You are on page 1of 148

Teşekkür

Bu kitabın gün ışığına çıkmasına yardım eden herkese çok teşekkür et­
mek istiyorum: Matthieu Ricard Dalai Lama’nın sözlerini banda aldı; Chris­
tian Bruyat Tibet konuşmalarına katıldı ve bunlan Fransızcaya çevirdi; Da­
lai Lama’nm şahsi çevirmeni Kusho Lhakdor aslına sadık bir çeviri için ko­
nuşmaları kopyaladı ve Dalai Lama’nın izniyle, Dalai Lama’nm daha öncesi­
ne ait bazı nasihatlannı bu kitapta kullanılmak üzere topladı; Paris’deki Ti­
bet Bürosu’ndan Bayan Yutock ve Wangpo Bashi, Sylvie Fénart’la birlikte
projenin tamamlanması için gerekli düzenlemelere yardım etti.

Editör, P resses D e L a R en aissan ce


Alfa Yayınları 1474
Doğu Felsefesi 22

Yürekten Gelen Öğütler


C onseils du cœur

DALAI LAMA

Çeviren Işıl Ölmez

1. Basım : Mayıs 2004


2. Basım : Nisan 2006
ISBN : 975-297-488-0

Yayıncı ve Gettel Yayın Yönetmeni M. Faruk Bayrak


Yayın Koordinatörü ve Editör Rana Gürtuna
Pazarlama ve Satış Müdürü Vedat Bayrak
Kapak Tasarımı Utku Lomlu

© 2001, Editions Presses de la Renaissance


© 2004, ALFA Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti.

Kitabın Türkçe yayın haklan Akçalı Telif Haklan Ajansı aracılığıyla


Alfa Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şli.'ne aittir.
Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen ya da tamamen alıntı yapılamaz,
hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğalttlamaz ve yayımlanamaz.

Alfa Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti.


Ticarethane Sokak No: 53 Cağaloğlu 34410 İstanbul, Turkey
Tel: (212) 511 53 03 - 513 87 51 - 512 30 46 Faks: (212) 519 33 00
www.alfakitap.com
infb@alfakitap.com

Baskı ve Cilt
M elisa M atbaacılık
Çiftehavuzlar Yolu Acar Sanayi Sitesi No: 8 Bayrampaşa - İstanbul
Tel: (212) 674 97 23 Faks: (212) 674 97 29
İçindekiler

Önsöz • 5

GİRİŞ

Genel Olarak H erkese • 3

YAŞAMIN DÖNEMLERİ

Gençlere • 7
Yetişkinlere • 1 2
Yaşlılara • 14

YAŞAMIN DURUMLARI

E rkeklere ve Kadınlara • 19
Aile Hayatı Sürenlere • 21
B ekârlara • 27
Bir Topluluk İçinde Yaşayanlara • 29
Zenginlik İçinde Yaşayanlara • 31
Yoksullara • 35
H astalara • 37
Engelliler ve Onlara B akm akla Yükümlülere • 39
Ölmekte Olanlara ve Eşlikçilerine • 41
Ç ok F azla Çalışıp, Çok Az Boş Zamanı Olanlara • 45
M ahkûmlara ve Onları Mahkûm Ettirenlere • 46
Eşçinsellere • 49
TOPLUMDAKİ ROLLER

Politikacılara • 53
Yasa insanlarına • 56
Dünyanın Geleceğini Dert Edenlere • 59
Eğitimcilere • 59
Bilim ve Teknolojiyle İlgilenenlere • 60
Ticaretle Uğraşanlara •61
Yazarlara ve G azetecilere • 62
Tarımla İlgilenenlere • 64
Savaşanlara • 66
Yaşamlarını Başkalarına Adayanlara • 68

ZİHİN DURUMLARINA GÖRE DAVRANIŞLAR

Mutlu Olanlara • 73
Mutsuzlara • 75
Kötümserlere • 79
Kaygılılara • 83
İntihar Etmeye Kalkışanlara • 84
Yalnızlıktan Çekenlere, Tecritlere • 86
Öfkeye Teslim Olanlara • 89
Arzularının Esiri Olanlara • 94
Kışkançlıktan Kıvrananlara • 96
Gurur Kurbanlarına • 98
Travma Atlatanlara * 1 0 0
Çekingenlere • 1 0 4
K ararsızlara * 1 0 6
Kendini Sevmeyenlere • 1 0 7
vii

Alkol ve Madde Bağımlılarına • 108


Aşk Tutkusunun Pençesinde Olanlara • 110
Dilinin Kemiği Olmayanlara • 112
Başkalarını Eleştirenlere • 114
Başkalarına Acı Ç ektirenlere • 1 1 6
İlgisizlere • 119

TİNSEL YAŞAM

İnananlara • 1 2 3
İnançsızlara • 126
Dindarlara, Keşişlere ve Rahiplere • 130
Tefekküre Dayalı Bir Yaşam Sürenlere • 134
Büyük İnancı Olanlara • 1 3 5
Dinlere Karşı Tarikatçı Yaklaşımı Olmayanlara • 137
Budist Olmak İsteyenlere • 139
Budistlere • 1 4 2

Sonuç •14 7
Önsöz

Dalai Lama’nm ikametgâhı penceresinden göz alabildiğine


uzaklara, uçsuz bucaksız Hindistan ovalarına hâkim bir yerde.
Kuzeye doğru birkaç karlı zirve, ziyaretçilere Tibet’in sadece
yaklaşık yüz kilometrelik bir uzaklıkta olduğunu hatırlatıyor;
hem çok yakın, hem de çok uzak.
Her yerde bir barış ve huzur duygusu hâkim. İnsanlar ge­
reksiz kelimelerin anlamsızlığının farkındaymışçasına az ve
sessiz konuşuyorlar. Sessizlik sadece Kundun’un hoş kahka­
halarıyla bölünüyor. “Yüce Varlık” anlamına gelen Kundun
kelimesini Tibetliler Dalai Lama’ya sevgi ve saygılarının ifade­
si olarak kullanıyorlar. Gerçekten de Dalai Lama, Çin dikta­
törlüğünün amansız pençesinde boğulurken ve adaletten çok
yeni pazarlarla daha ilgili demokrasiler tarafından göz ardı
edilirken bile, Tibet davasını araştırmaya devam ediyor ve her
sene birkaç ay başkalarının arzularına karşılık vermeye çalışı­
yor. Yorulmak bilmez bir barış elçisi olarak bir eylem kasırga­
sının tam merkezinde çalışıyor; rahatlayabildiği zamanlar da­
kikalarla ölçülecek kadar kısa. Programının dayanılması zor
yoğunluğuna rağmen, Kundun her zaman aynı açıklık ve sü­
kûnetini koruyor. Kiminle karşılaşırsa karşılaşsın, ister eski
bir arkadaş olsun, ister bir ziyaretçi ya da yoldan geçen birisi,
o her zaman o anda ve tamamıyla orada mevcut, herkesin yü­
züne o çok özel iyilik, yalınlık ve sınırsız mizah ifadesiyle ba­
kıyor.
X Önsöz

Mesajı her zaman aynı ve dinleme zahmetine katlanan her­


kese yorulmadan aynı şeyi tekrarlıyor: “Her varlık, bize düş­
man olanlar bile, en az bizim kadar acı çekmekten korkuyor­
lar ve aynı bizim gibi mutluluk arıyorlar. Herkesin bizim ka­
dar mutlu olmaya ve acı çekmemeye hakkı var. O zaman bü­
tün kalbimizle diğer insanlarla ilgilenelim, dostlarımızla da
düşmanlarımızla da. Gerçek şefkatin temeli budur.”
Birkaç yıl önce Fransız yayınevi Presses de la Renaissence’ın
direktörü Alain Noel, Dalai Lama’dan bir “manevi vasiyetna­
me” yazmasını istemeyi düşündü. Bütün kalbimizle Dalai La-
ma’nın sağlıklı bir şekilde yüz yaşından fazla yaşayacağını ümit
ediyoruz; bu konu üzerinde düşününce, onun değişik meslek,
sosyal artalan ve kişiliklere sahip büyük bir topluluğa bazı ba­
sit nasihatlar vermesini istemek daha uygun göründü. Tibet’de
büyük ustalar tarafından böyle öğütler verildiğinde çoğunluk­
la “Kalpten Öğütler” adıyla bir kitapta toplanır. Böylece kitabın
şekli ve alt metni oldukça doğal bir biçimde ortaya çıktı.
Görüşme için zamanı kısıtlı olduğundan, ona isteğine göre
ekleme ya da çıkarmalar yapabileceği bir konu listesi önerdik.
Bizim düşünmediğimiz ancak onun kalbine yakın bazı alan­
larda, özellikle mahkûmlar ve eşcinsellerle ilgili birkaç konu
ekledi.
Bazen ciddi, bazen şakacı, bazen katı, bazen düşünceli, dü­
zenli bir şekilde sözlerini kahkaha patlamalarıyla keserek, bi­
zi memnun etmeye çalışmadan özgür bir biçimde konuştuğu
izlenimini verdi. Herkesin problemiyle samimi bir şekilde ay­
nı zamanda tarafsız olarak ilgilendi.
İçindekiler xi

Dalai Lama açık konuşmasıyla ve Budizm ya da kendisiyle


ilgili hiçbir şey kanıtlama arzusu duymamasıyla tanınıyor.
Sıklıkla “ben sadece bir keşişim” diyor. Tek hedefi, mutlu ol­
malarına yardım edebilmek için deneyimini başkalarıyla
mümkün olan en etkili biçimde paylaşmak.
Herhangi bir sıkıntı veya tereddütü örtbas etmek için süs­
lü ifadeler ya da muğlak terimler kullanmıyor. Eğer bir prob­
lemin onun kafasında açık bir çözümü yoksa ya da derinden
hissettiği bir gerçeğe karşılık gelmiyorsa, klişe bir cevapla ya
da zekice laf çevirerek olayı geçiştirmek yerine çok açık bir şe­
kilde şaşkın olduğunu belirtiyor ve insanı gülümseten ve şa­
şırtan bir biçimde kısaca, “Bilmiyorum” demekten hiç çekin­
miyor.
Hiç şüphe yok ki verdiği cevaplar onu çok iyi tanıyanlara
kim olduğunu ve ne düşündüğünü yansıtıyor. Asla farklı gö­
rünmeye çalışmıyor.
Öğütleri çoğunlukla oldukça basit, çünkü karmaşık olma­
nın anlamsız olduğunu düşünüyor. Bazıları bıktırmcaya kadar
“iyi kalpli” olmalıyız diye tekrarlanmasını oldukça saf bulabi­
lirler, ama onun bu ısrarı bir gerçeği aksettiriyor: Bir yandan
iyi yürekli olmak gerçekten zor, diğer yandansa, içimizde bu
temel niteliği büyütmezsek dünya barışından ya da başka bü­
yük fikirlerden bahsetmek boş laftan başka bir şey değil.
Dalai Lama hiçbir kuşku duymadan hepimizin sahip oldu­
ğuna inandığı sevgi ve iyilik potansiyelini geliştirmemizi tem­
bih ediyor bize. Israrla gündelik deneyimimize başvurarak na­
sıl iyi bir insan olunacağını ve yaşamımızı en iyi şekilde nasıl
xii İçindekiler

değerlendireceğimizi gösteriyor. Sürekli hepimizin insan aile­


sinin bir üyesi olarak varlıkların koruyucusu ve barış yapıcı
olma bilincimizi, “evrensel sorumluluğu” vurguluyor. Çoğun­
lukla “dışardaki silahsızlanmanın içerdeki silahsızlanmaya
bağlı olduğunu” söylüyor.
Kelimelerinin yalınlığı bizi asıl noktaya yönlendirmeye
yardım ediyor. Bunu derin ya da karmaşık fikirleri ifade etme
yetersizliği olarak almamalıyız. Bir öğretinin ya da konuşma­
nın konusu felsefe, metafizik ya da maneviyat alanında zor bir
noktaya dokunduğunda, Dalai Lama değişik görüşlerle öyle
zengin bir anlayış sergiliyor ki, yorumlarının derinliği en bü­
yük âlimleri bile silahsız bırakıyor.
İşte 2000 yılının Mart ayında, Dharamsala’daki evinde Kut­
sal Dalai Lama “kalpten nasihatim” bize böyle sundu. Tibetçe
konuştu ve bant kayıtları Cristian Bruyat ve benim tarafımdan
tercüme edildi. Ortam râhat, samimi ve neşeliydi. Konular el­
verdiğince, herkesin “dini dışı bir maneviyat” geliştirmesine
yardımcı olabilecek şeyler söyledi. Budist kavramları özellikle
kullanmamaya özen gösterdi. Hiç kuşku yok ki, onun nasihat-
larının sadece bir parçasını gerçekten düşüncelerimize ve ha­
reketlerimize yedirebilseydik sonuçlar mutluluk verici olur­
du.

Matthieu Ricard.
Shechen Manastırı, Nepal
16 Haziran 2001
Genel Olarak Herkese

Tüm canlıların doğaçlama olarak mutluluğu aradıklarını


ve ıstıraptan nefret ettiklerini anlamak için uzun uzun düşün­
meye gerek yok. Istıraptan kaçmak ve kendini iyi hissetmek
için elinden geleni yapmayacak tek bir sinek dahi bulamazsı­
nız. İnsanların üstünde bir de düşünme yetileri vardır. İlk
öğüdüm bu yetinizi iyi kullanmanız.
Zevk ve ıstırap duyusal algılarımıza ve manevi tatminimize
bağlıdır. Bizim için en önemli olan da manevi tatminimizdir.
Manevi tatmin insanlara özgüdür, belki bir iki tanesi haricin­
de hayvanların böyle bir yetisi yoktur.
Bu tatmini belirleyen özellik ise barıştır. Kaynağı cömert­
lik, benim ahlâklı davranış olarak nitelediğim onurdur; bunun
anlamı başkalarının haklarına ve mutluluğuna saygı duymak-
dır.
Istıraplarımızın büyük çoğunluğunun kaynağı en çok dü­
şündüğümüz şeylerdir, sağlıklı düşünemeyiz. Yalnızca kendi­
mizin anlık tatminiyle ilgileniriz, bunun uzun vadede hem bi­
ze hem de başkalarına sağlayacağı avantajların ya da olumsuz­
lukların üzerinde durmayız. Bu tutumumuz her zaman bize
karşı olur. Yaşama ve olaylara bakış açımızı değiştirirsek hem
güncel zorluklarımızı azaltacağımız, hem de yenilerini yarat­
mayacağımız kesindir.
Doğumdan, hastalıktan, yaşlılıktan ya da ölümden kaynak­
lanan ıstıraplarsa kaçınılmazdır. Yapabileceğimiz tek şey, duy­
mamıza neden olduklan korkuyu azaltmak. Evlilik içindeki
4 Yürekten Gelen Öğütler

tartışmalardan en yok edici savaşlara kadar dünyadaki pek


çok sorun iyi ve sağlıklı bir tutum benimsenerek aşılabilir.
Ama doğru düşünemezsek, dar görüşlüysek, yöntemlerimizin
bir derinliği yoksa, olayları açık ve geniş bir zihinle değerlen-
diremiyorsak, başlangıçta çok önemsiz görünen sorunları bile
ciddi zorluklara dönüştürebiliriz. Başka bir deyişle, ıstırapla­
rımızın çoğunu biz yaratıyoruz. İşte başlangıç olarak söyle­
mek istediğim budur.
Yaşamın Dönemleri 7

Gençlere
9

İster bizim mülteci okullarında olsun, ister tesadüfen Hin­


distan gezilerinde ya da başka bir ülkede, genç insanlarla ta­
nışmak beni her zaman mutlu ediyor. Dolaysız ve samimiler,
zihinleri yetişkinlere göre daha açık ve esnek. Bir çocuk gör­
düğüm zaman kalbimin derinlerinden gelen ilk düşünce,
onun benim çocuğum olduğu ya da bütün sevgimle korumam
gereken uzun ömürlü bir dost olduğudur.
Çocuklarla ilgili en önemli şey, en geniş anlamda tam bir
eğitim almalannı sağlamaktır; sadece bilgi kazanmak değil,
aynı zamanda temel insan niteliklerini de geliştirmek. Yaşa­
mımızın temelleri çocukluğumuzda atılır. Bu kritik yıllar bo­
yunca öğrendiğimiz düşünme biçiminin yaşamımız üzerinde
derin bir etkisi olacaktır, tıpkı gıdanın ve bedensel korunma­
nın gelecekte sağlığımızı etkileyeceği gibi.
Şayet gençler bütün çabalarını öğrenmeye harcamazlarsa,
ileride bu boşluğu doldurmaları çok zor olacaktır. Bunu ken­
di kendime keşfettim. Bazen çalıştığım derse ilgimi kaybeder
ve yeterince üzerinde durmazdım. Sonralan bundan çok piş­
manlık duydum. Kendime hep o zamanlar bir şeyleri kaçırmış
olduğumu söylüyorum. Bu tecrübeden yola çıkarak gençlere,
okul yıllarını, hayatlarının en önemli zamanları olarak değer­
lendirmelerini tavsiye ediyorum.
İnsan çocukluktan başlayarak başka insanlarla geçinmeyi
ve onlara yardım etmeyi öğrenmeli. Kavgalar ve önemsiz ça­
8 Yürekten Celen Öğütler

tışmalar kaçınılmazdır ama asıl mesele, geçmişi unutmaya


çalışmak ve asla kin beslememek.
Bazen çocukların ölüm gibi ciddi konular üzerine düşün­
mediklerini sanınz. Ama sordukları soruları duyduğum za­
man, ciddi meselelere nasıl sıkça kafa yorduklarını fark ediyo­
rum, özellikle de ölümden sonra ne olduğu konusuna.
Çocuklukta zekâmız açılır, gelişir ve zihinlerimiz sorularla
doludur. Bilgiye duyulan bu açlık, kişisel gelişimin temelidir.
Dünyayı merak ettikçe, olayların nasıl ve niçin şimdiki gibi ol­
duklarını araştırdıkça zihinlerimiz berraklaşır ve insiyatif ge­
liştiririz.
Modem toplumda benim doğal insan nitelikleri olarak ka­
bul ettiğim kibarlık, merhamet, anlayış ve bağışlama gibi özel­
likleri ihmal ediyoruz. Çocukken arkadaş edinmek kolaydır.
Birisiyle bir kere güldünüz mü anında arkadaş olmuşsunuz
demektir. Çocuklar birbirlerine ırklarını ya da mesleklerini
sormazlar. Asıl olan diğerinin bizim gibi bir insan olmasıdır ve
bunun için onunla birlikte oluruz.
Büyüdükçe şefkate, dostluğa ve karşılıklı desteğe daha az
önem vermeye başlarız. Onun yerine ırk, din, ulus kavramla­
rının üstünde dururuz. Asıl olanı unutup önemsiz olana yo­
ğunlaşırız.
On beş-on altı yaşında olanlardan, çocukken sahip olduk­
ları tazeliğin yok olmasına izin vermemelerini ve buna daima
değer vermelerini rica ediyorum. İçimizde bizi insan yapan şe­
yin ne olduğunu tekrar tekrar düşünün. Kendi gerçek doğanı­
za sarsılmaz bir güven geliştirin ve kendinize güven kazanın.
Yaşamın Dönemleri 9

Hayatın kolay olmadığını zamanında fark etmek önemli­


dir. Yaşamdan en iyi şekilde faydalanmak ve problemler çıktı­
ğında cesaretimizi yitirmemek için manevi gücümüzü artır­
mamız gerekir.
İnsanlar bireyselciliğe ve her bireyin, toplumun ve gelenek­
lerin dayattığı değerlere kulak asmaksızın kendisini düşünme
hakkına çok önem veriyorlar. Bu iyi bir şey. Fakat diğer taraf­
tan, sadece medya ve özellikle de televizyon gibi dış kaynak­
lardan bilgi topluyorlar. Referans noktalarımız ve ilham kay­
naklarımız bunlar. Bu aşırı bağımlılık bizim kendi kişisel nite­
liklerimizi korumamızı ya da kullanmamızı engelliyor; sonuç­
ta kendi gerçek doğamıza olan güvenimizi yitiriyoruz.
Bana göre bir insanın hayatta başarılı olması için kendine
güvenmesi ve ayaklarının yere sağlam basması gerekir. Aptal
bir kendini beğenmişlikten değil, gizli potansiyelimizi fark et­
mekten bahsediyorum, bu da davranışlarımızı her zaman dü­
zeltebileceğimizi, kendimizi zenginleştirip geliştirebileceğimi­
zi ve ümitsiz hiçbir şeyin olmadığını bilmek demek.
Medyanın makbul konuları hırsızlık, cinayet, para hırsının
ya da nefretin sebep olduğu eylemler. Ama yine de dünyada
soylu hiçbir şeyin olmadığını, iyi insan niteliklerimizden hiç
bir iyi şeyin ortaya çıkmadığını söylemek doğru olmaz. Hiçbir
para kaygısı olmadan hasta, yaşlı, öksüz ve engellilere bakan
insanlar yok mu? Başkalarına duydukları sevgiyle görevlerini
yerine getiren insanlar yok mu? Aslında böyle bir sürü insan
var, ne yazık ki negatif davranışların normal olduğunu düşün­
meye alıştık.
10 Yürekten Gelen Öğütler

Doğal halimizde, derinlerde, öldürmeyi, tecavüz etmeyi,


çalmayı, yalanı ya da diğer olumsuz eylemleri sevmediğimize
eminim; her birimizde sevgi ve şefkat var. Yaşamlarımızda
merhametin doğumdan itibaren ne kadar önemli bir rol oyna­
dığını hatırlayalım. Şefkatsiz çoktan ölmüş olurduk. Başka in­
sanların sevgisiyle kuşatıldığımızda ve başkalarını sevdiğimiz­
de kendimizi ne kadar iyi hissettiğimizi, tam tersine nefret ve
öfke bizi ele geçirdiğinde ne kadar huzursuz olduğumuzu dü­
şünün. Sevgi dolu düşünceler ve eylemler açık bir şekilde be­
den ve zihin sağlığımız için yararlıdır. Gerçek doğamızı dışarı
vururlar. Şiddet, zulüm ve nefret dolu eylemler ise aksine bi­
zi sarsar. Bu sebeple bu haberler ön sayfalan doldurur ve biz
bunlar hakkında konuşma ihtiyacı duyarız. Sorun sinsice, ya­
vaş yavaş insan doğasının kötü olduğu sonucuna varıyor ol­
mamız. Bir gün insanlık için hiç umut olmadığına ikna olabi­
liriz.
Gençlere şunu söylenmenin doğru olduğunu düşünüyo­
rum: Doğanızda kendiliğinden varolan insan niteliklerini ta­
nıyın. Bu temeller üzerine sağlam bir güven geliştirin ve ken­
di ayaklarınız üzerinde durmayı öğrenin.
Bazı gençler yaşamda gerçekten ne istediklerini bilmeden
yola çıkıyorlar. Bir işe giriyorlar, bu işten hoşlanmadıklarını
anlıyorlar, sonra o işi bırakıyorlar, bir diğerine başlıyorlar,
onu da bırakıyorlar, sonunda her şeyi bırakarak vazgeçiyorlar
ve onlara ilham veren hiçbir şeyin olmadığını düşünüyorlar.
Eğer bu sizin durumunuza da uyuyorsa, yaşamın hiçbir za­
man kolay olmadığını anlamalısınız. Her şeyin bir anda yolun­
Yaşamın Dönemleri 11

da gitmesini ve bütün problemlerinizin mucizevi bir şekilde


çözülmesini beklemeyin.
Okul bittikten sonra iş ararken, kişiliğinize, bilginize, yete­
neklerinize ve isteklerinize uygun bir iş arayın, hatta belki bu
iş ailenize, arkadaşlarınıza ve ilişkilerinize bile uygun olsun.
Çevrenizdeki diğer insanların daha önce yaptığı bir işi öğren­
mek de makul bir yaklaşım olabilir. Böylece onlann tecrübe
ve öğütlerinden faydalanabilirsiniz.
Bütün etmenleri ve kriterleri göz önüne alın, hangi fırsat­
ların sizin durumunuz için daha uygun olacağını düşünün ve
sonra seçiminizi yapın. Bir kere kararınızı verdiğinizde, ona
asılın. Problemlerle karşılaşsanız bile üstesinden gelmek için
kararlı olun. Kendinizden emin olun ve ortaya bütün enerjini­
zi koyun.
Eğer size sunulan mesleki fırsatları, hiçbirini tam yemeden
ardı ardına tadabileceğiniz değişik yemekler olarak görürse­
niz, başan şansınız zayıflar. Bugün olmazsa yann bir karar
vermek zorunda olduğunuzu anlamalısınız. Bu dünyada her
yönüyle sorunsuz hiçbir şey yoktur.
Bazen şımank çocuklar gibi davrandığımızı düşünüyorum.
Çok küçükken tamamıyla anne babamıza bağımlıyız. Sonra
okula gideriz, eğitim alınz, besleniriz, giydiriliriz, bu esnada
sorunlarımızın yükü hâlâ diğer insanların omuzlanndadır. So­
nunda kendi hayatımıza, sahip çıkmamız gereken an geldiğin­
de, kendi mesuliyetimizi taşımaya başladığımızda, her şeyin
pürüzsüz gideceğini hayal ederiz. Ne yazık ki, böyle bir yak­
laşım gerçekle çelişkilidir. Bu dünyada istisnasız herkes zor­
luklarla karşılaşır.
12 Yürekten Gelen Öğütler

Yetişkinlere
t

Bir önceki düşünce aynı biçimiyle olgunluk dönemine gi­


renler için çalışmaya ya da aile yaşamına başladıkları zaman
da geçerlidir.
Yaptığımız iş bizim para kazanma şeklimizdir ama aynı za­
manda da bu yolla, bağlı olduğumuz topluma katkıda bulunu­
ruz. Gerçekte toplumla ilişkimiz karşılıklıdır. Örneğin; Fran­
sa’nın ekonomisi Avrupa’yı, Avrupa’mnki de tüm dünyayı et­
kiler. Eğer toplum refah içindeyse biz de faydalanırız, değilse
biz de sıkıntı çekeriz. Eğer bölgenizin sakinleri ekonomik
olarak başarılıysa, bu bolluk sizin ülkenize de fayda sağlaya­
caktır. Örneğin; Fransa ekonomisi Avrupa ekonomisiyle, Av­
rupa ekonomisi de dünyanın diğer ülkelerinin ekonomileriy­
le bağlantılıdır. Modern toplumlar sıkı bir şekilde birbirlerine
bağımlılar, bir tanesinin davranışı bütün diğerlerini etkiliyor.
Bunun bilincine varmak çok önem taşıyor.
Bir toplumun sağlığının her birimiz üzerinde doğal yansı­
maları olduğunu söylediğim zaman, insanın grup için kendi
refahını feda etmesi gerektiğini söylemiyorum. Bütün söyledi­
ğim ikisinin birbirinden ayrılmaz olduğu. Günümüzde toplu­
mun ve bireyin kaderinin iki farklı şey olduğunu düşünme
eğilimindeyiz. Asıl mesele bireydir, topluluk değil. Bakış açı­
mızı biraz genişletirsek, uzun vadede bu yaklaşımın hiçbir an­
lamı olmadığını göreceğiz.
İnsanoğlunun mutluluğu ve acısı sadece duyuların tatmi­
nine bağlı değildir. Her şeyin üstünde zihinsel etmenlerle ilgi­
Yaşamın Dönemleri 13

lidir. Bunu unutmayalım. Güzel döşenmiş bir evinizin, garajı­


nızda lüks bir arabanızın, bankada paranızın, iyi bir sosyal sta­
tünüzün olması ve tanınmış bir aileden geliyor olmanız mut­
lu olacağınız anlamına gelmez. Milyarder olmak sizi kendili­
ğinden mutlu yapar mı? Yapmayabilir.
Müzik dinlerken ya da bir tabloya bakarken aldığımız de­
rin keyif, insanlar için manevi tatminin sahip olunan maddi
şeylerden ya da duyularla elde edilen kaba zevklerden daha
önemli olduğunu gösteriyor. Bununla beraber estetik tatmin
bile fazlasıyla görme ve işitmeyle ilintilidir, sadece geçici bir
hoşluk duygusu verebilir ki, bu da esas olarak uyuşturucu
ilaçların yarattığı tatmin duygusundan çok da farklı değildir.
Müzeden ya da konser salonundan çıktığımızda aldığımız es­
tetik keyif çok fazladır ve derhal bu hissi tekrar yaşama arzu­
suyla yer değiştirir. Asla manevi mutluluğa götürmez.
Asıl mesele manevi yeterliliktir. Temel ihtiyaçlarınızdan
vazgeçmeyin; asgari ölçüde hepimizin hakkı. Yaşamak için ih­
tiyacımız olana sahip olduğumuzdan emin olmalıyız. Eğer bu
protesto etmeyi gerektiriyorsa, protesto edelim. Grev yapmak
zorundaysak, grev yapalım. Ama aşırı davranışlar gösterme­
meliyiz. Eğer manevi olarak asla tatmin olamıyorsak ve hep
daha fazlasını arıyorsak, mutlu olamayacağız ve hep bir şeyle­
rin eksikliğini hissedeceğiz.
Manevi mutluluğu maddi koşullar ya da duygusal doyum
belirlemez. Bu zihnimize bağlıdır. En hayati şey, bu tarz mut­
luluğun ne kadar önemli olduğunu kabul etmektir.
14 Yürekten Gelen Öğütler

Yaslılara

Yaşlandığımızda, eğer dini bir inancımız yoksa kabul etme­


miz gereken en önemli, şey temel acılarımızın -doğum, hasta­
lık, yaşlılık ve ölüm- hayatın bir parçası olduğudur. Doğduğu­
muz andan itibaren, yaşlanmayı ve ölümü engelleyemeyiz.
Böyledir. Bunun haksızlık olduğunu ya da daha farklı olması
gerektiğini söylemek yararsızdır.
Budizme göre uzun yaşama olanağı, geçmişte kazandığımız
meziyetlerle alakalıdır. Budist değilseniz bile, genç yaşta ölen in­
sanları düşünün ve uzun bir yaşamınız olduğu için keyiflenin.
Eğer yaşamınızın ilk bölümünü dolu dolu yaşadıysanız, bu
süreçte topluma katkıda bulunduğunuzu, faydalı ve içten ni­
yetlerle çalıştığınız bir işiniz olduğunu hatırlayın. Bu demek­
tir ki, şu anda üzülmek için hiçbir neden yok.
Dini bir inancınız varsa buna uygun olarak dua edin ya da
meditasyon yapın. Eğer zihniniz yeterince dinginse doğum,
hastalık, yaşlılık ve ölümün her insanın yaşamının bir parçası
olduğu ve kaçınılmaz olduğu gerçeği üzerine yoğunlaşın. Bu­
nu tam anlamıyla kabul etmek daha huzurlu yaşlanmanıza
yardımcı olacaktır.
Yakında altmış sekiz yaşında olacağım. Eğer zaman zaman,
fiziksel bedenimin yıllar geçtikçe yaşlandığını derinde bir yer­
lerde kabul etmemiş olsaydım, şu andaki durumumla uzlaş­
mam çok zor olurdu. Yaşlandığınızda kendinizi kandırmadan
bunun gerçekten ne anlama geldiğini fark edin ve bu durum­
dan faydalanmaya çalışın.
Yaşamın Dönemleri 15

Bağlı olduğunuz topluma hâlâ nasıl katkıda bulunabilece­


ğinizi sorun kendinize. Kazandığınız bilgiyle başkalarına sizin
kadar çok yaşamamış insanlardan çok daha fazla faydalı olur­
sunuz. Ailenizle ve sevdiklerinizle yaşamınız hakkında konu­
şun, deneyimlerinizi paylaşın. Torunlarınızla olmaktan hoşla­
nıyorsanız onlarla ilgilenirken bazı görüşlerinizi onlarla ko­
nuşun ve onları eğitmeye çalışın.
Aynca şu bütün gün kavga eden, şikâyet eden yaşlı insan­
lara benzemeyin. Enerjinizi böyle harcamayın. Kimse sizden
hoşlanmaz ve yaşlılık gerçek bir sıkıntı olur.
2
YAŞAMIN DURUMLARI
Yaşamın Durumları 19

Erkeklere ve Kadınlara

Erkekler ve kadınlar şüphesiz fiziksel olarak çok değişikler


ve bu da duygusal alanda bazı farklılıklara zorlar. Fakat dü­
şünce tarzları, duyumları ve kişiliklerinin diğer bütün yönleri
temelde aynı. Erkekler ağır işe daha yatkınlar, kadınlar berrak
ve hızlı düşünme gerektiren işlerde daha verimli görünüyor­
lar. Erkekler ve kadınlar düşünmenin anahtar rol oynadığı
alanlarda genellikle eşitler. Kadınlarla erkekler arasında çok
önemli farklar olmadığı için, aynı haklara sahip olduklarını
ve her çeşit ayrımcılığın haksız olduğunu söylemeye bile ge­
rek yok. Aynca kadınların erkeklere olduğu kadar, erkeklerin
de kadınlara ihtiyacı var.
Haklan çiğnendiğinde kadınlar haklarını aramalı ve erkek­
ler de onlann mücadelelerini desteklemeli. Örneğin, ben yir­
mi yıl Hindistan’da kadmlann eğitim alabilmesi ve Tibet’te er­
keklerle her seviyede eşit kapasitede işlere sahip olabilmeleri
için mücadele verdim.
Budizme göre, kadınlarla erkekler arasında, sahip olduk­
ları Buda doğası ya da aydınlanma potansiyeli bakımından
en ufak bir fark yoktur. Bu nedenle kesinlikle eşittirler. Ba­
zı geleneklerde erkekler ve kadınlar daima ayn tutuldular.
Fakat bu daha çok sosyal kültürel nedenlerleydi. Nagarju-
na1; Precious Garland (Değerli Süs) adlı kitabında, Shandite-

1 Nagarjuna, II. yüzyılda Buda düşücesinin yayılmasına en fazla katkısı bulu­


nanlardan biridir. Mahayna’nm en önemli iki düşünce akımından biri olan
Madhyamika ya da Orta Yol’un kökenini oluşturur.
20 Yürekten Gelen Öğütler

va2 da Bodhicaryavatara adlı yapıtında ‘kadın bedeninin ku­


surları’ ndan bahseder. Yine de niyeti kadınların daha aşağı
olduğunu göstermek değildi. Keşişler çoğunlukla erkekti.
Bahsettiği kusurlar sadece bu erkeklerin kadınlara duyduk­
ları arzuyu dizginleyebilmelerine yardım etmek amacıyla
gündeme getirildi. Doğal olarak rahibelerin de erkeklerin
bedenini benzer bir biçimde çözümlemeleri gerekiyor.
Vajrayana’nm3 en üst düzey çalışmalarında erkeklerle ka­
dınlar arasında aynm olmadığı gibi, dişi element öyle yaşam­
sal bir rol oynar ki, kadınların küçük görülmesi tövbenin çiğ­
nenmesi olarak kabul edilir.

2 Shanditeva, Budist büyük ustalardan biridir. VIII. yüzyılda yaşamış Hint şa­
ir ve filozofu. Bodhicaryavatara adlı ünlü yapıtında, tüm canlıları ıstırapla­
rından arındırmak için aydınlanmak isteyen bodhisattva davranışının ve tu­
tumunun nasıl olduğunu açıklar.
3 Vajrayana, Budistlerin üç aracından ya da yolundan biridir. Öbür ikisi Hina-
yana (küçük araç) ve Mahayana’dır. Vajrayana (büyük araç) canlıların ve
nesnelerin en yüce doğasından söz eder. Bu doğa yok edilemez ya da değiş­
tirilemez, bu nedenle elmasla kıyaslanır. Öbürlerinden Aydmlanma’ya ça­
buk bir biçimde ulaşmayı sağlayacak çok çeşitli yöntemler içermesiyle ay­
rılır.
Yaşamın Durumları 21

Aile Hayatı Sürenlere

Aile toplumun en temel birimidir. Eğer aile huzur ve insa­


ni değerlerle yönetilirse, yalnız ebeveynler değil, çocuklar, to­
runlar ve hatta sonraki kuşaklar bile mutlu ve gerilimsiz ya­
şarlar. Dini inançları varsa çocuklar da doğal olarak buna çe­
kilirler. Eğer ebeveynler birbirleriyle kibar konuşurlar ve ah­
lâklı davranırlarsa4, birbirlerini sever ve karşılıklı saygı göste­
rirlerse, ihtiyacı olanlara yardım eder ve etraflarındaki dünya­
ya ilgi gösterirlerse çok büyük olasılıkla çocukları da onları ta­
kip edecek ve sorumlu insanlar olacaktır.
Diğer taraftan, eğer anne ve baba sürekli olarak kavga edi­
yor ve birbirlerini aşağılıyorlarsa, başkalarını düşünmeden
akıllarına geldiği gibi davranıyorlarsa sadece kendileri daima
mutsuz olmakla kalmaz, çocukları da kaçınılmaz olarak onla­
rın etkilerinin kurbanı olurlar.
Bir Budist olarak, Tibetlilere sık sık eğer Buda’nm öğretisi­
ni yeniden yapılandırmak ve geliştirmek için çaba sarfetmele-
ri gereken bir alan varsa bunun kendi ailelerinin içinde oldu­
ğunu söylüyorum. Anne babalar inançlannı burada ifade et­
meliler, çocuklanna öğretmeli ve sadakatli ruhsal rehberler
olmalılar. Sadece resimler göstermek ve bunlann şu ya da bu
tanrıya ait olduğunu anlatmakla yetinmemelidirler: Bu tanrı­
nın şefkati simgelediğini, şu tanrının en yüksek bilgelik sem­
bolü olduğunu ve bunun gibi diğerlerini tam olarak izah et­

4 Ahlâklı davranmak, burada Dalai Lama’nın atıfta bulunduğu Budist uyum


içinde, başkalarına zarar verebilecek herhangi bir şeyi yapmamak demektir.
22 Yürekten Gelen Öğütler

meliler. Anne babalar Budist öğretiyi daha iyi kavradıkları sü­


rece çocuklarını da daha olumlu bir yönde etkileyebilirler. Bu
prensip diğer manevi ya da dini gelenekler için de geçerlidir
şüphesiz.
Bir aile diğerini etkiler ve sonra bir diğerini, daha sonra
on, yüz ve binlerce aileyi; böylece bütün toplum daha iyiye gi­
der.
Modem toplumun çok sağlıklı bir toplum olduğunu kuş­
kusuz iddia edemeyiz. Bazıları artık kimsede saygı kalmadı­
ğından şikâyet ettiğinde, tam tersi daha az sanayileşmiş ülke­
lerde insanlar genellikle daha sorumluluk sahibi davrandıkla­
rından, böyle bir cümle kurarken dikkatli olmak gerekir.
Örneğin; Himalayalar’da kolay erişilemeyen Hint bölgeleri
göreli olarak modern teknolojinin etkilerinden uzaktır. Haki­
katen de buralarda daha az hırsızlık ya da cinayet var, insan­
lar sahip oldukları kadarıyla mutlular. Hatta öyle yerler var ki,
dışarı giderken kapıyı açık bırakmak bir gelenek. Böylece bir
ziyaretçi ev sahibinin dönmesini beklerken kendi evindeymiş
gibi dinlenebilir. Bunun tersi, Delhi gibi büyük şehirlerde çok
suç var; insanlar asla kendi kısmetlerinden memnun değiller
ve bu da sayısız problem yaratıyor. Ancak bana göre, bunu
ekonomik gelişmenin istenmeyen bir şey olduğuna karar ver­
mek için bahane olarak kullanmak ve saati geri almak yanlış­
tır. Geleneksel toplumlarda yerleşmiş anlayış ve saygı düzey­
leri çoğunlukla yaşam şartlarına göre belirlenir ve mutluluk
da diğer olanaklı yaşam biçimlerini bir süre için görmezlikten
gelmeye bağlıdır. Tibetli göçebelere kışın soğuktan daha iyi
Yaşamın Durumları 23

korunmayı tercih edip etmediklerini sorun, çadırlarının içini


is yapmayan sobalar daha iyi olmaz mıydı, hasta olduklarında
daha iyi bakılmak isterler miydi ya da televizyon aracılığıyla
dünyanın öbür tarafında neler olduğunu öğrenmek ilgilerini
çeker miydi? Ne cevap vereceklerini çok iyi biliyorum.
Ekonomik ve teknolojik gelişme istenen bir şeydir ve ge­
reklidir. Bu, karmaşıklık gözümüzden kaçan bir sürü etmenin
tepe noktasıdır, aniden gelişmeyi durdurarak bütün problem­
lerin çözüleceğini düşünmek saflık olurdu. Bununla beraber
işler kesinlikle rastgele olmamalı. Ahlâki değerlerin gelişimiy­
le el ele yürümeli. Bu iki işin eşzamanlı yürümesini sağlamak
bizlerin sorumluluğu. Geleceğimizin anahtarı budur. Maddi
gelişmeyle ruhsal ilerlemenin birlikte var olduğu bir toplum,
gerçek mutluluğun mümkün olduğu yerdir.
Peki buna nasıl varılacak? Bunun güzel tapmaklar ya da
manastırlarla sağlanacağım sanmıyorum. Aile en önemli rolü
oynamalıdır. Eğer ailede gerçekten huzur hüküm sürüyorsa,
aile sadece bilgi değil gerçek ahlâki değerleri de veriyorsa, na­
muslu ve özgecil yaşamanın öğrenildiği yerse, işte o zaman
toplumu bu temeller üzerinde yapılandırmak mümkündür.
Bence aile biriminin sorumluluğu çok büyük.
Çocukların aile içinde en samimi duygularla gelişebilmele­
ri önemlidir. Böylece saklı insani niteliklerini geliştirebilirler,
davranışları asildir, başkalarına yardım edecek zihinsel kud­
retleri vardır, çevreleriyle ilgilidirler ve diğerlerine örnek ola­
rak hizmet ederler, ileride, bu çocuklar mesleklerinde iyi olur­
lar ve yeni nesli eğitebilirler. Kaim gözlüklü yaşlı profesörler
24 Yürekten Gelen Öğütler

olduklarında bile çocukluklarında geliştirdikleri iyi alışkanlık­


ların bazılarım muhafaza edeceklerdir. Buna inanıyorum.
Eğer bir ailenin bu görevde başarılı olması isteniyorsa, ka­
dın ve erkek sadece birbirlerinin fiziksel görüntüsüne, sesine
ya da diğer dış özelliklerine kapıldıkları için bir araya gelme­
melidir. Birbirlerini iyi tanıyarak işe başlamalılar. İki taraf ta,
diğerinde oturmuş nitelikleri biliyorsa ve sevgi karşılıklıysa,
bu sevgi doğal olarak saygı ve özenle yürüyecektir ve yüksek
ihtimalle evlilikleri mutlu ve uzun ömürlü olacaktır.
Eğer bir erkek ve kadın birbirlerinin karakterini bilmeden
ya da saygıyla kabul etmeden, sadece arzu ve cinsel çekim yü­
zünden evlenirlerse, ki böyle şeyler bir hayat kadınına karşı
da hissedilebilir, birbirlerini ancak arzulan güçlü olduğu sü­
rece seveceklerdir. Sevgi derin ve karşılıklı bir hayranlıkla be­
raber yürümüyorsa, heyecanın tazeliği kaybolduğunda birlik­
te uyum içinde yaşamak zorlaşacaktır. Bu tip sevgi kördür. Bir
süre sonra, sıkça, tam tersine döner. Eğer çiftin çocuklan var­
sa çocuklar da sevilmeme riskini taşırlar. Biriyle yaşamayı is­
tediğimiz takdirde bunlar üzerine düşünmek çok önemlidir.
Bir gün San Francisco’da gençlere evlilik konusunda danış­
manlık yapan bir Hıristiyan rahiple karşılaştım. Onlara önce
çok sayıda erkek ya da kız tanımalarını, seçimlerini ondan
sonra yapmalannı söylüyordu. Sadece tek bir karşılaşmaya bel
bağlayacak olurlarsa kendilerini kandırıyor olabilirler. Bu
yaklaşımı çok sağlıklı buldum.
Evlendiğiniz dakikadan itibaren iki kişisiniz. Yalnız oldu­
ğumuz zaman bile akşam düşündüğümüz, sabah düşündüğü­
Yaşamın Durumları 25

müzün tam tersi olabiliyor. İki insan söz konusu olduğunda,


her an düşünce farklılıklarının ortaya çıkılabileceğini söyle­
meye bile gerek yok. Eşlerden biri sadece kendi fikirleriyle il­
gileniyorsa ve diğerinin görüşlerini dikkate almıyorsa birlikte­
lik iyi gitmiyordur. Bir başkasıyla yaşamaya başladığımızda, o
kişiye şefkatli davranmalı ve her zaman düşünce ve duygula­
rına önem vermeliyiz. Her ne olursa olsun herkes kendi payı­
na düşen sorumluluğu taşımalı. Evlilik sadece bir kişinin yü­
kümlülüğünde değildir.
Erkek kadını memnun etmeli, kadın da erkeği. Hiçbiri di­
ğerinin istediğini yapmıyorsa çıkacak tek sonuç karmaşa ve
ayrılıktır. Çocuk olmadığı sürece bu bir felâket değil. Biri
mahkemeye gider, birkaç form doldurur ve bütün yaptığı ka­
ğıt israf etmektir. Ama çocuklar varsa, bütün yaşamları bo­
yunca derin bir huzursuzluk hissedeceklerdir.
Bugünlerde bir sürü çift ayrılıyor. Bazen bunu yapmak için
iyi nedenleri var, ama bence ayrılmadan önce birlikte mutlu
yaşamak için ellerinden gelen her şeyi yapsalar çok daha iyi
olur. Bunun için kişisel çaba ve düşünce gerekiyor elbette. Ay­
rılık kaçınılmazsa, kimseye zarar vermeden mümkün oldu­
ğunca yumuşak olması önemli.
Biriyle yaşamaya karar verdiğinizde olaya ısının ve acele et­
meyin. Beraberken evliliğin sorumlulukları üzerine düşünün.
Yuva kurmak ciddi bir iştir. Ailenizi mutlu bir aile yapmak,
herkesin ihtiyaçlarını karşılamak, çocuklarınızı eğitmek ve
onlann gelecekteki mutluluğunu garantiye almak için gücü­
nüzün yettiği her şeyi yapın.
26 Yürekten Gelen Öğütler

Her zaman niteliği niceliğe tercih edin. Bu kural bütün ya­


şam durumlarına uygulanabilir. Bir manastırda az sayıda ama
gerçek keşişler olsun daha iyi. Bir okulda esas olan, çok sayı­
da öğrenciye sahip olmak değil, onları iyi yetiştirmektir. Bir
ailede, önemli olan çok sayıda çocuk sahibi olmak değil, ço­
cukların sağlıklı ve iyi yetiştirilmiş olmalandır.
Yaşamın Durumları 27

Bekârlara

Bekârlığın pek çok çeşidi var. İffet yemini etmiş keşişler,


eşi olmayan laikler var; bekârlığı seçenler ve istemelerine rağ­
men evlenmemiş olanlar var; mutsuz çiftler ve evliliği çok zor
bulanlar var. |
Evli yaşam bazı avantajlar getirmekle berâber kendi sorun­
larını da yaratır. İnsanın çocuklarına ve eşine çok zaman ayır­
ması gerekir. (Onlarla vakit geçirmek, büyük masrafları ka­
bullenmek, daha çok çalışmak, eşinin ailesiyle ilişkilerini iyi
tutmak gibi bir sürü şey yapmak zorundadır.)
Yalnız yaşayan insanlar genellikle daha basit bir yaşam sü­
rerler. Doyurulacak sadece tek bir karın vardır, sorumlulukla­
rı daha azdır ve istediklerini yapmakta özgürdürler. Ruhsal bir
arayış içindeyseler ya da zaten izledikleri bir yol varsa, araştır­
malarının onları götürdüğü yere gitmekte özgürdürler. Bir ba­
vul yeter ve istedikleri yerde istedikleri kadar kalabilirler. Be­
kârlık, istediğimiz şeyi yapmak konusunda daha fazla özgür­
lük ve verimlilik sağlaması açısından yararlı bir tercih olabilir.
Dinsel yaşam çerçevesinde de tüm anlamını kuşanır ama bun­
dan daha sonra söz edeceğim.
Bazı erkekler, bir kadın bulmak için deli gibi uğraşmaları­
na rağmen yalnızdırlar. Kimi kadınlar hayatlarının erkeğine
rastlamak’ için ölürler, ama bu rüyalarını asla gerçekleştire-
mezler. Bazen problem çok benmerkezci olmaktan ya da in­
sanlardan fazla şey beklemekten kaynaklanır. Yavaş yavaş ter­
si yaklaşım geliştirerek, kendi problemlerine daha az kafa yo­
28 Yürekten Gelen Öğütler

rup başkalarım da düşünmeye başladıkları takdirde insanlar­


dan daha olumlu tepkiler alırlar. Başka ne denebilir ki zaten?
Kadınsalar daha fazla makyaj yapmalarını, erkekseler daha
fazla kaslarını geliştirmelerini söyleyecek değilim ya! (Gülüş­
meler)
Yaşamın Durumları 29

Bîr Topluluk İçinde Yaşayanlara

Toplumsal yaşamda gönüllü çalışmanın çok iyi bir şey ol­


duğunu düşünüyorum. İnsanlar doğal bir şekilde birbirlerine
bağlıdırlar. Bir topluluk içinde yaşamak daha çok, ihtiyaçları­
mızı karşılayan dev bir aile içinde yaşamaya benzer. Bazı nite­
likleri olduğunu düşündüğümüz için bir gruba katılırız. Baş­
kalarıyla çalışmaktan hoşlanırız. Herkes kendi günlük işlerini
yapar ve ortak çabadan bir pay alır. Çok pratik bir çözüm gi­
bi geliyor bana.
Her grupta değişik bakış açıları ortaya çıkacaktır. Bunun
bir avantaj olduğunu düşünüyorum. Değişik fikirlerle karşı­
laştıkça kendimizi geliştirmek ve başkalarını daha iyi anlamak
için daha çok fırsatımız olur. Bizden farklı düşünen biriyle
mücadeleye girdiğimizde her şey sertleşir. Katı bir şekilde
kendi görüşlerimize tutunmamak, açık fikirlilikle iletişim
kurmalıyız. Bu şekilde bakış açılarını karşılaştırabilir, yeni fi­
kirler ortaya koyabiliriz.
Aile içinde olsun, diğer sosyal gruplarda olsun iletişim kur­
mak önemlidir. Çocukluktan başlayarak bir münakaşa olduğu
zaman negatif düşüncelerden ve “Bu insandan nasıl kurtulabi­
lirim?” diye düşünmekten kaçınmalıyız. O insana yardım et­
mesek de, en azından ne söylediğini dinlemeye çalışalım. Ken­
dimizi bu yönde eğitmeliyiz. Okulda ya da evde bir kavga çık­
tığında hemen konuşmaya çalışmalı ve bu alışverişten bir şey­
ler öğrenmeliyiz.
30 Yürekten Gelen Öğütler

Birisiyle aynı fikirde olmadığımız zaman otomatik olarak


bir çatışma olması gerektiğini ve bu çatışmanın bir kazanan ve
kaybeden ya da deyim yerindeyse yaralanmış gururla bitmesi
gerektiğini düşünme eğilimindeyiz. Olayları bu ışıkta gör­
mekten kaçınalım. Her zaman ortak noktayı arayalım. Anah­
tar, diğer insanın bakış açısına hemen ilgi göstermektir. Bu
kesinlikle becerebileceğimiz bir şey.
Yaşamın Durumları 31

Zenginlik İçinde Yaşayanlara

Zengin insanlarla karşılaştığımda genellikle onlara Budist


öğretiye göre bunun iyi bir işaret olduğunu söylüyorum. Bu
bir sevabın meyvesi, geçmişte cömert olduklarının kanıtıdır.
Yine de zenginlik mutlulukla eşanlamlı değildir. Öyle olsaydı,
daha zengin olanlar daha mutlu olurlardı.
insan olarak temelde zengin insanlar farklı değiller. Koca­
man bir servetleri olsa da sadece bir tane mideleri olduğu için
başkalarından daha fazla yiyemezler ve ellerinde yüzük tak­
mak için fazladan parmakları yoktur. Tabii ki en iyi ve pahalı
içkileri içebilir, en lezzetli yemekleri yiyebilirler. Ne yazık ki
bu çoğunlukla sağlıklarına zarar verir. Fiziksel olarak çalışma­
ya mecbur olmayan birçoğu, şişmanlama ya da hasta olma
korkusuyla enerjilerini spora harcarlar. Onlar da benim gibi;
ben pek yürüyüşe çıkmam, bu yüzden her gün odamdaki bi­
sikleti kullanmak zorundayım. Düşündüğünüzde sonuç bu
olacaksa zengin olmaya değmez! (Gülüşmeler)
insanın “Ben zenginim” diyebilmesi elbette ki çok ferahla­
tıcı bir duygudur. Kendine has bir enerji verir ve ilginç bir
sosyal imaj yaratır. Fakat bu durum insanın o serveti kazan­
mak ve artırmak için girdiği eziyeti mazur gösterir mi gerçek­
ten? Zengin bir insan çoğu zaman ailesini veya dahil olduğu
topluluğu gücendirir, insanların kıskanmasına ya da kin duy­
masına neden olur. Sonuç olarak sürekli tedirgindir ve savun­
madadır.
32 Yürekten Gelen Öğütler

Bana göre zengin olmanın tek getirisi başkalarına yardım


edebilmektir. Zengin biri sosyal olarak daha önemli bir rol oy­
nar ve daha etkilidir. İyi niyetliyse çok güzel şeyler yapabilir.
Tam tersi eğer kötü niyetliyse daha fazla zarar verebilir.
Bu yerküreye karşı sorumluluğumuz olduğunu her zaman
söylüyorum. Yani zenginliğimize şükrederek yapabileceğimiz
faydalı bir şeyler varken kıpırdamıyorsak kafasız aptallarız.
Her gün başkalarının bizim için ürettiği yiyecek ya da eş­
yaları kullanıyoruz. Yaşamamıza yetecek kadarına sahip olur
olmaz, dünyanın geri kalanına yardım etmeliyiz. Bizden daha
az şanslı olanların mutluluğuna katkıda bulunmaksızın ihti­
şam içinde yaşamak ne kadar üzücü bir şey. Çok fakir insan­
lar var. Bazılarının yiyecek ekmeği ve başını sokacak bir barı­
nağı yok, eğitim ve sağlık hizmetinden bahsetmiyorum bile.
Zenginsek ve yalnız kendimizle ilgileniyorsak, bu insanlar ne
düşünecekler? Parmağını bile kıpırdatmadan lüks içinde yaşa­
yan insanları görürken sabahtan akşama kadar yok denecek
kadar az bir parayı kazanmak için zor şartlarda çalışan insan­
lar nasıl tepki göstermeliler? Kıskanç olmalarına ve acı çek­
melerine neden olmuyor muyuz? Onları nefret ve şiddete it­
miyor muyuz?
Çok paranız varsa, harcamanın en iyi yolu fakirlere, sıkın­
tı içinde olanlara yardım etmek ve yerküre üstünde yaşayan­
ların problemlerine çözümler getirerek onları biraz mutlu
edebilmektir. Yoksullara yardım etmek yalnızca para vermek
değildir. Eğitim ve sağlık konularında destek sağlamak ve
kendilerine yeterli olmalarına yardım etmektir.
Yaşamın Durumları 33

Yalnız başına ihtişam içinde yaşamak anlamsız. Hayatınızı,


paranızı fuzuli şeylere harcayarak tüketmektense başkalarının
yararına kullanın. Gösteriş yapmak, kumarda büyük paralar
harcamak hoşunuza gidiyorsa, kimseye zarar vermediğiniz sü­
rece söylenebilecek fazla bir şey yok, çünkü para sizin para­
nız. Ancak kendinizi kandınyor, hayatınızı çarçur ediyorsu­
nuz.
Zengin ama aynı zamanda insan olduğunuzun farkında ol­
malısınız, bir yoksuldan farklı değilsiniz: Manevi mutluluğun
zenginliğine ihtiyacınız var ve bu mutluluk satın alınamaz.
Şimdilerde zengin ile yoksul arasındaki uçurum gittikçe
büyüyor. Son yirmi yıl içinde en az beş yüz yeni dolar milyo­
neri oldu. 1982’lerde bu sayı sadece on iki idi. Bunlann için­
de yüzden fazlası Asya devletlerinden. Genelde insan Asya’nın
fakir olduğunu düşünüyor, ama Avrupa’da ve Amerika’da da
sayısız fakir insan yaşıyor. Bu yüzden zengin ve fakir sorunu
doğu-batı çekişmesinin ötesine geçiyor.
Komünizm gibi büyük ideolojilerin, zenginlerin mallarını
paylaşmaya zorlama çabaları başarısız oldu. Artık insanların
paylaşma ihtiyacını kendilerinin fark etmesi gerekiyor. Doğal
olarak bunun için yeni bir eğitim, bakış açılarında köklü bir
değişime ihtiyaç var.
Küresel çöküşe göz yummanın zenginlere uzun vadede
kazandıracağı hiçbir şey yok. Bazı ülkelerde daha şimdiden ol­
duğu gibi, kendilerini fakirlerin nefretinden korumak zorun­
da kalacaklar ve gittikçe artan bir korku içinde yaşayacaklar.
Zenginin çok zengin, fakirin çok fakir olduğu her toplum şid­
34 Yürekten Gelen Öğütler

det, suç ve iç savaş üretecektir. Kışkırtıcılar; yoksulları, dava­


ları için savaştıklarını düşünmelerini sağlayarak kolaylıkla
ayaklandırabilirler. Bir sürü problem ortaya çıkacaktır.
Zenginseniz, çevrenizdeki yoksullara yardım ediyorsanız,
sayenizde daha sağlıklı olmanın tadını çıkarıyorlarsa, bilgi ve
yeteneklerini geliştirme fırsatları varsa, karşılığında size değer
vereceklerdir. Zengin olsanız da arkadaşları olacaksınız. On­
lar da, siz de hoşnut olacaksınız, değil mi? Bir talihsizlikle
karşılaştığınızda duygularınızı paylaşacaklar. Ancak kendini­
zi bencilce kapatır, hiçbir şey paylaşmazsanız, bu durumda
sizden nefret edecekler ve acı çektiğinizde memnun olacaklar.
Hepimiz sosyal varlıklarız. Çevremiz dostça tutum içindeyse
otomatik olarak kendimizi güvende ve mutlu hissederiz.
Yaşamın Durumları 35

Yoksullara

Maddi yoksulluk, sizi asil düşüncelere sahip olmaktan alı­


koymamak. Açıkçası bu, servetten daha önemlidir. Bu yüzden
insan beynine ve vücuduna sahip olduğunuz sürece fakir bile
olsanız, asıl önemli olana sahipsiniz. Cesaretinizi kırmaya ve­
ya içinize kapanmaya hiç gerek yok. Hindistan’da hakları için
savaşan alt kesimden insanlara, hepimizin insan olduğunu,
aynı potansiyele sahip olduğumuzu söylüyorum. Fakir ve
öbür kastlar tarafından dışlanmış olduklan için cesaretlerini
yitirmemekler.
Varlıklı olanlara karşı ayaklanmak ve sert olmak faydasız­
dır. Tabii ki zenginler yoksullara saygı göstermeli; güçlerini
kötüye kullanırlarsa da, yoksullar kendini savunmalı. Ama
kin ve kıskançlık veya husumet insanlığı hiçbir yere götür­
mez. Siz de zengin olmak istiyorsanız, oturup şikâyet etmek
yerine, iyi bir eğitim için çaba harcasanız daha iyi olur. Asıl
mesele, insanın kendi ayaklarının üzerinde durabilmesi için
gerekli araçlara sahip olması.
Hep, sürgüne gönderilmemden sonra mülteci olarak Hin­
distan’a gelen binlerce Tibetli’yi düşünüyorum. Her şeylerini
kaybettiler, ülkelerini bile, çoğunun parası, barınağı ve sağlık
koruması yoktu. Yaşamlannı çok zor şartlar altında yeni baş­
tan kurmak zorundaydılar, muson yağmurlarından ve sıcak­
tan korunmak için çadırlarından başka şeyleri yoktu. Onlara
ayrılan elverişsiz arazileri temizlemek zorundaydılar ve yüz-
lercesi Tibet’te hiç bilinmeyen hastalıklardan öldüler. Yine de
36 Yürekten Gelen Öğütler

çok azı umudunu kaybetti, şaşırtıcı bir hızla bu zorlukları aş­


mayı ve yeniden yaşama sevinci duymayı başardılar. Bu göste­
riyor ki, doğru bakış açısıyla en kötü koşullarda bile mutlu
olunabilir. Ancak iç huzurumuz yoksa rahat ve bolluğun mut­
luluk getireceğini düşünerek kendimizi kandırırız.
İstersek maddi yoksulluğumuzu ruhsal yoksullukla ta­
mamlamakta özgürüz elbette. Ama yaşama olumlu bir yakla­
şım geliştirmeye çalışılmalı. Tekrarlıyorum, bu fakir olmamak
için çaba harcamamak gerektiği anlamına gelmiyor. Haksızlı­
ğa ugradıysanız mücadele edin; emin olun gerçek kazanır, bu
önemli. Demokratik toplumlarda herkesin kanunlara bağlı ol­
ması büyük bir avantajdır. Ama her zaman adil ve nazik tavrı­
nızı koruyun.
Yaşamın Durumları 37

Hastalara

Bugünlerde bir sürü tıbbi gelişme oluyor. Ama zihinsel


yaklaşımımız korunma ve tedavi safhasında önemli bir rol oy­
namaya devam ediyor. Bu oldukça açık.
Beden ve zihin birbirlerine sıkı bir şekilde bağlıdır ve bir­
birlerini etkiler. Bu yüzden ne kadar hasta olursanız olun, hiç­
bir zaman umudunuzu yitirmemeksiniz. Kendi kendinize her
zaman bir çare olduğunu ve iyileşme şansı bulunduğunu söy­
leyin. Durum ne olursa olsun endişe etmenin anlamsız oldu­
ğunu hatırlayın; endişe sıkıntınızı ikiye katlar. Ben sık sık
Hintli bilge Shantideva’nm şu çok faydalı sözünü tekrar ede­
rim: “Bir çözüm varsa endişelenmeye ne gerek var. Çözümü
uygulayın yeter. Peki ya çözüm yoksa endişelenmenin yararı
nedir? Endişe sadece acınızı artırır.”
En iyi ilaç hastalığı önlemektir. Bu, beslenme ve alışkanlık­
larla bağlantılıdır. Birçok insan alkol ve sigarayı aşırı tüketi­
yor. Bu maddelerin tadından ve gücünden aldıkları küçük ve
uçucu keyifler için sağlıklarını tehlikeye atıyorlar. Diğerleri
aşın yiyerek kendilerini hasta ediyorlar. Dağda inzivaya çeki­
lip, ruhsal çalışma yaptıkları sürece sağlıklı kalan Budist öğ­
renciler biliyorum. Yeni yıl ya da festivaller için aşağıya inip
ailelerini ya da arkadaşlarını görmeye gittiklerinde, iştahlarını
kontrol edemiyorlar ve hastalanıyorlar. (Kahkahalar)
Buda, müritlerine yeteri kadar yemezlerse vücutlarının za­
yıf düşeceğini ve bunun hata olduğunu söylerdi; ancak çok ra­
hat bir hayat yaşarlarsa da, sevaplarını tüketeceklerini eklerdi.
38 Yürekten Gelen Öğütler

Bu şekilde, bize, arzularımızı azaltıp maneviyatımızı geliştir­


memizi, sahip olduğumuzla yetinmemizi ve sağlıklı olmaya
özen göstermemizi öneriyordu. İnsan çok fazla ya da çok az
yerse, her iki durumda da sonunda hasta düşecektir. Günlük
yaşantımızda abartılardan kaçınmalıyız.
Yaşamın Durumları 39

Engelliler ve Onlara Bakmakla


Yükümlülere

Eğer fiziksel engelliyseniz kendinize derinde, özde aynı ol­


duğunu söylemelisiniz. Bazı duyularınızı kullanamasanız bile,
zihniniz diğer insanlarmkiyle aynı çalışıyor. Cesaretinizi yitir­
meyin, kendinize güvenin. İnsansınız ve yapabileceğiniz pek
çok şey var.
Bir gün bir konuşma için engelliler okulunu ziyaret ettim.
İlk bakışta çocuklar bizim gibi anlaşamıyorlardı. Aslında on­
lar sadece başka araçlar kullanıyorlardı ama herkes gibi eğitim
alıyorlardı. Bugün görme engelliler bile makineler yardımıyla
okuyup yazabiliyorlar. Hatta bazıları yazar. Hindistan televiz­
yonunda ayağıyla yazan bir adam gördüm. Belki çok hızlı de­
ğildi ama, kendi mektuplarını güzelce yazabiliyordu.
Her ne olursa olsun kalbinizle bağlantınızı yitirmeyin. Kim
“Başaracağım” derse, hedefine ulaşacaktır. Ama “İmkânsız, bü­
tün yetilerime sahip değilim, asla beceremeyeceğim” diye düşü­
nürseniz başarısız olursunuz. Tibet’te söylendiği gibi, “Cesare­
tini yitiren fakirlikten kurtulamaz.” Söylediklerimin zihinsel
engellilerle ve normal düşünemeyenlerle bir ilgisi yok elbette.
Bir çocuk engelli doğduğunda, anne ve babasının, akraba­
larının nasıl üzüntü, endişe ve ümitsizlik içine düşeceklerini
söylemeye bile gerek yok. Ancak başkalannı korumak, kolla­
mak da bir mutluluk ve tatmin vesilesidir. Budist öğretide, acı
çekenlere ve kendini savunamayanlara daha fazla sevgi göster­
40 Yürekten Gelen Öğütler

memiz söylenir. Onlara yardım ettikçe, faydalı olmaktan kay­


naklanan derin bir tatmin duygusu hissederiz.
Genel bir kural olarak, başkalarının bakımıyla ilgilenmek
yapabileceğimiz en iyi şeydir. Evinizde ya da çevrenizde çok
incinmiş, savunmasız, tedavi edilemeyen bir hastalığa yaka­
lanmış biri varsa bu özel fırsatı değerlendirin ve neşeyle bu in­
sana hizmet edin. Bunu yapmak mükemmel bir şey.
Diğer taraftan bunu bir zorunluluk ya da dert olarak görür­
seniz, eyleminiz tam olmaz ve kendinize gereksiz zorluklar
yaratırsınız.
Yaşamın Durumları 41

Ölm ekte Olanlara ve Eşlikçilerine 9 9

Ölüm ciddi bir olaydır, insanın kendini buna hazırlaması


iyi olur. Önlenemez olduğu gerçeği üzerine tefekküre dalma-
lıyız. Yaşamın bir başı bir de sonu olduğuna göre, ölümün bu­
nun doğal bir parçası olduğunu kabul etmeliyiz. Kaçmaya ça­
lışmak boşuna.
Böyle düşünceler erken yaşlarda zihnimize yerleşirse,
ölüm geldiğinde onu aniden ortaya çıkan anormal bir olay
olarak görmeyiz. Onunla çok daha farklı yüzleşebiliriz.
Çoğumuzun kendi ölümümüz hakkında düşünmekten
hoşlanmadığı doğru. Yaşamımızın büyük bölümünü servet yı-
. ğarak ya da sayısız projeye girişerek, böyle bir güvence olma­
masına rağmen sonsuza kadar yaşayacakmışız gibi harcanz.
Halbuki bir gün, belki yarın, hatta belki bir dakika sonra her
şeyi arkamızda bırakacağız.
Budizm’de rahat ölmek için şimdiden kendimizi eğitmek
önemlidir. Yaşamsal işlevlerimiz durduğunda kaba düzeyde
bilinç kaybolur ve fiziksel desteğe ihtiyacı olmayan yüksek bir
bilinç ortaya çıkar, vakti dolmuş öğrenciyi aydınlanmaya gö­
türebilecek özel bir fırsat sunar. Bu yüzden özellikle Tant-
ra’da5 öğrenciyi ölüm anma hazırlamayı amaçlayan bir sürü
meditasyon tekniği bulabilirsiniz.
Dindar biriyseniz, ölüm anında inancınıza ve duaya yoğun­
laşın. Tanrıya inanıyorsanız, kendi kendinize; yaşamın sonu­
na gelmiş olmak üzücü olsa bile, Tanrının nedenleri olduğu­

5 Budizm’de Vajrayana’nm temel metinlerine Tantra adı verilir.


42 Yürekten Gelen Öğütler

nu ve ölümün kavrayamayacağınız derin bir konu olduğunu


söyleyin. Bu düşünce kesinlikle yardımcı olacaktır.
Budistseniz, yeniden doğuma inanıyorsanız, ölüm sadece in­
sanın eski giysilerini çıkarıp yeni giysiler giymesi gibi fiziksel
beden değişikliğinden başka bir şey değildir. İç ve dış şartlardan
dolayı fiziksel kalıbımız bizi artık canlı tutmaya yetmediğinde
eskiyi bırakmanın ve yeni bir tane edinmenin zamanı gelmiştir.
Bu şartlarda, ölmek varolmayı bırakmak demek değildir.
Yeniden doğumu kabul edin ya da etmeyin; dindar bir in­
san için ölüm sırasında önemli olan, Tanrı inancı ya da her­
hangi bir olumlu zihin hâli yardımıyla kaba bilincimizden do­
ğan düşüncelerin akışını durdurmaktır, ideal olarak zihin ola­
bildiğince berrak tutulmalı, bulandıracak her şeyden uzak du­
rulmalıdır. Bununla beraber ölmekte olan insan çok acı çeki­
yorsa ve ona yardım edecek olumlu hiçbir şey mümkün değil­
se bilincinin tam yerinde olmaması daha iyidir. Böyle bir du­
rumda ağrı kesici ya da ilaç yardımcı olur.
Dini inancı ya da ruhsal yolu olmayanlar ve bakış açılan
dindar olmaktan çok uzak olanlar için ölüm anında en önem­
li nokta sakin ve rahatlamış olmak ve ölümün yaşamın doğal
bir parçası olduğunu unutmamaktır.6

6 Bu boş bir öğüt gibi görünebilir, çünkü bir inançsız için ölümden sonrası
diye bir şey yoktur. Ama bir Budist olan Dalai Lama için madde olmayan
zihnimizin madde olan bedenimiz öldüğü için ortadan yok olduğunu kabul
etmek imkânsızdır. Bu ikisinin doğası ayrıdır her şeyden önce. Zihnimiz
ölümle yeniden doğum arasında bir ara durumda varlığını sürdürür, sonra
ölenin geçmiş eylemleri ve ölürkenki zihin durumuna göre belirlenen yeni
bir bedensel forma kavuşur. Bu nedenle Dalai Lama, birkaç paragraf aşağıda
ölenin negatif eğilimler geliştirme riskinden söz ediyor.
Yaşamın Durumları 43

Ölmekte olan biriyle ilgileniyorsanız, onun kişiliğine, has­


talığının doğasına, dini inançlanna, yeniden doğumla ilgili fi­
kirlerine uygun bir yaklaşım içinde olmaya çalışın. Etrafında
huzurlu bir ortam yaratarak rahatlamasına yardımcı olmak
için elinizden geleni yapın. Siz endişeliyseniz, o da düşünce­
lerden etkilenip huzursuz olacaktır. Budist metinlere göre siz
huzursuzsanız ölen kişide de olumsuz eğilimler yaratabilirsi­
niz.
Ölen kişiyle aynı dine mensupsanız alışık olduğu uygula­
maları hatırlatın ya da inançlarını güçlendirmesine yardım
edin. Ölüm zamanı zihin berraklığını kaybeder. Ölmekte olan
kişiyi yeni ya da alışık olmadığı bir uygulamaya zorlamak fay­
dasızdır. Kaba bilinç yok olup yüksek bilincimiz ortaya çık­
maya başladığında, ruhsal eğitimimizin derinliği ve olumlu
düşüncelerin gücü bize yardımcı olacaktır.
Koma halinde, farkmdalık olmadan sadece solunum de­
vam ederken hastaya ulaşmak mümkün değilse, bu duruma
uygun hareket etmelisiniz. Eğer ailenin hali vakti yerindeyse,
ölen kişiyi fazladan bir gün bile yaşatmak için her şeyi yap­
maya hazırsalar, buna göre davranın. Bunun ölen insana hiç­
bir faydası olmasa da, sevdiklerinin arzuları yerine gelecek­
tir.
Kişinin bilincinin tekrar açılması için hiçbir ümit kalma­
mışsa ya da böyle bir şeyi istemek gerçekçi değilse, örneğin
bunu sağlamak çok pahalıysa, aileyi zor durumda bırakacak,
başka insanlar için ciddi problemler yaratacaksa veda etmek
en iyisidir.
44 Yürekten Gelen Öğütler

Her ne kadar Budizm’e göre ölmekte olan birinin acısını


azaltmak için elimizden geleni yapmamız gerekse de gerçek
şu ki, insanın kendi eylemleriyle yarattığı acıdan kaçması
mümkün değildir. Diğer bir deyişle, insan kendi hareketleri
yüzünden ıstırap çeker (veya karma) ve seçimlerimizin etkile­
rinden kaçmamız mümkün değildir. Kişinin öldüğü yerde fi­
ziksel koşullar uygun değilse ya da varoluşun başka bir boyu­
tunda onunla ilgilenecek hiç kimse yoksa, ıstırabı daha da yo­
ğun olacaktır. Böylesi bir durumda çevresinde onunla ilgile­
nen ve ihtiyaçlarına yanıt veren insanlar olduğu için, içinde
bulunduğu bedende acı çekmesi daha iyidir. Ancak böyle ya­
pay bir yaşamı uzatmak ya da bitirmek herkesten önce hasta­
nın yakınlarının ya da ailesinin kararı olmalıdır.
Yaşamın Durumları 45

Çok Fazla Çalışıp, Çok A z Boş


Zam anı Olanlara

Bazı arkadaşlarıma “para köleleri” diyorum. Bir dakika


dinlenmeden, oradan buraya koşuşturarak kendilerini tüketi­
yorlar. Dönmemek üzere Japonya’ya, Amerika’ya, Kore’ye gi­
diyorlar ve tatil yapmaya cesaret edemiyorlar.
Eylemleri başkalarının yararına ya da ülkelerinin gelişimine
adanmışsa böyle bir çabayı takdir etmeliyiz. Soylu amaçlan
olanlar ve bunlara ulaşmak için gece gündüz çalışanlar takdiri­
mizi hak ederler. Fakat bu durumda bile zaman zaman dinlen­
mek sağlığımızı korumak için iyidir. Makul bir hızda, daha
uzun süre faydalı olmak, kısa vadeli aşın çabalardan daha iyi­
dir.
Bu çılgın koşuşturmanın amacı kişisel hırsları tatmin et­
mekse ve süreç sırasında kendinizi tüketiyor, sağlığınızı tehli­
keye atıyorsanız, yaptığınız, bir hiç uğruna kendinizi hırpala­
maktan başka bir şey değildir.
46 Yürekten Gelen Öğütler

Mahkûmlara ve Onları Mahkûm


Ettirenlere

Suç işleyen insanlar hapsedilir ve toplumdan uzaklaştırılır.


Böylece, kötü oldukları için toplum tarafından kabul edilme­
diklerini düşünürler. Kendilerini iyileştirmek ve yeni bir ya­
şam kurmak için hiç bir ümitleri olmadan diğer tutuklularla
kavga eder, zayıfları kullanırlar. Bu koşullarda iyileşme ihti­
malleri pek az.
Bazen bir generalin binlerce insanı öldürdüğünde kahra­
man ilan edilmesi üzerine düşüncelere dalıyorum. Yaptığı ola­
ğandışı olarak değerlendirilir ve onurlandırılır. Ama zaten
toplumca kaybedilmiş bir insan birisini öldürürse katil mu­
amelesi görür, hapse konur hatta idam edilir. Bazı insanlar
haksız servet sahibi olur, asla yakalanmazlar. Diğerleri ümit­
sizlikten birkaç cüzdan çalar, kelepçelerle sürüklenerek hapi-
saneye götürülürler.
Hepimiz potansiyel suçluyuz ve hapse attıklarımız, derin­
de, herhangi birimizden daha kötü değiller. Değişik oranlarda
hepimizin sıkıntısını çektiği cehalet, arzu ve öfke gibi illetlere
kapıldılar. Görevimiz iyileşmelerine yardım etmektir.
Toplum hata yapmış olanları, sabıkalıları itmemeli. Onlar
bizler gibi toplumun üyesi olan, tam anlamıyla birer insandır­
lar ve onlar da değişebilirler. Onlara ümit vermek ve yaşamla­
rında yeni bir yön çizmeleri için iradelerini desteklemek mec­
buriyetindeyiz.
Yaşamın Durumları 47

Hindistan’da Delhi Tihar’da, Kirian Bedi isimli bir yöneti­


cinin mahkûmlara insanca muamele ettiği bir hapishaneyi zi­
yaret ettim. Onlara ruhsal eğitim veriyor, meditasyon öğreti­
yor ve suçluluk duygusundan kurtulmalarına yardım eden zi­
hinsel huzuru yavaş yavaş yerleştiriyor. Mahkûmlar sevildik­
lerini görmekten ve ilgilenilmekten mutlular. Bir zaman son­
ra, hatta serbest bırakılmadan önce, tatmin olmuş bir şekilde,
insani değerlere inanarak, yeniden topluma ayak uydurabili-
yorlar. Bana kalırsa bu yapılması gerekenin mükemmel bir ör­
neği.
ABD’de mahkûmlarla konuşan ve onlara özen gösteren Bu-
distlerle karşılaştım. Onlara çok yararlı bir uğraş içinde olduk­
larını söyleyerek cesaret vermeye çalıştım.
Genç suçlulann durumu özellikle üzücü. Öncelikle yeni
başlamış kısacık yaşamları daha şimdiden harcanmış durum­
da. Ayrıca bu tip bir trajedinin nedeni zor sosyal şartlar, tec­
rübesizlik, gencin kendi ayaklan üstünde nasıl duracağı hak­
kında danışabileceği kimsesinin bulunmamasıdır
Genç suçlulara ve hapisteki herkese vereceğim önemli
öğüt; asla düşmemek, umudunu kaybetmemek ve kendini ge-
liştirineye çalışmak olacaktır. Kendinize şunu söyleyin: “Hata­
mı biliyorum, bir daha yapmayacağım, doğru davranacağım,
başkalarına yardım edeceğim.” Hepimiz değişebiliriz. Hepi­
miz aynı beyne ve potansiyele sahibiz. Cehaleti ya da gelip ge­
çici düşünceleri bir yana bırakırsak, asla ümitsiz vaka olduğu­
muzu söylememeliyiz.
48 Yürekten Gelen Öğütler

Zavallı mahkûmlar! Birdenbire negatif duygularının gücü­


ne yenik düştükleri için suç işlediler, şimdi hapishanede, top­
lumdan dışlanmış dürümdalar ve bu yaşamda ümit edecekle­
ri hiçbir şeyleri yok.
Yaşamın Durumları 49

Eşcinsellere
9

Birçoklan eşcinsellik hakkında ne düşündüğümü sordu.


Bir dini inancı olanlar için yapılacak en iyi şey inancınıza uy­
gun olarak neyi yapmanız ya da yapmamanız gerektiğine ka­
rar vermek. Bazı Hıristiyanlar homoseksüelliği ciddi bir kusur
olarak görüyor, bazıları da görmüyor. Bazı Budistler kabul
ediyor, bazıları içinse bu durum pratikte Budist olmayı bırak­
makla aynı şey.
Budist metinlere göre on tane zararlı eylem var ve kötü cin­
sel davranış bunlardan biri7. Bununla aslında zina kastedilir
ama eşcinsellik, oral seks, anal seks ve mastürbasyonu da kap­
sar. Bunları yapıyor olmanız Budist olamayacağınız anlamına
gelmiyor. Yanlış görüşlerden sayılan -Buda’ya ya da nedensel­
lik yasasına inanmamak dışında- öldürmek de dahil bu on za­
rarlı eylemden hiçbiri Budist olmaya engel değildir. Başka bir
insanı öldüren birisi elbette ki çok zararlı bir eylemde bulun­
muştur. Hele ki bu kişi bir Budist rahipse ve suçunu gizleme­
ye çalışırsa, dönüşü olmayan bir şekilde yeminini bozmuş
olur ve manastın terk etmesi gerekebilir. Ama çalışmalarını
devam ettirebilir.
Dindar değilseniz, karşılıklı rızayla, hiçbir şekilde tecavüz
ya da istismar olmadan bir hemcinsinizle ilişkiye girmek isti­
yorsanız ve bunda şiddet içermeyen bir tatmin buluyorsanız,

7 Diğer dokuz tanesi: Öldürmek, hırsızlık, iftira, yaralayıcı konuşma, dediko­


du, imrenme, kötü niyet beslemek, yanlış görüş sahibi olma.
50 Yürekten Gelen Öğütler

söyleyebileceğim bir şey yok. Hatta homoseksüellerin toplum


tarafından itilmelerinin, bazen cezalandırılmalarının ve işleri­
ni kaybetmelerinin haksızlık olduğunu düşünüyorum. Onları
suçlularla aynı kefeye koyamayız.
Homoseksüellik, Budist kurallara göre genellikle bir hata
olmakla birlikte, başkalarının acı çekmesine neden olmadığı
için tecavüz, öldürme ya da diğer eylemler gibi zararlı olmadı­
ğını düşünüyorum. Aynı şey mastürbasyon için de geçerli. Bu
yüzden homoseksüelleri itmeye, ayırımcılık yapmaya gerek
yok.
Şunu da eklemem gerekir ki, sırf sizin davranış biçiminize
ya da dünya görüşünüze uymuyor diye bazı cinsel tavırları
ayıplayan ya da tasvip etmeyen dinleri sistemli olarak hor gör­
menin de haksızlık olduğunu düşünüyorum.
3
TOPLUMDAKİ ROLLER
Toplumdaki Roller 53

Politikacılara

Politikacılar çoğunlukla seçmenlerin saygısını ve desteğini


kazanmak için sözler verirler. “Bunu yapacağım, şunu yapaca­
ğım, bekleyin ve görün.” Ama saygı görmek ve desteklenmek
istiyorlarsa, bana göre daha önemli olan dürüst olmak ve ger­
çek düşüncelerini söylemektir.
Kelimelerimiz durumlara göre değişiyorsa, insanlar fark
ederler ve hatırlarlar: “Önce böyle söylemişti, şimdi başka ko­
nuşuyor. Hangisi doğ-ru?” Samimiyet gerekli bir niteliktir.
Özellikle medyanın insanların her söylediği ve yaptığının pe­
şinden koştuğu bugünlerde, insanın ortam ne olursa olsun
düşüncelerinin arkasında durması eskiye göre daha da önem­
li. Her zaman açık konuşursak, fikirlerimizi beğenenler tara­
fından takdir ediliriz ve güçleniriz. Diğer taraftan fırsatçı bir
tutum sergileyip, medya önünde bir sürü söz verip, sonra da
seçildiğimizde bunlar önemsizmiş gibi bir tavır takınmak iyi
bir strateji değildir. Sadece ahlâka aykırı değil, aynı zamanda
pratikte de aptalca. Bir sonraki seçimde aleyhimize dönecek­
tir. Eğer sadece bir kere seçilmemizi sağlıyacaksa bu kadar yır­
tınmanın anlamı ne?
Güç sahibi olduğumuzda, ne yaptığımızın ve ne düşündü­
ğümüzün bilincinde olmalıyız. Birisi başkan, bakan ya da baş­
ka bir güçlü pozisyonda olduğunda, her yerde korunur, onur­
landırılır, her türlü rahatlık sağlanır ve hatırı sayılır bir etkisi
vardır. İşte bu süreçte gerçek hedefimizi kaybetmek istemi­
54 Yürekten Gelen Öğütler

yorsak, düşüncelerimize ve motivasyonumuza özel bir dikkat


göstermeliyiz. Politikacının çevresindeki korumalar arttıkça,
kendi kendine çaba sarfederek zihninin çevresindeki koruma­
yı da artırmalıdır.
Bazı politikacıların seçilmeden önce çok saf niyetleri vardır.
Ama bir kere göreve gelince, asıl hedeflerini unutup tamamıy­
la kendi çıkarlarıyla ilgilenirler. Kendilerini iyi insanlar olarak
görür, kendi yandaşlarını korur, vazgeçilmezi oynarlar. Bu­
nun karşılığında da nasıl isterlerse öyle davranabileceklerini
ve kimsenin yorum yapma hakkı olmadığını düşünürler.
Ayıplanacak şeyler yaptıklarında bile, bunların görevlerine
bağlılıklarıyla kıyaslanamayacak kadar önemsiz şeyler oldu­
ğunu düşünerek kendilerini kandırırlar. Bu şekilde kolaylıkla
yozlaşırlar.
Kuvvet ve güce sahip olduğumuzda iki katı dikkatli olma­
lıyız.
Günümüzde insanların politikacılara inancı kalmadı. Bu
üzücü. Politikanın kirli bir oyun olduğu söyleniyor. Kirli olan
politika değil, insanlar onu kirletiyor. Aynı şekilde, dinin do­
ğasından kötü olduğunu söyleyemeyiz, fakat bazı kötü rahip­
ler insanların inançlarını istismar ederek onun değerini düşü­
rebilirler. Politika; politikacılar ahlâksız davrandığında kirle­
nir. Böylesi bir durumda herkes kaybeder, çünkü her toplu­
mun politikacılara ihtiyacı vardır. Özellikle demokrasilerde
birkaç partinin olması, birisinin iktidarda, diğerlerinin muha­
lefette bulunması şart. Bu nedenle saygı duyulacak parti ve
politikacıların bulunması gerekiyor.
Toplumdaki Roller 55

Olaya politikacıların açısından bakacak olursak, onları


yozluğa halkın zorladığını düşünebiliriz. Toplum ahlâki de­
ğerlere kulak asmadan, sadece para ve güç istiyorsa, politika­
cıların kokuşmuşluklarına şaşmamalı. Demek ki durumun so­
rumluluğunu tamamıyla onların üstüne yıkmamalıyız.
56 Yürekten Gelen Öğütler

Yasa İnsanlarına

Her toplumda uyulması gereken kurallar vardır. Suç işle­


yen ya da yanlış davranışlarda bulunanlar cezalandırılmalı,
doğru davrananlar cesaretlendirilmeli. Sistem ancak kanunlar
ve kanunlara uyanlar sayesinde düzgün işleyebilir. Eğer ada­
let ve ahlâk bekçileri kendileri dürüst değilse, sistem adaletsiz
olur. Bazı ülkelerde sıkça görülen aynen bu değil mi? Zengin
ve güçlü olanlar adalet önüne çıkarılmazlar ya da davaları ko­
laylıkla kazanırlarken, fakirler ağır bir şekilde cezalandırılır­
lar. Üzücü.
Daha dün birisi bana Amerika’da hâkimlerin kürtaja ya ta­
raftar ya da karşı olduklarını anlatıyordu, arada başka alterna­
tif yok. Ancak, örneğin annenin hayatının tehlikede olması gi­
bi, bebekle annenin yaşamı arasında bir seçim yapılmasını ge­
rektiren ciddi durumlarda yapılan kürtajla, bir çocuğun doğu­
mu tatilinizi ya da yeni mobilya almanızı egelleyeceği için ya­
pılan kürtaj arasında çarpıcı bir fark vardır. Hâkimlere göre
pek fark yok anlaşılan. Bu konuyu detaylı çalışmak iyi olur,
böylece özel durumları belirleyip net bir biçimde, “Şöyle bir
durumda kürtaj yasaklanır, diğer bir durumda izin verilir” de­
nebilir.
Yakın geçmişte Arjantin’de bir hâkim, yasayı daha güçlü
kıldığını göz önüne alırsak ölüm cezası hakkında ne düşün­
düğümü sordu. Benim konumumda ölüm cezası çeşitli neden­
lerden dolayı kabul edilemez. Samimiyetle inanıyorum ki, bir
gün bütün dünyada kalkacak. En önemlisi, suçlunun kendini
Toplumdaki Roller 57

düzeltmesi ihtimalini elinden alan ciddi bir hareket. Ancak


suçlular da bizler gibi insan. Aynı sizin ya da benim yapabile­
ceğim gibi belli koşullarda gelişebilirler ya da daha kötü ola­
bilirler. Onlara bir şans verelim. Onlara her ne pahasına olur­
sa olsun kurtulmamız gereken bir kötülük muamelesi yapma­
yalım.
Bedenimiz hasta olduğunda onu yok etmiyoruz, iyileştir­
meye çalışıyoruz. Neden toplumun zararlı unsurlarına ilgi
göstermek yerine onları yok etmeye çalışıyoruz?
Aynı hâkime ben de şu soruyu sordum: “Farz edin iki
adam aynı suçu işlediler ve ömür boyu hapse mahkûm edildi­
ler. Biri bekâr, diğerinin çocuklan var ve anneleri öldüğü için
çocuklara bakacak ondan başka kimse yok. Bu adamı hapse
atarsanız, çocuklara bakacak kimse olmayacak. Bu durumda
ne yaparsınız?”
Hâkim, kanuna göre ikisinin de aynı cezayı alması gerektiği­
ni söyledi. Çocukların bakımından toplum sorumlu olacakmış.
İşlenen'suç düşünüldüğünde iki adamın da normal olarak
aynı cezayı alması gerekmekle beraber, hükmün uygulanacağı
koşullar açısından bakıldığında iki durum arasında dağlar ka­
dar fark olduğunu düşünmeden edemedim. Babayı cezalandıra­
rak, hiçbir suçlan olmamasına rağmen en zalim biçimde çocuk­
lan da cezalandırmış olacaksınız. Hâkim kanunun bu tip bir
problemle ilgili herhangi bir öngörüde bulunmadığını söyledi.
Yasa insanlarının sorular sormaya devam etmeleri gerekti­
ğini düşünmeden edemiyorum.
58 Yürekten Gelen Öğütler

Dünyanın Geleceğini Dert Edenlere

Bir avuç düşünsel ve dindar kişi, çok sayıda bilim adamı


dünyanın uzun süredir karşı karşıya kaldığı ciddi problemle­
rin farkına vardılar: Çevre sorunu, savaşlar, kıtlık, kitlesel sı­
kıntı, zengin ve fakir uluslar arasındaki korkunç uçurum gibi.
Asıl problem, düşüncelerini ifade edip sonra harekete geçme
sorumluluğunu birkaç tane örgüte bırakmaları.
Aslında hepimiz düşünmeliyiz ve hepimiz sorumluyuz. Sa­
nırım demokrasinin bir anlamı da bu. Hepimiz kendi çapımız­
da harekete geçmeliyiz. Diğerleriyle işbirliği yapmalı, prob­
lemleri tartışmalı, sorumluları olumlu davranmaya zorlamalı,
yanlış politikaları istikrarlı bir şekilde eleştirmeli, sorunumu­
zu Birleşmiş Milletler’e ya da ulusal hükümetlere götürmeli­
yiz. Bu yolla çok daha etkili olabiliriz.
Beni peygamber olarak gören birkaç kişi var. Ben sadece
yoksulluk, savaş ve silah tüccarları yüzünden acı çeken ve
kendilerini ifade edecek güçleri olmayan insanlar adına konu­
şuyorum. Ben sadece sözcüyüm. Güç sahibi olmak gibi bir ar­
zum ya da dünyaya karşı durmak gibi bir niyetim yok. Ayrıca
buna cesaretim de yok. (Gülüşmeler)
Kendi toprağından uzakta, yalıtılmış bir Tibetli’den olağa­
nüstü bir sorumluluk üstlenmesini, böyle bir mücadeleye gir­
mesini beklemek doğru olmaz. Aptallık olurdu. Zaten emekli­
lik yaşındayım.
Ama seminerlere bir tekerlekli sandalyeyle katılmak zorun­
da kalsam bile ölene kadar taahhütlerimi yerine getireceğim.
Toplumdaki Roller 59

Eğitimcilere

İnsanlığın gelişmesinin ya da gerilemesinin fazlasıyla eği­


timcilere ve öğretmenlere bağlı olduğuna inanıyorum, bu yüz­
den sorumlulukları çok büyük.
Siz bir öğretmenseniz, sadece bilgi aktarmaya çalışmayın,
aynı zamanda öğrencilerinizin zihinlerini nezaket, şefkat, ba-
ğışlayıcılık ve anlayış gibi insani niteliklere de uyandırmaya
çalışın. Bunları ahlâk ya da din konusuymuş gibi anlatmayın.
Hepsinin hayatta kalmak ve mutlu olmak için vazgeçilmez ni­
telikler olduğunu gösterin.
Öğrencilere tartışmayı, şiddet içermeyen yöntemlerle so­
runları çözmeyi öğretin. Bir anlaşmazlık çıktığında, diğer kişi­
nin düşüncelerine ilgi göstermeyi öğretin. Olaylara dar bir
çerçeveden bakmamayı, sadece kendini, kendi topluluğunu,
kendi ülkesini ya da ırkını düşünmemeyi, bütün varlıkların
aynı haklara sahip olduğunu ve ihtiyaçlarının aynı olduğunu
öğretin.
Kendinizi kelimelerle sınırlamayın, öğrencilerinize örnek
olun. O zaman onlara anlattıklarınızı daha iyi öğrenirler.
Her açıdan onların geleceğinden sorumlu olun.
60 Yürekten Gelen Öğütler

Bilim ve Teknolopyle İlgilenenlere

Bilim ve teknolojinin bazı dallarında yapılan keşifler çarpı­


cı sonuçlar getirmese de, genetik ve nükleer fizik gibi, uygu­
lamaları çok faydalı ya da çok zararlı olabilecek konularda du­
rum böyle değil. Bu dallarda çalışan bilim adamlarının yaptık­
ları işin sorumluluğunu hissetmeleri ve yol açabilecekleri ola­
sı felâketlere göz yummamaları gerekir.
Çoğunlukla uzmanların vizyonları çok dardır. Araştırmala­
rını geniş bir bağlama oturtmaya uğraşmazlar. Niyetlerinin
kötü olduğunu söylemiyorum ama kendilerini ciddi olarak
tek bir konuda kapsamlı çalışmaya adadıklarından, buluşları­
nın uzun vadeli etkileri üzerine kafa yoracak zamanları olmu­
yor. Einstein’a hayranım, nükleer araştırmaların olası tehlike­
leri konusunda uyarıda bulunmuştu.
Bilim adamları her zaman zarar vermeme gerekliliğini ha­
tırlamalılar. Özellikle genetik ve olası sapmalar üzerine düşü­
nüyorum. Bir gün sırf bizlere yedek parça sağlamak amacıyla
yaşayan insanları klonlayabileceğimizi bilmek korkunç bir
şey. Aynı şekilde, insan cenininin araştırma amaçlı kullanıl­
masını da kınarım. Bir Budist olarak, araştırma adına olsa bile
hayvanlar ya da kısaca canlılar üzerinde yapılan bütün zalim
deneyleri kınamak zorundayım. Kendimiz için vahşice koru­
maya çalıştığımız acı çekmeme hakkını başka bir tür için na­
sıl inkâr edebiliriz?
Toplumdaki Roller 61

Ticaretle Uğraşanlara

Genellikle çalışan hanımlara ve beylere, kendinize “Elim­


den gelenin en iyisini vermek istiyorum, diğerleri gibi yüksel­
mek istiyorum” dediğiniz sürece rekabetçi bir ruba sahip ol­
manın zararının olmadığını söylüyorum. Diğer taraftan, kan­
dırarak, iftira ederek hatta öldürerek başkalarının başanya
ulaşmasına engel olmak mubah değildir.
Rakiplerimizin de insan olduğunu, bizimle aynı haklara ve
ihtiyaçlara sahip olduğunu göz önünde tutmalıyız. Onların da
bu toplumun fertleri olduğunu düşünmeliyiz. Onlar da başa­
rılı olursa toplum açısından çok daha iyi olur.
Kabul edilebilir tek kavgacı tutum insanın kendi yeteneği­
ni fark etmesi, sarsılmaz bir kararlılıkla çalışarak, “Ben de ya­
pabilirim, kimse yardım etmese bile başaracağım” demesidir.
62 Yürekten Gelen Öğütler

Yazarlara ve Gazetecilere

Yazarlar ve gazeteciler toplum üzerinde çok etkilidirler. İn­


san hayatı kısa bile olsa, yazılı metinler asırlar boyunca hayat­
ta kalır. Örneğin; Budizm’de, Buda, Shantideva ve diğer büyük
ustaların öğretileri yazıya döküldüğü için bunca zamandan
beri insanlara sevgi, şefkat ve aydınlanmış zihnin özgecil tav­
rını öğretiyorlar. Bu sayede hâlâ bu konularda çalışabiliyoruz.
Ne yazık ki faşizm ve komünizm gibi uç ideolojileri yayan di­
ğer yazılı metinler büyük acıların kaynağı oldular. Yazarlar
dolaylı olarak, milyonlarca insanı mutlu ya da mutsuz edecek
güce sahiptirler.
Gazetecilere, genellikle şunu söylüyorum: Bu durumda,
özellikle demokratik ülkelerde, kamuoyunun düşünceleri
üzerindeki gücünüz sınırsız, yani sorumlusunuz. Bana göre
en yararlı görevlerinizden bir tanesi, yalanla ve yozlaşmayla
mücadele etmek. Devletin başındakilerin, bakanların ve diğer
güçlü kişilerin davranışlarını dürüstçe, tarafsız bir biçimde,
detaylı olarak inceleyin. Başkan Clinton’m seks hayatıyla ilgi­
li rezalet ortaya çıktığında, dünyanın en güçlü devletinin baş-
kanmın herhangi bir vatandaş gibi mahkemeye çıkarılmasını
çok takdir ettim.
Gazetecilerin seçecekleri kişiye güvenip güvenemeyecekle-
rini seçmenlere göstermek amacıyla, kamu önündeki kişilerin
hayatlarını araştırması ve sorgulaması harika bir şey. Ancak
böyle sorgulamaları dürüstçe, hile yapmadan ya da taraf olma­
dan yapmak önemli. Amacınız bir muhalif partinin ya da po­
Toplumdaki Roller 63

litik rakibin şöhretini zedeleyerek ne olursa olsun sizin tara­


fın kazanmasını sağlamak değildir.
Gazeteciler temel insani değerlerin önemini vurgulamak ve
yükseltmeliler. Genellikle hararetli hikâyelerle ilgileniyorlar,
özellikle de korkunç olanlarla. Derinlerde insanlar cinayeti
şok edici, kabul edilemez, asla olmaması gereken bir şey ola­
rak algılıyorlar. Bu yüzden, bir cinayet işlendiğinde birinci
sayfa haberi oluyor. Aynı şey rüşvet ve diğer kanuna aykırı ey­
lemler için de geçerli. Diğer taraftan, çocuklarımızı büyütme­
yi, yaşlılara bakmayı ve hastalarla ilgilenmeyi cok normal kar­
şıladığımız için, bunları yapan insanların haberlerde görülme­
yi hak ettiklerini düşünmüyoruz.
İnsan doğasının zalim olduğu ve bu zulmün kendini ifade
etmesini engellemenin hiçbir yolu olmadığı sonucuna varma
riski var. Bir gün bu konuda iyice ikna olduğumuzda, insanlı­
ğın geleceği için hiçbir ümidimiz kalmayacak. Belki kendi
kendimize “İnsani değerleri geliştirmek ve barışa özendirmek
imkânsız olduğuna göre, niye terörist olmayayım? Başkalarına
yardım etmek anlamsız olduğuna göre niye dünyayı görme­
mezlikten gelip sadece kendim için yaşamayayım” diyeceğiz.
Gazeteciyseniz bu problemin farkına varmaya çalışın ve
ciddi şekilde sorumluluk alın. Okuyucularınız ya da dinleyi­
cileriniz bunun için yalvarmasalar da iyi şeyler yapan insanla­
rı da anlatın.
64 Yürekten Gelen Öğütler

Tarımla İlgilenenlere

Çiftçiler çevre ve insan sağlığını korumak ya da yok etmek


konusunda can alıcı bir rol oynarlar. Şimdilerde, su kanalla­
rının kirliliği, kimyasal gübrelerin ve ilaçların yanlış kullanı­
mı ve benzeri problemlerin sürekli gündeme getirilmesi saye­
sinde, insan çevre bozulması ve diğer sorunlarla ilgili sorum­
luluğunun daha da farkına varıyor. Yemde hayvansal ürünle­
rin kullanılmasından dolayı ortaya çıkan deli dana hastalığı
bunun çarpıcı bir örneği. Mantıken sorumlular cezalandırıl­
malı, ama açıkçası kimse bu konuda yorum yapmıyor. Hâlâ
yüzlerce inek öldürülüyor; pnlar insanların yaptıklarının
kurbanı.
Olabildiğince doğal yöntemlerle uyum içinde, olabildiğin­
ce az kimyasal kullanmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu kı­
sa vadede kârın azalmasına neden olabilir ama uzun vadede
yararlı olacaktır. Çevreye zararlı olduğu için, endüstriyel ola­
rak yetiştirilmiş sürülerin azaltılması da iyi olurdu. Doğal ol­
mayan hayvan yeminin tahmin edilemeyen etkileri olduğunu
öğrendik. Harcanan zaman, para, enerji ve neden olduğu lü­
zumsuz eziyet göz önüne alınınca, farklı yöntemler bulma ge­
rekliliği ortada değil mi?
Hissedebilen bütün varlıkların yaşama hakkı var. Bütün
memelilerin, kuşların ve balıkların zevki ve acıyı hissettiği
açık, yani en az bizim kadar acıdan hoşlanmıyorlar. Budist
yaklaşımı bir kenara bıraksak bile, hayvanları sadece kâr ama­
cıyla istismar etmek temel ahlâki değerlerle çelişir.
Toplumdaki Roller 65

Hayvanları öldürmek ya da acı çektirmek konusunda en


ufak bir şefkat ya da tereddütten yoksun olanlar, mantıken
akrabalarına şefkat göstermekte daha da zorlanacaklardır.
Her ne kadar çoğunluğun yararı için bir hayvan kurban et­
menin gerekli olduğunu düşünsek de, hangi türden olursa
olsun bir canlının çektiği acıyı görmezlikten gelmek her za­
man tehlikelidir. Sebep olunan eziyeti inkâr etmek ya da bu­
nu düşünmemeye çalışmak uygun bir çözüm olabilir ama bu
bakış açısı savaş zamanlarında tanık olduğumuz her türlü
mezalime kapı açmış olur. Ayrıca bizim mutluluğumuzu bo­
zar. Sıkça söylediğim gibi, empati ve şefkat her zaman fayda
getirir.
Bazı insanlar hayvanların da birbirini yediğini söylüyor. Bu
doğru ama başka hayvanları yiyen hayvanların bunu basit ve
dolaysız bir biçimde yaptıklarını inkâr edemeyiz. Aç oldukla­
rında öldürürler, aç değillerse öldürmezler. Bunun, sadece kâr
amacıyla milyonlarca ineği, koyunu, tavuğu vs. katleden insa­
nın bakış açısıyla uzaktan yakından alâkası yok.
Bir gün iyi ve zeki bir Polonyalı Yahudiye rastladım. Ken­
disi vejetaryendi, Tibetliler öyle olmadığından şunu sordu:
“Ben hayvan yemiyorum ama yiyor olsaydım, kendim için öl­
dürecek cesaretim olurdu.” Biz Tibetliler hayvanları başkala­
rına kestirtip yiyoruz! (Kahkahalar)
66 Yürekten Gelen Öğütler

Savaşanlara

Her toplumda pek çok soruna neden olan insanlar vardır,


onların zarar vermesine engel olmak için etkili ölçütler yerleş­
tirmek gerekiyor. Başka seçenek yoksa, silahlı güç kullanılma­
sı gerekebilir.
Bana göre, bir ordu bir doktrini yaymak ya da başka bir ül­
keyi işgal etmek gibi bir amaca hizmet etmemeli, sadece kar­
gaşa tohumları eken, insanlığın iyiliği aleyhine çalışanların ça­
balarına engel olmak için son çare olmalı. Herhangi bir sava­
şın kabul edilebilir tek hedefi istisnasız herkesin mutluluğu
olabilir, kişisel çıkarlar değil. Bu yüzden savaş son çaredir.
Tarih, şiddetin daha çok şiddete yol açtığını ve nadiren
problemleri çözdüğünü gösteriyor. Diğer taraftan sonsuz acı­
ya neden olur. Ayrıca bir savaş bir çatışmayı sona erdirmek
için ne kadar akıllı ve mantıklı bir çözüm olarak görünürse
görünsün, bir ateşi söndürelim derken bir yangın başlatmadı­
ğımızdan asla emin olamayız.
Bugün artık savaş soğuk ve insanlık dışı oldu. Modern si­
lahlar kendi yaşamımızı riske atmadan ya da sebep olduğu­
muz felakete tanıklık etmeden binlerce insan öldürme imkânı
sağlıyor. Ölüm emrini verenler çoğunlukla savaş alanından
binlerce mil uzaktalar. Öldürülen ya da sakat bırakılanlarsa
sadece hayatta kalmaya çalışan masumlar, kadınlar ve çocuk­
lar. Neredeyse eski savaşları özleyeceğiz; komutan ordusunun
önünde yürürdü, onun ölümü çatışmanın sonu olurdu. En
azından savaşa insani boyutu geri getirmeliyiz.
Toplumdaki Roller 67

Silahı olan kullanma eğiliminde. Artık ulusal ordular ol­


maması gerektiği görüşündeyim. Herhangi bir bölgede barışı
tehlikeye sokan bir duruma müdahale edecek çok uluslu bir
güç dışında dünya silahsızlandırılmalı.
Herkes barıştan bahsediyor ama insan içinde öfke ve nef­
retten kurtulmadıkça, dışarda barışı sağlamak olanaksız. Barış
arzusu silahlanma yarışıyla da telafi edilemez. Nükleer silah­
ların caydırıcı olduğu düşünülüyor ama uzun vadede bu da
bana pek duyarlı ve etkili bir stratejiymiş gibi görünmüyor.
Bazı ülkeler silahlanmaya muazzam paralar harcıyorlar. İş­
lerin yolunda gitmemesi ihtimali giderek daha fazla korku ya­
ratırken, bu kadar para, enerji ve yetenek boşa harcanıyor.
Savaşa son vermek hepimize bağlı. Tabii ki kargaşayı kızış­
tıranları teşhis edebiliriz, ama onlar hiç yoktan ortaya çıkmış
değiller ya da tek başlarına hareket ediyorlarmış gibi davrana­
nlayız. Hepimizin sorumluluğu paylaştığı, yaşadığımız toplu­
mun üyesi onlar da. Dünyaya barış getirmek istiyorsak, onu
kendi içimizde yaratarak başlayalım.
Dünya barışı zihinsel barışa bağlıdır. Zihinsel barışsa, deği­
şik inanç, ideoloji, politik ve ekonomik sistemlere rağmen bü­
tün insanlığın aynı ailenin üyeleri olduğunu fark etmeye bağ­
lıdır. Bizi bir araya getiren şeyle karşılaştırıldığında bu saydık­
larım yalnızca birer ayrıntı. En önemlisi, hepimizin aynı geze­
gen üzerinde yaşayan insanlar olmamız. Yaşamı devam ettir­
mek istiyorsak tek ihtiyacımız olan bireysel ya da uluslararası
işbirliği içinde olmak.
68 Yürekten Gelen Öğütler

Yaşamlarını Başkalarına Adayanlara

Sağlık, eğitim, maneviyat, aile, sosyal yaşam ya da başka


herhangi bir konuda yaşamını başkalarına adayanlar beni
mutlu ediyor. Her insan topluluğu kendi sorun ve ıstırap yü­
künü yaratır. Bu sıkıntıları çözmek için mümkün olan her şe­
yi yapmak övgüye değer. Budist yaklaşımla birisine sadece
zevk almak ya da bir görevi yerine getirmek için yardım etme­
mek önemlidir, bazı insanlar bahçeyle uğraşmayı sever örne­
ğin. Sevgi ve şefkatle, gülümseme ve birkaç dostça kelimeyle
iş yapan insan başkalarına mutluluk verir. Görünürdeki ey­
lem aynıdır ama yararı çok daha fazladır.
Doktorsanız, hastalarınızla adet yerini bulsun diye ya da
zorunluluktan ilgilenmeyin. Hastalarınız önemsenmedikleri,
düzgün muayene edilmedikleri ya da kobay muamelesi gör­
dükleri hissine kapılabilirler. Bazı cerrahlar o kadar çok ame­
liyata giriyorlar ki, bütün hastaları onarılması gereken maki­
neler olarak görmeye başlıyorlar ve insanla uğraştıklarının far­
kında değiller. İyilik ve şefkat nesnesi olarak insanı gözden
kaçırdıklarında sanki odun parçası ya da araba yedek parça­
sıyla uğraşıyorlarmış gibi ameliyat yapıyorlar, organları değiş­
tiriyorlar ve sonra dikiyorlar.
Başka insanlarla ilgilendiğimizde özgecil bir tutum geliştir­
mek oldukça önemli. Bu sadece alıcı durumdaki insan için de­
ğil, veren için de faydalıdır. Başkalarının mutluluğu için çaba
gösterdiğimiz ölçüde kendi mutluluğumuzu da yapılandırıyo­
ruz. Ama bir şeyleri asla bunu düşünerek yapmayın. Asla kar­
Toplumdaki Roller 69

şılık beklemeyin, sadece diğer kişi için neyin iyi olacağını dü­
şünün.
Asla yardım ettiğiniz insanlardan üstün olduğunuzu dü­
şünmeyin. Paranızı, zamanınızı ya da enerjinizi verirken kar­
şınızdaki insan pis, aptal ya da hırpani bile olsa her zaman al­
çakgönüllü davranın. Şahsen, ne zaman bir dilenciye rastla­
sam onu aşağı biri gibi değil de, benden hiç de farklı olmayan
bir insan olarak görmeye çalışırım.
Başkalarına yardım ederken varolan problemlerini çözme­
leri için para vermekle yetinmeyin. Sorunlarını kendilerinin
çözümleyebilecekleri araçlara sahip olmalarına gayret göste­
rin.
4
ZİHİN DURUMLARINA GÖRE
DAVRANIŞLAR
*
Zihin Durumlarına Göre Davranışlar 73

Mutlu Olanlara

Mutlu olmanın birkaç yolu var. Bazı insanlar çok az rahat­


sız olurlar, aralıksız aptal bir saadet içindedirler. Hep her şe­
yin yolunda olduğunu düşünürler. Bizim kafa yorduğumuz
mutluluk böyle bir şey değil.
Bazıları da mutluluklarını sahip oldukları maddi şeylere ya
da duyusal tatmine dayandırırlar. Bu tip mutluluğun ne kadar
kırılgan olduğundan bahsettik zaten. Mutlu olduğunuzu zanne­
dip, bu mutluluğu gerçekmiş gibi algılamak, işler yolunda git­
mediğinde iki kat acı çekmenize neden olur.
Kimi insanlar da mutluluklarının ahlâki tutum ve davra­
nışlara bağlı olduğuna inanırlar. İhtiyacımız olan mutluluk
budur; çünkü derin ve anlamlı nedenlere temellenir ve koşul­
lara bağımlı değildir.
Sürekli mutlu olabilmek için önce acının gerçekliğini bil­
memiz gerekiyor. Moral bozucu bir başlangıç olabilir ama
uzun vadede işe yarıyor. Bazılan gerçekle yüzleşmemek için
ilaç kullanmayı tercih eder. Yönsüz ruhsal yollar aracılığıyla
sahte saadetler arar ya da derin düşünmeye zaman bulamaya­
cak kadar hızlı yaşar, ama sadece kısa bir ertelemedir dene-
yimledikleri. Sorunlar daha güçlü bir şekilde geri döndüğün­
de kendilerini ‘deryada’ bulurlar ve Tibet’te söylediğimiz gibi
“karaya ağıt yakarlar.” Öfke ya da umutsuzluğa yenik düşerek
başlangıçtaki zorluğu gereksiz acıyla birleştirirler.
Istırabın kaynağını anlamaya çalışın. Başka her şey gibi ıs­
tırap da sayısız neden ve koşulun sonucudur. Duygularımız
74 Yürekten Gelen Öğütler

sadece bir nedene bağlı olsaydı, bu bir tek koşulu sağlamak


mutluluğun sistematik bir biçimde ortaya çıkması için yeterli
olurdu. Ama işlerin böyle yürümediğini çok iyi biliyoruz. O
yüzden tek bir şeyin mutsuzluğumuzun sorumlusu olduğu ve
onun ne olduğunu bulabilirsek acı çekmeyeceğimiz fikrini bı­
rakalım. Acının, yaşamın ya da Budist ifadeye göre koşullan­
mış varoluş döngüsü anlamına gelen samsaramn parçası oldu­
ğunu anlamalıyız. Acıyı negatif ve anormal bir şey olarak algı­
lar ve onun kurbanı olduğumuzu düşünürsek perişan oluruz.
Sorun bakış açımızdır. Mutluluk ancak acı olarak nitelendir­
diğimiz şey bizi artık etkilemediğinde mümkündür.
Budizme göre, acının doğası üzerine tefekküre dalmak as­
la kötümserlik ya da umutsuzluğa neden olmaz. Bizi mutsuz­
luğumuzun nedenlerinin kökleri olan arzu, nefret ve cehale­
tin keşfine götürür ve bunlardan özgürleşmemizin yolunu
gösterir. ‘Cehalet’ kelimesiyle insanların ve eşyaların gerçek
doğasını anlamamayı kastediyoruz. Bu başka iki zehiri daha
açığa çıkarır. Cehalet çözüldüğünde, arzu ve nefret temel bu­
lamaz ve acımızın kaynağı kurur. Sonuç olarak, kendiliğinden
özgecil bir mutluluk deneyimleriz ve bu durum artık negatif
duyguların insafında değildir.
Zihin Durumlarına Göre Davranışlar 75

Mutsuzlara

İşte önemli bir konu. Daha önce iki tür tatminsizlikten söz
ettim. İlki duyusal algılarımızla ilgili, İkincisi de düşünce bi­
çimimizle.
Sanayileşmiş ülkelerde çok mutsuz insan görürüz. Her şey­
leri vardır, rahat bir hayat için gerekli her şeyin keyfini çıkar­
tırlar ama yine de paylarına düşenlerden memnun değillerdir.
Kıskançlık ya da başka nedenlerle kendilerini mutsuz ederler.
Bazı insanlar sürekli bir felaket beklentisi içindedirler, kimile­
ri de dünyanın sonunun yakın olduğunu düşünür. Böyle in­
sanlar sağlıklı düşünemedikleri için kendi acılarını üretirler.
Sadece olayları algılama biçimlerini değiştirseler ıstırapları
yok olacak.
Acı çekmek için gerçek nedenleri olan, çok hasta, ekmek
kuyruğunda, felaket kurbanı ya da suistimal edilen insanlar
var. Yine de çoğunlukla bu durumu iyileştirecek güçleri var­
dır. Aslında kendilerini koruyabilirler ve korumalılar, onları
kullananlara seslerini yükseltmeli ve onları mahkemeye çıkar­
tarak zararlarının karşılanmasını talep etmeliler, eğer yiyecek,
giyecek alacak paralan yoksa deli gibi çalışabilirler. Zihinsel
olarak da daha olumlu bir bakış açısı geliştirebilirler.
Istırabımızın derecesini belirleyen, zihinsel yaklaşımı­
mızdır. Örneğin; hasta biri için en yararlı tepki, iyileşmek
için mümkün olan her şeyi yapmaktır: Bir doktora görün­
mek, bir tedavi uygulamak, bazı çalışmalar yapmak ve bu­
76 Yürekten Gelen Öğütler

nun gibi çözümler olabilir. Ama genelikle endişelenerek, fi­


ziksel sıkıntımıza zihinsel kederimizi de ekleyerek durumu­
muzu daha da karmaşıklaştırırız. Ciddi bir hastalığımız var­
sa, olaya genellikle mümkün olan en olumsuz taraftan baka­
rız. Başımızdan yaralanmışsak, bunun başımıza gelebilecek
en kötü şey olduğunu, bacaklarımıza bir şey olsaydı bu ka­
dar önemli olmayacağını düşünürüz. En az bizim kadar sı­
kıntı içinde olan binlerce insan olduğunu hatırlayacağımıza,
ya da acıyı deneyimleyen bir tek bizmişiz gibi kendimiz için
üzülürüz.
Elbette tersi görüşü benimseyip, eğer kollarımız felçliyse
“Artık kollarımı kullanamam, ama en azından bacaklarım be­
ni hâlâ taşıyabilir” diye düşünmek de mümkün. Eğer sorun
bacaklarımızdaysa, “Bacaklarım artık beni taşımayacak ama
tekerlekli sandalyeyle bunu çözebilirim ve hâlâ ellerimle yaza­
bilirim” diyebiliriz. Böyle yalın düşünceler rahatlamak için ye-
terlidir.
Özellikle modern teknolojinin umut beslemek için daha
fazla neden sunduğu bu günlerde, durumunuz ne olursa ol­
sun her zaman olumlu bir ışık altında bakmak mümkün. Dış
etkenlerin sebep olduğu ıstırabı azaltmak için bakış açımızı
değiştirmemizi sağlayacak bir yol bulunmaması mümkün
değil. Hiçbir düzelme imkânı bulunmayıp sadece acı çek­
mek için nedenleri olan bir vaka çok nadir bulunur. Fiziksel
acıyla karşılaştığınızda olumlu tarafını düşünün, bunu aklı­
nızda tutun, kesinlikle üzüntünüzün hafiflemesine yardım
edecektir.
Zihin Durumlarına Göre Davranışlar 77

Uzun süreli ciddi bir hastalık yüzünden acı çekiyorsanız,


muhakkak umutsuzluğa düşmemenin bir yolu vardır. Budist-
şeniz kendine şunu söyleyin: “Bu hastalık geçmiş kötü davra­
nışlarımı temizlesin. Başkalarının acılarını da üzerime alayım,
onların yerine ben çekeyim.” Sayısız varlığın sizin gibi acı çek­
tiğini görün ve sizin acınızın onların acısını yatıştırması için
dua edin. Bu şekilde yansıtma yapacak gücünüz yoksa, yalnız
olmadığınız ve başka bir sürü insanın sizinle aynı durumda
olduğunun yalın farkmdalığı sıkıntıyı göğüslemenize yardım
edecektir.
Hıristiyansanız ve evrenin yaratıcısı olan Tanrı’ya inanıyor­
sanız, kendinizi “Bu acıyı ben istemedim ama Tanrı, şefkatiy­
le bana hayat verdiği için bunun bir sebebi olmalı” diye düşü­
nerek rahatlatın.
Hiçbir dini inancınız yoksa, ne kadar talihsiz olursanız
olun, bu şekilde acı çekenin yalnızca siz olmadığınızı düşüne­
bilirsiniz. inancınız olmasa da acı çektiğiniz bölgenin üzerin­
de, yayılan ve acınızı dindiren parlak bir ışık hayal etmeye ça­
lışın ve iyi gelip gelmediğine bakın.
Sevdiğimiz birinin ölümü gibi bazı acılar beklenmedik bir
zamanda gelir ve kaçınılmazdır. Böyle bir durumda ıstırabın
nedenini değiştirmeye çalışmak gibi bir şey söz konusu değil­
dir. Bu açıdan hiçbir şey yapılamaz. İşte tam da bu nedenle ça­
resizliğin anlamsız olduğunu ve sadece üzüntünüzü artırdığı­
nı görmelisiniz. Bu durumda özellikle dini inançları olmayan­
ları düşünüyorum.
78 Yürekten Gelen Öğütler

Acımızı irdelemek, nereden kaynaklandığını bulmak ve


mümkünse çözülmesini sağlamak önemlidir. Genellikle prob­
lemlerimizin meydana gelişinde payımıza düşen bir sorumlu­
luk olduğunu düşünmeyiz. Suç muhakkak birisinin ya da bir
şeyin üzerine atılır. Ama her zaman böyle olduğundan şüphe­
liyim. Sınavında başarısız olmuş, biraz daha çok çalışmış ol­
sa geçebileceğini reddeden öğrenciler gibiyiz. Şuna buna kıza­
rız ve koşulların bize oyun oynadığını söyleriz. Ama baştaki
zorluğa bir de bu zihinsel sıkıntının eklenmesi işleri daha da
kötüleştirmiyor mu?
Anneniz ya da babanız gibi çok yakın birini kaybetseniz bi­
le mantıklı düşünmeye çalışmalı ve kendinize telkin etmelisi­
niz. Belli bir yaştan sonra, yaşam doğal olarak bir sona doğru
ilerler. Siz küçükken ebeveynleriniz sizi yetiştirmek için elle­
rinden geleni yaptılar. Şimdi üzülmeniz için bir neden yok.
Kuşkusuz trafik kazası gibi bir nedenle gelen vakitsiz ölüm
daha üzücüdür.
Zihin Durumlarına C öre Davranışlar 79

Kötümserlere

Kötümserlere ve sürekli kaygrlı olanlara ne kadar aptal ol­


duklarını söylemek istiyorum. Bir gün Amerika’da, ortada iyi
bir neden yokken çok mutsuz olan bir kadınla karşılaştım.
Ona, “Kendini bedbaht etme, gençsin, önünde yıllar var, ken­
dini üzmek için hiçbir neden yok” dedim. Bana kendi işime
bakmamı söyledi. Üzüldüm. Böyle konuşmasının anlamı ol­
madığını söyledim. Elini tuttum, dostça okşadım, o zaman
tavrı değişti.
Böyle insanlara sadece sevgi ve şefkat göstererek yardım
edebiliriz. Yapay bir sevgi ya da boş sözler değil, kalpten gelen
bir şeyden bahsediyorum. Böyle bir durumda tartıştığımızda
asıl amacımızdan uzaklaşabiliriz, oysa ki gerçek sevgi ve iyi­
likle yaklaştığımızda karşımızdaki insanla dolaysız iletişim
kurmuş oluruz. Sonuç olarak, bu kadın değişti ve içten gül­
meye başladı.
Karamsar bir yapınız varsa, insan toplumunun parçası ol­
duğunuzu ve derinde insanların doğal olarak birbirleri için
sevgi beslediğini hatırlayın. Her zaman umudunuzu tazeleye­
cek, örnek almaya değer birisini bulacaksınız. Endişe sizi hiç­
bir yere götürmez.
Düşüncelerinizi olumlu bir yöne çevirmeye çalışın. Herke­
sin kötü olduğunu düşünmek hata. Bazı insanlar kötü, doğru,
ama bu herkesin böyle olduğu anlamına gelmiyor. Asil ve cö­
mert bir ruha sahip bir sürü insan da var.
80 Yürekten Celen Öğütler

Dünyaya kötümser bir bakış açısıyla bakanlar kimseye gü­


venmezler ve yalıtılmış hissederler. Ancak temelde yalnız his­
setmelerinin nedeni başka insanları yeteri kadar düşünmeme-
leridir. Başkalarını düşünmediğimiz zaman onları hep kendi
bakış açımızla değerlendiririz ve onların bizi, bizim onları
gördüğümüz biçimde gördüklerini zannederiz. Yalnız hisset­
memiz şaşırtıcı değil.
Kendi yaşadığım bir öyküyü anımsadım. Bir gün Dharam-
sala’ya komünist Çin’le ilişkileri çok iyi olan bir adam geldi.
Yetmiş yaşını aşkın olmalıydı. Bu odada buluştuk.
Burada onun gelişini duyanlar hemen onu “Çinli komü­
nist” olarak damgaladılar ve daha onu görmeden imajını zede­
lediler. O da Çin’e hayran olduğunu söylemişti ve Çin Hükü-
meti’nin tarafında gibi görünüyordu. Sonuç olarak, onunla ilk
karşılaştığımda huzursuz bir ortam vardı.
Ona karşı kişisel hiçbir önyargım yoktu; herkes gibi bir in­
san olarak görüyordum ve sadece yeteri kadar bilgi sahibi olma­
dığı için Çinliler’e inandığını düşünüyordum. Tibet’in durumu
içler acısıydı ve ben de sırf onu memnun etmek için ona başka
türlüsünü anlatmayacaktım. Her şeyi olduğu gibi anlatacaktım.
Daha başında sesi tartışma tonundaydı ama ben onu sade­
ce insan olarak gördüm ve dostça Tibet’ten bahsettim. İkinci
gün tavrı tamamıyla değişmişti.
Başlangıçta yüzleşmek onu rahatsız etmişti. Ben de sinirli
davranmış olsaydım, ikimiz de gittikçe siperlerimizin arkası­
na daha fazla saklanmış olacaktık. Onun tezini dinlememiş
olacaktım ve o da benimkine aldırış etmeyecekti. Ama ben
Zihin Durumlarına Göre Davranışlar 81

onu bir insan olarak görüp, bazen kötü bilgilendirilmiş olsa­


lar da bütün insanların eşit olduğunu düşünerek ve dostça
davranarak yavaş yavaş açılmasını sağladım.
Olayları hep karanlık tarafından gören insanlar vardır. Ol­
dukça şaşırtıcı. Örneğin; sürgündeki Tibet topluluğunda biz-
ler hepimiz aynı durumdayız ama aramızdan bazıları hep
mutlu ve hep bize umut veren güzel şeylerden söz ediyor. Ba­
zıları da hiçbir şeyde iyilik göremiyor. Her şeyi kötü tarafın­
dan alıyorlar ve sürekli endişeliler.
Budist metinlerde dünyanın dost ya da düşman, kusurlar
ya da hoşluklarla dolu görünebileceği yazılıdır, bütün bu hâl­
ler zihnimize bağlıdır. Genellikle sadece avantajı ya da deza­
vantajı olan hiçbir şey yoktur. Kullandığımız her şey, yiyecek,
giysi vs., birlikte yaşadığımız insanlar, aile, arkadaşlar, üstü-
müzdekiler, altımızdakiler, ustalar, öğrenciler, hepsinin eksik­
leri ve yetenekleri vardır. Bu iş böyledir. Gerçeği doğru yargı­
layabilmek için iyi ve kötü yanları olduğu gibi kabul etmeliyiz.
Bir bakış açısından, her şeyi olumlu bir ışık altında görebi­
liriz. Acı çekmek bile yararlı görülebilir. Birçok zorluktan geç­
miş olanların ufak tefek zorlukları dert etmediğini kolaylıkla
söyleyebilirim. Deneyimledikleri zorluklar tabiatlarını dönüş­
türür ve daha geniş bir bakış açısı, daha dengeli, gerçeğe daha
yakın, olayları daha olduğu gibi görebilen bir zihin kazandı­
rır. Aksine hiçbir problemle karşılaşmayıp yaşamlarını pa­
muklar içinde geçirenler gerçeklikten uzaktırlar. Ufacık bir
dertle karşılaştıklarında yasa boğulurlar.
Ülkemi kaybettim, yaşamımın büyük bölümünü sürgünde
geçirdim, yurttaşlarım işkence gördü, soykırım yapıldı, tapı­
82 Yürekten Gelen Öğütler

naklarımız yerle bir edildi, uygarlığımız dağıldı, ülkemiz talan


edildi ve kaynakları yağmalandı. Bayram edilecek bir durum
yok ortada. Ama aynı zamanda diğer uluslarla, dinlerle, kül­
türlerle ve bilgi kaynaklarıyla kurduğum bağlantılar beni güç­
lendirdi. Özgürlüğün değişik biçimlerini ve daha önce bilme­
diğim evrensel bakış açılarını keşfettim.
Sürgündeki Tibetliler arasında duygusal olarak en güçlü ve
en neşeli olanlar en çok acı çekmiş olanlardır çoğunlukla. Ha­
piste berbat koşullarda yirmi sene geçirmiş olanlardan birço­
ğu ruhsal açıdan bu dönemin yaşamlarının en iyi yılları oldu­
ğunu söylediler. Tapmağımdan bir keşişe yıllarca inancını in­
kâr etmesi için işkence yaptılar. Hindistan’a kaçtı, korkup
korkmadığını sordum. Samimiyetle, o zaman tek korkusunun
işkencecilerine karşı şefkat duygularını yitirmek olduğunu
söyledi.
II. Dünya Savaşı’nı görmüş ve hemen ardından zor bir eko­
nomik dönem geçirmiş olan Fransız, Alman ve Ingilizler ufak
sıkıntılar karşısında dağılmıyorlar. Sahip olduklarından mem­
nunlar, çünkü çok daha kötüsünü gördüler. Tersine, bu sava­
şı görmemiş, anaokulundaymışçasına mutlu yaşayanlar he­
men ağlamaya meyilliler, hatta en ufak bir zorlukta neredeyse
kendilerini kaybediyorlar. Mutluluk orada ama göremiyorlar.
Bazı gençler maddeci gelişimden memnun değiller ve ma­
neviyata dönüyorlar. Bence bu olumlu. Ama her durumda
dünyanın iyi ve kötü şeylerden oluştuğunun farkına varmalı­
sınız, gerçek olarak kabul ettiğimiz şeyleri büyük ölçüde biz
kendi zihinlerimizle yaratıyoruz.
Zihin Durumlarına Göre Davranışlar 83

Kaygılılara

Bazı insanlar uyandıkları dakikadan itibaren açıklaması zor


bir korku ve kederle doludurlar. Bu duygunun birçok sebebi
olabilir. Bazı kişiler küçükken ailesi ya da kardeşlerinden kötü
muamele görmüştür. Bazıları cinsel tacize maruz kalmıştır. Te­
cavüze uğramışlardır ve bu konuda konuşmakta zorlanırlar.
Gitgide bir korku yerleşir ve kendilerini huzursuz hissederler.
Başlarına geleni ifade etmeyi başardıklarında bunun artık
sona erdiğini anlamalarına yardım edebilecek biri varsa, bu
defteri kapatmak için bir şansları olabilir. Tibet’te bir deniz ka­
buğunu açmanın tek yolunun içine üflemek olduğu söylenir.
Kendinize güveniniz olmadığı için korkuyorsanız ve yaptığı­
nız hiçbir şeyi başaramayacağınızı hissediyorsanız, tekrar dü­
şünmek için biraz durun. Daha başlamadan kendinizi niye
mağlup hayal ettiğinizi görmeye çalışın. Gerçekten geçerli hiç­
bir neden bulamayacaksınız. Problem sizin düşünce yapınızdan
kaynaklanıyor, gerçek bir yetersizlikten, kapasitesizlikten değil.
Korkuyu yenmenin etkili bir yolu da dikkatinizi kendi üze­
rinizden başkalarının üzerine kaydırmaktır. Diğer insanların
karşılaştığı zorlukları fark edince, bizimkisi daha az korkunç
gözükür. Başkalarının yardımına koştuğumuzda güvenimiz
kuvvetlenir, korkumuz ve endişemiz azalır. Tabii yardım ar­
zumuzun kesinlikle samimi olması lazım. Eğer yardım etme­
mizin tek sebebi kendi kötü durumumuzu iyileştirmekse, bu
sonunda bizi kaçınılmaz olarak yine kendimize ve korkuları­
mıza geri götürecektir.
84 Yürekten Gelen Öğütler

İntihar Etmeye Kalkışanlara

İntihar hakkında konuşmak zordur. Bunun birçok nedeni


var. Bazı insanlar korku ve kederden, bazılarıysa umutsuzluk­
tan şaşkına dönerler. Bazıları, başkalarının yaptığı ya da yap­
madığı bir şeyden dolayı onurları zedelendiği için kendilerini
öldürürler. Herhangi bir şeyi elde etmeyi başaramayacakların­
dan çok emin olanlar veya bir şeyi çok yoğun arzulayan insan­
lar vardır ve istedikleri olmayınca öfkeyle intihar ederler. Ba­
zı insanlar kendilerini ıstıraba terk ederler. Daha bunun gibi
bir sürü sebep vardır.
Genel olarak konuşursak intihar eden kişi probleminin
herhangi bir şekilde çözülme olasılığını ortadan kaldırmakta­
dır. Bir insan o ana kadar ne kadar zorlukla karşılaşmış olur­
sa olsun bu o insanın bir gün sorunları çözmek için gerekli
imkânları bulamayacağı anlamına gelmiyor.
Birçok intihar aşırı bir duygusallık anında gerçekleşir. İn­
sanoğlu sadece öfke, arzu ya da keder yüzünden böyle radikal
bir karar almamalı. Fevri hareketler çok fazla hata riski taşır.
Olaylar üzerine düşünebilme yeteneğimiz olduğundan böyle
tamiri güç bir eylemde bulunmadan önce gevşemeyi ve sakin­
leşmeyi beklemeliyiz.
Öğretmenim Trijang Rinpoche, Kham eyaletinde yaşayan
çok mutsuz bir adamın hikâyesini anlattı. Kendini Lhasa’da-
ki Tsangpo Nehri’ne atmaya karar vermişti. Yanına bir şişe
alkol almış ve şişeyi bitirdiğinde suya atlayacağını söylemiş
kendi kendine. Başlangıçta duygularının ağırlığı altında ezil­
Zihin Durumlarına Göre Davranışlar 85

miş. Nehrin kıyısına vardığında kısa bir süre için kenarda


oturmuş. Atlamak için zihinsel olarak hazır olmadığından
içmeye başlamış. Bu onu yeterince cesaretlendirmeyince bi­
raz daha içmiş. Sonunda koltuğunun altında boş şişeyle eve
dönmüş.
Bu örnekten de anlayacağınız gibi çok güçlü bir duygunun
etkisi altında ihtihar etmeye yeltenen bir kişi, bir kez yatıştık­
tan -ve bir şişe içkiyi de yuvarladıktan- sonra, sakin sakin evi­
ne geri dönebilir!
86 Yürekten Gelen Öğütler

Yalnızlıktan Çekenlere, Tecritlere

Yeni bir ankete göre Amerikalıların büyük çoğunluğu ken­


dilerini yalnız ve yalıtılmış hissettiklerini itiraf etmişler. Her
dört kişiden biri son on beş gün içinde kendini derinden yal­
nız hissettiğini söylemiş ve bu durumun çok yaygın olduğu
görülüyor.
Şehrin caddelerinde binlerce insan var ama hiçbiri birbiri­
ne bakmıyor. Göz göze geldiklerinde özellikle buluşmamış-
larsa gülümsemiyorlar. İnsanlar trenlerde saatlerce yan yana
oturuyorlar ve birbirleriyle konuşmuyorlar. Bu tuhaf değil
mi?
Kanımca yalnızlık deneyimi iki ana nedene bağlı. Birincisi,
çok kalabalıklaştık. Dünya nüfusunun daha az olduğu zaman­
larda insan ailesine ait olduğumuzun hakikaten farkındaydık,
insanlar birbirini daha iyi tanıyordu ve karşılıklı destek ihtiya­
cı daha fazlaydı. Bugün bile küçük köylerde herkes birbirini
tanıyor, aletlerini ve makinelerini ödünç veriyorlar, ağır işleri
birlikte yapıyorlar. Eskiden düzenli olarak bir araya gelirlerdi,
camiye, kiliseye gider ve birlikte dua ederlerdi. İletişim için
fırsatları daha fazlaydı.
Şimdi dünya aşırı kalabalık, şehirlerde milyonlarca insan
yaşıyor. Onlara baktığınızda tek dertlerinin çalışmak ve para
kazanmak olduğunu düşünüyorsunuz. Her birey ayn ve ba­
ğımsız bir yaşam sürüyormuş gibi görünüyor. Modem maki­
neler bize büyük özerklik veriyor ve yanılgıya düşerek refahı­
mız için başka insanların daha az önemli olduğunu zannedi­
Zihin Durumlarına Göre Davranışlar 87

yoruz. Bu durum ilgisizliği ve yalıtılmışlık duygusunu güçlen­


diriyor.
Fikrimce yalıtılmışlık deneyiminin ardındaki bir başka ne­
den de modern dünyada herkesin felaket meşgul olması. Biri­
siyle konuştuğumuzda, sadece “Nasılsın?” diye sormakla bile
yaşamımızın çok değerli saniyelerini kaybettiğimizi düşünü­
yoruz. İşlerimizi bitirir bitirmez balıklama gazeteye dalıyo­
ruz... Bakalım haberlerde neler var? Olayları bir dostla tartış­
mak sanki zaman kaybı.
Şehirlerde yaşayan insanlar genellikle çok insan tanırlar.
Her tanıdığa “merhaba” demek zorundayız. Bu da herkesle
muhabbete dalma riski taşıdığından hiç de pratik değildir.
Böylece iletişimi engelleriz ve birisi bizimle konuştuğunda te­
cavüze uğramış gibi hissederiz.
Toplum giderek insaniyetini yitiriyor ve yaşamlarımız gi­
derek daha mekanikleşiyor. Her sabah çalışmak için dışarı çı­
kıyoruz. İş bittiğinde kendimizi bir gece kulübü ya da benze­
rinde meşgul ediyoruz. Sarhoş oluyoruz, eve geç gidiyoruz,
birkaç saat uyuyoruz. Ertesi gün, yarı uykulu, kafamız bula­
nık tekrar işe gidiyoruz. Şehirlerde yaşayan birçok insan yaşa­
mını böyle sürdürmüyor mu? İnsanlar bir makinenin dişlile­
rine dönüştüğünden, hoşlansalar da hoşlanmasalar da sürüyü
takip ediyorlar. Bir süre sonra bu yaşam biçimi katlanılması
zor bir hal aldığında ilgisizleşiyoruz.
ABD’nin büyük bir kentinde otursaydım, örneğin, çevrem­
de yalnızca o ülkenin insanları olsaydı, yavaş yavaş ben de on­
lara benzerdim. Başka bir seçeneğim olmazdı, gece kulüpleri­
88 Yürekten Gelen Öğütler

ne gider, geç gelir, ertesi gün işyerinde yan uyuklardım belki


de. Bir süre sonra da bu alışkanlığı edinmiş olurdum! (Gülüş­
meler)
Akşamları dışarı çıkmayın ve çok fazla içmeyin. İş günü
bittiğinde eve gitmek daha iyi. Yemek yiyin, bir fincan çay ya
da başka bir şeyler için, kitap okuyun, gevşeyin ve uyuyun.
Ertesi sabah erken kalkın. Taze ve açık bir zihinle işe giderse­
niz yaşamınızın çok daha farklı olacağını düşünüyorum.
Kendini yalıtılmış hissetmenin ne faydalı ne de hoş bir
duygu olduğunu herkes bilir. Hepimiz buna karşı mücadele
etmeliyiz. Yalıtılmışlığa neden olan pek çok koşul vardır ve
pek çoğunun ta en başından önü kesilebilir. Toplumun te­
mel birimi aile, insanın kendini mutlu hissettiği, şefkat ve
sevgi ortamı içinde geliştirebildiği bir yer olmalı. Başkaları­
na karşı nefret ve kin hissederseniz, onlar da size karşı ben­
zer duygular besleyebilirler, böylece şüphe ve korku arada
bir mesafe yaratacak, bu da kendinizi yalıtılmış ve yalnız his­
setmenize neden olacaktır. Cemiyetteki herkes size karşı ay­
nı negatif duyguları besleyecek değil, ama bazıları sizin ken­
di duygularınızdan dolayı size olumsuz bakabilir. Çocuklar
hem evde hem okulda sıcak ve ilgili bir ortamda büyürlerse,
yetişkin olduklarında ve sosyalleştiklerinde başkalarına yar­
dım edebilecek yeterlikte olacaklar. Birisiyle ilk defa karşı­
laştıklarında kendilerini rahat hissedecekler ve onunla ko­
nuşmaktan korkmayacaklar. Yalıtılma duygusunun çok da­
ha az yaşandığı yeni bir atmosfer yaratılmasına katkıda bu­
lunacaklar.
Zihin Durumlarına Göre Davranışlar 89

••

Ö fkeye Teslim Olanlara

Öfke ya da nefretin hâkimiyetine girdiğimizde kendimizi


zihinsel ya da fiziksel olarak tam hissetmeyiz. Herkes bunu
fark eder ve bizimle olmak istemez. Sadece kanımızın peşin­
de olan pireler ve sivrisinekler dışında, hayvanlar bile bizden
kaçar, iştahımız azalır, iyi uyuyamayız, bazen ülser oluruz ve
eğer sürekli bu durumda olursak yaşam süremizi de kısaltı­
rız.
Nereye kadar? Diyelim ki öfkemizin sonuna kadar gittik,
asla bütün düşmanlarımızı ortadan kaldıramayız. Hiç bunu
yapabilmiş birini duydunuz mu? Biz içimizde öfke ve nefret
düşmanını barındırdığımız sürece bugün dışarıdaki düşman­
ları temizlemekte başarılı olsak da, yarın yenileri ortaya çıka­
caktır.
Gerçek düşmanlarımız cehalet, nefret, ihtiras, kıskançlık
ve gurur gibi zihin halleridir. Sadece bunlar mutluluğumuzu
yok edebilir. Özellikle öfke ve nefret, aile kavgalarından bü­
yük boyuttaki çatışmalara kadar dünyadaki sorunların büyük
bölümünün kaynağıdır. Hoş bir durumu dayanılmaz bir hale
getirirler. Hiçbir din bunlara bir erdem atfetmez, tüm dinler
sevgi ve iyilikten söz eder. Cennet barışın, güzelliğin, hoş bah­
çelerin ve çiçeklerin olduğunu bildiğim kadarıyla içinde çatış­
maların ve savaşların yer almadığı bir yerdir. Yani öfkeye hiç­
bir iyi nitelik yüklenmez.
Öfkeyle nasıl başa çıkmalıyız? Bazı insanlar bunun yanlış
bir şey olmadığına inanıyor. Kendi zihinlerine bakmaya alışık
90 Yürekten Gelen Öğütler

olmayanlar, duyguların doğalarının ayrılmaz bir parçası oldu­


ğunu ve bastırılmayıp ifade edilmesi gerektiğini düşünüyor­
lar. Eğer bu doğruysa, doğduğumuzda hiçbir şey bilmediği­
mizden cehalet ve eğitimsizliğin de doğamızın parçası olduğu­
nu söylememiz gerekirdi. Oysa onları ortadan kaldırmak için
her şeyi yapıyoruz ve kimse doğal olduklarını, değiştirilme-
meleri gerektiğini iddia etmiyor. O zaman neden aynı şeyi çok
daha tüketici olan öfke ve nefret için de yapmayalım? Kesin­
likle denemeye değer.
Bir şeyi öğrenmek zaman alır ve her şeyi bilmek imkânsız­
dır, ama biraz daha az cahil olmak iyidir. Öfkeden tamamıyla
kurtulmak hiç de kolay değildir. Ancak öfkeden belli bir mik­
tar kurtulur, onu en aza indirgerseniz, çabalarınıza değdiğini
göreceksiniz. Tabii ki bunun sizin meseleniz olduğunu söyle­
yebilir ve bana hadi git işine diyerek bir tartışma yaratabilirsi­
niz! (Kahkahalar)
Psikologlar size öfke gibi bir duyguyu bastırmayıp dışarı
yöneltmenizi söyleyebilirler. Ama bu konuyla ilgili araştırma­
lar yapmanızı veya kendinizi geliştirmenizi söylemezler. Öf­
kenizdeki hataları görmek için kendinizi eğitin, öfkenin zi­
hinsel yapınızın bir parçası olduğunu düşünüyor olsanız bile,
onsuz daha iyi olacağınızı göreceksiniz.
Sizi yıkıcı tepkilere kışkırtacak durumlardan mümkün ol­
duğu kadar uzak durun. Buna rağmen tepki veriyorsanız, ken­
dinizi kaybetmemeye çalışın. Sizi sinirlendirmek konusunda
becerikli birisini tanıyorsanız, bu talihsiz yanını unutmaya ça­
lışın ve o kişiye başka bir açıdan bakın.
Zihin Durumlarına Göre Davranışlar 91

Düşman olarak gördüğümüz insanlar doğdukları ilk gün­


den beri bize düşman değildiler herhalde. Bazı düşünce ve
davranış biçimlerinin sonucunda bu hale geldiler. Bu noktaya
geldikleri vakit de onları “düşman” olarak nitelendirdik. Bize
bakış açıları tümüyle değiştiğinde, ki değişirse bu kez de tu­
tup “arkadaş” olabilirler. Bu yüzden aynı insan bir gün “düş­
manımız”, ertesi gün “arkadaşımız” olabilir. Bu saçma.
Bir kişiyle bir olayın o andaki yaklaşımını net bir biçimde
ayırt etmeye çalışın. O insana değil, duyguya ya da davranış
biçimine tepki verin. Ona zarar vermeye yönelik her türlü ar­
zuyu reddedin. Değişmesine yardım etmeye çalışın ve ona
mümkün olduğu kadar faydalı olun. Kendinizi yalnızca sevgi
ve içtenlik göstererek onun eylemlerini durdurmaya çalış­
makla smırlandınrsanız, hızlı bir biçimde düşmanca davran­
maktan vazgeçmesi ihtimali var. Hatta arkadaşınız bile olabi­
lir.
Size veya başkalarına verilen zararı kabullenmek zorunda
değilsiniz. Karşı çıkın ama bunu size yapanlara nefret duyma­
dan. Onlara kızmayın .ve öç almaya çalışmayın. Böylece tepki­
niz bir intikam ya da öfkeye karşılık başka bir öfke biçiminde
olmaz. Gerçek sabır budur işte. Hırs içindeyken doğru tepki
vermek zordur, hırsı bırakın.
Geçenlerde Kudüs’te İsrail ve Filistinli öğrenciler arasında­
ki bir münazaraya katıldım. Sonunda bir Filistinli orada diya­
log içinde olduklarında her şeyin yolunda olduğunu söyledi,
ama sokağa çıktıklarında durum değişiyordu. İsrail polisi on­
ları tutukladığında çıldırmışlardı ve Israilliler’i düşman olarak
92 Yürekten Gelen Öğütler

görüyorlardı. Ne yapmaları gerektiğini düşünüyorlardı. Biraz


tartıştılar ve karşılarmdakini “Tanrı’nın sureti” olarak görme
fikri ortaya çıktı. Öğrencilerden bir tanesi, “Size zarar veren
biriyle karşı karşıya kaldığınız her durumda, bu zarar her ne
olursa olsun, bu insanı Tanrının bir sureti olarak düşünün.
Göreceksiniz kızgınlığınız dağılacaktır” dedi, iyi bir fikir de­
ğil mi?
Eğer onlar gibi bir dini inancınız varsa ve bu yöntemi ken­
di inancınıza uygun olarak uygularsanız öfkeniz azalacaktır.
Birisi bana meditasyon yaptığında Dalai Lama’nın hayalinin
geldiğini ve ona çok yardım ettiğini yazdı. Şimdi, öfkelendi­
ğinde beni düşünüyor ve öfkesi yatışıyor. Fotoğrafımın öfke­
yi sakinleştirme gücü olduğundan emin değilim. (Kahkaha­
lar) Ancak içimizde öfke uyandığında, onu kışkırtacak bir
nesneye odaklanacağımıza sevdiğimiz birini ya da bir şeye
odaklanırsak en azından zihnimizin birazcık sakinleşeceğini
düşünüyorum. Örneğin; âşık olduğunuz adamı ya da kadını
düşünebilirsiniz. Bu sizin dikkatinizi dağıtacaktır, çünkü iki
düşünce aynı anda barınamaz. Eğer daha güçlüyse, zihnimiz
otomatik olarak yeni imgeyi takip eder ve ilki kaybolur. Da­
ha geri plana düşer. Ancak şunu da unutmayın ki oradadır.
Ona yeniden can vermekten kaçının. Etkilerinin yıkıcı oldu­
ğunu anımsayın.
Öfkeye müsade ederek aslında düşmanımıza değil, kendi­
mize zarar verdiğimizi sık sık söylüyorum. İç huzurumuzu
kaybederiz, her şeyi yanlış yaparız, sindirimimiz bozulur, iyi
uyuyamayız, misafirlerimizi savsaklarız ya da yolumuza çık­
Zihin Durumlarına G öre Davranışlar 93

ma saygısızlığını gösterenlere ürkütücü bakışlar fırlatırız. Ke­


dimiz, köpeğimiz varsa beslemeyi unuturuz. Bizimle yaşayan­
lara hayatı dar ederiz, hatta en yakın arkadaşlarımıza bile me­
safe koyarız. Gittikçe daha az insan bize yakınlık duyduğun­
dan, kendimizi gittikçe daha yalnız hissederiz.
Sözde düşmanınıza gelince, belki de sessizce evinde oturu­
yordun Komşularımız ona sizin hakkınızda gördükleri ya da
duydukları şeyleri anlattıklarında keyiflenecektir. Şayet birisi
ona, “Gerçekten çok mutsuz, iştahı yok, rengi soldu, saçı ba­
şı dağınık, uyuyamıyor, ilaç alıyor, kimse artık onu ziyaret et­
miyor, köpeği bile yanma yaklaşmaya çekiniyor ve durmadan
havlıyor” diye anlatacak olursa neşesi yerine gelecektir. Has­
taneye kaldırıldığınızı öğrendiğindeyse, fazlasıyla tatmin ola­
caktır.
Öfkelenmenin ne anlamı vardır ne de amacı. Gerçekten
düşmanınızı cezalandırmak istiyorsanız sakin olun ve ona na­
sıl bir kader biçeceğinizi düşünün. (Gülüşmeler)
94 Yürekten Gelen Öğütler

Arzularının Esiri Olanlara

Arzunun amacı tatmin olmaktır. Bize hükmediyorsa ve


hep daha fazlası için kıvranıyorsak hedefe asla varamayız ve
mutluluğu bulmak yerine sadece acı çekeriz. Bugünlerde
çok fazla cinsel özgürlükten bahsediyoruz. Ama bir insan
hiçbir engel koymadan sadece zevk için cinsel arzularına
teslim olduğunda, sandığı gibi sürekli bir tatmine kavuşa­
maz; terk edilmiş bir sevgili, bozulan ilişkiler, yaşamları al­
tüst olmuş çocuklar, zührevi hastalıklar, AIDS gibi yaşadığı
kısa süreli zevkle karşılaştırılmayacak problemlere sahip
olur.
Tatmin ettiğinizi düşündüğünüzde bile arzu doğası gereği
daha güçlü olarak yeniden ortaya çıkar. Arzularının tutsağı
olan kadın ya da erkek bir tas deniz suyu içerek susuzluktan
ölen adama benzer; içtikçe susuzluğu artar.
Her şeyin bir sınırı vardır. Zengin olmak istiyorsak, belki
çok büyük paralar kazanmayı başaracağız ama bir gün koşul­
lar daha fazla kazanmamıza engel olacak ve hüsrana uğrayaca­
ğız. Dışarıdan konulan sınırlarla karşılaşmak yerine, kendi sı­
nırlarımızı belirlememiz daha iyidir. Arzulanmızı azaltmalı,
halimizden memnun olmayı öğrenmeliyiz.
Arzu bitmeyen problemlerin kaynağıdır. Arzularımız ço­
ğaldıkça, onları gerçekleştirmek için plan yapmak ve daha çok
çalışmak zorunda kalırız. Bir süre önce bir işadamı, işi büyü­
dükçe, daha çok büyütmesi gerektiğini hissettiğini anlattı. Ve
işi daha da büyütmeye çalıştıkça, daha çok yalan söylemesi,
Zihin Durumlarına Göre Davranışlar 95

rakipleriyle daha acımasız mücadele etmesi gerekmişti. So­


nunda sürekli daha fazla istemenin gereksizliğini fark etti. Re­
kabetin daha az vahşi olması için şirketinin boyutlarını kü­
çültmesi yeterliydi, böylece işine daha dürüstçe devam edebi­
lirdi.
Anlattıklarını çok doğru buldum. İş yapmayalım ya da ge­
lişmeyelim demiyorum. Ekonomik başarı iyi bir şey. Özellik­
le ihtiyacı olanlara iş imkânı sunabilmemizi sağlıyor. İş bizim
için, herkes için, geniş anlamda toplum için iyi. Herkes keşiş
olup dilenseydi ekonomi çökerdi ve hepimiz açlıktan ölür­
dük. (Kahkahalar) Böyle bir durumda Buda’nm müritlerine,
“O zaman şimdi hepiniz gidip çalışın” diyeceğine eminim.
(Kahkahalar)
Ancak ekonomi insani değerler pahasına büyümemeli. Dü­
rüst çalışmaya bağlı kalmalıyız ve kâr için iç huzurumuzu fe­
da etmemeliyiz. Kâr her şeyi haklı gösteriyorsa, köleliği neden
kaldırdık? Gelişmenin gerçek işaretlerinin soylu idealler oldu­
ğuna inanıyorum.
96 Yürekten Gelen Öğütler

Kıskandıktan Kıvrananlara
t

Kıskançlık bizi mutsuz eder ve ruhsal gelişimimizi engel­


ler. Saldırı biçiminde ifade bulduğunda başkalanna da zarar
verir. Çok olumsuz bir duygudur.
Kıskançlık saçma bir şey. Kıskançlık, kıskandığımız insan­
ların daha çok paraya ya da yeteneğe sahip olmasına engel ol­
maz, sadece içimizde yeni bir sıkıntı yaratır. Ve bizi başkaları­
nın refah ya da başarısını yok etmeye zorlayacak kadar güç­
lüyse, bundan daha berbat bir durum olamaz. Hiç şüphe yok
ki, bu tür eylemler bugün ya da yarm aleyhimize döner.
Kıskançlık saçmadır, bir toplumun iyiliği onu oluşturan
bireylerin tamamına bağlıdır. Bazıları bolluk içindeyse, bun­
dan toplum da faydalanır, belli ölçülerde biz de faydalanırız.
Varlıklı birini gördüğümüzde bundan rahatsız olmak yerine,
onların zenginliğinin bizim de yararımıza olduğunu fark et­
meliyiz.
Kıskandığımız insan bize bağlı ya da sevdiğimiz biriyse,
başarısından ancak keyif alabiliriz. Bu insana fazla saygımız
olmayabilir ama onun başarısı toplum için iyiyse, bu keyif­
lenmek için bir başka neden. Ülkemizi kendi başımıza refa­
ha kavuşturmamız mümkün değil. Bunun için birçok insa­
nın yeteneğine ve birlikte çalışmaya ihtiyaç var. Kıskandığı­
mız kişi bu yolda yürüyebilen biriyse, bundan memnuniyet
duymalıyız.
Bizden daha varlıklı veya akıllı olanlar başarılarını sadece
kendi çıkarları için kullanıyorlarsa, biz kendimizi kıskançlığa
Zihin Durumlarına G öre Davranışlar 97

boğarak ne kazanabiliriz? Neden başkalarının bizde de olma­


sını arzu edeceğimiz şeylere sahip olmaya hakkı olmasın?
Olumsuz bir duygu olmasına rağmen bana biraz daha ka­
bul edilebilir görünen bir kıskançlık türü vardır. Bu, eşlerden
birinin güveni diğeri tarafından sarsıldığında hissedilen kıs­
kançlıktır. Farz edin, birbirini çok seven iki kişi birlikte yaşa­
maya karar verdi, iyi anlaşıyorlar, birbirlerine tamamıyla gü­
veniyorlar, çocukları oluyor ve bir gün eşlerden biri bir sevgi­
li ya da metres ediniyor. Diğer eşin ıstırabını anlamak hiç de
zor değil.
Olayda kıskanan tarafın da sorumluluğu olabilir. Evli bir
çift biliyorum. Birbirlerini daha yakından tanıdıkça, erkek ka­
rısı hakkında her şeyi, en küçük ayrıntısına kadar öğrenme
takıntısı geliştirmiş ve giderek son derece kaygılı bir tip olup
çıkmıştı. Aralarındaki gerilim büyüdü ve karısı başka bir
adamla gitti.
Erkeğin tepkisi beni şaşırttı. İki insan beraber yaşadığında
gittikçe yakınlaşmaları son derece normaldir. Ve yakınlaştık­
ça arada gizli saklı kalmaz. Birisine tam anlamıyla güvenmek
güzel bir şey değil mi? O zaman daha fazla kurcalamak niye?
Hem insanın bir kere evlendikten sonra eşine güvenmemesi
gülünç değil mi? Başlangıçtan beri biri güvensizse, diğerinin
evde bulamadığı şeyi dışarıda araması mantıklı değil mi?
98 Yürekten Gelen Öğütler

Gurur Kurbanlarına

Gururun en kötü tarafı kendimizi geliştirmemize engel ol­


masıdır. “Her şeyi biliyorum, gerçekten iyi bir insanım” diye
düşünürseniz hiçbir şey öğrenemezsiniz ve bu başınıza gelebi­
lecek en kötü şeylerden biridir.
Gurur da birçok sosyal problemin kaynağında yatan ne­
denlerden biridir. Kıskançlık, kendini beğenmişlik, küçük
görme, ilgisizlik doğurur ve bazen insanları başkalarını suisti-
mal etmeye ve zarar vermeye kadar götürür.
Kendine güvenle gururu ayırt etmeliyiz. Kendine güven
gereklidir. Bazı durumlarda cesaretimizi kaybetmememizi ve
“Başarabilirim” diye düşünmemizi sağlar. Kendine güven, te­
meli koşullara ve kapasitemizi yanlış değerlendirmeye daya­
nan aşırı kendinden emin olmaktan farklıdır.
Başkalarının beceremediği bir işi sonuçlandırabileceğinizi
hissediyorsanız, değerlendirmeniz iyi temellendirilmiş olduğu
sürece gururlu olarak nitelendirilemezsiniz. Bu, uzun boylu
birinin, onlar için fazla yüksekteki bir şeye ulaşmaya çalışan
kısa boylu bir grup insanla karşılaşması gibidir: “Uğraşmayın,
ben yapabilirim” der. Bu durum basit bir biçimde o kişinin
belli bir işi götürebilmek için diğerlerinden daha yetenekli ol­
duğu anlamına gelir, ama onlardan üstün ya da onları ezmek
istiyor demek değildir.
Gurur asla mazur görülemez. Temelinde insanın kendini
hatalı değerlendirmesi veya geçici, yapay başarılar vardır. Gu­
Ziftin Durumlarına Göre Davranışlar 99

rurun olumsuz etkilerini hatırlayalım. Aynı zamanda kusurla­


rımızın ve sınırlarımızın farkında olmalı, kendimizden aşağı­
da gördüğümüz insanlardan, özünde farklı olmadığımızı anla­
malıyız.
100 Yürekten Gelen Öğütler

Travm a Atlatanlara

Bazı insanlar acıklı olaylar yaşadılar. Ailelerinin veya baş­


kalarının katledilişine tanık oldular, tecavüze uğradılar ya da
işkence gördüler. Yıllar sonra hâlâ başlarına gelenin etkisin­
den kurtulamıyorlar ve çoğu zaman bu konuda konuşamı­
yorlar. Onlara yardım etmek kolay değil. Travmanın ciddiye­
ti ve iyileşme süresi büyük ölçüde sosyal ve kültürel yapıya
bağlı. Din de önemli bir rol oynayabilir. Sanırım Tibetliler
Budist çalışmalar sayesinde trajik deneyimlere karşı daha da­
yanıklılar.
Eğer kurbanlar affedecek kadar açık fikirliyse ve tecavüz­
cüler, işkenceciler, katiller de yaptıkları alçaklığın farkına va­
rıp tövbe etmek istiyorlarsa, bu durumda iki tarafı bir araya
getiren bir toplantı faydalı olabilir. Suçlunun hatalarını anla­
yıp üzüntüsünü samimiyetle ifade etmesini sağlayabilir ve
kurbana bu yükten ve kinden kurtulması için az da olsa bir
şans verir. İki taraf da bir uzlaşma zemini bulabilirse, bu de­
vam etmek için en iyi yol değil mi?
Ciddi bir travmadan etkilenenler yalnızca kurbanlar değil­
dir. Bazen ıstırap çektirenler de dertlidir. Uyguladıkları şiddet
ve zulmü tekrar tekrar yaşayan eski Vietnam askerlerini düşü­
nüyorum. Yıllar sonra bile katliam, patlama, başsız ceset ve
benzeri sahnelerle dolu kâbuslar görüyorlar ve derinde zihin­
leri huzursuz.
Böyle kırılgan insanların karşılaştığı en temel problem,
çoğunlukla çevreden yeteri kadar duygusal destek alamama-
Zihin Durumlarına Göre Davranışlar 101

landır. Nezaket, ince düşünce, şefkat acılarını azaltmaya


yardımcı olabilirdi, ama bunlara nadir rastlanan bir toplu­
mun üyesiyiz ve kurbanlar kendilerini yalıtılmış ve yalnız
hissediyorlar.
Bununla birlikte onlarla kişisel olarak ya da grup içinde
konuşarak ve değişik yöntemler uygulayarak ıstıraplarını ha­
fifletmelerine yardımcı olabiliriz. Yalnız olmadıklarını anla­
malarını sağlamalıyız, birçok insan aynı durumda ve çoğu bu­
nu aşmayı başardı. Onlara kendi yaşadığımız travmaları ya da
sıkıntıları anlatabilir ve nasıl üstesinden geldiğimizi açıklaya­
biliriz.
Tabii ki kendimizi psikolojik teoriler ya da reçetelerle tat­
min edemeyiz. İyi niyetli olmak ve kalpten konuşmak önem­
lidir. Sabırlı olmak ve ne kadar sürerse sürsün, azimle yardım
etmeye devam etmeye hazırlıklı olmak gerekir. Bir insanın
zihni derinden huzursuzken, bir iki rahatlatıcı sözcük mırıl­
danmak yeterli değildir.
Deneyimler, huzurlu bir ortamda büyüyüp insani değerle­
rini kararlı bir biçimde geliştirmiş olanların travmalara çok
daha iyi tepki verdiğini gösteriyor. Tersine geçmişinde şiddet
ve çatışma olanlar ise genellikle olaya olumsuz yaklaşıyor ve
iyileşmeleri daha uzun zaman alıyor.
Dayanıklı bir bedenle hastalıklara daha güçlü karşı koyar
ve daha çabuk iyileşiriz. Aynı biçimde sağlıklı bir zihin trajik
olayları ya da kötü haberleri daha çabuk atlatmamızı sağlar.
Zihnimiz sağlıklı değilse, tatsız olaylar bizi daha derinden ve
uzun süre yaralar.
102 Yürekten Gelen Öğütler

Bu daha doğarken çaresiz biçimde koşullandığımız şeklin­


de anlaşılmasın sakın. İnsan üzerinde çalışarak daha sağlıklı
bir zihne kavuşabilir. Eğitim, aile çevresi ve toplum, din ve
daha pek çok etmen bu konuda önemli bir rol oynar.
Başınızdan bir dram geçtiyse, şunu unutmayın ki kaygıla­
rınız ve durmadan kendi kendinize işkence yapmanız yalnız­
ca ıstırabınızın artmasını sağlar. Sorununuzdan söz edin, gu­
rur ya da utanç nedeniyle onu gizlemeyin. Bunun geçmişe ait
olduğuna, o dramı kendinizle birlikte geleceğe taşımakta hiç­
bir anlam olmadığına inanın. Zihninizi varlığınızın daha pozi­
tif yanlarına çevirin.
Aynca başınıza gelenleri ve ıstırabınızın nasıl ortaya çıktı­
ğını da düşünün. Başkalarına zarar verenler genellikle cahil­
lik, nefret ve arzu zehirlerinden içmişlerdir ve zihinlerini
kontrol edemeyecek kadar zayıftırlar. Belki de hepimizin için­
de var bu üç zehir. Belki bizim de uç noktada davranışlarda
bulunmamız için bu zehirlerden birinin benliğimizi ele geçir­
mesi yeterli. Belki de tam aksi gerçekleşebilir ve bir cani, gü­
nün birinde duygularını kontrol etmeyi öğrenerek iyi birine
dönüşebilir. Kimse hakkında kesin yargılarda bulunmamalı-
yız.
Fırsat bulduğumuzda gizli eğilimlerimize kapılarak ya da
koşullardan etkilenerek, normalde düşünülemeyecek şeyler
yapabiliriz. Irkçılık ya da milliyetçilik gibi boş kavramlarla
kandırılmış olan son derece masum görünümlü insanlar da
aşın şiddet ve zulüm sergileyebilirler. Başkalanndan zarar
Zihin Durumlarına G öre Davranışlar 103

gördüğümüzde bunu hatırlamalıyız. Bu durumda çektiğimiz


sıkıntının oluşmasında sayısız faktörün rol oynadığı sonucu­
na varmak zorunda kalacağız. Suçu bütünüyle bir insanın ya
da tek bir, nedenin üzerine atmak imkânsız. O zaman sorunu
değişik bir gözle göreceğiz.
104 Yürekten Gelen Öğütler

Çekingenlere

Bazen bir yabancıyla karşılaştığımızda fazlasıyla çekingen


ve uzak olabiliriz. Bu tepki mantıklı değil. Aslında başka in­
sanlarla ilişkiye girmekten korkmak için hiçbir neden yok. Sa­
dece aynı özlemler, aynı ihtiyaçlarla bizim gibi insanlar olduk­
larını fark etmemiz lazım, o zaman buzları eritip iletişim kur­
mak kolaylaşır.
Biriyle ilk karşılaşmamda, kendime karşımdakinin her şey­
den önce benim gibi mutlu olup acı çekmek istemeyen bir in­
san olduğunu söylüyorum. Yaş, cüsse, deri rengi ve sosyal rüt­
besi hiç önemli değil gerçekten; özünde aramızda hiçbir fark
yok. Bu yolla, o insana sanki ailemden biriymiş gibi açılabili­
rim ve bütün çekingenlik kaybolur.
Çekingenlik çoğunlukla kendine güven eksikliğinden ve
formalitelere, geleneklere çok fazla bağlılıktan kaynaklanır.
Başkalarına takdim etmek istediğimiz görüntünün tutsakla­
rıyız. Bu durumda davranışımız çok yapaylaşır. Doğal eği­
limlerimiz bazen oldukça güçlü bir şekilde bize bunu hatır­
latmaz mı? Acilen mesanemizi boşaltma ihtiyacı hissettiği­
mizde, bir süre her şey yolundaymış gibi davransak da buna
çok uzun süre dayanamayız. Çocukluğumda çok uzun süren
törenlerde, arada bir ustama bir dakikalığına ortadan kay­
bolmam gerektiğini söylerdim. Bu oluşturduğum örneğe ters
düşse de, o arayı vermem gerekirdi ne yapayım! (Gülüşme­
ler)
Zihin Durumlarına Göre Davranışlar 105

Çekingenlik bir kendini koruma biçimi ve çok sıkılgan ol­


duğumuzun bçlirtisi de olabilir. Ama çelişkili bir biçimde, ne
kadar kendimizi korumaya uğraşırsak, o kadar kendimize gü­
venimizi kaybeder ve utangaçlaşırız. Diğer taraftan başkaları­
na açıldıkça, sevgi ve şefkat gösterdikçe, kendimizle ilgili da­
ha az saplantılı ve daha fazla güvenli oluruz.
106 Yürekten Gelen Öğütler

Kararsızlara

Hayatta kararlar alabilmek için birazcık cesarete ihtiyacı­


mız var. Ama bir şeye düşünmeden karar vermek iyi olmadı­
ğından, olayı doğru değerlendirmeye yetecek ya da daha bilgi­
li olanlardan öğüt almaya itecek kadar belli bir miktar karar­
sızlık da gereklidir. Yani kararsızlık bir yere kadar iyidir. Ama
artı ve eksileri tarttıktan sonra, karşılaşmak zorunda kalacağı­
mız güçlükler ne olursa olsun karar verecek güçte olmamız la­
zım.
Bu konuda her zaman kendi öğüdümü uygulamadığımı be­
lirtmek zorundayım. Kashag’la (sürgündeki Tibet hükümeti
vekil kurulu) toplantılarda ara sıra güncel bir konuda karar
alıyorum, öğlen yemeğinden sonra aklıma başka bir düşünce
geliyor. O zaman “Kararım başka türlü olmalıydı” diyorum
kendi kendime. (Kahkahalar) Bu açıdan fazla nasihat verecek
durumda değilim.
Zihin Durumlarına G öre Davranışlar 107

Kendini Sevmeyenlere

Kendinden nefret çok olumsuz bir yaklaşım. Görüntülerin


gerisinde derinlere baktığımızda böyle bir nefretin kim oldu­
ğumuz konusunda fazla kasıntılı düşünmekten kaynaklandı­
ğını fark ederiz. Ne olursa olsun en iyi olmak isteriz ve kendi­
mizle ilgili yarattığımız ideal görüntüde bir ufak ayrıntının ek­
sikliğinde buna katlananlayız. Bu gururun bir başka biçimidir.
Kendinden nefret etme konusuyla ilk karşılaştığımda çok
şaşırmıştım, insanın kendinden nefret etmesinin nasıl müm­
kün olduğunu anlayamadım. Bütün varlıklar kendilerini se­
verler, hayvanlar bile. Bunun abartılı bir kendini beğenmişlik­
ten başka bir şey olmadığını sanıyorum.
Bir şey kesin. Kendimize karşı nazik değilsek, başkalarına
da olamayız. Başkalarını sevmek ve yumuşak olmak, onlann
ıstıraplarından kurtulmalarını ve muüu olmalarını dilemek
için bu duygulan önce kendimiz için beslemeliyiz. O zaman
diğer insanlann da bizimkilerle benzer özlemleri olduğunu
anlayabiliriz, onlara sevgi ve şefkat gösterebiliriz. Kendimiz­
den nefret ediyorsak başkasını sevemeyiz. Bu bakış açısını de­
ğiştirmek için hiçbir şey yapmazsak, iç huzuru ve sevinci bul­
mak için çok az şansımız olur. Yaşamımızı boşa harcayacağız,
bu aptallık. Belki böyle şeyler söylememeliyim ama gerçek bu.
İnsanın kendinden nefret etmemesi için, kendisiyle ilgili yan­
lış fikirler geliştirdiğini fark etmesi ve onun yerine asli insani de­
ğerlere temellenen sahici ve sağlıklı bir kendine güven oturtma­
sı gerek. Başkalarına karşı daha alçakgönüllü ve açık olmalıyız.
108 Yürekten Gelen Öğütler

Alkol ve Madde Bağımlılarına

Alkol ve uyuşturucu bağımlıları genellikle kendilerini yok


ettiklerini bilirler ama içlerinde bırakmak için gerekli kararlı­
lığı bulamazlar. Aynı travmalara karşı savunmasızlık gibi bu
zayıflık da çoğunlukla kişisel bir özelliktir.
Uyuşturucuların sağlığa zararlı olduğunu ve zihni bulan­
dırdığını herkes bilir. Geçici bir süre için korku ve kederi ya-
tıştırsalar bile ıstırabı bütünüyle ortadan kaldıramazlar. Sade­
ce bir süreliğine maskelerler. Acının üstesinden gelebilmek
için işe onu anlayarak, doğasını tanıyarak, nedenlerini bularak
başlamalıyız ki, uyuşturucu kullanımı böyle bir yansıtmayı
imkânsızlaştırır.
Bir BBC belgeselinde, Rus gençlerinin uyuşturucudan al­
dıkları zevkin seksten aldıklarından çok daha fazla olduğunu
söylediklerini duydum, oysa ki seksin hem insanlar hem de
hayvanlar için en yoğun zevk olduğu zannedilir. Bu maddele­
rin maruz kaldığımız tehlikelere kulak asmamamıza neden
olacak kadar güçlü olduğunu görebiliriz. Cehalet ve karışıklık
bizi problemlerimizden nasıl kurtaracak? Sık sık şaka yollu
zihnimizin zaten yeteri kadar dağınık olduğunu, daha fazla
dağılmanın gereksizliğini anlatıyorum.
Eğitim; kişisel destek ve uyuşturucuların olumsuz etkile­
riyle ilgili doğru tahlil yapıp, bunlan bırakmanız için ihtiyaç
duyduğunuz gücü bulmanıza yardımcı olabilir. Hemen yapay
ve geçici, aynı zamanda ıstırapla sona ermesi kaçınılmaz bir
Zihin Durumlarına Göre Davranışlar 109

mutluluğu aramak yerine, dışardan gelecek desteğe ya da ko­


şullara bağlı olmayan bir iç huzuru ve mutluluğu geliştirin.
Doğanıza güvenin ve kendi ayaklarınızın üzerinde durmayı
öğrenin. Başka insanlara daha fazla açılın. Cesaretin özgecilik­
le büyüdüğüne inanıyorum.
110 Yürekten Gelen Öğütler

Ask Tutkusunun Pençesinde Olanlara


t /

Canlılara ve şeylere iyi ya da kötü, yakışıklı ya da çirkin


olarak yapıştırdığımız etiketler genellikle arzu ve ihtiras tara­
fından belirlenir. Hoşlandığımız şeye iyi, hoşlanmadığımıza
kötü deriz. Bunlar bizim kendi zihinlerimizin uydurmaları.
Eğer güzellik gerçekte nesnelerin kendinde var olsaydı, hepi­
miz karşı konulmaz bir biçimde aynı insanlara ya da şeylere
çekilecektik.
Bütün duyularımıza yön veren cinsel arzu çok güçlüdür ve
olaylara bakışımızı kökünden değiştirebilir. Cinsel ihtiras du­
yarken, arzuladığımız erkek ya da kadın her bakımdan mü­
kemmel, değişmeyen ve sonsuza kadar sevilmeye değer görü­
nür. Onların varlığının her ayrıntısının olağandışı bir etkisi
vardır. Onlarsız yaşamayı hayal edemeyiz. Ama ne yazık ki
her şey doğası gereği değiştiği için, bugün tapılacak kadar gü­
zel algıladığımız insan ne kadar önemsiz olursa olsun bir iki
kelime ya da hareketle aniden çekiciliğini yitirir. Daha da kö­
tüsü, mükemmel olduğunu düşündüğümüz bu insanın başka
birini sevdiğini keşfettiğimizde aniden bizim için bir nefret
nesnesine dönüşebilir.
Cinsel bağlılığın üzerinizdeki etkisi ağırsa, rahat bir şekil­
de ve mümkün olan her açıdan olayı gözden geçirmeye çalı­
şın. Her şeyin sürekli değiştiğini göz önünde bulundurun, iyi­
lik ve güzellik sadece zihinsel icatlardır. O zaman manzaranız
değişecek. Kendinize, aniden sizi aldattığını öğrenseydiniz aş­
kınızın nesnesini nasıl algılayacağınızı sorun ya da onun hak­
Zihin Durumlarına Göre Davranışlar 111

kında sahip olduğunuz ideal görüntüyle uyuşmayacak bir şey


yaptığını hayal edin.
Gerçek sevgiyle cinsel bağımlılığı net bir biçimde ayırt et­
melisiniz. İdeal olarak birincisi karşılık beklemez ve koşullara
bağlı değildir. İkincisi ise olaylara ve duygulara göre değişebi­
lir.
Az ya da çok miktarda cinsel çekimin söz konusu olduğu
aşk ilişkilerine gelince, daha önce de söylediğim gibi eşinizi
seçmenizde yalnızca fiziksel çekimin değil karşılıklı birbirini
tanımanın ve sevginin de rol oynaması gerekir ki, bu ilişki öz­
gün ve sağlam, uzun soluklu olsun.
112 Yürekten Gelen Öğütler

Dilinin Kemiği Olmayanlara

Sık sık bir gerçeği yanlış bir biçimde algılar ve yalan söyle­
mek gibi bir niyetimiz olmasa da yanlış ifade ederiz. Bir Tibet
hikâyesi vardır. Adamın biri büyük bir balık görmüş, balığın
ne kadar büyük olduğunu anlatması istenmiş. Yanıtlarken el
kol hareketlerinden anlaşıldığına göre balık gerçekten çok bü­
yükmüş. İnsanlar daha kesin konuşmasını istemişler. Tam
olarak ne kadar büyük? O zaman balığın boyutları birazcık
küçülmüş. Yani şaka bir yana gerçekten ne kadar büyüktü? Bu
sefer balık gerçekten epeyce küçülmüş. Adamın başta yalan
söylediğini düşünemezsiniz, sadece ne söylediğine dikkat et­
miyordu. Garip bir şekilde bazı insanlar kendilerini hep bu şe­
kilde ifade ediyor görünürler. Bu konuda Tibetliler bir vaka­
dır. Bir hikâye anlattıklarında hiçbir delil ortaya sürmezler ve
kimse de haberlerin nereden geldiğini ya da hikâyenin kim ta­
rafından aktarıldığını sormaz. Böyle konuşmaya eğilimli olan­
lar, söyledikleri şeylere daha fazla dikkat etmeliler.
Bir açıdan bakıldığında, az şey söylemek ve sadece söyleye­
cek bir şeyimiz olduğunda konuşmak iyi bir şey. Yunus ve ba­
lina gibi bazı hayvanlar da karmaşık bir iletişim biçimi kulla­
nıyor olsalar da, insan ırkının olağanüstü vasıflarından biri
kullandığı dil. Ama insan diline yakından baktığımızda ne ka­
dar sınırlı olduğunu görüyoruz. Kavramlar ve kelimeler nes­
neleri yapay bir şekilde yalıtıyor, oysaki tanımladıkları objele­
rin sayısız sebep ve koşullar sonucu oluşan ve sürekli değişen
yine sayısız yüzü var. Gerçeğin bir halini isimlendirir isimlen­
Zihin Durumlanna Göre Davranışlar 113

dirmez, zihinsel olarak diğer bütün halleri eliyoruz, seçilen


nesneyi sadece o nesneye ait bir kelimeyle tanımlıyoruz, bu
onu tanımamızı sağlıyor. Sonra bu nesnenin kullanılış duru­
muna göre ayrımlar oluşturuyoruz; herhangi bir şeye asli ni­
telikler mal etmek imkânsızken “bu iyi, bu kötü” diyoruz ve
bu böylece devam ediyor. Sonuçta en iyi durumda gerçeğin
kısmi, en kötü durumda da tamamıyla yanlış görüntüsünü el­
de ediyoruz. Bu yüzden dil ne kadar zengin olursa olsun gücü
sınırlı. Sadece kavramsal olmayan deneyim sayesinde nesnele­
rin gerçek doğasını anlayabiliriz.
Dil probleminin benzeri diğer alanlarda da yaşanıyor, ör­
neğin politikada. Politikacılar birçok değişik faktörle bağlan­
tılı karmaşık problemlerle baş edebilmek için basit öğretiler
kullanıyorlar. Marksizm, sosyalizm, liberalizm, himayecilik
ve bunun gibi kavramlar ve kelimeler yardımıyla çözüm üre­
tebileceklermiş gibi hareket ediyorlar. Herhangi bir durum­
dan sorumlu sebep ve koşullar kalabalığının içinden bir iki ta­
nesini çekip alıyorlar, diğerlerini hesaba katmayı beceremi­
yorlar. Bu yüzden hiçbir zaman yeterli bir cevap bulamıyorlar
ve yanlış anlamalar fazlasıyla mümkün oluyor. Ne yazık ki ke­
lime ve kavramları kullanmaktan başka seçeneğimiz yok.
Dili sadece yararlı olacağı zaman kullanmak en iyisi. Ge­
reksiz yere konuşmak, bir bahçede binlerce yabani otun büyü­
mesine izin vermek gibi bir şey. Az ve öz konuşmak en iyisi­
dir.
114 Yürekten Gelen Öğütler

Başkalarını Eleştirenlere
9 *

Biri beni eleştirse, hatta bana hakaret bile etse, niyeti iyiy­
se gönüllü olarak onları bunu yapmaya davet ediyorum. Biri­
nin hatasını görmek sonra da tutup ona hiçbir sorun olmadı­
ğını söylemek hem anlamsız hem de hiçbir fayda sağlamaz.
İnsanlara yaptıkları şeyin çok da ciddi olmadığını söyleyip,
sonra da arkalarından kötü konuşmak da doğru değil. Düşün­
düğümüzü yüzlerine söylemeliyiz. Neyin gerekli olduğunu
açıkça belirtmeli, gerçeği yalandan ayırmalıyız. Şüphelerimiz
varsa söylemeliyiz. Kelimelerimiz biraz sert olsa da söylemeli­
yiz. Bu düşüncemizi berraklaştırır ve dedikoduyu engeller.
Ama kendimizi tatlı dilli ve kibar uyarılarla kısıtlarsak her za­
man söylentinin çarpıtılması için zemin oluşur. Şahsen dolay­
sız konuşmayı tercih ediyorum.
Bir gün birisi bana “Mao Zedong’a göre insanın düşünme­
ye, konuşmaya ve hareket etmeye cesareti olmalı” dedi. Çalış­
mak ve işleri yürütmek için düşünmemiz gerektiği doğru. Dü­
şündüğümüzü söylemek ve söylediğimizi yapmak için de ce­
sarete ihtiyacımız var. İnsanlar eylemde bulunmazsa ilerleme
mümkün değildir. Ama aynı zamanda kendimize söyleyeceği­
miz ya da yapacağımız şeyin yararlı olup olmayacağını da sor­
mamız gerekiyor. Birine, dünyadaki en iyi niyetle, ona hiçbir
faydası olmayacak incitici şeyler söylersek saldırgan ve dolay­
sız tavrımız hedefine ulaşmamış olur. Belki de bu insanın ih­
tiyacı olan şey beyaz yalandır.
Hinayana Budizmi’nde bedene ve konuşmaya dair yedi ta­
Zihin Durumlarına Göre Davranışlar 115

ne zararlı eylem olan öldürmek, çalmak, kötü cinsel yaklaşım,


yalan, iftira, merhametsiz sözcükler ve dedikodu yasaklanmış­
tır. Diğer taraftan Mahayana Budizmi’nde öldürmek kadar kö­
tü bir eylem bile eğer hiçbir şahsi istekle bağlantılı değilse ve
başkalarının yararına olacaksa hoş görülür.
Genel olarak gerçeği söylememiz gerektiğini düşünüyo­
rum, sert bir biçimde ifade etsek bile faydası olabilir. Ama kö­
tü niyetle insanları eleştirmekten, onlara hakaret etmekten ka­
çınmalıyız. Böyle yaparsak, sözcüklerimiz başkalarının acı
çekmesine neden olacak, kendimizi iyi hissetmeyeceğiz ve
kasvetli, içinde soluk alması zor bir ortam yaratacağız.
116 Yürekten Celen Öğütler

Başkalarına
/ Acı Çektirenlere
*

Bazen cahilliğimizden, acı çektiklerinin farkına bile var­


maksızın başkalarının sıkıntı çekmesine neden oluruz. Örne­
ğin; hayvanların da zevk ve acı hissettiklerinin çok nadir bi­
lincindeyiz. Kendimiz benzer deneyimlerden geçmedikçe ya­
kın akrabalarımızın çektikleri sıkıntıları da anlamıyoruz. Ta­
bii ki bu durumda acıyı çeken onlar, biz değiliz. Sadece ken­
dimize, “Biri bana vurduğu ya da hakaret ettiği zaman, şu ya
da bu biçimde acı çekiyorum” diyerek onların çektikleri hak­
kında fikir sahibi olabiliriz.
Başkalarına verdikleri zarar umurunda bile olmayan insan­
lar var. Onlar için en önemli şey, kendilerinin bir olaydan za­
rar görmeden sıyrılmaları. Bu da pek çoğu gibi bilinçsizliğe te­
mellenen bir sorundur. Başkalarına acı çektirdikçe, kendi ge­
leceğimizde çekeceğimiz acılar için daha fazla sebep oluşturu­
ruz. Daha da kötüsü topluma zarar verdiğimiz için kendimize
iki katı kötülük etmiş oluruz.
Birine çok kötü davrandıysak üzülmeliyiz. Hatalarımızı,
normal bir yaşam sürmemizi engelleyecek seviyeye varmadan
fark etmeliyiz. Yaptığımızı unutmamalıyız ama depresyon ve­
ya vicdan azabıyla da ezilmemeliyiz. İlgisiz olmamalıyız, çün­
kü bu yaptığımız şeye aldırmamakla aynı şeydir, ancak kendi­
mizi affetmeyi de öğrenmeliyiz: “Geçmişte bir hata yaptım
ama tekrar olmayacak. İnsanım, hatalarımdan özgürleşmeyi
becerebilirim.” Umudumuzu yitiriyorsak, bu kendimizi affet­
memişiz demektir.
Zihin Durumlarına Göre Davranışlar 117

Mümkünse gidip zarar verdiğimiz insanı görmeli ve içten­


likle, “Sana iyi davranmadım, çok fazla acı çekmene sebep ol­
dum, lütfen beni bağışla” demeliyiz. Eğer o kişi pişmalığmızı
fark eder ve küskünlüğü geçerse, Budistlerin dediği gibi bu
“yapıcı itiraftır. Bundan illa dini bir kavram üretmeye gerek
yoktur. Zarar verdiğiniz insanın elini tutmak, hatanızı kabul
etmek, samimiyetle üzüntünüzü ifade etmek ve öfkelerini ya­
tıştırmak yeterlidir. Ancak bunun gerçekleşebilmesi için iki
tarafın da oldukça açık fikirli olması lazım.
Ayrıca mahsus başkalarına zarar verenler de vardır. Bu du­
rumda toplumun göstereceği tek tepki biçimi zor kullanmak­
tır. Hitler ya da Pol Pot ile başka nasıl başa çıkılabilirdi ki?
Zarar verme isteğinin yaradılıştan kaynaklandığını düşün­
müyorum. Doğduğumuzda yoktu, sonradan oldu. Zihinsel
icatlarımızdan biri. Hitler Yahudiler’in yok edilmesi gereken
zararlı insanlar olduğunu düşünmeye başladı ve bu fikir bü­
tün diğer fikirleri gölgede bırakacak, bütün şefkat duyguları­
nı yok edecek kadar gelişti.
Zarar verenlerin kalplerinde bir değişim yaratmak için
onların insanlıklarının derinliklerine gitmeli ve mümkün ol­
duğu kadar onları ideolojilerinden koparacak yollar bulma­
ya çalışmalıyız. Ancak o zaman onları inandırabiliriz. Eğer
biri bunu yapmayı beceremezse, geriye kalan tek çare güç
kullanmaktır. Ama herhangi bir güç değil; insanlar en kor­
kunç suçları işlemiş bile olsalar, onlara insanca muamele et­
meliyiz. Bir gün değişmelerini istiyorsak geçerli tek yöntem
budur.
118 Yürekten Gelen Öğütler

Öfke ve nefret dolu olsalar bile insanları değiştirmek için


en büyük güç sevgidir. Hiç usanmadan, sabırla, sürekli sevgi­
nizi ifade ederseniz, onları etkilersiniz. Bu çok zaman alır.
Çok fazla sabır ister. Ben ne kadar başarabildiğimi bilemiyo­
rum. İyi niyetle yola çıkıyorum ama kısa sürede bıkıp, “Senin
için üzgünüm” diyerek işin içinden sıyrılıyorum. (Gülüşme­
ler) Ama niyetiniz tamamıyla saf, sevginiz ve şefkatiniz de­
vamlıysa başaracaksınız.
Zihin Durumlarına Göre Davranışlar 119

İlgisizlere

İlgisizlik, özellikle başka insanlara karşı ilgisizlik, sahip


olabileceğimiz en kötü kusurlardan bir tanesi, insanın komşu­
suna ne olduğuyla ilgilenmeden sadece kendini düşünmesi
çok dar bir dünya görüşünü, kapalı bir zihni ve hasis bir kal­
bi yansıtır. Anne rahmine düştüğümüz andan itibaren başka­
larına bağımlıyız. Mutluluk ve dünyamızın geleceği, sahip ol­
duğumuz bütün olanaklar, kullandığımız en basit nesne, bir
günden öbürüne hayatta kalmamız, hepsi birçok insanın ça­
balarının sonucu. Dua ve diğer ruhsal çalışmaların da kesin
etkisi var, ama dünyayı asıl şekillendiren insan faaliyetidir.
Birbirine muhtaç olma hali içinde her şey başka şeylerle
bağlantılı olarak var olur. Tek başına varolan hiçbir şey yok­
tur. Bu yüzden kendi kişisel menfaatlerimizi başkalarından
bağımsız olarak düşünmek imkânsızdır. Dakika dakika yaptı­
ğımız her şey yeni olaylar getirir. Her ne yaparsak yapalım, is­
teyerek ya da istemeyerek etki ve tepki döngüsüne katkıda bu­
lunuyoruz. Şimdi tüm bu bağlantıların karmaşıklığını anlaya-
masak da, gelecekteki mutluluğumuz ya da sıkıntımız hep
şimdiki neden ve koşulların sonucunda oluşacak. Bu yüzden
kendimizden ve başkalarından sorumluyuz.
Başkalarının ne iyilikleri ne ıstırapları ne de gelecekteki
mutluluklarının nedenleriyle ilgilenenler, kendi kişisel mut­
suzluklarını hazırlıyorlar demektir.
5
TİNSEL YASAM
t
Tinsel Yaşam 123

İnananlara

Her birimiz inanmakta ya da inanmamakta özgürüz. Ama


bir dini takip ediyorsanız ve öğretilerine inanıyorsanız, ona
yaşamınızda büyük önem vermeli ve inancı hep bir gün son­
raya bırakmaktan kaçınmalısınız. Dengesiz davranmayın ve
düşüncenizin söylediğiniz şeyle örtüştüğünden emin olun.
Bazı insanlar, “Eğer Budizme inanıyorsam onu bütünüyle
ve mükemmel bir şekilde yaşamalıyım, yapamıyorsam bıraka­
cağım” diye düşünürler. Bu ya hep ya hiç görüşü batılılar ara­
sında yaygın. Mükemmelliğe bir günde erişmek olanaksız ne
yazık ki.
Hedefe yavaş yavaş eğitimle ulaşırsınız: Bu önemli bir ko­
nu değil mi? Şunu söylememelisiniz: “Uygulama yapsam da
yapmasam da fark etmiyor, asla başaramayacağım.” Bir hedef
koyun, ulaşmak için gerekli araçlan harekete geçirin, adım
adım hedefe yaklaşacaksınız.
Hepimizin yaradılışı, özlemleri farklı, birimize uyan diğeri­
ne uymuyor. Farklı dinleri ya da ruhsal öğretileri yargılarken
bu noktayı akılda tutmak lazım. Dinlerin çeşitliliğinin nedeni
insanların çeşitliliğidir. İnsanlar bunu böyle algılamasalar da,
bu çeşitlilikte insanların imdadına koşan pek çok araç mev­
cuttur. Bunu aklımızda tutup her dine hak ettiği saygıyı gös­
termeliyiz. Bu çok önemli.
Her dinin kendi ritüelleri vardır. Ama dinlerin çok daha te­
mel başka yanlan da vardır. Örneğin; Budizmin esas uygula­
ması zihin kontrolüdür. Kolay olmamasına ve devamlı çalış­
124 Yürekten Gelen Öğütler

ma gerektirmesine rağmen, birçoğumuz bunun ikinci derece­


de önemli olduğunu düşünürüz. Bir açıdan Budizme inanırız
ama diğer taraftan inancımızla tam yol gidecek gücümüz yok.
Fiziksel ritüellerle, yapay sadakat ifadeleriyle, yarım yamalak
ezberlediğimiz metinlerle tatmin oluyoruz.
Tibet ritüellerinde davul, çan, zilin yanı sıra başka müzik
aletlerini de kullanmayı severiz. Görenler, “Bunlar Budist ça­
lışmalar yapıyor” derler. Ama soruyorum, zihni hayal dünya­
sından uzaklaştırarak aşka, sevgiye ve aydınlanmaya götüren
daha derin düşüncelere, tüm enerjimizi doğuran ve çaba ge­
rektiren düşünme pratiğine gerçekten gereken önemi veriyor
muyuz? Hakikat burada değil mi?
Hıristiyanlar pazar günleri ayine giderler, çabucak gözleri
kapalı ezbere birkaç dua okurlar, sonra da günlük yaşamda bir
problemle karşılaştıklarında tutup dinleriyle hiç bağdaşmayan
fikirler ileri sürerler. İnançlarını ve İsa’nın öğretisini uygula­
maya güçleri yetmez çünkü.
Yukarıdaki durumlar, gereken farklılaşmayı gösteremedi­
ğimiz anlamına gelir, aynı inançsızlar gibiyiz. Tören sırasında
dine inanıyoruz ama inancımızın asıl hedefine ulaşamıyoruz.
Din daha çok tıbbi tedavi gibidir. İlaçlar hasta olduğumuz­
da etkilidir, iyi olduğumuzda değil. Her şey yolunda giderken
başkalarına gösterip, “Bu ilaç mükemmel, bu çok pahalı, bu­
nun da rengi çok güzel” demeyiz, ilaçlar nasıl görünürlerse
görünsünler, tek işlevleri hastalığı iyileştirmektir. İlaçlara ih­
tiyacımız olmadığı zaman onları göstermek ya da yararların­
dan söz etmek zahmetine girmeyiz.
Tinsel Yaşam 125

Aynı şekilde dinler ve ruhsal öğretiler de zihnimiz zorluk


içinde olduğunda faydalı ve etkili olmalıdırlar. Her şey yolun­
dayken dinimizi teşhir etmenin ne anlamı var, üstelik kriz za­
manlarında bütün diğer ölümlüler gibiyiz.
Dini inançta can alıcı olan, zihnimizi öğretimiz ve uygula­
malarıyla birleştirerek bunları günlük yaşamımıza yaymaktır.
Bu bir anda olmaz, çok çalışarak zamanla kazanacağımız bir
erdemdir.
126 Yürekten Gelen Öğütler

İnançsızlara
*

Hiçbir dini takip etmeyen çok insan var. Bu onların hakkı


ve kimse değişmeye zorlayamaz. Önemli olan yaşamlarının
anlamlı olması, diğer bir deyişle derinde mutlu olmalarıdır.
Mutlu ama başkalarına zarar vermeden. Bizim tatmin olma­
mız başkalarının acı çekmesi anlamına geliyorsa, eninde so­
nunda biz de acı çekeceğiz.
En fazla yüz yıl civarında yaşıyoruz. Jeolojik dönemlerle
karşılaştırıldığında çok kısa bir süre. Bu kısa süreyi zarar ve­
rerek harcamak yaşamımızı anlamsızlaştırır. Mutlulük herke­
sin hakkı ve kimsenin başkalarının mutluluğunu yok etmeye
hakkı yok. Hiçbir durumda insan varlığının birisine acı çektir­
mek gibi bir hedefi olamaz. Bilginin ve zenginliğin dorukları­
na çıksak bile başkalarına saygı ve şefkat göstermekte yetersiz
kalıyorsak, yaşamımız insana layık bir yaşam değildir. Başka­
larına mümkün olan en az zararı vererek mutlu yaşamak: Bü­
tün insanların hakkı olan yaşam ve bu gerçekten değerli bir
yaşamdır.
Büyük bir çoğunluğumuz için mutluluk maddi servete
bağlıdır. Ancak mal mülkün tek başına mutluluk getiremeye­
ceği açık. Etrafımıza şöyle bir bakmamız yeterli. Her türlü ra­
hatlığa sahip olmasına rağmen sakinleştirici kullanan ya da te­
selli bulmaya çalışırken alkole yenik düşen insanlar görürüz.
Tersine hiçbir şeyi olmayıp mutlu, dingin, sağlıklı olan insan­
lar da var, oldukça da uzun yaşıyorlar.
Tinsel Yaşam 127

En önemli şey duyuların kabaca ve çabucak tatmini değil,


zihnin tatmin olmasıdır. Bu yüzden iyi olmak, başkalarına
yardım etmek, arzuları aza indirmek ve sahip olanla mutlu ol­
mak sadece bir dini takip edenlerin meselesi değildir. Bunları
Tanrı’yı memnun etmenin ya da yeniden doğumu garantile­
menin aracı olarak anlatmıyorum. Söylemek istediğim, iç hu­
zurunu deneyimlemek isteyen hiç kimse bunlarsız yapamaz.
Ekonomik ve teknolojik ilerleme geliştikçe birbirimize da­
ha sıkı bağlanıyoruz. Er ya da geç yaptığımız her şey dünya­
nın geri kalanını etkiliyor. Sırası geldiğinde dünyanın duru­
munun da her bireyin.mutluluğu ya da talihsizliği üzerinde
yansımaları var. Artık geçmişte olduğu gibi sığ bir bakış açı­
sıyla, sadece bir etkeni hesaba katarak, tek bir sebebi ya da
faktörü ele alarak kurtulamayız. Günümüzde her olay bütün
yönleri ele alınarak düşünülmeli.
Kendi mutluluğumuzu inkâr ederek kendimizi yalnız baş­
kalarına adamamız gerektiğini ima etmek istemiyorum. Söyle­
mek istediğim ikisinin birbirinden ayrılamayacağı. Yeryüzün­
de banş ve mutluluk istiyorsak, olayları daha geniş bir açıdan
görmeyi öğrenmeli, her insanın bireysel eyleminin önemini
kavramalıyız.
Dünya üzerinde yaklaşık altı milyar insan yaşıyor. Çoğun­
luk öncelikle maddi rahatlıkla ilgileniyor, çok azı da din ya da
ruhsallıkla. Yani inançsızlar çoğunluğu oluşturuyor, düşünce
ve davranış şekilleri kaçınılmaz bir biçimde dünyanın gelişi­
minde can alıcı bir rol oynuyor. Bereket versin ki, insan gibi
hareket etmek için dine gerek yok; insan olmak yeterli.
128 Yürekten Gelen Öğütler

Hayvanlarda bile sokulgan olanlar etraflarındaki başka


hayvanları cezbederken, vahşi olanlar kaçırıyorlar. Saldırgan
köpeklerden başka köpekler hatta kendilerinden daha iri olaiı
köpekler bile uzak dururlar çoğunlukla.
Bu durum insanlar için de aynıdır. Kendilerini kontrol
eden, kibar, düşünceli ve hoş konuşan insanların doğal ola­
rak çok arkadaşı vardır. Diğer insanlar onların arkadaşlığın­
dan hoşlanır, hayvanlar bile sever onları. Gittikleri her yerde
hoş bir ortam yaratırlar, insanlar yanlarından ayrılmak iste­
mez.
Düşüncelerimiz yabanileşip, konuşmamız saldırganlaştı­
ğında, hareketlerimiz şiddet taşıdığında, diğer insanlar bizi
görünce kendilerini huzursuz hisseder ve görmezden gelirler.
Söylemek zorunda olduğumuz şeyle ilgilenmezler, biz onlarla
konuşmaya çalışırken arkalarını dönerler. Bizden nasıl hoş­
lansınlar ya da varlığımızdan nasıl mutlu olsunlar ki? Böyle
bir hayat zor değil mi peki?
Bu gezegende çok kalabalığız ama kimse kendisinden baş­
kasını göremez. Beslenmek, giyinmek, iş bulmak ya da meş­
hur olmak için birbirimize gereksinimimiz var, ama ötekilere
bu kadar yakından bağlı olmamıza rağmen yine de onlara düş­
man gözüyle bakıyoruz. Çelişki çok açık görülmüyor mu?
Bu yaşamı güzelleştirmek için, gelecek yaşamlardan bah­
setmiyorum, düşüncelerimiz ve davranışlarımızla başkalarına
ilgi göstermemiz lazım, böylece biz de kendimizi rahat hisse­
deriz. Bizi de ihtiyacımız olduğunda destekleyecek biri olur,
hatta düşmanlarımız, dostumuz olur.
Tinse! Yaşam 129

Yalnızca kendimizi düşünür, başkalarını düşman gibi gö­


rürsek, kendi yarattığımız saçma zorluklarla karşı karşıya ka­
lacağız. Eğer modern toplumda rekabete dayalı olmayan bir
yaşam mümkün değilse, o zaman bunu kimseyi ezmeden ve
kimseye zarar vermeden, başkalarından daha iyi becermeli­
yiz.
130 Yürekten Gelen Öğütler

Dindarlara, Keşişlere ve Rahiplere

Birçok keşiş aile hayatını bırakır. Değişik nedenlerden ötü­


rü bekârlık birçok dinde önemlidir. Budizmde, aydınlanmak
için insanın en kabasından başlayarak kendini zihinsel zehir­
lerden kurtarması gerekir. Bu zehirlerin patronu da, bizi sam-
saraya, yeniden doğumlar döngüsüne bağlayan arzu ve ihti­
rastır. Samsaraya bağlılığımızın değişik hallerini gösteren on
iki tane birbiriyle ilişkili bağlantı üzerinde çalıştığımız takdir­
de, arzu ve onun dışavurumu olmadan geçmişte biriktirdiği­
miz karmanın asla etkili olamayacağını fark ederiz.
Arzu çeşitleri arasında biçim, ses, koku, tat ve dokunma
şeklinde beş duyunun nesnelerine aynı anda bağımlılığı içe­
ren cinsel arzu en güçlüsüdür. Bu yüzden arzuyla baş etmek
istiyorsak, işe onun en yakıcı ifadesini işaret ederek başlarız.
Arzuyu dizginleyip hoşnutluk geliştirerek bağımsızlık yolun­
da ilerleriz. Budist bakış açısı budur. Her dini geleneğin bu
olayı kendine göre bir açıklayışı vardır.
Pratikte, bekârlık da dahil olmak üzere manastır yeminle­
ri, yemin edenleri bazı prangalardan özgürleştirir. Kendilerini
dünyevi hayattan uzaklaştıran rahip ve rahibeler, başkalarının
kendileri hakkında ne düşündüğünü dert etmezler. Giyimleri
ucuzdur ve maddi ihtiyaçlarını en aza indirmişlerdir.
Evliyken hoşlansanız da hoşlanmasanız da bazı sosyal bas­
kıların tutsağısınız. Harcamalar yalnız olduğunuz zamana gö­
re çok daha fazladır ve daha fazla harcadıkça daha fazla çalış­
mamız, hesaplar, planlar yapmamız gerekir. Daha çok çalış­
Tinsel Yaşam 131

tıkça ve planlar yaptıkça, daha çok zorlukla karşılaşırsınız ve


başkalarına zarar verecek hareketler yapmaya daha meyilli
olursunuz. Aile yaşamından feragat etmenin inanılmaz fayda­
ları var; örneğin, Hıristiyan rahipler ve rahibeler günde beş al­
tı kere meditasyon yapabiliyorlar, okuyorlar, dua ediyorlar ve
çok az dünyevi hedefleri ya da etkinlikleri var.
Ölüm anında, feragat etmiş olmak çok daha huzur verici­
dir. insanların bir sürü endişeleri vardır. “Çocuğum ne yapa­
cak? Okula nasıl gidecek? Nasıl geçinecek? Karım ne yapa­
cak? Yaşlı kocam bensiz nasıl yaşayacak? Genç karım büyük
olasılıkla başka bir erkekle gidecek.” Bu sorunların çoğu ölür­
ken onlarsız da olabileceğimiz şeyler değil mi?
Birçok ülkede baba tek başına evin geçimini sağlayan kişi­
dir. Öldüğünde dul karısı kimsesiz kalır ve çoğunlukla nasıl
geçineceğini düşünür. Üstelik çocukları da varsa, durumu çok
daha vahimdir.
Evlenmeden önce henüz bir eş bulamadığımız için kaygı­
lanırız. Evlendikten sonra da daha mutlu olmayız. Erkek,
karısı onu hâlâ dinliyor mu diye kaygılanır, kadın da kocası­
nın onu hâlâ çekici bulup bulmadığını düşünür. Karışık bir
iş.
Evlilik başlı başına pahalı bir olay. Kutlamalar büyük ol­
mak zorunda. Hindistan’da insanlar servetlerinin büyük bir
bölümünü buna harcıyorlar. Yediklerini bile hesaplıyorlar pa­
ra biriktirmek için. Tören bittiğinde bazı çiftler çocuk sahibi
olamayacakları için sıkıntıya düşüyorlar, bazılarının da çocu­
ğu oluyor ama istemiyorlar ve aldırıyorlar.
132 Yürekten Gelen Öğütler

Bütün bu problemlerden kaçınmak çok daha basit değil mi?


Rahipler ve rahibeler ara sıra evli olmanın daha iyi olabile­
ceğini düşünürler ama bu düşünceyi bıraktıkları takdirde da­
ha huzurlu bir hayatları yok mu? Bekâr bir insanın hayatı ger­
çekten de son derece huzurludur.
Bazıları bu konudaki görüşümü bencilce bulacaklar. Emin
değilim, insanlar kendi çıkarları için evleniyorlar, başkaları­
nın değil. Çoğunlukla da bu sınırlı hedefi bile tutturamıyorlar.
Hıristiyan rahip ve rahibeler gibi bekârlık yemini edenler,
kendilerini bütünüyle başkalarına yardım etmeye ve hastala­
rın bakımına adayabiliyorlar. Rahibe Teresa’yı düşünüyorum,
kocası veya çocukları, aile bağları yoktu ve bütün zamanını fa­
kirlere adadı. Bir aileyle bunu başarabilmek çok daha zor. İn­
san bunu arzu etse de, ev işleri var, çocukları okula götürmek
lazım, geri kalan işler de cabası.
Sürgündeki Tibet hükümeti, görevle bir yere bir rahip gön­
derecek olduğunda, o rahip hemen yola çıkabilir. Yurtdışma
gitmesini istesek sorun değil. Geri dönmesini istesek hemen
yapabilir. Aynı şeyi bir işadamından isteseniz, çok daha kar­
maşık olduğunu göreceksiniz. “Yeni bir mağaza açtım, burada
kalmalıyım, üzgünüm” diyebilir.
Öğretmen keşişler hakkında birkaç şey söylemek istiyo­
rum. Tsongkapa der ki, “izlenen ruhsal öğreti ne olursa olsun,
insanın kendisi farklılaşmadıkça, başkalarını değiştirmeye ça­
lışmasının bir anlamı yoktur.” Öfkenin yanlışlığını öğretecek­
sek öfkelenmemeliyiz, aksi takdirde başkalarını ikna etmemiz
zorlaşır. Aynı şey arzulan azaltıp hoşnutluğu geliştirmeyi öğ­
Tinsel Yaşam 133

retmek için de geçerli.


Tanıdığım bir Budist rahip bir kere bana Nepal’de son otuz
yıl içinde Tibetliler’in birçok debdebeli manastır ve pahalı anıt
inşa ettiğini, ama aynı süre içinde tek bir okul ya da hastane
yapılmadığını yazdı. Eminim onların yerinde Hıristiyan rahip­
ler olsaydı böyle yapmazlardı. Genellikle manastır elbiseleri
giyen genç Budist rahipler var, akşamlan takım elbise giyip
VlP’ler ya da zengin işadamlan gibi davrandıkları dünyevi tö­
renlere katılıyorlar. Buda böyle davranır mıydı, merak ediyo­
rum. Rolex’Ierini takıyorlar. Ha benim de bir tane var! (Kah­
kahalar) Lhassa’dan kaçtığımdan beri sahibim bu saate, ama
sahte! Şaka bir yana Rolex takan ve lüks arabalara binen lama­
lar var, bir dilenciyle karşılaştıklarında dönüp de bakmıyorlar
bile.
Acı gerçek şu: Buda; alçakgönüllülüğü ve kendini başkala­
rına adamayı öğütledi, ama umursamıyoruz. Bence bu, basın­
da açıkça suçlanmaktan ve deşifre edilmekten nasibini alması
gereken son derece ikiyüzlü bir durum.
Buda, insanlara ihtiyaçlarına göre öğretmemiz ve öğrettiği­
miz şeye uygun yaşamamız gerektiğini söyledi. Bu yüzden
usulleri başkalarıyla paylaşmadan önce kendimiz uygulamalı­
yız.
134 Yürekten Gelen Öğütler

Tefekküre Dayalı Bir Yaşam Sürenlere

Başka dinler gibi Budizm de kurgusal bir biçimde çalışılan


ve ustadan öğrenciye aktarılan bir dizi öğretiyi kapsar ama te­
fekküre dayalı bir yaşam sürenler kişisel deneyim yoluyla öğ­
retileri hayata geçirerek tam anlamlarını keşfederler. Sayılan
fazla olmasa da bu kişiler gerçekten de ruhsal çalışmanın “za­
fer bayrağını” taşırlar. Zihinsel dinginlik ve derin içgörüyle
méditatif deneyimler yaşar, içsel farkmdalığa vanrlar, böylece
efsanevi ve yapmacık olmaya elverişli teorik bilgiye hayat ve­
rirler. Onlara cesaret vermekten başka bir şey yapamam.
Tinsel Yaşam 135

Büyük İnancı Olanlara

Şüphe yok ki, her dinde inanç önemli bir rol oynar. Ama
geçerli sebeplerden yola çıkılmalı. İkinci yüzyılın büyük Hint­
li filozofu Nagarjuna bilgi ve inancın beraber gitmesi gerekti­
ğini söyledi. Doğru, biz Budizm’de inancı, daha üst seviyede
yeniden doğumların, bilgiyi de aydınlanmanın kaynağı olarak
görürüz. Aynı zamanda “inancın berrak bilgiden doğduğu”
söylenir, diğer bir deyişle niye inandığımızı bilmek zorunda-
yız.
Budistler inancı üç seviyeye ya da duruma ayırırlar: İlham,
arzu ve kanaat. İlham almış inanç, bir yazı okurken, müstes­
na bir insana rastladığınızda ya da birinin Buda hakkında ko­
nuştuğunu duyduğunuzda hissedebileceğiniz hayranlıktır.
Arzuya dayalı inanç, rekabet fikrini devreye sokar: Şiddetle
bilmek, daha derine inmek ve hayranlık duyduğumuz şey gi­
bi olmak isteriz. Bu tip inançlar kalıcı değildir; çünkü gerçek
anlayış üzerine oturmamıştır. Diğer taraftan kanaate dayalı
inanç şiddetle arzu ettiğimiz şeyin mümkün olduğunu net bir
biçimde anlamaktan doğar. Akıl yürütmeyle desteklenir. Sut-
ralarda Buda müritlerinden onlara anlattığı şeylere körü körü­
ne inanmamalannı, aynı bir kuyumcunun ısırarak, ısıtarak ve
çekerek altının saflığını test etmesi gibi onun kelimelerini test
etmelerini ister.
Sadakat sağlam bir şekilde yerleşmedikçe, geçici olma ris­
ki taşır. Bazı Budistler, Tibetli ya da değil, bir manevi ustaya
korkunç sadakat gösterirler. Usta ölür ölmez bunu kaybeder­
136 Yürekten Gelen Öğütler

ler. Bittiğini düşünürler ve bölgesel Budist merkezi kapatılır.


Aslında ustanın etiyle kemiğiyle orada bulunması bir şey de­
ğiştirmez. Usta zihnin doğasının en ileri halini temsil eder,
onun şefkati de uzaklıkla sınırlı değildir. Ustanın gerçek bo­
yutlarını anlayan kimse, onun insan formuna bağlanmaya me­
yil etmez. Usta fiziksel kılıfını terk etmiş olsa bile, mutlak be­
dende dualan ve eylemleri devam eder. Aramızda olup olma­
ması bir şeyi değiştirmez. Her zaman onun üzerine meditas-
yon yapabiliriz.8
Ustamız bu dünyayı terk ettiğinde sadakatimizin odaksız
kaldığını hissediyorsak, bu sadakati bağımlılıkla karıştırdığı­
mız anlamına gelir. Ustamıza, arkadaşımıza, sıradan bir varlı­
ğa, eşimize ya da sevdiğimiz birine yaptığımız gibi bağlanmı-
şızdır. Böyle bir durumda usta öldüğünde tümüyle yok olur ve
biz de yolumuzu kaybederiz. Onun için hissettiğimiz şey hiç
şüphesiz sadakat değildir.

8 Vajrayana Budizmi’nde, mürit ustasıyla çok yakın bir ilişki içindedir ve


bunun amacı da müridin gerçek doğasım ortaya çıkarmaktır. İlk başlarda us­
taya duyulan inançla mürit daha derin bir gerçekliğe açılır ve usta da müri­
dinin zihnini olgunlaştırır. Yolun başlangıcında usta ve mürit birdirler.
Mürit zihninin gerçek doğasını keşfeder, bu da “Buda’nm mutlak bedenin­
den” başkası değildir. Ezelden beri varolan anlayış ve sevgidir. İşte bu neden­
le ustasının dış formuna bağlılık geliştirenler bu gerçeği anlayamazlar ve us­
tayla kurdukları ilişki sıradan bir varlıkla kurulan ilişkinin ötesine geçmez.
Tinsel Yaşam 137

Dinlere Karsı Tarikatçı Yaklaşımı


Olmayanlara

Dini meselelerde tarikatçı olmamak için olası iki yol göre­


biliyorum. Birincisi, bütün dinlere saygılı olabiliriz. Örneğin
ben Budist’im ama aynı zamanda Hıristiyanlığa ve diğer dinle­
re de büyük saygım var.
İkincisi, diğer dinlere saygı duyabiliriz, aynı zamanda uy­
gulamak da isteyebiliriz. Nitekim aynı anda hem Hıristiyanlık
hem de Budizm üzerine çalışan insanlar görüyoruz. Bu bir
noktaya kadar mükemmel bir şekilde olanaklı.
Öğretiye daha çok girdikçe olaylar karmaşıklaşır. “Boşluk”
ya da her şeyin birbirine bağlılığıyla9 ilgili idrakimizi derinleş­
tirdikçe hiç değişmeyen, kendi kendini var etmiş yaratıcı bir
Tanrı fikrini kabul etmek zordur. Benzer şekilde, evreni yarat­
mış bir Tann’ya inanan kimse için her şeyin birbirine bağlı ol­
ma durumu problem yaratır. İnsan belli bir düzeye gelip dini­
nin esaslanna dokunmaya başladığında, konuşmaya ve uzman­
laşmaya mecbur kalır. Bu bütün öğretilere saygı göstermeye en­
gel değildir, yalnızca hepsini aynı anda takip etmek zordur.10

9 Budizmde anlaşıldığı haliyle “Boşluk” hiçlik demek dfcgildir. Daha çok hiç­
bir şeyin asli olarak gerçekliği olmadığına işaret eder. Her şeyin birbirine
bağlı olması fikri bu kavramla yakından ilintilidir hatta bazen bu iki kavram
eşdeğer addedilir. Olaylar ancak öteki olaylara bağlı olarak var olabilir. Hiç­
bir şey kendinin nedeni değildir; mantıksal olarak ilksel bir nedenin var­
lığıysa kabul edilemez.
10 Dalai Lama bazen sonsuz sevgi olarak düşünüldüğü sürece, Tann fikrinin
Budistler için problem olmadığını söyler. Tann’yı ilksel neden olarak gör-
138 Yürekten Gelen Öğütler

Budizm’de “sığınmak” diye adlandırılan bir çalışma vardır.


Buda’ya sığındığımızda bir ikileme düşmeden aynı anda İsa’ya
da sığınabileceğimizden emin değilim. Sanırım böyle bir du­
rumda İsa’yı bir Bodhisattva’nm türdeşi olarak görmeyi tercih
edebiliriz.

mek problemdir. Bunun nedenlerini anlayabilmek için okuyucu şu kayna­


ğa başvurabilir. L’infini dans la paume de la main, Matthieu Ricard ve Trinh
Xuan Thuan, Nil, 2000.
Tinsel Yaşam 139

Budist Olm ak İsteyenlere

Genel bir kural olarak, sanırım ebeveynlerimizin izlediği


din bizim için de en uygun olandır. Ayrıca bir dini takip edip
sonra din değiştirmek de iyi değildir.
Bugünlerde herkes maneviyatla ve özellikle Budizm’le ilgi­
leniyor ama nasıl bir yükümlülüğün altına girdiklerini gör­
mek için yeteri kadar araştırma yapmıyorlar. Önce seçtiğiniz
öğretinin sizin doğanıza ve özlemlerinize uygun olduğundan
emin olmalısınız. Kendinize bunu yapıp yapamayacağınızı ve
size ne getireceğini sorun. Temel öğretilerini çalışın. Uygula­
maya başlamadan Budizm’le ilgili her şeyi anlayamazsınız ama
temel noktalarıyla ilgili sağlıklı bir bilgi edinebilirsiniz. Bun­
dan sonra ciddi bir şekilde bu konu üzerine yansıtma yapma­
nız lazım. Dikkatli bir incelemeden sonra takip etmeye karar
verirseniz, sorun yok. Ancak ondan sonra daha ilerisi için va­
atlerde bulunmalı, gerekiyorsa yemin etmelisiniz.
Budizm’de meditasyonun birçok şekli var. Çözümsel ya da
tek bir nesneye odaklanmış, fikirsel olmayan ya da derin
özümsemeler şeklinde olabilir; geçiciliğe, ego eksikliğine, ıstı­
raba, sevgiye, şefkata, vesaire odaklanabilir. Ama çalışmaları
doğru yapmak için güvenilir ve deneyimli bir ustanın talimat­
larını takip etmek gerekir.
Size Budizm’i öğreten usta asıl rolü oynar. Bu yüzden aynı
zamanda gerçek bir ustanın niteliklerini de öğrenmeli, ustanı­
zın bu özelliklere sahip olup olmadığından emin olmalı ve
onu takip edip etmeyeceğinize karar vermelisiniz.
140 Yürekten Gelen Öğütler

İhtiyatlı davranın. Her şeyden önce üzerinde düşünmeden,


din hakkında hiçbir şey bilmeden, sadece sonradan size uy­
madığını ya da imkânsız göründüğünü anlamak için geçici bir
heves uğruna Budist olmayın.
İnsanlar Budist bir rahibin bir yerde ders verdiğini duy­
duklarında onu dinlemek için hücum ediyorlar ve hakkında
hiçbir şey bilmeden, gerekli niteliklere sahip olup olmadığını
anlamak için beklemeden ona güveniyorlar. Bir süre sonra ba­
zı zayıflıkları olduğunu keşfediyorlar. Buraya gelen bir sürü
Amerikalı bana aynı şeyi anlattı. Yakınlarda bir yerlerde bir
Budist rahibin kaldığını duyuyorlar ve hemen gerçekten tanı­
madan ona teslim oluyorlar. Öğretileri, özellikle inisiasyonla-
rı alıyorlar ve sonra bir gün yaklaşımları yüz seksen derece de­
ğişiyor. Öfkeyle patlıyorlar, dinleyen herkese rahibin kız arka­
daşlarını taciz ettiğini haykırıyorlar ve o sırada Budizm’i top­
tan karalıyorlar. Bu insanlar sadece gerçek öğretilerin değeri­
ni düşürüyorlar, niteliksiz öğretmenlere bağlanıp, kırgınlıkla­
rından Buda’yı sorumlu tutuyorlar. Bunun anlamı nedir? Yak­
laşımları doğru değil. Kendilerini adamadan önce daha iyi bil­
gi toplamaları lazım.
Bir ustayla ilgili ilk araştırmanın çok önemli bir adım oldu­
ğundan Budist metinlerde çok sık bahsedilir. Fazla kafa yor­
madan bir ustayla manevi bağlantı kuran birinin, düşünülme­
den seçilmiş bu insanın kusurları ortaya çıktığında bunu fela­
ket olarak deneyimleyeceği açık. Bununla beraber, bir kere
inisiasyonları alıp yemin ettikten sonra, kendinizi fazla olum­
suz düşüncelere kaptırmamak da en iyisidir.
Tinsel Yaşam 141

Herkesin, kim olursa olsun, yetenekleri ve kusurları var­


dır. Metinler bir manevi ustanın bizden daha fazla yetenekle­
ri olması gerektiğini söylüyor ama bu aslında ne demek? Bir
ustanın bir öğretinin az bulunur bazı bilgilerini sözlü olarak
bir müride aktardığını varsayalım. Ustanın çok fazla bilgisi ol­
masa da bu bilgi aktarımından dolayı onda bizde olmayan bir
şey vardır ve bu açıdan bizden üstündür.
Manevi olarak bağlı olduğumuz ustayı doğru seçemediysek
ve Budist öğretileri ondan aldıysak, ne olursa olsun bu usta tak­
dire değerdir. Bu bakımdan onu sıradan bir insan olarak gör­
mek ya da daha da kötüsü birden dışlamak uygun değildir. Bu
ilişkiden pişmanlık duysak bile, o bir süre bizim manevi rehbe­
rimiz olduysa, aşın tepkilerden sakınmak daha doğru olur. Bu,
talimatlarını almaya devam etmemiz gerektiği anlamına gelmi­
yor. Onu bir daha görmemekte özgürüz. Budist öğretileri biri­
sinden alırken en iyisi o kişiye inanmaktır. Bu mümkün değil­
se, iyi ya da kötü düşünceler barındırmadan tarafsız kalın.
Budizm’le ilgilenirken göklerde uçmayı, nesnelerin içinden
geçmeyi ya da geleceği görmeyi beklemeyin. Uygulamanın asıl
hedefi zihni ehlileştirmektir, mucizevi güçlere sahip olmak
değil. Şayet bunları ana hedef yaparsak, uyguladığımız şeyin
Budizm olarak adlandırılabileceğinden şüphe duyarım. Budist
olmayanlar da böyle güçler elde edebiliyor. KGB ve CIA bile
bunlarla ilgileniyordu birkaç yıl önce. Dikkatli olun.
142 Yürekten Gelen Öğütler

Budistlere

İnsan manevi bir yolu takip etmeye karar verdiğinde, baş­


langıçta her zaman cesurdur, sonra hemen sonuçlan bekleme­
ye başlar, sonunda yorulur ve bıkar. Bu çok dar bir bakış açı­
mız olduğunun işaretidir. Yogi Milarepa gibi bir çaba sarfet-
medikçe, hızlı sonuçlar beklemek yanlış. Metinlere göre Bu-
da’nm tam aydınlanmaya varmak için üç hesaplanamaz dön­
gü11 geçirmiş olması anlamlı değil mi? Birkaç yıl sonra oraya
varacağımızı nasıl hayal edebiliriz? Böyle bir şey bekliyorsa­
nız, bu, öğretilere alışık olmadığınızı gösteriyor. Bazen yaptı­
ğımız gibi, üç yıl çan12 sallayarak Budalığa erişeceğimizi hayal
etmenin hiçbir ciddiyeti yok.
Budist çalışmalar konusunda coşkulu olmak harika ama
Buda üç hesaplanamaz döngü boyunca bilgelik ve sevap geliş­
tirdi dediğimiz zaman, son aydınlanmaya varmak için gereken
sürenin bu olduğunu anlamalıyız. Mahayana’ya. göre, Buda
çok önce bilgelik bedeninde aydınlanmaya vardı. Sonra'fizik­
sel bedende göründü ve aydınlanma sürecine en başından baş­
lıyormuş gibi gibi yaptı. Peki böyle davranmak için iyi bir ne­
deni yok muydu? Onun ayak izlerini takip etmeyi öğrenen
bizler, son yaşamında bile bir altı sene daha sadelik çalışmala-

11 Döngü diye söz edilen epeyce uzun bir zaman dilimi; “hesaplanamaz” da di­
yebiliriz. Antik Hint aritmetiğinde kullanılan en yüksek sayıyı gösterir.
12 Budizmin en derin prensiplerinden, boşluğu ve bilgeliği sembolize eden çan,
genellikle Tantrik Budist törenlerde kullanılır. Burada Dalai Lama alay edi­
yor. Öğretinin özünü yakalamak için çaba göstermeyip törenlerle yetinenleri
suçluyor.
Tinsel Yaşam 143

n yaptığı gerçeği üzerine düşünmeyi unutmamalıyız. Belki bu


dar bir bakış açısını bırakmamıza yardım eder.
Vajrayana’nm hızlı yoluyla, olumsuz duyguları terk etme­
den çok hızlı Budalığa erişilebileceğinin söylendiği doğru.
Ama bu riskli. Milarepa’nm biyografisinde, bir Budist öğret­
men ona, “Öğretim üzerine gündüz meditasyon yapan gün
içinde, gece yapansa o gece Buda olur. İyi bir karması olan
şanslı varlıklarınsa meditasyon yapmasına bile gerek yok” der.
Milarepa kendisinin o şanslı varlıklardan olduğunu düşüne­
rek ikna olmuş bir şekilde zamanını uyuyarak geçirir. Olayla­
rı böyle yanlış algılarsak, başlangıçta aşırı coşkulu olup sonra
çok çabuk yorulma riski var. Ama diğer taraftan coşkumuz
yolun nasıl çalıştığı üzerine gerçek bir anlayışa dayanırsa ba­
şarısız olmazsınız. Bunu anlamak lazım.
Dinler insani niteliklerin önemini güçlendirmeye yardım
eden kural ve ahlâki talimatları öğretirler. Bazı insanlar, özel­
likle Budizm’de bu ahlâki yanı ihmal ederler ve sadece muci­
zevi sonuçlar elde etmeyi beklediklerinden meditasyona
odaklanırlar. Bunun gerçekleşmediğini fark ettiklerinde doğal
olarak hayal kırıklığına uğrarlar.
Uygulamanın hedefi olağanüstü güçler elde etmek değil, var­
lığımızı dönüştürmektir. Asıl problem buna yeteri kadar zaman
ayırmaya hazır olmayışımız. Buda’nm evren döngülerine ihtiya­
cı vardı ama biz tutup bizim için iki-üç yılın yeterli olacağını dü­
şünürüz. Benim görüşüme göre Mahayana yolu vazgeçilmez
olandır. Bir kere bu yolu iyi bir şekilde öğrendik mi, giderek
Vajrayana’ya ilgimiz artıyorsa, üç döngü gerekse de onu izlemek
için yeterli kararlılığımız olacaktır. Bu tür bir cesaretle donan­
144 Yürekten Gelen Öğütler

m ış olarak, fazla çaba göstermeden yavaş yavaş derin içgörü ve


zihinsel dinginlik kazanmanın aracı olarak Vajrayana çalışmala­
rı yapabiliriz; o zaman başarmak için her şansa sahip oluruz.
Uygulamayı sağlam bir zemine oturtmadan Vajrayana’ya
koşarsak, metinlerde söylendiği gibi bir yaşamda ve bir beden­
de kolaylıkla Budalığa erişebileceğimizi düşünebiliriz. Aynı
zamanda meditasyonumuzun odağı olan Tanrı’yı, evrenin ya­
ratıcısıyla özdeşlemek ve bu Tanrı’ya inanırsak bize bazı güç­
ler, uzun bir yaşam, bolluk ve daha başka şeyler bağışlayaca­
ğım düşünmek de mümkün. Bu noktada artık zihinsel zehir­
lerden özgürleşmek demek olan asıl odağımızdan uzaklaşıyo­
ruz ve ikincil şeylere çok fazla önem veriyoruz.
Bazı insanlar özellikle Buda’nm öğretisine inanmazlar, ta­
mamıyla akademik bir bakış açısıyla ilgilenirler. Diğer taraftan
başkaları öğretiye inanırlar ama kendilerini entellektüel çalış­
mayla sınırlandırırlar ve sadece teorik bilgi sahibi olmaya ça­
lışırlar. Sorun şu ki, öğretinin tek amacı varlığımızı dönüştür­
memize yardım etmektir, zaten sahip olduğumuzdan daha
fazla bilgi toplamamıza yardım etmek değil. Öğrendikten son­
ra meditasyön yoluyla uygulamazsak, hiçbir yararı yoktur. O
zaman teoride Budist öğretiyi ve bu konuda nasıl konuşacağı­
nı bilen, ama canlı bir deneyime dönüştürmediği için onu tat­
mamış, katılaşmış bir Budist olma riskini taşıyoruz. Ancak öğ­
retiyi kendi üzerimizde uyguladığımızda gerçek özünü keşfe­
deriz ve katılaşma riski yok olur. Bu yüzden öğretiyi kendi
zihnimizle sıkı bir şekilde birleştirmeliyiz. Anlayış ve çalışma
beraber yürümeli.
Tinsel Yaşam 145

Tefekküre dayalı yaşamak ve Tibet’te geleneksel olarak ya­


pıldığı haliyle üç yıl gibi uzun ricatlara girişmek isteyenler ön
çalışmalarla kendilerini iyi hazırlamalılar.13 Zihnimizi manevi
yola yöneltmek için planlanmış bu çalışmaları tamamlamadan
dört duvar arasında kapalı kalmak daha çok hapishanede ce­
za çekmek gibidir. Meditasyonlar sırasında belli bir şeye yo­
ğunlaşmadan sadece ezbere mantralar tekrarlanıyorsa, ricatın
hiçbir anlamı yoktur. Sıradan bir insan olarak başlar ve aynı
şekilde hiçbir şey değişmeden bitirirsiniz. Üstelik üç yıl kapa­
lı kaldığınız için “lama” olarak çağrılmayı hak ettiğinizi düşü­
nerek gururlanabilirsiniz. Anlamı ne?
Ancak hazırlık çalışmalarını özenle tamamlayıp düzenli bir
şekilde temel çalışmaları yürüterek, sonrasında yani üç yıllık
ricat bittiğinde farklı davranıp konuşabileceğinize ve düşüne­
bileceğinize emin olabilirsiniz. En azından disipline girmiş
olursunuz ki, bu da iyi bir başlangıç.
Eğer bir Budist olarak kendinizi insanlık yaranna çalışma­
ya adamak isterseniz bu iyi bir şey. Niyetinizin tamamıyla saf
olduğuna emin olun. Bununla beraber sosyal eylem sevgi ve
şefkatle yapılmadığı ve Buda’ya sığınılmadığı sürece, kendi ba­
şına Budizm’e ilişkin bir tarz değildir.14 Bu yüzden zamanını­
zın bir bölümünü sığınma, geçicilik, ıstırap vs. üzerine medi-
tasyon yaptığınız uygulama çalışmalarına ayırmalısınız.

13 “Ön çalışmalar” , “asıl çalışmalara”ı uygulamaya ve almaya zihin hazırlayan


uygulamalardır.
14 Sığınmak bütün Budistler için temel çalışmalardan biridir. Buda’yı rehber,
öğretisini yol ve diğer uygulayıcıları yol boyunca arkadaş olarak kabul et­
mek demektir. Daha derin bir düzeyde ya da uygulamanın daha sonraki bir
safhasında bu, insanın kendi üstün Buda doğasını tanıması demektir.
Tinsel Yaşam 147

Sonuç*

Bu birkaç öğüt soyut ve karmaşık felsefi spekülasyonların


sonucu değildir. Yüreğimin derinliklerinde hissettiklerimi ve
kendi deneyimimle geliştirdiklerimi aktardım.
Sağduyumuz bize insan yaşamının kısa olduğunu söyler,
yeryüzündeki bu kısa konukluğumuz sırasında hem kendimiz
hem de başkaları için iyi bir şeyler yapalım öyleyse.
İkilem ama başkalarına yardım etmeden kendimize de
yardım edemeyiz, istesek de istemesek de hepimiz birbirimi­
ze bağlıyız, insanın yalnızca kendi mutluluğunu düşünüp
sağlaması olanaklı değil. Yalnızca kendisiyle ilgilenen kişinin
sonu ıstıraptır. Başkalarıyla ilgilenense, aynı zamanda kendi­
siyle de ilgilenmiş ve kendini düşünmüş olur. Bencil olmaya
karar verseniz bile bunu akıllıca yapin: Başkalarına yardım
edin!
Öz ile aksesuarı birbirinden ayırt edemiyoruz. Durmadan
farklı zevklerin peşinde koşuyor ve sonunda aradığımız tatmi­
ne ulaşamıyoruz. Ne pahasına olursa olsun mutlu olmayı ar­
zuluyor ve bu esnada birine zarar verip vermediğimizi sorgu­
lamıyoruz. Ne sonsuz ne de mutluluk kaynağı olan mülkleri­
mizi biriktirmek, savunmak ve onları çoğaltmak adına her şe­
yi yapmaya hazırız.
Zihnimiz öfke, kıskançlık ve diğer negatif düşüncelerin
pençesinde. Bu duyguların sevgi ve iç huzuruyla kıyaslanamaz
olduklarının farkında bile değiliz. En önemli varlığımız olan
aklı kötüye ve başkalarının zararına kullanıyoruz. Bunun so­
148 Yürekten Gelen Öğütler

nucunda elde ettiğimizse ıstırap. Son çare olarak da bu du­


rumdan bir başkasını sorumlu tutuyoruz.
insani aklımızı iyi niyetle kullanalım. Yoksa bizi hayvan­
lardan üstün kılan ne kalır ki?
Yaşamımıza gerçekten anlam kazandırmak ve mutlu olmak
istiyorsak işe sağlıklı düşünerek başlayalım. Hepimizde varo­
lan ama karmaşık düşüncelerle olumsuz duyguların kıskacın­
da bulunan insani özelliklerimizi öne çıkaralım.
Sevgi ve şefkat duyalım. Bu ikisi yaşama gerçek bir anlam
kazandırır. Gerisiyse aksesuardır. İşte benim Budizm’den ön­
ceki dinim. Basit mi basittir, tapınağı da yürektir. Doktrini
sevgi ve şefkat. Ahlâkı sevmek ve nasıl olurlarsa olsunlar baş­
kalarına yardım etmek. İster laik ister dindar, bu dünyada ya­
şamak istiyorsak, başka bir şansımız da yoktur.
İyi, açık olmak, olumlu düşünceler beslemek, haksızları
bağışlamak, herkese dostça davranmak, ıstırap çekenlerin yar­
dımına koşmak ve kendini asla başkalarından üstün görme­
mek: Bu saydığım öğütler size çok basit gelse bile, uygulama­
larının sizi daha mutlu kılıp kılmadığım görmeye değer.

Dharamsala,
Temmuz 2000.

You might also like