You are on page 1of 343

Ingiliz Polisiyesi Michael Cordy ile ihtiyaç duyduğu

adrenaline kavuştu.. — m ir r o r

Çeviren: N u rten Hatırnaz


YAYIN HOı 21»

LU C IF IB

KMUC<n^r
à* Luojtar
C o xé y

T*i i * h K« t a T « * r B afclan A J n n a r M d if c jl*


• Bilpt B a r i Yajm i Y*y. T m Km*. T i n . Saou Tic . U 4 .

I. Baasa **■* M07

I t BM. 978 - » 4 4 - 4M - « - 4

Y a jin Ytaataaastf Ahnat Nun Ytftatf


Yagnaa B u r i w i Adrmn M êcxJ YUBtf

DtqS-alnxBpril A^ra 4«ns


CEonsr W P n a lt

Kapak B a k ı Trtohrome SHtom o**


cm g un M u m f f n a r o r

B ILK S K O L T O B B A N A T
N i n o a r ^ r * CMl. Em ét^ m Baa N o i 3 Kafc 2 34110 Caftalofla / J B T A N B U L
Ta l; (8213) M l 71 S3 - 911 83 94 h s (8212) S l l 47 74
W j t t M i i n y l n i i l l l to * m .M lw n y i« f ll> .M i
LU C IFER

Michael Cordy

Çosriren
Nurttn Hatimaz

Mot»
SA MAT
Jenny ye

L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
Jenny ye
YİRY

L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
GIRIS»

Anestezi etkisini gösterirken sekiz yaşındaki çocuğun üzerinde­


ki parlak, yuvarlak lamba karardı. Ameliyat masasındaki küçük
kız yanındaki ele uzandı. £1 onunkini sıktı, o da karşılık verdi;
sinsice yarılarına sokulan karanlığın onları sonsuza dek ayıraca­
ğı korkusuyla var gücûylc sıkıyordu eli. Pek çok çocuk gibi o da
içgüdüsel olarak karanlıktan korkuyordu; ışığın evreni ikiye ayır­
dığına dair temel bir bilgisi vardı: gece ve gündüz; görünen ve
görünmeyen; iyi vc kötü; canlı ve ölü...
Ama müşfik bir karanlıklı bu. Cerrahî testere kafatasını ke­
sip ayırmadan evvel bir kayıtsızlık hissi yaratıyordu. Kız» kemiği
delen metalin kulak tırmalayan sesini duyamıyor, ameliyathane
ışığında kırılıp yansıyan kırmızı renkteki kemik ve et çisentisini
göremiyor, kan vc dezenfektan kokusunu alamıyordu. Kendin­
den vc kendi kokusuna, kendi rengine vc kendi tadına sahip
olacak kadar yoğun olan bir karanlığın içinde yüzen zihninden
başka hiçbir şeyin farkında değildi. Bu kadife hapishane ana
rahmi kadar güvenliydi.
Beyin cerrahı, testereyi bırakıp yumuşak dokuyu kesmek için
lazer bisturi kullandı. Olağanüstü yetenekliydi, elleri dc titremi­
yordu. ama o da bu ameliyatın bir benzerinin daha olmadığını
biliyordu: Daha önce deneyen olmamıştı; ona nereyi kesmesi
gerektiğini söylcyecck ders kitapları yoktu.
On üç saat yirmi yedi dakika sonra hemşire alnındaki terleri
silerken mecalsiz bir nefes koyuverdi. En kötü kısmı geride kal­
mıştı ya da o öyle sanıyordu.
Jenny ye

L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
Jenny ye

L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
Jenny ye

L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
10 u ıc h a El CO # U Y

böyleşine kutsal bir sorumluluk için kendisine güvenilmişken bir


şey söylem eyerek güvenlerini nasıl boşa çıkarırdı?
H e r iki gözüne de yakıcı bir sıvı dauılalılırkcn geri çekilem edi.
Yüce Tannm, bana yardım et!
D udaklarını kım ıldattı am a ses çıkm adı. Ç ığlıktan bile ses­
sizdi. D ar, beyaz tulumu ve yansıtıcı göz koruyucuları olan sa­
rışın kadının e f e k t e ettiği felç edici ilaç yüzünden vücudu ha­
reketsiz kalmıştı.
Baştabibe G io v an n a her bir deneği son nefesinde kutsama
işinden sonra laboratuvardan hem en ayrılacaktı, ama o kritik
ölüm anını nasıl saptadıklarını g ö rm e m erakından buzhı camlı
kapıların önünde oyalanm ıştı. Son ııç deneğin son anlanna ta
nıklık ettikten sonra kendini en eski ve en güvenilir dostu olan
Rahibe C o n stan ce ile irtibata geçip ondan akıl alm ak zorunda
hissetmişti. Rahibe C o n stan ce ona m ahrem iyetine saygı g ö ste­
receğine dair söz verm iş ve direkt P a p a y a gidip bilim adam la­
rının hastaların ölm elerini beklem ediklerini, onları öldürdükleri­
ni söylem esi yönünde onu cesaretlendirm işti.
O n lara ihanet ettiğini n ered en biliyorlardı ki? H em Kızıl Pa-
pa'uıu him ayesinde olduğunu bile bile ona bunu yapm a cüreti­
ni n ered en buluyorlardı?
B elden yukarısı yükselmiş, içi boş, saydam küre başının üze­
rine doğru alçalm ışken bile kendini zorlayıp kırm ızı bir ışıltı g ö r­
dü -sö zd e , M o n scn y ö r D ia g c o 'n u n ya da bizzat Kızıl P a p a 'n ın
kendisinin geldiğini işaret eden kırmızı cübbelerdi bunlar. A m a
cam dan küre boynunun etrafına kilitlenince kurtulma şansının
kalmadığını anladı.
Küre farklı yapılarda katm anlardan oluşuyordu, bu katm an­
lar arasından kırüıp parlayan ışığın soğuk bir güzelliği vardı; tıp ­
kı karanlık ve ıssız bir göle vuran ay ışığı gibi. G e rç i buııuıı onu
rahatlattığı p ek söylenem ezdi. Sanşın bilimci kürenin astronot
siperliğine benzeyen ön tarafını kaldırdı. K orunm asız göz küre­
lerini ö rtecek büyüklükteki kontak lensler korneasını tahriş edi­
yordu. D erk en sol şakağına yapıştırılan bir folyo şeridi kafatası
derisini kaşındırdı.
L ÜC « FF R
11

Duyduğu rahatsızlıktan daha kötüsü, başkaları da aynı kade­


ri paylaşırken b ilm eden o n la n n yanı başında durm uş olduğunu
bilmekti. O na bir şey hissetm eyen gönüllüler oldukları söylen­
mişti, am a şimdi bunun doğru olm adığını biliyordu. O nun en
ço k korktuğu da buydu: O ünah işlemişti ve ö lm ed en önce arın ­
ması gerekiyordu.

Korkusu çaresizliğe dönüştüğünde ağlam ak istedi am a g ö ­


zünden yaş gelm edi.
Neredesin, Kutsal Peder? diye sessizce bağırdı. Neden be­
ni kurtarmıyorsun ?
Sarışın kadın sakincc, "G eri sayım birazdan başlayacak," di
yc haber verdi.

Başrahibe G io v a n n a 'n m felç eden ilaca direnen birkaç kas­


tan biri olan kalbi göğsünü dövüyordu. Panikledi, ö leceğ i için
değil; günahlarından arınm adığı için.
Bağışla beni Tannm. Ruhuma merhamet et. Saydam si­
perlik yüzüne yerleştirildi. D erken kürenin içine dolan kokusuz
gaz aynlıp giden dünyayı yeşil bir buharla doldurdu. G eri sayı­
m ın başladığını duydu, ölüm kapıdaydı, biliyordu.
İKİ

OTUZ SEKİZ DAKİKA ÖNCE


TATB MODERN
b a n k s !d e , l o n d r a

Ilık bir ekim öğleden sonrasının yumuşak güneş ışığında T h a ­


mes, erim iş altın rengine dönm üştü. M ilenyum K öprüsü’nden
g eçen siyah limuzin, renkli cam larını ve aracın içine ultraviyole
ışınlarının girm esini engelleyen özel yapım salmastrasını say­
mazsak standart bir M erced es'ti. Arka koltukta oturan Bradley
S oam es solundaki St. Paul K a te d ra lin e g ö z ucuyla baktı; kated­
ralin görkem li kubbesi R o m a'daki St. P e te r K a te d ra lin d e n esin­
lenilmişti. Sağ tarafına, doğruca nehrin karşı tarafına bakınca
daha m o d ern bir katedral görüş alanına girdi -bir teknoloji ka­
tedrali. Ç an kulesi niyetine yüksek kare bir bacası olan bu köşe­
li tuğla bina, bir zam anlar elektrik santraliydi. Şim di ise dünya­
nın en büyük m o d ern sanat m üzesine ev sahipliği yapıyordu.
S oam es koyu renkli cam larda kendi yansım asını gördü. G ö ­
rüntüsünden hoşnut kalmamıştı: mavi gözler ve dalgalı saçlar
iyiydi de, cildi; yara bere içinde, solgun, lekeli bir m ozaik olan
yüzü, bakışlarını çevirm esine n ed en olmuştu. "Walt, biliyorum;
gazetecilerin çoğu şimdiye dek arzıendam etmiştir, am a ben yi­
ne de yandaki girişi kullanmak istiyorum," dedi.
ö n koltuktaki asistanı, "Nasıl isterseniz, Dr. S oam es," diye ya­
nıt verdi. W alter T ripp çerçevesiz gözlükleri, beyaz g ö m leğ i, kan
LUCIFER 13

kırmızı kravatı ve koyu renk takım elbisesiyle zarif görünüşlü,


saçları seyrelmeye başlamış» siyahı bir adam dı. "G aleri müdürü
istediğiniz gibi görüntülem e odasını toplantı salonunun üst kısmı­
na kurmuş, am a girişlerin hiçbirinin üzerinde UV perde yok"
"Sorun değil, örtünürüm ." Saatine bakınca A m b e r'ın Türbi­
ne H alld ak i sunum unun başlamak üzere olduğunu fark etti.
Lansm anda görünm esine daha bir saatten fazla bir zam an var­
dı am a onu g ö rm ek ve şüphelerini doğrulam ak istiyordu.
A raba sağa, Southw ark K öprüsü'ne doğru d önerken çizgili
siyah ceketinin kollarını aşağı doğru kıvırıp ellerini içlerine so­
kacağı eldiven haline getirdi. K um aş sol elindeki en son mela-
n o m an ın kazındığı, hâlâ taze olan yaraya değince yüzünü ekşit­
ti. C ildinin hiçbir yerinin dışarıda kalm am asını garantilem ek için
eldivenlerini cırt cırtladı ve başlığını kafasına geçirdi. Yüzünün
üst kısmını korum ak için renkli camlı kocam an bir gözlük takıp
başlığın üzerine, alt tarafı örtm esi için göğsünün üzerinden sar­
kan, yaşmağa b en z er bir bez parçası ekledi. A raba kenara ya­
naştığında cildi sonbahar güneşine karşı korum alıydı artık.
A rabadan indi, başını kaldırıp binanın güney cephesini oluş­
turan bütün kırmızı tuğlaiı, cam sız ccphcyc baktı, sonra da
T rip p 'in arkasından yan kapıya yöneldi. Solundaki ana girişteki
direklerde dalgalanan bayrakları görebiliyordu; bayrakların üze­
rinde serginin ismi yazılıydı: ‘Işığın Sureti'. Bu serginin sponsor­
luğu ve m üzeye yaptığı m ilyon dolarlık bağışlar sayesinde O pt-
rix bugünkü Lucifer soft-sereen Avrupa basın lansm anı için T ür­
bine HaU'ıı kullanabilecekti.
S o am es'i koruyucu kıyafetlerinden tanıyan galeri görevlileri
o nu büyük ana lobiye doğru geçirdiler; birlikte cam kapılı resto­
ranın ve hediyelik eşya dükkânının önünde gezinen ziyaretçile­
ri vc yukarıdaki galerilere çıkm ak için bekleşen kalabalığı geçip
asansöre binerek sekiz katlı binanın beşinci katındaki bir odaya
gittiler. G eçici olarak kullanılan oda en büyük galerilerden birin­
den bir duvar ile ayrılmıştı ve uçsuz bucaksız Türbine H all'u te ­
p ed en görüyordu. O d a S oam es'in istediği gibi hazırlanmıştı:
A şağıda olup bitenleri görebiliyordu ve içeride O ptik internet
erişimli bir optik bilgisayar ile kola dolu buz dolabı vardı.
M I C H A E L C O R D Y
14

G örevliler gittikten sonra T rip p ceketinin cebinden bir ultra-


viyole d edek tö r çıkarttı ve odanın güven liginden em in olduktan
sonra başıyla S o am cs'c işaret etti. S oam es üzcrindckilcri çıkar­
tıp aşağıdaki salona odaklandı.
M anzara nefes kesiciydi. Salonun yüksekliği neredeyse elli
m etre, genişliği ise altmış m etreydi. G ri duvarlara dayalı dem ir
kirişler bir iskelet oluşturarak sütun görevi görüyor, dem ir direk­
lerden oluşan bir kem er yükselen yassı çatıyı destekliyordu. T e ­
pe pencereleri siyah storiarla kapatılmış, diğer doğal ışık kay
naklan da b en zer şekillerde perdelen m işti. Büyük salonun so­
nunda bir uçtan diğerine O ptrix O p to elek tro n ik logosunun ve
şirketin 'Işık Obam' sloganının yazılı olduğu beyaz bir reklam
bandı gerilm işti. B ant, dokuz m etre boyundaki, yalnızca beş
adet parlak heykelle birbirinden ayrılan düzenli sıralar halindeki
iki yüz gazctcci, müşteri vc kamuoyu oluşturan kim selere dönük
olan bir kürsüyü çevreliyordu. Ü nlü sanatçı Jenny K now les'a ıs­
m arlanan heykeller loş ışıkta hayat titreşimleri yayıyorm uş gibi
parlıyorlardı. Çift helezon. Sam an Yolu’nun nefes kesen bir y o ­
rumu ve altı m etre boyunda y an ard ö n er bir su m olekülü heyke­
li de dahil farklı farklı soyut şekillerdeki her bir parça sağlam g ö ­
rünüyordu am a hiçbiri ışıktan daha dayanıklı değildi. Soam es
bunun ardında yatan ö nem li gerçeği biliyordu; ışığın soyut bir
dalga olm anın yanında atom alü parçacıklardan, fotonlardan,
m eydana geldiğini anlamıştı.
Bu ikilik altıncı eserde, salonun diğer yansına hakim olan
m uazzam bir m ontajda hayat buluyordu. Eser boşlukta asılı du­
ruyormuş gibi görünen, h er biri en az üç m etre boyunda vc al­
tı m etre eninde, birbirine paralel iki düz parçadan oluşuyordu.
Birinci parça beyazdı; üzerinde iki dikey yank açılmıştı. İkincisi
ise televizyon ekranına ben zeyen siyah bir cam dı. Beyaz parça­
nın karşısında bir lazer topu vardı; topun yarıklara yöneltilm iş
ışınlan aralarından g eçip siyah ekranın üzerine düşüyordu. A m a
iki dikey ışık çizgisi m eydana getirm ek yerine barkodu andıran
düzenli zebra çizgileri oluşturuyordu.
ı u c i r r a
15

H e r birkaç dakikada bir, anlaşılan rastgclc, siyah ekranın


üzerindeki çizgiler kayboluyor ve lazer silahından gelen ışınlar
titreşip m inik ışık taneleri gibi parçalara ayrılıyordu. H e r bir par­
ça aynı anda h er iki yarıktan geçiyor ve siyah d edektör ekranı­
na çarpıp geride parlak bir iz bırakıyordu. Ne var ki bu izler ya­
rıkların h er biriyle tek hizada ışık küm eleri m eydana getirm ek
yerine, sanki m ükem m el şekilde düzenlenm iş ışık titreşim leri
şablondaki yerlerinin tam olarak neresi olduğunu biliyorlarm ış
gibi, ekranın eni boyunca yavaş yavaş çizgileri tekrar m eydana
getiriyorlardı.
Eser S o am es'in hoşuna gitmişti. O atom dan daha küçük
parçacıkların, sözde g erçek dünya için N ew to n tarafından orta­
ya konan fiziksel kanunlara m eydan okuduğu K uantum dünya­
sındaki anorm allikleri keşfedip g ö rm ek ten asla yorulm azdı.
O rtam ışıkları kararıp heykeller g ö z d e n kaybolunca aşağıda,
seyircilerin arasından sessiz olunm asını söyleyen mırıltılar yük­
seldi. Yalnızca altıncı eser hâlâ görülebiliyordu; titreşen ışıklan
siyah ekran üzerinde sihirli desenler oluşturm aya devam ediyor­
du. Saniyeler sonra, hafif bir müzik bu büyük alanda yankılan­
maya başladı vc heykeller yeniden teker tek er ortaya çıktı.
O rtam ışıklan yavaş yavaş yeniden yanm aya başlarken S o ­
am es, Dr. A m b er G ra n t'in salonun sonunda yükselen kürsüde­
ki y erin d en , "Işık çağına hoş geldiniz," dediğini duydu. "Bugün,
bizler, O ptrix olarak, ışığın gizem ini ve O ptrix'in onu kullanma­
daki ustalığını sizlerlc birlikte kutlamak istiyoruz." L azer silahlı
eseri işaret etti, "ö n cclik lc gizem . G özünüzde canlandm n: bir­
birine paralel iki p erd e, biri diğerinin önünde. Birinci p erdede
dikey bir yan k m eydana getiriyoruz ve üzerine aralıksız ışık tu­
tuyoruz. N e görüyorsunuz?"
G ülüm sedi. "Ç o k basit. îkinci duvarda, birinci perdedeki ya­
rıktan g eç en ışığın n ed en olduğu dikey, beyaz bir çizgi. Şimdi
birinci p erd ed e fki âdet yank m eydana getirip üzerine ışık dü­
şürelim. Şim di ne oldu?" A m ber eseri işaret etti. "îkinci p e rd e ­
de düşündüğünüz gibi dikey çizgiler değil yol yol ışık deseni ve
gölge görüyorsunuz. Bu etki, her iki yanktan yayılıp bir göletteki
M m HA FIL C O fi D Y
16

dalgacıklar gibi birbirine kanşan ışık dalgalarının bir sonucudur.


A slen iki yüz yıldan fazla bir süre önce gerçekleştirilen bu ünlü
çifte yank d eneyi, herhangi bir şüpheye mahal v erm ed en , ışığın
bir dalga gibi gezindiğini kanıtlıyor.
A m b er havada asılı kalan sessizliği bir süre bozm adı. "D er­
ken, 1906’da, Einstein, ışığın yalnızca bir dalga değil atom altı
kuantum parçacıklannın bir toplam ı olduğunu keşfetti ki biz ar­
tık buna foton diyoruz. E insteinam orijinal tanım ı, her şeyin hem
soyut bir dalga hem ele dayanıklı bir parçacık olarak var olabi­
leceği tuhaf atom alu dünyasında jen erik terim halini aldı. Ne
var ki bu ikilik bile kuantum dünyasının asıl gizem i değildir.
Işık titreşimleri g ö n d erm ey e devam ed en eseri işaret etti.
"Arkanızdaki heykel 'çifte-yarık' deneyinin m o d ern bir versiyo­
nuna yeniden hayat verm ektedir. Bu deneyde, bir dizi tekli ışık
fotonian bir kaynaktan yayılıyor. A n cak ikinci perdede bir ışık
havuzu yaratm ak için deliklerden birinden g eç m e k yerine her
bir fo to n bir şekilde eş zam anlı olarak yarıklar boyunca ilerleyip
kendisiyle kanşıyor. Y anklardan geçerken sanki kendi yerinin
bilincindeym iş vc bir dalga gibi hareket etm ek ıızere düzenlen­
miş gibi ikinci perdedeki d ed ek tö r ekranında yavaş yavaş zebra
çizgili dalga karışması deseni oluşturuyor.
"Ö te yandan» d en ey yarıkların diğer taraflarındaki iki parça­
cık dcdcktörüylc kurulduğunda her bir fotonun tek bir parçacık
gibi hareket ettiğini görüyoruz. T ıpkı bir çakıl taşı gibi bir yank
boyunca belirli bir yolu takip ed erek sadccc bir parçacık detek­
tö rüne çarpıyor.
"Mevcut deneyler bu fotonlann bilinçli olduğunu gösteriyor.
Nasıl gözlem lendiklerine bağlı olarak farklı hareket ediyorlar.
D aha da tulıaft, telepati ve görülm eyen şeyleri g ö rm e yetenek­
leri var. Yanklardan g eç m e d en evvel parçacık mı yoksa dalga gi­
bi mi hareket edeceklerini biliyorlar. H e r bir fo to n deneyin ne
şekilde hazırlandığından haberdar gibi vc nc durum da olm ası
gerektiğini kestirebiliyor gibi görünüyor.
Sustu. "Bu kadar g izem yeterse ustalık kısmına geçelim mi?
O ptrix olarak bizler, kuantum fiziğinin çalışına prensiplerini pek
I Ü C « F M K
17

çoklarından iyi bildiğimiz vc hesap vc iletişim için en ideal araç


olan ışığın göçünü harekete g eçirm ek için ikiliğinden faydalana­
bildiğimiz için kendim izle gurur duyuyoruz. Bant genişliği deva­
sa boyutlarda: T ek bir lazer ışını parlam ası bir saniyede dünya­
daki h er bir kütüphanenin tüm içeriğini nakledebilir. Gökkuşağı
renkleri gibi pek ço k farklı dalga boyuna bölünerek paralel işle­
me uygun bir o rtam hazırlayabilir. Ve elbette ki çok hızlı -o n d a n
hızlısı yok.

"O ptrix'in ilk o p tik bilgisayarı lanse etm esinin vc dünyayı


dönüşüm e uğratm asının üzerinden sekiz yıl geçti. Bu binyıhn ilk
yıllarını hatırlayacak olursanız işlem gücünün fiziksel şuurlarına
erişilmiş ve silikonun m odası geçm ey e başlamıştı. Intel bile.
M o o rc 'u n işlem hızının h er on sekiz ayda bir iki misline çıktığı­
nı öne süren ünlü kanununu savunm anın mümkün olm adığını
kabul'etm ek zorunda kalmıştı.
"Sonra ne zam an ilk optik bilgisayar -L u c ife r- lanse edildi
işte o zam an kurallar çiğnendi. A rtık silikon bazlı bir işlemci ci-
pinc, R A M 'c ya da hard diske gerek kalm am ıştı; çünkü Lucifer
tüm bunlann yerine g e ç e c e k atom altı ışık fotonlannı kullanıyor­
du -işliyor, hatırlıyor ve veri depoluyordu. Yakalanmış ışık fo-
tonlarının işlem hücrelerini içeren bir küreyle birleşen optik dev­
relerin kuvars ana kartlan evrendeki en süratli şeyin -ışığ ın - iş­
lem hızına sahip bir bilgisayar yarattı. O ptrix M o o rc 'u n kanunu­
nu bir gecede tarih! bir hataya dönüştürdü."
A m b er sustu ve sahnede yürüdü. S oam es için yukarıdaki ye­
rinden o nu aynntılı b ir şekilde g ö rm ek zordu, ama yükselen se­
sini duyabiliyordu; sessizliğe bakılırsa seyircilerin dikkatini çek­
m eyi başarmıştı. O n d a S o am es'e çekici gelen şey karizması ve
aklıydı. Ç arpıcı dış görünüşünün konuyla uzaktan yakından ala­
kası yoktu. G erçi onunla ilgili şüpheleri bu gece doğrulanacak
olursa yeteneklerinin hiçbir önem i kalmayacaktı.
Soam es, W alter T rip p 'e baktı. Şekillere üç boyutlu bir g ö ­
rüntü kazandıran gecikm eli foton ekranda deneğin kafasına yer­
leştirilen cam dan küreyi görebiliyordu. Sonra dikkatini tekrar
A m b er G ran t e verdi. Birazdan onay alınacaktı.
18 f I ç HAE l CORJY

A m b er'in , "O ptrix Sanayi’nin genel müdürü olarak," dediği­


ni duydıı, "sekiz yılda ne kadar yol kat ettiğim izi, ışık çağının ne­
resinde oluğum uzu sizlere hatırlatm ak isterim. H e p düşünürüm:
İşık O lsun' logom uzun aslmda 'K aranlığı D efetm ek ' olması ge­
rek; çünkü sürekli olarak yapm aya çalıştığımız şey bu. Yaptığı­
mız sıçramayı unutm anız durum unda L ucifer eski bir P entium IV
bilgisayardan /O90 kat daha hızlı bir hesaplam a yapabilir. Başka
bir deyişle, eski bir IB M T h in k P a d in asırlarını alacak bir hesap­
lamayı Lucifer bir saniyeden daha kısa bir sürede yapar.
"L ucifer'ın tasarımı da anlık bir klasiktir. H afıza ve işlemci
hücreleriyle etkileşim halindeki foton ışığı parçacıklarından olu­
şan cam dan bir küreyi ihtiva eden yan saydam küpü dünyanın
dö rt bir yanındaki ev ve iş yerlerinde g ö rm e y e alıştık. D ünyada­
ki bilgisayarlann yüzde doksanından fazlası, ister evlerde isterse
ticari am açla kullanılıyor olsun, artık optik ve ya O p trix taralın
dan ya da bizim lisansımızla üretiliyor. İn tern et ise tam am en op­
tik -kablosuz sinyaller ve o ptik lifler dünyayı ışık hızıyla birleşti­
riyor. P ek çok insan in ternete artık o p tin et diyor."
K onuşm anın bu kısmında A m b er'ın m uzaffer ses tonunun
yerini alçakgönüllü bir ton aldı. “H e r ne kadar O p trix 'in tanınan
yüzü olsam vc O p tik bilgisayann m ucitlerinden sayılsam da ç o ­
ğu gerçek ham leyi yapan ve L ucifer'ın bazı kuantum aykırılıkla -
nnı gerçek anlam da kavrayan, akıl hocam ve O p trix O p to e le c t-
ronics'in başkanı Bradley S oam es L ucifer'ın arkasındaki gerçek
dahidir. Kendisi bu öğleden sonra, nadiren yaptığı üzere, karşı­
nıza çıkıp sizlerle konuşacak.”
Seyircilerden yükselen heyecanlı m m ltılan duym azdan gelen
S oam es göz ucuyla T rip p 'in yanındaki bilgisayara baktı ve d e ­
neğin şakağına bağlanm ış elektrotu gördü. A rtık yaklaşmıştı,
şüpheleri yersiz değilse düşündüğü şey, A m b e r basının ve insan­
ların karşısı udayken olacaktı; bu da onu yapılm ası gereken şey
konusunda ikna etm eyi kolaylaştıracaktı.
Alçak, ritmik bir vunış salonu doldururken ve ortam ışıklan
tekrar karararak devasa ışık heykellerini müzikle birlikte titreş­
meye bırakırken A uıbcr, "G c le c c ğ c ," dedi. "L ucifer'ın lanse
I U C I F C R
19

edilm esinden bu yana O ptrix, teknolojiden faydalanmak için y e ­


ni ve çok daha iyi yollar geliştirm ekte. Bugünkü lansm anım ız da
bir istisna değil. Lucifer soft-screen, veri sunumu için yepyeni ve
radikal bir yol öneriyor. Size g östereyim ."
F o n m üziğinin tem posu yükselirken S oam es A m b e r'ın sah­
n e n in arkasındaki masaya doğru yürüm esini ve yan saydam
parlayan bir küpün yanındaki dokunm atik kontrol ped e hafifçe
vurm asını seyretti. A rkasında Lucifer logolu m avi, dikdörtgen
bir ekran belirdi. Başlangıçta otuz santim den daha uzun o lm a­
yan boyu üç m etrey e, cni dc yaklaşık dört m etreye ulaştı. H ey
keller gibi o da katı ve donuk görünüyordu am a o da ışık par
çacıklanndan m eydana gelm işti.
Ekrandaki şekil değişti vc Lucifer logosunun yerini A m b e r'ın
g erçek zam anlı hareket eden görüntüsü aldı. Sanki kendi
1,52'ük görüntüsünün arkasında 2,40 hk ikizi duruyordu. B er­
raklık nefes kesiciydi. Parlak cildi ve dolgun siyah saçları net bir
şekilde ekranda görünüyordu; yeşil gözleriyse kor gibi parlıyor­
du. G ülüm sedi, beyaz dişleri bile göründü; kocam an ikinci b en ­
liği sahneyi boydan boya g eçerk en C hanel takımı etrafa titrek
ışıklar yaydı.
"Bu soft-sereen teknoloji kelim enin tam m anası ile karanlığı
d efed er ve m antık sınırlan çerçevesinde ne boyutta olm asını is­
terseniz o boyuta gelir," dedi. "Arka tarafı uyumlu olduğundan
tüm Lucifer m o d ellerin d e kullanılabilir. G ö rü n tü alanı şu anki g i­
bi sunum lar için gen işletilebilir ya da dizüslıı bilgisayarlar veya­
hut da kişisel kullanımlar için küçültülebilir." Ekran görüntüsü
ö n ce posta pulu boyutuna indi sonra tekrar devasa boyutuna
d ön d ü . "Bir de şüphesiz portatif," dedi A m ber; parlayan koca­
m an görüntüsü seyircilere gülümsüyordu. Güldü. "O na dünya­
nın en hafif ekranı diyebilirsiniz."
S eyirciler de onunla birlikte gülüp alkış tuttular. S oam es de
onların heyecanına kapılıp gitmişti. D erken T rip p 'in boğazını
tem izley ip , "Vakit yaklaştı, efendim ," dediğini duydu.
Bir gözü hâlâ A m b c r'd a tekrar T rip p 'in yanındaki küçük bil­
gisayar ekranına baktı. D eneğin siperliği m ühürlenm işti ve yeşil
20 Ml C W À E L C Û P D Y

sezyum flavion gazı küreyi dolduruyordu. Beyaz önlüklü, göz


koruyuculu bilimcinin elinde bir kontrol pedi vardı. Ekranda, de­
neğin cam kürenin içindeki yüzüne odaklanan yakın çekim g ö ­
rüntü belirdi.
Sonra olan oldu.
D eneğin şakağındaki elektrot parıldadı. H em e n ardından da­
ha da parlak bir kıvılcım - görünüşe göre deneğin gözlerinden
geliyordu- siperliğin içine sokulmuş koyu camlı bir dikdörtgene
çarpıp geride aşağıdaki salondaki sergidekine ben zer bit çizgili
dalga girişim örünlüsü oluşturm adan evvel gaz dolu küreyi par­
lak bir am pul gibi aydınlattı. Havaya karışıp kaybolm adan ön cc
kısa bir süre kürenin optik hilen dış katmanı üzerinde kaldı; ha
le gibi parlıyordu, sonra da kaybolup gitti.
D eneyin kendisinin ilginç bir tarafı yoktu. Soam es dokuz ayı
aşkm bir süredir buna benzer yüzlerce deneye bizzat tanıklık et­
mişti ve bugünkü sonuçlan zerre kadar umursamıyordu. D enek,
Başrahibe G iovanna Bellini, ölmüştü vc Soam es denem enin ba­
şarılı olmuş olmasına ihtimal vermiyordu. O daha çok A m ber
G rant'in ekrandaki devasa görüntüsünün şu anda aşağıda. Türbi­
ne H all'da, başını tutup sendeleyerek yürümesiyle ilgileniyordu.
Başrahibe G io v an n a'n ın başındaki küre parıldayıp ölüm anı­
nı belirlerken A m ber G rant sol şakağına uzanıp acı içinde sen­
deliyordu. Dizlerinin üzerine çökmüştü, seyircilerin arasından
birileri ona yardım etm ek için koşturdu.
Soam es gözlerini A m b er'd an ayırm adan cep telefonuna
uzandı vc C am bridgc'dc bir numarayı tuşladı. Ü çüncü çalmada
biri telefonu açtı. Soam es zam an kaybetm eden "B eni yönetici­
ye bağlayın, lütfen,” dedi.
"Dr. K night bir to p lan tı..."
"O na Bradley Soam es'in onunla konuşmak istediğini söyle­
yin. H em en."
Kadın saniyeler içinde telefondaydı. "Virginia," dedi Soam es,
"Durum acil. Kliniğindeki şu ödenek ayırdığım bilim adam ı..."
"Miles Flem ing mi?"
I ü ç I rF R 21

"Evet, A m b er G ra n t’i m uayene etm esi gerek -derhalH


"A m a bu belki d e ..."
"Tartışacak zam an yok. A m b er'ın acilen yardım a ihtiyacı
var. F lem ing’in N ö ro Ç e v irm e n 'i için tartıştığımız ödeneği iki ka­
tına çıkartacağım . A m b er iki saat içinde orada olacak."
Üç dakika sonra T rip p vc O ptrix çalışanlarının yardımıyla sa­
lona inen Soam es cenin pozisyonunda kıvrılıp yatmış A m b er'ın
başında dikiliyordu. M ikrofonla kalabalığa seslendi: "Lütfen her­
kes lobiye doğru ilerleyebilir mi? D öndüğünüzde sunuma bizzat
ben devam ed eceğ im ."
O ptrix çalışanlarının vc galeri görevlilerinin seyircileri sahne­
den uzaklaştırdıklarından em in olunca A m ber'ın kaskatı kesil
miş bedeninin yanm a çöm eldi. Başını kaldırıp boğazından aşa­
ğı iki ağrı kesici g ö n d erip ona bir yudum su içirdi. "A m ber be­
nim . Bu m igren sorununu çözecek birini ayarladım . Artık
önem siz bir şeymiş gibi davranm a."
Bir şeyler söylem esini bekledi am a söylem edi.
Sessiz kalamadı. Sorm ası gerekiyordu. Bilmeliydi. "Ağrı ö n ­
cekiyle aynı yerde mi?"
A m b er fısıltıyla, "Evet," deyip yüzünü ekşitti.
"N eresi?" diye üsteledi Soam es. “G öster."
A m b er'ın ağrıyan yeri gösterm ek için kaldırdığı eli titriyordu.
A m a başına d o k u n m u y o rd u -sol şakağından yaklaşık sekiz san­
tim uzakta, havada bir yeri gösteriyordu.
3
ü

BARLEY HALL ARAŞTIRMA KLlN lûl


CAMBRIDGE, ÎNGÎI.TRRR

M iles F lem in g 'in son o n bir aydır acım asızca sınanan inancını
onaran işte böyle anlardı. Y anında oturan genç adam a döndü.
-K olun iyi mi Paul?”
Paul başındaki kafes işi mavi D üşünm e Başlığını ayarlayıp
önündeki bilgisayar ekranının üst kısmında beliren, anatom ik
olarak eksiksiz görüntüye baktı, "iyidir, D oktor. H iç acı yok."
"Ağrı falan?"
Paul sırıttı. "H içbir şey yok."
"Pekâlâ, bir dalıa hareket ettir bakalım. Başının üzerine kal­
dırm ayı d en e."
Ekrandaki görüntünün sol kolunu kaldırmasını seyreden F le­
ming, ekranın alt kısmındaki, aniden yükselen yatay çizgileri
kontrol etti. "Ç o k iyi, Paul. Beyin dalgaların güçlü görünüyor.
Alfaları kontrol altına almışsın aıtık. K olunu indir. H arika." D ö ­
nüp kaşlarını çatıp düşünce gücüyle ekrandaki kolu hareket et­
tirm eye yoğunlaşan araştırma hastasına baktı. Y irm i altı yaşın­
daki hastanın üzerinde N ik e marka bir eşofm an üstü ve soluk
renk bir kot p an to lo n vardı. Eşofm anın kolu o m zundan aşağı
boş bir şekilde sarkıyordu.
Paul d ö rt sene önce bir fabrika kazasında kolunu kaybetmiş­
ti vc Barley H all'a gelene dek kaybettiği kolunun neden olduğu
I U C I r t: K 23

sayısız işkenceye katlanmıştı. F lem ing kolunu bacağını kaybet­


miş ve hayalet ağrı çeken pek çok hasta tanım ıştı. A cının kay­
nağı, sinirsel ağında vücudun üç boyutlu sanal bir haritası olan
ve kaybedildikten ço k uzun bir süre sonra bile kol ve bacaklara
sinyal g ö n d erm ey e devam ed en beyindi. P aul'ün olayında N ö -
ro Ç ev irm en , kaybettiği koluna acı sinyalleri g ö n d e re n beyin dal­
galarının tanım lanm asına yardım cı olmuştu; bu da F lem ing'in
sinyalleri durdurm asını sağlamıştı. Paul tedaviye öyle olumlu ya­
nıt vermişti İd bir ay ö n ce Flem ing acı sinyallerini durdurm anın
ötesine g eçip kontrol sinyallerini artırm aya karar vermişti.
"Pekâlâ, ekranda gayet iyi görünüyorsun." F lem ing köşede
ki latcks m ankene dön d ü . "B rian'ı kavra"
Paul sırıttı. "Sorun değil."
"K endim ize de bayağı güveniyoruz, ha? O zam an yum urta
testini yap da g ö re lim ."
"N e y i? "

F lem ing ayağa kalkıp m ankenin yanm a gitti. "Brian cinsiyet­


sizdi, am a lateks derisinin altındaki her bir p ro tez kas ve eklem
ortalam a bir insan b ed enindekinin aynıydı. Flem ing kırışık b e­
yaz önlüğünün ceb in d en bir kutu çıkarttı, kutuyu açtı vc onun
içinden de ham yüne sanlı bir yum urta çıkardı. M ankenin yanın­
daki masayı itti, cilalı ahşap yüzeyin bir ucuna yumurtayı diğer
ucuna da kutuyu yerleştirdi. H e r ikisi de B rian'ın sağ kolunun
yetişebileceği m esafedeydi.
Yüksek çatılı V iktoryen tarzı odanın diğer tarafına doğru yü­
rüdü ve T h in k T an k 'le g ö zlem odasının arasındaki cam ın orada
durdu. Ç alışm a köşesine doğru eğildi ve yan saydam küpün ya­
nındaki klavyede bazı ayarlam alar yaptı. "Pekâlâ, B rian'a bağ­
landın. O nun vücudunun diğer taraflannı boş ver. Sadece sağ
koluna odaklan. Y um urtayı al ve tekrar kutuya koy."
"Buradan mı?" dedi Paul; yum urtadan üç m etre uzaktaydı.
"Sadece kaybettiğin kolunu kullanmayı düşün. A ynen ekran­
daki göriintüyle yaptığın gibi.
Paul konsantre olurken yüzünü ekşitti.
24 M I C H A h L C O R DV

"K endini fazla zorlam a. B rian'm kolunun senin kolun oldu­


ğunu düşün."
O anda m ankenin sağ dirseği büküldü ve el ileri doğru uzan­
dı; neredeyse yumurtaya çarpıyordu.
"Dikkatli ol. A cele e tm e .“
El yavaş yavaş açıldı, yumurtaya yaklaştı ve onu kavradı.
"Fena değil, hiç fena değil," dedi Flem ing. "O erçi bu işin ko ­
lay kısmı. Şimdi onu kaldırıp kutuya koym an gerek. P arm ak uç­
larındaki geribildirim sensorlanna dikkat et."
M ankenin eli havaya kalkıp kutuya doğru hareket etti. D er­
ken aniden kapanıp kabuğu kırdı, yum urtanın sarısıyla beyazı
cilalı ahşabın üzerine aktı.
Flem ing gülüp Paul un om zuna vurdu. "Ekrandakinden da
ha zor, değil mi? Y ine de ilk d en em e için iyi.”
Kapı çalındı. H em şire Frankie P in n er başını içeri uzattı. K o ­
yu renk saçları ve yüzündeki kocam an gülüm sem esiyle alımlı bir
kadındı; F lem ing'in, Barley H all'u n batı yakasındaki araştırma
bölümünü idare etm esinde ona yardım cı olan doktorlar, bilim
adamları ve hem şirelerden oluşan ekibinde başhemşireydi. "D r
F lem ing, saat dört. Koğuşu teftiş edecek misiniz?"
Flem ing saatine baktı. "Teşekkürler, Frankie. K alıp egzersiz­
lerini tam am lam ası için P aul'e yardım eder misin?" P au l'e d ö n ­
dü. "Pratik yapm aya devam et," dedi. "B rian'm üzerinde uz­
manlaştığında kendi kolun için de hazır durum a geleceksin."
T h in k T an k 'ten çıktı, sağdaki batı kanadı koridoruna döndü
ve soldaki ilk çarpm a kapıyı açtı.
Barley H ail araştırma koğuşu d ekoratif gölü ve kliniğin ar­
ka tarafına doğru uzanan çim leri g ö ren kem erli pencereleriyle
heybetli m eşe lambrileri olan bir salondu. V ictoria d ö n em in d e
erkek yaUlı okulu olarak kullanılan bir m alikânenin jim nastik
salonundan bozm aydı. K oğuş, sandalyeler ve bir televizyonun
olduğu açık bir alanı çevreleyen altı ferah b ö lm ed en oluşuyor­
du. Klinik d en em eler sırasında uyumaları g ereken hastalar bu­
rada kalıyordu. Ç o ğ u evlerine ya da B u c k in g h a m sh ire Stoke
I UC lr E R 25

M ancleville'deki om urilik yaralanm aları ünitesi gibi hastanelere


g itm ed en önce birkaç gece burada kalırdı.
D olu bölm elerin yan açık paravanlarından, yatağında yat­
mış uyuyan kızı görebiliyordu. Kızın başında bir hem şire dikili­
yordu. "Nasıl?" diye sordu fısıltıyla. B ir sene ö n c e , doğum gü­
nünden iki ay sonra, erkek arkadaşı o n u m otorla gezintiye çı­
karmıştı. Ç o cu k olaydan hafif sıyrıklarla kurtulmuştu am a kızın
om urgası kırılmış ve belden aşağısı felç olmuştu. D ün, Fle-
m ing'in takımı om urgasının alt kısmı ve bacaklarına elektrikli
im plantlar yerleştirm işlerdi. F lem ing, N ö ro Ç c v irn ıc n sayesinde
beynin hasarlı om uriliği bertaraf edip bacakları direkt, olarak
kontrol etm esini um uyordu.
H em şire başını kaldırıp baktı. "İyi gidiyor, Dr. Flem ing. Birkaç
günlük bir süre içinde T h in k Tank'teki ilk görevi için hazır olur."
Bitişik oda PaulTındii, diğer ikisinin kapısı kapalıydı. N ezare-
tindekilere bakmak için kapıları araladı. H e r iki hasta da uyu­
yordu. M onitörlerini kontrol edip onları rahatsız etm eden çıktı,
sonra da beşinci bölm eye yöneldi. Bu bölm eye yaklaştıkça o
önyargısız profesyonelliği sarsılıyordu.
F lem ing daha otuz altı yaşındaydı am a öyle çok şey görm üş ­
tü ki acıya alışmıştı. Harika bir yaşam ın bir anda nasıl yerle bir
olacağını herkesten iyi biliyordu. D oktorluk kariyeri boyunca bir
şeyi anlamıştı: A cı rastlantısal bir şeydi ve sizi ondan koruması
için tanrılara bel bağlam anın anlam ı yoktu.
Bunca kaderciliğine rağm en ou bir ay önce beşinci bölm ede
kalan hastanın başına gelenleri kabul etm ekte zorluk çekiyordu.
Bu kalıcılığın garanti olam ayacağı yönündeki fikrini güçlendirmiş­
ti. Ailesi, arkadaşları,-bilhassa da eski kız arkadaşları onu değişim
için değişim istemekle suçlamışlardı, am a bu doğru değildi.
C am bridge'deyken bir kez âşık olm uştu ve hayatını o insana
adam aya hazırdı. A m a kız gidip kendisinden yirm i yaş büyük bir
doçentle evlenmişti. F lem ing kalbi kınlsa da hayatına devam e t­
mişti. O zam andan beri birkaç ilişki yaşamıştı, ne var ki hiçbiri
onda g erçek tutku alevini yeniden tutuşturma inişti. Evliliğe sıcak
bakmadığı için birden fazla kız tarafından terk edilmişti. İşler ne
26 M IC 11 A F L C Û R D V

zam an ciddiye binse kaçardı. Değişim m acera dem ekti. Değişim


-kötü bile olsa- ihtimal dem ekti ve engelleri umursamayarak
mümkün olan şey için mücadele etm ek onun acıya karşı simge­
sel panzehiriydi.
Son birkaç sene içinde gördükleri de dahil koğuşundaki has
talann çoğuna durumlarının ümitsiz olduğu, herhangi bir iyileş­
m enin ya da olumlu yönde bir değişimin mümkün olm adığı söy­
lenmişti. Ve o bu durumdan nefret ediyordu. Bilhassa söz konu­
su olan beşinci bölm edeki hasta olunca.
"MilcsJ"
Virginia Knight koğuşun girişinde dikiliyordu. Barley Hall'un
Amerikalı yöneticisi ellili yaşlarındaydı ama daha genç gösteri
yordu. U zun ince yapısıyla klasik lacivert takımının içinde olduk­
ça zarif görünüyordu. San saçlan kısa kesilmiş, uzun, zeki yüzü­
nün soğuk çizgilerini yumuşatacak biçimde şekillendirilmişti.
Gözlüklerini çıkartıp gülümsedi. "Seni bir dakikalığına ofisimde
görebilir miyim? Acil bir durum."
Flem ing göz ucuyla beşinci bölm eye baktı. Bekleyebilirdi.
Hasta bir yere gitmiyordu ya.
DÖRT

YÖNETİCİ OFİSİ

Viktorycn malikânenin ana bölümünde bulunan ofis gösterişli


kornişleri, bir kademlik süpürgelikleri vc ön taraftaki araba yolu­
na ve biçilmiş çim lere bakan enfes cumbasıyla şaşaalı bir odaydı.
Miles Flem ing kollarını kavuşturmuş, uyuma güçlüğü çeken
yöneticinin genellikle geceleri kullandığı geniş kanepede oturu­
yordu. "Ciddi olamazsın, Virginia! M igren ne zam andan beri
acil bir şey?
Virginia Kniglıt masasından kalkıp İtalyan kahve makinesi­
nin yanına gitti. İki espresso hazırlayıp birini Flem ing'e verdi.
"Bu önem li, Miles," dedi. "G üven bana."
Flem ing başını salladı. "Ama T hink T ank'lc N ö ro Ç c v irm c n
bu gece bana lazım. Paul şu anda orada, R o b u n da yannki bağ
lantı denem esi için hazırlanması gerek. A raştırm a program ı da
haliyle dolu. Jake'lc elde ettiğimiz başarıdan sonra N ö ro Ç c v ir
m en 'e ilgi bayağı arttı. Şimdiden bir buçuk kilometrelik araştır­
ma hastası kııyruğu var ve ben bililerini öne geçirip program ı
gerile te me m; özellikle de başı ağnyan birini.
Virginia Knight iç geçirdi. "M iles hem Jake'in hem de
R ob'un sıranın ön tarafına geçiverdiğini unutuyorsun."
"O başka. O vakaları bununla kıyaslayam azsm .“
"Sana göre başka -bu yüzden selefimin senin öncelik kaça­
maklarına göz yum m am gerektiği yönündeki fikrine hiçbir zam an
28 M I C H A E L C O R O Y

karşı çıkm adım - am a Barley Hall Y ö n etim K urulunun kati


araştırma protokolüne göre kurallar değiştirilmişti; yani söyleye­
ceğim şu ki Barley H all'uıı yöneticisi olarak klinik için eıı iyi ola­
nı yapm am gerek; o nedenle sen de bu hasta için zam an yarat­
malısın. Bu g ece."
M iles Flem ing kahvesinden bir yudum aldı. V irginia
Knight'la bir alıp verem ediği yoktu, ama sekiz sene evvel
C am bridgc'den aldığı tıp diplom ası ve Ilarvard'da tam am ladığı
nöroloji doktorasıyla Barley H all'a gelm esinin nedeni o değildi.
K night'ın selefi, Knight gibi doktorluktan idareciliğe geçm em iş
aksine daim a tam bir araştırm acı, gerçek bir bilim adam ı olmuş­
tu. M uhteşem vc nc yazık ki artık m erhum olan Profesör H enry
T rier F icm ing'in C am bridge'deki profesörlerinden biriydi. T rier
özel sektör, C am bridge Üniversitesi ve Stoke M andeville'deki
omurilik zedelenm eleri ünitesi taraftndan kurulmuş bir araştır
ma konseyi olan N eurological Trust'ı devralırken Flem ing ona
katılmak için eline geçen fırsata balıklama atlamıştı.
T rier sekiz ay önce bir kalp krizi sonucu hayatını kaybedin­
ce idari ve İdarî olm ayan pek çok yöneticilik tecrübesi olan
Knight onun halefi olarak atandı. Flem ing onun neden seçildi­
ğini anlıyordu: Y ö n etim , halkla ilişkiler ve yardım toplam a ko­
nularında uzm andı, am a Flem ing onun bazen parasal mevzula­
rı hastalardan ve araştırmalardan daha önem li gördüğünü düşü­
nüp endişeleniyordu.
Knight masasındaki bir dergiyi ararken "Sıranın önııne ge­
çirm e konusunu bir kenara bırakırsak," dedi, "sana bu gece Dr.
A m b cr'ı g ö rm enin ehem m iyetini açıklayayım." D ergiyi Flc-
m ing'e uzattı. "Ö ncelikle, onu tanıyor musun?"
"F ibcttc, hakkında bir şeyler duymuştum." O nu endişelendi­
ren de buydu. A m ber G ran t zengin vc ünlü biriydi. K night için
onu tedavi edilm eye değer kılan da buydu zaten. D ergi Time
dergisiydi, ön kapağında da Bradley Soam es'iıı her yayında g ö ­
rünen rötuşlu resmi, hem en yanında da iş ortağı A m ber
G ran t'in m uhteşem güzellikteki yıızıı vardı. Resim lerinin üzerin­
de. 'S potlar Işık Büyücülerinin Ü zerine Çevrildi* yazıyordu.
LUCIFER 29

Fleming dergiyi karıştırdı. A ltıncı sayfada A m b er G ra n t'lc ya­


pılmış bir röportaj vardı; şüphesiz Lucifer soft-sereen'in şaşalı
lavm anıyla aynı zam ana denk düşüyordu. Flcm ing'in Lucifcr
optik bilgisayara dayanan N ö ro Ç c v irm c n 'i de G ra n t vc So-
araes'in geliştirdiği teknolojiyle çalışıyordu. Flem ing rahatsız ol­
muş am a aynı zam anda meraklanmıştı da; gizemli m ünzevî -p ek
çok kişinin O ptrix'in arkasındaki dâhi olarak gördüğü- Bradley
Soam es'in kısa bir biyografisini görünce merakı daha da arttı.
"D evam et," dedi Knight. "Oku."
Fleming yazıya şöyle bir göz attı. Yazının çoğunda lekrar tek­
rar adam ın ününden bahsediliyordu, am a yine de bazı bölüm ler
ilgisini çekmişti -özellikle de Bradley’nin gençliğiyle ilgili olanlar:

Bradley Soames xeroderm e pigmentosum, yaygın ismiyle XP


hastalığından mustarip. Bu değişime uğram ış bir genin sebep ol
duğu bir sendrom ; yani güneş ışığıyla en ufak bir temas deh
kanserine yol açıyor. Pek çok psikolog, varlıklı Soames petrol
hanedanında -rivayete göno güneş tutulması s ıra s ın d a - dünya­
ya gcJen Soam os böyle lanetlenmiş olmasaydı hayatı ne yönde
gelişirdi diye merak ediyor.

Kesinlikle bu kadar eksantrik olm azdı, ama böyle olağanüs­


tü başarılı olabileceği şüpheli. Hayatı güneşin merhametine kal­
m ış bu yetenekli genç adamın güneşin gücünü kontrol altına alıp
onun hızını kullanması ironinin ötesinde bir şey

Çocukluğundan itibaren ultraviyole ışınlarından korunmak


için kapalı kapılar ardına hapsedilen Soam es kafayı hapis ha­
yatı yaşamasına neden olan elektromanyetik ışınların atom altı
kuantum parçacıklarına; ya ni ışık fotonlarına takar. Zekâsını ışı­
ğa yoğunlaştırarak on üç yaşında fotonların işlem, depolama ve
bilgi aktarımı için kullanılabileceği sonucuna varır.

Soam es on altı yaşında anne babasının ona evde ders ver-


melen için tuttukları en yetenekli özel hocaları bile geride bı­
rakarak Pasadena’daki, dünyanın önde gelen teknik üniversite­
lerinden biri olan, Cal Tech’e girip on sekizinci doğum günün­
den iki gün önce, okula başvuran pek çok öğrenciden çok daha
30 U I C H A 1*1 C Û K D Y

genç bir yaşta onur derecesiyle mezun olur. Am a o okula sınav­


ları geçmek için kaydolmam ıştır; o kendine bir ortak arıyordur.
Fikirlerini anlayacak dorccode zeki, gerekli enerji ve sosyal yo
teneklere sahip ve onun yapamayacağı şeyleri yapacak -gün
ışığına çıkıp onun hayalini tanımasına yardımcı olacak- karak­
terde birini... Bu kişi parçacık fiziği konusunda araştırmalar ya­
pan bir doktora öğrencisidir: Am ber Grant.
Amber Grant'in kendisi de dahil pek çok kimse bir optik bil­
gisayar geliştirmeyi düşünmüştür, ama onların tasarımları yal
nızca optik liflere dayanmaktaydı ki bunlar çalışsalar bile bir
dolu kabloya gerek duyulacaktı. Soam es'in yaklaşımı ise fark­
lıydı: O elektron delik çiftlerini, ışığı ve içine depolanmış verile­
ri tekrar göndermeden evvel hapsetmeye yetecek kadar ayrı tut­
mak için gerekli elektrik alanını yaratmak amacıyla sesi kullan
mayı teklif ediyordu.
Soam es'in vizyonu ve Am ber Grant'in kendini adamışlığı,
ayrıca hepsi kendi içinde bir doktora tezi olabilecek küçük tadi­
latlarla sekiz sene önce dünyanın en kullanışlı optik bilgisayarı­
nı ortaya çıkardı. Bu da merkezi San Fransisko olan O ptrix S a ­
nayilerini, dünyanın gelmiş geçmiş en hızlı büyüyen şirketlerini
meydana getirdi. Bradley Soames Optrix'teki işinin haricinde
Alaska'daki kendi özel teknolojik yenilikler tesisinde -VenTec
V akfı'nda- giderek daha çok zam an geçirir o ld u ...

Fleming başını kaldırınca Knight, "Durum şu," dedi. "So­


ames senin araştırmana milyon dolarlık bir bağışta bulunmak is­
tiyor." Gülümsüyordu. "Bilirsin ben hep C hristopher R eeve et­
kisinden bahseder dururum. Hasarlı omurilikte kök hücrenin ye­
niden canlanmasının nörolojik araştırmaların kutsal kâsesi oldu­
ğunu inkâr edem ezsin. Batı kanadındaki Bobby C hance'in gene­
tik mühendislik ekibi için ödenek bulmak bile daha kolaydır."
F lem ing'in yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi. "Bobby'nin
takımı asırlardır dişe dokunur bir sonuç elde edem em iş olsalar
da nedense benim doğu kanadında yaptığım şey hâlâ gerçek bir
çözüm değil mekanik bir plaster olarak algılanıyor."
IU C I FLI ft 31

Knight güldü. “Bu anlayış hızla değişiyor. Jakc'le yaptığın


devrim dalgalanm alar yaratıyor ve biz de bunu paraya dönüştür­
me liyiz. Bradley S oam es N ö ro Ç e v irm e n ile ilgileniyor vc onu
geliştirmek için ciddi bir miktan g ö zd en çıkarm aya hazır."
Fleming bunu zaten biliyordu: Altı ay önce Soam es ona d o ­
laylı yoldan yaklaşmış, onu V en T ec'e transfer etm ek istemişti.
"Ben de bu ciddi ödeneğin karşılığında onun kıymetli iş arkada­
şını m uayene etm ek zorundayım , öyle mi? M igren yüzünden
yere yığılmasının haricinde bir sorunu var mı?"
Knight masasındaki bir dosyaya parm ağıyla vurdu. "Al sana
onu g ö rm en için başka bir neden daha. O bir araştırm acının
arayıp da bulamayacağı kişi. T ıbbi geçm işi çok şaşırtıcı, bir no
rolog olarak ondan çok şey öğrenebilirsin. Bu sefer didişme.
M iles, büyük bir başarı yakalamak üzeresin. Program ını yalnız­
ca birkaç gün aksatacak -sağlayacağı onca faydanın yanında
önem siz bir külfet."
Flem ing şüphelerine rağm en ilgilenmişti. "Fayda mı?"
"O nun bir eşi dalıa yok," dedi K night. "Sana tüm tıbbi ka­
yıtlarını e-posta olarak atarım , gerçi bu veriler de sana neden
bahsettiğim e dair bir fikir verir."
Flem ing gönülsüzce dosyayı aldı. Virginia Knight kusursuz
bir idareciydi vc Flem ing o ndan çekiniyordu. Tlme'm kapağın­
daki güzel kadına bir kez daha göz ucuyla bakıp, "Ben hâlâ ne­
den diğer hastalarımdan daha önce geldiğini anlamış değilim.
Bir uzvu falan kesilmiş değil ya?"
İlk röntgen filminin olduğu dosyayı açan F lem ing'in şaşkın­
lıktan nefesi kesilirken Virginia K night yüzünde kocam an bir
gülüm sem eyle sandalyesinde geriye doğru yaslanıp, "P ek sayıl­
m az," dedi. "Pek sayılmaz."
BEŞ

17.00
BARLEY HALL

A m ber G ran t'in L o n d ra'd an gelen ambulansı Barley H all'a va­


rana kadar hava kararmıştı. O nu zayıf düşüren m igreni dinmiş-
ti am a o, her zamanki gibi, kendini hâlâ bitkin hissediyordu.
E3aş ağrıları habersizce gelir; o da buna boyun eğerdi. Ne var ki
bu son kriz onu sinirlendirmişti. Ö nem li bir sunum esnasında
yere yığılmıştı. Yenilmişlik hissi g eçm ek bilm iyordu. İşi onun için
hayattaki en önem li şeylerden biriydi ve o hem kendini hem de
diğer herkesi hayal kırıklığına uğratmıştı -h em de lanet olası
m edyanın önünde. Bu geceki yem eği de kaçıracaktı, yarın sa­
bah, uçağı San Fransisko*ya d ö n m ed en ö n c e , gerçekleştirilm e­
si planlanmış tanıtım ve iş toplantılarını da kaçıracaktı. Hissetti­
ği acıya rağm en Türbine H all'a dönüp devam etm ek istiyordu,
am a Bradley Soam es buraya gelm esi konusunda ısrar etmişti.
A m a uzm anlar ne söyleyecek olursa olsunlar A m b er yarın sa­
bahki uçağına yetişip hasta annesi G illian'ı g ö rm eye kararlıydı.
Barley H all'un etkileyici kapılarından geçerken yeşil çim lere
doğru merakla baktı. Ç ökm ekte olan akşam karanlığı ve bastı­
ran kışa rağm en her şey K aliforniya'dakinden çok daha cafcaf­
lı görünüyordu. V iktorycn malikâneyi çocukken gittiği, hiçbir
özelliği olm ayan A m erikan hastaneleri ve klinikleriyle mukaye­
se etm ekten kendini alamadı.
33

D okuz ay öncesine kadar o klinikler kötü bir anıdan başka


bir şey değildi. A m a şimdi, onu gittikçe daha da zayıf düşüren
m igrenin m erham etine kalmıştı ve kliniklerle, doktorlarla, test­
lerle yeniden tanışm a vakti gelmişti. G e ç e n altı ay içinde P E T ‘ ,
CA T7 ve MRI* da dahil ne kadar test varsa yaptırm ıştı, am a ona
durum u hakkında hiçbir şey söylenm em işti. S oam es onu Türbi­
ne H all'dan ambulansa kadar geçirirken yeni bir 'uzmana* g ö ­
rünm ek konusunda tereddütleri vardı. A m a S oam es Dr. Miles
F lem in g 'i görm esi konusunda ısrar etmişti.
"Ç ocukken, daha XP teşhisi konulm adan, cildimin gördüğü
hasar konusunda konuşup duruyorsun A m ber," dem işti. "H e r
iki ayda bir cildiyecim i kovm am ı engelleyip bana ya yeni bir la
net m clan o m aın ın daha olması ya da onlar beni öldürm eden
hepsini kesip çıkartması yönündeki tavsiyelerini dinlem em için
ısrar ediyorsun. B iliyor musun, sen bu dünyada sözlerine kulak
verdiğim belki de tek insansın. Ben de şimdi senden beni dinle­
m eni istiyorum. Baş ağnlannı düzenli olarak kontrol ettir. Şu
M iles Flem ing den en çocuk zeki biri. N ö ro Ç c v irm e n 'i optik bil­
gisayarla yapılan en iyi şey -yeni nesil gen ardışımlayıcısı olan­
lardan." S oam es p ek çok insanı aptal, geri kalanını da vasat
olarak nitelerdi; bu yüzden de otuz altı yaşındaki bir İngiliz er­
kekten böyle olumlu bahsetmesi büyük lütullu doğrusu.
K apıdakiler o n a tekerlekli sandalye önerdiler, am a o şık re­
sepsiyon salonuna yürüyerek gitti. Sakat m uam elesi g ö rm ek ten
nefret ederdi. Yıllardır laboratuvarlarda çalışıyor olsa da her sa­
bah erk en d en O p trix 'in havuzunda yüzerek form tuttuğu için
kendisiyle gurur duyuyordu. İçeride onu elinde not panosuyla
bir hem şire karşıladı.
"İyi akşamlar. Dr. G rant. Ben Başhem şire Frankie Pinner.
Y ürüyebilecek misiniz? A ğrınız için bir şeye ihtiyacınız var mı?"
"Şimdilik iyiyim, teşekkürler."

1 P o zitro n Em isyon Tom ografisi


2 Bilgisayarlı Ekseubl T om ografi
3 M anyetik R ezonans
34 •j i c 11 a r L C o n o r

"O halde ben Dr. F lem ing'i çağırırken siz beklem e odasın­
da oturun lütfen. Bir şeye ihtiyacınız olursa resepsiyona bildi­
rin, yeter."
G eniş salonun bir köşesine sırt sırta divanlar sıralanmıştı.
A m ber oturup ceket cebindeki mobil İletişimcisini buldu. C ep
telefonundan daha büyük olm ayan aletin açılan iki parçasından
birinde dokunm atik bir kontrol pedi diğerinde ise sayı tuşları
vardı. K ontrol pedindeki düğm elerden birine basınca ortadaki
mafsalda bir ekran belirdi. T am elektronik postalarını ve telefon
mesajlarını kontrol ediyordu ki arkasında birinin derin bir nefes
aldığını işitil: "Vay canına."
D ö nünce oturduğu kanepenin arkasındaki kanepeye yasla
nıp om zunun üzerinden onu izleyen küçük bir oğlan çocuğu
gördü. Diken diken san saçlan, riyasız, anlamlı bir yüzü ve İleti­
şimcisinin en son teknoloji ürünü soft-scrccn'ine dikilmiş koca­
m an yeşil gözleri vardı. Y anında da annesi olam ayacak kadar
yaşlı bir kadın oturmuş dergi okuyordu.
"Bu senin mi?" diye sordu çocuk; minik elini A m ber'ın o m ­
zuna koymuş daha iyi görebilm ek için yerinde kımıldanıp duru­
yordu.
A m b er ona gülümsedi. "Evet."
"D aha önce bunun gibisini görm em iştim ."
"Bu yeni."
"N ered e n aldın?"
A m ber, "Bunu ben yaptım ," dedi, sonra da, "D aha doğnısu
şirketim yaptı," diye düzeltti.
Ç ocuk durup alıcı gözüyle A m b cr'a baktı, sonra ciddiyetle,
"Sen dâhi misin?" diye sordu.
A m ber yine güldü. "H ayır."
"B enim am cam bir dâhi, " dedi çocuk, alelade bir şey söylü­
yorm uş gibi.
"A h, çok etkilendim . Senin adın ne?"
-J a k e ."
t u C I Fr fi 35

"M erhaba. Jake. Ben de A m ber."


Ç ocuk kocam an bir gülüm sem eyle karşılık verdi. " N e le r ya­
pabilir?" diye sordu.
"Bir sürü şey. T elefo n görüşm eleri yapar, e-posta gönderir,
hesap kitap yapar, hava tah m in le rin e, müsabaka sonuçlarına
b ak ar..."
"Oyun da oynayabilir mi?"
"Elbette."
"Futbol skorlarını söyleyebilir mi?"
A m b er zihnini zorlayarak, "Tabii ki," dedi. O söz konusu ol­
duğunda fııtbol dipsiz bir kuyuydu. Forty N iners A m erikan fut­
bolu takımını tutuyordu, am a sadece O ptrix onlara sponsor ol
duğu için. "Sen hangi takımı tutuyorsun?"
"M an U, tabii ki," dedi, sanki başka bir takımı tutm ak için
aptal olm ak gerekirm iş gibi. "Ben futbola bayılırım."
"Bahse girerim iyi de oynuyörsündür."
"Artık o kadar iyi değilim , am a tekrar iyi olmaya başladım."
Bunu söylem e şeklindeki bir şeyler A m ber’ı duraksatmıştı.
"Dr. G ran t." A m b er başmı kaldm nca not panolu hem şirenin
geri döndüğünü gördü. "Beni takip ederseniz sizi doğruca
T hink T an k 'e götüreceğim . Lavaboya gitm eniz gerekiyorsa ya
da bir bardak su isterseniz lütfen söyleyin. Giriş form larını'daha
sonra doldururuz."
A m b er "G itm e m gerek. Jake," deyip, hemşireyle gitm ek
için kalktı.
Ayağa kalkınca dönüp çocuğa baktı ve neden artık futbolda
o kadar iyi olm adığını anladı. Şiddetli bir sancı hissetti -farklı bir
çocuk olm anın nasıl bir şey olduğunu bilirdi, ama acım a duygu­
sunu gizleyip el sıkışmak için eğildi. "Seninle tanışmak bir zevk­
ti, Jake. Sana M an U ile bol şans d ilerim ."
Ç ocuk dişlerini göstere göstere gülerek, "Güle güle A m ber,"
dedi.
H em şire A m b er'ı T h in k T an k 'e giden .uzun bir koridordan
geçirip doğu kanadına doğru götürdü. Sonra içinde bir masa.
36 U i C H H E L C 0 fi D Y

bir L ucifcr optik bilgisayar, iki sandalye ve bir dizi m onitörün o l­


duğu küçük bir odaya girdiler. T h in k T ank'i g ö re n bir cam var­
dı, A m b er burasının bir g ö zlem odası olduğunu döşündü. H e m ­
şire ona biraz su koyup gitti.
A m b er m asanın uzağındaki yumuşak sandalyelerden birine
oturup etrafa baktı. Duvarda bir m antar pano vardı. Ü zerine te ­
şekkür kartlarıyla lıasta ve personel fotoğrafları gibi görünen bir
şeyler iğnelenm işti. F otoğraflardan biri dikkatini çekti: D ağcı kı­
yafetleri içinde, iki bronz tenli adam masmavi bir gökyüzünün
altında beyaz bir dağın tepesinde dikiliyorlardı. Birbirlerine kar­
deş gibi ben zey en adam lar ellerini muzaffer bir edayla havaya
kaldırmışlardı.
Sonra g ö zlem penceresinde kendi yansım asını gördfı. S ol­
gun ve bitkin görünüyordu. Farkında olm adan saçlarını geriye
doğru tarayınca yuzönön sol tarafı ve sol şakağından saçlarının
başlangıç çizgisine doğru uzanan küçük, gömüş! yara izi ortaya
çıktı. Sol kulağının olm adığı artık görünüyordu. Sağ kulağında­
ki yeşim taşıyla süslü altın köpe sol kulağının yokluğunu vurgu­
luyordu. Estetik am eliyatı kesinlikle reddetm işti: Ç ocukluğundan
kalma izleri yok etm en in bir şekilde kendine ihanet etm ek anla­
m ına geldiğini düşünüyordu.
"Dr. G ran t? Ben M iles F lem ing."
A m ber, Flem ing odaya girerken, kendini eteğini düzeltip
saçlarına şekil verirken buldu. O nu hem en tanıdı; fotoğraftaki
adam lardan biriydi. Beklediği gibi biri değildi. D üğm eleri açık
önlüğünü saymazsak bilim adam ına ben zer bir hali yoktu; hele
onun tanıdıklarıyla hiç alakası yoktu ve A m b er onun katıksız fi­
ziksel gücüne hazırlıksız yakalanmıştı. U zun boyluydu, en az bir
seksen ve şu farkında olm adan zarafetle yürüyenlerdendi. Siyah
saçlan üstü başı gibi dağınıktı, cildinde ise açık havada ohışmuş
sağlıklı bir kırmızılık vardı. Elini uzatıp gülüm sediğinde gri g ö z ­
lerinin etrafında m inik kırışıklıklar oluştu. K o ca elleri sıcakü ve
onunkileri sımsıkı kavramıştı.
"Beklettiğim için özür dilerim , birkaç konuyu halletm em iz
gerekiyordu da."
LUCIFER 37

"Ziyanı yok. Bu kadar kısa sürede beni gö rm ey i kabul ettiği­


niz için teşekkürler."
"M igreniniz nasıl? A ğrı şimdi nc durum da?
"K o n tro l altında."
"iy i. Size burada ne yaptığım ızı kabaca anlatayım , sonra da
sizin sorununuza g eçelim , olur mu?"
"E lbette.”
"Burada, Barley H all'da yaptığım ız iş tem elde iki bölüm e ay­
rılıyor. Balı kanadı salt bilimsel araştırmalarla ilgileniyor, kök
hücre yenilenm esi, om uriliğin yeniden yapılanm ası ve bunun gi­
bi şeyler üzerine yoğunlaşıyor. Burada, benim takım ım ın bulun­
duğu doğu kanadındaki araştırm alarım ız daha çok pratiğe y ö n e ­
lik. Biz tıbbı nedenlerle bir uzvunu kaybetmiş ya da belden aşağı­
sı felçli insanların felçli uzuvlarının kontrolünü geri kazanmaları
ve protezlerini kullanabilmelerine yardım cı olabilm ek için beyin­
deki sinyalleri kullanma konusu üzerinde duruyoruz." Flem ing
ona gülümsedi. "Ayrıca acıyı kontrol altına almayı sağlıyoruz."
G ülüm sem esi A m b e r'ın hoşuna gitmişti am a daha o n a gü­
v en m ey e hazır değildi. "A h, evet. Peki ya vücudunuzda bulun­
m ayan bir yerinizdeki acı?"
"Bu da uzm anlık alanlarım ızdan biri."
ALTI

A m b er G ran t'in dosyalarını okuyan Miles F lem ing onunkine


benzer iki vaka daha biliyordu: biri A m erika'da diğeri Fran­
sa'da, ama hastaların ikisi de am eliyat olmam ıştı. Çalışmaları
süresince am eliyata dayanıp hayatta kalan bir kişi görm em işti
daha. Bradley S o am esle O p trix 'te elde ettiği başarılara bakılır
sa A m b er G ran t hayatta kalmakla yetinm em iş parlak zekâsına
hiçbir zarar gelm eden işkencelere göğüs germ işti.
Masadaki Lucifer O ptik Bilgisayarına döndü. Bu yan say­
dam bir küptü; arkasında üç boyutlu şekillere benzeyen şeyleri
gösterm ek için tasarımlanmış K R E E 8 foton plazm a ekran var­
dı. Flem ing ekranı kendisine doğru çevirip kablosuz kontrol pc-
dine uzandı ve Barley H ail'un Veri G üvenlik Sağlayıcısından
A m b er G ran t'in sağlık dosyalannı buldu. Bilgiler ışık hızıyla ek­
randa belirdi.
Ekrandaki röntgen filmlerine baktı, sonra d ö n ü p A m b er'a
baktı. Am eliyat olduğuna dair belirgin bir iz yoktu, am a A m -
ber'ın saçları ve gözleri dikkatini çekti. Yüzünün sol tarafını giz­
leyecek şekilde aynlmış olan gür, mavi siyah saçlan göz alıcı
parlaklıktaydı. Kedi gözünü andıran iri gözlerinin rengi enfesti:
üzerinde altm rengi benekler bulunan kopkoyu bir yeşü. G üzel
bir burnu ve parlak bir cildi vardı. Yüzünün saçla gizlenm em iş
olan tarafındaki kulağından çarpıcı güzellikte, yeşim taşı vc al­
tından bir küpe sarkıyordu. D olgun dudaklan soluk m ercan ren-
gindeydi. O F lem ing'in şimdiye dek tanıdığı en egzotik kadındı.
L U C I f I - R 39

"A m eliyat yerinizi görebilir miyim?"


"Elbette." A m b er saçının sol tarafını geriye doğru attı.
Flem ing ayağa kalkıp ona doğru gitti. Eğilince parfümünün
kokusunu aldı: tatlı sert; tıpkı ender rastlanan tropik bir çiçek gi­
bi. Yukarıdaki saç çizgisinden başlayıp ensesindeki saçlara inm e­
den şakağını iki eşit parçaya ayıran gümüş! renkteki m untazam
yara izini inceledi. Kulağı yoktu ama yara öylesine belirsizdi ki bir
bozukluk değil de daha çok atlanmış bir şey gibi duruyordu.
Yerine döndü ve tekrar bilgisayar ekranındaki görüntüye
baktı. "M igren ağrılarınızdan bahsedelim ," dedi. "Kayıtlarınıza
g ö re sekiz ya da dokuz ay önce başlamış ve daha önce böyle bir
baş ağrısı şikâyetiniz olm am ış. Ç ocukken bile."
"D oğru.M
“A yda yaklaşık on kere oluyor."
"Aşağı yukarı."
“Bir kriz ne kadar sürüyor?"
"D urum a göre değişiyor. H e m e n bir ağrı kesici almazsam
şiddetleniyor ve ağrı bir saat kadar sürebiliyor. A m a beni güçten
düşüren sonrası, ö y lesin e bitkin oluyorum ki saatlerce hiçbir
şey yapam ıyorum ."
"H angi ilacı alıyorsunuz?"
"T ylenol Blue. Ağrıyı kesm iyor ama hafifletiyor."
F lem ing başını salladı. "Ağrıyı tarif edebilir misiniz?"
A m b er om uz silkti. “Sanki beynim e kızgın bir iğne sokuluyor
ve içeriye patlayıcı dolgu enjekte ediliyor. G özüm ün önünde yıl­
dızlar uçuşuyor ve m idem bulanıyor. B azen de bugünkü gibi yı­
ğılıp kalıyorum."
Flem ing yüzünü ekşitti. "Kulağa eğlenceli geliyor." D urup tek­
rar ekrandaki görüntüye baktı. "Ağrı hep aynı yerde mi oluyor?"
"Evet."
"N ered e peki? Tam yerini gösterebilir misin?"
A ğrıyan yeri g ö sterm ek için sol elini kaldırarak, "Burada hâ­
lâ hafif bir zonklam a var," dedi. “Tam burada."
40 M IC 1 1A r I C O R 0 Y

F lem ing başını salladı ve tekrar ekrandaki görüntüye baktı.


Sol şakağının birkaç santim yukarısındaki bir yeri gösteriyordu.
"Ç o k tuhaf, değil mi?" dedi, utanm ışa benziyordu. Su barda­
ğını aldı.
Flem ing om uz silkti. "O lağan dışı am a açıklanam az değil."
Ekrandaki, A m b er G ra n t'in sağlık dosyasından aldığı, resim
sırt sırta verm iş iki çocuğun röntgen filmleriydi. Kafatasları sol
şakaklarından birbirine yapışıktı, bir kemik çıkıntısı onları birleş­
tiriyordu. A m a bu Siyam ikizlerini asıl olağan dışı kılan şey sa­
dece kafataslarının değil aynı zam anda beyinlerinin de yapışık
olmasıydı. Şakak bölgesindeki önem li bir kısmı üst üste gelmiş
olsa da kayıtlara göre kızlar birbirlerinden farklı kişiliklere sahip
miş ve bireysel davranış özellikleri sergiliyorlarmış.
A m b er G ran t bardağı m asanın üzerine koydu. H areketleri
nin ne kadar yavaş ve ihtiyatlı olduğu F lcm ing'in dikkatinden
kaçmamıştı. H areketsiz otururken sanki om zunun üzerinden
dinliyorm uş gibi başını hafifçe sola eğiyordu.
Dosyası yaşam ının detaylarını g ö zler önüne seriyordu: A m ­
ber vc ikizi A rici bundan oluz yıl ön ce bırakın Siyam ikizlerini,
norm al ikizlere bile bakacak gücü olm ayan Brezilyalı fakir bir
genç kadın tarafından dünyaya getirilmişler. Sonra da Sâo Pa-
ulo'daki köhne bir hastaneye bırakılmışlar, am a bir Cizvit papa­
zının aracılık etmesiyle çocukları olm ayan A m erikalı K atolik bir
çili tarafından evlat edinilmişler.
tik sekiz sene kendilerini evlat edinen anne babalarıyla K ali­
forniya’da mutlu mesut yaşamışlar. Vals yapar gibi yürüyüp ha­
reket ettiklerinden onlara dans eden ikizler diyorlarm ış. A riel
her zam an güçlü olanm ış, lider olan; A m b er ise sessiz. D erken
A m b er'ın böbreklerinde kom plikasyonlar baş gösterm iş, ikizler
kan stokunu birlikte kullanıyorlarmış ve A riel'in böbrekleri her
ikisi için çalışıyormuş. Sonra A riel'in kalbinin A m b er'ın k in i süb-
vanse ettiği ve üzerine binen ekstra yüklerden dolayı tükendiği
ortaya çıkmış. Ayrılmazlarsa ve A m b er tedavi edilm ezse sadece
kendisi ölm ekle kalmayıp kardeşini de öldürecekm iş.
1 UCTl T. fi 41

Bir başka kom plikasyon daha varmış: farklı karakterlere sa­


hip olsalar da beyin dokusunun kilit bir bölüm ünü paylaşıyorlar-
ınış. H er ikisinin de beyinleri zarar g ö rm e d e n hayatta kalmala­
rı için küçük bir şansları varm ış am a o da düşük bir ihtimal. Ne
var ki ebeveynlerinin am eliyatı kabul etm ek ten başka şansları
yokm uş. A m b er'ın kalbi ve böbrekleri iki ay içerisinde d en g e­
lenm iş ve A m b er tem iz bir sağlık belgesine kavuşmuş. A m a A ri­
el am eliyat m asasında kalmış.
A m b e r'a kardeşinin ölüm ünden daim a kendini sorum lu tuta
cağını söylem ek için F lem in g 'in tıbbî notlara ihtiyacı yoktu. K ar
deşi. A m b er onu yavaş yavaş öldürdüğü için kesilip ayrılmıştı.
Yara izinin kapatılıp yeni bir kulak yapılması için estetik am eli
yat olm am asının nedeni de büyük ihtimalle buydu. N o tlara ba­
kılırsa bir psikolog o n a bunu sorm uş. A m b e r G ra n t de cevap
verm iş: N ed e n estetik am eliyat isteyeyim ki? O benim güzel
p arçam d ı.”
F lem ing A m b e r'a bakınca onun kendisini incelediğini gördü;
gözleri ona m eydan okuyordu. "E e," dedi, "herhangi bir fikrin
v ar mı?"
Flem ing kardeşininkiyle yapışık olan kafatasının röntgen fil­
m ini A m b er da görsün diye bilgisayar ekranını çevirdi. A riel'in
şakağındaki bir noktayı göstererek, "Ağrıyan yeriniz burası, tam
olarak kardeşinizin beyninin bir zam anlar paylaştığınız bölgeyle
buluştuğu nokta. Bir anlam da ço k basit, em inim görüştüğünüz
diğer uzm anlar da söylemiştir. Sizde klasik hayalet ağrı var. Bu
olağan dışı bir şey değil. K oridorun sonundaki koğuşta Paul di
ye genç bir çocuk var. Son dört yıldır kopan kolu yüzünden acı
çekiyor. N ö ro Ç c v irm e n 'i kullanarak ağnyı durdurm ayı başardık,
am a bu acı onun için çok gerçekti. Sarsıcı bir kaza sonucu vıı
cudunun bir parçasını kaybeden kurban kaybettiği parçasında
şiddetli acılar hissetm eye devam edebilir. A cı genellikle kaybedi­
len uzvun ne şekilde zarar gördüğünü ortaya koyar; sanki beyin
kendisine gönderilen son acı sinyalini hatırlıyorm uş gibi.
A m b er başını salladı. "A m a ben bir uzvumu kaybetm edim ."
42 M « •H * I •I C O S D Ÿ

"Sizin vakanızı olağan dışı kılan da bu işte. Siz bir insanı kay­
bettiniz." Duraksadı; sanki kelim eleri düşündüğü sıraya sokm a­
ya çalışıyordu. "Seni benzersiz kılan ölü bir insanın yaşayan
beyninin bir bölüm üne sahip olm an. A m ber."
A m b er kaşlarını çattı. İkizinin ekrandaki görüntüsü onu oldu­
ğu yere çivilemişti. "Söylediğinizi anlıyorum , ama bu ne de­
mek?" Benzi sararmıştı. "Yani siz benim A riel'in çektiği acıyı mı
çektiğim i söylüyorsunuz? O lıülâ bir şekilde..."
ö y lesin e dehşete kapılmış görünüyordu ki Flem ing gidip eh
ni om zuna koydu. "H ayır, seni tem in ederim bu senin kendi
acın. Paul'ün kolunda olduğu gibi beynin bir sebeple hâlâ ora­
da olduğunu düşündüğü kayıp dokuyla bağlantı kuruyor. Arici
artık acı çekm iyor. O öldü." İşi şakaya vurm aya çalışıyordu.
"H adi am a A m ber, sen bir bilim cisin..."
"Ben bir parçacık fizikçisiyim, M iles," diye karşı çıktı, "vc ku
ant um dünyasının bana öğrettiği, hiçbir şeyden em in olam aya­
cağım ız." G ö zlerin i kıstı. M iles onun sözde uzm anların kendisi­
ne üstünlük taslam asından sıkıldığını anlamıştı. H ayatım boyun
ca kardeşime ne olduğunu anlam aya çalıştım. Felsefe okudum ,
fizik, hatta üahiyat ve şimdiye dek öğrendiğim ço k da bir şey bil­
m ediğim iz." Zoraki bir gülüm sem eyle arkasına yaslandı. "Söy­
lem ek istediğim, M iles, ben binlerinin beni remin etm esini ka­
bul ed eceğim bir iş yapm ıyorum ."
Flem ing iki elini birden teslim oluyorum gibisinden kaldırdı.
O da hayatın nasıl işlediğini anlamış değildi. A m a bildiği bir şey
vardı: Bittiği zam an biterdi, ö lü m d e n sonrasını düşünm ek için
zihinsel bir eneıji harcam anın bir anlamı yoktu, çünkü öbür
dünya diye bir yer yoktu. Ç o k şükür. "Amber, seninle oturup
kuantum fiziğin çılgınlıklarını tartışacak kadar aptal değilim ,
ama ben de insan beynini tanırım . P ek çok acayip şey yapabi­
lir ve insanı herfıangi bir şeyin gerçek olduğuna inandırabilir; bu
kaybedilen bir organda hissedilen bir acı da olabilir, İlahî bir gü­
cün varlığı da. T üm kariyerimi bunu araştırmakla harcadıktan
sonra şuna ikna oldum ki bu dünyada deneyim lediğim iz her şey
kafatasımızdaki bu cevize benzeyen organdaki elektriksel ve
43

kimyasal aktivitclcrlc açıklanabilir. Aşk, din, inanç, benlik bilinci;


lıepsi bizim fiziksel beynim izden gelir. Bilincim iz, zihnim iz, so­
yut bir şey değildir; fiziksel beynin bütünlüğünden doğm uştur ve
fiziksel olan gidince zihin de gider. Sen hâlâ buradasın, A riel hiç­
liğe karıştı. H alâ acı çekiyor olabilirsin, çünkü beynin hâlâ fizik­
sel benliğine sinyaller g ö n d eriy o r olabilir, am a ikizin artık acı
çekm iyor. Ç ek em ez, çünkü o artık yok. Bu kuantum teorisi de
ğil. Bu fiziksel bir gerçeklik.

A m b er gülümsedi. Yumuşayan ses to n u n d a alaycılıktan çok


bir karşı koyuş vardı, “ö lü m le gelen hiçlikten bahsettiniz m a­
dem size K atolik olduğum u söylesem iyi olur."
F lem ing güldü. "Sizin gibilerden p ek fazla kalmadı. Ben ç o ­
ğu K atolik'in Ruh H akikati Kilisesi'ue geçtiğini sanıyordum .
A m b er'ın gülüm sem esi daha da büyüdü. "D indar biri değilim
am a vaftiz babanız hayatınızı kurtaran bir C izvit papazı oldu
ğunda ve K atolik bir çift tarafından evlat edinildiğinizde bu siz­
de belli bir vefa duygusu uyandırıyor."
"ö y le d ir herhalde," dedi Flem ing. "H e r neyse artık benim
m odası geçm iş N ew t o n cu katiyeti savunan bir ateist olduğum u
biliyorsun, ben de senin kuantum eğilimleri olan bir K atolik o l­
duğunu. B ilm ediğim izse m igren ağrılarının neden kaynaklandı­
ğı ve oulan nasıl durduracağım ız. Bu sorulara cevabı beyninin
verm esi gerek." A yağa kalkıp kapıya doğru yürüdü; T h in k
T ank'e kadar arkasından gelm esi için işaret etti. "Seni N ö ro Ç e -
virm en ile tanıştırm anın zam anı geldi sanınm ."
yedi

"Burası m uayene o d a s ı/ dedi Flem ing, "ama herkes buraya


T h in k T an k der."
O danın yüksek tavanı ve duvara m onte edilmiş resimlikleri
son teknoloji üninü bir yığın ekipm an, oksijen tüpleri, tıbbi m o ­
nitörler ve başka bir dolu cihazla tezat oluşturuyordu. O danın
bir ucundaki masada kalın, siyah bir altlığın üzerine yerleştiril­
miş, ekranında futbol to p u büyüklüğünde titreşen bir ışık küresi
olan başka bir yan saydam küp daha vardı; onun hem en yanın­
da da elektrottu mavi bir başlık ve kablosuz bir klavye... D uva­
ra da büyük bir plazm a ekran monte, edilmişti.
"Bu gece burada uyuyacaksın.11
"Yatak yok mu? O halde burası şu ek ö d em e olm ayan yer­
lerden, öyle mi?"
"Yatağın koğuştaki bö lm elerden birinden getirilecek. H as­
talarım ızın çoğu hareket ed em ediğinden o n lan taşımak daha
kolay. Y atağın yanındaki yoğun bakım ekip m an lan acil durum ­
lar için, incelediğim iz hastalarım ızdan bazılan kritik d ereced e
rahatsız, bu yüzden de risk alm aktan yana değiliz. H e r neyse
Brian seni kollayacak."
"Brian mı?"
Flem ing om uz silkti. "Aptal bir isim, ilk zam anlarda bir tek­
nik asistan N ö ro Ç e v irm e n 'd e n beyin makinesi diye bahsettiği
bir rapor yazmıştı. N eyse işte, yazım yanlışı yapm ış; şimdi de
bütün doktorlar ve hem şireler ona Brian diyor. A ptalca am a
I V C I C Z & 45

fazla havalara girm em izi engelliyor." G idip m ankenin sırtına ha­


fifçe vıırdıı. "Bunun adı da Brian. Bunu bir uzvunu kaybetmiş ya
da bcldcıı aşağısı felç olm uş olanlara kom utları düşünmeyi öğ­
retm ek için kullanıyoruz." Durakladı. " N ö ro Ç e v irm e n hakkında
ne biliyorsun? Lucifer üzerine kumlu, o yüzden tem elindeki tek­
nolojiye fazlasıyla aşina olmalısın."
A m b er yürüyüp yarı saydam küpe dokundu, içindeki titreşen
parlak küreyi inceledi. "Sanıyorum optik işlemci sinirsel sinyal­
leri tercüm e ed ecek gücü ve hızı sağlıyor."
"Kesinlikle. T em eld e ayrıca deneğin beyin dalgalarının bilgi­
sayarla direkt iletişim kurmasını sağlayan bir sinirsel sinyal am p ­
lifikatörü vc optik-analog çevirici var." M avi başlığı aldı. "Buna
D üşünm e Başlığı diyoruz. Birbirine bağlı ağ örgüsü m otifinin
her bir boğum u beynin kafatası içindeki elektriksel aktivitelerini
izlem ek için bir elektrot taşıyor. Başlıkla bilgisayar arasındaki ile­
tişim. tam am en kablosuz. N ö ro Ç e v irm e n esasen doksanların
başında Lusted ve K a n p p tarafından bir uzvunu kaybetmiş ya da
belden aşağısı felçliler için geliştirilmiş Biom use sistemine ben­
zey en gelişmiş bir biyolojik geribildirim ünitesi."
A m b er başını salladı. Biom use cihazları hakkında bir şeyler
okumuştu. Bunlar geriye kalan kas dokusundan gelen elektrik­
sel tepkileri ve göz hareketlerinin yol açtığı tepkileri tespit edip
genişletm ek için tasarım lanınıştı. "A m a N ö ro Ç e v irm e n çok da­
ha gelişmiş bana kalırsa. M esela, EMG* ya da EOG* sinyalleri­
ni kullanmıyor."
"Haklısın. EE G * sinyallerini kullanıyor. Altı sene kadar önce
insan beyninde m evcut olan daha karmaşık elektriksel sinyaller­
den faydalanabilirsek bilgisayarlar üzerinde çok daha güçlü bir
hakim iyet kurabileceğim ize ikna oldum . N açizan e tutkum dü ­
şüncenin kendisinden yararlanm aktı."

4 Elektrom iyogram . Kas hücrelerine ait elektrik aktivitelerinin ölçülmesi için


yapılan test.
5 Elektro-okulografi. K o m eo retin al potansiyel farkının yardımı ile göz hare­
ketlerinin kaydedilmesi.
6 Elektroensefalogram . Beynin elektriksel aktivitesinin grafiksel kaydı.
46 M I C H A E L CO # DY

A m b er 'naçizane' kelim esine gülümsedi. En temelde» insan


beyni aktivitesi -düşünce- beyindeki m uhtelif sinirsel bağlantı­
lardan akan elektrikten ibarettir. 1929 yılında A lm an psikiyatr
H ans B erger beyindeki voltaj değişim lerini kafatası derisine ya­
pıştırılmış elektrotları kullanarak belirleyecek ensefalogram , ya­
ni E E G , terim ini ortaya atmıştı.
G e ç e n yıllar içinde pek ço k aralıksız E E G sinyalleri tanım lan­
dı: Alfa dalgalan gözleri kapam a gibi sıradan hareketlerle bile
m eydana getirilebilirdi; beta dalgaları da uyarılmış bir ruh haliy­
le ilişkilendirilir; theta dalgalan duygusal baskıdan kaynaklanır;
delta derin uyku halinde ortaya çıkar, mu dalgalan da m otor
korteksle ilişkilendirilir -hareketle ya da hareket etm e niyetiyle
azalırlar.
F lem ing küreye vurdu. "Sizin Lucifer optik bilgisayar saye­
sinde tüm standart beyin dalgalannı tanım layıp analiz edebiliyor
ve beynin ayrıntılı bir haritasını oluşturmak için yenilerini bula-
biliyonız. Bu dalga boylannı bilhassa da m odel oluşturmak için
birlikte çalışma yöntem lerini genişletip yorum layarak elektriksel
titreşimleri yorum lam ayı öğrendik.
A m ber Bradley Soam es'in Flem ing'in icadından neden bu ka­
dar etkilendiğini anlamaya başlamıştı, “ö ğ ren eb iliy o r herhalde."
"Kesinlikle. N ö ro Ç e v irm e n 'in sinirsel ağı belirli bir radyo
istasyonunu buhır gibi beyin aktivitesinin karmaşık örneklerini
arar ve onları basit komut ve niyetlerle bağdaştırır. Beyin bir in­
sanın düşüncelerini anlayıp açıklam a ve zihninin haritasını çı­
karmaya tarihteki herhangi biri kadar yaklaştı."
"Brian bilinçli mi?"
Flem ing güldü. "Hayır. Brian bulanık m antık kullanır, beyni­
mizi araştırmada ve nasıl düşündüğümüzü incelem ede ço k iyidir,
am a iradesi yok ve bizim bilinçle ilişkilendirdiğimiz şekilde kendi
başına düşünemez. Ö zgür düşünccyi bir m aça benzetirsek Bri-
an'dan süper bir seyirci olurdu. N ö ro Ç e v irm e n esasen beyin dal-
galannı analiz edip yorumlar, böylecc faydalı olanlan yükseltme­
mizi sağlar -örneğin felçli ya da takma bir kol veya bacak için
I U C I f E R 47

gerekli ohm yürüme sinyalleri* vc de olm ayanları önlem em izi,


tıpkı kesilmiş bir kol ya da bacağa gönderilen acı sinyalleri gibi."
Flem ing D üşünm e Başlığını başına yerleştirip klavyedeki bir
tuşa bastı. Plazm a ekran hışırdayarak açıldı. D eğişik frekanslar­
daki ışık fotonlan sayısız paralel hesaplam alar yaparken göz alı­
cı ışık tayfları bilgisayardaki kürede titreşiyordu. "Ekrandaki çiz­
gileri i z l e / dedi. “O n lar benim beyin dalgalarım . Şimdi de m an­
kene bak."
Ekrandaki yatay çizgilerde ani bir voltqj yükselmesi oldu ve
m anken sol bacağıyla ileri doğru adım altı. A m b er yerinden sıç­
radı. "Bunu düşünerek mi yaptın?"
"D üşüncem i kontrol ederek, evet. Pratik yapm ak lazım , ama
bir kere nasıl kullanılacağını kavradın mı gerisi kolay. B rian bir
egzersiz aleti. H astalarım ız B rian'ın üzerinde uzm anlaşınca ken­
dilerine daha sofistike bir takm a kol ya da bacak veriliyor; bel­
den aşağısı felçli olanlar içinse daha da sofistike olanlar. H âlâ
işin başındayız am a sonuçlar yine de inanılm az."
İlk başta buraya gelm ekte tereddüt cdeıı A m b er G ran t cesa­
retlenm işti. "Yani benim beyin dalgalarım ı analiz ederek baş ağ­
rılarıma neden olan sinyalleri tanım layıp engellem eyi düşünü­
yorsunuz. öyle mi?"
"Yalnızca engellem eyi değil anlam ayı da um uyoruz."
"Yani tüm bu söylediklerini bu gece yapabilecek misiniz? Ya-
nn eve d ö n m em g e r e k /
Flem ing kaşlarını çattı. "Bir geced e ancak makineyi senin te­
mel dalga boyuna ayarlam aya başlayabiliriz, ö n analizlere son
şeklini verm ek vc beyninin n o rm al' dinlenm e durum unu tespit
etm ek en az birkaç seans daha alır. A ncak o zam an hayalet
m igreni analiz ed ip tedavi seçeneklerini değerlendirebiliriz. S e­
ninki alışılmadık bir durum; teşhisi ve adamakıllı tedavisi için bir
ayı g ö zd en çıkarmalısın A m ber, hatta daha fazlasını."
"Ya hep ya hiç, öyle mi?"
"Kesinlikle, ö n ü m ü zd ek i birkaç gün içinde tedavine başlaya­
biliriz, am a sonrasında sana ne zam an vakit ayırabileceğimi ga­
ranti ed em em ."
48 M : C H A I •I C O R D Y

Birkaç saniye düşünüp kararını verdi. "Pekâlâ, eve gidip hal­


letm em gereken birkaç şey var, am a birkaç gün içinde d ö n e c e ­
ğime söz veriyorum . Şimdi ne yapıyoruz?"
"Başhemşire Frankie bu akşam T h in k T ank'teki ilk seansını
h azırlayacak/
"N ö ro Ç ev irm en hayalet m igrenim in neden yalnızca birkaç ay
önce, ortaya çıktığını da söyleyebilecek mi?" diye sordu Amber.
"Dürüst olm ak gerekirse, bilmiyorum A m ber. H ayalet ağrı
genellikle bir travm a sonrası orlaya çıkar, ama senin beynin
benzersiz. Bekleyip Brian bize neler söyleyecek görelim ."
"N e zam an başlıyoruz peki?"
Flem ing saatine baktı. "C am bridge'deki yaşlı profesöriimfın
de bir zam anlar söylediği gibi, iyi bir şeylere başlam ak için en
iyi zam an şu andır.”
SEKİZ

CAPE TOWN. GÜNEY AFRİKA

Rahibe C onstance elli beş yıllık hayatı boyunca hem en hem en


hiçbir zam an fiziksel bir korku duymamıştı. A m a şu anda duyu­
yordu. G ecen in bir yansı, dokuz m etrelik balıkçı teknesinde, tay­
falar denize et ve iç organlardan oluşan kanlı bir karışım döker­
ken o ayakta dikiliyordu. Ay ışığında okyanusun karanlık sulan
yaran yüzgeçlerle canlandığını görebiliyordu. K öpek balığı avcılı­
ğının yasak olduğunu sanıyordu am a bunun doğru olup olm adı­
ğını balıkçılara soracak cesareti yoktu. Kırm ızı cübbesiyle om uz­
larını sıkı sıkı sararken ürperdi; oysa hava ılıktı. D em ir atmış tek­
neye çarpan dalgalann dudaklarına bıraktığı tuzun tadım aldı.
T om bul dolunay Tabla D ağı'nm üzerinde asılı duruyordu.
A caba M oııscnyör ne zam an gelecckti? Tıraşsız yüzlü kaptana
bunu ne zam an sorsa, adam , ‘Birazdan,* diyordu.
M o n sen y ö r D iag eo 'n u n neden Kızıl G e m i'd e n uzakla bir
yerde buluşmakta ısrar ettiğini anlayabiliyordu. A m a neden bu
rada? B oynunda asılı duran kırmızı m ineli haçı kavradı ve başı
nı bulutsuz geceye doğru kaldırıp istavroz çıkarttı. K endi kendi­
ne yüksek sesle, "M o n sen y ö r'ü n mantıklı bir açıklaması vardır,"
dedi; sesi püriizlüydıı.
R ahibe C o n stance K ilise'de korunaklı bir hayal yaşamıştı;
sorgusuz, şüphesiz bir hayat. H ayatında verdiği en ciddi karar
bildiğini okuyan arkadaşı. Başrahibe G iovanna'nm peşinden
50 U I C H A V L ( 0 H I > Y

K atolik K iliscsi'ndcn R .H .K 'y c geçm ek olmuştu. G erçi bu da


nispeten sorunsuz olmuştu: T ek yaptığı güven tazeleyen kural­
ları başkalarıyla değiştirm ekti. T ek gerçek değişiklik cübbelerin
rengi diye espri bile yapardı.
A m a iki gün ö n cc, Başrahibe G iovanna onu arayıp deney­
lerle ilgili konuştuğunda R .H .K 'n in aslında, göründüğünden
farklı bir y er olduğuna dair şüphe duymaya başlamıştı. D ün de
arkadaşına ulaşmaya çalışmıştı am a nafile, endişelenm eye baş
lamışlı. Bir süre vicdanıyla boğuştuktan sonra Başrahibe G i-
ovanna'ya verdiği sözden dönm üş ve Kızıl G e m i'n in en üst gü­
vertesindeki M o n sen y ö r D iag eo 'y a yaklaşarak G io v an n a'd an
öğrendiği şeyi bilip bilmediğini sormuştu. Şoke olan M onsen
yor, ona geldiği için teşekkür etmiş ama bu 'P a p a 'n ın kutsal
saydığı her şey için bir tehdit unsuru olan* şeyi Kızıl G c m i'd c
tartışmayı reddetmişti.
O na limandaki Marie L ouise\e binip onu beklem esi için
gerekli direktifleri vermişti. Ağzını bıçak açm ayan tayfa tekneye
binm esine yardım etmiş am a denize açılıp işlerine döndükten
sonra o yokmuş gibi davranm aya başlamıştı.
M ürettebattan ila kişi bir ineğin arka bacağına benzeyen bir
şeyi sürükleyerek yanından geçti. H om urdanarak eti gem iden
aşağı sallandırdılar. D eniz saniyeler içinde bu cö m ert hediyeyi
m ideye indiren gözü dönm üş köpek balıklarının hareketleriyle
kaynamaya başladı. M ürettebattan bir başkası elindeki kancay­
la batıp çıkan eti dürttü ve köpek balıkları onu parçalara ayırır­
ken kahkahalarla güldü. Bu sahne Rahibe C o n sta n c e 'n in hem
midesini bulandırmış hem dc o n u korkutmuştu. B ir başka tek­
nenin yaklaştığını duyduğunda yüksek sesle iç geçirdi. T eknenin
kıç tarafına doğru koşturunca hissettiği ferahlık keyfe dönüştü;
kanlı tekne kancası başka bir tekneyi çekiyordu ve o, teknedeki
adam ın kendine has simasmı tanımıştı.
"M onsenyör D iag eo , T an n 'y a şükür," dedi. "N e d e n burada
buluşmamız gerekiyordu?"
"Bunlar hassas konular. Rahibe C onstance. Başrahibe G i-
ovanııa'nın size anlattığı şeyden kimseye bahsettiniz mi?"
L U C U E n
51

"Hayır, elbette bahsetm edim ."


O na daha yakından baktı. "Em in misiniz?"
"E vet.”
Başını tatm inkâr bir şekilde salladı. R ahibe ona doğru eğildi,
onun teknesine g eçm ey i bekliyordu. "P apa bilim adam larının
ne yaptığını biliyor mu?" diye sordu. "Başrahibe G iovanna ona
hastalan öldürdüklerini söyledi mi?"
D iag eo yorgun görünüyordu. "Biliyor," dedi bıkkınlıkla. B a­
şını çevirdi am a adam ın gözlerinde yakaladığı bakış Rahibe
C onstance'nin tekrardan telaşlanmasına yol açü. "Hep biliyordu
dedi. Sonra da, "Ü zgünüm ," diye üsıldadı.
Şaşkınlıktan dili tutulmuş bir halde duyduğu sözlerin önem ini
kavramaya çalışan rahibe, M onsenyör un hâlâ çırpınıp duran kö­
pek balıklarına yem atan m ürettebattan tarafa baktığını gördü.
Sanki rahibe orada yokm uş gibi, "Anlaştığım ız gibi, geride
kanıt kalm am alı," dedi adam . "K iliseyi bu işe karıştıracak bir
ipucu kalm am alı."
M o n sen y ö r d ö n ü p giderken R ahibe C o n stan ce, "A nlam ıyo­
rum ," dedi. Sonra teknenin yeniden çalıştırılan m otorunun put-
put seslerini duydu.
M ü rettebat, üzerindeki cübbeden daha kırmızı olan kanlı el­
leriyle onu zorla tek n en in ucuna doğru götürdü. İtiraz etm esi­
ne fırsat kalm adan kancalı adam onu sertçe göğsünden iterek
denize attı.
Buz gibi su nefesini kestiğinde ve gözü dönm üş köpek ba­
lıklarından ilki sol ayağını ısırdığında bile hâlâ olanlara bir a n ­
lam v erem iy o rd u . Büyük Beyaz ustura gibi keskin dişlerini le­
ğen kem iğine g eçirip onu ikiye böldüğünde bile M o n sen y ö r
D iag e o 'n u n ismini haykırıyordu. O rtada korkunç bir hata vardı.
DOKUZ

HARLBY HALL

Flem ing, A m b er G ra n t'i geceyi geçirm esi için T h in k T an k 'e


yerleştirecek olan Başhem şireyle bıraktıktan sonra dikkatini di­
ğer iki hastasına yöneltti. Sorumluluğundaki herkese aynı şef
katle yaklaştığı için kendisiyle gunır duyardı am a R ob ve Jake'in
yeri ayrıydı.
A tölyeye giderken A m b e r'ı g ö rm e konusunda Virginia
K night'la fazla tartışmadığı için m em nundu. M eraklanm ıştı ve
ona yardım edebileceğinden em indi. H em R o b 'u n denem esini
yarma atarak ona moral verecek bir siiıpriz de yapabilirdi.
Barley Hall atölyesi F lem ing'in araştırm a tesisinin doğu ka­
nadında yer alm ayan bir bölümüydü. Bazı sebeplerden dolayı
kimse onun Bobby C h an 'in takım ının çalıştığı batı kanadının so
nunda olduğunu bilm ezdi. Burada, bilimin sanatla kaynaştığı bu
genişletilm iş barakada, elektronik aletler, m etal, lateks ve uzay
çağı materyalleri insan kol ve bacağına benzeyen p ro tezler y ap ­
mak için bir araya getiriliyordu.
Flem ing içeri girdiğinde bir teknisyen metal ve kablolardan
oluşan bir iskeletten şaşırtıcı dereced e gerçek gibi görünen bir
kolu söküyordu. El ve ayaklar küçükten büyüğe doğnı duvara di­
zilmişlerdi. Değişik renklerdeki cilt boyalan bir tezgâhın üzerine
istif edilmişti. Barakanın diğer ucunda Başteknisyen Bili biçimli
bir sol bacağa son rötuşları yapıyordu. Bir takım tam am lanm ış
L U C I F K fl 53

kol vo bacak F lem in g 'in sağındaki duvara dizilmişti. H epsi de


naylona sarılmıştı ve üzerlerinde bilgi etiketleri vardı; kuru te ­
m izlem eye verilip alınm ayı bekleyen giysiler gibi. Ç o ğ u p ek çok
değişik şekil ve ölçülerde tek kol ya da bacaktı. A m a aralarında
bir de minik bir çift bacak vardı. Bacakların hepsi öylesine ger­
çek gibiydi ki F lem ing bazen onlara bakm aya dayanam ıyordu.
Bili maskesini indirip tornayı kapattı ve protezleri işaret etti.
“Son lateks katı da ekledim K endi oğlum un ayaklarının şeklini
verdim ."
F lem ing p ro tezleri kaldırdı. H e r zam anki gibi ağırlıkları onu
şaşırtmıştı, halbuki gerçeklerinden daha ağır değillerdi. D etay­
lar, bilhassa ayak ve parm aklardaki 1er. onu duygulandırmıştı.
“M u h teşem görünüyorlar, Bili, çok teşekkürler."
Bili başparm ağını kaldırıp selam verdi. "İyi şanslar."
Flem ing elinde bir çift küçük p ro tez bacakla doğu kanadına
d ö n erk en pek az insanın bir şeyler söylem esi kliniğin doğasın-
dandı. Binanın diğer ucuna vardığında çift kapılı fizik tedavi
odasının önünde durup yuvarlak p en cerelerd en yürüm e barları
vc terapi havuzu gibi egzersiz gereçlerinin bulunduğu geniş sa­
lona baktı. İçeride sadece iki kişi vardı.
Y eğeni Jake arkası kapıya dönük cilalı ahşap döşem ede
oturm uş plastik bloklarla oynuyordu. Büyük annesi P am F le­
m ing de onu seyrediyordu. Jake kazadan bu yana babasının an­
ne ve babasıyla yaşıyordu. F lem ing annesinden onu saat altıda
buraya getirm esini istemişti. A nnesi ufak telekti; kırlaşmış san
saçlarıyla bir kuşu andırıyordu; torununu korum ak için etrafın­
da uçan bir kuş... Büyük anneyle büyük baba trajediden bu ya­
na ona kol kanat germ işlerdi.
F lem ing neredeyse kendi boyuna yakın bir kule yapana ka­
dar blokları üst üste dizen Jake'i seyretti. Sonra bir tane daha
dizdi, sonra bir üç üncüyü. D urup birkaç saniye hayranlıkla scy„
rettikten sonra da hepsini keyifle yıktı.
Flem ing kapıyı iterek açtı ve bacaklan arkasına gizleyerek
salona girdi. Jake o nu g ö rm e k için dönünce on bir ay önceki
54 M I C H A E L C Ô B D Y

trafik kazasının sonucu apaçık ortaya çıktı: Ç ocuğun iki bacağı­


nın da dizden aşağısı yoktu, sağdaki soldakinden biraz daha
uzundu. Buna b enzer ya da daha kötü m anzaralara alışık olsa
da Flem ing yeğeninin aldığı yaraların görüntüsünün şaşkınlığını
hâlâ üzerinden atam am ıştı.
T ek tesellisi en azından o n a yardım edebileceğiydi, ideal bir
am ca değildi, araya giren dağcılık gezilerini saymazsak o bir iş-
kolikti. K onu düzenli ilişkilere geldiğinde de pek iyi bir rol m o ­
deli sayılmazdı: Jakc'in nehirdeki evini her ziyaret edişi yeni bir
kız arkadaşın gelişiyle aynı zam ana denk geliyordu. A m a bir şey
vardı ki bunu ağabeyinin oğlu için ondan başka kimse yapam az
di: O Jak e'in tekrar yürüm esine yardım ediyordu.
Flem ing annesini kucaklayıp öperek, "M erhaba, annccim ,"
dedi.
" H e r şey yolunda mı, M ilo?" K adın gergin fakat heyccanlı
görünüyordu. O ğluna öylesine büyük bir güven duyuyordu ki bu
M ilcs'ı korkutuyordu. Jakc'in annesinin ccnazcsindc onun bir
arkadaşına, "R ob ve M iles daim a birbirlerine yakındılar, küçük
birer çocukken bile. M iles'ın yardım edebilecek olm ası öylesine
büyük bir lütuf ki," dediğini duymuştu. F lcm in g 'c öyle geliyordu
ki anne ve babası olanları ancak ona bağladıkları bir parçacık
ümitle kabullcncbilmişlcrdi. Bu üm idi boşa çıkartm aktan korku­
yordu.
A nnesinin elini sıktı. "H e r şey yolunda, an n ecim . G ö re c e k ­
sin." Y eğeninin yanına çö m eld i. “S elam , Jake."
Küçük ço cu k ona hınzır bir gülücük g ö n d erd i. "M erhaba,
Milo Amca."
F lem ing p ro tez bacakları gösterince çocuğun gözleri parladı.
"Bunlar egzersiz yaptığın bacaklar, Jakc. Ü ze rlerin e son ek­
lem eleri y a p tk ve aıtık g erçek birer bacak gibi görünüyorlar
-senin bacakların."
Jak e sanki dünyanın en güzel Noel hediyesini alıyorm uş gi­
bi bacakları aldı. "Teşekkürler; M ilo A m ca." Sonra bacakları ke­
silen bacaklarına yerleştirdi ve alıştırma yapm anın kazandırdığı
L U C I FER 55

bcceriyle im plantlan birleştirip sanki vücudunun bir parçasıy­


mışlar gibi ayağa kalktı. Y apm a bacaklardaki p ro te z kaslar tali­
m atları çocuğun bilgisayar vasıtasıyla güçlendirilip tercüm e edi­
len kendi düşüncelerinden alıyordu. Altı a y ö n c c , yani kazadan
beş ay sonra, F lem ing N ö ro Ç c v irm e n 'd e n Jake'in kişisel diişün-
ce-nişanını indirmişti. Jake'in kafa derisine elektrotlar yerleştir­
miş; Jake de im plantlar ve kol saati kadar optik bilgisayarla yar­
dım alm adan yürüyerek neredeyse norm al bir yaşam a kavuş­
muştu. O ilkti, am a diğerleri de teknolojiden faydalanm aya baş­
lamışlardı bile.
"Pekâlâ, Jake," dedi F lem ing, "burada bekle de babanı geti
reyim . Bunu görm esini istiyorum."
ON

O AKŞAMIN İLERLEYE SAATLERİ


THINK TANK

C N N 'd e y d in . Şim di uyanınca gördüm . Beni endişelendirdin.


Am ber. Nasılsın?
“O kadar da kötü değil, Pc te Baba. Şim di uyanınca derken
ne d em ek istediniz? N e re d e n arıyorsunuz?"
"San Fransisko."
"Vatikan'da olduğunuzu sanıyordum ."
"ö y ley d im , am a burada bazı meslektaşlarımla bir kriz to p ­
lantısı yapıyoruz." Vaftiz babasının N ew Y ork aksam sertleşti.
"K atolikliğin fırtına süvarileri Cizvitler, Kızıl P ap a tarafına g eçer­
se o zam an bir sorun var dem ektir."
"Beni aradığınız için m innettarım , P ele Baba," dedi, Kızıl Pa-
pa’yla ilgili bir nutuk dinlem ek istemiyordu. "U zun zam an oldu."
N edenini biliyordu. Kendisini evlat edinen annesi iki sene önce
hastalanınca A m ber onu körfezdeki en iyi bakım evine yatırmış­
tı ve A m b er'ın hayatını kurtaran P e d e r Riga kendini ihanete uğ­
ramış hissediyordu: Bakımevi Katoliklerin değildi, bu da yetm ez­
miş gibi ‘düşmanları* Kızıl P ap a'n ın R .H .K 'sin e aitti. A m b er ona
annesinin ihtiyacı olan her şeyi karşılamakta kararlı olduğunu
açıklamıştı, bu rakip kiliseye ait bir bakımevi olsa bile.
"A nneni dün gördüm ," dedi Riga.
"Bakım evinde mi?"
L U C I F E R 57

"Tabii ki. îyi görünüyordu."


"Ç o k naziksiniz, P ete Baba. Sizin bunu onaylam am anızdan
ötürü kendini kötü hissediyordu."
"M erak etm e. O n a hayırduası ettim . H em güzel yerm iş. Sa­
dece A na Kilise kendi kendine yetem ediği için utandım ."
"H er şey değişiyor."
"Elbette ki ö y le," dedi. " H e r neyse birkaç günlüğüne boşum ,
zam anında d ö nersen görüşebiliriz."
"Ç o k isterim," dedi A m ber. "Sizi yarın ararım ."
"Pekâlâ, evladım . K en d in e iyi bak."
A m b e r İletişimcisini kapatıp T h in k T an k 'tck i yatağının ya­
nındaki masaya koydu. D ah a önceki açışında alet geçm iş olsun
dileklerini sunanların endişeli mesajlarıyla dolup taşmıştı. H ab e r
yayılmıştı. Sabahlan birlikte yüzdüğü arkadaşı, aynı zam anda en
iyi arkadaşı K aren aram ıştı. S oam es bile sunumun yolunda git­
tiğini ve bir gelişm e olursa kendisini aram asını söylediği kısa bir
mesaj bırakmıştı.
O gece yaptığı tek görüşm e planladıkları gibi d öneceğini bil­
dirm ek için bakım eviyle yaptığı göriişm eydi. A nnesi ölüm cül
kanserin son safhalarmdaydı ve A m b er onu yalnız bırakm aktan
nefret ediyordu. F lem in g 'in tavsiye ettiği gibi Barley H all'a geri
d ö n m e düşüncesi endişelerini artırıyordu. Yatağında doğrulup
kendisini izleyen kam erayı g ö rm e z d e n gelm eye çalıştı. Başında
mavi kafes örgülü D üşünm e Başlığı vardı ve geçirgen jelin elekt-
ro tlan tuttuğu yerlerdeki kafa derisi kaşınıyordu.
Y atağının dibindeki N ö ro Ç e v irm e n beyninin ürettiği elekt­
riksel titreşim leri okurken hafif bir m m ltı çıkartıyordu. Farklı se­
viyelerdeki plazm a ekranın alçak kısmında, her biri beynindeki
bir dalga boyunu sim geleyen farklı farklı renklerde, titreşen ya­
tay çizgilerden oluşan bir ızgara göriinüyordu. Bazı çizgiler şid­
detle tepeye vururken diğerleri sabit duruyordu. Ekran hepsi de
A m b er'ın düşüncelerinin bir şablonunu kaydeden diğer dalga
boylarını g ö sterm ek için düzenli aralıklarla kayıyordu. Ekranın
yukarı kısmında zihinsel süreciyle ilgilenm ek üzere tasanm lan-
mış uyancı göründü. O ara uzamsal bir bulmacayla uğraşıyordu.
58 M I CHA II CO BO Y

G e ri çekiliyorm uş gibi g ö rü n en iç içe geçm iş eş m erkezli kare


üzerine üç çizgi çekilmişti ve onun hangi çizginin daha kısa ol­
duğunu bulması gerekiyordu. H e r ne kadar bunun optik bir ya­
nılsam a olduğundan şüphelense ve apaçık daha kısa olan çiz­
giler aynı uzunlukta olsa da sağdakilerden birini seçti.
Bir saatten fazla bir süredir ekran üzerindeki bulm acaları ve
alıştırmaları çözm ey e çalışıyordu. Bunlar beyninin sözel m uha­
kem e, m antık ve sayısal beceriyle sezgisel sonuçlar arasında de
gişen anlam a ve kavrama sürecinin büyük bölüm ünü harekete
geçiren zekice ve iyi tasarım lanm ış şeylerdi. A m b er'a daha ö n ­
ce, uyku esnasında bilinçsiz sinirsel aktivitesini harekete g eçire­
cek ve B aşhem şire P in n er'ın tabiriyle o 'kolay zihinsel alıştırma­
lara' başladığında N ö ro Ç e v irm e n 'e kolay bir okum a sunacak bir
iğne yapılm ıştı. “Siz gözlerinizi kapatıp uykuya dalın; bırakın bü­
tün işleri Brian yapsın."
Jet lag'i kontrol altındaydı ve bulm acalar da ilginçti am a yo
ğunlaşm akta zorlanıyordu. Aklı sürekli annesine ve kardeşine
gidiyordu. Bilhassa kardeşine.
Miles F lem ing'le ikiz kardeşi hakkında konuşm ak ve yapışık
oldukları zam anki resimleri g ö rm ek o eski suçluluk, pişm anlık
ve hüsran gibi hislerinin yeniden uyanm asına n ed en olm uştu.
Yandaki m asaya uzanıp her daim yanında taşıdığı yıpranm ış fo ­
toğrafı aldı. A riel ve o bir boy aynasının önünde birbirlerine sa­
rılmışlardı. R esm in çekildiği açı sayesinde her ikisinin de gülen
yüzü görünüyordu ve sanki onları birbirlerine duydukları sevgi­
den başka bağlayan bir şey yoktu.
Yalnız geçirdiği yaşam ını ikizinin ölüm ü yüzünden duyduğu
suçhıluk ve kızgınlık hislerinden kurtulmaya çalışmakla harca­
mıştı. tik başta Katoliklikten m edet um m uştu, am a vaftiz babası
A na K ilise'nin dünya görüşünü ona ne kadar tatlılıkla anlatsa da
A m b er onun yargısal dogm alarını yararsız bulmuştu. O zam an
da h er şeyin neden olduğu gibi olduğunu anlam ak için felsefe­
ye ve fiziğe başvurmuştu. En nihayetinde de kuantum fiziğinin
esrarengiz dünyasma yoğunlaşıp evrendeki her şeyi m eydana
getiren trilyonlarca saf yıldız tozu parçacığını birbirine bağlayan
adeta telepatik ilişkileri incelem işti. K uantum fiziği şimdiye dek
L U C I F E R
59

net cevaplar verm ese de o n a sonsuz olasılıklar sunmuştu. K u ­


antum dünyasının acayiplikleri içinde bir anlam bulam am ıştı
belki am a ararken teselli olmuştu.
Parçacık fiziğinin çelişkilerini ve ikiliklerini keşfetm ek için g e ­
reken katışıksız entelektüel sertlik ve çok çalışma, o n u hiçbir şey
yapm adığı zam anlarda huzurunu kaçıran suçluluk ve hüsran duy­
gularından kurtarıyordu. A m a bu g ec e, A rie l'e karşı hissettiği
sallantıda kalmış duygularını kontrol altına alm ak için ne kadar
çaba gösterirse göstersin onlar yüzeye çıkm aya devam ediyordu.
Frankie kapıdan kafasını uzattığında ekrandaki bilm ece bir
bulm acaya dönüştü. "B en eve gidiyorum ," dedi Frankie. "Yarın
ön em li bir klinik deneyim iz var. A m a g ö zlem odasında bütün
gece bir hem şire olacak. H e r şey yolunda mı?"
A m b er gülüm sedi. "Z ihnim i toplayam ıyorum ve yorgunum .
B ir sorun olur mu?"
H em şire kafasını salladı. "K atiyen. U yarıcılar zihin faaliyeti
nin geniş bir okum asını yapm ak ve sizi oyalam ak için kullanılı­
yor. U yum anız gerekiyorsa dert etm eyin. Dürüst olm ak gerekir­
se zaten teşhisi en ço k kolaylaştıran verileri uyuyan beyinden el­
de ediyoruz. İyi geceler, iyi uykular. Dr. G ra n t."
"îyi geceler. Teşekkürler."
Ekrana d ö n ü p bulm acayı tam am ladı. G ö zleri kapanıyordu.
Ekrandaki bilm ecelerin değiştiğini fark etm edi. Uykuyla uyanık­
lık arasındaki bu aşırı berrak vaziyette rastgele sürüklenen zihni
kardeşine geri döndü.
Son oluz yıldır ara ara hayatının aslında kendine ait olm adı­
ğını hissetm ek canını sıkıyordu. Ne zam an derin bir ilişki kurm a­
ya çalışsa aklının *başka y erlerde1 ya da 'başka birinde' olm asıy­
la suçlanıyordu, ö y le görünüyordu ki uyanık ya da uyuyor olsun,
A riel hep aklında bir yerlerde gömülüydü. Sanki A m b er onu
g ö n d erem iy o r, sadece kendisinin olm ayan bir hayatla başa çıka-
m ıyordu. A n cak kendini işine ve araştırmalarına verdiğinde hu­
zur buluyor, dikkatini kalasındaki diğer kişiden, canından çok
sevdiği sekiz yaşındaki küçük kızdan, başka şeylere verebiliyordu.
Bir zam anlar onun bir parçası olan sekiz yaşındaki kızdan.
O nun için ölm üş olan sekiz yaşındaki kızdan.
O N BİR

KOGUŞ, BARLEY HALL.

A raştırm a koğuşundaki beşinci bölm eye giren F lem ing'in gözleri


ilk E C G m onitörüne kaydı. C ihazın yanında oturan hem şireye,
“O nasıl, E m m a?" diye sordu. "K alp atışları düzenli mi?"
H em şire gülümsedi. “İstikrarlı vc yarına hazır olacak .-
"Teşekkürler. Sen de ara ver. O nunla artık ben ilgilenirim ."
Yatağa d ö n ü n ce hem şirenin ağabeyine en sevdiği soluk renk
R alph L auren g ö m lek vc kot p an to lo n u giydirm iş olduğunu gör­
dü; saçları da ordudayken sevdiği gibi asker tıraşı yapılmıştı.
B ölm esindeki m otorlu yatağında oturan R ob iyi görünüyordu;
ne var ki göm leği ve p an to lo n u bir zam anlar güçlü olan vücu­
dundan içi boş bir şekilde sarkıyordu.
F lem ing R o b u n iyi durum da olan gözünün görüş alanına gi­
rebilm ek için yatağın etraftndan dolaştı. “S elam , R ob -zihinsel
egzersizlerin harika, kalbin de uslu duruyor; yani yann d e n e m e ­
yi yapabiliriz. A m a şimdi sana harika bir sürprizim var. G ö rm e k
ister m isin?“ R o b u n yüzünün hem en altındaki bilgisayar ekra­
nına baktı. D ö rd e dörtlük ızgarada on altı harf belirdi. Bunlar
beyin köküne aldığı, sol gözü hariç tüm vücudunu felç eden dar­
beden bu yana R o b y 'n in kelim elerini şekillendiriyorlardı.
R o b u n göz hareketleri clcktro-okülograflk sinyallerle ekrandaki
bir göstergeye talimat gönderiyordu. Bir kelim e seçince gözünü
kırpıyor ve bilgisayar sesi, kelimeyi söylüyordu.
L U C I F E R 61

Bilgisayar sesi, "H ayır," dedi.


Flem ing güldü. "îyi o zam an ben de g ö ste rm e m , seni nan­
k ö r piç kurusu."
A ğabeyinin gülüm sem eye çalıştığını görebiliyordu - vc bu gü­
lüm sem e en az onun şakası kadar zorakiydi. R ob daim a onun
kahram anı olmuştu; o her daim on d an daha form da, daha güç­
lü ve daha hızlı olan action m an'di. tçini yakan bir acı hissetti.
A klına Billy F rench geldi.
Billy veniyetm elik d ö n em lerin in sonlarındaki arkadaşıydı.
O rtak tutkuları tırm anm aktı. H e r yaz A vrupa civarında gezinip
büyük A lp zirvelerinde şanslarını denerlerdi. R ob zaten m ükem
mel bir dağcıydı; Billy ve M iles ise sadece heyecanlı am atörler.
Yine de R o b 'u n önderliğinde extrêmement difficile1 seviyele­
re kadar tırm anış seviyelerinin pek çoğunu halletmiş; hatta bir­
kaç berbat ram payı bile tırm anm ışlardı. O lay kötü bir şöhreti
olan Eiger, N o rd w a n d 'd a gerçekleşm işti.
Yazın sonuydu. Flem ing on dokuz yaşındaydı, C am bridge1deki
tıp eğitim ine başlamıştı. R ob d o n anm aya katılm aktan bahsedi­
yordu. Billy önlerine serilmiş sayısız olasılıkla panl panl parla­
yan gelecekte ne yapacağına daha karar verm iş değildi.
G elm iş geçm iş en yağışlı ağustos ayıydı. D ağın yüzü kırağıy­
la sıvanmış vc dengesiz karla kaplanm ıştı. A m a onlar E ig cr'c tır­
m anm aya gelm işlerdi ve hiçbir şey onları yıldıram azdı. En alt
m en zild e. First Pillar diye bilinen ayağın zirvesine yakın, Billy
yanlış bir adım atm ıştı. Buz baltalan ve kram ponları gevşek kar
da tutunam am ış ve Billy boşluğa uçmuştu, tpler onu tutabilirdi
am a buz vidalan dem irlerinden aynlmıştı.
R o b ve Miles buz baltalannı kullanarak düşm ekten son anda
kurtulmuşlar am a Billy ipi gerilene dek aşağı uçmuştu. Sonra
eğik bir kavisle savrulup bir çıkıntıya çarpm ış ve boynunu kır­
mıştı. Saniyeler içinde, geleceğiyle ilgili planlar yapan, zinde bir
genç adam dan hiçbir şeyi olm ayan bir kötürüm e dönüşmüştü.
D ağdan aşağı sonu g elm ey en , ıstıraplı inişten sonra R ob ve
M iles Billy'nin bağlanmış bedeniyle ilgilenip gidip yardım getirecek

7 Aşırı zor
62 M I C t I A L L C O R D Y

birilcrinc rastlamayı um arak bilincini açık tutm aya çalışmışlar­


dı. A m a neredeyse aşağı inene kadar kimse görünm em işti. Bi­
tişte, Billy'yi indirirlerken, R o b M iles'a dönüp fısıltıyla, "Eğer
bu benim başıma gelirse, M ilo ," dem işti; yanık teni kar gibi
bem beyazdı, “bırak beni gideyim . H içbir zam an ölüm le burun
buruna geldiğin zamanki kadar canlı olam azsın. A m a istem edi­
ğin bir hayata sıkışıp kaldığın zam anki kadar da ölü olmazsın.
O yüzden bırak beni gideyim . Ben bunu istiyorum. Biraz acı,
boş ver, biraz korku vc sonra hiçlik." Billy iki gün sonra hasta
nede ölmüştü.
Flem ing kardeşler birlikte tırm anm aya devam ettiler; hatta
Rob yedi sene önce Susan'la evlendiğinde bile. F ethedilecek ye­
ni dağlar aram ak için birlikte dünyayı dolaştılar. Ç o ğ u kez Billy
sanki yanlarındaym ış gibi hissediyorlardı; özellikle de yolculuk
lan çetinleşince. Flem ing ağabeyinin sözlerini hiç unutmam ıştı.
Yaralanacak olsa bu ya bir dağda ya da bir çatışm ada olur diye
düşünürdü. Ford M ondco'suyla L ccds'c giderken kaza yapaca
ğı aklının ucundan bile geçm em işti.
A ğabeyinin yatağını koğuştan koridora çıkartırken içinden
bir kez daha, yann ona yardım edeceğini geçirdi. R o b 'u n onu
sayısız kez bir yarıktan çıkardığı ya da zorlu bir zirveye tırm an
masına yardım ettiği geliyordu aklına. Şimdi de hayatının bu en
zorlu tırm anışında o ağabeyine destek olacaktı.
Jake'in yürümesine yardım etmişti bile. Y ann da R o b 'u n yü­
rümesine yardım edecekti.
R ob'un istediğinin de bu olduğunu um uyordu. A n n e vc ba­
balan, bilhassa da anneleri, bunu istiyordu. A nneleri İngiliz kili­
sesine m ensuptu ve kazadan bu yana iyice sofulaşmış, anlaşıl­
ması güç bir coşkunlukla büyük oğlunun zam anla, T an rı'n m sev­
gisi ve M iles'm yetenekleri sayesinde sapasağlam olacağına ina
nır olmuştu.
Flem ing psikologlarla yapılan yorucu iletişim seanslannda
gördüklerinden R ob'un ölm ek istediğini biliyordu. Ç arp m a ara­
banın parçalanm asına ve onun kötürüm kalmasına sebep ol­
muştu. Karısı ölmüş, oğlunun bacaklan ezilmişti. İki kez R ob'un
L U C I F E R 63

depresyonunu anne babasına açuıak istemiş am a onlar ikisinde


de bu konudan bahsetm ek istem em işti. “Bu sadece bir e v r e /
diyorlardı. "İyileşm eye başlayınca daha farklı hissedecek."
Flem ing R o b 'u n iyileşeceğinin bir garantisi olm adığını açık­
lamaya çalıştığında da annesi cesaretle gülümseyip T an rı'n ın ve
kendisinin henüz o ndan ümidi kesm ediğini söylemişti. "Tanrı
ona rehberlik edecektir."
M iles, içinden "R ob kaza yaptığında ettiği gibi mi?" diye ge­
çirm iş am a söylem em işti.
R ob'un olanlar için T an rıy ı suçlayacağı annesinin aklının
ucundan bile geçm iyordu.
Flem ing suçluluk duyduğu saniyelerde A m ber'ı kıskandı. Hiç
değilse o kardeşinin artık acı çekm ediğini bilmekle avunabilirdi.
A ğabeyinin içinde bulunduğu durum yalnızca F lem ing'in ne
T an rı nc dc öteki dünya diye bir şey olm adığına dair inancını
pekiştiriyordu. B ir insanın tek seçeneğinin hiçlik onu sonsuza
dek -ki bu uzun bir süreydi- alıp g ö tü rm ed en hayatı tüm açıla­
rıyla birlikte en güzel şekilde yaşam ak olduğu ona hiç bu kadar
net görünm em işti. F lem ing'in ağabeyiyle ilgili bir tek am acı var­
dı: O na burada ve şimdi yardım etm ek. O na Jake'e nasıl yar­
dım edildiğini gösterm esi gerekiyordu, sonra da onun da bir
gün iyileşip mutlu olacağına dair onu ikna etm esi...
Yatağı koridorda, fizik tedavi odasına doğru iterken. " N e re ­
deyse geldik; R o b ," dedi.
Ç arpm a kapılara yaklaşırlarken sürpriz firlayıp çıktı. Jakc
sanki kaza hiç olm am ış gibi çevik ve kıvrak hareketlerle hopla­
yıp zıplıyordu. "Babacım! Babacım! Bacaklarım a bak!" Yatağa
koşup babasının yanağına bir öpücük kondurm ak için zıpladı.
Pam Flem ing torununun peşinden çarpm a kapılardan geçti.
H uzur ve mutluluk v eren bir gülüm sem eyle, "Öyle heyecanlan­
dı ki," d edi, "hava atm ak için bekleyem edi."
Flem ing ağabeyine dönünce iyi durumda olan gözünün de
onu yan yolda bıraktığını gördü. Akan yaşlar yüzünden ekranda­
ki kelimeleri seçm ek için onu kullanamıyordu. "Sözlerini yarma
sakla, R o b ," dedi. "O zam an nc istersen söylcycbilcccksin."
ON İKİ

THINK TANK

A m b er G ran t gözlerini kapattığında video kam era ve Brian yu­


karıdan hâlâ onu seyrediyordu. N ö ro Ç e v irm e n asla uyumazdı.
A m b er'ın beyin dalgalarını tararken onlarla A m b er'in yaptığı
alıştırmalar arasında ilişki kunıyor, A m b er'ın düşünce kalıplan
nı kendi veri dizileriyle karşılaştırıp kayda değer sapm aları bildi­
recek yeni kalıplar anyordu. Z ihninin elektriksel m im arisinin ha­
ritasını çıkartarak beyni hakkında sürekli bir şeyler öğreniyordu.
T ü m bu analizleri kendi beynini çalıştıran Lucifer O p tik bilgisa-
yan kullanarak ışık hızıyla yapıyordu.
A m b er G ran t uyanıkken N ö ro Ç e v irm e n olağan dışı bir şey
bulmamıştı. Bilincini yitirip hızla uykunun ilk iki evresine g eçti­
ğinde de bir şey bulamamıştı. Ü çüncü evrede A m b e r'ın vücudu
düzensiz bir şekilde seğirirken de B rian kendi norm al alanı dı­
şında az şey kaydetmişti. H atta uykunun dördüncü evresine g e ­
çen A m b e r'ın alnı boncuk boncuk terlerken de vızıldayan zihin
okuyucuda bir sorun yoktu.
N e zam anki A m ber hızlı göz hareketi olarak tanım lanan R E M
uykusuna geçti o zam an Brian rüyalar tarafından yönetilen hâlâ
keşfedilmemiş bilinçaltında olağan dışı bir şeyler kaydetti.

Terliyordu. A lnı boncuk boncuk terlem iş, geceliği sırılsıklam


olmuştu. D udaktan kımıldadı, bir şeyler m ırıldandı; ağzından çı­
kan kelim eler yavaş yavaş daha tutarlı hale geliyordu. D erken
I U C I H •• A 65

ağlam aklı çocuk sesiyle kendi ismini söyledi: "A m ber, A m ber,
neredesin A m ber?"
Rüyaya daldığında göz kürelerinin göz kapaklarının ardında­
ki hareketleri görünüyordu. Vücudu sanki acı çekiyorm uş gibi
titriyordu. D erk en titrem e durdu ve gözleri açıldı.
A nılar kırık ayna p arçalan gibi parlayarak g özlerinin ön ü n ­
den geçiyorlardı: O n u ve A riel'i kollarına almış C izvit cübbesi
içindeki P ed er Riga; babasının yüzündeki, A m b e r'ın Stan
ford'dan onur derecesiyle m ezun olduğu günkü o gururlu gü­
lüm sem e; renkli maskesi ve koruyucu giysileriyle Cal T e c h kam
püsündeki Bradley S oam es; uykuya dalm adan önce saçlarını
okşayıp onu ö p en annesi; cerrah her ikisini de uyutm adan ev
vel elini sıkıp ona hoşça kal diye fısıldayan kardeşi...
Başında kesikler açan bıçağı hissetti. K o r gibi yakan acıyla
çığlık attığını duydu, sesi A riel'in k in e karışıyordu; ikisi de ayniy­
ken birbirlerine tutunm aya çalışıyorlardı. Şimdi bile, aklı vücu­
dunu terk ed erk en , bir şekilde A rie l'e bağlı olduğunu, hâlâ on­
dan koparıldığını hissediyordu. A m a hissettiği acı duygusal bir
acıydı, fiziksel değil. K orku, hüsran, keder ve öfke birbirine ka­
rışıyordu. T ekrar çığlık atm aya çalıştı am a sesi yoktu. M ücadele
etm ey e çalıştı am a vücudu yoktu. Şekilsiz bir varlıktı, karanlıkla
kuşatılmış, hızla bilinm ez bir boşluğa doğru ilerliyordu.
îleride ışıktan bir koni belirdi; karanlıkta titreşip onu m anye­
tik alana doğru çekiyordu. A m b e r öyle hızlı hareket ediyordu ki
çok g e ç m e d e n koninin içindeydi, onun bir parçasıydı. K o n i kı
mıltısız görünüyordu, ışınlan taneciklere aynlıyordu; A m b er
-la birleşip onun kopm az bir parçası oluyordu. Işık bir anı­
yı tazelem işti. A rie l'in tekrar o n a katılıp ve onu kaynağa götür­
mesi için bekledi.
T am A riel'in orada olabileceğini düşünürken duygusal acı
yeni bir seviyeye yükselmişti. O an özgür kalmayı ve kavgasız
gürültüsüz çekip gidebilm eyi diledi.
A m a o nu çekip ışıktan uzaklaştıran, gerisingeri karanlığa,
gerisingeri kendisine doğru çeken bu elden, bu elastik p e n ç e ­
den kurtulm anın bir yolu yoktu.
66 M I C H A E L C O R D Y

Sabit bir biçim de bakan gözleri kapandı ve A m b e r sıçraya­


rak uyandı. T üm bu süre içinde N ö ro Ç e v irm e n onu izlemeye
devam etm işti. Şim di de nöbetçi hemşire onu sakinleştirip alnı­
nı siliyordu.
T am am en hastasına konsantre olduğu için B rian'ın sinirsel
ağı A m b er'ın beyninin an o rm al durumunu özüm serken N ö ro -
Ç ev irm en 'in ekranının üst kısmında dans eder gibi titreşen dal­
ga boylarına dikkat etm em işti. G eceliğini düzeltti, hastası sakin­
leştiği için rahatlamıştı vc vızıldayan cihazdaki yirm i altı saniye
lik ses değişikliğini fark etm em işti.
A m b er G ran t tekrar uykuya dalınca vc hem şire dc m innet­
tarlıkla kahve almaya gidince N ö ro Ç e v irm e n de düzenli mırıltı
lanna geri döndü.
ON UÇ

KIZIL GEMİ, CAPETOWN


33*55’ Ci. 18*22' D

Altı bin mil ötede. Xavier Accosta, namıdiğcr Kızıl Papa, Kızıl
G e m i'n in ust güvertesindeki ofisinde tek başına oturuyordu. E l­
lerinin arasındaki deri ciltli kitap g erçek yaşı olan yüz yaşından
daha fazla gösteriyordu; sırtı aynı sayfanın defalarca açılm asın­
d an dolayı ayrılmış. Y ine h er zam anki gibi bıraktı aynı sayfa
açılsın. D erin bir nefes alarak cübbesini düzeltti vc acı dağılsın
diye hasarlı bacağını büktü. A rdından okum aya başladı. Kara
gözleri tanıdık yazının h er bir kelim esinin tadını çıkartarak ya­
vaşça sayfanın üzerinde geziniyordu:

Archives d'Anthropologte Crfmtnelle'dcn alınmıştır,


M ontpellier, Fransa, 1905

Dr. Baurieux‘nun suçlu Languille'in giyotinle uçurulan kafa­


sıyla idamdan hem en sonra iletişim kurmaya çalıştığı deney­
den notlar. Boynunun vurulmasından hem en sonra hüküm­
lünün göz kapaklan ve dudaklan beş ya da altı saniyeliğine
sıkıca kapandı... Birkaç saniye bekledim ve kasılma geçti,
yüzü gevşedi, göz kapaklan göz kürelerinin yansım kapanı­
ğından sadece göz aklan göriinüyordu; tıpkı ölmekte olan ya
da yeni ölmüş birininki gibi.
68 V u • Il A H L COR UY

O anda yüksek sesle, "Languille” diye bağırdım ve göz


kapaklarının seğirm eden yavaşça açıldığını gördüm; hareket
1er aşikâr ve netti, bakışları donuk ya da boş değildi; capcan­
lı olan gözleri kesinlikle bana bakıyordu. Birkaç saniye sonra
göz kapaklan tekrar kapandı, yavaşça ve muntazaman.
O na tekrar seslendim. G ö z kapaklan, karşı koymadan,
bir kez daha yavaşça açıldı ve canlı olduklan şüphe götürm e­
yen fld tane göz ilkinden daha da delici bir bakışla bana hak­
lı. D erken gözler bir kez dalia kapandı. Ü çüncü bir girişim
de butundum. Bir reaksiyon gelm edi. Tüm olay yirmi beş
otuz saniye arasında vuku buldu

Dr. Baurieux, M ontpellier, Fransa, 1905

A cc o sta bu sözleri ne zam an okusa Languille'in gözlerinin


ruhu b ed en in d en aynldığında neler gördüğünü hayal ed erek
hem tedirgin olur hem de heyecanlanırdı.
Başını kaldırıp önündeki meşe lambrili duvarda bulunan yük­
sek çözünürlü holografik plazm a ekranlara baktı. Ekranların iki­
si de boştu. Birinde son ayininin sesi kapalı şekilde sürekli tek­
rar eden video görüntüleri, diğerinde ise B B C 'n in kan kırmızısı
gövdesi ve beyaz üst güvertesi Afrika güneşinde parıldayan sek­
sen tonluk Kızıl G e m i'n in dünya çevresindeki haccına devam e t­
m ek için C ap e T o w n L im an ı'n d an ayrılışım, olay y erinden canlı
olarak aktaran haberi vardı. İskelede bir o tarafa bir bu tarafa
d ö n ü p duran kamera kiliselerinin cisimleşmiş halini, Kızıl Pa-
p a'n ın sanal katedraline ve dünyanın ilk e-K ilise'sini m üm kün
kılan İdarî ve teknik personele ev sahipliği y ap an yüzen şehri.
Ruh H akikati Kilisesi'ni, bir anlık da olsa g ö reb ilm ek için çırpı­
nan kalabalığı çekm eye başladı.
Ama Kızıl G em i denize açılınca Kardinal Xavier Accosta te ­
levizyon ekranlanm ve solunda bulunan görüş sahası geniş p en ­
ceredeki enfes C ap e T o w n m anzarasını boş verdi. D o k to r'ıın
Ruh Projesi'yle ilgili raporunu okum ak için sabırsızlanıyordu.
I. U C l F F . R 69

Z am an akıp geçiyordu ve eğer bilim adam ları am açlarına ulaşa­


mazlarsa on sene ö n ce R o m a 'd a n ayrılmış olm asının bir anlam ı
kalm ayacaktı. Bir de h er nc kadar D o k to r'd a n haber alm ak is­
tiyorsa da Başrahibe G io v an n a Bellini için endişeleniyordu. Es­
ki kitaba bakıp onu düşünm e m eye çalıştı, am a o onu kafasın­
d an atm ak için ne kadar gayret gösterirse Başrahibe bir o ka­
d ar daha yerleşiyordu.
A ni bir kapı vurulması düşüncelerini dağıttı.
A ccosla yerinden kım ıldam adan, "G irin ," dedi.
M o n sen y ö r P au lo D icigeo kapıyı açtı; güçlü bedeni girişi
kaplam ıştı. O da kırm ızılar içindeydi, am a cübbesi tek bir yaldız­
lı kurdeleyle süslenmişti; hâlbuki A cco sta'n ın k in d e iki tan e var­
dı. A c c o sta 'n ın güzel, fotojenik yüz hatlarına karşılık onun yüz
hatları kaba ve duygusuzdu: koyu renk kaşlarla bölünm üş basık
bir alın, ağır g ö z kapaklarının ardındaki çukura kaçmış g ö zler ve
geniş, çıkık bir ç e n e ... Yüzünün geri kalanıyla tezat oluşturan
dolgun, hatta kadınsı denebilecek dudakları o n lar olm asa bir
duygu belirtisi g ö ste rm e y e c e k olan yüz hatlarına haşin ve huy­
suz bir hava veriyordu.
A cc o sta kendini hazırladı. "Başrahibe G io v an n a 'y a ne oldu?
H a b e r var mı?"
M o n se n y ö r om uz silkti "H alledildi, P apa H azretleri."
Başrahibe G io v an n a tıpkı M o n sen y ö r D iag e o gibi ilk z a m a n ­
lardan bu yana sadık bir mürit olm uştu. Y irm i yıl ö n ce, A ccos
ta V atikan'a terfi ettirildiğinde o m ütevazı bir rahibeydi. K e n d i­
ni o n a öylesine adam ıştı ki, terfisinden bir on sene sonra afo ­
roz edilip kendi kilisesini kurduğunda bile onun peşinden gitm iş­
ti. O da karşılığında o nu ilk kadın papazlarından biri yapm ıştı.
D okuz ay ö n c e . R uh Projesi'ylc ilgili yıllarca yapılan araştır­
m alardan sonra, teknolojinin ölm ekte olan denekler üzerinde
d en e n m e sin e karar verilm işti. D ünyanın d ö rt bir tarafındaki,
K ilise ’ye ait bakım evlerinden seçilen ölüm döşeğindeki kimse­
siz hastalar öldükleri beyan edildikten sonra ölm ek için vakfa
götürülüyorlardı. H astalan son nefeslerinde kutsaması için bir
70 M I C H A E L CO KOY

p ap aza ihtiyaç olduğundan bu görev A c c o sta 'ya olan sonsuz


sadakatinden dolayı soru sorm am ak kaydıyla Başrahibe G i-
o v anna'ya verilmişti.
A m a Başrahibe elbette soru sorm adan duramadı. A ccosta'yı
arayıp ona D o k to r ve H akikat K onseyi üyelerinin denekleri öl­
dürdüğünü söylediğinde, A ccosta ölm ek üzere olan hastaların
ölüm lerinin çabuklaştırıldığını zaten biliyordu; deneyleri gerçek­
leştirmenin tek yolu buydu. D iag co 'y u işe karıştırmak istem e­
mişti am a Başrahibe'nin som lan işleri karıştırmıştı ve. önada dö ­
nen bahis büyüklü. D iageo onu anlamıştı, neredeyse tek kelime
sarf edilmesine gerek duyulmadan. A ccosla. kutsal görevin öne
mini kavrayınca Başrahibe'nin de onu anlamasını umuyordu.
"Yani her şey yolunda mı?"
"Sanırım öyle."
"K aygılanm am gereken bir şey var mı?"
Başını belli belirsiz salladı. "Yok, P apa H azretleri."
A ccosta rahatladığını belli etm em ey e çalıştı. "A ferin."
"Frank hatta."
"Bağla."
ö n ü n d e k i holografik plazm a ekranlardan biri cızırdayarak
açıldı. Frank C arvelli'nin siyah kaşmir ceketindeki pam uk tiftik­
lerini topladığını görebiliyordu. O Ruh Projcsi'nc öncülük eden
üç kişilik H akikat K onseyi'nin ikinci üyesiydi. Pürüzsüz parlak
cildi ve atkuyruğu toplanm ış, boya olm asından şüphelenilecek
kadar siyah saçlanyla yumuşak tabiatlı bir adam dı. Siyah giym e
takıntısı vardı. H e r ne kadar A ccosta onun kibirli ve sığ bir
adam olduğunu düşünse de o Kilise vc Ruh Projesi için vazge­
çilm ez, parlak bir İletişimciydi.
Carvelli, iletişim ve sunu yazılım ından sinem a prodüksiyon -
lanna ve halkla ilişkilere kadar pek çok konuda uzmanlaşmış
olan K R E E 8 Sanayi'nin başındaki kişiydi. C arvelli'nin göründü­
ğü holografik plazm a ekranın yaratıcısı da yine K R E E S 'd i.
H olly w o o d filmlerinde kullanılan, bilgisayar ortam ında yaratıl­
mış özel efektlerin yüzde 60'ı da yine onlann sonımluluğundaydi;
L U C I F E R 71

sanal sinem a yıldızları yaratm ada vc ölenleri diriltm ede uz­


m andılar.
A m a K R E E 8 asıl O ptik In tern et ya da diğer adıyla O pti-
n et'le, gerçek zam anlı sanal gerçekliği dünyaya tanıtarak kendi­
ni aşmıştı. A cc o sta'n ın bir eşi daha olm ayan elektronik Kilisc-
si'ni yaratm ak için O p trix 'in optik bilgisayar devrim inin gücünü
kullanmaya yardım ed en K R E E 8 , yani Carvelli idi. K RE:E8 W eb
gezgini kulaklıkları m ilyonlarca insanın A cco sta'n ın ayinlerine,
sanki oradaym ışlar gibi, canlı olarak bağlanm alarını sağlamıştı.
Hem Carvelli m edyanın dilinden de anlıyordu. Bağlantıları­
nın ve gücünün A cco sta'n ın şu anki gibi bir fenom en haline gel­
m esine katkısı olmuştu. A ccosta da bunun farkındaydı, am a C ar­
velli'nin onu desteklem esinin sebebinin köklü bir inançtan çok
dünyanın en büyük kilisesiyle olan bağlantısının kendisine sağla­
dığı güç vc şöhret olduğu yönünde kuşkulan da yok değildi.
"P apa H azretleri," dedi Carvelli, "yeni cihaz bitti sayılır. Şim ­
di görüntünüzü vc adale hareketlerinizi yüklemek, ses profilini­
zi alm ak ve vücudunuzun tep ed en tırnağa kalıbını çıkarm ak için
bir gününüze ihtiyacım ız var. Siz bana sadece nerede ve ne za­
m an olacağını söyleyin ayarlam alan ben yaparım ."
"P rogram ım ı M o n sen y ö r D iag co ile görüşmelisiniz, am a bu
bir parça erken olm adı mi; daha projenin ilk safhasını bile ba-
şanyla tam am layam adık."
Carvelli başını salladı. "Yeni bir gelişm e D o k to r'u başarılı
olacağına inandırm ış. Bana her şeyi hazır etm em i söyledi; böy-
lece zam anı geldiğinde daha hızlı hareket edebileceğiz."
A cco sta sinirlerine hakim olm aya çalıştı. Ruh Projesi kutsal­
dı: Onun projesiydi am a Hakikat K onseyi'nin başkanı, ısrarla
D o k to r takm a adıyla anılm ak istenen kişi, gündem i belirliyordu.
"N eym iş bu yeni gelişm e?"
"Sizin de bildiğiniz gibi. D o k to r ilıtiyauı uır adam . D aha faz­
la em in olana kadar bana söylem eyecektir, am a inançlı. O
inançlı olunca da genelde bundan bir şeyler çıkar. Bir dahaki
güncellem ede em inim size bundan bahsedecektir. Yüklem e için
VK I IA i * I C 0 U 0Y

müsait olup olm adığınızı ö ğ ren m ek üzere M o n sen y ö r D iageo


ile irtibata g eçerim ."
"Teşekkür ed erim . Frank."
Carvelli'yle bağlantı kesildikten sonra D iag eo tekrar kapıya
vurdu. "P ap a H azretleri, yayından on beş dakika ö n ce uyarma­
mı istemiştiniz."
A ccosta sandalyesinden kalktı. Bir seksenlik boyunu uzatıp
geniş om uzlarını geriye atarak ağrılar içindeki vücudunu doğrult­
tu. Seksen sekiz yıllık ihtiyar bedeni kırmızı cübbesinin içinde hâ­
lâ dayanıklı ve de heybetli görünüyordu. Vücuduna akın eden
adrenalini hissedince dünyanın dört bir yanındaki inananlarına
seslenmek için kendini topladı; sanal ayinine katılmak için hâla
oturum açm akta olan milyonlarca müridine seslenm ek için...
ON DÖRT

ERTESİ sabah

BARLEY HALL

"Sana söylüyorum . M iles; dün gece yine öldüm ," dedi A m ber;
solgun ve bitkin görünüyordu.
F lem ing kaşlarını çattı. "H em şire kâbus gördüğünü söyledi."
"Kâbus değildi. Ben rüya g ö rm em . A riel görürdü am a ben
g ö rm ezd im . Bu bizi ayıran özelliklerden biriydi. D ün gece o lan ­
lar öyle gerçekti ki. Ölüm e yakın deneyim in bir tekrarıydı. A m e ­
liyat masasında neredeyse, ölecekken olmuştu. Ariel öldüğünde."
"A m a sen ölm ed in , A m ber. Ben bir doktorum . Böyle şeyle­
ri fark ederim ."
Ofisindeki masasında oturm uş saatine bakm am aya çalışıyor­
du. R ob'un denem esine iki saatten daha az bir zam an kalmıştı
ve A m b er'in taksisi dışarıda onu havaalanına götürm ek için bek­
liyordu. Bu sabah erken kalkmıştı, nehir kenarında koşu ve
hafif bir kahvaltıdan sonra yedi gibi evden çıkmıştı. A nnesi ve
Jake onunla kalıyorlardı, denem e iyi geçer de R ob onlarla konu­
şabilir diye kliniğe gelm eyi kararlaştırmışlardı. Güneşli bir Ekim
gününde Barley H all'a giden Fenland yolunda hız yapm ak için
aşağıya Jaguar'ıyla inmişti. 1 lava R o b 'u n denem esi için iyi bir
işaretti. G ünün ilk birkaç saatini d en em e için hazırlanarak g eçi­
rebileceğini um arak gelm işti, am a A m b er buna engel oluyordu.
"H ad i am a A m ber. Ü zgün olduğunu biliyorum am a ağzın­
dan çıkanı kulağın duyuyor mu?"
74 M IC: H A E. I- CORDY

A m b er kulak m em esini ovuşturarak, "Rüya değildi," dedi


inatla.
"Pekâlâ, bana şu rüyadan, deneyim den, bahset."
"Söyledim ya. Vücudumu terk edip hızla parlak bir ışığa uza­
na il karanlığa dalıyorum . Öylesine hızlıyım ki o n a yetişiyorum .
Sonra onun bir parçası oluyorum . D erken birdenbire sanki elas­
tik bir şey beni yakalıyor ve gerisingeri vücuduma ve yaşama
doğnı çekiliyorum . Bunu ancak psişik bungee jum ping olarak
tanım lay abilirim . *'
"P eki, A riel'in buradaki rolü?"
"Bu da işin tuhaf tarafı. Onu hiç g ö rm ed im am a bir çeşit bağ
vardı - gerçi açıklaması kolay değil. M ıknatısın aynı kutuplan gi­
bi, biz nc kadar bir araya gelm eye uğraşırsak bizi birbirim izden
ayn tutan kuvvet o kadar güçleniyordu. T ıpkı birbirlerinden bi­
raz uzakta olduklarında birbirlerini çeken am a sıkıştırdıklarında
birbirlerini iten atom lar gibi. Biz bir d ö n er kapıya sıkışmış iki ki­
şiydik -birbirim ize ulaşmak için ne kadar zorlarsak zorlayalım
bu olm ayacaktı."
Flem ing anladığını belli eden bir ifadeyle gülümsedi: O na g ö ­
re A m ber, bilinçli bir şekilde, baş ağrılarını ölen ikiziyle ilişkilcri-
direrek bastırılmış bir yığın anıyı ve bilinçaltındaki hislerini ser­
best bırakmıştı. "Basbayağı rüya A m b er ya da gecikm eli bellek.
Bak, A rici hâlâ ara ara zihnini rahatsız ediyor, değil mi?"
"Evet."
"Vc dün baş ağrılarını tartışırken sen özellikle ona odaklan­
dın. Bu yüzden de bilinçaltının..."
A m ber öfkeyle, "Bundan daha fazlasıydı," diye diretti. "Onun
bir parçası beni anyordu, bana ulaşmaya çalışıyordu, bilinçli bir
şekilde beni bir şeylere karşı uyarmaya çalışıyordu..." Sanki
sözlerinin kulağa ne kadar tuhaf geldiğini fark etm iş gibi sesi gi­
derek azaldı, kaşlan çatıldı. "Rüyada gibi hissetmedim."
"Rüyadayken nadiren öyle hissederiz, A m ber. D ün gece
Frankie, N ö ro Ç e v irm e n 'in sinirsel sinyallerini daha iyi okum a­
sına yardım cı olması için sana uyarıcı ilaç verm işti vc bu ilacın
t uc i r e r 75

bilinçaltını rahatlatm ak gibi bir etkisi vardır; rüyaları tetikler, bas­


tırılanları bile. Bu iyi bir şeydir -B rian'a orada neler olduğunu
daha iyi anlaması için tahlil edilecek fazladan materyal sağlar.
A m ber, rüyalar güçlüdür ve çoğu kez gerçeğin kendisinden daha
gerçek görünürler. Konuştuğum uz gibi ben üç dört gün içerisin­
de buraya d ö n m en i öneriyorum ; böylece tahlilleri tam am layabi­
liriz. D iğer sorumluluklardan uzak bir ay geçirebilir misin?"
A m b er kısa bir tereddütten sonra başını salladı. "Evet. Bu işi
çö zm ek istiyorum. Ç ö z m e k zorundayım ”
"Ve çözeceğiz," dedi Flem ing. "K aliforniya'dan d ö n m en i
bekleyeceğiz, sonra da bırakacağız N ö ro Ç e v irm e n ilk tahlilleri­
ni bitirsin. H ayalet ağn deneyim in sırasında beynini analiz et­
m eden önce gerekli olabilecek taram alar da yapabiliriz. En kısa
zam anda tem ci veri raporlarına bakacağım . O lağan dışı bir şe­
ye rastlarsam sana h em en söylerim . T am am mı?"
"Sana anlattıklarım ı en azından bir düşünecek misin?"
"Tabii ki. H e r yanı didik didik inceleyeceğim . B ana hayalet
ağrılarını tedavi e tm e m için geldin. O nunla ilgili ne varsa baka­
cağım . A m a sana şu kadarını söyleyebilirim , bunun m antıklı,
tıbbî bir açıklaması vardır. H e r zam an vardır."
A m b er kaşlarını çattı, belli ki ikna olm am ıştı. "Öyle mi?"
"E vet," d ed i, F lem ing, kendinden em in bir şekilde. "H e r
zam an ."
ON BEŞ

THINK TANK

Fleming saat on bir gibi R o b u n T hink Tank'dcki yatağının baş


uçundaydı. Takım toplanm ıştı. N ö ro Ç c v irm c n 'in yanında ayak­
ta dikilen, F lem ing'in teknik asistanı vc bilgisayar uzm anı olarak
çalışmak için C am bridge'e gelm eden ön ce Sydney ve K aliforni­
ya'da bilgisayar elektroniği okuyan soluk tenli, gözlüklü bir
AvustralyalI olan G reg B row n'di. Başhemşire Frankie P inner
yalağın yanındaydı; etraftaki m onitörlerden R o b u n yaşam be­
lirtilerini kontrol ediyordu.
Fleming ağabeyinin yanma çöm eldi. G özle harekete geçen
iletişim ekranı denem e için alındığından R o b u n şimdi 'hayır'
için bir, 'eve" için ild defa gözünü kırpması gerekiyordu. "R ob,
bugün burada olacak olanlan anlıyor musun?"
Rob sol gözünü iki kez kırptı.
Flem ing vc Brown yalnızca beyin dalgalarını genişletip y o ­
rumlaması için değil kalıplarını kelimelerle bağdaştırması için
Brian'ı ayarlamaya aylannı vermişlerdi. G e ç e n ay Rob sessizce
seçilmiş m etin örneklerini okurken Brian onun okuduğu kelim e­
leri düşünce kalıplarıyla bağdaştırarak zihnini okumuş ve basit
bağlantılar bulmuştu. Flem ing bir makineyi ses bireşimcisine
bağlayarak R o b u n aklından geçen kelimeleri konuşmaya dök­
mek istiyordu. Vc bugün o gündü.
t u ç i r ı r 77

Lafı dolandırm ayacaktı. “Riskler var, R ob. Anlam alısın: Bu


d en em e senin için doğrudan bir tehdit oluşturmasa da zayıf düş­
müş durumdasın -bilhassa da kalbin- ve herhangi bir etkinlik
kalbinin üzerinde ölümcül olabilecek bir gerilim e sebebiyet ve­
rebilir. D enem eyi hâlâ erteleyebiliriz. İllaki yapm ak zorunda de­
ğiliz. Y ine de devam etm ek istiyor musun?"
R ob'un gözü iki kez kırpıldı.
“R ob, tatbikatı biliyorsun zat en, “ dedi Flem ing. "Bilgisayarın
senin geçen ayki alıştırm alarından tanıdığı kelimeleri gösteren
uyarıcı m o n itö rd en bazı kelim eler akacak. Bittiğinde acele et­
m eden söylem ek istediğin her bir kelimeyi düşün. Basit olsun
lar, gram eri de boş ver. A nladın mı?"
iki göz kırpış.
“H arika." Flem ing odadaki diğer insanlara bir göz attı. F ran­
kie m onitörleri kontrol ediyordu -elektrokardiyogram m ın dü­
zenli olduğunu not etti. Fazladan oksijen de m evcuttu ve yedek
hem şire kapının yarımda bekliyordu. G reg N ö ro Ç e v irm e n 'in
yanında durmuş plazm a ekrandaki ayrık bölüm leri izliyordu.
R ob'un beyin dalgası faaliyetini gösteren üst kısımda serbest
çe dalgalanıp zirveye vuran enlem esine çizgilerle kaplı bir ızga­
ra vardı. Aşağı kısımda kelim eler bir filmin tanıtım yazıları gibi
akıyordu. Bunlar R ob'un son dört haftada Brian'in sinirsel ağı­
na girdiği m etni gösteriyorlardı. Basittiler: yardım, aşk, gir, ih-
ttyaç, oyun, rop; Jak e'ten biraz daha küçük bir çocuğun kelime
dağarcığı. A m a kelim eydiler; Rob ile dünyanın geri kalanı ara­
sında geçersiz olan iletişimi kurmak için son dcrccc önem li olan
apartm an bloklarıydılar.
K elim eler belirdikçe Flem ing üst ekrandaki çizgilerin değişti­
ğini gördü -dalga boyu desenleri bu kelime için benzersiz bir dü­
şünce nişanı m eydana getiriyordu. Flem ing liste bitene dek ek­
randa beliren kelim elere baktı.
Aşağıdaki ekranda 'P rogram lam a tam am landı' yazısı belirdi.
Flem ing G reg ve Frankic'ye baktı. “H erkes hazır m ı?“
H epsi başlarıyla onayladı.
78 I MC MA EL C O BOY

Sonra R o b a döndü. "H azır mısın?" bakışları ağabeyinin sol


gözüne sabillendi; iki kez kırpmasını bekliyordu.
Kırpmadı.
R o b u n kımıltısız sol gözüne bakınca yatağın üzerindeki iki
ho p arlö rd en bir ıslık sesi geldiğini duydu, ardından plazm a ek­
ranın alt kısmında bir hareket fark etti, 'evet* yazısını g ö rm ek
için döndü ama hoparlörlerin aynı kelimeyi söylediğini duyunca
ensesindeki tüyler diken diken oldu. Evet.
D iğerlerine bakmaya cesaret edem eyen F lem ing gözlerini
R o b a dikti. Başka bir örtülü soru deneyecekti. “B enim daha ya­
kışıldı olduğum a katılıyor musun, kardeşim?"
Y ine bir duraksama oldu, bu seferki daha uzundu. Flem ing
bir an için o 'evet'in tesadüfi olduğunu düşündü. D erken Bri-
an'ın ekranı aydınlandı. Üst kısımdaki çizgiler titreşti ve alt kı­
sımda bir kelime belirdi. Sonra üç tane daha.
"Hayır," dedi hoparlörlerden gelen ses. "Hayır. Hayır. Çirkin."
R ahatlam anın ardından gelen kahkahalar dalga dalga odayı
kapladı.
A çık bir sorunun vakti gelmişti. "Bana kendini nasıl hissetti­
ğini söyleyebilir misin, R ob?"
Yine duraklama ve alt kısımdaki ekranda beliren üç kelim e.
H o p arlö rlerd en gelen bedensiz ses hem en hem en hiç beklem e­
den konuştu. "İyi. Konuşacak. Kadar." R o b u n yüzü gözyaşla-
nyla ıslanmıştı. Flem ing yaşlan silmek için yanm a gitti. "Tıpkı.
B enim . T ırm an m ak , özgürlük."
Flem ing 'doğal' konuşma sesini program ladığından B rian'ın
üzerinde fazlasıyla düşünülüp taşınılan kelime kelim e tclafiVızla-
n daha önceki ses bireşimcileri kadar m ekanik çıkm ıyordu.
Flem ing'in yanındaki G reg , "Çalışıyor," dedi. "Allahın ceza­
sı şey çalışıyor."
Yine cızırtı ve ardından gelen duraklama. "Evet. İyi. K onuş­
mak. Teşekkür. Ederim. Milo.*'
"Sesini duym ak harika, R o b ," dedi Flem ing. “A n n e m vc Ja­
ke koridorda bekliyor. Seni g ö rm eye geldiklerinde onlara söyle­
m ek istediğin bir şey var mı?"
I OC I F I ft 79

Islık sc si. "Jakc'i sevm ek. A n n em i sevm ek. Babam ı sevm ek.
Seni sevmek, M ilo."
"Biz de seni seviyoruz, R o b ."
"K onuş. Söyleyecek çok şey. A m a söyleyem iyor."
"Ü zülm e, R ob. A cele etm e. Şimdilik sadece sen vc ben va-
nz. Bana nc istersen söyleyebilirsin. Biliyorsun. H e r şeyi. T a­
m am mı?"
"Susan için kötü hissediyor. Ve de Jake. Susan'ı ben öldürmüş
gibi. Jake'i yaralayan ben gibi."
M iles ağabeyiyle g ö z göze geldi. "R o b , olanlar korkunçtu
am a senin hatan değildi. Beyin köküne bir darbe aldın. Y apabi­
leceğin bir şey yoktu."
"H ayır. H ayır. H ayır."
“R o b , yapabileceğin bir şey..."
A m a elektrokardiyogram ın düzenli bip biplcrinin ritmi yerini
kesintisiz bir alarm a bırakınca M iles R o b u n o n a katılmadığını
anladı. A ğabeyi acı içinde o n a bağırıyordu. "N ey e H ayır, R ob?"
diye üsteledi; kendi kalbi göğsünde taklalar atıyordu. "K onuş
benim le."
H o p arlö rlerd en gelen cızırtıyla birlikte R o b 'u n felçli vücudu
sarsılm aya başladı.
"Sorun nedir, R ob?" diye sordu Flem ing. "Söyle bize, sorun
nedir?"
T ıb b î cihazlardan yükselen kesintisiz alarm seslerinin dışında
ortalık sessizdi. Frankic R o b 'a doğru eğilip kasılan vücudunu
kontrol altında tutm aya çalıştı. Sesi sakin am a ısrarcıydı. "K an
basıncı yetm işe doksan. N efes almaya çalışıyor. Taşikardi krizi
geçiriyor, oksijene ihtiyacı var." Maskeyi alıp R o b u n yüzüne
yerleştirdi.
E lektrokardiyogram ın çizgisi düzleşti.
F rankic, "Kaşıkları şajj edin." diye talimat verdi. D iğer hem ­
şire dcfibrilatörc koştu. Yaşam destek ünitesi ötüp duruyor, ışık­
lan yanıp sönüyordu.
U I C N & K L CÛf l ÖY
80

Frankic kaşıklan aldı. "G eri çekilin."


F lem ing, voltlar kardeşinin felçli vücuduna dalga dalga yayı­
lırken gözlerini dikmiş elektrokardiyogram a bakıyordu.
Bir şey olm adı.
Frankic tekrar denedi.
Ç izgi hâlâ düzdü.
Sonra tekrar.
Çizgi düzensiz bir şekilde en tepeye çıktı sonra düzleşti.
Frankie, dördüncü kez deniyordu.
D erk en Flem ing hop arlö rlerden geden cızırtıyı vc onu takip
ed en , neredeyse kalbinin durm asına neden olacak üç. ayrı keli­
me duydu. "İpi. Kes. M ilo."
O anda ağabeyiyle birlikte F ig er'daydı. A şağıdaki Billy
F ren c h 'e bakıyorlardı. Hiçbir zaman ölümle burun buruna
geldiğin zamanki kadar canlı olamazsın. Ama İstemediğin
bir hayata sıkışıp kaldığın zamanki kadar da ölü olmazsın.
O yüzden bırak beni gideyim. Ben bunu istiyorum. Biraz act,
boş ver, biraz korku vc sonra hiçlik.
Flem ing ağabeyinin kalbini çalıştırmaya yönelik dördüncü gi­
rişimden sonra çizgisi hâlâ inatla düm düz olan elektrokardiyog­
rama baktı. "R o b , konuş benim le."
A ğabeyi tekrar, "îpi kes, M ilo ." dedi.
F rankie, vakumlanmış folyo paketiyle boğuşan genç hem şi­
reye, "Epinefrine ihtiyacım ız var!" diye bağırdı. P aketi kaptığı
gibi folyoyu yırttı vc ö n ccd cn hazırlanm ış uyancı enjektörünü çı­
karttı. Bıçak gibi tuttuğu enjektörü R o b u n göğüs kafesinden
kalbine saplam ak için hazırlandı, am a daha indirem eden F le­
m ing yetişip bileğini yakaladı.
"Ne yapıyorsun sen?'
"Bırak gitsin," dedi usulca. G ö zleri dolm uştu. "Bırak gitsin
"A m a Miles," diye karşı çıktı Frankic. "O ..."
Elektrokardiyogram a bakıp alarm ın tekdüze sesini dinlerken
"Bırak gitsin," dedi tekrar.
i u c i :t * 81

Frankic'nin elini bırakm adan orada nc kadar dikildiklerini bil­


miyordu, sonra Frankie yumuşak bir ses tonuyla, "G itti," dedi.
H em şireler ve G reg gözlerini F lem in g 'e dikmişlerdi. F lem ing
içinde bir şeylerin yittiğini hissetti. D aha birkaç dakika ö n cc ina­
nılm az bir devrim e şahit olm uştu, am a şimdi her şey yanlıştı.
Bunun olm am ası gerekiyordu. O R o b 'u n konuşm asına, ardın­
dan da vücudunun zam anla yeniden çalışm asına yardım e d e ­
cekti. A ğabeyi nasıl dağlarda defalarca onu koruyup kurtardıy­
sa o da ağabeyini kurtaracaktı. O rada dikilip ölm esine vardım
etm eyecekti.
Yalakta yatan R o b 'a baktı. Sanki uyuyordu, am a yanm a gi­
dip baktığında bir yabancıya dönüştü. T ıp k ı R o b 'a benziyordu
am a aynı zam anda da faklıydı da; sanki ruhu çıkıp gitmişti.
Saatine baktı. G üçlükle yutkunarak sessizce, " ö lü m saati.
11.58." dedi. S onraki birkaç dakikada takım toparlanırken F le ­
m ing henüz kendisinin bile kabul ed em ediği haberi annesine ve
Jake'e verebilm ek için güç toplam aya çalıştı. Sürekli kendine
R o b 'u n artık hiç değilse acı çekm ediğini söyleyip duruyordu.
A cın ın ona ulaşam ayacağı bir yere gitmişti.
D erk en T h in k T a n k 'te n ayrılm ak üzere dönünce olduğu yer
de d o n u p kaldı. N ö ro Ç e v irm e n hoparlörlerinden yeni bir cızırtı
geldi. Ses ö n cek in d en daha yüksek ve daha farklı çıkıyordu. A n ­
laşılmıyordu. Sanki sinyal kesiliyordu.
"M ilo , bana yardım et kardeşim. D aha fazla dayanam ayaca­
ğım . D üşüyorum . B eni çek."
A ğzı kuruyan F lem in g sükûnetini korum aya çalıştı. Bu nasıl
olabilirdi? Ne yapm ıştı? "R o b , neler oluyor?" em in olm ak için
F rankie'yc baktı, am a o m onitörleri kontrol ediyordu.
D aha da yüksek bir cızırtı geldi tekrar.
"D üşüyorum . T u tunam ıyorum . Bana söz ver, Jake'e g ö z ku­
lak olacaksın," dedi ses.
F lem in g nefes nefese, "Söz veriyorum ." dedi. “A m a dayan,
seni henüz kaybetm edik."
82 M I C H A E L C 0 R D Y

Ses gidip geliyordu am a daha akıcıydı. Flem ing N ö ro Ç e v ir­


m en ekranının ürt kısmına bakınca tüm beyin dalgası işaretleri­
nin gitmiş olduğunu gördü. K ontrolü G reg 'd en alıp aklını kaçır­
mış gibi ekranı aşağı doğru kaydırdı, am a beyin dalgalarının tü­
mü düz, sinyaller hareketsizdi. Ekranı yukan doğru kaydırınca
frekans bandının en uç kısmındaki beyin dalgasında bir hareket
sinyali gördü.
"T anrım , kardeşim. Bana yardım et. Bu iyi değil. Burada ko­
lu bir şeyler var. Sana söylem eliyim ..."
Flem ing umutsuzca. "Bana neyi söylemelisin, Rob?" dedi.
"Sana nasıl yardım edebilirim?"
Ses gittikçe daha da heyecanlı geliyordu. H oparlörlerden hı
şırtılı bir şekilde çıkan kelim eler gidip gelm eye başlamıştı.
"H ayır... Yardım ... Yapmalısın... ö n e m li... Tehlikeli... Jake'e
göz kulak o l..."
Tüyler ürperten kelim eler cızırtıya dönüştü ve ardından ke­
sildi.
Flem ing, "H adi am a R o b ," dedi öfkeyle; dili dam ağı kuru­
muştu.
D önüp Frankie’ye baktığında onun başım kaldırmadan saatine
baktığını gördü. H er daim pem be olan yanaklarının kanrçekilmiş,
gözleri fal taşı gibi açılmıştı. "O öleli çok oldu. M iles," dedi fısıltıy­
la. "Onu ilk nöbette kaybettik, ondan sonra da canlanmadı."
"Bu mümkün değil! Son yardım çığlıkları nereden geliyordu?"
"Tanrı bilir," dedi Frankie. "A m a klinik olarak neredeyse al­
tı dakikadır ölü."
ON ALTI

ERTESİ OCN
MARIN COUNTY. KALİFORNİYA

U çağı gecenin bir vakti iııcıı A m b er Pasifik T epeleri ndeki ha­


vadar, yankılı evine dönm üş ertesi sabah da mavi sem alı bir K a­
liforniya gününe uyanmıştı. Pırıl pırıl güneş ve körfezden gelen
ılık esinti hâlâ tüylerini diken diken eden ölüm rüyasının buzla-
nnı yavaş yavaş çözmüştü. M ercedes'ine atlayıp G o ld en G ate
K öprüsü'nü geçerek M arin C o u n ty 'y e, Ruh Hakikati Kilisesi
B akım evi'ne gitti.
Güneşli lobideki resepsiyon masasında duran kırmızılar için­
deki rahibe kıpır kıpır ve becerikli biriydi. "A nnenize şu anda
banyo yaptırılıyor, Dr. G ran t," dedi. "Eğer ziyaretçi odasında
beklerseniz anneniz hazır olduğunda gelip sizi alırım."
A m b er bakım evinin döşem esindeki muşam banın yeni, boya­
sının da taze olduğunu görünce m em nun olmuştu. Gillian
G ra n t'e öz annesinden daha fazla şey borçluydu ve ne zam an
başka bir kiliseye annesiyle ilgilensinler diye para ödediği için
kendini suçlu hissetse kendi kendine Ruh Hakikati Kilisesi'nin
K atolik Kilisesi'nden aldığı bu hastanenin körfezdeki en iyi yer
olduğunu söylerdi.
Kızıl P ap an ın Ruh Hakikati Kilisesi'nin popülerlik kazanma­
sıyla dünyadaki diğer tüm Katolik kurumlar gibi burası da batmış­
tı. Bir zamanlar bu koridorlarda karalar içinde gezinen rahibeler
84 M I C H A E L CO RI>Y

artık kırmızılar giyiyorlardı. Bakım evi, çok güzel bir ortam da,
mümkün olan en iyi bakımı sunuyordu. H e r bir hastanın ortak
kullanüan havuza, restorana ve annesinin âşık olduğu göz ka­
maştıran bahçeye açılan kendi odası vardı.
A m ber, beş sene evvel babasını kaybettiğinde, Gilliaıı'daıı
onunla kalmasını istemişti, am a annesi A m b e râ yük olma vc
kendi bağımsızlığından vazgeçm e düşüncesinden nefret ediyor­
du. Hastalandığında buraya, istediği iki şeyin de olduğu yere gel­
mek istemişti: yirmi dört saat profesyonel bakım ve m ahrem iyet.
Kızıl P ap a'n ın resmi, karşısındaki duvardan A m b e râ bakı
yordu. A dam fotoğrafta bile karizmatikti. Kartal gagasını andı­
ran hoş bir burnu, keskin elm acık kemikleri vardı; pürüzsüz,
parlak cildi seksen sekiz yaşında olduğunu yalanlıyordu adeta.
Gösterişli cübbcsiylc vc boynundaki altın zincirdcn sarkan haç­
la uyumlu kırmızı bir takke giymişti başına. B ir de G o tik bir Ka-
tedral'e benzeyecek şekilde tasarım lanm ış, üst güvertesi parıl
panl parlayan devasa kırmızı gem inin; dünyayı dolaşıp duran,
hiç bitm cyccck küresel hac yolculuğunda herhangi bir ulusu
sim geleyen bir bayrak taşım aktan kaçman sözde Y üzen Vati­
kan'ın, Kızıl G e m i'n in , fotoğrafı vardı. Kızıl P ap a şu anda Kızıl
G e m i'd e n , dünyanın ük elektronik Kilise‘sinden dünyaya vaaz
veriyordu. O danın bir köşesindeki sesi kısılmış televizyonda K ı­
zıl P apa işinin başında, Kızıl G cm i'd ck i şu çevrim içi ayinlerin­
den birini yaparken görünüyordu. Ekranın altından parlak bir
yazı geçti: A yine çevrimiçi kanim; KıvlGemt/Ruh Haki-
kafi..Kilisesi, com.
Solundaki sandalyenin arkasındaki rafın üzerinde üç tane
K R EES Web G ezgini öylece duruyordu. H e r biri surround visi­
on display visor kulaklık, m ikrofon ve burun için koku ped in d en
oluşan standart kablosuz başlıklardı. Rafın üzerindeki bir levha
onu davet ediyordu: 'Kızıl G em i'y e binip Kızıl P apa'yla canlı bir
ayine katılın.' Başlığı taktı, sünger kulaklıkları kulaklarına yerleş­
tirdi vc burun pedini çevirdi.
G ördüğü ilk şey M T V tarzı bir video montajla Kızıl P ap a'n ın
tanıtıldığı ana sayfaydı.
LUCIFER 85

"Ö lüm e yakın deneyim ini tüm eneıjisini ve tutkusunu m an e­


viyatına odaklam ası gerektiği yöniinde bir işaret, olarak algıla­
yan," dedi ses, "K ardinal X avier A ccosta K atolik rah ip 'o ld u vc
çok g eç m e d en hiyerarşi basamaklarını bir bir tırm an ıp en niha­
yetinde R o m a 'y a , V atikan'a çağrıldı. P ap a H azretleri elli dört
yaşında K atolik Kilisesi'ndcki en güçlü kişi, R o m a 'n m sözde Üç
P ap a'sın d an biriydi. Piskopos, Beyaz P apa ve C izvitlerin başı,
Siyah P ap a ile birlikte, K ardinal A cco sta V atikan'ın Büyük E n ­
gizisyoncusu Kızıl P ap a'y d ı. A m a o zam anlar bile kargaşa için
dc olan R om a K atolik Kilisesi P apalık M cclisi'nc vc dünyanın
d ö rt bir yanındaki piskoposluklara bulaşmış olan yozlaşm a, ka­
dın düşmanlığı ve skandallardan kurtulmaya çalışıyordu.
"P apa H azretleri pek çok ccp h cd c reform lar yapılması için
direndi; buna kadınlara K ilise'de daha fazla söz hakkı verilm esi,
papazların evlenm esine müsaade edilm esi vc M ucizclcr Enstitü­
sü'ııün dikkatlerini m ucize iddialannı tasdik etm ek ten teknoloji­
yi T a n n 'n ın varlığının ispatı için p o zitif yönde kullanmaya çevir­
m esi de dahil. A m a gerici sağ ve onların kuklası P apa onun gay­
retlerinin önüne sürekli set çekti.
"O da d iren m ed en hasta P a p a 'n ın ölm esini bekledi. K ardi­
naller M cclisi'ndcki yetm iş yaşın altındaki birkaç üyeden biri
olan K ardinal A cco sta papabîler'di ve destekleniyordu. Şayet
P ap a seçilirse Kilise 'yi güçlü ruhanî bir yapıya dönüştürebilirdi;
o n a göre T a n n 'n ın arzusu da buydu.
"Ama bu olm ayacaktı. D iğer kardinaller onun çarpıcı reform ­
lara olan tutkusundan ve hevesinden korktular. Statükonun d e­
vam ı için kendilerinden birine oy verdiler. Artık daha fazla sessiz
kalam ayacak olan P ap a H azretleri kurtuhışu garantilem ek için
agresif reform ları savunarak kendi kilisesine saldırmaya m ecbur
kaldı. Kilise içinden ve Kilise dışından gördüğü destek onu yü­
reklendirdi; buna güçlü laik teşkilat Opus D ei'n in desteği de da­
hil. En sonunda Papa taraftndan çağrılıp aforoz edildi."

8 P ap a seçilmesi m uhtem el olan Kardinaller için knllanılan İtalyanca bir terim .


86 U K'HAt. I C O R D Y

Ain b er altı ay içerisinde nüfuzlu, varlıklı finalisai destekçiler­


den oluşan etkili bir grubun onu desteklem ek için nasıl sıraya
girdiğini, dünyanın ilk elektronik kilisesi olan Rulı H akikati Kili-
scsi'ni kurmasına nasıl yardım ettiklerini ve A cco sta'n ın Kızıl
Papa lakabıyla birlikte eski iş yerindeki ziynetlerini nasıl alıkoy­
duğunu dinledi.
V ideo m ontaj, A cco sta'n ın elektronik papazlığının on yılı aş­
kın bir sürede, teknolojiye dayalı, yeni fikirlere açık m o d ern
dünyanın hayat! ve bütünleyici bir parçası olduğu bugünkü hali­
ne nasıl geldiğini anlatan dış ses eşliğinde, küresel hac yolculu­
ğundaki Kızıl O e m i'n in muzaffer görüntüleriyle son buldu.
Sanal ana sayfanın alt kısmında bir talimat vardı: 'Başlıktaki
düğm eye basıp ayine katılın.'
A m b er denileni yaptı ve anında alternatif bir gerçekliğe ta­
şındı. A rtık bakim evinin ziyaretçi odasında video seyretm iyor­
du; gerçeküstü bir am fiteatrın en ön sırasındaydı. Başını çevirse
sanki aralarında oturuyorm uş gibi cem aatin diğer üyelerini g ö ­
rebilirdi. H atta yanındakinin cckctinin kumaşını bile hissedebili­
yordu. İlerisindeki Kızıl P a p a 'n ın gür sesini sanki birkaç m etre
ötedeym iş gibi net bir şekilde duyabiliyordu.
"Teknoloji dinî inancı zayıflatacak diye bir şey yoktur," diy o r­
du bir sofuya cevaben. "Einstein, 'D in , bilim olm adan kördür,
bilim de din olm adan to p al' demiştir. Bilim inancı destekleyip
onu daha güçlü bir şeye dönüştürür. Sah bilgiye değil, çok daha
tutkulu bir şeye: G erçeğ e ."
Kızıl P apa yüksek bir platform daki sade bir iskem lenin üze­
rinde oturuyordu. Bu resm iyetten uzak sahne ona planlı bir ki­
lise ayininden ço k bir talk-show’u hatırlattı am a Kızıl P a p a 'n ın
yaşlılar arasında olduğu kadar gençler arasında da bu kadar p o ­
püler olm ası kısmen bu yüzdendi. K arizınatik liderlik, şeffaf di­
ni değerler vc son teknolojinin güçlü ittifakına karşı koyulam az­
dı. D ünyanın dört bir yanından film yıldızlan, rock idolleri ve y ö ­
netici politik şahsiyetler sık sık ayinlerde konuk olarak boy gös­
teriyorlardı.
LUCIFHu 87

A m b er çevresindeki insanların burun çekişlerini, ayak sürü-


yüşlcrini duyabiliyordu. Burnuna tütsü kokusu gelm işti. Kusur­
suz gökyüzüne doğru yükselen sütunların, to n o zların arasında
geziniyordu. Sanki dünyada bir yerde değil de kutsal bir tap ı­
naktaydı. K endi gibi sanal olarak, çevrimiçi katı lan lan temsil
ed en cem aatin bir sonu yok gibiydi.
Solunda, havada asılı duran bir rakam , taksim etre gibi dur­
m adan yukarı doğru akıyordu. Bu O p tin et vasıtasıyla ayine çev
rimiçi katılan insanların vc ayini, yayın haklan için ö d em e ya­
pan televizyon kanallarından seyredenlerin toplam sayısını gös­
teriyordu. Eğer m iktar doğruysa Kızıl P apa şu anda dünya ça­
pında beş yüz m ilyon insana vaaz veriyordu; bu R o m a 'n ın şaşa­
alı d ö n em lerin d e, tüm dünyadaki K atoliklcrin to p lam sayısının
yancıydı. Ruh H akikati Kilisesi şim diden dünya çapında bir bu-
çuk'm ilyarı aşkın yandaşa sahipti. Ç evresel vizyonunda kırmızı
bir ışık yanıp söndü; dış dünyadan gelen bir sinyale kaıçı onu
uyanyordu. D erken A m b e r om zunda bir el hissetti. Başlığı çı­
kartıp önünde dikilen rahibeye döndü. "A nneniz sizi g ö rm ey e
hazır, Dr. G ran t."
ON YEDİ

A m b er ikinci katlaki 21 num aralı odaya girdiğinde annesi teker­


lekli sandalyesinde oturuyordu; güzel kır saçları yeni yıkanıp ta
ranmıştı. Duvarlarla çevrili terasa açılan kanatlı p e n c ereler ka­
palı değildi ve hafif bir esinti tülleri hışırdatıyordu. B anyodan
sonra, yum uşak güneş ışığında hasta görünm üyordu. Bir deri
bir kem ik olsa da yanakları al al, feri kaçmış gözleri pınl pınldı.
Vücudunu delik deşik eden kansere dair p ek bir belirti yoktu.
Yatağın yanındaki sehpanın üzerinde üç adet çerçeveli fo­
to ğ raf vardı. İlkinde A m b er'ın an n e vc babası p l^d a gülümsü
yordu. İkincisi A m b er ve A riel'in çocukken çekilm iş bir resmiy­
di; üzerlerinde mavi elbiseleri vardı, ü ç ü n c ü resim de tüm aile,
R o m a'd ak i St. P cter's'in önündeydi. Y anlarında A m b e r'ın vaf­
tiz babası P e d e r Riga vardı; üzerinde siyah cübbesi, elleri arka­
sında birleştirilmiş bir şekilde onlardan biraz ayn duruyordu.
A m b er odaya girip annesine sarılınca kadının yüzü aydınlan­
dı. "A m ber, nasılsın? T V 'd e baş ağnnı duydum. N e d e n bana d a ­
ha önce söylem edin?"
A m b er hasta annesi onun sağlığı için cndişclcnincc kendini
suçlu hissetti. "Seni m eraklandırm ak istem edim , a n n e , hem za­
ten bir şeyim yok. ö n e m li değil." A nnesinin yanm a oturdu.
"Bugün öğle yem eğinde P c tc Baha'yı g ö rcccğ im . Evvelsi gün
seni g ö rm ey e geldiğini söyledi."
Gillian G ra n t başını salladı. "Eski günlerden bahsettik ve bu­
rada kalmayı seçtiğim için beni kutsayınca üzerim den büyük bir
yük kalktı." Durdu. “A m a bir şeyler oldu, biliyorum . Nc oldu?"
L U C I F E R 89

A m b er iç geçirdi. Sonra da G illian'a her şeyi anlattı: baş ağ­


rılarını, M iles F lem in g 'i, N ö ro Ç e v ir m e n 'i, rüyasını. "En tuhafı
da A riel'in bana bir şeyler söylem eye çalıştığını hissettim . San­
ki öldüğünden beri aklım dan çıkm am ış gibi."
A nnesi gülüm sedi. "Bu o kadar da garip değil. A m ber. A rici
benim zihnim den de nadiren çıkıyor. K ardeşin vc baban daim a
benim içim de yaşayacaklar. B en de ölünce senin içinde yaşaya­
cağım . Yakınlarım ız neyse biz de oyuz. H ayatım ın sonuna yak­
laştıkça yalnızca bundan ibaret olduğum uzu düşünür oldum ."
A m b er daha fazlasının olduğunu söylem ek istedi am a vaz
geçti; çünkü annesinin söylediği şeyde daha derin bir gerçeklik
vardı. K uantum dünyası ilişkilerden ve tem el tanecikler arasın
daki engellerden ibaretti: İnsanlar n ed en farklı olsundu ki?
"Baş ağrılarının tedavisi için İn g iltere'y e d ö n m e n gerekiyor
mu?" diye sordu annesi.
A m b er kaşlarını çatarak. "Evet, yaklaşık bir aylığına," dedi.
"A m a ben en d işelen iy o ru m ..."
A nnesi am an sen de der gibi elini salladı. "N e için endişele­
niyorsun ki? G itm e n gerek. B enim için endişelenm e. D ö n d ü ­
ğünde burada olacağım . D o k to rlar bir yılım olduğunu söylediler;
onun için ne kadar erken gidersen o kadar iyi." U zanıp A ra -
b er'm elini sıktı. "Seninle öyle gurur duyuyorum ki. A m b e r vc
tüm o başardıklarınla. Baş ağrın belki de iyi bir şeydir. A rie l'e
olanlar için kendini suçlamayı bırakm an vc hayatının geri kala­
nına bakm an için bir fırsat. A riel senin mutlu olm anı isterdi. O
daim a seni kolladı. S enin üzülm ene sebep olduğunu düşünm ek­
ten nefret ederdi. B ırak h er şey olacağına varsın."
A m b er sandalyesine yaslanıp annesinin sevgisinin ve bilgeli­
ğinin tadını çıkarttı, ö ld ü ğ ü n d e onu özleyecekti. G erçi Gillian
öylesine hayat doluydu ki o buradayken ölüm ü düşünm ek zordu.
A m b er daha sonra ona dışarıya çıkarttı, bahçede tekerlekli
sandalyesini itti; birlikte geçm işi yâd ed ip planlar yaptılar.
Ö ğle y em eğ i vaktinde G illian'ı tekrar odasına götürüp yata­
ğa yatırdı. G itm ed en önce onu alnından öptü; tıpkı annesinin
onu öptüğü gibi, tıpkı A riel'in çocukken onu öplüğü gibi. G itm ek
90 M I C H Ar I C O R D Y

için döndüğünde durup annesinin yatağında uyuduğu o huzur


dolu sahneyi, tüllerin arasından sızan güneş ışığını ve terastaki
yeşilliği beynine kazımaya çalıştı.
Bu dingin sahneyi hafızasına kaydederken yaklaşmakta olan
fırtınayı görem ezdi. A nnesini bu sessiz, güneşli odada bir daha
g örem eyeceğini d e ...

BE£ SAAT SONRA


PASİFİK TBPBLBRI

"M esele şu ki Pete Baba, gördüğüm şeyin rüya olduğunu san


m ıyorum ."
"N e d e n olmasın? Dr. Flem ing1le yaptığın taıtışma A rie l'e
odaklanm ana sebep olmuşsa bu bir rüya olsa gerek." İsa'nın
Topluluğu ile geçirdiği yıllar P eder R iga'nın N ew Y ork aksanını
yumuşatmıştı belki ama yok edem em işti. A m b er vaftiz babasıy­
la birlikte ferah mutfağında oturuyordu. Siyahlar içindeki ada­
m ın, ağarm ış sık kıvırcık saçları ve delici mavi gözleriyle yorgun
fekat yaşlanmaz bir görüntüsü vardı. A m b er hizm etçiyi gönder­
miş, P ed er R iga'nın en sevdiği yem ek olan az etli dom uz pirzo­
lası ve m akarnayı kendi yapmıştı. Şimdi de o ve P e te r Baba boş
tabaklarla oturmuş P eder'in İtalya'dan getirdiği B arolo'yu içi­
yorlardı. A m b er ona rüyasından söz ediyordu.
"P eter Baba, ben hiç rüya görm em . Unuttunuz mu? Ariel
görürdü am a ben hiç gö rm ezdim -bu aramızdaki farklılıklardan
biriydi. Evvelsi gece olanlar bana daha çok am eliyat sırasında
yaşadığım o tuhaf ölüme yakın deneyim i hatırlattı. Rüyaya ben­
zem iyordu."
"Peki, neydi o zaman?"
"B enim anlamaya çalıştığım da bu. A n n em ve babam bizi bı­
rakıp gittikten sonra Sao Paulo'daki hastanede A riel ve beni ilk
gördüğünüzde aklınızdan geçenleri bana söylediğiniz zam anı
hatırlıyor musunuz?"
I UC I F I R 91

Şarabından bir yudum alıp başını salladı. "Elbette. H er ne


kadar doktorlar sizi tek bir biyolojik organizm a olarak tanım la-
salar da ben iki ayrı ruh görüyordum ." G özlerini kıstı. "N erey e
varmaya çalışıyorsun. A m b er?”
A m b er imkânsız sorusunu şekillendirm eye çalışıyordu. "M i­
les Flem ing benim ölmüş birinin yaşayan beyninin bir kısmına
sahip olduğumu söyledi. H âlâ o insanın ruhuna da sahip olabi­
lir miyim?"
Riga kaşlarını çatıp bardağındaki şarabı çevirdi.
A m b er konuşmasını sürdürdü. "Ya A riel'in ruhu, zihninin bir
parçası bende yaşamaya devam etliği için ölem ediyse? Ya bun
ca yıldan sonra baş ağrıları ve rüyalar yoluyla bir şekilde benim ­
le iletişim kurmaya, onu serbest bırakm am için bana ulaşmaya
çalışıyorsa?"
P ed er'in kaşları iyice çatıldı.
"P eter Baba, bir şeyler söyleyin. Kulağa çılgınca geldiğini bi­
liyorum am a ne düşündüğünüzü bilmem gerek."
"Evladım, ne diyeceğim i bilem iyorum . Bu pat diye cevapla­
yabileceğim bir soru değil. Papazlık hayatım boyunca bunu bi­
lem eyecek kadar çok şey görüp geçirdim -özellikle de A riel'le
ne kadar yakın bir ilişkin olduğunu düşünecek olursak. D ekart'a
kadar kadim filozoflar insan bilincinin ya da ruhunun, beyinde
olduğuna inanırlardı." Riga başına hafifçe vurdu. "Tam yerini
bile söylerlerdi. D ediklerine göre beyin epifızindeymiş. A m a se­
nin az önce söylediğin şey... öylesine olağan dışı ki sana hem en
verebileceğim ruhani, felsefi ya da mantıklı bir cevabım yok.
Ü zerinde biraz daha düşünm eliyim ." Arkasına yaslandı. "P eki,
sen A riel'in bir şekilde hâlâ yaşadığına gerçekten inanıyor mu­
sun? Şu Dr. Flem ing denen adam ne diyor?"
A m b er om uz silkti. "Zeki bir adam , ondan hoşlandım , ama
o bir bilim adam ı ve kuramsal şeylerle pek ilgilenmiyor. Pratik
çözüm ler istiyor, açıklayamadığı şeylerden hazzetm iyor ve adım
gibi em inim öteki dünyaya da inanmıyor. D öndüğüm de her şe­
yi dikkatle g ö zden geçireceğine söz verdi am a bunun benim
gördüğüm bir rüya olduğunu düşündüğünü biliyorum."
92 I M C M A E l C O R O T

"Pratik olm ak her zam an kötfı bir şey değildir," dedi Riga.
"Bak A m ber, yarın R o m a'y a dönüyorum ve bunu biraz daha
düşüneceğim . H e r neyse, bak bakalım F lem ing ne söyleyecek
ve beni arayıp havadisleri bildir. Em inim akla uygun tıbbî bir
açıklaması vardır."
"U m a rım ," dedi A m ber, şarap şişesim ona doğru iterek.
Riga eliyle kadehini kapattı. "Yok, ben alm ayayım . Başıma
bir ağrı girdi."
ON SEKİZ

ERTESİSABAH
OPTRIX SANAYİ

A m b er eıtesi sabalı Bay K öprüsünü geçip O ptrix'in genel m er­


kezine giderken daha iyimserdi. A nnesi vc P c tc r B abayla konuş­
m ak Flem ing'in ve N ö ro Ç ev irm c n ’in in problem ine sahiden de ak­
la yatkın bir neden bulabilcccklcrinc dair inancını körüklemişti.
A m a M erced es'in in yalıtılmış kozasına girdiğinde A riel'in bir
zerresinin, metafizik bilincinin dalga konum unun, fiziki beyinle­
rinin paylaşılan kısmının parçacık konum unda hâlâ varlığını sür­
dürüyor olabilmesi öyle ço k da imkânsız bir şey gibi gelm edi.
K en d in i tam olarak ifade edem em işti, lıâlâ baş ağrılarının daha
ö n em li bir rahatsızlığın belirtisi olabileceğini hissediyordu ve
o n u iyileştirebilmesi için F lem ing'in hayalet ağrılarını kovacak
N ö ro Ç c v irm c n ’i kullanm aktan daha fazlasını yapm ası gereki­
yordu. Bir şekilde onun A riel'le olan bağını anlam alıydı.
O aza bastı. Bay K öprüsü dikiz aynasında gittikçe küçülürken
O p trix Sanayi'nin cilalanm ış abanoz ağacından bir sütun gibi pa­
rıldayan koyu cam kulesi karaltı şeklinde görüş alanına girmişti.
H eybetli kapılara yaklaşırken nöbetçi kulübesinin yanındaki si­
yah granit tabelaya döndü. Gümüşle yazılmış kelim eler şöyleydi:

Optrix Sanayi
Optoelektronlk Araştırmaları Genel Merkez!
İşık Olsun
9-1 M 10 H A E E C O P D V

N ö b etçi elini sallayıp onu kampüse doğnı yönlendirdi. A m ­


ber ziyaretçilerin doğnıdan güneş ışığına maruz kalm adan bina­
ya girm elerini sağlayan ultraviyole ışınlarını geçirm eyen sayvan­
lardan birinin yanma park etti. G özleriyle park yerini tarayınca
özel yapım koyu camlı Lexus'u hem en tanıdı.
R esepsiyon avlusunda, topuk sesleri parlak m erm erlerin
üzerinde yankılanan A m ber, m asanın arkasındaki bayan güven­
lik görevlisini selamladı.
"H oş geldiniz. Dr. G rant. D aha iyisiniz ya."
"Ç ok daha iyiyim, teşekkürler."
tik asansöre binip en üs! kala gitm ek üzere düğm eye bastı.
K apılar açılınca kıvrılan koridorda ofisine doğru yfıriidü. Kısa
san saçlı, uzun boylu ve eneıjik bir kadın olan sekreteri ofisinde
onu bekliyordu. "Dr. G rant, nasılsınız?"
"îyiyim teşekkürler, D ian e. A cil bir mesaj var mı?"
"Ana laboratuvardan P ro fesör M o rten so n arayıp Lucifer o p ­
tik m em ory pixel'de bir sonın olduğunu söyledi." D iane elinde­
ki elektronik not defterine baktı. "Elektron delik çiftleri denge­
sizmiş, oda sıcaklığında gerektiği kadar ayrı kalmıyorlarm ış."
A m ber kaşlannı çattı. M o rten so n kıdemli fizikçilerinden bi­
riydi, ama ekibindeki diğerleri gibi onda da eksik olan şey inisi­
yatifli. G el gelelim bunu o kabul etm işti, gelişm elerin h er aşa­
masında yer almak isteyen bir işkolik olarak bu biraz da onun
suçuydu. Ne var ki artık insanlann kendi başlarına düşünm eye
başlamalarını sağlamanın vakti gelmişti. "O na yarı geçirgen
içindeki gallium arsenide ve alüminyum arsenide katm anlarının
oranlannı yeniden gözden geçirm esini söyle -aynı anda foton
eneıji seviyelerini de kontrol etsin. Bu işe yaramazsa çözüm için
kendisinin ne yapm aya niyetli olduğunu sor. Kâğıt gibi incecik
evrak çantasını D ian e'e uzattı. "Bunu masama koyar mısın? G i­
dip Bradley'yi görm eliyim ."
Bradley Soam es dunım undan ötıırii zam anının çoğunu Kali­
forniya'nın parlak güneşinden uzakta geçirm ek zonm daydı.
O ptrix'in günlük idari işlerini A m b er'a bırakmıştı. Kendisi çeşit
çeşit uzm an alıcılar için aşmış girişimlerde bulunan bir özel te
şebbüs kuruluşu olan Alaska'daki VenTec Vakfı'nı denetliyordu.
I U C I I •E K 95

V enT ec'in Kutup D airesi'nin kuzeyindeki yeri sıkı sıkıya ko­


runuyordu. A m b er bile on sene ö n c e , optik bilgisayarı geliştiren
grubu yönettiği sırada orada çalışırken yerin tam koordinatları­
nı bilm iyordu. O raya sık sık gitse de tam olarak nerede olduğu­
nu söylem esi oldukça zordu. En iyi bilim cilerden birkaçı S oam es
için bile uzun olan periyotlarda Alaska'da çalışm ak üzere hazır­
landığı için O ptrix burada. San Fransisko K örfez B ö lg esin d e,
ana araştırına yerini kurmuştu. V cnT cc ise bir ikramiyeydi.
A m b er ofisinden çıkıp O ptrix'in dünyanın her yerindeki his
8elerini denetleyen beş kişilik y ö n etim kurulunun diğer üç üye
si olan fınans müdürü, insan kaynakları müdürü ve ticarî işler
m üdürünün odasını g eçerek kara kulenin en üst katına çıkan
d ö n e n m erdivenleri tırm andı. O nun vc diğerlerinin ofisi körfez
bölgesinin m uhteşem m anzarasına bakıyordu, am a Bradley
S o am es'in ofisi dairenin ortasındaydı ve penceresizdi. îld kapı
orayı dış dünyadan koruyordu.
A m b er ne yapması gerektiğini biliyordu. îçteki kapıyı tıklat­
m adan ö n ce ilk kapıyı kapattı. K apı açıldı ve B radley'nin resep-
siyonisti gülüm seyerek onu beklem e odasına aldı. "G ünaydın,
Dr. G ra n t," dedi. "Sizi bekliyordu. Lütfen doğruca içeri girin."
A m b er koyu buzlu cam dan bir kapıyı açtı ve S o am es'in ofi­
sine uzanan daireler eksiklikçe kıvrılan kapalı bir koridora girdi.
Yürüdükçe ışık yavaş yavaş azalıyordu, bu da gözlerinin S o­
am es'in iç hücresindeki karanlığa kendilerini hazırlamalarını
sağlıyordu. Ofis yuvarlaktı. Yumuşak dokulu duvarlarda ne re­
sim ne de pencere vardı. Filtre edilmiş havaya belli belirsiz ilaç
kokusu sinmişti. O danın arka kısmında bir kanepe ve içi kolay
la doldurulmuş ön yüzü cam dan bir buz dolabı duruyordu.
Soam es ayaklan küresel im paratorluğunu gözlem esini sağla­
yan bilgisayar ekranlarıyla çevrili odasının orta yerini kaplayan
eğri masasının üzerinde, arkasına yaslanmış oturuyordu. Ü z e ­
rinde başlık vc eldivenlerle birleştirilmiş tek parçalık soluk gri
renkte pamuklu bir şey vardı, tçeride güneş ışığından korundu­
ğu için kapüşonunu om uzlarına düşürmüş, eldivenlerini geriye
doğru katlamış ve lekeli ellerini ortaya çıkartmıştı.
96 M I C H A E L C O B D Y

A m b er arkasında, karanlıkta, yerde yatan iki m uazzam şekli


görebiliyordu. Sarı gözlerini dikmiş ona bakıyorlardı. Soam es
A laska'dan gelirken iki kurdunu da yanında getirm işti. G ececi
tabiatlanndan dolayı yakınlık hissetmiş vc kendisine arkadaşlık
etm eleri için onları evlat edinm işti. O ptrix'teki herkes onlara
'gölgeler* diyordu, çünkü sessiz ve griydiler; S oam es'le birliktey­
ken onun dibinden ayrılmazlardı. Soam es onlarla A m b er'ın an­
lamadığı. gırtlaktan gelen acayip bir sesle konuşurdu. Onlara
sanki cv hayvanıymışlar gibi davranırdı vc A m bcr'dan da öyle
davranm asını islerdi am a o bir yerlerde askı bir kurda sarılma
mak ve onun vahşi bir yaratık olduğunu unutm am ak gerekliği
ni okumuştu. Bunun yerinde bir tavsiye olduğunu anlam ak için
onlann parlak, hiç kırpılmayan gözlerine bakması yeterliydi.
D aha iri olanı A m b er'd an tarafa baktı, ardından kafasını çe­
virdi. A m b er dikkatini S oam es'e yöneltti.
G örünüşe göre onu fark etm em iş olan Soam es bir kulaklığa
konuşuyor, ekranları tarayıp Wall Street Journal7 okuyordu.
G özlerini durm adan kırpıştırıyordu.
"M arty, umurumda değil. M atrix hayatta kalmak istiyorsa bi­
zim le iş yapm ak zorunda. Bak Lucifer çıkınca Intel ciplerine ve
M icrosoft W indow s'a ne oldu. A rtık dünya çapında bir ağ. İn­
ternetin tam am ı optik hale geldi -lanet olsun, O p tin ct d en m e­
ye başlandı bile. Ve büyük bir bölüm ü O ptrix teknolojisine da­
yanıyor, M arty. Ç ağım ız ışık çağı. Bütün olayı ışık hızında veri
transferi yapm ak. M atrix ya bizimle bizim şartlarımızda çalışa­
cak ya da karanlık çağlarda kalıp yok olacak."
A m b er bir sfırc dunıp onun solgun yüzünü, tedirgin edici
mavi gözlerini ve akın sarısı saçlarını inceledi. P ek çok insan
Soam es'in varlığından rahatsız olurken o olm azdı. O na hiçbir
zam an ısmamamıştı, onu arkadaşı olarak gördüğü de yoktu
-S o am es duygusal anlam da, arkadaşlık olayını idrak cdcm cyc-
cek kadar yalıtılmış durum daydı- am a kendi çocukluğu ona ya­
kınlık duymasını sağlıyordu. H em onun zekâsından faydalan­
mak bir ayrıcalık ve bir ilham kaynağıydı. O nunla çalışm ak ha­
yatını değerli ve dünyaya olan katkılarını önem li kılmıştı.
I U C U I K 97

Soam es aniden ağızlığa, "H ayır, M arty, tartışacak bir şey


y o k / dedi. "Düşün bunu. H oşça kal." ö n ü n d e k i ekranlardan
birinin düğm esine basıp bağlantıyı kesti ve sırıtarak A m b e r1a
döndü. "Nasıl gitti?" Sonra A m b er’ın cevabına fırsat v erm e d en ,
"Duydun mu?" diye sordu. "N o b el K om itesi nihayet bana fizik
ödülü verm eye karar verdi, ama ben istem ediğim i söyledim . Pa
raya ihtiyacım yok ve tabii ki bir avuç işe yaram az ihtiyar kasın­
tının onayına da."
S oam es, A m b er'a firsat bırakm adan devam etti. M asasının
altından kredi kartı gibi bir şey çıkardı. "V enT ec'in geliştirdiği
optik p ro to tip e bir baksana. Faks, E-posta, görüntülü telefon,
kablosuz O p tin et erişimi ve norm al büyüklükteki bir bilgisayarın
gücü avucunun içinde. İnanılm az, değil mi?"
A m ber, bir gözü hâlâ kurtlarda, aleti alıp oturdu. "H arika...
bunun üzerinde çalıştığını bilm iyordum ."
S oam es artık ona bakm ıyordu. Y ine gazeteyi tarıyordu. "Çin
inisiyatifini tartışmalıyız. V enT ec'in acem ilere uygun, O ptrix'in
bir evin tüm üyelerine satabileceği kadar ucuz bir optik bilgisa
yar yaratabileceğini biliyorum ..."
A m b er G ran t bezgin bezgin iç geçirdi. Bu bir çocukla uğraş­
m ak gibi bir şeydi -zek i, güçlü, dakikası dakikasına uym ayan bir
çocuk, am a yine de bir çocuk. Sesini yükselterek, “Bradley, bir
dakikalığına dünyaya inip odaklanır m ısı ni" Başını kaldırıp bak­
masını bekledi. "K linikten daha yeni döndüm !"
"Biliyorum ," dedi. H afifçe gülümsedi; yukarı kıvrılan yaralı
dudakları onlarla hiç uyuşmayan kusursuz beyaz dişlerini ortaya
çıkardı. "Bir şey çıktı mı?"
"Elbette hayır. D ah a ilk taram ayı tam am layabildim . A m a M i­
les Flem ing konusunda haklıymışsın. G erçek ten zeki biri. L o n d ­
ra'deki Lucifer sofi-screen sunumunun geri kalanı nasü gitti?"
"Harika -insanların senin için endişelenm eyi bıraktıktan son­
rası yani. O akşam tekrar V cnT cc'c uçm am gerekti ama lans
m andan bir hayli etkilenm iş gibiydiler. H e r neyse Flem ing'in ûk
düşüncelerinin neler olduğunu tam olarak bilmek istiyorum."
"H enüz bilm iyorum . D aha uzun süreliğine gitm em gerek.
Bir aylığına."
98 V !C H A E L C O R D Y

S o am es om uz silkti. "N e kadar gerekiyorsa. Şu baş ağrıları­


nın arkasında ne var bilm em gerek."
A m b er güldü. "Senin bilm en mi gerek? B ence benim sen­
den çok daha fazla anlam am gereken şey var."
"A h, tabi, öyle ya," dedi isteksizce. "Yalnız F lem ing'in söy­
ledikleriyle ilgili beni sürekli bilgilendir."
A m b er'ın bir parçası S oam es'e rüyadan bahsetm ek istiyordu,
ama onun hastalığına ilişkin soğuk sayılabilecek ilgisinde onu
durduran bir şeyler vardı. "H astalığım konusunda ketum davran­
m am ız gerek bence," dedi. "Yatırımcıların hastalığını için gerek­
siz yere endişelenm elerini istemeyiz. Sunum sırasında yere yığıl­
mamı strese ve annem için endişelenm em e bağlayıp O ptrix ku­
mluna ailevi nedenlerden dolayı izin aldığımı söylesek iyi olur sa­
nırım. D iğ er m eseleler ben yokken kendi kendilerine hallohır."
S oam es başını salladı. " H e r şeyi kontrol altına almış gibisin.
Yarım kalmış işlerini sonuçlandırıp doktoruna dön b en ce."
G ülüm sedi. "D esteğin için teşekkürler, Bradley."
"Yo tatlım ," dedi, A m b e r'ın gülüm sem esine karşüıkverdiğin­
de yaralı yüzü tulıaf bir şekilde kırıştı. "Sağlığınla ilgilenm enin
ne kadar ö nem li bir şey olduğunu biliyorum ."
G itm ek için döndüğünde boğazını tem izlediğini duydu; bu
sanki tesadüfen aklına gelmiş bir düşünceymiş gibi yapm aktan
hoşlandığı bir şeyi dile g etirm ek üzere olduğuna dair bir sinyal­
di. "Sadece bir fikir," dedi, "ama F lem in g 'in teşhisinde fazla li­
n eer olm asına izin v erm e. Y erinde olsam onu alışılagelmiş kısıt­
lam alar olm adan düşünmesi için cesaretlendirirdim . Bilirsin, her
türlü olasılığı araştıracaksın, ne kadar acayip olursa olsunlar."
O m uz silkti. "Sadece bir fikir."
A m b er kaşlarını çattı. Bu iyi bir fikirdi ve onun A riel'le ilgili
endişelerini öylesine açık bir şekilde yansıtıyordu ki rahatsız ol­
du. "Teşekkürler, Bradley," dedi. "Bunu aklım da..."
A m a o çoktan kopm uş, bilgisayar ekranlarına göm ülm üştü.
Bradley böyleydi işte: Ne zam an insan olm aya başladığını ve si­
zi umursadığını düşünseniz diğer insanlar gibi düşünm ediğini si­
ze net bir şekilde hatırlatırdı.
ON DOKUZ

ERTESİ G ON
KIZIL GEMI
33*26' G , 16#12' D

Kızıl P a p a , K R E E 8 yüksek çözünürlü holografik plazm a ekranın


açılm asını beklerken parm aklarını sabırsızca masaya vuruyordu.
D o k to r, beyaz g ö m leğ in e iliştirilmiş haç şeklindeki kan kırmızısı
broşuyla ekranda belirdi. Ekran yüzüne tuhaf bir şekilde etkile­
yici, üç boyutlu bir g ö rüntü verm işti. K ardinal X avier A cco sta
tiksintisini gizlem eye dikkat ederek bir saniyeliğine o n u incclc-
di. Bu yetenekli adam a ihtiyacı vardı, istem eyerek de olsa onun
adanm ış, bencillikten uzak desteği için m innettardı. D o k to r, A c-
co sta'n m elektronik kilisesinin çalışması için gizli gizli serm aye
bulm aya yardım cı olm akla kalm am ış, onun teknik uzm anlığı sa­
yesinde kilise tüm dünyayı şaşkına çeviren bir hızla büyümüştü.
D ehasının aynı zam an d a A c c o sta 'n ın Ruh Projesi rüyasının ger­
çeğe dönüştürülm esine de faydası olmuştu. A m a o yine de bu
genç adam ı sevem iyordu işte.
D o k to ru n , A c c o sta 'n ın kilisesine olan sadakatini gizli tutar-
kenki tutum u saldırgancaydı ve her ne kadar A ccosta'ya hürm et
gösterse de gö zlerin d e ve ses tonunda bir küstahlık vardı; işte
A c c o sta 'n ın hoşlanm adığı da buydu. O A ccosta'ya 'P ap a H a z ­
retleri' diye hitap eden ve bunu onu h o r görüyorm uş gibi yapan
tek kişiydi.
A cc o sta gözlerini üzerine dikip gülümsedi. "Bana g österecek
bir şeyleriniz mi var. D o k to r?"
100 U l C M A M ( *U H I ) V

Bradley Soam es başını hürmetkar bir tavırla eğdi. “Evet. Pa­


pa H azretleri. Frank Carvelli ve Hakikat K o n sey in in üçüncü üye­
siyle yüz sekiz denem enin tümü hakkında bir görüşme yaptım ."
Durakladı. "Son deney gelişm em izin en som ut göstergesi."
S o am es'in yanındaki plazm a ekran cızırdayarak açıldı. Bir
kadın m uayene masasına uzanmış yatıyordu, pürüzsüz, tıraşlı
kafası astronot başlığına benzeyen siperlildi, cam dan bir küre­
nin içine sokulmuştu. K ürenin içine küçük bir televizyon ekranı
nı andıran buzlu cam dan içbükey bir dörtgen yerleştirilmişti.
Yukarı kaldırılmış olan siperlik kadının fal taşı gibi açılmış
gözlerini açıkta bırakıyordu. G özlerine yerleştirilen hailf renkli
lensler göz. kürelerini örtmüştü.
A ccosta ilk başta kel kadının kim olduğunu anlamam ıştı, ama
kamera kadına anım yapınca Başrahibe G iovanna Belliniyi tanı
dı. Ç o k kötü olmuştu, ağlam am ak için kendini zo r tutuyordu. So-
am es'e tere ters baktı; yüz ifadesinden bir şeyler çıkartmaya ça­
lıştı, am a bilim adam ının boş ifadesinden bir şey anlaşılmıyordu.
"N e cüretle bunu yaparsın?" diye sordu. "H angi yetkiyle?"
Soam es özür düer gibi om uz silkti. "A m a P ap a Plazretleri,
M o n seny ö r D iag co 'n u n onun proje için tehlike oluşturduğunu
söylediğinizi bana bildirm esinden sonra başka seçeneğim kal­
m am ıştı..."
A ccosta dişlerini sıktı. Soam es'in bu kadar ileri gidebileceğini
beklemiyordu. M onsenyör D iageo tedbir alınması gerektiğinde
daima ihtiyatlı davranırdı, am a Soam es onu d en em ekten zevk alı­
yor gibiydi. "O sadık biriydi. Bımu yapm anı beklem iyordum ."
"Baş belası papazınızı ne yapm am ı bekliyordunuz, P apa
Hazretleri?"
Sessizlik.
Soam es gülümsedi. "Başrahibe G iovanna boş yere ölm edi.
P apa H azretleri, ö lü m ü n ü seyrederken, neler başardığım ızı g ö ­
receksiniz."
A ccosta o zaman S oam es'ten nefret etti. O nun gençlere öz­
gü küstahlığından ve faturası kendi ruhuna çıkartılacak olan
101

m erham etsiz kararlara olan ilgisinden nefret ediyordu. A m a en


çok da en sadık m üritlerinden biri olan Başrahibe G iovanna'yı
ele verm enin onun ölüm üne neden olacağını bilm iyorm uş gibi
yapm asına izin verm ediği için ondan nefret ediyordu. D o n a n ­
m adayken savaşta kayıpların olabileceği gerçeğini kabullenm e­
yi öğrenm işti. T an rı'm n işini korum ak için kurbanlar verilmesi
gerektiğini kabullendi çok oluyordu, am a kendini yine de suçlu
hissediyordu.
"Dr. S oam es," dedi ters ters, "gelecekte Ruh P rojesiyle ilgi­
li h er tür m eselede benim o to ritem e boyun eğeceksiniz. Şimdi
bana deneyi gösterin."
Soam es başıyla onayladı. "Nasıl isterseniz, P apa H azretleri."
B oğazını tem izledi. "Başlam adan evvel biraz ön bilgi: K uantum
fiziği bize insan bilincinin hem parçacık, yani fiziksel beynim iz,
hem de dalga, yani zihnim izdeki düşünceler, olarak var olabile­
ceğini öğretti. Fizik bize bir de enerjinin öyle yok olan bir şey
olm adığını, bir yerlere gitm esi gerektiğini de öğretmiştir. Yaşam
cncgisi için de durum bundan farklı değildir. Son kuantum d e­
neyleri sayesinde ölüm anında yaşam gücüm üzün -bilincim izin-
atom altı fotonlannın uyumlu bir derlem i olarak vücudumuzu
terk ettiğini biliyoruz. F o to n la n n vücuttan ayrılışlarım tespit et­
m ek için değiştirilmiş foton-detektörü ekranı kullanıyoruz. İşin
ilginç yanı her birey geride benzersiz bir dalga girişim öriintüsü
bırakıyor. Statik elektrikten kaçınm ak için deneklerin kafalarını
tıraş ediyor ve yaşam gücünü insan gözünün görebileceği hale
g etirm ek için p o lim e r filtreli kontak lensler, Flavion gazı vc
elektrom anyetik radyasyon frekansını suni olarak değiştirm ek
için de yeşil-ışık tayfı kullanıyoruz."
A ccosta asık bir suratla ekrana bakıyordu; gözlerini kadına
kilitlemiş, kendini izlem eye zorluyordu.
Ekrandaki görüntüde yeşil bir gaz cam küreyi doldurdu. G az,
kadının yüzüne solgun, aktinik bir görüntü vermişti. Ekranın sa­
ğında, sağ şakağına bağlanm ış elektrotları görebiliyordu. G eri
sayımı duydu.
D ö rt... üç... iki... bir.
M ! ( ‘ H A t* I C O f i D Y
102

Elektrot parladı, hem en ardından öylesine hızdı ve yoğun bir


parlam a oldu ki ekranda bile A ccosta'nm gözlerini kamaştırdı.
Sonra birden Başrahibe G io vanııa'nın lenslerin ardındaki gözle­
ri sönm üş am pul gibi karardı.
Bu kırpılm ayan gözleri seyreden A cco sta terliyor, kalbi
göğsünü dövüyordu. İşlediği suça rağm en neredeyse cinsel bir
heyecan duymuştu, ö lü rk en ne görm üştü? A caba şu an ne
görüyordu?
"Size olanları lafı dolandın nadan anlatayım , Papa H azretle­
ri. Bu en son denem elerin tipik bir örneği."
Ekran aynı deneyi farklı bir açıdan verm ek için değişti. A c ­
costa şimdi G iovanna Bellini'nin m uayene masasında yatan be­
deninin tam am ını görebiliyordu. M asanın ayak ucunda iki m o ­
nitör vardı.
"Tekrar oynatacağım ama bu yüz bin katın üzerinde yavaş­
latılmış hali. Işık saniyede üç yüz bin kilom etre hızla hareket
eder. Yaşam enerjisini ne kadar başarılı bir şekilde kanalizc etti­
ğimizi ancak filmi yavaşlatarak görebiliriz. Elektroşokun verildi­
ği andan başlayacağım, m aalesef tam ölüm anını saptam am ızın
tek yolu bu."
Bu seferki ışık yağmurunda A ccosta ışığın kadının gözlerin­
den çıktığını gördü. T ek bir panltı, siperlikteki ekrana çarpm a­
dan ö n c e , h er iki lensten geçip daha önce karanlık olan m o n i­
törde beyaz çizgili zebra desenleri bırakmıştı.
"Buradaki dalga-parçacık ikiliğine dikkat edin. Bazı neden­
lerden ötürü henüz tam olarak anlam ış değiliz; yaşam enerjisi
vücudu gözlerden terk ediyor ve bu da klasik çifle-yank deneyi­
ni tekrardan oluşturmamıza imkân sağlıyor. Yaşam eneıjisi Baş­
rahibe Bellini'niıı vücudunu terk ederken her iki g ö zd en geçip
siperlikteki foton-dedektörü ekranına çarpıyor. Işık parçacıkları
ya da fotonlar, vücudu terk ettiklerinde ekranın klasik bir dalga
girişim örüntüsünü nasıl kaydettiğine bakın. Bu çizgili desen
Başrahibe G iovanna'ya özel; onun geçerli ruh nişanı olan bir
barkot."
I . U C U •I . < 103

A ccosta başını salladı; parıltının ekranı geçip kürenin dış kat­


m anına doğru ilerlem esini seyrederken teknik yorum lan özüm -
sedi. Film kaplumbağa hızına indirilmiş olsa da panltı bir an için
hale gibi ışıyarak dış katm andaki büklüm büklüm yan saydam li­
fin her m ilim etresinden göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir sü­
rede geçiy o r ardından da ışık kayboluyordu.
"Sorun bu," dedi Soam es. "Artık Bose-Einstein yoğuşması-
nı tanım layıp kanalize edebiliyoruz, am a..."
"Ruhu kastediyorsunuz," dedi A ccosta.
"Evet, Papa H azretleri. Bose-Einstein yoğuşması ruhu şekillen­
diren boson sistemi için kullanılan tek doğru kuantum terimidir."
A ccosta kaşlannı çattı. "Yani söylediğiniz şu ki aynlm akta
olan ruhu kanalize edebiliyorsunuz am a onu hâlâ izlenebilecek
kadar uzun bir süre kürenin içinde tutam ıyorsunuz, öyle mi?"
"Bunun zam an alacağını söylüyorum , P apa H azretleri.
Elektrik nasü yeryüzüne yöneliyorsa bu cncıji de gökyüzüne y ö ­
neliyor. O nu izlem ek için bir saliseliğine bile durdurm ak ço k zor.
T akdir edersiniz ki beyin vc zihin ya da beden ve ruh arasında­
ki kuantum ikiliğini kanıtlamak da kayda değer bir başarı. K u­
antum ruhunun varlığını ispatlam ak bile başlı başma bir devrim .
"Ama ruhu izlemek kuantum fiziğinin sınırlannı aşıp kuan­
tum m etafiziğinin sınırlanna girm ek oluyor, ö lü m ü n penceresi
öylesine küçük ki bilgiyi bir deneyden diğerine aktarm ak n ere­
deyse imkânsız. H e r bir bireyin ölüm ü diğeriııkinden farklı, biz
de er geç doğru izlem e frekansına rastlamayı um arak d e n e m e ­
ye ve yanılm aya m ecbur kaldık. İnsanlar birden fazla kez ölüyor
olsalardı her öldüklerinde kendini düzelten, tekrarlamak deney­
ler yaparak bir kişi üzerinde odaklanabilirdik. B ose-Einstein yo-
ğuşmasıuıu -ruhun- kilitlenme frekansını amuda bulurduk."
"A m a insanlar bir kereden fazla ölm üyor. Peki, ruha kilitlen­
m eye ne kadar yakınsınız?"
"Ç ok yakın. Başarmaya çalıştığımız şeyin prensibi optoelekt-
ronikte zaten mevcuttur. O ptik bilgisayar veriyle kodlanmış ışık
fotonlarınm uyumlu bir derlem ini nasıl zapt edebiliyorsa biz de
104

bozulmamış bir ruhu frekansına kilitlenmemize yetecek kadar bir


sûre zapt edebilmeliyiz. Yalnızca biraz zamana ihtiyacımız var."
"Ama zam anım ız yok. Başka ne gibi ihtim allerim iz var7"
"Hakikat K onseyi, ne kadar çeşitli olsalar da, hangisinin işe
yarayacağını g ö rm ek için, ilgili tüm teknolojileri araştırdı. En
ümit verici olanlar izleniyor vc önem li miktarlarda bağışta bulu­
nuluyor. böylccc potansiyeli olan herhangi biri üzerinde avantaj
sahibi olacağız, am a bu teknoloji hâlâ oynadığım ız en iyi bahis."
A ccosla kaşlarını çattı, "krank Carvelli bir devrim yapacağı
na inandığından söz etli."
"Yakından takip etliğini beklenm edik bir gelişme oldu, ama
sizinle tartışm adan ew el birkaç durumu teyit etm ek istiyorum."
Duraksadı. "A m a belki de siz bir süreliğine durm ak islersiniz,
durum değerlendirm esi y apm ak..."
A ccosta. "Hayır. Hayır. H iç de değil" diye atıldı. "H erhangi
bir şey varsa deneyleri hızlandırmalısınız. Giriştiğim iz şey erte
leuem eyecek kadar önem li ve eğer teknolojiye olan inancınız
makul bir m azerete dayanıyorsa çok yaklaştık demektir. N ere
deyse vardık. K aybedecek çok şeyimiz var."
"Ama Başrahibe G io v an n a'n m ölüm üne verdiğiniz tepkiden
sonra, elbette biz..."
A ccosta ona ters ters baktı; bu adama ihtiyaç duymaktan
nefret ediyordu, kaçıncı kezdir bilim adam ının ona yardım et­
mesinin gerçek nedenlerini m erak ediyordu. Buz gibi bir sesle,
"Başrahibe G iovanna'yı öldürdüğünüze göre, Dr. Soam es, Ruh
Projesi'nde başarı gösterm em iz artık ço k daha zaruri. O nun boş
yere ölm esine razı olm am ."
YÎRMÎ

ERTESİ g ü n
SURREY. INGİLTERE

Miles Flem ing kilisedeki ön sıralardan birine otıırmıış, bakışları


sabit, yine kendi kendine Barley Halka d ö n e r d ö n m ez ağabeyi­
nin ölüm ünden sonra altı saniye daha.onunla nasıl konuştuğu­
na mantıklı bir açıklama bulacağını söylüyordu. Bu durum onu
açıklayam ayacağı kadar rahatsız etmişti.
A n n e babasının evinin yakınındaki bu küçük eski kilise tütsü,
bal m um u vc yıllanmış to z kokuyordu. K oyu renk ahşap sırala­
rı eskimişti ve taştan duvar plakaları kilise cem aatinden yüzyıl­
lar ö n ce savaşlarda ölm üş olanların anısını yaşatıyordu.
Bir keresinde birisi cenazelerin ölenler için değil yaşayanlar
için olduğunu söylemişti; F lem ing de bugün aynen böyle hisse
diyordu. A teist olm asına rağm en anne babası vc Jake'in hatırı­
na hiç itiraz etm ed en bir kilise töreni ayarlamıştı. A nne ve ba­
basının oğullarının daha iyi bir yere gittiğine inanm aya ihtiyaç­
ları vardı, hem tö re n Jakc'in neler olduğunu anlamasını kolay
laştırmıştı.
Kilise doluydu, insanlar arka tarafla ayakta dikiliyorlardı. A i­
le üyelerinin haricinde R ob'un dostları da oradaydı: T ep ed en
tırnağa üniform aları içinde dim dik duran ordu mensupları, ta­
kım elbiseliler vc hatta bronz tenli, serseri dağcıların olduğu ek­
lektik bir karışım başsağlığı dileklerini sunmak ve Rob'un vefatını
106 M I C H A E L C O R D Y

hatırda tutm ak için Ingiltere'nin güneyindeki bu küçük köyde bir


araya gelmişti.
R o b ’u n ordudan meslektaşlarıyla birlikte tabutu kiliseye taşı­
yan Flem ing bağıra çağıra ağabeyinin ölm esine izin verdiğini ve
onun öldükten sonra konuştuğunu söylem e ihtiyacı hissetti.
A m a bunun yerine diğerlerinin tabutu sunağın önüne koymala­
rına yardım edip ön sıranın sonundaki anne babasının vc Jakc'in
yanındaki yerine oturdu. Oturduğu yerde Jake'in uyluğunun sı­
caklığını hissediyor, gözlerini tabuta dikmiş çocuğun nefes alıp
verişlerini duyuyordu. Flem ing A nglikan papazın ölçülü ses to­
nunu işitiyor am a sözlerini anlatılıyordu. T ek konsantre olabildi
ği şey yeğeninin hırıltılı soluğuydu, küçük çocuğun ağlayacağına
dair bir işaret bekliyordu.
R o b 'u n ölüm ünden bu yana geçen dört gün içinde kendini
yapılacak işlere verm iş, ağabeyinin ölüm üne kafa yorm am aya
çalışmıştı. Virginia K night'ı bilgilendirip defin ruhsatını tam am ­
ladıktan sonra anne babası vc Jakc'in yanm a gidip ccnazcyi ter­
tip etm ek için Barley H all'dan ayrılmıştı. Profesyonel kişiliği ida­
reyi elinde tutuyordu am a m anevî olarak kendini uyuşmuş his­
sediyordu, her an yitirebileceği kontrolünün altında içten içe
kaynayan şaşkınlık vc hüsran duyguları saklıydı.
C am bridgc'de annesine ve Jake'e haberi verirken kontrolü­
nü neredeyse kaybediyordu. A nnesi kısa bir süre yere çökmüş
sonra ne olup bittiğini anlayam ayan Jake'i göğsüne bastırmıştı.
A m a nc zam anki annesi F lcm ing'c sanlıp onu teselli etm eye ça­
lışırken, "M iles, sen elinden geleni yaptın. Hiç kimse bundan
daha fazlasını yapam azdı. O artık T anrı'nm yanında güvende,"
dediği an Flem ing dudaklarını ısırmış, gözyaşlarını tutam az ol­
muştu. Çünkü ağabeyini kurtarm ak için elinden gelen her şeyi
yapm am ıştı. U yancı ilacın R o b 'u kurtaram am a ihtimali olduğu­
nu bilse bile hemşireye engel olup ağabeyinin ölm esine izin ver­
diği için suçluluk duyuyordu. A nne babasına yaptığı şeyi hâlâ
söylem em işti. belki de hiç söylem eyecekti; çünkü anlam ayacak­
lardı -onlar için hayat acıdan daha önem liydi.
“H e rşe y e gücü yeten, her şeyi bilen, m erham etli T a n rım ..."
LUCirCR 107

P apazın »özleriyle F lem ing'in düşünceleri bölündü ve içinde


şiddetli bir öfke duygusu yükseldi. O n a sorulacak olursa şu an ­
da önünde inancın en esaslı m uam m alarından biri duruyordu.
Ya T a n n 'n ın acıdan haberi vardı ve onu durdurabiliyor ama
um ursam ıyordu ki bu dununda m erham etli değildi ya da acıdan
haberi vardı, umursuyordu da am a elinden bir halt gelm iyordu
ki bu durumda her şeye gücü yeten değildi veyahut da acıyı
umursuyordu, bir şeyler de yapabilirdi am a acıdan haberi yok­
tu, bu durum da da her şeyi bilen değildi. T a n n ’nın her şeye gü­
cü yeten , her şeyi bilen ve m erham etli olması imkânsızdı.
A n n e vc babasına doğru baktı. A nnesi m inicik ve çelimsizdi;
em ekli bir m im ar olan babası ise ilk kez yaşlı görünüyordu. İki­
sinin gözleri de papazdaydı, inançlarının onlara destek olm ası­
na ve F lem ing'in çoktandır zalim ve keyfi olduğunu düşündüğü
acıyı anlam landırm asına ihtiyaçları vardı. Keşke o da şu an k ö ­
rü köriinc inancın rahatlığına sahip olsaydı. A m a işler o kadar
basit değildi.
A ğabeyi, F lem in g 'e 'ipi kes' dediğinde fiilen ölü olsa da. F le­
m ing onu acı çekm ekten kurtarmakla doğru bir şey yapm ış ol­
duğuna inansa da yalnızca R ob'un öldükten altı saniye sonra
konuşması değil sesinin artık acı çekm iyorm uş gibi gelm em esi
de aklından çıkm ıyordu.
Bir yandan yaptığı şeyin sorumluluğuyla boğuşurkeu bir yau-
dan da kafasındaki çatışan düşünceleri yatıştırmaya çalışıyor,
R o b 'u n hiçlik dışında bir yerlerde olduğuna inanm ayı reddedi­
yordu. N ö ro Ç e v irm e n 'd e onun ölüm den sonra konuştuğu izle­
nim ini veren bir gecikm e olm alıydı, geçici bir perform ans düş­
mesi. M iles'ın duyduğu da azap içiude bir ruhun sesi değil, öl­
m ekte olan bir zihnin hiçlik onu çekip alm adan önceki korku
dolu son sözleriydi.
F lem in g 'in buna inanm ası gerekiyordu, çünkü onun inanç
form ülü ona başka alternatif sunmuyordu. Biricik ağabeyinin bi­
lincinin hâlâ canlı olduğunu ve acı çekm eye devam ettiğini dü­
şünm eye dayanam azdı, özellikle de onu kurtarmak için bir şey
yapm am ışken.
108 MI C H A r I C Û R D Y

R o b 'u n alayından bir subay, ondan bahsediyordu. A dam ın


yumuşak trlandalı aksam ve gösterişsiz anılar sanki onu hayata
;cri döndürm üştü. R ob’un 'babaların cn iyisi, oğulların cn iyisi
/e kardeşlerin cn iyisi, hepsinden önem lisi de insanların en iyi­
li' diye tasvir edildiğini duyunca gözleri yaşardı.
A m a ancak .yanındaki Jakc'in hıçkıra hıçkıra ağladığını duyun-
:a ve onun yaşadığı hüsranı düşününce içindeki bendin yıkıldığını
hissetti. Gözyaşları acısızdı; bastırılmış bir sıkıntının aülması gibi.
J a k e 'i kollarına aldı ve; birlikte kendilerini koyverip ağladılar.

0Ç SAAT SONKA

A nne babasının evinde verilen cenaze yem eğine katılanlardan


sonuncusu da gidince Flem ing bahçede dolaşm aya çıktı.
R ob’un arkadaşlarını g ö rm ek ona iyi gelmişti am a kendini kırıl­
gan ve yaralı hissediyordu. Akşam karanlığı çökerken ağabeyiy­
le birlikte tırm andıkları çınar ağacının altındaki banka oturdu.
Bu yer ve barındırdığı anılar rahatlatıcıydı am a bir yanı da
Barley H all'a d ö n m ek için şiddetli bir arzu duyuyordu. Klinikten
ayrılmadan ö n ce zihnini rahatlatmak için N o ro Ç e v irm e n 'i kont­
rolden geçirm ek istemiş ama ailesinin yanına gitm eye öncelik
vermişti. G ecikm eyi kafasına ne kadar takarsa düşünceleri o ka­
dar dallanıp budaklanıyordu. Bir önem i olm adığına inanması
yeterli değildi, bunu kanıtlaması gerekiyordu.
Mutfaktan karanlığa doğru m inik bir figür sallana sallana g e­
liyordu. "Milo?"
P ro tez bacaklarının henüz acemisi olsa da Jake öylesine d o ­
ğal hareket ediyordu ki yürüyüşünde bir acayiplik fark edecek
binlerinin çıkması çok zordu. "Selam , Jakc. G clscnc."
Ç o cu k bankta yanına oturup ona yaslandı.
"N eden gitmeleri gerekti, Milo?"
Flem ing kolunu Jake'in vücuduna doladı. Son dört gündür
Jakc büyük annesine anne vc babasına ne olduğunu soruyor o
I UCIFI •R 109

da oııa cenneti ve T an n 'y ı anlatıyordu. F lem ing'in kafası dalıa


çok Jakc'in gclcccğiylc meşguldü. U zun tartışm alar sonunda
Ja k e 'e kısa bir süreliğine büyük a n n e ve büyük babasının bak­
masına karar verilmişti» sonra da Flem ing onu evlat edinecekti.
“Şey, hayatta bazen neyin neden olduğunu bilm eyiz, Jake," d e ­
di. "Olurlar işte. A m a bildiğim bir şey varsa o da anne ve baba­
nın seni çok sevdiği; b en im , büyük anne vc büyükbabanın da...
H âlâ birbirimize sahibiz Jake."
"O zam an annem le babam şimdi nerde? Evpostalan var mı?"
Miles bu söylediğine gülümsedi. "Varsa da bana adreslerini
söylem ediler."
"Peki, ama babam nerde sence? Bir yerlerde olsa gerek, M ilo."
"Şey, bence bizim anılarım ızda ve kalplerim izde yaşayacak."
"Peki, am a şimdi ne düşünüyor? B eni görebiliyor mu?"
"B ilm iyorum ," dedi Flem ing. "B encc baban sadece uyum a­
ya gitti. H astaydı ve şu anda dinleniyor."
"O zam an rüyasında nc görüyordur?"
A m b e r'ın rüyası vc kardeşinin zihninin onda yaşadığı fikri
F lem ing'in aklına geliverdi. “E ğer riiya görüyorsa em inim güzel
şeyler görüyordur -sen i ve sevdiği diğer tüm insanları m esela."
"U yandığında ne olacak?"
"Belki de uyanm az. Belki de sonsuza dek sürecek uzun, hu­
zurlu bir uykuya dalmıştır."
"Büyük an n em dedi ki annem le babam cennetteym iş."
"Belki de."
"D edi ki c c n n e t taa yukarılardaymış, bir de bir sürü güzel
şeyle doluym uş."
"Şey, o kadar yüksekteyse ve güzel bir yerse baban em inim
buhır orayı. O iyi bir dağcıydı."
Jak c yıldızlara bakıp iç geçirdi. "Milo," dedi, düşüncelerini
toplarken kaşlarını çattı, "Tanrı m adem cennet gibi güzel bir şey
yapıyor, böyle kötü şeylerin olmasına neden izin veriyor? N ed en
hem annem i hem babamı aldı? İkisini birden ne yapacaktı ki?
110 I/ICHAIT C 0 R DY

Flem ing annesinin buna ne cevap vereceğini m erak etti. Ja­


ke lier şeye gücü yeten, İter şeyi bilen ve çok m erham etli olan
T a n rın ın onun da bacaklarını aldığından söz etm em işti bile.
"B ilm iyorum , Jake. Eğer T anrı varsa, çok açgözlü biri belki de
ve annenle baban da çok özel olduklarından onlan kendisi için
istemiş olabilir."
"C en n et iyi bir yer, değil mi?" Jakc'in ciddi yüzü endişeliydi.
"Tabii ki,“ dedi Flem ing vc yeğeninin saçlarını karıştırdı.
"O zam an annem le babam mutludur çünkü cennetle, herkes
mutludur, değil mi?"
Flem ing Jake'in delip geçen bakışlarıyla karşılaştı. "Evet, Jake,
em inim öyledirler," dedi.
A m a tabü ki em in olam azdı.
K im olabilir ki?
Yİ RMİ b i r

DOKUZ SAAT SONRA


THINK TANK

Sabalı üçe yirmi kala A m b e r Barley H all'daki T h in k T an k 'te m ı­


şıl mışıl uyuyordu. O gün öğleden sonra San Fransisko'dan
dönm üş ve Virginia K n ig h t'tan R ob F lem ing’in ölüm haberini
almıştı. H em şireler, bölm esine yerleşm esine yardım etm işlerdi.
A m b er bölm esinde P e d e r R iga'dan gelen bir kartla birlikte bir
kutu en sevdiği Belçika çikolatalarından bulunca çok sevinmişti.
'E m inim bütün testler ne kadar parlak bir zekân olduğunu gös­
terecek. Ne zam an konuşm ak istersen beni ara. P ete B aba.1
Sonra alıştırmalarına ve tahlillerine devam etm ek için teker­
lekli yatağında T h in k T an k 'e götürüldü. On sekiz dakika ö n ce
uykuya dalmış ve rüya durumu olan R E M 'e geçmişti.
Bilinçsiz olan zihni b ed eninden çekilirken seyirdi, sonra da
yatakta bir o yana bir bu yana çırpındı. Dakikalar sonra sakin­
leşti ve göz küreleri hızlı hareketlerine başladı. G ö z kapakları
açıldı, g ö rm ed en tavana bakıyordu. A m b er öncekinden daha
da hızlı bir şekilde vücudundan çekiliyordu -öyle ki z o r nefes
alıy o rd u - korkunç bir hızla parlak ışığa doğru gidiyordu. H e r
şey sıkıştırılmış, karanlık daha siyah, ışık daha parlaktı. Bu kez
em indi: İşık korkunç bir gerçeği ortaya çıkartacak vc onu ebe­
diyen yutacaktı.
O na doğru akarken tek yapabildiği boşluğa doğru sessizce
çığlık atm aktı...
M K *1 I A I •I CUIIDY

M iles Flem ing arabasıyla Barley H all'un aııa kapısından ge­


çip çakıllı yola doğru ilerledi ve ön kapıya park etti. Yan taralın­
da D o r düzeni sütunlar bulunan sundurm a güvenlik ışıklarının
altında göz kamaştırıcı görünüyordu am a F lem ing başım kaldı­
rıp bakm adı bile vc dosdoğru ofisine yöneldi.
Ja k e ie konuşmasının ardından erkenden yatmış vc saat o n ­
dan sonra bir ara bölük pörçük uyumuştu. îki saat sonra karan­
lık fakat sonradan hatırlayamadığı bir rüya onu soğuk terler için­
de uyandırm ış ve anne babasının evinden çıkıp hem en buraya
gelm esi için zorlam ıştı. N ö ro Ç e v irm e n 'in , neden R ob'un ölü­
m ünden sonra konuşm acına imkân verdiğini bilm ek zorunday
dı. N e le r olup bittiğine mantıklı bir açıklama getirm eli ve bunu
hemen yapm alıydı.
Barley H all'un batı kanadının loş ışıklı koridorlarında dev
adımlarla ilerlerken masasında uyuyan hemşireyi görm ezd en
geldi am a T h in k T an k 'ten gelen ağlamaklı bir çocuk sesi duyun­
ca yavaşladı. Şu anda Barley H ail'd a kalan çocuk yoktu. Ç o c u ­
ğun söylediklerini duyduğundaysa ensesindeki tüyler diken di­
ken oldu.
T h in k T ank'in kapısını yavaşça açtı ve başında mavi başlık­
la, yatağında taş kesilmiş gibi kım ıldam adan yatar. A m ber
G ra n t'i gördü. Yüzü terden parlıyordu, gözleri de açıktı. G ö rü n ­
tüsü huzursuz ediciydi ama F lem ing'in asıl soluğunu keser duy­
duğu çocuk sesiydi.
"Amber, A m ber, neredesin?" diye sesleniyordu. Sesinde
korku ve yılgınlık vardı.
O p tik paralel işlem cileri, sayısız eşzam anlı hesap yaparken
gökkuşağı renklerinden oluşan bir spektrum da titreşen N ö r o Ç e ­
virm en 'e doğru yürüdü. K ürenin altında duran alt paneldeki da­
ire şeklindeki kadranlarda iki düzeltm e yap ıp bir düğm eye d o ­
kundu. H o p arlö rler hışırdayarak açılırken duyduğu şeyin ne ol­
duğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Birkaç dakika bekledi. T am ka­
patacaktı ki cızırtıların arasından bir ses geldi.
Feryat figan ses şimdiye dek duyduğu hiçbir şeye benzem i­
yordu. Ç abucak kapatırken düşünebildiği tek şey okuldayken
113

ağabeyiyle din derslerinde güldükleri Incil'den bir alıntıydı.


A m a krallığın çocukları dışarıdaki karanlığa sürülecekler; ki
orada ağıtlar vc diş gıcırtıları vardır.'
Yetişkinlere özgü şüpheciliğine rağm en bu korkunç ağıt Flc-
m ing'in ccsarctini kırmıştı. Bu dünyadan bir yerden değildi, bu
azap içindeki bir ruhun sesiydi.
K endini toplayıp yatağa döndü. A m b e r artık sakinleşmişti vc
düzenli nefes alıyordu. G ö zleri kapalıydı, sesi çıkm ıyordu. F le ­
ming T h in k T an k 'ten çıkıp ofisine yollandı. R o b 'u n öldükten
soııra nasıl olup da konuştuğunu açıklayam am ak gibi bir endi-
yoktu arlık. Sim di de bumı yapabileceği için korkuyordu.
YÎRMÎ ÎKt

o GECE
KIZIL GEMİ
SÎ-lS'G.l^-O^D

Xavier A ccosta geceden nefret ediyordu. H âlâ yapacak bir sü­


rü şey vardı ve uyurken bir şey halledem iyordu. Bir zam anlar
nadiren uykuya ihtiyaç duyardı am a o zam anlar geçm işti artık.
G ece iç gözlem i de beraberinde getiriyordu. Düşünceleriyle baş
başa kaldığında şüpheler baş gösteriyor, inancı test ediliyordu.
Kızıl G em i'd ek i özel kamarasındaki odasında yatm aya hazır­
lanmasına yardım eden asistanına, "Bana dürüstçe söyle, M o n ­
senyör," dedi. "D oktor'un ve bilim adam larının başaracaklarına
inanıyor m usun?- Paulo D iag eo yeryüzünde şüphelerini dile ge­
tirebileceği tek insandı. Rom a*da Papalık divanına yükseldiği
günden beri geçen yirmi yıldan bu yana bu koca adam onun
için çalışıyordu. A ccosta V atikan'dan ayrıldığında ona bağlılık
yemini eden ilk kişi oydu. N a p o li'n in kenar m ahallelerindeki ha­
yat okulundan m ezun olan D iag eo ona bir keresinde başından
iki dinî dönüşüm geçtiğini söylemişti. Birincisi dünyevîydi: yetiş­
tirilme tarzından kaçmak için D om iniklilere katıldığı gün; diğeri
ise ruhanîydi: A ccosta'yı dua ederken duyduğu ve onun yolun­
dan gitm eye karar verdiği gün. D iag eo keskin ve vahşi bir zekâ­
sı olan sert bir adamdı. Sivil yeraltı dünyasıyla hâlâ bağlantıları
vardı -bazıları buna mafya bile diyordu- ve A ccosta onun ken­
disi için her şeyi yapacağını biliyordu.
LUCIFER 115

D iageo A cco sta'n ın kırmızı cübbesini alıp kirli sepetine attı.


Sonra da şaşırtıcı bir zarafetle kapının yanındaki yeni bir takımı
aldı, naylon poşetten çıkardı ve ertesi gün kullanümak üzere m a­
un ağacından gardıroba astı. Son olarak da yatağın üzerindeki
beyaz bornozu aldı ve giymesi için A ccosta'ya uzattı. A ccosta
kollarım bornozun kollarına geçirirken D iag eo , ağır, tok sesiyle,
"Yazgınızın tam am lanm asını sağlayacak olan bilim adam lan de­
ğil," dedi. "Bunu gerçekleştirecek olan Tanrı'dır. O zam anın tü­
kenm esine izin verm ez. Siz O 'nun planlan için çok m ühimsiniz."
A dam ın gösterişsiz katiyeti A cco sta'y ı rahatlatmıştı.
D iag eo bitişikteki banyoya girdi. D öndüğünde, "B anyonuz
hazır, P apa H azretleri," dedi. "Ağrı kesicileriniz vc diğer ilaçla­
rınız yatağınızın yanında. Başka bir isteğiniz var mı?"
"Hayır. T anrı seni korusun, M onsenyör."
"Sizi de, P apa H azretleri. Bir şeye..."
"Teşekkür ederim . M onsenyör. İhtiyacım olursa zili çalarım ."
A ccosta, D iageo gittikten sonra, aksayarak kilimin üzerin­
den geçip banyoya gitti. Ö zel ikam etgâhı sade bir yerdi. En d e ­
ğerli eşya yatağın üzerinde, kınının içinde asılı duran bir tö ren
kılıcıydı. Arjantin donanm asındaki kaptanlık yıllarının yadigârını
saklamıştı; onu insanlığın kurtuluşu için giriştiği ebed! savaşın
bir sem bolü olarak görüyordu.
B anyoda bornozunu om uzlarından aşağı bıraktı, sonra iç ça­
maşırlarını çıkartıp çıplak vaziyette aynanın karşısına geçti. Ya­
şı ve vücuduna verdiği o n ca yıllık zarar düşünülürse hâlâ olağa­
nüstü form da görünüyordu. E 11 gö ze çarpan tahribat heba ol­
muş sol bacağındaki ve leğen kem iğindeki, yıllar önce hayatını
değiştiren hasarın bir kamu olan yaraydı.
O zam anlar farklı biriydi: T an n 'n ın desteğini garantilem iş,
kanı kaynayan genç bir savaşçı. Savaşta, kariyerinde, kadınlar­
la ilişkilerinde aslolan zaferdi. Sonra tngiliz H arrier jeti Falkland,
kruvazörünü Falkland adaları açıklarında batırdı. Ne patlam ayı
ne de batm akta olan savaş gem isinden almışını hatırlıyordu.
A m a üzerinden otuz yıl geçm esine rağm en cerrahlann Buenos
116 M ICHAEL COB D T

A ires'te hayalını kurtarmak için uğraştıktan on bir saatlik am e­


liyatı tüm ayrıntılarıyla hatırlıyordu. A m eliyat boyunca baygındı
am a am eliyat masasının üzerinde bir yerden cerrahların kınlan
leğen kemiğini bir araya getirişlerini görmüştü. A caba yaşaya­
cak m ıyım yoksa ölecek m iyim diye m erak etmişti.
K endine geldiğinde hayatının yeni bir yola girdiğini biliyor­
du. T a n n o nu seçmişti; dikkatini m addiyattan m aneviyata çevir­
m ek ve büyük am acına ulaşmak için ruhunu bağışlamış am a be­
denine zarar vermişti. O A ccosta'ya acı nim etini bahsetmişti,
sürekli acı çekerek A ecosta T a n n 'n ın yeryüzündeki elçisi oldu­
ğunu daim a hatırlayacaktı.
Aksayarak küvete doğru gitti ve içine girm eden önce suyu
kontrol etti. O turup sıcak suyun ağrıyan kem iklerine doğnı sii-
zülüşünü hissederken R o m a'd a n ayrıldığından bu yana başardı
ğı şeyleri düşünerek kendini teselli etti. Yalnızca ou sene içinde
Ruh Hakikati K ilisesini yeryüzündeki en önem li kilise yönetim i
n e dönüştürm üştü.
Y ine de küvetten çıkıp kurulanırken inanılm az başarısının bi­
le bir anlam ı olm adığını fark etti. Pjjam alannı giyip kom odinin
üzerindeki suya ve ilaçlanna uzandı; D iageo gibi bir dua okuyup
her ilacı onun sıraladığı şekilde aldı. D iag eo 'n u n haklı olmasını
um uyordu, T a n n 'n ın Ruh Projesi'ni başarıya ulaştırması için
Bradley S oam es'e gereken zam anı verm esini...
Başını yastığa koyup ışığı kapattı. Karanlıkta Başrahibe G i-
ovanna'uın onu suçlar gibi bakan göz kapaklan sabitlenmiş g ö z­
lerini görünce başını diğer tarafa çevirdi. Ruh Projesi onun -ve
diğerlerinin- ölümünü m azur gösterm ek için başanya ulaşmalıy­
dı. Yazgısı Tann'nın yeryüzündeki vekili olm aktan çok daha
önem li bir şey olmalıydı. H ayatının - ve Başrahibe G iovanna'nın
ölüm ünün- bir am acı olması için T an n 'n ın hem yeryüzündeki
hem de cennetteki vekili olmalıydı.
YÎRMÎ ÜÇ

BARLEY HALL

F lem ing T lıink T a n k 'te n çıktıktan sonra koşa koşa karanlık, ıs­
sız koridorlardan g eçip odasına gitti, bilgisayarını açıp B rian'm
gizli dosyalarına ulaşm ak için parolasını girerek veri güvenlik
sağlayıcısına ulaştı. N o ro Ç e v irm e n 'in veri tabanını taradı ve
R ob Flem ing yazılı dosya ikonunu gördü. D erin bir nefes alıp
ekrandaki dosyaya dokundu, dosya açıldı ve ortaya bir dizi baş­
ka dosya çıktı.
Saniyeler içinde ekran gösterim i iki bölüm e ayrıldı: soldaki
R o b 'u n beyninin titreşen beyin dalgası m odelini gösteriyordu,
sağdaki de T h in k T ank'teki kam eralardan alm an, R o b 'u n ölü­
m ünü gösteren Q uicktim e video görüntülerini... Ekranın altın­
daki saat video görüntüle rinde ki her bir hareketi R ob'un beyin
aktivitesiyle eşlem esini sağlıyordu.
G ö rd ü ğ ü şeyle arasına mesafe koyarak deneyi baştan başlat­
tı, R ob'un ilk konuştuğu anda titreşen beyin dalgalannı izledi.
Ffer kelim enin bir dizi beyin dalgasını içeren kendine özgü m o ­
deli vardı. Flem ing ekranın sağ tarafını aşağı doğru kaydırdı
am a olağan dışı bir şey g ö rm ed i.
R o b 'u n krizine kadar.
Ekranın sağ tarafında Frankie yi R ob'un göğsüne defibrilatör
kaşıklarını yerleştirirken görüyordu, sol tarafta da Rob'un sanki
büyük bir sıkınü içindeymiş gibi hızla titreşen beyin dalgalanın...
118 If I C1 - I À1 t C0 U0 Y

D erken teker teker hepsi düz birer çizgiye dönüştü; bu beyin


ölüm ünün gerçekleştiğini gösteriyordu.
Sonraki altı saniye içinde beyin dalgalannda bir canlanm a ol­
madı. Biri hariç. Frekans tayfının öyle yukarısına çıkan bir dal­
ga boyuydu ki neredeyse ölçekten çıkacaktı. R ob son sözlerini
söylerken dalga boyu rastgele değişiyordu. R o b 'u n ölüm den
sonra konuşabilm esinin tek sorumlusu o gibiydi. Bu F lem ing'in
daha ö n ce gördüğü hiçbir şeye benzem iyordu. P arm ağıyla ek­
rana vurdu ve bir diyalog kutusu açıldı. M inik isim satırına bak­
tı am a isim değil sadece bir kelime vardı: 'B ilin m ey en .'
Flem ing parm ağıyla ekranın dibindeki zam an çizgisinin üze­
rindeki ters yöne bakan iki oka dokunarak Q uicktim e videoyu
deneyin başlangıcına geri sardı. Ekranın sol tarafını aşağı doğ­
ru kaydırınca bilinm eyen sinyalin R ob ölene kadar hareketsiz
kaldığını fark etti.
Flem ing neler olup bittiğini anlam aya çalışıyordu. R o b u n
bilgisayar destekli konuşmasını duyabilm ek için sesi açarak d e ­
neyi iki kere daha izledi. îki seferde de dalga boylarını, bilhassa
da ekranın en üstündeki bilinm eyeni inceledi.
En sonunda iki şey gözlem ledi. Birincisi; yeni dalga boyu g ö ­
rünüşe göre R o b 'u n öldükten sonra ö lm ed en ö n cekinden daha
akıcı şekilde konuşmasını sağlıyordu; sanki N ö ro Ç e v irm e n 'i kul­
lanmayı R ob'un diğer tüm beyin dalgalarının birleşim inden da­
ha hızlı öğreniyordu. îkinci gözlem i dalga boyunun R ob öldü­
ğünde harekete geçm esine rağm en o zam an ekranda görün-
memeslydt. Sayacın üst köşesinde hareketsiz bir şekilde fark
edilm eden duran dalga boyu deneyin başlangıcında B rian'ın si­
nirsel ağındaymış.
Flem ing ilk gözlem ine bir açıklama getirem edi am a İkincisinin
nedeni açıklı: N ö ro Ç e v irm e n bu esrarengiz yeni dalga boyunu
R ob'un ölüm ünde keşfetmemişti. Sinirsel ağı bunu önceki hasta­
lardan birinden ve bu olayda da bir yenisinden öğrenm işti.
Flem ing daha fazlasını öğ renm ek için parm ağıyla ekrana vu­
rup N o ro Ç e v irm e n 'in dosya listesinin içine girdi. A m b er
G rant'in dosyasının ayrıntılarıyla önünde belirm esini seyretti.
i UCIR- ft 119

Ekranın sağında A m b er'ın T h in k T an k 'tek i ilk gecesinin Q u ­


icktime kayıtlan vardı. Uykusunda bir o yana bir bu yana d ö n ü ­
yor. derken birdenbire vücudu duruluyor, gözleri açılıyordu ve
ço cu k sesiyle bağırm aya başlıyordu. K endini kaybetm iş gibi tek­
rar tekrar kendi ismini söylüyordu.
Ekranın sol taraftna bakınca F lem in g 'in nefesi sıkıştı. D alga
boylan ö n ce birbirine kanşmış sonra da aynı R o b 'u n öldüğü za­
m anki gibi şiddetli bir şekilde titreşm eye başlamıştı. S onra ekra­
nın şekli bozuldu, sanki beyin ölüm ü gerçekleşm iş gibi dalga
boyları bir an için düzleşti vc ekranda, frekans tayftnın yüksek
ucunda tek bir sinyal belirdi.
Flem ing kontrol etm ed en de bunun R o b 'u n ölüm ünden son­
ra konuşmasını sağlayan yeni dalga boyunun aynısı olduğunu bi­
liyordu. G özlerini ekrana dikti. Sonra yavaş, ürkek hareketlerle
ekran üstü ikonlanna uzandı ve A m b er'ın bu geceki dosyalarını
açıp T h in k T ank'te az ö n ce şahit olduğu bölüm ü tekrar oynattı.
R E M uykusuna girerkenki fiziksel davranışlannı not ederek
uyum asını seyretti. A m b e r sanki gitm ek istemediği bir yere çe-
kiliyorm uş gibi m ücadele ediyordu. Rüya durum una geçince vü­
cudu gevşedi. Ç o ğ u insanın R E M uykusuna geçince vücudu ki­
litlenir, çünkü köprü ve om urilik soğanı kas faaliyetine ve rüya
g ö ren lerin rüyalarını hayata g eçirm elerine engel olm ak için
om uriliğe sinyaller gönderir. A m b e r'ın sinyalleri zayıflı. Sanki
bir şeyler arıyorm uş gibi gözlerini açmıştı. K onuşuyordu -daki­
kalar ö n ce duyduğu sesle, küçük bir kızın sesiyle.
Fıkranın bir tarafında beyin dalgalarının titreşip daha sonra
durm alannı diğer taraftnda da A m b er'ın uykusunda konuşması­
nı seyrederken T h in k T an k 'e gelip N ö ro Ç e v irm e n e yaklaşarak
hoparlörleri açan kendisini gördü. Bu dünyaya ait olm ayan çığ­
lığı tekrar dinlerken ekranın sol tarafındaki bilinm eyen tek be­
yin dalgasını inceledi. D alga çığlıkla uyumlu bir şekilde titreşti;
sanki çığlığın içinde saklı ıstırabı yansıtıyordu. F lem ing bir de
A m b e r'ın durm adan kendi adını söylediğini duyuyordu.
O insan beynini pek çok kişiden daha iyi bilirdi ve bu dunı-
mu da sorunlu bir zihnin anorm alliği ya da gecikm eli bellek
120 M ( C2 I AM 1. C OX D T

sendrom u diye geçiştirm eyi h er şeyden çok istiyordu. Am a ya­


pam azdı.
A m ber’ın ölüm rüyası hakkında söylediklerini hatırlayınca bir
som beynini kem irm eye başladı. Ya o haklıysa? Çünkü o ötü bir
insanın beyninin yaşayan bir parçasına sahipti ve belki de onun
yaşayan bilinciyle ölen ikizininld arasında bir bağ vardı. Belki de
ölüm rüyası am eliyat masasında yaşadığı ölüm e yakın deneyim i­
nin anılarıydı, Flem ing'in duyduğu çığlık da zihninin bilinm eyen
dalga boyuyla ifade edilen ölüm çığlığıydı. Ve kim büir belki de
çocuk sesi A m ber'ın değil de A riel'in bilincinden geliyordu.
A m b er ikiziyle bağlantı kurmaya çalışmaları ama başarama­
malarıyla ilgili bir şeyler söylem em iş miydi? T ıpkı bir mıknatısın
eş kutuplan gibi... Fleming arkasına yaslanıp şakaklarını ovdu.
Başı yanıyordu, ateşi çıkmıştı sanki, elleri de titriyordu. G idip
yatm ak ve olanları unutmak istiyordu, ama ses hâlâ kulakların­
daydı. ö n ü n d ek i veriyi ne kadar eğip bükse de dönüp dolaşıp
tek bir olası -olanaksız- açıklam aya varıyordu.
Ariel öldüğünde her nasılsa bilincinden bir şeyler beyninin
Amber*la paylaştığı kısmında kalmışu. tnsan vücudunun diğer
kısımlarının aksine beyin hücreleri yenilenm ez. İkizlerin arasın­
da, arta kalan zihinsel bağ devam etmişti. A riel'in bilincinin bir
parçası sanki hayatta olan kardeşiyle tem as kurmaya çalışıyor­
du. Amber*mkinin bir parçası travmatik ölüm yolculuğu sırasın­
da en az iki kez bunu denem işti. Bilinç dışı bir düzeyde, ölümle
yaşam arasında bağımsız bir bölgede, birbirlerine kavuşmaya
çalışıyorlardı.
Eğer ikizler arasındaki donanım ilişkisi paylaştıkları beyin d o ­
kusuysa yazılım linki de tek ve açıklanamayan beyin dalgasıydı.
A m a bu dalga boyu A m ber ve A riel'i birbirine bağlamakla kalma­
mış R ob'un da iletişim kurmasını sağlamıştı. Bu sinirsel sinyal,
bu ruh dalga boyu, soyut zillinle fiziksel beyin -yaşamla ö lü m -
arasındaki evrensel bağ olabilirdi.
A m ber'ın uykusunda konuştuğu videoyu tekrar oynatıp N ö -
roÇ cvirm cn hoparlörlerinden gelen çığlıkları tekrar dinleyince
1 U C I L* M R 121

Flem ing'in aklına rüyası ve Jake'in cennetle ilgili sorusu geldi.


Sırtından aşağı inen bir ürperti hissetti.
Bunun mantıklı bir açıklaması olmalıydı.
K endi düşüncelerine öylesine dalmıştı ki birkaç m etre ö ted e,
gözlerini bilgisayarının ekranına dikmiş, ayakta dikilen birini g ö ­
rünce yerinden zıpladı. Barley Hall yöneticisinin elinde iki fin­
can espresso vardı.
"Burada ne işin var Virginia?"
"B enim m azeretim uykusuzluk, seninki ne Miles?"
"N e kadar zam andır orada dikiliyorsun?"
Knight tekrar bilgisayar ekranına baktı. Yüzü bem beyazdı.
"Yeteri kadar uzun zam andır. N e le r oluyor?”
Flem ing üzerindeki yükten kurtulacağı için m em nundu.
"O tur Virginia. Ne olduğundan tam olarak em in değilim am a
bilm en gereken birkaç şey var. "

92 DAKİKA ÖNCE
KIZIL GEMİ
18-10' O , 16*01' D

Kam arasının kapısı gürültülü bir şekilde vurulduğunda Xavier


A ccosta derin uykudaydı. G özlerini açıp doğrulmaya çalıştı.
"K im o?" diye gürledi.
K apı aralandı, yıpranm ış Ç in halısının m ücevheri andıran
renklerinin üzerine üçgen bir ışık parçası düştü. M onsenyör D i­
ageo kalasını uzattı. "P apa H azretleri, rahatsız ettiğim için beni
bağışlayın, am a acil bir telefon var."
"B ekleyem ez mi?"
D iageo kapıyı biraz daha açıp üçgen ışığı biraz daha büyüt­
tü ve içeri girdi. "B ekleyem ez, Papa H azretleri."
"Saat kaç?"
"C ap e T ow n saatiyle üç otuz."
A ccosta sızlanıp telefonu aldı. Telefondaki sesi ilkin tanıya­
m adı, am a kızgınlığı geçince algüan da açıldı.
122 MIC HAKİ CORDY

O na doğru akıp gelen coşku dolu sesi dinlerken bilmek iste­


diği bir sürü şey olmasına rağm en arayanı soru yağm uruna tut­
ma isteğine hakim oldu. K onuşan kişi susana kadar sabırla din­
ledi, sonra üç soru sordu. Pürdikkat cevaplan dinledikten sonra
talimatlarını verdi. En sonunda da arayana teşekkür edip telefo­
nu kapattı ve beklem ekte olan D iag eo 'y a geri verdi.
Pijam alannı çıkartu, yatağından fırlayıp banyoya koştu; ba­
cağında topallığından eser yoklu neredeyse.
O m zunun üzerinden, "M onsenyör D ia g e o ." diye seslendi.
"Yeııi güne hazırlanmalıyız. Yapacak çok iş var. T anrı sonunda
istediğimizi tem in etti; O 'nu hayal kırıklığına uğratm ayalım ."
YİRMİ DÖRT

ERTESİ SABAH
BARLEY HALL

A m b er tükenmiş bir halde uyandı. D ün geceki rüyasından aklın


da kalanlar tekin olm ayan şeylerdi ve ilkinden daha anlamlı gi­
biydiler. Kafasında, hatırlaması gereken bir şeyler varmış gibi si­
nir bozucu bir düşünce vardı, A ric l'c dair bir şeyler. Sanki kalın,
buzlu cam ın arkasından ona seslenen kardeşini görebiliyor ama
ne söylediğini duyam ıyordu. Kendisini bekleyen güne hazırla­
nırken M iles F lem in g ! tekrar görm eyi iple çekiyordu. N ö ro Ç e -
v irm en 'den çıkan önceki tahlillerin durum una bir parça ışık tut­
masını ümit ediyordu, ö ğ le d e n sonra P ete Baba'yı arayacaktı.
Kapısı çalınıp P ro fesö r Virginia T h in k T an k 'e girdiğinde da­
ha iyimserdi. Profesörün saçları sönüktü, üzerindeki takım da
sanki bütün gece üzerindeym iş gibi duruyordu. "Sizi rahatsız et­
tiğim için özür dilerim Dr. G ran t am a kötü haberlerim var. A n ­
nenizin durumu kötüleşmiş. B akim evinden, m ümkün olduğun­
ca çabuk dön m en izi salık verdiler."
Bunu hiç beklem iyordu. Şok fiziksel bir darbe gibi üzerine in­
mişti. A nnesinin ölm ekte olduğunu biliyordu ama şu ana kadar
bunu kabullenmiş değildi. H ayalet baş ağrıları ve rüyaları ö n e m ­
siz görünüyordu artık. Eve dönm eliydi.
K night sem patik bir gülüm sem eyle, "îki saat sonra bir uçak
var," dedi. "On beş dakika içinde çıkarsanız yakalayabilirsiniz.
121 M I C H A E L C OU 0 Y

Sizi H eatliro w 'a götürecek olan limuziu kapıda bekliyor. Ç ok


üzüldüm. Y apabileceğim bir şey olursa beni haberdar edin."
A m b er saatine baktı. "G itm ed en Dr. Flem iııg'le konuşma
şansım var mı acaba?"
"Hayır, eğer uçağa yetişm ek istiyorsanız. Bugün uğrayacak­
sa bile h em en gelm ez."
A m b er hayal kırıklığına uğramıştı. Şimdi N ö ro Ç c v irm c n so­
nuçlarını beklemesi gerekiyordu. "Lütfen ağabeyi için başsağlı­
ğı dileklerimi iletir misiniz, bir de o n a ve ekibine teşekkürlerimi':'
G eri dönüşüm ü ayarlayıp tedavimi tam am lam am gerekecek."
"Şimdi bunu düşünmeyin. Klinik bıraktığınız yerden devam
etm eniz için sizinle irtibata gcçccck. Sorun değil."
A m b er dokuzu çeyrek geçe Barley H all'dan ayrılan bir lim u­
zinin içindeydi. Dikiz aynasından gittikçe küçülen haşmetli m a­
likâneyi seyretti. A raba C abridge'e giden d ö n em eci geçerken
aksi istikamete giden Jaguar'ı fark etm em işti.
On beş dakika sonra üniform alı şoför ona küçük bir şişe Évi­
an ikram etti. Susamıştı, M i 1 tabelasını ve L o n d ra 'n ın görüş
alanına girm esini beklerken bir yudum aldı.
M i l 'd e vücudunu aniden bir uyuşma hissi kapladı. A raç
M 2 5 'e vardığında kendinden geçmişti. Araç M4 d ö n em ec in d e n
H eatliro w 'a dönüp M aid en h ead'e doğru yola koyuldu. Şoför
oradan kapılarının bitişiğinde beyaz bir tabela olan kırmızı tuğ­
ladan V iktoryen tarzda bir mülkün araba yoluna girdi. Ruh H a ­
kikati Kilisesi Bakımevi. Kilisenin sem bolü olan Kızıl G c m i'n in
haç şeklindeki direğiyle temsili resmi de yazının altındaydı.
Araba doğruca mülkün arka tarafındaki garqja girdi. A uı-
b er'm takatsiz bedeni lim uzinden alınıp bakım evi m orguna ta­
şındı ve içinde oksijen haznesiyle dam ar içi serum bulunan yalı
tılmış hazır bir tabuta konuldu.
G erekli hasta kâğıtları ve defin ruhsatı Jane Sm ith adına ha­
zırlanmış, bakımevi ismiyle mühürlenmişti. B oş form lara iki dok­
torun imzası karalanmıştı. A mb e r'm işlemlerini yapan personel
ve ilgili birim , işlerini bunu daha önce de yaptıklarını gösteren
i a c i F 11

bir soğukkanlılıkla ve tartışmasız bir dikkatle yapm ışlardı. N ih a ­


yet beyaz tabut kapatıldı ve kilitli kutu bir cenaze arabasına yer­
leştirilip T erm in al 4'ün nakliye bölüm üne götürüldü.
îki saat sonra A m b e r G ra n t'in baygın bedeni havada, bir B o­
eing 747'nin ısı kontrollü am barına güvenli bir şekilde istiflen­
miş halete en nazenin birinci sınıf yolcuların bile sahip olm adığı
bir konforla uçuyordu.

KIZIL GEMİ
18" 06' G 6" 03' B

Kızıl P ap a enerji doluydu ve vücuduna azap veren acıya aldır­


m ıyordu. U puzun, kolalı kırm ızı cübbesiyle Kızıl G e m i'n in pru
vasındaki ofisini arşınlıyordu. A rayışının sonuna gelm iş olabi­
leceğine dair öngörüsü öylesine güçlüydü ki neredeyse tadını
alabiliyordu.
M asasının yukarısında duran televizyonun ekranındaki göl
geli yüze, "H er şey yolunda mı. D o k to r?" diye sordu.
"Laboratuvar şu an hazırlanıyor. P apa H azretleri," dedi So
am es. Gülüm süyordu. "Birazdan hazır olur."
"H akikat K onseyi üyeleri beklem ede mi?"
"Siz buraya geldiğiniz an kendilerine ya bizzat ya da çevrimi­
çi olarak ulaşabilecek."
"Harika." A ccosta kapının yanında scssizcc duran D iagco'ya
döndü. "M onsenyör, diğer ayarlamaları yaptınız mı? Yarım kal
iniş işleri tam am ladınız mı?"
"Bağlantılarım ız L o n d ra 'd a v e ..."
A cco sta D iag eo 'y a gülümsedi. "Ayrıntı yok, M onsenyör Di
age o ." D iageo ‘nun sivil dünyadaki karanlık bağlantıları işe yan
yordu am a A cco sta'n ın yükü zaten o n a yeterdi; onlan bilmese
de olurdu. "Y apm anız gerekeni yapın, M onsenyör. Bana sade­
ce her şey yolunda m ı onu söyleyin?"
D iag co sakince başını salladı. "Yolunda."
H I C 1 IA N 1 C 0 ft D Y
126

"M ü k em m el.“ A ccosta dönüp geniş p en cered en önünde


uzanan uçsuz bucaksız okyanusa baktı. Cübbesinin cebinden bir
m endil çıkartıp şiddetli bir öksürüğe tutuldu. D iageo ona doğru
yaklaştı am a A ccosta elini sallayıp onu uzaklaştırdı. K aptan
köprüsüne kuzeye dönm em izi söyle, tam hız. Bir de iki helikop­
teri de hazırla. Yirm i dört saat içinde Vakıfta olm ak istiyorum.
G em id e konuşacağım insanlara özürlerim i ilet. Bugünkü ayin
için de vaazlarımın sürekli d ö nen tekrarlarını göster."
Başını öne eğdi. Beyaz m endil kırmızı damlalarla benek be­
nek olmuştu. Korkm uyordu: Zam anı geldiğinde hazır olacağın­
dan em indi.
YÎRMÎ BEŞ

SABAH 930
BARLEY HALL

O nca yorgunluğuna rağm en Miles F lem ing'in aklı olasılıklarla


dolup taşıyordu. Jaguar'ını park edip alelacele A m b er'ı g ö rm ek
için içeri girdi. D ün g ecen in , daha doğrusu bu sabahın, heyeca­
nından sonra K night birkaç saat kestirmesi için onu eve g ö n ­
dermişti. Uykuya dalıp saatin alarm ı her zamanki gibi altıda ça­
lana dek uyudu.
Bu yeni dalga boyunun ne anlam a gelebileceğini düşünm ek­
ten kendini alam ıyordu. Bunun mantıklı bir açıklaması olm alıy
di; bundan em indi. S adece bunu araştırm ak için zam ana ihtiya
cı vardı. İçindeki bilim adam ı onu daha fazlasını bilmeye zorlu­
yordu. Bu bulgunun m ikrodalganın keşlini gölgede bırakacağı­
nın farkındaydı. Ö te yandan bir parçası da bu yeni dalga boyu­
nu hiç keşfetm em iş olm ayı istiyordu, çünkü onun varlığı inandı­
ğı her şey için tehdit oluşturuyordu. Ya bu hayattaki varlığımız­
dan daha fazlası da varsa? Bunun yalnızca buraya ve şimdiye
odaklanan kendisi için anlam ı ney d i9 Peki ya R ob'un ruhu için?
Jake'in de sorduğu gibi cen n et iyi bir yer miydi? C evapları ger­
çekten bilmeyi isliyor muydu?
M iles ofisinin ö n ü n d en geçerken K ııight, "M iles, konuşm a­
mız gerek," diye seslendi. Ona oturması için bir yer gösterirken
sesi sertti. R ob'un ölüm ünden bu yana cana yakın ama kayıtsız
di; tam olarak neler olup bittiğini bilmek için oldukça hevesliydi.
128 M I C NAP L C O II D V

G e ç e n gece o n a A m b er G ra n t hakkında anlattıkları karşısında


ihtiyatlı davranm ıştı. "M iles, diğer kom ite üyeleriyle konuşuyor­
dum da bilm eni istediğim bir iki sonın var," dedi.
Flem ing kaşlarını çatlı. "N c sorunu?"
"B eklem ek isterdim am a şu anda burada olduğuna göre,
bunları da sonuçlandırabiliriz. R ob bir deney sırasında öldüğü
için Barley H all'un güvenlik konusundaki itibarının tem izlen m e­
sini sağlam ak durumundayız."
"Virginia, o benini ağabeyimdi. Bu konuda kendimi berbat his
scdiyonım, ama R ob'un ölüm üne neden olan denem e değildi."
"M iles, bu anlayış meselesi. Ben bunun senin hatan olmadı
ğını biliyorum, serbest kovuşturm a... '
"K ovuşturm a mı? Sen n ed en bahsediyorsun?"
"Sadece form alite. Bunlar hassas zam anlar. D üşünm em iz
gereken sponsorlar ve kaybedilebilecek önem li bağışlar söz ko­
nusu. H astanın hayatını kurtarm ak için gereken her şeyi yap
m adığm a dair söylentiler dolaşıyor ve basın şişirm eden evvel bu
söylentilerin önüne geçm eliyiz. Y apılacak iş sadece seni birkaç
haftalığına izine g ö n d erm ek vc tabii kovuşturma sonunda suç­
suzluğun ispatlanınca -ki ispatlanacağını biliyoruz- geri d ö n eb i­
lirsin. T am maaşlı olarak elbette v e..."
Flem ing apışıp kalmıştı. "Beni uzaklaştırıyor musun? Boş
versene Virginia, şaka yapıyorsun herhalde. Sana söyledim ya
ağabeyim i hayata d öndürm ek için dört nafile girişim den sonra,
hem şirenin epinefrin kullanmasına izin verm ed im . O lanlar yü­
zünden kendimi berbat hissediyorum am a bugün olsa yine aynı
şeyi yapardım . Sarf edilen o n ca gayrete rağm en ölm üştü vc ben
de ıstırabını uzatmak istem edim . B en yanlış bir şey yapm adım .
Gizli saklı bir şey yok. H e r şey videoda kayıtlı, T a u n aşkına. Bı­
rak da kom ite üyeleriyle konuşayım. Bunu halledebilirim ."
K night kafasını salladı. "Kusura bakm a M iles am a bu seter
onlarla aynı fikirdeyim. Kısa vadede Barley H all'u n uzun vade
de de senin itibarını konım ak zorundayız. Bu şekilde havayı yu­
muşatabilir ve bir ört bas şüphesinden kaçınabiliriz. Basın..."
I ÜC1PK R 129

"Basının bununla ne ilgisi var? O nların bu işe karışmasına


gerek yok. N e d e n ö rt bastan falan şüpheleneceklerm iş? R ob
benim kardeşiuıdi, T a ıın aşkına."
"Kusura bakm a M iles, bu tartışm aya açık bir konu değil."
F lem ing kendini z o r tutuyordu. "Bu saçm alık V irginia. Ya
A m b e r G ran t ve şu yeni dalga boyu ne olacak? O lağanüstü bir
şeye bu kadar yakınız ve sen kardeşimin ölüm ü yüzünden suç­
lanm ak m ıyım suçlanm am ak m ıyım , soruşturm ak istiyorsun."
"Bu da seninle görüşm ek istediğim bir başka konu, M iles.
D e n e y sırasında olanlarla ilgili konuşacak bir şey yok. R o b 'u n
ölm esi yeterince kötü zaten , bir de ölülerle iletişim kurma hika­
yeleriyle ateşe körükle gitm eyelim . D e n e m e y e katılan diğer ki­
şilerle de konuşup onlara olan bitenin gecikm e etkisinden baş­
ka bir şey olm adığını izah ettim . O nlara ya da herhangi başka
birine sorulacak olursa resm i açıklam a R o b 'u n sinirsel sinyalle­
rinin o ö lm ed en önce aktif olduğu am a N ö ro Ç c v irm e n 'd c k i bir
gecikm e nedeniyle ö lü m ünden sonra yalnızca nakledildikleri
-tek n ik bir ayrıntı."
F lem in g yum ruğunu masaya vurdu. "P eki ya A m b e r G ran t?"
"Bundan böyle seni alakadar etm iyor. K aliforniya'ya d ö n m e ­
si gerekti. A nnesi ö lm ek üzere."
"Bu sabah mı gitti? O na söyledin m i..."
"Şu anda zaten y eterin ce derdi var, Miles. Bana kalırsa onu
bu aralar rahat bıraksak iyi olur. O nun annesinin durum u net­
leştiğinde ve sen de izinden geri dön d ü ğ ü n d e..."
"U zaklaştırm adan. "
"Bak M iles, R ob için hakikaten üzgünüm vc bu yeni dalga
boyunun potansiyel olarak ne kadar büyük bir keşif olduğunun
senin kadar ben de farkındayım . A u ıa onu nasıl kullanacağımız
konusunda gerçek ten dikkatli olmalıyız. Şu anda sonu belli o l­
m ayan işlere kalkışmaya hevesim iz de yok ihtiyacım ız da. Bir­
kaç hallalığına git -bu bir uzaklaştırm a d eğ il- vc olan biteni et­
raflıca düşün. Bu olay unutulduğunda da tam am en aklanmış
olarak dönüp işine devam edebilirsin, bu yeni dalga boyu işi de
130 H tC NA E L COBOY

dahil. Yokluğunda hastalarınla ilgilenilecek, tam am layıcı tedavi­


ye ihtiyacı olursa Jakc'lc de. T üm denem eler sen nasıl istersen
öyle yapılacak. Eve gidip rahatla. Biraz tatü yap, Jake'le vakit
geçir, kafanı topla."
Flem ing odayı arşınladı. "Nasıl rahatlayabilirim Virginia? Bu
adU değil. Bu saçmalığın daniskası. R eddedersem ne olur?"
"M iles bana güvenm ek zorundasın. Olayı olduğundan daha
fazla güçleştirm e. Güvenliği arayıp seni binanın dışına kadar ge­
çirm elerini istem iyorum, ama mecbur kalırsam yaparım ."
"N e? H e m e n şimdi mi gitm em i istiyorsun?"
"En güzeli. Masanı topla ve evine git. Kime ne söyleyeceğin
ne açıklama yapacağın konusunda endişe etm e, o işi ben halle­
derim ."
Flem ing derin bir nefes aldı ve kollarını gergin bir şekilde iki
yanında tuttu; ölkesini kontrol etm ek konusunda kendine gü­
venm iyordu. "Burada neler dönüyor bilm iyorum Virginia ama
bu saçmalık. M ücadele edeceğim . Bu iş burada bitm edi."
Virginia ayağa kalktı. "M iles, makul ol. M olaya ihtiyacın var.
R ob'un ölüm ü farkında olduğundan daha büyük bir şok oldu se­
nin için. K om ite üyelerinin istekleriyle ters düşersen seni cezai
ö n lem lerden ko rüya ma m."
"Korumak mı?" Flem ing masanın etrafından dolaşıp p atro ­
nundan birkaç adım öteye dikildi ve o bakışlarını kaçırana dek
gözlerinin içine baktı. "Senin bir bürokrat olduğunu biliyordum
Virginia ama bu kadar dar kafalı olabileceğin hiç aklıma gelm e­
mişti. Ne yapm am gerekiyorsa onu yapacağım . Ne eksik ne
fazla, tşine gelm ezse sen de yapm an gerekeni yaparsın. Emin
ol, benim çalışmama kucak açacak bir dolu başka yer var."
Flem ing on dakika sonra hızla dar kır yollarından evine doğ­
ru gidiyordu. A ğaçlar altın rengi yapraklarıyla yarışırken Jagu-
ar'm indirilmiş gevşek tavanı esintide sallanıyordu. O nun çıkar­
dığı sesi dinlerken aklına N ö ro Ç e v irm c n hoparlörlerinden yük­
selen çığlıklar geldi, ölen ağabeyi de akimdaydı.
l u C I E E ti 131

O anda direksiyonu C am b rid g e'e doğru kırdı, öfkesi eriyip


daha sert bir şeye dönüşm üştü. O turup sabırla kovuşturm anın
sonuçlanm asını bekleyem eyeceğini biliyordu. K endini A m b c r'a ,
R ob'a ve Jake'e -ve k endine- karşı konuyu etraflıca araştırm ak
ve bazı cevaplar bulmakla yükümlü hissediyordu.
Yaşam ve ölüm hakkında şimdiye dek hiçbir faninin yanıtla­
yacak durumda olm adığı soruların cevaplarını...
YİRMÎ ALTI

O N SEK İZ SAAT SONRA


VcnTcc VAKFI
ALASKA

C hin o o k kuzey Alaska'nın arktik kısmındaki Brooks dağ silsilesi


nin üzerinde alçaktan uçuyordu. A ccosta yanındaki camı silip aşa­
ğı baktı, Vakfi görm eye çalışıyordu. Dönüştürülmüş petrol kulesi­
nin yakınlarda olması gerektiğini biliyordu ama aşağıdaki beyaz,
boş, kayalık arazide ya da h er ild yanında yükselen dağlarda vakıf­
tan bir iz yoktu. D erken helikopterin pervanelerine doğru başını
kaldırınca en yüksek tepenin üzerindeki zayıf güneş ışığım gördü.
Kirli cam ın arkasından yalnızca düz tep en in üzerindeki bir
binayı seçebildi. Sekiz köşeli payandalarla desteklenen siyah
camlı kubbe dağın tepesine kurulmuş dev bir örüm ceğe benzi­
yordu. Y anında bir disk an ten , bir pilon vardı; cam gövdesinden
yukarı doğru bir baca uzanıyordu. Kubbenin altındaki geniş ana
sütunu görebiliyordu. Eski sondaj m akinesinin ve sondaj deliği
nin olduğu bu sütun binayı dağın derinliklerine bağlıyordu. Kub­
benin bir tarafından çıkmtı yapan çelikten bir saçak yarım daire
şeklinde bir platform oluşturuyordu. H elik o p ter kubbeye doğru
yaklaşırken A cco sta'n ın midesi kötü oldu.
Bir Ekim günü öğleden sonrasıydı ve gün ışığı kaybolmaya
başlamıştı bile. G ünler artık birkaç saatti ve birkaç hafta sonra
yaklaşık beş ay boyunca güneş ışığı olm ayacaktı. Bu soğuk ve
kasvetli yere düşkün olduğu söylenemezdi, ama Soam es'in buraya
LUCIFER 133

yerleşmekteki ısrarını anlıyordu, inziva onun için de önem liydi.


H ep sinden öte bu duvarların arkasındaki, S oam es tarafından fi­
nanse edilip yönetilen uzmanlığa ve kaynaklara ihtiyacı vardı.
H elik o p ter platform a indiğinde yanındakiler onu alelacele z e ­
hir gibi soğuğa çıkardılar, sonra da kalın buzlu cam lı sürme kapı­
lardan geçirip sıcak ana kabul alanına getirdiler. K apı cam larına
kocam an bir V lıarfî işlenmişti. Bir de lo g o vardı: 'V enTec
Şimdiden Geleceğe*
A cco sta'n ın ceketini aldılar. Serbest beyaz bölgenin kapıla­
rı tıslayarak açıldı. Dr. Bradley S oam es peuceresiz koridorun lo§
ışığında bekliyordu. A cco sta kurtlarının yanında olm adığını g ö ­
rünce rahatlamıştı: O nlarda nefret ettiği aynı zam anda korktu
ğu uhrcvî bir şeyler vardı. Bilim adam ı saygın bir konuğu selam­
layan bir ev sahibi edasıyla A ccosta'yı selamladı: D izlerinin üze­
rine çöküp Kızıl P a p a 'n ın boynundan sarkan haçı öptü.
"H o ş geldiniz. P apa H azretleri."
"Teşekkür ederim , D o k tor."
"H akikat K o n sey i'n in diğer üyeleri..."
A ccosta elini kaldırıp gülümsedi. "Bunu daha sonra konuş­
sak. O n u g ö rm ek için sabırsızlanıyorum. Burada m ı? w
"Beni takip edin, Papa H azretleri. Siyah bölgede em niyette."
A ccosta S oam es'in arkasından beyaz alan koridorunu geçti.
V en T ec, ana sütunu çevreleyen dört renk kodlu dilim ler halinde,
bir turta gibi önünde uzanıyordu. U m um ! alanları vc genel labo
ratuvarlan içine alan ön taraftaki beyaz bölge serbestti. M avi, ye­
şil ve siyah bölgelerin hepsi yalnızca gerekli yetkilere sahip olan­
lara açık olan yasak bölgelerdi. Kubbenin altında, dağın derinlik­
lerinde, ana sütundaki asansörle ulaşılan beşinci bir bölge daha
vardı. Burası ise kırmızı bölgeydi, oraya girm ek dc yasaktı.
Beyaz bölgeden geçerken topuklan kayın ağacından parkeler
üzerinde fıkırdıyordu. Şartlandınlmış hava kokusuz ama cızırtılıy­
dı. A cco sta'n ın solunda bir sıra açık plan laboratuvarlar göze
çarpıyordu. Ne olduklan belli olmayan cihazlan saymazsak bazıla-
n boştu; diğerleri ise doktor gibi beyaz önlük giymiş teknisyenler
134 U IC H A K L C D H II Y

vc bilim adam larınca işgal edilmişti. Bir tanesi ekranları bem be­
yaz bir ışıkla titreşen sıra bilgisayarlarla doluydu.
Yerleşim alanlarında, A cco sta'n ın kalacak yerler, restoranlar,
sinem a, revir, yüzme havuzu, jim nastik salonu ve ibadethane gi­
bi m uhtelif tesislerin yerini gösteren beyaz ok işaretlerine -pek
baktığı yoklu. Az sayıdaki dış p en cere mavi renkteydi ve bu da
dışarıdaki kutup m anzarasına daha da soğuk bir hava veriyordu.
Ana sütuna vardılar. K ırm ızı bölgeye giden asansörün üze­
rinde kırmızı oklar ve uyan yazıları vardı: Personel Harici Gire
mez- G ö z Koruyucu Zorunludur. Sola dönüp yeşil bölgeye açı­
lan diğer bir kilitli kapının önü nden geçtiler.
Nihayet, koridor V en T ec'in en kuzeyindeki dilim ine, Ruh
Projesi'ne ev sahipliği yapan siyah bölgeye kıvrıldı.
S oam es elini kilit m ekanizm asının yanındaki sensörc koya
rak camlı güvenlik kapısını açtı ve A cco sta'yı kom pleksten ge­
çirdi; konferans salonu ve haberleşm e odasını g eç ip ana labo
ratu va ra vardılar. S oam es dışarıda A ccosta'yı çarpıcı güzellikte
sanşın bir bayanla ve uzun boylu, gözlüklü, zenci bir erkekle ta-
nışurdı. İkisinin beyaz önlüğünde de Ruh H akikati Kilisesi'nin
haçı vardı. K adın A cc o sta'n ın bayıltıcı bulduğu çok hoş bir par
ilim sürünm üştü.
“D r. Felicia Bukowski vc Dr. W alter T rip p Ruh Projcsi'nde
bana yardım ediyorlar. Şim diye dek yaptığım ız işlerin büyük bir
kısmının arkasında onlar var."
A ccosta onlarla tokalaştı. "M ukaddes ve de şerefli bir işe g i­
riştiniz, çalışmalarınız ve yaratıcılığınız için teşekkür ederim ."
"Bu işin bir parçası olm ak bir onurdu," dedi T rip p .
Sarışın kadın da, "Bir ayrıcalık. P apa H azretleri," diye ekledi.
A ccosta bir saniyeliğine onları inceledi. îkisi de saygıda ku­
sur etm iyordu am a tavırlarında, gülüm sem esine karşılık verm e
biçim lerinde yanlış olan bir şeyler vardı. A ccosta insanların içle­
rini görebildiği için kendisiyle gurur duyardı, ne var ki sorunun
tam olarak ne olduğunu sap tayam ıy ordu; sanki bilim adamları
onun suyuna gitm eye çalışıyordu -iki kibar çocuk kaim kafalı
akrabalarına hoşgörü gösteriyordu. Bu düşünceleri bir kenara
I UCM-T ft 135

atıp S oam es'in o nu alelacele siyah bölgenin özel konaklam a sü­


itlerine götürm esine izin verdi.
S oam es ilk kapıda durdu ve duvardaki yuvarlak cam dan içe­
ri bakması için A cco sta'y a işaret etti. "U yuyor. îlaçların etkisi bi­
razdan g eçecek ."
A ccosta cam a yaklaşıp tek kişilik yataktaki kadına baktı. D a ­
m ar içi seruma ve düzenli aralıklarla öten bir m o n itö re bağlan­
mıştı. "Nasıl?"
"İyi. U yandığında kendini biraz sersem lem iş hissedecek,
am a onun için hazır olduğum uzda yeterin ce güçlü olacak."
"M ü k em m el," dedi A cc o sta. K ad ın ın siyah saçlan yastığın
üzerine yayılm ıştı, parlak teni beyaz çarşafın üzerinde parıldı­
yor, uzun kirpiklerinin gölgesi yanaklarının üzerinde titreşiyor­
du. A m b er G ra n t'in ruhani güzelliği o n u uyurken seyreden
A c c o sta 'y ı mest etm işti.
Yalnızca güzel değildi; o T a n n 'n ın bir lütfuydu.

İlaçlar A m b er'ın zaten neyin rüya neyin g erçek olduğunu se­


çeni eye n kanşık zihnini iyice bulanıklaştırmıştı. G ö zlerin i açtı­
ğında yabancı bir odada, bileklerinden tuhaf bir yatağa bağlan­
mış lıalde yatıyordu. D am a r içi serum u ve m onitörü de g ö rü n ­
ce. kalbi küt küt atm aya başladı. Bu gerçek miydi yoksa yine kâ­
bus mu?
Ç evresel görüşündeki ani bir hareketle başmı yatağın solun
daki yuvarlak p en c erey e çevirdi. A rkasında bir çift karanlık göz
o n a bakıyordu. Bu keskin bakışlardaki açlık bileklerindeki bağ­
lardan ve serum dan daha çok kırmıştı cesaretini. A dam ın yüzü
şaşırtıcı şekilde tanıdıktı, am a ilaçlardan sonra kartal gagası gi­
bi burnu ve çilli elm acık kem iklerini tanıyam am ıştı. Yüz cam dan
uzaklaşınca p e n c e re , kırmızı takkesi de dahil başının tam am ını
çerçeve içine aldı. A m b er soluğunu kesecek kadar şiddetli bir
korkuyla onun kim olduğunun farkına vardı.
Bu bir rüya olmalı, dedi kendi kendine. Bir kâbus.
Çünkü o Şeytan'dı ve onun ruhunu alm aya gelmişti.
YİRMİ YEDİ

s iy a h b ö l g e k onferans sa lo n u

VcnTcc

Işıklandırma azaltılmış, A ccosta uzun, dikdörtgen masanın başı


na kurulmuştu. H em e n yanında da M onsenyör D iag e o ve Brad­
ley S oam es vardı. S oam es'in kurtlan gri renkli heykeller gibi
sessiz ve kımıltısız yanında oturuyorlardı. Bukowski ve T ripp de
masanın dana ilerisinde, elleri önlerinde oturuyorlardı.
Accosta'm'n önündeki üç plazm a ekrandan birinde Frank C ar
velli görüntüdeydi; dalgın dalgın doğal olm ayacak kadar siyah al-
kııynığuyla oynuyordu. K R F F 8 Sanayinin başındaki isim. H aki­
kat K onseyi'nin medya ve halkla ilişkiler sorumlusu kaşmir ceket
pantolon ve balıkçı yaka kazaktan oluşan siyah takım giymişti.
Ne var ki m edya bağlantılarına rağm en bugünkü başarının
mimarı Carvelli değil, Hakikat K onseyi'nin, hâlâ çevrim içi o l­
m ayarak A ccosta'yı sinir eden üçüncü üyesiydi. S o am es'e d ö ­
nerek, "Tüm K onsey üyeleri burada olacak dem iştiniz," dedi.
D o k to r om uz silkti. "Olacaklar, P apa H azretleri."
A ccosta kaşlarını çatıp S oam es'in om zunun üzerinden bak­
tı. A na laboratuvann, toplantı salonunun duvarlarından biri olan
çift taraflı aynanın arkasındaki beyaz ışıltısını görebiliyordu.
C am küre, siperliği açık şekilde laboratuvar yatağının yanında­
ki koruyucu şeflaf bir dolabın içindeydi. Yatağın hem en altında
da bir dizi yedek m o n itö r ve cihaz vardı.
A ccosta aniden, "Başlayalım," dedi. "Bana A m b er G ra n t’in
neden bu kadar önem li olduğunu bir daha anlatın."
I U C 1 M I 137

Ekrandaki Carve İli boynunu ileri doğru uzattı. S oam es kusur­


suz beyaz dişlerini g ö stererek gülümsedi ve "A m ber G ran t'i se­
nelerdir iş ortağım olarak tanırım . Y eten eğ in e daim a hayranlık
duymuşumdur," diye söze başladı. "A m a dokuz ay ö n c e ilk ruh
yakalam a deneylerine başlayana dek onun gerçek hünerlerin­
den habersizdim. Elbette onun bu deneylerden haberi yoktu
am a o alışılmadık m igren ağrılarının başlaması aşağı yukarı o
zam ana den k geliyor. Z am an geçtikçe m igrenlerin deneylerle
aynı zam ana rastladığı açıklık kazandı." A m b er'ın alışılmadık
tıbbî geçm işini izah etti. "Dolaşıklığı daha önce duydunuz mu,
P ap a H azretleri?"
’H ayır.''
"Bu, geçm işte bir ara etkileşim içinde olmuş kuantum parça­
cıklarının arasındaki ruhanî, neredeyse telepatik bağdır. Bağlan­
tı anlıktır ve parçacıklar evrenin iki ayrı ucunda olsalar bile g e r­
çekleşir. Benzersiz tıbbi geçm işinden ötürü A m b er'ın ölen ikiziy­
le dolaştığını düşünüyorum . Parçacıkların çift yank deneyinde
konum larını nasıl değiştirdiklerini açıklam ıştım; sanki deneyin
düzeninden haberdardılar. Şey, ben ruh yakalama deneyini ya­
parken ruhun dalga parçacık iküiğiııi bozduğum uza inanıyorum ;
bu da tüm ruhlan birleştiren evrensel boson sistemi boyunca ka-
nşıklığa neden oluyor."
Ekrandaki Carvclli başını salladı. "O nun A ricl'lc dolaşıklığın­
dan dolayı A m b er bu karışıklığı hayalet m igren ağrısı olarak his
sediyor."
Soam es, "Bildin." dedi ve A ccosta'ya F lem ing'ten ve. N ö ro
Ç e v irm e n 'd e n bahsetm eye devam etti. "F lem ing'in farkında ol
m adan keşfettiği şey A m b er'ın Ruh Projesi için kusursuz bir d e­
ney faresi olduğu."
Karm aşık kuantum kavranılan arasındaki ilişkiden hâlâ em in
olam ayan A ccosta, "N ed en ?" diye sordu.
"D aha önce de söylediğim gibi, P apa H azretleri bizim ihtiya­
cım ız olan imkânsız bir şeydi: birden daha fazla kez ölecek biri
si. A m ber Grant ölmüş birinin yaşayan bir parçasına sahip ve
R E M uykusuna geçtiğinde sinirsel sinyalleri uygun'şeldlde harekete
138 UIc ■ A E I C O B D T

geçirildiği zam an bilinçaltı ölen ikiziyle irtibata geçiyor vc A m ­


ber zihinsel olarak ölümlü bedeninden ayrılıyor. Rüya durumu­
nu başlatarak zihninin -ruhunun- bedenine giriş vc bedeninden
çıkış yolculuğunu her defasında izleyebiliriz, ö lü m ü n ü tekrar
tekrar yineleyebileceğim iz için yinelem eli döngüyü kullanarak
yakalama frekansına kilitlenebiliriz."
Carvelli ekrandan, “Bundan nasıl bu kadar em in olabiliyor
sunuz?" diye sordu.
Bu sırada ikinci plazm a ekran cızırdayarak açıldı vc Hakikat
K onscyi'nin üçüncü üyesi görüntüye geldi. Lacivert bir takım gi­
yiyordu, klapasıııda takılması zorunlu olan haç şeklinde, kırmızı
bir broş vardı. İşinin ehli bir hekim di. Şu sıralar yalnızca bir has
layı tedavi ediyordu.- A ccosta. İngiltere'de büyük bir kliniği yo
netm enin yanı sim başka işleri ve dünyanın dört bir yanındaki
Ruh Hakikati Kilisesi Bakımevleri hususunda stratejik sorumlu
hıftu vardı: Soam es'in ruh-yakalama deneyi için izi bulunamaz
gizli term inal hasta akışının kaynağı oydu. "G eciktiğim için özür
dilerim . Papa H azretleri, ama bu toplantıyı etkileyecek m esele­
lerle ilgilenm em gerekiyordu."
A ccosta'nın bir şey söylem esine firsat kalmadan Soam es
üçüncü üyeden tarafa bir hareket yaptı. “Biz de A m ber G ran t'in
eşsiz bir yeteneğe sahip olduğundan nasıl em in olabiliriz merak
ediyorduk Virginia. Belki sen bize açıklayabilirsin.”
Virginia Knight A ccosta'ya bakı. "Onun ruhunun bağırdığı­
nı duydum. Papa H azretleri. F lem ing'in verilerinin tüm ünü de
gördüm . Kanıtlar ikııa edici."
A ccosta heyecanını frenlem eye çalıştı -proje zaten bir yığın
hayal kırıklığına sahne olmuştu. "Teşekkür ederim . Dr. K night."
Tekrar Soam cs'c döndü. "Peki, am a Dr. G ra n t'i yetkililerin dik­
katini çekm eden nasıl tutacağız burada?"
Soam es yine gülümsedi. "Sorun değil. Barley H all'dan kayıt
deflerini imzalayarak resm en aynldı; O ptrix'tekiler de onu bir
aydan önce beklemiyor. T ek açık vereceğim iz yer annesi."
i u c ı* i * 139

Virginia Knight “Ben o meseleyi h a lle ttim / diye atıldı. “G il­


lian G ran t bakım evlerim izden birinde olduğu için ayarlam ak nis­
peten kolay oldu."
“O halde," dedi S oam es, "A m ber'ın yokluğu sorun çıkart­
maya başlamadan evvel bir ayımız var sanırım .”
Knight öksürdü. "Peki ya Miles Flem ing?"
"N c olmuş ona?" dedi A ccosta. "Tccrit edildiğini, Barley
H all'dan uzaklaştırıldığını sanıyordum ."
"Öyle Papa H azretleri, ama Dr. Flem ing azimlidir. O açıkla
yamadığı şeylerden hoşlanm az, kendini onlan anlam ak zorunda
hisseder -özellikle de Dr. G ran t'in yetenekleri konusunda bizi
alarm a geçirenin ağabeyinin ölüm ü olduğunu hesaba katarsak.
O nu bu kadar iyi yapan da bu, onu izlem em izi gerektiren de."
S oam es "Tabii ki o nu izleyeceğiz," diye araya girdi. "O bize
lazım. Projenin şimdiye kadarki safhalarına bir bakın." Parm ak­
larıyla saymaya başladı, "insan ruhunun varlığını tespit ettik,
onu insan gözüyle görünebilir kildik vc foton dedektör ekra­
nıyla her bir ruhun bireysel işaretini teşhis ettik Şimdi elim iz­
de A m b er G ra n t var vc onun izleme frekansını y akalayabilme­
liyiz- A m a Ruh Projesi'nin bütünüyle başarıya ulaşması için ..."
S oam es anlamlı anlam lı A ccosta'ya baktı, "...ve alın yazınızın
tecellisi için, son safhayı tam am lam alıyız." Carvelli*ye döndü.
"F'rank, senin şahsına özel uzmanlığın bu son safhanın gerçek­
leşmesi için kilit rol oynasa da Miles F lem ing'in katkıları da kıi
tik ö n em e sahip; özellikle de onun teknolojisini kopyalamayı
tam anlamıyla başaram adığım ızı ve onu kendi başımıza tam am
lam anın da epey vakit alacağını hesaba katarsak."
"Yani onu izleyip bekleyecek miyiz?"
Soam es sanki bu oynam aktan büyük keyif aldığı bir oyun­
muş gibi sırıttı. "Bize yardımcı olmasını sağlayacak ccvapları
bulmak için onun azm ini kullanacağız."
"Bu tehlikeli olacak," dedi Carvelli.
Soam es'in gülümsemesi daha da büyüdü. A ccosta ona karşı
duyduğu tiksintiyi bastırm ak zonında kaldı. "Tabii ki tehlikeli
olacak, bilhassa onun için."
Jenny ye

L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
Jenny ye

L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
Jenny ye

L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
Jenny ye

L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
C 0 K DY
144 MICHAEL

Derken bütün yollar kapanınca o da R om a'ya gelmişti.


St. Peter'iıı ihtişamlı kubbesi boğucu havaya karışan sıcağa,
dumana ve gürültüye aldırış etm eden göğün altında parıldıyor­
du. Bcrniııi'niu yan sütunlarının upuzun kolları onu sanki Ana
Kilise'nin bağrına çekiyordu. Katoliklik gücünü yitirincc bu
inanç kalesi de göz alıcı bir lunaparka, bir dönem in heybetli im­
paratorluğunun müzesine dönüşmüştü. Buraya üşüşen kalabalı­
ğın ufak bir bölümü hacılardan oluşuyordu; çoğu ise Disney-
laııd'in kültürel dengini görm eye gelen turistlerdi. Aşağılamanın
son noktası ise. pek çok kişinin Ruhun Hakikati Kilisesinin kır
mızı haçlarını taşıyor olmasıydı.
Büyük katedralin sessiz serinliğine girip M ichelangelo'nun
engin kubbesine bakan H em ing'in içinden onu zevkle seyret­
mek gelmiyordu. St. P eter'in yıllara meydan okuyan güzelliği
insanı küçültüyordu, binanın dokusu geçmişiyle öylesine doy­
muştu ki kulağını sütunlara dayasa sanki bütün sırlarını duyacak­
tı. Rom a şehri yirmi beş asırdan daha fazla bir süre ayakta kal­
mış, bu yirmi beş asrın on beş asrı boyunca da Hristiyan inan­
cının merkezi olmuştu.
Ağabeyi için bir mum yakıp alevden yukarıya doğru kıvrıla­
rak yükselen incecik dumanı seyretti. O din hakkında ne düşü­
nürse düşünsün bilginler yüzyıllardır ruh meselesini inceliyorlar­
dı. Fleming keşfedilmemiş denizlere açılmış bir ateistti; yanında
sadccc ona rehberlik cdccck bilimsel gerçeklikler vardı.
Ne var ki Peder P eter Riga'yla irtibata geçmesinin nedeni bu
değildi. Onu aramıştı çünkü A m ber Barley H all'a giriş formun­
da cn yakın akrabası olarak onun ismini vermişti. O Flem ing'in
Am ber'la geriye kalan tek bağlantısıydı. Riga telefonda ihtiyatlı
konuşsa da onunla görüşmeyi kabul etmişti.
St. P eter'den ayrılıp en yakın taksi sırasına gitmek için soka­
ğın boğucu sıcağına çıktı. Taksinin T iber'i geçip İsa'nın Toplu -
luğu'nun genel merkezinin kapısına bırakması birkaç dakika
sürdü. Binadan içeri girdi ve Roma sokaklarının kargaşasından,
göz kamaştırıcı ışıklarından ve gümltüsımden uzakta başka bir
dünyaya adım attı. İçeriye m erm er kaplı bir sükûnet hakimdi.
L UC I t t Ii 145

Resepsiyon masasında kendini tanıttı ve siyah cübbeli bir genç


adam tarafından dış merdivenlere kadar geçirildi.
P eder Riga'nın ofisi en üst katta, uzun karanlık koridorun
sonundaydı. Fleming genç Cizvit'in kapıyı tıklatırkenki saygılı
halinden Riga'nın Topluluk içinde yüksek bir statüsü olduğu so­
nucunu çıkartmıştı.
Amerikalı bir ses, "G irin." diye gürledi.
Oda sade ama rahattı: üzerinde pirinç bir okuma lambası
olan bir masa, bir dizüstıı bilgisayar, tıka basa dolu kitap rafları,
iki yüksek pencere, m erm er zeminde yıpranmış bir kilim vc kü­
çük bir masanın yanında iki gösterişsiz iskemle... Eşyaların her
biri kendince güzeldi -kitap raflarına çiçekli, yapraklı süslemeler
oyulmuştu, kitaplar deri ciltliydi- ama antika bir ceviz masa var­
dı ki o nefisti.
Masanın arkasında, yüksek pencerelerden birinden içeri gi­
ren altunl güneş ışığının çerçevelediği kısacık kesimli, ağarmış,
kıvırcık saçlan, yıpranmış güçlü bir yüzfı ve delip geçen mavi
gözleri olan geniş omuzlu bir adanı oturuyordu. Flem ing içeri
girince adam ayağa kalktı: Kısa boyluydu, bir altmıştan fazla de­
ğildi; güreşçilcrinki gibi geniş bir göğsü vardı. Yetmiş yaşlarında
olsa gerekti ama gayet formda görünüyordu. Yan tarafındaki
masanın üzerinde, içinde iki fotoğraf olan sade gfımüş bir çer
çeve vardı. Fotoğraflardan birinde Riga birbirlerine sarılıyormuş
gibi duran iki küçük kızıyla birlikte gülümseyen bir çiftin yanın-
da dikiliyordu. Daha yeni olan diğer fotoğrafta Riga, A m ber
G rant ve annesiyle birlikteydi.
Kulak tırmalayan bir sesle, "H oş geldiniz. Dr. Flem ing," de
di. Riga klasik tatlı sesli papazlardan değildi; gerçi Katolik Kili­
sesi'nin Entelektüel özel Güçleri olan Cizvitlerin arasından nadi
ren de olsa öyle biri çıkardı. Aksam Flem ing'e Harvard dan bir
arkadaşını hatırlatmıştı. N ew York sokaklarından burslu bir öğ­
renciyi. Fleming elini kuvvetlice sıktı.
Riga zekâ fışkıran gözlerini üzerine dikmiş, ona değer biçi­
yordu. Koruyucu bir toııda, "Ee, vaftiz kızını nasıl bakalım?" di­
ye sordu.
"Beıı de sizin baııa söyleyebileceğinizi umuyordum."
Riga yavaş yavaş başını salladı ama surat ifadesinde bir de­
ğişiklik olmadı. "Onunla birkaç gün önce San Fransisko'da g ö ­
rüştüm. Bana hayalet ağnlannı test ettiğinizden ve bir ölüm ıü-
yasmdan bahsetmişti -rüya olduğuna inanmadığı bir rüyadan.
Ariel'in ruhunun bir şekilde onunkiyle bağlantı kurmaya çalıştı­
ğına inanıyordu. Son olarak da sizin ve teknolojinizin bu konu­
da neler yapabileceğinize bir bakacağını söylemişti. Bir şeyler
buldunuz mu?"
Fleming Riga'nın yüzünü inceledi ama ne biliyor nc bilmiyor
anlayamadı. Cizvit Barley Hall'dan uzaklaştırıldığın.! büyük ihti
maile biliyoıdu-, o nedenle baştan başlamak en iyisiydi. Ona No
roÇ evirm en'den ve ağabeyiyle ilgili deneyden -bahsetti. Am
ber'm Think Tank'teki görünm eyen birisinden gelen haykırışla­
rını duyduğu geceyi, ağabeyinin ölümüyle ilgili bir kovuşturma
nedeniyle uzaklaştırıldığını anlattı.
Riga'nın duygularını belli etm eyen ifadesiz yüzünden pek bir
şey anlaşılmıyordu, ama Flem ing dalga boyundan söz ettiği o an
adamın ifadesiz yüz hatlarında bir şeyin görünüp kaybolduğunu
fark etti: korkuya benzer bir şeyin...
"Vc siz tüm bunlardan ona bahscdcm cdcn o gitti, öyle mi?"
"Evet, annesine gitti."
Riga başını salkıdı. "Evet, Gillian çok hasta. Yani klinikten
ayrıldığınızdan bu yana A m ber'la konuşmadınız?"
"Hayır."
Riga gözlerini kıstı. "Pekâlâ, neden şu ruh dalga boyu sizi
böyle heyecanlandırdı?"
"N edeni çok açık değil mi?"
"İyi de bundan size ne. Dr. Fleming? A m ber sizden dindar
biri gibi söz etmemişti."
"Değilim. Ben bir bilim adamıyım. T an rıy a da öteki dünya­
ya da inanınıyoruııı, inanmak da istemiyorum. Am a ben aynı
zamanda olan biteni anlamayı seven biriyim ve bu şey bende
kaşıyamadiğim bir kaşımıya neden oldu. Beni haklı olduğuma
147

dair kendi kendimi ikna etm em gereken bir pozisyona soktu.


Kendi huzurum için bu dalga boyunun bir aberasyon -zihinsel
bir son nefes ya da ölmekte olan fiziksel beynin izleme sinyali
olduğunu kanıtlamalıyım. Bunu da A m ber olmadan yapam am ."
"Yanılıyorsanız ne olacak? Ya öteki dıınya diye bir yer oldu­
ğunu keşfederseniz? Sizin şu bilimsel sorgulamalarınız bunu is­
pat ederse? O zaman ne olacak Bay Ateist?*
"Onu o zaman düşünürüm. Asıl mesele şu: A m ber'ın yardı­
mıyla insanoğlunun en mühim sorusuna yanıt bulabilirim -ve bu
öyle arkamı dönüp gideceğim bir şey değil. Sizin bunu anlaya­
cağınızı düşünmüştüm. Siz Cizvit 1er entelektüel katılık ve m era­
kınızla, öğrenm e arzunuzla ünlüsünüzdür."
"Aslında daha çok anlama arzusu." dedi Riga. "Biz bilmiş ol­
mak için bilmek istemeyiz.” Alaycı alaycı gülümsedi. "İnsanoğlu
cennetten evvela bu nedenle kovuldu. Topluluğumuzun şian, ad
mqjorcm Dd gjorlam yani T a n rın ın yüce şanı için'dir. Yaptı
ğınıız her şey O'nıtn şanını gözler önüne sermeyi hedefler, bi­
zimkini değil.
”N c diyorsunuz? Yani T an n 'n ın bilmemizi istemediği şeyler
mi var?"
”Bcnim söylediğim, Dr. Fleming, bazı bilgiler vardır ki tehli­
kelidirler ve kolayca suüstimal edilirler. Bilhassa bu günlerde."
Cizvit'in sarsılmaz sükûneti onu ilk kez terk etmişti; sözlerine
kontrollü bir öfke eşlik ediyordu. "Kilisem yok olma tehlikesiyle
karşı karşıya. Tehdit oluşturanlar da ateistler, Yahudiler ya da
Müslümanlar değil; Ana K ilisenin içindeki ve dışındaki din kar­
deşi Hristiyanlar. Şu anki papa zayıf. Vatikan'daki sağ kanat hi­
zipleri koltuklanna ve varlıklarına sıkı sıkı yapışmışlar ve gerek­
li reformları göz ardı ediyorlar. Kilise yanı başlarında tükenirken
onlar daha da bir kontrolcü ve. dogm atik hale geldiler. Kızıl Pa-
pa'nın Kilisesi ise durmadan güçleniyor. Xavier Accosta'yı Vati­
kan'da kardinal olduğu zamanlardan tanırım, takdir edecek çok
şeyin olduğu zam anlardan... Çok zeki ve de tutkulu bir gençti.
O ndau iyi bir Cizvit olurdu. Onunla kurucumuz St. Igııalius L o ­
yola arasında pek çok benzerlik vardı -ikisi de İspanyol ırkından.
148 t IC* A F L CORDY

fevkalade karizmatik, her ikisi de savaşta aldıkları yaralarla ya­


şam lan ni T anrıya adamaya karar veren savaşçılar. Ama L o y o ­
la Ana Kilise'yi içeriden güçlendirirken Accosta onıı terk etmek­
te ve zayıflığından istifade etmekte İliç tereddüt etmedi.
"Kilisede iç çekişmeler hüküm sürerken o gidip rakip kilise
yönetimini kurdu. Papa II. John Paul hastaydı ve nüfiızlu gerici
sağın elinde bir kuklaya dönüşmüştü. Avrupa'daki ve A m eri­
ka'daki Katolik genç sayısı çok büyük oranlarda azalıyordu. La­
tin Amerika'da bir yığın Katolik, Müjdeci Protestan öğretilerini
benimsemeye başlamıştı. Feci zamanlardı. Accosta kalıp Kili
se'yi içenden ıslah etmeliydi, ama o ne yaptı: Kendisine önce
Hk verdi. Teknoloji saplantısı ve hakikat dediği şey papalık diva
nmdaki şaşkmlann anlamsız kibri kadar dogmatik."
Riga durup nefes aldı; sesi yumuşamış ama heyecanından
bir şey kaybetmemişti. “Toplulukta, bizlcrin bir tek amacı var
dır: hayatta kalmak. Kilisemizi kendisinden vc Kızıl Papa gibi bi­
zi yok etm eye çalışanlardan korumalıyız. Dr. Fleming yanlışlıkla
bir savaş bölgesine girdinizi, teknolojiyi kullanarak yaptıklannız
ve araştırdığınız şey konıısunda dikkatli olun. Vatikan'da ve Kı­
zıl Papa'nın yakınlannda bu bilgiye sahip olmak vc onu kontrol
altına almak için her şeyi yapabilecek olanlar var.
"îşte mesele de bu ya," dedi Fleming. "Ölümden sonra bizi
neyin beklediğini bilirsek hiçbir din bize hükmedemez."
Riga kum, keyifsiz bir kahkaha attı. "Vatikan'dakiler ya da
Kızıl Papa da zil takıp oynar mı sizce? Araştırdığınız şeyin bilim­
sel sonuçları kadar manevi sonuçlarını da bir düşünsenize. N ü ­
fuzlu güçlerin yoluna çıkıyorsunuz, kendinizi ve A m ber'ı bir yı­
ğın tehlikenin içine atıyorsunuz."
"Bu işe karışıp karışmayacağına A m ber'ın kendisi karar
verse daha iyi olmaz mı? Bana yardım etm em için geldi ve bu
dalga boyu baş ağrılannı tedavi etm ede hayati bir rol oynuyor
olabilir."
"Belki. Bir hafta önce San Fransisko*ya onu görm eye gitti­
ğimden bu yana konuşmadık."
ı u c ir c i 149

Fleming kaşlarım çattı. N0 zam andan beri sizi aramadı mı?"


"Annesi konusunda düşünmesi gereken bir sürü şey var sa
ııınnı. Ama yakında arayacağını umuyorum."
"Aradığında benimle irtibata geçmesini söyler misiniz?"
"Tabii ki."
Fleming gitmek üzere ayağa kalktı. Oraya gitmesi bir işe ya­
ramadığı için hüsrana uğramıştı. "Zaman ayırdığınız için teşek­
kürler," deyip elini uzattı.
Riga elini sıktı. "Bilmukabele, Dr. Fleming. Onu yine de ara
yacak mısınız?"
"Başka seçeneğim yok. Başka ne yapabilirim ki?“
"Tanrı selamet versin o halde. Dikkatli olun."
Peder Riga, Flem ing gider gitmez kapıyı kapatıp masasına
döndü vc Flem ing'in onunla irtibata geçmesinden bu yana seki­
zinci kez A m ber'ın numarasını çevirdi. Telesekreter devreye gir­
di, ama Riga mesaj bırakmak yerine üç rakamlı iç hat numara­
sını çevirdi.
Üçüncü çalmada bir ses ccvap verdi.
"Ben P eder Riga. Beni Superior G eneral’a bağlayın."
Fazla beklemesine gerek kalmadan İsa'nın Topluluğunun şe­
finin gür sesi duyuldu. "Efendim, konuşmamız gerek. A cilen."
YlRMl DOKUZ

üç SAAT SONRA
IÆONARDO DA VÎNCI HAVAALANI
ROMA

Fleming İngiliz Havayolları kontrol bölümüne doğru düzensiz bir


şekilde ilerleyen kalabalığın arasında ite kaka ilerliyordu. K ont­
rol masasına yaklaşırken daima cepte olduğunu düşündüğü öz
güveninin yerinde yeller estiğini fark etti. Çalışma hayatı boyun­
ca ona güç veren kariyeri elinden kayıp gidiyordu; özel hayatı
desen zaten yoktu; yani dönüp gideceği bir yer mevcut değildi.
Kişisel bir sorunu olduğunda ağabeyini arardı, mesleki sorunla -
nnı da Barley Hall'un yöneticisiyle konuşurdu. A m a şu anki sı­
kıntılarının kaynağı zaten onlardı.
Tüm bu olup bitenleri anlamasına yardım edecek bir tek ki­
şi vardı ama ona da ulaşılamıyordu. Yapabileceği bir tek şey kal­
mıştı; eve gidip A m ber G rant'in aramasını beklemek.
Fleming etrafına bakındı; Riga'nın uyarısı akima gelince pa­
ranoyanın neden olduğu bir ürperti hissetti. Pardösü giymiş,
mülayim görünüşlü, kestane rengi saçlı bir adam ilişti gözüne.
Bir an adamın onu takip ettiğini düşündü. Ceketinin cebinden
H eathrow 'a dönüş biletini bulup çıkarttı. Kalkış saatlerini göste­
ren ekrana baktı ve birden onun varlığını umursayan binleriyle
konuşmak için yakıcı bir istek duydu. Valizini karıştırıp cep tele­
fonunu buldu ve anne babasının telefonunu çevirdi. Telefonu
annesi açtı.
ı u c i F ►r 151

Birbirlcriniu iyi olduğundan emin olduktan sonra Fleming


Jake'le konuşmak istedi.
Telefona gelen altı yaşındaki ufaklık heyecandan nefes nefe­
se kalmıştı. "M erhaba M ilo. Ben bugün futbol oynadım ."
Fleming'in morali düzelmişti. "Bu harika Jake. Aferin sana."
"Döndüğünde seninle yarışacağım."
"Bak onu bilemem. Seııiıı artık biyonik bacakların var."
"Merak eline," dedi Jake, "istersen erken başlamana izin ve­
ririm."
"Bir şeyler yapacağız artık. Bacaklarınla konuştuğumuz gibi
ilgileniyor musun?"
"Evet."
"Başka ne var ne yok?"
" İle r şey yolunda." Jake'in sesi değişmiş, durgunIaşmıştı.
"Milo?"
"Efendim."
"Nerdesin?"
“R om a'da." Tam o anda Londra'ya giden uçağının anonsu­
nun yapıldığını duydu ve başını kaldırıp kalkış saatlerini göste­
ren ekrana baktı. A m a başka bir kayıt gözüne ilişmişti. Kapıyı
ve kalkış saatini not edip saatine baktı. Olay öylesine barizdi ki
kendi kendine kızdı. Son birkaç gündür Am ber'la bağlantı kura­
cağım diye kendini paralamışti; hâlbuki yapması gereken doğ*
nidan harekete geçmekti. İşe yaramasa bile yapabileceği daha
iyi bir şey yoktu.
"H em en dönecek misin, M ilo’"
"Daha değil, Jakc," dedi; artık yepyeni bir hedefi vardı. Ali­
talia9 masasına doğru yürüdü. "Yakında döneceğim , ama önce
yapmam gereken şeyler var. Büyük annene sevgilerimi ilet; bir
de birbirinize iyi bakın olur mu?"
"Olur, Milo."

9 Italyan Devlet Havayollan


152 M loll A XL CO KDY

"Seni çok özledim dakc. Hoşça kal."


“Beil de »eni çok özledim M ilo. Güle güle."

Miles Fleming yedi dakika sonra Alitalia masasından ayrılıp


alelacele çıkış kapısına doğru koştururken kestane rengi saçlı,
mülayim tipli adamın W AP uyumlu telefonuna bir kısa mesıy
yazdığını bilmeyecekti.

Fleming Heathrotv'a giden BA 671 uçağında değil


Alitalia AL 102. ETA. Yerel saatle sabah 09.1.5
Gidilecek yer: San Franslsko
OTUZ

VfcnTcc
ALASKA

A m ber'ın farkına vardığı ilk şey uyanık ve kendinde olduğuydu;


sonra kafa derisinde bir kaşıııU hissetti.
G özlerini açtı. Bir şey olmadı. G öz kapaklarını açmak için ne
kadar uğraşsa da onlar açılmamak için direniyordu. Başmı kaşı
mak istedi ama kollan iki yanmda hareketsiz duruyordu. Vücu­
dunun herhangi bir kısmını hareket ettirm ek için deli gibi uğraş­
tı ama yapamadı.
Neler oluyordu? Felç ml olmuştu?
H içbir şey bir anlam ifade etmiyordu. Beynini bulanıklaştıran
uyuşukluğa rağmen düşünmeye çalışırken zaman bile anlamını
yitirmişti. Son birkaç gün içinde -yoksa saat miydi?- etrafında­
ki insanların belli belirsiz farkındaydı, ama o da çok az. Bunun
Barley Hall'da olanlarla bir ilgisi var mıydı? Fleming'in N ö ro Ç e -
virm en'i vasıtasıyla onunla ilgili keşfettiği bir şeyle? Eğer öyley­
se o şey neydi?
Düşün kahrolası, duşun, diye kendini zorladı.
O nu Barley Hall'dan alan limuzinde bir şeyler olmuştu.
Olanların tek bir mantıklı açıklaması vardı; o da akla uygun gel­
miyordu, ilaçla uyutulup kaçırılmıştı. îyi ama neden?
D erken sesler duydu: bir kadın ve bir adam sesi. Kadının se­
sini hatırlar gibi oldu. Ve havaya karışan belirgin parfüm koku­
sunu... Onu eskilerden bir yerden hatırlıyordu.
L'.4 *i I C 11AI ‘ I COIUJY

Şimdi yatağı hareket ediyordu. Işığın parlaklığı göz kapakla­


rının arkasından bile fark ediliyordu. Sanki odadan çıkıp bir ko­
ridora girmişti.
Solunda bir kapıdan tıslama sesi geldi ve yatak daha da par­
lak bir yere girdi. Şimdi de üzerinde eller geziniyordu. O nu ya­
taktan kaldırıp bir başka yatağa yatırdılar. Etrafından vızıltılar
yükseldi.
Derken göz kapaklan açıldı. Başının üzerindeki ışık yüzün­
den gözlerini kııpma ihtiyacı hissetmişti. Yuvarlak göz konıyu-
cu takmış bir yüz yukandan ona doğru yaklaştı. Sonra ışığa ina­
nız kalan gözlerine yakıcı bir göz damlası damlatıp göz kapak­
larına da açık kalmalannı sağlayacak kancalar taktılar. Çektiği
acı dayanılacak gibi değildi ama A m ber ne kıvranabiliyor ne, de
başka tarafa dönebiliyordu. Derken gözlerine hafif boyalı leııs
1er yerleştirildi.
Başını yükselttiklerinde astronot kaskına benzer cam bir kû
renin başının üzerine gelecek şekilde kaldınldığını gördü. Eğri
camın üzerinde, bir kaşığın arka tarafındaki yansımayı andıran,
biçimsiz, suretini gördü. Onu en çok dehşete düşüren şey kafo
sının tıraş edilmiş olmasıydı.
A m ber paniğe kapılmak üzereydi.
Sağında, görüş alanının içinde, elinde şmngayla, beyaz ön­
lüklü, göz koruyucuhı bir siluetin kaskın arkasından kırılan sure­
tini görebiliyordu. Kadının sesi duyuldu: "Şanslı, çünkü yalnızca
rüyalannda ölecek."
Belli belirsiz suret şırıngayı A m ber'ın sağ kolunun korunma­
sız derisine yaklaştırırken kokusu yine sinir bozucu derecede ta­
nıdık gelmişti. Herhangi bir ilgi kurmaya çalışmasına ftrsat kal­
madan bir tıslama duydu ve kokusuz parlak bir gaz kaskın içine
süzülüp dünyayı yeşil aktinik parıltıya boğdu.

Hiçliğin güven veren kollanna kendini bırakmasıyla ışık ko­


nisine doğru hızla akması bir olmuştu; belki orada huzur bulabi­
lirdi. Süratle koniye doğru giderken korkusunu yenm eye çalıştı
I y Cl IT K 155

ama ouu alıkoyan, koparıp almakla tehdit eden güçlerin varlığı­


nı hissedebiliyordu. A riel'in ona doğru uzanan hatta neredeyse
ona dokunan pınl pınl varlığını hissettiğinde bile bir güç onu yi­
ne koparıp aldı ve gerisingeri karanlığa, A m ber'ın kendisine
doğru çekti.
G erçi bu kez ölümün ertelenmesi, yaşama dönüş söz konu­
su değildi. Uyanm ak ya da normal uykuya geri dönm ek yerine
anında ışık konisine doğru hiçliğin içine fırlatılmıştı, ö lü m kor­
kusunu tekrardan yaşayarak yeniden ışığın içinde kaybolmuştu;
yalnız bu sefer öncekinden daha derinlere inmiş, neredeyse ko­
niye, kaynağa dokunmuştu. Ariel daha da yakınındaydi; bunu
hissedebiliyordu, am a hâlâ ulaşılmazdı...
D erken A m ber birden ışıktan çekilip alındı; bir daha fırlatıl
mak üzere. Sonra bir daha.
Işığın içine her girişinde kaynağa, yani ölüme» yani kardeşiy­
le yeniden bir araya gelm eye biraz daha yaklaşıyordu. Ama her
seferinde engelleniyordu. Kardeşine nc kadar yaklaşsa bir güç
onu o kadar şiddetle geri çekiyordu.
ölü m le yaşam arasında gidip gelen bir sarkaç gibiydi; iki ta­
rafla da kalmıyordu, sonsuza kadar ikisi arasındaki bir zindanda
kalmaya mahkûm edilmişti: Sözde bir ceh en n em d e...
OTUZ BÎR

SİYAH BOLOB TOPLANTI SALONU

VE2İTBC

"O iyi mi. Bradley?" A m ber G rant'in cam kürenin içindeki ter­
leyen, solgun yüzünü seyreden Accosta gergindi.
Carve İli, Knight ve Soam es'le birlikte toplantı salonunda
oturmuş, çift taraflı aynadan laboratuvara bakıyordu. Ruh P ro ­
jesi kritik bir devreye girdiği için Hakikat Konseyi'nin bütün
üyeleri diğer tüm işlerini bir kenara bırakıp VerıTec'te toplan­
mışlardı. Hepsi de deneyi canlı olarak izlemek istiyordu.
Bradley Soames sakin sakin yukarıdaki ekrandaki yazılan in­
celedi. uYaşam belirtileri gayet iyi, Papa Hazretleri. Kalbi bir
parça heyecanlandı ama güvenli sınırlar içinde." Bir zamanlar iş
ortağı olan insanı bir deney faresine çevirdiği için vicdan azabı
duyuyorduysa bile hiç belli etmiyordu.
Accosta kendi kendine bir kez daha kendisini davasına ada­
dığı için Soam es'e m innettar olması gerektiğini söyledi. "Peki
ya iğne? Rüyalanna engel olmuyor mu?"
Soames gözlerini ekrandan ayırmadan, "Bilakis Papa H az­
retleri; Revelax, bizim Virginia Knight'ımızın bizzat tavsiye etti
ği bir nörolojik mucize ilaçür."
Knight başını salladı: Solgun yüzü süzülmüş; alnı boncuk
boncuk terleıııişti. Bakışları A m ber'a kilitlenmiş halde, "Dr.
G rant'in uyumasına yardımcı olmakla birlikte beynini doğal
i uc i r c a 157

REM durumuna daha çabuk ve daha uzun süreliğine girmesi


için uyaracak." dedi. "Frekanslarını ve sürelerini on kat artıra­
rak rüyalarını harmanlamamıza olanak sağlayacak."
Soames, "G erçekte," diye ekledi, "ölme kısımları daha uzun
sürecek ve daha sık meydana gelecek; böylelikle ölme riiyası sı­
rasında Bosc-Eiııslciıı yoğuşınası vücudunu her terk edişinde
ruhunun geçişini izleyebileceğiz. Bir optik bilgisayardakine ben­
zer modifiye edilmiş teknolojiyi kullanarak izleme frekansına ki
liflenebiliriz."
A m ber'ın yatağının ayak ucunda bir dizi cihaz duruyordu: bir
optik bilgisayar, birkaç m onitör vc kolonların üzerine dikey şe­
kilde sıralanmış dört adet ışıkla birlikte televizyon büyüklüğünde
siyah bir kutu... H er bir kolonda dört değişik renkte, ayn ayrı
yanıp sönen ışıklar vardı. Bir iz bulduklarında dört sütundaki
ışıklar da hizalanarak dört reıık sırası meydana getireceklerdi.
Hakikatin vakti yaklaştığından Accosta kendini bitmiş tüken­
miş hissediyordu. Son birkaç gündür onu ayakta tutan akkor
halindeki enerjisi geriye kalan rezervlerini de tüketmişti. G ün­
den güne eriyen görüntüsünün ve şu son birkaç gündür Kızıl
G em i'de bulunmamasının körüklediği, öleceği yönündeki dedi­
kodular Vatikan'ın basın bürosu tarafından alevlendirilmişti. Fı­
sıltı gazetesine göre bir halefi olmadığı için kilisesinin kapısına
kilit vurulacak vc üyeleri de fırtınalı bir denizde dümensiz kala­
caktı. Rom a dönek müritlerini hoş karşılayıp affedeceğini de
dolaylı olarak belirtmişti.
Ama bu dedikoduların cn kötü tarafı da doğru olmalarıydı.
Yaklaşık altı ay önce teşhis edilen prostat kanseri kemiklerine ve
karaciğerine yayılmıştı; akciğerleri de metastazla kalbura dön
mfıştü. Hastalık son aşamasına yaklaşıyordu. Geriye kalan bir­
kaç aylık ya da belki haftalık ömrüyle kendi kilise bakımcvlctin­
den birinde yatmaya adaydı.
A m ber G rant onun tek kurtuluşuydu.
Carvclli'nin, "Tekrar REM durumuna geçiyor," dediğini duy­
du. Adam nefes nefeseydi.
M lC H AH l COHDV

Bir tek. monitörleri neredeyse kaygısız bir edayla seyreden


Soames sakin görünüyordu. "Harika," dedi. "Yoğuşmaya ilk
kez bu kadar uzun süre tutunabildik."
Accosta ra8tgclc değişen ışık kolonlanna bakarak, "N eden ha­
rikaymış?" diye sordu. "Ruh frekansına hftlâ kilitlenemediniz."
"Dalıa değil. Papa Hazretleri, ama Amber'ın ilk öldüğü kı­
sımları ve bilincinin bedeninden bu ilk ayrılışlarım takip ederek
daha önceki gerçek ölümlerin Toplamıyla yaklaştığımızdan çok
daha fazla yaklaştık."
"Yani kaç gün içinde; bir sonuç alırız?"
Soames gülünce ağzının kenarındaki yara deforme oldu.
"Gün mü dediniz. Papa Hazretleri? Günler değil, saatler; hatla
belki de dakikalar. Amber, ilacın etkisiyle süresiz olarak riiya du­
rumuna girip çıkıyor. Biz doğru frekansı tutturana kadar da tek
rar tekrar ölecek -tıpkı telefondaki birinin yerini tespit etmek
için onu telefonda tutmaya çalışmak gibi. Aslına bakarsanız o
kadar çok ölecek ki ölmüş olmayı dileyecek." Soam es yine gül­
dü. "Endişelenmeyin Papa Hazretleri insan ruhunu bloke etmek
arük sorun değil. Şimdi yoğunlaşmamız gereken şey onunla na­
sıl iletişim kuracağımız."
Soames Carvelli'ye döndü. "Frank, Papa Hazretleri'nin son
perde için yapacağı hazırlıklara yardım et. Bir de şu Miles Fle­
ming konusunu düşünmeye başlamalıyız."
Kııight, "Bize yardım etm ez," dedi.
Soam es, "Sana yardım etmez Virginia, ama bana güvenme­
mesi için bir neden yok," diye çıkıştı. "H em ben ondan bize yar­
dım etmesini istemeyeceğim; ona yardım teklif edeceğim ."
Tam o anda bir bip sesi duyuldu ve dört kolon ışığı rastgele
yanıp sönmeyi bırakıp dört statik renk sırasına dönüştüler.
Soames ilk kez o bildik sükûnetini yitirmişti. Laboraluvarda-
ki asistanına, "Yazıları al," diye bağırdı. Sonra da yüzünde m em ­
nuniyetini belli eden heyecanlı bir sırıtışla, Accosta'ya dönüp,
"Tamamdır," dedi.
Ne var ki Accosta aılık ne Soaıııcs'e ne de ışıklara bakıyordu.
Onun baktığı Amber G rantti. Acaba neden gülümsüyor gibiydi?
OTUZ ÎKİ

ERTESİ g c n
RUH IİAKİKAT1 KiLİSHSİ BAKIMEVİ
MARIN COUNTY

Rahibenin kırmızı cübbesi resepsiyon masasındaki bilgisayar ek­


ranını kontrol ederken hışırdıyordu. Başını kaldırıp uzun boylu
adama baktı; gülümseyip, "Bay K ent," dedi, "telefon görüşme
mizden anladığım kadarıyla babanız hasta ve bir bakımevine
yerleştirilmesi gerekiyor."
"Doğrudur. Am a önce etrafa şöyle bir bakmak istiyorum."
"Tabii ki. Size etrafı gezdirecek ve içinde babanız adına ta
marnlamanız gereken evraklar vc gerekli bilgiler olan başvuru
paketini getirecek birini ayarlayayım. Takdir edersiniz ki kalacak
yerimiz sınırlı; o yüzden de vereceğimiz hizmeti önem sırasına
göre düzenlemeliyiz."
"Anlıyorum. Peki, boş yeriniz var mı?"
Rahibe bilgisayar ekranına bakıp sakin sakin gülümsedi.
"Burası bir bakımevi. Bay Kent. Birileriııe daima yer açılır. Bu
işler böyledir. Biraz beklerseniz gidip başvuru paketinizi getire
yim; bir de size etrafı gösterecek bir rahibe ayarlayayım."
"Teşekkürler."
"Rica ederim."
Rahibe dönüp masadan ayrılır ayrılmaz adam uzanıp ekranı
kendine doğru çevirdi, ismi ve. oda numarasını bulmak yalnızdı
bir dakikasını aldı. İsinin yanında bir yıldız vardı ama bunun ne
KICK a i : c o * d y

anlama geldiğine bakacak kadar zamanı yoktu. O da dönüp


bekleme odasına gitti. Duvarda Kızıl Papa Xavier Accosta'nın
bir fotoğrafı vc Kızıl O em i’nin bir resmi vardı.
Adam oturdu. Birkaç dakika sonra başka bir rahibe gelip
kendini Rahibe Angckı olarak tanıttı vc bakımcvini gezdirmek
üzere onu bekleme, odasından çıkardı. Rahibe bakımevinin hiz
metlerinden ve hastaların yararlanabileceği olanaklarından bah­
sederken adam can kulağıyla dinledi, ama 21 numaralı odanın,
Gillian Grant'in hususi odasının, olduğu ikinci kala çıkan geniş
merdivenleri tırmanana kadın pek konuşmadı. Merdivenlerin
başında nazikçe, 'Lavaboyu kullanabilir miyim, acaba':'" diye
sordu. Rahibe koridorun diğer ucunu gösterince rahatladı.
Rahibe, "Ben burada bekliyorum," eledi.
Kapalı kapıların önünden geçerken 21 numaralı odayı gö ­
rünce durdu. Rahibe A ngela'nın görüş alanının dışında, koridor­
da kimse var mı yok mu kontrol ettikten sonra kapıya yaklaştı.
Sesler duyunca geri çekildi. 21 numaralı odanın kapısı açıl­
dı. T epeden tırnağa beyazlar içinde bir adam ve bir kadm. üze­
rinde Ruhun Hakikati Kilisesi motifi olan, sağlam, beyaz bir ta ­
butu tekerlekler üzerinde koridora çıkarttılar. A dam ın yanından
geçip koridorun diğer ucuna doğru yollarına devam ettiler. 21
numaralı odanın kapısını açık bırakmışlardı. Yatak takımı çıkar­
tılmıştı ve oda boştu.
Rahibe Angela'nın yanına döndü. "Zaman ayırdığınız için te­
şekkürler. Ben göreceğimi gördüm."

Fleming güııcş ışığına çıkıp kiralık Taurus'unun yanına gitti,


sonra da arabasına atlayıp gerisingeri G olden G ate Köprüsü'ne
doğru sürdü. Buraya gelmekle ne elde etmeyi umduğundan tam
olarak emin değildi, ama o şey her ne ise yakınında bile değildi.
Atlantik'ten San Fransisko'ya yaptığı ani sıçrayışının ardından
Amber'ın Pasifik Tcpclcri'ndcki lüks malikânesine gitmişti, ama
evde kimsecikler yoktu. O da bir haber var mı diye P eder Riga'yı
aramıştı. Onunla direkt konuşamamıştı ama sekreterinden örtülü
161

bir mcsqj almıştı- "Peder Riga endişelerinizi paylaştığını vc size


yardım etmek için harekete geçtiğini bilmenizi istiyor."
"N e harekete geçmesi? Siz neden bahsediyorsunuz?"
Am a sekreter mesajı ya açıklayamadı ya da açıklamak iste­
medi. Flem ing'in güveninin tazelenmesi şöyle dursun aksine ka­
tası daha beter karışmıştı. Araştırmasının geriye kalan tek dura­
ğı bakımcviydi.
Virginia Knight'ın itibarını zedelediğinden şüphesi kalmadı­
ğından A m ber'a ulaşmak için bulvar gazetesi muhabiri ayağına
yatmıştı, ama kimliğini gizlemesi de bir işe yaramamıştı, çünkü
Gillian Grant ölmüştü.
Arabasını G olden G ate K öprüsüne doğru sürerken kahve­
rengi bir sedanın iki araba gerisinden onu izlediğinin farkında
değildi. G özleri San Fransisko şehir merkezine ve ilerideki Bay
Köprüsü'ne odaklanmıştı. A m ber G ran t'le irtibata geçmesi için
elinde bulunan son ş3iısa konsantre olmuştu.
OTUZ ÜÇ

OPTRIX SANAYİ

Resepsiyonisün ses tonu önceden çalışılmış gülümsemesi gibi


sıcak değildi. "Dr. Soames Alaska'dan yeni döndü ve korkarım
şu anda kimseyi görm ek istemiyor."
Fleming Optrix'in geniş m erm er lobisine şöyle bir göz gez
dirip C C T V kameralarını ve önlem olarak yerleştirilmiş ünifor­
malı güvenlik görevlilerini fark edince kendini tuttu. "Benim tek
istediğim ona burada olduğumu ve onunla ortağı A m ber Grant
hakkında konuşmak istediğimi söylem eniz. Ben A m ber
G rant'in doktoruyum ve kendisinin bilmesi gereken bazı haber­
lerim var."
Çıtı pıtı sarışının gülücüğü bozulmadı, "ö z ü r dilerim, ama
randevunuz yoksa elim den..."
"N eden kulaklığınla ofisine bağlanmıyorsun? Hiç olmazsa
sekreterine burada olduğumu haber ver." Kameralardan biri
ona odaklanırken ıslığa benzer bir ses çıkardı. Derken görevli­
lerden biri sallana sallana ona doğru yürümeye başladı. Sanki
kendisine verilen talimatları dinliyormuş gibi bir parmağı kulak-
İlgındaydı. Flem ing'e gülümsedi: Resepsiyonistinkine benzeyen
ortak bir gülümsemeydi bu
Kibarca, "Lütfen benimle gelir misiniz, beyefendi?" dedi. îri-
kıyırn biriydi; Flem ing'in boylarında ama daha iri.
Fleming içgüdüsel olarak ağırlığını topuklarına verdi. "Bak,
I UCII-'F H 163

bela istemiyorum. Benim tek islediğim Bradley Soam es'le ko


ııuşruak. "
Güvenlikçi boynunu dikleştirerek kulaklığından bir şeyler din­
lerken "Anlıyorum, beyefendi," dedi. Yan yana sıralanmış asan­
sörleri işaret etti; en sondaki siyah camlı kabini gösteriyordu.
"Yönetici asansörüyle en üst kata çıkın lütfen. Asansörden çı­
kınca sağa dönün, soldaki ilk kapı Dr. Soam es'in ofisi."
Fleming şaşkınlığını gizleyemedi. Ö nce kameraya sonra da
yüz ifadesi lıâlâ değişmemiş olan resepsiyoniste baktı. Ardından
da asansöre doğru yürüdü. Kapılar kapanırken resepsiyonisün
cıvıl cıvıl sesiyle arkasından "iyi günler. Dr. Fleming," diye ses­
lendiğini duydu.
En üst katın düğm esine bastı. Asansör saniyeler sonra kır­
kıncı katta durdu. Flem ing pelüş bir halının üzerine adımını at­
tı. Yuvarlak koridor bom boş ve sessizdi. Bu katın sakinleri hava
ve su geçirm eyecek şekilde sımsıkı kapanmış ofislerine yerleşti­
rilmişlerdi. Ofislerin hepsi de kulenin dışını görecek şekilde
çemberin dış tarafındaydı.
Biri hariç.
Hafif meşe kapısının üzerinde yalnızca iki kelime vardı. U n ­
van, mevki ya da vasıf değil; sadece bir isim: Bradley Soames.
Kapıyı açınca uzun boylu, kabarık saçlı, gülümseyen bir ka­
dınla yüz yüze geldi. Kadın ona masasının sağındaki buzlu cam ­
dan bir kapıyı işaret etti. "Dr. Fleming. Dr. Soam es sizi bekliyor.
Şu kapıdan lütfen."

Soam es penceresiz ofisindeki eğri masasının arkasında aya­


ğa kalkarken, "Benden önce, davrandın," dedi. "Sen beni bul-
masaydın ben seni bulacaktım. Sana Miles diyebilir miyim? Sen
de bana Bradley de lütfen."
Şaşkınlığını gizlemeye çalışan Fleming Soames'in uzattığı eli­
ni sıktı. Adam elini hafifçe sıkmıştı; Fleming de aynı şekilde kar­
şılık verdi -elindeki yaralan görmüştü ve canını yakmak istemi­
yordu. "Beni kapı dışarı etmenizi beklemiyor değildim." dedi.
164 UICMAEl COROY

Soam es güldü. NBen kimseyi kapı dışan etm em ." Teklifsizce


Fleming'in arkasında bir yeri işaret elti. "Onlar eder." Fleming
loş ışıkla, yuvarlak ofisin diğer ucunda yerde yatan iki karanlık
şekli seçebiliyordu. Aralarında da koca bir kemiğe benzer bir
şey vardı. îşte şimdi hafif ilaçlanmış odanın rutubetli ve vahşi ko­
kusunu alabiliyordu. "Ama endişelenmeyin. Dediğim gibi gel­
menize sevindim. Oturun. Bir şeyler için."
Fleming elinde bir kutu kolayla koltuğa oturup ev sahibine
baktı. Adam ın hal vc hareketleri kafa karıştırıcıydı; görüntüsü
ise fotoğraflardakinden çok daha kötüydü. Vücudu çöp gibi in­
cecikti vc ışığa maruz kalmış cildi invazif cerrahiyle harap edil­
mişti. Altın sarısı saçlan vc soluk mavi gözleri yara bere içinde­
ki yüzünü daha da bir acayip gösteriyordu sadece. Yine de Fle­
ming korkunç bir zekâsı olduğunu hissedebiliyordu.
Soam es ansızın, “Ağabeyinizle ilgili şu talihsiz olay," dedi,
"bunun için hakikaten üzüldüm. Virginia Knight daima politik
bir ödlek olmuştur zaten."
"Nasıl yani?"
"Kabul edelim, o çok iyi bir yönetici ve çok iyi bir koruyucu;
bir zamanlar çok iyi bir hekim olmasını da anlarım -am a senin
ve benim aksime o bir öncü değü. O risk almaz. O bir politika­
cı vc sen de onun adını lckclcyccck şeylere duyduğu korkunun
bir kurbanısın.' Soames masasının altına uzanıp Londra'dan
gelen Ihc llmcs't çıkardı. Açık olan dördüncü sayfadaki bir
makale yuvarlak içine alınmıştı: 'Baş nörolog incclcncn bir has­
tanın ölümü üzerine başlatılan soruşturma süresince görevden
uzaklaştırıldı.' Başlığın altında Fleming'in fotoğraf! vardı. So­
ames, "Ffcrhalde ki VcnTcc Vakfı'ııı duyrnuşsundur," dedi.
Bilimle azıcık da olsa ilgilenenler bile VcnTcc ismini duymuş­
tur. Sır gibi saklanan bu yer hakkında kulaktan kulağa anlatılan­
lar gerçeklerden çok efsanelerdi: Mesela Vakfın geliştirilmesine
yardım ettiği çığır açan optik bilgisayar efsanevi güç Bradley So­
ames'in dağdaki sığınağında sakladığı süper bilgisayarın yanında
solda sıftr kalırmış. Bilgisayar teknolojisinin cn ön saflarında, ra­
dikal icatlar üzerinde uzmanlaşmış olan V enT ec. O ptrix'in ana
i vein k

laboratuvarlarında ya da önem li müşterilerin işletmelerinde ge­


liştirilip pazarlanmış olan biue-sky technologics'in yuvası olarak
ünlenmişti. Fleming, "Duydum,* dedi. Ciddiyetsiz kabulünden
ötürü duyduğu kızgınlığı geçmemişti. Buraya Soames'i A m ber
G ran t‘lc ilgili sorguya çekmeye gelmişti ama şimdi savunma p o ­
zisyonunda ydı.
"Kısa keseceğim. Miles. Bildiğin gibi senin N öroÇ evirm en
üzerindeki çalışmalarının açgözlü bir hayranıyım. O belki de Lu
cifer optik teknolojisinin şimdiye dek gördüğüm en iyi tatbiki.
Bu nedenle ortağım A m ber G rant'i tedavi için size gelm eye ik­
na ettim. Bu nedenle hatırı sayılır miktarda bir bağışı N ö ro Ç e
virm en'in geliştirilmesi için ayırdım. Ama artık sen Barley
Hall'da olmadığın için teklifimi geri çektim. Bu Virginia Knight'ı
epey kızdırır sanırım." Soam es sıntu. "M esele şu, umuyorum ki
Barley Hall'un kaybı V enTec'in kazancı olur. Senden N ö ro Ç c -
vinııen'i geliştirmek için bağışımı ve V enT ec'in pek de azımsa-
namayacak imkânlarını kullanmanı istiyorum."
Flem ing ne diyeceğini bilemedi. V ictoria'nın, kişiliğine yöne­
lik komplolarından sonra Soam es gibi parlak zckAIı birinin onun
hakkında böyle olumlu şeyler düşünmesi koltuklarım kabartmış­
tı. H em VenTec'teki olanaklar başka bir yerde daha yoktu. Ruh
dalga boyu ile ilgili araştırmasına devam etmesinin en iyi yolu
buydu. Tabii önemli bir maddeyi saymazsak.
"Bu ilginç bir fikir, Bradley ve şu son durumumdan dolayı da
bu teklifin üzerine atlamam gerek am a..."
"Ama ne?"
"Ben buraya iş aramaya değil. A m ber G rant'le irtibat kur­
maya geldim."
"N eden? O artık senin sorumluluğunda değil ki?"
"Dunım bundan daha karmaşık."
"N e kadar daha karmaşık?"
"Onunla konuşmam gerek. Bana onun nerede olduğunu
söyleyebilir misin? Bilmesi gereken şeyler var; baş ağrıları ile il­
gili şeyler..."
166 scciAiı coııoy

"Neym iş bu şeyler?"
Fleming hikâyeyi baştan sona anlattı. Bitirdiğinde Soames
hafif bir ıslık çalıp ayağa kalktı ve ofisini arşınlamaya başladı.
Koruyucu ultraviyolc ışınlarını geçirmeyen kapfışonu kazağının
üzerine doğru düşmüş ve zayıf omuzlarındaki kamburluk ortaya
çıkmıştı. "Bu inanılmaz. Araştırmanı devanı ettirmende sana
yardım etm em e izin vermelisin. Seni doğru anladıysam bu dalga
boyunun geçici bir sapma, zihnin boşlukla kaybolmadan evvel
bıraktığı geçici bir iz olduğunu doğrulamaya çalışıyorsun. Çünkü
bu ağabeyinin acı çekmediğini ve onu hayatta tutmaya çalışma -
inakla Iıaklı olduğunu gösterir. Aşağı yukan böyle» değil mi?"
Fleming Soames'in ona anlattıklarını kavrayışından çok etki­
lenmişti.
"Aşağı yukan."
Adamın gözleri heyecanla panldadı. "Büyüleyici. Bu dalga
boyu bugüne dek inandığın her şeyden şüphe etm ene neden ol­
du ve sen de şimdi olan bilene bir açıklama getirmek istiyorsun."
"Sanıyorum öyle, evet." M ahremiyetine düşkün bir adam
olarak kendini bir yabancının, en derin korkulanyla ilgili sorula­
rım cevaplamak islerken buluveruıişti.
Soames, "Ama saf bilimsel ifadelerle, nıh dalga boyunun
ölümden sonra yaşam olduğunu doğrulamayacağını kanıtlama­
ya çalışmakla ciddi bir hata yapma tehlikesiyle karşı karşıya kal­
mış olmuyor musun?" diye sordu. "Unutma ki bir şeylerin var
olmadığım kanıtlamak imkânsız gibi bir şeydir. Bir şeylerin var
olduğunu kanıtlamak çok daha kolaydır."
Fleming, "N e dem eye çalışıyorsun?" diye sordu. "Yanlış yol­
da mıyım?"
"Kesinlikle. Başka seçeneğin yok. Miles, eğer huzur istiyor­
san. Dalga boyunu kullanarak ölümden sonra yaşam olmadığı
nı kanıtlamak yerine olduğunu kanıtlamak için deliller arasana.
Tut ki bulamadın, o zaman en azından kendine büyük ihtimalle
öyle bir şey olmadığını çünkü aramak için çok uğraştığını söyle
ycbileceksin. Ben olsam böyle yapardım." Soames sustu. "Ama
yine de bu stratejinin de bir riski var."
"Evet, biliyorum," dedi Fleming. Şimdi aşın uyarılan zihninin
bu yaklaşımı neden dikkate almadığını anlayabiliyordu. K ork­
tuğum şeyi bulabilirim."
Soames gülümsedi. "Ama arkanı dönüp gidem eyeceğin ka­
dar muazzam bir şey. N öroÇ evirm en araştırmana şüphesiz de­
vam edeceksin -bir bilini adamı ve bir kardeş olarak."
"Evet, ama A m ber G rant'c ulaşmam gerek. Bunlann ona da
söylenmesi gerek. Şu anda hiçbir fikri yok. Bu yüzden ona ulaş
maya çalışıyorum."
"Evet, elbette. Annesi daha yeni öldü ve A m ber da biraz ken­
dini dinlemek içiıı gitti. Tanı olarak nerede olduğunu bilmiyorum
ve açıkçası bu benim üzerime vazife de değil; özellikle tedavisini
tamamlamak için bir aylık izin aldığını düşünecek olursak. Ara sı­
ra beni arıyor ama." Soam es dolaşmayı bırakıp kurtların yanına
çömeldi. Dalgın dalgın kısık sesle anlaşılmaz bir şeyler söylüyor­
du. Sonra tüylerini okşamadan önce kolundaki yaralardan biri­
nin kabuğunu kopartıp daha irice olan kurda verdi.
Fleming yüzünü ekşitti. Kurtların ona aldırdığı yoktu ama
varlıklan yine de sinir bozucuydu.
"Bak ne diyeceğim ," dedi Soames, "teklifimi yine de bir dü­
şün. N o ro Ç ev irm en 'in daha gelişmiş bir modelini kurmak için
ne istiyorsan alacaksın. Ukalalık etm ek istemem ama bilgisayar
alanındaki en iyiler V enT ec'te. Barley Ilall'dakinden çok çok
daha duyarlı bir N öro Ç ev irm en geliştirmende sana yardım
ederler." Ayağa kalktı. "İtiraf etmek gerekirse. Miles, K R F F 8
Sanayi, bilhassa senin teknolojinle ilgileniyor; özellikle ele bilgi­
sayar ortamında yaratılmış düşünce kontrollü görüntü vc pro­
tezlerin eğitim ve eğlence amaçh tatbikleriyle. V enT ec'ten senin
N öroÇ evirm en prototipinin geliştirilmiş bir versiyonunu istedi­
ler. Ne var ki senin sinirsel dalga boylarına ilişkin fikirlerin olma
dan uygulamaya geçm em iz yıllanmızı alır. Ama iş birliğinle, sa­
dece günler sürer. Karşılığında sen de dalga boy araştırmanı ta
kip edebilirsin; V enT ec'in tüm kaynakları elinin allında olarak.
G erçek bilgisayar gücünü arkana alarak neler başarabileceğini
bir düşünsene."
lé S m i c m a n : i ' d i &y

"Barley Hall'daki dosyalanma ulaşmalıyım."


Soam es zengin ve güçlülerin hafife alan edasıyla elini salla­
dı. "Virginia kolay lokmadır. Onun nasıl çalıştığını ve ne istedi­
ğini bilirim ben. Parasını aldığı ve senin bulduğun şeyin getirdi­
ği itibarı paylaştığı sürece nc yaptığınla ilgilenmez bile. Bu ko­
nuda bana güven Miles. Barley Hall'dan ihtiyacın olan ne. varsa
alabilirim."
M
Ya Am ber?"
“.Şimdi çalışmaya başlayalım. G elecek sefer Amber beni ara
dığıuda siz ikinizi bir araya getireceğini ve sen de. onunla konu
şabilcceksin. iş birliği yapmaması için bir neden göremiyorum.
Baş ağrısı sorununu ve A riel'le olan meselesini çözmesi gerek.
Annesini de hesaba katarsak bunu terapi gibi de algılayabilir."
Soames'in heyecanı ortadaydı. "N e diyorsun. Miles? Keşfettiğin
şey inanılır gibi değil. Bunu ilerletmeksin ve sana yardım etme
me izin vermelisin. Bu tam da VenTec'in teşvik etm ek için ku
rulduğu cinsten radikal bir araştırma." Masasındaki telefona
uzandı. "Fairbanks'e gitmek üzere uçağı hazırlat; Kurum'a git
mek için bir helikopterle birlikte. VenTec'i bilgilendirmene ge­
rek yok; onları ben kendim ararım. Belli başlı şeylere ihtiyacım
var. Evet, ona sorarım." Soames başım kaldırdı, sıntışı öylesine
çocukça gözleri öylesine parlaktı ki loş ışıkta bir an neredeyse
yakışıklı göründü. “Eşyalarını toplamak için ne kadar zamana
ihtiyacın var. Miles?"
Soames'in heyecanına kapılan Fleming tereddüt etmedi. Bu
ümit etmeye bile cesaret edebileceğinin çok ötesindeydi. "Bü­
tün eşyam otoparktaki kiralık arabanın içinde."
Soames sırtına vurdu. "E hadi o zaman, ne bekliyoruz?"
OTUZ DÖRT

SİYAH bö lge g ü v en li alan

NfcriTcc

A m ber G rant ilk kez kendine geldiğinde öylesine büyük bir hu­
zur hissetti ki herhalde öldüm diye düşündü.
Bir el onun elini sıkıyordu. Yanında birinin varlığını hissetti:
tanıdık, rahatlatıcı... Tekrar tekrar ölmesiyle ilgili hatırladıklan
bile onu rahatsız çim iyordu artık, içinde bir şeyler değişmişti.
Oııu kaçıranlar her ne yaptıysa ruhundaki bir tıkanıklığı açmış­
lardı. Bedenini ele geçirmiş ama zihnini özgürleştirmişlerdi san­
ki. A rlık kendini yalnız hissetmiyordu. Kardeşi yanındaydı: ö n
ceki gibi kapana kısılmış ya da onunla bağlantı kurmak için ça­
balıyor değildi; onunla kalmayı seçmişti. Annesiyle ilgili endişe­
leri bile artık daha katlanılabilirdi; sanki kardeşi onları da payla
şıyor gibiydi.
A nık ilaçlann etkisi altında ya da bağlı değildi; kendi üzerin
den sağ eliyle A riel'e dokunmak içiıı uzandı, ama tek hissettiği
tem iz vc yumuşak çarşaflardı. Ariel'in elini çocukluğundaki gibi
sımsıkı tutan elini hissedebiliyordu, kardeşinin onu teselli eden,
ona güç veren yanı başındaki varlığını duyumsayabiliyordu, ama
yatakta yalnızdı.
Gözlerini açınca kendini süslemesiz vc pencere siz sade bir
odada buldu. Yatağın uç tarafında bir kolluk, televizyon, sandal­
ye ve masayla bir kullanım alanı mevcuttu. Onun ilerisinde; de
170 MI O İ l â 13 O O * 5 r

bir kapı vardı; arkasındaki banyoyu görebiliyordu. Etrafındaki


sadelik, beyaz duvarlar ve gösterişsiz mobilyalar tuhaf bir şekil
de tanıdık geliyordu.
Doğrulunca üzerinde beyaz dar bir tulum olduğunu fark etti.
Fiziksel olarak bitkin bir haldeydi; sanki daha yeni bir hastalığı
atlatmıştı, ama bir kez daha vücudunda olduğu için rahatlamıştı.
Çok tuhaftı. Kendini çaresiz, dehşete kapılmış vc yalnız his­
sedebilirdi. Ama hissetmiyordu.
Bir ses. "Neredesin?" diye sordu, ses hem onun bir parça
siydi hem de ondan aynydı.
"Bilmiyorum," diye yanıtlayan kendi sesini duydu.
Kalktı, bir şekilde yattığı yeri tanıması gerekliğini hissetti.
Ona geçmişle ziyaret ettiği bir yeri hatırlatıyordu. G idip kapıyı
açmaya çalıştı ama kapı kilitliydi.
Derken banyo kapısının arkasında asılı duran beyaz borno­
zu ve bornozun göğüs kısmındaki cebin üzerindeki V logosuyla
Şimdiden Geleceğe sloganını gördü.
Derken beyni kurduğu bağlantılarla canlandı. Kımıldayamaz-
ken duyduğu o tamdık koku ve ses: Felicia Bukowski. A m ber'ın
daha öııcc vakfı ziyareti sırasında tanıştığı. Bradlcy'niıı gözde
bilimcilerinden bin.
VenTcc'teydi. Bıınuıı da tek bir anlamı olabilirdi.
Bradley Soames de bu işin içindeydi.
Bu işin arkasında kendi ortağı vardı.
OTUZ BKŞ

ALASKA

Miles Fleming dalıa önce hiç bu kadar kuzeye gelmemişti. Uç


sene önce o ve Rob Kuzey Am erika'nın en yüksek dağı olan
Denali'ye tırmanmak için Alaska'ya gelmişlerdi. Soames'in jeti
San Fraıısisko'dan Fairbaııks'c 2500 millik uçuşunda Alaska sı­
radağlarının üzerinden geçmişti. Oradan da helikopterle Kutup
bölgesine: Brooks sıradağları. Prudhoc Körfezi ve Point
M clntyrc'nin petrol sahasına doğru yola çıktılar.
Soames, "Birazdan Vakfı göreceksin," dedi; helikopterin renk­
li camının arkasından karla kaplı tepeleriyle bulutlan delen
dağlan işaret ediyordu. "Birkaç mU doğuda Ulusal Kutup Vahşi
Yaşam Sığınağı var, ama solundaki dağların büyük bir kısmını
büyük babam satın almış. Yıllar yıllar önce denizin altındaymış­
lar. Deniz taşından meydana geldikleri için yüksek miktarda pet
rol tonusıı içeriyorlar. Büyük babam Alascon Petrol'ü kurdu
am a altmış ve yetmişlerdeki büyük petrol grevinden sonra şirke­
ti toparlayan babamdı. Dağı derinliklerine doğru delme yönte­
mini kusursuz bir hale getirdi. Kendine şüphesiz benimkinin de
kaynağını oluşturan bir servet yaptı.
"O öldüğünde Alascon*u Optrix'i finanse etmek için BP'yc
sattım, ama bin hektar kadannı muhafaza ellim. Burayı seviyo­
rum. iklimi tam bana göre. Kasım'dan Ocak'ın başına kadar gü­
neş doğmaz ki bu da benim için ideal. Yazın da, zaten dışarı çık­
mam vc yalnızlık da burada hiç sorun değil."
172 V I C H Â E l CORDY

Fleming beyaz taçlı tepelere bakınca vücudunu heyecanın


neden olduğu bir ürperti sardı. Dağları görmesi iyiye işaretti;
Soaınes'e eşlik etmek içiıı verdiği ani karannı destekliyordu.
R obun ruhunun güvende, olduğunu garaııli edecek bu güzelim
dağlardan daha iyi bir yer var mıydı?
Bulutların arasından vadilerden birinin üzerine saplanmış bir
dizi kulübe gördü. "Burası mı?"
Soarnes öyle yüksek sesle güldü ki penceredeki yansımala­
rından Fleming kurtların başlanın kaldırıp baktıklarını gördü.
Sonra Soames nilıayct, "Hayır," dedi. Burası vahşi yaşam ban
nağınm korucularının merkezi. Bunları daha terkedilmiş birer
yavruyken aldığım yer. Kurumum biraz ileride."
önlerinde muazzam yükseklikte bir tepe belirdi. Helikopter
yükseldi. Fleming kendini birden iyi bir tırmanış için tepenin
eteklerini incelerken buldu; açılarını ve her bir bölgeyle nasıl ba­
şa çıkılacağını hesaplıyordu. T epe bir dolu yokuşuyla meydan
okuyor gibiydi.
Bir ses düşüncelerini böldü. "îşte VenTec. Soames dağın
yassı tepesindeki köşeli payandalarla desteklenen siyah kubbe­
yi işaret ediyordu. Muazzam büyüklükteki yapı siyah renkli cam­
larla kaplanmıştı. H elikopter binanın üzerinden kuzey tarafın­
dan çıkıntı yapan çelik bir platfonııuıı üzerindeki bir dairedeki
kocaman neon ışıklı H harfini gördü.
"Aslında burası bir sonraki dağdaki rafineriyle bağlanması
hedeflenen bir petrol kulesiydi." Fleming en alçak tepede, sıkış
tıkış bir sürü tamamlanmamış bina, terk edilmiş işleme tesisleri
ve metal iskeletler gördü. "Planımız dağlann içinden geçerek
petrol kulesini rafineriye ve son olarak da ana boru vasıtasıyla
kıyıya bağlayacak bir boru sistemine sahip olmaktı. Plan ta­
mamlanmadan Alascon'u sattım ve petrol kulesini de blue-sky
bilimsel kuruluşa çevirdim. Jeologların demesine bakılırsa galon
galon petrolün üzerinde oturuyor muşuz. Am a kara zımbırtının
zamanı geçti artık; petrol geçmişte kalmış bir ürün, milyonlarca
yıl geçmişte. Ben geleceğin ürünlerini tercih ediyorum."
I UC.EER 173

H elikopter iniş pistine doğru hamle yapınca Flem ing'in m i­


desi çalkalandı.
Tekerlekler yere değince pervanelerin rüzgârı helikopterin
çelik tavanı üzerindeki karlan dağıttı. Flem ing piste adını attı­
ğında sanki vücuduna binlerce soğuk bıçak saplanıyorm uş gibi
hissetti. D ondurucu rüzgâr kuvvetli esm iyor gibiydi ama delip
geçiyordu.
H elikoptere hapsolmaktan kurtulduklarına sevinip dağın kar­
lı eteklerine doğru koşturan kurtlan salıveren Soam es, "İçeri gir.
Burada sıcaklık nereden baksan eksi yirm i iki derecedir,” dedi.
Flem ing kurtlan artık görem ese de ulum alannı duyabiliyor­
du. İki görevli onun ve Soam es'in bagajlarını alıp onları vakfın
ana kapısına doğru geçirirken, "N ereye gidiyorlar?" diye sordu.
"Kurtlar nereye giderse, herhalde. İstedikleri zam an gelirler
istedikleri zam an giderler, livlerindeler."
Flem ing ana lobide, sağında, üzerinde tıbbi sem boller ve g i­
yim eşyası sembolleri olan ısı geçirm ez cam dan kapıyı fark etti.
İçindeki sor. teknoloji ürünü kutupta giyilm ek üzere üretilmiş ka-
banları. botlan, tırm anm a gereçlerini ve m alzem e dolaplarını
görebiliyordu -burası, içinde tahliye durumunda gerekli olabile­
cek tüm giysilerin, tıbb! ürünlerin vc erzakın olduğu bir kurtuluş
odasıydı. K apının yanındaki duvarda V enT ec'in beş ayn bölü­
münü gösteren renkli bir planı vardı: farklı yönlere uzanan dört
bölge ve ortalannda da kırmızı ana bölge.
"H adi, M iles," dedi Soam es, "sana önce odanı sonra da et­
rafı göstereyim ."
OTUZ ALTI

KIRK DAKİKA SONRA


VcnTcc

Flem ing kulaklarını ovuşturup duruyordu; çınlama K urum un


içinden mi geliyordu yoksa onca saat uçuşun ardından yorgun
düşen kendi beyninden mi, m erak ediyordu.
Soam es mavi bölgeyi gösteren okları takip ederek Flcııı ing'c
beyaz bölgeyi geçirirken. "O dan iyi mi?" diye sordu.
"iyi." Flem ing'in beyaz bölgedeki odası lüks değil de kullanış­
lıydı, am a içinde ihtiyacı olan her şey vardı. "Dikkatimi çekti, te ­
lefon dışan aramaya kapalı."
"F,n önem li nedeni güvenlik. Burada gizli araştırm alar yürii-
tüyoruz, bu yüzden de dış bağlantıların m inim um da tutulması gi­
bi bir anlayış söz konusu. H em bu dikkatlerin dağılmasını da en­
gelliyor. Yine de iletişimden tam am en yoksun sayılmazsın. Fîer
bölgenin, içlerinde acil durumlar için uydu telefonlarının olduğu
kendi iletişim odaları var. Bir de doğal olarak veri yüklemeleri
için tam m odem erişimimiz var. Senin için bir sakıncası mı var?"
"Aslında yok, hayır."
"Tam am . Burası beyaz bölge. Olanaklarının çoğu ortada.
Burası komünal alan; diğer tüm beyaz koridorlar gibi burası da
Kurum'daki herkese açık. Burada da laboratuvarlar var ama asıl
gizli olan çalışmalar renkli bölgelerde yapılır ve her bir renkli
bölge bir diğerinden aynlır. Burada Ç in setlerimiz vardır vc sek­
törler arası güvenlik ciddiye alınır."
Mavi bölgeye açılan buzlu camlı bir kapıya geldiler. Soam es
disk yuvasının bitişiğindeki parm ak pedini işaret etti. "Yalnızca
ben bütün bölgelere girebilirim. Bu ped bir D N A tarayıcısıdır,
derinin incecik bir tabakasını alır ve bu tabaka benim D N A 'm la
-am a sadece benim kiyle- eşleşirse kapılar açılır." Ellerini kaldı­
rıp parm aklarını yelpaze gibi açtı. "Benim iskelet anahtarlarım .
Sahipliğin kendine, özgü ayrıcalıkları vardır."
C am kapının ilerisini işaret etti. "M avi bölgede esasen VR
çalışmaları üzerinde duruyoruz. M üşterilerim izin çoğu işlerini
nasıl bir üst seviyeye çıkarabileceklerini g ö rm ek için bilim
adamlarımızla ve bilgisayarlarımızla çalışmak için buraya gelir.
KRF.E8 ile ilgili her şeyi biliyor musun?"
Flem ing evet anlam ında başını salladı. "Elbette." K R E E 8 h o ­
logram iletişim teknolojisi vc aralarında ölmüş olan yıldızlarının
da bulunduğu ilk sanal sinema oyuncularını yaratmasıyla ünlen-
ıııişti. D aha geçen yıl bilgisayar ortam ında yaratılmış bir Marilyn
M o n ro e G eo rg e C lo o n ey 'n in karşısında oynam ış ve film son on
yılın en yüksek gişe hasılatını elde etmişti.
"Şey," dedi Soam es, "K R E E 8 'in V enT ec'i fiilen R ve D de­
partm anları olarak kullandıklarını söyleyerek çok fazla ticarî sır­
rı açık etmiş olm am sanırım. T ahm inim ce yeni ürün program ­
larının yüzde sekseni mavi bölgedeki bu cam kapının ardından
geliyor."
Soam es durup koridordan aşağı, kararlı adımlarla onlara
doğru gelen zayıf şahsiyeti gösterdi. Boynundaki minik kızıl ha­
çı saymazsak, bronz tenli, simsiyah atkuynıkhı adam siyahlar
içindeydi: balıkçı yaka kazak, pantolon vc rugan ayakkabılar.
Flem ing onu basında gördüğü resim lerinden tanımıştı.
“A h , iyi insan laftn üstüne gelir," dedi Soam es. "Miles, Frank
C arvclliyie tanış, K R E E S 'in yöneticisidir kendisi."
Carvclü gülümsedi, ama gözlerinin etrafındaki yumuşak, par­
lak deri neredeyse hiç kırışmadı. Fleming estetik bir operasyon
geçirmiş olduğunu tahmin ediyordu, ama em in olamayacağı ka­
dar belirsizdi. Carvelli, "Dr. Fleming, ben N öroÇ evirm en’inizin
büyük bir hayranıyım." dedi.
M I C H A E L C O R D Y
. 176

“Teşekkürler."
Soam es ona, "Miles bize K R E E 8 sürümünü geliştirmek için
yardım etm eye razı oldu," dedi.
Carvelli ve Soam es arasında bir bakışma oldu ve Carvelli
kaşlarını kaldırdı; Flem ing bunu şaşkınlığına yordu. "G erçekten
mi? Bu harika." Saatine baktı. "Kusura bakmayın, bir toplantım
var da."
"Sorun değil. Frank. Ben M iles'a her şeyi özetlerim ."
Carvelli nazikçe, "Bize yardım edeceğiniz için hakikaten çok
mutlu oldum . Yakında konuşacağımızı um uyorum ."
O mavi bölgeye doğru gözden kaybolunca Soam es Fle-
m ing'e dönüp ona çarpık bir gülüş ftrlattı. "Sen benim için
parlak bir zafersin. Frank'e senin uzm anlığına ihtiyacımız oldu­
ğunu söylediğim de senin yardım etm eye asla yanaşm ayacağı­
nı iddia etm işti."
"Ben mavi bölgede mi çalışacağım?"
"Hayır, çünkü orada Frank'iıı paranoyaklık ettiği başka p ro ­
jeler var. A m a asıl önem lisi ben senin kendine ait bir alanın ol­
sun istiyorum, böylece rahatsız edilm eden dalga boyun üzerin­
de çalışabilirsin. H adi, turumuzu bitirelim de sana çalışma yeri­
ni göstereyim ."
Soam es ters yöne döndü, ana bölgedeki adım larının üzerin­
den tekrar geçerek F lem ing'i beyaz bölgeden yeşil bölgeye g ö ­
türdü. "Orada daha çok yönetim le ilgili işleri hallederiz," dedi.
"Yalnızca kendi yönetim im izle ilgili olanlan değil am a.”
Ana dairenin çevresinden dolaşıp yollarına devam ettiler.
Flem ing Soam es’in arkasından kırmızı bölgenin tepesine ve si­
yah bölgenin dibine kadar gitti. İki kez üzerlerindeki beyaz g ö m ­
lekleri resmi üniformalarıymış gibi duran bilim adam larının ya­
nından geçtiler. İkisi de şöyle bir gülümsemiş, bir şey söylem e­
den yürüyüp gitmişlerdi. Böyle sessiz bir çalışma ortam ında boş
gevezeliğe yer yoktu. Arka plandaki ileri teknolojiye rağm en y o ­
ğun çalışmanın neden olduğu derin sessizlik ona R om a'daki
Cizvit genel m erkezine yaptığı ziyareti anımsatmıştı.
L U C 11 •E R 177

Soam es kare şeklindeki bir geçitte durdu. Solunda, siyah


bölgeyi gösteren siyah oklar vardı. Sağında da üzerinde Yeikili
Personel Harici Giremez. Göz Koruyucu Takmak Zorunlu­
dur yazıları işlenmiş cam dan güvenlik kapısıyla korunan m erkez
asansörünü gösteren kocam an kırmızı bir ok vardı. Flem ing'in
V en T ec'e ilk girişinde fark ettiği cansız vızıltılar burada daha
yüksekti.
“K ırm ızı b ö lg e.“ dedi Soam es. Elini ceketinin cebine sokup
saydam plastik bir zarf çıkarttı. Zarfta, ortasında kırmızı bir ok
buhınan gümüş rengi bir disket vardı. Disketi F lem ing'e verdi.
“Bu senin taşınabilir disketin. Kalacağın yer de dahil beyaz b ö ­
lümlerin tümüne ve çalışacağın kırmızı bölgeye girm eni sağlar.
Bu disket sana özeldir vc burada yaptığın her şeyi kaydeder -a ç ­
lığın her kapıyı, sipariş ettiğin her yem eği, kullandığın her bir
cihazı ve ayniyat m evcudundan aldığın her tüketim maddesini
kaydeder. O nu kaybetm em eye çalış." K apıdan uzaklaştı vc FIc-
ıııing'e disketi kilit mekanizm asına yerleştirmesini işaret elti.
Flem ing teklifsizce. "Siyah bölgede ne var?" diye sordu, ama
krallığıyla ilgili diğer her konuda fazlasıyla açık olan S oam es'in
bundan bahsetm em esi onu şaşırtmıştı.
Soam es'in yüzünden tuhaf bir ifade gelip geçti; sanki paylaş
maya can attığı bir sim vardı da paylaşamıyordu. "Belki, son­
ra," dedi. "G el. Sana çalışacağın yeri göstereyim . Kırmızı bölge
sırf bilgisayar gücüne tahsis edümiştir ve m edaniftihnnm a ev sa­
hipliği yapar."
Flem ing bir kez daha siyah bölgeyi gösteren işaretlerden ta-
rafa baktı am a bir şey söylemedi. Diskini kırmızı bölge kilidine
yerleştirdi ve asansörün kapısı açılınca içeri girdi. D öşem e kalın
buzlu cam dandı ve altındaki parlak hatla neredeyse kör edici
ışıkla aydınlatılmıştı. Vızıltılar belirgin şekilde artmıştı; ışıktan
geliyor gibiydiler. Sonra azalmaya başladılar.
Soam es kazağının kollarını aşağı indirdi. Fleming kolların bit­
tiği yerin nasıl eldiven şeklini aldığını gördü; Soam es bunları el­
lerine geçirdi, cildinin herhangi bir yerinin açıkla kalıp kalma­
dığını kontrol etti. Başını vc yüzünü kapattı vc renkli camlı bir
U I C I I A l U COROT

gözlük taktı. "Oradaki ultraviyolc ışınlanın etkisiz lıalc getirm e


nin bir yolunu henüz bulamadım," deyip asansöriin kapısının ya­
nındaki rafla duran aynalı bir göz koruyucuyu alarak Flem ing'e
uzattı. "Işık senin cildine zarar verm ez ama bunu taksan iyi olur."
A sansörün kapısı açıldığında da büyük bir ışık dalgası tara­
fından karşılanınca Flem ing göz koruyucunun arkasından g ö zle­
rini kısarak baktı. G özlerini kırpıştırarak Soam es'in arkasından
dışan çıktı, tik başta hiçbir şey görem iyordıi; parlaklık gözlerini
kamaştırmıştı. Aklına A m b er G rant'in ölüm tasviri gelmişti; ışı
ğm bir parçası olma, onu meydana getiren folonlarla bir ol­
m a... A m a hem en sonra diğer duyulan da açığa çıktı. Vızıltı ar
tık geri fondaki bir dikkat dağıtıcı değil tarif edilebilir bir sesti.
Havadaki ısı ve statiğin kokıısıınu alabiliyordu; sanki birazdan
bir fırtına kopacaktı.
İğneler batan göz bebekleri aşın ışığa alışmış, çevresindekile
ri algılamaya başlamıştı. Beyni gördüğü şeyi yorum ladığında
Flem ing birinin hayretle soluğunu tuttuğunu duydu. Soluğun
kendi ağzından çıktığını fark etm esi biraz zam anını alacaktı.
OTUZ YEDİ

KIRMIZI Böl.GB

F e m in g kendini silindir bir bölm enin etrafını çeviren dolam baç­


lı bir makas köprüsünün üzerinde buldu. D im dik yokuş göz
kaıııaştinciydi.-Aıııa asıl soluğunu kesen aşağıdaki görüntüydü.
Ç ekine çekine makas köprünün tırabzanına doğru gitti, eği­
lip silindir şeklindeki dipsiz kuyunun ortasına baktı. Yaklaşık üç
m etre çapında, m inik bir güneş gibi parlayan bir ışık topu hava­
da asılı duruyordu. T itreşip vızıldayan kürenin etrafını çeviren
duvarda renkli camlı p en cereler vardı; pencerelerin ardında da
laboratuvarlar ve santraller.
"Burası da nc böyle?"
"Şu anda dağın içindeyiz; babam ın, zam anında petrol için
açtığı sondaj deliğinin içinde. Ta aşağılarda, belki de kilom etre­
lerce aşağıda, kapatılan, el atılmam ış petrol stoku var. A şağıda­
ki laboratuvarlan yerleştirm ek için çapını bu üst kısma kadar bü­
yüttüm. A m açladığını şeyler için birebir: m ahrem iyet ve emni­
yet -bundan iyisi can sağlığı." Eğilip topu işaret etti. "O benim
bebeğim , tüm optik bilgisayarların anası. O Son -n ih a i- Bilgi­
sayar. G ö z açıp kapayıncaya kadar kısa bir süre içinde yığınla
bilgiyi özüm seyip işleyebilir. Dünya çapındaki ağda köşe bucak
yeni bir şeyler arayıp bulduklarını neredeyse limitsiz olaıı ışık
belleğinde depolar. M iles, yarın dünya yıkılsa bildiği hem en her
şey veri ve bilgiyle kodlanmış ııçsız bucaksız kuantum sisteminde
180 U IC » A E l CORDY

güvende olacak. Bu aşağımızdaki beyin herhangi bir bilgiye ışık


hızıyla ulaşabilir. Bu Ana îjıcifer, gerçek ışık taşıyıcısı -yoksa
ilim mi demeliyim?"
Flem ing konuşmuyordu; huşu içinde gözlerini titreşen küre­
ye dikmişti. Soam es utangaçça güldü. "Çalışma arkadaşlarınım
bazıları yaradılışımdan dolayı bana takılırlar. O nlara şu eski hi­
kâyeyi hatırlat iyotmuşum -h an i bilirsin şu evrendeki her şeyi bi­
lebilecek ve zihnini kem iren bir soruyu yanıtlayabilecek güçte
bir bilgisayar yapmakla kafayı bozm uş çılgın bir dâhiyle ilgili hi­
kâye. A dam tüm dehasını, parasını ve zam anını harcayarak ni­
hayet bu süper bilgisayarı yapar vc yaradılışının daha ilk günün
de bilgisayara sorusunu sorar: 'Tanrı var m ı?"'
Soam es aşağıdaki parlak yaratığa baktı.
G özlerini toptan ayıramayan Flem ing, "Bilgisayar ne d e­
miş?" diye sordu.
"Başta hiçbir şey söylem em iş; bilim adam ı da sorusunu yine­
lemiş. T a n n var m ı?' D erken süper bilgisayar cn sonunda cc-
vap vermiş: 'Artık var.'"
Flem ing kibarca tebessüm etti.
Soam es fısıltıyla, "Bu gücü senin N ö ro Ç e v irm e n 'in d e kul
landığımızı bir düşünsene," dedi. "Yalnızca bu dünyadaki şeyle­
ri değil ötesindekileri de keşfetmek, buradan ayrılmış olanların
zihinleriyle iletişim kurmak için kullanabildiğimizi. K ardeşinle ol­
duğu gibi kısa bir an için değil, süresiz ve istediğin zam an, ö l ­
müş birilerine istediğin sorulan sorabilirsin, ö lü m ü n peçesinin
ardında neler olduğunu sorabilirsin. C en n et ya da ceh en n em
var mı? Sevdiklerimiz acı çekiyor mu? H atta belki de T a n n 'n ın
aklından geçenleri bile bilirsin."
H em ing'in ensesindeki tüyler diken diken oldu. Buraya tuh
dalga boyuna bir açıklama getirm eye, onu ölm ekte olan beynin
son çırpınıştan diye akla uygun hale getirm eye ve öteki dünya
diye bir yer olm adığı inancını pekiştirmeye -o olm adan R ob acı
çekm eyecekti- gelmişti, am a burada bu katiliğe tutunmak çok
zordu, ö n ü n e serilen sınırsız olanakların çarpıcı görüntüsü başını
ıa ç i t r n 181

döndürmüştü. O anda hiçbir şeyin imkânsız olm adığını hissetti:


ne bu dünyada ne de diğerinde.
D erken Soam es'in yanında dikilen iki kişinin farkına vardı,
biri uzun boylu, siyah, seyrek saçlı bir adam dı; göz koruyucusu­
nun arkasında m etal çerçeveli gözlükleri vardı. Alııı kmşııııştı
am a göz çevresi derisi pürüzsüzdü; sanki hayatı boyunca hep
kaşlarını çatmış, hiç gülmemişti. D iğeri bir kadındı. Ü zerindeki
beyaz dar tulum m untazam vücut hatlarını ortaya çıkartıyordu.
Saçları topuz yapılmıştı. Çıkık elm acık kemikleri ve soluk mavi
gözleriyle çok güzeldi. Flem ing kendini onun soğuk güzelliğini
A m ber G ran t'in egzotik sıcaklığıyla karşüaştırırken buldu.
S oam es "Asistanlarınla tanış," deyip ona Dr. W alter T rip p
ile Dr. Felicia Bukowski’yi, yazılım ve d o n an ım uzm anlarını ta­
nıttı. "Seni tem in ederim ki," diye devam etti, "bu iki hoş bilim­
ci her iki alandaki sözde uzmanları da gölgede bırakır."
Flem ing tokalaşırken Bukowski'nin hiç kırpmadığı gözlerini
bir an bile üzerinden ayırm adığını fark etti.
S oam es hafifçe gülümsedi. "D aha önce de bahsettiğim gibi
biz ve müşterimiz K R E E 8 bir süredir buluşunu geliştirm eyi dü­
şünüyoruz. En gelişmiş prototipim iz ıııavi bölgeden köprünün
altındaki bir laboratuvara taşındı. D onanım ın büyük bir kısmı ta­
m am landı. Dijital-analog dönüştürücü daha önce kullandığından
daha iyi olmalı; sinirsel sinyal dönüştüriicûsü de öyle."
T rip p , "Kesinlikle," diye teyit etti. "Esasen biz bir yandan pa­
tent ihlalinden kaçınarak sizin N ö ro Ç e v irm e n 'in iz i belli geliştir­
m elerle yeniden yapılandırm aya çalışıyorduk."
"Koltuklarım kabardı," dedi Flem ing.
Bukowski, "A m a elbette, sizin uzm anlığınıza ve insanın sinir­
sel sinyalleri ile ilgili yıllardır biriktirdiğiniz dosyalara ihtiyacımız
var," diye atıldı. Sesi şaşırtıcı derecede pürüzsüz ve yumuşaktı;
F lem ing'e H arvard'da geçirdiği seneler boyunca duyduğu B os­
to n aksanını hatırlatmıştı. "Veri girişleriniz cihazım ızı uygun şe­
kilde ayarlam am ız için hayatî ön em e sahip; ancak bu şekilde
her bir siniısel sinyali ayrı beyin dalgaları ya da dalga kom binas­
yonu diye doğru olarak yorumlayabilir."
18? y ICHA r | C O B O Y

"Eğer Bradlcy’nin söylediği gibi Barley H all'daki dosyaları­


mın hepsine ulaşabilirsem bu dediğiniz çok kolay."
Bukovvski, "Bütün dosyalarınız ulaşılabilir d u ru m d a / dedi ve
hepsini asansöre doğru geçirdi. Bir düğmeye basü vc kabin aşa­
ğı inmeye başladı. "N e zam an isterseniz kontrol edebilirsiniz."
Kapılar açıldı ve Bukowski Elem ing'i etkileyici bir laboratuvara
soktu; küre solunda, cam ın arkasında titreşiyordu.
İki N ö ro Ç e v irm e n 'i tanımıştı; gerçi onun Barley H all'daki
prototipinden oldukça farklı görünüyorlardı. Bu çok daha usta
işiydi: D okunm atik, entegre plazm a ekranı tutan biçimli köşele
ri olan saydam mavi bir küpün içinde bir kıırc görünüyordu. C i­
haz F lem in g 'in göm m e hoparlörlü prototipinden en az yüzde
oranda daha büyüktü. Bir de hatın sayılır ölçüde daha güçlü.
Flem ing, “N ed e n iki tane?" diye sordu.
"VeuTec politikası," dedi Soam es. "Biz daima prototipleri
çifter çifter üretiriz -böylece yedeğim iz olur."
Flem ing başını kaldırmış cihaza bakarken, "Ç ok güzelmiş,"
dedi. Arka tarafında iki adet kablosuz kızü ötesi konektör vardı;
Flem ing böyle bir şeyi daha önce hiç görm em işti. Soldakindc
'alıcı* sağdakinde ’iletici1 yazıyordu. "Bu bağlantı noktalarını çı­
kartamadım am a. Yeni bir çeşit iletişim scnsonı mu?"
T ripp onu hafife alır gibi bir tavırla omuzlarını silkti. "Sayılır.
O nlan sadece N ö ro Ç c v irm c n 'in bizim optik ağ sistemimizle
uyumlu olduğundan em in olm ak için koyduk."
"Bak, Miles," dedi Soames. "Kendi mankenimizi bile yaptık."
Flem ing dönünce kapının yanında dikilen gerçek ölçülerdeki
m ankeni gördü. T ıpatıp B rian'a benziyordu. "Ç o k etkilendim ,
Bradley, ama bir parça da korktum. Sizler ne zam andır benim
çalışmamı kopyalıyorsunuz?"
Soam es herhangi bir utanma belirtisi g ö sterm ed en , "Yakla
şık bir yıldır," dedi. "Hatırlarsan geçm işte seni buraya alm ak is­
tem iştik Sen bize katılmayınca biz de kendi düşünce kontrolü
sistemimizi geliştirmek zorunda kaldık." Gülüm sedi. "H e m se­
rtin icadının tem elinde Lucifer var: Mzfnt icadımız. G eliştirm e
I UC'It 'i ı R 183

yolunda bu kadar ilerlemiş olduğum uz için m em nun olmalısın:


Bu senin araştırmam kolaylaştıracak."
Koruyuculuğun incecik sesi zihninin bir köşesinde yankılanı­
yordu am a Flem ing onu susturdu.
Soam es ona baktı. "Evet?"
Flem ing geri gideceğine ileri gitm eye karar verdi. "Evet, ne
zam an başlıyoruz?"
"Ben başladığımızı sanıyordum ," dedi Soam es.
OTUZ SEKİZ

BÎR SAAT SONRA


MAVİ BÖLGE

Xavier A ccosta, birkaç yüz metre ileride, mavi bölgenin sanal


gerçeklik ortam ı süitinde ayakta dikiliyordu; başındaki ve vücu
dundaki her bir şokü ve kas grubunun üzerinde durup her birini
tanımlayan elektrotlarla donatılm ış daracık bir tulum giymişti.
Sağındaki büyük bir ekranda, noktalardan meydana gelmiş bir
animasyon şekil her hareketini yansıtan elektrotların pozisyon­
larını gösteriyordu. Odada mat siyah renkte ses, işitsel ve djjital
video yakalama aygıtı vc bir dizi beyaz renkte optik bilgisayar
konsolu vardı.
Bilgisayar başındaki Carvelli bir duvardaki geniş ekrana, bir
kendi ekranına bakıyordu. "Koşu bandında yürüyebilir misiniz
lütfen. Papa Hazretleri?"
Virginia K night, "O na bu kadar yüklenmemiz şaıt mı?" diye
sordu. M onsenyör D iageo'nun yanında durmuş hazırlamış oldu­
ğu oksijen tüpünü kontrol ediyordu. "Solunum sistemi zayıf.
Zorlanm am ası gerek."
Carvelli başını kaldırıp özür diler gibi gülümsedi. "Anlıyorum
ama gerçekçi olması için her hareketi bilgisayara kaydetmeliyim."
Accosta yüzünü ekşitti: Alaska'ya geldiğinden beri acısı da­
ha da artmıştı. Oksijen maskesine uzanıp derin bir nefes aldı:
Tatlı, saf havayı hastalıklı ciğerlerine çekti. "Sakin ol Virginia.
Frank ne gerekiyorsa onu yapıyor sadece."
ı u CİF ER 185

Kniglıt iç geçirdi. "A cele etm eyin yeter ki. Rica ediyorum ."
Carvelli yanındaki bilyalı m ouse'u kullanarak yeni düzeltm e­
ler yaparken, "Bitirdik sayılır, zaten," dedi. "İhtiyacım ız olan
tüm yüz ifadelerini yakaladık. Kol hareketini son seferki gibi tek­
rar yapar mısınız lütfen?"
Accosta kendisine söylendiği gibi tüm hareket çeşitlerini
yaptı: Dirseklerini büktü, kollarını uzattı, her bir kasını çalıştırdı,
ardından parm aklarını oynattı.
"H arika, Papa H azretleri. Nasıl görüneceğine bakmak ister
misiniz?"
A ccosta bu teknolojinin H ollyw ood'da yarattığı harikaları
duymuş olsa da tıftlA en son halinin ne kadar gerçekçi görüne
ceğinden em in olam ıyordu. Carvelli geçen yazın en iyi gişe ya­
pan filmlerinin sanal oyuncular kullandıklarını vc izleyicilerin
onları gerçeklerinden ayıramadıklarını anlatmıştı. Film yıldızları­
na ö d en en , her geçen gün artan fahiş ücretler ve optik bilgisa­
yar teknolojisiyle mümkün kılınan kusursuz dijital efektler göz
önünde tutulduğunda sanal oyuncular artık geçerli bir alternatif.
Carvelli ekranındaki üç butona tıkladı ve saniyeler içinde bü­
yük ekrandaki anim asyon görüntü, üzerinde yalnızca iç çamaşı­
rı olan bir adama dönüştü. A ccosta bunun kendi vücudu oldu­
ğunu anlamıştı ama asıl üzerindeki kafanın netliğini görünce
gözleri fal taşı gibi açıldı. Ekrandaki adam oydu -sanki aynaya
bakıyormuş gibiydi.
"Gördüğünüz şey. Papa H azretleri, yaşa göre ayarlanmış fi­
ziksel genetik profilinizden alınmış birleşik bir görüntü -yeni ta­
m am ladığım hareket taramaları ve daha öne çektiğimiz dijital
fotoğraflarınız. Böylesi belirgin bir benzerliği yakalamamıza ola­
nak sağlayan da dÿital fotoğrafçılık. Yukarıda gördüğünüz yüz,
genetik yapınız ile milyarlarca piksellik yüksek çözünürlü, dijital
görüntünüzün bilgisayar ortam ında yaratılmış bir amalgamı.
Y önettiğim iz hareket egzersizleri görüntünün tüm yüz kaslarını­
za uymasını ve doğal davranmasını sağlıyor. Şimdi seyredin."
G ö zleri ekrana kilitlenen A ccosta ekrandaki görüntüsünün gi­
yindiğini gördü. Ayaklarında çoraplar belirmiş, sonra ayakkabılar
186 •1 I C • AE L C O R D Y

vc kırmızı cübbcsi, takkesi vc gerdanlığıyla biten kat kat giysile­


ri... Hatta görev yüzükleri bile parmaklarıudaydı.
"Bu inanılır gibi değil.” dedi.
Carvelli'nin gözlerinin içi gülüyordu. "Tüm saygımla söyle­
mek isterim ki Papa H azretleri, bunu çok daha etkileyici bula­
cağınızdan kuşkum yok." Bir düğm eye basıp odanın arka tara­
fında vızıldamaya başlayan yatay olarak yerleştirilmiş, bir m et­
relik, siyah mineli diskin üzerindeki küçük, kırmızı akım doğrul-
tucu lambayı yaktı. "İsınması biraz zam an alıyor."
Kırmızı yeşile döndü.
Derken pedin üzerinde bir görüntü belirdi; görüntü sanki g ö ­
rünmez bir el tarafından çiziliyormuş gibi bütün olarak çekilmiş
lazer çizgilerle yukarı doğru çıkıyordu. Bu seferki, ekrandaki g ö ­
rüntünün baştan aşağıya kızıl ihtişamına bürünmüş kopyasıydı.
Am a bu iki boyutlu bir ekran görüntüsü değildi: Bu gerçek bir
insandı. Sanki A ccosta donm uş, siyah diskin üzerinde duruyor­
du. Aynı kıyafetler içinde, kendi kendini onun yanında dikilirken
görse farkı kendisi bile söyleyebilir miydi, bilmiyordu.
Derken Carvelli yanındaki m onitöre dokundu.
Ve Accosta görüntüsünün canlanmasını izledi.
İlk olarak incelikleri fark etti: nefes alıp verm e, göğsün yavaş
yavaş inip kalkması, dudakların hafifçe aralanm ası... D erken
ağır göz kapakları kırpıştırıldı ve ağızda bir gülümseme belirdi.
Accosta kendini kopyasını taklit ederken bulunca çok şaşır­
dı; sanki kendisi aynadaki görüntüydü. Bu tıpkı yansımasına
bakmak gibiydi, ama hareketlerinin üzerinde herhangi bir d en e­
time sahip değildi. G örüntü ona doğru gelince A ccosta gayriih-
tiyarî geri çekildi.
Carvelli. “Görüntü holo-pedin sınırlan dışına çıkamaz," diye te­
minat verdi. “Bilgisayar operatörii nc derse onu yapar ama yalnız­
ca pedin üzerinde. Nc düşünüyorsunuz. Papa Hazretleri? G örün­
tünüzü beğendiniz mi? Sonuçta ebediyet uzun bir zam an demek."
Accosta ileri doğru yürüyüp elini uzattı; neredeyse hayalete
dokunacaktı; benzerlik onu hipnotize etmişti. Bu -esas itibariyle—
L 3C I [ER 18 7

oydıı. Ama bu vücut bulan şey, eriyip giden bedeninin yeniden


hayat bulan hali, asla bir hastalığa ya da ölüm e yenilm eyecekti.
"Evet," dedi iç geçirerek, "m em nunum ."
Sonra hologram birden hareket etti; A ccosta onun gülümse
yip önünde diz çökm esini seyretti.
Carvelli, "Onu kutsamak ister misiniz. Papa H azretleri?"
Accosta şaşkın şaşkın. "Evet," dedi ve ellerini uzatıp hayale
tin başının üzerine koydu, orada herhangi bir cisim bulamayın­
ca çok şaşırdı. "İyi ama konuşabilmesi lazım. Sesi ne olacak?"
TSesim dem ek istediniz herhalde?" dedi arkasındaki Knight.
A ccosta başını salladı.
Carvelli holo-pedin arkasındaki işitsel aygıt sırasını ve iki
m ikrofonu işaret ederek, "Bir sonraki planım ız da bu," dedi.
OTUZ DOKUZ

ÜÇ GÜN SONRA, 23.18


BEYAZ BÖLGE KANTİNİ

"Seni burada bulacağımı tahm in etm iştim . Miles. S on birkaç


gfındür iyi uyuyabiliyor musun?"
Miles başını Sezar salatasından kaldırıp S oam es'e bezgin
bezgin gülümsedi. "Yo. pek değil. A m a bunu yedikten sonra
odam da devrilip en az sekiz saat uyuyacağım." G e ç olmuştu.
T ripp ve Bukowski saatler önce odalarına çekilmişlerdi. N e re ­
deyse yem ek yiyem eyecek kadar yorgundu.
Soam es yanma oturdu. K endi tepsisinde bir kâse dolusu m ey­
ve, bir kum kola ve bir ekm ek vardı. Gelişmelerle ilgili Flem ing'le
hasbiha! etm eye pek hevesli bir hali vardı. "Ee, ne haber?"
"İyilik."
"W alter ve Felicia sana yardım cı oluyorlar mı?"
"Tabii." H atta Felicia bazen fazla yardım sever oluyordu.
"Walter bana manyetik optik diskleri tamamladığınızı söyledi."
"Sana ve Frank'e yarın için küçük bir de m o hazırladım ."
S oam es'in gözleri parladı. "Harika. İyi iş çıkartmışsın."
Flem ing gülümsedi. Sadece üç gün içinde kaydettikleri ilerle­
m eden m em nundu.
Flem ing'in şu an bulunduğu noktaya varması altmış saatten
fazla bir zam anını almıştı: Yalnızca yem ek yem ek ve birkaç sa­
at kestirmek için durmuşlardı. Düşündüğü gibi bem beyaz, krom
189

laboratuvardaki donanım harikaydı. N ö ro Ç e v irm e n de Barley


H a ird a geliştirdiği p ro to tip te n çok daha iyi. S oam es sözünü tut­
muş ve Barley H all'un veri tabanından dosyalarını indirmişti.
Başında D üşünm e Başlığıyla saatlerce m ankenin ön ü n d e, en
basit işleri bile tayin eden karmaşık sinirsel sinyalleri doğru bir
şekilde çözm esi için N ö ro Ç e v irm e n 'i ayar etm eye çalışmıştı. C i­
hazın göz hareketleri yorum una ince ayar yapm ak bile allı saat­
lerini almıştı.
Bu ilk düzeltm eler başarılı bir şekilde tam am landıktan sonra
diğer vücut hareketleri de hem en arkasından geldi. G erekli
ayarlar sapıldıktan sonra bu N ö ro Ç e v irm e n öyle hızlı hale gel­
di ki düşünceyle eylem arasında zam an farkı kalmadı. Kasını
kaldırmayı aklından geçirse m anken de aynını yapıyordu. Katık
sız soyut düşünce dünyası için kusursuzdu.
Yine de hareket kontrolü, düşünce yoluyla konuşmayı y o ­
rumlama gibi daha meşakkatli bir işe oranla kolay bir başlangıç
olmuştu. Yine en baştan başlamış, tem el sözcük dağarcığını
g özden geçirm iş, acil sorunları em irlerini titizlikle yerine getiren
T rip p ve Bukowski'ye bildirmişti. Bilgisayarın sinirsel ağı alana
kadar ağır ağır kelime dağarcığını zenginleştirm işti.
O akşam erken saatlerde T rip p ve Bukowski istirahata çeki­
lince Flem ing Düşünme Başlığını takıp son bir kontrol için N ö ­
ro Ç ev irm e n 'i çalıştırmıştı. Ekranı aşağı yukarı kaydırırken m o­
nitörde yükselen standart beyin dalgalarını fark etti: alfa dalga
lan, mu dalgaları, the ta, beta dalgalan ve diğerleri. H er şey yo
kında gibiydi. K aydedilen dalga boylarının hepsi karşısındaydı.
Biri hariç.
N ö ro Ç e v irm e n geliştirildiğine vc artık çalışır durumda oklu­
ğuna göre Flem ing Barley Hall dosyalarından A m ber G ran t'in ,
benzersiz dalga boyuyla birlikle sinirsel taram asını indirebilirdi.
O bunu yapıp N o ro Ç e v irm e n 'in yanma d ö n en e kadar ekranın
en üst kısmında, diğer dalga boylarının yüksek m egahertzli
bantlarının üzerinde süzülerek yükselen yeni bir çizgi belirmişti.
Ruh dalga boyunu incelem eye başlayalı birkaç saat olmuştu ve
o şim diden kaçınılmaz bir sonuca varmıştı.
*90 KI CH A KL C O R J T

Soarncs, "Nasılsın?" diye sordu.


"Yorgunluktan ölüyorum ."
"N ö ro Ç ev irm en 'i kastetmiştim."
"Ç ok iyi. Yann görürsün."
Birkaç dakika sessizce oturdular: Flem ing salatasını yiyor,
Soam es kolasını içip m eyvelerinden atıştırıyordu.
D erken Soaıııes, "Şu senin nılı dalga boyundan 11c lıaber?"
diye sordu. "D iğerlerine de bahsettim; ağızlan açık kaldı. İlgile -
necek İnsafın olm adı mı daha?
Fleming kaşlannı çatlı. Ruh dalga boyundan yalnızca So-
am es'e söz etmişti ve diğerlerini işin içine kalıp kalm am ak ko
nusunda pek em in değildi.
Soam es bunu yüz ifadesinden anlamıştı. "Yardım etm ek isti­
yorlar. Burada dostlar arasmdasın. Carvelli zeki bir adamdır;
W alter ve Felicia da aptal sayılmaz. Fikirlerini sınamak için biz
leri kullan. Biz bunun içi buradayız."
Fleming rahatlamıştı: Endişelerini paylaşmak ve onlann kolek­
tif zekâsını ve deneyimlerini kullanmak iyi olurdu. "Teşekkürler."
"Ec, ilgilenecek fırsatın oldu 111u?"
"Biraz. D aha erken am a şimdiden çö zm em gereken iki
önem li sorun var."
"A nlatm ak ister misin?"
Flem ing bunu yapam ayacak kadar yorgundu. "Fikrini almak
isterim. G erçek ten am a şimdi değil." M asadan kalktı. "Kusura
bakma am a ayakta uyuyorum. D evrilip yatacağım . Yarın konuş
sak, dem odan sonra."
"Tabii ki." Soam es ayağa kalkıp elini F lem ing'in om zuna
koydu. "Biraz uyu. Miles. Yarın büyük bir gfın olacak gibi."

o ÖKÇENİN İLERLEYEN SAATLERİN D E

Soyunup yatağa giren Flem ing başını yastığa koyar koymaz


uyumuştu.
!91

A m a saatler sonra, A m ber G rant Flem ing'in R ob ve Jake'i


gördüğü rüyalarına dadanmıştı. Kulağına bir şeyler fısıldıyor, uy
luğunu okşuyordu; dokunuşları öylesine hafif öylesine hisliydi ki
tüyleri diken dikeıı olmuştu. Soğuk parm aklan kasıklarına doğ
ru inmiş, Flem ing ereksiyon olana kadar nazikçe ovuşturmuştu.
Ü zerindeki örtü açılıp biri, yanm a yatınca serin gece havası
nı teninde hissetti. Yumuşak bir beden kendini onunkine yapış­
tırmış; sıcak, tatlı bir nefes yanaklarını ısıtmış ve ısrarcı parm ak
lar hareketlerini hızlandırmıştı.
Sıcak nefesin boynuna, sonra göğsüne daha sonra da kamı
na doğru indiğini hissedip uykusunda inledi. Sertleşen penisinin
etrafında daireler çizen parm akların hareketi yavaşlayıp tüy gi­
bi hafif, muzip bir okşam aya dönüşürken, bir dil nefes kesen bir
an boyunca kam ında gezinmişti. H islerine teslim olmuş, boşal­
m aya can atıyordu. Dil aşağılara doğru inerken o da bilinçsizce
kalçalarını sıkmış kasıklarını yukarı doğru ittiriyordu.
Yakıp kavuran ağız onu içine alınca irkilerek uyarılan Fle­
m ing, "A m ber," diye inledi. D erken b ira n d a bunun bir rüya ol
m adiğinin farkına vardı.
Ve onun da A m b er olm adığının.
"N eler oluyor böyle?"
Felicia Bukowski'nin başı H em in g 'e doğnı yavaş yavaş inip
kalkarken san saçları çalar saatin ışığında parlıyordu. Başını kal­
dırınca soluk renkli irisleri metalik diskler gibi panldadı. İçgüdü
leri ona devam etm esine izin verm esini söylüyordu ama bir şey
1er onu uzanıp Bukovvski'yi durdurmaya zorladı. “H ayır, hayır.
Dur. Kusura bakma ama bu yanlış."
O nu neden durdurduğundan em in değildi ama durdurması
gerektiğinden em indi. Belki de sebep panldayaıı gözlerinde
gördüğü şeydi: G özlerinde yanıp sönen o bariz zafer panltısı
onu korkutmuştu; ona boyun eğerse kendini tahm in bile ede
m eyeceği kadar teslim etmiş olacaktı.
Yine de bu m ecburiyetin daha çok. ihanetle ilgisi olduğun­
dan da şüphelenm iyor değildi. Bu mantıksızdı, özellikle de birine
192 v i c k a e ; c o k d y

bağlanmaya inanm ayan biri için; am a Flem ing birden A m ber


G ran t'e karşı tuhaf bir bağlılık hissettiğini fark etti. Bu öylesine
güçlü bir lıisti ki onunla durumları bir netlik kazanmadan bir
başkasıyla yakınlaşması ihanetle eş değerdi.
Felicia'nın bakışları sertleşti arııa Fleming o bakışlarda incin­
diğine dair bir şey görm edi; yalnızca hayal kırıklığı ve öfke... Bir
şey söylem eden, sanki kararlüığını test eder gibi onu birkaç sani­
ye daha bırakmayıp sımsıkı futtu, sonra da kalkıp giyindi ve gitti.
O gittikten sonra karanlıkta uzanıp çarpan kalbini dinledi.
Onca yorgunluğuna rağmen biliyordu ki uyku arlık ona haramdı.

Birkaç yüz metre ötedeki siyah bölgede, onun varlığından


habersiz olan A m ber Grant de uyuyamıyordu.
Son birkaç gün içinde gücünü toplamış nöbetçileri gözlemli
yordu: O nu ne zam an kontrol ediyorlar, ne zam an yem eğini ge
t iriyorlar, ne zam an gelip boşları alıyorlar, hepsini bir bir not ah
yordu. Davranış kalıplarını inceliyor, seyrediyor ve. bekliyordu.
Kaçışını tasarlıyordu.
KIRK

ertesi g ü n

KIRMIZI BÖLGE

W alter T ripp ve Felicia Bukowski kırmızı bölge laboratuvarında­


ki uygulamaya katılmıştı. Flem ing Bukowski'nin davetsiz ziyare­
tinden Soam es'e bahsetm eyi düşünmüştü (Odasına nasıl girmiş­
ti?) ama nasılsa bir şey çıkmaz diye söylememişti. H em şimdi,
gün ışığında, kendi kendini neredeyse hiçbir şey olmadığına
inandırmıştı. Eğer o bir şey söylemezse Felicia'nm da söylem e­
yeceğinden emindi. Bu durumun iş ilişkilerini bozmamasını umu­
yordu. Şimdiye kadar, fark edilebilir ilgisizliği bir yana, Felicia'nın
hiçbir şey olm am ış gibi davrandığını g ö rm ek onu rahatlatmıştı.
M anken sağ kolunu uzatırken Soam es, "Bu harika," dedi.
Kımıltısız ve sessiz duruşu gösteren Flem ing zihinsel olarak
m ankene ulaşıp gözlerden başlayıp aşağıya doğru devam ed e­
rek om uzlarını dikleştirmiş, kollarını uzatmış, belini ve dizlerini
bükmüş ve son olarak da parm aklarını kımıldatmıştı.
Frank Carvelli oturduğu yerden sırıtarak, "Tüm bunları dü­
şünce gücüyle ıııi yapıyorsun?" dedi.
"Yardımlar sayesinde, evet," dedi Flem ing, N ö ro Ç ev ir-
m en'in yanındaki T rip p ve Bukowski'yi kastederek. T rip p gü­
lümsedi. Bukowski bakışlarını yere indirdi.
"M anken gibi ekrandaki görüntüleri de kontrol edebilir mi?"
194 U I C » ft E I COR OY

'Tabii ki. H angi aracı isterseniz onu kontrol edebilir. Man­


ken en zor olanı. Ekran ya da bilgisayar ortam ında *yaratılmış
görüntüler çok daha kolay.”
Soam es, "Peki ya konuşturma?" diye sordu.
"G östereyim ." Soam es gibi zeki olduğu kadar hevesli olan
bir adamı etkilem ek bir m eydan okumaydı. "Dudak hareketleri
çok kaba olduğu için konuşması pek inandırıcı değil, ama yine
de kelimelerin ağzından çıkmasını sağlayabilirim. Harika görün­
m üyor ama söylediklerini kafasındaki hoparlörden duyacaksı­
nız. Ne söylemesini islersiniz?"
Soam es Fem ing'e m uhtem elen böylesi bir olasılık için hazır
elliği daktilo edilmiş bir m etin uzattı: İncirden bir parçaydı. "Ba
na uygun göründü," eledi. "Yaradılış. Böyle bir şey için."
Fleming iletişim m odunun aktif olduğundan em in olm ak için
N o ro Ç ev irm en 'in üstündeki ekrana vurdu. Sonra Soam es'in
metnini alıp içinden ilk satırı okudu. Bilgisayar düşüncelerini ek­
ran m etnine çevirirken kelimelerin anında ekranda belirdiğini
gördü. Derken manken konuşur gibi oldu. Daha doğrusu keli­
meler yumuşak lateks kafasına yerleştirilmiş hoparlörden çık­
maya başladı.
'T an n ışık olsun dedi vc ışık oldu. Tanrı ışığın iyi olduğunu
gördü ve onu karanlıktan ayırdı. Işığa G ündüz karanlığa G ece
adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ilk gün oluştu."
"Şahane," dedi Carvelli. G erçekten etkilenmişe benziyordu.
Aynı şekilde iki denem enin ardından Soam es tatm inkâr bir
ifadeyle başını salladı. "Ruh dalga boyundan ne haber?" diye
sordu. "Artık ondan bahsetm ek istiyor musun?"
Fleming beklenti dolu yüzlere baktı. "Elbette. Biraz daha in-
cclcm ck gerek ama ağabeyimin ölüm ünden vc A m ber G rant'in
Barley Hall'daki ikametinden elde edilen verilere bakarsak bir­
kaç aşikâr sorun var."
"N e gibi?" diye sordu Carvelli.
"Bradley'yle San Fransisko'da ilk karşılaşmamızda bahsetti­
ğim gibi ruh dalga boyunun öbür dünyanın varlığına ya da öteki
L 3 C I F I • 195

tarafla bağlantı kurulacağına dair bir kanıt teşkil etm ediğini gös­
term ek için bunun aksini ispat etm eye çalışıyorum. Vc ruh dal­
ga boyunun ölüm anında N ö ro Ç e v irm e n tarafından aıılık olarak
rastgele bulunmuş cansız bir sinyal olmadığını kanıtlamak için
ruha kilitlenmenin bir yolunu bularak ölüm den sonra onunla
bağlantımı devam ettirm em yani mh dalga boyunu süresiz ola­
rak açık tutm am gerek. Bu ilk problem -ruhu ölüm den sonra iz­
leyerek varlığını kanıtlamak. Sırası gelmişken bu kilitlenme fre­
kansını A m ber O rant olm adan bulmak için sayısız insan üzerin­
de tam ölüm anında deney yapm am ız gerek ki bu da saçma ve.
eliğe aykırı olacaktır."
Soam es duraksamadan, "Ya ikinci sorun?" diye sordu.
Diyelim ki ölmekte olan bir insanın ruhuna kilitlendim ve
öteki dünyanın varlığını kanıtladım. Yine de çoktan ölmüş olan
bir insanın -ağabeyim gibi- ruhuyla bağlantı kuramam. D aha iyi
bir yol olm adığından bunun için belirli bir nıhu çağırm am ı sağ­
layacak bir çeşit tanıtıcıya ihtiyacım var -benzersiz bir adrese."
Soam es çenesini okşayıp, "Pekâlâ," dedi, "yani kilitlenebilir­
sen vc belli nıhlan çağırabilirsen vc N ö ro Ç e v irm e n ile nıh dal­
ga boyunu kullanarak onlarla iletişim kurabilirsen var oldukları­
nı kanıtlayabileceğini düşünüyorsun, öyle mi?"
Fleming yalnızca kafasında evirip çevirdiği düşünceleri S o ­
am es'in böyle çarçabuk idrak etm esinden etkilenmişti. "Ya da
olmadıklarını, bu ne bulacağıma bağlı. Bu yüzden de A m bcr'a
ihtiyacım var. O nun şu çılgın ölüm rüyalarım -nörolojik olarak
gerçekten öldüğü rüyaları- inceleyerek ya öteki tarafla bağlantı
kurmak için bir kilitlenme frekansı bulurum ya da um arım , da
ha akla uygun bir açıklam a..."
Carvelli kaşlarını çattı. "Ya şu çoktan ölmüş olanların ruhla­
rını tanım a ve çağırma olayı?"
Fleming gülümsedi. "Zam anı gclincc düşününün, ö te k i dün­
ya diye bir şey olduğuna dair bir kanıt bulamamayı umuyorum.
O yüzden de ruhlan çağırm a olayı akademik bir meraktan baş­
ka bir şey olmayacak."
196 UI C HA KL CORBY

Soam es, "Yani şimdi A m ber olm adan daha ileri gidem eye­
ceğini mi söylüyorsun?" diye sordu.
"Evet," dedi Fleming. "Kabaca bir şeyler yapabilirim, ama
A m ber olm adan bir şey kanıtlayamam."
Soam es düşünceli düşünceli kaşlarını çatarak, "Tam am ," dedi.
"Kulağa mantıklı geliyor. Bu durumda ben A rnbcr'la bağlantı
kurmaya çalışırken sen de biraz dinlen derim ."
KIRK BİR

BİR SAAT SONRA


SİYAH BÖLGE, TOPLANTI SALONU

Soam es muzaffer bir sırıtışla, "Test bu gece yapılacak," dedi.


Kniglıt toplantı masasındaki yerinden ona doğru döndü. "Bu
kadar çabuk mu?"
Yanındaki Carvelli, "O nu gördüm ," diye doğruladı.
Soames başını salladı. "N ö ro Ç ev irm en orada, tüm ayarlan
yapılmış, nıh yakalama donanımıyla birleştirilebilmesi için gerek
li tüm iletişim tadilatlan tamamlanmış halde. G itm eye hazınz."
"Bu gece mi?" dedi A ccosta; hâlâ inanam ıyordu. O hayatı­
nın sonuna yaklaşırken projenin ilerleyişi hızlanmış gibiydi -san­
ki Tanrı onu hızlandınyordu. M onsenyör D iageo'nun yanındaki
yerinden çift taraflı cam dan laboratuvara doğru baktı. İki görev­
li yatağı ve cam küreyi hazırlıyordu.
Soam es, "Bu g ec e," diye doğnıladı. K night'a döndü. "Ba­
kımevlerinde n test adayım ız var mı?"
Knight tereddüt etti. "A m ber'dan bu yana term inal d ö n em ­
deki denekleri toplam aya ara verdik," dedi. "Bildiğiniz gibi ter­
minal dönem deki bir hasta yeşil bölgedeki yaşam destek bölm e­
sinde, am a o buraya farklı bir nedenden dolayı getirildi."
Soam es, "Am a aday olmaması için bir neden yok, değil
mi?" diye üsteledi. 'Y ani, hepsine olmasa da genel kıstaslara en
uygun kişi o, değil mi?"
U IC * A E I CORDY

Knight gönülsüzce kafasını salladı. "Evet, öyle sanınm ,


am a..."
"Amalar için vaktimiz yok Virginia. Onu kullanacağız."
A ccosta, "Bunu ne zaman yapabiliriz?" diye sordu.
Soam es saatine baktı. "T ripp vc Bukovvski altı saat içinde
hazır olacak."
Altt saat. Accosta acilen uıobil oksijen tüpüne uzanma ihti­
yacı hissetti. Yazgısı bu deneye bağlıydı vc eğer deney başarılı
olursa gelecek garanti altına alınmış olacaktı. O güne dek uğraş­
tığı her şeyin, verilen her kurbanın ve aldığı her insafsız kararın
bir anlamı olacaktı. Rüyalarının gerçekleşmesine çok az kalmış
tı, ama bu aynı zam anda katlanılamaz bir şeydi. G eçm işte yaşa
dığı onca hayal kırıklığı şu anki kaygılarıyla karşılaştırıldığında
önem siz geliyordu. K eder stoacı kabullenişten çok daha fazlası
nı gerektirm iyordu. Ü m it ise tüm o insana eziyet eden vaatleriy
le çok daha insafsızdı.
Sakinleşip Soam es'e döndü. Bilim adamı bir kez daha dedi­
ğini yapmış, Eleming'i davalarına dahil etmiş ve İngiliz'in ruhu
bile duymamıştı. Tüm şüphelerine rağmen Soam es'in söz ver­
diği her şeyi yerine getirdiğini kabul etmeliydi. "İyi iş çıkarttın,
Bradley. Teşekkür ederim ."
"Bana şimdi teşekkür etm eyin. Papa H azretleri. D eney bite­
ne kadar bekleyin. G erçi ben sonuçtan em inim ."
Accosta Carvclli'yc döndü. "İşe yararsa ne olacak?"
G öm leğinin kollarını kıvıran Carvelli masaya doğru eğildi.
"Şey, Papa H azretleri, tüm çoklu ortam ekipm anı Kızıl G em i'd e
hazır bekliyor. Katedral için yapılan planlan vc tertipleri gördü­
nüz, kamerada maksimum etki yapacaklar. Olaya bizzat katıla­
cakların oturma düzenleri gördükleri şeyin gerçekliğini doğrula­
yacak kadar yakın olacak."
A ccosta cebinden beyaz mendilini çıkartırken, NPeki ya diğer
ekipmanlar?" diye sordu.
"O mesele değil. Ruh yakalama donanım ının eşlerinin ç o ­
ğunu Kızıl G em i'y e götürdük. Bu deney başarılı olursa, her şey
LUC I C E a 199

bittiğinde bu iş için görevlendirilm iş nakliye uçağı diğer cihazla­


rı taşıyacak."
A ccosta hırıltıyla soluyup m endiline öksürdü ve üzerindeki
kanlı muhtevaya bakmadan mendili avucunun içinde kıvırdı.
M onsenyör D iacgo tek kelime etm ed en eğildi, mendili aldı vc
ona yeni bir tane verdi. Accosta gülümseyerek teşekkür etti ve
Carvelli'ye döndü. "D eney başardı olursa ne kadar sürede olayı
gerçekleştircbiliriz."
"Otuz altı saatte."
"O kadar hızlı mı? Peki ya tanıtım . Ruhun Hakikati G ü ­
nünün mümkün olduğunca çok insan taraftndan görülmesi çok
önem li."
Carvelli gülümseyip manikürlü ellerinden birini doğal olm a­
yacak kadar siyah saçlarına götürdü. "Bana güvenin. Papa H az­
retleri: Reklam mesele değil. Sağlık durumunuzdaki belirsizlik
yüzünden size zaten m uazzam bir ilgi var -ilgi gösterenler sade­
ce müritleriniz de değil üstelik M edyadaki bağlantılarım bir ba­
sın açıklaması bekliyor. D eneyin başarılı olacağını anladığımız
an olayı duyuracağım."
Sustu. "Emin olun. Papa H azretleri: Nasıl olmasını istiyorsa­
nız öyle olacak. Tarihteki en büyük medya olayı. İnsanlar Ruh
Hakikati G üııü'nün ne olduğunu öğrendiklerinde -h e r kim olur­
sa olsunlar ya da neye inanırsa inansınlar- kimsenin bu olayı
kaçıracağını sanmıyorum.
KIRK İKİ

BEYAZ BÖLGE

Uyuyam ıyordu. Yatağına uzanm ış yatan Flem ing'in yorgunluk­


tan gözlerine iğneler batıyor, başı ağrıyordu; am a endişelerini
bir türlü yatıştıramıyordu. B anyo vc erken yenen bir akşam y e­
m eğinin ardından sızıp kalmıştı am a uyandığında daha da hu­
zursuzdu. Saat gecenin onuydu ve San Fransisko'dan geldiğin­
den beri doğru dfıriist bir gece bile uyumamasına rağm en şim­
di gözüne uyku girmiyordu.
A m ber olm adan daha ileri gidem ezdi, am a aldı hâlâ N ö r o ­
Ç evirm en'de gördüğü verilerdeydi. Belki de bir şeyleri atlamış­
tı; nılı dalga boyunun, düşündüğü ve olmasını istediği gibi, ge­
çici bir anom aliden başka bir şey olm adığını açıklamasına yar­
dım cı olacak ufak bir özelliğini gözden kaçırmıştı.
Düşündükçe kanıtlamak niyetinde olduğu şey lıakkıudaki
gerçeği daha iyi anlıyordu. Zihnin ölmesi anlık bir şeydi -çiy
damlalarının sabah güneşinde ılık havaya karışıp kaybolmadan
evvel buharlaşması gibi. R ob'un öldükten sonra duyduğu korku­
dan kaynaklanan sözleri bu buharlaşmadan bir parça farklıydı,
yaşamdan hiçliğe sıkıntılı bir geçişten başka bir anlam ı yoktu.
Bundan em in olabilse Rob için duyduğu endişeleri kafasından
atıp tertem iz bir vicdanla Jake'in yanına dönebilecekti.
K endine tekrar rahatlamasını söyledi. S oam es A m ber'la
bağlantı kurana kadar yapabileceği bir şey yoktu. Ne var ki
IÜ CİF-ER 201

yatakta defalarca d ö n ü p durm uş, kendi kendine uyumasını söy­


lemiş am a yapam am ıştı. Z ihni ona rahat verm iyordu; hem sa­
dece Rob konusunda da değil.
Bukovvski'yi düşündü, dışarıdan gelen seslere kulak kabarttı,
sonra yine A m ber'ı düşünmeye başladı -tedavi edilmesi gereken
bir hasta, R ob'un hıızıır bulmasını sağlayacak kilit isim ve çekici
bir kadın- sonra da R ob’u N ö ro Ç e v irm e n 'i ve ruh dalga boyunu.
D erin bir nefes alıp zihnini tem izlem eye çalıştı: İyi bir gece
uykusunun ardından her şey yerli yerine oturacaktı.
"Allah kahretsin." D oğruldu. Burada böyle yatıp bir o tarafa
bir bu tarafa d önm enin âlem i yoktu. A cı bir deneyim ona uyku­
suzluğun en iyi ilacının ço k çalışmak olduğunu öğretm işti; ya so
nınunu halledecek ya da halledem eyeceğine ikna olacaktı.
Ü zerine kot p an to lo n vc bir V cnT cc tişörtü geçirip ayakka­
bılarını giydi ve odadan çıktı. K oridorlar boştu, ışıklar da her za­
m ankinden daha düşük voltta yanıyordu. Yürürken ses çıkar
m am aya özen göstererek ikam ete ayrılmış alandan çıkıp resto­
ran ve sinemayı geçti, sola dön ü p yeşil alana doğru ilerledi, son­
ra da kırmızı bölge asansörünün önündeki kare şeklindeki ala­
na vardı. N ö ro Ç e v irm e n verisini yeniden analiz ederek ne bul­
mayı um duğunu bilm iyordu am a hiçbir şey yapm am aktan iyiy­
di. Diski alm ak için elini cebine soktuğu sırada bir ses vc ardın­
dan gelen gürültüler duydu. O arada asansörün kapısı açıldı. İç­
güdüsel olarak duvarın arkasına geçti.
T rip p 'in iki görevliye, "Dikkat edin," dediğini duydu. Ç e k ç e ­
ğin üzerinde götürdükleri cihazı tanımıştı. G ecen in bu vakti N ö ­
ro Ç e v irm e n 'i neden götürüyorlardı ki?
N eredeyse T rip p 'in karşısına çıkıp soracaktı ki dolam baçlı
koridordan siyah bölgeye doğru gittiklerini görünce kendine ha
kim oldu. M eraklı doğasına rağm en N ö ro Ç e v irm e n 'i kullanıma
hazır hale getirm ekle o kadar meşguldü ki gizemli siyah bölge­
ye kafa yorm aya vakit bulamamıştı. A m a şimdi merakı uyan­
mıştı ve sorularının yanıtlarını duym ak için sabırsızlanıyordu.
O nlar köşeyi dönüp g özden kaybolana kadar bekledi, sonra
da gölgelerin arasından çıkıp peşlerine takıldı.
202 U I C 4 A E L CO ROY

Loş ışıklı koridorda gizlicc ilerlerken bu ıssız dağda yapayal­


nız olduğu ve burada olduğundan da kimseciklerin haberi olm a­
dığı kafasına dank etti. Ne ailesi ne Barley H all, hiç kim se...
Kalbi göğsünde daha da hızlı çarpm aya başladı.
Biraz ilerisindeki T ripp fısıltıyla, "H adi," dedi. "Dr. Soam es
bekliyor."
Flem ing duvara yapışık vaziyette kıvnlan duvarların etrafından
onları gözetlerken T ripp'in siyah bölge kapısının giriş yuvasına
bir disk yerleştirdiğini gördü. Kapı tıslayarak açüdı ve üç adanı
çekçekle birlikte; kapıdan içeri girdi. Onlar gözden kaybolduktan
sonra Fleming bir sure daha açık duran kapıya koştu ama vardı
ğında kapı yine, tıslayarak kapandı. Umutsuzca kendi diskini yu­
vaya yerleştirdi ama tanıtıcının yanındaki ışık kırmızıydı.
"Kahretsin," deyip tekrar gölgelerin arasına çekildi. Şimdi
ne yapacaktı?

Dakikalar önce, siyah bölgedeki korumalı süitindeki A m ber


da huzursuzdu. O nu kollamakla görevli erkek nöbetçinin sabit
bir şeması var gibiydi. H e r akşam saat altıda yem eğini getiriyor,
sonra da on birden önce bir ara gelip hafifçe kapısını tıklatıyor.
A m ber cevap verirse içeri girip tepsiyi alıyor, cevap vermezse
sabaha kadar bekliyordu.
Bütün gün bir silah bulmaya çalışmıştı am a bu sade odadaki
her şey ya yere sabitlenmişti ya da zaten zararsızdı. D erken gi­
dip banyodaki havluluğun vidalarını söküp içi boş krom boruyu
yerinden çıkaıttı.
Yem eği geldikten sonra gerginliğini bastırmaya çalışıp yiye ­
bildiği kadar yedi ve yatağına sanki içinde uyuyormuş görüntü­
sü vererek boş tepsiyi yatağın yanına koydu. Sonra da banyoya
çekildi; krom boruyu beyzbol sopası gibi elinde tutuyordu.
Loş ışıkta beklemeye koyuldu, başı tıraşlı yansıması aynadan
ona bakıyordu. Saatine her baktığında yalnızca birkaç dakika­
nın geçtiğini görüyordu. D erken, tam görevlinin gelm eyeceğini
düşünmüştü ki kapının vurulduğunu duydu.
"Bitirdim," dedi.
L UC IF CI 203

Kilidin sesini duydu ve kapı açıldı, ö n c e koridordaki loş ışık


içeri süzüldü, arkasından da nöbelçi. Bir an için cesaretini kay­
betti, soğukkanlılıkla ona vuramazdı artık. Sonra kaçırılması gel­
di aklına, sonrasında çektikleri ve boruyu daha sıkı kavradı.
A d am , arkası banyoya dönük, yatağa doğru yürürken. "Ba­
lığı beğendin mi?" diye sordu. A m b er arkasına geçip boruyu var
gücüyle kafasına indirdi. Boru ilk vuruşta eğritincc A m ber bir ta­
ne daha indirdi.
A dam ın inleyip yere düşmesini seyrederken, "Pek sayıl
m az," dedi.
tki dakika içinde adamı yatağa yatırm ış, yastık kılıflarından
biriyle ağzını tıkamış diğeriyle de ellerini arkasından bağlamıştı.
Sonra örtülerle adam ın üzerini örttü, siyah giriş diskini alıp al­
madığını kontrol etti ve odadan çıktı; kaçtığının anlaşılmasının
birkaç saat sürm esini um uyordu.
K urum dan çıkmasını sağlayacak gerçek bir planı yoktu. D ağ­
dan kurtulmanın, bir helikoptere el koym anın haricinde yolu
yoktu -dağın ne denli ıssız olduğunun o da farkındaydı. Tıraşlı
kafası görüntüsünü öyle değiştirmişti ki o n u tanıyacak birisinin
çıkacağını sanm ıyordu, gerçi beyaz bölgeclekileri kaçırılmasıyla
ilgili alarm a geçirse bile kaçmasına yardım edeceklerinden pek
em in değildi. Burası Soam es krallığıydı. Buradaki insanlar her
şey için ona bel bağlamıştı. T ek ümidi iletişim odalarından birin
de bir uydu telefonu bulup dışarıdan bililerini arayabilmekti. G ü ­
vendiği bililerini: P ete Riga Baba gibi.
K oridorda siyah bölge çıkışını gösteren işaretleri takip etti.
D erken sesler duydu. Bekledi. Üç adam bir çekçeğin üzerinde­
ki bir cihazla ona doğru yaklaşıyordu. Şansına adam lar sağa,
ana laboratuvara döndüler. Duvarlara yapışıp başka ses var mı
diye can kulağıyla dinleyerek nihayet çıkış kapısına vardı. N ö ­
betçinin diskini yerleştirdi. Kapı açıldı. K oridora çıktı. Sol tarafı
işaret ed en beyaz okları mı takip etse yoksa sağa mı dönse ka­
rar verm eye çalıştı.
D erken bir adam gölgelerin arasından çıkıp ismini fısıldadı.
204 11 I C H i [ l C O a D T

Flem ing başı tıraşlı figürü ilk başta tanım am ıştı. G özlerini g ö ­
rene kadar. Bu gözleri her yerde tanırdı. A m ber da o nun kadar
şaşırmış gibiydi. G özlerini ayırm adan birbirlerine baktılar; ne
yapm alan gerektiğinden em in olam ıyorlardı.
A m b er sıkılı dişlerinin arasından. "Sen burada ne halt ed i­
yorsun?" dedi.
"Bradley Soam es'in benim N ö ro Ç c v irm c n 'im ic ne yaptığını
öğrenm ek için içeri girm eye çalışıyorum. Peki ya sen burada ne
yapıyorsun?"
"Dışarı çıkmaya çalışıyorum."
Flem ing neden diye sorm aya ftrsat bulam adan solunda ayak
sesleri duydu. U zanıp A m b er'ı kendine doğru çekerek onunla
birlikte tekrar karanlık oyuğa çekildi. Soluk alıp verişini duyabi­
liyor, kalp atışlarını hissedebiliyordu. Yeşil bölge tarafından o n ­
lara doğru gelen üç figüre baktı. Bu defa B ukow skiyi tanımıştı,
yanında duran A m ber'ın gerginliğinden onun da Bukowski'yi
tanıdığını anlamıştı. Bukovvski tekerlekli bir sedyeyi iten iki ada­
mın yanında yürüyordu. Sedyenin üzerinde beyaz bir tabut vardı.
A dam lardan birinin ayağı kayınca tabut duvara çarptı.
Bukovvski. "Yavaş." dedi Asıltıyla; güldü gülecek gibiydi.
"M oruk daha ölm edi; biz lıazırlanm adan nallan dikm esin."
Bukovvski siyah bölgenin kapısını açtı. Flem ing'in ağzı kuıu
muştu.
Tabutun üzerine işlenmiş deseni tanımıştı: haç şeklindeki d i­
reğiyle Kızıl G em i'n in temsilî resmi. L oş ışıkla bile üzerindeki
yazıyı okuyabiliyordu: Ruh Hakikati Bakımevi.

O anda, hususi logo lu tabutun tekerlekli sedye üzerinde si­


yah bölgeye götııriilüşünü seyreden A m ber'ın kaçmayla ilgili
tüm düşünceleri kayboluverin işti. T ek istediği m idesine doğru
yayılan iğrenç korkuyu bastırmaktı.
Bu olm azdı. Olam azdı işte.
Akıllı diski sımsıkı kavrayıp koridora çıktı vc tekrar siyah böl­
geye yöneldi. Miles da sessizce onu izledi.
KIRK ÜÇ

SİYAH BOLQE, TOPLANTI SALONU

Kurtlar sanki Bradley S o am cs'c g ö rü n m ez bir bağla bağlıydılar;


dilleri gevşem iş ağızlarından sarkmış, gözlerini m asanın altına
dikmişlerdi; toplantı masasının baş tarafındaki sandalyesinin ya­
nında duruyorlardı; korkutucu, derin ve dokunulmazdılar. S o ­
am es ara sıra elini m asanın altına uzatıyor kurtlar da ondan bir
şeyler alıyorlardı.
A ccosta da dahil odadaki diğer insanlar m asanın diğer ucun­
da oturuyorlardı. Ç o ğ u kurtlardan korkuyordu. A ccosta ise o n ­
lardan nefret ediyordu. O nlarda putperestliği, hatta kâfirliği
çağrıştıran bir şeyler vardı. Sandalyesinden kalkıp D iag eo 'n u n
kuvvetli kolundan güç alarak çift taraflı aynaya doğru yürüdü.
Beyaz tabut laboratuvardaki m uayene yatağının yanındaki te ­
kerlekli sedyenin üzerindeydi. C esedin çıkartılması için kapağı­
nın açılmasını seyretm ek, tüm o serumlar, oksijen maskeleri vc
diğer yaşam destek sistem leri onu üzmüştü. A m a bu gerekli ci
nayctlcrin sonuııcusuydu. O nun kendini kurban etm esinden ö n ­
ceki son kurban.
Soam es içinde titreşen bir küre vc tepesinde de bir bilgisa­
yar m o n itö rü olan yarı saydam mavi küpü göstererek, " N ö ro -
Ç c v irm c n 'i görüyor musunuz, Papa H azretleri?" dedi. "M odifi-
ye edilm iş kızıl ötesi iletişim kapılan sayesinde baş küresinin, d e ­
neğin kendine özel ruh barkodunu kaydeden foton-dedektör ek­
ranına bağlanabiliyor." Laboratuvardaki yatağın ayağını işaret
206 U I C M F I C o n o r

etli, yanıp sönen dört adet kolon lambayı gösteren siyah kutu­
yu. "Ve A m ber'dan elde ettiğim iz kilitleme sinyalini ayarlayınca
iletişim hattını süresiz olarak açık tutabileceğiz. Bu deneyle ru­
hun kaçmasına izin verm ek niyetindeyiz. Saniyeler sonra da
hem deneğin kendine özel nıh barkodunu hem de kilit sinyali
kullanarak onu çağıracağız ve ruh dalga boyu ve N ö ro Ç e v irm e n
vasıtasıyla onunla iletişim kuracağız."
A ccosta yatağa yatırılıp göz kapakları açılıp sabitlenmiş has­
taya baktı. Yakında kavuşacağı kurtuluşa im reniyor; bir yanı
onun yerinde olm ak istiyordu. A m a onun da zam anı gelecekti.
D eneğin başına cam dan bir küre yerleştirilirken, "Bu geceden
sonra tüm bu acılara bir son verebileceğiz," dedi. "Vc Ruh Ha
kikati O ünü'nden sonra bir daha böyle bir şey yapm aya gerek
kalmayacak, çünkü gerçek herkese açıklandığında şeytanın bu
dünyada bir işi kalmayacak."
Soam es, "Evet, Papa hazretleri," diye onayladı. "Evet. ö y le.H

A m ber Flem ing'e dişlerinin arasından, "Bak," dedi.


Flem ing koridorda çöm elm iş siyah bölge laboratuvarınm yu­
varlak cam larından içeriyi gözetliyordu. Buzlu cam ların arkasın­
dan tabutun açıldığını ve cesedin dışarıya çıkartıldığını görebili­
yordu. Bukovvski vc T rip p görüşünü bozuyordu am a cesedin yü­
zünde bir oksijen maskesi ve yan sol kolunda da dam ar içi se­
rum olduğunu seçebiliyordu.
A m ber fisıltıyla, "O tabuttaki her kimse ölü değil," dedi.
Flem ing, "Evet," diye karşılık verdi. T am bir şeyler daha söy­
leyecekti ki muayene yatağının yanındaki m asanın üzerinde du­
ran yan saydam küp gözüne ilişti. "Bu, B radley'nin çalışanları­
nın kurmasına yardım ettiğim geliştirilmiş N ö ro Ç e v irm e n !"
A m b er kaşlarını çattı. "N e d e n Bradley için de bir tane kur
dun!?"
"Ben de kendime aynı soruyu sorm aya başladım!"
Laboratuvara göz gezdirdi. Yatağın dibinde bir dizi cihaz var­
dı. Kulağına bir vızıltı geliyordu. Takım lardan birinde ekranı boş
LUCI FE R 207

bir m o n itö r diğerinde ise rastgele yanıp sönen dört ışık kolonu
vardı. Bilim adam larından biri hareket etti. Flem ing koyu cam ın
arkasından yatakta yatanın bir kadın olduğunu seçebiliyordu
yalnızca, bir de kafesinin tıraş edilm ekte olduğunu. Sonra göz­
lerine bir şey yerleştirdiler.
Kadının kafasına' cam dan bir küre yerleştirilirken A m ber,
"Bunu bana da yaptılar," dedi.
"Nasıl yani?"
'B en im üzerim de deney yaparlarken?"
" N e " O na döndü, duyduklarına iııanaınıyordu. "Kim senin
üzerinde, deney yaptı? Soam es mi?"
"Başka kim olacak?" dedi A m ber. "G örünüşe bakılırsa seni
de kullanıyor beni de. A m a nedenini bilm iyorum . T ek bildiğim
bunun A riel'le ve rüyalarımla bir ilgisi olduğu."
Flem ing adam ıyordu. Buzlu cam dan içeriye bakm aya d e ­
vam etti. Yatağın üzerindeki ild büyük ekran deneğin yüzünün
yakın plan görüntülerini gösteriyordu am a camdaki yansım alar
yüzünden Flem ing net bir şey görem iyordu. T rip p . sol duvarda­
ki aynaya doğru sanki kendi kendine -ya da aynanın arkasında­
ki b in lerin e- işaret veriyorm uş gibi başparm ağını kaldırdı.
H âlâ gördüğü şeylere, bir anlam verem eyen Flem ing A m ­
ber's döndü. A m b er gözlerini önlerindeki ekrana dikmişti; ken­
dini z o r tutuyordu. "Bunu nasıl yapabilir, nasıl!?" dedi fısıltıyla.
Vızıltı çoğaldı vc bilim adam ları dönüp göz koruyucularını
taktılar. D erken Flem ing buzlu cam ın arkasından kadının başın­
daki küreyi aydınlatan göz kamaştırıcı bir ışık gördü. İşık kadı­
nın gözlerinden geliyor gibiydi; kürenin dış katmanının etrafın­
da hale gibi titreşiyordu.
O anda tiz bir düdük sesi duyuldu vc rastgele yanıp sönen
dört kolon lambası birdenbire tam am en yandı. Flem ing, ışıkla­
rın hem en yanındaki, daha önce boş olan m o n itö rd e, şimdi be­
yaz foton noktalarından m eydana gelen zebra desenlerini göre-
biliyordu. Bu çift-yank deneyinden hatırladığı klasik dalga karış­
ması örneğiydi.
20* U I C O I L C O RDY

D erken baş-küresindeki ışık kayboldu.


Saniyeler sonra, gördüğü şeyin ne olduğunu anlayam adan,
hale sanki çağrılmış gibi geri geldi. T üyler ürperten bir an b o ­
yunca m onitörlerdeki değişen yansım alar yatağın üzerinde asılı
kaldı; yüzün yakın plan görüntüleri artık görülebiliyordu.
A m b er sanki üzerine kaynar su dökülmüş gibi sıçradı, Flc-
m ing'in kollarından kurtulup kapılara doğru firladı; çığlık çığlığa
laboratuvara koştu.

F lem ing'in onun peşinden gitm ekten başka seçeneği yoktu.


İlk önce Bukowski döndü ve önünü kesmeye çalıştı, ama
A m ber öyle hızlıydı ki Bukovvski sanki kâğıttan yapılm ış gibi ya­
na savruldu. A m ber korkunç bir çığlık attı. "Piç kurulan!" diye
bağırdı. "Allahın belası piç kumlan!"
Flem ing yakın plan m onitörleri ve ekrandan ona bakan za­
yıf yüzü görebiliyordu. O kapaklan açılıp sabitlenmiş, tuhaf
lenslerin arkasından bakan g ö zler artık cansızdı.
A m ber, "A nneciğim i" diye bağırarak yatağa doğru uzandı.
Bilim adam larından biri ona doğru bir hamle yaptıysa da F le­
ming onu itip çenesine bir yumruk indirdi. G özyaşları A m b er'ın
yanaklarından aşağı süzülüyordu. A nnesinin başındaki küreyi ve
gözlerindeki lensleri çıkartu, am a annesi ölmüştü.
Tekrar, "Piç kurulan!" diye bağırdı, annesinin başmı nazikçe
yatağa koydu. C am küreyi kaldırıp yüzünü aynalı duvara döndü.
N ö ro Ç e v irm e n 'in m onitöründeki ruh dalga boyunun titreşti
ğini gören Flem ing'in ensesindeki tüyler diken diken olmuştu.
H oparlörlerden yükselen A m ber'ınki kadar tiz bir çığlık duydu:
'Am ber'
O anda Flem ing Soam es'in onu nasıl kullandığını anladı. Bi
limsel kanıtların da ötesinde bir kesinlikle zihnin ölüm den son­
ra da var olduğunu biliyordu artık. T üm bilimsel m antığı ve şüp­
heciliği, bedeni yatağın üzerinde yatan bir ruh tarafından dillen­
dirilen bastırılmış bir öfkenin saldırısıyla yitip gitmişti.
i d c i ( r i 209

N o ro Ç e v irm e n 'in hoparlörleri, 'TüMtterT diye bağırdı. A m ­


ber elindeki cam küreyi duvardaki aynaya fırlattı. A yna bir an
bozulm adan kaldı am a sonra çatlaklar lier bir köşesine uzanıp
tüm yüzeyine yayıldı.
Sonra cam şangırdayan cam ların senfonisiyle aşağı indi.
Xavier A ccosta, Bradley Soam es ve Virginia Knight oradaydı.
A rdından gelen sessizlik seken kırık cam parçalarının gürül­
tüsünü bastırm ıştı.
KIRK DÖRT

Flem ing ve A m ber kırık camların arasından iki silahlı V eriler,


güvenlik görevlisi eşliğinde toplantı odasına gclincc dunim a bir
parça saygınlık kazandırmak için teşebbüsle bulunan Accosta
oldu. "Olurun, lütfen." dedi nazikçe. “Bir açıklamayı hak edi
yorsunuz."
A m ber sahiplerinin arkasında duran, tüyleri kabarmış kurtla
nn o an farkına vardı.
Soam es. "Evet," diyerek başım salladı. "Daha önce fazla bir
şey açıklayamadığımız için kusura bakmayın." Sanki bir kok
tcyldeymişler gibi M onsenyör D iacgo ve Frank Carvclli'yi tanış
tırm ak için öne çıktı.
"N eler oluyor?" dedi Frank.
A m ber Soam cs'c doğru hamle yaptı ama zorla bir sandalye
ye oturtuldu. "Sen ııe yaptın, Bradley!? Nc haltlar karıştırdın!?"
diye bağırdı. "Nasıl yaparsın!? Tanrı aşkına, biz seninle ortaktık!"
Soam es gerçekten şoke olmuş gibiydi. A m b er'ın neden böy­
le bağırıp çağırdığını anlam ıyordu sanki. "Onu buraya senin için
getirdik. Amber, hem o ölüyordu. O nun ölüm ünden dolayı baş­
kalarının incinmesine gerek yok. Ne senin ne M iles'ın ne de bir
başkasının."
A m ber boş gözlerle ona baktı, öfkesi öylesine şiddetliydi ki
neredeyse onu boğacaktı. A nnesinin ölümünü gördüğü anda
yaşadığı şok ve sonrasında gelen patlam a bütün enerjisini cm-
misti sanki. Fleming bir elini onun om zuna koydu.
I y C I F t R 211

Flem ing A m bcr'ı sakinleştirm e ihtiyacı hissediyordu ama bu


onu aşan bir şeydi.

Virginia K niglıt'ı boynunda Ruh Hakikati Kilisesi'nin kırmızı


haçıyla Soam es ve A ccosta ile birlikte görm ek yaşadığı şoku at­
latmasına yardım cı oldu. A ccosta'nın muzafferane bir gülümse
meyle kaplanmış bitkin yüzünün görüntüsü de ona P ed er Ri­
ga'nın uyanlarını hatırlattı.
O vc A m ber tuzağa düşürülmüştü. Kafayı ağabeyiyle ilgili
gerçeği öğrenm ekle öylesine bozmuştu ki Soam es'in yalanlan-
na kanacak kadar körleşmişti. A m ber hiç değilse kendi rızası dı­
şında kullanılmıştı, am a o bu piç kurularına yardım etmişti, ö y ­
le utanıyordu ki etrafa saldırmak istiyordu am a duygulanna ye­
nilmenin zam anı değildi. H enüz.
Soam es ona baktı, "tik görüşm em izi hatırlıyor musun? Ruh
dalga boyunu ölüm den sonra hayat diye bir şey olm adığını ka­
nıtlam ak için kullanmak istiyordun; ben de sana olduğunu kanıt­
lam anı söylemiştim. H atırladın mı? Böyle şeylerin mümkün ol­
duğunu g ö rm ek nasıl bir duygu?"
Flem ing yüz ifadesini değiştirm edi. 'M üm kün olduğunu ner-
den bileceğim ?"
"Gillian G ran t'in ruhunu duydun."
"Sîze katil dediğini duydum. G ecikm iş bir tepki gibi bir şey."
Soam es sabırsızca başını salladı. "Hayır, duyduğun onun ıu-
huydu. ö lü m anında ağabeyinin sesini duym an gibi değil, biz
onu geri çağırdıktan sonra duydun. G itm esine izin verdik sonra
da geri çağırdık. A nlıyor musun? ö lü m d e n sonra hayatın ger­
çekten var olduğunu kanıtlamak için nıha kilitlenmenin vc nıh
gittikten sonra onunla bağlantı kurmanın bir yolunu bulman ge­
rektiğini söylemiştin. Böyle ce bu bağlantının senin deyişinle bir
'son nefes1 gibi bir şey olm adığını saptayacaktın. İşte, biz de bu­
nu yaptık. K ilitlenm ek için A m b cr'ı kullandık -senin istediğin gi­
bi yani, tik olarak bize sadccc koordinattan verdi. Bu arada bir­
kaç term inal hastayla da d en em eler yapmıştık -ki sen bunu
212 H I C MA K I . C O B DY

onaylam ıyorum ? gibisin." Soam es yaptığı bilgilendirm eden


m em nun görünüyordu. "Rulıu nasıl çağırdığımızı, bireysel şuuru
nasıl teşhis ettiğimizi öğrenm ek ister misin?"
"Cevabım ne olursa olsun bana söylcycccksin sanırım."
"Çift yank deneyini bilir misin. Miles?"
Fleming evet anlamında başını salladı.
"Onu bir çift yank boyunca hareket eden standart ışık ener
jisinin dedektör fotonlanndan ölm ekte olan bir bedeni terk eden
declektör yaşam eneıjisi fotonlarına dönüştürdüm. Bunu yüzler
ce kez yaptık ve her seferinde her bir ruh barkoddan farkı ol
mayan farklı çizgili bir dalga karışması örneği bırakıı. Oyle g ö ­
rünüyor ki fiziksel bedenimizin genetik mavi kopyasının haricin­
de bir de metafizik ruhumuzun foton mavi kopyası var." So­
am es gülümsedi. "Kuantum ikiliği her yerde."
Fleming ve A m ber gözlerini Soam es'e diktiler, duyduklarına
iuanamıyorlardı. tkisi birden, "Yüzlerce kez mi?" dedi.
Fleming nefes nefese, "Bunun için yüzlerce insanı mı öldür­
dünüz!?" dedi. Virginia'ya döndü. "Sen de onlara yardım ettin.
T an n m , ikimizi de oyuna getirdiniz? Kilitlenme için A m ber'a
N ö ro Ç ev irm en ruh dalga boyu için de bana ihtiyacınız vardı."
Knight rahatsız olmuş görünecek kadar inceydi. "En iyisi bu.
M iles," dedi. "G öreceksin, tnan bana."
"Sana İnanayım mı? Söylediklerine nasıl inanayım? Tanrı
aşkına, sen benim patronum dun, sana güvenebilmeliydim ; ama
sen hep bu pisliğin içindeymişsin."
A ccosta, "Bu pislik değil. Dr. Flem ing," diye araya girdi.
"Tam tersine, Dr. G rant de bunun kanıtı. Yardıma en çok ihti­
yacımız olduğu anda o bize gönderildi. A m ber eşsiz biri, o T a n ­
rın ın bize bir lütiti. Şu an bana inanmıyorsunuz ama zamanla
haklı olduğumu göreceksiniz."
"Ama siz A m ber'ı kendi amaçlarınız için kullanmakla kalma­
yıp onun annesini de öldürdünüz. Ya öldürdüğünüz diğer zaval­
lılar. Bunu nasıl haklı gösterebilirsiniz?"
I ÜC I II K 213

"O nlar da benim gibi ölüyorlardı. Biz sadece ölüm lerini ko­
laylaştırdık. Bu son deııey de başarılı oldu. A m b er'ın annesi g ö ­
revini yerine getirdi; T a n n 'n ın gözünde görevini yerine getiren
bizlcr gibi."
Fleming tartışmayı devam ettirm enin imkânsız olduğunu an­
lamıştı. İnancın insanların uğruna öldükleri bir şeyken dogm a­
nın insanların uğruna öldürdükleri bir şey olduğunu duymuştu.
Riga haklıydı: A ccosta da Vatikan'daki diğer aptallar kadar ki
birli vc dogm atikti -ve onlardan daha tehlikeli. “Peki, ruhlarla
uğraşarak nc elde etm eyi umuyorsunuz?" diye sordu.
A ccosta laft dolandırm adan, "Kurtuluş," dedi. "Milyarlarca
ruhun kurtuluşunu. Ve siz de davaya hizm et ettiğiniz için kendi
nizle gurur duymalısınız. H er ikiniz de insanlığa büyük bir hiz­
m et sundunuz. Seçeneklere boğulmuş bir teknoloji çağındayız.
İnsanların yönlendirilm eye her zam ankinden daha çok ihtiyacı
var. A rtık körü körüne inancı ya da gereksiz bir yığın bilgiyi d e ­
ğil gerçeği istiyorlar -talep ediyorlar.
"Bu teknoloji sayesinde insanoğlunun hâlâ aklını kurcala­
yan, şimdiye dek sorulmuş cn önem li somya dair şüphelerini
ortadan kaldıracağım, ö ld ü k ten sonra bize ne olur? Ve diğer
dinî liderlerin aksine ben onlan inanm aya zorlam ayacağım .
Ben onlara insan ruhuyla ilgili gerçeği göstereceğim. Ben ger­
çeği som ut bir şekilde ortaya koyacağım ; böylece hiç kimsenin
-n e ateistlerin ne Yahudilerin ne Katoliklerin 11e Müslümanla­
rın ne Budistlerin ne de hüm anistlerin- hiç kimsenin benim gö-
riişümdcn şüphe etm ek için bir nedenleri olm ayacak. Hepsi
Ruh Hakikati K ilisesine katılacak; çünkü katılm am alan için
mantıklı bir sebepleri kalmayacak."
"Tabii görüşünüzün doğru olduğunu varsayarsak," dedi
Flem ing.
A ccosta ona m erham etle gülümsedi. Bu kendi inancından
son dcrccc em in insanlann yüzünde bclirccck bir gülümsemey­
di. Bu insanlar siz ne kadar mantıklı ve tutarlı bir şekilde tartı­
şırsanız sizin cehaletinize ve kendi basiretlerine o kadar ikna
olurlardı. "Dr. Soam es'in anlattıklarından ağabeyiniz hakkında
214 M I C H A F L COROT

endişelendiğiniz sonucunu çıkarttım: Onun bir ruhu var mı, hâ­


lâ acı çekiyor olabilir mi? Bu yerinde bir endişe bence, Dr. Fle­
ming. A m a onun yazgısı ve sizi bekleyen yazgı ile ilgili söyleye­
ceklerim yersiz kaçacaktır; çünkü ben sizin inanmadığınız bir ki­
liseye mensubum. Nc var ki Ruh Hakikati G ü n ü n d e n sonra si­
zi de değiştireceğim , daha evvelki inançlarına bakmaksızın diğer
herkesi değiştireceğim gibi, ö lü m d e n sonra ruhumuza ne oldu­
ğunu bilen tek kişinin ben olduğumu size göstereceğim."
"Bunu nasü yapacaksınız Tanrı aşkına?"
A ccosta sakin sakin, "Bunu yaparken artık bu dünyada ol
nıayarak," dedi.
Fleming daha bu söyleneni sindiremeden Soam es gelip sır­
tına vurdu ve. "Buna neden sinirlendiğini anlam ıyorum . M iles,"
dedi, "istediğini aldın işte. Buraya ağabeyine nc olduğunu öğ­
renm eye geldin ve zamanı gelince öğreneceksin de. Aslına ba­
karsan bunun bir sürpriz olmasını planlamıştım. Çirkinleşm eye
gerek yok."
Fleming ona baktı: A dam bir parçasını söktürmüştü. K arm a­
karışık hayatı boyunca em pati bypassma denk düşen bir şeyler
yaşamıştı.
Fleming yavaş yavaş, her hecenin üzerine basa basa konuş­
tu. "Bradley, sen A m bcr'ı kaçırdın, onun üzerinde deneyler
yaptın, annesini vc yüzlerce insanı aptalca bir proje için öldür­
dün; beni dc kandırdın. Vc hâlâ neden kızgın olduğumuzu m e­
rak ediyorsun, öyle mi?"
"Evet, öyle."
Fleming mağlup olmuş bir edayla omuzlarını silkti ve koca­
man, af dileyen bir sırıtışla Soam es'e baktı. "Sen haklısın, aşırı
tepki gösterdim ." Hâlâ gülümsüyordu; sağ eliyle Soam es'in su­
ratına okkalı bir yumruk indirdi. N öbetçiler harekete geçm ek
için bu sefer geç kalmışlardı ama kurtlar saniyeler içinde Flc-
ming'in üzerine çıkmıştı; rutubetli ve vahşi kokulan o n u boğa­
caktı. Daha irice olanı Fleming boğazını korumaya çalışırken
koluna pençe atmıştı.
L UC I C I D 21S

Kızıl Papa, "Çağır şunları!" diye bağırdı. "D aha fazla şidde­
te gerek yok."
Soaıııcs isteksizce anlaşılmaz bir komut verdi vc kurtlar geri
çekildi. A m ber Flem ing'in koluna uzandı -p e n ç e d e n geriye yal­
nızca bir çizik kalmıştı.
A m ber'la birlikte nöbetçiler eşliğinde odadan çıkartılırken
Fleming yavaş yavaş çenesini sıvazlayan S oam es'in gözlerinde­
ki öfkeden kendine bir parça mutluluk payı çıkartmıştı. Yanın­
dan geçerlerken A m ber Soam es'in kıpkırmızı, çarpık yüzüne
tükürüp, "N eden sinirlendiğini anlam ıyorum ," dedi. "İslediğini
aldın işle!"

A m ber ve Flem ing gider gitm ez A ccosta S oam es'e, "Onları


ne yapacaksın?" diye sordu.
Soam es çenesini yokluyordu. "Büyük güne kadar yolumuza
çıkmalarını engelleyeceğim , Papa H azretleri. Hazırlıkları sabote
etm elerini istemeyiz."
A ccosta yüz ifadesinden bir anlam çıkartmaya çalıştı ama
nafile. Soam es'in parasının, zam anının ve fikirsel kaynaklanılın
çoğunu bu büyük projeye akıtmasının nedeninin yalnız ve yal­
nız T an n 'y a olan inancı vc A ccosta'yı O’nun seçilmiş elçisi ola­
rak kabul etmesi olduğuna inanm ak istiyordu. A m a Kızıl Papa
şu an bile Soam es'in gerçek dürtülerinin nc olduğundan emin
değildi. K elim eleri itinayla seçerek, "Onlara zarar verilmesini is­
tem iyorum , Bradley," dedi. "Ruh Hakikati G ü nü'nden önce de
sonra da. Anlaşıldı mı?"
Soam es onunla ilgisi olm ayan bir konu yüzünden azarlanan
bir yeni yetm e gibi kaşlarım çattı.
"Kutsal hedefim ize çok yaklaştık, bunun için sana teşekkür
ederim ." diye devam etti A ccosta. "Bu ana gelebilm ek için mü­
essif eylem ler gerekliydi, ama Ruh Hakikati G ünü'nden sonra
şiddet ya da ihtilaf için bir neden olm am alı. Anlaşıldı mı?"
"lilbette. P apa H azretleri."
A ccosta diğerlerine döndü. O nlan daha iyi anlıyordu. Carvelli
gösterişçi vc sığdı ama kiliseye sorgusuz sualsiz hizmet ediyordu.
216 M 1C I i A I * I C O H U T

Kııight ise gerçek bir inanandı: İnancını bağıra çağıra ilan etm i­
yor ama T a n n 'n ın isteğini yerine getirm ek için önem li ahlakî
kararlar alınması gerektiğinde A ccosta'nın telaşına ortak olu­
yordu. M onsenyör D iaego daima onun sağ kolu, m ücevheri ol­
muştu. Sadakatle verdikleri hizm etler yakında ödüllendirilecek­
ti. D oğru ve harikulade bir şeylere katkıda buluuduklanııdaıı
em in olm anın verdiği rahatlığı yaşayacaklardı. "Dr. Soam es
Ruh Hakikati G ünü için kalma arzusunu dile, getirdi: spol ışıkla­
rının uzağında," dedi.
"Ve güneş ışığının," dedi Soam es.
A ccosta bilmiş bilmiş gülümsedi. "G en kalanımız Kızıl G e-
mi'ye. dönııp hazırlık yapmalıyız."
Üzülmüş gibiydiler, am a A ccosta, "Bu kadar üzülmeyin," d e­
di. "Bu son değil başlangıç. Benim için sevinin. Altın bir aydın
lanma çağının eşiğindeyiz."
H oş bir gülücük Virginia K night'm sıkıntılı yüz hatlarını aydın­
lattı. "Evet, Papa Hazretleri," dedi. "Görkem li bir gün olacak."
"G örkem li," diye tekrarladı D iageo.
Carvelli daha açık sözlüydü. "Ruh Hakikati G ünü tecelli gü­
nü olacak," dedi.
Soam es ona katılır gibi başını salladı. “G erçek ten de Tecelli
G ünü olacak. Papa H azretleri -ya da Yunanlılann dediği gibi
M ahşer Günü.*
KIRK BEŞ

IK! GÜN SONKA


MAVİ BÖLGE

Soam es, A m ber ve F lem ing'i mavi bölgedeki sanal gerçeklik sü­
itine götürürken, “Şim di pek bir şey g ö rü n m ü y o r/ de di. "Ama
bekleyin. A m ber, sen daha önce buraya gelm em iştin, değil mi?
Bu V enT ec'in K R EE8 Sanayi ile birlikte geliştirdiği bir şey."
A m b er Soam cs'lc göz göze gelm em eye çalışıyordu; böylesinc
büyük bir ihaneti kabullenmek, onu kaçıran ve annesinin öldü­
rülmesinden sorumlu olan kişiyle yıllardır saygı ve hayranlık
duyduğu adamı bağdaştırm ak öyle zordu ki. 'T abii bu senin de
ilk seferin, M iles," dedi Soam es. Yüzü hâlâ şişti ve çürükler, dik­
katleri zaten yara bere içinde olan çenesindeki yeni bir kabuğa
çekiyordu, am a öfkesi geçmişti. O tuz altı saat önceki olaylar
sanki hiç gerçekleşm em işti.
Ne var ki F lem ing'in öfkesi A m ber'ınki gibi hâlâ capcanlıy­
dı. H e m e n arkasındaki güvenlik görevlilerine aldırış etm iyor,
Soam es'e yanıt verm iyordu. A m b er da o da lacivert, daracık bi­
rer tulum, sensor pedli eldiven ve terlik giyiyordu. M avi, şık ku­
maşın üzerinde, bilgisayar m onitöründeki pikseller gibi binlerce
mikroskobik boncuk vardı. Soam es'in ve iki görevlinin üzerinde
de benzer şeyler vardı.
Oda büyüktü am a içi boştu. D ö şem e, duvarlar ve tavan üzer­
lerindeki tulumlarla aynı rcııktcydi. D öşem e sertti; A m ber duvar
ve tavanla birlikte bunun yüksek çözünürlü bir ekran olduğunu
218 U l < ' MA I I CO I » DV

düşündü. O danın orta yerinde üç sıra halinde ikişerli koltuklar


vardı. Soam es A m ber vc Flcm ing'i öndeki iki koltuğa doğru
yönlendirirken, “Bu esasında bir izleyici deneyi olacağına göre
rahatımız yerinde olsun dedim ," dedi. G örevliler onların arkası­
na oturdu; Soam es de en arkaya. Sol elinde bir avuç içi bilgisa ­
yarı olan Soam es sağ eliyle dokunm atik ekrana dokundu.
"H ım m , nasıl giyinsek acaba?" dedi. "Resm i, sanınm ."
Mavi tulumlar anında değişti. Şimdi Flem ing'in üzerinde
papyonla tam am lanm ış resmi bir takını; A m b e rin üzerinde ise
omuzları açık, siyah bir elbise vardı. Kollarındaki çıplak kısımlar
öylesine gerçek gibiydi ki, ayrıca ellerindeki eldivenleri dc his
selmiyordu artık. G özlerini ayırm adan baksa vc ellerini mavi ze­
mine doğru hızlı hızlı hareket ettirse ancak birleşme noktalarını
görebilirdi, am a Soam es odayı dönüştürdüğünde o da başka bir
yere taşınmıştı ve illüzyon kusursuzdu.
Şimdi o vc Flem ing tiyatro vc katedral arası bir salondaki ka
labalık bir toplantıda en ön sırada oturuyorlardı. H er iki tarafta
da kiliselerin orta yerindeki gibi sütunlar vardı; önlerinde ise bir
sahne. Yukarıda tonozlu tavan yerine puf puf beyaz bulut küme­
leriyle süslü güneşli bir gök vardı. A m ber bir an seraphimle ehe-
ntbirrû görcccğini sandı. H avada iyileştirici bir tazelik vardı vc
çevrenin büyüsüne kapılan A m b er suçluluk hissi veren hcyccan
ürpertilerine kendini teslim etmişti. H astanedeki sanal gerçeklik
gezisinde gördüğü Kızıl G em i'd ek i katedrali tanıdı.
Son iki gündür annesi için yas tutup onun ölümünü kabul­
lenm eye çalışmış, güvenli alanında televizyon seyrederek oya-
lanmıştı. C N N ve B B C 'dcn sabit haber raporları Ruh Hakikati
G ünü'nden bahsediyordu. A m ber planladıkları şeydeki aşın ken­
dine güveni şimdi şimdi anlıyordu. Am a ne kadar uğraşsa da bu
tuhaf ittifaka bir anlam verem iyordu. Soam cs'i yıllardır tanırdı vc
onda dindarlığın izine dahi rastlamamıştı. O nun A ccosta'nın p e ­
şinden gitmesi ya da ona hizmet etmesi fikri gülünçtü. O yalnız­
ca kendisine hizmet cdcccklcrlc ahbaplık ederdi, hizm et ede-
ccklcriylc asla.
I UC I F E K 219

Seyirciler arasından bir mırıltı yükseldi, tıpkı bir arpa tarlası­


nın üzerinden esen rüzgârın sesi gibi. D erken kırmızılar içinde
uzun bir figür sol taraftan içeri girip sahnenin ortasında durdu.
A ccosta'nın yüzündeki tatm inkâr gülüm sem eyi seyreden A m ­
ber kararlıydı: O vc Soam es yaptıkları şeyin hesabını verecekti.
Nasıl ve ne zam an, bilmiyordu ama vereceklerdi.
Başını çevirince Flem ing'in bakışlarını yakaladı ve kendi ka­
rarlılığının yansımasını onun gözlerinde de görünce büsbütün
cesaretlendi.
KIRK ALTI

KIZIL GEMI
18“ 55* K, 10" 09 G

Xavier A ccosta, daha önce kendini hiç şimdiki kadar canlı his­
setmemişti; ölüm üne dakikalar kalmıştı. Kızıl G em i'deki Kated
rali'nin kürsüsünde durmuş yüzden biraz daha fazla olan kala­
balığa bakıyordu. G em ideki ayine katılmaları için kayıtlı mürit­
lerine ait milyonlarca e-mail adresi arasından birkaçına, o anki
konumlarına gö re, rastgele davetiye gönderirlerdi. Bu uygulama
Ruh Hakikati G ünü için de değişm em işti, ama sınırlı sayıda da­
vetiye büyük dinlerin temsilcilerine gönderilm işti. îşin ilginç ya­
nı hiçbiri de daveti geri çevirm em iş, hepsi de her ne olacaksa
tanıklık etm esi ardından da bir değerlendirm e yapm ası için kı­
demli delegelerini gönderm işti.
Bugünkü ayine katılma şansına sahip bu şanslı insanların ç o ­
ğuna ayine kendileri katılmak isteyen medya temsilcileri ve ka­
lantorlar tarafından binlerce hatta milyonlarca dolar teklif edil­
diği A ccosta'nın kulağına çalınmıştı. A ccosta, insanlık tarihinde­
ki bu dönüm noktasında, satmışsa bile az bir kısmının ringe ya­
kın yerdeki koltuklarını satmış olm asından m em nundu. A m a fi­
ziksel olarak orada bulunan seyirciler gerçek seyircilerin yalnız­
ca bir kısmıydı. Carvclli'nin dem esine bakılırsa sanal başlık set­
leri, internet vc televizyon aracılığıyla izleyecek olanların sayısı
dört milyarı -bu kablolu dünyanın yüzde doksanı dem ek oluyor»
aşıyormuş; bu tarihteki cn büyük m edya olayıymış.
LUCI FER 221

Asıl olaydan önce A ccosta kısa bir vaaz verip kendilerini da­
valarına adamış müritlerine saygılarını sundu ve inançları ne
olursa olsun kendisini izlem ekte olan herkese şükranlarını dile
getirdi. Sonra, güç bela nefes alm ak için duran Kızıl P ap a kol
lannı havaya kaldırdı vc hastalıklı vücudundaki geriye kalan tüm
gücünü toplayarak dünyaya seslendi: "Bugün bir yolculuğa çıkı
yorum . Y aşam dan ölüm e uzanan bu yolculuğa pek çokları ben
den öncc çıktı, vakti gelince sizler de benini arkam dan gclccck
siniz. Ne talihsizliktir ki ölm ek yapacağım ız son şeydir; oysaki
ölüm bize yaşama dair pek çok şey öğretebilir. A m a bu son yol
culuk hepim iz için hâlâ bir m uam m a.
"Ö lüm den sonra ruhumuza ııe olacağı dinin eıı tem el soru­
su; her m ezhep m üritlerinden yalnız ve yalnız kendi ahiret g ö ­
rüşlerini benim sem elerini talep eder. H e r biri için -buna Ruh
Hakikati Kilisesi de d ahil- bu talep bir inanç eylem inden başka
bir şey değildir.
"Bundan iki bin yıl evvel bir adam bizim günahlarımız için
çarm ıha gerildi. Bu adam biz Hristiyanlann inandığı üzere Tan
n'n ın oğluydu vc aramıza karışarak inancın ötesindeki gerçeği
görm em iz için bize yardım etm eye çalışmıştı. Ne var ki o zam an
lar bile insanoğlu onun öğretilerini anlayamadı. M eselleri anlaşıl­
m az şekillerde yorum landı vc ancak birkaç kişi onun mucizeleri­
ni kendi gözleriyle gördü, ölüm ünün hatta dirilişinin bile, gerçek
iman sahipleri hariç, hiç kimsenin üzerinde bir etkisi olmadı.
"Ben bugün size vaaz verm iyorum . Sizden bana inanm anızı
ya da T a n rıy a im an etm enizi istemiyorum. Ben size -h e p in iz c -
gerçeği göstereceğim . Benim dirilişimi kendi gözlerinizle göre­
cek hakikatimi kendi kulaklarınızla duyacaksınız.
“Ben ölm ek vc yeniden dirilmek için Taıın'm ıı ikinci M esih'i
olarak seçildim; böylece bir ayağım T an n 'n ın yaranda diğeri de
siz insanların yanında, iki dünya arasında durabileceğim. Bugün,
ben Kardinal Xavier A ccosta. Iblis'in keşmekeş vc kötülük yarat
mak için kullandığı şüpheyi kalplerinizden sonsuza dek söküp
alarak Şcytan'm boynuzlarını körelteceğim . Bugünden sonra
Şeytan'ın ayartmalarına kanmak için bir mazeret kalmayacak;
çünkü T an n 'n ııı, hakiki Taıın'nızııı var olduğunu bileceksiniz.
2 2 2 M I C I I Ar * C O «l D Y

"Bugûnkıi yolculuğumun sonunda, yaşamın ve ölümün sırla­


rım sizlerle paylaşmak için d ö n eceğ im . Size Ruh H akikati’ni if
şa edeceğim . Bu fedakârca eylem le sizlcrin ve tüm insanlığın ru­
hunu selam ete kavuşturacağım."
Konuşmasını bitirdiğinde alkış olm adı: Yalnızca huşu ile ge­
len derin bir sessizlik...
Arkasında beliren D iageo ve Virginia Knight ona sahnenin
soluna kadar eşlik eltiler; Bukowski ve T rip p yatağın ve cihaz­
ların yanında onu bekliyordu.
A ccosla'yı ölüm döşeği olacak olan yatağa yalının Di
ageo'nun gözleri yaşarmıştı. A ccosta fısıltıyla, "Ü zülm e, dos
tum." dedi. "Seni terk etm iyorum . Bunu yaparak sonsuza dek
seninle kalacağım."
Virginia titreyen ellerle elektrotları A ccosta'nın şakaklarına
yerleştirirken D iageo gülümsemeye çalıştı. İşığın kaynağına yak­
laştıkça içini sonsuz bir mutluluk kaplıyordu. Kendini parıldayan
ev sahibinin kollarına bıraktı; mest olmuştu. Tecelliye; T anrıyla bir
olacağı, bilinecek ne varsa bileceği o ana hazırlıyordu kendini.
Kaynağa vardığı an. mavi-beyaz bir supernova her şeyin
üzerini örttü. R enk ve ışıktan oluşan bir girdabın içinde tükeni­
yordu. Eneıji patlaması öylesine güçlüydü ki 0 11u tekrar tekrar
parçalara ayırıp birleştiriyordu.
D erken kör edici ışık fırtınası dindi ve görüşü geri geldi -am a
eskisi gibi değil. Yeni renkler, yeni şekiller ve boyutlar görüyor­
du. D aha önce tasavvur etm ediği bir yığın görüntü gözünün
önüne serilmişti. Sanki her şeyi görebiliyordu.
Sonra ne gördüğünü anladı.
Xavier A ccosta'nın bedenini terk eden nılıu işte tam o anda
konuşabiliyor olmayı diledi.
A m a seçme, şansı yoktu; tek yapabileceği çaresizlik içinde
sessizce feryat etmekti.
KIRK YEDİ

MAVİ BÜLGE
SANAL GERÇEKLİK SÜÎTI

Kızıl P a p a 'n m cansız g ö zlerin d en çıkan hayat ışığı fotoıı-de-


d ek tö r ekranına çarpıp kürenin optik liften dış katm anında hu­
nisi bir hale oluştururken Flem ing A c c o sta'n ın başındaki cam
küreye bakıyordu. Prosedürü şinı'di anlıyordu: Düdük sesiyle
yatağın dibindeki dörtlü kolon lambasının yanması kilitlendik
lcri anlam ına geliyordu; bu da A cco sta'n ın nılıunu izlem elerini
sağlıyordu. Işıkların h em en yanındaki m o n itö rd e beliren bar-
kod girişim örüntüsü A cco sta 'n ın kendine özel ruh nişanıydı.
Bu iki parça veriyle -kilitlenm e sinyali ve nişanla- artık bağlan­
tı kurabilirlerdi. F lem in g 'in N ö ro Ç e v irm e n 'i ve A m b er'ın nıh
dalga boyu sayesinde T rip p ve Bukovvski Kızıl P a p a 'n m ruhuy­
la iletişim kurabilirdi.
O anda F lem ing'in öfkesi geçici olarak yatışmıştı. Bunun na­
sıl olabileceğinin ahlakî yönünü düşünmüyordu: Soam es'in iha­
neti, cinayetler. Kızıl P a p a 'n m zalimliği» hırs, hepsi unutulmuş­
tu. ö lü m vc yaşam arasındaki yeniden çizilmiş çizgiye bakarken
tek düşündüğü ağabeyi ve Jake'ti.
Sanal Gerçeklik süitinde Amber'la ilk oturduğunda Soam es'in
teknik büyücülüğüne ve A cco sta'n ın sirk numaralarına bir tepki
v erm em ey e, ona bu zevki tattırm am aya karar vermişti. A m a bu
görüntü karşısında çıldırm am ak, gözlerinin önünde cereyan
ed en olaylar karşısında korku ve saygı duym am ak imkânsızdı.
224 «ICI 1A F I C O 8 DT

Bu çaresiz büyülü hali salt bilimsel m erakın hatta R ob'un ruhu


için duyduğu endişelerin ötesine geçm işti. Bu daha ilkel bir şey­
di. Tfım hayatı boyunca ölüm den sonra hayat vc m üdahalcci bir
Tanrı olm adığını var saymıştı. Eu sou olaylar bile soııuçsuz kal­
mıştı. am a yakında neye inanacağım kendisi seçem eyecekti:
/ laldkati bilecekti; bu düşünce onu dehşete düşürüyordu, ama
hâla arkasını dönüp gitm iyordu.
C am dan baş küresinin etraûndaki ışık dağılınca Knight ve
bağımsız bir doktor Kızıl P ap a'n ın yaşam belirlilerini kontrol
edip resm en ölü olduğunu açıkladılar. Carvelli tarayıcının sağın
daki siyah cihazla meşgul görünüyordu; yerdeki siyah, yuvarlak
diske odaklanm ış, N öroÇ evirm en*le olan kızıl ötesi bağlantısını
kontrol ediyordu.
A m ber Flem ing'in kulağına. "K R E E S 'in holopedine. dikkat
e t,11 diye fısıldadı. Flem ing bundan sonra ne yapm ayı tasarladık
lannı anlamıştı.
Soam es'in adam ları N ö ro Ç e v irm e n 'i kullanarak A ccosta'nın
ruhunun dünyaya seslenmesini sağlayacak, aynca hologram ını
da yöneteceklerdi; Flem ing'in Brian'ı yönetm esi gibi. G erçek ­
leşmek üzere olan şey Kızıl P ap a'n m sanal dirilişinden başka bir
şey değildi. Flem ing bakışlarını siyah pede çevirince sırtında bir
ürperm e hissetti
Saniyeler sonra K R E E 8 holopedi vızıldayarak çalışmıştı. Kızıl
Papa'nın cesedinin üzerinde duran cam dan baş küresindeki hale
yeniden belirince Flem ing N o ro Ç e v irm e n 'in bölünm üş m onitö­
ründeki ruh dalga boyunun aniden yükseldiğini hayal etti.
Vc sonra başladı.
Bir yatay çizgi, bir yatay çizgi daha ve gözlerinin önünde bir
hayalet beliriverdi. A ccosta seyrek havanın içinde katı hale gel­
miş gibiydi. Kızıl P apa basbayağı ayakta dikiliyordu; kendi cese­
diyle arasında üç m etre bile yoktu. Yüzündeki ifadeye kadar her
bir ayrıntı kusursuzdu.
D erken kalabalığı'yoklamak istermiş gibi başını çevirdi; yeni
doğm uş bir bebek gibi yavaş yavaş vc ihtiyatlı hareket ediyordu.
ıuc i r r r 225

Yüzünde vakur bir ifade vardı vc insanı hipnotize eden kara


gözleri seyircilerin her birine teker teker bakıyor gibiydi. F le­
m ing'in, bunun dünyanın dört bir tarafından izlem ekte olan m il­
yonların üzerinde yarattığı etkiyi tasavvur etm eye çalışmasına
gerek yoktu: K endi avuçları bile terden sırılsıklam olmuştu; kal­
bi göğüs kafesinin içinde küt küt atıyordu.
Bir anlık bir sessizliğin ardından A c c o sta 'n ın dudakları kımıl­
dadı ve insanlık tarihini bu andan öncesi ve bu andan sonrası di­
ye sonsuza dek ikiye bölecek sözcükler dudaklarından dökülm e
ye başladı.
"Ben T a n n 'n ın bir hizm etkârıyım . O 'n u n kudretini ve. arzu­
sunu gördüm . O bana size geri d ö n m e m i ve Ruh H akikati'ni si
ze ifşa etm em i buyurdu.”
Y ine durdu. Flem ing koltuğunda ö n e doğru kaykıldı.
A ccosta'nın şu anki gür sesi hayattayken duyduğu sesiyle ay­
nıydı. "Ben daima T an rıy a inandım ,” dedi ciddiyetle. "O 'na ibadet
etmesi için kendi suretinden insanoğlunu yaratan benîm T a n n ’ma.
H er şeye gücü yeten, her şeyi bilen, müşfik T an rı'y a...
"G en çk en , filozofların 'K ötülük P ro b lem i' dedikleri şey canı­
mı sıkıyordu. D ünyada bunca kötülük varken nasıl olur da her
şeye gücü yeten, her şeyi bilen, m erham etli bir T a n n 'n ın varlı­
ğından bahsedilebilirdi? Ya T a n n 'n ın kötülükten haberi vardı vc
bunu unıursuyordu am a bir şey yapamıyordu -o zam an elemek
ki O her şeye gücü yeten değildi- ya da umursandı, bir şey de
yapabilirdi am a haberi yoktu -o zam an da O her şeyi bilen d e ­
ğildi- veyahut da biliyordu, bir şey dc yapabilirdi am a umursa­
nmıyordu -o lıaldc O nc m erham etli nc. dc müşfikti.”
F lem ing'in tüyleri diken diken olmuştu. Kızıl P apa sanki
onun T a n n ve dinle ilgili iddiasını hedef almış, doğrudan onun­
la konuşuyordu.
"Ben bu tutarsızlığı daim a düzelttim ," diye devam etti Kızıl
P apa. "B enim kudretli, her şeyi bilen, iyi yürekli T anrım bize,
yarattıklarının en m ükem m eline, özgür iradeyi bahşetm ek için
dünyadaki kötülüğe izin veriyordu. En çetin sınavlar ve sıkıntılar
226 U :C I IA F L C 0 ft D v

karşısında bile iyi ile kötü arasında bir seçim yapm a gücüm üz vc
Arsalımız olduğuna inanm ak için. Ben aıtık iyi ve kötü ile ilgili
gerçeği biliyorum. Benim için artık öylesine aşikâr ki. Yine de
ııasıl bir T anrı yalnızca kendisine ibadet ctsiıı diye iıısanoğluuu
yaratır ki? Nasıl bir Yaradan bu kadar kibirli bu kadar dar kafa­
lı olabilir?" Son sözünü ağzındaki kötü bir tattan kurtulmaya ça-
lışırcasma tükürür gibi söylemişti.
"Kötülük problem i diye bir şey yoktur çünkü T anrı'm ız bizi
ona ibadet edelim diye yaratmadı. Ben daima T an n 'n ın kusursuz
düzende bir dünya yarattığını var saydım bir ccnnct- sonra da
bizi test etm ek için kötülük yılanını ortaya çıkarttı. A m a bu doğ­
ru değil. Efendimiz önce kötü bir dünya yarattı, sonra iyiliği orta
ya çıkardı. Bu ve öteki dünyadaki doğal vaziyet kaostur -entropi.
Kötülük dünyanın normal veçhesidir; iyilik sadccc yanardöner bir
meraktan ortaya çıkartılmıştır. T aun bizi ouu eğlendirm em iz için
yaratmıştır. M evcudiyetimizin yegâne nedeni budur.
"D evirm ek için küpleri üst üste dizcıı bir çocuk gibi T an-
rı'm ız da rastgele kötülük eylemleriyle bizi alaşağı etm ek için iyi­
liğe ve erdem e olan inancımızla yükseğe ve daha yükseğe tır­
m anm am ıza müsaade eder.
"C ennet diye bir yer yoktur; sadece keyfî ıstırap vardır.
Ö lüm den sonraki hayat da yeryüzündeki hayat kadar acım asız
ve gelişigüzeldir -tek farkı sonsuz olmasıdır. B undan kaçış yok­
tur. K arm a diye bir şey yoktur. A dalet diye bir şey yoktur. İyile­
rin zo r bir yaşamın ardından huzur bulacakları Elysian T arlalan
diye bir yer yoktur. İlahî dıızcn diye bir şey yoktur. Sadccc kaos
vardır. Şu an size ifşa edebileceğim Ruh Hakikati şudur. T anrı,
yeryüzünde yken tüm hayatım ı adadığım T anrı, yoktur."
A ccosta'nın yüzü sarkar gibi oldu; hologram yüzüne yerleş­
miş korku ve çaresizliği tiksindirici bir gerçeklikle yansıtıyordu.
"Ben ıstırap içinde bir ruhum. T üm hayatını boyunca seve seve
hizm et ettiğim ve bundan sonra da sonsuza dek hizm et etm eye
mahkûm olduğum Efendim, T anrı değildir. Sadccc bir tek Efen­
di vardır, o da kaosun ve karanlığın Efendisidir. O İblistir. Yani
Şeytan'ın ta kendisi."
227

Seyirciler nefeslerini tuttu. Başka bir durum da A c c o sta 'n ın


sözleri bir akıl hastasının sözleri gibi gelirdi kulağa am a şimdi
hiç dc öyle gelm iyordu. Flem ing. A m b e r'ın , elini bulup sımsıkı
tutan elini hissetti.
Kızıl P apa kollanın kaldırdı ve kulak tırm alayan bir sesle,
"Efendim iz Şeytan, yeryüzündeki bir vekili aracılığıyla dört işaret
sunarak T an n 'n ın olm adığını ispatlayacak," dedi, bir Eski A hit
peygam berinin ses tonuyla konuşuyordu. "M ahşerin bu dört a t­
lısı gittikleri yerlere korku geçtikleri yerlere keder tohum ları ek
inek için bu harabe dünyaya salınacaklar. îlki bu gece yola çıka
cak. İkincisi de bundan iki gün sonra. O nun ertesi günü de son
iki ath birlikte ortaya çıkacak, yan yana at koşturacaklar."
A ccosta sustu; yüzü bir cescdiukiudeıı daha cansız görünü­
yordu. Ruhu kedere doym uş gibiydi. "B eni bağışlayın." dedi.
"Bu yolculuğa çıkarken umut doluydum aıııa yolculuktan elim
boş döndüm . U m ut yok. T anrı yok. Sizin için dua bile ed em em ."
Bunu şaşkınlığın sebep olduğu bir anlık bir sessizlik izledi.
Sonra A c co sta'n ın görüntüsü kayboldu ve dünya karanlığa
göm üldü.
llc m şaşkına d ö n en hem dc korkan Flem ing gözlerini kupış-
tırarak aniden çökfıvcrcn karanlıkta bir ışık aradı.
S aniyeler sonra bir ses korkunç sessizliği böldü, am a bu Flc-
m ing'i pek de rahatlatm am ıştı.
Bu, dışarıda, karanlıkta uluyan kıutlamı sesiydi.
Jenny ye

L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
Jenny ye

L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
Jenny ye

L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
Jenny ye

L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
U IC H A E l Ç O R U '

Bazıları da paniği yatıştırm aya çalışıyor, bıımın önem siz bir


tesadüf olduğunu. Kızıl P a p a 'n m ifşasının ö n c e d e n tertip edildi­
ğini, karanlığın da yalnızca bir rastlantı olduğunu iddia ediyor-
lardı. Ne var ki hadisenin büyüklüğü apaçık orlaya çıkınca kor­
ku dehşete ve ardından da öfkeye dönüştü. G itgide artan bir ç o ­
ğunluk kederlerinden ve düş kırıklıklarından birini sorum lu tut­
mak istiyordu.
K aranlık gece boyunca geniş çapla bir yağm alam a hüküm
sürdü. L o n d ra'n ın doğu ucundaki pek çok bölge, Paris ve N ew
York'un aşağı doğu tarafı başıboş gezinen çete ler taralından
tahrip ediliyordu. A m a en büyük şiddet olayları ibadet m erkez
lcrindc m eydana geliyordu. Ç etelerin öfkesinin aııa hedefi ken
dilerine cen n et ve T an n hakkında yalan söylemiş olan cübbeli
papazlardı. Kiliseler onların ruhsal danışm anları olmuştu; onlar
dan tüm inançlarını onlara bağlam alarını talep etm iş, kendileri­
ni T a n n 'n ın tek temsilcisi olarak gösterm işlerdi. A m a Kızıl Pa
p a'nın ifşaatı inancın değerini alaşağı etmişti.
Vc bilileri bunun bedelini ödem eliydi.
Kilise ne kadar büyükse öfke de o kadar büyük oluyordu: İs­
tanbul'daki Aya8ofya'dan İngiltere'deki C anterbury K atedra
ü n e , oradan R om a'daki St. P e te r'e ve Kudüs'teki Yahudi Sina-
gogu'na kadar. İsmi önem li değildi. M eşaleli kalabalıklar sivri
kuleleri kendinden em in bir şekilde, Kızıl P a p a 'n m var olm adı­
ğını açıkladığı cennete doğru uzanan bu antik ibadet yerlerinin
etrafinı sararken din adam ları da artık lüzumsuz olan kiliselerin­
de sığınacak bir yer arıyorlardı.
O to riteler karanlığın nedenini açıklamaya çalışadursun pek
çok ülkede olağanüstü hal ilan edilmişti. Ertesi gün. elektrik gü­
neşle geri dönünce. A m erikan Başkanı, canlı yayında ulusa ve
tüm dünyaya seslenerek sükûnet ve sağduyu çağrısı yaptı.
Başkan, "H enüz bu durum un Kızıl P a p a 'n ın söyleviyle ilgi
li olduğuna dair bir bulgu yok, aslında Kızıl P a p a 'n ın söylevi­
nin gerçek olduğuna dair bir bulgu da yok," diye açıkladı. "FB I
ve sahil güvenlik Kızıl G e m i hâlâ uluslararası sulardayken g e ­
miye çıkm ak için olağanüstü harekâta başladı. G e n iş çaplı bir
soruşturm a da başlatılm ak üzere. D alıa da ö n em lisi. K ardinal
A c co sta 'n ın söylediği ya da söylem ediği herhangi bir şeyin bu
ülke topraklarının kanunlarıyla bir ilgisi yok. B en c e n n e tte ya
da c c h c n n c m d c olan biteni idare e d e m e m am a bu dünyadaki -
ni edebilirim . K im neye inanm ayı seçm iş olursa olsun ben ka­
nuna ve ona uyulması gerektiğine inanırım . B undan sonraki
hayatta kim in cezalandırılıp cezalandırılm ayacağını bilem em
am a bir şey için size söz verebilirini: K anunları ç iğ n ey ecek
olursanız bu hayatınızda cezalandırılacaksınız. Başka hiçbir şe­
ye, inancınız kalmadıysa bile buna inanın."
Soam es toplantı salonunda tek başına oturm uş, kurtlarını
okşayarak haber bültenlerini seyrediyordu. C N N ve B B C sunu
cuları, her an bozulabilccck bir sükûnet ortam ının yaratıldığını
iddia ederken o gülüm süyordu. D ünyanın yaklaşmakta olan ûr
tınaya hazırlandığını biliyordu.
KIRK DOKUZ

ertesi g c n

VfenTec

V cnT cc'in dışında bir fırtına kopm ak üzereydi. D ağların zirvele­


rini kara fırtına bulutlan kaplamıştı. Şiddetle esen rüzgâr H aki­
kat K onseyi'ni K urum 'a geri götüren helikoptere ardı ardına
darbeler indiriyordu.
Soam es lobide durmuş savaştan çıkmış gibi-görünen Knight
ve Carve lliy i karşılarken yatıştırıcı bir ses tonuyla. “H adi am a,
dünyanın sonu değil ya," dedi. Çarvelli sersem lem iş gibiydi:
Parlak, yakışıklı yüzü solmuş, daim a kusursuz g ö rünen saçları
karman ço rm an olmuştu. Virginia K night daha da b eter görü­
nüyordu: Kızıl O c m i'd c şahit olduğu şeyin neden olduğu korku
yüzüne kazınmıştı. Kendini kaybetm ek üzereydi sanki.
Carvelli, "Bizden sonra O c m i FB I fanlarıyla d o ld u ,“ dedi.
"Ruh H akikati G ünü'nü duyurduğumuzdan beri gem iyi izliyor­
lardı herhalde; ilk işaret dünyayı paniğe sürükleyince dc borda
euiler. Biraz daha bekleseydik şu an bayağı zo r sorulan cevap­
lıyor olurduk."
Soam es elini güven tazelem ek için V iıginia’nın koluna koya­
rak, "Burada em niyettesiniz," dedi. "Tek yapm am ız gereken
yeniden toplanıp olanların nc anlam a geldiğini düşünmek."
Hakikat K onseyi üyelerinin arkasından K urum 'a doğru yürü­
yen T ripp ve Bukowski*ye baktı. Omuzlarındaki karları silkelerken
her ikisinin yüzü dc ifadesizdi, sonra ikisi de S oam es'e döndü.
; üC IF E R 235

Bakışlarını yakalayınca her ikisi de anlam ış gibi başlarını salladı­


lar ve hızla kırmızı bölge asansörüne yöneldiler.
Soam es, "M o n sen y ö r D iageo n ered e?" diye sordu. "O da si­
zinle buraya gelir herhalde diyordum , şey iç in ..." uygun ifadeyi
bulmaya çalıştı, "otopsi için."
Virginia K night başını salladı, konuşam ıyordu. Sarı saçların­
da birkaç gün öncekinden daha çok beyaz vardı sanki.
Carvelli ağır ağır, "ö ld ü ," dedi. "K endini Kızıl G e m i'n in en
yüksek güvertesinden aşağı attı."
"ö lü m ü n kıııtuluş olm adığını bile bile," dedi K night.
Soam es, "Paniklem iştir," diye bir saptam a yaptı, "ama biz
aynı şeyi yapm am alıyız."
O nları siyah bölgeye götürdü. Kurum un koridorları bom boş
tu. V cnT cc kendi jen eratö rü , diğer ihtiyaç m addeleri ve m ini­
mum muhafaza gerektiren steril ortam ıyla kendi kendine yeti­
yordu. Ç ekirdek kadro hariç diğerlerini Kızıl P ap a'n ın ifşaatın­
dan önceki gün tahliye ettirm işti.
Siyah bölgenin toplantı salonundaki kırık cam lar tem izlen ­
mişti am a ayna duvarın yerine yenisi konm am ıştı. Bitişikteki la-
boratuvarın yankı yapan mavi beyaz alam genişleyen odanın
akustiğini değiştirm iş ve daha soğuk bir görüntü vermişti.
K night ve Carvelli masadaki yerlerini alırken kurtlar kımıltısız
oturuyordu.
Soam es yanında duran term o stan onlara kahve doldurdu ve
kendi kutu kolasından bir yudum aldı.
K niglıt başını ellerinin arasına aldı. "Yaptığımız lıcr şey boşa
gitti -o n c a cinayet, harcadığım ız onca zam an. İşlediğimiz suçla­
rın hiçbirinin makul bir m azereti yokm uş."
Soam es gülümsedi. "Bunun artık pek bir ö n em i yok, değil
mi?" dedi.
K night o n a döndü; afallamıştı. "T an rın ın işi zannettiğim iz
şeyi yaparken Şeytan tarafından kullanılmışız. İyilik yapalım
derken kötülük yapm ışız. Elbette ki ö n em i var."
S oam es'in yüzündeki gülüm sem e daha da büyüdü. "N eden
miş o? T am am Tanrı Şeytan çıktı -n e olmuş? Aslında bu iyi bir
236 M I C M A 12 I C O R O V

haber. M adem T a u n yok, o halde, günahlarınız için cezalandırıl­


mayacaksınız."
"Bunu nasıl söylersin, Bradley? Sen de bir inanandın. Bun­
dan nasıl etkilenm em iş olabilirsin?"
"Şuna. fazla şaşırmadım diyelim ." Yara bere içindeki yüzünü
işaret etti. "Siz bununla doğm adınız vc hem en T a n n 'n ın iyi
adam olduğuna karar verdiniz. Ben hep o m endeburun bir sa­
dist olduğundan şüphelenmişimdir. O 'nun maskesini düşüren
İblis ilaç gibi geldi. Bu elbette birkaç şeyi açıklığa kavuşturacak
ve Kiliselerin o her şeyi bilen, her şeye gücü yeten (alınlannm
dünyadaki bunca ıstıraba izin verm esini akla uygun hale getir
inek için birbiri ardına ürettiği saçmalıklara bir son verecek."
Ağzı bir karış açık halde oturan K night'a gülümsedi. "Düşü­
necek olursanız Kızıl P apa'nm ifşa ettiği canlandm cı, özgürleş­
tirici bir hakikat. Bu yüzden bir ö n em i yok. H em hiçbir şey de­
ğişmedi."
Knight öfkeyle, "Elbette değişti," dedi. "Her şey değişti."
Soam es güldü. "Hayır, değişm edi. T ek değişen inandığın
şey. Şu aşın duygusallığa bir son ver, Virginia. Tanrı birden va­
lizini toplayıp gitm edi ya. O hiçbir zam an var olm adı -sadece
sen bunu biliniyordun. Şimdi cn azından hayatın zarlann üzeri­
ne üzerine fırlatıldığı boktan bir oyun olduğunu biliyorsun, yani
sızlanmayı bırakıp buna alışabilirsin."
Virginia hiç kımıldam adan, öfke ve tiksintiyle küçülen g ö zle­
rini Soam es'e dikti. "Sen T anrı'ya hiçbir zam an inanm adın, de­
ğil mi?"
Soam es cevap verm edi am a bir an az kalsın her şeyi söyle-
yiverccekti. Kalbine hapsettiği gizli bilgiyi ona anlatm a ihtiyacı
öylesine güçh~ıydü ki. A m a sabretmeliydi. Uzun bekleyişi son
bulmak üzereydi.
Carvelli. "H o p hop," diye araya girdi; yüzündeki koca gü­
lümseme zorlamaydı am a kendine güveni geri gelm eye başla­
mıştı. "H adi am a arkadaşlar, birbirimize düşm eyelim . T am am
bir aksiliktir oldu, ama gerçekçi olmalıyız. Virginia, Bradley haklı.
ı ac 1 1 1 r 237

Belki dc bu yeni dununu kabullenip kendimizi buna göre ayar­


lamalıyız."
Knight derin derin iç geçirdi.
Soam es ona doğru eğildi. "Virginia, bu durumdan azauıl
olarak faydalanmalıyız. Senin dc açıkça belirttiğin gibi günah iş­
ledik - yeni Efendim izin ve Sahibim izin gözünde değil belki ama
kanunlan çiğnedik."
Carvelli telaşa kapılmış gibiydi. "FB I Kızıl O e m id e bizi cina
yctlcrlc ilişkilcndirccck bir şeyler bulabilir mi?"
"Kızü G e m iy i dert e tm e. O to riteler ilk işareti açıklamaya ça­
lışmakla ve sonrakiler için hazırlık yapm akla meşgul. A m a yine
de bizim sapkın cinayetlerim iz ve adam kaçırm a eylem lerim ize
şahit olanlar için endişelenebiliriz."
Knight'm yüzündeki korku daha da artmıştı. “Sen ne diyorsun?"
"Am ber G rant ve Miles Fleming taşınması güç soıumluluklar."
Knight o tom atikm an, “A m a Kızıl Papa onlara zarar v e rm e ­
m em izi söylemişti," dedi. "O dem işti ki şiddete..."
Soam es kahkahalarla güldü. "Ama o yanıldı, değil mi? Hâlâ
anlam adın, değil mi Virginia? Kızıl Papa yolunu şaşırmış, hiçbir
şeyden haberi olm ayan kibirli bir budalaydı." D osdoğru Carvel-
li'yc baktı, sonra da K n ig h t'a. “Bakın, çok basit. Flem ing ve
G ran t sonsuza dek sustunılmaklar ki biz dc bu hayatım ızın bu
nahoş bölüm ünü geride bırakıp önüm üze bakalım. Ve sen Vir­
ginia böyle dehşete düşmüş gibi bakmayı kes. Artık iyilik yaptı
ğın için seni ödüllendirecek bir T anrı olm adığına göre vicdanına
da gerek yok."
Virginia, "Canın ceh en n em e," diye bağırdı. "Ya İnsanlığımız?
N eyin doğru neyin yanlış olduğuna dair insani inancım ız7"
S oam es küçümser bir ses tonuyla konuştu. "N e olmuş insan
lığım ıza, Virginia? Birdenbire keşfediverdiğin bu değerli insanlı­
ğa nc olmuş? Bu, T a n n ’ya hizm et cdiyonım diye yüzlerce ter­
minal hastanın öldüriilmesi için iş birliği yapm ana izin veren in­
sanlıkla aynı insanlık mı?"
ELLİ

İKİ SAAT SONRA


siy a h b ö l g e , g ü v e n l i o d a

A m b er F le m in g 'd en iki oda sonraki güvenli süitinde uyuyordu.


A nnesinin ölümüyle öyle sarsılmıştı ki o günden bu yana dinle -
ncm cm işti. A m a Kızıl P ap a'n m Ruh H akikati G ü n ü 'n d en vc
onu izleyen karm aşadan sonra tuhaf bir rahatlık çökm üştü ü ze­
rine. D aha ön ce hiç bu kadar derin bir uykuya dalm am ıştı. U y ­
ku kemiklerinin içine sızıyor* kaslarını gevşetiyor; gerginliğini vc
endişelerini dağıtıyordu.
D ingin bir sükûnet duygusuyla rüya durum una geçti; ne kar­
şı koydu ne de herhangi bir rahatsızlık belirtisi gösterdi. A ksine
kım ıldam adan yattı; R E M uykusuna girerken göz küreleri her
zam anki gibi hareketlense de göz kapaklan kapalı, soluk alıp
verişleri düzenliydi.
Sonra, daha önce sıkça olduğu gibi, zihni ölüm yolculuğuna
çıktı.

K aranlık onu kadifeden bir kozaya sannea h er yanını, uyuş­


turucu bir dinginlik duygusu kuşattı. Burada o n a hiçbir şey za­
rar verem ezdi. O bildik ışık deliğini gördüğünde hatta siyah gir­
dap onu deliğe doğru sürüklediğinde bile rahatsız olm am ıştı. Bu
seferki yolculuğunda yalnız değildi. Yanındaki bir varlık ona yol
gösteriyordu. Işık konisine doğru yaklaşırlarken sanki A rie l'e
I J C IF E a 239

hiç ayrılm am ış gibiydiler. Eriyip bir oldular. A riel ne biliyorsa


A m b e r da biliyordu artık.
A m b e r karanlığa doğru koşarken A rie l'in ölüm le yaşam ara­
sındaki tarafsız bölgede onu beklediğini biliyordu. K ardeşinin
sabn Bradley S o am es'in term inal hastalar üzerindeki ilk ruh tes­
pit deneylerinde tükenm işti. O gün, ruhun dalga parçacık ikiliği
bozulm uş, bu da yaşamla ölüm ü birleştiren evrensel zan çarpıt­
mış vc bu kanşıklık A riel'i de etkilem iş, yapışık ikizi A m b er'ın
da hayalet ağnlan çekm esine neden olm uştu.
A m b e r'ın ölüm rüyalarına n e d e n olan A rie l'in onu So-
am es'in tahriflerini durdurm ası için uyarm a teşebbüsleriydi.
A ralanndaki bağ gereği A rici ne zam an A m b e r'ın canlı bilinci­
ne yerleşm ek için o n u n rüya durum una geçişini kullansa karde­
şini itiyordu. A rici yaşam a açılan d ö n e r kapılara ne kadar sal­
dırganca yüklenirse A m b e r da o kadar hızlı bir şekilde ölüm e
do ğru sürükleniyordu, tronik bir şekilde S o am es'in A m b e r üze­
rinde yaptığı d en ey ler A rie l'in uzun zam an d an beri ertelen en
ölüm seferinden önce A m b c r'la bağlantı kurm asını sağlamıştı.
Şu anda ise, kardeşi o n a ışığa doğru rehberlik ed erk en , A m b e r
A rie l'in veda ettiğini biliyordu. Bildiği bir şey daha vardı: A riel
o n a bir şeyler g ö sterm ek istiyordu.
K oniye girdiklerinde öyle hızlı hareket ediyorlardı ki ışık, et-
raflannı sarmış gümüş taneciklerden oluşan donm uş bir kar fir~
tınası gibi hareketsiz duruyor gibiydi. A rtık panltıya doğru gitm i­
yor, onunla birleşiyor, etrafını kuşatan fotonlarla bölünm ez bir
bütün oluyordu. A m a korkm uyordu; A riel yanındaydı. Sonraki
süresiz bir an boyunca tekrar birleştiler; dans eden ikizler, m ü­
kem m el bir uyum, m ükem m el bir ahen k içinde hareket ediyor­
lardı. K o n in in zirvesine yaklaştıklannda A m b e r'ın içiııi sonsuz
bir mutluluk hissi kapladı; zirveye vardıklarında ise ışığın kayna­
ğıyla bir oldular. Sonra A m b er hem farklı bir varlık -yani keıt-
dfsl- hem dc kardeşinin vc daha büyük bir kalabalığın, daha bü­
yük bir nefsin parçası olduğunun farkına vardı.
D erken kör edici m avi-beyaz bir supernova her şeyi kapladı.
D ö n e n bir ışık girdabı onu kendine çekm iş, tekrar tekrar parça­
lara ayınp birleştiriyordu.
240 İM 0 H A F F CwliDY

Sonra ışık fırtınası birdenbire sona erdi. A m b er yalnızdı; ışık­


tan tekrar yaşama doğru çekilm eyi bekliyordu. A m a ne üzüntü
ne de acı hissediyordu. Aksine hayatında ilk kez kendini tam am ­
lanmış hissediyordu. Işık konisinin tepesinde dururken görüşü
geri gelm iş daha önce göz kamaştıran parlak ışık artık aydınlat­
maya başlamıştı. Bir tep ed e dikilip güneşli bir düzlükten etrafı
seyreden bir dağcı gibi kardeşinin nereye gittiğini görebiliyordu.
O nu evlat edinen annesinin ve diğer tüm sevdiklerinin d e ...
G erisingeri girdabın içine çekilm eden önceki hayret verici kı­
sacık bir anda ışık kaynağının ötesinde yalan vc öteki dünyada
ikamet eden bir şey gördü.

"A m ber uyan! U yansana!"


Sersem lem iş ve aklı karışmış olan A m b er bu tanıdık sesi ger­
çekten mi yoksa rüyasında mı duyduğunu ayırt ed em ed i. Sonra
gözlerini açtı. S oam es yanında kurtlarıyla birlikte an tred en içe­
ri süzülen ışıkta dikiliyordu. "Sadece her şey yolunda mı diye bir
bakayım d e m i ş t i m d e d i fısıltıyla. G e ç e n lıafla yaşadığı onca
şeyden sonra bu endişesi zam ansız vc yersiz kaçıyordu.
A m b er yataktan çıkıp ona doğru yürüdü. "A ccosta vc senin
neden iş birliği yaptığınızı hiç anlam am ıştım ... am a sen o n a hiç­
bir zam an inanm adın, değil mi? Bir şekilde onun nc keşfettiği­
ni biliyordun. Bunun korkunç bir şey olacağını."
"A m ber, ben sadece öldükten sonra bize ne olacağını ö ğ re n ­
mek istedim. Bunun M ilcs'ın istediği şeyden bir farkı yok -ya da
yeterli teknolojiye sahip olsa herhangi bir bilim adam ının işinin
hakkını vererek yapacağı şeyden. B en ilerlem em e yardım cı ola­
cak o teknolojiye sahiptim . B enim tek yaptığım hakikati ara­
maktı. Bu kötü bir şey mi?"
"Bunu yaparken kullandığın y ö n tem lere ııe dem eli peki; tüm
o cinayetler, adam kaçırm alar?"
"O nlar gerekliydi, A m ber."
“N e için?"
"Hakikati ö ğ ren m ek için."
I UC IF F a 241

"T uhaf olan da bu Bradley. Ben hakikatin bu olduğundan bi­


le em in değilim . E n azından tüm hakikatin. H e m başka..."
S oam es, " ö y le mi dersin," diye sözünü kesti. Y an aydınlık
yan karanlıkta, kaşlan alaycı bir şekilde çatılmıştı. "H ayır," dedi
birdenbire. "Başka bir şey yok. T ek bir hakikat var. İşaretler ge­
lince bunu sen de anlayacaksın."
A m b e r biraz daha yaklaştı. "Peki ya A c c o sta 'n ın söz ettiği
yanın bir hakikatse, Bradley? O nun yanılm ış olm ası um unında
değil mi? Ben yanılm ış olm asını isliyorum . Bu çok norm al. S e ­
nin bile bunu istem en geıek , Bradley, kesinlikle."
S oam es gitm ek üzere döndüğünde korid o rd an gelen bir ışın
dem eti yüzünü yalayıp geçti. Tanıştıkları gün d en bu yana A m ­
ber onun tuhaf biri olduğunu biliyordu am a bunu onun m uaz­
zam zekâsına vc hastalığı yüzünden tuhaf bir şekilde büyütülm e­
sine bağlıyordu. A m a o anda, gözlerinin içine baktığında, bun­
dan daha fazlasının olduğunu gördü. S adece acayip ya da em -
pati yoksunu değildi; o duygusuzdu. G ö z le rin d e gördüğü kötü­
lük değil ondan ç o k daha korkunç bir şeydi.
O rada gördüğü şey boşluktu.
ELLÎ BÎR

s iy a h bölge GÜVENLİ oda

Kızıl P a p a u ııı ifşaatından yirmi yedi saal sonra medya FB I'n


teknik qjanlan, davetli bir grup seçkin bilim adam ı ve Vatikan
M ucizeler Enstitüsû'nden gelen heyetin ortak bulgularını açıkla
dı. Büyük dinlerin kıdemli üyeleri de dahil, olanlara birebir şahit
olan seyircilerden de olan bitene dair bilgi alınmıştı.
H eyetlerin tümfı. Kızıl P ap a'n ın ifşaatını bir aldatm aca gibi
gösterm e eğilim indeydi am a ccsedi analiz edip karmaşık teknik
donanım ı dikkatle inceledikten sonra hologram a veri girişinin
yalnızca N ö ro Ç e v irın e n 'd e n yapıldığını ve N ö ro Ç e v irm e n sin­
yallerinin tek kaynağının A cco sta'n ın başındaki ruh-yakalama
küresi olduğunu kabul etm ek zorunda kaldılar. Bu teknik onay
vc ifşaat sırasında Kızıl G e m id e bulunanların şahitliği kom iteye
'olan bitenin dünyevi bir açıklaması olmadığı* sonucuna var
maktan başka bir seçenek bırakmamıştı. Bir başka resmî olm a­
yan kaynak da bu teknik bir hileyse aldatm acanın kendisinin dc
A cco sta'n ın ölüm ünden sonra ruhunun konuşması kadar m uci­
zevî olduğunu söylüyordu...
Tahkikattan sorumlu F B I şefi, uzun boylu, siyahı m üdür yar
dımcısı M organ Jones yaptığı iki basın açıklam asında da resmî
bulgular konusunda kendinden em in görünüyordu am a ateşli ve
dokunaklı konuşmasının sonunda söylediği bir şey yoktu asim
da. A ncak onun suskunluğu ve. Kızıl P a p a 'n ın açıklam alarını
çürütmesi istendiğinde V atikan’ın 'yorum yok' şeklindeki tavn,
açıklanan bulgulan doğruluyor ve. A c c o sta'n ın son sözlerini des­
tekliyordu.
O dasında kilitli bir halde televizyonda açıklanan olayları sey­
reden F lem in g 'in tek yapabildiği şey sinirinden volta atm aktı.
Y erinde duram ıyordu, aynı şekilde hareketli olan zihni neye
inandığını açıklığa kavuşturmak için şimdiye dek aldığı tüm bil
gileri işlemek için uğraş veriyordu. Kızıl P a p a 'n ın konuşm asın­
dan bu yana uyuyamamıştı ve sözlerinde gerçeklik payı oldu­
ğundan her g ecen dakika, daha çok em in oluyordu, A c co sta'n ın
açıkladığı sey onun ateist duyarlı lığını mantıklı kılacak bir teoriy­
le örtüşüyordu: Din dünyadaki şeytan? güçtü.
D ışandan gelen bir ses o n u duraklattı. K apı açılınca gelenin
Bradley S oam es olduğunu gördü. K urtlar ayağının dibinde ya­
vaş yavaş soluk alıp veriyorlardı. S o am es neşeyle gülüm süyor­
du. "Nasılsın. M iles?"
F lem ing cevap verm edi.
S oam es kıııtlan içeri sokup kapıyı kapatarak, "S öylesene,"
dedi, "en büyfık korkulannın gerçek olması nasıl bir duygu?"
konuşm asına bakılırsa bayağı ilgili gibiydi. "A ğabeyinin şu anda
büyük ihtimalle acı çektiğini bilm ek ve o n u kurtarmak için uğ­
raşmamış olm ak nasıl bir duygu? Senin gibi hayatını bu dünya
daki acılan dindirm ek içiıı harcam ış, ölüm den sonraki hayatı
için de boşluğun huzur veren rahatlığına güvenm iş bir adam
ölüm ün yalnızca daha fazla sonsuz acı getirdiği gerçeğiyle nasıl
başa çıkar?"
Flem ing ne bir şey söyledi ne de başını kaldınp ona baktı.
"A nne ve baban büyük oğullarının küçük oğullan onu kurtar­
mayı reddettiği için öldüğünü ve acı çektiğini bilseler kendileri­
ni nasıl hissederler acaba? Jakc'ti değil mi? O bunu nasıl karşı­
lar acaba? Yıkılır herhalde, değil mi?"
Flem ing hâlâ sessizdi.
S oam es, "K endini o kadar da kötü hissetm e. M iles," diye
devam etti. "Pek çok yönd en haklıydın. Kutsal T anrı diye bir
244 U I C H A E I ( ’ OIII)Y

şey yok. A hireltc herkesin payına düşeni alacağını garanti edeıı


nihaî adalet diye bir şey de yok. Sadece kaosun şeytanî efendi­
si var. D aha önce inandığın şeyle şimdi inandığın şey arasında
ki tek fark öldüğünde kaosun ve acının sonsuza dek devam ed e ­
cek olması."
Flem ing yanaklarından süzülen yaşlarla dizlerinin üzerine
çöktü.
Soam es biraz daha yaklaştı. “Sana acıyorum . A ğabeyini
mahkûm elliğin yazgıyı bile bile kendine taham m ül etm en zor
olsa gerek."
Flem ing birden Soam es'in sağ elini yakalayıp iki eliyle sıktı.
Kuıtlar huysuzlandilar ama Soam es onlara g eri durmalarını işa ­
ret elti. "Yalvarmanın faydası yok, Fleming. Sana yardım ede
m em . Şimdi olm az." Kıkırdadı. "Belki de dua e d iy o rsu n d u r, ha?
Yok, bu saçma olurdu." Elini geri çekti. “Seni duyacak birisi yok
ken neden dua edesin ki?" Sessiz kurtlan da alıp odadan çıktı.
Flem ing kapının kapanm a sesini duyana kadar yerde, elleri
birbirine kenetlenm iş halde, kım ıldam adan durdu. Sonra kalktı
ve ellerini açtı.
ELLÎ ÜCİ

BEYAZ BÖLÜK. İLETİŞİM ODASI

Yüzü kireç gibi ve ifadesiz olan Virginia K night uyuşmuş; artık


olm ayan inancının boşluğu onu çep eçev re kuşatmışü. Uydu te­
lefonunu yerine koydu. G eriye yapacak bir tek şey kalıyordu.
O dadan çıkıp, zom bi gibi, ıpıssız beyaz bölgeden çıkışa doğ­
ru yürüdü. C am kapılardan, dışarıdaki güvenlik ışıklarının aydın­
lattığı kar fırtınasını görebiliyordu. Diskini kullanarak resepsiyon
geçidinin bitişiğindeki kurtuluş odasının kapısını açtı. Erzakları
karıştırdı -neyi seçeceğini bilm iyordu- ve ambalajlı parçalan se­
çip bir sırt çantasına doldurdu.

SİYAH BÖLGE

A m b er odayı arşınlıyordu. Sinirli adım ları, kafasının içinde çatı­


şan m uhalif düşüncelerin zihninde oluşturduğu kargaşayı yansı­
tıyordu. Soam es'in gözlerinde gördüğü şey A ccosta'nın ifşaatıy­
la ilgili endişelerini daha da arttırmıştı. O nun kehanet ettiği ilk
işareti görm üştü; bu da sözlerinde doğruluk payı olduğunu ka­
nıtlıyordu. Ne var ki rüyası ona karşıt bir hakikatin olduğunu
söylüyordu.
Yatağın üzerine oturup başını ellerinin arasına aldı. Ariel"in
ona nc gösterm ek istediğinden hâlâ tam olarak em in değildi.
24 6

am a kardeşinin. Kızıl P a p a 'n ın anlattığından çok farklı bir yero


gittiğini biliyordu.
Sakinleşm ek için aklına annesini son kez canlı gördüğü za­
m anı getirm eye çalıştı; bakım evinde uyuyuşunu, perdelerden
içeri süzülen akşam güneşini, terastaki bitkilerin yeşilini... O
anının sükûneti sanki annesi gelip soğuk elini alnına koymuş gi-
bi onu rahatlatmıştı.
"Belki de A riel bana bir şey söylem eye çalışıyordu," dedi
sesli sesli. "Benim dünyaya söylem em gereken bir şeyler..."
Kutup çem berinin kuzeyindeki ulaşılması im kânsız, ırak dağ
lardaki güvenli hücresine baktı. Dünyaya ne söylem ek istediğini
bilse bile binleriyle nasıl irtibata geçecekti ki? Bu y er dünyanın
bir parçası gibi bile değildi.
Tık.

A m b er d ö n ü p gözlerini kapıya dikti.


S o am es'ten daha önce hiç korkmamıştı am a şimdi yeni bir
yüzleşmeye kendini hazırlarken içinde bir korku uyanmıştı.
Dim dik durup kapıya döndü.
Kapı tereddütle açıldı.
Siluet Bradley Soam cs'e ait olam ayacak kadar uzundu.
Figür içeri girip, "A m ber," diye fısıldadı. "H adi buradan çı­
kalım."
A ğzı açık kalan A m b er'ın içi rahatlamıştı. "M iles, sen bura­
ya nasıl girdin? D aha da önem lisi nasıl dışan çıktın?"
"Bradley'den anahtannı ödünç aldım diyelim . S onra açıkla­
rım. H ele buradan bir çıkalım da."
ELLİ ÜÇ

SİYAH BÖLÜK

Karanlık, ıssız koridorlarda in cin to p oynuyordu. "Bir planın


var m ı?" diye sordu A m ber.
"A dım adım ," dedi F lem ing, " ö n c e siyah bölgeden çıkaca­
ğız. Sonra beyaz sektördeki iletişim odasına gidip uydu telefo ­
nunu kullanacağız."
“K im i arayacağız?"
"F B I -kim dinlerse işte." İçinde bulundukları durumu ve So-
am cs’iıı son yaşanan olaylardaki rolünü anlatabilse 1er kime anla­
tacakları um unında değildi. O nun asıl derdi ondan sonra ne ya­
pacaklarıydı. Yardım gelm esi zam an alacaktı ve o zam ana kadar
da S oam es'in insafına kalacaklardı. T ek başına olsa dağdan aşa­
ğı inip sonra da uçakla gelirken gördüğü korucu istasyonuna git­
m eye çalışabilirdi. A m a A m ber'ı da düşünmesi gerekiyordu.
Siyah bölge güvenlik kapısıyla aralarında santim ler vardı.
Flem ing kapıya doğru gidiyordu ki cam dan bir güvenlik g örev­
lisini gördü. A m b e r'ı kuytu bir yere çekip fısıltıyla, "A dam g ö z ­
den kaybolunca kapıyı açm ayı d en ey eceğ im ," dedi.
A d am saniyeler sonra gitti. Flem ing A m b e r'ı kapıya doğru
yönlendirerek, "H adi gidelim ," dedi fısıltıyla.
A m b e r "K apıyı nasıl açacaksın?" diye sordu.
"Bununla." Sağ elini açtı. "Bunu B radley'den aldım ."
A m b e r elindeki siyah şeye m erakla baktı; bir tarafı y a n
248 MI CHAEL C o n o r

aydınlık yan karanlıkta esrarengiz bir biçim de parlıyordu. A m ­


ber yüzünü ekşitti, “iğrenç."
"Bu şey bizi dışarı çıkartacak; o yüzden ona laf etm e," dedi
Flem ing ve yara kabuğunu sağ elinin işaret parm ağının ucuna
yerleştirip parm ağını kapı kilidinin yanındaki levhaya bastırdı.
D N A tarayıcısı dokudan m ikroskobik bir parçayı sıyınp alır­
ken Flem ing içinde yakıcı bir duygu hissetti, ardından kırmızı ışı­
ğı göriince nöbetçinin geri dön m em esi için dua elti. Işık hâlâ
kırmızıydı.
Kabuğu hafifçe sallayarak, "H adi A llah'ın belası," diye mırıl­
dandı. Y anına sokulan A m b er'd an ona doğm yayılan endişeyi
hisse de b i 1iyordu.
D erken kırmızıdan yeşile döndü ve ikisi de derin bir oh çektiler.
K apı açılınca gizlicc siyah bölgeden çıkıp nöbetçinin gittiği
tarafın aksi istikam ette sola döndüler. Beyaz bölgeye girdiklerin
de Flem ing izlendikleri yönünde tuhaf bir duyguya kapıldı; am a
iki kez arkasına dönüp kontrol edince kimseciklerin olm adığını
anladı. Solunda dışannın mavi kutup m anzarasını gösteren buz­
lu camlı bir p en cere vardı. Kalın kar tabakası rüzgârla birlikte
havalanıp karanlık göğe doğru yükseliyordu.
A m b er koridonın aşağı tarafında, soldaki bir kapıyı işaret
edip, "Orası," dedi.
İletişini odasının kapısı açıktı ve m at gri renkli uydu telefo n ­
ları ana iş istasyonunda yan yana sıralanmıştı. F lem ing en baş­
ta kini alıp kulağına götürdü; endişesi hafiflemiş gibiydi. Y anında
duran A m ber, "K im i arayacağız?" diye sordu.
Flem ing haberlerde duyduğu ismi hatırlam aya çalıştı. "S o ­
ruşturmayı yürüten FBI ajanını."
A rkalarından bir ses geldi; F lem in g 'in başını çevirm esine fır­
sat kalm adan biri, "Kim seyi arayamazsınız. T elefonların hepsi
bozuk. Dış dünyayla irtibat kesildi."
Flem ing arkasına döndü, midesine yumruk yem iş gibiydi.
Virginia Knight kapı girişinde dikiliyordu; gözleri kan çanağına
dönm üştü, yüzü de bem beyazdı.
Elini cebine soktu.
"Al bunu M iles," dedi, "işler bu noktaya geldiği için özür di­
lerim."
ELLİ DÖRT

Flem ing öyle hızlı hareket etm işti ki A m b e r nefes bile alam am ış­
tı. Az evvel elinde telefonla yanında dikilen adam bir de baktı ki
fırlayıp Virginia K n ig h t'ı yere sermiş. Flem ing elini cebine, so ­
kup giriş diskini alırken Virginia karşı koym adı. "T elefonlar n e­
den çalışm ıyor?" diye sordu Flem ing. Ses to n u gergindi.
K night ona boş boş baktı. "Bradley dış dünyayla bütün bağ­
lantıyı kesti," dedi. “B en bile dışarıyla bir bağlantı kuram ıyorum .
Yalnızca o yapabilir."
"Bunu neden yapsın ki?"
"B ilm iyorum . A d am zıvanadan çıktı. T ek bildiğim sizi öldür­
m eyi tasarladığı. B uradan çıkıp yardım bulmalısınız."
A m ber, "Bunu nasıl yapacağız, peki?" diye atıldı. "D ağdan
aşağı mı ineceğiz?"
F lem ing üm itsizce, "T ek yol bu." dedi.
K night başını kaldırıp o n a baktı. "Bırakın da size yardım
ed ey im ," dedi. "B ölge haritaları ve arazi planlan var b en d e."
"N eredeler?"
"Kurtuluş odasındaki bir sırt çantasının içinde."
Flem ing bir an durup onu inceledi sonra tutup ayağa kaldırdı.
"H adi gidelim."
Issız beyaz bölgeden geçip birkaç dakika içinde resepsiyon ala­
nına vardılar. Flem ing biraz ötedeki, üzerlerine V harfi işlenmiş
buzlu camlı çıkış kapılannı ve döne döne yağan kan görebiliyordu.
Solunda tırm anm a araç gereçleri, erzak ve dışarıdaki zo r hava
şaitlanna uygun giysilerle dolu kurtuluş odası vardı. K night'ın
akıllı diskini kullanarak kapıyı açtı ve kadım içeri soktu.
Duvarlardan birine boydan boya kurtuluş tulumları sıralan­
mıştı; hepsi de parlak kırmızı renkle ve N o rth F ace markaydı.
N o rm al kıyafetler gibi askıya asılmamışlar, zırh gibi kendi baş
larına duruyorlardı. H er tulumun sol ayak bileğinden, duvar p ri­
zine sokulmuş bir kablo uzanıyordu. Tulum ların altına da kine
tik enerji botları dizilmişti. Raflardan birinde kar maskeli ve ışık
lı. yalıtılmış kasklar duruyordu. Karşı duvardaki raflarda da er­
zak ve tırm anm a araç gereçleri -baltalar, ipler, kar testereleri,
buz kazmaları- göze çarpıyordu, F lem ing etkilenm işti, bilhassa
da kurtuluş tulum larından. Bunlar son teknoloji ürünü, akıllı
giysilerdi; on sekiz, ay önce G h a m o u ix 'e tırm anırken giydiğine
benziyorlardı.
O danın sol köşesindeki bir tezgâhın üzerine, biri büyük diğe­
ri küçük iki takım istiflenmişti. Y erde de şişkin bir sut çantası
vardı. "İkiniz için de bir takım var. Sırt çantasına da tırm anm a
gereçleri ve erzak doldurdum . M iles, sen bu şeylere benden da­
ha aşinasmdır, büyük ihtimalle. Başka nelere ihtiyacınız olabilir
bir bak ve A m b er'ın hazırlanm asına yardım et." Sırt çantasın­
dan bir avuç içi bilgisayar çıkartıp F lcm iug'e uzattı. "İçinde böl­
genin eksiksiz bir haritası ve A lascon P etro l sitesinin planlan
var. Buranın doğusunda bir korucu m erkezi bulunuyor."
Flem ing başım salladı. "H elikopterle gelirken görm üştüm ."
"Akıllı tulumlarınızda m ikrofon ve birbirinizlc iletişim kurabil­
m enizi, birkaç yüz m etre m esafeye yardım sinyali göııderebil-
m enizi sağlayacak telsizler var. A m a uzak mesafe bağlantısı ku­
rabilmeniz için korucu istasyonunu bulm anız şart. Anlaşılan yı­
lın bu zam anm da orada kimse olm uyor, am a istasyonun tam
teçhizattı bir haberleşm e odası var. O radan mesaj gönderebilir­
siniz. Şimdi acele edin. Fazla vaktimiz yok."
A m ber tuhımunu giyerken Flem ing çantanın içindekileri
kontrol etm eye başladı. "Bunu neden yapıyorsun, V irginia?" di
ye sordu.
"Keşke elim den dalıa fazlası gelse, am a helikopterin girişi
yasak."
"Bizi öldürm eyi neden bu kadar çok istiyor*?" diye sordu A m ­
ber. "T am am , onun için engel teşkil ediyoruz, am a bu..."
"Bir nedeni yok. Sizi bulmaya g elm eden ö n ce yetkilileri ara­
maya çalıştım. Teslim olup yardım çağırm ak istedim , am a gör­
düğünüz gibi böyle bir seçeneğim iz yok. H e m başarsaydım bile
dışarıda öyle bir karmaşa var ki her şeyin n orm ale dönm esi asır
lar sürecek." O m uzları düştü. M ağlup olm uş, kolu kanadı kırıl­
mıştı sanki. "D önerse tabii."
Flem ing tekrar, "N e d e n bize yardım ediyorsun; Virginia?" di
ye sordu. "N ed en şimdi?"
"H ata yaptım ve şimdi hatam ı düzeltm eye çalışıyorum. O l­
masına izin verdiğim şeyler için -olm asını sağladığım şeyler için-
üzgünüm ."
Flem ing A m b er'ın tulumunun bacaklarının alt kısmındaki
güç kablolannın kinetik botlarına bağlanıp bağlanm adığını kont-
ro l’ed erk en , "Am a neden?" diye üsteledi. T a n r ı yoksa kendini
bizim için tehlikeye atm anın da bir âlem i yok. B radley'nin sana
yapacaklarından korkm uyor musun?"
"K orkuyorum , am a aıtık pek bir ö n em i yok. Y apm adığım
bir şey kalmadı -h e m iyi hem dc kötü- çünkü Kızıl P a p a 'n ın ulu
vazifesine hizm et ederek T a n rıy a hizm et ettiğim i zannediyor­
dum . Bunca olan bitenden sonra, artık, kimse bana bir şey ya­
pam az. Ne kaybedecek bir şeyim var ne de kendim den başka
inanacak bir şeyim. K endim e karşı dürüst olm ak için de size
yardım etm eliyim . Yaşamaya değer bir hayatım olduğu inancı­
na tutunam azsam bu her şey boşunaydı dem ektir."
O nun şaşkınlığını ve çaresizliğini fark eden Flem ing bir an
için Barley H all'dan tanıdığı kadını görür gibi oldu ve, "Bizimle
gel," dedi.
"Y o, ben g elem em . G ö zü m ü S o am es'ten ayırıııam alıyım . O
benim tanıdığımı sandığım kişi değilm iş meğer. Sanki Kızıl Pa-
p a 'n ın ne ifşa edeceğini ö n c e d e n biliyormuş gibi bir hali var.
Bundan daha fazlası da var gibi."
252 MIC HA fl C O R D Y

Amber, "Kızıl Papa'nın ifşaatının gerçeğin tam am ı olm aya­


bileceğini mi düşünüyorsun?" diye sordu.
Fleming soru soran gözlerle A m b cr'a baktı, am a bir şey söy­
lem esine fırsat kalmadan, K night, "İlk işareti gördünüz -karan­
lığı vc sonrasında olanları. Bu İMahşcr'in ilk allısıydı. Incil'de,
Vahiy Kitabı der ki; ilk atlı dünyaya huzursuzluk yayacak. D iğer
atlılar da onu izleyecek vc korkarım , hiç şüphesiz. Kızıl Pa-
p a'nın ifşaatının, gerçeğin tam am ı olduğunu gösterecekler."
"O kadar basil değil," dedi A m ber. "Olam az. Bundan daha
fazlası var. Hissedebiliyorum."
D erken Flem ing, beynindeki ilkel bir şeyleri tetikleyen bir ses
duydu. Kalp atışları hızlandı ve kaslan gerilerek uçuşa hazır ha­
le geldi. A m ber'ın yanına gidip tulumun fermuarlarının çekilip
çekilmediğini; yaka mikrofonu vc kask hoparlörlerinin çalışıp
çalışmadığını; son olarak da kinetik botların, A m ber ayağını ha­
reket ettirdiğinde, tulumun geri kalan kısmına güç g ö n d erip
gönderm ediğini kontrol etti. 'Tulum la vücudun arasındaki sıcak
havayı hissediyor musun?" diye sordu.
A m b er evet anlamında başını salladı.
"Güzel. Fermuarını kapalı tut vc beni izle." C am kapıdan re­
sepsiyon lobisine ve çıkış kapısına bakan K night'a d ö n ü p , "Bi­
zimle gelm eyeceğine em in misin?" diye sordu.
Knight cevap verm edi, sadecc kapıyı açıp çıkış kapısına y ö ­
neldi.
Flem ing sırt çantasını om zuna asıp çıkış kapısına doğru koş­
tu vc yine aynı sesi duydu.
Kurtlar uluyordu.
G ö z ucuyla bir hareket fark etti ve dönüp baktı. S oam es, on
beş m etre arkasında, lobide, dikiliyordu. Biri bir yanında diğeri
öbür yanında duran kurtlarının san gözleri üzerlerine kilitlenmiş,
boyun lan ndaki tüyleri dikilmişti.
Flem ing, Knight'ın yanında, antrede durmuş tulum lanıı kurt
saldırısına karşı ne kadar bir korum a sağlayacağını düşünüyor­
du. Alüminyum bir iskeletle çevrelenmişlerdi am a o da tırm anış
I U C I t l t» 253

iplerini tutması için tasarımlanmıştı. U zay çağı kumaşının kat


m anian da hafifti ve giyeni dişlerden ve p en çelerd en değil so­
ğuktan korum ak için tasarlanmıştı.
Soam es sessizce, "Bu kadar erken mi gidiyorsunuz?” diye
sordu. "Yaralı yüzü kıpkırmızı olmuş; fal taşı gibi açılmış gözle­
ri üzerlerine dikilmişti.
"Bırak gitsinler Bradley." Virginia K night'ın sesi korkudan
titriyordu. "Bitti artık. Ruh P rojesinin arlık bir ö n em i yok. Sen
zaten ona hiçbir zam an inanm adın. Sen hiçbir zam an bizden bi­
ri olm adın."
"Yo, oldum . Ben her zam an inançlı biriydim, Virginia. Hâlâ
da öyleyim . A m a Aİme inandığımı sorm ak ne senin akima gel
di ne. de A cco sta'n ın , o kadar."
Virginia Knight gözle görülür bir şekilde ürperdi. "O halde,
istediğini aldın. Sen kazandın. Bu kadan y e te r herhalde. D aha
fazla insanı incitm ene ya da öldürm ene gerek yok."
A m b e r ansızın, "İstediğin bu m u Bradley?" diye sordu. "Bü­
tün dünyaya Şeytaıı'm iş başında olduğunu m u göstereceksin?"
Soam es ağır ağır gülümsedi. "Artık pek bir ö n em i yok. A m ­
ber. değil mi?"
"Evet, var. Bradley," dedi A m ber, "çünkü Kızıl P a p a n ın Ruh
Hakikati tek hakikat olmayabilir."
Soam es gözlerini kıstı. Flem ing A m ber'la Soam es arasında­
ki, birbirlerini anladıklannı gösteren, bakışmayı fark etmişti. S o ­
am es, "ö y le sanıyorum ki senin ya da M iles'm yaşamasına n e ­
den izin verem eyeceğim i artık anladın," dedi.
Carvelli beyaz bölge tarafından, Soam es’in arkasında belir­
di. "Bradley? Viıginia? N e le r oluyor?"
O anda Knight iki şey yaptı: ö n c e Flem ing'i sertçe göğsün­
den itti. D engesi bozulan Fleming geriye doğru sendeledi; eşiğe
vc oradan da dondurucu soğuğa. Bu sırada onu vc A m ber'ı da
peşinden süriiklcmişti. Virginia sonra da uzanıp kilit mekaniz­
m asından diskini aldı ve sürme kapılan kapatarak kendilerini dı-
şanya kilitledi.
Cam ların arkasından Soam es'e haklı. Ü zerindeki incecik tu ­
lumla tir tir titriyordu ama yüzünde korkudan eser yoktu. So—
aıııes kilit m ekanizm asına uzauırken bile 011 a bağırıyordu.
‘Bradley, senin Kızıl P ap a'n ın ifşaatına neden şaşırmadığını bi­
liyorum."
Flem ing ve A m ber onu çektiler, ama o kımıldamadı. Fle-
mingg'e bakıp, “G id in ,11dedi.
"Sensiz gitm eyiz," dedi Flem ing.
Viiginia,*, "G idin," diye çıkıştı kurtların kulaklarına bir şeyler
fısıldayan Soam es'e dondu. Dışarı çıkm ak için çıldıran kurtlar
uluyup kapıyı tırmalıyorlardı. Soam es parm ağını D N A pedinin
üzerine koyup kapıyı açınca hayvanlar çılgına döndü.
Flem ing A m b er'ın koluna yapıştı. "G itsek iyi olacak." Son
ra dönüp K night'a baktı ama bakışlarından g elm ey eceğ in i a n ­
lan ıışü.
Virginia, “G it M iles," diye bağırdı. "Size zam an kazandırabi­
lirim." Sonra Soam es'e döndü. Flem ing, V irginia'nm kurtlar
dan biri kapıyı tırmalayıp üzerine atlarken bile sakin sakin ko­
nuştuğunu duyabiliyordu, "Sen Ş ey tan a hizm et etm ekle kaimi
yorsun. S en ..."
Ya şiddetle esen rüzgâr ya da boğazını parçalayan kurtlar söz­
lerini alıp götürmüştü, ikinci kurt Virginia'nm dizlerini parçalar
ken Flem ing'in tek istediği A m ber'ı kurtarmaktı. Ne Virginia'nm
kıvranan bedeninin etrafındaki karm kırmızıya döndüğünü ne
cam dan dışarı bakan, korkudan bem beyaz olmuş Carvclli'yi ne
de çıkış kapısına doğru koşturan Bukovvski ve T rip p 'i görm üştü.
Bütün enegisini A m b er'ı dondurucu soğukta, karlı geceye
doğru sürüklemeye ayırmıştı.
ELU BEŞ

D ondurucu soğuk ve F lem in g ’in kesik kesik verdiği em irler Am


ber'a iyi gelmişti, zihnini gördüklerinden ve karanlıkla arkasın
da olan şcydcıı uzak tutuyorlardı.
F lem ing'in kaskındaki hoparlörden, "Bana yakın yürü ve sa
na söylediklerimi aynen yap," diye bağırdığını duydu. H elik o p ­
ter alanına giden çelik platform un üzerinde koşarken F lem ing
sııt çantasından bir ip çıkartıp bir ucunu A m b e r'ın belindeki m e­
tal alaşımlı halkaya, diğer ucunu da kendi belindeki benzer bir
halkaya taktı. "Bağlayacak bir y er bulursak rappel yapacağız,
bulamazsak ipsiz ineceğiz. T am am mı?"
A m ber, "T am am ," dedi am a F lem ing'in neden bahsettiği
hakkında bir fikri yoktu. Topuklarındaki kram ponlar buza battı
ğı için botlarla yürüm ek çok zordu "N erey e gidiyoruz?"
Flem ing kar taneleriyle lekelenmiş karanlığı işaret etli. Am
ber V en T ec'in parlak güvenlik ışıklarının ötesini görem iyordu.
"Kask lambanı aç," dedi Flem ing.
Flem ing'in kurtuluş odasında gösterdiği gibi kem erindeki
düğm eye basınca bir tık sesi duydu ve ardından geceye; yayılan
ışın dem etini gördü. Işık hoşuna gitmişti am a bu karanlık ve so
ğuk yerde son derece yetersizdi.
Flem ing birkaç m etre ötede, durdu, eğildi ve gözden kaybol
du. A m ber, rüzgârın estiği yöne doğru koşup deli gibi bir o ta
rafa bir bu tarafa bakarak karanlığın ve tipinin içinde Flem ing'i
bulmaya çalıştı.
U I C H A I L C O a D Y
256

D erken F lem ing'in sesini duydu. “D u r ve aşağıya bak.“


A m b er bir m etre ötesindeki, çelik makas köprüsünün ve he­
likopter alanının sonu olan parm aklığı gördü. B oynunu uzatıp
bakınca F lem in g ’in gövdeye alttan destek veren örüm cek bacak­
larından birinde kendini güvenceye aldığını gördü. Boşlukta sal­
lanırken kendinden oldukça em in görünüyordu; hareketleri seri
ve. güvenliydi. Sağ elini kaldırıp Amber* a gelm esini işaret etti.
A m b er duraksadı.
Kaskındaki hoparlörlerden F lem ing'in sakin sesi ısrarla,
“H ad i," dedi. “Parm aklığın üzerinden geçip bana doğru gel vc
ter. B en direğe bağlıyım sen de bana bağlısın. Yani düşecek
olursan seni tutarım ."
A m ber yüksekten nedret ediyordu.
F lem ing, "H ad i," diye bağırdı. “Buraya inm ek orada dur­
maktan daha güvenli."
A m b e r yine dc tereddüt ediyordu. C esaretin i toplam aya
çalıştı.
D erken kurtların ulum alarını duydu. O n a doğru geldiklerini
hissediyordu. Bir korku diğerine baskın gelm işti. Parm aklığa tır
m anıp yavaş yavaş diğer tarafa geçti. Kalbi deli gibi çarpıyordu.
Aşağıya baktı ve kask lambasının ışığı F lem in g 'e vursun diye ba­
şını çevirdi. Flem ing sağ kolunu ona doğru uzatm ıştı. A m a ara­
larında hâlâ iki m etrelik bir m esafe vardı.
A m ber, "Sen nasıl geçtin oraya?" diye sordu.
"Yuvarlandım."
“Ne?"
“Bilerek, lîn yakın direğe atladım, sonra da buraya tırm andım ."
A m ber yukarıdan gelen koşma seslerini ve hırlamaları duydu.
F lem ing, "Hemen allar diye direktif verdi.
A m b er derin bir nefes alıp bacaklannı uzattı vc platform dan
aşağı kaydı. Botları yukarıdan göründüğünden daha geniş olan
kirişe değince şaşırmıştı. A rdından F le m in g 'e d o ğ ru ilerledi.
F lem ing'in kolu belini kavrayınca müthiş bir rahatlam a hissetti.
I t C IE E R 257

"A ferin," dedi F lem ing. "Şimdi de şu buz çıkıntısına tırm an ­


m am ız gerek. O radan rappel yaparak aşağı..."
"R ap p el mi?"
"İp kullanarak aşağı inm ek için kullanılan uydurm a bir terim .
Bu şekilde seni tutabilirim. K o rk m a, parkta gezinti yapm ak gibi
bir şey."
"G erçek ten mi?"
K ar maskesinin arkasındaki yüzünü ekşittiğini görebiliyordu.
F lem ing, "P ek sayılmaz aslında," dedi. "Bu koşullarda ep ey zo r
olacak."
"Pekâlâ," dedi A m b e r yavaşça. H iç so rm am ış olm ayı tercih
ederdi. F lem ing'in arkasından p etro l kulesinden aşağı, buz çı­
kıntısına doğru ilerlerken o n u n her hareketini taklit etm ey e ça­
lışıyordu. F lem ing içgüdüsel olarak eıı iyi rotayı biliyor gibiydi.
Ç ıkıntının orası sisliydi ve daha az rüzgâr alıyordu. A m b er
d in len m ek istiyordu am a F lem ing sut çantasını karıştırıp buz vi­
daları, ip ve takozları çıkarm ıştı bile. A şağıdaki bir başka çıkın­
tıyı işaret etti. "O raya rappel yapm alıyız. Sonra um arım dağın
eteklerine varana dek zikzaklar çizerek bu ce p h e d en aşağı in e­
biliriz. Sonra da doğuya d ö n eriz. K orucuların barakalarına gi­
den yokuşu inm ek z o r olacak am a sana söylediğim şekilde ha­
reket edersen başarabiliriz." Bir an sustu, sonra, "K ahretsin,"
dedi. "Nasıl bu kadar çabuk inebildiler?"
Sislerin arasından onlara doğru yaklaşan bir çift san gözü
g ö re n A m b er'ın sırtından aşağı soğuk terler boşandı.
F lem ing bir küiur savurup sağ tarafı işaret etti. İkinci kurt da
diğer istikam etten geliyordu.
A m b e r'ın düşünm esine fırsat kalm adan Flem ing buz kıracak
lannı aldı. Bir çiftini de A m b e r'a verdi. K ıracaklan kullanarak
neredeyse saydam olan yüze tutunm aya çalışırken bir yandan
da aşağıdaki buzdan duvan tek m eley erek ayak dayayacak yer
açıyordu. Sanki kolay bir iş yapıyorm uş gibiydi. "R a p p c l'e vak­
tim iz yok," dedi. "A yaklanın açtığım yerlere koy. Vücudunun
üst kısmını çekm ek için de kıracaklan buza sapla. M erak e tm e ,
basacağın yerleri yakın tutacağım ."
25# U I C H A L l C O H D Y

A m b er bu kez tereddüt e tm e d e n çıkıntıya tırm andı vc Flc-


m iııg'in açtığı yerleri bularak yokuş aşağı inm eye koyuldu.
Sonraki çıkıntı büyük ihtimalle dokuz m etre kadar aşağıday­
dı, am a oraya varm ak için bir yandan öbür yana çaprazlam a
geçm eleri gerektiği için daha uzak görünüyordu. Bir iki m etre
sonra A m b er'ın baldırlarına kram p girm eye başlamıştı. K olları
daha da beterdi. Ç o k g e ç m e d en sırt kasları yanm aya başladı.
A m a ne zam an duraksasa kurtların ulumaları onu harekete g e ­
çiriyordu.
Sağ kıracağı sapla. Sol kıracağı sapla.
İlerle.
Sol bacağını sonraki ayak koym a yerine uzat. Sağ bacağını
sonraki ayak koym a yerine uzat.
1lerle.
İşkence gibiydi. R itim acıyı daha da artırıyordu.
Sapla, sapla, ilerle, uzat, uzat, ilerle.
Soluklanacak vakit yoktu. Bırakın aşağıya inm eyi, dikey dağ
yam acında durm a eylem inin kendisi bile acı vericiydi. T e k g ö re ­
bildiği, kask lambasının yeşil vc mavi renklerde aydınlattığı buz­
dan kayalardı. C iğerleri öylesine havasız kalmıştı ki kendini su
yun altındaym ış gibi hissediyordu; çok güzel am a öldürecek ka­
dar soğuk bir denizde boğuluyordu.
Bayılacağını düşündüğü anda iki güçlü kol o n u aşağıdaki çı­
kıntıya çekti. Bacakları katlandı ve karların içine yuvarlandı.
Flem ing baldırlarına mas^u yaparken yukarıdaki kurtların ulu­
malarını duyabiliyordu. "A ferin," dedi Flem ing. "Z o r bir işti.
Sonrasında bu kadar dik yerler olm azsa rappel yapabiliriz. Dağ
yam acına indik mi düzlükte bir süre dinleniriz."
A m ber, yoıgunluktan ve acıdan neredeyse ağlayacaktı.
"Bunu yapabileceğim i sanm ıyorum ," dedi.
"Yapabilirsin," diye üsteledi Flem ing. Soluğu bile kesilm em iş
gibiydi.
"Bensiz devam et. Birim izin B radley'yi durdurm ası gerek.
Kızıl P ap a'n ıp söylediklerinde doğru olm ayan bir şeyler var - vc
LUCIFER 259

öyle sanıyorum ki bunun arkasında olan kişi de* B radley onu


durdurm ak için birimizin hayatta kalması gerek ."
MŞişş. G ücünü dağdan aşağı inm ek için sakla."
"A m a ben seni yavaşlatıyorum . Yalnız devam etm elisin."
"H ayır. Bu işte beraberiz." Flem ing A m b e r'ı çekip ayağa kal­
dırdı. "Buraya nasıl bu kadar çabuk inm iş olabilirler?"
O m zunun üzerinden, ilerideki kaya tabakasının üzerinde duran
gri şekilleri gördü. İki kurt onlara doğru koşturuyordu. Flem ing
A m b er'ı çekip dağın orta yerine doğru peşinden sürükledi. A m b er
kurtların yaklaştıklarını hayal etti. Burası onların arazisiydi.
Flem ing birdenbire durdu. Bakışlarını takip e d e n A m b e r ç ı­
kıntının az ileride saydam bir duvarla bittiğini gördü, ö n le r i ke­
silmişti.
F lem ing o nu A m b e r'a bağlayan ipi açtı ve A m b e r'ı öne d o ğ ­
ru itti. "Yolun sonuna git ve beni bekle."
A m b e r om zunun üzerinden korka korka kuıtlara baktı. Yak­
laşmışlardı. "N e yapacaksın?" diye sordu.
F lem in g , buz kıracaklarını havaya kaldırıp aşağı yukarı zıpla­
m aya başladı ve "U m arım şansım yaver gider," dedi. A m b e r'ın
durup onu seyrettiğini gö rü n ce, "K oşsana be koş!" diye bağır­
dı. A m b e r birden canlanıp dağın ön yüzüne doğru koşturdu.
Vardığında arkasını d ö n ü p bakınca F lem in g 'in hâlâ olduğu
yerde zıpladığını gördü; kuıtlar hızla yaklaşıyordu. A m b e r tam
daha yakında olan kurdun üzerine atlayacağını düşünüyordu ki
F lem ing çıkıntı boyunca yuvarlanıp kar ve buz sağanağının için­
de g ö z d en kayboldu.
K urtlar sendeleyerek durdu. Üç m etrelik bir yank A m b e r'ı
onlardan ayırıyordu artık. P ek i, am a Flem ing neredeydi?
A m b e r artan heyecanın ı k ontrol altında tutm aya çalışarak
m ikrofonuna doğru konuştu, "M iles, iyi misin?" "M iles, konuş
ben im le, Milas. "
ELLÎ ALTI

\fenTec. GÜVENLİK SUÎTI

“T anrı aşkına, Bradley, nc yaptın sen?"


Bradley Soam es'in arkasından beyaz bölgeye giden Frank
Carvclli'nin yüzü yemyeşildi. Resepsiyon lobisinin camlı kapıla­
rından Virginia K niglıt'ın parçalanm ış cesedinin yattığı kırmızı
kar örtüsü görünüyordu. C arvelli'nin tertem iz balıkçı yaka siyah
kaşmir kazağında şimdi kusmuk lekeleri vardı; kendine olan o
sonsuz güveninden eser kalmamıştı. "N e d e n kurtlan geri çağır­
madın? D aha Fleming ve A m b er'd an kurtulmamız gerektiği ko ­
nusunda bile uzlaş mam işken, gitm elerine izin verdi diye Virgi­
nia *yı öldürm ek niye? işler çığırından çıkmaya başladı Bradley.
Bu kadan ç o k ..."
Soam es o nu savuşturmak için elini kaldırdı vc kar taneleriy­
le benek benek olmuş güvenlik m onitörlerini incelcdi. Petrol ku­
lesinin dış tarafındaki kam eralar boş boş karlı geceyi seyreden
iki güvenlik görevlisi dışında, helikopter alanında ya da resepsi­
yon alanının dışarısındaki çelik platform da olan hiçbir şeyi gös­
term iyorlardı. "N ereye gittiler?" diye sordu. K ızm aktan çok şa­
şırmış gibiydi.
T ripp ve Bukowski girişte göründü. H e r ikisi de kurtuluş oda­
sından araç gereç edinmişti vc her ikisi dc silah taşıyordu. Eldi­
venli elleri kana bulanmış, tulumlan koyu lekelerle yol yol ol­
muştu. Carvelli sakinleşmek için duvara yaslandı.
Soam es. "Pisliği tem izlediniz mi?" diye sordu.
L U C I F E < 261

Bukowski evet anlam ında başım salladı.


“A ferin. Şimdi de dışarı çıkıp kurtlan bulun. Flem ing vc A m ­
ber'dan geriye nc kalmışsa getirin."
Bukovvski vc T rip p döndüler.
Soam es onlar çıkıp g itm ed en . "B enden size bir tavsiye," d e­
di, "hâlâ yiyorlarsa o n lan rahatsız etm eyin. O eri kalanları to p ­
lam adan evvel bırakın da yem eklerini bitirsinler."
Carvelli, "Bradley, senin içine bir şey mi girdi?" diye inledi.
"Bunu neden yapıyorsun? Bu delilik. A m ber G ra n t'in ve M iles
F lem ing'in ölmesi senin için neden bu kadar önem li?"
Soam es'in insanı endişelendiren gözleri sanki C arvelli'nin ru
bunun derinliklerine bakıyor, bir şeyler ölçüp biçiyordu. N ihayet,
"Gerçekten bilm ek istiyor musun?" diye sordu. Bunu söylem e
şekli bir meydan okum a gibiydi. Gerçekte başa çıkabilir misin?
C arvelli'nin ağzı kurumuştu. Vıraklamayı andıran bir sesle,
"Evet," diyebildi.
Soam es bir an cevap verm edi. Sonra kısa bir tebessümün
ardından Carvclli'yi güvenlik süitinden dışarı çıkardı. Beyaz böl­
geyi geçip asansörün düğm esine bastı.

F lem ing'in şansı dönm üştü: Ç ıkıntının zayıf tarafi kınlıp kurt­
larla A m b er arasında bir bariyer oluşturmuştu, am a kalbini dur­
duran bir saniye içinde onu boşluğa fırlatmıştı. Var gücüyle kı­
racakları A m b er'ın tarafındaki çıkıntının alt taralındaki buzlu ka­
ya yüzeyine saplam aya çalıştı. İlk denem esi işe yaram adı, am a
İkincisi yaradı; sağ kolu neredeyse yerinden çıkacaktı.
S onra da tutunarak yukarıya çıktı.
A m b e r h em en koşup ona yardım etti. "N e d e n cev ap ver­
m edin?"
"Biraz meşguldüm diyelim ."
"ö d ü m ü patlattın," deyip onu daha yakına çekti.
"K endi ödüm ü de patlattım ." Yarığın diğer tarafındaki kurt­
lar gezinip duruyor karşıya atlam anın bir yolunu bulmaya çalışı­
yorlardı. "H ad i," dedi Flem ing. "Burada kalamayız."
262 U I C K A t L C O R DY

A m ber, orada bir çıkıntı ya da doğal bir yarık olduğuna dair


bir ipucu bırakm adan karanlıkta kaybolan saydam kaya yüzeyi­
ni işaret ederek, "O radan aşağı inm em e im kân y o k /' dedi.
Flem ing A m b e r'ın ipini tekrar kendi tulum una bağladı, so n ­
ra da sırt çantasından V irginia'nm verdiği avuç içi bilgisayarını
çıkartıp ekranı kontrol etti. "Aşağı inm iyoruz." d e d i. "Yukarı çı­
kıyoruz." Eliyle üç m etre yukarıdaki açık boruyu gösterdi.
"Planlan doğru okuduysam bu orijinal A lascon p e tro l kulesinin
taşm a borusu. Boru hattı büyük ihtimalle dağın doğu tarafında­
ki rafineriye d oğru uzanıyor. Orası da korucu m erkezinden pek
uzakla değil. O radan ilerlem ek daha kolay olsa g erek -kö tü ha­
va şartlarına karşı korumalı, hem bu piç kurulan da peşim izden
gelem ez."
K urtlan işaret ettiğinde daha irice olan geri geri gidip alla
maya hazırlanıyordu.
Flem ing çıkıntının sonundaki buzdan duvara doğnı gitti.
"K enarlardan uzak dur ve ellerini karabinalardan ayırm a par
d o n , yani beni sana bağlayan ipin üzerindeki yaylı halkalardan.
D üşecek olursam halkaları aç; yoksa seni de p eşim den aşağıya
sürüklerim."
A m b er Flerrıing'e korku d o lu bir bakış attı. "Bırakayım da
kurtlar beni yesin, öyle mi? Yaylı halkaya malkaya elim i bile sü­
recek değilim . Sakın düşeyim d em e. Bu işte iyi olm an gerek."
Flem ing önce sol elindeki buz kıracağını saydam yüzeye çak­
tı ve sağ ayağıyla ayak basacağı ilk yeri açıp kendini yukan çek
ti. Sonra da sağ elindeki kıracağı daha yükseğe çakıp sol aya­
ğıyla bir yer açtı. Seri bir şekilde ilerleyerek ço k az bir zo rlan ­
mayla borunun yanm a vardı. Borunun içi yapay bir m ağarayı
andırıyordu: Rutubetli vc karanlıktı, am a dışarıdaki soğuktan vc
kurtlardan daha davetkâr şüphesiz. D ağın iç taraflarından esen
ılık hava akımını hissedebiliyordu.
Aşağıya bakınca kurtlardan birinin yanktan karşıya atladığı­
nı gördü. Bacaklarını gerip ipe asıldı. A m b e r'ın kaym am asını
um uyordu am a kurt A m b er'ı hızlandırm ıştı. F lem in g kuıt onu
yakalam adan önce A m b e r'ı yukan çekm eyi başardı.
LUCIFER 263

Bir süre durup aşağıda çaresizce havlayan kurtlara baktılar,


sonra d ö n ü p dağa doğru ilerlediler.
Boru hattı boyunca dim dik bir yokuş vardı am a yukarı d o ğ ­
ru uzanan düz patika basam ak görevi görüyordu. Yaklaşık on
beş dakika boyunca sessizce yürüdüler. Sonra Flem ing havada­
ki değişimi fark etti. H aüf akım ın yerini ılık bir esinti almıştı. A y­
rıca F lem in g 'in burnuna bir koku geliyordu. "Ç o k garip," dedi,
"Bradley bana babasının burada hiçbir zam an p etro l üretm edi­
ğini söylemişti.
"Ü re tm e d i," dedi A m b er da. "P e tro l bulmuş am a kulede ü re­
tim başlam adan önce ölmüş. B radley dc h er şeyi durdurm uş.
A lascon P e tro l'ü satınca sondaj deliğini m ühürlem iş ve petrol
kulesini de V e n T c c 'c dönüştürm üş." A m b e r birden olduğu yere
çivilendi. "Bakî"
F lem ing, karanlığın ötesindeki tuhaf m anzarayı görebiliyor­
du: vızıltının eşlik ettiği stroskopik ışık şovıı. Esinti öylesine şid­
detlenm işti ki ılık havanın onu itelediğini hissediyordu. Yaklaşın­
ca gözlerini ışık kaynağından başka tarafa çevirm ek zorunda kal
dı çünkü ç o k parlaktı, am a gözlerini yere çevirip kısarak çev re­
sindekileri görebiliyordu, tçinde yürüdükleri borunun ana sondaj
deliğini iki eşit parçaya ayırdığı bir kavşağa gelmişlerdi. Aşağıda
kocam an, daire şeklinde bir delik vardı. F.n az dokuz m etre gc-
nişliğindeydi ve altı m etre kadar aşağıdaki dem irden bir tıkaçla
kapatılmıştı. T ıkacın orta yerinden çıkıntı yapm ış bir çubuk var­
dı; F lem ing bunun sondanın ucu olduğunu tahm in ediyordu. K o ­
ku öylesine keskindi ki F lem ing dem ird en tıkacın altındaki ka­
ranlık boşlukta petrol olduğunu düşünüyordu. Sondaj deliği b o ­
yunca uzanan kırık dökük parmaklıkla diğer tarafa geçiliyordu.
Yukarı doğrıı attığı bir bakış F le m in g 'e , ışık gösterisini yapa­
nın, soğuk havayı e m ip dışarı sıcak hava veren devasa bir p er­
vane olduğunu söyledi. O nun yukarısından gelen tanıdık vızıltı­
yı duyabiliyordu. Bu ve parlak ışık ona yukarıda ne olduğunu
söylüyordu.
İleri doğru bir adını atıp parm aklığı kontrol elti: Ç ürüm üş o l­
sa da sağlam gibiydi. " H a d i" dedi. "A cele edelim ."
U I C H A t L C OBOY

P ervaneden gelen rüzgâr onu parm aklıktan aşağı savurmak­


la tehdit ed er gibiydi, kör edici ışık ise onu aşağıdaki sinir bozu­
cu çukura bakm aya zorluyordu. A rkasından gelen A m b e r'ın ,
"T an n m , yol sanki c c h e n n c m c gidiyor gibi," dediğini duydu.
A m b er bir elini Flem ing'in om zuna koydu. D iğer tarafa vardık­
larında ferah bir nefes aldılar.
B oru hattının buradan aşağı doğru eğim yaptığını g ö ren F le­
m ing cesaretlenm işti. D ağın diğer taraflna çıkan boru ne kadar
alçak olursa A m b e r'ın tırm anm ası g ereken yer de o kadar az
olacaktı. Yarım saat boyunca sessizce yürüdükten sonra bir yol
ayrım ına vardılar.
A m ber, "H angi tarafa?" diye sordu.
"H içbir fikrim yok ama önsezilerim doğuya -yani sola gitm e
niizi söylüyor. Bizi gitm ek istediğimiz yerin çok yakınlarında bir ye­
re götürm esi gerek. H em o taraftan lıava geldiğini hissediyorum."
A m ber, "Pekâlâ," deyip başa geçti ve soldaki tünele girdi.
A m b er'ın yürüyen küçük şekline bakarken F le m in g 'in aklı
A m b e r'ın Kızıl P a p a 'n ın ifşaatına m eydan okuduğu sırada o ve
S oam es arasındaki birbirlerini anladıklarını gösteren bakışmaya
vc S o am es'in esrarlı sözlerine gitti: "O y/c santyonan ki senin
ya da M iles*m yaşamasına neden izin iremeyeceğimi artık
anladın, "
Bununla neyi kastetmişti.
"Amber?"
"Efendim?"
"B radley..."
A m b er tökezleyip g özd en kayboldu. "D üşüyorum , M iles,"
diye bağırıyordu.
F lem ing bacaklarını gerip o n la n hâlâ birbirine bağlayan ipe
yapıştı. A m ber öyle hızlı düşüyordu ki ip saklayarak gerildi.
F lem ing karnının üzerine düşüp borunun içinde sürüklendi.
Yokuş, ileride tıpkı bir çağlayan gibi birdenbire aşağı iniyordu;
Flem ing'in görebildiği tek şey kar ve karanlık, soğuk geceydi. Bu
bir başka taşma borusuydu. A m ber'ı alıp dağın dışına küsmüştü.
L UC I I El i Zà‘>

şimdi de aynısını o n a yap m ay a çalışıyordu. K ra m p o n la rın ı bas­


tığı yere saplam aya çalışıyordu am a dim dik olan d em ird e bir
dayanak noktası bulam ıyordu.
A m ber, "İpi kes!" diye bağırdı. "Allahın belası ipi kes, ne
olur!"
Ç aresizlik içinde, bir yere tutunabilm ek için, buz kıracakları­
nı m etal boruya sapladı. Sürtünm eden dolayı; sanki yeraltı tre­
ninin acil durum frenleri çekilmiş gibi kıvılcımlar çıkıyordu.
Borunun ağzına otuz santim kadar bir mesafe kala bir çatır­
tı duydu ve p erende alıp borudan aşağı asılı kalırken sağ kolun­
da keskin bir acı hissetti. A m a hiç değilse durm uştu. H e r nasıl­
sa elindeki kıracaklardan birinin ucu kaynak yerlerinden birinde
ki bir çıkıntıya saplanm ıştı. G erilen sağ kolundaki baskıyı azalt­
m ak için hem en sol elindeki kıracağı sapladı. İp kollarını aşağı
çekiyordu am a tulumun içindeki, A m b e r'ın ağırlığını vücuduna
eşit olarak dağıtan, tel çerçeveye m innettardı. Ne var ki ayakla­
rını koyabileceği bir yer yoktu. A m b e r'ı yukarı çekem iyordu.
Dişlerini gıcırdattı. O n u daha ne kadar bu şekilde tutabilirdi ki?

A m b e r ölıım rüyalarında, karartı boyunca ölıım c doğru yu­


varla m rdı. A m a bu sefer ileride ışık değil daha fazla karanlık var­
dı. Vc bu riiya değildi.
Farkına vardığı ilk şey, yerin ayaklarının altından kaydığıydı.
H e m e n ardından da borudan dışarı fırlayıp düşm eye başlamıştı.
İp gerildiğinde ilk çekişi hissettiği zam an rahat bir nefes al­
mıştı am a sonra yine yuvarlanm aya başlamış ve F lem in g 'i de
peşinden sürüklediğini fark etmişti.
Saniyeler sonra düşüşü ikinci bir kez durmuştu. Tulum unun
önündeki halkayla asılı bir şekilde karanlıkla geriye doğru yat
mıştı. Kaskının önündeki lamba d ö n e d ö n e yağan kar taneleri
ni aydınlatıyordu.
"M iles, neler oluyor?" diye sordu.
"İyi bir şeyler değil."
"İpi kes o zam an."
266 M I C H A E L COf l DY

"Bir daha hiçbir Allahın belası ipi kesecek değilim."


Flem ing'in sesindeki öfke A m ber'ı şaşırt mıştL "A m a..." sustu,
" ö z ü r dilerim ."
Bir anlık bir sessizlik oldu.
Sonra A m ber, ‘ D üşm eden önce, bana ne soracaktın?" diye
sordu.
"Bradley ve Kızıl Papa’nın söyledikleriyle ilgili bir şey. Ama
aıtık pek bir önem i yok. Sanırım yakında ccvaplan kendim bu
lacağım."
A m b er rüzgârlı havada sallanırken aşağıdaki karanlığa ba­
kıp, "Buraya kadar," dedi. "Ö leceğim . G e rç e k le n öleceğim .
N ihayet."
K orkm uyordu, ama öfkeliydi vc kendini haksızlığa uğramış
hissediyordu. Ayrıca kendisi ve Fleming için ani ve şaşırtıcı bir
acı oturmuştu içine. A ralarında olabileceklere dair özlem dolu
b ir duygu kaplamıştı içini.

Miles yolun sonuna yaklaştığını biliyordu. Sol tarafinda, b o ­


ruda düşey bir bağlantı yeri oluşturacak şekilde sıralanmış bir d i­
zi mağrur perçini görebiliyordu; elini uzatsa dokunabileceği ka­
dar yakmındaydılar. Borunun ayaklarının hem en üzerindeki dip
kısmı dolgun bir dudak şeklinde kıvnlmıştı; ayaklarını yeterince
yükseğe kaldııabilse m ükem m el bir ayak basma yeri olurdu,
ama A m ber'ın ağırlığı onu aşağıya doğru çektiğinden ou beş
yirmi santim ötedeki bu sığmaklar sanki kilom etrelerce ötede gi­
biydiler. A ncak A m ber'ın ipini çözerek kurtulabilirdi, ama
R ob'dan sonra hiçbir ipi kesmeye ya da bililerinin ölm esine yar­
dım etm eye niyeti yoktu.
A m ber'ın, "Sanırım b ir gün hepim iz öleceğiz," dediğini duy­
du. Sesinde korku yoktu belki ama Flem ing hüznü ve. kendisi­
nin duyduğu öfkeye denk b ir hayal kırıklığını fark etmişti.
Sıkılı dişlerinin arasından, "Evet. Bir gün öleceğiz," diye mı
nldandı. "Ama bugün değil."
ELLÎ YEDÎ

KIRMIZI BÖLGE

Frank Carvelli yürekli bir adam değildi: G erekli durumlarda ih­


tiyatlı, kendinden em in bir tavır sergilerdi am a bu o durumlar
dan biri değildi. Bradley Soam es'in arkasından kırmızı bölgeye
giderken neredeyse altına yapacaktı. V enT ec K urum u'nun bu
tarafına daha önce hiç gelm em işti ve buraya şimdi davet edilmiş
olm anın bir ayrıcalık olduğundan pek em in değildi.
Carvelli daim a, insan! ihtiyaçların ve arzuların gelgitlerini
kavrayarak her durumu kendi lehine çcvircbilm csiylc ovunur­
du. M edya ve film yapım cılığı im paratorluğu da bunun üzerine
kuruluydu zaten: Flalkm ne istediğini vc iş ortaklarını neyin
cezp edeceğini bilirdi. Kızıl P a p a y la olan bağlantısı K R E F 8
profilinde harikalar yaratmıştı: Şirketinin sunum teknolojisi
dünyanın ilk elektronik kilisesinin vücut bulmasına yardım et­
miş, halkla ilişkileri sıkı tutması ve sinem a filmleri yapması A c-
co sta'nın teknoloji kullanımına rehberlik etm esini sağlamış;
böylelikle de m edya tarafından zaten sevilen bir şafısiyeti bir fe­
nom en haline getirm işti.

A m a A cco sta'n ın kilisesi K R E E 8 ürünlerinin dünya sahne­


sinde sergilenm esine imkân sağladıysa Bradley Soam es de bun­
ları en üst düzeye çıkartacak teknolojik uzmanlığı vc kaynağı
sağlamıştı. Soam es ve V en T ec'in araştırmaları olm adan K R F F 8
iletişim arenasında alelade bir şirket olarak kalırdı.
268 *i I C K À l l C O I D T

Carvelli Soam es'e karşı iyi oynadığını düşünüyordu. Sadece


ve sadece Kızıl P ap a'n m yüce planı. Ruh Projesi için, piyasa de­
ğerlerinin cüzi bir miktarı karşılığında dehasının mahsullerini
kendisine verm eye adam ı ikna etmişti. A m a şimdi aslında S o ­
am es'in onu kullandığını anlıyordu. S oam es'in sırf kendi işleri­
nin görülm esi için Kızıl P ap a'd a dahil herkesi oyuna getirdiği
her geçen dakika daha da açıklık kazanıyordu.
Soam es, ona bir çifl göz koruyucuyu uzatarak, "Şunları tak,"
diye buyurdu. A sansör durunca Carvelli kapının altından içeri sı­
zan mavi beyaz ışığı gördü. Soam es cildini örtm ek için giysilerini
düzülüyordu; kapı açılıncaya kadar cübbeli keşişlere dönmüştü.
Carvelli çelik parmaklıklarda durm uş aşağıdaki titreşen ışık
enerjisi küresinin olduğu sondaj deliğine bakarken Soam es,
"Bunun ne olduğunu anladın mı?" diye, sordu.
Carvelli cevap verm eden önce birkaç dakika gözlerini ayırma
dan küreye baktı. Kürenin içinde gıincş lekeleri gibi titreşen kıvıl­
cımlardan gözünü alamıyordu. G özleri ışığa alışınca küreyi çev­
releyen laboratuvarlan fork etti. Buzlu cam lı, kavisli gözlem p e n ­
cerelerinden Flem ing'in N ö ro Ç e v irm e n 'in in bir kopyasını ve S o­
am es'in nıh-yakalama baş-küresini görebiliyordu. A m a ana göz­
lem alanı denetim masaları, m onitörler ve bir sürü çevre d o n atı­
mıyla doluydu. Altmış m etre çapında bir kürenin sahip olacağı
muazzam güç karşısında korkuyla kanşık bir saygı hissiyle, "Bu
bir bilgisayar," diye fısıldadı. "Bu devasa bir optik bilgisayarı"
"D aha da fazlası, Carvelli. Ç o k daha fazlası." Soam es'in sc
si değişmiş; soğuk tarafsızlığı yerini artık kibre bırakmıştı. "Bu
Efendim izin izhar edilen gücü, karanlık ilmini tüm dünyaya ya­
yacak olan aracı. Bu akkor ve ışık ocağı tevekkül tabutuna ça­
kılacak dört çiviye şekil verecek. Şeytan tarafından taahhüt edi­
len vc Kızıl P ap a'n ın kayıp ruhu tarafından ifşa edilen dört işa­
ret onun gücüyle tevdi edilecek."
C arvelli'nin endişesi daha da artmıştı. T ek yapabildiği titre­
m esine engel olmaktı. "Bunun için Kızıl P a p a 'n ın ifşaatı seni şa­
şırtmadı," derkeııki sesi kendisine ait değildi sanki. "Sen hü­
kümdarımızın kim olduğunu zaten biliyordun; çünkü sen hep
L a eu ER 269

ona hizm et etm iştin." S oam es'in düzenbazlığının boyutları onu


d e h şe te düşürm üştü.
Sol tarafından bir ses gelince d ö n ü p bakan Carvelli asansör
kapısının açıldığını gördü. A sansörden Bukovvski ve T rip p çıktı;
peşlerinden de ağzı yüzü kan içindeki kurtlar.
Kurtlar gelip yanındaki yerlerini alırken Soam es, "A m ber vc
M iles?" diye sordu.
Bukovvski kayıtsız bir ifadeyle başını salladı. "H içb ir iz yok.
Kurtlar onları bulam adan döndüler. Büyük ihtimalle dağdan aşa­
ğı düştüler. Dfışmedilcrse de. yaşamaları ihtimal dahilinde değil.
H ava gittikçe kötüleşiyor. A m b er G ra n t pek çok şey olabilir,
am a dağcı değil."
"A m a M iles öyle," dedi Soam es.
Carvelli konuşmaları duym azdan geldi. H âlâ Soames*le an­
laşmaya varm anın bir yolunu arıyordu. "Siz hep Ş cytan'a hiz­
m et ettiniz," dedi; sanki tek rar söylerse söylediği şeyin önceki
kadar korkutucu olm ayacağını um uyordu.
Bukovvski ve T rip p Carvelli'ye d ö n ü p aynı anda, "H ayır," di­
ye bağırdılar. Sanki Carvelli onlara küfür etmişti.
Bukovvski insanın kanını donduran alaycı bir gülüm sem eyle,
"A nlam ıyor musun?" dedi. "Biz ona hizm et ettik." O vc T rip p
şimdi S o a m e s ^ bakıyordu.
Carvelli dönüp S o am es'in küreden yayılan parlak ışığın
ö n ü n d e, kurtlarıyla birlikte siluet halinde g ö rünen cübbeli figü­
rüne baktı. A ltına yapm ıştı; daha önce hiç bu kadar korktuğunu
hatırlam ıyordu. "Kim sin sen?"
"K im olduğumu sanıyorsun? Scncc kim im ?" diye yanı! ver­
di Soam es.
iniltiye benzer sesler çıkartan C arvelli'nin tek yapabildiği öy­
lece gözlerini dikip bakm aktı. D erken birdenbire, tiksindirici,
dehşet verici bir açıklıkla, anladı.
Soam es ona doğru yürüdü. "Şimdi neden A m ber'ın vc Miles'ın
tehdit oluşturmasına izin verilem eyeceğini açıklayayım .”
U IC H A E L C 0 fi D Y
270

T itre y e n , etrafa, korkusunun neden olduğu kötü kokular ya­


yan Carvelli dinliyordu.
S oam es konuşm asının sonunda, " H e r şeyi anladığına göre
geriye bir tek soru kalıyor," dedi. "İlenim le misin yoksa Virgi­
nia gibi bana karşı mısın?"
C arvelli bir S oam es'e bir dc yanında duran öfkeli kurtlara
baktı. K onuşm aya çalıştı am a ağzı kım ıldam ıyordu. T e k yapabil­
diği dizlerinin üzerine çöküp başını uysallıkla eğ m ek oldu.
S oam es, "B enim için bir şey yapabilir misin?" diye sordu.
Carvelli, kulak tırm alayan bir sesle, "N e olursa," dedi.
S o am es tatm inkâr bir şekilde başını salladı. "H e lik o p te ri alıp
Fairbanks'e git. O radan da benim uçağım ı alabilirsin. U fak bir
m esele. Ekstra güvenlik politikası."
ELLİ SEKİZ

Çift olarak lım ıaııırkcn g ö rü n m ey eli, am a zararsız, yol gösteri -


ci bir varlığı yanınızda hissetm e durum una dağcılar üçüncü-
adam sen d ro m u derler. K utup araştırm acıları da b en zer bir his
si kaydetmişlerdir. Bu durum ağabeyiyle birlikteyken F lem ing'in
de birkaç sefer başından geçm işti; çoğunlukla yorgun düştükle
rin d e, acıktıklarında ve takatten kesildiklerinde. H er seferinde
R o b da daha sonra kendisinin de bunu hissettiğini söylerdi.
A m a bu kez farklıydı. Buz kıracaklarının saplarını sımsıkı
kavrayan F lem in g 'in eklem leri ve kasları yanarken üçüncü biri
yoktu. A m a elleri hişsizleştiğinde ve nefes alması güçleştiğinde
bir şey hissetmiş, bir çili güçlü elin, bileklerini kavradığı gibi tu ­
haf bir hisse kapılmıştı. G eriye kalan rezervlerini idareli kullana­
rak vücudunu um utsuzca son bir kez kaldırm aya hazırlandı.
A yaklarını borunun dibine yerleştirm ek ve kollarındaki ağırlık
tan kurtulmak için y eterin ce yükseğe çıkabilm eyi um uyordu.
N isp e te n dinlenm iş olduğu zam anlarda bile bunu hiçbir za­
m an başaram am ıştı, am a şimdi kaybedecek bir şeyi yoktu. D iş­
lerini sıktı, pazılarını g erip vücudunu kaldırm aya çalıştı. K endini
ne kadar zorlaşa da ancak birkaç santim yükselebilmişti. Sonra
ellerin bileklerini daha sıkı kavradığını hissetti; sanki ona yardım
ediyorlardı.
G e riy e ne kadar cneıjisi kalmışsa toplayıp bacağını kaldıra-
bildiği kadar yukarı kaldırdı. A yağının borunun ağzına değm esi­
ne kendi de şaşırmıştı, içinde bir eneği dalgası kabarmıştı. D iğer
272 U I C H A E L CORDY

ayağını da borunun ağzına koyup perçinlerle tutturulmuş tuta­


maklara uzandı.
Bir an soluklanmak için durunca bu yeni bulduğu enerjiyi
kaybetm ekten korkup botlarını, kram ponlarını vc buz kıracakla­
rını dayanak noktası olarak kullanarak perçinlerin tuttuğu tuta­
maklara asılıp kendi ağırlığını A m ber'ınkiyle birlikte boruya
doğru kaldırdı.
H er santimde gücü artıyor gibiydi, derken kendini tekrar b o ­
runun yatay kısmında buldu. K endine bir dayanak noktası bul­
muş olan A m ber'ın borunun ağzından girm eye çalıştığını duyabi­
liyordu. ipin gevşediği; yani ikisinin dc kurtulduğu an bütün gücü
buharlaşıp uçan Fleming sırtüstü yere düştü. A m b er saniyeler
sonra üzerine eğilmiş ona bakıyordu; kocam an açılmış gözlerin­
de endişe vc Flem ing'in adını koyamadığı bir şey daha vardı.
"Bunu nasıl yaptın?"
N efes nefese kalan Flem ing konuşam ıyordu.
"Bu imkânsız bir şeydi."
Flem ing kulak tırm alayan bir sesle, "D ağlarda tuhaf şeyler
olabilir," dedi.
A m b er bu ccvaba güldfı. T ü m yorgunluğuna rağm en Flc-
m ing'in içinde bir um ul ışığı parlamıştı. Ayağa kalkıp A m b e r'ın
kolunu tuttu. "Burada oya la nam ayız. Rafineriye ulaşıp korucu
m erkezine giden yolu bulm am ız gerek."

İlk anki heyecanı yatışınca A m b er F lem ing'in onları nasıl


kurtardığına pek dc aldırış etm edi. Kurtarmış olması yeterdi.
G erisingeri yol ayrım ına d ö n ü p rafineriye gittiğini umdukları
yöne saptılar. Karanlığa doğru yürürlerken F lem ing'in onun tıb­
bî geçm işini ve hayatındaki önem li olayların p ek çoğunu bildiği
am a kendisinin onun hakkında p ek bir şey bilmediği A m b er'ın
kafasına dank etti, ama onun bir şey sorm asına ftrsat kalm adan
Flem ing, "Duyduğumuz vc gördüğüm üz şeylerin bir aldatm aca
olmadığı çok açık bence," dedi. "O teknolojiyi gördüm -T anrım
hatta bir kısmuıı ben geliştirdim- ve A ccosta'nın ruhunun kehanet
LOCI FER 273

ettiği işaretlerden ilki kendini gösterdi. A m a sen ikna olm adın,


değil mi?"
"Ben yeni bir rüya g ö r d ü m d e d i A m ber. "Am a senin rüya­
larım hakkında ne düşündüğünü biliyorum ..."
Flem ing sınttı. "Bu lafı hak ettim . A m a dün dündür; bugün
de bugün. A rtık çok daha açık fikirli biriyim. Bana rüyanı anlat
-ya da her neyse işte."
"Senin gibi ben de Kızıl P a p a 'n ın ifşaatının bir aldatm aca ol­
m adığına inanıyorum , am a ben aynı zam anda bu ifşaatın tek
gerçek ya da gerçeğin lam am ı olm adığını düşünüyorum ."
"N eden?"
"Çünkü b en c e... ö lü m d e n sonra neler olduğunu bil/yorum,
gördüm . K ardeşim in nereye gittiğini biliyorum; çünkü baııa ken­
disi gösterdi. Kesin bir şey söyleyem em ; çünkü gördüklerim ta<
rif edilem ez şeylerdi -a m a o iyi bir yere gitti. Bunu görm ekle kal
m adım , aynı zam anda hissettim. Orası ıstırabın olm adığı bir yer.
A cının gölgesinin erişem eyeceği apaydınlık bir düzlem . M utlak
mutluluk orayı tarif e t inek için kullanabilcccğim cn yakın şey."
Flem ing gözlerini dikm iş ona bakıyordu; yüzü taptaze bir
üm itle aydınlanmıştı. A m b e r onun ağabeyini düşündüğünü an­
ladı ve ona yeniden güven v erm ek istedi; tıpkı A riel'in ona yap­
tığı gibi. "Bütün bildiğim ," dedi usulca, "gördüğüm şeyin Kızıl
P a p a 'n ın tarif ettiği o umutsuz, lanetli yer olm adığı."
"Sana inanm ak istiyorum ," dedi Flem ing.
A m b e r gülümsedi. "Bana inan. İhtiyacın olan tek şey inanç."
Flem ing çekim ser bir şekilde om uz silkti. "B enim anlam adı­
ğım B radley'nin neden Kızıl P a p a 'n ın duyurusundan hoşnut ol­
duğu- Sanki bunu istiyorm uş, um uyorm uş gibi bir hali vardı."
A m ber, zihninin karanlıklarında dönüp duran, henüz şekil­
lenm em iş bir yığın düşünceyi bir araya getirm ek için çabalıyor
du. "B iliyorum ," dedi. "Bu beni de endişelendiriyor. Bu yüzden
de kumandayı ele almalıyız; içim de bu durumun B radley'nin h o ­
şuna gittiğine dair korkunç bir his var."
274 U I C H A E L C O R D Y

Soğuk bir rüzgâr üzerlerinden esip geçti. F lem ing A m ber'ın


ilerlemesini engellem ek için kolunu uzattı. "Burası borunun so­
nu olsa gerek." İleriyi işaret etti. A ın b er ay ışığını ve yıldızlan
görebiliyordu. “Fırtına dinm işe benziyor. Bak, rafineriden geri­
ye kalanlan görebilirsin."
H e r ne kadar üzeri karla kaplanm ış vc çıkışın alt kısmı kar
yığınına batm ış olsa da A m b er bonınun düz araziye çıktığını g ö ­
rünce rahatlamıştı. İleride, ay ışığında belli belirsiz görünen pet­
rol tankerlerinin konulması için tasarım lanm ış silindir şeklindeki
m uazzam büyüklükle ild kafes de dahil tam am lanm am ış birkaç
yapının iskeletlerini seçebiliyordu. "Dışarısı çok soğuk." dedi
A m ber. " N e d e n burada kalıp sabah yola koyulm adan önce bi­
raz dinlenm iyoruz? Bir sonraki işaretin görünm esine daha vakit
var." U m utla F lcm ing'c baktı.
"T am am ." dedi Flem ing. "Ç antalanm ızdaki yiyeceklerden
bir kısmını yiyip biraz uyuyabiliriz. Burası biraz sıcak gibi am a
hareket etm eyi bıraktığım ızda vc kinetik botlanm ızclaki cncıji
tükendiğinde e p e y soğuk olacak. A m a birbirim ize sokulursak
idare ederiz."
A m b er duygulannı açığa vurm ayan bir ses tonuyla, "Son
günlerde bundan çok daha korkunç şeyler yaşadım ," dedi.
ELLÎ DOKUZ

ATLANTİK OKYANUSU

D aha güneyde, şafiık sokmuştu; Carvelli S o am es'in süratle.


L o n d ra'y a doğru yol alan özel jetin d ek i işgal edilmiş tek yolcu
koltuğunda tam am en ayık vaziyette oturuyordu. Sanki bir daha
asla uyuyam ayacakm ış gibi hissediyordu. T ek bir am acı vardı:
g örevini yerine getirm ek.
S o am es'e kafa tutm ak ya da kaçıp g itm ek gibi düşüncelerin
tüm ünü defetti. K açabileceği hiçbir yer yoktu -n c bu dünyada
ne de diğerinde. S o am es'i ve ona anlattıklarını düşününce bile
Carve İli'yi te r basıyordu. Bir zam anlar kusursuz olan görüntüsü
bozulm aya başlamıştı: Yüzü solmuş ve p en çe p en çe olmuştu;
saçları darm adağınık, siyah takımı buruş buruştu.
D eri koltuğun kolundaki telefonun çalmasıyla sıçradı. T e le fo ­
nu açtı. “Efendim ?"
H afif îskoç aksanlı biri, "Bana bu num arayı aram am söylen­
di," dedi. "A nladığım kadarıyla alm anız gereken bir paket var
ve paket zarar g ö rm em eli."
Carvelli sesi tanımıştı. A dam la daha önce hiç karşılaşmamışa
am a resmini görmüştü. Soam es ve K night geçm işte onu Ruh P ro-
jesi'nde kullanmışlardı. Tannm, sanki çok uzun zaman öncey­
miş gfbf g e liy o r diye geçirdi içinden. "Doğrudur. Benim bugün
şeyi... şeyi -paketi A m erika'ya salimen geri götürm em gerek."
276 M I C H A E L C O I UY

"Sorun değil," dedi ses. "H catlırovv'da sizi bekliyor olacağız.


Bir keşif uçuşu yaptık. N e re d e olduğunu biliyoruz. Boyutlarına
ve durum una bakılırsa başa çıkm ak kolay olacak." Kahkahalar.
"Ç ocuk oyuncağı."
T elefonu kapatırken C arvelli'nin gülesi yoktu, midesi bulanı­
yordu.

Işıktan önce kuıtların uluması F lem in g 'i uyandırdı. K asların­


daki acıya aldırış elm cdcıı uyanm ası için A m b e r'ı sarstı.
A m b e r anında doğruldu. G özlerin i kırpıştırarak, "Bu da ney
di?" dedi. "N eredeler?"
“B ilm iyorum am a acele etm eliyiz." Flem ing borudan dışan
ya, rafineri inşaat alanındaki uyumsuz şekillere baktı. U fuk çiz
gisindeki güneş m anzarayı zayıf, donuk bir ışıkla doldurdu. Ta
zc bir kar kabuğu her yanı kaplam ıştı am a rüzgâr ö n cek i gece
olduğu kadar güçlü değildi; gökyüzü de nispeten bulutsuzdu.
A m b er ayağa kalktı sonra sağ bacağını tutarak gerisingeri
yere yıkıldı. "Allah kahretsin."
F lem ing, bacağını kavradı; tulumun üzerinden düğüm lenm iş
gergin kaslan hissedebiliyordu. Sessizce masaj yaptı ve A m ­
ber1m itiraz çığlıklarına aldırm adan kasların yeterin ce gevşediği­
ne ikna olana kadar da bırakm adı.
A m b er bacağını yoklarken F lem ing'e ters ters bakıyordu.
"Kusura bakm a," dedi Flem ing. "A m a hiç değilse artık yürü­
yebilirsin. H em kurtlar bizi yakalarsa daha ço k acıtırlar."
Kaim kar tabakasına rağm en iyi ilerlemişlerdi ve seslerini
duysalar da rafineriyi g eçerk en hiç kurt g ö rm em işlerd i. Etrafa
ürkütücü bir sükunet ve sessizlik hakimdi. B inalar kar kaplı ta­
butlar gibi yükseliyorlardı.
ü ç saatin sonunda mola verm ek için durdular; sırt çantasında­
ki çikolatadan yediler ve kahve pişirm ek için p o rtatif ocakta kar
erittiler. Olağanüstü birkaç dakika boyunca güneş göründü; öyle
ki Fleming neredeyse içinde bulundukları vaziyeti unutacaktı.
D erken yine kurtları duydular. D ah a yakından.
L J C I t I K 277

Belki yokuşun sonuna yaklaştıklarından belki de orada A m -


ber'la birlikte olm ak hoşuna gittiğinden F lem ing çantayı sırtına
alıp önündeki zem ini kontrol etm ed en adım attı ve A m b e r'la bir­
likte yukarıdan sarkan taze kar yığınını p eşinden sürükleyip çı­
kıntıdaki yarık boyunca yuvarlandı. A ptallığına lanetler okuyup
körlem esine dağdan aşağı düşerken kayalara çarpm aya hazırla­
nıyordu. Sırt çantası çıkmıştı. A m b e r'ın botlarını iki kez sırtında
hissetti. D e rto p olm uş, ııe kadardır yuvarlandıklarını şaşırmıştı,
am a hiç bitm eyecek gibi gelmişti. D urduğunda kara göm ülm üş­
tü; hangi tarafın yukarısı olduğunu kestirem iyordu. İpi çekti;
A m b e r’ın da diğer taraftan ipi çektiğini hissedince cesaretlendi.
C en in pozisyonundan çıkıp düzeldi ve bir dam la tükürüğü ağ­
zından dışarı bıraktı -salyanın aktığı tarafa göre yerçekim inin y ö ­
nünü bulmayı ona R ob öğretm işti. A rtık hangi tarafın yukarı ta­
raf olduğunu biliyordu. Kazm aya başladı. Ç o k g eçm ed en de yu­
karıdaki saydam karın içinden süzülen zayıf güneş ışığını gördü.
S aniyeler içinde başı dışarı çıkan F lem in g şimdi bir köknar
koruluğuna bakıyordu. A rkasından çıkıvcrcıı A m b e r nefes nefe-
seydi. F lem ing silkelendi; aklı kaybolan sırt çantasında ve avuç
içi bilgisayardaydı. A m a tam d ö n ü p onları aram ayı düşünüyor
du ki A m b e r vadinin aşağısını işaret etti. "Bak." P arm ağ ın ın y ö ­
nünü takip cdincc karıu içine göm ülm üş kulübeleri gördü. "Bu­
rası m ı?" diye sordu A m ber.
F lem ing etrafına; uçsuz bucaksız, karla kaplı, ıssız, dağlık
alana bakınca A m b e r’ın sorusuna gülüm sem eyle karşılık verdi.
"E vet," dedi. "G aliba burası."
ALTMIŞ

KORUCU MERKEZİ
ULUSAL YABANIL HAYAT SIĞINAK ALANI

Virginia K night'ın söylediği gibi korucu m erkezinde kimsecikler


yoktu. Karla kaplı ana kulübenin yanındaki koca bir levhada
m ekânda Ekim ortasından M art sonuna kadar geçici olarak in­
sanların bulunduğu açıklanıyordu. Üç kulübe ve kış boyunca ısı­
ya vc g eçen siireye g ö re hayvanların yiyeceklerini veren bir di­
zi bilgisayar kontrollü beton am bar vardı. İnsanlar gidincc hay
vanlar geliyordu. Burası besili kuıt kaynıyordu; gökyüzü ise yük­
seklen uçan avcı kuşlarla benek benekti.
A m ber arkasındaki dağdan gözünü alam ıyordu. T epedeki
yaylayı görebiliyordu ama ne rafineriden ne de h em en bitişiğin­
deki daha yüksek olan dağın tepesinden bir iz vardı. Bulutların
arasında gözden kayboluyordu; yani V en T ec'in buradan g ö rü n ­
mesinin imkânı yoktu.
Flem ing, çatısında lazer haberleşm e anteni ve uydu anteni
olan ana kulübeye gitti; tam kapıyı kırıp açacaktı ki A m b e r ka­
pının sağındaki tahta kutuyu gösterdi. Küçük, zarif bir tabelada
şunlar yazıyordu:

Bu kulübeye sfğınmak ve içindeki olanaklardan faydalanmak is­


teyen tüm gezginler içeri buyursunlar. Kendilerinden tek ricamız
burayı bulduğunuz gibi bırakmanız, malzemeleri yeniden doldur-
manu ve hayvanları dışarıda tutmanı/dır. Bağışlarınızı metal
i u cı r t n 279

kutuya bırakabilirsiniz. Ziyaretçilerimizin konuk defterini doktur-


malarını rica ediyoruz. Çıkarken kapıyı kapatma ve anahtarı
kutuya koyunuz.
Güzel eyaletimizdeki yabanıl hayata gösterdiğiniz ilgiden
dolayı teşekkür ederiz.
John Mahoney, Uaşkonıcu
UİUS8İ Yabanıl Hayat Sığmak Alanı; Kutup Bölgesi, Alaska.

A m b er anahtarları bulup çıkarttı vc kapıyı açtı. K ulübenin içi


şaşırtıcı dcrcccdc lükstü; iyi yalıtılmış vc istcycbilcccklcri tüm
teknik ekipm anlarla donatılm ıştı. K öşede kendi m o n itö rü ile bir­
likte, bir optik bilgisayar ve video-link kam era, uydu telefonu,
klavye ve faksla tam am lanan m at siyah iletişim ünitesinin yanın
da video konferans plazm a ekran vardı, tik andaki şaşkınlığının
ardından A m b er bu ıssız yerde ekipm anın zaıurî bir ihtiyaç ol­
duğunun farkına vardı. Lucifer o p tik bilgisayarı çalıştırırken,
“G ü zel takım ," dedi.
Flem ing uydu telefonunu aldı. "B u d a çalışıyor. Bu yerin ken­
di jen eratö rü var herhalde."
A m b er O p tin c t'in genel ağ sayfasının açıldığını görünce tat­
m inkâr bir şekilde başını salladı.
F lem ing bir num ara çevirdi. "Bana FBI'yı bağlar mısınız? Bil­
m iyorum . G en el m erkez rni? W ashington olur." Bir anlık bir
sessizlik oldu, sonra A m b e r F lem ing'in "M erhaba, Kızıl P ap a
tahkikatını yürüten adam la görüşm ek istiyorum ," dediğini duy
du. "Elbette. O lan bitenle meşgul olduğunuzu biliyorum. O na
bir messy iletin yeter. Sizi tem in ederim bizimle konuşm ak iste­
yecektir. O na A m b er G ran t vc M iles F lem in g 'in kendisiyle irti­
bata g e çm e k istediğini söyleyin. Kızıl P a p a 'n ın beyanatı için kııl
landığı ekipm anın bir kısmının yaratılm asına yardım ed en kişi
bendim . O n a söyleyin, bildiğimiz şeyler var. Evet. Beni aratabi­
lir misiniz? ... A lo? N e? Erlbct, bekliyorum ."
D ö rt dakika içinde M üdür Yardımcısı M o rg an Joncs'un Kızıl
G cm i'dcki geçici karargâh merkeziyle bir video bağlantısı kuruldu.
280 MIC HA F » C O R DY

N etlik kusursuzdu. A m b er bağlantı masasının üzerindeki plazm a


ekranda büyük balo salonunu görebiliyordu. A rkada göm lekli
teknisyen ajanlar masalara kunılmuş, bilgisayar ekranlarında
hani hani çalışıyorlardı. M evcut her yüzey strafor kahve fincan-
lanyla doluydu. G eniş video ckranlan dünyanın dört bir yanın­
dan haber raporlannı gösteriyordu. On planda, lacivert bir takı­
mı, beyaz göm leği vc tabanca kılıfl olan, zayıf, siyahi bir adam .
Müdür Yardımcısı M organ Jones, üç tane başka adam ın oturdu­
ğu toplantı masasının etrafında geziniyordu.
"H e r ikiniz dc video kam eraya yaklaşabilir misiniz? Kim likle­
rinizi tasdik etm em g erek ,” dedi Joncs.
A m ber ve F lem in g kasklannı çıkartıp bağlantı masasına yak­
laştılar vc kam era objektifine baktılar. A m b er birden kazman
saçlarının farkına vardı: Y eniden çıkıyorlardı ve kafası tüy gibi
yumuşak saçlarla kaplanmıştı, am a Joncs'un ekranındaki refe
rans fotoğrafına tıpatıp benzediğini sanm ıyordu. Ne var ki
adam tatm in olmuşa benziyordu ve ya kibarlığından ya da dal-
gınlığından bir yorum yapm am ıştı.
"Biz dc her yerde sizi arıyorduk, çocuklar. Dr. G ra n t bir sü­
re öncc bize kayıp olduğunuz bildirilmişti; bunu bildiren kişi dc
bu Kızıl P apa m eselesinde bizimle birlikte çalışıyor." D ö n ü p to p ­
lamı masasına doğru, teknisyen qjanlann arasından kendine yol
açarak ilerleyen siyah figürü işaret etti. Vaftiz babasını tanıyan
A m ber gülümsedi. "P ed er Riga, olaya tanıklık etm esi için davet
edilen K atolik Kilisesi'nin kıdemli üyelerinden biri olarak g örev
başındaydı. O ve diğer dinî liderler neler olup bittiğini anlam a­
mıza yardım cı olmaya çalışıyorlar."
Pctc Baba masaya geldiğinde, "Tannya şükür. A m ber," dedi.
"Dr. Flem ing, şu anda neredesiniz? Beni ziyarete gelm enizin ar­
dından sizi takip ettirdik." Arkasından "Tabii sizin kendi güvenli­
ğiniz için," diye çabucak ekledi. "Am a San Fransisko'da sizinle
irtibatı kaybettik."
Flem ing kaşlarını çattı. "Sizinle R o m a 'd a görüştüğüm de bir
şeyden mi şüphelendiniz?"
I U C Ift « 281

Riga oturup kollarını göğsünde birleştirdi. Pişm an olmuş gibi


bir hali yoktu. "Evet, am a ne olduğundan em in değildim. Cizvit -
1er bir süre Kızıl P ap a'n m ayinlerini izlemiş ve büyük bir şeyler
planladığı sonucuna varmıştık. Siz de A m b er'ın ruh dalga boyu
konusunda benim le irtibata geçince bazı bağlantılar kurdum."
"O günden beridir de tedbiri elden bırakm adan A m b er
G ra n t'i bulmaya çalışıyoruz," diye ekledi Joncs. “A m a Kızıl P a ­
p a 'n m Ruh Hakikati G ü n ü n d e n sonra bütün işimiz gücüm üz
oluşan paniği kontrol altına almaya çalışm ak oldu. Bize nerede
olduğunuzu vc olay hakkında neler bildiğinizi anlatın."
A m b er ve Flem ing ön ce birbirlerine baktılar ve sonra ikisi
birlikte g eçen haftadan bu yana korucu kulübesine gelinceye ka
dar başlarından geçenleri ayrıntılarıyla aktardılar. A m b e r kaçırıl­
masını vc deneyleri anlattı; Flem ing ise S o am es'in kendi nıh ya­
kalama teknolojisiyle uyumlu daha ileri düzeyde bir N ö ro Ç e v ir­
m en geliştirm esi için kendisini nasıl aldattığını... S o am es'in za
ten insan ruhunun varlığını o n u ölüm anında görünür kılarak ve
fantom dedektör ekranında nişanını yakalayarak ispatladığını,
am a bedenden ayrılan ruhu izleyebilm ek am acıyla ldlit frekansı
nı bulabilmek için A m b e r'a ve onunla iletişim kurabilmek için de
N ö ro Ç e v irıııe u 'e ihtiyacı olduğunu açıkladı.
"Yani, A m b er vc ben. R uh H akikati G ütıü'nü mümkün kıl­
ması için ona yapbozun kayıp parçalarını verdik."
F B I'm teknisyen ajanlarından biri, "Yani o şey gerçek miydi?"
diye sordu, ö n ü n d e portatif bir optik bilgisayar vardı. “H e rh a n ­
gi bir hilenin izine rast laya madik ama o düzm ece donam m ı nasıl
kurduklannı sizin bize açıklayacağınızı u m u y o rd u m /
P e d e r Riga, araya girip, "G e rç e k olabilir," dedi. “R o m a'd ak i
kendi bilim adam larım ız da bunu kabul ediyor. A m a yine de bir
çeşit oyun."
Flem ing iç geçirdi. A m b e r akim dan geçenleri duyabiliyordu
ad eta: Neden her zaman bu papazlar her şeyden böyle yüz­
de yttz emindiler? "Keşke sîze bunun doğru olm adığını söyle-
yebilscm ," dedi. "G e rç ek ten . A m a teknoloji gerçek. Duyduğu­
muz Kızıl P a p a 'n ın ruhuydu, bundan em in im ."
282 M I C H A E L C ORDV

M üdür Yardımcısı lafi uzatm adan doğruca, "Yani şimdi ger­


çekten de T anrı yok ve bizler diğer işaretler için lıazırlanmalıyız.
öyle m i?" diye sordu. Zayıf, »iyalı yüzü kül gibiydi.
A m ber, "Şart d eğ il," dedi; bir bağlantı kuruvermişti.
Flem ing o n a dönüp gülümsedi, sonra tekrar video kam era­
ya baktı ve "O bir rüya gördü," dedi.
A m ber yanındaki bilgisayara uzanarak, “H ayır," dedi, "gör-,
düğüm bundan daha fazlasıydı."
A L T M I Ş BİR

S oam es’in Kızıl P ap a'n ın ifşaatına verdiği tepkiyle bir ilgisi var­
d ı... sadece kabullenm em esi aynı zam anda sevinçle karşılama
sıyla -neredeyse ümit etmesiyle. O nlar kaçarken S oam es Vir
ginia K night'a ne diyordu?
"Y o, oldum . Ben her zam an inançlı biriydim , V irginia. H âlâ
da öyleyim . A m a K im e inandığım ı so rm ak ne senin aklına gel­
di ne de A cc o sta 'n ın , o kadar."
Soam es'in Kızıl P ap a'n ın ifşaatını hevesle benimsemesi A riel'in
ona rüyasında gösterdiği tezat vizyonla birlcşincc A m b er bilgi­
sayara uzandı.
O ptik internete bağlanm ak için klavyenin sağ üst köşesinde­
ki dokunm ak tableti kullanarak ekrandaki O p tin et ikonunu tıkla­
dı. Saniyeler içinde O ptrix portalına girmişti. O p trix in veri gü­
venlik sağlayıcısına girm ek için de kendi kişisel erişim şifresini
kullandı. O ptik internetin gelmesiyle birlikte trafiğin hızı ve ağır­
lığı artık sorun değildi am a güvenlik sorundu: Veriler O p tin e t'te
öylesine değişken bir hızla hareket ediyordu ki bilgi hırsızlan bir
şirketin ya da bir şahsın veri dosyalannı yağm alayıp kurbanlan
ne olup bittiğinin farkına bile varam adan ganim etleriyle birlikte
kaçabilirlerdi.
2004 yılının uluslararası veri güvenlik anlaşmasından bu ya­
na neredeyse hiçbir şirket ya da şahıs kendi verilerini depolam ı­
yor; hem en hem en herkes artık O p tin e t’c bağlanıp üçüncü şahıs
Veri G üvenlik Sağlayıcılarına yani V G S 'lc re abone oluyorlardı.
284 U I C N A I L C o n o r

Kuantum şifreleri kullanan bu veri ban kal a n bilgisayar korsanla-


nna karşı korumalı addediliyor vc güvenlik garantileniyordu.
H er aboneye, V G S dc dahil, kendisinden başka kimsenin bil­
mediği rastgele türetilmiş bir şifre veriliyordu.
A m b er şifresini yazarak Optrix*in V G S 'sin e girdi. G ire r
girm ez de aram a m otorunu kullanarak O ptrix 'in to p lu m üşte­
ri arşivini kontrol etti; uluslararası kullanımlara özellikle dikkat
ediyordu.
M üdür Yardımcısı, "Şu gördüğünüz rüya neydi?" diye sordu.
A m ber gözlerini ovalayıp kısa bir açıklama yaptı. A çıklam a
sim, "D em ek istediğim beni Kızıl Papa'nın gerçeğinin tek ger­
çek olm adığına inandırdı," sözleriyle noktaladı.
P eder Riga, "Elbette ki tek gerçek değildi," diye onayladı.
"A ccosta’nın gördüğü menfur bir adam ın gerçekliğiydi. A na K i­
lise'den kovulmuş bir adam ın gerçekliği... Kardeşinin gördüğü
ise Katolik Kilisesi'nin faziletli g e rç e ğ i...”
Flem ing sinirli sinirli başını salladı. "H içbir şey ö ğ ren em ed i­
niz mi hâlâ siz? Bunun Katolik olm akla bir ilgisi olduğunu n e re ­
den biliyorsunuz -hatta dahası H ristiyan olmakla? Eğer A cco s­
ta cehennem in hayalini gördüyse bunun nedeni küstahça bütün
cevaplan bildiğini zannetm iş olması vc bunu kanıtlam ak için de
insanlan öldürmesidir, ö t e yandan A m b er'ın kardeşi iyi bir ha­
yat yaşadı -bu kadar basit. Bunun dinle bir ilgisi yok."
Riga hiç istifini bozm adan, "M esele şu," dedi, "bizler insanlı­
ğın ruhu için savaştayız. Tanrı îblisin bizi test etm esine izin ver­
di. Bizim yapm am ız gereken de ortaya çıkıp meydan okumaktır.
Şimdiye dek herkes Şeytan'ın en büyük hilesinin bizi var olm adı­
ğına inandırması olduğuna inandı. A m a bu doğru değil. O nun en
büyük hilesi bizi yalnızca kendisinin var olduğuna inandırmaktır.
İşaretlerin engellenmesinin zamreti dc bundandır."
"Tek sebep bu değil," dedi Joncs. ”Sizin işiniz ölümsüz nıh-
lanmızı kurtarmak olabilir. Peder, am a ben burada daha çok ya­
şayan bedenlerim iz için cndişclcniyonım . tncil'im dcn hatırladı­
ğım kadanyla M ahşerin D ört Atlısı'nın dünyaya sağlık, refah vc
mutluluk getirdiği söylenem ez."
1 U CI I V*

Flem ing, "Biri bu m ahcup ateiste bu atlılardan her birinin ne


getirdiğini hatırlatabilir mi?" diye sordu.
Riga iskemlesinde öne doğru kaykıldı; buruşuk yüzü m ahke­
me duvan gibiydi. "Vahiy Kitabı'na göre dört atlı dört farklı
renkte binekleri sürerler, tiki beyaz binicidir: iç kargaşa yayar;
sonraki kırmızı binicidir, savaş getirir; o n d an sonraki de kıtlıkla
g elen siyah binicidir. S on atlı da renksiz olan binicidir."
“O ne getirir?"
"ölfim ."
Bir anlık ".eşsizliğin ardından F lem ing tekrar konuştu, "Bu sı
rayla m ı gelecekler?"
Riga om uz silkti. ""Fek bildiğimiz ilk işaretin çoktan iç karga
şaya neden olduğu. Kızıl P ap a'n ın dem esine bakılırsa da üçün
cü ve dördüncü atlılar birlikte gelecekm iş."
FBI görevlisi, "Bunun haricinde bildiklerimiz incir çekirdeği­
ni doldurm ayacak şeyler," dedi. "H angi sırayla ya da ne biçim ­
de geleceklerini bilm em ize imkân yok." Saatine baktı. "N e var
ki çok yakında bileceğiz. İkinci işaretin eli kulağında."
Riga, "İşaretler insanlar tarafından verilecek," diye görüşünü
bildirdi.
" N e dem ek istiyordun?"
"Tanrı bizi sınıyor. D oğal bir afet g ö n d erm ey ecek . İlk işaret
o lan , iç kargaşa, elektrik kesintisi vc A ccosta'nın beyanatı yü­
zünden vuku buldu. Bence diğerleri de benzer şekilde m eydana
gelecek. O insanları kullanacak, kötülük yapm aları için o n lan
ayartacak. İşaretler insan işi olacak. A ccosta'nın kendisi de ’yer­
yüzünde ki bir vekilin' işaretleri vereceğini kehanet etmişti ya."
"B enim de size anlatm aya çalıştığım bu," dedi A m ber. "Ben
yeryüzündeki bu vekilin kim olduğunu biliyorum galiba."
Flem ing anlamıştı. "Bradley."
"Evet. O ptrix veri tabanına baktım ve dünyanın dört bir ya­
nındaki elektrik kesintisi olan her bir şehir elektrik ihtiyacım kar­
şılamak için hayli karmaşık, bilgisayarlı bir sistem kullanıyor. Bu
286 M I C MA F I CO* P ï

sistemlerin tüm ü optik tabanlı ve doğrudan ya da dolaylı olarak


O ptrix'ten alınmış ana bileşenleri kullanıyorlar."
M üdür Yardımcısı kaşlarım çatıp, "Yani elektrik kesintisinin
arkasında Bradley Soam es'in olduğunu mu söylüyorsun?" diye
sordu.
"Evet."
"iyi am a neden?"
Riga, lafı dolandırm adan doğruca, "Çünkü o, şeytanın m a­
şası," dedi. "Dünyayı Kral P a p a 'n ın gerçeğinin tek ve yegâne
gerçek olduğuna inandırm ak için işaretleri tam am lam a görevi
ni üstlenmiş. İblise hizm et ed iy o r vc T a n n inancını yok etm ek
niyetinde."
FBI qjam ikna olm am ış gibiydi. "Sen ne diyorsun, A m ber?
O senin ortağındı."
A m b er daim a Soam cs'i herkesten iyi tanıdığını düşünürdü
am a bu son yaptıklarını tanıdığını zannettiği -dünyayı iyi yönde,
değiştiren, hayırseverlik adına vc tıbb! araştırm alar için m ilyon­
larca dolar harcay an - adamla bağdaştıram ıyordu. K aranlık bir
güçle bir ilişkisi olabilir miydi? O nu rüyasından uyandırdığı ve
gözlerinin içine baktığı am hatırladığında vücudunu bir titrem e
aldı. "Açık konuşayım, bilm iyorum . Sen ne dersin, Miles?"
Miles çenesini ovdu. "P ed er Riga'nınkiyle birebir aynı dili
kullanmayacak olsam da bir kerecik olsun onunla hem fikir oldu­
ğumu fark ettim . Sebebi her nc olursa olsun S o am es A cco s
ta'nm haklı olduğunu ispat etm ey e kararlı."
Teknisyen ajanlardan biri, "Nasıl?" diye sordu. "T üm bu sis­
tem ler q u b it10 şifreleriyle korunuyor."
Bir diğeri de, "Evet, bazılarını kırabilsc bile," dedi, "her şeh­
rin elektriğini açıp kapamayı ayarlam ak bile inanılm az bir bilgi­
sayar kuvveti gerektirir..."
A m ber F lem ing'in bakışlarını yakaladı; onunla aynı şeyi dü­
şündüğünü görebiliyordu. "Soam es çok zeki bir adam dır," dedi.
“G erek en kuvvete sahip bir bilgisayarı da var ayrıca."

10 Kuantum biti
ı uc i r r » 287

F lem in g , "O nu V c n T c c 'in altındaki kırm ızı b ö lg ed e g ö r d ü m /


diye onayladı. P e tro l kulesinin ana sondaj d eliğ in d e duran m u­
azzam bir ışık to p u . H e m e n aşağıda, d ağın m e rk e z in d e .
A m b er, "İlk p ro to tip in kurulm asına yardım e tm iştim ," ded i.
"O zam anki haliyle bile g ay et güçlüydü, şifreleri kırm aya vc çe v ­
rim içi olan başka bilgisayarlarda o y n am a y ap m ay a kesinlikle
m uktedirdi; o z a m a n d a n bu yana da B radley oııu geliştirdi.
O n u n hayali, o p tik bilgisayarların tem el p ro g ra m la m a dilinin
ötesine g eç ip hakiki kuantum y e te n e k le rin e sahip -N ih ai Bilgi
sayar dediği bir bilgisayar yaratm aktı. Bu bilgisayar saniyede,
elli bir işlem gücünün on katm a m uktedirdir -y an i bir artı elli bit
sıflr am a fotonik kuantum bitleri ya da kubitleri aynı anda sa­
yısız hesabı işlem esine izin v e re re k tasavvur ed ilem ez sayıda sü
p e rp o z isy o ıı oluşturabilir. Bu güçteki bir m ak in e için kuantum
şifrelerini kırm ak m esele değil." Bilgisayarına eğilip tuşlara ha
fifçe vurm aya başladı. "Bakalım çift CS kullanarak o n u w cb 'd c
bulabilecek m iyim ? S o n ra da veri tab an ın a ulaşm aya çahşaca
ğ ım , am a kolay o lm ay acak ."
S o n tek n o lo ji üriinıı bilgisayarlar vc e lek tro n ik teknolojisi ko­
nusunda uzm an olan F B I teknisyenleri şaşırıp kalmıştı. İçlerin ­
d en biri, “C S dc nedir?" diye sordu.
"Casus S o n d ası," dedi A m b er. " O p trix 'te geliştirdiğim iz bir
şey. Esasen zeki bir virüs, bir şeyler bulması için o p tik in te rn e ­
te g ö n d ereb ild iğ im kuantum kod p ak eti. O n a söylediğim her­
hangi bir siteyi bulup fark e d ilm e d e n sitenin verilerine nasıl ula­
şılacağını bulm aya çalışır, sonra da ra p o r verir."
A m b e r yedi saniye içinde Casus S o n d asın ı oluşturdu; g ö n ­
d e rm e d e n ö n c e ekrandaki aram a p a ra m e tre le rin e dokundu vc
ta tm in k â r bir g ü lü m sem ey le, " T a m a m ." dedi. "A rtık kendi başı­
na, O p tin c t’i arıyor. Bize ra p o r v crccck , yaklaşık..."
Ekranı d o n u p vızıldam aya başladı. V eriler ekranda bir aşağı
bir yukan sel gibi akıyordu. H o p a rlö rle rd e n faks sinyali sesine
b en z er acayip tiz bir ses yükseliyordu.
T ek n isy en ajanlardan biri durum dan etk ilen m ey en v id eo
k onferan s ek ran ın d an , "Bu da neydi böyle?" diye sordu.
288 U I C H A E L C O « DY

"B ilm iy o ru m ," dedi A m b er. "B en y a p m a d ım ."


M üdür Y ardım cısı Jo n e s'u n arkasında bir kargaşa patlak v er­
mişti. Bilgisayarlarının ö n ü n d e yan y ana dizilm iş qjanlar g ö z le ­
rini ay ırm ad an ekranlarına bakıyorlardı; A m b e r1in görebildiği
birkaçı kendisininki gibi vızıldıyordu.
Jo n e s'u n yanındaki te lefo n çaldı. Jo n c s te lefo n u açtı. "A nlı­
y o ru m ." d ed i. "E vet, k o n tro l e d e c e ğ im ." T e le fo n u kapattı.
"W ash in g to n 'd an aradılar. H o o v e r binasında ve Q u a n tico A k a­
d e m is in d e de aynı sorun varm ış. Veri tabanları çıldırm ış ve g ö ­
rünüşe bakılırsa sadece F ed eral B ü ro y la da sınırlı değil. S o n bir­
kaç saniyedir olan bir şey ve gayet hızlı bir şekilde yayılıyor. Ek
ranlardan birinde B B C 'y i g ö sterin ."
A nsızın N e w Y ork M enkul K ıy m e tle r B orsası'nın görüntüleri
geldi ekrana: Şaşkına dönm üş insanlar çıt çık arm ad an masala
nnda oturuyorlardı; h em en üzerlerindeki, piyasada itim at kazan­
mış lıissc senetlerini g ö steren dev ekran da A m b e r'ın k i gibi sa
pıtm ıştı. Bir y o ru m cu , "Wall Street sendeliyor," diyordu. "D ün
yanın d ö rt bir yanındaki şirketler Y 2 K ‘ 1 virüsünün yarattığı geç­
miş korkuları hoş bir hatıraya d ö n ü ştü recek olan bir hadiseyle
başa çıkm aya çalışıyor. Şaşkına dönm üş olan d ünyanın kendine
sorduğu bir tek soru var: Bu Kızıl P a p a 'n ın ikinci işareti m i?"
C an lı yayın haberlerinde g ö sterilen dev ekran sanki başlam a
işareti alm ış gibi karardı. D akikalar sonra A m b e r'ın k i de. He
m en akabinde ise y en id en çevrim içi olm uştu. D iğ erleri de öyle.
A m a ö n em li bîr förk vardı.
A rtık ekranların hiçbirinde hiçbir veri yoktu. M o n itö rle rin
hepsinde yalnızca sıra sıra sıfir rakam ı g ö rü n ü y o rd u .

11 2000 yılında gerçekleşeceği öngörülm üş dijital kıyam et


ALTMIŞ İKt

SİYAH BÖLGE TOPLANTI SALONU

tkiııci işaretin n cd cıı olduğu kaos vc p a n ik ilk işarctiııkindeu ç o k


d a h a fazlaydı. W all S tre e t'te n H a n g S eng* e, tüm dünya borsa
lan n d ak i hisse sen etleri sıfırlanmıştı. T ü m şirketlerin idari vc ki
şisel tü m banka h esap lan te k h am led e u çu p gitm işti. K red i kart
lan ne dükkânlarda çalışıyordu ne de in te rn e tte . B ankam atikler
m üşterilerin akıllı kartlannı tanım adıkları ve hiçbir h esapta para
bulam adıklan için h izm et v erem iy o rd u .
N e var ki olay piyasalann ve bankalann ço k daha ötesine g eç­
mişti. W ashington'daki F B I’dan tutun da Paris'teki In te rp o l'e ve
L o n d ra 'd a k i S co tlan d Y ard 'a kadar tüm dünyadaki bilgisayarlı
veri ta b an la n n d an suçlu kayıtlan silinm işti. V atandaşlık, vergi
yüküm lülüğü yc oy hakkına ilişkin kayıtlar o rtad a n kaybolm uş­
tu. Sağlık sigortası p o liç e le ri, sınav sonuçları ve okul sicilleri de
dahil ak ad em ik kayıtlann y erinde yeller esiyordu. Bilim sel araş-1
tırm a d o sy alan ve tıbbı kayıtlar silinmişti. A skeri veriler ve p e r­
sonel rap o rları yok olm uştu. O p tik in te rn e tte k i yüksek güvenlik­
li Veri Cjüvenlik S ağlayıcılarının h e r biri saldm ya uğram ış ve iç­
lerin d e d e p o la n a n tü m veriler silinmişti. H e r çev rim içi bilgisayar
veri tab an ı, w eb sitesi, arşiv, kütüphane ve d e p o boşaltılm ıştı.
B ir şey yazıcıda y azd ırılm am ış, çcvrim dışı d e p o la n m a m ış, yazıl­
m am ış ya da akılda tutulm am ışsa gitti d em ek ti. Sanki tüm tek­
nolojik d ü n y an ın akh ve belleği siliniyordu.
B radley S o am e s siyah bölge to p lan tı salonunda o tu rm u ş
d ü n y an ın d ö rt bir y an ın d an histerik h a b e r bültenlerini sey red i­
yo rd u . H e p kaos vc panik. îşte bu iyiydi.
290 U 1c MA E 1 CO < U Y

S andalyesinden kalkıp kırm ızı b ölge asansörüne doğru yürü­


dü. K urtlar da arkasından gitti. A san sö rd ek i vızıltı h e r z a m a n ­
kinden d aha yüksekti. Başını e ğ ip kabinin buzlu cam d an ze m i­
nine baktı. A ltındaki ışık küresinin vahşi bir güzelliği vardı. K al­
bi sanki onıı d aha ö n c e g ö rm e m iş gibi çarp ıy o rd u . K ü ren in için­
deki yıldırım lar bir güneş ftrtması görüntüsü yaratıyordu. A san­
sör tam kürenin üzerinde durdu. Işık g e ç irm e y e n kapılar kont­
rol odasına ve sondaj deliğini ç e v re ley e n laboratuvarlara açıldı.
T rip p vc Bukowski bilgisayarı k o n tro l e d e n te rm in a lle rin
ucunda dikiliyorlardı. Bukow ski S o a m e s 'e d ö n d ü ; g ö zleri p a r­
lıyordu.
S o am es, " N e var ne yok?" diye sordu. " H e rh a n g i bir düzelt­
m e ya d a k ap asite sorunu v a r m ı?"
Bukowski gülerek "Bu inanılm az," dedi. "K apasitesinin küçük
bir kısmını bile kullanmadık vc iletim hayal ed eb ileceğ im izd en
çok daha iyi. H erhangi bir veri bozulm ası da söz konusu değil."
S o am es şaşırm am ış, am a rahatlam ıştı. H e r şeyin p ro g ram lı
olduğunu vc kendisine düşenin dc işaretleri v e rm e k için ö n g ö ­
rülen zam an lam ay a sadık kalm ak olduğunu kendine hatırlatarak
artan sabırsızlığını bastırm aya çalışıyordu. S on ikisi birlikte ve
açıklanan zam anda geleceklerdi; o za m an da o n u n b u dünya
üzerindeki m isyonu tam am lan m ış olacaktı.
Bir telefo n çaldı. T rip p te lefo n u açıp S o a m e s 'e verdi.
A ray an C arvelli'ydi. "S igorta p o liçesi yolda," dedi.
S o am es, "M ü k em m el," diye karşılık verdi. "Buraya varır var­
m az b en im m ek ân ım a gel."
O tu ru p buzlu camlı p e n c e re d e n , havada asılı duran ateş t o ­
punu seyretti. İç g eçirip kolundaki pul pul dökülen d erid e n bir
p arça k o p artıp dalgın dalgın kurtlardan birine yedirdi. Ü z e rin e
o n ca yıl b ek lem ek ten , p lan lam ak tan vc bilm ekten kaynaklanan
bir yorgunluk çökm üştü.
S on işareti de açıklayıp bu işe şim di b ir son v erm e ihtiyacı
neredeyse dayanılm az hale gelm işti, am a o bu ihtiyacı bastırıp
yine kendi ken d in e, neredeyse bitti, dedi.
Çok yaklaşım , diye kendi kendini ikaz etti. Am aana ulaş­
m an an m eselesi.
A T.TMIS Ü Ç

KORUCU MERKEZİ

F lem in g dünyayı saran p a n ik te n etk ilen m em işti. O n u n aklı S o-


a m es'te y d i. B unların arkasında o n u n o lm asın ın şöyle ya da b ö y ­
le faydası olduğunu biliyordu: Bu o n a kefaret fırsatı veriyordu;
çünkü nihayet savaşacağı birisi vardı; K ızıl P a p a 'n m duyurusu­
nu açıklayabilccck birisi...
S o a m e s 'in teknolojisini F B I elem an ların a açıklarken bir an ı­
yı da canlandırm ıştı: S o a m e s 'in h er ruhun k endine has bir bar-
k oda sah ip olm asıyla ilgili söylediği bir şeyi. Bu o n a, n ihayet
R o b u n ruhuyla bağlantıya g e ç m e k ve o n u n acı çek m ed iğ in i ka­
nıtlam ak için bir um ut verm işti. A m a şim di etrafını kuşatan ka­
osa ve düzensizliğe bir ç ö z ü m bulm alıydı.
B irkaç geçici sorun dışında iletişim araçları veri krizinden
p e k etk ilen m em iş, bilgisayarlar kısa bir süre sonra tekrar çalışır
durum a gelm işti; yazılım p ro g ra m ların a da p e k bir zarar g e lm e ­
m işti. N e var ki bilgisayarlar ve p ro g ra m la n sanki daha y en i
alınm ışlar gibi bom boştular. D e p o la n m ış tüm bilgiler gitm iş;
tü m veri tab an lan silinmişti. F lem in g 'in K ızıl P a p a n ın k e h a n e ­
tiyle bağlantı kurm asına y ard ım e d e n . F B I teknik ajanlannın
yüzlerindeki şaşkın ifade oldu. Ekrandaki sıftrlara bakarak, "Bu
ikinci işaret," dedi.

M üdür Y ardım cısı Jo n e s g ez in m e y i bıraktı, talim atlar yağdır­


dığı telefo n u da kapattı. "Bu lanet olası bir facia," dedi. "Bütün
d ü n y a A lz h e im e r hastası oldu. H alk diz çöktü. E n basit işlem ler
292 H l C M E l C O R D Y

bile imkânsız hale geldi. K uram ların kim kimdir, nedir, bilm esi­
nin m üm künü yok. A m a bu dört atlıya uymuyor.
Riga, "H ay ır, uym uyor," diye onayladı.
F lem ing ağrıyan om zunu ovarak, “Bana şu siyah atlının ne
getirdiğini bir daha söylcscnizc," dedi.
••Kıtlık" dedi Riga.
F lem ing arkasına yaslandı vc herkesin, k en d in d en g eçm işçe­
sine yaptığı işini bırakıp kendisine bakm asını bekledi. "O lan
tam olarak bu değil mi zaten?" dedi. "Bilgi kıtlığı."
A m b e r F lem ing’in dizine hafifçe vunıp, "D u r biraz," dedi.
"B ence haklısın, M iles, am a hepsi bu k a d a rd a değil. G ö n d e rd i
ğim Casus Sondası d ö n d ü . Bradley’nin bilgisayarını lıackleye
m em iş -bilgisayar ço k g ü çlü - am a yanında bazı ö n e m li bilgiler
getirm iş. O p tiu c t'lc ıı o n a doğru yoğuıı bir trafik akışı olm uş."
N efesini bıraktı, " ö n c e iyi haberi m i istersiniz kötü haberi mi?"
K im se bir şey söylem eye cesaret ed e m ed i.
"P ek âlâ, iyi haber, veri silinm em iş; potansiyel olarak geri alı­
nabilir."
Jo n e s, " N e re d e ? " diye sordu.
.''K ö tü h aber de bu," dedi A m ber. "B radley onu süper bilgi­
sayara dep o lam ış."
"Ne?"
"Bu m üm kün," dedi A m b er. "Y eni binyılda bilim adam ları,
bir litrelik hacim deki bir fo to n ik bilgisayarın on gigabaytlık eski
bir sabit disk sürücüden 10*° kat fazla veri d cp o lay ab ilcceğ in c
hüküm v erm ek için M ax Planck*ın 'kara cisim* form ülünü kul­
landı. Bradley S o am es'in hacm i ise bir litreden fazla.
" Ç o k çok daha fazla," dedi Flem ing. "B en im gördüğüm kü­
renin çapı en az bir allı m etre vardı."
"Verilen g eri alm alıyız," dedi Joncs.
"B undan daha fazlasını yapm alıyız," dedi F lem in g . "Verileri
kurtarm ak y e tm e z , bilgisayarını da k ap atm alıy ız. O n u Kızıl
P a p a 'n ın işaretlerini g erçek leştirm ek için kullandığı ç o k açık.
ı ü c ir r r 293

İlkinde kullanmıştı bir de şimdi. Kızıl P a p a 'n ın , yirm i dört s a a t­


te n d ah a az bir sûrede, birlikte m ey d an a g elecek lerin i söylediği
son iki işareti başlatm ak için de bunu kullanacağından em in o la­
bilirsiniz. G ö rü n ü ş e bakılırsa iki büyîik işareti so n a saklam ış
-g ö rk e m li finaline.
Riga asık bir suratla, başını sallayarak, "Savaş ve ö lü m ," dedi.
"K esinlikle," dedi F lem ing. "Ve o n la r da gerçekleşirse oyun
bitecek." S o n ra A m b e r'a d ö n ü p , "B rad ley 'n in yerinde olsan
son iki işareti g erçek leştirm ek için bilgisayarı nasıl kullanırdın?"
diye sordu.
A m b e r arkasına yaslanıp şakaklarım ovdu. Y orgunluğuna rağ­
m en kedi gözüne benzeyen yeşil gözleri h er zam ankinden daha
da parlaktı. Tüy gibi saçları öylesine yum uşak görünüyordu ki
F lem ing 'in içinden onlara dokunm ak geldi. A m b er, "B en olsam
ne y apard ım ." diye düşüudü. "D ünyadaki h e m e n h e m e n tüm bil­
gisayar sistem lerinin O p tin e t'e bağlı olduğunu düşünürsek, ben
askeri üsle rden birini faaliyete geçirirdim : U S A M R I I D '* 'd e k i bi­
yolojik savaşı ö n le m e labonituvarlarını harekete geçirirdim ya da
Irak veya İsrail'deki.
M üdür Y ardım cısı Jo n e s g ezin m ey i bırakıp soğukkanlılıkla.
"B en olsam bunu y a p m a z d ım ," dedi. "B en o lsam ... birkaç ro ­
ket hangarını açıp bir-iki nükleer savaş başlığı fırlatırdım ."
F lem ing başını salladı. "Bu iş görürdü. Savaş ve ölüm getirir­
di - ç o k fazla ölüm . B unlann herhangi birisi küresel bir savaşı
hızlandırm aya yeter."
Jo n e s sessizce, "O bilgisayarı o rtad an kaldırm alıyız," dedi.
A m b e r yüzünü ekşitti. "O kadar kolay değil. O n u y o k ed e r­
sek bütün verileri kaybederiz. D ünyanın 'zihnini' o n arm a k o n ­
larca yıl sürer. V erilerden bazıları yeri doldurulam az tü rd en ve
m evcut kaos kısa süre içinde k o n tro l altına alınm azsa ek o n o m i
ve alt yapı bir daha o n arılm ay acak şekilde zarar g ö recek . Bu
büyük çap ta bir e n tro p i ve tersine çevrilm esi gerek. Bilgisayarı
o rta d a n kaldırm adan ö n c e verileri kurtarm alıyız.

12 A m erikan Onlusu Bulaşıcı Hastalı klan A raştırm a Enstitüsü


294 U I C H A E L C O R O Y

" H e m , B radley elektronik alarm lar ve m ayınlar yerleştirm iş­


tir; yani bilgisayar, saldırıya uğradığı aıı talim atları y erin e g e tire ­
cektir. V c n T c c 'c ya da bilgisayara dışarıdan yapılacak herhangi
bir saldın te rs te p e c e k ve son işaretleri erkene alacaktır."
T ek n isy en ajanlardan biri, "O n a uzaktan, çev rim içi, zarar v e­
rebilir m isiniz?" diye sordu.
"Bilgisayar ço k güçlü ve de ç o k iyi konm uyor. V c n T e c 'in içi­
ne girip B radley farkına v arm ad an bir şekilde, bilgisayan kayna­
ğında tekrar p ro g ram lam alıy ız. V erilere ulaşm anın vc bilgisaya­
rın son işareti g erçek leştirm e gücünü o rtad an kaldırm anın tek
yolu bu."
Jones, "O , işaretleri gerçekleştirm eden bunu nasü yapacağız?"
diye sordu.
F lem in g A m b e r'a d ö n d ü . O n u n ne sö y ley eceğ in i anlayan
A m b e r iniltiye b e n z e r bir ses çık an p , "Y o, o lm az. M iles," dedi.
F lem in g , "O şeyi y e n id e n p ro g ram lay ab ilecek başka birini
ta n ıy o r m usun?" diye sordu.
A m b e r'ın om uzları düştü.
F lem in g acı bir tebessüm le, "G örünüşe bakılırsa iş başa düş­
tü," dedi. S o n ra F B I şefine d ö n d ü . "A m b cr’ı içeri so k m an ın bir
yolunu biliyorum san m m . E kipm ana ihtiyacım ız o lacak."
"Ve de d esteğ e," dedi Jo n c s. " H R T b ek lem e d e."
F lem in g , " H R T m i?" diye sordu. "Hormon tedavisi m i?"
"F ederal B ü ro 'n u n rehine kurtarm a tim i. B una b e n z e r y erle­
re girip çıkm ak için eğitilirler. Sizden birkaç saat uzaklıktaki
A n c h o ra g e saha ofisinde bir m an g am ız var."
"P ek âlâ," dedi F lem ing. "A yrıca son işaretlerden orduyu da
haberdar etm em iz gerek."
Jo n cs kum bir kahkaha attı. A h izey i te k ra r kaldınrkcn,
"T an n aşkına," dedi. "Böylesi büyük bir şey için askeriyedeki-
lerden ço k daha fazlasını h ab erd ar e tm e m gerek."
ALTMIŞ DÖRT

DOKSAN İKİ DAKİKA SONRA

F B I'ın Kızıl G e m i'd e k i harekât odasına d ö rt video konferans ekra­


nı daha kurulmuş. A m b e r ve F lem in g ’in o n la n g örebileceği şekil­
de yerleştirilm işlerdi. Uç tanesi üniform alı adam ları gösteriyordu.
A d a m la rd a n biri şu anda A n c h o ra g e 'd a , F B I'ın A laska'daki
saha ofisinde bulunan, reh in e kurtarm a tim inin başındaki n ö ­
betçi ö zel qjan W ay n e T h o m a s 'tı. U zu n yüzlü, sırım gibi bir
adam olan W ayne kurşun g e ç irm e z yelek vc p a n to lo n u n ü zerin ­
de F B I yağm urluğu giym işti. Iıkranda. o n u n yanında talim ü n i­
form ası içinde bir ad am vardı. Y arbay M ark K o v ac, A m erik an
O rd usu'n u n elit Ö z e l G ü ç le r bölüm ü olan D elta F o rc e bölüğü­
nün başındaydı. Kafası usule uygun o larak asker tıraşı y ap ılm ış­
tı. K an a d a sınırının üç yüz yirm i kilom etre güneyindeki gizli bir
üsten g ö rü şm ey e katılıyordu. K o v a c 'm pürdikkat olduğu aşikâr­
ken bile bıkkın g ö rü n e b ilm e k gibi bir y eten eğ i vardı. A m b e r
onun kalp hızının p e k ç o k atletin k in d en daha yavaş olduğunu
ta h m in ed iy o rd u . G ö rü n ü rd ek i teklifsizliğine rağ m en kom utayı
F B I'd a n alm ak için can attığını söyleyebilirdi.
İktidar uğruna ince d alav ereler başlamıştı bile: D elta k u m an ­
danı bunun p ro fesy o n ellere göre bir i$ olduğunu im a etm iş, FB I
^janı ise 'uygun şekilde eğitilm iş' p e rso n e le ihtiyaç olduğunu
vurgulayarak karşılık verm işti. "Siz de takdir edersiniz ki Y ar­
bay, bu g ö re v d e bir n eşterin hassasiyetine ihtiyaç var bir çeki
cin kaba kuvvetine değil."
296 UI CNAEL CORDY

T esto stero n yüklıı atm osfer A m b e r'ı rahatsız etm iş am a F le­


m ing, K o v a c 'ın V e n T e c 'e d ö n m e sin e itiraz etm esin e bile aldır­
m am ıştı. "Siz bir sivilsiniz, Dr. F lem in g . Siz sadece yerleşim p la­
nıyla ilgili bildiğiniz ne varsa arılatın vc gerisini bize bırakın."
A m b e r telaşla o n d an tarafa d ö n d ü . D ağa geri d ö n m e k te n
korkuyordu a m a e n azından F lem in g le y k e n kendini güvende
hissediyordu. F lem in g , K o v a c 'ın v e re m e y e c e ğ i bir fiziksel güven
hissi veriyordu.
F lem ing K o v a c 'a gülüm sedi ve "Sizinle g eliy o ru m ," dedi.
K ara Ş ah in lerd en indikten sonraki tırm anışım ız da zorlu ola
bilir," dedi K o v ac. "Biz Dr. G ra n t'c yardım cı olunız am a ikiniz,
birden bizi yavaşlatırsınız."
F lem in g sessizce, "B eni dert e tm e y in ," dedi. "B en idare
ederim ."
"D ah a ö n c e tırm anm ışlığınız v ar mı?"
"B iraz."
"S eviyeniz nedir?"
"Sizin seviyeniz nedir. Y arbay?"
K ovac o m u z silkti. "O u sekiz, am a eğ itim aldım ."
A m ber, “K aç seviye var?" diye sordu.
F lem in g ona d ö n ü p , " F n yüksek seviye o tu z ," ded i.
"R o b 'u n seviyesi yirm i yediydi. D ünyada yirm i y edinci seviye­
nin üzerinde o la n bir avuç insan vardır h erh ald e." T e k ra r K o ­
vac'a d ö ndü. "A m a on sekiz, m ükem m el. O n beşin üzerindeki
herkes gayet iyidir."
K ovac tcvazuyıı elden bırakm ayarak, "S öylediğim gibi, eğ i­
tim ald ım ," dedi.
A m ber, "S enin seviyen nedir, M iles?" diye sordu.
"O n dokuz."
B undan sonra K ovac F lc m in g 'e d aha ç o k saygı gösterdi.
A m b e r dikkatini üçüncü ekrana çevirm işti: Ü n ifo rm a lı bir
ad am , te h d itk â r bir ifadeyle M ü d ü r Y ardım cısı Jo n c s 'a b akıp
kafasını sallıyordu. D iğ e rle rin d e n yaşlıydı: A ğ a rm ış saç la n ve
I t C IF E R 297

üniform asında beş ad e t yıldızı vardı. G e n e ra l, "R o k etle rim iz i


çcvrim dışı bırakacağım ızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz," diye
gürledi. "Y 2 K ‘d e n bu yana bir daha asla çevrim dışı o lm a m a y ı
g a ra n tile m e k için y e d e k kuvvetler yerleştirdik. Ş im di ise ulusal
güvenliğim izden ö d ü n v e rm e y e başlayacak değiliz. Belki farkın­
da değilsiniz am a bütün dünya battığa saplanm ış durum da."
Jo ııes, “M e sele de bu ya, G e n e ra l," ded i. "Siz tüm ro k et üs­
lerini kapatırsanız S o a u ıe s de o n la n faaliyete g e ç ire m e z . Ulusal
güvenliği koruyor olacak sın ız."
"Bu psik o p atın R u sy a'n ın ya da başka bililerinin roketlerini
fealiyete g e ç irm e y e c e ğ in i kim söyleyebilir*? K en d im izi korum a
mız gerek."
M üdür Y ardım cısı başını salladı. "E lb e tte, G e n e ra l, biz ör­
n ek ohır ve tüm dünyaya durum u ihtiyatlı bir b içim d e izah e d e r
sek S o a m e s'in k im sen in m ü h im m atın ı kullanam ayacağını ga
rantilem iş oluruz. H e rk e s ö zv erid e bulunursa en azın d an risk
eşitlenm iş olur."
G e n e ra l, "Bu o lm a y a c a k -d iğ erlerin in ö zv erid e bulunup bu­
lunm ayacağını b ile m e y iz," diye bağırdı. " N c d erle r bilirsiniz:
D ü n y an ın geri kalanı iyi o lm ad ık ça iyi adam o lm a n ın bir anlam ı
yoktur. Vc eğ e r savaş kaçınılm azsa p a n to lo n u m u z aşağıdayken
yakalanırsak b en im işim biter."
Riga, "Bu savaşı başlatm ak anlam ına gelse de mi?" diye sordu.
G e n e r a lin çene, kaslan gerildi. "G elirse gelsin."
F lem in g ayağa kalkıp ö n e do ğ ru eğildi. "A m a elbette ki Baş­
kan.
"B akın, Dr. F le m in g , bu m eseledeki yardım larınızı takdir edi­
y o ru m , g erçe k ten . A m a G en e lk u rm a y Başkanı olarak başkaca
birkaç sorunla meşgul olan B aşk an la yakın bir zam an d a görüş­
tüm . K en d ileri de birleşik bir D elta gücünün vc F B I'ın V c n T e c 'e
saldırm asının tek tutarlı se çen e k olduğu konusunda b en im le fi
kir birliği içindeler.
“Y arbay K o v ac kusursuz bir askerdir. A d am ları ise sahip
o ld u k larım ızın en iyileri. N e y se ki K an a d a sın ın y ak m lan n d a
298 MICHAEL C O R ST

ınaııcv rad alar vc birkaç saat içinde F airb an k 'tc F B I ile buluşabi­
lirler. Sizin bulunduğunuz m evkie vardıklarında D r. G ra n t'i ve
F B I'ı hedefe g ö tü rm en izi ve S o a m e s'in bilgisayarını h izm et dışı
bırakm anızı sağlayacaklar. K o v a c 'ın adam ları da size istediğiniz
h e r türlü yardım ı tem in e d e ce k ler -ro k e tle rim iz konusunda ö z­
veride bulunam ayız, bulunm ayacağız da. E ğ er K ızıl P a p a 'n ın
son iki işareti düşündüğüm üz gibi savaş ve ölüm se bu ülkenin
korunacağını garanti etm ek de benim v azifem ."
A m b e r F le m in g 'in araya g irm e y e çalışm asını seyrediyordu,
am a G e n e ra l konuşm asına d ev am etti. "B eni yanlış an lam ayın.
D urum un ciddiyetinin ve sizin vazifenizin e h e m m iy e tin in 1ar
kındayım . M uvaffakiyetiniz hayatî d e re c e d e ö n e m li. Y alnızca
dünyanın bilgisayar kayıtlarını kurtarm ak ve son işaretle hayal
lan tehlikeye g iren sayısız insanı korum ak için değil, aynı za­
m and a T a u rı'y a vc bu dünyadaki iyiliğin g ü cü n e o la n inancım ı
zı o n arm a k için."
Bir an durdu; çelik gibi sert bakışları odadaki ve v id eo kon­
ferans ekranındaki diğer herkesle iletişim kuruyordu: D elta ku­
m and an ı, FB I ajanları, C izvit P ap azı ve iki bilim ci, F lem ing ve
A m b e r'Ia . "G iriştiğiniz şeyin," d ed i, “insan aklının, b ed en in in
ve ruhunun kurtuluşu için girişilen bir haçlı seferin d en aşağı ka
Ur bir yanı yok. Ve eğ e r T a n rı varsa tü m kalbim le yanınızda o l­
masını d iliy o ru m .11
ALTMIŞ BEŞ

ALTI SAAT SONRA


s iy a h bölge

R üzgâr ö n c e k in d e n d aha kuvvetli bir şekilde geri dönm üştü.


C arvelli o n u V e n T e c 'e geri g e tire n h e lik o p te r en körii d arb ed en
ö n c e y ere inebildiği için m e m n u n d u . S o a m e s'in özel karargâhı­
na g id erk en renkli cam lı p e n c e re le ri d ö v e n karın ve rüzgârın se­
sini duyabiliyordu.
B ek lem e odası eklektik bir m ağ ara gibiydi: Soyulm uş akça
ağ açtan y e r d ö şe m esin in ü zerin e A fg a n , T ü rk ve Iran kilimleri
serpiştirilm işti. Bir duvarı, zarif bir b iç im d e aydınlatılm ış Afrika
m askeleri süslerken d iğ er duvar H in d istan g o b len leri ve Ç in ip e ­
ğ in d e n , ç e rç ev e len m iş d o k u m a kum aşlarla kaplıydı. S ah aran -
p u r'd a n alınm ış sandal ağ acın d an o y m a la r parlak kam kehribar
taşın d an bir ş ö m in e n in yanındaki bir se p ette sergileniyordu.
M e rc a n la r vc eg z o tik taşlar cam d an bir m asanın üzerine sıralan­
m ıştı, cam ın altındaki lam ba m ü cev h erleri aydınlatarak gökku
şağı renklerindeki güzelliklerini beyaz tavana yansıtıyordu. A r­
kadan aydınlatılm ış gür yeleli kesik bir aslan başı duvardaki
oyuktan g ö zlerin i dikm iş bakıyordu. A n a kapının yanındaki du­
vara, içinde fırlayan tro p ik balıklardan oluşan bir T e c h n ic o lo r
kaleydoskopun olduğu k o ca m an bir akvaryum m o n te edilm işti.
C arv elli'y e öyle g eliy o rd u ki hiçbir zam an güneşe çık am a­
m akla ve dünyanın eg z o tik iklim lerini doğrudan doğruya yaşa-
yam am ak la lan etlen m iş bir adam m u azzam servetini kullanarak
300 U I C H A E L C C R E >Y

bu to p rak ların duyusal güzelliklerini kendi hususî yarı-karanlık


krallığına g etiriy o rd u .
C arvelli o m u z silkti. D a h a ö n c e S o a m e s'in ö zel karargâhına
g elm em işti. İçin d ek i h âzin elere rağ m en o rad a o lm ay ı um ursadı­
ğı yoktu.
Çift kanatlı kapıyı tıklattı vc içeri giriş iznini bekledi. Bir şey
duym ayınca geniş daireye süzüldü. D uvarda an tik b ir putp erest
ta p ın ağ ın d an alınm ış, akla g clcb ilccck her cinsel birleşm e p o zis­
yonuyla birbirine g eçm iş heykelciklerin en ince d etay ların a ka
dar tasvir edildiği o y m a taşlı bir bölüm vardı. O n a bakm ak bile
sessizce p ark e döşeli zem in d e ilerleyen C arv elli'n in avuçlarının
te rle m esin e n e d e n olm uştu. İnsan eliyle yapılm ış kişisel bir şey
yoktu: arkadaşlara ya da aile ü y elerin e ait fotoğraflar, rom anlar,
C D '1er, içki şişeleri veya sigara. B ir köşede du ran , içinde kutu
kolaların olduğu cam kapılı soğutucunun dışında B radley S o ­
am es'in hayatın değersiz ze v k lerin d en h erh an g i birine bir düş
künlüğü olduğunu g ö steren bir şey yoktu. A slına bakılırsa, ser
gilcn en şehvet uyandırıcı g an im etlerle bile bu y e r Carvelli*ye
lıazdaıı yoksun bir m üzeyi hatırlatıyordu.

C arvelli o d an ın d iğ er ucundan g elen sesi ilkiıı tan ıy am ad ı.


S o n ra S o a m e s olduğunu anladı -v e onu n yalvardığını.
“A m a söylediğin her şeyi y a p tım ," ded iğ in i duydu. “K a ra n ­
lık ve kargaşa g etird im . Ş iındi de kıtlık. S o n işaretleri sa d ece bir­
kaç saat ö n e alam az m ıyım ? O n c a zam an d ır b ek led ik ten sonra
ne ferk e d e r ki?"
Y üreği ağzına g elen C arvelli olduğu y erd e d o n u p kalmıştı.
S o am e s, " N e olur, bırak da y ap ay ım ." diye yaltaklanıyordu.
"B eklem ek ço k tehlikeli -b u n u hissedebiliyorum . G ra n t'in vc
F le m in g 'in A n a L u cifer'dan haberleri var. Z a m a n uzadıkça o n ­
ların h er şeyi sabote cd ccck bir y ol bulm a ihtim ali dc artıyor."
ö d ü kopan C arvelli d ah a fazlasını duym aya kendini m ecbur
hissediyordu; o d an ın sonundaki, a b a n o z ağ acın d an kapıya yak
laştı. K apı aralıktı, yavaş yavaş yaklaşınca ardındaki o d a n ın ka­
ranlık olduğunu gördü.
L UC I F l S 3 01

S o a m e s tek rar konuştu; şim di d aha da kızgındı. " P ro g ra m a


sadık kalm ak n e d e n bu kadar ö n em li? A rtık ç o k yakın, h em e t­
kisi de aynı olacak. T e k yapılm ası g e re k e n bunu hemen bitir­
m em e izin v e rm e n . İstediğin h e r şeyi y a p tım . A rtık y o ru ld u m .
B ilm esini istiyorum . Israr ed iy o ru m ."
K ırbaç şaklaması gibi bir ses geldi, ardından boğuk bir iç çekiş.
C arvelli biraz d ah a yaklaştı; k apıdan g elen ışıkta o d a d a basit
bir yatak dışında h içb ir şeyin o lm ad ığ ın ı gördü. S o a m e s arkası
kapıya d ö n ü k v aziy ette dizlerinin üzerine çökm üştü. Ç ıp lak tı.
C ild i, katlandığı sayısız am eliyatın n ed en o lduğu y aralar yüzün
d en alacalı vc çukur çukuı olm uştu. T ek başınaydı.
Y in e , "Israr e d iy o ru m ," dedi. "B unu hak ed iy o ru m . S o n işa
rctlcri erk en e alm am a izin v erm elisin . V erdiğim bu büyük hiz­
m e tte n so n ra bunu istem ek hakkım ."
S ağ elindeki küçük kırbacı havaya kaldırıp o m u zların a vur­
m ay a başladı. H e r defasında feryat ed ip itaatsizliğinden ötürü a f
diliyordu. "K üstahlığım ı ve sabırsızlığım ı bağışla. T e k istediğim
sana tıiz m e t e tm e k ve am a c ım a ulaşm ak."
N ih a y e t kanlı kırbacı y ere bırakıp y atağ a uzan d ı. Sakinleşm iş
gibiydi. S o n ra C arv elli'y i şaşkına ç e v irece k b ir şey yaptı: E lleri­
ni birleştirip başını e ğ e re k dua e tm e y e başladı, " G ö k le rd e k i B a­
b am ız, ad ın kutsal kılınsın..."
Ş ahit olduklarına in an am ay an C arvelli kapı aralığında d o n u p
kalmıştı. S o a m e s'in o n a daha ö n c e açıkladığı şeyleri şu an şahit
olduğu şeylerle bağdaştıram ıyordu. In cil'd e İsa P e y g a m b e r'e atfe­
d ilen te k duayı ezb ere okum uştu. A m a o daha bunun ııe anlam a
geldiğini yorum layam adan S o am es ellerini indirip başını kaldırdı.
D ö n m e d e n , "Frank, sigortam ı getirdin m i?" diye sordu.
C arv elli, "E -e-ev ct," diye kekeledi. "B eyaz b ö lg e d e."
"A ferin."
"O n u g ö r m e k ister m isin?"
S o a m e s başını sallayıp, "B irazdan o rad a olurum ," dedi. A r ­
d ın d an yüzünü kapıdan içeri süzülen ışık h u zm esine çe v irerek
C a rv c lli'y c d ö n d ü . C arvelli yüzünü elleriyle kapatarak başka ta ­
rafa baktı; m antıksız bir katiyetle S o a m e s'in yüzünü görürse
ö le c e ğ in e inaum ıştı.
ALTMIŞ ALTI

BROOKS SIRADAĞLARI
ALASKA

K ara Şalıin h elik o p terin e ardı ardına darbeler indiren fırtına ö y ­


lesine şiddetliydi ki h elikopterin bütün iskeleti sallanıp çatırdı­
yordu» K ar tanelerinin çarptığı cam d an , çatallaşan şim şeğin ka­
ranlığı yararak ö n ü n d e , fırtınanın çalkaladığı bir d en izd e yükse­
len dalgalar gibi, yükselen dağların beyaz doruklarını aydınlattı­
ğını görebiliyordu. lîğer, G e n e ra l'in üm it ettiği gibi. T a n rı varsa
F lem in g 'in görebildiği kadarıyla bu işte o n lard an tarafa değildi.
S on birkaç saat boyunca o ve A m b er korucu kulübesinde
kalmışlar, hava kötüleştikçe o n la r da d aha bir tedirgin olm uşlar­
dı. F lem in g iki kez İngiltere'deki an n e ve babasıyla bağlantı kur­
maya çalışmış am a cev ap v eren olm am ıştı. Bunun ü zerin e o ve
A m b e r h elik o p teri beklerken vakitlerini y em ek yiyip uyuyarak
geçirm işlerdi. H e lik o p te r geldiğinde gökyüzü b em b ey azd ı. P i­
lotlar yere inm eye cesaret ed em em işti. O n u n y erin e o n u ve
A m b e r'ı yukarı çekm işlerdi.
Pilot yüzünde ümitsiz bir ifadeyle, "Tokayı tutturun vc sıkı tutu­
nun," dedi. "K ö rleu ıcd cn gidiyoruz vc hava daha da kötüleşecek."
F lem ing h elikopterin içine g ö z gezdirdi. D iğ er yo lcu lar da
aynı d erec ed e üm itsiz görünüyorlardı. P ilotun haricinde arala­
rında K o v ac ve A m b e r'a yardım etm ek le görevli iki F B I te k n is­
yeninin de bulunduğu d ö rt D elta F o rce askeri yani D -ço cu k lan
vardı. F lem in g 'in yanında otu ran A m b e r te p e d e n tırn ağ a savaş
I UC I r E R 303

teçhizatlarıyla d o n a n m ış adam larııı arasında küçücük ve savun­


m asız görünüyordu.
D -çocu k tan b ey az kamuflaj desenli. K utup savaş tulum ları
giym işler; sın çantası, el b o m b a la n , parlak, siyah C A R - 15 p o m ­
palı yivli tüfekler ya da M -60 m akineli tüfekleri yüklenm işlerdi.
O -erkekleri ise ü ze rlerin d e F B I rehine kurtarm a tim i ro zetleri
bulunan siyah N inja tu h jm lan giyiyorlardı ve ellerinde d ah a m ü ­
tevazı -F lem in g ’e g ö re d aha uygun - tüfekleri vardı.
G ird a p gibi d ö n e n karanlığın içiu d c, ikinci bir h e lik o p te r ara-
la n n d a N ö b e tç i ö z e l A jan W ayne T h o m a s 'm ve bir d iğ e r d ö rt
D elta F o rc e askerinin o lduğu d ö rt F B I H R T ajanını d aha taşı­
yordu. Başka bir tim i taşıyan üçüncü d estek h elik o p teri ise Fa
irbanks'in h em en kuzeyinde b ek lem ed ey d i.
Plan basitti: T espit ed ilm e m ek için V en T ec 'in arkasındaki, al­
çak olan te p e n in ü zerin d e bulunan tam am lan m am ış rafineriye al­
çaktan uçacaklar -telsiz m üm kün olduğunca uzun bir süre sessiz­
de kalacak- orada da ipli inişlerini -ya da D -çocuklarının deyişiy­
le gergin-ip inişlerini- sağlam ak için helik o p terler zem ine m üm ­
kün olduğunca yakın bir m esafede havada asılı kalacaklardı. Ra
fincridc tekrar bir araya geldikten sonra F lem in g o n lan boruya
götfıriip kaçışlan esnasında bıraktıklan ayak izlerini takip ed erek
kaynağa ulaştıracaktı. K ırm ızı bölgenin altındaki sondaj deliğine
ulaşıp aşağıdan S o a m e s'in bilgisayarına sızmayı planlıyorlardı. İlk
kısmın, yani rafineriye dönüşün basit olm ası gerekiyordu.
A m a fırtına işleri değiştirm işti.
K üresel y ö n b elirlem e sistem i Kızıl P a p a 'n ın ikinci işaretiyle
kaybolan verilere dayandığı için pilot eski usullerle, harita ve g ö -
rüş gücüyle ilerlem ek zo n ın d ay d ı. A m a böyle bem b ey az bir
g ö k te görüş g ü cü bir işe yaram ıyordu. Bu g ö zlerin iz bağlı bir
hald e, M a n h a tta n 'd a saatte 3 .5 6 4 km ile hız yapm aya b en zi­
y o rd u ve başka h erh an g i bir harekât bu koşullar altuıda iptal
edilirdi. A m a son işaretlerd en ö n c e S o a m e s'in bilgisayanm dur­
duram azlarsa ço k geç olacaktı.
K ovac tehlikeyi ö n e m s e m e m e y e çalışıyordu. "K oşullar iyi."
dedi. "M ü k e m m e l bir sığınağım ız var vc de sürpriz unsurum uz."
304 • J I C N A t l C O K D Y

H e lik o p te r aniden sola do ğ ru sapınca F lem ing ışıkta ikinci


heliko p terin sağ taraflarında belirdiğini gördü. Kahretsin, diye
g eçirdi içinden. B ıı keşmekeşte birbirlerini bile göremiyorlar.
A m b e r gözlerini ay ırm ad an F lem in g 'e bakıyordu -ucuz atlattık­
larını o da fark etmişti.
K o v a c a , "Bu fırtınada in eceğ im iz yeri nasıl g ö receğ iz?" di­
ye sordu.
K ovac A m b e r'a d ö ndü; yine sıkümış bir hali vardı. A ğır ağır,
"Büyük ihtim alle g ö rem ey ecek sin iz," dedi. Sanki inecekleri yer
bilinm esi g erek en A m b e r'ın ortak olm adığı bir çeşit sırdı.
Flem ing vc A m b e r bakışular.
D elta F o rce askerlerinden biri, "H iç gergin ip inişi yaptınız
m ı. Dr. G ra n t? " diye sordu.
A m b e r başını salladı.
Fleming» "Sorun değil. Ben onu kendi ipimle indiririm ,N dedi.
K o v ac, “Bunu y apm ak istediğinizden em in misiniz?" diye
sordu. "K ritik bîr görevi var. O na bir za ra r gelsin istem eyiz. Bu
mı bizden biri yapsa daha iyi olur belki de."
A m b e r çabucak, "İlginize teşekkürler," dedi. "A m a M iles'm
yanında iyi olacağ ım d an e m in im ."
K ovac F le m in g 'e ters ters bakıp o m u z silkli.
Pilot tüm pilotların sahip olduğu sakin, gfıvcn veren ses t o ­
nuyla, "Yaklaşıyoruz," dedi. A m a "îpleri hazırlayın ve hazır
olun," dediğinde Flem ing sesindeki gizli gerilim i fark etm işti.
F lelik o p ter havada sallanıp duruyor, pilotun o n u k o n tro l etm ek
için ihtiyaç duyduğu tüm fiziksel eneıjiyi alıp götürüyordu.
İki yıldırım gökyüzünü aydınlatıp siyah g ecey i karanlıktan da­
ha kör edici m avi-beyaz bir renge çevirdi. D erk en telsizden b o ­
zuk bir mesaj geldi.
“Y ıld ırım ... düştü... Elektrik kesildi... D üşüyoruz... K ara Şa­
hin düşüyor... Kara Şahin d ü şü y o r...”
Sessizlik.
F lem ing sağındaki p e n c e re d e n dışan baktı. Ç atırdayan,
elektrik yüklü havada sabit durm aya çalışan ikinci h elikopterin
I U C I r ER 305

yalpaladığım görebiliyordu. Fırtınalı havada tek ler gibi g ö rü n e u


ana pervanelerin altındaki kabinin ü zerin d e k ö m ü r haline gel­
m iş bir yarık vardı. D erken h elik o p te r ö n e doğru sendeledi ve
bir sonbahar yaprağı gibi d aireler çizerek düştıı.
F lem in g 'in kalbi de h elik o p terle birlikte düşmüştü. F lelikop-
terin beyazlıkta kayboluşunu seyretti. A rd ın d an gelen ateş to p u
K ara Ş a h in in düştüğü dipsiz kuyuyu b ir anlığına aydınlattı.
Ç ö k e n sessizlikte kabindeki kimse, bir başkasıyla g ö z g öze
g elm edi. O lan biteni herkes k en d in ce sindirm ek, bunun kendi
başlarına da g elebileceği korkusunu savuşturm ak istiyordu.
Pilot aşağıdaki uçuşan katlan g ö stererek . "K apaklar açık,
içeri giriyoruz," dedi. F lem in g , rafinerinin d o lap görünüm lü ko
cam an tankerlerinin konulm ası için tasarlanm ış boş çelik iske
letleri seçebiliyordu. "İpleri atın."
H e lik o p terin kapılan kayarak açılınca dondurucu hava ka
b in d en içeri doldu. K ovac ipleri attı - h e r iki tarafla da d ö rd e r ta­
ne vardı.
P ilo t, "Sabit durm aya çalışacağını," dedi. "A m a hiçbir ga­
ranti v e re m e m ."
K o v ac adam larına vc FBI ajanlanna kararlaştırılan sırada in­
m eleri için bağırıyordu. "îkişer ikişer. H adi) H adi! H adi!"
Sırayla her biri iplerden birine yapışıp geri geri kapaktan dı-
şan fırlayarak sallanan iplerden aşağı kar girdabının içine kayı­
yordu. T ek beklentileri aşağıda bir zem in in olm asıydı.
F lem ing A m b e r'a u zan ıp sırasının g elm esini bekledi. K olları
m vücuduna dolayıp onu n ipinin üzerindeki ipi kavrayınca A m ­
b e rin titrediğini hissetti.
"M erak e tm e , seni tutuyorum ," diye fısıldadı. T ulum unu
o n u n k in e bağladı ve vücuduyla, g ird ap gibi d ö n e n Artmayı gör­
m esini en g elley erek kendini geri geri boşluğa bıraktı.
ALTMIŞ YEDİ

A m b e r d ah a ö n ce hiç bu kadar korktuğunu hatırlam ıyordu. M i­


desi çalkalanıyordu. Kalbi öyle hızlı alıyordu ki bir an bayılacağı
nı sandı. A ğ ır ipler sert rüzgârda tüy gibi sallanıyordu. Eldivenli
elleri sürtünm eden yanm ıştı. H e lik o p te r ve ip öyle ç o k sallara
yordu ki A m b e r da onlarla birlikte sarkaç gibi sallanıyordu. A m a
ne zam an kontrolü kaybetse o n u kendine doğru çeken ve hızını
kontrol eden F lem in g 'in vücudunun o n u kuşattığını hissediyordu.
İniş sanki hiç bitm eyecekti: H e r şey ağır çek im d e oluyordu.
A şağıya baktı. Z e m in in gird ap gibi d ö n e n karm içinde n ered e
olduğuna d air hiçbir fikri yoktu. Solunda net bir yarık vardı; bir
an için aşağıda ne olduğunu g ö rd ü . D ah a ö n c e korktuysa şu an
deh şete kapılmıştı.
Fırtına yüzünden savrulan h elik o p ter dağın k en a n n d a uçu­
yordu. H e lik o p te rin diğer tarafındaki ipin aşağısı boştu. İnişin
sonuna g elen D elta F o rc e askerini uyarm ak için bağırdı am a rüz­
gâr öyle şiddetliydi ki sesini kendi bile z o r duyuyordu. Ç aresiz,
adam ın aşağı kadar inip ipi bırakm asını seyretti. A d am sanki Ar­
tm anın kuvvetiyle yüzüyonnuşçasına bir an havada asılı kalmış
gibi göründü. A rdından karanlığın içine doğru süzüldü. S ağında­
ki bir başka ad am da aynı şeyi yaptı. H içbiri bağırm am ıştı.
D a h a da şiddetli sallanm aya başladı. İpin so n u n a yaklaşırlar­
ken F lem in g 'in bilerek dengesini değiştirdiğini fark etti. D ağa
doğru sallanıyordu.
K ulağına, "D izlerini bük ve yuvarlan," diye bağırdı.
i u c : r r r 307

S an iy eler so n ra çarp m ay ı hissetm işti; ayaklarının üzerin d e


y ere inm iş ve d e r to p o lu p yuvarlanm ıştı. F le m in g de o n u n la bir­
likte karın içinde yuvarlanıyordu. S o lu k lan m asın a fırsat kalm a­
dan F le m in g o n u çek ip kaldırdı. K askındaki h o p a rlö rd e n , "îyi
m isin?" ded iğ in i duyabiliyordu.
Başını salladı, so n ra acı içinde iki büklüm oldu.
" N e y in var?"
"Y ok, bir şey."
Y ukarıdan, dağın k en arın d an , o n la n rafineriye doğru y ö n ­
lendiren K o v ac , "Y aralandınız mı?" diye sordu.
A m b e r yüzünü ekşitti. “S adece burkuldu."
"Y ürüyün," dedi. "Fazla vaktim iz yok."
Rafineri alanına yaklaştıkça fırtınadan d ah a ç o k k o n m u y o r­
lardı. F le m in g . " G e riy e kaç kişi kaldık?" diye sordu.
"D e v a m ed e b ile cek beş kişi," dedi K o v ac . Sesi püriizsüzdü.
"Bir kişiyi dağın k en arın d a kaybettik, birinin de b acağ ı kırıldı."
A m b e r ilerid e, kar girdabının içinde ayakta dikilen iki şekli
g öreb iliy o rd u : Biri sol bacağı arkaya d o ğ ru katlanm ış bir vazi­
y ette y ere kap an m ış bir diğerinin ü zerin e eğilm işti. A m b e r sağ­
lam ad am lard an birinin üzerinde FBI tek n isy en ajanlannm siyah
ü n iform asın ın olduğunu g ö rü n ce rahatlam ıştı. H iç değilse takı­
m ın te k n ik konularda vasıflı tek üyesi o ve F lem in g değildi.
F lem in g y ö n ü n ü bulm aya çalışıyordu. "B orunun içi korunak­
lıdır. Y aralan an adam ınızı fınınadan ıızaklaştırm alıyız. O n u n la il­
gili ne y a p m a k istiyorsunuz?"
K o v a c te re d d ü t e tm e d e n , "O nu rahat ettirip sıcak tu taca­
ğ ız ," d ed i. "S o n ra da yanına bir telsiz bırakacağız. A ltı saat için­
de d ö n m e z se k telsiz sessizliğini b o za ca k ve y edek h elik o p teri
çağıracak. O z a m an a kadar biz de ya kaybetm iş oluruz ya ka­
zan m ış. Bir ö n e m i olm ayabilir d c." A rkadaşının yanına gitti.
H a v a gittikçe kötüleşiyordu. T ak ım lan tükenm işti. A m b e r ne
şekilde bakarsa baksın alam etler p ek dc iyi değildi. Sanki T an rı
-y a da vazife başında o lan h e r k im se- S o a m e s'in durdunılm a-
sını istem iyordu.
308 W K’ W \ I l C 0 R 0 V

F lem in g A m b e r'a döndü. "M erak e tm e . A m b er, şansım ız ya­


kında d ö n e c e k . B undan daha kötüsü o lam az."
A m a olabilirdi.
Birkaç dakika sonra, "B oruyu bulam ıyorum ," diye bağıra­
caktı. "K ar kapatm ış. Şurada bir yerde galiba am a kazm am ız
gerek ecek ."
"P ek âlâ," dedi K ovac; planlarının ve talihlerinin değişm esini
kanıksamıştı.
A m b er da, "Pekâlâ," diye razı oldu, auıa kendini iyi hissetini
yordu. "Tek düşünebildiği her şeyin nasıl böyle ters gidebildiğiydi.
Kızıl G e m i'd e bekleyen vaftiz babasını düşündü. "Siz muzaf
fer bir şekilde geri d ö n en e dek sizin için dua e d e c e ğ im ," diye söz
vermişti. G ö re v lerin i başarıyla y erin e g etirecek lerin d en em in d i;
çünkıı bu T a n n 'n ın isteğiydi.
Dişlerini gıcırdatarak F lem in g 'in karda bıraktığı ayak izlerini
takip etti. “P e te Baba, um arım T a n rıy a şim diye d ek dua etm e-
mişsindir," diye Asıltıyla söylendi. "Sen dua ettikten sonra bun­
lar olduysa işimiz var dem ektir."
ALTMIŞ SEKİZ

BEYAZ BÖLGE

C arvelli yapış yapış ve soğuk ellerini birbirine sürttü; S o a m e s'in


kendini kam çılarkenki rahatsız edici görüntüsünü kafasından a t­
m aya çalışıyordu.
S o a m e s beyaz b ö lg ed ek i terk edilm iş d in le n m e o d aların d an
birinde te p e d e n tırn ağ a giyinik bir halde dikiliyordu. K urtlarının
biri bir tarafında d iğ eri de ö b ü r tarafında sessizce o tu ru y o rlar­
dı. S o a m e s eğ ilerek cam lı k apıdan yandaki oday a süzüldü. T e ­
laşla kırm ızı b ö lg ed ek i Bukovvski ve T rip p 'i aray ıp bilgisayarı­
nın durum unu k o n tro l e tm elerin i söylem işti; son birkaç dakika
içinde ikinci kez C a rv e lli'y c saati so ru y o r ve h e r seferinde de
" Ç o k yaklaştık, ço k yaklaştık," diye iki kelim eyi m a n tra gibi
te k ra r ediyordu.
C a m a bakınca sırıtıp, "A ferin sana, Frank," dedi. "S igorta
p o liç e m i ele g e ç irm e k z o r oldu uıu?"
C arvelli ne sö y ley eceğ in i bilem iyordu. S o a m e s'in o n u takdir
etm esin i de istiyordu am a cezalandırılırım diye o n a yalan söyle­
m e k te n de korkuyordu. D ürüst o lm a k gerekirse o p e k bir şey
yapm am ıştı; sadece ad am ların paketi okuldan alm alarını bekle­
m iş ve uçuş b o y u n ca da çocuğu am casını g ö rm e k üzere sürpriz
bir yolculuk yaptığına ikna e tm ey e çalışmıştı. "Tek parça halinde,
e ğ e r kastettiğin buysa."
"B irazcık da olsa kork m ad ı m ı?"
310 U I C H AE t C O » D Y

“Büyük annesiyle büyük babasını özlüyor; hem şu sürpriz


yolculuk hikâyem e inandığından da p ek em in değilim . Ç etin c e ­
viz am a."
S o am es gitm esini işaret etti. “Bak bakalım ne yapıyor."
Carvelli kurtlardan m üm kün olduğunca uzak durarak p e n c e ­
reye yaklaştı. Ç o c u ğ u n ne yaptığını zaten biliyordu: Son yarını
saattir on u n la oynuyordu.
S o am es soğuk bir gülüm sem eyle, "Baksana benim eski
blokları nasıl diziyor," dedi. " H e r bir kule için titizleniyor, her
bloğun yerine, iyice yerleşip y erleşm ed iğ in e bakıyor." S o am es
kapıyı iterek açtı. “O nunla konuşm am gerek."
Ç o cu k , üzerine eski m oda oyuncakların -L e g o la rın , O l
Jo e 'la rın ve artık bir m etreyi aşan yükseklikte kuleler halini al
mış bir sürü tahta b lo ğ u n - saçıldığı parke d ö şem eli büyükçe bir
odada ayakta duruyordu. K ap ın ın açıldığını duyunca döndü.
"S elam , Jake," dedi S oam es. “K uleler enfes."
Ç o cu k , "M ilo am cam n ered e?" diye sordu. S o am e s'in yüzü­
nü açık bir ilgiyle inceliyordu. “Y üzüne ne o ldu?” diye de arka­
sından ekledi.
S oam es o n a biraz dalıa yaklaştı, eğilip yüzünü Ja k e'in yüzü­
nün h em en yanm a kadar getirdi. "G üneş ışığım sev m em ." dedi.
"O da beni sevm ez. P eki, senin bacaklarına ne oldu?"
Jake geri çek ilm ed en . "B ir şey olm adı?" dedi.
S o am es, “A m a onlar senin bacaklam ı değil, öyle değil m i?"
diye dalga geçti.
Jake bakışlarını kaçırm adan, "E vet, benim . Buıılan bana M i­
lo am cam verdi."
S oam es doğrulup kulelerden birinin yanm a gitti. “Eskiden
yapabildiğim kadar yüksek kuleler y ap ıp yıkm aya bayılırdım .
N e d e n ö n ce bunu yıkm ıyorsun?"
Jake sessizce, “H ayır, teşekkürler," dedi. T avırlan sertleşm iş­
ti; Carvelli korktuğunu g ö rebiliyordu, am a yine de başını dim dik
tutup doğruca önüne bakıyordu.
HI C ILES

S o am e s. "H ad i, istediğin kadar sert o l. blokları o d an ın her


yanına dağıt. K im se seni azarlam ayacak," diye üsteledi. K urtlar
b iraz d ah a yaklaşıp o tu rd u lar; Ja k e 'in h e m e n arkasında kesik
kesik soluyorlardı. "İstersen ö n c e d iğ e r kuleyi yık."
Ja k e kafasını salladı.
"Ya da ikisini birden."
Ja k e hâlâ k ım ıld a m ıy o rd u .
S o am e s, "B e n c e bunu y apm alısın," ded i; sesi daha soğuktu.
K urtlar biraz daha yaklaştılar; neredeyse Ja k e'in h e m e n ensesi­
nin dibinde nefes alıp veriyorlardı. D izleri titrey en Jake kım ılda­
m adı. Carvelli S o a m e s'in ve kurtların n eler yapabileceğini bildi
ğ in d en Jak e'in boyun eğ ip kuleleri devirm esini istiyordu, ama
bir taraftan da çocuğun cüretkârlığından keyif alıyordu. K en d i­
sinde de aynı cesaretin olm asını dilerdi.
S o am es tekrar eğilip yüzünü çocuğun yüzüne yaklaştırdı -Ja­
ke geri gitm ek istese bile g id em ezd i, hırlayan kurtlar yolunu ka­
patm ıştı. S oam es'in artık tepesi atmıştı: H om urdanm asıyla geri­
len yara bere içindeki dudakları, onlarla hiç uyuşmayan kusursuz
beyaz dişlerini ortaya çıkardı. "Yık şu A llahın belası kuleyi!"
Ç o c u k te p e d e n tırnağa titriyordu. Yüzü kireç gibi olm uştu,
am a geri adım atm ıyordu.
"A m can ın burada olduğunu zan n ed iy o rsu n , değil mi Jake?"
d ed i S oam es.
Ç o c u k suçlayan gözlerle C arvelli'ye baktı. G ö z le ri yaşarm ış,
parlıyordu am a yaşların bir dam lası bile yanaklarına inm em işti.
C arvelli içinin çekildiğini hissetti. Ç o c u k , "H ayır, z a n n e tm iy o ­
rum ," dedi. "A m a M ilo beni alm aya g e lin c e ..."
" N e y ap ın ca?" diye gürledi S o am es. "E ğ er M iles buraya g e­
lecek olursa ölecek; tıpkı baban ve fahişe an n en gibi ve herkes,
sen de dahil, nasıl o lanet c e h e n n e m d e buluşacaksa onlar da c e ­
h e n n e m d e buluşacaklar.
Ja k e yüzünü buruşturup elleriy le kulaklarım kapattı.
S oam es'in yüzü kızarmıştı -Carvelli onu hiç bu kadar sinirli gör­
m em işti. Kurtlar kesik kesik soluyarak saldın em rini bekliyorlardı.
312 MICHAEL C O ( fi Y

Ja k e 'in ce k e tin in ve p a n to lo n u n u n arkası o n la rın salyasıyla b e­


nek b enek olm uştu. S o am es, "A m can M ilo büyük ihtim alle
çoktan ölm üştür1." diye bağırdı. "Büyük an n en le büyük baban
da yakında ölecek -so n ra da..." S o am es öfkeyle bağırıp çağı­
rarak kuleleri devirdi. A rd ın d an da C arvelli'yi o rad a Jak e'le ö y ­
lece dikilirken bırakarak kurtlan arkasında bir hışım la kapıdan
çıkıp gitti.
Carvelli hayranlıkla karışık bir saygı hissiyle çocuğa doğru
yürüdü ve elini om zuna koyup, "G ittiler," dedi.
Pannaklarıyla kulaklarını kapatan çocuk C arvelli'nin elini
çekm esi için om uzlannı silkti.
C arvelli'nin çizerinden bir utanç dalgası geçti. Elini çekti ve
odadan çıktı.
T e k başına kaldığını anlay an Jake an c ak o z a m a n y e re ç ö ­
küp ağ lam ay a başladı.
ALTMIŞ DOKUZ

DÖRT SAAT SONRA

Flem ing gözlerini kısıp ileride h elezo n lar çizen ışık gösterisine
bakarak, "İşte orada." dedi. D ö n e n parlak küçük parçacıklar ka­
ranlığı delip g eçin ce sondaj deliğini görebilm işti.
H o w ie adında, uzun, siyah bir genç olan teknisyen FBI ajanı,
"T anrım , sıcakmış," dedi.
"Ve de aydınlık," dedi K ovac. "îyiRi mi m askelerinizi takın."
M askesini takan F lem ing başını kaldırıp kırm ızı bölgedeki sı­
cak havayı dışarı savuran koca p erv an ey e baktı. P erv an en in ar­
kasındaki ışık öylesine parlaktı ki Flem ing m askeyle bile d ö ııeu
kanatların arasından kör edici parlaklığın dışında bir şey seçe-
m iyordu. "B ekleyin," dedi. "P erv an e yavaşlıyor."
A m ber, "T erm o stata bağlı," dedi. "H ızı devam lı değişir. K ır­
m ızı bölgede daha hassas ısı dengeleyicileri var. P ervane sıcak
havayı küreden uzaklaştırıyor. O rtam sıcaklığına g ö re hızlanıp
yavaşlar ve duracak gibi olur."
Flem ing, "Yani durm asını beklersek içeri girebilir m iyiz?" di­
ye sordu.
A m b e r başını salladı.
Sarışın, mavi gözlü, tıknaz bir ad am olan ikinci D elta F orce
askeri, "T ekrar ne zam an hızlanacağını n ered en bileceğiz peki?"
diye sordu.
A m ber, "B ilm ey eceğ iz -ancak hızlanm aya başladığında bile­
biliriz." diye yanıt verdi.
314 U I C HA El C 0 R DY

F lem in g , "B u aşam ad a ö n e m li o la n .” d ed i, "A m b e r'ı ye


H o w ie'y ib ilg isa y ara g ö tü reb ilm ek ; b ö y lece biz savunm a y apar­
ken o n lar da ne y ap m aları g erekiyorsa onu yaparlar."
" ö n c e ben g e ç e c e ğ im ," dedi K o v ac. "H e rh a n g i bir sonın
var m ı diye bakıp diğer tarafı in c e le y e c e ğ im ." D iğ er D -çocuğu-
na işaret etti. "S en arkayı al, O lsen ."
F lem ing K o v a c 'ın m akas köprüsünü koşarak g eçip sondaj d e­
liğinin yan tarafina kaynak yapılm ış çelik kontrol m erdivenine tır­
m anm asını seyretti. T e p e d e , yavaşlayan p ervanelerin tam altın
da, bekledi. Pervane neredeyse hareketsiz hale geldiği için F le­
ming sadece dört, adet kanadının olduğunu ve aralarında bir ada
mm içeri süzülebileceği kadar boşluk bulunduğunu görebiliyordu.
K ovac d u rm ak üzere olan kanatlardan birinin gücünü ö lç­
m ek için sağ kolunu uzattı. D e rk e n birdenbire bir tık sesi geldi
ve p erv an e ler hızlandı. Ç o k değil am a K o v a c 'ı ve d iğ er seyre
denleri şoke e d e ce k kadar hızlanm ışlardı.
F lem in g K o v a c 'ın kaskındaki h o p a rlö rd e n , "K an atların ta ­
m a m en durduğundan cu ıiu d e ğ ilim ," d iyen sesini duydu. " H a ­
reket ed erlerk en girm eyi d e n e y e c e ğ im ."
S o n ra F le m in g 'in bekle d em esin e fırsat kalm adan D elta F o r
ce lideri ileri do ğ ru atılıp kanatlardan birini yakaladı. K o v ac ku­
yunun üzerin d e d ö n e n kanadın eğri yüzeyine tırm a n ıp parlak
ışığın içinde g ö z d e n kayboldu. F lem in g 'in başı d ö nm üştü.
K ovac kayıtsız bir ses to n u y la, " G e ç tim ," d ed i. "Burası iyi
görünüyor. Bir tarafta b ak ım -o n arım için bir çıkıntı var, m erdi
ven de yukarı d o ğ ru devam ediyor. Sırada kim var?"
H e rk e s ö n c e birbirine so n ra d a birkaç k ad e m e d ah a hızlı
çalışan ve p ek güven v e rm e y e n p e rv a n e y e baktı. F le m in g ileri
çıkıp m akas köprüye koştu. M e rd iv e n i tırm a n ıp K o v a c 'ın y a p ­
tığı gibi, p e rv a n e n in tam altında bekledi. K a n a tla r hâlâ ç o k hız­
lı d ö n ü y o r gibiydi. C e saretin i to p la m a k için bekledi; kendini
F o rm u la 1 yarış pistinde karşıdan karşıya g e ç m e y e çalışan bir
yaya gibi hissediyordu. K a n a tla r yavaşladı, bir tık sesi geld i ve
pe rvane durdu.
Yukarıdaki boşluklardan birinden u zanan iki el göründü.
"H ad i, seni ç e k e c e ğ im ."
315

Y ukan d o ğ ru u zau ın ca K o v a c 'm güçlü ellerini hissetti; kolla­


nın tutm uş o n u p e rv a n e y e d o ğ m çek iy o rd u .
Y an y o ld a, p erv an e kasıklarının sev iy esin d ey k en , y en i bir
tıklam a duydu ve kanatlar hareket etti. K albi n ered ey se d u ra­
caktı; içgüdüsel o larak y ap m ay ı düşündüğü ilk şey K o v a c 'ı bı­
rakm aktı, am a p e rv a n e güç bela, an cak o n u K o v a c 'ın durduğu
çıkıntıya doğru ite c e k kadar h arek et ed iy o rd u .
F lem in g etrafına bakındı. S o a m e s'in ışık küresi en fazla üç
m etre aşağısındaki kesişen iki kasnağın içindeydi. A teş to p u son
g ö rd ü ğ ü n d en daha p arlak ve uçucu gibiydi ve g ö z konıyucusu
na rağ m e n g ö zlerin i kısarak bakm ası g erek iy o rd u . S ağında son
dqj d eliğ in in yan tarafında üç m etre yukarıdaki, k o n tro l o d asın a
ve ışık to p u n u çe v re le y e n laboratuvarlara açılan girişe u zan an
bir m erd iv en vardı. Y alnızca renkli g ö z le m p e n c e re le rin i çıkar-
tabilm işti ve giriş, S o a m e s için Bukovvski ve T rip p 'le birlikte N ö
ro Ç e v irm c n 'in bir üst m o d elin i geliştirdikleri laboratuvara m ı
u zan ıy o r m erak ed iy o rd u .
K o v ac m ik ro fo n u n a, "H a d i." diye ftsıldadı.
Sırada A m b e r v ard ı ve p ervane hareketsiz oldu ğ u n d an Hafif
olaıı vücudunu aralıklardan g e ç irm e k kolay oldu. O n u Ö ze l
A jan H o w ie tak ip etti.
G e riy e bir te k kişi kalmıştı: ikinci D elta F o rc e askeri.
P erv an e tıklayıp hızlandı.
“K ahretsin,* dedi K ovac fısıltıyla. Saati kontrol edip A m b e r'a
baktı. "T ek rar yavaşlam ası için birkaç dakika bekleyeceğiz,
a m a yavaşlam azsa o n su z d ev am ed eriz. Ç o k za m an kaybettik
ve işinizi g ö r m e k için ne k adar z a m a n a ihtiyacınız o la cağ ın ı
b ilm iyo ru m ."
"B en de b ilm iy o ru m ." dedi A m ber.
Y ine bir tıklam a. P e rv a n e yavaşladı.
K o v ac, "H ad i O lse n ," diye fısıldadı.
F lem in g duruşunu sağlam laştınp kanatlar dururken K o v a c 'la
birlikte aşağıya uzandı. D elta F o rc e askerinin sağ kolundan o
sol kolundan da K o v a c tutm uştu. A d a m üzerindeki o ııca te ç h i­
zat yüzünden ağırlaşm ıştı. P e rv a n e d e n n ered ey se kurtulmuştu
ki p erv an e y e n id e n tıkladı.
316 H 1C H A E l C O R O T

Bir şey olm am ıştı.


A d a m F le m in g 'e bakıp rah atlam a duygusuyla gülüm sedi.
Az sonra artık gülüm sem iyordu.
H e r şey öylesine hızlı gelişm işti ki p erv an e hızlanıp adam ı
onun ve K o v a c 'ın elin d en zorla alırken F le m in g 'in te k yapabil­
diği durup d eh şet içinde b akm ak olm uştu. D elta F o rc e askeri
saniyeler sonra atlıkarıncada d ö n e r gibi kanatların üzerin d e d ö ­
nüyordu. H ız artınca karıştırıcıya girm iş havuç gibi kanatlann
arasında ezilm ey e başladı. P e rv a n e le r adam ı aşağıdan yukarıya
doğru p arçalark en şaşkın suratı h ep F le m in g 'e bakıyordu.
Saniyeler içinde bitmişti ve F lem ing ad am d an geriye kalanla­
rın aşağıdaki kuyuya düştüğünde çıkardığı sesi duym am ıştı bile.
Pek çok bakım dan cn şaşırtıcı vc endişe verici şey şuydu: Vücu­
dunu öğ ü ten kanatların haricinde adam dan hiç ses çıkm am ıştı.
F B I 3 janı eğilip kustu.
K o v ac g ö zlerin i p ır pır e d e n p erv an ey e dikm iş olan A m b e r'a
dö n d ü . Ç e n e kaslarının seğirm esi dışında h erh an g i bir duygu
belirtisi g ö sterm iy o rd u . "Buraya y ap m ak için g eldiğim iz şeyi ta­
m am lam ak artık daha da ö n e m li," dedi.
A m b e r hâlâ gözlerini k açırm ad an p erv an e y e bakıyordu.
K o v ac koca eliyle A m b er'ın başını tutup o n u kendisine bak­
maya zorladı. "Buna hazır m ısınız. D r. G ran t? Ç ünkü eğ er de
ğilseniz tü m bu karışıklık za m an kaybından başka bir şey değil
dem ektir."
A m b e r gözlerini kırptı.
F lem in g elini A m b e r'ın o m z u n a koydu. " H a d i A m b er, şu işi
bitirelim ."
A m b e r başıyla onayladı. Y üzü hâlâ b em b ey azd ı am a g ö z le ­
rindeki ateş geri gelm işti.
M erd iv en e tırm an m ak için d ö n e n K o v ac , "H ad i gid elim ,"
dedi.
YETMÎŞ

M erd iv en in tep esin d ek i kapı terkedilm iş bir laboratuvara açılı­


yordu. K o v a c 'ı tak ip e d e n A m b e r ç ö m e lip o n u n vc F le m in g 'in
arkasından ayaklarını sürüyerek beyaz b ölgeye girdi. S olunda
F le m in g 'in o n a B arley H a ll'd a g ö sterd iğ in e b en z ey e n bir m a n ­
ken g ö rd ü . Adı ne dem işti? Brian.
F le m in g 'in m a n k en in h e m e n yanındaki çalışm a tezg âh ın ın
üzerinde duran y en ilen m iş N ö ro Ç c v ir m c n 'in i vc S o a m e s'in ruh
yakalam a küresini tam ııııştı. "Bu şeyler kırm ızı b ö lg e d ele r nallı­
y o rd u m ," dedi.
"P iç kurusu hiçbir şeyi şansa b ırakm ıyor ki - yedeklerini y a p ­
m ış." K on u şu rk en kaşlarını çatan F lem in g sanki bir şeyler düşü­
nüyorm u ş gibi g ö zlerin i ay ırm ad an cihazlara bakıyordu. S onra
renkli cam ın arkasındaki titreşen ışık küresine bakıp, "A m b er?"
dedi. G ö z le ri h ey e c a n d a n parlıyordu.
"E fendim ."
ö n le rin d e k i K o v a c , "Şişş," diyerek sağ tarafı işaret etti.
A m b e r renkli ca m a, ışık küresinin sondaj deliğinin d iğ e r ta­
rafındaki laboratuvar alanına baktı. S ürm e kapıların ö n ü n d e bir
bekçi duruyordu; içeride biri de ana d e n e tim m asasına otu rm u ş
g ö zlerin i ay ırm ad an bir ekrana bakıyordu. U zu n b ed en i ve kel
kafası tanıdıktı: W a lte r T rip p . A m b e r gözleriyle cam küreyi çev­
releyen laboratuvar ç e m b e rin i taradı; Bukovvskiyi arıyordu am a
o n d a n hiçbir iz yoktu.
318 U IC HAI • I COKDT

"Burası ana kum anda cihazlarının bulunduğu yer olsa g e ­


rek," diye ftsıldadı. “B in lerin i uyarm adan o n u d e n e tim masasın­
dan kaldırm alıyız. Bunu nasıl yapabiliriz?"
K o v ac o n a d ö n d ü . "O n u sorguya çe k m en e g e re k var mı?"
"P ek yok. B ilm em iz g erek e n h er şeyi bilgisayardan bulabili­
rim-, hcın onu n söyleyeceği hiçbir şeye g ü v cn c ıııcm . T e k y ap ­
m am ız g erek e n oııu kum anda cilıazlannın orad an uzaklaştır­
mak. Bunu yapabilir misin?"
D elta F o rce kum andanı o n a gülüm sedi; soğuk vc sert bir gü­
lüm sem eydi bu. "E lbette," d ed i. "Burada bekle."
F le m in g 'in ve F B I ajanının arkasında çö m e lm iş vaziyette
renkli cam d an K o v ac 'ın gizlice birbirine bağh laboraluvar çem
berinin etrafından dolaşıp yükseltilmiş asansör p latfo rm u n a çı­
kan basam akları tırm an m asın ı seyretti. Bir an o n u g ö z d e n kay­
betti, sonra sondaj deliğinin d iğ er tarafındaki bekçinin düştüğü­
n ü gördü. S an iy eler sonra K o v ac o n u n durduğu yerde göründü;
sonra ç ö m e le re k T rip p 'in bulunduğu yere açılan sfırmc kapıla­
rın ön ü n e geldi.
A m b e r k ap ü an n açıldığını ve T rip p 'in d ö n d ü ğ ü n ü g ö rd ü . T e ­
laşa kapılm aktan ç o k şaşırmış gibiydi; bu tek n o lo ji kalesinin ele
g e ç irile m e y e c e ğ in d e n şüphesi yoktu. B ir şeyler söylediğini g ö r­
dü am a ne dediğini duyam ıyordu. S o n ra y erin d e n ayrılıp kapı­
ya doğ ru yürüdü. B ililerini çağırıyor gibiydi.
D erk en birdenbire cam ın aşağısında g ö z d e n kayboldu. K o ­
vac cam d an onlara g elm elerin i işaret ediyordu.
A m b e r o n u n izinden g id ip kendini an a k o n tro l m erk ezin d e
buldu. Bekçi vc T rip p yerde hareketsiz yatıyorlardı; g ö zleri fal
taşı gibi açılm ış, boyunları ise g arip bir açıyla kıvnlm ıştı. T rip p .
ölüyken de diriyken olduğu kadar sıkıntılı g ö rü n ü y o rd u . A m b e r
çabucak başını çevirdi; son birkaç günde h ayatının so n u n a dek
y etece k kadar ölüm görm üştü.
K o n tro l odası birkaç yıl ö n c e g eld iğ in d en bu y an a p ek fazla
değişm em işti. Ö nündeki ana ekranın çalıştığım g ö rü n ce rahat­
ladı. T rip p koca bilgisayann seyrini izliyordu vc zaten sistem in
içindeydi; yani A m b e r'ın zorla g irm esin e g erek yoktu.
I C C I I C R 319

Soiiuiida şansları d ö n ü y o rd u .
U zan ıp ekran üzerindeki veri dosyası yöneticisi ikonuna d o ­
kundu, ardından hızlı taram a düğm esine bastı. Ekrandan listeler
dolusu dosya akm aya başladı; öyle hızlıydı ki her satın okum ak
m üm kün değildi. D ip te en azın d an yedi basam aklı bir sayı vardı.
Flem ing A m b er'ın o m zunun ü z e rin d e n ,"N e d ir o?" diye sordu.
A m b e r korku ve hayranlıkla karışık bir saygı hissiyle, "B u,"
d e d i, "şuradaki cam to p ta k i ışık fo to n la rın ın içinde d e p o la n ­
m ış h e r bir d o sy an ın listesi. S enin g ö rd ü ğ ü n esasen d ü n y an ın
şim diye d e k biriktirdiği, ele k tro n ik o rta m d a kaydedilm iş her
veri p arçasın ın yoklam ası. Bu d ü n y an ın kayıp verilerin i em en
b ir kara eklik.
B akm akta oldukları şeyin büyüklüğünü içscllcştirirlcrkcn bir
anlık bir sessizlik oldu.
F B I itfanı "Ekranın altındaki basam aklar ne anlam a g eliy o r?"
diye sordu.
A m b e r iç geçirdi. H e y e c a n verici bilgisayar gücüyle çalışm a
ya alışkındı am a yine de S o a m e s'in başarm ış olduğu şey o n u e t­
kilem işti. "Şu an g ö rdüğünüz hızda ek randa akm akta o la n , veri
dosyası y ö n eticisin d ek i her dosyayı g ö rm e n in tah m in i olarak
kaç yıl alacağını g ö ste re n rakam . D o sy aların tüm içeriğini d e­
ğil, sadece başlıkları."
"Bu milyonlarca yıl d em ek ," dedi K o v ac . "T anrı aşkına."
Bu defa o bile etkilenm işti.
"Verileri çalındıkları yerlere geri g ö n d ersek ?" dedi F lem ing.
" M e ra k e tm e y in , ç o k çabuk olacak. H e r işlem ışık hızında
yapılabilir. Y ine de ordinal p ro g ra m ı k o n tro l ed ip verilerin bü­
tünlüğün d en ve yollarındau em in olm alıyız. S o a m e s d ep o lau m ış
bilgileri kurcalanm alan durum unda yok c d e c c k ya da yanlış ad­
reslere y ö n le n d ire c e k bubi tuzakları kurm uş olabilir. V erilerin
hatalı, bozulm uş ya da yanlış yerleştirilm iş olm ası hiç o lm a m a ­
larından d aha zararlı olabilir. D o ğ ru verilerin doğru veri tab an ­
larına d ö n d ü ğ ü n d e n em in olm ak için standart hijyen p rosedür­
lerini takip e tm e k durum undayız. A m a bu bilgisayarın gücüyle
bunu y a p m a k birkaç dakikadan fazla zam an ım ızı alm az.
320 M IC H > E L C 0 R D Y

"S on iki işareti durdurm a konusu ne olacak peki?"


"S orun o lm ad ığ ın d an em in olm ak için verilerin geri dönüşü
izlenirken b en de nükleer tesisler, savaş başlıkları gibi ilgili alan ­
lara dair ö n c e d e n ayarlanm ış talim atlar için bilgisayarın taban
program ların ı anıştırabilirim. S o am es'in planlarım bozduğum
gibi de P İP 'y i tuşlarım."
"N ey i?" diye sordu K ovac.
"P arad o k s tç P atlam a P ro to k o lü ," dedi A m ber. " P IP esasen
bilgisayarın uçsuz bucaksız gücünü kendine çevirerek kubit akı
m inin fo to n ik özünde p arad o k s başlatan bir p ro g ra m ." Şaşkın
şaşkın kaşlarını çatarı K o v a c a gülüm sedi. "A skerlerinizin b o m ­
ba dediği şey. Büyük bir b o m b a ." Saatine baktı. "D aha birkaç
saatim iz var, değil m i?"
K o v ac, "S o am es bir şeyler kanştırm azsa," diye cev ap verdi.
A m b er FBI ajanına d ö n ü p , " T V G p ro g ram ın ın nasıl kurula­
cağını biliyor m usunuz?" diye sordu.
"T em izle vc gizle mi?"
"E vet.”
H o w ie başıyla onayladı.
"G ü zel," dedi A m ber. "B en şuradaki ikinci term in ali aktif ha­
le g etireceğ im o n u kullanarak verilerde T V G 'y i arat ve alındığı
yere ve tam olarak çalındığı konum a d ö n d ü ğ ü n d en em in ol. T a ­
m am m ı?"
"Sen öyle diyorsan." A m b e r önündeki p an e ld en ekranını
açarken teknisyen qjan ikinci term in ale gitti.
K o v ac , "Bu bölgeye yalnızca asansörle geliniyor, değil m i?"
diye sordu.
Flem ing başıyla onayladı. "B izim geldiğim iz yolu saym azsak,
evet."
"B en m akas köprüye çıkıp ortalığı bir kolaçan ed ey im . Biri
lerinin sizi rahatsız etm esin e en g el olayım . Size iyi şanslar."
K ovac gittikten sonra F lem in g , " H e r şey k o n tro l altında gibi
görünüyor," dedi. A klında bir şeyler var gibiydi; çünkü d ö n ü p
I J C »F E R 321

d ö u ü p N ö ro Ç e v ir ın c ıı'in olduğu laboratuvara bakıyordu. "Baııa


önüm üzdeki birkaç dakika ihtiyacınız olm ay acak , değil mi?"
P arm akları taşlan d ö v eıı A m b er, " N e d e u ? " diye sordu.
Flem ing ö n c e c e v a p v erm ed i. S o n ra ateş to p u n u işaret ed ip ,
"Şu bilgisayar adam akıllı karm aşık h esap lan so n sürat ç ö z e b i­
lir, değil m i?” diye sordu. "Yani, g örünürde birbiriylc bağlantısı
olm ayan iki sistem arasındaki olm ası m u h tem el bir bağıntıyı h e­
sap ed em iy o rsa belki de bulunacak bir bağlantı ya da bağıntı
yoktur. D o ğ ru mu?"
A m b e r o n a d ö n ü p g ö zlerin i kısarak, "E vet," dedi. “ N e söy­
lem eye çalışıyorsun?*1
"Siz o n u im ha e tm e d e n ö n ce o bilgisayara ihtiyacım var. N ö -
ro Ç c v irm c n ’im vc S o a m e s'in ruh yakalam a başlığı d a gerekli.
S adccc birkaç dakika sürecek."
"N eler oluyor?"
F lem ing açıklarken o dinledi. F leıniug sözünü bitirdiğinde ise
kafasını salladı. A şırıya kaçan h ip o tezi neredeyse yüzde yüz ba­
şarısız olm aya m ahkûm du, am a A m b e r da dahil hiç kimse onu n
yoluna çıkam azdı. "K ö tü zam an lam a," d ed i A m ber.
"Bu bilgisayann gücüne erişeb ileceğ im y eg ân e za m an bu.
Ya şim di ya hiçbir za m an ."
A m b e r iç g e ç irip ek ran ın ın dibindeki yum uşak tuşa bastı.
"L aboratuvardaki N ö ro Ç c v irm c n 'in in olduğu sessiz term in ali
aktif hale g etird im . O ir ve aram a ikonuna bas. Sorularını g ir ve
h ip o tezin i kanıtlayacak ya da çüriitccck veriyi ara. Bir iki daki­
ka içinde ce v ap alam azsan cevap yok dem ektir. T a m a m m ı?"
F lem ing yaklaşınca A m b e r bir an için onu ö p e c e ğ in i z a n n e t­
ti; istedi de. A m a F lem in g sadece gülüm seyip, "Teşekkürler,"
dedi vc ftrlayıp gitti.
A m b e r diğer term in ald ek i teknisyene, "N e var nc yok?" di­
ye seslendi.
"N erdcysc bitti. Birkaç dakika içinde hallolacak. S enden ne
haber? Ü çüncü vc dördüncü işaretlerin ne olduğunu buldun mu?"
"D aha değil. A m a tem el talim atları araştırm aya h azm m ."
322 U İÇ Mâ K I C « R DY

N e var ki a raina p aram etresin i tuçlaya m atlan ekran değişti,


ö n ü n d e en in e ve boyuna çizgilerden oluşan bir ızgara belirdi,
altm da da H indistan ve Pakistan haritaları vardı.
Biri D e lh i'n in diğeri L a h o re 'n in üzerindeki iki kırmızı nokta
yan ıp sönüyordu. Ve akranın sol üst köşesinde yavaş bir geri sa­
yım başlamıştı. 100 rakam ı san renkte yanıp söndü. Bir dizi ya­
n ıp sö n m e n in ardından rakam 99 o ld u ... S o n ra 9 8 ."
"A m an T an rım !"
" N c oldu?" diye sordu H o w ie .
A m ber, “E m in d eğ ilim ," dedi: sükûnetini k onım aya çalışı­
yordu. "H afızam ı tazelesen e. H in d istan ve Pakistan iki büyük
nükleer güç, am a kanka olduklan sö y le n e m e z , değil m i?"
G -ad am ı ihtiyatla başını salladı. "E vet,"
“T a n rım . G aliba ikinci işaretle çalm an verileri y erin e koyarak
bir şekilde son ikisini ortaya atm ış olduk."
"Savaş ve ölüm ü mü?"
Ekran tekrar değişti. Bu sefer A sya vc A v ru p a’yı g ö steren
daha büyük bir harita gördü. O rtad o ğ u 'd ak i p ek ç o k yerin ve
U krayna, Rusya, K uzey K o re vc Ç in 'd e k i g en iş alan lan n ü zerin ­
deki kırm ızı noktalar y an ıp sönüyordu. E kranın üst köşesinde
b en z er bir geri sayım g ö ze çarp ıy o rd u .
A m b e r lanet okuyup k o n tro l d ü ğ m elerin e uzandı. O to m a tik
olan bir şeydi. P ro g ra m a girip durdurm ası g erek iy o rd u .
Patlama.
Silah atışı.
D erk en üç tane daha.
F B I qjani, "Bu da neydi böyle?" diye sordu.
A m b e r dişlilerin sesinden asansörün aşağı indiğini anladı.
A m ber, "Büyıık ihtim alle K o v a c ," dedi. Bir ekrandaki geri sayı­
ma bir asansöre bakıyordu.
F B I ^janı, "K o n tro l ed e y im ," deyip asansöre d o ğ ru koştu.
A m b e r ekrana d ö n ü p bir p ro g ra m kodu girdi. G e ri sayım d e ­
vam ediyordu: 9 2 ..9 1 ...9 0 ...
I 3CII-T R 323

A rkasından bir h o m u rtu geldi, sonra da bir çığlık. İ le m e n


d ö n d ü . S o a m e s'in kurtlarından biri asan sö rd en fırlayıp sivri diş
lerini teknisyen qjamn b o ğ azın a g eçirm iş, ad am ın çığlıklarını
b o ğ u y o rd u , ikinci kurt da kasıklarına saldırdı.
S o n ra S o a m e s g ö rü n d ü . M e rd iv e n le rd e n inip spanıu kıvra­
nan b ed en in in ü zerin d en g eç ti. Bukovvski de elin d e bir silahla
arkasından geliyordu. Sarışın bilim ci T r ip p 'in kıvrılmış cesed in e
şöyle bir baktı, ard ın d an öfke sa çan , buz gibi soğuk m avi gözler
riui A m b e r'a dikti.
S o a m e s insanın kanını d o n d u racak bir sükûnetle, "A m ber,
te rm in ald e n uzaklaş ve buraya gel," dedi.
A m b e r ekrana baktı. N u m aralar geriye do ğ ru sayılıyordu:
8 8 ...8 7 ... y ap ab ileceğ i hiçbir şey yoktu.
S o a m e s, "Bir şeye d o k u n ay ım d em e; dokunursan F elicia se­
ni vurm aktan büyük zevk alacaktır," diye uyardı.
A m b e r kım ıldam adı.
"M iles n ered e?" diye sordu S o am es.
A m b e r ateş to p u n d a n ve laboratuvardan tarafa b ak m am ak
için zorlayarak, "B urada d eğ il," dedi.
S o am es gözleriyle etrafı taray ıp , " Ç o k yazık," d ed i. "O n u
g ö rm e k isteyen biri vardı."
Y E T M İ Ş BİR

F lem ing en uçtaki laboratuvarda bilgisayarı sorgulam ayı bitir­


mişti ki silah seslerini duydu.
İçgüdüsel olarak sondaj deliğinin o tarafa, A m b e r 'in çalıştığı
yere do ğ ru baktı. G ö z le rin i ayırm adan kurtların F B I şuamın y e­
re serm elerin i seyretti; gördüklerine in an am ıy o rd u . S aklanıp bir
silah aradı, am a yoktu -te k görebildiği N ö r o Ç e v ir m e n ve ruh
yakalam a baş-küre siydi.
Ç aresizce S o am e s'in ve A m b e r'a silah doğrultm uş o lan Bu-
kovvsky'nin ortaya çıkm asını seyretti.
Kovac ne cehennemde? Lanet olsan, lanet, lanet.
A m b e r d en e tim m asasından uzaklaşıp o n u alm ak için ö n e
çıkan S o am e s'e doğru yürüdü. O sırada F le m in g asansörün
önündeki C arvelli'yi g ö rd ü ... Jakc de onunlaydı.
Onun burada ne işi var?
F lem in g fırlayıp yalnızca çıplak elleriyle sald ırm am ak için
kendini z o r tutuyordu.
S o am es eğilip A m b e r'ın yakasına uzandı. S an iy eler sonra
F lem ing kaskındaki h o p arlö rlerd en S o a m e s'in sesini duydu.
"S elam , M iles. A m b e r'ın m ik ro fo n u n u kullanıyorum , yani
beni duyabildiğini biliyorum , ö n e m sırasına g ö re g id elim . G ö ­
reviniz başarısızlıkla sonuçlandı. S on işaretler de h arek e te g e ç i­
rildi; kahram anlık y ap m an a g e re k kalm adı yan i. A y rıca y e ğ e ­
nin dc elim d e. Şim di m akas köprüsünün hizasına çıkıyoruz.
A sansöre gelip bize katılm an için sana iki dakika v e re c e ğ im ;
aksi takdirde Jak e'in g e n ç , k ö rp e g ö zlerin i ışığa tu tarım . Y ine
L U CI F E R 325

o rta y a çıkm azsan o n u h ay v an lan m a y ed iririm . T a z e e te bayılır­


lar. S eçim senin.
F lem in g yumruklannı sıkıp uşaklannm Jak e'i ve A m b e r'ı asan­
söre sokm alannı seyretti. A ciz öfkesi m idesini bulandm yordu.
H e r şey bitm işti. S eçim şansı yoktu.
A n ık dünyayı kurtarm aya y ard ım ö d e m e y e c e k se hiç değilse
Jak e'i ve A m b e r'ı kurtarm alıydı.

Z a m a n ilerliyordu. Ü m it yok gibiydi. A m b e r'ın geri sayımı


d u rdurm ak için d e n e tim m asasına d ö n m e si g e re k iy o rd u . A m a
arlık bir şeyler y ap ab ilecek te k kişi M iles F le m in g 'd i. N e var ki
o da bilgisayan nasıl y e n id e n p ro g ra m lay a ca ğ ın ı bilm iyordu.
Işık alan m akas kö p rü hizasındaki asansörün y anında duran
A m b e r g ö z koruyuculann arkasından g ö zlerin i kısarak bakınca
K o v a c 'ın çelik p latfo rm d a diğer b ek çin in y an ın d a yatan cesedi­
ni gördü. İkisi de ö lü gibiydi. K o v ac 'ın boyun bölgesi p arçalan ­
mış vc kan içindeydi; vücudunun üst taraflnda da kurşun yarala-
n vardı. C arvelli A m b e r'ın solunda d iğ erlerin d en ayn duruyordu.
Solgun vc lıasta görünüyordu; sanki başka bir yerlerde olm ayı
tercih ederm iş gibi bir lıali vardı. A ksine Bukovvski'nin silahım
kullanm aya can attığı h er halinden belli oluyordu. S o am es ve Ja­
k e 'le birlikte tırab zan lan n y anında duruyordu. S o am e s'in üzerin­
de koruyucu giysileri vardı ve Ja k e'in silueti o n u n ve Bukovvs
k i'nin y anında acın acak d e re c e d e küçük görünüyordu.
A m b er, "îyi misin Jake?" diye sordu.
A san sö rü n yanında um utla b ek ley en Jake kurtlardan tarafa
bir bakış atıp başıyla onayladı. Bu hareketi o n a büyük g elen g ö z
koruyucuları az kalsın y erin d en oyn atıy o rd u .
" îy i," dedi S o am e s. "Şim dilik."
"B unu n ed en yapıyorsun, B radley?" diye sordu A m ber.
"B en im bir şey y ap tığ ın ı yok." d ed i. "B en sadccc ö n c e d e n
karar verilm iş şeylerin g erçe k leşm esin i g aran ti ed iy o ru m . B u­
na b en karar v e rm e d im , b en im tek y ap tığ ım k eh an eti y erin e
g e tirm e k . Bu yü zd en beni durdurm a şansınız yok. İkinci işareti
tersine çevirip dünyanın verilerini y erin e koyarak son işaretlerin
gücünü artırdınız."
V K •H A F I c o h t* r

"N ü k leer füzeleri fırlatıp A sy a 'n ın ta m am ın a yakınını h arita­


dan mı sileceksin?"
S o a m e s güldü. "Elbette ki hayır. M esele de bu ya. in san o ğ ­
lu kendisi bunu yapm ayı seçecek. İç kargaşaya n e d e n olan ilk
işaretin n ed en olduğu elektrik kesintisi değil, insanların buna
tepkisiydi. İkinci işaret kıtlıktı -insanoğlunu hayatını fiziksel o la­
rak d ev am ettirebilm esi için g erek e n şeylerden değil yalnızca bel
bağladığı şeylerden m ahrum bıraktı. S o n işaretler dc farklı o l­
m ayacak. İnsanoğlu kendi ö n yargısı ve kendi seçim iyle savaşı
vc ölüm ü g etirecek . Belli başlı m illetler bilgisayar ekranlarında
hayalet füzelerin fırlatıldığım g ö re c e k ve saldırıya uğradıklarını
düşünecekler. A m a hâlâ bir şansları olacak. Saldırının g erçek
o lu p olm adığını kontrol edip düşm anlan füze fırlatılm adığına
dair onlara tem in at verdiğinde o n lara güvenebilirler ya da p ah a­
lıya mal o lacak g erçek bir savaş başlatırlar.
S o am e s gülüm sedi. "S ence ne olacak, A m b er? B en kum ar­
dan p ek an lam a m am a savaş ve ölüm e karşı bahse g irm ezd im .
Bilhassa da o to rite ler bu aldatıcı bilgiyi sizin g ö z kam aştıran
kahram anlığınız sayesinde tüm dünyanın verileri g eri yüklendik­
te n sonra alacakken. H iç şüphesiz veriler bir kez daha tam za­
m anında çevrim içi olduğu için şükredip m isillem e yapacaklar."
" N e d e n K ızıl P a p a 'n m kehanetini g erçek leştirm ey e bu kadar
heveslisin; te k g erçek olm adığını bildiğin halde?"
S o am es gülüm seyip asansörü işaret ederek, "Çünkü olacak,"
dedi. "Yakında yegâne g erçek o olacak."
A sansör alttaki kata iniyordu. A şağıdan biri çağırm ıştı. M iles
F lem ing geliyordu. H e r şey bitmişti. S o am e s kazanm ıştı.
G e rile n A m b e r gözlerini asansöre dikti. Jake de öyle. K urt­
lar da.
Jak e, "Dikkat et, M ilo l" diye bağırdı. Bukovvski çocuğun su­
ratına okkalı bir tokat patlatıp o n u sere serpe yere uzattı.
A m ber, "M iles, yapm a!" diye haykırdı.
A m a y ararı yoktu. K ab in yukarı çıkm aya başlam ıştı. C a m ­
dan, F le m in g 'in kabinle birlikte yükselen g ö rü ntüsünün an a
hatlarını g ö reb iliy o rd u . K ap ılar açılınca bir kolunu k ald ın p dı-
şan çıktı.
I UC i r F R 327

S o am e s gırtlaktan gelen bir sesle bir kom ut verdi ve kurtlar


F lem in g 'in üzerine saldırıp o n u yere devirdiler vc giysilerini p ar­
çalam aya başladılar. Jake çığlık attı. A m b e r kurtlanıl üzerine alı­
lıp o n la n geri ç e k m ey e çalışü am a kurtlar o n a ald ırm ad an g ö zü
d ö n m ü ş bir şekilde saldırm aya d ev am e d ip F lem in g 'in boynunu
p arçalay ıp kaskını ç e k ip aldılar.
K ask çıkınca A m b e r'ın nefesi kesilecek gibi oldu. K afa plas­
tiktendi. Bu cansız m ankendi. S o am e s ve Bukovvski'ye d ö n d ü .
A rkalan u d ak i tırabzanın üzerinde kara intikam m eleğ in e b e n z e r
bir figür belirdi ve çığlık atarak Bukow ski'yi arkaya, sondaj deli
ğine d o ğ n ı çekti.
Figür S o a m e s'e do ğ ru u zan ıp kafasındaki koruyucu örtüyü
çekip çıkartu vc A m b e r'a , "Jake'i dc alıp d en e tim m asasına
ekin," diye bağırdı.
A m b er Jak e'in eline yapışıp o n u asansöre doğru çekti, la m o
anda kurtlar da m ankenle uğraşmayı bıraktı ve Carvelli A m b er'a
doğru koştu. K u rtlard an biri A m b e r'ın üzerine saldırdı am a C a r­
velli kendini kurdun ö n ü n e atıp asansörün önünü açtı. P e n ç e le ­
rini karnına g eçirip yüzüne saldıran kurtla boğuşurken. "G id in i"
diye seslendi.
Başka bir şey söylem esine g erek kalm adan A m b e r Jak e'le
birlikte kendini asansöre atıp aşağı düğm esine uzandı. A m a
ikinci kurt onlara yetişm işti bile; kapı kapanırken dişlerini Ja­
k e'in sol b acağına g eçird i. P an ik ley en A m b e r düğm eye basıp
duruyordu am a Ja k e 'in bacağı kapının kapanm asını en g elliy o r­
du. Kurt dişlerini dalıa da derine geçirm işti. K urt korkunç sarı
gözlerini bir an olsun A m b e r'ın ü zerin d en ayırm ıyordu. S olun­
daki buzlu c a m d a n d iğ er kurt kanlı dişlerini boğazına g eçirirken
C arv elli'n in b ed e n in in gevşediğini gördü.
D e rk e n Jake bacağına uzanıp bir şeye bastı ve bacağı y erin ­
d e n çıktı. B acağı son kez çek en kurt bacağı da alıp g ö tü re re k
geriye doğru yuvarlandı vc kapıyı bıraktı.
A sansörün kapısı bir tıslam ayla kapandı. A m b e r aşağı d o ğ ­
ru inerken kurtların tırabzanlara. S o am e s'in F le m in g le boğuş­
tuğu yere d o ğ ru gittiklerini g ördü.
A m a şim di bunu düşünem ezdi; y ap acak ço k işi vardı.
YE T M İŞ İKİ

S o am es şaşırtıcı d e re c e d e güçlü ve dayanıklıydı. H a tta F lem ing


koruyucu giysisini çekip çıkartarak aşın hassas cildini o rtay a çı­
kardığında d aha da azgınca boğuşm uştu.
F lem in g k o cam an ruh-yakalam a baş-küresinin ağırlığı altın
da eziliyordu. L ab o ratu v an n servis kapısından çıkıp sondaj deli­
ğ in d en tırm an ırk en onu N ö ro Ç e v ir m e n aracılığıyla m an k en i
hareket e ttirm e k için kullanmıştı.
K urtlar bu kez onu n için geliyorlardı.
F lem ing m akas köprünün üzerinde S o am e s’in suratına ok­
kalı bir yum ruk indirdi ve onu tırab zan lan n üzerine yatırdı; S o ­
am es F le m in g 'in bileğine yapışm ış, boşlukta sallanıyordu.
F lem in g . "D urdur o n lan !" diye bağırdı. A şağısındaki küre
m inik bir güneş gibi titreşiyordu. S o a m e s'in ten i kızarm aya baş­
lamıştı bile.
K urtlar uluyup inlediler am a geride durdular; sanki saldırır­
larsa sahiplerinin hayaünı teh lik ey e atacak lan n ı sezm işlerdi.
F lem ing tekrar, "D urdur o n ları," d ed i.
S o am es gırtlaktan g elen sesle bir kom ut verdi ve kurtlar g e ­
ri çekildiler. "M iles, A m b e r'ı durdurm an gerek. İşaretlere karış­
m am alı."
F lem ing duyduklarına in an am ıy o rm u ş gibi başım salladı.
"Sen piç kurusu iblisin tek isin 1."
I ÜC I F E ■ 3?9

S o am es. "D eğilim ,*1 diye kendini savundu. Sesi ciddileşm işti.
"Bu ö n em li. S eu de d ah il bütûıı insanların anlam ası g erek . Y ap ­
tığım şeylerin bir n ed e n i v ar ve buna engel o lm am alısın ız."
"Sen ııc saçm alıyorsun?"
"K ızıl P a p a ’nm ifşaatının bir am acı vardı vc b en dc o am acı
y erin e g etirm eliy im ."
"O nun ifşaatı y alandı."
"H ay ır değildi. Yarı yalan y an g erçek ti. Omm g erçeğ iy d i."
"A m a sen bunu y e g â n e g e rç e k y ap m ak istiyorsun."
"Başka şansını yok. D ünyayı T a n r ın ın o lm ad ığ ın a y alnızca
Ş e y ta n 'm olduğuna in a n d ırm a m lazım . B u b e n im a m acım ."
F lem in g S o a m e s'in d iğ e r kolunu tu tm ak için uzandı. A d a m ın
derisi su to p la m a y a başlam ıştı, am a o acıyı u m u rsam ıy o r gibiy
di. "Bu n ed en senin am acın oluyorm uş B radley? K im olduğunu
sanıyorsun sen? Ş ey tan m ı?"
"D urum b u ndan ç o k daha karm aşık." S o am e s doğruca g ö z ­
lerinin içine baktı. "B en T a n n ’n ın ikinci oğluyum ."
F lem in g az kalsın o n u düşürecekti.
S o am e s, " D in le , d in le ," diye yalvardı. "T anrı, iki bin yıl ö n ­
ce ilk oğlunu g ö n d e rd i. O m e rh a m e t ve bağışlayıcılık telkin
e d e n iyi biriydi; hatta size T a n n 'n ın g erçek yolunu ö ğ re tm e k
için insanlık uğnm a ç a rm ıh ta can verdi. A m a işe yaram adı.
İsa'n ın ö ğ retilerin i k en d ilerin e g ö re y o ru m lay an d in ler birbirle-
riylc savaştı. İm an ın y o lu n a çıktılar. îm an artık hür iradeye, değil
g üce vc suça bakıyordu. H ü r irade pap azların söylediği 'Sana
söylediğim i y ap yoksa c e h e n n e m e g id ersin ' lafının n eresin d e?
Bu hür irade değil, bu cezalan d ırılm ak tan korktuğu için em irle­
re boyu n eğ m e.
"S on u çta p a p a z la r da b irer insan. O nların T a n r ıy ı anlam ayı
um ursadıklan yok - te k um ursadı klan bu dünyada güç kurmak.
A m a T a n n kıılhık ya da koca koca kiliselerini istem iyor. O böy­
le bir baba değil. O sizi istiyor. E n tutkulu eserinin lüştûnü ispat­
lam asını vc artık O 'n a ihtiyaç duym am asını istiyor. İlk oğlunun
330 WIOH&r I CORI )T

açıklam aya çalıştığı şey buydu. îyi bir lıayat sürıueuiıı kendisinin
bir mükâfat olduğunu -ö ld ü ğ ü n d e h er bireyin kendi ruh hakika­
tini tecrübe, ed eceğ in i. A m a kimse kulak asm adı.
"Bu yüzden o da ikinci bir oğul gön d erd i: d aha esrarlı bir
oğul. Y ani ben. Bu kez iyiliği ve şefkati telkin e tm e k için değil,
bir kere de herkese T a n n 'n ın var olm adığını; tek hüküındanıı
Şeytan olduğunu kanıtlam ak için. İnsanoğlu ancak o zam an di­
nin zincirlerinden kurtulup kendi doğru yanlış m antığını geliştire
cek gerçek hür iradeyi. S onuçla kişi an cak ortada bir mükâfat
vaadi olm adığında gerçekten faziletli bir seçim yapabilir. Yani bu
T a n n 'n ın size hediyesi: K endisini bilincinizden silip atm ak. Ac:
costa*yı yaratm am ın n ed en i bu. Kibirli ve dogm atikti: dinin ku
sursuz bir sem bolü. Y eryüzündeki en güçlü dinin lideri öteki dün­
yadan T an rı'y ı rcd d cd in cc bütün dünya dinlem ek zorunda kaldı.
İşaretlerden sonra da inanm aktan başka seçenekleri kalmadı."

S o am e s F le m in g 'e gülüm sedi. "Sen de dahil tüm insanlar


bunu anlam alısınız. M iles. Sen dc dinin küstah d o g m aların d an
nefret ediyorsun. Sen sonraki hayatında seni bek ley en bir m ü
kafat olm ad an iyilik y apan bir ateisttin. Bir de V irginia K n ig h t'a
bak. Kızıl P a p a 'n ın p eşin d en g iderken zayıf ve korkaktı. D ostla­
rını aldatm ası hatta sayısız ölüm ü tasdik etm esi için kolayca
yönlendirilebiliyordu. K en d in e bunun ö n em li o lm ad ığ ın ı; çünkü
hepsinin z a te n ölüm d ö şeğ in d e olduğunu ve T a n rı'n ın bunu is­
tediğini söylüyordu. A m a ne zam an ki T a n rı'y a olan inancını
kaybetti işte o zam an kendine inanm aya başladı ve kendinde
kaçm anıza yardım e d e c e k cesareti buldu. S onraki hayatında
kendisini bekleyen m ükâfata bel bağlam ayı bırakınca bağım sız­
lığını kazandı. A m b e r'ı durdurm an gerek. M iles; yoksa hepsi yi­
tip gidccck."

“Sen delisini M ilyonlar ö lecek ."


"H ayatlar kaybedilecek belki am a ruhlar kurtulacak. Anlaşa
ııa. Ben söylediğim kişiyim. B en Kızıl P a p a n ın 11 e ifşa ed eceğ in i
biliyordum . Ruh Projesi için o kadar uğraş v erm em in sebebi dc
bu. İşaretlerin ne olacağını biliyordum . Bunun için onlara hazır-
lıklıydım. İnan bana M iles, ben hem L ucifer'm hem de T a n n 'n ın
t ucıı-ı-n 33!

oğluyum . Ben T a n n ’nın vasıtalıyım. Ben ıstırap vc k ed er getiren


c e h e n n e m ateşiyim , am a ben aynı za m an d a yeryüzünü daha ç e ­
tin bir g elece ğ e hazırlayan tem izlik aleviyim . İnsanoğlunun g ele­
ceği senin ellerinde M iles. İşaretlerin n o rm al seyirlerini izlem esi­
ne izin ver ki dinin zararlı otlan yansın ve yerlerine daha güçlü,
kendine inanan hür iradeli bir tür yetişsin."
S o am es sustu; sanki bir karşılık bekliy o rd u , am a F lem in g ne
diycccğini bilem iyordu. S o am e s'in söylediklerinde çarpıtılm ış
bir m antık vardı.
S o am es F le m in g 'in bileğini kavradı. Su to p lay ıp soyulan de­
risinde vıcık vıcık kırm ızı yaralar o rtay a çıkıyordu. F lem in g öıtü-
ncbilsin diye o n u yukarı çek m ey e çalıştı am a sıktıkça derisi da
ha çok p arçalan ıy o rd u . S o a m e s acıya aldırış e tm e d e n , " N e
olursun. M iles, nc olursun," diye yalvardı. "Beni ö ld ü r am a bı­
rak da işaretler n o rm al yollannı izlesin. D in in tabutuna son çivi
İcri çakm alısm . B undan başka ftrsat o lm a y ac ak vc bu da sana
bağlı. H e m e n yapm alısın, M iles. H e m e n ."
YETMİŞ üç

0 9 .. .0 8 ... tik bakışta ekran A m b c r'a ço k geç kaldığını söylüyor­


du. G e ri sayım sona e rm e k üzereydi. H ayali nükleer saldırılar
n ered ey se başlayacaktı.
Başka n ö b e tç ile r de gelebilir diye Jake'i asansörü g ö zlem e si
için bırakıp bilgisayarın te m e l p ro g ram lam asın a girişli. Ç o k
g e ç m e d e n S o a m e s'in haklı olduğu çıktı ortaya. Ç a lm a n tüm v e­
riler geri getirilm iş am a y en ilem e işi son işaretleri tctiklcm işti.
0 6 ...0 S ...
H in d istan vc Pakistan haritalarına, sonra da d ah a geniş olan
A sya haritasına baktı. K ırm ızı noktaların hepsi hâlâ y an ıp sönü­
yordu. P tP ’yi tuşlasa bilgisayarı çökertebilirdi am a an cak yanıl-
ücı bilgiyi g ö n d e rip Kızıl P a p a 'n m ö n g ö rd ü ğ ü savaş ve ölüm kı­
y am etin i sahneye koym asından sonra.
Şifreyi üzerine yazm alıydı.
.. .0 4 .. .0 3 ...
D ah a büyük olan A sya haritasıyla başlayıp ek ran ın alt kıs­
m ındaki g ö z le m p e n c e re sin d e n te m ci p ro g ra m la m a y a erişti vc
hayali fırlatm a mesajını o p tik in te rn e te yayacak olan başlam a
kom utunu arattırdı. Y ö n e rg e y i çabucak bulup saniyeler içinde
etkisiz hale getirdi. H arita n ın üzerindeki n o k talar attık y an ıp
sönm ü y o rd u .
H arika.
...0 2 ...
H in d istan ve Pakistan haritalarının üzerine hafifçe vurup ilk
haritayla yaptığı işlemi yineledi. T e m e l p ro g ra m la m a şifresine
L U C I F E R 333

erişm ek için bir g ö z le m p e n c e re si açtı vc başlam a k o m utunu


araltırın ay a b aşlad ı...
...0 1 ...0 0 ...
A llah kahretsin. A rtık çok geç.
D e lh i'n in ü zerin d ek i kırmızı ışık y a n ıp sö n m ey i kesti. A rd ın ­
dan D e lh i'd e n P a k ista n 'a do ğ ru kırm ızı bir çizgi uzandı.
A m b e r te m e l p ro g ra m la m a y ı k o n tro l etti. H in d ista n 'ın nük
lecr fiizc flrlattığı şeklinde yanlış bir b ilg ilen d irm e y ap a n başla­
ma kom utu L a h o r e 'd e k i füze kum anda m erk ezin e g ö n d e rilm iş
ti bile. A m b e r d erin bir nefes a l ı p te rle y en avuçlarım o v alad ı ve
m esajı sildi.
Ekrandaki u zay an çizgi y o k oldu.
A m b e r'ın o m u z ları düştü; ferahlam ıştı. Sakin o lm a y a çalışıp
bilgisayarı ç ö k e rte c e k olan P Î P 'y i e k lem e y e hazırlandı. A m a
başlam asına ftrsat kalm adan haritada te k ra r y an ıp sö n e n bir
no k ta belirdi ve ard ın d a n bir geri sayım ya da u y an o lm a d a n L a-
h o re 'd e n H in d is ta n 'a d o ğ ru kırm ızı bir çizgi uzandı.
K e n d in i k ay b etm işçesin e, atladığı bir şeyler olup o lm ad ığ ın ı
g ö r m e k için ana şifreyi k o n tro l etti vc bunun hayal! bir saldın
değil P ak istan 'ın H in d is ta n 'd a n g elen ö n cek i 'saldınya* verdiği
karşılık o lduğunun farkına vardı.
G ö z le rin i ek ran d an ay ırm ad an te k ra rd a n , var o lan en güçlü
bilgisayann te m e l p ro g ra m la m a sın a dalıp bir m ucize aradı.

S o a m e s, "O n u d u rd u rm ak zo ru n d asın , M iles," diye b ağın-


yo rd u . Ö n ce k i sü k û n etin d en e se r kalm am ıştı. A ln ın d ak i derisi
n ered ey se yüzünü ö rte ç e k ti ve g ö zleri kana bulanm ıştı. "Sen
bana yardım et ben de kardeşinin akıbetini ö ğ re n m e n için sana
y ard ım e d e y im . Ç ö z ü m bilgisayarda. R uh nişanıyla insanın g e ­
netik şifresi arasında bir ilişki var. G irişim örüntüsünün in tro n
larla, D N A 'm ız ın büyük bir b ö lüm ünü m ey d an a g e tire n işe ya­
ram az kısımlarla ilişkisi vardır. Bilgisayar kardeşinin g e n o m u n ­
d an ruh nişanını çıkartabilir. B enim yardım ım la o n u çağırabilir,
o n u n la iletişim kurabilirsin."
334 y i c 11 K u ('OIU)Y

F lem in g bunu zaten biliyordu. A m b e r'ı bilgisayarı sorguladı­


ğı sırada bırakıp g iderken sezinlediği şey de buydu. " N e le r y a­
p abileceğini b iliy o ru m / dedi.
S o am e s'in dudakları hey ecan lı bir gülüm sem eyle kıvnldı.
"Yani bilgisayarın hayati ö n e m taşıdığının forkındasın; ö ğ ren m e
ihtiyacını -o n u n iyi olduğunu kanıtlam a ih tiy acın ı- g id e rm e k
istiyorsan. Bilgisayar çökertilirse on u n la hiçbir zam an iletişim
kuram azsın. Z ihnini hiçbir zam an rahatlataıııazsın."
F lem in g ço k tan kararını verm işti. "R o b iyi," dedi.
" N e rd e n biliyorsun ki?"
"B ilm iy o ru m . Bradley. S anırım tek y a p m a n ı g erek en inan
m ak%" ded i; ü zerin d en büyük bir yfık kalkmıştı.
S o am es p an iğ e kapılm ak üzereydi. "A m a A m b e r’ın durdu
rulması gerek. İşaretleri en g elley eb ilecek tek kişi o ve sen onu
durdurm ak zorundasın!"
"H ayır, değ ilim ," dedi F lem ing sakin sakin. "S en in de d ed i­
ğin gibi hür iradem i kullanm aya hakkım var. T e k y ap tığ ım bu."
S o am es, "H ayır! H ayır!" diye bağırdı, "ö lü m cü l bir hata ya­
pıyorsun! Bunun olm am ası gerek! O nu durdurm ak zorundasın!"
F lem in g A m b e r'ın arkasından, "A rtık ço k g eç, Bradley!" d i­
ye bağırdığını duydu. D ö n ü n c e A m b e r'ın kendisini izleyen kurt­
lara bakan Jakc'le birlikte asansörün yanında beklediğini gördü.
"E lim den kaçtı am a çalışam az durum a getirip d enizin dibine
g ö n d erd im . A rtık bitti."
S o am es F lem in g 'e baktı. "A ptallar," diye çıkıştı. "T anrı insa­
noğluna ikinci bir şans verdi. İkinci oğlunu g ö n d e rd i. A m a siz
bu şansı boşa harcadınız. Siz kurtarılmayı hak etm iyorsunuz."
Elini bıraktı. F lem in g onu tutabildiği kadar tuttu, elleri soyulan
S o am es sondaj deliğine düştü ve titreşen ca m kürenin üzerinde
yığılıp kaldı.
A rkasından uluyan kurtlar F lem in g arkasını d ö n d ü ğ ü an flr-
ladılar. F lem in g içgüdüsel olarak kollarıyla yüzünü k apatıp çar­
pışm aya kendini hazırladı. A m a bir şey olm am ıştı. K urtlar sıçra­
yıp sahiplerinin arkasından sondaj deliğine atladılar. F lem ing
nereye düştüklerini g ö rm e k için arkalarından baktı am a hiçbir iz
I UCIPtl 335

yoktu. Sanki y o k olm uşlar, ze b an iler gibi geldikleri yere geri


dönm üşlerdi.
Sahipleri hâlâ g ö rü n ü y o rd u .
H e m T a n n 'n ın h e m de Ş e y ta n 'ın o ğ lu o ld u ğ u n u iddia e d e n
ad am a bakan F le m in g sırtında bir ü rp erti hissetti. S o a m e s
g ö z le ri açık, p arıld a y an ca m k ü ren in ü zerin d e y atıy o rd u . K o l­
ları, sanki ateş to p u n u n ü zerin d e ç a rm ıh a g erilm iş gibi, iki ya­
na açılm ıştı.
F lem ing A m b e r'ın elini o m zu n d a hissetti. "T rip p 'in giriş dis­
kini buldum . B uradan h e m e n çık m am ız g erek ." dedi. “B ilgisa­
yara P ÎP 'y i yükledim . P atlam ak ü zere."
Flem ing ezilen bacağını çıkartan J a k e 'e d ö ndü. Ç ocuğu kaldı­
rıp kucağına aldı ve A m b e r'ın arkasından asansöre doğru yürüdü.

Bel kem iği kınlan B radley S o am e s kendi eserinin üzerinde


ö lü m ü bekliyordu. A ltındaki cam küreden yayılan ışık o n u acı
dolu hayatında tatm ad ığ ı kadar büyük bir acıyla kavururken d e ­
risi p arça p arça soyuluyordu.
C e h e n n e m d e k i ateş ç e m b erin d e y d i.
A m a o n a ıstırap v eren fiziksel acı d eğ il, yenilm işlik duygu­
suydu.
U m utsuzluk için d e, "A ffet ben i, b ab a,“ diye bağırdı. “Ben
onlara yardım e tm e y e çalıştım ."
D e rk e n altm daki ateş to p u çatlayıp m avi-beyaz ışıklı süper-
nova patlam asıyla havaya uçtu.

DAKİKALAR önce

Jak e'i göğsüne sıkı sıkı bastırıp V c n T e c 'te n kaçan F lem in g 'in
fark ettiği ilk şey havanın açtığıydı. IJftıkta turuncu bir çizgi bile
oluşm uştu. G ö rd ü ğ ü ikinci şey de do ğ u tarafından yaklaşm akta
o lan y ed ek h elik o p terd i.
îki dakikada h elik o p terd ey d iler. B acağını kıran D elta F o rc e
askeri dc oradaydı. K ara Şahin pilotuna o n u alm asını söylem iş
336 UıCııAP L C OflDY

vc sağ kalan o lu p o lm ad ığ ın ı k o n tro l e tm e k için V c n T c c 'e g el­


mişlerdi.
F lem in g Jak e'i A m b e r'la aralarındaki koltuğa yerleştirirken.
"Başka kurtulan var m ı?" diye sordu.
F lem in g kafasını salladı.
A d a m , "P ek i, ya siz nasılsınız ?" diye sordu.
A m b er F lem in g 'in elini sıkıp, iy iy iz ." dedi. "D aha iyi olacağız."
F lem in g p ilo ta, "S enin y erin d e olsam V c n T c c 'te n m üm kün
olduğunca uzağa k açard ım .” diye seslendi. "M üm kün olduğun
ca hızlı bir şekilde."
"Anlaşıldı. R o tay ı g ü n e y e . F airbanks'e çev iriy o ru m ."
P ilot h elik o p teri g ü n ey e çevirirken Jake koltuğunda döndü.
"Bak M ilo amca!"
F lem in g tam zam an ın d a d ö n ü p dağın te p e sin d e n yükselen,
beyaz ışıktan bir asayı andıran şeyi g ö rd ü ; ö rü m ce ğ i an d ıran
V en T ec binasından fışkırıp dikey bir p ro jek tö r gibi karanlık g ö ­
ğü delip geçm işti.
D erk en ikinci bir p atlam a d ah a oldu ve p arlak beyaz ışığın
alt tarafı alev aldı. F lem in g patlam ayla açığa çık an cucıjiniıı d a­
ğın derinliklerinde sıkışıp kalmış p etro lü serbest bıraktığını ta h ­
m in ediyordu. C e n n e t vc C e h e n n e m i bir an lığ ın a birleştiren
ateşten bir sütun m eydana getirm işti.
D elta F o rc e askeri y o rg u n bir g ü lü m sem ey le, "Y ani, biz şim ­
di dünyayı kurtardık, öyle m i?" dedi.
F lem in g başıyla o n ayladı, aıııa A m b e r'ın elini sıkıp Jak e'i
kendine doğru çek erk en tek görebildiği. S o a m e s 'in , g ö zlerin i
ayırm adan o n a bakarak ateş to p u n u n ü zerin e u zanm ış yatan
görüntüsııydü. Jak e'in saçlarını okşayıp sessizce, "Tabii ki, biz
dünyayı kurtardık," dedi. “T ab ii ki."
SONSÖZ

ON SEKİZ AY SONRA
VİLLA RONDA ClZVÎT ENSTİTÜSÜ, ROMA NIN KUZEYİ

R e sep siy o n T opluluğun g ö rk em li yaz ik am etg âh ların d an birinde


veriliyordu. Bir şenlik, kutlam a durum u söz konusuydu yalnız­
c a C izv itlerin y en i S u p e rio r G c n c ra l'in in atanm ası için değil
A n a K ilise'd ek i geniş R ö n e san s için de.
K e te n takım lar vc. p a p a z cübbclcri içindeki konuklar Palladi-
aıı villanın serin kem erli tara çalan n d a içkilerini yudum layıp gü­
neşin b en e k ler k ondurduğu b ah ç ele rin d e gezin iy o rlard ı.
A m b er, Ja k e 'in bağlarını ayarlam asına yardım etm ek için
u zan ırk en karnını yokladı; içinde te k m e le r savuran yeni canlıyı
hissedebiliyordu. T ek üzüntüsü an n e sin in ilk to ru n u n u g ö re c e k
kadar yaşayam am ış olm asıydı.
H a y a tın ı y a n ın yaşadığı zam an lara gitti akli: h ep A rie l'in ve
kendi kabahatinin bilincinde olduğu am a hiçbir zam an bir birey
o larak kendinin bilincinde olm adığı zam an lara. S onra A rie l'le
birbirlerini azat ettikleri g ü n d en bu yana sahip olduğu hayatı dü­
şündü. A n n esi bir keresinde ne dem işti? Y akınlarım ız neyse biz
de o y u z' H ak lıy d ı. A m b e r bunu şim di anlıyordu; hem yaşam da
h em de ö lü m d e. B ah çey e do ğ ru bakınca F lem in g 'in el kol ha
roketleriyle P e te B a b a 'n m etrafında to p la n a n gruba katılması
için çağrıldığını gördü.
H a y a tın ı o n ca m eşgul ed en kuantum dünyasını düşündü. Fle ­
m ing p e k ço k y ö n d en d aim a salt 'parçacık* olmuştu: tek başına
t* I C H A F l C • 1 1 I IY

ve bağımsız, bağlanm aktan korkan, dünyadaki kaos ve ıstırapla


araşm a m esafe koym ak için katı bilimin ve pratikliğin silahlarına
bel bağlamış. O ise 'dalga' olmuştu: kardeşiyle ilişkisi yüzünden
tükenip başka herhangi bir özel dostluktan m ahrum kalmış, ken­
dini avutm ak ve fikir arayışı için S o am es'le girişliği kuantum ç a ­
lışmalarına bel bağlam ış. A m a arayış sona erm işti ve arlık k e n ­
dini avutm aya ihtiyacı yoklu. F lem ing ve o birbirlerini tam am lı­
yorlardı. Bırakıyorlardı hem ayrı olsunlar hem de birlikte; hem
parçacık hem dalga; hem ben hem biz. Kusursuz ikilik.
G ülüm seyip tekrar kam ını okşadı. O nun için şim diye dek
harikulade bir avuntu olan işi artık yalnızdı bir parçasıydı. O p t­
rix zaten başarılıydı; on u n her işe karışması g erek m iy o rd u . F,ski
sorumluluklarının çoğunu başkalarına havale e tm en in kendisi
için ne kadar kolay olduğuııu görünce, ço k şaşırmıştı.
Jak e'in elini tutup P e te B ab a'n m yanm a giden F le m iu g 'i
seyretti. Vaftiz babası yeni m evkiinin siyah cübbesi içinde göz
kamaştırıcı görünüyordu: C izvit topluluğunun S u p erio r G e n e
ral'ı olarak Cizvit'lerin lideriydi, yani K ara P ap a. F lem in g resep
siyona g elm ek istem em işti, g elm ey e sadece vaftiz babasına
borçlu olan A m b e r'a eşlik etm ek için razı olm uştu.
M üritlerinin hürm etlerini kabul etm ek için konuşm alarını ha
bire kesm ek zo ru n d a kalan P e te B aba'yı öyle gururlu y ö re n
A m b er S o am es'in F le m in g e söylediği son sözlerini hatırladı.
F ski o rtağ ın ın insanoğlunun g erçek ö zg ü r iradeye kavuşması
için dini ve. T a n n inancını o rtad an kaldırm a m isyonunu p ek ço k
kez tartışmışlardı; am a A m b e r onunla ilgili hiçbir sonuca vara­
m am ıştı. H ay atın ın üzerinde öylesine güçlü ve cn nihayetinde
olum lu bir etkisi olm uştu ki. O n a g ö re S o a m e s daim a bir mu­
am m a olm uştu ve dc o la c a k tı..O n c a olan b iten d en sonra bile
o n u ne zam an düşünse o n a karşı öfke ya da nefret duyam ıyor-
du - yalnızca acım a, o kadar.

Miles H eining A m b e rin felsefi bakışını bütünüyle paylaşıyor


değildi, am a onu Jakc'le birlikte ayakta dikilirken görünce m utlu­
luklarına ve doğallıklarına gülüm scm cktcıı kendini alam adı. Jakc
339

de takım larının bir parçası olm uştu ve F lem ing ağabeyine oğluy­
la ilgileneceğine dair verdiği sözü yerine getiriy o r gibi hissetmi­
yordu kendini. Jake artık on u n bir parçasıydı; tıpkı A m b er gibi.
Bazı y ö n le rd e n hayatı p ek de d eğişm em işti. S o a m e s'in bilgi
sayan im ha edildikten ve dünya n o rm a l g ö rü n ü m ü n e g eri d ö n ­
dükten sonra m edya 'uygarlığın k u rtan c ilan ııı deşifre etm ey e
çalışmıştı. A m a sonraki aylarda öylesine b ir kaos söz konusuy­
du ve öyle ço k söylenti dolaşıyordu ki. F B I'ın da yardım ıyla k en ­
di adını vc A m b e r'ın adını rap o rlard an çıkartıp başladığı işine
devam etm ek için Barley H a lla yeri d ö n d ü . A n ık orayı kendisi
y ö n e ttiğ in d e n daha fazla güç sahibiydi. K ay n ak lan da artm ıştı;
bunun dışmda hayal d ev am ediyordu.
D iğ er y ö n lerd en se dönüşüm geçirm işti. Y alnızca d arm ad a­
ğın olm uş hastalara y ard ım ed e re k değil bağım sızlığını da m u­
hafaza ed e re k acıyla nasıl m ü cad ele etm ey e çalıştığı geldi aklı­
na. A m a şim di J a k e 'e ve çocuğunu dünyaya y e tirm e k üzere
olan kadına bakınca onu n dünyasını resm ettiklerinin farkına
vardı. Belki er geç o n a acı vereceklerdi am a aynı zam an d a onu
tazeley ip hayatına bir aıılaın veriyorlardı.
R o b 'u sık sık düşünüyordu, am a artık o suçluluk duygusunu
hissetm iyor, o n u n ruhu için en d işelen m iy o rd u . Y akında R o b 'u n .
A m b e r'ın rüyasuıda gördüğü o güneşli g e z e g e n d e güvende olup
olm adığını ö ğ re n e c e k ti. O zam ana kadar yaşam a konsantre
olabilirdi.
N e var ki S o a m e s akim dan çıkm ıyordu bugün buraya gel
m esi dc bu durum u alevlendirm işti.
Kızıl P a p a n ın ö n g ö rd ü ğ ü son işaretler g erçek leşm ey in ce
tüm dünya topluca rahat bir nefes alm ıştı. K ıyam etin g erçek leş­
m em esi pek çok kişinin tüm olayı büyük bir ald atm aca, kaçık bir
d âhinin bir eylem i olarak kafalarından atm alarına n ed en o lm u ş­
tu. A m a kaçık d âh in in K ızıl P a p a n ın söyleyeceklerini n ered e n
bildiğini kimse açıklayaınıyordu. O ııca soruşturm a ve tahkikata
rağ m en de tatm in k âr bir sonuca ulaşılamadı.
N c var ki sonraki aylarda rahat bir nefes alm ış m ily o n larca
insan sanki K ızıl P a p a 'n ın in an çlan n a g ö lg e düşürm esine izin
640

verm elerini telafi etm ek ister gibi dinlere hücum etm işlerdi. Dini
o güne dek akıllarının ucundan g eç irm em iş ateistler şim di onu
baş köşeye koyuverm işlerdi. F eshedilen Ruh H akikati Kilise­
s in d e n g eriy e büyük bir boşluk kalmıştı ve yeni ilerici kilise y ö ­
n elim lerin e karşı güçlü bir tepki oluşmuştu. Bir kez aptal yerine
konan insanlar bunun bir daha tekrarlanm asını istem iyorlardı.
Hsas, sarsılm az d eğ erlere geri d ö n m e y e y ö n elik bu m uazzam
talebi karşılayacak T ek Kilise vardı: K ızıl P a p a 'n m b ey an atın d an
ö n c e ç ö k m e k üzere olan bir K ilis e ... K apılarını bu m üsrif kala­
balığa ardına kadar açarken katı ibadet kuralları g etirip kendini
gururla A n a Kilise ilan ed e re k hakikat üzerindeki biricik sahipli
ğini de d o g m a tik olarak sağlam laştırdı. B in beş yüz yıllık öm rü
boyunca K atolik Kilisesi hiç bu kadar güçlü olm am ıştı.
Şu an bile, siyah cübbesinin içindeki P e le r R iga'yı selam layıp
elini ö p m e k için eğilen dostlarının oluşturduğu kalabalığı seyre
derken, F lem in g 'in aklında Bradley S o am es'in son sözleri vardı.
"Bu yüzden o da ikinci bir oğul g ö n d erd i: daha esrarlı bir
oğul. Yani ben. Bu kez iyiliği vc şefkati telkin e tm e k için değil,
bir kere dc herkese T a n n 'n ın var o lm ad ığ ın ı; tek hüküm darın
Ş eytan olduğunu kanıtlam ak için. İnsanoğlu an cak o zam an di­
nin zincirlerinden kurtulup kendi doğru-yanlış m an tığ ın ı geliştire­
cek -gerçek hür iradeyi. S o n u çta kişi ancak o rtad a bir mükâfat
vaadi o lm adığında g erçek ten faziletli bir seçim yapabilir. Yani bu
T a n n 'n ın size hediyesi: K endisini bilincinizden silip atm ak. A c-
costa'yı y aratm am ın n ed en i bu. Kibirli ve d ogm atikti: dinin ku­
sursuz bir sem bolü. Y cryüzündcki cn güçlü dinin lideri öteki dün­
yadan T an rı'y ı red d ed in ce bütün dünya d in lem ek zorunda kaldı.
İşaretlerden sonra da inanm aktan başka seçenekleri kalm adı."
Bu bir delinin laf kalabalığıydı, am a ateş to p u n u n üzerine
uzanm ış yatan, 'Siz kurtarılm ayı hak e tm iy o rsu n u z,' diye lıaykı
ran görüntüsü akima g elin ce F lem in g sırtına vuran ılık güneşe
rağm en ürperdi.
R iga'yı tebrik ettikten sonra F lem ing o n a bir soru sordu. Bi
le re k unvanıyla hitap etm iy o rd u . "P e te r, Kızıl P a p a n ı n Ruh H a ­
kikati G ü n ü 'n d e n bir şey ö ğ ren d ik m i?"
R iga hiç tereddütsüz, "E lb ette, M ile s," ded i.
"N ey m iş p e k i? M
R iga sorunun cevabı ç o k aşikârm ış gibi kaşlarını çattı. " İn ­
sanların kılavuza ihtiyacı olduğunu ö ğ ren d ik ; T a n r ıy ı tek başla­
rına bulam ayacaklarını, koyunlar gibi, T a n n 'n ın g e rç e k şanını
g ö reb ilm ele rin e yardım e d e c e k , güçlü, k e n d in d e n em in bir ç o ­
bana ihtiyaçları oldu ğ u n u ."
F lem ing istemsiz bir ürperti hissetti. " Ç o b a n da sen misin?"
diye sordu.
Riga gülümsedi. Tebessüm ü F lem in g 'in daha evvel A cco sla'n m
yüzünde gördüğü, aynı mutluluk veren katiyeti yansıtıyordu.
Bu parlak, beyaz güneş ışığındaki gerçeküstü bir anda Fle
m ing ikisinin arasında bir fark g ö re m e d i. K ızıl P a p a y la K ara
P a p a 'n ın te k farkı cü b b elerin in rengiydi sanki.

SON
R iga hiç tereddütsüz, "E lb ette, M ile s," ded i.
"N ey m iş peki?"
R iga sorunun cevabı ç o k aşikârm ış gibi kaşlarını çattı. " İn ­
sanların kılavuza ihtiyacı olduğunu ö ğ ren d ik ; T a n r ıy ı tek başla­
rına bulam ayacaklarını, koyunlar gibi, T a n n 'n ın g e rç e k şanını
g ö reb ilm ele rin e yardım e d e c e k , güçlü, k e n d in d e n em in bir ç o ­
bana ihtiyaçları oldu ğ u n u ."
F lem ing istemsiz bir ürperti hissetti. " Ç o b a n da sen misin?"
diye sordu.
Riga gülümsedi. Tebessüm ü F lem in g 'in daha evvel A cco sla'n m
yüzünde gördüğü, aynı mutluluk veren katiyeti yansıtıyordu.
Bu parlak, beyaz güneş ışığındaki gerçeküstü bir anda F le­
m ing ikisinin arasında bir fark g ö re m e d i. K ızıl P a p a y la K ara
P a p a 'n ın te k farkı cü b b elerin in rengiydi sanki.

You might also like