Professional Documents
Culture Documents
adrenaline kavuştu.. — m ir r o r
LU C IF IB
KMUC<n^r
à* Luojtar
C o xé y
I t BM. 978 - » 4 4 - 4M - « - 4
B ILK S K O L T O B B A N A T
N i n o a r ^ r * CMl. Em ét^ m Baa N o i 3 Kafc 2 34110 Caftalofla / J B T A N B U L
Ta l; (8213) M l 71 S3 - 911 83 94 h s (8212) S l l 47 74
W j t t M i i n y l n i i l l l to * m .M lw n y i« f ll> .M i
LU C IFER
Michael Cordy
Çosriren
Nurttn Hatimaz
Mot»
SA MAT
Jenny ye
L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
Jenny ye
YİRY
L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
GIRIS»
L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
Jenny ye
L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
Jenny ye
L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
10 u ıc h a El CO # U Y
M iles F lem in g 'in son o n bir aydır acım asızca sınanan inancını
onaran işte böyle anlardı. Y anında oturan genç adam a döndü.
-K olun iyi mi Paul?”
Paul başındaki kafes işi mavi D üşünm e Başlığını ayarlayıp
önündeki bilgisayar ekranının üst kısmında beliren, anatom ik
olarak eksiksiz görüntüye baktı, "iyidir, D oktor. H iç acı yok."
"Ağrı falan?"
Paul sırıttı. "H içbir şey yok."
"Pekâlâ, bir dalıa hareket ettir bakalım. Başının üzerine kal
dırm ayı d en e."
Ekrandaki görüntünün sol kolunu kaldırmasını seyreden F le
ming, ekranın alt kısmındaki, aniden yükselen yatay çizgileri
kontrol etti. "Ç o k iyi, Paul. Beyin dalgaların güçlü görünüyor.
Alfaları kontrol altına almışsın aıtık. K olunu indir. H arika." D ö
nüp kaşlarını çatıp düşünce gücüyle ekrandaki kolu hareket et
tirm eye yoğunlaşan araştırma hastasına baktı. Y irm i altı yaşın
daki hastanın üzerinde N ik e marka bir eşofm an üstü ve soluk
renk bir kot p an to lo n vardı. Eşofm anın kolu o m zundan aşağı
boş bir şekilde sarkıyordu.
Paul d ö rt sene önce bir fabrika kazasında kolunu kaybetmiş
ti vc Barley H all'a gelene dek kaybettiği kolunun neden olduğu
I U C I r t: K 23
YÖNETİCİ OFİSİ
17.00
BARLEY HALL
"O halde ben Dr. F lem ing'i çağırırken siz beklem e odasın
da oturun lütfen. Bir şeye ihtiyacınız olursa resepsiyona bildi
rin, yeter."
G eniş salonun bir köşesine sırt sırta divanlar sıralanmıştı.
A m ber oturup ceket cebindeki mobil İletişimcisini buldu. C ep
telefonundan daha büyük olm ayan aletin açılan iki parçasından
birinde dokunm atik bir kontrol pedi diğerinde ise sayı tuşları
vardı. K ontrol pedindeki düğm elerden birine basınca ortadaki
mafsalda bir ekran belirdi. T am elektronik postalarını ve telefon
mesajlarını kontrol ediyordu ki arkasında birinin derin bir nefes
aldığını işitil: "Vay canına."
D ö nünce oturduğu kanepenin arkasındaki kanepeye yasla
nıp om zunun üzerinden onu izleyen küçük bir oğlan çocuğu
gördü. Diken diken san saçlan, riyasız, anlamlı bir yüzü ve İleti
şimcisinin en son teknoloji ürünü soft-scrccn'ine dikilmiş koca
m an yeşil gözleri vardı. Y anında da annesi olam ayacak kadar
yaşlı bir kadın oturmuş dergi okuyordu.
"Bu senin mi?" diye sordu çocuk; minik elini A m ber'ın o m
zuna koymuş daha iyi görebilm ek için yerinde kımıldanıp duru
yordu.
A m b er ona gülümsedi. "Evet."
"D aha önce bunun gibisini görm em iştim ."
"Bu yeni."
"N ered e n aldın?"
A m ber, "Bunu ben yaptım ," dedi, sonra da, "D aha doğnısu
şirketim yaptı," diye düzeltti.
Ç ocuk durup alıcı gözüyle A m b cr'a baktı, sonra ciddiyetle,
"Sen dâhi misin?" diye sordu.
A m ber yine güldü. "H ayır."
"B enim am cam bir dâhi, " dedi çocuk, alelade bir şey söylü
yorm uş gibi.
"A h, çok etkilendim . Senin adın ne?"
-J a k e ."
t u C I Fr fi 35
"Sizin vakanızı olağan dışı kılan da bu işte. Siz bir insanı kay
bettiniz." Duraksadı; sanki kelim eleri düşündüğü sıraya sokm a
ya çalışıyordu. "Seni benzersiz kılan ölü bir insanın yaşayan
beyninin bir bölüm üne sahip olm an. A m ber."
A m b er kaşlarını çattı. İkizinin ekrandaki görüntüsü onu oldu
ğu yere çivilemişti. "Söylediğinizi anlıyorum , ama bu ne de
mek?" Benzi sararmıştı. "Yani siz benim A riel'in çektiği acıyı mı
çektiğim i söylüyorsunuz? O lıülâ bir şekilde..."
ö y lesin e dehşete kapılmış görünüyordu ki Flem ing gidip eh
ni om zuna koydu. "H ayır, seni tem in ederim bu senin kendi
acın. Paul'ün kolunda olduğu gibi beynin bir sebeple hâlâ ora
da olduğunu düşündüğü kayıp dokuyla bağlantı kuruyor. Arici
artık acı çekm iyor. O öldü." İşi şakaya vurm aya çalışıyordu.
"H adi am a A m ber, sen bir bilim cisin..."
"Ben bir parçacık fizikçisiyim, M iles," diye karşı çıktı, "vc ku
ant um dünyasının bana öğrettiği, hiçbir şeyden em in olam aya
cağım ız." G ö zlerin i kıstı. M iles onun sözde uzm anların kendisi
ne üstünlük taslam asından sıkıldığını anlamıştı. H ayatım boyun
ca kardeşime ne olduğunu anlam aya çalıştım. Felsefe okudum ,
fizik, hatta üahiyat ve şimdiye dek öğrendiğim ço k da bir şey bil
m ediğim iz." Zoraki bir gülüm sem eyle arkasına yaslandı. "Söy
lem ek istediğim, M iles, ben binlerinin beni remin etm esini ka
bul ed eceğim bir iş yapm ıyorum ."
Flem ing iki elini birden teslim oluyorum gibisinden kaldırdı.
O da hayatın nasıl işlediğini anlamış değildi. A m a bildiği bir şey
vardı: Bittiği zam an biterdi, ö lü m d e n sonrasını düşünm ek için
zihinsel bir eneıji harcam anın bir anlamı yoktu, çünkü öbür
dünya diye bir yer yoktu. Ç o k şükür. "Amber, seninle oturup
kuantum fiziğin çılgınlıklarını tartışacak kadar aptal değilim ,
ama ben de insan beynini tanırım . P ek çok acayip şey yapabi
lir ve insanı herfıangi bir şeyin gerçek olduğuna inandırabilir; bu
kaybedilen bir organda hissedilen bir acı da olabilir, İlahî bir gü
cün varlığı da. T üm kariyerimi bunu araştırmakla harcadıktan
sonra şuna ikna oldum ki bu dünyada deneyim lediğim iz her şey
kafatasımızdaki bu cevize benzeyen organdaki elektriksel ve
43
HARLBY HALL
7 Aşırı zor
62 M I C t I A L L C O R D Y
THINK TANK
ağlam aklı çocuk sesiyle kendi ismini söyledi: "A m ber, A m ber,
neredesin A m ber?"
Rüyaya daldığında göz kürelerinin göz kapaklarının ardında
ki hareketleri görünüyordu. Vücudu sanki acı çekiyorm uş gibi
titriyordu. D erk en titrem e durdu ve gözleri açıldı.
A nılar kırık ayna p arçalan gibi parlayarak g özlerinin ön ü n
den geçiyorlardı: O n u ve A riel'i kollarına almış C izvit cübbesi
içindeki P ed er Riga; babasının yüzündeki, A m b e r'ın Stan
ford'dan onur derecesiyle m ezun olduğu günkü o gururlu gü
lüm sem e; renkli maskesi ve koruyucu giysileriyle Cal T e c h kam
püsündeki Bradley S oam es; uykuya dalm adan önce saçlarını
okşayıp onu ö p en annesi; cerrah her ikisini de uyutm adan ev
vel elini sıkıp ona hoşça kal diye fısıldayan kardeşi...
Başında kesikler açan bıçağı hissetti. K o r gibi yakan acıyla
çığlık attığını duydu, sesi A riel'in k in e karışıyordu; ikisi de ayniy
ken birbirlerine tutunm aya çalışıyorlardı. Şimdi bile, aklı vücu
dunu terk ed erk en , bir şekilde A rie l'e bağlı olduğunu, hâlâ on
dan koparıldığını hissediyordu. A m a hissettiği acı duygusal bir
acıydı, fiziksel değil. K orku, hüsran, keder ve öfke birbirine ka
rışıyordu. T ekrar çığlık atm aya çalıştı am a sesi yoktu. M ücadele
etm ey e çalıştı am a vücudu yoktu. Şekilsiz bir varlıktı, karanlıkla
kuşatılmış, hızla bilinm ez bir boşluğa doğru ilerliyordu.
îleride ışıktan bir koni belirdi; karanlıkta titreşip onu m anye
tik alana doğru çekiyordu. A m b e r öyle hızlı hareket ediyordu ki
çok g e ç m e d e n koninin içindeydi, onun bir parçasıydı. K o n i kı
mıltısız görünüyordu, ışınlan taneciklere aynlıyordu; A m b er
-la birleşip onun kopm az bir parçası oluyordu. Işık bir anı
yı tazelem işti. A rie l'in tekrar o n a katılıp ve onu kaynağa götür
mesi için bekledi.
T am A riel'in orada olabileceğini düşünürken duygusal acı
yeni bir seviyeye yükselmişti. O an özgür kalmayı ve kavgasız
gürültüsüz çekip gidebilm eyi diledi.
A m a o nu çekip ışıktan uzaklaştıran, gerisingeri karanlığa,
gerisingeri kendisine doğru çeken bu elden, bu elastik p e n ç e
den kurtulm anın bir yolu yoktu.
66 M I C H A E L C O R D Y
Altı bin mil ötede. Xavier Accosta, namıdiğcr Kızıl Papa, Kızıl
G e m i'n in ust güvertesindeki ofisinde tek başına oturuyordu. E l
lerinin arasındaki deri ciltli kitap g erçek yaşı olan yüz yaşından
daha fazla gösteriyordu; sırtı aynı sayfanın defalarca açılm asın
d an dolayı ayrılmış. Y ine h er zam anki gibi bıraktı aynı sayfa
açılsın. D erin bir nefes alarak cübbesini düzeltti vc acı dağılsın
diye hasarlı bacağını büktü. A rdından okum aya başladı. Kara
gözleri tanıdık yazının h er bir kelim esinin tadını çıkartarak ya
vaşça sayfanın üzerinde geziniyordu:
ERTESİ sabah
BARLEY HALL
"Sana söylüyorum . M iles; dün gece yine öldüm ," dedi A m ber;
solgun ve bitkin görünüyordu.
F lem ing kaşlarını çattı. "H em şire kâbus gördüğünü söyledi."
"Kâbus değildi. Ben rüya g ö rm em . A riel görürdü am a ben
g ö rm ezd im . Bu bizi ayıran özelliklerden biriydi. D ün gece o lan
lar öyle gerçekti ki. Ölüm e yakın deneyim in bir tekrarıydı. A m e
liyat masasında neredeyse, ölecekken olmuştu. Ariel öldüğünde."
"A m a sen ölm ed in , A m ber. Ben bir doktorum . Böyle şeyle
ri fark ederim ."
Ofisindeki masasında oturm uş saatine bakm am aya çalışıyor
du. R ob'un denem esine iki saatten daha az bir zam an kalmıştı
ve A m b er'in taksisi dışarıda onu havaalanına götürm ek için bek
liyordu. Bu sabah erken kalkmıştı, nehir kenarında koşu ve
hafif bir kahvaltıdan sonra yedi gibi evden çıkmıştı. A nnesi ve
Jake onunla kalıyorlardı, denem e iyi geçer de R ob onlarla konu
şabilir diye kliniğe gelm eyi kararlaştırmışlardı. Güneşli bir Ekim
gününde Barley H all'a giden Fenland yolunda hız yapm ak için
aşağıya Jaguar'ıyla inmişti. 1 lava R o b 'u n denem esi için iyi bir
işaretti. G ünün ilk birkaç saatini d en em e için hazırlanarak g eçi
rebileceğini um arak gelm işti, am a A m b er buna engel oluyordu.
"H ad i am a A m ber. Ü zgün olduğunu biliyorum am a ağzın
dan çıkanı kulağın duyuyor mu?"
74 M IC: H A E. I- CORDY
THINK TANK
Islık sc si. "Jakc'i sevm ek. A n n em i sevm ek. Babam ı sevm ek.
Seni sevmek, M ilo."
"Biz de seni seviyoruz, R o b ."
"K onuş. Söyleyecek çok şey. A m a söyleyem iyor."
"Ü zülm e, R ob. A cele etm e. Şimdilik sadece sen vc ben va-
nz. Bana nc istersen söyleyebilirsin. Biliyorsun. H e r şeyi. T a
m am mı?"
"Susan için kötü hissediyor. Ve de Jake. Susan'ı ben öldürmüş
gibi. Jake'i yaralayan ben gibi."
M iles ağabeyiyle g ö z göze geldi. "R o b , olanlar korkunçtu
am a senin hatan değildi. Beyin köküne bir darbe aldın. Y apabi
leceğin bir şey yoktu."
"H ayır. H ayır. H ayır."
“R o b , yapabileceğin bir şey..."
A m a elektrokardiyogram ın düzenli bip biplcrinin ritmi yerini
kesintisiz bir alarm a bırakınca M iles R o b u n o n a katılmadığını
anladı. A ğabeyi acı içinde o n a bağırıyordu. "N ey e H ayır, R ob?"
diye üsteledi; kendi kalbi göğsünde taklalar atıyordu. "K onuş
benim le."
H o p arlö rlerd en gelen cızırtıyla birlikte R o b 'u n felçli vücudu
sarsılm aya başladı.
"Sorun nedir, R ob?" diye sordu Flem ing. "Söyle bize, sorun
nedir?"
T ıb b î cihazlardan yükselen kesintisiz alarm seslerinin dışında
ortalık sessizdi. Frankic R o b 'a doğru eğilip kasılan vücudunu
kontrol altında tutm aya çalıştı. Sesi sakin am a ısrarcıydı. "K an
basıncı yetm işe doksan. N efes almaya çalışıyor. Taşikardi krizi
geçiriyor, oksijene ihtiyacı var." Maskeyi alıp R o b u n yüzüne
yerleştirdi.
E lektrokardiyogram ın çizgisi düzleşti.
F rankic, "Kaşıkları şajj edin." diye talimat verdi. D iğer hem
şire dcfibrilatörc koştu. Yaşam destek ünitesi ötüp duruyor, ışık
lan yanıp sönüyordu.
U I C N & K L CÛf l ÖY
80
ERTESİ OCN
MARIN COUNTY. KALİFORNİYA
artık kırmızılar giyiyorlardı. Bakım evi, çok güzel bir ortam da,
mümkün olan en iyi bakımı sunuyordu. H e r bir hastanın ortak
kullanüan havuza, restorana ve annesinin âşık olduğu göz ka
maştıran bahçeye açılan kendi odası vardı.
A m ber, beş sene evvel babasını kaybettiğinde, Gilliaıı'daıı
onunla kalmasını istemişti, am a annesi A m b e râ yük olma vc
kendi bağımsızlığından vazgeçm e düşüncesinden nefret ediyor
du. Hastalandığında buraya, istediği iki şeyin de olduğu yere gel
mek istemişti: yirmi dört saat profesyonel bakım ve m ahrem iyet.
Kızıl P ap a'n ın resmi, karşısındaki duvardan A m b e râ bakı
yordu. A dam fotoğrafta bile karizmatikti. Kartal gagasını andı
ran hoş bir burnu, keskin elm acık kemikleri vardı; pürüzsüz,
parlak cildi seksen sekiz yaşında olduğunu yalanlıyordu adeta.
Gösterişli cübbcsiylc vc boynundaki altın zincirdcn sarkan haç
la uyumlu kırmızı bir takke giymişti başına. B ir de G o tik bir Ka-
tedral'e benzeyecek şekilde tasarım lanm ış, üst güvertesi parıl
panl parlayan devasa kırmızı gem inin; dünyayı dolaşıp duran,
hiç bitm cyccck küresel hac yolculuğunda herhangi bir ulusu
sim geleyen bir bayrak taşım aktan kaçman sözde Y üzen Vati
kan'ın, Kızıl G e m i'n in , fotoğrafı vardı. Kızıl P ap a şu anda Kızıl
G e m i'd e n , dünyanın ük elektronik Kilise‘sinden dünyaya vaaz
veriyordu. O danın bir köşesindeki sesi kısılmış televizyonda K ı
zıl P apa işinin başında, Kızıl G cm i'd ck i şu çevrim içi ayinlerin
den birini yaparken görünüyordu. Ekranın altından parlak bir
yazı geçti: A yine çevrimiçi kanim; KıvlGemt/Ruh Haki-
kafi..Kilisesi, com.
Solundaki sandalyenin arkasındaki rafın üzerinde üç tane
K R EES Web G ezgini öylece duruyordu. H e r biri surround visi
on display visor kulaklık, m ikrofon ve burun için koku ped in d en
oluşan standart kablosuz başlıklardı. Rafın üzerindeki bir levha
onu davet ediyordu: 'Kızıl G em i'y e binip Kızıl P apa'yla canlı bir
ayine katılın.' Başlığı taktı, sünger kulaklıkları kulaklarına yerleş
tirdi vc burun pedini çevirdi.
G ördüğü ilk şey M T V tarzı bir video montajla Kızıl P ap a'n ın
tanıtıldığı ana sayfaydı.
LUCIFER 85
"Pratik olm ak her zam an kötfı bir şey değildir," dedi Riga.
"Bak A m ber, yarın R o m a'y a dönüyorum ve bunu biraz daha
düşüneceğim . H e r neyse, bak bakalım F lem ing ne söyleyecek
ve beni arayıp havadisleri bildir. Em inim akla uygun tıbbî bir
açıklaması vardır."
"U m a rım ," dedi A m ber, şarap şişesim ona doğru iterek.
Riga eliyle kadehini kapattı. "Yok, ben alm ayayım . Başıma
bir ağrı girdi."
ON SEKİZ
ERTESİSABAH
OPTRIX SANAYİ
Optrix Sanayi
Optoelektronlk Araştırmaları Genel Merkez!
İşık Olsun
9-1 M 10 H A E E C O P D V
ERTESİ G ON
KIZIL GEMI
33*26' G , 16#12' D
ERTESİ g ü n
SURREY. INGİLTERE
0Ç SAAT SONKA
o GECE
KIZIL GEMİ
SÎ-lS'G.l^-O^D
BARLEY HALL
F lem ing T lıink T a n k 'te n çıktıktan sonra koşa koşa karanlık, ıs
sız koridorlardan g eçip odasına gitti, bilgisayarını açıp B rian'm
gizli dosyalarına ulaşm ak için parolasını girerek veri güvenlik
sağlayıcısına ulaştı. N o ro Ç e v irm e n 'in veri tabanını taradı ve
R ob Flem ing yazılı dosya ikonunu gördü. D erin bir nefes alıp
ekrandaki dosyaya dokundu, dosya açıldı ve ortaya bir dizi baş
ka dosya çıktı.
Saniyeler içinde ekran gösterim i iki bölüm e ayrıldı: soldaki
R o b 'u n beyninin titreşen beyin dalgası m odelini gösteriyordu,
sağdaki de T h in k T ank'teki kam eralardan alm an, R o b 'u n ölü
m ünü gösteren Q uicktim e video görüntülerini... Ekranın altın
daki saat video görüntüle rinde ki her bir hareketi R ob'un beyin
aktivitesiyle eşlem esini sağlıyordu.
G ö rd ü ğ ü şeyle arasına mesafe koyarak deneyi baştan başlat
tı, R ob'un ilk konuştuğu anda titreşen beyin dalgalannı izledi.
Ffer kelim enin bir dizi beyin dalgasını içeren kendine özgü m o
deli vardı. Flem ing ekranın sağ tarafını aşağı doğru kaydırdı
am a olağan dışı bir şey g ö rm ed i.
R o b 'u n krizine kadar.
Ekranın sağ tarafında Frankie yi R ob'un göğsüne defibrilatör
kaşıklarını yerleştirirken görüyordu, sol tarafta da Rob'un sanki
büyük bir sıkınü içindeymiş gibi hızla titreşen beyin dalgalanın...
118 If I C1 - I À1 t C0 U0 Y
92 DAKİKA ÖNCE
KIZIL GEMİ
18-10' O , 16*01' D
ERTESİ SABAH
BARLEY HALL
KIZIL GEMİ
18" 06' G 6" 03' B
SABAH 930
BARLEY HALL
vc bilim adam larınca işgal edilmişti. Bir tanesi ekranları bem be
yaz bir ışıkla titreşen sıra bilgisayarlarla doluydu.
Yerleşim alanlarında, A cco sta'n ın kalacak yerler, restoranlar,
sinem a, revir, yüzme havuzu, jim nastik salonu ve ibadethane gi
bi m uhtelif tesislerin yerini gösteren beyaz ok işaretlerine -pek
baktığı yoklu. Az sayıdaki dış p en cere mavi renkteydi ve bu da
dışarıdaki kutup m anzarasına daha da soğuk bir hava veriyordu.
Ana sütuna vardılar. K ırm ızı bölgeye giden asansörün üze
rinde kırmızı oklar ve uyan yazıları vardı: Personel Harici Gire
mez- G ö z Koruyucu Zorunludur. Sola dönüp yeşil bölgeye açı
lan diğer bir kilitli kapının önü nden geçtiler.
Nihayet, koridor V en T ec'in en kuzeyindeki dilim ine, Ruh
Projesi'ne ev sahipliği yapan siyah bölgeye kıvrıldı.
S oam es elini kilit m ekanizm asının yanındaki sensörc koya
rak camlı güvenlik kapısını açtı ve A cco sta'yı kom pleksten ge
çirdi; konferans salonu ve haberleşm e odasını g eç ip ana labo
ratu va ra vardılar. S oam es dışarıda A ccosta'yı çarpıcı güzellikte
sanşın bir bayanla ve uzun boylu, gözlüklü, zenci bir erkekle ta-
nışurdı. İkisinin beyaz önlüğünde de Ruh H akikati Kilisesi'nin
haçı vardı. K adın A cc o sta'n ın bayıltıcı bulduğu çok hoş bir par
ilim sürünm üştü.
“D r. Felicia Bukowski vc Dr. W alter T rip p Ruh Projcsi'nde
bana yardım ediyorlar. Şim diye dek yaptığım ız işlerin büyük bir
kısmının arkasında onlar var."
A ccosta onlarla tokalaştı. "M ukaddes ve de şerefli bir işe g i
riştiniz, çalışmalarınız ve yaratıcılığınız için teşekkür ederim ."
"Bu işin bir parçası olm ak bir onurdu," dedi T rip p .
Sarışın kadın da, "Bir ayrıcalık. P apa H azretleri," diye ekledi.
A ccosta bir saniyeliğine onları inceledi. îkisi de saygıda ku
sur etm iyordu am a tavırlarında, gülüm sem esine karşılık verm e
biçim lerinde yanlış olan bir şeyler vardı. A ccosta insanların içle
rini görebildiği için kendisiyle gurur duyardı, ne var ki sorunun
tam olarak ne olduğunu sap tayam ıy ordu; sanki bilim adamları
onun suyuna gitm eye çalışıyordu -iki kibar çocuk kaim kafalı
akrabalarına hoşgörü gösteriyordu. Bu düşünceleri bir kenara
I UCM-T ft 135
s iy a h b ö l g e k onferans sa lo n u
VcnTcc
L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
Jenny ye
L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
Jenny ye
L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
Jenny ye
L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
C 0 K DY
144 MICHAEL
üç SAAT SONRA
IÆONARDO DA VÎNCI HAVAALANI
ROMA
VfcnTcc
ALASKA
VE2İTBC
"O iyi mi. Bradley?" A m ber G rant'in cam kürenin içindeki ter
leyen, solgun yüzünü seyreden Accosta gergindi.
Carve İli, Knight ve Soam es'le birlikte toplantı salonunda
oturmuş, çift taraflı aynadan laboratuvara bakıyordu. Ruh P ro
jesi kritik bir devreye girdiği için Hakikat Konseyi'nin bütün
üyeleri diğer tüm işlerini bir kenara bırakıp VerıTec'te toplan
mışlardı. Hepsi de deneyi canlı olarak izlemek istiyordu.
Bradley Soames sakin sakin yukarıdaki ekrandaki yazılan in
celedi. uYaşam belirtileri gayet iyi, Papa Hazretleri. Kalbi bir
parça heyecanlandı ama güvenli sınırlar içinde." Bir zamanlar iş
ortağı olan insanı bir deney faresine çevirdiği için vicdan azabı
duyuyorduysa bile hiç belli etmiyordu.
Accosta kendi kendine bir kez daha kendisini davasına ada
dığı için Soam es'e m innettar olması gerektiğini söyledi. "Peki
ya iğne? Rüyalanna engel olmuyor mu?"
Soames gözlerini ekrandan ayırmadan, "Bilakis Papa H az
retleri; Revelax, bizim Virginia Knight'ımızın bizzat tavsiye etti
ği bir nörolojik mucize ilaçür."
Knight başını salladı: Solgun yüzü süzülmüş; alnı boncuk
boncuk terleıııişti. Bakışları A m ber'a kilitlenmiş halde, "Dr.
G rant'in uyumasına yardımcı olmakla birlikte beynini doğal
i uc i r c a 157
ERTESİ g c n
RUH IİAKİKAT1 KiLİSHSİ BAKIMEVİ
MARIN COUNTY
OPTRIX SANAYİ
"Neym iş bu şeyler?"
Fleming hikâyeyi baştan sona anlattı. Bitirdiğinde Soames
hafif bir ıslık çalıp ayağa kalktı ve ofisini arşınlamaya başladı.
Koruyucu ultraviyolc ışınlarını geçirmeyen kapfışonu kazağının
üzerine doğru düşmüş ve zayıf omuzlarındaki kamburluk ortaya
çıkmıştı. "Bu inanılmaz. Araştırmanı devanı ettirmende sana
yardım etm em e izin vermelisin. Seni doğru anladıysam bu dalga
boyunun geçici bir sapma, zihnin boşlukla kaybolmadan evvel
bıraktığı geçici bir iz olduğunu doğrulamaya çalışıyorsun. Çünkü
bu ağabeyinin acı çekmediğini ve onu hayatta tutmaya çalışma -
inakla Iıaklı olduğunu gösterir. Aşağı yukan böyle» değil mi?"
Fleming Soames'in ona anlattıklarını kavrayışından çok etki
lenmişti.
"Aşağı yukan."
Adamın gözleri heyecanla panldadı. "Büyüleyici. Bu dalga
boyu bugüne dek inandığın her şeyden şüphe etm ene neden ol
du ve sen de şimdi olan bilene bir açıklama getirmek istiyorsun."
"Sanıyorum öyle, evet." M ahremiyetine düşkün bir adam
olarak kendini bir yabancının, en derin korkulanyla ilgili sorula
rım cevaplamak islerken buluveruıişti.
Soames, "Ama saf bilimsel ifadelerle, nıh dalga boyunun
ölümden sonra yaşam olduğunu doğrulamayacağını kanıtlama
ya çalışmakla ciddi bir hata yapma tehlikesiyle karşı karşıya kal
mış olmuyor musun?" diye sordu. "Unutma ki bir şeylerin var
olmadığım kanıtlamak imkânsız gibi bir şeydir. Bir şeylerin var
olduğunu kanıtlamak çok daha kolaydır."
Fleming, "N e dem eye çalışıyorsun?" diye sordu. "Yanlış yol
da mıyım?"
"Kesinlikle. Başka seçeneğin yok. Miles, eğer huzur istiyor
san. Dalga boyunu kullanarak ölümden sonra yaşam olmadığı
nı kanıtlamak yerine olduğunu kanıtlamak için deliller arasana.
Tut ki bulamadın, o zaman en azından kendine büyük ihtimalle
öyle bir şey olmadığını çünkü aramak için çok uğraştığını söyle
ycbileceksin. Ben olsam böyle yapardım." Soames sustu. "Ama
yine de bu stratejinin de bir riski var."
"Evet, biliyorum," dedi Fleming. Şimdi aşın uyarılan zihninin
bu yaklaşımı neden dikkate almadığını anlayabiliyordu. K ork
tuğum şeyi bulabilirim."
Soames gülümsedi. "Ama arkanı dönüp gidem eyeceğin ka
dar muazzam bir şey. N öroÇ evirm en araştırmana şüphesiz de
vam edeceksin -bir bilini adamı ve bir kardeş olarak."
"Evet, ama A m ber G rant'c ulaşmam gerek. Bunlann ona da
söylenmesi gerek. Şu anda hiçbir fikri yok. Bu yüzden ona ulaş
maya çalışıyorum."
"Evet, elbette. Annesi daha yeni öldü ve A m ber da biraz ken
dini dinlemek içiıı gitti. Tanı olarak nerede olduğunu bilmiyorum
ve açıkçası bu benim üzerime vazife de değil; özellikle tedavisini
tamamlamak için bir aylık izin aldığını düşünecek olursak. Ara sı
ra beni arıyor ama." Soam es dolaşmayı bırakıp kurtların yanına
çömeldi. Dalgın dalgın kısık sesle anlaşılmaz bir şeyler söylüyor
du. Sonra tüylerini okşamadan önce kolundaki yaralardan biri
nin kabuğunu kopartıp daha irice olan kurda verdi.
Fleming yüzünü ekşitti. Kurtların ona aldırdığı yoktu ama
varlıklan yine de sinir bozucuydu.
"Bak ne diyeceğim ," dedi Soames, "teklifimi yine de bir dü
şün. N o ro Ç ev irm en 'in daha gelişmiş bir modelini kurmak için
ne istiyorsan alacaksın. Ukalalık etm ek istemem ama bilgisayar
alanındaki en iyiler V enT ec'te. Barley Ilall'dakinden çok çok
daha duyarlı bir N öro Ç ev irm en geliştirmende sana yardım
ederler." Ayağa kalktı. "İtiraf etmek gerekirse. Miles, K R F F 8
Sanayi, bilhassa senin teknolojinle ilgileniyor; özellikle ele bilgi
sayar ortamında yaratılmış düşünce kontrollü görüntü vc pro
tezlerin eğitim ve eğlence amaçh tatbikleriyle. V enT ec'ten senin
N öroÇ evirm en prototipinin geliştirilmiş bir versiyonunu istedi
ler. Ne var ki senin sinirsel dalga boylarına ilişkin fikirlerin olma
dan uygulamaya geçm em iz yıllanmızı alır. Ama iş birliğinle, sa
dece günler sürer. Karşılığında sen de dalga boy araştırmanı ta
kip edebilirsin; V enT ec'in tüm kaynakları elinin allında olarak.
G erçek bilgisayar gücünü arkana alarak neler başarabileceğini
bir düşünsene."
lé S m i c m a n : i ' d i &y
NfcriTcc
A m ber G rant ilk kez kendine geldiğinde öylesine büyük bir hu
zur hissetti ki herhalde öldüm diye düşündü.
Bir el onun elini sıkıyordu. Yanında birinin varlığını hissetti:
tanıdık, rahatlatıcı... Tekrar tekrar ölmesiyle ilgili hatırladıklan
bile onu rahatsız çim iyordu artık, içinde bir şeyler değişmişti.
Oııu kaçıranlar her ne yaptıysa ruhundaki bir tıkanıklığı açmış
lardı. Bedenini ele geçirmiş ama zihnini özgürleştirmişlerdi san
ki. A rlık kendini yalnız hissetmiyordu. Kardeşi yanındaydı: ö n
ceki gibi kapana kısılmış ya da onunla bağlantı kurmak için ça
balıyor değildi; onunla kalmayı seçmişti. Annesiyle ilgili endişe
leri bile artık daha katlanılabilirdi; sanki kardeşi onları da payla
şıyor gibiydi.
A nık ilaçlann etkisi altında ya da bağlı değildi; kendi üzerin
den sağ eliyle A riel'e dokunmak içiıı uzandı, ama tek hissettiği
tem iz vc yumuşak çarşaflardı. Ariel'in elini çocukluğundaki gibi
sımsıkı tutan elini hissedebiliyordu, kardeşinin onu teselli eden,
ona güç veren yanı başındaki varlığını duyumsayabiliyordu, ama
yatakta yalnızdı.
Gözlerini açınca kendini süslemesiz vc pencere siz sade bir
odada buldu. Yatağın uç tarafında bir kolluk, televizyon, sandal
ye ve masayla bir kullanım alanı mevcuttu. Onun ilerisinde; de
170 MI O İ l â 13 O O * 5 r
ALASKA
“Teşekkürler."
Soam es ona, "Miles bize K R E E 8 sürümünü geliştirmek için
yardım etm eye razı oldu," dedi.
Carvelli ve Soam es arasında bir bakışma oldu ve Carvelli
kaşlarını kaldırdı; Flem ing bunu şaşkınlığına yordu. "G erçekten
mi? Bu harika." Saatine baktı. "Kusura bakmayın, bir toplantım
var da."
"Sorun değil. Frank. Ben M iles'a her şeyi özetlerim ."
Carvelli nazikçe, "Bize yardım edeceğiniz için hakikaten çok
mutlu oldum . Yakında konuşacağımızı um uyorum ."
O mavi bölgeye doğru gözden kaybolunca Soam es Fle-
m ing'e dönüp ona çarpık bir gülüş ftrlattı. "Sen benim için
parlak bir zafersin. Frank'e senin uzm anlığına ihtiyacımız oldu
ğunu söylediğim de senin yardım etm eye asla yanaşm ayacağı
nı iddia etm işti."
"Ben mavi bölgede mi çalışacağım?"
"Hayır, çünkü orada Frank'iıı paranoyaklık ettiği başka p ro
jeler var. A m a asıl önem lisi ben senin kendine ait bir alanın ol
sun istiyorum, böylece rahatsız edilm eden dalga boyun üzerin
de çalışabilirsin. H adi, turumuzu bitirelim de sana çalışma yeri
ni göstereyim ."
Soam es ters yöne döndü, ana bölgedeki adım larının üzerin
den tekrar geçerek F lem ing'i beyaz bölgeden yeşil bölgeye g ö
türdü. "Orada daha çok yönetim le ilgili işleri hallederiz," dedi.
"Yalnızca kendi yönetim im izle ilgili olanlan değil am a.”
Ana dairenin çevresinden dolaşıp yollarına devam ettiler.
Flem ing Soam es’in arkasından kırmızı bölgenin tepesine ve si
yah bölgenin dibine kadar gitti. İki kez üzerlerindeki beyaz g ö m
lekleri resmi üniformalarıymış gibi duran bilim adam larının ya
nından geçtiler. İkisi de şöyle bir gülümsemiş, bir şey söylem e
den yürüyüp gitmişlerdi. Böyle sessiz bir çalışma ortam ında boş
gevezeliğe yer yoktu. Arka plandaki ileri teknolojiye rağm en y o
ğun çalışmanın neden olduğu derin sessizlik ona R om a'daki
Cizvit genel m erkezine yaptığı ziyareti anımsatmıştı.
L U C 11 •E R 177
KIRMIZI Böl.GB
Kniglıt iç geçirdi. "A cele etm eyin yeter ki. Rica ediyorum ."
Carvelli yanındaki bilyalı m ouse'u kullanarak yeni düzeltm e
ler yaparken, "Bitirdik sayılır, zaten," dedi. "İhtiyacım ız olan
tüm yüz ifadelerini yakaladık. Kol hareketini son seferki gibi tek
rar yapar mısınız lütfen?"
Accosta kendisine söylendiği gibi tüm hareket çeşitlerini
yaptı: Dirseklerini büktü, kollarını uzattı, her bir kasını çalıştırdı,
ardından parm aklarını oynattı.
"H arika, Papa H azretleri. Nasıl görüneceğine bakmak ister
misiniz?"
A ccosta bu teknolojinin H ollyw ood'da yarattığı harikaları
duymuş olsa da tıftlA en son halinin ne kadar gerçekçi görüne
ceğinden em in olam ıyordu. Carvelli geçen yazın en iyi gişe ya
pan filmlerinin sanal oyuncular kullandıklarını vc izleyicilerin
onları gerçeklerinden ayıramadıklarını anlatmıştı. Film yıldızları
na ö d en en , her geçen gün artan fahiş ücretler ve optik bilgisa
yar teknolojisiyle mümkün kılınan kusursuz dijital efektler göz
önünde tutulduğunda sanal oyuncular artık geçerli bir alternatif.
Carvelli ekranındaki üç butona tıkladı ve saniyeler içinde bü
yük ekrandaki anim asyon görüntü, üzerinde yalnızca iç çamaşı
rı olan bir adama dönüştü. A ccosta bunun kendi vücudu oldu
ğunu anlamıştı ama asıl üzerindeki kafanın netliğini görünce
gözleri fal taşı gibi açıldı. Ekrandaki adam oydu -sanki aynaya
bakıyormuş gibiydi.
"Gördüğünüz şey. Papa H azretleri, yaşa göre ayarlanmış fi
ziksel genetik profilinizden alınmış birleşik bir görüntü -yeni ta
m am ladığım hareket taramaları ve daha öne çektiğimiz dijital
fotoğraflarınız. Böylesi belirgin bir benzerliği yakalamamıza ola
nak sağlayan da dÿital fotoğrafçılık. Yukarıda gördüğünüz yüz,
genetik yapınız ile milyarlarca piksellik yüksek çözünürlü, dijital
görüntünüzün bilgisayar ortam ında yaratılmış bir amalgamı.
Y önettiğim iz hareket egzersizleri görüntünün tüm yüz kaslarını
za uymasını ve doğal davranmasını sağlıyor. Şimdi seyredin."
G ö zleri ekrana kilitlenen A ccosta ekrandaki görüntüsünün gi
yindiğini gördü. Ayaklarında çoraplar belirmiş, sonra ayakkabılar
186 •1 I C • AE L C O R D Y
ertesi g ü n
KIRMIZI BÖLGE
tarafla bağlantı kurulacağına dair bir kanıt teşkil etm ediğini gös
term ek için bunun aksini ispat etm eye çalışıyorum. Vc ruh dal
ga boyunun ölüm anında N ö ro Ç e v irm e n tarafından aıılık olarak
rastgele bulunmuş cansız bir sinyal olmadığını kanıtlamak için
ruha kilitlenmenin bir yolunu bularak ölüm den sonra onunla
bağlantımı devam ettirm em yani mh dalga boyunu süresiz ola
rak açık tutm am gerek. Bu ilk problem -ruhu ölüm den sonra iz
leyerek varlığını kanıtlamak. Sırası gelmişken bu kilitlenme fre
kansını A m ber O rant olm adan bulmak için sayısız insan üzerin
de tam ölüm anında deney yapm am ız gerek ki bu da saçma ve.
eliğe aykırı olacaktır."
Soam es duraksamadan, "Ya ikinci sorun?" diye sordu.
Diyelim ki ölmekte olan bir insanın ruhuna kilitlendim ve
öteki dünyanın varlığını kanıtladım. Yine de çoktan ölmüş olan
bir insanın -ağabeyim gibi- ruhuyla bağlantı kuramam. D aha iyi
bir yol olm adığından bunun için belirli bir nıhu çağırm am ı sağ
layacak bir çeşit tanıtıcıya ihtiyacım var -benzersiz bir adrese."
Soam es çenesini okşayıp, "Pekâlâ," dedi, "yani kilitlenebilir
sen vc belli nıhlan çağırabilirsen vc N ö ro Ç e v irm e n ile nıh dal
ga boyunu kullanarak onlarla iletişim kurabilirsen var oldukları
nı kanıtlayabileceğini düşünüyorsun, öyle mi?"
Fleming yalnızca kafasında evirip çevirdiği düşünceleri S o
am es'in böyle çarçabuk idrak etm esinden etkilenmişti. "Ya da
olmadıklarını, bu ne bulacağıma bağlı. Bu yüzden de A m bcr'a
ihtiyacım var. O nun şu çılgın ölüm rüyalarım -nörolojik olarak
gerçekten öldüğü rüyaları- inceleyerek ya öteki tarafla bağlantı
kurmak için bir kilitlenme frekansı bulurum ya da um arım , da
ha akla uygun bir açıklam a..."
Carvelli kaşlarını çattı. "Ya şu çoktan ölmüş olanların ruhla
rını tanım a ve çağırma olayı?"
Fleming gülümsedi. "Zam anı gclincc düşününün, ö te k i dün
ya diye bir şey olduğuna dair bir kanıt bulamamayı umuyorum.
O yüzden de ruhlan çağırm a olayı akademik bir meraktan baş
ka bir şey olmayacak."
196 UI C HA KL CORBY
Soam es, "Yani şimdi A m ber olm adan daha ileri gidem eye
ceğini mi söylüyorsun?" diye sordu.
"Evet," dedi Fleming. "Kabaca bir şeyler yapabilirim, ama
A m ber olm adan bir şey kanıtlayamam."
Soam es düşünceli düşünceli kaşlarını çatarak, "Tam am ," dedi.
"Kulağa mantıklı geliyor. Bu durumda ben A rnbcr'la bağlantı
kurmaya çalışırken sen de biraz dinlen derim ."
KIRK BİR
BEYAZ BÖLGE
Flem ing başı tıraşlı figürü ilk başta tanım am ıştı. G özlerini g ö
rene kadar. Bu gözleri her yerde tanırdı. A m ber da o nun kadar
şaşırmış gibiydi. G özlerini ayırm adan birbirlerine baktılar; ne
yapm alan gerektiğinden em in olam ıyorlardı.
A m b er sıkılı dişlerinin arasından. "Sen burada ne halt ed i
yorsun?" dedi.
"Bradley Soam es'in benim N ö ro Ç c v irm c n 'im ic ne yaptığını
öğrenm ek için içeri girm eye çalışıyorum. Peki ya sen burada ne
yapıyorsun?"
"Dışarı çıkmaya çalışıyorum."
Flem ing neden diye sorm aya ftrsat bulam adan solunda ayak
sesleri duydu. U zanıp A m b er'ı kendine doğru çekerek onunla
birlikte tekrar karanlık oyuğa çekildi. Soluk alıp verişini duyabi
liyor, kalp atışlarını hissedebiliyordu. Yeşil bölge tarafından o n
lara doğru gelen üç figüre baktı. Bu defa B ukow skiyi tanımıştı,
yanında duran A m ber'ın gerginliğinden onun da Bukowski'yi
tanıdığını anlamıştı. Bukovvski tekerlekli bir sedyeyi iten iki ada
mın yanında yürüyordu. Sedyenin üzerinde beyaz bir tabut vardı.
A dam lardan birinin ayağı kayınca tabut duvara çarptı.
Bukovvski. "Yavaş." dedi Asıltıyla; güldü gülecek gibiydi.
"M oruk daha ölm edi; biz lıazırlanm adan nallan dikm esin."
Bukovvski siyah bölgenin kapısını açtı. Flem ing'in ağzı kuıu
muştu.
Tabutun üzerine işlenmiş deseni tanımıştı: haç şeklindeki d i
reğiyle Kızıl G em i'n in temsilî resmi. L oş ışıkla bile üzerindeki
yazıyı okuyabiliyordu: Ruh Hakikati Bakımevi.
etli, yanıp sönen dört adet kolon lambayı gösteren siyah kutu
yu. "Ve A m ber'dan elde ettiğim iz kilitleme sinyalini ayarlayınca
iletişim hattını süresiz olarak açık tutabileceğiz. Bu deneyle ru
hun kaçmasına izin verm ek niyetindeyiz. Saniyeler sonra da
hem deneğin kendine özel nıh barkodunu hem de kilit sinyali
kullanarak onu çağıracağız ve ruh dalga boyu ve N ö ro Ç e v irm e n
vasıtasıyla onunla iletişim kuracağız."
A ccosta yatağa yatırılıp göz kapakları açılıp sabitlenmiş has
taya baktı. Yakında kavuşacağı kurtuluşa im reniyor; bir yanı
onun yerinde olm ak istiyordu. A m a onun da zam anı gelecekti.
D eneğin başına cam dan bir küre yerleştirilirken, "Bu geceden
sonra tüm bu acılara bir son verebileceğiz," dedi. "Vc Ruh Ha
kikati O ünü'nden sonra bir daha böyle bir şey yapm aya gerek
kalmayacak, çünkü gerçek herkese açıklandığında şeytanın bu
dünyada bir işi kalmayacak."
Soam es, "Evet, Papa hazretleri," diye onayladı. "Evet. ö y le.H
bir m o n itö r diğerinde ise rastgele yanıp sönen dört ışık kolonu
vardı. Bilim adam larından biri hareket etti. Flem ing koyu cam ın
arkasından yatakta yatanın bir kadın olduğunu seçebiliyordu
yalnızca, bir de kafesinin tıraş edilm ekte olduğunu. Sonra göz
lerine bir şey yerleştirdiler.
Kadının kafasına' cam dan bir küre yerleştirilirken A m ber,
"Bunu bana da yaptılar," dedi.
"Nasıl yani?"
'B en im üzerim de deney yaparlarken?"
" N e " O na döndü, duyduklarına iııanaınıyordu. "Kim senin
üzerinde, deney yaptı? Soam es mi?"
"Başka kim olacak?" dedi A m ber. "G örünüşe bakılırsa seni
de kullanıyor beni de. A m a nedenini bilm iyorum . T ek bildiğim
bunun A riel'le ve rüyalarımla bir ilgisi olduğu."
Flem ing adam ıyordu. Buzlu cam dan içeriye bakm aya d e
vam etti. Yatağın üzerindeki ild büyük ekran deneğin yüzünün
yakın plan görüntülerini gösteriyordu am a camdaki yansım alar
yüzünden Flem ing net bir şey görem iyordu. T rip p . sol duvarda
ki aynaya doğru sanki kendi kendine -ya da aynanın arkasında
ki b in lerin e- işaret veriyorm uş gibi başparm ağını kaldırdı.
H âlâ gördüğü şeylere, bir anlam verem eyen Flem ing A m
ber's döndü. A m b er gözlerini önlerindeki ekrana dikmişti; ken
dini z o r tutuyordu. "Bunu nasıl yapabilir, nasıl!?" dedi fısıltıyla.
Vızıltı çoğaldı vc bilim adam ları dönüp göz koruyucularını
taktılar. D erken Flem ing buzlu cam ın arkasından kadının başın
daki küreyi aydınlatan göz kamaştırıcı bir ışık gördü. İşık kadı
nın gözlerinden geliyor gibiydi; kürenin dış katmanının etrafın
da hale gibi titreşiyordu.
O anda tiz bir düdük sesi duyuldu vc rastgele yanıp sönen
dört kolon lambası birdenbire tam am en yandı. Flem ing, ışıkla
rın hem en yanındaki, daha önce boş olan m o n itö rd e, şimdi be
yaz foton noktalarından m eydana gelen zebra desenlerini göre-
biliyordu. Bu çift-yank deneyinden hatırladığı klasik dalga karış
ması örneğiydi.
20* U I C O I L C O RDY
"O nlar da benim gibi ölüyorlardı. Biz sadece ölüm lerini ko
laylaştırdık. Bu son deııey de başarılı oldu. A m b er'ın annesi g ö
revini yerine getirdi; T a n n 'n ın gözünde görevini yerine getiren
bizlcr gibi."
Fleming tartışmayı devam ettirm enin imkânsız olduğunu an
lamıştı. İnancın insanların uğruna öldükleri bir şeyken dogm a
nın insanların uğruna öldürdükleri bir şey olduğunu duymuştu.
Riga haklıydı: A ccosta da Vatikan'daki diğer aptallar kadar ki
birli vc dogm atikti -ve onlardan daha tehlikeli. “Peki, ruhlarla
uğraşarak nc elde etm eyi umuyorsunuz?" diye sordu.
A ccosta laft dolandırm adan, "Kurtuluş," dedi. "Milyarlarca
ruhun kurtuluşunu. Ve siz de davaya hizm et ettiğiniz için kendi
nizle gurur duymalısınız. H er ikiniz de insanlığa büyük bir hiz
m et sundunuz. Seçeneklere boğulmuş bir teknoloji çağındayız.
İnsanların yönlendirilm eye her zam ankinden daha çok ihtiyacı
var. A rtık körü körüne inancı ya da gereksiz bir yığın bilgiyi d e
ğil gerçeği istiyorlar -talep ediyorlar.
"Bu teknoloji sayesinde insanoğlunun hâlâ aklını kurcala
yan, şimdiye dek sorulmuş cn önem li somya dair şüphelerini
ortadan kaldıracağım, ö ld ü k ten sonra bize ne olur? Ve diğer
dinî liderlerin aksine ben onlan inanm aya zorlam ayacağım .
Ben onlara insan ruhuyla ilgili gerçeği göstereceğim. Ben ger
çeği som ut bir şekilde ortaya koyacağım ; böylece hiç kimsenin
-n e ateistlerin ne Yahudilerin ne Katoliklerin 11e Müslümanla
rın ne Budistlerin ne de hüm anistlerin- hiç kimsenin benim gö-
riişümdcn şüphe etm ek için bir nedenleri olm ayacak. Hepsi
Ruh Hakikati K ilisesine katılacak; çünkü katılm am alan için
mantıklı bir sebepleri kalmayacak."
"Tabii görüşünüzün doğru olduğunu varsayarsak," dedi
Flem ing.
A ccosta ona m erham etle gülümsedi. Bu kendi inancından
son dcrccc em in insanlann yüzünde bclirccck bir gülümsemey
di. Bu insanlar siz ne kadar mantıklı ve tutarlı bir şekilde tartı
şırsanız sizin cehaletinize ve kendi basiretlerine o kadar ikna
olurlardı. "Dr. Soam es'in anlattıklarından ağabeyiniz hakkında
214 M I C H A F L COROT
Kızıl Papa, "Çağır şunları!" diye bağırdı. "D aha fazla şidde
te gerek yok."
Soaıııcs isteksizce anlaşılmaz bir komut verdi vc kurtlar geri
çekildi. A m ber Flem ing'in koluna uzandı -p e n ç e d e n geriye yal
nızca bir çizik kalmıştı.
A m ber'la birlikte nöbetçiler eşliğinde odadan çıkartılırken
Fleming yavaş yavaş çenesini sıvazlayan S oam es'in gözlerinde
ki öfkeden kendine bir parça mutluluk payı çıkartmıştı. Yanın
dan geçerlerken A m ber Soam es'in kıpkırmızı, çarpık yüzüne
tükürüp, "N eden sinirlendiğini anlam ıyorum ," dedi. "İslediğini
aldın işle!"
Kııight ise gerçek bir inanandı: İnancını bağıra çağıra ilan etm i
yor ama T a n n 'n ın isteğini yerine getirm ek için önem li ahlakî
kararlar alınması gerektiğinde A ccosta'nın telaşına ortak olu
yordu. M onsenyör D iaego daima onun sağ kolu, m ücevheri ol
muştu. Sadakatle verdikleri hizm etler yakında ödüllendirilecek
ti. D oğru ve harikulade bir şeylere katkıda buluuduklanııdaıı
em in olm anın verdiği rahatlığı yaşayacaklardı. "Dr. Soam es
Ruh Hakikati G ünü için kalma arzusunu dile, getirdi: spol ışıkla
rının uzağında," dedi.
"Ve güneş ışığının," dedi Soam es.
A ccosta bilmiş bilmiş gülümsedi. "G en kalanımız Kızıl G e-
mi'ye. dönııp hazırlık yapmalıyız."
Üzülmüş gibiydiler, am a A ccosta, "Bu kadar üzülmeyin," d e
di. "Bu son değil başlangıç. Benim için sevinin. Altın bir aydın
lanma çağının eşiğindeyiz."
H oş bir gülücük Virginia K night'm sıkıntılı yüz hatlarını aydın
lattı. "Evet, Papa Hazretleri," dedi. "Görkem li bir gün olacak."
"G örkem li," diye tekrarladı D iageo.
Carvelli daha açık sözlüydü. "Ruh Hakikati G ünü tecelli gü
nü olacak," dedi.
Soam es ona katılır gibi başını salladı. “G erçek ten de Tecelli
G ünü olacak. Papa H azretleri -ya da Yunanlılann dediği gibi
M ahşer Günü.*
KIRK BEŞ
Soam es, A m ber ve F lem ing'i mavi bölgedeki sanal gerçeklik sü
itine götürürken, “Şim di pek bir şey g ö rü n m ü y o r/ de di. "Ama
bekleyin. A m ber, sen daha önce buraya gelm em iştin, değil mi?
Bu V enT ec'in K R EE8 Sanayi ile birlikte geliştirdiği bir şey."
A m b er Soam cs'lc göz göze gelm em eye çalışıyordu; böylesinc
büyük bir ihaneti kabullenmek, onu kaçıran ve annesinin öldü
rülmesinden sorumlu olan kişiyle yıllardır saygı ve hayranlık
duyduğu adamı bağdaştırm ak öyle zordu ki. 'T abii bu senin de
ilk seferin, M iles," dedi Soam es. Yüzü hâlâ şişti ve çürükler, dik
katleri zaten yara bere içinde olan çenesindeki yeni bir kabuğa
çekiyordu, am a öfkesi geçmişti. O tuz altı saat önceki olaylar
sanki hiç gerçekleşm em işti.
Ne var ki F lem ing'in öfkesi A m ber'ınki gibi hâlâ capcanlıy
dı. H e m e n arkasındaki güvenlik görevlilerine aldırış etm iyor,
Soam es'e yanıt verm iyordu. A m b er da o da lacivert, daracık bi
rer tulum, sensor pedli eldiven ve terlik giyiyordu. M avi, şık ku
maşın üzerinde, bilgisayar m onitöründeki pikseller gibi binlerce
mikroskobik boncuk vardı. Soam es'in ve iki görevlinin üzerinde
de benzer şeyler vardı.
Oda büyüktü am a içi boştu. D ö şem e, duvarlar ve tavan üzer
lerindeki tulumlarla aynı rcııktcydi. D öşem e sertti; A m ber duvar
ve tavanla birlikte bunun yüksek çözünürlü bir ekran olduğunu
218 U l < ' MA I I CO I » DV
KIZIL GEMI
18“ 55* K, 10" 09 G
Xavier A ccosta, daha önce kendini hiç şimdiki kadar canlı his
setmemişti; ölüm üne dakikalar kalmıştı. Kızıl G em i'deki Kated
rali'nin kürsüsünde durmuş yüzden biraz daha fazla olan kala
balığa bakıyordu. G em ideki ayine katılmaları için kayıtlı mürit
lerine ait milyonlarca e-mail adresi arasından birkaçına, o anki
konumlarına gö re, rastgele davetiye gönderirlerdi. Bu uygulama
Ruh Hakikati G ünü için de değişm em işti, ama sınırlı sayıda da
vetiye büyük dinlerin temsilcilerine gönderilm işti. îşin ilginç ya
nı hiçbiri de daveti geri çevirm em iş, hepsi de her ne olacaksa
tanıklık etm esi ardından da bir değerlendirm e yapm ası için kı
demli delegelerini gönderm işti.
Bugünkü ayine katılma şansına sahip bu şanslı insanların ç o
ğuna ayine kendileri katılmak isteyen medya temsilcileri ve ka
lantorlar tarafından binlerce hatta milyonlarca dolar teklif edil
diği A ccosta'nın kulağına çalınmıştı. A ccosta, insanlık tarihinde
ki bu dönüm noktasında, satmışsa bile az bir kısmının ringe ya
kın yerdeki koltuklarını satmış olm asından m em nundu. A m a fi
ziksel olarak orada bulunan seyirciler gerçek seyircilerin yalnız
ca bir kısmıydı. Carvclli'nin dem esine bakılırsa sanal başlık set
leri, internet vc televizyon aracılığıyla izleyecek olanların sayısı
dört milyarı -bu kablolu dünyanın yüzde doksanı dem ek oluyor»
aşıyormuş; bu tarihteki cn büyük m edya olayıymış.
LUCI FER 221
Asıl olaydan önce A ccosta kısa bir vaaz verip kendilerini da
valarına adamış müritlerine saygılarını sundu ve inançları ne
olursa olsun kendisini izlem ekte olan herkese şükranlarını dile
getirdi. Sonra, güç bela nefes alm ak için duran Kızıl P ap a kol
lannı havaya kaldırdı vc hastalıklı vücudundaki geriye kalan tüm
gücünü toplayarak dünyaya seslendi: "Bugün bir yolculuğa çıkı
yorum . Y aşam dan ölüm e uzanan bu yolculuğa pek çokları ben
den öncc çıktı, vakti gelince sizler de benini arkam dan gclccck
siniz. Ne talihsizliktir ki ölm ek yapacağım ız son şeydir; oysaki
ölüm bize yaşama dair pek çok şey öğretebilir. A m a bu son yol
culuk hepim iz için hâlâ bir m uam m a.
"Ö lüm den sonra ruhumuza ııe olacağı dinin eıı tem el soru
su; her m ezhep m üritlerinden yalnız ve yalnız kendi ahiret g ö
rüşlerini benim sem elerini talep eder. H e r biri için -buna Ruh
Hakikati Kilisesi de d ahil- bu talep bir inanç eylem inden başka
bir şey değildir.
"Bundan iki bin yıl evvel bir adam bizim günahlarımız için
çarm ıha gerildi. Bu adam biz Hristiyanlann inandığı üzere Tan
n'n ın oğluydu vc aramıza karışarak inancın ötesindeki gerçeği
görm em iz için bize yardım etm eye çalışmıştı. Ne var ki o zam an
lar bile insanoğlu onun öğretilerini anlayamadı. M eselleri anlaşıl
m az şekillerde yorum landı vc ancak birkaç kişi onun mucizeleri
ni kendi gözleriyle gördü, ölüm ünün hatta dirilişinin bile, gerçek
iman sahipleri hariç, hiç kimsenin üzerinde bir etkisi olmadı.
"Ben bugün size vaaz verm iyorum . Sizden bana inanm anızı
ya da T a n rıy a im an etm enizi istemiyorum. Ben size -h e p in iz c -
gerçeği göstereceğim . Benim dirilişimi kendi gözlerinizle göre
cek hakikatimi kendi kulaklarınızla duyacaksınız.
“Ben ölm ek vc yeniden dirilmek için Taıın'm ıı ikinci M esih'i
olarak seçildim; böylece bir ayağım T an n 'n ın yaranda diğeri de
siz insanların yanında, iki dünya arasında durabileceğim. Bugün,
ben Kardinal Xavier A ccosta. Iblis'in keşmekeş vc kötülük yarat
mak için kullandığı şüpheyi kalplerinizden sonsuza dek söküp
alarak Şcytan'm boynuzlarını körelteceğim . Bugünden sonra
Şeytan'ın ayartmalarına kanmak için bir mazeret kalmayacak;
çünkü T an n 'n ııı, hakiki Taıın'nızııı var olduğunu bileceksiniz.
2 2 2 M I C I I Ar * C O «l D Y
MAVİ BÜLGE
SANAL GERÇEKLİK SÜÎTI
karşısında bile iyi ile kötü arasında bir seçim yapm a gücüm üz vc
Arsalımız olduğuna inanm ak için. Ben aıtık iyi ve kötü ile ilgili
gerçeği biliyorum. Benim için artık öylesine aşikâr ki. Yine de
ııasıl bir T anrı yalnızca kendisine ibadet ctsiıı diye iıısanoğluuu
yaratır ki? Nasıl bir Yaradan bu kadar kibirli bu kadar dar kafa
lı olabilir?" Son sözünü ağzındaki kötü bir tattan kurtulmaya ça-
lışırcasma tükürür gibi söylemişti.
"Kötülük problem i diye bir şey yoktur çünkü T anrı'm ız bizi
ona ibadet edelim diye yaratmadı. Ben daima T an n 'n ın kusursuz
düzende bir dünya yarattığını var saydım bir ccnnct- sonra da
bizi test etm ek için kötülük yılanını ortaya çıkarttı. A m a bu doğ
ru değil. Efendimiz önce kötü bir dünya yarattı, sonra iyiliği orta
ya çıkardı. Bu ve öteki dünyadaki doğal vaziyet kaostur -entropi.
Kötülük dünyanın normal veçhesidir; iyilik sadccc yanardöner bir
meraktan ortaya çıkartılmıştır. T aun bizi ouu eğlendirm em iz için
yaratmıştır. M evcudiyetimizin yegâne nedeni budur.
"D evirm ek için küpleri üst üste dizcıı bir çocuk gibi T an-
rı'm ız da rastgele kötülük eylemleriyle bizi alaşağı etm ek için iyi
liğe ve erdem e olan inancımızla yükseğe ve daha yükseğe tır
m anm am ıza müsaade eder.
"C ennet diye bir yer yoktur; sadece keyfî ıstırap vardır.
Ö lüm den sonraki hayat da yeryüzündeki hayat kadar acım asız
ve gelişigüzeldir -tek farkı sonsuz olmasıdır. B undan kaçış yok
tur. K arm a diye bir şey yoktur. A dalet diye bir şey yoktur. İyile
rin zo r bir yaşamın ardından huzur bulacakları Elysian T arlalan
diye bir yer yoktur. İlahî dıızcn diye bir şey yoktur. Sadccc kaos
vardır. Şu an size ifşa edebileceğim Ruh Hakikati şudur. T anrı,
yeryüzünde yken tüm hayatım ı adadığım T anrı, yoktur."
A ccosta'nın yüzü sarkar gibi oldu; hologram yüzüne yerleş
miş korku ve çaresizliği tiksindirici bir gerçeklikle yansıtıyordu.
"Ben ıstırap içinde bir ruhum. T üm hayatını boyunca seve seve
hizm et ettiğim ve bundan sonra da sonsuza dek hizm et etm eye
mahkûm olduğum Efendim, T anrı değildir. Sadccc bir tek Efen
di vardır, o da kaosun ve karanlığın Efendisidir. O İblistir. Yani
Şeytan'ın ta kendisi."
227
L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
Jenny ye
L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
Jenny ye
L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
Jenny ye
L U C IF E R : L u -d -fie r: L a tin e rd e n - tş k t a p y a n ( t u x . ı ş ı k fe r r o . t a ş ı m a k )
U IC H A E l Ç O R U '
ertesi g c n
VfenTec
SİYAH BÖLGE
SİYAH BÖLÜK
Flem ing öyle hızlı hareket etm işti ki A m b e r nefes bile alam am ış
tı. Az evvel elinde telefonla yanında dikilen adam bir de baktı ki
fırlayıp Virginia K n ig h t'ı yere sermiş. Flem ing elini cebine, so
kup giriş diskini alırken Virginia karşı koym adı. "T elefonlar n e
den çalışm ıyor?" diye sordu Flem ing. Ses to n u gergindi.
K night ona boş boş baktı. "Bradley dış dünyayla bütün bağ
lantıyı kesti," dedi. “B en bile dışarıyla bir bağlantı kuram ıyorum .
Yalnızca o yapabilir."
"Bunu neden yapsın ki?"
"B ilm iyorum . A d am zıvanadan çıktı. T ek bildiğim sizi öldür
m eyi tasarladığı. B uradan çıkıp yardım bulmalısınız."
A m ber, "Bunu nasıl yapacağız, peki?" diye atıldı. "D ağdan
aşağı mı ineceğiz?"
F lem ing üm itsizce, "T ek yol bu." dedi.
K night başını kaldırıp o n a baktı. "Bırakın da size yardım
ed ey im ," dedi. "B ölge haritaları ve arazi planlan var b en d e."
"N eredeler?"
"Kurtuluş odasındaki bir sırt çantasının içinde."
Flem ing bir an durup onu inceledi sonra tutup ayağa kaldırdı.
"H adi gidelim."
Issız beyaz bölgeden geçip birkaç dakika içinde resepsiyon ala
nına vardılar. Flem ing biraz ötedeki, üzerlerine V harfi işlenmiş
buzlu camlı çıkış kapılannı ve döne döne yağan kan görebiliyordu.
Solunda tırm anm a araç gereçleri, erzak ve dışarıdaki zo r hava
şaitlanna uygun giysilerle dolu kurtuluş odası vardı. K night'ın
akıllı diskini kullanarak kapıyı açtı ve kadım içeri soktu.
Duvarlardan birine boydan boya kurtuluş tulumları sıralan
mıştı; hepsi de parlak kırmızı renkle ve N o rth F ace markaydı.
N o rm al kıyafetler gibi askıya asılmamışlar, zırh gibi kendi baş
larına duruyorlardı. H er tulumun sol ayak bileğinden, duvar p ri
zine sokulmuş bir kablo uzanıyordu. Tulum ların altına da kine
tik enerji botları dizilmişti. Raflardan birinde kar maskeli ve ışık
lı. yalıtılmış kasklar duruyordu. Karşı duvardaki raflarda da er
zak ve tırm anm a araç gereçleri -baltalar, ipler, kar testereleri,
buz kazmaları- göze çarpıyordu, F lem ing etkilenm işti, bilhassa
da kurtuluş tulum larından. Bunlar son teknoloji ürünü, akıllı
giysilerdi; on sekiz, ay önce G h a m o u ix 'e tırm anırken giydiğine
benziyorlardı.
O danın sol köşesindeki bir tezgâhın üzerine, biri büyük diğe
ri küçük iki takım istiflenmişti. Y erde de şişkin bir sut çantası
vardı. "İkiniz için de bir takım var. Sırt çantasına da tırm anm a
gereçleri ve erzak doldurdum . M iles, sen bu şeylere benden da
ha aşinasmdır, büyük ihtimalle. Başka nelere ihtiyacınız olabilir
bir bak ve A m b er'ın hazırlanm asına yardım et." Sırt çantasın
dan bir avuç içi bilgisayar çıkartıp F lcm iug'e uzattı. "İçinde böl
genin eksiksiz bir haritası ve A lascon P etro l sitesinin planlan
var. Buranın doğusunda bir korucu m erkezi bulunuyor."
Flem ing başım salladı. "H elikopterle gelirken görm üştüm ."
"Akıllı tulumlarınızda m ikrofon ve birbirinizlc iletişim kurabil
m enizi, birkaç yüz m etre m esafeye yardım sinyali göııderebil-
m enizi sağlayacak telsizler var. A m a uzak mesafe bağlantısı ku
rabilmeniz için korucu istasyonunu bulm anız şart. Anlaşılan yı
lın bu zam anm da orada kimse olm uyor, am a istasyonun tam
teçhizattı bir haberleşm e odası var. O radan mesaj gönderebilir
siniz. Şimdi acele edin. Fazla vaktimiz yok."
A m ber tuhımunu giyerken Flem ing çantanın içindekileri
kontrol etm eye başladı. "Bunu neden yapıyorsun, V irginia?" di
ye sordu.
"Keşke elim den dalıa fazlası gelse, am a helikopterin girişi
yasak."
"Bizi öldürm eyi neden bu kadar çok istiyor*?" diye sordu A m
ber. "T am am , onun için engel teşkil ediyoruz, am a bu..."
"Bir nedeni yok. Sizi bulmaya g elm eden ö n ce yetkilileri ara
maya çalıştım. Teslim olup yardım çağırm ak istedim , am a gör
düğünüz gibi böyle bir seçeneğim iz yok. H e m başarsaydım bile
dışarıda öyle bir karmaşa var ki her şeyin n orm ale dönm esi asır
lar sürecek." O m uzları düştü. M ağlup olm uş, kolu kanadı kırıl
mıştı sanki. "D önerse tabii."
Flem ing tekrar, "N e d e n bize yardım ediyorsun; Virginia?" di
ye sordu. "N ed en şimdi?"
"H ata yaptım ve şimdi hatam ı düzeltm eye çalışıyorum. O l
masına izin verdiğim şeyler için -olm asını sağladığım şeyler için-
üzgünüm ."
Flem ing A m b er'ın tulumunun bacaklarının alt kısmındaki
güç kablolannın kinetik botlarına bağlanıp bağlanm adığını kont-
ro l’ed erk en , "Am a neden?" diye üsteledi. T a n r ı yoksa kendini
bizim için tehlikeye atm anın da bir âlem i yok. B radley'nin sana
yapacaklarından korkm uyor musun?"
"K orkuyorum , am a aıtık pek bir ö n em i yok. Y apm adığım
bir şey kalmadı -h e m iyi hem dc kötü- çünkü Kızıl P a p a 'n ın ulu
vazifesine hizm et ederek T a n rıy a hizm et ettiğim i zannediyor
dum . Bunca olan bitenden sonra, artık, kimse bana bir şey ya
pam az. Ne kaybedecek bir şeyim var ne de kendim den başka
inanacak bir şeyim. K endim e karşı dürüst olm ak için de size
yardım etm eliyim . Yaşamaya değer bir hayatım olduğu inancı
na tutunam azsam bu her şey boşunaydı dem ektir."
O nun şaşkınlığını ve çaresizliğini fark eden Flem ing bir an
için Barley H all'dan tanıdığı kadını görür gibi oldu ve, "Bizimle
gel," dedi.
"Y o, ben g elem em . G ö zü m ü S o am es'ten ayırıııam alıyım . O
benim tanıdığımı sandığım kişi değilm iş meğer. Sanki Kızıl Pa-
p a 'n ın ne ifşa edeceğini ö n c e d e n biliyormuş gibi bir hali var.
Bundan daha fazlası da var gibi."
252 MIC HA fl C O R D Y
F lem ing'in şansı dönm üştü: Ç ıkıntının zayıf tarafi kınlıp kurt
larla A m b er arasında bir bariyer oluşturmuştu, am a kalbini dur
duran bir saniye içinde onu boşluğa fırlatmıştı. Var gücüyle kı
racakları A m b er'ın tarafındaki çıkıntının alt taralındaki buzlu ka
ya yüzeyine saplam aya çalıştı. İlk denem esi işe yaram adı, am a
İkincisi yaradı; sağ kolu neredeyse yerinden çıkacaktı.
S onra da tutunarak yukarıya çıktı.
A m b e r h em en koşup ona yardım etti. "N e d e n cev ap ver
m edin?"
"Biraz meşguldüm diyelim ."
"ö d ü m ü patlattın," deyip onu daha yakına çekti.
"K endi ödüm ü de patlattım ." Yarığın diğer tarafındaki kurt
lar gezinip duruyor karşıya atlam anın bir yolunu bulmaya çalışı
yorlardı. "H ad i," dedi Flem ing. "Burada kalamayız."
262 U I C K A t L C O R DY
KIRMIZI BÖLGE
ATLANTİK OKYANUSU
KORUCU MERKEZİ
ULUSAL YABANIL HAYAT SIĞINAK ALANI
S oam es’in Kızıl P ap a'n ın ifşaatına verdiği tepkiyle bir ilgisi var
d ı... sadece kabullenm em esi aynı zam anda sevinçle karşılama
sıyla -neredeyse ümit etmesiyle. O nlar kaçarken S oam es Vir
ginia K night'a ne diyordu?
"Y o, oldum . Ben her zam an inançlı biriydim , V irginia. H âlâ
da öyleyim . A m a K im e inandığım ı so rm ak ne senin aklına gel
di ne de A cc o sta 'n ın , o kadar."
Soam es'in Kızıl P ap a'n ın ifşaatını hevesle benimsemesi A riel'in
ona rüyasında gösterdiği tezat vizyonla birlcşincc A m b er bilgi
sayara uzandı.
O ptik internete bağlanm ak için klavyenin sağ üst köşesinde
ki dokunm ak tableti kullanarak ekrandaki O p tin et ikonunu tıkla
dı. Saniyeler içinde O ptrix portalına girmişti. O p trix in veri gü
venlik sağlayıcısına girm ek için de kendi kişisel erişim şifresini
kullandı. O ptik internetin gelmesiyle birlikte trafiğin hızı ve ağır
lığı artık sorun değildi am a güvenlik sorundu: Veriler O p tin e t'te
öylesine değişken bir hızla hareket ediyordu ki bilgi hırsızlan bir
şirketin ya da bir şahsın veri dosyalannı yağm alayıp kurbanlan
ne olup bittiğinin farkına bile varam adan ganim etleriyle birlikte
kaçabilirlerdi.
2004 yılının uluslararası veri güvenlik anlaşmasından bu ya
na neredeyse hiçbir şirket ya da şahıs kendi verilerini depolam ı
yor; hem en hem en herkes artık O p tin e t’c bağlanıp üçüncü şahıs
Veri G üvenlik Sağlayıcılarına yani V G S 'lc re abone oluyorlardı.
284 U I C N A I L C o n o r
10 Kuantum biti
ı uc i r r » 287
KORUCU MERKEZİ
bile imkânsız hale geldi. K uram ların kim kimdir, nedir, bilm esi
nin m üm künü yok. A m a bu dört atlıya uymuyor.
Riga, "H ay ır, uym uyor," diye onayladı.
F lem ing ağrıyan om zunu ovarak, “Bana şu siyah atlının ne
getirdiğini bir daha söylcscnizc," dedi.
••Kıtlık" dedi Riga.
F lem ing arkasına yaslandı vc herkesin, k en d in d en g eçm işçe
sine yaptığı işini bırakıp kendisine bakm asını bekledi. "O lan
tam olarak bu değil mi zaten?" dedi. "Bilgi kıtlığı."
A m b e r F lem ing’in dizine hafifçe vunıp, "D u r biraz," dedi.
"B ence haklısın, M iles, am a hepsi bu k a d a rd a değil. G ö n d e rd i
ğim Casus Sondası d ö n d ü . Bradley’nin bilgisayarını lıackleye
m em iş -bilgisayar ço k g ü çlü - am a yanında bazı ö n e m li bilgiler
getirm iş. O p tiu c t'lc ıı o n a doğru yoğuıı bir trafik akışı olm uş."
N efesini bıraktı, " ö n c e iyi haberi m i istersiniz kötü haberi mi?"
K im se bir şey söylem eye cesaret ed e m ed i.
"P ek âlâ, iyi haber, veri silinm em iş; potansiyel olarak geri alı
nabilir."
Jo n e s, " N e re d e ? " diye sordu.
.''K ö tü h aber de bu," dedi A m ber. "B radley onu süper bilgi
sayara dep o lam ış."
"Ne?"
"Bu m üm kün," dedi A m b er. "Y eni binyılda bilim adam ları,
bir litrelik hacim deki bir fo to n ik bilgisayarın on gigabaytlık eski
bir sabit disk sürücüden 10*° kat fazla veri d cp o lay ab ilcceğ in c
hüküm v erm ek için M ax Planck*ın 'kara cisim* form ülünü kul
landı. Bradley S o am es'in hacm i ise bir litreden fazla.
" Ç o k çok daha fazla," dedi Flem ing. "B en im gördüğüm kü
renin çapı en az bir allı m etre vardı."
"Verilen g eri alm alıyız," dedi Joncs.
"B undan daha fazlasını yapm alıyız," dedi F lem in g . "Verileri
kurtarm ak y e tm e z , bilgisayarını da k ap atm alıy ız. O n u Kızıl
P a p a 'n ın işaretlerini g erçek leştirm ek için kullandığı ç o k açık.
ı ü c ir r r 293
ınaııcv rad alar vc birkaç saat içinde F airb an k 'tc F B I ile buluşabi
lirler. Sizin bulunduğunuz m evkie vardıklarında D r. G ra n t'i ve
F B I'ı hedefe g ö tü rm en izi ve S o a m e s'in bilgisayarını h izm et dışı
bırakm anızı sağlayacaklar. K o v a c 'ın adam ları da size istediğiniz
h e r türlü yardım ı tem in e d e ce k ler -ro k e tle rim iz konusunda ö z
veride bulunam ayız, bulunm ayacağız da. E ğ er K ızıl P a p a 'n ın
son iki işareti düşündüğüm üz gibi savaş ve ölüm se bu ülkenin
korunacağını garanti etm ek de benim v azifem ."
A m b e r F le m in g 'in araya g irm e y e çalışm asını seyrediyordu,
am a G e n e ra l konuşm asına d ev am etti. "B eni yanlış an lam ayın.
D urum un ciddiyetinin ve sizin vazifenizin e h e m m iy e tin in 1ar
kındayım . M uvaffakiyetiniz hayatî d e re c e d e ö n e m li. Y alnızca
dünyanın bilgisayar kayıtlarını kurtarm ak ve son işaretle hayal
lan tehlikeye g iren sayısız insanı korum ak için değil, aynı za
m and a T a u rı'y a vc bu dünyadaki iyiliğin g ü cü n e o la n inancım ı
zı o n arm a k için."
Bir an durdu; çelik gibi sert bakışları odadaki ve v id eo kon
ferans ekranındaki diğer herkesle iletişim kuruyordu: D elta ku
m and an ı, FB I ajanları, C izvit P ap azı ve iki bilim ci, F lem ing ve
A m b e r'Ia . "G iriştiğiniz şeyin," d ed i, “insan aklının, b ed en in in
ve ruhunun kurtuluşu için girişilen bir haçlı seferin d en aşağı ka
Ur bir yanı yok. Ve eğ e r T a n rı varsa tü m kalbim le yanınızda o l
masını d iliy o ru m .11
ALTMIŞ BEŞ
BROOKS SIRADAĞLARI
ALASKA
BEYAZ BÖLGE
Flem ing gözlerini kısıp ileride h elezo n lar çizen ışık gösterisine
bakarak, "İşte orada." dedi. D ö n e n parlak küçük parçacıklar ka
ranlığı delip g eçin ce sondaj deliğini görebilm işti.
H o w ie adında, uzun, siyah bir genç olan teknisyen FBI ajanı,
"T anrım , sıcakmış," dedi.
"Ve de aydınlık," dedi K ovac. "îyiRi mi m askelerinizi takın."
M askesini takan F lem ing başını kaldırıp kırm ızı bölgedeki sı
cak havayı dışarı savuran koca p erv an ey e baktı. P erv an en in ar
kasındaki ışık öylesine parlaktı ki Flem ing m askeyle bile d ö ııeu
kanatların arasından kör edici parlaklığın dışında bir şey seçe-
m iyordu. "B ekleyin," dedi. "P erv an e yavaşlıyor."
A m ber, "T erm o stata bağlı," dedi. "H ızı devam lı değişir. K ır
m ızı bölgede daha hassas ısı dengeleyicileri var. P ervane sıcak
havayı küreden uzaklaştırıyor. O rtam sıcaklığına g ö re hızlanıp
yavaşlar ve duracak gibi olur."
Flem ing, "Yani durm asını beklersek içeri girebilir m iyiz?" di
ye sordu.
A m b e r başını salladı.
Sarışın, mavi gözlü, tıknaz bir ad am olan ikinci D elta F orce
askeri, "T ekrar ne zam an hızlanacağını n ered en bileceğiz peki?"
diye sordu.
A m ber, "B ilm ey eceğ iz -ancak hızlanm aya başladığında bile
biliriz." diye yanıt verdi.
314 U I C HA El C 0 R DY
Soiiuiida şansları d ö n ü y o rd u .
U zan ıp ekran üzerindeki veri dosyası yöneticisi ikonuna d o
kundu, ardından hızlı taram a düğm esine bastı. Ekrandan listeler
dolusu dosya akm aya başladı; öyle hızlıydı ki her satın okum ak
m üm kün değildi. D ip te en azın d an yedi basam aklı bir sayı vardı.
Flem ing A m b er'ın o m zunun ü z e rin d e n ,"N e d ir o?" diye sordu.
A m b e r korku ve hayranlıkla karışık bir saygı hissiyle, "B u,"
d e d i, "şuradaki cam to p ta k i ışık fo to n la rın ın içinde d e p o la n
m ış h e r bir d o sy an ın listesi. S enin g ö rd ü ğ ü n esasen d ü n y an ın
şim diye d e k biriktirdiği, ele k tro n ik o rta m d a kaydedilm iş her
veri p arçasın ın yoklam ası. Bu d ü n y an ın kayıp verilerin i em en
b ir kara eklik.
B akm akta oldukları şeyin büyüklüğünü içscllcştirirlcrkcn bir
anlık bir sessizlik oldu.
F B I itfanı "Ekranın altındaki basam aklar ne anlam a g eliy o r?"
diye sordu.
A m b e r iç geçirdi. H e y e c a n verici bilgisayar gücüyle çalışm a
ya alışkındı am a yine de S o a m e s'in başarm ış olduğu şey o n u e t
kilem işti. "Şu an g ö rdüğünüz hızda ek randa akm akta o la n , veri
dosyası y ö n eticisin d ek i her dosyayı g ö rm e n in tah m in i olarak
kaç yıl alacağını g ö ste re n rakam . D o sy aların tüm içeriğini d e
ğil, sadece başlıkları."
"Bu milyonlarca yıl d em ek ," dedi K o v ac . "T anrı aşkına."
Bu defa o bile etkilenm işti.
"Verileri çalındıkları yerlere geri g ö n d ersek ?" dedi F lem ing.
" M e ra k e tm e y in , ç o k çabuk olacak. H e r işlem ışık hızında
yapılabilir. Y ine de ordinal p ro g ra m ı k o n tro l ed ip verilerin bü
tünlüğün d en ve yollarındau em in olm alıyız. S o a m e s d ep o lau m ış
bilgileri kurcalanm alan durum unda yok c d e c c k ya da yanlış ad
reslere y ö n le n d ire c e k bubi tuzakları kurm uş olabilir. V erilerin
hatalı, bozulm uş ya da yanlış yerleştirilm iş olm ası hiç o lm a m a
larından d aha zararlı olabilir. D o ğ ru verilerin doğru veri tab an
larına d ö n d ü ğ ü n d e n em in olm ak için standart hijyen p rosedür
lerini takip e tm e k durum undayız. A m a bu bilgisayarın gücüyle
bunu y a p m a k birkaç dakikadan fazla zam an ım ızı alm az.
320 M IC H > E L C 0 R D Y
S o am es. "D eğilim ,*1 diye kendini savundu. Sesi ciddileşm işti.
"Bu ö n em li. S eu de d ah il bütûıı insanların anlam ası g erek . Y ap
tığım şeylerin bir n ed e n i v ar ve buna engel o lm am alısın ız."
"Sen ııc saçm alıyorsun?"
"K ızıl P a p a ’nm ifşaatının bir am acı vardı vc b en dc o am acı
y erin e g etirm eliy im ."
"O nun ifşaatı y alandı."
"H ay ır değildi. Yarı yalan y an g erçek ti. Omm g erçeğ iy d i."
"A m a sen bunu y e g â n e g e rç e k y ap m ak istiyorsun."
"Başka şansını yok. D ünyayı T a n r ın ın o lm ad ığ ın a y alnızca
Ş e y ta n 'm olduğuna in a n d ırm a m lazım . B u b e n im a m acım ."
F lem in g S o a m e s'in d iğ e r kolunu tu tm ak için uzandı. A d a m ın
derisi su to p la m a y a başlam ıştı, am a o acıyı u m u rsam ıy o r gibiy
di. "Bu n ed en senin am acın oluyorm uş B radley? K im olduğunu
sanıyorsun sen? Ş ey tan m ı?"
"D urum b u ndan ç o k daha karm aşık." S o am e s doğruca g ö z
lerinin içine baktı. "B en T a n n ’n ın ikinci oğluyum ."
F lem in g az kalsın o n u düşürecekti.
S o am e s, " D in le , d in le ," diye yalvardı. "T anrı, iki bin yıl ö n
ce ilk oğlunu g ö n d e rd i. O m e rh a m e t ve bağışlayıcılık telkin
e d e n iyi biriydi; hatta size T a n n 'n ın g erçek yolunu ö ğ re tm e k
için insanlık uğnm a ç a rm ıh ta can verdi. A m a işe yaram adı.
İsa'n ın ö ğ retilerin i k en d ilerin e g ö re y o ru m lay an d in ler birbirle-
riylc savaştı. İm an ın y o lu n a çıktılar. îm an artık hür iradeye, değil
g üce vc suça bakıyordu. H ü r irade pap azların söylediği 'Sana
söylediğim i y ap yoksa c e h e n n e m e g id ersin ' lafının n eresin d e?
Bu hür irade değil, bu cezalan d ırılm ak tan korktuğu için em irle
re boyu n eğ m e.
"S on u çta p a p a z la r da b irer insan. O nların T a n r ıy ı anlam ayı
um ursadıklan yok - te k um ursadı klan bu dünyada güç kurmak.
A m a T a n n kıılhık ya da koca koca kiliselerini istem iyor. O böy
le bir baba değil. O sizi istiyor. E n tutkulu eserinin lüştûnü ispat
lam asını vc artık O 'n a ihtiyaç duym am asını istiyor. İlk oğlunun
330 WIOH&r I CORI )T
açıklam aya çalıştığı şey buydu. îyi bir lıayat sürıueuiıı kendisinin
bir mükâfat olduğunu -ö ld ü ğ ü n d e h er bireyin kendi ruh hakika
tini tecrübe, ed eceğ in i. A m a kimse kulak asm adı.
"Bu yüzden o da ikinci bir oğul gön d erd i: d aha esrarlı bir
oğul. Y ani ben. Bu kez iyiliği ve şefkati telkin e tm e k için değil,
bir kere de herkese T a n n 'n ın var olm adığını; tek hüküındanıı
Şeytan olduğunu kanıtlam ak için. İnsanoğlu ancak o zam an di
nin zincirlerinden kurtulup kendi doğru yanlış m antığını geliştire
cek gerçek hür iradeyi. S onuçla kişi an cak ortada bir mükâfat
vaadi olm adığında gerçekten faziletli bir seçim yapabilir. Yani bu
T a n n 'n ın size hediyesi: K endisini bilincinizden silip atm ak. Ac:
costa*yı yaratm am ın n ed en i bu. Kibirli ve dogm atikti: dinin ku
sursuz bir sem bolü. Y eryüzündeki en güçlü dinin lideri öteki dün
yadan T an rı'y ı rcd d cd in cc bütün dünya dinlem ek zorunda kaldı.
İşaretlerden sonra da inanm aktan başka seçenekleri kalmadı."
DAKİKALAR önce
Jak e'i göğsüne sıkı sıkı bastırıp V c n T e c 'te n kaçan F lem in g 'in
fark ettiği ilk şey havanın açtığıydı. IJftıkta turuncu bir çizgi bile
oluşm uştu. G ö rd ü ğ ü ikinci şey de do ğ u tarafından yaklaşm akta
o lan y ed ek h elik o p terd i.
îki dakikada h elik o p terd ey d iler. B acağını kıran D elta F o rc e
askeri dc oradaydı. K ara Şahin pilotuna o n u alm asını söylem iş
336 UıCııAP L C OflDY
ON SEKİZ AY SONRA
VİLLA RONDA ClZVÎT ENSTİTÜSÜ, ROMA NIN KUZEYİ
de takım larının bir parçası olm uştu ve F lem ing ağabeyine oğluy
la ilgileneceğine dair verdiği sözü yerine getiriy o r gibi hissetmi
yordu kendini. Jake artık on u n bir parçasıydı; tıpkı A m b er gibi.
Bazı y ö n le rd e n hayatı p ek de d eğişm em işti. S o a m e s'in bilgi
sayan im ha edildikten ve dünya n o rm a l g ö rü n ü m ü n e g eri d ö n
dükten sonra m edya 'uygarlığın k u rtan c ilan ııı deşifre etm ey e
çalışmıştı. A m a sonraki aylarda öylesine b ir kaos söz konusuy
du ve öyle ço k söylenti dolaşıyordu ki. F B I'ın da yardım ıyla k en
di adını vc A m b e r'ın adını rap o rlard an çıkartıp başladığı işine
devam etm ek için Barley H a lla yeri d ö n d ü . A n ık orayı kendisi
y ö n e ttiğ in d e n daha fazla güç sahibiydi. K ay n ak lan da artm ıştı;
bunun dışmda hayal d ev am ediyordu.
D iğ er y ö n lerd en se dönüşüm geçirm işti. Y alnızca d arm ad a
ğın olm uş hastalara y ard ım ed e re k değil bağım sızlığını da m u
hafaza ed e re k acıyla nasıl m ü cad ele etm ey e çalıştığı geldi aklı
na. A m a şim di J a k e 'e ve çocuğunu dünyaya y e tirm e k üzere
olan kadına bakınca onu n dünyasını resm ettiklerinin farkına
vardı. Belki er geç o n a acı vereceklerdi am a aynı zam an d a onu
tazeley ip hayatına bir aıılaın veriyorlardı.
R o b 'u sık sık düşünüyordu, am a artık o suçluluk duygusunu
hissetm iyor, o n u n ruhu için en d işelen m iy o rd u . Y akında R o b 'u n .
A m b e r'ın rüyasuıda gördüğü o güneşli g e z e g e n d e güvende olup
olm adığını ö ğ re n e c e k ti. O zam ana kadar yaşam a konsantre
olabilirdi.
N e var ki S o a m e s akim dan çıkm ıyordu bugün buraya gel
m esi dc bu durum u alevlendirm işti.
Kızıl P a p a n ın ö n g ö rd ü ğ ü son işaretler g erçek leşm ey in ce
tüm dünya topluca rahat bir nefes alm ıştı. K ıyam etin g erçek leş
m em esi pek çok kişinin tüm olayı büyük bir ald atm aca, kaçık bir
d âhinin bir eylem i olarak kafalarından atm alarına n ed en o lm u ş
tu. A m a kaçık d âh in in K ızıl P a p a n ın söyleyeceklerini n ered e n
bildiğini kimse açıklayaınıyordu. O ııca soruşturm a ve tahkikata
rağ m en de tatm in k âr bir sonuca ulaşılamadı.
N c var ki sonraki aylarda rahat bir nefes alm ış m ily o n larca
insan sanki K ızıl P a p a 'n ın in an çlan n a g ö lg e düşürm esine izin
640
verm elerini telafi etm ek ister gibi dinlere hücum etm işlerdi. Dini
o güne dek akıllarının ucundan g eç irm em iş ateistler şim di onu
baş köşeye koyuverm işlerdi. F eshedilen Ruh H akikati Kilise
s in d e n g eriy e büyük bir boşluk kalmıştı ve yeni ilerici kilise y ö
n elim lerin e karşı güçlü bir tepki oluşmuştu. Bir kez aptal yerine
konan insanlar bunun bir daha tekrarlanm asını istem iyorlardı.
Hsas, sarsılm az d eğ erlere geri d ö n m e y e y ö n elik bu m uazzam
talebi karşılayacak T ek Kilise vardı: K ızıl P a p a 'n m b ey an atın d an
ö n c e ç ö k m e k üzere olan bir K ilis e ... K apılarını bu m üsrif kala
balığa ardına kadar açarken katı ibadet kuralları g etirip kendini
gururla A n a Kilise ilan ed e re k hakikat üzerindeki biricik sahipli
ğini de d o g m a tik olarak sağlam laştırdı. B in beş yüz yıllık öm rü
boyunca K atolik Kilisesi hiç bu kadar güçlü olm am ıştı.
Şu an bile, siyah cübbesinin içindeki P e le r R iga'yı selam layıp
elini ö p m e k için eğilen dostlarının oluşturduğu kalabalığı seyre
derken, F lem in g 'in aklında Bradley S o am es'in son sözleri vardı.
"Bu yüzden o da ikinci bir oğul g ö n d erd i: daha esrarlı bir
oğul. Yani ben. Bu kez iyiliği vc şefkati telkin e tm e k için değil,
bir kere dc herkese T a n n 'n ın var o lm ad ığ ın ı; tek hüküm darın
Ş eytan olduğunu kanıtlam ak için. İnsanoğlu an cak o zam an di
nin zincirlerinden kurtulup kendi doğru-yanlış m an tığ ın ı geliştire
cek -gerçek hür iradeyi. S o n u çta kişi ancak o rtad a bir mükâfat
vaadi o lm adığında g erçek ten faziletli bir seçim yapabilir. Yani bu
T a n n 'n ın size hediyesi: K endisini bilincinizden silip atm ak. A c-
costa'yı y aratm am ın n ed en i bu. Kibirli ve d ogm atikti: dinin ku
sursuz bir sem bolü. Y cryüzündcki cn güçlü dinin lideri öteki dün
yadan T an rı'y ı red d ed in ce bütün dünya d in lem ek zorunda kaldı.
İşaretlerden sonra da inanm aktan başka seçenekleri kalm adı."
Bu bir delinin laf kalabalığıydı, am a ateş to p u n u n üzerine
uzanm ış yatan, 'Siz kurtarılm ayı hak e tm iy o rsu n u z,' diye lıaykı
ran görüntüsü akima g elin ce F lem in g sırtına vuran ılık güneşe
rağm en ürperdi.
R iga'yı tebrik ettikten sonra F lem ing o n a bir soru sordu. Bi
le re k unvanıyla hitap etm iy o rd u . "P e te r, Kızıl P a p a n ı n Ruh H a
kikati G ü n ü 'n d e n bir şey ö ğ ren d ik m i?"
R iga hiç tereddütsüz, "E lb ette, M ile s," ded i.
"N ey m iş p e k i? M
R iga sorunun cevabı ç o k aşikârm ış gibi kaşlarını çattı. " İn
sanların kılavuza ihtiyacı olduğunu ö ğ ren d ik ; T a n r ıy ı tek başla
rına bulam ayacaklarını, koyunlar gibi, T a n n 'n ın g e rç e k şanını
g ö reb ilm ele rin e yardım e d e c e k , güçlü, k e n d in d e n em in bir ç o
bana ihtiyaçları oldu ğ u n u ."
F lem ing istemsiz bir ürperti hissetti. " Ç o b a n da sen misin?"
diye sordu.
Riga gülümsedi. Tebessüm ü F lem in g 'in daha evvel A cco sla'n m
yüzünde gördüğü, aynı mutluluk veren katiyeti yansıtıyordu.
Bu parlak, beyaz güneş ışığındaki gerçeküstü bir anda Fle
m ing ikisinin arasında bir fark g ö re m e d i. K ızıl P a p a y la K ara
P a p a 'n ın te k farkı cü b b elerin in rengiydi sanki.
SON
R iga hiç tereddütsüz, "E lb ette, M ile s," ded i.
"N ey m iş peki?"
R iga sorunun cevabı ç o k aşikârm ış gibi kaşlarını çattı. " İn
sanların kılavuza ihtiyacı olduğunu ö ğ ren d ik ; T a n r ıy ı tek başla
rına bulam ayacaklarını, koyunlar gibi, T a n n 'n ın g e rç e k şanını
g ö reb ilm ele rin e yardım e d e c e k , güçlü, k e n d in d e n em in bir ç o
bana ihtiyaçları oldu ğ u n u ."
F lem ing istemsiz bir ürperti hissetti. " Ç o b a n da sen misin?"
diye sordu.
Riga gülümsedi. Tebessüm ü F lem in g 'in daha evvel A cco sla'n m
yüzünde gördüğü, aynı mutluluk veren katiyeti yansıtıyordu.
Bu parlak, beyaz güneş ışığındaki gerçeküstü bir anda F le
m ing ikisinin arasında bir fark g ö re m e d i. K ızıl P a p a y la K ara
P a p a 'n ın te k farkı cü b b elerin in rengiydi sanki.