hak­
larına aykırı olduğunu ileri sürerek, bunu da dış güçler vasıtasıyla üzerimize
baskı aracı olarak kullanmaktan çekinmediler. Hatta yurt dışına kaçan vatan
hainlerini, vatandaşlıktan çıkarmıamızı da yine dışarıya jur11al ettiler.
Kurucu Meclise eski parlamenterleri, yani 1 1 Eylül'de parlamentoda olan­
ları almamak kararımızı ve bunların ilk kurulacak Meclis'de de bulunmama­
larının uygun olacağı hakkındaki beyanatımızı da istismar etmeye kalktılar.
Bunu da Avrupalı dostlarımız zaman zaman Türkiye'ye geldiklerinde bize so­
ruyorlar. "Onların katılmayacağı bir seçim demokratik olur mu? " diye.
Sevgili Vatandaşlarım,
45 milyonluk bir kitle içerisinde yalnız onlar mı bu memleketi idare edecek
kabiliyettedirler? Bu topluluğun içerisinde, onlar gibi iş yapacak başka vatan­
daşımız kalmadı mı ? Yüzlerce, binlerce vatan evladı en az onlar kadar bu va­
tam idare edebilir. Burada bir defa daha ve kesinlikle ifade ediyorum ki1 bazen
vuku bulan tek-tük işkence olaylanna katiyetle karşıyız. Yapanlar gerekli ka­
nuni takibata uğramakta ve ceza gömıektedirler. 90 günlük gözetim altında tut­
ma, geçimıekte olduğumuz olağanüstü bir halin gereği olarak konmuştur. İlk
fırsatta, normal sürelere, kademeli olarak indirilecektir. Ancak, dışardan bu
konuda vaki olacak uyarmalar bizde ters tepki yaratacaktır. "Dıştan gelen baskı
sonucu kaldırdılar" dedirtmemek için� bunu kaldırmayabiliriz. Türk milletinin
dış müdahale!ere ne kadar hassas olduğunu dostlarımızın iyi bilmesi gerekir.
Sevgili Vatandaşlarım,
Bir millet, kendinden küçük devletlere, vaktiyle oralara hükmetmiş olduğu
devletlere avuç açar, para dilenirse, onlar da bizim üzerimizde böyle söz sahibi

350
olurlar. Onun için her sahada kuvvetli olmaya mecburuz. Kuvvetli bir devlete
kimse dil uzatamaz. Kuvvetli bir devletin kanunlarına kimse bir şey diyemez,
dilini bile kıpırdatamaz.
Onunu için, iktisaden kuvvetli olacagız, kültür bakımından kuvvetli ola­
cagı�. askeri güç bakımından kuvvetli olacagız. Kuvvetli oldugumuz sürece,
böyle baskılar, hiçbir ülkeden gelemez. Onun için diyoruz ki, milletimiz çok
çalışacak, çok üretecek, çok mal satacak ve bu dilencilikten kurtulacagız. Ve
yine burada kesinlikle ifade ediyorum ki, özellikle 11 Eylü/'deki parti lider ve
yönetici kadroları, ne Kurucu Meclis'e ve ne de kurulacak ilk Meclis'e gire­
ceklerdir.
Siyasi partileri birbirlerine düşman eden bu kadroların arnk gitmeleri, yer­
lerine, medeni ülkelerde oldugu gibi birbirleriyle tenkit edebilen.fakat birbirle­
rine küfretmeyen, düşman olmayan , Meclis'te seviyeli münakaşa yapan ve
Meclis dışında kol kola gezebilen kişilere bırakmaları gerekmektedir.
Onlar bunu yapamadı. Yapabilenler gelmelidir. Bu liderler daha hdld birbir­
lerine karşı olan düşmanlık/arım unutmadılar. Size çok yakın günlerden bir
misal verecegim:
Dışardan, dost ülkelerden bir parlamenter grubu geliyor ve bunları ziyaret
etmek istiyor. İkisinden de randevu talep ediliyor. Tesadüf bu ya, ikisi de saat
10.00'u vermişler. Adamcagız rica etmiş, öirisi degiştirsin de, başka saatte
ona gideyim, ikisine aynı saatte gidemez ya... Başlamışlar "O degiştirsin, o
degiştirsin" diye. Sonunda ikisi de degiştirmemiş. Bakın hdld daha büyüklük
kompleksi içinde, birbirlerinin saatlerini dahi degiştiremiyorlar. Ne olur, biri
11 .OO'da gel dese, ne olur? Hayır. İşte milletin böyle kin içerisinde birbirleri­
nin bogazına sarılanlara arnk tahammülü kalmadı.
Sevgili Hemşehrilerim,
Bu kişiler, alınan ekonomik tedbirlerin geregi olarak, senelerdir devlet
kesesinden hovardiıca beslenerek, zararları kapatılmaya çalışılan İktisadi Dev­
let Teşekküllerinin ürettikleri ürünlere zorunlu olarak yapılan zamlara da
deginmeye başladılar. Kendi devirlerinde bu kurumların zararlarını önlemek
için hiç bir tedbir almamışlardı. Aksine oralara bir sürü lüzumsuz, ama kendi
ideolojileri bakımından lüzumlu militan adamlar yerleştirmişlerdi. Bu suretle
üretilen malların daha pahalıya malolmasına sebep olmuşlardı. Şimdi bu kişiler
bir taraftan yapılan bu zamları tenkit ederken, diger taraftan da üreticinin mah­
sulüne verilen fiyatları da yüzleri kızarmadan az bulabilmektedirler. Peki siz­
lere soruyorum, ne olacakn?
Bir taraftan üreticinin elinden daha pahalıya alacaksın, öbür taraftan üretilen
malı daha ucuz satacaksın. Vergi alamayacaksın, çalışan fabrikalara iki hatta

351
üç misli adam yerleştireceksin ... Netice ne olur sayın vatandaşlar? İşte 1 1
Eylül günü durum buydu. Bunu nasıl söyleyebiliyor/ar? Şaşmamak mümkün
değil. Bir taraftan buğdayı köylünün elinden daha pahalıya alacaksın, ama
diğer taraftan da ekmeği eski fiyatına satacaksın. Bu nasıl olacak? Gelsinler
anlatsınlar, eğer biz bilmiyorsak. Bir sihirli değnek varsa ellerinde gelsinler
bize söylesinler. 'Zaten olsaydı, onlar kendi devirlerinde yaparlardı. Gaye belli,
vatandaşın aklını bulandırmak, gayeleri bu...
Kaldı ki, sevgili vatandaşlarım, ben her konuşmamda, seçim meydan­
laruıda nutuk atan ve daima ucuzluk getireceklerinden bahseden ama hiçbir za­
man bu ucuzluğu getirmeyen laf ebeleri gibi sizlere ucuzluk vaad etmedim. Bi­
lakis, sıkıntıdan, pahalılıktan, her sahada tasarruftan, çok üremıekten, dışarıya
mal ihraç edebilmekten bahsettim.
Milletçe sıkıntılara katlanıyoruz. Bıtgüne kadar hiç vergi vermeyenler ver­
meye, az vei-enler kazançları nisbetinde normal vergi vermeye başladılar. Zo­
runlu olarak, birçok ürüne zam yapıldı.
Şimdi sevgili vatandaşlarım, bunların korkuları ne biliyor musunuz?
Anarşide muvaffak olundu. Eh, bir de ekonomik durum iyiye giderse, ekono-
.
mi de rayına oturursa, şöyle düşünüyorlar: O zaman belki bu yönetim hiç git­
mez. Ayrılmazlar. Onun için korkuyorlar. Ama sevgili vatandaşlarım, biz ilk
günden beri söz verdik sizlere. Biz memleketin bu problemlerini en kısa za­
manda halledip kışlalarımıza döneceğiz.
Bizim asker olarak, memleket idaresinde gözümüz yoktur, hevesimiz de
yoktur. Bizi bu kadar coşkuyla karşılamanıza rağmen, her gittiğimiz yerde
karşılamanıza rağmen, Atatürk'ün dediği gibi, bu millete yaraşan en iyi idare
şekli cumhuriyettir, demokratik sistemdir. Biz buna inandığımız için, vatan­
daşın bunu istediğini bildiğimiz için, demokratik düzene tekrar döneceğiz. Me­
rak etmesinler, korkmasınlar...
Biraz daha akılları başlarına gelirse, ilerde, birkaç seçim sonra tekrar
adaylıklarını koysunlar, buyursunlar Meclise de girsinler.
Sevgili Vatandaşlanm,
Konuşmamı tamamlarken, son zamanlarda cereyan eden Ermeni meselele­
rine de değinmek istiyorum. Bazı hayasızca girişimlerde bulunan, bilhassa
yurt dışındaki Ermeniler, bizden toprak istemeye başladılar. Peki sorarım size,
A tatürk devrinden beri, hatta Osmanlı lmparatorluğu'nun en zayıf
dönemlerinden beri niye bizden toprak talep etmediler de, şimdi istemeye
başladılar. Çünkü memlekette katgaşalık, iç savaş tehlikesi başgöstermişti.
Akbabaların leşlere üşüştük/eri gibi, bunlar da acaba bizden "Birşey koparabi­
lir miyiz?" diye son zamanlarda seslerini yükseltemeye başladılar.

352
Türk milletinin çok sabırlı olduğunu, ama sabrı taştığı zaman önünde hiçbir
engel tanımayacağını, bunlar iyi bilfT)elidirler. Avrupa'nm birkaç şehrinde,
kendi kiliselerinde, kendi binalarında bombalar patlattılar. Bizim kur­
duğumuzu beyan ettikleri bazı kuruluşların bu olayları yarattıklarını ileri
sürdüler. Eğer biz böyle bir teşkildt kuracak olursak, öyle acemice işler yap­
mayız. Bizi buna mecbur etmesinler. Sabrımız taşmak üzeredir. Onlara gere­
ken cevap verilecektir. Ama, iftiharla söyleyebilirim ki yurt içindeki Ermeni
vatandaşlarımız, bunların yaptıklarından tedirgin olmaktadırlar. Katiyen tas­
vip etmemektedirler.
Bu vesileyle, yurt içindeki Ermeni vatandaşlarımıza da teşekkürlerimi ve en
iyi dileklerimi ulaştırıyorum. Biz bu topraklar üzerinde yaşayan ve Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı olarak bilinen herkesi bağrımıza basarız. Kafatasına
bakmadan, dinine bakmadan.fikriyatına bakmadan vatandaş olarak kabul ede­
riz. Ama o yurt dışındakiler, bulundukları ülkeden aldıkları cesaretle, bazı
olaylara sebebiyet verebiliyorlar. En son misal de Fransa'da, bir büromuzu
işgal etmeleridir. Bundan çok üzüntü duyduk. Bize dost olduklarını söyleyen
bu milletlerin dostluklarını göstermelerini bekliyoruz.
Konuşma bittikten sonra büyük tezahürat arasında Arnasya'dan ayrıldık,
aynı gün Ankara'ya döndük.
Bugün aynı zamanda 12 Eyül Harekaurun dokuzuncu ayı oluyordu. Doku­
zuncu ayını dolduran yönetimimiz, bu dokuz ay zaıfında çok işler başarmışu.
Başarıyı m illet görüyor, fakat eski siyasi partilerin bilhassa lider kadrosu
görmüyor, görmek de istemiyordu.
Basın da başarıyı dile getiriyordu. Bugünkü tarihli M illiyet gazetesinde bu
konuda çıkan başmakalenin bazı yerlerini buraya alıyorum:
"Bugün 12 Eylül"ün 9'uncu ayını doldurmuş bulunuyoruz. Dokuz ay, bir
milletin hayatında çok kısa, ama bir yönetimin iktidar dönemi olarak
değerlendirilince de, oldukça uzun bir süredir. Ama geçmiş dönemde o kadar
çok "9 aylar" bozuk para gibi harcandı ki... 1974 sonundan başlayan ve 12
Eylül 1980'e dayanan dönemi hatırlayalım ...
Bu açıdan, 12 Eylül'den bugüne kadar yaşanan 9 ay, ülke ve ulus için
yoğun geçmiştir... Bir derlenip, toparlanma dönemi sonunda, ülkede can ve
mal güvenliği yeniden sağlanmıştır. Ekonomide enflasyonist gidiş dizginlen­
miş ve yatırımlara yeniden hareket getirilebilecek arayışlar için ortam ya­
ratılmıştır.
Kısacası, 9 ay önce ne olacağı bilinmeyen bir ortamda yaşarken, şimdi
hepimiz ülkenin geleceğine güvenle bakıyoruz. Problemler yine sürecek,
değişik çözümler her zaman önerilecektir.

353
Ama biliyoruz ki, Türkiye 'nin geleceğinde bir iç savaş yoktur... Cinayet­
ler, toplum hayatına yön vermeyecektir. Artık oyunun kuralları, her alanda
belirlenmek durumundadır.
Yeni Türk toplumu, bir bebeğin ana rahminde oluşmasına eşit sürede, ye-
niden kendine gelmiştir.
Bu 9 ayda "12 Eylül iktidarı" hiç hiı,ta yapmamış mıdır?
Tabii elimizi vicdanımıza koyup, söyleyelim...
Defalarca oy verip seçtiğimiz düşüncemiz doğrultusundaki partilerin her­
hangi bir tanesi, böylesine ülkenin yarınına dönük tavizsiz politika izlemiş ol­
saydı, sevinmez miydik? Günlük politika tartışmalarımızda, tuttuğumuz parti­
nin ya da liderin nice hatalarını önmeye çalışmadık mı?
Her sandık başına gidişimizde kullandığtmız oyla mükemmeli mi aradık,
yoksa ehven-i şer'i mi?
Bütün bu düşüncelerin arasında, şimdi sağlıklı bir yarım ve çok partili de­
mokratik hukuk devletini kurmak görevi ile karşı karşıyayız!...
Geleceğin geçmişe benzememesini sağlamak, 12 Eylül iktidarına olduğu
kadar bize de düşüyor.
Çok 9 aylar geçecek daha.. İleride 12 Eylü/'ü, ülkenin olduğu gibi demok­
rasinin de kurtarılışı harekatı diye hatırlayacağız.
Buna inanıyoruz!... "

14 HAZİRAN PAZAR

Eşim Sekine oldukça iyi görünüyordu. Gerçi hıiHi daha sağ elini
kullanamıyor, sağ ayağında aksama sebebiyle bastonla yürüyebiliyordu ama,
konuşması oldukça açılmıştı.

Ben de bir hayli yorulmuştum. Birkaç gün de olsa dinlenmeye ihtiyacım


v ardı . Sekine'yi de Ankara havasından uzaklaştınnanın iyi olacağım
düşünerek, bugün Antalya Karpuzkaldıran Askeri Dinlenme Kampına gibneye
karar vermiştim. Bugün uçakla Antalya'ya hareket ettik. Beraberimde, Kara
Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin ile, Deniz Kuvvetleri Komutanı
Oramiral Nejat Tümer de geldiler. Bugün ve yarını kampta dinlenerek
geçirdim ! ..

Gazetelerde Amasya konuşmam hakkında çeşitli değerlendirme yazılan yer

354
aldı. Hemen hepsi konuşmamı olumlu karşılamışlar. Sağcı gazeteler Ermeni­
lerle ilgili kısımlan ele alarak makale yazmışlar, solcu gazete ve yazarlar ise;
"Bu dilencilikten kurtulacağız" pasajını alarak değerlendirme yapmışlar. Eski
siyasi liderlere ait olanları da, o liderlere çok yakın yazarlar, üstü kapalı bir
biçimde geçiştirmişler. Fakat genelde bütün yazarlar olumlu bir biçimde
değerlendirme yapmışlar.

Antalya'da ben bir hafta kalacağım. Hafta sonunda Sekine'yi bırakıp, Ersin
ve Tümer ile birlikte Ankara'ya döneceğim.

16 HAZİRAN SAU

Eski Bakanlardan Şerafettin Elçi ile Tuncay Mataracı'nın Yüce Divan'da


yargılanmalarına bugün başlandı. Suçlan, bize göre sabit gibi gözüküyor ama
mahkeme hiç belli olmuyor. B i r de bakarsınız, delil noksanlığından beraat de
edebilirler.

19 HAZİRAN CUMA

Antalya'da dinleniyorum . Sekine denize giremiyor ama kum banyosu


yapıyor, kumun altında buram buram terliyor. Yapma diyorum, dinletemi­
yorum . Kendisi eğer yazın kum banyosu yapmazsa; kışın sırt ve bel
ağrılarından kurtulamayacağına inanmış. Halbuki bu ağrıların kaynağı şeker
hastalığı. Şeker kontrol altına alınamadığı sürece, ağrıların kesilmesi mümkün
değil.

Gazetelerin muhabirleri günlerdir kamp civarında dört dönüyorlarmış. Be­


nim dinlenmemi ve denizde yüzmemi görüntüleyen fotoğraf çekmek
istiyorlarmış. Bu isteği bana ulaştırdıklannda "Peki, bugün gelsinler" dedim.
Boş zamanlarımda Platon'un (Eflatun) " Devlet" adlı kitabını okuyordum. Çok
enteresan yerleri vardı. Gazeteciler gelince kitabı bıraktun ve kendileriyle şöyle
bir kısa görüşme yaptım:

Sözlerime, Yunanlı filozof Eflatun'un okuduğum kitaptaki bir pasajını


okuyarak başladım ve "Görüyorsunuz tarih tekerrürden ibarettir. Efldtun'un
mildttan asırlarca önce söyledikleri şimdi tekerrür etmektedir. Burada bunları
okuyorum. Dinlendirici oluyor" dedim.

355
Arkasından turizm konusuna değinerek şunları söyledim:
"Valiliğe gittiğimizde turizm hakkında aldığım bilgiler fena değil. Ancak
çeşitli bakanlıklar arasında koordinasyon mesele olmuş. Bu konuya üç Ba­
kanlık birden karışıyor. Bildiğiniz gibi Antalya'da Turizm Gelişim Projesi uy­
gulanıyor. Bu projeye, Turizm, İmar İskan ve Tarım Orman Bakanlıkları
karışıyor. Örneğin turistik bir tesise orman içerisinden yüksek gerilimli elek­
trik veya PTT hattı geçecek, Orman Genel Müdürlüğü bu yatırımın yüzde
üçünü bana vereceksin demiş, Türkiye Elektrik Kurumuna ayrılan yatırım
ödeneğinin yüzde üçünü Orman İdaresine vermezseniz, bu hattı geçirmem
demiş. O turistik tesise PTT idaresi telefon hattı çekecek, veya Türkiye Elek­
trik Kurumu elektrik götürecek, Orman İdaresi olmaz diyecek. Sanki ba­
basının tarlasından yer veriyormuş. Vaktiyle kanun böyle çıkmış."
Maalesef durum böyleydi. Bu yüzden birçok turizm yerleşim bölgelerine
elektrik, telefon gibi hizmetler götürülememiş. Sonra bu aksaklıklar düzeltildi
de, turizm aİarunda hızlı gelişmeler sağlanabildi. ·

20 HAZİRAN CUMARTESİ

Bugün TKP-ML partizan örgütünün 32 militanının silahlı çatışma sonucu


4'ü yaralı olmak üzere hepsinin gizlendikleri evde ele geçirildiğini öğrendim.
Gerçi daha evvel gerçekleştirilen operasyonlarla bu örgüt çökertilmişti ama,
yakalanan 32 militanın örgütü tekrar faaliyete geçirebilmek amacıyla
çalışmalarını sürdürdükleri anlaşıldı. Operasyon sonunda militanların sak­
landıkları evde, öldürmeyi planladıkları kişilerin listesi de ele geçti.

22 HAZİRAN PAZARTESİ

Sekine'yi Antalya'da bırakıp, Ersin ve Tümer paşalarla birlikte Ankara'ya


döndüm. Bir haftalık da olsa, Antalya'daki dinlenmem yararlı oldu
zannediyorum ...
Bugün Fransa'da yapılan genel seçimlerin sonuçlan da belli oldu. Mitte­
rand'ın başkanı olduğu sosyalist parti tek başına iktidarı almış görünüyor.
Esasında, Fransa ile ilişkilerimiz Ermeni meselesinden dolayı hiç de iyi değil.
Öyle tahmin ediyorum ki, bundan sonra daha da kötüleşecektir.
İran'dan gelen haberler de hiç iç açıcı değil. Humeyni rejimi mütemadiyen
356
insan idam ediyor. Yüzlerce İranlı yeni rejim tarafından tasfiye ediliyor. Makfil
birisi olan Başbakan Beni Sadr, batı kültürü görmüş, aklı başında bir devlet
adamı idi. Demek ki onun da başı gidecekti ki, kendisini yurt dışına atmak
lüzumunu hissetmiş. Yerine kimbilir kim gelecek. Öyle görülüyor ki, İran'da
mollalar her sahada duruma hfilcim olacaklar.

25 HAZİRAN PERŞEMBE

Hatırlanacağı üzere Avrupa Parlamentosu Mart sonlarında bir karar alarak


Türkiye'ye iki aylık bir süre tanımış, bu iki ay içinde demokrasiye dönmezse
Avrupa Parlamentosundan sözde Türkiye'yi çıkartacaktı.

İki aylık süre dolmuştu. Fakat Avrupa Parlamentosunda hava müspet yöne
dönmüş ve evvelce komünist ve sosyalist parlamenterlerin oylarıyla alınan bu
karar şimdi parlamentoda yeniden gündeme gelmişti. Adı geçen parlamento­
nun siyasi komisyonunda komisyon başkam Von H assel'in bu sefer
hazırladığı rapor bizim lehimize idi. Nitekim raporda; "Komünist blokun
Türkiyeyi Avrupa ve NATO'dan koparmaya çalıştığı, 12 Eylül müdahalesinin
milli bir savunma hareketi olduğu, Milli Güvenlik Konseyi'nin görevi en kısa
zamanda sivil bir yönetime devredeceği, Türkiye'deki askeri yönetimle, Yuna­
nistan'daki albaylar cuntasım karşılaştırmaya imkan olmayacağı, 12 Eylül
öncesinde Türkiye'deki durumun bir iç savaş öncesini andırdığı ve ülkenin
parçalanmaya doğru gittiği, Sovyetler Birliği ve onun uydularının Türkiye'de
istikrarsızlık yaratmak amacıyla faaliyet gösterdikleri" belirtildikten sonra,
"Türkiye'de demokrasiye dönülmesi için Türkiye-AET ilişkilerinin daha da
geliştirilmesi ve ekonomik yardımın artırılması gerekir" deniyordu.
İki ay evvel aleyhimizde alınan kararda belirtildiği üzere parlamenterler otu­
rumda çok az bulunmuşlardı. Şimdi anlaşılıyor ki, liberaller, hıristiyan de­
mokratlar ve muhafazakar parlamenterler çoğunluğu sağlamak suretiyle bu
kararı genel kuruldan çıkaracaklar.

Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) için İstanbul


�ıkıyönetim Askeri Mahkemesince açılan davaya bugün başlandı .
Savcı iddianamesinde; "DİSK, masum halk kitlelerini ve işçileri eylemle­
riyle bir silah olarak kullanıp Türkiyeyi 12 Eylül ortamına getirdiği, komünist
bir düzen kurulması için eylemlerde bulunduğu,
15-16 Haziran 1970 İstanbul olayları başta olmak üzere devlete karşı ey­
lemlerin DİSK tarafından düzenlendiği,

357
DİSK yöneticilerinin anayasayı zorlayarak degiştirmeye kalkışmak, devleti
yıkarak yerine Marksist-Leninist bir nizam getirmek amacı ile toplu eylemler
tertip ettikleri" gibi iddialarla DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk ve 5 1
DİSK'li arkadaşının idamını istemiştir.
Savcılar hep böyle en ağır cezayı ister fakat sonunda bakarsınız 3-5 sene
hapis hatta beraatle neticelenir. Dava sonunda, bu kadar kişinin idama mahk1lm
edileceğini hiç tahmin etmiyorum. Böyle ağır bir ceza talebi yurt içinde ve
özellikle yurt dışında çok menfi etki yapıyor. Avrupa'darı, Türkiye'de sendi­
kacılardarı 5 1 kişi idam edilecek diye yaygara koparılmaya başlanıyor.

28 HAZİRAN PAZAR

14 Haziran'da Antalya Karpuzkaldırarı Askeri Dinlenme Kampına götürüp


bıraktığım Sekine'yi bugün Ankara'ya getirdim. Zira Temmuz ayı Antalya'da
çok sıcak yapar. Hastalığına zarar verebilirdi. Temmuz ortalarına doğru Er­
dek'teki dinlenme kampına götünneyi düşünüyorum.

29 HAZİRAN PAZAR'.fESİ

Bugün Kurucu Meclis hakkındaki karıunu kabul ettik. Bir haftadır üzerinde
görüşmeler yaptığımız kanun, son şeklini aldı ve böylece teklif yasalaşmış
oldu.
Kanuna göre; Kurucu Meclis; Milli Güvenlik Konseyi ile, 1 60 üyeli
Danışma Meclisinden oluşacak.
Kurucu Meclis, yeni Anayasayı ve Anayasarıın halk oyuna sunuluş karıu­
nunu,

Bu Anayasa ilkelerine uygun olarak Siyasi Partiler Karıununu,


Seçim Kanununu,
Yeni TBMM kurulup fiilen göreve başlayıncaya kadar, kanun koyma,
değiştinne ve kaldınna suretiyle yasama görevlerini yerine getirecektir.
Danışma Meclisinin 120 üyesi illerden gelen, 40 üyesi ise Milli Güvenlik
Konseyince doğrudan seçilecek üyelerden oluşacak.

İllerden seçilecek adaylar, Valiye dilekçe ile müracaat edecekler ve bunlar

358
arasından kanunda gösterilen şartlan taşıyanlar her ile verilen kontenjanın üç
misli aday Valilikçe Milli Güvenlik Konseyi'ne bildirilecek, Milli Güvenlik
Konseyi de gelen üç misli aday arasından her il için tespit edilen kontenjana
göre kat'i seçimi yapıp kedisine bildirecektir.

Danışma Meclisince kabul edilen yasalar Milli Güvenlik Konseyinde


görüşülecek, burada kabul edilen şekliyle kanun kabul edilip resmi gazetede
yayınlanacakur.

Kanunun ana noktalan bunlardı.

Mühim bir görevi yerine getirmiştik. Bütün mesele illerden gelecek adaylar­
la, doğrudan Milli Güvenlik Konseyi'ne başvuran adaylar arasından en
iyilerini seçebilmekte idi. Vilayetlere emir verilerek asker orijinli olanların
seçilmemesini, asker orijinli olanların Milli Güvenlik Konseyince doğrudan
seçileceğini belirttik. Bunun sebebi; Valilerin bize yaranmak için hep asker ori·
jinlilere ağırlık vermelerini.. önlemekti. Ben de arkadaşlara 1 60 üye içerisinde
asker orijinli üye sayısının 20-25'i geçmemesini bildirdim. Kamuoyunda hep
asker olanı Meclise soktular gibi kötü bir dedikoduya sebebiyet vermek iste­
miyordum.

lO TEMMUZ CUMA

Bugün Milli Güvenlik Konseyi olarak toplandık. Bu toplantıda Danışma


Meclisinin 23 Ekim günü saat 1 0.00'da en yaşlı üyenin başkanlığında toplan­
ması kararını aldık ve yayınladık. Böylece; aylardır basını, dış ülkeleri ve bu
arada içeride kamuoyunu alfilc.adar eden ve açıklanması istenen bir karan almış
oluyorduk.

Aldığımız bu karar içerisinde; Danışma Meclisine üye olacakların Valilere


ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanlığına nasil ve ne zaman müracaat edecekle­
ri , Valilerce seçilecek üye adaylarının seçiminde gözönünde bulundurulacak
hususlar da yer alıyordu.

359
18 TEMMUZ CUMARTFSİ

Bugün Nurettin EIBin, Tahsin Şahinkaya ve Sedat Celasun ile birlikte Er­
dek askeri dinlenme kampına gittik. Sekine'yi de birlikte götürdüm. Birkaç
gün bura�a kalacağım.

Pazar günü Konsey Üyesi arkadaşlarla beraber bir motorla Marmara ada­
lannı dolaştık. Çok sıcak vardı. Kampa döndüğümüzde serinlemek için denize
girmek istedim. Mayomu giyip ayaklanma tokyoyu geçirdikten sonra üç basa­
mak merdivenden inerken, daha birinci basamağa basar basmaz, su ile
yıkanmış olan mermer merdivenden ayağımın kaymasıyla birlikte sırt üstü ve
belimin üzerine düştüm. Bir müddet şok geçirdim, hereketsiz öylece kaldım.
Koruma polislerinin kaldırmak istemelerine mani oldum. Tam bu sırada Se­
kine'nin de motel odasından dışanya çıktığını gördüm. Yüzü sararmış olarak
bana bakıyordu. Kendimi toparladım, yardımla ayağa kalktım ve odaya gir­
dim. Doktoru çağırdım, yüzü koyun yatmış olduğum halde muayene etti. Beli­
min hemen solu merdivenin keskin yerine isabet ettiği için bir hayli zedelenmi ş
ve kan toplamış. Eğer birkaç santim sağına isabet etmiş olsa bel kemiğinin
kınlması ve dolayısıyla bir felç durumunun da bende olması işten değilmiş.
Allah saklanuş. Tedavisi iki gün Erdek'te ve haftalarca Ankara'da devam etti.
Bu kazanın hemen akabinde doktor, Sekine'nin tansiyonunu ölçtü 20'yc
yükselmiş. Kendisini teskin ettim. Birşey yok merak etme dedim ama, hayli

ağn çekiyordum. ·

2 1 Temmuz günü Sekine'yi dinlenme kampında bırakarak Konsey Üyesi


arkadaşlarla birlikte Ankara'ya döndük.

22 lEMMUZ ÇARŞAMBA

Atatürk'ün doğumunun l OO'üncü yılı dolayısıyla yapılan program


gereğince Erzurum bölgesinde auşlı bir tatbikat yapılacaku. Hem o tatbikatı iz­
lemek ve hem de bundan istifade ile Erzurum ve Trabzon'da halka hitap ederek
halkımıza bazı mesajlar vermek istiyordum. Bunun için bugün Konsey Üyesi
arkadaşlarla birlikte Erzurum'a gittik. Yarın Erzurumlu v atandaşlarıma hitap
edeceğim.
·

360
23 TEl\nıUZ PERŞEMBE

Sabahleyin havuzlu meydanda toplanmış çok büyük bir kalabalığa karşı


yaptığım konuşmamın önemli gördüğüm birkaç pasaj ını buraya almak
istiyorum:
Sevgili Erzurumlular, 12 Eylül günü radyo ve televizyon konuşmalarımda
ve ondan sonra yurdumuzun muhtelif bölgelerinde yaptığım konuşmalarda ve
yerli-yabancı radyo, televizyon ve basın mensuplarına verdiğim beyanatlarda
ifade ettiğim gibi, yaptığımız program çerçevesi içerisinde demokrasiyi
yeniden kurma çalışmalarımızı adım adım uygulamaktayız. Dikkat ederseniz
demokrasiye yeniden dönmek demedim. Demokrasiyi yeniden kurmak tabirini
kullandım. Çünkü yeniden dönmek demek 12 Eylül öncesi duruma dönmek
demek olacağından bu tabiri kullanmadım. O günlerin acısı hdla yüreklerimizi
yakıyor. Bu millet dejenere edilmiş ve yaltıtz adı kalmış bir demokrasi
yüzünden Sakarya Muharebesinde verdiği zayiattan daha fazlasını 1 1 Eylül
akşam111a kadar verdi, hem de damarlarmda aynı kam taşıyan, aynı topraklar
üzerinde yaşayan aym dine sahip, aynı dili konuşan kişiler birbirlerini
öldürerek bu zayiatı verdi. Bu millet yine aynı noktaya gelmek istemiyor. Aynı
korkunç günleri yaşamak istemiyor. Vatandaş kanı ancak toprak
bütünlüğünün muhafazası, ulusun bağımsızlığı uğruna akıtılır. O zaman
akıtılan kanlar helal olur. Türk milletininfedakar anaları ancak o günler için
akıtılan evlat kanlarına katlanabilir ve ancak o gibi kişiler şehitler mertebesine
ulaşabilirler. İşte bunun içindir ki attığımız her adımı dikkatli ve temkinli atıyor
ve fazla acele etmiyoruz. Doğruluğuna inandığımız ve milletin de inandığı yol­
da azimle ilerliyoruz. Göreve başlar başlamaz evvela yurtta sükan ve huzurun
sağlanmas111a birinci öncelik verdik ve bunda büyük ölçüde muvaffak olduk.
Bugün artık günde ölenlerin sayısı bir rakamının altuıdadır. Hatta öyle hafta­
lar oluyor ki bir hafta süreyle bir tek kayıp vermiyoruz. Bunu sıfıra indireceğiz
diyemiyorum ve hiçbir zaman da diyemeyeceğim. Çünkü dünyamızın içinde
bulunduğu ortam bunu bana söyletemiyor. Tarih sayfalarını karıştıracak olur­
sak, harp türlerini nasıl değiştiğini rahatlıkla görebiliriz. Çok eski zamanlarda
nasıl ki din harplerin sebebi olmuş ise, bugün de gizli ve sinsi bir harp türüyle
karşı karşıyayız. Bu gizli ve sinsi harbin sebebi de ideolojiktir. Bu ideolojik
savaşta kendi ideolojisini kabul ettirmek isteyen ülkeler, kendi vatandaşının
kanını dökmeden yalnız para harcayarak propaganda dediğimiz silahı kullana­
rak, hedef olarak seçtiği ülkelerin insan/arma kendi kanlarını akıttırarak gaye­
sine ulaşmak istemektedirler. Bu ideolojik savaş daha uzun süre devam ede­
cektir. Kendisini bu savaşa hatırlayan ve savunma çarelerini zamanında

361
alabilen milletler savaşın etkisinden kurtulabilecekler, alamayanlar lokma lok­
ma yutulacak/ardır. Ülkemiz de hedef olarak seçilen ülkeler arasında idi.
Maalesefbu husus zamanında teşhis edilemedi. ZAıten bir hastalık teşhis edile­
mezse, ilacı da bulunamaz. İlacı da bulunamadığı içindir ki hastalık bütün
vücudu sardı. İşte bu durumda iken her zaman olduğu gibi, her devirde
olduğu gibi, Türk Silahlı Kuvvetleri, milletten aldığı güçle duruma elkoymak
zorunda kaldı ve hastalığın tedavisine başladı. Bu hastalığın ilacı, birlik ve ber­
aberlik ruhunun yeniden canlandırılması ve kaybolan kanun ve nizam hakimiy­
etinin tesis edilmesiydi. Biz bunları yaptık.
Sevgili Erzurumlular,
Kalkınma çabalarımızın başında eğitim gelmektedir. Eğer bugüne kadar
çağdaş medeni ülkeler seviyesine çıkamamış isek, bunun baş sebeplerinden bi­
risini milleti okutamamış olmamız teşkil etmiştir. Cahil bir kişinin yaptığı işle
okumuş bir kişinin yaptığı arasındaki farkı günlük yaşantımızda görmekteyiz.
Dünyanın yuvarlaklığına inanmayan, aya yıldızlara gidildiğine inanmayan in­
sanların bulunduğu bir ülkede elbette kalkınma ağır olur. Çocuklarını,
küçücük çocuklarını devletin okullarına göndermeyip gizli yerlerde hainane
emellerini gerçekleştirmek için kuran kursu açan cahil kişilere teslim eden ana
ve babalara sesleniyorum: Bunu yapmaya hakkınız yoktur. O çocuk ileride si­
zin yaşınıza geldiğinde size belki de ldnet edecektir. Bu vebal altında kalma­
manız için çocuğunuzu devletin okullarında okutunuz. Kız-erkek ayırımı yap­
madan okutunuz, artık yeni aldığımız bir kararla ilk ve ortaokullarla liselerde
mecburi din dersi konacaktır. Bu suretle çocuklarınız din bilgisini bu okullarda
alacaklardır. Bugün Batılı ülkelerin çoğunda okullarda din dersi verilmektedir.
Laikliğin dinsizlik demek olmadığını muhtelif vesilelerle dile gitirmiştim.
Okullarımıza mecburi din dersi koymakla idik/iğe aykırı davranmış olmayız.
Atatürk de "Dini cehlin elinden alıp ehlin eline vermek gerekir" demiş ve Tev­
hidi Tedrisat Kanununu çıkarmıştır. Fakat okullarımızda din bilgisi ehil kim­
seler tarafından verilmediğinden, çocuklarımız ya hiç din terbiyesi alamamış
veya cahillerin elinde kalmıştır. Bunun içindir ki okullarımıza din dersi koya­
cağız ama müsaadesiz kuran kurslarıyla da amansız mücadele edeceğiz.
Çocuklarınızı okutunuz. Mümkün olduğu kadar gücünüz yettiği kadar okutu­
nuz.
Konuşmamı yaptıktan sonra Kendi kendime sordum. Acaba okullara w­
runlu din dersi koyduracağız demek.le hata mı ettim? Şimdiden kendimizi
bağlamış olmadık mı? İleride Anayasa yapılırken kanunlaştıramazsak yalancı
durumuna düşmüş olmaz mıyız?

362
25 TEMMUZ CUMARTF.Sİ

Dün Erzurum'dan Trabzon'a geçtik. Burada da yine çok büyük bir kala­
balığa hitap ettim. Hitabımın ancak bir bölümünü buraya alıyorum:
Sevgili Trabzonlular, Değerli Hemşehrilerim,
Aziz vatanın ziyaret ettiğimiz her köşesinde olduğu gibi sizlerin yarattığı bu
anlamlı topluluk, 12 Eylül'de ulaşmayı vaadettiğimiz hedeflere doğru gidişte,
çalışma azim ve gayretlerimizi yeniledi. Bu yüce millet kendisine doğru yolda
hizmet edenleri daima bağrına basmış ve onlara güç vermiştir. Siz de bizlere
güç veriyorsunuz. Sizlerden aldığımız bu güçle Türkiye'yi anarşi ve terörden
temizlenmiş, ekonomik gelişmesini sağlam temeilere dayandırmış ve demokra­
tik parlamenter bir rejime kavuşmuş olarak yeni yönetime devredeceğimizi an­
cak, bunu yaparken işleri aceleye getirip yarım yamalak bırakıp gitme­
yeceğimizi de belirtmek isterim. Biliyorum bunu böyle söyledim diye içeride
ve dışarıda ve özellikle dışarıda menfi propaganda yapacaklar çıkacaktır.
Memleketini terk ederek dış ülkelere sığınmış ve oralarda kendileri gibi
kişilerle birleşerek vatanının parçalanması pahasına örgüt kurmuş hainler her
konuda olduğu gibi bunu da kullanacaklardır. Bizim demokrasi,yi yeniden kur­
ma çalışmalarımızın programını vermediğimizi, normal seçimlerin ne zaman
yapılacağını açıklamadığımızı söyleyeceklerdir. Bunu bizden dostlarımız da
soruyor. Bizim onlara verdiğimiz cevap şudur: Zamanı geldiğinde
açıklayacağız. Demokratik parlamenter sisteme döneceğiz ama sizin istediğiniz
için değil, bu millet istediği için ve bu millete yakışır idare şekli olduğu için
döneceğiz.
Bir binanın birinci katı tamamlanmadan ikinci katına başlanmaz. Onların
bütün istedikleri nedir biliyor musunuz? Biz bu planlarımızı şimdiden verelim,
onlar da hainane planlarını buna göre tertip/esinler, yapsınlar. Biz onların bu
planı yapmalarına imkdn vermeyeceğiz. Taarruz edecek bir ordu taarruz gün
ve saatini herhalde birkaç gün evvelinden düşmana ilan etmez. Bizim de
karşımızda bir düşman vardır. Taarruz planımızı şimdiden açıklayamayacağız.
Zamanı geldiğinde açıklayacağız, onlara o planları yapmasına fırsat
vermeyeceğiz. Başlangıçta çizdiğimiz plan ve program çerçevesinde hedefi­
mize doğru emin adımlarla ilerliyoruz. Bu adımlar daima ileriye doğru olmak­
tadır. Hiçbir zaman geriye adım atmadık, bundan sonra da geriye doğru adım
atmayacağız. Birçok dostlarımız bize yardımcı olmak maksadıyla bazı
girişimlerde ve tavsiyelerde bulunuyorlar. Eksik olmasınlar ama biz de onlar-

363
dan kendi ülke/erindeki bizim örgüt meruup/arına inanmama/arım Türk toprak­
ları üstünde yaşayan 45 milyon vatandaşın sesine kulak vermelerini istiyoruz.
Ateş düştügü yeri yakar. Bu ateş bize düştü. Yarın öbürsü gün onlara da
düşebilir. Düşmesini arzu etmeyiz ama düşecek olursa, o zaman bu ateşin
etrafı nasıl yaktıguıı göreceklerdir. Eger bu anarşi ve terörle etkili mücadele
yapmazlarsa, vaktiyle bizde oldugu gibi demokrasinin gereğidir diyerek her
yapılan kanuruuz hareketi hoşgörü ile karşılarlarsa korkarım bu ateş onları da
yakacaknr. Bu vesileyle yurt dışındaki vatan111a gönülden bağlı vatandaşlarıma
buradan, Trabzon'dan sizlerin huzurunda seslenmek istiyorum. Yüce Türk
milleti ve aziz vatanımız aleyhinde basın, radyo ve televizyonda sürdürülmek
istenen bu yıkıcı faaliyetlere itibar etmeyiniz diyorum. Atatürk ilkeleri etrafmda
birleşmiş milletimizin kendi isteklerine en uygun şekilde kurulacak
özgürlükçü, demokratik bir rejimin seçimle iktidara gelecek yönetime ülkeyi
devredinceye kadar bu çatlak seslerden etkilenmeyiniz diyorum. Yurt içindeki
vatandaşlarımız bundan etkilenmiyor ama dışarıdaki vatandaşlarımız sizler gibi
hergün burada yapılanları göremediklerinden bunlardan etkilenebiliyor. Onun
için buradan onlara hitap etmek lüzumunu hissettim.

.30 TEMMUZ PERŞEMBE

Yarından sonra Şeker Bayramı. Bayramı eşim Sekine ile birlikte geçirmek
için Erdek'c gittim. Bayramı Erdek Dinlenme Kampında geçireceğim ve bu
arada Ağustos'un ilk haftası içerisinde toplanacak ve terfileri görüşecek olan
Yüksek Askeri Şura Toplantısının hazırlık çalışmalarını da kampta yapacağı.m .
Dikkat edilecek olursa bir hayli zamandan beri terörist eylemlere ve yakala­
nan terör örgüt mensuplarına değinmiyorum. Zira o kadar azaldı ki, arada
sırada yakalananları da buraya kaydetmek lüzumunu duymuyorum.
Bayramın son gününe kadar Erdek'te kaldım. Büyük kızım Şenay'la ko­
casının Brüksel'de kalış süreleri doldu. Ağustos'un 1 7'sine doğru kara
yoluyla dönecekler. Kızı Ayça ile kayınvalidesi daha evvel uçakla Türkiye'ye
dörunüşlerdi, bizde kalıyorlar. Ayça ile babaannesi de Erdek'te Sekine'nin
yanında kalıyorlar.
Bayram benim için tatsız geçti. Sekine'nin hastalığı beni çok üzüyor. Ken­
disi de çok üzgün. Her türlü ihtimam gösteriliyor fakat el ve ayakların durumu
aynen devam ediyor. Daha kötüye gitmesin de, ben bu duruma razıyım.
Şeker Bayramı süresince yurt sathında da önemli bir olay cereyan etmedi.
Sakin ve huzur içinde bir bayram geçirildi. Yurt dışındaki işçilerimizin de bu

364
tatilden istifade ile akın akın Türkiye'ye gelmeleri, yurdumuzda sağlanan hu­
zur ve güvenin en iyi delili sayılıyor. Evvelce ölüm korkusu yüzünden vatan­
daşlarımızın yurda izinli gelişleri çok kısıtlı oluyordu.

5 AGUSTOS ÇARŞAMBA

Bayramın üçüncü günü olan 3 Ağustos günü akşam üzeri Erdek'ten Anka­
ra'ya dönmüştüm.
Bugün Yüksek Askeri şara toplandı. Generalliğe yükselecek albaylarla, bir
üst rütbeye yükselecek general ve amirallerin duruma görüşülecek. En zor
görevlerden birisi. İnsanı tartmak o kadar zor ki; senin iyi dediğine başkası iyi
demiyor. Haksızlık yapmamak için bugüne kadar çok gayret sarf ettim. Aynı
gayreti bu ŞOrada da göstereceğim . Her ŞOra üyesi arkadaşımın
değerlendirmesine hürmet gösteriyorum. İnşallah iyi netice alır ve aldığımız
kararlar milletimiz ve Silahlı Kuvvetlerimiz için hayırlı olur.
Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliği görevi ile Devlet Başkanlığı
Genel Sekreterliği görevini birlikte yürüten Orgeneral Haydar Saltık'ı İstanbul
1 'inci Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığına ve 1 'inci Ordu ve Sıkıyönetim
Komutanı Orgeneral Necdet Üruğ'u da Saltık'ın yerine tayin etmeyi plan­
ladım. Esasen Saltık'ın.kıt'aya çıkması da gerekiyordu. İki senelik Orgeneral
olmuştu. Orgeneral Üruğ aynı zamanda Kara Kuvvetleri Komutan
Yardımcılığını da yürütecektir.

9 AGUSTOS PAZAR

Yüksek Askeri ŞOra çalışmalarını dün bitirdik. Terfileri ve tayinleri yapıp


imzaladıktan sonra. dün öğleden sonra Gelibolu'ya gittik. Atatürk yılı do­
layısıyla o bölgede "Anafartalar Kahramanı 8 ı " tatbikatı planlanmıştı. Hem
onu izleyecek ve hem de ı.o Ağustos günü Conkbayın'nda yapılacak törene
katılacakUk. Aynı gün Çanakkale'de halka hitaben bir konuşmam olacaktı.
Tatbikatı müteakip Conkbayın'na gittik. Orada Çanakkale muharebelerine
iştirak etmiş gaziler, bir kısım halle ve yine Çanakkale muharebelerine iştirak
etmiş İngiliz, Avustralya, Yeni Zelandalı muharipler de vardı. l OO'üncü Yil
dolayısıyla yapılmış anıtı açtıktan sonra aşağıdaki konuşmayı yaptım:

365
Kıymetli Silah Arkadaşlarım,
Hepinizin bildiği gibi J'inci Cihan Harbinde Çanakkale'de bu bölgede ce­
reyan eden muharebeler, Cihan Harbinin 4 sene uzamasına sebep olmuştur.
Eğer, buradaki Türk Ordusu mağlup olup Boğaz işgal edilseydi, belki de
Birinci Cihan Harbi çok evvel sona ererdi. Uzama sebeplerinin başında bura­
daki muharebeler gelir. Şu anda, Türk topraklarının ve boğazların isti/asım da
önleyen çok önemli muharebelerin cereyan ettiği bir bölgede bulunuyoruz.
Evet, burada çok kayıp verdik. Hem Türk tarafı, hem karşı taraf .. Türkler
213 .500, İngiliz, Fransız ve Anzaklar da 265 bin zayiat verdi.
Türk tarafının verdiği bu zayiat 4 sene devam eden 1 'inci Cihan Harbinde
bütü11 Türk Silahlı Kuvvetlerinin verdiği zayiatın yüzde 22'sini teşkil eder. De­
mek ki, bütün zayiatın dörtte birini bu topraklarda bu ufacık yerde vermişiz.
Muharebeler bu kadar cana malolmuştur ama, Türk milletine bir Atatürk ka­
zandırmıştır. Eğer bu muharebeler cereyan etmeseydi ve buradaki emir­
komutayı Atatürk almasaydı, bir Atatürk doğmayacaktı. Onun.için akıtılan bu
şehit kanlarını bütün millet heldl etmiştir.
Bu zaferin kazanılmasmda elbette Türk askerinin paha biçilmez kahra­
manlıkları büyük rol oy11amıştır. Ama şunu da itiraf etmek lazımdır ki,
Atatürk'ün üstün sevk idare kabiliyeti ve dehası da bu muharebelerin ka­
zanılmasında başlıca rolü oynamıştır.
O 'nun burada verdiği emri hepiniz bilirsiniz. "Ben size taarruzu
emretmiyorum, ben size ölmeyi emrediyorum " demiştir. "Ölünceye kadar
geçecek zaman içerisinde de ar1'adan yeni kuvvetler, yeni komutanlar gelir, bi­
zim yerimizi alır" emir buyurmuşlardır ve bu muharebe/er böylece ka­
zamlmıştır.
Bu emir tarihe geçecek bir emirdir. Hiçbir orduda bir komutan maiyetine
ölümü emretmez. Ama Türk askerine Atatürk burada bunu söyleyebilmiş ve
Türk askeri de hiç çekinmeden, sakınmadan en ön siperlere atılmış ve canını
feda etmiştir. Hatta Atatürk'ün hatıratından şu satırları nakledebilirim size:
"Karşı cepheler o kadar yakın ki, birinci cephede bulunanlar iki-üç dakika
içe_risinde ölüyorlar, düşmanın kesif ateşi; bombardımanı karşısında . . . Ve
ölenlerin yerini ikinci hatta bulunanlar işgal ediyor. " Hatıratında şöyle devam
ediyor Atatürk: "İkinci hatta bu/unlar, birkaç dakika içinde öleceklerini biliyor­
lar. Onun için okuma-yazma bilenler ellerinde Kuran-ı Kerim, bilmeyenler de
Kelime-i Şehadet getirerek, derhal atılıyorlardı. " Ve sonunda ilave ediyor:
"Çanakkale muharebeleri bu ruh ve cesaret sayesinde kazanılmıştır. "
Ve sevgili arkadaşlarım, kıymetli konuklar, zaman geçiyor, Atatürk Cum-

366
hurbaşkanı oluyor. O tarihlerdeki içişleri Bakanı Şükrü Kaya tören için
Çanakkale'ye gidecek. Atatürk, Şükrü Kaya'ya "Herhalde şehitleri ziyaret
edersiniz" diyor. Kaya da . "Tabii edeceğim Paşam " şeklinde cevap veriyor.
Atatürk devam ediyor, "Orada konuşma yapacaksınız herhalde . " Kaya da
"Evet yapacağım '' diyor. Atatürk devam ediyor: "Herhalde yapacağınız
konuşmada ey kahraman Türk şehitleri sizler, göğsünüzü düşmana siper etti­
niz, kahramanca savaştınız ve bu toprakları sizler korudunuz

diye söze
başlayacaksınız ve bu şekilde konuşacaksınız zannederim. "
Şükrü Kaya "Evet, öyle konuşacağım Paşam" karşılığını veriyor. Atatürk
"Hayır öyle konuşmayacaksınız" diyor ve kendisine yazılı olarak ertesi günü
konuşma metnini veriyor. Şimdi, Atatürk'ün Şükrü Kayaya verdiği konuşma
metninden bir pasaj okuyorum: "Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını
döken kahramanlar; burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükan
içinde uyuyunuz. Sizler, mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak
diyarlardan evldtlarını harbe gönderen analar, gözyaşlarınızı dindirin.
Evlatlarınız bizim bağrımızdadır/ar, huzur içindedirler ve huzur içinde rahat ra­
hat uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim
evldtlarımız olmuşlardır. " Atatürk bu kadar insan kanının akıtıldığı, kendisi­
nin de burada bir şarapnel parçasıyla yaralandığı bir muharebenin sonunda
bütün düşmanlıkları unutuyor. Ve burada canını veren müttefik kuvvetlerin
personeline dost gözüyle bakıyor ve onları da evlat kabul ediyor.
Elbette buraya savaşmaya gelen o askerler, isteyerek gelmediler. O za­
manın iktidarı, iktidarları bunu böyle kararlaştırdılar ve o askerler de emre u­
yarak geldiler. Buradan şuraya dönmek istiyorum: Eğer devletler birbirine
düşman olmazlarsa, bir zaman gelir aralarında düşmanca ilişkiler bulunan mil­
letler dahi dost olurlar.
Şimdi şu manzaraya bakın. Bir zamanlar karşı karşıya muharebe ettiğimiz
devletlerin mümessilleri karşımızdalar, bizimle beraber bu merasime
katılıyorlar. Müttefiklerimiz ve dostwnuz olarak. O halde devlet adamlarına ve
hükümetlere düşen görev, halkları birbirine düşman etmemektir. Eğer halklar
birbirine düşman olıusa işte o zaman hangi iktidar gelirse gelsin bu düşmanlığı
ortadan kaldıramaz.
Türk milleti bugüne kadar hiçbir kimseye karşı düşmanlık beslememiştir.
Harbetmiştir. Topraklarını korumak için harp etmiştir. Kanını dökmüştür, bu
topraklardan bir karışını vermemek için dökmüştür. Ama kimseye karşı bir
düşmanlık beslememiştir. Şu anda ben de yüzbinlerce Çanakkale şehidimize
ve onlarla çarpışan lngiliz, Fransız ve Anzak Ordusunun kahramanlarının ruh­
larına seslenmek istiyorum: O zaman birbirinizle düşmanca çarpıştınız. Fakat
mezar/arınız yan yana ve dostça bu topraklar altında uyumaktasınız. Dünya

367
yaşadıkça hepinizin gösterdiği kahramanlık ve fedakarlıklar, özellikle bizim ta­
rafımızdan unutulmayacaktır. Mezarlarınızın başında yükselen anıtlar bunun
şahididir. Onlar da sizin ruhlarınız gibi so11suza kadar yaşayacaktır. Artık siz­
ler bu toprakların evlatlarısınız, ·mezarınızda rahat uyuyu11uz.
Geceyi Gelibolu Orduevinde geçirdik. Yann Çanakkale'ye geçecek ve ora­
da halka hitap edeceğim.

15 AGUSTOS CUMARTESİ

Danışma Meclisi üyelikleri için doğrudan Milli Güvenlik Konseyi'ne


başvuracakların başvurma tarihi bugün sona erdi. Şimdiye kadar 1 1 . 1 25 kişi
müracaat etmiş. Bunlann içinden 40'ı seçilecek. On binin üzerindeki bu aday­
lardan 40 kişiyi seçmek bir mesele olacak. Bu kadar müracaatı beklemiyorduk.
B ir de vilayetlerin göstereceği adaylar gelecek. Vilayetlere müracaat tarihi ise
1 5 Eylül'de sona eriyor. Onlar gelinceye kadar doğrudan seçilecek 40 aday
üzerindeki çalışmalar yarından itibaren sekreteryada başlayacak.

18 AGUSTOS SALI

Bugün kabul ettiğimiz iki kanunla sol örgütlere mensup iki terörist için ve­
rilmiş olan idam kararlannı onayladık. Bu iki terörist yann idam edilecekler.
Mahkemeler maalesef ağır işliyor. Mahkemelere müdahale etmek de iste­
miyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alpaslan Türkeş ve arka­
daşları için Ankara Sıkıyönetim Mahkemesinde açılan davaya yann
başlanacak. Bu dava kimbilir kaç sene devam edecek. Öyle ya! Davanın
başlaması için bir seneye yakın bir süre geçerse, bu kadar fazla sanıklı dava
kimbilir kaç sene sürer!...
Bugün aynca deniz ticaret filomuza kaptan ve diğer görevlileri yetiştiren
Denizcilik Yüksek Okulu'nun Deniz Kuvvetleri Komutanlığına bağlanmasını
ve ileride kaptan olacak gençlerimizin daha iyi ve bilgili yetiştirilmelerini
sağlayacak. kanunu da kabul enik.
1 2 Eylül'den evvel bu okulun durumu perişandı. 12 Eylül'den sonra Deniz
Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer okulu denetlemiş ve perişan duru-

368
munu bize anlattnıştı. Eğer böyle sürdürülecek olursa, buradan mezun olacak
gençlerin çok büyük hatalar yapabileceğini ve dünya denizciliğinde fena puan
almamız ve hatta limanlarına sokulmaması ihtimalinin dahi doğabileceğini
ifade etmişti. İ şte bu yüı:den bir deniz subayı gibi disiplin altında yetişmesi ge­
reken kaptanları bünyesinde barındıracak bu okulun şimdilik Deniz Kuvvetleri
Komutanlığı sorumluluğuna vermeyi uygun bulmuşnık.

Bayındırlık eski bakanı Şerafettin Elçi hakkında. Bakanlığı zamanında


görevini ihmal ve kötüye kullanma ve menfaat temini suretiyle hazineyi zarara
soktuğu iddialari mevcuttu. Bugün Milli Güvenlik Konseyinde aldığımız bir
kararla; bu iddialan soruşturmak üzere beş üyeden oluşan bir Soruşturma Ko­
misyonu kurulmasına ve komisyonun bu görevi 60 günde tamamlamasına dair
karar aldık.

Aynca yine Bayındırlık eski Pakanlanndan Selfilıattin Kılıç hakkında da ba­


kanlığı zamanında görevini kötüye kullanmak suretiyle hazineyi zarara sok­
tuğu iddiası mevcuttu. Bu iddiayı da soruşturmak üzere beş üyeden oluşacak
bir Soruşturma Komisyonunun kurulmasına ve komisyona bunun için 60
günlük süre tanınmasına dair bir karar da aldık.
Teşkil edilen bu komisyonlar, iddialan sabit görürse, Yüce Divan görevini
yüretecek olan Anayasa Mahkemesine sevklerine karar vereceğiz.

20 At";USTOS PERŞEMBE

Kıbns'ta toplumlar arasında devam eden , barış görüşmelerinde 5


Ağustos'ta Türk tarafının Rum tarafına verdiği kapsamlı teklifi Rumlar kabul
ennediklerini açıkladılar. Tahminim doğru çıktı. Görüşmelerin devam etmesini
de kararlaştırmışlar. Bu görüşmelerden bir sonuç alınacağına inanmıyorum .
Ama müzakereleri kesen tarafın Türkler olmaması için, biz de görüşmeler , ı
devam ennesini desteklediğimizi beyan ediyoruz.

369
Bugün Milli Güvenlik Konseyince kabul ettiğimiz bir kanunla
B aşbakanlıkta "Deniz Alaka ve Menfaatleri Yüksek Koordinasyon Kurulu" ile
"Başbakanlık Deniz Müsteşarlığı"ndan oluŞan bir B aşbakanlık Deniz Teşkilatı
kurulmasını öngördük. Bugüne kadar denizciliğimizin gelişememesini, bu ko­
nuya sahip çıkacak belli başlı bir makamın mevcut olmayışında bulduk.
Ulaştırma Bakanlığı içerisinde mevcut ufak bir şubenin bu işleri yürütemediği
bir gerçekti. Milli Güvenlik Konseyinde, bir müddet evvel ilgili devlet kuru­
luşlarıyla özel sektör armatörlerinin katıldığı bir toplantıda bu konu enine
boyuna tartışılmış ve Başbakanlığa bağlı böyle bir teşkilatın kurulması zarure­
tine inanmıştık. Kanunu bunun için kabul ettik. Nitekim bu teşkilat sayesinde
deniz nakliyat filomuz iki sene içerisinde tonaj bakımından bir misli
çoğalmıştı.

21 AGUSTOS CUMA

Uzun zamandan beri büyük çapta terör teşkilatı meydana çıkarılıyordu.


Terörist olaylar ise yok denecek bir seviyeye inmişti. Bugün verilen bilgiye
göre, emniyet kuvvetlerimiz şimdiye kadar 11 kişiyi öldüren TKP-ML,
TİKKO örgütüne mensup 60 militan yakalamış. Bunlardan I O'u kız.

Aynca Adana'da da bugüne kadar 6 kişiyi öldüren 14 militan yakalanmış.


12 Eylül'den evvel parlamentoda olsun. parti merkezlerinde olsun ağızlarda
sakız yapılan bir söz v ard ı : " Anarşi ve terör yalnız polisiye tedbirlerle
önlenemez. Konu ekonomiktir. Konu bozuk düzendir" şeklinde idi.

Düzen ve ekonomi değiştirilmeden pekala polisiye tedbirlerle terör


önlenebilmişti.

Gazeteci yazar Güneri Cıvaoğlu bu konuyu ele alarak bugünkü Tercüman


gazetesinde bir makale yazmış. Makalenin bir bölümü şöyle:

"12 Eylül hiç şüphe yok ki, ülkeye yayılan kan gölünü kurutmak için
yapılmıştı. Harekatın temel esprisi buydu. Şimdi huzuru, güveni yeniden bu­
lan milletimiz, ordusuna şükran duygularıyla doludur.
Dehşet ürpertileri yok olurken, daha serinkanlı düşünmek, dünü, bugünü,
yarını daha iyi değerlendirmek mümkün oluyor. Bunu yapmakta fayda var.
Önce yakın geçmişin bir demogojisinin tükendiğini vurgulayalım. O demo­
goji şöyle bir çarpık mannğa dayandmlmışn:
Terörle mücadele adı alandakiyasa tasarı/an, aslında dahafazla şiddeti da­
vet edecek devlet terörüdür. Örgütlü terör, polis tedbirleriyle önlenemez. Konu

370
ekonomiktir. Konu bozuk düzendir. Bu düzen değişmedikçe, terör
önlenemez. '
Parlamentoda Terörle Mücadele Kunanları demeti aylarca bu çarpık
mantığa takıldı. Bir türlü çıkamadı.
Oysa şimdi açıkça görülmü.ştür ki, polisiye tedbirlerle terör çökertilebilir.
Devletin varlığını, gücünü ortaya koyması sonucu, ülkede yeniden huzur ve
güven sağlanabilir. Hem de aynı polisle, aynı sıkıyönetimle... yeterki, terörün
üstüne üstüne gidecek güçler, hizmet verirken görev yaptıkları için ileride
suçlanmayacak/arından emiiı olabilsinler.
Tedbirler kanununu engelleyebilmiş 'Devlet Terörü' çığlıklarını atan zih­
niyetin artıklarına bakımz. Bunların bir kısmı şimdi neredeler?"

Bugün Milli Güvenlik Konseyinde kabul ettiğimiz bir kanunla bazı sağlık
pe rsoneline, üniversiteden mezun olduktan veya ihtisasını yaptıktan sonra,
özellikle doğu ve güneydoğu bölgemizde dört senelik mecburi hizmet
·

yükümlülüğü getirdik.
Yurt sathında yaptığım geziler sırasında, özellikle doğu ve güneydoğunun
birçok ilçesinde ve halta illerinde sağlık personeli ve doktor açığının korkunç
rakamlara ulaşmış olduğunu tespit euniştim. 200 veya 300 yataklı devlet has­
tanelerinden bazılarında yalnız bir tek başhekim vardı. B aşkaca mütehassıs
doktor yoktu. Bazı hastanelerde ise hiç mütehassıs yoktu. Bu şehir ve kasaba­
lanmızda bizim topraklanmız üzerinde ve orada yaşayanlar da bizim vatan­
daşlanmızdı. Parası olanlar hastalarını Ankara veya İstanbul'a getiriyor, ol­
mayanlar ölüme terk edili yordu. Çok fazla maaş ve ücret vermedikçe oralara
doktorun giunesi mümkün değildi. Harı.a o kad;u paraya. d�hj g!!.."!!�y�ç�kler
çoktu. Kaldı ki o yörelerde görev yapın Mkim, savcı, kaymakam, vali, polis,
subay, öğreunen vb.leri ne yapacaktık, onlann kabahati neydi? Aynı parayı
bunlara da vermek mümkün değildi. O halde bir tek çare kalıyordu, o da mec­
buri hizmetti. Biz de onu yaptık.
heriki aylar ve seneler içinde bu kanunun çok faydası görüldü. Hemen he­
men doğu ve güneydoğunun bütün il ve ilçelerinde ve hatta köylerdeki sağlık
ocaklarında doktor, hemşire ve ebe bulunur oldu ve dolayısıyla o yöre
halkının hastalan mahallinde tedavi olma imkfuuna kavuştu.

Ancak bu kanun basında az eleştiriye uğramadı. Bazı yazarlar; "doğu ve


güneydoğuya doktor göndermek elbette lüzumlu, ama zorla değil, özendirme
ile olmalı" diye makaleler yazdılar. Hatta bir hayli yazdılar. Fakat seneler geçip

371
de bu uygulamanın )'ararlanru gördükçe eleştirileri son buldu. Bir zaman gele­
cek bu kanun elbette yürürlükten kalkacak. O zaman da Türkiye'nin büyük
doktor açığının karşılandığı zaman olacak.

23 AGUsTOS PAZAR

Şimdiye kadar 1 9 cinayet işlemiş Marksist-Leriinist Silahlı Propaganda Bir­


liği adlı örgüte mensup 24 militan yakalandı.
Aynca Türkiye Komünist Partisi'nin parti evi olarak kullandıkları evler ile
işyerleri ortaya çıkarıldı. Bir kısım TKP mensubu kişiler yakalandı. Bunlar
arasında maalesef eski Dışişleri ve Milli Savunma B akanlarından Hasan Esat
Işık'ın oğlu da var. Bu olaydan dolayı baba Hasan Esat Işık muhakkak ki çok
üzülmüştür.

27 AGUSTOS PERŞEMBE

Kara Kuvvetleri Komutan Yardımcılığına aynı zamanda Milli Güvenlik Ku­


rulu ve Devlet Başkanlığı Genel Sekreterliğine atanan 1 'inci Ordu Komutanı
Orgeneral Necdet Üruğ, komutanlık görevini Orgeneral Haydar Saltık'a devir
etti ve bugün Ankara'daki yeni görevlerine başladı.
Şimdiye kadar Kara Kuvvetleri Komutanı Yardımcılığı diye bir görev yok­
tu. Böyle bir görevi ihdas edişimin sebebi, ileride ben Genelkunnay
Başkanlığından ayrılışımda Necdet Üruğ'u bu göreve getirebilmem içindi. Zira
kanunda, Genelkurmay Başkanı olabilmek için Kuvvet Komutanlığı yapmış
olmak gerekiyordu. Ben ve Konsey üyesi arkadaşlarım bu görevlerimizden
hep beraber ayrılacağımıza göre, ortada Kuvvet Komutarıı da bulunmayacaktı.
Bizden sonra en kıdemli olan Orgeneral esasen Necdet Üruğ idi. Böylece onun
hakkını da yememiş oluyorduk. Eğer böyle bir tertip düşünmemiş olsaydık,
bizim arkamızdan gelen ve bu makamlara tayin edilmesi gereken arka­
daşlarımız mutazamr olacak ve dolayısıyla Silahlı Kuvvetler içerisinde bir hu­
zursuzluk başlayabilecekti .. Böyle bir rahatsızlığın doğmasını arzu etmedim.
Rütbe bekleme sürelerinin dolması ihtimalini de düşünerek, 20 Ağustos tari­
hinde kabul ettiğimiz bir kanunla orgenerallikteki bekleme süresinin Kuvvet
Komutanının teklifi ve Milli Güvenlik Konseyi'nin onaylanmasıyla bir sene
uzatılması imkaıııru da sağlamıştık.

372
Orgeneral Necdet Üruğ'u yüzbaşılığından beri tanıdığımdan ve her
bakımdan kendisine güvendiğimden ötürü ileride Genelkurmay Başkanı ol­
masını istiyordum.

Bir taraftan da Danışma Meclisine doğrudan bizim seçeceğimiz adayların


tespiti çalışmalarını sürdürüyoruz. Gerçi buna daha vaktimiz var ama
sıkışmamak için zaman buldukça üzerinde çalışıyoruz.
Danışma Meclisi teşekkül edip vazifeye başlayınca faaliyetlerini durdur­
duğumuz siyasi partiler ne olacak? Çeşitli çevrelerden; siyasi partiler kaldığı
sürece bu partilerden Danışma Meclisi üyelerine telkinlerin başlayacağı ve hat­
ta çengel atılacağı, ileride kendilerine bazı imkanıar sağlanacağı, seçimlerde
aday gösterileceği şeklinde görüşler gelmeye başladı.
Diğer taraftan ise, siyasi partiler sözde hiç bir siyasi faaliyette bulunmaya­
caklardı. 12 Eylül'den itibaren siyasi partilerin siyasi faaliyette bulunmaları ya-
1 saklanmıştı. Fakat en başta Adalet Partisi ve özellikle Süleyman Demirel ol­
mak üzere öteki partiler saman altından su yürütüyorlar, gizliden gizliye
faaliyetlerini mükemmelen icra ediyorlardı. Demirel'in Gürıiz sökaktaki evi sa-.
bahtan akşama kadar parti merkezi gibi, taşradan gelen partililer tarafından
dolup boşalıyordu, Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı Ecevit Genel
Başkanlıktan istifa ettiği için Demirel gibi çalışmıyordu ama, o da çıkarmaya
başladığı haftalık "Arayış" adlı dergi vasıtasıyla bizimle mücadeleye girişmişti.
Diğer Cumhuriyet Halk Partisinin ileri gelenlerinden bir grup ise, Anlca­
.
ra'da bir lokantada toplantı tertip etmeye kalkışmış ve Sıkıyönetim Komu­
tanlığınca buna mani olunmuştu.
Velhasıl partiler rahat durmuyorlar. Bize yardımcı olup biran evvel demok­
ratik düzene geçişimizi temin edeceklerine, aksine engellemeler çıkanp ge­
leceğe yatının yapma çabası içinde bulunuyorlardı. Varsa yoksa partilerin
menfaati ve gelecekte iktidara geçip belki de bizden hesap sorma hayalleri ön
planda.
Bugüne kadar cereyan eden olaylan düşündükçe ve yapılan telkin ve
teklifleri de gözönüne alınca, ben de y�vaş yavaş mevcut partilerin temelli ka­
patılması zaruretine inanmaya başladım. Gerçi tam karar vermiş değilim ama,
ilk günden itibaren kapatmadığımıza pişman olduğum anlar oluyordu. Biraz
daha sabretmeyi uygun gördüm.

373
Bir taraftan da Yüksek Öğretim Kanununa el atmıştık. O çalışmalar da Ge­
nel Sekreterlikte devam ediyor. Aslında Yüksek Öğretim Kanunu çalışmaları
Ecevit hükümeti zamanında başlamış hatta kanun tasarısı hazırlarunış, fakat ka­
nunlaştınlamam ı ştı. İşte bu kanu n ele alınmış ve tabii üzerinde çok
ciegışikiikier yapi:nı�: 6����!:!Z! ��y� �ıkmı�tı.
Orgeneral Necdet Üruğ'a bu konu ile yakinen ilgilenmesini ve şimdiye ka­
dar üniversiteler dahil çeşitli kesimlerden gelen eleştiri ve tekliflerin etkisi
altında kalmadan, müspet teklif ve eleştirilerden de yararlanılarak
üniversitelerimizi anarşi yuvası halinden kurtaracak, profesörlerin ve öğretim
görevlilerinin derse girmeden maaş almalarını önleyecek, idari özerkliğe mani
olacak, Avrupa ülkeleri üniversiteleri de tetkik edilerek o üniversiteler kanun­
larından yararlanılmakta birlikte, bünyemize uyacak bir Yüksek Öğretim Ka­
nunu hazırlanması talimatını vermiştim.
Bu çalışmalar Haydar Saltık zamanında başlamıştı ve hatta basında ve
üniversite çevrelerinde. çeşitli eleştiriler başlamıştı. Kanunu bu sene içerisinde
çıkarmak istiyorduk.

30 AÔUSTOS PAZAR

Bugün Zafer Bayramı. Hipodromda geçit resminde bulundum. Hipodrom


çok kalabalıktı. Kıt'alan denetlerken ve tribünlerdeki halkın önünden geçerken
muazzam bir tezahürat yapıldı.
30 Ağustos münasebetiyle yayınladığım konuşmamın önemli gördüğüm
bazı bölümlerini buraya alıyorum:
Sevgili Yurttaşlarım,
Geçen seneki 30 Ağustos Zafer Bayramı münasebetiyle, radyo ve televiz­
yonda yaptığım konuşmamın bir yerinde "Yurt ekonomisinin içinde bulun­
duğu bunalımın onadan kaldırılabilmesi için, elbirliği ile saifedilecek çabalar
yerine, sapık ideolojilerin bilinçsiz köleleri tarafından sürdürülen bu azgın
anarşi ve terör, hiçbir soruna çözüm getirmemekte ve sadece bütünlüğümüze
göz diken kötü emellere hizmet etmektedir. Yurtta doğmasını düşledikleri kar­
gaşa ile, demokratik düzenin ve ülke bütünlüğünün yok edilmesini amaçlayan
anarşinin idrakten yoksun vatan haini yaratıcıları, elbette layık olduğu cezayı
bulacak, tarihimizde bir zamanlar türemeye yeltenen benzerleri gibi Türk Si­
f.ahlı Kuvvetlerinin kahredici yumruğu alnnda ezilerek, akıttıkları kardeş kan­
larının günahları içinde boğulup gidecekler ve yüce Türk ulusu, bağrından

374
doğan Türk Silahlı Kuvvetlerinin yarattığı güven ortamı içinde, sonsuza kadar
birçok bayramları refah ve mutlulukla kutlayf!Caknr" demiştim.
Hepinizin bildiği gibi bu konuşmamdan 12 gün sonra, 12 Eylül hareketi
gerçekleştirilmiş ve bu ülke bütünlüğünün yok edilmesini amaçlayan anarşinin
idrakten yoksun vatan haini yaratıcıları, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kahredici
yumruğu altında ezilerek, akıttıkları kardeş kanlarının günahları içinde
boğulup gitmeye başlamışlardır. Böylece Türk Silahlı Kuvvetleri Atatürk'ün
emanetlerini hiçbir zaman kirli ellere teslim etmeyeceğini ve onun güvenine her
zaman için l{tyık olduğunu bir kere daha ka_nıtlamış bulunmaktadır.
Yurt savunması , bir toplumun bağımsızlık ve özgürlüğünün tek ve en
önemli gereğidir. Türk Silahlı Kuvvetleri, büyük bir başarı ile sürdürdüğü bu
kutsal görevimn yanında, ülke bütünlüğünün ve cumhuriyetimizin tehlikeye
düştüğü, hak ve özgürlük/erinin tehdit edildiği her dönemde de, görev anlayışı
ve sağduyusu ile ulusumuzun yardımına koşmuş, yurdu düzen ve huzura
kavuşturduktan sonra, tam bir vekar ve büyük bir tevazu ile tekrar kışlasına
dönmüştür. Yüce Türk Ulusu, bu gerçeğin engin bilinci içerisinde, her ferdi
ile, özü olan Silahlı Kuvvetlerine yürekten bağlı bulunmakta ve onu, büyük
bir coşku ile daima desteklemektedir.
Kahraman Silah Arkadaşlarım,
Her yıl yeni bir heyecan ve yeni bir mutluluk halkası eklediğimiz bu büyük
zafer yıldönümünü, Yüce Atatürk, ne büyük bir güven beslediğini ve ne kadar
güçlü bir sevgiyle bağlı olduğunu göstermek üzere, Silahlı Kuvvetlerimize
amıağan etmiştir.
Sizler, bu paha biçilmez çok kıymetli armağanı, doğumunun J OO 'üncü
yılırida yürekleriniz O'nun özlemi ile dolu, bilekleriniz eserlerini korumak ve
yaşatmak azmiyle güçlü, daha nice yüzyılların ötesine, Atatürk idealini
götürecek; Kahraman Türk Ulusunun bağımsızlık ve özgürlük bayrağını son­
suzluğa dek yurt semalarında dalgalandıracaksınız.
Yurt savunması için üstlendiğiniz görevin ağır sorumluluğu yanında,
ülkemizin refah ve huzuruna katkıda bulunabilmek üzere gösterdiğiniz
çabaların değerli amları, kadirbilir Türk Ulusunun kalbinde l{tyık olduğu en
mutena yeri alnuş bulunmaktadır.
'
Feragat ve fedakarlıkla yürüttüğünüz bu hizmetler, Başkomutanımız, Ulu
önderimiz Atatürk'ün hakkınızda beslediği güven ve sevgiye ne kadar l{tyık
olduğunuzu bir defa daha kanıtlamıştır. Üzerinde yaşadığımız ve sür'atle
kalkınmakta olan yurdumuz, yeni Türkiye, Yüce Atatürk'ün ilkeleriyle şekil
ve hayat verdiği cumhuriyetle tamamladığı en büyük eseridir. Bunun içindir
ki, onu Atatürk'ten ayrı düşünmek, varlığını inkdr etmek ve kendi varlığımıza
kasdetmek demektir.

375
A tatürk Türkiye'sini, Atatürk'le birlikte yaşatacak, eserlerini, ilkelerini ve
cıunhuriyetimizi, en değerli varlıklarımız olarak koruyacaksınız, sağa sola sap­
madan, dosdoğru, Aziz Atatürk'ün yolunda ilerleyecek, amacında birleşecek,
onunla sonsuzluğa ve kutsallığa ulaşacaksınız.
Asil Türk Ulusu, sizlere, kalpleri sevgi ve güvenle dolu, özgürlüğünün
sembolü, huzur ve güvenliğinin teminatı olarak, gururla bakıyor ve bağrına
basıyor. Savaşta en güçlü, barışta en insancıl, bilimde ve teknikte en ileri ola­
cak, çağda.ş uygarlığın sınırlarını aşacak.r�nız.
Dünyanın en eski ve kahramatL ordusu olmanın gururunu, zaferlerini uy­
garlığa bayrak yapabilmenin onuru ile birleştiriniz. Ezelden beri yarattığınız
harikalar karşısında aynı saygıyı duyan dost ve bir zamanların düşman ülkeleri
kısaca bütün dünya sizleri ebediyete kadar da hayranlıkla izleyttektir.
Değerli vatandaşlarım, Silahlı Kuvvetlerin kahraman mensupları,· ulusu­
muz, her yıl bir kat daha gelişen yurdumuzda, refah ve huzurla dolu olarak
cumhuriyetin feyzi, çağdaş uygarlığın gücü ile Atatürk ilkelerinin aydınlattığı
yolda, onun amacına koşacak, ona yükselecektir.
Rengini kahraman şehitlerimizin kanından alan Bayrağımız, sonsuzluğa ka­
dar, daha birçok 'Zafer Bayramlarımızda, özgür ve bağımsız ufuklarımızda dal­
galanacak, zafer türkülerimiz, yüzyılların ötesinde söylenecektir.
Öğleden soma Kara Harp Okulundaki diploma töreninde bulunduk. Akşam
da Kara Kuvvetleri ön bahçesinde verdiğim resepsiyona gittim.
Bu günlerde eşim Sekine�nin sağlık duruma iyi bir durumda idi. Koluma
girmek suretiyle bastonsuz yihiiyebiliyordu. Kendisini bu resepsiyona gelmesi
için ikna etmiştim. Onu yanımda gören dostlarım da sevinmişler, ben de çok
mutlu olmuştum. Geç saatlere kadar resepsiyonda kaldık, akşam eve geç gel­
dik. Kanma da moral gelmişti. İnşallah bu iyi durumu devam eder. Bel ve vü­
cudundaki ağrılar kesildiği zaman neşeli oluyor. Nitekim bu akşam öyle idi.

4 EYLÜL CUMA

B ugün Atatürk'ün Sivas Kongresini topladığı gunun yıldönümü.


Atatürk'ün doğumunun IOO'ür\cü yıldönümü dolayısıyla Samsun'a, Amas­
ya'ya, Erzurum'a gibniştik. Bugün de Sivas'a gittik.
Büyük bir kalabalık toplanmıştı. Evvela toplanan bu halka hitap ettim.
YapUğım konuşmamın bazı önemli yerlerini buraya alıyorum:

376
Sevgili Sivaslı kardeşlerim, hemşehrilerim,
Hepinizin bildiği gibi Anadolu'muzun birçok şehri, kendine milli bir gün
seçmiştir. O günlerde şehirlerimiz özel olarak donatılır ve halk, bir bayram se­
vinci içerisinde şenlikler yaparak büyük bir coşkuyla bu günü kutlar. Böylece,
kurtuluş gllnlerinin zafer anıları tekrarlanır. Böyle günlerin; bağımsızlık
şuuruna erişmiş uluslar için büyük önemi vardır. Anadolu'muzun en önemli
şehh'lerinden biri olan güzel Sivas'ımızın da milli bir günü vardır. Gerçi
bugün kurtuluş günü değildir. Zira Sivasımız büyük bir imparatorluğun sahibi
Timur'dan beri, Timurlenk'ten beri işgal görmemiştir ve bundan sonra da
görmeyecektir. Esasen biliyorsunuz Timurlenk de bir büyük Türk kuman­
danıydı. Binaenaleyh buna da işgal dememek daha doğru olur. Bu nedenle Si­
vas, A.tatürk'ün başlattığı Kurtuluş Savaşımızın kazanılmasında yeni bir
Türkiye Devleti'nin kurulmasında, önemli rol oynayan 4 Eylül gününü yani
Sivas Kongresinin toplandığı günü, haklı olarak kurtuluş günü gibi kutlar. Bir
bakıma bu tarih, 4 Eylül günü, Türkiye'nin düşman işgalinden kur­
tarılmasında, biİyük ve önemli kararların alındığı bir gündür. Erzurum Kon­
gresi 'nde yurdumuzun muayyen bir bölgesinin kurtarılmasını ve
bağımsızlığını esas alan kararlar, Sivas Kongresiyle genişletilmiş ve bütün
Türkiye topraklarını içine almıştır. Onun içindir ki, Sivas Kongresi'nin tarihte
büyük ve önemli bir yeri vardır dedim. İşte sizler de bu önemli günü, haklı
olarak bir kurtuluş günü gibi kutlarsınız ve bundan da büyük gurur duy­
arsınız. Aslında Sivas'ta kutlanan bugün, bütün Türkiye sathında kutlanacak
bir gündür.
Sevgili Sivaslı vatandaşlarım, tarihimize bakacak olursak görürüz ki, ne za­
man bu milletı'n başına bir felaket gelmiş, ne zaman ufukları kararmış ise bir
güneş doğmuş ve bu karanlıkları yırtmış atmıştır. Nitekim 4 Eylül 1919 tari­
hinde açılan Sivas Kongresi de yurdu kaplayan zifiri karanlığın üstüne doğan
bir güneş olmuştur. Gerçi bu güneş ölümsüz Atatürk'ün Samsun'a ayak
bastığı 19 Mayıs 1919'da doğmaya başlamıştır. Ancak Samsun'da başlayan
şafak, Sivas 'ta tam aydınlığa dönüşmüş ve nurlu ışıklarını vermeye
başlamıştır. Ve Sivas Kongresi'nden sonradır ki, bütün dünya, Türk Ulusu­
nun sesini duyabilmiştir. Bu kongrenin yapılması kolay olmamıştır. Bir taraf­
tan müstevli düşmanların, diğer taraftan iktidarda kalabilmek pahasına memle­
keti satan, padişah ve kukla hükümetinin aldığı kararlar ve oynanan kirli
oyunlar ve yurt içinde bunlara alet olan şahsi menfaatlerinden başka bir şey
düşünmeyen vatan hainlerinin türlü entrikalarına rağmen, bu kongre
yapılabilmiştir. Biliyorsunuz Atatürk'ü Erzurum'dan Sivas'a gelişinde dahi
yoldan çevirmek istemişlerdir. Ama Atatürk·hiçbir tehlikeden yılmadan, bütün
tehlikeleri hayatı boyunca olduğu gibi o gün de göğüsleyerek Sivas'a gel­
miştir.

377
Sevgili vatandaşlarım bu kongre yapılabilmiştir. (ünkü Türk Ulusunun
büyük bir çoğunluğu tutsak yaşamaktansa ölmeyi tercih etmiştir.
Yapılabilmiştir, çünkü Türk ulusu kendisini ulusuna adamış ve ulusunun
bağımsızlığı ve özgürlüğü uğruna ölümü hiçe saynuş, Mustafa Kemal gibi tari­
hin ender yetiştirdiği bir dahiye inanmış ve O'nunla beraber seve. seve ölüme
koşmasını bilmiştir. Bu kongrenin ne müşkül şartlar altında toplanabildiğini ne
gibi engellerin aşıldığını daha iyi anlayabilmek için bu günkü neslin ve gelecek
nesillerin tarihimizi çok iyi tetkik etmelerini ve özellikle Atatürk'ün Biıyak
Nutku'nu ezberleyinceye kadar tekrar tekrar okumalarını bir kere daha tavsiye
ediyorum. Ve . 12 Eylül'den evvel moda olan Marks'ı , lenin'i, Mao 'yu
okuyanlara sesleniyorum. Onlara sesleniyorum ve diyorum ki, evvela kendi
büyüklerinizi, yoksul ülkelere, tutsak ülkelere dahi lider olmuş Atatürk'ü
okuyunuz. O'nu öğreniniz, ondan sonra diğerlerini okuyunuz. Zira, bu
ülkenin yönetimini gelecekte üstlenecek olan kuşaklar eğer geçmişte çekilenleri
iyi bilmez ve bunlardan ders almazlarsa, geçmişteki hataları onlar da tekrarlar­
lar ve bu büyük ulusu yenidenfeldkete sürükleyebilirler. Türk Ulusu ne zaman
zayıfdüşmüş ise, emperyalist devletlerin iştahını çekmiş ve aralarında bu güzel
topraklarm paylaşılma pazarlıkları başlamıştır. Dünyaya bir göz atacak olur­
sak, bazı devletlerin bulunduğu yer itibariyle çok büyük bir önem taşıdığı
görülı�r. Türkiyemiz de stratejik konumu itibariyle, söylediğim önemli
ülkelerin başında gelir. Bunun içindir ki ulusumuz, bağımsız ve özgür
yaşayabilmek için her zaman kuvvetli olmak zorundadır. Aksi halde parçalanır
ve kuvvetli olan ülkelerce lokma lokma yutulur. İşte, Türkiye'nin hali 1919
yılmda bu durumda idi.
Kuvvetli olmamız gerekir derken, bunu her konuda ifade etmek istedim.
Yani askeri bakımdan kuvvetli, ekonomik bakımdan kuvvetli, kültürde kuv­
vetli ve ileri, ilimde ve teknikte kuvvetli ve ileri. Bunların hepsi birbirine bağlı
değerlerdir. Ancak, bunların içinde ekonomik bakımdan kuvvetli olmak, hep­
sinin başmda gelir. Zira, ekonomisi kuvvetli olmayan bir ülkenin askeri saha­
da, kültür alanında , ilim ve teknikte kuvvetli ve ileri olması düşünülemez.
Bugün dünyaya bir göz atacak olursak görürüz ki, ekonomik üstünlüğü ele
geçirebilmek veya koruyabilmek için ülkeler birbirleriyle ekonomik savaş
içerisindedirler. Biz de bu savaşm içerisindeyiz. Bu savaş devamlı olacaktır.
Tarih boyunca büyük ve sayısız askeri zaferler kazandık ama, ekonomik
savaşta bugüne kadar askeri savaşlarımız kadar başarılı olamadık. Fakat şuna
inanmalıyız ki ekonomik savaşı kazanamazsak, diğer zaferlerin bir kıymeti
kalmayacaktır. Biz bu ekonomik savaşta da galip çıkmak mecburiyetindeyiz.
Aksi halde ayakta kalabilmemiz imkansızlaşır. Bir ulus, her zaman dışarıdan
temin ettiği koltuk değneği ile uzun süre ayakta duramaz. Bir zaman gelir, kol­
tuk değneğini çekerler ve o ulus devrilir. Bu ekonomik savaşı kazanabilmemiz

378
için de bütün ulusça, çok çalışmak, çok üretmek, her sahada çok tasarruflu ha­
reket etmek ihtiyacındayız. Nasıl ki bir ailede anne ve baba evldtlarının ge­
leceğini düşünerek, yetiştirmek ve onlara ele güne muhtaç olmamaları için bir
şeyler bırakmak ihtiyacını duyarsa, ulusca da yalnız bir günü değil, gelecek
nesilleri de düşünerek ele güne muhtaç olmadan, avuç açmadan rahat bir
yaşam ortamı hazırlama mecburiyeti duymalıyız. Herkes benden sonra tufan
diye düşünecek olursa bu miiieif ekonomik sıkıntıdan kurtaramayız. Gününü
gün etmeye çalışanlarla, zevk ve sefaları uğruna milleti söm[)nn!erle hep bir­
likte mücadele etmeliyiz. Bu mücadeleyi yalnızca devlet babadan beklemeye­
lim. Herkes vatandaşlık görevini yerine getirerek. bu mücadeleye kan/malıdır.
işte o zaman bu mücadele etkili olabilir. Nasıl ki anarşi ve terörle mücadelede
bütün millet Silahlı Kuvvetlere ve emniyet kuvvetlerine yardımcı olmuş ise,
bunda da aynı yardımı yapmalıdır.
Gerek kendimiz ve gerekse gelecek nesiller için bazı fedakarlıklara katlana­
cağız. Türk milletinin karakterinde feragat ve fedakarlık yardır. 4 Eylül
1919'lardaki babalarımız, dedelerimiz, bize bu günleri hazırlamak için nasıl
büyük fedakarlıklara katlanmış ise, bizler de bizlerden sonra gelecek
evldtlarımıza daha iyi bir hayat hazırlamak için aymfedakdr/ıkta bulunmalıyız.
Bir senedir ekonomik alanda alman tedbirler sayesinde Türkiye ekonomisinin
her gün biraz daha iyiye gittiğini görüyor ve elbette bundan büyük bir sevinç
duyuyoruz. Bu iyiye gidişi yalnız biz söylemiyoruz, dış ülkeler de durumu
takdir etmekte ve hayranlıkla izlemektedirler. Dış ülekeler dahi bu durumu tak­
dirle karşılarlarken, içimizde bu gidişten rahatsız olanlar mevcuttur. Bunları
gayet iyi biliyoruz. Ve yine biliyoruz ki ne yaparsak yapalım, onlara
beğendirmek mümkün değildir. Onlar bu gidişi durdurmak, düzeni
değiştirmek ve yine eskiden olduğu gibi ülkenin tepetaklak yuvarlanması i�·in
her türlü çabayı saifedeceklerdir. Bunlara aldırış ettiğimiz yok. Doğru bil­
diğimiz yolda, ve milletin de büyük bir çoğunluğunun tasvibi ve teşviki ile
azimle yürümekteyiz. Millet bizim yardımcımızdır, Allah da bi;e yardımcı ol­
maktadır.
Sevgili vatandaşlarım, son zamanlarda sol ile sağı aynı kefeye koy­
duğumuz görüşü işleniyor. "Solla sağ aynı kefeye konur mu?" diye bir kam­
panya var. Ben daha evvel de söyledim. Muhtelif yerlerde söyledim, Çorlu
konuşmamda söyledim, biz özel bir mahkeme kurmadık. Mevcut mahkemele­
rimizde mevcut kanunlarımızı işletiyoruz. Bir yeni kanun da çıkarmadık. Kim
adam öldürmüş, kimler bu halkın huzurunu bozmuş, kimler soygun yapmış,
kimler örgüt kurmuş, gayri kanuni örgüt kurmuş, onları mahkeme huzuruna
çıkarıyoruz. Türk Ceza Kanunu'nun ilgili maddeleri çok evvelden çıkmış,
141 , 142, 146, 163'üncü maddeler çok evvelden beri var. Biz çıkarmadık bu
maddeleri. O halde bunlara aykırı olarak hareket eden ve diğer ceza kanunu-

379
nun maddelerine aykırı hareket edenler hakkında, gerekli kanunf işlem mah­
keme/erimiz tarafından görülmektedir. Soruyorum sizlere, sag ve sol, birbirle­
rini ve hatta suçsuz vatandaşları öldürmediler mi? Bankayı, ticarethaneyi, evleri
soymadılar mı? Şehir/erimizde kurtarılmış bölgeler ihdas etmediler mi? Vatan­
daşları alevidir, sünnidir diye ikiye bölmedi/er mi? Sevgili vatandaşlarım, mil­
liyetçilik, vatana, ulusa ve devlete sahip çıkma, hiç kimsenin inhisarına verii­
memiştir ve verilemez. Hiçbir gayri resmi örgüt devlet güvenlik güçlerinin
yetkilerini kullanamaz. Bu yüce kavramlara ulus bütünüyle sahip çıkar. Ben
sahip çıkıyorum gerekçesiyle çeteler kurulması veya bu düzen degişmelidir
diyerek diger bir çete grubunun kurulması, asla hoş görülemez ve yasal taki­
battan da kurtulamazlar.
Bu konuşmamdan sonra Sivas Kongresinin yapıldığı ve şimdi lise olarak
kullanılan binaya gittik. Kongrerin toplandığı oda müze olarak kullanılıyor. Bu
odada bir profesör tarafından verilen konferansı takip ettik. BilAhare şeref
defterine bu binanın olduğu gibi müze yapılması , lisenin başka bir binaya
taşınmasını yazdım.
Ankara'ya döndüğümde de Milli Eğitim Bakanı Hasan Sağlam'a bu konu­
daki emrimi ilettim. Bu emrim üzerine yeni bir lise binasının inşasına başlandı.
1987 senesinde Sivas'a gittiğimde bu tarihi binanın tümünün müze olarak tan
zim edildiğini gördüm ve sevindim.

Dün kabul ettiğimiz bir kanunla Sıkıyönetim Komutanlarına daha evvel ve­
rilmiş olan 90 günlük gözetim altında suçlulan tuttna yetkisini 45 gÜne indir­
dik. Aslında biz bunu daha evvel kabul edecektik. Fakat Avrupa Parlamento­
sundan 90 günün kaldınlması konusunda üzerimizde baskı yapılmaya
başlanınca Amasya konuşmamda ifade ettiğim gibi, bunu askıya almıştık. Ni­
hayet bugün kanunu kabul ettik. 90 günlük sürenin çok olduğunu ben de ka­
bul ediyordum. Ancak o karar alınırken, bu yetkiyi Sıkıyönetim Komutanları
istemişti . Ben de onların isteğini geri çevirmek istemedim.

380
8 EYLÜL SALI

Daha evvel Kuveyt Emiri Şeyh Cabir El Ahmet El Sabah'ı Türkiye'ye da­
vet etmiştim. O tarihte yaptığım davet bugün gerçekleşti. -Kuveyt Emiri 80
kişilik maiyeti ile bugün l l . 30'da Ankara'ya geldi. Merasimle karşılamayı
müteakip Çankaya Köşkünde Emiri misafir ettik. Öğleden sonra karşılıklı
görüşmelerimiz oldu. Akşam da onuruna Çankaya Köşkünde bir yemek tertip
ettim.
Görüşmelerimiz çok samimi oldu. Ben, Arap ve Körfez ülkeleri ile
ilişkilerimizin geliştirilmesi taraftan idim. Zira Avrupa ve OECD ülkelerine
yaptığımız ihracaat muayyen bir rakamı geçmiyordu. İhracatımızı artırmak
gerekiyordu. Bunun içinde Ortadoğu ülkelerine, Uzakdoğuya, Afrika'ya
açılmak zorunda idik.
Pakistan Devlet Başkanı Ziya Ül Hak'tan sonra Tilrkiye'yi ziyaret eden bu
ikinci devlet başkanı oluyordu. Kendisini yarın İstanbul'a yolcu edeceğiz. Ben
de 9 Eylül İzmir'in kurtuluş yıldönümü töreninde bulunmak üzere İzmir'e gi­
deceğim ve oradan İstanbul'a geçerek Emir'e mülfild olacak ve 10 Eylül günü
istanbul'dan uğurlayacağım.

9 EYLÜL ÇARŞAMBA

İzmir'in Kurtuluş Bayramına katılmak ve İzmirlilere hitap etmek üzere


bugün Konsey Üyesi arkadaşlarla birlikte İzmir'e gi�ik.
Hükümet meydanında çok büyük bir kalabalık vardı. İzmirlilere hitaben
yaptığım aşağıdaki konuşma, sık sık alkışlarla kesiliyordu. Konuşmamın bir
iki p�ajuu buraya alıyorum:

Sevgili lzmirll hemşehrilerim,


Bugün tarihi boyunca bağımsız ve özgür yaşamış ve bundan sonra da öyle
yaşayacak olan büyük Türk ulusunun, şan ve şer�flerle dolu Kurtuluş
Savaşımızda verdiği binlerce şehidin kanıyla sulanan, gazilerimizin kahra­
manlıklarryla destanlaşan ARadolu topraklarından kahredici gücüyle düşmanı
, kovduğu Ege'nin incisi güzel lzmir'imizin kurtarıldığı 9 Eylü/'ü kutlamanın

381
engin mutluluğunu yaşıyoruz. Aslında bu tarih yalnız İzmir'in kurtuluş günü
değildir. Bu tarih aynı zamanda Türk ulusunun da kurtuluş günüdür. Bu an­
lamlı gün, başta siz İzmirli hemşehrilerim olmak üzere tüm Türk ulusuna mut­
lu olsun, kutlu olsun. Bugüne kadar hiçbir şehrimizin kurtuluş gününde bu­
lunmadık. Ancak, 9 Eylül'ün özelliği dolayısıyla sizlerin aranızdayız ve bu
mutlu günü sizlerle birlikte paylaşıyoruz.
Sevgili vatandaşlarım, sevgili İzmirli hemşehrilerim. Atatürk, ne kadar
büyük, ne kadar ileri görüşlü ve ne kadar affedici bir insandı ki, yurdunu isti­
laya gelenleri, ulusunu yok etmeye çalışanları mağlup ettikten ve yurdu bunlar­
dan temizledikten sonra, bunu yapanlara ve onlara her türlü maddi ve manevi
yardımı sağlayan ülkelere heme11 dostluk elini uzatabilmişti. Bu olay dünyada
emsaline nadir rastlanan bir olaydır. Çünkü o büyük insan, hisleriyle hareket
etmezdi. O daima doğruyu, en iyiyi bulmaya çalışırdı. Bulduktan so11ra da
kırgınlıkları, küskünlükleri ve hatta düşmanlıkları unutur, doğruyu, iyiyi tatbik
ederdi. Tarih göstermiştir ki, bu iki ülkenin birbirine dost olması, her iki
ülkeye de yarar sağlamıştır. Ancak, bu yarardan rahatsız olan bir kısım dış
güçler, sinsi faaliyet/erini artırarak, yeniden bu iki ülkeyi birbirine düşman
yapma çabasına girmişlerdir. Bu çalxı/ara maalesef dış güçlerin para/ellerinde
çalışa11 iç güçler ve hatta bir kısım politikacılar da katılmışlardır. Seçim kazan­
mak için halkları birbirine düşman edecek kadar gözleri dönmüş politikacılar,
bilmiyorlar ki, bir zaman gelecek bu düşmanlık seli içerisi11de boğulup gide­
ceklerdir. Bizde bir tabir vardır, "Rüzgar eken fırtına biçer" diye. Burada
bütün ulus karşısında ifade ediyorum ki, Türk ulusu kendi topraklarına ve
hakları11a göz dikmeyen hiçbir ulusa karşı düşma11lık beslememektedir. Ve
hiçbir komşusu11un da bir karış toprağında gözü yoktur. Biz, önümüzde
uzatılan ve üzerinde her iki ülke11in ortak menfaatleri bulu11an şu Ege Deni­
zi'nin düşmanlıkları körükleyeci bir deniz deği/,_bizi birbirimize yaklaştıran,
bizi birbirimize bağlaya11 "Dostluk Denizi" olmasını istiyoruz. Biz bu kurtuluş
günlerini düşmanlıkları tazelemek için değil, bir daha o günkü durumlara
düşülmemesi için kutluyor ve gelecek nesillere ne müşkül şartlar altında bu
ülkenin kurtarıldığını anlatmak ve göstermek istiyoruz.

U EYLÜL CUMARTESİ
12 EYLÜL'ÜN 1 'İNCİ YILDÖNÜMÜ

1 2 Eylül Harekatının üzerinden bir yıl geçti. Bu bir yılın muhasebesi


yapılacak olursa, söylediklerimizde haklı olduğumuz ortaya·çıkıyor. Nitekim
çıkardığımız kanunlarla, emniyet kuvvetlerinde gerekli temizliği yaparak, dev­
let hizmetinde ciddiliği ve otoriteyi getirince, bir seneye varmadan terör
önlendi.
382
1 2 Eylül 1980'den evvel ortalama Türkiye sathında günde 1 27 anarşik olay
cereyan ederken, bugün bu rakam 5'e düşmüştür. Harekatın ve yönetimin
başarısı basında da dile getiriliyor.
Şimdi evvela bugün televizyonda Türk milletine hitaben yaptığım
konuşmamın bazı bölümlerini almak istiyorum. Bilfilıare basında çıkan bazı
yazılan koyacağım. Televizyonda yaptığım konuşma çok uzundu. Bir sene
içerisinde çeşitli alanlarda gerçekleştirilen hususlar toplu olarak milletimize
duyurmakta yarar gördüğüm için bu konuşmayı uzun hazırlatmıştım. Sizleri
sıkmamak için, bunların hepsini değil, lüzumlu gördüğüm yerleri aşağıya
aldım. Konuşmama şöyle başladım:
Aziz Vatandaşlanm,
Bugün; bildiğiniz gibi, büyük Atatürk'ün kurduğu ve Türk Gençliğine
emanet ettiği Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan 57 yıl sonra, iç ve dış
düşmanların ortak çabası ile getirildiği uçurumun kenarından dönüşünü
sağlayan 12 Eylül Harekatının birinci yıldönümüdür. Ben bu konuşmamı 1 2
Ey/ül'ün yıldömünü kutlamak için değil, hafızalarınızı tazeleyerek, geçen yıl
içerisinde yapılanları hatırlatmak, bu bir yılın muhasebesini kısaca tekrarlamak
için hazırlamış bulunuyorum.
Evvela 12 Eylül öncesi yaşanan karanlık günlerin giderek unutulmaması ve
her zaman anılarda saklı tutularak geleceğe dönük çalışma ve yaşamımızda o
günlerden alınan derslerin daima göz önünde bulundurulması gereği ve nede­
niyle o günlerin tablosunu özet olarak çizmekte yarar görüyorum.
Türkiye, Ulu Önder Atatürk'ün liderliğinde yapmış olduğu Kurtuluş
Savaşından sonra siyasal ve ekonomik bağımsızlığını kazanıp özgür ve güçlü
bir ülke olmaya başladığından itibaren; zaman zaman ideolojik, yıkıcı ve
bölücü saldırılara uğramıştır. Ne zaman Türkiye içten zayıflamış, ne zaman
birlik ve beraberliğin önemini unutmuş, ne zaman dış propagandaların oyunu­
na gelmiş ise, bu ideolojik, yıkıcı ve bölücü saldırılar etkili olabilmiştir.
Ülkemizde uygulanan anarşi ve terörün eğilimi hangi yönde olursa olsun,
amacı her zaman; Türkiye Devletini, özgür ve idik demokratik düzeni yıknuık
ve ülkemizi parçalamak suretiyle kendi sapık inanç ve görüşlerine göre bir
yönetim kurulmasını sağlamak olmuştıu.
Bu amaçla; vatanına, Bayrağına, İstiklal Marşına, öifve adetlerine, ata­
larına, tarihine ve devletine saygı ve bağlılık, vatandaşlık vazifelerine sadakat,
karşılıklı hoşgörü, Atatürk ve O'nun ilke ve devrimlerine bağlılık gibi Cumhu­
riyetimizin ve milli birliğimizin temel nitelikleri, özellikle gençlik kesiminde
dejenere hale getirilerek Devletimiz yıkılmaya, ülkemiz parçalanmaya
çalışılmıştır,

383
Bu gayeye ulaşmak için; asırlardır hiçbir ayınm olmadan ktırdeşçe yaşayan,
Kıutuluş Savaşı ve sonrasında düşmanlara ve her türlü güçlüklere el ele göğüs
geren Türk halkının; dini inançları, meslekleri, politik görüşleri ve bölgesel
yapıları memleketimizin bölünmesinde bir araç olarak kullanılmış ve böylece
Türk toplumu birbirine düşman gruplara ve sınıflara bölünerek hassas bir hale
getirilmiştir.
Bu hassasiyet, 1950'/i yıllardan itibaren girmiş olduğumuz demokratik­
parlamenter yaşamda, hatalı olarak Atatürk ilkelerinden giderek uzaklaşılması
sonucu doğan boşluğun. diğer sapık ideolojilerle do/durulmaya çalışılması ile
daha da anmıştır.
Böylece Türk toplumu, yıllarca dıştan da yönetildiği muhakkak olan ve
tezgahlanan yoğun, yıkıcı ve bölücü çalışma ve propagandalarla zamanla
bölünme noktasına getirilmiş, bu bölünme esnasında da değişik düzeylerde
bazı sözümona liderler yaratılmaya çalışılmıştır. Gizli ve açık olarak yaratılan
bu liderler, terörist örgütler kurmak, bazı derneklere, öğretim kuruluşlarına,
.,endikalara, panilere ve kamu kuruluşlarına da sızmak suretiyle ülkemizi kendi
ideolojik görüş ve inançları yönünde yönetmeye kalkışmışlar, mahalleleri,
semtleri ve hatta şehirleri kendi nüfuz çemberi içine almak için her türlü
ahldksızlığı mübah sayarak silahlı mücadeleye girmişlerdir.
İşte, böylece 1960 ve 1970'/i yıllarda Türkiye bu ideolojik, yıkıcı ve
bölücü mücadelelerin yapıldığı bir arena haline dönüştürülmüş ve ülkemiz 12
Eylül öncesinde bir iç savaşuı eşiğine getirilmiştir. Anarşi ve terörün,
ülkemizde bu boyutlara ulaşmış olmasında, yardımcı bazı faktörlerden başka
dış etkenler de büyük rol oynamıştır. Türkiye; Atatürk'ün özgürlük, /diklik,
demokratik ve yurtta banş, dünyada barış ilkelerine bağlı ktılarak bütün ülkeler
ile dost ilişkilerini sürdürmeyi, dış politikasında temel amaç ktıbul etmiş. ancak
diğer bazı ülkelerden her zaman aynı samimi davranışları göremediği gibi, bu
alkelerin terörizmin Türkiye'de yayguılaşmasına yardımcı dahi oldukları
kanıtlanyla anlaşılmıştır.
Bu arada bazı ülkelerin, dostluk, ekonomik, kültürel amaçlı anlaşmalann da
ardına sığınarak Türk terörizminin gelişmesine yardımcı o/duldan izlenmiştir.
Eskiden beri, dıştan yardım ve destek gördüğa bilinen Türkiye'deki
terörizmin zamanla ve özellikle 12 Eylül'den sonra beynelmilel terörizmin bir
parçası haline dönüştüğü görülmüştür.
Gerek 1971-1973 yargılamaları, gerekse 12 Eylül sonrası soruşturma ve
yargılamaları terörizmin dış ülkelerden büyük ölçüde yardım ve destek
gördüklerini belgeleriyle ortaya çıkarmıştır.
Anarşist ve teröristlere dıştan yapılan yardımlar duruma ve belgelere daya­
narak özetle şöyledir;
384
Bugüne kadar zoralımla ele geçen hafifsilah miktarı 605.280 adet, halkın
teslim eniği silah miktarı ise 160.170 adet olmak üzere toplam 765.450 adettir.
Bu miktar tüm Silahlı Kuvvetlerimizin üzerinde bir orduyu donatacak
çaptadır ve değeri yaklaşık olarak 30 milyar TL dır. (240 milyon dolar). Bu
miktarlardan, uçaksavarlar, roket atarlar, tanksavar.füzeleri, telsiz ve diğer si­
lah ve malzemeler hariç tutulmuştur.
Teröristlerin, 1979 başından beri gasp ve soygunlarda elde ettikleri para ise
494 milyon TL dır. Bu para ile bu kadar geni� çaplı silah, cephane ve malzeme
almaları mümkün değildir.
Kaldı ki, teröristler gasp ettikleri bu paranın büyük bir bölümünü ideolojik
destek için yatırımda, bir bölümünü de zevk ve sefalarında lüks dairelerin
tefrişinde harcamışlardır.
Gerek bu nedenlerle, gerekse yakalanan teröristlerin açık beyanları ile,
teröristlerin bazı dış ülkelerden hem mali, hem de silah ve malzeme yardımı
gördükleri anlaşılmaktadır.
Bu yardım, bu ülkelerce direkt "Olarak silah ve malzeme göndermek sure­
tiyle yapıldığı gibi, ilgili devletlerin teşviki veya göz yummaları suretiyle
kaçakçılık şeklinde de yapılmaktadır.
Kaçakçılık, kuşkusuz kara ve deniz sınırlarından yapılmaktadır. Böylece
anarşi ve terör odaklarının olduğu kadar devlet güvencesinden yoksun kalan
vatandaşların da can güvenliği nedenleri ile doğan büyük silah ihtiyacı dış
ülkelerden karşılanarak ülke bir silah deposu haline getirilmiştir.
Bugün dış ülkelerdeki terörist örgütlerin yayınladıkları ve bir kısmı ,
Türkiye'ye sokulan yayınlar 30 çeşidi bulmakta, yine dış ülkelerde üslenerek
Türkiye aleyhine ve Türkiye teröristlerini şartlandırma ve yönlendirmeye
yönelik 22 radyo istasyonu yayın yapmaktadır.
60'ı aşkuı yaym merkezinden haftada bir milyon bildiri, 15.000 adet gazete
basılarak dağıtılmaktadır.
Dış Ermeni terör örgütleri ile işbirliği yapacak kadar gözü kararmış vatan
hainleri, bunlarla aynı kamplarda eğitim görmekte ve yurt içinde bazen bun­
ların liderliğinde eylemler yapabilmektedirler.
Dış ülkelerde politik-ideolojik eğitim gören, özellikle yüksek tahsilli kişiler,
içte beyinsel örgütlenmeyi planlarken, terör örgüt/erinin de örgütselfaaliyetle­
rint; yön vermekte, taktik ve stratejilerini saptamaktadır/ar.
Türkiye coğrafyası kuzeyden güneye, batıdan doğuya menfaatlerin ve ihti­
ras/arın kesiştiği bir düğüm noktası ve geçit yeridir. Böyle bir coğrafya
üzerinde bir kısım dış düşmanlar planlarını uygulayamadan 12 Eylül harekatı
385
vukubulmuştur. Bundan sonra planların değiştirilerek yürürlüğe konması bek­
leniyordu: Bu nedenle, Türkiye 'deki anarşi ve terörün teşvik ve tahrikine dış
ülkelerdeki Türkler arasında başlanmış, iç terör odaklarının dışardaki uzantıları
eylemlerini oralarda yoğwılaştı17n.ışlardır.
İç terör odaklarının dış uzantılarının amacı, hiç şüphesiz devletimizi dost ve
müttefik ülkelerle bağlı bulunduğumuz paktlardan ayırmak, bazı kendilerine
demokratik kitle dedikleri yıkıcı kuruluşları vasıtasıyla ülkemiz üzerinde baskı
ku17n.aktır.
Bu amacın gerçekleşmesi için, kısıtlamalar, gözaltı ve tutuklamalar ile
güvenlik kuvvetlerinin tutumu ve davranışları alabildiğine tahrik edilerek
Türkiye ve yeni yönetim aleyhinde yoğun bir propaganda sürdürülmüştür.
Dışarıya kaçan vatan hainleri güdümünde yapılan bu menfi propagandanın
amacı, terör odaklarına karşı çok başarılı bir mücadele veren güvenlik güçlerini
etkisiz hale getirmek, yönetimi dünya kamuoyuna kötülemektir.
Bunlar tarafından şişirilerek yüzbinlerle ifade edilen gözaltı miktarı bugün
3.731 , tutuklu 24.300, mahkam ise 1 .898.kişidir.
Ülkemizde acımasızca seri cinayetler işleyen, soygunlar, silahlı saldın/ar ve
her türlü eylemlerle halkımızı canından bizdiren, ülkeyi parçalamayı ve tecrit
ederek devleti yıkmayı amaçlayan bu silahlı eşkiya artıklarına kucaklarını açan
ülkelerde de Papa olayında olduğu gibi, uluslararası terörizmin şiddet eylemle­
rine başladıklarını söylemekle gerçeği dile geti17nek isterim.
Türkiye 'deki biraz önce açıkladığım anarşi ve terör ile ilgili faaliyetleri
destekleyen ve ona yardımda bulunan ülkeler iki grupta toplanmaktalar.
Bunlardan birincisi; ülkemiz üzerinde tarihi ve ideolojik emelleri ve kendi
çıkarları olan, bu emellerine ulaşmak için Türkiyeyi bölmeyi, parçalamayı he­
def olan ülkelerdir. Bu gruba dahil ülkelerin Türkiye'deki anarşi ve terör odak­
larına biraz önce açıkladığım gibi her türlü desteği sağladıkları bilinmekte ve
nedeni anlaşılmaktadır.
Ancak ikinci gruba dahil ettiğimiz dost ve müttefik ülkelerin, uluslararası
terörizmin bir parçasını teşkil eden ve Türkiye'de faaliyet gösteren terörist/eri
ülkelerinde barındırmalarını, ülkemize yönelik faaliyetlerine göz yummalarını
ve uluslararası terörizmin yıkıcı faaliyetlerine teşhis koymama/arındaki gafleti
anlamak bizim için gerçekten güç olmaktadır.
Ümit ve temenni ederim ki, Avrupalı dostlarımız bu muzır, insanlık
düşmanı kişi ve örgütlerin gerçek yazana görür ve sadece insanlık için değil,
kendi sosyal düzenlerinin korunması için de gerekli etkin önlemleri alırlar.
Sevgili Vatandaşlarım;

386
Dıştan da büyük destek gören terörün bu boyutlara ulaşmasında, kuşkusuz
ülkenin içinde bulunduğu koşullar da temel etken olmuştur.
Ekonomimizin çökme noktasına gelmesinin ve aşm nüfus artışı nedeni ile
düzensiz göç ve şehirleşmeni11 yarattığı sosyal ve ekonomik sorunlar, saf Ana­
dolu köylüsünün göç ettiği yerlerdeki uyumsuz ve dengesiz yaşamı, terör
odaklarının kendi ideolojik görüşleri için başlıca sümürüle11 konular olmuştur.
Öğretim kuruluşlarında, bazı dernekli öğretmenler ile örgüt üyesi veya
sempatizan öğretim görevlilerince bilim yerine idelojiler standa.rt konular ola­
rak ele alınmış, körpe beyinler şartlandırılmıştır. Okullarda öğretmenler,
öğrenciler bölünmüş, boykotlar, işgaller, çanşmalar nedeni ile ders yapılamaz
olmuştur.
Bugüne kadar birkaç bili öğretim görevlisi ve öğretmenjıakkında yasal ve
idari işlemler yapılmışnr. Yüzbilüerce öğretim üyesi ve öğretmenimiz Atatürk
yolu11da ve kalpleri vatan sevgisi ile dolu olarak çalışırken çok küçük de olsa
bir kısmı maalesefsilahlı eşkiya ile birlik olarak soygun ve cinayetler işleyecek
kadar yolunu şaşırmıştır.
Ülke, anarşi ve terör selinde yuvarlanırken, bunlara dur demekten ve ge­
rekli ölllenileri almaktan sorumlu olan hükümetler ve partiler ise tamamen ye­
tersiz ve bazı hallerde gaflet içinde kalmışlar ve hatta bu gibi gayri kanuni har­
eketleri desteklemişlerdir.
Bunun sonucu olarak,·
Tamamell yansız olması gereken devlet yönetimi, politik çıkarların aleti
olmuş ve yetersiz bir duruma düşerek, çağın gereği olan gelişmelerde11 de
yoksun kalmıştır.
Yapnklarmda11 ve yapamadıklarından sorumlu olması gerekeli o günkü po­
litik üst düzey yöneticilerinin, hfild o günlerin özlemini çekercesine, kendi ge­
leceklerinin endişesi ile olayları, gelişmeleri izlemeleri, bazı girişimlere meyil
etmeleri, hayretle karşılanmaktadır.
Milli ekonomide önemli bir yeri olan KİT'ler de (Kamu İktisadi
Teşebbüsleri) partilerin politik çıkarlarına hizmet kaynağı ve çeşitli örgütlerin
yuvalalldığı yerler haline gelerek çalışamaz duruma düşmüşlerdir. Mahalli ida.­
reler, özellikle belediyeler tamamen politize olmuşlar, bazıları örgütlerine
destek sağlamış, bir kısmı ise her türlü kanun ve idare anlayışından uzak
çeşitli yolsuzluklara sahne olmuştur.
Bugüne kadar, belediyelerde yapılan soruşturmalarda çok özet olarak;
usulsüz ihaleler, eşe-dosta menfaat sağlanması, imar.iskan konularında çeşitli
yolsuzluklar, denetimsizlik, rüşvet, belediyelerin parti malı gibi kullamlması,
387
bütün halka hizmet yerine kendi partililerine hizmet götürülmesi, kanunsuz işçi
ve memur işlemleri gibi yolsuzluk olayları saptanmış ve bunlar mahkemelere
intikal etmiştir.
Bu şekilde 85 belediye hakkında 701 milyon TL 'lık yolsuzluk ve
yukarıdaki nedenler ile 160 dava açılmış bulunmakta, bir çoğunda ise
soruşturmalar sürdürülmektedir.
Her yıl, hatta her ay devi-etten para isteyen İstanbul, Ankara ve İzmir Bele­
diyeleri bugün için kendilerine yeterli hale gelmişlerdir.
KİT'lerde ve diğer birçok kamu kurululuşlarında da yolsuzluk konuları
yoğun bir şekilde ortaya çıkartılmakta ve saptananlar mahkemelere intikal et­
mektedir.
Bu ortamda cievlet mekanizması maalesef suistimal olayları ile
çalkalanıyordu. 12 Eylül'den sonra mahalli idarelerde olduğu gibi, kamu kw·u­
luşlarında da devleti içinden kemiren ve çökmesinde katkısı olan yüzlerce suis­
timal olayı saptanarak, yargı organlarına teslim edilmiştir. Anarşide olduğu
gibi, suistimal olay/arma karşı da tarafımızdan amansız bir mücadele açılmış ve
·olaylar saptandıkça sür'atle mahkemelere intikal ettirilmiştir. Bu konuda
sağlanan başarılarda bazı kamu görevlilerinin olduğu kadar vata11daşlarımız111
da katkıları büyüktür.
1 2 Ey/Ül'de, iş barışını sağlamak için; Türk işçisini bir takım sapık
ideolojik görüşler istikametine çekmek isteyen bazı yıkıcı, ideolojikfaaliyet­
lerde bulunan sendikaların faaliyetleri durdurulmuştur. Ancak, politize ol­
mamış, ideolojik eylemlere girmemiş sendikalarımız faaliyetlerini
sürdürmektedirler. Hiçbir sendika, sendikal faaliyetlerinden dolayı ka­
patılmamıştır. Faaliyetleri durdurulanlar ise amaçları dışına çıkmış, işçiyi
sömüren, ideolojik faaliyet için sürüklenmiş, ideolojik grev, boykot, işgal,
hatta ayaklanma kışkırtıcısı olanlardır. Hükümetlerin yukarıda belirttiğim
zafiyeti ve yönetimin yetersizliği oramnda bazı gayri resmi örgütler, menfaat
ve ideolojik gruplar meydana çıkmış, memleketi idare etmede söz ve yetki sa­
hibi olmuşlardır. Sendikalar, dernekler, odalar, kooperatifler gibi kanuni kuru­
luşların içerisinde ideolojik örgütlerin ve bölücü grupların etkinlikleri giderek
önemli gelişmeler kaydetmiş, bu kuruluşların bazıları adeta yıkıcı örgütlerin
maddi ve personel güç kaynakları haline gelmişlerdir. Anarşi ve terörün gide­
rek tırmanması parti ve hükümetlerin aciz ve etkisiz, yönetimin ise yanlı ve ye­
tersiz olması sonucunda tarafsız vatandaş kitlesi büyük bir bezginliğe, korku,
dehşet ve içine kapanık/ılığa düşmüştür. Bu ise, güvenlik güçlerinin en büyük
dayanağı ve yardımcısı olan halkın yardımından bu güçleri yoksun bırakmış,
bu da terörün daha da rahat hareket emıesine neden olmuştur.

388
Anarşi ve terörün böylesine yaygın bir hal almasına rağmen ne mutlu ki,
Türkiye'de hdld benliğini, bütünlüğünü ve etkinliğini korumakta olan güçler
vardı.
Bu11larm başmda, yüce Türk ulusunun büyük çoğunluğunun Türk Cumhu­
riyetine, devletine ve Silahlı Kuvvetlerine olan sarsılmaz inancı gelmektedir.
Bu inanç ve Türk ailesinin asırlara dayalı düzenli, sağlıklı ve güçlü yapısı,
ülkenin içine düştüğü bunca badireye rağmen bozulmamış ve kurtuluşumuzun
bir dayanağı olmuştur.
Yakalanan terörist/erin ·açıklamalarmdan ve ele geçen belgelerin incelenme­
sinden sonra terörist örgütlerin Türkiye'de kullandıkları strateji artık bütün
çıplaklığı ile ortaya çıkmıştır. Bu strateji şöyle özetlenebilir:
Yıkıcı unsurlar genel anlamda iki tür strateji uygulamaktadır:
- Dehşet ve korku stratejisi,
- Sızma stratejisi.
Dehşet ve korku stratejisi:
Ülkede terör ve korku yaratarak bir ihtildl ortamı yaratmayı amaçlayan ha­
reket tarzlarına �ygun eylemleri kapsamakta ·ve süratle halk ihtilalini
öngörmekıedir. Bu strateji halkı evlerine kapanmaya zorlayan, yaygın
öldürme, soygun olayları, bu olayları destekleyen kanunsuz grev ve
toplantılar, Fatsa, Kahramanmaraş, Çorum ve bazı Güneydoğu Anadolu ille­
rimizdeki örneklerinde görüldüğü gibi halkı birbirine düşüren, büyük kitleleri
kapsayan çatışmalar olarak ülkemizde uygulanmaya çalışılmıştır.
Sızma stratejisi ise;
Kurulmuş olan yıkıcı örgütlerin üyeleri politik ve sosyal teşkil/ere sızmayı
ve bu teşkilleri ele geçirmeyi amaçlayan hareket tarzlarını kapsar.
Bu stratejide partilerin kontrolü, derneklerin kontrolü, kendi amaçlarına
uyar biçimde koalisyonların kurulması, sendikaların belli amaçlı, düzeni zor­
layıcı faaliyetlerde bulunması, devlet yönetiminin ele geçirilmesi önem ka­
zanır. Buna; TÖB-DER ve ÜLKÜ-BİR vasıtası ile Milli Eğitime, POL-DER
ve POL-BİR vasıtası ile polise, DİSK-MİSK vasıtası ile iş yerlerine, belediye-
lere sızmayı örnekler olarak gösterebiliriz. ·
Türkiye'de aşırı sol da, aşırı sağ da ülke yönetimini ele geçirmek için
değişik çaplarda olmak üzere bu stratejileri benimsemiş ve uygulamışlardır.
Ülkemizde, solda ve sağdaki tüm yıkıcı örgütlerin belirtilen bu dehşet ve
sızma stratejilerini birlikte uyguladıkları gözlenmektedir. 1 2 Eylül öncesinin
kargaşa, bölünme ve çaresizlik ortamını kendi ideolojik amaçları için kullan-

389
mak isteyen bu örgütlerin büyük kısmı bugün güçlü olan devletin bağımsız =
yargı organları karşısında hesap vermektedirler.
"Biz iktidara gelse idik sizi bir an tereddüt etmeden sorgusuz asardık" diyen
bazı teröristlerin adaletin güvencesi altında tarafsız olarak yargılanmaları,
halkmızın ve devletimizin köklü geleneğinin, üstün meziyetlerinin, adalete ve
demokrasiye olan inancının da kanıtını teşkil etmektedir.
12 Eylül Harekatından önce aşırı solcu komünist ve terörist örgütlerin
sayıları yaklaşık olarak 40'a ulaşmış ve bunların büyllk bir kısmı fiilen cinayet
işleyen silahlı saldırı çeteleri haline gelmişlerdir. Sayıları 11 olan bölücü un­
surlar legal ve illegal veçheli odaklar çevresinde örgütlenmiş olarakfaaliyetleri­
ni yürütmekte idi. Bölücü odakların tümü kendilerince düşledikleri vatan
parçasını ülkemizden koparmak gayreti içerisindeydiler. Sayıları 12'yi bulan
aşırı sağ terörist örgütler, devlet güçlerinin yanında yer almak ve onlara yardım
etmek görüntüsü altında, fakat gerçekte devlet güvenlik güçlerinin etkisiz
olduğunu kanıtlamaya çalışarak tırmanan terörün taraf ve unsurlarından biri
haline gelmiştir. İrtica giderek pervasızlığını arttırmış, cihat çağrılarına silah
sesleri karışmaya başlamış, halkımızın temiz dini inancı sömürülerek çağdışı
bir sistemin oluşturulması gayretleri belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır.

Burada belirtmek istediğim diğer bir önemli husus da şudur:


Yönetimimiz özelikle şu veya bu partinin muhakeme edilmesi için herhangi
bir emir vermemiştir. Bağımsız yargı organlarının işler hale getirilmesi saye­
sinde, objektif soruşturma sonucu suçlular ortaya çıkmış ve yargılamalar
bağımsız olarak devam etmektedir. Bizim yaptığımız sadece yargı üzerinde
çeşitli baskı ve etkileri kaldırmak ve yargıya işlerlik ve çabukluk ka­
zandırmaktır. Biz özel mahkemeler kurmadık. 12 Eylül öncesinde uygulan­
mayan kanunların uygulanmasının bazı maksatlı çevreleri rahatsız etmekte
olduğunu milletçe izlemekteyiz.
Milli Eğitim sistem ve teşkilatımızı Atatürk inkılap ve ilkeleri doğrultusuna,
sağlıklı bir şekilde kavuşturmak amacımızdır. Eğitim faaliyetlerimizi, her alan­
da milletimizi birleştirci, bütünleştirici ve yüceltici, Atatürk milliyetçiliği yolun­
da planlamak ve programa bağlamak üzere çalışmalar sürdürülmektedir. Bu
meyanda, öğretmenlerimize yeni imkanlar tanınmış, sosyal şartlarının
düzeltilmesi için çalışmalar başlatılmıştır. 1980-81 öğretim yılı boykotsuz,
işgalsiz, kesintisiz ve ba§arılı olarak idrak edilmiştir. Öğrencilerimiz yıllardan
beri ilk defa özlemini çektiklerini törenlerle, sevinç içinde hak ettikleri diplo-
390
malarını almışlardır. Aziz Atatark'ün başlattığı okuma-yazma seferberliği
}"l:tıiden canlandırılmış. bir milyonu aşkın yurttaşımız okuma -yazma
öğrenmiştir. Kişinin, ailenin ve toplumun ihtiyacı olan din öğretim ve eğitimi
düzenli bir şekilde, devletin denetimi ve gözetiminde, ilkokul, ortaokul ve lise­
lerde, 1982-83 öğretim yılından itibaren zorunlu ders o/tırak okutulmaya
baş/anacaktır.
Üniversite, akademi ve yüksek okullarımızın geçmişte ihmal ve istismar
edildiği ve bu yüzden çok zarar gördüklerine milletçe şahit olduk. Yüksek
Öğretim Kanunu, bu ilim ve irfan müesseselerimizi toplum yapımıza ve
çağdaş hedeflerimize uygun müesseseler haline getirmeyi amaçlamaktadır. Bu
kanun tasarısı yakın zamanda ele alınarak kanunlaşması sağlanacaktır.
Çıkarılan Toplu Konut Yasası da, dar gelirli vatandaşlarımızın ev sahibi
olabilme imkfınını büyük ölçüde arttıran bir çare olarak yürürlüğe girmiştir.
Sağlık personeli için çıkarılan Devlet Hizmeti Yükümlülüğü Kanunu;
hergün muhatap olunan talepler, şikayetler ve yakınmaları belli ölçede
karşılayabilmek ve kalkınmakta olan bölgelerde yaşayan vatandaşlarımıza en
doğal hakları olan sağlık hizmetini uluştırabilmek amacını gütmektedir. Bu ka­
nunu, genç Türk hekimine, ülkenin kalkınması ve sağlık hizmetlerinin
yürütillmesine olumlu katkıda bulunmaları için bir çağrı olarak yorumlamak ve
değerlendirmek gerekir.
Belediyelerin durumuna değinmekte de yarar gördüm. Örnek olarak
İstanbul ve Ankara Belediyelerini aldım. Bu konuda sôylediklerim şunlardı:
1 Ocak, 12 Eylül 1980 tarihleri arasında hükümet tarafından Ankara Bele­
diyesine 370 milyon TL., İstanbul Belediyesine 490 milyon TL. yardım ve
destekte bulunulmakta idi, 12 Eyül'den sonra ise; her iki Belediye'ye de hiç
yardım yapılmamıştır. 12 Eylül Harekatı ile birlikte bu belediyeler yeni
yönetim tarafından devralındığı zaman Ankara Belediyesinin 8 milyar 770 mil­
yon TL. , İstanbul Belediyesinin 6 milyar 523 milyon TL. borcu vardı. Bu
borçlardan Ankara Belediyesi 850 milyon TL., İstanbul Belediyesi 865 mil­
Jon TL. '/ık bölümü ödemiştir.
Diğer yandan, 12 Eylül'den önceki bir yılda kendi kaynaklarından Ankara
Belediyesi 4 milyar 972 mi/yol! TL., İstanbul Belediyesi 5 milyar 271 milyon
TL. gelir elde etmekte iken 12 Eylül'den sonraki yansız uygulama ve buralar­
da alınan yeni önlemler ile Ankara Belediyesinin geliri 8 milyar 248 milyon
TL. na, lstanbul Belediyesinin geliri 8 milyar 655 milyon TL. 'na
yükselmiştir. Her iki devre arasındaki fark, suistimalleri, ihmalleri ve örgütleri
desteklemelerini temsil etmektedir.
Diğer belediyelerimizin durumu da bunlardan pek farklı değildir. Bu

391
örneklerden anlaşıldığı gibi belediyelerimizin yönetici/eri yıkıcı ideolojilere ta­
viz vermeden yansız, dürüst hareket edebildikleri, kendi kaynaklarını iyi bir
şekilde değerlendirebildikleri takdirde hem mali yönden devlete yük olmaya­
caklar, hem de halka iyi hizmet verebileceklerdir.

Şimdi de 1 2 Eylül'den birkaç gün evvel ve 1 2 Eylül günü ile sonrasında


basınımızda çıkan makalelerden birkaçına göz atalım.
Teoman Erel'in 7 Eylül 198 1 tarihli Milliyet gazetesindeki makalesinin bazı
bölümleri şöyle:
"1981 yılı Türkün ateşle imtihanının tekrarma sahne oldu.
Kurucunun doğumunun yüzüncü yıldönümü ile Türk Silahlı Kuvvetlerinin
Kurtuluş Savaşından bu yana dördüncü kez milletin ve devletin geceğini kur­
tarma operasyonuna girişmesi olayı üst üste çakıştı!...
A tatürk'ün doğumunun yüzüncü yılında Türk ordusu yangını
söndürmüştür.
Bu koşullar içinde, birkaç gün sonra erişeceğimiz, 12 Eylül'ün birinci
yıldönümü özel bir önem ve anlam kazanmıştır.
Tıpkı yüzüncü yıldönümü gibi... ve onun bir parçası olarak..
Yangm karşısında mücadele iki aşamalıdır.
Önce yangın söndürülerek enkaz temizlenir. Sonra da yeniden inşaata
girişilir. 12 Eylul'den sonra ilk yıl içinde en acil ve kritik sorun olarak terör
baş hedef idi. Bu konuda tahminlerin ötesinde ilerleme sağlandı. Terörün yer
altındaki kalıntıları arada bazı eylemler yapsa bile artık terörle mücadelede ka­
ramsarlık dağılmıştır. Öbür büyük mücadeleye inşaata sıra gelmiştir.
Aslında yangın söndürme ile inşaat dönemleri, bazı üslup ve metod
farklılıkları gerektirse bile yönetimin genel stratejisi değişmeyecektir. Hedefşu
andan itibaren yaklaşık iki yıl içinde daha istiltrarlı bir demokratik yapıyı inşa
ederek idareyi sivillere devretmektir.
Geride kalan bir yıl şöyle genel çizgileriyle değerlendirilirse, acil sorunlar
açısından başarılı geçmişir. Elbette bazı hatalar olmu.ştur. Biraz da zorunluluk­
ların etkisiyle bir takım düzenlemelerde kan ölçülere kapılabilmiştir. "

392
12 Eylül 1 98 1 tarihli Tercüman gazetesinin başyazısı şöyle:

"Tercünıan'ın 12 Eylül Harekdmıdan sonra yayınladığı başyazıda şöyle de­


niyordu:
'Türk ordusu, Türk milletinin ordusudur. Bir sınıfın, bir zalimin ordusu
değil. Milli Güvenlik konseyi bildirisindeki her satırda bütün Türk milletinin
özlemleri varclır. O bildiride Türlçiye insanının sımsıcak yüreği yatmaktadır.

Türk Silahlı Kuvvetleri çok zor, çok önemli fakat Türk milletinin
bütünlüğü. mutluluğu ve güvenliği için mutl�a yerine getirilmesi zorunlu olan
bir görevi üstlenmiştir.

Ve bu. belki de son şansımızdır.

O yüzdendir ki, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu çetin, bu hayati görevinde


başarılı olması, yüz akıyla sonuç alması için, herkesin, hepimizin elinden gele­
ni yapması gerektiğine yürekten inanıyoruz ...
Allah yardımcıları olsun! .. .'

Geride kalan bir yıl, ordumuzun üstlendiği bu çok çetin ve zorunlu görevi,
vermiş olduğu asker sözüne sadık kalarak gerçekleştirme yolunda gayretleri ile
geçmiştir. Yoğun, kararlı, sonuca ulaşan, başarılı gayretleriyle.
Türk. mil/eti ona yeniden huzur ve güvenini veren, ülkesinin bütünlüğünü
koruyan, zorbaları, terör çetelerini çökerten ordusuna en derin duyguları ile
doludur.
Yediden yetmişe, Edirne'den Ardahan'a, bütünüyle Türk milleti, bu kutsal
görevinde Türk ordusunun yanındadır.
12 Eylül Harekatının bir amacı da, yozlaşan, çöken, kan denizinde batmak­
ta olan demokrasiye yeniden sağlam bir yapı kazandırmak, bu görevini de ta­
mamladıktan sonra devlet yönetimini bütün kurumlarıyla işleyen demokrasiye
bırakmaktır. O amaç doğrultusunda bir takvim uygulanmakta, sağlam adımlar
atılmaktadır.
Türk Ord1JSunun geleneği budur. Verilmiş bulunan asker sözü budur. O
söze bütün Türk milleti yürekten inançlıdır.
12 Eylül 1980'den 12 Eylül 1981 'e çok mesafeler alındı. Ama Türk Silahlı
Kuvvetlerinin önünde gene çok zor görevler, alınması gereken bir uzun me­
safe Jıôf{i var.
Geçen yılkı içten dileğimizi tekrarlıyoruz.
Allah Ordumuzun yardımcısı olsun."

393
Aynı gazetenin köşe yazarlanndan Rauf Tamer'in "365 Gün" başlıklı yazısı
ise şôyle:
"Biz özgürlük diye diye özgürlükleri yok etme yarışına girmiş bir inat
ülkesi olduğumuzdan beri, ordu, işin bu noktaya gelmemesi için çok sabır
göstermiştir ama, galiba sonunda Türk devletinin varlığı, demokrasiden daha
öncelik kazanmıştır.
Geçen sene bugün, yukarıda okuduğunuz cümleyle karşılamıştım 12 Eylül
Harekdtmı ...
Ve aynı yazıyı şu cümleyle noktalamışım:
Demokrasi bitmez.
Demokrasi elbette bitmeyecektir. Bir daha gitmemek üzere elbet geri gele­
cektir. Ama sağlam demokrasi için sağlam devlet prensibiyle..
Nedir o prensip?
İşte 12 Eylül beyannamesini, yani Evren Paşa'nın o günkü biJdirisini açıp
tekrar okumalıyız...
Çünkü Harekatuı gerekçelerinde, Türkiye'nin müstakbel çizgileri, zaten
kendiliğinden gözüküyor.
Aynı bantın, devlet radyo ve televizyonundan bugün bir daha tekrarlan-
masında sayısızfaydalar görürüz.
Niçin?
Milli birlik ve beraberlik ruhunun yeniden perçinleşmesi için. Bu bir..
12 Eylü/'e nasıl gediğimizin itirazsız yeniden tesbiti ve tescili için. Bu iki..
Üçüncüsü ve en önemlisi de:
Harekata haklılık kazandıran gerekçelerin 12 Eylü/'den sonraki yani
şimdiki durumunu tetkik, hatta (varsa) mevcudiyetlerini ve hayatiyetlerini kon­
trol için ...
Velhasıl, en azından bir kıyaslama.
Neredeydik, nerelere geldik?
Yahut:
Henüz gelemediğimiz yerler varsa, hangi engellerle karşılaştık?
365 günde, büyük adımlar atılmış, uzun yollar katedilmiştir.
Yapılan işlerin çoğunda mutabıkız. Ancak hfili yapılmayan işler için belki
aceleciyiz.
Sağlam bir devletin temelleri atılırken, yönetime yardımcı olalım. BÜYÜK
İDEALi'ne ve BÖLÜNMEZLİK prensibine bütün gücümüzle destek verelim.
Hız ve ilham kaynağımız Atatürk milliyetçiliğidir..
394
Önümüzü açan, yolumuzu gösteren, program ise, 12 Eylül beyannamesi-
nin ta kendisidir.
Okuyalım.
Yüksek sesle okuyalım.
Bir daha.. Bir daha... "

Ayru gazete yazarlarından Güneri Cıvaoğlu ise şunları yazıyor:


"12 Eylül demokrasiyi kurşunlayan faşist karakterde bir askeri harekat
degildir. Öyle bir karaktere dönüşmedi. Gelecek için de bu dogrultuda hiçbir
kuşku işareti yok. Tersine... 12 Eylül yozlaşan, sadece bir biçim, bir kof kalıp
haline gelen demokrasiye yeniden saglık, yeniden bir öz kazandırma amacıyla
gerçekleşmiştir. Demokrasiye geçiş takvimi vardır. O takvim uygulanmak­
tadır. Pek yakında devreye girecek olan Kurucu Meclis demokrasiye dönüş
takviminde önemli bir yapraktır.
12 Eylül zorunlu ve son çözümdü. Her iki tesbitin de zaman içinde
doğrulandığını görüyoruz. Türkiye'yi ülkesi ve milleti ile bölmeyi amaçlayan
kanlı terör odakları büyük ölçüde çökertilmiş bulunuyor. Kurtarılmış bölgeler
hdld var mı? Hdld zorbalar hüviyet kontrolü yapıyor, dükkanları, işyerlerini
haraca bağlayabiliyorlar mı ? Oluk oluk kardeş kanı akıyor mu? İstiklal
Marşımızın söylenmesini yasaklamaya kalkışanlar nerede? Nerede, Türk Bay­
ragından başka bayrakları gönderlere çekenler?
Evet, 12 Eylül 1980'den 12 Eylül 1981 'e Türkiye insanı huzuru soluyor.
O halde 12 Eylül zorunluktu. Çözümdü.
12 Eylül bir geçiş dönemini başlatmıştır. Altyapısı olmayan demokrasi
yaşayamazdı. Daha önce tahrip edilmiş bulunan demokratik altyapı 12 Eylül
geçiş döneminde yeniden inşa edilmektedir. Öyle bir altyapı ki, üzerine daha
sonra hilkat garibeleri yükselmesin, öyle bir altyapı ki, çağın krizleri, dıştan
pompalananfesatfırtına/an alnnda çanrdamasın.
12 Eylül, kamplara bölünen, birbirinden kopan, daha doğrusu birbirine
düşman edilip birbirinden kopartılmak istenen milletimizi yeniden birleştirmek
amacını gütmekteydi. Geride.kalan bir yılın yaraları sardığını teslim etmeliyiz.
12 Eylül bir tarihi misyondu. O misyon yerine gelmektedir."

395
Milliyet gazetesinin 12 Eylül tarihli nüshasında başyazar Mehmet Barlas'ın
" Birinci Yıl!.." başlıklı yazısı şöyle:
"En yüksek rütbeli komutamndan, en kıdemsiz erine kadar, Türk Silahlı
Kuvvetlerine şükrammız sonsuzdur. Kendilerine karşı ulusca gösterilen gele­
neksel özene ltJyık olduklarım , bir kez daha kamtlamışlardır. Kaybolmuş can
ve mal güvenliğini yeniden sağlamışlar, tehlikeye düşmüş olan ülke
bütünlüğünü tekrar tartışılmaz bir kavram haline getirmişlerdir.
Devlete ve ulusa, bundan büyük hizmet olur mu?
Bu yüzdendir ki, 12 Eylül'ün birinci yılı dolarken öncelikle şükran duygu­
muzu seslendiriyoruz.
Ama biliyoruz ki, bu bir askeri rejimdir. Bugünkü statünün varlığı, demok­
rasinin ve anayasal hukuk devletinin yokluğu demektir. Demokrasiye dönüş
süresini11 uzaması halinde, 12 Eylül öncesi kargaşadan farklı .fakat en az onun
kadar ciddi ve ürkütücü, başka sorunlar çıkarabilir.
Bu sebepledir ki, 12 Eylül'ün üstesi11de11 geldiği sorunları sımrlarken, bir
askeri rejimin çözüm bulamayacağı problemlerin varlıg ını da hatırlatmak
gereğini duyuyoruz. Fakat en büyük güvencemiz, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin
demokrasiyi vazgeçilmez bir felsefe olarak kabul etmiş olmasıdır .. Gerekse 12
Eylül'ün biçimi, bize bu güvenceyi vermektedir.
12 Eylül bir askeri rejim olmaktan çok, bir 'devlet yönetimi' biçimi sergi/e­
mektedir. Müdahaleyi, bir cunta değil, 'Emir komuta zinciri içinde emirle' tüm
Silahlı Kuvvetler yapmıştır. Devletin bütün kadroları buna katılmıştır. Halk
bunu geniş bir biçimde desteklemiştir.
Yani, 12 Eylül, iktidarının kaynağım bir gruptan değil, devletten ve halktan
almaktadır. Bu yüzde11dir ki, arkalarında miyonlarca kişinin oy'unu taşıyan
siyasi parti kadroları ve liderleri, dönemin gereği olan bazı kısıtlayıcı kurallara,
direnmeden uymuşlardır.
Ver herkes inanmaktadır ki, birinci yıl dö11emeci- al111ırke11, bundan sonraki
yılm sonundaki virajda, çok partili demokratik parlamenter rejim olacaktır.
Bu açıdan, ikinci yılm artık düne değil, yarına dönük olması gerekiyor. 12
Eylül öncesi, bir kabus gibi geride kalmıştır. Aradan bir yıl geçmiştir. Devlet
kurtarılmıştır. Artık sıra, demokrasinin kurulmasındadır.
Bundan böyle, düne değil yarına bakacağız.. Bakmalıyız.. "

396
Nonnal demokratik parlamenter sisteme geçtikten bir süre sonra benim
aleyhimde sık sık makaleler yazarken adımı anarken sayın tabirini çok görüp
BAY KENAN EVREN tabirini kullanan Cumhuriyet Gaz�tesi yazarlarından
Oktay Akbal'ın bugünkü sayısında BİR YIL SONRA başlıklı yazısında, be­
nim Sivas'ta yaptığım konuşmada söylediğim "ATATÜRK'ün Büyük Nut­
ku'nu ezberleyinceye kadar tekrar tekrar okumalarını tavsiye ediyorum.
MARKS'ı, LENİN'i, MAO'yu okuyanlara sesleniyorum. Evvern kendi
büyüklerini, yoksul ülkelere, tutsak ülkelere dahi liderlik etmiş olan
ATATÜRK'ü okuyun. Onu öğrenin. Ondan sonra ötekileri de okursunuz"
paragrafını ele almış. bu sözlerimin doğruluğunu dile getirdikten, Nutuk'un
önemine değindikten sonra yazısına şöyle devam enniş:
"Sayın Devlet Başkam (Her nasılsa burada Mtfedip SAYIN tabirini kul­
lanmış) bir kez daha gerçek Atatürkçülük çizgisinde birleşmeye çagırmaktadır
bizleri... Kendilerini MİLLİYETÇİ diye tanıtan, ama gerçek Milliyetçilikle il­
gileri olmayanların, Atatürkçülüge yüzde yüz ters düşen işler yapanların, en
kanlı girişimlere kalkışanların yanılgılarını belirten Evren bakın ne diyor bu
konuda:
O halde Milliyetçilik, vatana, ulusa ve devlete sahip çıkma hiç kimsenin in­
hisarma verilmemiştir ve verilemez. Hiç bir gayri resmi örgüt, devlet güvenlik
güç/eri11i11 yetkilerini kullanamaz. Bu yüce kavramlara ulus bütünüyle sahip
çıkar.
12 Eylül 1980 den bu yana tam bir yıl geçti. Türk Ordusunun kurduğu bu
yönetim elbette ki yıllar boyu sürüp gitmeyecektir. Bunu 12 Eylü/'ü
gerçekleştirenler açıkça belirtmişlerdir. Her konuşmalarında da yinelemekte­
dirler. Ordunun görevi kutsaldır, yurdu ve ulusu savunmak ... Ama siyasal ik­
tadarı11, yurdu içine düşürdüğü çıkmazlardan çekip kurtamıak da bir çeşit yurt
savunması sayılmalıdır. 12 Eylül olgusu kaçınılmaz bir sonuçtu. Şimdi, yasa
dışı yollara, işlere kalkışıp ülkemizi kana boyayanlar adalet önünde hesap ver­
mektedir. Kim gerçekten suçludur, kim değildir en kısa sürede adalet her şeyi
aydmlıga çıkaracaktır. Suçlular cezalandırılacak, suçsuzlar ak/anacaktır. Türk
Ordusu her zamanki gibi. Atatürk Cumhuriyetini yaşamıak, güçlendirmek, bu
Atatürkçü çizgiye ters düşenlere hadlerini bildirmek görevini bir kez daha ye­
rine getirmektedir."
Diğer gazetelerde de aynı mealde çeşitli yazılar bu bir yıllık icraatımızı över
mahiyette idi.
Görülüyor ki iyi yoldayız. Verdiğimiz sözün önemli bir kısmını yerine ge­
tirdik. 8 aylık hayat pahalılığı % 17 .8 civarında seyrediyor. % 1 OO'ün üstünde
seyreden enflasyonun bu sene % 30-35 civarında gerçekleşmesini bekliyoruz.
İnşallah bunda da muvaffak olacağız.

397
14 EYLÜL PAZARTESİ

Son zamanlarda Türkiye'de bankerlik müessesesinin dejenere edilmeye


başlandığını, önüne gelenin bankerliğe heveslendiğini, bir yazıhane açıp halk­
tan para topladığını, anormal faiz verdiklerini duyuyor ve buna bir çare bulun­
masını, Maliye Bakanı ve Başbakan'dan istiyorduk.
Öyle faiz veren bankerler vardı ki; bu faizi nasıl ödediğine şaşmamak
mümkün değildir. Aylık faiz olarak % 10- 1 2 arasında faiz veren bankerler
varmış. Bunun sonu :muhakkak ki iflasla neticelenir ve tabii acısını da buralara
para yatıran zavallı halkımız çekerdi .
Aslında bankerlerin ortaya çıkışı ve mantar gibi çoğalışı 24 Ochlc. 1980'den
sonraya uzanır. Bu korkunç faiz yarışına dayarunalan mümkün değildi.
Nihayet hükümel, bizim de ikazımız üzerine, bankerlerin mevduat toplaya­
mayacağını, yalnız hisse senedi, tahvil ve mevduat sertifikası pazarlayabilecek­
lerini, faiz olarak banka faizleri üzerinde faiz veremeyeceklerini, televizyon ve
radyoya reklam veremeyeceklerini hükme bağlayan bir bildiri yayınladı. Bu
bildiri sonunda bankerlerin sıkıntıya düşecekleri ve halkın bir kısmının para­
larını çekecekleri ihtimali vardı. Ancak bu tedbir alınmazsa ileride daha da
sıkıntılı durumlarla karşılaşılması muhakkaktır. İleride bu bankerlik
müessesesi bir başağnsı yaratacak ama bakalım ne zaman? ..

Bugüne kadar alınan ekonomik tedbirlerin müspet neticeleri görülmeye


başlandı. Enflasyon ise gittikçe aşağıya çekiliyor.
1979 Eylül ayından 1980 Ağustos ayına kadar enflasyon % 74 iken, 1980
Eylül'ünden 1 98 1 Ağustos'una kadar enflasyon % 33'e düşürüldü. İşçi
dövizleri girişinde de artışlar sağlandı. Nitekim, 1 979 Eylül ayından 1980
Ağustos'una kadar Türkiye'ye 1 milyar 693 milyon dolar işçi dövizi girmiş
iken 1980 Eylül'ü ile 198 l Ağustos ayı arasında bu rakam 2 milyar 4 76 mil­
yon dolara yükseldi.
Keza ihracattan elde edilen döviz miktarında da önemli artışlar oldu.
1979 Eylül'ü ile 1 980 Ağustos'u arasında ihracat gelirlerimiz 2 milyar 447

398
milyon dolar iken; 1 980 Eylül'ü ile 1 9 8 1 Ağustos'u arasında bu rakam 3 mil­
yar 876 miyon dolar olmuştur.

Bütün bu rakamlar da gösteriyor ki, ekonomimiz de iyi yolda yürüyor.

17 EYLÜL PERŞEMBE

Fransa'da yayınlanan "Le Figaro" gazetesinin muhabiri benimle bir


mülakat yapmak istemişti. Bugün saat 17.30'da randevu verdim. Sorduğu
bazı sorularla verdiğim cevaplar aşağıdadrr:

SORU: Terörizmi kesi�ılikle bertaraf ettiğinize inamyor musunuz?


CEVAP: Artık vatandaşın can ve mal güvenliği sağlanmış ve halkımız hu­
zur içinde yaşamını sürdürmeye başlayabilmiştir. Ancak bugün birçok ülkenin
davramşları muvacehesinde terörizmin tamamen yokedilmesbıin mümkün ola­
mayacağı değerlendirilmektedir. Zira şimdilik sona ermiş gözüken terörün
ülkeler arasında devamlı kaymalar yap{JJI uluslararası terörizmin bir uzantısı
olduğundan şüphe yoktur. Uluslararası terörizm devam ettiği sürece bunun
Türkiye'deki uzantısının kısmen de olsa devam edebileceği tahmin edilebilir.
Bunun içindir ki beynelmilel terörizmle mücadelede bütün ülkelerin işbirliği
yapması yolundaki çağrılarımızı tekrarlıyoruz.
SORU: Terörizmin ekonomik, sosyal nedenlerden mi kaynaklandığını,
yoksa, dış etkenlerden mi beslendiğini tahmin ediyorsunuz?
CEVAP: Ülkemizde ne derece inanılmaz boyutlarda örgütlendiği her geçen
gün daha açıklıkla ortaya çıkan terörizmin beynelmilel terörizmin bir uzantısı
olduğu ve dışarıda bulunan mihraklardan destek gördüğüne hiç şüphe yoktur.
Şüphesiz Türkiye'nin geçmiş yıllarda içinde yaşadığı ekonomik bozukluk­
/arm, beynelmilel terörizmin faaliyetlerini büyük ölçüde kolaylaştırıcı bir ortam
yaratmada önemli katkısı olduğu açık bir gerçektir.
SORU: Üniversitelerinize Marksist sızmayı durdurmayı başardınız mı?
CEVAP: 12 Eylül'den evvel bir anarşi ve terör arenası haline getirilmiş
olan üniversitelerimizi ve okullarımızı, gerçek anlamda eğitim müesseseleri ha­
line getirme yolunda alınan tedbirler geçtiğimiz eğitim yılında olumlu sonuçlar
vermiştir. Hiç aksamayan bir eğitim yılı idrak edilmiştir. Fikri ideolojik
sızmalar ancak daha etkili, daha insancıl ve daha çok memleketçi fikirler ile
önlenebilir. İşte biz bugün, yakın geçmişte unutulmuş veya kasten bir tarafa
itilmiş bulunan, Türk'e özgü, asrın en mükemmel ideolojisini yansıtan

399
Atatürkçülüğü ve Atütürk ilkelerini bütün öğretim kurumlarımızda, tüm Türk
gençliğine verme çabası içindeyiz.
SORU: Ermenilerin üç nesil sonra dahi bugün hfılii Türklere karşı bu denli
menfi birfaaliyet içinde olmalarım nasıl açıklarsınız?
CEVAP: Erme11i sorunu bazı millet/erarası terör mihrakları tarafında11
Türkiye aleyhine istismar edilmek üzere yaratılmış suni bir konudur.
Türkiye'11i11 dışında yaşayan bazı Ermeniler milletlerarası terörizmin oyuncağı,
maşası olmuşlardır. Uluslararası Ermeni girişimleri11in 12 Eylül'den evvel
memleketteki kargaşalık ve iç savaş tehlikelerinden istifade etmek amacını
taşıdığı açıkça görülmektedir. Şunu herkesin bilmesini istiyorum ki,
Türkiye'nin Ermeni sorunu diye bir soru11u yoktur ve bütün dünyadaki Erme­
niler de bilmektedirler ki bugünkü Türkiye'nin milli hudutları içinde bir Erme­
nistan mevcut değildir ve olmayacaktır. Öte yandan Ermeni teröristlerin diplo­
matlarımıza saldırmak için ülke olarak Fra11sa'dan yararlanmalarını teessüfle
karşılıyoruz.
SORU: Başkan Sedat'ın katlin(ien sonra, İslam ümmetçiliği fikrinin bir
ölçüde yenide11 ortaya çıkmasından endişe ediyor musu11uz?
CEVAP: Katiyyen. Böyle bi endişemiz olsaydı, idik okullarımızda din
dersleri konması yolundaki kararı alır mıydık? Ancak islam ünımetçiliğifikri­
nin yeniden ortaya çıkmasının Moskova'nm işine geleceği aşikardır.
SORU: Peki, ya Kürt sorunu?
CEVAP: Tahriklerin olduğu muhakkak. Ancak, ülkemizi parçalamak için
Marksist yöntemleri ve bey11e/milel terörizmi kullanan bir bölücülük gayretini
de gözden uzak tutmamalıdır. Buııunla beraber hedef kitlelerin büyük
çoğunluğu bu tahriklere kapılmamaktadır. Esase11 birçok batı ülkesi din, mez­
hep, ırk ve renk farkları sebebiyle bu çeşit problemlerle karşı karşıya bulun­
maktadır.
SORU: Uluslararası pla11da, Başkan Reagan'm Türkiye ile bundan böyle de
ilgileneceğini düşünüyor musunuz?
CEVAP: ABD ile ilişkilerimizde, ambargo döneminin bahtsız günleri geride
kalmıştır. Bugün idaremiz en geniş anlayışı öncelikle Amerikalılardan
görmüştür.
Türkiye'de ABD ile müştereken kullanılan sadece bir üs vardır. (İncirlik
Hava Harekat ve Destek Üssü) Ayrıca yedi adet muhabere tesisi, üç adet bilgi
toplama tesisi ve bir deniz seyrü-sefer istasyonu bulunmaktadır. Türkiye,
kısıtlı imkanlarıyla toplam yıllık bütçesinin % 23'ünü savunma harcamalarına
tahsis etmekte olup, bu ittifak içinde çok büyük bir rakamdır. Diğer taraftan,

400
başta ABD ve Federal Almanya olmak üzere bir kısım NATO ülkelerinden
askeri yardım alınmaktadır. NATO'da 12 Aralık 1979'da alınan ve basına
açıklanan karara Türkiye'de katılmıştır. Bu karar Türkiye'de PERSHJNG-11
ve CRUISEfüzeleri konuşlandmlmasmı öngörmemektedir.
SORU: Ahiren sosyalist bir başkan seçmiş bulunan Fransa ile gelecekteki
ilişkileriniz hakkında ne düşünüyorsunuz?
CEVAP: Ülkeler arası ikili ilişkilerin esas. itibariyle devletten devlete
yürütülmesi ve geliştirilmesi nedeniyle, bir ülkede vaki hükümet veya iktidar
değişikliğinin, o ülkenin dost ve müttefik/eriyle olan ilişkilerini etkilememesi
tabiidir.
Fransa ile aramızda tarihten gelen geleneksel köklü bağlar ve yakın dostluk
ve işbirliğine ve karşılıklı menfaatlere dayalı ilişkilerimiz mevcuttur. Başkan
De Gaulle 1968 yılında Türkiye'de çoşku ile karşılanmıştır. Başkan Mitte­
rand'ın yönetimi altında da Fransa ile mevcut ikili ve çok taraflı ilişkilerimizin
gelişerek devam edeceğini arzu ve ümit ediyoruz.
Sayın Mitterand'ın çeşitli vesilelerle Fransa'nın taahhütlerine bağlı kala­
cağını açıklamış bulu11masuıdan ayrıca memnuniyet duyduğumuzu belirtmek
isterim.
Avrupa ülkeleriyle gfrek siyasal, gerek&e ekonomik ilişkilerimizin
geliştirilmesine özel önem veriyoruz. Bu nedenle Avrupa Ekonomik Toplu­
luğuna tam üyelik için gerekli hazırlıkları yapmayı da kararlaştırmış bulun­
maktayız.
Geçen bir yıl içi11de, batılı dost ve müttefiklerimize ülkemizde temel hak ve
hürriyetleri tekrar ihldl edilmeyecek bir biçimde en sağlam temellere oturtmak
ve etkin bir demokratik düzenin yeniden ihyasını sağlamak yolunda niyet ve
çalışmalarımızı her vesile ile anlattık. Çoğulcu parlamenter sisteme olan
bağlılığımız nedeniyle Batı'nın parlamenter kuruluşlarıyla ilişkilerimizi koru­
maya ve işbirliğini devam ettirmeye ayrıca iti11a ettik. Bu itibarla Ban Avrupalı
dost ve müttefiklerimizin 12 Eylül öncesi Türkiye'dekt· hakiki durumun bilinci
içinde, Türkiye'ye olan destek, anlayış ve güvenlerinin devam etmesi, bizler
için ayrı bir önem taşımaktadır.
SORU: Bugü11 düzeni yeniden tesis ettiğinize göre, iktidarı sivillere iade et­
meyi düşünüyor musunuz?
CEVAP: Şüphe mi ediyorsunuz? Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime
müdtıhalesi yasaya istinaden olmuştur. Vatan tehlikeye düşerse aynı şey sizde
de olur. Amacımız Türkiye Cumhuriyetini maruz bulunduğu yıkılma ve
parçalanma tehdidinden kurtarmaktı. Bugün terör ve anarşi son bulmuştur.
Bwıu tahrik eden illegal örgütlerin ve militanların büyük bir ekseriyeti temiz-
401
lenmiştir. Türkiye'de en geniş anlamda can ve mal güvenliği sağlanmıştır.
Buna paralel olarak ekonomik ve istikrar yolunda olumlu gelişmeler olmuştur.
Türk Silahlı Kuvvetleri tarihin her döneminde daima politika dışında kalmıştır.
Hiçbir zaman iktidar hırs ve hevesi ile hareket etmemiştir. Geçmişte olduğu
gibi, bu kere de üstlendiğimiz gerçek ve işler bir parlamenter demokratik rejimi
güvenli bir şekilde çalışacak kurum ve kuruluşları ile birlikte en kısa sürede
tesis etmek temel hedefimizdir.

18 EYLÜL CUMA

NATO Genelkunnay Başkanlannın her sene Eylül ayında yaptığı ve bazen


bir, bazen de iki ülkeyi kapsayan gezisi Türkiye'de geçen sene yapılacak iken,
1 2 Eylül müdahalesi dolayısıyla birkaç NATO ülkesinin itiraz eunesinden
yapılamamış ve bu seneye ertelenmişti.

İşte bu sene NATO Askeri Komite Üyeleri Türkiye'ye geldiler ve İstanbul


bölgesinde gezilerini yaptılar. Ben de İstanbuJ'a giderek bugün Kalender Or­
duevinde Genelkunnay Başkanlan onuruna bir akşam yemeği verdim.

Yemekte bir konuşma yaptım, konuşmamın bazı kısımlannı aşağıya


alıyorum:

Sayın Bayanlar, Değerli Meslektaşlarım,


Konuşmamın başında değindiğim gibi ülkem hiç arzu etmememize rağmen
bir sene evvel bir askeri müdahaleye maruz kalmış ve ülke yönetimini de
üstlenmek zorunda kalınmıştır. Zorunda kalınmıştır diyorum, zira bu
müdahale yapılmamış olsaydı belki de sizler bugün burada olanıayacaktınız.
Buna inanabilmek için 12 _Eylül 1980 'den evvelki Türkiye'de cereyan eden
olayların içinde yaşamış olmak gerekirdi. O günkü tabloyu kısaca çizmek gere­
kirse, bütün vatandaşlar gelecekten ümitsiz, ülkenin nereye doğru gittiğini bir­
birlerine soruyorlar ve kurtuluş çaresi arıyorlar. Bir ülke düşününüz ki, devlet
sektöründe çalışanları iki veya üç kampa bölünmüş.fabrikada çalışan işçiler,
okuldaki öğretmenler, öğrenciler, üniversitelerdeki hocalar ve hatta emniyet
kuvvetleri muhtelif kamplara bölünmüş, okullarda ve üniversitelerde öğretim
işgal veya boykot dolayısıyla kesintisiz yapılamıyor, fabrika ve işyerlerinin
çoğu ya hiç çalışmıyor veya ülke ekonomisinin daha da kötüye gitmesi için
kasten az kapasite ile çalıştırılıyor. Her gün 20-30 arasında vatandaş
öldürülüyor ve öldürenler yakalanamıyor, yakalanıp hapiste olanlar hapisha­
neden rahatlıkla kaçabiliyor. Mahkemelerde davalar bir türlü bitirilemiyor, se-

402
bebi hakimlerin ölümle tehdit edilmeleri. Birçok şehir ve kasabalarda sağ ve
sol örgütlere mensup teröristler tarafından mahalleler, semtler, sokaklar
ayrılmış, kurtarılmış bölgeler ve kasabalar teşekkül etmiş. Buralara emniyet
kuvvetleri dahi giremiyor. Kanun hakimiyeti kalmamış. Bütün bunlara
rağmen, hepsine çare bulacak olan parlamento çalışmıyor. 6 ay gibi uzun bir
süre bir tek kamm çıkaramadan yalnızca Cumhurbaşkanı seçimi için seçim tur­
ları ile vakit geçirmiş ve netice alamamış. Parlamentoda 1200'denfazla kanun
tasarısı beklediği halde bir sene içinde 47 kanun çıkarılabilmiş, bunun da 37'si
bütçe ile ilgili kanunlar. Yani bir senede 10 kanun çıkarılabilmiş.
Bütün bunlar tarafımdan zaman zaman radyo, televizyon ve basmda dile
getirilmeye çalışılmış, Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında ben ve Kuvvet
Komutanı arkadaşlarımca söylenmiş ve en son bir mektupla bu acı durum
Cumhurbaşkanı 'na aksettirilmiş, buna rağmen hiçbir netice alınmamış. Partiler
iktidara gelebilmek için her türlü ayak oyunlarını yapabilmişlerdir. İşte böyle
bir ortam içerisinde Silahlı Kuvvetleri memleketi bir iç harp fetaketinden kur­
tarmak maksadıyla bu müdahaleyi yapmıştır. İlk gün ve müteakip tarihlerde
yaptığım konuşmalarda da ifade ettiğim gibi, ülke yönetimi tekrar seçimle gel­
miş bir parlamentoya ve hükümete teslim edilecektir. Zira biz ve bütün komu­
tan arkadaşlarım , ülkenin bir askeri idare tarafından uzun zaman
yönetilemeyeceğini, yönetilmeye kalkışılırsa bunun mahzurlarını tarihi
tecrübelerimize de dayanarak çok iyi" biliyoruz. Bazı dostlarımızın bu
müdahaleyi tasvip etmediklerini ve bizim bu sözlerimize inanmak istemedikle­
rini, Türkiye'deki eski liderlerle kurulmuş dostlukları dolayısıyla bizi başka
yollarla cezalandırmak istediklerini biliyoruz. Ancak çoğunlukla baıılı dost­
larımızm bu hareketi anlayışla karşıladık/arım da memnuniyetle görüyoruz.
Biz verdiğimiz söze uygun olarak programımızı adım adım tahakkuk etti­
riyoruz. Bu bir sene içinde gözle görülecek derecede başarı sağladık. Anarşi
ve terör büyük ölçüde ortadan kalktı. Hergün ortalama 20-22 kişi ölürken
şimdi üç günde bir kişi ölmektedir. Her zaman söylediğim gibi bunu sıfıra in­
dirmeyi, içinde yaşadığımız ortamda mümkün göremiyorum. Eğer bütün Batılı
ülkeler, kendilerine siyasi mülteci diye sığınan hakikatte gizli örgütlerin üyesi
veya cani olan kişileri kabul etmez, beynelmilel terörizmle etkili mücadelede
işbirliği yaparlarsa, o zaman bunun kökü kazınabilir. Unutmayalım ki, bu
terör yarın, öbürüsü gün o ülkelere de sıçrayabilir. Nitekim sıçrıyor da.
Ekonomik alanda da her gün daha_ iyiye gittiğimizi görüyoruz.

403
21 EYLÜL PAZARTESİ

Banker olayı basında ve kamuoyunda güncelliğini muhafaza etmekte ve


çeşitli eleştiriler ve tek.lifler yer almaktadır. Bazı çevreler faize müdahaleyi
doğru bulmamakta, reklamlara müdahaleyi eleştirınekteler.

Bu arada bazı ufak bankerlerin yavaş yavaş vatandaşlara faizleri


ödememeye başladık.lan ve hatta ana parayı bile ödemeyen ve ortadan kaybo­
lanlar görülmüştür. İşte tam bu sırada bugün Maliye B ak.anı Kaya Erdem
basına bir beyanat vererek durumu büsbütün karıştırıyor. Verdiği beyanatın
bir yerinde 'Vatandaş bugüne kadar kendisini korumadı. Önlemleri 6 ay sonra
alsaydık daha çok vatandaşın canı yanacaku ." "Banker, tahvile, mevduat serti­
fikasına % 5 0 faiz veri rken, bono karşılığı % 1 20 veriyordu. Üç beş kuruş
fazla para kazanmak için kumar oynanrnışur."

Aslında Kaya Erdem'in söyledikleri doğruydu. Ancak bir Maliye Ba­


kanının " halle kwnar oynamıştır" demesi, vatandaşların bankerlere hücumuna
sebep olmuş ve bunun sonucu banker iflasları birbirini tak.ip etmiştir.

22 EYLÜL SALI

Bugün feci bir kaza haberini ulaştırdılar. Trakya'da yapılmakta olan bir tat­
bikatta, hava kuvvetlerine ait bir jet uçağı, toplu olarak istirahat etmekte olan
bir piyade bölüğünün üzerine düşmüş ve 40 erimiz şehit olmuş. 72 erimiz de
yaralanmış. Tabii çok üzüldüm.

Bu olay sonradan aşırı sol fraksiyonlara mensup örgüt mensuptan ta­


rafından istismar edilmiş ve sözde bu pilot askeri yönetime karşı olduğundan
kendini de feda ederek bölüğün üzerine kasden uçağı düşürınüş ve bu gibi inti­
har uçuşları daha da devam edecekmiş! ...

Bu alçakca iftirayı duyunca çok sinirlendim. Ve Elazığ'da yaptığım


konuşmamda buna değinmiştim.
Müteakip günlerde şehit sayısı 53'e yükseldi.

404
23 EYLÜL ÇARŞAMBA

Kanada Savunma Bakanı, Milli Savunma Bakanımız HalOk Bayülken'in


davetlisi olarak Türkiye'ye gelmişti. Kendisini bugün kabul ettim. Anlayışlı ve
Türkleri seven bir zat. Kendisiyle yaptığım kısa konuşmada Avrupalı dost­
larımızın bazılarından anlayış göremediğimizi, bundan üzüntü duyduğumuzu
ifade ettim.
Aramızda geçen konuşmanın çok kısa bir özeti şöyledir:
Konuk Bakan: Yapmakta olduğum bu ziyaret esnasında, Türkiye'nin ülke
istikrarını ve toprak bütünlüğünü korumak için gösterdiği gayretleri yakından
müşahade etmek fırsatını buldum. Türkiye'nin NATO İttifakı içindeki önemini
müdrikiz.
Dün değerli Savunma Bakanınız Sayın Ümit Ha/ak Bayülken ile bizi ilgi­
lendiren bütün konuları ayrıntıları ile görüştüm. Bu arada, kendisine de ifade
ettiğim gibi, demokrasiye ulaşmanın çeşitli yolları vardır. Zat-ı Devletlerinin
seçmiş oldukları yöntem de bunların bir tanesidir. Bir yıllık uygulamanız da
bunun başarısını teyit etmektedir.
Ben: Başbakan Trudeau'nun selam ve iyi dilekleri için teşekkür ederim. Bi­
raz önce belirttiğiniz görüşlerinize tamamen katılıyorum. At/antik Okyanusu­
nun karşı sahilinde bulunan müttefiklerimizden ve bir dereceye kadar
İngiltere'den anlayış görmüş olmamıza rağmen, Avrupalı müttefiklerimizden
çatlak sesler çıkmıştır ve çıkmaktadır. Bugün aldığım bir habere göre, Dani­
markalı parlamenterler Türkiye'ye 1982 sonuna kadar demokrasiye geçmesi
için mühlet veren, aksi halde müeyyide uygulanmasını öngören bir karar ta­
sarısını Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisine sevk etmek niyetinde imişler.
Her ülke demokrasiyi kendi çizdiği şekilde uygulamakta serbesttir. Bunu bir
daha vurgulamakta ve açıkça hatırlatmaktafayda görüyorum.
Biraz önce bel(rttiğiniz gibi, demokrasinin tek yolu yoktur. Her ülkenin
kendisine göre bir demokrasi anlayışı vardır. Bunu bugün açıkça
görmekteyiz. Amerika'da başkanlık sistemi vardır. Bazı ülkelerde bakanlar
parlamento dışından seçilmektedir. Bunlar, ülkenin kendi özelliklerine
uyduğu için seçilmiştir. Biz de ülkemize en uygun ve en iyisini bulmak çabası
içindeyiz. Avrupa yüzlerce sene mücadele vererek bugünkü durumuna gel­
miştir. 1950'/erden beri gösterdiğimiz gayretlere rağmen, en uygun sistemi
henüz bulamadık. Ancak demokratik sisteme dönmeye kararlıyız. Zira askeri
yönetim bir çözüm değildir. Bunun örneklerini görüyoruz. Böyle bir idare

405
devrilmeye mahkOmdur. Bu itibarla, dostlarımızdan istediğimiz tek şey, bize
en iyi sistemi bulabilmemiz için zaman tanımalarıdır.
Türkiye'de komünist partisi yoktur ve bugünkü ortamda olamaz. Belki
bundan elli yıl sonra olabilir. Belki o zaman dünyada komü11ist sistemi dahi
mevcut olmayabilir. Demokrasicilik oyunu oynanmamalı, bu işi ciddiye almak
ldzımdır.
Konuk Bakan: Zatı Devletlerinin buyurduk/arına tamamen katılıyorum.
Bugün demokrasiye ulaşmış ülkeler hangi merhalelerden geçtiklerini unutmuşa
be11ziyorlar. Amerika bir iç savaşa sahne olmuş, Belçika'da Flamanlar ve Va­
/onlar çatışmışlardır. Fransız ihtilali ve akisleri uzun yıllar sürmüştür.
Milli Savunma Bakamnız ile yaptığım görüşmede de belirttiğim gibi, Kana­
da Türkiye'ye elinden gelen her türlü yardımı göstermeye gayret edecektir.
Bundan sadece tek taraflı olarak vermeyi değil, sizden de birşeyler öğrenmeyi
kastediyorum. Sanayi, ticaret ve kültür alanlarında da işbirliğine hazırız.
Ben: Bize cephe almış bulunan aşırı grupların maksatlarının Türkiye'yi
yalnızlığa itmek ve böylece Batı Grubundan ayırmak olduğu11un farkındayız.
Bu oyunlarını biz biliyoruz. Avrupalı dostlarımızın da bunu anlamalarını is­
tiyoruz. Bizde bir atasözü vardır, "Pireyi yakalamak için yorgam yakmak." Bi­
zim yorganı yakmaya niyetimiz yok.
Konuk Bakan: Zat-ı Devletleri ile bu konuda mutabıkım. Batıda "pasifizm"
hususunda dikkatli olmaya mecburuz. Hepimiz barış içi11de yaşamayı arzu
ediyoruz. Ancak, bu11un neleri feda ederek sağlanacağı açıklığa
kavuşturulmalıdır. Bağımsızlığımızı yitirmek istemiyoruz. Hürriyet
diğerlerinin hürriyetlerine e11gel olunmaması şeklinde anlaşılmalıdır.

1 EKİM PERŞEMBE

Fransa'da Türle diplomatlarına karşı bir sene içerisinde Ermeniler tarafından


gerçekleştirilen saldın ve öldürme olaylarına karşı Fransız Radyo ve Televiz­
yonu'nun Türkiye aleyhinde yaptığı maksatlı ve kışkırtıcı yayınlara, Fransa
hükümetinin bir reaksiyonda bulunmamasından duyduğumuz üzüntüyü belirt­
mek için Fransa Cumhurbaşkanı Mitterand'a bir mesaj gönderdim.

Mesajımda özetle; Fransa'da bir yıldan daha kısa bir zaman içinde Türle
diplomatlarına karşı beş caniyane girişim yapıldığı, özellikle Fransız Radyo ve
Televizyon i radesinin bu olaylar karşısında her türlü terörist eyleme karşı
olduğunu açıkça ilin eden Fransız hükümetinin politikasıyla da bağdaşmayan

406
bir tutum izleyerek, sözde Ermeni taleplerini haklı göstermeye yönelik terörist
saldırılan teşvik eder mahiyette ve Fransız kamuoyunda Türklere karşı
düşmanlık hisleri yaratacak yayınlar yaptığı, Fransız Radyo ve Televizyonu­
nun haiz olduğu özgürlüğün bir başka ülkeye karşı nefretin kışkırtılmasını ma­
zur ve haklı gösteremeyeceği, bu neşriyatın iki ülke arasında, her iki ülkenin
de milli yararlan icabı olan geleneksel dostluğu zedelemesine, Fransa Cum­
hurbaşkanın müsaade etmeyeceğine inandığımı belirttim.

Bu mesajın bir etkisi olacağına inanmamakla beraber, suskun kalmayı da


doğru bulmuyordum.

Fransa'daki mevcut hükümet her nedense uzun zamandan beri Türkiye


aleyhine bir politika izlemeyi tercih euniş görünüyor ve bu sebeple de Fran­
sa'da yaşayan ve mevcudu 300.000 civarında bulunan Ermeni toplumuna
büyük tavizler veriyordu.

AVRUPA PARLAMENTOSUNUN TÜRKİYE İLE


UGRAŞMASI DEVAM EDİYOR •

Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye ile uğraşması devam ediyor. Parlamen­


todan sekiz üye Türkiye'ye geldi. İncelemeler yapıp rapor hazırlayacaklar.

Gelen bu heyetin başkanı verdiği bir demeçte; "Türkiye'nin biran önce


sağlam temellere dayalı bir parlamenter demokrasiye dönmesini sağlayacak
önemli adımlar atılmaktadır. Kurucu Meclisin niteliği ve görevltri sap­
tanmıştır. Yetkililer daha bugünden 1 983 baharında genel seçimler
yapılabileceğini söylemektedir. Avrupa Parlamentosunda küçük bir azınlığın
birkaç oy farkıyla geçen Nisan ayında Türkiye hakkında kabul ettiği karar
sureti tamamen politik bir oyundur, bir emri vaki idi. Ekim ayında Siyasi Ko­
misyonda Von Hasse/ Raporu ile bu saçma kararın değiştirileceği ve Genel
Kurulda Türkiye ile ilgili gerçekçi bir karar alınacağı kuşkusuzdur" demiş ise
de, böyle beyanatlara inanmanın doğru olmadığını gayet iyi biliyorum.

Gelen bu gibi heyet mensupları Başbakan, Dışişleri Bakanı ve bazen de be­


nimle görüşme yapıyorlarsa da, kendilerine karşı bir harekette bulunulmuş
eski parti liderleri, eski parlamenterler ve sendika başkanları ile de temas et­
meyi ihmal euniyorlar. Temas ettikeri bu kişilerin yaptığımız işlerin doğru
olduğuna dair bir beyanda bulunmaları herhalde beklenemez.

Avrupa Parlamentosu böyle çalışırken; Avrupa Konseyi de Türkiye ile ilgili


çalışmalarını sürdürüyor. Nitekim Konsey Siyasi Komisyonunun verdiği bir

407
raporda Türkiye'nin Konsey Üyeliğinde kalıp kalmaması hususunun Ocak
ayına ertelenmesi öngörülüyor.

Bu haberler iyi haberler ama biraz evvel de söylediğim gibi, hiç güven ol­
maz. Bir de bakarsuuz ki tam tersi bir karar da çıkabilir. Zira Türkiye içinde ve
dışındaki birçok kişi ve kuruluşlar bu yöndeki menfi tutum ve girişimlerini de­
vam ettiriyorlar. Bizim askeri idarenin muvaffak olmaması için var güçleriyle
çalışıyorlar. Biz muvaffak olamazsak sanki Türkiye kurtulacak. Bunun son
şans olduğunun idraksizliği içinde olarl insan mı ararsınız? Bir sürü...

Daha evvel de yazdığım gibi eski siyasi partilerin tutumları, Danışma


Meclisinin rahat çalışması, yönetimde görev yapan bürokratların da ileride de­
mokratik sisteme dönülmesinde eski parti lider ve kadrolarıyla karşı karşıya
kalacağı düşüncesiy�e şimdiden o taraftan gelecek telkin ve hatta baskılara
karşı koyabilmeleri gibi sebeplerle, mevcut siy�i partilerin kapatılması ve
Anayasanın kabulünden sonra seçimlere gidilirken yeni kurulacak siyasi parti­
lere müsaade edilmesi hususundaki telkin ve teklifler yine çoğalmaya başladı.

Konsey Üyesi arkadaşlar, Genel Sekreterlik ve güvenebileceğimiz bazı


kişilerle yaphğınuz istişareler sonucu bu hal şekline· ben de inanır oldum. Hana
keşke 1 2· Eylül'ü takip eden günlerde bu karan vermiş olsaydık diye· de
hayıflandık. Ama olan olmuştu.

Bu mühim karan almadan, bir defa da Yüksek Askeri ŞQra üyelerinin fikir­
lerini de öğrenmek istedik. Komutanların 1 3 Ekim günü Ankara'da toplanma­
ları hususunda emir verdim. Toplanu sebebi olarak da y�ni eğitim yılının
başlaması dolayısıyla bu eğitim döneminde uygulanacak eğitim programlarını
gözden geçirmeyi bildirdik.

6 EKİM SALI

Avrupa Konseyi Siyasi İşler Komisyonu Başkanı Steiner'in Türkiye


hakkında hazırladığı rapor, Konsey Genel Kurulunda dün oylamaya konmuş
ve büyük bir çoğunlukla kabul edilmiş. Buna göre Türkiye'nin Avrupa Kon­
seyi üyeliğinde kalıp kalmaması hususu 24 Ocak'ta yeniden ele alınacak.
Şimdilik üç aylık bir zaman daha kazandık.

408
Siyasi partileri kapabna kararımızı erken açıklamış olsaydık bu karar nasıl
karşılanır ve Avrupa Konseyi ayru karara varabilir miydi şüpheliyim.

Bugün, İstanbul'da yayınlanan "Middle East Review" adlı derginin bir mu­
habiri gelerek bana çeşitli sorular yöneltti.
Bu soru ve cevaplardan ikisini buraya alıyorum. Diğerlerini önemli
gönnediğim için almadım:

SORU: Türk Silahlı Kuvvetleri'nin iç bölünmeleri önlemek ve Atatürk


Türkiye'sinin bağımsızlığım ve bütünlüğünü korumak üzere başlattığı ha­
rekdt, özellikle dünya kamuoyunca gereği biçimde değerlendirilmiş midir?
Dünya kamuoyunun değerlendirme hataları varsa bunu nasıl yorumlamak
gerekir?
CEVAP: Türkiye'de 12 Eylül öncesinde ve sonrasında olup bitenler, dünya
kamuoyunda büyük ölçüde tartışılmış ve tartışılmaktadır. Türkiye'nin, bir iç
savaşın eşiğinden kısa 6ayılabilecek bir süre içinde milli birlik ve beraberliğini
yeniden sağlamış olarak, sorunlarını huzur ve güven içinde çözebilecek bir du­
ruma gelmesi, dünya kamuoyunda yeniden bir istikrar unsuru olarak
değerlendirilmesine yol açmıştır. Diğer taraftan, dış politikamızı iç politikadaki
dengesizliklerin etkisinden kurtararak, siyasetimize devamlılık, açıklık ve tu­
tarlılık kazandırmamız, yabancı ülkeler nezdinde Türkiye'nin sayguılığının art­
masına büyük katkıda bulunmuştur.
Bwıwıla birlikte iyi niyetli vefakat bilgi noksanlığından veya yanlış bilgi­
•.

lerle teçhiz edilmekten dolayı, az da olsa yapılan hatalı değerlendirmelerin


yanında maksatlı olarak ortaya atılan iddialar da olmuştur. Türkiye'de
gerçekleştirilen herşey dünya kamuoyunun gözleri önünde cereyan etmektedir.
Kapılarımız her zaman herkese açık tutulmuştur. Biz, önyargılardan uzak, iyi
niyetli ve tarafsız eleştirilere açığız ve bunlardan memnunluk duymaktayız.
SORU: 12 Eylül Harekatıyla Türkiye'de insan haklarının askıya alındığı
yolwıdaki iddialar ne derece doğrudur. İnsan hakları konusunda Türk Silahlı
Kuvvetlerinin ne derece titiz olduğu bilindiğine göre, ortaya atılan iddiaların
amacı ve anlamı hakkında nasıl bir yorum yapılabilir?

CEVAP: 12 Eylül Harekôtıyla birlikte Türkiye'de insan haklarının askıya


alındığı yolunda iddialar olmuştur. Daha önce de muhtelif vesilelerle
açıkladığım gibi, biz prensip olarak insan haklarının ihla/ edilmesine, özellikle
de işkenceye şiddetle karşıyız. Bu iddialar üzerinde titizlikle durarak sorumlu-

409
/arı hakkında soruşturma açmamız bu tutumumuzu teyid eder mahiyettedir.
Esasen T.C Kanunları da işkenceyi yasaklamış durumdadır.
Halen bu tür kanunsuz davranıfları tespit edilen görevlilerden bazıları mah­
kemelerce tutuklanmış bulunmaktadır.
Diğer taraftan, ilk günlerde, tabii hdkim esasma dayalı tarafsız mahkemele­
rin çalışma gücünü aşan sayıda sanık yakalanması ve bunun sonucu olarak
herbiri güvenlik kuvvetlerimizin hayatları pahasına ve cansiperane gayretleri
sonucunda yakalanabilen bu sanıkların hiçbir işlem görmeden salıverilmesi
gibi güvenlik açısından son derece tehlikeli bir durum ortaya çıkmıştır. Bunu
önlemek için bidayette 90 güne çıkarılan gözaltı süresi, şartların müsaade ettiği
ilkfırsatta 45 güne indirilmiştir.
Belirli mihraklarca ortaya atılan bu tür iddialar maksatlıdır, yönetimi zayıf
düşürmeye ve itibarını sarsmaya yöneliktir. Türkiye'de en kutsal insan hakkı
olan yaşama hakkının günde 22 kişiniıı öldürülerek ihlal edildiği 12 Eylül
öncesi günlerde hiç sesleri çıkmayan bu mihrakların iddialarmda ne derece sa­
mimi olduklarını tekdirlerinize bırakıyorum.

Bugünkü radyo ve televizyon haberlerinde Mısır Arap Cumhuriyeti Cum­


hurbaşkanı Enver Sedat'ın geçit resmi sırasında, geçit resmine iştirak eden bir
askeri araçtan şeref tribününe makinalı tüfeklerle ateş edilmek ve bomba
atılmak suretiyle öldürüldüğü haberi verildi.

Üzüntülü ve korkunç bir haber. Aşın dinci gruba mensup subay ve erler
tarafından yapıldığı söyleniyor. Yerine yardımcısı Hüsnü Mübarek Cumhur-
·

başkanlığına geçmiş.

Enver Sedat Türkiye'ye karşı bugüne kadar hasmane bir politika izlemeye
devam etmişti. İnşallah Hüsnü Müberek aynı politikayı sürdürmez. Zira biz de
Türkiye olarak Mısır ile iyi ilişkiler içinde olmayı arzu ediyoruz.
_
İran'da yönetimi ele geçiren Humeyni ve taraftarları, İsHim ülkelerine kötü
bir örnek oluşturdu. N itekim bunun ilk örneği Mısır'da görüldü. Orada da
Müslüman kardeşler teşkilatının yürüttüğü faaliyetleri önleyen ve 1500 kişiye
yakın dinci grubu tutuklatan ve haklarında dava açılanlar, intikamlarını Enver
Sedat'tan aldı. İnşallah Mısır'da da bir İran modeli yönetim işbaşına gelmez.
Eğer böyle bir şey olursa Arap ve İslfun filemi için felfilc.et olur.

410
13 EKİM SALI

Siyasi partilerin kapatılması hakkında bize yapılan çeşitli telkinler


karşısınd.a kafamızda oluşan kapatılma fikrinin doğru olup olmayacağı
hakkında Yüksek Askeri şara üye:crinin düşüncelerini de öğrenmek istedim.
Bu maksatla Yüksek Askeri Şura üyelerini bugün toplantıya çağırmıştım.
Toplanu Genelkurmay Başkanlığı Şura Salonunda yapıldı.

ŞOrayı açış konuşmamda özet olarak şunları söyledim:

Mevcut siyasi partilerin durumunu ele alacak olursak; Cumhuriyet Halk


Partisi ilk günden itibaren daima bizim karşımızda oldu. Parti Başkam olarak
Bülent Ecevit bizimle rahat mücadele edemeyeceğini anlaytnca, parti
başkanlığuıdan istifa eni. Arkasmda11 Arayış isimli bir dergi çıkarmak suretiyle
yö11etimle nıücadeleye girişti. Bir süre ses çıkarmadık. Doğru yolu ke11di­
liği11deıi bulur dedik. Ama gördük ki, mücadelesini gittikçe sertleştirmeye
başladı. İcraatımızı, aldığımız kararları acı acı tenkit etti. Bu bir askeri idaredir
ve Türkiye'nin her tarafmda da sıkıyönetim vardır. Elbette buna müsaade ede­
mezdik. Bildiğüıiz gibi Milli Güvenlik Konseyi'11in 52 sayılı kararını
yayınlayarak adı geçen derginin yaymına so11 verdirdik.
Ayrıc� Ecevit, yabancı bastn, radyo ve televizyonlarına da beyanet
vermeye devam etti. Velhasıl ülkede güven ve huzur sağlanıncaya kadar siyasi
faaliyette bulunmaması hakkuıdaki bildiri/erimize aykırı hareket eni.
Adalet Partisi Başkam Süleyman Demirel daha akıllı fakat si11sicefaaliyetle­
ritıi sürdürüyor. Partililerle olan görüşmelerini evinde yapmak suretiyle
teşkilatma gerekli direktifleri vermeye devanı ediyot. Ancak gözle gÖrülür suç
işlemiyor. Kurnazca hareket ediyor. Evine giriş çıkışları yasak edilebilir, tele­
fon konuşmalamıa da mani olabiliriz. Fakat bu yolu tercih emıeyi doğru bul­
madık.
Milli Seldmet Partisi Başkanı Erbakan ile, Milliyetçi Hareket Partisi
Başkam Türkeş ise mahkemeye verildik/erinden, bu iki partinin siyasi faaliyet­
leri şimdilik göze çarpmıyor.
Önümüzdeki hafta içerisinde 23 Ekim günü Danışma Meclisi fiilen göreve
başlayacak. Bugüne kadar mevcut siyasi partilerin kapatılması gerektiği ko11u­
sunda çeşitli yerlerde11 telkinler oldu. Bu telkin ve tekliflere bir �enedir ehem­
miyet vermedim. Ancak doğru mu yapıyorum, yanlış mı yapıyor.um hususun-

411
da bir fikir sahibi olabilmek için sizlerin bu konudaki düşüncelerinizi
öğrenmek istedim. Zira bu karar mühim bir karar olacak. Yurt içinden daha
çok yurt dışındaki akisleri bir hayli fazla olacak. Bizim gittikçe sertleşmekte
olduğumuzu söyleyecekler, demokrasiye dönmeye niyetli olmadığımızı ileri
sürecekler. Bun/an da dikkate alarak, partileri kapatalım mı, kapatmayalım mı.
kapatırsak ne zaman kapatalım? yeni partileri ne zaman kurdura/ım ... gibi hu­
suslarda sizin fikirlerinizi alacağım, her arkadaşımız serbestçe fikrini
söyleyebilir.
Görüşlerinizi kimseye açıklayacak değiliz.
Özet olarak yukarıya aldığım bu konuşmamdan sonra ilk sözü alan bir or­
general özetle şunları söyledi.. ...... :

Şahsi görüşüme göre, siyasi partilerin kapatılmasında geç kalınmıştır.


Ülkemizin 12 Eylül'e gelmesinde bütün siyasi partilerin sorumlulukları
olmuştur. Bunu kimse inkar edemez. Bir bildiri ile partiler en kısa zamanda
kapatılmalıdır. Böylece kurulacak olan Danışma Meclisi de mevcut siyasi par­
tilerin çengel atmalarından kurtulmuş olarak daha rahat çalışma imkanına
kavuşmuş olacaknr.
Diğer bir orgeneral şunları söyledi:

Bilindiği üzere 12 Eylül Harekatı ile siyasi parti/erinfaaliyetleri durduruldu


ve en kısa zamanda demokrasiye dönüleceği vaad edildi. Acaba demokratik
düzene geçişi eski siyasi partilerle mi yapmak doğru olur, yoksa yeni kurula­
cak partilerle mi doğru olur?
Kanaatimce eski siyasi partileri kapatarak yeni kurulacak partilerle demok­
rasiye geçmek daha doğru olacaknr. Milletimizin büyük bir çoğunluğu şimdiki
yönetimi benimsemiştir. Bu bakımdan alınacak böyle bir kararı tasvip edecek­
tir. Zamatıına gelince, Danışma Meclisi toplandıktan sonra bir yasa çıkararak
siyasi partiler kapatılmalıdır. Bunun birçok faydaları olacaktır. Yeniden
çıkarılacak Siyasi Partiler Kanununa konacak bir geçici madde ile partiler ka­
patılmalıdır.
B aşka bir orgeneralin düşünceleri ise şöyleydi ............. :

Önümüzdeki dönemde önemli değişiklikler olacaktır. Eski partiler bu


değişikliğe kolay giremezler, ayak uyduramazlar ve 12 Eylül'den önceki
çatışmalı dönemi yeniden yaratabilirler. En kötü tarafı da eski parti liderleri
hiçbir şey olmamış gibi yine parti başkanlık/arını sürdürmektedirler. Parti
ünvanları da kötüye çıkmıştır. Partiler muhakkak kapatılmalıdır. Aynı isimle
parti kurulmamalıdır. En kısa zamanda kapan/malıdır.
Siyasi partiler şimdi en güçsüz dönemlerini yaşamaktadırlar. Millet kendile-
412
rinden sogumuştur. Kapatılmalarından dolayı yurtta fazla bir reaksiyon ola­
cagını hiç zannetmiyorum.
Partilerin kapatllmasımn bir faydası da, Danışma Meclisinin dışarıdan
yapıkıcak etkilerde11 uzak olarak rahat çalışması olacaktır.
Diğer bir orgeneralimizin ............... düşüncesi de şöyleydi:

Türkiye ye11iden bir.düzene sokuluyor. Yani yeni bir inşaat var. Bu inşaat
eski tuğlalarla yapılamaz. Yeni bir siyasi yaşama geçeceğiz. Kısmen Danışma
Meclisi11in açılması ile yeni siyasi yaşam başlayacaktır. Bu yaşamda yeni un­
surların ve dolayısıyla partilerin de yerlerini alması gerekir. Eski partilerle bu
yapılamaz, iste11ilen o yeri almaları mümkün olmaz. Atatürk ilkelerini
zedeleyen partiler de var. Bu durumdan o partiyi de kurtarmak laiım.
Bürokraside görev yapanlarda yani devlet mekanizmasında çalışanlarda bir
bekleyiş bir atalet var. Gözlerini eski partilere çevirmişler, onlardan direktif
alanlar var. Partiler kapatılacak olursa, devlet meka11izması da daha iyi
işleyecektir.
Zamamna geli11ce Kurucu Meclis kurulmadan evvel kapatılmasında yarar
vardır. Böylece Meclis daha rahat çalışır.
Dünya kamuoyu partilerin kapatılmasına muhakkak ki reaksiyon
gösterecektir. Ekonomik güçlükler karşımıza çıkarabilecektir. Ama bunu
göğüslememiz gerekir. Memleket menfaati bunu icap ettiriyor.
B aşka bir orgeneral ............... şunları söyledi :

Partiler muhakkak kapatılmalıdır. Yeni Seçim Kanunu ve yeni Siyasi


Partiler Kanunu ile yepyeni partilerin kurulması sağlanmış olur.
Zamanına gelince; en kısa zama11da yapılmalıdır. Dış dünyada ve dış
basında reaksiyonu ve rizikosu olacaktır. Gerekçeleri açıklanırsa reaksiyon
nisbeten azalır.
Orgeneral ise şunları söylüyordu:

SiyaS'i partilerin yanlış tutumları yüzünden 12 Eylül'e gelinmiştir. Esasen


kamoyu bu partileri mahkCim etmiştir. Partilerin kapatılmasını geri bırakmak,
bozulan durumlarını güçlendirme ve kendilerine yakın buldukları Danışma
Meclisi üyelerini ele geçirmelerinefırsat verebilir.
Partilerin kapatılma kararı Avrupa 'daki topluluklarca reaksiyon
gösterilmesine sebep olabilir. Ekonomik baskılar da gelebilir. Buna rağmen
partiler Danışma Meclisifaaliyete geçmeden evvel kapatılmalıdır.
Şura üyesi Orgeneral .................... da şu görüşlere yer verdi:

12 Eylül'den beri mevcut partilerin kapatılmasi üzerinde kamuoyunda

413
geniş tenkitler yapılmakta, memleketi parçalanma noktasına getiren bu partiler
neden kapatılmazlar, J9(J()'da Yassıada'ya gönderilenler bugünküleritJ, yanında
çok daha iyi idiler diye söylenmektedir.
Bunlar kendilerini sorumlu görmüyorlar. Hatta hak talebinde bulunuyorlar.
Mevcut partiler mutlaka kapatılmalıdır. Mecliste 12 Eylü/'den evvel bulunan
milletvekillerinin hiçbiri bir veya iki dönem yeni kurulacak Meclise girmemeli­
dirler.
Kapatılma zamanı olarak Danışma Meclisi faaliyete geçmeden evvelki za­
man seçilmelidir. Ancak bu konu batıda tepki yaratacaktır.. Bu tepkiyi azalt­
mak için Danışma Meclisi faalliyete geçtikten sonra da düşünülebilir. Bu
konunun Konsey gündemine alınarak orada degerlendirilmesinde yarar vardır.
Orgenerallerden, şöyle diyordu:
Partiler muhakkak kapatılmalıdır. Kapatılma işlemi Danışma Meclisinin
açılışından ewel olmalıdır.
Şimdiye kadar yapılan birçok zor işler arasında partilerin kapatılma olayı
çok önemli bir olay olmayacağı kanaatindeyim. Şimdiki partiler, kurulduğu
zamanki partiler değildir. Örneğin; Atatürk'ün kurduğu CHP Atatürk yolun­
dan ayrılmıştır.
Orgeneral da_ şunları söyledi:
Partiler muhakkak kapatılmalıdır. Zaman olarak Danışma Meclisinin
açılışından önceki zaman seçilmelidir.
Orgeneral . . . . . . . . . . . . . . . .'nun görüşü de şöyle:
Partiler kapatılmalıdır. Kapatma, Damşma Meclisinin açılışmdan önce ol­
malıdır .. Böylece Meclis serbest çalışma imkamna kavuşur. Kapatma kararı
halk üzerinde müspet etki yapar. Gerçi bazı tepkiler gelebilir. İyi yapılacak
açıklamalarla bu tepkiler önlenebilir. Partileri kapatma kararı Danışma Mecli­
sinde de alınabilir, böylece Silahlı Kuvvetlerin üze.rindeki yük azaltılmış olur.
Ancak bu hal tarzının da birtakım mahzurları olacağı kuşkusuzdur.
Orgeneral . . . . . ... ..... da aşağıdaki görüşlleri ileri sürdü:
Partiler kapatılmalıdır. Ülkeyi 12 Eylül'e bunlar getirmişlerdir. Şimdi de
faaliyetlerini sinsice sürdürmektedirler.
Kapatma kararının yurtiçindeki reaksiyonu fazla olmaz. Buna mukabil
dıştaki tepkisi güçlü olabilir.
En kısa zamanda, yani Danışma Meclisi açılmadan önce kapatılmalıdırlar.
Orgeneral . .................... de şu fikirleri ileri sürüyordu:

414
Partiler keşke 12 Eylül'le birlikte kapatılsaydı. Kapatmadık çünkü dik­
tatörlüğe gidiyorlar demelerinden çekindik.
Partilerin Danışma Meclisinin açılışından 8-10 gün evvel kapatılması ,
birçok aşırı uçlar tarafından sömürülecektir. Dedikodular çıkarılacaktır.
Halkımız şimdi Milli Güvenlik Konseyi'nbı etrafındadır. Güven duymaktadır.
İşte bu güven ortammda partiler kapatılabilir. Ancak dış ülkelerde çok istismar
edilip ilerlememize mani olmaya çalışabilirler. Bugünkü partiler 100 yıldır isim
değiştirerek gelmektedir. Partiler en kısa sürede kapatılmalıdır. Ancak asıl olan
zihniyeti ve mevcut kanunları da değiştirmek' lazım.
Orgeneral . . ........... .'ın düşünceleri ise şöyle:

Bilindiği ğibi 12 Eylül Hareklinnın maksadı, esaslı temeller üzerine oturtul­


muş pCfrlamenter demokratik rejimi yeniden kurmaktı. Bunu her on yılda bir
bozan partilere bir daha bu gibi serbestçe sorumsuz hareket etmelerine
müsaade edilmemelidir.
Sağlam bir merkez parti kurulmalıdır. Buna en yakın parti bugün AP
görülmektedir. İktidara gelen partilerde anahtar rolü oynayan partiler ülkeyi
bugünkü duruma getirdiler. Partiler kapatılmalıdır. Kapatma Danışma Meclisi­
nin açılışmdan evvel olmalıdır. İleride kurulacak partilere sonsuz serbestlikler
verilmelidir.
Danışma Meclisi yeni bir hareket getirecektir, o nedenle tertemiz işe
başlamalıdır. Eğer partiler kapatılmayacak olursa her parti bu Meclis içinden
yandaşlarını seçip kendi tarafına sokmak isteyecektir. Böylece bu durum da
önlenmiş olacaktır.
Görüldüğü üzere Yüksek Askeri ŞOra üyelerinin hepsi siyasi partilerin en
kısa zamanda kapatılmasını öneriyorlardı. Ancak iki arkadaşımız.partilerin ka­
paulması görevinin Danışma Meclisine de verilebileceğini ileri sünnekle bera­
ber, bu hal şeklini bir alternatif olarak öneriyorlardı.

ŞOra üyelerini dinledikten sonra ben özet olarak şöyle bir konuşma yapum:

Biz de Konsey olarak aynı neticeye ulaşmıştık. Ancak belki yanlış


düşünmüş olabiliriz diye sizlerin de fikirlerini almayı uygun bulmuştuk. He­
pimizin aynı fikri paylaştığımızı görmekten memnuniyet duydum. Alacağımız
bu kararın dış dünyada riskleri olacağını da kabul ediyoruz. Avrupalı dost­
larımız Türkiye'deki askeri idare demokrasiden gittikçe uzaklaşıyor, şimdi de
siyasi partileri kapattılar, siyasi ve ekonomik baskılarımızı çoğaltalım diyecek­
lerdir. Özellikle Ecevit'in taraftarları ve dostları hemen saldırıya geçeceklerdir.
Adalet Partisinin de keza taraftarları vardır. Ancak sol kadar kuvvetli değildir.
Erbakan'ın partisi MSP ile Türkeş'in partisi MHP için ses çıkacağını zannet­
miyorum. Gerek CHP ve gerekse AP Avrupa'daki aynı görüşleri paylaşan
415
partilerle kulüp kurmuşlardır. Aynı kulübün üyeleri olduklarından birbirlerini
her ne pahasına olursa olsun destekleytceklerdir.
Ancak şimdiye kadar gözlediğimiz bir husus var ki, Amerika ve İngiltere
bizi destekler bir tutum içerisinde olmuşlardır. Yine de fazla bir zorluk
çıkaracaklarını tahmin etmiyorum. Kuzey Avrupa ülkelerinden fazla reaksiyon
beklememiz lazım. Fakar bu da bizi kararımızdan döndürmemelidir. Şimdiye
kadar ne müşküllere göğüs gerdik, bundan sonra da gereriz. Dış yardıvılarda
azalma olabilir, esasen dış yardımı da gittikçe azaltmamız menfaatimize olur.
Mütemadiyen dış borçla nereye kadar gidebiliriz? Çok zor durumlarla
karşılaşırsak Arap ülkelerinden yardım temin edebiliriz.
Damşma Meclisine, mutlaka serbest, rahat çalışacak bir ortanı yaratmalıyız.
Aldığımız haberlerden öğreniyoruz ki Süleyman Demirel ileride iktidara ge­
leceğini garanti görerek şimdiden bazı kimselere makam ve mevki dağıtmaya
başlamış bile.
1960 müdahalesinden sonra CHP kapatılmadığından, Kurucu Meclisi eline
geçirdi ve istediğini yaptırdı. Şimdi hiçbir parti kapatılmadığma göre teşekkül
edecek Danışma Meclisine her parti etkili olmaya çalışacak ve dolayısıyla
Meclis doğru dürüst çalışamayacaktır. Bizim gidici onların kalıcı olduğunu
gördükçe gözlerini onlara çevirmekte haklı olacaklardır.
Sonuç olarak kararımızı şöyle özetleyebiliriz:
J . Danışma Meclisi üyeleri hemen ilan edilecek (Bunlar zaten tespit edil­
mişti.),
2. Üyelerin açıklanmasından bir gün sonra siyasi partilerin kapatıldığma
dair olan kanun yayınlanacak,
3. Bunda·n bir gün sonra radyo ve televizyonda tarafımdan bir açıklama
yapılarak partilerin kapatılması sebepleri milletimize izah edilecek.
·
Böylece ileride kurulacak yeni partiler eskilerin hesabını vermekten
kurtulup serbestçe yeni kanunlarla millete hizmet vermek imkanına kavuşmuş
olurlar.
Toplantımız böylece sona erdi. Aldığımız bu kararın da memleketimize ve
milletimize hayırlı olmasını diledim.

416
15 EKİM PERŞEMBE

Danışma Meclisine seçilecek üyelerin seçimi üzerinde haftalardır


uğraşıyorduk. Seçimde bir hayli zorluk çektik. Vilayetlerden gelen listeler
üzerinde zorlandık. özellikle küçük illere tahsis edilen üye sayısı esasen az bir
rakam. Bunun üç misli aday gelmiş. Ama bakıyoruz, hepsinde de sakınca var.
Örneğin o ilden iki üye seçilecekse, altı aday bildirilmiş. Altısından biri uy­
gun, � şi mahzurlu çıkıyor. Kanun gereği mecburen az mahzurlu olanlardan
birisini seçmek zorunda kaldık.
Halbuki bu konuda Konsey'e bir yetki tanımış olsaydık, o gibi iller için
doğrudan Konsey'e müracaat eden 10.000'in üzerindeki adaylar arasından
seçim yapabilirdik. Şu anda kanunu değiştirmek de istemedik.
Milli Güvenlik Konseyi'nin doğrudan seçeceği 40 üyenin seçiminde de az
zorlanmadık. Birçok telkin ve teklifler geliyordu.
Konsey üyesi arkadaşlarımız kendi Kuvvet Komutanlığı mensuplarından
emekli olmuş asker orijinli kişileri seçtirmek istiyor, hatta mesela Kara Kuv­
vetlerine mensup olanlardan biraz fazla seçilmiş ise; kendi Kuvvetine mensup
olanlardan e�iyetsiz de olsa emekli general veya subayı dahil ettirmek istiyor­
du.
Aramızda da bu yüzden bir kırgınlık olmasın diye, birkaçına göz yummak
zorunda kaldım. Nitekim Danışma Meclisi göreve başladıktan sonra bu gibiler
kendisini belli etmiş, ben de onu teklif eden arkadaşıma, "Gürdün mü, ben
sana söylememiş miydim" diye tarizde bulunmuştum.
1 60 üyenin seçiminde böyle ufak tefek fikir aynlıklarının olmasını normal
karşılamak gerekir. Zira insan tartısı en zor tartı. Maalesef iyi ve kötü tarafları
tartacak hassas bir ölçü aleti henüz bulunmuş değil.
Bugün adayları açıkladık. Danışma Meclisi 23 Ekim günü göreve
başlayacak.
Bugün aynı zamanda mevcut siyasi partilerin hepsinin kapatıldığına dair
kanunu da kabul ederek akşam ajans haberine yetiştirdik. Yarın kanun Resmi
Gazete'de yayınlanacak.
Önemli gördüğüm ve aynı zamanda kısa olduğu için bu kanunu aynen
aşağıya alıyorum:

417
SİYASİ PARTİLERİN FESHİNE DAİR KANUN

Kanun No. 2533 Kabul Tarihi: 16.10.1981


MADDE 1- 12 Eylül 1980 tarihine kado.r kurulmuş olan ve faaliyetleri Milli
Güvenlik Konseyinin 7 Numaralı Bildirisi ile yasaklanmış bulunan bütün
Siyasi Partiler; tüm merkez, il, ilçe ve diğer şube teşkilatları, kadın ve gençlik
kolları, temsilcilik, lokal ve diğer adlarla kurulan her türlü yardımcı kuruluş ve
yan organları ile birlikte feshedilmiş/erdir.
MADDE 2 Feshedilmiş bulunan; Siyasal Partilerin ve her türlü yardımcı
-

kuruluş ve yan organlarının para dahil taşınır ve taşınmaz bütün mallan bu Ka­
nun yürürlüğe girdiği tarihte Hazineye geçer.
MADDE 3 Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Kurucusu Atatürk'ün
düzenlediği vasiyetnameye göre, maliki olduğu bütün para ve hisse senetle­
riyle Çankaya'daki taşınır ve taşınmaz mallarının, o tarihte mevcut tek parti
olan Cumhuriyet Halk Partisine belirttiği şartlarla tevdi ettiği idaresi görevi; bu
Kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren vasiyetname uyarınca tam ve nok­
sansız olarak Devlet Başkanlığı Genel Sekreterliğince ifa olunur.
MADDE 4 - Siyasi Parti mallarının Hazineye intikaline ilişkin tasfiye
işlemleri, en geç bir ay içinde Maliye ve içişleri Bakanlık/arınca müştereken
hazırlanacak yönetmelikte belirtilen usul ve esaslara göre bu Bakanlıklarca
yapılır.
MADDE 5 - 2325 sayılı Kanun hükümlerine göre Kayyım tayin edilmiş
olan Siyasi Partilerle ilgili tasfiye işlemlerinde bu Kayyımlar da diğer
görevlilerle müştereken görev ifa ederler. Tasfiye işlemi biten Siyasi Partideki
Kayyımın görevi kendiliğinden sona erer.
MADDE 6 Milli Güvenlik Konseyi tarafından yeni bir kararla
değiştirilmedikçe 2 Haziran 1981 gün ve 52 sayılı Milli Güvenlik Konseyi
kararında yer alan hükümlerin uygulanmasına devam olunur.
MADDE 7 13 Temmuz 1965 tarih ve 64-8 sayılı Siyasi Partiler Kanunu ile
-

ek ve değişiklikleri yürürlükten kaldırılmıştır.


MADDE 8 Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
-

MADDE 9 Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.


-

Bu haberin yann bir bomba gibi etki yapacağını biliyorduk. Geleceğini bu


partilere bağlamış kişi ve kuruluşlar ve hana bazı basın organlarının bunu ten­
kit edeceklerini ve memnuniyetsizliklerini ifade edeceklerini de"tahmin ediyor-

418
duk. Ancak daha evvel de ifade ettiğim üzere başka türlü hareket eblıemiz
mümkün göıülmüyordu.

Aynı partilerle seçimlere gidilmesi demek yine 12 Eylül 1 980'den önceki


duruma dönülmesi demek olacaktı. Karşılıklı suçlamalar, sen-ben kavgaları,
siyaha beyaz, beyaza siyah demeler evvelce olduğu gibi sürüp gidecek ve
yapılan bütün çalışmalar, katlanılan sıkıntılar ve fedakarlıklar boşa gitmiş ola­
caktı.

İşte bunları halka anlatmak için bugün radyo ve televizyonda aşağıdaki


konuşmayı yaptım:

Aziz Türk Milleti,


Radyo ve televizyon haberlerinde de duyduğuğuz gibi, ülkemizde mevcut
tüm siyasi partiler bugünden geçerli olarakfeshedilmişlerdir. Milli Güvenlik
Konseyini bu kararı almaya zorlayan durum ve sebepleri şöylece açıklamak
mümkündür:
12 Eylül 1980 öncesinde ülkemizin içinde bulunduğu çok tehlikeli durum
hdld hepimizin gözleri önünde durmakta ve bütün tazeliği ile hafızalarımızda
yaşamaktadır. Seneler ve senelerce bufevkaldde acı günlerin içinde; yaşama
güvencesini kaybetmiş, yarınından ümidini yitirmiş olan Türk vatandaşları 12
Eylül 1980 günü Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yönetime bütünü ile el koy­
masını, büyük bir çogunlukla tasvip etmiş ve desteğini esirgememiştir.
O günün şartlarına göre Parlamento ve Hükümetfeshedilmiş ve fakat de­
mokrasiye olan inancımızın bir gereği olarak, siyasi partilerin sadecefaaliyet­
lerinin durdurulması ile yetinilmişti. Ancak Türkiye'nin bu duruma gelme­
sinde büyük sorumluluk taşıyan siyasi parti mensup ve yöneticilerinin,
milletin büyük çoğunluğuna uyarak bu gereği idrak etmeleri, yeni anayasa,
yeni seçim ve partiler kanunu hazırlanıp normal seçimler yapılıncaya kadar, bu
yönetime yardımcı olmaları, hiç olmazsa köstek olmamaları veya gölge et­
memeleri beklenirken; maalesef yazı veya demeçlerle siyasi amaçlı faaliyet
gösterdikleri veya siyasi nitelik taşıyan tutum ve davranışlarda bulundukları,
hatta kendi içlerinde iktidar kavgasını başlamkları, kısaca 12 Eylül'den önceki
davranışlarını memlekette hiç bir şey olmamış gibi devam ettirme çabası içinde
bulundukları görülmüş, bunun üzerine Türk toplumunun muhtaç olduğu hu­
zur ve güven açısından bu gibifaaliyet ve davranışların önlenmesi maksadıyla
52 sayılı Milli Güvenlik Konseyi kararı alınarak yürürlüğe konulmuştur.
Şu hususu bütün Türk milleti önünde bir kere daha belirtirim ki, Milli
Güvenlik Konseyi hiçbir zaman, ülke yönetiminin tek bir partiye veya tek bir
şahsa verilmesini düşünmemiştir. Biz, tek parti veya şahıs diktatörlüğünün
ülkeyi arzu edilmeyen istikametlere sürükleyebileceği inancı içerisinde

419
olduğumuzdan dolayıdır ki; bütün konuşmalarımda hür, demokratik parla­
menter sistemin yeniden sağlam temeller üzerine kurulacağını, her şeyi ile bo­
zulmuş bir idarenin kısa sürede düzeltilemeyeceğini ve bunun için de makUI bir
süreye ihtiyacımız olduğunu dile getimıiştim. Parlamenter demokrasinin siyasi
partilerle gerçekleşen bir sistem olduğunun bilinci içerisindeyiz. Siyasi Parti­
ler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Bundan dolayıdır ki ,
siyasi partiler rejimini benimsemiş her demokratik ülkede olduğu gibi milletim­
izin kaderi, siyasi partilerin gücüne, görüş ve düşünce doğrultusuna ve
özellikle yöneticilerinin ehliyet ve dürüstlük derecelerine kesin olarak bağlıdır.
Siyasi partiler devletin gücünü azaltan veya parçalayan, vatandaşları birbi­
rine düşman cepheler haline getiren kuruluşlar olamaz. Siyasi partiler anayasa
ve kanunları çerçevesinde devlet işlerinin ve bütün ka!Jıu faaliyetlerinin daha
iyi yürütülmesi, bütün vatandaşların huzur, güven ve refaha kavuşması için
programları istikametinde ancak meşru bir rekabet içinde bulunabilirler. Başka
bir deyimle, siyasi partilerin vatandaşlar arasında uzlaşmaz ayrılıklara,
kırgınlıklara ve bölünmelere asla yer ver.meden medeni ve seviyeli bir hizmet
yarışı yapmaları gerekir.
Şimdi elimizi vicdanımıza koyarak düşünelim; acaba milletin kaderinde
başlıca rol oynamış partiler ve yöneticilerinden hangisi 12 Eylü/'e gelinceye
kadar bu görevin idraki içinde oldu? Hangisi devlet çatısının çatırdayarak
yıkılmaya başladığını görüp de milletin refah ve huzuru, devletin bekası için
kişisel ve parti çıkarlarındanferagatta bulunabildi?
Ve yine vicdanımıza danışarak şu soruya cevap arayalım: Hangi siyasi parti
ve yiineticisi 12 Eylü/'den sonra siyasi ih�irasını bir müddet olsun durdwup
da, yıkılan devlet düzeninin tamiri için beklemeyi tercih etti? Aksine basın ve
diğer yollarla eskiden olduğu gibi birbirlerine sataşmaya, sen-ben kavgası yap­
maya ve gizli kapılar arkasında toplantılar düzenleyerek yalan haberler yayarak
temiz vatandaşlar ımevcut yönetim aleyhine zehirleme içerisine girdiler. Hatta
ilk yapılacak seçimde iktidara geleceklermiş gibi yandaşlarına şimdiden ma­
kam, mevki ve menfaat dağıtma vaadlerinde bulundular. Bu suretle 12 Eyü/'e
kadar ülkeyi nasıl yönetmişler ise, aynı alışkanlıklar içerisinde olduklarını or­
taya koydular.
Bu siyasi partilerin yöneticileri hdla birbirlerine karşı o kadar kin ve nefretle
dolular ki; bugün siyasifaaliyetlere müsaade edilmiş olsa, tekrar 1 1 Eylül 1980
günü kaldıkları noktadan yine bildikleri yolda yürümeye devam edeceklerinden
kimsenin kuşkusu olmasın.
Sevgili Vatandaşlarım,
Türkiye'de siyasi partilere dayalı demokratik parlamenter sistem mutlaka
kurulacaktır. Ama mevcut bu partilerle değil. Yıkılan bir binanın enkazını kul-
420
/anarak yapılan bir bina nasıl çökerse, yurdu 12 Eylül öncesine getiren parti­
lerle kurulacak bir demokrasi de yeniden yıkılmaya mahkUm olacaktır. Sağlam
olması için yeni malzeme ile yapılan binada olduğu gibi, biz de hür demokratik
parlamenter sistemimizi ancak yeni anayasa ve partiler kanununa uygun olarak
kurulacak yeni siyasi partilerle inşa etmenin mümkün olacağına inandık ve mil­
letin de isteği doğrultusunda mevcut partilerifeshetme kararını aldık.
Ayrıca Danışma Meclisi'nin her türlü etkiden masun olarak rahat ve huzurlu
çalışabilmesi için de bu yola başvurulmasına zaruret duyduk.
Kurucu Meclis'in meydana getireceği anayasanın milletçe kabulünden son­
ra hazırlanacak siyasi partiler kanununa uygun olarak ihtiyaç duyulacak yeni
siyasi partiler kurulacak ve bu partiler ile normal seçimlere gidilecektir.
Sevgili Vatandaşlarım,
12 Eylül'den beri millete vaadettiklerimizi adım adım tahakkuk ettirdik.
Çok şükür bütün vaadlerimizi zamanında yerine getirdik. Eğer mevcut partile­
rin yöneticileri milletin gösterdiği anlayışı gösterebilseler, kendilerini geçmişin
kin ve nefretinden temizleyebilse/er, kendi içimizde halledeceğimiz problemleri
dış ülkelere jurnal ederek bir takım kuruluşlar vasıtasryla bize baskı yaptırma
denemelerine girişmese/erdi, belki bu kararı almak gereğini duymayacaktık.
Bunların hiçbirisini yerine getirmeyenler gitmeli ve geçmişten ders alarak ku­
rulacak yeni partiler sahneye çıkmalıdırlar.
Şimdiye kadar söylediklerimi özetleyecek olursam:
Partilerin kısır.fakat klikleşmiş, bugüne kadarki başarısızlıkları sabit olmuş
kişilerin kurduğu kadro çemberini kaldırarak geçmişteki hatalardan, şiddet ve
yolsuzluklardan doğrudan veya dolaylı olarak sorumlu olmayan, kişilerle
çalışmasını temin etmek.
Bütün devlet teşkildtına sızmış olan kişisel menfaata dayalı partizan hareket­
lerin önünü almak;
Danışma Meclisi'nin geleceğe dönük olarak rahat ve huzur içinde her türlü
etkilerden uzak çalışmasını sağlamak;
En hayati milli çıkarlarda dahi uzlaşamayan partileri geçmişte bırakarak,
Türkiye'de kurulacak özgürlükçü demokrasiye, acı hatalardan sorumlu
olmayan, ideolojik dogmatik sapıklık/ardan uzak, Atatürk ilkelerinde
birleşebilen geleceğe dönük partilerle yeniden başlamak maksadıyla; partileri
feshetme karan alınmıştır.
Ümit ediyoruz ki bundan sonra kurulacak partiler, Atatürk ilkelerini esas
alıp 1950'den beri yapılan hatalardan ders almış olarakfaaliyette bulunurlar ve

421
Türkiye'y i tekrar; 1960'a, 197J 'e ve 1980'e getirmezler. Bu husus tamamen
sizlerin elinde ve sorıunluluğunuzdadır sevgili vatandaşlarım.
Eğer sizler yeni panilerin kurulmasında ve ileride yapılacak seçimlerde dik­
katle davranır da, ülkeyi geçirdiğimiz kara.nlık durumlara getirmeyecekleri
seçerseniz, Türkiye daima iyiye, güzele ve ileriye hızla gidecektir.
Hepinize sevgiler ve saygılar sunarım.

18 EKİM PAZAR

Siyasi partilerin kapatılmasıyla ilgili basında eleştiriler başladı. Fazla bir


gürültü kopannadı. Dünkü Tercüman gazetesinde Rauf Tamer bu konuyu ele
almış. O daha çok CHP'nin kendisini Atatürk'ün partisi kabul ederek
Atatürkçülüğü inhisarı altına aldığından, altı oktaki cumhuriyetçilik, dev­
letçilik, liiklik, milliyetçilik, halkçılık, inkılipçılıkla artık hiçbir partinin
övünemeyeceğini, yepyeni partilerin sahneye çıkacağını dile getirerek, zımnen
CHP'nin kapatılmasından duyduğu sevinci yansıtıyor. Kurunun yanında yaş
da yanıyor ama bu, bulunduğumuz dönemin bir özelliğidir demek suretiyle
makalesini tamamlıyor.

Gerek bu makale ve gerekse dünkü Milliyet'te Mehmet Barlas'ın ve


bugünkü Hürriyet gazetesinde Oktay Ekşi'nin partilerin kapatılmasıyla ilgili
makalelerini birer örnek olarak aşağıya alıyorum:

BASINDA PARTİLERİN FESHİNE İLİŞKİN MAKALELER

PARTİLERİN FESHİ....

Siyasi partilerin feshi, son 20 yılın en mühim olaylarından biridir...


Üzerinde yorum yapacak değiliz.
Fakat yeni doğacak partilerin, "eşit maddi şanlar" altında mücadeleye gire-
c eklerini düşünerek, kararı bambaşka açıdan değerlendiriyoruz...
Şimdi . Olanlar oldu.
..

Herşey geride kaldı.


İ/eriye bakalım.

422
Yeni demokratik dönem başlayınca:
"Ben Atatürk'ün partisiyim, sen Atatürk'ün partisi değilsin" gibi tüccar
kurnazlığına paydos.
His istismarma ve kavram kargaşasına da paydos..
Sayın Kara Harp Okulu Komutam, yeni ders yılı dolayısıyla yaptığı
konuşmada, halkçılık, devletçilik, milliyetçilik, inkıldpçılık, laiklik gibi ilkele­
ri11 11e tanınmaz hale geldiğini çok güzel anlatmıştı .....
Öyleyse, biri çıkar da "vay efendim, biz Atatürk'ün partisiyiz, nasıl feshe­
dersiniz?" derse, alacağı cevap da herhalde hazır sayılır...
Bir siyasi partinin gerçek Atatürkçü olup . olmadığı, halkın oylarıyla tespit
ve tescil edilecektir....
Çünkü, Atatürkçülük: kimsenin inhisarında değildir... Milliyetçilik,
inkıldpçılık da öyle...
Halkçıltk, devletçilik ve /diklik de öyle....
Evet. . . .
Yeni kurulacak partilerin siyasi yelpazede alacakları yerlere karışmayız.
Yasaların çizdiği çerçeve içinde, ister sola açılsınlar, ister sağa açılsınlar,
ister merkeziyetçi bir liberal sistemi temsil etsinler, ama gerek para, gerek
baskı grubu, gerekse de bürokrasi ağırlığı açısından bir imtiyazlı parti göreme­
yeceğiz galiba ....
Ayrmtılarım henüz öğrenememekle beraber, kanundan anlayabildiğim�z bu­
dur...
Eğer yanlış tercüme etmiyorsak, demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan
siyasi partiler, tam bir eşitlik ilkesiyle yarışa baştan girecekler, aym pistte,
aynı tip pabuçlarla koşacaklardır...
İlk planda denilebilir ki, "bunca örgüt ve bunca delege ne olacak?"
960 sonrası ne olduysa, yine o olacak ...
Hem unutmayın, Siyasi Partiler ve Seçim Kanunu zaten değişiyor.
Yeni bir sistem zaten geliyor.
Kimin karlı, kimin zararlı çıkacağı mühim değil.
Mühim olan "hakça ve insanca bir sistem... "

Var mı Atatürk'ün arkasına saklanıp da inkıltıpçılığı ihtildlcilikle


karıştırmak? .. Var mı ikide bir devletçiliği sosyalizm gibi vitrinlemek. Sonra
sermaye arttırımına giderken ikide bir kapı tokmağıyla oynayıp durmak? ...
423
Son 20 yılın en mühim kararlarından biridir bu.
Gerçi "testiyi kıranla dolduran tartışması" na yine de açıktır ama, "kuru11un
yanında yaşın da yanması" bulunduğumuz dönemin bir özelliğidir...
Vakitle ya!ışıyoruz.
Böylesine mühim bir olaya, çok acele temas zorunda kaldık.
il!ride , baŞka söyleyeceklerimiz de olacaktır.
Rauf TAMER

AÇILAN VE KAPANANLAR

Siyasi partilerin lağvedilmesi kararı, belki de "12 Ey/ül"ün ke11disi kadar


önemlidir. Ama bu karar, beklenilmiyor muydu? Ya da en azmdan, ihtimal­
lerden bir tanesi bu değil miydi?
D evlet Başkam Orgeneral Kenan Evren 'in, 15 Ocak 198l 'deki Konya
konuşmasım bölüm bölüm hatırlayalım:
" ... gideceğiz, gideceğiz. Onlar tencereyi pisletmiş/erdi. Yeniden tencereyi
verelim, yeniden pis/etsinler, istedikleri bu. . . Kurucu Steclis'ten sonra, nor­
mal düzene, parlamenter demokratik sisteme döndükten sonra da, Türkiye'nin
kaderi, memleketi bu hale getirenlere tekrar teslim .edilmeyecek. Bunu şunun
için söylüyorum: Bütün kamu görevlileri, görevlerini öyle yapsmlar. Çünkü
şöyle bir inanç var, (bunlar nasıl olsa gidici). Daima kulaklarım onlara
çeviriyorlar. Onlardan aldıkları direktifi.erle iş yapmaya çalışıyorlar. Heveslen­
mesinler, memleketi bu hale getirenlere tekrar memleketi teslim etmeyiz. Efen­
dim politikacı zor yetişirmiş, kolay yetişmezmiş. Bu memlekette çok büyük
politikacılar daha yetişir. Bir kişiye, iki kişiye teslim edilemez... "
Görüldüğü gibi, 15 Ocak'ta kamu görevlilerine yapılan uyarı, bu kez, daha
işin başında "Danışma Meclisi "ne de yapılmamak için, siyasi partiler
lağvedilmiştir. Yeni Danışma Meclisi üyeleri, ortada hiçbir siyasi parti kal­
madığı için, "tam bağımsız" çalışma ortamına sahip kılınmışlardır.
Bir de, yeni demokrasinin yapımı için, mevcut arsa boşaltılmıştır.
Kurucu Meclis anayasayı yapacak, bu halkoyuna sunulacaktır. Arkasından
"Siyasi Partiler Kanunu" hazırlanacak ve sonra yeni siyasi partiler kuralabile­
cektir.
Şimdi durum budur.:. Ama alınan karar doğru mudur, yanlış mıdır. Bunu
ileride siyasi tarihçiler tartışacaktır.

424
Biz kendi yakın tarihimize bakarak şunu söyleyebiliriz... Türkiye için,
siyasi partilerin kapatılması , kendi kendini feshetmesi veya lağvedilme,
görülmedik olay değildir.
Milli Nizam Partisi-, Türkiye İşçi Partisi, Demokrat Parti, Serbest Fırka, te­
rakkiperver Cumhuriyet Fırkası ... Cumhuriyet döneminde geriye doğru gi­
derken hatırladıklarımız... Demokrat Parti'yi , bir sulh hukuk mahkemesi ka­
patmıştı 1 960 '.ta .. 1 961 Anayasası ise 56 ncı maddesi ile partileri
demokrasinin vazgeçilmez unsuru kabul ediyor ve kapatma yetkisini Anayasa
Mahkemesi'ne veriyordu.
Bir de şunu söyleyelim. Partiler galiba sadece hukuken kapatılabiliyor. Ka­
pandıktan sonra da türemeyen parti hiç yok gibidir. Hukuken kapatılma
deneyini geçirmeyen bir tek büyük parti CHP kalmıştı. Şimdi, o da aynı
serüveni yaşamak zorunda.
İşin olumlu yanını da söylemeliyiz.... Siyasi parti üyesi oldukları için
çeşitli yasaklamalara konu olan partili politikacılar, artık sanırız rahattır. Artık
onlar da, partisiz politikacılar gibi rahatçafaaliyette bulunabileceklerdir.
İşin özeti Kurucu Meclis açılmış, partiler kapatılmıştır. Kurucu Meclis ka­
panırken de paniler açılacaktır.
Mehmet BARLAS

PARTİLERİN FESHİ

Siyasi tarihimizin çok önemli bir kararı Milli Güvenlik Konseyi tarafından
almdı ve çıkarılan bir kanunla, mevcut siyasi partilerfeshedildi.
Feshedilmek, hukuken ölmek demektir.
Eğer 52 sayılı karar olmasa, belki kendimizi tutamaz, "ölenin ardından
konuşulmaz" kuralım da şöyle, bir kenara itip "ama hak etmemişler miydi? "
diye lafa başlayabilirdik.
Bunu yapamayız, yapmamalıyız da!
Bizi 12 Eylül'e getirmekte, siyasi partilerin-özellikle yönetici kadrolarının­
sorum/uluğu hiç şüphesiz bütün öteki sorumlu/arınkinden büyüktür. Büyük
olması da mantığın sonucudur. Çünkü siyasi parti demek, ülkenin sorunlarını
belirli bir görüş doğrultusunda çözmek ve ülkeyi daha iyi günlere ulaştırmak
sorumluluğunu yüklenmiş bir kadro demektir. Bu amaçla iktidara talip olanlar,
bunun aksininfaturasını da yüklenmelidir/er.

425
Nitekim Devlet Başkanı Sayın Evren 'in radyo ve televizyonda yaptığı
konuşmanın mantığı da budur ve kendi içinde tutarlıdır.
Keza Sayın Evren'in "Bu siyasi partilerin y(Jneticileri hdld birbirlerine
karşı kin ve nefretle o kadar dolular ki, bugün siyasifaaliyetlere müsaade edil­
miş olsa, tekrar 11 Eylül 1980 günü kaldık/an noktadan, yine bildikleri yolda
yürümeye devam edeceklerinden kimsenin kuşkusu olmasın" şeklindeki ka­
naati bir kısım halk tarafından bölüşülmektedir. O nedenle ileri dönük olarak
bakmak ve "hür demokratik parlamenter sistemimizi ancak yeni Anayasa ve
yeni siyasi partilerle inşa etmenin mümkün olacağına inanmak" makuldür. Da­
hası , 12 Eylül'ün ilk gününden itibaren bütün siyasi partileri dışlamış olan bir
kadronun, bir gün hepsini birlikte feshetmesinde yadırganacak bir husus yok­
tur.
Yoktur ama, buraya kadarı madalyonun bir yüzünde yazılı olanlardır.
Oysa, bu kanunun kendi amacına yetip yetmeyeceği ve hatta o amaca hiz­
met edip etmeyeceği tartışmaya değer bir husustur.
Çünkü Türkiye'de yeni partiler, yeni insanlarla değil, eski partileri eski ha­
line dönüştüren insanlarla kurulacaktır. Belki yeni bir kanunla belirli bir kad­
royu siyaset minderinin dışına itmek mümkündür ama - bir tarihte 55 ağayı
toplayıp göz altında tutarak ağalığı kaldırmak isterken, onların yerine yeni 55
ağa daha yaratmıştık - sonuçta ismi yeni, zihniyeti aynı olan kadrolar mindere
çıkar. Bu da kaçındığımız sakıncayı üstelik iki misline yükseltir. Çünkü
ağalar, - eski örnekte olduğu gibi- bir gün yerine döner.
Sonra korkarız ki bu karar, özellikle yurt dışında birçok tartışmalara yol
açacak niteliktedir. GerÇi yeni partilerin kurulmasına imkan verileceği, çok
partili demokratik düzeni en az dünkü siyasi partilerin mensupları ve liderleri
kadar isteyen bir kadronun şu anda Türkiye'yi yönettiği kanısı yaygındır. Ama
yine de siyasi partilerin bir kısmı hakkında hiçbir kanuni takibat-kanun dışına
çıkmışlık s�çlaması- yokken bu kararın alınması , eleştirilere açık bir olaydır.
Şimdi gerçek şudur: Panilerfeshedilmiştir. Bir başka deyişle - uzun süredir
kapıları kapalı olan- siyaset evinde ölü vardır.
Ama hayat devam etmek zorundadır ve umudumuıu yeni doğacak siyasi
panilere bağlamaktan başka çere yoktur.
Oktay EKŞİ

426
19 EKİM PAZAR'I'F$İ

Yunanistan'da dün yapılan seçim sonuçlan bugün belirlendi. Maalesef Pa­


padreu'nun partisi PASOK tek başına iktidarı almış.

Papandreu bütün propaganda süresince Türk düşmanlığını işledi. Kendisi­


ni bu derece seçmenlerine karşı bağlayan bir liderin iktidara geldikten sonra,
söylediklerinin aksini yapması mümkün değil.

Öyle anlaşılıyor ki, iktidarda kaldığı sürece Yunanistan'la aramızdaki


askıda kalmış konuların halledilmesi mümkün olamayacağı gibi , Kıbrıs
problemi de sürümcemede kalmaya devam edecek demektir.

Papandreu'nun babası da Türk düşmanı idi. Oğlu da kendisine çekmiş

Yapımı sürdürülen Karakaya barajının su tutması halinde Malatya demiryo­


lu sular altında kalacağından, demiryolu güzergfilıın ın değiştirilmesi ve 2400
metre uzunluğunda yeniden bir köprünün yapılması gerekecekti.
Bu köprünün temelini atmak, o bölgede devam eden bir tatbikatı izlemek
üzere bugün Malatya, Elazığ bölgelerine hareket ettik. Evvela köprü temelini
attım. B ilfilıare Malatya'ya geldik. Vilayet önünde toplanmış olan ve bütün
meydanı dolduran vatandaşlara hitap ettim. Burada konuşmamın bir bölümünü
aşağıya alıyorum:

Sevgili Vatandaşlarım,
Yurdumuzda sağlanan bu huzur ve güvenden rahatsız olanlar yalnız
teröristler ve bölücüler değil. Vaktiyle ülke yönetimini üstlenip de anarşi, terör
ve bölücülüğe mani olamayanlar da rahatsızlık duymaktalar. Biz gücümüzü
sizlerden, milletten alıyoruz. Milletin bu birlik ve berçıberliği sayesinde
güçlüyüz. Biz çıkar çevrelerinden güç almıyoruz.
Sevgili vatandaşlarım, birçok konuşmamda ifade ettiğim gibi, Türktye.'nin
ikinci önemli problemi, ekonomisinin düzeltilmesi idi. Bunu düzeltmek için
bir takım sıkıntılara katlandık. Belki bundan sonra da kat/anacağız. Ama şunu
söyleyebilirim ki, bütün dünya ülkeleri arasında ekonomik durumu daima
iyiye giden bir ülke durumuna geldik. Bunu iki misalle size izah etmek isterim:
Amerika ve İngiltere'de çıkan iki büyük mecmua, dünyada ekonomisi ileriye

427
giden ülkelerle, ekonomisi geriye giden ülkelerin durumunu değerlendirmiş.
Bu iki mecmuada ekonomisi ileriye giden ve kredisi yükselen ülkeler arasında
Türkiye birinci sırayı alıyor. Vaktiyle yüzümüze bakmayanlar, kredi almak için
gidildiğinde hiç suratımıza bakmaya11lar, bugün ardımızdan koşmakta/ar.
Türkiye'nin içeride huzur ve güven içerisinde olması, ekonomisinin de her
geçen gün iyiye doğru gitmesi, elbetteki bazı iç güçler gibi dış güçleri de ra­
hatsız etmektedir.
Türkiye'nin daima gailelerle uğraşan bir ü(ke durumunda olmasmda11 men­
faati bulunanlar, şimdi de Ermeni meselesinden medet ummaktadırlar. Bizim
Ermeni meşe/esi diye bir meselemiz tarih boyunca olmamıştır. Bugün de yok­
tur, yarın da olmayacaktır. Bunu ortaya ata11 sözde dostlarımız, tarihi iyi tetkik
etsitıler. Türkler hiçbir zaman Erme11i Devletitıden toprak almamıştır. Butıu
eski nesil Ermeniler bilirler.
Ancak genç Ermeni nesline yanlış bilgi verilmek, beyinleri yıkanmak sure­
tiyle onları Türklere karşı düşman olarak yetiştiriyorlar. O kadar yanlış bilgi
veriyorlar ki, Türkiye'deki Ermeni Kiliselerinin işgal edildiğini, içine hayvan
bağlandığını dahi söyleyebiliyorlar. Konunun böyle istismar edildiğini,
Türkiye'yi gelip gören Ermenilerin itirafından öğreniyoruz. Geldiklerinde ken­
dilerine anlatılanların doğru olmadığım görünce bunu itiraf etmek zorunda
kalıyorlar. Şunu burada bir defa daha ifade ediyorum ki, Türkiye'nin hiçbir
ülkeye veya topluma vereceği bir karış toprağı yoktur. Kendilerinde bu gücü
görüyorlarsa gelsinler boylarının ölçüsünü alsınlar. Onlar, yanlış kapı
çaldıklarını ilerde anlayacaklardır. Başka kapıları çalsmlar. Bizi de bu konuda
asıl üzetı husus, dışarıdaki masum diplomatlarımızı öldüren canileri haklı
göstermek çabası içerisinde bulunan ve bize dost ve müttefik olduklarım
söyleyen ülkelerin yöneticilerinin tutum ve davranışlarıdır. Biz buna daha çok
üzülüyoruz.
Sevgili vatandaşlarım, bütün bunlar, her sahada daha güçlü olduğumuz za­
man duracaktır. Ben onun için "Askeri alanda, ekonomik alatıda, ilim ve/ende
kuvvetli ve ileri olacağız" dedim. Buna mecburuz diye müteaddit defalar ifade
ettim. Bir defa daha burada söylüyorum. Bir ülke ne zaman zayıf düşerse, on­
dan pay almak isteyenler bu fırsattan istifade için her türlü melunca girişimde
bulunabilirler. Vatandaşlarımın bu konuda ne kadar hassas olduklarını
biliyorum. Fakat her şeyde olduğu gibi biz bu konuda da acele ve öfkeli karar­
lar almaktan kendimizi alıkoyuyoruz. Ama zamanı gelince de alınacak tedbirle­
rin ne olduğunu biliyoruz.
Bu konuşmayı müteakip uçakla Elazığ'a geçtik. Orada da çok büyük bir
halk topluluğu vardı. Elazığlılar'a yaptığım konuşmamın önemli gördüğüm
birkaç yerini buraya alıyorum.

428
Sevgili Elazığlılar,
Öğleden evvel Malatyalı hemşehrilerime de söyledim. Anarşi, terör ve
bölücülük olayları maalesef�ene/erce bu güzel şehrimizde de vatandaş kanınuı
akltllmasma yol açtı. Bunun sebeplerini biliyorsunuz, burada tekrar
açıklayacak değilim. Ama şu kadarını söyleyeyim ki, en büyük sebeplerin
başlıcası hürriyetin yanlış.. anlaşılmasından kaynaklanmıştır. Zannedilmiştir ki,
hürriyet hudutsuzdur, bir şahsın hürriyeti hudutsuzdur. Halbuki devletin de
bekası esastır. Şahsm hürriyeti devletin bekasının aleyhine olamaz. İşte bunun
içindir ki, yıkıla, yıkıla, yıkıla 12 Eylül'deki noktaya geldik.
Biliyorsunuz, Türkiye'nin bu duruma gelmesinde büyük sorumluluk sahibi
olan başlıca siyasi partilerin feshedilmesi kararım da birkaç gün evvel aldık.
Böyle bir karar almayı hiç arzu etmiyorduk. Ama sebeplerini
- radyo ve televiz-
yondan da izah enim.
Başka çaremiz kalmamıştı. Şimdi sizlere soruyorum, bu anarşi terör ve
bölücülere o zamanki mevcut partiler cesaret vermediler mi? Soldaki partilerin
bir kısım mensup ve yöneticileri sol terörist ve bölücüleri himaye etmedi mi?
Sağdaki partilerin bir kısım mensup ve yöneticileri sağ anarşist ve teröristleri
"Bunlar milliyetçidir" diye himayesine alıp onlara cesaret vermediler mi? Bir
kısım partiler alevi olan vatandaşlarımıza, bir kısım partiler sünni olan vatan­
daşlarımıza sahip çıkmak suretiyle milleti ikiye, üçe bölmedi/er mi? Bakın
yönelttiğim bütün bu soruları sizler de, "verdiler", "böldüler" diye
onaylıyorsunuz.
Sevgili vatandaşlarım, alevisi, sünn'isi, sağcısı, solcusu, ne olursa olsun bu
vatamn evladı değil mi? Niye bunları birbirlerine düşman ederler? "Siyasi par­
tiler memleketi parçalayan, bölen, vaıandaşları birbirlerine düşman eden kuru­
luşlar olamaz" dedim. Ancak, Anayasa ve kanunların verdiği yetkiler içinde
birbirleriyle nomıal t;J!kabet edebilirler. Futbol maçlarım seyrediyoruz. Biri ye­
niliyor, biri galip geliyor. Ondan sonra kolkola giriyorlar bu oyuncular, yine
birbirleriyle arkadaşlıklarını devam ettiriyorlar. İşte siyasi parti mensuplarının
da birbirleriyle aynı bu şekilde geçinmeleri lılzım gelirken, onlar birbirlerine
adeta düşman oldular.
Vatandaşlar birbirlerine düşman cepheler haline getirildi. Böyle olunca da
fırsat bekleyen dış güçler, elbette bundan istifade edeceklerdi ve nitekim de et­
tiler. Sevgili vatandaşlarım, ben Genelkurmay Başkanıyken ülkemizin bir si­
lah deposu haline getirildiğini mütemadiyen dışarıdan silahların memlekete
sokulduğunu, bunları önlemek için bazı bölgelerde aramalar yap"ıak gerek­
tiğini ilgililere söyledim. Bu aramayı yaptıramadım. Vatandaş rahatsız olacak
diye neredeyse bir iç harbin eşiğine gelmiştik. Bütün bunlar yetmiyormuş
gibi, mensubu olduğumuz Avrupa Parlamentosundaki parlamenterler
429
vasıtasıyla da, yani dış ülkelerdeki parlamenterler vasatısıyla bir de üzerimizde
baskı yapma denemelerine giriştiler.
Konya'da ve birçok şehirlerde ifade e«iğim şekilde bundan sonra yapılacak
seçimlere hiç olmazsa bir dönem bundan evvelki parti yöneticileri ve parti
mensupları katılamayacaklar dememe rağmen, A vrupa Parlamentosu bize
"Avrupa Parlamentosunda kalabilmeniz için bunların da önümüzdeki seçimlere
girmesi ldzımdır" diye baskı yapmaya kalktı. Ben muhtelif defalar söyledim.
Biz demokrasiye, parlamenter sisteme geçeceğiz. Ama onların isteği ve
doğrultusunda değil. Türk milletine yakışır olduğu için geçeceğiz.
Sevgili vatandaşlarım,
Bir milletin, bir devletin iç işlerine karışılmaz. İşte böyle dıştan baskılar
yapılırsa, biz onların yaptıkları ekonomik yardımlar da onların olsun der, ken­
di yağımızla kavrulmasını biliriz. Dostluk bu değildir. Buna dostluk demezler.
Bu, eski parlamenterleri alın, yine parlamentoya sokun, yine birbirleriyle
boğazlaşmaya devam etsinler, Türkiye yine 1 2 Eylül öncesindeki ortama
dönsün demektir. Buna dostluk demezler.

20 EKİM SALI

Atatürk'ün doğumunun l OO'üncü yıldönümü dolayısıyla her Ordu


bölgesinde yapılan tatbikatlardan birisi de Siirt'in B atman civarında tertiplen­
mişti.

"Vatan Sana Minnettamır" adı verilenbu tatbikatı izledikten sonra, civarda­


ki bir köyden geçerke.n oradaki ilkokul gözüme çarptı.; Okulun önünde dur­
duk. Okula girdim, çocukları imtihan ettim. Üçüncü sınıfa gelmiş çocukların
okumada zorluk çektiklerini görünce canım sıkıldı. Sebebi belli idi. Köyde
kullanılan lisan Türkçe değildi. Öğretmen de mahalli halktan olunca netice el­
bette bu olacaktı.

Bu olay üzerine Ankara'ya döndüğümde, Milli Eğitim Bakanı Hasan


Sağlam'ı çağırıp konuştum . B una bir çare bulmamız gerek dedim. O konuşma
sonunda vardığımız netice şu oldu:

Birinci şart olarak mahalli öğretmen kullanmamak gerekir.


İkincisi ise; bu çocukları 6 yaşında okula almak, bir sene hazırlık sınıfı
şeklinde yalnız Türkçe öğretmek, ikinci seneden itibaren ilkokula başlatmak.

Vardığımız bu kararı hemen yürürlüğe koyduk ve çok faydası oldu.

430
21 EKİM ÇARŞAMBA

Bugün Atatürk Barajı derivasyon temelinin temel atma töreni için bu yöreye
geldik. Törende kısa bir konuşma yaptım. Bu konuşmamda Atatürk B arajı
inşaatını geciktirdiğimiz hakkında çıkarılan dedikoduların asılsızlığına
değindim.

12 Eylül 1980'den sonra yönetime el koyduğumu�da karşımıza Atatürk


Barajı projesi gelmişti. Çalışmalar çok evvelden başlamış, ancak dış kredi bu­
lunamamıştı. İsviçre firması olan BBC Şirketi 2 milyar dolar kredi bulacağını
söylemiş ama bir anlaşma imzalanmamış. Firma, işi mütemadiyen savsak­
lamış. Sebebi; ya Suriye ve Irak'ın bu projeye karşı çıkması dolayısıyla
İsviçre hükümeti nezdinde baskı yapması, ya da Türkiye'de bir askeri rejimin
işbaşına gelmesi olabilir. Tam olarak anlayamadık. Firma krediyi bulamadım
demiyor ama, işi mütemadiyen geciktiriyor. Bize Bakanlıktan teklif getirdiler.
Baraj inşaatını bizim büyük firmalarımız yapabilir. Esasen İsviçre firması da
ihaleyi alsa nasıl olsa baraj dolgu işlerini bir Türk firmasına verecekti. O halde
biz baraj inşaatını Türk firmalarına verelim, santral ihalesini İsviçre firmasına
veririz. Zira Karakaya Baraj ındaki santralı da aynı firma aldığından, bunu da
rahatlıkla alır dediler.

Bu teklif bize uygun göründü. Öyle yapalım dedik. Ancak B aşbakan


Yardımcısı Turgut Özal: biraz daha bekleyelim, İsviçre firması 2 milyar dolar
krediyi bulacak, öyle söylüyorlar dedi. Biz de peki biraz daha bekleyelim de­
dik. Nisan ayına kadar bekledik. İşte gecikme dedikleri husus bu idi.

Altı ay kadar bekledik. B aktık ki firma krediyi bulamıyor, nihayet baraj


gövde inşaatı ihaleye çıkarıldı ve sonunda bir Türk firması ihaleyi kazandı.
İşte bunu izah ettim ve ilk harcı düğmeye basarak abp, inşaatı başlattım.

Buradan Urfa'ya geçtik. Urfa'da çok büyük bir kalabalık vardı. Vatan­
daşlara hitaben kısa bir konuşma yaptım.

Konuşmamda, Toprak Reformu Kanununu muhakkak çıkaracağımızı


söyledim. Hazırlanıp önümüze gelen kanun tasarısında birçok noksanlıklar
gördük. Geriye gönderdik ve bu yasa tasarısının Danışma Meclisinden
geçmesini istedik. Maalesef 1983 seçimlerine çok az bir zaman kala Danışma
Meclisine gelmiş ve orada da görüşülememişti. Ben kanunun alelacele
çıkarılmasını uygun bulmadım. Zira önemli bir kanundu, yapılacak hataların
telafisi çok acı ya mal olabilirdi. Gelecek iktidara bırakbk. Yeni gelen iktidar da

43 1
bu konuyu benimsemedi. Böylece verdiğim bir söz yerine gelmemiş oldu,
üzüldüm. Bugüne kadar her.verdiğim sözü yerine getirdim. İsterdim ki bu da
yerine getirilmiş olsun.

Urfa'dan helikopterle Diyarbakır'a geçtik. Buradaki Üniversitenin Tıp


Fakültesinin Eğitim Hastanesi bitmişti. Onun açılışını yapacaktık. Hastane
hakikaten güzel olmuştu. Ancak öğretim üyesi sayısı hem bu üniversitede,
hem de Elazığ ve M alatya üniversitelerinde çok az ve bu yüzden öğretim
yapılamıyonnuş. İstanbul ve Ankara'dan ise öğretim üyeleri verilen ücret azdır
diyerek gelmiyorlann ış. B unu bildiğim için açılış sırasında aşağıdaki
konuşmayı yapmak zorunda kaldım.

Bu tesisleri, büyük°bir mutlulukla açacağım. Ancak, güzel tesisler, güzel


binalar yapmak bize bir şey kazandırmaz. Malatya'da ve Elazığ'da rektör ve
deka11lardan gerekli izahat aldım. Maalesef üniversite açılmış. fakat öğretim
üyesi yok, "Tedrisata başlayamıyoruz" diyorlar. Sebep çok açık. Geçen sene
gelen öğretim görevlileri verilen normal harcırahuı iki mislini aldıkları için gel­
mişler. Bu sene kanun buna müsaade etm_ediğinden devlet memur/arma veri­
len harcırah kadar alacakları için gelmemişler. Şimdi Utfa'dan geliyorum. Bu
konuya değindim ve dedim ki, " O hale gelmişiz ki, şu bayrağı kaldıralım, bir
ucundan tutar mısuı?" dendiği zaman "Kaç para verirsin" diye soruyorlar. Bu
hale gelmemeliydik. Vatana millete hizmet her taman parayla ölçülmez.
Saym Tıp Fakültesi Dekanı arkadaşımız benim söyleyeceklerimi çok güzel
dile getirdiler. Eğer üniversite özerkliği bu ise, yani istediği zama11 öğretim
üyesini buraya gö11derir, istediği zaman göndermezse, biz bu özerkliğin
karşısmdayız. Bu, özerklik değildir. Bu, devletin karşısına dikilmek demektir.
Burada ben bunları söylemek istemezdim. Ama çok doldurulduk, onun için
dile getirmek mecburiyetini hissettim.
Üniversitelerdeki öğretim üyelerinin özellikle İstanbul, Ankara, İzmir'de
bulunanların Anadolu'daki üniversitelerin çok noksan olan öğretim üyelerinin
görevlerini üstlenmek üzere geçici görevle ve uçakla bu üniversitelerin bulun­
duğu şehirlere gidip gelirken devletin diğer kamu görevlilerine uygulanan ka­
nundan ayn olarak, kendilerine kanunun belirlediği geçici görev yolluğunun
iki m isilini almadan gitmediklerini öğrenmiştim. Diyarbakır'a gittiğimiz
bugüne kadar buradaki çeşitli fakültelerdeki birçok derslerin boş geçtiğini
söylediler. Malatya ve Elazığ'daki fakültelerde de durum aynı olunca,
konuşmamda biraz ağırca sözler sarf etmek zorunda kaldım.

432
23 EKİM CUMA

Danışma Meclisi bugün yaptığım bir konuşma ile görevine başladı.


Danışma Meclisi üye sayısı 1 60 olduğundan, toplantı salonu olarak senatonun
salonu tahsis edildi. En yaşlı üye Sadi Irmak olduğu için toplantı onun
başkanlığında yapıldı.

Açılışta yapbğım konuşmayı buraya alıyorum:

Danışma Meclisinin Sayın Üyeleri,


Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlığını ve bağımsızlığını ülkenin ve mil­
letin bütünlük ve bölünmezliğini ve toplumun huzur, refah ve güvenliğini
sağlamayı amaçlayan demokratik, laik bir hukuk devletinin ye11iden kurulması
gibi milli bir göreve kendi isteğinizle talip olmak suretiyle gösterdiğiniz yurda
bağlılık ve asil milletimize hizmet coşkunuz dolayısıyla sizleri yürekten takdir
ve tebrik ediyor ve hepinizi sevgiyle selamlıyorum.
Bilitıdiği üzere; 12 Eylül 1980 öncesinde Ulu Önder Atatürk'ün en büyük
eserim dediği Türkiye Büyük Millet Meclisi işlemez hale gelmiş, Yüce Türk
Milletine en büyük armağanı Türkiye Cumhuriyeti Devleti; iç ve dış
düşmanların tahrikiyle rejimine, varlığına ve bağımsızlığına yönelikfikri ve fi­
ziki saldırılar ile sarsılmış, Devlet başlıca organlan ile işlemez duruma getiril­
miş idi.
Yıkıcı ve bölücü mihraklar faaliyetlerini fütursuzca yürütmüş; Atatürk ve
O'nun ilkeleri giderek unum/muş ve hatta bazı çevrelerce inkar edilmiş, planlı
bir şekilde üretilen irticai ve diğer sapık ideolojikfikirlerle eğitim kurumları,
idare mekanizması, yargı organları ve güvenlik kuvvetleri başta olmak üzere
tüm devlet yapısı bölünmeye ve tahribe tabi tutulmuş ve ülke bir iç savaşın
eşiğine getirilmişti.
Ne yazık ki çok partili siyasi rejim içinde millet kaderi üzerinde rol oynayan
başlıca siyasi kuruluşlarımızın yöneticileri, devlete sahip çıkacakları yerde
kısır çekişmeleri ve uzlaşmaz tummları ile umursamaz bir görünüm içinde dev­
let gemisinin her geçen gün biraz daha batmaya başladığını görememiş bu du­
ruma adeta seyirci kalınışlardlr.
işte bu ortam içinde Türk Silahlı Kuvvetleri; ülke bütünlüğünü korumak,
milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kav­
gasını önlemek, devlet otorite ve varlığını yeniden tesis etmek ve gerçek parla­
menter demokrasinin sağlıklı bir biçimde işlemesine mani olan tüm engelleri;
433
ülkeyi bir daha böyle bir durum ile karşı karşıya getirmeyecek şekilde ortadan
kaldırmak azim ve kararlılığı ile 12 Eylül Harekdnnı gerçekleştirmiştir.
Geçen bir yıllık sürede, Harekdnn temel amaçları olan, milli birlik ve bera­
berliği korumak, devlet otoritesini hakim kılmak, anarşi ve terörü önleyerek
can ve mal güvenliğini temin etmek, sosyal barışı ve adaleti ve ekonomik den­
geyi sağlamak ve Atatürk İnkıldp ve İlkelerin( yeniden kalplerimize sindirmek
yolunda çok önemli ve başarılı sonuçlar elde edilmiş ve ülkemiz, Yurtta Sulh,
ilkesine uygun gerçek bir huzur ve sükana kavuşmuş, vatandaşlarımız
"Türküm" diyebilmenin şuur ve gururunu yürekten hisseder olmuşlardır.
Şimdi çalışma sırası; 12 Eylül günü milletimiz önünde verdiğimiz sözün
gereği olan, Türk toplumuna yaraşır bir Anayasa ve Partiler Kanunu ile Seçim
Kanunu hazırlamayı ve bunlara paralel hukuki düzenlemeler yapmayı
müteakip, insan hak ve hürriyetlerine saygılı milli dayanışma içinde sosyal ad­
aleti gerçekleştirecek. ferdin ve toplumun huzur, güven ve refahım ön planda
tutan, demokratik, laik ve sosyal hukuk kurallarına dayalı sağlam bir devlet
yapısını oluştwmaya gelmiş bulunmaktadır.
Bu temel amaç için teşkiline karar verilen Kurucu Meclisin bir bölümünü
oluşturan Danışma Meclisinin üyeleri olarak şu anda tarih ve dünya önünde,
Türk milletine karşıfevkaldde önemli ve o nispette şerefli bir görevin sorumlu­
luğunu yüklenmiş bulunuyorsunuz. Bu çok müstesna ve yüce görev için
başarı dileklerim daima sizinle beraber olacaktır.
Danışma Meclisine üye olabilmek için belirtilmiş kanuni süre içinde illere ve
doğruca Konsey Genel Sekreterliğine toplam 11 .640 kişi başvuruda bulun­
muştur.
Eşsiz bir yurt hizmeti istek ve heyecanı içinde çeşitli meslek mensubu.fazi­
let ve iifan sahibi, değerli kişiliğe sahip bu adayların tamamımn kendi iradele­
riyle göreve coşkuyla koşmaları her türlü övgüye ldyık büyük bir değer ve an­
lam taşımaktadır. Bu asil davranışı şükranla karşılıyorum.
Danışma Meclisinin üye sayısının 160 olarak kanunlaşmış olması pek çok
değerin bu Mecliste yer almasına imkdn vermemiştir. Ancak biraz önce nitelik­
lerini açıkladığım devlet yapısını oluşturma çalışmalarının sadece Kurucu
Meclis üyelerine inhisar ettirilmeyeceğini, bilgi, görgü ve ihtisasından yararla­
nabileceğimiz vatandaşlarımız ile, ilgili kurum ve kuruluşlarımızın Danışma
Meclisinin komisyonlarında çalışmalara katkıda bulunmaya davet edileceklerini
özellikle belirtmek isterim.
Diğer taraftan, Danışma Meclisinin ilke olarak açık cereyan edecek genel
kurul müzakereleri sırasında özellikle temel kanunlar üzerindeki çalışmalarda
geniş bir kamuoyu ilişkisi sağlanacağı şüphesizdir.

434
Danışma Meclisinin Değerli üyeleri;
2485 sayılı Kurucu Meclis hakındaki Kanun hükümlerine göre; Milli
Güvenlik Konseyi ile Danışma Meclisinden oluşan Kurucu Meclisin ileriye
dönük yasama sorumluluğunu merhale merhale şöylece özetlemek
mümükündür:
1 'inci konu yeni anayasanın hazırlanması;
Yeni Anayasa; Danışma Meclisinin bugünden itibaren en geç bir ay içinde
kendi üyeleri arasından seçeceği 15 kişiden oluşan Anayasa Komisyonu ta­
rafından tam bir bağımsızlık içinde, milli ihtiyaç ve gerçekler ışığında yapacağı
araştırmalar sonunda meydana getirilecektir. Bugüne kadar Anayasadan kay­
naklanan sıkmtıları sizler de gördünüz ve bizzat içinde yaşadınız. Bu Anaya­
sayı evvelce hazırlayanlar veya bunda çıkarı olanlar onu hdld savunabilir. An­
cak, ortada bütün çıplaklığı ile duran bir hakikat var ki, bu hakikat Türkiye'nin
geldiği 12 Eylül öncesi durumdur. Kişi hak ve özgürlüklerini hudutsuz olarak
genişletip koruyalım derken; devletin de bekası için birtakım hak ve
yükümlülükleri olduğunu, kişi özgürlüğü uğruna devleti güçsüz, bir şey yapa­
maz duruma getirmeye de hakkımız olmadığını, devletin dernekler vasıtasıyla
idare edilen zavallı bir kuruluş haline getirilemeyeceğini, devletin başı olan
makamm bir protokol makamı görünümünde bırakılamayacağını, kararnamele­
ri imza ile mükellef bir makam olmayacağını, devletin 6 ay gibi Cumhur­
başkansız bırakılmayacağını, Parlamentonun aylar ve aylarca hiçbir yasama ve
murakebe görevini yapamaz duruma getirilemeyeceğini, yargının yönetimi,
yönetimin yargıyı köstekler durumda olmayacağını, ülkenin sokaklarında her
gün miting ve gösteri yapmak suretiyle vatandaşların iş ve güçlerine mani olu­
namayacağını, memleketimizde komünizme veya dini esaslara dayalı parti ku­
rulamayacağına göre bazı gün ve bayramları istismar ederek, bu rejimlerde
olduğu gibi gösteri ve mitingler düzenlenemeyeceğini, kısaca kişi hak ve
özgürlüklerinin hudutsuz olamayacağım da hatırdan çıkarmamız gerektiğini
vurgulamak isterim. Bu konuda Yüce Atatürk'ün 1 7 Şubat 1931 tarihinde
Adana Türkocağı 'nda irat ettikleri nutuktan şu pasajı huzurunuzda okumak
isterim:
"Vatandaşlar bilmelidir ki, vicdani ve fikri hürriyet vardır. Fakat, nihayet
bunlar namahdut değildir. Ferdi hürriyet karşısında, fertlerin heyeti
umunıiyesinin kurduğu ve dayandığı bir de devlet vardır. O devletin de iradesi
ve hdkimiyeti vardır. Fertlerin hürriyetini mahfuz tutmakla mükellef olan in­
sanların, diğer taraftan, devletin de irade ve hfikimiyetinin mefluç bir hale gel­
memesine çok dikkat etmeleri ldzımdır. Fertlerin hürriyeti, devletin hiikimiyet
ve iradesinin mahfuziyetine vabestedir. Devlet iradesi mefluç olursa.fertlerin
hürriyetini muhafaza edecek .hiçbir kuvvet ve vasıta kalmaz. Binaenaleyh,

435
hürriyeti yalnız bir taraflı değil, her iki taraftan düşünmek ldzımdır. Vatandaş
olan fertler kendi hürriyetlerinin bir kısmını seve seve, lüzumlu görerek dev­
lete zaten devretmişlerdir.
Devlet kendine has olan irade ile ferdi hürriyetlerin bir kısmına, gene o
hürriyetin temini için sahip olur. Yeter ki, devlet hakimiyeti, milletin refah ve
saadeti umumiyesine ve vatandaş hürriyetlerinin teminine masruf olsun.
Vatandaşlardan bu emniyet hasıl olduktan sonra.fertlerin kurdukları devlet
kuvvet ve otoritesini masun bulundurmak için vatandaşlara tereddüp eden vaz­
ifeler vardır. Bu meyanda memurlara ve bilhassa lulkimlere teveccüh eden va­
zife büyüktür. Hdkimler vatandaşların hürriyetini mümtaz tutmayı
düşünürken, devlet otoritesinin hakikaten masun kalmasına dikkat ve riayet et­
melidirler. Aksi takdirde, kendilerine tevdi edilmiş olan yüksek vazifeyi ifada
kusur etmiş olurlar. "
Anayasa konusunda hazırlanmış hiçbir öntasarı mevcut olmadığı gibi bu
yönde herhangi bir kişi veya kurumun Danışma Meclisine bir telkinde ve­
baskıda bulunması da sözkonusu değildir. 12 Eylül'den evvel mevcut olup,
her türlü siyasifaaliyetten men edilen partilerin feshedilme sebeplerinden birisi
de meclisin her türlü baskıdan uzak çalışmasını sağlamak gereği olmuştur. Zira
ilk günden beri partilerin devlet dairelerinde çalışanlar üzerinde yürütmeye
çalışnkları etkileme manevralarını bu Meclis çansı içerisine de sokma çabası
içerisinde oldukları tespit edilmiştir. Sizlerin diğer ülkelerin anayasalarını
kopye etmeden ancak, onlardan ve geçirdiğimiz acı tecrübelerden faydalana­
rak, Türk Milletinin bünyesine en uygun Anayasayı yapacağınıza inanıyor ve
güveniyorum.
2'nci olarak Anayasının halkoyuna sunuluşudur;
Buna göre Anayasa Komisyonu taraftndan hazırlanan ve Danışma Meclisi
Genel Kurulunca kabul edilen Anayasa metni,. Milli Güvenlik Konseyinde ni­
hai şeklini alacak ve hazırlanacak "Halkoyuna Swıuş Kanununa göre" halkoy­
una sunulacaknr. Böylece milletçe kabul edilen yeni Anayasa kesinleşmiş ola­
cak ve geçici hükümlerine göre yürürlüğe girecektir.
]'üncü husus yeni Anayasanın ilkelerine uygun bir şekilde Siyasi Partiler
Kanununun hazırlanmasıdır;
Siyasi Partiler Kanunumuzun parti liderleri diktatoryasına yol açnğı, partiyi
bir defa ele geçiren ve lider olan kişinin arnk o makamdan düşürülmesinin he­
men hemen mümkün olmadığını, zira fasit bir daire şeklinde liderin il
teşkildtının seçiminde büyük yetkiye sahip bulunduğunu, böyle olunca il tem­
Jilcilerinin de kendisini seçen lidere oy verdiklerini gördük. Buna benzer daha
birçok aksak tarafları da en iyi bir şekilde gidereceğiniz ve yine geçmiş
tecrübelerden de yararlanarak en uygun şekli bulacağınız muhakkaknr.
436
4'üncü olarak yeni Anayasanın ve Siyasi Partiler Kanununun hükümleri
gözönünde tutularak yeni bir Seçim Kanwıunun hazırlanmasıdır;
Anayasa kadar önemli olan bir kanun da Seçim Kanunu olacaktır. Küçük
küçük partilerin koalisyon döneminde ne müşküller çıkardığı, iktidarda kala­
bilmek uğruna bu küçük partilere ne tavizler verildiğini hep beraber gördük ve
yaşadık. Ayrıca önseçim rezaletini de biliyorsunuz. Para ile satın alınan
kişilerin önseçimde neler yaptığı da hdld hafızalarımızda yaşıyor. Vatandaşın
bir robot olmadığı bilinci içerisinde bu aksaklıkları ve parti enflasyonunu
önleyecek bir seçim sistemini bütün millet sizlerden beklemektedir.
5'inci konu olarak da, normal yasama faaliyetlerinin yürütülmesidir.
Danışma Meclisi ana konulardaki çalışmalardan başka genel seçimlerle
Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulup.fiilen göreve başlayıncaya kadar kanun
koyma, değiştirme ve kaldırma suretiyle genel yasama görevlerini yerine getir­
ecektir.
Bu arada Kurucu Meclis Kanunu hükümleri dışında kalan hususlardan Mil­
li Güvenlik Konseyi 2324 sayılı anayasa düzenlemesi hakkındaki Kanun
uyarınca Türkiye Büyük Millet Meclisine, Cumhuriyet senatosuna ait görevleri
yerine getirmeye ve yetkilerini kullanmaya devam edecektir.
Danışma Meclisinin Sayın Üyeleri;
12 Eylül içte ve ·dışta bazı kişi ve çevrelerin göstermek istediği gibi demok­
rasiden sapmayı veya ayrılmayı değil, aksine Türk Milletinin içtenlikle
özlemini çektiği, gerçekten ona ldyık olan demokratik bir rejimi gerekli
müessese/eriyle sağlıklı ve sağlam bir tarzda tesis etmek harketinin
başlangıcım teşkil eder.
Demokrasiye ve hukuk devleti ilkelerine bağlılık iç yönetimde olduğu kadar
Türk dış politikasına yön veren temel unsurlardan birini oluşturmaktadır.
Avrupa Konseyi, Avrupa Ekonomik Topluluğu, Avrupa Parlamentosu gibi
kuruluşlarla ilişkilerimizi hep bu yaklaşım içinde ele almaya çalıştık.
Türkiye'nin bu kuruluşlarla ilişkilerini korumak ve sürdürmek için
gösterdiğimiz çabaların demokrasiye dönüş konusundaki samimi ka­
rarlılığımızın bir işareti olarak dost ülkelerce değerlendirilmesini dileriz.
Açıkça ifade etmek isterim ki, Türkiye baskı ve yersiz itham ve içişlerine
müdahale niteliği taşıyan davranışlarla karşılaşmadıkça, Avrupa kuruluşları ile
mevcut ilişkilerini sürdürmeye ve güçlendirmeye devam etmek arzusundadır.
Türkiye aleyhine yürütülen maksatlı propagandanın Türkiyeyi Batıdan ko­
parmak isteyen ideolojik saplantılı çevrelerce düzenlendiği hususunda Batılı
dostlarımızın ve Batılı kuruluşların dikkatlerini bir kere daha çekmek isterim.

437
Dostlarımızın Tarkiye'nin, Batıdan kopmasının kime yarar sağlayacağı konu­
suna doğru cevabı vicdanlarında bulacaklarına inanıyorum.
Her vesile ile ifade etmeye çalıştığım gibi; Silahlı Kuvvetlerimiz diğer
birçok ülkelerin Silahlı Kuvvetlerinden ayrı bir yapı ve geleneğe sahiptir. O
her zaman daima Türk Milletinin istek ve hayrına olanı yapmış, Cumhuriyetten
sonra da Atatürk'ün koyduğu inkıldp ve ilkelerin devamlı takipçisi ve koruyu­
cusu olmuştur. Bunu bildiği içindir ki, Atatürk Cumhuriyetin korunması ve
kollanması görevini kanuna koyduğu bir madde ile Silahlı Kuvvetlere ver­
mişir. İşte Silahlı Kuvvetlerin 12 Eylül 1980'de de yaptığı bu olmuştur.
Danışma Meclisinin açıldığı bugün 12 Eylül 1980'den beri Milli Güvenlik
Konseyi yetkisinde bulunan yasa faaliyet/erinin Yüce Meclisinizle birlikte
yürütülmeye başlanması suretiyle demokratik düzen yolunda önemli bir adım
daha atmış bulunuyoruz.
12 Eylül 1980 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri adına aziz Türk milletine
vaad ettiğimiz yolda sapmadan ve sarsılmadan hedefe doğru ilerlediğimiz
halde, bazı art niyetli veya Türkiye'nin gerçek/erinden habesiz çevrelerin
saldırılarına hedef olmamız mümkündür. Ancak; bizi bu gibi eleştiriler değil,
sadece büyük Türk milletinin aydınlık geleceğinin teminat altına alınması ilgi­
lendirir.
Atatürk ilkeleri doğrultusunda devletimize demokratik bir işlerlik ka­
zandırmak için milletçe sar/edilen gayretler bizi bu mutlu açılış gününe
ulaştırmış bulunmaktadır. Bugünden itibaren Kurucu meclis çatısı altında Milli
Güvenlik Konseyi ve Danışma Meclisinin işbirliği ve gönül bağlılığı ile tam bir
uyum içinde sürdüreceği çalışmalar milli hedeflere ulaşmamızı mutlaka
sağlayacaktır. Bu inançla hepinize başarılar diler, sevgiler ve saygılar sunarım.
- Konuşmamı yapmak üzere salona girişimde, konuşmam sırasında sekiz
defa ve konuşmamın sonunda Danışma Meclisi üyeleri ayakta uzun uzun
alkışladılar. Hepsinin yüzü gülüyordu. Bu gülen ve avuçlan acıyıncaya kadar
alkışlayanlardan bir kısmının ileride zaman geçtikçe değişmeye başlaya­
caklarını, siyasi partilerin kurulmasına müsaade edildiğinde beni unutarak o ta­
rafa yaranmaya çalışacaklarını biliyordum. İnsan yaraulırken böyle yaraulmış.
Herkesten dürüstlük, vefakarlık, kadirbilirlik beklenmez ki. Nitekim bugün 12
Eylül Harekaunı övenler, bizi alkışlayanlar, memleketi uçurumun kenarından
kurtardınız, vatan ve millet size minnettardır diyenlerden bazıları seçimlerden
sonra 1 2 Eylül'ün karşısında oldular. Bize selam vermemek için köşe bucak
kaçnlar.

438
25 EKİM PAZAR

Bugünkü Tercüman gazetesinde Nazlı Ilıcak imzası ile bir m akale


yayınlandı. Makale Milli Güvenlik Konseyi olarak yayınladığımız 52 sayılı ka­
rara tamamiyle aykırı idi. Siyasi partileri kapatma kararımızı ve diğer
icraatımızı acı acı tenkit ediyordu. Sıkıyönetim olduğunu unubnası mümkün
değildi.

Eğer buna ses çıkarmayacak olursak, diğer gazetelerdeki bazı yazarların bu


kabil makaleleri arka arkaya çıkmaya başlayabilirdi. Bu bakımdan İstanbul
Sıkıyönetim Komutanının dikkatini çektik. Zaten o da makaleyi görmüş ve
harekete geçmiş.

Makale şöyle idi:

insan, sıla hasreti çekerken, bambaşka renkler süslüyor memleket hayalle­


rini. Hep güzeli, iyiyi düşünüyor, pembenin, mavinin, yeşilin kucaklaştığı
ahenk içinde karanlıkları geride bıraktığımızı zannediyorsunuz. Heyhat... Bu
sihirli hava sürüp gitmiyor. Vatana kavuşmanın büyüsü dağılırken,
Türkiye'nin gerçekleri daha sert bir şekilde yüzümüze çarpıyor.
Siyasi partiler kapatılmış ...

Neden? .. Demokrasiye adım adım yaklaşıyoruz diye sevinirken bu sapma


nasıl izah edilebilir? Efendim liderler şöyle davranıyorlarmış, politikacılar
böyleymiş ... Bildiğimiz kadarıyla, onlara zaten siyaset yasağı konuluyor.
Şimdi bu yasak da yetmedi, sıra siyasi partilere mi geldi? Siyasi partilerin suçu
ne ? O siyasi partileri milyonlarca seçmen büyütmüş, geliştimıiş, bugünkü du­
rumlarına getimıiştir. Milyonlarca seçmen, o �iyasi partilere gönül vemıiştir.
Seçim geceleri, uykusuz sabahlara kadar neticeleri beklemiş, sandık başında
nöbet tutmuştur. Siyasi partinin suç işlediği tespit edilirse, elbette kapatılır.
Ama yeni kurulacak/ara fırsat eşitliği vermek gerekçesiyle.hareket ediliyorsa,
hatalı üstelik faydasız bir yol seçilmiş demektir. Seçilen yol hatalıdır. Çünkü
ortada suç yokken ceza verilmiştir. Faydasızdır, çünkü seçmen muvazaalı ku­
ruluşları ilk günden tespit edecek ve oyunu o istikamette kullanmayacaktır.

Vatana kavuşmanın heyecan verici sarhoşluğu daha dağılmadan, tatsız ha­


berler duyuyorsunuz. Hava çok sertleşti dikkatli ol...
Halbuki Danışma Meclisi açılmış, demokrasiye götüren ilk önemli adım
atılmış. Buna rağmen arkadaşlar tedirgin. Belki de Evren Paşa 'nın bazı
konuşmalarını yanlış yorumlayarak, havanın sertleştiği hükmüne varıyorlar.
439
Ama biz bugün sert rüzgarların önünde kalemimizi kamış gibi egersek, yarın
demokrasi geri geldiğinde, hiçbir politikacıyı eleştirmek hakkına sahip ola­
mayız.
***

Birkaç profesör arkadaş yönetime kırılmış... Sebebini sorduk.. Eyren Paşa


Bunlar bayrağın ucundan iutrnak için nerede ise para isteyecekler demiş.
Üniversite üyeleri aydın bir camianın mensuplarıdır. Onlardan kopm�mak
gerekir. Aynı şekilde, halkın hislerini rencide edecek davranışlardan
kaçınmak, kamuoyunu yansıtan ve etkileyen basına anlayış göstermek,
yönetimi uzun vadede başarılı kılacak tavır alış/ardır.
Siyasi partilerin kapanlması ve bazı beyanlar, genel bir rahatsızlık ortamı
yaratmış. Birçok gazeteci arkadaşımız, sertleşme eğilimi karşısında, tedbirli
davranmak ihtiyacını hissetmeye başlamışlardır. Nitekim bu tedbirli davranma
ihtiyacı içinde, dünkü yazımızdan birçok bölümler atılmıştır. Öyle ki, makale­
miz memleketin çeşitli bölgelerinde farklı biçimde yayınlanmıştır.
Basın mensupları, olağanüstü dönemden geçerken askeri iktidara yardımcı
olmanın idraki içinde bulunuyorlar. Her manşeti tartışarak, ölçüp biçerek
atıyorlar. Yazarlar, her satırı düşünerek kaleme alıyor, üs/abu yumuşatmak
maksadıyla bazı denge cümlelerini makalenin içine serpiştiriyorlar. Sonra bir
de bakıyorsunuz oto sansür! yüzünden tenkitler çıkarılmış, geriye sadece
denge cümleleri kalmış ve yazının mahiyeti değişivermiş. Halbuki eleştimıek
ve hataları söylemek hem iktidara hem de memlekete en büyük hizmettir.
Bu makale üzerine Tercüman gazetesi İ stanbul Sıkıyönetim Komutanlığınca
bir hafta süreyle kapatıldı ve 27 Ekim'den itibaren 3 Kasım'a kadar yayınına
müsaade edilmedi.

Biz olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Bunu bütün millet de biliyor. Bu


yüzdendir ki, birçok sıkıntılara katlanı yor. Ö rneğin; gece muayyen saatler
arasında sokağa çıkamıyor. Tabanca taşıma ruhsatı olmasına rağmen taban­
casuu taşıyamadığı gibi, yayınladığımız bildiriye uyarak silalunı teslim ediyor.
İ şçi grev yapamıyor, işveren lokavt uygulayamıyor ve bir işçinin işine son
veremiyor. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri ·yapılamıyor, emniyet görevlilerinin
dur ihtarına uymayanlara, o görevli silalu ile ateş edebiliyor .. Bu ve benzeri
birçok yasaklar ve kurallar getirildi. Huzur ve güven tam sağlanıncaya kadar
bütün v atandaşlar buna riayet ediyor.

Bu arada 52 sayılı bir karar yayınlamışız. Bu karar gereği de birtakım


kısıtlamalar getirmişiz. Basının da bu kısıtlamalara u yması gerekmez mi? Onla­
ra ayrıcalık mı tanıyacağız? Elbette bu mümkün değildi. Gazete kapatmaktan
biz de hakikaten üzülüyorduk. Ancak özellikle bu dönemde kanun ve karar-

440
lann tavizsiz uygulanmasına dikkat eunek zonında idik ve bunda da kararlı
idik. Zira Türkiye'nin bu son şansı idi. Eğer muvaffak olunamazsa başka bir
tedbir ortada kalmıyordu. İşte bazı yazarlarımız bu noktayı anlayamıyorlardı.
Anlaşmazlık da buradan başlıyordu.

28 EKİM ÇARŞAMBA

Yarın Cumhuriyet Bayramı. Televizyonda yapacığım konuşmayı bugün


televizyona okudum. Aksiliğe bakın ki, Sekine'de başdönmeleri başladı. Dok­
torlar sebebini anlayamadılar. Özellikle yattığı zaman başı dönüyormuş. Tavan
gözlerimin önünde dönüyor diye şikayet ediyor. Allah vere de kötü bir şey ol­
masa.

29 EKİM PERŞEMBE

Cumhuriyet Bayramı tebriklerini Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul


ettikten sonra hipodroma gittim. Geçit resminin yapılacağı hipodrom yine
hınca hınç dolu idi. Askeri birliklerin ve halkın bayramını kutlamayı müteakip
şeref tribününden geçit resmini kabul ettim.
Geçit resmi bitince, daha evvel kabul edip onayladığımız ve hipodrom sa­
hası içinde inşa edilecek olan Atatürk Kültür Merkezi'nin temel atriıa törenini
icra ettik.
Törende aşağıdaki konuşmayı yapum. Konuşmamın başında değindiğim
husus mühimdi. Zira zengin kültür hazinelerimizi bugüne kadar dünyaya
tanıtamamışız. Diğer ülkeler, örneğin Yunanistan, İtalya, Mısır gibi ülkeler
kültür eserlerini Amerika, Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde ve Japonya'da
açtıkları sergilerle tanıunışlar. Fakat biz aman dışarıya gördermeyelim
..

çaldmnz düşüncesiyle bu gibi faaliyetlerde bulunamamışız. Bizi tanımak istey­


enler gelsin burada görsün ve tanısın demişiz. İşte bunun için konuya temas
ettim. Nitekim kanun kısa zamanda hazırlandı. Eski kanundaki katı kurallar
yumuşatıldı ve böylece kültür eserlerini dış ülkelere göndermek ve sergilemek
imkanına sahip olduk.
Konuşmam şöyleydi:

441
Sayın Konuklar,
Sözüme evvela kültür hazinemizin zenginliği ile başlamak istiyorum. Çok
zengin kültür hazinemiz mevcut ama ne yazık ki, bunu bugüne kadar
değerlendirememiş, ancak yurt içinde saklamakla yetinmişiz. Bugün bütün
ülkeler kendi kültür varlıklarını ve kültür hazinelerini, yalnız yurt içinde değil,
yurt dışına da götürüp göstermek suretiyle diğer ülkelere de tanıtma fırsatını
bulabilmektedirler. Biz vaktiyle çıkarılan bif kanunla bunu yasaklamışız ve
kültürümüzü tanıyacak kişilerin yahut devletlerin gelip burads bizi görmelerini
yeğ tutmuşuz. Bugüne kadar da kimseye tanıtamamışız. Bu durumdan istifade
eden bazı çevreler, bunu aleyhimizde bir propaganda olarak kullanmakta ve
"Türklerin ne kültürü var ki, hangi eserleri var ki, gelip tamtsınlar" demekte­
dirler. Ben burada bir defa daha bu kanunun biran evvel meclise sevk edilme­
sini ve bu yasağın bazı şartlarla kaldırılmasını ilgililerden rica ediyorum.
Atatürk'ün doğumunun JOO'ü11cü yılında temelini attığımız bu tesis bütün
yan kuruluşlarıyla tamamlandığında, Türk kültür ve sa11atının tamtılmasında
muhakkak ki, büyük hizmetler görecektir. Bu tesis aym zamanda, Atatürk il­
kelerinin her birisinin anlamını ve kavramını da Türk ulusuna anlatmada
yardımcı olacalaır.
Bu tesis sayesinde, eskinin hurafelerinden, doğal özelliklerimizle hifs' de il­
gisi olmayan yabancı fikirlerden, Doğu ve Batıdan kaynaklanan bütün
etkilerden tamamen uzak, milli tarihimiz ve yaradılışımızla uyumlu milli
kültürümüzün ortaya çıkacağına ve bunun Türk halkına tanıtılarak
yaşanlacağına inanıyorum.
Büyük Atatürk'ün; "Hedefimiz en medeni ve müreffeh millet olarak
varlığımızı yükseltmektir" ifadesinde anlamını bulan, Türk Milletinin dinamik
ideali, a11cak, öz kültürümüzle, onu nesilden nesile aktaracak bu gibi tesislerle
bütünleştiğinde ölümsüz bir değer kazanacaktır. Bu tip eserleri tüm yurt
sathına yaymak hedefimiz olmalıdır. Bu suretle Türk kültürünün kaynağının,
Türk ve insanlık tarihi için öneminin belirlenmesi ve geleceğine yön verilerek
yaşatılması sağlanabilir.
Atatürk'ün dediği gibi Türk milletinin bir vasfı da güzel sanatları sevmek ve
onunla yükselmektir. Bunun içindir ki, Türk milletinin güzel sanatlara olan
sevgisini abideleştirmek ve Türk halkının bu duygularına tercüman olmak
esastır. Büyük Atatürk'ün "Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri
kopmuş demektir" sözü sanata verdiği değerin veciz bir ifadesidir.
Bugün temelini atacağımız ve bunun gibi tesislerin tamamlanma/arıyla Türk
kültürüne yeni bir hayat vereceğine olan inancımı burada belirtmek istiyorum.
Akşam Çankaya Köşkünde bir kabul resmi tertipledim. Yeni Danışma

442
Meclisi üyeleri, hükümet erkanı, yabancı misyon şefleri ve diğer protokole tla­
hil zevatı bir gecede kabul etmek mümkün olmadığından, bu akşam ve yaraı
akşam olıiıak üzere iki akşama dağıtum.

2 KASIM PAZARTESİ

Birkaç ay evvele gelinceye kadar muhtelif çevrelerden ve özellikle ticari


çevreden Atatürk'ün 1923 yılında yaptığı gibi bir İktisat Kongresi toplanması
ve bu Kongrede Türkiye'nin ekonomisinin gözden geçirilmesi, en uygun yo­
lun belirlenmesi teklifleri gelmişti. Bu teklif bana faydalı göründü. Gerçi bazı
çevreler Atatürk'ü taklit ediyor diyeceklerdi; ama ne derlerse desinler, içinde
bulunduğumuz ortamda uyguladığımız ekonomik tedbirlerin uygun olup ol­
madığını, hatalı ve iyi taraftan nereleridir sorularına cevap bulabilmek için
böyle bir kongrenin yine İzmir'de toplanması emrini zannediyorum iki üç ay
kadar önce vemıiştim.
Bu Kongre, bugün İzmir'de benim bir açış konuşmamla başlayacaktı.
Konsey üyesi arkadaşlar, Başbakan ve ilgili Bakanlarla, İzmir'e gittik.
Kongre, kapalı spor salonunda yapılıyordu. Salonun her tarafı dolmuştu.
Muhtelif iş çevrelerinden iş adamları da Kongreye gelmişlerdi. Açılıştan sonra
Kongre üç gün devam edecek ve çeşitli tebliğler sunulacaktı. K,ongre sonuiıda
sunulan bütün tebliğler bir kitap halinde neşredildi.
Konuşmam 50 dakika sümıüştü. Uzun olduğu için buraya almıyorum.
Açılış töreninden sonra annemi ziyaret ettim. Yaşı 98'e ulaşmıştı. Artık
konuşamıyor, fakat söylenenleri anlıyordu. Şuuru yerinde değildi. Yaşlılıktan
mütevellit qlduğu için yapılacak bir şey yoktu. İlaç veriliyordu ama, faydası
olmuyordu.
Geceyi İzmir'de geçirdikten sonra, ertesi gün Aliağa'da inşaatı devam eden
Petkim tesislerini gezdik. Daha yapılacak çok iş olduğunu gördük. Kompleks
çok büyük tutulmuş. Bu kadar büyük bir tesis yapılmasının hatalı olduğu ifade
edildi. Ancak, bu safhaya gelmiş tesisi bitimıek gerekiyordu. Devam edilmesi
emrini verdik.
Petkim'den sonra Çiğli'�eki TARİŞ'in iplik fabrikasını gezdik. 12 Eylül
1980 öncesi olayların en yoğun olduğu, işçiler tarafından tahribata maruz
kaldığı, hana yakılmaya çalışılan bir fabrikayı yerinde görmek istedik. Fabrika
evvelce yapılan tahribat. giderilmişti. Ancak o tahribatı gözler önüne seren
fotoğraflan göıünce durumun fecaatını daha iyi anladık.
443
4 KASIM ÇARŞAMBA

Yüksek Öğretim Kanununu birkaç defa konuşmuş, beğenmediğimiz bazı


m addelerin yeniden düzenlenmesini istemiştik. Kanun Tasarısı son şeklini
almış ve bugün önümüze gelmişti. Uzun bir kanundu. Her maddesi üzerinde
hassasiyetle durduk. Zira bu kanun, üniversitelerim ize yeni bir düzen
getiriyordu. Birçok yabancı ülkelerdeki uygulamaları da gözönüne alarak. ka­
nuna bugün son şeklini vererek kabul ettik. İnşallah üniversitelerimiz için
hayırlı olacak.

Bülent Ecevit Ankara Sıkıyönetim Askeri Mahkemesince 4 ay hapis ce­


zasına çarptırıldı. Daha evvel 52 sayılı bildirimize aykın olarak bir bildiri
hazırlayıp TRT'ye göndermişti. TRT bu bildiriyi yayınlamayınca, evinde ya­
bancı basın mensuplarına dağıtmıştı. Bu dağıttığı bildiri, siyasi mahiyette
görülmüş ve bu sebeple mahkOm olmuştu.

5 KASIM PERŞEMBE

Federal Almanya Dışişleri Bakanı Genscher bugün bizim Dışişleri Bakanı


İlter Türkmen'in resmi davetlisi olarak Ankara'ya geldi. Kendisini Çankaya
Köşkünde kabul ettim. Kabul sırasında İlter Türkmen de bulundu.

Genscher odaya girerken yüzünden düşen bin parça olacak derler ya, işte
öyle suratı asıku.

ğı
Konuşmayı ben başlattım. Özetle araımzda aşa daki konuşma cereyan etti:

Ben: Türkiye'nin 1 2 Eylül 1980'den önceki durumu ma/Qmunuzdur. 12


Eylül 1980 müdahalesini gerçekleştirmeseydik, Türkiye iç savaşa sürüklenip
ülkede aşırı sol ideolojiye bağlı bir rejim kurulması stratejisi
gerçekleştirilecekti. Ele geçirilen dökünıanlar ve 736.000 adet silah (roketatar­
lar, havanlar, makinalı tüfekler, patlayıcı madde stokları, tabancalar, piyade
tüfekleri) bu stratejiyi gözler önüne sermiştir.
444
Almanya'nın 1914'ten 1 945'e kadar geçirdiği devreleri ve günümüzde
Federal Almanya kamuoyunun askeri idareler bakımından duyduğu hassasiye­
ti müdrikiz. Bugün dünyada bölgelere, ülkelere, sosyal yapılara göre değişik
ölçülerde uygulanan terörizm gerçeği vardır. Türk halkı 12 eylül 1980'den
önce terörizmin had safhaya ulaşan eziyetlerini çekmiştir. Halkımız bugün hu­
zur ve güven içinde yaşam sürdürmektedir, memnundur. Bu durum Türk to­
plumunun askeri yönetimi sevdiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Halkımız 12
Eylül 1980 öncesi kabusu tekrar yaşamamaya kararlıdır. Bu kabusu Türk top­
lumuna yaşatıp, "siyasi mülteci" kisvesi altında dış ülkelere kaçan suçlular,
ikili ilişkilerimizi zehirleme gayretinden de geri kalmamaktaaırlar.
12 Eylül 1980 müdahalesi gerçekleştirilmeseydi, Türkiye'nin Batı
İttifakından koparılması stratejisi uygulanacaktı. O zaman Batı İttifakı ne du­
rumda olacakn?
Ülkemizde demokrasiyi iyi tesis etmeye kararlıyız. Sözümüzün eriyiz. Çok
muhtemelen 1982 yılının ilk yarısında seçim tarihini açıklayabileceğiz. Bugün
Batıda her ülke kendi bünyesine uygun bir demokrasi tarzı uygulamaktadır.
Biz de kendi şartlarımıza, bünyemize uygun demokratik sistemi çok titizlikle
tespit etmek zorundayız.
27 Mayıs 1960 hareketinin hatası, şartlarımıza, bünyemize uymayan
Anayasayı aceleyle hazırlayıp, "Demokratikleşme" telaşı içinde toplumumuzu
şartlarına ve bünyesine uymayan bir duruma yöneltmesi olmuştıu. Toplumu­
muz bu dıuumun acı sonuçlarını yaşamıştır.
Niçin yeni siyasal partiler diye bir soru aklınıza gelebilir. Sebebini izah
edeyim. Biz, 12 Eylül 1980'den önce bir yıl süreyle sabır ve ümitle bekledik.
Ümit ettik ki, siyasal partiler milletimiz ve ülkemiz yararına anlaşabilirler. An­
cak ne oldu? Bir büyük siyasi parti, diğer büyük siyasal partiye transfer
olmuş, yolsuzlukları ayyuka çıkan kişilerin uzaklaştırılması halinde beraberce
koalisyon yapılabileceğini söylüyordu. Öbür parti böyle bir koşul kabul
etmiyordu; diğerinin asla kabule yanaşmadığı "ön şartsız büyük koalisyon"
öneriyordu. Transfer olmuş kişiler ise " darıldık/arı, hiç barışmayacakları"
diğer partiyle koalisyonu imkdnsız olarak ilan ediyorlardı. Sonu gelmeyen
dargınlıklar, uzlaşmazlıklar, "kısır çekişmeler içinde ülkemizde hergün oluk
oluk kan akıyordu. Artık her sağduyu sahibi kişi "bu böyle devam edemez"
diyordu.
Türkiye'nin böyle çıkmazların içine tekrar sürüklenmemesi için dikka.tle, ti­
tizlikle adımlar atmaya mecburuz. işkence iddialarını derhal ve titizlikle takip
ediyoruz. Varit ise sorumluları cezalandırıyoruz. Federal Alman Spiegel der­
gisinin mülakatından sonra bir cümlem bu dergide yanlış aksettirilmiştir. Ben,
"Türkiye'de her zaman, işkence yapılmıştır" yerine "Türkiye'de her dönemde
445
işkence iddiaları ortaya atılmıştır" dedim. Her iktidarın devredilmesinden son­
ra, işkence iddiaları, muhalefetin tüm diğer kampanyaları içinde yer alan iddia­
lar haline gelmiştir.
Dost Batılı ülkeler Türkiye'nin batı dünyasuıa mensup kalmak kararlılığını
gereğince değerlendirmeli ve desteklemelidirler. Başka hedeflere meyyal
grupların, kişilerin oyununa gelmemek, onların ilişkilerimizi zedelemelerine
imkan vermemek zorundayız.
Ekonomik durumumuzu kurtarmak için iki yıl süreyle istikrarlı program
uygulamaya, enflasyonu yenmeye mecburuz. Her Türk vatandaşı bu ihtiyaca
kanidir.
Askeri masraflarımız ekonomik kaynaklarımızın tahsisinde büyük payı
haizdir. Batı İttifakı çerçevesinde savunmaya katkımız büyüktür. Yardımlar
kesilirse, ekonomik kaynaklarımızı zorlayamayız. Ancak asker sayımızı, aske­
ri masraflarımızı azaltabiliriz. Bu kime yarar. Doğu Bloku böyle bir azaltmam11
bekleyişi içindedir.
Bu gerçeği görmek istemeyenler bir ütopya peşinde kullanılıyorlar,
"caydırıcılık" kavramını , stratejik emelleri, yaşa11mış ve yaşanan tecrübeleri
kulak ardı ediyorlar.
Konuk Bakan: Bugünlerde ülkemde mevcut bir aktüel konuyu dile getir­
mek istiyorum. Bay Ecevit'in tevkif edileceğine dair haberler.
Ben: Bu olay yaratılmamalıydı. Türk toplumu 12 Eylül öncesindeki tama­
men kısır çekişmelerden bıkmıştır. Bu elle tutulur bir gerçektir. Türk toplumu
yeni yaratıcılık hamlesindeyken, artık geleceğe güven içinde bakmaya
hazırlanırken, bu toplumsal kararlılığı hiçe saymamalı, ona saygı göstermek
gerekir. Sayuı Ecevit Milli Güvenlik Konseyi'nin 52 sayılı kararını ihlal
edince, Savcılık resen harekete geçmiştir. Yargı erkine müdahale edemeyiz.
Bir tecil imkanı olup olmadığı-yargıcın bileceği mevzudur. Toplumumuz huzu­
ra kavuşurken, böyle bir olayın ortaya çıkması beni de üzmüştür.
Ülkelerimiz arasında mevcut diğer bir konu, suçluların iadesi mevzuudur.
Türk ve Alman hukukçuları toplanıp bu konuy"4 görüşebililir, bir çözüm bulu­
nabilir zannediyorum. Kurucu Meclis bu konuyla da ilgili olacaktır.
Konuk Bakan: Böyle bir toplantı yararlı olur. Bu konu FAC açısından sa­
dece Türkiye bakımı.ndan mevzubahis değildir. Başka ülkeler, mevcut FAC
mevzuatı muvacehesinde, çözüm olarak ya idam cezası infaz etmeyeceklerini
taahhüt ediyorlar, veya müebbed hapse çevirdikleri hususunu bildiriyorlar.
Ben 1952 yılına kadar Doğu Almanya'da yaşadım. Ülkemde 1969-1974 yılları
arasmda İçişleri Bakanlığı yaptım. İçişleri Bakanlığı iecrübem sonucunda bir
ülkeyi içten çökertme stratejisinin mahiyetini müdrikim. Türkiye'de 12 Eylül
446
1980 öncesindeki durum Türkiye 'nin dostu olarak beni endişelendirmekteydi.
Mücadelenizi çok iyi anlıyorum. Benimle bir dost olarak açıkça
konuşmanızdan dolayı minnettarım.
FAC ve Türkiye tarihi dostluk bağlarını devam ettirmektedirler. FAC'de
1 ,5 milyona yakın Türk yaşamaktadır. Batı Berfin üçüncü büyük Türk
şehridir. FAC ordusu, Türkiye Cumhuriyeti ordusu Batı /ttifakımn karşılıklı
güvenceleridir. Türk ordusunun kendisine has karakterini çok iyi tanıyoruz.
Başka bazı ordularla kıyaslanamaz. İktidar heveslisi değildir. Demokrasiyi
amaç edinmiştir. Zatıalinizin temas ettiği demokrasiyi tesis takvimi mevzuu
çerçevesinde Danışma Meclisi Başkanı Sayın Sadi Irmak geçtiğimiz günlerde
"Türkiye'de iki yıl sonra seçimler yapılabilir" demiştir. Dostça ve açıkça
konuşmamız uyarınca, ben ülkemden bir örnek vereyim, İkinci Dünya
Savaşından sonra FAC, yeni Anayasa düzenini birkaç ayda kumıuştur.
Temas ettiğimiz işkence iddiaları konusunda, işkence yapanların ceza­
landırıldıklarmm somut olarak ilan edilmesi, batıda Türkiye'nin çok lehine
yankılar uyandırabilir.
FAC'nde partiler. fraksiyonlar, sendikalar, basın her konuyla çok ilgili.
Partilerin feshedilmesi, menkul, gayrimenkul mallarına el konmasıyla
terörizme karşı mücadele arasında irtibat kuramadıklarını ifade ediyorlar.
FAC'nde bütün partilerin fikirleri, dış irtibat/an, dış görüşleri Parlamento ka­
rarlarını etkiliyor. Sayın Ecevit'in tevkif kararının hangi yasaya isnad ettiğini
soruyorlar.
Avrupa Parlamentosundaki Türkiye Raportörü, FAC milletvekili Von
Hasse/ bana bu sabah teleks gönderdi. Zikrettiğim bu hususların tüm Batı Av­
rupa ülkeleri için hassaten önem taşıdığını Türkiye'nin bir dostu olarak vurgu­
ladı.
Ben, FAC Parlamentosunda Türkiye'11in dostu olarak, biraz önce temas
ettiğim noktalar itibariyle, bugün yoğun eleştirilere uğruyorum. Sizden istir­
hamım, benim pozisyonumun güçlendirilmesidir. FAC'nde, Avrupa Konseyi
organlarında Türkiye'yi gereğince savunabilmeyi arzu ediyorum, desteğe ih­
tiyacım var. Dostça ve açıkça bu sözlerimi eklememe müsaade ettiğiniz için
müteşekkirim.
Ben: Dostça ve açık sözlerinizde önce terörizmle mücadeleye temas ettiniz.
12 Eylül 1980'den önce Türkiye'de siyasi partiler her konuda olduğu gibi,
terörizmle mücadele konusunda da anlaşamadılar. Hatta maalesef hükümet
düşürmek için terörün tırmanmasından medet umdular. Biri çekildi, diğeri ikti­
dara geldi, terör olayları durmadı, azalmadı, çoğaldı.
Ekonomikfelaketimize de aynı siyasi partiler sebep oldular. Dış ülkelerdeki

447
işçilerimize mesajlar ve sözcüler yollayıp, "Türkiye'ye döviz göndermeyin, ik­
tidar düşsün " dahi diyebildiler. Parti yetkilileri, üyeleri bu kampanyaları
yürüttüler ve kışkırmlar.
Bu anlamklarım sadece küçük lxızı örneklerdir. 12 Eylül öncesi siyasi parti
liderlerinin, üyelerinin dış ülkelerde siyasi konuşmalar, temaslar yapmaları
toplumumuzun huzur havasına karşı yönelmiş bir hareket olur. Türk halkı bu
tip hareketlerden bıkmıştır. Türkiye, 12 Eylül öncesi iç savaş g�dişatını berta­
raf edip, sağlıklı demokrasiye ulaşmak mücadelesi içindedir. Bu sebeple nor­
mal şartlar içerisinde bir dönem geçirmemektedir. Halkımız bunun tam bilin­
cindedir. Türkiye normal şartlar içinde olsaydı, zaten bize gerek kalmazdı.
Bugün Tlırkiye'deki kadar yumuşak bir askeri rejimi başka ülkede
göremezsiniz.
Konuk Bakan: FAC Parlamentosunda partiler ve basın-yayın organları,
sendikalar Türkiye'de demokrasiyi tesis mevzuunda, tekrar tebarüz ettirmek
isterim ki, çok hassaslar. FAC Hükümetinin uygulamalarında, kararlarında
Parlamento desteği tabiatıyla hayati derecede önemli.
Ben : Takvimi biz tedricen ve etki altında kalmaksızın salim değer­
lendirmelerle tespit edeceğiz. Sözlerimize sadığız. Türk halkı demokrasiye
layıktır, toplumsal güvenliğini düşünmeyi de ihmal edemez. Sayın Irmak, 2 yıl
s01ira seçimler yapılabilir şeklinde kendi ön değerlendirmesini, ön tahminini
belirtmiş olabilir. Henüz nihai değerlendirme ve takvim tespit edilmiş değildir.
Kurucu Meclis içerisinde değerlendirmeler, çalışmalar yapılır. Kurucu Meclis
ve Konsey müştereken görüşür, tedricen takvim böylece kesinlik kazanır.
Konuk Bakan: Dostça ve samimiyetle görüşme imMnı bahşettiğiniz tüm
noktalarda ülkelerimiz arasında irtilxın idame ettirebilmek lxılamından mümtaz
meslektaşımla doğrudan ve değerli Büyükelçilerimiz aracılığıyla da temasların
çok yarar sağlayacağı kanısındayım.
Görüşme samami bir hava içerisinde geçtiği için Genscher odadan
�ynlırken güler yüzle ayrıldı.
Genscher, benden demokrasiye dönüş tarihini öğrenmek istiyordu. Ona bu
tarihi şimdiden vermeyi_ uygun bulmadım. 1983 sonbahai'ında veya 1984 ilk­
bahannda seçimlerin yapılabileceğini tahmin ediyordum. Ancak şu safhada bir
tahminde bulunarak açıklama yapmam, hele bu açıklamayı iki sene öncesinde
yabancı bir devlet adamına yapmam, baskı sonucu böyle bir tarih vermek zo­
runda kaldığımız izlenimini doğurabilirdi. Aynca aleyhimizde çalışan örgütler
bu tarihi çok evvelden bildikleri takdirde, eylem programlarını ona göre tanzim
etme i.ınkaıuna kavuşabilirlerdi.
Diğer önemli gördüğüm bir sebep de; eğer demokrasiye geçiş tarihini

448
açıklayacak olursam, o tarihte gerçekleşmediği takdirde yalancı durumuna
düşmüş olurdum ki, böyle bir duruma düşmeyi hiç istemezdim. Hakikaten
Danışma meclisinin istediğimiz Anayasa, Seçim ve Partiler Kanunu gibi
önemli gördüğümüz kanunları ne zamana kadar hazırlayabileceğini şimdiden
kestirmek mümkün değildi.
İşte bu sebeplerden dolayı şimdiye kadar benden bu konuda takvim almaya
çalışanlara verdiğim cevabı aynen Gencher'e de verdim. O da durumu anladı
ve fazla ısrar etmedi.

6 KASIM CUMA

Bugün de UNESCO Genel Direktörü Amadou Mahtar M'bow'u Çankaya


Köşkünde kabul ettim. Kendisi Türk dostu ve Atatürk'ün doğumunun
lOO'üncü yılı dolayısıyla önemli katkılarda bulunmuştu.
Aramızda özetle aşağıdaki görüşme cereyan etti:
Ben: Başında bulunduğunuz bu önemli kuruluşun çalışmalarını yakından
izliyoruz. Özellikle Atatürk'ün 100. Yı/1 Kutlama faaliyetlerine olan büyük
katkınız için ve Mayıs ayı içinde salonlarınızı bu amaçla bize tahsis etmenizden
dolayı teşekkür ederiz. Ayrıca UNESCO 'nun İstanpul ve Göreme'de bulunan
tarihi ve kültürel eserlerin korunması ve bakımı için öngördüğü çalışma ve
yardımları da yakından takip ediyoruz. Bu faaliyet ve yardımların bizleri se­
vindirdiğini ifade etmek isterim.
Milli Eğitim Bakanlığındaki brifingi müteakip yapmış olduğunuz
konuşmayı pek beğendim. Gerçekten Türkiye'de okuma yazma seferberliğini
tekrar 1924 '/erdeki hızına kavuşturmak ve bunu devam ettirmek için büyük
gayret içindeyiz.
Müslüman olduğunuz için sizinle açık konuşabilirim. Kız çocuklarının o­
kutulmaması konusunda İsldmın tefsiri yanlış yapılmıştır. Yanlış tefsir yapan
müslüman ülkeler arasında biz de bulunuyoruz. Bu konuda Atatürk'ün re­
formcu davranışı ondan sonra verilen tavizlerle zayıflatılmıştır. Bugün bilyük
şehirlerimizde kız çocuklarını okula göndermeyen aileler vardır. Yapmış
olduğum konuşmalarda bu konuya hep değiniyor ve mevcut direnci kırmaya
çalışıyorum. Bugün Türkiye'de okuma yazma nisbetinin düşük olmasında
okuma yazma bilmeyen kız ve kadınlar büyük yer tutuyor. Bu direnci kırmak
için konuşmalarımda bu soruna temas ediyor ve ailelerin Türkiye'nin elli yıl
sonrasını düşünerek kız çocuklarını okula göndermelerini telkin ediyorum.
449
Kültür konusuna gelince, biz Türkler dünyada genellikle tanınmıyoruz.
Dünyada sanki başka medeniyet yokmuş gibi, sadece Roma ve Yunan mede­
niyetleri teması işleniyor. Bu fikri yıkmak ve yeryüzünde diğer kültür ve medi­
niyetlerin de var olduğunu vurgulamak lazım. Bu itibarla UNESCO'nwı bu
alandaki çalışmalarından ve gösterdiği hassasiyerren mutluyum. Biz de kendi­
mizi tanıtmak için fazla gayret göstermemişizdir. Bilfarz, mevcut kanun kendi"
eserlerimizin yurt dışında sergilenmelerine engel teşkil etmektedir. Şimdi bu
kanunu değiştiriyoruz. Böylece artık kültür hazinelerimizi yurt dışına
gönderip, sergileyebileceğiz. Sizin Türkiye'de bu konulara değinen beyan­
larınız bizim için tabii çok sevindirici olmuştur.
Genel Direktör: Türldye 'nin egitim, bilim ve kültür alanlarında yapmış
oldugu çalışmalardan ve atılan önemli adımlardan memnuniyet duyuyorum.
İslam konusundaki Zatı Devletlerinin ifadelerine katılmamak mümkün degil.
Gerçekten İs/dm başka amaçlara alet edilmiştir. İslamın özünde diğer dinlere,
inançlara karşı bir davranış ve ayırım yoktur. Dinimiz bilime daima önem ver­
miştir. Örneğin İsldmda hiçbir zaman bir "Galile" olayı olmamıştır. Peygambe­
rimizin beşikten mezara kadar öğrenmeye devam edilmesi ve bir kelime
öğrenmek için gerektiğinde Çin'e kadar gidilmesini belirtmesi manidardır. En
müsamahakar din yine bizim dinimizdir. Peygamberimiz, Kopt
hıristiyanlarından olan eşlerinden hiçbirini müslüman olmak için zorla­
mamıştır. Maalesefbütün dünyada İslam deforme edilmiş ve hurafelerle dolu
bir hale getirilmiştir. Ban İslamı istismar etmekftrsatını kaçırmamıştır. Batının
Türkiye hakkındaki imajı T.ürklerin çok güçlü olduğu ve Avrupa ortalarına ka­
dar daldığı J5'nci yüzyıldan beri tarihsel nedenlerle yanlış·bir imajdır. Halbuki
Türklerin fethettikleri ülkeler halkına İs/dm dinini zorlamamış olmaları nedense
söylenmez. Anadolu kültürünü Türk değil, Yunanlı olarak tanıtırlar. Eski
kültürler ile kendi kültürleri arasında bir devamlılık olduğunu kabul ederlerken,
İs/dm kültürü ile eski kültürler arasında devamlılık olabileceği fikrini redde­
derler. Sanırım amaç Türkleri kendilerine yabancılaştırmaktır. Bu nedenle
Türklerin toprakları üzerinde bulunan bilcümle tarihsel eserleri herhangi bir
ayırım yapmadan korumuş olmalarından ve Türk hükümetinin de aynı iradeye
sahip olmasından kıvanç duyuyorum. Türkiye'ye yapmış oldugum ilk
ziyaretimin dönüşünde UNESCO Yürütme Kurulunda yaptığım bir
konuşmada kendilerinin yaptığı bir eser olmamasına rağmen, Osmanlıların
Ayasofya'yı korumak hususundaki tarih boyunca gösterdikleri çaba ve gayret­
leri uzun uzun anlattım.
Şimdi de tarih ve eğitim alanında Türkiye hakkında mevcut ön yargıların
değiştirilmesi için çalışmalar yapıyoruz ve kitaplar yayınlayacağız. Bu husus
:!sesan UNESCO'nun asli görevlerindendir. Geçen yıl' ülkenize gelişimde
Türkiye'nin Avrupa grubu dışında ayrıca Asya ve Pasifik grubuna da üye ol-
450
ması yönündeki önerimin kabul edilmesi, Türkiye'nin bu çalışmalara da
katılmasını sağlamış bulunuyor. Bilimsel araştırmalara Türkiye'nin Asya ve
Afrika ülkeleriyle işbirliği yaparak kanlması son derece faydalı olacaktır. Sa­
nayileşmiş ülkeler ile gelişme yolundaki ülkeler arasında çok özel bir yeri olan
Türkiye'nin kültürel ve bilimsel birikimlerinden Asya ve Afrika ülkelerini de
yararlandırması faaliyetlerine biz de katılırız. Bunu sadece UNESCO 'nun
Genel Direktörü olarak değil, aynı değerleri paylaşan bir kardeşiniz olarak
ifade ediyor ve bunu bir vicdan görevi teMkki ediyorwn.

Bugün Genscher Türkiye'den ayrıldı. Ayrılırken, "Evren sözünün eri ve


demokrasiye içten inanmış bir asker niteliği taşıyor" şeklinde gazetecilere
beyanda bulunmuş. Böyle bir itimat telkin edebilmiş olmam iyi bir şey. Ya­
bancılar bile benimle konuştuktan ve tabii bu arada geçmişimi tetkik ettikten
sonra söylediklerime inanıyorlar da, maalesef yurt içindeki bazı kişilerde bu
inanç bir türlü yerleşemedi. Kendiliğimizden bu makamlardan çekileceğimize
inanmayarılar arasında bir kısım politikacılar ve çok az da olsa bazı basın men­
supları yer alıyor.

Bugün; vefat eden Cumhurbaşkarılan ile, Kurtuluş Savaşında Atatürk'ün


yakın silah arkadaşları komutarılann gömülecekleri "Devlet Mezarlığı Kanu­
nu"nu da kabul ederek yürürlüğe koyduk.
Uzun seneleİ"den beri bu konuyu düşünür dururdum. Atatürk için yapılan
ve O'ndan başka hiçbir kimsenin defnedilmemesi gereken "Anıtkabir"e ilk
defa 27 Mayıs 1960 ihtilalinde Ankara'da vurulan ve kendilerine "Devrim
Şehitleri" adı verilen kişiler gömüldü. Burıların arasında Ankara'da "Ersan
Taksi"nin sahibinin 12 yaşlarındaki oğlu da var. Bu çocuk 27 Mayıs günü
sokağa çıkma yasağına uymamış ve askerlerin dur ihtarına uymayarak ar­
kasından ateş edilerek öldürülmüş. Bu çocuk da şehit kabul edilip
Arutkabir'de Atütürk'ün yarubaşına gömüldü. O tarihte ben Ankara'da Ordu
Donatım Okulu Kurmay Başkanı idim. Tanıdıklarıma. yapılan bu işin doğru
olmadığını, Anıtkabir'in bir mezarlık veya bir şehitlik olmadığını söyledim.
Ama olan olmuştu.
Arkasından 1966 yılında Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel vefat etti. O da
"Devrim Şehitleri"nin yanına defnedildi. O tarihte tuğgeneral rütbesiyle Kara

45 1
Kuvvetleri "Okullar Dairesi Başkanı" idim. Yine yapılan bu işlemin hatalı
olduğunu, arkasından İsmet İnCinü'nün de buraya defnedileceğini, müteakiben
Celal Bayar'ın vefatı halinde de bu konunun gündeme geleceğini, btiylece
Atatürk için inşa edilen ve yabancı devlet adamlarının Türkiye'yi ziyaretlerinde
saygı duruşunda b�lunduklan, resmi bayramlarda ilgililerin ziyaret edip saygı
duruşunda bulunduktan ve Anıtkabir olarak isimlendirilen buranın ileride bir
mezarlık haline geleceğini yakınım olan arkadaşlarıma söyledim. Nitekim Ce­
mal Gürsel'den sonra İsmet İnönü vefat eni. Tabii o da Anıtkabir'e, hem de,
Atatürk'ün Mozolesinin tam karşısına ve aynı O'na benzer şekilde defnedildi.
Önümüzde Celal Bayar vardı. Allah gecinden versin ama, nihayet bir gün
gelecek o da vefat edecekti. Affa uğradığına göre aklanmış demekti. Vefatı ha­
linde bazı çevrelerin Celal Bayar'ın da Anıtkabir'e defnedilmesi gerektiğini,
zira onun da Atatürk'e başbakanlık yaptığını söyleyecekleri kuşkusuzdu.
İşte söylediğim bütün bu mahzurlah gidermek ve aynı zamanda bütün cum­
hurbaşkanlannı ve bu arada İstiklfil Harbinde büyük yararlılıktan gtirühnüş ve
Atatürk'ün yakın silah arkadaşı komutanları da bir araya toplamak
düşüncesiyle, bu işi kanunla halletmeyi uygun görmüş ve btiyle bir kanunun
hazırlanması emrini vermiştim. Kanun önümüze gelmeden evvel, Devlet Me­
zarlığı olabilecek yeri de tespit etmiştik. Yer olarak, " Atatürk Orman
Çiftliği"nde eskiden "Karadeniz Havuzu"nun bulunduğu tepeyi uygun
görmüştük.
Yine kanunu görüşmeden evvel İsmet İnônü'nün de Devlet Mezarlığına
naklini ve btiylece Anıtkabir'de yalnız Atatürk'ün kalmasını düşünmüş ve ka­
nunun da tiyle hazırlanmasını istemiştim. Bilfilıare Konsey Üyesi arkadaşlarla
bu konuyu görüşürken; İnönü için ailesinin mutabakatını alalım daha iyi olur
diye düşündük. Kanunu kabul etmeden evvel ailesine bu hususu sordurduk.
İlk gelen haberde eşinin de bunu uygun bulduğu şeklinde idi. Habere sevin­
dik. Fakat, bir veya iki gün sonra yeni bir haber geldi. Yerinde kalmasını rica
ediyorlarmış. Aramızda epey düşündük ve sonunda yalnız İntinü'nün
Anıtkabir'de bırakılmasını kararlaştırdık. Bu hal tarzına gönlüm hiç razı olmadı
ama, yeni bir pürüz çıkmasın diye kanunu btiyle çıkarmak zorunda kaldık.
NOT: Celal Bayar 1986 yılında vefat edince, seneler evvel tahmin ettiğim
gibi, onun da Anıtkabif'e gömülmesi bazı basın organlarında ve siyasi parti­
lerde dile getirildi. Çıkardığımız kanuna göre, Anıtkabir'e gömülmesi mümkün
değildi. Ancak yeni bir kanun çıkarılması gerekirdi. Başbakan Turgut Özal da
basındaki kampanyadan ve Doğru Yol Partisi'nin propagandasından etkilenmiş
olacak ki, bana geldi; "Böyle bir istek var, partimiz de müşkül durumda. Acaba
bir kanun çıkarsak da Celal Bayar'ı da Amtkabir'e de/netsek ne dersiniz"
deyince, "Kati.yen kabul etmem. Ben İnönü'nün de orada bulunmasına taraftar

452
değildim. Ne yapalım ki bir emri vaki idi. Kanuna onu koyamadık. Ama öyle
inanıyorum ki, bizden sonra gelecek nesiller, İnönü'nün varisleri hayattan
ayrıldıktan sonra İnönü'nün kabrini de Devlet Mezarlığına nakledecek/erdir.
Aslmda Celal Bayar ailesinin böyle bir ısrarı yok. Bunu ortaya atanlar politik
kazanç sağlayacqklarına inanan ve bir ölüden bile yararlanmak isteyenlerdir.
Milletin çoğunluğu bunu onaylamaz. Eğer böyle bir kanun önüme gelirse, 15
gün kanuni süremi beklerim. Sonunda kanunu bir defa daha görüşülmek üzere
Meclise gönderirim. Kanun aynı şekilde yine önüme gelirse tekrar 15 gün
daha beklerim. Böylece bir aydan fazla bir süre cenaze bekler" dedim. Bu
konuşmam üzerine teklifinden vazgeçti . Esasen ailesi de bu arada Celal B ay­
ar'ın doğduğu köy olan Bursa'nın Umurbey köyüne defnedilmesine karar ver­
di ve bu iş de böylece kapandı .

Üzüldüğüm hususlardan birisi de, İsmet İnönü'nün oğlu ve şimdi


"Sosyaldemokrat Halkçı Parti"si genel başkanı olan Erdal İnönü'nün de "Celal
Bayar'ırı Amtkabir'e gömülmesi lazımdır" şeklinde basına beyanatta bulun­
ması oldu. Babası Anıtkabir'de diye Celal Bayar'ın da aynı yere gömülmesine
rıza göstermesi nasıl tevil edilir bilemem.
İyi ki bu kanunu çıkarmışız. Yoksa hiçbir iktidar böyle bir kanunu çıka­
ramayacak ve sonunda Anıtkabir bir zaman sonra mezarlık haline gelecekti.

Kasım ayı ilk haftası içerisinde tarihini kat'i olarak hatırlayamadığım bir
günde, Danışma Meclisi Başkanı Sadi Irmak, Anayasanın iki sene içerisinde
hazırlanabileceğini açıklamıştı. Bunu duyunca, kendisini ikaz ederek iki
seneye tahammülümüz olmadığını, 1 982 yılı Eylül ayına kadar işin bitirilmesi
gerektiği direktifini verdim. Bunun üzerine işler çabuklaşmaya başladı.

10 KASIM SALI

Bugün Atatürk'ün ölümünün 43'üncü yıldönümü, O'nu bir defa daha


büyük üzüntüsünü kalbimizde duyarak anıyoruz.

Her sene olduğu gibi , bütün resmi kuruluşlar bugün Atatürk'ü anma
törerıleri tertip ettiler. Bu senenin özelliği, doğumunun l OO'üncü yıldönümüne
rastlaması ve aynı zamanda bir askeri yönetimin işbaşında bulunması do­
layısıyla, bu törenlere daha fazla bir önemin verilmiş olmasıdır.

453
Bu vesileyle ben de Türk milletine bir mesaj yayınladım. Mesajın iki pa­
sajını aşağıya alıyorum:
Sevgili Vatandaşlarım,
Devletimizin banisi ve milletimizin fedakar ve sadık evlddı Ulu Önder
Atatürk'ün her ölüm yıldönümünde; O'nun inkılap ve ilkelerine sahip
çıkabilmenin, bunları içimize sindirip gönül vermenin, onları günlük
yaşantımızın ayrılmaz bir parçası yapıp, geleceğimizin en güçlü teminatı olarak
görmenin, devletin bütünlüğü ve milletin bölünmezliği için üstüne titremenin,
ülkeyi muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmanın ve nihayet O 'nun
naçiz vücudunun aramızdan ayrılmasının üzüntüsü ile birlikte Türkiye Cumhu­
riyeti Devletini sonsuza kadar yaşatmanın sorumluluğunu hissediyoruz. Bu
sorumluluk tarihimizi ve özellikle Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet devri tarihi­
ni mutlaka çok iyi bilmemizi gerekli kılar. Tarihini bilmeyen, onun sebep ve
neticesini değerlendiremeyen milletlerin geleceklerine güvenle ulaşabilmeleri
mümkün değildir.
Osmanlı İmparatorluğunun enkazı üzerinde ulusuna olan güvenini kendi
dehası ile birleştiren ve böylece yeni Türkiye Cumhuriyeti devletini kuran
Büyük Atatürk, hiçbir liderin ömrüne sığdıramadığı inkıldpları gerçekleştirmiş
ve devletin geleceğini de koyduğu ilkelerle teminat ahına almıştır. O'nun koy­
duğu her ilke ve gerçekleştirdiği her inkıldbında asil Türk Milleti'nin de­
vamlılığı, refah ve mutluluğu yatar. İşte onun içindir ki, bu aziz vatan da
yaşayan ve "Ne Mutlu Türküm " diyebilen her yurttaş Atatürk'ü11 ilke ve
inkılaplarına bu inançla sahip çıkmak zorwuiadır.
Sevgili Vatandaşlarım,
Büyük Atatürk'ün inkıldp ve ilkelerinde O 'nun düşünce gücü ve fikri
yapısının sağlamlığı vardır. Milleti için yarattığı yeni Türkiye, bütün insanlık
alemini de etkilemiş ve O'nun manevi varlığını evrensel boyutlara ulaştırmıştır.
Fikir ve düşünceleri ile yaşadığımız çağın en büyük liderlerinden birisi olarak
gerçek üne kavuşan Atatürk, onun içindir ki doğumwıun JOO'üncü yıluıda
uluslararası anma törenlerinde ele alınmış ve hemen her devlet tarafından ismi
saygıyla anılmıştır. Birleşmiş Milletler Teşkilatının öncülüğünde çeşitli
ülkelerde;fikri ve düşünceleri işlenmiş, kitaplar yazılmış ve O'nun adı ile bir­
likte Türk Ulusu da yücelmiştir. Bu suretle ölümü üzerinden geçen her yıl,
O'nu daha da ölümsüzleştirmiştir.
Vefakar milletimiz, büyük Ata'sı için düzenlediği JOO'üncü doğum yılı
münasebetiyle; tarımdan maarife; sanayiden bilime; ekonomiden sanata kadar
her dalda O'nu yeniden yaşatmanın çabasını göstermiş ve Ata'sı için abi­
deleşen eserler meydana getirmiştir. Girişilen bütün gayretlerin temelinde
O'nun inkılaplarının, ilkelerinin fikir ve düşüncelerinin daha iyi anlaşılması ve
454
yozlaştırılmaya çalışılmış bulunan Atatürkçülük'e inancın pekleştirilmesi ve
milletçe huzura duyulan ihtiyacın özlemi vardır. İşte gerek ülkemizde, gerek
dünyada Atatürk için yapılan bütün bu faaliyetler her yurtaşımız taro:ftndan
böyle değerlendirilmelidir.

1 2 Eylül Harekatından bir süre sonra. 1 2 Eylül'den önce yurtta cereyan


eden anarşik olaylan ve 1 2 Eylül'den sonra yapılanları gözler önüne serecek,
bir nevi beyaz kitap niteliğinde bir kitabın hazırlanması teklifi önümüze gelmiş;
bu fikri çok olumlu bularak böyle bir kitabın kısa zamanda hazırlanmasını iste­
miştim.
Kitap, Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliğinde oluşturulan bir kurul
tarafından hazırlanmış, benden de kitaba bir önyazı istenmişti. Kitabın basımı
tamamlanmış ve dağıtımı da yapılmışb. Kitap güzel hazırlanmışu. Özellikle 1 2
Eylül öncesi olaylan, Türkiye'iıin içinde bulunduğu korkunç durum,
fotoğraflarla ve belgelerle gözler önüne seriliyordu. Kitabın ismi " 1 2 Eylül
Öncesi ve Sonrası" idi. Bu kitabı her Türk vatandaşının okumasında büyük
yarar görmekteyim. Zira böylece bir daha aynı durumlarla karşılaşmamamız
için her zaman dikkatli olma zaruretini duyabiliriz. Özellikle ülke yönetiminde
söz sahibi olanlarla, parlamenter, üniversite öğretim görevlileri, öğreunenler,
hana bütün öğrenciler bu kitabı okumalıdırlar.
Kitap yayınlandıktan sonra bazı gazete yazarlarının benim önsözüm
üzerinde müspet yazılan çıktı. Yararlı olur düşüncesiyle bahsettiğim önsözü
·

buraya alıyorum:
12 Eylül 1 980 günü Türk Si/ahiz Kuvvetleri, kendi iç hizmet yasası
hükümlerine göre üstlendiği "Türkiye Cumhuriyetini koruma ve kollama"
görevinin gereği olarak, devlet yönetimine el koymuştur.
Ülkemizdeki ne tür oluşumlar, Büyük Atatürk'ün tümüyle siyasetin dışında
ve üstünde kalmasına büyük özen gösterdiği Türk Silahlı Kuvvetleri'ni devlet
yönetimine "elk.o ymaya" yöneltmiştir?
Türk Silahlı Kuvvetleri, rütbesiz erinden en yüksek rütbeli komutanına ka­
dar daima Atatürkçülüğe, tümüyle Atatürk İlkelerine inançla bağlı kalmış,
O'nun gösterdiği yoldan sapmamış, Atatürk İlkelerinin, Atatürk Devrimi'nin'
ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin esenliğinin, en etkin ve sadık kollayıcısı
ve koruyucusu olmuştur.
Cumhuriyet döneminin Türk Silahlı Kuvvetleri; ebedi ve yüce

455
Başkomutan'ın kendisine verdiği direktife gönülden bağlı olarak politikanın
dcşında kalmaya daima büyük titizlik göstermiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin
tıdtı mensuplarının; 1911 Balkan Harbinde, Osmanlı ordusunun uğradığı feci
akibeti daima hafızalarmda taze tutarak, içine politikanın girdiği bir ordunun
nasıl bölünüp çökeceğinin bilinci içinde olduklarında şüphe yoktur.
12 Eylül yönetime elkoyma hareketini Silahlı Kuvvetlerin tümüyle politi­
kaya girmesi anlamında vasiflandırmak mümkün değildir. Bu hareket devlet ve
milletimizin parçalamp yıkılmasını önlemek için başkaca bir yol kalmamış ol­
ması sebebiyle mecburiyet altında yapılmış ve fakat Silahlı Kuvvetlerin politi­
kanın Çamuruna saplanmasına mani olmak üzere de mutlak bir itaat anlayışına
bağlı emir ve komuta zinciri içinde uygulanmıştır.
Sanırım ki, bu uygulama konsepti yeterince açıktır, kesindir ve Silahlı
Kuvvetlerimizin; kurucusu ve Ulu Önderi Yüce Atatürk'ün kendisine emanet
etliği temel ilkeden sapmasının asla sözkünusu olmayacağı şüphe edilemeye­
cek bir gerçektir.
Şu inancımı bir kez daha belirtmek isterim: Türk Silahlı Kuvvetleri, hiçbir
zaman, siyasal iktidar olma hevesine kapılmamıştır. O, temel görevinin
yalnızca yurt savunması olduğu bilinci içindedir.
Şu gerçeği de övünçle belirtmek isterim ki, hemen hemen dünyanın hiçbir
ülkesindeki Silahlı Kuvvetler; Türk Silahlı Kuvvetleri kadar, "Demokratik
Dilzen" in temel kurallarına bağlı ve saygılı olmamış, "Demokratik düzen" in
koruyuculuğunu üstlenmemiş ve "Demokratik Düzen" in savunuculuğunu yap­
mamıştır. Türk 'Silahlı Kuvvetleri; ne zaman, "Türkiye Cumhuriyetini koruma
ve kollama" görevini yerine getirmek mecburiyeti ile karşı karşıya gelmişse,
bu görevi,·gözünü kırpmadan, yalnızca Türk Ulusunun ve yurt ba"tünlüğünün
esenliği ve mutluluğu için üstlenmiş ancak, Atatürk'ün de, Atatürkçülüğün de,
ana ilkesi olan, Türk Ulusuna en yaraşan bir siyasal yapı olan "Demokratik
Dü z e n in yeniden kurulmasına büyük bir fedakarlıkla, inanla, inançla
"

çalışmış, yeni düzenlemeler getirilmesine yardımcı olmuş, sonra da kışlasına


dönerek, üstlendiği görevi "Demokratik Düzen" in kurallarına uygun biçimde
sivil yönetime devir etmiştir.
" 1 2 Eylül harekatı " nınözünde de, bu amaç yatmaktadır. Nitekim, aradan
bir yıl dahi geçmeden sağlıklı , esenlikli, geleceğe dönük, tutarlı bir
"Demokratik Düzen" in kurulması yolunda girişilmiş olan yoğun çalışmaların
ilk ürünleri düzenli bir: şekilde millet yaşantısınd!l kendilerini hissettirmekte­
dir/er.
1950'1erden bu yana geçen 30 yılı aşkın süredir, içinde bulunduğumuz
" Demokratik Parlamenter Rejim"lerin zaman zaman beliren aksaklıkları,
çıkmazlara girmeleri, çözümsüzlüklerle karşılaşmaları ve nihayet ülkenin ve
456
Til.{k Ulusu'nun yokedilmesine yol açacak siyasi ihmal ve ihanet ağı ile
para/ize edilmeleri üzerinde önemle, özenle durulması, yorumlanması ve
degerlendirilmesi ve bunlardan geleceğe dönük çalışmalar için sağlıklı
,
sonuçlar çıkarılması gereken olgulardır.
Bugünün ve yarının bütün siyasetçilerine ülkenin yönetiminde söz sahibi
olmak isteyenlere, demokratik düzenin oluşumunda varlıkları zorunlu kuru­
luşların yetkililerine, bütün Türk gençiliğine ve bütün aziz Türk ulusuna şu
gerçeği yeniden hatırlatmak isterim:
Türk Ulusunun, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin temelinde öncelikle Türk
olmak övüncü ve Atatürkçü düşünce tarzı yatar. Bu temelin köşe taşlarım
Atatürk İlkeleri teşkil eder. Bu temel ilkelerden ve yörüngeden ne zaman uzak­
laşılmış, ne zaman sapılmış ise, ülkede huzursuzluklar, kargaşalar, kardeş
kavgaları , bölüc_ülük akımları yeşermeye, boy vermeye başlamıştır.
Atatürkçülüğü, Atatürk İlkelerini bilinçli, inançlı biçimde kabullenmedikçe,
hunların Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ana dayanakları olduğuna inan­
madıkça, çağdaş, uygar, sağlıklı, esenlikli, insancıl ve istikrarlı bir devlet
çarkının dönmesi olanağı da bulunmayacaktır.
Ülkemizi " 12 EYLÜL Harekab"nın yapılması noktasına getiren nedenlerin
özünde, bu belirttiğim önemli sapmalar, yörüngeden çıkışlar yatmaktadır.
Bu kitap, yansız biçimde, belgelerle olayların tanıklığına başvurularak " 1 2
EYLÜL Harekab"na nasıl gelindiğinin gerçek nedenlerini ortaya koymaktadır.
Bu kitap, 1 2 EYLÜL idaresinin bir savunma belgesi değildir. Bu kitap,
1919'/ardan başlayıp 1980'/ere uzanan bir zaman dilimi içinde ülkemizin ve
milletimizin bağımsız, onurlu parlamenter demokratik bir Cumhuriyet rejmine
sahip olabilmek için verdiği mücadelesinin kısa, özlü, yansız, belgeli an­
latımıdır. Bu kitap aynı zamanda, milletçe geçirdigimiz kdbusla günlerin bir
daha tekerrür etmemesi için gelecek kuşakların sık sık göz gezdirecekleri bir
müracaat vesikası olacaktır.
Büyük milletimiz"in, Yüce Atatürk'ün yolunda, yeni., çağdaş, ilerici,
sağlıklı, esenlikli atılımlarını sürdürme ve yüceltme yolunda daha hızlı
ilerleyeceğinden şüphem yoktur. Milletinin bölünmez bir parçası olan ve mil­
letinin özllnü teşkil eden Türk Silahlı Kuvvetlerinin de Atatürk'ten aldığı il­
hamla üzerine düşen onur/� görevini bugüne kadar olduğu gibi, yarınlarda da
ona lcfyık ölçüler içinde yerine getirmeye devam edeceğine inancım tamdır.
Bu kitabı, engin bir yurt sevgisi ile feragat ve fedakdrlıkla büyük milletinin
daima emrinde bulunan kahraman Tllrk Silahlı Kuvvetleri'ne ithaf etmekten
mutluluk duyuyorum.

457
13 KASIM CUMA

Devletin hemen hemen bütün resmi dairelerinde memur fazlalığı dikkati


çektiği gibi, 12 Eylül öncesinin şartlan içerisinde politize olmuş, sağdaki veya
soldaki partilerle sıkı ilişkileri içerisinde bulunanlar da dikkati çekiyordu.
İçişleri Bakanlığında 67 ildeki vali mevcudunun üç misline yakın da merkez
valisi vardı. Bunları başka görevlerde kullanmak da mümkün değildi.
Hükümetle yaptığımız görüşmeler sonunda, bu fazlalığı eritebilmek için,
cazip şartlarla erken emeklilik kanunu çıkarılmasıyla bir ölçüde de olsa bunı,t
bir çare getireceğimize inandık. Hükümet bu kanun tasarısını göndermişti.
Bugün Konseyde kanunu görüşerek kabul ettik.
Kanuna göre; 20 fiili hizmet yılını veya ellibeş yaş ve on fiili hizmet yılını
dolduran Emekli Sandığına bağlı memurların yıl sonuna kadar emekliliklerini
istemeleri ve bu isteğin kabul edilmesi halinde emekli aylığına hak kazanacak­
ları ve emekli ikramiyelerinin ise % 25 fazlasıyla ödeneceği belirtilmişti. Kanu­
nun diğer bir maddesine göre de, aynı durumda olan memurların belirtilen bu
süre içinde emekliliklerini istememeleri halinde, yine yıl sonuna kadar usulüne
uygun olarak müşterek kararla re'sen emekliye sevk edilebilecekleri, ancak bu
gibilere emekli ikramiyelerinin % 1 5 fazlasıyla ödeneceği hükmü getirilmişti.
Sözü edilen bu kanun kapsamına adalet mensupları, tıp doktorlan,
üniversitelerin, fakültelerin mensuplarıyla, Silahlı Kuvvetler mensuptan dahil
edilmemişti.
Kabul ettiğimiz bu kanunun ne miktar kamu görevlisinin ayrılacağı ve do­
layısıyla bazı kadrolarda ferahlık sağlayacağı 3 1 Aralık'a kadar belli olacaku.

15 KASIM PAZAR

Uzun zamandan beri yurt sathında anarşik olaylar olmuyor ve yeni yaka­
lamalar da dikkati çekmiyordu. Emniyet kuvvetlerimiz tarafından bir süredir
yürütülen operasyonlar neticesini vermiş ve Devrimci-Yol (DEV-YOL)
dediğimiz aşın sol fraksiyonun 72 militanı ele geçirilmişti. Bunlann şimdiye
kadar biri polis 5 kişiyi öldürdükleri tespit edilmiş, ayrıca örgüte gelir
sağlamak amacıyla kırtasiye, kahvehane ve odun deposu işlettikleri ortaya
çıkanlmış.

458
, Yakalanan 72 militanın 1 6'sı öğrenci , 4'ü öğretmen, 9'u memur, 1 2'si
se �st meslek sahibi, 8'i işçi, 23'ü boşta gezen kişiler olduğu anlaşıldı.

Bankerlerde yavaş yavaş sıkıntıların başladığı, bir kısım bankerin vatan­


daşlara sattıkları tahvil, hisse senedi ve mevduat sertifikalarının faizlerini
ödeyemez duruma düştükleri ve bazılarının kanuna aykırı olarak fazla faiz
vaad ederek saf vatandaşlardan topladıkları mevduatın faizlerini ve hatta ana
paralarını ödeyemedikleri haberleri duyulmaya başlayınc�. hükümeti ikaz ede­
rek acele tedbir almalarını istemiştik.
Esasen Maliye Bakanlığı da bu konu üzerinde dunnakta imiş. İlk tedbir
olarak yayınladığı bir tebliğ ile bankerlin mevduat sertifikası venneleri ve
böylece vatandaştan para almaları ve mevduat sertifikalarının faiz kuponlu ola­
rak düzenlenmesini de yasakladı. Zannediyorum, bunu diğer bazı tedbirler
takip edecek. Zira 24 Ocak 1980 ekonomik kararlarından sonra barikerlik
müessesesi çok dejenere edildi. Önüne gelen birçok madrabaz bir yazıhane
açarak halktan anonnal faizle para toplamaya başlamış. Bu böyle devam ede­
mez. Birdenbire bankerlik müessesesini kapatmayı da düşünmüyoruz. Bu tak­
dirde büyük bir panik başlayacak. Yavaş yavaş bu işin halledilmesi
düşünülüyor.

20 KASIM CUMA

Bugünkü basında.Banker Servet isminde bir bankerin ortadan kaybolduğu,


intihar mı yoksa firar mı ettiğinin arılaşılamadığı haberleri yer alıyor.
Kötü bir haber. Arkasından başka bankerlerin aynı duruma düşmelerinden
korkanın. •

22 KASIM PAZAR

Pakistan Cumhurbaşkanı Ziya Ül Hak'ın Türkiye'ye yaptığı ziyareti iade


etmek üzere ben de ilk yurt dışı seyahatimi Ziya Ül Hak'ın davetlisi olarak
bugün Pak.istan'a yapıyorum. Ziya Ü1 Hak gelirken eşi ile gelmişti. Ben eşim

459
Sekine'yi hastalığı henüz iyileşmediğinden götüremiyordum. Eşim, küç ük
kızım Miray'ı götünnemi istemişti. Miray hünüz evlenmemişti. Sekine'hin
yanında baldızım kalacaktı. Ben de onun isteğine uyarak Pakistan'a Mimy'ı
yanıma alarak-gittim.
Uçağımız İslamabad hava meydanına indiğinde şaşırdım. Bütün alan, ter­
minalin üstü halk ve öğrencilerle dolu idi. Hepsinin ellerinde Türk ve Pakistan
bayrak.lan olduğu halde mütemadiyen bir şeyler bağırıyorlardı. Dikkatle dinle­
diğimde, "Pakistan-Türki Dosti-Znindabad" yani, "Pakistan-Türk dostluğu
yaşasın" diye bağırdıklarını anladım.
Milli marşların çalınmasından, merasim bölüğünü denetledikten sonra,
bütün bakanlarla hükümet ileri gelenlerinin ve İslamabad'taki büyük elçilerin
ellerini teker teker sıktım. Bu arada oranın adeti uyarınca boynuma özel olarak
sırmadan yapılmış .büyük kolyeler takıyorladı. O kadar çok taktılar ki, bir
müddet sonra taşıyamadığımdan çıkarmak zorunda kalıyor ve arkasından yeni-
·

leri takılıyordu.
Uzun süren bu seremoniden sonra arabalarla şehre hareket ettik. Hava
meydanından ikametime tahsis edilen köşke gidinceye kadar yolların iki tarafı
halk ve öğrencilerle dolu idi. Onlar da hava meydanındakiler gibi "Pakistan­
Türk dostluğu yaşasın" şekli�de tezahüratta bulunuyorlardı. Sık sık Türk, Pa­
kistan bayrakları, taklar ve benim büyük boy resimlerime rastlıyordum.
Bu karşılamayı görünce hem gurur duydum, hem de ben Ankara'da kendi­
sine böyle büyük bir karşılama yapmadığımdan üzüldüm ve utandım. Pakistan
halkının bize karşı nasıl bir dostluk hisleriyle dolu oldukları, halkın yüzünden
okunuyordu. Gerçi daha evvel Pakistan'a giden Kuvvet Komutanlarından ve
diğer ilgililerden Pakistanlıların bize karşı besledikleri sevgi ve dostluğu din­
lerdim. Ama kendim yerinde bunu görünce iyice kanaat getirdim ki, bizim ha­
kiki ve riyasız dostumuz Pakistanlılannış. Nitekim Kurtuluş Savaşı sırasında
bize Hindistan içindeki bu müslüman Pakistanlı dostlarımızdan da önemli
yardımlar gelmişti.
Resmi görüşmeler yarın başlayacak. Bu akşam Ziya Ü1 Hak.onuruma bir
akşam yemeği verdi. Yemek de çok kalabalıktı. Devlet erkarunından başka
kordiplomatik de mevcuttu. Yemeğe geçmeden evvel Ziya Ül Hak bana
Pakistan'ın en büyük nişanı olan "Nişan-ı Pakistan"ı taktı. Bilfilıare yemeğe
geçtik. Akşam geç vakit yatabildik. Zira Türkiye saati ile aramızda üç saat fark
vardı. Yani Türkiye'de gece saat 1 1 .00 ise, İslamabad'ta gece yansından son­
ra 0 1 .00 oluyor.

460
23 KASIM PAZARTESİ

Bugün hayetler halinde görüşmeler sabah yapıldı. Görüşmeler 3,5 saat


sürdü.

Ben de akşam Ziya Ül Hak onuruna bir akşam yemeği verdim.

Bu arada Pakistan'da bulunan İsmail toplumunun lideri olan Ağa Han ile
eşini de takdim ettiler. Kendisi ile bir müddet görüştüm. Türkiye'de turistik
yatınmlarla ilgileniyormuş. Ben de kendisine, turistik yatırımlar için ecnebi
sermayeye açık olduğumuzu, Türkiye'ye gelerek ilgililerle temas etmesini
söyledim.

24 KASIM SALI

Sabah Lörenle İslamabad'dan helikopterle Kuzey Pakitıtan'da Afganistan


sınınna gittik. O rada Afganistan'dan Pakistan'a iltica eden 2,5 milyona yakın
mültecinin kamplarından birisini gördüm. Mülteciler çadırlarda ve kerpiçten
yapılmış çok kötü ufak ufak binalarda iskan edilmişler. Sefalet hemen göze
çarpıyor. Bu durumu Türkiye'den hareketimden önce bildiğim için, uçağa
Kızılay'ın verdiği ilaç ve battaniyeleri alarak yardım götürmüştüm.

Mülteciler çok büyük etrafı açık bir çadırın altında toplanmışlar, beni o
çadırda hazırladıkları kürsüye aldılar. Afgan mültecileri adına birisi konuşma
yaparak bana teşekkürlerini belirtti ve durumlarını anlatarak hoşgeldiniz dedi.
Ben de kendilerine moral verecek ve sonunda muhakkak isteklerine
kavuşacaklanna olana inancımı belirten kısa bir konuşma yaptım. Miray da
kadınlann bulunduğu ayn bir çadıra gitti. Orada bazı kadın ve çocuklar
gözyaşlarıyla Miray'a sarılmışlar. Bunu da öğrenince içim sızladı.

Mülteciler arasında Türkmen ve Kırgız Türklerinden bir hayli Türk


ırkından olanlar da varmış. Durumun fecaatini gördükten sonra Türk ırkından
olanlardan 4.000 kişiyi Türkiye'ye kabul edebileceğimizi B aşkan Ziya Ül
Hak'a bildirdim. Böylece bizim de Pakistan'a az da olsa bu konuda
yardımımız olacaktı. Ziya Ül Hak bu kararımızdan çok memnun oldu.

Mültecilerle görüşmemizden sonra. otomobillerle Afganistan hududundaki



meşhur Hayber geçidine gittik. Orada bizi hud t alay komutanı karşıladı.
Beraberce hudut hatunın hemen yakınına kadar gittik. Karşıda Afganistan ta-

461
rafından bir kısım halk birikmiş bizi seyrediyordu. Enteresan bir arazi kesimi.
Çok . dağlık bir bölge, geçiş ancak önümüzde uzanan Hayber'e giden yol
marifetiyle mümkün.-
Buradaki incelemelerimizden sonra helikopterlerle Peşaver şehrine geldik.
Peşaver'de Genel Vali ve Belediye Başkanı bizi geniş bir bahçeye götürdüler.
Burada halkın ileri gelenleri toplanmışn. Halkın arasına katılarak bir müddet
onlarla sohbet ettim. Genel Vali burada bana yöreye mahsus bir kalpakla
yünden yapılmış cüppe gibi beyaz bir giysi giydirdi.
Bahçedeki bu törenden sonra ikametimize ayrılan Köşk'e gittik. Köşk,
İslamabad'dak.ine benziyordu. İngilizlerden kaldığı belli oluyordu. Akşam
Genel Valinin verdiği akşam yemeği vardı.
Peşaver'de halk aynen İslambad'da olduğu gibi geçtimiz ceddelerin iki ta­
rafını doldurmuş ve Türk-Pakistan dostluğunu dile getiren sloganlarla büyük
tezahüratta bulunuyordu. Gerek h:ı.lk ve gerekse öğrencilerin giysilerinden ve
görünümlerinden fakir oldukları belli oluyordu. Ancak doğu bölgesi insanına
has olan misafirperverlik ve gönül zenginliği yüzlerinden okunuyordu.

25 KAS™ ÇARŞAMBA

Bugün uçakl� Peşaver'den Lahor şehrine geçtik. Sabah Peşavar'e gelen


Ziya Ül Hak da bana mülaki oldu. Uçak havaalanına indikten sona Lahor hava
meydanının binlerce öğrenci ve halk tarafından doldurulduğunu gördük. Uçak
merdivenlerinden indikten sonra meydanda yerlerini almış olan kız öğrenciler
ellerindeki kmnızı, beyaz, yeşil renkli balonları havaya bıraktılar. Gökyüzü
binlerce Türk ve Pakistan bayrak renklerini taşıyan balonlarla doldu.
Lahor Genel Valisi Korgeneral Gülam-Al Cilani ve eşi bizi uçak merdive­
ninde karşıladı. Bilahare eyalet yöneticileri ve eşlerinin teker teker ellerini
sıkarken yine İslambad'da olduğu gibi, boynuma o süslü kolyelerden taktılar.
Bu esnada meydanda bulunan bando, "Üsküdür'a Giderken Aldı da Bir
Yağmur" şarkısını çalıyordu.
Havaalanından şehre gidinceye kadar 24 kilometrelik yol boyunca dizilmiş
göstericiler "Zindabad Türk.iye" Zindabad Evren" yani, Yaşasın Türk.iye,
Yaşasın Evren diye bağırarak sevgi gösterilerinde bulunuyorlardı.
İkametimize ayrılan köşkte kısa bir duruştan sonra Lahor'daki askeri bir
birliğin düzenlediği tatbikan izledik. Tatbikat güzel olmuştu.

462
Tatbikat bitince Ziya Ül Hak ile birlikte dünyanın ikinci büyük camii olan
"Badşahi Mescid" yani "Padişah Camii"ne gittik. Camide ifade edildiğine göre
açık kısmıyla birlikte aynı anda 70.000 kişi namaz kılabiliyormuş. Camideki
müzeyi d� gördük.

Cami civarına gelmiş binlerce öğrenci ve halk burada da bize sevgi


gösterilerinde bulundular.

Buradan Lahor'un dünyaca ünlü "Şalimar B�eleri" yani "Aşk Bahçeleri"


denilen muazzam bahçeye gittik. Bu bahçenin 1 642 yılında Moğollar ta­
rafından yapıldığı söyleniyor.

Bahçenin içinde çeşitli çiçek tartılan, havuzlar ve fıskiyeler mevcut. Giriş


kapısından itibaren geçeceğimiz yolun iki tarafına dizilmiş küçük kız çocukları
ellerinde tuttukları sepetlerin içerisindeki gül yapraklarını üzerimize ve yola
serpiyorlardı.. Yol sanki gülden yapılmış halı gibi olmuştu.

Parkın tam ortasında yapılmış ve merdivenle çıkılan bir binaya bizi aldılar.
Binanın balkon kısmına geldiğimde parkın içine yerleştirilmiş yuvarlak masa­
larda oturan yüzlerce şehrin ileri gelen insanı ayağa kalkarak beni alkışlarıyla
selamladılar. Bir taraftan da bando marşlar çalıyor ve yine hava meydanında
olduğu gibi yüzlerce balon havaya bırakılıyordu.

Lahor Belediye Başkanı balkondan bana hoşgeldiniz diyen ve Türk­


Pakistan dostluğunu öven bir konuşma yaparak şehrin altın anahtarını,
hemşehrilik beraunı, tarihi bir top maketini ve tahtadan yapılmış oymalı bir
paravanı verdi.

Bilahare ben de kürsüye gelerek halkın alkışları arısında bir konuşma yapa­
rak, Pakistan'a ayak bastığım günden itibaren şahsıma ve şahsımda Türk
milletine karşı gösterilen sevgi ve dostluk gösterilerine ve özellikle Lahor'daki
sevgi gösterilerine teşekkür ettikten sonra, Atatürk'ün başlattığı · Kurtuluş
Savaşı sırasında Pakistanlı kardeşlerimizin yapnklan yardırnlan milletçe unut­
madığımızı, dostluğumuzun fertlerin kalplerine işlediğini, Türkiye olarak öz
kardeşimiz saydığımız Pakistan'ın her türlü sıkıntısında yanında bulunmayı bir
borç teHikki ettiğimizi, Pakistan'ın bu hususta her zaman Türkiye'ye
güvenebileceğini, Lahor şehrinin Pakistan'ın bağımsızlık mücadelesindeki
önemli mevkiinden dolayı Lahorlulan aynca kutladığımı dile getirdim.

Burada yapılan merasimin sonuna doğru hava kararmaya başlamışu.


Gelişimizde olduğu gibi ayrılışımızda da halkın ve çocukların sevgi gösterileri
arasında ikametgrunınız olan saraya dönük.

Akşam Eyalet Valisinin yemeği vardı.

463
26 KAS™ PERŞEMBE

Bugün gezinin son durağı olan Karaçi'ye hareket ettik. Lahor hava mey­
danına geldiğimizde; karşılamada olduğu gibi uğurlamada da yine büyük bir
kalabalılc bizi geçirmeye gelmişti. Şehirden havaalanına gelirken de yol boyun­
ca dizilmiş halkın sevgi gösterileri devam etti.
Havaalanında yapılan uğurlama merasimi sırasında bando bu sefer bizim
" Samanyolu" şarkısını çalıyordu.
Karaçi'ye geldiğimizde Peşaver ve Lahor'da olduğu gibi, burada da Eyalet
Valisi Korgeneral ve eşi ile Eyalet erkanı ve kalabalık bir halk ve öğrenci gru­
bu tarafından karşılandık. Havaalanından şehre gelirken yine öğrenci ve halk
yol boyunca toplanmıştı, ama İslamabad, Peşaver.ve Lahor'daki canlılık ve
büyük kalabalıklar yoktu. Buradaki halkın kıyafetlerinden daha zengin bir
yaşama sahip olduktan anlaşılıyordu. Ne de olsa b�yük bir liman şehri ..
Doğruca Pakistan'ın kurtarıcısı "Muhammet Ali Cinnah"ın kabirine gittik,
çelenk koyup saygı duruşu yaptık ve Fatiha okuduk. Bizde Atatürk ne ise, Pa­
kistan'da da Cinnah aynı durumda. Halk tarafından çok seviliyor.
Buradan Deniz Kuvvetleri Komutanlığına gittik. Pakistan Deniz Kuvvetleri
hakkında aldığım kısa bilgiyi müteakip, limanda bulunan gemi ve denizaltılarla
bazı tesisleri gördük. Öğle yemeğini burada yedik. Deniz Kuvvetleri Komutanı
aynı zamanda Karaçi'de Eyalet Valiliği görevini sürdürüyor. Pakistan'da da
bizde olduğu gibi bütün ülkede sıkıyönetim hali devam ediyor.
Deni:t Kuvvetleri tesislerindeki incelemelerimizi müteakip Karaçi'deki
"Cinnah Bahçeleri"ne götürdüler. Burada da Peşaver ve Lahor'da olduğu gibi ı
eyaletin ileri gelenleri toplanmışlardı. Belediye B aşkanı hoşgeldiniz
konuşmasının ardından şehrin altın anahtarı ile fahri hemşehrilik beratını verdi.
Ben de mukabil bir konuşma ile teşekkür enim ve Karaçi'de de diğer
şehirlerde gördüğümüz misafirperverliği aynen gördüğümüzü, Türk-Pakistan
dostluğunun her sahada .çok mükemmel olmasına rağmen ticari ilişkilerimizin
maalesef aynı seviyede olmadığını, bu sahada da arzu edilen seviyeye
ulaşabilmemiz için her iki ülke ticaret erbabına büyük görevler düştüğünü, bu
konuya daha çok ağırl� vermemiz gerektiğini söyledim.
Akşam Eyalet Valisi Koramiral'in yemeği vardı.
Yarın saat 09.00'da Türkiye'ye hareket edeceğiz.

464
27 KASIM CUMA

Pakistan gezisi sonunda bugün sabah bir basın toplabsı yaptım . Karaçi ti­
caret Merkezi ve Teşhir Salonunu da gördükten sonra, Karaçi havaalanmda
Başkan Ziya Ü1 Hak'a veda ederek Türkiye'ye hareket ettik.
Pakistan ziyaretini değerlendirecek olursam; çok yararlı geçtiğini, esasen
mevcut olan fakat son senelerde biraz ihmale uğramış bulanan dostluk
ilişkilerimizin yeniden hız kazandığını söyleyebilirim. Bu gezi vesilesiyle şunu
da müşahade ettim ki; Türkiye'ye sevgi ve dostluk hisleriyle dolu ülkelerin
başında Pakistan halkı gelmektedir. Menfaat karşılığında olmayan bir dost­
luk . . .

B u hususu belirtmek için benimle birlikte geziye kablan Hürriyet gazetesi


yazarlarından Nezih Demirkent'in seyahatten sonra yazdığı makaleden şu pa­
sajı buraya almak istiyorum:

Geldik, gördük, dönüyoruz. Bu gezi bize bir şeyi daha öğretmiş oldu. Am­
erika'nın, Almanya ve lngiltere'nin bize bakışından nasıl rahatsız isek, aynı
bakıştan Pakistan'lılar da rahatsız. O halde Pakistan'a gerçekçi bir yolla yak­
laşmalı, dostluk ve kardeşliği ortaklık haline çevirmeliyiz. Yıllardır birbirleri
ile savaşan Almanya ve Fransa son yıllarda liderler seviyesinde aylık
buluşmalar yapıyorlar. Bunun bir benzerini hiç olmazsa sanayi ve ticaret ba­
kanları ile hükümet temsilcilerini bir kural çerçevesinde ve belirli sürelerle bi­
raraya getirtecek olsak bundan her iki toplum yararlanacaktır. Çünkü geçmiş
ve geleceği birbirine benzeyen, öif, adet ve inanç beraberliği olan bire.r toplu­
muz. Bugüne kadar yazık etmişiz hiç olmazsa bundan sanrası farklı olsun.
Kar.deş ve onak olalım.

24 Kasım günü Öğretmenler Günü olarak kutlanıyordu. Bu tarihte


Pakistan'da bulunacağımdan çok arzu etmeme rağmen Öğretmenler Günü'nde
bulunam ayacak.tını. Bunu telafi için bir mesaj hazırlamış ve Öğretmenler Günü
vesilesiyle çıkarılan milli Eğitim Dergisinde neşredilmek ve aynı gün top­
lantıda okunmak üzere Ankara'da Milli Eğitim Bakanına bırakmıştım.

Bırakbğım mesaj şöyle idi:

465
Kıymetli Türk Öğretmenleri,
Büyük Atatürk'ün Millet Mektepleri Baş Muallimi oluşunun 53 'üncü
yıldönümü münasebetiyle "Öğretmenler Ganü" olarak kabul edilen 24 Kasım
kutlama gününüzde aranızda bulunmak ve bu mutlu gününüzün mutluluğunu
sizlerle birlikte paylaşmak istiyordum. Fakat çok evvelden kararlaştırılmış bu­
lunan Pakistan seyahatimin bu tarihe rastlaması dolayısıyla buna imkan bula­
madığımdan çok üzgünüm. Bu üzüntümü hiç olmazsa 24 Kasım dolayısıyla
çıkardığınız Milli Eğitim dergisi, Öğretmenler Günü özel sayısında olsun siz­
lere hitap etmekle giderebileceğimi ümit ediyorum. Öğretmenler Günü hepinize
kutlu olsun.
Yeni Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, Türk toplumunun çağdaş
uygarlık düzeyine ulaşması için saif edilen gayretler içerisinde muhakkak ki
kıymetli Türk öğretmenlerinin büyük katkıları olmuştur. Onun içimiir ki
Büyük Atatürk öğretmenlerimize ayrı bir değer vermiş, gerek yurt gezilerinde,
gerekse resmi ve özel konuşmalarında sistemli ve devamlı olarak
öğretmenlerimize hitap etmiştir. Zira eğitim ve öğretim, Atatürk'ün gözünde,
gönlünde, yüreğinde ve kafasında daima yanan bir meş'ale idi. Atatürk milleti
fikren ve bedenen yüceltebilmekte eğitim ve öğretimin oynadığı rolü -çok iyi
biliyordu. Kütahya'da öğretmenlerle yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu:
"Memleketimizi, heyeti içtimaiyemizi hedefi hakikate, hedefi saadete isal için
iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri
milletin istikbalini yoğuran iifan ordusu."
Büyük Atatürk milletin eğitilmesi, birlik ve beraberlik içinde yüceltilmesi
yolundaki çabalarını aralıksız olarak, yılmadan, usanmadan, azimle
sürdÜlmüştür. Cumhuriyetin ilanı üzerinden on ay kadar bir zaman geçmişti ki
Muallimler Birliği Kongresini topluyor ve orada bu konudaki görüşlerini yine
her zam;ın olduğu gibi açık ve veciz bir şekilde şöyle dile getiriyordu:
"Yeni nesli; Cumhuriyetin fedakar muallim ve mürebbileri, sizler
yetiştireceksiniz, yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin ma­
haretiniz ve fedakfirlığınız derecesiyle mütenasip bulunacaktır. Cumhuriyet;
fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister.
Yeni nesli bu evsaf ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir. "
Bu konuda söyledikle,rini sizlerin de en az benim kadar bildiğiniz
şüphesizdir. Hepsini yazmaya kalksak sahifeler dolusu kitap olur. O halde el­
bette o büyük insamn haklı inançları istikametinde ilerleyecek Türk iifan ordu­
su kıymetli öğretmenlerimize O'na yaraşır yolda olmak görevi düşer. 12 Eylül
1980 günüiıe gelinceye kadar maalesef bu yoldan sapanlar, yabancı ideolojile­
rin esiri olmuş idrakten yoksun kişiler de görülmüştür. Ne acıdır ki bu gibi
beyinleri yıkanmış vatan hainleri öğretmenlik kisvesinden yararlanarak,
kendilerine teslim edilmiş temiz vatan evlatlarını da kendi yollarına
466
sürüklemişler, onlarla birlikte okullarda afiş, pankart hazırlamışlar, onlarla
birlikte sokaklarda slogan atmışlar, onlarla birlikte silahlı eylemlere katılmışlar
ve onları boykota, okul işgaline götürmüşlerdir. Bunlar hasbelkader öğretmen
olmuşlar ve siz temiz Atatürkçü öğretmenlerin. arasına karışmışlardır. Çok
şükür ki, o karanlık ve acı günler geride kaldı. Bu güne kadar birçokları
dağlarda, bayırlarda, ormanlarda, mağaralarda ele geçti. Ama muhfı,kkak olan
bir şey var ki, hepsi temizlendi. Bir kısmı sinmiş olarak aramızda
dolaşmaktadır. Atatürkçü öğretmenler olarak sizlere düşen görev bu gibi/eri
tespit edip ilgili mercilere bildirmek ve böylece yine Atatürk devrinde ve son­
rasında olduğu gibi tertemiz çehreniz ile belirmenizdir. Bunun böyle ola­
cağından Türk milleti olarak hiç kimsenin şaphesi yoktur. Türk milleti büyük
bir uçurumun kenarından dönmüştür. Bir daha o karanlık noktaya
dönmememiz için de hepinize, özellikle siz kıymetli öğretmenlerimize büyük
görevler düşmektedir. Bizi yine o noktaya getirmek ve Türkiye'yi tecrit etmek
için içte ve dışta her türlü çabayı salf eden hainler vatdır. Olmaya .da devam
edecektir. Mücadelemiz hepimizin mücadelesidir. Dünyanın bugünkü or­
tamında bu mücadele devamlı olacaktır. Mücadeleyi sürdürebilmek ve bundan
galip çıkabilmek için gelecek nesilleri bunlara hazırlıklı olarak yetiştirmek zo­
rundayız. Aksi takdirde tarih boyunca varolmuş ve 16 büyük imparatorluk
kurmuş Türk devleti parçalanır ve tarih sahifelerinden silinir. Türkiye'nin bu
duruma düşmemesi için damarlarında asil Türk kanı taşıyan her Türk vatan­
daşının üzerine düşen görevi seve seve yerine getireceğine olan inancımı bir
kere daha belirtirim.
Sevgili Öğretmenler,
24 Kasım'lar sadece öğretmenler günü olarak anılmasın, bu gün aynı za­
manda en büyük öğretmen Atatürk'ün ideallerinin gerçekleşmesi günü de ol­
sun. Ayrıca. bu gün, birlik, beraberlik ve bütünlük içinde yarının Türk
çocuklarını, Atatiirk'ün özlediği şekilde yetiştirildiklerinin de and günü olsun.
Bu vesile ile hepinize mutlu ve aydınlık yarınlar diler sevgiler sunarım.
Öğretmenlerimize yeni bir ek görev verilmişti. Türkiye sathında okuma
yazma seferberliği başlatmıştık. İlk grup bitmiş, ikinci grup okuma yazma
kun;ları Ekim ayında başlamışb.
Milli Eğitim Bakanlığından aldığım bilgiye göre, Ekim ayında 63 ilde top­
lam 13.434 kun; açılmış ve bu kurslarda 326.355 vatandaşımız okuma yazma
öğrenmiş.
Okuma-yazma seferberliğinin başladığı günlerden bu yana 68.675 kun;
açılmış ve buralarda okuma-yazma öğrenenlerin sayısı l . 3 1 8.9 14'e ulaşmış.
Türkiye sathında 12 milyon civarında yurttaşımızın okuma-yazma bilmediği
dikkate alınınca, başlattığımız bu kursların önemi daha çok anlaşılır.

467
Yönetimde kaldığımız sürece bu kurslara önem vermeye devam edeceğiz.
Tabii öğrebllenlerimize bu konuda çok görev düşüyor.

29 KASIM PAZAR

Pakistan ziyaretimin yankılan hem Türkiye'de, hem de Pakistan'da devam


ediyor. Bugünkü Hürriyet gazetesinde Pakistan hasmına atfen verilen bir ha­
berde şunlar dile getiriliyor:
Devlet Başkanı Evren'in gezdiği şehirlerin cadde ve sokaklarına kurulan
taklar, direklerdeki Türk ve Pakistan bayrakları ile Evren'i karşılayan dövizler
hdld duruyor. Sanki hiç indirmek istemiyorlar. Pakistan'da yayınlanan
gazeteler de hdld onun şahsında dost ve kardeş Türkiye'nin Pakistan'�a birlikte
olmaktan dolayı duydukları mutluluğu belirtiyorlar. Türk Devlet Başkanı Ev­
ren'in Pakistan'da gezdiği her şehirde Pakistanlılann kalplerini fethettiğini be­
lirten gazeteler, bir insanlık dramının yaşandığı göçmen kamplarında söylediği
sözlerle Afganistanlı/arı da kendisine bağladığını ifade ettiler. Türkiye'nin
müslüman ülkelerin lideri olmasını candan arzu ettiklerini belirten Pakistanlı
yetkililer, bugüne kadar ihmal edilmiş bulunan Türkiye-Pakistan ticari,
kültürel ve teknik işbirliğinin bundan böyle daha sağlam temeller üzerinde
yükseleceğini vurguluyorlar.

30 KASIM PAZARTESİ

Bankerler hakkında duyduğum endişeyi daha evvel açıklamıştım. Zaman


zaman bazı bankerlerin ortadan kaybolduğu haberleri gazetelerde yer alıyordu.
Bugünkü gazetelerde de manşet olan bir haber canımı s ıktı. Manşet; " 1 9
yaşındaki banker 20 milyonla kaçtı" şeklinde idi. Bankerlik müessesesinin ku­
ruluş kanunu sakattı. Herlıangi bir kişi valiye müracaat ebllek suretiyle banker­
lik yapmak iznini alabiliyordu.

468
3 ARALIK PERŞEMBE

Uzun zamandan beri takibe alınan ve geçmişte en.kanlı öldünne olaylarını


acımasızca gerçekleştiren "Marksist-Leninist Silahlı Propagana Birliği MLSP/
B" adlı örgüt elemanlarından bugüne kadar 30 kişiyi öldürdüğü anlaşılan 48
komünist teröristin, yapılan baskınlar sonucu yakalandığını öğrendik.

Yakalanan bu teröristlerin şimdiye kadar, bir banka soyduk.lan, iki jandar­


ma erini, Florya'da 4 Amerikalıyı, bir polisi, bir eri ve İsrail Hava Yollan
müdürünü öldürdükleri anlaşıldı.

Örgütün İçerenköy'de işlettikleri bir torna atölyesinde otomatik tüfekter


yapuklan ortaya çıku ve bu arada 25 menni atabilen tamamlanmış 4 otomatik
tüfek ele geçirildi.

• Örgüt, 9 evde aynı anda yapılan baskınlarla ele geçirilmiş. Bu evlerde kız
ve erkek militanların dikkati çekmemek için kan koca gibi yaşadıkları
anlaşılmış. Bu operasyonun, örgütü nerede ise çökerune durumuna getirdiği
söyleniyor.

Am�rika Birleşik Devletleri Savunma Bakanı Weinberger, Milli Savunma


Bakanımız HalOk B ayülken'in resmi konuğu olarak bu gece yansı Ankara'ya
geldi. Yarın resmi görüşmelerini yapacak, yarından sonra da ben kendisini ka­
bul edip görüşeceğim.

Bir müddet evvel yabancı gazetecilere verdiği beyanattan dolayı Milli


Güvenlik Konseyi'nin yayınladığı 52 sayılı bildiriye muhalefetten 4 ay hapse
mahkOm edilen Bülent Ecevit bugün Ankara'da Sıkıyönetim Savcılığına teslim
olmuş ve cezaevine konmuştur. Üzüntü duydum. Ama çıkarılan kanun ve bil­
dirilere uyması gerekirdi. Fevkalade zor günler geçirdik. Hfila daha düzlüğe
çıkmış da değiliz. Taviz venneye başlarsak, tavizlerin sonu gelmez. B ana
Başbakanlık yapmış ve çok kibar dav rarımış, yanından ayrılırken dış kapıya
kadar gelerek beni uğurlamış bir kişinin hapse girmesinden elbette üzüntü
duyardım.

469
Fakat, eskiden beri savunduğum bir fikri gözardı edemezdim. Kanunlar,
talimatlar uygulanmak için çıkarılırlar. Eğer çıkarılan bu kanun, yönetmelik ve
talimatlar uygulaiımayacak ise hemen yürilrlükten kaldırılmalıdır. Hem bunlar
yürürlükte olacak, hem de istenirse uygulanacak, istenmezse uygulanmayacak.
Böyle şey olmaz. Kim olursa olsun kanunlar tam olarak uygulanmalıdır. İ şte
benim felsefem budur. Bunu böyle yapmadıklarından dolayıdır ki, Türkiye bu
acıklı noktalara gelmiştir.

B ir ülkede kanun hakimiyeti olmazsa ve kanunlar kişilerin mevki ve du­


rumlarına göre uygulanır veya uygulanmazsa, o ülkede huzursuzluk, devlete
güvensizlik başlar ve sonunda kişiler kendi güçlerine dayanarak haklarını ara­
maya kalkarlar ve tabii bunun sonucunda da anarşi başlar, anarşi de terörü da­
vet eder. Bizde de bu olmadı mı?

Ecevit'in cezaevine konmuş olması, öyle zannediyorum ki Avrupa'daki


sosyal demokrat veya komünist parti mensuplarını ve basını harekete getirecek
ve üzerimizde yeni baskı denemelerine başlanacaktır. Avrupa ne derse desin,
biz doğru bildiğimiz yolda yürümeye devam etmeye kararlıyız.

S ARALIK CUMARTFSİ

Saat 1 1 .OO'de Çankaya Köşkünde Amerika Birleşik Devletleri Savunma


B akanı Weinberger'ı kabul ettim. Kabulde Milli Savunma B akanı Halfilc.
B ayülken de vardı.

Söyleyeceğim çok şeyler vardı. Önun için söze ben başladım. Bir saate
yakın cereyan eden konuşmamız özet olarak aşağıdaki şekilde oldu:

Ben: Bu ziyaretiniz, ABD'de Başkan Reagan'ın işbaşına geçmesinden son­


ra ülkemize yapılan ilk resmi ziyareti teşkil ettiği cihetle bizi son derece mem­
nun etmiş bulunuyor. Reagan yönetiminden ülkemi�e ve yönetimimize karşı
her zaman büyük anlayış görmüş olduğumuzu özellikle belirtmek isterim. Her
ne kadar geçmişte ABD ile bazı küçük anlaşmazlıklarımız olmuşsa da, kısa za­
manda bu durumun g iderilmiş olması ile ilişkilerimiz yeniden en iyi seviyeye
gelmiş bulunuyor. Ulkelerimiz arasındaki ilişkilerin çok iyi bir düzeyde ol­
masının içinde bulunduğumuz ittifak açısından yeterli olmadığını da hemen bu­
rada belirtmek isterim. Ortak bir tehdide karşı kurulmuş olan NATO ittifakının
bütün üyeleri arasında aynı şekilde yakın ilişkilerin mevcut olması gerekirken,
böyle bir duruma bugün şahit olamamamız ittifakın zayıf tarafını teşkil ediyor.
Türkiye'nin içinde · bulunduğu geçiş dönemi sırasında bazı dost ve
müttefiklerinden benzer bir anlayış görememesi üzüntümüzü mucip oluyor.

470
İttifak içindeki bazı üyeler geçmişi unutmuşçasına davranmaktalar ve adeta
ittifaka zorla sokulmuşlar gibi bir tutum sergilemekteler. İkinci Dünya Savaşı
sırasında olduğu kadar, onu takip eden yıllarda da yaşanan acı günleri bizim
neslimiz, belki de bu dönemleri bizzat yaŞadığı için, unutmamıştır. Yeni nesün
tarihi unutması ve k�ndi gayeleri açısından bir yaklaşım içinde bulunması
gerçekten üzücüdür. Bu hususlara temas ederken herhangi bir ülkeyi ismen
zikretmek istemiyorum. Ne var ki, bazı Avrupalı dostlarımız, ittifak dışındaki
bazı ülkelere yardım ederlerken ve bu ülkelerle muayyen bir diyalog içinde bu­
lunurlarken, bizimle böyle bir diyalog kurmak bir yana, sadace Türkiye'nin
içişleri ile uğraşmayı kendilerine vazife ediniyor/ar. Dünyanın sürüklendiği
durumu ve dostlukların ülkeler ve milletler arasında mevcut olduğu vakıasını
unutarak, Türkiye'de fildn şahsın neden tutuklandığı veya filan şahsın niçin
sorguya çekildiği izlenimini yaratıyorlar. Böyle bir durum ise bizim
değerlendirmemize göre tehlikeli bir gidişata işaret ediyor.
Yönetimi üstlendiğimiz zaman, amacımızın, parlamenter demokratik bir
sistemi yeniden ihya etmek olduğunu açıklamış olmamıza rağmen, devamlı o­
larak bu konuda bir soru yağmuruna maruz bulunuyoruz. Kurucu Meclisin
faaliyete geçmiş olmasına ve bu meclisin çalışmaya başlamasından maka/ bir
süre geçmesini müteakip seçim tarihini açıklayacağımızı belirtmiş olmamıza
rağmen, yine de tahammülsüzlük gösterip bizden ısrarla bir takvim istemeye
devam ediyorlar. İlerde genel seçim tarihini açıkladığımız zaman, bu tarihi
neden daha önce açıklamamış olduğumuzun sebeplerini de ortaya koyacağız.
Türkiye'ni11 civarında ve hemen ötesinde çok önemli olaylar cereyan ederken,
sanki Türkiye'nin bir an önce demokrasiye dönmesinden daha önemli bir şey
yeryüzünde mevcut değilmiş gibi, bizi Avrupa Konseyinden çıkarmak vs.
gibi, üzerimizde çeşitli baskılarda bulunuyorlar. Bütün bu hususları lüzumlu
gördüğümüz için site anlatmış bulunuyorum. Dün yapmış olduğunuz
görüşmelerde Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili gerekli bütün bilgilerin ayrıntılı
olarak size verilmiş olduğuna eminim. Ben üzerinde hassasiyetle durduğum
bazı noktaları burada belirtmekle iktifa edeceğim. Ancak, bundan önce,
düşüncelerinizi öğrenmek amacıyla sözü size bırakıyorum.
Konuk Bakan: Önce Başkan Reagan'ın Zat-ı Devletlerine benim
aracılığımla gönderdiği mesajı iletmek istiyorum. Başkan Reagan Zat-ı Devlet­
lerine en içten dileklerini gönderirken Zat-ı Aliniz ve yönetiminizin kısa süre
zarfında elde etmiş olduğu başarılardan duyduğu hayranlığı da belirtmemi iste�
di ve ülkelerimiz arasındaki yakın ilişkilerin artarak devam etmesini dilediğini
belirtti.
Bu görevi yerine getirdikten sonra şimdi Zat-ı devletlerinin temas buyur­
duJcları hususlar üzerinde görüşlerimi arzedeyim.
Gerçekten ülkelerimiz arasında geçmişte bazı yanlış anlamalar olmuşsa da
471
biz bunun unutularak ilişkilerimizin tekrar bu bahtsız olaydan önceki yakın ve
sıcak düzeyine getirilmesini içtenlikle arzu ediyoruz. Bazı müttefiklerimizin
Tarkiye'ye ilişkin olarak yaptıkları beyanatların ve davranışlarının farkındayız
ve onların bu tutumunu tasvip etmiyvruz. Kaldı ki, daha başka pek çok konu­
da bu tutumlarını tasvip etmiyoruz. Ancak, hiçbir ülkenin içişlerine karışmak
niyetimiz yok. Bizim kendi içişlerimiz bizi yeterince meşgul ediyor. Her
ülkenin de kendi içişleri ile ilgilenmesi ve başkalarınınkilere karışmaması
esastır. Carter yönetimi başka ülkelerin içişlerine karışmayı bir adet haline ge­
tirmişti. Bizim politikamız ise sadece dostlarımıza yardımcı olmak ve yeni
dostlar kazanmaktır. Türkiye'nin yeniden bir demokratik düzen kurma yolun­
daki gayret ve faaliyetlerini saygı ve hayranlıkla izliyoruz. Bir anayasanın
hazırlanmasının ne kadar güç ve zaman alıcı bir iş oldugunu takdir ediyoruz ve
kendi anayasamızın da ancak iki yılda hazırlanabilmiş oldugunu unutuyoruz.
Şimdiye kadar yönetiminizin bu yolda atmış oldugu adımları son derece şa­
yan-ı tebrik buluyoruz. Netice almanızı da rahatça beklemek yönünden hiçbir
güçlügümüz yok.
Ben: Dün Türk yetkilileri ile yapmış oldugunuz görüşmelerin iyi ve yapıcı
bir hava içinde cereyan etmiş olmasına memnun oldum. Ben sadece şahsen
üzerinde büyük bir hassasiyetle durdugum bazı konuları burada belirtmek is­
tiyorum.
Bundan sonra özellikle Hava Kuvvetlerimiz ile Kara Kuvvetlerimizdeki
noksan silah ve malzemenin giderilmesi hususunda ABD'den beklediğimiz
yardımı gönnediğimizi dile getirdim. ABD'nin bize her sene yapmakta olduğu
ekonomik ve askeri yardım konusunda da şunlan söyledim:
Dostumuz ABD'nin 1982 yılı bütçesi için öngürdügü 400 milyon dolarlık
yardım ancak 250 milyon düzeyinde tahakkuk edebilei/!k. Bu miktarın bizim
acil ihtiyaçlarımızı karşılayabilmekten uzak oldugu takdir edilecektir. Zira
gerçek ihtiyacımızı ancak bir milyar dolarlık bir askeri yardım kredisi
karşılayabilecektir. Kaldı ki askeri yardım kredisinin ödeme şartlarının uygun
olması ve bunun bir kısmının bagış haline dönüştürülmesi de bizim açımızdan
büyük önem taşımaktadır. Yoksa yıllık % 12-14 gibi faizlerle alınacak kredi
bizim için büyük bir yük teşkil edecektir. Türkiye ile ABD arasında imza­
lanmış olan Savunma ve Ekonomik İşbirligi Anlaşması hernekadar Türk Si­
!ahlı Kuvvetlerinin 5 yıllık bir süre zarfında geliştirilmesini ve
güçlendirilmesini öngörüyorsa da, bugüne kadarki uygulamaların çok agır ve
yavaş yürümekte oldugunu da burada belirtmek isterim.

472
Bugün aldığım bir habere göre 12 Eylül'den kısa bir süre önce öldürülen
rahmetli Nihat Erim'in katili Zara'da çatışma sonucu yakalanmış. onunla bir­
likte 4 DEV-SOL militanı, 5 tabanca, 2 bomba ve bir kalaşni.kof makinalı ta­
banca da ele geçiriJmiş.
Bu habere çok sevindim. Zira Nihat Erim'in suçu evvelce Başbakanlık
yapması idi. Zavallının hiçbir günalu yoktu, pisi pisine öldürülmüştü.

8 ARALIK SAU

Ecevit'in cezaevinc ginnesinin akisleri başladı. Nitekim Federal Alman­


ya'dan bir grup gazeteci gelmiş ve Başbakan Ulusu ile mülakat yapmışlar.
Bazı sorular sormuşlar. Ecevit'in hapse. atılması ile ilgili soruya güzel cevap
vermiş. Şöyle demiş: "Memleket menfaatleri sözkonusu olunca şahıslar nokta
kadar kalır. Yargı organlarının kararlarına yönetimin hiçbir katkı ve etkisi yok­
tur. "
Gazeteciler, Ulusu'ya da daha evvel bana sorduklan gibi "demokrasiye ne
zaman geçilecegini" sormuşlar. Şöyle cevap vermiş:
"Geçiş dönemiyle ilgili tarihe gelmeden bugüne geliş nedenleri üzerinde
durmak gerekir. Türkiye'de iki orduyu donatacak kadar silah ele geçirildi. Bu
silahlar komşularından sokuldu. Paraşütle havadan inmiş degildir.
Almanya'nın 800.000 silahı sokma gayreti içinde olan komşuları var mı ?
Almanya'nın problemi Dogu Almanyadır ama kuş uçmuyor. Diger komşuları
Belçika ve Fransa'dan bölücü, yıkıcı hareketler gelmiyor.
Bugün Türkiye parçalanmak bakımından ilan edilmemiş bir harple
karşılaşmıştır. Tabii bu Avrupalılar tarafından anlaşılmıyor. Kendilerinde
böyle bir problem yok, ama başlarına gelebilir. Taktikler bölgelere göre uygu­
lanmaktadır.
Tarkiye, bu taktikleri teşhis etmiş ve Avrupalı dostlarına anlatmaktadır.
Anlayan anlar, anlamayan anlamaz.
Altı ay sonra demokrasiye geç�im. Bunların kökünü kazımadan, bunlara
yeniden fırsat tanıyalım. Türkiye'y i yesin bitirsinler mi? 12 Eylül'den önceki
gibi cirit mi atsınlar?
Tabii parlamenter düzene geçilecektir. Bu da, Türk halkı istedigi için ola­
caktır. Ama 11 Eylül gününe dönmeyecek şekilde saglamlaştırılacak. Sıkıntı
buradan geliyor. Anarşistlerin sonu gelmiş degildir. "
473
Gazetecilerden birisi de, "12 Ocak'ta Avrupa Parlamentosunda Türkiye,
Parlamentodan muhtemelen çıkarılacak. Bu konuda görüş belirtir misiniz?"
şeklinde bir soru sorunca, şöyle cevap veriyor:

"Türkiye, Avrupa'nın bir parç(lsıdır. Türkiye, üzerine düşen görevleri ya­


parak, Avrupa ile birlikte çalışma arzusundadır. Eğer örgütten çıkarılırsa, bu
kararı da normal karşılar. Bizi istemeyen kimse ile birlikte çalışma arzusunda
değiliz. Belki de buna gerek kalmaz, eğer Parlamentoda böyle bir hava varsa,
belki de biz çıkarız."
Ulusu yine de yumuşak cevap vermiş. Eğer bana gelmi ş olsalar, öyle zan­
nediyorum ki, daha seµ cevap verirdim. Nitekim ileriki günlerde böyle durum­
larla karşılacağız ve ben Avrupa Parlamentosu hakkında çok ağır bir beyanat
vereceğim.

Yunanistan Başbakanı Papandreu, iktidara geldiği günden beri Türkiye ile


uğraşmayı politikasının esası kabul eoniş durumda. Her vesile ile Türkiye'ye
karşı çıkıyor. Nitekim aldığımız bir habere göre; Ege sorunları üzerinde NATO
B aşkomutanı Rogers ile vardığımız mutabakat sonunda iki ülke arasında
başlamış bulunan görüşmeler Papandreu geldiğinden beri durmuşken; bu sefer
de Yunanisten NATO Toplantısında Rogers anlaşmasını reddenniş ve doğu
sınırlan için NATO'dan garanti istemiş. Bu bir rezalet...
Yunanistan'da Papandreu'nun iktidara gelişi Türkiye bakımından bir talih­
sizlik. olmuştur.

9 ARALIK ÇARŞAMBA

Kore Cumhurbaşkanı Chun Doo Hwan'ın Özel temsilcisi Milli Güvenlik. ve


ı
Dışişleri ile göre li Kore Devlet Bakanı Roh Tae-Woo'yu bugün saat 1 5 .00'de
kabul ettim. Konuk Bakan kabulde , Kore Cumhurbaşkanı'nın yazılı bir me­
sajını sunduktan sonra, aramızda özet olarak şöyle bir görüşme oldu:

Konuk Bakan: Evvelemirde iki görevle tavzif edilmiş olduğumu arzetmek


isterim. Birinci görevim Türk hükümetine ve halkına 1950-1953 yıllarında
Kore halkına yapmış olduğu büyük yardım içzn resmen şükranlarımı sun­
maktır.. İkinci görevim ise 1988 yılındaki Dünya Olimpiyatlarının Kore'de
yapılması hususunda Türk hükümetinin desteği için resmen teş,..ekkür etmektir.
474
Bu görevlerimi böylece yerine getirdikten sonra izninizle şu husus/an arzetmek
istiyorum. Ülkelerimiz arasında demokrasinin gelişmesi yönünde benzerlik
bulunduğu bir vakıadır. Kore de aynen Türkiye gibi buhranlı günler geçirmiş,
şimdi bu huzursuz günleri geride bırakmıştır. Dostumuz Türkiye'de olayların
gidişatını 1 2 Eylül döneminden önce endişe ile izliyorduk. 12 Eylül
döneminden sonra ise hayranlık ve iftiharla izler olduk. Ülkeyi dış dü.şmanlara
karşı korumak görevinin yanında, ordunun bir ülkenin parçalanmasını
önlemek işlevi olduğunu Türk Silahlı Kuvvetleri bütün dünyaya en güzel
biç_imde göstermiş bulunmaktadır. Siyasi ve sosyal huzursuzluklar bir ülkenin
ekonomik gelişmesine engel olmakla kalmıyor, aynı zamanda dış ilişkilerine
de etki yapıyor. Nitekim, 12 Eylül öncesi dönemde ülkelerimiz arasındaki
ilişkiler, bizim elimizde olmayan nedenlerle, gevşemiş ve arzu ettiğimiz
düzeyin altına düşmü.ştü. Amacımız Türkiye ile Kore arasındaki ilişkileri,
karşılıklı ziyaretler ile en üst düzeye getirmek olması gerektiğine inanıyoruz.
Bu amaçla Başbakan Say1n Ulusu ve Sayın Öztrak ile çok yararlı
görüşmelerde bulunduk. Şimdi izninizle Zat-ı Devletlerini Cumhurbaşkanımız
adına, Kore'ye resmi bir ziyarette bulunmaya davet ediyorum. Çok samimi
biçimde ileıtiğim Cumhurbaşkammızın bu davetini kabul buyurmanızı ve en
kısa zamanda ülkemizi ziyaret etmenizi hassasaten rica ediyoruz.
Ben: Dost bir ülkenin temsilcisi olarak sizi aramızda görmekten duyduğum
mutluluğu önce belirtmek isterim. Türk milletinin bağımsızlığa ve hürriyete
olan aşk derecesinde bağlılığı Kore tecavüze uğradığı zaman bu ülkeye. o za­
manlar için gücünün üstünde bir tugay göndermesi ile kamtlanmıştır. Ayrıca,
Kore'de birliğini en son çeken ülkenin de Türkiye olduğunu belirtmek isterim.
Türk halkı da Kore halkına ayrı bir yakınlık duyar ve adeta komşu bir ülke
halkı gibi kabul eder. Biz, Türkiye olarak, Kore Cumhuriyetinin geçirdiği
çeşitli safhaları daima yakından izlemişizdir. Yeniden huzur ve· güvene
kavuşmuş olmasından büyük memnuniyet duyuyoruz. Bugün demokratik
usullerle idare edilen bazı ülkeler diğer ülkelerin geçirdikleri sıkıntılı dönemleri
tam manasıyla idrak etmekten aciz kalıyorlar. Ancak bugün kendilerinin de
aynı sıkıntılarla karşı karşıya kaldıklarını müşahade ediyoruz. Zira bugün
dünyada her ülke için geçerli tek bir demokratik sistem olmasına imkdn bulun­
mamaktadır. Demokratik usullerle yönetilen her ülkede ayrı bir anayasa ve
idare mekanizması vardır. Her ülke kendisi için en uygun anayasayı yapacak
ve parlamenter demokratik sistemi kuracaktır. Bunu normal olarak sivillerin
yapması gerekirken, ülkenin parçalanmasını önlemek amacıyla, Türk Silahlı
Kuvvetleri idareyi ele almak mecburiyetinde kalmış(lr. Şimdi Danışma Meclisi­
ni kurduk ve elbirliği ile bir daha 1 2 Eylül öncesi duruma gelinmeyecek
şekilde Türkiyeyi yeniden inşa etmek uğraşısı veriyoruz.
Gerek Türkiye, gerek Kore önemli tecrübeler geçirmiştir. Bu tecrübelerden

475
birbirimizi yararlandırmalıyız. 1953'lerden sonra dost Kore'nin kaydettiği
büyük başarıları bizler de hayranlıkla izledik. Ancak çalışkan ve disiplinli bir
millet böylesine biJyük bir başarı kazanabilir.
Kore Cumhurbaşkanı Sayın Chun'a bir yıl önce Kore'nin geçirdiği bu­
nalımlı günlerden ülkesini çıkararak bugünkü başarılı duruma getirdiği için
tebriklerimi iletmenizi rica ediyorum. Kendisinin hakkımdaki nazik sözleri için
de ayrıca teşekkürlerimi kendisine iletmenizden memnun olacağım. 12 Eylü/'e
Türk halkı dört elle sarılmıştır. Benim rolüm nihayet bir düğmeye basmaktan
ibaret olmuştur. Bu tamamen milletçe başarılmış bir olaydır, dolayısıyla Türk
milletine mal edilmelidir. Benim tesadüfen bulunduğum bu görevde pekald
başka bir komutan da bulunabilir ve aynı şeyi o da yapabilirdi.
Ekonomik alanda işbirliğimize önem atfediyoruz. Kısa zamanda meyvesini
vermesini temenni ederim. Karakter, çalışkanlık ve vatanperverlik bakımından
birbirine çok benzeyen ülkelerimiz halkının her alanda işbirliği yapmalarının
yararına daima inanmışımdır.
Sayın Chun 'un davetini teşekkür ve memnuniyetle kabul ediyorum. Za­
manımın 1981 yılında bu ziyareti yapmam için müsait olacağını tahmin etme­
mekle birlikte, imMn bulabilmem halinde önümüzdeki yıl yapmayı arzu ede­
rim.

Son günlerde bazı bakanların bize ayak uyduramadıklarını gfüüyorduk.


Bunlar arasında Kültür B akanı Cihat B aban da vardı. Yaşlandığı ve aynca
ayağında gut hastalığı da bulunduğu için her yere koşamıyordu. Halbuki bu
B akanlığın başında bulunan kişinin çok faal olması, yurt sathında
mütemadiyen dolaşması gerekiyordu. İlk ağızda Cihat B aban'ın Bakanlıktan
alınmasının uygun olacağını düşündük. Ben bu hususu B aşbakan Ulusu'ya
daha evvel söylemiş ve mümkünse kendisi istifa ederse daha iyi olur
demiştim.

• Ulusu kendisiyle görüşmüş, hemen kabul ederek Bakanlıktan af edilmesine


dair olan dilekçesini vermiş. Bugün Bakanlıktan ayrıldı.

Esasen 1 Ocak 1982 tarihinden itibaren Kültür .Şakanlığını kaldırıp Turizm


ile birleştirilmek suretiyle adının Kültür ve Turizm Bakanlığı olmasını karar­
laştırmıştık. Zira yalnız kültür işlerinin bir bakanlık şemsiyesi altında
yürütülmesini fuzuli olarak telakki ediyorduk. Bu hususu 1 2 Eylül'den sonra
teşkil edilen B akanlar Kurulu listesini hazırlarken de düşünmüştük. Fakat

476
şimdilik kalmasını kararlaştınnış ve ileride gerekirse kaldırırız demiştik.
Geçirdiğimiz tecıiibe, biraz evvel de ifade ettiğim gibi, müstakil bir Kültür Ba­
kanlığının fazlalığını ortaya koymuştu.

Cihat B aban'ın dilekçesi bana gelmiş, ben de 1 5 Aralık'tan geçerli olarak


kabul ettiğimi Başbakanlığa bildirdim.

14 ARALIK PAZARTF.Sİ

Polonya'da uzun zamandır Dayanışma Sendikasının başlattığı grevler ve


sendikanın lideri Leh Walesa'nın tutumu yüzünden huzursuzluk devam ediyor
ve işçilerle güvenlik güçleri arasında zaman zaman çatışmalar oluyordu. Bu
yüzden Sovyet Rusya'nın, Mac�ristan ve Çekoslavakya olaylarında olduğu
gibi Polonya'ya da müdahalesinden korkuluyordu.

Böyle bir ihtimal karşısında Avrupa'nın yeniden karışacağı, esasen gergin


olan Amerika Birleşik Devletleri-Sovyet Rusya ve dolayısıyla doğu-batı
iliŞkilerinin büsbütün gerginleşeceği kuşkusuz göıiilüyordu.

Bugünkü gazetelerin mamjetlerinde "Polonya'da ordunun yönetime el koy­


duğu" haberi flaş haber olarak yer alıyordu. Anlaşılan Polonya ordusu, Sov­
yet müdahalesinden korktuğu için onun yerine kendisinin yönetime el koy­
masının daha doğru olacağını düşünmüş ki hu karan uygulamaya koymuş.

Tabii bu haber de batıda bomba gibi patlıdı. Dayanışma Sendikasını destek­


leyen batı, elbette bu müdahaleden rahatsız olacaktı. Başta Amerika Birleşik
Devletleri olmak üzere birçok batılı ülke bu hareketi kınamaya şimdiden
başladılar bile.

Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı General Haig, bu ayın ikinci


yarısında Dışişleri B akanımız İlter Türkınen'in resmi konuğu olarak
Türkiye'ye gelecekti. Polonya olaylan karşısında bu ziyaretini ertelediğini bil­
dirdi.

Batının tutumu ne olursa olsun, Polonya'da yönetime el koyan ordunun


bundan geri d(jneceğini zannetmiyorum. Polonya'daki durumu normale
döndürünceye kadar işbaşında kalacağından hiç şüphe etmiyorum. İlk anda
batının takın�cağı tavrın da uzun silnneyeceği, zaman geçtikçe nonnal
münasebetlerin başlayacağı kuşkusuzdur. Şimdiye kadar bu kabil örnekler çok
görüldü. Macaristan ve Çekoslavakya'da cereyan eden olaylar çok daha vahim
ve korkunçtu. Birçok insan Rus tankları altında can vennişti. Ne oldu? Hiç ...
Unutuldu gitti.

477
Bu arada Haig bir beyanat venniş: Eğer Sovyetler Polonya'ya müdahale
edecek olursa, Amerika Birleşik Devletleri buna kayıtsız kalmayacakmış."
Kayıtsız kalmayıp d a ne yapacak. O d a müdahale m i edecek. Elbette hayır.
B az ı ambargo tedbirleri belki uygulanacak. Biz de dahil NATO'ya dahil
ülkeleri buna zorlayacak.

Polonya ordusu bu müdahaleyi yaptığına göre, Sovyetlerin müdahalesine


esesan gerek de kalmamıştır.

Bugün hareketli bir gün oldu. Aldığımız bir habere göre; THKP/C Devrim­
ci Sol, THKP/C Kurtuluş ve TDKP/Halkın Kurtuluşu adlı örgütlere mensup
102 militanın güvenlik güçlerinin son birbuçuk aydır yaptıkları çalışmalar so­
nucu yakalandığı, bunların birçok öldünne olaylarını gerçekleştirdikleri, 45 ev
ve işyerini kurşunladıkları, patlayıcı madde attıkları ortaya çıkmış. Yakalanan­
ların 14'ü öğrenci, 3'ü öğretmen, 1 7'si serbest meslek erbabı, 28'i işçi, 27'si
boşta gezenlerden imiş.

Bu örgüt mensupları silahlarını yağlamış ve sarılmış, paketlemiş olarak


toprağa gömmüşler. Askeri yönetimden sonra nonnal düzene geçildiğinde, bu­
ralardan alıp eylemlerine devam edeceklenniş.

17 ARALIK PERŞEMBE

Polonya'da ordunun yönetimi devir almasından sonra gazetelerde hergün


bu konu ile ilgili haber ve yorumlar yer almakta. İşte bugünkü �azetelerde de
ordunun grevde olan fabrikalara girdiği, bir şehirde işçi-asker çatışmasında 9
kişinin öldüğü, hıµk açlık tehlikesine karşı ekmeğe saldırınca ekmeğin karneye
bağlandığı , çiftçilerin ürünlerini askeri yönetime vennedikleri gibi haberler ön
sırada yer almış.

Daha evvel de yazdığım gibi Amerika Birleşik Devletleri, Dayanışma Sen­


dikası üzerindeki baskıların sünnesi halinde gıda yardımını kesmekle beraber
daha da ileri önlemler alacağını açıklamış. Yani ekonomik ambargo uygulaya­
cak.

Buna mukabil, Sovyetler de Amerika Birleşik Devletleri'nin Polonya'ya

478
gıda yardımını kesmeye kalkışmasının, Varşova Paktı üyelerine yapılmış bir
baskı olacağını öne sürüyor.
İlk günlerin heyecanı ... Karşılıklı söz düellosu devam ediyor.

Bugün eski Genelkunnay Başkanlarından emekli Orgeneral Cemal Tural


vefat etti. Uzun zamandan beri safra kesesi kanserinden rahatsızdı. Allah rah­
met eylesin. Sertti, milsamahasızdı, acımasızdı ama iyi bir asker v� komu­
tandı. Dürüsttü. Cenazesi yarın kaldırılacak İstanbul'da toprağa verilecek.
Genelkurmay Başkanlığı öhünde yapılacak anma törenine ben ve Konsey
Üyeleri de katılacağız. Cenaze merasimi esas İstanbul'da olacak.

18 ARALIK CUMA

Tarihini kat'i olarak hatırlayamıyorum ama, zennederim okullar başladıktan


sonraki günlerden biriydi. Milli Eğitim Bakın Hasan Sağlam bana ge�işti.
İmam Hatip Okullarındaki kız öğrencilerin başlarını örttüklerini, bunlara
müsaade edip etmeme hususunda benim emrimi almak istediğini söyledi. Ken­
disine, "Kur'an dersleri sırasında örtmelerine birşey diyemeyeceğimizi, ancak
sair derslerde ve okul içerisinde buna müsaade edilmemesi gerektiğini" bildir­
dim.
Hasan Sağlam, buna göre yönetmelikte gerekli düzeltmeyi yapmıştı. Bazı
İmam Hatip Okullarında direnmeler olduğunu duydumsa da, taviz verilmedi
ve konu da kapanıp gitti.
Başın örtülmesi konusundaki düşüncelerimi ileride açıklayacağımdan bura­
da fazla üzerinde durmayacağım.

21 ARALIK PAZAR'IBSİ

Kültür Bakanının istifası olayını daha evvel izah etıniştim. Değiştirilmesini


uygun gördüğümüz diğer bakanlar, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Necmi

479
Ayanoğlu, Gümıük ve Tekel Bakanı Recai Baturalp, Sanayi Bakanı Şahap
Kocatopçu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Serbülent Bingöl idi.

Başbakan Ulusu bu dört Bakanı çağırarak istifalarını vennelerini istemiş.


Onlar da hemen istifa dilekçelerini Başbakana vennişlerdi.

Görevlerinden ayrılan bu dört bakanın yerine; Sağlık ve Sosyal Yardım Ba­


kanlığına Prof. Dr. Kaya Kılıçturgay'ın, Sanayi Bakanlığına Mehmet Tur­
gut'un, Gümrük ve Tekel Bakanlığına Prof. Dr. Ali Bozer'in, Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanlığına Fahir İlkel'in getirilmesini daha evvel kararlaştınnışuk.
Hatta Fahir İlkel'in Vehbi Koç'un yanında çalıştığını öğrepmiş ve kendisinden
hem müsaade istemiş ve hem de doğruluğu, dürüstlüğü hakkında bilgi
almıştık. Çok methetti, ancak; benim yanımda çalışmış olmasına belki bazı
çevreler istismar ennek isteyeceklerdir. Eğer bu sizin için bir mahzur teşkil et­
miyorsa ben memnuniyetle veririm demişti. Ben de bizim için hiç bir mahzuru
olmadığını belirtmiştim.

Bu dört Bakanın kararnamesini hemen imzaladun.

Ulusu ayrılan eski Bakanlarla yeni atanan Bakanlar için bir yemek tertip
etmiş ve yeni Bakanlar Kurulu üyelerine tanışhnnış.

Değiştirilmesini düşündüğümüz Bakanlar arasında Ulaşbnna Bakanı Necmi


Özgür de vardı. Ancak bunun için bir müddet daha beklemeyi uygun bulduk.
Necmi Özgür'ün Manisa Ortaokulu ve B alıkesir Necati Bey Lisesinden benim
sınıf arkadaşım olduğunu Konsey üyesi arkadaşlarımla Ulusu biliyorlardı.
Bundan dolayı olacak ki, Necmi Özgür için bana fazla bir şey söyleyemediler.
Ama bin hissediyordum ki Necmi'nin de değiştirilmesini arzu ediyorlardı .

Bir süre önce kabul edip kanunlaştırdığımız Yüksek Öğretim Kanunu


gereğince bu Kurul'un başkanlığına bir tayin yapılması gerekiyordu. Kanunun
Konsey'de görüşülmesi sırasında Prof.Dr.İhsan Doğramacı'dan çok yarar­
lanmışuk. Bu konuyu en iyi bilen ve kanunun uygulamasını titizlikle yürütecek
kişinin Doğramacı olacağını düşündük. Hacettepe Hastanesini kuran, bilahare
burayı modem bir üniversite haline ulaştıranın Doğramacı olduğunu biliyor­
duk. Yurt içinde ve yurt dışındaki birçok kuruluşların üyeliğini, başkanlığını
yapmış ve halen de yapmaya devam ediyordu. Takipçi, tuttuğunu koparan bir
yaradılışa sahipti . İşte bütün bu niteliklerini gözönüne alarak daha kanunun
görüşülmesi s ı rasında; Yüksek Öğretim Kumlu'nun başkanlı ğına
Doğramacı'yı getinneyi düşünüyorum, ne dersiniz? diye Konsey üyesi arka­
daşlarıma ve Genel Sekreter Necdet Üruğ'a sorduğumda hepsi de uygun bul­
duklarını belirtmişlerdi.

Yeni kurulan ve büyük reaksiyonları üzerine çekecek olan bu kuruluşu sa­


vunacak ve yerleştirecek kişinin ancak Doğramacı olabileceğine kanaat getir­
miş ve tayin kararını da imzalamışn.m.

480
Arkasından Yüksek Öğretim Kurul üyelerinin seçimine sıra gelmişti. 24
kişiden oluşan bu kurulun 8 üyesini ben doğrudan seçecek, 8 üyeyi hükümet,
8 üyeyi de Üniversitelerarası Kurul seçip onay için bana göndereceklerdi.
Bunlar da tespit edilmiş ve kararname çıkarılmıştı. Böylece Yüksek Öğretim
Kurulu da (YÖK) fiilen kurulmuş oluyordu.

23 ARALIK ÇARŞAMBA

Banker olayına daha evvel değinmiştim. Bankerlik olayı basında sık sık ele
alınıyor. Ben de çok huzursuzdum. Biran evvel bu konuya sağlıklı bir hal
şekli getirilmesini istiyordum . Maliye Bakanlığının yayınladığı bir tebliğe
göre; benkerlik yapacak kuruluşun en az 200 milyon lira sermayeli bir anonim
şirket olması şartı getiriliyor ve ayrıca bankerler menkul. kıymet alım satımı
dışında hiç bir işle uğraşamayacakları, üstlenebilecekleri yükümlülükler de, öz
sermayelerinin 15 katı olarak sınırlandırılacağı gibi hususlar bu tebliğin içeriği
içinde.

Milli Eğitim Bakanlığının İmam Hatip Okullarındaki kız öğrencilerin okul­


da baş örtüsü kullanamayacağı hakkında kıyafet yönetmeliğinde yaptığı
değişiklik, bir kısım sağ basında tenkit konusu olmaya devam etti. Buna pek
aldırış ettiğimiz yok. Bir müddet sonra kesilir.
Bu arada Danışma Meclisi üyeliğine Çanakkale ilinden seçtiğin_ıiz Mehmet
Pamak, Danışma Meclisinde gündem dışı söz almış ve başörtüsü yasağına
karşı çıkarak; "Allah'm emrine uyarak başlarım örten öğrenciler şimdi başlarım
açmak zorunda bırakılnuşlardır. Şurası iyi bili11melid_ir ki Devlet idik olur, ama
birferdin veya dinin bizatihi laik olması beklenemez. Bu yönetmelikte binlerce
kız öğrenci okumadan soğuyacak hale getirilmiştir. Bu yanlış uygulama
kişinin vicdan ve inanç özgürlüğünü zedeleyecektir. Dini inanç nedeni ile
başlarım örtenlerin elinden okuma hakkı alınnuştır. Bu durum İnsan Hakları
Evrensel Beyannamesi ile çatışmaktadır. Kişinin inançları doğrultusunda
örtünmesi en tabii hakkıdır. Unutulmamalıdır ki, resim ve büst/erinde
gördüğümüz gibi Atatürk'ün annesi Zübeyde Hamm'ın da başı örtülüydü.
İstik/dl Harbinde cepheye mermi taşıyan anaların da başı örtülüydü. Bale oku­
lunda okuyan bir öğrenciye örtünün demek, /diklik ilkesine ne kadar ters

481
düşerse, aksi de İmam Hatip Lisesi öğrencisi kızlarımız için aynen varittir.
Meseld hemşire okullarında hemşire adaylarına sınıfta kepleri ile oturmak mec­
buriyeti vardır. Batıda rahibe kıyafetlerine karşı çıkmak mümkün değildir.
Dinimizde örtünmek, namaz, oruç, hac, zekdt gibi farzdır ve Allah 'ın kesin
emridir. Milli Eğitim Baktınlığının Mik cumhuriyet ilkesi ile bağdaşmayan son
derece adaletsiz bu hükmü en kısa zamanda yürürlükten kaldırılmalıdır"
şeklinde bir konuşma yapmış.

Gerçi Danışma Meclisinde bu . konuşması, üyelerin protestoları ile


karşılarunış, sıra kapaklarına vurulmuş, mukabil konuşmalar yapılmak sure­
tiyle Mehmet Pamak kınanmış ama, bunu duyunca benim de çok canım sıkıldı.
Çanakkale'den seçip seçmemek konusunda bu kişi üzerinde bir hayli
münakaşa olmuştu. Zira Milliyetçi Haraket Partisi ile ilişkisi olduğuna dair
önümüze bazı bilgiler gelmişti. Aynı vilayetten müracaat edenler arasında
emekli Korgeneral Vehbi Elgin de vardı. Gönlüm onu seçmek istiyordu. Zira
kendisini çok eskiden, binbaşılığından beri tanıdığım gibi, iki defa bana komu­
tanlık da yapmıştı. Fakat asker kökenliler çok olmasın şeklindeki prensip
kararına uymak ve kendisine kumandanlık yapmış kişilere' iltimas yapıyor den­
mesini önlemek için onu seçmemiştim. Mehmet Pamak üzerinde yeniden ince­
leme yapurdık sonunda seçilmesine mani mühim bir engel olmadığı anlaşılınca
seçtik. ·

Şimdi anladık ki, hata yapmışız. Bu zat Meclisin faaliyete geçmesinden bir
ay sonra kendisini belli etmişi. Bu kişinin ilerde buna benzer daha pek çok
girişimleri olacaku.

Bu yüzdendir ki l 983 yılında yapılan milletvekili seçimlerine Mehmet Pa­


mak adaylığını koymuş fakat tarafımızdan veto edilmişti.

Gelelim söylediklerine;

Evet demokratik lfük bir ülkede kıyafet konusuna devletin müdahalesi ol­
maması gerekir. Nitekim bizde de herkes evinde, sokakta, çarşıda, pazarda is­
tediği şekilde giyinebiliyor. Mini etek giyen olduğu gibi, topuklarına kadar
uzanan manto giyen, başını örten, yüz tuvaleti yapan veya yapmayana sokak­
larda rastlamak mümkün. Buna karışan da yok. Ancak devietin kamu kurum
ve kuruluşlarında görev alm!ş bir kişi, o kuruluşun koyduğu nizamlara ve bu­
rada tespit ettiği kıyafete uymak zorundadır. Uymayacak bir kişinin kamu
kurum ve kuruluşlarında görev .almaması gerekir. Bu husus erkekler için
böyle�ir, kadınlar için de böyledir. Örneğin bir erkek bugün çok sıcak, ben
frenk gömleği giymeyeceğim, kravat da takmayağım, atlet fanilası ile ge­
leceğim, pantolon yerine şort giyeceğim diyemez. Birçok kamu kuruluşlarında
ç alışan kadınların pantolon giymeleri, çorapsız dolaşmaları, m ini etek.le vazi­
fey� gelmeleri, aşın tuvalet yapmaları yasak.larunışnr.

482
Okula devam eden öğrenciler de o okul için konmuş özel kıyafeti taşımak
zorundadır. Eğer orada mavi renkte bir önlük, beyaz yaka, beyaz çorap zonın­
luluğu konmuş ise; benim dini inancıma göre yeşil renk müslümanlığın sem­
bolüdür, ben yeşil renkte önlük giyeceğim, başımı da yeşil. bir örtü ile
örteceğim, bacaklarım görünmesin diye önlüğümü topuklanma kadar uzata­
cağım diyemez. Eğer diyecek ise okula gelemez. İlkokul tahsili ile iktifa eder.
Evinde oturur, ne yaparsa yapar. Atatürk'ün annesinin başını örtmüş olması,
bütün Türk kadın ve kızlarının da başlanru örtmelerine bir misal olmaz. On­
ların yetişme dönemi öyle idi. O zaman Türkiye'de şeriat kanunları uygu­
lanıyordu. Laik devlet kelimesini ağza almak bile günahtı ve mümkün de
değildi.
Kadınlaon başlarını örtmesi hususunda Allah'ın emri değil, tavsiyesi
vardır. Eğer Kur'anı Kerim'de yazılı bütün ayetleri em ir olarak kabul edecek
olursak, o takdirde günümüzde de evlerimizde köle veya cariye bulundur­
mamız gerekir. Zira bazı ayetlerde, işlenen bir kısım suçlardan ötürü bir veya
iki köle azad edilmesi gerektiği yazılı olduğu gibi; müslüman olmayan bir
kadınla evlenme yerine cariye ile evlenmeyi tavsiye eder.
Şimdi bunları da Allah'ın emri mi kabul edelim.
Kur'anı Kerim'de yerine getirilmesi gereken birçok iyi emirleri yerine ge­
tirmeyiz de, işimize geldiğinden, erkek olarak kıskançlığımızdan, kadını bir
mal olarak kabul etmemizden dolayı onları eve kapaunayı, yüzünü kimsenin
görmemesini isteriz. Bütün mesele buradadır. Zavallı kadınlar ise ne ayeti bilir
ve iıe de okumuştur. Hoca öyle söylemiştir diye ona körü körüne inanmıştır.
Kocasından da korkmaktadır. Eğer bilse ki o ayetler söylendiği kadar katı
değildir, o zaman doğruyu bulacaktır.
Kur'anı Kerim'deki o iki ayet şunlardır:
Birincisi; NUR Suresi 30 ve 3 1 'inci ayetleridir. Bu ayetler şöyle demekte­
dir:

"Ey Muhammet! Mümin erkeklere söyle, gözlerini bakılması yasak olandan


çevirsinler, mahrem yerlerini korusunlar, bu onların arınmasım daha iyi
saglar.

Mümin kadınlara da söyle gözlerini yasak olandan çevirsinler; iffetlerini


korusunlar, süslerini kendiliğinden görünen kısmı hariç açmasuılar.
·Başörtülerini yakalanmn üzerine salsmlar."

Dikkat edilirse bu ayet hem erkeğe ve hem de kadına birbirlerinin yasak


yerlerine bakmamalannı ve mahrem yerlerini korumalarını söylüyor. Burada
mahrem yer olarak ifade edilen kısım aslında "tenasül uzuvlan"dır. Bunu
Türkçeye çevirirken mahrem yer olarak ifade etmişlerdir. Birinci kısımda

483
örtünme ile ilgili bir şey yok. Ayetin en sonunda kadınların başörtülerini yaka­
larının üzerine salmaları söyleniyor. Boynunun alundan da geçirerek bir tek
saç telinin dahi görülmeyeceği şeklinde bir ifade de yok. Halbuki şimdiki uy­
gulama; eğer kadının saçının bir teli görülürse zina yapmış gibi günaha girmiş
olacağı şeklindedir. Bu tefsir şekli doğru değildir.
Gelelim bu konuda indirilen ikinci ayet'e:
Bu ayet AZHAB suresinin 59'uncu ayetidir. Ayet şöyle demektedir:
"Ey Peygamber! Eşlerine, kız/arma ve müminlerin kadmlarına, dışarı
çıkarken üstlerine örtü alma/arım söyle. Bu onlarm hür ve namuslu bilinmeleri
ve bundan dolayı incitilmemelerini daha iyi sağlar. Allah bağışlar ve merhamet
eder. "

Esas mesele de bu ayetten kopuyor. Kadın ve kızların evden dışan çıkarken


üstlerine örtü almasını; sonra gelen�er, daha doğrusu İslamiyeti sonradan
çeşitli mezhep ve tarikatlara bölenler yanlış yorumlayarak, kadın ve kızlan baş
ve yüz dahil ayaklara kadar örtmek suretiyle o zavallıları birer öcü haline sok­
muşlardı. Bu ayetlerin indiği zamanki Arabistan'daki erkek ve kadınların
kıyafetlerini dikk.ate almıyorlar. Araplar İslamiyetten evvel cahiliye dö'nemi
dediğimiz dönemi yaşıyor. Kız çocuklarının hiç değeri yok. Hatta bazı aileler
kız çocukları doğar doğmaz toprağa gömerek öldürüyorlar. Bunu önlemek için
ayn bir ayet bile iniyor. Kadınların o dönemde açık saçık gezdikleri biliniyor.
Suudi Arabistan'a yaptığım resmi bir ziyaret sırasında, bana refakat eden
bir devlet yetkilisi ile bu konuyu konuşurken, bana bu ayetin iniş olayını Şöyle
izah etti:
Mah1m, İslamiyetin doğuş döneminde Arabistan'da müslümanlığı kabul
edenlerle etmeyenler, eden erkeklerin kanlarını ve. kızlarını biliyor ve
taruy.orlar. Erkeklere bir şey yapamıyorlar ama, kadın ve kızlara sataşıyorlar ve
taş atıyorlarmış. İşte bunu önlemek için bu ayetin geldiği ifade ediliyomıuş.
Ben buna da pek inanmadım. Zira haç sırasında Peygamberimiz tavaf ederken
yanında akrabasından bir genç de varmış. Bir aralık tavaf sırasında güzel bir
kadın yanlarına gelmiş. Akraba olan genç erkek kadına bakmış. Peygamberi­
miz eliyle gencin kafasını çevirerek kadına bakmasını engellemiş. Genç bir
aralık aynı hareketi bir daha yapınca, Peygamberimiz yine başşını çevirtmiş.
Buradan esinlenerek diyorlar ki; eğer Peygamberimiz isteseydi, kadınlar
yüzlerini de örtsün derdi. Demediğine göre kadınların yüzlerini örtmeleri ge�
rekmez.
Nitekim hacca giden kadınların yüzleri örtülme..z . Açıktır. Peki; yüz
örtülmüyor da, saç neden örtülsün. Kadının saçı mı en mahrem yeri! .. Anla­
mak mümkün değil.
484
Velhasıl bu konu asırlardır münakaşa konusu olmuş. Bundan sonra da ol­
maya devam edecektir. Allah birçok ayetin sonunda " Allah bağışlar, af eder"
veya "Allah bağışlayandır, af edicidir" dediği halde, sonradan gelen ham sofu
hocalar her şeyi günah yapmış, insanlan korkutmayı bir hüner saymış. Halbu­
ki Allah bir ayetinde " Dinde zorlama yoktur", başka bir ayetinde "Biz size zor­
luk değil kolaylık getirdik" demektedir. Nitekim örtünme ile ilgili ikinci ayetin
sonunda, "Allah bağışlar, af eder" demek suretiyle bunda da bağışlayıcılığını,
af ediciliğini belirtmiştir..

Bu konu üzerinde yazılacak, söylenecek çok şey vardır ama ben burada ke­
siyorum.

24 ARALIK PERŞEMBE

Dün YÖK Başkanı Prof. İhsan Doğramacı ile, YÖK üyeliğine seçilen 24
üyeyi Çankaya'. Köşkünde kabul etmiştim. Kabulde kendilerini kutlamış,
başanlar dilemış ve şu konuşmayı yapmıştım:

Yüksek Öğretim Kanunu gereğince teşekkül eden Yüksek Öğretim Kurulu,


üniversitelerimize yeni bir yön verecektir. Bu Kurulun teşekkülü ile çok ya­
rarlı hizmetler vereceğine olan inancımı evvela belirtmek isterim.

Bu konu üzerinde çok yazı yazıldı ve çok konuşuldu. 12 Eylül sabahı Türk
milletine yaptığım konuşmada söylediğim bir pasajı burada okumak istiyorum.
Aynen şöyle demiş(im;

"Düşüncelerimiz, dinimiz üzerinde ve akla gelebilen her konuda dış ve iç


kaynaklı, bölücü ve yıkıcı faaliyetler bütün şiddetiyle sürdürülürken ne hazin­
dir ki, bir kısım gerçeğe uymayan özerklik, dar görüşlü, sahibinden
başkasının inanmadığı bilimsellik ve kuralları dikkate almayan salt hukuk
savunucuları , yıkıldcak devletin enkazı altında kalacaklarının, yok olup gide­
ceklerinin idraki içinde olamadıkları görünümünü vermişlerdir. Bu acı hakikat­
leri görüp çare areyanların veya Türk ulusunu uyaran, milleti bütünleşmeye
davet edenlerin seslerini duymak mümkün olmamıştır. "

12 Eylül günü Türk milletine yaptığım bu konuşmayı hazırlarken her satır


üzerinde tekrar tekrar durdum. O zaman bu konuşmamı bütün basın ve Türk
milleti ıasvip .etmiş ve imzasını altına atar görüşündeydi.

Şimdi sırası g elip bazı konulara el atınca tabii geçmiş unutuldu veya başka
maksatlarla bu konuyu istismar etmek istiyorlar. Eğer özerklikle her şey hal

485
edilmiş olsaydı, birçok müessesemizi özerk yapar çıkardık. Vilayetlerimizi de,
Valilerimizi de özerk yapardık. Her vilayet kendi kendisini idare etsin derdik.

Devletin otoritesi hiçbir zaman düşünülmedi.

Biz zaten üniversitelerin ilmi özerkliği11e bir şey demedik. Ama düşününüz
ki 7-8 Bakanlığın bütçesi kadar bir bütçeyi kullanan 19 üniversiteye karışacak,
ona yön verecek ola11 devletin bir. müessesesi yok. Kaç ta11e bu ülkeye doktor
ldzım, kaç tane mühendis lazım, kaç tane veteriner ldzım, bunu devlet hesap­
lasın. Onu11 içindir ki, idari bakıriıdan bazı kısıtlamalar getirilirken bu yetkileri
de yine hem üniversitelerimizin, hem Devlet Başkanının, hem de yönetimin
seçtiği değerli üyeffrden müteşekkil bir heyete tevdi ettik. Bir Devlet Başkanı
düşü11ünüz ki, bütün milletin oyu ile seçilmiş veya milletin vekilleri tarafından
seçilmiş, ona itimat etmiyoruz, 45 milyo11u temsil eden bir makamı işgal eden
kişilere itimat etmiyoruz, illa istiyoruz ki, üniversite kendisi seçsin. Bu nevi
propagandaları, yapacağinız Çalışmalarla sıfıra indireceğİllize gönülden
İllanıyorum. Ve bu müessesenin hem üniversitelerimize hem de milletimize
yarar sağlayacağına inanıyorum. Eğer Kanunun hazırlanmasında bazı nok­
sanlıklar olmuş ise, bunun da tatbikinden sonra vaki olacak uyarılarla
düzeltilebilmesi her zaman mümkündür.

25 ARALIK CUMA

TÖB-DER davası sonuçlandı. Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi TÖB­


DER'in kapatılmasına, bütün mallarının hazineye irad kaydedilmesine karar
verdi. Aynca TÖB-DER yöneticilerinden beşi 9 yıla, 3 l 'i sekiz yıla, l O'u beş
yıla, 4'ü bir yıla mahkum oldular.

Karara sevindim. Zira bu demek aşın sol fraksiyonların paralelinde faaliyet


gösteriyordu. Öğretmenlerimizin birçoğu bu derneğin üyesi idiler. 1 2 Eylül
1 980'den evvel yurt sathında cereyan eden birçok olaylar ve bu arada anarşik
olaylarla öğrennenlerin hiçbir ilgisi olmamasına rağmen, demek yöneticilerinin
aldıkları karara uyarak, bu derneğe üye öğretmenler yurt sathında boykota
katılabiliyorlardı. Nitekim Kahramanmaraş'ta 1 97 8 yılı Aralık ayı sonuna
doğru cereyan eden ve katliam şekline dönüşen anarşik olaylann yıldönümü
vesile edilerek 1 979 yılı 24 Aralığında TÖB-DER bütün Türkiye sathında boy­
kot karan almı ş ve o gün öğrennenlerin büyük bir bölümü derslere girmemek
suretiyle sözde bu olayı kınamışlardı.

Daha buna benzer birçok eylemleri cezasız kalmıştı. Zamanın yöneticileri

486
cesaret edip TÖB-DER'in yöneticilerini mahkemeye verememişlerdi. Veril­
meyince, onlar da kanunsuz eylemlerine rahatlıkla devam edebilmişlerdi. Biz
12 Eylül'den sonra dernekler için ayn bir kanun çıkannadık. Mevcut kanunları
çalışır hale getirdik ve işte o kanunlarla derneğin yöneticileri gerekli cezalara
çarptırıldılar. Bu derneğin başkanı olan Gazioğlu'nun yurt dışına kaçışına
maalesef mani olamadık. 1 2 Eylül'den sonra yurt dışına kaçanlar arasında bu
Gazioğlu da vardı.

Bir müddet evvel Bülent Ecevit Milli Güvenlik Kurulu'nun 52 sayılı


bildirisine aykırı beyanat vennek suçundan 4 ay hapis cezasına mahkOm edil­
miş ve cezaevine konmuştu.

Ankara Sıkıyönetim Savcısı bu karan temyiz etmiş, temyiz de bugün ver­


diği bir: kararla bu cezayı çok bulmuş ve 3 aya indinniş.

Yönetim i devir aldığımız tarihlerde Türkiye'de kahve yoktu. İthali de ya­


saktı. Ecevit hükümeti döneminden beri döviz sıkıntısından ötürü ithali men
edilenler arasında kahve de vardı. Ancak kaçak olarak bulunabiliyordu. l 98 1
yılına girdikten bir müddet sonra turizm mevsimi yaklaşırken, Başbakan Ulu­
su bana gelm i ş ve "Bir miktar kahve ithal etsek ne dersiniz" diye sonnuştu.
Ben kendisine, "Şu sırada dövize ihtiyacımız fazla, daha lüzumlu olan madde­
lere döviz tahsis etsek daha iyi olmaz mı?" diye cevap verince "Onbin dolarlık
kahve ithal edebileceğiz. Turistler kahve bulamayınca çok müşkül duruma
düşülüyor. İthal edeceğimiz bu kahveyi de turistik tesislere vereceğiz.
Sıkıntımız da yok. Döviz durumumuz düzeliyor" dedi.

Bunun üzerine peki demek suretiyle kahve ithaline müsaade etmiştim. 1 982
bütçe hazırlıklarının yapıldığı şu günlerde1982 yılında kahve ithalinin serbest
bırakılacağını öğrendim. Üç-dört senedir bulunmayan kahve artık Türkiye'nin
her tarafında bulunur olacak.

12 Eylül'den evvel bütün Türkiye sathında sigara sıkınusı da vardı. Birçok


sigara piyasada bulunmuyor, karaborsada saulıyordu. Alınan tedbirlerle bütün
sigara fabrikaları tam kapasite ile çalışmaya başlamış ve bunun sonucu olarak
da Türkiye'de senelerdir devam eden sigara sıkıntısı kalmamışn.

487
26 ARALIK CUMARTESİ

Birkaç gün evvel vaktiyle maiyetimde çalışmış olan bir emekli albay geldi.
Adana'da bir doktorun elektrikli akupunkturla felçli hastalan iyi ettiğini ve hat­
ta çok yakını olan felçli bir hastayı bu akupunktur sayesinde iyi ettiğini, nıilen
Ankara'da bulunduğunu, emredersem gelip hanımefendiyi muayene ettikten
sonra gerekirse akupunktur tedavisine başlayabileceğini söylemişti. Denize
düşen yılana sarılır darbı meseline uyarak bir defa da bunu denemekte yarar
gördüm. Müdavi doktorumuza sorma suretiyle bugün gelmesini istedim. Bu
şahıs geldi, elindeki cihazla ilk tedavisini bugün yaptı.

27 ARALIK PAZAR

Sekine'nin hastalığında bir gerileme başladı. Sağ ayak ve sağ kol hareketle­
rinde az da olsa bir azalma olduğunu hissettim. Konuşmada da aynı durum
var. Allah vere de daha kötüye gitmese.

Bu durum karşısında akupunktur tedavisini hemen durdurdum.

30 ARALIK ÇARŞAMBA

Yann yılbaşı gecesi. Birgün sonra yeni bir yıla gireceğiz. 1981 yılı yönetim
olarak hemen hemen her sahada, özellikle anarşi ile mücadele sahasında
başarılı geçti diyebiliriz. Bu hususu, insaf sahibi olan vatandaşlar da ifade et­
tikleri gibi; dış basında yer alan yazılardan da aynı şeyi görüyoruz.

1982 yılının daha da iyi olacağını ve enflasyonun yüzde 25 civarına


çekilebileceğini kuvvetle ümit ediyorum. Bu seneki enflasyonun da yüzde 34-
35 civarında gerçekleşeceği söyleniyor. Yüzde yüzün üzerinde seyreden
enflasyon, alınan ciddi tedbirlerle ve devletin de devletliğini gösteımesi sonucu
büyük bir düşme gösterdi. Vatandaştan oy alına korkusu olmadan, doğru olan
ne ise o tavizsiz tatbik edilirse netice elbette böyle müspet olur.

488
Yılbaşı dolayısıyla vatandaşlarıma radyo ve televizyondan hitap ederek,
1 9 8 1 yılı icraatımız hakkında bilgi vermek ve 1982 yılında gerçekleştirmeyi
düşündüğümüz hususları açıklamak istedim.

Hazırladığım bu konuşmamın normal olarak yarın akşam TRT'den


yayınlanması gerekirdi. Ancak yarın akşam yılbaşı gecesi olması dolayısıyla
birçok vatandaşın radyo ve televizyon başında olmayacağı düşüncesiyle
konuşmayı bu akşama aldım.

Konuşmamda yurt içindeki vatandaşlarıma olduğu kadar. yurt dışında


çalışan vatandaşlarıma da hitap ettim. Burada yurt dışındaki vatandaşlarımla il­
gili hususlarla, dünya olaylan ve Kıbrıs problemi hakkında söylediklerimi
almıyor, yalruz değindiğim diğer husustan aşağıya almakla yetiniyorum.

Aziz Yurttaşlarım,

Geçen sene bugün sizlere hitap ederken; "Acıları mutluluklarından daha


fazla olan 1980 yılım geride bırakarak, bizlere yeni ümitler getiren 1981 yılına
giriyoruz" demiştim.

Bu sene; mutlulukları acılarından daha fazla olan 1981 yılını geride


bırakarak, bizlere daha ayd111lık günlerin geleceğine inandığım 1982 yılına gi­
riyoruz diye seslenmek istiyorum.

Gerçi 1981 yılı içerisinde de Türkiye'de cereyan eden olaylar sonunda veya
yapıla11 operasyo11larla bir kısım gençlerimiz emniyet kuvvetleriyle giriştikleri
silahlı çatışmalarda hayatlarını kaybetmiş, bir kısım gençlerimiz, bağımsız
mahkemelerimizde yargılanarak ölüm cezasına çarptırılmış, bir haylisi ömür
boyu veya değişik süreli mahküıniyetlerle cezalandırılmış ve bunun sonucu
geride bıraktıkları aile ve yakınlarını üzüntüye maruz bırakmıştır. Ancak, Türk
milletinin her ferdinin hakkı olan huzur ve güveni sapık ideolojileri uğruna bo­
zan, masum birçok vata11daşın hayatını sona erdiren bu gibi gözü dönmüş va­
tan haini ve millet düşmanı kişilerin mevcut kanunlarımız karşısında
yaptıklarının kefaretlerini ödediklerini düşünerek yargı organlarının kararlarına
saygı duyarak teselli bulmaktayız. Vicdan sahibi hiçbir kimsenin herhangi bir
vatandaşının hayatını yitirmesinden vaya hayatının baharında hürriyetlerinden
mahrum bırakılarak ömrünü hapishane köşelerinde çürütmesinden
memnuniyet duymasını düşünmek mümkün değildir. Fakat, milletin
bütünlüğü, tüm vatandaşların yaşama haklarının güvence altında bulundurul­
ması sözkonusu olunca; bundan başka çıkar yolun olmadığı da sağduyu sahibi
bütün yurttaşlarım tarafından kabul edilecektir.

Şurası muhakkaktır ki; 1 981 yılında yurt içinde sağlanan huzur ve güven
ortamı 1980 ve daha evvelki yıllarla kıyaslanmayacak kadar müspet
gelişmelerle dolu geçmiştir. 1981 yılı milletimiz için 12 Eylül yönetiminin

489
sağladığı huzur ve güven ortamı içinde yıllardan beri çekilen acıların dindiği,
açılan yaraların sarıldığı. kalplerimize serpilmeye çalışılan kin ve nefret tohum­
larının kardeşlik ve sevgi tomurcuk/arına dönüştüğü, taptaze umutların
yeşerdiği bir yıl olmuştur. Bunun sağlanmasında, hertürlüfedakdrlıklara seve
seve katlanan Silahlı Kuvvetlerimiz mensupları ile emniyet kuvvetlerimizin ve
her zaman bunlara yardımını esirgemeyen huzur ve güvene susamıŞ vatan­
daşlarımın büyük katkıları olmuştur. Bu seneyi kapatıp yeni bir yıla girerken
bir defa daha hepsine takdirlerimi ve teşekkürlerimi bütün millet huzurunda
ifade etmek istiyorum.
1981 yılı ekonomik kalkmmamızın gelişmesi bakımından da olumlu netice­
lerin alındığı bir yıl olmuştur. Üretimin arttırılmasında, kaynakların kul­
lanılmasında, iç tüketimin kısılarak ihracatın arttırılmasında geçen senelerle
mukayese edilemeyecek derecede ilerlemeler kaydedilmiştir. Bunun
gerçekleştirilmesinde de en küçük çiftçi, sanayici, tüccar ve ihracatçıdan en
büyük çiftçi, tüccar, ihracatçı, müteahhit ve sanayi kuruluşlarımıza kadar her
fert ve kuruluşun üzerine düşen görevi yapmak için olağanüstü bir gayret sar­
/etmesinin ve bütün ulusça bazı sıkıntı ve kısıtlamalara kat/anmamızın büyük
payı olmuştur. Eriştiğimiz noktanın kifayetli olduğunu söylemek mümkün
değildir. Ekonomimizi iyileştirici tedbirlerin sürekli olabilmesi için milletçe
daha bir müddet sıkıntı vefedakdrlıklara katlanmamız gerekecektir. Yılların bi­
rikimiyle düğümlenen sorunları bir anda çözmenin güçlüğü her vatandaş ta­
rafından takdir edilecektir. Öncelikle kalkınmamızı kendi öz kaynaklarımıza
dayandırarak kendi kendimize yetecek bir hale gelebilmemiz, hepimiz için te­
mel hedef olmalıdır.
Halen bulunduğumuz noktaya, alınan tedbirler-in yam sıra yüce milletimizin
fedakarlığı, yönetime olan inanç ve güveni ile, birlik ve kardeşlik ruhunun
sağladığı gayret birliği sayesinde ulaşabilmiş bulunuyoruz. Ülke ekonomi­
sinde üretime katkısı bulunan tüm unsurlar, hepimiz milletimizin bu yüce nite­
liklerini değerlendirerek ulusal ekonomi ve sosyal yaşantımızda daha çok refa�
ha ulaşmak yolunda bilinçli olarak çalışacak, daima çalışacak, evvelce olduğu
gibi terlemeden kolay ve haksız kazanç yollarını terkedeceğiz. Bu inançladır ki
.
1 982 yılının ekonomide bir rehabilitasyon ve dengeli gelişme yılı olduğu ka­
dar, sosyal alanda da, devletimizin sosyal sorumluluk esprisi ile uygun tedbir­
lerin alınacağı bir yıl olacaktır.
Sevgili Yurttaşlarım;
12 Eylül 1980 günü Radyo ve Televizyonda ve müteakiben muhtelif vesile­
lerle yurdun çeşitli yörelerinde yaptığım konuşmalarda; Türk ulusuna vermiş
olduğumuz sözlerin gereklerini bir program dahilinde adıf!l adım
gerçekleştirdiğimizi görüyorsunuz. Bu programlao gerçekleştirirken, yalnız

490
şahsi menfaatlerini birinci planda tutan bir kısım iç odaklarla, bu odakların
yaptıkları menfi programlarm etkisi altında kalan ve ideoloik görüşleri aynı
paralelde olan bazı dış odakların ileri sürdükleri ve sadece yıkıcı, bölücü mih­
raklara yarar sağlayan iddia ve telkinlerine kapılmadık. Milletin çoğunluğunun
isteğbıe uyarak doğru bildiğimiz yolda emin adımlarla ilerledik. En son olarak
da verdiğimiz program doğrultusunda Danışma Meclisimizi kurduk. Böylece
demokratik parlamenter sisteme geçişimizin en büyük adımım atmış olduk. Bu
Meclisimiz, görevleri arasında en mühim yeri tutan anayasa hazırlama
çalışmalarına başlamış bulunmaktadır.
Damşma Meclisimiz, Türk milletinin bugüne kadar geçirmiş olduğu acı
tecrübelerden yararlanarak bize en uygun düşecek anayasayı 1982 yaz sonuna
kadar hazırlayıp Milli Güvenlik Konseyine sevk edebildiği takdirde anaya­
sanın halk oyuna sunulması 1982 yılı Kasım ayı sonuna kadar mümkün ola­
bilecek ve bu anayasanın halk tarafından kabul edilmesinden sonra dünya
olaylarında bizi de etkileyecek mühim değişiklikler olmadığı takdirde normal
seçimler 1983 yılı sonbaharında yapılabilecektir.
Anayasanın hazırlanması bu tarihe kadar yetiştirilemediği takdirde kış ayları
içerisinde seçimlerin yapılması mümkün olamayacağına göre, seçim tarihi de
mecburen 1984 yılı ilkbaharma bıralalacaknr. Biz anayasanın en iyi bir şekilde
hazırlanabilf1!eSi için Danışma Meclisini bir tarihle bağlamayı uygwı bulmadık.
Aksi takdirde alelacele hazırlanacak bir anayasa bizi ilerde tekrar istikrarsızlığa
ve kargaşalığa sürükleyecek ve yeni yeni 12 Eylül'/erle karşı karşıya
bırakacaknr. Onun içindir ki seçimlerin yapılacağı tarihi asgari ve azami tarih­
lerle tespit ettik. Rtıayasanın kabulünden sonra Partiler Kanunu ve Seçim Ka­
nununun hazırlanması yeni kurulacak partilerin teşkilôtlanması için gerekli
olan zamanları da dikkatte tutarsak bu tarihlerden daha evvelki bir zamanda
seçimlerin yapılmasının mümkün olamayacağı iz'an sahibi her vatandaş ta­
rafından kabul edilecektir.
Her zaman söylediğim gibi Türk milletine en yaraşır idare şekli cumhuriyet
olduğundan ve bu emaneti de onun kurucusu Ulu Önder Atatürk'ten devir
aldığımızdan dolayıdır ki bu sisteme tekrar döneceğiz. Bundan hiç kimsenin
şüphesi olmasın, Türk milleti tarih boyunca olduğu gibi bugün de en zor en­
gelleri aşmıştır. Önümüzde uzanan yolun zikzakları ve karanlıkları yavaş
yavaş kaybolmakta, düz ve· aydınlık yol uzanmaktadır. Milletçe birlik ve bera­
berlik ruhu ile tasada ve kıvançta ortak olarak bu düz yolda aydınlık yarınlara
hızla yürüyerek bazan da koşarak hedeflerimize ulaşacağız. Atatürk'ün
doğumunun lOO'üncü yıldönümü olan 1981 yılında çok zor engelleri milletçe
aşnk. Bu hızla 1982 yılına büyük umutlarla giriyoruz. Bu hızımızı kesmemek
için Atatürk yılını kapatmıyorum. 1982 yılında da Atatürk ilkelerini sımsı�ı tu­
tarak hedeflmiz_e en kısa zamanda ulaşacak ve bayrak olarak ellerimizde tut-
491
tuğumuz bu ilkelerin nurlu ışıkları sayesinde milletimizi medeni alem
içerisindeki layık olduğu yere oturtacağız.

Yaptığım bu konuşma vatandaşlar arasında ve basında müspet karşılandı.


Hatta bizim karşımızda olduğunu bildiğimiz bir kısım yazarların da müspet
makaleler yazdığı görüldü. Sebebi malumdu. Anayasanın ne zamana kadar
hazırlanabileceğini ve seçimlerin hangi tarihler arasında yapılabileceğini
açıklamamdı. Onları sevindiren husus muhakkak ki bu idi. Zira şimdiye kadar
bu konuda tiir açıklama yapmamış olmam, her olaya karanlık gôzlükle bak­
maya alışmış ve daima şüpheci yurt içindeki bazı çevrelerle. dış basın ve politi­
ka çevrelerinde tereddütler uyandırmıştı. Evet, demokrasiye döneceğiz diye
söz verdik ama; bu söz ne dereceye kadar doğruydu. Öyle ya, beş sene veya
on sene sonra da geçilebileceği gibi, hiç de geçilmeyebilirdi. Bu söz, vatan­
daşlan ve dış kamuoyunu oyalamak için de verilmiş olabilirdi. Nitekim bize in­
tikal eden bazı haberlerden; Ecevit'in bile böyle düşündüğünü. kolay kolay
yönetimden ayrılacağımızı zannetmediğini yakınlarına ve yurt dışından gelen­
lere söylediğini öğrenmiştik.
Danışma Meclisi kurulduğuna göre Anayasayı bir sene içerisinde
hazırlayabileceğini düşünüyorduk. Aslında Milli Güvenlik Konseyi Genel
Sekreterliğinde bir kısım uzmanların iştiraki ile Orgeneral Necdet Üruğ'un
gözetiminde ve daha evvel verdiğimiz bazı ana esaslar çerçevesinde Anayasa
taslağının hazırlanmasına da başlanmıştı.

31 ARALIK PER�EMBE

26 ve 27 günkü hatıratımda değindiğim gibi Sekine'nin yürümesinde ak­


samalar başlamıştı.
Akşam Sekine ile birlikte yemeğimizi yedik, televizyon seyretmeye
başladık. Küçük kızım Miray arkadaşlarıyla bir eğlence yerine gitti. Şenay'la
kocası ve torunumuz Ayça bize uğradılar. Yeni yılımızı kutlayıp biraz oturdu­
lar. Bir taraftan yemek yiyor, bir taraftan televizyon izliyorduk. O arada Ada­
na'da bulunan kızım Gülay'la kocası telefon ettiler. Kendileri ile telefonla
konuşurken ve Sekine'ye senin de yeni yılını kutluyorlar der demez Sekine,
"Aman gözüm, gözüm sancıyor, göremiyorum" diye feryat etti. Telefonu ka­
payarak hemen yanına koştum. Kanepeye uzattık. Doktorumuz Cengiz
Paşa'ya telefon ederek, mümkünse göz doktoru ile birlikte gelmesini istedim.
Kısa zamanda geldiler. Tansiyonun aniden yükseldiğini tespit ettiler. Bunun

492
neticesi göz damarlarında bir daralma olmuş. Tansiyon düşürilcü ilacını ver­
dik. Yarın sabah tekrar gelmek üzere ayrıldılar.

Ben Sekine'yi yatınnak isledim fakat, "Gözümdeki o ağrı geçti. biraz ben
de televizyon seyredeyim" dedi. Şenaylar da eğlenceye gittiler. Sekine ile bir­
likte bir hayli televizyon seyrettik, bilfthare yatırdım. Fakat durumunu hiç
beğenmedim. Hastalığı tekrar ağırlaşacak gibi geldi bana. Acaba o akupunktur
mu menfi etki yaptı. Yoksa esasen bir müddettir devam eden kötü gidişi aku­
punktur daha da mı kötüye götürdü veya bir yılbaşı gecesini yalnız başımıza
geçirmemizden üzüntü duyarak ani bir şok mu geçirdi bilemiyorum. Çok
üzüntülüyüm. Keşke akupunktur tedavisini yaptınnasaydım.

İKİNCİ cn..oiN SONU

1 2 Ey/ı"il 1 980 giinii saat 13.00'te televizyon ue radyolardan mesaj yayınladım.

493
Turgut Ôzal, 1 2
Eylii/'de DPT Miis­
teşar Vekili idi.
Feyzioğlu onun
para-istikrar politi­
kasını bir bakan
olarak yiin-itmesi­
ni istiyordu. Özal,
Başbakanın
Ulusu kabinesinde
' Turhan
ekonomiden so·
feyzioğlu olması
rumlu Başbakan
ı'izerinde aşağı
Yardımcısı oldu.
yukarı bir
' mutabakatımız
vardı ama kat'i
kararımızı
vermemiştik. . .
Emin Paksüt'se
Federal Almanya önerimi maalesef
Dışişleri Bakanı kabul etmiyordu .
Genscher'le.
Vehbi Koç 'la gönderdigi mektup ı'izerinde konuştuk.

Konsey Üyesi arkadaşlarla.

5 Ocak 1981 gı'in d TBMM toplantı solonunda Atatürk' ı'in doğumunun lOO'ı'incii yıldöniimii
kutlandı. Eski cumhurbaşkanlarından Celal Bayar, Cevdet Sunay ve Fahri Korutürk de en
ön �ırada .yerlerini almışlardı.

495
Her gittiğim şehirde yuva ve yurtları denetlemeyi bir görev saydım.

Danışma Meclisi bugı"J n (23 Ekim 1981) yaptığım bir konuşma ile görevine başladı.

iKiNCI CiLDiN SONU

You might also like