You are on page 1of 146

■I

DİNE
KARŞI
d Oş On g e n I n
TARİHİ
ALBERT BAYET . A
/•

D İ N E KARŞI
DÜŞÜNCENİN TARİHİ
Türkçesi :
Cemal Süreya

VA R L I& Y A Y I N EV
Ankara Caddesi, İstanbul
FAYDALI K İT A PL A R : 103

V arlık yayınlan, s a y ı: 1574


İstanbul’da, Yeni Hamle M atbaası’nda basılmıştır.
Kasım, 1970
G İ Rİ Ş

«Dine karşı düşünce» (libre-pens£e) deyimi (1)


XIX. Yüzyıl boyunca çok kez öfkeli yankılar uyan­
dırm ıştır çevresinde, Bugün bile iş bitirici b ir anlam
taşım aktadır. Kimisi onu az ya da çök, b ir meydan
okuma olarak kullanıyor. Kimisi de düşmanca bir
eğlen! diye kabul ediyor. Bununla birlikte böylesi
duyguları doğrulayacak hiç b ir nitelik yok onda.
Hangi kanıda olurlarsa olsunlar, b ü tün insanlar,
Pascal gibi, onurum uzun düşüncede olduğunu ka­
bulde birleşm ektedirler. Herkes, b ir fikre bağlan­
manın, ancak bu bağlanma zor altında yapılmamış­
sa bir değer taşıyacağı kanısında. Rahatça diyebili­
riz ki kişioğlu düşündüğü her sefer özgürdür, ya da
özgürleşmektedir; ve bu, yol gösterici olarak sadece
gözleme, deneye, usa bağlanan kimse için ne kadar
doğruysa, düşüncesini bir Tanrıya bağlayan kimse
için de o kadar doğrudur. Burdân, özgür düşünce
deyiminin, bölünme ve çatışm alara meydan ver­
m ekten uzak, bir birlik ilkesi olması gerektiği sonu­
cuna varılabilir.

(1) Libre-pensee’nin tam karşılığı “dine karşı düşünce-'dir. Ki­


tapta bu kavramın kargılığı kimi yerde ‘özgür-düşünee" diye
çevrilmiştir; bu bakımdan-her ikisini aynı anlamda görmek ge­
rekir. (Ç.N.)
6 • 'D ÎN E K A R S I D Ü ŞÜ N C E N İN T A R İH Î

Bu denemenin sonunda, özgür düşüncenin sa­


vaş giysilerini üstünden atarak bir dirlik düzenlik
işçisi olması gerektiğini belirtm eğe çalıştığıma gö­
re, böyle bir sonuca ulaşm aktan kaçm ıyor olamam.
Ancak, bu arada, şu gerçeği belirtm eliyiz ki, keli­
meler, tem sil ediyor sayıldıkları soyut değerleri, ta­
rihin onîera yüklediği somut değerler kadar kav­
rayam ıyor. Bu noktadan hareket edildiğinde özgür
düşüncenin yüzyıllar boyunca karşı koyucu ve dine
karşı koyucu özelliği yadsınamaz.
H erhangi bir sözlüğü açın, şunu okuyacaksınız:
«Dine karşı düşünür (libre-penseur): her şeyi Öz­
gürce incelemenin yöndeşi.» Böylece anlıyoruz ki,
«dine karşı düşünür» ya da «Özgür-düşünür», her
türlü inanışı incelemeğe ve eleştirmeğe, h er tü rlü
sorunu tartışm ağa hakki olan adamdır; o bu hak­
kı kullanırken hiç bir engel ya da kısıtlam a olmaya~:
çaktır. İnanan kişinin (mümin) de araştırm a hakkı
vardır; ancak; bu tıak sadece bazı alanlarda geçerli-
dir: b ir Tanrının konuşmadığı, b ir Kilisenin ilkele­
rini belirtm ediği alanlarda müm in kişi de düşüncesi­
ni rahatça geliştirebilir; ama onun düşüncesi Gök­
sel Esin doğrularının eşiğine gelir gelmez eğilmek
zorundadır; çünkü nice güçlü olursa olsun, Scot Eri-
gene’in deyimiyle superat omnem intelectum özel­
lik taşıyan tanrısal usun altında kalm aktadır,
Düşünce haklarına ilişkin çok belirgin b ir «ay­
rım da, hiç kuşkusuz, çatışm alar yaratm a -eğilimi-,
dir. Özgür düşüncenin tarih in i yapan da işte bu ça-
D İN E K A R ŞI DÜŞÜNCENİN T A R İH Î ?

Uymaların ardarda zincirlenişidir.


Doğrusunu söylemek gerekirse, b u hakların da­
ha başlangıçta bile düşüncenin ürü n ü olmamasına
şaşılabilir; çünkü doğruyu parça parça yaratarak
yakalamış kim senin kafa durum uyla, ,jb ir esinle, b ir
kilise tarafından yaratılm ış doğruyu edinen kimse­
nin kafa durum u arasında b ir çatışkı v ar gibidir.
Ancak, başlangıçta olguların b ir görüntüsünü m ey­
dana getirm ek ya da onların üstünde devinmek yo­
lunda gösterilen bütün düşünce çabaları dinin için­
de belirm iştir. M ağara duvarına b ir hayvan resmi
çizen kişi b ir sanatçı olmayıp, kelim enin modern an­
lamıyla insan-ötesi güçlerle doğrudan doğruya ilişki
kuran bir kimsedir. B ir çakm aktaşm ı yontan ya da
b ir okun ucunu sivrilten kişi, b ir zanaatçı değil, ke­
limenin modern anlamıyla, doğa-üstü gücünün (m a­
na) etkinliğini deneyecek b ir m akinedir (1). M antık
ötesi bir düşünce tarzı söz konusudur burda; ve
usun verileri, din ve büyüyle çatışmaya girecek
kadar farklılaşm ış değildir. H atta m antıklı düşün­
me yeteneği belirdiği zaman da, kuram sal planda
kendine en yabancı, en karşıt görünen inançlara
karşı mücadeleye girecek kadar güven içinde olma­
yacaktır. Us vş bilim, tapm akların kubbeleri altın­
da doğmuşlarcasma, ortak bileşiklerim in k âr konu­
sunda kararsız kalacaktır. Ne v ar ki, en içten bağ­
lılık duygularının üstünde b ir de olguların gücü var.

(1) Levy-Bruhl, İlkel Düşiince.


8 D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN TA R İH İ

K afalan gibi duyguları da ayrı ayrı olan insan top­


luluklarının ortasında gözlemlenen b ir gerçektir bu.
B ir yapda, sahip olmanın rah at tatları içinde sadece
yerleşmiş doğruları kabul etm ek ve onlara dayan­
mak isteyenle^; öte yanda, sadece araştırm anın kuş­
kulu tatları üstünde tüneyen, ve Lucretius gibi şöy­
le diyebilmek isteyenler görülm ektedir: '
Aviaj Pieridum peragro loca nullius ant©
trita solo.
Bu iki büyük eğilim arasında h er zaman kaçı­
nılmaz bir çatışma vardır. A rada uzlaşm alar m üm ­
kündür. Ola ki kuşkunun ve araştırm anın en büyük
bir tutkunu, araştırm alarının alanını kendiliğinden
sınırlasın ve kutsalın eşiğinde duraklasın. Aynı şe­
kilde, ola ki, kutsalın en ateşli b ir yöndeşi düşünce
haklarım tam sın ve ermiş Anselme gibi şöyle de^
sin: credo ut inteleggariı. Gelgelelim, düşünce. öz­
gürlüğüne sınırlar koyanla, onu sınırsız olarak iste-,
yen arasındaki ilke karşıtlığı h er zaman kesin bir
şekilde ortada o1ac aktır.
Bunun içindir ki Eski Yunandan beri, köylü
dinlerinin, yurttaş dinlerinin, sonra kurtuluş dinle­
rinin büyük bir egemenlik kurm uş göründükleri
V<ı/;(l;ı bile, dogmalarla çatışma için nedenler görü­
lü r.
Aynı (;atı;:malar, Lucretis’un Epicurus felsefesi­
ni' ■fiMırc.ııı bir tutum kazandm lığı dönemde, Ro­
t u İtli! illi I I I 1,‘ t y i i

I Mıi'ii - tıı11 m■ntiırhı/rUn hristiyanlığa karşı mü-


D İN E K A R SI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ

3eleye giriştiği, daha sonra hristiyan im parator-,


*un paganizme karşı mücadeleye giriştiği sırada-
başka çatışm alar çıkar ortaya.
H ristiyan kiliseler arasında, daha sonra siyasal
fer kazanmış katolîk kilise içinde «sapkınlıklarda
rşı eyleme girişildiğinde ortaya çıkan çatışm alar
. vardır.
Rönesans döneminde, uyanan «paganizm», ki­
leyle sessiz ve sürekli çatışma halinde bulunan
gür-düşünce çabalarına yol açar. Bu sırada, çıkış
>ktasmda hoşgörüsüz olan Reform çabalan da so-
ıçta vicdan özgürlüğü ilkesine bitişir.
XVIII. Yüzyılda, «filozoflar», sorunu cesur te­
mlerle ortaya koyarlar ve gösterdikleri çabalar
ısan Hakları Bildirisi’yle taçlanır.
XIX. Yüzyılda Kilise zorlu b ir çıkış yaparak dü-
ince özgürlüğü ilkesini bile mahkûm eder. Buna
îrşı «Özgür-düşünürler» aralarında örgütlenirler,
idece felsefe planında değil, siyasal planda da mü?-
îdeleye girişirler.
XX. Yüzyılda «lâikler», okul sorunuyla ilgili
azı inanç konularını didiklerler.
Böylece, «özgür-düşünce», bütün tarih i boyun-
a, dinsel egemenliğe karşı mücadele halinde bir güç
farak belirir. Bizim inceleyeceğimiz de bu müca-
elevıin dönemleridir. Ama biz bunu, hırsları' uyan-
ırmak, anlaşm azlıkları körüklemek amaciyle de-
il, temelfie haklı olup dâ uzun süreden beri kinle,
10 D ÎN E K A RSI DÜŞÜNCENİN TA R İH İ

hiç değilse öfkeyle dolu olan bu çatışm aların artık


bulutsuz günlere açık olduğunu göstermek um uduy­
la yapacağız.
I. BÖLÜM

GREK DÜNYASINDA
DİNE KARŞI' DÜŞÜNCE

Eski Yunan’m, bir anlamda, dine k a r ş ı, düşün-


in anayurdu olduğunu rahatça söyleyebiliriz;
kü Greklerde dinlerin sunduğu evren görün-,
inün yerine gözlemden ve ustan çıkarılmış bir
dam alar bütününü koyma yolunda sürekli bir
a görülür
«Yerler»e, tepe1ere, nehirlere, göllere, mağara-
ı bağlı eski tarım dinlerinin kucağındaki baskın
r, insan topluluklarının yaşantısının bazı tamu-
güçlerin, sözgelimi Jeo’nun ya da Demeter’in
Tasma bağlı olduğu yolundadır. Eşil’in dediği
i bütün yaratıkları doğuran, besleyen onlardan
üden bereket tohum u alan tek güç Toprak Ana’-
(1). Daha sonra, belki de G irit’ten gelmiş olan,
ikat ve ayin ehli, din Gizemleri ortaya çıktı. Es-
köylü dininin başlangıç döneminde de sürüp gi~
• bunlar. Dionizos, ruhlarda hüküm sürer gibi,
larda hüküm sürm ektedir. Daha sonra Tanrılar
ip sitelere yerleşirler; sahipleridirler bu sitele-

(1) Choeph., s. ,128.


12 D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN TA R İH İ
tn
rin, ve tapm aklar aracılığıyla hüküm sürerler ora- gj
lardâ- Homeroscu anlayış içinde bu nitelik bütün di
bütüne silinip gitmese de, zayıflar: T anrılar artık ti
yeryüzünde hüküm sürmeğe başlam ışlardır. Sayıla- aı
rı sınırlıdır; büyük ta n rıla r vardır, küçük ta n rılar tı
vardır; büyükleri de küçükleri de kendi çaplarına a:
göre Evreni yönetirler; fizik dünyanın ve ruhsal «<
dünyanın hareketlerini onların iradeleri, çok kez v
tutkuları ve hevesleri belirlem ektedir. Afrodit, He- ](
ra ’nın kin ve kıskançlık duyduğu Troya’yı korur: iki- &
si arasındaki bu anlaşmazlıktan kasırgalar, fırtına- d
lar, salgın hastalıklar doğar. «Ölümsüzler», «ölüm­
lüler» in kaygı dolu yaşantılarını avuçlarının içi- r
ne alm ışlardır. Sitelerin gerilemesi, yeni kılıklara ğ
bürünm üş eski din gizlerinin bireyselliğine yol aç- s
tığında, insanlar dinden sadece günlük ekm eklerini \
değil, erinçli bir ölümsüzlük de istemeğe başladık- (
larında Olimpos sakinlerinden bazıları itibarlarım <
yitirm işlerdir; ama güçlerinin eylemi yalnız* birey- <
sel kurtuluşu değil, aynı zamanda Evrenin düzeni- -(
ni de kapsayan kurtarıcı tan rıların bu güçleri sürüp ,
gitm ektedir daha.
Özgür düşünce, birbiri ardınca gelen bütün bu
egemen «dinsel tavırlar» la ve onların içerdiği ilke- ,
lerle daha ilk adım larda çatışmağa başlam akta; gö­
zünü budaktan sakınmadan, h iç' b ir duraksam aya
düşmeden başı çekmektedir.
M ilâttan önce VI. Yüzyıl başlarımda, Tales?i»
mücadeleye giriştiğini görüyoruz. Onun çevresinde*
D İN E K A R SI DÜŞÜNCENİN T A R İH Î 13

lüminler, dünyayı Ogenos ve Okeanos adlı yaratıcı


üçlerle açıklam aktaydılar.. O ise dünyayı suyla,
aha doğrusu «nem»le açıklar. Abel Rey’in de belirt-
ği gibi, b ir devrim dir bu. Çünkü Tales’in m itolojik'
jıklam a biçimlerine iyice yabancı olan bu görüşü
pkı çağdaş kim yacıların bu konudaki tutum larını
ndırıyor; onlar da, «Su nerden geliyor» sorusuna
Oksijenle hidrojenin birleşmesinden» diye karşılık
erirler. T anrıların iradelerinin egemen olduğu yer-
jrde nesnelerin doğası hüküm sürm ektedir. Bilim-
el düşünce, m it düşüncesine karşı, günümüze ka-
!ar yitirm ediği b ir görünümde belirm iştir hep. (1).
Aynı gözüpek davranışı Anaksimandros’ta gö-
ürüz. O, her şeyin başlangıcım, artık «nem» de de-
fil, «apeirom denen şeyde, yani belirsizde ve son-
;uzda aram aktadır. Ama eski dinsel kozmogoni
cavrayışlanm n yerine pozitif teorileri Tales’inkin-
îen daha kesin bir tavırla koyar. Güneşin ve ayın
levinim lerini Helios’un ve Selene’nin değişken ira-
îeleriyZe açıklam aya eğilimli olanlardan ayrılm ış­
tır: ona göre yıldızlar dünyanın çevresinde devinip
iu ran değirmi birtakım halkalardır. (2)
Önceleri İyon okulunun sesiyle, kendini duyur­
muş olan dine karşı düşünce Büyük Yunan yarım-,
adasında bir kez de Pitagorascılıkla sesini duyurur-

(1) Abel Hey, Grek Biliminin Gençlik Dönemi, Paris 1933,


s. 30-31.
(2) Aynı yapıt
M DINK K A RSI DÜŞÜNCENİN TA R İH İ

ken daha az cesur değildir. Pitagorascılar m atem a­


tiğe, şayi teorisine, geometriye dayanarak bilim ta ­
rihinde çok kesin b ir rol oynarlar; ama bununla
kalmazlar, şu ünlü formülü de ortaya atarlar: «Nes­
neler sayılardır». Şurası açık ki «sayı-nesnelerin
fiziği», dünyanın oluşumunu dinle açıklayan görüş­
lere taban tabana karşıt olacaktır. Bilginlerin de bun
(lan bir kuşkuları yoktur. Zenon, devinimin olanak­
sızlığını belirtm eye yeltenen dört kanıtını önerir­
ken, yeryüzüne inen ta n rılar ya da uzayda uçan
daimonlar örneğiyle kendisine karşı çıkılacağını hiç
düşünmez. Herakleitos, «Ölümlüler, ölümsüz, ölüm­
süzler ölüm lüdürler; bunlardan biri başkasının ölü­
münü yaşar, öteki başkasının hayatıyla ölür» (1)
derken Hömeroscu din tutum unun tem el dogmala­
rından. biriyle çatışm akta olduğuna hiç aldırmaz.
Uzlaşmalara fazla açık olmayan usçu Ksenofa-
nes, Olimpos tanrılarının boş gözetim yöntem lerine
saldırır: ..... .
«Homeros ve Hesiodos, insanlarda yüz karası ve
kınanası olan her şeyi tan rılara da yakıştırm ışlar-
dır: karşılıklı hırsızlıklar, ahlâk dışı yaşantılar, al­
datm alar gibi;
T anrılar üstüne yasalara aykırı b ir sürü şey an­
latm ışlardır: karşılıklı hırsızlıklar, ahlâk dışı ya­
şantılar, aldatm alar;
ölüm lüler, tanrılarının da kendileri gibi doğur-

(1) Abel Rey, adı geçen yapıt, s. 317.


D İN E K A R SI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ 15

klarım, elbise giydiklerini, kendilerininkilere


nzeyen bir sesleri, bir biçimleri olduğunu düşü-
ırler;
öküzlerin ve aslanların elleri olsa ve bun-
ıla insanlar gibi resim yapma, sanat yapıtı y arat­
ıl olanağına sahip bulunsalardı, atlar at şeklinde
nrı resim leri çizer, öküzler öküz şeklinde ta n rılar
ıparlafdı; her biri tanrıları kendi tü rlerinin dış
irünümleriyle tanım lardı;
Habeşler tanrılarını yassı burunlu ve kara derili
tpıyorlar; T ra k la r,k e n d i tanrılarının mavi gözlü,
zil saçlı olduğunu söylüyorlar». (1)
Olimpos tanrılarının ahlâksız oluşları ilerde
ristiyanîığı savunan fikirlerin önemli kanıtların-
an birini m eydana getirecektir; savunum cular bu
anitr geliştirirken, Eleatizmin ustalarından birinin,
.'senofanes’in düşüncesini yeniden ele alıp değer-
;ndirmekten başka b ir şey yapm ayacaklardır.
«Sofistler» de özgür düşünceye b ir atılım sağ­
ırlar. O nlar m utlu olmak sanatı üstüne araştırm a-
ir yapm aktan ibaret olan asıl görevlerini yerine
etirirkeri yerleşik inançlara pek kulak asmazlar,
’rotagoras, bilginin tek yolunun duyum olduğunu,
insanın her şeyin ölçüsü olduğu» nu, belirtirken,
»ütün dinsel gelenekleri yıkan, sonuna kadar götü-
ülm üş bir ilke koymuş oluyor. Protagoras, gerçekte
)ir şeyin var olmadığını, olsaydı da bilihemiyeceği-

(1) Abel Rey, adı geçen yapıt, s. 128.


16 D ÎN E K A RŞI DÜŞÜNCENİN TA R İH İ

ni, bir an bilindiği varsayılsa bile bunun başkaları­


n a ulaştırılam ıyacağını açıklarken de daha az gözü
kara b ir ,d avranış içinde değildir.
Sokra tes’in dinsizlikten kuşkusu yoktur; ancak,
«Gnothi Seâuton» derken ve ironi Sokra tik’i ortaya
atarken yerleşik inançlara belli belirsiz b ir gözdağı
vermektedir; çünkü insan etraflı b ir tümdengelicl
diyalektik ve genel tanım lam alar yo’uyla G rek top­
rağında yaşayan bir sürü tan rı bulabilir.
Burada Eflatun’un fikirlerini ya da Aristote­
les’in öğretisini bütünüyle ele alıp inceleyecek de­
ğiliz. Ama, Eflâtun bizi geçici olandan kalıcı olana,
fenomenden varlığa, kanıdan bilime çağırırken
önerdiği yöntem sapma dek usçu b ir yöntemdir.
Aristoteles’in ise m odem bilime yol açtığım, onun
devinimsiz bir itici olan T anrı’sının bilinen teolo­
jiyle hiç b ir ortak nokta taşımadığını, ve m antığı­
n ın Helen dinseverliğinin b ir sürü sevgili efsanesini
silip süpürmeğe yettiğini eklemeğe lüzum v ar mı
acaba?
Piron kuşkuculuğu özgür düşüncenin doruğun-
<îadır. Piron, bilge kişinin bir şeyi doğrulamadığını,
«bir şey söylemediğini» ileri sürerken, cepheden
saldırıya geçtiği şey bütün dinlerin dinsel dogma-,
tizm lerinin tem el kurallarıdır. Carneades’e gelince,
o, antropomorfizmce, yani tanrıların maddî b ir ba­
den taşıdıkları görüşüyle, ve Stoacıların pek sev­
dikleri K ader kavram ıyla savaşm aktan çekinmez.
Bunlarla Akademi arasındaki mücadele âonu-
D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ 17

ıda III. Yüzyılda Cüretli bir yenilik doğar: ola*


k. Takvim çağının başlarında olasılığı savunan
esidemes, her bilginin ikili bir görecelik taşıdığı-
ileri sürm üştür; çünkü bilginin konusu hakkında
n onun üstüne yargıda bulunan zihnin görevi,
n de onun bilinmesini sağlayan terim lerin görev-
i değişmektedir. Görecelik, böylece başı çekerken,
ıda nedensellik kavram ına bile saldırmaktadır.
Başka' bir plânda, Kinikler, Diyojen’in, Boris-
les’li Bion’un, K rates’in, G adara’lı Menibüs’ün
leriyle din inançlarını bir güzel alaya alırlar, kur-
ıcı tanrıları ve Olimpos tanrılarını gülünçleşti­
ler, ağulu dillerini dualara, adaklara, sungulara,
ıaze törenlerine uzatırlar, öldükten sonra ruhun
yok olacağını söylerler.
Kalın çizgilerle belirttiğim bütün bu olaylar
steriyor ki Eski Yunanın tarihi boyunca özgür
şünce ile din inançları arasında kıyasıya bir
icadele vardır. Ne var ki bu mücadele çok kez
lirli bir biçimde görünmez. Kimi zaman saldırılar
ya da bu inanç biçimine yöneltilm iştir. Yukar*
Ksenofanes’in saldırısını görmüştük; Evhemer-
(>r de III. yüzyılda, tanrıların ve tanrıçaların as­
ıda sadece birtakım erkekler ve kadınlar oldukla-
ıı ileri sürerler; Evhemeros’a göre Zeus bir fa­
ili r. Atena savaşkan bir kıraliçedir, Afrodit bir
ı işedir. Özgür düşünürlerin gelişigüzel ortaya at-
.ları bazı fikirler de var. Plutarkhos’ta şunları oku-
F.: 2
i8 D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH Î

ruz: «Değişik ulusların değişik tanrıları, barbar


tanrılar, Grek tanrıları, Kuzey ve Güney tanrıları
olduğuna inanmıyoruz» (1). Ama, yine de bütün
bu form üllerde sistemli b ir saldırıdan kaçınma ni­
teliği ağır basıyor; böylece patlaması gereken sa­
vaş bir tü rlü patlamaz.
Kuşkusuz ki çatışm alar olmaktadır. Güneşin
akkor halinde bir taş, ayın basit b ir toprak parçası
olduğunu belirten Anaksagoras koğuşturulur. P ro ­
tagoras, T anrıların var olup olmamalarının o kadar
önemli olmadığını açıkladığı için Atina yargıçların­
ca sürgüne gönderilir. Din gizlerini alaya aldığı için
Melos’lu Diagoras’m başını getirene ödül konur.
Gençliği kötü yola yöneltmekle suçlanan Sokrates
baldıran suyu içmeğe mahkûm edilir. Dinsizlikle
suçlanan Aristoteles, kendisiyle düşm anlarının arası­
na Euripides’i koymak ihtiyatlılığm ı gösterir. Teoph-
rastes ve Stilpon koğuşturm alara uğrarlar. (2) Ün­
lü F rine’nin Atina yargıçlarının önüne çıkışı da di­
ne hakaretten ötürüdür. G ernet ve Boulanger’nin
belirttikleri gibi, «Aydınlık demokrasinin aktifinde
azımsanamıyacak bir . dizi fikir davası vardır». (3)
Ancak, bütün bu olaylara rağmen, Grek .dünyasının
yaşantısında, ilerde tanrıtanım azların hristiyanlara,

(1)- Gernet ve Boulanger, Dinde Grek Dehası, Paris, 1932,


s. 467.
(2) Aynı yapıt, s. 346-350.
(3) Aynı yapıt, s. 346.
D ÎN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ 19

ıristiyanların. tanrıtanım azlara, ortodokslarm sap­


tı ıılara uyguladıkları zulümlerin hiç birine raslan-
ııamaktadır. Özgür-düşünürlerle m üm inler arasın­
la düzenli bir savaş belirtisi yoktur.
îki nedeni var bunun.
Bir kere, yöneticiler, zaman zaman dinsel ol-
n aktan çok siyasal nedenlerle şiddetli birtakım
epkiler göstermiş olsalar da, genellikle bir düşünce
istemine karşı hoşgörüsüz davranm am aktadırlar.
)in planındaki istekleri oldukça belirsiz kalmaktadır:
logmalar arasında, daha çok siteyi korum a kaygı­
n d a d ırla r. Bu bakımdan, şu bilginin buluşlarının
■n saygın dinsel inançlara karşı tolduğunun göste-
'ilmesi siyasal gücün pek um urunda olmamakta ve
'önetici, takımı, bilimsel araştırm anın atılım larm a
;et çekmeğe' çalışmaktadır.
Bu kayıtsızlığı, hiç değilse b ir bakıma, Grek
lünyasmda bir çeşit inançsızlığın oldukça yaygınlık
uzanm asıyla açıklayabiliriz. Y urttaş kurulu düze­
lin gereklerini yerine getirdikten ve tanrılara «hak-
arinı» verdikten sonra artık onun inançlı olmasına
ra da olmamasına kimse aldırm am aktadır. Gerçi
îokrates’e hüküm giydirilm iştir, ama bu onun felse-
esinden değil, getirdiği sorulu diyalog sisteminden
ıtürüdür; gençliğin ruhundan site tanrılarına olan
nancı kazımakla ve onu başka inançlarla doldur-
nağa yeltenmekle suçlanm ıştır Sokrates. Ama, söz­
gelimi, VI. Yüzyılda tanrıları gülünç durum larda
fösteren bir Epikharmes’e kimsenin bir1 şey dediği
20 D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ

yoktur. Sözgelimi, en saygın tanrılara, en serbest,


hatta en saldırgan bir biçimde takılan Komedya ge­
leneğine kimse ağzını açmaz. Bu yönde yaratılm ış
bir ortam için,de, yöneticiler, özgür düşünceye karşı
savaşa girişmemekte, örgütlü bir bağnazlık davra­
nışında bulunm am aktadırlar.
Ama bu savaşı önleyen b ir başka n e d e n . daha
var: özgür düşünürlerin din duygulan.
Gerçekten, yukarda andığımız ve yadsınmaz
bir şekilde bilinemezciliği "(Agnosticisme) ve çağdaş
uscu akım ları hazırlayan bu gözüpek çıkışların ço­
ğu Auguste Comte’un teolojik zihniyet dediği bir
kafa düzeyinde bulunm aktadır. Bugünkü m antığı­
mızla, dünyayı tanrısal iradelerle açıklamak ile onu
yasalarla açıklamak arasında karşıtlık bulunduğunu
söyleyebiliriz; güneş, arabasını çeken atları h are­
kete getirm ede Helios’un gönlünü çeldiği için mi,
yoksa işleyişi belirli bir sisteme bağlı olduğu için
mi dönüp durm aktadır? D ünyanın herhangi bir ye­
rine niçin yıldırım düşmektedir? Zeus’un içinden
Titanları cezalandırmak geçtiği için mi? Yoksa ta n ­
rıların ve insanlann iradelerinden bağımsız b ir şe­
kilce, şimşeklerden ve onlara eşlik eden doğa olay­
larıyla ilgili gürültülerden mi ortaya çıkmaktadır?
Buğday tanesini filizlendiren şey nedir? Demeter
düşünüp karar verdiği için mi yoksa nesnelerin do­
ğası öyle gerektirdiği için mi su yürüyor tohuma?
Bunlardan ya biri ya öteki söz konusudur. «Öteki»
olduğu kanısında olan kimse, tanrılara, tanrıçalara
D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ 21

ıianıyor. Onlara yakarıyor demektir. Ne var ki Grek


.ünyasmdaki özgür-düşünürlerin çoğu sorunu bu
ekilde ortaya koymaz. Sözgelimi, Tales, ıslaklık
eorisiyle dünyayı pozitiv terim lerle açıklamakta-
lır; ama bu onun tutup «Dünya tanrılarla dolu» di-
re konuşmasını önlfememektedir. Anaksimandros da
lünyanın «tanrılı» b ir yer olduğunu söylemekten
kaçınmamıştır.
Ama bu yeni doğmuş usçulukla bu tanrısallığı
ranyanai en çok Pitagorculukta görürüz. Bilimsel
ilanda değerlendirdiğimizde, tanrıların yaratıcı fan-
ezilerinin yerine niceliklerin gerekirciliğini koyan
ıscu bir düşünce akırnıdır bu. Amâ hayât planında
leğerlendirmeğe kalkarsak, onun aslında dinsel
jir devinim olduğu sonucuna varacağız.. Isıdor
je v i’nin ünlü kitabında,. Pitagoras’ın büyük bir’
natem âtikçi olarak tanınm asının bir efsane oldu-
ifu, belirtilm ektedir, ■ Oysa Pitagoras, gerçek-
en yaşamışsa (ki bu da ispat edilmiş değildir), hiç
Dir zamân bir bilim adamı olmamıştı*". Hiç bir h a­
berci onun bir buluşundan söz etmez. H atta Pitago-
ras’ın adı bile «Pitie’nin habercisi», Orfizmin tem e­
lini meydana getiren b ir kurtuluş dininin havarisi
mlamma gelmekteydi. R uhların göçünü ve ölüm­
süzlüğünü öğretm işti çevresine. K efaret sağlayıcı
ve temizleyici b ir çilekeş hayat sürmesini önermiş­
ti insana.
Elbet burada, Pitagorculukta bilimsel ve dinsel
ukım lann paralel iki akım olduğu söylenebilir. Bu
22 D İN E K A RŞI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ

görüş m antık planında savunulabilir niteliktedir de.


Bütün kurtuluş dinlerinin savunucuları gibi Pita-
gorcular için de asıl sorun insanı başlangıç kirinden
temizlemekten ibarettir. Yunancada Katarsils de­
nen bu temizleme çağdaş bilimce etraflı b ir şekilde
incelenmiş danslarla, şarkılarla, ayinlerle ve sayısız
dinsel eylemle olmaktadır. Pitagorcuların özgün
yanları şu ki, bunlar en yüce katarsis'in bilimin
kendisi olduğunu ileri sürm ektedirler. Onlara göre
bizi en fazla yıkayabilecek şey, y arar gözetmeyen
bilgidir. «Nesneler-sayılar» ıü incelenmesi temelde
dinsel nitelik taşıyor. Böylesi b ir kafa düzeyinin
bulunduğu yerde özgür-düşünceyle din arasında bir
savaş bulunmadığı kolayca anlaşılabilir çünkü öz-
gür-düşünce zaten dinin kendisidir bu ortamda.
Birçok yönden nice karanlık olursa olsun Sok-
rates’in düşiincesi de din izi taşım aktadır: y urttaş­
larını değiştirmek istemesi bile onun sorunla hangi
noktada ilgilendiğini göstermektedir; bu bakımdan
onun ünlü «şeytan» m m laikleştirilm esi çabası bo­
şunadır.
E flatun’a geJ ince, otoun düşüncelerindeki kır
mıltılı devinimi basit bir formüle sıkıştırm ak da
boşuna olacaktır kuşkusuz. Ama bu aynı zamanda
dindar Pitagorculuğun onun üstündeki etkisini in­
kâra kadar götür memelidir bizi. O b ir bakıma, Aris­
toteles’in ustasıysa, b ir bakıma da Orfe’nin oğludur.
Öte yandan Yeni-Eflatunculuk’un gizemler içinde
yüzdüğü de yadsınamaz.
D İN E K A R SI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ 23

Stoacılık, kendi metafiziğinin derin esprisine


ığlı kalsaydı, paganizmin halk biçimlerine karşı
vaş ilân etmeğe kalkışabilirdi. Stoacıların zekâyı
; usu tem sil eden, yeryüzü uyum unu gözetimi al-
ıda bulunduran Tanrısı ile bir siteye, bir dağa, bir
lynağa, bir ırm ağa 'tutunm uş tanrısal güçlerin çe-
tli ışıltısındaki Olimpos çokçuluğu arasında bü-
ik ayrım lar vardır. Stoacıların Zeus’u yeryüzünün
■tak nedenidir ve H era’nm değişken kocasıyla gö-
ilecek hiç bir hesabı yoktur. Ama şurası da bir
:rçek ki, bir Zenon, insan eliyle yapılan tapmakla-
n hizmetine verilmesine nice karşı çıkarsa çık-
n, aslında antropomorfizme (Tanrıların insan
jrünüm ü taşım alarına) karşı çok gevşek bir biçim-
î mücadele etm ektedir. Bir gerçek ki, Stoacılık,
uruklarında panteizm i (vahdeti vücudu) taşıması-
a. rağmen, yıldızların, Doğanın yaratıcı güçlerinin,
kahramanlar» m, hatta b ir yerde Adalet ya da
’m ut gibi bazı soyut kavram ların tan rısal bir nite-
ği olduğu varsayım ını rahatça kabul etmektedir,
ernet ve Boulanger’nin dedikleri gibi «stoacı pan-
;izm, binbir adlı bir çoktanrıcılıkla kolayca uyuşa-
ilmektedir» (1).
Yalnız Kinikler, ya da onlardan ayrılmış bir
□lük düşünür «din» e karşı dikelmişlerdir. Ne var
i onlar da kendilerini fazlaca ortaya koymaktan
açmmışlardır. Öte yandan öğretilerindeki ve ha­

(1) Gernet ve Boulanger, adı geçen yapıt, s. 498.


24 D ÎN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ

yat tarzlarındaki aşırılıklar bunların itibarlarını az


ya da çok azaltm ıştır. Bunun içindir ki Grek dün­
yasında özgür düşünce ile dinsel inançlar arasında
açık ve şiddetli bir mücadeleye girişilmiş değildir.
Gücül (virtuel) ve ikinci derecede bir ayrıntı niteli­
ğinde kalm ıştır bu mücadele. Pitagorculuğun, Ef­
latunculuğun ve Yeni-Eflatunculuğun ortasında za­
man zaman bilimsel gelişmelerle dinsel atılmaların
tek ve aynı bir atılım olduğu görülm üştür.
II. BÖLÜM

ROMA DÜNYASINDA
DİNE KARŞI DÜŞÜNCE

Eski Roma’da din siteyi ve aileyi aynı zaman­


c a kavram aktadır. Çiçeron çağından önce felsefenin
fazla bir yeri yoktur; Grek felsefesi sadece küçük
bir meraklı topluluğunun ilgisini çekmekte olup
yaşlı Romalılar kuşkudan yanadırlar. Eşit olmayan
iki güç arasındaki sürtüşm eler açık b ir savaş n ite­
liğini kazanam am ıştın '
, Hellen edebiyatı ve düşüncesi Roma’ya «cılız
b ir ırm ak gibi değil, gür bir nehir gibi» (1) girdik­
ten sonra bu durum biraz değişir. Plautus halkını
güldürm ek için kutsal inançlarla rahatça alay eder.
Onun komedilerinde en arşız hırsızlar şanslarını
denemeğe kalkmadan önce ciddî ciddî fal b ak tırır­
lar ve şöyle derler: «Tanrılar girişimimi onaylıyor­
lar» (2). H ırsızlıklarının meyvalarım ceplerine in­
dirirlerken tum turaklı bir biçimde Jü p iter’e dua
ederler. Jüpiter’e, yani, «zengin, ünlü, güçlü, saygın,'
Ops’un oğlu, insanların efendisi»' olan tanrıya. (3).

(1) De Rep., II, 19.


(2) Asin., II, I, II.
(3) Persa, II, 3, I.
26 D İN E K A RŞI DÜŞÜNCENİN TA R İH İ

Gaston Boissier’nin de belirttiği gibi, Ennius, Pla-


utus’tan da saldırgandır. Aynı yazara göre Ennius
«Kesin bir kuşkucudur ve inançsızlığıyla düşünür».
(1).
Evhemeros’un yapıtlarını çevirm iştir ve onu be­
nimsemiş görünmektedir. Yazdığı tragedyalardan
birinde kaderden sızlanan b ir kişisini şöyle konuş­
turur: «Tanrıların varlığına inanıyorum; ve onları
her zaman destekliyorum; ancak tan rıların insanlar­
la uğraşmadığı kanısındayım. Çünkü öyle olsaydı,
iyi insanlar mutlu, kötüler mutsuz olurlardı hayat­
ta; oysa hep tersinin gerçekleştiği görülüyor.» (2)
Çiçerön, bu çeşit sözlerin tiyatroda h er zaman genel
b ir alkış tufanı yaratm akta olduğunu söyler (3)
Lucilius da tan rı resim lerine saygı gösteren kişileri
insafsızca alaya alır: Bunların hepsi b ir resim ser­
gisinden, yalandan, kuruntudan ibaret!» (4)
Hiç kuşkusuz, Roma’da, C um huriyetin son dö­
neminde inançsızlık yerleşmeğe bağlamıştır. Çiçe-
ron’un dostlarına, dostlarının Çiçeron’a yazdıkları
m ektuplarda din konusuna hemen hemen hiç deği­
nilmemiş olması ilginçtir. Ama, unutm am alı ki, öz-
ğür-düşünürlerin çoğu dine açıkça saldırıda bulun­
m aktan kaçınm aktadırlar. Çiçeron’un kuş falı ko­

(1) Boissier, Roma Dini, Paris, 1892, s. 4243.


(2) Telamo, (Ribbeek, s. 44)
(3) De div., II, 50.
(4) Lucilius, XV, 2.
D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ 27

nusundaki kuşkuculuğu bilinmektedir, ancak aynı


Çiçeron «halkın inançlarını sarsmamak için» bunu
saklamağı yeğlemektedir. Bunun içindir ki Lucreti­
us da olmasaydı, Koma’da özgür düşünce onu ortaya
çıkarm aktan çekinen seçkin bir topluluğun içinde
kapalı kalmış bir lüks aracı olarak kalacaktı.
Lucretius, yani Epicurus. Çünkü De Rerum Na-,
tu ra ’nın yazarı kendini Graius homo diye adlandır­
dığı ustanın alçakgönüllü bir öğrencisi olarak tan ıt­
m aktadır. Öte yandan Epicurus’un yapıtı kaybolmuş
olduğundan, hangi bölümünün ustayaj, hangi bölü­
m ünün çırağa ait olduğunu ayırt etmek pek kolay
değildir. Ama, Lucretius’un şiirlerinde, özgür-düşün-
cenin tutkulu b ir atılım ının parıltısının, dine karşı
uzun bir savaş çığlığının bulunduğunu inkâr edemi­
yoruz. : , .
. : -Fizik, sistem deniyor, onun sistemine. Gerçektir;
bu ve ;başlık onu açıklam aktadır. Y ukardan beri;
gördüğümüz öbür düşünürler Evreni nemle, ateşle,
apelron’la, ide’lerle açıklam aktaydılar. Lucretius
ise atqmlarfa açıklam aktadır. Küçücük;, parçalaia-'
maz taneler olan atom lar sonsuzdan gelerek gökte,
devinirler. Bunlar, «vadeleri erince», raslaşırlar; bu
raslam alardan «şeyler» çıkar. H er şey çıkar. K urşun
çıktığı gibi hava da çıkar; ateş gibi su da; beden gi­
bi ruh da... Bu kümeler, bölünebilir nitelikte oldu­
ğundan gün gelecek çözülecekler, öleceklerdir.
Atomlar ise ölmezler. B ir başlangıçları olmadığı gi­
bi bir sonları da yoktur onların.
28 D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN TA R İH İ

Epicurus’un, Demokritos’un, Leukippos’un be­


nimsemiş oldukları bu teori bugün aşılmıştır. Modern
Fizik, Epicurus’cu atom kavram ının sadece adım m u­
hafaza" etmiş bulunuyor. Ama Lucretius’un özgünlü­
ğünü meydana getiren şey, her şeyden önce, atom­
culukta bir silâh, doğrudan doğruya, amansız bir
şekilde dine karşı doğrultulmuş b ir silâh keşfetmiş
olmasıdır.
Niçin saldırıyor dine? Çünkü, ona göre, egemen-
iyi, zevktir. Elbet bu, bayağı bir zevk değil,, yapm a
iyilikleri aşağılamada ve bilgelerin düşüncesiyle
kurulm uş Templa serena ile uğraşm ada denenen
tatlılıktır. Oysa din her tü rlü açıklığı olanaksız kıl­
maktandır. Öyleyse ne pahasına olursa olsun, öııu
ylkm âk gerekir., . - <
Din Lucretius’un gözünde iki biçim altında be­
lirm ektedir: bir yanda, kurtuluş . dinleri vardır; bun­
larda kurtarıcı, çok zaman da acı çeken b ir tan rı
İşendi kullarına erinçli bir ölümsüzlüğe ulaşmanın
yolunu, gösterir; öte yanda kelimenin en genel an­
lam ında dinler vardır; bunlar tan rıların dünyayı ve
insanları gözetimleri altında tuttuklarım , a lty a z ı­
mızın onların iradelerine, tutkularına, hatta kapris­
lerine bağlı bulunduğunu, ve duayla, özverilerle,
b ir sürü ayinle onların iyiliğini üstümüze çekmek
zorunda olduğumuzu öğretir.
Lucretius önce kurtuluş dinlerine saldırır. N e­
ler yakıştırarak yapar bunu? K orku yaratm akla suç­
lar onları. Gerçekten kurtuluş dinleri İsis’in, A ttis’-
D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ 29

in, M itra’mn sevgili kullarının sonsuz bir erince ka­


vuşacaklarını söylemekle kalmazlar, o kulların dı­
şında kalanların korkunç cehennem ateşlerinde ya­
nacaklarını da eklerler. Ama sevgili kul olmağı kim
garanti edebilir bize? Kim kendinin h er yönden öy­
le bir kul olduğunu ileri sürebilir? «Titreyen ölüm­
lüler» kitlesi için var olma olanağı, büyük işkence­
lerle dolu ölümden sonra sadece korkuyu ortaya çı­
karm aktadır; bu sürekli korku da onları herhangi
bir erinçten yoksun bırakm akta, sonsuz bir yılgıya
mahkûm etm ektedir. Onları bu yılgıdan atom k u r­
tarıyor. Ruh ve bejden, ayrı ayrı, parçalardan mey-,
dana gelen küm eler olduklarına göre, varlıklarını
ölüm gibi bir çözülüm içinde yok oldukça fiuyarlar.
İnsan varlığı artık yok olmuşsa, cehennem korkusu
da kalm ayacaktır. Böylece, korkudan kurtulunca,
m utlu da olabilir. Lucretius’un, yersiz b ir korku du­
yulan ölümün anim us’un varlığıyla anim a’nm v ar­
lığını birlikte sona erdirdiğini tu tkulu bir m antıkla
belirten m ısraları gelip bu noktaya bağlanır. «Ru­
hun yılgılarını» dağıttığı için Epicurus’a övgüler
düzen coşkusu burdan gelir. (1).
«Kurtuluş» fikri dışında kavranan din ise, ilk
bakışta, insan ve tanrısal güçler arasında bir ilişki­
ler sistemi olarak sükûnetin taşıdığı erince bir engel
çıkarmaz görünmektedir. Ancak b ir kuruntudur
bu! Çünkü bu anlamdaki din de insanların içine

(1) De Rerum Natura, III.


30 D ÎN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ

korku tohum ları ekmekten geri kalmaz. Tanrıların


Evreni yarattıkları, onu yönetmekte oldukları fikri­
ni kabul ediniz, canları istediği zaman yıldırım lar
yağdırabilecekleri, fırtınalar, yer sarsıntıları, ku­
raklıklar, su baskınları yaratabilecekleri fikrini ka­
bul ediniz, bir kere bunu kabul ettikten sonra, «kor­
ku» ya mahkûm olup gittiniz işte. Tıpkı Gizemler’-
in mantığında olduğu gibi. Bereket versin, Epicurus
çıkmış ortaya. Onu dinleyiniz. Hayır, diyor Epicu­
rus, dünyayı tanrılar yaratmadı, yönettikleri de yok
onu, insanların işleriyle uğraştıkları da yok; derin
b ir sessizlik içinde ölümsüzlüklerini sürüyorlar; on­
ların yapıları, doğaları da bize ilişkin şeylerden
ayırıyor onları, uzaklaştırıyor; me bir acı duyabilir­
ler onlar, ne de bir tehlike duygusu içinde olabilir­
ler; kendilerine özgü zenginliklerle donatılmış olan
tanrıların bize ilişkin şeyleri gereksinmeleri bekle­
nemez; bizim erdemlerimiz karşısında duyarsızdır­
lar, öfkeden vb. anlam azlar (1).
i Bundan sonrası, tanrısal güçleri, insanları ve-
pşyayı yönetmekten böyle uzaklaştırırken, Epicu-
rus’un doğru söylediğini kanıtlam ağa kalıyor. Luc­
retius’un bütün şiiri bu kanıtı getirmeğe adanmıştır.
Görüşü tutkulu, açık ve kesindir. Evreni tanrısal
güçlerin yaratm adığını gösteren şey, onun «nesne­
lerin doğasından» çıkan yasalarca yönetiliyor ol­
masıdır.

(1) De Rerum N atura, I.


D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ 31

Lucretius, atom fiziğinin yasaları olan bu yasa­


ları, zaman zaman soluğunu kesecek kertelere varan
bir coşkuyla tanımlamağa özenir. Biz burada, bugün
için günü geçmiş fikirlerle, o günler için vakitsiz
sayılabilecek düşüncelerin ilginç bir şekilde bir­
birine karıştığı b ir kanıtlam a içinde onu izleye­
cek değiliz; konumuz ayrıntılara inmek değil, te ­
mel ilkeyi yakalamak. Bu ilke açıktır: Lucretius, di­
nin karşısına daha sonra bilimsel gerekirciliği, nes­
nelerin konumunu ve insan gruplarının gelişimini
aynı zamanda açıklayan gerekirciliği çıkarıyor. Re­
ne Pichon gibi söylersek, atomun şairi, bilim adına
«yeryüzünden tanrısal olanı kovuyor» (1).
Lucretius, bu kovuşla yetinmiyerek, dinin, kişi-
oğlunu suç yollarına ittiğini de söylüyor. Özellikle
Yunan gemilerini uygun bir rüzgârın Troya kıyıla­
rına götürmesi için babası tarafından kurban edilen
İfijeni’nin özverisini anlattığı aşk ve acıma tüten
m ısralarında şiirin doruklarına varıyor. Ve sonuca
şöyle gidiyor:
Tantum religio potuit suadere malorum! (2)
Bu m ısralarm taşıdığı şiirsel gerilimle dehşete
düşmüş olan yorum cular boşuna b ir çabayla bu ra­
daki religio kelimesini «bağnazlık» ya da «aşırı
bağlılık» olarak ' anlam landırm ağa kalkm ışlardır.

(1) Lucretius'tan Seçme Parçalar. Önsözde Pichon şöyle di­


yor: “Özgür dügüncenin bütün mühimmatı De Rerum Nafui-a’da
saklıdır.
(2) Birinci şarkı.
32 D ÎN E K A RSI DÜŞÜNCENİN TA R İH İ

Buradaki din (religio) kavram ı tan rıların dini an­


lamındadır; yani Lucretius’un kişioğlunu suça sü­
rüklediğini ileri sürdüğü din. Ve zaten Epicurus
ustayı göklere çıkarırken ona yakıştırdığı en iyi sı­
fat insanı dinden kurtarm ası olmaktadır.
Şöyle diyor Lucretius:
«Gözleri önünde, insan hayatı acınası b ir du­
rum da yerlere uzanmış, gök yüceltilerinden iğrenç
görünümlü yüzünü ve dişlerini gösteren idinin ağır­
lığı altında yatıyordu. İlk kez b ir Grek, bakışlarını
kaldırıp ona dikmeğe cesaret etti; karşı koymağı
ilk olarak o göze aldı. Ne ta n rılar üstüne anlatılan
şeyler, ne onların yıldırım ları, ne de gökyüzünün öf­
keli hom urtusu durdurabildi onu. Bütün bunlar
onun cesaretini bilemekten başka şeye yaramadı.
Sımsıkı kapanmış doğa kapılarının çatırdadığını
ilk olarak o işitti. Sonuçta, düşüncesinin gidişen
gücü zafere ulaştı ve dünyanın alevler içindeki du­
varlarının ötesine açıldı; zekâsı ve ruhuyla uçsuz
bucaksız bütün mesafeleri aştı. Bu koşudan, h er şe­
yin üstesinden gelmiş olarak döndüğünde, yaratıcı
olabilenle, yaratıcı olamayanı anlattı bize; her nes­
nedeki gücü belirleyen yasaları, bu gücün bellibaşlı
ve derin sınırlarını gösterdi. Ve din yerle bir oldu
sonunda; yenilmiş alarak ay ak larım ızın ' altına
uzandı; ve bu zafer bizi göksel güçlerle eşitledi» (1)
Uomn dini, bu şiddetli saldırıya aynı şiddetle

ılı Avm yııpıl


fiİN E K A R SI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ 33
karşı koymuş görünüyor. Özgür-düşünceyle din
inançları arasındaki savaş, bu kez kaçınılmaz gibi­
dir. Bununla birlikte ortaya çıkmaz. Lucretius’un
ölümünden uzun bir süre sonra hristiyanlar Epicu-
rus’un fikirlerini yıkm ak için çabalarını Julianus’-
unkilerle (namı diğer Dönek) birleştireceklerdir.
Ama, şimdilik, kimsenin Lucretius’a meydan okudu­
ğu yoktur yine de; yadsınmış, inkâr edilmiş olan
din büyük bir tepki gösteremez. Öte yandan, Virgi-
lius, dini bütün Virgilius, Lucretius’un yapıtım gök­
lere çıkarır; ve ona «Açgözlü Akheron’un fiyakasını
bozduğu, bütün korkuları» defettiği için övgüler
düzer (1).
Karşı çıkılmış dinin bu durgunluğunu açıkla­
mak için Lucretius’un şiirinin tem eline görkemli bir
şekilde Venüs’e bir başvurma, M ars’a bir çağrı koy­
muş olması ileri sürülür. Ancak, daha çok simgesel
değer taşıyan bu başvurm a ve bu çağrı Epicuruş’cu
saldırının tutkulu gerilimini örtm ekten uzaktır. R a­
hipler, kendilerine yapılan meydan okumaya karşı­
lık bir şey yapmamışlarsa, bu, h er şeyden önce,
Lucretius’un sadece küçük bir seçkinler çevresince
izlenen bilgiç şiirinin halk kitlelerinde yankılana-
mamasındandır; ikinci olarak, Cum huriyetin son
yıllarında yılgı içine düşmüş olan dinin İm parator­
luk döneminde parlak bir öç alma olanağına kavuş-
masmdandır.

(1) Georgiques, . II, 489.


I’’.: :ı
34 D İN E K A RŞI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ

Din gizemleri, Roma İm paratorluğu üstünde


etkinliğini kurduğu, Sezarlar metroasizmi ve mitro-
asizmi k an atlan altına aldıkları zaman, zafere eriş­
miş olan dinin Epicurus’u da, Lucretius’u da küçüm ­
sediği görülür.
Ancak siyasal otoritelerin kayıtsız kalışını açık­
layan bir neden daha var; bu da İm paratorluğun ku­
cağında hüküm süren fiili hoşgörü havasıdır.
«Fiilî» kelimesini kullandık. Çünkü hiç bir
yerde düşünce özgürlüğünün b ir hak olduğu fikrine
raslanmamakta:dır. İm paratorluk döneminin büyük
hukukçuları şu sözleri yazarak İnsan Hakları Bil-
dirisi’nin taslağını meydana getirirlerken bizi şa­
şırtacak bir tutku içindedirler: «Doğal hukukta, bü­
tün insanlar özgür doğarlar» (1). Ancak «özgür» de­
yimi burada «köle olmayan» anlamında kullanıl­
m aktadır. Özgürlüğün felsefî bir düşünce ya da
dinsel bir inanç seçebilmekten ibaret olduğu fikri
hiç ırgalamaz onları. XVIII. Yüzyılın düşüncesinin
tem elini meydana getirecek olan hoşgörü kavram ı­
na yabancıdırlar.
Yalnız, ilkelerin altından ve üstünden hayatın
aktığı görülür genellikle. İm paratorlukta o hoşgörü
havası gerçekten yaşamaktadır.
Hiç kuşkusuz, teorik planda, Roma’mn Jü p iter’i
«En iyi» olarak, «En büyük» olarak yaşamaktadır.
Ama İm paratorluk toprakları üstünde bir sürü tan­

(1) Digesta, I, I, 4.
D ÎN E K A RSI DÜŞÜNCENİN TA R ÎH Î 35

rı vardır. Siyasal iktidarlar bu çeşitlilikten y arar­


lanmayı bilmişlerdir. Belirsiz bir şekilde bütün
inançları hoşgörürler. Hatta, daha ileri giderek, Ro­
ma tanrısal güçleriyle yabancı tanrısal güçler ara­
sında bazı kaynaşmaları da rahatça kabul edebilme
eğilimindedirler. Roma Galyası’nda Jüpiter, Junoıı,
Minerva, Ezüs’le, Belenüs’le, üçbaşlı tanrılarla bir
arada yaşarlar; Tötate, S atürn’le birleşir. Bugün bi­
zim yaşadığımız m odem çağda b ir Yehova-Allah ya
da bir Mesih-Buda düşünmeğe im kân yoktur. Böyle
bir .şey dinsiz bir kimseye bile pek şaşırtıcı gelir.
Romalılarsa, bir Mars-Ezüs ya da bir Apollon-Bele-
nüs düşünebilm ektedirler (1)- Alexandre Setvere
Tanrıevinde îsa, İbrahim ’in, Orfe’nin, Tyan’lı Apol-
lonius’un komşusudur.
İkinci bir hoşgörü belirtisi: İm paratorluk top­
raklarında yaşayan bir kimse hiç bir zaman herhan­
gi bir din baskısı altınca kalmış değildir. Bir reza­
letin failiyse, kutsal bir şey çalmışsa yasalar gelip
yakasına yapışır. Ama bir din ayininde bulunup bu­
lunmamakta, bir kurban kesip kesmemekte, dua
edip etmemekte serbesttir. Tanrı-Sezarlar inancı
önerilmektedir; çünkü onda İm paratorluğun birliği
ilkesine elverişli gelen b ir yan görülm ektedir; ama
bunun kimseye baskı aracı olarak işletildiğine de ta ­
nık olunm amaktadır. Tiberius zam anında Romalı
bir şövalye kutsal Augustus adına saygısızlık etmek-

(1) Jullian, Galya Tarihi, VI, 9-11.


36 D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ

le suçlandırılmıştı; Tiberius şu açıklamayı yaptı: bu


sayjgısızlık kuşkusuz ki suçlu bir eylemdi, ama, in­
sanların ada’etine ilişkin bir konu değildi bu: «Tan­
rılara karşı yapılmış hakaretlerin öcünü almak yine
tanrılara düşen bir şeydi.» (1)
İm paratorluk dönemindeki fiilî hoşgörü bir
yerde tanrıtanım azlığa kadar varır. Hilaire de Poi­
tiers, IV. Yüzyılda, insanların yaşantılarına hükm e­
den bir Almyazısı’nm varlığını inkâr eden ve ölümle
birlikte ruhun da bedenin de birlikte ortadan yok
olacağını söyleyen kim selerin bulunduğunu yazar.
Ona göre, daha ileri giderek T anrı’mn varlığını ap­
açık bir şekilde inkâr eden* kim seler de varıdır (2).
Ama, aynı dönemde, siyasal otoritelerce bu ta n rıta ­
nımaz kişilere karşı tedbirler alındığını gösteren hiç
bir ize raslamıyoruz: Tanrılara karşı tum turaklı
sözler söyleyerek kendi kanılarını sakladıkları za­
man yargıçlar koğuşturmadan vazgeçmektedirler.
Bu inançsızlık hakkı öylesine yaygınlık kazan­
m ıştır ki m ezarların üstüne ölünün bir gün yaşa­
mağa devam edip etmediği konusunda yazılan açık­
lam alardan kimse incinmemektedir. Bununla birlik­
te Roma toplum unda ölülere ilişkin inanışların de­
rin kökleri vardır: bu inanış ölülerin, erincin ken­
dilerine gösterilen özenlere bağlı olduğu fikrine
bağlı okluğumdan, yani ölülerin bir şey duym adık­

tı) Tacitus, Annal., I, 75.


(2) Tractat, Super Psalmos.
D ÎN E K A RŞI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ 37

larına, artık bir şey olmadıklarına inanıldığından,


bir bakıma oluş nedeniyle birlikte yıkılm aktadır.
Bu yüzden mezar üstüne yazılan böylesi bir küfrün
kıyasıya önlenmesi gerektiği düşünülebilir. Ne var
ki böyle olmamaktadır. Ölümden sonra hayat olma­
dığına inananlar, m ezarların önünden gelip ge­
çenlere bu inançlarını büyük b ir özgürlükle anlat­
m aktadırlar. Bir Galya mezarının üstünde şu söz­
ler okunur: naturae socialem spiritum corpusque
origini redditi.
Bu sözler ölünün bedenini toprağa, ruhunu do­
ğaya verdiğini belirtm ektedir. B ir maddeci de şöy­
le diyor: Non fui, fui, memini, non sum, non curo.
«Yoktum, varoldum, hatırlıyorum ; yokum, onmuş
değilim.» Belirsiz bir anlam taşıyan memini keli­
mesine başka m ezarlarda taslanm ıyor. D aha başka
m ezarların üstünde sadece yukardaki cümlenin keli­
m elerinin ilk harfleri görülüyor: NFFMNSNC. Jacob-
sen’in de belirttiği gibi, «Yalnız kelim elerin baş
harfleriyle gösterilen bu formülün bugüne kalmış
anıtlardan daha yaygın olduğunu kabul etmek zo­
rundayız». (1)
Şu da bir gerçek ki m ezarlarında bu baş h arf­
lerden meydana gelmiş formülü taşıyan m ezarlar
daha çok pek tanınm am ış kimselere aittir. Ama, IV.
Yüzyılda senatörlük ve mahkeme başkanlığı yap­
mış olan Auson, im paratorlukta en önde gelen ki­

(1) Jacobsen, Les Manes, I, 57.


38 D İN E K A RŞI DÜŞÜNCENİN T A R İH Î

şilerden biriydi. Ve o da şiirlerinde insanın öldük­


ten sonra yaşamağa devam edip etmediğini bilm edi­
ğini söylemekten geri kalm am ıştır. (1)
Bütün bunlar gösteriyor ki Lucretius’un saldırı­
sı, özgür-düşünce ile din arasında açık b ir savaş çı­
karm ağa yetmemiştir. Ama hristiyanlık ortaya çı­
kacak ve her şeyi değiştirecektir.

(1) Commemor, I, s, 39.


III. BÖLÜM

DİNE KARŞI DÜŞÜNCE VE HRİSTİYANLIK

Yasalarında belirtm eden gösterdiği bu hoşgörü


tavrına rağmen, İmparatorluk, düşünce özgürlüğü­
ne karşı iki yönden mücadeleye girişir: yahudilere
zulmeder, hristiyanlara zulm'eider.
Yahudilerin uğradığı zulüm lerin b ir nedeni Ro­
m alıların onları kendilerine düşman bilmeleridir;
iki kez Roma lejyonlarına karşı koym uşlardır Ya-
hudiler. Bununla birlikte, Romalılar genellikle uz­
laşıcı eğilim taşımışlar, hatta, daha önce de b elirt­
tiğimiz gibi yendikleri tanrıların etkilerine de gir­
mişlerdir. Ama Yahudiler karşısındaki tavırları
böyle olmamıştır. Yahudilere barış yasalarına koy­
dukları istisna hüküm lerini savaş yasalarını uy­
gulam ışlardır hep. Niçin? Çünkü onların «(dinsizlik
propagandası» yaptıkları kanısm dadırlar.
Bu suç yakıştırm ası bugün bizi şaşırtıyor. Ama
Romalılar, Yahudilerin Yehova’ya taptıklarını, Ye-
hova’nm da bir tan rı olduğunu çok iyi biliyorlardı.
Ancak Sezar’ları ve halk kalabalığını işkillendiren
şey onların Yehova’ya bağlı oluşları değildi. (Hal
ta İm parator Julien bu bağlılıklarından ötiini kul
40 D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ

luyordu onları (1). Asıl mesele Yahudilerin bu


bağlılık adına im paratorluk toprağındaki bütün
saygın tanrıları ve tanrıçaları aşağılamaları, onlara
saldırm aları olmuştur. Roma için can alıcı bir önem
taşıyordu bu. Jü p iter’in k u llan Yehova’yı kutsal
bir tanrısal güç olarak tanım ağa hazırken, Yeho-
va’m nkiler Jü p iter’i kin ve nefretle anm aktaydılar.
Yahudiler, sadece Jü p iter’e değil, Küçük Asya’dan
İngiltere’ye kadar uzanan topraklarda bulunan
bütün tanrılara karşı da kin ve nefret besliyorlardı.
Bütün tanrıları hor gören, aşağılayan bu insanlara
«dinsiz» işlemi uygulanmaz da kime uygulanırdı?
F ikir planında belki bu deyimin savunulacak yanı
yoktur; dilin m antığına göre (de sağduyuya göre de
bir tanrıya inanan b ir kimseye «dinsiz» deneme­
mesi gerekir. Ama hayat planında bu böyle olma­
m aktadır. Afrika’da, Asya’da ya da başka bir yerde
çok az nüfuslu bir insan topluluğunun kendi tapın­
dığı ve dünyanın geri kalan insanlarının inkâr et­
tiği tanrının gerçek tanrı adına lâyık tek tanrı ol­
duğunu ileri sürdüğünü düşününüz. Bu savını yay­
mak için dış ülkelere propagandacılar gönderdiğini,
bunların görevinin bütün katolik kiliseleri, bütün
protestan taphnakları\ bütün sinagogları, bütün
camileri kötüleyerek aşağılamak olduğunu düşünün,
bütün o din kuram larının o topluluğu «dinsizlik»
le suçlamayacağını söyleyebilir misiniz? Roma, bü­

(1) Epistulae, 89, 89 A.


D ÎN E K A R gİ DÜŞÜNCENİN T A R İH İ 41

tün dinleri aşağılayan Yahudilere duyduğu nefrete


rağmen, gerçekte yine de Yahudi dinine, ulusal bir
inanış olduğu oranda hoşgörülü davranm ıştır. Ama
kendilerine böylece hoşgörüyle davranılan Yahu-
diler dinlerini İm paratorluğun içindeki İsrail’le il­
gisiz topluluklara da önermeğe başlayınca durum
değişecektir. Bu şekilde din değiştirenler, dün ba­
balarının tanrılarına yakarırken bugün kalkıp on­
ları aşağılamağa, onlara küfretmeğe, gülünçleştir*-
meğe çalışm aktadırlar. Yalnız bu düşünce Roma’yı
şaha kaldırm ağa yetiyor. Dinlerin çeşitliliğine evet;
sakınan bir dinsizlik, ona da peki; ama dinsizliğin
kazanmasına, üste çıkmasına, hayır! İm parator Do-
mitien, din değiştirerek Yahudiliğe geçmekten sa­
nık Clemens ile Domisilla’nm idam ferm anlarını
imzalar. Dion Kassius’un dediği gibi, ikisi hakkın­
da da «dinsizlikten sanık» olarak koğuşturm a ya­
kılm ıştır. Uzun mücadelelerden sonra, İm parator
Septim Severus, bütün Roma yurttaşlarına dinsiz­
liği», yani Yahudiliği yasaklamıştır. (1)
H ristiyanlara karş'ı yöneltilen suçlamalar da
aynı «dinsizlik propagandası» temeline dayanır. İlk
sıralarda hristiyanlarla yahudiler birbirine karıştı­
rılm aktadır; bu /da çok doğaldır, çünkü hristiyanlar
da Yehova’ya tapm aktadırlar.
Ama kısa bir süre sonra onların durum u yar­
gıçların gözünde daha da kötü olmağa başlar: çün-

(1) Spart., Sever., I, 25, 9,


42 D İN E K A R SI DÜŞÜNCENİN T A R İH Î

kü hristiyanlar, Y ahudiler gibi, kendi tanrıları dı­


şındaki bütün tanrısal güçleri in k âr ederken, onlar
gibi ulusal bir kaygıdan hareket etmemektedirler.
Bu bakımdan tam anlamıyla «dinsizlik» propagan­
dası yapmak amaciyle işlevde bulundukları ileri
sürülür. İm parator Julien’in imzaladığı ferm anlar­
daki bu suçlama biçimi bugünün hristiyanlarm a tu ­
haf gelebilir belki. Gerçekten de, Baba’ya, Oğul’a,
Kutsal-Ruh’a inanan b ir kimsenin «dinsiz» olduğu
düşünülebilir mi diye. Genellikle şöyle düşünülür:
hristiyanların Roma’da zulüm görmeleri, paganiz­
min ruhuna aykırı birtakım yenilikler getirm ele­
rinden ötürüdür: ilk günaha inanmak, acı çeken bir
ta n rı tarafından kurtarılm aya, vaftize, dinsel ey­
lemlere, yeniden dirilişe, m ahşer duruşmasına inan­
m ak gibi. Ne var ki bunların Roma ıdünyasmı ve
Roma siyasal otoritelerini telâşa vereceğini düşüne­
meyiz; çünkü böylesi inanışlar yüzyıllardan beri
kurtuluş dinlerince öğretilm ekteydi zaten. Metroa-
sizmde de M itroasizmde de aynı k urallar v ard ır te ­
melde. Öte yandan çarmıha gerilen İsa Romalıların
gözünde kendini hadım eden M itra’dan ya da Si­
bel’in, yani M eryem-Ana’nm aşkı için kendini ha-
flım eden A ttis’ten daha trajik değildir. Yalnız,
payenlerle hristiyanlar arasında temel bir ayrım
var: birinciler, kendi tanrıları dışında bütün tan ­
rılara da saygı beslerler; İkincilerse kendilerinkin-
den gayrısm a b ir saygıları yoktur. Birinciler, ger­
çeğe ulaşmak için birçok yolun mümkün olduğu
D İN E K A R ŞI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ 43

kam sındadırlar; İkincilerse kendi yollarından baş­


ka yolların insanı mahva sürüklediğini düşünürler.
Sadece düşünmekle kalmazlar, söylerler de. İm para­
torluk sınırları içindeki bütün tan rıların boş ve za­
rarlı- bir sürü puttan ibaret oljduğunu ilân ederler
açıktan açığa. Yargıçların karşı oldukları şey de
budur işte. Bireysel kanılar söz konusu olduğu za­
m an hoşgörülü ve geniş yürekli olan bu yargıçlar,
dine karşı toptan b ir saldırıda bulunuyor görünen
kimselere karşı şaha kalkarlar. Sonunda din ku­
rum lan, yerleşik inançlarla İm paratorluk yasaları­
nın bir bütün m eydana getirdiğini, «eski dinin yeni
bir dinle eleştırilmemesi gerektiğini» açık açık be­
lirtm ek gereğini duymuşlardır. Zulüm ler bur-
dan gelir.
Şurası bir gerçektir ki bu zulüm eylemleri sı­
rasında yahuıdiler ve hristiyanlar özgür düşünceyi
tem sil etm ektedirler. Bu söz ilk bakışta tuhaf ge­
lebilir; çünkü, ve elbet, kelimenin çağdaş anlamın­
da hristiyanlar da, yahudiler de öyle değildirler;
çünkü -özgürlüğü başkaları için değil, yalnız kendi­
leri için istem ektedirler; kendi inançlarına saygı
gösterilmesini isterlerken açık açık başkalarının
inançlarına kendilerinin saygı göstermediklerini be­
lirtm ekten çekinmemektedirler. Ama. tek doğru
"olduğuna inandıkları inançları uğruna ölüme gide­
bildikleri ve baskılar karşısında inançlarını savun aj
bildikleri de inkâr edilmez bir doğrudur. «Kurban­
ların işleri» nde, bir yandan öfkeden kudurun kon-
44 D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ

kül vekilini, baltacıları, cellâtları, odun yığınlarını,


öte yanda Christianus sum diyen silâhsız müm ini
gördüğümüz zaman, içimizden en usçu olanlarımız
da, yalnız kendi inançlarından güç alanları, din
değiştirmektense en korkunç işkencelere yiğitçe
katlananları yeğ tutarız.
İşte bu bizim şimdiki duygumuz, o sıralarda
Roma yargıçlarının ve im paratorlarının büyük bir
bölüğünün de duygularıydı; im paratorluk politika­
sının çelişkileri ve kararsızlıkları burdan geliyor.
Evet yahudilere işkence edilmektedir; ama on­
lara İm paratorun tan rı sıfatını yadsımak, Sezar’a
yapılacak sunguların' yerine Yehova’ya yapılacak
sunguları koymak, ve sinagoglarından İm parator­
lukla ilgili resim leri atm ak olanağı da tanınmış bu­
lunuyordu. Yüzyıllar boyunca yahudilerin «sabba-
tik» yıl geleneğine saygı göstermek amacıyla yedi
yılda bir yıl vergi m uafiyeti konulmuştu- (1)
Uygulanan aynı uyumsuzluklar, aynı belirsiz­
lik, hristiyanlara uygulanan politikada da görülür.
Mesih’in çocuklarına kıyasıya zulmeden impa­
ratorlar vardır; ama bundan büyük üzüntü duyan­
lar da vardır: Septim Severus, Desius, Aurelianus,
Diocletien gibi- Hele Antonen, onların koruyucusu
olarak görünmek ister; bir Caracalla Tertuillen hris-
tiyan sütü emdiğini yazar. Heliogabal, kendi tapm a­
ğında hristiyanlara da ibaret olanağı sağlamak is­

(1) Albert Bayet, Fransa'da Ahlâkın Tarihi, Cilt II, s. 69.


CİME K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ 4§

ter; Aleksandr Severus, İsa’yı kendi tdua yerine koy-


durtur; Filip, hristiyan geçinir; Gallien m ezarlıkla­
rın m ülkiyetini kiliselere bağışlar; Konstans, Diocle-
tien ferm anlarını uygulamağı reddeder. Kimi za­
man aynı im paratorun uyguladığı politika da çe­
lişkiler görülür: Marcus Aurelius zamanında ermiş
Blandin ile ermiş P othin’e Lyonda öldürülmeden
önce korkunç işkenceler yaplır; ama dinlerine bağlı
m üm inlerin bir koruyucusu olduğunu ilân eden de
yine Marcus A urelius’un kendisidir. (1)
Yargıç takım ının hristiyanlara uyguladıkları
koğuşturma biçimleri arasında da bir uyum yoktur.
Teorik olarak, zararlı dinsiz damgası yiyen bir
hristiyanm sıkıştırılması, suçunun itiraf ettirilmesi
gerekir. Gerçekteyse birçok yargıç bunun tersi bir
yoldan gitm ektedir: tatlılıkla, zor kullanarak, iş­
kence tehdidinde bulunarak sanıktan b ir itiraf de­
ğil, bir inkâr koparmağa çalışmaktadırlar. Söyle­
dikleri bir kelimeyi, hristiyan olm adıklarına yoru-
labilecek bir jestlerini esas alarak hem en bir beraat
kararı yazmak eğilimindedirler. Tertullien’in bu
Şekilde hareket edildiğini anlatan ve içinde öç alıcı
bir eğleninin kıpırdadığı sayfalar ortadadır. Hukukî
anlamda yeterli belgelerdir bunlar. Ama yargıçların
tavırları da anlaşılmaz değildir: onları inciten şey,
V ettius’un ruhunda İsa’ya karşı beslediği iman de­
ğil, bu iman adına bütün tanrıları aşağıladığım be-

(1) Albert Bayet, adı geçen yapıt, s. 71-72.


46 D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ

lirtm esidir. «Ben hrislfiyanım»ı demekten vazgdçse1


yargıç tarafından salıverilecektir. H atta yargıçta o
kanıyı uyandırm ası da yetecektir buna.
Neyi gösteriyor bu olaylar? İm paratorluğun,
hristiyanlara zulüm ler uygularken iyi niyetle h are­
ket etmediğini. İm paratorluk, hristiyanlığm , din­
sizlik propagandasından ötemde, din duygularına sal­
dırdığını, hatta eski Roma politikasının ilkesi olan
bütün tanrılara saygı fikrini zedelediğini belli belir­
siz bir şekilde hissetmektedir. Bu kuruntunun öte­
sine geçtiği zaman darbeyi indiriyor, ama darbeleri
isabetli olamıyor.
IV. Yüzyıl başında, Diocletien zulümlerinin erte­
sinde, zafer noktasına ulaşmış görünen dinde öz­
gürlük olayını işte İm paratorluktaki bu kararsızlık­
la açıklayabiliriz.
311 Nisanında, ağır hasta düşmüş olan İm para­
tor Galer, Nikomedi’de b ir bildiri yayım layarak
hristiyanlara eziyet etm ekten vazgeçtiğini açıklar.
Ve ekler: «Bu bağışlamamız karşılığında onlar da
bizim kurtuluşum uz için, Devlet için, kendileri için
kendi tanrılarına yakarm alıdırlar; Cum huriyetin
en yüce bir erinç noktasına çıkması ve kendi evle­
rinde güven için,de yaşam aları için» (1)
Elbet, Galer, bundan böyle hristiyan inançları­
na hoşgörüyle davranacağı yolundaki iradesini
açıklarken payenlere karşı hiç bir tedbir almaya-

(1) Lot, Antik Dünyanın Sonu ve Ortaçağın Başlangıcı, s. 31.


B IN E K A R SI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ 4?

çaktır; böylece de İm paratorluğun kucağında ve


onun damgasını taşıyacak bir hoşgörü ortam ı için­
de hristiyanlarla payenlerin yanyana yaşayabilecek­
leri saat çalmış bulunuyor
H ristiyanların yararlandıkları bağışı, dualariyle
ödemek durum unda kaldıkları, bu ayrıntının ise
pek hoş bir şey olmadığı açıktır. Ancak, 313 yılının
Ş ubat’mda İm parator K onstantin ünlü Milan Fer-
m anı’nı yayımlar; bu fermanda hiç bir kaçamağa hiç
bir sınırlamaya, hiç bir koşula yer verilmeden din
özgürlüğü ilkesi ilân edilmektedir:
«Uygun zamanda M ilan’a gelindikten, ve halkın
iyiliğine ve erincine yararlı olabilecek her şey, bu
arada insanların çoğunluğuna hizm et edebilecek ko­
nular araştırıldıktan sonra, ilkin dinlere saygı husu­
sunu düzenlemek, hristiyanların ve herkesin istedik­
leri dine bağlanmakta serbest olmaları gereği dü­
şünüldü. Tanrı, göklerdeki katında sevincimize ta-
hık olsun, bizden ve hükmümüz altında yaşayan
halklardan kayrasını esirgemesin» (1)
Bu ünlü metnin, düşünce özgürlüğünü değil,
inanışların özgürlüğünü ilân ettiği birçok kez ileri
sürülm üştür. D oğrudur bu. Ama, ilkeler planında
kalın bir çizgi halinde çekilen bu sınıflamanın pra­
tik önemi fazla olmasa gerektir; çünkü, İm parator­
luk, saldırgan olmadığı sürece, imansızlığı zaten
hoşgörmektedir. Ama, ne olursa olsun, işin tartışm a

(1) Lot, adı geçen yapıt, s. 32.


48 DİNE KARSI ÎDÜSÜNCENÖÎ TARİHİ

götürmeyen yanı şu ki tumturaklı bir biçimde hris-


tiyamn hristiyan olmağa, payenin payen olmağa
hakkı olduğunu ilân ederek zulümlere bir son veren
313 Fermanı, özgürlüğün parıltılı bir zaferi, tarihin
aydınlık doruklarından biridir.
Ama, ne yazık, bu fermanın yüzyıllarca olma­
sını özlediği barış bir sabah boyunca sürmektedir.
Kuşkusuz, IV. Yüzyılda hoşgörü bölgeleri vardır.
Kasabalarda oturan, kırlarda eski dinlere bağlı ka­
lan, bu yüzden de pagani diye anılan pagiler zulüm
görmemişlerdir; hiç değilse kamuoyu önünde impa­
ratorluk düşüncesinin yarı resmî yorumcuları olan
panegristler (övgücüler), söylevlerimde Minerva ve
Apollondan söz ederler de İsa’ya en ufak bir imada
bile bulunmazlar; Auson gibi önemli bir kişi, hristi­
yan olduğunu belirttiği halde payen şiirler yazmak­
tan da kendini alamaz; Konstantin, bir süre hristi­
yanlarla payenler arasında eşit bir denge kurmak
istedikten sonra hristiyanlığa kayar. Milan Ferma-
m ’m yürürlükten kaldırmaz; ama onun dayandığı
özü yok sayar: sabırla, ihtiyatla, ama inatla «Hristi­
yan İmparatorluk» u hazırlar.
İnanılmazmış gibi görünen bir dönüştür bu.
İnanılmaz oluşunun üç nedeni vardır: bir kere, hris­
tiyanlar IV. Yüzyıl başında İmparatorluk içinde bir
azınlıktan ibarettir; ikinci olarak, parayı aşağılama­
ları, zenginlikten nefret etmeleri, bekârlığı yücelt­
meleri, memuriyetten tiksinmeleriyle İmparatorluk
için tehlike yaratabilir nitelikte görünmektedirler;
DİNE K Â R gl DÜŞÜNCENİN TARİHİ 49

üçüncü olarak, Kleman’m,' Orige’nin, Tertullien’in


ağızlariyle askerlik hizmetini mahkûm ettikleri için
daha yaşarken imparatorluğun hayatım tehdit et­
meğe başlamışlardır. Ünlü Hippolyte Kararlan, as*
kerlerin kiliselere girmelerini yasaklamıştır (1).
Bazı çevrelerde, Maximilien ordusu için asker top­
lanırken, İsa’nın çocuklarının asker olamıyacağı
karşılığı verilir (2). Hizmete çağrılan eski asker Ti-
pasius şöyle der: «Ben İsa’nın askeriyim, gelemem.»
Er Abadius da orduya katılmaktansa ölümü yeğ
tuttuğunu belirtir (3). İlk bakışta İmparator Kons-
tantin’in yöndeşlerini, dostlarını bu «devrimcilerin»,
İsa’nın Saint Pierre’in silâhını alırken bütün askerle­
ri de silâhsızlandırdığına inanan bu «barışın çocuk­
ları» arasında araması çok şaşırtıcıdır.
Ama «Milan Fermanı» yazarının yaptığı dönüşü
açıklayan bir nokta var: hristiyanlara ne düşündü­
ğünü bildirirse, onlarla birlikte paganizme karşı
koyabileceğini ve onların «antimiliter», «devrimci»
niteliklerinden vazgeçmelerini sağlayabileceğini he­
saplamıştır. Birinci nokta üstüne görüşmeler hemen
başlamıştır. Konstantin bu arada en aşırı bir istekte
bulunmuştur: askerlik hizmetini yapmağı kabul et­
meyenlerin bundan böyle afaroz edilmeleri. Sağladı

(1) Albert Bayet, İlk ysilarda Hristiyanlık ve Pasifizm, s. 70.


(2) Aynı yapıt, s. 83.
(3) Aynı yapıt, s. 86-88.

F.: 4
50 DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ

bunu. 314 yılında Arles’de toplanan bir kurultay aşa­


ğıdaki kararı verdi: «barış zamanında silâhlarını
atan kimselerin aforoz edilmesine...» (1)
İkinci noktada İmparatorun başarı payı daha
azdır; ama daha az açık değildir: kilise hristiyanlı-
ğm aşırı hükümlerinin dünyevî olmayan rahiplere
uygulanacağını, kitleler için ise bir değişim düşü­
nülemeyeceğini, ve hristiyan dünyasının Payen
Roma tarafından yavaşça uyarlanmış bir adlî sistem
içinde yaşamasına devam edeceğini kararlaştırdı.
Bu birleşmeyle güçlenmiş olan Konstantin, Clau­
dius zamanından beri İmparatorluğun her an düşü­
nü gördüğü bir şeyin nihayet gerçekleştirilebileceğini
düşünecek duruma gelmiştir; din birliğini, İmpara­
torluk birliğinin harcı yapmak. Öbür Sezarlar bunu
başarabilmek için Sibel’e, Mitra’ya, Sol Invictus’a yö­
nelmişlerdi; ama bu tanrılar hoşgörülü oldukları
için, birlik sağlamada yararlı olamamışlardı. Ama
hristiyanlara dayanmak başka şeydi; gerçi bunlar
küçük bir azınlıktı; ama tutkulu, «sahte tanrılar» ı
yerle bir etmeğe kararlı bir azınlık. Onlara güveni­
lirse, İmparatorluk kurtulabilirdi.
Konstantin’in ardılları bu fikre sarılarak yıl­
maz bir güçle paganizme karşı mücadeleye girdiler.
İmparator Konstans şöyle yazar: «Herkesin sun­
gularda bulunmaktan kaçınmasını istiyoruz; bir
kimse bu tü r bir eylemde bulunursa hakkında en

(1) Albert Bayet, aynı yapıt, s. 1.


DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 51

ağır ceza hükmü uygulanacaktır» (1).


356’da yeni yasa: «Buyruğumuzdur: sungulara
katılmağa ya da putları yüceltici davranışlara kal­
kan kimseler ölüm cezasına çarptırılırlar» (2).
392’sde Lare’ye, ateşle, Genius’a şarapla, Pena-
tes’e kokuyla, ışık yakarak, günlük kullanarak, mum
dikerek gösterilen saygı belirtileri yasaklanır (3).
3391’de, «tapınakların çevresinde gezinme» (4)
395’de, «onlara bakma» yasağı (5).
399’da, «kırlardaki tapmakları yıkma» buyru­
ğu (6).
404’de, özel kişilere ait olanlar da dahil olmak
üzere, bütün sunakların ortadan kaldırılması . ve
payen dinleriyle ilgili bütün heykellerin yıkılması»
konusunda buyruk (7).
435’de, «henüz yıkılmamış bütün payen tapmak­
ları ve binaları yıkılacaktır. Bu yasaya karşı ge­
lenler ölüm cezasına çarptırılacaklardır» (8).
Kuşkusuz, bu şiddet hareketleri karşısında pa­
ganizm yaşamasını sürdüremez; İmparator Julien’-
in, Eugene’in, Arbogaste’in çabalarına rağmen yıkı-

(1) Code Theodos., 16, 10, 2.


(2) Aynı yapıt, 16, 10, 12.
(3) Aynı yapıt, 16, 10, 11.
(4) Aynı yapıt, 16, 10, 13.
(5) Aym yapıt, 16, 10, 16. ,
(6) Aym yapıt, 16, 10, 19.
(7) Aym yapıt, 16, 10, 25.
(8) Aynı yapıt, 16, 10, 6.
52 DİNE KARŞI DÜŞÜNCENİN TARİHİ

lıp gjtyder. Düşünce özgürlüğü bir ölüm darbesi ye­


miştir.
İmparatorluk yönetimine katılan herkesin bun­
dan böyle hristiyan olduğu düşünülürse, sonunda,
feda edilmiş özgürlük pahasına, hiç değilse hukuki
anlamda bir barış ortamına ulaşıldığı düşünülebilir.
Ne var ki, kilise, paganizme karşı zafer kazanınca
bu kez kendi içindeki sapkınlıklarla (heresie) çatış­
mağa başlayacaktır. /
Sapkınlık (heresie) kelimesi, Grekçe anlamı
«almak» olan ve ilginç bir inanç sorunu karşısında
kendilerinde bir tavır takınma, kişisel fikirler ta ­
şıma ve din kardeşlerinin çoğunun duygularıyla ça­
tışsa da bunları savunma hakkı gören mümin kişi­
lerin durumunu anlatır. Bu yüzden de, bunlar belli
bir çerçevede özgür düşüncenin temsilcileri olmak­
tadırlar. Ye daha ilk dönemlerde sayıları iyice art­
mağa başlamıştır.
Gnostikler (Bilinirciler), Basilide, Isidore, Car-
pograte, Valentin, Bordesone, Harmonius, genç ki-
liselerce benimsenmiş en yaygın dogmalara karşı
çıkarlar; Marcion, Ahdi Atik’le İncil arasındaki bü­
tün bağıntıları koparır ve hristiyanlığı yahudi düş­
manı bir yola sokmağa çalışır; Ankratitler evliliği,
eti ve şarabı yasaklarlar; Ebionitler İsa’nın doğa­
üstü doğuşunu reddederler; Kutsal Ruh tarafından
gönderildiğini söyleyen Montan, göksel Kudüs'ün
yeryüzüne ineceği ve Frikya’da kurulacağı savm-
dadır; Theodote, İsa’nın hem tanrı hem insan oldu­
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 53

ğu düşüncesine karşı çıkar; Modalistler, Baba \e


Oğul’un iki tanrısal gerçek olduğu fikrini yadsırlar;
Arius, Tanrının sonsuz, kendinden mevcut bir var­
lık olduğunu Logos’u, yani İsa’yı yarattığını ve
sonradan onu oğulluğa kabul ettiğini belirterek hris­
tiyan dünyasını karıştırır; aym karışıklığa İsa’ya
ilişkin sorunlarda Nestorius’un Cyrille ile çatıştığı
zaman raslanır; o korkunç kayra sorununu ortaya
döken Pelage, ilk günahı inkâr edip serbest-irade-
den yana konuşunca da ortalık bir güzel karışır.
Bütün bu bilinen olaylar, ve burda değinmedi­
ğim daha bir sürü olay, Eilise’nin içimde ilk beşyüz
yıl boyunca bir değişik fikirler kaynaşması oldu­
ğunu ' gösteriyor. Sapkınlar, kelimenin - çağdaş, an­
lamında özgür düşünür niteliğini taşımazlar; çün­
kü, düşmanları gibi onları da gözlemin ve usun dı­
şında ve üstünde b i r ’esine inanırlar; ama bu esini
kişisel olarak yorumlama hakkını ileri sürerken ve
bu yorumla geleneğe, kilise otoritesine karşı çıkar­
ken, kesin bir biçimde düşünce haklarını savunma
dur'umuna girmektedirler.
Yalnız, düşünce haklarının savunulması kilise­
nin birliğine karşı sürekli bir tehlike meydana ge­
tirmektedir: hoşgörüyle davranılmaması, gereğinde
zor kullanılarak ezilmesi gerektiği fikri burdan çı­
kar.
Hristiyanlar zulüm gören (bir .azınlık oldukları
sürece bu fikir pratik anlamda fazla önem taşıma­
mıştır. Saint Irenee, II. Yüzyıl sonumda ünlü yapıtı
54 P İN E KARŞI DÜŞÜNCENİN TARİHİ

Adversus Haereses’i yazdığı zaman, bu yapıtta be­


lirttiği kimselere karşı otoriteyi harekete geçiremez.
Sapkınlar ve Ortodokslar boğazlaşarak çekişmekte,
karşılıklı olarak afarozlaşmakta, kimi zaman da ken­
di kavgalarına yabancı yargıçlar tarafından hep bir­
likte mahkûm edilmektedirler.
Ama Kilise, alınyazısını Sezar’larm almyazı-
sıyla birleştirdikten sonra her şey değişir. Hristi-
yanlık, İmparatorluğun bekçisi olarak, İmparator­
luğun da kendi birliğinin bekçisi olmasını, mantıklı
görür. Ve sapkınlığa' karşı da Paganizme olan kadar
Şiddetli bir mücadele açmak için dünyevî kuvvetin
yardımını ister.
Başlangıçta İmparatorluk kararsız ,d avranır,
Konstantin isteksiz bir şekilde ve kuşkusuz askerlik
hizmetini yapmak istemeyenlere karşı karar çıkart­
mak amaeiyle Arles kurultayında sapkın ,d°natist-
lere karşı tedbirler alır. Ve 325’te Nicee kurultayıyla
Ariuscuları mahkûm ettirir, ama bir süre sonra.Ari-
us’la yeniden uzlaşır. Sonra -onlara yeniden sert
davranmağa başlar. Novasyenlere, Valentincilere,
Marsiyonlara, Poyyanistlere, Mantonculara saldırır
ve onlar için toplanma yasağı koyar. (1) Hiç değilse
haklarında koğuşturma yapılırken kayrasını esir­
ger. Ama kendinden sonra gelenler daha da ileri gi­
derler. 379’da, bir yasada şöyle denilmektedir: «Tan­
rı buyruğunca ve İmparatorluk yasalarınca yasak-

(1) D udıenesse, Eski Kilise T arihi, H, s. 171.


DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 55

lanmış bütün sapkınların susturulması gerekmekte­


dir» (1)- Ve bazan bir grubu, bazan başka bir gru­
bu, çok kez de bütün sapkınları kavrayan bir dizi
tedbir alınır: kentlerde oturma yasağı, vasiyet et­
me yasağı gibi. Sapkınlar özel bir evde toplanıyor­
larsa, o eve el konacak, suçlular idam edilecek, ki­
tapları yakılacaktır (2). İmparatorluğun kanısına
göre, sapkınların, «ahlâk yönünden olduğu gibi ya­
salar yönünden de öbür insanlarla ortak hiç bir ta ­
rafları yoktur»; bunun için bütün evrenden «kovul­
maları gerekir» (3). ,
385’te kan dökülür; Priscillien’in ve daha ünlü
Çömezlerinin başları, İmparator Maxim’in buyru­
ğuyla vurulur. 408’jde bir yasa din konusunda her
türlü tartışmayı yasaklar: tanrısal düzeni tartışan
ya da onu kötüleyen düşünceleri onaylayan kimse­
ler cezalandırılacaktır (4). Paganizmden sonra,
hristiyan özgür düşünce de ölüm darbeleri altında­
dır.

(1) Code Theodos., 16, 5, 5.


(2) Aynı yapıt, 16, 5, 11.
(3) Aynı yapıt, 16, 5, 17.
(4) Aynı yapıt, 16, 5, 45.
IV. BÖLÜM

ORTAÇAĞDA DİNE KARŞI DÜŞÜNCE

IV. Yüzyıl imparatorları tarafından konmuş


olan «Devlet dini», İmparatorluğun çöküşüne kadar
yaşamıştır. Clovis, Ariusculara karşı zor kullanır;
Charlemagne, Saksonlara karşı zora başvurur; Char­
les Martel zamanından Haçlılar zamanına kadar
hristiyanlarla Sarrasinler arasındaki ilişkiler zora
dayanan ilişkilerdir; kimsenin aklına gelmemekte­
dir Ariuscularm, Saksoıılarm, Müslümanların da
bir düşünce özgürlükleri olabileceği.
Ortaçağ, sapkınlığa karşı pek azgındır. 1022’de
Sofu Robert bir piskoposlar, baronlar kurultayından
karar çıkartır; sapkınlar yakılacaktır. Albigeoia
savaşı sırasında 'tüyler ürpertici soydan bir insan
kesimine tanık olunur, hem de çocukmuş, kadınmış,
hiç gözetilmeden. Engizisyon, sanıkların itiraf etme­
lerini saklamak için işkence tezgâhlarına, darağaç-
larma, alevli meşalelere başvurur; ana babalarına
karşı tanıklık etsinler diye çocukları mahkeme önü­
ne çıkarır.
Bu baskı ve zor yöntemleri Dinbilim tarafından
haklılaştırılmaktadır. Kalpazanlar, der Saint Tho­
mas, yeryüzü prensleri tarafından* ölüme mahkûm
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 57

ediliyor. Ruhun hayatı demek olan inancı bozmanın,


sahte para sürmekten çok( jdaha ağır bir suç olması
gerekmez mi? Öyleyse hatasında ayak direyen sap­
kını tutup .dünyevi kuvvetin kollarına teslim etme­
lidir. (1).
Hiç kuşkusuz Ortaçağ devlet adamları böylesi
baskı ve zor yollarına başvurmakla özgür düşünce­
nin silinip gittiğine inanmışlardır. Boş bir umut.
Hiç bir yerde peşi bırakılmayan sapkınlık yeniden
doğmaktan geri kalmamıştır.
1000 yılının sonlarında, Leutard adlı bir köylü
Kutsal Ruh’un elçisi olduğunu söyleyerek, köylüleri
ondalık vergiyi ödememeğe ve bütün îsa’lı haçları
devirmeğe çağırmıştır. Kısa bir süre sonra; Soissons
bölgesinde manişeizmle (Manes’ye bağlı olmakla)
süçlanan başka iki köylü diri diri ateşe atılarak ya­
kılmıştır. Kilisenin bir çok temel dogmasını redde­
den «katarizm» Arras’ta, Châlons’da, Orl&ans’da, Li-
moges’da, Toulouse’da belirmiştir. Bu sapkın hareket
Tours’lu Berenger’yi, kendilerini hadım ederek ölü­
mü yeğleyen iki rahibi, Etienne ve Lisoie’yı, vaftize,
sungulara ve gerçek varlığa karşı olduklarım söyle­
yen Apostolikler’i de etkisi altına alır. Bretagne’da
Eon de l’Etoile, Tanrının oğlu olduğunu ilân eder
ve ruhban takımına karşı savaş açar. XII. Yüzyılda
Pierre de Bruis, Etienne ve Lisoie’nin fikirlerini ye-

(1) Sum. Tbeolog., II a, II ae, 9, XI, a, 3.


58 DİNE- KARŞI DÜŞÜNCENİN TARİHİ

niden ele alarak geliştirir. Kendisini diri diri ateşe


atarak yakarlar, ama çömezi Lausanne’lı Henri
onun öğretisini yeniden ele alır ve Saint Bernard’m
bütün çabalarına rağmen büyük bir başarı elde
eder. 1170 yılma doğru, Lyon’lu zengin bir tüccar
Kilisede reform yapmağa girişir, kendini izleyen çö­
mezleri de Franche-Compte’de, Bourgogne’da, Lor-
raine’de, Dauphine’de, Province'te yöndeşler bulur­
lar. Tam bu sıralarda Pierre de Bruis ile Lausanne’-
lı Henri’nin fikirleri de sürekli ilerleme kaydede­
rek Albigeoise sapkınlığını meydana getirir; bu sap­
kınlık manişeizm ve katarizmle uyarlanmış bir ki­
liseyi Roma. Kilisesinin karşısına çıkarır bir süre,
Albigeoise Kilisesi Simon de Monfort’un kanında
boğulur, ama Petrus Valdo’nun dini ve Çatar ruhu
zulümler içinde yaşamasını sürdürür ve Reforma
yol açarlar. XII. Yüzyılın sonlarında ve XIIIj. Yüz­
yılın başlarında Amari de Benes, Büyük Notre-Da-
me Paris Okulunda hak mezheplere açıkça karşıt
bir Panteizmi öneren dersler verir; çömezleri de
Ahdi Cedid’in Kutsal Ruh inanışının yerini alması
fikrini ortaya atarlar.
Orta çağda, özgür düşüncenin aşırı biçimi, sal­
dırgan biçimi olarak beliren sapkınlık tek bir bi­
çim altında görünmez. Özgürlük eğilimi, ortodoks
kalmayı düşünen dinbilimciler evreninde de aynı
şekilde yankılanır; bunlar da sorunları tartışmak
özlemindedirler. Kuşkusuz, iyice ünlenmiş bir ya­
pıtında M. Gilson’un, çağdaş düşüncenin bir çok ba­
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN- TARİHİ 59

kımlardan, Ortaçağ düşüncesinin doğal bir sonucu


ve basit bir uzantısı olduğunu, «Usun, Dinbilimin
bir mirasçısı» olduğunu söylerken biraz uzağa git­
tiği söylenebilir. (1) Skolastik, en büyük bir tutkuy­
la, inancın önceliği ilkesini koyar ve en açık gerçek­
lerin bile tanrıesinî karşısında eğilmesini ister. Öte
yandan, Scot ErigenelX. Yüzyılda (Gerçek usça
benimsenmemiş hiç bir otorite sağlıklı esinler ala­
maz» (2) derken, Saint Anselme Credo u t intelle-
gam formülünü ortaya atarken (3) Abelard bir
inanç gerçeğini Tanrı öyle dedi diye değil, us ka­
bul ettiği için benimsemek ilkesini koyarken (4). A l-:
bert Ie Grand ve Saint Thomas, Aristo bilimini hris­
tiyan giysiler içine sokarken de aynı ölçüler içindey­
diler. P. Mandonnet, Siger de Brabant’m İbnürrüştü
hatırlatan tavrında «Özgür düşüncenin kılık değiş­
tirmiş bir biçimini buluyor. (5)
Bu çağlardaki düşünce- tutkularının, 1 rahatsız
edici tutkuların kanıtı Kilisenin harekete geçme­
siyle açıklanabilir: Şcot Erigene, Valence ve Lang-
res Kurultaylarınca mahkûm edilmiştir; Abelard
1141’de Sens Kurultayı ve Innocent III. tarafından
mahkûm edilmiştir. 1210’da Paris’te toplanan bir
kurultay, Aristoteles’in felsefi yapıtlarını okumağı

(1) Gilson, Ortaçağda Felsefe, Paris, 1931, s. 8.


(2) De Divisione Naturae, I, 65.
(3) Proslog., I.
(4) Dictionnaire du Theologie Catolique, s. 45.
(5) Mandonnet, Siger de Brabant ve Latin Averroizmi, Lou­
vain, s. 194.
60 DÎNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHÎ

yasaklamıştır; okuyanların aforoz edilecekleri belir­


tilmiştir. 1215’te, Papanın özel görevlisi bir kardinal,
Paris Üniversitesinde «metafizikle ve doğa felsefesiy­
le ilgili» derslerin okutulmasını yasakladı. 1231’de,
Gregoire IX., bir komisyonu Aristoteles’in yapıtları
üstünde bir ayıklama yapmak ve sakıncalı bölümleri
çıkarmakla görevlendirdi. 1277’de Paris Piskoposu,
Şiger de Brabant’m birçok görüşünü mahkûm etti.
1474’de, Louis XI. nominalist (a<dcı) görüşlerin, açık­
ça, hatta gizliden gizliye öğretilmesini, izletilmesini
yasakladı; bu yasağa uymayanlar sürgüne gönderi­
lecekti. (1)
- Felsefe kurgulan, bilimsel ilerleme, artık din
inancını daha fazla tehdit etmeğe başlamıştır. X ÎÎI..
Yüzyılda şaşırtıcı ve gözüpek çıkışlar olmuştur. Ro­
ger Bacon, «Deneysel bilim» sözünü kullanmaktan
hiç çekinmez; yalnız «deney» in «doğrulayıcı» oldu­
ğunu söyler, ilerleme teorisini Pascal’mki kadar
çarpıcı bir biçimde ortaya koyar ve çağdaşların, sa­
dece çağdaş oldukları için, eskilere karşı zafer1 ka­
zanmış olduğunu söyler: quanto juniores, tanto pers-
picaciores, quia juniores, id est posteriores (2). Oc­
cam da, Bacon gibi eognitio experimentalis’in (de­
neysel bilginin) üstünlüğünden söz eder ve olay se­
kanslarının bulunduğu neden üstüne düşünmeyi ye­
rinde bulmaz; çömezi Nicolas d’Autreco-urt olasılığın
basit bağıntılarından nedensel denen bağıntılar çı-

(1) Dictionnaire du Theologie Catolique.


(2) Opus Majus, III, 14.
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN" TARİHİ 61

karır; artık ateşin, samanın yanmasına meydan


verdiğini söylememeli; şöyle demeli: «samanı ateşe
yaklaştırınca, mümkün ki saman ateş alabilsin». Ni­
colas d'Autrecourt, sadece Comte’un pozitivizmini
değil, Reichenbach’m formüllerini de haber ver­
mektedir (1).
Elbet, kendini tehlike karşısında gören din
burada da harekete geçecektir: Bacon’un üstleri,
«yazıları dışında, her hangi bir kimseyle ilişki kur­
masını yasaklarlar» kendisine; 1339’da Paris Üni­
versitesinde Occam’cı görüş mahkûm edilir;. 1346’da
papalık makamınca, Nicolas d’Autrecourt’un yazıla­
rının yakılmasına karar verilir. Ne var ki, bilim,
bütün bu hüküm giymelere rağmen başı çekmek­
tedir. Biz, çağdaşlar, şimdi bile, Bacon’un önceden ha­
ber verdiği türetim ler karşısında şaşırıyoruz: «Hiç
bir hayvan tarafımdan çekilmeden büyük bir hızla
hareket eden taşıtlar yapılabilir. Uçmağa imkân
veren aygıtlar yapılabilir; öyle ki bir adam aygıtın
içine oturur ve bir kolu oynatınca aygıtın yapma
kanatları uçan bir kuşun yaptığı gibi havada çırp­
mağa başlar. Nehirlerin ya da denizin dibinde hiç
bir tehlikeye uğramadan gezinti yapmağa imkân
veren aygıtlar yapılabilir» (2). Hiç değilse, bu
«yapılabilir» sözünün «bir gün yapılacaktır» anlamı-

(1) Gilson, Ortaçağda Felsefe, s. 251-253-272.


(2) Epist., de Secretis Operibus Artis et Naturae, c. IV.
62 DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ

na geldiğini düşünebiliyoruz bugün. Ama böylesine


haber vermeler yanında kazanılmış şeyler de var:
Buridan, klasik mekaniği etkileyecek birkaç ilke keş­
feder; Albert de Saxe yeni bir ağırlık teorisi önerir;
Oresme, XIV. Yüzyılda «Yerin günlük devinimle
durum değiştirdiğini, göğünse öyle kaldığını» belir­
tir; üstelik bu belirtiş ilerde Copernic’in yapacağın­
dan daha aydınlık ve kesindir; analitik geometrinin
temellerini atar, ve uzayın zamanla uyumlu olarak
değişen bir devinimle işlerlik kazanan bir kitle ta­
rafından kat edildiği yasasını getirir (1); sonunda,
Lisieu piskoposu olarak, Kilise barışı içinde ölür;
yapıtı çok az kimse tarafından bilinmektedir; doğu­
munda bilinmez kalan ve Galile zamanında patlaya-
takımma saldırmaktadır.
Özgür-düşünce, Ortaçağda yalnız sapkınlığın ve
Skolastiğin yaptığı atılımlarla belirmez, daha üst
bir planda, ama aynı şekilde büyük çoğunluğa, ula­
şan olanaklarla, Antiklerikalizmle (Ruhban yöneti­
mine karşı görüş) de ortaya çıkar. Dinbilim çekiş­
melerine iyice kayıtsız kalmış birçok hristiyan, bu­
gün bizi şaşırtacak derecede de bir şiddetle ruhban
takımına saldırmaktadır.
Bazı soylu kişiler bunun örneğini veriyorlar:
ünlü Raoul Glaber, bir Sens ^kontundan ,söz eder:
ayinlere hiç önem vermeyen ve piskopos’un yüzü­
ne tüküren bir adamdır bu. Gilbert de Nogent anla-

(1) Gilson, Ortaçağda Felsefe, s. 285.


DÎNE K A R gl DÜŞÜNCENİN TARİHİ 63

tır: Soissons kontu Jean I, İsa’yla alay ediyor, pa­


pazlardan tiksiniyordu; ölüm döşeğinin başında bu­
lunan din adamına şöyle demişti: «Malımı mülkümü
asalaklara, yani senin gibilere vermemi ^-istiyorsun,
değil mi? Ama! zırnık koklatmıyacağım» (1). Bre­
tagne kontu Pierre' de Dreux de adamlarına, papaz­
lara kötü davranma ve işkence etme izni vermişti.
Auxerre kontu Pierre de Courtenai, kiliseleri yıktı­
rır, piskoposunun gözlerini adamlarına oydurur.
Papazların ve piskoposların soylular tarafından öl-
diirtülmesi, XIII. Yüzyılda sık raslanan olaylardan­
dır.
Burjuvalar, «Kilise senyörleri» ne karşı gönüllü
olarak mücadeleye girişirler ve aforoz kararlarına,
başkaldırmalarla, talanlarla karşılık verirler. XII.
Yüzyıl başında Laon’da, piskoposu öldürürler. Vaiz
Jacques de Vitry, «kaba ve vahşi» komünlerden söz
eder; bunların hepsinde sapkınlık kışkırtıcılarının,
yataklık edenlerinin, müminlerinin bulunduğunu
belirtir (2).
Soyluların, burjuvaların saldırısına uğrayan Ki-
lise’nin monarşiyle sürtüşmeleri de artmıştır. Fran­
sa kıralları inançlı kişilerdir; içlerinden hiç birinin
özgür-düşünceye yüz verdiği düşünülemez. Ama,
bir kere, Kilise mahkemeleriyle, kiralın mahkemele­
ri arasında sürekli bir mücadele vardır; ve mo­

(1) Lavisse, F ra n s a Tarihi, II, 2, 192.


(2) Aynı yapıt, m , 1, 316-318.
64 DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ

narşi, yorulmak bilmez bir çabayla adaleti lâikleş­


tirmeğe çalışmaktadır. Öte yandan, kendisini papa­
lığın bağlı çocuğu olarak düşünen bazı kırallar, en
aşırı bir rahatlıkla Papaya kafa tutmaktan çekin­
mezler. Kıraliçe IŞngeburge’ü boşamağa karar veren
Philippe-Auguste, ona karşı bir boşanma kararı çı­
karıp Agnes de Meran’la evlendiğinde, Papalık bu­
na şiddetle itiraz etmiş, işi Fransa kırallığına bunu
yasaklamağa ka/dar vardırmıştır. Philippe bir süre
bundan hiç kaygılanmaz, v e . piskoposlarının çoğu
papalık yargısını yayınlamağı reddeder. Bununla
birlikte sonunda boyun eğer. Ama Fransa halkı,
kralını aylar boyunca Roma’da başkaldırmış olarak
görmüş, ve bundan pek fazla telâşlanmamıştır-
Araya para meselesi girdi mi Kiliseye karşı sal­
dın daha bir şiddetli olmaktadır. Papa Boniface,
Xljll. Yüzyılın sonunda Güzel Philippe’e kırallığı sı­
nırları içindeki papaz takımına vergi koymağı ya­
sakladığı zaman, buna kırallığm verdiği karşılık öy­
lesine serttir ki Papalık isteğinden vazgeçmek ge­
reğini duyar. Kısa bir süre sonra Boniface VI|II. öç
almak amacıyla, Kiralın akçeyi tağşiş ettiğini ileri
sürer ve Roma’mn izni olmaksızın din adamlarına
vergi koyulmasını yasakladığını belirtir. Karşılık
olarak, ünlü Guillaume de Nogaret, Papayla görüş­
mek üzere İtalya’ya gitmekle ve bir Kurultayda
papayı ,devirmekle görevlendirilir. Aslında kıral bu
kadar aşırı gitmek taraftarı değildir, ama Paris’te
Papalık aleyhinde büyük gösteriler yapılınca, Noga-
ÎDİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 6§

fet, Papayı Agnani’ de tutuklar ve göz altında tutar.


Onu tokatladığı söylentisi de yayılmıştır. Ama bu
söylenti asılsız gibi görünüyor. Yılgı içine düşmüş
olan Boniface, bunamaya tutulur ve kısa bir süre
sonra da ölür. Ardılı, onun öcünü almağa kararlıdır;
ama tam harekete geçeceği sırada kendisini zehirler­
ler. Onun yerine geçen Clement V, gösterişli bir tö­
renle Nogaret’yi bağışlamak ve kiralın davranışının
«iyi ve haklı» olduğunu kabul etmek zorunda kalır.
Elbet, Nogaret de, Güzel Philippe de özgür (düşünce­
nin yanından bile geçmeyen kimselerdi, ama, yarat­
tıkları hareketi, dine karşı diyemesek de $in adam­
larına karşı bir harekettir. Papalığa karşı yöneltilmiş
bazı şiddetli saldırılar aradan yüzyıllar geçtikten son­
ra da akıl almaz olarak nitelendirilebilecek soydan
şeylerdir. XIII. Yüzyıl başında Guyot de Province
E^dlı bir rahip şöyle yazar: «Roma bizim kanımızı
emiyor, bizi yutuyor. Roma her şeyi yıkıyor, her şe­
yi mahvediyor. Bütün pisliklerin aktığı bir çirkef
kaynağıdır Roma. Bir bit yuvasıdır» (1).
Ruhban yönetimine karşı dikelen bu bağımsız
kilise tavrının yanısıra, dinin kendisine karşı be­
lirli bir kayıtsızlık görülür. X I|I. Yüzyılın sonuna
doğru Guillaume Lemaire adlı bir piskopos Fran­
sız bucaklarının çoğunda pazar günleri dinlenilme-
diğine tanık . olunduğunu yazar; tersine, kurulan
pazarlan, duruşmaları, mahkemeleriyle Senyörün

(1) Lavisse, aym yapıt, E , 1, 318.


F.: 5
66 DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ

günü olmaktadır bu günler; kiliseler boştur, mah­


kemeler dolu, içkievleri de dolu; herkes güzel giy­
silerini göstermek için kalabalık yârlere gider; ama
katedralden haçlar yaklaşır yaklaşmaz hepsi evle­
rine girer; «şakalaşır, oynaşır, şarkı söylerler». (1)
Halk hikâyelerinde, rahip, genellikle yüksek
hayat düzeyinde yaşayan biri olarak gösterilir: evi
güzeldir, domuzla, tavşanla, balıkla, börekle, pas­
tayla beslenir; kadın papazla hoşça vakit geçirir.
Tabiî sonunda piskopos kadın papazı mahkûm eder.
Bir şairin belirttiğine göre bu piskoposlardan biri
bir papazdan «ya evdeki karısını evden çıkarması­
nı» ya da bir sürü perhize girmesini ister- Papaz-
perhiz yolunu seçer; ama bir yandan da piskoposun
hallerini gözlemektedir; bir gün onu tam âlem ya­
parken bastırır. Bunun üzerine piskopos güler ve
şöyle ıder papaza:

Eh, işte artık içmene izin


Doyur karnım ördekle kazla
Baharlı şeyler de yiyebilirsin
Karın da elbet kalsın yanında

Halk hikâyelerinde papazlar bağışlayıcı bir


saflık içinde alaya alınır. Bazan bu saflığın yerini
şiddete bıraktığı da olur. Sözgelimi Rutebeuf, şöyle
bağırır papazlara:

(1) Lavisse, aym yapıt, 359.


DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 67

İkiyüzlü herifler, düzenbazlar


Bilmez miyiz yalan dolan içinde yaşadığınızı
İnançsızlık kimi zaman da kolay bir serbestlik
içinde belirir. Ortaçağda, kafaları ve yürekleri dol­
durduğu söylenen Şeytan korkusu üstüne güzel şey­
ler yazılmıştır. Bunlardan birinde, sevgilisi Nicolet-
te’ten vazgeçmezse ahrette Cenneti kaybedeceği söy­
lenen Civan Aucassin şöyle karşılık verir: «Cennet
mi dediniz? Ne işim var Cennette? Umurumda bile
değil orası. Hem, bakın, Cennete ne biçim adamlar
gidiyor, anlatayım size. İhtiyar rahipler, bir de eli
ayağı sakat kimseler; hani bütün gün, bütün gece
evlerin ve eski kilise bodrumlarının önünde durur­
lar, eski cüppeler, lime lime giysiler içindedirler;
hani çıplaktırlar, ayaklarında ayakkabı hak getire,
kıçları açıkta, hani açlıktan, susuzluktan, soğuktan,
sefaletten kıkırdarlar ya, işte onlar. Onlar gidiyor
Cennete, ben gidip de ne yapayım? Cehenneme git­
mek isterim ben, Çünkü güzel papazların, yarışma­
larda, parlak savaşlarda ölmüş yakışıklı şövalyele­
rin, aslan yürekli çavuşların, soylu kişilerin yeridir
Cehennem; onlarla olmak isterim ben de. Sonra Ce­
hennemde kocalarından ayrı iki üç dostu olan yosma
hanımlar da var; altınmış, gümüşmüş, kürkmüş,
hepsi orda; çalgıcılar, hokkabazlar, ve bu dünyada
kırallık sürmüş herkes orda. Ben de onlarla be­
raber olmak isterim. Yeter ki sevgilim Nicolette de
yanımda olsun» (1).

(1) Aucassin ile Nicolette, s. 19.


V. BÖLÜM

ÖZGÜR-DÜŞÜNCE REFORM RÖNESANS

Ortaçağ sona erer. İtalya’da parıldayan XV.


Yüzyıl ayrıca belirsiz ve bulanık bir nitelik ta­
şır: bir dünya gitmekte, bir dünya kendini aramak­
tadır. Sonunda büyük değişim çıkagelir: Reformdur
bu, Rönesanstır.
Reform, aslında bir özgür-düşünce atılımı de­
ğildir. Ne Luther, ne Calvin, düşünce haklarının sı­
nırsız olmasını ve herkesin gerçeğe serbestçe seç­
tiği yollardan gidebileceğini düşünmüştür. Protes-
ianlar da, Katolikler gibi, doğrunun, ancak tanrı7
sal bir esinle bulunabileceğini, bu esinin de İncil’de
bulunduğu kamsmdadırlar. Calvin’ciler de kendi
inançlarını savunmak için, katolikler gibi silâha sa­
rılmaktan çekinmezler; en. zayıf durumda olduk­
ları yerde zulüm görenler en güçlü oldukları yer­
de zulmederler. Calvin, kendi adamları Cenevre dı­
şında koğuşturulurken yorumcu Sebastien Caste-
lion’u işinden uzaklaştırır, kaderciliğe karşı görüş­
ler taşıyan JeSröme Bolsec’i sürgüne gönderir, bil­
gin Michel Servet’yi ateşte yaktırır. Albe dükü Hol­
landa Reformunu kan içinde boğmaya çalışırken,
Anglikanizm, katoliklere kan kusturur. Nihayet, ün-
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHÎ 69

lü cujus regio ejus religio bireysel vicdan hakları­


nın arsız bir inkârı haline gelir.
Bununla birlikte, yüzyılların geçmesiyle, Refor­
mun gerçekte özgür-düşüncenin amacına yaradığı
açıkça görülmekte|dir. Elbet, reformcuların yapıtla­
rında «devrimci felsefenin ilk genel evresi»ni bu­
lan ve ilkel Luthercilikle XVIII. Yüzyıl yaratancılı-
ğı (deisme) ve sistematik ateizm arasında bir baba-
oğul bağı gören Auguste Comte kadar ileri götürü-
lemez bu düşünce. (1). Başka birtakım, yazarlar da
hristiyanlığm Reformdan güçlenerek çıktığını ileri
sürmektedir. Bu görüşün de Comte’unki kadar bir
doğru payı taşıdığı söylenebilir. Her hristiyana In­
cil’i serbestçe yorumlama hakkının tanınması, şim­
diye kadar bu yorum hakkını kendi tekelinde bu­
lunduran Kilise’ye karşı öyle bir ilke çıkarmış olu­
yor ki, bu ilke gelişerek ilerde Incil’i bile tehdit
edecektir: Luther Calvin’e yol açar; Calvin, Voltaire’e
yol açar; Voltaire, Renan’a yol açar; Renan Cou-
choud’ya yol açar.
ikinci bir nokta daha var. Hristiyanların insaf­
sızca zulüm görmeleri, en korkunç işkencelere bü­
yük bir cesaretle göğüs germeleri, gösterdikleri yi­
ğitlik, bütün o «hristiyan özgür düşünce» nin göz­
lerinde kendilerinden önce ilkçağ kurbanlarının
yaptıklarını canlandırır; düşmanın takdirini kaza­
nır, cesur kişileri isyana sürükler, dökülen bunca

(1) Pozitif Felsefe Dersleri, c, V, LV ders,


70 DÎNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ

kan. pahasına kazanılmış bir hakkı az ya da çok


belirsiz bir şekilde tanımağa zorlar onları. Sonuçta,
savaşların gürültüsünden ve üstünde insan yakılan
odun yığınlarının alevlerimden ötede, Milan Fer-
manı’nı anımsatan esinleyen bir hoşgörü havası ku­
rulur yeniden. Sınırlı bir hoşgörüdür bu elbet: hiç
bir kampta, ne birinde ne ötekinde, bağlı olmayan­
ların ve inançsızların bir özgürlüğü yoktur. Sor-
bonne, Etienne Dolet’yi, kuşkuculukla ve dinsizlikle
suçlayarak işkence ederken, Calvin, hiç bir itiraz
davranışında bulunmadan, şunları yazmaktadır:
«Çok ilginçtir, Agrippa, Villovanus, Dolet ve öbür
ifritlerin hepsi încil’i aşağılamışlardır» (1). Ama,
bütün bunlara rağmen katoliklerle protestanların
kardeşçe yanyana yaşamaları gerektiğini haykıran
sesler de yükselmektedir- Şansölye Michel de l’Hos-
pital’in iyice ünlenmiş şu sözleri herkesçe bilin­
mektedir: «Kafa karşısında bıçağın pek bir değeri
yoktur», «Parti adlarını, nöbet tutma, ayaklanma,
Luthercilik, Calvincilik, Papacılık kelimelerini, bü­
tün bu şeytansı kelimeleri atalım dilimizden: hristi-
yanlarm adını değiştirmeyelim». Montaigne’den şu
açıklamalar yankılanır: «Bir adamı sanıları yüzün­
den diri diri ateşte yakmak, o sanılara fazla değer
vermek olur», «Tanrıya şükür, inancıma yumruklar
inmiyor... Bir söz zor kullanılarak tutunduruluyorsa
o sözde doğruluk payı az demektir». Montaigne daha
ileri de gider: «Biz dinimizi kendimize özgü bir bi-

(1) kavisse, Fransa Tarihi, V, I, s, 303,


DİNE KARSI -DÜŞÜNCENİN TARİHİ 71

çim<de kavrıyoruz, başka dinlerin kavrandığı gibi


değil. Nasıl Perigord’lu ya da Alman isek, öyle de
hristiyanız». Böylesi bildirilerle yaratılmış ortamda,
Saray’da katoliklerle protestanlar yanyana barış
içinde yaşamağa başlar; Charles IX, protestan Colig-
ny’yi «muhterem peder» diye çağırır. Bunlar, her şey­
den önce kaçak bir barışmanın belirtilerinden ibaret­
tir; hemen ardından Saint-Barthelemy’nin korkunç
yılgıları ve yeni bir savaşın yalazları sökün eder.
Ama, Henri IV, zaferlerinden ve dönüş yapmasın­
dan hemen sonra, 13 Nisan 1598de Nantes Fermanı­
nı imzalar.
Bu ünlü metin hiç bir bakımdan düşünce öz­
gürlüğü ülkesini ilân ediyor değildir. İnsan Hak­
lan Bildirisi’nden çok Milan Fermanı’nî anımsatır;
çünkü sadece Fransız toprağı üstünde katolik inanç­
la protestan inancın barış içinde bir arada yaşa­
yabileceği olanağını getirmekle yetinmektedir.
Nantes Fermanı, protestanlar a bir anlamda çok,
bir anlamda da pek az bir şey getirmektedir. Çok
şey, çünkü onlara güvenlik kadrolarında sekiz yıl sü­
reyle yüz yer için ayrıcalık verilmektedir; bunun
yükünü garnizonlardan ödemek üzere Devlet üst­
lenmektedir. Pek az bir şey, çünkü reformcuların
fikirlerinin Paris’in çevresinde bulunan beş yerde
yayılması yasaklanmış, Saraydaki büyük senyörler
bile evlerinde gizli oturum halinde, hiç gürültü çı­
karmadan, her türlü rezaletten sakınarak görüşme­
ğe başlamışlardı.
Ama bunlar dışında proteştanlarm kırallığm
72 DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHÎ

bütün kentlerinde ve yerlerinde hiç bir baskıya uğ­


ramadan inançlarını belirtmeğe, ya da dinlerine ay­
kırı şeylere karşı çıkmağa hakları vardı. Üniversi­
telere, okullara, kolejlere, hastanelere kabul edil­
mişlerdi. Her türlü göreve ve ünvana hak kazanabi­
lirlerdi.
Elbette, Ferman, ne protestan ne katolik olan
kimselerden yana hiç bir hüküm öngörmemekte;
yalnız bu iki inanışın özgürlüğünü güven altına al­
maktadır. Ama, böyle de olsa, günün koşulları için­
de, özgür-düşüncenin bir zaferi söz konusudur bu
fermanla- Biraz elverişsiz bir deyimle Rönesans,
(yeniden doğuş) olarak adlandırılan, güçlü ve az
belirli hareket -hümanizm dense daha uygun olur­
du -özgür düşüncenin gelişimine Reformdan daha az
cesur, ama çok daha yaygın bir biçimde hizmet
eder.
Hümanistler, XVTII. Yüzyılda olacağı gibi, her
insanın düşünme ve düşüncesini serbestçe açıklama
hakkı olması gerektiğini talep etmezler, ama talep
etmedikleri bu hakları zaten kullanmaktadırlar; ve
Erasmus’tan, Rabelais’den, Dolet’den, Ramus’den,
Montaigne’ye kadar gerçekleştirdikleri bu kullanma,
"zorunlu olarak, yerleşik dogmalara karşı çıkmıştır
hep.
Rönesans’ın Grek-Latin dünyasının yeniden can­
lanması olduğunu söyleyenler vardır. Biraz basit©
indirgenmiş bir formüldür bu. Ortaçağ, Latin edebi­
yatını çok daha iyi biliyordu; Edmond Faral’in ça-
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 73

lışraaları bunu ispat etmiştir. Kişi hemen kendisini


Tristan’m, Iseut’nün, Marholt’un Thesee’nin, Ari-
ane’m ve Minotaure’un ardında bulabilmektey­
di o çağıda. Sonra, Saint Thomas’cı büyük yapı, In­
cil'e dayandığı kadar da Grek Aristoteles’in yapı­
tına dayanmaktaydı. Ama gerçek şu ki, Saint Tho­
mas, Aristoteles’i alırken onu klişelere dökmekte,
kısırlaştırmaktadır- İnsan düşüncesini kesin bir çer­
çevede dondurmasını ister Aristoteles’ten. İşte Rö­
nesans, büyük bir özgürlük atılımıyla bu çerçeveyi
kırıp atmıştır.
Bu patlamayı Okul kaygılarından uzak bir ta ­
kım olaylar hazırlar.
Christophe Colomb ve ondan sonraki denizci­
ler Amerika’yı keşfettikleri zaman, bir an bile To-
mizmi (Saint Thomas’ın sistemi) düşünmemişler,
onunla savaşmağı akıllarının ucundan bile geçilme­
mişlerdi. Çünkü, eski sistemde, İncil ve Aristote­
les, birbirine eklenerek insan bilgisinin temelini
meydana getirmekteydi. Ne var ki her yönden tam
olduğuna inanılan bu bilgi Amerika kıtasının varlığı­
nı bilmiyordu. İsa, çömezlerini halkları aydınlatsın­
lar diye yeryüzünün her yerine gönderirken Batı
Avrupa ile Çin arasında büyük bir ülke olduğunu
söylememişti. Her şeyi bilen tanrısal güç hataya mı
düşmüştü yoksa? Hiç bir şeyden haberleri olmadığı
için bu ülkede yaşayan insanların mahkûm edilme­
leri mi gerekecekti?
Başka denizciler, Yasco de Gama örneğini izle­
74 DİNE KARgI DÜŞÜNCENİN TARİHÎ

yerek, Hindistan’ı, Çin’i, Japonya’yı keşfettikleri


zaman da aynı nitelikte yeni bir sorun çıkar ortaya.
Bu ülkeler Amerika gibi bilinmiyor değildi elbette;
ama bunlardan pek az söz edilmekteydi nedense;
oysa birdenbire anlaşıldı ki buralarda oturan ve İsa’­
ya evet dememiş nüfus hristiyan nüfustan çok da­
ha fazladır.
Denizciler eski dünya haritasını böylece değiş­
tirerek dilbilimcileri ve filozofları geçmişte hiç se­
zilmemiş sorunlara eğilmeğe iterlerken, bilim de
başı çekmeğe başar. Polonyalı Copernic, Oresme’in
fikirlerini yeni/ien ele alarak, eskiden hareketsiz
olarak düşünülen dünyanın kendi çevresinde ve gü­
neşin çevresinde döndüğünü ispat eder. Oysa İncil’-
de güneşin kendi çevresinde döndüğü yazılıdır;
hatta Josue’nün onu durdurduğu belirtilir. İn­
cil yanlış yazıyor olabilir mi? Copernic, sorunu
kurcalamaktan sakınır ve Kilise barışı içinde ölür.
Ama geciken bombalar en az tehlikeli olanlar de­
ğildir.
Yüzyılı sürükleyen yenilik humması içinde,
Ramus de, Skolastiğin dokunulmaz Ustasına cephe­
den saldırmaktan çekinmez. Onun darbeleriyle, ve
Palissy, Pare gibi «deneyciler» in darbeleriyle Aris­
toteles sarsılır, bir gedik açılır ve bu gedikten Grek-
Latin düşüncesinin bütün parıltılı ayrımları dökül­
meğe başlar ve bir paganizm seli Ortaçağ tarafından
sabırla kurulmuş olan yapıyı yerle bir eder.
Bu paganizmle hristiyan inanç arasında, kelime­
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 75

nin dinsel anlamıyla bir mücadele yoktur elbet.


Olimpos sakinlerini tanrı olarak yaşatmak kimse­
nin aklından geçmemektedir. Yalnız şiir, onları
anımsar, anlatır. Ronsard kadar tutkulu bir katolik,
ağıtlar, İlâhiler adar onlara. Ortaçağın ağırbaşlı
sertliklerinin karşısına tanrılar, tanrıçalar, orman
perileriyle dolu bir dünya çıkarılır. Agamemnon,
Charlemagne’ın ve kıral A rtur’un yerini alır; sarı­
şın Helen, sarışın Iseut olur; Akhilleus, Hektor, Aias,
Roland’m, Oüvier’nin, Lancelot’nun, Gauvin’in ye­
rini alır; Teiresias, Merlin’in yerini alır.
Özgür-düşünce açısından ıdaha dolaysız ve
önemli bir olay: Pagancı bilgeler, eskiden kilise
mensuplarına ve doktorlara ayrılmış yerlere sızıp
yerleşirler. Eskiden Tertullien, Saint Ambroise,
Saint Augustine, Saint Thomas, Duns Scot okunan
yerlerde, Montaigne gibi bir adam, hemen hemen
'sistemli bir biçimde, Sokrates’ten, Stoacı’lardan, Epi-
curus’cülardan, Plutarkhos’tan, Çiçeron’dan, Sene-
ca’dan sayfalar okumaktadır. Denemeler, bir ba­
kıma, payen düşüncenin şiir demetidir; yazarın,
tegemen dine karşı ihtiyat gereği gösterdiği bir iki
özen dışımda, «ne biliyorum?» sorusu, gevşekliğiyle
bile daha büyük bir kıvam kazanan bir tehdit olarak
kalmaktadır.
Rabelais ile doğrudan doğruya saldırı başlar.
Kuşkusuz, Rabelais’nin dinsel fikirleri iyice bi­
linmiyor. Şu mısraları yazdığı zaman ne demek iste­
diğini de kestiremiyoruz.
76 DİNE KAKŞI DÜŞÜNCENİN TARİHÎ

Giriniz, büyük inanç erisin burda


Sonra, kutsal kelâmın düşmanları
Karışsın seslerle, tavırlarla.

Ancak, kesin olarak bilinen bir şey varsa o da,


ihtiyatlı olmak için kullandığı ve kendi yazarlık an­
layışına aykırı düşmeyen bir alay perdesi ardında
apaçık ve kaba denebilecek bir biçimde eski hristi­
yan ülküsünün karşısına ters eğilimde yeni bir ül­
kü çıkarmasıdır.
Hristiyan için hayatın bir anlamı ve amacı var­
dır: bu da mümin kişiye ahretini kazanmayı sağlar.
Yeryüzünde mutluluğu aramak çılgınlık olur, çün­
kü, dinine bağlı kul, îsa gibi acı çekmelidir. Saint
Augustin’in ünlü sözlerini buraya bağlayabiliriz:
«Onun belâgatı bir nehir gibi aktığı zaman, kim
söyleyebilir bu hayatın sefaletini?», «Bizler burda
sızlanıp duran yolcularız, yurdumuzdan ayrı düş­
müşüz», «Hayır, yaşarken mutu olamazsınız, kimse
olamaz. Isa da yeryüzüne gelerek sadece sefaletimi­
zin selesini dolduran şeylerle beslendi; sirke içti,
acılar, kederler buldu». «Tarım, askerlik sanatı, ba­
ro, ticaret, bütün bu çağa ilişkin şeyler: Babilon’un
ırmaklarıdır bunlar, kıyılarında Sion’un anısına ağ­
lanır», «Yaşamaktan çok ölümdür bu hayat; bir çe­
şit cehennem.» Saint Augustin, karanlık büyüklü­
ğünü kimsenin yadsıyamayacağı bu açıklamalarına
bağlı kalarak, bekârlığı, ve iffetli evliliği över, şöy­
le der: «Şükür Tanrıya, kimse artık evlenmek iste­
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 7?

miyor; yoksa dünyanın sonu gelirdi; Tanrı sitesinin


daha çabuk dolması demek olurdu bu». (1) -
îdeal olarak, kendinden iyice emin olan kimse
hayatla boy ölçüşebilmelidir; Saint Augustin yolu
açar; daha sonra kilise bu aşırı formülleri bilgece
yumuşatır. Kilise imparatorlukla birleştiği zaman,
çocuklarından artık yaşamaktan tiksinmelerini iste»
miyecek, bu ideal durumu, bütünüyle, sadece keşiş­
ler gibi ömür geçirenlere önerecektir. Ama bunu on­
lara kendileri için önermiş olacaktır; hayat «acı bir
şölen» gibi kalmalı, insan ten zevklerini, zenginliği,
gan şöhreti aşağılayarak, acıdan ve kederden tat al­
malıdır; alçakgönüllülüğe, iffete, yoksulluğa, boyun
eğişe adamalıdır kendini.
Rabelais, Gargantua’smda, yüzyıllar boyunca
saygı -gösterilmiş olan bu ülküye cesaretle saldırır,
Çile manastırına karşıt olarak Theleme manastırını
çıkarır; bir kuralı vardır buranın: «Canının istedi­
ğini yap.»- Niçin konuyor bu kural? «Çünkü, doğuş­
tan iyi,, eğitim görmüş, dürüst kimselerle düşüp
kalkmış, serbest kişilerin doğal bir güdüleri ve
dürtüleri vardır; onları hep erdemli olmağa iten,
kötülükten alıkoyan bu-güdüsel onurdur» (2).
Bu cümleyle insanın ilk günahla kirlenmiş ola­
rak doğduğu konusundaki öğretiye cepheden hücu­

(1) De Bono Conjugali, X, 10.


(2) G argantüa. LVII. bölüm.
78 DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ

ma geçilmektedir: insanlar bozulmuş olarak doğ­


mazlar, bir güdü onları erdeme iler. Nelere dayanır
bu erdem? Eski hristiyan erdem anlayişına aykırı
olarak, güzelliği, zenginliği lüksü, eğlenceyi, düşün­
cenin özgürce çiçeklenmesini sevmeğe dayanır.
Hristiyan manastırda beden güzelliği aşağıla­
nır; Theleme manastırına ise sadece «güzel, biçimli,
sağlam yapılı kadınlarla, güzel, biçimli, sağlam ya­
pılı erkekler alınır.»
Hristiyan manastırda kendilerini iffete adamış
adamlar ya da kadınlar bulunur. " Theleme’de ise
«erkekler yoksa kadınların da alınmayacağı, kadın­
lar yoksa erkeklerin de almmıyacağı» öngörülmüş­
tür. Bir erkek Theleme manastırını terkedeceği za­
man oraya kendi sofuluğu adına alınmış olan ve
evlenmiş bulunduğu bir kadını da yanında götüre­
cektir. Theleme’de öylesine iyi ve dostça günler ge­
çirmişlerdir ki evlenmeleri daha iyidir; birbirlerini
ömürlerinin son gününde bile ilk evlendikleri ğün-
kü kadar severler bunlar.
Hristiyan manastırda yoksulluk yüceltilmiştir;
temizlenmenin bir aracı olarak bakılır ona. Thele­
me’de ise «herkesin zengin olması» öngörülmüştür;
ve Theleme’liler bu zenginlikten, sadece rahat bir
hayat sürmek için değil, aynı zamanda ince ve uğ­
raşılmış bir lüks içinde yaşamak için yararlanmak­
tadırlar.
Hristiyan manastırda, keşiş, zihnin boş çabala­
rını susturacak, dini bütün kitaplar okuyacak, dua
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 79

edecektir. Theleme’de genç kadınlar ve genç erkek­


ler okuyacak, yazacak, şarkılar söyleyecek, beş altı
dilde konuşacaklardır.
Rabelais, Theleme efsanesiyle yeni zamanların
insanlarını eskiyle ipleri koparmağa çağırır, haya­
tın bir sınama dönemi ya da bir çeşit cehennem de­
ğil büyük bir umut kaynağı olması gerektiğini savu­
nur. İnsanları en büyük devrime, ahlâk devrimine
çağırır. Onun bu davranışımda bir özgür-düşünce
atılımı görmemeğe imkân yok.
VI. BÖLÜM

XVIII. YÜZYILDA DİNE KARŞI DÜŞÜNCE

XVIII. Yüzyıl, özgür-düşünceye öldürücü olma*


smı istediği darbeler indirir; özgür düşünce tepkiler
gösterir ve yasalar çerçevesinde yenilmiş de olsa,
alttan alta, filozoflar yüzyılının düşünürlerine yol
açar.
Bilim, 1633’te büyük bir darbe yemiştir. Oresme
ve Copernic kilise barışı içinde ölmüşlerdir; fikirle­
rini, dünyanın devinimi üstüne kurup geliştirmekle
suçlanan Galile, «Yazılı hükümlere aykırı bir öğreti­
den yana çok etkili kanıtlar taşıyan bir kitap yaz­
dığı için büyük bir sapkınlık kuşkusu içinde» oldu­
ğunu söyleyen Engizisyon’da yargılanır; törenli bir
biçimde dinden atılır, hapsedilir.
Fransa’da Nantes Fermanı hükümleri yürürlük­
ten kaldırılarak özgür-düşünceye müthiş bir darbe
indirmiştir. Yüzyılın başında Richelieu, Reformcular­
dan «güvenlik yerlerini» geri almağa karar verir;
ancak inançlarının gereklerini yerine getirme hak­
larını kendilerinde bırakacağını da belirtir. Onun
hüküm sürdüğü dönemin ilk kısmında, özellikle
Fronde’dan hemen sonra, Louis XIV, bu tü r biltdi-
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHÎ ,gl
rilerini çoğaltır. Ama ters " yönde bir akım da ge­
lişmekte gecikmez. 1651’de Ruhban Genel Kurul­
tayında kirala şöyle denecektir: «Majestelerinden,
Tannnın çocuklarının özgürlüğünü yok eden şu se­
fil vicdan özgürlüğünü Kırallığmdan dışarı atmayı
buyurmasından başka isteğimiz yok». Majestenin
verdiği karşılık ise Vicdan özgürlüğünü .«yavaş ya­
vaş yok etmek», protestanlıği «gücünü bölerek,
parçalayarak ufalamak» yolundadır. Reformcular
«vicdan özgürlüğünün Kutsal Ruh’ça aydınlatılmış
olduğunu» boşuna ileri sürerler; ne pahasına olur­
sa olsun, inanışlarından döndürülmeleri buyruğu ’bir
kere verilmiş bulunmaktadır; bu, ya dönmeleri için
para pul verilmek, ya da yanlarına kendilerine kor­
kunç eziyetler eden süvari erleri verilerek yapıl­
maktadır. Hükümet bu şekilde din değiştirenlerin
sayısının yeterince fazla olduğunu görünce asıl öl­
dürücü darbeyi in,dirir: Nantes Fermanı’m bütünüy­
le yürürlükten kaldıran yeni bir Ferman imzala­
nır; buna göre tapınakların yıkılması, hakların kul­
lanılışının aürdurulması, protestan okulların ka­
patılması, protestan ailelerde doğacak bütün ço­
cukların papazlarca vaftiz edilmesi, inançlarım de­
ğiştirmeği reddeden memurların sürgüne gönderil­
mesi, kırallık sınırlarından dışarı kaçmak iseyenle-
re kürek cezası uygulanması öngörülmektedir Bu
olağanüstü tedbirlerin nasıl büyük bir vahşet içinde
uygulandığını biliyoruz. Fransa’ya ne gibi zararlar
getirdiği de bilinir- Burda belirtilmesi gereken nok-
. F.: 6
82 DİNE. K A R gl DÜŞÜNCENİN TARİHİ

ta bu tedbirlerin Mme de Sevigne, La Fontaine, La


Bruyere tafafmdan onaylanmış olmasıdır. Bossuet’-
ye gelince o, Michel de Le Tellier’nin Oraison fu-
nebre’inde şöyle yazar: «Bu yeni Konstantin’i, bu
yeni Theodose’u, bu yeni Marcien’i, bu yeni Charle-
magne’ı göklere çıkararak alkışlayalım ve şöyle di­
yelim ona: hükümdarlığınızın onurlu yapıtıdır bu;
gerçek niteliği burda belirdi onun; artık sapkınlık
yok; yalnız Tanrı yapabilir bu harikayı». Bu tür
açıklamalar, XVI. Yüzyılda beliren vicdan özgürlü­
ğünün, XVIII. Yüzyıl adamlarına hangi noktalarda
yabancı geldiğini pek güzel gösteriyor; onlara göre
kiralın her uyruğu onunla aynı dinde olmak zo­
rundadır; sözgelimi Bruyere, «egemenliğe düşman
bir inanış» dediği zaman, majesteye karşı işlenmiş
bir suçu anlatmaktadır.
Hükümetlerce Jansenistlere karşı izlenen po­
litikayı da böyle bir düşünce beslemektedir. Jan-
senistler sofu, bilgin, erdemli kişilermiş, bunun ter­
sini söyleyen yoktur zaten. Ama kıral bir kere Ciz-
vitler lehinde ve onların aleyhinde durum almış
bulunmaktadır. Port-Royal’deki dindar kadınlar da­
ğıtılır, manastır yıktırılır, içine gömülmüş cesetler
çıkarılır ve komşu mezarlıklara taşınır.
Bütün bunlara, Louis XIV. zamanında kitapla­
rın «Kiralın ayrıcalığı» olmaksızın yayımlanamıya-
cağını, iktidarın yergi yazarlarına soluk aldırmadı­
ğını da eklersek, X V II Yüzyılda Fransa’da özgür
düşüncenin öldüğü sonucuna kolayca varılabilir. Bu­
DİNE K A R gr DÜŞÜNCENİN TARİHİ 83

nunla. birlikte böyle bir sonuç yanlıştır: gölgelerin


yanısıra parıltılar da vardır çünkü.
Bir kere, bilim önden gitmektedir. Gerçi Gali-
le hüküm giymiştir, ama Pascal şöyle yazabilmek-
tedir: «Galile için, dünyanın devinimi halikındaki
fikrini mahkûm eden şu Roma kararını çıkarmanız
boşuna olmuştur; bu, dünyanın hiç hareket etme­
diğini ispat etmeyecektir; dünyanın döndüğünü
gösteren sağlam gözlemler yapılsa, bütün insanlar
bir araya gelse bile onu dönmekten alıkoyabilirler
rai? Hatta kendilerini de onunla birlikte dönüyor
olmaktan alıkoyabilirler mi?»
Pascal’m, ömrünün son günlerinde, «soyut bi­
limler» den hiç hoşlanmadığını yazdığı bilinmekte­
dir. Şöyle demiştir: «Copernic’in fikrinin derinleşti­
rilmesini doğru bulmuyorum». Ama «boşluğun
yılgısı»nı silip süpürerek fiziğe bir sıçrama yaptır­
maktan, ve insanlığı, «her zaman var olan ve dur-
majdan bir şeyler öğrenen bir aym adam» a benze­
terek, bütün bilimlere sınırsız ufuklar açmaktan da
geri durmaz.
Bacon’un ve Descartes’in yapıtlarını canlandı­
ran da yine bir özgürlük gerilimidir. Pascal gibi,
Descartes de inançlı bir kişidir. Şunları yazarken
büyük bir içtenlik içindedir: «Özellikle, şaşmaz ku-
•ral olarak şunu alıyoruz ki Tanrının esinlettiği şey­
ler geri kalan şeylerden, kıyas, kabul etmeyecek de­
recede, daha doğrudur». Ama Descartes, analitik geo­
metrinin ve tümel matematikçiliğin tutkulu bir et­
84 DİNE K A R gl DÜŞÜNCENİN TARİHİ

keni olduğu sırada, dört temel kuralın ilkini aşağı­


daki gibi formülleştirirken inançların ortasına iler­
de patlayacak bir bomba koymamış da değildir: «Bi­
rincisi, açıkça öyle olduğunu bilmeıdiğim hiç bir şeyi
doğru olarak kabul etmemek»- Galile’den Newton’a
uzanan düşünce akımı, kaçınılmaz bir şekilde, Hıris­
tiyanlıktaki «tekvin» sorununun ve Aristoteles’in bir­
likte meydana getirdikleri kesinlikleri temel alan es­
ki yapıya çarpar.
Unutulmaması gereken ikinci bir gerçek daha
var: Reformculara ve Jansenistlere karşı yapılan,
gösterilen kıyıcılıklar tersine bir hareket doğurur.
'Bir Bossuet’nin alkışladığı şeyi bir Saint-Simon pro­
testo' etmektedir. Jansenizme gelince, bu akımın ba­
zı bakımlardan bir özgür-düşünce atılımı olduğu
söylenebilir. İlk bakışta tuhaf görünebilir, ama, Jan-
senistler de - bireysel vicdan haklarının Tanrı esini­
nin kesinliğine karşı çıkarılmasını Cizvitler kadar
istemezler. Tomizmin ötesinde, Augustinciliğe dön­
meğe kalktıkları zaman fla kendilerini yönelten şey
ilerleme ruhu değildir. Ama kilise tarafından mah­
kûm edildikleri zaman kamuoyuna açılmağı göze
aldıkları zaman müthiş bir örnek meydana getirir­
ler. Papalığın şiddetle saldırdığı ünlü «öneriler» i,
aslında Jansenius’un öğretisinde mevcut mudur, de­
ğil midir? Teorik olarak, buna karar vermek kilise
yetkililerine düşer; ve bu ilkeyi yadsımak^ bütijin
Kilise’yi sarsmak olur. Bununla birlikte Jansenistler
boş durmazlar. Lâiklere, kadınlara yönelirler, şöyle
DÎNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 85

derler onlara: «Sizler de görüp karar verin», «O-


laylarda doğrular sadece mühür taşıyanlar tarafın­
dan yaratılmış değildir», «Asıl olaylardaki doğru­
lardır ki mühürlerin kabul edilebilir niteliğini ya­
ratmaktadır». Böylesi bir ilkeyle daha da ileri
gidilebilir. Port-RoyaTin başvurduğu erkekler ve
kadınlar Kayra sorununa ilişkin olanı değil, ünlü
«gevşek ahlâk»a ilişkin olanı izlerler. Cizvitler, ikti­
dar desteğini boşuna sağlamışlardır. Escobar ve' «Ni­
yet Örgütü». La Fontaine ve Boileau tarafından in­
safsızca alaya alınır. Polis, Provinciales’in yayım­
lanması ve dağıtımını boşuna önlemeğe çalışmakta­
dır; çünkü XIV Louis bunları bulup okutur. 'Sor-,
bonne, Arnould’u mahkûm eder, ama Parlamentoda­
ki muhalefet sıralarında Homurdanmalar da başlar.
Otorite ve fikirler arasındaki bu çatışma­
ların, bu çekişmelerin yarattığı ortamda parsayı top­
layanlar özgürlük yöndeşleri olacaktır. Mete, Saint-
Evremond, Ninon, Fontenelle, XVIII. Yüzyılda ol­
duğu gibi düşünce özgürlüğü ilkesini savunmazlar,
ama kişisel planda uygulamaktadırlar onu. Bayie
daha ileri gijder. Önce protestan, sonra katolik, da­
ha sonra yine protestan olan bu düşünürde doğ­
malara karşı saldırmadan edemeyen ruh, özgür ze­
kâdan başka bir şey değildir.
Moliere, Festin de Pierre’inde, ikiyüzlülüğe eği­
limli olduğu ve Sofular Kabalası’na girdiği andan
itibaren Don Juan’ı mahkûm eder. Ama aynı Don
Juan dinsizlikle yetinmediği oranda sevimlileşmek­
86 DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ

tedir. Apaçık bir dille Tanrıya da Şeytana da öte


dünyaya da inanmadığını belirtir. Sganarelle sorar
ona: «Daha bir şeye inanmak gerekir. Neye ina­
nıyorsunuz?» Karşılık: «İki kere ikinin dört ettiğine
inanıyorum, Sganarelle, dört dört daha sekiz etti­
ğine inanı y or um». Böylesine kendili ortaya koyan,
ve 1665’te Auguste Comte’a olanak hazırlayan bu
adam iğrenç olarak nitelendirilecektir. Moliere öyle
olmadığı gibi, bununla, bü kadarıyla da kalmayıp .öy­
le olmadığını, ateizm açıklamalarından hemen sonra,
bir yoksula «insanlık aşkına» para vererek ve hak­
sızca saldırıya uğrayan meçhul kimselere yardım
amacıyla hayatım oynayarak ispat etm iştir.'
Bavle, gözünü budaktan sakınmadan, uyruğun
da Prens’in dininde olması ■ gerektiği hakkındaki
öğretiye hücüjna geçer:
«Kâhyalarınızı, yargıçlarınızı, kumandanlarını­
zı, süvari erlerinizi gördük: kırâl istediği için, Cal­
vin taraftarı kimselere inanç değiştirmelerini buyu­
ruyorlardı. Bakınız, diyorlardı onlara, düşlere ka­
pılmayın, kiralın başladığı bir işi bitirmediği görül­
memiştir; sizin de kendi dininden olmanızı isti­
yor; sanmayın ki bunun tersinin olmasına izin ve­
recek; yani inançlarınızı değiştirmeniz gerekiyor;
kıral böyle istiyor; ve bu buyruğun gereğini yerine
getirmezseniz hakkınızda Devlete başkaldırmış, ona
karşı suç işlemiş kişiler olarak işlem yapılacak. İğ­
renç ve. bir adamdaki hristiyan (değerlerini toptan
söküp götüren sözler var.: Dinsiz, ,dme aykırı bir
DÎNE! KARSI DÜŞÜNCENİN TARÎHÎ 87

dalkavukluktur bu, dinsizliğin ta kendisi. Bir uyru­


ğu dininden döndürmek için Prens’in buyruklarını
ileri sürmek dine aykırı bir yüzlemedir, dinsizliktir,
dinsel değerlere .karşı apaçık bir saygısızlıktır.»
Bütün bu yılmadan çıkışların sonucu olarak bir
inançsızlık rüzgârı' eser. Dine sadece dudakların
ucuyla saygı gösterilmektedir. Ayinlere gidilmekte­
dir- Ama Mabillon ve1Lannoy gibi bilgin kişiler «er­
mişlerin yuvasını yapmağa» başlamışlardır. . Male-
■branche, farkında olmadan, katolik inanca kundak
sokmaktadır. Richard Simon, İncil’i eleştirme dene­
mesinde «yöntemlendirilmiş imansızlıksın örneğini
verir. «Kiliseye karşı, Kartezyanizm adı altında bü­
yük ■bir savaşın hazırlanmakta olduğunu gören»
Bossuet, umutsuz bir , dille «dine karşı yönelmiş ve
içinde yaşadığımız yüzyılın çılgınlığı olarak nite­
lendirebileceğimiz bir kayıtsızlık»tan söz eder. Le
P. Bonol yakınıp durur, «dinsizler, serbest kafalılar,
aşırı fikir taşıyanlar, siyasayla uğraşanlar, natüra-
listler» çoğalıyor diye. 1699’da Orleans Düşesi şöyle
yazar: «Dinsjz olmayan tek bir genç bulamazsınız
bu çağda».
Son bir nokta: düşüncenin dinsizleşmesi, hü­
manizmi de yüklenerek, bütün XVII. Yüzyıl boyun­
ca sürer. Payen tanrılar, payen tanrıçalar, payen
kahramanlar, payen bilgeler edebiyat dünyasını sa­
rarken bunların tasvirleri de «pek dindar» kiralın
ve çevresindeki kimselerin saraylarım doldurur.
Corneille henüz hristiyan piyesler yasmaktadır:
88 DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ

Polydeucte, Theodore gibi. Bununla birlikte, kahra­


manı, Haçlılara karşı Haçı savunan (ve ilerde Hu­
go, Leconte de Lisle, Heredia gibi yazarlar tara­
fından yüceltilecek olan) Le Cid’de İsa’ya ya da Ki-
lise’ye ilişkin bir yan bulunmaması oldukça ilginç­
tir. Rodrigue, «baba, karı, onur, aşk»tan söz etmek­
tedir; Chimene «ağlamak için» sessizliği ve geceyi
kollamaktadır; ama sessizliği bulunca ya da gece
olunca dua etmeği hiç düşünmez. İster istemez,
Vigny’nin mısraları gelir akla: «Peki Tanrım? Dü­
şünülmüyor artık Tanrı, çağ böyle.» Racine, La
Thehaide’den Phaidre’e kadar, hep payen konulara
eğilmiştir. Boileau da onu coşkunlukla onaylar ve
hristiyanlığı edebiyatın dışına sürer.

Biı* hristiyan inancı, ürkünç gizemler


ve şenlikli bezekler, elverişli değil.

Bu inançsızlık akımı içinde Cizvitlerin ön sı­


rayı tutmaları da ilginçtir. Reformun ve Jansenistle-
rin can düşmanı olan Cizvitler eski payen çağlara
karşı umulmadık bir sevgi beslerler. Pascal’m Pro-
vinciales’de hırpaladığı Le P. Le Moyne bile, hris­
tiyan katılıklara karşı Monime’nin, Pauline’in, Por-
cie’nin, Lucretius’un intiharlarını savunmaktan çe­
kinmemektedir. Bu yazar, eski Romayı «soylu doğa
erdemlerinin sütanası» olarak yüceltir. La Devotion
Aise adlı kitabında, insan yaratılışının ilk günahla
kaygılanmayı gerektirmeyecek kadar iyi olduğu fik­
rini ileri sürer coşkuyla. Cizvitler, kolejlerinde, öğ­
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 89

rencilerine Eflatun’u, Plutarkhos’u, Çiçeron’u, Sene-


ca’yi okuturlar. Kimi zaman büyük Roma hatipleri­
nin söylevlerini ezberletirler; hem de bunların öz­
gürlük türküsünden yana olanlarını dışarda tutm a­
dan.
Böylece, özgür-düşünce, en umulmadık raslan-
tılarla, zaferlerini her yere yayar. Ve mutlakçılık
ona karşı kürek cezalarını, jandarmayı, zindanları,
sansürü boşuna harekete geçirir; bütün bu zor ted­
birler kırılır, o zaferler daha bir tutku kazanır.
VII. BÖLÜM

XVIII. YÜZYIL ÖZGÜR-DÜŞÜNCENİN ZAFERİ

«Büyük Yüzyıl, Baylar, XVIII. Yüzyıldan söz


etmek istiyorum..» Michelet, bir gün, College de
France’daki dersine bu sözlerle başlamıştı. Filozof- '
lar yüzyılı olan bu çağ, özgür-düşünce açısından,
gerçekten Büyük Yüzyıl’dır.
Kuşkusuz, siyasal iktidarlar, Güneş Kıral za­
manında giriştikleri amansız mücadeleyi sürdür­
mektedirler.
Protestanlara yapılan tüyler ürpertici işken­
celerin ardı arkası gelmez. Louiş XIV. ün ölümün­
den hemen sonra bunların bir kısmı kendi inanışla­
rının gereklerini yeniden yerine getirmeğe yelte­
nir. Ama 1724’de yayımlanan bir bildiriyle «yasa dı­
şı bir toplulukta bulundukları anlaşılmış olan kim­
selerin küreğe gönderilecekleri, protestan papazla­
rının idam edileceği, katoliklikten dönenlerin sü­
rülecekleri, reformcuların, çocuklarını katolik pa­
pazlarına vaftiz ettirmeğe mecbur tutulacağı» belir­
tilir.
İktidar, Cizvitlerin isteği üzerine Jansenistlere
karşı pek aşırı tedbirler almağa gitmemektedir; ama
onları kışkırtmaktan, hırpalamaktan da geri kalın-
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 91

maz; onlara yakınlık duyan yargıçlar hapsedilir.


Nihayet, «serbest düşünce» yöndeşlerini izle­
yen «filozoflar»a da kuşkuyla bakılmağa başlanır.
Voltaire, kendini Bastille’de bulur, Diderot ise Vin-
cennes’de; 1752’de bir kurul kararı Ansiklopedinin
iki cildinin yok edilmesini buyurur; Holbach’m
L’Esprit’si yakılır; Felsefe Sözlüğü yakılır; 1762’de,
hakkında tutuklama kararı çıkmış olan Rousseau
kurtuluşu kaçmakta bulur.
Özgür-düşünceye karşı duyulan kin yüzyılın
ortasında daha da şiddetlenmiştir. 1757’de yayımla­
nan bir Kırallık Bildirisi, Nantes Fermanı’nm yü­
rürlükten kaldınlmaşından da ileri giderek, 1724,
Bildirisinden de ileri giderek aşağıdaki sözleri kap­
sayacaktır: «dine saldırıcı, zihinleri bulandırıcı,,
otoritemize karşı gelici, düzeni bozucu ve yöneti-
çilerimizin huzurunu bozucu nitelikte , yazı yazan­
lar, yazdıranlar, bunları yayımlayanlar ölüm ceza­
sıyla cezalandırılacaklardır» (1).
On yıl sonra, îlâhiyat. Fakültesi, bir romanda
hoşgörüyü önermiş olmakla suçlanan Marmontel’i
mahkûm ettikten sonra, iktidarca alman tedbirleri
coşkuyla alkışlar: «Hükümdar, sadece, materyalizm,
yaratancılık (Deisme), tanrıtanımazlık gibi, toplum
bağlarını koparan ve her çeşit suçu kışkırtıcı nite­
lik taşıyan öğretileri değil, katolik öğretinin temel­

(1) Isambert, XII, 272.274.


92 DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ

lerini sarsabilecek akımlan da baistırmak için ölüm


cezasını kabul etmiştir» (1).
• Bütün bunlar yobazlığın, yukardan gelen bir
çabayla sertleştiğini gösteriyor. Yalnız, bu sefer, öz-
gür-düşünceyi savunanların tepkisi daha güçlü ola­
caktır.
Cizvitlerden ve iktidardan tedirgin olan Jan-
senistler Parlamento içinıde mücadeleye giriştiler.
Herkesin bildiği bir sürü olaydan sonra, 1762’de Ciz-
vitleri mahkûm ettirmeği ve önemli yerlerden uzak­
laştırmağı başarırlar. ‘
Protestanlara gelince, onlar, büyük sayıda yön­
deşlerinin öldürülmesini ve küreğe gönderilmesini
önleyemezler, ama sonunda katolik halk kendile­
rini tutmağa, yurt dışına göç edenleri tutuklamakla
görevli askerler bu görevlerinden hoşlanmamağa,
subaylar askerden kaçan dindar erleri yakalamak­
tan kaçınmağa başlarlar. Öte yanda, bağnazlık orta­
lığı kırıp geçirmektedir. Calas ve Sirven mahkûm
edilirler. Ancak, düşünce şahlanmaktadır; Voltaire’-
in açtığı, kampanyalar derin yankılar uyandırır; Ca-
las’m eski itibarını kazanması, Sirven’in aklanma­
sı yobazlığa indirilmiş darbelerdir.
İktidarın «filozoflarsa karşı eylemi zaman za­
man sert, zaman zaman kararsız olmaktadır. Du­
rum, arada bir, bunlardan bazılarının' lehine dön­
mekte ve Ansiklopedi, sarayda savunucular bul-

(1) Lavisse, Fransa Tarihi, VIII, 2, 336.


DİNE? KARŞI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 93

maktadır. Genç şövalye La Barre’m bir âyin ala­


yını selâmlamamakla ve Felsefe Sözlüğü gibi sa­
kıncalı kitaplar okumakla suçlanması, tüyler ürper­
tici bir drama yol açar. Dili koparılır, başı gövde­
sinden ayrılır, cesedi yakılır. Ama Voltaire .bu kez
de sahneye çıkar; ve cellâtlar sanık sandalyesine
otururlar.
«Filozoflar», aşırı bazı adaletsizliklere saldır­
makla yetinmezler. Korkusuzca iki mücadeleye gi­
rerler: biri Kilise’ye, öteki dine karşı-
Kiliseye, onun hiyerarşisine, katı düzenine, si­
yasal ayrıcalıklarına ve «cismanî iktidar» üzerinde­
ki etkisine karşı mücadele ölçüsüz bir şekilde yürü­
tülür. Montesquieu gibi ağırbaşlı bir adam şunları
söylemekten kendini alamaz: «Papa, alışıldığı için
karşısında boyun kırılan, modası geçmiş bir puttur».
Voltaire acı alay darbeleriyle savaşmaktadır; şu pa­
rolayı kullanır: «Ezelim alçağı!» Helvetius ve Hol-
bach da daha az şiddetle saldırıyor değillerdir.
Dinin kendisine, Tanrı Esini’ne, dogmalarına
karşı müca,dele, daha çeşitli, daha karmaşık bir- nite­
lik gösterir; çünkü «filozoflar» bu konuda ortak bir
fikir bütününden hareket etmemektedirler. Sözgeli-
ni Montesquieu liberal katoliktir. Voltaire, Incil’le­
re karşı gösterdiği sevgiye rağmen, kesinlikle New-
ton’un Tanrısına inanmaktadır. Diderot zaman za­
man; Holbach ise sistemli bir şekilde tanrıtanı­
mazdırlar- Rousseau, Emile’de «İsa’nın hayatının ve
ölümünün bir tanrının hayatı ve ölümü olduğunu»
94 DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ

söyler. Bu ayrılıklardan ötürü, inanca karşı yönel-


■tilmiş saldırılar oldukça çeşitli görünümler içinde
belirmektedir; ancak bunların hepsi de çok ş i d d e t ­
lidir. Voltaire, Incil’in metnini çağdaş usçuluğa yol
pçacak amansız bir şekilde eleştirir. Holbach bir
küçük Dinbilim ve Kutsal Bulaşma ya da Körükö-
rüne Bağlılığın Tarihi adlı bir yapıt yayjmlar. Dini
«insan türünün özgürlüğüne, mutluluğuna ve erin­
cine karşı bazı sahtekârların kurduğu bir birlik»
olarak görür. (1)
Tersine, «filozoflar» arasında yobazlığı kargı­
mak ve onun ipliğini pazara çıkarmak konusunda
ne bir ayrılık ne de bir kararsızlık görülmektedir.
Montesquieu için «Bağnaz düşünce bir şaşkınlık dü­
şüncesidir» (2). Voltaire’e göre «yobazlık yeryüzü­
nü kana boyamıştır». (3). Diderot da, onu, iğ­
renç bir özdeyişler bütünü» olarak görür (4).
Helvetius, «yobazlık kılıcının insanlığın en bü­
yük belâlarından biri» olduğunu söyler ' (5)-
Rousseau’ya göre, yobazlık, yani din, tekel ve zor­
balık yoluyla halka kan kusturmakta, «onu, ölüm­
den, insan kırımından başka şey solumayacak duru­
ma getirmektedir» (6).

(1) Kutsal Bulaşma.


(2) Lettres Pers., 85.
(3) Hoşgörü Üstüne.
(4) • Ansiklopedi.
(5) İnsan Üstüne, IV, 8.
(6) Hoşgörü Üstüne, VI ve XXII.
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 9$»

Sonuçta, hoşgörü bir erdem olarak sunulmakta­


dır. Ne var ki o bu görünümde sunulurken göklere
çıkarılmamaktadır. Buna verilecek ilk örnek Vol­
taire ve onun Calas olayının hemen ertesinde yazdığı
Hoşgörü Üstüne adlı yapıtıdır.
Ona göre hoşgörü «bir insan hakkıdır». Iûsan
hakları ancak doğa haklarının üstünde yükselebilir;
bu ikisinin büyük ilkesi, evrensel ilkesi yeryüzün-
dedir: «Kendine yapılmasını istemediğin şeyi baş­
kasına yapma». Oysa, bu ilkeye göre bir adamın bir
başkasına şöyle diyememesi gerekir: «Benim inan­
dığım şeye inan, yoksa işin bitiktir».
Voltaire devam eder: «Hristiyanlarm birbirle­
rine hoşgörüyle davranmaları gerektiğini göstermek
için çok şey bilmeğe ihtiyaç yoktur. Ben daha ileri
gidiyor ve bütün insanlara kardeş gözüyle bakma­
mız gerektiğini söylüyorum. Nasıl yani? Bir Türk,
bir Çinli, bir Yahudi kardeşim mi oluyor böylece?
Elbette; hepimiz aynı babanın çocukları, aynı Tan­
rının kulları değil miyiz?» (1).
Hoşgörüde, insan haklarının bir ilkesini, büyük
kardeşlik yasasının bir ucunu bulmak, «aydınlıklar
yüzyılı»nm yüz akıdır. Bu yüzyıl bununla kalmamış
daha ileri de gitmiştir; ilk kez düşünme özgürlüğü
kavramını ortaya çıkarmıştır.
Yukardan beri görmüş olduğumuz özgürlük,
bütün zihnî ilerlemelerin temelinde bulunduğuna

(1) Hoşgörü Üstüne' VI ve XXII.


96 DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ

göre, tarih boyunca, insanlar tarafından çoğunca


kullanılagelmiştir. Ancak, XVIII. Yüzyıldan önce
hiç ilân edilmiş değildir. Milan Fermanı, bu hakkı,
gerçekte payenlere ve hristiyanlara tanımış; Nan­
tes Fermanı, gerçekte, aynı hakkı katoliklere ve pro-
testanlara vermişti; ancak fcu metinlerin hiç biri
her insanın özgürce düşünme hakkı olacağı ilkesini
öngörmüş değildi.
Oluşumundaki zengin olanaklara rağmen, hoş­
görünün kendisi de mantıkça bu ilkeyi içermez.
Hoşgörmek, yani inançların ve fikirlerin çeşitliliği­
ne katlanmak, Calas’m ve şövalye La Barre’m ya­
şadığı yüzyılda büyük bir ilerlemedir. Ama «bir ada­
mın katolik ya, da protestan olmasına izin vermek»
başka şeydir, şu inanca ya da fikre bağlanırken fa­
lan adamın «bir hakkı» kullandığını onaylamak baş­
ka şey.
Geçmişte görülmemiş olan bu fikir öyle yeni,
öyle cüretli bir şeyidir ki, filozoflar, bir süre onu
bütün kapsamıyla kabul etmekte kararsızlık gös­
terirler. Elbet, Voltaire ve Montesquieu, İngiltere’­
de katoliklerin hor görülmesi olayına pek parmak
basmaksızm, İngiliz özgürlüklerini içten alkışlamak­
tadırlar. Ama Montesquieu Yasaların Ruhu adlı ya­
pıtında şöyle yazar: «Bir devlete yeni bir din kabul
etmek olanağı varsa, onu almamak gerekir; ama
bir. kere alınmışsa, o zaman da dine karşı hoşgörüy­
le davranmalıdır» Voltaire de Hoşgörü Üstüne
adlı yapıtımda şöyle yazar: «Demiyorum ki hüküm-
DİNE KARŞI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 97

darın dininden olmayan herkes, hakim dine bağlı


olanlara ait yerleri ve şerefleri paylaşsın». Bu tü r
cümleler gösteriyor ki en coşkulu filozoflar da bir
anda ve apaçık bir biçimde, sınırsız b ir düşünce
özgürlüğüne' gitmeği göze alamıyorlar. Ama sonun­
da o noktaya geliniyor.
Yukarda andığımız sakıngan cümleden pek az
sonra Voltaire ekler: «Y an-tutm ayan h er okura bu
gerçekleri tartm ası, arıtması, yayması için yalva­
rıyorum. Düşünceleri arasında bağlantı olan dikkatli
okurlar, her zaman, yazardan daha ileri giderler»
(1). Burdan açıkça anlaşılıyor ki, bütün düşünceteini
söylemeği göze alsaydı, Voltaire, fikir özgürlüğün­
den yana konuşacaktı. Şu satırları yazarken öyle
davranm aktadır zaten: «Düşüncesini açıklayamadık­
tan sonra, insanlar arasında hiç bir özgürlükten söz
edilemez» (2). Ansiklopedi’de de şunları okuruz.
«Genel kural: toplum a bir zarar getirm eyen haller­
de, vicdan özgürlüğüne sonuna kadar saygı göste­
riniz; kurgu hataları Devlet’e karşı ilgisizdir.» (3).
Turgot’da okuruz: «Vicdanını dinlemek h er insanın
hakkı ve görevidir; kimse kendi vicdan ölçüsünü
bir başkasına kural olarak kabul ettiremez» (4).
Böylece onayladıkları ilke adına, «filozoflar», yayın

(1) A, B, C Arasında Diyalog, IV.


(2) Hoşgörü maddesi.
(3) Toplumsal Sistem, n , 5.
(4) Krala Muhtıra (Haziran 1775).
F.: 7
98 DİNE K A R gl DÜŞÜNCENİN TARİHİ

özgürlüğü, basın özgürlüğü istem ektedirler.


XVIII. Yüzyılın özgür düşünceden yana göster­
diği çabalar yalnız F ransa’da belirmez. Bütün Av­
rupa’da yankılanır. La Fayette ve postları tarafın­
dan Am erika’ya götürülür; bağımsızlık savaşını can­
landırır orda. Sonunda, 1789’da, Ulusal Meclis, İn ­
san ve Y urttaş Hakları Bildirisi’ni oylayınca büyük
bir zafer kazanır.
Çok kez, bu ünlü metne karşı felsefî yönden
itirazlar yükseldiği görülm üştür (1). H er şeyden ön­
ce, Tanrı huzurunda ve onun kayrasında oylanmış
oluyor bu Bildiri; bu da yaratancılığa (deisme) ya­
sal bir değer kazandırıyor. İkinci olarak, Bildiri, h er
insanın özgürce düşünme hakkını açıkça belirliyor
değil.
Ama, 10. maddede şunu okuyoruz:
«Düşüncelerini ve inançlarını özgür bir şekilde
belirtmek, insanın en değerli haklarından biridir; bu
bakımdan, bu özgürlüğün yasalarca belirtilmiş kö­
tüye kullanm a durum ları dışında, her yurttaş ser­
bestçe konuşabilir, yazabilir, yayın yapabilir».
Bu özgür düşünce zaferinin değerini ölçmek için,
Önceki bölümlerde belirtilm iş olayları anımsamak
•yeter. Greklerden bu yana, her yerde, iktidardaki
dinin çerçevesi dışına taşan düşünce özgürlüğünü
isteyenler koğuşturmaya uğram ışlardır. . Payenler,

(1) Aulard, Fransız Devrimînin Siyasal Tarihi, s. 44.


DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİH t §0

hristiyanlara zulmeder; hristiyanlar, payenlere zul­


meder; ortodokslar sapkınlara zulmeder; alev alev
odun yığınları üstünde erkekler ve kadınlar yakı­
lır; bu arada yakılm ak istenen düşüncedir; cellâtlar
işkenceyi gitgide daha tüyler ürpertici hale getirm e­
ğe çalışırlar; kadınlar ve çocukların da arada yitip
gittikleri savaşlar kopar. Ve sonra, bütün bu acı
geçmişi silen bir gün gelir. Kimsenin fikirlerinden
ötürü hor görülmeyeceğinin karara bağlandığı, «dü­
şüncelerin serbestçe iletilmesinin» vazgeçilmez ve
kutsal bir hak olduğunun ilân edildiği bir gün. Niçin
söylemeyelim o günün, tarihin en parıltılı doruk­
larından biri olduğunu?
VIII. BÖLÜM

DİNE KARŞI DÜŞÜNCE VE FRANSIZ DEVRİMİ

İnsan H aklan Bildirisi, herkesçe benimsenseydi,


müm inlerle usçular arasındaki çatışmaların değil
ama, dinin çevresinde dönen siyasal mücadelelerin
önü alınırdı- Ne yazık ki Bildiri herkesçe benim­
senmiş .değildir. 29 M art 1790 tarihinde\Papalık, heî-
kese «din konusunda da istediği gibi düşünme ve
düşüncesini serbestçe açıklama özgürlüğünü ta n ı­
yan» maddeleri şiddetle mahkûm etti. Böylece m ü­
cadele başlamış oldu. Bu mücadele, 1790 Temmu­
zunda, Meclisin, papaz takım ının sivil örgütünün
kuruluşunu karar altına alması ve bütün din adam ­
larının «yurttaş yemini» etm elerini istemesi üzerine
iyice kızıştı. Din adam larının büyük bir kısmı red­
detti bunu. Bir yar\da «anayasacı'Iar» m yani «ye­
minliler» in, öte yanda «kafa tutanlar» m yani «ye­
min verm eyenlersin birbirine karşı dikeldikleri görü"
lür. 1792’den sonra bu sonuncular halk düşmanı ilân
edilmişlerdir. Eylemlerinin «yurt için önemli bir
tehlike kaynağı olduğu» kanısında olan Yasama Mec­
lisi bunların on yıl hapis cezasıyla Fransa’yı terket-
meleri, ya da bazı hallerde Guyanne’a sürülm eleri
kararım verdi, ~Chouan’lar tah tı ve sarayı savunm ak
DİNE KARŞI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 101

için silâha sarılınca bu şiddet tedbirleri daha da


ağırlaşır. 18 M art 1793’te, Konvansiyon, silâhlanm a­
nın meydan verdiği karışıklıklara katılan rahiple­
rin idam edilmesine k arar verir. Aynı gün, sürgüne
gönderilmek için tutuklanm ış rahiplerin askerî bir
jü ri önüne çıkarılm aları ve yirm i dört saat içinde
ölüm cezasıyla cezalandırılm alarına k arar verilir.
Vendemiye’nin (Fransız devriminin ilk ayı) 29-30’-
unda korkunç bir yasa çıkarılır; buna göre iç ya da
dış düşm anlarla işbirliği yapan din adam ları idam
edilecektir; bu işbirliğinin tesbiti için iki imzalı bir
İhbar mektubu ya da iki tanığın birbirini tu tan söz­
leri yeterli görülmektedir. Aynı yasaya göre, y u rt­
taşlık duygusunun eksikliği, altı yurttaşın tanıklı­
ğından anlaşılan yem inlf rahipler de sürgüne gön­
derileceklerdir.
A ulard’m da belirttiği gibi bu yeni yasalar, Dev­
rim in Kilise hakkm daki politikasında büyük bir de­
ğişiklik meydana geldiğini göstermektedir. Önce­
leri «kafa tutan» din adam larına karşı «anayasacı»
papazlar destekleniyordu. Kötü papazların karşısına
iyileri çıkarılıyordu; 1793’de iyi papaz olamıyacağı,
G irondain’lerin safında bulunan yem inlilerin de
y u rt için yeminsizler kadar tehlikeli olduğu kanısı­
na varıldı. (1).
Devrim partizanlarının çoğu, temelde, ,dine düş­
man kimselerdir; çünkü (d inde, m antık gücüne kar-

(1) Aulard, Fransız Devriminin Siyasal Tarihi, s. 470.


102 DÎNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHÎ

şıt, cebbar ve geriletici bir güç görmektedirler. Yal­


nız siyasal planda değil, fikir planında da savaşır­
lar. Condorcet, İnsan Zekâsındaki İlerlem elerin Ta­
rihsel Bir Tablo Taslağı adlı ünlü yapıtında, Roma’-
dan söz ederken şöyle yazar: «Evrene yeni b ir zor­
balığın zincirlerini vurmak isteyen bu hakim şehri
anlatacağız; kabaca hazırlanmış eylemlerle bilisiz
inancı nasıl boyunduruk altına aldıklarını; kendi pin­
tiliklerinin ya da gururlarının gereklerini canları­
nın istediği gibi karşılayabilmek için dini sivil ha­
yatın bütün alışverişlerine nasıl karıştırdıklarını;
halkların inancını korkunç bir afarozla ve en ufak
bir karşı koymayı yasalarıyla nasıl cezalandırdıkla
rm ı; bütün Devletlerde, bağnazlığı daha kuvvetli
bir şekilde tutundurm ak için, şarlatanlıklarıyla boş
inan yılgısını övmeğe hazır b ir rahipler ordusu bu­
lundurduklarını göstereceğiz».
Andre Dumont, 1793 Ekim ayında, Abbeville’in
halkın önünde, rahiplerin, «kuklaları gösteren si­
yahlar giymiş soytarılar olduklarını, her işlerinin
para dolandırmak için başvurulm uş num aralardan
ibaret olduğunu» açıkladığını yazar. Aynı dönem­
de, Nevers’te, temsilci Fouche, Konvansiyonca gö­
revlendirilmiş olduğunu (oysa bu konuda bir gö­
revlendirilme de yoktur) söyleyerek «halkın, ne ya--
zık ki, hâlâ yönelmekte olduğu boş ve ikiyüzlü
inançların yerine, Cumhuriyet ve doğal ahlâk inanç­
larının konacağını» açıklar.-M ezarlığı « lâ ik le ştir­
mekle kalmaz, girişe, «ölüm sonsuz bir uykudur»
DİNE KARgI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 103

diye yazılması için de/buyruk verir. 16 Ekim 1793’te


Chaumette, Fouche’nin kararının P aris Komününce
onaylanmasını gerçekleştirir. 31 Ekimde, Rochefort’-
da Laignelot, kendi ruhanî çevresindeki Kiliseyi
Usun ve Gerçeğin Tapınağı haline getirir. Bu tapı­
nakta sekiz katolik, papaz ve bir protestan din ada­
mı rahiplikten ayrılırlar.
Konvansiyon, kendi temsilcileri kadar aşırı git-
ftıez. İnançların özgürlüğüne açık açık saldırm aktan
çekinir. Ama, Ağustos 1793’te bir şölen düzenlenir;
bu şölende Doğa heykeli, üstüne şarap (dökülerek yü­
celtilir. Gregor takvim inin yerine C um huriyet takvi­
mini koyan yasalarda «aziz» adlarının yerine «ulu­
sal zenginliği gerçek anlamda meydana getiren nes-
iıe adlarının konması» belirtilir. II. Yılın 15 Brü-
merinde, Konvansiyon, M arie-Joseph Chenier’ye bir
söylev verdirir; hatip bu söylevinde «düşük ve kör
inançların» yerine tek evrensel dinin geçirilmesi ge­
reğini belirtir. Bu çağrıya karşılık olarak, Saint-Bla-
jse’e bağlı Ris-Orangis sakinleri onun heykelini kal­
dırıp yerine B rutus’ünkini koyarlar; komünlerine de
B rutus adını verirler.
«Antikatolik» hareket P aris’te öyle bir noktaya
gelir ki, 17 Brüm erde piskopos Gabel, kendisi gibi
kırm ızı başlık giymiş olan ve bütün ruhani yetkile­
rinden vazgeçtiklerini belirten on bir yardımcısıyla
birlikte Konvansiyon salonlarında boy gösterir. Kon­
vansiyon üyesi olan büyük saysjda din adamı da bu
örneğe göre hareket eder, 10 Kasım 1793’te, Komün­
104 DÎNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ

ce, Notre-Dame’da b ir şölen düzenlenir; «us mihrabı»


m n önünde «gerçeğin meşalesi» yakılır; bu sırada ope|"
ra oyuncusu bir kadın da Özgürlük’ü temsil etm ek­
tedir. Bir grup temsilci gidip Konvansiyondan Notre-
Dame kilisesinin bundan böyle «Us Tapmağı» ola­
rak anılmasını ister. Konvansiyon bu ad değişikli­
ğini karara bağlar; opera oyuncusu kadın Meclise*
gelip başkanla kucaklaşır. Daha sonraki günlerde
P aris’teki birçok kilise Us Tapmağı haline gelir. İl­
lerde yeni inanç içtenlikle ve ağırbaşlılık içinde ör­
gü tlenm ektedir: bpralarda «us tanrıçaları» P aris’te ­
ki gibi tiyatro oyuncuları değil, seçkin burjuvazinin
güzel ve erdem li kızlarıdır-
H ebert’çilerin iyice kızıştırdığı «hristiyanlığa
karşı» hareket, başkentte öylesine şiddetli bir' nok­
taya gelir ki 24 Kasım 1793’te Komün, «Paris’teki
bütün kilise ya da tapm akların kapatılmasını, bütün
din ya da inançların en kısa zamanda önlenmesini»
kararlaştırır. «Bir tapm ağın ya da b ir kilisenin açıl­
masını isteyen kimse tutuklanacaktır»; «Rahipler
bütün kamu görevlerinden olduğu gibi bütün ulusal
yapımevlerinden de uzaklaştırılacaktır».
Sertlikleriyle, IV. Yüzyılda payen inançlara kar­
şı, Ortaçağda sapkınlara karşı çıkarılmış yasaları
anım satan bu tedbirler, İnsan H akları Bildirisi’nin
getirdiği özgürlük ilkesinden kaba bir sapıştan baş­
ka bir şey değildir- Bunun içindir ki 21 Kasım 1973’-
te, Robespierre, Jakobinlerde, Konvansiyon’un «Ka­
tolik inanışı ezdiği»ni ileri sürenleri şiddetle protes­
DİNE K A R gl DÜŞÜNCENİN TARİHİ 105

to eder. «Hayır, Konvansiyon bu gözüpek adımı ata­


mamıştır. Hiç bir zaman da atam ıyacaktır. Zaten,
İnsan Hakları Bi'ldirisi’nin Tanrı’nm huzurunda ilâh
edilmesi boşuna değildir.» Robespierre söylevine de­
vam ederek «tanrıtanımazlığın aristokrat b ir yön
taşıdığını» açıklar ve hristiyanlığa karşı çıkanların
hainler, düşman ajanları olduklarını belirtir.
Danton da Konvansiyon’da şöyle demektedir:
«Konvansiyon içinde dine karşı girişilen m askaralı­
ğa artık t i r son verilmesini istiyorum. Kiliselerin
terekesini çekip alm ak isteyen kim selerin yaptığı
bir oyundan ya da ganimet hevesinden başka şey de­
ğil. Buna engel olunmasını istiyorum».
Robespierre’in kendilerine yönelttiği saldırıdan
az sonra H âbertist’ler giyotine gönderilirler. Kam u
K urtuluş Komitesi b ir yasa tasarısı hazırlar; bunun
ilk maddesi şöyledir: «înanç özgürlüğüne karşı her
tü rlü şiddet hareketi ve te,dbiri yasaklanmıştır». Me­
tinlere bakarsanız özgür-düşünce bir zafer kazan­
mıştır. Ama, en önce, Kamu K urtuluş Komitesinin
kendisi bu ilkeleri açıkça uygulama, ve din özgür­
lüğüne karşı hareket eden tem silcilerin kararlarını
bozma cesaretini gösteremez; ikinci olarak, Robes­
pierre’in tavrı da belirsiz kalm aktan kurtulm am ıştır.
Bazı H ebert’çilerin Tanrıtanım azlığını mahkûm
federken (bazı diyoruz, hepsi değil; çünkü Hcibert’in
kendisi de «baldırıçıplak lsâ»ya övgüler düzmekte-
dir) tanrıtanım azlığım mahkûm ejderken tartışılm a­
yacak kadar içten hareket etm ektedir. Katolik inan-
106 DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ

cim ayrık tutm adan «inanç özgürlüğü» isterken ve


Komüne karşı kiliselerin yeniden açılması fikrini
benimserken de daha az içten olduğu söylenemez.
Ama, Helbert’çileri saf dışı ettikten sonra dostu
Couthon aracılığıyla «on günde b ir "Tanrıya adanmış
bayram» tasarısını d u yurtur çevreye. Böylece Tan­
rı inancı Robespierre’in düşüncesinde gene Devlet
Dini olm aktadır-. Bu din bağnaz değildir, çünkü ka-
tolik inancın, protestan inancın, Yahudi inancının
varlığını tanım aktadır, ama, aynı zamanda bağnaz-'
dır, hoşgörüsüzdür, yani bir bakıma kendi kendine de
karşıdır, çünkü kısa b ir süre önce Konvansiyonca
alkışlanmış olan eski piskopos Gabel’i, inanç özgür­
lüğüne engeller çıkardığı gerekçesiyle giyotine gön­
derir; hoşgörüsüzdür, « tan rıtan ım azların bozulmuş
insanlar olduğunu ve kendisi gibi düşünmeyen h e r­
kesin tanrıtanım az olduğunu söyler; hoşgörüsüzdür,
çünkü II. Yılda çıkarılan yasayla «Fransız halkı
Tanrının varlığını ve ruhun ölümsüzlüğünü tanıyor»
der, bu Tanrı inancının insan görevlerinin pratiği
olduğunu ileri sürer. Katolikler, H ebert’çilerin m ah­
kûm edilmesini kendilerine verilmiş bir ödün kabul
ederler, ama «Tanrı inancı»nda Devlet lehine, Roma
dinine karşı nam lusunu doğrultmuş yeni b ir savaş si­
lâhını görmemiş de değillerdir. İçlerinden çoğu Ro-
bespierre’i Tanrıtanım azlık putunu ateşe atan adam
olarak selâmlamakta ve onun daima ileri gitmesini
beklemektedir.
Barere şöyle diyor: «Zaferler, Robespierre’den
DİNE KARŞI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 107

sonra Zebaniler gibi saldırmağa başlamıştı!» Fleurus


zaferimden sonra, Terör bir ara yapacak şey bula­
maz, görünür. Robespierre başkalarını yolladığı gi­
yotine gider. «Tanrı inancı» unutulm ağa başlar.
1794’de Konvansiyon Devletle Kiliseyi ayırır. 1795
yılı içinde inanç özgürlüğü ilân edilir, kilise m en­
suplarına kiliselerden yararlanm a izni verilir, on­
lardan şöyle bir bildirim de bulunm aları istenir:
«Fransa yurttaşlarının tam am ının egemenliğine ina­
nıyorum; Cum huriyet yasalarına boyun eğip saygı
göstermeğe söz veriyorum».
Bu tedbirler dinsel barışı kurm ağa yetmez. Bir
yandan, Jacobin’lerin kilise üyelerine karşı duyduk­
ları kin öyle birdenbire küllenmeyecek ka,dar alev­
lidir; öte yandan, h atırı sayılır sayıda rahip az ya
da çok açık b ir şekilde Cumhuriyete karşı mücade­
leye girişmiştir. Bunun içindir ki, D irektuvar za­
manında, Ulusal Enstitü’nün meydana getirdiği us-
çular grubu, hüküm etleri katolikliğe karşı savaşa
itm iştir. V. yılda, üç direktör, general Bonapart’a
bir m ektup yazarak, mümkünse, «Roma’da, rahipler
hüküm eti yönetimini iğrenç ve aşağılık b ir durum a
düşürecek bir iç hüküm et kurarak» kiliseler birlik
rçıerkezini yıkm ak çağrısında bulunurlar ona. Di-
rektuvarm on günde bir şölenler düzenleyerek y u rt­
taşlar arasmlda kardeşlik bağı kurm ağa ve onlarda
Anayasa’ya, Yurda ve yasalara bağlılık yaratm a yo­
lundaki çabaları da katolikliğin etkileriyle savaşmak
için alınmış tedbirlerden başka b ir şey değildir. Pa-
>$8 D İN E K A R SI DÜŞÜ NC EN İN TA R İH İ
zar gününün yerine «deçadi»yi koyarak, Kilise m ih­
rabının karşısına «yurt mihrabı»nı çıkararak, hükü­
m etler «Roma dininin etkilerini alttan alta yok et­
meği» isterler ve bunu saklam azlar da. H üküm etle­
rin, «Usun Tanrısı»nı yücelterek ve y u rt sevgisini,
Cum huriyet sevgisini öneren Teoflantrop’ları (Tan-
' rının ve insanların dostlarım) desteklemeleri de ay­
nı kaygıdan doğmaktadır.
K ıralcıların desteklediği kilise üyeleri, Direktu-
varm eylemine «ikiyüzlü yurttaşlar» cinsinden alay
dolu bir davranışla karşılık verirler. Eski rejim in
rahipleri XVIIL Louis’nin eğitimini izlemektedirler;
bunlara göre Cum huriyet yasalarını tanım a kırallık
otoritesine başkaldırm aktır; «bütün devrimci cina­
yetlerin suç ortağı olmaktır»; «rezalet ve iğrençliği
tapm aklara kadar götürmektir».
D irektuvar dönemi boyunca Cumhuriyetle K ili­
se arasında hiç değilse b ir soğuk savaş sürüp gider.
8 Eylül hüküm et darbesi daha çok «din adamları
tehlikesine» karşı düzenlenmiştir. 9 Eylül tarih li
yasa «bütün papazların kırallık ve anarşiden nef­
ret ettikleri, Cum huriyete ve I|I. yıl Anayasa­
sına bağlı oldukları konusunda yemin etmelerini»
ister; ayrıca hüküm ete halk huzuru için tehlikeli
olabilecek papazların sürgüne gönderilmesi konu­
sunda yetki verir. Suvarov’un zaferler kazana ka­
zana ilerleyişi Fransa için istilâ tehlikesi yaratınca,
Jacobin klüplerinin yeniden açıldığı görülür; ve
yemin vermemiş rahiplere karşı mücadele iyice şid­
detlenir;.
DİNE KARŞI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 109
Bonaparte’ın gelişiyle durum birdenbire ters
döner.
Bonaparte, bir özgür-düşünürdür aslmda: «Be­
nim papacı olduğum söylenecek: hiç b ir şey deği­
lim ben. Mısırda müslümandım; burda da halkın
iyiliği için katolik, olacağım. Aslında dine inanmı­
yorum.» Ama,- «Dinsiz bir toplumun pusulasız bir
gemi gibi olacağı» kanısındadır da. Şunu da de­
miştir: «Devlete, sağlam ve sürekli desteği ancak
din sağlayabilir». Şunu da: «Servet eşitsizlikleri ol­
madan bir toplum var olamaz; servet eşitsizlikleri
de din olmadan meydana gelemez. Bir adam, tıkaba-
sa yiyerek şişen b ir başka adamın yambaşmda aç­
lıktan ölürken, ortada kendisine «Tanrı böyle is­
tiyor; kiminin zengin kiminin yoksul olması ta n ­
rıdandır; ama ilerde, öte dünyada, iş başka tü rlü
olacak» diyen bir otorite olmazsa, o adam bu fark­
lılığı bir türlü anlamıyacaktır».
Bonaparte bu fikirler adına b ir amaç gütm ek­
tedir: Papanın, «Fransa katoliklerinin Cumhuriyete
yeniden boyun eğmesini örgütlemesini» sağlamak.
Zemini hazırlam ak için D irektuvar politikası­
nı yadsımakla işe girişir. 8 Eylül olaylarından hemen
sonra tutuklanm ış olan rahipler serbest bırakılır.
Bonaparte, henüz savaş halinden çıkmamış bulunan
kırk bin Chouan’a on gün içinde silâhları bırakır­
larsa genel af ve inanç özgürlüğü vadeder; ve si­
lâhlar bırakılır. Bundan sonra Birinci Konsül asıl
noktaya gelir: «bir anlaşma» yapm ak için papalıkla
görüşme masasına oturur.
110 d İn e K A R SI d ü ş ü n c e n in t a r İh İ

«Fransa hüküm eti ile Pek Saygın Pie VII ara­


sında Anlaşma» herkesçe bilinmektedir. Biz bura­
da sadece özgür-düşünceyi ilgilendirdiği oranda söz
edeceğiz bundan.
Anlaşma bir noktada başarı sağlar: katolik dini
tam anlamıyla «Devlet dini» olarak gösterilmemiş'
ve inançların özgürlüğü garanti altına alınmıştır.
Ama, Bonaparte’m kabul ettiği m etinde «Papalığın
dini olan katolik dini ile Roma dini Fransızların
çoğunluğunun da dinidir; bu niteliğiyle, gerçekte,
Devletin içinde bütünlenmektedir- Birinci Konsül,
papanın ruhanî yetki verdiği piskoposların atanm a­
sını yapar; piskoposlar papazları atarlar; ancak böl­
ge papazlarının hükümetçe kabul edilmiş rahipler
arasından seçilmeleri gerekir. Kilise üyelerine Hü-
hükümetçe ödenen uygun bir gelir sağlanır.»
Roma dinine sağlanan bu ayrıcalıklar, devrim
ruhunu henüz yitirm em iş çevrelerde şiddetli protes­
tolara sebep olur.
Görüşmeler sırasında Roma’nın temsilcisi pa­
paya şunları yazar: «Roma ile bu görüşmeyi ön­
lemek için ortaya çıkan mücadele inanılmaz b ir ni­
teliktedir. Bütün yüksek görevli m em urlar, filozof­
lar, bütün serbest kafalı kim seler ve ordunun büyük
bir kısmı karşı çıkmaktadır, böyle b ir anlaşmaya.
Birinci Konsülün yüzüne karşı Cumhuriyeti yıkmak,
monarşiyi geri getirm ek istiyorsa bu toplantının bi­
rebir geleceğini söylemekten çekinmiyorlar... K ısa­
cası, o, tek başına istiyor bu toplantıyı». Bonaparte,
DÎNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHÎ İH

Condorcet’nin Anlaşmayı Danıştayda okumasını is­


teyince soğuk bir hava eser. Bazı m istik sözler, kah­
kahalarla karşılanır. Notre-Dame’daki resmî Te De-
um ’dan çıkarken general Delmas, Birinci Konsüle
şöyle der: «Tam bir yobazlık örneği. İçinde, sizin
kurduğunuz şeyleri yıkmak için öldürülmüş bir m il­
yon insan eksik sadece».
Kendisi de. bilinemezci ' (agnostique) görüşte
biri olduğu halde, Bonaparte, bütün bu protestoları,
özellikle ordununkini niçin um ursam am ıştır acaba?
Bunun nedenini bulm ak pek güç olmasa gerek:
çünkü, o, bir kişisel iktidar rejim i kurm ağa kesin­
likle karar vermiş -bulunmaktadır; Kilise üyelerini
bu iktidarın kefilleri, bekçileri, m em urları yapmayı
koym uştur aklına. Bunu kavram ak için Ânlaşma’-
nm bütün Kilise üyelerinden istediği yeminin m et­
nini okumak yeter: «Fransa Cum huriyeti Anayasası
ile kurulm uş hüküm ete boyun eğip bağlı kalacağıma
İncil’ler üstüne yemin ederim. Y urt içinde olsun,
dışarda olsun, kam u özgürlüğüne aykırı hiç bir fi­
k ir beslemeyeceğime, hiç bir kuruluşa girmeyece­
ğime, hiç bir birliğe katılm ayacağıma ve kendi ru ­
hani çevremde, ya da başka b ir yerde, Devlete za­
ra r veren bir şeyler olduğunu öğrenirsem hüküm e­
te bildireceğime söz veririm.» (1)
Anlaşma’nm imzalanmasından hemen sonra,
Bonaparte’ta usta işi b ir şey becermenin zevki v ar­

(1) Anlagma’mn 6. maddesi.


112 D İN E KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHÎ

dır: düne kadar Louis XVIII’i tanıyan Papa şimdi


Pirinci Konsülü tanım aktadır; çoğu eski rejime bağ­
lı olan rahipler yeni rejim için çalışacaklarına ye­
min ederler. Böylece Kiliseye dayanan kişisel; ikti­
dar geleceğinden emindir. Bu kanı, elbet, 2 Aralık
1804’de Tanrının kayrasıyla im parator olan Napoleon
papa tarafından Notre-Dame’da kutsandığı zaman
daha da pekişir.
Kilisede aradığı desteği bulmakla güçlenmiş
olan «Fransa İmparatoru», «ideologlarsın ve düşün­
ce özgürlüğünün karşısında kesin bir ta v ır tak ı­
nır. 1810 tarih li b ir kararnam eyle Devlet hapisha­
neleri yeniden kurulur; bunlarda, kuşkulu kimseler
eskiden Bastille’de olduğu gibi tecrit edilmektedir.
Fouchel’nin yönettiği bir basın bürosu on kadar ga­
zeteyi kapatır; yalnız hüküm etin güvenini kazan­
m ış''kim selerin yayın yapmağa hakkı olacaktır.
Bu diktatörlük, Kilise’nin ilm ihallerde «impa­
ratora karşı ödevler öğrettiği», gece yarısı yatağın­
dan kaldırılıp kilitli bir arabayla kaçırılmış bulu­
nan Papanın «Fontainbleau Anlaşması» nı imzalama­
ğa razı olduğu sürece kendinden emin görünür. Ama,
zaferlerin ardından bozgunlar gelmeğe başlar baş­
lamaz rejim de çökecektir. Napoleon’u tutan pisko­
poslar, İm paratorluk düşer düşmez bu kez Louis
XVIII’i tutm ağa başlamışlardır. İm paratorluğun
zorbalığıyla yaralar alan özgür-düşünce, bir yüzyıl
boyunca tehdit altında bulunacaktır.
IX. BÖLÜM

XIX. YÜZYIL, SAVAŞAN LAİKLİK

Kilise inanç özgürlüğüne ve vicdan özgürlüğüne


karşı açıkça (durum alınca, XIX. Yüzyılı kaplayan
büyük mücadele de başlar.
Louis XVIII, «pek kutsal ve bölünmez Teslis
adına» K utsal İttifak anlaşmasını im zalayarak Ki-
lise’ye inancalar tanır. Rusya, P rusya ve A vusturya’­
nın önerdiği bu anlaşmayı im zalayanlar «kendile­
rinin ve halklarının da içinde bulunduğu hristiyan
ulusunun, gerçekte tek güçlü olan varlıktan başka
bir hakimi olmadığını; çünkü, sevginin, bilimin ve
tükenmez bilgeliğin bütün 'hâzinelerinin, yani Tan-
rin ın , kutsal kurtarıcım ız İsa’nın, Yüce kelâmın,
hayat sözünün yalnız onda bulunduğunu» açıklarlar.
İngiltere bu metni onaylamağı reddeder. Fransa
ise kabul eder. Louis XVIII', kendi uyruklarına lü t­
fettiği Ferm an’da «Katolik dinin Devlet dini olduğu­
nu» belirtir.
Bununla birlikte aynı Ferm an’m 5. maddesinde
şunlar okunur: «Herkes dininin gereklerini eşit bir
özgürlük içinde yerine getirebilir; herkesin dinine
eşit ölçüde himaye sağlanır.»
F.: 8
İ l4 DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ

Söz konusu 5. maddede «düşünme özgürlüğü»


üstüne bir inanca yoktur; çünkü «özgür-düşünür-
ler» için bir imada bile bulunulmam aktadır. Bu­
nunla birlikte Devlet dinine rağmen, inanç özgür­
lüğü için inancalar getirilm iştir. Papalığın karşı çık­
ması için bu kadarı yeterlijdir. 28 Nisan 1814’de, ya­
ni daha Ferm an’m m etni tam anlamıyla yazılıp b it­
meden, bir ön tasarının inanç özgürlüğünü getir­
mekte olduğunu öğrenen. Papa Pie VII. «büyük bir
üzüntüyle» onu mahkûm eder. Papalığın kanısına
göre bu ferm an sadece inanç ve vicdan özgürlüğü
için inancalar sağladığı için değil, bu özgürlük ay­
nı zamanda korunduğu, desteklendiği için karşı çı­
kılmaktadır. Böyle hiç bir ayrım yapmaksızın inanç
özgürlüğünü sağlamakla gerçekle hata birbirine ka­
rıştırılm ış, ve lekesiz İsa ile onsuz hiç bir kurtuluş
yolu olmayan Kilise, sapkın görüşlerle, hatta bir
yerde Juda kalleşliğiyle aynı düzeyde tutulm uş olu­
yor. Dahası, sapkınların mezheplerine ve temsilci­
lerine ayrıcalık tanımak, onları desteklemek, onla­
rın sadece kişiliklerine değil, inançlarına ve hatala­
rına da hoşgörü göstermek, desteklemek anlamını
taşıyor. Pie VII, «basın özgürlüğünü», «inancı ve ge­
lenekleri en büyük bir yıkıma ve felâkete götüren»
özgürlüğü şiddetle mahkûm ederek politikasını de­
vam ettirir.
Pie V lI’nin düşünce özgürlüğüne karşı uygula­
dığı bu mahkûm edici politika, XIX. Yüzyıl boyun­
ca gelip giden bütün Papalarca benimsenir.
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 115

15 Ağustos 1832’de, Gregoire XVI, papalık ge­


nelgesi olan M irari Vos’ta kayıtsızlık! (indifferen-
tism e), yani ancak töreler adalete ve doğruluk' ku­
rallarına uygunsa sonsuz kurtuluşa erişilebileceği
hakkm daki öğretiyi ele alır, ve ekler: «Kayıtsızlıkla
ağulanmış bu kaynaktan şu asılsız ve saçma lâf, şu
hezeyan çıkıyor: herkese vicdan özgürlüğü sağlan­
malı ve inancalara bağlanmalıymış; en bulaşıcı n i­
telikte bir hatadır bu; bu m utlak özgürlük, bu diz­
ginsiz fikirler, Kiliseyi ve Devleti yıkm ak için,-her
yanda büyüyerek yayılıyor, saygısız birtakım kimse­
ler onun dinden üstün olduğunu ileri sürm ekten
korkmuyorlar... Bütün bunlar, özgürlüklerin en uğ u r­
suzu olan basın özgürlüğünden, o iğrenç özgürlük­
ten doğuyor; kimse dev yeterince ürkmüyor, hatta
•bazı adamlar, gürültü patırtı içinde, onu istemekte,
her yere yaym akta ayak diriyor. Titriyoruz, saygın
kardeşler, nasıl bir canavar öğretinin, ya da daha
iyisi, ne gibi büyük hataların bizi boğacağını düşün­
dükçe titriyoruz».
Pie IX. 8 A ralık 1864’te, papalık genelgesi Qu­
anta Cura’da «natüralistler» dediği kimseleri m ah­
kûm eder .ve şöyle der: «Bunlar, vicdan ve inanç öz­
gürlüğünün her insan için bir hak olduğunu, iyi ku­
rulm uş her Devlette ilân edilip inanca altına alın­
ması gerektiğini, ve yurttaşların fikirlerini sözle,
basın yoluyla, ya ,da başka bir yolla, Kilisece ya da
sivil ctoritelerce en ufak kısıntıya uğramaksızm,
'istedikleri gibi, apaçık açıklayabileceğini ileri sii-
116 DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ

rüyorlar, hata, ve rahm etli selefimiz Gregoire XVI’-


m n da belirttiği gibi bir «hezeyan» içinde, katolik
kiliseye ve ruhların kurtuluşuna karşı yapılabilecek
en uğursuz şeyleri yapıyorlar... Ve bu cüretli dü­
şünceleri desteklerken aslında mahvolma özgürlüğü’-
nü istediklerini akıllarına bile getirmiyorlar.»
Pie IX, 5 Mayıs 18'74’te şu açıklamayı yapar:
«İnsan toplum unu kırıp geçiren bir yara var; ge­
nel oy hakkı deniyor buna». Evet, «toplumsal düzeni
yıkan ve yıkmak isteyen ve genel yalan dense daha
uygun düşecek olan» bir yaradır bu.
Leon Xlljl, 20 Haziran 1888’de papalık genelge­
si Libertas praestantissimum’da şöyle yazar:
«Önce inanç özgürlüğünü, din erdem lerine bu
kadar aykırı olan ve herkesi istediği .dine girme ya
da hiç birine girmeme konusunda başıboş bırakan
şu özgürlüğü inceleyelim. İnsana bu özgürlüğü ta ­
nımak, ona en kutsal ödevleri saygısızca bozma, ye­
rine getirmeme, sarsılmaz iyiyi bırakıp kötüye yö­
nelme gücünü vermek olacaktır; bu artık bir özgür­
lük değil, özgürlüğün bozulması, günahın iğrençli­
ğine düşmüş bir ruh köleliğidir».
Leon XIII, sınırsız konuşma ve yazma özgürlü­
ğünü mahkûm ettikten sonra «öğretim ö zg ü rlü ğ ü ­
ne geçer, ve aşağıdaki açıklamayı yapar: «Öğretim
özgürlüğüne gelince, bunun için de aynı yargıda bu­
lunm ak gerekir. Tek doğru, ruhlara işlemesi gere­
ken yüce doğru olduğuna göre, öğrenimin amacı da
sadece doğrular olmalıdır. Kuşkusuz ki, bu Özgür-
D İN E K A R g l D Ü ŞÜ N C E N İN T A R İH İ 117-

lük, istenen her şeyi öğrenme hakkını benimseyerek,


usla açık bir karşıtlık meydana getirm ekte ve ru h ­
larda tam bir yıkım yaratm ak için doğmuş bulun­
m aktadır; hükümet, toplumdaki görevine aykırı
olan böyle bir şeye izin veremez.»
Papalığın bu kesin bildirisine bağlı kalanlar,
Restorasyon döneminde, Louis-Philipps döneminde,
İkinci İm paratorluk döneminde özgürlükte, hatta
düşünce özgürlüğünde, Joseph de M aistre’in deyi­
miyle «dine karşı b ir başkaldırma» gördüklerini
açıklam aktan hiç geri kalmazlar. Ama ona saldı­
ranlar (Bonald, M ontalenabert,. Ozanan, Lacordaire,.
Veuillot, Dupanloup) onu savunanlarla (Paul-Louis
Coruier, Saint-S'imon'cuîar, Louis Blanc, Hugo, Wal-
deck Rousseau, Clemenceau, Combes, Jaures) çatı­
şırlar. Bu, daha çok «sağ»m ve «sol»un belirdiği so­
run üstünde olur.
Alayla kendilerine «özgür-düşünür» denen 1789,
ruhunun bekçileri bu kelimeyi bayrak yaparlar ve.
«Roma dini» ile «özgür-düşünce» arasımda şiddetli
bir savaş başlar: ideolojik savaş, siyasal savaş.
İdeolojik savaş çok çeşitli görünüm ler taşır;
çünkü özgür düşünce bir öğreti değil, bir durum ­
dur. Onun için savaşanlar arasında en az üç grup
insan gösterilebilir.
Birinci grupta katolikliğin kendisine ya «da te ­
mel dogmalarına bilim adına saldıranlar bulupur.
Saint-Simon, Galile’niıı mahkûm edilişini hatırlata­
rak, «dinbilimcilerin» «fizikçilere» karşı giriştik-
118 DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN. TARİHİ

leri savaşı kaybettiklerini ve T anrı Esiniyle h are­


ket eden dinin bilime yerini vermesi gerektiğini
söyler. Auguste Comte ünlü üç hal yasasını ortaya
atar: insanlık, dinbilimsel durum dan metafizik du­
rum a geçmiştir; metafizik durum dan da pozitif du­
rum a geçecektir. O noktaya gelince, eski dinlerin ye­
rini de İnsanlık Dini alacaktır. Prudhon, Reforni-
dan beri katolikliğin sadece güç kaybettiğini ileri sü­
rerek «dinin yakında yok olacağını» ve yerini bili­
me bırakacağım söyler. «Darvinciler» dine açıkça
saldırmazlar, ama evrimci teorileri Tekvin’le ça­
tışm aktadır. Nihayet, Kilise, dinler tarihine' bilimsel
bir güç kazandırm ağa çalışanlar arasında korkunç
düşm anlar görür kendine. Daha 1835’te, :'S trauss’un
«İsa’nın Hayatı» adlı yapıtı dinbilim öileri.telâşa dü­
şürür. 1843’te Renan’m «İsa’nın Hayatı» kitabı bü­
yük bir heyecan yaratır. Sayısız «çürütme çabasıy­
la» saldırının hızım kesmeğe çalışılır. Ama bütün
bunlar, tarihin, Luisy’lerle, G uignebert’lerle, Tur-
m el’lerle ilerlemesini durduram ıyacaktır. Couchoud,
Kenan’dan da ileri giderek, İsa’nın yaşadığı hak­
kında hiç bir tarihsel kanıt bulunmadığını belirt­
meğe çalışır.
İkinci grupta, katolikliğe saldıran, ama onda bir
Yüce Varlık’a inanarak, adaleti ve sevgiyi onunla
yücelten yaratancılar (deiste) bulunm aktadır. Be-,
ranger, «iyi insanların tanrısı»ndan dem vurur. H u­
go «Tanrı ve D inler ve Din»i yazar. Aynı Hugo, K i­
lise üyelerine karşı bu mücadeleler sırasında, bir
D İN E KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ H9

gün şu mısraı oturtur: «Mümin olan benim, ey ra ­


hip, sense dinsizsin!»
Üçüncü grupta, kilisenin özgürlük üstüne fikir­
lerine ve dogmalarının büyük bir kısmına saldıran­
lar bulunur; bunlarda hristiyanlığa karşı, hiç de
saklamağa lüzum 'görmedikleri b ir sevgi vaıylır. P i­
erre Leroux, İncil’de gerçeğin «büyük b ir kısmının»
bulunduğu kanısındadır, Louis Blanc, İsa’da «sosya­
listlerin ulu ustası»nm görür. Cabet’ye göre ise «İsa
komünisttir».
Özgür-düşünee fikir planında gösterdiği çeşit­
liliklere rağmen, siyasal planda, ruhban yönetim i­
ne karşı savaşında bir birlik görünümü içindedir.
Congregation (papaz örgütü) üyeleri, daha çok da
sağ partiler, 1789’un getirdiklerini ortadan kaldır­
mak, basım susturmak, Kilisenin eğitim üstünde ege­
menliğini kurm ak sevdasındadır. K arbonari derne­
ğinin, Mason localarının, İnsan H akları Derneği’nin,
Quatre-Saisons derneğinin, M arianne’m, Öğretim
Birliği’nin üyeleri, ve daha çok da sol partiler, dü­
şünce özgürlüğünü, basın özgürlüğünü, Ü niversite­
yi kurtarm ak isterler. İki taraf arasında günlük bir
mücadele vardır. İki tarafta da başarılar ve başa­
rısızlıklar birbirine eklenerek sürüp gider.
K utsal İttifak, kurtarıcı tan rın ın sonsuz diniyle,
Avrupayı (İngiltere hariç) kapladığı, basm a karşı çı­
kan yasalar çoğaldığı, Piskopos Frayssinous, Üni­
versitede en yüksek hoca derecesine yükseldiği, İk­
tidar, Guizot’yu, Villemain’i, Coıısin’i, Michelof’yl
120 D İN E K A R S I D Ü ŞÜ N C E N İN T A R İH İ

ders verm ekten alıkoyduğu zaman, sağ kazanır.


1828’de çıkan iki yönetmelikle, yetkisiz congre­
gation üyelerinin öğretimden uzaklaştırıldığı, ve se­
m inerlerin alabileceği öğrenci sayısı sınırlandığı, 1830
ihtilâli patladığı, Guizot ilk öğretimi örgütlediği ve
Cizvit evlerinin kapatılm ası konusunda Vatican’ı gö­
rüşmeğe razı ettiği, 1848 devrimi basın özgürlüğünü
getirdiği zaman da özgür-düşünce kazançlı çıkar.
Bununla birlikte, 1849’da bir yasa, her komün­
de, öğretmenin, kendisi bir özgür-düşünür bile ol­
sa, bölge katolik papazının ya da protestan papazın
gözetimi, işine son verme yetkisine sahip valinin
otoritesi altında görev yapacağını öngörünce, sağ
kanat bir üstünlük kazanır. B ir yıl sonra papacılar
zaferlerini genişletirler. Falloux yasası, Victor Hu-
go’nun hakkıyla ün yapmış bir söylevine rağmen,
ilk öğretimin ahlâkî ve «dinî» öğretimi de kavraya­
cağını; tanınm ış farklı inançların açıkça taraftar
bulduğu komünlerde her inanca bağlı olanların ço­
cukları için «ayrı» okullar kurulacağını; «serbest»
denen orta öğretim kuram larının, öğretm enlerin
çoğu ünvansız bile olsa, Devletçe, illerce, komün-
lerce yardım göreceğini belirtir. Victor Hugo o sı­
ralarda, birçok kimsenin gözünde özgür düşüncenin
bir çeşit bildirisi olan ünlü söylevini işte bu yasanın
oylanmasından önce yapılan tartışm alar sırasında
verir, «özgür-düşünce» kelimesini açıkça kullan­
maz, ama var giiciiyle ruhban takım ına yüklenir.
«Yıldızların .dürmedi jjinj söylediği içip Priîielli’--
DİNEİ KARŞI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 121.

ye sopa attıran odur. Sayısız dünya bulunduğunu


söylediği ve yaratılışın gizlerini araladığı için Cam-
panella’yı yirm i yedi kere sorguya çeken odur. K anın
vücutta dolaştığım ispat ettiği için H arvey’e işkence
eden o d u r.. Josue adm a Galile’yi, Saint-Paul adına
C. Colomb’u zindana ‘attıran odur: göğün yasasım bul­
m ak büyük bir küfürdü; bir dünya keşfetmek ise
büyük bir sapkınlık. Pascal’ı din adına, M ontaigne’i
ahlâk adına, Moliere’i din ve ahlâk adına afaroz
eden odur».
Sağcılara doğru dönen Hugo şöyle der onlara:
«Sizi tedirgin eden şeyi söyleyeyim mi? F ran ­
sa’nın üç yüz yıldır yaydığı büyük özgürlük ışığı
tedirgin ediyor sizi; o ustan yapılmış ışık. Aydınlık.
Fransız ulusundan meydana gelen; ve dünyanın bü­
tün uluslarının yüzüne Fransa’nın parıltısı halinde
vurm uş olan o ışık rahatsız ediyor sizi»
Bu söylevş rağm en yasa kabul şdilir. Çok geç­
meden, İm paratorluk Üniversitede «temizlik» yap­
mağa girişir; kararnam eyle görevden atılm a tehdidi
altındaki profesörler ayinlere katılm ağa zorlanmış,
«Cum huriyetçbler hakkında koğuşturma yapılmış­
tır. Yenilgiye uğrayan «özgür-düşünür»ler 1864’te,
ünlü Syllabus’ün de ekli olduğu papalık genelgesi
Quanta Cura’da aşağıdaki açıklama yapıldığı za-
mafı öçlerini acı bir şekilde çıkaracaklardır: «Pa­
palığın, ilerlemeyle, liberalizmle, ve çağdaş uygar­
lıkla uzlaşabileceğini ya da uzlaşmağı gerektiğini
ileri sürecek olanlar afaroz edilecektir». Bu ge-
122 DÎNE KARŞI DÜŞÜNCENİN TARİHİ

nelgenin yayımlanması katolikler arasında bile hoş- •


nutsuz bir havanın esmesine sebep olur. 1869’da top­
lanan bir piskoposlar meclisi «inanç ve ahlâkla ilgi­
li konularda» papanın «yanılmazlığım» k arar altına
alan bir genelge yayımlayınca bu hoşnutsuzduk da­
ha da artacaktır. A vusturya bile papalık kararları­
nın yayımlanm asını yasaklayacaktır. İm paratorluk
hüküm eti de protesto eder. Ama savaş kopar ve İm ­
paratorluk düşer.
4 Eylülde ilân edilen Cum huriyet’in normal ola­
rak İnsan H akları B ildirisinden ve özgür-düşünce’-
den yana hareket etmesi gerekirdi. Ancak, içinde
birçok özgür-düşünür de bulunan Komün’ün insaf­
sız baskıları sonucu rejim tutucu, b ir yola girer.
1872’de, Gambetta, «ilköğretimin genel Ye lâik olma­
s ı n ı sağlayamaz. Hükümet, Mac-Mahon’un başkan­
lığındaki ahlâki düzen yönetimi, sivil Ölülerin sabah
saat yediden sonra gömülmesini yasaklar ve «Sacre-
Coeur adına Roma’yı ve Fransayı kurtaralım » paro­
lasıyla M ontm artre kilisesini yaptırır. G am betta’-
mn verdiği karşılık şudur: «Kilise, işte gerçek düş­
man!» Ve bu parolayı benimseyen 304 milletvekili­
ni bir araya getirir. 1880’de Ferry, b ir kararnam eyle,
Cizvitlerin İsa’nın Dostları Derneğini kanatır. Sağ,'
bunu şiddetle protesto eder. Herkeste, özgür düşün­
ce yöndeşleriyle düşmanları arasında amansız bir
savaş başlayacağı izlenimi uyanır.
Bu savaş, «okul yasaları» ve Dreyfus olayıyla
patlak verir.
DÎNE? KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 123
1879-1886 yılları arasında Cumhuriyet, Jean Ma-
ce’nin çağrısına uyarak, ilk öğretimi mecburî, ücret­
siz ve «lâik» hale getirmeğe karar verir. F erry ’nin,
P aul B ert’in. Goblet’nin, Ferdinand Buisson’un ça­
balarıyla güçlenen bu hareket katolikler'e karşı yö­
neltilm iş değildir. Tersine, tam bir uyuşma havası
kurm ak ister. Cumhuriyet, din savaşlarının kanıyla
çağlar boyunca ıslanmış olan şu Fransa toprağında,
vaktiyle birbirlerini yiyenlerin torunları aynı sıra­
larda otursunlar, aynı avlularda koşuşsunlar, öğret­
m enler de kendi ellerine verilmiş çocukların katolik,
protestan, müsliiman, yahudi ya da rasyonalist aile­
lerden geldiği düşüncesi olmaksızın çalışsınlar is­
tem ektedir. B ir inancı ya da bir fikri incitebilecek
nitelikte her türlü öneriden sakınılarak, herkese öz­
gürlüğe saygı, hoşgörü ve başka insanları sevme öğ­
retilm elidir; böylece okul, kardeşliği, ulusa;l plan­
daki büyük kardeşliği hazırlayacaktır. Ferry, . «Tan­
rıya karşı ödevler» programına koydurmağı kabul
ettiği uzlaşma yollarında daha ileri gider. P aul Bert,
onun adına yaptığı bir açıklamada, kimsenin çocuk­
larını lâik öğrenime vermesi için zorlanamıyacağmı,
ve genel okulların yanısıra, böyleleri için özel1okul­
la r da kurulacağım belirtir.
O zamana kadar hiç bir zaman, hiç bir yerde
görülmemiş olan «herkese açık» bir okul kurulm ası
fikrini özgür-düşünürler coşkuyla desteklerler;
çünkü onda hoşgörü için bir silâh niteliği görmek­
tedirler. Özellikle aileler alkışlar bunu. Ne yazık ki
124 DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ

'sağ’m, çocukları özel okullara yollamak için genel


okullara karşı açtığı kampanya sonunda bu düşün­
ce darbe yer ve şiddet gösterileri alır yürür. P a ­
palar, piskoposlar, papazlar, siyasa adamları, gaze­
teciler, «Tanrısız okul» u sadece Fransa’yı hristi-
yanlıktan çıkarmakla değil, aynı zamanda b ir sürü
apaş, hırsız, orospu çıkaran b ir «suç okulu» olmak­
la, yurdunu savunan kimseler değil de insan tü rü
için bir veba ve bir felâket kaynağı hazırlam akla
suçlarlar-
Bu kam panya en etkin çağmdâyken Dreyfus
olayı patlar. '
Özgür-düşünce yöndeşlerini düşm anlarının kar-,
şısına diken çatışmanın, teorik olarak, Dyeyfus’ün
suçsuz mu .değil mi olduğu konuşuyla ilgisi yoktuy.
Yalnız, Dreyfus yahudidir. La Libre Parole adlı
günlük P aris gazetesinin yayınıyla coşan yahudi
düşmanları Anti-Dreyfus hareketi b ir inanç aracı
haline getirirler. Bunların arasında ünlü yazarlar
«ulusçuluk» parolasiyle birleşirler: J. Lemaître, Cop-
pee, de Mun, Deroulede, Bourget, Daudet, M aurras
v.b. Bazı liberal katoliklerin direnmesine rağmen,
Fransız kilisesinin büyük çoğunluğu Dreyfus’ün k ar­
şısında yer alır. Ona karşı yürütülen kampanyayı din
örgütleri finanse eder. Cumhuriyetin yıkılacağı söy­
lentileri dolaşmağa başlar.
Aynı zamanda lâik okula ve Dreyfus’çülere
karşı yöneltilen kam panya geliştiği sırada, özgür
DİNE» K A R gl DÜŞÜNCENİN TARİHİ 125
düşünürler, özgürlüğü kurtarm ak için örgütlenmiş
bir siyasal güç haline gelmeleri gereğini duyar­
lar. Berthelot’nun ve Anatole France’m onur
başkanlığında, Ferdinand Buisson’un başkanlığında,
papazken özgür-düşünce safına geçmiş Victor Char-
bonnel’le güç kazanmış olan bu örgütte, Zola, Mir-
beau, Romain Rolland, Jules Renard gibi yazarlar;
Havel, Appel, Painleve, Langevin, Aulard, V. Basch,
Seailles, Ferdinand Brunot, Gaston Paris, J. Bedier,
Lanson gibi üniversite mensupları; Clemenceau,
Jaures, Viviani, Sembat, Heriot, Briand, Pressense
gibi politikacılar vardır. B ir süre sonra birlik, haf­
talık bir yayın organına (La Raison) ve b ir günlük
gazeteye (L’Action) kavuşur. Okul yönünden, F ran ­
sız Öğretim Birliği’nce Dreyfus’çülük yönünden
İnsan Hakları Birliği’nce desteklenerek y u rt ça­
pında büyük ve etkin bir kam panyaya girişir.
Temelde üç amacı vardır: Congregation’larm
(papaz örgütleri) gücünü sınırlamak, Devleti K ili­
selerden ayırmak, lâik okul yasalarının dokunul­
mazlığını sağlamak.
Kısa sayılan bir süre içinde bu üç amaca ula­
şılmıştır. 1901’de «birlik üyesi keşişler» e ve «iş ada­
mı keşişlerse karşı mücadeleye ' ğirişen Wa’ldeck
Rousseau, yasaların izin vermediği bütün papaz ör­
gütlerinin gayrim eşru olduğu yargısını taşıyan 1901
yasasını kabul ettirir. Üç yıl sonra, Briand, 1904 ya­
sasını çıkartır; bu yasanın 1. maddesinde şöylo de­
nilmektedir: «Fransa’da papaz örgütlerinin lıor çe-
126 DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ

git öğretim yapm ası yasaktır.» Nihayet, 9 Aralık-


1905 yasası Devletle Kiliseyi ayırır. Papalık, 1905
yasasında öngörülen «dinsel birlikler» kurm a olana­
ğının elden çıkmasını protesto eder, Briand da m ü­
m inlerin ve din görevlilerinin em rine bırakan 1907
yasasını Meclisten geçirir. Ama ayrılm a yasasının
hüküm leri yürürlüktedir; şöyle ^denmektedir bu ya­
sanın 1. maddesinde: «Vicdan özgürlüğü Cum huri­
yetçe güven altına alınmıştır». 2. maddede de şu
açıklama vardır: «Cumhuriyet hiç bir dine ücret,
yardım v.b. adı altında para verilm esini kabul et­
mez». N ihayet Combes’in düşüşünden sonra ardarda
gelen Cum huriyet hüküm etlerinin hepsi de tum tu­
raklı ifadelerle lâik yasaların «dokunulmaz» oldu­
ğunu belirtirler.' Özgür-düşünce girdiği üçlü müca­
deleden zaferle çıkmıştır.
X. BÖLÜM

XX. YÜZYIL
DİNE KARŞI DÜŞÜNCEDEN LAİKLİĞE

Olanaklar

Özgür-,düşüncenin zaferi 1940’a kadar uzanır.


Kuşkusuz, 1918’de zafer kazanan Cumhuriyet, yeni
alm an üç ilde okul yasalarını uygulam aktan vaz­
geçtiği zaman bir darbe yer; ama, ülkenin geri ka­
lan kısmında, yüzyılın başında kurulm uş bulunan
lâik barış sürüp gitmektedir.
Kuşkusuz, bu barış havası, ırkçılık ve yahudi
düşmanlığı parolasıyla savaşan H itler ordusu F ran ­
sa’yı işgal ettiği zaman bozulur. Gaulle piskoposu
şu formülü atar o zaman: «Petain Fransa’dır; F ran ­
sa, P&tain». Öte yandan, sözde, «Fransız Devletinin
Hükümeti», lâik F ransa’ya karşı kaba bir mücadele­
ye girişir. Fransız Öğretim Birliği, Halk Eğitimi
Federasyonu, Öğretmenler Sendikası kapatılır- Öğ­
retm enler yahudi ya da mason olmakla suçlanarak
haklarında koğuşturm a yapılır. Nihayet, açıkça an­
mağa cesaret edilmeksizin, 1886 yasasının ve A yrıl­
m a yasasının hüküm lerine aykırı olarak, hükümetçe
din okullarına devlet yardım ı yapılacağı bir yönet­
melikle kabul edilir.
128 DÎNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHÎ

Elbet, Liberasyonun hemen ertesinde, Danışma


Meclisinin fikri de alınarak, geçici Cum huriyet hü­
küm eti tarafından bu yönetmelik yürürlükten kal­
dırılır; ve lâik değerler konfederasyonu’nun P aris’te
toplanan birinci kongresinde hazır bulunan general
De Gaulle söylevini şu cümlelerle bitirir: «Öğretim
Birliği’ne saygılar!» Kısa bir süre sonra 1946 Anaya­
sası 1875 anayasasından daha da ileri giderek Cum­
huriyetin lâik olduğunu belirtir. Ancak özgürlüğün
bu zaferleri geçicidir. H üküm eti vergi greviyle teh ­
dit eden batılı aşırıların açtığı amansız bir kam ­
panyanın sonucu olarak, De G aulle’ün yürürlükten
kaldırdığı Vichy yönetmeliği bu kez «Barangeı ya­
sası» olarak diriltilir; yine o sıralarda, üniversite,
damştay üyesi Le Gorgeu’nün ünlü raporunda belir­
tilmiş «zorunlu asgarî» nin reddedildiğini görür.
Sonra, Saint-Die’de F erry’nin heykeli önünde topla­
nan lâikler Barange yasasını yürürlükten kaldırtana
dek «uzlaşmaksızm, ödün vermeksizin» mücadele
edeceklerine yem in ederler. Seçimler o yasanın yü­
rürlükten kaldırılmasına ta ra ftar olan Sosyalist P a r­
ti Genel Sekreteri Guy Mollet’nin başkanlığındaki
bir kabineyi iktidara getirdiği zaman bu amaca ula­
şılacak izlenimi uyanır. Ancak iktidarın bel bağla­
dığı bir kısım Cumhuriyetçinin dönüş yapması üze­
rine Ulusal Meclis’te yenilgiye uğranır. Sağın lider­
leri bu zaferle güçlenerek, P etain’ci mevzuatı diril­
ten metnin lâik yasalar yapısında açılmış ilk gedik
DİNE! KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 129
olduğunu, bu gedikten «her şeyin geçmesi» gerekti­
ğini açık açık söylemekten çekinmezler. H er şey
«geçecek», yani bütün lâik yasalar yürürlükten kal­
kacak. IV. Cumhuriyet, «hareketsizlik» nedeniyle
yıkıldığında Cumhurbaşkanı Rene Coty tarafından
Başbakanlık görevine çağrılan General De Gaulle
bir anayasa tasarısı için referandum a başvurur, bu
tasarıda V. Cum huriyetin «lâik» olduğu belirtilir;
ve, De Gaulle verdiği söylevlerde sözü «okul» çe­
kişmesine getirm ekten sakınır. Ama referandum u
izleyen seçimlerde sol partiler yenilgiye uğrarlar.
Serbest okullarda okuyan öğrenci velileri Dernekleri
(A.P.E.L.), kesin bir çatışmaya girm ek için bu boz­
gundan yararlanacaktır.
Devletin din öğretm enlerine ücret vermekle
kalmayıp özel okul binalarının giderlerini üstlen­
mesini, yeni binalar yapılabilmesi için düşük fa­
izli krediler sağlamasını, ünvan dağıtma bakım ın­
dan özel okullara da devlet gibi hak verilmesini is­
tem ektedirler. Kısacası, Fransa Ü niversitesinin k ar­
şısına dikilecek, Devletçe finanse edilen ve Kilisece
yönetilen bir katolik üniversite yaratm ak sevdasın­
dadırlar. Restorasyon, dönemindeki, Temmuz Mo­
narşisi dönemindeki, fkinci İm paratorluk dönemin­
deki, hatta Vichy dönemindekilerden çok daha ileri
giden, bu program, karşısında «lâikler» in tu tk u lu
direncini bulacaktır. Bunlar, 1959 haziranında, F ran­
sız birliğinin mayası olan «genel okul» önünde bü-
F.: 9
130 DİNE K A R S I DÜŞÜNCENİN TARİHİ
yük toplantılar düzenlerler. O zaman, hükümet, an­
cak M. P. —O. Lapie’nin başkanlığında «tarafsız»
kimselerden kurulu bir komisyonun hazırlayacağı
rapordan sonra bir karar vereceğini belirtir. A n­
cak, Ağustos’ta, daha bu rapor verilmeden, bir ka­
rarnameyle, Barange yasasının hüküm lerini ağır­
laştırm aktan da geri durmaz. .
Bu satırları yandığım sırada bu mücadele sürüp
gitmektedir. M ücadelenin ayrıntılarını ve ilerdeki
çözüm şeklini öngörmek bu yapıtın işi değil. Benim
burda anlatm ak istediğim, bu mücadele sırasında
kendinden öncekilerde olduğu gibi özgür-düşünceyi
özellikle lâiklerin savunuyor olmasıdır.
Elbet, özgür-düşünce, örgütlenmiş güç oranında
mevcuttur. Bir yayın organı (La Raison), ateşini
harlı tutan kim seler (M. Lerulot ve M. Cotereau)
vardır. Ulusal planda örgütlenmiştir, uluslararası
planda örgütlenm iştir. Ama yüzyılın başında, Ber-
thelot’ların, Anatole France’lann, Zola’larm mücade­
le ettiği sıralardaki kadar güçlü, çekici değildir. T er­
sine, «lâik» ülkü gitgide daha güçlü bir şekilde Ulu­
sal Eğitim Federasyonu’nu, Öğretmenler Sendika-
sı’m, Öğrenci Velileri Federasyonu’nu, Kanton Dele­
geleri Federasyonu’nu, 1959’da üç milyon üyesi bu­
lunan Fransa Eğitim Birliği’ni canlandırm aktadır.
Nerden geliyor bu yer değiştirme? Şundan: lâ ­
ikler, kendileri özgür^düşünür bile olsalar, lâik ol­
dukları oranda, «dine karşı» eylemde bulunmayı
reddetm ektedirler.
DİNffl KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 131

Ruhban takım ının girişimlerine kaıjşı mücade­


leye, evet; katoliklerin (ya da protestanların ya da
yahudilerin ya da müslüm anlarm ) inancına karşı
mücadeleye hayır.
Gerçekte, bu durum, XIX. Yüzyılda, kendileri
için olduğu kadar başkaları için de düşünce hakkı
isteyen «Özgür-dügünürleri» hatırlatm aktadır. Ama,
Lâik Okula yapılan saldırılarla ve Dreyfus olayıyla
ortaya çıkmış çatışm aların tutkusu içinde, özgür-
düşünürler, özgürlük için kavga ile inançlara karşı
kavgayı birbirine karıştırır d u ru m a .girmişlerdir.
«Kahrolsun alçaklar!» diye bağıranlara «Kahrolsun
papazlar!» diye karşılık verilir. «Hain sayılmadan
Dreyfus’ün suçsuzluğuna inanılmasını, aptal sayıl­
m adan Tanrıya inanılmasını» özleyen bilgelerin ses­
leri savaşın güm bürtüleri arasın,da yitip gitm ekte­
dir. Kasımlarının, dayanışma, özgürlük, insanlık, bi­
lim gibi şeylere, değerlere «put» demelerine karşı,
ozgür-düşünürler de her tü rlü ihtiyatı b ir yana bı­
rakarak, Tanrı Esini, gizemler, mucize, Papanın ya­
nılmazlığı gibi şeyleri «manastır suçları» diye ad­
landırırlar.
Lâiklerin durum u başkadır. Bunların büyük
bir kısmı (hepsi değil) usçudur. Özellikle Usçu Bir-
lik’in içindes düşüncelerini özgürce savunmaları,
katoliklerin, protestanların, yahudilerin, müslüman-
larm kendi fikirlerini savunmaları gibidir. Ancak,
onlar, bir «Devlet dini» fikrini nasıl yadsıyorlar;!,
132 DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ

bir «Devlet rasyonalizmi» ni de aynı şekilde yadsı­


m aktadırlar. «Herkese açık okul» kavram ının içer­
diği ülkünün savunucuları olarak, bütün fikirlerin,
bütün inançların açıklanmasında aynı hakka sahip
olunmasını, fikir çekişmelerine hiç bir zaman kuv­
vet karıştırılm am alını, öğretmenin, kendi kişisel
inancı ne olursa olsun, bunu eline teslim edilmiş
gençlere dolaylı ya da dolaysız yoldan kabul ettir-
lneğe çalışmamasını isterler.
Bazı lâikler (ben de onlar,danım), daha ileri gi­
derler. Ben usçu olduğumu saklamak için hiç bir se­
bep görmüyorum. Düşüncelerimi bu sıfatla savun­
dum ve savunacağım. Ama kendi fikirlerini savunan
herkes için, karşılıklı anlayışa ve fikirlerin istenmiş
çeşitliliğine doğru, hoşgörünün ötesine geçmenin
zamanı gelmiştir, diyorum. Bana öyle geliyor ki,
bağlı olduğumuz hiç bir şeyi yadsımadan, hiç bir
şeyi terketmeden, kabul etmediğimiz, hatta savaş
halinde olduğumuz şeylere karşı adil davranabiliriz.
H atta bir bakıma sevebiliriz de onları. Bir usçu,
Phedon’u, Düşünceler’i (Les Pens^es) ya da Bir
Mümin’in SözJeri’ni (Paroles d’un Croyant) okumak­
tan zevk alıyorsa, kendine karşı vefasızlık ediyor
değildir. Ayni şekilde bir mümin, Garğantua’yı ya
da Candide’i zevkle okuyorsa, kendine aykırı düş­
müş olmaz.
Büyük zekâlar bu konuda Örnekler 'veriyor bi­
ze. Pascal, «Copemic’in fikrinin derinleştirilmemesi
DINE) K A R gl DÜŞÜNCENİN TAUl l l l |;t;{

ni» doğru bulur. H ristiyanlara kutsal su alııı;ıl;ınııı


öğütler ve şöyle der: «Tabiî, bu da sizi inandı m m k
ve bağlayacak»; ama bu onun, mağrur, hatta küstnlı
bir şekilde özgür-araştırma haklarını istemesini ve
sınırsız ilerlemenin kuramcısı olmasını engellemiş­
ti r. Bossuet, insan bilgisinin pek küçük olduğunu
ileri sürer, ama bilimin zaferlerine «hayran olmak­
sızın» bakamadığını itiraf etm ekten de kendini ala­
maz. Voltaire, «Ezelim alçağı!» diye haykırır, ama
Felsefe Sözlüğü’nde Din maddesinde İsa’nın hayali­
ni gördüğünü tutkuyla anlatır. İsa ahlâk dersini bir
cümlede özetler: «Tanrıyı bütün kalbinizle sevin,
insanları kendiniz gibi sevin; Çünkü bütün insan
bundadır» Ve ekler: «O zaman içimi avunm ayla
dolduran bir baş işareti yaptı. Hayal kayboldu ve
bulunç bende kaldı» (1). Renan, İsa’da b ir tan rı gör­
meği yadsır, ama şöyle konuşur; «İsa aşılmayacaktır;
getirdiği din durm adan yenilenecektir; efsanesi tü ­
kenmez gözyaşları akıtacaktır; acıları en iyi kalple­
re dokunacaktır; bütün yüzyıllar, insanoğulları ara­
sında İsa’dan daha büyük birinin gelmediğini belir­
tecektir» (2). Comte, «teolojik durumu» reddede­
rek, kilisenin getirdiği bütün dogmaları kınar, Tan­
rı Esini’ni inkâr eder, ama «yüce katolik yaratış» ı
göklere çıkarm aktan da geri durmaz, ve kendi İnsan­
lık Dini’ni Meryem yaftasıyla yerleştirm ek ister.

<T) Felsefe Sözlüğü.


(2) İsa’nın Hayatı,
134 DİNE KARŞI DÜŞÜNCENİN TARİHİ

Hugo, ruhban yönetimine karşı en şiddetli mücade­


leyi açmıştır, am a Boaz endormi’yi yazar, L’Aigle
du easque’da «Büyük İsa’yı insanoğluna kollarını
açmış» gösterir. Le petit rol de Galice’de şöyle der:
Taştan bir İsa, ayaklarında M eryem Ana tasviri
Yüzü bteyaz; bir mumla aydınlanan ve Bağış
dağıtan.
Yumuşak gölgenin gök derinliğinde) büyüdüğü
şu saatte
Fin du Satan, bütünüyle, İsa’ya yazılmış bir
kasidedir. Lecomte de Lisle, Cain’de (Kabil) aşırı
b ir tanrıtanım azlık içindedir. N azaret’liye dönerek
şöyle bağırır :
Ey dülgerin oğlu, yalan değildir senin sözlerin!
Ruhlar m istik güvercinlerle oğul vejren
Senin Tanrı dudağından içecektir o lâl içkiyi
Bütün bu ünlü örneklere rağm en m üm inler ve
usçular haklılığına kimsenin ağız açmadığı ideolojik
mücadelelerine niçin öfke ve kin vurguları katm ış­
lardır? Sorunu dipten kavrayınca,' bunun nedenini
anlamak pek güç olmasa gerek: iki taraf da «doğ­
ru» yu izledikleri kanısında olduklarından, sarsıl­
maz ve şaşmaz b ir kesinlik içindedirler.
Mümin kişi için, hangi inançta olursa olsun,
gerçek «mutlak» tır. Yehova söylem iştir bunu, İsa
söylemiştir. Allah söylemiştir. O nların söylediği ve
«doğru» olan şey dışındaki her şey ise yalandır, ya
DİNE* KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 135

da yanlıştır. Bağlı kul şöyle der: «düşünüyorum, öy­


leyse varım»; ve kendi düşüncesini yadsıyanları, bü­
tün çağlar boyunca, öldürülmesi gereken sefiller,
ya da hoş görülmesi gereken bahtsızlar olarak gö­
rür.
Ama, Auguste Comte için de, pozitivistler için
de, doğru «mutlak» tır. îki kere iki dört eder, b ir
üçgenin üç açısı toplamı iki dik açıya eşittir ve
Newton yasaları bütün olayları kavrar. B ütün bu
kesin, sarsılmaz «doğrular» yüzyılların saldırısına
meydan okbmaktadıir.
Bu görüş tarzı iyice savunulur bir yan taşıyor,
bunu inkâr edecek değilim. Nitekim, La Morale de
la Science (Bilimin Ahlâkı) adlı bir denemede bilim ­
sel olarak ispatlanmış doğruların m üm inler için de,
usçular için de; Batı için de Doğu için de; kapitalist­
ler için de proleterler için de aynı olduğu noktası
üstünde ısrarla durmuşumdur. Comte’cu olduğum
günlerde kendilerinin «doğru» olduğunu ileri sü­
ren dinlerin karşısında, «doğru» olan bilimin bulun­
duğunu yalanıştım.
Ama, «doğru» olduğu kanısındaki dinle «doğru»
olduğu kanısında olan «bilimsellik» in çatışmasın­
dan ne gibi bir sonuç doğuyordu? Düşünce özgür­
lüğünden ortak b ir vazgeçiş;
Bu özgürlüğü kilise’nin nice şiddetli bir biçim­
de mahkûm ettiğini yukarda görmüştük. Ama «Bir
mümin için viçdan özgürlüğü yoktur» diyen Kiliseye
136 DÎNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHÎ
Auguste Comte, 1882 de, Pozitif Politika Sistemine
Giriş adlı yapıtında şöyle karşılık veriyordu: «Ast­
ronomide, fizikte, kimyada vicdan özgürlüğü yok­
tur».
Bu özgürlük «yok»luğu, şu ya d a bu tarafın yön­
deşi olarak kabul edilir edilmez, insan zihni için ar­
tık iki mutlakçı karşıt güç arasında «Grek mucize-
si»ni genişlik ve derinlik bakım ından aşacak olan
amansız ve sonuçsuz bir mücadeleden başka olanak
kalmayacak.
Oysa, bu olanak herkesçe kabul edilir gibi ol­
duğu anda, «XX yüzyıl mucizesi» ortaya çıkmıştır.
İki bin yılı aşkın bir süreden beri, Euclides ge­
ometrisi, «ebedi mantık» olarak adlandırılan şeyin
kesin ve tartışılm az bir ifadesiydi. İki nokta arasın­
dan sadece bir doğru geçeceğinden kimsenin kuş­
kusu olamazdı; b ir noktaya belirli b ir yükseklikten
ancak bir paralel çizilebileceği de öyle bir «doğru»
ydu. Oysa Lobaçevski ortaya çiktı; bir doğruya bel­
li bir noktadan birçok paralel çizilebileceğini ileri
sürerek Euclides’inki kadar tu tarlı ve sağlam olan
«sapkın» bir geometri kurdu. Riemann çıktı: Euc-
lides’in ünlü aksiyomunu reddetti; iki nokta arasın­
dan sadece tek b ir doğru geçmediğini ileri sürdü.
Bu iki sapkın çıkış, bilimsel yönden, klâsik sonuç-
lam alar kadar «doyurucu» kanıtlar taşıyordu.
Descartes’tan sonra Comte’un nasıl bir egemen­
lik tanıdığı bilinmeyen «halk sağduyusu» başkal­
dırım Euelides’ci olmıyan geometriyi, ortodokslarm
DİNE. KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 137
bir zam anlar Arianizme karşı takındıkları tavrı h a­
tırlatan bir şiddetle mahkûm eder. Ama H enri Poin­
care «sağduyuya» cesaretle karşı koyar. İhtiyatlı
bir dille, Euclides geometrisinin v ar olduğunu, bun­
dan sonra daha da rah at var olacağını açıklar. Yal­
nız, Lobaçevski ve Riemann’m postulat’larm m da en
az Euclides geometrisindeki postulat’lar kadar «doğ­
ru» olduğunu ekler. Bundan, önceleri usun sonsuz
ilkeleri olarak düşünülmüş aksiyomların aslında ba-
feit çalışma varsayım ları olduğu sonucuna varır:
bunların tem el değeri «doğru» olmalarında (değil,
«elverişli» olm alarındandır; ve usta doğan daha üst-
bir «elverişlilik» düzeyinde silinip gitmelidirler.
Uzayın m utlak bir değer oluşu, zamanın m ut­
lak bir değer oluşu XX. Yüzyıldan önce zihnin ya­
pısını meydana getirmekteydi. Sonsuzluk düşleri bi­
le belli belirsiz b ir şekilde bu çerçeve içine giriyor­
du. Sonra birden, Einstein ortaya çıktı: Uzay'ımız
da, zamanımız da sadece görece bir değer taşıyor­
du ve bu değer onları iliştirdiğimiz danışma siste­
mine bağlıydı.
Benim kuşağımdan olanlar bu yeniliklere nasıl
büyük bir direnm e gösterildiğini bilirler: «Şeytan da
gelse, bir metre bir m etredir, bir dakika b ir daki-,
kadir». Bununla birlikte her tü rlü yeniliğe açık olan
Bergson şahlanır, ve Einstein fiziğinden «ayrılmış
ve genleşmiş» zam anların «yardımcı zamanlar» ola­
bileceğini söyler; tek «reel», yani tek «mutlak» ola-
138 DİNE KARŞI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
nm yaşanmış zaman, köşedeki duvar saatinin zam a­
nı, sağduyunun zamanı olduğunu benimser. Ama,
M. Marcel BolL’ün çok kere her tü rlü gerilemenin
öznesi olduğunu belirttiği bu «sağduyuya» meydan
okuyan bilim başını alıp gitm ektedir. Genel görece­
lik ortaya çıkınca, Comte’un bir dogma haline ge­
tirdiği Newton çekimi, uzay-zaman’m b ir kavram ı
olan gerçeğe (realiteye) yerini bırakm alıdır; Pas-
cal’m o kıpırtılı anlatım gücüyle yücelttiği «son­
suz evren», sınırsız, ama sonlu olan o bulanık «hy-
persphere» kavram ı önünde silinip gidiyor.
Mutlak b ir m antık var ama, yeni b ir m antık da
var. Aristoteles’in, Descartes’in, Newton’un, Comte’­
un «us»unun, Göreceliksin hücum uvla sallandığı
zamanda da, kendi çağında iyice yeni olan Epicu-
rus’ün eski atomu, artık bölünmeyecek kadar ufak
bir modern atoma, ama içinde, negatif elektrik po­
zitif elektrik dediğimiz büyük b u lu tlar taşıyan bir
sisteme bırakm ıştır yerini. Fizik, b ir an, bu sistem­
de, elektronların, güneşin çevresinde dönen geze­
genler gibi, çekirdeğin çevresinde döndüğüne inan­
m ak istiyor. Ama, bu yalın varsayım, olgularla ça­
tışınca, ve Bohr, Planck’m «uantum d’actiotı sorusu­
na elverişli bir karşılık arama&a başlayınca, düşünce
dünyasında yeni b ir devrim doğuyor.
M utlak doğruların bekçisi klasik bilimde, bel­
lilik (I’evidence), sağduyunun başka bir adı olan bu
kavram, sonsuz b ir dizi öngörmekte ve mümkün ha-
DİN© KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 1.39
reketleri devam ettirm ektedir. Oysa nicelikle fizi­
ğinde, hareketin tam bir dönemi için düşünülmüş?
mekanik iş Planck’m değişmtez H.’sınm bir artım ına
eşit olmak şartıle, doğada kararlı ve gerçekleşmiş tek
şey süreli cisimcik hareketleridir.
Louis de Broglie’nin yazdığı gibi, bütün sayı­
ların işe karıştığı niceleme kuralları yardım ıyla
m üm kün hareket sayısını, sınırlayan quanta’nm bu
zaferi, her şeyden önce «çok tuhaf bir olaydır». Ama
tuhaf olsun olmasın, böyle bir şey vardır.
Bu incelemenin çerçevesi içinde kalarak b elirt­
mek istediğim şudur: Modern bilim, yukarda açık­
ladığımız ve insanları, inançların «mutlak» ı ile
bilimin «mutlak» ı arasında, amansız ve sonsuz bir
mücade’eye mahkûm eder görünen sorunun verile­
rini bir kanat darbesiyle değiştirmiştir.
Hayır, bilim, tarihinin hiç bir anında b ir m utlak
olmamıştır. Hayır, eski, yeni zaferleri nice parlak
olursa olsun, düşünce ..atılımını belli durum larda
durdurm ayı düşünemez bilim. Bazı görüşlerini is­
patlam ak için bosuna şöyle konuşm uştur Descartes:
«Bunlar öyle şeyler ki, insan zekâsının ilerde daha
iyisini bulabileceğini düşünemiyorum.» Comte, in­
sanların, yıldızların kimyasal bileşimlerini hiç bir
zaman inceleyemeyeceğini ileri sürerken, bilimi
böylece kendi belirlediği bir durum da durdururken
bosuna konuşmuştur. Bütün bu sözler modorn fizi­
ğin zafer atılım lariyle silinmiştir. Modorn fizik,
«mutlak», yani klişe, kesin, siirsılmnz bir doğrunun
140 d İ n e K A R sı d ü ş ü n c e n in t a r i h i
yerine, görece, hareketli, geçmişi aşmağa her zaman
hazır, kendini aşmağa her zaman hazır b ir doğru’yu
geçirmekte.
Geçici olarak tanım lanan bu doğru, niçin 1959’-
da da ,doğru oluyor? Çünkü, kendilerinden önce ge­
lenlerin yararlandıklarından fazla deneyi olmuş çağ­
daş bilginler onu doğru olarak tanım lıyorlar.
Niçin önemsemeyeim bu olayı? Mutlak tanım ın
yerine niçin toplumbilimsel tanım ı geçirmeyelim?
Genel olarak, b ir grup insanın içinde o grubun
doğru bildiği şeye niçin doğru demeyelim?
Kuşkuculuk diyor bazıları. Bu itiraz sağlam bir
şey olsaydı, ilk gerileyen ben olurdum. Kuşkucu­
luk, geçmişin zorbalığına karşı yeniliğe bir çağrı ol­
duğu sıralarda, Grek düşüncesinin oluşumunda bü­
yük bir rol oynam ıştır. Yaratıcı olanak taşıdığı h er
zaman iyilikçidir kuşku. Ama okka işi bayağılıklara
daldığı zaman, sefil bir şeydir, düşüncenin hak ve
görevlerinin inkârından başka bir şey değildir: «Hiç
bir şey doğru değil... Hiç bir şey saçma (değil... H er
fikir değerlidir, hiç bir fikir değerli değildir...» Böyle
bir zekâ iflâsına gitmektense yeniden kavgaya tu tu ş­
mak iyidir. Ama, düşünceyi vazgeçişe mahkûm eden
böyle bir kuşkuculukla, düşünceyi hep en önden git­
meğe davet eden görece’cilik ayrı şeylerdir.
Doğru’nun belli bir zaman ve yerde, kendine gü­
venen, iyi niyetli insanlar arasında kendini arayıp
bulacağını söylemek, «bulvar kuşkuculuğu» na şa-
D İN B KARSI DÜŞÜNCENİN' TÂRİHÎ 141
dece sırt çevirmek değil, o*na cepheden saldırm aktır
da.
Böyle olunca, doğru’yu toplumbilimsel kavra­
yışın zaferine kim karşı durabilir?
— Alışkanlık.
En karşıt kamplarda, kabul edilmiş ve dokunul­
mazlığı belirtilm iş doğruya karşı çıkmağa yeltenen
kişiye «düşman» işlemi uygulamak h er zaman gö­
rülen bir şeydir. Bazan öldürülür o kişi (Bunu XX.
yüzyılda görüyoruz) ya da «tarziye» vermesi; ya da
özeleştiri yapması istenir. «Başkalarından ayrı» ko­
nuşmağa kalkan kişiye bağırılır: «Rezalet!» ve ek­
lenir: «Vay bu rezaleti getirenin haline!» Ama, za­
man geçtikçe daha iyi anlaşılıyor ki, büyük İnsanî
ilerlem elerin çoğunu tarih in b ir anında «skandal»
çıkarm ak yürekliliğini göstermiş özgür-düşünürlere
borçluyuz. Pascal, İsa için «skandalin k ilit taşı» der.
Ama o skandaldan önce özirisçiliğin, Orfizmin, Sok-
ratesçiliğin, Epicurus’culuğun, Kinizmin skandalla-
rı var. Haçın karşısınca hilâl, skandaldir. Tomizm,
doğuşunda öyledir; Occamizm de öyledir; Erasmus
öyledir; L uter öyledir, Rabelais öyledir; Voltaire
öyledir; Diderot öyledir; Rousseau öyledir; Lamen-
nais öyledir; Renan öyledir; Comte öyledir. Ne­
den? Çünkü düşünce özgürlüğünün savunucuları,
kendini kibirle «doğrunun doğrusu» olarak ilân et­
miş bulunan yerleşik doğru’ya saldırm ayı göze al­
mışlardır. Ne var ki, şimdi şöyle diyebiliyoruz:
«Saygılar, o rezaletleri, getirenlere!» Çünkü düşün­
142 . *>İNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ

cenin öne geçmiş olması onların yüz suyu hürme-


tiııedir.
Yarın, deneylerle eğitilmiş insanlığın, geçmiş­
te genellikle b ir engel ya da fren meydana getir­
miş katı bir doğru anlayışından, esnek bir anlayışa,
toplumbilimsel anlayışa geçebileceğini düşünebi­
lir miyiz?
Birçok olay hak verdiriyor böyle bir düşünceye.
Ben de bir um ut olarak inanıyorum ona.
Bir kere «mutlakçı» anlayışın yeryüzünün bü­
tün çocuklarını bir araya getiremeyeceği yirm i kez,
yüz kez, bin kez, anlaşılmış bulunm aktadır. B ir fel­
sefenin, . bir dinin bütün yeryüzünü kavrayacağını
söylemek dile kolay geliyor belki. Ama, gerçekte han­
gi felsefe, hengi din başar,dı bunu? Öbür sistemlerle
çatışmayan bir sistem gösterilebilir mi? Ö bür kilise­
lerle çatışmayacak kilise var mıdır? Batı’nm doğ-
ru ’su Doğu’da yanlış; XIII Yüzyılın doğrusu XVI.
Yüzyılda yanlış; XIX. Yüzyılın doğrusu XX. Yüzyıl­
da yanlış.
Dahası var: belli s(biE: okulun, belli b ir kilisenin
içinde de, doğru, evrim geçirmektedir. B ir yerde bi­
ze çekici gelen o «doğruların en (doğrusu» m u var,
orda hiç bir şey değişmiyor demek. Oysa, h er za­
man ve heı* yerde, sarsılmaz olan şey sarsılmıştır.
Bugün, XX. Yüzyılın ortasında, bir Batı bloku
bir de Doğu bloku var; her şeyden önce ideolojik
bloklar bunlar, Tutalım ki, iki blok da eski mutlakçı
D İN E K A R S I D Ü ŞÜ N C E N İN T A R İH İ 143

doğru tanım ını kabul etti; benim sistemim bütünüy­


le doğru, seninki bütünüyle yanlış. Şiddete başvu­
ran çözüm yolları dışında bu çifte dediğim dedikle
nezleye v arılab iliri
Fikirlerin çeşitliliği bizim için ortak bir zen­
ginlik, k ır m anzaralarının, çiçeklerin çeşitliliği gibi;,
ve savaş ye kin tohum u atmamağa başladığı an­
dan itibaren ortak bir zenginlik, İnsanî b ir zengin­
lik haline geliyor.
Ben de, «benim gibi düşünenlere kardeşim di­
yorum» diye yazdığım için eleştirildim. Benim, gibi
düşünmeyenlere ise: «iki kere kardeşim» diyorum.
Bununla birlikte gelecek orda işte; çünkü, düşünçe
i(arkaılık3ari.ı kalplerin kardeşliğine b irer engel ol­
maktan, çıktıkları andan itibaren, zenginleştirici bir
ilke meydana getiriyor.
Fransa, işte bu fikirden çıkış yaparak, dünyaya
şu ya da bu öğretinin Hakları Bildirisini değil, İn ­
san Hakları Bildirisi’ni, ilân etm iştir. Tarihinin
haklı gururuna dönerek, bu ülke, toprağının sınır
taşm a yeniden «Özgürlüğün ülkesi burda başlar» di­
ye yazabilecek midir? O gün, binlerce yıldan beri
savaşların güm bürtüsü arasında kendini arayan öz-
gür-düşünce kılıcını kınına sokacak, ve: cedant a r­
ma togae diyebilecektir- Onun zaferi birilerinin baş­
kalarına karşı kazandığı bir zafer değil, düşüncenin
ve sevginin bölünmez zaferi olacaktır: yenilmez bir
zafer.
S O ,N
İ Ç İ N D E K İ L E R :

GİRİŞ .................................................................................... 5
I. BÖLÜM — Grek dünyamda dine karşı düşünce . 11
II. BÖLÜM — Koma dünyasında dine karşı düşünce 25
III. BÖLÜM — Dine karşı düşünce ve hristiyanlık . 89
IV. BÖLÜM — Ortaçağda dine karşı düşünce . . 56
V. BÖLÜM — Özgür düşünce, reform, rönesans . 68
VI. BÖLÜM — XVII. yüzyılda dine karşı düşünce . 80
VII. BÖLÜM — XVIII. yüzyıl özgür düşüncenin zaferi 90
VIII. BÖLÜM — XVII. yüzyılda dine karşı düşünce . 80
IX.BÖLÜM — XIX. yüzyıl, savaşan lâiklik » . .113 !
X. BÖLÜM — XX. yüzyıl, dine karşı düşünceden
lftik liğ e.......................................................127 ı

You might also like