You are on page 1of 133

SİMURG

gerçeğe yolculug

YAZAN
Metin KILIÇ
simurgwalll7@yahoo.com

1.Yayım MAYIS 2003


2.Yayım ŞUBAT 2010
SİMURG

Kuşlar aleminde bir gün gelmiş,

Kafdağı’nın ardındaki Simurg,

Krallığa laik bulunmuş.

Hep birden yola çıkılmış,

Önünde biat etmek için.

Uzaklardaki Kaf'ın yamacına,

Yorgunluğa dayanabilen yarısı ulaşmış.

Görmeyi istediklerine ulaşmak için,

Yedi bölgeden geçilmiş, ölümler pahasına.

Sonunda,

Otuzu kalmış kuşlardan.

Geride verilen canlar...

Kafdağı’nın ardında kendilerinden başkası yokmuş.

Aradıkları kendileriymiş.

Aslında, Simurg, Farsça otuz kuş demekmiş.


ÖZÜ

Gerçeğe ne kadar yakın olduğumuzun hikayesi.


Okuyacaklarınızın ya da anlayacaklarınızın ne olduğunu düşünün.
Yaşam denilen kısa yolculuğun neresindesiniz? Başlamadan önce düşünün.
Yazılanların hiçbiri gerçek değildir.
Gerçek, sadece sizin yaşadıklarınız değil midir?
GİZEM

Robel kimdi? Bilinç altında gizlenmiş bir kapıdan girince tanıştık. Gelecekteki geçmişin
şimdisinde. Robel, yıldızların ay kadar değerli olduğu zamanlarda. Eski çağlarda...
Zamanın yavaş aktığı anlarda. Robel, sitelerden uzak bir köyde. Savaşların ve yıkımların
eksik olmadığı çağlarda. Kardeşlerin en küçüğü. Diğerleri, vakti gelince site dedikleri
şehirlere gidince, yalnız kalmış anne-babasıyla. Baba, eski bir savaşçı. Yorgun ve hayata
küsen. Kötülüklerin içinden kurtulup da huzur dolu bir yaşlılık isteyen. Bunun için
Robel'in doğduğu o köye yerleşen bir baba. Annesi sıradan bir insan. Azı çok olana tercih
edecek kadar sabırlı. Ailenin elinde kalan, bir tek ayçiçeği tarlası. Onun bekçisi son çocuk;
Robel. O, uzun boylu ve esmer. Sıcak havalarda kolay terlemeyen, siyah saçlı, siyah gözlü
sıradan bir genç delikanlıydı. Yüzü etli ve geniş omuzlu. Parmakları ince, vücudunun
ihtişamına ters, ince bilekli. Soğuk görünümlü. Gülmesini bilmeyen birisi. Çok
düşünürmüş çocukluk yıllarında: Geleceğini, ailesini , çevresinde olanları. Robel....
Aranızda onun yerinde olmak isteyenler olacak, okudukça anlatılanları. Onun
katlandıklarına, siz katlanacak kadar cesur musunuz?
SÖZÜ

Benim adım Robel.


Yazanın kalbine girmeseydim, bilmeyecekti kimse beni.
Yaşadığınız günden çok önce geldim bu dünyaya.
Yaşadıklarımın hepsi gerçektir.
Hayatın ne kadar acı olduğunu göreceksiniz.
Eski dünyada, bir köye doğmuşum, binlerce yıl önce.
Zaman nedir? Biliyor musunuz? O kadar garip bir durum ki...
Aleminde beklemekteyim.
Neyi mi bekliyorum?
Okuyabilenler de buraya gelecek nasıl olsa.
O zaman öğrenirsiniz.
Şimdi okuyun, beni ve yaşadıklarımı.
İÇERİK:
A. 6 GÜN
B. TAPINAKTA İLK 1000 GÜN(BAHÇE)
C. TAPINAKTA İKİNCİ 1000 GÜN(MUTFAK)
D. SÜKUNET DÖNEMİ 95 GÜN(DİNLEME)
E. HÜCRE DÖNEMİ 95 GÜN(CEVAPSIZ SORULAR)
F. LABİRENTE GİRİŞ
G. ŞEHVET TESTİ
H. SU TESTİ
I. FIRIN TESTİ
İ. MEZAR TESTİ
J. RASATHANEYE GİRİŞ(GÖZLEMEVİ)
K. ÖĞÜT
A. 6 GÜN

Ayçiçeği tarlası ve kuşlar. Bir insanın hayatını ne kadar değiştirebilirler ki? Ölü
bir ağaç. Başkalarına görünmeden ağlamak veya gülmek gibi. Hayatımı değiştiren o güne
gelmişti zaman. Henüz ondokuz iken. Benim yaşımda olmak istemezdin. Zordur. Bilesin.
Neden kardeşlerim gitti? Neden yalnız bıraktılar beni bu tozlu köyde! Sitede yaşamak için.
Ama annem ve babam..Onları bırakamadım ki.
Kaderimi değiştiren günün başıydı. Sabah, sıradan bir sabahtı. Şafak sökmeden
kalkardım. Nedense ailede en sona kalırdım . Babam, o yaşlı haliyle dışarıdaydı. Kim bilir
neyin peşinde. Annem, ateş ve su ile uğraşıyor olmalıydı. Azığım hazır olunca yola
çıkmam gerekiyor. Tarlaya güneş doğmadan ulaşmalıydım, her zaman olduğu gibi.
Gözleri açınca sabahları, hemen kalkmak istemez insan. Ama tembel olmaya izin vermiyor
ki hayatı insanın. Üzerimde tek parça, solgun beyazlıkta bir giysi, belimde siyah bir kuşak.
Giyindim bile. Dışarıya adımları attıkça sıkıntı başlardı gönlümde. Tek kalmak ne demek
bilir misin? Konuşamadan geçen anlar. Elime annemce hazırlanmış azık sessizce verildi.
Babam yine o konuşmayı yapacak işte: ' Evlat.... Tarlaya yaklaşan olursa, sadece gözlere
bakman yeterli. Onlar yalan söyleyemez. Eğer içine şüphe düşerse... O anda taş atmalısın.'
der ve gülümserdi. Ak saçlı babam. Neler çektin de hala gülebiliyorsun. Ben o yaşa gelince
gülebilecek miyim? Nasıl bir dünya bu böyle? İnsan yaşlanmak için mi yaşar?
Cevaplayamadım sorular kafamda gezinirken yola koyulmuştum o gün. Başıma
gelecekleri bilseydim, onları bırakmazdım köyde. Yanıma alırdım o gün.
Tarlaya ulaşmam, hızlı adımlarım sayesinde kısa sürdü. Tarlamız bir tepenin
ardında kalırdı. Köyü görmeyen yamacında. Yamaçta bir ölü ağaç. Başka gölge
bulamazdım. Esmer olan cildim kavrulurdu sıcak günlerde. Ama bilemezdiniz ki o ölü
ağacın sabah gölge verdiğini. Güneş doğmadan gölge veren ağaç. Nereden geldiğini
çözemedim rengarenk kuşlar. Ötmeden beklerdi kuşlar beni. Gelince oraya, o gölgede
uzanmama izin vermeden uçar giderlerdi. Patika yolun ayırdığı tarla ve ölü bir ağaç.
'Hayatın burada mı bitecek?' der gibiydiler. Güneş tepeme yükseldikçe tarladaki çiçekler
onu izlerdi. Nedenini düşündüm, ama bulamadım. Etrafları zaten aydınlık değil miydi. O
ışığı izlemelerinin bir sebebi olmalıydı. Bulutlara ne demeli. Gezinirler. Gökyüzü onların.
Gölge ederler, canı istediklerine. Yağmur olurlar. Nasıl olur da olur. Bitmez sorulara
dalmışken, o günü diğer günlerden ayıran olayla yüzleştim. Uzaklardan tozu dumana
katan atlılar göründü. Hızla bana doğru gelen. Uzandığım yerden, dirseklerimden destek
alarak hafifçe doğruldum. Site askeri olmalıydı. Tahmin ettiğiniz olaylar olmayınca ne
olur: şaşkınlık. Babamın anlattığı savaşçılardı bunlar. İlk defa karşılaşmıştım. Ölüm
yakınlarımda diye düşünürken, tarlaya saklanmayı akıl edemeden yanımdan geçmeye
başladılar. Sayıları ondan fazlaydı. Nedense her biri varlığımı hissetmemiş gibi yanımdan
geçtiler. Öndekilerden geride, artçı bana ulaştığında göz göze gelmiştim. İstemeden.
İçimde korkudan ziyade şaşkınlık vardı. Sapanımla taş atmak aptalca gelmiş olacak;
uzandığı yerden doğrulmuş ve bir elim ağaca dayanmış vaziyette karşıladı bedenim.
Atından inmeden, çevremde birkaç kez dolaştıktan sonra önüme sürmüştü atını.
Korkmamak için deli olmak gerekirdi o gün. Deliliğim tuttu. Gülümseyen yüzümü
görünce atından indi. Saçı sakalına karışmış. Siyah atının üstünde. Siyah elbisesi altında
hançerinden kılıcına bir savaşçı. Kılıcını kınından çıkardı. O an ölüm korkusu geldi.
Kalbimin atışından söylediklerini duyamadım. Tekrar ve yüksek sesle tekrarladı:
Savaşçı: Kimsin?
Robel: Beni neden öldüreceksin?(dedim. Der demez sakalı arasında kaybolan
gülümsemesiyle cevap verdi)
S: Ölümden korkan biri daha.
R: Korkmayan var mı?
S:(gülümsemesi aniden kızgın bir ifadeye dönüştü) Küçük. Çok insan öldürdüm.
Korkmayan sadece ölü bedenleriydi.
R: Nedeni olmadan beni öldüreceksin.
S: Öldürmede neden arasaydık aç kalırdık.
R:(Kılıcından korkmuş olduğumu anlamıştı. Güneş altında ışıldayan o kılıca bakarak) Bu
tarlanın bekçisiyim.
S: Vaktimi alıyorsun( diyerek kılıcını kaldırdı. Gözlerim kapanıverdi birden. Bedenime
girecek bir keskin kılıç altında titreyen ellerimi arkada saklıyordum.)
S: Bu benim oldu( dedi. Ağaca asmış olduğum azık torbamı aldığı hızla atına binerek,
önündeki gruba doğru atını sürdü.)
Kendime gelmem uzun sürmüştü. Aklımdan sadece 'ölüm halinde bana ne
olacak?' sorusu geçiyordu. Korku, yerini meraka bırakmıştı. Ayaklarım üzerinde çökerek
uzaklaşan atı izledim. Bu kadar yakın olan ölüm uzaklaşıyordu. Sıra dışı bir gün
başlamıştı. Nasıl bitecek diye düşünmüyor insan. Unutuyorsun geçenleri. Kalp atışlarım
normale dönünce tarlaya girip, içinde saklandım. Korku yeni başlamıştı. Ölüm korkusu.
Tarif edilmez bir boşluk vardı içimde. Açlığımı bana unutturan hislerle boğuşmaktaydım.
Uykuya yenilmişim. Gözlerimi açtığımda gün kararmaya yönelmişti. Tarladan
yavaş adımlarla çıkarak ağacıma yöneldim. Aynı olayı tekrar yaşadım o an. Rüya mıydı
olanlar, yoksa gerçek mi. Hangisi gerçek? Ölüm ve hayat. İnce bir yol üstünde, ikisi
beraber.
Önce burnuma geldi yanık kokusu. Ardından gökyüzüne yükselen koyu
dumanları gördüm. Köy tarafından yükselen dumanlar. Koşmak istedim. Koşamadım.
Görmek istemediklerimle karşılaşacağım hissi vardı. Üzüntüye yavaşça yaklaştım. Tepeyi
aşınca uzaktan görüldü olup biten. Savaşçılarca içine girilmemiş ev yoktu. Ne istediniz bu
köyden. Hayatımda ilk kez o gün ölü insanlar görmüştüm. Boş bakışlarla yatan. Annem ve
babam neredeydi. Evimizin dışında uzanan iki ölü onlardı. Kanlar içinde. Babam elinde
kılıcıyla can vermişti. Eski bir askere yakışan şekilde. Annemden ne istemişlerdi onlar.
Öldürmek bu kadar mı kolaydı. Daha önceleri de ağlamıştım. Bu sefer ki uzundu.
Gözyaşım tükeninceye kadar ağladım. Annemin yanında bayılmışım.
Açlık içinde uyandım. Yeni bir gün başlamak üzereydi. Köyde benden başka
yaşayan yoktu. Evin içine girdim. İşe yarayacak bir parça kalmamıştı. İçim ağlıyor, dışım
beslenmek için aranıyordu. Kuru bir somun buldum yerde. Midemi bununla kandırdım.
Yalnız kaldım. Kimsem kalmadı. Ne yapacağım. Nereye giderim. Burada nasıl kalırım. Tek
arkadaşım olan o ağacın altına gittim. Uzanıp düşünmeye başladım. Yeni bir gündü benim
için. Tanıdığım kimse kalmamıştı hayatımda. Umudum gitmiş, yerini belirsizlik almıştı.
Güneş tepemde iken ayak sesleri ile uyandım. Ölü ağacın altındaydım. Birkaç
adım ötede, ihtiyar bir adam bana yaklaşmaktaydı. Solgun yüz ifademle:
R: Öldüler(deyiverdim, kim olduğunu bilmeden.)
- Evlat. Kim öldü, anlat bana.(diyerek yanıma oturdu.)
Hayatımda onun kadar yaşlısını görmemiştim. Yüzü kırışıklar içinde ama gözleri
ışıl ışıldı. Saçları beyazlamış ve yüzünü kısmen kapatabiliyordu. Elinde asası ile tarlaya
doğru bakarak, benim konuşmamı bekliyordu.
R: Kimsem kalmadı. Korkuyorum.
-(Gülümseyerek) Bu tarla kimin?
R: Bizim. Neden sordun?
- Evlat, gözünle gördüklerinin aslı topraktır. Ölenler her kimse, iade edilmişler. Bunda
üzülecek olan sen değilsin.
R: Anlamadım.
- Anlasaydın burada küskün beklemezdin.
R: Ölenler annem ve babam. Onlar nasıl toprak olacak? Nereye gittiler? Ben onları
istiyorum yanımda dedim. Dememle hıçkırıklara boğuldum. Özlemiştim. Onlarsız bir
günüm bile geçmezken. Şimdi kendimleydim. Çok acı bir durumdu bu.)
- Derinlere dalma. Sana bir öğüt versem, bunun karşılığı olarak bu tarlayı yakar mısın?
R: Kimsin ki sana bu tarlayı vereyim. Öğüt ne işime yarayacak ki. Ben de mi katil
olacağım. Ben de mi kötü olacağım.
- Bilmediklerini öğrenmek içindir öğüt.
R: Kim olduğunu söyle bana.
- Kim olduğum sana yarar sağlamaz. Senin benden alacağın sadece öğüttür. Karşılığı ise
emek verdiğin şu tarladır.
R: Ne olduğunu bilmediğin, öğüdün karşılığı olarak nasıl tarlayı yakarım.
- Sana aradığın gerçeği öğrenebileceğin yeri söylesem de mi?
R: İçimdekileri nasıl bildin ? Büyücü müsün?(Korkmaya başlamıştım.)
- (Sesi kulağı tırmalayan bir yükseklikteyken, bağırmaya başladı.) Sen değil misin;
bulutlarla, kuşlarla ve doğan güneşle kaybolan. Buradan öğüdü almadan gidersen, nefes
aldığın her an acı çekersin. Yak şu tarlayı. Ayrıl seni bağlayan tarlandan.
Birden kalkıverdim. Tarlaya yöneldiğimde ihtiyar gözünü bana dikmiş
bekliyordu. Elindeki saydam maddeyi bana verdi.
- Bunu kullan.
R: Bu nedir?
- Işığı birleştiren yolları vardır. Kuru dalların üzerine tut.
Dediklerini yaptım. Yapraklar alev almıştı. Ateşe hükmeden bu ihtiyara karşı,
merak duygusu ağır basınca:
R: Bana kim olduğunu söyle.
- Öğüt, kim olduğumdan daha önemlidir.
R: İşte tarla yanıyor. Söyle söyleyeceğini.
- (Ayağa kalktı.Güneşin batacağı yeri eliyle göstererek) Günlerce süren bir yolculuktan
sonra oraya varacaksın. Orada bir tapınak var. Sen onu bulmasan da o seni bulacaktır.
Aradığın gerçek orada.
Aksi istikamette yürümeye başlamıştı. Aklımı kaybetmek üzereydim. Olup
bitenleri anlamak zordu. Arkasına bakmadan uzaklaşan ihtiyarın adını öğrenemeden,
yeniden küller içindeki köye döndüm. Yanıma alabileceğim ne kaldıysa. Bilmediğim bir
yöne doğru yola koyuldum. Hiç yaşamamış gibiydim. Öncesi ve sonrası. Mutsuzdum o
köyde. Ama böyle mi bitecekti. Annemi özledim. Ben kime 'anne' diyecektim. Kim bana
azık verecekti bundan sonra. Babamı özledim. Benimle gurur duyan bakışları bir daha
nerede bulacaktım. Kendimi bir dere kenarında buluncaya kadar yürümüşüm. Hava
kararmış, kurt sesleri yükselmeye başlamıştı. Daha önce tek başına kalmayan Robel ne
yapacak?
Gece olunca uzandım. Uyuma hesabıyla. İçime o gecenin sessizliğini delen suyun
sesi girdikçe, boşaldı sıkıntım. Suyun sesi. Daha önce de duyduğum ses. Şimdi farklı.
Yalnızlığını benimle paylaşıyor. Karşılık beklemeden. Gecenin soğukluğu. Suyun sesi.
Üzerimde ışıldayan yıldızlar. Ne kadar azını biliyordum hayatla ilgili olanlardan. Beni
orada görmüş olsaydınız... Görecek kadar cesaretiniz yok ki. Acıyla yan yana ne kadar
kalabilirsiniz?
Sabah olunca gördüğüm rüyalar üzerine düşündüm. Birinde köprüden geçmeye
çalışılırken suya düşmüş, büyük bir balığa yem olmuştum. Diğerinde kanatlarım vardı.
Bulutların üzerinde uçuyordum. Yanı başımdaki dereden suyumu içer içmez yoluma
devam ettim.
Güneş tepemde iken çöl karşıma çıktı. Eyvah ki ne eyvah! Burayı nasıl geçerim
ben. Başka bir yol bulmak gerekiyor. Çölü sağıma alarak yürümeye başladım. Günün nasıl
bittiğinin farkına varamamışım. Düşüncelere dalınca zaman akıyor sanki. Gölgeye çekilip,
açlığımı dindirme niyetiyle oturdum. Geçmişim ve geleceğim arasında bir yerde
sıkışmıştım. Ne olacak bana? Kimim ben? Ya da nereye gitmeliyim? İnsanlar niye yaşar.
Acı çekmenin nedeni... Aklımı kaybetmek üzereydim. Hiç tanımadığım bir yaşlıya
güvenip bilmediğim yollardayım. Sonu neye varacak. Sorular içinde boğuldum. Kuş
olmayı düşlerdim o tarlanın yanındayken. Kanat çırpmayı düşlerdim. Tek başıma kalınca
kanatlarım kırıldı. Onları özledim. Onlarsız bir dünyada yaşamak acıymış. Bana
gülümseyen bir yüze ihtiyacım var. Karanlıkta kendimden korkar oldum. Gözyaşımı
hissettim şimdi. Gözlerim doldu. Ağlamak bu kadar kolay olmamıştı daha önce. Bunlar
başıma gelmeden önce, üzülmemiştim bu kadar. Sebep ne olursa olsun. Gerçeklerden
korktum. Ölüm gerçeğinden. Karanlık ve yalnızlık. Hiç sevenim olmadı. Sevilmedim de.
Paylaşmak istiyorum. Nereden geldiğimi öğrenmek. Suyun sesini... Ya da bulutlar nasıl su
olur ve akar nehir olur. Bilmek istediğim gerçekler içinde bir de ölüm var. Annem ve
babam şimdi neredeydiler. Eğer ölüm yok olup gitmekse, ben onları çok seviyorum.
Sevgimle yaşatırım içimde. Ya ben de ölürsem... Yok olacaksam neden yaşıyorum. Neden
bu hayat... Bana yardımcı olacak yok mu?
Gölgesine sığındığım ağaçların altında, bu düşüncelerle bir günümü daha heba
ettikten sonra yeni günün ilk ışıkları ile çöle girdim. Kum, ayaklarımı içine alacak sanki.
Yürümek zor. Geriye dönmek mümkün değil. Güneşi takip ederek tek yönde ilerledim.
Her tepenin ardında, eskisi ile aynı bir kum tepesi daha. Ümidinizi kaybediyorsunuz.
Suyum tükenince korku girdi içime. Yakıcı ve insafsız çöl acımadı bana. Yürüyecek gücüm
kalmamıştı. Gözüm ufukta serap görmüştü, gücümün bittiğini sandığım anda. Bana
anlatılan serap. Aldatan serap. Ümidin bittiği yerde coşku aldı içimi. Bir umut diyerek
koşmaya başladım. Koştukça uzaklaşıyordu. Nihayet zemin sertleşti. Daha kolay
koşabiliyordum. Serap, gerçek oldu. İçine girince şüphem kalmadı. Adını bilmediğim taze
meyveler ve kaynağından berrak su. Ne güzel bir yerdi. Hep orada kalabilirdim. Çölün
hediyesi. Daha önce su bu kadar tatlı gelmemişti. Meyveler ağzımdan kayıp indi mideme.
Ölümlerden sonraki en mutlu anımdı. Bitmesini istemeyip de bitecek olan
güzelliklerdendi. Çölün ortasında yeşillik ve su. Bugün şanslı günüm. Burada mola
verebilirim. Yüzüm yeniden gülmeye başladı. Acı içinde gülümsedim. Batan güneşe
bakarak hayal kurmaya başladım vahamda. Cevabı insanı delirtecek sorulara daldım.
Gecenin sırrı neydi. Aydınlık ve karanlık neden var ki. Güneş nereye gidiyor?
Bir çölde kaldıysanız ve üstelik tek başınıza, vahanızdan ayrılmadan önce iyi
düşünmelisiniz. Öyle yaptım. Alabildiğim kadar su ve meyve. Tok bir mide. Dinlenmiş bir
beden. Güneşin doğmasına fırsat vermeden yoluma koyuldum. Birkaç kez geriye
baktıysam da ayrılmam gerekirdi. Zaman öyle bir akar ki, içinizdeki acıyı alır yavaşça. İlaç
gibi. Zemin, yeniden içine alan kumlarla dolmaya başladı, yürümek zorlaştı. Kardeş kum
tepeleri yan yana dizilmişler. Bitmek bilmiyorlar. Güneşin giderek yukarıya çıkması ile
yorgunluk başlıyor. Suyun tadını başka hiçbir yerde bu kadar güzel alamazsınız. Garip
olan bu değil mi? Çekilen acı sonunda elde edilenler, daha değerli oluyor gözümüzde.
Çölün bittiği yer, bir denizmiş meğer. Çok uzakta olsa da görünmesi yetti.
Karanlık çökmeden kıyıda olurum. Hayatımda ilkleri yaşamaya devam etmekteydim.
Deniz, anlatıldı. Babam, gençliğinde bir gemide çalışmış. Balık yemeye bayılırmış. 'Dalga
olmadan balık olmaz.' derdi. Yanımda olsaydın da beraber gitseydik şu denize. Olmaz
mıydı. Nerdesin be baba. Özlemişim seni.
Kararmaya yönelmiş gün bitmeden, ulaştım deniz kıyısına. Karşımda deniz ve
ötesinde belli belirsiz dağların zirveleri görünüyordu. Güneşin battığı yer orası. Öyleyse
oraya gitmem gerekiyor. Yüzme bilmem ki. Kıyıda geceyi geçirmeye karar vermiştim.
Meraktan olsa gerek suyun tadına baktım. Tuzluydu. Yemekler bile bu kadar tuzlu değil.
Neden tuzlu ki!. Yağan yağmurda tuz yok. Yine merak başlamıştı. Uyumadan önce birkaç
meyve yedim. Biraz da su içtim. Nedense daha iyi hissetmekteydim kendimi. Moralim
yerine gelmişti. Sabah olunca kıyı boyunca yürümekti kararım. Şansım varsa karşıya
geçerim. İhtiyar... Neden beni buralara sürükledin sanki. Çölün sıcağından sonra, gece
olup yıldızlar üzerimdeyken esen tatlı rüzgar hoşuma gitmişti. Uyku böyle havada tatlı
oluyormuş.
Sabah olmuştu. Kıyı boyunca yürümeye başladım. Denizin sesi hoştu. Dalgaların
benimle konuştuğunu zannederek ilerledim. Yalnızlığımı paylaşan yine suydu. Önümde
bir deniz kabuğu gördüm. Elime alarak babamın tarif ettiği gibi kulağıma yanaştırdım.
Mükemmel bir dil. Her olanı anlatıyordu. O sessiz kabuk, kulağıma yanaşınca
dilleniverdi. Benim gibi yalnız olmalıydı. Onu torbama alarak ödüllendirdim. Benimleydi.
Her dalga, kıyıya vurduğunda kumları yalıyordu. Denizle çöl arasında gide gide bir
balıkçı barınağına ulaştım. Ortalıkta kimse görünmüyordu. Beklemeli miydim yoksa bir
küçük tekne alıp yola mı çıkmalıydım.... O zaman hırsız olurdum. Hırsızlar kötü insanlar.
Ben kötü müyüm? Beklemeye karar verdim. Eskisi kadar sıcak olmayan havada, denizde
bacaklarımı serinleterek bekledim. Minik balıklar gördüm bacaklarım arasında yüzen.
Hareketsizce bakarken arkamdan gelen sesle irkildim. Bu bir balıkçı olmalıydı:
Balıkçı: Hey...
R: (Arkama dönerek gülümsemeye çalıştım. Ama gözüme giren güneş, buna izin
vermemişti)... Karşıya geçmem gerekiyor.
B: (Bulunduğu tepeden aşağıya, yanıma geldi) Oraya gitmek zordur.
İçine sinen balık kokusu dayanılmazdı. Saçları dökülmüş, orta yaşın üstünde, eti
kemiğine yapışmış, sıradan ama kokan bir insandı. Yaklaştıkça, geriye gitmek zorunda
kaldım. Üzeri neredeyse örtülmemişti, giydiği don dışında. Gözlerim o dona takılmış
olacak ki:
B: Beğenemedin mi? (Gülümseyerek) Güneşin yakması için.
R: Karşıya beni geçirsen ya.
B: Bedeli var.
R: Öderim.
B: Neyin var?
R: Sana yardım ederim. İşini görürüm.
B: Peki... Bana şu tekneyi onarmada yardım edersen ve o tekne yüzerse, bedelini ödemiş
sayarım.
R: Kabul.
B: Daha önce böyle işler yapmış mıydın?
R: Hayır. Çiftçiydim.
B: Yaparsın. Güçlü, kuvvetli görünüyorsun... Gözlerin hariç.
Haklıydı. Gözlerimden korku ve endişe okunuyordu. Bedenime kanmış bir
balıkçı ile tekneye çıktım. Dalgalar bir ucuna vuruyordu. İçeriden temizliğe ve ardından
onarıma koyulduk. Acemice çalışmamdan olacak, memnun kalmadığını düşünmüştüm.
Bir yandan çalışırken diğer yandan konuşmaya başladık:
B: Denizle yaşamak zordur... Senin adın ne bu arada?
R: Benim adım Robel.
B: Daha önce böyle bir isim duymamıştım. Neyse. Bak Robel... Deniz, insanı tüketir.
Verdiğinden daha fazlasını içinden alır. Ne canlar alır, acımaz bile. Bakma şu yanımızdaki
dalgaların şirinliğine. Onları bir de açıklarda görsen. Boyunca dalgalar. Kocaman gemileri
bile batıracak güçte. Kızar bazen bizlere. Yağmurla bir olur, üzer bizi. Ama ardından
uykuya geçer. Dalgaları göremezsin. O zaman balıkları görürsün. Balık avlamak zordur,
Robel.
R: Burada tek başınasın. Kime satarsın balıkları?
B: Buraya, senin gibi çölü geçecek kadar güçlü genç insanlar dışında, gelen olmaz...
R: (Ne de güçlü ama!) Ya...
B: Burası benim mekanım. Dinlenmeye, yalnız kalmaya gelirim. Tamir işleri falan. Geceye
kalmam geri dönerim.
R: Nereye?
B: Çiftçisin ya bilemezsin. Deniz tehlikelerle doludur. Gözünü açacaksın. Yoksa yutarlar
seni.
R: Kimler yutuyor? ( Bilmediğin ne kadar çok olan biten varmış.)
B: Korsanı, kralın askeri ve tanımadığın yabaniler.
R: Karşıda ne bulurum?
B: Bela... Sadece bela. Oraya gitmek hata.
R: Gitmek zorundayım.(Nedeni yoktu aslında. Başka ne yapayım. Merakla endişe bir
olmuş, beni oralara sürüklüyordu.)
B: Sormuyorum nedenini merak etme.
R:( Düşüncemi okumadı ya.)
B: Konuşmaya daldık ama iş çabuk bitti. Arka taraftaki deliği kapatırsak tamamdır.
Ne kadar sıra dışı bir sıradanlık! Hayatında kendinden başka kimsesi olmayan
bir adam. Ama gözlerinde endişe yok. Yüzünde acı ve hüzün gizli. Nedense bunlar hayata
küsmesine izin vermiyor. Köyümde meğer bilmeden yaşamışım. Görmeyen gözlerim
görmeye başlamıştı. Acı çekmek ve üzülmek gerekiyor belki de. Balıkçının deniz tuzu ile
kavrulan yüzü, kuru ve kemiksiydi, kabuk bağlamış gibiydi. Yanıma aldığım deniz
kabuğu aklıma gelmişti. Balıkçı teknedeki ince işleri tamamlarken, sihirli sesleri dinlemeye
devam ettim. Balıkçıya arkama dönmüş, gitmem gereken yere bakıyordum. Orada
dağların zirveleri ve üzerinde bulutlar vardı. Yağmur bulutları. Susadığımı hatırlatmıştı.
Balıkçıdan su istedim:
R: Suyun nerede?
B: Sabır.
R: Anlamadım.
B: Su içmek sabır iledir. Yudumlar sayılı olmalıdır. Öğreneceklerin var senin Robel.
Toysun.
Birden su içmekten vazgeçmiştim. Vazgeçiren öfke olmuştu. Bu cevabı
beklemiyordum. Tekneyi tamamlamış olacak ki beni el işareti ile yanına çağırdı. İkimiz
birlikte denize itmeye başladık. Tekne zor olsa da denize itilmişti. Yelkenlerini açmış,
benim binmemi bekliyordu. Deniz yolculuğu başlıyor.
Kıyıdan uzaklaştık. Dalga boyu, ürkütecek kadar yükselmişti. Tahminimden
daha uzak olduğunu anlamıştım; karşı kıyı ve dağ eteklerinde gezinen bulutlar. Gökyüzü,
bizi aciz bırakmak istercesine bulutları üzerimize göndermekteydi. Gündüz haliyle hava
karardı. Yağmur yağacak. Balıkçının umurunda mı! Gözlerimdeki endişeyi görmüş olacak
ki:
B: Korkma... Yağmayacak.
R: İçimden geçenleri nasıl bildin?(diyerek şaşkınlığımı belirtmiştim hemen)
B: (Bir elinde sıkıca tuttuğu yelken ipi olduğu halde bana dönerek) Gözler yalan söylemez.
Söylediği gibi yağmur olmadı. Dalgalar kabardı. Denizin tuzu ağzımı açmadığım
halde dilimdeydi. O tadı hissedebiliyordum. Yine düşüncelerimin arasına girdi:
B: Robel... Dünyada beş tat vardır.( dedi. Nasıl okuyor düşüncemi. Bu adamdan korkmaya
başlamıştım.)
R: Acı, tuzlu, ekşi, Tatlı. Beşincisi?
B: Uykunun tadı.
Gülümseyerek işine koyuldu yine. Kıyıya yaklaşmıştık. Anlam veremediğim bir
gizemi vardı. Gerçekten uykunun ayrı bir tadı vardı. Sabah olunca beyninde hissettiğin bir
tat. Hiç düşünmemiştim doğrusu. Dilinde hissettiğin bir tat. Dağların eteklerine
ulaşmıştık. Kıyıya bırakır bırakmaz açılmak istedi. Ayaklarım sağlam toprakla buluştuğu
anda rahatlamıştım. Denizi sevmedim. Güven vermiyor. Seni içine her an alacak gibi.
Balıkçıya son bir kez teşekkür ettim. Cevap vermeden uzaklaşmaya başladı bile. Yüzümü
dağlara çevirdim. Önümde belirsiz bir yol, arkamda acı hatıralar. Yürümek gerek. Amaca
ulaşmak için. Gün, bitime yüz tutuyordu. Karanlığı göze alıp adımlarımı takip etmeye
başladım. Yürümek, deniz yolculuğundan sonra iyi gelmişti. Hayatımda görmediğim
kadar yeşile bürünmüştü çevrem. Karanlık kendini iyice hissettirince, bir çalıyı kendime
döşek yaparak uykuya daldım. Beşinci tat. Sabah olacak ve Robel yoluna koyulacaktı.
Uzaklardan bakıldığında heybetli görünen dağlar, içine alınca insanı,
küçülmüştü. Gözlerimi açar açmaz, ardında gizlediği yere doğru gitmek üzere yola
koyulmuştum. Günler aktıkça gözlerimin önünden, acılarım hafifletilmişti. Uzakta
bıraktığım acı, peşimde beni arasa da... Ölüm müydü beni buralara kadar getiren. Yalnız
olmadığımı ve birinin beni gözetlediğini hisseder olmuştum. Dün ve yarın arasında
sıkışmış biriyim. Okuduklarınızı askıya alıp şimdi beni dinleyin. Şimdiye kadar olanlar
başınıza her an gelebilir. Öğüt alınca dinleyenlerden mi olacaksınız? Yoksa
unutmayanlardan mı? Ya da anımsayacak olanlardan mı? Gizemi çözmek zordur. Ölüm
gelip beni bedenimden aldığında rüyadan uyanmıştım. Anlatılanlar geride bir iz
bırakmadığı sürece yalandır. Gerçek sadece geriye kalandır. Güneşin doğması ve batması
gibi. Midenin acıktım demesi gibi. Yazana ilham olup yazılmasaydım, beni tanıyacak
kadar şanslı olur muydunuz sanıyorsunuz. Gittiğim ya da gideceğim yerde öğrendiklerim
benimle birlikte mezara girdi. Yıllar önce yaşadım. Size göre. 'Her insan anını yaşar.'
dediler sonradan. Bir anne ve bir baba kaybedilince ne hisseder insan? Yetim ve öksüz
çocuklar var çevrenizde. Onlara soracak cesareti olan var mı içinizde? Gözlerinizle
yazılanları okumak kolaydır. Peki yaşananları gözlerden okuyacak yetenekte misiniz?
Soru soracak ve cevabı bilecek kadar insan mısınız? Yaşamak zordur. Ölüm kolaydır
bilene. Acı içinde yaşamak mı tercihiniz? Cevabı olmayan soru yoktur. Eğer bir soru
sorulduysa cevabı yaratılmıştır. Bu öğretildi ya da öğretilecek gidilen yerde. Kafanız
karışmışken devam edelim yolumuza.
Adım atmak istemeyen ayaklarımın üzerindeyim. Koca bir dağı arkamda
bırakmıştım. Önümde uzanan düzlükte bulmam gereken yeri arayacaktım. Çimenler
üzerindeyim. Yürüyerek koşmadan ilerledim de bir dereye ulaştım. Üzerinden geçmek
yerine, oturup soluklanmayı tercih ettim. Yanımda bulunan ve ısrarla bitmeyen azık
içinden, yenebilecek olanlar boş mideme ulaştı. Çevremde boyumca çalılık arasında
kaybolacak gibiydim. Derken bir hayvan sesi 'ben de buradayım' dedi. Bir attı bu.
Oturmuş bulunduğum yerden, dereyi hızla geçerek sesin geldiği yere gittim. Sahipsiz ama
evcil görünen bir at karşımdaydı. Göz göze geldik. Siyah ve beyaz arası renkleri vardı. Su
içmesine izin verip yanına yaklaştım. Yıkanmam gerektiğini hissettirdi bana. Konuşmadan
konuşan bir hayvan. Birkaç adımım karşısında aynı karşılığı vererek uzaklaşmaktaydı.
Onun burada beni bekleyeceğini hissettim. Gözleri konuşuyordu. Dere içine soyunarak
girdim. Temiz bir beden taşımak isteyen kaç at var ki... Gülümsemeler arasında yıkandım.
Üzerimde tozlanmış tek parça giysimi de suya bulamış ve kurutmak için çalıların üzerine
atmıştım. Üzerimde bir giysi yoktu ve suyun içinde gözlerimi kapatıp o anı yaşadım.
Konuşan doğanın içindeydim. Sesli-sessiz her görülen-görülmeyen durmaksızın mesaj
veriyordu çevresine: akan su, esen rüzgar, hareketli çalılar, uçan kuşlar ve
diğerleri.Varlıklarını haber ediyorlardı. Ölü sanılan topraklar... Sustuklarında bile
konuşmaları bitmiyordu.
Kurumaya yüz tutmuş giysimi üzerime geçirdim, belimden siyah kuşağımla
sıkıca bağlayıp ata doğru yaklaştım. Kesmeyi bıraktığım sakalım ve dağınık saçlarım
içinde kalmış parlak iki gözümle bakıştıktan sonra üzerine atladım. Biraz hareketlendikten
sonra sakinleşmişti. Yelesini elime alıp gitmek isteğim yöne ilerlemeye başlamıştım. Atla
koşuyordum. Tek vücut olmuştuk. Bir günde alacağım mesafeler kısalmış, sağımdan
solumdan akıyordu. Zaman daha hızlı akıyor ama beni etkilemiyordu. Tepeleri aşmışken
karşımıza ilk kez insan yapısı bir yer çıkmıştı. Yakın çevresinde ot bitemezken yüksek
duvarlarını aşmış yeşilliklerin -ödün vermemiş ağaçların dalları arasına sıkışmış yeşil
yaprakların- görüntüsü hoşuma gitmişti. Öğüt alınan yerden buraya günlerce süren bir
yolculuk yapmıştım. Hislerim buranın orası olduğunu söylüyordu. Atımdan inmeden
giriş kapısını aramak üzere çevresinde dolaştım. Birden duvarların yerle birleştiği gizli bir
bölmeden, saçı sakalına karışmış, yüzü korku içinde, elleri titreyen orta yaşlarda bir adam
çıktı. Korku dolu yüzü, bana buradan gitmemi söylüyordu. Soru sormaya gerek kalmadan
yanıma geldi:
A: Git buradan. Sakın içeriye girme.
R: Sakin ol önce. Sana neler oldu böyle?
A: (Atımı süzdükten sonra) Dayanamadım. Ağır geldi. Zormuş.
R: Anlamadım seni. Nedir zor olan?
A: (Gözleri ata takılmış vaziyette) Gidelim buradan. Beni atına al. Ne olur...
R: At benim değildir.
A: Bunu da söylemişlerdi. Çıldırmak üzereyim. Atı olan ama atı ona ait olmayan birini
göreceksin demişlerdi. Dedikleri hep olur onların.
R: (Aradığım yerin burası olduğu hissi kuvvetlenmişti. Üzerinden inerek atı ona vermek
istedim.) At senindir. Ben buraya gireceğim.
A: (Yarı çıplak haliyle bileklerimden tutarak) İçeri girme. Dayanamazsın. Yıllarım boşa
gitti. Başaramadım. Sen de heba etme. Gençsin. Üzerine, kaldıramadıkları yükü yüklemek
isteyecekler.
R: Atı al ve git. (Dudakları ağlıyor, gözleri konuşuyordu.)
A: Cevapsız sorulardan kaçıyorum.(diyerek ata bindi ve uzaklaşmaya başladı.)
Nedense korkmamıştım. Başına ne geldiyse benimle ilgili değildi. Kapıyı ararken
duvar üzerindeki bir boşluktan, bir çift gözün beni takip ettiğini gördüm. Oraya
yaklaşarak:
R: Aç kapıyı, öğüt alanlardanım.
Yabancının gözlerini daha önce görmüş gibiydim. Bakışları ile gözlerimi delmişti.
Rahatsız olduğum bakışlarından sonra konuşmaya başladı:
Y: Aradığın nedir?(Bu ses bir yerden tanıdıktı ama çıkaramamıştım)
R: Gerçeği ararım. Bilmediklerimi bilmek isterim.
Y: İçeri girmek zordur bilesin. Ama çıkmak girmekten daha zordur bunu da unutma.
R: Bedeli neyse öderim.
Y: İçeri girmek ilim ister, düşünen insanlar içeri alınır. Sorunun cevabını bulmandır
kefareti.
R: Kefareti hak edecek soruyu sor o zaman.
Y: Sorunun cevabı yanı başındadır. Senden gündüzleri ayrılmayandır. Bulutla düşmandır.
Senden kısa ve uzundur. Ve bir de şunu bil: Hiçbir ölümlü bu kapıdan gün ışığında
girmedi.
Gözler yerinden ayrılmış, beni de bir merak sarmıştı. Neydi beni gündüz yalnız
bırakmayan. Güneş miydi. Yanımdan ayrılmayan. Geceleri olmayan. Kapı önünde
çömelerek hem geceyi hem de cevabı düşünmeye başladım. Hava esiyordu. Üzerimde
bulutlar vardı. Güneşle arasına girince görünmediğine göre o olamaz. Ama bulutla
düşman olması neden...
Gün bitmişti. Karanlık çevremi kuşatmıştı. Cevaplar arasında kayboluştum.
Şansımı denemek için seslendim. Gözler eski yerine gelince duvarda:
R: Bu sorunun tek cevabı yoktur.(dedim. Dememle gülmeye başladı)
Y: Burada her sorunun cevabı vardır. Bedelini ödeyen alır cevabını. Kapı önünde
beklediğin ve düşündüğün için ödemiş oldun basit cevabın bedelini.
R: Basit değildi.
Y: Sana göre...
R: İçeri girecek miyim?
Y: Şimdi değil. Cevap bilinmeden ya da verilmeden girilmez.
R: Ver o zaman.
Y: ...
R: Neyi bekliyoruz?
Y: Zamanı.
R: Zamanı gelmedi mi? Hadi... Açım ve yorgunum. Uzun yollar aşıp geldim.
Y: Gölgenle konuş.
Yine yalnız kalmıştım duvarın bu yanında. Gölgemle nasıl konuşurum ki.
Geceleri yanımda olmaz ki. Geceleri olmayan... Cevap bu işte: Gölge.
R: Hey... Nerdesin. Cevap tamamdır.
Y: Cevabı söyleyen benim. Zaman gelmiştir. Kapı açılacak. İçeri girince dışarıyı unutacak
kadar azimli olacak mısın?
R: Evet
Y: Gölgen dışarıda kalacak.
R: Anlamadım.
Y: Anlasaydın girmene gerek kalmazdı.( diyerek biraz ötedeki kapıya, gözleri ile gitmemi
söylemişti.)
Kapı açılmıştı. Korku ve merak içinde, önce ellerimle içeri girdim. Kapıyı tutan
sağ elimden sonra bedenimle içerideydim. Karşımdaki yabancı... Ama o... Yabancı, yabancı
değilmiş.
B. TAPINAKTA İLK 1000 GÜN
(BAHÇE)

Gözlerim takılmıştı ona. Beni içeri alan, savaşçılardan geride kalandı. Azığımı
alandı. Belki de köydeki evleri yakandı. Öldürendi sevdiklerimi. Ama içimden bunları
geçirirken uyarı geldi içimdeki başka bir benden: Dışarıyı unutacaktım. Onu tanımıştım.
Bir söz söylemeden içeri girdim. Üzerindeki elbise siyahtı. Kuşağı ise parlak bir renkti.
Saçları bakımlı ve sakalını kesmişti. O da bana tanır gözle bakmıştı. Gözlerimi yüzünden
ayırdığımda, içeride düzenli bir bahçe olduğunu gördüm. Adını bilmediğim sebzeler ve
ağaçlar vardı. Çevresinde ot bitmeyen tapınağın bahçesinde yeşil vardı. Ama nasıl?
Y: Dışarıda unuttuklarını hatırlıyor musun?(diyerek bahçeye bakan yüzümü eliyle
kendine çevirdi.)
R: Söz... Seni bile hatırlamayacağım.
Y: Dayanabilecek misin? Bana soru sormadan burada kalacaksın.
R: Her sonuca hazırım. Dışarıda beni bekleyen yok.
Y: Peki o zaman... (Sağ bileğimden tutmuş, duvar ile tapınak arasında kalmış bahçe
içinden yürüterek bir kapıya yaklaştırmıştı)
R: Burası mı?
Y: Öğüt almak kolaydır. Onu hak etmek için içeri gireceksin.
Birkaç basamağı olan eşikli kapı kendiliğinden açılmıştı. Beni, kapının ağzına
gelen yaşlı bir adam, yine sağ bileğimden tutarak içeri aldı. İçeride farklı yaşlarda farklı
yüzlerde insanlar koşuşturmaktaydı. Burası bir mutfak olmalıydı. Yemekler bir yandan
pişiriliyor, diğer yandan kirli tabaklar kumla temizleniyordu. Yaşlı adam bileğimi bırakan
eliyle, ileride mutfağın bir köşesine sıkıştırılmış bir döşeği göstermişti.
- Uzun yolculuğun karşılığı olarak üç gün misafirsin. Dilediğin ve gördüğün her besin
senindir. Burada bulunmanın karşılığı olarak bu üç gün boyunca kimseyle
konuşmayacaksın. Elinin alabildiklerini yiyeceksin. Merak etme... Kimse seni
yediklerinden dolayı yadırgamaz.
R: Tuvalet nerede?
- Şu ateş yakılan yerin ardında. Mutfakta az uyumak gerekir. Misafirliğin bitince geri
döneceğim. Şimdilik bu kadar. İyi beslen.
İnsanın sormak isteyip soramadığı onlarca soru varken, nasıl yemekleri düşünür
ki. İçeriye alındığım için çok mutluydum. O savaşçı buraya nasıl gelir! Ayakta dikilmeyi
bırakıp döşeğime uzandım. Aç olduğum halde düşünmeyi tercih ettim. Öğüt veren yaşlı,
aklımdan çıkmıyordu. Ve beni içeri alan... Uykum gelmişti. Elimin alabildiğini, ne
olduğunu bilmediğim meyveler, yemekleri yedim. Tuvalete gitmek üzere yerimden
kalkmışken, hissettim ki mutfakta çalışanların hiçbiri varlığımdan haberdar değil gibiydi.
Biri bile dönüp yüzüme bakmıyordu. Huzurlu yüzleri ile çalışıyor ve sürekli başka bir
odaya giden koridordan gelip gidiyorlardı. Tuvalete girince şaşırdım. Duvarda bir musluk
sürekli akıyordu. Bu kadar güzel kokan bir tuvalet olamazdı. İki ayrı bölüm vardı. İlkinde
tuvalet ve el yıkama yeri, ikincisinde saydam taşlar ile kaplanmış çiçek kokulu bir
yıkanma yeri vardı. Yıkanıp ihtiyaçları giderdikten sonra döşeğime gitmiş ve uyumaya
başlamıştım. Yarın olacak ve açılan gözlerimde yeni bir hayata merhaba diyecektim. Beni
önemseyen ve amacımın olduğu bir yerdeydim. Zaman iyi bir ilaç. Mekan değiştirmek,
insanı geçmişinden koparıyor. Üzüntüler azalıyor. Annem ve babamın ölümden sonraki
en rahat gecemdeydim. Öleni geri getirmek mümkün olsaydı... Onları özledim. Onları hiç
üzmedim. Hasta olduklarında sırtımda taşıdım. Bilmiyorum. Tüm bu olanlar, önceden
yazılmış bir kader olmalıydı. Babamın dediği gibi: 'Gün, dün ile yarın arasına sıkışmıştır.
Her yarın, dün olacaktır. Sen dün yoktun. Şimdi varsın. Ama yarın olmayacaksın. Günü
yaşa.'
Mutfakta geçen günler, bu tapınağa gelinceye kadar geçen günlerden daha hızlı
aktı. Rahat ve güven içinde, zaman hızla üç günün sonuna ulaştırmıştı beni. Mutfakta
geçen misafir döneminde gerçek peşinde koşmanın bedelini düşündüm. Gerçeklerin
karşılığı olarak bunca insan şu mutfakta toplanmış bir tek soru sormadan, kendi
aralarında bile konuşmadan, içeride bilmediğim bir yere hizmet ediyorlardı. Neydi onları
bu kadar derinlere iten. Yüzlerinde ne bir gülümseme ne de bir acı. Temizliklerinden ve
çalışkanlıklarından taviz yoktu. Her istenilen onlarca yapılıyordu. Bahçeden toplanan
ürünler, dışarıda bıraktığım savaşçı tarafından toplanıp mutfağa, kapalı bir bölmeden
bırakılıyordu. Onun mutfağın içini görmesine izin yoktu. Garip olan ise kumlardı.
Kirlenenler kumla temizleniyor. Su kullanılmıyordu. Kumlar ise bahçeden yine o kapalı
bölmeden alınıyordu. Anlam veremediklerim çevresinde, yeni bir merhaba demiştim.
Hayatım değişmişti. Cesaretimi toplayıp yola çıkmasaydım... Tarlayı yakmasaydım...
Ölümle karşılaşmasaydım... Dışarıda bıraktıklarımı aklımdan silebilecek miydim... Yıllar
öncesinde yaşadım. Sizler yazılanları okuyup anlam vermeye çalışıyorsunuz. İnanmak
veya gülüp geçmek... Kötülük yapan biri tapınağa almıştı. Aynı kişi katildi. Sevdiklerimi
öldürendi. Ama içimde kin yoktu. Buraya gelinceye kadar geçen günler ilaç gibiydi.
Zaman, en iyi ilaçtı. Bir karıncayı incitmekten korkan ben, nasıl o savaşçıya kötülük
ederdim... Mutfak içinde döşeğime yan olarak uzanmış, bunları düşünüyordum son
günümde. Önümden geçenlere bakan ama onları görmeyen gözlerim vardı. Düşünceye
dalınca gözlerimin gördüklerini ben göremiyordum. Bedenimin içinde bir yerdeydim.
Ama neredeydim. Gece olup uyuduğumda, Robel nereye giderdi. Konuşmadan geçen
günlerin ardından, beni mutfağa alan ihtiyar göründü koridorda. Yanıma yaklaştı, kısa
ama emin adımlarla.
- Zamanın şimdi başlıyor. Sana bilmediklerinin içyüzünü söyleyeceğim birazdan. Ama
bunun için döşeğinden kalkıp hak etmediğin mutfaktan çıkmalısın.
Cevap vermeden yerimden kalkmış ve kendimi onunla birlikte bahçe kapının
önünde bulmuştum. Bahçede birkaç kişi vardı. Hepsi bir uğraşı içindeydi. Kimisi ağaçları
buduyor, kimisi de sebzeleri özenle topluyordu. İhtiyar adam, heybetli havasını
bozmadan, konuşmasına kaldığı yerden devam etti.
- Gerçek peşinde koşmak sabır iledir. Acıya dayanmak ve beklemektir. Gerçek odur ki
görünmeden görünendir. Gerçek senin içinde gizlidir. Geçmişinde olup bitenlerin hepsi,
gerçeği bulmada bilen insana yardım eder. Düşünmeden bilemezsin. Bilmeden
anlayamazsın. Anlayacak ve çözeceksin düğümünü. Buraya ölmeye geldin. Korktuğun ve
merak ettiğin ölümle tanışacaksın. Şimdi soruyorum sana: Sana izin vereceğimiz güne
kadar sabırla bekleyebilecek misin?
R: Bedeli neyse...
- Görevin odur ki seni geçmişinden arındırmaya yarar. Geride bıraktıklarını aklından
çıkaracağın günlerdir. Görevin bu bahçenin bakımını yapmak ve içeri alınacağın günü
beklemendir. Bin gün sürecektir. Soru sormadan bekleyeceğin günlerdir.
Sözleri bitmişti. Kelimeler ağzından yavaş ama akılda kalıcı olarak çıkmaktaydı.
Her kelime aklımdaydı. Neden burada olduğumu, benden daha iyi biliyordu. Gözleri ile
hoş bir selam vererek mutfak kapısına yöneldi. Kapı kapanmış ve çaresizlikten kaçarak
buralara gelen Robel' i bahçesinde bırakmıştı. Ayakta donmuştum. Beni buraya hangi güç,
nasıl getirdi diye kendi kendime sorarken, bahçedekilerin seslenişi ile kendime geldim.
- Selam. (dedi, ağaçlardan birine tırmanan.)
R: Selam.
- Benim adım Oksimo. Aramıza hoş geldin. Susma öyle.( Diyerek gülümsedi.
Gülümsemesinde bu kadar samimi olan birisini daha önce görmemiştim.)
R: Ne diyebilirim ki?
O: Bugün bahçedeki ilk günün. İlk gün çalışmak yoktur. Aklına ne gelirse bize sor.
R: Soru sormaya izin var mı?
O: Soruyu onlara soramazsın izin çıkmadıkça.
R: (Adımlarımla onun bulunduğu ağaca doğru yaklaşmıştım.) Bin gün geçer mi?
O: Uyku halini düşün.
Ufkumun kısa sürede, daha önce anlam veremediğim çoğu olayın çözümünü
bulacağını düşündüm. Doğru yerdeydim. Ne söylediğini bilen ve amacı olan insanlar
arasındaydım. Oksimo'dan akşam olunca konuşma sözünü alarak beni içeri alan
savaşçının yanına yürüdüm. Adımlarım yaklaşma dese de, ona içimden geçenleri
söylemek istiyordum.
R: Adını bilmiyorum. Neler yaptığını da. Sana dışarıda olanlar hakkında sorum da yok.
Ama olanların birine takıldım: Ne işin var burada?
- (Avucunda, bitki diplerinden topladığı kumları göstererek, çömeldiği yerden)Yeni gelene
önce adımızı veririz. Sonra sevgimizi ve elimizden geleni. Adım Piriyel'dir. Buraya
arınmaya geldim. Yaş olarak ve hayat deneyimi olarak senden fazlasını gördüm. Yine de
benden üstünlüğünün olmadığını öğrendim. Öğüt alan bir tek sen değilsin.
R: Doğru.
Garip olan buydu işte: Dün ve yarın arasında yaşamak. Piriyel olduğunu
söyleyenden, geri adım atarak uzaklaştım. Bahçenin ortasında ayakta dikilmiştim.
Çevremde çalışanlara bakmış, hayaller kuruyordum. Bin günün sonunu merak ettim.
Akşam olunca soracağım soruları düşünmek üzere, yere bağdaş kurup günün bitmesini
bekleyecektim. Boyumun iki katı yüksekliğinde duvarlarca çevrelenmiş bir bahçedeydim.
Mutfak için çalışacağım günler gelmişti.
Toprak üzerinde bedenimin içindeydim. Beni sıra dışı görebilirsiniz. Yazılanları
okuyanla konuşan, kaç geçmiş zaman insanı var hayatınızda? Zoru başarmak için bu
tapınağa gelmiştim. Başımdan nelerin geçtiğini bir tek ben bilirim. Yaşadığınız anın
kıymetini bilin. Gören gözler pazarda satılmıyor. Doğruyu yanlıştan ayırt etme gücü de
parayla satılmaz. Dünya dediğiniz bu garip gezegende doğumlar ve ölümler
arasındasınız. Doğmadan önce nerede olduğunuzu düşünün. Gerçek için tapınaktaydım.
Sizi, yaşadığınız yere ve zamana bağlayan bağları bırakacak kadar güçlü olun. Öğüt
verilince almasanız da bir kenarda tutun. Gün gelir ihtiyacınız olur. Körle gören arasında
ki farkı düşünün. Körün gördüklerini göremeyecek kadar körsünüz. Tapınakta uzun yıllar
kaldım-kalacağım. Şimdi okumayı bırakıp en sevdiğinize gidin. Bir daha bunu yapma
şansınızın olmadığını düşünün. Ama aklınızdan çıkarmayacağınız gerçekse şu: En
sevdiğiniz, kendiniz değil mi? İsteklerinizin sahibi kim? İçinizde artı ve eksi benliğiniz var.
Eksi benliğinizin hakim olmasına izin vermeyin. Nefret etmeyin ve ettirmeyin. Sevin ve
sevilin. Bu yazılanlara ise asla inanmayın. Bunlar Robel'in gerçekleri. Sizin gerçekleriniz
nerede? Peki o nerede?
Akşam olmuştu. Çalışmaların karşılığı olarak toplanan kumlar, mutfağa teslim
edilmişti. Karşılığı ise beslenmeydi. Toplananların arasına alınmış, akşam sofrasında
midelerimizi doldurarak sohbete başlayacaktık. Toplamda altı kişiydik. Beş kişilik
yemeklerini benimle paylaşmışlardı. Her birinin yüzünde benim taşıdığım merak ve
endişe vardı. Kimisi siyaha yakın teniyle, kimisi de ince gözleri ile ilgimi çekmişti.
Nereden geldiklerini soramamanın verdiği garip bir duygu içindeydim. Yemek yemeye
başladık. Son lokmaları alırken Oksimo gülümseyerek söze başladı.
O: Arkadaşlar... Bir gün daha bitiyor. Yeni geleni tanıyalım.
R: Adım Robel(demekle yetindim)
Piriyel: Aramıza hoş geldin. Kapı nöbetçisi de sen oldun. Son giren kapıdan sorumludur.
R: Kuralları anlatan var mı?
O: Önce sana bahçedekileri tanıtayım. (Elliyle işaret ederek) Grobil, Serdiyes ve Zoribar.
Serdiyes dediği lokmasını ağzına almadan söze girdi:
S: Bahçedeki günler birbirine benzer. Bu nedenle günlerin çabuk geçecek. Sabırlı ol.
Beklemesini öğren. Geçmişten arınma safhasıdır.
R: Kaç gün oldu geleli?
S: Saymayı unutacak kadar.
Z: Burada soğuk hava olmaz. Dışarıda yatarız, bahçenin içinde. Bahçede çalışırız.
Dışarıdan rüzgarla gelen kumları toplayarak pişirilen yemeklerden hakkımızı alırız. Daha
fazlasını bilmiyoruz.
O: Grobil dilsizdir. Konuşamaz. Ama bakışları ile anlatır derdini. Elleri dilidir.
R: Geçmişini unutabilen var mı?
Z: Hatırlatmadığın sürece...
R: Aranızda ne konuşursunuz peki?
O: (Başını gülerek salladı.) Neden buraya geldiğimizi. Ya öğüt alıp gelmeseydik...
R: Ben ölümü ve cevaplayamadığım soruları çözmek için buradayım.
P: Ölüler ağlamaz. Sadece ölüdürler.
R: Ölen kim? Bedeni içindeki nerede? Gözümüzü kapattığımızda neden karanlıkta kalırız?
Rüyalar nereden gelir içimize?
O: Yavaş. Burada çok soru sorulmaz.
Yemek faslı bitti. Bahçede sıradanlaşacak ilk günüm böyle bitmişti. Eski
olduğunu anladıklarım az konuşuyordu. Piriyel'in benden sadece birkaç gün öncesinde,
tapınak bahçesine girdiğini tahmin ediyordum. Kimse kendisi hakkında konuşmuyordu.
Geçmişinin bilinmemesi gerekiyordu belki de. Unutmaya çalışıyorlardı. Kendilerini
yeşillikler arasında kaybetmeye çalışıyorlardı. Kendinizi saklayabilir misiniz?
Gece ve gündüz, birbirlerini kovaladı, günlerim geçiyordu. Kimi gün, duvar
civarına gelmiş insanları sınıyordum. İçeri almaya uygun bir yüz yoktu. Bazen kaybolmuş
haydutlar, dilenmekte ısrar eden yaşlı kadınlarla karşılaşıyordum. Yerleşim yerlerinden
uzak bu diyara, nereden geldiklerini merak ederdim. Seyrek olsa bile, hak ettiğini
düşündüklerim, sorduğum soru karşısında çılgına döner, geldikleri yere giderlerdi.
Eskilere bunu anlattığımda aynı cevabı alırdım: 'Dışarı çıkmak, içeri girmekten kolaydır.'
Geçmişim, hafızamdan siliniyordu. Ölen annemin ve babamın yüzlerini
hatırlayamaz olmuştum. Altında beklediğim ağacı, kendi ellerimle yaktığım tarlayı
unutmuştum. Ama geçmişi unutmada önümde tek engel; Piriyel'di. Onun yüzünü
gördüğüm an, o acı güne dönüyordum. Piriyel ise bunun bilincindeydi. Benimle göz göze
gelmezdi. Bahçede benim en uzağımda çalışır ve yemek sofrasında karşıma oturmazdı.
Gece olunca, diğerleri yattıktan sonra yıldızları seyrederdim. Gündüz kaybolan ışıltılar.
Ne olduklarını çözmeye çalışırdım. Ne kadar azını bildiğimi biliyordum. Bilmediklerimi
bilmek acıydı. Aklın derinliklerindeki hislerle, tahmine dayalı çözmeye çalışırdım, aklıma
takılanları. Ayın yeri değişirdi. Ama yıldızların yeri belli bir düzendeydi.
Her günün aynı geçmesine aldırmadan, suyundan içtiğimiz kuyunun etrafında
uyur bulduk kendimizi. Sağımda ve solumda, daha önce tanımadığım insanların arasına
sıkışmış, uyumaya çalışır olmuştum. İsimlerin insanlardan önemli olmadığı bu tapınakta,
kendimiz için var olmayı öğreniyorduk. Bir gün, gece olup sessizlik hakim olduğunda,
unutmaya çalıştığım geçmişimin içinde gizlenmeye çalışan, sevdiğim kadını anımsadım.
Anlatmaya değer bir sevda... Köyün en güzel kızıydı. Babası ve annesi yoktu. On üç
yaşında evlendirildiğini görmüştüm. Kuvvetli bir adamdı. Aynı köye yerleşip hayat
kurmuşlardı. Kendimi bildim bileli, tarlaya gidişlerimde evinin önünden geçer, göz ucuyla
görmeyi isterdim. Genelde göremezdim. Sabah erken kalkmazdı. Eşi, bir sefere katılmış
ama dönememişti. Onu beklemiş, umudunu kaybetmemişti. Yüzü, ay yüzü. Gözlerinde
güneşin ışıkları saklıydı. Sevdiğimi anlamadan sevmiştim. Hayalimin eşi olmuştu. O gün
gelip köy yakıldığında, meydanda yatanlar arasında değildi. O an hiç düşünmemiştim.
Çıkmak istemediği evinde yanmıştı. Belik alıp götürmüşlerdir. İyi olmak, iyi bulmaya
yetmezmiş. Kuyudan yayılan o garip kokunun altında, anımsadıklarımdan çıkarak
kendime geldim. Her olanın öleceği ve her doğumun sonu olduğunu gördüm. Bu çile
daha nereye kadar gidecek...
Aramıza yeni biri henüz katılmamışken, Serdiyes mutfağa alındı. Onun adına
sevinmiştik. O bizim kadar sevinmiş görünmüyordu. Terliyordu. İhtiyar adamlardan biri
onu kapıdan içeri aldı. Sonrasında başına neler geldiyse bilemiyorduk. Tanıdığım birisi
içeri girince, merakım gördüklerimden göreceklerime çevrilmişti. Karşıma çıkabilecekleri
düşündüm. Mutfakta geçen üç günü anımsadım, konuşmadan sabırla çalışanları.
Onlardan biri olacaktım. Sonrasında, o koridorun ötesinde ne olduğunu merak ettim.
Beklemekten ve sabretmekten başka çarem yoktu. Hafızamdan geçmiş silinmeliydi.
Günler aynı hızla akarken olağandışı bir olay oldu. Duvarın ardından
bağrışmalar duydum. Gözetleme bölümünden baktığımda, ellerinde kılıçları ile kendi
aralarında tartışan iki asker gördüm. Bizlere, yani içeridekilere sesleniyorlardı:
- Hey... Çıkın dışarı. Kralın askerleri geldi. Açın kapıları.
Sadece iki kişiydiler. Arkamdan sırtıma dokunan bir el ile irkildim. İlk defa
gördüğüm ihtiyarlardan biriydi. Konuşmadan 'çekil' dedi sanki. Kapıyı açıp onların
yanına gitti. Savunmasızdı. Askerler onu öldürebilir ya da götürebilirdi. Biraz
konuştuktan sonra askerlerin gülümseyerek atlarına bindiklerini gördüm. İhtiyar aynı
huzurla içeri girdi. Olayı açıklayacak bir söz söylemeden mutfak kapısına yöneldi.
Ardından koştum.
R: Neler oldu efendim?
- Bazen zamanı gelmeden bilmek tehlikelidir. Soru sorma.
Sözleri, içime giren bir kılıç gibiydi. Sağlam adımları ile mutfak kapısından içeri
girdi. Kapıya bakmaktan bıkmıştım. Buna benzer olaylar sıklaşmıştı. Her tehlike anında,
birbirinden farklı ihtiyarlar olayı çözüyordu.
Dilsiz olan Grobil, siyah tenliydi. Hayatımda görmediğim kadar siyahtı. Uzun
boylu ve kaslı bir vücudu vardı. Yemek yerken dilinin kesilmiş olduğunu fark ettim.
Söylediklerimizi anlıyordu. Ama konuşamıyordu. Onun yerine kendimi koymuştum.
Dayanabilir miydim... Dilini kimlerin kestiği benim geçmişimde yoktu. Onun unutması
gerekenlerin, benimkiler kadar zor olduğunu anlamıştım. Demek ki burada bulunmanın
bir nedeni vardı. Kimse istediği için burada değildi. Hayatın bir anında, çekilen bir acının
karşılığı olarak buradaydık. Düşünceme hata payımı katarak, her günümü diğerinden
ayırıyordum. Merakım, içeride olanlara yöneldi. Diğerleri gibi yaptım, fazla konuşmadım.
Öyle bir an gelmişti ki bahçedekiler kendi aralarında, konuşmadan anlaşıyordu. Göz göze
gelmek yetiyordu. Piriyel dışında. Onun varlığı ilk başlarda rahatsız etmişti. Geçen günleri
saymayı bıraktığımda, onu da unutmuştum. Mutfağa girmeyi ister olmuştum. Koridorun
ardında olanları görmek istiyordum.
Bin günün bittiğini haber veren; eskilerin içeri alınmasıydı. Benden öncesinde,
Piriyel dışında kimse kalmadı. Yeni gelenlerle birlikte eski sayıya ulaşmıştık. Geride
bıraktıkları hayatları merak etmiyordum. Toplayamadığımız kumlar yüzünden kimi
zaman aç kalırdık. Rüzgarın esmediği fırtınasız, sakin günler bizim aç kaldığımız günler
olurdu. Bahçede yetişen meyve ve sebzeyi yemek yasaktı. Bahçede yenilikler öğrendim:
Sebze yetiştirmeyi, tohumlamayı, toprağı gübrelemeyi ve ağaçları budamayı. Onların
kollarını keserdik. Bunun karşılığı olarak daha çok ürün verirlerdi. Bu garip değil mi? Eski
bahçe çalışanlarından kalan bilgi, sonrakilere aktarılırdı. Dökülen yapraklar atılmazdı.
Zeytun dedikleri ağaç, beni kendine hayran bırakmıştı. Tohumu, yaprağı ve çekirdeği işe
yarıyordu. Kirlenen ellerimizi kurutulmuş yaprakları ve küspesini karıştırarak yaptığım
madde ile temizliyorduk. Bin günün bitmekte olduğunu hisseder olmuştum. Günde iki
öğün yerdik; sabah ve akşam. Akşam sofrasında, yenilerin yersiz soruları ve konuşmaları
karşısında, az ve öz cevap verirdim. Etrafınızda insanlar olduğu halde, yalnız olduğunuzu
anlardınız. Bahçe, benim unutma dönemimi temsil ediyordu. Aynı işi defalarca
yapmaktan sıkılmıştım. Öğüt veren ihtiyar ile bu ihtiyarların benzerliği aklıma geldi.
Tarladan özenle tohum toplayanlara benzettim. Biz tohumduk. Bahçedekiler, önce bunu
anlıyordu. Öğrenmek için gelenler olduklarını seziyorlardı.
Bazı günler kendimi kaybedercesine çalışırdım. Ay ışığında çalıştığım da
olmuştu. Kendimden kaçıyordum belki de. Mutfağa girenlerin haline bürünmüştüm.
Terliyor ve sıkılıyordum. Yenilerden uzak köşelere kaçıyor ve orada işimle avunuyordum.
Piriyel'i kalbimde af etmiştim. Onun katil olduğunu biliyordum. Öldürmenin ne demek
olduğunu biliyordu. Bu haliyle buradaydı. İhtiyarların bir bildikleri olduğunu
düşünürdüm. Zamanla onunla konuşur olmuştum; bahçe işlerinden, merak edip cevabını
bulamadığımız düşüncelerden ve gelecekten... İçeride öğreneceklerimizin ne
olacağından... Üzerimizde yıldızlar varken ilham geliyor, başkalarını aramıza almadan
konuşuyorduk:
P: Her gördüğümüzü kendimiz için istemiyor muyuz... Robel?
R: Kendimizi tanımaya çalışmıyor muyuz zaten?
P: İhtiyarları düşünelim... Ölecekleri gün bizden yakın onlara.
R: Kim bilir...
P: Kendileri için değil, içeri girenler için yaşıyorlar. İşte sorumun cevabı.
R: Gülmüyorlar. Ağlamıyorlar. Zamanda donmuş gibiler. Adımlarını attıklarında,
arkasında kalanların ne düşündüğünü anladıklarını sanıyorum. Tehlikeli olanları, nasıl
uzaklaştırdıklarını biliyorsun.
P: Bizim, önce geçmişten sıyrılmamızı istiyorlar. Sonra merak etmemizi. Soru sormadan
bekleyerek.
R: Zor olan.
P: İnsan son nefesini verirken salıverir kendini. Artık gözleri boş bakar. İçeride insan
kalmamıştır. Ama bil ki; rüyada canlanır, öldürenden hesap sorarlar.
R: Geçmişini unutamadın mı?
P: Derin izler kaldı hafızamda. Unutmak kolay değil. Mutfağa girenlerin akıllarında, bir
köşede izler olduğuna eminim.
R: Ölüm korkun var mı?
P: Evet. Ölmekten korkarım ben. Derinliğini bilmediğin bir denize girer misin?
R: Denizin dibini görmeye geldik.
P: Berraklaştıramadım.
R: Kumları düşünürüm. Onların kiri temizlediğini gördük. Kum varsa öğünümüzü
alabildik. Çelişki var. Havanın bozmasını istedik. Aç kalmamak için. Kendimiz içindi.
Sahip olmak istedik. Başkalarını üzerek sevindik. Doğru olmayanı bilerek yaptık.
P: Az konuşmayı sevdik.
Buna benzer laf kalabalığı arasında geçirdik zamanı. Zaman kendine esir etmişti.
Zamana bağlıydık. Bin güne hükmeden oydu. Güneşin doğmasına bağlandık. Gece
olmasını istedik. Kendimiz için. Saçlarımda beyazlar artıyordu. Durgun suya bakıp
yüzümdeki değişimi izlerdim. Sakalımı uzatmıştım. İçimizden kimse kesmiyordu.
Temizliğimizi birbirimize bakarak kıyaslıyorduk. Kirli kalmak için neden yoktu. Bahçede
yatar ve bahçe içinde, kuyudan çıkan su ile temizlenirdik. İçgüdülerim sevgiye ihtiyacım
olduğunu söylerdi. Gözlerini bana dikmiş bir sevgili... Yine kendim içindi. İçimde, benden
başka bir ben daha ortaya çıkmıştı. Onunla, konuşmadan konuşurdum.
Piriyel'i içeri aldıkları günü de görmüş oldum. Mutfağın kapısında görünen bir
ihtiyar eliyle işaret etmişti ona. İşini usulce bırakıp kapıya yöneldi. Geriye dönüp benimle
göz göze geldi. Gülümsemeye çalıştı. Ama başaramadı. Anlam vermeye çalışıp bir türlü
çözemediğim ifadesi ile içeri alındı. Kapı kapandığında sıra bana gelmişti. Az kaldı. İçeri
girmeden önceki son günlerimdi. Merakım artmış ve dayanılmaz bir hal almıştı. Geçmişi
silmiş geleceğime gidiyordum.
C. TAPINAKTA İKİNCİ 1000 GÜN
(MUTFAK)

Beklediğim an gelmişti. Derinlere daldığım bir anda seslenişimi duydum. Mutfak


kapısında dikilen bir ihtiyarın, derinden gelen ünlemesiyle irkilmiştim. Adımı biliyordu.
Ona söylememiştim bile. Yavaş ve tedirgin adımlarla uzağında bulunduğum kapıya
yaklaşmaktaydım. Bin günümü bitirmiş ve geçmişimden sıyrılmıştım. Az konuşur
olmuştum.
Yaşına inat güçlü bir kavramayla sağ bileğimden tuttu. Beni mutfağa almış,
gözlerimin içine bakmaya başlamıştı. Etkilendim. İçim huzurla dolmuştu. Bahçede iken
unutmayı isteyip de unutamadım acı anları silmişti. Çevremde durmaksızın çalışanlar,
varlığımızı umursamıyordu. İhtiyar elini bileğimden çekerek omzuma attı. Konuşmaya
başladı.
- Öğüt alacağı umulana öğüt verilir. Duyarlı olan öğüdü alır, yaratıcı hakkında duyarsız
olanlar öğütten kaçarlar. Öylesi, ateşe yaslanır. Düşünce ve eylemi yaratanın adına;
arınmış olanlar kurtarılmış olacaklardır. Bilesin ki bu sözüm kaldırabilene değerlidir. Bu
yükü kaldıracak kadar güçlü müsün? Söyle...
R: Öğüt aldım ve geldim. Soru sormadan bekleyecek ve sabredeceğim.
- Biz içinden geçirdiklerini biliriz. Her insanda gizli bir yol vardır. Geçici yaşamı seçen,
bilsin; sonsuzluk daha iyi ve sınırsızdır.
R: İstedikleriniz benim için emirdir. Size hitap şekli dışında burada bulunmamla ilgili
sıkıntım yoktur.
- Bize ibbar diyeceksin. İbbarlar çevrende olacak. Onlar senin ne istediğini bilirler. Şimdi
mutfaktasın. Geçmişinden arınmış olarak buradasın. Beklemen gereken bin gün daha
olacak. Mutfakta kalacaksın. Koridorun ötesindeki dinleme odasına hizmet edeceksin.
Orada anlatılanlardan birini duysan da sana unutturacak olan yine ibbarlardır. Burada
bulunmanın bedeli susmaktır. Mutfaktakilerle anlaşmanda gözlerin yardımcı olacaktır.
Soru sormadan bin gün daha...
R:(Yaratan kim acaba... Sonsuzluk nasıl bir zaman... Gerçeğe yaklaşıyorum .) Hazırım
ibbarım.
- Sus...Sadece çalış ve arın. Şimdi içindeki kötüden kurtulacaksın. Kendini yenmeye bak.
Aradığın gerçek yakınında. Onu öğrendiğinde, anlatmayacak kadar değerli olacak.
Yüzüm kızarmıştı. Konuşmasından ve varlığından etkilenmiştim. Kendimi
düşünecektim. Sonsuzluk ve yaratıcı kavramlarını da. Eski dostlarımın yanındaydım.
Piriyel, dilsiz Grobil ve diğerleri.Çevrenizde yapılacak iş bitmiyordu. Hemen işe
koyuldum. Sohbet odasına bir bahane ile gitmek ve orayı görmek istiyordum.
Mutfak, üstten gün ışığını alacak şekilde yapılmıştı. Dışarıyı göremiyorduk.
Geniş bir meydanı vardı. Et ve süt vardı. Bin günlük özlemle tadını hatırlamaya çalıştım.
Dört duvara yaslanmış, tahtadan yapılma sehpalar üzerinde yemekler yapılıyordu. Hava
akımı olması sayesinde, kokular kısa sürede gideriliyordu. Keskin bıçaklar ve tahtadan
yapılma büyükçe kaşıklar vardı.
Son girendim. Piriyel, eliyle toplanan kumları göstererek bahçedekilerle
ilgilenecek olanın, artık ben olduğumu belirtti. Nedense yüzlerinde durağan bir ifade
vardı. Ne üzgün ne de mutlu. İlginç. Bin gün bekleyerek buraya girdikten sonra, mutlu
olmak için o kadar çok neden varken. Önümde, yeniden bin gün vardı. Buna üzülecek
değildim. Sohbet odasına giden koridora aklım takılmıştı. İlk günümde, yapılacakları
anlamaya çalıştım. Kirlileri temizlemek, bahçedekilere öğünlerini hazırlamak gibi.
Susmayı öğrenecektim.
Mutfak çalışanları, yemeklerini yine çalıştıkları ortamda yerlerdi. Yapılan
yemekleri ilk tadan, biz olurduk. Beğenilmeyen koridordan geçemezdi. Baharat dedikleri
harika tatlarla tanıştım. Bahçedeyken verilenlerden farklı yemekler yeniyordu. Öğüdü alıp
gelenlerden olduğum için mutluydum. Tapınakta bulunmak zordu. Boş oturmak
imkansızdı. İlk günün sonunda yorgunluktan bitmiştim. Gözlerim kapanıyordu. Uykunun
tadını damağımda almış ve uyuyamamıştım. Geceye kadar işimiz bitmemişti. Koridordan
geçip sohbet odasına gitmek için kendi yemeğimi yapmalıydım. Piriyel'in bocaladığını
görünce kolay iş olmadığını anladım. Bilmediğiniz sebzelerle yemek yapmak zordur. Yeni
güne merhaba derken işimiz henüz bitmişti. Mutfakta temizlik yapılmış ve koridorun
kapısı sohbet odasından kapatılmıştı. Piriyel elimden tutup bitişik odaya, dinleneceğim
yere aldı. Yer yatağı yapılmıştı. Mutfak kadar ferah değildi. Işık almıyordu. Tavana yakın
yerlerdeki çok sayıda delikten gelen, uğuldayan havanın sesiyle uyumaya başlamıştım
bile...
Rüya görmeye başlamıştım. Adını koyamadığım bir durumdu. Bilincim
hatırlatmasa gerçek olduğunu sanıyorsunuz. Elim kaynağından akan suya girmiş, su
soğukluğunu hissettirmişti. Suyun içindeki madeni paraları görmüş ve elime almıştım.
Elimde ağırlığıyla parlamaktaydılar. Rüyamdaki güneş, gerçekti. Gözlerim kamaşmış ve
bakamamıştım. Sıcaklığını yüzüme vurmuştu. Nasıl ve neden elimde olduğunu
anlayamadığım bir somun ekmeğin kokusunu almıştım. Tadına bakmış ve yediğimi
hissetmiştim. Beni sarsan Piriyel , tatlı rüyamdan etti. Gözlerimi açmıştım. 'Hadi kalk,
yapılacak çok iş var' dercesine baktı. Konuşmadan konuşuyordu. Garip olanı ise bunu
anlıyordum. Dudaklarımız sadece yemek ve içmek için açılıyordu. Uzandığım yerden
kalkarak yıkanmaya gittim. Yeni güne temiz başlama şartı vardı. Kendinize geliyorsunuz.
Yorgunluğunuz, üzerinize dökülen su ile gidiyor. Dün giyilen elbise, temizi ile
değişiyordu. Gün doğarken uyumuştum. Uykuya doymuştum ama... Vakit
uyandığımızda hala sabahtı. Bu kadar az uyku... Demek yetiyor.
Sabah ilk işimin, bahçedekilere öğünlerini hazırlamak olduğunu öğrettiler.
İçeriye giden yemeklerden ayrı yapılan, basit ama doyurucu yemekleri, bahçeye açılan
bölmeye koydum. Aklıma bahçede geçen günlerim geldi. Bitmez denilen bin gün. Beni
buraya getiren ve tutan güç neydi. Sabretmeyi öğreten o güç, şimdi de susmayı
öğretiyordu. Yakında dinleyeceklerden olacaktım. Bin günden bir gün eksilmişti. Piriyel
ile göz temasını koruyarak onun verdiği işleri yapıyordum. Güzel bir tat peşindeydim.
Doyuracak yemek yerine, tadılacak yemek yapılıyordu sohbet odasına. Tatlı yapmaya
karar verdim. Birkaç denemeden sonra, tadı uygun bir tatlı yaptım. Tabaklardan biri
üzerine süsleyerek yerleştirip heyecanla koridora yöneldim. Önümü dilsiz Grobil kesti.
Tadına baktı. Gülümsedi ve eliyle yolu açtı. Mutfaktaki sakinliğin aksine içimde sarsıntı
vardı. Kalp atışlarım kulaklarımdaydı. Koridorun sonuna ulaşıncaya kadar zaman
donmuştu. Zamanı düşündüm o an. Neresinde olduğumu.
Koridorda kalan bedenimden uzaklaşıp sizlere bilgi vermek isterim. Ölümü
tadan bir insanın hayatını okuyorsunuz. Aradığının ne olduğunu bilmeden yola çıkanı...
Gökyüzüne her bakışında kaybolanı... Ölüm, insanı kuşattığında pişman ve hüzün içinde
kalırsınız. Hayatında aradığını bulanlar başka... Onları gözlerinden tanırsınız. Az olsa da
çevrenizde birkaçını bulabilirsiniz. Yaratılışlarla dolu olan yere veda edersiniz. Ait
olduğunuz göğe alınırsınız. Ömrünüzü tüketen bedenler, gömülür ya da yakılır. Ne fark
eder... İçinde yoksunuz artık. Böyle düşünmemeyi öğrettiler bu tapınakta. Ölüm bedende
iz bırakır, dediler. Bilen, bedelini ödeyene bildirirmiş.
İlk adımım odaya girmişti. Girmemle odadaki konuşma son bulmuştu. Gözlerini
bana diken sekiz kişi gördüm. Odaya açılan üç kapı vardı. Üzeri gün ışığını görecek
şekilde örtülmüştü. Gölgenin tapınağa alınmadığı yerdeydim. Birbirine eşit mesafedeki üç
kapıdan en heybetlisinin önünde dikilmiş, çevreme bakıyordum. Susmuş yedi ibbar,
arasına aciz bir genci almışlardı. Acele etmeden, göz temasları ile tatlımı önlerindeki yer
masasına teker teker verdim. Gencin, önündeki tatlıya bakacak hali yoktu. Konuşulanlar
her neyse sarsmıştı. Yüzü solgun, gözleri derinlerdeydi. Ne düşündüğümü anlayan bir
ibbar, eliyle kapıyı gösterdi. Tadına bakmadıkları yemekler önlerindeydi. Mutfaktakilerin
yüzlerindeki ifadeyi şimdi anlamıştım. Konuşmadan konuşanlar arasında fazla
kalamayarak odadan mutfağa yöneldim. Arkama bakmak istiyor, ama yapamıyordum.
Koridorda zamanı donduran neydi. Mutfağa ulaşıncaya kadar, yaşadığım anlar üzerinde
gittim geldim. İbbarların heybetini ve oradaki gencin duyduklarını düşündüm.
Konuşulanlar, onun kaldıramayacağı kadar ağır ve kafa karıştırıcı olmalıydı. Elimdeki boş
tepsiyi yıkarken hayaller kurdum. O genç yerinde olmayı istedim. Sonra istemedim. O
zaman gitmeliydim. Gitmek mantıklı değildi. Unutmayı ve susmayı öğrendim. Sıra
dinlemeye gelmişken vazgeçmek olmazdı.
Bahçedekine benzer günlere gelmiştim. Aynı işler: Yemek yap, temizle. Sohbet
odasına giriş-çıkışlar. Alıştığım yüzler, mutfak günlerini bitirdikçe alınıyordu. Sormadan
dinlemeye. Dayanılmaz bilgiler. Dinlemenin konuşmaktan zor olduğu yere. Alınmayı
bekleyen için, sabah görülen garip rüyalar. Unutulan sözler. Nereden ve nasıl geldiğimi
unutmuştum. Silik hatıralar dışında bir anımsama kalmamıştı. Öncesi yoktu. Hep
oradaymış gibi. Sonrası olmayacak gibi. Bin gün aynı yerde kalmanın nedeni bu olmalıydı.
Temizlenmeden bilgi alınmış, neye yarar. İçin boşalmadan, dışın unutulmadan...
Beklemekteydik. Odaya alınma sırasının kendinize gelmesi endişesi ve isteği ile
çalışıyordunuz. Odaya giren, yemeğini sunuyor ama duyamıyordu. Sıradan günler
dışında, mutfağa gelen ibbarlar, yanımızda fazla kalmıyordu. Mutfaktan bahçeye açılan
kapının anahtarı ellerindeydi. Ama ellerinde taşıdıklarını göremedim. Birimiz o kapıyı
açmak istememişti. İbbarlar, olması gerektiği yerde ve doğru olanı yapıyorlardı.
Güldüklerini, ağladıklarını görmedim. Uzun, beyaz sakallı olmaları dışında
görünümlerinde abartı yoktu. Bizim gibi insanlar, taşıdığı bedeni ele geçirmiş edasıyla
yürüyen, bilgi sahibi yaşlılardı. Ölümün onlardan korktuğuna inanacak kadar gerçektiler.
Zamanın hızlı aktığı anlardı. Benzer günler birbirini kovaladı. Piriyel dışındakiler
sohbet odasına alınmıştı. Mutfaktaki yeniler, Piriyel ve benim üzerimdeki yükü almışlardı.
Eskisi kadar yoğun değildik. Ustalaştığımız yemeği yapma dışında iş yapmaz olmuştuk.
Temizlik, bahçedekileri doyurmak ve diğer işleri üzerimizden atmıştık. Bin günün ne
kadarının bittiğini hesaplayamadan beklemek acıydı. Piriyel ile konuşmadan geçen
günlerden sonra, onu, kardeşimden çok sever olmuştum. Varlıklarını sadece derin
rüyalarımda hatırladığım kardeşlerim yoktu yanımda. Aynı kandan gelmenin
anlamsızlığını anlamıştım. Çevremde benimle aynı kaderi paylaşacaklar arasında olmak
huzur veriyordu. İçeride olanları bilememenin verdiği merak ve endişe dışında, işler
yolundaydı. İbbarların mutfağa gelişleri, yenilerce meraklı gözlerle takip edilirdi. Sıra dışı
olayların bile sıradanlaştığı anlardı. İçimizden biri gece hastalanırdı. Haber vermeye fırsat
bulamadan bir ibbar yanımızda belirirdi. Eliyle tedavi ederdi. En kötü hastalıkları,
bitkilerden yapılan garip ilaçlarla iyileştirirlerdi. Şifa veren elleri, yeri gelince, tapınak
dışındaki tehlikelerde yabancıları uzaklaştırırdı. Bir gün kanatlanıp uçsalar,
şaşırmayacaktık. Kısacık uykumuzda görülen rüyalar, hayatımız kadar gerçek gelirdi.
Çoğunu net olarak hatırlayamazdık. Nedense iyi bir rüya olduğunu bilirdik.
Beklemediğimiz bir anda, odamızda sabah uykusundayken uyandırılan Piriyel
gitmişti. Gözlerinizi açıp bunu anladığınızda geçen yılları düşünüyorsunuz. Kısacık
günler kalmıştı önümde. Piriyel gittiği yerde, gözümün önündeydi. Yemeğimi
götürdüğüm anda susmuştu. Gözlerimin içine bakan arkadaşıma, duyduklarını bilmeden
gülümsedim. Bana gülemedi. İbbarların sert bakışlarını üzerimde hissederek oradan
ayrıldım. Günde bir defa girdiğimiz odadaki arkadaşımın hali, diğerlerinden farksızdı.
Gitmeyi isteyen, merakı yüzünden gidemeyenin haliydi. Çıldıracağını düşünen, ama buna
değmeyeceğini sananların haliydi. Üzüleceğinizi bile bile acı haber almanın haliydi.
Piriyel gittiğinden beri uyuyamaz olmuştum. Bahçeden mutfağa alınırkenki
aramızdaki gün farkını düşünüyor, hesabını yapamıyordum. Birkaç gündü. İş yapamaz
olmuştum. Mutfaktakilerle geçen son uykum olduğunu bilemeden, rüya alemine daldım.
Gitmeden önce görülen, anlatılmayan rüyayı görüyordum...
Gördüğüm rüyayı sizlerle paylaşmadan önce bilmenizi isteğim bazı gerçekler
olacak. Bilim ışığını üzerinizde hissedebildiğiniz bir çağda yaşamaktasınız. Şanslısınız.
Ama o ışığın altında karanlıkta kalmayı başaranlarınız var. Bilim çağında bilgisiz
kalanlarınız var. Bu tapınakta aldığım bilgiyle öldüm. Bilin ki ölüm, benliğinizin yanında
anılarınızı, içinde bilginiz de olmak üzere alır. Yaratıcı denilenin huzuruna o bilginizle
çıkarsınız. Doğmadan önce öğretilenleri yeniden hatırlarsınız. Unuttuğunuz öğretiyi
hatırladığım anda gülümsemiştim. Ölümün bir acısı vardı. Doğmak kadar zor ama
kolaydı. İşte görülen rüya, unutturulan gerçeğin birazını vermekteydi. Merak ettiğim ise;
rüyayı son günde neden ve hangi güçle gördüğümüzdü. İbbarların rüyalara girdikleri çok
olmuştu. Onların, rüyamıza bile hakim olacakları gerçeğini kabul edecek kadar
beklememiş miydik.
Rüyaya nasıl ve nereden girdiğinizi bilemezsiniz. Bir anda, içinde bulursunuz
kendinizi. Boyumun kısaldığını hissederek başladı. Etrafım, üzerine bastığım toprağı
göremeyecek kadar kalabalıktı. Başımızın hemen üstünde gözleri kamaştırmayan bir ışık
vardı. Başımız ve ayaklarımız arasında sıkışan bir mekandaydık. Kalabalığın sonunu
göremezdiniz. Çıplaktım. Bundan utanacak ifadesi olmayanlar, çevremdeydi. Doğal
halimizle bir sözün söylenmesini bekliyorduk. Biçilmeyi bekleyen ekin tarlası gibiydi.
İnsan suretindeydik. Üzerimizden gelen ses korku vericiydi:
- Ne olmak istersin?
İnsan suretleri şaşkındı. Bilgimiz olmadan ne isteyebilirdik ki... Derken bilgi ile
kuşatıldık. Tercih edebileceklerimiz öğretilmişti. Sorunun tekrarlanmasına fırsat vermeden
cevaplar gelmeye başlamıştı. Biri kelebek dese, hemen kelebek olup kayboluyordu. Kimi
koyun, kimisi de kurt olmayı istemişti. İnsan olmayı isteyenler azdı. İçlerinden biri 'insan'
dediğinde, suretini korumuş olarak yukarı alınıyordu. O kalabalık, kendine korku verecek
kadar korkmuştu. Çoğu kaybolmak istemişti. Ben ağzımı açmadan bekliyordum. Rüya
olduğunu unutmuştum. Gerçek kadar gerçekti. Kaybolmak istemedim. 'İnsan' diyemeden
bekledim. Yukarı alınanların çoğunun alınlarında kötü işaretler gördüm. İnsan olmayı
istedim. Yok olmak istemedim. Başımdaki işaretin ne olduğunu göremeden, yukarı
uçmaya başladım. Aşağıya, seçtikleri ile kaybolan kalabalığa doğru baktım. Yukarıda bir
ışık ile kuşatıldım. Rüya orada bitti. Bittiği anda gözlerim açıldı. Beni eliyle dürten bir
ibbar yanımda belirmişti. Rüyanın parçası olduğunu sanıyorsunuz. Her anını hatırladığım
bu rüyadan sonra, korkarak ibbarın arkasında, kesime giden koyun misali yürüdüm.
Mutfağa son kez baktım. İkinci bin de bitmişti. Odaya alınışımın sıradanlığı ve görülen
rüya arasında, düşüncelerim uçmaktaydı. Başıma gelecekler arasında kaybolmanın
olmadığını biliyordum. Tek bildiğimdi. Kuşatan ışığın ne olduğunu öğrenmeye
gidiyordum. Dinlemeyi öğrenecektim. Soru soramadan...
D. SUKUNET DÖNEMİ 99 GÜN
(DİNLEME)

Odanın kapısı önünde durduk. İbbar yüzünü bana dönerek konuşmaya başladı:
- Acı olan burada bulunamayanlaradır. Korkma. Rüyanı gördün. Buraya herkes gelemez.
Sen insan olmayı istemiştin. Sana insan olma fırsatı veren gücü bulman gerekmez mi?
Kalbinin yanındakini öğren.
Konuşsam kızar mı diye düşünmüşken:
- İçinden geçenleri okuyacak kadar bilgi sahibi olanlar arasındasın. Susmak, ibadettir.
İbadetin ne olduğunu öğren. Burada kalmanın bedeli sadece dinlemektir.
Çalışmayacaksın. Artık bedenin değil, beynin çalışacak. Doksan beş gün sürecek sükunet
dönemi...
Susmasının ardından beni bileklerimden tutarak odanın ortasına aldı. Odanın
çevresinde yedi ibbar ve Piriyel varken konuşulmaya başlandı:
- Biri daha gelmeyi hak etti. Onu aramıza alalım mı? Aradığını bulalım mı?
Yediler, aynı anda koro halinde cevabı verdiler:
- Brah.
Ne anlama geldiğini bilmediğim bu cevaptan sonra beni odaya alan ibbar, diğer
kapılardan birinden girerek uzaklaştı. Odanın ortasında, ayaklarımın üzerindeydim. Bir
yandan da korkuyordum. Korkma denildiği halde korkup gözlerimi kapatmıştım.
Gözlerimi açtığımda gördüm ki ibbarlar da ayağa kalmışlardı. Piriyel de oradaydı ve o
kalkmamıştı. Bana, gözlerinden gelen sözlerle 'otur ve dinle' demişlerdi. İbbarlar
ayaktayken, kendimi Piriyel'in yanına alıp oturdum. İlk günümdü. Çıldırmak üzereydim.
Ne olduğunu bilmediğimi aramanın karşılığı, çektiğim günleri düşündüm. Cevap hemen
geldi. Yedinin ortası konuşmaya başladı:
- Geçmişini unutacaksın. Yoksa geleceğe ulaşamazsın.
Bağdaş kurarak oturdular. Piriyel, iki eli bacaklarının üzerinde oturmuş
vaziyetteydi. Aynı hale büründüm. Artık dinleme vakti gelmişti.

1.Gün:

Sabahın ilk öğünleri, odaya girmeye başladı. İlk günümün ilk yemekleri. Mutfaktan gelen
yemekleri taşıyanlara, tarif edemeyeceğim duygularla bakıyordum. Bana verilecek
bilgiden korkmaya başlamıştım.
İbbarların ortası, çıkan mutfak çalışanlarının ardından söze başladı. Sükunet içinde
dinlemeye başladık. Piriyel ve ben, yan yana...
- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız.
Dem ve Ev adında yaratılan ilk insanla Şey'in mücadelesi sonucu buradayız. Şey der
ki:'Ben yakanım. O ise yanmıştır. Yakan, yanandan üstündür.' Bilmediğiniz hakkında kesin
konuşmayın. Sizi buraya getiren gücün bildiğini bilmeden konuşmayın. Öğüt almadan
gelen olmadı. Karşınızda duran ve ölümü yenmişler de öğüt alanlardandır. Ölmeden
ölmeyi denemek için buradasınız. Yediden biri konuşur. Altısı bekler. Sizler bekleme
aşamasına gelmeden gerçeği öğreneceğinizi mi sanıyorsunuz? Dem yaratılmadan önce
yakılmıştır. Bilesiniz ki toprak iki türlüdür. İlki bildiğiniz topraktır. Ölü bedenlerden
beslenir. İkincisi ise topraktan çıkanlardır. Canlı bedenlerinizi besler. Toprak verdiğini alır.
Borç vermiştir. Topraktan yaratılan bedeniniz iade edilecekse; ne olacak? Nereye
gideceksiniz? Düşünün. Dem'i Ev'den önce yaratanın amacı neydi? Her başlangıcın bir
sonu vardır. Sonu olmayan, ancak başlangıcı olmayanla var olur. Her anı kuşatanı
tanımaya çalışın... Bir gün gelecek. O gün insanlara hükmeden bir insan, Hal'e karşı
çıkacak. Hal kimdir, biliniz. Hal, görünmeyeni görendir. Sizi var edendir. Rüyanızda
'insan' olmanızı isteyendir. Ona karşı çıkanın, yüksek binaları olacaktır. Yükseklerden
atılan bir insan, koyun boğazlama süresi dolmadan yere düşemez. O insana, Zadi
diyecekler. Yeşili hak etmeyenlerdir. O yeşilin elli beş yüzü vardır. Yeşil sıcak ve soğuktur.
Yedinin ortasıdır. (İbbar, yavaş ve etkili ses tonuyla konuşuyordu. Verdiği susma
molasında verilen ilk bilgileri aklımda kaybolmayacak yerlere almaya uğraşmışken
konuşmasına devam etti) Kaybolmasından korkacak ne var? Kaybolmayı istemeyensin.
Yaşadığın her anı hatırlatacak bilgi bizdedir. Sabırlı olmak gerekmez mi? Zamanın
efendisinden yardımını alan Nif, bir düzen kuracaktır. Yok oluş öncesi hayal edilen, gerçek
olacaktır. Yüksek döşekleri yanacak olan Zadi'dir. Asis, tekrar gelecek ve onun binaları yok
olacaktır. Su içindeki yakan ve yanan gibi, Dem ve Şey aynı yerde beraber olmak zorunda
kalacaktır. Sevdiğinizden nefret etmedikçe yanamayacaksınız. Suyun içinden çıkmaya
çalışın. Boğulduğunuzu fark edenlerden olup yüzeye çıkın. Derinlere çekenlerden uzak
durmak gerekir. Mel, yaptıklarınızı bildirecektir. Hal, hesabı çabuk görendir. Geçen
zaman, zannettiğinden daha hızla tükenmektedir. Piriyel... Düşün söyleyeceklerimi...
İnsanları öldürmeden buraya gelebilecek miydin? Can vereni izlemeden, söylenenleri
anlayabilecek miydin? Yaptığın hataların olmasaydı öğüdü dinleyecek miydin? Sevecek
miydin sevilmeden? Şimdi Robel düşünsün... Sevdiklerinden seni ayıranı düşündün.
Bulabildin mi? İçindeki ölüm korkusunu öldürebilseydin gelir miydin? Tarlayı
yakmasaydın, adımlarını atar mıydın buralara? Uykuya dalmadan rüya görecek kadar
cesursanız dinleyin. Yedinin ortası konuşuyor. Gülmeyen ve ağlamayanın sesidir bu.
Geçmişini unutmuş, hatıralarını silmiş. Bir öğüt almış bin öğüt vermiştir. Gündüz ve
gecenin iki tarafı vardır. O anlarda Hal, anılmak isteyecektir. Bundan biz mesul
olmayacağız. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar
gelmeseydi...
Biten konuşmanın ardından, konuşan ibbar kapılardan birinden geçerek
uzaklaştı. Geride kalan altısının üçü, beni ve diğer üçü, Piriyel'i yanlarına alarak üçüncü
ve en küçük kapıdan içeri girdiler. Uzun bir koridor yürüyüşünün sonunda geniş bir
odaya çıkmıştık. İçeride dinlenmek için yatak, temizlik için su ve giyinmek için temiz
elbiseler vardı. Yer yataklarını, her üç ibbar elleriyle hazırladılar. Piriyel ve bana hizmet
etmeleri, onlara yapılan binlerce günlük hizmetin karşılığı olmalıydı. Ama değilmiş ki
ibbarlardan biri cevabı verdi:
- İnsana yapılan hizmet, en değerlisidir. Senden bunun karşılığını almayacağız. Sadece
dinlemek ve düşünmek için buradasın.
Ufkum ilk günden açılmıştı. Önümü görebiliyordum. Verilen isimleri ve bilgileri
düşünerek başladım temizliğe. Yıkanıp yeni elbiseleri giymiş, uzanıyordum. Altı ibbarla
aynı odada dinleniyorduk. Binlerce gün çalışmışlığımla sıkılmaya başlamıştım bile.
Konuşulanları sadece dinlemek ve beklemek... Çalışmaktan zor gelmişti.

2.Gün:

Az uykuya alışan gözlerim, günün başında açılmıştı. Temiz ve tatlı bir uykuydu. Bütün
gün süren sohbetin ardından yeni bir gündü. Geceye doğru beraber uykuya daldığımız
ibbarlar, yanımızdaydılar. Belirgin ifadeleri ve konuşan gözleriyle... Çözemediğiniz
gariplikler içinde geçen onca günden sonra, bunlar beni şaşırtmıyordu. Giyinmemizi
isteyen bakışları aldım, Piriyel'i uyandırdım. Yavaşça yerinden doğrulan arkadaşımla
kaderimiz, aynı yöne akıyordu. Onu seviyordum. Sadece ona gülümseyebiliyor ve sadece
onda hüzün görebiliyordum. Birbirimize ayna olmuştuk. Hazır olmuştuk. İbbarlar, bizi
önlerine alarak, yenilenen gün ışığının yansıdığı dinleme odasına ilerlediler. Yedinin
ortası, bıraktığımız yere bizden önce gelmiş, gözleri kapalı bekliyordu. Yerimizi almıştık.
Gözlerini açıp yeni günün konuşmasına başladı...
- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Gün, akar ve ay olur. Ay, yıl olur. Yıllar geçer ömür olur. Zaman, hepsini alır içine, an olur.
Geçmiş ve gelecek arasında gidenleri ve gelenleri öldüremezler. Yıldızın yerini kullananlar
başkadır. Zülkar kimdir? O, bilgisi ile geldi. Yanındakilerle... Olduğu gibi. Bu tapınak
onun eseridir. Bizlere, geçmişin ölülerine, bilgisinden verdi. Bize susmayı ve sadece
düşünmeyi öğretti. O bilgi için canından olanlar oldu. Bilgiye ulaşamadan kaybolanlar
oldu. Dayanamayıp kaçanlar oldu. Sevdiğinden nefret edenler oldu. Söz, yerinde ağırdır.
Taşımasını bilmek, dinlemeyi ve düşünmeyi gerektirir. Siz... Hangisinden olacaksınız?
Bilemezsiniz... Canından olan, kaybolan, kaçan ve sevdiğinden nefret eden aynı kişi
değildir. Sevdiğinden nefret eden kazanır. Doğmayanı öldüremezler. Hayaleti düşünün.
Mel, insana hayalettir. İnsan da Mel'e. Mel kimdir? Düşün. Her anın yazılmaktadır. Bunu
çok azı bilir. Mel'den sonsuza yakın miktarda yaratılmıştır. Sayılarını Hal bilir. Hal kimdir?
Düşün. Yoktur ve vardır. Yokluğun ve varlığın arasında kalanları da kuşatmıştır. Doğal
olmayanı isteyin. Torun, atasını görmeye geldi. Aynı mekanı paylaştılar. O, kalmayı istedi.
Diğerleri gitti. Şimdi değerini düşün... Bu bilgi, dünyandaki tüm bilgilerden değerlidir.
Bize üçünden bahsetti. Yazılması yasaklanan bilgilerden... İlkine Mus dedi. Öldürdüğünü
kendisine hizmetçi yapanla geriye gidendi. Üçü de alim değildi. Gerçeğin ucundan
yakalamaları yetmişti. Size, onlara verilecek bilgiden fazlası verilecek. Susma yemini edip
içinizde saklayacak kadar cesur olun. Susmazsanız inanmazlar ve boş yere ölenlerden
olursunuz. Taş, atılmadan suya girerse, inanmayanlardan olmayın. Zamanı geçmişe akan
bir Mel bizi dinleseydi, bizim ondan üstün olacağımızı bilerek iman ederdi. İman nedir?
Düşün. Gözlerinin gördükleri ile mi sınırlı dünyan? Amacını hatırla. İnsan olmayı sen
istedin. Bedeli ağır olanı. Bedeli ödemeyenlerin gittiği yeri bilmiyordun ki... Ceplerini
altınla dolduranla iman edemezsin. İnanmak için önce şüpheye düşmek gerek. İçinde
şüphe ve cevapsız sorular olmayan buraya gelir mi? Tapınak, misafirini bilir. Yıkılacağı ve
yakılacağı güne kadar bilecektir. İlk insanın zamanıyla şimdimiz arasında olan Dres,
yücelerdendi. Dres'i görmeyi dile. Bilesin ki onun yeri, en iyi yerdedir. İçimizde bilgisi en
az olan, bildiğini iddia edendir. Size verilecek bilgi, nimettir. Yedikleriniz ve içtikleriniz,
bir nimettir. Var olmanızda öyle. Sizi yanına alacağı ana kadar, bilginizi çoğaltın.
Söylediklerim... İnanmayın bana. İçinizdekine inanın. O, beni yarattı. Gelecek, geçmişe
ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...
Konuşulanlar dışında yaşadıklarımız aynıydı. Aklımda kalanlar sadece sözlerdi.
Gerisi önemsiz.

3.Gün:

-Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Bu odada bulunanlar yazılanları okuyamayanlardandır. Bize yazmak yasaklanmıştır.
Duyulanları yazmayacaksınız. İçinize girebilenle yazmak isteyeceksiniz. Başkaları da
bilsin diye. Hak etmeden alınanlar, alanı da vereni de yakar. Onun geldiği yerde ve
doğduğu bölgede karanlık içinde parlayan vardır. Buraya gelinen binek Vanes'dir. Olduğu
gibi gelir ve gider. Demire hükmeden de odur. Dünyamız bildiklerimizden fazlasını taşır
üzerinde. Tapınak yapılmadan önce de vardı. Doğmadan ölenin emanetidir. Ölenin gelip
yıkacağı tapınaktır. Ertelenen vakit geldiğinde biz burada olmayacağız. Piriyel'in
öldürdükleri ve Robel'in ölenleri kuyudadır. İnsanı içine çeker. Çekim kuvvetlendikçe
yaşlanırsınız. Bize bakın. Gözlerimizin önünde geçenleri düşünün. Dayanacak sağlam bir
ağaç olmadan çekimi yenemezsiniz. Kökü olanla beraber olun. Anlamadığınızı sandığınız
her söz, yankılanacaktır. Verilenler, içinizde bilinecektir. Gün geldiğinde, demirle
uzaklaştırılanla aynı gemide olacaklar. O gemide olanlar, boylarının yarısı ve yarısından
fazlası ile hesap görecekler. Bunlar söylenenlerdir. Göreceklerden değilsek, bilmiş
olanlardan olalım. Rüya nasıl görülür? Düşün. Seni oralara götüren neydi... Az uyumayı
öğrendin. Rüyanda eksilme var mı? Yoksa eğer, bunu düşünecek zamanın olsun. Gözler
kapandığında görülecekler, açıkken görüleceklerin üstündedir. Rüyalara hükmedenlerle
aynı odadasınız. Asis, kendini rüyada sanacak. Birin bin olduğu yere gidip de
döndüğünde bilinecek, gemidekilerin kaderi. Görülen renklerin, duyulan seslerin ötesine
geçenler olacak. Görüntünün, gerçek mi, hayal mı olduğunu anlamadan geçen günler
olacak. Yıldızların yerleri değişmeden, gözlerin kamaşacağı günler gelmeden, toprağın
üstü bilmeyenlerle dolmadan sona gelinmeyecek. Yediklerinize bakın. Nereden
geldiklerini öğrendiniz mi? Sizin nereye gideceğinize geldi... Ölümle, insan kendine
kavuşur. Verilen söz hatırlandığında, yüzleri değişir. İyiler ve iyi görünenler ayrılır. İki
bulut arasına gidecekler azdır. Dres, oradadır. Bir de altında, kökü yapraklarına üstün
gelmiş ağaçların ve bulutlara dökülen suların olduğu yer vardır. Kanadı olmayanların da
uçabildiği yerdir. Ölümle tanışıp, geride iyilerden olanların gideceği yerdir. Burayı bile
istemeyenler olacaktır. Hal, burada görünmeyecektir. Sesi ile avunacak olanlardan
olmayın... Altında gölgelerden ibaret, iyi görünenlerin yeri vardır. Orada olmak
istemezsin. Zordur. Gölgelerin ağladığı ve güldüğü görülmemiştir. Ölünce bir gölge olup
zemine yapışmak istemezsiniz. Tapınağa giremeyen gölgeleri düşün. Kuyunun sonuna azı
varır. Gölgenin karanlığa gömüldüğü yerdir. Bilgiyi aldığı halde iyilerden olmayanların
varacağı yerdir. Affedilmeyeceklerdir. Dünyada gülenleri ve ağlayanları hatırlayın. Güzel,
çirkin olmadığına üzülür. Zengin, fakir olmadığına üzülür. Tek doğuş ve tek ölüş vardır.
Ölüşün gerisinde göremeyeceğimiz, görsek bile anlatamayacağımız sonumuz vardır.
Değişmeyen bir sondur. O sonlardan hangisinde olmak isterdiniz? Düşünün. Kaplumbağa
hızıyla gidin. Ama, doğru yere gidin. Arı hızıyla çalışın. Balınızı yemede acele etmeyin.
Buraya girenlerin ve buradan çıkacakların erkek çocukları olmayacaktır. Bir kadını, aradığı
gerçeğe tercih edenler köle olurlar. Hal, bizi onu bilmemiz için yarattı. Bilenlerden olalım.
Ya da bilenleri dinleyenlerden... En küçük alem ile en büyük olanı arasında fark yoktur. Bir
sinekte bir dağın kaldıramayacağından çok yük vardır. Bilenlerin sayısının artmasını
dileyene 'hazırsın' dediler. Hazır olanla olmak isteyin. Dayanacak gücü bulamayacaksınız.
Dres dışındakilerin bilgileri, işaret almadan yetmedi. Hazır olanın, zaman donduğu an
neler yapacağını bilseydin... Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz?
Ya Zülkar gelmeseydi...

4.Gün:

-Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
İki birleşebiliyorsa, ayrılmalıdır da... Toprak üzerinde iki yerde iki birleşir. Su, toprağı
burada yenecektir. Her sözün yedi anlamı vardır. İkinin ilki eskiden oradaydı. İkincisi
gemiyle gelecek. Gemiden ilk inecek olan Rodri'dir. Unutulacak olanın verdiği isim
kalacaktır. Çevresi su ile çevrelenmiş topraklar onunla anılacaktır. Başınızı yukarıya
kaldırın. Göreceklerinizin ötesinde olanlar vardır. Gün, geceye perde olur. Işıldayan
yıldızları orada tutan güç nedir? Düşünün. Affedilmek isteyen, unutmayı da ister. Her ne
istersen ondan iste. O, içinde olandır. Sana, senden yakın olandır. Altından kalkılamayacak
sözler verenler üzülür. Üzdükleri affetmedikçe... Yapmaya çalışın. Zorlamayın. Biri
diğerini yok ederse karışmayın. Öldürenin, öldürülen üzerinde hakkı vardır. Zaman sizi
kendine esir ettiği sürece değiştiremezsiniz. Öyleyse... Esir edin onu. Ölümü gelmeden
yenenlerden olun. Midenizdeki balığı, suda göreceğiniz gün gelecektir. Unutup aynı balığı
yemeye kalkmayın. Yoksa yine yemeye kalkarsınız. Unuttuğunuzu unuttunuz mu?
Düşünün. Şey... İleriye ve geriye gidebilendir. Önümüzü ve arkamızı bilmesi sizi
şaşırtmasın. Kolunu gelecekten geçmişe ve yine geleceğe uzatanlar vardır. Yaratılanlar
ikiye mahkumdur. Bir, Hal'e aittir. İki, diğerlerine. Uyumadan uyanamazsınız. Gündüze
ismini veren gecedir. Üzülmeden sevinemezsiniz. İkinin ilmi ve rahmeti vardır. Dres ve
Brah... Onlar diğerlerinden farklıydı. İlki, üzerindeki yükü kaldırdı. Diğeri, yükü üzerine
aldı. Yüce makamı isteyen alır. İçindekine yalvaran, dışarıdaki yalanlardan kurtulur. Bir de
zamanın efendisi vardır. Onu bilmek, yürek ister. Mel'in göremediği yazıyı okuyandır.
Bilgi, hak edenedir. İsteyen alır. Ter dökmeden yemek yemeyin. Mutluluğunuz, diğerlerini
üzmesin. Hayatınızdan geriye kalanlar için çok yalvarmayın. İstenilen, kalıcı olsun. Et,
yenir gider. Su, içilir gider. Zevk, uçar gider. Geriye kalan nedir? Düşünün. Kimse kutsal
değildir. Hata yapmadan doğru bulanamaz. Pişmanlık peşinizi bıraksaydı burada olur
muydunuz? Kimse kimseden üstün değildir. Dres, ölmeden öldü. Üstünlüğü kendinedir.
Brah, eline anahtarı aldı. Üstünlüğü kendinedir. Yaşarken yaptığınız hataların bedelini
ölmeden ödeyin. Zaman yürürken, siz yürümeyin. Araç, amaca hizmet eder. Kullandığını
araç, bineğiniz. Amaç, bilgiyi bulmak olsun. Gerçeği, isteyenler değil amaca ulaşanlar alır.
Dokunduklarınızın hiçbiri gerçek değildir. Yedikleriniz yok oluyorsa gerçek değildir. Rüya
ile gördükleriniz arasında bulut vardır. Buluta girenler üçün dokuzunu yerler. Hayaliniz
gerçek olduğunda, hayatınız hayal olur. Dillerin dilimlendiği, duyanların sağırlardan
farksız olduğu, uyarı alanların boğulduğu bir gün vardır. Duygumuz, inanmamıza yardım
eder. Mel'den üstün ol. Onu, mantığı yönetir. Renklerin tadını, ondan daha iyi bilenlerden
ol. Akıl ve bilgide üstün olan insanlar arasında, mantığına yenilenler olursa ondan uzak
dur. Yaşam, ince elbisedir. Onu giyince üşürsün. Beden, iki adettir. Suda görülen sen, asıl
olandır. Yansıyan görüntün senden üstündür. O hasta olmaz. Gözlerin kapansın. İçindeki
o ikinci bedeni görmeye çalış. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek
miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

5.Gün:

-Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Ona öğretilen için peşinden gidenler, ağırlıkları almışlardır. Sütün ekşimesi gibi
arkadaşlıkları biter. Mus, keşif ve bilgi için öğrenmek isteyecek. Bunun sonucu,
yanındakinin tohum olmasıdır. Sevdiğinden vazgeçenler, son gün geldiğinde
kararmayacaklardır. Her yerde hazır olanın yapacakları, yaptıklarıdır. Nedenini
anlamadığınız hayatınızı düşünün. Soru sormadan. Soru sormak, acele etmektir. Hakkın
olmayanı almak, suçtur. Suçun bedeli vardır. Yedinin sağı ve solu vardır. Güneşin
doğduğu ve batacağı yerdedirler. Bu odanın üç kapısı vardır. Girilen kapıdan çıkılmaz.
Beklenen odaya giden kapı, geri kusar. Oda, sahibini bilir. Yedinin ortasının girdiği kapı,
sorunun alınacağı yeredir. Düşün... (Önceki günlerden daha yavaş konuşuyordu. Uzunca
bir ara vermişti. İçeri girenlerin bıraktıklarına dalacak kadar kendimden geçmiş,
söylenenlerden uzaklaşmıştım ki...) Düşünmek kolay olsaydı... Bir işin sonunu gördükten
sonra o işe başlayanlar olacaktır. Bu, yerinden kaldırılamayacak sözlerdendir. Sabretmeye
çalışmayın. Beceremezsiniz. Sonuçlarına katlanamayanlar, o işe başlayabilirler mi? Bilge
olmayı isteyen, bilgi alabilendir. Hesabı gören, bizden daha sabırlıdır. Sonu olmayan
sanılan zamanın sonundadır. Beklenen son gelmektedir. Sana yakınlığı, senin ona
uzaklığın kadardır. Bir adım atmak, bir ömür ister. Kalan günlerini buna harca... Elinden
alınacaklar için yaşama. Kaybedilmeyecek olanı düşün... Bir süreye kadar bekletilirsiniz.
Bir karıncanın midesine sığacak kadar küçülmedikçe, süre gelmeden sınırı aşamazsınız.
Ölmeden ölmek, bilgi iledir... Doğmadan ölenlerin üzerine yemin edenlerden olun. Son
gün, sizi yakaladığında ve uzatıldığınızda ikiye bölünürsünüz. İki de ikiye ayrılır. Bir de
bunun ötesinde, ikinin ikisi vardır. Hal için iş bitmiştir. Oluş ve ölüş gerçekleşmiştir.
Çabanız, kendinize olsun. Boğulmaktan kurtulamadan başkalarını kurtaramazsın. Sana el
uzatanları görmek için yukarı bak. Ölüm, ensemizden bizleri yakalar. Gidilecek yer,
kalabalıktır. Ölenler toplanmıştır. Beklemenin acı vereceği andır. Süre gelmeden ölenlere
acı dokunmaz... Yaşarken affedici olun. İçinizdeki kini öldürün. İyi ve kötü olan
beraberdir. İç içedir. Görüntüye aldanmayın. Kötülükte önde gidenlere damga vurulur.
Yerinden kalkmayanı kötülük yakalar. İşe başlarken 'yaparım' deme, 'izniyle' de.
Gözlerinizle gördüğünüz güzelliklere aldanmayın. Işıltılı mücevherler ve gerçekleşen
hayaller, içinizdeki ışıltıyı ve gerçeği yok etmez mi? Düşün. Soğuk gelmeden ekinlerinizi
toplayın. Bileceklerinizi hak etmeyene anlattığınızda, önce gülenler olacak. Sonrasını
görmek istemeyeceksin. Öğretenin söylediklerini unutma. Sus. Bil ama belli etme. Zaman
geldiğinde gecenin ve gündüzün iki yarısında ona yalvaracaklar. Dillerinin okudukları ile
istedikleri ayrıdır. İçinizi ve dışınızı temiz tutun. Geçmişin geleceğinde yaşayacakların çok
azı, aydınlık ikinin üzerindekinde olacaktır. İsmini vermediklerini, bundan başka
anlatamayız. Gülen yüzün ağlattıkları, o yüzün kanındandır. Gelecek, geçmişe
ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

6.Gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Bilmediğiniz bir gece vardır. O gece, denizin üzerinde yıldızlardan oluşan iki girdap üst
üste biner. O gün kabul günüdür. Yukarıya gönderilenlerin ulaştığı gündür. Girdaplarla
dolu gökyüzü, geceye büründüğünde sakladıklarını görürsünüz. Bizden uzaklaşanlardan
birinden gelen olmuştur. Tapınak onundur. Bir adım attığınız zamanda, uzaklaşan,
binlerce günde gidebileceğiniz yerlere gider. Kalbiniz attığı gibi, gökyüzü nefes alır.
Parlayanlar üst üste geldiğinde, iki elin birbirine kavuşması gibi çekerler. Hiçbiri rastlantı
değildir. Avlanan balık, yenilmekten kurtulamaz. Uçan kuşun kanatları, ne üzerinde akar?
Düşün. Işığın kaynağı, kendisinden hızlıdır. Bedenin görüntüsü sana ulaşmadan
ulaşanları düşün. O gece, inenler ve çıkanlar olur. O gece, gelmeden inenlerden çok azı
çıkmıştır. Gecenin bilgisi saklıdır. Tapınaktan çıkacağınız günde, bu bilgi
açıklanmayacaktır. İçimizden geçerek yoluna devam edenler vardır. Bizde yarım gün
kalırlar. O an, değerlidir. Brah, Dres'in evladından. Bizden öncesinde olanla sonrasında
olan arasındayız. Ondan iki kalabalık doğacaktır. Biri, diğerinden üstün. Diğeri ise
alçaltılmıştır. İkisinden çıkacak iyilerin sayısı azdır. Kimsenin kimseyi anlamadığı günün
öncesinde verilenin değerini bilin. Söylenenleri duyacağınız tek yer bu odadır. İki tane
bine değecek olan bilgiden almaktasınız. Yazılanların ve konuşulanların özünde üç vardır.
Üç kökten çıkan ağaçlar farklıdır. Ondan ayrı gıdalar alınır. İlk kalabalık, kökleri unutur.
İkinci kalabalık ise o kökten çıkan ağaçların adını unuturlar. Olacakları yazanlardan
okuyanın bilgisidir. Brah'ın çocukları yerine yenileri gelir. Yeninin geldiği yere
bakılmayacaktır. Eski, unuttuğu bilgide boğulur. Dinlediklerine şahit olmak için ölümü
yen. Bir gün gelir insanların topluca öldüğünü görürsün. Kan akmadan ölenlerin sayısı
artar. Yaşamanın zor olacağı gün, gözler yukarıya kalkacaktır. Karanlıkta kalan topraklara
gidenler, görünmeyen dumandan kurtulur. Güneşe yakın olana gidenler gündüzün yakıcı
yüzü ile gecenin dondurucu yüzü arasında sıkışırlar. Uzakta olanların rengi, kırmızıdır.
İnsan oraya ulaştığında kabuğun altına girecektir. Uzak ve yakın arasında kalanı, gözünle
görürsün. Orada, insan gelmeden kalanlar vardır. Öyleyse paylaşılamayan bu topraklar
için ölmeye değer mi? Düşün. Eğlenmek için gidilen bu yerlerde kalanlar olur. Güneşin
yaladığı yerde mutlu olanlar, bizim sonramızdadır. Özgür olunacak gün gelir. O günü
istemeyenler, gücü elinde tutandır. Bahçesindeki ürünlerin çokluğu işe yaramaz. Kralın
askerleri tapınağa gelir. Zayıf olanlar, onlardır. Bir söz ile çekilen kılıçları kırarsınız.
Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

7.Gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
En büyük zannedilen dağların, ayaklarınızın altında kalacağı günler geliyor. Madenden
çıkanların uçtuğu anlar. Suyun içindeki hava kabarcığı ile Göklerdeki kubbeler arasında
benzerlik vardır. Göremediğiniz küçüklerin, korktuğunuz büyükleri yendikleri günler
geliyor. Yakınlığı ve uzaklığını bilenlerden sadece biri geri dönmedi. Bilinmeyeni sadece
sen mi istedin? Ölenler ve doğanlar arasında olup denizdeki dalganın, yedinin üzerine
çıktığını görenler olacaktır. Görünen ile görünemeyen arasında olup içinizde geçenler
olacaktır. Hızla giden ışık, çarptığı yeri parlatır. Sana ışık veren güneşi ne kadar az
düşünüyorsun? Işığın geldiği yerin sana uzaklığı hakkında ne bilirsin ki... Kulaçların
atıldığı, ümidin kaybolduğu anda yüzlerin güldüğü, açılan kapıdan gelenleri
karşılayanların öldüğü gün gelmektedir. Dün, yarını esir almadan görebileceğini mi
sanırlar? Bilgi, yerinde ağırdır. Tekrarlananlar, hatırlaman içindir. Umudun kaybolduğu
anlarda, gözler kapanır. İçindeki ışığın geldiği yer, güneşten yakındır sana. Zamanın
üzerinde yürüyenlerden, hasta olanlar çıkacaktır. Tekrar doğanların babası yoktur. Aynı
anda, uzaklarda görülen bedenlere yemin edenlerin sözlerine kulak ver. Yol vermeyen
dağları yürümeden aşanların bilgisi, kendilerinde gizlidir. Taş üstüne taş koyanların
görünmeyen kanatları vardır. İçinde yatan ölü beden, onlardan değildir. Geriye kalanın
adı verilmiştir. Ona Zülkar dendi. Ondan türeyenler burada değildir. Bilgiyi aldıkları
babadan, hakkını almadan uzaklaştılar. Taşlara hükmeden, sularla oynayan torunların
sonu kibir ile biter. Çekilen acının karşılığıdır bilgi. Hakkı olmayanın elinde zulüm verir.
Nefes almaya verilen iznin sona erdiği anda, orada olmak istemezler. En küçük iken bu
hale gelen, ışıklarla donatılmış, içine gireceği kuyunun yanı başında... Topraktan çıkan her
fidanın sonu, çıktığı yere dönmektir. Yanmadan köprüden geçene, Dres dedi. Başkası var
mı? Düşün. Ona komşu olanların yerinde olmayı iste. Çevrendeki gözlerden gelecek
zararlardan seni koruyacak nedir? Hangi güç, yaşamana izin verir? Kuvveti elinde tutan
torunun, buna gücü yeter mi? Yarattığını sananları, girdikleri delikten çıkarmak zordur.
Mavinin kırmızıya dönüştüğü anlar olacaktır. Yükselen ve alçalan bulutlar vardır. Dağ
gibi...Bulutlarda iki sesi duyarsın. Ha... Ka... Gözün gördüğü yeşilliğin altında
görülmeyenleri yok sanma. Kararan yeşillik, gün gelir ısıtır. Onunla bilmediğin atlara
binersin. Çöllerin sessizliği seni yanıltmasın. Son gün geldiğinde, dünün ve yarının
birleşir. Son gün geldiğinde, yükselenler ve alçalanlar olur. Yerinde kalanların doğru
olduğunu sanma. Sana yükselmek yakışır. İnsan olmayı isteyen kimdi? Düşün. Bunun
hakkını verenlerden ol. Uzaktan gelen sesi küçümseme. Sesin olmadığı yere git. Bulabildin
mi? Söylenen kaybolmaz. Bilesin... Sesin üzerine çıkan, sesten korkmayanlar olur.
Yanlarında bulunan bilgi, bunu anlamaya yetmez. Haber alandan yeterince korkmayan,
konuştuğunu bilmez. Unutulanların hatırlatılacağı an geldiğinde, söylediklerine
katlanabilecek misin? Düşün. Sus. Dinle. Konuş denildiği anda, seçerek anlat derdini.
Aldığın nefes içinde olan, olmadan konuşman gerekecek. Sana şahit olacak, yine
bedenindir. Görünmeden kötülük yapanlardan olma. İzlendiğini bilmeyenin yaptıklarını,
sen yapabilir misin? Kırkına gelmeden yapılan hatalar olmasaydı inanır mıydı insan? Aklı
erenin elleriyle ya da gözleriyle yaptıklarından dolayı sen suçlanmayacaksın. Her yapılan,
karşılığını alır. Başınıza gelen kötülüklerin, iyiliklere kapı açacağını unutmayın. İyi
görünen bilginin tehlikesini gör. Tüylerinden ikisi siyah olan beyaz bir kedi gördüğünde,
onun siyahlarını almaya kalkma. Yaptığın hesaplar mantığındır. Duyguların mantığını
yenmeden gerçeğe ulaşamazsın. Gerçek, aranmak ister. Yürümenin ve koşmanın bittiği
yerde bulmaya başlarsın. Bekle.Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek
miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

8.Gün:

-Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Dres'in hikayesi... Hiç duymadığın. Geçmişten gelen. Bilginin ilk sahibi. Hazır olanın
görevi, Brah'ın ölmesinden sonradır. Her anın sahibi... Dres... Ölümü cesaretiyle tadan.
Kutsal üçün ilkidir. Sana ölmüş ve doğacaklardan haber verenler karşısında, düşünmeni
emredenler buldun. Geçen günlerin değerini bilenlerden ol. İkinci üçün birincisi,
bedeniyle ölmekten uzaktır. Adına Okma diyecekler. Yediklerine dikkat edenlerdendir.
İçtiğinin kaynağını başkası bilmez. Son günü göreceklerdendir. O gün, gerçeği
kaybedenlerin günüdür. O, bildiğini söylemendir. Sırrı alanın peşinden gidenler olur.
Susmak, kurtuluştur. Ölümü isteyip de ölemeyenlerden olma. Zülkar'ın kim olduğunu
bildin mi? Bir kere doğup hiç ölmeyen kimdi? Düşün. İçindekine henüz adını veren
çıkmadı. Onun ne olduğunu öğreneceksin. Sen uyusan, o uyumaz. Uyandığında yine
senin olacaktır. Kaynağı, mal sahibidir. Dres'in çıktığı makama ulaşanların sayısı azdır.
Konuşmayı bilmeyenler arasında doğdu. Onlara öğretti. Öğrettiğinin kaynağını nereden
bileceksin? Ders verenin bilgisi buradadır. Almaya bak... Dem'in konuşmadan
konuşmasını görmeden inanacak mısın? Dudakların ve kulakların kullanılmadığı ilk
günlerde değiliz. Gücünün çok azını kullandığını bilecek misin? Rüyandaki seslerin
kaynağı ile ilk günler arasında olanlar aynıdır. Bilinmeyenlerin sayısı bildiklerinin
üzerindedir. Gözlerin bir yıldızdır. İçine ışık verir. Karanlığını aydınlatan gözlerinle
bakmasını öğren. Dem'in geldiği yer ile çevrendekileri aynı mı zannedersin? Dem'e
öğretilenlerin Dres'e geçmesinde gizem vardır. Araya giren soy, bilmeyenlerdendi. Gidilen
yerde konuşmalar üçü arasında olur. Erkek ve kadının ötesindeki oradan çıkmaz.
Kafanızın içindekini kullanın. Kullanmayı dileyin. İnanmadan önce düşünenler kazanır.
Düşünmeden inanlar kaybedenlerdendir. İndiğimiz yere hükmeden yedilerden birine
Urdji diyecekler. Geldiği yere dönmeden ve zamanı gelmeden kiminiz onu tanır ki?
Yukarıdan verilenlerin çok azını duyarsınız. Gizli kalanları bilmek için yediye girmek
gerek. Yedinin ortası olmak gerek. Nefret ettiğini sevmek gerek. Kimse kimsenin elinden
tutamaz. Bulutun üstüne çıkan adımlar sana aittir. Mel'in ulaşamadığı yere gidenlerden
olun. Hal'i görmek için. Sevgisini sadece sesi ile avutanlardan olma. Robel'in tarlası
yanmadan ve Piriyel'in rüyalarına ölüler girmeden uykudan uyanacak mıydınız?
Düşünün. Başa gelenlerde, düşünenler için nimetler vardır. Yaşayanlar üçe ayrılacaklardır.
İyiler, iyi görünenler ve iyilikte önde olanlar. İyilikte önde olanların çoğu bizdendir.
Buradan çıkanlardır. Girmenin yettiğini mi düşündün? Gökyüzündeki yıldızların azaldığı
zamanlarda sayıları azalacaktır. Yaşadığın zamana şükretmen gerekmez mi? Doğmadan
ölenin bilgisi ile buradayız. Söylenen her söze inanmayacak kadar gerçeğe yakın ol.
İnsandan hızlı olanın yediklerini bilmeni isteyen yok ki... Onların hızı yavaşlamadan, ya
da sana bağlanmadan göremezsin. Onların yeri ile senin yerin aynıdır. Göremediğin
kardeşini yok sayabilir misin? Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek
miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

9.gün:

-Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Onun yaptıklarına dayanamazsın. Nedenini bilmediğin soruyu sorma. Düşünmen gereken
andasın. Hava soğuduğunda ısınmasını beklemekten başka ne çare... Elinde olanları
kaybettiğinde beklemekten başka ne çare... Kendine süre tanı. Fırında pişen somuna bak.
Orada kalması gereken süreyi düşün. İki ucundan yaklaşanlar olmasaydı, anlayabilir
miydin? Yeni günün ilk ışıkları ile kızaran gökyüzü, birbirine yaklaşmaktadırlar. Suyun
altında kalacağınız süreyi aşamazsınız. Aştığını sananlar, yeni süreyi aşmaya kalkanlar ve
bilmediğini isteyenler, düşünmezler mi? Açlık ile terbiye edilen bir hayvandan farkın var.
Aldığın her nefeste hakkı olanı düşün. 'Önce ben' diyenin arkasında kalanların geleceği
yoktur. Miskinle arandaki farkı öğrenmek istersen, dinle şimdi... Senin yaşlanmanda bir
sebep vardır. Vücudun büyür ve küçülür. İade edilmeyen kaldı mı? Hayatı elde edecek
olanın miskin olduğunu sanma. İleriye adım atmadan ikinin üzerinde olan var mı? Öncesi
ve sonrası olmayan kimdir? Her başlangıcın bir sonu yok mudur? Soru sorana aittir.
Cevabı saklı olanı söyleyecek olan, yine odur. Sönmekte olan ateşi yeniden canlandıracak,
yine odur. Son nefes verildiğinde ve toplanıldığında, geçmiş ve gelecek birleşir. Ne bir
açlık ne bir tokluk hissi. Bekleyenler yan yanadır. Ayakta olduklarını fark etmeyecek kadar
kendilerinden geçmiş olurlar. Düşündükleri ise kendileridir. Başkasından fayda
gelmeyecek günde olacaksın. O güne, gün demek olmaz. Bir andır. O ana hazır ol. Oraya
alınanın, sadece bilgi olduğu aklından çıkmasın. Hal'in yaratmasında bir kusur arayanlar
olur. Senin, onda bile hakların vardır. Adaletli olan odur. Ne istersen ondan iste. Seni, sana
karşı savunandır. Hükmü veren ve ret edendir. Ondan uzak kalamazsın. Gölgelerin içinde
olan yine odur. Acıyı çeken ve çektiren. Tadına bakmadığın hangi yemeği sundun?
Saymaya günlerin yetmediği yerler vardır. Onda, bize benzeyenler vardır. Yarın ne
yapacağına sen mi karar veriyorsun şimdi? Düşünmedin mi? Öncesi olmayan... Suyun
yansıması gibi bizlerin yansıdığı yerler vardır. 'Görmeden inanmam' diyenlerden misin?
Yoksa düşünecek misin? Karanlıkta ışık olanın, ışıkta karanlık olması gibidir. Yüksek
yerlerinden kuyuya düşmeye benzer. İkinin ötesinde bulunandan bilgi alanın her yerde
hazır olacağı gün gelmektedir. Bir tekin, tek olmadığının okunduğu yerdir. Sayfalarının
sonu olmayan kitaptır. Gören gözlerden birinin aldığı bilgi, alınmadan önce buraya
ulaştıysa? İnanmada sınır yoktur. Bir elin parmakları beştir. Birini tutan, beşe ulaşır. Bir
midir? Beş midir? Karşıdaki ile On mudur? Soruların cevabı tek midir sandın? Her yerde
hazır olandan başka biri daha vardır. Çok uzaklardan bakar. Ağzında bir boru olduğunu
görürsün. Görüntünün netleşmesini bekleyenin yerinde olmak istemezdin. Göremediğin
orduları yok mu sayacaksın? Onun dilemesi dışında hangi işini yaptın? Söylenenleri
unuttuğunda onu an. Umduğunu yaklaşmanda onun yardımına ihtiyacın olur. Bir
denizden aldığı bir avuç sudan bir damla, bu tapınağa düştü. O damladaki su, bulut
olmadan gerçeği bulmayı iste. İki çuval arpanın üç yüzü olan sekiz adamla taşındığı gün,
orada ol. Ölmeden ölmektir bunun bedeli. Yarının, dün olduğunu bil. Dünün ise yarın
olacaktır. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar
gelmeseydi...

10.gün:

-Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Senden uyman istendiğinde karşı koyma. İsteyenin bildiği vardır. Varacağın yerin sana
gelmesini istemez miydin? Sen, adım atmadan denizleri aşarsın. Yürüyen yeri unutma.
Adını veremediğimizin uşağı küçülür. Onu göremez olurlar. Üç,iki olduğunda inanacak
mısın? Uşağını kaybeden ve yanındaki ile yola çıkandan haberdar ol. O yolculukta ibretler
ve bilgi vardır. Siyah giyenlerin ilki, zulmeder. İkincisi, hak eder. Üçüncüsü, yok eder. Yok
edenin kurduğu düzene gördün mü? Yarının dün olmuştu. Şimdi kulağını aç.
Duyacaklarını, ölümden sonra yerdeyken hatırlarsın. Zamanı tüketirken karşına biri çıkar.
Sağ elinden tuttuğunda, başparmağı kopuk sanırsın. Karnı olmayanın adı gizlidir.
Ecca'nın, duvarları ve o derin kuyuyu aştığı anda, ölüme bir nefesi kalanın yaralarıdır.
Onun yerinde olmak istemezsin. Ecca ile yapacağı mücadelede ona şahit ol. Yukarıdan
aşağıya bilgi almak kolay değil. İnanmakta zorluk çekenler, gördükleri rüyaları
hatırlamazlar mı? Zamanının sonundan geriye kaçanın aldığı yaraları görenlerden ol.
İyinin ve iyi görünenin savaşıdır. Aldananların yanında, senin elde ettiğin bilgi
olmayacaktır. Gerçeğe attığın her adım, üzerindeki yükü ağırlaştırır... (Yedinin ortası
susmuştu. Diğer günlerden farklı olarak gözlerimizin içine bakmaya başladı.
İçimizdekileri görmeye çalışıyordu. Bunu anlıyorduk. Piriyel ile yan yana olup bitenlerin
farkına varmış ve beklemekteydik. Uzun bir sessizliğin ardından kötü haberi vermişti.)
Tapınağa girenlerin çok azı gerçeği alarak çıkar. Başaramayanların sonu ölüm, korku ve
deliliktir. Biriniz, yolda öleceksiniz. İçinizdeki niyeti okuduk. Diğerine öleni göstereceğiz.
Sevdiğinizin sizin için öldüğünü unutmayın. Amaca ulaşanlar, yolda kalanların yükünü
alır. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...
(Yedinin ortası, usulen kalkmış ve kapısından girerek uzaklaşmıştı. Açıkçası korkmuştum.
Eğer ölensem ölüm şekline, kalansam gidenle yüzleşmeye dalmıştım. Nasıl ve neden
olacağını düşündüm. Ve nasıl bilindiği. Yarını görenlerin karşısındaki çaresizliğimin
farkındaydım. Günlerin eskisi kadar hızlı geçmediğinin de farkındaydım. Piriyel ile bir
anlık göz göze gelişimiz ile endişelerimizi paylaştık. Gün bitmişti. Ötesine ulaşmamız
gerekiyordu.)

11.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Yol, üzerinde yürünmesi için var edilmiştir. Yoksa onun bize ihtiyacı yoktur. Üzerinde
gidilen yerin sonu tekdir. Diğer yollara girip kaybolmamayı dile. Yolun olmadığını
söylediler. Kendini bulmanda, yola çıkmanın anlamı var mıdır? Sana attığın bir adımdan
daha yakın olan için yol gerekmez. Olana kendinden verenin bilgisi ile kurallar konuldu.
Gerisine karışmaz. İrade sahibi olan sen değil misin? Düşün. Yaptıklarını ve yapacaklarını
bilmek başka... İnsan olmayı dileyenlerin verdikleri söz hatırlandığında, kimi yüzler
kararacaktır. Yemin edenlerin yeminleri kaybolmaz. Tarihe düşenlerin çok azı ileriye
ulaşır. Bilinmesi istenmeyenleri, kayıtlardan çıkaracak olanların vay haline... Bölündükçe
bölünenlere... Ufalıp gelenlere... Kırk günde yolu kaybedenlere... Gidilen yerlerden, en
yukarısı ile en aşağısı arasında, nereye gideceğini bilemeyenlerin halini düşün. İstediğinin
üstesinden gelemeyenin yeri ne kötüdür... Ortası olmayan bir köprüden kaçımız
geçebiliriz? Düşün... Üçün dışında kalıp dördüncü sınıf olanların sayısı bellidir. Onların
kurtuluşu yoktur. Bildiği halde yanıltanları oradan çıkaran olmaz. Brah'tan bahsedelim.
Gelmeden bilgisi gelenden. Onüçünde aramaya başladı. Babası zenginlerin zenginiydi.
Henüz felaket gelmeden, sevdiğini kaybetmeden, hata yapıp pişmanlığa bürünmeden ve
düşünerek aradığını buldu. Ya da bulacak. Görünenlerin gücünü düşünmekle başlar.
Hal'in varlığını sorgular. İçindekine sorduğu sorulara yanıt arar. Onun bir nefes önünde
olup da onun ulaştığına ulaşamayanlardanız. Mel'in görünmesi ile yetinmez. Verilen
iradenin gücünü kullandı. İstemenin yettiği o an, onu görenlerden olur. Hal'in yanında,
ona dost olmayı istemeyi bilir. Yaşayanlar ne ister? Düşünün. Güzellik, zenginlik. Şöhret,
şehvet. Ölümden uzak ve kendisi için yaşamak. Sevileceklerin en iyisini sever. Çevresinde
ona bu bilgiyi veren olmaz. Gerçeği önce istemek gerekmez mi? Önce ister, sonra kavuşur.
Avucundakilerin sınırı yoktur. Ne istersen olursun. Kaybedeceğini istemek, bilene
yakışmaz. Kalıcı olanı iste. Onun isteği kabul olur. Makamın üzerine çıkanlardan ol. Dres
ile Brah'ın yan yana olduğu yere alınmayı iste. Gölgelerin akıbetini dinle... İyi
görünenlerden iyiliğe en yakınları, soğuk ile kardeş olurlar. O soğukta yanına ateş
alanların yanması gerekmez mi? Kin ve nefret, yakıcıdır. Kırmızıdan başka rengin
olmadığı yerde olanların yüzlerinde gülümseme göreceğini mi sandın? Kırmızıyı getiren
yine onlar değil miydi? Yüzlerden bakılmayacak olanlar vardır. Burada güzelliği ile
avunanlardan bazıları, orada çirkinlikleri ile kalırlar. Yeşilin ortasını alıp gelenlerin yeri,
senin yerin olmasın. İyi olmak yetmez. Ötesine geç. Kazandığın her can, yanında seninle
olacaktır. Yansıyan bedeninizde olanı bilmeni isteriz. Gündüz siyah giyenin hali, gece
beyaz giyenin hali olur. İkisi de aynı kişidir. Bir olan, sadece Hal değil midir? Düşün.
İnsanlar çift çift yaratıldı. Bilesin ki bu söz yerinde ağırdır. Sen ve senin içindeki
sen...Bilgiye ulaşmada hızın arttığı çağlar gelecek. Onlardan çok azı bildiklerinizi
bilecekler. Şükretmek için neden bekliyorsunuz? Uçan kuşları küçümsemeyin. Ondan
çıkacak bilgi ile hayat bulanlar ve öldürülenler olur. Boğulmadan bindikleri gemilerle bize
bunları bildirenleri düşün. Geldikleri mekana dönmeleri ile kaybolduklarını mı sandın?
Geride kalanın adını artık biliyorsun. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek
miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

Yazanın kalbine inmeseydim bunları okuyacak mıydınız? Ölümü tatmayanlarla


konuşanın başına gelenlere katlanabilecek kaçınız çıkacak? Her günün ardından uyumaya
çalışan Robel'i düşünün. İçinden çıkmadığım rüyalarla uyanır olmuştum. Piriyel ve
bendeki şaşkınlık hali artmaktaydı. Rahat ortamlarda bunları okumak yerine buraya
gelmeyi dileyin. Bildiğimden size bir damla sunuyorum: İsminde Şeytan'ın adını taşıyanı
yüceltenler var. İlki korku saldı. İkincisi korkusundan kaçtı. İlkinde tek doğum tek ölüm
var. İkincisi iki doğum ve bir ölüm iledir. Derin düşünenlere sunulur... Yazanın
çözemediğini çöz.
Olgunlaşan meyve gibi sulanmıştım. Her sohbetin bitişinde korkarak odama
giderdim. Merak ettiklerinizin midenizi doldurmasına benzer...

12.gün:

-Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Var olmanızda şaka yoktur. Oyun, oynamasını bilenedir. Çıkılamayacak kuyuya kendi
isteği ile girenin oyunu gerçektir. Üzüleceğiniz hatalardan çıkan meyveleri yemeden
uzaklara atın. Yaratılışta üstün olduğunu sananların elindeki güç, karıncanın taşıdığı yük
kadardır. O ağırlıkta olanın, denizleri kavuracağı ve yerde delik açacağını unutma.
Ölümün ani gelişi, seni yanıltmasın. Tapınağa girenlerin geçmişleri yoktur. Nerden ve
nasıl geldiğinizi unuttunuz mu? Gelecekte olanlara şahit olmanız isteniyor. Şey'in itirazı,
insanın üstünlüğünedir. Sınanmadan Hal'in makamına kalan olmamıştır. Yakında olanları
göremeyenlerin uzaklardan haberi olmaz. Sana doğru söylediğini sananlara cevabını hazır
tut. 'Ben yokum' diyebilene ne denebilir ki... Olduğunu kabul etmeyen de ölecektir.
Kardeşlerin birbirini öldürdükleri savaşların olduğu yerde, barışı korumak isteyenler
olacaktır. Onların gücü, inanmaya yeter ama değiştiremedikleri gelecekleri onları bekler.
Kuşun kanatları olmadan uçtuğunu gördüğünde inanmayacak mısın? Kanatlarını açıp
yere inenlerin düşmelerinde ve çıkmalarında sana işaretler vardır. Ona Mel denildiğini
unuttun mu? Bilgiyi alan ve bilgiyi yayan arasında üstün olanı, bilgiyi koparandır.
Dünden kalanların yarına ulaşamayacağı günde, doğruyu yayanların yanında ol. Arının
yaptığı balın tadına bakmadan önce düşün. Onun midesi kadar miden yok. Yediklerin ve
içtiklerin senin olsun. Fazlasını alma. Tadında bıraktıklarında bir hatıra vardır.
Usanmadan bırak, bırakacağını. Geçinmede gücü olanların zayıflara yaptıklarını gör. Kim
haklı? Hakkını alamayanın çektiklerini o mu çekecek? Küçük faydalar uğruna büyük
çukurlar açanları göreceksin. O çukurlara 'kuyu' diyenler olur. Kendi mezarını kazanın
hali... İnandığına bir daha inanlar olur. İnandığından ayrılanlar kimlerdir? Doğru
söyleyenin ve doğruyu yalanlayanların zamanını görmeyi dile. Yapacağın her hareketi
önce sen izle. Nefesini tut ve derin denizlere gir. Öncesinin öncesine...Nefesini al ve
diplere kaydığın yere götür. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz?
Ya Zülkar gelmeseydi...

13.Gün:

-Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Kopan tufanın bilgisi geldi. Almayı iste. Alabilirsen...Basan suyun, esen rüzgarın ve
derinlere işleyen sesin geldiği zamanda yaşamak istemezsin. Orada olanların yüzlerini
görmeyi istemezsin. Ölümün aniden gelişi, bu yüzdendir. Pişmanlığa fırsat vermez.
Sınanmadan girecek yoktur. Unutma... Düşün. Bir elin parmakları olur. Beşi bir yerde.
Ayrı bulutların altında. Aşılması zor denizlerle çevrili topraklara sahiptirler. Onlara elde
ettikleri başarı fayda vermez. Emin olmadan sevinme. Son gün gelmeden üzülme. Suların
kabaracağı günden önce, yok olacakların mutluluğu seni aldatmasın. Yaklaşan felakete
gülmenin bedeli ödenir. Hal, kimseye hak etmediği belayı göndermez. Elin parmakları,
asıl tufanın sonunu göremeden yok olurlar.Yeniden başlayanın yanında seksenüç koyun
vardır. Bunlardan birinin adı Neh'dir. Onun diğerlerinden üstünlüğü, onların
alçaklıklarındandır. Yoksa eşitlikte hata yapılmadı. İnsan olmayı dilediğin anda onikiden
geçtin. Unuttuğun sınavlardan geçmiş miydin? Geçecek miydin? Kalbiniz atışlarında
marifet vardır. Bunun için sizden ne istedi? Karşılığı olmayanın yaptıklarını düşün.
Doğumla gelinen yerde, sizi buraya taşıyan gücü düşünün. Rastlantı mı? Baba olmadan
anne olmaz. Evladın onlara ait olmadığını bil. Hal'in yaratma nedenini düşün. Kendi
içinde onu bulanların gideceği yer hazırdır. Orada olmayı iste. İstemeden önce düşün.
Düşünmeden önce bilgiyi al. Tohum olmadan ağaç olur mu? Birin gücü, dördün
üstündedir. Dört tarafına bakınca gördüklerin, o bire aittir. Dördü yaratan birdir. Dördün
içinde iki tane iki vardır. Mel'in bile yanmaktan kaçamayacağı hatası olur. Mükemmel
olanı görmeyi iste. Gizli hazineyi bulmayı isteyenler olur. Onu bulduğunda
kaybedemeyecek. Unutamayacak. Parlayan ışıltılı mücevherler, gözleri yanıltır. Onlarla
yapacakların sınırlıdır. Sınırsız ışıltıya ulaş. Elindeki elmayı üçe böl. Birleştiğinde aynı
elma olmadığını görürsün. Aradaki farkın, 'yok' dan büyük olduğunu düşün. Ne olmak
istediysen o olursun. İstediğini unutturanı hatırlatan yerdesin. Taş olmayı dileyenlerden
değilsin. Görünenlerin ve görünmeyenlerin toplamı birdir. Bu söz yerinde ağırdır. Kendi
başına ölü olanların birleştiği yerde canlı olurlar. 'Cansızdan canlı olur.' denildiğinde,
gülenlerin yanında kalma. Ölü topraktan çıkan canlı gıdalarla beslenenlerin gülüşleri, seni
üzmesin. Başımızın içi ile cevizin içi arasında farkın olmadığı bilinir. Beslenen ve savunan,
ardından üreyenlerin sahip olduklarına Mel sahip olsaydı, iyi görünenlerden aşağıda
olmayacağını söyleyebilir miydi? Yaptıklarınız ve yapacaklarınız kayıtlıdır. Kendi
iradenizle yapacaklarınızın önceden bilinmesine mi şaştınız? Düşünmeden çözen olmaz.
Kayıtlı olunanın yerini görenlerden ve yapacaklarını öğrenenlerden ilki, Dres değil miydi?
Son güne bakıp okuyamayanın yanında, ışığı yanan yeri okuyan, dünle yarın arasını
değiştirenin yeri vardır. Bir tavuk tüyünde görülemeyecek kadar aşağılardayız.
Sayılamayacak kadar tavuğun olduğu kümeste. Kümesler yan yana, başı ve sonu yok.
Büyüklüğü yağmura bir damla kadar. Damla, yağmurun parçası.Yağmur, buluta ait. Bulut,
yedinin en altında, olanları gören yerde. Çözemediğin misaller, sonradan anlaman içindir.
Özgürce yapamadıklarına kader dendiğini unutma. Kaderinden kaçabilen olmaz. Ölüm
geldiği gün, hangi insan saklanacak yeri bulur? Yazamayan ve yazılanları
okuyamayanlardansınız. Yazmanız ve okumanız size uzak olsun. Hata yapmaktan
korkmaz mısınız? Bildikleriniz ve bileceklerinizden ötürü sorumlusunuz. İçtiğiniz sütün
tadını değiştirmeyin.Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya
Zülkar gelmeseydi...

14.Gün:

-Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Ecca'nın bilgisi... Nereden nereye... Kuyudaki suyun yüzeyinde, görüntüsünü aşıp
yanımıza gelir. Bazıları onun yoluna girecek. O yola girenlerden olma. İkizi olmayan
yoktur. Göklerdeki kapıdan gireni gördün mü? Aynı kapıdan girecek olan diğeri
olmasaydı ölümü tadacağını mı sandın? Anlam veremedikleri gerçekleştiğinde,
alınlarında yazılı olan görüldüğünde bilgiyi elinde sananlar yanıldıklarını anlar. Anladığı
kadarıyla yetinenlerden olma. Şeyzadikum... Lanetlenen üçlünün adıdır. Ecca,
lanetlenenlerden değildir. İnsanların hak edeceği belanın adıdır. Onun elinde olana
inananın yüzü ile arkasından gelen canı aldığında gerçeği görenin yüzleri, aynı olmaz.
Hal'in bilinmek istenmesi seni şaşırtmasın. Nefesini tutamayacağı kadar derinlerde olanın
haline bürüneni gör. Yeminlerin edildiği ve sözün alındığı meydanda olmadığını iddia
eden çıkarsa... Cevabı olmadan soru olmaz. Neydin?... Ne oldun?... Seni yaratanın
sözlerini işittiğini unuttun. Işığın sana ulaştığı yerdesin. Yaratanın karşısına aldığı
yaratılandır. Yaratılanın içinden geldiğini unutma. Düşündüklerini topladığında anlarsın.
Niçin yaratıldığını anladın. İşin nasılını öğrenmeye bak. Bilgi, bunun içindir. Bilgi, bunun
içindedir. Bilgi, adını koyanlarındır. Bilgi, tadına varanlarındır. Bilgi, karanlıktan
çıkanlarındır. Zor olanı elde etmeyi dile. Kolay lokma mideye çabuk iner. Tadını
anlamadan yuttuklarından ne fayda gördün? Düşün... Bilginin alındığı yer, ayaklarını
bastığın toprağın hemen üstüdür. Ölüm gelmeden ölümü yenmeye bak. Bulunması en zor
olanın, bulunduğunda kullanması en kolay olduğunu anla. Bilinmezler denizine girip de
üzerine aradığı bilgi bulaşmayanlardan olma. Sende olup sana direneni, içinden
atmadıkça anlayacağını mı sandın? Rüzgarın sesini dinle. Görünmeyenin konuşması garip
mi geldi? İnsanda üçüncü göz vardır. Yeri, ikinin ortasıdır. Başından saçılan ışıkları
görenler olacaktır. Sırların saklandığı odaya yaklaşanlardan ol. Kardeşin, senden önce de
vardı. Onun doğası ateştir. Yanmasında kendisine acı olmayanın yaşadığı yer,
soğuduğunda ona kardeş olduk. Parmakların ucundan çıkanı anlayanlar olacaktır. Taşıyan
bedeni küçümsemede hata vardır. Konuşulanların anlaşıldığı zamandayız. Dillerin
kesildiği günlerde olacaklardan haber getirenin amacını düşün. Doğduğunuz günde
alınan hediyeden haber gelir. 'Yaptıklarınızda, gece ışıltılarının etkisi yok.' diyenlerden
olmayın. Kuvvetin aşıldığı anlarda kullandığınız gücün geldiği yer... Üçüncü göz...
Vardır... Söylediklerimiz sana ağır mı geldi? Sıcakların ve soğukların en kötüsü ile
sınanmadan inananların sayısı azdır. Görmek için gözleri açmak yeterli iken... kendine
eziyet edenler çıkar. Sabretmeden ve şükretmeden nefes alma. Suda yansıyan görüntün ile
konuştuklarında, buna da mı inanmayacaksın? İnsan eliyle yapılan kuyular vardır. Öyle
kuyulardır ki, içine giren kaybolur. Girmeden çıkanlar ve çıktıkça çıkanlar olur. Söz
yerinde ağırdır. Kuyu, misaldir. Adını andıklarında inanmayacak mısın? Uykunda ölüp
uyandığında, dirildiğini görürsün. Uyananın, yukarıdan aşağıya çıktığını bilecekler. Ölüm
geldiğinde üçüncü gözden çıkar. Kalanın sen olduğundan emin misin? Düğümlendikçe
düğümlenen ipin ucunu tutanın adı vardır. Kendi düğümünü bile çözmek zorunda
kalacaktır. Onun yaptığı işten korktuğunu sanma. Ölümle başlayan düşüş, yukarıyadır.
Geldiği yere geri dönmekten korkmak niye? Kuşların yaptıklarını filler yapamadı.Gelecek,
geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

15.gün:

-Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
İki grup olacaklar. Temsil eden ve temsile muhalefet eden. Grupların çıktığı yer aynı iken
gittiği yerin ayrı olması seni korkutmasın. İyi olan ile iyi görünen arasındaki ince duvarı
yıkmadıkça gerçeği göremezler. İşin sonunu görenlerin şahitliğinde işe başlanmıştır.
Önüne düşünmek için bir süre koyduk...Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları
duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

16.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Fırına giren, hamura şeklini veren seyretmektedir. Seyrettiğini etkileyecek güç ondadır.
Yedi açılmamış hamurun içine giden delikten, her hamura ayrı şekil vermeye devam eder.
Onunla arana girecek yoktur. Makamı yükselenlerin sana engel olmasını mı isterdin?
Yapılan hataların karşılığı olarak, yalvaranların üzerindeki ağırlık kaldırılır. Pişman
olmadan temizlenmeyi başaran olmaz. Bir kimse hakkında kötülük isteyenlerin hakkı
vardır. O hakka sahip olduğu halde onların iyiliğini istemeye devam edenlerden ol.
Kimsenin kimseye yararı olmayacağı gün, sen de orada olursun. Elinden tutan, yine sen
olursun. Ne istersen ondan iste. Kendi yapamadığından dolayı gücü yetmeyenlere zulüm
etme. Son gün gelip kapıyı çaldığında uydurdukları haberlerin gerçek olmadığını
anladılar. Onlara haberi getirenlerin sözlerini alamadılar. Duyduğu halde sağır olanlardan
mı olmak isterdin? Zadi'den olup onlardan ayrı kalanlar vardır. Hiçbiri aramızda değildir.
Kendileri gelmeden bilgileri gelir. Buna şaşmak gerekmez mi? Üzerinize binen yük,
taşıyabildiğiniz kadarıdır. Fazlasını almanızı istemez. Düşünmeden karar verenlerden
olma. Azı, çok yapma uğraşına girme. Ucu görünmeyen yolda geçirilen boş ömürler
vardır. Övünmek için miydi? Geride bırakacağın malın sana faydası, nereye kadar?
Düşünmedin mi? Yere adımını atmayanlardan biri, at sevdasına kapılır. Güzele dalıp
gidenin hali, uykuyu fazla alanın halidir. Uyandığında kendisine gelmesi zaman alır. Bir
atı, bin at yapınca mutlu olurlar. Bilmezler mi?... Atların da bir ölümü vardır. Kendinden
olmayana kapılarını kapatan ya da içeri girenleri öldürenlerden daha kötüsü
çıkmayacaktır. Ölümün yeni doğuşa götürdüğünü bilen, ne kadar az insan vardır. Girdiği
bozuk yoldan geri dönen ve düzgün olanına girenin yanında ol. Gururun bedeli; geri adım
atmamaktır. Kibir ve gurur ile yıkılan kaleler olur. İçinden çıkanların akıllandığını sanma.
Çocuk ölmeseydi, anne ve baba istemeseydi ve her yerde hazır olan ulaşmasaydı
tesadüfler gerçekleşir miydi? Bizden hızlı gidenlerin kontrolü altındayız. Kuralları koyan
ve değiştiren de o değil midir? İç içe geçen yedi bulutun içinden çıkanlardan olalım.
Zamanı iyi kullan. Duvara çarpanın, çarptığı yerde kaldığını sananlardan olma. Yağmur
yağmadıkça nehirlerin akış hızları değişir mi? Kadından haber aldık. Onaltının
sahibidirler. Erkeğin yanında otuzüç vardır. Güzel çocuk ister. Akıllı erkekten doğacak
çocuğun annesi olmayı ister. Gelenlerin girmesiyle, kalanların coşması biter. Yerini
alanların yalanları olur. Gidenin ağzından çıkmayan sözleri yayarlar. Söylenenleri
düşünmeden alanlardan olma. Yüzünü ışıldayan yıldızlara çeviren torunu analım. Gece
ve gündüzün olmadığı yer yoktur. Gidilen ışıltılar, onlara gölgelerini verir.Gelecek,
geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

17.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Unutulmakta olan tufandan haber var... Yerin onikisi vardır. Tufan geldiğinde, uzaktaki
büyük elmanın içinden küçük bir elma çıkar. Küçük elmayı kendine çeken ışıltı ile
aydınlandık. Kendinden de küçük olanın arkasına yerleşir. Yerleşmesinin bedeli, başka bir
elmanın yenmesidir. Suları kendine çeken bu elmaya yaklaşırız. Basılacak toprak kalmaz.
Soğuk ve sıcak havanın günlere yayılması bu yüzden olur. O anda suyun hızı artmaktadır.
Hızı artanın etkisini düşün. Günlerin hızı... Beyaz, sarı ve siyah, merkezin etrafında
toplanırlar. Tuz kadar beyaz olanın dediklerini doğrulayanların zamanları, suyun ötesinde
geçer. Hiçbir yerin suyla kuşatılmadığı günler geride kalır. Yukarıdakiler, aşağıdakileri
farklı görürler. Olmayanı olduran, başlamayanı sonlandıran, suların altına alan kimdir? O
gün gemiye binemeyenlerden bazıları, bilgisi ile suyun ötesini görürler. Taş, taşın üstüne
konulur. Gördüklerinde çözemeyenlerden olma. Yükseltilen taşların basamakları vardır.
Batıdakiler buradan yükselir. Suyun ulaşamadığı yerlerdir. Doğuda ve merkezde olanların
bilgisi kayıptır. Zülkar'ın bunları görmesine mi şaştın? Yıldızların yerlerinde olan
basamaklardan çıkanları anımsayanlar olur. Yıldızların yücesine, Şir derler. Şir'e kadar
yolu olanın öncesindeyiz. Tufandan kurtulanlar, bilgiyi gizler. Üç yüzü olan insandan
haber alırız. Boğanın bakışları, aslanın ağzı, kartalın burnu... Bilinen köpeklerden ayrılanı
görenler olur. Söz yerinde ağırdır. Bu sözü sonraya taşı. Basamaklarla çıkılan yerlerin
yanında beklerler. Ayın ikilenmesi ile tufan gerçek olur. Tersine dönen yanımızdan
geçmese bunlar olur mu? Onikiden biri üzerindeyiz. Bastığımız toprağı küçümseme. Toz
ve duman içinde ileriyi göremezsin. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek
miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

18.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Konuşana değil konuşturana bak... Sevene değil sevdirene... Ölene değil öldürene... İki
arpa çuvalı, iki yüzü olan elli kişi taşıdığında, ordular kuruludur. Kazananın rengi,
siyahtan beyaza döner. Yüzlerin gülemediği anlarda beyaza bürünme. Siyah, verilen sözün
gerçekleşeceği güne kadar rengin olsun. Çocukların çocuklarının çocukları... Torunlar için
yaşa. Onlar senin için ölürler. Brah, iyi nesil ister. Bereketi kendinden olan. İnandığına bir
daha inanman istendiğinde geri adım atanlardan olma. Brah'tan sonra gelen üçün
sonuncusu hakkındaki bilgi... Adı, gizlenmiştir. Onun kendisini kurtarması, torunları
içindir. Brah'tan kalanları toplayan ve yeniden pişen yemeği sofraya koyandır. Kimisi onda
tarif edilmez tatlar bulur. Kiminin nefretini artırır. Evi yapan, aç bırakan ve yere
kapanandan sonra gelir. Oniki çuvaldan birini verenden sonra gelir. Onun bilmediğini
bilenler ondan öncedir. Söylemediğini söyleyenler, yalancıdır. Yalanları ile gölge olurlar.
Gölge olarak kalanlardan olma. Umulan gerçekleşmeden Dres'in yanına varamaz.
Gündüzü ikiye bölenin gücü, geceyi de böler. Dördün kaynağı... Bir, ikiyi yaratır. İki, birle
üçü bulur. Anlam veremediklerini inkar mı edeceksin? Göremeyeni suçlama. Onda
alınması gereken dersler vardır. Gözler, senin aynandır. Üçün sonuncusu bir hata yapar.
Göremeyeni azarlayanlardan olma. Zenginlikte önde olan, malından vazgeçmedikçe
inanmaz. Tarlasını yakanlar azdır. Hatayı yapan, pişman olur. Yukarıdan aşağıya
izleyenler vardır. Yanlışını görenin yalvarmasını işiten vardır. O işiteni düşün. Adı Hal...
Seni yaratmada zorlanmayan. Hala ne bekler insan? Yüzünü bozarak arkasına dönen,
yaratılmada senden üstün değildir. Göremeyenin görmek istediği gerçeği iste. Görenlerin
kör olduğunu gör. İnsana kardeş olanın ateşten olduğunu anımsa. Onların tek
öğünlerinde bizler ondört öğün alırız. Bu söz yerinde ağırdır. Gelecek, geçmişe
ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

19.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Gelecek, geçmişten intikam alır. Güçlünün ezileceği gün orada ol. Sıcaklar ülkesi
donduğunda, soğuklar ülkesi piştiğinde orada ol. Görmeden sev. Sevginizi sözlere alın.
Konuşmaya izin çıktığında, ağzınızdan sevginiz aksın. Arının yaptığı bal gibi olsun. Tadını
alabilenlere verin. Bakılmayacak yüzlerin altından ışıltı saçan bir yüz çıkarsa şaşmayın.
Güzel görünen yüzlerin yaptıkları kötülüklerden ders alınmaz mı? Kibirlenme...
Öfkelenme... Bencil olma... Kıskanma... Şehveti yen... Aştığın eşikler, seni ölmeden ölüme
ulaştırır. Şey'in içinde olanlar bunlardır. İçine gir ve yok et. Ecca...İki bulutun birbirine
dokundukları yerden çıkar. Dokundukları yerde bir kapı açılır. Kapının yerine Şir
diyecekler. Kırkın izlediği yer... Asis'i bekleyenler vahşice öldürülürler. Ölenler bizdendir.
Orduların havada-karanlıkta savaştıkları günler geldiğinde orada ol. Tuz ve su... Silahımız
olur. Ecca'nın sunduğu sahte güzelliklere kananlar düşünmediler. Düşünmeden olmaz.
Sunduklarını su sananlar olur. Suları ateştir. Yakar. Yanında kendi suyu ve tuzu olanlar
vardır. Zaman tükendiğinde, ileride ve her yerde hazır olan, ölümü tadar. Ecca'nın
mutluluğu kısa sürer. Asis, aynı kapıdan girer. Ecca'nın son günü yanındadır. Orduların
yenildiği yerde Ecca öldürülür. Asis'e katil diyenlerden olma. O, iki çuval arpa taşınıncaya
kadar bekledi. Son gün ne zaman? Merak ettiğin günün bilgisi... Zaman, sıcaktan soğuğa
akan bir nehirdir. Su donduğunda son gün gelmiştir. Suyun donduğu an. Küçüklerin
küçüğünün çevresinde dönen, merkeze düşer. Kuyuya düşmekten kaçamazlar. Su,
bildiğin sudan değildir. Zulmeden, kendine zulmeder. Zadi... Zenginlerden zengindir.
Önce yükseltilen, sonra lanetlenen. Çok azı gerçeği görür. Onların kardeşleri ise aşağılanır.
İkisi bir arada... Utanç duyulan kardeşlerden uzak dur. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı
bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

20.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
İnsanların toplandığı an gelir. Yukarıya alınanların yüzleri gülmektedir. Onlara zorluk
çıkarılmaz. Gittikleri yerden çıkarılmazlar. Aç kalamazlar. Eğilmeden dik dururlar.
Yardıma ihtiyacı olanı yoktur. Orada olmayı istemeyeceksin. Onlar sadece iyi olanlardır.
İyilikte önde olanların gideceği yer ötelerdedir. Yaşadığın bu yerlerde, sınanmadan
geçemeyeceğin yollardan gidilir. Görmeden görenler gibisi yoktur. Hal'in indirdiğinden
başkasında yalan vardır. İndirdiğine de bulaştırırlar. Kötülük olmadan iyiliği anlayabilir
miydiniz? Düşünün... Cevaplayamadığın sorular olmasaydı burada olur muydunuz?
Düşünün... Birimizin bildiğini diğerleri de bilir. Birimizin duyduğunu diğerleri de duyar.
Aç kulaklarını... Dinle... Burada bulunanların hiçbiri kitap görmedi, okumadı. Okumayı
bilmeden dinleyerek öğrendik. Bize katılın. Kitapların kalkacağı gün gelir. Yakamadıkları
için çılgına dönenler olur. Bilgi, paylaşmak içindir. Bilgiden mahrum edecek olanların
gidecekleri yeri görseydin, için korkuyla sarsılırdı. Hakkında yalan söyleyenlerin
gidecekleri yerde olma. Toplanma gününde kimsenin diğerine üstünlüğü yoktur. Yukarıya
alınmada, üstün olanı göremezsin. Her ekin, tohumuna döner. Tohumlardan hangisi yüce?
Düşün... Mecerre'nin yerine yemin edeceksin... Onun yeri ile senin yerin bir olduğunda
kapılardan gözleri almayan ışık saçılır. O ışık, yanına bizleri alır. Ölümün sırrı oradadır.
Yedi kere yedinin nimeti görülmeden okunan kitap yeterince anlaşılmaz. Gelecek, geçmişe
ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

21.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Dem'in anne ve babası kimdi?... Anne gibi ve baba gibi olanı düşün... Hal ne demek?...
Hal'in gerçek adı nedir?... Biliyormuşuz gibi ona hitap edişimiz niye?... Okuma bilmeden
okuman isteniyor... Okuyacağın nedir?... Hal, kendine dost edindi. Adı, Brah. Yaşayanların
dost edinmesi gerek. Seçiminize kalır. Ağaçtaki meyvelerden istediğiniz sizindir. İyisini
seçin. Bilin ki, o da sizi seçer. Kalk ve elbiseni temizle. Sabret. Adını an. Düşün. Karanlık
ve aydınlık... Gece ve gündüz. Gündüz, çalışacaksın. Gece, düşüneceksin. Ayrıntılarda
boğulmadıkça düşünemezsin. Gerçek, yakından bakılmadıkça görülemez. Bir kuşun
kanatlarındadır. Bir bulutun uçmasındadır. Gece olunca çıkan ışıltıdadır. Görülen ama
hatırlanamayan rüyadadır. Mağarasında kış uykusuna yatan ayıları düşün. İnsanlardan
bir kısmı o uykuya dalar. Uyandıklarında eskilerden birini bulamazlar. Ne istersen
kendine iste. Kendinde olmayanı başkasına veremezsin. Ne ararsan kendinde ara.
Kendinde aramadığını başkasında bulamazsın. Dem'in indirildiği yerde ondan başka biri
daha vardır. İndiği araçla çıkar. Aracın adı, kendisi gibi gizlenir. Mel'in bildiğini bilecek
kadar düşünmen gerek. Yaşamanın şakası olmaz. Ölüm bu kadar önemli iken hayatını
boşa geçirenler vardır. Şey, peşini bırakmaz. Onun açtığı kuyudan inenler çoktur.
Korunmak için 'Ebil' demen yeterlidir. Elinden tutup seni yukarıya alan, onu yanından
kovacaktır. Kendi ateşi ile yanar. Gözle göremeyecek kadar küçük olanın gücü büyüktür.
İnsanlar, rüzgarla savrulan kum taneciklerinden de küçük olanın ağırlığı altında ezilir.
Tungu'ya düşer. Bilemeyenlerin halini gör. Bunun bedeli, ölmeden ölmektir. Yalan ve boş
sözlere kananların, düşünmesi gerekmez miydi? Yalanın sahibini ve açtığı yola girenleri
bekleyen son, rezil oldukları bir azaptır. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları
duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

22.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Bu tapınaktan alınan bilgi, alanla yok olur. Başkasına anlatamadığın bilgi unutulacaktır.
Torunların yeniden bulması ve bize ulaştırması için... Kalbinden sana ulaşanı gör. Orada
ikinin ikisi vardır. İkisi işitir. İkisi sindirir. Biri mantığa, biri duyguya yönelir. Kalbinde
dört yön vardır. Vücuduna kanı veren odur. Cesaret verir. İstemeden ister olursun. En
önemlisi sonuncusudur. Onunla içinde bir yol açarsın. O yol, seni yaratana ulaştırır. Ne
ararsan kendinde ara. Kalbindeki atışların nedeni budur. Seni kendine çağırmaktadır.
İçindeki nehirlerde akan kanın hikayesini anla. Düşündüğünde gözlere yaklaşır.
Sevdiğinde kalbine yanaşır. Nefret etmeden sevmeyi öğrenenlerin yolu açılır. Nefret
ettiğini sevenlerin gözleri güldüğünde, kalbindeki sesi duyanların dudakları kızardığında
ve zamanı gelip açılan çiçekler koklandığında orada ol... Rüya... Gözler kapanır; renkler
görülür, sesle duyulur, konuşursun, güzel kokular alırsın, bilmediğin tatları bilirsin, mutlu
olduğunu hisseder ve ferahladığını görürsün. Rüya, iki türlüdür. Rast gele olursa akılda
kalmaz. Mantığınla gördüklerin gözlerine yazılır. Unutamazsın. Bu rüyaların sayısı azdır.
Yükseldikçe yükselen... Gözleri defalarca açılan. Kartalın gördüklerini görür. Bedenden,
bir iple bağlı vaziyette uzaklaşır. Kaçınız rüyanızı yönettiniz? Kontrol edebildiğiniz
düşlerde size haber vardır. Uyandığınızda bunu inkar eder misiniz? Ölmeden ölmeyi
deneyin. Uyku halinde ölüp gözlerin defalarca açıldığı yerlere yükselmeyi deneyin.
Oradan gördükleriniz, ufkun ötesindedir. Develerin kum tanecikleri kadar kapılardan
alınmayı beklemesine inanmayacak mısın? Kapılar ikiye ayrılır. Yukarıların yukarısı ve
yukarıların aşağısı... Kapıdan geçmenin kolay olduğunu sananlar düşünmediler.
Geçenlerin rengi değişir. Siyahların beyaz olmasını sağlar. Ceylanın aslanı yemesine mi
şaşırdın? Şahinlerin tavşanlarca avlanması da gerekmez miydi? Her görünen aslına iade
olduğunda, acı çeken intikamını alır. İnsan olmayı isteyensin. Mel'in bile üzerine almaya
korktuğu yükü yüklenensin. Bir savaşta önde olanlardan azı kurtulur. İnsanın sonu
böyledir. Askerlerden çok azı, savaştığı gücü gözleri ile görür. Hal'in askerleri olması garip
gelmesin. Şey'in yoluna girenlere de insan denilir. Hangisindensin? Temsil eden mi,
muhalefet eden mi? Kardeşin kardeşi öldürdüğü gün devam etmektedir. Rüyada
yükselmeyi dileyene öğüttür... Yükselme kademe kademe olur. Her kademede seni
yolundan çevirmeye istekli gariplikler bulursun. Onların seni engellemesine izin verme.
Onlar, gölgeden ibarettir. Ceylana aslanı yedirendir. Tavşana kartalı yem edendir. Üç kara
gölge... Çukura girmen için savaşırlar. Erkek, kadından önce yaratılır. Erkeğin tek
üstünlüğü budur. Kadını yaratmada acele etmeyenin yaptıklarını gör. Kadının doğum
yapması yücedir. Doğan bebeklerde işaretler vardır. Doğanın ilk söylediğini düşün.
Ağlaması niye? Hal, adından kadınlara verdi. Doğumu yapmaya erkeğin gücü yetmez.
Üstünlük, ne erkeğe ne de kadındadır. Onları yaratmada zorlanmayandadır. Soy,
kadından devam eder. Seni doğuranı unutamazsın. Son nefes verilirken akılda kalan son
yüz, annenin yüzüdür. Anne karnında olanın duyması seni şaşırtmasın. Suda nefes alan
insanlardan olduğunu unuttun mu? Şimdi inkar edebileceğin ne kaldı? Yaratmada
zorlanmayana ulaşmanda önüne engel koyan yine sensin. Düşünmeden engellerini
aşamazsın. Taşıdığı bedene zarar verenlerden olma. Yediklerin ve içtiklerin, seni yeniden
inşa eder. Yedi yıl geçtiğinde eski bedenin toprak olmuştur. Bu söz yerinde ağırdır.
Tapınaktan ayrılacağın gün unutmayacaklarından biri... Yediklerin içinde bir hayvan
olmayacak. Henüz yasaklanmayan sana yasaklandı. Zülkar gelmeseydi bunu bilecek
miydin? O hayvanın adı gizlenmiştir. Siyah ve beyaz dışında renkleri yoktur. Yediklerinde
sınırı aşarlar. Temizlenmeyen hayvanın etinde görünmeyen zararlar vardır. Et yemede
dengeyi koru. Mideni, ölü hayvan cesetleri ile doldurma. Beşinci maddeyi keşfettiklerinde
orada ol. Beşincisi olmadan dördü işe yaramaz. Toz taneciklerinden küçük olanın içinde
gizlidir. Hal istemeseydi burada olmayacaktınız. Yine onun izni olmadan bildiklerinizle
buradan çıkamazsınız. Tapınağın yıkıldığı günü de sadece o bilir. Sadece gözlerinin
gördüklerinde kalanlardan olma. İnanmanın önüne koyulan engellerin sahiplerini düşün.
İbbarın yaşına gelmeden bizim bildiklerimizi bilmen istenmiyor... Gencin üzülmesi gerek.
Üzüldüğüne sevinmesi gerek... Yaşlandığında geçmişi unutması gerek. Yarını bilmesi
gerek... Birkaç altına inandığından yüz çevirenler bizden değildir. Gelecek, geçmişe
ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

23.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Bulutların üzerindekinin dört direği vardır. Direkler, ağaç misali canlıdır. Mel'in
bildiklerini öğren... Direklerin ilki... Aslandır. Diğerleri... Boğa, Kartal ve sen. Yırtıcılardan
biri kuzuyu öldürmeden önce yedi kapı açılır. Ecca'nın altı yüzü vardır. Altıdan altı tane
daha vardır. Yedinin altıyı yemesi seni şaşırtmasın. Dres, bunları bilenlerdendi. Bilenlerin
ilkiydi. Yedi kapı önündeki yılanlar, beklemektedirler. Dört yüzü olan dört Mel’in bilgisini
aldın. Bunu gizleyenlerden ol. Güzellikler içinde çirkinlik arayanlar, amaçlarına
ulaştıklarında karşılarında onun askerlerini görürler. Son gülen, işin hakkını verendir. İşin
hakkını ver. Kendini aş. Çaresizler içinde ulaşabildiklerini kurtar. Buraya gelenlerin
nedenleri ol. Yalan sözü taşıyanları da sev. Sana nefret etmek yakışmaz. Nefret etmen
gerektiğini sevmen istenir. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz?
Ya Zülkar gelmeseydi...

24.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Heveslerine yenik düşüp bilemedikleri hakkında konuşanlardan olma. Bırak, bilgiyi alan
konuşsun. Dinlemeden söz sahibi olmayı isteme. Hal adına yapılan binaların ilki ve sonu...
Yeri gizlenmiştir. Görmediğiniz topraklar üzerinde inşa edilir. Brah'ın getirdikleri üçe
bölündüğünde orada ol. Misal olmadan söz söyleme. Sonu olmayan denizlerde yüzen,
elbette sudan yutar. Boğulmadan git. Kendilerine bilgiden pay gelmeden amaçlarına
ulaşamazlar. Amacın ne olduğunu bil. Düğümlenmiş iplerle dolu bir odadasın. Açmadan
açılması tuhaf değil mi? Erkekten daha güzel olmalarının bir nedeni olmalı. Kadını
istemeden gözlerine bak. O gözlerde yüzünü bulursun. Çirkinde güzeli, güzelde çirkini...
Dünden borç aldık. Yarınımızı harcadık. Yerin sahibi kimdir? Düşünmedin mi?... Her yeni
gün, dünü silmek içindir. Ölümün ardından geçilecek yolda başına gelenlerden haber
var... Ateşi yalamadan tadını bilemezsin. İyi görünenlerin yükü, ağır gelir. Ateşe konuk
olurlar. İyilikte önde olanlar üzerindeki yükü atmıştır. Geçmişini unutmanda neden
budur... Dünden yarına taşıdıklarının sana faydası olmaz. Kendinde bulduklarından
başka... Hiç yaşamadan ölenler olur. Ölüm, rüyadan uyanmadır. Gelecek, geçmişe
ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...
25.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Gözleri kamaştırmayan ışık... Bilmediğiniz gök ve ayaklarınızın altında kalan yer
arasında... İçinizde ileriye ve geriye kayıt yapanlar vardır. Çalmakla çalışmak arasında son
kararı veren, yine sensin. İçinden gelen seslerin sahibi ikidir. İlki iyi olmanı ister. İkincisi
kendinden olmanı... Şey'in daima kötü olmasındaki nedenleri ara. Dem'in önünde
eğilmeden iyilik istenmez. Mel'in eğilmesi ile iyi olmanı isteyen biri vardır içinde.
Kapısında işaret olanlar iyi olamazlar. Hal'in işaret koyması dışında insan neden kendini
kitler? Bilgi yağmur olup yağdığında korunmak isteyenler olur. Yerin ilk sahibine Azra
dediler. Sonrasında kardeşine verdiler. Şimdi insanın... Sona kalanın üstünlüğü... Mel'in
itirazı, bilmediklerinden dolayı yanlıştır. Yüzündeki dengeyi gör. Sağındakiler
solundakilerle şeklini alır. Kulakların duyması ve gözlerin görmesi, burundan alınan
koku... Tek kulağın duymasında eksiklik vardır. Tek ayakla yürünmez. Tek eliyle
savaşanın şansı yoktur. Tesadüflerin oluşu tesadüf değildir. Dem'e eğilmesi istendiğinde,
Şey itiraz etti. Hal'in kendine değil de Dem'e eğilmesini istemesinde nedenler vardır.
Kardeşlerin Mel ile Dem arasında olmasına şaşma. Haber almaları yasaklanacak... Ablus,
kardeşinin kurduğu krallığı yok etti. Adı Aza olarak değişti. Şimdilerde Şey dememizin
altında kalan bilgiyi düşün. Ona son ismini veren Dem'dir. Ağacın meyvesi ateştendir.
Dem'in geldiği yer topraktandır. Ateşin toprağı yakması gerekti. Toprak, ateşin tadına
bakmadan bulutları aşamaz. İnişin asıl nedeni budur. Elin yanmadığı ışıklarla çevrelenmiş
atlara binenleri görürler. Onlar torunların bilgisidir. Işığa hükmeden ölümlüye, Tes derler.
İnsana bilgi sadece Hal'den gelir. Onun yaydığı ışığı alan ve şekilden şekle sokan,
doğduğu yerden kaçar. Vardığı yerde, mal sevdasına yenilmiş birini bulur. Kaybedeceği
değerlere sarılandan daha fakir kim olabilir ki? Kutsal üçün sonuncusuna 'oku' denir.
Eliyle yazamayan ve yazılanı okuyamayandan istenen, kendisini okumasıdır. Onun
zamanı geldiğinde ilklerden ikisi yazılanı okur. İlkinin rengi siyahtır. İkincisi kızını
alacaktır. Onları bilmeden bilenlerdeniz. Bildiklerimizle yemek yapanlardanız. Yemeğin
tadını beğenmedin mi? Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya
Zülkar gelmeseydi...

26.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Her sözün yedi anlamı var... Yedinin ortası konuşuyor. Dinle... Saçlarına ak düşenin siyahı
ile beyazı ayırt edilemediği anlarda çalışmayacaksın. Yapılan iş, geçim içindir. Kimseye
oturmak yakışmaz. İbbarların, siyah ve beyazın ayrılabildiği anlarda boş kaldıklarını mı
sandın? Labirenti temizleyenler biziz. Orayı bilen biziz. Beklemesini bilenlerin geçtiği
tehlikedir. Biri üç yaparlar. Üçü de beş yaparlar. Yalanlarıyla boğulanları gördüğün gün
korkuya kapılma. Yapmadığın yanlışlardan dolayı cezalandırılmazsın. Babadan oğla geçen
tahtın sahibi olan, kalabalıklardan çıkanı, gören olmaz. Mutlu olmalarını engelleyeni
indirmek isteyenleri, seven olmaz. Doğru babadan eğri oğul çıkınca bekleyenlerden olma.
Nereye gidersen orası senindir. Ömrünü bir yere bağlayanlardan olma. Bilgiye yalan
karıştıran, yolda kalana sırtını dönen, açı aç bırakan, bildiklerinde gösteriş yapan, eliyle
verdiklerini kısan... Onlar kuyuların en karanlık yerlerinde bekleyecekler. İnanmada önde
görünenler, ceplerine dolan altınların ağırlığı ile ateşe girerler. Yükünü boşaltmadan ölme.
Kendinde buldukların yük değildir. Derin kuyulara girecek olanların bilgisi... Aşağıların
aşağısının da altında kalan. İyi görünenlerin yeri, Şey'in gittiği yerin altında kalır. İyi
görünmede yarış edenler, ateş karşısında erirler. Şey'in bile inkar etmediği Hal'e
inanmamakta direnenlerin yerinde, azap ağır gelir. Umut edelim... Yeniler eskilerden ders
alsın. Düşünsünler ve yola girsinler. Sadece iyi olmaları yeter. Tapınaktan çıkılan zaman
geldiğinde, bileceksin... Bildiklerinizi anlatmak için kalabalıklar toplamayın. Gizli olan,
açığa çıkandan daha değerlidir. Taşlanarak ya da yakılarak ölenler açığa çıkaranlardandır.
Derilerinden ayrılmadan önce pişman olurlar. İyi görünenler arasında iyilik aranmaz,
iyilik yaşanmaz, iyilik dağıtılmaz. Örümcek yuvaları arasında gidilen yoldan emin olma.
Kendinde bulamadığını senin söylediklerinde bulması mümkün değildir. Dışarıdan yedi
tohum sunmadan üzerindeki borç kalkmaz. Rüyalarına girmede zorlanmayan ibbarlardan
ol. Konuşmadan konuşanlardan ol. Bilene, üzüntü verecek neden bulunmaz. Dres'in
sonrası ve Tufanın öncesinde nefes almaktayız. İnsanların bölündüğü ve savaşların arttığı
zamanlarda yaşamadığın için şükretmen gerekmez miydi? Konuşulanların anlaşılamadığı
zamanlar... Bölündükçe bölünürler. Tufandaki geminin konduğu yükseklerden bir bölük
çıkar. Geminin konduğu yer, Hal'in adı ile anılır. Geminin yeri... Urum denilen yere
yakındır. Taşların kenti denilen yere yakındır. Onlar gemiyi başka yerde ararlar. Sıcak ile
soğuk arasında yol alırlar. Hayvanların ve insanların sığındıkları yerden yayılmaları garip
mi geldi? Siyahların beyazları köle yapmalarından sonra, zaman onlardan intikam alır.
Tufanla yok olan krallıklar yakınımızdadır. Onların askerleri bu tapınağa giremez. Bilgi,
bizimledir. Suların altında kalacak yerdeyiz. Bildiklerimizi akılda tutmak ve yok olmamak
gerek. Ölmeden ölmek ve ileriye gitmek gerek. Rüyalara girmek gerek. Suyun gücü yerin
gücünden üstündür. İbbarlardan çok azı tufandan kurtulacak. Onların bildiklerini
yazmasını yasakladık. Taşlara yazılanlar ise yazı değildir. Sadece düşünenlerin ulaşacağı,
işaretlerle dolu taşlara yaklaşanları izle... Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları
duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

27.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Toz ve duman içinde kalanlardan gelen haber... Pişmanlık duyacağın hareketler yaparsın.
Hamur misali pişmeden yenecek kıvama gelinmez. Ölüm anı... Son nefesini gözlerinin
önünde verenin hali...Acısız ve ağrısızdır. Kuşlar gibi uçar. Yukarı düşmektedir. Bedenin
ağırlığı iade edilir. Daha önce hissetmediği kadar özgür ve hafif. Ölüm geldiğinde onu
engelleyecek bir güç bulunmaz. Bedenden canı çekip alanların zamanları gizlidir. Ölüm,
kalana zordur. Giden, gitmiştir. Ölenlerin ardından söylenen sözler, ölene fayda sağlamaz.
Ölen, bilgisi ile ulaşır. İçimizdeki ağırlık, dışımızdakilerden ağırdır. Yaşam budur. Ağır
gelmesi bu yüzdendir. Zenginlikler içinde mutsuz olanlar görürsün. Yer ile gök
birleştiğinde ve ölümlerin sonu geldiğinde gerçek ortaya çıkar. Çıkan gerçeği, önceden
bilenlerin sayısı çok azdır. Üst üste binmiş yapraklar misali... Yapraklardan sadece biri
üzerinde yaşarsın. Diğerlerine inanman için görmen mi gerek? Kapladığı yer genişleyen
ve içindekilerin uzaklaştığı yerdesin. Uykuya dalmaktan korkmayanların ölümden
korkması neden? İnce bir iple tutunduğumuz yerdeyiz. İnmeden çıkan yoktur. Ateşle
komşu olmadan huzura çıkan yoktur. Seni senden üstün kılanın gücünü düşün. Mel'in
almadığını alansın. İnsan olmayı sen istedin. Unutmanı hatırlatanları dinle... Mekanların
bittiği yerin üzerine ulaşanlardan ol. Kat kat yol alanlardan ve iyilikte önde olanlardan ol.
Sesin gücü, suyun gücünden üstündür. Kulakları olmayanları da yok eder. Doğarken
ölenlerin, çocukken ölenlerin yüzleri gülmektedir. Masumdurlar. Onların yaşamadıkları
yaşamı tatmanın bedelini, ancak sen ödersin. Onların gidecekleri yer ortadadır. Ne
üzülürler ne de sevinirler. O halde ölmeyi de onlar istedi. İnsan olmak isteyip kuyuya
girmekten korkanların kaderi. Her ölümde bir neden vardır. Yoksa masumlara acı veren
bir yaratıcı yoktur. Ölüm, bir son değildir. Ölümle bıraktığınız andan devam edersiniz.
Ölüm gelmeden insan olmayı hak et. Uyku halinde bilinen ağırlığınız ile bilinmeyene
birleşir. Ağırlıksız olmak bundandır. Rüyada uçmak böyledir. Ölenlerin düşmesi seni
korkutmasın. Seni kendine çeken yere düşersin. Bu yer, yukarıdadır. Dres dışında kimse
ölümden kaçamadı. Dres, bilinen insanlardan değildi. Ait olduğu yere iade edildi. Emir
gelip işe koyulanların önüne geçenlerden olma. Emrin geldiği gece, diğerlerinden
farklıdır. Bina yapıldığında, iki nöbetçinin evlatları sahibi olur. Kutsal üçün sonuncusu
bunların birinden çıkar. Uyaranların lanetlenmiş olanlardan çıkması seni şaşırtmasın.
İnsanların en üstünü uyaranlar değildir. Uyarıdan ders alanlardır. Bilgiye ulaşandır.
Torunlara ulaştırandır. Torunlardan alandır. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları
duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

28.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Bazıları bildiklerine yemin ederler. Senin bilgin ve onların bilgisi ayrıdır. Öne geçenlerin
kaybetmesi engellendi. Rüzgarın alıp savurduklarından olma. Ekin, köküyle vardır.
Yaşamda zorlanmadan geçen günler kayıptır. Nefret ve öfke, sahibine aittir. Seni
olduğundan farklı gösteren nefretten kurtul. Yanlışın peşinde koşanlardan olma.
Düşünmenin yettiği anlarda hata yapma. Malların, orduların, altınların, ekinlerin,
sevdiklerinin yanında olması seni yanıltmasın. Gece olunca yalnız kalmaktan kaçabilen
olmadı. Kaybetme korkusuyla korku salanların sonu, kuyuların karanlık yerleridir.
Bilmeyi istemenin yettiği zamanda sahip olduklarından ayrılamayanların sonu, karanlık
yerlerde pişmanlıkla kavrulmaktır. Suyun aydınlattığı evlerde yaşayanları görmeyi dile.
Demiri bakırla kaplayanın bir bildiği vardı. Geldiği yerden getirilen malzeme ile...
İnsandan uzun ve kısa, iki kalabalık bir kapının ardında tutulur. Uzunları yavaştır ve
savaşır. Kısaları hızlıdır ve kaçar. İkisinin kapıyı aştığı gün, orada ol. Geminin nasıl
yüzdüğünü merak edenler çıkacak... İçinde bir sandık vardır. Sandığın içinde dört direk
vardır. Dört direğin altında düz bir kapak vardır. Kapaktaki iki çubuktan ilkinde Civan
vardır. Civan'ın ne olduğunu bilemezsin... ikincisinde Sitan vardır. Sitan'ın ne olduğunu
bilemezsin. Gemi, rüzgarın esmediği anlarda hareket halindedir. Sandığı
küçümseyenlerden olma. Demir ve bakırın gücünü aldıkları sandık budur. Gemiden
sandık çıktığında sahiplenenler çıkar. Elinde tutan, dört yüzü olan dört direğin gücünü
yensin. Ancak, bilgi ile... Kuzeyden gelip güneye gitmesine şaşma. Yanmadan yakmasında
işaret bulurlar. Bilgiyi elde edenlerin kurtulması, yine kendilerinde gizlidir. İyilikte önde
olmadan taşınamaz. Işığa hükmedenlerin zamanı geldiğinde, olacaklara şahit ol.
Selamınıza selam. Söylemeden karşılık bulduğunuz yerdesiniz. Gelecek, geçmişe
ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

29.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Ne istersen onu bulursun. Nefret nefreti, gurur gururu, sevgi sevgiyi, hoşgörü hoşgörüyü
getirir. İnsanlardan bir grubun diğerlerinden ayrılması bu yüzdendir. Onlar nefret ve
gururdan sıyrıldılar. Kinleri ile boğulanlardan uzak durdular. Bildiklerinin değerini
bildiler. Anlatılmayanların gerçekliğine inandılar. Dres ile kardeş oldular. Yüzleri, ışık
saçmaktadır. Yaratılmada diğerlerinden üstün tutulmayanların yükselmesine mi şaşırdın?
Kendinde aradığını bul ki onlardan olasın. Şey, gördüğü halde Hal'in sevgisini ret etti.
Sevgiyi hak edin. Nefret ettiğinizi sevin. Sana kötü olmayı emreden ses, sana ait değildir.
Ama o sese uymanla sen de kötü olursun. Birleşmesi gerektiği zamanda bölünenlerin
zenginliği, suyun altında kalan ağaçların dalları gibidir. Sular çekildiğinde kurumaktan
başka yol bulamazlar. Çamurdan geldiğini unutma. Çamur olmadığını da unutma. Dom
denilenin yenmemesi Kabi yüzündendir. Kardeşini öldürenin sunduğu ret edildi. Ret
edilenin yenmemesi gerek. Habi'nin çobanlığı bu yüzdendir. Dres'in Habi'den gelmesine
mi şaşırdın? İyilerin kapısı, kötülerin kapısıyla açılır. Geminin sahibi de oradan gelir.
Onun diğer yolculardan ayrı olmasında işaretler vardır. Kuzeyden gelenin yine kuzeye
gittiği gemi... Konuştuğumuz dilin unutulduğu yarınlarda, insanların bölünmeleri
tamamlanırken ve kardeş ile kardeş savaşırken orada ol. Göreceklerin gerçektir. Yazılanın
bozulması mümkün değildir. Bir işin başı ve sonu arasında kalan olaylar, sahibinin başını
yer. Görünen yedi gizli geçit dışında bilinecek dört geçit daha vardır. Yükü senden alan,
sıradanlıktan yüceliğe taşıyan, zorluk yanında kolaylık bulduğun, işin bittiğinde ona
yöneldiğin... Göğsünü aç ve geniş tut... Toplanma anı geldiğinde kaçılacak yer bulunmaz.
Erkeğin sırtı ve kadının kaburgaları arasından doğanlar ikiye ayrılır. Kötülük yapılmadan
iyilerin değeri bilinmez. Atalarına kavuşanların ikiye ayrılmalarından biz sorumlu değiliz.
Gizli olanın açıklandığı zamana çok var... Dönenlerin, elleri ve ayakları tutulur. Kadınların
erkeklerden güzel oluşunu düşün. Erkeklerden sadece biri onlardan daha güzeldir.
Doğmadan bilgisinin gelmesine mi şaştın? Kardeşlerinin onu kuyuya atması ile kendini
bulur. Göçme vakti gelince hazırlık yapanlardan ol. Doğduğu yerde ölenler bizden
değildir. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar
gelmeseydi...

30.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Her yere hazır olan ile bizim Zülkar arasında fark vardır. Zülkar ondan sonra doğar... Ama
öncesinde ölür. İşin sonun görenlerin nedenlerini sorma. Cevabı altında ezilirsin. Tüm
zamanların hakimine yemin ettik. Onun doğacağı güne yemin ettik. Onun sözlerinin
doğruluğuna yemin ettik. Doğmadan bir insan, yemin edişimize mi şaştın? Ölümünün,
ölümlerin en kötüsü olacağına yemin ettik. Zülkar'ın dönüşü bu yüzdendir. Geldiği yere
dönmeyişi bu yüzdendir. Zenginlik içinde bilgiyi alanlar, orayı terk ederler. Kralın
askerleri, senin ancak bedenini hapsedebilirler. Gözlerin kapandığında özgürsün.
İçyüzünü göremediğin kötülüklerin nedenini sorma. Bu tapınağa girmede nedenler vardır.
Tapınakta ölenlerin nedenlerini sorma. İkinizden birinin öleceği gerçeğini düşün... Her
oluşun, bir nedeni vardır. Kaderini yeniden yazacak olan yine sensin. Gerçeği iste. Gerçeği
sakla. Onunla öl. Olanları gör. İbbarlar ölmeden ölenlerdir. Onların ölmesine üzülme. Son
güne kadar olacaklara şahit olurlar. Birini görmeyi dilersen bin kere iste. İsterken aklından
gereksizleri çıkar. Görünmeyenden af dile. Hataların örtülür. Görünmeyenden af dile.
Babalar ve anneler affeder. Görünmeyenden af dile. Piriyel'in öldürmesini silmek kolaydır.
Robel'in affetmesinden de kolaydır. Çok azımız, başkalarının sevmediklerini sever. Çok
azımız, başkaları için kendilerini feda eder. Sevdiklerinin sayısının artmasını dile. Şey'i
bile sevmeye çalış. Onda işaretler vardır. Onun kötü görünmesi, onu sevmene engel
olmasın. Her insan, kararı verendir. Şey, sadece önerir. Kötülüğü yapan yine insandır.
Aldığın ve sakladığın bilgiden dolayı seni kıskananlar çıkacak... Çalışmadan kazananların
zenginlikleri, görmelerine engel olur. Onlara ne söylersen söyle, kar etmez. Hal adı
nereden geldi? Merakının cevabı...Ha... Var ile yok arasındakilerdir. A... Var demektir. La...
Yok demektir. Düşün... Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya
Zülkar gelmeseydi...

31.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Gün doğar. Zamanı gelmeden bitmesi seni şaşırtmasın. Bilgi, isteyende bulunur. İçinde var
edilene, kulak verenlerden ol. Şimdi, dinleyenlerden ol... Bilgi, bir kitap içinde ulaşır. Onu
okuyanlar, ayrı anlamlarla dolaşır. Altıyı yedi yapanlar olur. Kitabın başı ve sonu arasında
kalanların yeri değişir. Bozgun için çalışanlardan olmanın bedeli, acıdır. Onlar, pirelerin
geçtikleri ince ve uzun yollardan geçecekler. Azap, budur. İnan... Ama inandığını
değiştirmeye kalkma. Sev... Ama sevdiğini öldürenlerden olma. Kolay mı sandın? Üçü, beş
yaparlar. Anı yaşayanlar, bilecekler. Zamanın sondan başa akmasında sebeplerden biridir.
Mel'in gördüğü son acılarla doludur. Yaratılışa karşı çıkış, bundandır. Hak edenlerden ol.
Makama ulaş. Kitap içinde bir ışık saçılır. Işık, ellisekizinci yoldan gelir. Üçü beş
yapanların sonu... Azap, tadılması için yaratılmıştır. Onu tatmak için çalıştığından
habersiz olanlardan uzak dur. Gün gelir, üzerinize borç yazılır. Brah'ın kim olduğunu
düşündün mü? Sonrakilerin, temizlenmesi ve yaratılışı hak etmesi için şartlar ister. O
şartlardan sorumlu değilsin. Geleceği yakala. Üç, beş olunca gösteriş yapanlar olur. Önde
olduğunu sananların girecekleri çukurlar önceden hazırlanmıştır. Kendinden olmayanı
dost edinme. İçlerinde gizledikleri sana ağır gelir. Bilgiyi sakla. Gerçek, acıya
katlananındır. Bir gün gelir, Nif'ler öne çıkar. Onların kim olduğunu nereden bileceksin?
Tufan öncesindeyiz. Güneşin batışı ve doğuşu değişmeden önceki çağdayız. Bildikleriniz
sizinle ölür. Tufan anı hakkında bilgidir: Dem'in soyu dördünden çıkar; Ya, Ha, Sa ve Yaf...
Beşinci gücün kim olduğu bilinir. Beş, dörtlerin üstündedir. Öteki ırk... Söz, yerinde
ağırdır. Sakla ve içine at. Üstün olan ırkın, çevresinde beş kalmayacak. Beşlerin
öldürülmesi, babadan oğla gücün akmasını engeller. Gereği neyse, olacak olan da odur...
Kaf'ın altında akan ırmakların adı gizlenmiştir. Günü gelir ve içinde sakladıkları sandık
ortaya çıkar. Işık saçar... Erkeklerle beraber kadınlar, asker olurlar. Yerleri ayrıdır. Oniki
düzeni kurulur. Çöllerin yeşerdiğini görürsün. Denizlerin üstünde yaşandığını görürsün.
Beslenmede sorun yoktur. Savunmada sorun yoktur. Üremede sorun yoktur. Güzelin
güzelliği artar. Parlayan suda gülümseyen yüzler görürsün. İnanmayacak mısın? Asis geri
döndüğünde orada ol. Tanık oldukların, seni kendinden alır. Oğul olmadığına inandırır.
Çevresi kalabalıktır. Asis, kalabalıkları Brah'ın yoluna alır. O yolda, üç yine üçtür. Aç
kalınır, gün yüzünü görünce. Asis, ümitleri kesilenleri sağ bileklerinden tutar. Tutuşu
kuvvetlidir. Sözün kalbe girmesi gibi, coşkulu kalabalıklar, gülen yüzlerini yanına alarak
koşarlar. Bir süreye kadar düzen kurulur... Kitap, emanet edilir. Kitaptan bölümler alırlar.
Her bölüme uyanlar kendilerine ayrı bir yol tutar. O yollardan kaçı doğruya ulaşır? Cevabı
bilenlerden ol. Yeşilin hakim olduğu evlere girenlerden olmayı dile... Gelecek, geçmişe
ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

32.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Sıradan olanlar içinde, gözünüzün görmediklerini görenler çıkar. Onlar, bizdendir. Suskun
olmalarında ve derin bakışlarında gizlediklerini, gece olmadan karanlığa daldıklarını
görenler olur. Acıyı tat. Ölmeyi dile. Hayat yanında iken bunu isteyenlerin sayısı azdır.
Bilmeyi istedin. Yükün, bilgiyi almanla başlar. Hükümlüsün. Bilgi, seni kendine esir eder.
Bildiğini bil. Sabredenler, bilgiyi kaybetmeyenlerdir. Hal'in kullarından biri çıkar. Ona,
bilmediği öğretilmiştir. O bilgiyi almıştır. Verilmeyen, istendiğinde yerinden alınandır.
Hazır olanın istediklerini isteyenlerden ol. Bilmeyi dile. Defalarca söyle... Demirin gücüne
yemin et. Ölen yıldızlar ve kayan yıldızların içi demirdir. Gök, demirle kuşatılmıştır.
Demirde boşluk yoktur. Sert olmasında nedenler bulunur. İçinde bir şiddet gizlidir.
Kuvveti ile içine çeker. Çektikçe büyür. Söz, yerinde ağırıdır. Zülkar, bilgiden bir damlayı
tapınağa bıraktı. Kullan ama israf etme. Bilmenle böbürlenme. Aynı babadan ve anadan
gelmemiz, bizi kardeş mi yaptı sandın? Kan bağı, en zayıf bağdır. Gerçek kardeşin kim?...
Düşün. Dua edenlerden ol. Ömür iste. Hal verir. Uzatılan ömrünü boşa geçirme. Her anını
anmakla geçiren gibisi yoktur. Son nefesi verirken bildiklerin aklında olsun. Nefesler
tükendiğinde hafiflersin. Hal'in yarattığı her canlıda, onu bulursun. Gölgesi, güzelliklerin
aynasıdır. Çirkin olana dikkatle bak. Tek olan sadece odur. Var eden ve yok olmaktan bizi
men eden. Onu anmaktan seni uzaklaştıranlarla bağını kopar. Dost, bildiğini bilendir.
Dost, Hal'i sevendir. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya
Zülkar gelmeseydi...

33.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Ölüm, kapıları açar. Açılan kapıdan girmek isteyenlerin sayısı azdır. Yaratılmada üstün
olandan azı, üstünlüğü hak eder. Bedelini ödeyenler arasına girmen istenir. Ölümü
sevmen istenir. Geçmişin ile kaderin arasında sıkışma. Bilgi için değil, Hal için varsın.
Bilgin, seni yüceltmez. Bilgin, Hal'e ulaşmanda sana ışık olur. Yolunu karartanların
yanında olma. Boğulmadan karşı kıyıya geçenlerden haberdar ol... Orası bildiğin yerden
farklıdır. Kanatsız uçulur. Sevgine karşılık bulduğun yerdir. Konuşmadan konuşanların
yeridir. Hal'e inanmak orada olmaya yeter. Senden daha fazlasını istedik. Sen de istedin.
Bilmeyi istedin. Hal'e inan ve suyun ötesine git. Ölmeden öl...İkinci kez inan... Senden söz
alırız. Kadından uzak duracaksın. Bilginle ölmen için. Çocuk sahibi olanlardan olmaman
istenir. Bu tapınak, sadece içeri girenleri kurtaracak. İçeride ölenlerin yükü, kalanların
üzerinedir. Bil... Bildiğinle öl... Öldüğünle kal... Diri oluşuna şaşma...Cana kıyıcılardan
uzak dur. Bil ki, onlardan sadece içlerinde ışık olanlar kurtulur. Kurtarıcı değilsin. Ancak
kendine gücün yeter. Görev verilmeden almayı isteme. Sabret... Sevdiğinden nefret etmen
istenir. Geçmişin ve geleceğin olmadığı yerden haber aldık. Ölümün olmadığı yer.
Yukarısında sekiz kapı, aşağısında yedi kapı bulunur. Yukarıda olanlardan sadece
sekizinci kapıdan girenler Dres'e komşu olurlar. Bilgi sahibi olanların ilkidir. Nif'ler,
hüküm sürdüğü yerden, sekizinci kapıya geldiklerinde alınlarındaki işaretleri görürsün.
Hal, onların hak edişini bilendir. Yaratıldığı anda cinsandan, var oluş nedenine ulaşanların
sayısı, saklı bahçedeki döşeklerin sayısı kadardır. Üç yüzü olan onüç karınca, bal yapan
arıların eşliğinde yuvaya ulaşır. Gizlenenleri açığa çıkarman istenmez. Gelecek, geçmişe
ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

34.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
İçinden gelen hislere aldırma... Seni kötüye götüren adımları atma... Sevmeden ayrıl,
onlardan... Erkek ve kadın olanın yan yana gelmesinde onlara yük yoktur. İçinin istediği,
anlık zevke ulaşmaktır. Bir ömrü, o anlık zevke tercih edenlerden ol. Kadın erkekle ve
erkek kadınla beraber olur. Tapınakta yasaklanan budur. Vakit dolmadan üremeyeceksin...
Saldırmayacaksın... İsraf etmeyeceksin.... Anla biraz... Unutma... Kadın olmak zordur.
Taşıdığı yükle doğarsın... Sabah erken kalkanlar, üzerlerine güneşi almayanlardır. Gün
doğuşunda ve gün batışında, uyku hali içinde kalanlar zarar görürler. Gün ışımadan ışı...
Uyan... Hal'i an... Gölge, geceden sıyrılır. Sabah olur. Gölgenden önce uyanmanda
gizlenen gerçeği düşünmedin mi?... İçinin temizlendiği andır. Siyahın beyazdan ayrılması
gibi... Gün vakti, çalışman içindir. Gece olunca, gölgenden sıyrılırsın. Düşüneceğin zaman,
bu zamandır. Kalbin üzerinde bir ateş yak. Kötüleri, ateşe at. Hal tarafından her görülen
ve görülecek olan, tek tek yazılmıştır. Saklı kitap içinde günü gelince, sorgu altındakilere
sunulur. Sorgu anı geldiğinde yükünü hafifletenlerden ol. Hayat bağı kopmadan yükü
üzerinde taşı. Ölüm geldiğinde üzerinden alınır. Mel'in görevi sadece anlatılanı
bildirmektir. Üstünlük, haberi getirende değildir. Taşıyıcı kuşun kanatları kapanmadan
yere inmediğini görürsün. Doğduğun anda üzerindeki yıldızlardan bir işaret alırsın.
Onların kaderi, senin kaderin olur. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek
miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

35.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Bitmeyen günü yaşamak için buradayız. Dem'in gelişine şaşma. Olduğu gibi, var edildiği
yerden indi. Yukarıda yaratılan tek varlık... Aşağıların aşağısında, yabancı... İsteği, geri
dönmek. Bedelini ödemeden dönemez. Sen de oradan gelirsin. Ağlamadan gülmene izin
verilmez. Üzülmeden sevinmene de... Nefret edersin... Sonra seversin... Dem ile Ev arasına
üç yüzü olan girdi. Dokuzu, sonradan eklendi. Sabredenlere müjde var. Dem gibi kimse
sevemedi, eşini. Sevdiği için yukarılardan kovulan oydu. Yapamayacakların için söz
verme. Görmeye dayanamayacakların için ısrar etme. Doymadan kalk... Tadında bırak
uykunu... Aç gözünü... Dem, seninle yaşar. Dem ile Ev, bebek olamadılar. Var oluşunun
değerini bilenlerden misin? Kabi'nin Habi'ye yaptıklarını hatırlarsın. Hiç uğruna
öldürenlerden olma. Kabi'nin lanetlenmesi çocuklarına değildir. Onun soyundan yüceler
çıkar. Dres, oradan gelir. Dres olmasaydı, konuştuklarımı anlar mıydın? Bildiklerimize
şekil verenlerin ilkidir. Dres, Brah ve Asis... Üçün gücü... Ömürler kısalmaktadır. Boylar
kısalmaktır. Ekinler kısalmaktadır. Yüzün gülsün. Uzatılanlardan haberdar olmayışına
üzülmeyesin. Bilmen istenenleri bilirsin. Geminin sahibine gülerler. O, Dres'in
torunlarından. Lanetlenen soyun üstünlüğüne kapılma. Acıyı onlar çeker. Suda nefes
alır.Suda kalabilenin Hal'den kaçmaya çalışması bundandır. Elindekine güvenip hata
yapanlardan olma. Gizleyenlerden ol. Açığa çıkarman istenmez. Zamanı gelmeden açan
çiçekler, tohum bırakamazlar. Şey'in unutması bu yüzdendir. Zamanı gelmeden gelemez.
Denizden dağlara akan nehirlerde yüzenlerin bilgisini alırsın. Kitap içinde olanlara
inanmamak için sebep ararlar. Tesadüflerin tesadüf olmayışına şaşarlar. Olağandışına
inanmazlar. Rüyaların kaçını yakalarsın? Var mıdır, yok mudur? Ölümle girdiğiniz
kuyunun rengi siyahtır. Orada karanlıktan kurtaran ışık, yine sen olursun. Işığın gücü
artsın. İste... Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar
gelmeseydi...

36.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Söylenenler ile yaşananlar arasında farkın olmayışı... Tapınak, bilgiyi aldığın yer. Yaratılan
hayatın sonuna doğru olacaklardan haber alırsın. Nefesini kendisiyle götüren, dans eden
bir kraliçe... Boğaların boynuzları üzerine yemin ederiz. Söz, yerinde ağırdır. Güneşin
bıraktığı boşluğu dolduran Ay'a yemin ettiler. Ona tapınanların işareti, Ay'ın en ince
halidir. Güneş, Ay ve yıldızlar... Brah'ın düştüğü hataya düşmeyenlerden ol. Zülkar'ı
görenleri görenlerdeniz. Anlatılanlara inandık. Kuşku yoktur. Duygularının mantığı
yenmesine izin ver. Zülkar, yanındaki ile demire hükmedendir. Öncekilerin anlattığı iki
ırkın hesabını erteleyendir. Dünün kurtarıcısını ananlardan ol. Bilgisiyle gelendir. İsmini
anamadıklarını yok sayma. Hazır olanın hesabı, her anı kapsar. Dünde ve yarında var olur.
Bilmeyi isteyenlerin yeri yüksek makamlardır. Oraya ulaşmanın bedelini öde. Onun,
yanındaki ile olduğu gibi gelmesini anla. Bir kuyunun etrafında dolanmadan ulaşamadı.
O kuyunun derinlerinde donmuş yüzler bulursun. Yaşlanamayanların halidir. Yedinin
ortası konuşuyor. Altısı dinliyor. Bilmeden konuşma. Zülkar'ın geçtiği yolun gerisinde,
yedi dilim bulunur. Bu dilimlerin, dört direk üzerinde olduğunu görürsün. Dördün, üç
bulut içinden çıktığı görülür. Hal'in istemesi ile, üflenen borudan çıkan sesle herkesin
uyuduğu görülür. Kozasını örmüş tırtılın duymayışına mı şaştın? Bölündükçe bölünen,
şekilden şekle giren bedenin bir parçasına bile kıyamazsın. Yok edişin kudreti karşısında
var edişin büyüklüğünü düşün. Yok, var edilir. Her beden içinde koza örmeye yetecek
kadar boşluk bulunur, kalbin attığı yerde. Derin denizlerden çıkan balık gibi olma. Zaman
geldiğinde büyük orduların savaştıklarını görürsün. Bir hiç uğruna can verenler olur.
Vardıkları yerden çıkmaları için bir buğday tanesine sığmaları istenecektir. Oradan, ancak
incelip çıkarlar. Azap ağırdır. Temizleneceğin yer, burada. Ölümden sonra, suçlu
kalanların çektikleri karşılığı, yukarıdaki makamların aşağısında kalırlar. Sen, orayı
isteyenlerden olma. Görmeyi dile. Bilmeyi dile. Dres, seni kendine kardeş istesin. Brah,
dost olsun. Kitap karışır. Ama içinde eksik bulunmaz. Yerlerini bileceklerden ol. Ölmeden
öl ve o zamana ulaş. Nif'ler, kitabı düzene sokarlar. Onlardan nefret eden bir topluluk
bulursun. Hal'e inanmak yetmez. Ötesine geçmek gerek... Onunla arana kimseyi alma.
Yedinin ortası, ancak kendini kurtarır. Sen, gücünün yettiğini alansın. Yıldızların gücüne
kapılma. İçinde parlayan güneşinle yaşa. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları
duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

37.gün:
- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Yıldızlarla dolu olan göklere yemin ettik. Beklenen güne yemin ettik. Görene ve görülene
yemin ettik. Söz alınan üç büyük insanın öyküsü ulaşır. Yaşanacak olanın anlatılmasına mı
şaştın? İlkinde baba bulamazsın. Son uyarıcıdan sonra gelecek olan... İki günlük yolculuğu
boyunca nice nesiller geldi ve gitti. İkincisinin annesi ve babası olur. Anası olan, daha
onyedisinde. Soy, anadan geçer. Anası ile anılır. Ona iftira atılır. Üçüncüsü, yaşlanmakta
zorlanır. Ömrü uzun sanırsın. Yanında hazır bulursun. Onların yanına, binlerce Mel
yardım için gelirler. Ecca ile üçü arasında kalan kalabalıklara bak. Yüzlerinde bir şaşkınlık
bulursun. Bilgisiyle orada olanların içlerinde huzur vardır. Sıra dışı olana inanman istenir.
Bulutların yüzmesi gibi dağların da yüzdüğüne, kanatsız uçanlara, hayvanlarla
konuşanlara, rüzgarla uçanlara, rüyalarını üçleyenlere. Ölüm anı geldiğinde gülenlerden
ol. Üstün kılınanların lanetlenmesi... Elbet bir nedeni vardır. Gelecek, geçmişe
ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

38.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
İçinden geldiği gibi... Kulaklarına inan... Duyduklarında şaka yok. Gerçek, olduğu gibi
yanında... Hiç aklında yokken buraya gelensin. Nefes alışın ve verişin... Sayılı. Güneşi
göremeyen bir ağacın hikayesi... Gölgede kalmaya mahkum edilen bir fidan. O haliyle
büyümeyi ve meyve vermeyi istedi. Bildiği vardı. Çünkü yarınlarında güneşi görecek
tohumlar verdiğini biliyordu. Gölgede kalanın kaderini yenmesi istenir. Her doğuşun
kaderi yanındadır. O kaderi değiştirecek olan, yine kendisi. Yedinin ortasını yaşlanmış
görürsün. Hayata bağlayanın, tohumlar olduğunu unutma. İbbarlar, sizin için vardır.
Körün gördüğü, sağırın işittiği, dilsizin konuştuğu... Bugün bilgiyi almayışınızın günüdür.
Işıldayan sudaki yüzlere bakma günüdür. Mutfağa geri dönecek değilsiniz. Bahçeye geri
konacak değilsiniz. Her adım, ileriye atılır. Tapınak, yaşananlar içindir. Ölenlerle işimiz
olmaz. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar
gelmeseydi...

39.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Görülen dört ve saklı yediye yemin edenlerdeniz. Buğday tanesinde, içine doğru kaybolan
yollar bulunur. O yolların üzerinde yedi vardır. Dışarıya dört kalır. Anlamadıklarını yok
sayanlardan olma. Gün gelir, uzakları yakın ederler. Kuyunun yanından geçenleri,
uzaklara varmış bulursun. Atla gidilen yol misali... Ağırlıklarını atmış bir kuyunun yanına
gelenler, onun kustuğunu görür... Senin de çıktığın yer, orasıdır işte... Doğmamışlar ve
ölmüşler üzerine yemin ettik. Her yaratılış, iade edilir. Beklenen yer, içeriye alınanı
bırakmaz. Tekrar doğmayı bekleyenleri göremezsin. Bilincin esir edilmiştir. Öyleyse... Tek
ömrünün boşa geçirme. Her an değerlidir. Altına, kadına, mala ve atına aşık olanlar, o
anları unutanlardır. Kendinden daha önemli olan nedir? Düşünmedin mi? Sana doğumun
hikayesini anlattık. Hal, her yarattığından sözü almıştır. Sözü verenler, kuyunun içine
atılır. Doğmamışların beklediği yerde... Ardından üç karanlığın olduğu yere gidilir. Işığı
görenler, doğdukları anda ağladılar. Ağlayışın nedeni vardır. Bilmediği yere gelenlerin
gözyaşları... Kitapla arkadaş olanların sağlıklarından kaybetmediklerini görürsün. Onların
ölümleri, sadece taşıyıcı bedenedir. Taşınanın yüzü, kitabın ışığı ile aydınlanır. Hal'in rengi
yeşillerden biridir. Yarattığı renklerden ve seslerden, yedisini yanında bulursun. Kalanı,
yanındadır. Konuştuklarımızın sese dönüşmesi ile düşündüklerimizin konuşması arasında
fark yoktur. Kitap, ses dönüşür. Sesin müzik olup kulaklara ulaştığı görülür. İçinde
olanların dışarıya çıkışı budur. Seslerden, tatlardan ve renklerden geriye kalanı,
yukarıdadır. Oraya ulaşanlardan ol. 'Korktuğumuz ölüm bu muydu?' diyenlerden ol. Seni
görüyorlar ve seni biliyorlar... Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek
miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

40.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Günün yaklaşması seni korkutmasın. Onun sana yakınlığı, senin ona yakınlığın kadardır.
Adımlarını sıklaştırmadan ve acele etmeden... Kuyudan çektiğin kovanın içi, suyla
dolmadıkça yaklaşan güne varılmaz. Çünkü, güneşin kovadan çıkmasını bekler.
Bilinenlerin saklandığı çağdasın. Yaklaşan güne yemin ederiz... Güne yakın olanların,
konuşmaları istenir. İçte olanın dışa çıkması istenir. Çevrende söylediklerini anlayan kaçını
bulursun? Doğuşu çift olanların üzerine yeminler ettik. Zülkar söyledi ve inandık.
Güneşin doğuşu ile batışı yer değişir. Söylendi ve inandık. Bizim inanmamız içimizden
gelir. Yoksa elimizde bir delil taşıyanlardan değiliz. Gözleri gördüğü halde sırt çeviren mi,
görmeye imkanı olmadan bilmeyi dileyen mi? Kova dolmadan düzenin kurulması
engellenir. Sen, hiç büyümeden yavru veren bir koyun gördün mü? Yarını olanların dünde
kalanlarla konuşması... Gelen bilgi içinde... Koyun, eğer istenirse, doğmadan kuzu verir.
Hal'in gücünü, küçümseyenlerin çıkmasına şaşmayız. Üstünlük sahibi... Rüyalarında
gördüklerin gerçek mi? Gerçekse şimdi neredeler? Gerçek değilse... Düşünmek için onca
neden varken, nefes alanların çok azı kafa yorar. Gizem avcısı olanlar azdır. Avladıklarını,
ölecekleri ve tekrar dirilecekleri güne kadar saklarlar. Parlamayan yıldıza, 'yok' deme.
Doğmayan kuzudan et isteme. Sağında ve solunda üç kişi olan birin söyledikleridir,
bunlar. Üç,bir ve üç. Toplamı yedi eder. Altıyı ezer. Altıdan ve gölgesinde kalanlardan
uzak dur. Onları, gözlerine bakmadan tanı... Hisset... Buna gücün yeter. Zamanın
yazılmadığı çağdasın. Ne anlattıklarımız ne de kattıklarınız ulaşır. Denize ulaşmayan
nehirde yüzen balıklarız. Denizin ne olduğunu bilmemiz mi garip, yoksa burada
bulunmamız mı? Balık avlayanlar ve balığa av olanlar. Uçan deniz kabuklarını nereden
bileceksin? Yedini ortası, görmeden inandı ve bilenlerden oldu. Denizi görmeyenin, ona
'yok' demesi gibi... Piriyel'in adını andık. Ona 'katil' diyenler çıkar. Hal'in affetmesi gibi
kimse affetmez. Robel'in adını andık. Kendisini, tarlaya köle bulduk. Birini katilliğinden
kurtardık ve diğerini de kölelikten azat ettik. Zülkar'ın adını andık. Ki unutmayansın!
Bizden öncekilerin verdikleri koçları, kendine kabul etti. O kuzu, doğmadan koç olur. Etini
yedikleri ve kanını içtikleri, Asis, iki günlük yoldan döner. Beklemeye ömürlerin
yetmediğini görürler. Yukarıdan aşağıya okuyanların bilgisi... Ağır gelen yükü üzerinde
tutma. Tayın, at kadar hızlanması istenmez. Hamurun, ateşe girmeden pişmesi beklenmez.
Mel'den sadece ikisi, verdikleri sözün arkasında kalamaz. İsimleri gizlenmiştir. Olmadan
olanları dinleyenlerdensiniz. Suyun yukarı akması... Ağaçların aşağıya büyümesi... Dem
ile Ev'in indikleri yerdeyiz. İnmelerine yardım eden araç, ölümlerden sorunlu Mel'e aittir.
Hızlandıkça hızlananların varacakları yerde, kendilerinden başka kimseyi bulamazlar. O
gün geldiğinde, lanetlenen bir topluluğun yok edildiğini görürsün. Yaklaşan güne yemin
ettik. İki bulut arasında üç yüzü olan iki kuş, haberi getirir. Söz, yerinde ağırdır. Sözleri
avlayanlardan ol. Ona sor, ondan iste ve idrak et. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları
duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

41.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Yalan söyleyenler, kitapla gelene içlerindekini ekler. Kalbinde olanı bilmen istenir. Gerçek
varken onu değiştirmek isteyenlerin üzerine önce bal dökülür. Balın kokusunu alan
karıncalara yem olurlar. Kim kazanır, kim kaybeder... Bilgisi ile gelendedir.
Bilmediklerinde ya da anlam veremediklerinde, onların yalanlarını bulursun. Doğru olana
ulaşmanda önüne engel olurlar. Onların, senin bildiklerini bilmesi mümkün değildir.
İsteyerek ve istemeyerek kitaba şekil verenlerin yolu aşağıyadır. O yol üstünde, sahte
ışıklar görülür. Kitap, kendi haliyle kendine yeter. Kitabın yazılmadığı çağdayız.
Gelmeden bilinen üzerinde tartışmayız. Ona 'var' denildi. Siyahın beyaza dönüşmesi gibi...
Brah'ın gördükleri ya da görecekleri üzerine yemin edenleri, karşımızda bulduk. Yaratıcı
kudreti içinde hissetmeyen, bizden değildir. Var oluş nedenini bilmeyi istemeyenin yeri,
burası değildir. Çekilen acıların ardında, dumanla gizlenmiş kapılar bulunur. Brah'ın iki
kolu, kesilmek ister. Bize, onun başı yeter. Çıplak olanın giyinmesi istenir. Üzerinize
aldığınız giysiniz, ayıplarınızı örtsün. Yola çıkılan gün geldiğinde, güçlü olduğunu
sananları hoş görmeyin ve güçsüz olduğunu sananları hor görmeyin. Yüzünüz, içinizin
aynasıdır. Sudaki yansımanızı bulandırmayın. Diller bölünür, yollar ayrılır. Ayrı yolda
bulduklarını, kin içinde bırakan yine kendileridir. Her elmanın ağırlığı farklıdır. Doğum
yaptığında, kısır dişi, şaşkınlık içinde kalanların gününe ulaş. Dans edişi ve kısır olmayışı
dışında ne bilirler?... Dişi bir at, katırdan daha güzeldir. Düne ait olanlar ile yarında
kalanlar arasında, sıkışanların söyledikleri... Relda... İsmini anımsa... Gelecek, geçmişe
ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...
42.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Dem'in yere inişi ile hayatın anlamı oluştu. Yanında getirdiği güç, düşünme gücüydü.
Söylemeden söyleyen ve duymadan dinleyen... Dres'in göğe çıkışı ile sesin anlamı oluştu.
Konuşan yüzlerin yerini, hareketli ağızlar aldı. Kulakları işitmeyene sağır dediler. Gözleri
görmeyene kör dediler. Kapılarını aç... Ses, kulaklara erişebilir. Biz, senin kalbine ulaşırız.
Uzaklarda uçan kuşun haberini alırsın. Kalbine inen ve sana bunları söyleyene, ses
diyebilir misin? Etini yediğiniz beden, sizin olsaydı... O bedende hastalıklar olur. Şifayı
bulana, soru sorma. Alnının tam ortasını kanatmalarına kızma. Bilmediğin, oradan bir yol
bulur ve bedeni terk eder. Dem'in soyundan gelenler, ikiye bölünür. Hangisinin doğruda
olduğunu görmek, ölmeden ölmek demek. Yarına ulaşman için bir neden daha...
Yağmurun yerden göğe yağmasını görüp de inanmayanlardan olma. Şüphe, tehlikedir.
Emin ol. Emin olmak için soru sor. Cevaplar, gece, gözler kapandığında önüne gelir.
Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

43.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Yedinin ortası da yorulur. Yaratılan her canlı, ölümü tadar. Mel'lerin senden üstün
olduğunu mu sandın? Üstünlük, harekete geçebilene aittir. Enerjini boşa kullanma.
Diktiğimiz tohumların hepsi göğe ulaşsaydı, tapınak, hemen yıkılırdı. Arada kalanların ve
yoldan çıkanların... Her yaratılan, iyi olmayı bilseydi, ölüm yaratılmazdı. İyiliği
emredenlerin kuracakları düzende oniki el bulunur. Her elin parmakları, o elin dilini
konuşur. Günlere isimlerin verilmediği çağdasın. İsimler, yerini bulduğunda ve tartışanlar
meydanı doldurduğunda, yukarıdan aşağıya okuyanların sözleri yankılanır, kulaklarda.
'Bilen söylemez ve söyleyen bilmez.' diyenler çıkar. Bilenin söylediği ve söylenenin
bilindiği gün geldiğinde, yıldıza ulaşılır. Yıldızın adını hatırladın mı? Günü tartışanları
severiz. Onlar, bizi sevmeyecek. Yarın olup yapacaklarını sıraladığında ve sıraladıkların
yarını yakaladıklarında, işi aceleye alma. Asla 'yapacağım' deme. İzniyle olur. Ölü bir
ağaca can verecek değilsin. Üç, bir ve üç. Bunu hatırlayacaklar. Yedinin ortasını anacaklar.
Sanma ki o benim. Her çağın Dem'e ait olanı ayrıdır. Onlara, elli yüzü düzgünler yardım
ederler. Bedenini yitirenlerin nefes almaları gerekmez. Gizeme yaklaşanların aradıkları
gerçeğin değeri artar. Altınla ve kadınla elinden alınamaz. Kadınların, erkeklerden üstün
yanlarını anımsa. Brah'ın makamı, Hal'in dostlarına ayırdığı yerdedir. Yukarıların
yukarısındadır. İyi olmakta önde olmayı istemende, neden budur. Brah'a komşu ol, Dres'le
aynı mekanı paylaş. Onları tanıman istenmez. Hal'i tanıman yeter. O, sizi seçer. Yakışan bir
gayretle dostluğa sarıl. Dem'in nesline tanık ol. Gece olunca, adını an. Nif'lerin çağı
geldiğinde, Brah'ın nesli ortaya çıkar. Sayıları, önceden yazılır. Var edilmeyi hak edecek
olanlar... Tapınak yapılmasaydı ve sen burada bulunmasaydın, söylenenleri işitebilir
miydin? İstemeyi bilenlerin arasındasın. Sayıların gücü, kılıcın kendisini kesecek güçtür.
Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

44.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Kitabın yazdıklarını görenlerden ol. Gördüğünü bilenlerden ol. Her görülen, gerçek
değildir. Göremediklerin de yok değildir. Yukarıdan aşağıya okunanlar, gerçektir.
İnsanların okumalarına şaşanlar çıkar. Bir kez inanmak yetmeyecektir. Sorgulaman ve
emin olman istenir. Önüne gelen her yemeği yemek, bize yakışmaz. Tadına bak ve kıyasla.
Kendi dillerinde okunanları anlamakta zorlanan bir topluluktan haber alanlardanız.
Brah'ın sol koludurlar. İnanmakta önlerine engel olurlar. Kardeşinin kanını içmede
yarışırlar. Erkek çocuk sahibi olmaman gereği bundandır. Bıraktığın neslin yaptıklarından,
seni sorumlu tutarlar. Bilgiyi taşıyan ve okundukça ışık saçan bir kitap gelince, onların
şaşırdıkları görülür. İçinden çıkanı beğenmezler ve değiştirmek isterler. Hal'in
yaratmasında kusur bulunmaz. Üstün olan, onunla olandır. Yerde dolananlar arasındasın.
Ölüm gelmeden akıl alanlardansın. Azsın. Özsün. Bilmeyi istersin. İstediğini bilirsin.
Kimdir, onlar? Nif'lerden bahsedilir. Konuştukları ayrıdır. Onların yazdıklarını
okuyanlardan ol. Ellerinde bir bayrak görülür. Az olanın kaybedeceğini düşünürler. Siyah,
beyaza dönüşür. Savaşma anı gelir ve meydanlarda boşa ölen kalabalıklar toplanır.
Uğruna hayatını verenlerin yerini alanlar, düzeni kurar. Yıldıza yaklaşılır. Orada, bulutlar
arasına, konakladıklarını yaparlar. Ağır olanı, üzerinde taşımanı istedik. Yorulmadan
uyuma. Kazandıkları ile mutlu olanların haberi... Ellerinin altında parlayan metaller...
Açlıkla sınanana veremeyen eller... Başkalarının yokluğu pahasına varlık edinenler...
Acıyla uyanacaklar. Azap, peşlerini bırakmayacak. Girdikleri çukurlardan
çıkamayışlardan sen sorumlu değildin. Kendi ettiklerini buldular. Başlayan yaşam, elbet
sona erecek. Güneşin doğmadığı ve batmadığı yere ulaş. Sonsuz mutluluk, onunla.
Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

45.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Kıratın adını andılar. Anmaları yetti. Teksindir. Işıman sanadır. Yalnızlığınla kalırsın.
Ölenlerin girdikleri mezarın, bundan farkı yoktur. Orada, ölmeden olursun. Olmadan
ölürsün. Senden başkası yok ki! Geride kalanların seni anmaları ile yalnızlığından
kurtulursun. Seni ananlar ise ölümsüz değildir. Yedinin de yedisi olursa başka...
Hızlandıkça hızlananın vardığı yerde. Elleriyle yaptıkları bineklere binenleri, o yolarda
bulursun. Yarınları, dün olur. Zamanın durduğu yere gideceksin. Durduğu anda etrafına
bak. Onları görecek gücün kaldı mı? Dördünden yedisine varanların altından yıldızlar
yürür. Olmasaydı, biz de olmayacaktık. Bilmeden ölenlerin yerine gitme... Gelecek,
geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

46.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Ellerinizle saydıklarınızda saklıdır. Ellerinde on parmak vardır. Parmakların arası
dokuzdur. Dokuzun ortası, kısırdır. Büyükler erkektir. Küçükler kadındır. Kadın,
güzelliğinin anılmasını ister. Himaye altına girmek ister. Annelik eder. Erkekten üstün
oldukları ile yaşarlar. Erkek, beğenilme kaygısı taşımaz. Himaye edendir. Babalık etmez.
Yukarıya ulaşan erkekler, kadınlarla eşitlenir. Orada, aç kalma korkusu bulunmaz.
Yediklerinizin çıkma kaygısı yoktur. Taşınan beden değişmiştir. Tek parçadır. Et ve tırnak
birlenmiştir. Kan akıtılmaz. Cinsan, Mel'in kontrolündedir. İzlenmeyen olur mu?
Doğumlarında gariplikler olanlar, diğerlerinden farklı şekillenmiştir. Şekil verilenlerin bir
kısmı aşağıların aşağısına iner. Ne kötü bir konaktır! Yüzünden ışık saçılan gibisini
bulamazsın. Kabuğunu kırar. İçinde, gizlenmiş bir yol var. O yolu bul. Hal'e ulaşanların
adımlarını orada göreceksin. Bilmeyi isteyin. Siz isterseniz, verilir. Adını andıklarınızdan
yalnız Hal, cevabı verendir. Gerçeklerin gerçeği... Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları
duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

47.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Bazılarının kurdukları tuzak,kendilerine sınav olur. Kitap, içindeki sınamalarıyla sunulur.
Önce Dem'in hatası görülür. Lanetli ağaç ve yasaklanan meyve... Dem'in soyundan
gelenler, bölündükçe bölünürler. Ayrılmalarında fayda bulamazsın. Gerçeğin gizlenmesi
bu nedene dayanır. Binlerin biri, doğruya ulaşır. Hangisi?... Düşün. Hal'e ulaşmanda araya
girecek değiliz. Sana yolu açarız. Yola girmen, kendi isteğinledir. Yol, aynıdır. Değişmez.
Günler biter, yıl olur. Yıllar biter, ölürler. Yine aynı kalan, yoldur. Yol, tektir. İkiye
bölemezsin. Başka yollarla birleşmez. Hal'e ulaştıran bu yol varken kendi yollarını
açanların yanına aldıkları, kaygılı bekleyen kalabalığa dahil olur. Ayaklarınla ezdiğin şu
toprak, öncesinde ateşti. Yanmakta olan yerin üzerinde soluk verenlerin gitmeleri gereken
yol da aynıdır. Onlar, başarmak istemedi. Kendilerine yol açanların üzerine kara bulutlar
toplanır. Altında kaldıkları o siyahlıktan, acı veren damlalar düşer. Girecekleri çukurların
kapısı, bir daha açılmamak üzere kapanır. O karanlık, azaptır. Doğru olan, tek olandır.
Bizden sonra geleceklerin dilleri ve yoları ayrılacak. Bizler şahit olduk... Sen de ol. Delil
varken ayrılığa düşme. Kararan yüzlere çarpan damlalarda serinletme bulamazlar.
Gençliklerini ikileyenlerden haber aldık. İşit... Onlar yola çıkmadan amaca ulaşmış olurlar.
Aynı tarlayı isteyen iki kardeş gibi... Biri sever, diğeri nefret eder. Hal, aralarında hükmü
verdi. Harp başlar. Nif'ler işi bitirir. Söz, yerinde ağırdır. Bildikleri karşılığı altın alanlar,
bizden değildir. Bedeli, yukarıların yukarısıdır. Hangisi tükenmez? Hangi gözle rüyalar
görülür? Hangi kulaklar, düşlerdeki sesleri duyar? Konuşmadan konuşanları düşün...
Ellerindeki gücü kullanmayı dile. Altından kalkamayacağınız yükleri, üstlenmeyin.
Gücünüzün yettiği yere kadar ulaşın. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek
miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

48.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Çevresinde ölümsüz gençler dolaşır. Makama ulaşanların yüzlerinde utangaç bir
gülümseme belirir. Oraya girenlerin ilkinin adını verdik. Hatırla... Ona bildiklerini, yaratıcı
verir. Yukarıların yukarısını merak etmeni isteriz. Gönlünden ne geçerde orada var edilir.
Usanamazsın. Her seferinde yeniden başlarsın. Eşini bulduğun yerdir. Gözlerinde
kaybolduğun. Çekilenlerin karşılığı olarak. Söylenen söz; ikilenen 'selam' dır. Şimdi, inkar
etmek olur mu? Nefes almışların çok azı, üstünlük sağlar. Çıkış, kendini ezmekle başlar.
Miandır. Sevgi ile kardeş olursun. Önüne sunulanların yalan olduğunun farkına
varabilecek çok az kişi bulduk. İnsan olmayı istemenin bedeli... Zülkar, onların adını
vermişti. Onlara, Nif diyecekler. Bilinmeyecek olana yemin ettik. Var ediliş ile yok ediliş
arasında, önce gelenlerdeniz. Yaratan ile barışmış olandan, ötesine geçen var mı? De ki: '
Doğru yola girmeyi isteyenim. Gerçek, benimle var olacak. Yol, güçlü ve pürüzsüz. Kardeş
olduğumuzu ne çabuk unuttuk! Dem'in torunları bir gün gelir, birleşir. Üzerinde oniki
vardır. Anlamını çözemediklerin hakkında aklından sorular geçirme! Biz de senin gibi
bilmeyenlerdeniz. Brah gelinceye kadar kimse bilmez. Ondört yaşında olanın her isteği,
kabul edilir. O yaşında evlat isteyen de odur. Üçlerin ilki yaşadı ve makama ulaştı. Geride
kalan ikisi doğmadan bilgisi ile geldi, yanımıza. İnanmamak için onca neden varken, soru
sormayanlardanız. Söyleneni aldık ve kabul ettik. Tapınak, içindekilerle yıkılacak. Yapana
yıkması kolay gelecek. Ne bir iz ne de bir anımsama... Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı
bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

49.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Yarından düne ulaşanlara yemin ettik. İsimleri gizlenir. Sayıları tartışılır. Üç, beş, yedi olur.
Yanlarında biri daha vardır. Yanındakilerle dönenler ve gençleşenlere yemin ettik.
Görmediklerimize 'yok' demeyiz. Ecca'ya ve beraberinde gelenlere, geçip girdikleri
kapının kızarmış bakır rengine, kapı ağzında bekleyen orduyu yenmelerine, yaşanmadan
'var' dedik. Doğru olan neydi? Görmediğine inanmayanların akılları, nereye kadar ulaşır.
Yedikleri, nasıl kan olur? Kapıda kalanları, donmuş ve hareket edemez bulursun. Öncesi
ile sonrası arasına sıkışanlar. Bir delikten içeri, ölümle girilir. Dönüşü yoktur. Duyulan sese
yenik düşen canlar, son nefeslerinde kalırlar. Korunmuş kitap, Brah'ın torunlarından,
torunları öldürülenle gelir. Korunmuştan sonra gelenler, bölündükçe bölünür. Aralarında
anlaşamayanların kardeş olmaları ne yarar sağlar ki! Öldürmek, kolaydır. Bağışlayandan
daha üstününü gördük mü? Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz?
Ya Zülkar gelmeseydi...

50.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Bir gün, bin yıldır. Bir gün, ellibin yıldır. Hangisinde olmayı istersin. Verilen nimetlerin
sayılmakla bitmediği makama çıkanlar, ölümü tadanlardan çıkar. Korkulan ölüm bu
muydu? Ölüm, senden korksun. Meyve vermeden kesilen ağaçlara, kabuk bağlamadan
kırılan dallara yazık. Aranızda karar veremediğiniz süre boyunca kaybolanlar var. Kardeş
olmanız gerekmez mi? İçinizden biri sona ulaşır. Geride kalanı aklından çıkaracak
değildir. Ölümle ulaşılan makama vardığında, geride bıraktıklarını anımsayacaksın.
Anılarınla orada olacaksın. Yapılan kötülükler ve hatalar, anılardan silinecek. Kozasını
saran tırtılın bir gününe, ondört gün eş görülür. Kumların, zamanı saydığını gördük. İki
taraf arasında mücadele başlarken kumlar aşağıya inmeye başlamıştır. Zadi ve Nif...
Yaşlanmaya çözüm arayanlar olur. Her zamanın tadını çıkaracak olan sensin. Çocukluk ve
gençlik kadar, yaşlanmak lazım. Genç kalmak isteyenlerin hücresinde kalanları
temizlemesi gerek. Ağırlığı ile dibe çökenler, onun gençliğini elinden alır. Zülkar, iki neslin
kaderini erteleyendir. Yaratıcı kudret, çifter çifter var eder. Tek olan, odur. Elinizde bir
elma varsa, bilin ki onun bir eşi daha vardır. Beyaz içinde gizlenmiş yedi vardır. Siyah
dışındakiler oradan çıkar. Siyahın içinde olmayışında, düşünülmesi gereken büyük bir
neden vardır. Kitaba 'ebil' diyerek başlayanlar, okuduklarının hakkını verir. Okumanın ve
yazmanın olmadığı tapınakta, size bilmeyi istemek ve düşünmek yetecektir. Hal'in
varlığından haberdar olan nice topluluğun, Şey'e taptıklarını görürsün. Arınmada aracı
arayanların düştükleri duruma düşme... O, sana senden daha yakındır. Yarattıklarından
ikisi, kenarlardadır. Lanetlenmiş ve aşağılanmış olanlar. Her bölünen, ellerindekiyle
sevinir. Oysa gerçek, tektir... Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz?
Ya Zülkar gelmeseydi...

51.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Tüm sırların ortaya çıkacağı gün gelir... Büyüklenen kralın cesedi kıyıya, boğulduğu
haliyle vurur. Uçan nesneler iner. Düşen nesneler çarpar. Her felaketin altında yatan
nedenler, düşünenlere deliller sunar. İki çuval arpayı sadece bir kişinin taşıdığı gün,
sırların kapısının açıldığı gün olur. Zafer, o günü bilenlerindir. Özüne dönen topluluğun
önüne geçenler, ezildikleri gün geldiğinde ölümü acıyla tadarlar. Asis'in geri dönüşünden
çok önce onunla konuşulması mı garip? Kaderimize şekil verişimiz... Yaşlanan bedeni
kaybedenler, doğmakta olan bebeğin kendisidir. Hem doğmuş hem de ölmüştür. Aynı
anda. Sorduklarında, kısa bir zaman anımsanır. Mel, hızlanmada cinsana üstün gelir.
Yaratılanlar içinde üstün olanlar, siz insanlarsınız. Şükretmeniz gerekmez mi? Hakkını
vermenizi engelleyen Şey'i, içinizden atın. Yaratılanlar arasında önde gidin. En iyisi olun.
Doğrudan şaşmayanların varacakları makam, önceden anlatılmadı mı? Hal'i kalbinize
sığdıramazsınız. Sevginiz arttıkça, coşkunuz da artar. Gördüklerinizde ve işittiklerinizde
ondan bir parça bulursunuz. İnanmamakta direnenlerin haline gülünmez mi? Sınırı
olamayan bir denizde, hangi yöne gitseniz bir harika, sizi karşılar. Sonu olmayanı
dileyenler hep birlikte onun adını anarlar. Hal'inize şükredin. Ecca'nın peşine takılanların
haberi... Sıra dışılıkta ileri gidenler, açılan kapıdan giren ve tuhaf görünümüyle etkisine
alan Ecca'nın emrine girenlerdir. Sudan ve tuzdan nefret edenden uzak durmak gerek.
Asis'in katil olmasına üzülenler, işin aslından haberi olmayan bir topluluktur. Yerin
tükendiği zaman gelir. Yok oluştan kaçacak kimseyi bulamadık. Hal'ine şükredenler,
bizimledir. Sev... Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar
gelmeseydi...

52.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
İsis, birden gelişir ve doğar. Gelişi ve yeniden gelişi, diğerlerinden ayrıdır. Toplanma
zamanı geldiğinde bedenleşme, daha hızlıdır. Ve 'Mülk kimindir?' sorusu geldiğinde
kimseler yoktur.Tek kalabilen, var edicidir. Söylenen sözler, açıktır. Anlaması kolay olanı,
aralarında tartışan ve sonuca varamayan bir topluluk var. Ellerinin vermediklerini
kalplerinden söküp alanlar, görevlendirilenlerdendir. Babalardan aldıklarını olduğu gibi
kabul etmelerinden dolayı çektikleri acı artar. Düşünmek için verilen akıl, başka
hangisinde bulunur. Cinsan, yukarıya çıkacaktır. Yoldaki engellere takılmadan çıkmak
gerekmez mi? Ölmeden ölenler ve uğruna can verenler, ölümü yenenlerdir. İsteyen elde
eder. Olacakları merak edenler ve merakları ile ölenler... Hal'in askerleri... Olması mı
garip?... Arınanların ulaştıkları makamlar yücedir. Hatalar, arınmak içindir. Beklemeden
alınmazsınız. Sevmeden sevildiğinize şaşarsınız. Trad... Luks... Tak... Hepsi, sırayla
bedenleşmedir. Brah'ın torunu üçünü de taşıyandır. Çıkış ve inişi. Kimdir bu torun? Bilgisi
alınmamış ve ismi bildirilmemiştir. Kitapla korunandır. Yüceltilenler, kardeş oldukları
makamda birbirlerini doyumsuz severler. Var edene ve var olunana... Birlenmeden mi?
Hakkını veren öldüğünde, olduğu gibi korunur ve bedenlerinin sayısı üçe çıkar. Yeşil
renge bürünenlerdir. Ateşten yıldırımlar ve görünmez sesler... Askerlerinden korkmayanı
bulamazsın. Görünmeleri ile değişir, olanlar. Bir gün gelecek. Belki de geldi. Kim bilir? O
gün geldiğinde bir kişi olanların sayısı yetmiş sekize ulaşır. Onların Üçyüzonüç çocuğu
olur. Hepsinin rengi, yeşildir. Denizlerin üzerinde taşınacak bedenler, tufana şahit
olanlardır. Yok oluşun ardında yeni bir var ediş bulurlar. Tekrarlananlara yemin ettik.
Kitap ile kazananlara lanet edilir. Bilmedikleri üzerine yemin edenlerden olma. Yediğin
yemeğin tadına bak. Sevilmesi yasaklananlardan uzak dur... Gelecek, geçmişe
ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

53.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Hızlanmada önde olanlar, geçtikleri denizlerde farklı cinsler görürler... Kendi ışımalarına
ulaşmadan önce... Önce kırmızıya boyanırlar. Uzun ve incelerle tanışırlar. Yol aldıkça
görülenlerin boyu kısalır ve yeşile döner. Sonunda, beyaz görünen minikler... Kırata
binenlerden alınan haberdir. Onların genç kalmasının nedenini anladın mı? Bire ondört
vermelerini? Dağların bulut olması bu yüzdendir. Boş sözün olmayışı bu yüzdendir.
Göklerde görülen bir yıldız, kalanların haberini taşır. Açılan yolları kullananlar, oldukları
haliyle gelir ve gider. Bunda şaşılacak yoktur. Haber verenler ile alanlar arasında ölmüş ya
da ölecekler dizilir. Dizilenlerden sonrası ile yok oluş ve ardından geleni var ediştir.
Bilmeyi isteyenlerin aşık oldukları da budur: Öncesi ve sonrası olmayanla bir olmak.
Bilmeyi isteyip başaranların göremeyecekleri yılları, önlerine getirenler olur. Hazır olanın
bildiklerinden fazlasına ulaşmanı istemedik. Her parça, ait olduğu bütünün parçasıdır. O
parçayla görülen rüyalar, gerçeğe yol olur. Üzerine giydikleri giysi, ettiklerinin karşılığıdır.
Aşağıda kalanlar ve yukarıya takılanlar. Yukarıların yukarısını hak edenlerin giydikleri
başka. Yağmur yağmadan ıslanmak gibi... Can alıcının canını, yine can alıcı alır. Son ölüm
çığlığı ile geride kalan tek, yaratıcı olur. Anne ve babasını ikiye katlayanlar arasında,
değişime önder olanlar çıkar. İki yol tutarlar. Yollardan biri, gerçektir. Dönüşlü yollar ve
yarılan yer... Yola geç çıkanlar, önden gidenlerin değiştirdikleri yemeğin tadını beğenmez.
Ertelenenlerin kurtulması için... Sözlerin en güzeli, hatırlaman içindir. Gelecek, geçmişe
ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

54.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Hal'in adını andık. Öndekilerden ve arkadakilerden farklı olarak...Yok oluş günü gelir.
Bilenler kalmamıştır. Nefretin egemenliği hüküm sürer. Sesin duyulması ile hesap günü
için toplanma başlar. Hal'in sözü gerçektir. İnanmayanların üzerinedir. İsimler sahibidir.
Korkumuz, onun sevgisinden men edilmektir. Korkumuz, azapla cezalandırılanlar
arasında kalmak değil, ona uzak kalmaktır. Korktuğumuzu sevmemiz garip mi geldi? 'Ne
istersen ondan iste.' dedik. Keşke bilenlerden olsaydılar! Ondan başka yol tutanlara ya da
o yollarda zulmedenlere, kendine yol açanlara ya da o yolun zeminini altınla
döşeyenlere... Sözümüz, duyan kulaklaradır. Gönülden dileyen başka. Ondan başka dost
tutanların durumunu görürler. Çevrelerinde kanmış gözlerle kuşatılırlar. Toplanma günü,
uzaklaştırılmalarına mı şaşarlar? Kimse, kimseyi kurtaramaz. Tapınağa giriş ve çıkış
arasında yaptıklarınız, sizinle bir olup ölümünüze şahit olur. Temizlenenler gibisi var mı?
Soruyu sorana yedinin ortası denir. Geriye kalanı dinleyenlerdendir. Dinlemeden
konuşanların bilgisine güvenme. Kadına düşman olanların anneleri, onların yüzlerine
bakmaz. Geleceği olmayanlar, annesini kaybetmiş bir topluluktur. Kadını, kapattıkça
kapatanlar ve kendine eşit görmeyen bir topluluk görülür. Orada ol ve olanlara şahit ol.
Hangisi gerçek? Dem ile Ev'in torunları bunlar. Yaratılmada eşit olunanlar nasıl olur da
ayrılırlar? Bir ağacın meyvesi olur. Tohumlarından çıkanlar lanetlenir. Şey'in lanetlenmesi
gibi. Ayrı yol tutanların anmaları ayrılır. Sorarlar 'Hangisi doğru?' diye. Her biri 'biz' der.
Denilenler doğru olsaydı bu tapınak, var edilmeden kalırdı. Söz, yerinde ağırdır. Biz,
bilmeyi isteyenleriz. Kendini sevenlerden uzak duranız. Bir gün gelir, saklanan kelimenin
açığa çıkışı ile derinlerden çıkarlar. Hal'in bilinmeyi istemesi mi tuhaf? Bilmek, düşünmeyi
gerektirir. Yaptığınız yemeklerin tadını beğenmediniz mi? Bugün onun için ne yaptın?
Büyüklük taslayanlar ne yaptı? İkiyüzlü olanlar? Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları
duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

55.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Yaşlanmaktan korkanlardan olma. Yaşama yenilenlerden olma. Hayatın ilk günü ile son
günü arasına sıkışma. Gelen ses ile yıkılanlardan olma. Sözde saklanan sırrı açanlardan
olma. Al alabildiğini, gücünün yettiği kadar... Bilmeyi iste. Başkaları dünü konuşurken,
sen, yarını yaşa. Diğerleri hayal kurarken, sen rüyalarından sıyrıl. Görmeden inan.
Kazandıklarını temizle. Oniki koyunun varsa, biri senin değildir. Oniki meyven varsa, biri
vermen içindir. Ver verebildiğini. Yüzünü asmadan dostluklar kur. Çıkarın olmasın. Söz
ulaştığında kaçanlardan olma. Ölme zamanı geldiğinde pişman olma. Kapılar açıldığında,
kan döküldüğünde, üzülenler üzenleri ezdiğinde ve verilen söz yerine geldiğinde... Sözler,
birbirine geçmeli olur. Anlam çıkaramadıklarında acele etme. Ateş, hava, su, toprak... Koç
ve akrep, demirdendir. Dengedeki boğa, bakırdandır. Balın petekleri gibi bölünürler. Arı,
gücüyle atı ezer. Ömrünün uzamasına mı şaştın? Bunu sen istemiştin. Gerçeği pek azı bilir.
Bilmedikleri hakkında seninle tartışanları dinleme. Değiştirdiklerini çabuk unutanlardır.
Övgüler, başaranlaradır. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya
Zülkar gelmeseydi...

56.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Kendimizi, koyulan kurallara uyar bulduk. Babalarımızdan aldıklarımız, bir kenara.
Olmayanı ekleyenlere yazık! Yaptıkları haber verildiğinde, karanlıklar içinde kaybolurlar.
Koyulan kuralları değiştirirler. Kabul edileni dışlayanlardır. Bilmedikleri hakkında iddia
edenlere yazıklar olsun. Çevrelerini saran o kirli dumana yenik düşerler. Sevdikleri,
sadece kendileridir. Çiğnedikleri ile gömülürler. Hesap günü geldiğinde korkacak
olanlar... Uzatılırlar. Başı ve sonu arasında, bir tüy kadar boşluk bırakılır. O boşluğu
doldurmaya denizler yetmez. Anlaman için misaller verilir. İşin iç yüzü, olduğu gibi
söylenseydi, burada kalanı bulamazdık. Peşlerine taktıkları ile indikleri üç karanlığa
kapatılırlar. Temizlenilmesi gereken yer, burası. Orada, kapıların açılmasını
beklemektedirler. Bekleyiş, uzar. Dem, yaratılışı ile kaldı. Çocukluğunu yaşayamayana
iadedir. Yenilmek üzere olana yardım edenlere görenlerden ol. O güne ulaş ve bizi an.
Kadınların erkeklerin önüne geçtiği günler gelir. Sayılarının artması ile görevler değişir.
Denge budur. Sona yaklaşılır ve kadınlar önder olur. Köle pazarlarında satılan kadınların
yerini erkeklerin alması mı tuhaf? Yıldızların yerine ulaşanlardan çoğu da onlardandır.
Karanlığı aydınlatma anı gelir. Geceden kurtulanlar ile korkuyu salanlar arasında kalırsın.
Güneşe yaklaşanlar ile ondan uzaklaşanlar arasında kalırsın. Düşmekten kurtulmaları bir
işaret değil midir? Korunanlar üzerine yemin edeni yanımızda bulduk. O, gördüğünü
söyledi. Biz, söylenene inandık. Yanında delilleriyle gelene inanmak gerek...Binekler
değişir, amaçlar ortaya çıkar. Yenilenler ortadan kalkar ve zamanı gelir. Üçünü bir arada
bulursun. Biri öldürülür, diğeri öldürür. Kalanı, düzeni kurandır. Tufan geldiğinde
göreceklerine inanacaksın! Yeniden toplanıldığında yukarıların yukarısına ulaşacaksın! Bu
istek değildir. Emirdir. Emreden de yedinin ortası değildir. Bunu sen istiyorsun! Gelecek,
geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

57.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Üzerine iftira atanların, beraberinde getirdiği delillere bakmak gerekmez mi? Bilmedikleri
hakkında konuşanlar aldananlardır. Şey'in bile dinlendiği adalet sistemi, düzenin bir
parçası olur. Suçu olmayanların yakılması ve suçunu örtenlerin yücelmesi... Onun adıyla
yalan söyleyenlerin sonunu görmek istemezsin. Çekilen acılar, anlatılmayacaktır. Yaşayan
bilecek. Ama bilmesi fayda vermez ki. Ne olaydı da; yaptıkların için düşünmüş olsalardı!
Cimriliğin, konuşmanda olsun. Susmak, düşünmeye fırsattır. Aşağıda kalanların
ellerinden güzellikleri alınır. Tadılan yaşamda güzellikleri ile avunanlardan olma... Nif'ler,
zalimlerin bayraklarını ele geçirir. Dökülen suya kapılıp gidenler, ummadıkları hızla
göremeyeceklerini görürler. Ölümü tadanların, gidecekleri makamlar belli olduğunda
perdeler kalkar. Göremediklerini görür, duyamadıklarını işitir olacaksın. Ölenlerin ve
doğacakların ile aynı anda nefes alırsın. Senin içini okuyacak güce sahip olduk. İbbar,
söylediğini bilendir. Konuşmana gerek yoktur. Sesler, kulağa erişir. Biz senin içindeyiz.
Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

58.gün:
- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Seni seveni, sen de sev. Senden nefret edeni, bağışlamayı bil. Zamanı gelince, 'ulaşılamaz'
denilen yerlere ulaşılır. Orada doğanlara, görmeden inandık. İlk çıkılan yükseklikten
geldikleri yere bakanların haberi... İnsandan öncekiler... Hal'in izniyle çıkarlar. Gördükleri
hakkında yanlış konuşanlar, hatalarını anlar. İçlerinden seçilen beşi gözleri ile görürler.
Bıraktıkları izi, yüzeyindedir. Onların yüzü ile bizim yüzümüzü farklı mı sandın? Onlar,
bizim kardeşimizdir. Bize, insan denir. Sevdiklerimiz ile var oluruz. Aklımızdan
çıkarmadıklarımızı sevmemiz istenir. Taşınan beden, emanettir. Toprağa iade olunur.
Öyleyse aslımız nedir? Tek olan bedenimiz?... Tepeden tırnağa eş olan. Kardeşimiz,
çıkarken ata binmemiştir. Düşünmek için kafasına ihtiyaç duymaz. Sana kardeşinden uzak
durman söylenir. Onlarla arana mesafe koy. Hastalanmana nedendir. Kötülerinden
çekilenleri sayacak değiliz. İyilerinin yaptığını uzaktan görenler çıkacak. Gölgeleri
olmasaydı onu görebilirler miydi? Hal'i anmaları için yapılan tepe! Onlar da inanmıştı.
İnanmak yetmez... Bir daha inan! Her sözün yazıldığı çağda, yazılanların sayılması
gerekti. Yarınını değiştirenlerin dedikleri... Her anını seninle paylaşanı sev. Bil ki, o seni
senden çok sevendir. Üzerine güneşi almadan uyananların anmaları ulaşır. İçinizden
geleni isteyin. Var ediliş nedeni de budur. İstemede acele etmeden ve hakkını vererek.
Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

59.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Uzaklarda kalan dostlar, sevginizi hisseder. Hayvanlardan üstün olanız. Konuşmadan
konuşanlar diyarındayız. Bakışlarınız ile dağları yerinden kaldırırsınız. İstemeniz yeter.
Bilgi, bu nedenle gizlenmiştir. Aralarında karar veremeyen bir topluluk arasında
bildiklerinle ortaya çıkma. Zarar görürsen üzülme. Ölümü yaklaşanı, ölümün elinden
kurtaracak değilsin. Felaket geldiğinde sabredenlerden ol. Teslim olunacak an gelir.
Yaşadıkların hatıra olur ve bir kısmı unutulur. Yerleşilen makamdan geriye dönmek
yoktur. Orada tatların çeşitleri ile boğulursun. Bedenin, güzelliklerle çevrelenmiştir.
Dostlarla tanışırsın. Ayrı zamanda yaşananlarla birleşirsin. Boş sözün duyulmadığı
yerdesindir. Hal, yaratmada acele etmedi. Senin beklemen, bu yüzdendir. Gördüklerin ve
görmedikleri ile bunlar arasında kalanlar sana kardeştir. Eline aldığın toprak ve yüzünü
ıslatan yağmur... Çürüyen beden, yediklerinin karşılığı yenir. Önce sevmeyi öğren.
Ardından gelenlere de fazla dalma. Ulaştığın zirvede bulutların engellediklerini görür
olacaksın. Sonsuzluğu kavra. Yaratılanların toplamı, yine tekdir. Ölümle açılan kapıdan
girenler, zamanın ve mekanın kalktığını görürler. Başlarken biteni, olurken öleni... Gözle
gördüklerinizin aslı, rüyada gördüklerinize benzer. Dokunduklarınızın ve tadını
aldıklarınızın olmayışına mı? Var, yoktur. Yok, vardır. Anlam veremediklerimiz hakkında
kesin kararlıyız. Bilgiyi aldık. Gerçeği tadan, bir daha peşini bırakmaz. Rüyadan uyanma
vakti gelir ve bizler, yüzü gülenlerden oluruz. Bilgisi olmayanın korkmasına mı inandın?
Hal'den hakkıyla korkanlar, gerçeği alanlar ve gizleyenlerdir. Yoksa biz çoban köpeği
değiliz. Üzerimizde üçü taşırız. İlki, bedendir. Çürür. Yeniden şekillenir ve aslına döner.
İkincisi ise adı konmamıştır. İçimizde bizimle yaşar.Senden ayrılmak istemez ve kötülük
etmene neden olur. Öfkelendiğinde bizi hatırla. Üçüncüsü, üflenendir. Bilgisi alınmamıştır.
Robel... Piriyel'i sevmeni istememizin nedenini öğrendin mi? Katil dediklerini de affeden,
yine o değil midir? Kolunu kestiklerinde akan kana bakarak kin gütme. Senin, keseni
bağışlamanla yücelmen istenir. Dileyen sözle, dileyen gözle ansın. Andığını bilmeden
düşünenlerden değilsin artık. Önce kendini düzeltmeye niyet et. Temizlenmeden
temizleyemezsin. İbbar, kendini ve geride bıraktığını temizler. Arınmak için gelinen
yerdeyiz. Hal'i görmeyi dile. Bu, ancak gücünle olur. O güç, gerçeğin kendisidir. Ecca
göründüğünde ölüme yenik düşen askerlerin haberi... Kurulan ordunun arması var.
Armasında, benzeri olmadığı yazılır. Yaşananlar, önceden bilinenlerdir. Yaratılanın, hangi
gün hangi yemeği yediğinin bilgisi, önceden alınır. Karar veremediklerimize üzülmedik.
Kendimizi olduğu gibi sevdik. Tek başına, var olmanın tadını çıkaranlarız. Hangi gözle
bakarsan o gözle görürsün. İçini göremeyenin kör olması bundandır. Ellerin konuştuğu
güne yemin et! O gün Mel'lerden bir grup, çevrelemiştir. Toplanma gününde kaçacak yer
arayanlar, onları karşılarında bulur. Kaybedenlerin yalvarmaları ile sertleşirler. Kanatları
inmek içindir. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar
gelmeseydi...

60.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Gözlerin kapanır. Uyku hali gelir. Seni, yaşadıklarından kurtaran neydi? Bazı tesadüfler,
tesadüf değildir. Güçlükle yol alanlara yardım edilir. Aştıkları ateşten duvarları
görenlerden değiliz. Çıkışlarında takip edenler, çıkanların torunları... Yokluk yoktur. Boş
sanılan her yerde, Hal'in izini bulurlar. Öncesi olmayana inananların düştükleri durumları
görmedin mi? İki gün arasına sıkışanların, büyüklük taslamaları seni endişelendirmez.
Bilirsin. Her tohum, yeniden doğmak için çıktığı toprağa geri döndü. Biri üçe bölenlerin
gördükleri... Üçler birleşse de geldikleri bir olamazlar. Aradaki farkın sonunu göremedik!
Ya sen? Sayılarla konuşan Mel'in gücü, isimlerin babası olan Dem'e yetmedi. Karşısında
eğilmeleri bu yüzdendir. Zülkar, bilmek istediklerimizin çok azını verdi. Zamanı
gelmeden bildiklerin, sana ve senden sonra gelenlere acı verir. Susman istenir. Eğilmenin
iç yüzünü alamadık. Günü gelmeden olmaz. Eline aldığın toprağın bir parçası... Onda,
ayaklarınla ezdiğin yerin tamamını görürsün. Söylediklerimizle canını sıkma. Duymanı
istedik. Unutmana mı korktun? Hatırlanacağı an gelmeden gördüklerinin ve
duyduklarının ne önemi var? Doğduğun zamanı, yeri ve anne-babayı, sen seçemedin.
Seçtiklerinin arasında, tapınak bulunuyor. İbbar olanlar, yola çıktıkları anı özlemle
anımsar.Seni gerçeğe çağıranı anman gerekmez mi? Piriyel ve Robel... Sizi buraya
sürükleyen ibbarın, dün öldüğünü hissettik. Ölümden korkmadan canı verenlerden oldu.
Yaratılış ile yeniden yaratılış anı arasında özgür! İşaretlilerden. Okumayı bilenlerin kitabı,
saklamaları için koydukları örtüler altında kalır. Bir adım ötede... Gerçeğe yakınlık...
Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

61.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Sevgi, mükemmelliği arayanların anahtarıdır. Kitapların sayısı üçtür. İlki, bir kerede
korunmuş olarak iner. Ardından gelen, sadece sözdür. Korunan kitap, sonuncudur. Bir
olmak dururken, kendi içinde bölünenlerden haber geldi... Senden, öğrenmen karşılığı
altın alanlar, aşağılandıkları gün gelince karanlıklara koşarlar. Tapınak, bilgiyi yaymak
içindir. Buraya girenden ve dolu olarak çıkabilenden ücret alınmaz. Sen de öyle ol. Hak
edene ver, verebildiğini. Doğrudan söylesen anlam verebilirler mi? Bilgini elinden almak
isteyenler çıkacak. Onların amaçladıklarını bilseydin seçilmiş soylarını öldürenlerin ilki
olurdun. İçlerinden çıkan Yüce'lere bakıp aldanma. Uyarı verenler, onlardan değildir.
Çalma, çalış. Saldırma, savun. Kadınlarını sevmeyenler, görevi alamazlar. Ölümcül
hastalıklara çözüm bulanların, harcadıkları gecelerin karşılığını aldıklarını bilenlerdeniz.
Acıyı çeken bilir. Bir bebeğin ölümü ile genç bir fidanın kesilmesi arasında fark yok.
Tedavi edenlerin bazıları, sırtlarında taşıdıkları altınlarla çukura indiler. Gelecek, geçmişe
ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

62.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Sarı saçları arasından bakanın engelledikleri hakkında bilgi geldi... Doğmadan önce
yeniden doğanlardan. İkincisinde siyah saçları var. Öncesini ve sonrasını birleştirenler,
gördüklerine inanmazlar mı? Karanlıkların sayısı üçtür. Onu aşanlar, korunurlar. Anlam
veremediklerin gerçekleşir. İftira atanların bilgisi nerede? Çıkış, bir keredir. Ölüme
yenilenlerin hangisi geri döndü? Bilmedikleri hakkında konuşanlar, havaya ok atarlar.
Attıkları, bir gün yere düşecek. Her yaratılan çifttir. İkizinin yerini öğren...
Öğrendiklerimizle mutluyuz. Yaşama amacımıza ulaşıp tapınak içinde, yeni fidanlar
yetiştirir olduk. Kalan kısacık aradan ulaşanların zamanı geldiğinde yaşayanların
görmeleri, inanmalarına yetmeyecek! Farkın açıldığı yaşıtların binekleri, hemen
yukarıdadır. Görünmez olmalarına mı şaştın? Eğer bir kedi olsaydın, titreyeni görür
korkuya kapılırdın. Birbiri içinden geçenlerin yaratanına ulaşmayı dileyenlerdeniz.
Susmamız gerektiği an gelince susarız. Kimse bilmediği hakkında konuşmasın. Bilmeden
konuşmak; insanı, yapraklarını döken ağaç gibi yapar. Çıplak kalışını gelen soğuk ile
anlarsın. Karşındakinin seni bu halinle görmesini mi istedin? Atların buluttan geçtiği
görülür. Ellerinde silah olanların bulutla kaybolduğu zaman gelir. Bekleyenlerin torunları
kaybolanları karşılar. Üç karanlık... İlki, bildiğiniz karanlık. Sonrası, saklanan karanlık.
Görülemeyen. Sonuncusu, üflenilen karanlık. Bilinemeyen. Ölümle beraber çıkılan
yolculuktan korkma. Aştığın karanlıklar seni sonsuz aydınlığa ulaştırır.Aynı zamanda
farklı yerde görülenlere 'yok' deme. Atladıkları eşikten geçmeleri, ancak ellerinde
tuttukları bilgi ile olur. Kırat budur. Yapanlar ve kullananların isimleri unutulmaz.
Taşlanan dağın sahibi, karşı taraftandır. Onların kötülük istemelerinin nedenini anla. Soyu
dışındakilere yaşam hakkı vermeyenler, Hal'den izin aldılar mı? Vaat edilen
gerçekleştiğinde orada ol ve bizi an. Bizim de orada olacağımıza şaşma. Kardeş oldukların
peşini bırakmaz! Aralarında yarışanların, birlikte yola çıkışı ile göklerin kapıları açılır.
Gittikleri uzaklardan el salladıklarını görenler olur. Demir yiyenleri görecekler. Gelecek,
geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

63.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Dalgaların arasında kaybolan geçmişine bak. Derin denizlerde yol alır. Bilmen içindir...
Üçün ikiye inmesi garip mi geldi? Babasını kaybedenler üzülmesin. Annesinden olanlar
da. Gerçekte anne ve baba yoktur. Onların seni sevmesi başka. Toplanma günü, her cinsan
kendi derdine düşer. Sen, orada olmadan olanlardan mısın? Bilmen içindir... Suyun
renginde gizlidir. Rengi olmayandadır. Görünmezliktir. Tesadüfler, birbirini çiğner. Buraya
geliş ile gidiş arasında olanlardan her biri, Hal'in isteği iledir. Her insan, varlığından
sorumlu tutuldu. İnanmanın yetmediği bir ödül karşılığı olarak indi.Önce gelen cinsan,
başaramadı. Ya biz? Ölüm, istendiğinde gelmez. Can alıcının okuduklarını okuyamayız.
Hazır olanın okudukları başka. Okundu ki, Hal'den başkası kurtaramaz. Aracıların
bindikleri atların bacakları kesiktir. Gizemle yaşa. Ölümü iste. Yendiğin ölümle dost ol.
Hayatın tadını çıkar. İstediklerinde ısrar et. Sen istemedikçe değişemezsin. Yağmurun
yağmadığı yerde değilsin? Islanmaktan mı korkun? Dönüş anı gelir ve yüzler asılır. Asık
yüzlülerin yanında ömrünü bitirenleri gördün mü? Bakışları boştur. Kaybedecekleri için
çalışırlar. Ettiklerinden geriye kalanı hiçtir. Uzak durman, bu yüzden. Aşağısı
boşladığında olacaklardan haber var: İnanmada öncü olanlar, yaptıkları hatalardan
temizlenmişlerdir. Hal'e karşı içinde ufacık bir sevgi olan, elbet yukarıya alınır.
Affediciden şüphe duyanların acısı yükselir. Kapanan kapının aşağısında kalanların
yüzleri gülmeyecektir. (Günler sonra araya girip elimi kaldırarak söz istedim. Konuşma
izni olmadığını unutmuştum nedense. Aklımdakini okuyan yedinin ortası, duraksamanın
ardından sözü yeniden ele aldı.) Robel... Gözlerinden akanı okuduk. Piriyel bilsin... Bazı
soruların cevabı toplanma gününün ardına bırakılır. Kapanan kapının ardında kalan
yüzler affedilmez. Orası bağışlanma yeri değil. Pişmanlık, ölümden öncesine aittir.
Piriyel'in burada oluşu gibi. Şey'le aynı makamı paylaşmak ister miydin? Yüce'lerin
soylarının düştükleri durumu bilenlerden oldun. Gelmeden ve hesap verilmeden,
öncesinde olduğun zamanda, bilgiyi alansın. Israr etme Robel. Konulan kural değişmez.
Başı ve sonu aynı. Bilmeden görev alanlar, özgürlüklerini teslim edenlerdir.
Yaptıklarından ve yapamadıklarından sorumlu olurlar. Yer üzerinde güç sahibi olmak
istemezler. Kralların evleri ve yaşamları, amacı olanları doyurmaz. Onların gözü,
yukarıların yukarısında, makamındadır. Sayıları az. Göç eden kuşlardan çok azı... Göç
etmeyen kuş olur mu? Kavradıkların sana kardeştir. Canlı veya cansız. Dağlarda dizili
kayalar ve deniz dibinde yüzen balıklar. Dillerin ayrılması ile birleşmesi arasında geçen
günlerde, insanın kaderi çizilir. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek
miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

64.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Uzun bir yola çıktı. Makama ulaştığında, yorulmamış buldu kendini. Karşında yedi ibbar
buldun. Onların da karşısında yedi ibbar bulduklarını öğrendin. Kırat görünmüştü.
İnenler, tapınağı yapmada zorlanmadılar. Tapınaktan çıktığında geriye dönüp bakma.
Geçmişinde kalsın. Adımların ileriye olsun. Sözü unutanlardan ve hatırlayanlardan ol.
Sayıları üçyüze ulaşanların beklemeleri boşuna değil. Düzeni kuranlardan önceydiler. Bir
tarla aldılar ve ektiler. Çıkan tohumlar, ağaç oldu nedense. Boylarını görebilsen korkardın.
Doğmamışlar ile ölmüş ataların konuşmasına mı şaştın? Bilseydin işin aslını, oturup
sonunu izleyenlerden olurdun. İnanmamanız gerektiğini düşünürsünüz. Aklınızın
almadıklarını bir kenara itmek gibi. Yediklerinizin çıkması ve çıkanların yenmesi... Sana
burada anlatılanları, düşünmeden alma ve düşünmeden atma. Düştükleri boşluktan
kurtulanların görünmesine şahit olmanı istedik. Ölmeyi aşarsan, onlarla çağdaş olursun.
Onlar seni görmez. İşaretlenirsin. Mutlu olman için bir neden daha... İçinde bir boşluk
vardır. Orada geçmişini saklarsın. Bedendekilerden bazılarının sayısı ikidir. Birbirine
benzemesine mi şaştın? Biri çalışır. Diğeri ise yedektir. Zor anında kullanırsın. Son günün
gelişi için soğukları bilenlerin söylediklerini dinle. Öyle soğuk olur ki yıldızlar düşer. Artık
her yer kararmıştır. Yedi kez sarılacak yerdeyiz. Ölümün kuşattığı yer. Donmakta olanı
gör. Hal, diridir ve hayat verir. Cinsan'ı ve insanı yaratmıştır. Söz birdir, değişmez. Ağır
olanı taşıyabilenlerden ol. Dağlardan vadileri inerek geldin. Çıkış ve inişlerinde zorlanmış
mıydın? Yüce olanların akılları başlarındadır. Sana garip gelenler, onlara kolaydır.
Bildiklerini yalanlayanlara uyma. Uzak duruşun, korunman içindir. Her insan hata yapar.
Hatalar, hatırlamak içindir. Ama sen bilgiyi aldın. Hata yapmak yok. Unuttuklarına 'yok'
diyebilir misin? Anne-babasını ikileyenlerin hatırları da ikilenir. Amaçları uğruna can
verenler, unutulmayacak ve makamlarına alınacaktır. Belki de alındı. Hal bilir.
Konuşulmadan yakalayanlara yemin ettik. Gizemi avlayan avcılarız. Aç kalmayız. Hal ile
buluşanın yolculuğu iki gün sürer. Kısa mı sandın? Beklemeye ömürlerin yetmediğini gör.
Çıkılan mekan yücelerin yücesindedir. Yaratılanların hiçbiri, orada kalamaz. Işıklarıyla
okuduklarını indirenlere yemin et. Vardır ve bilinir. Kalmayı dile. Ona dost olanların
istekleri yerini bulur.Hakkında yalan uyduranlar ve bu yalana uyanlar... Düşünmezler!
Bizi iyiliklerimizle an. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya
Zülkar gelmeseydi...

65.gün:
- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Geldiği zamanın sonrasına dönenlere şahidiz. Bıraktıklarını yaşlanmış buldular. Demire
şekil verenler, felaketi erteleyenlerdir. Ertelenen istila... Bir köprü kuruldu. İki ayağı olan
köprüden geçenlerdir. Köprüye girenlerin çıkma zamanı gelince orada ol. Onların
kaybolduğunu mu sandın? Sandıklarına inananlara yazık! Boynuzlananların yüzü...
Üzerinizde parlayan güneş... Onun kardeşini yaratana şükretmek gerek. Kardeşi ölmüştür.
İçine kapanan bir yol bulursun. O yoldan gidenler, yanındakiyle birlikte tapınağa ulaşır.
Güneşin iki çocuğu gizlenir, kayboldukları yere varılıncaya kadar. İlk çocuk, bitki
yetiştirebilir. İkincisi, hastadır. 'Paralayan yıldızın çocukları mı olur?' deme. Ulaştıkları
yerler, gidip gelinen günler... Işığın peşinde sürüklenenler... Senin için hangi gün?
Ulaştıkları her gün için dönmeyi dilediler. Unutma: Dünde bıraktıkların yok olmamıştır.
Mahvedilen, karanlıkta kaldı. Aydınlığa çıkarsınlar ve bilinsin. Yaşadığın yerin ikizi,
yolunu seksenüç yılda aldı. Ömrün yeter mi? Bildiklerimize mi şaştın? Devamlı genç
kalmayı kim istemez? Sorular arasından çık. Bardak, topraktan. Çatlatılır ve içini gösterir.
Devenin geçtiği yerdir. Hal'in adını gizlemiştir. Ecca'nın geleceği kapının haberini aldın.
Alev alev yanan yerden kopar ve ulaştıklarını yalanlarına ikna eder. Çok azı gerçeği
bilmektedir. Mücadele başladığında İsis'e inanmayanlar çıkar. Öncesinde de çıkmamış
mıydı? Devenin başından çıkan ucundan çıkanı öldürür. Açılan yolların sayısı, sayılamaz.
Topraktan olanların savaşıdır. Ertelenler ise ayrı; ilki, insana benzer canavar ve ikincisi,
yürüyen bitki. Var oluş nedenin... Var eden, var oluşa sordu. Bilinmeyi isteyene inan ve
yettiği kadar kork. Kendinden olduğumuzu hatırlamamızı ister. Şüphelenmeden
arınamazsın. Bilmeye çalışmanın önü, engellerle donatılmıştır. Zor olanı iste ve kolayla.
Nefret ettirme. Sevdir. Ateşin yakmadığı insanlardan ol. Mucize isteyenlerin önüne kitap
konulur. Okuyamadığına mı kızdın? Zamanı gelmeden kanatlanan kuşu yemek üzere,
aşağılarda bekleyenler var. Ölenlerden öğrendikleri ile düzeni kurar. Kurucunun yanında
Asis vardır. Ona 'katil' diyenler çıkar. Doğrusunu bilensin. Sana zorluk çıkarmayanı
anman gerek. Lanetlenen üstünleri de o yarattı! Üstünlüklerinin sona ereceği gün,
yazılıdır. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar
gelmeseydi...

66.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Demiri yumuşatan ile hayvanlarla konuşanın torunlarından biri, büyüklük taslar.
Elindeki gücü kötüye kullanmasının sonuçlarını katlanacak olan sen değilsin. Onlarla yan
yana olanlara yazıklar olsun! Büyülenmelerini kendileri ister. Geçen zaman bizi haklı
çıkaracak. Arzularına yenilenler gibi olma. Kralın askeri, kötüye hizmet ettiğini ne zaman
anlayacak? Kullanmadığın gücün nerede? Gözlerin hemen arkasında saklananları öne
alsana. Şey, kendine insandan ortaklar bulur. Kim haklı? Şey'in yedikleri ile karnını
dolduranlar bir gün gelir kusarlar. Kustukları, azmış nefretleri olur. Hata yapanların
düştükleri duruma sevinenleriz. Hata yaptıranın doğumunu müjdeleriz. Sabrın
denenecek. Beklemek kolay olsaydı, karşında oturan yedinin yerine kargalar konuşurdu.
Yanlarına çektikleri hiç düşünmediler mi? Aldığın meyveyi koklamadan yeme. İçlerine
karışanlar amacı, düzeni bozmaktır. Onların girecek çukurlar önceden hazırlanmış ve
isimlendirilmiştir. Önceden bilinmesi bu yüzdendir. Kıvrım kıvrım yolları aşarak gelirler.
İnce bakışları altında planladıklarını bilenlerdeniz. Karşı taraf, neredeyse kazanıyordu.
Ucu ucuna kazanılan zaferin unutulması engellenecek. Çiftimiz inmedi. Yukarıda
bekleyenlerdir. Yükü alan insandır. Bilseydi alır mıydı? Zıplayanların gittikleri yeri
bilseydin dehşete kapılır ve korkardın. O hızla alınan yolun sonunda, onları neyin
beklediğini bilmemeleri gerek. Yaşlanması ertelenenlerdir. Onların yerinde olmayı isteme.
Bazıları unutulacak. Ne yaptıysan onun karşılığını alırsın. Kırklar aralanan çatlaktan
bakar. Hesaplaşma günü olanlara şahit olurlar. Asis'e yaşananları öğreten de şahittir. Sana
şaka yapmayız. Gelenleri ve gelecekleri sevdik. Birbirinden üstüne ve birbirine eşit
bulduk. Yüce'leri an. Onlar hakkında söylenmiş yalanlara gülenleriz. Hiç öyle yalan olur
mu? Düşünmediler mi? Nif'lerin geldiği gün yerinden oynayan taşları göremezler mi?
Ağzına tat verenleri yaratanı hakkıyla ananlarız. Borç verin. Karşılığını bilseydin...
Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

67.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Yolları aştık. Yorulup işi yarım bıraksaydık tapınaktan çıkacak kadar büyür müydün?
Söylediklerimizi unutamazsın. Ses, kaybolmaz. Fısıltılar bile söyleyene şahit olacak. Sesine
yenilme. Misal verdiklerimizin sayısı, gizlediklerimizin çok azıdır. Kitabı okuyabilenler,
açığa çıkarmada zorlanmaz. Gitmeden gitmiş kadar bilgi sahibi olduk. Sağanak halde
yağan bu bilgiden kaçanlar da çıkar. Sığındıkları ise Şey'e teslim olanlardır. Şey bile
yaratana kötü söz söylemeye çekinirken en ağır sözler onlardan çıkar. Ortak ettikleri,
toplanma günü onları tanımaz. Tapınağa girdiğiniz kapıda, karanlık var. Çıktığınız kapıda
aydınlandığınızı görürsünüz. Uzaklardan görülen ışığa koşanlar ve varmada acele
etmeyenler bizlerdendir. Karanlıkta kalmak demek çevresini kabul etmek demektir.
Çevreni değiştir. Dün gibi yaşama. Bugünlerin dün olduğunda terk etmesini de bil.
Anlamaya gücünün yetmediği yüksekliklere ulaşırsan bizi sevginle an. Bir karınca boyu
yol verebilirsek ne mutlu bize. İbbar, sonrası için yaşar. Kuruduğu güne kadar... Ölümden
sonrasını mı merak ettin? Kaybettiğin bedenine orada kavuşursun. Yerde yaptıklarının
karşılığı verilir. Ulaştığın makam göre güzelleşirsin. Düşünmeyenlerin vardıkları
konaklarda çirkinlikleri artar. Dönüp baktıkların, artık yüzünü kapatmış ve
dayanamadıkları çirkin yüzlerini saklamışlardır. Kim kazanır? Hal'den başka bileni
göremedik. Ölümü tadanların toplandıkları yer, şu gölgelerin gezindikleri yer kadar
incedir. Hemen altındaki alçaklık ile hemen üstündeki yükseklik, oradan kaçmalarına izin
vermez. Gücü yetenler ise yukarıya alınır. Yanlarında memnun olan Mel'ler vardır.
Hakkını verenlerin yolculuğu ne kadar da güzel! Çıkamayanların altından çeken ile
kalabalık dağılır. Mutlu olanlardan kaçı kaybedenleri düşünür? Gerçek kardeşin ile ayrı
zamanda ve aynı yerde doğmana mı şaştın? Sonsuza dost ara. Yanan sıvıdan çıkan
dumanla ölenleri bilenleriz. Hiç uğruna yok ettiklerini mi sandılar? Karşınıza aldığın
hakkında iyi düşünün. Bunu hak etmeyeni ise karşınıza almayın. Uzak durduklarınızdan
size tehlike var. Düzeni bozmaya çalışanlar düşünmez mi? Tüm bildiklerimizi aktarırız.
Senden bilmeni istedik. Bizden olmanı... Hal'in yanına varmayı umut edenleriz. Bizimle ol.
Şüpheni attın mı? Çarptığınızı sandığınız karanlıkta bir kapıdan geçersiniz. Çıkışınız ani
olur. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

68.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Az olmalarına neden aradık. Bulamadık. Neden insan inanmak istenmez? Önlerine
konulan nimeti tadıyla yemezler. Bilseydiler keşke. Avuçlarına aldıkları parıltılardan, kısa
süre sonra öleceklerini biliyorlardı. Bugün onların kaderini konuşalım. Kaybedenlerin
sonu hakkında bilgimizi tazeleyelim. Susamadıkça içilen sudan fayda gelmez. İhtiyacın
olanı almadığında neler olur neler! Bambaşka diyarlarda gezer olursun. Kaybedenler
aşağıya çekildiklerinde, önlerinde ve yanlarında çekilmiş setler kurulmuştur. Geriye
dönemeyen kalabalıklardan olma. Yoktan var edilip unutulmaya mahkum olanlara
acıyamadık. Verdikleri acıyı üzerine iade ettiler. Yanlarında ondokuz bekçi var.
Bekleyenler için huzur veren aşağısı, kaybedenler için azap yeridir. İnsanların üçe
bölünmesi böyle olur. İnanmayanlar ile inanılana ortak alanlar arasında fark yoktur. Suya
toprak karıştırma. Arınan su, berraktır, içini gösterir. Bulandıranlar, seni kendine
benzetmek isteyecek. Her söylenilene inanacak mısın? Bize inanma! Söylediklerimiz
gerçek değil. Gerçek olan sensin! Kendine inan. İçine yönel. Defalarca geldiklerini
söyleyenlerin delilleri nerede? Ölümü tadan geriye dönemez. Dönseydi eğer, biz burada
seninle uğraşmazdık. Nefes alışımız ve verişimiz senin için. Yanımızda getirebildiğimiz bir
insan, bizim için yıldızlara bedeldir. Açmayan çiçek ne işe yarar? Bizler öğrettiklerimiz
karşılığı olarak sadece kurtulmanı isteriz. Öğrenmenin bedeli, acıyı yenmektir. Bildiklerine
karşılık olarak midesini dolduranlar ve altınları avuçlayanlar, Şey'den daha aşağıda konuk
edilir. Onları kurtaracak bir çıkış kapısı yapılmaz. Kendini düzeltmeden isteme. Yaratılma
karşılığı olan borcunu öde. Bedelini biliyorsun. 'Zannettik ve yanıldık' deme. Gelecek,
geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

69.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Senin çoğalmanı istemediler. Çoğalmaya kalksaydın onların kaderi, yetişmeden
öldürülmek olur. Ertelediğin isteklerinle makama ulaştığında beraber olursun. Sana
görülmemiş bir eş verilir. Dönüp her bakışında için erir. Sevmek ve sevilmek gibisi var mı?
Gözlerinin içine bakanı bulan bırakmasın. Kesene bakan gözlerin boğazları doymadıkça
sorun çıkmaz. Sen onları bir de aç kaldıklarında gör. Hangisi gerçek sevgi? Sevmeyi
öğrenenler, Hal'i sevmede zorlanmazlar. Birbirlerine dokunamadan sevenlerin hali başka!
Yüzlerden yayılanı gördüler. Yüzün, her daim aydınlık olsun. Erkeğin kadına
düşkünlüğünü gördüler. Doğurmayandan beklenendir. O, çocuk kalmıştır. Çağlar geçip,
zamana erkeklerin egemen olması, seni yanıltmasın. Diğer ikisi yanında onlar çirkin
görünürler. Güzeli seveni kınama. Aşağılananların sevmeye ve sevilmeye hakkı
olmayacak. Ne kötü yerdir! Yukarıda olanlar, karşılıklı sever bulurlar kendilerini.
Yukarıların yukarısında, kalpler bir başka atar. Heyecan duyulan, sevmenin şiddetidir.
Sınır tanımaz. Kadınlar bir gün gelir, erkeklerden öne geçer. İnsan, eşit yaratılmıştır.
Dengelenmesinde işaretler bulursun. Kitap varken söze dalanlar boğulacak. Yazılanları
okuyanların yalanları olursa oradan uzaklaş. Kulaktan kulağa geçen sözünü kaybedersin.
Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

70.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Gün doğmadan doğanlara ve uyanıp aklını kullananlara seslendik. Yıldızlar, Hal'in adını
anmaktalar. Konuşmadan konuşmak budur. Anlamını veremedikleri arasında
boğulmaman için buradasın. Şükretmen gerek. Hakkını verip yolu aşman gerek. Her
tohum meyve veremiyor. Parlayanlar, bulundukları yeri söyler. Çobanın elindeki
koyunları saymasına benzer. Kralın büyüklenmesine bakmazlar mı? Sonu ne oldu?
Yükselttikleri binalar, onlara fayda vermedi. İçimizdeki yolların uzunluğunu bilseydiler,
onları inanmış bulurdun. Dört köşesi olmayan evlerin içinde güvende misin? Dört yüzü
olması gerekmez mi? Bilmediklerinin ardına koşanlar, düşe kalka ilerledi. Vardıkları
boşluk, onları yalnız bıraktı. Duyduklarını anlamadan hareket etme. Hayatı ikileyenlerden
ikisi, düzeni kuracak. Yüce'nin öğrendikleri ve koruyucunun öğrettikleri. Zamanın
efendisi, olanlara şahittir. İkisini görmeden ölmeyecek. Denizleri yaranın, öldürdüğü genci
yanına alarak gittiği söylendi. Annelerin, çocuklarını doğmadan terk edeceği günler
geliyor! Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar
gelmeseydi...

71.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Biri ondörde çevirenlerden büyükleri, küçükleri kollar. Kardeş olduklarını bilirler. Günü
gelmeden geleceklerini hatırlayamazlar. Hastalanmalarına üzülme. Onların yerinde olmak
istemezsin. Acı verir. Sevdiklerini ileride bıraktılar. Döndüklerinde bıraktıklarının
sonrasına ulaştılar. Yalnız kalmak gibidir. Havada görülenlerin sayısı, aslında birdir.
Diğerlerine gülüp geçerler. İçine girenlerin bilgisini aldın. Olmadan olanların bilgisi.
Unuttun mu: Dün ve yarın yok. Zamanın üstünden geleni konuşuruz. Görmediğinin
birden ortaya çıkmasına şaşırmazlar. Anımsatanlar, toplama zamanına ve yerine taşır.
İbbar konuşur. Dinlemek zordur. Dayanamayanların ve çıldıranların çıktıklarını gördük.
Kaçanların aklında kalan, saçmalamalardır. Gözle görünmeyecek kadar küçük olanların
gücünü bilseydiler aynı hataları yapmazlardı. Bize öğretilen öyle konular var ki,
anlatmaya gücümüz yetmiyor. Toprağa basmadan koşanları anlatsaydık inanmayacaktın.
Yediklerin ve yemediklerin, tadını bildiklerin ve bilemediklerin, bir bütünün parçası olup
yaratılışla ayrıldıkları hale bürünmüştür. Aç kalma korkusunun olmadığı makama
ulaşman için. (Günler geçmişti. Söylenenleri alacak yerim kalmamıştı. Bu kadar çok
bilgiyi, bu kadar sürede almak ve saklamak... Yedinin ortası karşımda konuştukça
konuşmuştu. Diğerlerinin hiç mi fikri yoktu? Dinleme yemini etmiş gibi, gözlerini bizden
ayırmadan yanları dolduruyorlardı. Geçmişte olanlar ve gelecekte olanlar hakkında
verilenlerle kafam karışmıştı. İnsan, dünü yaşamadan yarını nasıl konuşur? ) Susuz
kalmadan suyun tadını alanımız. Çıktıklarına inandılar ve sevdiklerini aldılar. Mutluluk
onların. İkisinin kavgaya tutuştuğunu söylediler. Amaçladıklarına göre hüküm verilecek.
Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

72.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Ofım. Anlamı olmayan sözleri unut. Uzandığımız yerden kalktık. Her sabah oluşunu
görüşümüzde onu andık.
Ey can, korkmadın mı? Temizlenmeden gezenlerin içleri kirlenmiştir. Onlara ne söylesen
kar etmez. Ellerinle yersin. Gözlerinle seyredersin. Çamur yemek istemezsin.
Korktuğunuzu hissederler. Zarar vermek istemeleri, onların cesur olduklarından değildir.
Yüzünde gülümsemesi ile yaklaşanların gözleri yalan söyleyemez. Çocuğunu sevenlerin
gözlerinde yalan yoktur. Uykuda ölmediğinizi mi sandınız? Ne kadar daldınız? Gittiğiniz
yerler, gözler açıldığında nereye kaybolur? Gerçek, budur. Yukarıya çıkmayla, insan aslına
döner. Burası bize ait değildir. İstediğiniz, yukarıların yukarısı olsun. Eline aldığın elma...
Var mıdır, yok mudur? Yediysen nereye gitti? Dün yediklerini yok oldu sanma. Şekilden
şekle girerler. Saçın görünmesini engelleyenlerin sonu, çok kötüydü. Erkeğin erkeği ve
kadının kadını tercih ettiği topluluklar gelecek. Onların çoğalması nasıl? Yaratılışa
uymaları gerek. Yanlış bilginin götürdüğü yerde yaşarlar. Düşün, düşünebildiğin kadar.
Buna zamanın varken. 'Beşi inansaydı soyları kurumayacaktı' dediler. Orası suyla
kuşatılır. İnsan, nankördür. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz?
Ya Zülkar gelmeseydi...

72.gün:
- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Konuştuğundan anlamayan torunlar gelir. Kardeşin kardeşi anlamadığı gün geldiğinde,
büyüklenen bir kral görülür. Brah, o zamanı görür. Dost olmaya çalış. Dost kalmayı bil.
Nefretini öldüremeyen, makama çıkamayacak. Korkun kime? Görmediler mi? Şey, gördü
ve inat etti. Verilen emre karşı geldi ve kendisiyle beraber sürükleyeceklerine önder oldu.
Onunla olanın sonu, bataklığa saplanan hayvanlar gibidir. Böğürmeleri fayda etmez.
Gömüldükçe gömülenlere gülerler. Çaresizdirler. İnen, her an gelebilecek ateşle
yıldırılmıştır. Gittikleri yeri önceden görmelerinde ne fayda! Unutturulan sözü
hatırladıklarında pişman olurlar. Kaçtıkları gerçek budur. Aynı tohumdan çıkanlar,
konuştukları anlaşılmaz şekilde bölünürler. Söylediklerine kardeşler gülmektedir. Keşke
insan büyüklenmeseydi. Tufan olur. Yaşamın değerini bilmeyenlerin soyları kurutulur.
Görmeden inanandan daha çok korkacak bir toplum bulamazsın. Duydukları ile
irkilenlerdir. Doğru söz, yolunu bilir. Kilitlenmemiş kulaklardan girer. Duyulanları
değiştirenler ve bunları yazıya dökenlere yazık. Yazmayı öğretmemenin nedenidir bu. Tek
kelime hata, seni yolundan eder. Dinleme ve kendini kurtarma zamanıdır. Yıldızlara
ulaşan bilgi zamanı henüz gelmedi. Unutturulan hükümler, eski yerini alacak. Nif'lerin
gelişi ile. Hazır olanın elinden tutabilenler bildiler. Sadece Hal'i andılar. Gece olunca
ağladılar. Ötesinden yardım isteyenlerin yalanları, kıvılcım olup yükselmektedir. Rüyalara
girenler var. Haberi veren var. Suyla yıkananların gördükleri... Gözler kapanıp dalanlar,
koklanan çiçekleri ve içilen şerbetleri inkar edebilirler mi? Kimse hakkında önceden
hüküm verme. Saçına ve başına bakıp kötülediklerinin içini temizlemiş olmaları olasıdır.
'Ben bunu daha önceden görmüştüm.' demek mi tuhaf? Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı
bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

74.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Kuşkularını öldür. Kendine katil ol. Bilmedikleri ardına koşma. Aştığın yolda
kaybolursun. Soru sorman değil, dinleyip düşünmen istenir. Sonunda koçun boynuzlarına
girilir. Ucunda ışık var mı? Çıkış ile eşleniriz. Sonsuzluk içinde yalnız kalabilir misin? Sana
eş olanlar, dokunulmamıştır. Bakışlarını senden almazlar. Hırsın niye? Doyduğu halde
yemeğe devam etme. Utanma yoktur. Üremek gerekir. Çoğalıp iyi nesiller inşa etmek
gerek. Ama tapınak, bilgisi yok edilecek. Çıkanlardan ağır sözler aldık: Konuşmazlar ve
çoğalmazlar. İnsan, sevmek ister. İnsan, sevilmek ister. Yukarıda her hak eden sevilir. Her
an ölümü bekle. O, senden uzakta değil. Göklere atılan her taş geri döner. Uçamayanların
sonu düşmektir. Emin bölgeler, çifter çifter. Yerde ve gökte. İkilenirler. Oraya Şey'e arkadaş
olanlar giremez. Aslımız, toprak. Kuru değil. Soğumakta olan göklerde sağlam konaklar
kuranlar inanmaktadır. Olmadan olacakları bilirler. Uzaklarda olup bitenleri hisseden
insanlar çıkacak. Bize benzerler. İçinden geçenleri okuyanlardır. Gelmekte olan haberi,
önceden alanlardır. İyileri ile kötüleri arasında savaş var. Kötüler neredeyse kazanıyordu.
En iyi üçünden biri iyi. Bir, ikiyi yok eder. İnanları yurdundan eden ordular, kendilerine
konaklayacak yer bulamayacak. Babaların hataları, çocuklarına kader olur. Yaratılışın
kurallarındandır. Bir insanın yükü, çocukların yedisine geçer. Yükünü temiz tutanlara ne
mutlu! Yüce'nin torunlarını öldüren katilleri unutmadılar. İkiye bölünmeleri gerekti.
Savaşa giden ordulardan birinde, bir önder asker çıkacak. Eline aldığı bayrağı, daha önce
çıkılmamış yükseklere dikecek. Onun peşinden gelenler, ölüden korkmayanlardır. Brah'ı
andık. Gelmeden. Nerede ve ne zaman geleceğini bilemedik. Her baba, doğru baba
değildir. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar
gelmeseydi...

75.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Adını alamadığımız, Yücelerin sonuncusundan haber aldık. Söylemediğini yazanlar,
geriye dönüşü olmayan bir boşlukta beklemekteler. Rüyasında, çıktıkça çıkandır. Bedeni
yanında iken korunmuş iki belde arasında gidip gelendir. İkinci beldeyi altına kaydıran
yaratıcı, ne büyük bir bilgi sahibidir! İkinciden yukarı çıkışta bedeni artık ışımaktadır.
Yıldızların ışıklarının ulaşamadığı bölgeyi aşar. Aştığı bölgede, taşıdığı bedeni emanet
bırakır. Vardığı bölgeye Mel'ler giremez. Üzerine bindiği atların isimlerini gizlediler.
Kitapla gelen bilgiyi okuyanlar, neden inanmaz? Düşünmeleri gerekeni söyledikleri
halde... Üç karanlık... Unutturulan bilgiyi yeniden alalım. Onu kaybedenlerin sonu ne acı!
İlk karanlıkta bekleyenler: Saf, tertemiz ve bilgisizdir. Doğum beklenmektedir. Onbirin
yedisindeler. Doğuma yakın, bekleyen dört ele geçirilir. Kendine benzettiği ve
yarattıklarına üstün kıldığı; biz insanların, bunun hakkını vermesini isteriz. Ölümü
günahıyla tadanlar, ince bir iplik olurlar. Geçtikleri kapıdan geriye alınmazlar. Yukarısı
boşken aşağıda sıkışanları unuttuk. Onların üstünlükleri ellerinden alındı. Gölge oldular.
Hayatta iken ikiyüzlü ve yalancılarla aynı odada bulunma. Umutların kesildiği bir çağda,
gecenin karanlığı yaran güneş misali çevreyi aydınlatanlar çıkacak. Orada onların
yaptıklarına şahit ol. Üç elbise ile çıkanın adını bilecekler. O, kalanlara kitap bıraktı.
Kalanlara kitap yetmedi mi? Dişlerinin arasından mavi ışık çıkaranın yaptıklarını ne çabuk
unuttular. İnsana hizmet edenleri, insanın kendisi yok etmek ister. Hal'in sözü doğrudur:
İnsan, nankördür. Kördür. Üstünlük, üstünlüğü yaratıcıya bırakabilenlerindir. Gelecek,
geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

76.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Sana güçlük çıkaramayız. Tarladan alınan ürünü kendine yetiştirdin. Doymadan
doyurma. Bilmeden bildirme. İznin alındığı gün gelmeden konuşanların peşindeyiz.
Aralarından bir genç çıkar. Bildikleri dışına çıkmak ister. Olmaz deme. Bilmeye gücün
yetmediği zaman, bir bilen çıkar elbet. Yapılanlar yazılmaktadır. Yazmaya iznin olmayışı
bu yüzden. Kendine yenilenden daha tehlikelisi var mıdır? Güvendiklerinin sayısını azalt.
Şey'e teslim olanı anlayabilir misin? Onların yaşama amacını bildin mi? Tanımadıklarını
kötüleme. Balık kokar, ama pişerse tadına doyamazsın. Sahip olamadıkların için; özenme...
imrenme... kıskanma... hased etme... kin gütme... Şey'in esir alışı, böyledir. Ayakta
öldürenlerin söylettikleri her sözü doğru mu sandın? Bakışlardan korunmak için Hal'in
adını anmak gerek. Kötülerin baktıkları sensin. Seni kendileri gibi görmek isterler. Uzak
dur. Saydıkların canlanıp konuşur. Dem'in aradığı sahipleyici. Seslenmesi söz ile oldu.
Sayılarla kuşatılmış Mel, sözün ağırlığı altında ezildi ve eğildi. Şey'in inadını şimdi
anladın mı? Sözü dinleyenlerden ol. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek
miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

77.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Orduların savaşamadığı günler boyunca, Brah'ın yapacağı mabet ziyarete açıktır. Ay, dört
kez incelir. Kazandıkları işleri bırakıp yol alanlara ne mutlu. Kesilen kurbanları gömenler,
düşünmezler. Çocuklarının zenginleşmesi seni üzmesin. Torunları doğdukları toprakları
terk ederler. Kumun küçüklüğüne aldanıp tedbirsiz davranma. Ele geçirdikleri emin
beldeyi çevirenler ve gelenlere zulmedenlere bir süre verilir. İçilmeyen suları bittiğinde ne
yapacaklarını bilemediler. Anlattıklarımızı duyanlar paniğe kapılır. Ağır gelen bilgiden
kurtulmak isterler. Siyah böceklerle dolu yataklarında uyurlar. Bırak onları. Senden
değiller. Duman, geldiği hızla gider. Bedeni terk etmesi yedi yılda olur. Kralın askerleri
azalır. Dumana giden sel, aç kalanları doyuracak. Kim aşağıları ister? İnsanlardan çoğu,
neden istemediği yere kendi adımları ile varır? Onları çekenler de insan değil miydi?
Üzülmenin fayda etmediği günde olacakları söyleriz. Nefes alışın varken düzelmek gerek.
Seni yakıyoruz. Ateş, seni yakamaz. Anla biraz... Akan suyu, gölgesiz serinliği, unutulan
kokuları, yeşilin kardeşlerini iste. Burasının tadını aldık ve beğenmedik. Bize yetmez. Biz,
yukarıların yukarısı için acıya katlananlarız. Hangimizin kazandığı haberi ölümle gelir.
Bizden olur musun? Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya
Zülkar gelmeseydi...
Nedense çıkmak istememiştim. Yedinin ortası günlerin alıştırdığı yavaşlıkta ayağa kalkmış
ve geriye dönerek gitmişti. Piriyel'in ibbarları odaya girmişti. Ama ben... o garip Robel...
donmuştum. Gözlerim açılmıştı. Hatırladıklarımı okur buldunuz. Yetmeyen dünyada
yaşayanlarsınız. İbbarlarımın beni tutan elleri... Kavrayışlarını alsaydınız, sessiz kalır
mıydınız? Sabırla bekleyen insanlarla kuşatılmıştım. Beni kıvama getiriyorlardı.
Uykularımda gördüklerimi bildirseydim bana hiç inanmayacaktınız. Kim bilir, belki bir
gün sizin de önünüze aşmanız gereken kaderiniz çıkabilir!

78.gün:
- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Kimse bizim öğrettiklerimizi öğretemez. Yarınlarımızda bize kardeş olanların
bildirdiklerini gelmeden duyanlarsınız. Suda yansıyan görüntüyü göremediler mi? Adını
ananların yeri yükseltilmiştir. Hazır bekleyen makamı, kaybedenler de çıkacak. İple
çıktıklarını sandılar. Ellerine yapışan bir kaç altına, yoluna düştükleri hazineyi terk ettiler.
Kuşlar, göç eder. Varılması gereken yükseklere ulaşanların sayısı azdır. Vazgeçenler ve
yanlış yola girenler, ölümün acısını bilirler. İkiyi isteyenler, yakında görülecek! Gelecek
hazır mı? Yapamayacakları için söz verenlerden olma. Eğer isterse gücünü alırsın.
Kuşkuyla bakış, insanı hataya götürür. Emin olduğu halde içine kapananların muhtaçlara
ne faydası olur? Ölçüde hata yapılmamıştır. Yaratılışı basite alma. Yedinin yedisi, orada
gizlenmiştir. İçinde gizlenenlerin yalanları ile gerçeği ucuza satanlar, ateşi satın
almışlardır. İnandıkları yanlışlar uğruna kendilerine eziyet eden kadınlar düşünmediler.
Oysa onların yaratılışı erkeklerden üstün tutulmuştur. Sakladıkları güzellikleriyle
yaşlanırlar. Üç bölgeyi örtmeleri yetmişken... Hal'i anmayı zorlaştıranlara ve zorluğu
devam ettirenlere acımadık. Selam edenlere selam olsun. Kolaylaştıranlara ve
sevindirenlere... Anışlarında göz yaşı dökenler izlenmektedir. Kaydediciler, yaptıklarını
bildirdiler. Tesadüflere inanma. Aklının ermediklerine 'rastlantı' diyenlerden olma. Düzen
kurulur ve denizde dalga durur. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek
miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

79.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Yansıtanları yan yana bulursun. Oysa aralarında aşılmaz dağlar var. Suyun yüzeyinde
gördüklerin çıkacak delik bulamadılar. Peşlerinde getirdikleri çocukların ve torunların
yüzleri ona bakar. Pişmanlık fayda etmez. Gerçek her insana bildirildi. Unutturuldu.
Hatırlamak isteyenleri temizlediler. Önden gelenlerin söyledikleri her söz doğru değilse,
dalga dalga inmenin ne faydasını görürler? Dost edinenler ne kadar da azaldı!
Düşmanlarının çevrende dolaşmasına izin mi vereceksin? Uykunda yakalar ve boğarlar.
Uyanık ol. Buralara ait değildik. Bazılarının mal edinme hırsını anlayamadık.
Kaybedecekleri uğruna can verenlere güldük. Çamuru şekilden şekle koyanın gücü,
düzeni korumaya yeter. Düzenini de bozulması istendi. Toplanma gününe kavuşmak için,
Şey'in yerini alanlar olmalıydı. Ayakları basanlardan hepsi insanlığını kaybetmeden son
güne varılmayacaktı. Kardeşinden ayırdığı evinde doyan bakmadı mı; aç olan kapısına
uzaksa yaklaştırmalıydı. Gülümsemesinin altına kinini ve öfkesini saklayanlardan uzak
dur. İçi ve dışı birleyenlerin yanında ol. Aklını kaybedenlerden fayda ve zarar göreni
bulamazsın. Aklı başında olanlardan çoğu, heveslerinin peşine koşarlar. Katledenler
çoğaldığında zulme uğrayanların göç etmesi gerekirdi. O sevdikleri toprakları
bırakamayanların ölmesi seni üzmesin. Vaktine uyanlar zarar görmezler. Geldikleri
zamana dönenlerin kazandıkları veya kaybettiklerini, ancak Hal bilir. Çalışman gereken
gün ışığında, emeğin karşılığı olarak doyarsın. Geri dönüşlerinde, bıraktıkları zamanın
ilerisinde bekleyenler bulunur. Gün doğmaktadır. Dönen ilk yedi, kapatılacakları
hücrelerden bir daha çıkarılmayacak. İkinci yedi, gülen yüzlerin etkisi ile ağlayacaklar. Ne
mutlu, mutlu edenlere ve sevdirenlere. Gözlerin bakışında, anlam veremediğin zararlar
vardır. Bakışları ile öldürenlerin gücü... Yüksek taşlara üst üste koyan toplumdan çıktılar.
Ainu'lar beyazdan da beyazlar. Görev almış bir toplumla aynı kanı taşırlar. Gelecek,
geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

80.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Hayal edilenlerin gerçekleşmesine inanmadılar. Olmayanı yapmaya çalışmak mümkün
müdür? Bilgi ile kuşatılan nesiller geldiğinde yıldızların aydınlatmadığı uzaklara kaçarlar.
Kölelik budur. İnsanı, kendine köle olduğu boşlukta bıraktık. Konuşsan ne fayda! Bir
felaket geldiğinde yanına bereketini de alır. Son günün arkasına gizlenen sonsuzluk,
böyledir. Anlaman gerekenleri duyansın. Burada olamayanları hiç düşündün mü?
İsteseydiler, tapınak üzerlerine kurulurdu. Her damla, düşeceği yeri bilmiştir. Akşam
karanlığında kaybolanlardan olma. İlk gün, parlaması ile bakışları alır. Son gün geldiğinde
parlayan yıldızların işi bitirilmiştir. Yaratılan alemler içinde sadece birini görenleriz.
Hepsinin çıkışı aynı bölgeyedir. Yukarının aşağıda kalması gibi... Varılacak son mekana
ulaşırız. Oradan çıkabilen olmadı. Çaldıklarının hesabını verdiler. Hal, kendine en yakın
olanları yaratmış. İnsanlar... İkisi arasına sıkışanlar... En yakın olanlara benzemeye
çalışanlar... Seçilmişlerin içinden seçilenlerin sonunu bil. Yakınlık onlaradır. Nif... Adını
bilmediklerine inanmayacak mısın? Önemli olanı unuttun mu? Var ediliş sebebine
ulaşanlardan olmanı istedik. Çabamızı boşa çıkarma. Varacağın ya da vardığın makamı
hak et! Kırk yılda ancak bir tane çıkanın yaşadıklarını bilemediler. Kralın askerleriyle
şehre girmesini önceden bilendi. Altınların gömüldüğü yeri söyledi de anlayan olmadı.
Kulakların işitmemesi böyle olur. Gerçeği ucundan yakalayanları öldürürler. Susman,
bunun içindir. Doğruyu bilenin konuşmadığı ve konuşanın yalan söylediği çağdayız. İzni
almadan konuşanlar gibi olma. Görmeyenin bilmesi ve bilenin körlüğü... Hakkında
söylediklerini yalanlayan geldiğinde orada ol. Yalanlayan, zamanın efendisidir. Kitabın
korunmuşluğu varken, önüne koydukları sözlerle mutlu oldular. Bilseydiler
kaybettiklerini, gözlerinden çıkan acı yaşlarla anarlardı. Korunmanın inceliği var!
Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

81.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Birbirlerinin yerini almalarından ders almadılar. Kimse çıkmadan inmedi. Çıkılan zirvede
iklim serttir. Kalmak için korunmak gerek. Korunanları korumak gerek. Gerektiği gibi
davranmak... Gelen yücelerden dördünü, canlarını verdikleri yerde yalanlarla donattılar.
Kitabı da böyle donatmışlardı. Temizleyeni göremediler. Bilmediğini asla
konuşmayacaksın... Konuştuğuna da inanmayacaksın. İbbarlar çevrendeyken bilmişlikle
sınanacaksın. Büyüklendiğin zamanı anımsamanı istedik. Elinin altına aldığın gücü
kullanmada acele etmeyeceksin. Yarını anlatanları anlatmayacaksın. Ölümün tadını
aldığında geriye bakmayacaksın. Söz verenlerden misiniz? Biz, içinizden geçeni
okuyanlardanız. Okumayı bilseydiniz, dilleri kullanmazdık. O istemedikçe sen istemeyi
aklına getiremedin! Sevgi ile yendikleriniz, sizden bir parça olur. Verenler... Alanlar... İkisi
arasını dinleyenler... Duyduğunu destekleyenler... Gerisi makamın tadını bilemedi.
Hal'den başka dost arayanların buldukları, kazandıkları altını isteyenlerdir. Andığın yerin
sahibi kim? Örümceği ezdiler. Ezenleri yedi. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları
duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

82.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Yarını yaşadın. Dünde kaldın. Anımsamanı istedik. Yalnızdın. İkinciyi yanımıza almak
istedik. Hoş geldin... Birbirine dolandıkça dolanan, bedenini kaplamıştır. Taşıdığı haber,
doğacak olanlarındır. Gözle göremediğin ikili... İlki bir ve üçü taşır, ikinci görünmeyen ise
yediyi dokuzla alır. Dört duvarın kuruluşunu anladın mı? Birleri yediler, ondokuzu
üçlediler. Birleşme ile paylaşılanlar birleşir ve dört direk üzerine yeni bir kader inşa edilir.
Hal'in gücünü anlayana... Bir ve üç birleşir. Gerisinde kalan yediye ve ondokuzu
bildirdiler. Geldikleri yükseklikten aşağıların aşağısına ulaşması, ellibindedir. İnsan,
doğduğu yere bakmadı mı? Kötü söz, sahibine aittir. Hal'in adını aldığı yerden doğanların
çok azı bilir. Üç ve bir aşağıda, yedi ve ondokuz yukarıda... Kalenin burçlarının etkisinde.
Kale sağlamdır. Her burcunda bir bekçi bulunur. Bekçiler, doğum anını gözler. Ayın üç kez
incelmesini bekleseydin, doğumla taşınana ulaşırdın. Bekçinin beklediği alanın büyüklüğü
görebilseydin, girmeye gücün yetmezdi. İnce hesapların yapıldığı çağda değiliz...
Söyleneni söyledik. Tesadüf olsaydı, her olanın bir denizde ayrı ayrı yüzdüğünü
görürdük. Doğumun bilgisini aldık. Gelişimize üzüldük ve ağladık. Dönüşümüze
sevindik. Kaleden bilgi almaya çalışma. Öğrendiklerin seni üzmesin. Zülkar'ın adını
alanlar, torunların için dayanılmaz acıları tadanlardır. Makamda kalacağımız sonsuzluk
anında hatırlanacak. Elindeki gücü kötüye kullananların sonu yoktur. Girdikleri kuyuda
gölge olurlar. Yakmakta olan ateşe kardeş yapılmıştır. Yok olmayı ister ve yeniden
bedenleşir. Sevgiyle kalanlara ne mutlu! Sevmeyi isteyenlere ve sevilenlere! Kelebek,
kozasından çıkınca bekledik. Kanatlanıp uçanlar yüzümüzü güldürdü... Kaybedilen
günleri geri aldık. Gelen, doğmadan ölümü tadacağını söyledi ve inandık. Gelecek,
geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...
83.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Parlatılan zeminden yansıyanı görmediler mi? Görülen üç ile bilinen üç arasına yansıtanı
koyduk. Yedi ettiler. Yedilerin dümdüz olduğunu görürler. Düzlenen zeminde
beklemediler mi? Toplanma gününü böyle açıkladılar. Hemen üstlerine uzatılan aydınlık
ve altlarında dolanan karanlık. İkisi arasında bekleyiş çetindir. Sudaki kendinle savaşabilir
misin? Bir kuvvet almadıkça düzlenen zeminden çıkamazlar. Yeniden bedenleşenlerin
çoğu, dirilişin şiddetine inanmamışlardı. Hapsedilen yerden çıkmayı istediler. Sürülenin
aynaya yapıştığını söylediler. Geriye dönüşün hakkını verenlerden ol. Bilginin artmasını
dile. Sayıların artmasını dileyene kulak ver. Kuzeye gidişin sebebini bilseydin, görev
alanların zorlandıkları hakkında bilgi sahibi olurdun. Anlamada zorlananlardan mısın? Üç
duvarla çevrelenmiş açık alanları bildirdiler. Direklerin gücü... Gökyüzüne açılanlardan
uykuda olanların, aniden yanması seni korkutmasın. İnsanları karanlıktan aydınlığa
çıkaranın adını unuttular. Nankör oluşa delil çoktur. Bilme isteği ile yananların üzerine
serinleten bir su döküldü. Çabasının karşılığı, derin bir gülümsemedir. Ortada sebep
yokken ayrılanlardan olma. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz?
Ya Zülkar gelmeseydi...

84.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Çifter çifter yaratanın tek oluşu... Altmışdörde kadar... Önce koyunu ikilediler. Bölünenler,
göz göze geldiğinde aralarında fark görmeyecek. Birbirlerini yakaladıklarında yok olanları
görecekler. Ayrıldıkları mekanlarda tek olduğunu sananlar yanılmaktadır. Hal, hiçbir
varlığı tek kılmamıştır. İkizinin ikizi de mevcut... Göremeden inandık. Çünkü ellerinde
sağlam deliller vardı. Yoktan var edilişi, böyle anladık ve anlattık. Yukarısının da
ikilenmesi böyle olur. İnsan topluluğunun çoğu, yok olmayı ister. O kadar kolay değil!
Çiftlerin ölümünde, geriye kalan sadece Hal'dir. Söz, yerinde ağırdır. Sana kaldırabileceğin
şekilde anlatıldı. Unuttuklarını hatırladığında inkar mı edeceksin? Hal'in adını, parlayan
altınlara karşılık olarak ananlar... Azap boyunlarına vardığında, boğulmak isteyecekler,
ölümü tadan artık diridir. Çok yeme... Çok içme... İçine doldurdukların, ihtiyacından
fazlası olmasın. Ağırlaşan bedenin sahibini, çalışmaktan geri kalmış görürsün. Relda'nın
geriye dönüşü, acıların biteceği günün yakınındadır. Uyku vakti dolduğunda uyananları
eğitenlere yemin ettik. Olup bitenleri geriye getirenler bizimle öldüler. Bildiklerimiz
dışındakini sorma. Biz, bilmediklerimiz hakkında fikir yürütmeyiz. Cinsanların ilkine
'Can' dediler. Üzerinden yıllar geçer, ismi değişmez. Yukarıda var edilişin karşılığı,
nankörlüğün olmasın! Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya
Zülkar gelmeseydi...
Araya girmek istedim. Yorulmuş bir hamur gibiydim. Yoğrulmuş oluşumla yorulmuştum.
Ezilmedik yerim kalmamıştı. Aklıma getiremediklerime şaşmış ve hayret edişimi
ibbarlardan saklayamamıştım. İçinizden geçen her neyse o anda hissediliyordu.
Saklayamadıklarınızla yakalanıyordunuz. Konuşmak istiyordum. Belki soru sormak belki
de karşı çıkmak. Fırsat vermeden dumanları dağıtıyorlardı. Sis perdesini kaldırışları ile
görmem gerekenlere ulaşıyordum. İnsan olmayı isteyişim aklımdan çıkmıyordu. Yeniden
sabah olsun istiyordum. Yeni bir gün, yeni bilgiler demekti. Daha önce tatmadığımız
yemekleri bekler gibiydim. Aç değildim ama tatmak istiyordum. Beşinci tad... Uykunun
gizledikleri karşımda konuşulanlardı. Rüyamda gördüğüm yükselişim ve insan olmayı
isteyişimle yüzleşiyordum. Sonu görmek istiyorsunuz ama sabretmeniz gerektiğini
söyleyen gözlerin hapsindesiniz. Ne mutlu size ki okuyabildiniz!

85.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Tek olana yönel. Araya aldıkları çift değil miydi? Ondan korkmayı iste. Bil ki bu bilgin ile
olacaktır. Açmayan çiçekler, kokularını yaymazlar. Sırlarını seninle paylaşanı, dost
edinmen gerek. O, seni sevgisiyle kuşatır. Karşılığını vermeye çalış. O seni, senin onu
anışından daha çok anmaktadır. Hemen arkanızda, sizinle her anı paylaşır.
Düşünebildiklerinin ve anlamını verebildiklerinin ötesindedir. Tapınak dışında kendine
köle alma. Bilginle kendine esir ettiklerinin hesabı çabuk görülür. Etrafına toplananlara
anlatışında sınırı geçme. Belki asarlar, belki kızarlar. Yok olamayışına kızanları hatırladın
mı? Niyetleri düzeni bozmaktı. Göremediler, bozmak isteyişleri geri tepti. Her niyet,
kaynağına döner. İnen su damlası, görünmeden eski yerine döner. Söz, yerinde ağırdır.
Başlangıcı olmayanın sonu yoktur. Çaban boşa gitmesin. Hata yapmaktan korkma.
Yapınca tekrarlayanlardan olma. Çürüyen meyveler gibi olma. Yaydıkları kötü kokular, bir
işaret olsun. Gerçek bedene ulaşmayı bil. Utanmanın olmadığı beden... Bakılamayan çirkin
yüzlerin altında gizlenen gerçek güzellik... Doğuş ile edindiği bedenden memnun
olmayanlar... Çürüyecek bir görüntü için bu üzülme niye? Güzellikleri ile yoldan alanlar,
toplanma günü yüzlerini elleri ile kapamak isteyeceklerdir. Saydıkları adların hiçbiri,
onları kurtaramaz. Brah'ın yaşadıklarını yaşa. Sözü andık, sözü yaydık. 'Nerede olduğunu
bilmediğine mi tapacağız.' derler. Dedikleri ile kuşatılırlar. Artık duymazlar ve anlamazlar.
Brah'ın yolu, aşınmayacak kadar az kullanıldı. Yanlış yoldan dönenler de azdı. Ezmek
istediler ve karşılığı olarak ezildiler. Kötülük ettiler ve karşılığı olarak kötülendiler.
Hissetmeden korkamazsın. Hakkı ile korkan, kötülük yapamaz, haksız yere cana kıyamaz,
sebebini bilmediğini konuşamaz. Her anı kuşatanı andık. Anmaya devam edenlerden
misin? Garipsediğin; korkarak sevmek! Silahı ve edindiği bilgisi olanlar, ancak korkarak
severler. Bilmek istemeyenlerin korkusu seni yanıltmasın. Kaybedeceklerinden korkarlar.
Korktukları peşine düşer. Hayvanlar ve bitkiler, cinsan ve insan olma yükünü alamazlar.
Can ve Dem'in soylarının doğumu ve ölümü arasında kalmaları... Söylenenlere kananlar,
unutulan sözü vermişlerdi. Yaratanı bilme sözü... Saydıklarında hata yaptılar. Bilmeden
konuşanlar...Verilen söz değişmez. Dres'in bilgisi... Ölmeden ölenlere yemin ettik. Hafif mi
geldi? Ağırlığını bilseydin, onlara katılmak isterdin. Onlar, hızları ile geriye ve ileriye şahit
olurlar. İşaretlenmiş olanlardır. Yukarıların yukarısına alınışlarında işaretleri ile tanınırlar.
Bir şansı olanın, boşa geçirdiği bir ömrü olur. İkincisi yoktur. Şey'in kandırmada kolay
buldukları, kendilerini yüce sananlardır. Topladıkları cahiller ordusudur. Tehlike orada!
Boşa verilen canlara yazık. Çocuklarını diri diri gömmeye benzer. Taptıklarına inandılar.
Var etmeye gücü yetmeyenlere yalvaranlardan uzak kalmanı diledik. İstekleri ile
kuşatılacaklar. Boş söz havada kalır. Varılacak makama ulaşanların sözleri doludur.
Soyları hakkında yanılanlar ve yanıltanların iddiası... Yüce'nin torunlarının kanı akıtıldı.
Kanı taşıyanı bulamadık. Zülkar dedi. Ve bizler inandık. Düşünmeden 'evet' dediğimizi mi
sandın? Suyun rengini bilen çıkmadı! Gelişine yardım eden birleşmenin içyüzünü
bilseydin ya... Sayılmayacak kadar çoktunuz. Ancak biriniz yuvaya vardınız. Geriye
kalanlar varken yok edildiler. Yuva, bölündükçe bölündü. Şekilden şekle girdi ve taşıdığın
bedene ulaştı. Yaratmada yorulmayanı ananlarız. Suyla dost olduk. Yıkandık ve
temizledik. Kötü sözü kaldırdık. Savaşı barış için istedik. Bizi karşılık beklemeden var
edene şükretmemiz gerekmez mi? Başına gelenleri tesadüflere bağlama. İçtiğin suda bile
Hal'in adı var. Bilmeden bildirici değiliz. Oluş üzerine yakaladıklarımızın bilgisi...
Gereksiz yere yemin etme. Suyun sesi ile dans edenler... İçtiklerinde sarhoş edici
bulamazsın. Kendilerinden geçmeleri, bir sebep üzerinedir. Yukarıların yukarısı, dans
edenlerin makamıdır. Yerinden hoşnut olanların yaptıklarını beğendik. Yüzümüz güldü.
Senin de gülsün. Amacı olanlara ne mutlu! İyi bulmak, niyetledir. Böcekleri ezenleri
görmediler mi? Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar
gelmeseydi...

86.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Hayal ettikleri, gerçekleşti. Yaratılmayanı düşleyemezsin... Gölge gibi olduklarını
unutanlar, ince bir hesap yaptılar. Kazanacaklarını sandılar. Çöllerde kalan, susuzlukla
kıvranır. İçtikleri sıvı tükendi ve göçer oldular. Kendinden üflediği insan, anmada tembel
kaldı. Kolayı zorlaştıranlar çıktı. Çocuklarına öğrettikleri yalanlarını unutmayacağız. Var
edeni ve bedenleştireni bilenlerdeniz. Gelişin ve gidişin ucunu görenlerdeniz.
Düşünmeden adım atmayız. Srak... Doğduğu yere yemin ettik. Yarım kalan işler,
tamamlanmak içindir. Umudunu kaybettiği anda yardımına yetişenler, doğduğu
toprakların sahibidir. Anlamanı istedik. Üzülme. Ağlama. Kendine küsme. Seninleyiz.
Ölmeden öldük ve zamana kavuştuk. Öncesine ve sonrasına şahit olduk.
Tekrarladıklarımız, anımsaman içindir. Dudaklarını büzme. Gülümseyişini görelim. Derin
kuyularda kaybolmak isteyecekler. Kötülükte öncü olanları azabı tatmada da ilklere
alınmıştır. Girdikleri karanlıklarda, etraflarını korkutan yüzler kaplamıştır. Yeri
sarsanların niyetini bildirdiler... Yok ettikleri nesiller, intikamını alacaktır. Bebekleri taş
yığınları altına atanlar, hesabı çabuk verdi. Gidenlerin ardından ağlamadık. Gelecek,
geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...
87.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Zorda kalanın elindekine göz koyanlara ve aldıkça alanlara lanet olsun! Hal, karşılığını
vermede gecikmez. Duvarların konuşması bu yüzden... Söyledikleri yalanları işitmezler
mi? Ömürlerini tükettikleri karşılığı aldıkları, sadece avuntudur. Aracı koyanların sonu...
Kendinle yönel. İçini aydınlatan güç elinde. Elinin içinde yazılanları okuyabilenlerden ol.
Üçü beş yapanları artık bilmektesin. Zorlaştıranların boyunlarına geçirilen ağırlıkları
bilenlerdeniz. Özlem duydukları yukarılara bakmaktadırlar. İncelip iplik olanların sonu
ne kötü oldu! Doğduğu, göç ettiği ve öldüğü günü kutsayanlar, akıllarını kullanamadılar.
Anne ve babası hakkındaki yanlışlar açığa çıktı. Kendisiyle çelişen konuşmaları duyduğun
zaman gelir. Orada kalıp onaylayacak mısın? Yemeğin tadını beğenmedin. Babaları
inanmadan can verdiler. Her insan, önce canını kurtarmalı. Yanmakta olan, ateşten kimi
çıkartabilir? Öldürülenlerin yerini yine kendileri aldı. İkilenen hayatlarına bakıp
titreyenlerimiz var. Ürpertimizi, kemiklerimize attık. Beşi ortaya çıktığında orada ol.
Gözlediğin gerçekler yaklaşmaktadır. Kitabı şekline döndürenlere yol açtık. Kitabı sıraya
sokanlar, bilgileri ile düzeni kuranların öncüleri oldular. İnsanlığın başında bildirilenlerin
çoğu, sona yaklaşanların yutkunduklarıdır. Ağlayan yalnızlıklar diyarına... Gelecek,
geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

88.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Seslerin en güzeli ,insan sesi... Seslerin en çirkini, yine insan sesi... Üstünlük budur. En
dibe veya en yükseğe ulaşmak için seslerini kullandılar. Taraf tutanların hangisi?... Sesi
uzatanlar, içlerine heveslerini doldurdular. Zorlaştıranların yoluna ince delikler
döşenmiştir. Kızların sesini kısanların haberi geldi. Eşit yaratılış gereği, zaman intikamını
alacak. Erkeklerin azaldığı çağa varıldığında kızların sesi daha gür çıkacak. İnkar
edicilerden sağ elini uzak tut. Kitabı süsleyenler düşünemediler. Okunmasını
değiştirmelerinde ne fayda! Bildiklerini tersten okuyanların sözlerini anlayanımız var mı?
Aslı gibi kalır. Gerçek, tektir ve korunmuştur. Ona ulaşanların sessizliği seni yanıltmasın.
Ucuza satılan malın alıcısı değiliz. Sen de olma. Mel'in inişi ve iletmesine inanmayanlar
çıktı. Yüzleri karartılmış olanların kulakları işitmeyecek. Hal'i andıkları anda içine söz
katılması uygun değildir. Dres'e verilmişlerin sahibi bulduk kendimizi. İnen sözler
aklımıza işlendi. Nesillerin devirdikleri krallıklar, kalıcı olduklarını sandılar. Aklımızın
yedide biri emrimize verildi. Altıyı kullanmamada ince bir hesap vardı. Öncesi olmayanı
anmak için elimizde deliller var. Suyun altında bırakılan bölümün sırrını vermediler. Hele
ki yediden üçünü kullananın hazırladığı azıklar, yıllar sonrayı nimetlendirmiştir. 'Tevah'
dediğini duydular. Anlamını veremedin! Yedi ibbarın üçü size emanet edildi. Hakkını
verebildiniz mi? Onlar sizin için anmaktadır. Kralın sancaklarını yaktılar. Yerini alan
sancak, siyah rengi ile ışıldar. Dört yöne bakanı görecekler. Gökyüzü mavisi, çöl sarısı, yer
yeşili, ateş kırmızısı... Değiştiremediklerine üzülenler, üstün tutulmuş lanetlilerdir. Yolu
üçleyemediler. Çatallaşan yol, gerçeğin ta kendisi! Öldürülene sorulduğunda 'Ölümü
tatmadım.' der. Zamanın efendisi, onun yanındaydı. Umudunu kesme. O, her zaman
yanında olacak. Yaşamdan ümidini kaybedip canına kıyanların sonu anlatıldı. Çıkışı
olamayan kapıdan girmişler! Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek
miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

89.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Taşların yükseltildiği yerin bilgisi... Dört yöne bakan yükselti. Üzerinde siyah bir taş
bekçilik eder. Kalenin burçları beklenir. Onikidir...Sekizdir... Dörttür... Yüzeyi parlatılmış
ve içi korunmuştur. Emin belde orasıydı. Kendine çekmeyen ve kendinden itmeyen yerdi.
Demiri şiddetiyle işleyenlere yemin ettik. Emin belde, güneşin doğduğu yöne doğru kayar.
Taşlardan dağa ve şehirden çöle. Dörtlerden üçünü kaybettiler. Çürümeyen bedenlerin
sırrını açtık. Devler diyarına girmeleri gerekenler korktular. Unutma ki her olup biten
Hal'in kontrolündedir. Cinsanların yardımı olmadan mabet yapamadılar. İnsanlar, çok az
düşündüler. Hızla yapılan hızla yok olur. Acele etmeden nefes alanların yaptıkları işleri
kalıcı bulursun. Boşa söylenen sözlerle kandırmasınlar. Yönetmesi için gönderilmişi kabul
etmeyenlerin başlarına, zenginleşen ve fakirleştirenler geçer. İstemedikçe istenmezler. Az
olanların yendiği çokluklar, yurtlarından çıkarıldılar. Sayıları ile böbürlenenlerin sonunu
öğrendik. Olduğun gibi yaşa. Olduğundan büyük görünme. Yoksa ezilirsin! Gelecek,
geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

90.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Gücü, iki yönden gelen ikizler tutmaktadır. Yedinin gücü, dördü kapı eşiğinde karşılar. İki
gözünden birini feda etmeden tufan olmaz. Suların kabarması ve çektikçe çekenin menzile
varması... Doğum yapanın tek gözü kalmıştır. Küçüklerin kenetlendiği söylendi, inandık.
Yer ve gök ayrılmıştır. Yeniden birleşeceği gün toplananlardan olacağız. İnsan kaderinden
kaçabileceğini mi sandı? Büyüklerin çekişlerini uzaktan alamazsın. Yaklaştığın yüce
yapılara yapışırsın. Onikiden ikisini ayırdı. İkinin biri seçilmişlerdendir. Kalanı, babayı
avutmak içindir. Dem'in tercih etmediğinden gelirler. Onbirin güzelliğini alanın
başaracaklarını okuduk. Yukarıda olanların güzelliğini yüzüne almıştır. Çalgıları
toplayanların bilgisi... Çalgıların gizlediklerini bilseydin yerinde bu kadar rahat
duramazdın. Adalar ülkesine yardım edilir. Üzerine minik taşlar atan kuşlar, zarar
verdiklerini düşündüler. Sabret... Her kötülük iade edilir. Işıldayan dişlerini gösterenin
adı, tepemizde dolanan ayda gizlenmiştir. Tüm isimler, Dem'in isteğine uygun olarak
beklemektedir. Eline geçirdikleri gücü sabırla bekleten ve günü gelmeden yaymayanlara
yemin ettik. İyilerden olun. Hareket etmede acele etmeyin. Sertleşenlerin yüzleri kaskatı
kesilir. Onlarda ne bir güler yüz ne de bir tatlı dil bulamazsın. Hayata ekledikleriniz yine
sizin içindir. İz bırakmadan dönenler, emaneti terk edenlerdir. İlerideki nesiller
geridekilerden haber almak isterler. Unutulanları bilmek hakkımız ve hakları olsun.
Ölmeden ölenler... İlk gün ve son gün arasında olanlara tanıktır. Yukarı düşenler, bizim
kardeşlerimizdir. Hal, taşıyabildiğini yükler. Kuvvetlenmeyi dile. Hak yerini bulur.
'Dağların kaldıramadığı emaneti yüklendim.' deme. Kaldırabildiği kadar yüklenenlerden
ol. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

91.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
İnsan, eliyle şekil verdiği kısır dişiye uzaktan baktı. Arının sokması seni korkutmasın.
Tadını aldığın balını bilenlerdeniz. Bal akan nehirler boyunca dizilenler söylediklerimizi
iyi bilirler. Kozasını öremeyen tırtıllar güzelleşemez. Uçmak için kanat isteyenlerin
çevrelerini kapatmaları gerek. Arının kanatlanması da buna benzer. Yuvayı sağlam
yapanlardandır. Doğumu farklı olanlarla birleşen insanlar ayrıdır. Unutuldukları süre,
onların canını sıkmaz. Bekleyenlerin ömürleri biter. Girenlerin uykuları kadardır. Rüyada
konuşanları ne çabuk unuttun! Asis, battığı yerden doğan bir güneş gibidir. Gelmeden ve
yeniden gelmeden bilgisini almamıza sevindik. Bildiklerimizi öğretenin yanında fazlasını
bulduk. Üflenen yerden çıkanların azına bilmek nasip oldu. Bilgisi ile gidenler, yolun
doğrusuna girenlerdir. Yerinde debelenenlerin hepsi ortaya çıkmadan son güne
ulaşılamaz. Olmaz dedikleri olduğunda, hala inkar mı edecekler? Yukarıdan aşağıya
çözenin adını çözemedik. Kitap, onunla açığa çıkar. Saklanan gerçeklerin açığa çıkışını
haber verir. Görev, omuzlarında taşıyabilenindir. Göz, arar ve bulur. Dağlara gidenlerin
nefesleri daralır. İçin, dışından ağırdır. Anlamanı istedik. Bilmek isteyişini sevdik. Bizimle
varsın ve bize tanıklık edersin. Sorgusuz çıkış anına kadar... Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı
bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

92.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Göz, okudukları ile var olur. Arkaya alabildiklerimizle mutlu olduk. Sayımızın artmasını
diledik. Kapıyı açtık. Çıkan ışıktan önünü göremeyenler içeri giremedi. Sabrını denedik.
Kaçanları bulduk. Boşa ömrünü tüketenlere ömrümüzü verdik. Kazandığımız tek cana
değer verdik. Sevdik. Değerini ölçemeyeceğin kadar çok sevdik. Bildiklerimizle donattık.
Gülümseyişimizi kattık. Derinlerine indik. Boşta kalanların ayaklarını iyice bağladık.
Günü gelmeden çözmedik. Savaşa gidenleri de andık. O yaşta ölümü tadanların
yanındaydık. Dünümüzü ikiledik. Yarınımızın ötesine geçtik. Var ettik. Yok etmek
isteyenlerin önündekileri aldık. Umudunu kaybedenlere kuvvet verdik. Yücelere
gelmeden inandık. Dres'e inen bilgiyi koruyanlarız. Zülkar'ın getirdiklerini üzerine
katanlarız. Görenleri görenleriz. Söze inan... Göze inan... Yeşermekte olan toprak, yalan
söyleyemez. Tomurcuklanan ağaçlara inan. Yeni bir çağ açıldığında orada olmayı dile.
Ölüm senden korksun. Aşağıların aşağısındasın. Aşağısı ve ölü toprak, seni istemeyecek!
Yeşile yemin ettik. Gittiğin ve gideceğin makamda gözler ayrıdır. Nimetlerin sonu yokken
anmaktan seni alıkoyan nedir? Aklından çıkarma... Hal'in sevgisiyle dol... İsteyerek bir
araya geldik. İndirildiğimize çıkmayı istedik. Bir insanı ekmek ve yetiştirmek bize zor
gelmez. Sabırla sana şekil verdik. Bizi anmayacak mısın? Yücelerden biri kitabı emanet
eder. İnanmışken ikinci kez inanmayanlar vardır. Emanet aldıklarını kirlettiler.
Okunmasına izin vermezler. Hazine hemen yanlarındayken, mallarına ve eşlerine
yanaştılar. Kaybetmeye mahkum olduklarına... Acı ve hüzün... Azabın tadılması... Kimse
zorla aşağılanmadı. Karanlıklara girenlerin ayakları şikayetçidir. Taşıdıkları üç, onlardan
kopmak ister. Yok oluşun olmayışı... Yalanı doğrulayan bizden değildir. Kararı yanıltan
bizden değildir. Torunları öldüren bizden değildir. Terk ettikleri kitap, ağlamaktadır.
Gerçeği bilenler ağlamaktadır. Öldürülenlerin ardından uzun bir bekleyiş sardı. Büyük bir
savaşın olması, çizilen yolun içindedir. Kazananın sancağı, dört yöne birden Hal'in adını
verir. Pusuya düşürenlerin su vermeyen elleri kurutuldu. Aşağılayan dilleri, yanmaktadır.
Kurtuluşu olmayan zafere kandılar. Vasiyet eden... Üçü ortaya çıkar ve verilen sözü
gerçekleştirir. Birinin ölümü tadışı, hissedenlere acı verir. Ölüm, ona aniden gelemez.
Uzadıkça uzar. Onun yerinde olmayı isteyen çıkmadı. Geriye düşenlerin yedisi bildirildi.
Üçü geldikleri yere dönmek istemediler. Asis, geri döndüğünde onları anacaktır. Hizmetin
karşılığı çabuk görülür. Umudunuzla uyuyun...Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları
duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

93.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Katlandıkça katlananlara selam... Hayatın değerini, kaybettikten sonra anlayanlardan
olma. Pişman olduklarının bedelini üzerinden alan, seni temizlemek ister. Ona yaklaş ve
onu an. Genişledikçe genişleyene selam... Üzerine dolananın içinde yaşayanlara selam...
Yaratılış, deniz kabuklarında saklanmıştır. Sertliğini, dengeyi sağlayanlar vermiştir.
Sıcakların sıcağında donanları gördük. Yedinin gücünü hatırlattılar. Menziller tayin
edenin bildiklerini bilenleriz. Yedi görünmeyen yönetir. Yedi, altının üstüdür. Umutları ile
beklenen düzen kurulduğunda, ardından gelen felaketler unutulmaz. Üç, hazırlığını
yapmıştır. Savaş alanları genişler. Yıldız gibi ışıyanların kandırıldığını gördük. Ecca'nın
söyledikleri hoşlarına gitti. Düşünmeni isteyişimiz bu yüzden. Gözlerinle gördüğün
gerçeklerin, yalan olma ihtimali de var. En küçüğün etrafında titreşen, döndüğüne
düşmedikçe son gün gelmeyecektir. Donma anı yaklaşmaktadır. Toplanma günü, kurallar
değişmiştir. Eskisi gibi olmaz. İsis'in sözleri yanlış yazıldı. Geriye dönene selam... Gülen
yüzlere selam... İnandıklarına savaş açanların yenildiklerini gördük. Kutsal olan, taşıyıcı
değil taşınandır. Kitapla konuşanlar yalan söyleyemezler. İçlerine sinen korku, onların
hata yapmasını engeller. Korkuyu bilenlerden ol. Korkuyu alanlardan ol. Korkmadan
sevemezsin. Korkmadan tanıyamazsın. Kaybedenlerin halini görenleriz. Acının tadını tarif
edemediler. Öncekilerin sözlerini destekleyen ve yanında bilgiyle gelen bir yüce gelir.
Kilitli kapının ardındaki kitabı okuyanı bildirdiler. Ecca'nın öldürmesinden önce
yaptıklarını bilseydin ağlaman günlerce sürerdi. Üzülmedik ölümüne. Kavuşmak için can
vermek gerekmez mi? Yerin sahibinden kilitli kapının ardında gizlediği kitaba... Oradan
da taşmaya güç yetirene... İlmiyle yaşar. Olanlara ve olacaklara şahit olur. Ölümü tatması
ile ardında bekleyen ölümsüz görevi alır. Rahmetle yaşar. İlimle yaşayan ölmüştür. Düzen
bozulur ve gerçeği kaybederler. Kitapların gelişinde orada olanı bildin mi? Zamanın
efendisi... Unutturulanları unutmadık. Yedinin ikisini kullananlar, insanları oynatırlar.
Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

94.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Aklında kalanları unutma. Sabırlı ol. Yürüdüğümüz süreyi bilemedik. Yukarı düşenlere
soracaklar: 'Ne kadar sürdü?' diye. Cevabı kolaydır. Tapınağın hakkını verene cevapsız
soru kalmaz. Sevapsız cevap olmaz. Bir çuval arpayı seksen kişi taşımadan yavaşlamaz.
Zamanı durdu mu sandın? Tapınağın dışında olanların üzüntüleri ve sevinmeleri boşa...
Ellerine geçeni ve ellerinden alınanı gözlediler. Kapanan gözler karanlıkta kaldı. Eritilmiş
altınla sıvananlar kaybedenlerdir. Biriktirdikleri altından ayrılmazlar. Çukurlarda
bekleyişleri bitmeyecek... Bitirilmeyecek... Onlar için üzülenler çıkacak... Çıkarılacak...
Kardeşlik yerde kaldı! Yer yarılır ve yükünü dışarı atar. Söz verilir ve kaybedilenler sevilir.
Sevgi ile kuşananları yakan bir ateş yaratılmadı. Bakışlarını üzerine dikenlerin
güzelliklerini anlatacak değiliz. Gücümüz yetmez. Kazandıkları üzerinde çocukların,
yaşlıların ve korunanların hakları var. Kalenin burç sayısını bildirdik. Burçlardan birinde
kazanılan bize ait değildir. Tesadüfün olmayışını anla. Hal'in yaratmasında
zorlanmadığını bil. Yok olanlar ve var edilenler... Süreklilik... Bilme gücü ile donatılanlara,
gökler kapılarını açar. Onca sözden sonra korkman gerekir. İnsanların çok azı eşiği
aşabildi. Yukarıdaki azınlık ve aşağıdaki çoğunluk. Aşağısı seslenir:' Daha var mı?' diye.
Satın alanlar, gerçeğin ucunu Şey'e kaptıranlardır. Önce inan. Sonra bir daha inan. Söz,
yerinde ağırdır. Çukurun yanında kendine kıyanlardan olma. Biz, bölücü değiliz. Zülkar,
birleştirileni getirdi. O, yedilerden biridir. Yüzlerin aydınlandığı makama alınanlardandır.
Seni orada bekleriz. Gerçeği alana; toprak ve ateş yaklaşamaz, bulutlar üzerine gölge
olamaz, ateş önünde suya dönmüştür. Boş lafla dolma. Ölenlerin bilgisi... Mezarı
yapılanların üzerinde yürüme. Ölenler orada değil. Ulaşamazlar ve haber alamazlar,
Hal'in izni dışında... Ölmeden ölenlerin ayrı oluşunu bildin mi? Diriyken faydası
olmayanın ölüyken peşine takılanlara gülmekten kendimizi alamadık. Bu kadar basit mi?
Gömüldükleri yer, sadece topraktır ve beden çürür. Karşıya geçişin çok kısa olduğunu
bilseydiler... Cinsandan insana geçen yetkinlik değil miydi? İnsan, cinsandan üstündür.
Onlara köle olanlar çıktı. Yücelerden biri onları kendine köle yaparak intikamı aldı.
Maymuna ve domuza çevrilecek olanlarımız var. Onlara da insan denmişti. Hata yapmada
ısrarcı olanların sonu ne kötü! Soylarına acımadılar. Bir de Zadi'lerden ileriye
dönemeyenler çıkar. Mezarlarını yanlarına almışlardır. Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı
bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...

95.gün:

- Selamınıza selam, içinizden söylense de... Bilmediğiniz gelecek ve unutulan geçmiş için
buradasınız
Nif'ler düğümü ezer. Selama karşılık olarak barış diledik. Üç yüzü olan onüç kardeşin
kaderini bildik. Brah ve ardından gelenler, makamın tadına bakmışlardır. Ne bir endişe ne
de bir umursama... Hal'in peşini bırakma. Çözemediğin düğümleri ezmeni istedik. Brah
doğmadan bilgisini alanlarız. Yine o doğmadan bilgi kaybedilecektir. Geleceği
değiştirmek, bizim işimize gelmez. Robel... Sana Piriyel'in gidişini unutturanlarız.
Gücümüzü küçümseyenlerden olmayacaksın. Sana elimizdekilerden vereceğiz. Ölenler ve
kalanlar arasında pay edildi. (Aklım almıyor. Piriyel gitmişti. Bunu benden nasıl
sakladılar? İçimden geçenleri okuyanlar... Unutturdular...) Anlamını veremediklerinle var
oldun. Başkaldıranların bir bildikleri vardı. Bilmeden söz söylenmez. Brah'ın kanından
gelmeyen soyuna yemin ettik. Adı konulmuş ve gizlenmiş... Gören gözlerin kör oluşu.
Soğukların soğuğu gelir. Kurtulan olmaz. Her can, ölümü tadar. 'Ol' demek yeter. 'Öl'
demek yeter. İsimlerin asıl sahibine dönüş vardır. Ne kadar da az şükrediyoruz! Gökleri
yarattı. Senin gördüğün onlardan sadece biridir. Ertelenen savaş yaklaşır. Önlemini alanlar
kurtulacak! Bizi mağaradan çıkaran Dres'in makamını isteriz. Bedelini ödemek için
buradayız. Ya sen? Aşağıya gitmek istemezsin değil mi? Orada kavrulan bedenini yeniden
inşa ederler. Yeniden yanmak nasılmış? Korkman gerekenlerden biri de bu. Unutulanların
yanında kalmayı istemezsin. Nefreti ver ve sevgiyi al. Kiniyle ölenleri anlattık.
Kendiliğinden yananları yeterince düşünmediler. İbbarlara çok azını bildirdiler. Geldikleri
yere geri dönenlerin bir bildiği vardı. Varlığından habersizlere bir şans... Hal'in izni
olmadan bu tapınağa giren olmadı. Ömürler sonra izimizi arayacaklar. Sildiğimiz
geçmişimizi unutturduk. Tapınak vardı ve yoktu. Mel'ler... Yazdıklarını okuyacaklar!
Gelecek, geçmişe ulaşmasaydı bunları duyabilecek miydiniz? Ya Zülkar gelmeseydi...
E. HÜCRE DÖNEMİ 95 GÜN
(CEVAPSIZ SORULAR)

Ne olduğunu anlamadan, koluma giren iki ibbarın eşliğinde dinleme odasından


çıkarıldım. Ama bir fark vardı. Yedinin ortasının her akşam gittiği koridora yönelmiştik.
Bir yandan Piriyel'in çıkışını düşünüyor, diğer yandan başıma gelecekleri merakla
bekliyordum. Sürükleme, canımı acıtmadan yapıldı. Adım atmaya fırsat vermeden, hızla
aydınlatılmamış bir yere geldik. Yedinin ortası, yerinden bile kalkmamıştı. Sözlerin
bitmesi ile odadan çıkarılışım bir olmuştu. Kovuluyor muydum? Belki de Piriyel'in yanına
alacaklardı... Beni sürükleyen ibbarların bakışları, karanlıkta kalmış bir yere yönelmişti.
Gözlerin bu karartıya alıştığında fark ettim; bulunduğumuz yerde hücreler
bulunmaktaydı. Bir ibbar elinde sakladığı demir çubukla hücrelerden birine yöneldi.
Diğeri beni sıkıca kavramıştı. Kaçmayı düşünmüş olsan zaten anlayacaklardı. Bu korku
niye? İbbar, kapıyı açtı. Hücrenin içinden rahatsız edecek bir koku yayılmıyordu. Kapıyı
açan ibbar geriye döndü ve elini omzuma koyarak konuşmasına başladı:
İ: Senden susman istendi. Konuş denilene kadar...
R:(Ben de öyle yapmamış mıydım? Ağzımdan günlerdir tek kelime çıkmamıştı.)
İ: İbbar, konuşmadan konuşmakla olunur. Aramızda iken dilimizi yormayız. İşte...
Gireceğin hücrene geldik. Sabırla dinlemenin karşılığı olarak ödüldür. Kapatılacaksın.
Sana sorulan sorunun cevabını vermen için bir gün süren olacak. Her bir soruya,
hayatından bir gün isteriz. Gün bitmeden cevabı veremezsin. Çıkacağın güne kadar
karanlıkta kalacaksın. Yemek ve temizlik dışında dışarı çıkmana izin yok. Kendinle
konuşmayı öğrenmeni isteriz. Aldığın bilgi, ham kalmasın diye... Unutma... Soru
sorulduktan sonra düşüneceksin. Cevabını verdikten sonra sevineceksin. Hücrende bir
gedik vardır. Vazgeçenlere bir kaçış imkanıdır. Senden atını alan, buradan kaçtı. Kaçması
kendisini mi kurtardı. Acı çekmeni isteriz. Yalnızlıkla kavrulacaksın. Hücrede göreceğin
tek yüz benim yüzüm olacak.
Kafasını hücreye çevirip girmemi istedi. Yaşlı hallerine rağmen kuvvetli olmaları
ilginçti. Kavrayışlarından kurtulup ışık almayan hücreye girdim. Başımı dönmeye fırsat
bulamadan kapı, ardımdan kapatıldı. Kapının ortasına yerleştirilmiş bir kapak vardı.
Açıldığını ve iki gözün baktığını gördüm:
İ: İlk soru yarın. Bekle.
R: Anladım.( dedim birden. Nasıl olduğunu anlayamamıştım.Konuş denilene kadar susma
yemini etmiştim oysa.)
İ: Hata yapma.
Hata yapmayan var mı? Konuş denilmeden konuşmuştum. Biraz pişmanlık biraz
da umursamazlık vardı bende. Günler geçmiş ve dilimle nasıl konuşacağımı unutmuştum.
Kapıdaki gözler yerinden ayrıldı. Artık hücremde yapayalnızdım. Bana öğüt verecek,
bildiklerini akıtacak bir ibbar da yoktu. Atı verdiğim o adamı düşledim nedense.
Gözlerindeki garip bakışların kaynağına girmiştim. Soruların cevabını bulmak için
düşünülecek en kötü yerlerden biriydi burası. Kapkaranlıktı. Oturmadan önce elimle
duvarlarını yokladım. Kaba bir işçilikle yapılmış taş duvarların sıkıştırdığı dar bir yerdi.
Birkaç adımlık yürüme imkanını vermekten acizdi. Hüznü unutmuş yüzümle kendi
kendime gülümsemiştim. Aynası olmuştu karanlığım. Duvarları elimle yoklamaya devam
ediyordum ki o atımı alanın çıktığı yeri keşfettim. Şey'in sizinle konuştuğunu
sanıyorsunuz. Size 'Hadi git. Bunlar saçmalık.' diyen bir ses. Tutma yerinden kaldırdığım
ince tahta korunağın altında aydınlatılmış bir yol görünüyordu. Karanlıktan aydınlığa mı?
Gerçeğe yaklaşan birinin heveslenip gitmesi mantık dışı! Kendimi yendiğimi hissettim.
Şey'in sözleri içimde yankılanmadı. Uçup gitti. Tahta korunağı eski haline getirdim.
Karanlıkta kalmayı istedim. Aydınlanma zamanı gelmeden ışığa çıkmak olmazdı. Gölgemi
yenebilecek güçte olmadığımı düşündüm. Bir yandan gelecek soruları, diğer yandan yan
çizmiş kaderimi merak ettim. Karşıma çıkacaklardan korkma yerine heyecan
duymaktaydım. Korkumla sevgim beraber olmuş ve erimişti. Üzerine çömeldiğim
ayaklarımı eziyordum. Bir gün bile benden şikayetçi olmamışlardı. Karanlıktan
sıkılmamak gerektiğini düşündüm. Onunla dost olmalı ve karanlıkta aydınlatmalıydı. Tek
kaldığım o ilk günümde, sanki zaman durmuştu. Gözlendiğimi bilmek isterdim. Ama o da
yoktu. İkiye bölünmüş ve kaderimi sorgulamaya başlamıştım. Verilen isimler üzerine
düşündüm. Hal'in kim olduğunu daha iyi biliyordum. Yüceleri ve makamları anlamaya
çalışıyordum. Her insanın değerli oluşunu biliyordum. Gün yüzü görmeyi bekleyen bir
tohum olmuş, kök salmıştım. Gövdem oluşmadan şu tahtayı açıp kaçmak olmazdı. Atımı
alanın kaybettiğini bilmiştim. Piriyel, yakınımda olmalıydı. Yan hücrelerden birinde.
Uyumayı denedim ilk günümde. Az uykuya alışmıştım. Gözlerimi kapattım... Açık veya
kapalı fark etmedi. Yine karanlık. Sizinle bu anı paylaşıyorum. Oraya giren bendim.
Çıkmadan beklettiler. Görmeden söylettiler. Tam sıkılmaya başlamıştım ki kaybolan
gözlerin yerine iri gözler almıştı:
İ: Suyun rengini bilir misin?... Açsın ve kirlendin. Temizlenmen ve yemen için kısa bir süre
çıkmana izin var. Unutma... Zülkar'ın bildirdiklerini bilenleriz.
Gözlerimle anladığımı söyledim. Kapı hafif bir ses çıkararak açıldı. İbbarım
değişmişti. İri gözleriyle konuşan ve dinleme odasındakiler göre daha genç biriydi. Bir
elinde bir bardak su, diğerinde bir tas yemekle gelmişti. Kapının ağzında verdikleri ile
mutlu oldum. Fazlasını da istememiştim. Yediklerim ve içtiklerim yaramıştı. Gülen
yüzümle temizleneceğim yere götürüldüm. Hücrelerin hemen önünde bir odadaydı. Akan
su ile yıkandım ve ihtiyacımı giderdim. Üzerimdeki elbiseyi değiştirdim. İbbar, kayışında
gizlediği güzel bir koku ile saçlarımı sıvazladı.
İ: Güzel kok ve güzel cevaplar ver.
Yeniden hücreme döndüm. Kapı kapanıncaya kadar da gülümseyişimi
kaybetmedim. Kardeşlerim olmuştu. Bu ibbarlar farklıydı. Karşılık beklemeden
sevmişlerdi. Onlara bir baba gibi değil, bir kardeş gibi bakıyordum. Gün gelecek ben de
onlar gibi yenilere hizmet edecektim. Öğrendiklerinizi, öğretmek istiyorsunuz. Çevrenizde
olanların en az bileni siz olduğunuzdan susmak gerekiyordu.
Sabrımın denendiği hücrede yeni bir güne girdim. Sorunun cevabını düşünmüş
ve kendimce bir sonuca ulaşmıştım. Konuşma sırası ilk defa bana gelmişti. Yine aynı
yerden gözler göründü. O, konuşmam için izni verdi. Ben de konuştum:
R: İçine ne alırsa onun rengidir.
İ: Soruların ve cevapların yaratıcısı ne büyük! (diyerek kapıyı açtı.)
Tekrarlanan bir döneme girmiştik. Sorular ve aklımca verilen kısa cevaplar,
yemeler ve içmeler, ardından gelen temizlenmeler ve hoş bir koku. Ban zamanı
beklemiyordum. Zaman beni bekliyordu. Günler, istediğim gibi; tatlı tatlı bitiyordu.

2.gün: Kuzunun kurdu yemesi ne zaman?


Cevap: Önce kurdun doymasını bekler. Kurdu içinden yer.
3.gün: Etin tuzu mu, tuzun eti mi?
Cevap:Tuz, ete girer. Ama etin buna gücü yetmez.
4.gün: Ateş, havadan ne ister?
Cevap:Ömür ister.
5.gün: Toprak, sudan ne ister?
Cevap:Ölüm ister.
6.gün: Yanandan çıkan duman nereye gider?
Cevap: Duman, yanandan çıkmaz. Yakandan çıkar.
7.gün: Çoğalmadan, saldırmadan ve beslenmeden durulur mu?
Cevap: Engelleyen insanın kendisi olmadıkça durulmaz.
8.gün: Boş söz, sahibine ait. Konuşmada cimri olmak, ne demek?
Cevap: Çok konuşanın sözü ucuzdur. Çok bilen, sözün özünü söyler.
9.gün: Eli beşe bölenin bildiği nedir?
Cevap: Bölünen parmaklar birbirlerinden ayrıdır. Ama onlar da tek değildir. Beş,
ikilenmiştir.
10.gün: Suyun tersine aktığı yerde kanatlanmadan uçulur. Orada ses var mıdır?
Cevap: Bildiğimiz ses, kulaklara gider. İnsanın gönlüne gidene ses denilirse başka.
11.gün: Akan kan kırmızı, biriken su mavi, yüzen bulut beyaz olursa siyah rengin anlamı
ne olur?
Cevap: Beyaz bulut boştur. Yağmaz. Biriken su dibini göstermez. Mavi gizler.
Akan kan değil candır. Canın rengi, batan güneş gibi kırmızıdır. Siyah, içine almaz.
Siyahta kendini bulursun.
12.gün: Yapraklarını döken her ağacın bildiğinden fazlasını nasıl bilirsin?
Cevap: Ömrüm uzatılırsa bilirim.
13.gün: Kendi iradenle ve kendi kaderinle geldiysen, kendin çıkmayı hala ister mi?
Cevap: Kendimi yendim. Artık o bana uymakta. Kaderim, benim ellerimde.
14.gün: Yediğin yemekte ve içtiğin sudaki tatları, başka nerede bulursun?
Cevap: Daldığım uykuda, aydınlattığım karanlıkta.
15.gün: Adımlarının seni götürdüğü yerde misin?
Cevap: Ne evet ne de hayır. Yola çıkmadım ki! Yola hazırlanmaktayım.
16.gün: O yerdeysen eğer, adımların nerede kaldı?
Cevap: Geride kaldı, ileride kaldı. Arkamı sildim. Önümü temizledim.
17.gün: Geride bıraktıklarını aklından çıkardın. Senden önce ne vardı?
Cevap: Başka bir ben! Yarınki ben de farklı olacak.
18.gün: Senden sonra ne oldu?
Cevap: Benden sonrasında yine ben var olacağım. Başaran azınlık, yukarıya
alındı.
19.gün: Amacına ulaşmadan sonuca görenlerden misin?
Cevap: Bedenimi öldürmeden ulaşamam, göremem.
20.gün: Seni seven ve her zaman yanında olabilen kimdir?
Cevap: Hal'dir. O, benim anışımı sever. O, benim korkumu sever.
21.gün: İbbar kimdir?
Cevap: O, kaybedeceğinden vazgeçendir.
22.gün: Uyarıcı adil olur. İsis, onun zamanına taşınır. Neden?
Cevap: Kader, ayrı doğanları aynı zamana sıkıştırır.
23.gün: 'Ebil' demeden ilerleyen, Şey'i önünden çekemez. Nasıl?
Cevap: Tılsımlı sözlerdendir. Söyleyen, korunur.
24.gün: Bilgiye aç insanlar var. Yedikçe doymayan insanlar var. Sevgiye muhtaç insanlar
var. Hangisindensin?
Cevap: Yedim ve doydum. Sevdim ve sevildim. Ama bilgiye doyamadım.
25.gün: Kapandığın karanlıkta mutlu musun?
Cevap: Karanlığı aydınlatacak güçteyim.
26.gün: Yedinin ortası, altıyı sever mi?
Cevap: Ona nefret etmek yakışmaz. Küçülenleri sever. Altıyı taşıyanlar, nefreti de
taşır. Sevgiye nefret dokunamaz.
27.gün: Sonu olmayan bir diyarda anı yaşayanlar, pişman mı olurlar?
Cevap: Pişman olmaya boş vakit bulamazlar.
28.gün: Ana karnını paylaştığın mı, kaderini paylaştığın mı kardeşin olur?
Cevap:Karnı paylaştığım bedenimin, kaderini paylaştığım benliğimin kardeşi
olur.
29.gün: Söyleyenler ve dinleyenler arasına girenler, bilenleri sevmez. Araya girene ne
denir?
Cevap: Yoldan alıcı.
30.gün: Bilen söylemez ve söyleyen bilmez ise bilenin söylemesi niye?
Cevap:Vakti gelmeden bilinmez, vakti dolmadan söylenmez. Zamanı gelmeden
ve kanatlara kavuşmadan uçmak gibidir. Bilenle söyleyen birleşirse ses, kalbe ulaşır.
31.gün: Çirkinde güzeli ve güzelde çirkini görmek için nasıl bakmalı?
Cevap:Çirkinlik ve güzellik, gözlerin içine gizlenmiştir. Güzelin gözü ışığı
yansıtır. Çirkinin gözü karanlığa çağırır.
32.gün: İnce bir duvar çekilmeden önce gördüklerimize yok diyebilir miyiz?
Cevap: Duvar yıkılmadan yok deriz. Yıkmaya gücümüz yeterse var ederiz.
33.gün: Ayaklar, yürümekten usanır da neden kalbin durmadan çalışır?
Cevap: Hayatı benden daha çok sevdiği için. Kalp, ölümden korkar. Ayak, ölüme
gider.
34.gün: Ayın, aldığı ışığı karşılık beklemeden vermesi niye?
Cevap: Karşılığı; bilinmektir. İsteyerek ya da istemeyerek ışığı verir. İsteyerek
vermesi beklenir.
35.gün: Rüyada içilen su, kimi ferahlatır?
Cevap: Yaşadığı hayatı tadamayanları, umut arayanları, yalnız kalanları.
36.gün: Arındın mı?
Cevap:Arkamdan gelenleri arındırmadan arınamam.
37.gün: Hangisi öncedir: Ölüm mü?... Doğum mu?
Cevap: Ne ölüm ne de doğum. Önce gelen, tükenmeyen andır.
38.gün: Zülkar, neyle geldi?
Cevap: Bindiği at, kırat. Yelesi olmayan.
39.gün: Zülkar, nereden nereye gitti?
Cevap: Gününden dününe gitti.
40.gün: Zülkar kim?
Cevap: Bilgisiyle gelenlere ve iyiye yöneltenlere denir.
41.gün: Yıldızlardan yedisi bir araya geldi. Üçü yan yana dizildi. İşaret ettikleri yerin adı
nedir?
Cevap: Şir'dir. Kapının bekçileri oradadır.
42.gün: Bedende eksik bir yer var mı?
Cevap: Bütün gece düşündüm. Bulamadım.
43.gün: Üçüncü bir el ne işer yarar?
Cevap: El, kendine bir kol ister. Kol, kendine bir omuz ister. Beden, ikiyi bozanı
kabul etmez.
44.gün: Ses ve ışık... Sağır ve kör olana nesi yarar, nesi zarar?
Cevap:Bakmasını bilen kör değildir. Duymayı isteyen sağır değildir.
45.gün: Altın, evlat, mal, güzel bir eş, sağlık... Bunlar olmadan inanabilenin yükseldiği yer
nerede?
Cevap: Hal'e komşudur. Vazgeçtikleri karşılığı olarak yaratıcıya kavuşurlar.
46.gün: İçin ve dışın birse söyle: Sen bir misin?
Cevap: İçim, dışımdan büyüktür. İçimde kaybolurum. Bir olanın, başı ve sonu
olmaz.
47.gün: Siyahların beyazlardan parlak olduğu zaman geldiğinde gözler kamaşır mı?
Cevap: Kiniyle savaşanların gözlerini karartır. Rengini sancak yapanların
gözlerini aydınlatır.
48.gün: İnsana kardeş; cinsan... Onu görmeden, sana var olduğunun söylenmesi garip mi?
Cevap: Görülen rüyaları anlatsak inanan çıkar mı?
49.gün: Gözyaşı dökmeyenin ağlamasına mı, gülenin üzülmesine mi?
Cevap: Değerini bilip ağlamasını, hatasını bilip üzülmesini isterdim.
50.gün: Batmakta olan gemiye binen bir yolcu olsaydın inmekte acele eder miydin? Acele
etseydin binmen hata olmaz mıydı? Acele etmeseydin boğulmaz mıydın?
Cevap: Acele etmezdim. Ben yüzmeyi tapınakta öğrendim.
51.gün: Toplamı iki olanlar, birin altında ezilirler. Gözü, dudağı, kulağı, burnu,yanağı...
Onları tek olmaktan alıkoyan nedir?
Cevap: Her varlık kendine bir kardeş, bir eş arar. Benzeyeni olmadan var edilmez.
52.gün: Bir taş bile akan suya boyun eğer. Sivri köşelerini kaybeder. Hal böyleyken, insan
olanın akan sudan çıkmak istemesi doğru mudur?
Cevap:İnsan, hemen olsun ister. Sivrilerin birden kesilmesi daha çok acı
verecektir. Akan suda kalmalı ve eskimelidir.
53.gün: Üstündeki odaların sayısı, altındaki odaların sayısına eşit mi?
Vücudun şekli gibidir. Altta kalanlar ile üstte olanlar arasına denge vardır. Kalp,
ortadadır. Kalbini sevgiyle dolduranlar, üste çekilir.
54.gün: Yağmuru, karı ve doluyu taşıyan bulutun rengi kararır. O bulutun, ağırlıkları
taşımada elindeki kuvveti nedir?
Cevap: Taşıdıklarının özü sudur. Su, buluta boyun eğmiştir. Bulut ise suyun
kendisidir. İnsan, kendini taşımalı.
55.gün: Demire şekil verilmesi ve bakıra yenilmesi, gelecek olanların önüne set
çekilmesinde hata var mı?
Cevap: Demiri bükenler ve bakırla eritenler de hata yaparlar. Yapılan hata,
geldikleri yere dönmeyişleridir.
56.gün: Doğmakta olan bir bebeğin kaderini çizenin, yine kendisi olması doğru mu?
Cevap: Doğrudur. İnsan, ne olmak isterse odur.
57.gün: Toplanma anı geldiğinde, yukarıdaki aydınlık ve aşağıdaki karanlık yaklaştırılır.
Neden?
Cevap:Çünkü, karşılılıkların dağıtılması anıdır. Kararanlar ve aydınlatılanlar son
kez beraberdir. Aslın dönenleri yeni yurtları yakınlaştırılmıştır.
58.gün: Gözün alamadığı renkler var mıdır?
Cevap: Görene vardır. Göremeyen, sadece hayal eder.
59.gün: Çorbanı içerken dilin yanmaz mı?
Cevap: Beklemeyi bilen zarar görmez.
60.gün: Yokuş yukarı çıkışın, inişi olması niye?
Cevap: Bilemedim.
61.gün: İçine girip kaybolduğun var mı?
Cevap: Kaybolsaydım bu cevapları veremezdim. Bunu istemem.
62.gün: Koyun, sesiyle ne der?
Cevap: Masum olduğunu.
63.gün: Kartalın kanatları sabitken uçması garip değil mi?
Cevap: Onu yukarıda tutan bir güç vardır. Gözle görülmez. Hissederiz. Hal'e
inanmamız da bundan değil midir!
64.gün: Köpek havlar, kedi miyavlar. Seslenmelerindeki sır nedir?
Cevap: Her canlı, diliyle yaratıldı. Havlamayı, başka bir havlayan ve
miyavlayanı, başka bir miyavlayan anlar. İnsanın konuşması başka.
65.gün: Tuzun ve suyun gücü nedir?
Cevap: Elimizdekini korur. Ecca'nın elinde özünü kaybeder.
66.gün: Ölüm pahasına savaşmak ister miydin?
Cevap: Ölümü yenmek için savaşmayı kim istemez!
67.gün: Zamanın efendisine yoldaş olur muydun?
Cevap: Buna gücüm yetmez. Kaldıramayacağım ağırlığın altına girmemem
öğretildi.
68.gün: İstemeyi bilmek ne demek?
Cevap: Sonu olanı istememek demektir.
69.gün: Köprüyü kim geçer?
Cevap: Bilgisiyle insana köprü olanlar geçer.
70.gün: Bir çocuğun yaşaması için canını verir miydin?
Cevap: Uğruna can vereceğim o çocuğun kim olduğuna bağlı. Hak etmeyen için
ölüm tadılmaz.
71.gün: Anne ve babanın yaşaması için can alır mıydın?
Cevap: Yaşaması gereken için can da alınır, can da verilir.
72.gün: (Bu soruyu hatırlayamam.)
Cevap: Sonu, makama çıkar.
73.gün: Boğazından geçmeyen bir yemek için çalışılır mıydın?
Cevap:Emeğimle yiyenler beni anmadıkça çalışmazdım.
74.gün: Karşılığını bulmadığın iyilikleri ne yaparlar?
Cevap: Yardım edişim, sevişim ve bilmeyi isteyişim, önce kendim için. Her iyiliği
karşılığı bulunur.
75.gün: Kibir ve gurur, neyi vurur?
Cevap: Kalpleri vurur. O kalpler taş gibi olur. Ama kalbin sahibi, kibirlenen ve
gururlananın kendisidir.
76.gün: Canın ne ister?
Cevap: Canım, buradan çıkmak ister. Ama canın sahibi, burada kalmak ister.
77.gün: Kartal, pençesi ile ne avlar?
Cevap: Uçmaya cesareti olmayanları avlar.
78.gün: İsis'e bildiklerini öğreten nerede doğdu?
Cevap: Dağlar arasında, göçmen kuşu misali. Ona da bildiklerini öğreten var.
79.gün: Hangi dağa çıkılmaz?
Cevap: Nefretle yükseltilen dağa çıkılmaz. Sevgiyle ve bilgiyle, yüce dağlar
altımıza gelir.
80.gün: Günler biterse üzülür müsün?
Cevap: Ölmeden ölürsem, günlerim bitmeyecek.
81.gün: Sen neden sormuyorsun?
Cevap: Soruları kendime sorarım. Kolay lokma istemem.
82.gün: Yukarıda sekiz, aşağıda yedi kapıdan geçilir. Neden?
Cevap: Hal, kendini bilmek isteyenlere bir kapı daha açar. Yediye yedi eşitlik,
iyilikte önde olanlar için bozulur.
83.gün: Hal'in gizli adı nedir?
Cevap: Öncesi olmayan.
84.gün: Toprak ıslandığında yapışır. Neden?
Cevap: Suyu sever. Aslı toprak olanlarla selamlaşması böyle olur: Çamurda
yürüyen hayvanların üzerinde kurur.
85.gün: Var oluşunla neyi istersin?
Cevap: Var edilişi hak etmeyi.
86.gün: Hak etmek için ne yapmalı?
Cevap: İstemeyi bilmeli.
87.gün: İstenen ne olmalı?
Cevap: Yaratılışın sırrı.
88.gün: Gerçek nedir?
Cevap: Başkalarının göremediklerini görmektir.
89.gün: Gerçek ne değildir?
Cevap: Elimize geçenler ve elimizden gidenler, elle tuttuklarımız ve elimizden
kaçırdıklarımız, sevinmelerimiz ve üzülmelerimiz, unuttuklarımız ve hatırlayacaklarımız.
Geriye kalmayanlar gerçek olamaz.
90.gün: Robel adını alışın tesadüf mü?
Cevap: Hal, rastlantıya izin vermez.
91.gün: Piriyel yerine ölmek ister miydin?
Cevap: Tapınaktan önceki Robel olsaydım; ölmeyi, değil öldürmeyi isterdim.
Şimdiki Robel'sem: kazanacağını bildiğim bir can için ölmeyi isterdim. Benim ölümümle
kurtulacaksa hayatımın ne önemi var!
92.gün: Ölmeden ölmeyi öğrenmeden ölmek mi?
Cevap: Her insanın amaca ulaşamayacağını öğrettiler. Hiçbirimiz yerine birimiz
olsun diye duam var.
93.gün: Acıdın mı?
Cevap: Erken gidenlere ve yaşlanıp ölemeyenlere acıdım.
94.gün: Labirent, tuzaklarla dolu bir yerdir. Seni oraya alsak, kurtulmayı başarır mısın?
Cevap: Bilmeyi istersem başarırım. Umudumla girersem başarırım. Hücreden
kaçmayacağım.
95.gün: Karanlığı yendin mi?
Cevap: Hücremde karanlık yok. Burada kendimi görebiliyorum. Asıl karanlık,
dışarıda.

Elime, bir bardak su aldım. Bardak, topraktan. Suya baktım, içmeden önce.
Nerede ve nasıl olduğumu düşündüm. Duvarlar arasına sıkışmış bedenimin içinde,
cevabını bulamadığım sorular tarafından eziliyordum. Daracık hücremde, gidecek ya da
adım atacak yerim yoktu. Bazen uzanır, bazen de çömelir halde, daldığım olurdu. İri
gözlünün kapıyı açması olmasa günlerin geçtiğini bilemeyecektim. Var mıydım, yok
muydum... Hayal neydi? Rüyanın gerçek olması kadar gerçek sanılanın rüya olması...
İnsan bu işte. Doğduğu andan öleceği ana kadar, yalnızlık acısı çeker. İçindeki kapıyı
açanlar, tek başlarına olmadıklarını anlar. Kapanan gözlerin, yeni bir diyara açıldığını
görürler. Işıktan mahrum bırakılmada nedenler aradım. 'Ne ararsan, kendinde ara.'
dediler. İbbarlar... Aradığını bulanlar. Sonrasını da düşünmüştüm. Hücrem, sanki bir
mezardı. Ölmeden gömülmüş ve yeniden dirileceğim anı bekliyor gibiydim. Can
sıkıntısından ziyade, merak... Ne olacaktı?... Birbiri ardına gelen sorular ve sorular
arasında gizlenmiş sırlar. Bilmek isteyip de bilmeye gücünüzün yetmediği zamanlar. Bir
soru ardından gelen bir günlük boşluk. Soru gelmeden nimeti gelirdi. Kapı açılır,
alınırdım. Aklanır, paklanırdım. Yemek, dışarıda yenirdi. Hücremde beklemekten başka
faaliyete izin yoktu. Sorumu alınca canım biraz sıkılırdı. Elinizdeki kısıtlı malzeme ile
yemek yapmak gibi.
Bir gün gelir de, yaşarsam yeniden aynılarını... Aynı anları. Kabul eder miydim?...
Bilemiyorum. Öğüt alındığında aynı ben olur muydum?... Bilemiyorum. Yarını bilmeden
dünü yaşamak gibi. Sevmeden sevmeye çalışmak gibi. Mümkün olmayanı istemek gibi.
Görmeden görmek gibi. Sözlerin yetmediği, tariflerin havada kaldığı yere gelip acı
çekenlerden oldum. Güzel bir kızın beni sevmesini, bana evlatlar vermesinin de istemişti,
şu deli gönlüm. Ama olmuyor ki. Her zaman istedikleriniz gerçekleşmez. Gidenlerin kaçı
geri geldi? Gelenlerden kaçı, gidenlerden oldu?
Kapı, kapıyı açar. Dinlenmeden yol alan. yolda kalır. Ne güneşin ateşi ne de
gecenin soğukluğu... Terleten ve donduran havalarda bizleri kendinden alan. Hücrede
düşünmek, biraz farklı oluyor. Yanınızda kimse yokken. Farklı hissettiren ise kendi
sesinizin yankılanmadan kaybolması. Paylaşan yok. Kaderin getirdiği yer, burası. Dayan,
dayanabildiğin kadar.
Günlerden bir gün. Karanlık denizinde uzanmışken aklım başıma geldi. Beni
buraya getiren, yine bendim. Adımları atan ayaklardı, ama onların adım atmasını isteyen
bendim. İhtiyardan öğüdü alan da bendim. Konuşmadan bin gün bekleyen, bendim. Aç
olduğumda yemek isteyen bedeni yatıştıran, bendim. Kaderim benim elimdeydi. İstemek
yetmişti. Hal'in gücü, buydu işte. Her can, istediği kaderi ile doğmaktaydı. Öyleyse anne
ve babayı öldüren Piriyel'in kabahati yoktu. Kardeşlerimin gitmesini, belki ben istemiştim.
Şaşılacak olan, kaderlerin birbirlerini ezmemesiydi. Uyum içindeki kaosla yaşanan
hayatlar. Yarın yapacaklarınız önceden biliniyordu. Aslında ne yarın ne de dün vardı.
Hayatın her anını yaşayan, birbirinden habersiz Robel'ler diyarıydı...
Umudun tükenişini beklersin. Beklemek acı gelir ardından. Sen kimsin? Soru
soran kim? Düşünmeden geçmeyen an yoktur. Karanlıktasındır. Umudun tükenmez.
Merakın yener, umutsuzluğu. Zor olanı istersin artık. Kolay lokma ağızda kalmaz.
Kapandığın hücrede sorular gelir. Cevapları çoktur. Ama sana cevap yoktur. Sıradanlaşan
sıra dışılık... Anlarsın ki uyku, yalnızlığını giderir. Görülen rüyalarla kendine yoldaş
bulursun. Tanımadığın yüzler rüyana girer. Konuşma olmadan anlaşırsın. Aç olan miden
değildir. Sensin. Yediklerin dışında alman gerekenleri keşfedersin. Sıkıntı çekişin hoşuna
gider. Yaşamındaki amaç seni mutlu eder. Peşinde olduğun bilginin ağırlığını taşıyacak
kadar güçlü olursun. Geçmişi siler ve gelecek kaygısından kurtulursun. Anı yaşarsın.
Söylenen her sözü yerinde bulursun. Gecen gündüz ve gündüzün gece olmuştur. Bilmeyi
istersin. İstemenin yettiği anlar ve gülersin. Kendini kurtaramadan diğerlerini
düşünmezsin. Kirlenen bedenin ve içindeki sensin. Bir hücrede geçen günleri saymayı
bırakırsın. Zamanı esir alırsın. Dün ve yarın arasında sıkışmadan yaşarsın. En aciz anında
bile mutlu olmayı başarırsın. Yaşama nedenin nedir? Sorarsın defalarca. Cevaplar farklıdır.
Farklı cevaplar, aynıdır. Yanlışın doğru olması ve doğru bildiklerinin yanlışlığı...
Uykundan uyanırsın hücrende. Gözlere açılır ve karanlık içinde kalırsın.
Gölgemi özledim. Güneşi özledim. Anneyi, babayı... Dediler ki anne ve baba
yoktur, Hal vardır. Sonsuza kadar hem annelik hem de babalık yapacak var mıdır? Sonun
olmayışı nedir? Rüyalar aleminden ayrılmadan kalmak mı? Şu ibbarların bildikleri nedir?
Gerçek nedir? Adımın Robel oluşu niye? Cevaplayamadığım sorulardan sıkılmıştım.
Bilgiye açtım. Sonradan tamamladılar!
Gökyüzündeki bulutlar arasında kaybolan bir kuş misali uçtuğumu hissediyordum.
Karanlık içinde, gözlerin açık olması ne ifade eder ki! Ağırlığımı kaybetmiş, suyun
üstünde akan yapraklar misali yüzer olmuştum. Günlerin geçmek istemediği
anlardaydım. Ruhum sıkılmış, yerinden kurtulmak istiyordu. Sudaki görüntümü
unutturacak kadar çoktu, düşüncelerim. Düşündükçe, yaprak dibe batıyordu.
Düşündükçe, kanat çırpışlarım boşa gidiyordu. Bulutun bir duman olduğunu, içine
girmeden anlayamazsınız ki! Ayakta, oturarak ve yatarak... Hal’i düşünmeye başlamıştım.
Doksan dokuz gün süren sohbet sonrası aklımın almadığı sözler yenileniyordu.
Kulaklarımın konuşmasına mı inanmalıydım. Yoksa karanlıkta bakar haldeyken, görünen
hayallere mi? Suyun sesinin özlemiştim. Güneşin yüzümü yıkamasını, susuz kaldığım çöl
yolculuğunu, beni kendilerinden çok seven anneyi, babayı... Özlem, bazen, hüzün verir.
Geçmişi unutmanın gerektiği söylenmişti. İyi ki unutuyoruz.
Sorular arasında boğulmuştum. Ne başı ne de sonunu kestiremediğim cevapları
bulmak zordu. Ertesi gün olup da iri gözlü o ibbar kapıyı açtığında, endişeli bakışlarımla
aklımdakileri söylemiştim. Cevapların doğru ya da yanlış olmasını önemsemezlerdi.
Günde bir defa dışarı çıkışımla zamanın geçtiğini anlıyordum. Dar ve basık girişi olan
hücremde, yalnızlıkla tanıştım. Karanlık içinde gözlerimden yayıldığını düşündüğüm bir
ışıkla, hayallere daldım. Karanlıkta ışığı görür oldum. Düşündüklerimizi görmeye
başlayınca, insan korkuyor.
Son gün olduğunu bilmeden hücreden alındım. İhtiyaçlarımı giderdikten sonra,
ibbar, sert gürlemesiyle konuşmaya başladı.
-Bir kıyıya daha ulaştın. Şimdi kaderin peşine gideceksin.
R- Kaderim?...
-Bilmeni isterse bilirsin. Görmeni isterse görürsün. Zoru kolay, kolayı zor yapan o değil
mi?
Susmuş, söylenenleri anlamaya çalışıyordum. Üstüme aldığım yeni giysimden
yayılan çiçek kokuları, burnuma ulaşıyordu. Koku ile sarhoş olmaya çalışırken sağ
bileğimdeki güçlü tutuşu ile ibbar, beni, bilmediğim bir yere doğru sürükledi. Kısa
aralıklarla ve kısık sesiyle:
-Beklemek gerek... Hak etmek gerek... Gördüklerimizin rüya olduğunu düşünmek gerek...
Atılan adımların bizi götürdüğü yere, gözümüz açık ulaşmak gerek...
F. LABİRENTE GİRİŞ

Sağ bileğime yapışan eliyle sürüklediği yere ulaşmıştık. Bana, hücrede kaldığım
süre boyunca sorular soran iri gözlü ibbarın sıkı tutuşundan kurtularak, çevremi tanımaya
çalıştım. Beni getirdiği odanın iki girişi vardı. Kubbe şeklindeki tavanın ortasından gün
ışığı girmekteydi. Aydınlanabildiği kadarıyla odayı görüyordum. Gözlerim ışığa alışmış
olacak ki, detaylarıyla ilgilenmeye başladım. Önceki odaların aksine dört köşesi olmayan
bir odaydı. Yuvarlaktı. Çevre duvarlarının bittiği yerde döşekler serilmişti. Belli ki sohbet
etmek için hazırlanmamıştı. Girdiğim kapının tam karşısındaki kilitli kapı, demirden
yapılmıştı. Üzerinde, anlamını bilmediğim şekiller vardı. Yazı olmasına ihtimal
vermediğim şekiller, uyum içinde kapının dört yanına serpiştirilmişti.Yukarıdan vuran
ışığın, en çok aydınlattığı yer, odanın ortasıydı. Gözümün önündeki sofrayı görmeyecek
kadar kör olmuştum sanki. Değişik meyveler ve bitki kökleri diziliydi. Sıcak yemek
olmadığını, tütmeyen sofradan anlayabilmiştim. İbbar, kulağıma eğilmiş ve fısıltı ile
konuşmaya başlamıştı:
-Aradığın gerçeğe yaklaşıyorsun... Gün batıncaya kadar dinlen... Ye ve iç... Kaderin, şu
demir kapının ardında seni bekler.
Fısıltı, yerini sessizliğe bıraktı. İbbar, geri geleceğini söyleyen bakışıyla
geldiğimiz koridordan geçerek uzaklaştı. Yalnız kalmamı istediklerini hissettim. Onca
sorudan sonra artan merakımın karşısında, ölüm bile güçsüz kalırdı. Öğrenme isteğim üst
seviyede iken bu odalarda vakit kaybedemezdim. Ayakta dikilmişliğimin farkına, ancak
ayaklarımın isyanı ile vardım. Gün ışığı, tepeden dik olarak inmekteydi. Gün ortası...
Gözlerimi biraz kapatıp dinlendikten sonra sofrayı ellerimle yanıma aldım. Metal bir tepsi
üzerine serilmiş çeşit çeşit meyvelerin tadına baktım. Tatlısı, ekşisi- tuzlusu, acısı ile... Acı
meyve olmaz deneyin. Varmış. Güzel renklerin ardında gizledikleri tatları bilemezsiniz ki!
Bitki köklerini, çiğ hallerine aldırmadan dişledim. Midem coşmuş, doymak bilmiyordu.
Sofrada, kalan birkaç meyve ve tadını beğenmediğim bir bitki kökü kalmıştı.
Aklıma Piriyel’in akıbeti geldi. Acaba hayatta mıydı? Birimizin, gerçeği
öğrenmeden öleceği haberini aldığımız andan bu yana, endişe kalbimize inmişti. Bu demir
kapıdan benden önce girmiş olduğunu düşündüm. O da benim gibi bir hücrede kalmış ve
cevapsız soruları almış olmalıydı.
Aklımda kalanları önüme almış, önemli olanları ayıklarken, elinde anahtarlar
olan, iri cüsseli bir ibbar koridorda göründü. Yüzü karanlıkta kalan ibbarın her adımında
elindeki anahtarlar birbirlerine çarpıp yankılı sesler çıkartıyordu. Odaya girdiğim kapının
ağzına geldiğinde yüzü aydınlandı. İnce telli, beyaz sakalı arasında dudaklarını
kaybetmişti. Sesimi çıkarmadan benimle konuşmasını bekledim. Öylece dikilmiş odanın
havasını kokluyordu. Kendimi uzun boylu sanırdım, onun yanında heybetini yitirirsin.
Geniş omuzları arasına rahatlıkla iki cılız insan sığabilirdi. Onun hakkındaki
düşüncelerimi sezen bir tonla ünledi;
- Güçlü ol... Güçlü görünmek yetmez...
R- Demir kapıdan geçmek için geldim.
- Yaşım yüzü geçti. Bu kapıdan çok giren gördüm. Bilesin ki, girdiğin gibi çıkmamak
lazım. Bu kapının ardında bir labirent vardır.
R- Labirent ne demek?
- Çıkmaz yolları, dönüp duran ayrımları, daralan ve yükselen yerleri olur. Çıkışlardan
sadece biri doğru olandır. O yolun sonunda seni biri karşılar. O ana kadar sadece hayatta
kalmayı dile. İste ki yaşayasın.
R- Tamam.( diyebilmiştim. Piriyel aklıma gelmişti yine. Onun nerede olduğunu sorup
sormamak arasında bocalarken)
- Arkadaşın demir kapıyı aştı. Günler öncesinden... Susmadan sorulanlar dışındakileri
anla.
Dikildiği kapı ağzından odanın ortasına ilerledi. Işığın gücü ile yüzü netleşmişti.
Sonradan, kör olduğunu anladım. Görmeden görüyor gibiydi. Tapınağına gelmeden önce
de kör müydü acaba... Sağlığımdan kaybetmediğimden bunu anlamam mümkün değildi.
R- Gözlerin.(diyerek sözün özünü ona bıraktım.)
- Gölgemi geride bırakıp gerçeğe adım attığımda bu gözler görüyordu. Ama gören o
gözleri kaybettikten sonra, görmeyen gözlerimin ardında, kullanmadığım gözlerle görür
oldum. Bakmasını bilen kör değildir. Ben görüyordum. Kör olan sensin!
Korkmuştum. Hem kızdığını hem de sıkıldığını sandım. Aklımdakini okuyan
ibbar susmadı;
- Kızmak, hiddetlenmek bize yasaklanmıştır. Sevgiye esiriz. Gülmeden ve ağlamadan
severiz. Coşkuyla. Sıkılmak, aradığını bulamayanadır. Şimdi, anı yaşa. Gir ve kaderini yen.
Elindeki anahtarlardan birini kilit boşluğuna yaklaştırmıştı. Labirente
giriyordum. Biraz korku ve azalan coşku ile... Sabretmenin yetmediği andaydım. Kapının
açılmasını istiyorsunuz. Diğer yandan da oradan kaçmak ve tüm olanları unutmak...
Oraya girdiğimde yalnızdım. Sizler orada değildiniz. Anlamaya çalışmayın. Yaşayın.
Hayatınız, düşündüğünüzden de kısa. Çok kısa.
Demir kapı, kulağı tırmalayan bir gürültü ile açıldı. Kuvvetinden kaybetmemiş
ibbarın eliyle açılmış, beni yutmaya hazırdı. Göz göze gelince son kez konuştu. Aynı
yoldan geçtiğini anlamıştım.
- Sabırla... Labirent yolculuğu, sabrından uzun gelecek. Şu odandaki meyveleri de yanına
al. Belki yolun uzar.
Uyarısı ile elimi, odanın ortasında bulunan tepsiyle uzattım. Birkaç meyve
kolayca sağ ve sol ceplerime girdi. Kapının içinde, loş ışıklı bir yol, beni bekliyordu.
Kaldığım hücreden daha karanlık değildi ya... İlk adımlarım ile kapıya dokunarak ışığın
çıktığı yere doğru yol almaya başladım.
İbbar, arkamdan kapıyı kilitlemişti bile... Geriye dönüş yoktu. Kaderimi yenmek
için buradaydım. Ya da kaderimi bulmak için... Uzaklardan, ayrı zamanlardan beni
seyreder oldunuz. Kaldığınız evleri, çalıştığınız işleri unutup uzaklara uzandınız.
Aklınızla hayaller kurup, yetim ve öksüz Robel’i , o hayal mekanlara koydunuz. Ne
yediklerimin tadını ne de öğretilen gerçeği bilmeden ne kadar geleceksin benimle? Hadi
yola çıkın siz de.Adım atın. Kaderinizin sizi ulaştırdığı yere demir attınız, öyle mi? Dünü
ile yarını eş olanlardan mısınız? Düşünmeyen insan, sorulardan hoşlanmaz. Var olanı
değiştirenleri, sevmezler. İnce ve uzun bir yolda nereye varacağınızı bilmeden ölüme
yaklaşıyorsunuz. Korktuğundan kaçanlar gibi... Neden var olduğunuzu düşünün. Yazanın
kalbine, bir anı olsun diye inmedim. Ders alıp da yaklaşman için. Robel, çoktan gitti. Ama
sen hala yaşıyorsun. Nefes almaların bitmeden ölmen gerekmez mi? İçindeki nefreti öldür.
Kini öldür. Kıskanma ve paylaş. Sev, sevebildiğin kadar. Öğüt alanlardan olun. Almakla
kalmayıp uygulayın. Yarınlara taşıyın, o bilgiyi. Acı gelse de.
İleriye doğru bakan gözlerin altında kalan bedenimin titrediğini hissettim. Adım
atmak zorlaşıyordu. Loş ışık içinde ilerledim. Her adım, geriye dönmek istiyordu.
Ortamın kokusu değişmişti. Hava, bayat ve nemliydi. Soluk alışlarım sıklaşmıştı. Kapı,
arkamda kalmıştı. Duvarlar, sade ve pürüzsüzdü. Islaklık, duvarlarını esir almıştı. Işığın
nereden geldiğini bilmeden ilerledim. Adımlarım sıklaşmıştı. Boyumu almayacak kadar
küçülen mekanda eğilmeye başladım. Zemin, eğimin etkisi ile kayganlaşmıştı. Bazen
kayarak indiğim yerde nefes alıp dinleniyordum. Bazen de tırmanan yolumun, beni
yormasını seyrediyordum. Ter kokumla karışan kirli havayı içime çekerek, uzun
yürüyüşün ardından dinlenme boşluğu diyebileceğim genişçe bir yere vardım. Işığın,
duvar taşları arasındaki ince boşluklardan sızdırıldığını, neden sonra fark etmiştim. Nem
o kadar yoğundu ki susamanıza izin vermiyordu. Gün kavramı, önemini yitireli çok
olmuştu. Gecenin olduğunu anlayabilirdiniz. Yorgunluktan bittiğiniz o daracık yolları
aşarken, dinlenme ihtiyacı hissettiğinizi bilircesine geniş boşluklar, karşıma çıktı. Birkaç
düzlük, biraz iniş ve sıkıcı çıkışların ardından, öncekilerden daha ince ve tavanı elime
gelmeyen bir yere ulaştım. Duvarlar parlatılmış, aralarda süzülen ince ışık yelpazesini
dört bir yana pay ediyordu. Karanlığa alışmış bakışlarımın tam ortasına siyah giyinmiş bir
ibbar yerleşmişti. Hayal olduğunu düşünerek tekrar ve dikkatle baktım. Yere çömelmiş,
elindeki yuvarlak taşlarla oynuyordu. Önceki ibbarların aksine yüzünde inceden bir
gülümseme bulmuştum. Başı öne eğik, yanına oturmamı bekler haldeydi. Odaya girdiğim
koridorun ağzında konuşmasını beklemeye karar verdim. Ceplerimdeki meyveler aklıma
geldi. Elime biri alıp ısıracakken;
- Paylaşmaz mısın?
R- (Beklemediğim soruya ne cevap vereceğimi bilemedim.) Aç mısın? (diyerek, soruya
soru ile karşılık verdim.)
-(Elindeki taşlardan birini bana göstererek, başı öne eğik haliyle) Onların bile açlığı vardır.
Bu taşın konuştuklarını duyabilseydin, yüzün gülümseme ile ışıldardı.
R- (Taş ile paylaşmak arasında ilişki kuramadığımdan olacak) Yenilen meyve ile taşın ilgisi
nedir?
-Karşıma otur. Tanıyalım. Tanıtalım.
Sözlerine itaat ettim. Acele etmeden, hisseden adımlarımla, kendimi karşısında
buldum. Eğildim ve bağdaş kurup oturdum. O da bana uydu. Çömelmiş bacaklarını,
çapraza alarak oturdu. Göz göze gelmekten kaçınarak yerde sahiplendiği taşlarla ilgiliydi.
- İbbar olmak, bilgiyi aldıktan sonra, ibbar kalmak zordur. Yük, ağırlaşır. Bil... Her parça,
bir bütüne ulaşır. O bütün, dillenir ve yaratanı ile konuşur. Öyleyse bu taş, bilgiye muhtaç
olmaz mı? Var olması yetmez mi?
Elime aldığım meyveyi, taşların yanına koydum. İbbarın yüzünü görmek
istedim.
- İstemeyi bil.
R- İçimden geçirdiklerimi nasıl bilirsin? Bu güç nereden?
- Bazı soruların cevapları hak edene verilir. Bunlar için yeterince acı çekmedin... Açlığı
düşünmeyen acıkmaz, susuzluğu hatırlamayan susamaz, konuşmayı sevmeyen
konuşmaz...
R- Sizinle konuşacak gücüm yok, benim. İzin olursa, yoluma devam etmek isterim.
- Yol senindir. Uyarmak için buradayım.
R- Bundan sonrası?
- Ölümü ensende hissedeceksin. Ölen bedenler göreceksin. Kemiklerin görüntüsü rüyana
girecek. Sabredenlerden ol.
Başımı öne sallayarak, söylediklerini kabul ettim. Gözle aldığım iznin ardından,
iki elimle yerden güç alarak doğruldum. Yukarılardan akan ışık süzmeleri azalmıştı.
Odasında ibbarımı bırakarak karşımdaki koridora girdim.
Kendimi kaybetmiştim. Unutmaya çalıştığım geçmişimde gizlediğim annem ve
babamın hatıraları ile avundum. Yüzlerini unutmuşum, ama yüreğimde sevgileri vardı. O
sevgiyi unutmazdım. Dışarıda gece olmuş, labirentin içi kararmıştı. Artık
yürüyemiyordum. Bir labirent ne kadar geniş olabilir ki?... Aynı yöne attığım adımlar bini
bulmuştu. Yorgunluğun getirdiği, o tatlı uykuya yenik düşmek üzereydim. Hal ve
etrafındaki Mel'leri, insan ve kardeşini, Ecca ile katili Asis'i, Zülkar'ın geldiği yeri
düşündüm. Geçen dolu günlerin sonunda istediğim rüyaları görme becerisine sahip
olmuştum. Yarınımı, gece uykusunda haber alabiliyordum. Piriyel nerede?... İçim, onun
öleceğini biliyor. Ya dışındaki, ben?
Karanlığın çöktüğü labirentimde, günün doğmasını beklemeye koyuldum.
Uykum gelmişti... Ama uyumayı başaramadım. Gözlerim kapanıp daldığımda, görülen
rüyalar ile hemen uyanıyordum. Aklımı yitirmeden ne kadar dayanabilecektim! Merak
ettiklerimin sayısını arttıran şu tapınağa gelmekle hata mı etmiştim? Atı alan adam, haklı
çıkmıştı. Çıldırtan sorulardan sonra o dehlizden çıkıp gitmemiştim. Şey'in, gitmemi ve
gerçeği öğrenmememi istemesi doğaldı. Doğal olmayanı, onun bana hükmedemeyişiydi.
Bir yemeğin tadı ya da gördüğünüz bir meyvenin tadını alışınız gibi... Sessiz ve derinden
giden bir balık gibi... Tarif dışı ve ucu bucağı olmayan yağmur bulutları gibi... Bilmeyi
istedim.
Şimdi sıra sana gelmedi mi? Haydi... Benimle gir şu karanlık yollara. Hangisi
doğru yol. Korkmadan kararını ver. Yaşadığın çağdasın. Uzak kalma okuduklarına. Bedeni
taşı. Ölmeyi dile. Nereye gittiğini bilmeden ilerleyen sen değil miydin? Aslına sen de bir
labirentte değil misin? Söyle bana, konuş. Gün ışıdığında karartı kalkar. İlerleyenlerden
misin yoksa? Yoluna ışık tutan yok mu? Bu kadar sakin oluşun niye? Hiç mi düşünmedin?
Aydınlığın, karanlığı yenmeye başlaması ile yine yola koyuldum. Bir süre
ilerledikten sonra, önüme, ilk kez çatallaşan bir ayrım gelmiştim. Hangi yöne gitmem
gerektiğini belirleyen bir işaret yoktu. Kararsız halimle yol ayrımının önüne oturdum.
İçimden gelem sese kulak verdim. Sağ taraf der gibiydi. İkisi, birbirine benzer iki yoldu.
Genişlikleri ve eğimleri aynıydı. Sağ yöne girdim. Dinlenmiş olmanın verdiği güçle, hızla
yol aldım. Hızlanmışken yolum bir yükselti ile kesildi. Zıplamam ve tırmanmam
gerekiyordu. Boyumun birkaç katı tırmanıp aynı eğime sahip, benzer bir yol ile
karşılaştım. Burada koku değişmişti. Ölüm kokusu olduğunu hissettirdiler. Ya da ben öyle
düşündüm. Yol giderek daralmış ve sonunda ancak geçebileceğim bir boşlukta sona
ermişti. Güçlükle geçilebileceğini düşündüğüm o boşluktan kafamı uzattım. Bu sefer
diklemesine bir iniş görünüyordu. Burnuma gelen koku keskinleşmişti. İştahımı almış ve
içimi bunaltmıştı. Kokuyu unutmaya çalışarak, sıkışma pahasına geçtiğim yerden aşağıya
yöneldim. Korkmadan görmediğim zemine kendimi atmışım. Kemiklerim esnemişti.
Kaslar ile kemikler arasındaki boşluktan acı duyuyordum. Zeminin yanı başında
sürünmem gerektiğini okuduğum bir gedik açılmıştı. Karanlıktan çıkışı görülmeyen bir
gedik. Nefes alışımın zorlaşması bir yana kokunun yayılması beni etkilemişti.
Yutkunuşumda ölümün tadını alır gibiydim. Uzunca bir süre süründükten sonra, tavanın
aksi yönünde; tabandan aydınlatılmış bir odaya ulaştım. Kokunun kaynağı burasıydı.
Duvarları siyah, tavanı küflüydü. Yerde ise çürüyeli epey olmuş insan kemikleri
bulunuyordu. Donup kalışımı unutamam. Parlatılmış ve temizlenmiş kemiklerle karşı
karşıya idim. Ölümleri bu kadar temizdi demek ki! Zaman, önümde duvar olmuş adım
atmamı engelliyordu. Ölenleri derinlemesine düşündüm. Ötesine geçip nedenlerini
sordum kendime. İlerlememelerinin bir mantığı olmalıydı. Çözülen ayaklarım, titriyordu.
Kemiklerin dizili olduğu tabanda itina ile ilerledim. Odanın diğer ucunda beni bir
bulmaca bekliyordu. Yol ayrımlarının sayısı beşe çıkmıştı. Gerçeğe götüreni hangisiydi?
Burada ölenler, geriye dönüp bekleyenler olmalıydı. Kurtarılmayı beklemişlerdi belki de.
Ama insanı, önce kendisi kurtarmaz mıydı! Acıyarak ve üzülerek son bir kez geriye
baktım. Beşinden birine girmeliydim. Acele etmeden içime yöneldim. Doğru tercihi
yapmam için yolların götürdüğü yerleri hissetmem gerekirdi. Sırayla her bir yolun önünde
durdum ve ilerisini almaya çalıştım. İlk yolun kuru bir çukurda bittiği görüntüsü
gözümden geçti. İkincisi, yutan bir çamurla örtülmüş odaya çıktığını görebildim.
Üçüncüsü, su dolu bir çukura gidiyordu. Dördüncüsü, bir uçuruma çıkıyordu. Beşincisi
ise tırmanmaya izin vermeyen bir yükseltiyle tapınağın dışına çıkıyordu. İçimde hoş bir
gülümseme oldu. Yanlış düşünmüştüm. Burada ölenler benden değildi. Onlar tapınağa
girmeye çalışan hırsızlardı. Buraya, o gizli yoldan girmişler ve çıkamamışlardı. Sabırla
bekleyenlerin bu şekilde ölmeyişine sevinmiştim. Hala önümde devam etmem gereken bir
kaderim vardı. İçim kararını veremeden bacaklarım hareketlendi. İstem dışı attığım ilk
adım dördüncü kapıya dönüktü. Kararı, taşıdığını sahiplenen bedenim yapmıştı. Garip
ama böyle oldu. Bacaklarımı ellerimle sevdim. Günün bitmesine izin vermeden tercihime
yöneldim. Uçurum, beni bekliyordu. Gözlerimi iyice açmış, dikkatimi tek bir yerde
yoğunlaştırmıştım. Buradan sağ çıkmak istiyordum.
Beni bunaltacak kadar darlaşan yolda ilerledim. Piriyel'i görmeye çok olmuştu.
Sevdiklerimi benden alanı özleyişim garip gelmedi. Onu kendime kardeş edinmiştim.
Derken, ilerleyişimin önüne set çekildi. Boyumun yarısı kadar bir yükselti karşıma
çıkmıştı. Kuvvetimi toplayarak bu engeli aştım. Şimdi bulunduğum yerde, beni aşağıya
doğru çeken bir aydınlık duruyordu. Orası, uçurum olmalıydı.Kaydığım zemin pürüzsüz,
yan duvarlar ise kabaca işlenmişti. Gözlerim, duvar ile zemin arasında gidip gelmekteydi.
Artan şaşkınlığımın yerini düşme korkusu aldı. Kayma hızım artmıştı. Eğim, aşağıya
doğru çekiyordu. Korku, endişe, pişmanlık, geriye dönme ve kaçma isteği ve düşmek
istemeyişim... O kısacık anda, başıma gelenleri yeniden yaşadım. Gözlerimin önünden
geçen hayatıma dalmışken içimden bir sarsıntı hissettim. Sanki bana sola bakmamı ve
sıkıca tutunmamı söylüyordu. Ne yaptığımı ben de bilmiyordum. Sağda kalan elimi sola
attım. Elime gelen bir çıkıntıya tutunmuştum. Hızım birden kesilince, ceplerimde bulunan
meyvelerden biri aşağıya yuvarlandı. Düşme sesini bekledim. Alamadım. Çok
korkmuştum. Ölüm, ensenizdeydi. Terleyen ellerimle tutuşta zorlanıyordum. İki elimle
aynı çıkıntıya takılmış ve kararımı bekliyordum. Şimdi ne olacaktı? Kafamı duvara
çarpmıştım. Ağrısı ile kıvranırken gözlerim, tutunduğum yerin biraz üzerinde bir
basamak fark etti. O an, hayatınız boyunca yaşayabileceğiniz ne büyük sevinçle
doluyorsunuz. Çaresizlik bitiyor ve bir çıkış imkanı buluyorsunuz. Beni yalnız
bırakmayan Hal'in adını anarak, güç bela basamakların ilkine elimi atabildim. Dikkatle ve
ani hareket yapmadan uçurumdan sıyrılmıştım. Birkaç basamak çıkışımın ardından derin
bir soluk aldım. Labirentin o kendine özgü kokusu artık umurumda değildi. Yaşamanın
önemini öğrenmiştim.
Taşın soğukluğu basamakların arasına aldığı ayaklarımı uyarıyordu. Kalkma ve
devam etme zamanıydı. Bekleyecek değildim. Üzerimden attığım karışık duyguları
unutmak istiyordum. Geriye dönmek yoktu. Ayağa kalktım. Başımı yukarı kaldırdım.
Karanlığı delen ışığın yardımı ile belli belirsiz basamakları aştım. İnce işçilikle işlenmiş bir
koridora çıkmıştım. Koku değişmişti. Tarifi olmayan güzellikte bir kokuydu bu.
G. ŞEHVET TESTİ

Diriyken ölüyü düşünmek zordur. Çirkinken güzeli seyretmek hoştur. Kendimi


yenmem istenmişti. Bir anlık dikkatim ile kurtulduğum labirent karanlığından, ışıkların
dans ettiği bir odaya çıkmıştım. Odaya giden koridorun sağında ve solunda, beni parlayan
gözleriyle izleyen insan başları vardı. Taşlaşmış insan başlarıydı. Siyah, tek parça taştan
yapılma. Ama gözleri, beyazdı. Işığı yansıtacak kadar saydamdılar. Koridordan geçip
odaya ulaştığımda karşımda, ince ince işlenmiş tüllerle örtülü kırmızı bir yatak vardı.
Hemen önünde ise ayakta, aynı tüllerle şeffaf bedenini gizlemiş bir kız duruyordu.
Ne yapmam gerektiğini bilmeden yaklaştım. Birkaç adım ötede, beni bakışları ile
kendine çeken bu güzellik karşısında ne yapmakta olduğumu unuttum. Büyülenmek,
demek buymuş. Saçları, güneşin rengiydi. Teni bulutlar kadar beyazdı. Gözleri, içine alan
bir yeşillikteydi. Ne eksiği ne de bir fazlası vardı. Kalbimin attığını hissettirmişti. O kadar
güzel ve zarif bir görüntüsü vardı ki, ne söylese yapardım. Gülümsedi ve beni hasretle
beklediğim; gerçeğin bilgisinden edecek o teklifi söyledi:
- Unut bu yaşadıklarını... Hepsi bir rüyaydı. Gel ve benimle ol. Sana yaşamadıklarını
yaşatayım.
Gülümseyen yüzünün altında bir kötülük sezmemiştim. Sanki ikiye bölündüm.
Bir yarım 'onunla ol' diyor ve ona yaklaşmamı istiyordu. Diğer yarımsa sakindi. 'Dur
bakalım. Sakin ol. Kendine gel. Kolayı isteme.' demekle yetindi. Hangisi doğruydu.
Karşımda, bana gözlerini dikmiş bir güzel vardı. Güzelliğinin ötesinde çıplaktı.
Gizlemedikleri ile karşımdaydı. Aklım başıma ne zaman gelecek? Arkasında kalan yatak,
özenerek hazırlanmıştı. Oda, geride bıraktıklarımın aksine sadelikten uzaktı. Çeşit çeşit
eşya ile donatılmış ve gözlere hitap eden altınla işlenmişti. Kızın ellerini uzatması ve 'hadi'
diyen göz hareketlerine kanmak üzereydim. Kızın bacakları arasında gölgeleri örten bir
ışık gördüm. Yatağın yanında bir geçit olduğunu gördüm. Beni kendine çekenlerin sayısı
ikiye çıkmıştı. Seçenekler arasına sıkışmıştım. İleriye atıldım. Hızla ve önümdeki kızın
yüzüne bakmadan, arkasına geçtim. Kaçmaya çalıştığım odadan çıkmak üzereyken kız
bana seslendi. Arkama dönmeden söyleyeceklerini dinledim.
- Eğer beni kabul etseydin, gerçeği hiçbir zaman öğrenemeyecektin. Burada köle olarak
kalacaktın. Bilmen istendi. Ben, sadece sınayanlardanım. Beni affet.
Bir cevap beklemediği kesindi. Duraksadığım yerden geçide yöneldim. İtinayla
döşenmiş odanın yanındaki geçit, ışıklandırılmış ve sade bir görüntü verilmişti. Duvarları
beyaza boyanmıştı.Yavaş adımlarla ilerlerken olan oldu: Sağ bileğimi arkadan gelen bir
ibbar kavradı. Gülüşüm abartılıydı. Çünkü o da benimle gülüyordu. Beni arkasına alıp
canımı acıtmadan sürükledi. İbbara değil de duvarlara bakıyordum. Bulut rengi duvarlar,
içimi rahatlatmıştı.
H. SU TESTİ

Arkama bakmayışımla kazanmıştım. Önüme koydukları engelleri aşıyor ve


kendime olan güvenim artıyordu. Beni eline geçirmiş olan o tatlı ibbar konuşmaya başladı:
İ: Sudan korkar mısın?
R: Korkmamam gerek.
İ: Sınanmaktan korkma. Buraya gelişinle işin bitti sanma.
R: Ben, sizden biri olmak isterim.
İ: Gururlanmak için mi? Ben değil biz ol.
R: Evet efendim.
İ: Seni ikna edemeyen kız, bizim kızımız. Kendine gerçeği bilen bir eş bekliyor. Gerçeği o
zaman bilecek. Bilmek, kolay olmamalı.
Yürüyüşümüz, bizi bir odaya çıkarmıştı. Yatmak ve temizlenmek için imkanları
olan bir yere. Karnımın acıktığını hatırladım. Sofra donatılmış ve odayı iki ibbar
sahiplenmişti. İlk defa gördüğüm üç ibbarla sofraya oturduk. Beni getiren yeniden
konuşmuştu:
İ: Üç ibbarınla burada üç günün olacak. Dinlenecek ve ilk defa verilen izin ile karşılıkla
konuşacaksın. Biz, seninleyiz. Sen de bizimle ol.
Ne büyük bir şeref! Kabul edildiğimi sandım. Gerçeği soracaktım ki
vazgeçirdiler. Ne yapmam gerektiğine karışabilen ilginç insanlardı. Soruyu ağzımdan
çekip aldılar ve susturdular. Yediklerimle avundum. Midemi doldurdum. Kana kana
suyumu içtim. Yana yatarak düşler kurdum. Aklım, geride kalan o güzelde kalmıştı. Onu
düşündüğümü bildiklerini de bilmekteydim. Gizliniz yok. Üçü, beni gözleri ile okşadı.
Karşılarında kendileri varmışçasına sevdiklerini gördüm. Babam bile bana böyle
bakmamıştı.Üç günüm aynı tadında geçecekti.
R: Neden bu tapınak kuruldu?
- Bilinsin istediler. Eskilerde bilmeyi isteyip bulamayanların gideceği yer olsun diye.
R: Buraya gelişimin bedeli anne ve babayı kaybetmekmiş.
- Sevdiklerinden ayrılamayan gelemez.
R: Önümde ne var?
- Önce seni suyla boğacağız. Sağ kalmayı ister ve umudunla çıkarsan. Yanmakta olan bir
yoldan geçireceğiz. Yanmaktan korkmazsan tabi. Sonra da bir mezar çukuru açacaksın.
İçine gömeceğiz seni. Ölümü orada tadacaksın. R: Korkmak elde değil ki...
- Yendiklerin arkana dizilir ve emrine girer. Bu üçünü aşacaksın ve seni gerçeğin
görüldüğü yere götüreceğiz. İbbarlar tadına baktı. Seni de ibbar görmek isteriz. Sayımızın
artmasını umduk. Hal'e adıyla hitap ettik. Dileğimizle huzura çıktık.
R: Bildiklerimle mi öleceğim?
- Gerçeği bilenlerin sadece bedenleri ölümü tadarak toprak olur. Uykudan uyanmak gibi
düşün.
R:..
- İçini okumamızdan korkma. Aklından geçir dilediğini.
R: Açık söylemek zor geliyor... Geride kalan o kız aklıma girdi. Masumdu. Güzeldi. Bana
mahrem yerlerini gösterdi.
- Bil... Labirentten sağ kurtulan her kişiye bir eş vardır. O kabul etmediğin teklifin altında
yatan sırları bil. Bilgiyi almanla o senin eşin olacak. Bilgiyi almanla...
R: Sonra?
- Tapınakta birleşenlerin erkek çocukları olmadı ve olmayacak. Tufan kopmadan tapınak
yerinden koparılacak. İçimizden çok azı tufan sonrasına geçeceğiz. Ölmeden ölenler her
olana şahit olur.
R: Sizinle olmak isterim. Sevmek ve sevilmek isterim.
- Eşin ölmeden tapınaktan salınmayacaksın. Senin görevin dışarıda.
R: Ne yapacağım?
- Kendine benzettiğin yedi genci buraya göndereceksin. Öğüt vereceksin. İbbar olacaksın.
Gülmeden güleceksin ve anılacaksın.
R: (Onların eşleri olup olmadığını merak etmiştim.)
- Sormadığın sorunun cevabı evettir. İnsan tek yaratılmadı. İkiye bölündü ve sevmeyi
öğrendi. Her ibbar eşiyle yaşar. Bize tek kalmak yakışmaz. Eşlerimiz özeldir.
Dışarıdakilere benzemezler. Kız çocuğu doğururlar. Tohumu taşırlar. Bilgisi geldi: İleride
kurtaranlar bu soydan gelecek. Bilgisi gitti: Dres'in kızından türediler.
R: Her can ölümü tadacaksa, yaşamak niye?
- Ciddi bir soru sordun. Cevabı o kadar ciddi değil.(Aralarında bakıştıktan sonra.) Kimisi
arınmak için, kimisi arındırmak için, kimisi sonunu hak etmek için, kimisi üzmek için,
kimisi üzülmek için, kimisi yukarıların yukarısına çıkmak için, kimisi azabın nedeniyle
kalmak için yaşar. Anlamını veremediklerine üzülme. Zaman, en iyi ilaçtır. Tüm yaraları
sarar. Hataları unutur ve yenilere açar.
R: Siz mükemmel misiniz?
- Evet dersek, Hal'i tanımamış sayılırız. Hayır dersek, yaratılışı bilmeyenlerden oluruz.
R: Yani, hepimiz mükemmeliz.
- Öyle değil. İndiğimiz bu yerde, belki kovulduğumuz yer demek gerek, elimizden
yaratılmışlığımızın o mükemmelliği alındı. Burada üşüdük. Güneşle kavrulduk. Yorulduk,
uyuduk. Çocuk yaptık. Yaptıkça gelenlerin sayısı arttı... Robel... Çok azı kovulduğu yere
bedelini ödeyerek girebilecek. Ölmeden bunu biz de bilemeyiz. Geleceği bilen Hal'dir.
R: Yarından gelenler kimdi o zaman? Gelecek bilinemiyorsa bana söylenenlerin kaynağı
nereden geldi.
- Robel... Bil... Düşün... Yarından gelenler de yarınlarını bilemediler. Dünü yeniden
yaşatabiliriz.
R: Susmak istiyorum.
Günlerdir bu kadar çok konuşmamıştım. Dilim yoruldu. Ağzım kurudu. Elimin
yakınındaki sudan birkaç bardak daha aldım. :Uykum gelmişti. Uykunun ardından iki
gün daha konuşacaktım:
R: Hal'in bilinmeyi isteyişi neden?
- Gücümüzün yetmediğini sorma. Biz de insanız. Bilmediğimizi konuşamayız.
R: Yaratışı ne üzerine?
- Çifter çifter yaratır. Bildiklerini yayan ve üzerine elbise geçiren tek yaratık, insan
olmuştur. İnsan, yukarıda onu temsil eder. Aşağıların aşağısında insanlığı koruma
savaşındadır.
R: Yarınımızı biliyorsa bu çile neden? Kötüleri kötülük yapmadan ayırsın.
- Ayrılanlar, delil isterler. Haksızlık yapılmaz. Kötü olan, çukura inişi hak ettiğini bilerek
iner.
R: İbbarlardan hata yapanlar oldu mu?
- Biz hatalarımızı öne alanlarız. Temizlenmeden tüm hatalarımızı yaptık. Gerçekle yaşayan
ve onunla ölümü tadacak olan kasten kötülük yapamaz.
R: Erkekler gibi kızların da aynı değerde olması gerekmez mi?
- Dışarısı hazır değil... Tapınak, erkekler için yapıldı. Tohum bizde. Dışarıdan kız almaya
gerek yok. Üstelik, zaman erkeklerin zamanı. Çok sonraları kızların zamanı gelecek.
İntikamın alınmadığını göremezsin. Yaratılış denge üzerinedir.
R: İleride ne olacak?
- Yıldızlara ulaşanların çoğu kızlardan olacak. Dört kıza bir erkeğin düştüğü günlere
ulaşıldığında egemenlik ellerine geçmiş olacak.
R: Bunları nasıl bildiniz?
- Biz söylenene inandık. Güneşin doğuşu ve batışı arasında kalanlara inandık.
R: Ben neye inanmalıyım?
- İçinin kabul ettiklerine. Emin olmadıkların hakkında soru sormadan içine kabul
ettiremezsin.
R: İçimdeki ben, ben mi?
- Seni tek yaratmadı. Senden kopmayan bir sen daha var. Sen, doymak istersin. Sendeki
sen tadına doymadıkça doymaz.
Günler çabuk bitti. Yeni günün sabahında, nereden sızdığını bir türlü
bilemediğim aydınlıkta uyandık. Gözlerimi açtığımda üç ibbardan ikisi kaybolmuştu.
- Uyandın mı?
R: Uyanık oluşumu biliyorsun.
- İbbarlar, sadece aralarında konuşmadan konuşurlar.
R: Kızmayın bana.
- Nefreti ve kini öldürenler kızamaz Robel.
R: Şimdi?
- Suya gömülmeye...
Uzandığım döşeklerden kalktık. İkimiz aynı boydaydık. Önüme geçip yolumu
açtı. Sağa ve sola dönüşlerden sonra bir havuza ulaştık. Havuzun ortasında saydam bir
madde ile örtülü, mezara benzer bir bölüm bulunmaktaydı. Eliyle orayı işaret etti.
- İn ve içine gir.
Dediği gibi yaptım. Havuza indim. Saydam maddenin içine uzandım. Elimle
yokladığım madde sertti ve dokunduğumda bir soğukluk hissi veriyordu. İbbarım
arkamdan indi ve uzandığım yerin üzerine yine aynı saydamlıkta bir kapakla kapattı. Sol
eliyle sağ avuç içini gösterdi. 'İçinde' dediğini hissettim. İbbar yukarı çıktı. Havuz
yeterince aydınlatılmamıştı. Kapalı olduğum yerden ibbarın yerini seçemiyordum. Orada
mıydı, yoksa ayrılmış mıydı? Uzanışımın üzerinden uzunca bir süre geçti. Havuz,
kaynağını bilemediğim bir yerden siyah rengi ağır basan bir sıvıyla dolmaya başladı.
Doluşu yavaş ve gürültülüydü. Ağaç keserken çıkan 'tak, tak' sesleri ile doluyordu.
Gözlerimi kapatıp bu sınavın geçmesini bekledim. Rüya göremediğim bir uykuya kapılıp
oradan uzaklaşmıştım. Kendime geldiğimde, beni bu siyah sıvıdan koruyan saydam
maddenin her yanı, siyahla kaplanmıştı. Akşam olup göklere baktığınızda görebileceğiniz
bir siyahlıktı. Ürkmüştüm. Yıldızların olmadığı bir gök. Hal'in yaratmada mükemmel
oluşunu bir kere daha anımsatmışlardı. Yakaladığım bu gerçeği bir kenara saklayıp elimle
çevremi yokladım. Saydam maddenin soğukluğu gitmişti. Ilık bir ortamdaydım.
Acıkmıştım. Belki bir gün, belki biraz fazlasını geçirmiştim burada. Kendim, benden su
istedi. İstemesiyle içine uzandığım saydam bölüm de o siyah sıvıyla dolmaya başladı.
Boğulmaya doğru gidiyordu. Aynı tak taklar. Altımda sıvının acıtmayan sıcaklığı vardı.
Giderek yükseliyordu. Hemen bitmesini istediğiniz bir olayın bu kadar yavaş gelişmesi,
insanı sabırsızlandırıyordu. Robel'dim. Ben de bir insan değil miyim? Canımı acıtmayan
bu sıvıya canım sıkılmıştı. Gerçeği öğrenmek için bu türde bekleyişler saçma geliyordu.
Dinlemek ve öğrenmek dururken burada oyun oynanmasında izin veriyordum.
Kızmalarım arasında gidip gelirken zamanın hızını unutmuştum. Açlığım ve susuzluğum
arasına giren bu sıvıyla kaplanmıştım. Başımı kaldırmaya çalıştım. Olmadı. Kollarımı
kullanıp biraz yükseldim. Sıvı oraya da ulaştı. Yüzümü örtmek üzereydi. İbbarım nerede?
Hani ölmeyecektim? Sıvı ağzımın sınırlarını bekleyen dudaklarıma ulaştı. Kalbim küt küt
atıyordu. Labirentte bile bu kadar korkmadım. O sıcaklığın ağzıma doluşması ile yüzüme
bir tokat atıldı. Tokat, oldukça sertti. Gözlerimin açılması ile karşımda ibbarımı almıştım.
- Uyan... Sorumu cevapla... Hangisi gerçek? Hissettiklerin mi? Hangisi rüya, hangisi
gerçek?
R:(Şaşkınlıkla donmuştum. Uzandığım yer, günlerce konuştuğum o odaydı. Döşekler
üzerinde uzanmıştım. Ne zaman ve nasıl olduğunu anlamaya çalışırken cevapladım.)
Bilemedim. Islaklık hissi gerçekti. Ağzıma doluşu gerçekti. Tadını alamayışım gerçekti.
Gözlerimle gördüklerimdi.
- Bunların hiçbiri gerçek değildi. Senin gördüklerini ben görmedim. Bir düşteydin.
R: Öyle mi oldu?
- Sessiz kalışın ve sabırla orada bekleyişin, seni bize kazandırdı. Labirenti geçenler ölmeyi
bilemediler.
R:(Derin bir nefes aldım.) O zaman... Yer değiştirdiler. Rüya ile görülenler ve gözün
gördükleri...
- Yendin. İçindekini yendin. Ona hükmettin. Seninle sabretmeyi öğrendi. Seninle
beklemeyi öğrendi. Artık o da gerçeği talep etmekte.
R:(Bakışlarım, üzerimizi kapatmış taşlara yönelmişti. Sessizliğe gömüldüm.) Tabi...
- Sevin... Şimdi yanma zamanı geldi.
I. FIRIN TESTİ

Ürküten sözler peş peşe geliyordu. Kafamın karışmasından yararlanan bir ibbar,
benimle dalga geçiyor olamazdı. Yanmak isteyen kim? Odadan beraber çıktık. Kısa bir
yürüyüş sonrası, yedi ibbarın bulunduğu ayrı bir bölüme geçtik. Yedisiyle beni baş başa
bırakan ibbarım gözden kayboldu. Bu ibbarlar öncekilerine göre genç sayılırdı. Yaşlıydılar
ama geride bıraktıklarım kadar dolu olmadıklarını hissettiriyorlardı. Öncekilerin oğulları
gibiydiler. Geniş tutulan bu bölümde, yedisi beni çevreledi. Aynı anda çöktüler. Çıplak
ayaklarımdan başlayarak yukarı doğru sıvazlandım. Önümdeki üçü yanlara doğru açıldı.
Önümü aydınlatan bir metal tepsi üzerinde açlığımı giderecek besinler duruyordu.
Acı, çektikçe tadını kaybediyordu. Önüme koydukları yemekleri yemiştim.
Sofrayı iki ibbar kaldırdı. Geride kalan beşi, bakışları ile beni kendilerine esir etmişlerdi.
Yavaşça kalkıp arkamda kalan kapıya yöneldim. Arkama aldığım beş ibbarın, beni ileri
ittiğini hissediyordum. Yavaş ve emin adımlarla kapıya ulaştım. İki elimi öne aldım ve
kapıyı açtım. Tarif edilmez bir sıcaklıkla karşılaştım. Nefes almak için başımı yana
çevirmek zorunda kalmıştım. Tam geri dönecekken ibbarlardan biri ünledi.
- Geriye dönme zamanı değil... İlerle.
R- (Gözümü kapamış nefes almaya çalışıyordum.) Ötesinde ne var?
- Gitmeden bilemezsin.
R- Korkumu gördünüz işte.
- Her insan korkar. Görünmeyenden korkman için aşmanı istedik.
R- Yakıcı ateş nerede? Göremiyorum.
- Hissettiğin sıcaklığın kaynağını mı merak ettin?
R- Burası karanlık. Nereye yürüyeceğim?
- Adımlarını takip et. Düz ilerle.
Sadece 'peki' diyebildim. İlk adımı ne zaman attım, bilemiyorum. Arkama
bakamadan karanlığa yürüdüm. Terlemeye başlamıştım. Sağımdan ve solumdan üflenen o
sıcaklık, kemiklerimi ısıtmıştı. Yanma korkusu ile çevrelenmiştim. Soluk almakta
zorlanmış ve adımlarım arasındaki mesafeyi uzatmıştım. Kısa sürede çıkmak için
hızlandım. Öyle bir durum ki, sanki önünüze her an çıkacak bir duvar var ve siz, o duvara
çarpmak üzeresiniz. Girdiğim kapıdan giren ışığın aydınlatamadığı yerlere vardım.
Nereye gittiğimi bilmeden yürüdüm, yürüdüm. Belki koşmuştum. Sessizliği bozan, ince
bir üfleme sesiydi. Öten bir kuşun sesi inceliğinde. Neden sonra anladım; ateşin kendisi
olmadan çıkan sıcaklık, beni yakamazdı. Yaksaydı, üflediği yer yanardı. İnanın ki,
düşündüğüm o anlarda gören gözlerim kaybolmuştu. Sıcaklığı, ancak hayal ederek
görebiliyordum. Kafamda, bir yerdeydi.
Karanlıklar içinde boğulmak üzereyken, biraz sağımda kalmış, ince ve zor
görülen bir ışıkla aydınlandım. Yönümü oraya çevirdim. Kavuran sıcaklık, ışığa
yaklaştıkça etkisini arttırdı. Kulaklarımın kuruduğunu ve dudaklarımın çatladığını
biliyordum. Organlarım, bana yalvarıyordu. 'Çık buradan' diyen biri vardı içimde.
Çatlayan dudaklarım kanamaya başladı. Gözlerimi açıp bir adım atıyor, ardından kapatıp
soluk alıyordum. Böyle yaparak kendisini göstermek isteyen ışığa yaklaştım. Önümde bir
oda ve o odanın ilerisinde koridor göründü. Işık, koridorun sonundaydı. Işığa geriye
dönmeyi düşünecek kadar uzaktım. Moralim bozuldu. Odanın girişine yaklaştığımda
şaşkınlığımın yerini umutsuzluk almıştı. Odanın zemini, kor halde odunlarla doluydu.
Ayaklarımı yakma pahasına odadan geçmem gerekiyordu. Buna cesaretimin olduğunu o
anda sanmıyordum. İbbarların sözünü hatırladım o an: 'Düşüncenle yürü' Öyle de yaptım.
Altımda kalan kor haldeki odunları düşünmek yerine günlerimi harcadığım hücredeki
bekleyişimi düşündüm, sohbet odasında konuşulanları anımsadım. Gözlerimi kapamadan
odayı geçmiştim. Ayaklarımın altını elimle yokladım. Sıcaktı ama acı yoktu. Yüzümde
sinsi bir gülümseme ile koşarak koridoru aştım. İbbarların bildiklerini bilmeye doğru
ilerleyen bir Robel'dim. Işığın kaynağında bekleyen üç ibbar buldum. Dişlerimi
göstermeden gülüyor ve tatlı tatlı onlara bakıyordum. Korktuğum bu muydu? Geçti
bile.
İ. MEZAR TESTİ

Korkunuz içinizde. Gizlendiği yerden her an çıkacak gibi. Onu yenip


öldürmedikçe yol alamazsınız. Sizi, girdiğiniz yoldan alacak yalancılar olur. Onların
verdiği korkularla aradığınız gerçekten ayrılırsınız. Kolaya ulaşmanın zorluğu buydu.
Ağaçların ölmelerinin nedenini buluştum. Kurumaları isteniyordu. Üç ibbarın arasına
girip bunları aldım. Sizlerle paylaştım. Sözün değerini bilenlerden olun.
Basamaklardan çıktıkça ibbarlarım gençleşiyordu. Sözü elimden alan ibbarlarla
konuşmaya başladım:
- Seni bekledik.
R:(Şımarmış halimle) Öyle mi?
- Elimizde bir kazıcı ve bir kürek var.
R: Su yolu mu açacağım?
- Hatırla... Kendini gömmen istendi.
R: Dudaklarımın çatlaması yetmedi mi? Kanamalarını gördünüz.
- Acıya doymadan bilgiye doyamazsın.
R:(Onlara bir şaka yapayım dedim. Elimin dış yüzeyini yüzlerine dokundurmak istedim.)
Yüzünüze dokunsam mahsuru olur mu?
- Şaka zamanı mı? Bizim şakalarımız sana ağır gelir.
R:(Uyarıyı almama rağmen kendimi tutamamıştım.) Elinizi tutsam?
- (Gülümsemesini katarak.) Bizler buradan geçenleriz. Fırının tadını biliriz. Elinin sıcaklığı
ile mi güleceksin.
R:(Duraksadım)Peki... Elinizdekileri alayım ve bir çukur açayım.
Ellerindekini uzattılar. Alırken aklımda yenilenen şakamı yaptım. Elimin tersi ile
onların ellerine dokundum. İkisi irkildi. Biri soğukkanlıydı:
- Şimdi mutlu musun?( dedi ve güldü.)
İlk kez dişlerini göstererek gülen bir ibbar görmüştüm. Parlak beyaz dişleriyle.
Onları mutlu edişime ben de güldüm. Yolumu kısaltanları andım. Sıcaklığın kaynağından
uzaklaşıp toprak zemin aramaya koyulduk. Onlar arkamda, bense kaçamayacak kadar
yakında. Gölgelere geçit vermeyen geçitleri aştık. Taş döşemelerle dolu zemin, kazılmasına
izin vermeyecekti. Bu tapınakta gezinecek bu kadar uzun yolların oluşuna şaşmıştım.
Nereye sığdırmışlardı. Zülkar'ın yaptığına aklım erememişti. Derken konuşan
yürüyüşümüz başladı:
- Unutturulanı yine unuttun.
R: Anlamadım.
- Anlayamazsın. Gücünün yettiğini bilmen istendi.
R: ...
- Piriyel öldü.
R: (Adım atışımı kestim. Arkamdakilerde durdu. Geriye dönmek istedim. Dönemedim.)
Nasıl?( dememle ilk göz damlamın zemine şıplaması aynı ana denk geldi.)
- (Sesleri üzgün çıkmıyordu.) Yüzünü kaybederek.
R: Nerede öldü? (Aslında 'kardeşim nerede' diyebilirdim. Sözler içimde kalmıştı.)
- Labirentten çıkamadı. Düşenlerden oldu. Demek ki gerçeği taşıyacak gücü yoktu.
R: O neden?
- Hal bilir. Ölümden kurtaran ve ölümü sunan odur. Kaderi seninle birleşti. Onu kendine
kardeş bildin. Pişmanlığı, öldürdüklerine idi. Senin onu kabullenmen ve sevgini vermenle
kurtuldu. Kaderini kötülerden aldılar.
R: Bunu yaşamak zorunda mıyım? Sevdiklerimi kaybediyorum. Geriye Hal kalıyor. Onun
beni yalnız bırakmayacağı gerçeği dışında seçenek kalmadı.
- İstenen de bu değil mi?
Keyfim kalmamıştı. Duyduğum haberle Piriyel hatırlatılmıştı. Eğer ölecek kişi
oysa, gören ben olacaktım. Uçurumdan düşmesi ile ölüme yenilmişti. Gerçeği almadan
ayrılmıştı. Üzerime binen yükü nasıl tarif etsem bilemiyorum. İştahım kesilmiş, canım
sıkılmıştı. Annemin, babamın katiline bu kadar çok üzülmüştüm. Kardeşimin ölümüne
üzülüyordum. Ölmüştü. İbbarın deyişiyle acı çekmeden aniden bir ölüştü bu. Ölümün
nedenini soramadım. Cevabı önceden verilmişti zaten. Gerçeğe herkes ulaşamazdı. İsteyip
ulaşamayanlardan olmuştu. Kaçmamıştı, kaderiyle yüzleşmişti. Beni bir pencere önüne
getirdiler. Oradan aşağıdaki derin kayalıkları görebiliyorduk. Kan içinde kalmış bir insan
gördüm. Piriyel'in yüzüydü. İçindeki korkuyu yenmiş bir ifadeyle donuk bir yüzdü. Kısa
bakışımın ardından ağlamaya başladım. İbbarlar ağlamazlardı. Beni kısa bir süre için
yalnız bıraktılar. Unutmak için başka olayları düşünmeliydim.
Sıkıştığım yerden alındım. Yapışıp kaldığım pencereden uzaklaştırdılar. Mezar
kazmak için yer bulmak üzere toprak zemin aramaya devam ettim.
R: Burası uygun mu?
-(Zeminin sertliğini yoklayan bir ibbar) Hayır.
Dolanmaya devam ettik. Bir defa geçtiğimiz yerden tekrar geçmiyorduk. Bir
odaya ulaştık. Tabanı yeşermiş toprak, tavanı ise kararmış taş. Taşların birleştiği yerden
kararmış gökyüzünü gördüğümü sandım.
R: Mezarım burada. Görebiliyorum.
- İbbarların yanında. Kaz.
R: Ortasını mı?
- İstediğin yere gömüleceksin.
Ortadan bir yerden başladım. Kazdım ve kazdım. Çıkan toprakları kenara aldım.
Giysimin kuşağımın üzerinde kalan bölümünü çıkarıp arkamdan kollarını kullanarak
bağladım. Terledim. Yoruldum. Biraz da başım döndü. Çalışmayalı çok olmuştu.
Gömülecek bir derinliğe gelince kenarları düzeltmek üzere eğildim. Korkmayacaktım.
Öyle demişlerdi. Olayı kabullenmiş ve mezarımı kazıyordum. Tapınağa ilk girişimde bu
söylenseydi yine girer miydim? Bilgim olmadığından atı alan gibi kaçardım. Her olup
biten, zamanına uymuştu. Doğuşumdan buraya gelişime her kademe ayarlanmıştı.
Kaderim buydu. Kendi ellerimle çizdiğim yoldaydım. İstemiş ve acıyı yenmiştim. Kazan
kollarımın yalvarışı kalbimde yankılandı. Sırtım, uzanacak yer aradı. Saçım, yıkanacak su
aradı. Umursamadım. Kazdım ve kazdım. Küreğimi mezarın dışına bırakıp kazıcı ile son
vuruşlarımı yaparken darbeyi aldım.
Bayılmışım. Şakama karşılık şakaları ağır olmuştu. Kendime geldiğimde
gömüldüğümü gördüm. Biraz önce kazdığım yerin içine uzatılmıştım. Üstüme, mezarı
enine kapatan tahtalar dizilmişti. Toprağın kokusu mezara sinmişti. İlginç bir çürüme
kokusuydu. Çıkmak istemedim o an. Bekleyişimi bilen ibbarlar üzerime çıkıp konuştular:
- Verdiklerinin karşılığıdır.
R: (Aşağıda eziliyor olmanın verdiği bir üzüntü ile) Şakanız ağır geldi. Gömülmekten
korkmam. Vurmanıza gerek yoktu.
- Öyle istendi. Senin şaka yapman istendi. Karşılığında şaka yapılması gerekti. Anla ve
sabırla bekle.
R: Ne kadar sürecek?
- Üç gün sonra yeniden doğacaksın. Ölümü düşün. Suyu ve yemeyi değil.
Tahtaların üstü toprakla örtülüydü. Havasızlıktan öleceği düşündürmek
istiyorlardı. Hislerim burada öldürülmeyeceğimi biliyordu. Ayak uçlarımda bir yerde
mezara temiz hava veren bir delik olmalıydı. Çünkü nefes almakta zorlanmıyordum.
Fırındaki yakamayan ateş gibi. Üç günü bitirecektim. Düşünmekle geçirdim. Dinleme
döneminde söylenenleri tekrar ettim. Kendimle konuştum. Sesimle yalnızlığımı giderdim.
Korkularımı yenmiş ve yaratıcının varlığını öğrenmiştim. O, benimleydi. O, istemeyi
bilenlerin yanındaydı.
Üç günün sonunda, mezar odasına doluşan ayakları duymaya başladım.
Ayakların sahibi yok gibiydi. Kısa bir sessizlikten sonra tahtaların üzerindeki toprak
alınmaya başlandı. Tahtalara ulaştığında aradan sızan gün ışığı ile yıkandım.
Mutluluğumu bilemezsiniz. Üç günlük kıpırdayamayan bedenim uyuşmuştu. Tahtaların
tamamı üzerimden alındı. Yardım almadan yavaşça doğruldum. Oturur vaziyette çevremi
dolduran ibbar yüzlerini gördüm. Üstümde ise taşların birleştiği yerdeki boşluktan
yayılan gün ışığı bulunmaktaydı. Muazzam bir manzara. Açan bir çiçek görüntüsü
gibiydi. Yüzlerin arasına giren yeni bir yüz oldum.
J: RASATHANEYE GİRİŞ
(GÖZLEMEVİ)

Saçımdaki beyazların sayısı ağır basıyordu. Onca engeli aşmış ve artık sabrım
kalmamıştı. Ölmeyi beklediğim mezardan çıkartılmıştım ya...
Çevremdeki ibbarların arasında, idam edilmekten son anda vazgeçilen bir
mahkum gibi gülücükler dağıtıyordum. Yüzlerindeki ciddi ve düşünceli havayı
değiştiremedim. Sayılarını hatırlayamadığım kadar çoğalmışlardı. Mezar odasının ışık
alan bölümüne, her nefes alışımda, karanlık tarafından akan ibbarlar doluşmuştu. Odaya
yukarıdan giren temiz havayı paylaşıyorduk. Üzerime, mezardan yapışan tozları silkmeye
kalkıştım. Öndekilerden biri, buna fırsat vermeden sağ bileğimden sıkıca kavradı.
Alışmıştım buna. Kire bulanmış giysilerin altındaki temiz bedenimi hissettim. Aradığım
gerçeğe ulaşmamda benden de sabırlı ve istekli olan, onlardı. Her iki günde bir defa
yıkanmış ve aklanmıştım. Eski yüzümde kalan kir, akıtılmıştı. İçin temizlenmesi için önce
dışın temizlenmesi gerekirmiş. İbbarlar... Üzerlerindeki giysilerden de beyazlar. Siyahi
ibbarların beyazlıkları ise gözlerinde saklıydı. Sağ bileğimdeki basıncı seviyordum. Dalıp
gittiğim düşüncelerden sıyrıldığımda, önümde sadece bir ibbarın kaldığını gördüm.
Karanlık yönde kaybolan diğerleri var mıydı, yoksa bana mı öyle gelmişti!
Yerini sonradan fark ettiğim bir kapıdan geçtik. Yan yana yürüyorduk. O ve sağ
kolum öndeydi. Bense biraz arkada kalmış, güler yüzümü kaybetmemiştim. Tarif edilmez
bir mutlulukla yürüdüm. Aydınlatılmış bir odaya geçtik. Arkasına dönerek benimle
konuştu.
- Ne mutlu sana... Yerinde olsam keşke... Keşke yeniden aynı heyecanı ve mutluluğu
alsam... Yerinde olsam keşke... Keşke yeniden yola çıkmış olsam... Ve... Benim yerimde
olmayı dilesen... Yılar geçse de benim gibi; bir genci bileklerinden tutsan ve gerçeğe
sürüklesen. Benim yerimde olmayı dilesen... Zoru başarana, karşıdan bakabilsen... Şimdi,
dilediğin kadar sev, sevebildiklerini. Sadece bir adım kaldı. O adıma hazır ol.
R- Hazırım.(Gözleri ışıl ışıl olan ibbarın söyledikleri ile gülümseyişim artmış ve beyaz
dişlerim açığa çıkmıştı.)
- Şimdi... Sana esir olan gölgenle rasathaneye gireceksin.
R- Rasathane... Ne var orada?
- Gece olur. Güneşin ışığı çekilir.Yerine, pırıl pırıl yıldızlar alır. Hal, hiçbirini boşa
yaratmadı. Boş zannedilen yerde, o vardır. Yıldızlarda işaretler vardır. Aradığın gerçek...
Bilgisini alman içindir, rasathane. Gözlemevin olur. İçeride ibbarların ibbarı, ortaların
ortası seni bekler. Konuşmaz. Artık, sen de konuşmadan söylenenleri duyanlardansın.
Silkin ve tozunu üzerinden at. Sen, sen değilsin. Değişmedin mi?
R- Işık saçan yüzün, ne kadar aydınlık öyle. İbbarım, üzerimde emeği olanlara duacı
olacağım. Makamı yüksek tutulan yere ulaşırsam, onların yanında olacağım. Bilmeyi
istedim, acı çektim. Şimdi gülümsemem, yüzümde.
- Öğüt verilir ve alınır. Yağmur yağar ve ıslanırsın. Güneş çıkar ve kurutur. Boşa kürek
çekenlerden değilsin. Sözü verenlerden ol. İçeride anlatılanları unut. Sadece kendine
hatırlat. Sen bil. Gerisi hak etmedi.
R- Sözüm banadır. Değerini bildiğim gerçek, benimle ölecek. Dilimden çıkan sözlerin
gardiyanı olurum. Benim bileceklerim, benimdir. Sözüm banadır. Sözüm ağırdır. Bedelini
ödedim ve ödeyeceğim.
- Dostça kal Robel. Rasathane senindir.
Bileğimi bırakıp geldiği yönden uzaklaştı. Nerede olduğumu bilemedim bir an.
Kayboldum sandım. Bir kapıyı açmışım bilmeden. Gözlerim kamaştı. Aylar sonra ilk kez
güneş üzerimdeydi. Bulutların yüzdükleri gökyüzünün altındaydım. Duvarlarla
çevrelenmiş bir yerde, işlenmemiş toprak üzerinde, gölgemle yeniden tanıştım. İlerideki
yuvarlak bir binaya doğru yürürken buldum kendimi. Açık alanın tam ortasındaydı.
Yetişkin bir ağaç kadar kapladığı yere ulaştım. Tek girişi vardı. Bakırdan bir kapısı...
Parlayan gün ışığı ile. Elimi, önüme aldım. Hangi elim, hatırlayamıyorum nedense. Açıldı,
zorlanmadan. Korkmadım. Heyecanlanmadan içeri girdim.
Rasathane denilen yere girmemle hayatımı adadığım gerçeği öğrendim.
Bilenlerin arasına kabul edildim. Ve hala bilenlerdenim. Ölmedim. Boş yere bekleme, eğer
bildirilen gerçeği söylememi bekliyorsan. Yazana bile söylemedim. Sözüm sözdür. Sözüm
ağırlığını korur. Çektiklerimi görmedin mi? Yıldızlarda ne kadar çok bilgi varmış.
Yıldızların yeri kaymış!
K. ÖĞÜT

Bilmeyi istemiştim. Onu elde etmiştim. Yıldızların yerine yemin ettirdiler.


Tapınaktan dışarı atılan ilk adımdan, ölümü hissettiğim o son nefese kadar, tek amacım
vardı: Gözlerde ışıltı saçan gençlere öğüt vermek. Öğüt... Vakti gelip kapın çalındığında ya
da ellerinin arasına erimeyi bilmeyen kar topu bırakıldığında... Zamanın hızlandığı
çağdasın. Süre azalmışken boşa geçirdiğin günlere acımaz mısın? Okudukların, benim
gerçeğim. Peki, senin gerçeğin? Hangimiz haklı...
Ölmeyi isteyecek kadar yaşlanmadan bilmeyi isteyenlerden ol. Robel, yaşıyor.
Öldüğü, sadece kendisiydi. Robel'in ölümü seni üzmez. Yanı başında esen rüzgarda,
içtiğin suda, kalp atışında, parmakların arasında... O, her yerde. Özgür bırakılanlar
arasında. Bana inanma... Kendine inan. Şimdi unut, unutabilirsen, şu okuduklarını. Kapat
gözlerini... Yalnız mısın?
Senden önce ve senden sonrasında, nice hayatlar yaşandı. Dün, bugün ve yarın
yoktur. An vardır. O an, asla tükenmez. Her can, istediğini yapar. Ateşe girenleri, arkadan
iten veya önden çekenler indirmez, o dipsiz kuyulara. Kanatsız uçanlardan olmayı dile.
Anlatılanların hiçbiri gerçek olmaz, sen yaşamadıkça. Gerçek nedir? Cevapla... Gerçek,
sensin!
Bir tohum dikildi. Zamanı gelince, fidan olur. Zaman gelince, ağaç olur. Gölgesi,
kendisi değildir. Ne istersen Hal'den iste. Gölgelerden istediklerini alamazsın. Dres'in
makamına yemin ederim ki(bilesin, bu büyük bir yemindir.) sevildiğini bilenler, Hal'e dost
olur. Sevgi ve korku... Kardeş olur.
Ölmeden önceki son günümde, yine tozlu, dumanlı yollarda, köyler arasında
gitmekteydim. Siyah saç telim tükenmiş, beyazlara bürünmüştü. Uzun, beyaz saçlarım,
her zaman ki gibi bakımlıydı. İlerleyen yaşım, temizliği elimden alamazdı. Biz, ibbarlara,
arınmamız emredilmiştir. Kirli vücut ile arınamazsınız. Gri rengi ağır basan giysim, tek
parça. Heybemde, günlük yetecek azık. Yürüyordum. Derken, yolun üstünde bir tepe ve o
tepenin yamacında geniş yapraklı bir ağaç. Ağacın gölgesi altında uyuduğunu bildiğim bir
genç vardı. Ona doğru yaklaştım. İçim, dışıma söylenmeye başlamıştı. 'O, sensin.' diyordu.
İçinden geçirdiklerini biliyordum. Yalnızdı. Yetim ve öksüz. Robel'in gençliğinde
olduğu gibi, tarla bekçisiydi. Bir sevdiği vardı, köyünde. Sevdiğinin, sevmediği eşi savaşa
gitmiş ve geri dönmemişti. Tutku ile bağlandığı dul bir kadın...
Kapalı gözlerinin ardında onunla sevişiyordu. Hayatının ilk dönemindeydi.
Garibin bilgisi yoktu. Sevdiği dul kadının, kötü birisi olduğunu hissetmiştim. Belki köyün
diğer erkekleri ile, belki de başkası ile... Gölgede uyuya kalmış şu oğlana söylesem, inanır
mıydı bana? Gerçekleri görebilen gelse yanınıza. Duymak ağır gelse bile dinler miydiniz?
Ağacın gölgesine girdim. Sesimi çıkarmadan ayakta beklemeye başladım. İçinden
geçenleri izlemek hoştu. Yaratılışın gereği gibiydi, hayaller. Rüya gibi değildi. İstediğini
görüyordu. Uyanmasını istedim. Ağzımdan bir kelime çıkmadı. Hemen gözlerini açtı.
Şaşkınlık üzerinde iken 'kimsin?' diyebildi.
R- (Uzanan bedenine paralel, tepeyi arkama alarak oturdum.) Güzel miydi?
- Kim?
R- Sevdiğinin eşi dönmedi mi?
- (Göz bebekleri yerinden çıkarcasına tepki verdi.) Kim söyledi bunu?
R- Düşündüklerini okumam sana garip mi geldi?
- Yalan.(diyerek kekeledi. Korkmuştu. Başına bela gelsin istemiyordu.)
R- Doğruysa?
- Peki... Şimdi aklımdan ne geçiriyorum? Bil, ne istersen yapayım.
R- Kedini düşündün.Bir gözü mavi, bir gözü yeşil olan. Beyaz bir kedi. Ama sağır olması,
üzmüş seni. Onu tarlanda bulmuştum.
- Tarla bana ait değil, bilemedin.
R- Sana ait olacak.
- Kedimi de köydekiler söyledi. Beni kandıramazsın.
R- Ne istersen, o olsun... Seni sevmekten vazgeçmeyecek bir sevgiliye gitmek istemez
misin?
- (Uzunca düşündükten sonra) Benim sevdiğim var.
R- O, seni sevmez. Yarın ölecek. Onun ölüsünü görünce beni anımsa ve gece gökyüzüne
baktığında yedi yıldızın doğduğu yer; seni sevenin olduğu yerdir. Anımsa...
- Kafamı karıştırdın. Git buradan.
R- Nefretini ve kinini yenmeden sevilmeyeceksin. Doğduğu yere gitmeden, yüzün
gülmeyecek.
Vakit kaybetmeden tepeden aşağıya indim. Tarlayı ayaklarımın altına aldım.
Tepeler arasına kayboldum. Arkama bakmadan.
O gün, son gündü. Öğüt alan son genç, yerinde kalmıştı. Ne olaydı da sıyrılsaydı
kendinden. Oraya gitmeyi istemesi bile yetecekken... Ya sen?... Hala bekliyor musun?
Yaklaş... Gerçeğe yakınsın...
(Gizli Yazı ile)
Ölmeden ölenlerden oldum. Gölge veren ağacın altında bıraktığım gencin rüyasına
girendim. Sevdiği ölmüştü. Kötü olana aşıktı. Beklediği tarlanın sahibi onu evlat edindi de
öldü. Tarla ona kaldı. Söylediklerimin gerçekleşmesini hatırladı. Gece olunca yıldızlara
baktı. Yediyi ve ortasının gösterdiği ufku buldu. Pişmandı. Öğüdü alalı yıllar olmuş ve
gözündeki ışıltı sönmek üzereydi. Yükünden kurtulan Robel, rüyasına girdi bir gece. O
gece, öğüdü yeniledim. Yedi tohum sözü verdiğim tapınağa giden sekizinci olacaktı.
Kaderini yenemedi. Tohumların sayısını aşamadım. Sekizinci yolcuyu, deniz aldı içine.
Yolda ölenlerin yükü, kalanlara verilir. Tohumlarımın tohumları... Sonra, Zülkar geldiği
yoldan göründü. Tapınak yıkıldı. Tufana az kalmıştı. Tufandan sonrasına çok azı kaldı.
Şimdiki zamana, bilgiyi alıp hala yaşayan dört kişi var.
Yazanım... Yoruldun artık... Dinlen biraz... Arın.
YAZAN
Güzellerin çıktığı ilin denizi görmeyen yerinde doğdu. Doğduğu yerin okullarında okudu.
Adanın denizi göremeyen yerinde nöbet tuttu. Paradan nefret ettiği işte çalıştı. Yazar değil,
yazan olmayı diledi. Yazana değil yazdırana bakılsın istedi. Onunla aynı havayı
ciğerlerinize almanız ona kardeş olmanıza yetti. Adı, isimlerinden sağlam olanı. Soyu,
savaşmaktan kaçan kardeşlerin kurduğu köyden. Okları atanların ve kılıcı unutanların
köyü.

YAZILAN:
Başlamadan biten hayatımızın değerini bilmeden son nefesler verildi.
Gerçeği aranmadan bedenleşmenin...
Ve bir zaman geldi, dile geldi eskilerden.
İçlerinden sadece biri,.
Yazanın gönlüne indi bir gece...
Olan olmuş bir kere.
Anlatmaktan başka çare yok ki.
Gerçeği arayışın hikayesi...

You might also like