Professional Documents
Culture Documents
Divan Edebiyati Arastirmalari Dergisi PDF
Divan Edebiyati Arastirmalari Dergisi PDF
Araştırmaları Dergisi
1
The Journal of
Ottoman Literature
Studies
İKİNCİ BASKI
Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi
Divan Edebiyatı Vakfı (DEV) kuruluşu olan
DEV İktisadi İşletmesi yayınıdır.
ISSN 1308-6553
Divan Edebiyatı
Araştırmaları Dergisi
1
The Journal of
Ottoman Literature
Studies
HAKEMLİ DERGİ
İKİNCİ BASKI
DEV
İstanbul 2008
Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi
SEBAHAT DENİZ
Kadızâde Mehmed İlmî’nin Sultan IV. Murad İçin Yazdığı
Manzum Duânâme’si .......................................................................... 9-40
CEM DİLÇİN
Stilistik Açıdan “Öncelemeler” ve Fuzulî’nin Şiirlerinde
“Yüklem Öncelemesi” ...................................................................... 41-94
AHMET KARTAL
Anadolu Selçuklu Devleti Döneminde Dil ve Edebiyat ................. 95-168
M. FATİH KÖKSAL
Metin Tamiri (Usul ve Esaslar, Uygulamalar ve Bazı Teklifler) ....169-190
GÜNAY KUT
Divan Edebiyatında “Adl ve Adalet” Üzerine Klişeler ................. 191-204
CİHAN OKUYUCU
Kelâmî Mahlaslı İki Divan Şairi:
Kelâmî Cihan Dede ve Kelâmî-i Rûmî ......................................... 205-240
K it a b iy at
CUMHUR ÜN
Nâbî’nin Bir Latifesi ..................................................................... 241-254
OZAN YILMAZ
Metin Te’sisinde Şiir Mecmualarının Katkısına Bir Örnek:
Süleymaniye Kütüphanesi Hacı Mahmud Efendi Koleksiyonu
5214 Numaralı Mecmua ve Muhtevası ......................................... 255-280
Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 1, İstanbul 2008, 1-8.
Nâbî’nin “Mi‘râc-nâme”si
ALİ FUAT BİLKAN *
Nâbî’s “Mi‘râc-nâme”
ÖZET ABSTRACT
Mi’râc-nâmeler, Peygamber Efendimizin mi’râc mu- Mi’rac-nâme is a kind of poem which includes the night
cizesinin anlatıldığı edebî eserlerdir. Arap, İran ve Türk of the Prophet Mohammed’s miraculous journey. There is
edebiyatlarında pek çok mi’rac-nâme türünde yazılmış a lot of mi’rac-nâmes in the Arab, Iran and Turkish
eser bulunmaktadır. Türk edebiyatında XV. yüzyıldan literatures. The first mi’rac-nâme was written in the XVth
itibaren görülen bu türün ilk örneği Ahmedî’ye ait olan century in Turkish Literature. XVth century’s Turkish
mi’rac-nâme’dir. Mi’rac-nâmeler üzerine bir doktora tezi poet Ahmedî wrote the first mi’râc-nâme. Prof. Metin
hazırlayan Prof. Dr. Metin Akar’ın divânlarda, kasidele- Akar who had a Ph.D about mi’râc-nâme, proved nearly
rin bir bölümü olarak tespit ettiği mi’râc-nâme örnekleri 30 mi’râc-nâmes except Nâbî’s Mi’rac-nâme. This article
bulunmakla beraber, türün müstakil olarak yazılmış intends to introduce Nâbî’s work. XVIIth century’s
örnekleri otuz civarındadır. Doktora tezinde yer almayan Ottoman poet Nabi besides his ten books also wrote a
Nâbî’nin Mi’rac-nâme’si, mesnevî nazım şekliyle kaleme Mi’rac-nâme. This work is 525 couplets and written in the
alınmış olup toplam 525 beyittir. Şairin yüz civarındaki mesnevi form. Among Nâbî’s hundered of Divan copies,
Divân nüshasından sadece altısında yer alan bu şiir, only 6 manuscripts include mi’rac-nâme. This work might
tahminimizce Nâbî’nin son dönem eserlerindendir. Zaten be the poet’s final book.
Nâbî’nin, eserindeki ifadeleri de bu tezimizi doğrulamak-
tadır.
*
Prof. Dr., TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Türk
Dili ve Edebiyatı Böl., Ankara. (afuat@etu.edu.tr)
∗∗
“XIV-XV. asırlarda İbrahim Bey’in Külliyat’ı içinde yer alan manzum Müntehabat-ı
Mesnevî Şerhi’nde, Ahmedî’nin Cemşîd ü Hurşîd’inde, Alî Şîr Nevâ’î’nin Hayretü’l-
Ebrâr, Ferhad ü Şîrîn, Mecnûn u Leylî, Seb’a Seyyâre ve Sedd-i Skenderî mesnevîle-
rinde, Akşemseddin-zâde Hamdullah Hamdî’nin Leylâ vü Mecnûn’unda, Be-
hiştî’nin Leylâ vü Mecnûn’unda, XV. asırda, Lâmiî’nin Ferhad ü Şîrîn’inde, Fu-
2 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
XVIII. asırda, Sâbit (öl.1714), Nazîm Yahyâ (öl.1727), Seyyid Vehbî (öl.1793),
Dürrî Ahmed Efendi (öl.1722), Sâlim (öl.1743), Halimî Mustafa Paşa (öl.1759),
Alî Nutkî Dede, Mâhir, Hâzık, Hakim Seyyid Muhammed Nûr, Vâsık, Birrî;
XIX. asırda İzzet Molla (öl.1829), Fâik Ömer (öl.1838), Lebîb ve Âdile Sultan.”
(Akar 1987 : 131-132). Burada, mi’râc-nâmelerin XVI. yüzyıldan itibaren
divânların muhtevâsına dahil edildiği ve diğer şiir türleri kadar rağbet
gördüğü anlaşılmaktadır.
Metin Akar’ın tespit ettiği mi’râc-nâmeler içerisinde, Nâbî’ye ait
müstakil bir mi’râc-nâme görülmemektedir. Her ne kadar Nâbî’nin
Hayri-nâme’sindeki kısa mi’râciyeden bahsedilmişse de, şairin Divân
nüshalarından birkaçında yer alan manzum Mi’rac-nâme’si görülmemiş-
tir.
Nâbî’nin eseri, “Mi’râciyye-i Hazret-i Sahib-i Tâc-ı Levlâk Ve Mâ-Sadak-
ı Mantûk-ı Mâ-Halakati’l-Eflâk” başlığını taşımaktadır. Mesnevî nazım
şekli ve aruz vezninin “Mef’ûlü Mefâ’ilün Fe’ûlün” kalıbıyla yazılan
eser, toplam 525 beyittir. Eserin bugüne kadar tespit edilememiş olması-
nın en önemli sebebi, Nâbî’nin yüz nüshayı aşkın Divân yazmasından
sadece 6’sında yer almış olmasıdır. Bunlardan yurtdışından getirtmeye
çalıştığımız iki nüshayı henüz göremedik. Ama elimizdeki dört nüsha-
dan hareketle tenkitli bir metin hazırladık. Nâbî’nin Mi’râc-nâme’si :
Hamd ana ki hamd ana revâdur
Hamdün dahi hamdine sezâdur
beytiyle başlamaktadır. Eserin ilk 77 beyti tevhid bölümüdür. Nâbî, 78-
90. beyitler arasında Peygamberimizin na’tına girizgâh yapmıştır. 91-
161. beyitler arasında na’t yer almaktadır. Şair, 162-193. beyitler arasında
Peygamberimizden şefaat dilemekte ve mağfiret talebinde bulunmakta-
dır. Mi’râciye, esas olarak mesnevînin 194. beyitinden sonra yer alan
“Makale-i Mi’râciyye” başlığıyla başlamaktadır. Mi’râciye bölümünün ilk
beyti şöyledir :
Bir şeb ki ‘inâyet-i İlâhî
Zeyn itmiş idi bu bârgâhı (Yz. A. 4635/2, 19a-25a)
Hâtime-i Mi’râciyye
Sad şükr Hudâ-yı lâ-yezâle
Vehhâb u kerîm-i bî-zevâle
Kim virdi bu nâ-tüvâna miknet
Bu nazm-ı latîf buldı sûret
Buldı bu ‘ibâret üzre revnak
Mi’râc-ı resûl-ı hazret-i Hakk
Ammâ ki bu nazm-ı âsmân-gîr
Olmağa libâs-pûş-ı ta’bîr
Bir zât-ı mükerrem oldı bâdî
Kim ‘âleme hayrdur murâdı
Teklîf-i leb-i güher-nisârı
Oldı bu ‘ibâret üzre cârî
K’ey pîr-i tarîkat-ı ma’ânî
Mi’mâr-ı binâ-yı câvidânî
Âsârınuz oldı gerçi vâfir
Mi’râca degül birisi dâ’ir (429-436. beyitler)
(.....)
Kimdür dir isen o bî-hemâli
Bi’z-zât cenâb-ı sadr-ı âlî
Sadrü’l-vüzerâ mu’în-i devlet
Fahrü’l-vükelâ emîn-i millet
Ser-tâc-ı ‘âlem-keşân-ı ‘âlem
Ser-dâr-ı müdebbirân-ı ekrem
Nâbî’nin Mi‘râc-nâme’si ● 7
K AY NA KLAR
ÖZET ABSTRACT
Türk kültür ve edebiyatında dua konusunun önemli bir The subject of “prayer” has a crucial place in Turkish
yeri vardır. Türklerin İslamiyet’i kabul etmesinden çok culture and literature. It is seen that the subjects of
daha önceki dönemlerden başlayarak günümüze kadar, “prayer” were discussed in various methods before the
çeşitli şekillerde dua konusunun işlendiği, manzum, men- acceptance of Islam by Turks and verse, prose or verse-
sur veya manzum-mensur pek çok eser vücuda getirildiği prose works related to the “prayer” were formed in this
görülmektedir. Duânâmeler de bu tür eserler arasındadır. period. The difference of duânâme from other forms like
Duânâmelerin, dua konusuyla ilgili münâcat, tevbename, “münâcât, tevbenâme, ilticânâme” is that the duânâme is
ilticaname gibi diğer türlerden farkı, duanın bir başkası a pray for another person. There are many works which
için edilmesidir. Klâsik Türk edebiyatında da bu konuda related to this subject in Classical Turkish Literature.
yazılmış pek çok eserle karşılaşılmaktadır. Mesnevî tarzın- Besides autonomous “duânâme”s formed in masnawi
da yazılmış müstakil duânâmelerin yanı sıra kaside, gazel, style, there are various “duânâme”s written in other
kıt’a gibi diğer nazım şekilleriyle yazılmış duânâmeler de verse forms like qasida (panegyric), ghazal and kıt’a.
mevcuttur. İlmî’nin “Duânâme”si de mesnevî nazım şek- İlmî’s “duanâme” is an autonomous work formed in
liyle yazılmış, 107 beyitten müteşekkil, müstakil bir eser- masnawi prose style with 107 couplets. The work was
dir. Sultan IV. Murad için kaleme alınmıştır. Bu eser aynı written for Sultan Murad IV. This work, at the same
zamanda bir cülûsiye olarak da kabul edilebilir. Aynı time, can be accepted as a “cülusiyye”. However, this
zamanda Bağdat ve Yemen’in fethi için yazılmış bir fetih work has a conquest prayer characteristic which had been
duası özelliğini taşımaktadır. written for conquest of Baghdad and Yemen
*
Prof. Dr., Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü, İstanbul. (sebahat@marmara.edu.tr)
10 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
1
Mü’min 40/60 (Meâli: Bana dua edin, duanızı kabul edeyim.), Furkan 25/77 (Meâli:
Duanız olmasa Rabbim sizi neylesin?), Bakara 2/186, Nîsâ 4/32,117,134, A’râf
7/29, 55, 180, Yûsuf 12/86, vs.
2
bkz. (Çelebioğlu 1987: 95-102), (Ceylan 2005: 182-193).
Kadızâde Mehmed İlmî’nin Manzûm Duânâme’si ● 11
dinini benimsedikleri döneme ait olan dua ve ilahiler bunların ilk ör-
nekleri sayılabilir. Bilinen ilk Türk şairi olarak kabul edilen Aprın Çor
Tigin’in Mani için yazmış olduğu medhiye (Arat 1986: 14-17) de bunlar
arasına dahil edilebilir. Yine bu döneme ait olan Tan Tanrı ilahisi (Arat
1986: 5-9) ise münâcat ve dua türünün bilinen ilk örneği olarak kabul
edilebilir. Budist Uygurlar arasında edilen tövbe ve hâtime duaları da bu
konuda zikre değerdir (Arat 1986: 177-183, 213-242). Türklerin İslâmi-
yet’i kabulünden sonra meydana getirdiği eserler ise dua konusunda
daha zengin malzemeye sahiptir. Bunların en başında Dede Korkut Hikâ-
yeleri gelir. Bu hikâyelerin sonlarında genellikle Dede Korkut’un “Yom
vereyin Hânum” (Dua edeyim Hânım) şeklinde başlayan duaları yer
almaktadır. Genellikle birbirine yakın ifadelerle hikâyenin kahramanı
için edilen bu dualar, duânâme türünün belki de ilk örnekleri olarak
kabul edilebilecek niteliktedirler.3
Daha sonra Karahanlılar döneminde Türk edebiyatının ilk şaheseri
olan Kutadgu Bilig’de klâsik mânada tevhit ve münâcat türlerinin en
eski örnekleriyle karşılaşılmaktadır. Ayrıca eserin içinde Odgurmuş’un
hükümdar Küntoğdu için yaptığı dualar da mevcuttur. Ahmed
Yesevî’nin Dîvân-ı Hikmet’indeki manzumeler de dua konusunda ol-
dukça zengindir. Orta Asya’dan Anadolu’ya gelindiğinde bu konuda ilk
3
Örnek olarak Dede Korkut’un Dirse Han oğlu Boğaç Han için söylediği duayı
burada vermek yerinde olacaktır.
Yom vireyin Hânum!
Yarlu kara tağlarun yıkılmasun!
Gölgelice kaba ağacun kesilmesün!
Kanın akan görklü suyun kurumasun!
Kanadlarun uçları kırılmasun!
Çaparken ağ boz atun büdirmesün!
Çalışanda kara polat uz kılıcun gedilmesün!
Dürtüşürken ala gönderün ufanmasun!
Ağ bürçekli anan yiri behişt olsun!
Ağ sakallu baban yiri uçmak olsun!
Hak yanduran çırâğun yanadursun!
Kâdir seni nâmerde muhtâc etmesün!
Ol ögdügüm yüce Tanrı dost olub meded irsün!
Hânum sana, cânum sana! (Tezcan ve Boeschoten 2001: 214).
12 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
4
Bu konuyla ilgili olarak kısmî bir çalışma yapılmıştır: Mustafa Can, 15-18. yy.larda
Bazı Divanlarda Dua ve Beddua Beyitleri, Afyon Kocatepe Üniversitesi, 2001, XII+143
s.
16 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Müellifi
Eserin müellifi Kadızâde Mehmed Efendi, dönemin meşhur âlimle-
rindendir. 990/1582’de Balıkesir’de doğmuştur. Babası Toganizâde
Mustafa Efendi adında bir kadıdır. Mehmed Efendi kadı oğlu olduğu
için Kadızâde lakabıyla anılmış ve meşhur olmuştur. Gençliğinde Balı-
kesir’de Birgili Mehmed Efendi’nin talebelerinden dersler alarak başla-
dığı tahsilini daha sonra İstanbul’a gelerek burada tamamlamıştır. Bir
süre sonra tasavvufa ilgi duyarak İstanbul’da Halvetî şeyhlerinden Ter-
cüman Tekkesi şeyhi Ömer Efendi’ye intisap etmiş, ancak tasavvufun
onun mizacına ve fikirlerine uymaması sebebiyle bu yoldan feyz alama-
yıp eski mesleğine, vaizlik ve müderrisliğe geri dönmüştür. İyi bir hatip
olması sebebiyle kısa zamanda meşhur olmuştur. Bir ara Aksaray’da
Murad Paşa Camii’nde muhtasar ve hüsn-i tâbir gibi dersler vermiştir.
Ardından Birgilizâde Fazlullah Efendi yerine Sultan Selim Camii vaizi
olmuştur. Daha sonra meslekteki rütbesi artarak 1032/1623 yılında Sul-
tan Bayezid Camii’ne nakl olunmuştur. 1038/1628-29 yılında Fatih Ca-
mii’nde görev yapmıştır. 1041 yılının Cemâziye’l-âhirinde/Aralık
1631’de Süleymaniye Camii’ne ve aynı yılın sonunda 1632’de de Aya-
sofya Camii’ne geçmiştir. Buradaki vaazları ve dersleriyle şöhreti iyice
artmıştır. Bu görevine devam ederken orduyla beraber IV. Murad’ın ilk
Bağdat (Revan) Seferine katılmış; ancak yolda rahatsızlanıp Konya’dan
geriye dönmek zorunda kalmış, 1045 Zilkâde/Nisan 1636 tarihinde vefat
etmiştir. Naaşı, Topkapı dışındaki şeyhler kabristanına defnedilmiştir.5
Kadızâde Mehmed Efendi, aynı zamanda tarihte “Kadızâdeliler ha-
reketi” olarak bilinen tartışmaları başlatan kişidir.6 O, âlimliğin yanısıra
5
Kadızâde Mehmed Efendi’nin hayatı ile ilgili bu kısa bilgiler şu kaynaklardan
özetlenmiştir: Bursalı Mehmed Tahir Efendi, Osmanlı Müellifler, 1, (haz.A. Fikri
Yavuz-İsmail Özen), İstanbul: Meral Yay., 373; Kâtib Çelebi, Mizânü’l-Hak fi
İhtiyâri’l-Ahak, (haz. O. Şaik Gökyay), İstanbul, 1972, 108; Kâtib Çelebi, Fezleke,
İstanbul 1287, II, 182; Nâimâ Tarihi, III, 275; Şeyhî Mehmed Efendi, Şakâik-i
Numâniye ve Zeyilleri III. Vekâyiu’l-Fudalâ I. (haz. Abdülkadir Özcan), İstanbul, 1989,
59-60; Semiramis Çavuşoğlu, “Kadızâdeliler”, DİA, 24, İstanbul: TDV Yay., 2001,
100.
6
Kadızâde Mehmet Efendi’nin Abdülmecid Sivâsî ile aralarında cereyan eden bu
tartışmaların konuları şu üç kategoride toplanmıştır: 1. Tasavvufî düşünce ve
semâ, devran, zikir ve musikî gibi uygulamalarla ilgili meseleler. 2. Müspet ilimleri
18 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Eseri
İlmî’nin bu eserinin farklı mecmualarda iki nüshası tespit edilebil-
miştir.9 Ancak manzumenin mukaddimesinde şairin, bu duânâmenin
saray mescidinde ve diğer camilerde okunması hususundaki dileği yer
almaktadır. Onun o dönemde Sultan Bayezid Camii’nde vaiz ve nâsıh
olduğu dikkate alınırsa ve eserin Bayezid Kütüphanesi’nden başka Top-
kapı Sarayı Kütüphanesi’nde de bir nüshasının bulunmasından hare-
ketle, duânâmenin diğer camilerde de okunmuş olması ve dolayısıyla
okumanın caiz olup olmadığı; Hızır’ın hayatta bulunup bulunmadığı; ezan, mevlid
ve Kur’ân’ın makamla okunmasının caiz olup olmadığı; Firavun’un imanla ölüp
ölmediği; Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin kafir sayılıp sayılmayacağı; Yezid’e lânet
edilip edilmeyeceği; kabir ziyaretinin caiz olup olmadığı; mübarek gecelerde
cemaatle nafile namaz kılınıp kılınamayacağı gibi dinî inanışlar ve ibadetlerle ilgili
meseleler. 3. Tütün ve kahve gibi keyif verici maddelerin kullanılmasının haram
olup olmadığı; rüşvet almanın mahiyeti ve hükmü; namazlardan sonra
musafahanın, inhinanın (el etek öpme, selam verirken eğilme) caiz olup olmadığı
gibi sosyal ve siyasî hayatla ilgili meseleler (Çavuşoğlu 2001: 100). Bu tartışmaların
yaygınlaşması sonucunda tarikat mensuplarına karşı bir düşmanlık ortaya çıkmış
ve Mevlevî tekkelerinde âyin yapılamaz hâle gelmiştir ( Kâtib Çelebi 1287: II, 183).
7
Konya İl Halk Kütüphanesi Feridun Nafiz Uzluk Bölümü, nr. 6994, yk. 5b-7b.
8
Kadızâde’nin bu şiiri hakkında daha geniş bilgi için bkz. (Ürekli 1997: 277-300).
9
Bunlardan biri Bayezid Devlet Kütüphanesi Veliyüddin Efendi Bölümü 1801
numarada kayıtlı mecmua içinde, diğeri de Topkapı Sarayı Kütüphanesi Emanet
Hazinesi Kitaplığı 739 numarada kayıtlı mecmuada bulunmaktadır.
Kadızâde Mehmed İlmî’nin Manzûm Duânâme’si ● 19
dan hareketle İlmî’nin teknik olarak aruza hâkim bir şair olduğu söyle-
nebilir.
Eser kafiye bakımından incelendiğinde şairin, genellikle Arapça ve
Farsça kelimelerle kafiye yaptığı görülmektedir. Bu da konu itibarıyla
normal karşılanabilecek bir durumdur. Kafiyede, Türkçe kelimeleri ise
daha az kullanmıştır. Bunlar ol-bul (11), tapu-kapu (17), yol-sol (51,56),
yirine-yirine (55), ol-gel (90), göz-söz (91) şeklinde sıralanabilir. Bu kafi-
yeler arasında ol-gel kelimeleri arasındaki yarım kafiye haricinde diğer-
leri cinasın değişik türlerinde yapılmış tam, zengin ve tunç kafiye ör-
nekleridir. Arapça ve Farsça kelimelerle yapılan kafiyelerden genellikle
kafiye-i müreddefe ile karşılaşılmaktadır. Metinde yer alış sırasına göre
bunlar: Pâk-nâk (1), Kur’ân-fermân (2), şâh-câh (5), ‘arrâf-sarrâf (12),
i‘timâd-murâd (14), fakîr-hakîr (19), maksûd-merdûd (20), zemân-emân
(22), zahîr-basîr (23), ‘ibâd-Murâd (25), makhûr-mesrûr (26), âbâd-berbâd
(28), dâd-murâd (29), inkıyâd-murâd (33), nûr-mesrûr (35), refîk-tarîk (38),
murâd-bilâd (39), hâl-âl (40), zamîr-zahîr (41), memdûd-mes‘ûd (45), tâ-
bân-şitâbân (47), ma‘mûr-meşkûr (49), ihsân-sultân (50), imâm-temâm
(53), fesâd-ibâd (57), ahkâm-İslâm (60), ma‘lûm-mazlûm (61), şâh-
zıllu’llâh (62), Hân-Osmân (63), cihân-emân (64), mâl-pâmâl (65), tevfîk-
tahkîk (66), kerîm-müstakîm (67), meskûn-efzûn (70), âsumân-bâdbân
(72), kemâkân-‘isyân (73), cünûd-cühûd (78), maksûd-Ma‘bûd (83), ka-
rîn-hem-nişîn (87), hitâb-‘itâb (88), makâm-tamâm (93), müşg-bîz-‘ıtr-rîz
(99), âsumân-cihân (100), yâd-âzâd (103), mes‘ûd-cûd (106) kelimeleri
arasındaki kafiyelerdir. Kârı-Bârî (27), vilâyet-himâyet (52), ikâmet-itâ‘at
(54), şâyi‘-zâyi‘ (58), kâ’im-ganâ’im (59), lâyık-‘âyık (94), nihâyet-hidâyet
(105) kelimeleri arasında ise kâfiye-i müessese bulunmaktadır. Eserde
terk-derk (8), kahr-zehr (74) ise kafiye-i mukayyede bulunan kelimeler-
dir. Pâk-nâk (1), kalem-‘alem (3), sûfî-sâfî (9), emr-‘ömr (16), tapu-kapu
(17), zemân-emân (22), hâl-âl (40), ziyâde-ziyâda (46), tâbân-şitâbân (47),
yirine-yirine (55), yol-sol (51,56), tîze-nîze (77), Murâd-murâd (84), hitâb-
‘itâb (88), göz-söz (91), cenân-cinân (98) kelimeleri ise aynı zamanda
cinas sanatının çeşitli şekillerinin (tam, lâhık, nâkıs, vs.) örnekleridir.
Eserdeki diğer kafiyeler ise sadece revî herfi ile yapılan normal kafiye-
lerdir. Şairin bunlardan başka Türkçe-Arapça veya Türkçe-Farsça keli-
melerle kafiye yaptığı da görülmektedir. Kul-dil (7,10), murâdım-adım
(13), evbaş-kızılbaş (75), anı-câvidânı (86), makbûl-kul (104) kelimeleri
22 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
10
Nüsha karşılaştırılmasında Bayezid Devlet Kütüphanesi’ndeki nüsha için B,
Topkapı Sarayı Kütüphanesi’ndeki nüsha için T rumuzu kullanılmıştır.
Düzeltmeler belirtilirken metin için M kısaltması verilmiştir.
28 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
DU‘Â-NÂME-İ ‘İLMÎ*
84a B, 114b T
(1)Ekremü’s-selāšín ve a‘žamü’l-ĥavāķín es-Sulšān Murād Ĥān ibn
(2)es-Sulšān Aģmed Ĥān ibn es-Sulšān Muģammed Ĥān ģażretlerine
(3)du‘ā-nāmedür ki Sulšān Bayezíd-i Velí ‘aleyhi’r-raģmetü’l-‘ulā
(4)Cāmi‘-i şerífinde ģālā vā‘iž ü nāŝıģ olan Şeyĥ Muģammed ‘İlmí
(5)dā‘íleri inşā idüp pādişāh-ı İslāma ihdā itmişlerdür. (6)Ķabūl recāsı ile
taķabbelallāhu te‘ālā biķabūlin ģasenin.
Du‘ācıyam du‘ādur armaġānum
Du‘ācıdan du‘āyı armaġān um
(7)Bu du‘ā-nāmeyi her cum‘ā gicesi yatsu nemāzından soñra
mescidde (8)bir kimse oķuyup diñleyenler āmín diseler sa‘ādetlü
pādişāhumuzuñ (9)‘ömürleri uzun olup ve cemí‘ murādları ģāŝıl olup
(10)ve Yemen ve Baġdād fetģ olup ve a‘dā-yı (11)dín ü devlet maġlūb
(12) olmaġa sebeb olur (13)inşā’allāhu (14)te‘ālā.**
*
Başlık: Merģūm ve maġfūr Ķaēızāde Meģmed Efendi Raģmetu’llāhi ‘aleyh Du‘ā-
nāme bi-ismihi subģānehu nes’elu iģsānehu münācāt-ı Ĥudā ve ‘arż-ı ģācāt T,
Bismi’llāģi’rraģmāni’rraģím B
**
Bu mukaddime B nüshasında şu şekildedir: (1)Ekremü’s-selāšín ve a‘žamü’l-
ĥavāķín illā ve hüve’s-(2)sulšān ibni’s-sulšān es-sulšān Murād Ĥān (3)ģażretlerine
du‘ā-nāmedür ki ģālā Sulšān Bayezíd-i Velí (4)‘aleyhi’r-raģmeti’l-ķaviyy Cāmi‘inde
vā‘iž ü nāŝıģ olup (5)Şeyĥ Muģammed ‘İlmí dā‘íleri inşā idüp pādişāh-ı (6)İslāma
ihdā itmişdür. Taķabbelallāhu biķabūli ģasenin (7)recāsıyla.
Du‘ācıyam du‘ādur armaġānum
Du‘ācıdan du‘āyı armaġān um
(8)Pes bu du‘ā-nāme Saray mescidinde vesā’ir cevāmi‘de (9)oķınsa ve ümmet-i
Muģammed āmín diseler bi‘avni’llāhi(10)te‘ālā Yemen ve Baġdād fetģ olup ve
‘ālem emn ü emān (11)[ve] zemin ü zemān (ve) āsūde-ģāl üzre olalar, (12)ve
sa‘ādetlü pādişāhumuz ‘adliyle çoķ mu‘ammer (13)olalar biģürmeti‘l-fātihā
Kadızâde Mehmed İlmî’nin Manzûm Duânâme’si ● 29
1 tāb-nāküñ: tāb-nātüñ T
2 fermānuñ:Furķānuñ T
5
taĥtınuñ: taģtınuñ B
8
derk: Bu kelime metinde terk şeklinde yazılmış olup anlam gereği bu şekilde
düzeltildi. (derk: anlama, kavrama)
30 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
11
- B; iksírin: ekśerin M (anlam ve vezin gereği düzeltilmiştir.)
15
ilticāyı: ilticātı B. // recāyı: recātı B
19
ben:bu T
22
T nüshasında, bu beyitteki “emân” kelimesinin anlamı derkenarda “uzun ömürler
ve çok muradlar” şeklinde açıklanmıştır.
Kadızâde Mehmed İlmî’nin Manzûm Duânâme’si ● 31
25
‘ibādı : Bu kelimede datif eki olan –a, -e sesinin –ı sesiyle verildiği görülmektedir.
Bu özelliğe bugün de Anadolu’nun bazı yörelerinde, özellikle Ege bölgesi ağzında
rastlanmaktadır.
28
‘ilm-ile:‘ālemde B
30
rāyı: rā’í B // recāyı:recā’í B
31
āfitāb-ı enveri:āfitāb-u enveri B
33
itmek:etmek B; hep:her T
32 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
34
zebān:zübān B
35
şād u: - B
37
murādātın:murādā B; Müheymín:mühimmin T // - B
45
‘adli ola:ola ‘adli B
Kadızâde Mehmed İlmî’nin Manzûm Duânâme’si ● 33
46
baĥşı: baĥtı B
47
şu‘ā‘:şi‘ā‘ B // şitābān:sitābān B
*
Bu beyitten sonra T nüshasında 50. beyitle alakalı olarak
Ķāle’llāhu el-Melikü’l-Mennāni’d-Deyyān
İnne’llāhe ye’muru bi’l-‘adli ve’l-iģsān,
şeklindeki, âyet ihtiva eden Arapça beyit, B nüshasında ise “Nev‘-i diger der du‘ā-i
pādişāh-ı a‘žam” başlığı yer almaktadır. Bu başlık ikinci bir duānāme olduğu his-
sini uyandırmaktadır. Ancak beyitlerin devamına bakıldığında, birinci duā-
nāmenin burada bitmediği ve ikinci kısmın onun devamı olduğu anlaşılmaktadır.
34 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
58
B nüshasında bu beyitteki mısraların yerleri değişiktir.
60
ģudūd-ı:ģudūda B
67
ķulaġuzla: ķulavuzla B
Kadızâde Mehmed İlmî’nin Manzûm Duânâme’si ● 35
69
mü’ebbed:mü’eyyed B
73
- T
78
itsün:ide T
36 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
81
ĥašāsın:Ĥudāyā M (anlam gereği düzeltilmiştir.)
89
bil:sil B
92
nakí vü:nakí-i B
Kadızâde Mehmed İlmî’nin Manzûm Duânâme’si ● 37
96
- B
103
dil-güşāya:dil kitāba B
105
du‘āmı: du‘āyı B
38 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
SONUÇ
Klâsik Türk edebiyatında pek çok konuda olduğu gibi dua konu-
sunda da çok ve çeşitli malzemeyle karşılaşılmaktadır. Değişik nazım
şekilleriyle yazılmış dua konulu münacaat, tazarruat, niyaznâme,
istimdâdiye, tevbenâme, istiğfarnâme, ilticânâme gibi büyük küçük pek
çok eser kaleme alınmıştır. Bunların her biri ayrı birer araştırma konusu
olup elde edilen malzeme ölçüsünde tür olarak kabul edilebilecek ko-
nulardır. Duânâmeler de bu tür eserler arasında değerlendirilebilir.
İlmî’nin bu eseri bunlardan sadece biridir. Bu nevi örnekler çoğaltılarak
duânâme konusu başlı başına bir tür olarak incelenmeye muhtaçtır.
İlmî’nin bu eseri, kaside nazım şekliyle yazılmış klâsik
cülûsiyyelerden farklı olarak mesnevî nazım şekliyle ve duânâme tü-
ründe yazılmış bir manzumedir. Bağdat ve Yemen’in feth edilmesi dile-
ğinde bulunulması sebebiyle de bu eser, aynı zamanda bir fetih duası
olarak da kabul edilebilir.
Eser, sosyal açıdan değerlendirildiğinde, Türk milletinin vatanına,
devletine olan bağlılığını, kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı
veya daha önce kaybettiği topraklara karşı olan hassasiyetini ortaya
koyması bakımından son derece önemlidir. Zira bu eser, seferde asker
olup orduya katılmanın yanı sıra katılamayanların da dualarıyla onlara
iştirak ettiğini, manen onların yanında olduğunu anlatan güzel örnek-
lerden biridir.
Kadızâde Mehmed İlmî’nin Manzûm Duânâme’si ● 39
KAYNAKÇA:
Akkuş, Metin (1993), Nef’î Divanı, Ankara: Akçağ Yay.
Akyüz, Kenan, Süheyl Beken, Sedit Yüksel ve Müjgân Cunbur (1958), Fuzûlî
Divanı, Ankara: Türkiye İş Bankası Yay.
Arat, Reşit Rahmeti (1986), Eski Türk Şiiri, Ankara: TTK Yay.
Aydemir, Yaşar (2000), Behiştî Dîvânı, Ankara: MEB Yay.
Bilkan, Ali Fuat (1997), Nâbî Dîvânı, 2 cilt, İstanbul: MEB Yay.
Bursalı Mehmed Tahir Efendi, Osmanlı Müellifleri, I, (haz. A. Fikri Yavuz ve
İsmail Özen), İstanbul: Meral Yay.
Can, Mustafa (2001), 15-18. yy.larda Bazı Divanlarda Dua ve Beddua Beyitleri,
Afyon: Afyon Kocatepe Üniversitesi, XII+143 s.
Ceylan, Ömür (2005), “Kadeh Duası ve Şerhine Dair”, Böyle Buyurdu Sûfî:
Tasavvuf ve Şerh Edebiyatı Araştırmaları, İstanbul: Kapı Yay., 182-193.
Cilacı, Osman (1994), “Dua”, DİA, 9, İstanbul: TDV Yay.
Çavuşoğlu, Semiramis (2001), “Kadızâdeliler”, DİA, 24, İstanbul: TDV Yay.
Çelebioğlu, Âmil (1983), “Türk Edebiyatında Manzum Dinî Eserler”, Şükrü
Elçin Armağanı, Ankara.
Çelebioğlu, Âmil (1987), “Kültürümüzde Yatak Duaları”, III. Milletlerarası
Türk Folklor Kongresi Bildirileri, Ankara: KTB Folklor Araştırma Dairesi
Yay., 95-102.
Dîvân-ı Vahyî, Millet Kütüphanesi Ali Emîrî Ef. Böl. Manzum Eserler nr. 492.
Halaçoğlu, Yusuf (1991), “Bağdat ( Osmanlı Dönemi)”, DİA, 4, İstanbul:
TDV Yay.
Kâtib Çelebi, Fezleke, II, İstanbul, 1287.
Kâtib Çelebi, Mizânü’l-Hak fi İhtiyâri’l-Ahak (haz. O. Şaik Gökyay), İstanbul,
1972.
Kaya, Bayram Ali (2003), Azmî-zâde Hâletî Dîvânı, Harvard Üniversitesi Ya-
kın Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Bölümü, Türkçe Kaynaklar XLIX.
Mermer, Ahmet (1997), Karamanlı Aynî ve Dîvânı, Ankara: Akçağ Yay.
Nâimâ Tarihi, III.
Sabri, Şakir (1934), Gaziantep Büyükleri, Gaziantep: Halkevi Yay.
Saraç, M.A.Yekta (2002), Emrî Dîvânı, İstanbul: Eren Yay.
Sungur, Necati (1994), Âhî Dîvânı, Ankara: KB Yay.
Şeyhî Mehmed Efendi, Şakâik-i Numâniye ve Zeyilleri III: Vekâyiu’l-Fudalâ I,
(haz. Abdülkadir Özcan), İstanbul, 1989.
Tarlan, Ali Nihad (1945), Hayâlî Bey Dîvânı, İstanbul: İÜ Yay.
40 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Tarlan, Ali Nihad (1963), Necatî Beg Divanı, İstanbul: MEB Yay.
Tezcan, Semih ve Hendrik Boeschoten (2001), Dede Korkut Oğuznâmeleri,
İstanbul: Yapı Kredi Yay.
Ürekli, Bayram (1997), “Dördüncü Murad Devrine Dâir Kadızâde’nin Bir
Manzûmesi”, Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dergisi, 11, 277-
300.
Yavuz, Kemal (1999), “Edebiyatımızda Gezen Nefesler”, Tarih ve Medeniyet
Dergisi, 61, 41.
Yılmaz, Mehmet (1992), Edebiyatımızda İslamî Kaynaklı Sözler, İstanbul: Ende-
run Kitabevi.
Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 1, İstanbul 2008, 41-94.
Stilistik Açıdan
“Öncelemeler” ve
Fuzulî’nin Şiirlerinde
CEM DİLÇİN*
“Yüklem Öncelemesi”
Foregrounding in Stylistic View and Predicate
Foregrounding in the Poems of Fuzulî
ÖZET ABSTRACT
Herhangi bir cümle öğesine belli bir amaçla cümlede ilk To pleace a certain item in the beginning of a sentence
sırayı vermek sözlü ve yazılı anlatımda önemli bir dil for a certain purpose is important fact of language in both
olayıdır. Devrikleme olarak adlandırılan bu dil olayı, verbal and written expressions. This is called anastrophe
manzum ve mensur bütün metinlerde karşımıza çıkar. and it can be observed in all poems and texts. Such
Cümle öğelerinin bu türlü kullanılması, stilistik açıdan expressions also have a great effect emphasizing and
bakıldığında duygusal ve düşünsel çok önemli sonuçlar intensifying the meaning of the sentence in a certain way.
doğurur. Bu kullanımların ayrıca, cümlenin anlamını belli Examples for this use are widely observed in all types of
bir yönde vurgulamak ve güçlendirmek açısından da çok poems in all periods of Turkish literature. This article
büyük bir etkisi vardır. Böyle kullanımların örneklerine focuses on the examples in which the predicate is used in
Türk edebiyatının her dönem şiirinde çok sık rastlanır. Bu the beginning of the verse or line in the poems of Fuzulî,
yazıda divan şiirinin büyük ustalarından Fuzulî’nin who is one of the greatest masters of Ottoman poetry and
şiirlerinde özellikle yüklemin beyit ya da dize başlarında some other examples from other Ottoman poets are
kullanılmasına ilişkin örnekler üzerinde durulmuş, provided as well.
bunların değerlendirilmesi yapılmış ve başka divan
şairlerinin şiirlerinden de konuyu pekiştirmek amacıyla
bazı örnekler verilmiştir.
*
Prof. Dr., Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
Ankara.
42 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
2
Fuzulî’nin yukarıdaki Kazasker Kadir Çelebi için söylediği “eyler” redifli kasidesi-
nin pek çok beytinde cümleler, bu yüklem nedeniyle belirtili nesnelerle (belirtme
durumunda tümleç, -i’li tümleç) kurulmuştur.
48 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
3
Kimi devriklemelerin, eski Türk şiirinden beri “başlangıçtaki sesin tekrarlanması
amacıyla yani aliterasyon için yapıldığı” bilinmektedir. Bu konu için bkz. Mihail
Simyonoviç Fomkin , “Sultan Veled (1226-1312)’in Şiir Sanatı ve Türk Şiir Gele-
neği”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten 1991, TDK Yay., Ankara 1994, s. 141.
50 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
4
Bkz.Tahsin Banguoğlu, Türkçenin Grameri, TDK Yay., 3. bas., Ankara 1990, s. 122.
(Bu terim, Prof. Banguoğlu’nun kitabında “obartma vurgusu” biçiminde geç-
mektedir.)
Fuzulî’nin Şiirlerinde “Yüklem Öncelemesi” ● 51
latmak için seçtiği kelimeler, onun şiir dilinde sanki elle tutulur gözle
görülür somut bir varlığı betimliyormuş, tanımlıyormuş gibi bir işlevle
karşımıza çıkar. Zaten Nef’î’nin şiir dili kelime hazinesi yönünden çok
zengindir. O, “kelimeleri konuya göre seçmede ve beyan ahenginde bü-
yük başarı göstermiştir5.”
Yine Fuzulî’nin yukarıdaki Kaside’sinde yaptığı gibi Nef’î de bu Ka-
side’sinde, hemen bu 3 beyitten sonra yine Sultan I. Ahmet’in “bir vezîr”i
ve “bir vekîl”inin görevlerini anlatırken, aşağıdaki beytin dizeleri ba-
şında “geh” belirtecini önceleyerek padişahın “Acem şahı” ve Tatar as-
keri” üzerindeki egemenliğinin sürekliliğini ve yeryüzünde her ülkeye
ulaşan yaygınlığını vurgulamaya çalışmıştır:
Geh bir vezîri şâh-ı Acem’den harâc alur
Geh bir vekîli asker-i Tâtâr’a han virür
Nef’î’nin bu Kaside’sinde çok az bir bölümünü sergilediğim birer
anlamsal birim niteliğindeki söz kalıplarının dışında, sözdizimsel yapı
oluşturan başka söz ve anlatım kalıpları da bulunmaktadır; ancak bun-
lara konu dışı olduğu için değinilmemiştir. Yukarıda Fuzulî’nin ve
Nef’î’nin kasidelerinden verilen anlatım kalıbı örneklerinin bir bölümü
zaten, divan şiirinin stilistik özellikleri açısından her şairde görülen ve
uygulanan söz yapılarıdır, Fuzulî’ye ve Nef’î’ye özgü değildir; ancak
şairler bunları kendi edebî kişiliklerine uyan ve üslûp inceliklerine yakı-
şan biçimlerde kendileri için özgüleştirerek kullanmışlardır. Bu konuda
son olarak şunu da belirtmekte yarar görüyorum, Fuzulî’nin ve Nef’î’nin
kasidelerinden gösterilen bu söz kalıpları ve düzenleri, dilbilgisel açıdan
cümle çözümlemelerine taban oluşturacak veriler olarak algılanmamalı;
bunlar, şiir çözümlemelerinde (ve şerhlerinde) birer stilistik öğe olarak
değerlendirilmelidir.
Şiir dilindeki her çeşit öncelemenin, beytin içeriğiyle yani beyitte “ne
söylendiği”yle doğrudan ve yakından bir ilgisi vardır. Bunun sonu-
cunda ortaya çıkan beytin söz yapısında “içerik”in “nasıl söylendiği”
konusu da büyük bir önem kazanır. Beyitte “ne söylendiği” insanı hay-
rette bırakabilecek ne kadar yüce bir düşünce de olsa, bunun şiirsel bir
5
Fatma Tulga Ocak,“Nef’î ve Eski Türk Edebiyatımızdaki Yeri”, Ölümünün Yüzellinci
Yılında Nef’î, Atatürk Kültür Merkezi Yay., Ankara 1987, s. 1-44.
Fuzulî’nin Şiirlerinde “Yüklem Öncelemesi” ● 53
6
“Ne ...diği” ve “nasıl ...diği” anlatım kalıbı, pek çok olaya ve duruma uygulana-
bilecek bir özellik ve geçerlilik taşıyan büyülü bir göstergedir. Bu söz kalıbı,
giyimdeki zevk ve zarafeti nitelemek için “ne giydiği”/”nasıl giydiği” biçiminde
kullanılmıştır. Milliyet Gazetesi’nin 5 Kasım 2007 tarihli sayısının 28. sayfasında
çıkan bir haber bu anlatım kalıbını yansıtması nedeniyle çok ilgimi çekmişti. Kısaca
haberin konusu, İngiltere’de yayımlanan ünlü moda dergisi Vogue’un, “Zarafetiniz
ne giydiğinizle değil, nasıl giydiğinizle ilgilidir.” diyerek 81 yaşındaki Kraliçe II.
Elizabeth’i dünyanın en zarif kadını ilan etmesiyle ilgilidir.
7
“İki dizeden oluşan nazım” anlamındaki “beyt”in “ev”le ilişkilendirilişi semantik
açıdan Kamus’ta şöyle anlatılmıştır: “(el-beyt) ... iki mısrâdan mürekkeb manzû-
meye ıtlak olunur gûyâ ki sakf ve imâd ve sâir edevâtdan cem‘ ve binâ kılınmış
beyte teşbîh olunmuşdur”, Ahmed Âsım, Okyânûsü’l-Basît fî-Tercemeti’l-Kamûsi’l-
Muhît, İstanbul 1268 (1851), c. 1, s. 295.
54 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
8
Koşutluk ve koşut beyitlerin özellikleri ile kasidelerde hangi amaçlarla kullanıldığı
konusu için bkz. Cem Dilçin, “Ahmed Paşa’nın Şiirlerinde Paralelizm”, İstanbul’un
Fethinin 550. Yılı Anı Kitabı, DTCF Yay., Ankara 2004, s. 55-72.
Fuzulî’nin Şiirlerinde “Yüklem Öncelemesi” ● 55
9
Akis (aks) sanatının bir türü olan tedvîri Tahir Olgun Edebiyat Lügati adlı eserinde
şöyle tanımlamaktadır: “Bir mısrâdaki kelimelerin yerini değiştirmekle veznin ve
mânânın bozulmaması, yâni, yine aynı meâlin anlaşılmasıdır.” (İstanbul 1937, s.
135).
58 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
10
Mehmed Kaplan, Namık Kemal’in Hürriyet Kasidesi’ni Leskofçalı Galip’in Di-
van’ındaki aşağıdaki beyitten duygulanarak yazdığını bir mektubuna dayanarak
belirtir (Kaplan 1963: 28):
Olup mecrûh-i peykân-ı havâdis tâir-i devlet
Dem-â-dem hûn akar çeşmim gibi enzâr-ı milletten
Görüldüğü gibi bu beyit de yine bir ulaçla, “olup” ulacıyla başlamaktadır. Na-
mık Kemal’in bu beytin “mazmûn”undan duygulandığı çok açık olmakla birlikte,
söyleyiş biçiminden esinlendiği, söz diziminden, söz kalıbından etkilendiği de
açıkça belli olmaktadır. Leskofçalı Galip’in beytindeki söylem içerisinde “olup”
ulacının semantik açıdan taşıdığı güçlü ve vurucu etkiyi sezen Namık Kemal de 31
beyitlik Kaside’sine, bu şiiriyle yaratmayı amaçladığı etkiye uygun olabileceğini
düşündüğü “görüp” ulacını önceleyerek başlamış olmalıdır. Bu durumu bir öykünme
(taklit) olarak düşünmemek gerekir. Bana göre, ülkesine ve ulusuna karşı çok güçlü
bir tutkuyla bağlı olan bir şairin, bu yöndeki kendi duygularını dile getirebilmek
açısından o “söz kalıbı”nı uygun bir kalıp olarak görmesinden daha doğal bir şey
olamaz. Divan şiirinde “nazire”, bir yönüyle aynı vezin, kafiye, redif ve “söy-
lem”le ya da benzer “söz kalıpları”yla değişik duygu, düşünce ve imgeleri dile
getirmek için yazıldığı gibi, daha önce söylenmiş bir “mazmûn”u ondan daha gü-
zel bir biçimde söylenebileceğini göstermek amacıyla da yazılabilmektedir.
Fuzulî’nin Şiirlerinde “Yüklem Öncelemesi” ● 59
12
“Yine” belirtecinin Türkçe Sözlük’teki “1. Yeniden, bir daha, yine, tekrar, gene. 2.
Öyle de olsa, öyle olmasına karşılık. 3. Buna rağmen, bununla birlikte.” (TDK Yay.,
10. bas., Ankara 2005, s. 2184) anlamlarının yanında, Ahmet Vefik Paşa’nın Lehce-i
Osmânî’sinde geçen “... mükerreren, ez-ser-i nev, tekid için hatta, bir daha mana-
sına, yine bir kere daha.” anlamları da (Haz. Prof. Dr. Recep Toparlı, TDK Yay.,
Ankara 2000, s. 427) dikkate alınmalıdır.
13
Yinelenen bir özelliğin ya da öğenin stilistik açıdan taşıdığı işlevlerini incelerken,
değerlendirir ve yorumlarken bunların şairin dilinde belli bir kullanım sıklığına
ulaşmış olmasına, izlenebilir bir süreklilik ve görülebilir bir yoğunluk kazanıp ka-
zanmamış olmasına bakmak gerekir. Bazı çalışmalarda görüldüğü gibi bir rastlantı
sonucu kullanılmış bir iki öğeyi ele alarak “üslûp özelliği” gibi değerlendirmek
konuyla ilgilenenleri yanıltıcı bir sonuca götürmektedir. Bu nedenle üzerinde du-
rulan önceleme öğelerinin bir rastlantı sonucu ortaya çıkmadığını gösterebilmek
için bu yazıda biraz bolca örnek verme yoluna gidilmiştir. Ancak bu örnekleme
de, yazıyı okuyanlar üzerinde gereksiz yere uzatılmış etkisi yaratmamak için ola-
bildiğince çok sınırlı tutulmuştur. Yoksa bu konunun uzmanlarınca açık seçik ola-
rak bilindiği gibi divan şiiri ve genel olarak Türk şiiri söz konusu örnekler açısın-
dan çok zengin ve tükenmez bir kaynaktır.
62 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
15
Bu şarkının sözlerinde geçen Ada ve Dil yer adları, İstanbul’un toplumsal ve
kültürel yaşamında önemli bir yeri olan Büyükada’yı ve yine Büyükada’da âşıkla-
rın, çamlarının altında diz dize oturup denizi seyrettikleri ve el ele tutuşup gezin-
dikleri Dil Burnu’nu anlatmaktadır.
16
Türkçe Sözlük, TDK Yay., 10. bas., Ankara 2005, s. 843.
Fuzulî’nin Şiirlerinde “Yüklem Öncelemesi” ● 67
17
Hacı Ârif Bey’in bu şarkısı, çocukluğumdan beri bu yaşıma gelinceye kadar radyo
ve TV’lerden, plak, teyp, kaset ve CD’lerden yüzlerce kez bıkıp usanmadan tekrar
tekrar dinlediğim, kendi kendime mırıldandığım ve her dinleyişimde, her mırıl-
danışımda güfte ve bestesinin söz ve müzik değerleri açısından yeni bir estetik in-
celiğini sezerek duygulandığım olağanüstü güzellikte bir şarkıdır.
68 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
karşılık; sevgilinin etken dört güzellik öğesi olan göz, saç, bakış ve kaşının
ceylan, sünbül, büyücü, hançer gibi benzetmeliklerle güçlü/güçsüz karşıt-
lığı oluşturularak verilmesi, yapısal açıdan doğal olarak sevgilinin önde
olma durumuna okuyanı ve dinleyeni odaklandırmaktadır:
Sayd eyledi bu gönlümü bir gözleri âhû
Bend eyledi zencîre beni sünbül-i gîsû
Bilmem ki ne sihr eyledi ol gamze-i câdû
Saplandı ciğer-gâhıma dek hançer-i ebrû
Hûrî mi aceb nûr-ı mücessem mi nedir bu
Bu beş dizede içerik yönünden “ne söylendiği”ni derinleştirip et-
kinliğini artıran ve bunun sonucunda yoğun bir duygu coşkunluğu
sağlayan “nasıl söylendiği” konusuna stilistik açıdan yukarıda gösteri-
len ölçütlere ek olarak birkaçını daha kısaca sıralamak istiyorum: Önce-
lemeler, dikey ilişkiler açısından cümle öğelerinin koşutluğu, farklı eylem
ve sıfatları birbirini destekleyerek arka arkaya yineleme, söz ve anlam
ilişkileri açısından denge ve orantı, di’li geçmiş zamanın eskilik ve kesinlik
anlatmasına karşın kuşkulu söylem (bilmem ki) kullanma, “sayd eyledi,
bend eyledi, sihr eyledi, saplandı” eylemlerinin gerçekliğini “... mi aceb,
... mi nedir” sorularıyla pekiştirme, özne ve yüklem arasındaki eylem
uyuşması, “bu” kelimesinin hem gösterme sıfatı olarak ilk dizede “âşık”ı
hem de son dizede işaret zamiri olarak “sevgili”yi karşıtlayarak vurgu-
lama, güftenin kafiyeleri olan “-û” sesleriyle “âşık” ve “sevgili” kav-
ramlarının göstergesi olarak kullanılan söz konusu iki “bu” kelimesini
ses ve anlam yönünden pekiştirerek ilgiyi bu kavramlar üzerine yönlen-
dirip yoğunlaştırma, yine sevgilinin 4 güzellik öğesine ilişkin kelimelere
bağlı olan aynı kafiye sesleriyle, sevgilinin sıfatlarını anlatan “hûrî” ve
“nûr” kelimelerindeki “r” ile birlikte “û” sesleri arasında kurulan alite-
rasyonla sevgilinin güzelliğinin vurgulanması... Müzik yönünden şarkı-
nın etkinliğini artıran bence çok önemli iki nokta da şudur: Prozodi yani
söz ve anlamın besteyle olağanüstü uyuşması, bestede “gözler, sünbül,
gamze, hançer” kelimelerinin “göz-, sün-, gam-, han-” hecelerinin yine-
lenerek ve yükselen bir ezgiyle vurgulanarak okunması... bu okuyuşla
sevgilinin güzellik öğelerinin (gözler, sünbül, gamze, hançer) ve sevgili-
nin yüceltilmesi...
Fuzulî’nin Şiirlerinde “Yüklem Öncelemesi” ● 69
19
TD’de “saldı” sözü yerinde “sildi” varyantı bulunmaktadır. Prof. Dr. Tahir Üzgör
bir makalesinde, konuya ilişkin olarak yaptığı araştırmaların sonucunda, doğru
varyantın “saldı” eylemi olması gerektiğini gerekçeleriyle göstermiştir. Bkz. “Fu-
zûlî’yi Anlamak”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, sayı 3, Konya
1997, s. 87-101. (Ayrıca, Gül Kasidesi’nin bu ilk beyti, Fuzulî’nin, Divan’ından
Hadîkat’s-Sü’edâ’ya aktardığı beyitler arasında da bulunmakta ve orada da “saldı”
varyantıyla geçmektedir. Bkz. Şeyma Güngör, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay.,
Ankara 1987, s. 47.) Prof. Üzgör de yukarıdaki makalesinde ayrıca, genel olarak
Fuzulî’nin şiirlerinde ve özel anlamda da Gül Kasidesi’nde bir üslûp konusu olmak
açısından eylemlerin taşıdığı öneme ana çizgilerle kısaca değinmiştir (s. 94-95).
Fuzulî’nin Şiirlerinde “Yüklem Öncelemesi” ● 71
20
Birbirini izleyen bu imaleler bana, Nedim’in benzer özellikler taşıyan şu beytini
(Gölpınarlı 1972: 297) anımsattı:
Döğülmeğe söğülmeğe koğulmağa bi’llâh
Hep kailüm ammâ ki efendim senün olsam
Bu beytin vezni mef’ûlü mefâîlü mefâîlü faûlün’dür. Beytin ilk dizesinde arka ar-
kaya gelen 3 eylemin ilk hecelerinde (dö-, sö-, ko-) imale yapılmaktadır. Bu heceler-
deki gerektiği kadar uzatmaya uygun 3 yuvarlak ünlünün yarattığı abartılı ses yo-
ğunluğu, kulun efendisine, âşığın sevgiliye karşı yalvarış ve yakarışlarını yansıt-
maktadır. Bu imalelerin doğurduğu yalvarış ve yakarış tonu, hiç kuşkusuz böyle
bir söz düzenlenişinden ve o yönde bir söz, eylem ve yapı seçiminden ileri gel-
mektedir. Bu nedenle, bu eylemlerde yapılan imaleler bir aruz kusurundan çok
bir ses ve anlam sanatı değeri taşımaktadır. Nedim bu imalelerle, efendisinin ol-
ması karşılığında ona gönül rızasıyla boyun eğeceğini ve onun her türlü eziyetine
katlanabileceğini, birbirini izleyen bu ses vurgulamalarıyla, bu 3 eylemin üstüne
basa basa anlatmaktadır. (Beyitteki “koğulmağa” sözü yerinde Gölpınarlı’da “kul
olmağa” varyantı bulunmaktadır; benim yeğlediğim varyant ise Gölpınarlı’da
aparatta gösterilmiştir. Bu varyant, Halil Nihat Boztepe’nin hazırladığı Nedim Di-
vanı’nda da “koğulmağa” biçimindedir. (İstanbul 1338-1340, s. 190) Bence de doğ-
rusu bu olmalıdır. Çünkü, efendisinin, sevgilinin “kulu olmak” âşık için bir
amaçtır, onur ve mutluluk verici bir ayrıcalıktır. Bu nedenle, divan şiiri açısından
bakıldığında “kul olmak” isteği, “dövülmek” ve “sövülmek” kavramlarıyla bir
arada kullanılabilecek eş değer nitelikte bir kavram değildir. Divan şiirinde işle-
nen efendi/kul=sevgili/âşık ilişkisini ancak birbiri arkasına gelen söz konusu bu 3
74 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
eylem yansıtabilir. Çünkü divan şiirinde âşık, sevgiliden sürekli olarak eza cefa
görür, horlanıp azarlanır, itilir kakılır. Bu açıdan bakılınca, “dövülmek, sövülmek,
kovulmak” eylemleri uygulamada birbirine bağlı, birbirini izleyen eylemlerdir.
Bu nedenlerle Gölpınarlı’daki “kul olmağa” varyantı beytin mazmununa uyma-
maktadır. Nedim kısaca, “Efendim! Tek senin kulun olayım, vallahi dövülmeye de
sövülmeye de kovulmaya da her şeye razıyım.” demek istiyor.)
Fuzulî’nin Şiirlerinde “Yüklem Öncelemesi” ● 75
Yine Fuzulî’nin,
Dün sâye saldı başuma bir serv-i ser-bülend
Kim kaddi dil-rübâ idi reftârı dil-pesend (s. 443-446)
dizeleriyle başlayan 7 bentlik ünlü Müseddes’inin 6 dizesi sevgilinin türlü
güzelliklerini betimleyen yüklem öncelemeleriyle başlatılmıştır. Müsed-
des’de belli aralıklarla yinelenen bu öncelemeler (egmiş, virmiş, salmış,
tökmiş, yahmış, düşmiş), sevgilinin güzelliğinin etkinliğini türlü yönleriyle
betimleyerek bunların geçmişte var olduğunu ve gelecekte de böyle sü-
rüp gideceğini vurgulamaktadır. Söz konusu 6 eylem, aynı zamanda
sevgilinin türlü güzellik öğelerinin bu yollarla ortaya çıkardığı sonuçlara
karşı dolaylı yoldan bir hayranlık duygusu da uyandırmaktadır. Bu be-
timlemeler ayrıca, sevgili-âşık ilişkileri açısından âşığın nasıl bir kuşatma
içine alındığına da gönderme yapmaktadır:
- Egmiş hilâli üstine tarf-ı külâhını (2. bend)
21
“Olur behre-i kân” sözünün karşılığında TD’de “vire bahr ile kân” sözü
bulunmaktadır. TD’deki bu varyantla beyte açık seçik bir anlam verebilmek zor-
dur. Bu varyantın TD’de aparatta gösterilen 5 nüshadaki biçiminin doğru olduğu
ve beyte daha kolaylıkla bir anlam verilebileceği kanısındayım. Önerdiğim bu var-
yantın doğruluğu, beytin koşut bir söz düzeni içerisinde söylenmiş dizeleri cümle
öğeleri açısından düşey ilişkiler (paradigmatic relations) dikkate alınarak aşağıdaki
Fuzulî’nin Şiirlerinde “Yüklem Öncelemesi” ● 79
biçimde kurallı cümle düzenine konulduğunda açık seçik olarak ortaya çıkmakta-
dır. Tersi durumda, yani TD’deki biçimle cümle nesnesiz (belirtili ya da belirtisiz)
kalmaktadır. Zaten Fuzulî de, Rüstem Paşa’nın “kerem” ve “cûd”unun yanında
“kân” ile “bahr”ın yetersiz kalacağını, yüzlerce yılda bile hiç bir şey (nesne) vere-
meyeceklerini söylüyor. Ayrıca, yukarıda belirtildiği gibi, söz konusu beyitlerin
kuruluşuna ve kompozisyonuna egemen olan ikili söz düzeni de zaten bu yönde
düşünmeyi ve yorumlamayı zorlamaktadır. Beytin dizeleri arasındaki koşutluk
şöyle gösterilebilir:
Kân(ın)// her ne// tedrîc ile// min yılda// behre(si) olur
Yem //her ne// mürûr ile// yüz yılda// hâsıl kılur
Bu örnek, beyitte yapılan düzeltme, önceleme ve koşutlukların, yineleme ve
karşıtlıkların yalnızca “yazınsal değerler” açısından değil, “metin eleştirisi ve
onarımı” açısından da ne denli önemli olduğunu gösteren çok güzel örneklerden
birisidir. Bu konudaki daha geniş açıklama ve örnekler için bkz. Cem Dilçin, “Di-
van Şiirindeki Paralel ve Ortak Söz Yapılarından Metin Eleştirisinde Yararlanma”,
Türkoloji Dergisi, c. XIII, 1. sayı, Ankara 2000, s. 33-66.
22
Tab‘ kelimesi yukarıda, Nef’î’nin şu ünlü beytinde (Dîvân 1252: Kas. s. 7) geçen
anlamla kullanılmıştır:
Her ma‘ni-i latîf ki cândan nişân virür
Ta‘bîr idince tab‘um anı nazma cân virür
80 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
koşuluyla özel adlar, cümle öğesi olan her tür kelime kavram yönünden
her hangi bir özellik taşıyorsa öncelenmesinden daha doğal bir şey ola-
maz. Nitekim yazının daha önceki bölümlerinde, yüklem dışında kav-
ram açısından beytin anlamını, şiirin konusunu kavrayıcı ve kapsayıcı
nitelikteki başka kelime türlerinin öncelendiği örnekler de verilmişti.
“Saçmak” eyleminin yüklem olarak öncelenmesiyle başlayan ve Ali
Şir Nevâî’nin bir gazeline nazire23 olarak söylenmiş Fuzulî’nin eşsiz na‘tı
Su Kasidesi, kavram belirten yüklem öncelemelerinin en güzel, en yetkin bir
örneğidir. Başka şairlerden verilen aşağıdaki örneklerde de görüleceği
gibi “saçmak” kavramı, kasidelerde ve gazel beyitlerinde işlenen tema
ve motiflerin temeli niteliğindeki bir eylem olarak seçilmiş, bu tema ve
motiflerin işlevini pekiştirmek için de aynı şiir içerisinde gerektiği yer-
lerde yinelenmiştir. Fuzuli’nin beyti dışındaki örneklerde “(su) saçmak”
eylemi ise “serpmek, dökmek, atmak, yağdırmak ...” kavramları açısın-
dan genellikle olumlu ya da zorunlu neden/sonuç süreçlerini belirtmek ve
ortaya çıkan iyi, güzel sonuçları betimlemek için kullanılmıştır.
Fuzulî’nin na‘t’ının matlaında ise kısaca söylemek gerekirse temel
düşünce, zıtlıkları, karşıtlıkları, olamazlıkları anlatmaktır. Bu beyitteki
od/su, yanmak/saçmak ve su-saçmak/su-çâre kılmamak kavramları arasındaki
birbiriyle çelişen yönleri vurgulamak için bundan daha uygun bir kur-
gulama düşünülemezdi. “Saçma” olumsuz emir kipindeki yüklemin
öncelenerek “göz yaşının gönülde tutuşan ateşi” söndüremeyeceği,
bunun imkânsızlığı ve bu işe kalkışmanın gereksizliği en güçlü bir bi-
çimde anlatılmıştır:
Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su (s. 23)
Nevâî’nin gazelinin matlaı da (Kut 2003: 394) “saçmak” eyleminin
öncelenmesiyle başlamaktadır:
Saçtı tirdin gül üze ol serv-i gül-ruhsâr su
Köymekim def’iga kıldı ot üze izhâr su
23
Tahir Üzgör, “Su Redifli Şiirler ve Fuzulî’nin Su Kasidesi’nin Kompozisyonuna
Dâir”, İlmî Araştırmalar Dergisi, sayı 9, İlim Yayma Cemiyeti Yay., İstanbul 2000,
s.239-248.
Fuzulî’nin Şiirlerinde “Yüklem Öncelemesi” ● 85
24
Ahmed Paşa’nın bu beytinin mazmûnunu daha sonra Fuzulî bir gazelinde şu bi-
çimde dile getirmiştir:
Aks-i rûyun suya salmış sâye zülfün toprağa
Anber itmiş toprağun adın suyun ismin gül-âb (s. 151)
86 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
25
Şiirin, “kendi içinde incelenmesi” için bkz. ( Kaplan 1963: 104-110).
Fuzulî’nin Şiirlerinde “Yüklem Öncelemesi” ● 87
zamanları kullanmayı kısıtladığı gibi se, ha, zel, je, dad, tı, zı, ayn, fe gibi
harfler de tümüyle olanaksız duruma getirir. Çekimli eylemlerin redif
olarak kullanılabildiği ve bunlara uygun kafiyelerle yazılmış kaside ve
gazellerdeki devriklemelerde her türlü önceleme yapılabilirse de bir bö-
lümü önemsizdir. Ancak, yukarıda değinildiği gibi bunların çoğunluğu
semantik ve stilistik açıdan çok ilginç özellikler taşır. Böyle sözdizimsel
yapıdaki beyitlerin pek çoğunda şairlerin üstün şairlik yeteneklerini ve
sanatkâr niteliklerini yansıtan çok ilginç öncelemeler yapılmıştır.
Örneğin, Fuzulî’nin nesip bölümünde “sürâhî” (şarap şişesi) betim-
lemesi yaptığı kasidesinin kafiye ve redifi beytin ad cümlesinin yükle-
mini oluşturmaktadır. Böyle durumlarda da şairler söz yapıları açısın-
dan çok güçlü örnekler yaratmayı kolaylıkla başarmışlardır. Bunların
büyük bir bölümü “sehl-i mümtenî” denilebilecek türdendir. Kaside’nin
matla beyti şöyledir:
Bu sürâhî meselâ bir sanem-i ra‘nâdur
Ki dem-â-dem tarab-engîz ü neşât-efzâdur (s. 113)
Fuzulî’nin bu Kaside’si aynı zamanda, “yüklem” dışındaki “kavram
belirten önceleme”ler için güzel bir örnektir. “Bu sürâhî” öncelemesiyle
betimlenen nesne (sürâhî kavramı) belirtilmiş, sonra, “sürâhî”nin ben-
zetmeliği olarak kullanılan “serv” ve “şem” 2. beyitte öncelenerek çok
güzel bir koşut beyit içerisinde verilmiştir:
Serv tek kamet-i dil-cûyile uşşâk-firîb
Şem‘ tek pertev-i ruhsâr ile bezm-ârâdur
1. dizede “sanem-i ra‘nâ” diye nitelenen “sürâhî”nin bu beyitte de
sevgilinin sıfatları olarak kullanılan benzetmeliklerle bütünleştirilerek
iki katmanlı bir çağrışım zenginliği sağlanmıştır. “Sürâhî” adının başına
getirilen “bu” gösterme sıfatının görevi yalnızca “işaret etme” amaçlı
değildir. “Bu” sıfatı, onun bir “şarap şişesi” olduğunu, “su şişesi” ya da
“zeytinyağı şişesi” olmadığını belirleyen görevi yanında, betimlenen
nesneyi değerlendiren, özelleştiren, seçkinleştiren... bir amaçla da kulla-
nılmıştır.
Ayas Paşa’nın övgüsündeki bir kasideye Fuzulî şöyle bir öncele-
meyle başlamıştır. Bu beytin ‘nasıl’ anlamındaki “ne” sıfatıyla başlaması
(yüklemden önce öncelenmesi) ve cümlenin öteki öğelerinin de dize-
lerde koşut bir söz yapısı oluşturacak biçimde düzenlenmesi bir rastlan-
tıyla açıklanamaz:
Fuzulî’nin Şiirlerinde “Yüklem Öncelemesi” ● 89
KAYNAKÇ A
Ahmed Âsım, Okyânûsü’l-Basît fî-Tercemeti’l-Kamûsi’l-Muhît, c. 1, İstanbul
1268 (1851).
Ahmet Vefik Paşa, Lehce-i Osmânî, Haz. Recep Toparlı, TDK Yay., Ankara
2000.
Akyüz, Kenan (1970), Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi, 3. bas., Ankara.
Banguoğlu, Tahsin, Türkçenin Grameri, TDK Yay., 3. bas., Ankara 1990.
(Beyatlı), Yahya Kemal (1963), Kendi Gök Kubbemiz, Yahya Kemal Enstitüsü
Yay., 2. bas., İstanbul.
(Boztepe), Halil Nihat, Nedim Divanı, İstanbul 1338-1340/1919-1921.
Dilçin, Cem, “Ahmed Paşa’nın Şiirlerinde Paralelizm”, İstanbul’un Fethinin
550. Yılı Anı Kitabı, DTCF Yay., Ankara 2004, s. 55-72.
Dilçin, Cem (2005), Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, TDK Yay., 8. bas., Ankara.
Dilçin, Cem, “Divan Şiirindeki Paralel ve Ortak Söz Yapılarından Metin
Eleştirisinde Yararlanma”, Türkoloji Dergisi, c. XIII, 1. sayı, Ankara
2000, s. 33-66.
Dîvân-ı Nef’î (1252/1836), Mısır-Bulak.
Dizdaroğlu, Hikmet (1976), Tümcebilgisi, TDK Yay., Ankara.
94 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Ergun, Sadettin Nüzhet (1941), Namık Kemal’in Şiirleri, İnkılap Kitabevi, İs-
tanbul.
Fomkin, Mihail Simyonoviç, “Sultan Veled (1226-1312)’in Şiir Sanatı ve Türk
Şiir Geleneği”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten 1991, TDK Yay.,
Ankara 1994, s. 137-148.
Fuzûlî, Türkçe Divan (TD), (Haz. Kenan Akyüz, Süheyl Beken, Sedit Yüksel,
Müjgân Cunbur), Türkiye İş Bankası Kültür Yay., Ankara 1958.
Gencan, Tahir Nejat (1979), Dilbilgisi, TDK Yay., 4. bas., Ankara.
Göçgün, Önder (1987), Ziya Paşa’nın Hayatı, Eserleri, Edebi Şahsiyeti ve Bütün
Şiirleri, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara.
Gölpınarlı, Abdülbâki (1972), Nedim Divanı, İnkılap ve Aka Kitabevleri, 2.
bas., İstanbul.
Güngör, Şeyma, Fuzulî, Hadîkat’s-Sü’edâ’, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay.,
Ankara 1987.
İsen, Mustafa (1993), Acıyı Bal Eylemek, Türk Edebiyatında Mersiye, Akçağ
Yay., Ankara.
Kaplan, Mehmed (1963), Şiir Tahlilleri, Âkif Paşa’dan Yahya Kemal’e Kadar I,
Anıl Yay, 3. bas., İstanbul.
Kortantamer, Tunca, Eski Türk Edebiyatı Makaleler-I, Akçağ Yay., Ankara
1993.
Kut, Günay (2003), Alî Şîr Nevâyî, Garâ’ibü’s-Sıgar, İnceleme-Karşılaştırmalı
Metin, TDK Yay., Ankara.
Küçük, Sabahattin (1994), Bâkî Dîvânı, Tenkitli Basım, TDK Yay., Ankara.
Ocak, Fatma Tulga, “Nef’î ve Eski Türk Edebiyatımızdaki Yeri”, Ölümünün
Yüzellinci Yılında Nef’î, Atatürk Kültür Merkezi Yay., Ankara 1987,
s.1-44.
Olgun, Tahir, Edebiyat Lügati, İstanbul 1937.
Onan, Necmettin Halil (1956), Fuzuli, Leylâ ile Mecnun, MEB Yay., İstanbul.
Tarlan, Ali Nihad (1963), Necatî Beg Divanı, MEB Yay., İstanbul.
Tarlan, Ali Nihad (1966), Ahmed Paşa Divanı, MEB Yay., İstanbul.
Türkçe Sözlük, TDK Yay., 10. bas., Ankara 2005.
Ünsal, Özünlü (1997), Edebiyatta Dil Kullanımları, Doruk Yay., Ankara.
Üzgör, Tahir, “Fuzûlî’yi Anlamak”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları
Dergisi, sayı 3, Konya 1997, s. 87-101.
Üzgör, Tahir, “Su Redifli Şiirler ve Fuzulî’nin Su Kasidesi’nin Kompozisyo-
nuna Dâir”, İlmî Araştırmalar Dergisi, sayı 9, İlim Yayma Cemiyeti
Yay., İstanbul 2000, s.239-248.
Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 1, İstanbul 2008, 95-168.
ÖZET ABSTRACT
Selçuklu hükümdarı Alp Arslan’ın 1071 tarihinde Ma- Islamization and Turkization of Anatolia began with
lazgirt’te Bizanslıları bozguna uğratmasıyla, Anadolu’nun defeat Byzantium in Malazgird in 1071 by Alp Arslan,
Türkleşmesi ve İslâmlaşmasının uzun süreci başlamıştır. the Seljukid Sultan. After Malazgird victory, the Oghuz
Malazgirt zaferini müteakip Anadolu’ya gelen Oğuz Turkish groups came to Anatolia, regarded as dâru'l-
kitleleri, “dâru’l-cihâd” saydıkları Anadolu’yu Türkleş- cihâd, in order to convert Anatolian people to Islam. They
tirmek ve İslâmlaştırmak için dinden aldıkları güçle brought to Anatolia their language, culture and
savaşmışlar, Anadolu’nun derinliklerine kadar ilerleyerek, traditions. The aim of this study is to reveal the
kendileri ile beraber, Türk dilini, kültürünü, örf ve idare- characteristics of the language and literature developed in
sini de götürmüşlerdir. Artık Anadolu’nun bir Türk yurdu Anatolia.
olmasının gayretleri içerisine girilmiştir. Bu yazının
amacı, böyle bir ortamda Anadolu’da dil ve edebiyatın
hüviyetini ortaya koymaktır.
*
Prof. Dr., Kırıkkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bö-
lümü, Kırıkkale. (ahmetkartal38@gmail.com)
96 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Şiir ve Toplum
Anadolu halkı özellikle şiirin ahengi ile veznin ritmik tekrarının in-
san ruhunda oluşturduğu etkiden dolayı, şiire karşı bir temayül sergi-
lemiş, hatta kendisine aktarılacak her bilginin manzum olarak verilme-
sini istemiştir. Tabii ki bunda, şiirin öğrenmeye sağladığı katkı ve kolay-
lığın bilincine vararak öneminin farkına varılması ve bundan yarar-
lanma yoluna gidilmesi de etken olmuş olabilir. Şiiri seven ve ona sem-
pati ile bakan halkın isteğiyle şiir, Anadolu’da uygun bir ortamla bu-
luşmuştur. Şâirler bulmuş oldukları bu müsait ortamı en iyi şekilde
kullanarak, şiirin Anadolu’da oluşması, gelişmesi ve yerleşmesi nokta-
sında hummalı bir gayret içine girmişlerdir. Hatta şiirle ilgisi olmayanlar
da, Mevlânâ gibi, şiir söylemeye meyil etmişler, duygularını ve düşün-
celerini şiirle ifade etme yoluna gitmişlerdir. Şâirler, şiiri bir yandan
toplumu, özellikle halkı eğitme, aydınlatma ve bilgilendirmenin bir va-
sıtası olarak kullanırken, diğer yandan belli bir bilgi birikimine sahip
1
Bir anonim Bizans kroniği: kara ve deniz sanki bütün dünya kafir barbarlar (Türkler)
tarafından işgal edildi ve ıssızlaştırıldı. Onlar şarkın (Anadolu’nun) bütün köylerini, evleri
ve kliseleriyle birlikte, yağma ve istila ettiler ifadesiyle durumu açıkça, ancak hissî ola-
rak tasvir eder. Başka bir kronik Türklerin Anadolu’ya, eskisinden farklı olarak,
artık bir yağmacı değil işgal ettikleri bölgelerin hakiki sahibi olarak sıfatıyla gir-
diklerini belirterek daha isabetli bir görüşü temsil eder (Turan 1998: 282).
Anadolu Selçuklu Devletinde Dil ve Edebiyat ● 97
Şiir ve Sultanlar
Sultanlar, isimlerinin baki kalabilmesi için şâirler tarafından söyle-
nilen şiirlerin en önemli vasıtalardan biri olduğuna inandıkları için,
Anadolu Selçukluları’nda da aynen Karahanlı, Gazneli ve Selçuklu sa-
raylarında olduğu gibi, şâire büyük önem verildiği görülmektedir. Nite-
kim iki önemli kaynak eserden Çehâr Makâle (Semerkandî 1368: 62-63) ve
Râhatü’s-sudûr ve Âyetü’s-sürûr’da (Râvendî 1999: I/61) zikredilen bilgi-
ler ile Balasagunlu Yûsuf tarafından 1069/1070 yılında yazılan ve Türk-
çenin en önemli eserlerinden biri olan Kutadgu Bilig’in başlarında yer
98 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Şiirin Dili
Türkler Anadolu’ya gelip yerleşmeden önce, Anadolu’da Rumlar,
Ermeniler, Süryaniler, Franklar, Yakubiler vs. yaşamaktaydı (Ocak 2006:
443; 2006a: 253). Türklerin Anadolu’ya gelmesi ve yerleşmesi iki safhada
gerçekleşmiştir. Bunlardan birincisi, Malazgirt Savaşının akabinde
Türkler kitleler halinde Anadolu’ya akın etmişler ve yerleşmişlerdir.
Bunlar içerisinde göçebelerin yanında, daha Orta Asya’da iken yerleşik
hayata geçerek şehirlerde yaşayan Müslüman Türkler de bulunmak-
taydı. Bunlar, Anadolu’daki şehirlere yerleşmişler ve oralarda meslekle-
rini icra etmeye devam etmişlerdir. Daha bu dönemlerde bile bu Müs-
lüman Türkler yerli Hristiyan nüfusa oranla Anadolu’da büyük bir ço-
ğunluğa ulaşmışlardır. İkinci safha ise, Moğol istilasının başlamasıyla
birlikte, Mâverâünnehr, Hârezm, Âzerbaycan ve Errân mıntıkalarından
oluşan yoğun göçlerin oluşturduğu dönemdir. I. İzzeddîn Keykâvus ve
I. Alâaddîn Keykubâd devirlerine rastlayan bu dönemde de, pek çok
şehirli Türk, göçebe Türk nüfusla birlikte Anadolu’ya gelmiştir (Ocak
2006: 447). Özellikle Türkler Anadolu’da yeni kasaba ve şehirler kur-
dukları gibi, eski Bizans şehirlerini kendilerine uygun hale de getirmiş-
lerdir (Baykara 2006: 291). Türklerle birlikte İranlıların da Anadolu’ya
geldikleri görülmektedir. Daha çok tüccar, ilim adamı, şeyh ve müritler-
den oluşan İranlılar, ekseriyetle şehirlere yerleşmişlerdir (Bayram 2001:
63).
Anadolu Selçuklu Devletinde Dil ve Edebiyat ● 99
2
Bu dönemlerde Anadolu’ya gelip Kayseri’ye yerleşen Ömer b. Muhammed b. Ali
es-Sâvî: “Diyâr-ı Rûm’a geldim. Herkesin ilm-i Nücûm (astronomi) ile uğraşmakta oldu-
ğunu, dinî ilimlerden bihaber olduklarını gördüm.” diyerek bu gerçeği ifade etmiş ve
dinî ilimlere olan ihtiyacı karşılamak amacıyla eserini yazdığını bildirmiştir (Bay-
ram 2003: 59-60).
3
Bilindiği gibi Mu’tezile mezhebi, İslâm’ın doğuşundan bir asır sonra ortaya çıkan,
İslâm dinini akıl ölçü ve kurallarına göre yorumlayan dinî ve felsefî bir harekettir.
106 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Zaten Mu’tezile’yi diğer mezheplerden ayıran en önemli özellik nakli yani Kur’ân
ve Hadisi akla tatbik etmeleridir. Bundan dolayı bu mezhep mensuplarına İslâm
dünyası rasyonalistleri (akliyecileri) denilmektedir. Bunlar üzerinde özellikle o dö-
nemlerde İslâm âleminde yayılan Yunan felsefesinin büyük tesir görülmektedir.
Abbasîler bir dönem Mu’tezile’yi resmî mezhep olarak kabul ettiler. Bu mezhep
mensupları yüksek memurluklara tayin edilerek itibar görmüşlerdir. Ancak IV./X.
asırda Eş’arî ve Maturidî mezheplerinin devlet tarafından desteklenmesi ve tasav-
vufî düşüncenin halk hareketi hâline dönüşerek rağbet kazanması sonucu
Mu’tezile mezhebi geri plana itildi. Hatta Mu’tezile mezhebine mensup olanların
halkı hor görmeleri ve kendi inançlarından olmayanları baskı altına almalarından
dolayı sıkı bir takibata uğradılar (Bayram 2003: 60; Gölpınarlı 1979: 197-200).
4
Eş’arî mezhebine mensup olan İbnü’l-Esîr, şu sözleriyle Kutalmış’ın astronomi ve
felsefe bilmesini tuhaf karşıladığını, bu felsefî bilgilerin özellikle onun dinî inan-
cında yer tutmasını hoş karşılamadığını dillendirmiştir (Bayram 2003: 61): “Şaşıla-
cak şeydir ki, Kutalmış, Türk olmasına rağmen astronomi ilmini çok iyi biliyordu. Bundan
başka felsefe geleneği ile ilgili bilimleri de biliyordu. Kendisinden sonra oğulları ve ahfadı
da felsefe geleneğinden gelen ilimleri öğrenmeye devam ettiler. Ve bu alanda isim yapmış
olan bilim adamlarını himayelerine aldılar. Bu durum onların dinî inançlarında pürüz
meydana getirdi.”
5
Aynen eniştesi Kutalmış gibi felsefe geleneğinden gelen ve bundan dolayı kendi-
sine “Danişmend” de denilen Melik Ahmed Gazi hakkında İbnü’l-Kemâl şöyle
demektedir (Bayram 2003: 61-62): “Pek çok filozoflar ve faziletli kişiler ve dünyanın dört
bir yanından akliyeciler (ehl-i ukûl) o yüce zata yöneldiler ve her biri sahip oldukları ilimle-
rini yaymaları ve ilimlerini uyguladıkları ölçüde o Hazretin cömertlik denizinden pay al-
maktalar.”
6
İbnü’s-Serrâc, Tokat ve çevresindeki alimlerin akla ve mantığa uymayan şeyleri
kabul etmediklerini, bundan dolayı da dinî-tasavvufî düşünce ile evliya kerametle-
rini inkar ettiklerini belirterek bu yöre halkını eleştirmektedir (Bayram 2003: 62).
Anadolu Selçuklu Devletinde Dil ve Edebiyat ● 107
müftî ve Gunyetü’l-fukahâ (Özel 1990: 64)’sı ile Türkçe telif edilen Hacı
Bektaş-ı Velî’nin Şerh-i Besmele (Hacı Bektaş-ı Velî 1989)’si bunlardandır.
Sipehsâlâr diye meşhur Ferûdûn b. Ahmed’in Mevlânâ hakkında kaleme
aldığı Risâle-i Sipehsâlâr be-Menâkıb-i Hazret-i Hudâvendigâr (Sipehsâlâr
1325, 1331, 1977) isimli Farsça bir menkabesi vardır. Muhammed b. Mu-
hammed b. Mahmûd-ı Hatîb, Farsça Fustâtü’l-adâle fî-Kavâidi’s-saltana
(Riyâhî 1995: 126-28), Ahmed b. Sâd b. Mehdî-i Erzincanî ise, I. Alâaddîn
Keykubâd adına Arapça Kitâbü’l-letâifü’l-alâiyye fi’l-fezâili’s-seniyye
(Uzunçarşılı 1948: 299) isminde bir siyasetname kaleme almıştır.
İnşa sanatı hakkında Hasan b. Abdü’l-mü’min-i Hoyî’nin Gunyetü’l-
kâtib ve Münyetü’t-tâlib (Erzi 1963), Rüsûmü’r-resâ’il ve Nücûmü’l-fezâ’il
(Erzi 1963a), Nüzhetü’l-küttâb ve Tuhfetü’l-elbâb, Kavâ’idü’r-resâ’il ve
Ferâ’idü’l-fezâ’il (Terbiyet 1314: 113; Riyâhî 1995: 128-29), Emîr Bedreddîn
Yahyâ’nın ise Münşe’ât-ı Bedreddin Yahyâ (Riyâhî 1995: 135-36) isimli
eserleri dikkat çekmektedir. Mevlânâ’nın mektupları, Mektûbât (Mevlânâ
1335, 1937; Subhânî 1371; Gölpınarlı 1963), Ebu Bekir b. Zekî-i
Konevî’ninkiler ise Ravzatü’l-küttâb (Ateş 1945:120-22) başlığı altında bir
araya getirilmiştir.
Bu dönemde mantık ve hikmet alanında da eser verilmiştir.
Mahmûd b. Ebî Bekr b. Ahmed-i Urmevî’nin Letâ’ifü’l-hikme (Yûsufî
1351) ve Metâli’u’l-envâr (Riyâhî 1995: 132-35; Terbiyet 1314: 180) isimli
eserleri bunlardandır. Muhammed b. el-Hüseyn el-Mu’înî de Kur’ân’ın
anlaşılmasını kolaylaştırmak için yazdığı Beşâirü’n-nezâ’ir (Ateş 1945:
112-13) isimli bir sözlük hazırlamıştır. Nasireddin-i Sicistânî, gizli ilim-
lere dair Dakâyiku’l-hakâyık’ı (Riyâhî 1995: 137), İbn Bîbî de Anadolu
Selçukluları tarihi olan El Evamirü’l-ala’iye fi’l-umuri’l-ala’iye [Selçuk-
name]’yi kaleme almıştır (İbn Bîbî 1996). Bu dönemde tabiî ilimlere ait
bazı eserler de verilmeye devam edilmiştir.
Şiir ve Şâirler
Bugünkü bilgilere göre I. Alâaddîn Keykubâd'ın cülûsuna kadar
olan zamanda (616/1220) yetişen şâir sayısının azlığı dikkat çekmekte-
dir. Bunda devletin kuruluş aşamasında olması ve istikrarın tam oluş-
maması etken olmuştur. Bu şâirlerin Farsça, Arapça ve Türkçe olarak
söyledikleri bazı şiirleri günümüze kadar gelmiştir. Bu şiirlerin mesnevî,
Anadolu Selçuklu Devletinde Dil ve Edebiyat ● 111
burada tabii ki, insanları dinî yönden eğitme ve terbiye etme düşüncesi-
nin olduğunu da göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
Bu dönemde gerek yetişen şâir sayısında gerekse ortaya konulan
şiir sayısında olan artış da dikkat çekmektedir. Bunda şiire ve şâire sem-
pati ile bakan ve onları destekleyen sultanlar ile devlet adamlarının da
önemli etkisi olmuştur. Özellikle I. Alâaddin Keykubâd döneminde olu-
şan huzur ve refahın etkisiyle Anadolu’nun şâirler ve sanatkârlar için bir
cazibe merkezi hâline gelmesi buna katkı sağlamıştır. Bu dönemde ya-
zılan şiirlerin de ilk dönemde olduğu gibi ekseriyetle Farsça söylendiği
dikkat çekmektedir. Bunda Orta Asya'da Türkler arasında hiçbir komp-
lekse girmeden dönemin kültür ve medeniyet dili olan Farsça ile yazma
âdetinin de etkili olduğunu göz önünde bulundurmamız gerekmektedir.
Ancak Türkçe şiirlerdeki hem artış hem de söyleyişteki mükemmeliyet
gözlerden kaçmamaktadır. Arapça şiirlerin söylenilmesine de devam
edilmiştir. Bu dönemde yazılan şiirler mesnevî, kaside, gazel ve rubaî
formunda karşımıza çıkmaktadır.
Farsça mesnevîler içerisinde, şüphesiz en çok takdir ve hayranlık
uyandıranı Mevlânâ’nın 6 ciltlik Mesnevî-i Ma’nevî’sidir. Sultân Veled’in
İbtidâ-nâme, Rebâb-nâme ile son mesnevîsi olan İntihâ-nâme, Kadı
Burhâneddîn-i Anevî’nin Enîsü’l-kulûb, Kâni-i Tûsî’nin Selçuklu Şeh-nâ-
mesi ile Kelile ve Dimne Tercümesi, Nâsırî’nin Fütüvvet-nâme, Nasireddîn-i
Sicistânî’nin Mûnisü’l-avârif ile Fahreddin-i Irâkî’nin Uşşâk-nâme’si bu
dönemde kaleme alınan diğer mesnevîlerdir.
Bu dönemin dikkat çeken noktalarından biri de Farsça, Arapça ve
Türkçe divanların tertip edilmesidir. Bunlar içersinde en dikkati çeken
Mevlânâ’nın Dîvân-ı Kebîr’idir. Sultan Veled, Seyf-i Fergânî ve
Fahreddîn-i Irâkî Farsça divanı olan diğer şâirlerdir. İbn-i Arabî’nin ise
Arapça bir divanı bulunmaktadır. Rubaî de geçen asırda olduğu gibi
rağbet gören nazım şekillerindendir. Mevlânâ, Sultan Veled,
Evhadüddîn-i Kirmânî ve Fahreddîn-i Irâkî bu dönemde rubaî söyleyen
şâirlerin önde gelenlerindendir.
Bu dönemde de geçen dönemde olduğu gibi Türkçe eserler veril-
meye devam edilmiştir. Nitekim bu zamanda yaşayan Mevlânâ, Sultan
Veled, Nâsırî ve Dehhânî’nin bazı Türkçe şiirlerinin olduğu bilinmek-
tedir. XIII. asrın ortaları ile XIV. asrın başlarında yaşadığı tahmin edilen,
114 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Türkçe bir Dîvân tertip edip Risâletü’n-nushiyye (Tatçı 1990) adında bir
mesnevî kaleme alan Yunus Emre’nin bu şâirler içerisinde müstesna bir
yeri vardır.
Şiir ve Tasavvuf
Sûfî şâirler, günlük dilin sığ ve dar imkânları yanında aktarmak is-
tedikleri yüce mânâya şiirsel dilin daha fazla imkân sağladığını görerek
tercihen şiire yönelmişlerdir (Kılıç 2007: 70). Filibeli Ahmed Hilmî’nin de
belirttiği gibi İran’da zuhur eden mutasavvıfların hemen hepsi şâirdir ve
bunlar tasavvufî fikirlerini daha çok şiirle ifade etmişlerdir (Kılıç 2007:
34). Bu durumun Anadolu’da da yansımasının hemen hemen aynı ol-
duğu görülmektedir. Nitekim İhsan Fazlıoğlu’nun Anadolu’da da “ir-
fan”ın şiirle hayat bulduğunu belirten şu sözleri bu mânâda dikkat çek-
mektedir (2006: 420):
“İrfanî bilginin Varlık’la dolayımsız yani önceden tayin edilmeyen
bir dille ilişki kurması gerektiğini benimseyen, ancak sunumunda
nazarî bir dil kullanan irfan-i nazarî okulun tersine hem Varlık’la
alâkalı bilginin elde ediminde hem de sunumunda nazarî yöntemi
reddeden tasavvufî yaklaşımlar, Yunan düşünce hayatındaki şâir ile
filozof kavgasını hatırlatırcasına, şiir dilini benimsediler. Çünkü
onlara göre burhanî bilgide matlub (yani kıyasın sonucu) hedef iken
irfanî bilgide mahbûb (yani arzu edilen ya da Tanrı) hedeftir. Bu
kabul açısından burhanî bilgide matlub tahsil edilir; irfanî bilgide
ise mahbuba vüsul esastır. Visalde ise ana tavır, ön-deyisiz yani
herhangi kategorik bir dili benimsememek, başka bir deyişle çıkış
noktası olarak almamaktır. Özellikle Mevlânâ Celâleddîn’de, daha
sonra Yunus Emre’de göreceğimiz bu tavır özünde Varlık’ın yani
Hakikat’in sırrını (cevherini) bilmeyi esas alan bütüncül bir dünya
görüşü ve dünya tasavvuru sunar. Bu noktada ilginç olan bir husus
irfan-ı nazarî’nin kurucu isimlerinden Konevî’nin babası Şeyh
Mecdüddin İshak’ın, İzzeddîn Keykâvus (1211-1220) devrinde irfanî
bilgiyi şiir diliyle ifade etmesidir. Bu nokta irfanî bilginin ifadesin-
deki farklı tavırların başta Konya olmak üzere Anadolu toprakla-
rında ne derece yaygın olduğunu gösterir. Gerçekten de Anadolu’da
Varlık’la konuşulan bir dil olarak şiir her yönüyle gelişkindi”.
Anadolu Selçuklu Devletinde Dil ve Edebiyat ● 115
Sultanlar ve Ödüller
Anadolu Selçuklu sultanlarının yazdıkları şiirleriyle isimlerini bu
fani âlemde baki kılan şâirlere verdiği bol ödül ve bahşişler çeşitli kay-
naklarda zikredilmektedir. Meselâ, İzzeddin Keyhüsrev, Hüsameddîn
Sâlâr’ın kızı tarafından kendisi için yazılarak Musul’dan gönderilen ka-
sideye karşılık 7200 dinar göndermiştir. Ayrıca kasideyi getiren posta-
cıya da hil’at, binek hayvanı ve iki bin dinar verilmiştir (İbn Bîbî 1996:
I/142-7; geniş bilgi için bak. Kartal 2006: 495).
Sultanlar, bazen güzel bir şiirinden dolayı bazı şâirlere ya sarayda
çeşitli görevler vermişler ya da derecelerini yükseltmişlerdir. Sultan I.
Keykâvus, Sahib Şemseddin Muhammed-i İsfahânî’nin söylediği bir
rubaî hoşuna gidince, onun mutfak sorumluluğu görevine (eşrâf-ı mat-
bah), has kâtiplik (inşâ-yı hâs) görevini de eklemiştir (İbn Bîbî 1996:
I/221). Şemseddin Tabas, Nizameddin Ahmed-i Erzincanî’nin yazdığı
bir kasideye, İzzeddin Keykâvus övgüsünde bir cevap yazınca, Sultan
ona Rum memleketlerinin emîr-i arizlik ve inşa makamını (mertebe-i
mansıb-ı inşâ-yi emîr-i arizi-yi memâlik-i Rûm) vermiştir (İbn Bîbî 1996:
I/149; Köprülü 1986: 209).
Şâirler ve Unvanlar
Şâire ilgi ve itibarın bir tezahürü olan melikü’ş-şu’arâ unvanının
Karahanlı, Gazneli ve Selçuklu saraylarında bulunan bazı şâirler için
kullanıldığı gibi (Kartal 2001: 57) Anadolu Selçuklu sarayında bulunan
kimi şâirlere de verildiği görülmektedir. Takrîru’l-menâsib’de yer alan bir
menşur bunu doğrulamaktadır. Nitekim Muhiddîn Ebu’l-fezâ’il’in
melikü’ş-şu’arâlığa tayinine dair olan bu menşurda, onun baba ve dede-
leri zamanından beri saltanata mülâzemet ettiği ve bu vazifeye getiril-
diği, her defa sultanın meclisinde musahiplere fesahat ve belâgatını
116 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
eserin birinci makalesi, madde âleminin (âlem-i süflî) şekli ve yer kürenin
hareketsiz olduğunun ve dört ana unsurun (toprak, hava, su, ateş) var-
lıklarının ispatı hakkında olup 13 fasıldır. İkinci makale, cennet ve cehen-
nemin şekillerinin belirlenmesine dair olup iki fasıldır. Üçüncü makale,
nefs-i nâtıkanın (insan ruhunun) mahiyeti, dördüncü makale ise nefs-i
nâtıkanın saadet ve şekaveti hakkındadır. Özellikle bu eserde dünyanın
yuvarlak olduğu hakkında ortaya konulan delillerin mükemmelliği, ay
ve güneş tutulmasının şekillerle izahı, kuzey ve güney kutuplara gidil-
dikçe gece ve gündüz farkının büyüdüğü, kutuplarda ise altı ay gece ve
altı ay gündüz olup soğukluğun da en şiddetli olduğu, dünyanın çevre
uzunluğu, yüzölçümü ve 1 derecelik meridyen arasındaki mesafe için
verilen rakamların bugünkü ölçülere uygunluğu, dünyadaki iklim ku-
şakları ve kuşaklarda bulunan belde ve kavimler gibi bir çok konularda
yer alan bilgiler insanı hayran bırakacak tarzdadır. O dönemde Ana-
dolu’daki astronomi ilminin kendi çağlarına göre yüksek bir düşünce
seviyesinde bulunduğunu gösteren bu eser, her şeyden önce Türklerin
Anadolu’da ilim ile uğraşıp eser yazma geleneğinin VI./XIII. asrın ikinci
yarısından itibaren değil (Köprülü 1986: 208), bilakis bu asrın başların-
dan itibaren başladığını göstermesi bakımından önemlidir. Eserin dikkat
çeken taraflarından biri de, Hz. Muhammed’in mi’rac olayının astrono-
mik izahının yapılmaya çalışılmasıdır. Nitekim bazı metafizik meseleleri
astronomik gerçekler olarak telakki eden İbnü’l-Kemâl, eserinin ikinci
makalesinde, dünyayı tamamen kuşatan hava tabakasının yedi tabaka-
dan oluşan bir ateş tabakası (ateş seması) ile çevrildiğini, bunun da Hz.
Peygamber’in haber verdiği cehennem olduğunu, yine Hz. Peygam-
ber’in haber verdiği cennetin de cehennem semasını çepeçevre kuşatan
ve sekiz tabakadan meydana gelen sema (cennet seması) olduğunu ileri
sürer. Eserinin üçüncü makalesinde insan ruhunun mahiyetini inceler-
ken, dördüncü makalede bedenden ayrıldıktan sonra kalıcı olan ruhların
şekaveti (cehennemde kalışları) ve saadeti (cennete yükselişleri) anlat-
mıştır. Bir nevi Hz. Peygamber’in mi’rac hadisesinin astronomik izahı-
nın yapılması gayretinden doğan bu tarz düşünüş ve anlayış, İslâm
dünyasında hem bir seyr-i sülûk-i ruhanî, hem de edebî bir motif ol-
muştur. İşte İslâm dünyasında edebî bir motif olan bu tarz ve düşünceyi
ilk defa başarılı bir şekilde Ebu’l-alâ el-Ma’arrî (449/1057), Risâletü’l-
gufrân isimli eserinde işlemiştir. Ebu’l-alâ el-Ma’arrî’den yaklaşık 45-50
118 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Şâir Sultanlar
Şiire sempatiyle yaklaşıp şâirleri destekleyen Anadolu Selçuklu
sultanları arasında şiir söyleyenler de vardı. Bu sultanlarından II.
Rükneddîn Süleymân, Kayseri emiri Kutbeddîn Melikşâh’ın kardeşi
olup I. Keyhüsrev’in ilk sultanlık dönemine son vermiş ve 588/1192’de
onu Konya’dan çıkartarak tahta kendisi geçmiştir. 600/1203 yılına, yani
Rükneddîn’in son saltanat yılına kadar direnen ve o yıl yenilip öldürü-
len Muhyiddîn Mes’ûd Şâh dışında diğer kardeşleri ona itaat etmiştir
(Riyâhî 1995: 64). İşrakiye felsefesini benimseyen Rükneddîn Süleymân,
bu düşüncesini herhangi bir dedikoduya sebebiyet vermemek için gizli
tutmuştur. Hatta bir gün, kendi fikrinde olan bir filozofla görüşürken
yanlarına fakih denilen din âlimlerinden biri gelmiş, musahabe esna-
sında âlim ile filozof münakaşaya başlamışlar. Cevap vermekte aciz ka-
lan âlim, hiddetlenerek Rükneddîn’in huzurunda filozofu tokatlayıp
ağır sözler söyledikten sonra, çıkıp gitmiş. Bu davranış karşısında sulta-
nın sessiz kalmasından dolayı müteessir olan filozof: “Senin huzurunda
bana böyle muamele olunuyor da onu menetmiyorsun” deyince, sultan: “Ben
bir şey söylesem ikimizi de tepelerdi, senin fikrinin intişarı da mümkün ol-
mazdı” sözleriyle karşılık vermiştir. İşte bu münazara tarzı Sultan
Rükneddîn’in fikir hürriyetine hürmetini, serbest münakaşaya verdiği
önemi ve soğukkanlılığı ile itidalini göstermektedir (Uzunçarşılı 1948:
292-93). İbn Bîbî, kendisi de şâir olan Rükneddîn’in edebiyat hamiliği ve
bilgisi hakkında şunları söyler:
Yine cömertliği ve iyiliği yüzünden dünyanın ileri gelen âlimleri, fâ-
zılları, şâirleri ve sanatkârları onun sarayına koşup, sanatlarının in-
celiklerini onun yüce görüşüne arz ederler ondan çok miktarda bağış
Anadolu Selçuklu Devletinde Dil ve Edebiyat ● 119
vermesi (İbn Bîbî 1996: I/142-7) onun şiir sevgisine ve şâirleri koruma-
sına örnektir. Ayrıca Kadı Burhâneddîn-i Anevî, Enîsü’l-kulûb isimli
Farsça manzum eserini ona ithaf etmiştir. İzzeddîn Keykâvus, Ankara
kalesi haricinde evvelce Namazgâh denilen ve şimdi yerinde Etnografya
müzesi bulunan mahalde güzel bir medrese ile dârü’ş-şifâ ismiyle Si-
vas’ta bir hastane de yaptırmıştır (Uzunçarşılı 1948: 296).
Şiir ve edebiyatla da uğraşan İzzeddîn Keykâvus, Kayseri’de kar-
deşi Keykubâd’ın muhasarası sırasında yazmış olduğu güzel bir Farsça
rubaîsini, önce kendi tarafında olduğu halde kardeşi tarafına geçen
Zahîreddîn İli Pervâne’ye göndermiştir. Ölümünden önce söylediği ri-
vayet edilen Farsça hikmet-âmîz ve güzel bir kıt’ası da Sivas dârü'ş-şifâ-
sındaki bir taşa yazılarak ve İbn Bîbî tarafından da tarihine derç edilerek
(1996: I/216-17) bize kadar gelmiştir.7 İbn Bîbî, İzzeddin Keykâvus’un
üslûbu ve belâgatının son derece başarılı olduğunu, nazım ve nesirde
kelime ve deyim kullanışının övgüye değer bir ustalıkta bulunduğunu,
nükte ve mana zenginliğinde ise ödül alabilecek seviyeye sahip oldu-
ğunu kaydetmiştir (1996: I/149).
Sultan şâirlerden olan I. Alâaddîn Keykubâd, Gıyâseddîn
Keyhüsrev’in oğlu, İzzeddîn Keykâvus’un kardeşi ve halefi olup, Ana-
dolu Selçuklu sultanlarının en büyüklerindendir. İzzeddîn Keykâvus’un
ölümü üzerine, devlet büyüklerinin Alâaddîn Keykubâd’ı tahta çıkar-
masıyla, Anadolu Selçuklu devletinde büyük bir gelişme meydana gel-
miştir. Siyasî, idarî ve askerî yönlerden parlak bir devrin yaşandığı, ikti-
sadî refahın arttığı ülkede, büyük bir imar faaliyetine girişilmiş, millî
birliğin kurulmasına çalışılmıştır. Zamanı, Selçuklu devletinin en kud-
retli ve mesut devrini teşkil eder. Moğol istilâsı üzerine yakın şarka göç
etmek zorunda kalan birçok âlim, mutasavvıf, şâir ve edip Anadolu’ya
yerleşerek, burada ilmî ve edebî faaliyetlerin artmasına sebep olmuştur.
Ayrıca o tarihe kadar umumî İslâm kültürü çerçevesi içinde mühim bir
7
İbn Bîbî tarafından zikredilen ve Yazıcıoğlu tarafından Türkçeye nazmen çevrilen
bu şiir şu şekildedir (Turan 2002: 320):
Mâ cihân-râ guzâştîm u şodîm Bu cihânı kim terk edüp gittik
Renc ber-dil nigâştîm u şodîm Rencini dilde berk edüp gittik
Pes ez-în nevbet şumâst ki mâ Şemden sonra nevbet erdi size
Nevbet-i hîş dâştîm u şodîm Nitekim evvel ermiş idi bize
Anadolu Selçuklu Devletinde Dil ve Edebiyat ● 121
Şâir Şehzâdeler
Anadolu Selçuklu şehzadelerinin de sanata, ilme ve edebiyata önem
verip şiir söyledikleri görülmektedir. Bu dönem şehzade şâirlerinden
olan Nasîreddîn Berkyaruk’u, babası 584/1188 yılında ülkesini taksim
ederken Koyluhisar ve Niksar hâkimi olarak atamıştır. Felsefeye meraklı
olan Nasîreddîn Berkyaruk, Sühreverdî’nin görüşlerini aklına uygun
tabiatına yakın bulduğu için, kendisine rehber edinip bazı düşüncelerini
ona dayandırmış ve o konularda araştırma yaparak ilerleme kaydetmiş-
tir. Ayrıca Sühreverdî’nin kendi adına yazdığı Pertev-nâme’yi okuyup
inceleyen Berkyaruk, onda yer alan bütün sembol ve incelikleri öğren-
miştir (İbn Bîbî 1996: I/44). Bundan dolayı Şehâbeddîn-i Sühreverdî,
felsefede Berkyaruk’un üstadı sayılmaktadır.
İlme önem verip şâirleri ödüllendiren Nasireddîn Berkyaruk, Hür-
zâd ile Perî-nejâd hikâyesini son derece güzel, akıcı, sanatlı ve mükemmel
bir şekilde Farsça olarak nazmetmiştir. İbn Bîbî tarafından belâgat örneği
ve sanat mucizesi olarak nitelendirilen bu eserin sadece baş kısmı, İbn
Bîbî’nin tarihinde yer alarak günümüze kadar gelmiştir (1996: I/41-44).
II. Kılıç Arslan'ın oğullarından Muhyiddîn Mes’ûd Şâh’ın sanata ve
sanatçıya gösterdiği sempatiden dolayı, Ankara meliki iken etrafında bir
takım şâirler toplanarak edebî bir muhit teşekkül etmiştir. Süleymaniye
Kütüphanesi, Hâlet Efendi Nu. 238’de kayıtlı bir mecmua içerisinde
bulunan ve Muhyiddîn Mes’ûd Şâh adına Ebû Hanîfe Abdülkerîm bin
Ebûbekr tarafından 588/1192 yılından önce tertip edilen El-İhtiyârât min-
Mecma’i’r-rubâ’iyyât adlı bir mecmuanın bize kadar ulaşan birkaç sayfa-
Anadolu Selçuklu Devletinde Dil ve Edebiyat ● 123
dinî ve tasavvufî şiirlerini içine alan ve çok yüksek bir seciye ve ruha
delâlet eden kaside, kıt’a ve gazel şeklindeki şiirlerinden oluşan bir di-
vanı (Seyf-i Fergânî 1364) vardır (Ateş 1959, 1968: 207-9). Şiirlerinde XIII.
asır Anadolu’sunun sosyal ve siyasî yapısını da yansıtan şâir, aynı za-
manda içtimaî ve siyasî hicivler de kaleme almıştır (Çiftçi 2002: 269-74).
Diğer Şâirler
Anadolu Selçukluları döneminde yukarıda zikrettiğimiz şâirlerin
dışında başka şâirler de bulunmakta olup şunlardır:
Bu dönemin aynı zamanda önemli münşilerinden olan Râvendî’nin
asıl adı Necmeddîn Ebûbekr Muhammed b. Alî b. Süleymân-i Râvendî
olup Kâşân vilayetine bağlı Râvend kasabasında doğmuştur. Küçük
yaşta babasını kaybeden Râvendî, yoksulluk ve kıtlık nedeniyle
570/1174-1175 yılında ailesiyle beraber, Isfahan’daki dayısı Tâceddîn
Ahmed-i Râvendî’nin yanına yerleşmiş ve dayısı tarafından yetiştiril-
miştir. Fazıl, bilgin, şâir, yazar ve sanatkâr olan Râvendî, Irak Selçuklu-
larının son padişahı Tuğrul bin Arslan’ın 590/1194 yılında öldürülme-
sinden sonra Anadolu’ya gelerek Anadolu Selçuklu hükümdarlarından
Gıyâseddîn Keyhüsrev ve Kılıç Arslan’ın hizmetinde bulundu.
599/1203’te telifine başladığı Râhatu’s-sudûr ve Âyetü’s-sürûr adlı eserini
(Râvendî 1333, 1999) 603/1206 yılında tamamlayarak Gıyâseddîn
Keyhüsrev’e ithaf etti. Bu eser, Fars nesrinin en güzel örneklerinden
biridir. Hem sahip olduğu selaset hem de bir çok tarihî ve sosyal olay-
dan bahsetmesinden dolayı, Moğol saldırısından önce, VII/XIII. asrın en
muteber kitaplarından sayılmaktadır. Râvendî, Farsça şiir de söylemiş-
tir. Ancak onun şiirdeki gücü nesirdeki gibi başarılı değildir. Râ-
vendî’nin Gıyâseddîn Keyhüsrev’i övmek için yazmış olduğu bir kasi-
desi, eserinin mukaddimesinde yer almaktadır. Ayrıca eserinde bahset-
tiği Selçuklu sultanlarıyla ilgili her bölümün sonunda söylemiş olduğu
bir şiire de yer vermiştir.
Bu dönem şâirlerinden Kadı Burhaneddîn-i Anevî, Türk asıllı bir
kumandanın oğlu olup ilk çocukluk ve gençlik yıllarını Ani’de geçirdi.
Farsçanın yanında diğer milletlerin dilleri ile Hristiyan ve Musevîlerin
dinî inançları hakkında bilgi edindi. Tefsir, hadis ve fıkıh gibi dinî ilim-
lerin yanında tıp ve astronomiyle de uğraştı. Ahlatşahlar’dan muhte-
Anadolu Selçuklu Devletinde Dil ve Edebiyat ● 131
Arapça Şiir
Anadolu Selçukluları döneminde Arapça şiirler de kaleme alınmış-
tır. XII. asırda yaşayan ve I. Sultan Kılıç Arslan zamanında Anadolu’ya
gelen İran’ın büyük mutasavvıflarından olan Şihâbeddîn-i
Sühreverdî’nin tasavvufî mahiyette Arapça şiirleri bulunmaktadır. Ay-
rıca İbn Sînâ’nın Arapça olarak kaleme aldığı Kasîde-i Rûhiye’sine de bir
nazire yazmıştır (Van den Bergh 1997, Sühreverdî 1988: IV-V). İbn
Arabî’nin çeşitli mensur eserlerinde bulunan Arapça şiirleri, tasavvufî
mahiyette söyledikleriyle birlikte bir divanda toplanmıştır. Ayrıca Di-
van’ın sonunda muvaşşahat tarzında söylenmiş şiirlere de yer verilmiştir
(Ateş 1945: 53-54; 1997: 545). Sultan Veled ve Evhadüddîn-i Kirmanî’nin
de Arapça şiirleri bulunmaktadır.
Anadolu Selçuklu Devletinde Dil ve Edebiyat ● 133
ğını ifade ettiğini, bundan dolayı da bir süre sonra Türkçeye çevirdiğini
belirtir (Tekindağ 1971: 134-36). Yine Hekim Bereket’in bu ifadelerinden
bu dönemde Türkçe eserlerin çok nadir olarak mevcut olduğu, Halifet
Alp Gazi’nin de Türkçe eserler yazılmasını teşvik ettiği anlaşılmaktadır.
Büyük ihtimalle, bu teşvik neticesinde Hekim Bereket Hulâsa der-İlm-i
Tıb adıyla yine Türkçe bir başka eser yazarak yine Emir Halifet Gazi’ye
takdim etmiştir. Yine aynı cilt içersinde müellifi bilinmeyen Tabiat-name
isimli Türkçe bir mesnevî bulunmaktadır. Bu mesnevînin Hekim Bere-
ket’in diğer iki eseri gibi tıbba dair ve bir cilt içinde bulunması, dilinin
ise çok eski olmasından dolayı Hekim Bereket’e ait olduğu sanılmakta-
dır (Bayram 2004: 110).
Mahmud Mes’ud Koman, Tuhfe-i Mübârizî'nin hattıyla, eserin kapa-
ğında kayıtlı notun hattının farklı oluşuna dikkat çekerek, Tuhfe-i
Mübârizî’nin mukaddimesinin ve dil hususiyetlerinin Aydınoğlu Meh-
met Bey adına tercüme edilen Kısas-ı Enbiyâ ve Tezkiretü’l-Evliyâ’daki
mukaddimelere ve dil hususiyetlerine benzediğini ifade ederek:
“...namına kitap ithaf olunan bu büyük ve nüfuzlu emirin Aydınoğlu
Mübarizü’d-dîn Mehmed Bey olduğunu kuvvetle tahmin ediyoruz” demekte-
dir (1955: 701; Derin 1987: 5-6). Bu eserin ithaf edildiği şahıs, 1225
(Tekindağ 1971: 138) veya 1232 (Bayram 2004: 111) yılında şehit edilen
Amasya Emiri Halîfet Alp Gazi ise, eserin XIII. asrın ilk yarısında; eğer
bu şahıs 1330 yılında ölen (Koman 1955: 703) Aydınoğlu Mehmet Bey
ise, eserin XIV. asrın ilk yarısında tercüme edildiği söylenebilir. Ancak,
Hekim Bereket’i Türkçe eserler yazmaya teşvik eden Emir
Mübârüziddin Halifet Gazi, tanınan ve bilinen bir kişi olup Sultan I.
İzzeddin Keykâvus'un 610/1214 yılındaki Sinop fethine katılmış, Kuzey
sahilleri komutanı olmuş, I. Alaaddin Keykubad zamanında Amasya
valiliği yapmış, bu sultanın Gürcistan’a sevk ettiği orduda da bulunmuş
ve bu seferde iken 629/1232 tarihinde şehit düşmüştür. Halifet Gazi
606/1209’da Amasya’da bir medrese yaptırmıştır. Hekim Bereket’in
622/1225 tarihli bir vakfiyesi (Yınanç 1982) bulunan bu medresede mü-
derrislik yaptığı tahmin edilmektedir. Ayrıca Koman’ın dikkat çektiği ve
Tuhfe-i Mübarizî'nin kapak kısmında yer alan kayıttan Halifet Gazi’nin
babasının adının Tolı, dedesinin ise Terken Şah olduğu anlaşılmaktadır
(Bayram 2004: 110-11). Bunların her ikisinin de adı Danişmend-name’nin
kahramanları arasında geçmektedir (Turan 2002: 131). Bu da Halifet
Anadolu Selçuklu Devletinde Dil ve Edebiyat ● 139
Evhadüddîn-i Kirmânî
Anadolu’da en eski Türkçe şiir söyleyen şâir olan Evhadüddîn-i
Kirmânî’nin İran’ın Kirman bölgesinde 559/1164’te doğduğu tahmin
edilmektedir. Türk olduğu sanılan Evhadüddîn’in asıl adı Hâmid, lakabı
Evhadüddîn’dir. Şiirlerinde ‘Evhad’ mahlasını kullanmıştır. Tahsilini
Bağdat’ta tamamladıktan sonra, önce ‘muîd (asistan)’ daha sonra ‘mü-
derris (profesör)’ olarak Hankâhiye medresesinde çalışmaya başlamıştır.
Ancak tasavvufa meyleden Kirmânî, medrese ile hankahlar arasındaki
eğitim farkını görmüş ve Kutbuddîn-i Ebherî’nin halifesi Rukneddîn-i
Sucasî’ye (608/1211) intisap ederek tasavvuf yoluna girmiştir. Seyyah
bir sufi olarak tanınan ve Evhadiyye tarikatının kurucusu olan Kirmânî,
140 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
redifli olan bu mülemma gazelin sadece ilk beyti tespit edilmiş olup
Türkçe menkabede şu şekilde geçmektedir:
Me-râ ezeddür mescid der-i hammâr olısar8
Seccâde neyem lâyık me-râ zünnâr olısar”
(terc. Meyhane olduğu zaman mescit bana zıttır. Zünnâr olduğunda
ise seccade bana gerekmez.)
Yine aynı eserde yer alan, “Hazret-i Şeyh gûyendelere işâret eyledi, hûb
âvâzile Hazret-i Şeyhün bu gazeline ser-âgâz eylediler” ifadelerinden, bu
gazelin Şeyh Evhaduddîn’in müritleri tarafından hep bir ağızdan teren-
nüm edildiği de anlaşılmaktadır (Bayram 2005: 209).
Muhammed-i Kazvînî’nin Mecâlisü’n-nefâ’is Tercümesi’ndeki kay-
dından (Alî Şîr Nevâî 1323: 318; Kartal 2000: 34), Kirmânî’nin şiirlerinin
XVI. asırda bile Anadolu’da meşhur olduğu anlaşılmaktadır.
8
Bu beyit İsmail Hakkı Mercan tarafından hazırlanan yüksek lisans tezinde yanlış ve
Farsça olarak şu şekilde okunmuştur (Mercan 1990: 133): Me-râ ezar der mescid der
semâ evlîter / Seccâde nîm lâyık me-râ ez nâr evlîter.
142 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Bu hacimli eser, akıcı bir üslûba sahip olmasına karşılık, dil nazım
tekniği bakımından güçlü değildir. Bundan dolayı da sonraki müsten-
sihler bazı üslûp, özellikle de vezin aksaklıklarını düzeltmişlerdir (Ritter
1997: 57). Hiç şüphesiz bunda doğrudan doğruya bir edebî kaygıyla
kaleme alınmaması etkili olmuştur. Çünkü kendinisini toplumu aydın-
latmakla görevli sayan bir öğretmen gibi gören Mevlânâ’nın asıl derdi,
şiir söylemek değil, bilakis mesajını topluma ulaştırmaktır. Bundan do-
layı da şiirin kurallarını zorlamaktan hiç çekinmemiştir (Kırlangıç 2007:
222). Mevlânâ didaktik bir eser olan Mesnevî’de, belirli bir plana göre
hareket etmemiştir. Herhangi bir münasebetle bir hikâyeyi anlatırken,
çok kuvvetli olan tedai kabiliyetiyle başka bir hikâyeyi hatırlamış; o hi-
kâye, kendisini dinî, insanî konulara sürüklemiş, derken bir başka hikâ-
yeyi, bir başka olayı hatırlayıp onu anlatmaya başlamıştır. Bu şekilde
devam ederken tekrar ilk hikâyeye dönüp onu bitirmiştir (Gölpınarlı
1981-: I/IX). Belki bundan dolayı Mesnevî, “hikâye içinde hikâye” olarak
nitelendirilmiştir (Kırlangıç 2007: 221). Onun bu üslûbu, aynı zamanda
eseri okuyanları meraklandırıcı ve sürükleyici bir etki de oluşturmuştur.
İçerisinde birçok tasavvufî, dinî ve ahlâkî terim ve kavramlara yer
verilip anlamlarının açıklandığı Mesnevî’de anlatılan hikâyelerin bir ço-
ğunun, o devir Anadolu’sunun sosyal, siyasî ve kültürel hadiseleriyle
ilgili olduğu da görülmektedir. Mevlânâ, bu hikâyeleri çok ustaca seçmiş
ve görüşlerini, hem şâirlik dehasıyla anlatmış hem de muhaliflerini hic-
vetmekten çekinmemiştir (Bayram 2001b: 21-40).
Özellikle Mesnevî, Türk illerinde en çok saygı gören, en fazla oku-
nan ve en geniş ölçüde şerh edilen, seçmeler yapılan, anlaşılması güç
beyitleri için yorumlar düzenlenen, yorumları kuvvetlendirmek için
kendisinden hikâye, temsil ve beyitler aktarılan, hatta okuyucular tara-
fından daha iyi ve kolay anlaşılabilmesi için çeşitli sözlükler hazırlanan
bir eserdir. Nitekim bütün bu konularda birçok eserin kaleme alındığı
görülmektedir (bak. Çelebioğlu 1978; Öztekin 1998; Kartal 1999: 181-243;
Kunt 1996). Ayrıca muhteva olarak içerisinde barındırdığı fikirlerden
dolayı da, Türk edebiyatının oluşmasında önemli bir yere sahip olmuş-
tur.
Dîvân-ı Kebîr (Mevlânâ 1345, Mevlânâ Celâleddin 1992), onun ga-
zel ve bir kaç da değişik şekildeki şiir ve rubaîlerini ihtiva eden bir diğer
144 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
büyük eseridir. Ancak rubaîleri ekseriyetle ayrı bir eser hâlinde toplan-
mıştır (Mevlânâ Celâleddîn-i Rumî 1312, Gölpınarlı 1964, Gençosman
1988, Can 1990, 1991). Mevlânâ, gazellerinin çoğunun sonunda kendi
adını veya mahlasını söyleyeceği yerde, şâirlerin usulleri hilafına Şems,
Şems-i Tebrizî isimlerini mahlas olarak kullandığı için, bu dîvâna Dîvân-
ı Şems veya Dîvân-ı Şems-i Tebrizî adı verilmiştir. Çok geniş bir hacme
sahip olduğundan Dîvân-ı Kebîr de denilen eser, yukarıda belirttiğimiz
gibi şiirlerde Şems ve Şems-i Tebrizî mahlasları kullanıldığından Külli-
yât-ı Şems ve Külliyât-ı Şems-i Tebrizî isimleriyle de bilinmektedir. Mev-
lânâ şiirlerinde mahlas olarak sıkça kullandığı Şems ve Şems-i Tebrizî
isimlerinin yanında Hâmûş kelimesi ile Selahaddîn-i Zerkûb ve
Hüsameddîn Çelebi’nin isimlerini de mahlas olarak kullanmıştır. Ancak
bu mahlasların çoğunun hitap mahiyetinde olduğu dikkatlerden kaç-
mamaktadır. Mevlânâ’nın Şems ile olan ilgisinden haberi olmayan kim-
seler, Şems’in Farsça yazılmış gazelleri olduğunu, bu çok değerli beyit-
leri onun yazdığını sanmışlardır. Halbuki Şems şâir olarak tanınma-
maktadır.
Mevlânâ’nın çeşitli yer ve zamanlarda özellikle sema sırasında duy-
gularını irticalen dile getirdiği şiirler, kâtib-i esrâr ismi verilen özel kâ-
tipler tarafından anında kaydedilmiş ve söylendikleri aruz bahirlerine
göre tertip edilmişlerdir. Böylece aruz vezninin yirmi bir farklı bahrinde
söylenmiş ve her bahri, ayrı bir dîvânçe teşkil eden büyük bir dîvân
meydana gelmiţtir. Dîvân’da yer alan şiirler, şiir söyleme veya yazma
endişesi içinde olmadan söylenmiştir. Mevlânâ, günlük olaylardan etki-
lenerek çoğu kere vecd içinde sema ederken hissettiklerini vezin ve kâ-
fiye potası içersinde söylemeye başlamıştır (Yazıcı 1994: 432). Nitekim
Ritter, Dîvân’ın hakiki şevk ve heyecanın en saf ifadesi olmak ve edebî
örneklere uyularak meydana getirilmesinden ziyade, his ve şahsî sergü-
zeştlerin yansıması oluşundan dolayı önemli olduğunu ifade etmiştir
(1993: 56-57).
Cezbe ve coşku içinde kendinden geçmiş bir âşığın dudaklarından
dökülen manzumelerden oluşan bir eser olan Dîvân-ı Kebîr, ağırlıklı ola-
rak gazel formunda söylenmiş şiirlerden meydana gelmektedir. Tasav-
vufî şiir geleneğinde bir zirve olan bu gazeller, aynı zamanda gazel na-
zım şeklinin en güzel örneklerini oluşturmaktadır. Kullanılan imgeler
Anadolu Selçuklu Devletinde Dil ve Edebiyat ● 145
9
M. Şerefeddin, Mevlânâ’ya ait olduğunu söylediği 17 tane Türkçe ve Türkçe-Farsça
manzume neşretmiştir (1934: 156-67). Mecdut Mansuroğlu ise, M. Şerefeddin’in
Mevlânâ’ya dil, sanat, eda ve konu bakımından uzak düşen bazı Türkçe beyitleri
de Mevlânâ’nın olarak tanıttığını ileri sürmüş ve bunlardan sadece 10’unun Mev-
lânâ’nın olabileceğini ileri sürmüştür (1988: 208).
146 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Sultan Veled
Bu dönemin önemli şâirlerinden olan Sultan Veled, Mevlânâ
Celâleddîn-i Rûmî’nin büyük oğlu olup 623/1226 yılında bugün Kara-
man olarak bilinen Larende’de doğmuştur. İlk öğrenimini babasından
alan Sultan Veled, erken yaşlarda babası ile birlikte dönemin ileri gelen
âlimlerinin de bulunduğu çeşitli toplantılara katılmış ve katıldığı bu
toplantılardan istifade etmiştir. Sadık bir mürit gibi babasına ve Şems-i
Tebrîzî’ye hizmet etmiş; ilk kayboluşunda Şam’a giderek (1246) Şems-i
Tebrîzî’yi geri getirmiştir. Şems-i Tebrîzî’nin ölümünden sonra (1247)
aynı saygıyı babasının halifeleri Selâhaddîn-i Zerkûb’a ve Hüsameddîn
Çelebi’ye de göstermiş, babasının ölümü üzerine (1273) onun yerine
geçmesi istenmişse de kabul etmemiş, bilakis Çelebi’ye tabi olmuştur.
Hüsameddin Çelebi ölünce (1284) ısrarlara karşı koyamamış, post-
nişinliği kabul etmiş, ancak gerçek halifenin Kerimüddîn Bektemür ol-
duğunu belirtmekten geri kalmadığı gibi, Bektemür’ün ölümüne kadar
da (1291) ona gereken saygıyı göstermiştir. Sultân Veled post-nişin ol-
duktan sonra babasının yolunu örgütlemeye çalışmıştır. Mevlevilik
onun zamanında örgütlü bir tarikat haline gelmiş, gerek yapıtları, ge-
rekse dört bir yana gönderdiği dervişleri ve halifeleriyle mevleviliğin
yayılmasını sağlamıştır. Sultân Veled, 86 yaşında olduğu halde 712/1312
tarihinde vefat etmiştir.
Şiirlerinde Anadolu halkını aydınlatmak ve Mevlânâ’nın görüşlerini
yayıp açıklamak ile büyüklüğünü telkin maksadını güden Sultan Veled,
arada Türkçe şiirler söylemişse de eserlerinin büyük bir çoğunluğunu
Anadolu Selçuklu Devletinde Dil ve Edebiyat ● 149
ğıdaki beyitlerde yer alan ve klasik şâirlerin ortak kullanımı olan maz-
munlar ve kavramlar sanki bunun delili gibidir:
Senün yüzün güneşdür yoksa aydur
Cânum aldı gözün daki ne eydür
Nâsırî
Bu dönem şâirlerinden olan Nâsırî’nin de bazı Türkçe şiirleriyle
karşılaşmaktayız. Sivaslı olup Sultan Veled dervişlerinden Rükneddin
el-Urmevî el-Konevî’nin oğlu olan Nâsırî, tarikat hakkında manzum bir
kitap olmadığını görmüş ve Fütüvvetnâme (Gölpınarlı 1952: 181-203)
isimli mesnevîsini 679/1280 tarihinde Farsça olarak yazmıştır. Aruzun
"fâilâtün fâilâtün fâilün" kalıbıyla kaleme alınan ve 882 beyit olan mes-
nevîsini, Ahi Muhammed’e ithaf etmiştir (Ateş 1945: 118). Nâsırî’nin
manzum mensur karışık olarak kaleme aldığı İşrâkât adında bir eseri
daha vardır. Burada yer alan bazı hikâyeler Anadolu’da geçtiği için o
dönem Anadolu’suna dair bazı bilgiler vermektedir. Ayrıca şâirin, Mes-
nevî ve Garîb-nâme’de de geçen “üzüm hikâyesi”ni anlatırken Türkçe iki
beyte, başka bir latifesinde ise bir mısraa yer vermesi, onun Farsçanın
yanında Türkçe şiirler de söylediğini göstermektedir (Köprülü 1943:
446).
Yûnus Emre
Yaşadığı dönem konusunda farklı görüşler olan, XIII. asrın ortaları
ile XIV. asrın başlarında yaşadığı tahmin edilen, ilk Türkçe Dîvânı tertip
eden, Risâletü’n-Nushiyye adında bir mesnevî kaleme alan Yûnus
Emre’nin Türk edebiyatında müstesna bir yeri vardır. Türkçeyi çok iyi
bir şekilde kullanan Yunus Emre, Oğuz Türkçesine dayalı Anadolu
Türkçesinin müstakil bir yazı dili olarak kuruluşunda önemli bir rol
oynamıştır (Korkmaz 1995: 363). Halkın konuşma dilini en canlı bir şe-
kilde kullanmış, Türkçenin bir edebiyat ve kültür dili olmasında son
derece önemli hizmette bulunmuştur (Timurtaş 1997: 236).
Yunus’un eserlerinde kullandığı dil sade, canlı bir konuşma diline
yaslanmakla birlikte O, halk tarafından anlaşılan Arapça ve Farsça keli-
Anadolu Selçuklu Devletinde Dil ve Edebiyat ● 153
Dehhânî
Bu dönemde yazmış olduğu Türkçe şiirlerle dikkati çeken şâirler-
den biri de Dehhânî’dir. Dehhânî’nin hayatı hakkında bilgilerimiz çok
sınırlıdır. Bugün için elimizde bulunan tek kasidesinden bildiğimiz, Ho-
rasan’dan Anadolu’ya geldiği ve sultandan tekrar oraya dönmek istedi-
ğidir. Dehhânî’yi ilim âlemine tanıtan M. Fuad Köprülü’nün tespitlerine
göre şâir, III. Alâaddîn Keykubâd devrinde (1298-1302) Anadolu’ya
gelmiş ve bu sultana intisap etmiştir. Onun sarayında bulunan Dehhânî,
eğlence ve işret meclislerine de katılmıştır. Ayrıca bu sultanın isteği üze-
rine yirmi bin beyitlik Farsça bir Şeh-nâme kaleme almıştır (Köprülüzâde
Mehmed Fuad 1926; Köprülü 1986: 271, 337). Köprülü’den sonra Mecdut
Mansuroğlu (1947: 4-5) ve Vasfi Mahir Kocatürk (1970: 170) de
Anadolu Selçuklu Devletinde Dil ve Edebiyat ● 155
lisleri gibi dünya zevklerini; hasret, arzu, heves, içli şikâyetler hâlinde
dünyevî aşkın çeşitli tezahürlerini, hayatın geçiciliğini, bundan dolayı
içinde bulunulan zamanı hakkıyla yaşamak gerektiğini yer yer şuh bir
eda ile aksettirmiştir. Bunda Horasan'dan Anadolu'ya gelmeden önce
büyük bir ihtimalle yine sarayda bulunması ve saray kültürünü yakinen
bilmesi de etkili olmuştur. Çünkü o dönemlerde Orta Asya coğrafya-
sında hüküm süren Türk hanedanlarının gerek saraylarında gerekse
saray etrafında vücut bulan edebiyata bakıldığı zaman, muhteva yö-
nünden bu tarzda olduğu dikkat çekmektedir (Kartal 2007: 473).
Daha çok maddî hayatı dillendiren ve şekil mükemmeliyetini temsil
eden din dışı klasik şiirimizin en başında yer alan Dehhâni’nin şiirleri,
dil bakımından, Mevlânâ ve Sultan Veled’inkilere nazaran daha müte-
kâmildir. Renkli ve oldukça ilhamlı bir ruha sahip olan şâir, şiirlerini
şekil güzelliği ile de süsleyerek mısralarında üstün bir ahenk oluştur-
mayı başarmıştır. Şiirleri arasında XIV. ve XV. asır klasik şiir edasını
müjdeleyen güzel beyitler bulunmaktadır. Klasik İran şiirinde kalıplaşan
ve klasik edebiyatımızda da kullanılan temsilî kelime ve mazmunları
Türk şiirine ilk girdirenlerden biri olarak dikkat çekmektedir. Onunla
birlikte, Türk edebiyatında muayyen bir estetik anlayışı, fikir ve sanat
malzemesi, telmih sahaları ve şekil örnekleri olan klasik şiir başlamış
olmaktadır. Dehhânî, maddî duygulu ve şekilci bir sanatkâr sıfatıyla,
kendisinden sonra gelen XIV. asır şâirlerine, özellikle de Ahmedî’ye tabii
bir tekamülle bağlanmaktadır. XV. asra kadar büyük şâirler arasında
sayılan Dehhânî, bilhassa Ahmed Paşa’dan sonra, hem şiir dilinin hem
de zevkin tekâmülüyle gölgede kalmış ve unutulmuştur (Kocatürk 1970:
109).
Dehhânî’nin bugüne kadar ele geçen şiirleri bir kaside ile altı gazel-
den ibaret olup toplam 79 beyittir. Biri özel kitaplığındaki bir mecmu-
ada, diğeri Eğridirli Hacı Kemal’in Câmi’u’n-nezâ’ir adlı nazireler mec-
muasında bulunan iki gazeliyle kasidesinin bazı parçaları ilk defa Fuad
Köprülü tarafından yayımlanmış (Köprülüzâde Mehmed Fuad 1926),
bunlara daha sonra Ömer bin Mezîd’in Mecmû’atü’n-nezâ’ir’inde bulu-
nan dört gazel daha ilâve edilmiştir (Köprülüzâde Mehmed Fuad 1928).
Mecdut Mansuroğlu, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ndeki bir nazi-
reler mecmuasında yer alan üç gazeli, son beyitlerindeki “dehânı” keli-
Anadolu Selçuklu Devletinde Dil ve Edebiyat ● 157
KAYNAKÇA
Ahmet Eflâkî (1989), Âriflerin Menkıbeleri I-II, (Çev.: Tahsin Yazıcı),
İstanbul: MEB Yay.
Akkaya, Şükrü (1954), Kitâb-ı Melik Dânişmend Gazi: Eine Türkische
Historischer Heldenroman aus der Mitte des 13. Jahrhunderts, Ankara.
Akün, Ömer Faruk (1994), “Divan Edebiyatı„ mad., DİA, 9: 389-427.
Alî Şîr Nevâî (1323), Mecâlisü’n-nefâis, Der-Tezkire-i Şu‘arâ-i Karn-i Nohum
Hicrî, Te’lîf: Mîr Nizâmuddîn Alî Şîr Nevâ’î, (Be-Sa‘y u İhtimâm-i Alî
Asgar Hikmet), Tehrân.
Alp, Faruk (1997), Dîvân-ı Kebîr Nüshaları [Tavsif - Mukayese - İndeks], Konya:
Selçuk Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi.
Alpay, Selahattin (1986), Fütûhât-ı Mekkiyye, İstanbul: Şakir Hoca Kitabevi.
Anbarcıoğlu, Meliha Ülker (1990), Mevlânâ, Fîhi Mâfih, İstanbul: MEB Yay.
Anbarcıoğlu, Meliha (1991), Sultan Veled, Maârif, İstanbul: MEB Yay.
Arat, Reşid Rahmeti (1979), Kutadgu Bilig I, Tıpkıçekimle Yapılmış İkinci
Baskı, Ankara: TDK Yay.
158 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Arat, Reşid Rahmeti (1988) Yusuf Has Hâcib Kutadgu Bilig, (Çeviri), Ankara:
TTK Yay.
Ateş, Ahmed (1945), “Hicrî VI-VIII. (XII-XIV.) Asırlarda Anadolu’da Farsça
Eserler”, Türkiyat Mecmuası, VII-VIII, Cüz: II: 94-135.
Ateş, Ahmed (1952), “Konya Kütüphanelerinde Bulunan Yazmalar”, Türk
Tarih Kurumu Belleten, 61: 49-130.
Ateş, Ahmed (1959), “Anadolu’nun Unutulmuş Bir Şâiri: Sayf al-Dîn Mu-
hammed al-Fargânî”, Belleten, XXIII: 415-25.
Ateş, Ahmed (1968), İstanbul Kütüphanelerinde Farsça Manzum Eserler I [Üni-
versite ve Nuruosmaniye Kütüphaneleri], İstanbul: Millî Eğitim Basımevi.
Ateş, Ahmed (1997), “Muhyi-d-din Arabî” mad., İslâm Ansiklopedisi, 8: 533-
55.
Baykara, Tuncer (2006), “Türkiye Selçuklularında Şehir/Kent ve Şehirli-
ler/Kentliler”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı, c. I,
Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı, s. 275-291.
Bayram, Mikâil (1981), Anadolu’da Telif Edilen İlk Eser: Keşfu’l-akabe, İbnu’l-
Kemal İlyas b. Ahmed, Konya.
Bayram, Mikâil (1993), Şeyh Evhadü’d-dîn Hâmid el-Kirmânî ve Evhadiyye Tari-
katı, Konya.
Bayram, Mikâil (1994), Fatma Bacı ve Bacıyân-ı Rûm (Anadolu Bacıları Teşki-
lâtı), Konya.
Bayram, Mikâil (1996), Ahi Evren (Şeyh Nasîrü’d-din Mahmud Al-Hoyi) İmânın
Boyutları (Metâli’ü’l-îmân), [Konya].
Bayram, Mikâil (2001), “Anadolu Selçukluları’nda Devlet Yapısının Şekil-
lenmesi”, Cogito, 21, s. 61-72.
Bayram, Mikâil (2001a), Tarihin Işığında Nasreddin Hoca ve Ahi Evren, İstan-
bul.
Bayram, Mikâil (2001b), Tarihin Işığında Nasreddin Hoca ve Ahi Evren, İstan-
bul.
Bayram, Mikâil (2003), Türkiye Selçukluları Üzerine Araştırmalar, Konya:
Kömen Yay.
Bayram, Mikâil (2004), Destursuz Bağdan Üzüm Yiyenler, Konya: Kömen Yay.
Bayram, Mikâil (2005), Şeyh Evhadü’d-dîn Hâmid el-Kirmânî ve Menâkıb-nâ-
mesi, İstanbul: Kardelen Yay.
Buluç, Sadettin (1955), “Eski Bir Türk Dili Yadigârı Behcetü’l-hadâ’ık fî-
Mev’ızeti’l-halâ’ik”, TDED, 6: 119-31.
Anadolu Selçuklu Devletinde Dil ve Edebiyat ● 159
Şentürk, Ahmet Atillâ-Ahmet Kartal (2007), Eski Türk Edebiyatı Tarihi, İstan-
bul: Dergâh Yay.
Şeyh Fahruddîn İbrâhîm-i Hemedânî (1373), Külliyât-i Dîvân [Kasâyid,
Gazeliyyât, Terci‘iyyât, Terkîbât, Mukatte‘ât, Musellesât, ‘Uşşâk-nâme yâ
Deh-nâme, Rubâ‘iyyât, Leme‘ât ve İstilâhât-i ‘İrfâni-yi ‘İrâkî], (Mukaddime-i
Sa‘îd-i Nefîsî), Tehrân.
Tatçı, Mustafa (1990), Yunus Emre Divanı I [İnceleme], II [Tenkitli Metin], III
[Risâletü’n-nushiyye – Tenkitli Metin], Ankara: KB Yay.
Tatcı, Mustafa (2005), Yûnus Emre Külliyâtı: V Yûnus Emre Şerhleri, İstanbul:
MEB Yay.
Tekindağ, M. C. Şehabeddin (1971), “İzzet Koyunoğlu Kütüphânesinde Bu-
lunan Türkçe Yazmalar Üzerinde Çalışmalar I”, TM, XVI: 133-62.
Terbiyet, Muhammed Ali (1314), Dânişmendân-i Âzerbaycan, Çâp-i Evvel,
Tehrân.
Tevfîk, H. Subhânî (1365), Mecâlis-i Seb‘a, Tehrân.
Tezcan, Semih (1994), “Anadolu Türk Yazınının Başlangıç Bir Yazar ve Çarh-
nâme’nin Tarihlendirilmesi Üzerine”, Türk Dilleri Araştırmaları, 4: 75-
88.
Timurtaş, Faruk K. (1989), Yunus Emre Divânı, Ankara: KB Yay.
Timurtaş, Faruk K. (1990), Tarih İçinde Türk Edebiyatı, İkinci Baskı, İstanbul:
Boğaziçi Yay.
Timurtaş, Faruk K. (1997), Makaleler [Dil ve Edebiyat İncelemeleri], (Hzr.
Mustafa Özkan), Ankara: TDK Yay.
Turan, Osman (1988), Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar (Metin,
Tercüme ve Araştırmalar), İkinci Baskı, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve
Tarih Kurumu Yay.
Turan, Osman (1993), “Keyhusrev I ( ? – 1211)” mad., İslâm Ansiklopedisi, 6:
613-20.
Turan, Osman (1993a), “Keykâvus I, İzzeddîn ( ? – 1220)” mad., İslâm Ansik-
lopedisi, IX: 631-42.
Turan, Osman (1993b), “Keykubad I ( ? – 1237)” mad., İslâm Ansiklopedisi, VI:
646-61.
Turan, Osman (1998), Selçuklular Târihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, 7. Baskı,
İstanbul: Boğaziçi Yay.
Turan, Osman (2002), Selçuklular Zamanında Türkiye-Siyasî Tarih Alp
Arslan’dan Osman Gazi’ye (1071-1328)-, 7. Baskı, İstanbul: Boğaziçi Yay.
168 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Metin Tamiri
(Usul ve Esaslar,
Uygulamalar ve Bazı
M. FATİH KÖKSAL*
Teklifler)
Text Reparation (Wises and Substances, Practices
and Some Proposals)
ÖZET ABSTRACT
Eski Türk Edebiyatı çalışmaları çerçevesinde yapılan Text publications still form the majority in the
yayınlar içinde metin neşri hâlen en büyük yoğunluğu publications that is issued about the classical Turkish
oluşturmaktadır. Metin neşri, tabiatı gereği, neşre esas literature. Text publication naturally is a process that has a
eserin nüshalarının tespitinden yayım aşamasına kadar lot of problems from determining the main copy among
birçok problemi barındıran bir ameliyedir. Bahis konusu various editions. A part of these problems is general, but
problemlerden bir kısmı genel, bir kısmı da her metnin other part of them is the specific problems about the text.
kendine özgü problemlerdir. Metin neşrinin en kayda One of the most remarkable sub-problem of text publication
değer alt problemlerinden birini de “metin tamiri” is formed by “text reparation”. Hitherto in the most of text
konusu teşkil etmektedir. Bugüne değin yapılan metin publications, it is observed that the editors were oblivious to
neşirlerinin çoğunda nâşirlerin metin tamiri konusuna the text reparation subject. There is not such work about
–türlü sebeplerle- kayıtsız kaldıkları gözlenmiştir. Metin text reparation except from a little work by Ali Niad Tarlan
tamiri konusunda Ali Nihad Tarlan tarafından which is prepared to show text reparation samples for
hazırlanan, lisans öğrencilerine metin tamiri örneklerini university students. This article which has wises and
gösterme gayesine matuf küçük risale dışında bir subtances of the text reparation, some practises and some
çalışma bulunmamaktadır. Metin tamirinin usul ve proposals about the subject is written with a hope to answer
esasları, uygulamaları ve konu hakkında bazı terim the purpose and to bring the ideas together about the text
tekliflerini ihtiva eden bu makale, bu konudaki ihtiyaca reparation.
cevap verebilmek, metin tamiri meselesinde bir birlik
oluşturabilmek ümidiyle kaleme alınmıştır.
*
Doç. Dr., Ahi Evran Üniversitesi Fen Edebiyat Fak. Türk Dili ve Ed. Böl., Kırşehir.
(mfkoksal@gmail.com)
170 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
1
Doğrudan metin neşri üzerine veya metin neşri konusu etrafında yapılan çalışmala-
rın bazıları: Ateş 1941-1942; İlaydın 1972; Tolasa 1976; Alpay Tekin 1979; Korkmaz
1979; Tulum 1983; Pekolcay 1985; Kut 1992; İnce 1992; Horata 1992; Ünver 1992;
Ünver 1993a; Ünver 1993b; Köksal 2005; Dosay – Demir 1995; Akkuş 1996; Bilkan
1996; Kılıç 1996; Çeltik 1996; Mengi 1997; Kut 1997; Kut 1999; Tulum 1999; Tulum
2000; Kılıç 2004; Aksoyak 2007; Aydemir 2007; Çeltik 2007; Mengi 2007; Tanyıldız
2007; Yıldırım 2007.
Metin Tamiri ● 171
2
(b) maddesinde ifade edilen metinde bir kelimenin yerinin boş bırakılmasıyla bu-
rada kastedilen kelime eksikliği birbirinden farklı durumlardır.
172 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
3
“Ferâğ kaydı”, yazma nüshaların sonunda, çoğunlukla asıl metinden ayrılığını
vurgular biçimde sivri ucu alt kısımda olan bir üçgen şeklini andırır tarzda tutulan,
istinsah bilgilerine denir. Müellif veya müstensihin eserini tamamlamasından do-
layı “rahatladığı” için bu adı alan ferağ kayıtları çoğunlukla Arapçadır. Eserin mü-
ellif veya müstensihinin (el-hakîr, el-fakîr gibi tevazu ifadeleriyle birlikte) adı,
künyesi, eserin veya nüshanın tamamlandığı tarih (bazen yıl, bazen ay ve yıl, ba-
zen her üçü birden, kimi yazmalarda “sabah, öğle vakti” gibi bitirildiği vakit), ba-
zen yerinin de bildirildiği bu bölüme “ketb” (yazmak) kökünden “ketebehu” keli-
mesiyle başlandığı için “ketebe” de denmiştir ve halk arasında bu adlandırma
daha yaygındır. Ferağ kaydı, istinsah bilgilerini içerdiği için istinsah kaydı olarak
da anılır.
4
Meselâ icazetli olmayan kâtiplerin mesleklerine saygıları dolayısıyla ferağ kaydına
kendileriyle ve istinsahlarıyla ilgili bir şey yazmadıkları bilinmektedir (Nitekim
günümüzde dahi hüsn-i hatla meşgul olan hattatlar arasında bu gelenek devam
ettirilmektedir). Dolayısıyla böyle bir müstensihin kaleminden çıkan nüshadaki
ferağ kaydı bilgileri, esasında istinsah edilen nüshaya değil, telif esere ait bilgiler
olacaktır. Aynı problem, başka müstensihlerin elinden çıkan nüshaların istinsa-
hında da yaşanacaktır. Yani icazeti olmayan bir müstensihin çoğalttığı nüshanın
ferağ kaydındaki bilgiler asıl müstensihe değil, kopya edilen nüshaya ait bilgiler
olacaktır. Bu gibi durumlarda tereddüt hasıl olduğunda nüshanın tahminî yaşını
belirlemede kâğıdın durumu, cilt özellikleri, tezyinât gibi fizikî özellikler de göz
önünde bulundurulmalıdır.
5
“Sırt, arka” anlamındaki “zahr” kelimesinden türeyen “zahriyye”, bazı yazma
eserlerin başında (1a yüzünde), bulunur. Eser veya müellifi hakkında bilgilerin
bulunduğu baklava dilimi madalyon, dikdörtgen veya mekik tarzı çizilmiş, bazen
tezyin de edilmiş bulunan kısımdır ki, yazma nüshanın mülkiyetinin kime, hangi
kütüphaneye, tekkeye, vakfa vs. ait olduğunu belirten “temellük kaydı” da bazen
zahriye sayfasında yer alır. Ancak zahriye yazmaların çoğunda bulunmaz.
Metin Tamiri ● 173
6
“Tebyîz”, müsvedde (karalama) bir nüshayı “beyaza çekme”, bugünkü söyleyişle
“temize çekme” demektir.
7
“Ta’lîkât”, yazma eserlerin asıl metin gövdesi dışında kalan ve adına “derkenar” da
denilen yan taraflarındaki boşluklara, genellikle satırları her iki yana eğik tarzda
yazılan açıklamalara denir. Dikkat çekmek üzere, talikatın hangi kelime, ibare veya
mısra ile ilgili olduğu genellikle bir rumuzla gösterilir.
174 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
8
“Takdîm” öne alma, “te’hîr” ileri alma demektir. Bu tabir, el yazmalarının dünya-
sında ise iki mânâda kullanılır. Birisi, metnin bir bölümünü müellif veya müsten-
sihin (ki bu tür müstensih müdahaleleri makul değildir ve hoş karşılanmaz) önceki
şekliyle yer değiştirmesi anlamındadır. Bir mesnevinin ilk şeklinde yeri önde olan
bir bölük beyti ikinci yazışta arkaya almak veya tersi; bir divanda gazellerin yerini
değiştirmek yahut bir şiirdeki beyitlerin yerini değiştirmek gibi. İkinci tip takdim
tehir ise aynı mısra veya satır üzerindeki iki kelime veya kelime grubunun vezin /
ifade / anlam kusurunun fark edilmesi üzerine takdim-tehir yapılmasıdır. Bu tür
takdim-tehirler genellikle metin üzerinde rumuzla gösterilir ki bu rumuz “Tak-
dìm” kelimesindeki “ ”مve “tehir” kelimesindeki “ ”خharfleridir. “ ”خrumuzu çoğu
kere nın noktası yazılmadan “ ”حşeklinde karşımıza çıkar. Zor seçilecek kadar kü-
çük olan bu rumuzlar üzerine konulduğu kelime / ibarelerin biri biriyle yer değiş-
tirilmesi gerektiğini işaret eder.
9
Yazıda ileride de geçecek olan “ana metin” tabiri, nâşir tarafından Lâtin harflerine
çevrilen metnin dipnot / aparatlar dışında kalan “metin” kısmını ifade etmektedir.
Metin Tamiri ● 175
10
Müellif hattı nüsha ile karşılaştırılmış olan bir nüshanın sonunda bu durum
kaydedilir ki buna “mukabele kaydı” denir.
11
Simâ’ kaydı, bir yazma eserin, müellifine okunmuş olan, yani bir anlamda müelli-
fin düzeltmeleriyle onayını almış olan nüsha olduğunu belirten kayıttır. Mukabele
kaydı gibi bu özelliği “ferağ kaydı” içinde belirtilir. Müellife okunduğu ve müelli-
fin “duyduğu” için bu adla anılmaktadır.
12
Ferağ kaydı bulunmasa da hemen bütün yazma eserlerde, metnin tamamlandığına
ifade eden “temme” veya “temmet” şeklinde bir kayıt düşülür. Bazen temme veya
temmet ibareleri lafzen bulunmaz, bunun yerine rumuz olarak ikisi üstte biri altta
olmak üzere (ferağ kaydındaki şekle benzer tarzda) “mim” harfleri konur. Bazen
de yine ters üçgen oluşturacak tarzda birçok “mim” harfiyle eserin bittiğine işaret
olunur. Temmet kaydı yazma nüshanın o noktada tamamlandığını bildirmesi açı-
sından önemlidir.
13
Eskiden kitaplara sayfa numarası vermek âdeti yoktu. Birçok yazmada görülen
varak (nadiren sayfa) numaraları ise hemen tamamen kütüphaneciler tarafından
sonradan kaydedilmiştir. Sayfalara numara vermek yerine her varağın (b) yüzü-
nün sol alt kısmına bir sonraki varağın (a) yüzünün ilk kelimesi veya ilk kelime-
sinden birkaç harf yazılır, böylece varaklarda kopukluk veya karışıklık olup olma-
dığının tespiti amaçlanırdı. Bu kılavuz kelimelere yaygın olarak “ayak”, “çoban”,
“garip” denmektedir. Bu kılavuz kelime veya işaretlere bunlardan başka -Orhan
Şaik Gökyay’ın tespitlerine göre- “reddâde, reddâdiye (geri döndüren), râbıta,
murâkıb (gözleyen), müş’ir, müş’ire (bildiren), müşîr (işaret eden), müşâhide
(gözlemci), ta’kîbe (izleyen), rakabe (gözetici, uyarıcı), pâyende (gözleyen) olmak
üzere toplam 15 farklı isim verildiği tespit edilmiştir (Bkz. Gökyay 1995: 69-70).
Metin Tamiri ● 177
14
Metin tamiri hakkında bundan sonraki düşünce, tespit, değerlendirme ve teklifleri-
mizi, yayımlanmış metinlerden örnekler vererek ifadeye çalışacağız. Ancak bu ya-
zıda amaç, metin neşirleri üzerinde eleştiri yapmak olmadığı ve bir polemiğe mey-
dan vermemek için aktarılan örnek beyitlerin hangi yayından alındığı belirtilme-
yecektir.
Metin Tamiri ● 179
nin bir niteliği olarak gösterilen “âfet”in kullanılması mânâya halel geti-
rir. Bu tamir, gramer karinesine de uygun değildir. Çünkü “hemvâre”
(sürekli, daima, her zaman) bir zarftır ve ardından zarfa uygun bir ke-
lime gelmesi gerekir. Bizce aranan kelimenin “ülfet” (yakınlık, yakın
olma) olması gerekir. “Ülfet kelimesi anlamı da pekiştirmektedir:
“Maksad(ım), yolun başında tanıdık bir bakış (bulmak)tır; yoksa o âhu
gözlüyle sürekli yakın olmak nerede, ben nerede?”:
Ser-i rehde nigāh-i āşiyānìdür ġaraż yoķsa
O āhū-çeşm ile hemvāre [ülfet] ķanda ben ķanda
Eğer yapılacak tamir, takdim-tehir, kelime veya ek değişikliği zaru-
retleriyle ana metin üzerinde ayraçla gösterme imkânı vermeyen bir
müdahale gerektiriyorsa, ne tür bir müdahale yapıldığı -tabiî olarak-
aparatta ifade edilecektir.
Aşağıdaki beyitte bu türden bir tamir yapılmıştır. Nâşir “Selmân’ı”
kelimesine düştüğü dipnotunda “Metinde Süleymân’ı yazılmış ise de,
iki kez tekrarlanan bu kafiye kelimesinin vezin gereği ‘Selmân’ı’ olması-
nın uygun olduğunu düşünüyoruz.” demiştir:
Yine bâzâr-ı belâgatde Behiştî nazmuñ
Kıldı kıymetde dür-i güfte-i Selmân’ı şikest
Bir başka çalışmada ana metne;
kim ola ki itdügüni bulmaya
hìç kimesne ķaçuban ķurtulmaya
şeklinde yazılan beytin dipnotuna “ķurtulmaya: -metin- ķurtulmadı” ya-
zılmıştır. Buradaki müdahalenin kafiye karinesinden hareketle yapıldığı
anlaşılmaktadır. Bu iki beyit, metindeki kusur, lafız gereği ana metin
üzerinde işaretle gösterilmeye elvermediği için dipnotlarıyla gösterilen
isabetli tamir örnekleridir.
Birinci örnekte görüldüğü gibi tamir veya tashihin neden yapıldığı-
nın belirtilmesi isabetli bir yoldur. Ama vezin ve kafiye gibi şekle dayalı
gerekçelere dayanan ve müdahalenin gerekçesi çok belirgin olan du-
rumlarda ikinci örnekte olduğu gibi açıklamaya gerek görülmeyebilir.
Bazı metin neşirlerinde ayraç içinde gösterilen tamir -ihtiyaç olmadığı
hâlde- bir de dipnotta açıklanmaktadır ki, bu gereksizdir.
Metin Tamiri ● 181
15
“Orijinal metin”, daha ziyade müellif hattı nüshalar için kullanılan bir tabirdir. Bu
yazıda neşre esas olan Arap harfli el yazması nüsha(lar) için kullanılmaktadır.
182 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Örnek 2:
Anuñ da ‘ìşı[nı] devr āĥir itdi
Šolusın Hürmüz’e nūş itdı gitdi
Metin Tamiri ● 187
16
Tamire muhtaç ibare sayısı arttıkça tamir (tayin) işinin zorlaşacağı âşikârdır. Bu
sebeple birden fazla kelime ile yapılan metin tayinlerinde karinelerin çok sağlam
olmasına dikkat edilmelidir. Hissiyata dayanan, izafi ve sağlam mesnetleri bulun-
mayan tayinler yapmak yerine tamire muhtaç bölümü boş bırakmak tercih edil-
melidir.
188 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
KAYNAKÇA
Akkuş, Metin (1996), “Nef'i Divanı'nın Metin Tenkidi Öncesi Nüshalar
Şeceresinin Tespiti Üzerine”, GÜFEF Sosyal Bilimler Dergisi, S. 1, s. 63-
90.
Aksoyak, İ. Hakkı (2007), “Kefeli Hüseyin’in Raz-name Adlı Eserinde
Nüsha Ailesi Kurmada izlenen Yöntem”, II. Kayseri ve Yöresi Kültür,
Sanat ve Edebiyat Bilgi Şöleni, 10-12 Nisan 2006, Kayseri, s. 635-641.
Ateş, Ahmed (1941-1942), “Metin Tenkidi Hakkında”, Türkiyat Mecmuası,
VII-VIII / 253-167.
Aydemir, Yaşar (2007), “Metin Neşrinde Mecmuaların Rolü ve Karşılaşılan
Problemler”, II. Kayseri ve Yöresi Kültür, Sanat ve Edebiyat Bilgi Şöleni,
10-12 Nisan 2006, Kayseri, s. 673-685.
Bilkan, Ali Fuat (1996), “Nabi Divanlarının Nüsha Şecerelendirilmesi”,
GÜFEF Sosyal Bilimler Dergisi, S. 1, s. 91-118.
Çeltik, Halil (1996), “Tenkitli Metin Yöntemi Açısından Üç Şeyh Galib
Divanı”, Bilig, S.2, s. 284-289.
Çeltik, Halil (2007), “Tenkitli Divan Metinlerinde Nazım Şekilleri
Problemleri”, II. Kayseri ve Yöresi Kültür, Sanat ve Edebiyat Bilgi Şöleni,
10-12 Nisan 2006, Kayseri, s. 696-705.
Dosay, Melek – Remzi Demir (1995), “Bilim Tarihinde Metin Çalışmalarının
Önemi”, Felsefe Dünyası, S. 7, s. 60-69.
Gökyay, Orhan Şaik (1995), “Eski, Yeni ve Ötesi”, Eski, Yeni ve Ötesi, İletişim
Yay., İstanbul, s. 67-72.
Horata, Osman (1992), “Klâsik Edebiyatımıza Ait Metinlerin Neşrinde
Karşılaşılan İmlâ ile İlgili Bazı Problemler”, İLESAM, I. Eski Türk
Edebiyatı Kollogyumu, 17-18 Ocak 1992, Ankara.
İlaydın, Hikmet (1972), “Metin Sağlamlığı Sorunu”, Türk Dili, C. 26, S. 250, s.
286-291.
Metin Tamiri ● 189
ÖZET ABSTRACT
İkili ilişkilerden toplumsal hayata, siyasetten devlet- The justice, which is a determinative concept in various
ler hukukuna kadar pek çok alanda belirleyici bir kavram fields – from mutual relations to social life, or from politics
olan “adalet”, divan şairlerinin de öncelikli konuların- to international law – is one of the first priority themes of
dan biridir. Kutadgu Bilig’den bu yana yazılmış çok the Divan poets. Many books on morality and politics
sayıda ahlâk ve siyaset kitabı, adaletin yönetim meka- written since “Kutadgu Bilig” clarify the functions of
nizmalarındaki işlevlerini tüm boyutlarıyla açıklar. justice within the administrative mechanisms in all aspects.
Divan şiirinin, sevgiliyi bir hükümdar nitelikleriyle However, the classical notion of love in Divan literature
donatan klasik aşk anlayışı ise adalet kavramının çok which depicts the beloved with the characteristics of a ruler
farklı metinlerde yankı bulmasını sağlar. Özellikle provides the concept of justice to be echoed in diverse texts.
mesneviler, bireysel ve toplumsal hayat penceresinden Especially the mesnevis provide many important clues in
adalet kavramının gelişimini izleyebilmek için çok order to follow up on the development of the concept of
önemli ipuçları taşırlar. Lügatlerdeki “adalet” maddele- justice from individual and social perspectives. Starting
rinden yola çıkarak Işknâme, Süheyl ü Nevbahâr, with the definitions of “justice” in the dictionaries and
Cemşîd ü Hurşîd, Hurşidnâme, Gûy u Çevgân, Vâmık ranging to the related parts of the texts such as Işknâme,
u Azrâ, Hayrâbâd, Mecnûnnâme vb. metinlerdeki ilgili Süheyl ü Nevbahâr, Cemşîd ü Hurşîd, Hurşidnâme, Gûy u
bölümlere uzanan bu araştırma, kavramın çağrışım Çevgân, Vâmık u Azrâ, Hayrâbâd, Mecnûnnâme, etc. this
katmanlarına dair önemli bulgulara ulaşmaktadır. research comes up with important findings on the
connotation layers of the concept.
Türk edebiyatında “adalet, âdil olma” üzerine pek çok eser yazıl-
mıştır. Adl ve adalet konusu genellikle Ahlâk ve Siyaset türü eserlerde ele
alınır. Bunun edebiyatımızdaki en eski ve çarpıcı örneklerinden biri
Kelîle ve Dimne Tercümesidir. Adl1 kelimesi için lügatlere bakıldığında
genellikle şöyle bir tanımla karşılaşılır:
Ķâmûs Tercümesi’nde adl, “cevr etmeyip nüfûs ve ukûlde istiķâmeti ķâim
ve derkâr olan emr ve hâleti icrâ eylemek ma’nâsınadır. Lisânımızda adâlet ey-
*
Prof.Dr., Boğaziçi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü, İstanbul. (kutgunay@boun.edu.tr)
1
Adl kelimesinin kelâm ve tasavvuftaki anlamlarıyla ilgili bkz. Bekir Topaloğlu,
“Adl”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi I (1988): 387-88.
192 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
lemek ta’bîr olunur ki sultân ve vâlîye göre zulm ve sitem etmeyip dâd ve insâf
eylemekten, hâkime göre hak ve hükm eylemekten ibârettir.” (Mütercim Âsım
1250: 281) ibareleriyle;
Ķâmûs-ı Türkî’de “ihķâk-ı hak, bî-tarafâne hüküm, hakķâniyet, adâlet,
dâd” tanımları birinci madde olarak, “müsâvât, tesâvî ve sevî mu’âmele”
(Şemseddin Sâmi 1318: 930) ikinci madde olarak;
Lehçe-i Osmânî’de “zulm zıddı, hakkı teslîm etme, adâlet, dâd, ma‘kûli-
yet, i‘tidâl” (Ahmed Vefik Paşa 1306: 1231) olarak verilmiş, Türk Lüga-
ti’nde ise yine cevr ve zulmün karşıtı olarak ayrıca “ifrat ve tefrit arasında
emr-i mutavassıt, hakkı ve müsâvâtı gözetmek, işleri yerinde ve evķâtında
yapmak” (Kadri 1943: III, 486) şeklinde tanımlanarak Kur’ân’dan,
hadislerden örneklerle şiirdeki kullanımlarına tanıklar getirilmiştir.
Bu makalede “adl, adalet ve âdil olma” konusunun divan edebiya-
tında, özellikle mesnevilerde ne şekilde anlatıldığı üzerinde durulacak-
tır. Sultan-kul, âşık-maşûk ilişkilerinde ön plana geçen bu “adalet” fikri-
nin Türk edebiyatındaki en tipik örneğinden söz etmeden asıl konuya
geçilmeyecektir. O da Yusuf Has Hâcib tarafından hicri 462/milâdî
1069-70 yılında yazılan Kutadgu Bilig adlı eserdir. Herkesin başucu kitabı
olması gereken bu harikulade eser devlet idaresiyle ilgili bir eser olması
bakımından çok önemli olduğu kadar eserdeki kişilerin adlarının alego-
rik olmasıyla da dikkat çekicidir.2 Türklerin ilk edebî eseri olan ve “Saa-
det Verici Bilgi” anlamına gelen bu eserde hükümdarın ismi Kün-
toğdu’dur; Kün-toğdu adaleti, vezir Ay-toldu mutluluğu, kutu; vezirin
oğlu Ögdülmüş aklı ve bilgiyi; vezirin yakını Odgurmuş ise kanaati temsil
eder. Bu dört öge ile devletin adaletle yönetilmesi, ama bu adaletle yö-
netme sırasında da yönetilenlerin mutluluğunun ön planda tutulması,
aklın ve bilginin (bilgisizlik ve cahillik karşıtı) ışığında hareket edilmesi
ve son olarak da kanaatin (ihtiras ve yetinmezliğin karşıtı) yeri vurgu-
2
Türklerin ilk yazılan bu edebî eseri, devlet idaresi, insan olmanın, doğru ve yararlı
olmanın erdemleri bakımından bir ahlâk ve siyaset kitabı niteliğindedir. Bu
bakımdan da Hintlilerin “gizli kitap” olarak nitelendirilen Beydeba’nın ünlü eseri
Kelîle ve Dimne’nin içerik açısından yani işlediği konu açısından aynıdır. Kelîle ve
Dimne de devlet idaresi ile ilgili bir ahlâk ve siyaset kitabıdır. Baş kahramanları
Kelîle ve Dimne adında iki çakaldır. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Zehra
Toska, Türk Edebiyatında Kelile ve Dimne Çevirileri ve Kul Mesud Çevirisi, Basılmamış
Doktora Tezi, İstanbul, 1989, İstanbul Üniversitesi.
Divan Edebiyatında “Adl” ve “Adalet” Üzerine Klişeler ● 193
Nâbî (ö. 1712)’nin Hayr-âbâd (İz 1995: II, 853-54) mesnevisinde yine
Âgâz-ı dâsitân’dan 15 beyit sonra hükümdarın adli anlatılır:
Vāreste ra’iyyeti sitemden
Āsūde bilādı derd ü ġamdan
(....)
‘Adliyle bir idi āb u āteş
Mānend-i ruĥ-ı bütān-ı mehveş
Uzun, abartılı bir biçimde adaleti idealize eden anlatılar yanında di-
ğer mesnevilerde de “adl ü dâd”dan muhakkak bir beyitle de olsa söz
edilir. Atabetü’l-Hakâyık’ta “adl”den iki kez söz eden (mısra 40 ve 62)
Edib Ahmed b. Mahmûd Yüknekî (ö. XII. yy.), Emir Muhammed Dâd
İspehsâlâr Bey’in methinde şahın erdemlerini sayarken şu beyti söyler:
Siyāset riyāset kiyāset kerem
Ziyādet ula ‘adl eşit uk munı (Arat 1951)
Meselâ Ûdî’(ö. ?) nin Mâcerâ-yı Mâh (Kutlar 2005) adlı mesnevi-
sinde:
Zamān ‘adli ile Nūşīrevānı
Odur meydān-ı adlüñ ķahramānı (309)
Şeyhî (ö. 1431) ve Fahrî (ö. 1367’den sonra)nin Husrev ü Şîrîn’inde,
Zâtî’nin (ö.1546) Şem’ ü Pervânesi’nde de hükümdarın adaletinden birer
beyitle söz edilmiştir.
Bunun dışında divan edebiyatında insan hayatı için çok önemli olan
bu adalet kavramını iki kişi sembolize eder. Biri üçüncü halife Hazret-i
Ömer, diğeri Nûşîrevân’dır. Pek çok kaside ve gazelde bu iki kişiye
adalet örneği olarak gönderme yapılır. Hazret-i Ömer, adaletli olması,
haklıyı haksızdan ayırması sebebiyle Fârûk lakabıyla anılır. Nûşîrevân
ise, Medâyin’de yaptırdığı sarayının Tâk-ı Kisrâ adı verilen tarafındaki
mekânda zulme uğramış insanları dinlemesiyle, hatta bu tâka asılan bir
çan ve ona bağlanan zincir vasıtasıyla da onun adaletine sığınanların bu
zinciri çekerek haksızlığa uğradıklarını Nûşîrevân’a anlatmalarıyla ün-
lüdür (Pala 1989: II, 247). Dolayısıyla adalet ile birlikte Nûşîrevân ismi
de geçer.
Sonuç olarak “adl, adalet” hemen her zaman Divan edebiyatında
dile getirilmiş; kasidelerde, mesnevilerde üzerinde durulmuş bir kav-
ramdır. Adaletli bir hükümdarın adaletini, ülkesindeki insanlar, hay-
vanlar kısacası bütün canlılar arasında yaygınlaştırmasının işlenmesi
geleneği aynı zamanda “adalet” kavramının insan hayatında ve ru-
hunda ne denli önemli olduğunu da ortaya koyar.
204 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
KAYNAKÇA
Ahmed Vefik Paşa (1306), Lehçe-i Osmânî, İstanbul: Mahmut Bey Matbaası,.
Arat, Reşid Rahmeti (1951), Edib Ahmed b. Mahmud Yükneki, Atabetü’l-
Hakayık, İstanbul: TDK Yay.
Ayan, Gönül (1998), Lâmi’î, Vâmık u Azrâ- İnceleme-Metin, Ankara: Atatürk
Kültür Merkezi Yay.
Ayan, Hüseyin (1979), Şeyhoğlu Mustafa, Hurşîd-nâme (Hurşîd ü Ferahşâd)
İnceleme-Metin-Sözlük-Konu-Dizini, Erzurum: Atatürk Üniversitesi Yay.
Çavuşoğlu, Mehmet (1980), Vasfî, Dîvan, İstanbul: İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Yay.
Çavuşoğlu, Mehmet ve M. Ali Tanyeri (1988), Zati Divanı, 3, İstanbul: İstan-
bul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay.
Dilçin, Cem (1991), Mes‘ûd bin Ahmed, Süheyl ü Nev-bahâr (İnceleme-Metin-
Sözlük), Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay.
İz, Fahir (1995), Eski Türk Edebiyatında Nazım, 2 cilt, 2. baskı, Ankara: Akçağ
Yay.
Kadri, Hüseyin Kâzım (1943), Türk Lûgati, 4 cilt , İstanbul: TDK Yay.
Kutadgu Bilig (1942), Tıpkıbasım I: Viyana Nüshası, İstanbul: TDK Yay.
Kutlar, Fatma Sabiha (2005), Ûdî, Mâ-cerâ-yı Mâh, Ankara: Öncü Kitap.
Meriç, Münevver Okur (1997), Cem Sultan, Cemşîd ü Hurşîd (İnceleme-Metin),
Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay.
Mütercim Âsım (1250), El-Okyanusu’l-Basît fî Tercümeti’l-Ķâmûsi’l-Muhît, 3,
Kahire: Bulak Matbaası.
Özmen, Mehmet (2001), Ahmed-i Dâ’i Divanı, Ankara: TDK Yay.
Pala, İskender (1989), Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, 2 cilt, Ankara: Kültür
Bakanlığı Yay.
Silahdaroğlu, Fikri (1996), Günümüz Türkçesi ile Kutadgu Bilig Uyarlaması,
Ankara: Kültür Bakanlığı, 1000 Temel Eser Dizisi.
Şemseddin Sâmî (1318), Ķâmûs-ı Türkî, Sahip ve Naşiri Ahmed Cevdet, İs-
tanbul: İkdam Matbaası.
Tanpınar, Ahmet Hamdi (1976), 19uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, 4. baskı,
İstanbul: Çağlayan Kitabevi.
Tarlan, Ali Nihad (1950), Fuzuli Divanı, I, İstanbul: İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Yay.
Tarlan, Ali Nihad (1966), Ahmed Paşa Divanı, İstanbul: MEB Yay.
Tezcan, Nuran (1994), Lâmi’î, Gûy u Çevgân, Stuttgart: Frans Steiner Verlag.
Topaloğlu, Bekir (1988), “Adl”, DİA, 1, İstanbul: TDV Yay.
Toska, Zehra (1989), Türk Edebiyatında Kelile ve Dimne Çevirileri ve Kul Mesud
Çevirisi, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul.
Yüksel, Sedit (1965), Mehmed, Işk-nâme (İnceleme-Metin), Ankara: Ankara
Üniversitesi.
Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 1, İstanbul 2008, 205-240.
ÖZET ABSTRACT
Klasik şiirimizde Kelâmî mahlasıyla bilinen toplam There are four divan poets known in the appellation of
dört divan şairi mevcuttur. Bu yazıda bu dört Kelâmî. In this article two of these four are discussed:
şairden ilk ikisini; 1004/1595 tarihinde vefat eden Kelâmî Cihan Dede who died in 1004/1595 and Kelâmî-i
Kerbelalı Kelâmî Cihan Dede ile 17.yy.ın hemen başında Rumi who lived in the very beginning of 17th century and
yaşayan ve “Vekâyî-i Ali Paşa” isimli mühim bir eser had a considerable work named as “Vekayi-i Ali Paşa”. The
yazmış olan Kelâmî-i Rumi ele alınmıştır. Kerbelalı Works of Kelâmî from Kerbela are Divan and Kıssa-i Ebu
Kelâmî’nin “Divan”ı ile “Kıssa-i Ebu Ali Sina” isimli Ali Sina. As a more fertile poet, Kelâmî-i Rumi has the
eserleri vardır. Daha velût olan Kelâmî-i Rûmî’nin works: Kelâmî Mecmuası, Vekayi-i Ali Pasha and
eserleri ise; “Kelâmî Mecmuası”, “Vekâyî-i Ali Paşa” ve Sehername. Among these works, Vekayi-i Ali Pasha is more
tarafımızdan tespit edilen “Sehername”’den meydana important than the others, for it gives historical information
gelmektedir. Bu eserler arasında “Vekâyî-i Ali Paşa” and comprises some poets who are not included in tezkires
verdiği tarihî bilgiler ve bazıları tezkirelere geçmemiş (encyclopedic biographies of poets).
bilinmeyen şairlere yer vermesi bakımından bilhassa
önemlidir.
*
Prof.Dr., Fatih Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
İstanbul. (okuyucu@fatih.edu.tr)
206 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
1
bkz. (Okuyucu 2004)
208 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
-
Yeter mey içdün ü mahbūb sevdün dār-ı dünyāda
Kelāmī gel dahi bu bed-fi’âli hadden aşurma (82b)
Fuzuli Divanı’nın en başarılı şiirleri arasında yer alan ve onun
dostların vefasızlığı, kaderin acımasızlığı etrafında kopkoyu bir tablo
çizdiği ilk bendini aşağıya aldığımız müseddesi de Kelâmî’nin tanzir
ettiği şiirler arasında yer alıyor:
Dost bî-pervâ felek bî-rahm devrân bî-sükûn
Dert çok hem-dert yok düşman kavî tâli zebûn
(76b)’de yazar eserin telifiyle ilgili bir ayrıntıya daha yer veriyor.
Buna göre eser; ”Sultan Murad b. Mehemmed Han (...) unsur-ı latifleri
letayife mâyil (..) olduğu ecilden..” yazılmış. 3. Murad’ın hikâye merakı
döneme ait başka bir çok kaynakla da sabittir. Bu bakımdan Kelâmî’nin
eseri ona sunmak üzere yazmış olması anlaşılır bir gerekçedir. Ancak bu
bilgiyi “Sebeb-i Telif”te yer alan ve eserin 3. Murad’ın oğlu 3. Mehmed’e
sunmak üzere yazıldığını bildiren ifadeyle nasıl telif etmeliyiz? Telif
tarihine nazaran eserini 3. Murad’ın saltanat döneminde bitirmiş; ancak
muhtemelen ona takdim imkanı bulamamış olan yazar, 1003(1595) tari-
hinde 3. Mehmed tahta geçince -başka şairlerde de sıklıkla karşılaşıldığı
üzere- ithaf kısmını değiştirerek eseri yeni sultana takdim etmek istemiş
olmalıdır.
Eser aşağıdaki beyitle son buluyor:
Bir duâdır dünyada ancak murâd
Er ölür kalır cihânda yahşı ad (77a)
II-KELÂMİ-İ RÛMÎ
Yukarıda bahsi geçen mahlasdaşlarının aksine kaynaklarda adına
rastlanmayan bu Kelâmî, daha önceki bir çalışmamıza konu olmuştur.2
Nedense araştırıcılar arasında şimdiye kadar hakettiği dikkati çek-
memiş olan Vekayî-i Ali Paşa isimli eserin müellifi olan bu zat hakkında
adı geçen eseri sayesinde bazı bilgiler edinme imkanına sahibiz.
Sözkonusu eser 1010-1012 hicrî tarihleri arasında Mısır’da vali olarak
bulunan Malkoç Ali Paşa’nın buradaki icraatlarını anlatmaktadır. Ancak
eser çok sayıda şairin Ali Paşaya sunduğu şiirleri ihtiva etmesi bakımın-
dan aynı zamanda bir nevi şiir antolojisi niteliğindedir. Dolayısıyla ge-
rek Mısır’daki Osmanlı idaresi hakkında verdiği bilgiler gerekse adı
şuara tezkirelerine geçmemiş bazı şairlere yer vermesi bakımından
önemli bulduğumuz Vekayî-i Ali Paşa’nın tek nüshası Süleymaniye Kü-
tüphanesi’nde Hâlet Efendi koleksiyonunda 612 numarada kayıtlıdır.
Nefis hayvan ve bitki figürleriyle süslü güzel bir lake cilt içinde 149 va-
raktan meydana gelen bu büyük boy eser; yazı, süsleme ve 8 adet saray
2
bkz. (Okuyucu 2003).
Kelâmî Mahlaslı İki Divan Şairi ● 215
işi minyatürüyle büyük bir sanat değeri taşır. Eserinde yeri geldikçe
kendisinden de söz eden şairin, Ali Paşa’nın kâtiplerinden biri olduğu
anlaşılıyor. Bu eserin biri Kahire (Kahire Üniversitesi Kataloğu: 237)
diğeri de Bibliotheque Nationale’de (Blochet 1932: 29) iki nüshası daha
mevcuttur. “Kasaid-i Bülega-i Asr fî Medh-i Ali Paşa Vali-i Mısr” ismiyle
kayıtlı olan Kahire nüshasında yazar adı “Mehmet b. Ahmet Beğ
Camizade el-mütehallas bi-Kelâmî” şeklinde kaydedilmiştir. Bu künye-
den Kelâmî’nin II. Selim’in atmacabaşısı olup bilahare Mısır’a sancak
beyi olarak atanan Cami Beğ’in oğlu olduğu anlaşılıyor (Vekâyi-i Ali
Paşa: 81-83). Şair İstanbul Üniv. Kütüphanesi Türkçe Yazmaları 181 nu-
marada kayıtlı olan “Ravza” ismindeki mesnevisinde babası hakkında
oldukça geniş bilgi vermektedir (Ravza: 26-28). Bunlar dışında Tunus
Milli Kütüphanesi yazmaları arasında da (nr. 9592) Kelâmî’ye ait bir
mecmuaya tesadüf edilmektedir. Şimdi sırayla bu eserleri tanıtmaya
çalışalım:
1. KELÂMÎ MECMUASI: Tunus Milli Kütüphanesi’nde 9592 nu-
marada kayıtlı 48 varaklık küçük bir mecmuadır. Her satırda talikle ya-
zılmış 11 satır mevcuttur. Mecmuanın başında hem eserin 1000 tarihinde
Hafız Ahmet Paşanın valiliği sırasında yazıldığı bildiriliyor hem de için-
deki üç küçük eserin adı zikrediliyor:(1b) “Risale-i Gazale-i Vâcibu’l-
izâle ve Risâle-i Nîliyye ve Hacname ez-te’lifât-ı Kelâmi b. Câmi-i Rumî
der-zaman-ı eyâlet-i Hâfız Ahmed Paşa vâki’ şüd, fî sene elf”. Bu başlığa
göre mecmuadaki üç küçük mesnevinin isimleri şöyledir:
1. Risale-i Gazale
2. Risale-i Nîliyye
3. Hacname
(1b)’de : Başlayalum söze be-nâm-ı Hudâ
Tûti-i tab‘umuz ola gûyâ
beytiyle başlayan ilk mesnevide Sultan III. Murad’ın fitne ve fesadı
söndürmek üzere Hafız Ahmet Paşa’yı Mısır’a tayin edişi ve bu tayinle
memleketin nizama kavuştuğu anlatılmaktadır.
Yani Sultan Murâd o din-penâh
Oldu rûy-ı zemîne zıllullâh (2b)
216 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Baş:
Hazret-i Hâlık-ı zemîn ü zamân
Bir dem içre cihânı kıldı ayân (25b)
Kelâmî Mahlaslı İki Divan Şairi ● 217
Son:
Ola dâyim safâda âzâde
Görmeye hiç elem bu dünyâda (40a)
Mecmuanın 41a-48b arasında yer alan ve Hacca dair olan son kısmı
ise “Risâle-i Hacc-ı Şerif” adını taşıyor. Eserin sonunda telif tarihi, süresi
ve beyit sayısı şu suretle ortaya konmaktadır:
Hayr ile bu resâyil oldı tamâm
Cümle bir ay içre buldu nizâm
3
Kelâmî Mecmuası için bk. (Okuyucu 2000-2001: 135-169).
218 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Kelâmî “Acayibat (27a)” başlığı altında Nille ilgili bazı halk inanışla-
rına da yer veriyor. Buna göre şenlik yapılmadığı takdirde Nil küser ve
suyunu azaltırmış. Bu yüzden Çerakise ve Kıbtîyân zamanında her yıl
kurban olarak suya genç bir kız atma âdeti varmış. Bir yıl atılmayınca az
su gelmiş ve halk susuz kalmış. Mısır’ın fethinde durum Hz. Ömer’e
anlatılınca o akmasını emreden bir pusula yazıp suya bırakmış ve bun-
dan sonra nehir azalmaz olmuş. Paşa’nın gelişinde de taşma gününe üç
gün kala hâlâ su yokken, sonra birden taşmasını şair, bu gelişin uğuruna
bağlıyor. Yazar kabaran suyun cetvel ve havuzlarla çevreye yayılması ve
arazi sulanması hakkında da bilgiler veriyor.(28a)
Eserin 43b-44b varakları arasında da askerlerin bazı bayram âdetleri
tasvir edilmektedir. Çerkes idaresinden kalan bu âdete göre bayramın 2.
günü Paşa ata binip askerleriyle önce Remle denilen yere oradan da
Ridaniye meydanına gitmiş. Burada at üzerinde ustalık gerektiren birta-
kım gösteriler yapılmış. Sözgelimi iki kişi hareket halindeki bir atın sağ
ve sol üzengisine ayak basıp aynı anda inip binerek meydanın sonuna
kadar atı koşturmuşlar. Bir başkası süratle giden at üzerinde ayakta
durmuş ve atın nalını vurmuş. Bir çok kişi hedef kabağına ok atmış ve
vuranlara hilat giydirilmiş. Bu gösteri meydanı aynı zamanda âşıkların
buluşma mahalli imiş. Kelâmî gösterilerden sonra herkesin Paşa’yla bir-
likte şehri gezişini tarif ediyor ve kendisinin de bu vesileyle aşağıya bir
beytini aldığımız “ıyd” redifli kasidesini sunuşunu anlatıyor:
Ağzını açdırur mıydı medhünde kimseye
Olsa Kelâmî gibi sühanver hilâl-i ‘ıyd (45a)
Eser boyunca Paşa’nın iyi hasletlerinden bahseden yazar sık sık
metne, anlattığı konuya uygun hikâyeler serpiştirerek telkinlerde bu-
lunmayı da ihmal etmemektedir. Sözgelimi 51b’de yer alan hikâyenin
özeti şudur: Gazaplı bir padişah öfkeli bir anında önüne çıkan günahsız
bir gencin katlini emreder. Genç yaşlı annesini görmek için birkaç gün
mühlet ister. Padişah bir kefil karşılığında bu isteği kabul edince vezir
çocuğa kefil olur. Sultan tam vaktinde geri dönen çocuğa niçin kaçmadı-
ğını sorunca delikanlı şu cevabı verir: “Kimse bu dünyada vefa kalmadı,
desin istemedim”. Sultan bu sefer vezire, “niye böyle tehlikeli bir kefil-
liği üzerine aldığını” sorunca o da: “Dünyada kimse kerem kalmadı de-
mesin, istedim” cevabını verir. Bunun üzerine sultan da: “Ben de kimse-
222 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Paşa, dâme izzuhu” başlıklı küçük mesnevi, Paşa’nın bir nevi hayat hi-
kâyesi gibidir). Daî, Derbanî(2), Edayî, Esirî, Füruġî, Garbiye mukataa-
cısı Mehmet Efendi, Gavsî, Gınayî, Haşim, Huşûî, Hüseynî (2) İbrahim,
Mahfî (2), Muhitî (7), Kalbî, Kâsım (2), Kâsım-ı Belgıradî, Mısrî, Muhlisî,
Münşî(2), Muhyî(3); (Bunlardan 95a-119a arasında yer alanı küçük bir
nasihat mesnevisidir), Nihalî, Neylî, Osman, Remzî, Sabrî (2), Sadıkî,
Safî (2), Sıdkî, Molla Sehabî, Sührab, Şahidî (2), Şerifî (2), Tabî, Ubudî,
Vechî, Vücudî (2), Yusuf, Zıllî(2).
125a-127a arasında Arapça yazılmış bazı şiirler de mevcuttur. Mah-
lası olan şiirlerde; Mısır’ın Şafiî mezhebi müftüsü Şeyh Bekrizade Mu-
hammed Zeynelabidin, Ezher Camii hatibi Derviş Muhammed,
Kıyamuddevle, Ahmet ve Muhammed isimlerine tesadüf olunuyor. Bu
kısım bize şuara tezkirelerinde adına rastlanmayan bir çok yeni ve ma-
hallî şaire ulaşma imkanı vermektedir. Eseri önemli kılan hususlardan
birisi de bu özelliğidir.
Kelâmî, bu bölümün sonunda yer alan aşağıdaki satırlarda hem
eseri hem de kendisine gelen şiirleri bir araya getiriş şekli hakkında bilgi
veriyor:
(127b) “ Ol râzık-ı âlem ve hâlık-ı beni âdem hazretlerine hamd-i
firâvân-ı bî-nihâye ve şükr-i cezîl-i bilâ-gâye olsun ki bu Kelâmî-i hakîr
a‘nâ bu bende-i pür-taksîr me’mûr olduğı risâle-i sîret-i Hazret-i vezîr
Ali Paşayı hayr ile itmâma ve evsâf-ı hamîdelerin zikr-i cemîl ile encâma
irgürmek müyesser oldı. Ve eyyâm-ı saadetlerinde şuarâ-yı zamânenin
bi-tariki’l-medh îrâd ettikleri kasâid ü gazeliyyat tahtına kayd olup her
nâzım-ı dürer-bârun kâilin ism ü resmiyle ‘ayân ve her tab‘-ı mevzûnun
kelâm-ı mu‘ciz-nizâmın hâme-i rengin-edâ ile beyan olınup cümle
kasâid ki bu hakîre yevmen fe-yevmâ vârid oldugı i‘tibârıyla dür-i leâli-
misâl rişte-i sütûra derc olındı. Egerçi zîr ü bâlâda bu hakîrün inşâ vü
nesri miyânında bir niçe kasâid irâd olmışdur, lakin bu zümre-i erbâb-ı
dilânun kasâidiyle ma‘an ma‘dûd olınmak ârzûsıyla “defter” redîf bir
kasîde-i zîbâ ve bir nazm-ı dil-ârâ tahrîr olınup cümle kasâid-i şuarâdan
sonra küstâhâne bu mahalle kayd olındı:
Sepîde-dem ki aça mihr-i âsümân defter
Sehâ vü mekrümetünden vire nişan defter (ilh..)”
224 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Kelâmî’nin Şiirleri:
Antolojide yer alan şairlerin şiirleri müstakil bir çalışma konusu
olacak değerdedir. Bu şairler yanında bizzat Kelâmî’nin de çeşitli vesi-
lelerle yazıp Paşa’ya sunduğu şiirler büyük bir yekün teşkil etmektedir.
Şair, çok zaman bu şiirlerini hangi vesilelerle yazdığını da ayrıca belirt-
mektedir. Biz de bu kısımda Kelâmî’nin bu kabil şiirlerinden bazı ör-
nekler vermek istiyoruz. Sözgelimi aşağıya aldığımız beyitlerde şair
çeşitli meziyetlerini dile getirdiği Paşa’nın atanmasıyla ilgili sevincini
dile getiriyor:
Sehergehden irişdi gûşuma ahbâr-ı sultânî
Esüp subh-ı sa‘âdet irdi çün eltâf-ı Yezdânî
..
Silâh-dâr-ı şeh-i devrân ki oldı hâkimi Mısrun
N’ola artarsa günden güne kadr ü rağbet ü şânı
..
Vezâretle Ali Paşa’ya kıldı pâdişeh i‘tâ
Anunçün giydi kat kat hil‘at-i garrâ-yı sultânî
..
Vezîr-i bî-nazîri pâdişeh-i ‘âlem-ârânın
‘Adâlet nîlin icrâ itdi halka oldı ihsânı
..
İdüp şemşîr-i ‘adli niçe a‘dâ bağrını pür-hûn
Emân ister siyâsetten bu deştün şimdi ‘urbânı (11a)
Şu beyitlerde de Paşa’nın şiire ilgisini övüyor ve bu ilgiden kendisi
için de bir pay ümit ediyor:
Görüp eş‘âra meylin cümle ‘âlem şi‘re meyl itdi
İdüp medhin olur her biri bir murg-ı hoş-elhânı
..
‘Aceb mi ehl-i tab‘a iltifât olsa zamânında
Ma‘âni mısrınun oldur Kelâmî mîr-i mîrânı
..
Sehâ mülkine ser-tâc ol buyur bu bendene hidmet
Ko yazsun kâtibün dâyim senün in‘âm-ı sultânı
Minyatürler:
Şimdi kısaca eserde yer alan minyatürler üzerinde durabiliriz. Bu
eseri minyatürleri bakımından ele alan Nezihe Seyhan’a göre (Seyhan
1991) eserde mevcut 8 adet minyatür geç klasik dönem özelliklerini
gösterir. Bu özellikler arasında şunlar sayılabilir: Bazı önemli şahsiyet-
lere ait figürler önemlerini göstermek üzere diğerlerinden daha büyük-
tür. Kompozisyonlar klasik döneme göre daha az kalabalıktır. Minya-
türler yazı alanının tamamını kaplar. Ufuk çizgisi yüksekte ve gökyüzü
altın yaldızla boyalıdır. Sanat tarihçisi Zerrin Akalay minyatürlerden
birinin Nakkaş Hasan Paşa (-1622/23) tarafından yapıldığını (Akalay
1973) söylüyorsa da bu husus kesin değildir. Ancak 1604’de vefat ettiği
bilinen Ali Paşanın vefatından hiç söz edilmemesi eldeki resimlerin bu
tarihten önce yapıldığını düşündürmektedir. Eserin minyatürleri ile
Uygur geleneğine bağlı görünen ve çeşitli hayvan desenleriyle süslü
olan lake cilt üslupça birbirinden farklıdır. Kapak resimleri Uygur gele-
neğine bağlı görünmektedir. Bu genel bilgilerden sonra mevcut sekiz
minyatürü birkaç cümleyle kısaca tanıtmak istiyoruz.
Resim 1 (5b) Resimde Sultan 3. Mehmed tahtında oturmakta ve sağ
eliyle tayin fermanını Ali Paşa’ya uzatmaktadır. Çevrede iç oğlanları ve
hizmetkârlar resmedilmiştir. Tahtın üzerinde “taht-ı şerîf” yazısı oku-
nuyor.
Resim 2 (6b) Kara Meydanda Hatt-ı Hümayun’un okunması. As-
kerler ve devlet memurları hiyerarşiye uygun olarak yerlerini almışlar,
devrin meşhur vaizi Altıparmak Efendi tarafından okunan Hatt-ı Hü-
mayun’u ayakta dinliyorlar.
Resim 3 (9b) Ali Paşa’nın görevlendirmeden sonra, beyaz bir kaf-
tanla at üzerinde saraydan çıkışı resmedilmiştir. Kapının üzerine “Bâb-ı
Hümâyûn-ı saadet-makrûn” yazılmış.
Resim 4 (10b) Sultan 3. Mehmed saray önünde maiyetiyle birlikte
görülüyor. At üzerindeki padişahın etrafında saray erkanı yer almıştır.
Resim 5 (24b) Ali Paşa nehir sularının yükselmesini kutlamak üzere
yapılan eğlencelerde Zehebiyye adı verilen süslü bir sandalla Nil üze-
rinde geziniyor. Yelken ipi üzerinde bir canbaz gösteri yapıyor.
230 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
3. SEHERNAME
Kelâmî’nin diğer bir eseri İ. Üniv. Kütüphanesi Türkçe Yazmaları
181 numarada kayıtlı olan Sehername yahut Ravza ismindeki mesnevisi-
dir. Klasik bir cilt içindeki müzehhep mihrabiyeli ve altın cetvelli nüsha
her sayfaya 15 satır gelecek şekilde güzel bir talikle yazılmıştır. Yazarın
diğer eserleri gibi Sehername de konu bakımından biraz karışık olmakla
birlikte esas olarak ahlakî bir mesnevi görünümdedir. Metinde bazı say-
faların düşmesi ve karışması yer yer konu takibini zorlaştırmaktadır.
Ortalama bir şair olan Kelâmî’nin bu eseri bize göre edebî değerinden
çok, yazarın kendi hayatı ve babası hakkında verdiği bilgiler bakımın-
dan bir ehemmiyeti haizdir. Telif tarihi belirtilmemekle birlikte sonda
yer alan ve Mısır valisi Kurt Paşa’yı kötüleyen ifadelerden bu konuda bir
tahminde bulunmak mümkündür. Kurt Paşa 1003-1004 tarihleri ara-
sında bu görevde bulunmuştur. İfadesi biraz karışık olmakla birlikte
eserin bu yıllar arasında yahut hemen sonrasında yazıldığı anlaşılmak-
tadır.
Metin, şairin eseriyle ilgili olarak Allah’tan muvaffakiyet talep ettiği
şu beyitlerle başlıyor:
Ey nümāyende-i reh-i tahkīk
V’ey küşāyende-i der-i tevfīk
Kelâmî Mahlaslı İki Divan Şairi ● 231
Hāşimī-nisbet ü Kuraşī-haseb
El-Bathī-tıynet ü Tehāmī-neseb
-
Her gedā kim yanında āh kılur
Virür ol denlü zer ki şāh kılur (7a)
KAYNAKLAR
Ak, Coşkun (2001), Bağdatlı Ruhi Divanı, 2 cilt, Bursa.
Akalay, Zeren (1973), XVI. “Yüzyıl Nakkaşlarından Hasan Paşa ve Eserleri”
1. Milletler arası Türkoloji Kongresi, X, 15-20.
Blochet, E. (1932), Catalogue des Manuscrits Turcs de la bibliotheque Nationale,
I, nr. 77, Paris.
Genç, İlhan (2000), Esrar Dede, Tezkire-i Şuarâ-yı Mevleviye, Ankara: AKMB
Yay.
İpekten, Halûk ve Mustafa İsen vd. (1988), Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı
İsimler Sözlüğü, Kültür Bakanlığı Yay.
240 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
*
Dr., İstanbul. (cumhur.un@gmail.com)
242 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
anlatan mizahî mektubu çok meşhurdur.” (Tansel 1964: 388) ifadesi ile
temas etmiş, ancak Gökyay, Tansel’in bu ifadesini, farklı münşîlere ait
inşâ numunelerinin derlenmesinden oluşan Letâif-i İnşâ’daki söz konusu
latîfenin başlığını da vererek: “Şair Nabi’nin mektep çocuklarının kimi
sergüzeştlerini ve mektep hocalarıyla muhakemelerini anlatan yazısının
mizahî bir mektup sanılması yanlıştır. Okununca anlaşılır ki bu bir
mektup değil, bir temessük, bir bakıma bir ‹‹mahkeme ilâmı››dır.
Nitekim Letâif-i İnşâ’da (s. 33-43) bunun için “Mektep çocuklarının bazı
sergüzeştleriyle ve hocalarıyla mahkemesine1 dair Nabi merhumun
kaleme aldığı hüccet suretidir” başlığı konmuştur” (Gökyay 1974: 19)
şeklinde tenkit etmiştir. Nitekim Sahhâf el-Hâc Nûrî Efendi’nin farklı
münşîlerden derleyerek Münşe’ât-ı Azîziyye fî Âsâri Osmâniyye adını
verdiği eserinde söz konusu latîfeye verdiği: “Mektep hâcesiyle çocuk-
ların muhâkemesine dâir Nâbî merhûmun gâyet tuhaf ve latîf olarak
(tahrîr eylediği)2 huccet-i urefâ sûretidir” (Sahhâf el-Hâc Nûrî Efendi
1303 h./1886: 57) şeklindeki başlık da Gökyay’ı teyit etmektedir.
Sözkonusu latîfede, mektep çocuklarının çektikleri sıkıntıya rağmen
haftalık izinlerinin azlığından şikâyetle mahkemeye müracaatları, hoca-
larının buna mukabil yaptıkları savunma ve nihayetinde mahkeme
yoluyla anlaşmaları anlatılmakta; hadise, çocuklar, mahkeme heyeti ve
hocalar arasında geçen münazara şeklinde cereyan etmektedir.
Münşeât mecmuaları arasında benzerleri bulunması muhtemel
“muhâkeme” şeklindeki bu kurgunun, tesadüf edebildiğimiz bir örneği,
Ömür Ceylan tarafından neşredilen; “bütün kahramanları ve yer adları
kuş isimlerinden seçilmiş” latîfedir (Ceylan 2003: 20-22). Kuşlar arasında
geçen mahkeme safahatını anlatan müellifi bizce meçhul bu latîfenin
sonundaki hükm tarihi 1259’un (1843), aynı zamanda bu latîfenin yazım
tarihi de olduğunu düşünürsek, Nâbî’nin latîfesinden çok sonra yazılmış
olmalıdır.
1
Letâif-i İnşâ’da bu kelime “muhâkeme” şeklindedir. Dizgi hatası yapılmış olması
muhtemeldir. Bkz.: (Tevfîk 1281 h./1865: 33).
2
Parantez içindeki kısım metinde bulunmayıp cümledeki düşüklüğü gidermek için
tarafımızdan eklenmiştir.
244 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
3
Metni kurmakta yararlandığımız matbu nüshalarda “berber”, yazma nüshalarda
ise “cerrâh”tır.
4
Kesik ve yaralara kül sürülmesi, bir halk tababeti ameliyesi olup günümüzde Ana-
dolu’nun birçok yerinde halen devam etmekte ve bu iş için özellikle meşe külü ter-
cih edilmektedir.
Nâbî’nin Bir Latifesi ● 245
Latîfenin Metni:
Sebeb-i tahrîr-i vesîka-i letâ’if ve mûcib-i tastîr-i nemîka-i zarâ’if
budur ki; medîne-i sabâvetde vâkıc mahalle-i tufûliyyet sâkinlerinden
baczı kûdekân-ı nâ-resîde, meclis-i irfâna hâzır olup bu siyâk üzre bast-ı
makâl ü keşf-i serîre-i hâl eylediler ki:
5
Bu nüsha katalogda müellif nüshası olarak kayıtlıdır. Ancak bu husus ihtilaflıdır.
Mecmuanın girişine, Haleb nâibi Feyzullah Efendi, Nâbî’nin kaleminden çıkma söz
konusu evrakı 1162 h.(1748-49)’de perişan bir halde bulduğunu ve zayi olmasın-
dan korkarak ciltlettiğini kayıt düşmüştür. Bu kaydın altına ise, mecmuanın daha
sonra intikal ettiği kütüphanenin sahibi Sahhâflar Şeyhi-zâde Es’ad Efendi (ö. 1264
h./1848), konumuz olan latîfenin de dahil olduğu birinci varaktan yirmi altıncı va-
raka kadar farklı bir kalemden, yirmi yedinci varaktan mecmuanın sonuna kadar
ise Nâbî’nin kaleminden çıkma olduğunu, 23 C. Evvel 1259’da (21 Haziran 1843)
kaydetmiştir. Kaldı ki, Nâbî’nin Halep’te yaşadığı dönemde kaleme almış olması
muhtemel bu metinde, 1710’da Baltacı Mehmet Paşa ile İstanbul’a dönüşünde bazı
ilâve ve değişiklikler yapmış olması mümkündür. Çünkü Nâbî’nin (ö. 1712) vefa-
tından önceki bu İstanbul devresinde “derlediği Münşeât’ını gözden geçirerek ona
bir mukaddime yazdığı” nakledilmektedir. (Bkz.: Karahan 2006: XXXII/259) Nâbî,
bu gözden geçirme esnasında söz konusu latîfeyi münşeâtı arasına almış mıdır?;
almışsa metnin son şekli ne olmuştur?. Bu soruların cevabını, herhalde Nâbî’nin
münşeâtı üzerine yapılacak etraflı bir çalışma ile vermek mümkün olacaktır.
246 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
6
Esas kabul etiğimiz nüshada tam olarak okunamayan bu kelimenin “kaputa” ol-
ması muhtemeldir, ancak diğer nüshalardaki “kımâta” bizce daha uygundur.
Nâbî’nin Bir Latifesi ● 247
7
Esas kabul ettiğimiz metinde bu kelime “saçup” şeklindedir. Ancak üzerine
“sürüp” şeklinde tashih yapılmıştır. Diğer nüshalarda da “sürüp” kullanıldığından
bu şekli tercih ettik.
248 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
gibi sürûr-ı hevâ geşt ü güzâr idecek zamânlarda habâb gibi mekteb kapusında
müclis olup,) mucallim kısmı hod her nekadar aslında melek-haslet ise de
yene etfâl nazarında cifrît-sıfat görünmeğile huzûruna tacallüm içün
kucûdda isticâze-i etfâl zarûrî olduğu cümle mihnet-keşân-ı mektebin
maclûmudur. Husûsan zâtında gazûb u bî-merhamet olup, taclîm-i etfâl
olanca dimâgına dahi yubûset virüp, gazab-ı mahz u âteş-i sûzende
olduğundan gayrı, (menkûhasına dahi maglûb olup, ol cacûzdan çekdiği
eziyyetin intikâmın bu bî-çârelerden almağa der-kâr olup,) pederimiz ibtidâ-yı
teslîmde taclîme gâyet-i hırsından mektebde müstacmel olan; “Eti senin,
kemüği benim!” sûkıyâne/sûfiyâne tacbîrin dahi itmiş, hâce efendi hod
mecâz ile hakîkat beynini fark itmeyüp, hakîkaten gûşt-i bedenimize
dendân-ı tamacı tîz itmekle bu etfâl-i bî-çârenin ahvâli neye müncer ola-
cağı zâhirdür. Elif-sıfat hidmetinde kâ’im ve hâ gibi iki aynımız işâretine
mülâzım olup, dâl gibi kâmetimiz ubûdiyyetinde ham ve gayn gibi
caynımız pür-nem iken yene lâm-elif gibi ayağımız falakadan inmeziken,
bu kadar âlâm u ıztırâba haftada bir nısf-ı hamîs ve tamâm-ı cumca gâyet
kalîldir. Etfâl-i mahalle atlara süvâr olıcak biz birer kara katır nâmında
falakaya süvâr oluruz; etfâl-i mahalle cirid oynadıkda biz ciridin ayağı-
mız altında oynadığın görürüz. «Ne aceb tîz geçer zevk u sürûr eyyâmı
♦ İrmedin nısf-ı nehârı irişür ahşâmı» kavlince (nısf-ı) yevm-i hamîs
zamân-ı vuslat gibi serîcu’z-zevâl ve yevm-i cumca fikr-i şenbe ile telh u
pür-melâl geçmeğile yene lezzet-i âzâdîden mahrûmuz. Bize bu husûsda
her vechile tecaddî olunmadadır. Eslâf-ı mucallimîn bu husûsda şart-ı
ictidâli ricâyet itmeyüp, etfâl-i mütecallimîne gadr olunmuşdur. Bu husûs
hakîkati üzre keşf olunup su’âl olunması matlûbumuzdur didiklerinde,
esâtize-i tıfl-âmûz meclis-i murâfacaya ihzâr olunup, istintâk-ı keyfiyyet-
i ahvâl ve; “Bir gün dahi zamîme-i cumca vü hamîs olunmak mertebe-i
imkânda mıdır?” diyü alâ-tarîkı’r-recâ su’âl olundukda, mucallimîn-i
fazl-âyîn cevâbların kâlıb-ı hikmete bu vech üzre ifrâg eylediler ki:
―Üstâdân-ı selef bu resmi kanûn-ı hikmet üzre vazc idüp ricâyet-i
şart-ı hürmetde taksîr itmemişlerdür. Ancak kûdekân-ı nâ-dîde-rûzgârın
şucûrları olmamağıla dacvî-i bî-macnîye şurûc itmişlerdir.
Mucallimînin bu takrîrleri beyyinât-ı akliyye vü berâhîn-i hikemiyye
ile temhîd olunmak iltimâs olundukda evvelâ terkîb-i unsurî ile istişhâd
idüp didiler ki:
Nâbî’nin Bir Latifesi ● 249
cin sürüsü olduğu meydana çıktı ama ne çare?; «Akıllı kuş tuzağa
düştüğünde tahammül etmelidir». Olan olmuş, geçen geçmiştir. Şimdi
iddiamız özetle şudur ki; böyle çocukluk çağında mektep köşesine esir
olup, hayatımızın baharının başları mektep köşesinde geçip, (gül gibi
açılacak yerde muallimin gazabının korkusundan gonca gibi donup, sabâ
rüzgarı gibi mutluluk havasında gezecek zamanlarda hava kabarcığı gibi mektep
kapısında oturup), muallim kısmı her ne kadar aslında melek tabiatlı ise
de yine çocukların gözünde ifrit gibi görünmekle huzuruna öğrenme
için oturmada çocukların Allah’a sığınması zarûrî olduğu bütün mektep
eziyeti çekenlerin malûmudur. Özellikle hocamız, zâtında gazaplı ve
acımasız olup, çocuklara öğretmek bütün dimağına kuruluk verip ve sırf
gazap ve yakıcı ateş olduğundan başka (karısına dahi güç yetiremeyip, o
kocakarıdan çektiği eziyetin intikamını bu çaresizlerden almaya uğraşıp),
eğitim-öğretime pek bir düşkün olan babamız bizi teslim ettiğinde,
çarşı/sûfî deyimi olarak mektepte kullanılan; “Eti senin, kemiği benim!”
anlamsız sözünü söylemiş bulunup, hoca efendi ise mecaz ile gerçek
arasını ayıramayıp, gerçekten et parçası bedenimize aç gözlülük dişini
bilemekle, bu çaresiz çocukların halinin neye varacağı açıktır. Elif [ ]اgibi
hizmetinde dikilip ve hâ [ ]هgibi iki gözümüz işaretine hazır olup, dâl []د
gibi belimiz kullukta iki büklüm ve gayn [ ]غgibi iki gözümüz yaş dolu
iken, yine lâm-elif [ ]ﻻgibi iki ayağımız falakadan inmezken, bu denli
elem ve ıztıraba haftada bir Perşembe’nin yarısı ve Cuma’nın tamamı
çok azdır. Mahalle çocukları (çubuk) atlara binince biz sırayla kara katır
isimli falakaya bineriz; mahalle çocukları cirit oynadığında, biz ciridin
ayağımız altında oynadığını görürüz. «Ne de tez geçer(miş) zevk ve
mutluluk günleri/zamanı ♦ Ermeden günün yarısı erişir akşamı»
sözünce (yarım) Perşembe, vuslat zamanı gibi çabuk geçici ve Cuma
günü Cumartesi düşüncesiyle acı ve hüzün dolu geçmekle yine
serbestliğin tadından mahrumuz. Bize bu hususta her yönüyle zulmedil-
mektedir. Önceki muallimler tarafından bu hususta ölçülülük şartı
gözetilmemekle, talebelere haksızlık edilmiştir. Bu hususun hakikati
üzre açıklanıp sorulması isteğimizdir dediklerinde, öğrenci yetiştiren
üstadlar mahkeme meclisi huzuruna getirilip, durumun nasıl olduğu
sorgulanıp ve; “Perşembe ve Cuma’ya bir gün daha eklenmesi acaba
mümkün müdür?” diye rica yollu sorulduğunda, faziletle donanmış
muallimler cevaplarını hikmet kalıbına bu şekil üzre döktüler:
Nâbî’nin Bir Latifesi ● 253
KAYNAKÇA
Ceylan, Ömür (2003), Kuş Cenneti Şiirimiz –Klasik Türk Şiirinde Kuşlar-, İstan-
bul: Filiz Kitabevi.
Gökyay, Orhan Şaik (1974), “Tanzimat Dönemine Değin Mektup”, Türk Dili,
S: 274, Ankara, 17- 23.
Haksever, H. İbrahim (1998), “Münşeat Mecmuaları ve Edebiyat Tarihimiz
İçin Önemi”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S: 1, 73-
86
Karahan, Abdülkadir (2006), “Nâbî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklope-
disi, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., XXXII, 258-260
Ortaylı, İlber (2007), Osmanlı Toplumunda Aile, İstanbul: Pan Yayıncılık.
Sahhâf el-Hâc Nûrî Efendi (1303 h./1886), Münşe’ât-ı Azîziyye fî Âsâri
Osmâniyye, Cemâl Efendi Matbaası.
Tansel, Fevziye Abdullah (1964), “Türk Edebiyatında Mektup”, Tercüme,
Ankara: XVI/ 77-80, 386-413.
Tevfîk (1281 h./1865), Letâ’if-i İnşâ, İstanbul: Tercümân-ı Ahvâl Matbaası.
Uzun, Mustafa (2006), “Münşeat”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi,
İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., XXXII, 18-20.
Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 1, İstanbul 2008, 255-280.
*
Dr., Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul.
(ozanyilmaz80@hotmail.com)
256 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
76
Hacı Mahmud Efendi 5214 numaralı mecmuaya alınan Nef‘î’ye ait “Nigâhı âfet-i
dîn gamzesi âşûb-ı dünyâdur/ Bu gûne şûha dil virmek ‘aceb derd özge
sevdâdur” (30b) matlalı bir gazel bu duruma örnektir.
77
Mecmuadaki, Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn’undan seçilmiş gazeller bu duruma
örnek verilebilir (16b, 39b-42a).
Metin Te’sisinde Şiir Mecmualarının Katkısı ● 257
‘Abdî, ‘Âlî, ‘Azîzî, Bâkî, Behiştî, Bezmî, Cinânî, Çâker ‘Ali, Emîn,
Esîrî, Esrâr Dede, Fasîh, Fuzûlî, Gaybî, Gubârî, Hasîb, Hatâyî, Hayâlî,
Hayretî, İbrâhim (Oğlan Şeyh), Kânî, Latîfî, Lutfî, Makâlî, Meylî, Muhyî,
Nâbî, Nedîm, Nef‘î, Nûrî, Remzî, Reşîd, Rindî, Rûhî-i Bağdâdî, Sâbit,
Sabrî, Sâlim Efendi, Seher Abdal, Seyfullâh, Sırrî, Sultân Murâd
(Murâdî), Şem‘î, Şeydâyî, Tîgî, ‘Ulvî, Usûlî, Vâsık Efendi, Vechî, Vehbî
(Seyyid), Vusûlî, Yahyâ, Zihnî.
Mecmuadaki şiirlerin çoğu gazel nazım şekliyle yazılmıştır. Bu ga-
zeller içerisinde âşıkâne gazellerin ilk sırayı aldığı gözlenmektedir. Bu-
nun yanısıra murabba, muhammes, müseddes gibi nazım şekilleriyle
yazılmış şiirler de mevcuttur. Bazı şiirlerde kelime ve harf eksikliklerine,
vezin kusurlarına rastlanmakla birlikte metnin tamamına nazaran bu
eksiklikler önemli bir oran teşkil etmez.
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi şiir mecmuaları, estetik beğeniyle
meydana getirilmiş seçkiler olmalarının yanısıra, metin tenkidine katkı
sağlamalarıyla da dikkate değer konumdadır. Şairlerin divanlarından
hareketle yapılan tenkitli metin neşirleri çoğu zaman bir şairin bütün
şiirlerini ihtiva ederken, bazen şairin divanına geçmemiş yahut divanı
tertip edildikten sonra yazılmış manzumelere mecmualarda rastlan-
maktadır. Ayrıca, herhangi bir manzumede görülebilecek dörtlük, beyit,
mısra eksiklikleri; kelime değişiklikleri ve kelime eksikliğinden doğan
vezin kusurları mecmualar sayesinde tamir edilebilmektedir.
Hacı Mahmud Efendi 5214 numarada kayıtlı mecmuayı bu gözle in-
celediğimizde, şiir mecmualarının yukarıda bahsettiğimiz olası katkıla-
rından bazılarına şahit olduk. Buna göre şiir mecmualarının tenkitli me-
tin neşirlerine katkıları şöyle tasnif edilebilir:
78
Bu mısraın vezni bozuktur. “Al şehenşâh-ı ‘Ali Mûsî-i ra‘nâdan sebak” şeklinde bir
tamirle vezin düzelmektedir.
Metin Te’sisinde Şiir Mecmualarının Katkısı ● 261
79
bkz. Mustafa Özkat, Kara Fazlî’nin Hayatı, Eserleri, Edebî Kişiliği ve Dîvânı (İnceleme-
Tenkitli Metin), Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul, 2005.
262 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
80
Bu mısra Sun‘ullâh-ı Gaybî Divanı’nda “Gönül tıflı dem-â-dem ders alur pîr-i
vahdetden” şeklindedir ve bu şekliyle vezin bozuktur. “Okursa” şekli gösterilen
nüshalarda mevcut değildir (Kemikli 2000: 352).
Metin Te’sisinde Şiir Mecmualarının Katkısı ● 263
81
5 bentten oluşan bu manzume “Usûlî Divanı” neşrinde yoktur (İsen 1990).
82
7 dörtlükten oluşan bu manzume “Şah İsmail Hatâ’î Külliyatı” neşrinde 6 dörtlük-
tür (Cavanşir ve Necef 2006: 424-425).
264 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
83
Bu gazelin ilk beyti “Nâbî Dîvânı” neşrinde “Lâubâlilik ile gerçi ki meşhûruz biz/
Çâre ne terk-i riyâ itmeğe me’mûruz biz” şeklindedir. Diğer beyitler de “biz” redifi
etrafında devam etmektedir (Bilkan 1997: II, 694, G. 316).
Metin Te’sisinde Şiir Mecmualarının Katkısı ● 267
84
Bu gazel “Nâbî Dîvânı” neşrinde yoktur (Bilkan 1997).
268 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
85
Bu kelime “Nâbî Dîvânı” neşrinde “dime” şeklindedir ve farklılıklar arasında
yoktur (Bilkan 1997: II, 911, G. 598).
86
“Ol” yerine “ey” olması ihtimal dahilindedir.
87
Bu beyit “Nâbî Dîvânı” neşrinde “Olurmuş hançer-i ser-tîz çeşm-i yâre besbelli/
Dil-i mecrûh açılmaz bana ammâ yâre besbelli” şeklindedir (Bilkan 1997: II, 1081,
G. 830).
Metin Te’sisinde Şiir Mecmualarının Katkısı ● 269
Gazeliyyât-ı Vehbî
88
Bu beyit “Nef‘î Dîvânı” neşrinde şöyledir: “İki zülfün ki biribirine bend etdi sabâ/
Dil-i Cibrîli giriftâr-ı kemend etdi sabâ” (Akkuş 1993: 282, G. 3).
89
Bu gazel “Nef‘î Dîvânı” neşrinde 48. kasidenin tegazzül kısmındadır (Akkuş 1993:
205).
276 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
90
Bu beyit “Cinânî Dîvânı” neşrinde yoktur (Okuyucu 1994).
278 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
8 adet kıt’a- (2’si Zühdî ve Vâsık’a ait, diğerlerinin şairi belli değil)(39a)
91
Bu manzume “Bağdatlı Rûhî Dîvânı” neşrinde yoktur (Ak 2001).
Metin Te’sisinde Şiir Mecmualarının Katkısı ● 279
KAYNAKÇA
Ak, Coşkun (2001), Bağdatlı Rûhî Dîvânı, 2 cilt, Bursa: Uludağ Üniversitesi
Yay.
Akkuş, Metin (1993), Nef‘î Dîvânı, Ankara: Akçağ Yay.
Aydemir, Yaşar (2000), Behiştî Dîvânı, Ankara: MEB Yay.
Aydemir, Yaşar (2001), “Şiir Mecmuaları ve Metin Teşkilinde Mecmuaların
Rolü”, Bilig, S. 19, Kazakistan: Hoca Ahmed Yesevi Üniversitesi, 147-
155.
Bilkan, Ali Fuat (1997), Nâbî Dîvânı, 2 cilt, İstanbul: MEB Yay.
Cavanşir, Babek ve Ekber Necef (2006), Şah İsmail Hatâ’î Külliyatı, İstanbul:
Kaknüs Yay.
Ceylan, Ömür ve Ozan Yılmaz (2005), Hazâna Sürgün Bahâr: Keçecizâde İzzet
Molla ve Dîvân-ı Bahâr-ı Efkâr, İstanbul: Sahhaflar Kitap Sarayı.
Coşkun, Ali Osman (2001), Abdülahad Nûrî Dîvânı, İstanbul: MEB Yay.
Erünsal, İsmail E. (2006), “Divan Neşirlerinde Karşılaşılan Güçlükler I: Gü-
venilir Bir Metin Te’sisi”, Osmanlı Araştırmaları XXVII (Prof. Dr.
Mehmed Çavuşoğlu’na Armağan-III), İstanbul, 17-45.
İsen, Mustafa (1990), Usûlî Divanı, Ankara: Akçağ Yay.
Kemikli, Bilâl (2000), Sun‘ullâh-ı Gaybî Dîvânı (İnceleme-Metin), İstanbul: MEB
Yay.
Küçük, Sebahattin (1994), Bâki Divanı, Ankara: TDK Yay.: 601.
Okuyucu, Cihân (1994), Cinânî Hayatı Eserleri Dîvânının Tenkidli Metni, An-
kara: TDK Yay.: 570.
Özkat, Mustafa, Kara Fazlî’nin Hayatı, Eserleri, Edebî Kişiliği ve Dîvânı (İnce-
leme-Tenkitli Metin), Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniver-
sitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul, 2005.
DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ'NİN YAYIN İLKELERİ
pisi de incelemenin sağlıklı olabilmesi için dosyaya konmalıdır. Aynı durum tercü-
meler için de geçerli olup tercüme metnin orijinali de gönderilmelidir. Zira, tercüme
çalışmaları da telif çalışmaları gibi hakem onayına gönderilir.
8. Yazılar IBM uyumlu bilgisayarda MS Word adlı programla, normal metin
için Times ya da Times New Roman fontuyla yazılmış olmalıdır. Normal metinde 12,
dipnotta 9 punto ölçüsü kullanılmalıdır. Makalede transkripsiyonlu metin bulunu-
yorsa, dizgi aşamasında, Dergi Editörlüğünden temin edilecek font (Fatih Transkrip-
siyon) kullanılmalıdır. Arap harfleriyle dizilmiş metin için kullanılan font CD veya
disket ile makalenin yanısıra verilmelidir.
9. Yazar adı, başlığın altına yazılmalı; unvanı, görev yeri ve elektronik posta
adresi dipnotta (*) işareti ile yazılarak belirtilmelidir. Başlığa konacak dipnotu da (*)
işareti ile gösterilmelidir.
10. Kaynak göstermede takip edilecek usuller:
Dergide, paragraf içi başvuru yöntemi (yazar tarih: sayfa) uygulanmaktadır. Bu
sistemde kaynak başvurusu paragraf içinde ilgili yerde parantez içinde yazarın so-
yadı, eserin baskı tarihi ve sayfa numarası şeklinde verilir (Bilgegil 1989: 34). Birden
çok ciltli eserlerde sayfa numarasından önce Romen rakamlarıyla cilt numarası da
verilir (Pakalın 1993: II/706). Kaynak iki yazarlı ise iki yazarın da soyadları belirtilir (
Çavuşoğlu ve Tanyeri 1984: 45). Kaynak ikiden fazla yazarlı ise birinci yazarın so-
yadı yazılır, ondan sonra “ve diğerleri” anlamına gelen “vd.” kısaltması konulur
(Akyüz vd. 1958: 50). Birden fazla kaynağa gönderme yapılmışsa bunlar aynı parantez
içinde gösterilmeli ve aralarına noktalı virgül konulmalıdır.
Aynı yazarın birden fazla çalışmasına başvuru yapılması durumunda, eğer bu
çalışmalar farklı yıllara aitse yukarıda belirtilen normal sistem uygulanır. Parantez
içine soyadından sonra yazılan yıl farklı olduğu için hiçbir karışıklık olmayacaktır.
Ancak bir yazarın aynı yıl yayımlanan birden fazla çalışması varsa, bunları ayırt
etmek üzere baskı yılının sonuna a, b, c... gibi küçük harfler konulabilir (Çelebioğlu
1975a: 33) ve (Çelebioğlu 1975b: 46). Eklenen bu küçük harfler sona konulacak olan
Kaynaklar listesinde de gösterilmelidir.
Yazarsız çalışmalar başlıklarıyla kaynak gösterilirler. Bunun için başlıkta an-
lamlı kısaltmalar yapılabilir.
Dipnotlar, ilgili kelime veya cümlenin sonuna rakam konarak sayfa altında ve-
rilmeli ve sadece açıklamalar için kullanılmalıdır.
Metinde paragraf içinde gösterilen başvuru kaynaklarının tümü makalenin so-
nunda bibliyografya/kaynakçada verilmelidir. Yararlanıldığı hâlde metinde yer
verilmeyen kaynaklar bibliyografyada gösterilmez. Kaynaklar yazar soyadına göre
alfabetik olarak şu biçimde verilmelidir:
The Publication Policies ● 283
Kitaplarda: Yazarın Soyadı, Adı, (Basım tarihi), Kitap adı, Baskı sayısı, Basım
yeri: Yayınevi.
Örnek: Çelebioğlu, Âmil (1999), Türk Edebiyatında Mesnevi (II. Murad Devri Mes-
nevileri), İstanbul: Kitabevi Yay.
Birden çok cildi olan eserlerde: Yazar Soyadı, Adı (Basım tarihi), Kitap Adı,
Baskı sayısı, (cilt), Basım yeri: Yayınevi.
Örnek: Şemsettin Sâmi (1996), Kâmûsu’l-A‘lâm, Tıpkıbasım, (VI cilt), Ankara:
Kaşgar Neşriyat.
Çift yazarlı eserlerde, birinci yazarın soyadı, adı ve ikinci yazarın adı soyadı
yazılır. İki yazar arasına “ve” bağlacı konur.
Örnek. Çavuşoğlu, Mehmet ve M. Ali Tanyeri (1984),...
İkiden fazla yazarlı eserlerde, ilk yazarın soyadı, adı yazıldıktan sonra diğerle-
rinin tamamının ad ve soyadları sırasıyla yazılır.
Makalelerde: Yazarın Soyadı, Adı (Basım tarihi), “Makalenin başlığı”, Derginin
adı, sayısı, sayfalar.
Örnek: Çavuşoğlu, Mehmed (1970), “Zâtî’nin Letâifi I”, İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, XVIII, 25-51.
Arşiv malzemelerinin kullanımında defter isimleri italik, belge tasnifleri ise
normal karakter ile dizilmelidir.
Herhangi bir internet adresine yapılan göndermelerde bu adresler kaynaklar
arasında verilmeli ve mutlaka indirme tarihi belirtilmelidir: (http://www.
turkiyat.gazi.edu.tr/turkiyat (14.10.2006)
11. Yazıların her türlü sorumluluğu yazarlarına aittir.
12. Yazar, ad ve soyadı ile birlikte akademik unvanını ve görev yaptığı kurum
adını tam olarak belirtmelidir. Ayrıca, kendisiyle irtibat kurulabilmesi için sürekli
adresini, telefon numarasını, varsa belgegeçer numarasını ve elektronik posta adre-
sini vermelidir.
13. Yayımlanacak makalelerde esasa ilişkin olmayan redaksiyon değişiklikleri
ve tashihler, dergi Yayın Kurulu ve Anadili Sorumluları tarafından yapılır.
14. Makale, tercüme veya eleştirisi yayımlananlara 25 adet ayrı basım ile bir
adet dergi verilir.
15. Hakemlere ücret ödenir.
16. On sayıda bir (10, 20, 30’uncu sayılarda...) dergide yayımlanan yazıların in-
deksi yayımlanır.
17. Basılmayan yazılar iade edilmez.
284 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
13. For the articles to be published, the changes in editing and proofreading
which are not related to the content are done by the Editorial Board and editors of
the native language.
14. To the writers whose articles, translations or critical reviews are published,
25 offprint of their works and a copy of the Journal are sent.
15. Referees are paid.
16. Once in every ten issues (10th, 20th, 30th, … issues) of the Journal, the index
of the published works is given.
17. The Works which are not published are not returned.