You are on page 1of 412

------ ARİ MiTi -------

Avrupa'da Irkçı ve Milliyetçi Fikirlerin Tarihi

Leon Poliakov; (25 Kasım 191 O, Rusya/ Saint Petersburg - 8


Aralık 1997, Fransa/Paıis). Yahudi bir ailenin çocuğu olarak
dünyaya gelen yazar, Fransa'ya yerleşmeden önce Almanya
ve İtalya'da yaşadı.
il. Dünya Savaşı'ndan sonra Yahudilerin uğradığı zulmün
belgelerinin toplandığı Centre de Documentation Juive Con­
temporaine"in kurucuları arasında yer aldı. 1954 yılından iti­
baren Fransa Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi'nde (CNRS)
çalıştı.
Genel olarak ırkçılık ,anti-semitizm ve tarihileri üzerine çalı­
şan, bu konuda ondan çok kitabı bulunan Poliakov'un eserle­
rinden bazıları şunlardır: Histoire de l'antisemitisme Sur les
traces du erime, Les Samaritains suivi.d'une etude de Gilles
Firmin A p ropos dıı Pen tate ııque samaritain, La causalite
diabolique.

ca.
epos
© EPOS YAYINLARI- 72
"TOZLU KiTAPLAR"
Bilim-Felsefe-Politika Kitapları-33

Uon Poliakov
ARi MİTİ
Avrupa 'da Irkçı ve Milliyetçi Fikirlerin Tarihi

Fransızcadan Çevirenler:
Yakup Kaya, Ahmet Yıldırun

Yayıma Hazırlayan:
A. Ercüment Özkaya

Kitabın Orijinal Adı:


Le Mythe Aryen
Essai sur les sources du racisme et des nationalismes
- Birinci Baskı,Calmann-Levy, 1971 -

©Epos Yayınları, 2011


© Calmann-Levy

Düzelti:
Baki Alemdar

Kapak Tasarımı:
epos

Dizgi ve Baskı Öncesi Hazırlık:


epos

Baskı ve Cilt:
Sözkesen Matbaası (0.312) 395 21 1O
Birinci Baskı, Ankara 2011
ISBN: 978-975-6790-88-5
Sertifika no: 16468

EPOS YAYINLA RI
GMK Bulvarı 60/20 (06570) Maltepe-Ankara.
Tel.Fax: (0.312) 232 14 70 - 229 98 2 1
eposkitap@eposyayinlari.com
www.eposyayinlari.com
Leon Poliakov
" . .

ARIMITI
Avrupa'da Irkçı
ve
Milliyetçi Fikirlerin Tarihi

Fransızcadan Çevirenler

Yakup Kaya, Ahmet Yıldırım


epos
İçindekiler

Önsöz . .7
Yazarın Önsözü .9
Sunuş .11

birinci kısım

MİTLERİN ESKİ KÖKENİ • 19


l. İSPANYA .21
Got Miti .2 1
2. FRANSA ... .28
İki Irk Hakkındaki Anlaşmazlık . 28
3. İNGİLTERE . .51
Sam'ın Zürriyeti ve Norman Boyunduruğu .51

4. İTALYA . .72
Aeneas 'ın Dölü . .72

5.ALMANYA ..94
Dil ve Irk .94
6. RUSYA .136
Avrasya'nın Karışım Kabı .136

ikinci kısım

ARi KÖKENLER MİTİ • 165


7. BAŞLANGIÇLAR . .167
Adem'den Öncekiler .167
Büyük Keşifler .171
Yeni Soyağaçları .175
Akıl Ütopyaları .184
8. AYDINLANMANIN ANTROPOLOJİSİ .197
Ilımlı Antropologlar (Tekli Türeyişçiler) .197
Aşırılıkçı Antropologlar (Çoklu Türeyişçiler) .221

9. YENİ ADEM'İN PEŞİNDE .230


Hindistan'ın Gizemleri .230
Ari Mitinin Doğum Belgesi .236
Mit Gelişiyor .241
Avrupa'da Ari Miti .249

10. GOBİNEAU ve ÇAGDAŞLARI .269


Devrim, İdeoloji, Fizyoloji .269
Tarihte Bir Hareket Ettirici Güç Olarak Irk . 2 80
Metafizikçiler ve Megalomanyaklar .296

l l. ARI ÇAGI .216


Dilbilimin Tahakkümü .216
Arlcilik ve Fransa-Prusya Savaşı . 323
Irksal Maniheizm .336
Adem'den Öncekilerden Psikanalize .342
En Uygunların Hayatta Kalması .361
Ari Mistiği .379

Sonuç .407
Ön söz

Sayın Dav id Astor ' un öneri siyle 1 966 yılında S ussex Üniv ersitesi ' nde
baskıların ve imha hareketlerinin nasıl meydana geldi ği ni, baskı ve im­
ha dürtüsünün nası l ortaya çıktı ğını, nasıl yayıldığını v e kendisini ifade
edebileceği muhtemel koşulları araştırmakla görev l i bir merkez kurul­
du. Merkez başlangıçta Kolektif Psiko-patoloj i Araştırmaları Merkezi
diye adlandırılmıştı , fakat daha sonra faaliyetlerinin aynı adl ı vakıf tara­
fından finanse edi lmesinin ardından Columbus Merkezi diye daha taraf­
sız bir ad aldı.
Şi mdi , Merkezi n çal ışmaları Av rupa' da mi l liyetçilik ve ırkçılığın
köklerinden Çingeneleri n azınl ı k olarak yazgısına, "cadı"lara yönelik
zul mün nedenlerinden Üçüncü Reich dönemi ndeki kıyımların nedenle­
rine ve baskı ya da i mha dürtüsünün ta kendinin biyoloj i k kökenleri n­
den psikoloj i k kökenlerine çok sayıda kitap v e monografi dizilerinin
üretilmesiyle sonuçlanmıştır,
Merkezi n çal ışması ta başından beri farklı disiplinlerden yararlanma
temel inde tasarlanmıştı . Mevcut dizilerde temsil edilen disiplinler, tarih,
sosyoloj i , antropoloj i , dinami k psikoloji ve etolojiyi içeriyor. Üsteli k
araştı rmaların yürütül mesi ve kitapların yazıl ması sırasında çeşitli yazar­
lar birbirleriyle sürekli görüş alışverişinde bulunuyor. B unun bir sonu­
cu, dizilerdeki her ki tabın tek bir disipl ine ait olması ve eserin sorumlu­
l uğunun da tek bir yazar tarafından üstlenmesiyle, dizilerim bir bütün
olarak, disiplinler arası tartışma ve görüş alışverişi deneyimleriyle renk
kazandı.
Girişim aynı zamanda ul uslararası bir ölçekte tasarlanmıştı. Bir Bri­
tanya üniversitesinin desteğiyle yürütülmüş ve fi nansmanının yüzde
95' i nin Britanyal ı kaynaklardan sağlanmış ol ması anlamında bir Britan­
ya projesi ol makla bi rl ikte, araştırmaları yapan ve ki tapl arı yazan insan­
lar birçok farklı ül keden gelmi şti r. Gerçekten de aral arından bi ri başın-
7
8 ARI MİTİ: AVRUPA 'DA IRKÇI ve Mi LLİYETÇİ FİKİRLERİN TARiHİ

dan sonuna dek Pari s ' te çal ı şan bir Fransız, bir başkası Beri i n ' de çal ı ­
ş a n bir Al man i d i . Çal ışmayı kolayca çarpıtabilecek olan ul usal tarafgir­
likleri dışarıda bırakmak için mümkün olan her şey yapıldı.
Çal ışma baştan sona Col umbus Vakfı ' nca finanse edi ldi . Bu fi nans­
man en başta Sayın Dav id Astor, merhum Brimpton Lordu ve Sör Mar­
cus Sieff ile Wolfson Vakfından Vakfa yapılan muazzam bağışlarla
mümkün oldu. Bu bağışları Sayın Raymond Burton, Muhterem Dinada­
mı Harold Lever, Sayın 1. J. Lyons, Hyam Morri son , Jack Morri son, Sör
Harold Samuel , Amerikan Yahudi Komitesi, J. M. Kaplan Fon u ve Wil­
l iam Waldorf Astor Vakfının cömert katkıları izledi. Canterbury Başpi s­
koposu Hazretleri , Sör Leon Bagrit, Hungershal l Lordu Evans ile
Messrs Myers ve Ortakları da mali yardım sağlayarak bu girişimden
desteklerini esi rgemediler.
Merkezi n kurul uşundan beri , bünyesi ndeki finansman ve danışma
komisyonlarına pek çok kişi büyük zaman ve enerj i hasretti . Col umbus
Vakfı ' nın başkanı Saffron Lordu Butler, S ussex Üniversitesi ' ni n birbi­
ri ni izleyen i ki Mütevel l i Heyati Başkan Vekil i Falmer Lordu Fulton ve
Profesör Asa Briggs, Sayın Dav i d Astor, Profesör Max Beloff, Profesör
Sör Robert Birley, Profesör Patrick Corbett, Profesör Meyer Fortess,
Dr. Robert Gosl ing, Sayın Ronald Grierson, Profesör Marie Jahoda, Dr
Martin James, Profesör James Jol l , Muhterem Dinadamı Harold Lev er,
Profesör Barry Supple, Dr John D. Sutherland, Profesör Eric Tri st, Pro­
fesör A.T. M. Wi lson, Sayın Leonard Wolfson ve Merkezi n İşletme Ko­
mitesinin sekreterl iğini de üstlenen Üniversite Sekreteri Sayın A. E.
Shields bunlar arasındadır. B u kişi leri n gönül l ü olarak sundukları des­
tek ve tav siyelere teşekkür etmek zev kti r.
Ortaya çıkan eserlere 1 970 yılındaki ölümüne dek kuruluş undan iti­
baren Merkezin idari sekteterl iğini yürüten müteveffa Ursula Bo­
ehm ' ün de büyük emeği geçmi şti r.
Norman Cohn
YAZARIN ÖNSÖZÜ

COLUMBUS Merkezi ' nde yaptığımız ekip toplantılarında bütün mes­


lekdaşlarımın, ama özel l i kle araştınna alanları benimkine en yakın dü­
şen psi kiyatr Henry Dicks ile tari hçi ve siyasetbilimci Wolfgan g Schaf­
ler ' i n öneri v e fi ki rleri nden çok yararlandım. Merkezi n Müdürü, dostum
Narman Cohn el yazmalarını satır satır okuyup eleştirdi, bu yüzden nihai
metinde yaptığım düzeltme ve gel iştirmelerin çoğu onun öneri leri saye­
si ndedir.
Stanford· Üniversitesi ' nden Gav i n Langmuir, Caen Üniv ersite­
si ' nden Alexis Philonenko, Tours Üniversitesi ' nden Rita Thalmann ile
üçü de Ecole pratique des hautes etudes ' in Altıncı Bölüm' ünden Alain
Besançon, Jean-Pierre Peter v e Al berto Tenenti de eleşti ri leriyle çok
yardımcı oldular. Öbür iki dost, Roger Errera ile Pierre Nora tüm elyaz­
masını okuyup son derece değerl i tav siyelerde bul unma nezaketinde bu­
l undular. Birkaç sayfal ık Sonuç böl ümü, biyolog Jacques N unez, antro­
polog Daniel de Coppet, Anti k Yunan uzmanı Pierre Vidal-Naquet, tef­
sirciler Jean Zaklad ve Charles Touati , psikanal istler Janine Chassguet­
Smirgel ve Bela Grunberger 'e danıştıktan sonra yazıldı .
Bu kitapta, özel l i kle kendi alanım dışındaki disipl i nlerle ilgili eksik
ve kusurlar bulunabi l i r, ama bütün bu kaynaklardan gördüğüm dostça
yardımlar ol masaydı, bunlar daha fazla ve daha büy ük ol urdu.

9
SUNUŞ

Aşağı yukarı 1 940' dan 1 944'e dek Av rupa'da yaşayanlar arasındaki en


büyük ayrım Arller ile Samiler arasındaydı : B i rincilerinin yaşamasına
izin veri l i rken, i kinci ler öl üme mahkum edi l mişti. Bu dört yıl boyunca
pek çok örnekte h üküm gerçekten uygulandı. B unun ardındaki mantık
pek çok kitaba konu oldu. Dönemin en etki l i yazarı Adolf Hitler ' den
alıntı yapmak yeter:
. . . Yahudi , kültürel bir halkın sahip olması gereken en zaruri ön şarttan, yani ide­
alist ruhtan tamamiyle yoksundur . . O, bir asalak gibi, öldürücü bir mikrop gi bi,
.

elverişli böl geler buldukça giderek daha daha yayılan bir zararlıdır. . . Nerede ken­
disine konukseverli k gösteren bir halkın arasına yerleşse, önünde sonunda o hal­
kın kanını kurutur. . . Başkalarının kanını zehirler ama kendi kanını bozulmadan
korur. .. Taktiklerini gizlemek ve kurbanlarını aldatmak için, ırkları ya da renkle­
ri ne olursa olsun bütün insanların eşitliğinden dem vurur. . . Dış görünüşte işçi­
lerin yaşadığı koşulları iyileştirmek için çırpınır; ama gerçekte onun amacı Yahu­
di olmayan ırkları köleleştirmek ve böylece yok etmektir. . . Kara saçlı Yahudi
genci , kanını kirletmek ve kendi halkının kucağından ayırmak üzere ayartmayı
planladığı masum genç kızı şeytan gibi süzerek ve gözetleyerek saatlerce pusu­
da yatar. Yahudiler boyun eğdirdikleri hal kın ırksal temel lerini yıkmak için
mümkün olan her aracı kullanır. . . Nefret ettikleri beyaz ırkı piçleştirmek ve böy­
lece kültürel ve siyasal düzeyini kendi haki m olabi lecekleri dereceye kadar dü­
şürmek nihai amacıyla Rhineland'a zencilerin getiril mesinden Yahudiler sorum­
ludur. 1

Rhineland 'da zencileri n varlığının Yahudilerinkinden sadece azıcık daha


katlanıl maz bulunduğu fark edi lmiş olmal ıdı r. İşin doğrusu, Hitler ' in
gözünde bütün i nsanlığı oluşturan üç büyük grup vardı v e bunlardan sa­
dece Arller insanlığın gerçek temsi lcisi ve evrenin efendisiydi :

1 Mein Kampf traduction française integral e, Nouvelles editions l atines, Paris, tarihsiz,
s. 30 1 -325.
il
12 ARİ MİTİ: AVRUPA 'DA IRKÇI v e MİLLİYE TÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

[Aril insan soyunun Prometeus' udur, ışıldı yan alnından her zaman bilgi biçimin­
de kara geceyi aydınlatan o ateşi yenileyen deha kıvılcımları saçılmıştır. . . Bir fa­
tih olarak aşağı ırklara boy un eğdirmiş ve onları kendi iradesini ve hedefini iz­
lemeye zorlayarak, fiziksel güçlerini kendi önderliği altında örgütl ü kanallara
akıtmıştır. Onlara güçlerini sert olsa da yararl ı bir tarzda kullanmayı dayatmak­
la, fethettiklerinin sadece canlarını esirgemekle kalmamış, muhtemelen hayatla­
rını eski göya '"özgürl ük" durumlarındakine göre daha rahat da kılmıştır. . . Efen­
dileri olarak konumunu merhametsizce sürdürürken, sadece efendi olarak kal­
mamış ama uygarlığı koruyup gelişti rmiştir de . . . İ nsan soyunu - kültürün kuru­
cuları, kültürün taşıyıcıları ve kültürün yıkıcıları şeklinde - üç kategoriye ayırır­
sak, sadece Ari ilk kategorinin temsi lcisi olarak görülebilir. . O yitip gitmeye
.

zorlanırsa, yeryüzüne kesif bir karanlık çökecekti r; birkaç binyıl içinde insan
kültürü yitip gidecek ve dünya bir çöle dönecekti r. 2

Nasyonal- Sosyalizmin önderi nin tari h fel sefesi böyleydi . Bu felse­


fe onun Üçüncü Reich' ın efendisi olmasına engel ol mamışsa - hatta
tam tersine kolaylaştırmışa benziyor - bunun nedeni, benzer görüşlerin,
kimi zaman farkl ı bir v urguyla, iki ya da üç yüzyıldır Almanya' da ve
başka yerlerdeki çok sayıda düşünür tarafında dile geti rilmiş oluşuydu.
Av rupa nüfusunun Ariler ve Samiler diye böl ünmesinin başlangıçta
insan ların doğası (ırklar) ile kültürleri (dil ler) arasında bir karışıklığa da­
yandığı iyi bilinen bir gerçektir. Bu karışıklık on dokuzuncu yüzyıl son­
larına doğru öylesine ileri götürüldü ki, Ari kuramı kültürl ü insanlar
nezdi nde tartışmasız bir bi li msel doğru statüsü kazandı . Ari kuramı , çe­
şitl i biçi mleri içinde hemen hemen her zaman Arileri kayıran bir değer
yargısı içermişti ve Üçüncü Reich ' ın ideol ogları bu tarafgirliği çığrından
çı karacak derecede v urgulamaktan başka bir şey yapmamışlardı . B u
yüzden, e n başta antropoloji tari hinin Av rupa' nın etnik benci lliği tara­
fından iyice çarpıtı lmış bir epizodu i le i l giliyiz. Bu etnik benci llik, çok
eski bilim öncesi kökenlere sahi ptir. Asl ına bakılırsa bu, insan grupları
ya da kültürleri arasında evrensel olan bir güdüden; yani benzersiz bir
soy çizgisi iddiasından, hem soylu hem şanlı atalara sahip olma iddi ­
asından ibarettir. B u yüzden, on dokuzuncu yüzyıl Av rupa düş üncesinin
insan doğası hakkında neden başka bir yönü değil de, bu yönü aldığını
anlamak için, bunun altında yatan duyguları i ncelememiz ve bunu yap­
mak için de en uzak geçmişe uzan mam ız gerekir.

2 A.g.e. s. 289-295.
SUNUŞ 13

Bir olguyu hemen ortaya koyalım: Tari h, coğrafya, karşılaştırmal ı


din araştırmaları ve etnoğrafyanın her bi ri , bize her toplumun kendisi
için bir soyağacı, bir başl angıç noktası iddiasında bul unduğunu gösteri r.
Ne kadar eski ol ursa olsun hiçbir kültür yoktur ki , bu tarzda bir kendi­
liğinden antropoloj i gel işti rmemiş olsun. "Bu ışı kta bak, antropolojinin
tarih öncesi çok eskid ir, insanl ığın tarihinin kendisi kadar eski . "3 Böyle­
ce, her insan grubunun üyeleri ya bir tanrıdan, ya bir kahramandan ya
da bir hayvandan türemiştir. Bu yüzden, soy miti tari hsel düşüncenin ilk
tipidir v e en azından bu bakımdan "tarihi ol mayan topl um yoktur" de­
mek doğrudur. Aslına bakılırsa, i nsanlık tarihi kökenleri aramakla başla­
mış olmalıdır.4
Bu etiyoloji ler (= tari hler) genel likle kozmoloj i ler (= fel sefeler) ile
birlikte yürür. İnanıyoruz ki bunlar, kendisi de iki yoldan i fade edi lebi­
len bütün soruların en eskisini - nereden gel iyorum ve ben ki mim - ya­
nıtlamanın i ki biçimini temsil ederler. Psi kanalitik kuram, bunlardan il­
kinin, bütün çocukların saplantısı olan sorunun önce gel ip, öylesine di­
rençli olan ve yetişkinleri öylesine kaygılandı ran ikincisine götürdüğü­
nü öne sürer. Şimdi, kan kardeşleri mle ve kız kardeşlerimle aynı ana
rahminden hayatı mı edi ndim ve besi nimi aldım. Ortak atalar iddiasında
bulunabilmemizden bile önce, ("Sen" fikrinin " Ben" fi krinden daha es­
ki olduğu gerçekten doğruysa) belki bireyler olarak ortaya çıkışımızdan
bile önce, kendimizi aynı ana-babanın huzurunda bul uruz. Yetişkinl i ği­
mizin bütün sev gileri v e nefretleri , doğuştan eşit kişiler arasındaki bü­
tün çekişmeler ve bağl ı l ıklar, ai leler arasındaki bi rleşme ve çatışmalar,
bütün bel i rsizli kleri ve kararsızl ı kl arı içinde bu i l ksel temel üzerinde ge­
lişir.5 Ortak bir ataya başv urmanın ya da köken mitlerinin niçin evren­
sel olduğunu ve bunların işlev inin ne olduğunu açı klayan budur. Bu iş­
lev, oymak ve boy lar arasındaki husumetleri ya da i ttifakları bel irleyen
o karanlık kuv vetleri açığa çıkarmaktır. Değişik ideolojik kılıfların bir

3 Paul Mercier. Histoire de l'anthropologie, Paris 1 966, s. 1 5.


4 '"Kökenimizin gizemini ve ona dayanan karmaşık duygularımızı araştırmak hiç kuş­
kusuz zeklinın i l k ışıltılan gibi görünüyor" Andre Le roi Go urha n, Le Geste et le
-

Parole. Pa ri s 1 964. s. 9.
5 Das Dıı üt i.ilter das /clı (Nietzsche). Psikanalize ve bazı Hegelgil se zgi l ere göre.
kişinin ayrı bir bi rey olarak kendinin bilincine varmasını sağlayan durum, başkalarının
ve en başta da k i ş ini n babasının varlığıdır.
14 A R İ MİTİ: AVRUPA'DA !RKÇI v e MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

karmaşası altı nda, bu kuv v etler sanay i toplumumuzda hata işler durum­
dadır ve Nazi ler " kanın v e toprağın zaman öncesi sezgileri ne" ( Urah­
nungen von Blut und Boden) çağrıda bulunduklarında bu kuv vetleri ele
geçirmeye çal ışmışlardı. B unu yaparak Hıristiyanlık öncesi çağları hatır­
latmayı, böylel i kle de Eski Ahit ve Hıri stiyanlığın insan anlayışınca des­
teklenen bütün i nsanl ığın ortak bir soydan geldi ği inancına meydan
okumayı amaçlamışlardı. Modern yazarlar arasında bi le, "Arketip­
ler"iyle C. G. J ung, "ı rksal ruh"uyla G. Le Bon gibi bazıları nın, atom ça­
ğında buhar çağındakinden bile daha çok dikkati mizi çekmeye dev am
eden bu neredeyse çürütü lemez fizyoloj i k gerçeği hesaba katan kav ­
ramlar gel işti rmiş ol ması önemlidir.
Ne var k i , şi mdiye dek gel iştiri l m i ş ol an kav ramlar gerçekten yeter­
li değildir, çünkü i l kel dediğimiz şu erken kültürler bir kez geride bı ra­
kıldıktan sonra, gerçekl ik birdenbi re son derece karmaşık bir hale gel­
mişti r. Dev letleri n ve i mparatorl ukların doğmasıyla, toplumsal örgüt­
lenmenin ve genel bi l ginin büyümesiyle, topl umların geli şmesi ve fark­
lılaşması sırasında meydana gelen olaylar, köken mitleri nde ifadesini
bulan arkai k dürtülerin, bekaları nı çok farklı mitlerde ya da ideoloji ler­
de bulan siyasal tutkular yararına bastırıl mış ya da çarpıtıl mış olduğuna
işaret ediyora benziyor.6 Bunlar ciddi meselelerdir ve başka kav ramlar
önermekle ya da başka bir antropoloji gel i şti rmekle bunların üstesi nden
gelemeyiz. Yöntemimiz tarihsel olacaktır. İlerledikçe, batı topl umunun
tarihine, deri n psikolojinin aracılığıyla temki nli ve dogmati klikten ola­
bildiğince uzak bir ışık tutmaya çal ışacağız; çünkü Freud tarafı ndan
i mal edi len bu alet, mükemme l l i kten çok uzak olsa da, kolektif inanç­
ları n bilinçdışı temellerini keşfetmemi ze bütün öbür araçlardan daha el­
verişlidir.
Av rupa' nın uzak geçmişini düşünürken, kaya resi ml eri ni yapmış
olanların hangi köken mitlerine i nandı ğına i l işkin hiçbir şey bi lmediği­
mizi , Kel tlerin ve İberlerin inançları hakkında ise sadece bi razcık daha
bi l g i l i olduğumuzu itiraf etmek zorunday ız. Romal ılar ve Cermenlerle
i l g i l i olarak i se durum tamamen farkl ıdır. Bunun da ötesi nde, öbür efsa­
nevi ataları n aksi ne, bu hal kları n konuştuğu lehçeler (kimi zaman kar-

6 Le tabou qui cntourait dans la socictc occidantalc le mysterc de la conccption - "les


"
enfants naisscnt dans !es choux - n'cn serait-il pas un indice?
S U NUŞ 15

şı lı kl ı bütünleşmelerle) büyük kültür dillerinin doğmasına yol açmıştır.


Ebedi Kent ya da Cermen ormanları mitlerinin M ussol ini ya da Hit­
ler ' i n iktidara yüksel işiyle bir i l gisinin bulunması i l k bakışta tuhaf gele­
bi l i r. On beş yüzyıl lık bir tarihe kısa devre yaptırmak gi bi gözüken böy­
le bir önerme, alışılmış tari hçi l i k yöntemlerine ve fi kirlerine ters düşer.
Gene de, Faşi stleri n bi rinci sini , Nazi leri n ikincisini canlandırmış oldu­
ğu gerçeği baki kalır. Böyle hayret v erici sonuçlarıyla birli kte bunu ya­
pabi lmeye kadir ol muşlarsa, bu i leride göreceğimiz gibi, söz konusu
mitleri n Av rupa tarihi boyunca işlenmekten asla geri kal mamış ol masın­
dandır. Etkileri Sal i k Hukukunda, İlahi Komedya' da, Luther ' in tefsirle­
ri nde, Aydınlanma fi lozoflarının el eştirilerinde izlenebi lir ve gamalı haç
ile faşist balta demetinde cisimlenmeden önce on dokuzuncu yüzyılın
popüler mitoloj i lerine temel olacaklardır.
Bu çok geniş konunun (sonuncusu Arno Borst ' u n hayranlık verici
kitabı olan7) birçok tari h çal ışması nda incelendiği açıktır, fakat bunların
hiçbiri onu burada beni msemeyi önerdiğimiz bakış açısı ndan ele alma­
mıştır. Konu gerek samimi bir tarafsızlık arzusuyla, gerekse de her çeşi­
di nden siyasal heves v e çı karları mazur gösterme dürtüsüyle uzun uza­
dıya irdelenmiş olsa da, ayrıntılı bir mitten arındırma işi henüz üstleni l­
memiştir. Faşist ya da ırkçı ideoloj i leri i nceleyen çağdaş uzmanlar bun­
ların kökenlerini araştı rı rken uzak geçmişe bakma eği l i mi nde ol mamış­
tır. Av rupa'nın yirminci yüzyıldaki çarpıntılarını bil i nen ya da bil inme­
yen Hıristiyanlık öncesi mitleriyle bağlantılandırma arayışımızda pratik­
te şimdiye dek keşfedi l memiş bi r bölgeye gireceğiz. Olağanüstü bir
temki nlilik gerekiyor: Hele ki ele alı nmasını önerdiğimiz konulardan ba­
zı ları, özell ikle 1 945 ' ten beri , işi mizi hiç de kolaylaştırmayacak bi r tabu
tarafı ndan korunmakta olduğundan, böyle bir temkinlilik daha da gerek­
lidir.
Yirminci yüzyılın başları nda Batı hata çoğu kez A rileri n doğuştan
hakkı olduğu düşünülen üstün uygarlığı hakkı ndaki o gurur v erici mef­
humla gönl ünü hoş tutmaya devam etmekte idiyse de, Hitlerci felaketi n
bu fi kirleri siyasal ve kamusal hayattan öylesine etki l i bi r şekilde kov -

7 A. Borsı. Der Turınbau von Babe/, Geschicte der Meinungen iiber Ursrung und Vıel­
falt der Spraclıe11 uııd \lölker, Stuttgart 1 9 57-63, 6 cilt. Bu eser Batı tarihindeki soy
mitleri hakkında gerçek bir ansiklopedidir.
16 ARİ MİTİ: AVRUPA 'DA ! RKÇI ve MiLL İYETÇ İ FİKİRL ERiN TARiHi

masıyla şimdi bil im ile ahlak arasında yeni bir karışıklığın doğmuş ol­
d uğuna kuşku yoktur. Irkçı lık karşıtlığı, mevcut antropoloji bilgimizi n
doğrulayamadığı ancak hiçbir eleştirisine d e hoşgörü gösteril mediğin­
den sağduyulu düşüncenin önünde bir engel hal ine gelen bir dogmati k
ortodoksi mertebesine yükseltilmiştir. Bu durum, her türden yazarın
ama özell ikle tari hçileri n modem düşüncenin tarihini yeniden yorum­
lamaya çalışırken çoğu kez farkında ol madan etkisi al tında kal dıkları bü­
yük ölçüde geriye dönük bir oto-sansür doğurmuştur. Bu oto-sansürden
dolayı, Batı, sanki ırkçı olmak utancı ya da korkusu yüzünden, bir za­
manlar öyle olduğunu asla kabullenmeyecekmişe benziyor ve bu yüz­
den sadece (Gobi neau, H. S. Chamberlai n vs.) küçük karakterlere gü­
nah keçisi rolü biçiliyor. Böylece, Batı düşüncesinin geniş bir böl ümü
el çabukl uğu marifetiyle gözden kaybedil iyor ve bu el çabukl uğu, psi­
koloj i k ya da psi ko-tarihsel düzeyde rahatsız edici hatıraların ve utandı­
rıcı gerçeklerin kolektif olarak bastırılmasına karşılık geliyor. B urada
Ariciliğin son fanatikleri ya da kışkırtıcıl arı kralın soytarısı rol ünü oynu­
yor. Bu rahatsız edici hatırlatıcıları bilinç alanından silmenin bi r başka
yol u, suçu münhasıran Almanya' nın üzeri ne yıkmaktır. Bu yüzden, Al­
man entelektüellerinin bir azınl ığını haklı olarak üzen Almanya' nın " he­
sabı v eril memiş" geçmişi meselesi, öbür ül kelerde, bütün Batı Dünya­
sının bir sorunu olarak görül mesi gereken bu eski ideolojik yarayı de­
rinlemesi ne araştırmayı reddeden çok sayıda eleştiriye malzeme oldu.
Çağdaş bili msel düşünceyi, P. L. v an den Berghe ' i n keli meleri ni kulla­
nacak olursak, "ideoloji k rüzgarların yönüne göre dönen bir rüzgargü­
lü"8 derecesi ne kadar yanl ışa düş üren bir sansür biçi minin kökleri nde
bunlar vardır. Ne var ki , bu ideoloj i k rüzgarlar çok uzak ol mayan bir
geçmişte, fii l iyatta ol masa da fi kriyatta Hitler 'in ırkçılığına suç ortaklı­
ğı etmiş olan bir topl umun huzursuzl uğunu yansıtır: Bastırıcı tabuları bu
yüzden "bil i nç dışı nda varolan güçlü bir eğilimi yeri ne getirdiği için"
yasaklanmış ey lemlerde kök sal mış olan bir topl umun.9 İnsan, Fransız
öğrencilerinin 1 968 Mayıs ' ı ndaki isyanının. duvarlara "hepi miz Al man

8 "in the race relations fıeld more than in many others, social science theory is little
more than a weathercock shifting w i th ideological winds" (P. L. Van den Berghe ,
Race and Racism. A cmnperative perspective, New York 1 967, s. 8.
CJ Sigmund Freud. Totem v e Tabıı, "Nerede bir yasak varsa al tında bir anu vardır"
SUNUŞ 17

Yahudi siyiz" 10 çığl ığı yazıldığında, farkında olmaksızın aynı şeki lde bu
tabuyu dışa v urduğunu düşünmeden edemiyor.
Üstlendi ğimiz i şte karşımıza çıkan karmaşalar bu yüzden çok yönl ü­
dür. Kapsanması gereken geniş bir alandan, yöntemin görece yeniliğin­
den, zaman zaman sarsıcı olması ve Freudyen bastırmaları ortak bir
amaç yapabil mesi muhtemel düşünce al ışkanlıklarından kaynaklanırlar.
Bu güçl ükler, bu çal ı şmaya özelli kle inceleme alanının coğrafi olarak
çok kısıtlanması nı gerektiren bi r plan benimsemeyi dayatmıştır. Yaklaşı­
mımızı olabi ldiği nce anlaşılır kılmak üzere, Ari mitinin uzak (duy gusal ,
kapal ı) kaynakları ile yakın (ideolojik, açık) kaynaklarını bir ölçüde bir­
biri nden ayı racağız. B ununla birli kte, bi ri nci leri nin her zaman için i kin­
cilerinin di namizmini sağlamış olduğu dai ma akılda tutul mal ıdır. B u ki ­
tabın i kinci kısmında, daha dolaysız kaynakları , Aydınlanmanın entelek­
tüel dev ri minden sonra ortaya çıkmış olanları inceleyeceğiz. B urada bu
alanda tari hsel bakış açısından emek vermiş pek çok öncülün yardımın­
dan yararlandı ğımızdan, güven içinde ilerleyebi liriz. Kitabın ilk kısmı ise
farklı Av rupa halklarının, Ari ideolojisinin uzak ve iç içe geçmiş kay­
nakları nı kav rayacağımız türeyiş mitlerinin ülke ülke incelenmesine ay­
rılmıştır. Bu sergi lemenin kısa tutulması zorunludur ve bel ki de pek çok
okur bu kısmın temel argümanını sadece bir bakış açısı olarak görecek­
tir. B ununla bi rl ikte, Yahudiye ' de, Yunan istan ' da, İskit elinde ya da
Hindi stan ' da doğmuş ve Roma'da ya da İzlanda'da korunmuş bu eski
hikayelerin, hareketleri n, karışmaları n, dönüşmelerin ve gözden yitiş­
lerin incelenmesinin yirminci yüzyıl Av rupasının çarpıntılarının anlaşıl­
ması na katkı yapacağından kuşku duymuyoruz. Kendi yaşadığımız çağı
kıtamızın Hıristiyanlık öncesi geçmişine bağlamadan önce, aradaki
dönemde Kil i se tarafı ndan yayılan türeyiş mitini hatırlamak yararl ı
olacaktır. Hıri stiyanlık, bütün insan ları n soy zinci rlerini, Tev rat ' ta uzun
uzadıya anlatılan (Yaradılış, x) başata Nuh ve oğul ları aracılığıyla ortak
bir atadan , A dem ' den türediğini öğretti . Hıristiyan çağından daha bi le
önce, Yahudi tefsirleri kadim ırkları n kol l arı nı tesbit etmekle meşguldü
ve kuşkusuz bu şekilde bilgilerini o zaman bilinen bütün dünyayı kap­
sayacak şeki lde geni şletmeye çal ışan ilk araştırmacılar onl ardı . 1 1 Tal -

ıo Bkz. 23 Mayıs l 968"deki Fransız Basını.


11
Krş.; A. Borst. Der Tıırmbau von Babel. Cill 1. s. 126.
18 ARI MİTİ: AVRUPA 'DA IRKÇI v e MİLLİYETÇi FİKİRL ERİN TARİHİ

mud ' da yer alan bir deyişe göre, insan soyunun ortak ataları herkese
aitti ve bu yüzden ki mse kimseye " Benim babam seni nkinden ul u"
diyemezdi. 12 Ki lise babaları bu soyağaçlarını yeniden ele cilıp yerel ve
böl gesel geleneklerle harmanladılar. Böylece her bir hal k, özgül bir
köken miti edi ndi , gene de bütün bu kökenlerin hepsi Nuh'tan kaynak­
lanıyor ve böylece en temeldeki bütün insanların ev rensel kardeşliği
fi kri nin sağlam bir ifadesi ol uyordu.
N u h ' tan sonra soy çizgileri kimi zaman kendi leri ne Yeniton ya da
Man i tan adında dördüncü bir kardeş de i lav e edi len Yafes, Sam ve
Ham ' dan yürüdü. Yazarların hayfil gücü serbest bırakılmıştı ve bu genel
anlatı nın sayısız değişkesi ortaya atıldı. Bununla birlikte, Tevrat 'ta bulu­
nan bazı eti moloj i k ipuçlarına da uyan hakim eği lim, Av rupalı ların
babal ığını Yafes ' i n çocukl arı na, Asyalı larınkini Sam ' ınki lere, Af­
rikalı ları nkini de Ham ' ınkilere atfeder. Tev rat' a göre sonuncuların
kuzenlerine köle olarak hizmet etmeye mahkum kılındıklarından ("Ve
Kenan onun kölesi olacaktır. . . ", Yaradılış ix, 27). 13 B u pasajı izleyerek,
yaygın olarak kabfil gören bir görüş, Orta Çağın üç temel topl umsal kat­
manının her birine ayrı bir nesep yakıştırdı ; serfler Ham ' ın, dinadamları
ve memurlar Sam ' ın, soylular Yafes ' i n soyundan geliyordu. Böylece en
eski zamanlardan iti baren , Hamiler ya da Karalar insani hiyerarşinin en
alt basamağına yerleştiri lmişlerdi . Bu düşünce çizgisini izleyerek,
kabfil görmeyen di nsel metinlerden biri, yani İsa ' nın bazı Yahudi
çocuklarını keçiye çev irdi ğini bi ldiren altıncı yüzyılda yazılmış olan
Arap İ nci l ' i , bu çocukların analarına İsa' nın şöyle buyurduğunu söyler­
ken az sözle çok şey anlatmıştı : " İnsanlar arasında İsrai l ' i n çocukları
Zenciler ile aynı mertebededi r. "14
Bizi Batı Av rupa'dan Rusya 'ya ülke ülke gezdirecek olan hikayemi­
zin akışı içi nde bu temel soyağaçlarından sıkça söz edeceğiz.

12 Sanhedrin, 59 b. ; krş. Hans Kohn, idea of Nationalism, New York 1 95 1 , s. 585.


13 Yaradılış Kitabının anlatısına göre (x,6) Ham'ın dört oğl u vardı ve onlardan sadece biri
Nuh ' un bedduasını almıştı. Ne var ki, Ham 'ın N uh ' a yaptığı terbiyesizliğin sonuçlarına
soyundan gelenlerin tümünün katlanacağı görüşü adet olmuştur.
14 ''Evangile arabe de l 'enfance··. Eva ng ile s apoclırypes, trad. Peeters, Paris 1 9 1 4, t. i l ;
krş . F. Lovsky, L'antisemitisme clıretie11, Textes clıoisis e t presentes . . . , Paris 1 970, s.
35 1 .
birinci kısım

MİTLERİN ESKİ KÖKENİ


1.
İSPANYA

GOT MİTİ
Öbür büyük Batılı ul uslarla karşılaştırıldığında İspanya tarihinin en alı­
şılmadık özel liği, ülkenin yüzyıl lar boyunca Müsl üman hakimiyetinde
kalmış ol masıdır. Ne v ar ki, 7 1 1 ' de gerçekleşen Müslüman i stilası üç
yüzyıl önce S üev lerin ve Vandalların ardından gelerek ülkeyi işgfil ve
yurt edi nen Vizigotların istilasının unutulmasını kolaylaştırmıştır. Oysa
bu istila da İspanyol halkının tarihi ve gelenekleri üzerinde eşit derece­
de güçl ü i zler bırakmıştı.
Ondan önce Roma hakimiyeti yerel kül türü o derece etkilemişti ki,
yarımadanın Latinleşmiş sakinleri başka köklere sahip olduklarına v e
İ ber ataların soy undan geldiklerine dai r ancak son derece müphem bir
hatırayı korumuşlardı . (Ancak burada ne bu boysal v e böl gesel hatırala­
rın ayrıntılarına gireceğiz ne de istisnai bir örnek oluşturan Bask dili v e
kültürü üzerinde duracağız.) İ berler Hıristiyanlığa geçtikten sonra i se,
insanlığın geri kalanı gibi , A dem ve Nuh ' un soyundan geldiklerini öğ­
renmişlerdi .
Karolenjler öncesi Av rupa'sının e n bi lgili v e etki li yazarı olan Pisko­
pos Sev il leli İsidore, Cermen boylarının istilfisından sonra, bi ri nci leri
*
Yafes ' in oğul ları ndan Tubal ' den, fatihleri öbür oğul Magog' dan türe­
terek, fethedilen İberyal ılar ile fatih Vizigotlar arasında daha yakın bir
akrabal ık kurma görevini üstlendi. Yazılarında, kısa süre önce Ebedi


Tek tanrıcı (İbrahim1) gelenekte N uh ' un oğullarından Yafes ( Yafet, Japheth . . ), Sam1
.

halkları dışında kalan bütün Avrasya halklarının (Çingeneler, Almanlar, Kürtler, İs­
panyollar, Ermeniler, Abazalar, Türkler, Lihtenştaynlılar, Fransızlar, Çinliler, Hint­
liler, Zazalar. Boşnaklar, Çerkezler, Sırplar, Afganlar, La zlar, Ruslar, Arnavutlar.
Yunanlar, Abdall ar, İ talyanlar, Macarlar. Gürcüler, Farslar, Pomaklar, İngili zler,
Talişler vb. ) atası kabOI edilir -yayıma lıazırlayanın notu.
.

21
22 ARİ MİTİ: AVRUPA ' D A IRKÇI v e MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

Kent' i ele geçi rmekle ev rensel hakimiyet payesini kazan mış olan fati h­
lere bi r üstün lük hakkı atfetmekte tereddüt etmemi şti . 1 B ununla birl i k­
te, fethedi lenlere de fati hlerin kuzeni olma şerefini bahşetmişti . Vizi got
hanedanı nın sadık destekçisi olan Sev illeli İsidore, bunları yazarken
muhtemelen i ki hal kın barış içi nde bir arada yaşayabi l mesi umudundan
esinlenmişti . Antropoloji ve tari hte , kan kardeşliği sağlamak amacıyla
i ki farklı türeyiş mitini birleşti rmeni n örnekleri Alba v e Roma efsane­
leri nden beri eksik ol mamıştır. Pek çok İspanyol tari hçiye göre, bu bir­
leşme asla tam bi r başarıyla sonuçlanmamıştı, öyle ki, onların en par­
lakl arı ndan bi ri olan Menendez y Pelayo, Vizigotların İspanyol ol madı­
ğını i lan etmişti . Cermen tarafı nda Sev i lleli İsidore ' u destekleyen gö­
rüşleri n de eksi kliği çeki l miyordu. Cermenci l i ği n i l k Prusyal ı havari si
Hertzberg, 1 780'1eri n başlarından iti baren " İspanyol ve Portekiz ul us­
l arının, kökenlerinde eski İspanya, Roma ve Müsl ümanlardan bazı yer­
li unsurları n katkısı olmakla birli kte, en başta ve en önemli olarak Vizi­
got, Vandal ve Süevlerden türediğini . . . bu yüzden Cermen olarak tanım­
lanmalarının tamamiyle meşru olduğunu" ifade etmi şti .2 1 868 'de Lond­
ra' da yayımlanan Anthropological Review, okuyucularına "Yucatan ' da
tamamiyle sarı şın ve bütünüyle Got kal mış ve yüzyıllardır resmi üstün­
l ü k konumunu korumuş bir İspanyol ai lenin keşfedildi ği" haberi ni ve­
riyordu.3 Yine, 1 944'te İsveçli tari hçi J. Nordstrom, "Hıristiyan İspan­
ya' nın yayıl ması Got ırkının yayılmasıdır" diye yazıyordu. Gotların tari ­
hi, geleneksel olarak bu hal kı n çıkış noktası olduğuna inanılan İsveç ' te
bi rçok araştı rmaya konu ol muştu. Dikkatl i yazar Americo Castro, ken­
di payına, "Got olma hevesi gösteriyor ki orta çağın İspanyol ları hiç de
öyle deği ldi , ne de yeniden fethedi p yeniden yerleşti kleri ülke artık bi r
Got ül kesi ydi" sözleriyle Nordstrom ' u eleştirdi.4 Ancak, bil ginler ara­
sındaki bu barışçıl tartışmalar, çağdaş İ spanya gibi iç böl ünmelere öy­
lesine mey i l l i olan bir ül kede bile muarızlar arasında büyük çeki şmele­
re neden ol madı. Gerçi bu her zaman böyle deği ldi. Eğer, Americo

1 A . Borst, op. cit. , C. I l/ı . S. 445-456, ve Hans Messmer, Hispania-ldee wıd


'
Gotenmyt/ıos, Zürih 1 960, özell i kle s. 1 03 ve devamı.
2 Krş.; E. F. Hertzberg, CEvres politiques C. 1, s . 9 ve devamı. Berlin 1 795.
3 Editorial note, tlıe Amlıropological Review, Ocak 1 968, s. 37 (Alltropoloji Üzerine
Broca makalesi).
4 Krş.; A. Castro La realida lıistorica de Espana. ed Meksiko 1 954, s. 69-88.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: İSPANYA 23

Castro 'ya göre İspanyol ların Got ol maya hev eslendi kleri dönemde giri­
şilen bu bilgi nce polemi kler tamamen zamandan kopuk gibi görünmüş­
se, bu bütünüyle Tuba! ' in soyundan geldikleri iddiasındaki Ferdi nand
ile İsabella' nın yöneti mi nde yeni birleşmiş olan İspanya'da köken re­
kabetlerinin tamamen farklı bir anlam kazanmış ol masındandı.
B u noktada, İspanya' nın Müsl üman ya da Yahudo-M üslüman geç­
mişi işe karışıyordu. Hıristiyan Yeniden Feti h ' i nden sonra, v aftiz olmuş
Müslümanların v e Yahudi leri n soyundan gelenler, kendilerini düşkün­
lüğe mahkum edi lmiş buldular. Kanın arılığını koruyan yasalar, İspan­
yolları iki kasta böl müştü, bir yanda saf kan Eski Hıristiyanlar, öte yan­
da kan ı bozuk Yeni Hıri stiyanlar. Bu iki kast arasındaki ayrım çizgi si,
uzak atalara dayanan İber ya da Cermen soylarından gel meye deği l , ki­
şinin di nsel bakı mdan ortodoks ya da heteredoks sayılmasına bağl ıydı.
İspanyol ilahiyatçılar, hem Müslümanların hem de Musev ileri n yanlış
inançlarından dolayı kanlarını kirletmiş olduklarını ve bu kir ya da " no­
ta" nın, şimdi Yeni Hıristiyanlar ya da conversos [dönmeler, -ç.n. I adıy­
la neredeyse toplumdan ayrı tutulan bir dokunul mazlar kastı ol uşturan
en uzak nesi l leri ne kalıtsal olarak aktarıl mış olduğunu bel l eten bir öğ­
reti gel iştirdiler. Böylece, Av rupa tari hi nde i l k kez olarak, v aftizi n ki şi­
nin geçmişini silen bi r yeniden doğuş anlamına geldi ğini öğreten Hıris­
tiyan dogmasını hiçe sayan bi r kurumsal ırkçılık biçimi ortaya çı kıyor­
du. Bu öğretiyi icat eden i lahiyatçıl ar her iki Hıristiyan kategorisinin de
insanlı ğın ortak atası Adem ' i n soyundan geldi ğine iti raz etmiyorlar, an­
cak İsa'yı inkar etmiş olmakl ıklarının conversoları biyolojik olarak yoz­
laştırmış olduğunu i leri sürüyorlardı. Conversolar geleneksel olarak ti­
caret ve zanaatlarda baskın durumdaydı , ekonomik rekabet ise dinsel
nefret kılığında ortaya çıkıyordu. Özel likle Eski Hıristiyanların sonunda
ücretli işçiler durumuna düşecekleri , aynı zamanda bir orta sınıfın doğ­
masının geci kmesine yol açacak olan ve her türlü üretken işi hor gören
akı l al maz bir soy l u l uk merakına kapılmasına yol açan bu hem ekono­
mik hem de kökensel derin böl ünmenin, İ berya yarı madası üzeri nde
ağır sonuçl arı oldu. Öy le gözüküyor ki, geçerl iliği kuşkulu kimi önsel
köken özlemleri , koşullar elverdiğinde, ideoloj i leri keyfe göre yeniden
şeki l lendi rmek ve tari hin akışına önemli bi r damga v u rmak için yeterli
gücü kazanabi l mektedi r.5

5 Modem İspanya \la "kan saflığı" sorunu konusunda benim D e Malıomet aıLı Marra-
24 ARI MİTİ: AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇi FİKİRLERİN TARİHİ

İspanya tarihinin bu benzersi z dönemi, Müsl üman geçmişi nden ge­


len bu miras, İslam öncesi zamanlara dayanan ırksal-topl umsal bağlılık­
ları n izl erini karartmıştır. Gerçi Got efsanesinin modem İspanya'da bi­
l e bazı taraftarlar bulabildiği yanlış deği ldir. Fransız antropolog Bory de
Sai nt-Vi ncent, Got ve Frank mitleri arasında bir karşılaştırma yaparken
1 827' de şöyle yazmıştı: " Gotlar öyle bir saygınlık kazanmıştır ki , bir
Got ailesinden gel medi ği takdirde bir Kasti lyalı kendisini soylu say­
maz. Bu yanlış i nanç, Galyal ı olmak i stemeyip kendileri ni Frank kabı11
eden Ren ile Pi reneler arasındaki küçük soyl ular arasındaki yaygın i na­
nışa benzer."6 Göreceği miz gibi "iki ırk arası ndaki anlaşmazlığın" Fran­
sa' da tamamiyle farkl ı bir şiddette gelişmiş ol masından dolayı asl ı nda
bu karşılaştırma pek doğru deği ldir. Gene de, İspanyol Akademisinin
Sözl ük' ünde "Godo" [lsp. Got -ç.n.) başlığı altında şu tanımlar yer al ır:
"Hacerse de fos godos", soy lu ol makla öv ünmek; "Ser Godo", soylu
bir ai leden ol mak.7 Yi rminci yüzyılın başları nda Lati n Amerikal ılar soy­
luluk taslayan İspanyolları Godos diye çağırırlardı.8 Terim burada esas
olarak ironik bi r anlam taşıyordu, ama daha İspanya' nın Altın Çağ 'ında
bile durum zaten böyleydi. Örneğin Cervantes, Don Kişot ' u n karakte­
rini böyle pohpohlar, Godo Quijote, illustre y claro.9 İspanyol şövalye­
l i ğinin sonunu duyuran ölüm çanı, aynı şekilde Got efsanesi için de ça­
lıyordu. Ama Yeniden Feti h ' i n yol unu hazırlayan Orta Çağın prensleri
v e şövalyeleri Yizi got geçmişlerini feodal statüleri kadar ciddiye al­
maktaydı.
İspanyol tarihçi Jose Marav al l bu konu üzeri ne yakınlarda şunları yaz­
dı:
Got mirası yanılsaması kesinlikle bir mit niteliği taşıyordu. Başlangıçta, büyük
bi r ihti malle gerçek bir olguyu açıklamak değil, bir davranış tarzına ve bir sa­
vaşçı karşılaşmalar dizisine anlam kazandırmak için kurulmuş bir gelenek nite­
liğindeydi. Sonunda, orta çağ tarihimizin akışı içi nde bi r kolektif inanç gücünü

nes, Paris 1 96 1 ile A. Sicroff"un Les controverses des statuts de "purete de sang"
en Espagne du XV au XVI/ siecle, Paris 1 960 çalışmalarımıza bkz.
6 B. de Saint-Vincent, L'homme, essai zoologique sur le genre humain, Paris 1 827, s.
161.
7 B u ayrıntılar için Bay Marcel Batallion'a teşekkür ederim.
8 A. Morel-Fatio Etudes sur l'Espagne, Paris 1 923 , s. 1 69.
9 Bu tasvir Don Qııixote'un başında Güneş şöval yesine (Caballero del Febo) adanmış

bi r sonede bulunur.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: İSPANYA 25

kazandı. Aslına bakılırsa, çok sayıda kral ve prens tarihte davrandıkları şekilde
davranmışlarsa, bu, herkesten Gotların torunları olduklarını dinlemiş olmaların­
dan dolayıydı. Başka her şeyden çok, yüzyıllar ötesi nden gelişi güzel fırlatılmış
bir oka benzeyen orta çağ tarihi mizin o çarpıcı dinamik karakterinin nedeni bu­
dur. . .

Daha sonra buna şunları ekled i :


Zamanla İ spanya'nın tamamına yayılan Got mirası geleneği , açıktır k i Orta
Çağlar boyunca İ spanya'da meydana gelen olayların gerçek bir kaydı olarak gö­
rülemez. Ama, eğer söz konusu dönemin İ spanya anlayışını i nceleyecek isek, bu
geleneğin söz konusu anlayış ve bu anlayıştan türeyen siyasal eylem içindeki en
önemli etmenlerden biri olduğunu teslim etmek zorundayız. ıo

"Goti k miras" ın Senyör Maraval l tarafından ( görünüşe göre doğru


sözcükleri arıyor ol sa da) öylesine açık seçik olarak betimlenen etkisi ,
Freudgil terminoloj i i l e bir psişik gerçekl ik olarak adlandırılabi l i r. B aş­
ka bir deyişle, bütün olup bitenler, Orta Çağ İspanya'sının Got oldukla­
rı inancından i l ham alan Hıristiyan prensleri nin fatih bir ırkın torunları
gibi dav ranmak için her türl ü çabayı göstermelerinin sonucunda olmuş­
tu. Bu durum, Americo Castro ' nun İspanyol ların öyl e olmadıkları halde
Got ol mak istedi kleri ve bunun sonucunda kendi lerini erk iddialarını eşi
benzeri bul unmaz atalarının üstünlüğüne dayandıran krall arla özdeşleş­
ti rdikleri şekli ndeki tahlilini açıklar. Vizi got istilasının üzerinden sekiz
yüzyıl geçmişken 1436 ' da, Kasti lyalı 1 . Juan ' ın elçileri , Basel Konse­
yi nde aralarında " Kuzeyli Gotların" soyundan gelenlerin de bulunduğu
öbür prenslerin temsilcileri ne kendi kral larının üstünl üğünü kabul ettir­
mek amacıyla kral larının Vizi got kanından geldiği iddiasını sav unuyor­
lardı. 1 1
Got adının bütün Av rupa' da büyük bir iti bara sah i p olduğunu bel i rt­
mek önemlidir. En erken dönemlerden itibaren Ki l i se Babaları ve vaka­
nüv isler bu keli meye Roma' nın fati hleri ve yeni efendil erinin - kimi za­
man kılındıkları kimi zaman lanetledikleri Got barbarlarının - kendile­
rinde yarattığı dehşet ve hayranlığı yansıtan bir büyülen mişlik yükle­
mişlerdi. Örneğin Aziz Ambrose onları İnci l ' de söz edilen korkutucu
dev ler Gog ve Magog ile kıyaslarken, Aziz Augisti n Tanrısal İradenin

10 J. A. Maravall , El concepto de Espaiiaen la edad media, Madrid 1 954, s 3 20 ve s . 354.


11
Krş . ; A. Borst, op. cit. C . 111/ı s. 985.
26 ARi MİTİ: AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

araçları olarak görüyor, Salv ian i se masum ve gençliğe özgü dav ranış
tarzlarını çökkün Romal ıların yozl aşmışlı ğıyla karşılaştırıyordu. Daha
da çoğal tılabi lecek bütün bu örnekler Roma'nın düşüşünün çağdaşları
üzeri nde ne müthiş bir izlenim yarattığını göstermektedir. 12
Goti k kel imesinin yeni ve değişken an lamları ilk başta bu yazılan­
lardan kaynakl anmıştır. Rönesanstan sonra kelime ya eskimiş ve göz­
den düşmüş olan her şeyi (Gotik barbarl ık) ya da tam tersine yüce ve
ebediyen genç kalan her şeyi (Gotl ara has özgürlük) adlandı rmak için
kullanıldı . B u tartışmada son hükmü estetik değerlendi rmeler verdi
(Goti k katedraller). Bu arada, Cermenizm ile eş anlamlı kul lanılan " Go­
tisizm" İngiltere 'de büyük popülerl i k kazanmıştı ; aynı şeki lde Cermen
hal klarıyla özdeşleşti rildikleri Gotları n efsanevi anayurdu İsv eç 'te kel i­
menin iti barı daha bile yüksekti . 1 3 İ mparator V. Charles [ Şarl ken ç.n .]
Av rupa' n ı n neredeyse bütün soylularının İskandinavyalı Gotların soyun­
dan geldiğini varsaymakla ün yapmıştı. 14 Al manların şimdi bile, kulla­
nı mdan çoktan kalkmış bi r yazı karakteri ni , "Goti k yazı" adıyla eski
u l usal yazı karakterleri olarak gördüğü iyi bi linir. Güçlü çağrışımlarla
yükl ü bu teri mler bütün ülkelerde yarı efsanevi olayların hatıralarını
canlandırmaktaydı. Roman dillerinde barbar istilaları olarak bi li nen bu
olaylar Al mancada kav imler göç ü ( Völkervanderungen) olarak adlandı­
rılır - ve bu ay rım önemsiz bi r ayrım deği ldir. Bu daha bi lge, daha fark­
lı çağlarda başlıca Av rupa ul usları nın yurtseverl ik mitlerine referans
olacak olan bu geçmişten, her kültür ve her dil farklı bi r tarzda söz edi­
yordu.
Sonuç olarak, İspanya' da Cermen kanına aşırı bi r önem vermek ve
yerl i Tuba! ' in zürriyeti ne kıyasla Magog ' un soyundan gel meye öncelik
tanımak yönünde eski bir eği l i m bul unduğuna işaret edebi liriz. Başka
ü l kelerde de benzer eği l i mler bulabi l i riz. Başlangıçta bu Tev rat 'taki
başka başka karakterleri ata olarak seçmek şekl i nde tezahür etti . Ardın­
dan, Kilisenin etkisini n azal ması ve ev rensel i l k ata A dem ' i n gözden
düşmüş fi ki rleri n tavan arasına kaldırıl masıyla bu aynı eğil i mler, yine
(tari hsel ya da biyoloj i k) ortak bir kökenden söz eden mill iyetçi ya da

1 2 Krş.; Hanno Helb ing, Goten und Wandalen , Zürih 1 954, s . 3-52.
13 Krş . ; Samuel Kli ger, The Got/ıs in England, H arvard 1 952 ve Joh n Haslag, "Gothic"
im J 7. awıd J 8. Jahrhundert. Köln-Gratz 1 963.
1 4 Krş . Th. Bieder, Geschichte der Germanenforschııng, C. 1, Lei pzig 1 92 1 . s. 6 1
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: İSPANYA 27

ırkçı fi ki rler kılığında yeniden ortaya çıktı . Got mitinin erken bir zevale
uğradığı İspanya'da, onun yeri ni ilahiyat teri mleriyle gel i ştiri lip ifade
edi len bir ırkçıl ı k biçimi aldı. İspanya tarihinin özgüll üğü bizim bakış
açımız bakımından son derece öğreticidir. Çünkü, İspanyol Engizi s­
yonunun kurul masına yol açan etmen , ülkenin birl i ğe kav uşmakta ol­
duğu esnada i nancın saflığı için duyulan bu kaygıydı . Ne var ki, kanın
ve soyun safl ığına i l i şkin hu mit kısa sürede di nsel ideal i n bir
kari katürüne dönüştü. B u andan iti baren gerçek çatışma, Yafes ' in
soy undan gelen temiz kast ile sonradan semi ti k olarak karakterize
edi lecek saf olmayan kan arasındaydı. Barok çağında hafifleyi p 20. yüz­
yılda şiddetl enen kesintisiz mücadelelerle dol u bir tari h boy unca sür­
dürülen bu çeki şme, tari hçi leri n üzerinde büyük görüş ayrılıklarına düş­
tüğü pek çok etmenin sonucuydu. Kesi n olarak doğru - ve ta başından
beri aşi kar olan - bi r şey varsa, İspanya'da hal kın saldırgan dürtülerinin
esas olarak iç çal kantılar doğuracak yönde hareket etti ğiydi.
2.
FRANSA

İKİ IRK HAKKINDAKİ ANLAŞMAZLIK


Yazgı , Got adından başka bir ada daha bile şanlı bir tarih bahşetmişse,
bu kesinl ikle Frank adıdır. Franche-Comte ' dan Franconia' ya, Frank­
furt' tan Vil lefranche ' a, Av rupa toprağında bu ölçüde kök salmış Cer­
men kökenli bi r başka sözcük yoktur. Bütün Batı dillerinde özgürl ük,
onur v e güç kav ramları bu sözcükle birli kte gider. Bir zamanlar Haçlı
Seferleri Gesta Dei pe Francos adıyla anılırdı. Bu atıf Doğu'da da be­
nimsemişti , bu böl gede Batılıların bugün bi l e Frank ya da Frenk adıyla
anıl ması Frank etki sinin ne kadar geni ş bi r alanda hissedi lmiş olduğu­
nun kanıtı olarak görülebilir. Özgürlüğünü kazanmış bi r köle "enfranc­
hized" olurdu ve bu anlamda, Fransız dev rimiyle Zencilerin ve Yahudi­
lerin özgür kı lınması gerçek bi r franklaş(tır)maydı. Ancien regimein bi r
sav unucusu 1 81 5 yılında şöyle yazdığında son derece haklıydı : " Eti mo­
loj i i nsan hissiyatında en soy l u ve en şanlı olanla i lişki l idir" . 1 Tev rat' ta
Makkabi ler 1, 2 pasajının yerl i dile çev i risi "Qui estoit franc est dev enu
esclave" şekl inde idi. 2 B u karşıtl ık bi r başka şeki l de de ifade edilebi l i r
- Cermen ve özgür b i r kişi olarak Frank, e ş i t biçi mde köle (=Slav ) olan
serf (=serv us) ile karşıtlık oluşturur. Böylece, Fransız siyasal tarihinin
bu anahtar sözcüğü si nsice Cermen soyunun Latin ve Slav soylarına üs­
tünlüğünü i ma eder. Bu hem bir sınıf hem bir ırk üstünlüğüdür çünkü üst
ve alt sınıf ile üstün ve aşağı ırk mefhumları arasında bugün oldukça açık
olan ayrım, fatih hal klarla fethettikleri hal kları ayı rt etmek söz konusu
olduğunda epey muğlaktı .

1 Krş . ; G. Fournier, Les Merovingiens, Paris 1 966, s. 78.


2 Chronique dite de " Fredegaire" ;
28
MiTLERiN ESKİ KÖKENİ: FRANSA 29

Bu şeki lde, istilacı Cermenlerle Gal lo-Romanlar Fransa toprağında


kaçı nılmaz biçimde bütünleşi rken, i şgalci ler boy ve ı rk karakteristikle­
rini yitiri p geleceğin soyl uları olacak ayrıcalıklı bir özgür insanlar sınıfı­
nın çeki rdeğini ol uşturdu. Gene de, bu Franklar ya da Franklaşmış ki­
şi ler, bu dönüşümü geçirdikten sonra da doğuştan gelen ya da kal ıtsal
üstünlüklere sahip olduklarında ısrarı kuşaklar boyunca sürdürdüler. Sa­
lik Kan unlarına şu ateşli girişin yazı lması sekizinci yüzyıldaydı : "Tan­
rının kendisi tarafı ndan kurul muş, bileği güçl ü, ittifaklarda güveni l i r,
kurultayda bil ge, benzersiz güze l l i k ve zarafette, bedence soylu ve sağ­
lam, cesur, çev ik, saygı uyandıran, Katolik i nancına dönmüş şanlı ırk . . . "

Egemen sınıf tarafı ndan kendisini dayatan böyl e bir hükümle karşı
karşıya kalan bütün halk Cermencil i ğin itibarına heves saldı. B unun ka­
nıtı olarak yedi nci yüzyıldan baş layarak eski , Latin-Hıristiyan adları nın
yerleri ni Cermen kökenl i adlara bırakmasını göstermek yeter. Fransız
monarşisinin kurumlarını tanımlayan adlar ya da savaş ve orduyla ilgi­
li terimler de aynı kökenden geliyordu.3 Kanda bulunduğu v e kalıtımsal
olarak i nti kal etti ği hayal edi len bu iti bar, göreceğimiz gibi , Fransa'da
modern zamanl ara dek etki l i ol maya devam etti .
Aslında, Franklar ile Gallo-Romanlar arası ndaki kültüre l ve biyolo­
jik kaynaşma birinci binyılın sonunda tamamlanmıştı. B u , kesin l i kle ba­
zı güçlükler çıkmaksızın olmamıştı ve yedi nci yüzyılın adı bi li nmeyen
kimi kilise adamları pürüzleri gidermek amacıyla, Sev i l leli İsidore ' un
İspanya' da yaptığı gibi , iki soy çizgi sini bi rbi rine bağlayan ortak bir so­
yağacı öne sürmüşlerdi. Bu şeki lde kan bağıyla akraba kı l ma, ulusal tü­
reyi ş mitlerini kuran kural ları daha açık biçi mde ayırt etmemize olanak
verıyor.
Milattan önce ikinci yüzyıl boyunca Yunanları n kül türel üstünlüğü
i le karşı karşıya kalan Romal ı fati hler, Yunanları nkine hem benzeyip
hem de farklı olan bir soy zi nci ri iddiasında bulunmaya pek hev esliydi­
ler. Böylece, soylarını (Virgi l i us ' un Aenid 'de yüceltti ği Troyal ı kahra­
man Aeneas miti aracılığıyla) kaçak Troyalılara bağladılar. Bin yıl sonra
Merov enj nesepçileri süreci yeniden ele al ıp tamama erdirdi ler: Gallo­
Romanlar Troya kökeni nden gel meni n saygınl ığına sahi p olduklarına

3 Fredegar vakayin amesi diye bili nen metinde öy l edir Toursl u Gregory. Troyalı
.

soyağacından henüz haberdar değildir.


30 ARI MİTİ: AVRUPA 'DA IRKÇI v e MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

göre, Franklar da farklı bir daldan da olsa aynı soydan geldikleri iddi­
ası nda bulunabi lirlerdi. Böylece, gelecekteki Fransa soylularının ve
" Fransızların" ataları olacak Hektor ' un oğl u Frankon ve torunu Phara­
mund gibi efsanevi karakterler aracı lığıyla öyle yaptılar. Kaçınılmaz bi­
ç i mde, Troyalılar miti nin birçok farkl ı değişkesi gel iştirildi. Örneğin,
Karolenj soyundan saray nazırlarının idaresinde, hiç kuşkusuz Remus
v e Romulus mitinden esi nlenen vakanüvisler, kul ları (v assal ları) ege­
men beyleri ne bağlamak amacıyla Romalılarla Frankları sırasıyla düş­
man kardeşler Vassus ve Francu s ' tan geti rdiler.4 B ütün bu değişkelerde
Frankların ve Troyalıların Tev rat'ta adı geçen başataların ve insanlığın
ortak atası A dem ' i n soyundan türeti lmiş olduğunu ise söylemeye gerek
yok. B unun için gereken bağlantı hal kasında Yafes ' i n torunlarından Kit­
ti m yer alıyordu. Orta Çağların sonunda, " Keltler" , "Galyal ılar" ve " Ga­
latlar" arasındaki i l i şki üzeri ne yapılan yeni kurgular Troyal ılardan Ya­
fes ' i n i l k oğl u Gomer'e giden yeni bir soy çizgisinin kurul masına yol
açtı . Böylece, Gal ülkesiyle Cermen fati hleri arasındaki , Galya ile Ron­
sard ' ı n türküsünü söylediği " sang troyen et germain" arasındaki sürtüş­
menin bi r sonucu olarak Frank hal kının kesinli kten uzak bir soyağacı­
nın anahatları daha o zamandan ortaya çıkmış ol uyordu. B üyük Orta
Çağ uzmanı Marc Bloch şöyle yazmıştı : " Fransız adı mızın fatihlerin v e
işgalci lerin adı olduğunun fark edil mesi çok erkenden e n duyarlı düşü­
nürl erimiz arası nda neredeyse traj i k bir kaygı duygusu doğurmuş gibi
görü n üyor."5 B u kaygı, nesilden nesl e aktarıldıkça yoğunlaşarak Fran­
sız tari h inde trav mati k bir rol oynamış olabilir.
Karolenjler imparatorl uğu sırasında Frank adı , üstelik Av rupa çapın­
da, yeni bir itibar kazandı . O sı rada Frank kralları bütün kıtanı n hakimi
ol muştu, bu y üzden ay rı m " Batı Fransa" ile " Doğu Fransa" arasında ya­
pı l ıyordu. Otto Frei sing ' i n iyi bi l i nen v akayinamesinde Al manlar Frank
hal kının bir dalı olarak anı lıyordu. 6 Yine, Şarlman ' ı [ Charlemagne = Ut u
Kari -ç.n. ) selef olarak yücelten Frederick B arbarossa, on ikinci yüzyıl­
da kendisini " Frankların v e Tötonların İ mparatoru" olarak adlandırıyor-

4 Krş . ; O Dippe, Die friinkisclıeıı Trojaııersageıı ; Wandsbeck 1 896.


5 Marc Bloch, "Sur les grandes invasionsa. Quelques positions de problemes'', Revue
de syıırlıese, 1 940- 1 945, s.56.
6 Krş. Robert Fol z, Le souveııir et la /egende de Clıarlemagııe dans / 'empire ger­
maııique midiı!val, Paris 1 950, s. 1 9 1 .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: FRANSA 31

du.7 Karolenjler dönemi nde Frank mitinin gücü öyl esine büyüktü ki,
Slav dillerinde 1 v e oradan al ınarak Türkçede ç.n . ] kral anlamındaki " ko­
rol" ya da " kral" kel imesi bu dillere Almanca Kari adından geçmiştir.
Böylece, Batı dillerinde Slav, kul-köle [slave, -ç.n. I anlamını alırken,
Slav dilleri nde Batı imparatorunun adı " kral" anlamını kazanmıştı. Bi­
rinci İ mparatorl uğu kurmaya koyulan Napolyon, Şarl man ' ı n halefi po­
zuna bürünmüştü. (Kararnameleri nden bazıları "Çün selefimiz Şarl­
man . . . " girişiyle başlar). Richard Wagner, Frank mitine i l işkin şu u l u­
lamayı yazmıştı : " Derin anlamı, Frank halkının v icdanında. . . saygı uyan­
dıran ve her yerde üstün doğasını kabiil ettiren . . . bu kral iyet ırkının ru­
hunda idi."8 Fransa' nın grandeurüne yönelik siyasal amaçları doğrultu­
sunda Charles de Gaul l e ' ü Al manya' da Şarlman 'ın, o dev i n efsanesini
kışkırtmaya teşv i k eden bu hakan! hanedan yücel iği fi krinin ta kendisi
deği l miydi ?9
Ne var ki, Orta Çağların Fransız yıllıkları Şarlman ' ı yerlileştirerek
Fransız tari hinin doruğuna yerleştirmiş ve hem yazarlar hem de soy l u­
luk Troyal ılık efsanesini ve Phramund ' u n hatırasını canlandırmış olsalar
da, dönemi n baskın eğil i mi Hıristiyanları birbiri nden ayıran değil , bir­
leşti ren şeyi v urgulamak yönündeydi . Kitleleri yüceltmeye hizmet eden
şey, kolektif ya da ul usal yan dal lardan çok, bütün i nsan soyunun ortak­
laşa ait olduğu ana gövdesiydi . Ki lise partal ve vitrayl arında A dem ya
da N uh ' un tasv i rl eri yer al ır, Şarl man 'ın tasv irleri çok nadir görülürken
Frankon ' a ya da Pharamund ' a hiç yer veri lmezdi. Yafes ya da Troyalı­
ların soyundan gel i p gelmedikleri Fransızların pek umrunda deği ldi .
Onlar Hıristiyan idi. Dahası, en azından öğrenim görmüşler arasındaki
genel anlayışa göre, bir zamanlar bütün i nsanlar Babi l ' den yeryüzüne
dağıl madan önce geçerli olan evrensel bi r dil konuşurlardı ve bu dil İb­
rancaydı. İnsanl ığın beşiği nin neresi olduğu konusunda da genel bir uz­
laşma vardı, burası Kutsal Topraklara tekabül eden Yahudiye (Judea)
idi .
Modern zamanların eşiği olan on al tı ncı yüzyılda ulusal kökenler ya

7 A.g.e., s. 567.
8 "Les Nibelungen; Histoire universelle tiree de la )egende" (CEuvres eb prose de Ric­
hard Wagner, Paris, s. d. C. il, s. 44).
9 İnsan böyle bir ad ve soyadının General de Gaulle 'ün hayallerini ve kaderini nasıl et­
kilemiş olabileceğini düşünmeden edemiyor.
32 ARİ MiTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI v e MİLLİYETÇi FİKİRLERİN TARİHİ

da yan soy dalları meselesi önem kazandı. Rönesans sırasında klasi k an­
ti kitenin etki si kutsal yazılarla rekabete girdi ve bi lginler, hala A dem ' in
soyundan gelinme iddiasını korusalar da büyük Yunan ya da Latin ata­
larını öğrenmeye başladılar. Orta Çağ nesep iddiaları sorgulanmaya baş­
l andı . Hümanistlerin kuşkusu her şeyden önce Troyalılık mitine yönel­
mi şti, ama Ronsard, Franciade adlı eserinde ( 1 572) pek de ateşli bir bi­
çi mde inanarak savunmamış da olsa, 1 0 eserin ve miti n etki si öylesine
dayanıklı çıktı ki , on dokuzuncu yüzyıl bil ginleri Avrupal ıların Asya kö­
kenine il işkin kuramlarını güçlendirmek üzere bu bil giyi hfila doğru ka­
bUI ediyorlardı. 1 1 Haki m din ile bütünleşmiş olan Tevrat miti daha bi l e
sarsıl maz gözüküyordu. N e v ar k i , çelişkilerini v e imkansızl ıklarını or­
taya çıkarmaya yol açacak şekilde kutsal meti nlerin ayrıntılı bir incele­
mesini teşvik eden Reformasyon ilk kuşku tohumlarının saçıl masına ne­
den oldu. 12 Dikkatlerin ulusal kökenlere yoğunlaşmasının bir başka ne­
deni daha vardı. Ren ' in ötesi nde, Alman hümanistleri ev rensel üstünlük
iddialarını öne sürmeye daha o zamandan başlamıştı . Alman istilfilarını
betimleyen yıllıklarla birlikte, kısa bir süre önce bulunmuş olan Taci­
tus 'un eseri Germania, kendilerine çağın mantığına uygun basit v e güç­
lü iddialar cephaneliği sağlamıştı . Bunları çürütmek için Fransa' da her
biri bir öncekinden daha zekice ve daha beklenmedik yeni teoriler üre­
til meye baş landı , ama görüşlerin çeşitl ili ği, Kutsal Cermen İmparator­
luğunca kurulup korunan i mtiyazların karşısına güçlü bir argümanla
çı kmanın ne derece güç olduğunu gösteriyordu.
Bazı yazarlar, özellikle de Jean du Til let ya da François Hotman gi­
bi kral iyet ayrıcalıklarına düşmanlık besleyen Kalv inciler, Cermen kö­
ken ve üstünlük fi krini benimsediler. Öyle ki du Ti l let şöyle yazmıştı :
Onur sadece erdeme bağlı olduğundandır ki, Fransızları hak.iki Cermen kökenin­
den gel me olarak betimleyenler, Troyalıların soyundan geldiklerine i nananlar-

ıo "Franciademi doğru olup olmadığına pek de aldırmadan yaptım"( 1 587 baskısına ön­
söz).
1 1 "Frankların
öv ündüğü Troyalı nesebinden daha iyi bilinen bir şey yoktur. Eskilerin
bütün tanıklık.lan , Cermenlerin bütün hatıraları onların kökenini evrensel bir geleneğin
insanlı ğın beşiğini yerleştirdiği o böl gelere atfeder." A. F. Ozanam, Les Germai ns
avant le Christianisme. Paris 1 872. s.4 1 .
12
Krş. ; Don Cameron Ailen, The Legend of Noah, Renaissance Rationalism in Art,
Science and Letters, Urbana III,. 1 949.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: FRANSA 33

dan fazla onurlandırıyorlar onları . Çünkü hiçbir millet ahlakça Cermen milletin­
den daha az yozlaşmış ya da özgürl üğünü silah zoruyla onlar kadar gayretle ve
onlar kadar uzun süre koruyabilmiş değildir 13 ...

Ama karşı tarafta, hanedanın sadık destekçisi olan v e Şarlman ' ı "Fran­
sızlaştırmak" için Frank = Fransız eşitl iğine dayanan daha büyük sayı­
da tari hçi vardı. B u amaçla Şarl man ' ın Frank tarzına (more francorum)
uygun giyinip konuştuğunu yazan eski vakayi namelerin tanıklığına baş­
vuruyorlardı. Gene de aynı dönemde François de Belleforest' in (öl .
1 583) yazılarında "atalarımız Galyalıydı" ifadesi ortaya çıkmı ştı. Bu
unutulmuş yazar, Hugh Capet'nin tahtı " gasp etmesini" , aslında "o za­
mana dek bunu gasp etmiş olan Frank ve Alman yabancılardan geri alıp
yerli Galyal ılara iade etmeyi amaçlayan ilahi i nayet" temel i nde meşru­
laştırıyordu. 14 Fransa'da İbrani araştı rmalarını başlatan bi lgili şarkiyat­
çı Guillaume Pos tel (öl . 1 58 1 ) de önceliği Galyal ılara tanımış ve onları
soyca Cermenlerden üstün tutmuştu. 1 5 Galyalı atalar bu şeki lde i l k kez
ortaya çı ktıktan sonra ortadan kayboldular ve ancien regimein sonuna
dek bir daha gözükmediler.
Doğrusu, bu teorilerden en popüler ve en zekice olanı, Lei bniz'in on
sekizinci yüzyıl başında hfila hırsla çürütmeye çalı şmakta olduğu, Jean
Bodi n tarafından ortaya atılan yeniden göç teorisiydi. B u ünlü hümanis­
te göre (Latince ve Yunancada öyle olmamakl a hatta İbrancada hiç geç­
memekle birl ikte) Gal dilinde frank sözcüğü özgür ya da bağımsız an­
lamına gel mekteydi . Dahası, Sezar ' ın yazdıklarındaki bir pasaja dayana­
rak 1 6 Roma boyunduruğundan bezen çok sayıda Galyalının özgürlükle­
rini yeniden kazanmak için Ren ırmağının öte yakasına göç edip Frank­
lar hfil ine geldiklerini ve Roma i mparatorl uğu dağıl maya başladığında,
geride bırakmış oldukları kardeşlerini kurtarmak üzere bu yeni adları al­
tında eski vatanlarına geri döndükleri sonucuna varmıştı . Galyalıların
onuru böylece kurtarıl mış oluyordu. 17
Etimolojik kurmacalar ve bu türden çocuksu keli me oyunları Batı

13 Jean du Tillet (öl. 1 570), Recueil des rovs de France, leur Couronne et Maison, 1 6 1 8.
14 François de Belleforest, Les Grandes A�nales et Histoires gı!ııı!rales de France, de la
venue des Francs en Gau le, 1 579, C. 1 , s. 364.
15 G. Postel, La loy salique bu bilgiyi Maurice de Gandillac 'a borçl uyum.
16 De bello Gallico, V I , 24, ı.
17 J. Bodin. Methodus adfacilem historiarum cognitionem, 1 556.
34 ARI MİTİ: AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

tari hi nde Ki l i se Babalarından beri revaç bul muştu. Ancak, bunları yeni
doğmuş şövenizmin hi zmeti ne koşmak üzere ilk kullananlar Rönesans
hümanistleri oldu. Dahası , Bodi n ' i n kuramının Franklaşmış Galyalılara
kullaştı rılmı ş Galyalıların sahip olmadığı bazı erdemler atfetti ğine i şaret
edil ebil i r. İzleyicilerinden biri olan Audi ger, bir yüzyıl sonra şöyle ya­
zıyordu: "Böylece, beklenmedik ama i nkar edi lemez bir şeki lde, mille­
ti mizin dünyanın görmüş olduğu en hayranlık verici , en cesur ve en
şanl ısı olan aynı ırktan geldiği ortaya çıkacaktır." 18
Böylece, 1 4. Lui ' ni n hükümdarl ığı sırası nda tari hçiler bütün öbür
ı rkları bir yana bırakıp Franklara methiyeler düzmekte birleşmişti . İyi
bi l i nen iki yazardan örnekler aktarabil i riz. Loyseau ' nun sözleriyle:
" Muzaffer Franklar doğuştan soy l uydu; boyun eğdiri lmiş Galyal ı l ar sı­
radan hal kı ol uşturuyordu. Fatih Franklar, silahlı meslekleri, kamu gö­
rev lerini ve tımarlardan yararlanma hakkını kendilerine ayırdılar." 1 9 Me­
zeray ise onları şöyle beti ml iyordu: " Sert, saldırgan, fakat hiçbi r zal im­
lik eği l i mi göstermeyen v e öbür kuzeyl i ı rklardan çok daha insani olan
gururl u bir halktılar. B ununla birl i kte, onur ve özgürlüklerine kıskanç­
l ı k derecesi nde düşkündüler ve bi r an bile sükunet içi nde durmaya ta­
hammülleri olmadığından, Al manya' n ı n öbür böl geleri ne karşı ve Gal­
yalılara karşı durmaksızın akınlar düzenlerlerdi."20 Üstelik, Mezeray 'ın
fikri nce Franklar Galya'ya kurtarıcı olarak gel mişler ve ül keyi " kendi­
lerini hürmetle karşılamaya son derece hazı r" bulmuşlardı. B u görüş o
andan itibaren bir resmi doğru hal ine gelmişti ve Frank soy zi ncirine
saygı gösteri lmesi zorunl uydu. Kral iyet tari hçi lerinden Abbe Daniel,
Phramund, Chlodio ve Merov i us ' u 1 4. Lui ' ni n atalar l istesinden çı kar­
dığında hatırı sayılır sıkıntılarla karşı karşıya kalmıştı .2 1
Dahası, bu dönemin ardından tari hçil er kural olarak Fransız ulusu­
nun Cermen kökenlerinin ötesine bakmadılar. Kartezyen mantığın yüz­
yılında dünyanın bütün hal klarını birbirini izleyen kuşaklar sonunda
Adem ' e dayandıran ayrıntılı soyağaçları artı k geçmişte kal mış bir şey

18 Audigier, De l 'origine des Français et de leur empire, 1 676, C. 1, Ö nsöz.


1 9 Krş . ; Roland Mousnier, Fureur paysannes ., Paris 1 967, s.32.
..

2° Fr. De Mezeray, Histoire de Fraııce, depuis Faramondjusqu 'a maintenant. 1 646. C. ..

1 , s. 3.
2 1 Krş . ; Henri Martin, Histoire de France, C. 1 , Önsöz, s.vı ( 1 874 baskısı)ç Bossuet, Dis­
cours sur l 'histoire universelle; Pascal , Pensees (no. 623) .
MİTLERİN ESKİ KÖKEN İ: FRANSA 35

olarak görül üyordu. U l us fikrinin genel olarak i nsanlık meflıumundan


tamamen ayrılması bu dönemde oldu. İlahiyatçılar ve fi lozoflar açısın­
dan Av rupa' nın ortak atası Yafe s ' e şöyle geçerken bir saygı anışında bu­
l unmak yeterli oldu. Böylece, Bossuet "Batı hal klarının çoğunun soyun­
dan geldiği Yafes" diye yazarken, Pascal " Nesep ilmi Yafes i l e başlar"
diye ilan ediyordu. Pascal bi le bu konudan bir daha söz etmedi . 22 Tev ­
rat Babalarını birbirine bağlayan kesintisiz soy zinci ri çağın akılcı ruhu
karşısında tutunamıyordu ve bu şeki lde açılan boşluğu sonunda Ari mi­
tinin yayıl masına yol açacak şeki lde, insanın kökeni hakkındaki Aydın­
lanma Çağı kurguları dolduruyordu. Kutsal Kitap' taki soyağaçları hala
bazı ki lise adamları nın i l gisini çekiyordu, ama Yaradılış Kitabının harfi
harfi ne yorumu üzeri nde ısrar eden ve bu köktenci yaklaşımın sonucu
olarak Roma öncesi çağlarla ilgilenenlerin sayısı azdı.
B unlardan bi ri, 1 700 dolay larında " Fransa' ya doğum yeri ni göster­
mek" arayışı içi nde ülkenin i l k Kel t manyağı hal ine gelen Dom Pezron
adında B rötonyalı bir Benedikten keşişi idi . Kendi sözleriyle "akla oto­
riteden daha fazla i htimam gösteren" bir yüzyılda, Dom Pezron "Kutsal
yazılardaki bi r çift sözün konuya" akılcıların " bütün yazılarından ve ta­
ri hlerinden daha fazla ışık tutacağını" iddia etmekte tereddüt etmedi.
Düşüncesine göre, " gerçek İ manı sav unuyor" idi . Yaradılış ' ı n "çoğun­
lukla çok yüzeysel biçimde ele al ınmış" olduğunu düşündüğü dokuzun­
cu ve onuncu böl ümlerini yorumlar ve Kilise Babaları nın iddialarını
desteklerken Yunan mitoloj i sindeki titanlarla özdeşleşti ği Galyal ıların
atasının Gomer olduğu iddiasını canlandırdı. Soyağacını araştırırken Ya­
hudi v akanüvis Josi ppon ' dan da al ıntı yaptı :

Bu yazara göre Gomer' i n soyundan gelenler Seine çevresindeki ülkede oturan


Fransızlardır. Filii Gomer sunt Franci qui habitant in terra Franciae adflumen
Seiııae. S ünnetl i adam böyle diyor. Gomer 'in oğulları derken, onları Al man­
ya'da oturan Franklardan ayırt etmek üzere, Frank dediği Galyal ıları ya da Se­
ine kıyısında yaşayan Fransızları kast ettiği açıktır.

B urada Karolenj çağı nın semantik karışıklığını teşhis ediyoruz.


Dom Pezron, Titanların ilk anayurdunun "daha uzun süre insan yer­
leşiminden uzak kalacak olan uzak Batı ' daki Galya ' da deği l . . . Asya

22 Bossuet, Discoıırs sıır / 'lıistoire universelle ; Pascal . Pensees (no. 623 ).


36 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI v e MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

topraklarında" olduğuna i nanıyordu. B u anayurt için yukarı Asya' da


Media* ile Tartary arasındaki Bactriana' da kesin bir yer bile gösteriyor­
du. " B i z" diyordu Dom Pezron, "Galya topraklarında doğmuş olduğu­
muza göre, bu saygın ırkın ahfadıyız".23 Y üzyıl sonra, Romanti k Kelto­
manyak Henri Martin, Dom Pezron ' u tanrısal güçlerle ödül lendi rilmiş
büyük bir öncü olarak selamlayacaktı .24 Çağdaşları ise, bi rkaç isti sna dı­
şında,** bu eski masal lara karşı istihzadan başka bir şey göstermemiş­
ti . Fransız halkının köken arayışı için, İki Irk Hakkındaki Anlaşmazlık
için sahne, hazırlanmıştı .
Çarpışma, güçleri ve ayrıcalıkları mutlak krallık tarafından aşındırıl­
makta olan soyluların şampiyonları nca baş latıldı. Bu hoşnutsuz sınıf, yı­
kıcı broşürleri de içeren gizl i bir propagandayla işe koyuldu. Sırf ken­
dileri için talep etti kleri özgürlük ve eşitli k adına ırk hakkı ndaki eski id­
diayı kul landı lar. Bu nedenle de Galya adı na feryada başladılar. Lond­
ra' da yayımlanan bu tür broşürlerden i l ki Abbe Jean le Labourer ' a (öl .
1675) isnat edi l i r. Bu broşürde şöyle yazmaktadır: " B ütün Fransızlar
eşitti , ancak l iyakatleriyle birbi rinden ay ırt edi l i rlerdi." Galyal ı lar " sa­
v aş yasalarıyla topraklarını yiti rdi kten sonra fatihlerine boyun eğdiler
ve tahakküm altı nda kaldılar ... " 25 B u husus Henri de Boulainv ill iers (öl .
1 722) tarafından da vurgulanmıştı:
Başlangıçta bütün Fransızlar özgür, tamamiyle eşit ve bağımsızdılar. . . ve sırf bu
değerli özgürlüklerini korumaktan emi n olmak için Romalılarla öylesine uzun
süre savaşmışlardı. .. Galyalıların fethinden sonra sadece onlar soylu olarak gö­
rüldüler sadece onlar beyler ve efendi ler olarak kabili edi ldiler. . .

• Eski Avrupa kaynaklarında aşağı yukarı bugünkü Kürdistan ile Batı ve Kuzey-batı İran
toprakları. Tartary: Aynı kaynaklarda İran 'ın kuzey doğusunda aşağı yukarı bugünkü
(Azerbaycan dışındaki ) Türk! cumhuriyetlerle Moğolistan topraklarını kapsayan böl­
ge ; tarihsel Türkel i . Bactriana: Aynı kaynaklarda bugünkü Türkmenistan, Ö zbekistan,
Afganistan, Tacikistan sınırlarının kesiştiği bölge. -y.h.
23 Antiqııitis de la nation et de la langue des Celtes, aııtrement appelis Gaıılois, par le
R . P. Dom P. Pezron, docteur en thelogie de la faculte de Paris , 1703 , Önsöz ve s. 1 -
24.
24 Henri Martin, Histoire de France, C. I. s.2, not..
• • B u istisnalardan en önemlisi Avranches Piskoposu ve Fransa veliahdının özel öğret­
meni Pierre-Daniel Huet idi.
25 Histoire de la pairie de France et du Par!emeııı de Paris, yazan D. B . , Londra 1 740,
s. 88-90.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: FRANSA 37

Bu nitelik sırf içsel olduğu için sadece onlara özgüydü ve " h ükümdar­
ların l ütfu sadece unvanlar ve ayrıcalıklar sağlayabil i rdi ; damarlara za­
ten miras alınmış olandan başka bir kan akıtamazlardı."26 B u iddia, soy­
lu olmayan sıradan hal ka olduğu kadar kraliyet erki ne karşı da yönelik­
ti .
Saint-Simon ' un Memoires ' i nde de bu düşünceler bul unur. İzleyen
pasajda olduğu şeki lde, o da, ait olduğu kastın ayrıcal ıklarını feti h hak­
kı i le mazur gösterir:
Bu olgudan, Devlette üyeleri ilk başta sitah altına çağrıl mış adamlar, daha son­
ra soyl ular olarak adlandırılan ve topyekOn kull ukları ndan dolayı serfler olarak
adlandırılan boyun eğdirilenlere bi r karşıtl ık ha.tinde benzersiz bir gövde oluştu­
ran soyluluk türedi.

Aynı şekilde, bi lgili Nicolas Frerct' i n Fransızların kökeni hakkında her­


hangi bir polemik niyeti taşımasa da görünür bir nedeni ol maksızın B as­
ti lle' deki mahpusl uk dönemi nden sonra kaleme aldığı açıklamasını da
aktarabi l i riz.27 1 4. Lui ' ni n ölümünden sonra bu iddiaları çürütme çaba­
ları eksik ol madı ama Abbe Dubos ' nun28 uzlaştırıcı ve yaygın biçimde
kabfil gören teori leri bile Galyal ıları oldukça acınası fi gürler olarak gös­
terirken sırf Romal ı ları n itibarını iade etmekten ibaretti. Halk arasında
muteber görüş Frankların üstünlüğü yönünde kalmıştı . Yasaların Ru­
lıu ' nun sayfaları boyunca dağılmış halde bul unan düşünceler ti pik sayı­
labi lir.
Montesquieu, bu kitabı ndaki pek çok pasajda eski Al manları Fran­
sızların ataları olarak tanımlar. Bu ataların özgürl ük ve bağımsızlık gele­
nekleri kadar "hayran ol unası yalınlıklarını" da öv er. Onlara mükemmel
bir onur duygusu atfeder. "Al man hal kları onur konularında bizden da­
ha az duyarl ı değil lerdi, hatta daha bile duyarl ıydı lar. . . Çünkü bizim bu
atalarımız aşağılamalara karşı son derece hassastılar." Cesaretlerine ge­
lince, "Tacitus 'a i nanılacak olunursa, sadece iki idamlık suç tanıyorlar-

26 Histoire de l 'ancien gouvernement de la France, Kont de Boulainvill iers , Amsterdam


1 727, c. 1, s. 26 ve devanu ; C. I I I , s. 84.
27 Marc Bloch 'a göre (Sur /es grandes invasions, ete op. Cit), Frereı 1 7 1 4 'te Troyalı
teorisine karşı çıktığı bahanesiyle hapse atılnuştı.
28 Histoire critique de / 'itabilissementt de la moııarclıie français dans /es Gaules
( 1 734). <le l 'abbe Dubus.
38 ARi MİTİ: AVR UPA 'DA IRKÇI v e MİLLİYETÇi FİKİRLERİN TARİHİ

d ı ; hai nleri ni asarlar, korkakları nı suda boğarlardı." Ni hayet, Manş De­


nizinin öbür yakasında genel olarak i nanılan görüşü ödünç al arak, Mon­
tesq uieu, Fransa' ya örnek gösterdiği İngi l i z parlamenter kurumlarına
bu Cermence erdemleri atfediyordu. 29
B u görüşler Voltai re ' i n ters v e sert tepki siyle karşılaştı . " Bordeaux­
lu Montesq uieu ' n un ataları mız dediği bu Franklar kimdi ?" diye sordu
" Öbür kuzeyl i barbarlar gibi, otlak, barı nak ve kara karşı bi raz korunak
arayan v ahşi hayvanlard ı . . . Ormanda Lordlar ve Avam Kamaraları ya da
Temyiz Mahkemesi bulunabi l i r m i ? İnsanın buna inanası gel miyor. De­
mek ki, İngi l i zler donanmaları ve uluslararası ticaretleri için Cermen
geleneklerine şükran duymal ılar. Belki mükemmel sanayi ürünleri ni de
yağma ve talanın meyveleriyle geçi nmeyi çal ışmaya tercih eden Al­
manları n hayran olunası alışkanlıklarına borçl udurlar?"30
Voltaire aynı hışımla Cermen atalar düşüncesinin başka sav unucu­
larına da yüklend i . "Kimlerdi" diye yazdı "bu Franklar? B u adamlar sa­
yıları o kadar azken nereden gel i p de, Sezar ' ın tam olarak boyun eğdi r­
meyi başaramadığı bütün bi r Galyayı on yıldan bi le az bu kadar kısa bir
sürede fethetti ler? Daha yen i , soylarından geldiğimiz Franklar diye baş­
layan bi r yazarı okudum. B i r dakika, arkadaşım ! Doğrudan doğruya
Frankların soy undan geldiğini sana kim söyledi? Üç ya da dört Roma
lej yonunun kul l uk altı nda tutmakta olduğu sekiz ya da on m i lyon
Welsche3 ı ya da Galyal ıya boyun eğd i ren H i l v ic ' i n ya da şimdi Clov i s
ded i ğimiz Clodv i c ' i n yanı ndaki adamların sayısı muhtemelen yirmi bi­
ni geçmiyordu. Fransa 'da bi r Frank fati hin soyundan geldiği yol unda
en ufak bir kanıt demiyorum, faraziye öne sürebi lecek tek bir büyük ai ­
le yoktur."32
Görünüşe göre bu çürütme, popüler bi r Fransa Tarihi ( 1 768) kale­
me al mış olan Abbe Vel ly ' i hedef almıştı. Ama, yazdığı Almanya Tari­
hi nde ( 1 748) ataları nın geldiği yer olduğu için Almanya'yı vatanı say-
'

29 Esprit des Lois, XIV, 1 4, X X V I I I , 20; X X V I I I , 23 , XXX, 1 7, ve devamı.


3° Commentaire sur l 'Esprit des Lois.
3 ı We/sche(ler) güneyden Al manlara komşu olan bir Galya boyuydu. Adları Almanlar
tarafından aşağılayıcı bir teri m olarak i ster Fransız ister İtalyan olsun genel olarak
bütün Latinlere teşmi l edilmiştir.
32 Dictionnaire philosophique 'de " Franc ou franq ; France, François, Français" başlıklı
madde.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: FRANSA 39

mak için her türl ü hakka sahip olduğunu söyleyen Joseph Barre ' ı ya da
Avrupa Halklarının Eski Tarihi ' ne ( 1 722) "Barbarlar olarak tanımladı­
ğımız Av rupa' nın eski hal kları bizim atalarımızdı" ifadesiyle başlayan
Kont de B uant ' ı da aynı şekilde hedefl iyor olabil i rdi. B urnouf ' nun kla­
sik çev irileri nin onları bu modern zamanımızda yeniden canlandırması
sayesinde, bu ataların İkinci İmparatorl uk zamanında bile mesela Oza­
nam'ın Etudes Germaniques ya da Moet de la Forte- Maison ' un Les
Francs ' ı ndaki gibi taraftarları bul unuyordu.33 Bu bakımdan, mit kırıcı
Vol tai re yalnız bir fi gür olarak kalmıştı . Muhtemelen kendi çağında,
kendi sini böyle güç l ü bi r şekilde ifade eden tek kişiydi . Ari stokrasinin
kökenlerini i l gil endirdiğinden, konu o zamanlar bi le hassasiyetini koru­
yordu. "Aristokrati k mertebeleri n kurulduğu dönemde sıradan hal kın
bir parçası olduklarını işittiklerinde" diye yazmıştı Abbe Mably, " B üyük
ai leleri mizin gururu anlaşılabi l i r şeki lde yaralanmış olabil i r. Fakat soy­
l uluğun henüz bir del i l i k çeşidi ol madığı zamanlarda, soy l u ol madıkla­
rı için alınmamal ıdı rlar. Bu onları utandırıyorsa kendileri nden özür dile­
mel iyim."34
Burada hala geçerl i l iğini korumakta olan tutkuları n hatta tabuların
farkına varılabilir. Eski kılıç feodal itesi Gal lo-Roman soyundan gelen
avam halka karşı farklı bir soy zi nciri iddiası gütmekteydi . Haçlı savaş­
çılarının mav i kanı ndan* yoksun olduklarından onlarla aşık atamayan
öbür toplumsal sınıflar, böy lece kendi lerini bu aynı efsanevi atalarla öz­
deşleştirerek Cermen atalar iddiasını yeniden canlandırabiliyordu. B ur­
juva sınıfı ndan gelen Barre ve Belly ile sonradan soyluluk kazanmış
Montesquieu böyle yaptı lar. B u şeki lde, bu adamlar, üst sınıftan dışlan­
mış olmalarına rağmen, bütün Fransızların babası olan kral ile aynı soy
zinci rine kav uşmuş ol uyorlardı. Böyle yapmakl a ayrıca, geleneksel bi r
inanca, sağlamca kurulmuş bir soy mitine başvuruyorlardı. 1 75 5 ile

3 3 " B u kitap bizim i ç i n başka bir bakımdan ilginç: Atalarımızın ildetlerini tasvir ediyor."
(Tacitus 'un eserine B umouf 'nun yazdığı sunuş, cep baskısı, Paris 1 965).
34 Observations sur l 'histoire de France, Abbe Mably, 1 765, s. 398.
*
Ortaçağ Avrupa 'sında, kanı kızıl avamın aksine soyl uların damarlarında mavi kan dolaş-
tığına inanılırd ı ; kendilerine eşlik eden dilencileri , fahişeleri , hizmetçileri, aşçılan, at
uşaklarını, keşişleri , tacirleri, bankerleri , çerçi leri , Türkopolleri, çalgıcılan, ozanlan ve
benzeri saygınlığı kuşkulu meslek erbabını bir kenara bırakırsak, Haçlıların mühim bir
kısmı da soylu ve Frank. dolayısıyla da "mavi kanlı" idi. -y.h.
40 ARİ MİTİ: AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FiKİRLERİN TARİHİ

l 759 arasında Paris Parlamentosu, Krali yetle çatışmaya girdiğinde de


yine aynı şeki lde kadim Frank halk kurultaylarının hatırası canlandırıl­
dı. 35
Şimdi şu ya da bu teori doğrultusunda benimsenen Cermen üstün­
lüğü miti n i n Aydınlanma Çağı boyunca Fransa 'da çoğunluğun desteği ­
ni aldığı koşullar bunlardı. Yaygın olarak paylaşılan i nanç, Dagobert ya
da Şarlman ' m hükümdarlık dönemi nde Gal lo-Romanların Frank ya da
Fransız ol masına izin veri ldiği ve böylece soylular sınıfının safları arası­
na gi rebilme imkanı kazanmış oldukları yönündeydi . Abbe Mably ' ni n
uzun zaman alanında otorite sayılan Fransa Tarihi Üzerine Gözlemler
( l 765) adl ı eserinde kanıtlamaya uğraştığı görüş buydu. Özünde sav un­
duğu görüş, hoşgörül ü barbarlar olan Frankların yerl ileri aralarına ka­
bfil etti kleri , buna karşılık, kul l uk etmeye alışmış olan beri kileri n eski
durumlarını sürdürmeyi tercih etmiş oldukları şekl i ndeydi.
İ mparatorların uzun sürmüş despotizmleri cesaretlerini öylesine kırmıştı ki, ara­
larından bazıları özgürleşmeyi istemediler ve yanlış bir onur anlayışıyla ulusla­
rının yasa ve geleneklerine sıkı bağlılıklarını korudular. Alışkanlık, kırılması güç
zincirler oluşturdu. 36

Diderot' nun Ansiklopedisi soyl uları n üç çeşidini ayırt ediyordu:


Monarşinin başlangıcında üç çeşit soylu mevcuttu: Askerlik mesleği ne devam
eden Gal şövalyelerinin soyundan gelenler; Roma yönetimi nden devralı nan ve
silah gücünü yargı, siv il yönetim ya da maliyenin idaresiyle bi rleştiren başkala­
rı ; üçüncüsü ise bütünüyle askerl ik işlerine adanmış ve bütün kişisel hizmet yü­
kümlülükleriyle vergilerden bağışık tutul muş olan Franklardı. Bu nedenle nere­
deyse bütünüyle sertlerden oluşan halkın geri kalanından ayırt edi lmek üzere
Franklar diye adlandırılmışlardı. Bu franklaşma soylıılıığun alamet-i farikasıydı
öyle ki Frank, Özgür kişi ya da Soylu kişi normalde eş anlamlı ifadelerdi. 37

İster gelenek ister sözel bağlantı yol uyla olsun, Franklar üstün soy-
l u l uğun varisi üstün varlı klar olarak görül meye devam etti . Restorasyon
sırasında Kont de Montlosier, " münhası ran soylu mesleklerle uğraşan
eski Franklar" ile "özellikle kazançlı mesleklere yönel miş yeni Frank­
lar" arasında bir ayrım yaptı.38 B u ayrım, İspanyol ların eski Hıri stiyan-

35 Fr. Furet ve D. Richet, La Revolution, Paris 1 965, C. 1 . s . 60.


36 A.g.e. s. 1 5 1 .
37 "Soylul uk" maddesi ile krş.
38 Des desordes actuels de la France . . . , op. cit. S . 9.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: FRANSA 41

tar i l e yeni Hıri stiyanlar arasında böl ünmesini hatırlatmaktadır. Belki


Kont de Montlosier de bu örnekten esinlenmişti .
Aydınlanma yazarlarının her i kisini de barbarlar olarak tanımladıkla­
rı Franklar ve Galyalılar arasında tarafsız kalmaya çalışmış oldukları
doğrudur. Abbe Mably " Fransızlar, Almanlardan miras aldıkları vahşi
kusurlarla Galyal ı l ardan mi ras aldıkları korkakça kusurl arın bi leşimine
ne ölçüde tesl im ol madı lar ki ?" diye haykırıyordu . . Fakat yırtıcı olmayı
korkak ol maya tercih etmek insanın doğası ndandır. Mably ' ni n öl ümü­
nün ardından Abbe Brizard, l 787 ' de eserini [ Franklara yönel i k, -ç.n . ]
bir öv gü şeklinde özetledi : " İnsan bunda Galyal ıları Roma boyunduru­
ğundan ve baskısından çekip çıkaracak özgürlüğün onlarla (Franklarla)
birli kte Almanya ormanları ndan çıkı şını gözlemektedir."39 Dev rimin
arefesinde İki Irk Hakkı ndaki Anlaşmazlığın Romalı fatihleri, kul kılın­
mış Galyalıları ve Frank kurtarıcıları içeren üçl ü bir tartışmaya dönüştü­
ğünü görmek i l ginçti r.
Aynı türden bir akıl yürütme, Genel Mecl i s ' i n toplan masından he­
men sonra yayımlanan Sieyes 'nin Qu 'est ce que le Triers Etat? [ Üçün­
cü Zümre Nedir?] başlıklı ünlü broşüründe görül ebi l i r. Tam da kadim
suiistimallere bir son v ermek amacıyla Sieyes şöyle ilan etti : " Üçüncü
Zümre geçmişe dönüp bakmaktan korkmamalıdır. . . kendisi fatih olma
sırasını alınca, bir kez daha soylu olacaktır." Burjuvazinin bu sav unucu­
suna göre, sorun, bunun için ulus çapında bir temizl iğin gerekmesi pa­
hasına olsa bile, soyluluğun ayrıcal ıklarının kaldırılmasıydı.
[ Ü çüncü Zümre ) fatihlerin soyundan geldikleri ve fetih hakkını sürdürdükleri
aptalca bahanesinde direten bütün bu aileleri Franconia ormanlarına niçi n geri
sürmesin? Böylece arınan Ulus, inanıyorum ki, yalnızca Galyalıların ve Romalı­
ların soyundan ol uştuğu düşüncesiyle teselli bulacaktır. Gerçekten, eğer birileri
kendilerinin başkalarından doğuştan ayırt edi lmiş olduklarında ısrarcıysa, bizi m
şanssız vatandaşlarımızı, Galyalılar ya da Romalılardan gelen soylarının en az
Ci mbri , Welsche40 ve eski Almanya' nın bataklık ve ormanlarından çıkmış öbür
v ahşilerden gel iyor olabileceklerinki kadar değerli olduğuna ikna edemez miy­
dik?

Al manya böylece bi r kez ulusun beşiği olmaktan çıkartıldı ktan son-

39 ObservatioflS ... 1 792 baskısı, .. Eloge historique de l 'abbe de Mably'". s.23.


40 Sic ! ! Yazar, makbul görülmeyen bu gariban eski Galya boyunun bu sefer Alman
tarafı na itil mesine di kkat çekiyor -ç.n. I
42 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA JRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

ra geriye başka iki ihti mal kalıyordu, Galya ya da Roma. Fransız Dev ­
ri minin Rousseau ve Ansiklopedicilerin uyanışını izleyen önderleri nin
nasıl kılav uz olarak cumhuriyetçi Roma'yı benimsemeye teşne oldukla­
rını v e ataları olarak Vercingetorix ya da B rennus ' tan ziyade Cato ya da
B rutus ' u seçti kleri ni hatırlatmak pek de gerekl i değildir. Dönemin gö­
renekleri , sanatları , siyasal söz dağarcığı (diktatörlük, konsüllük) klasik
Anti kite ' den esinlenmi şti . Ne var ki, Galyal ılar da taraftarlardan yok­
sun değildi. Mesela, " Fransız Cumhuriyeti nin baş muhafızı" La Tour
d ' Auvergne, Galyalı kökenlerine pek meraklıydı4 1 v e "en başlardan be­
ri Roma ile yarışmış" ol salar bile " bu l i steden çıkarıl mış şanlı bir ırk gi­
bi gözüktüğünden, en sonunda Galyal ıları ul uslar l istesine yeniden sok­
mak" i stiyordu. La Tour d' Auvergne, Gal dilinin i n san soyunun asıl di­
li olduğunu kanıtlamaya bile kal kışmıştı . Ducal le diye biri, Pari s idari
böl ümü yönetici lerine başv ururken bu akıl yürütmeyi sınırlarına dek
zorlayarak şunları yazmıştı :
B u batasıca Fransız adını �ımaya daha ne kadar katlanacağız . . . en sonunda ar­
tık bukağılarımızı kırıp atmışken? Onlar kardeşlik teklifi mizi geri çev irirlerken
biz kendimizi bu adla çağırmakla gereksiz bir kölelik gösteriyoruz. Biz gerçek­
ten onların saf olmayan kanından mı geliyoruz? Allah saklasın, yurt�lar! Biz
saf kan Galyalıların soyundanız . 42 ..

Ne v ar ki bu başv uru sonuçsuz kaldı - tıpkı İmparatorluk döneminde bir


Kelt Akademisi kurup "Anti kitenin e n erken atalarımızdan başlayarak
bize sunduğu her şeyi bir araya geti recek olan" bir çeşit Kelt İnci l i" ya­
yımlamayı öneren43 bir takı m entelektüel lerin gayretleri gibi . B una kar­
ş ı l ı k, Frank dav ası çok daha şanlı şampiyonlarca sav unul uyordu. Bun­
ların en büyüğü 1 793 Nisanında Grimm'e şöyle yazan Çariçe 2. Kate­
ri na idi : *
Fransa'da ne olduğunu görmüyor musunuz? Galyalılar Frankları kovuyor. Fakat

41 Origines gauloises, celles des plus anciens peuples d 'Europe, yazan Tour de 'Auverg­
ne-Corret ( 1 792) 3. baskı. Hamburg 1 80 1 , s . ıv, s. 22 1 .
42 Aktaran March Bloch, Sur /es grandes invasions . . . , s. 61.
43 Memoire et plan de travail sur histoire des Celtes et des Gaulois, yazan M de Fortia
d ' Urban, Paris 1 807, s. 1 0 .
Her ne kadar bütün kariyerini Rusya 'da yapnuş olsa da 2. Katerina 'nın aslen Al man­
yalı (yani Franklarla akraba) bir prens ailesinden geldi ği akılda tutulmalıdır. -ç.n.
MİTLERİN ESKİ KÖKEN İ : FRANSA 43

göreceksiniz Franklar geri dönecek ve insan kanına susamış bu vahşi hayvanla­


rın ya kökü kazınacak ya da yeryüzünde saklanacak delik arayacaklar.

Dev rimci düşüncenin Galyal ılar hakkında yeni bi r mitin de yardı ­


mıyla Cermen ik Frank miti ni sistemli biçi mde ortaya koymaya başladı­
ğı Bourbon restorasyonu sırasında tartışma yeniden canlandı . l 789 ile
1 8 1 5 arasındaki büyük deği şikliklerin tam etkisini çok daha erken gös­
termiş olduğuna kuşku yoktur: Krala gösteri len ev latça bağl ılık yeri ni
anayurda duyulan sadakata bırakıyordu; ilerleme ya da gelecek tapıncı
kutl u gelenekleri n ya da geçmiş tapıncının yerini al ıyordu ve yeni bir bi­
limsel çağın açı l masıyla Sağ ' ı n meşrui yeti yavaş yavaş Sol ' un yükselen
iddialarının gölgesinde kal maya başl ıyordu - zaman v e mekandaki duy­
gusal dönüşüm ve alt üst ol uşların hu örnekleri değişikli klerin ne den­
l i derin olduğunu gösteriyordu. Artı k ki şinin anayurduna duyduğu sev ­
g i maddi bağlantılar aramaktadır; b u sev gi semboli k bir analı ğı ö n ge­
rekti rir ve Sparta ya da Roma ' nın efsanevi fi kirleriyle tatmi n edilemez.
Devri min çocuklarının bir yandan ister doğal ister materyali st olsun bi­
li msel düşüncenin yöntemleri ne bağl ıl ıklarını ilan ederken, gözlerini
Antikiteden anayu rt topraklarına çev irmeleri nin nedeni budur. Cumhu­
riyetçi Fransa'nın ozanı Michelet, tarihi açıklarken fizyoloj i , fizi k, bo­
tanik ve mi neraloj i gibi coğrafyanın yardımının önemine büyük v urgu
yapmıştı .44
Kastlarının ayrıcal ıklarını yeniden kazanma arayışı içi ndeki Kont de
Boulainv i l l iers ' in ardılları ırksal iddiaları canlandırmak mecburiyetinde
kaldılar. " B i z sizi n cemaatinizden deği liz" diye feryat etti Kont de
Montloiser " B i z tam olarak kendi miziz. Sizin kökeniniz bel l i , bizimki
de öyle ... yeryüzünün tuzu i nsanlardı , insanların tuzu da Franklar." Bu
hususu kan ıtlamak için, " bütün dinsel erdemlerin i nci l i olan Yeni Ahit"
ile mukayese edi lebi lir değerde "onurun v e bütün insani erdemlerin in­
cili olan" Tacitus ' un Germania 'sına başvuruyordu.45 B aşta Tocquev il­
le' i n hakkında "eski ırklara benzerl iğini bel ki başka herkesten daha iyi
korumuş ol an adam"46 diye yazdığı Chateaubriand ol mak üzere, başka

44 Jules Michelet. "Joumal de mes i dees" 1 5 Mart 1 826 ( Mon joumal , Paris 1 888, s.

304) .
45 Kont Fr. de Montlosier. De le monarchie française, Paris 1 8 1 4 C. 1 , s. 1 36; Des
desordres actuels de la France . . . , op. cit. S. 6-7.
46 Souvenirs d 'Alexis de Tocqueville, Paris 1 893 . s. 235.
44 A RI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve M/U,/YETÇİ FİKiRLERİN TARİHİ

ünlü yazarlar da bu kadar aşırıya gitmeksizin de ol sa, Cermeno- Frank


üstünlüğünün tartı şma götürmez olduğunu düşünüyordu.47
Romanti k tari hçi Augusti n Thierry karşı saldırıya tam bu aşamada
geçti . Muarızlarının seçtiği tartışma zemi nini o da kabul ediyordu, ama
onların aksine bunu geleneklerle değil , fi zyolojinin gel işmesiyle haklı
çıkarıyordu. " Fizyolojideki son çal ışmalar" diye yazdı " değişik ul uslar­
da toplumun durumunu deği şti rmi ş olan büyük olayl arın süregiden
araştırması gibi, ul usların manevi ve fi zi k yapısının iklimin etki si nden
çok daha fazla, şu ya da bu i l kel atalardan türemi ş olmalarına bağlı ol­
duğunu göstermiştir."48 Burada ırksal karakteristi kleri n göya bi lime da­
yanan büyük bir açıklayıcı ilke mertebesine çı karıldığını ve daha şimdi­
den pol itik ihti rasları körüklemeye başladığını görüyoruz. "Tanrı şahidi­
mizdir ki" diye haykırıyordu Thierry, "bu acı v e müthiş gerçeği , Fransa
toprağında birbirine düşman iki kampın bul unduğu gerçeğini ilk keşfe­
den ve ilk ilan edenler biz değil iz. Tari h açıkça gösterdi ği için bu ifade
edilmek zorundadır: İki ilksel ırk ne şeki l de karışmış olabi l i rse ol sun,
onların bitmek bilmez çel i şki ruhu, birleşik nüfusun daima birbi ri nden
ayrı kal mış olan iki parçası içi nde bugüne dek yaşamıştır. . . Meşru soy
ve siyasal tev arüs aşi kar olgulardır. Gel in bunları üzerlerinde hak iddia
edenlere bağışlayalım ve tamamiylc farklı bir soydan olmakla öv üne­
lim. Biz Üçüncü Zümrenin oğullarıyız. Bu Üçüncü Zümre, serfleri n sı­
ğınağı olan komünlerden türedi . O serfler feti hlerde boyun eğdiri l miş
olanlardı . . . öyl e ki son bul mak zorunda olan bir fethi n en uç sonucuna
yönelti l mi şiz."49 Ne var ki, Thierry ' ni n polemik yöntemleri nin bazıları ,
bizzat kendi si nin de fethedi lenlerin zihniyetini koruduğunu düşündür­
mektedi r. Dev ri min zaferi ni aristokratik önderlerine mal edecek kadar
bile i leri gitmiştir - "daha iyi bi r dav a uğruna saf deği şti renl er onun en
yiğit destekçileri oldu ve biz, boy un eğdirilmi şlerin oğul ları, başımızda
hala bu önderleri görüyoruz" . 50

47 Les Martyrs, V I . Ve V I I . Kitaplar, fakat özel likle bkz. Analyse raisonnee de / 'histoire
de France, 1 845, s. 1 29 ve devamı.
48 Sur / 'histoire d ' Ecosse . . . ( 1 824); krş. Dix ans d 'etudes historiques, 1 883 baskısı , s. 1 4.
49 Sıır / 'antipathie de race qui divise la nation française ( 1 820); age. s. 26 1 -262.
50 A.g.e. s. 258; aynı zamanda krş. Histoire viritable de Jacques Bonhornme, ( 1 820) .
.. . savaş old u ve Jacques m u zaffer i d i çünkü eski efendilerinin arasından çok say ıda
arkadaşı o n u n davasını benimsemişti . " , A .g . e . . s. 271.
MİTLERİN ESKİ KÖKENi: FRANSA 45

l 789- l 8 l 5 sonrası dönemin öbür büyük tarih araştırmacısı , Fran­


sa'yı Thierry ' den bi le daha keskin bir şekilde i ki ırka böl müş olan Fran­
çois Guizot idi:
Devrim bir savaştı , dünyanın ul uslararasında yürütüldüğünde tanıdığı şekil­
de, gerçek bir savaş . Çünkü Fransa, on üç yüzyıldan daha uzun bi r süre iki ulus
içermişti , bir fatihler halkı, bir fethedilmişler halkı. .. Franklar ve Galyalılar, bey­
ler ve köyl üler. soyl ular ve avam, bunların hepsi, daha Devrimden çok önce hep
birlikte Fransız diye adlandırılıyordu ve Fransa 'nın ülkeleri olduğunu iddia etme
hakkına aynı derecede sahipti . Fakat her şeyi besleyip büyüten zaman hiçbir şe­
yi yok etmeyecekti , yani . . . Mücadele mümkün olan her biçimde, her çeşit siliih­
la çağlar boyu sürdü. 1 789'de bütün Fransa' nın temsilcileri tek bir meclis altın­
da bir araya geldiğinde iki hal k kadim kavgalarını yeniden ateşlemek için acele
ettiler. B u kavgaya bir son verecek olan gün ni hayet gelmişti ... 51

Guizot, argümanında fethedilmiş ırk fikri ni de kullanmıştı . Kuşku­


suz (yi rmi nci yüzyı lın ikinci yarısının Fransız tari hçilerinin belki yuka­
rıda deği ndiğimiz örtük tabu yüzünden fi ilen asla sözünü etmediği) bu
polemi kler, ırk fikri nin yayıl masına önemli bir katkıda bul undu. Bu tar­
tışmalarda hatta bugün ı rkçılık olarak nitelediğimiz tav ırlar bile gayet
açıkça sergi lendi. Bu konuların daha serbestçe tartışılabildiği 1 9 1 2 yılın­
da Cami lle Jull ian, Col lege de France ' nin açılış dersi olarak yaptı ğı İki
Irk Hakkındaki Anlaşmazlık başl ıklı konuşmasında bunları şöyle hatır­
latıyordu:
Bu müthiş düello, Fransa'nın geçmiş tarihini Yunan ozanların türküsünü
söylediği tanrılarla devlerin savaşıyla mukayese edilebilecek sarsıcı ve mucize­
vi bi r destana dönüştürdü. Bu destanın nakli Romantik dönemin şairane ve tum­
turaklı zihinlerini harekete geçirdi. 1 830'da sıcak bir yazın ocağında parlak gün­
ler yanarken, heveskiir meraklılar Temmuz güneşinin kadim fiitihlerin ni hai so­
nunun ve Galyalıların öl ümsüz ırkının Tanrının İ nayetiyle gelen zaferinin üzeri­
ne doğup doğmadığını soruyordu kendilerine. 52

Camille Jul l ian ' ı n haklı olduğunda pek kuşku yoktur. Temmuz Dev­
rimi bir tükenişe v e bu tükenişte bourgeoisenin Fransa' da tam ve kesin
olarak hakim sınıf konumuna yüksel işine işaret ediyordu ise aynı za­
manda Galyal ı Fransa anlayışının muzaffer kariyeri nin başlangıcının da

51 Du gouvernemet de la France depuis la Resroration et du ministere actue/, yazan F.


Guizot, 2. basım, Paris 1 820, s. 1 -2.
52 C . J ullian. ''La anciennete de idee de nation'" , Revue blue, LI ( 1 9 1 3 ). s. 66.
46 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİY/:.TÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

i şaretiydi . Balzac' ın, son nefesi nde üzüntüyle "Galyalılar kazandı" di­
yen " gururl u ve soylu bir Frank" olan Esgri gnon Markisinin öl ümünü
tasv i r edi şi 1 830'da idi.53 Ve bu zafer, 1 823 gibi erken bir tarihte Saint­
S i mon tarafından hiç de daha az vurucu olmayan ifadelerle şöyle haber
v eri l mi şti :
G alyal ıların soyundan gelenler, bu sanayiciler demektir. para gücünü. haki m
k udreti ol uşturdular. . . Ama hükümet Frankların el leri nde kaldı . . . öyle ki toplu­
mumuz temelde feodal bir hükümete sahip özünde sanayileşmiş bir ul usun ola­
ğandışı görüngüsünü arz ediyor . 54. .

Ren ' i n ötesi nde ise aynı dönemin bazı teorik yazarları , aksine Gal ­
yacılığın Cermenci l i k üzeri ndeki zaferinde Fransa'nın geri leyişinin baş­
l ıca nedenini görüyorl ardı.55 Hayatının sonlarına doğru , yazdığı Fransa
Tarihi hakkı nda kon uşurken Jules Michelet daha farklı bir görüşü dile
geti rdi:
Yaklaşık kırk y ı l alan b u zahmetli i ş , Temmuz şi mşeğinde b i r anda doğdu. O
unutul maz günlerde büyük bir ışık çaktı ve ben Fransa'yı kavradım . . O parlak Tem­
.

muz sabahında, [ Fransa'nın -ç.n.] muazzam vaad i , dinami k gücü, i nsan gücünü aşan
bu girişimin genç bir yürekte korku uyandırmamasını sağladı.

Ve şöyle biti riyordu:

Fransa'yı bi r kişi olarak temsil edeceklerin ilkiydim. 56

Genç Michelet Fransa'yı nasıl görüp kav ramıştı? 1 83 1 'de çal ışmasının
planını şöyle açıklıyordu:
[ Kitabı n ] Genel düzenlemesine geli nce, ilk bölüm ırkla ilgili olacak ... Irklar ırk­
ları izler, bir halkın ardından bir başkası gel ir - Galyalılar, Cimbri , Boi i , ve öte
yandan, İ berler, Yunanlar, Romal ılar. En sonunda Cermenler gel ir. . . Bu ırklar

53 Le Cabinet des Antiques, son bölü m ü n de.


54 "Catechisme des industriels" , ! er cahier; krş. L '<Euvre d 'Henri de Saint-Simon, C.
Dougle basınu. Paris 1 925, s. 1 7 1 - 1 72 . M . Roger Errera 'ya bu pasaja dikkatimi çek­
tiği için teşekkür ederim.
55 Aşağı yukarı 1 835 ya da 1 840 'da Friedrich List böyle öylemişti (krş. Gesanımelte
Schriften, C. i l , 1 850, s. I 1 0). Ocak 1 87 1 'deki ateşkesin hemen ardından B ismarck bu
Al man bakışını şöyle özetlemişti : " 1 789 Devrimi Alman unsurunun Kel t unsuruna
yenilgisiydi . O zamandan beri ne olduğunu görüyor musunuz?" (krş . P Dehn, Bis­
marck als Erzieher, Münih 1 903 , s. 205).
56 1 869 'un önsözü .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: FRANSA 47

birbi ri üzerine tabakalar ol uşturdu ve bıraktıklarıyla Fransa toprağını zenginleş­


tirdi . Keltleri n üzerinde Romalılar vardı; nihayetinde Cermenler. 57

Böylece, zaman çizel gesi nde en sonda Cermenler gel iyordu. Michelet
onlara sakin ve uyarlanmaya müsait zihni yetleri nden kaynaklanan , do­
ğuştan gelen bir hiyerarş i saygısı atfediyordu ("Al man aristokratik i lke­
si") ve bunun karşısına kendi ideal ini koyuyordu - " modern zamanların
değeri , eşitl i k" ; " eşitl i k ideal ini Batıya tanıtmak bizi m Keltleri n gör­
kemli bir başarısıydı" B i r başka yerde, genç ve kahraman barbarlar
şekli ndeki Cermen i mgesini o güne taşıyan geçmiş yazarlara şiddetle
karşı çı ktı. Bunu, barbar istilalarına yol açan tesadüfi olaylar zinci ri yü­
zünden " bu ırkın değişmez dehası" izlenimi yaratmış olan bir opti k ya­
nılsama ol arak görüyordu.58
Ne var ki bu eleştirel tav ra rağmen di kkatl i bir okuma, gerçi bu, ye­
ni burjuva toplumunun soylu ai lelere karşı göstermeye devam ettiği
hürmetten başka bir şey ol mayabilirse de, Michelet ' n i n de Al manlara
karşı belli bir hayranlık beslediğini gösterecektir. Örneğin, ikinci ci ltte
Fransa ' nı n eyalet eyalet tam bir tasv i rini yapmaya koyulduğunda sıra
Lorraine ' e gel ince birden durur. " Dağ engelini aşmak ve Alsace ' a gir­
mekten kendimi tuttum. Alman dünyası benim için tehlikel i bi r alemdir.
Orada bana kendi v atanımı unutturan bir lotus-ülkesi * bul uyorum . . . " B u
cazibenin arkasında n e yatıyor; b u tereddüt neye yorulabi l i r? Bunun ya­
nıtı sanırız, bir ulus olarak Fransa'yı bir ırk olarak Al manya i l e karşılaş­
tırdığı ve her ikisini aşağıdaki gibi tanımladığı 1 83 1 tarihli Giriş ' i nde
bulunabi lir:
Al manya, İ sviçre ve İ sveç'e S üevlerini, İ spanya'ya Gotlarını, Lombardi­
ya 'ya Lombardlarını, İ ngiltere 'ye Anglo-Saksonlarını, Fransa'ya Franklarını ver­
d i. Avrupa' nın bütün uluslarına bir ad ve yenilenme verdi . Dil ve halk her yere
akan ve işleyen verimli bir unsurdu. Büyük göçleri n uzak geçmişte kaldığı bu­
gün bile, Almanlar seyahat etmeyi sever ve kendi ülkelerinde yabancıları ağırla­
maktan zevk alır. Halkların en konukseveri onlardır. . .

57 Histoire de France, 1 835 2 . basırru, s . vıı, 1 33 , 43 1 .


58 A.g.e . . s . 1 1 1 , 1 50, 1 70 .

Eski Yunan 'da aşağı yukarı bugünkü Libya civarında yiyenlere. yurtları , evleri ve
ai leleri dahil her türl ü dünyevi kaygı, bağlılık ve ödevi unutturan lotus denen bir bit­
kinin yetiştiği bir ül ke bulunduğuna ve bu kıyıya düşüp bunu tadan denizcilerin her
şeye boş veri p geri dönmedi klerine inanılırdı (bkz. Odissea). -y. lı.
48 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYET'Çİ FİKİRLERİN TARİHİ

B u ırkın başka birçoklarıyla karışmak şekl indeki karakteristiği , uysal bir


kendini inkarla şekillenmişti . Vassal beyine, öğrenci ler ve zanaatkarlar loncala­
rına gönül rızasıyla teslim ol urdu. Bu gruplarda istenen amaç ikincil ilgi konu­
suydu, esas olan, dostça toplantılar, karşılıklı hizmet ve üyelerine keyiflerince
seçtikleri dinin sağladığı bütün o törenler, ayi nler, seremoniler ve sembollerdi.
Ortak şölen sofrası Almanların üzerine özel çıkarı kurban ettikleri bir sunak iş­
levini görüyordu ... Bir adamın el sıkışıp öl ünceye dek sadakat yemini etmekle
bir başkasının hendesi olmasına ilk kez Almanya'da rastlamamız şaşırtıcı değil­
dir. Güneylileri güldüren böylesi bir adanma, Al man ırkında her şeye rağmen bir
y ücelik nedeni olmuştur. Her biri kendi şefi çevresinde toplanarak İ mparatorl u­
ğ u fetheden boylar modern monarşi lerin temelini atmayı bu yolla başardı. Ha­
yatlarını ve güçlerini kendi seçtikleri bu şeflere adamışlardı. Eski Alman destan­
larında ulusun bütün kazançları belli bir kahramanla bağlantılıdır. Halkın onuru,
her şeyi kucaklayan bir örnek olarak zuhur eden önderi nin çevresinde toplanır. . .

Daha önceki kuşaklardan tari hçilere fantastik deği l se bile eğlenceli


görünmüş olabilecek bu anlatı , bize kahi nce gelmesi gereken bir notla
sona erer. Çünkü bu tarzda tanımlanan bir Almanya tam da oldukları
şekliyle Tacitus ' un tarihi nce biçimlendirilmiş olan genç Al man seçkin­
lerinin yeniden canlandırmak istedikleri A lmanya idi . Bu, Michelet' n i n
i ncelemiş v e " i nanılmaz b i r tutkuyla" tercüme etmiş olduğu59 Jacob
G rimm ' i n kaleminde canlanan Al manya idi . Gene de, işin gerçeği Mic­
helet' nin Thierry ' ni n aksine en uçuk anlarında bile bir orantı duy gusu­
nu korumuş v e ırksal unsuru asla tari hsel açıklamanın ana ilkesi olarak
kullanmamı ş olduğudur. B una karşılık, arkadaşı Henri Marti n, " Descar­
tes, Voltaire ve Dev rim adaml arı sayesi nde bu Gal ırkının sonunda Cer­
men fati hlerinin üstesi nden geldikleri n i göstermişti" .6()
Henri Martin 'in nazarında, kanın değişmemiş saflığı sayesinde Gal­
yalıların büyüklüğü Fransa' nın büyükl üğünü ol uşturmuştu. Dünyaya
ruhun öl mezl iğini öğretenler Druidler idi. Yunanlar "meş ' alelerini Kelt
hal kının ulu yüreğinde tutuşturmuştu" ve Gal hukuku son ifadesini
Dev ri mde bulmuştu. "Y üzyılların ötesi nden çınlayan bu işittiğimiz çığ­
lık, babalarımızın ruhundan ! Onun itirazını Yeni Galya, Dev ri min Fran­
sa'sı dev raldı" Gal yi ğitl iği bakı mı ndan "söylemiş olduğumuz her şeyi

59 " Hiçbir şey Grimm 'in muazzam eserinden (Deutsche Reichsaltertümer) daha fazla
işime yaramadı. Bu kitabı anlamak ve çev i rmek için duyduğum o inanılmaz tutkuyu
birgün anlatacağım." ( 1 869 Ö nsözü).
60 C. .lu l l i a n , op. cit.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: FRANSA 49

bel i rleyen özsel karakteristik, Gal ırkının bu alamet-i fari kası, başka hiç­
bi r ırkın yapmamı ş olduğu şeki lde ölümle yüzleşmekten ol uşur" , ve bu
yüzdendi r ki, " hiçbir şekilde Cermen kökenlerden türemiş ol mayan bir
Kelt şövalyel i k ideal i" gel i şebilmişti.
Bunlar öl ümsüz erdemlerdi ve Galyalıların bedenlerine, yuvarlak
kafalarına ve hatta birinin de çıkıp diyebi leceği gibi , ta ci ğerlerine nak­
şol unmuşlardı. Böylece aynı Henri Martin, bu kez fiziksel antropolog
kılığında, Fransızların solunum sisteminin Almanlara göre daha geliş­
miş olduğunu v e bedenleri nde bağırsaklar için ayrılmış böl ümün Al­
manlarda olduğundan daha dar olduğunu bul gulamıştı.6 1 Henri Mar­
tin ' i n hakkını tes l i m edeceksek, bugün kendisini sadece Asteri ks ile
Hopdedi ks ' i n maceralarında gösterse de, popüler ifadesini Üçüncü
Cumhuriyet ' i n bel gelerinde geçen " Kelt atalarımız" i baresi nde bulan
bir Kelt efsanesinin babası olduğunu bel irtmel iyiz.
Asteriks kesi n l i kl e üzeri nde düşünülmt.:si gereken bir karakterdir.
Afacanlıkları hakkı nda çok şey söylenmiş olabi l i r. Bunlar kesinlikle
Gal mizahının bi r yönünü sergilemektedir. Gene de bu örtünün altında
gencine yaşlısına aynı şekilde hitap eden duygun bir tele dokunmakta­
dır, o aynı duygu, çok da geçmişte kal mamış olan bir zamanda büyük
kolektif dürtüleri harekete geçi rmişti ve kitle katl iamlarıyla siyasal öğ­
retiler arasında bir bağlantı noktası ol uşturmuştu.
Ne v ar ki , ş i mdi bi raz durup düşünmemiz gereken bir noktaya vasıl
olduk. Çünkü daha l 837 gibi bir tarihte Henri Martin gibi bi r yazar, da­
ha o zamandan " [ bu ailenin, -ç.n. ) doğum yeri gibi gözüken en erken
çağların Kutsal Toprakları olan Ariya ' da mukim Yafes ' i n büyük Hi nt­
Av rupa ai lesi" ve "Orta Asya' daki gizemli Ariya tarafından sahip çıkı­
lan i l ksel hak"62 gibi teri mlerle düşünüyordu. İşin gerçeği Orta Asya
asla böyle bir iddiada bul unmamıştı. Kendisi için yeni bi r soyağacı ve
yeni bir Kutsal Ü l ke ayarlamakta olan, bi l i msel çağ Av rupa'sırun kendi­
siydi. Böylece Gobi neau 'dan çok önce, Ari efsanesinin doğrudan ve
açık seçik kökenlerini teşhis edebil iyoruz. Şimdiye dek ele aldı klarımı­
zın aksi ne bu efsane tümüyle Maniheist ol mak gibi tuhaf bir nitelik ar-

61 Histoire de France depuis /es temps fes plus reculis jusqu "en 1 8 79, yazan Henri Mar­
tin, C. 1 ( 1 837); 4. baskı Pari s 1 874.
62 Histoire de France . . . op.cit. C. 1 . s.2, s. v ıı (italikler Martin 'e a i t ) .
50 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

zediyor, çünkü farklı yazarlar tuttukları taraf hangisi ol ursa olsun, tas­
v i rleri nde Işık ve Karanlığı karşı karşıya getirme eği liminde aynı şekil­
de birleşi yorlar. Tai ne ve Renan gibi yazarların durumunda da şu sözde
Cermen ırklarının gençlik ve erkekl i k erdemlerine yönel i k bir hayranlık
vardı . Örneği n Renan, Eyl ül 1 870 'deki Sedan yenilgisini Almanların
ı rksal üstünl üğünün bir kanıtı olarak değerlendirmişti .63
İ ki Irk Hakkı ndaki Anlaşmazlığın son büyük kahramanlarından biri
hakkında son bir gözlemde bulunulmak zorundadır. Fransa' nın ırkların
bi r karışımı olduğu herkesin kabul üydü. Guizot, " Sizin Alman, bizimse
Fransız olduğumuzu kim demi ş?" diye sorarken , Thierry, " uzun ve ıstı­
raplı ihti laçlar ol maksızın, vari sleri olduğumuz on ulus tek bir ulus ha­
l i nde bi rleşmey i başaramazdı" diye yazmıştı . Fakat, kökenler ve soylar
hakkındaki , damarlarda farkl ı kanların dolaştığının i ma edi ldiğini dü­
şündüren bu belirsizlik, bunların uyuml u bir biçimde kaynaşmış oldu­
ğu i nancıyla dengeleniyordu. Michelet, zamanının diline uygun şekilde,
bu kaynaşmayı bir organik ki mya süreciyle karşılaştırıyordu.
Söylenmiş olan şu mu, sonuç, Fransa' dır? Hayır, daha söylenecek çok şey kal­
dı. Fransa, kendisini bütünüyle başka bir karışım üretmiş olabilecek unsurlardan
şeki llendirdi. Aynı ki myasal içerikler yağ da şeker de üretebilir. Fakat, olgular
b u şekilde saptanmış olsa bile bununla her şey açıklanmış olmaz. Geriye özel,
içsel bir varlığın gizemi kalır. Bir ulus gibi canlı ve etkin bir bileşim söz
konusuyken bu i l key i ne ölçüde hesaba katmamazlık edebili riz?

63 "Almanların üstün zekasına ve kararl ılığına her zaman hayran oldum. İncelediğim ve
hakkında bir şeyler bildi ğim bütün işlerindeki üstünlüklerini karmaşık olsa da ne olur­
sa olsun aşağı bir sanat olan savaş sanatında da göstermelerinde şaşılacak bir şey yok
- Gerçekten beyler, Almanlar üstün bir ırktır." Krş . ; Goncourt kardeşleri n Joumal
gazetesinin 6 Eylil 1 870 sayısı. Renan 'ın özel likle 1 855- 1 870 arasındaki Almanofil
duyguları hakkında bkz. Emesi Seilliere 'in derlediği "L'imperialisme germeniste dans
l 'revre de Renan", Revue des Mondes, 1 3 515 ve 1 35/6 ( 1 906) s. 836-858- ve 323-352.
Taine 'den de şunun gibi pek çok metin aktarılabilir: ''Yunan ve Latin kızkardeşleri
arasında bir çöküş zamanında sonradan gelerek dünyaya yeni bir karakter ve yeni bir
ruh yani bir uygarlık getiren ırk buydu . . . Onların arasında ahlaki ve erkekçe güdüler,
özgürl ük ihtiyacı , ciddi ve sert al ışkanlıkl ardan alınan zevk, adanma ve hürmet duy­
guları , kahramanlık tapıncı güçlüydü. Geç kalmı ş ama sağl ıklı bir uygarlığın unsurları
bunlardı; konfor ve zarafetten az etkilenmiş ama doğruluk ve adalet üzerine daha sağ­
l amca kurulmuş olan bir uygarlığın." Hisroire de la lirterature anglaise, Paris basımı,
1 905, s . 63 .
3.
İNGİLTERE

SAM'IN ZÜRRİYETİ ve NORMAN BOYUNDURUGU


Söz konusu olan i ster anakarada artık ortadan kal kmış olan bitki ve hay­
van türleri , ister gelenek ve görenekler ol sun, aşi kar nedenlerden ötürü,
adalar geçmişin izlerini korur.
Akdeni z ' de, ezilmiş ve kov ulmuş İspanyol conversos ırkı Palma,
Mayorca' da hala ayak di remektedi r. 1 Cerbe adasında hala Yahudi inzi­
valarına rastlanıyor. S ici lya' nın mafyası, ya da Korsi ka' nın vendettası
hayatta kal manın daha bile ünlü örneklerini oluşturuyor. Atlas Okyanu­
sunda Cermen Edda'sının unutulmuş şarkı ve destanlarının kaydedildi­
ği yer, İzlanda adasıydı. Kel t türey iş efsaneleri hakkındaki bil g ilerimizi
İrlanda' da korunan geleneklere borçl uyuz. B ritanya' da, Hıri stiyanlık
öncesi İskoç oymak si stemine resmen ancak 18. y üzy ılda son v eri ldi.
Ve bütün Cermen boy ları içi nde yüce tanrı Odi n ya da Woden ' e dek ge­
ri giden i l kel soy zi ncirlerini el değmemiş biçi mde sürd ürenler yalnız
Angl lar ile Saksonlar idi.2
1 066 yılından beri işgal ve istilaya uğramamış olsa da ondan önce­
ki iki bin yıl boyunca defalarca yeni yerleşimci dalgalarına maruz kal­
dığından, Britanya adalarının hatı rlayacak çok şeyi olduğu doğrudur.
Adaları n nüfusuna İberler, Keltler, Romalılar, Cermenler ve İskandi­
nav lar ve nihayet Normanlar katkıda bulundu. Cermenlere dek olaylar
zinci ri Fransa ya da İspanya ile aynıydı, fakat Romal ılaş(tır)ma hiçbir
zaman tamamlanmamış olduğundan , Keltler Roma' nın çekil işinden

1 Krş . ; L. Pol iakov, Histoire de / 'antisemitisme, C. i l , Kısım Üç.


2 Kenneth Sisam, Anglo-Saxon raya/ geııealogies. Proceedigs of the B ritish Academy,
xxxıx ( 1 953 ). s. 287-348.
51
52 ARI MİTİ : A VRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYFfÇİ FiKİRLERİN TARİH/

sonra kültürleri ni korumuşlardı. Asimi lasyon ancak daha yüksek bir uy­
garl ı k düzeyiyle temasla gerçekleşebi l i r, bu yüzden Cermenler de Cer­
men olarak kalmıştı. Bunun sonucu olarak adaların kültürel durumu çok
karmaşıktı , ardından gelen kısmi Franklaştırma ile daha da karmaşıklaş­
tı.
Hıristiyanl ığın B ritanya adalarında yayıl maya başladığı ve yazı eğiti­
mi almış keşişlerin kolektif bel leğin bekçileri rol ünü üstl endiği sırada
Keltlerle Cermenler, Britonlarla Anglo-Saksonlar fırtı nal ı bi r şeki lde
birli kte yaşıyorlardı. Ama yavaş yavaş " B ritanyal ı" ve "İngiliz" terim7
!eri birbiriyle özdeşleşmeye doğru yakınlaştı . Adaların son derece çeşit­
l i nüfusu uzlaşma sanatını çok erken öğrenmek zorunda kalmıştı ve hiç
kuşkusuz bu uzlaşmanın en büyük başarısı, farklı dilleri n kaynaşmasıy­
la İngi l i z dilinin ortaya çıkmasıydı. Fairness mefhumu gibi, kişinin
kendi kendi siyle içsel uzlaşması olan İngi l i z humouru da bu i lksel kay­
naktan türemi ş olabi l i r. Orta Çağlar boy unca İngilizlerin efsanevi fati­
hi Kral A rthur bi r ulusal kahraman hali ne geldi, en sevdiği hır çıkarma
sözü " sen beni İngi l i z mi bel ledin?"3 olan Aslan Y ürekl i Richard popü­
lerli kte onun bi raz arkasından gel iyordu. B i r milliyetçi taşkınlık döne­
mi nde bir İngi l i z yazar, Arthur ile Richard' ın hiç ol mazsa Britanyal ı
kahramanlar oldukları düşüncesiyle teselli bul muştu (buradaki humour
çeşnisi bel ki bi raz istem dışı olabi l i r4).
İngilizler kendi türey iş efsanelerini ol uşturacakları dört büyük mi­
toloj i y e sahi pti - Greko- Romen, Kelt, Cermen ve İbrani. Son i kisinin
geleneklerinin temel direkleri olduğu ve Atlas Okyanusunun ötesine de
taşındığı iyi bilini r. Bu yüzden, Thomas Jefferson, ABD' nin ul usal ar­
masında iki büyük atalar yol unun tasv i rlerinin yer almasını teklif etmiş­
ti , birisi Sakson şefleri Hengist ile Horsa'nın aştığı deniz yol u, öbürü İs­
rai l oğullarının aştığı çöl yol u.5 Bu geçiş yol larının hatırası bize ilk i nce­
leme hattımızı sağlıyor.
İşin doğrusu, Keltler kendi ilk gel işleri ni unutmuş bulunuyordu.
Anglo-Saksonlardan önce Hıri stiyan olmuşlardı ve anakaradakileri nki-

3 Krş . ; E. Wi ngfield-Stratford, Tlıe History of English Patriotism, Londra 1 9 1 3 , C. 1,


s. 9.
4 A.g.e . . s. 49.
5 Krş. ; Gilbert Chinard, Thomas Jefferson: The Apostle of Americanism, Boston 1 929,
s . 86.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: İNGİLTERE 53

ne benzer yan i Yafes 'ten türeyen bir nesep çizgisi benimsemişlerdi. Ay­
nı zamanda, Sev i lleli İsidore' un otoritesine dayanarak kendilerine Brut
ya da B rutus adında hayali bir ata uydurmuşlardı. 6 Kuşkusuz kendi kü­
çük kral larının yöneti minde yaşayan isyancı topl ul uklar olarak kaldıkla­
rından, fatihleriyle bir kan akrabalığı iddiası gütmeye kalkışmadılar. Öte
yandan, Gi ldas ve Nenni us' un yıll ıklarında görülen İngiltere tarihine ait
ilk kay ıtlarda geçen sürgünler ve yeni kleri n durumu, kolaylıkla inatçı
İsrai l halkının ne zamandır çekmekte olduğuyla kıyaslanabi lir tanrısal
bir ceıa ol arak yorumlanabil i rdi. Gildas' ın yazı ları nda Kel tler, gerçek
İsrai l , " hali hazı rdaki İsrail" halini al mıştı . 7
Kaleme aldığı Tari h ' i nde büyük ölçüde Kelt vakayinameleri nden
yararlanmış olan " İngiliz tarihinin babası" Saygıdeğer Bede (öl . 735),
bu temayı onlardan ödünç almış ol abi lir. Ya da bel ki , bu da bir adada
yaşamanın sonucuydu ; çünkü Eski Ahit' i n peygamberleri Öl ümsüz
Tanrıyı bekleyen "denizin adaları" ndan söz etmişlerdi . Eski v akanüvi s­
ler durmadan peygamberleri okuyorlardı ve dediklerini harfi harfine alı­
yorlardı. Bunun bir örneği Hosea'nın Yahudilere okuduğu lanetti r -"Siz
benim hal kım değilsiniz, Ben de sizin Tanrınız olmayacağım".8 O za­
man, bu yeni Seçi lmişler, Gildas ' ı n "hal ihazırdaki İsrail"i kimdi ? Ed­
mond Fara) şunu yazmıştır: " Bede'nin düşüncesinin kökeninde Anglo­
Saksonların yazgısı önceden çizilmiş bir ı rk olduğu fi kri vardı . Onun
aracı lığıyla İngi ltere ' de Ki li senin gerçek temel lerini atacak yeni bir si­
yasal otorite kurulacaktı . Tanrı onu kendi amacı için seçmi şti ve özel de­
ğeri burada yatıyordu" .9 Bede, krallığın Anglo- Saksonlara vaad edilmiş
olduğu gerekçesiyle B angor ' un Kelt keşişlerinin putperest kral Ethelf­
rid tarafından katledil mesini onaylamıştı. Ve " güçl ü J ut, A ngl ve Sakson
kavimlerinin" Al manya' dan gel miş olduklarını unutmadığından, anaka­
rada kalmış olan " Eski Saksonlar"ın Hıristiyanlaştırı lmasıyla da il gile­
niyordu. 10
B u dönem boy unca başka keşişler Woden' e dayanan soy ağaçlarını
kayda geçi riyor ve Kıta Avrupa'sındaki kardeşlerinin yaptığı gibi , bu

6 Krş. ; A.Borst. op. cit. , 1, s.473 .


7 De excidio conquestu Britanniae, c. XXV I .
8 Hosea, 1 , 9.
9 E Faral , La liRende arthurienne, itudes et documents; Pari s 1 929, C. 1 , s. 53 .
10
Bede, Historia ecclesiastica geııtid Anglorum. il, 2 ; 1, 1 5 ; V, 9.
54 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

ul usal atayı bi r başatalar listesi aracılığıyla evrensel ata A dem ' e bağlı­
yorlardı. Ancak adadaki ler arasında denizi geçiş hatırası bir gemide
uyuya kalan v e v ardı ğı adanın kralı olan bir çocuğun hi kayesiyle karış­
mıştı. B u tema bebek Musa' nın hikayesi ni hatırlatmaktadır ve iki hi ka­
ye arasında karanlıkta kal mış bir bağlantı bul unabileceği ihtimali göz
ardı edilemez. B u Anglo-Sakson çocuk kral Sceaf' ın adının bi rbirini
*
kopyalayan yazıcılar elinde önce Seth ' e ardından Shem ' e ! Sam - Y.h . )
dönüşmüş olduğu ve bunun sonucunda Orta çağların başlarından itiba­
ren İngi lizlerin ata olarak Yafes' i reddedip soylarının Nuh' un en büyük
oğl undan geldiği iddiası nda bulundukları i se kesi nlikle doğrudur. Dene­
bi l i r ki, o andan iti baren İngiltere artık Av rupa' nın bir parçası deği ldi .
1 900' e doğru, Rabbin Gününü Bekleyenler Derneği ' ni n sıkı izleyi ­
cileri Britanya' da Sebt gününde dinlenme geleneği nin kurucusu olarak
Kral Alfred' i gösterirken, bazı Britanyalı sosyalistler sekiz saatli k iş gü­
nü talepleri için onun bi lgece yasaları nda destek arıyor1 1 v e kral iyet ai­
lesi taht varislerini sünnet etti riyordu. " Semitizm" ile i l g i l i Britanya ge­
lenek ve görenekleri eski Anglo-Sakson hanedanlarına izafe edilebi l i r
mi ? Edilebi l i rse hangi yoldan?
B i r Gal piskoposu olan Monmouthl u Geoffrey, Norman fethi nden
hemen sonra, Britanya Krallarının Tarihi' nde modern fantezi lerin esin
kaynağı olan Orta Çağ muhayyilesinin işleyişine ışık tutmuştu.
Onun bu hayli keyfi tari hi, edebi bakış açısından Orta Çağ' da yazı­
lanların en etki l i l erinden biri olmuş v e gerek B rutt, gerek Yuvarlak Ma­
sa hakkında bir hikayeler çevrimi nin doğmasına yol açmıştı. Norman
kral ları nın yönetimi al tında yazar Bröton atalarını öv mekte serbestti . B u
amaçla bütün mitolojilerden bolca yararlandı. Troyal ı Aeneas ' ı n torunu
olduğu iddia edilen ve Brötonların kral iyet hanedanının kurucusu olan
onun Brutus' unun, Oedi pus' unki ne benzer bir yazgısının 12 olması ve bu

İ brahimi gelenekte Shem (Şem), Sem (ve özellikle İslam kaynaklarında) Sam gibi bir­
birine yakın telaffuzlarla anılan Nuh ' un büyük oğlu, aralarında Arapların ve İ branile­
rin de bul unduğu Doğu Akdeniz - Mezopotamya kökenli akraba halkların atası kabot
edilir. Bu halkları, bunların konuştuğu dil ailesini ve ait oldukl arı kurgusal ırkı genel
olarak adlandırmak için kullanılan Semit, Semitik, Sami vb. terimleri onun adından
gelir. -y.h.
1 1 Krş . ; Cristopher Hill, Pııritanisnı and Revolııtion, Stııdies i n interpretation of The
Eııglish Revolution of the 1 7-th Centııry, Londra 1 958, s. 1 1 7 .
1 2 Monmouthlu Geoffrey ' i n Kral Brutus ' unun Hıristiyan anlayışına uyarbi r Oedipus ol -
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: İNGİLTERE 55

hanedanın son üyesi Cadwal lader'a verilen Tanrısal vaadlerin İnci l ' den
esinlenmeler taşıması böy lece açıklanabilir. " Dav id Hebraicus" diye kı­
lığı üstünkörü değişti ri l miş bir başka şanlı ve hayali B röton Kral ı olan
Dav id de, İbrani kral ı Dav ut' tan başkası değilmişe benzer. 13 Bu Ebra­
ucus, kısa zamanda kimi zaman Sceaf ya da Sam ' ın karşılığı olarak
A dem ile Woden arasına, kimi zaman daha aşağıya, Woden ile Alfred
arasına yerleşti ri lerek, Anglo-Sakson soyağaçlarına dahil edi lecektir. 1 4
Dav id adının İskoçya ve Gal lerde büyük itibar kazandığının görüldüğü
bu çağda İngiliz kral iyet soyu bu şeki lde gitgide daha da İbranlleşti .
Öte yandan , Monmouthlu Geoffrey ile izletici lerinin etkisi sayesi nde
bazı soyağaçlarında Brutus Dav id-Ebraucus' a katı larak Anglo- Sakson­
larla B rötonlar ve Troyal ılar arasında akrabal ık kuruldu ve böylece on­
lar da Yafes' in zürriyeti arasında sayıldı. ıs
Uzmanların bil e içi nde yol larını güçlükle bulabi ldi ği bu karmaşık
efsanelerin ve şecereleri n ayrı ntı sına girmeyeceğiz. Bazı uzmanlar, Sce­
af adının yavaş yavaş Seth ve Sam ' a dönüşmesinin eski yazmaları kop­
yalayanların yanlışlık yapmaları nın sonucunda olduğunu düşünmekte­
dir. ı6 Ama böyle yanlışlıklar söz konusu olsa bile, bunların işlenmiş ve
daha da önemlisi tekrarlanmış olması sırf tesadüf eseri olamaz. B u yüz­
den, daha dikkatl i i ncelenmeyi hak eden bir sorundur bu.
Orta Çağları n kilise bi lginl eri Dav ut ve Sam' dan türemiş bir krali­
yet soyundan tam olarak ne anlıyorlardı? Bu, kesi nlikle kelimenin mo­
dern anlamında bir " semi ti k ırk" anlamına gel miyordu. B ugün öylesine
yaygın olan insanı doğal tari h içine yerleştirme çabası Orta Çağ düşün­
cesine son derece yabancıydı . Orta Çağ antropolojisi kutsal metinlere

duğu söylenebilir. Onun durumunda, bakıcılar doğumundan önce ileride anasını ve ba­
basını öldüreceğini haber vermişlerdi . Annesi doğum sırasında ölür, on beş yaşına gel ­
diğinde bir av sırasında kazayla babasını öldürür. Vatanı İtalya' dan kovulur ve birçok
serüvenden sonra gelip Britanya'yı fetheder.
ıJ "Halın sayılır kudrette bir adam" olan Ebraucus kırk yıl hüküm sürer (Davut gibi) ve
yirmi oğl u olur (Davut' un oğullarından on yedisinin adlarını bi liyoruz). Aslında Mon­
mouthlu Geoffrey şunu da söylemiştir: "O zamanlar Yahudiye 'de Dav ut hüküm sür­
mekteydi ."
ı4 Krş. ; Ema Hackenberg. Die Stammtefeln der angelsiichsischen Königsreiche, Bertin
1 908, s. 49.
15 Krş . ; A. Borst, op. cit. , s. 9 1 0, ve Hans Matter, Englische Gründungssagen von Geoff­
rey bis zur Renaissance, Heidelberg 1 922, s.530.
56 ARİ Mili : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

dayanıyordu, ilahiyadın bir dalıydı. B u yüzden İngiliz kilise adamları


kral iyet hanedanlarını İbranilerin atalarına bağlamakla onun seçi lmiş ve
kutlu nitel iğini v urgulamayı amaçlıyord u ; Nuh, ilk doğan oğlu Sam ' ı
özel olarak kutsamamış mıydı ? Kopyaladığı kral iyet soyağacı üzerine
yorum yapan tek v akanüv i s olan Rievaulxlu JElred (öl. 1 1 66) bu kutsa­
maya işaret eder ve bunu yorumlayışı aydınlatıcıdır:
. . . J Enoş 'tan ) karısı ve çocuklarıyla birlikte dünyanın yıkımından kurtulmaya
layık bul unan tek kişi olan Nuh türedi. Onun ilk doğan oğlu Sam, babasınca kut­
sandı. Yahudiler Sam'ın Tanrının Y üce Rahibi olduğunu söylerler, bundandır ki
sonradan Melkizedek diye anıldı, rahipl i ği mizin sembolü olarak ekmek ve şarap
sundu ve bu yüzden Mesih ' e "Sen ebediyen Melkizedek yolağından bir rahip­
sin" denil mişti r (Mez. Cx, 4) . Böylece, soy Sam'dan Woden 'e yürüdü, onun
halkı arasındaki gücü öyle büyüktü ki Romal ı paganların Merkür' ün günü diye
*
adlandırdıkları haftanın dördüncü günü ona adandı, bu İ ngilizlerin bugüne dek
sürdürdüğü bir gelenekti r. 17

Emrinde bul unduğu Kral 2. Henry ' ni n iddialarının ve tutkularının


gayet iyi farkında olan ve bunl arın en iyi kral ın atalarını daha da yücelt­
mekle destekleneceğini bilen Rievaulx l u JElred, bu yol la Sam ' ı Melki­
zedek ile özdeşleştiren hahamların görüşlerini, İbrahim' i kutsamış olan
bu esrarengiz rahip-kral ı Mesih ' i n habercisi hatta belki de ta kendisi
olarak gören Hıristiyan kil ise gelenekleri ne bağlıyordu. Kuşkusuz bu
gibi düşüncelerin etkisiyle Orta Çağ' da Sam çoğu kez Kilisenin kuru­
cu atası olarak görülmüştü. Şimdi , eğer bütün Hıri stiyan krall ar " Rabde
meshedil miş" ve böylece rahiplik saygınlı ğına paydaş olmuş idiyse, gö­
rev lerinin bu yönü, sekizinci yüzyıldaki i htidalarından ta yirminci y üz­
yıla dek uyruklarından " Rabbi n Mesi hleri" 18 olarak saygı gören İngi liz

1 6 Kenneth Si sam , Anglo-Saxon royal genealogies 'de ( 1 953, s. 3 1 6) ve Denis Hay ,


Europe, The emergence an idea da (Edinburgh 1 957, S. 47-48) bu görüşü savunurl ar.
'

*
Çarşambanın İngilizcesi Wednesday oıı( Woden's day Woden in günü (İngiliz
= ' -

lerde haftanın günleri Pazar gününden başlayarak sayılır). -ç.n.


1 7 A ktaran, E. Hackenberg, Die Stammıefeln der angelsiichsischen Königsreiche, op.
ciı. , s. 59.
18
Mercia Kralı Egbert (sekizinci yüzyıl ) v e 2. Henry (on ikinci yüzyıl) örneklerinde krş.
Marc Bloch, Les rois thaumaturges, Paris 1 96 1 , s. 464-7; ve 6. George ' un durumun­
da krş. The Tımes 13 Mayıs 1 937: '' Meshedilip taç ve taht verilen 6. George kutlu hat­ ,

ta kurbanlık bir adam oldu, bir anlamda hal kından ayrıldı ama daha derin ve daha ka­
dim bir anlamda daha önce hiç olmadığı kadar onunla birleşti . . . ölümsüz bir fikrin
ölüml ü taşıyıcısı haline geldi ve bu fikir halkının hayatıdır. . . Hıristiyan i manının üzeri-
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ : İNGİLTERE 57

krallarında özel likle öne çı karılmıştı. Kıta Av rupa'sındaki kil ise adamla­
rı da barbar kral larını Hıristiyanlığa geçti kleri andan iti baren Sam-Mel­
kizedek ve Dav ut' un kutlu zürriyeti ne dahil etmişlerd i . Bu yüzden,
Şarlman en azından arkadaşları arasında Dav ut adıyla çağrılırken, Ve­
nanti us Fortunatus da Chilperic' in hükümdarlık döneminde şöyle ilan
etmişti : " Haklı ol arak kral ve laik rahip olarak adlandırdığımız bizim
Mel kizedek, din işini tamama erdirmiştir" . 1 9 B un unla birli kte, kral iyet
ailelerinin etrafını saran ayin ve Eski Ahit havası Roma etki si altında
anakarada zamanla terk edi lmişken, Britanya adalarında geleneğin di­
renci sayesi nde çok küçük değişi klerle günümüze dek yaşamı ştır. İngi­
liz krall arı, peygamber Nathan ve rahip Zadok' un nezaretinde tahta ge­
çen Sultan Süleyman ' ı n usul ünce taç giymeye devam ettiler ve tahta ge­
çişleri mezmurlardan al ınan şu sözlerle tamamlandı : " Dav ut' un önünde
yalan söylemeyeceğime kutsalım üzeri ne bir kez ant içti m" (mez. Ixx­
xix, 35).
Sam ' ın zürriyetinden gelmek, hakani, ruhani ve tanrısal bir soya ait
olmak demekti ve İngiliz kral larının iddia ettiği gibi tanrısal atalara sa­
hip ol mayı garanti lemenin ve bunu Hıristiyan bi r referans kaynağına
tercüme etmenin garanti li bir yoluydu - değersiz bir pagan tanrısı konu­
muna düşmüş ol an Woden' i n artık sağlayamayacağı bir şeydi bu. B u
amaçla, Ortodoks ve Hı ristiyan b i r otorite figürü olarak Sam-Melkize­
dek, Eski Ahit' ten ödünç al ındı . Bütün İngi l i z tarihi boyunca monarşi­
nin neredeyse tanrı sal ruhani karakteri hem Tacın propagandacıları hem
de sapkınlar tarafı ndan aynı ateşl ilikle v urgulanmıştır. Örneğin Wyclif­
fe,* De Officio Regis ' i nde " Kral ın saygınlığı rahibinkinden büyüktür,

ne kurulduğu gerçektir; ve kralın Rabbin Mesi hi, di nsel ve sektiler iki ifadesinin göz­
le görünür şekilde tek bedende kaynaştığı Christus Domini haline geldiği yer, taç giy­
me törenidir."
Etimolojik bakımdan Latince christııs sıfatının sadece yağlanmış fMesih = meshedil ­
m i ş = yağlanmış . yağ silrill milş. -ç.n. ] anlamına geldiği ; ama b u dinsel-törensel anla­
nunın Orta Çağ boyunca kullanımdan kalktığı, christus domin inin bu hakani niteliği­
nin günümüzde yal nı z İngiltere'de korunduğuna di kkat etmeliyiz. ( B u bilgiyi Abbe
Louis Gregoire ' a borçl uyum).
1 9 Chilperic için krş. H . Leclercq, "Sacre imperial et royal" maddesi, Dicrionııarie
d 'archelogie chretienne et de liturgie, C. XV /ı, c. 3 1 9; Şarlman için krş. Marc Bloch,
op. cit. , s. 69, not.
• John Wycliffe ( 1 3 24- 1 384): Katol ik kilise hiyerarşisine ve Papanın otoritesine karşı çı­

kan, İ nci lin ulusal dillere tercüme edilmesinin ilk öncülerinden olan reformcu İngiliz
58 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

çünkü kral Mesih' in tanrısallığının yansımasıdır, rahi p i se sadece insan­


lığının" demi şti . 8. Henry' nin Roma ile bağlarını koparı p ül kesi nde en
mutlağından bir Sezaro-Papa rej imini öyle kolayca kurabi l mesi nin ar­
dı nda bu gelenek vardır. B i r Rönesans adamı olarak Kutsal Kitap' taki
soyağaçlarından yararlanma yoluna gitmek yerine, ul usa bir erkek v aris
sağlamanın zorunluluğu ya da kutsal meti nlerle ilgili tartışmalar gibi
bütün üyle farkl ı gerekçelere dayanıyordu. B ununla bi rl ikte, Ki l isenin
en yüksek başı v e "hem kral , hem imparator, hem papa"20 ol ma iddi­
asıyla ortaya çıkabi lmesi nde ve böylece İngiltere ' de Reformasyonun
yolunu açması nda ul usal ve hanedana i l i şkin gelenekler son sözü söy­
ledi .
B u bakı mdan, bu Restorasyon ile İ ngiliz Dev ri mi arası nda uzanan
yüzyıl , kendi kaderi ni kendi eline alma kararl ılığındaki bi r hal kın ruha­
ni önem ve önceli kleri kral larının elinden çekip aldığı bir yüzyıl oldu.
Kutsal meti nleri n incelenmesi v e hal k isyanları Av rupa' nın her yerinde
Roma Ki lisesinin Yahudice diye adlandırdığı yeni sapkınlıkların ve yeni
hizi plerin ortaya çıkmasına yol açmıştı ; fakat kendisini bütün kal biyle
Musa' nın kav miyle özdeşl eşti ren tek ul us İngi lizler oldu. Püritenizmin
Cromwell ve Milton gibi önderleri bu bağlantıyı alegori k Hıri stiyan bir
anlamda düşünüyorlardı. Yahudi lerin kanıyla canıyla İngil izleri n ataları
olduğunu iddia etmiyorlardı. Sadece İngilizleri Yahudileri n yeri ne geçi­
riyorlar ve böylece İngilizler özel ve aynı zamanda ev rensel bi r görev
için Tanrı tarafından seçi lmiş hal k hal i ne gel iyordu. Cromwel l , Parla­
mento' da yaptığı bir konuşmada İşaya' nın şu sözleri ni tekrarlamı ş: " B u
hal kı kendim için kurdum; öv gümü onlar taşıyacak" (xlii i , 2 1 ) v e İngi­
l i zleri n Tanrı nın hal kı olduğunu ilan etmi şti . Parlamentonun seçiminin
gerçekl eşti ği koşulları açı kça Yahudilerinkine benzetiyordu -"Tanrının
bize karşı tavrının bildiğim tek benzeri İsrai l ' in Mısır' dan çıkarılışı­
dır. . . "2 1 Milton da İngilizlere gösterdiği özel kay ırma için Y üce Tanrıya
- -- - - -- - ---

ilahi yatçı. Martin Luther ' den çok önce ortaya attığı bu reformcu görüş ve eylemlerin­
den ötürü Protestanlığın ilk habercilerinden sayılır. -ç.n.
20
'" Henry, krallığında kral, i mparator ve papanın kendisi olduğunu ilan ediyor." Cha­
puys, 5. Charles ' a böyle bildirmişti (krş. G. Contant, La Rı!forme en Angleterre. Pa­
ri s 1 930, C. 1, s. 67). Üstünlük Yasasının ardından 8. Henri 'nin kendisin rahip saymış
olması ihti mal dahilinde gözüküyor. Krş . ; Dixon. History of rhe Church ()/' England,
Londra 1 878.
21
Aktaran Hans Kohn , The idea of Nariona/ism, New York 1 95 1 . s. 1 76.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: İNGİLTERE 59

şükranlarını sunmuştu. " Başka ne diye" diye sordu " S iyon kendisinde
ilan edilsin ve bütün Av rupa'ya Reformasyon borusunun i l k sesleri ni
duyursun diye öbürlerinin arası ndan bu ulus seçilsindi . . ?" Musa' nın
çağrısını bir başka yurtdaşı daha işitmişti : "Çünkü şimdi , sadece yetmiş
büyüğümüzün değil Rabbin bütün halkının peygamber olmasıyla, cen­
netteki Büyük Pey gamber Musa' nın unutul maz ve şanlı dileğinin ger­
çekleşti ğini görüp sev i neceği zaman gel miş gibi görünüyor."22
Başka bir karışıklık dönemi olan 1 804 yılı nda Wi l l iam Blake Kudüs
şiirinde bu düşüncey i daha bile açı kl ıkla ifade etti :
*
Ve Tanrısal Ses böyle ulaştı Albion kaya/arma :
Şanını için Albioıı 'u seçtim : Ona verdim bütün Düııyamn Uluslarını ;
Huzurumun meleğiydi o, ve Tanrmm bütün oğulları
Albion 'ıııı oğ11llarıydı, ve sevincimdi Kudüs.

B u Mesihçi atmosfer, Cromwel l ' in yöneti mi altında Yahudilerin İn­


giltere' ye geri dön üp Atlas Okyanusunun batı kıyılarına yerleşmelerine
olanak sağladı. • • Ne var ki gerçek hayatta Yahudileri raki p olarak gören
kimi Püritenler onlarla karıştırıl mak istemiyordu. Ben Jonson' ın Yahu­
dilere olan tiksinti ve nefretini gözlere sokmak için herkesi n içinde gös­
tere göstere domuz eti yiyişini tasv i r etti ği, Yahudilerin İngiltere 'ye
dönmesine kısa bir itiraz ( 1 656) başlıklı broşürü de kaleme alan siyaset
yazarı Wi lliam Prynne bunların bir örneğidir.23 Öte yandan başka bazı
mezhepçiler Eski Ahit' i harfi harfi ne yorumlayarak söz verilmiş top­
rakları bul mak için yollara düşüyor ya da kendilerini sünnet etti riyordu.
Anglo-Sakson ül keleri nde sünnet uygulamasının bugün bile ne denli

22
A.g.e., s. 1 73 .
. .
Genel olarak Büyük B ri tanya' nın ve özellikle lngiltere ' nin, edebiyatta kullanılmaya
eden. tarihte bi linen ilk adı . -ç.n .
.. devam
.
Ingiltere 'de yaşayan Yahudiler uğratıldıkl arı bir dizi kırım ve kıyınun ardından Kral 1 .
Edward 'ın saltanat döneminde 1 290 yılında ülkeden tümüyle kovulmuştu. Bu tarihten
Cromwell 'in ikti darına kadar geçen 350 yıl içinde ara ara küçük çaplı geri dönüşler ol ­
sa da bunları yeniden kovulmalar izlemişti . Avrupa'da başka ülkelerin de taklit ede­
ceği toplu Yahudi kovmalarının ilk örneğini İngi ltere vermişti . -ç. n .
23 Busy: "Zayıflara rahatl ık sağlamak yolunda gideceğim ve yiyeceğim. Bol bol yiyecek
ve peygamberlik edeceğim : şimdi düşünüyorum da bunda da büyük hayır olabilir:
Milletin gözü önünde domuz eti yi yerek, kardeşlerimizin onun yüzünden vergiye
bağlandıkları Yahudili kten duyduğumuz nefreti ve tiksintiyi açık ediyoruz. Bu yüzden
yiyeceğim, evet, tıka basa yiyeceğim.'· (Barrholomew fair. 1. Perde , 1. Sahne).
60 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

yaygın olduğu iyi bilinir. Yi ne, Cromwel l ' i n arkadaşı John Sadler gi bi
başka bazıları Anglo-Sakson hukukunun Tal mud yasalarından türemiş
olduğunu kanıtlamaya çal ışıyor v e B ritanya adalarına i l k yerleşenlerin
Fenikeli ler mi olduğunu, Druidlerin aslında Kenanlılar ol up olmadı ğını
merak ediyorlardı.24
B u tartışma bütünüyle sona ermemişti r. Doğrudan doğruya Yahudi
soyundan gel i ndiği inancı B üyük Britanya' da öylesine kök sal mıştı ki
deist John Toland gibi aydınlanmış bir düşünür, özellikle İngi ltereli din
adamlarına hitaben kaleme aldığı Büyük Britanya ve İrlanda 'da Yahudi­
lere Vatandaşlık Hakkı Tanınması İçin Gerekçeler başlıklı yazısında te­
mel argüman olarak buna başvuracaktı :
Britanya sakinlerinin ne kadar hatırı sayılır bi r kesiminin kuşku duyul maz şekil­
de Yahudi kökeninden geldiğini ve zamanımızda. soyl ular ve avamı bir yana bı­
rakalım, bu soydan gelen ne kadar çok sayıda değerli din adamının aramızda par­
l ak şahsiyetler olarak sivrildiğini iyi bi l i rsi niz . . . Onların pek çoğu İ skoçya'ya
kaçmıştı , kolayca gözlenebilecek başka benzerli kler yana, Adanın bu kesiminde
domuz eti ve black puddi ngden * bu kadar dikkat çekici şekilde uzak durul ma­
sının nedeni budur. 2.'I

B i r Aydınlanma insanı olan Toland ' ı n tezini efsanevi olmaktan çok ta­
rihsel ve pozitiv i st kanıtlarla destekl emeye çal ıştığını belirtmek gerekir;
fakat başka hiçbir ül kede bu tür masal ların revaçta kal madığı v e başka
hiçbir yerde hiçbir yazarın bunları tari hsel zeminde destek olarak kul­
lanmış ol madığı gerçeği baki kalır. Benzer görüşler bugün hala taraftar
bul makta ve pek çok İngil izin Yahudi kökeni nden geldiği inancı ndan
başlayıp, ABD' nin her bakımdan bi r Yahudi ülkesi olduğunu sav unan
Werner Sombart' ın bil gece çal ışmalarına uzanan bi rçok yoldan ifade
edil mektedi r. 26
Yahudi düşmanlığının görece zayıflığı, Siyonizme duyulan sempati ­
nin yaygınl ığı, Disrael i ' nin i nanıl maz kariyeri gibi ** İngiltere tarihinin
pek çok özelliği buradan anl aşılabi l i r. Çeki rdeği nde arada fi zi ksel bi r

24 John Sadler, Rights of the Kingdom ; or Customs of our Ancestors . . . , Londra 1 649.
*
B ritanya' da domuz kanından yapılan bir tür sosis, kan sucuğu. -ç.n.
25
Toland, 1 209' da Yahudilerin lngiltere ' den kov ul ması sırasında içlerinden çoğunun
din değiştirerek ya da İskoçya'ya sığınarak geride kaldığı görüşünü savunuyordu.
26
Krş . ; Die Juden und das Wirtschaftsleben, Leipzig 1 9 1 1 , s . 99.
** .
Ingiltere tarihinin en etkili devlet adamları arasında sayılan ve 1 868'de ve 1 874- 1 880
y ı l l arı aras ı nda başbakan l ı k y apmış olan Beııjwniıı Disraeli, 1 3 yaşında Hıris ti y anl ı ğa
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: İNGİLTERE 61

bağın da olduğu i nancının bulunduğu Yahudilerin manevi mirasçıları


olunduğu düşüncesi zaman içinde İsrai l ' i n Kayıp On Boyunun soyun­
dan geldi klerine i nanan on binlerce taraftara sahip Britanya İsrai l l i l eri
hareketi nin doğumuna yol açtı . Bunlar kutsal meti nlere, günümüzde çü­
rütülmüş türden kanıtlara dayanıyordu ki bunlara bir örnek v ermek ye­
ter: İbrancada İş Brit, ittifak adamı anlamına gelmiyor muydu? On do­
kuzuncu yüzyıldan itibaren Britanyal ı İsrailli ler esas ol arak Britan­
ya' nın kendisi ol mak üzere İngil izce konuşulan bütün ül kelere yayı ldı­
lar. B i rçok kitap v e broşür yayımlamanın yanı sıra The National Messa­
ge adında kendi gazetelerini çıkaran hareketin koruyucuları Kraliçe Vic­
toria i l e Kral 7. Edward idi.27 Kendi düşüncelerine göre B ri tanya İsra­
illi leri gerçek Yahudilerden bile daha saf kan İbrani ırkındandılar, öyle
ki birçok Yahudi ' nin Semitik kökeni nden esef duyduğu bi r çağda bazı
İngili zler bu kökenden gelme iddiasıyla öv ünüyordu. 1 970' te Britanya
İsrai lli lerinin temel kaygısı, Kral içenin Kıtadaki politikacılarla aynı dü­
zeye i nmesini önlemek ve " Musa' nın On Emri ne dayanan İngiltere
Common Law ' undan" yararlanan uyruklarını " İ mparator Jüstinyen'e
dayanan Bizans- Roma yasalarına" boyun eğmekten korumak üzere B ri­
tanya' nın Av rupa Ortak Pazarına gi rmesini engel lemekti . B unlar, Roma
Anlaşması' ndan • " Gestapo tarzı düzenlemeler" diye söz ediyorlardı. 28
Bununla birl i kte, hanlarının sorumlu olarak Cizv i tleri görmesine karşı­
lık bazı B ri tanya İsrai l l i leri (kişisel düşünceleri olarak) dünyadaki bü­
tün kötül ükleri "Si yon B üyükleri" nden .. bi liyorlardı .

geç(iri l )miş olsa da, adından da anlaşılacağı gibi , Yahudi bir aileden geliyor ve köke­
niyle övünüyordu. -ç.11.
27 Krş. ; Herbert Schöftler, Wirku11ge11 der Reformatio11, Religio11ssoziologisc/ıe Folge­
ru11gen für England und Deutschla11d, Frankfurt 1 960, s. 69.

Avrupa Ekonomi k Topl uluğunun (A ET) kurul uşunu düzenleyen, böylece bugünkü Av­
rupa B i rliği "nin ( A B ) kurucu metinleri nden birini oluşturan 25 Mart 1 957 tarihli an­
laşma. -ç.11.
28 E. L. Hebden Taylor, Tlıe Crown and the Common Market ( The National Message "da11
yeniden basım).
• • Fr. Sages de Sion. lng. Elders of Zio11 : Tüm dünyaya yayılnuş Yahudi büyük banka­

cı, mail sermayedar ve din adamlarından oluştuğuna ve bütün hükümetlere sızarak


tüm dünyada Yahudi üstünl üğünü kurmak ya da zaten kurulu bu üstünlüğü korumak
için komplolar düzenlediğine inanılan varlığı tartışmalı gizli iktidar grubu. 1 9. yüzyıl
sonlanyla 20. yüzyılın ilk yarısında Çarlık Rusya'sı ndan başlayarak Avrupa' nın birok
yerinde, süper-zenginlerin ol uşturduğu bu fesat grubuyla mücadele adına gizli pol i s
s e rvis l e ıi n i n kışkırttığı ı rkçı -faşi s t güruhların ey l em l e ri nde p e k ç o k emekç i . yoksul
62 ARi MİTİ : AVR UPA 'DA IRKÇI l'e MİLLİYETÇİ FIKİR/,ERİN TARİHİ

İngi l i z geleneklerinin bu ahi r zaman bekçilerinin gözünde İbrani


kökenl eri Cermen ya da Cermeno-Kelt kökenleriyle, Kelto-Anglo-Sak­
sonluklarıyla hiçbi r şeki lde çel işmiyordu. Her ikisi de, Orta Çağ dü­
şünceleri ne uygun bir soyağacının birbi ri ni izleyen dal larıydı. Bu yüz­
den, B ritanya İsrai l l i leri nin i nanç ve sorgulamaları , Jerome ve Sev illeli
İsidore gi bi Kilise Babaları nın bu konulardaki düşünceleri nin günü­
müzdeki son i zleridir. Yi ne de öneml i bir hususta modern çağın ruhun­
dan etkilenmişlerdir. Kral içe El i zabeth' i Kral Alfred ve atası Woden­
Odi n aracılığıyla Kayıp Boylara dek geriye götürerek Kral Dav ut v e uy­
ruklarına bağlasalar da Musa' dan ötesi ne bakmazlar. Soyağaçlarında
Sam' dan A dem ' e uzanan başatalara yer v ermezler. İngilizleri n köken­
leri hakkı nda kesin fi ki rlere sahip olabil i rler ama bu düşünceler kadim
İ branilerin kökenlerine kadar götürül müyor gibi gözükmektedir ve in­
san soyunun yeryüzünde nasıl ortaya çıkmış olduğunu sorgulamazl ar.
B u , zamanın bir işareti midi r? Genel olarak kon uşacak olursak, İ n­
gilizlerin merakı modern çağın başı ndan başlayan daha yakın bir soy
zi nciriyle, tam olarak söyleyecek ol ursak, kendi ulusal kökenleri soru­
nuyla sınırl ıdır. Soy zinci ri anlayışı bakımı ndan Narman fethi bir paran­
tezden i baretti, çünkü 1 1 54' te Kral Alfred ' i n ana koldan ol mayan bir
soy dal ı ndan gelen bir uzak torunu, yani bir "Sami" olduğu kabı11 edi­
len 2. Henry tahta geçmi şti . Öte yandan , Fati h Wi ll iam, hala İngiliz ta­
ri h i n i n en tartışmal ı fi gürüdür ve onun Frank şövalyeleriyle yerel halk
arası ndaki acı karşıtl ı k çok farklı yorumlara yol açmaktadır. Bu hususta
tartı şma götürmeyen şey, üç yüzy ı l boyunca kültürce Fransız ve Latin
olan bir soyl ular ve din adamları sı nıfının İngi lizce konuşan bir hal kın
üzerinde hüküm sürdüğü ve büy ük böl ümü okur-yazar ol mayan bu hal­
kın, duyduğu hoşnutsuzl uğu gelecek nesil lere aktarma imkanları ndan
büyük ölçüde yoksun kal mış olduğudur. Bel geleri n sessizl iği şu ya da
bu görüş için kanıt sağlamıyor. Ne ol ursa olsun, bu sessizlik Fransız
karşıtı duyguların açığa çıktığı on altıncı yüzyılda kı rılmıştır. B u duygu­
lar, en başta, Normanlardan önceki i l kel İngiliz Ki l i sesinin safl ığına ge-

ve güçsüz Yahudi ile bunları korumakla (bunlara alet olmakla) suçlanan sosyal ist-de­
mokrat katl edilmiştir. İroni k biçimde, süper-kapitalistlerin oluşturduğuna i nanılan bu
gruba karşı körüklenen popüler nefret, faşist politikacılar ve polis teşkilatlarınca i şçi
sı nıfının mücadelelerini ve komünist hareketi parçalamak ve bastırmak böylece kapi ­
tal izmin bekasını güvenceye al mak için çok etkil i bir ideolojik manivela olarak kulla­
nılmıştır. -y.h.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: İNGİLTERE 63

ri dönmeyi amaçlayan din reformcuları nca desteklenmişti. B u polemik­


leri n doğası geleceği n Londra Piskoposu John Ayl mer ' i n şu sözleriyle
açığa kondu:
kadınsı Fransızlar: Lafa gelince şişinirler, işe geli nce fos. Normanların getirdiği
berbat yasalarda geçen birkaç Fransızca avcılık ve alışveriş terimine sahibiz,
ama geri kalanı: Dil ve gelenekler sadece İ ngilizce ve Saksoncadır. 29

Narman boyunduruğuna karş ı seferberl ik böyle başladı. B u hareket, gö­


rünüşe göre binyılcı an ıları canlandırmak üzere kısmen Kıtadan, "Al­
manya anadan" i thal edilen fi kir ve iddialardan türeti len kav ramlardan
beslenmişti. Al manya' yı ziyaret etmiş olan popüler seyyah Thomas
Coryat şunları söylemi şti :
Sınırlı deneyimimden çıkarak bu hakani ve şanlı Toprağı n övgüleriyle seni daha
fazla meşgul etmek beyhude olacaktır. . . En iyisi bende yarattığı anlatılmaz se­
vinçten kısaca söz ettiğim bu yerin muhteşem güzel liği ni görmen için seni teş­
vik etmek, Kircheri us'a katılarak diyorum ki Almanya diğer bütün memleketle­
rin Ecesi, bütün Kral lıkların Kartalı ve b ütün Ulusların Anasıdır. 30

Ve İngi l iz Thomas Coryat anlatısını Al man Hermann Kircher' i n sözle­


riyle biti ri r:
Yol unu nereye azdırıyorsun? Hangi amaç için kırlangıçla birlikte yuvanı terk
ediyorsun? Almanya öbür ul usların verebi leceğinden kat kat fazlasına ve iyisi­
ne sahip değil mi? .. 3 1

Daha iyi ve daha etki l i cephane i s e başta Tacitus ol mak üzere kla­
sik yazarları n i ncelenmesi nden çıkarılmıştı. Tacitus ' un Germania 'sı,
özel l i kl e bell i bir doğruluk payıyla özgürl ük fikri n i n Al man kökenl i ol­
duğuna i nanılan ül kelerde ol mak üzere, bütün Av rupa' daki bilgi nleri n
hayal güçleri ni harekete geçi rmi şti . Çürüyen Zekanın Onarılması adlı
kitabı 1 605 i l e 1 670 arasında beş baskı yapmış olan Richard Vertegen,
Tacitus' un otori tesine dayanarak Al manları n üç benzersiz erdem üze­
ri nde hak iddia edebi leceğini ilan etmişti - her zaman kendi ül kelerinin
efendisi olarak kal mışlardı ; yen i l gi tatmamışlardı ; saf bir ırktı lar. Vers­
tegen' in fikrince, kim ne derse desin, İngi l i zler de saf bir ı rktı :

29 An Harborewefor Faithfııll and Trewe Subjects. . . . aktaran Hans Kohn, op. cit., s.625.
3° Coryat 's Crudities, Glasgow 1 905 basımı , C. il, s.70. Ardından s. 71 ' de "Hermannus
Kircherius tarafından Seyahati övmek için verilmiş bir Nutuk" başlıkl ı bir ekleme ya­
pılır.
3 1 A .g.e.
64 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

Ve bu Darıların ve Normanların aramıza gelmesine bakarak bazılarının bize karı­


şık bir ulus demesine gelince, onlara yanıtım (daha önce bel irtmiş olduğum gi­
bi) Darıların ve Normanların Almanlar ile bir ve aynı ırk olduğudur, Saksonların
da olduğu gibi: & sırf bir zamanlar aynı dile ve aynı kökene sahip olduğumuz
böyle bazıları yeniden aramıza katıldı diye karışık sayılmayız.32

Verstegen, barışçıl bir antikite uzmanına yakı şır şeki lde, bütün İngi l i z­
leri , Kel tlerden ayırarak, birbiriyle akraba kıl mıştı. Bu yöntem on doku­
zuncu yüzyıl Oxford tari hçi leri nce yeniden beni msenecekti . Oysa,
Cromwell dönemi nde başka İngi liz tari hçiler daha militan sonuçlara
ulaş ma uğruna geçmiş tari hleri ni daha farklı bir tarzda düzenlemeye ça­
lışmıştı.
Püri ten Dev ri mi gerçekten, yoksun bı rakıl mışların sesleri ni duyura­
bildiği ve siyasal alt üst oluş sayesinde başka zamanlar çok az i ş itilebi­
len hevesleri n ansızın gün ışığına çıktığı o özel anlardan biriydi . Bu ör­
nekte, yoksul sınıflar Düzleyiciler ve Kazıcılar gibi halk hareketleri ara­
cılığıyla duygularını ifade ettiler. Cristopher Hill, bu hareketlerin bi ldir­
gelerinin i mzacılarının hepsinin, tıpkı S hakespeare ' i n oyunları ndaki işçi
sınıfından karakterler gibi, Sakson adları taşıdığına işaret etmiştir.33
Böylece sınıf "ırk" ile, demek oluyor ki , bir kültür ile çakışıyordu ya da
daha kesin bir ifadeyle, bu sınıf karşıtlı ğının kökeninde farkl ı kanlar ara­
sındaki bi r çatış ma şeklinde al gılanan bir kültürel karş ıtlık vardı. Ü ste­
l i k , biri nci bi nyılın i ki nci yarısında Fransız tari hi nde gözlemiş olduğu­
muz şey genel anlamda iki nci bi nyıl ı n ilk yarısı ndaki İngiliz tarihine uy­
gulanabi l i rdi - sadece roller ters yüz olmuş olarak, ç ünkü Cermen
Frankların üstlenmiş olduğu hakim sınıf rolü, bu hakim sınıf uzun eri m­
de asi mile olmuş olduğundan, İngiltere ' de Narman Fransızlara dev rol­
muştu. Fransa' da olduğu gibi burada da parçayı bütünle karıştırma eği­
l i m i ne rastlanmaktadır. Kral l . James ' in gözünde İngi l i z centi lmenleri­
nin çoğunluğu Narman soyundan gel mekteydi v e Kral ın tari hçisi Pis­
kopos Goodman, aristokrasi İngi ltere demek olduğuna göre, bunu ge­
nel olarak İngi lizlerin34 gerçeği şekl i nde değerlendiriyordu.
Düzleyiciler ve Kazıcılar i l kel bir komünizm biçi mi nde eşitlik için

32 Restitution f Decayed lntelligence, 1 605 basımı, s . 1 87 .


.B Chr. Hill. Puritanism and Revolution, Londra 1 958, s. 69.
34 Krş . : Chr. Hil l , age . , s.6 1 .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: İNGİLTERE 65

bastırdılar, geçmişin Altın Çağ ' ından esinlenen bir altı n çağ. İl hamlarını
sırf Kutsal meti nlerden deği l , aynı zamanda ideal ize edi lmiş bir Anglo­
Sakson geçmi şten alıyorlardı. Aynı şeki lde Fransa' dan gelen zorbalar
ve uğrularla - onların önde gideni de "zavallı yoksul halk anlamasın ve
kandırılsın, soy ulsun v e mahvedilsin" için yasalarını Fransızca yazdır­
mış olan Piç Wil liam· idi - 1 066 yılında başladığını söyledikleri35 bir
zulme karşı ayaklandıklarında bütün İngilizler adına konuştukları iddi­
asında idiler. Aristokrasi v e kral iyet i ktidarında cisi mlenmiş olarak gös­
terilen Kötülük, İngiliz olmayıp, en azından artık ol mayıp, dışarıdan ge­
tirilmişti . Sayısız i mzasız broşürde dışarlıklı Norman Piçleri ne ateş püs­
kürülüyor ve Düzleyicileri n önderi Lill burne, mahkeme önünde kendi ­
sini yargılayan yargıçlara şöyle haykırıyordu: " Kendisine H ukukun Yar­
gıçları diyen sizler Norman çapulcularından başka bi r şey deği lsiniz."36
John Hare, Aziz Edward 'ın Hayaleti ya da Normancılığa Karşı başlıklı
broşüründe Norman Düklerinin mezarlarının v e kemiklerinin İngiliz
topraklarından çıkarılıp atı l masını istiyordu. B u amaçla Wi lliam ' ın " Fa­
tih" unvanının geri al ınmasını , yasalarının ilga edil mesini ve İngiliz di­
l indeki bütün Fransızca kökenli kel imeleri n ayıklanmasını öneriyordu.37
Fatih ' i n kınadı ğı kabahatleri arasında, Anglo-Sakson krallarının dışarıda
tutmaya özen göstermiş olduğu Yahudilerin İngiltere ' ye gi rmesine izin
vermiş olması da bul unuyordu. William Prynne, 1 656' da yayımladığı
Kısa İtiraz' ında bu görüşü uzun uzadıya işlemişti. Bu Norman karşıtı
kampanyanın başka örnekleri Cristopher Hil l ' i n The Norman Yoke ça­
lışmasında bul unabilir.38
Francis Bacon ' ı n yeğenlerinden Nathaniel Bacon, daha ıl ımlı bir Pü­
ri ten ve daha önemli bir fi gür idi . İngiliz halkının kökenleri hakkında
di kkate değer bir kuram ortaya atmıştı . B ilge G i ldas ' a atıfta bulunarak
Tanrının "öbür Ulusların terk edilmiş durumunu göz önüne alarak, da-

34 Krş. ; Chr. Hill, age . , s.6 1 .


• 1 066 Hasti ngs savaşını kazanarak İngiltere tahtına geçen 1 . Wil liam, Normandiya Dü­
kü Muhteşem Robert' in evlilik dışı oğlu olduğundan Fatih unvanı kadar Piç lakabıy­
la da anılırdı (tabii ancak gıyabında, sadece arkasından). -y.h.
35 A.g. e., s.80.
36 A.g.e. , s. 77.
37 A.g. e. , s. 73 .
18
A.g.t'. , s . (3 . böl üm).
66 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYFT'Çİ FİKİRLERİN TARİHİ

ha Tanrı nın oğlunun ana rahmine düşmesi nden çok önce v e henüz İna­
yeti n sırf Yahudi Milleti üzeri ndeymiş gibi gözüktüğü zamanlarda" B ri­
tanya adalarını ayırdığını yazmıştı. Tanrı nın planı "ulusların reddettiğin­
den güzel bi r Ki l i se yapmakla Tanrını n ni meti ni bir adada Avrupa 'nın
bütün barbarlığına karşı ışıldatmak" idi. B u reddedilmişler Britonlar ya
da Saksonlarmış yahut İskandi nav lar ya da Normanlarmış fark etmez­
d i . Püriten alçakgön üll ülüğü içi nde Bacon "bu adanın zaman zaman
Cermen ul uslarının akı ntı fazlasını boşaltan bir Lağımdan başka bir şey
ol mamış olduğunu" bile düşünüyordu. Ne var ki bu önermeden, B üyük
B ritanya' nın karı şımına katkıda bulunan bütün ul usların Cermen köken­
li olduğu açıkça ortaya çı kıyordu. " Her ne kadar yerleşim olarak yakın­
larsa da kan bakımı ndan B ritonlara yabancı" olan komşu Galyal ıları n
aksi ne, B ritonlar bile Al manya' dan gel mişti. Bacon, B ritonları n Roma
boyunduruğuna öbür hal klardan daha iyi direndi klerini "ve Av rupa Ki­
l iseleri arasında i ktidarı nı Roma hayvanına en son teslim edenin onlar"
ve " Sekizinci Henry ' nin" de " bu i ktidarı geri alan i l k kişi olduğunu"
v u rgulamaya özen önem verm i şti. B ri tonlar, onlara karşı uzun süre di­
rendi kten sonra Anglo-Saksonlar i le karışmıştı . " B ütün bunlarla Tanrı
( B ritonların gururunu Saksonların gücüyl e terbiye edip Saksonların ka­
ranlığını B ritonların ışığıyla aydınlatarak) sonuçta kendisini her i ki hal ­
kın da Rabbi kılmıştı."39 Bacon ' ın İngil izleri n tanrı sal seçilişini olduğu
kadar Normanlar da dahil hepsi ni Cermen asıllı saydığı ırkların bu tali h­
l i karışımını da İnayetin akı l sır ermez tasarımına yorması dönemi nin ti­
pi k anlayışına uygundu.
Fransız Dev rimi Gal mitini doğurduysa Şan l ı Dev ri m de İngiliz hal­
kını Al man kökenleri hakkında i kna etti . l 688' den sonra pek çok yazar
B üyük B ritanya' nın anayasal sistemini Cermen ya da Got kaynakları n­
dan türeyen özgürl üklerin cisi mlenmesi olarak gördü. Bu yüzden Swift,
parlamentonun kökeni hakkında şunları yazmıştı :

. . . hatırlanmayacak kadar eski zamanlardan beri Avrupa'nın pek çok parçasında­


ki öbür Gotik hükümet biçimleriyle aynı kökten gelen bu geleneği bu adaya ilk
getirenler olan Sakson prensleri tarafından . . . büyük kurultaylar toplantıya çağrı­
lırdı çünkü . . . ve Al manlar da aynı model i benimsemişti , bu kuzey halklarının ge-

39 An lıistorical and political discourse of the laws a11d govemment of E11gla11d, 1 649,
Londra 1 782 basınu , s. 2, 70, 8, 13. 1 1 .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: İNGİLTERE 67

ri kalanlarıyla birli kte Gotlar da onların komşusu olduğundan, bunu belki de on­
lardan ödünç al mışlardı ( 1 7 1 9).40

Bol ingbroke, daha özgün bir öğreti ortaya attı. O da, her ne kadar İngi­
liz özgürl ükl eri Romal ı l arın gel işi nden önceye dayandığından daha bile
eski olsa da, Kraldan , bey lerden v e özgür Sakson lardan ol uşan Kurul­
tayın İngi l i z Parlamentosunun ilk örneği olduğunu düşünüyordu.

Romalıların, dünyanın o efendilerinin, özgürl üklerini yedi yüzyıldan birazcık


fazla koruyabi l miş olduklarını ve 1 700 yıldan fazla bir zaman önce özgür bir ül­
ke olan Britanya'nın şu saatte de öyle olduğunu düşündükçe, B riton olduğum
için gizli bir gurur duyuyorum ... Saksonlara karşı sürdürdükleri uzun direniş. si­
vil özgürlüğe duydukları aşkı gösteri yor ( 1 730). 4 1

B ununla birli kte, tanınmış eseri History of England' da " yoz" ve " sefi l"
B ritonlarla y i ğ i t Anglo-Saksonları karşılaştıran Dav id Hume' un görü­
şünün İngilizleri n genel kanısının tipi k örneği olduğunda hiç kuşku
yoktur.
Hume' a göre, B ritonl arı boy un eğdi rdikleri nde Anglo-Saksonlar ' ın
" gelenek ve görenekleri bütünüyle Cermen idi ve Tacitus' un öyle usta­
ca çizdiği aynı yırtıcı ve ateşli özgürlük tasv iri, İngi l i z h ükümeti nin bu
kurucularına da uygulanabilirdi." B una karşılık, Keltler özgürlükten ya­
rarlanmakta öylesi ne yeteneksizdi ki Romal ı l ar geri çeki l irken onları
özgürlü kleri ni verdiklerinde "sefi l Britonlar bu özgürl ük armağanının
kendileri için öl ümcül olduğunu düşünmüştü." Hume, aynı anlayışla
Fatih Wi lliam' ı "mül klerini ellerinden alı p onları en sefi li nden bir kul­
luk durumuna düşürerek" İngilizleri n özgürl üklerine son veren bi r zor­
ha ol arak en kara renklerle tasv ir eder. "Onun ve onu izleyenleri n yö­
neti mleri sırası nda İngilizlerin katlandığı bütün belalar" böyle başlamış
ve "onlarla Normanlar arasında, uzun bir zaman sürecinin bu iki ulusu
yavaş yavaş birl eşti rip tek bir hal k kılması na dek di nmeyecek olan kar­
şıl ıklı kıskançl ıkların ve düşmanlı kların doğmasına yol açmıştı." Zama­
nın geleneği ni i zleyerek Hume, bu Kuzeyli ve Cermen hal klara " i nsan-

40 An abstract of tlıe History of England. . . , "Prose Works of Jonathan Swift", Londra


1 897- 1 908, C. X, s. 225-26.
�I Renıarks on tlıe History of England, "The Works of Lord Viscount Bolingbroke" ,
Londra 1 754, C. 1 , s. 3 1 4.
68 A Rİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI "e MİLLİYFTÇİ FİKİRLERiN TARİHİ

l ığın geri kalanı ndan üstün özgürl ük, onur, eşitl i k ve değer duyguları"
atfediyordu. Av rupa' yı yüce kı lmış olan bu duygulardı.42
Baş ka yazarlar benzer fi kirleri ABD' de yaydılar. Örneğin Thomas
Paine şöyle yazmıştı : "Bir Fransız pici nin silahlı uğrularla gel i p yerlile­
rin rızası hilafına kendini İngiltere' n i n Kral ı kılması , en açık teri mlerle,
aşağılı kça ve rezilce benzersi zdir."43 Ama, çok elverişli bir zamanda,
adlı adınca Napolyon savaşları nın hemen sonrasında, bütün Av rupa' nın
ı rk teri mleriyle düşünmeye başladığı sırada bu fikirlere herkesten fazla
di nami k bi r dürtü kazandı ran kişi, Walter Scott idi. Tanınmış romanları
Waverley, Rob Roy ve lvanhoe' da İngiliz tari hinin mücadeleleri , onun
kalemi nden birçok farkl ı hal ktan ol uşan bir Britanya' da düşman ı rklar
arasındaki - İngi l i zlere karşı İskoçlar, Fransızlara karşı İngi l i zler - çar­
pışmalar olarak tasv i r edi ldi. B unun tipik bir örneği lvanhoe' da Athels­
tan ' ın De B racy ' ye verdiği yanıttır: "Benim gururl u Sakson soyum, ha­
yatı nı gülünç sancağı altında topladığı çapulcuların kanını satarak kaza­
nan di lenci kılıklı bi r Fransız' ınki nden daha saf ve eski bir kaynaktan
geliyor. Sav aşta güçl ü, mecl iste bi lge kral lardı benim atalarım . . "44 Wal­ .

ter Scott' ı n ki ş i sel düş ünceleri ne eşl i k eden bu kon uşmalar ve sahneler
*
Av rupa çapında popüler olan yeni bir tarih felsefesi yarattı. Fransa' da
Augusti n Thierry onu "tari hi hem gerçek hem şiirsel olarak sunmay ı . . .
modern i fade biçi mleriyle öylesi ne çarpıtı l mış olan olayların gerçek
yönleri n i tas v i r etmeyi üstlenen i l k yazar"45 şekl i nde öv üyord u. Wal ter
Scott' ın tarih yazıcılığı üzeri ndeki etkisi kendi zamanı nda gayet iyi fark
edi l mişti . Çok uzaktaki Rusya' dan Puşkin şunu gözlemi şti : " Fransız ta­
ri hçileri nin yeni okul u İskoç romancı nın etkisi altı nda biçimlenmi şti r.
O, onları bütünüyle yeni kaynaklarla tanışık kılmıştır."46

42 The History of England fronı the invasion of Julius Caesar. . . , Londra 1 762, C. 1 , s.
1 4 1 , ve devamı , n . S . 9, s. 1 70 ve devanu.
43 Chr. Hill, op. cit. , s. 99, Tom Paine ' i n "Common Scnse"inden alıntı .
44 lvanlıoe, XXV l l . Bölüm.
*
Walter Scotf ın edebi önemiyle modem Avrupa düşünce ve duygu dünyasının biçim-
lenmesine muazzam etkisi ve katkısı için hkz. György Lukacs, Tarihsel Roman, çev.
İsmail Doğan. Epos Yayınları, Ankara 20 1 0. -y. h.
45 A u g ustin Thierry, Dix ans d 'etııdes lıistoriques, Paris 1 883 basımı, s. 1 42, 1 3 1 .
46 A . Puşkin, ··Gazete eleşti rmenliği üzerine", 1 830, krşlş, Toplıı Eserler. Moskova
1 9 6 2. C . V I , s. 37 (Rusça).
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: İNGİLTERE 69

İngiltere ' de bu eği l i m , 1 840' 1arda Keltlerden nefret eden Rugbyli


Dr Arnold, (Cromwel l ' i n eski Töton ataları nı ululayan) Cariyle, Bulwer
Lyton v e başka birçok düşünür ve romancı tarafından yayı lan Tötonizm
dal gasıyla doruğuna ulaştı .47 Tıpkı Kıtada olduğu gibi, bu düşüncelerin
en aşırı ve en etki n yayıcıları tari hçi lerdi. Edward Freeman, Normanları
İngil izleri n " kılık deği şti rmiş akrabaları" olarak tanımlamakla birli kte,
İngi ltere ' n i n Fatih Wi lliam tarafından işgal i ni, Al manya' nın Napolyon
tarafı ndan işgal edi l mesi ne benzetiyordu. " B rut' u İngilizceye tercüme
etmek Layamon açısından ırkının diline ve tarihine i hanet etmekti" diye
yazarak Monmouthlu Geoffrey ' i n Historia Brittonum ' unu İngi l i zceye
çev irmiş olan eski vakanüv i s Layamon ' u hai n l i kle suçlayacak kadar
ileri gitmişti .48 Benzeri Charles Kingsl ey, bir Slav ' a hitap eden hayali
bir atan ın ağzına şu aşağıdaki sözleri yerleşti rmi şti :
Altın-saçlı kahraman , kahverengi saçlı kul una dedi ki "ben bir sülaleye, bi r so­
ya, bir boya sahip bir centilmenim ve nereden geldiğimi biliyorum. Ben bir Gar­
ding. bir Amalung, bir Scylding, bir Osing ve daha aklına ne gelirse oyum. Tan­
rıların oğl uyum. Asas ' ı n kanı akıyor damarlarımda. B unu görmüyor musun? Ben
senden daha akıllı, daha güçl ü, daha erdemli ve daha güzel değil miyim? Bana
itaat edip adamı m olmalı ve beni ölüme dek izlemelisin. O zaman, soylu bir yü­
reğinin olduğunu kanıtlarsan, sana at, pusatlar, bilekli kler, toprak veririm ve se­
ni kızım ya da yeğenimle everirim. Değilse, yaratıl mış olduğun çamurda solu­
canlar gibi kıvranarak toprağın bir oğl u olarak kalasın."49

Ne v ar ki, İ n gi l i z centilmenlerinin Aesir* merakı uzun sürmedi. On


dokuzuncu yüzyılın sonuna gel i ndiğinde modası geçmi şti ve aynı sırada
bir yandan gerçek ya da hayali Norman torunlarının öte yandan İskoç­
ya ve Gal i er' deki Keltomanyakları n karşı saldırısı bel l i bir başarı kazan­
maya başlamıştı. B u yeni iklim en iyi ifadesini antropolog John Bed­
doe' nun 1 885 ' teki şu sözleri nde bulur: " Eğitimlilerin düşüncesinin İn­
gilizleri v e ova İ skoçları nı neredeyse safkan bir Tötoni k hal k saydığı
günler çok eskide kalmamıştır. Şi mdiyse akıntı öylesine tersine döndü

47 Krş . ; F.E. Faverty. Mattlıew Arnold ılıe etn olog isi, Evanston 1 96 1 , I I I . Böl . ('"The Te­
utomaniacs" ).
48 E. Freman. The History of tlıe Normaıı coııquest of England, C. V, Oxford 1 876. s.
335.
49 C . Kingsley. The Roman and tlıe Teuton. Londra 1 889, s . 49.
* Es ki 'foton-İskandinav tanrıları. -ç.n.
70 A RI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

ki ' Sakson' görüşünü sav unduğum için özür diler bir tav ır takınmak zo­
runda kaldım."50 İngi l i zler, ul uslarının çeşitl i farklı ırkları n bir karışımı
olduğu yolundaki geleneksel görüşe geri dönüyordu. Bir başka antro­
polog Sir Arhur Keith, yirmi nci y üzyıl ı n başında şöyle ilan etti : " B i z
B ritanyal ıların tipleri n ve ci nslerin karışık ve melez bir toplamı olduğu­
muz çok sık söylenir"51 ki Geoffrey Monmouth' un şu yazdıklarıyla da­
ha on ikinci yüzyı lda söylemiş olduğu da buydu:

B ritanya beş insan ırkıyla meskundur, Norman-Fransızlar, Britonlar, Saksonlar,


Piktler ve İ skoçlar. Bunlardan Britonlar, öbürleri gelmeden önce bir denizden
öbürüne bütün ülkeyi yurt tutmuştu . 52

Efsanelerin ve hatı raları n bu çeşitl i l i ğ i Töton çılgınlı ğının hiçbir çeşidi­


nin tutunmasına elverişli deği ldi. Kaldı ki Al man birl i ğinin kurulduğu
1 87 1 ' den sonra böy le düşünceler pol iti k bakı mdan sal lantıya düşmüş­
tü. O tari hten i ti baren Cermen mirasının baş mirasçısı ve koruyucusu
olarak yeni v e güçlü bi r Al man İmparatorl uğu doğmuş ve İngilizler bir­
denbire kendilerini pek hazzedi l meyen yoksul akrabalar gibi görünür
bulmuşlardı .
İngil izler aslı nda kendi lerini kendi tarzlarında eğer daha bile karışık
deği llerse en az Fransızlar kadar çok ı rklı hissediyordu. Fakat ul usal ka­
rakterin neredeyse tanımlanamaz özünü ol uşturan tutkuların karmaşı k
kördüğümünde kadim Eski Ahit soyundan geliyor ol mak aşırılıkları diz­
gi nlemek ve bel l i bir ironik soğukkanl ıl ığı sürdürmekte kendi pay ına
d üşen rol ü yeri ne getirmemi ş midir? Bel ki genç Di srael i ' nin, bu taşkın­
l ıkları başbakan ve Beaconsfıeld Lordu olmasını engel lemeksizi n, Tö­
ton çılgınlığının en coşkun olduğu bi r zamanda semi ti k ırkı ululayabil­
mesi ve İngi l i zlerin ataları nı " burnu yassı Franklar" ya da " Baltık Kor­
sanları" diye aşağılayabi l mesi bu sayedeydi.53 Yine ay nı neden le, Rud­
yard K i pl i ng, bir yandan Beyaz Adamın Y ükü' nden * söz ederken bir

50 J . Beddoe. The Races of Britain. A Coııtriburion ro tlıe Anrhropology of Wesrerıı Eıı -

rope, Bri5tol 1 885, 5. 269.


51 A. Keith, Nationality and Race ....Robert Boyle Lectures, 1 9 1 9. s. 1 0.
52 The Hisrory of rhe Kiııgs of Briraiıı, ed. L. Thorpe, Londra 1 966, 5. 54.
53 Krş. ; L. Pol i akov. Histoire de / 'aııtisı!mitisme. C. I l l De Voltaire ii Wa.ı:ııer, 1 968. s .
363 .
İngi l i z sömürge memuru, gazeteci . yazar. düşünür, şair, amatör ahlakçı Rudyard Kip-
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ : İNGİLTERE 71

yandan da, N i nova v e Sur' un azgınlıkları nı hatırdan çıkarmasınlar ve


putperest çılgınl ıklara kapıl maktan sakınarak mütevazı v e alçak gönüllü
olsunlar için İngi l i zleri uyarabi l iyordu. Onları , Ord uların Rabbi ne, Ye­
hova' ya sığınarak baştan çı kmamaya çağırıyordu :
Eğer gücün görkemiyle sarhoş olursak
Milletlerin ya da Yasa tanımaz aşağı soyların
Böbürlen iş/eri m isali
Senin heybetini bilmeyen yaban dillerde yiteriz
Orduların Rabbi hiild bizimle
Bunu unutmayalım aman unutmayalım
Çünkü kafirin kalbi çiiriik boruya ve demir parçasına
Toz üstüne kurulmuş parlak toza güvenir
Ve sana sığınmadan esirgenecek sanır
Delice övünme/erden ve aptalca sözlerden
54
Esirge halkın ı esirge ya Rab!

Buna rağmen, bunu yapabilen İngiliz ai leleri için Fatih Wil l iam ' a ya da
daha ötesi ne ulaşan bir soyağacıyla öv ünmek karakteristi kti . Has­
ti ngs ' ten dokuz yüzy ı l sonra bile "İngiltere'de Harcourt, Tal bot ya da
Courtney soyadları nı taşıyor olmak iyi bi r şeydi r" .55 Artı k hiçbir Fran­
sız ya da İspanyol züppesinin ül keleri ne Franklar ya da Vizi gotlarla gel ­
miş bir ailenin soy undan gelmekle öv ünmez olduğu İki nci Dünya Sa­
vaşından sonraki dönemde bile, bazı İngi l i zler Fatih i le "aşıp gelmiş"
atalara sahip olma iddiasıyla gururlanmaktaydı.56 İngiltere kendini hala
bi r ada olarak görmektedi r.

ling ' i n ( 1 865- 1 936) Allahın emri icabı Avrupalı (tercihan kuzey l i , bilhassa İngiliz)
beyaz ırkın dünyanın geri kalanına medeniyet götürmesi v e bunun karşıl ığında ve
bununla kalmayarak. yine herkesin iyiliği için onları yönetme fedakarlı ğına da katlan­
ması gerekliliğini anlattığı bu şiiri , edebiyat ve ideoloji tari hçilerinin çoğunluğu
tarafından ırkçı-sömürgeci emperyalist kibir ve densizliğin klasik edebi örneği kabili
edilir. -y. h.
54 Recessional ( 1 897)
.�5 Andre Siegfried, L 'ame des peup/es, Paris 1 950, s. 83 .
'i6 D. Dougl as, The Normarı Cunqııest arıd Britislı Historians, Gl asgow 1 946, s. 9.
4.
İTALYA

AENEAS'IN DÖLÜ
Aynı şeki lde, öbür uluslardan çok önceye uzanan tari hi boyunca İtalya
da çok çeşitli hal kları n ve uygarl ıkları n yurdu olmuştu - Yunanlar v e
Galyal ılar, Lombardlar, Bizanslılar ve Normanlar, Fransızlar, Al manlar
ve İspanyol lar. Ancak onları asla geleneklerinin yüreğine kabı11 etme­
mişti . B i r başka deyişle, geçmişe dair hatıraları asla en büyük çağının
Latinizmi ile boy ölçüşecek bi r İtalyanizm oluşturacak şekilde bil h 1r­
laşmamıştı . B unun nedeni İtal yan tarihinin daima Roma Antikitesinin
mirasının hakimiyeti altında kalmış olmasındandı. Dünyanın Ecesinin,
Ebedi Kent' i n yücel ik miti , soy akrabalığının başka bütün biçi mleri ni
göl gelemişti. Ve i mparatorl uk miti komşuları ve öğrencileri tarafından
durmadan İtalyanların elinden alınmış ve sonunda Avrupa' nın ortak mi­
rası hal ine gel miş olsa da, İtalyan hal kının özel nitel iği olmaktan asla
çıkmamıştı . Fransız ve A l man bilginlerinin gözünde bilgel ik ve sanatla­
rın ambarı olan Antikiteni n kültürü , yabancı bir kültür olarak, öl ü dil le­
rin artık yürürlükte olmayan kültürü olarak kalmıŞtı. Oysa İtalyanlar
açısından bu kültür, binaların ve genel manzaranın dokusuna nakşol un­
muştu. Onlar için bu kültür doğuştan gelen mülkleriydi ve ta başından
beri tazeliğini korumuştu.
İtalya' nın Av rupa kültürü üzerindeki öncelikli konumu, yüzyıllar
boyunca çok çeşitli yollarla sırf öbür ulusların değil , İtalyanların kendi­
leri n i n de, onlara dayanarak kendi kendileri ni oluşturdukları fi ki rler
üzerinde etki yapmıştı . Bu yüzdendir ki , Cermenik kökenler miti esas
ol arak Latin kaynakları na dayanarak yaratı l mıştı. Göreceğimiz gibi Al­
manlar, ev rensel egemenlik iddiaları nı yaymak için argümanlarını Taci­
tus ' tan ve Latin Babalarından almışlardı . Ruslar da, kendi tarzlarında
72
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: trALYA 73

benzer şeki lde dav randı. Moskova Büyük Dükleri kendi imparatorl uk­
larını kurmaya koyulduklarında Yav uz İvan Üçüncü Roma mitini can­
landırdı ve kendini Çar yani Sezar olarak adlandırdı. Yeni i htida etmi ş
paganların gözünde Roma i nsanlık tari hi kadar eskiymiş ve Kıyamete
dek dayanmaya yazgılıymış gibi görünüyordu. Bede, quando cadet Ro­
ma cadet mundus * diye yazmıştı. Frank ve Al man krallarının iddia etti­
ği Troya kökeni , Venüs ' ün oğlu ve Romal ıların ulu atası Aeneas 'a daya­
nıyordu. Baş ka yerlerde, ikincil Roma tanrıları yerel aziz tapınçlarının
doğmasına yol açmıştı . Dav ut ve İşaya ile eşit değerde Mesi h ' in muş­
tucusu olduğu düşünülen bi r ev rensel peygamberle yan i Vi rgilius ile sa­
dece İtalya öv ünebi l i rdi. 1 Bundan ötürü İtal yanlar her ne kadar siyasal
olarak geri lemiş - ve bu çökkünl üklerinin her aşamasında Emperyal
Roma' nın görkemiyle tezat oluşturuyor - ol salar da Roma mirası nın tek
meşru varisleri olma özel l i kleri sayesi nde öbür Av rupalıları küçümse­
yebil iyorlardı.
B u yüzden, tari hsel gel işimin benzerl ikleri ne rağmen , İtalya' da
Frank ve Got mitleriyle mukayese edi lebil i r bir Lombard miti nin asla
ortaya çıkmamış oluşu pek şaşırtıcı değildir. Modern çağlarda Almanlar
Lombardların hanedanlık rol lerini v urgulamak için hiçbi r çabadan ka­
çınmadılar ve hatta İ talyan kültürünün başyapıtlarını Alman kanına atfe­
decek kadar i leri gittiler. Fakat Lombardiya böl ge adı bir i stila olgusu­
nu hatırlatıyor olsa bile " Lombard" terimi Av rupa kültürü bağlamında,
Slav dilleri nde rehi nci anlamı nda küçük bir ayrıntıdan öteye gitmez v e
b u anlamı bakımından d a "Frank" y a d a "Got"tan ziyade "Yahudi "ye
yakındır. Bundan ötürü, modern İtalya Al manların kan tapıncına ya da
iibür Batı l ı ul usların tarihine öylesine önemli biçi mde işlemiş hayali ırk­
sal çatışmalara benzer bir deneyim yaşamamıştır. Dahası, Ebedi Kent,
" Ebedi Halk" kadar eski ve yıkı lmaz olduğundan, kadim cazi besi içi n­
de Roman miti Tev rat miti ile bir eşitl i k duygusu esinleyebi liyordu.

*
Lat. Roma battığında dünya batacaktır. -ç.n.
1 Yorumcular genel likle Virgi lius ' un dördüncü şiirine işaret ederler: "Cumae ' nin gö­
rücüsünün öngördüğü son çağ gel miştir. Nesillerin büyük yürüyüşü bir kez daha
başladı . Şimdi Bakire ve Saturn ' un hükümranlığı da geri dönüyor. Şimdi göklerden
yeni bir nesil iniyor. Sen de iffetli Luci na, onunl a birlikte demir çağın geçip gidece­
ği ve bütün dünyada bir altın çağın başlayacağı bu çocuğun doğumuna iyi gözle
bak. " (4'ten l O' a kadar olan dizeler).
74 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

Mesih ' in veki linin ikametgahının yeri olarak seçti ği bu ülkenin tarih
boyunca sık sık söylendiği gibi "Av rupa'nın en pagan ülkesi" olarak
kal masının nedenleri nden bi ri de bu olabilir. Bu düşünce daha ileri araş­
tı rmaları hak etmektedir.
Konstantin ' den ve imparatorluğun resmen Hıristiyan oluşundan çok
önce, 258 yılında, geleneksel olarak kenti n kurucusu Romul us-Quirinus
adına kutlanan 29 Haziran günü Aziz Petrus Bayramı olarak tespit edi l ­
di ği nde Roma, Kudüs 'e karşı i l k zaferi ni kazanmış oldu.2 Böylece mer­
kezi kil isenin Katol ik ol madan önce Romal ı olmuş olduğu söyleneb i l i r
v e ki l i senin Sezarlara gösterilen b u saygı sayesinde emperyal önemini
kazanmış olduğu iddia edilecekse, bu saygı gösteri sinin ancak Quiri­
nus ' un yani Curiaların * tanrısının yeri ni alan Havari Petrus 'un tanrısal­
laştırıl ması karşılığında yapılmış olduğu akıldan çıkarılmamal ıdır. Bunun
bir sinkretizm örneği olarak, yani Venüs ' ün torununun Havarilerin
Prensi şeklinde tanrısal laştırılıp Hıri stiyanlaştırılması olarak görmek
ayartıcıdır. Petrus' un Roma' daki şanı yüzyıldan yüzyıla arttı . Papa Da­
masus, hem Havari Petrus ' u , hem de Hav ari Pavlos ' u Roma hemşehri­
si ilan ederek yerli leşti rdi . Papa Ulu Leo, onları Ebedi Kent ' i n gerçek
kurucuları saydı ve bunun sonucunda bu azizlerin kalıntıları somut ve
maddi kutsal emanetler konumuna y ükseldi. Gerçi bu yüceltme sonun­
da yal nız Aziz Petrus ' un kemiklerine münhası r kılındı.3 Bu sınırlamanın
neden i kolay anlaşılabi lir; o, öte dünyanın Cenneti n anahtarlarını el i nde
tutan muhafızı olduğundan, şu ölüml ü dünyada adaklar ve armağanlar­
la rızası aranmaktaydı. Bu adaklar ve armağanlar sayesi ndedir ki Azi z
Petrus öbür kilise uluları arasından si v ri ldi ve Papal ık yavaş yavaş Or­
ta Çağların fi nans merkezi hali ne geldi . Yi ne bu nedenledir ki, tari hinin
zor ve karanl ı k dönemleri nde Kilise, Hav ariler Prensini, Bu Dünyadaki
Tanrı (Papa 2. G regor ' un görüşü) ya da Sezar ve Konsül (Salerno Baş­
pi s koposunun görüşü) sayacak kadar i leri gitti . Bu efsanevi i l k papa fi­
gürü, Al man soyağaçlarının tanrı Wotan ' ı na benzer şeki lde bir hanedan

2 Krş . : O. Cul lmann, Saint Pierre, Disciple-Apôtre-Martyr, Neuchatel 1 952, s. 1 1 6.


* Curiae (çoğul): Roma'da başlangıçta soy ve boy, daha sonraları yerleşim bölgeleri
aidiyeti esasına göre düzenlenen ve politik toplumun temelini ol uşturan halk birlik­
leri . Kenti n kurucusu Romul us, ölümünden sonra bunlardan soruml u tanrı makamı­
na geçmişti . -ç. n.
3 A.g.e. , s. 1 1 6, ı . not, ve s. 1 1 8.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: İTALYA 75

kurucusu olarak görüldü. Ve hiç kuşkusuz, İtal ya topraklarını ele geçir­


mek için döv üşen üstünkörü vafti z edi lmiş Got ordularının barbarl arı­
nın ona öyle huşuyla yaklaşmasının nedeni de buydu.
Zayıflayan B i zans 'ın İtalya'dan çekilmesiyle Lombard kral larının
tutkuları karşısında neredeyse tek başına kalan Papalığın bu koruyucu­
luk ve neredeyse tek meşruiyet kaynağı olma rol ü iyice dikkate değer
şeki lde peki şti . Daha önceki Got hakimiyeti çok kısa ömürl ü ol muştu
ve yitip gidişi bir şekilde, İtalya'nın her şeyden önce Romal ıların kent­
sel uygarlığının etkisi aracıl ığıyla uyguladığı asimile etme gücünün bir
kanıtı olarak görülmüştü. Ülkeyi 570'te işgal eden Lombardlar daha
korkutucuydu. Cermen gelenek ve göreneklerini bozul madan korumuş­
lardı. Efsanevi anal arı Gambara' yı, tanrı ve tanrıçaları Wotan i le Fre­
ya'yı ve krallarının uzun soy zincirleri ni hatırl ıyorlardı. Boy adları olan
"Uzun Sakal lar", uzak ön İndo-Av rupa anaerki l l iğini akla getirmektey­
di.4 Böylece, başlangıçta kendilerini Romal ılardan ayrı tutup kadim tö­
relerini ve yasaların ı koruyabildi ler. Zamanın Papal ı k bi ldiri leri , Roma
sarayında geçerli Cermen aleyhtarı önyargılar hakkında bize bir fi kir
vermektedi r. Lom bardlar, yalancı, cüzamlı, kötü kokan - kısacası insan
olmayan - yaratıklardı.5 B una rağmen şefleri İtalyan toprakları nı kendi­
leri adına ele geçirmişti ve başkent olarak Pav ia'yı seçen kralları, ül ke­
nin en iyi kesimini elinde tutuyordu. Bu yüzden, öbür Batılı ulusların ta­
ri hini bel irleyen topl umsal ev ri m İtalya'da da kendisini göstermeye
başladı, tıpkı Merov enj ler Galya'sında olduğu gibi , öze l l i kle kişi adları
tümüyle Cermenleşti ve kelime dağarcığı da bunu izledi (günümüzde
bile İtal yancada yaklaşık 300 Lombard kökenli kel i me varl ığını koru­
maktadır). Komşu böl gelerde, yarımada regnum Langobardum yan i
Lombardları n krall ı ğı diye anıl maya başlandı . 6
Bununla bi rl i kte, dört bi r yanını sarmış ol salar da Lombardlar Ebe-

4 Lombard geleneğine göre boy adları onlara Wotan tarafından verilmişti ve düşman
boyu Vandalları etkilemek için. Freya'nın öğretmesiyle kadınları saçlarını çeneleri
çevresine sararak bir sakallı savaşçılar ordusu kılığına girebilmiş ve böylelikle düş­
manlarını korkutup kaçırtmışlardı.
5 "Quae in numere gentium nequequam conputatur" Papa 2 Stephen ( E tei ne) ' in Şarl ­
man 'a 769 yılında gönderdiğ mektubundan ; krş. Ph. Jaffe, Monumenta Carolina,
Berlin 1 867, s. 1 58- 1 64.
6 Krş . ; L. M usset, Les invasions; fes vagues gernıaniques, Pari 1 965. s. 205.
76 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

df Kent'i asla ele geçi remediği nden, yarı mada asl ında bir Cermen kral­
l ığı hali ne gel memişti . B i rçok kez kapılarına dayansalar da asla içeri
gi rmediler. 739 'da baskıları en tehlikeli derecesine ulaştı ğında Papa 3.
G regory, "Kilisenin özel halkı" ol maları ndan ötürü Kiliseyi korumaları
gerekti ğini belirterek, Frankları n kral ı Charles Martel 'den yardım dile­
di.7 Krala armağanlar, dinsel eşyalar, bunlar arasında Aziz Petrus ' a v u­
rulan zi nci rleri ve mezarının anahtarlarını gönderdi. Böylece Frank ha­
nedanı ile Havari ler Prensinin ardıl ları arasında Avrupa'nın yazgısı üze­
rine bin yıldan fazla bir süre ağırlığını hissettirecek özel bir i l i şki kurul­
du. 754'te Papa 2. Stephen (Fr. 2. Etienne), Saint-Denis kilisesi nde taç
takan Kısa Pepin ile güçlü kişisel i l i şkiler gel i şti rd i . Konstantin Ferma­
m [ Donatio Constanti ni ) fi krin i n de Pari s ' te kaldığı sırada aklı na gelmiş

ol ması mümkündür. Bu düzmece bel geyle, i l k Hıristiyan imparatorun


" Roma kenti nin bütün ilçeleri nin, sarayları nın ve mahallelerinin ve İtal­
ya'nın ve Batı ülkelerinin" haki miyetini papalara vermiş olduğu iddia
edil iyordu. Bu cin fiki r sayesi nde Papalı k Dev leti kendine kitabına uy­
durulmuş bir doğum belgesi edinmiş oldu ve Batı 'da Roma İmparator­
luğunun varisi olarak ortaya çıkabil me hakkı kazandı .
Papa Stephen, Franklar ile başka bağlar da ayarladı. Azi z Petrus'a
mezarından Franklara sonlarına doğru tehdi tkar bir ifadeye bürünen bir
tembih mesajı yollattı: "Ego Apostol us Dei Petrus, qui vos adoptivos
habeo fi lios . . . Currite, curri te . . . Coinor v os conioro . . . sic non vos dis­
pergat et proitat Dominus, sicut İ sraheliticus populus di spersus."8 Step­
hen bununla da kalmayıp, Havariye hayali bi r kız evlat ayarladı. Azize
Petronel la adl ı bu kızı aracılığıyla, Havari ile kendisini n "ahbabı" olan
Pepin arasına bir bağlantı olduğunu iddia ediyordu. Onun ardılı Papa 1 .
Hadrian ' ı n yöneti mi sırasında, Lombardları nihai şeki lde yenen Şarl­
man Roma 'ya gitti ve 774 Paskal yasında Konstanti n Fermanına uyaca­
ğını yazılı olarak taahhüt etti . Bel geyi "Aziz Petrus ' un bedeni ve öpmüş
olduğu İnci ller üzeri nde" i mzalamıştı .9 Daha sonra Şarl man 'ın (görün-

7 izleyen anlatı şu kaynaklara dayanıyor: L. Duchesne, Les premiers remps de f ' Erar
ponrijical, Paris 1 9 1 1 ve H. Hubert " Etude sur la formations des Etats de l ' Eglise",
Revue hisrorique, LXI X ( 1 899), s . 1 -38 ve 24 1 -72 .
8 Havari Petrus'un Pepin ve Frank halkı na mektubu, Şubat/Mart 756. Krş. ; Jaffe, op.
cit. , s. 55-60.
9 Dictionnaire d 'archilogie chrt!tienne et de liturgie, "Saint Pierre" maddesi , , C.
xıv 1ı. c. 906.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: İTALYA 77

düğü kadarıyla isteği dışında ve oldukça beklenmedik şekilde) i mpara­


tor ilan edi ldiği ve Papa 3 . Leo ' nun "Yunanlardan Cermenlere naklede­
rek" bütün Roma İ mparatorl uğunu kendisine armağan ettiği ve bu cö­
mertçe edi miyle papalığın üstünl üğü kuramını başlattığı 800 Noelindeki
ünlü tören yapıldı. Böylece, Ki lise tari hi nde saygınlıktan en uzak ve ad­
ları çoktan unutul muş bazı papalar, zaaflarına ve kendileri ne bağlanmış
umutlara öylesine i hanet etmiş ol malarına rağmen, 1 0 Hıristiyan Batının
en güçlü yöneti minin hüküm sürdüğü bir dönemde Ebedi Kent ' i güven­
ceye al mayı becerebi l miş oluyordu. B u Roma ' nı n büyüsünün bir sonu­
cuydu, ama aynı zamanda, öbürlerine göre çok daha saygın olan bi r din­
sel yadi garın gücünden kaynaklanmıştı.
Konudan bu uzaklaşma, kendisini Romal ı olarak gören bir teokra­
sinin nası l olup da Av rupa tari hinin göbeğine yerleşti ğini açıklamak için
zorunl uydu. Bu durum başka sorulara da yol açar. İtal yan türeyiş miti­
nin ol uşturulmasındaki katkısı herkesten çok olan Dante, İstanbul 'a yer­
leşerek di kişsiz Roma İmparatorluk harmanisini yırttığı ve "Yunanlığa
geçmekle kötü meyva veren bir iyi niyetle Havari 'ye ! Petrusj yer aç"tı­
ğı için 1 1 İmparator Konstantin ' i ayıplamıştı. Bu kötü meyv a, Papalık
Dev letiydi . Bir başka büyük yurtsever Makyavel, "anti ul usal" gücüy­
le bir ulusal İtalyan monarşisinin kurul masını engellediği gerekçesiyle
Papal ığa karşı aynı derece eleşti rel yaklaşıyordu. İtalya'yı ikiye bölen
ve Roma ' nın kutlu tepelerine yerleşmiş olan bu teokrati k dev let ger­
çekten hem coğrafi, hem duygusal anlamda ül kenin birliğini önlemişti .
Üstel ik papalar, başka yerlerde krallar ve dev letler adına kullanılan ruh­
sal enerj i nin bir böl ümünü boşa emiyordu ve bu ruhsal enerj i nin bi r
başka önemli böl ümü de papaların dünyevi iktidarı na karşı mücadel e
içinde harcanıp gidiyordu. Bu çatışma Orta Çağda feodal ai lelerle tacir­
ler sınıfı arasındaki mücadeleler sırasında şekillenmişti ; birinci ler impa­
rator yanlısı ya da Ji bel lin kampını destekleme eğilimi ndey ken, ikinci­
ler papal ığın ya da Guelf partisinin yanında yer alıyordu. Bu bağlılıklar
on dokuzuncu yüzyılda neo-Jibellin ve neo-Guelf ideolojiler arasındaki
polemiklerde yeniden canlanıp yeniden tanımlandı. Her iki taraf da İtal ­
yan ul usal birliği nden yanaydı ve kendisini Romal ı kabfil ediyordu; ama

10
Papalık tari hinde dokuzuncu ve onuncu yüzyıllar "pomokrasi dönemi " diye anılır.
11 İliilıi Komedya. ··cennet" XIX, 56-57.
78 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

bu bağlılık bir tarafta doğrudan doğruya kadim ve pagan Roma'nı n so­


yundan gelmekten güç alırken, öbür taraf, gösteri ldiği gi bi kendisi de
klasik antikitenin evrensel temsilcisi olma iddiasındaki Hıri stiyan v e
papacı Roma' ya bağlanıyordu. Risorgimento * sırasında b u i ki eği l i m b i r
çatış maya girse d e asla Al pleri n ötesinde daha o zamandan alev lenmiş
ırksal tartışmalara dal mamıştı. İtalya hiçbir zaman İki Irk Hakkındaki
Anlaşmazl ık benzeri bir şeye tanık olmadı, ancak ister Katol i k i ster se­
ktiler olsun, her ikisi de atal ara tapınmanın özel l i kle İtalyan biçimi olan
Romanizm ' de (Romanita) ifadesini bulan i ki bağlılık biçimi arasına çe­
k i ş me denebilecek bir deneyim yaşadı. İtalyanlar, Solcu ya da Sağcı ol­
malarına göre, kendisi de İtalyan kal mış olan Papal ığa karşı ya da on­
dan yana olma şekl inde saf tuttuklarından , bu i ki farklı tav ı r ülkenin bir­
leşmesi nden sonra da ortadan kal kmamış gibi görünmektedi r. B u bağ­
lamda, Faşist dönemde Enciclopedia ltaliana ' nın İtalya maddesinde "iç
çeki ş meler, siv i l ve di nsel i ktidarlar arasındaki anlaşmazlıklar, özell i k­
le İtalyan bir görüngü haline geldi ve İtalyan hayatının bütün sorunları­
nı daha çal kantılı, çözülmesi daha güç kıldı" diye yazıyordu. 1 2 Ve Al man
ansiklopedileri nde ırk düşüncesine (Rassengedanke) ayrılan yer, Faşist
ansiklopedisinde Roma Fikri 'nin [ idea di Roma] çağlar boy unca geçi r­
diği evrimin i ncelenmesi ne tahsis edi l mişti . Bu da bizi konumuzun tam
özüne getiriyor.

Kendi lerine ai t yerl i bir kral iyet ırkı nın yokluğundandır ki, İtalyanlar,
Komünlerin * * ilk olarak kurulduğu on i kinci yüzyıla gelene dek Roma­
lıların klasik soyağacını, yani Aeneas ' ı n soyağacını ilk ata Adem ' e dek
götürmemişlerdi . Bu olduğunda da, al ışı ldık şeki lde işin içine siyasal
güdüler girdi . İtalya' da, hanedanl ığa deği l komünler ve belediyelere da-

lO
Papal ık tarihinde dokuzuncu ve onuncu yüzyıl lar "pomokrasi dönemi " diye anılır.
11
ilahi Komedya, "Cennet" XIX, 56-57.

İ talya'da 1 8 1 5'te başlayıp, hukuken tam anlamıyla tamamlanması 20. yüzyılın ilk
yansını bulsa da, 1 87 1 'de Piomente hanedanı yönetiminde İ talya Krallığının kurul ­
masıyla iyi kötü başarıya ulaşan ulusal birl i k hareketi . -ç.n .
1 2 Enciclopedia /taliana, (' XIX, 1 93 3 . s. 805 .
••
Ortaçağ Av rupa'sı nda kendi özerk ve/ya da bağımsız siyasal-yönetsel-hukuksal hak v e
ayrıcal ıklarına sahip kent y a da cemaat yöneti mleri . belediyeler. -ç. 11 .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: İTALYA 79

yandırılan öncel i k haklarını n açıklanıp meşrulaştırıl ması gerekiyordu v e


b u yüzden aynı zamanda soyluluk unvanlarını d a kapsayan kadiml i k id­
diaları öne sürüldü. Bunun bir ilk örneği, Roma hal kı 1 1 40' tan hemen
sonra reformcu B rescial ı Amold'ın kışkı rtmasıyla papalık h ükümetine
ve onun feodal si stemine karşı ayaklandığında görüldü. Papalar kentten
kov uldu, Senato yeniden ol uşturuldu ve Kapital ' ün yıkıntıları üzerinde
şanlı S . P.Q.R imzası yeniden bel irdi . * Popu/us romanus, bu dünyanın
güçl üleri tarafından gasp edi lmiş olduğuna i nandığı eski ünvanları can­
landırmıştı . "Roma egemendir; İmparatorluğu o yarattı ; O, ülkelerin
anası, dünyanın merkezi , bütün erdemlerin örneği , bütün kentlerin ay­
nasıdır. . . " 1 3 "Altın kent Roma" nın çağdaş bir tasv i ri olan Graphia auree
urbis Roma, Aeneas 'tan Nuh'a dek geri ye giden kuşakların bir l istesini
içeriyordu. 1 4 Fakat bunun için kullanılan yöntem Al pleri n ötesinden
farklıydı. Soyundan gelenlerin aracıl ığı olmaksızın büyük ata ile Ebedi
Kent arasında doğrudan bir bağ kuruluyor, dahası , Tufan ' dan kurtulan­
lar Roma' ya naklediliyordu. Tufan 'dan hemen sonra ya da bel ki hemen
önce, bir salla taşı nan Nuh ile üç oğlu İtalya'ya gel miş ve daha sonra
Roma' nın kurulacağı aynı yerde bir yerleşi m kurmuşlardı . Kiş i l i kler ya
da soyağacı da zamanın anlayışına uygundu. Yafes, Janus ' un babası ol­
muştu, yani bu Roma tanrısı , Nuh ' un torunuydu. Hi kayenin halk arasın­
da yaygın bir başka değişkesi Nuh ile Janus ' u aynı kişide birleştiriyor­
du. Av rupa' da üreti len nesep kurguları arasında Romal ılarınki kendi tar­
zında benzersizdi. Ancak Yaradılış kitabıyla bel li bir eşitl i k iddiası gü­
debi len Ebedi Kent, kendi diliyle söylediği gibi ehe si puo dire un alt­
ro Adamo olan i nsan ırkının yeniden başlatıcısı Nuh tarafından kurulmuş

olduğunu iddia edebi l i rdi. 15

Latince Senatus Popu/usque Romanus ! Roma Halkı ile Senatosu] i baresinin kısaltması.
Antik Roma' nın cumhuriyet döneminde mutlak yasama ve yürütme gücünün simgesi
olarak resmi belgelerle kamu binalarına yazılırdı. İmparatorluk döneminde de senato­
nun ve halkın gücünün önemli ölçüde kırılmasına rağmen ibarenin sınırlı bir kullanımı
devam etmiştir. -ç. 11 .
1 3 Romanorum epistola de electionis senatoria, 1 26 1 ; Krş. ; Nancy Lenkeith, Dante and
the legend of Rome, Londra 1 954, s. 1 7.
14 Krş . ; P. E. Schramm, Kaiser. Rom und Renovatio . . , Leipzi g 1 929, C. il, s. 53 ve
.

devamı . . 73 ve devamı.
1 5 Fazio delgi Umberti , Dittamento . . , Krş. ; A. Graf. Roma ne/la memoria et 11el/e imag­
.

inazioni del Medio Evo, C. 1, Tori no 1 882. s. 84.


80 ARI MİTİ: AVRUPA 'DA IRKÇI ve MiLLİYETÇİ FiKİRLERİN TARİHİ

Graphia auree urbis soyağacı Herkül, Satürn, Nemrut ve Ham gibi


gerek Tevrat gerek klasi k Greko- Romen kay naklı birçok mitoloj i k fi gü­
rü yeniden canlandırmıştı . Bu soyağacını benimseyen ya da devam etti ­
ren başka İtalyan kentleri bunlara Troya Kralı Priamos ' un danışmanı
Antenor, (Yafes ' le özdeşleştirilen) Titan Japet ' i n oğlu dev Atlas gibi -
ki bunlar sırasıyla Venedik ve Floransa' nı n kurucuları sayılmıştı - yeni
karakterler ekledi ler. Tev rat fi gürleri daha az tutulduğundan, birçok ata­
lar l i stesi pagan tanrı ve kahramanlarından pek öteye gitmiyordu. Böy­
lelikle en başından iti baren, İtalyan kentleri hepsi Roma vasıtasıyla Es­
kilerin mitoloj i k panteonuna ulaşan birbiri nden şanlı atalarla öv ündü­
ler.
Floransa bunun iyi bir örneğidir. B u kenti n büyük vakanüvisi Vil la­
n i , başka bi r konuyu anlattığı sı rada geçerken, Nuh ' un İtalya'ya gel işin­
den söz eder, ama Floransa' nın eski raki bi Fiescole'nin kurucusu At­
las ' ı n gelişine daha büyük bi r önem atfeder. Tari hsel zamanlara geldi­
ği nde Floransa' nı n kurucusu olarak J u l i us Caesar ' ı gösterir. Bir Floran­
sa yurtsev eri olarak Villani, Roma tari hiyle ancak kendi kenti nin kuru­
luşu söz konusu olduğu kadar ilgileniyor gözükse de, konu Al plerin
ötesi ndeki " barbarlara" geldi ğinde, yerel yurtseverl iği bir İtalyan yurt­
sev erli ğine dönüşür. Villan i ' nin vakayi naamesi Floransalı ların zihniye­
tin i n tipik örneğidir. 1 39 1 'de Romal ılara hitap ederken, bir zamanlar
kendi leri nin de Romal ı olduklarıyla öv ü nmüşlerdi ve Dante, memleke­
ti olan bu kenti bellissinıa e fanıossisa figlia di Roma diye tanımlamış­
tı. 1 6
Roman Anti kitesinin iti barına hayranlık duyanlar okumuşlarla sınır­
l ı deği ldi . İtalyan folklorü de hatıraları ülke manzarasıyla kaynaşmış ta­
pı nak kalıntı larında yaşayan mitoloj i k kahramanlara sahipti . 1 7 Klasik
konular hakkı nda İtalyanlar tarafından İtalyanlar için çekilen si nema
fil mlerinin popülerl iğinin ya da 1 972 başlarında küçük bir tapınak öre­
ni nde Aeneas 'a ait olduğu iddia edilen kal ıntı lar bulunduğunda İtalyan
basın ve telev izyonunun kapıldığı heyecanı n gösterdiği gi bi , bu gelenek
bugün bile canlıdır.

16 .
G Villani , /stoire fiorentine, 1. Kitapi V, VI ve V I I . bölümler. Krş . ; Emst Mehl , Die
Weltansclıauung des Giovanni Villani . Le i pzig 1 927, s. I O l - I 06.
. .

1 7 Krş. ; Comperatti " n i n i ki nci kısmı İtalyan folkloruna ayrılmış olan klasik eseri , Ver­
gilio ne/ modio evo.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: İTALYA 81

Anti kite takı ntısı başka alanlarda d a gözlenebi l i r. İtalyan ilahiyatçı­


larınca Roma'ya atfedi len rol ü hatırlamak yeter. Aquinal ı Thomas ' a gö­
re Roma ta kurul uşundan Hıristiyanl ığın merkezi ol maya yazgıl ıydı. Ar­
dılı Luccalı Tolomea ve öbür Kilise hukukçuları , bu ezeli yazgının papa­
nın kadir-i mutlaklığını hakl ı gösterdiğini, çünkü Augustus' un evrensel
imparatorl uğu kurmasının hemen ardından Tanrının insan olduğunu* ve
Yeryüzündeki veki lleri ne omnes potestates in co/o et terra 18 yetkisini
verdiğini düşünüyorlardı. Bu teokratik kav rayışın bir parçası da Ro­
ma' nın Doğum anında Kudüs' ün yerini almış olmasıydı. Ne var ki, Ebe­
di Kent her şey i n temeliydi, papal ık teokrasisi i se sadece onun tamam­
layıcı parçasıydı. Bu türden iddialar, aynı şekilde imparatorların davası­
nı desteklemek için hatta sapkın hareketleri güçlendi rmek için de hiz­
met edebiliyordu. Papaların putlaştırılmasını onlara yönel i k nefrete dö­
nüştürmek için hafif bir gayret yetiyordu. T:umsal Komedya' nın yaydı­
ğı örtük tav ır buydu.
lnferno' nun ikinci Canto 'sunda kı lav uzu Virgilius, Dante 'ye " Her
ikisi de gerçekte Aziz Petrus ' un ardılının oturduğu kutlu yer için kurul­
muş olan hayat v eren Roma'nın ve onun i mparatorl uğunun" 19 babası
olsun diye Tanrı tarafından seçilmiş Aeneas ' ı n şan l ı mi syonunu anlatır.
Ne var ki, papal ık bu kutlu yeri bir "kan ve irin lağımına"20 dönüştür­
müştür, Hıristiyanlığa musal lat olan bütün kötülüklerin sebebi olarak
görülen Konstanti n ' i n traj i k yanlışı sonucunda.21 Dante, bir pagan kuşu
olan Roma kartalı n ı Tanrısal Adaleti n yaşayan sembol ü olarak görmeye
dev am eder. " A d i l ve kutlu olduğumdan" der bu kuş, " in san arzuları­
nın özlediği şanın y üceliğine ulaştım".22 Eseri n başka bir yeri nde, Ro-

Yani İsa'nın doğduğunu. Hıristiyan inancında üç görünüşlü tek tanrının bir görünümü
olan İsa, Roma ' da i mparatorluk düzenini kuran ilk i mparator Octavianus Augustus 'un
saltanat döneminde doğmuş, ikinci imparator Tiberius zamanında çamuh üzerinde öl ­
müş ya da göğe ağmıştı. -ç.n.
1 8 Bkz. Aquinalı Thomas, De regimiııo priciporuııı. 1. 1 4, ve Luccalı Tolomeo tarafından
devam ettirilişi I I I , passim.
1 9 Cehennem, i l , 20-24.
2° Cennet, XXV l l , 25-26.
21 İ
lahi Komedya üzeri ne yakın zamanlarda yapıl mış bir incelemeye göre, Konstantin ' i rı
bağışı . Dante 'nin gözünde Hıristiyanlığın ilk günahını ol uşturuyordu. Krş. ; B. Nardi,
la Donatio Constantiııi e Dante, "Studi danteschi'', XXVI ( 1 940), s. 47-95.
22
Cennet. XIX, 1 3 - 1 5.
82 ARI MİTİ : A VRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

malılar Tanrı tarafı ndan seçi l miş olduğundan , Mesih, şair tarafından
Roma Adaleti nin garantörü olarak görülür. Bu nedenle, Sezar ' ı n kati l­
leri B rutus ile Cassi us, Cehennemin dokuzuncu katında Yahuda ile bi r­
l i ktedi r.23 Dante 'yi İtalya'nın uğradığı tal i hsizl i kler için ağlar ve yardı­
mı için "yeryüzünde bizi m uğrumuza çarmıha gerilmiş olan hükümran
Jove"a* yakarırken gördüğümüzde, Roma tapıncının gerçek nitel iği açı­
ğa çıkar.24 Beatrice ' nin Dante ' ye Cenneti gezdirirken söylediği şu söz­
ler bundan sadece azıcık daha az pagancadır: "ve sen benimle ebediy­
yen Mesi h ' i n bir Romalı olduğu bu Roma ' nı n bir yurtdaşı olacaksın. "25
B ütün zamanların Roma yurtdaşı Mes i h ! İ nsan, İtalyanların en İtal ­
yanı olan Dante ' nin Tevrat başataları nın soy zi nci rleri ne niçin bu kadar
az i l gi göstermiş olduğunu anlayabil iyor çünkü onun nazarı nda tek ger­
çek ve canlı soy kayıtları Aeneid' deki lerdi. 26 Tev rat mitleri ndense pagan
mitlerine veri len bu öncelik, şairin Yahudilere gösterdiği göreli kayıt­
sızlıkta da yansıma bul ur. Ve Dante yine burada da gelecek nesil lerin ta­
nığıdır. Tanrısal Komedya' da Yahud i lerin o zamanki düşkünl üğüne da­
i r pek az iz vardır, geçmi şte Tanrı tarafından seçilmiş ol malarına dair ise
hiç, çünkü bu seçim bütünüyle Romal ılarca mülk edinilmi ştir.
B una karşılık, Romalı şanı ve şairi n çok yakında yeniden kurul ma­
sını bekledi ği Roma'nın ev rensel hakimiyeti , "köle, ıstırapların barınağı ,
kılav uzsuz gemi "27 olan İtalya' nın, gasıp papaların ve yabancı zorbala­
rın üzeri nde çekiştiği ata yurdunun hal i hazırdaki durumuyla aç ık bir
karşıtl ı k ol uşturur.
Romal ıların soyundan gelme iddiası nda olan ve Rönesans adını uy­
durmaları nın canl ı bir şeki lde gösterdiği gibi , farkl ı bir dünyanın düşü­
nü gören büy ük İtalyan hümanistlerinde de benzer bir bakış açısı bul u­
nur. Hemen görülecektir ki , sadece soyağaçlarının ilk yaratıcıları ol mak­
l ı klarıyla deği l , kendileriyle aynı toprakta doğmuş atalarla i l işki l i ol­
dukları içi n de, İtalyanlar türeyiş mitleri bakı mından ayrıcal ıkl ı ve müs-

23 De Monarchia. i l . Ki tap, ve Cehennem, XXXIV. Kanto.


• Romalıların baş tanrısı Jüpiter 'in (Zeus) bir başka adı. -ç.n.
24 Araf. V I . 1 24- 1 25.
25 Araf, x x x ı ı . ı o ı - 1 02.
26 İ
liilıl Komedya. passim, ve Dante 'nin Titus Li v i u s ' a dayanarak Aeneas ve ailesi
soylu atalarından uzun uzadıya söz ettiği De Monarchia. il. Kitap, 3 . Bölüm.
27 Araf. V I . 82-83 .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: İTALYA 83

tesna bir yere sahi pti . Eğer hümanizm başka yerlerde ul usal duyguların
doğumunu teşv i k ettiyse, bu da, karşılıklı bağlantılar olmaksızın hatta
kendileriyle çel i ş meksizi n, tek başına Romal ı ların soyundan geldikleri­
ni iddia edebi len İtalyanların örneği sayesi nde olabi lmişti. Dahası , öbür
ulusların bu mirasçılığa karşı duyduğu saygı ; güzel sanatlar aracılığıyla
halka ulaşan kadim mitoloj i nin yeniden yaygınl ı k kazanması; bütün Av­
rupa' da hukukçuların esinlendiği Roma Hukukunun ve tek başına din­
sel tapınca katkı yaptığına inanılan Ki lise dilinin yayılması ; bütün bu
avantajları , İtalya'yı Av rupa'nın savaş alanına çev i ren barbarlar tarafı n­
dan peri şan edi lmiş meşru mirasçılarının gözünde Lati nizmi daha bile
değerl i kılıyordu. B ütün İtalyan hümanistleri Roma ' nın ululuğunu düş­
leyip atalarına saygı gösteri yordu; Petrarca' nın aralarına Yunan ya da
İncil kaynakl ı ad taşıyan hiç ki msenin kabOI edi lmediği bir büyük
adamlar panteonu olan De viris illustribus ' u, Boccacio' nun yeryüzü
tanrısı Demogorgon ' u bir pagan Adem ' i olarak resmeden teogonisi De
genealogia deo rum ' una eşl i k ediyordu.
" İlk modern i nsan" olarak adlandırılan ve yazdıkları her satı rında ka­
dim bir düşü yansıtıyormuş gibi gözüken Petrarca' nın durumunu ele
alalım. Anti k öğrenimin bu canlandı rıcısı , Roma' nın şanının türküsünü
Lati nce, İtalya ' ya olan sev gisininkini hal k dil i nde söylemişse, bu her
iki duygunun zihni nde birleşmiş olmasındandı. Ona göre, Roma'nın Hı­
ristiyanlığın kutsal kenti olması J üpiter tarafından çizi l miş bir yazgıydı,
Romalıların bu en büyük tanrı sına şunları söyletmi şti : " Ete kemiğe bü­
rüneceğim, insan ol manın yükünü kabı11 edeceği m, utanç verici bir öl ü­
me katl anacağı m. . . Kendi içinde şehvetli bi r telaş Jüpiter ' i sıkıştırı­
yordu: Placida sic Virgine captus, lam rapior, sacri sic mulcent ubera
lactis. * 28 Petrarca' nın Romal ı İsa'sı , sonradan Rönesansın çekici güzel
Madonna yontuları nın gül ümsemeleri nin ele vereceği ensest arzulardan
pek çeki nmiyordu. Şai r, ltalia mia adlı eseri nin başka bir yeri nde, aynı
Dante gibi , barbar kanıyla ki rlenen anayurduna ağıt yakar. " Ey soylu
İtalyan varl ığı, Al man yeni l mezl iği hurafesinden ve yükünden kendini
azade kıl ! "

Lat. Böyle yakalandım !(üze/ bir bakireye, tutsağını, kutsal sütle dolıı memeleri bana
böyle can veriyoı: -ç. n .
28 Petrarca: L 'Africa , Y i i . K i tap, 723-724. d i ze l er.
84 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ı•e MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

Vertu contra furore


Preııdera l 'arme e fia 'l combatter corto;
Che l 'antsco valore
Ne f 'italici cor non e ancor morto.

B i r buçuk yüzyıl sonra Makyavel, Principe 'sinin sonunda ltalia


mia daki bu dizelerden esinlenmişti , on sekizinci yüzyılın sonunda Al­
'

fıeri de aynı şeki lde davrandı. B u duygular İtalyanların kulaklarında ha­


la tanıdık şekilde çınlar.
Petrarca'nın adı, kendisinin cesaretlendirmesiyle Roma İmparator­
l uğunu diriltmeye kalkışan Rienzi ' ni n serüveniyle de bağlantılıdır.
Papaların Av ignon 'da i kamet etti ği sı ralarda Roma' daki hükümet
bazı feodal ai lelerin sorumlul uğuna bırakıl mıştı . 1 347 'de eski kitapl ar­
dan ve Fioreli Joachim ' i n kehanetleri nden esinlenen genç heveskar Co­
la di Rienzi , Roma halkı tarafından i ktidara getirildi . Bu genç adamın
i mparatorl uk hülyası Kutsal Ruh ' un dünyaya gel işine i l işkin beklenti­
ler ve yeryüzünde kurulacak cennet olan Üçüncü Hükümranlık düşle­
riyle birleşmi şti . Rienzi , Roma' da haki miyeti ele geçiri r geçi rmez, tüm
ülkenin bi rleşmesi konusunda görüşmelerde bulunmak üzere İtalyan
kentleri nin temsilci lerini toplantıya çağırdı . Yeni bir çağın başladığının
işaret olarak ferman ve kararnameleri ne kurtarılmış Roma Cumhuriye­
tinin birinci yılı diye tari h attı , böylece zamanın semboli k kırılmasının
i l k örneğini vermişti . Sadece bir yıl süren iktidarı en azından kanla le­
kelenmedi . Kendi sine liberator Urbi, zelator ltalie, Spiritus Sancti Mi­
le ünvanlarını alırken, bütün İtalyanl ara Roma yurtdaşlığı hakkı tanıdı.
B u giri ş i mi sonunda başarısız oldu ve Romalı beyler yeniden galebe
çaldı. Ama i ktidarda kaldığı sürece İtalyan kentleri ve yabancı kral lar bu
i ktidarı n meşruiyeti ni tanımış ve Petrarca' nın tanıklığına göre, Av i g­
non 'daki papal ık sarayı başarısının kalıcı olacağına ikna olmuştu. 29
B üyük Bölünmeden* sonra Roma 'ya dönen papalar yeni hümanist

29 Krş . ; Paul Piur. Cola di Rienzo, Darstellımg seines Lebens ıınd scines Geistes, Vi yana
1 93 1 .
*
B ütün büyük inanç sistemlerinde olduğu gibi , neredeyse kurul uşundan itibaren küçük-
lü büyüklü birçok böl ünme , ayrılık ve hizipleşmeye tanık olmuşsa da, Hıristiyanlık
tarihinde " B üyük Bölünme" adıyla i ki olay kastedi lir. Bunlardan birincisi ve bu teri m­
le esas kastedi leni . Rum ( Roma) Ortodoks ve Roma Katol ik mezhepleri arasında
bugüne dek süren ayrışmanın geri dönülmez biçimde kesinleştiği 1 054 bölünmesidir.
Hıristiyanlıkta Erıneni , Habeş, Mısır, Nesturi . A ryan vb. kili seleri gibi daha eskiye gi-
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: İTALYA 85

dinin taraftarları oldular. Rönesans papalarının en kültürl üsü olan Aene­


as Silv ius Piccolomini, papalık adı olarak 2. Pius adını seçti. Bu seçi­
miyle hakkında hiçbir şey bi l i nmeyen Papa l . Pius ' u değil , Virgilius ' un
"sofu (pious) Aeneas"ını yadediyordu, çünkü Piccolomini ailesi doğru­
dan Romul us ' un soyundan gelme iddiası taşırdı. 2. Pi us, Nuh'a dayanan
soyağacı anlayışına şiddetle karşıydı. Arno Borst kendisinden söz eder­
ken, Anti kite miti n i yaymakla Ortaçağ nesep anlayışını tahrip etmiş ol­
duğunu söyler. Gerçekten de, bu i nanışları, soylarının Tufana dayandığı­
nı düşünen cahillerin i nandığı kocakarı masalları , anilia deliramenta di­
ye alaya almıştı . Niçin Havva'nın rahmine kadar geri gitmiyorsunuz?
diye soruyordu.30 İtalyan kamuoyunun nefretinin papalığa yönel mesi n­
de, Aeneas Silv i us Piccolomini gi bi öylesine iyi yetişmiş bir kültür ada­
mının romanları v e erotik şiirleri , bel ki de Alexander Borgia'nın sefih
yaşamı ve 1 0. Leo ' nun haz düşkünlüğü kadar etk i l i olmuştur.3 1 Makya­
vel, İtal ya' daki her türlü sofuluk ve din duygusunu mahvettiği için Ro­
ma'daki papal ık sarayını kınamıştı, Guiccardini bu konuda daha bile tok
sözlü dav ranmıştı . B u yurtseverler, i manları böylesine kuşkulu papalar­
la karşı karşıya gel ince kendi gönüllerinde iyi Hıristiyanların duyguları­
nı yeniden keşfetmişlerdi .32
Bununla birl i kte Alexander Borgia'nuı papalığı sırasında N uh 'tan tü­
rendiği görüşüne yeniden itibar kazandırmak ve bunu klasik nesep an-

den bölgesel böl ünme ve ayrılıkl ara rağmen, o zamana dek özerk kili selerin göreli
uyumu şeklinde iyi kötü bir birlik görünümünü sürdüren Roma Hıri sti yanlığı, bu
tarihte Roma ve İstanbul merkezleri arasında kesin olarak ikiye bölünmüştü. Y ani
Roma dünyasının Roma ve İstanbul kentleri arasında siyasal-idari ve Lati no-Cermen
ve Yunan-Slav kutupları arasında dilsel -kültürel bölünmesine, resmileşmesi yüzyıllar
sonrasını bulsa da, hemen hemen aynı sınırlar üzerinde bir dinsel bölünme eşlik etmiş­
ti . Öbür ve deyi m yerindeyse daha küçük "Büyük Bölünme'", Katoli k kilise hiyerar­
şisinin bir ölçüde Fransız ve İtalyan bağlılıkları ekseninde, farklı papa adayları arasın­
da anlaşmazlı ğa düştüğü 1 378- 1 4 1 7 tarihleri arasındaki Katolikler içi ayrılıktır.
Burada kastedilen " B üyük Bölünme" bu anlaşmazlıktır. -y.h.
30 Aenae Sylvii Pecce/011i11iei ... opera, Hel msted 1 707, Historia Bohemica . . , il. Böl . S.
.

1 86; Amo Borst. op. cit. , 111/ı, s.97 1 ; C. Paparelli , Enea Silvio Piccolomini, Bari 1 950;
C. Burck, Se/bstdarstellung und Perso11enbi/d11is bei Enea Silvio Piccolomini. Bale
1 956. s. 29 ve devamı
31 Krş. ; Henry Marc-Bonnet. Les papes de la Renaissance, Pari s 1 953 . s. 5.
32 Makyavel. Discours sur Tite-Live, bi rinci kitap, X l l . B öl . ; Guichardin, Histoire
d '/talie, Paris 1 837 basımı, C. i l , s. 1 79.
86 ARI MİTİ : A VRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYt.TÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

J atılarıyla uzlaştırmak için girişimde bulunuldu. 1 498 civarında Domi­


n i ken keşişi Giovanni di Viterbo, Babi l l i tarihçi Berossus ' un Tufan ' ın
siyasal sonuçlarının ayrıntıl ı bi r tanıklığını içeren vakayinamesini buldu­
ğunu iddia etti . Bu anlatıya göre, Nuh yeryüzünü oğul ları arasında üleş­
ti rmi şti , bu oğulların sayısı (Musa hepsi nin adını vermeye gerek görme­
miş olsa da) yaklaşık yirmi kadardı. Hepsi de pagan adları taşı yan bu
oğulların her biri bir Hıristiyan ul usun kurucusu ol muştu. Nuh' un ken­
disi, " Roma' nın altın efsanesi"nde üç yüzyıl önce öngörülmüş olduğu
gibi J anus adıyla İtalya 'ya yerleşmişti .33 De primis ltalianis colonis
( 1 606) ve De Noe in ltalia adventu ( 1 655) gibi yazmaların ve birçok
kenti n kendisi içi n beni msediği çok sayıda "Ori gi ni"nin gösterdiği gibi ,
bu hi kaye Karşı- Reformasyon sırasında ve ondan sonrası nda İtalyan ne­
sep araştırmalarına haki m olacaktı.34 Düzmece-Berossus ' un bu vakayi­
namesi , onlara Nuh ' un oğlu (Tacitus ' un Tuisto diye adlandırdığı) Tuis­
con kiş i l i ğinde, büy ük yurtsever kariyeri ne başlayan bir ata sağladığın­
dan, Al manlar arasında daha bile büyük popülerl i k kazanmıştı . B u efsa­
ne, Al manya ' n ı n i l k modern tari hçi si Johann Mascov tarafından
1 726' da çürütülene dek yaygınlığını koruyacaktı.35
Aydın lanma Çağı, başka yerlerde olduğu gibi İtalya' da da doğu kay­
naklı eski türeyiş anl atılarının gözden düşmesine neden oldu. Bilgi nler,
onların yerini al mak üzere Romal ıları Etrüsklerle i l i şkilendirmeye çalış­
tı. Tıpkı İtalya'da Frank hanedanını n göl gesi nde kalan Galyal ılar gibi ,
Etrüskler de her zaman Romulus ile Aeneas ' ı n geri si nde müphem göl ­
geler hal inde bel l i belirsiz hatıralar olarak kal mıştı. Ne var ki, Al plerin
güneyi ndeki mesele kendisine geçmişte dayanak arayan, yeni doğmuş
bir burj uvazi nin tutkuları deği l , Sanatların ve Felsefeni n doğum yeri ol­
duğu ev rensel kabı11 gören Yunanistan ' ı n yeri ne İtalya'yı geçi rmeye
kal kı şan bir ul usal gurur meselesiydi . Bu yüzden, İtalyan bi lginleri açı­
sından Yunanların Etrüsklerin öğrencisi olduğunu göstermek ayartıcı bir
hevesti . B izzat Vico, bir yandan "her biri kendisini dünyanın kendisi
kadar eski sayan ul usları n tuhaflıkları" ile alay ederken (Scienza nuova
seconda) Pi sagor ' u v e geometri yi Etruria'ya yerleşti rdiğinde bu ayart-

33 Krş . ; A. B o rs t , op.cir. C. 1 1 1/ı, s. 975-977.


34 Krş. : İ mzasız bir inceleme. ·· sıoria delgi studi sulle ori gine italiche", Rivisra Europea.
Mi lano 1 846. s. 73 1 ve devamı.
35 Borsl, C . 1 1 1/2 s . 1 480, J . Mascov ' un Gescicrhe Teursclıeıı . . . ' i nden aktarma.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: İTALYA 87

maya kapılmıştı (De antiquissima İtalorum sapientia). 1 726'da bir Et­


rüsk Akademisi kuruldu ; eski mezarlarda kazılar yapıldı; Pi ranesi ' nin
ünl ü taş baskıları kamuoyunu ören yerleri ne aşina kıldı; 1 767 ' de heves­
kar bir di nadamı olan Mario G uarnacci , Düzmece-Berossus ' a dayana­
rak Etrüskleri İtalya'ya Mısı r ' dan geti ren böylece de Yunanları devre dı­
şı bırakan ve de bilge ve kadim bir hal kı mahvetmiş oldukları için Ro­
mal ıları suçlayan İtalya 'nın en eski Krallığı üzerine tarihsel-Etrüskçe
anılar başlıklı bir kitap yayımlattı .36
Etrüsk çılgınlığı ya da histerisi Vico' nun izleyicisi Vincenzo Cu­
oco' nun gayretkeşl iği sayesi nde Napolyon savaşları sı rası nda doruğuna
ulaştı . Platon İtalya 'da başlıkl ı denemesi İtalyan akademik dünyasında
bir nirengi noktasıdır. Yeni bir çağ, yeni atalar gerekti riyordu. Bu yurt­
sever, atalarının kucağına geri dönmek üzere Nuh ' un yeri ne Platon ' u
İtalya'ya getirdi. " İnsan ruhunu süsleyen neredeyse bütün bilgi türleri­
nin mucidi" esas ol arak Yunanlar deği l Etrüsklerdi. Aristoteles ve biz­
zat Platon, gası plardan, "sıradan kopyacılardan" başka bi r şey değildi.37
Napolyon ' un 1 80 1 ' de kurduğu kısa ömürl ü Etruria krallığı, kuruluşunu
İtalyanların on dokuzuncu yüzyılda daha da tuhaf sonuçlar doğuracak
olan bu Anti kite merakına borçl uydu. Arkeolojinin gel işmesiyle Etrüsk­
leri n çağın gerektirdiği standartları karşılamaktan yoksun olduğu ortaya
çıkınca, bir tarihçi , Mazzoldi, İtalya' nın efsanevi Atlanti s ' i n bulunduğu
yer olduğunu keşfedi verirken, bir başkası, Ianel l i , Romalı ları Mısırl ıla­
ra bağlıyordu.38
Risorgimento İtalya'sı , ul usun yeniden doğuşunun genç İtalya'sı,
dünyanın en eski ul usu ol makta son derece kararl ıydı . Abbate Giober­
ti ' ni n ünlü Primata morale e civile delgi ltaliani 'sine bakalım. İtalyan­
ların ev rensel öncel i ğine inancı daha da güçlendirmek için yazar Pe­
laskların * kadim bi l geliğine başv urmuştu: " uyumlu mizacı sayesinde

36 "Storia delgi studi sulle origine italiche'", Rivista Europea, Milano 1 846, s. 1 02.
37 V. Cuoco, Platone in ltalia, ed. Nicolini, Bari 1 9 1 6- 1 924, C. 1 , s . 3 : C. il, s. 297.
38 A. Mazzoldi , Dele origine italiche e delta diffıısione dell 'incivilmento italiano
all 'Egitto, alla Fenicia, alla Grecia e a tııtte le nazioni asiatiche poste sut Mediter­
raneo ( 1 840) ; G. lanelli, Tentamina hiero glyphica, Tabuleo rosettanae. Vs. ( 1 840-
1 84 1 ) ; krş . B: Croce, Storia delta storiograjia italiana . C. 1, Bari 1 92 1 , s . 55 ve
. ..

devamı.
* İlk Yunanların böl geye gelişi nden önce Batı Anadol u, Ege adaları v e Yunanistan ' da
yaşayan yerli halk, alıntıdan anlaşıldığına göre, İ tal ya'da da varlarmış. -ç.ıı.
88 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARiHİ

bütün etnografı k farklılıklar ve çelişkiler karşısında birleşme ve uzlaş­


ma yeteneğiyle en güçlü biçi mde donatılmış bu ırk, aynı şekilde görü­
nüşte bi rbirine karşıt fi kirleri tek bir Y üce Varlıkta uzlaştırmıştı" İtal­
yan üstünlüğünün bir havarisi olduğu kadar ortodoks bir mümin de olan
Gioberti , kil i seyi mitolojiyle ve aynı zamanda bi limle uzlaştırmaya ça­
lışırken, insan ırkları arasındaki eşitsizliği, insanlığın birliğini dağıtan
Babil karışmasına gönderme yaparak hakl ı gösteriyordu.39 Bu konuda
bütün yazılanları aktarmak şöyle dursun, okumak bile imkansızdır. Ken­
di payına, Mazzini* Etrüsk kuramını beni msemi ş gibi gözükmektedir.40
B ütün bu iddialar, anlamsız olmasa da, entelektüellerin eğlencesi ol­
maktan pek fazla bir şey ifade etmiyordu. Etrüsk davası uğruna hiç
kimse öl mezdi ama İtalyan bourgeoisesinin seçkin temsilci leri Roma
uğruna canlarını feda etmeye hazırdılar. Bu Ebedi Kent tapıncı , tari hçi
Pezzolini 'nin yakınlarda göstermiş olduğu gibi, İtalya' nın özgünl üğü­
nün gerçek ölçüsünü oraya koyar:
İ talyanlarla öbür uygarl ıklar arasındaki gerçek ayrım, İ talyan entelektüelle­
ri nin İ talyan halkının Romal ıların sırf doğal ve otantik soyları değil, aynı zaman­
da tek meşru varisleri olduğuna inandıkları olgusunda yatar. İ talya'da Romanın
kadim gücünün dirileceğini umdular ... Bu inanç. İtalya'nın kültürlü sınıfları ara­
sında o kadar derinden kök salmıştı ki yüzyıl lar boyunca düşüncelerini etki ledi .
Ulusun siyasal gücünü bütünüyle aşan bir yüceliğe ulaşma mücadelesine bu
inancın katkısı hiç de az değildir.4 1

Gerek modern, gerek eski zamanlarda, bu tapınca dahil olmamış pek az


İtalyan yazarı vardır ve Foscolo ' nun I Sepolcri ya da Leopardi ' ni n Sop­
ra il monumento di Dante 'sinde olduğu gi bi çoğu kez bu i nanç eserle­
rinin dokusuna i şlemi şti r. Manzoni , romanitanın Ortaçağın başlarında
papalar tarafı ndan nasıl sav unulduğunu ve kurtarıldığını göstermek için

39 V. Gioberti, Del primate morale e civile delgi italiani, Milano 1 938. C. i l , s . 25 1 , s.


2 1 4.
Giuseppe Ma::.z.ini ( 1 805 - 1 872): İ talyan birl i ği için çalışmış demokrat devri mci
düşünür ve politi kacı . Eylemleriyle İtalya'nın ulusal birl iğinin kurul masına büyük kat­
kı yapmışsa da emekçi sınıfların çıkarlarını sav unan demokrat devrimci siyasal prog­
ramı aristokrat ve burjuva pol iti kacılarla Katolik Kilisesi tarafından i tinayla boşa
çıkarılmıştır. -ç.n.
40 Krş. ; Maurice Voussard' ın alıntıladı ğı Mazzi ni metni. De Petrarqııe iı Mııs.wliııi. Evo­
lution du seııtiment natioııaliste italien, Paris 1 96 1 , s. 46.
-ll G . Prczzol ini , Le legs de l 'ltalie. Pari s 1 949, s . 9.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: İTALYA 89

tari hçi olmuştu.42 B u i nanç açı klamalarının ve bu tartış maların gidişatı


Brescial ı Arnold ve Cola di Rienzi ' n i n çağlarında gözlenebi leceklerden
çok da farkl ılık göstermez. Mazzi ni, hayatının sonuna doğru şunları yaz­
mıştı:
Roma, gençl iğimin düşü, tinsel ülkülerimin yaratıcı gücü, ruhumun dini idi .
O kente Martın ilk günlerinde bir akşamüstü titreyerek ve neredeyse huşu için­
de yayan girdim. Benim için Roma insanl ığın tapınağıydı ve son zamanlardaki
mütevazı durumuna rağmen bugün bi le öyle kalmıştır. . . Onun duvarları içinde
Dünyanın Birliği şekillenmişti. Ö bür uluslar bir defadan fazla önderlik yapma­
dan, kısa misyonlarını tamamladıktan sonra sonsuza dek ortadan kaybolurken,
orada hayat ebediyyen devam etmiş ve ölüm bilinmemişti . 43

Mazzini , gerek pagan Roma' nın gerek Hıristiyan Roma'nın geçmiş


görkemini hatırlıyor ve bunu geleceğe yansıtıyordu. Ev rensel bir dinin
merkezi olacak bi r Üçüncü Roma ' nı n kuruluşunu düşlemişti . " İ talya'yı
dirilmiş insanların tacı olarak kal ıba dökmeyi ; Roma'yı d ünyanın baş­
kenti , insan ırkları arasında Tanrının sözü kılmayı" istiyordu.44 Böylece
Dante ve Makyavel ' i n bu sadık vari sinin papalığın dünyevi i ktidarından
yoksun bırakmayı arzuladığı Roma, bütün i nsanl ığın hizmetinde bir ev­
rensel tapınak olarak yeniden kurulacaktı .
İtalyan birliğinin öbür büyük ideoloğu Gioberti , yeryüzünün bütün
uluslarının papal ı k ve Roma'nın koruması altında olacak bir federasyon­
da bi rleşmesi ni önerdi. Romal ı ların Tanrı tarafından Katolikliğin kurul­
ması için seçilmiş bi r rahipler halkı olduğunu ilan ediyor ve zamanının
İtalyanlarını Lev ili ler boyuyla karşılaştırıyordu. * B u görüsüne daha kes­
kin bir odak kazandırmak için yoğunlaştırılmış imgelere başv uruyordu:
Roma İ talya' nı n ruhu idi, İtalya Av rupa'nın, Av rupa da dünyanın. Bu

42 Manzoni , Discorso sopra alcııni punti delta storia lonobardica in ltalia ' da bu tezi i ş -
lemiştir ( 1 822).
43 Giuseppe Mazzini, "Notes autobiografıque'", aktaran M. Voussard, op. cit. , s. 46-7.
44 Mazzini , "Epistolario", (A.g.e. s. 44).
• Musa peygamberin örgütlemesinde Yahudiler arasında rahiplik görevi on iki İsrail
boyu içinde sadece Levililer (ya da Levi oğulları ) boyuna tahsis edilmişti. Fi listin ele
geçirildi kten sonra ilk yerleşim düzenine göre öbür on bir boyun her bi ri önceden
kendisine ayrılmış toprak parçası üzerine yerleşirken, bütün İsrai l ' e dağıtılan ve top­
rak üleşiminden pay al mayan Levi boyunun bütün erkek üyeleri , dinsel görevlerin
yerine getirilmesine nezaret etmekle görevli rahi pler olarak kabül görür ve geçim­
lerini ayrıntılı bir şekilde tanımlanmış di nsel vergilerden sağlarlardı. -y.h.
90 ARİ MİTİ : A VRUPA 'DA IRKÇI ı•e MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

yüzden Roma' nın yazgısı papalar tarafı ndan yönetilen evrensel cumhu­
riyeti n başkenti ol maktı.45 Risergimento ' nun rakip parti lerinin her biri­
nin Roma'yı eşit derecede arzuladığı görülecekti r. Aslında, kil i se karşı­
tı parti , Gari baldi ' n i n şu sloganını beni msemi şti : Ya Roma, ya ölüm.
Carducci, Gari baldi 'yi yeni bir Romul us olarak görüyordu. Yurtse­
verlik heyecanı bil imden çok sanattan besleniyordu. Romalıların soyun­
dan geldiklerine i kna oldukları ve bu soy zi nci rine sıkı sıkıya sarı ldıkla­
rı i ç i ndir ki İtalyanlar Av rupal ılara Ari kökenleri atfeden tarihsel-fel sefi
kurgulara pek az ilgi gösterdiler. Yaklaşık 1 840 ' 1arda Carlo Cattaneo,
" Kuzeyin mükemmel soylul uğu"ndan ve "Arlleri n büyülü soy süre­
ği"nden dal ga geçerek söz ediyordu. Carlo Troia diye bir başkası, ulus­
l ararası bi l i m çev relerinde birdenbire niçin bir Hindi stan merakı nın
alev lendi ğini sorgul uyordu. Kişisel olarak kendisi Av rupa nüfusunu ge­
leneksel şeki lde Orta Doğ u ' dan türetmeyi tercih ediyordu.46 On doku­
zuncu yüzyılın sonunda dilbi l i m bayrağı antropolojiye dev rettiği nde de
İtalyan bi l i mciler aynı temki nliliği ya da anlayış eksi kliğini sürdürdüler.
Lombroso ' nun görüşüne göre i l k insanlar kara ırktandı. Oldukça tu haf
bir şeki lde ileri sürdüğüne göre, daha sonra, yeryüzündeki deği şimler
aracılığıyla sarı ırka, Hami, Sami ve arkasından Ari ırklarına dönüşmüş
ya da "dönmüş"lerdi.47 B u yüzden, Ariler kesi nl ikle zencilerden türe­
mişti . Uluslararası bi l i msel düşünce bu görüşe kuşkuyla yaklaştı v e
özel l i kle d e Lombroso münferit b i r örnek ol madığından, bunların İtal ­
yanlara özgü bir hafifli kten i baret olduğuna hükmetti . İtalya' daki Ari­
ler hakkında yazan antropolog Gi useppe Sergi , bu kül türsüz i l kellerin
i stila girişi mleri ni püskürttükleri ve böyl ece Akdeniz uygarlığını kurtar­
dı kları için Etrüskleri öv müştü. Bu kurtarı lan uygarlık, İtalyalılar i le Yu­
nanları n eseriydi. Açıktır ki, Sergi ' nin ilgi lendiği kadarıyla, Arlleri n kla­
sik kül türün yaratıl masında ve Roma'nın kurul uşunda hiçbi r dahl i yok­
tu.48 Gene de, hem Lombroso hem Sergi , Aril eri n varl ığına bir şekilde
inanmıştı.

45 Primato . . . C. il, s. 247. •

46 Krş. ; B. Croce, Storia della storiograjia italiana, C. i l , s. 1 5 ; C. 1, s. 60-6 1 .


47 Cesare Lomhroso, L 'uomo bianco e l 'uomo di colore, Letturo su L "origine e la vari­
eta dele raze umane. Tori no 1 892. passim ve özellikle 203 . not (" le razze gialle. le
camile, le semite si convetirono in arie").
48 G : Sergi . "Der Arier in İtal ien", Ursprııng ıınd Verbeitung des mittellaııdisclıen Stam­
mes, Lei pzig 1 897 , s. 1 37- 1 60.
MİTLERİN ESKİ KÖKEN İ: İTALYA 91

Ne var ki , 1 903 ' ten başlayarak başka bir İtal yan bi l gin, Enrico de
Michel is, "di l , kan ve hayatı birbi rine karıştırmaya" dayandığını i lan et­
tiği bu i nanca karşı radi kal bi r saldırı başlattı. B u mitin, Kutsal Kitap 'ta­
ki Cennet ' ten kov uluş ve yeryüzünü nüfuslandırma anlatısını taklitle,
Avrupa halkını Asya yaylalarından türeterek on dokuzuncu yüzyıl baş­
larında nasıl yaratılmış olduğunu ayrıntılı biçi mde i nceledi . Bu büyük
bi lgin, bu bağlamda, bilimsel mitlerin doğuşundan söz eden i l k kişi­
dir.49
Eski zamanların bi l imsel hipotezleri yle kolektif inançlar arası nda bu
türeyiş sorunu hakkında bitmek bi lmez bir diyalog söz konusuydu. İtal ­
yanlar, Romal ıların soyundan geldikleri ve bu nedenle tek bir ı rka ai t ol­
dukları inancı nı korumuştu. Bu duygu çok dağı nık olabi lir, ama öy lesi­
ne gerçekti ki o ol madan, Faşizm olduğu şey olamazdı. Bu duygunun
günümüzde bile tamamen yitip yitmediği tartışmalıdır.50 B ununla birl i k­
te, Faşizm tarihçisi Renzo De Fel ice bu yakınlarda, " İtalyan ı rk anlayı­
ş ı 'yaratıcı ' ve ' manevi' olduğu için, Mussolini ' n i n y üceltti ği" razza di
Roma ' nın "antropoloj i ya da biyoloj iyle bi r ilgisinin bul unmadığı" göz­
leminde bu lunmuştur.51 B i l i msel çağ, kanda bulunacak olanın dışında
hiçbi r ı rk tanı mamış olduğundan, bu ifade çok müphem görünüyor ve
terimlerde bir çel işkiyi akla geti riyor. Ne olursa olsun, İtalyan anlayışı
i le (Roma fi kri) Al man anlayışı (ırk fi kri) arasındaki karşıtl ı ğa geri dön­
müş ol uyoruz. B ununla birl i kte, İtalyanlar bir hususta Al manlarla or­
ıaklaşıyordu. Onlar da tek bir soydan - onların durumunda Lati n soyun­
dan - türemiş olduklarına inanıyorlardı, fakat bu i nancı Almanlardan
farklı bir şekilde yaşıyorlardı. Ve - varl ığı kuşkusuz olsa da - bu farkl ı­
l ı k ilk bakışta her türlü tari hsel açıklama çabasında gözden kaçmış gibi
gözüküyor.
Ama gel in, pol i tika ve savaşın yazgısını etkilemiş olan şu sözde ulu­
sal nitel ikler - İtal yanların bireyci l i k ve kuşkuculuğu, Al manları n sürü

49 E. De Michelis, L 'Origine degli lndo-Europei, Torino 1 903 , s. 84-88.


50 Faşizmin ve Hitlerciliğin yenilgisinden sonra, büyük tarihçi G. P. Bognetti İ talyan uy­
garlığının kökeninde som olarak Latin olmadığını İtalyanlara hatırlatmanın yararl ı
olacağını düşünmüş ve bu uygarl ığa olan Cermen katkısını vurgulamıştı C'Kuzeyin in­
sanları onda vazgeçilmez bir i şleve sahipti"). Krş. ; Bognetti, L 'etii lombarda, Milano
1 966, C. I I I , s. 1 87 ve devamı.
'il Renzo de Felice. Storia degli ebrei italiani sotto il fascismo, Torino 1 962, s. 278.
92 ARI MİTİ : A VRUPA 'DA IRKÇI "e MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

psikoloj i si ve fanatizmi - ile her durumda yaşlılık ve gençliğin kolektif


temsi l i yetleriyle bel i rlenmiş olan soy zi ncirleri arasında bir i l işki bul­
manın mümkün ol up olmadığına bakalım. Önde gelen İtalyan düşünür­
lerinin araştırmaları nı nasıl sonunda tarih öncesini kazacak kadar geriye
götürmüş olduğunu ve Gioberti ' n i n İtalyanların önceli kl i konumunu
desteklemek için nasıl büyük ölçüde eski l i ğe dayanan bir kül türel üs­
tünlük iddiasına başv urduğunu gördük. Aksine, Al pler ötesi Ariler öğ­
reti si safl ıkları ve güçleriyle eski olarak tanımlanan ırklarl a taban taba­
na bir karşıtlık oluşturan bir genç fati hler ırkının üstünl üğüne dayanıyor­
du.
Aralarındaki karşıtlığın Batı 'nın modern tarihinin başlamasıyla mo­
dern ve kadim kültürler arasında meydana gelen büyük kırıl maya teka­
bül etmesi , bu i ki tez arasındaki farkl ı l ığı daha da çarpıcı kı lmaktaydı. Bu
bakış açısından Hı ristiyanlık sonrası ya da "çocuk uluslar" olan Al plerin
kuzeyi ndeki bütün ul uslar, çok iyi bili ndiği gibi Hıristiyanlık öncesin­
den gelen - ve bu yol la üç bi n yıllık tari hi olan bir başka ulusla yani Ya­
hudilerle i l i şki l i olan - bir "baba ulus"un anti tezi ni oluşturuyordu.
Bu akıl da tutulduğunda, ki şi, san ki eski l i kleri nden emin olan Aene­
as oğulları Musa oğullarıyla böyle bir yarışa gi rmeye tenezzül etmemiş­
çesi ne, İtalyan tarihi nde öbür Av rupa ülkelerinin tari hlerini dolduran
Yahudi karşıtı taşkınl ıkların ve Yahudilere karşı girişilen seferberl ikle­
rin sadece arızi durumlarla sınırlı kaldığını kolayca görecektir. B i r eşit­
l i k i l işkisine dayanan böylesi iyici l bir ayrımcıl ık, görmüş olduğumuz
gibi, ül key i şenlendi rmek v e orada bir ulus kurmak için bizzat Nuh ' un
İtalya'ya gel miş olduğunu anlatan türeyi ş mitinde yansımasını bulmuş
gi bi gözüküyor. Orta Çağlarda bi r Tev rat başatasına böyle bir saygı gös­
teri si nde bul unma cüreti ni göstermi ş olan başka bi r büyük Av rupa ge­
leneği yoktur. Mussolini ' nin l 934'te Yahudi lerden hala İtalyan tarzında
söz ed i yor ol ması Nuh ' un bu şekilde yerl ileştiri l mesi nin bir yankısı gi­
bid i r. "Yahudi ler" demişti "kral lar zamanı ndan beri Roma' dadırlar. Sa­
bi n kızl arı nın kaçırıl ışından sonra onl ara giysi ler sağlamış olabi li rler. Ju­
l i us Sezar ' ı n tabutu başında ağlamışlardı. Augustus dev ri nde sayıları el­
li bi n idi. Hiçbir zaman taciz edi lmedi l er. "52 B u sı ralarda Duçe, Anti ki­
teni n iti barı nı canlandırarak Führer ' i n iddialarıyla da hesaplaşıyordu.

52 Renzo de Fel ice, op. cit. , s . 1 1 4.


MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: İTALYA 93

"Otuz yüzyı l l ı k bir tari h, Roma' nın Sezar 'ı, Virg i l i us ' u v e Augustus ' u
varken daha yazıyı bi le tanımamış olan adamları n soyundan gel en bazı­
larının Al pleri n öte yanında ortaya attı ğı öğretilere hor görücü bir acı ­
mayla bakmamıza i z i n v eriyor" .53 Bu İtalyan-Al man çatışması na gele­
cek bölümde yeniden döneceğiz ve bundan yaşlılık ve genç l i k bakımın­
dan ne sonuçlar çı karılabi leceği ni göreceğiz. Sorunu, Al manların takın­
tısı olan gençlikle birli kte giden soyun saflığı mefhumunu i nceleyerek
ele alacağız.
Nerden bakıl ı rsa bakılsın, bu çatışma yeni bir olay değildir. Daha
Dante, Aeneas ' ı n ırkının soyluluğunu vurgulamak için ulu atalarının bir
l i stesini v ermişti : "Asya ona Assaracus gibi en yakın atalar sağlamıştır. . .
Öte yandan, Av rupa ona e n eski atası Dardanus ' u . . . Afrika en eski bü­
yük ana Elektra'yı verdi . . . " Onu daha da soylu kılmak için kadın atala­
rını da sıralayıp - Kartacalı Dido, Troyalı Creusa, İtalyalı Lav inia - sö­
zünü şöyle bağlamı ştı : "Her kim, tek bir adamda dünyanın her tarafının
en soylu kanı nın birleşti ğini görür de bunda tanrısal bi r yazgının işare­
tini fark etmez?"54
Al man öğreti sinin bakışından ise bu uğursuz bir işaret, Aeneas ' ı üç kat
parya durumuna düşürdüğü için, ırkın safl ığına karşı işlenmiş bir günah
idi. Ne var k i , bu hususta İtalyanlar hata Dante ' nin görüşündedi r.
s.
ALMANYA

DİL ve IRK
Her ulusun tarihi benzersizdi r, ama Al man tari hinin karakteri stikleri
öbür Av rupa ül keleri nden büyük ölçüde farkl ıdır. Bu farklı l ı klar her za­

man olduğu kadar şimdi de gerçekti r. B u ndandır ki , İngi l iz, İtalyan ya


da Rusya 'da tari h kitapları ü lkede olup bitenleri anlatarak başlar ve öy­
le devam eder. Oysa, bir Alman tari h kitabı neredeyse daima Cermen
hal klarının yayılmasını, yani on beş ya da yirmi yüzyıl önce İtalya, Fran­
sa ya da İ spanya 'da - yani Al manya hariç her yerde - meydana gelm i ş
olayları an latarak başlar. Gotların, Frankların ve Lombardların göçleri
ve savaşları hakkındaki bilgi lerimiz (Hıristiyanlığa ihtida etmelerinden
önce kendileriyle ilgili neredeyse hiçbir şey bi l medi ğimiz) Frizyalı l ar­
la Saksonlarınki nden çok daha fazla olduğu için bu, esas olarak tarihsel
kaynaklarla ilgili bir meseledi r. Fakat b u durumun bi r sonucu, Al man­
ları daha i l k okul günleri nden iti baren öbür ulusların atalarına i l gi duy­
maya, hatta Av rupa kıtasının bütününe sahiplenici bir bakış kazanmaya
yöneltmek olmuştur.
Eskiden karşılığını "Cermenci l i ği n " öbür hal klar arasında yararlan­
dığı ari stokratik iti barda bulan bu özel enternasyonal izm çeşidi , Al man­
ların farklı dillerde aldığı farklı adlarda hala yankısını bul ur. Sırf Av rupa
içi ndeki çeşitl i l i ğe bir bakmak yeter, İngi l i zlerde "German'', eskiden İs­
,
veçli lerde hala Fi nlerde "Sakson", Ruslar v e Lehlerde "Niemcy' . (ger-

• Doğrudan temas edilen ilk Cermen ülkesi olan Avusturya, Osmanl ılarca (Slavlardan
,
alınarak) .. Nemçe . adıyla bilinird i . (Aldı Nemçe bizim nazlı Budin 'i , (Tamaşvarlı
...

A
Gazi şık Hasan, 1 7. yy. ) ( . Gerçi bu adın bu memlekette konuşulan dilin Osman­
lılarca anlaşıl mamasından dolayı '"(bu da) ne(m)ce?" sorusundan geldi ğine ilişkin
(ciddi ciddi sav unulan) son derece Türkçe bir eti molojik açıklama da vardı r. -y. lı .
94
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ALMANYA 95

çi Lehler bazen Swab da der) ve İtalyanlarda "Tedesçi " Al manlar i se


bu son kel i meni n kökünü beni mseyi p (bunun hangi koşullarda gerçek­
leşti ğini i lerde göreceğiz) kendileri ni " Deutsche" diye adlandı rmıştı r.
Almanya ile komşu ü l keler aras ındaki bu diyalog Ortaçağlardan beri
devam etmi şti r ve Almanların Avrupa'nın gözünde kazandığı bu kiml i k
karmaşası, onların d a kendi hakl arında açı k seçik düşünceler ol uşturma­
sına pek yardımcı olmamıştır.
N ietzsche, Al manların tanımlanmaya gelmedi ğini yazdığında bunun
farkındaydı . 1 "Saf ırk"a tapan yurtdaşlarına meydan okuyarak, Alman­
ların kökeni nde ırksal melezlenmenin bulunduğunu, bir başka deyişle,
onları n ırksal bakı mdan heterojen olduğunu ilan etti . Fakat bu, ters an­
lamda da ol sa, on dokuzuncu yüzyılın başka birçok akıllı insanının da
yaptı ğı gibi , insana fazla pozi tiv ist ya da biyoloj i k yaklaşma harasına
düşmekti. B u bağlamda Stiimnıe2 ya da l.iinder biçiminde eski oymak
ya da boy bölünmeleri nin varl ığını korumaktaki ısrarına işaret etmek da­
ha uygun olacaktır.
Al man tari hinin benzersizl i ğ i bi r başka yoldan da gösteri lebi l i r. Al­
man tari hçi ler "Al manlık başlangıçları" (deutsche Frühzeit) tarafından
izlenen "Cermenl i k başlangıç ları "ndan (germanische Frühzeit) söz et­
meye eği l imlidir. B i ri ncisi [ Cermen l i k ) bütün Av rupa sahnesinde oy-

1 Alman ruhu her türl ü basitleştirmenin üzeri ndedir, kaynaklarında çeşitlidir. gerçek­
ten yapılmış olmaktan çok bir araya toplanmış ve dayatıl mıştır: Bunu kökenine borç­
ludur. "Heyhat, gönlümde i ki ruh barınıyor" diye kendine cesaret vermeye çalışan
bir Al man gerçek hakkında yanlış bir tahmin yapmış demektir, ya da daha doğrusu
ruhların sayısı hakkında çok yanılmış olacaktır. Hatta belki Ari öncesi unsurun üstün
geldiği şekilde ırkların en olağanüstü karışımından ve kaynaşmasından yapılmış bir
halk olarak, kel i menin her anlamında bir "merkez hal kı " olarak, Almanlar çok daha
kavranmaz, çok daha çel işki l i , çok daha bilinmez, çok daha hesap edi lemez, çok
daha şaşırtıcı ve hatta öbür halklardan çok kendi kendilerine kaştı çok daha kor­
kutucudur: taııımlamadan kaçarlar ve bu sııf bu yüzden Fransızlar için umutsuzluk
-

kaynağıdırlar. " Nietzsche, İyinin ve Kötünün Ö tesinde.


2 Robert Minder, '"Stamm kel imesinin eşdeğeri yoktur çünkü şeyi n kendisi benzersiz­
dir" diye yazar "Stamm, gayet iyi bel i rlenmiş bir coğrafi çevrede yerleşmiş ve yüz­
yıl lar içinde çok belirgin bir topl umsal ve kültürel kimli k oluşturmuş az çok homo­
jen bir etnik grup anlamına geli r. Hayatta kalmakta inatçı oldukları gibi , farklı Stiim­
m ein kökenleri karanlıkta kalmıştır. Var olan Stamme M . S . üçüncü ve dördüncü yüz­
yıllarda ortaya çıkmışlardır. Eski Alman boylarıyla il işkilerinin tam olarak ne olduğu
bili nmemektedi r. . R. Mi nder. Allemagnes et Allemands. Paris 1 948, C. I, s. 29.
96 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

nanmışsa eğer, ikincisi [Almanlık] eldeki kaynaklara güvenecek ol ur­


sak Al manya'da değil Fransa 'da meydana gel miş olduğundan daha bi­
le paradoksal niteliktedir. Bir an için, diyel i m on altıncı yüzyılda, Friz­
yal ı ların ya da Thuringlerin ayrıntı l ı bi r tari hinin bulunmuş olduğunu
hayal edelim. Bu durumda Al man tarihi bütünüyle değişmiş v e - ki m
bi lir? - Av rupa tarihi bütünüyle farklı bir yol izlemiş olabi lirdi. Fakat
kişi eldeki malzemeye dayanmak zorundadır. Clov is ve Chilperic için
Almanların atası olmak çok kolaydır çünkü zamanlarının hakim sınıfı ,
Ren 'den Loire 'ye dek gerçekten bir Cermen dili konuşuyorduya benze­
mektedi r. Aynı şekilde Karolenj saray nazı rları hanedanı da Cermendi .
İmparatorl uk mitinin Fransa 'da deği l , Al manya'da boy atmış ol masına
bakarak Şarlman 'ın da Fransa 'dan çok Alman tarihinin ana akımına ait
olduğu iddia edi lebi l i r. Dürer tarafından yapılmış bir Şarl man " portresi"
vardır, Foucquet tarafından yapılmışı yoktur. •
B ununla birl i kte, genel i nanışın aksi ne kolektif bir Alman kimliği
duygusu oldukça geç ortaya çıktı. Dahası - ki bu da Al man tari hinin bir
baş ka özell i ğidir - bu duygu, deutsch, Deutsche keli meleri nin eti molo­
j i sinin gösterdiği gibi , ortak bir soy fikrinden deği l , Stiimme arasında
ortak bir d i l i paylaşıyor oldukları bi l i ncinin gel işmesi nden doğdu. B u
bi l i nç , böylece ö z bilinçl ilik hakkındaki Hegelci kuramları y a d a Ni­
etzsche 'nin " Sen Benden daha eskidi r" aforizmasını geniş ölçekte doğ­
rular şekilde, daha eski Lati n ya da Welsch dil iyle bir çatışma içinde or­
taya çı kmıştı . Lati n uygarl ığıyla çatış maya giren Stiimme arasındaki or­
taklık duygusu, örneği n Biri nci Reich 'ın kurul masından (962) hemen
sonra İmparator Otto 'nun sağ kol u Cremona Piskoposu Li utprand ' ı n
şahsında ortaya çıktı . Onda Al man birliği duygusu, Welsche 'e karşı du­
yulan nefretle birleşmişti . " B i z Lombardlar, Saksonlar, Franklar, Lot­
hari ngler, Bavyeralılar, Süev ler, Burgundlar" diye yazmıştı , "Romalılar­
dan öylesine iğreniyoruz ki , tiksi nti mizi ifade etmek i stediğimizde düş­
manlarımıza hakaret etmek için Romal ı demekten daha ağır bir keli me
bulamıyoruz. B u tek kel ime, bizim gözümüzde iğrenç, korkak, aşağılık,
yozlaşmış anlamlarının hepsini taşıyor. "3 Yirminci yüzyıl başı kadar geç


Jean Foucquet (Fouquet) (yaklaşık 1 420- 1 477) Fransız Rönesans ressamı. Albrecht
Dürer ( 1 47 1 - 1 528): Alman ressam. -ç.n.
3 Relatio de legatione Constantinopolitana, C. 1 2 ; krş. Die Werke Liutprands,
Hanover 1 9 1 5.
MfrLERİN ESKİ KÖKENİ: ALMANYA 97

bir tari hte bile bazı okul kitaplarında Deutschland'ın karşısına genel ola­
rak yabancı ülkeler için kullanılan bir teri m olarak Welschland'ın kon­
duğunu belirtmeye değer.4
Dilbi l i mci Leo Wei sgerber, deutsch, Deutsche kel i melerinin tarihi­
ni yazarken, genel kural olarak Av rupa dillerinin adlarının etimoloj i k
bakımdan ülkelerin ya d a halkların adından türetil i rken (Franklar --..
Francia --.. Fransa --.. Fransız __.. Fransızca, v b. gibi), Al­
manların durumunda nasıl tam tersinin geçerli olduğunu, çünkü o tarih­
ten bir ya da i ki yüzyıl önce tütsche ya da Deustche şekli nde bi r cins
adıyken Şarl man döneminde (thediscus, diutisk) şeklinde bir ortak dil
adı olarak ortaya ç ı kan bir kel i menin ancak daha sonra Deutschland te­
ri mini doğurduğunu açıklamakta epey zahmet çekmişti .5 B u yüzden,
sırf yukarıda gösterm i ş olduğumuz gibi sırf öbür Av rupa dilleriyle kar­
şılaştırılmasında deği l , aynı zamanda içsel eti molojik durum bağlamın­
da da Deutsche ve Deutschland terimleri i stisnaiyd i . Yen i bir kelimeni n
doğması yeni bir farkındalığın işaretidir, ancak başka yerlerde somut bir
şeyin çev resi nde, özel bir şeyin (boy ya da hanedan, böl ge ya da ulusal
yurt) adının çev res inde biçi mlenen duygu, Almanya 'da sırf dilbili msel
ya da ideal bir mefhumdan doğmuştu. Wei sgerber, bundan "Al man ta­
ri hi ta başından i tibaren, ulusların statülerinin temeli olarak bi r tinsel il­
keyi kabı11 etmi ştir"6 sonucunu ç ıkarır ki bu Alman idealizm geleneği­
ne sıkı sıkıya bağlı bir ifadedir.
Weisgerber ' i n A l man felsefe ve kültürünün ana akımları içinde bazı
i l gi nç esinlemelere yol açmış olabilecek bu yorumları , türey iş mitleri­
nin rol ü hakkındaki temel tezi mizle, yani, bunların ulusal duygunun do­
ğuşunda ortak bir soydan gel i ndiği i nancının teyidi oldukları düşünce­
siyle çel i ş iyor gibi gözükmektedir. Gerçekten de, bütün Almanlar için
Tev rat 'ta geçen Aşkenaz şekl i nde bir ortak ata düşüncesi , on altıncı
yüzyı la, Reformasyon dönemine dek ortaya atıl mamıştı . Ondan önce,
sadece Saksonlar i ç i n Stamm adında bir ortak ata kabUI edi lird i . Gene

4 B kz. Dr V. Steinecke, Deutsche Erdkunde .fii r höhere Anstalten, Leipzi g - Viyana


1 9 1 5, s 5: "Almanya, Almanların yani yurtdaşların y urdudur. Bu yüzden, sözün doğ­
rusu, bizin dilimiz Al mancanın konuşulduğu ülkedir, Welsche ' i n ya da yabancıları
ül kelerine (Welschl and) karşı bizim kendi ülkemizdir. "
5 Leo Weisgerber, Die geschichtliche Kraft der deutschen Sprache, Duesseldoıf 1 959,
s. 35-79.
6 A.g.e . .s . 77.
98 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKiRLERİN TARİHİ

de, son tahlilde dil ortaklığı hakkındaki "ti nsel" meflıumun ırk bağl ılığı
hakkındaki "bedensel" meflıumla aynı kolektif tutkuları yansıtıp yansıt­
madığı sorusu henüz yanıt aramaktadır. Ortaçağlardan iti baren kimi za­
man Al man d i l i n i , kimi zaman Alman ırkını yücelten kimi yazarların
arasıra aynı metinlere başv urmuş olduğunu göreceğiz .
B ütün bu sorunlar töreleri n ve hatıraların nasıl aktarı ldığı sorusunu
gündeme geti riyor. Bu konudaki yaygın görüş, Cermen ırk tapıncının
Wotan i l e Thor 'un hiçbir zaman tümüyle un utulmamış olduğu ü l ke top­
rağı na kök salmış olan Hıristiyanlık öncesi anılarla ilgili olduğu hatta
doğrudan doğruya bu anılardan kaynaklandığı şekl i ndedir. Ne var ki,
daha ayrıntı l ı bir sorgulama, neredeyse Etrüsk ve Kelt tanrı ları kadar
loptan bir . unutul uşa maruz kal mış olan Al man tanrılar panteonunun
uzun ve zahmetl i bi r emek sonucu yeniden inşa ed ilmiş olduğunu gös­
teriyor. Aslında, Alman mitolojisi sadece Almanya dışında, İskandi nav
sagalarında ya da Romalı tarihçilerin yazdıklarında muhafaza edilmişti
ve doğrudan aktarı m yol uyla korunmuş olan yegane türeyi ş mitleri ,
anayurttan kopmuş ve böy lece Cermen li kten az ya da çok uzaklaşmış
olan Stiimme - yani Gotlar, Lombardlar, B urgundlar, Angllar v e Sak­
sonlar - arasında korunmuştu.7 Alman tarihinin bir başka benzersiz yö­
nü de budur.
Anayurt dışına dağılmış Cermenler arasında Hıristiyanl ık öncesine
ait bu i nançların varl ığını sürdürmesi , kral iyet hanedanları nın v e saray­
ların Cermen kimli kleri ni sürdürmek ve kendi leri ni yerli lerden ayırt et­
mek amacıyla bunları korumuş olabi leceği i hti mal ini düşündürmekte­
dir. Troyalı lar gibi ortak bir soyağacının beni msenmesiyle kültürleri n
kaynaşmasının nasıl başarıldığını görmüştük. Okur-yazarların öbür dil­
l ere karşı çıkardığı - ortak dil fikri n i n ortak soy fikrinden önce geldi ği
Al manya'da durum farkl ıydı. B u yüzden, Sai nt-Gal li bir keşiş olan Pel ­
tek Notker, onuncu yüzyıl başları nda, "Tötoni k dil konuşan biz" ile Ro­
malıları n ya da Slav ların dilleri ni konuşanlar arasında açık bir ayrım ya­
pıyordu.8

7 Krş. ; Kenneth Sisam, Anglo-Sakson royal genea/ogies, ''Proceedings of the B ritish


Academy ", 1 953 , s . 323.
8 "Nos vero, qui Teutonica sive Teutisca Iingua loqui mur" (krş. M. Hessler, Die An­
fiinge des deutsclıen Niona/gefühls iııder ostfrdnkischen Geschictschreibung des
neunteıı Jahrlıunderts. Beri in 1 943 , s. 1 1 0).
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ALMANYA 99

B i n yıl sonra antropoloj i k kuram kı l ığında yeniden karşımıza çıkaca­


ğından , özel likle Al manlara özgü bu ayrıştırma tarzı son derece önemli­
dir. Çünkü Al man ırkçılığı iki farkl ı ayrım hattı çizmiştir. B unlardan bi­
ri coğrafi v e dışsal olup Al manların yaşadı ğı toprakları öbür " ırkların"
yaşadığı topraklardan ay ırıyordu (Almanya'daki Yahudileri n " karşı ı rk"
olarak önemi buradan geliyordu). Öbür ayrım hattının öbür Av rupa ül­
keleri boyunca ilerlediği v e "Cermen ırkı ndan unsurlar" ile daha değer­
siz öbür unsurları bi rbiri nden ayırdığı düşünül üyordu. B u ayrım özünde,
Karolenj ler dönemi nde oluşmuş büyük dilsel böl ünmeyi yeniden üreti ­
yordu. Böylece, bin y ı l sonra, sanki birbirinin yerine geçebilen bu iki
kav ram ay nı derin, psi ko-tari hsel gerçekliği kapsıyormuşçasına, başlan­
gıçta dil bakı mından ifade edi len bir ortaklık duygusu, ırksal bakımdan
formü le ed i l i r olmuştu.
Öte yanda, Al manların kısa zamanda kendi soy geleneklerini oluş­
Lurmaya ve bizzat Al manya'da münhasıran Hıristiyan ya da klasik geç­
mi şten al ınan malzeme üzeri nde kendilerini i nşa etmeye başladıklarına
kuşku yoktur. A ma burada Troya efsanesi nden türetilen emperyal mit
il e Stiimme ile bağlantılı özgül gelenekleri birbiri nden ayı rt etmel iyiz.
Karolenj ler İ mparatorluğunun parçalanmasının ardından Frankların
yönetici kesimi söz konusu olduğu kadarıyla Ren ' i n iki yakası nda da
ıerminoloj i k kargaşa hakimdi . Almanya, Frankların doğu kral lığı, Av us­
Lurya kısmının hala adını koruduğu ( Oesterreich) şekl iyle, Öst-Reich idi.
Dokuzuncu ve onuncu yüzyıl ların Al man tari hçi leri n i n gözünde Fran­
cia ya da on i ki nci y üzyılda Frederick Barbarossa 'nın gözünde Regnum
fi·ancorum et teutonorum idi . Ne v ar ki bu Francia, i l k Öst-Reich v aka­
ııüv isleri nce bazen Germania adıyla anılıyor ve Fransız yazarlarının
C i alyal ılara yüceltmeye başlamasından çok önce Gallia adı veri l miş
olan topraklarla bir karşıtl ı k içinde ele al ınıyordu. Y ani , Fransa 'da oldu­
ğu kadar Almanya'da da en soylu ı rk Franklardı. Soyağaçları sayesi nde
Almanlar, Troyalı ların ve onlar aracılı ğıyla Yafes ' i n ve A dem ' i n soyun­
dan gel me onurundan yararlanıyordu. Yine onlar sayesi nde emperyal
fi kri n kuramcıları, Kutsal Roma İ mparatorluğunun soyl uluk unvanları­
nı bunların "Yunanlardan Al manlara" yani Franklara " geçti ği" gerekçe­
siyle meşru kıl maya çal ışıyorlardı.
On üçüncü yüzyıl sonunda Habsburgların yeni hanedanı i ktidara
geldi ği nde Papaz Alexander von Roes, Francia major (Al manya) ile
I 00 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

Francia minor (Fransa) arasında bir ayrım yaptı . Roes, Av rupa 'da üç
büyük ulus tanıyordu, İtalyanlar, Fransızlar ve Almanl ar. İtalyanlara
di ndarlık, Fransızlara bi l gelik, Al manlara da güç atfetti. Asl ında, gerçek
Franklar Al manlardı, Fransızlar ise sadece Frank kökeninden geliyordu
(jrancigenae). Roes bu tezi hakkında daha fazla açıklamaya girmedi
ama sonraki izleyici leri nden bi ri olan Twi nger von Königshofen ( 1 346-
1 420) bu düşünceyi şöyle gel iştirdi : A l man toprakları nda (dütschen
landen) yerleşen Franklar öbür dütshe i l e karışarak Al manları meydana
getirmişti . Öte yandan, francigenae ya da Fransızlar, karışık Frank v e
Welsch ana-babalardan türemişti . B ununla birli kte, aynı zamanda Tro­
yalılardan türeyen Romalıları kök, Al manları gövde, Fransızları da dal ­
lar olarak tanımladığından,9 Alexander von Roes ' i , Paul Joachimsen ' i n
yaptı ğı gibi " i l k Al man ırk kuramcısı" olarak nitelemek yanl ış olacaktır.
Roes, Ceasar 'ın Almanya 'ya Romal ı l arı yerleşti rdiğini ve "Cermen"
kel imesinin [ tohum ya da türeyi ş anlamındaki -y.h. I germen kel i mesi n­
den geldiğini düşünüyordu. B i r baş ka deyişle, genel olarak Al man Or­
taçağında olduğu gibi Roes ' i n de gözünde geçmişle hali hazır arasında,
klasik Antikite i le Hıristiyanlık arasında doğrudan bir soy çizgisi vardı .
Görmüş olduğumuz gibi, ancak on beşi nci ya da on altıncı yüzyılda Al­
man h ümanistleri gövdeyi kökünden (ya da dal ları gövdeden) kesti ler
v e böylece açıkça ırkçı soy yorumları için toprağı hazırladılar. Aksine,
Roes 'e göre, ev rensel ve Hıristiyan olduğundan Kutsal Roma Cermen
İ mparatorl uğu kal ıtsal olamazdı. İ mparatorlar seçimle gelmel iydi . Kut­
sal Ruh böyle olması nı i stemişti . İspanya, Fransa ve İ ngiltere 'de mer­
kezi bi r türeyiş mitinin çekirdeği ni oluşturan Cermen kökenli özgül
"kral iyet soyları" ile doktrinal anlamda Roma toprağına bağlı ol makla
birli kte bu köken kuramıyla pek kolay bağdaştırılamayacak olan seçil­
miş, ev rensel imparatorl uk hanedanl arı arasında açıkça paradoksal bir
karşıtlık vardır.
Tek tek Stiimme soyağaçları na bakılacak olursa, Bavyeralıların esas
olarak , (Nuh ' un Al manca kon uşup konuşmadığı hakkında efsane bir
şey söylemiyor olsa da) " N uh ' un gemisi nden karaya çıkmış olduğu"
Ermeni stan 'dan geldiğini anlatan bir on birinci yi.izyıl geleneğini hatır­
l amaya değer. Saksonlar, hem Büyük İskender 'in hem de (Ascanlı lar

9 Krş. ; Borst. 1 1 . 2 . s . 824-827, ve l l l/ı , s . 1 0 1 7- 1 0 1 8.


MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ALMANYA 101

hanedanının hatırasında) Gomer ' i n büyük oğlu Aşkenaz 'ın soyundan


geldikleri i ddiasındaydı . Süev ler, Almanya'ya geli ş l erini Köl n ve Ratis­
bon kentleri nin de kurucusu olduğuna i nanılan Julius Caesar 'ın zamanı­
na denk geti riyorlardı. B u inanışlarda da Eski Ahit anlatılarıyla klasik
Antikiteni n hatıralarının alışılmış karışımı görülebi l iyor. Daha fazla ay­
rıntı isteyen okuyucuya Arno Borst 'un değerli eseri tav siye edilebil i r. 10
Borst, daha on ikinci y üzyı lda Töton d i l i ne Lati nceden türeyen
Welsch dilinin hak iddia edemeyeceği özel bir yer tanıyan aykırı bir ta­
nığa dikkat çeker. Ren böl gesinin din öğretmenleri nden Bi ngenli Hilde­
gard 'ın (öl . 1 1 79) i zleyici lerinden bir kadın, A dem ile Hav v a ' nın Al­
manca konuştuğunu ilan etmiş ve nedeni n i şöyle açıklamıştı : "Adam et
Eva Teutonica lingua loquebantur, quae, in diversa non dividitur ut Ro­
mana. 1 1 Kökeni nden ayrılmış ve çeşitlenmiş Roman dil lerine karşılık,
tümüyle farklı bir kökten gelen Al man dil i tekti v e bu yüzden insan ı r­
kının orij i nal dili ol malıydı. B u akıl yürütme, A dem 'e doğru gittikçe dil
ve ırkın bi rleştiği düşüncesi ne eşlik eder. O zamanların elde edilmesi
mümkün sınırlı bilgisi göz önünde tutulduğunda bile, sadece zamanın
kendisi nden bile önce doğmuş oriji nal bir dildeki i nananların böyle bir
iddiada bulunma cüreti gösterebi leceği i zleni mi ortaya çıkıyor. Fransız­
lar, İngi l i zler v e Al mancanın öbür rakipleri , kendi dil leri n i n orij inal ol­
mayıp başka d i l lerden türemiş olduğunu gayet iyi bilmekteydi.
B u izlenim, söz konusu iddianın on al tıncı y üzyıldaki gelişimiyle
doğrulanmaktadır. Alsaslı doktor Lorenz Fries ' i n 1 5 1 8 'de Almancanın
Fransızcaya üstünl üğünü göstermek için getirdiği kanıt öneml idir: "Bi­
zim dilimiz aşağı mıdır? Hayır, orij i nal bir dil (ursprünglich Sprach) ol­
maklığıyla daha da y ücedir; Fransızca gibi Yunanlardan v e Lati nlerden,
Gotlardan ve Hunl ardan dilen i l i p (zusammengebettelt) dev şirilmiş de­
ğildir". 1 2 Böy lece, Al man di linin safl ığına Otuz Yıl Savaşları sırasında
son derece aşırıya vardırılacak olan bir tapınma başlamış oldu. Daha
sonraları , birçok çağdaşı daha o zamandan ulusal kanlarıyla öv ünmeye

ı o Borst, 1 1/2 s . 665 ve devamı ; aynı zamanda bkz. (Ascan soyağacı için) A. Daube, Der
Aufstieg der Muttersprache im deutsclıen Denken des 15. uııd 1 6. Jahrhunderts,
Frankfurt a/M 1 940. s. 8- 1 1 ; ve (Julius Caesar ' ı n kurduğu köyler için) A.Grau, Der
Gedanke der Haerkunft in der deutslıeıı Gesclıiclıtschreibung des Mitte/alters, Leip­
zig 1 938, s. 2 1 .
11
B orst, 1 1/2, s . 6.59.
12 A ktaran L. Weisgerber, op. cit s. 1 37.
..
1 02 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

başlamışken, bu temayı en ş iddetli biçi mde v urgulayan kişi Al man ulu­


sal duygusunu daha da y ücel tmek isteyen Fichte olacaktı . Bu yüzdendir
ki, dil ile soyu birbirine karıştırmanın Alman tari hinin kalıcı bir özel l i ği
olduğunu düşünmek meşrudur. B ununla birl i kte, her i kisi de hayat v e
g ü ç kaynağı olduğundan, bütün kanıtlar bi li nçdışında b u i kisinin aynı
anlama geldiğine işaret etmektedi r.
Ne var ki, ne Bi ngenli Hildegard ' ı n adsız izleyicisi ne de (ille de
A dem ' i n de konuştuğu dil olduğunu iddia etmeksizin) Alman d i l i n i n
erdemini sav unan başka birçok yazar, b u n u siyasal haki miyet için bi r
gerekçe olarak göstermemişti . Onlar, başka dil leri n öze l l i kle de Welsc­
he ' i n aleyhine Al manca konuşmayı yüceltmekle yeti nmişti. Klasik
araştırmal arının yeniden canlanmasıyla ancak on beşi nci ve on altıncı
yüzy ı l l ardadır ki ev rensel hegemonya iddiaları (imparatorl uk unvanla­
rı ndan ve Sezarları n Roma 'sına yakın l ı k iddialarından ziyade), dile da­
yal ı gerekçelerle haklı gösteril meye başl andı. Ardından, iki ya da üç ne­
s i l l i k bir dönem içi nde yeni türeyi ş mitleri ve yeni bir dünya görüşü uy­
duruldu.
A rtık bu ortamda, Alsace 'da 1 490 ile 1 5 1 0 yıl ları arasında yazı l mış
olan Yüz Bölümlük Kitap adlı bir kitap, Norman Cohn 'un göstermi ş ol­
duğu gi bi Hitlerci leri n sonraki hezeyanları nı özel bir tarzda haber veren
bir takım tezler gel iştirebi l i rdi. ı 3 Kitabın ("Yukarı Ren 'in Dev rimcisi"
mahlası nı kullanan) adsız yazarı , biny ı l l ı k bir Reich kurularak Cermen
hegemonyasının güvenceye al ı nması nı i stiyordu ve bu amaçla büyük öl­
ç üde Eski Ahitten esi nlenen tari h öncesi ndeki bi r efsanevi döneme uza­
nan kanıtlar yaratmıştı . " Adem Almandı" diye i lan ediyordu. 14 B u ger­
çeği saptamakla, bir yandan Al man ol mayan hal kları n köleleşti ri leceği-

1 3 "Sonuç, neredeyse olağandışı şekilde, Nasyonal Sosyal ist "idcoloj i "nin çekirdeğin­
deki fantezi lere benziyordu. Benzerlikle derhal çarpılmak için kişinin Rosenberg ve
Dam<: gibi akıl hocalarının (daha şimdiden neredeyse unutulmuş) i zlerine dönüp bak­
ması yeter. Tanrısal iradenin bir kez kendisinde gerçekleşti ği ve tarih boyunca bütün
iyilikl erin kaynağı olmuş- sonradan kapital istlerin, Alman olmayan aşağı halkların ve
Roma kilisesinin desiseleriyle güçten düşürümüş - olan ve şimdi Tanrının gönderdiği
aynı anda hem siyasi önder hem de Mesih olan bir kurtarıcının emrindeki , doğuşça al­
çak gönül l ü ama ruhen hakiki Alman, yeni bir aristokrasi tarafından hakkı olan yerine
yeniden oturtulması gereken ilkel bir Alman kültürüne aynı inanç vardır. Hepsi yerli
yerinde . . . " (N. Cohn, Les faııatiques de l 'Apocalypse, Paris 1 962, s . 1 1 9).
1 4 "Adam ist ein tuscher man gewesen. " Krş . ; Hermann Haupt' un "Yüz Bölümlük
Kitap" hakkındaki tahlili, Eiıı Oberrlıeiııischer Revoltioniir aııs dem Ze ita lte r Kaiser
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ALMANYA 1 03

ni, öbür yandan Roma Katol i k din adamları sınıfının kıyımdan geçiri le­
ceği ni duyuruyordu. Bu konularda umutlarını "ordularının gücüyle bü­
tün dünyada hüküm sürecek olan" gerçek (İmparator 1 . Maximil ian) ya
da efsanevi (İmparator Frederick) bir başkumandana bağlamıştı . On
Emi r ' in yeri ni Trier ' i n Yedi Emir 'inin alacağı ve kutlu gün olarak Pa­
zar gününün yerine (Tanrı Thor ' un adı ndan bile bihaber gibi gözüktü­
ğünden) Mesi h-Jüpiter günü olarak yeniden adlandı rdığı Perşembe gü­
nünün geçeceği bir ul usal din çağrısı yapıyordu. Daha Reformasyondan
çok önce yazarın Hıristiyanlık anlayışı özell i kle sapkın ve Al mancı bir
yönde çarpıl mıştı.
" B i z Al manlar" diyordu "özgürüz, biz hepimiz soyl uy uz; biz güç
yoluyla bütün dünyanın mül kiyeti ni ele geçirmiş v e bütün dünyaya
hükmetmi şti k ve fazla zaman geçmeden, Tanrının yardımıyla dünyayı
kadim düzene boyun eğdi receğiz" Al man üstünlüğü eti moloj i k olarak
da kanıtlanmıştı . Al manca ya da Cermence (allemand, alemanique), bü­
tün i nsanları n (al le- Mann) di l i değil miydi ? Bu di l i , A dem ' den sonra
(yazarın orij i nal elyazmalarını okumuş olduğunu iddia etti ği) oğlu
Enoş 'un eserleri n i n gösterdiği gibi "yi ğit Al man adamı Şit'' konuşmuş­
tu. Tufan çeki ldi kten sonra Yafes Almanya'ya yerleşmi ş ve B üyük İs­
kende r ' den Ti murlenk 'e dek dünya tari hinin bütün büyük fatihlerini
yeti ştirecek olan i m paratorluk soyunu kurmuştu.
Al manları n üstünl üğü, seçilmiş nitel iği bi r başka alanda da ortaya
konmuştu. "Yukarı Ren ' i n Dev ri mci si", İsa ' nın sırf kafi r Yahudi leri
kurtarmak için gel miş olduğu iddiasıyla Al man A dem ' i n kendisini ve
şanlı soyunu ilk günahtan azade kıldığı nda da, modern Al man düşünce­
sinin bazı eği l i mleri ni önceden haber vermiş ol uyordu. Yüz Bölümlük
Kitap ' ı n tacirlere ve tefecilere çattığı pasajlarında bile Yahudiler için za­
man harcamadığına dikkat edi lmel idir. Bu dev rimci yazarın bütün gaza­
bı - Slav ları kastetti ği - Ham 'ın* soyuna ve herkesten de fazla Romalı-

Maximilians 1, "Westdeutsche Zeitschrift für Geschichte u n d Kunst", Erglinzungsheft


VIII, Trier 1 893 , s. 1 4 1 .
* İbrani efsanelerine göre Nuh ' un üçüncü oğl u Ham bir terbiyesizl i ği yüzünden
babasının bedduasını almış ve bunun sonucunda onun soyundan gelenler Nuh'un öbür
oğullarının soyundan gelenlere kölelik etmeye mahkum kılınmıştır. Genelde kara ırkın
atası say ılmasına rağmen, kimlerin onun Hamiler denen soyundan sayılacağı ve buna
dayanarak hakl ı ol arak köleleştirileceği, çağlara ve güç dengelerine göre deği şmişti r
.

-ç . n.
1 04 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

lara layık görülmüştü. B u zehirleyicileri n v e yeniden kölel i ğe i ndirgen­


mesi zorunl u olan bu doğuştan köleleri n kötülüklerinin sayılıp dökül­
mesi bu şaşırtıcı elyazmasının büyük bir kısmını oluşturur.
Adları bi l inen ve göreceği miz g i bi bazıları yüksek bir saygınl ı k ka­
zanmış olan başka kişiler de aynı şekilde i nsanlığın orij i nal dilinin İb­
rancadan ziyade Almanca olduğu görüşünü ifade etm i şti . ( Yüz Bölüm­
lük Kitap elyazması olarak kal mış ve 1 893 yılına dek gün ışığına çıkma­
mış olduğundan) Adsız dev rimciye çağdaşları ve sonraki kuşaklar üze­
rinde özel bir etki atfetmek mümkün ol masa bile, sav unduğu pan-Cer­
men eskatoloj i kesinlikle hiç yoktan ortaya çıkmamıştı. Cermen kültü­
rüne bağlı ül kelerde on beş i nci yüzyıl boy unca gel i şecek eği li mlerin
aşırıya v ardı rıl mış bir ifadesiydi . Şi mdi bu yeni zi hniyet ikl i mi ni tanım­
lamalı v e bu dönem sırasında onun kültürel modelini ya da daha özel
olarak, bill urlaştığı şekl iyle "ideal Al man adamı" fantezi sini tahl i l et­
meye çalışmalıyız.

Göründüğü kadarıyla, Pan-Cermen i zm i n tari hsel argümanları si steml i


olarak i l k kez Batı 'daki B üyük Bölünmenin ardından toplanan Basel
Konseyi ' nde ( 1 434) formüle edi lmiştir. 1 5 Toplantılar sırasında İsveç
Kralının elçisi Piskopos Ragvaldsson, kral lığı bütün öbürlerinden daha
soylu ve eski , hal kı da öbürleri gibi Babi l karışmasından sonra Av ru­
pa 'ya göç etmiş olmayıp otokton bi r ı rk olan kendi hükümdarının mut­
lak bir üstünl üğe sahip olduğunu iddia etmişti . Ragvaldsson, iddiasını
desteklemek üzere İskandi navya'yı " i nsanl ığın beşiği ve ulusların mat­
ri si" olarak niteleyen Jordanes 'in altıncı yüzyılda kaleme aldığı vakayi­
namesine dayandı. Böylece, kadim bir otoritenin yardımıyla on yedinci
yüzyıla dek sürecek, başka bir deyişle İsveç kral ları Av rupa işlerinde
önemli bi r rol oynamaya muktedi r oldukları sürece devam edecek bir
İ sv eç emperyal i st geleneği başlamış oldu.
Bu bağlamda, İskandinav ül keleri nin - Gotlar ve daha sonra Vi­
kingler aracılığıyla - benzersiz bir i nandırıcılıkla tarihsel-soysal argü­
manlar öne s ürebi lecek durumda oldukları v urgulanmaya değer.
Fakat on dokuzuncu ve yirminci yüzy ıl larda Cermen ı rkı adına bu

1 5 Krş . ; Borst, C. l l l/ı , s. 1 0 1 2.


MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ALMANYA 1 05

iddiaları körükleyen A lmanya oldu. Milliyetçi megalomani atasal efsa­


nelere ancak bel l i koşullarda, işin aslında, bunların geçmişte ve hal i ha­
zırda bel l i bir derecede geçerl i l i kl eri bulunduğunda başv urabi l i r. 1 6 1 2.
Karl ' ın* yenil gisinden sonra bu koşu llar İsveç 'e uygulanamazdı . B ütün
geriye kalan, İskandinav yarımadasından türediklerini gösteren hiçbir
kanıt olmasa da, Gotl ara duyulan özel i l gidir. Aslında Gotların buradan
türemek şöyle dursun buraya hiç yerleşip yerleşmedikleri bile bel li de­
ğildir.
Almanya söz konusu olduğu kadarıyla, bir kitlesel heyecan ve sap­
kınlık ortamında İmparator Frederick 'in muzaffer yöneti mi hakkındaki
efsane ve kehanetleri n yayı lmaya başlaması da on beşinci yüzyılda ol­
du. Yüz_Bölümlük Kitap 'ta işlenen temalardan biri de buydu. Başka Av ­
rupa ülkelerinde de benzer efsaneler yayılıyordu. Wotan 'ın adının bile
unutu l m uş olduğu, eski boyların Av rupa ölçeğindeki göçleri hakkında
aynı şekil de hiçbir şeyin bi l inmediği Orta Çağ A lmanya 'sında bu heye­
canın özell ikle şiddetli olduğunu varsaymak için bi r neden yoktur. B u
hatıraların unutuldukları köşelerden çıkarılıp canlandırılması ve bunlar­
dan böylesine kibirl i sonuçların çıkarılması Alman entelektüellerinin ça­
baları sayesinde olmuştur. Gerçekten 1 450 ve 1 550 arasında Alman­
ya' nın Hıri stiyanlık öncesi tarihinin yüceltilI116S i herkesten çok, klasik
metinleri n i ncelenmesi nden Petrarca ve Makyavel ile İtalyan hümani st­
lerininkinden çok başka sonuçlar çıkaran genç Alman hümanizminin
işi ydi . Tacitus ' u n Germania 'sının yeniden bul unması talebelerle hoca-

16
Geçmiş geçerlilikle, modern bir insanı etkiledi ği şekliyle bir köken mitinin kendi için­
de inandırıcılığını kastediyoruz. Halihazır geçerlilikten kastımız, ilgili ulusun bir
B üyük Güç olarak kendini dayatabilme konusunda gerçek bir şansının olmasıdır. Her
ikisi de, oldukça yakın zamanlara dek kolektif bir düzeyde megalomanyak fan­
tezilerin ve yansıtmaların kendilerini etrafında kalıba dökecekleri şu gerçeklik par­
çalarını ol uşturmaya hizmet ettiler.
Osmanlılarca Demirbaş Şart denen İsveç kralı . Bir rivayete göre cesareti ve olağanüs­
tü fizi ksel gücü nedeniyle, daha inandırıcı bir başka rivayete göre 1 709 yılında Rus­
ya·ya yenildikten sonra Osmanlı topraklarına sığınıp masrafları hazineden karşılandığı
ve yerini iyice evsinip, İsveç'i uzaktan yönetmenin yanı sıra Osmanlı ' nı n dış poli­
tikasına da karışarak sonunda illallah dedirttiği ev sahiplerince kov ulana kadar gitmek
bi l mediği (Türkiy e ' de yaklaşık beş yıl kalmıştır) için demirbaş denmiştir. 1 7 1 8'de
savaş alanında (muhtemelen peşinde oradan oraya koşuşturmaktan bıkan kendi adam­
larının kurşunuyla) öl mesiyle İsveç, Avrupa'da hatırı sayılır bir siyasal güç olmaktan
çıkmıştır. -y.h.
1 06 ARI MİTİ: AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARiHİ

lan arasındaki tartışmaları yoğunlaştırmıştı . İtalyan yazarlarının gözün­


deki değeri sırf Almanları n iyi bili nen barbarl ıklarını bir kez daha teyit
etmekten i baret olan bu metin, Alman yazarların gözünde ataları nın ba­
sit erdemleri nin ve yeni l mezli klerinin tanı ğıydı. 1 7 Tacitus ' un yaptığı iki
yorum, her ne kadar her ikisi de varsay ımdan i baret olsa da, Al manları
kendilerinin otokton ve saf ırktan gelen bir hal k oldukları sonucuna gö­
türmüştü :
Cermenleri n kendileri ne gelince, onların yerl i bir halk olmasının ve gerek isti!a,
gerek komşu hal klarla dostça ilişkiler yoluyla olsun kanlarına çok az yabancı
kan karışmış olmasının muhtemel olduğunu düşünüyorum . . . kendi payıma, Al­
manya halklarının yabancılarla karşılıklı evlilikler yoluyla kendilerini asla bulaş­
tırmadıklarını aksine ayrı ve başka hiçbir hal ka benzemez şekilde saf kan kalmış
olduklarını kabul ediyorum. 1 8

Göreceğimiz gibi, Alman hümani stleri i l ki n otoktonluk ve "toprak"


m itine sarıldılar. Ancak Eski Ahit soyağaçları nın yav aş yavaş terk edil­
mesiyledir ki v urgu ırk ya da "kan" üzerine kaydırıldı. Psikoanal iz dil iy­
l e söylenebi l i r ki, bir Romal ıdan gel mekl iğiyle her türl ü kuşkudan mü­
nezzeh olan Tacitus 'un tanıklığı, modern dev i rlerde Almanların megalo­
manyak hezeyanının kendisini çev resi nde örgütledi ği başlıca " gerçekl i k
parçası" olmuştur. Al man üstünlüğünü sav unmak ve örneklerle kanıtla­
mak içim on beşinci yüzyıl ın ikinci yarısından iti baren başka bir çok ar­
güman ileri sürüldü. B unların arasından dikkat çekici olan, zamanı n iki
büyük icadı, matbaa ve topçul uktu. Efsanevi Berthold Schwarz, • ul usal
şeref si mgesi olarak Johannes G utenberg ile yan yana i l k sırayı paylaş­
tı . Güney Al manya 'da kentlerin ve ticaretin büyümesi i l k milliyetçi ki-

1 7 Karmaşık bir evri m sürecini özetlemekteyiz. Daha yakından bakıldığında, Tacitus ' un
ve öbür eski tari hçilerin otori tesine dayanarak Almanların savaşçı niteliklerini ilk
y ücel tenlerin bazı İtalyan yazarlar olduğu görülecektir. Ama bu Alman beylerini
Papa'nın Türklere karşı bir haçlı seferi örgütleme planına kazanmak amacıyla idi.
Geleceğin Papa 2. Pi us ' u , Aeneas Sylvius Piccolomin i ' ni n durumu özell ikle böyley­
di.
1 8 "lpsos Gennanos indi genas credideri m mini meque al iarum genti um adventi bus et
hospitiis miksos . . . ipse corum opinio accedo, qui Germaniae populos nullis aliis
aliarum nationum conubiis infectos propriam et sinceram et tantum sui similem gen­
tem extitisse arbitrantur" (Germania il, ı ve iV, 1 ).
• 1 4. yüzyıl başlarında barutu ve ilk ateşli silahlan icat etti ği rivayet olunan Al man keş i ş
ve simyager. Gerek barutun gerek ilk topların bu tari hten çok önce Asya' da kullanıl­
mış olduğu bil i ndiği nden bu ri vayeti n tari hsel geçerl i l i ği yoktur. -ç. n.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ALMANYA 1 07

taplar için zengin destekçiler ve bir al ıcı kitlesi yaratmıştı. B ununla da


kalmayarak, bu tür anlatılar, yüzyılın sonuna doğru Av usturya gücünün
kurucusu İ mparator 1 . Maximil ian 'ın kişil i ğinde hırsl ı ve kudretl i bir
alıcı da buldu.
1 50 1 'de saray şairi Heinrich Bebe), A.E.1.0.U kısaltmasını * benim­
semiş olan Av usturya hanedanının iddiaları nın tarihsel temelleri hakkın­
da i mparatora hitaben bir ş i i r yazdı. Geçmiş zamanlarda Alman ı rkı
dünyayı fethetmi ş ve bazıları sonradan Al man olduklarını bile hatı rla­
mayacak olan halklara boyun eğdirmiş değil miydi ? Almanlar, sırf ken­
di i ktidar ve şan açl ıkları peşi nde koşan Romal ıların hakkı nda hiçbir şey
bi l medikleri Hı ristiyanl ı k idealleri olan yüce tutkularl a hareket etmemiş
miydi ? B ebel , - bu i ddiaları için dayandığı ayn ı - Latin yazarları nı nef­
ret ya da kı skançl ıkları yüzünden Antikiteni n Cermen kahramanları ta­
rafından yerine geti rilmiş olan pek çok şan l ı eylemi gizlemiş oldukları
için kınıyordu. 1 9
Al man hümani stleri nin her biri Alman büyükl üğü temasını kendi
tarzında i şledi ve argümanlarının yeni liğiyle deği şikliği bakımından bir­
biriyle yarıştı . Alsaslı Wimpfel i ng, modern ulusların eskilere hiçbi r şey
borçlu olmadığını v urguluyordu. " B izim Şarlman 'ımız, Ottoları mız, Fre­
dericklerimiz v ar" diyordu "kahramanları için Romal ılara hiçbir kıs­
kançlık beslemiyoruz" (ki zaten Trier de Roma 'dan tam 1 25 0 yıl önce
kurulmuştu). B un unla birl ikte, Cermen kökeni atfettiği Diocletianus ve
Valentianus gibi Roma imparatorlarına hayranl ı k duymaktan da geri
kalmıyordu.20 Swabyalı Johann Naukler, Tacitus ' u n otoritesi ne dayana­
rak, gerçi henüz Yafes 'ten gelen soy zinci ri ni de inkar etmeksizin, ata­
larını Tuisto ya da Tuisco 'ya bağladığı eski Cermenleri n otoktonluğunu
v urgulayan ilk ki şi oldu. 21 Sofu Bavyeralı Aventin-Thurmair, Ascanlılar


Aııstria Est lmperare Orbis Universo - Avusturya Dünyayı yönetmeye layıktır/Dünyayı
yönetmek Avusturya'nın hakkıdır.
19 Oratio ad regem Maximilianum de laudibus atque amplitudine Germaniae. Bu nutuk
yayımlandığında Bebel karakteristik Germani sunt indigene başlığını taşıyan bir
böl üm daha eklemişti . Krş. ; Paul Joachimsen, Geschictsauffassung ıınd Gesc­
lıichtsschreibung in Deutsclıland ıınter dem Einjluss des Humanismus, Leipzi g 1 9 1 0,
s. 97-98.
20 Epithoma rerum germanicarum, Strasbourg 1 505 (krş. Joachi msen, op. cit., s. 64-79).
21 Memorbilium omnis aetatis et omniıım gentium clıronici commentarii, 1 5 1 6 (krş .
Orst, C. 1 1 1/ı, s. 1 05 1 - 1 052).
1 08 A Rl MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERiN TARİHİ

ya da Sakson türey i ş efsanesini canlandırıp Tacitus 'un anlatısını Eski


Ahit ' i n Yaratı l ı ş 'ı ile bütünleştirdi Gomer 'in oğl u v e Tuisto 'nun yeğeni
A şkenaz ' ı bütün Almanların atası kıldı. 22 B una karşılık genç hemşehri­
s i Irenicus-Fredl ieb, aksine Eski Ahit soyağaçlarını kararl ılıkla redde­
d i p, Roma 'nı n düşüşü üzerine bi r zafer türküsü yaktı ve "Yukarı Ren 'in
Dev ri mcisinin" tarzı nda, Alman krallığı nı n dünyanın en eski krallığı ol­
duğunu ilan etti . 23 Eleşti rel zekasıyla ünlü Alsaslı Beatus Rhenanus, bir­
bi rinden cazi p etimoloj i k açıklamalar geti rdi. Ona göre German kel i ­
mesi Gar-Mann yani tam adam, totus seu robustus vir anlamına geli ­
yordu. Kendi sini çok çarpıcı ifadelerle ulu atalarıyla özdeşleşti riyordu:
"Gotların, Vandalları n, Frankların zaferleri bizimdi r ! Bizimdir Roma
i mparatorl uk il lerinde kazandıkları şan ! "24 Çok seyahat etmiş Tacitus
çev irmeni Franconyalı Celti s-Pickel, kadim "Almanya"nın sınırlarını
Sarmat ya da İskit ovalarına uzatıyordu.25 Mutaassıp Luterci Sebastian
Frank, otoktonl uğun avantajlarını ilan ederken lafını gevelemiyordu. Al­
manların bir pisl i k ( Unflat) gibi başka bir ül keden süpürülüp çıkarı l ma­
mış, aksine Nuh 'un torunu Tuisto 'nun yerleştiği noktada türemiş olma
ayrıcal ığına sahip bulunduğunu yazmıştı. B unun sonucunda ülke olarak
Al manya ile Almanlığın kökenlerini bir ve aynı şey olarak kabul edi yor­
du .26
B ununla birl i kte yükselişteki Almanya çılgınlığını yaymakta hiç
kimse, tanınmış bir şövalye ve Hermann-Arm i ni us • tapıncının kurucusu

2
2 Borst, C. Ill/ı, s. 1 058- 1 059, ve A. Daube, Der Aufstieg der Muttersprache . . . op. cit.
23 Germaniae exegeseos . . . . krş . , Borst, 1 11/ı, s. 1 058, ve Joachimsen, op. cit. , s. 1 69- 1 83 .
24 "Nostri enim sunt Gotorum Vandalorum Francarum triumphi, nobis gloriam sunt i l -
lorum imperia in clarissimis Romanorum prov inciis. " Krş . ; Joachimsen, op.cit. , s .
1 25- 146.
25 Joachimsen s . 1 1 O - 1 1 2, ve Borst, s. 1 053- 1 054).
26 Sebastian Franck, Chronica des gantzen Teutschen Lands ( 1 538)
. ..
Arminius (yaklaşık MO 1 8 - kesin MS 2 1 ) Cermen boy ve oymaklannın bir kısmını
geçici olarak birleştirmeyi başararak askeri gücünün doruğundaki Roma i mparator­
l uğunu MS 9 yılında çok ağır bir yenilgiye uğratıp, ardından kih yenip kih yenildiği
başka bir dizi savaş yoluyla Ren ırmağının doğusundaki Almanya topraklarının iş­
galini önleyen Alman askeri önder. Almancadaki gerçek adı bilinmemekle birlikte Ar­
minius adı bir Alman adının Latincede y amulmuş biçimi olduğundan, kendisini
Romalı kaynaklardan öğrenen Luther ve onu izleyen Al man milliyetçileri sonradan
tahmin yol uyla (eti moloji ilminde çok işe yarayan olsa olsa yöntemi ) bu adı Hermann
şeklinde yeniden Almanlaştımuştır. -y. h.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ALMANYA 1 09

olan Ul rich v on H utten ile yarışamazdı. Ona göre özgür ve soylu Al­
manlar ev renin doğal efendi leriydi (weltherrschendes Volk). Almanla­
rın baş erdemi olan erkeklik i le şu sözlerle aşağıladı ğı Romano- Welsc­
he 'nin kadınsılığını kıyasl ıyordu: " B i r kadın-ırk, yüreksiz, cesaretsiz, er­
demsiz bir acizler sürüsü. Hiçbiri bir savaşta çarpışmamıştır, hiçbi rinin
de savaş sanatından beh resi yoktur. Bize hükmeden i n sanlar bunlar! Bu
maskaral ık kal bimi kı rıyor... "27 Böyle böyle Al man ataları n bir arketi pi
i nşa edi ldi, her yazar buna kendi katkısını yaptı, "Yukarı Ren 'in Dev­
rimcisinin" sayıklamaları bunun en uç örneğinden başka bi r şey deği l­
di.
Reformasyon ile aynı zamana denk gelen bu m i l l iyetçilik dal gasını
muazzam boyutlara çı karmak Luther 'in başarısıydı ve Lutercil iğe o öz­
gül Al man niteliğini de veren oydu. "Almanlar için doğdum ve onlara
hizmet etmeyi arzularım"28 demişti Luther. Onlara Hıri stiyan olarak mı
yoksa Al man olarak mı hizmet edecekti ? Burada d urup Reformcunun
" modem Al manya' nın ev rimini anlamak i steyen herkesin okuması ge­
reken bir eser olan "29 Alman milletinin Hıristiyan Asaletine ( l 520) baş­
lıklı temel eserine bir bakalım. Bu eser, her şeyden önce bir Hıristiyanın
yürekten kopan çığlığıdır. Luther ' i n papayı Deccal ile kıyasladığı pasaj­
da sadece "tutarlılığı, sadakati ve soylu doğası bütün tari hçilerce övül­
müş olan Al man m i l l eti "30 ile karşıtlaştırmakla yeti n i r. Ne v ar ki Lut­
her 'in (sanki bir boşl uğu doldurma gereğini hi ssetmiş gibi) sonradan
eklediği kısa bir bölümde3 1 "savaş çağrısına icabet eden" ve Roma ile
hir hesabı kapatmayı talep edenler Al manlardır. Luther, eski zamanlar­
da bi r Romal ılar çetesinin Al manları sömürmüş olduğunu açıklar ki Al­
manlar,
Roma İ mparatorl uğunun gücünü ele geçirecek ve onu kendi tımarlarına çevire­
cek iyi ün sahibi cesur bir halktı . Ve öyle de oldu. İ mparatorl uk İ stanbul 'da İ m­
paratorun elinden çekilip alındı ve böylece adıyla unvanı biz Al manlara geçti.
Bu eylemle Papanın kulları haline geldik ve şimdi Papa tarafından Almanların
sırtından ikinci bir Roma İ mparatorl uğu kurulmuş oldu . . . kendi kibirli ve zorba-

27 Aktaran Hans Kohn, Tehe idea of Nationalism, New York 1 95 1 , s. 62 1 .


28 Germanis meis natus sum, quibus et serviam (Gerbel ' e mektup, 1 52 1 ).
29 Maurice Gravier, Luther, A la noblesse chrerienne de la nation allenuınde'ın önsözü,
Pari s 1 945, s. 48.
JU A la noblesse chrıftienne . . . Gravier'nin aynı basımı, s. 203 .
1 1O ARi MİTi : A VRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

ca dürtülerini tatmin için iyi niyetimizi daima suiisti mal ettiklerinden, adı biz al­
dık ama kırlarla kentler onların oldu ve "kendi istekleriyle kendilerinin kandırıl­
masına ve aldatılmasına izin veren salak Al manlar" diye bizimle alay ettiler. . . Ve
bu yüzden işte şimdi bu hilldeyiz, alışıldığı gibi daima kafasız davranmış olan
zavallı Almanlar. Onların efendisi olduğumuzu sanırken zorbaların en kurnazının
kölesi olduk.

B u rada başlangıç hal i nde bir paranoya - Latin kapanına tutu l m uş soy­
lu Alman - biçimi kendini gösteriyor; ve Luther, kutsal meti n lerden
yaptı ğı bol alı ntılarla destekleyerek Almanları v icdani kaygıları pek de
dikkate almaksızın, "Tanrısal lütuf' ve "şer adamların kötül üklerinin"
tanrısal inayet sayesinde üst üste gelmesi nin yaratmış olduğu durumdan
yararlanmaya çağırdığında, tamamen Ulrich von Hutten 'ı yankıl ıyor gi­
bi gözükmektedir:
Tanrının inayetiyle ve bizi m hiçbir dahlimiz ol madan şer adamların kötülükleri
yüzünden İ mparatorl uk bizim üzerimize kal mış olduğundan, onu bırakmamızı
öğütlemeyeceğim. Bütün bunlar tanrısal l ütfün bir parçasıdır. . . Bu İ mparatorl u­
ğun Almanya'nın Hıriştiyan prenslerince yöneti lişi [Tanrının isteğidir ) .

Reformcu, 1 5 3 2 'de "Al manlar kadar aşağılanmış bir millet yoktur.


İtalyanlar bize ahmak diyor; öbürleri gibi Fransa v e İngiltere de bizim­
le alay ediyor" diye ilan etti ğinde, aradan geçen yıllardan sonra aynı dü­
şünce yapısını korumakta olduğunu göstermektedi r. Bir Al man tarihç i ­
n i n l 93 l yılında gözlediği gibi,
Luther, kanaatlerine ve suçlamalarına bütün ömrünce sadık kaldı. Bunlar,
1 520'de yazdığı Hıristiyan Asaleti ' nde de, 1 545 tari hli Şeytan 'ın Kurduğu Ro­
ma 'daki Papalık ında da aynıdır. Bunlar, bir tanrısal nakil edimiyle Alman hal­
'

kının elde ettiği ul usal sahipliğin yasal dayanağı olan İ mparatorl uğa duyduğu iç­
sel sadakati gösteri r. Luther tarafından anlaşıldığı şekliyle, bu İ mparatorluk tek
bi r adama ait bir imtiyaz ol mayıp. bütün mil lete aitti . 32

Luther 'in biyografisinin yazan Otto Scheel , kahramanının hayatı nın so­
nuna doğru, daimi ve yeni l mez bi r orduya sahip bir birleşik A lmanya
düşledi ği gerçeğini ortaya koyar.33
Mücadelelerinin en başından beri Luther, anadilinin değeri ni sada-

3 1 XXV I : Bölüm (krş. M. Gravier'nin önsözü, s. 42).


32 Wemer Fritzmeyer, Christenheit und Europa, Münih 1 93 1 . s. 55.
33 Otto Scheel , "Der Vol ksglaube bei Luther'', Historische Zeitchrift, 1 940 . s . 477 ve
devanu.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ALMANYA 111

katle v urgulamıştı : "Tanrımı Al man dilinde işitip bulabildiğim için Tan­


rıya ş ükredi yorum, ne ben ne de siz onu Latincede, Yunancada ya da İ b­
rancada asla bulamazdık" ( 1 5 1 8). Al manca, öbürleri nden daha hayran­
lık verici ve ancak Babi l karışmasından önce Adem tarafından konuşu­
lan İbranca ile kıyaslanabilecek olan dördüncü kutsal dil statüsüne yük­
seltilmişti . Luther ' i n çağdaşı Paracelsus 'un yaptı ğı gibi, ki mi zaman in­
sanlığın ilk dili olan " A demce" mertebesine bile çıkarı lıyordu.34
Al manların kökeni ne geli nce, Luther doğal olarak bunu Yaradılış hi­
kayesinin ışı ğında açıklamaya çalıştı . Kurgusunda Yafes-Aşkenaz soy
ı.inci rini seç miş v e Aşkenaz Gomer 'in, Gomer de Yafes ' i n en büyük
oğul ları olduğuna göre, buradan ilk doğum ayrıcal ıklarını kendi mi lleti­
ne ayırmı ştı . B i r yandan di nsel böl ünmeye yol açarken, aynı anda ulu­
sal dil birl i ğini sağlayan Reformcunun bu dili Al manlara öğretme onu­
runu Aşkenaz 'a bahşettiğini beli rtmeye değer: "Assanas germanicam
linguam docuit. . . Assanas est noster singularis heros." Yurtdaşlarına
hem bi r ortak dil hem de kendi memleketi Saksonya 'nın geleneklerin­
den türeti lmiş ortak bir ata v ermesi Luther ' i n başarıl arından biridir.35
Son olarak, her şeyden önce Almanların içsel hayatı ve selametiyle
ilgilenen Luther 'in iddialarında hümanistlerden daha ılımlı olduğu söy­
lenebil i r. Fakat onlardan almış oldukları gelecek nesillere mal olacak v e
daha büyük bir otorite kazanarak ul usal mirasa dahil edilecekti .
A lman hümanizmi üzeri ne en büy ük otoritelerden Paul Joachims­
sen ( 1 867- 1 930), 1 450 ile l 550 arasında meydana gelen büyük değiş­
meyi şöy le özetlemişti :
Alman hümanizmi nden, iyi tanımlanmış bir imajla bir ulusal Romantizmin
doğuşuna tanık oluyoruz. Bu, f Al manya'dal 1 800 civarında olana benzer şekil­
de, her var ol uş biçimini yeni bi r içeri kle doldurmaya çalışan Al man Volkstum
kavramına dayanıyordu. Her şeyden önce ulus kavramının kendisi vardı. .. Esas
olan, Alman başlangıçlarına (germanische Urzeit) bağlanmayı amaçladığı için
bu kavramın bir ideal Alman adamı36 yaratıl masına yol açmasıdır. Daha öncele­
ri bayağı utançla işaret edilen belli bir "basitlik", bir ulusal nitelik haline gel miş
ve atalardan gelen bir miras olduğundan bütün yürekleri gururla doldurmuştu.
Alman ul usal karakteri yaşanılan döneme ilişkin bütün yargıların kökündeki bir

34 Borst, l l l/ ı s . 1 062- 1 069, ve L. Weisgerber, op. cit. , s. 1 5 1 - 1 52.


3 5 Borst, a.R.e.
36 İ talikler Joachimse n ' e ait.
112 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKiRLERİN TARİHİ

ahlaki buyruk haline gelmiş ve buradan bir Alman hayat tarzı yaratma çabasına
gi ri l mişti . Aynı yoldan, geçmişin romantik algılanışı ul usal Alman İ mparatorlu­
ğu fi krine canlı bir renk katmıştı . B u İ mparatorl uğun yasal meşruiyeti artık bir
papalı k bağışından türemeyip, büyük istilalar çağında Roma devini dize geti rmiş
olan Alman halkının gücü (germanische Volkskraft) üzeri ne kurulmuştu. 3 7

Şimdi artık yukarıda taslağı çizi len ul usal "kültürel " modeli yorum­
lamaya ve onda neyin özgün olduğunu göstermeye çal ışabi l i riz. Yeni
"Al man i nsanı ideali"nin Ortaçağ geleneği nden bir kopuş olduğunu
görmüştük. Anti kitenin mi rası artık mirasçılarından saygılı bir tarzda bir
armağan olarak al ınmıyordu, kaba kuv vet yoluyla zorla elde edil i yordu.
Hümanistleri n gördüğü şekliyle Almanlar yal nızca kendi öz başarı ları­
nın v ari sleriydi . Bu tav ır otoktonluğun v urgulanması na yol açtı. Nesi l ­
lere kendilerini Roma dev i n i dev iren yen i l mez Cermenlerle özdeşleşti­
ri lmeleri tembi hlendi. Yerlerini dünyanın fati hi Al manları n aldı ğı Anti k
uygarl ıklara (" Babalara") hiçbir şey borç l u değil lerdi. (Babal ık işlev i n i
kabı11 etmeyi reddetmenin bir i şareti olarak yorumlanabilecek) Gerçek
tari hsel soy zincirinden bu kopuş ya da gerçek kültürel atalarla özdeş­
leşmeyi bu reddediş, Üçüncü Reich dönemi nde yayımlanan bi r kitapta
çok iyi örnek bulur (- söylemek bile gereksiz - yazarı n psikanaliti k yo­
rumla i l gi lenmiyor olduğu gerçeği gözlemlerinin bizim amacımız açı­
sı ndan değerini daha da artırır):
Hümanistlerin halkların kökeni sorununu ortaya koyuş tarzı ve bunu izleyerek
dünya düzeni içi ndeki konumlanışları , yaş ile yan yana yeni bir ölçütün, kişinin
kendisinden türemesi ölçütünün doğmasına yol açar (Abstammung aus sich
selbst). 38

Otoktonluk ya da (tanımlanışını daha yeni görmüş olduğumuz) kişi­


nin kendi kendisi nden türemi ş olması (kişinin kendisini kendisinden
yaratması gibi) üzerindeki bu yeni ısrarıyla Alman türeyiş efsanesi , Av ­
rupa 'da eşsiz benzersiz değildir. Daha doğuda, Rusya kültürü de y üz­
yıllar içi nde, kendi öz yurdunda doğan, bu nedenle "Eski Batı"nın ul us­
l arından üstün olan bir genç kahramanlar ırkı kültürel modeli gel i şti r­
mişti . B u bağlamda okuy ucu bu konudaki düş üncelerimi etki lemi ş olan

37 Paul Joachimsen, Die Rejormaıion als Epoche der deutschen Geschichıe, Münih
1 95 1 , s. 56.
38 Anna Daube , Der Aufstieg der Mutıersprache im deıııschen Denken des 15. ıınd 16.
Jalırlıunderıs, op. cit. S . 1 5.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ALMANYA 1 13

Alain Besançon ' un mükemmel eserine başv urabi l i r.39 Onun araştırma­
ları , Rus tari hi ve kültüründe baskın modelin Acı Çeken İsa'dan ya da
özell i kle hanedan tari hinin işaret ediyor gözüktüğü gibi , babası tarafın­
dan feda edilen oğuldan ("kurban edi len Çarev iç") esinlenmiş olduğu­
nu ortaya koyuyor. Oysa, Al man hümanistlerini n kurguları tamamen
tersine bir çözüm önermekle sonuçlandı . Roma dev i kı lığında, eğer ay­
nı zamanda ortadan kaldırıl madıysa bi le en azında gözden uzaklaştırıl­
mış olan kahraman, babadır, oğul ise onun dünya hakimiyeti demek
olan haklarını ve gücünü gasp etmişti r. "Al man [erkek -ç.n . J insanı ide­
ali", bütün idealler gibi, her bir bireyin kendi fikir dünyasına bağlı ola­
rak taraftarları nı farkl ı tarzlarda esinlediği ve çok değişik psikoloj i k me­
kanizmaları harekete geçirdiği için, toprak [ v atan -ç.n. 1 kimi zaman an­
neyi simgeler, kimi zaman (Sebastian Franck 'taki gibi) Oedi pus öncesi
Narsisist kaynaş ma durumunu. Ne ol ursa olsun Al man hümanistlerine
göre, fetih hakkı gereğince bütün dünya A . manlara aitti . Ne kadar es­
nek v e ne türl ü tari hsel dönüşümlere uğramı ş olursa olsun, ay nı anda
muzaffer ve barbarca olan bu arketi pin Hıri sti yan idealiyle bağdaşmaz­
lığı açıktır. Batının zihniyet i klimi uygun olduğunda bu bağdaşmazlık
kendini açığa v urdu. On dokuzuncu yüzyılda bir yandan Alman-Hıristi ­
yan sapkı nlıkları çoğalıp çeşitlenirken öte yandan aynı anda Hıri stiyan­
lık öncesi paganizmini yeniden kurmak için çabaların gösterildiği tek
ülke Al manya idi.
Çoğunl ukla Yahudo-Hıristiyan günah anlayışına bi r i syanı ima eden
bu teoloj i k ya da ideoloj i k kurguların Al man arketi pinin ya da "ideal
Alman insanının" başat özel l i ğiyle ilişkili olduğu ileri sürülür. Bu özel ­
lik, sarsılmazcası na huzurl u bir v icdan ya da tümüyle v icdandan yoksun
bir v arl ık - insan değil hayvan olan "sarışın hayvan"* - fantezisi nde son

39 Alain Besançon, Le Tzar<fı>itclı immote, Paris 1 967 .



Avrupa yazınında aslında aslan için kullanılan bir edebi benzetmeyken Friedrich
Nietzsche ' nin tahayyülünde insanlar içinde aslana karşılık gelen ·'efendiler ırkı "nın
üyeleri için kullandığı ve o zamandan beri bi rincil anlamı bu olan tamlama. Sarış111
hayvan, Nietzsche 'nin deyişiyle "iyiyle kötünün ötesindeki bir yırtıcı hayvanın
masumiyetiyle" hiçbir ahlaki ya da vicdani kısıt tanımaksızın "'(olmasa da ol ur! değer­
siz zayıf i nsanları ·· ezip kullanarak, kendi gücü sayesinde keyfinin i stediğini alan zev ­
kinin istedi ğini yapan kuzey Avrupalı ideal savaşçı-fatih-çapulcu tipidir. Feti hl erini
''ideal ar aleminde" yapan filozofun dışarıdaki hayatın sertl i ğine ka rş ı inzivasında
geliştirip sığındığı bu fantezi , bunda pis işler için şatafatlı bir edebi kı lı f bulan Nazi
siyasetçiler tarafından geniş ölçekte pratiğe geçirilmeye çalışılmıştı (Hitler de dah i l
1 14 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

bulana dek, huzur bulmak uğruna hiçbir şeyden kaçınmayan bi r v icdan


idi . Ne v ar ki , sav unma mekani zmaları ve yansıtmalar (özellikle yaban­
cı düşmanların hedef olarak seçilmesi) bakımından bu amaç için ödene­
cek bedel ağırdı, bunun siyasal sonuçları da hepimizce bilinmektedir.
Al man tari hi nde geçerl i öbür etki ler arası nda, bu "ortadaki ülke"nin
coğrafi ya da jeo-pol itik durumu sık sık v urgulanmıştır; bu bağlamda
N i etzsche ve Max Weber 'e bakılabi lir. Daha fazla v urgu da, özel l i kle
1 945 'ten sonra, Al man eğitiminin otoriter doğası üzerine yapılmıştır.
Gene de, bu eğiti min sadece "Alman insanı ideal i"nin uyandırdığı hay­
ranlığı, gençl iğin isyanını milliyetçi kanal lara yöneltip yabancılara çev i­
recek şekilde, güçlendirmiş ol ması muhtemel gözükmekted ir. Bizse,
Al man tarihinin günümüzle gerçek il işkisinin, yüzyıl lar içi nde bi rike­
rek büyüyen tamamiyle özgül niteli kte bir sanrının etki si nden oluştuğu­
na inanıyoruz. Tanımı gereği Al man-olmayan v e yabancı (Romal ılar,
Welsche, Slav l ar, Yahudi ler) bir tehdit al gısı çev resi nde odaklanan v e
safları sıklaştırmaya neden olan b u sanrı , zaman zaman b i r zulüm dal­
gasıyla sonuçlanmıştır.
B u sanrı, sanrının en güçl ü kısmı hayali kısmı olsa da, aynı zamanda
hayali ve gerçek olan hasımlara saldırma ve onları i mha etme planları nı
besleyip büyütür. Böyle hasımların sırf v arl ığı bile affedilmez bir kışkırt­
ma olarak al gılanır: İlgilendiğimiz döneme geri dönecek olursak, Ro­
ma 'nın hala ayakta oluşu, savaş alanlarında zaferi Almanlar kazansa bi­
le Welsche 'nin kültürel üstünl ükleri ve tarihçe eski l i kleriyle öv ünmeye
dai ma hazır bul unuşu yeterliydi . Karakteristik şiddetleriyle Al man mil­
l iyetçi patlamaları bundan kaynaklanıyordu, o dönemde başlamış ol ­
makl a birli kte geleneksel leşen Almanya 'nın uğradığı "ul usal aşağılama­
lara" duyulan inanç da bundan. " Ezeli düşman" Fransızlar söz kon usu
olduğu kadarıyla, Al man hümanistleri 1 488- 1 492 yıllarında Av usturya
İmparatoru Maximil ian ile vekaletle kıyılan nikahı geçersiz kıl ınarak
Fransa Kral ı 8. Charles ile ev lenmeye zorlanan B rötonya Düşesi Anne
çev resi nde dönen siyaset ve hanedan anlaşmazl ığından çok etkilenmiş­
ti. 1 49 1 'de Wi mpfel ing 'den 1 5 1 9 'da Sebastian B rant'a dek hümani st­
ler, kendi leri ni bu hakaretin öc ünü edebiyatta al maya adarken, "Yukarı

kendi lerinin çoğunl uğu sarışınlık ölçütünü tutturamadığından, tamlamanın sıfat deği l ­
se d e , e n ol umsuz anlamında a d kısmıyla). -ç. n .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ALMANYA 1 15

Ren ' i n Dev rimci si" de öfkesinde onlardan geri kalmıyordu. Ve l . Fran­
çois Pav ia Sav aşında tutsak al ındığında şairi n bi ri şöyle sev inmi şti :
"Görünüşe göre B rötanya'nın hanımının öcü iyi alındı".40 On dokuzun­
cu yüzyılın ikinci çeyreğinde Almancılık çılgınlığı A lman edebiyat çev­
relerinde yayıldığında, Heinrich Heine Fransa'ya göç ettikten sonra bu
yatı şmak bilmez tav ır hakkında şunları demişti : "Götti ngen 'deki bir bi­
rahanede birgün, genç bir Al mansever, siz Fransızların Napol i ' de kelle­
sini uçurmuş olduğunuz Konradin von Staufen 'in öcünün al ınması ge­
rektiğini ilan etmişti . S i z bunu kesi nlikle çoktan unutmuşsunuzdur.
Ama biz unutmadık, biz hiçbir şeyi unutmayız. Görüyorsunuz ya, sizin­
le iyice bi r kapı şmak istersek, gerekçe aramamıza gerek yok" 4 1 1 . Dün­
ya Savaşı ' nın kolektif trav masından sonra milliyetçi propaganda tara­
fından ağır şeki lde sömürülen bu kalıcı alınganlık, Al manya 'nın gücü­
nün doruğunda olduğu sırada 2. Wilhelm 'in kapıldığı o kötü ünlü öfke
patlamalarında daha bile iyi i fade bulmuştu.
Otoriter eğiti m ve ul usal disiplin gelenekleri bel li nev roz tiplerinin
ortaya çıkışını desteklemiş olsa da, klinik anlamda bireysel nev rozların
ve paranoyanın ne geçmişte ne de şimdi Almanya ' da öbür Avrupa ül­
kelerine göre daha sık görül mediği açıktır. Gene de, hümanistler tarafı n­
dan çizi len "Alman i nsanı ideal i" on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllar­
da bel i rleyici bi r rol oynadı ve bu iki yoldan oldu. B i rincisi , gi derek ar­
tan sayıda her ti pten Alman kendileri ni bu şeki lde önlerine konmuş
olan bu modele göre yeniden kal ıba dökmeye çal ıştı ; hayat, tari hsel-si­
yasal sanatı taklit etti . Bu taklit etmenin en ti pik dönemi Napol yon sa­
vaşları sonrasıydı . İkinci olarak, bu hayali "ideal i nsan"a benzeyen, id­
diacı ya da megalomanyak bi r mizacı olan Alman lar topl umca seç i l i p,
özendiri l i p, gi derek artan sayılarda kamusal hayata damgalarını vurdu­
lar. Her şeyden çok Üçüncü Reich için geçerl i ol makla bi rl i kte, bu du­
rumun kanıtları İkinci Reich tari hi nde de bulunur. Al manya 'nın 1 87 1 ile
1 945 arasındaki tari hiyle ilgili her değerlendi rmeni n bir yandan hızlan­
dırıcı öbür yandan seçmeci süreçler olarak işleyen bu sosyoloj i k meka­
ni zmaların önemini ve i şlevselliğini neredeyse somut biçi mde ortaya

40 Krş. ; P. Joach i m s e n , Gesclıiclıtsaııjjlasung . . . vp. cit. , s . 64, ve Emile G abory, Anne de


Bretagne. duchesse et reine, Pari s 1 94 1 , s . 85-86.
4 1 H . Heine. Zur Gesclıiclıte der Religion ıınd Plıilosoplıie in Deııtsclılmıd. Sonsöz.
l 16 ARİ MİTİ : A VRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARiHİ

koyacağına inanıyoruz. Topl umsal dav ranışın ikna edici liği hedefleyen
her türl ü açıklaması, kendilerini koşullayan ekonomi k etmenlerle bir­
l i kte, psikiyatri k değerlendirmelerle Av rupa poli ti k hayatının trajedi leri
arasındaki boşluğu doldurmaya yardımcı olacak bu tür mekanizmaları
hesaba katmak zorundadır.

A nlatımıza geri dönel im ve her şeyden önce, Al man tari hinin, tam gel i­
şimine on dokuzuncu yüzyılda ulaşsa da, daha Luther 'in çağında beli r­
gin olan bir yönünü inceleyel im. B ununla, 1 520- 1 5 30 yılları nın en po­
püler Luterci propagandacısı Eberl i n von Günzburg ' un yazılarında çar­
pıcı bir ifade bulan doğuştan dinselliğin Al manlara özgü biçimini kas­
tediyorum.42 Bu tari katından atılmış Fransisken 'e göre, eski Cermen
boyları "iyi ve sofu Almanlar" oldukları kadar "bir Hıri stiyan halk"
(christliche Leut) idiler. Onlara tahrife uğratılmış ve "sünnet edilmiş"
bi r İnci l öğreten Roma 'dan gönderi lmiş misyonerlerce doğru yoldan
saptırılmıştılar. Bu yüzden "Al man hal kı sahtekarlık yoluyla Hıristiyan
Yasasından papalık yasasına, bol luktan yoksulluğa, hakikatten yalanla­
ra, erkekli kten kadınl ığa döndürül müştü" Fakat, Tanrının habercileri
olan Luther ile v on H utten onlara yeniden doğru yolu göstermişti :
" Ş i mdi artık gerçek Hıristiyan inancının Al man milleti aracılığıyla dün­
yaya yayıl ması Tanrıyı hoşnut kı l makta" idi. Bu milletin özel nitelikl e­
ri , bu görev in üstesi nden gel mesini sağlayacaktı. Eberl i n bu özel nite­
li kleri sayarken hümanistleri izlemiş ve "yeni ve yararlı matbaacılık sa­
natı"nın icadını bile unutmamıştı .
A ralarında Luterciler kadar Katol i klerin de bulunduğu başka yazar­
lar, her biri kendi tarzında kendi nesep kuramlarını gel i şti rdi ler ve Eski
Ahit kayıtlarını Tacitus 'a dayanarak düzel tti ler ya da zenginleştirdiler.
(On sekizinci yüzyıla dek destek bulan) En popüler görüşe göre, Taci­
tus ' un Tuisto 'su ile özdeşleşti ri len i l k ata Aşkenaz, Av rupa 'ya As­
ya'dan gel i p Ataların tek ve görünmez Tanrısının inancını vaaz etmişti.
Al manlar v e (genel l i kle bir Cermen boyu sayılan) Keltlerden ol uşan
onun soyu, Av rupa 'nın orij inal halkı , Urvolk idi bu hal kın orijinal dili de

42 Krş. ; H. H. Ahrens. Die natinalen religiösen. natinalen und sozialen Gedanken


Johann Eber/in von Günsburgs .... Hamburg 1 939. özellikle s. 38 ve devaıru.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ALMANYA 1 17

Almancaydı.43 Broşürler v e risaleler bu görüşleri tekrarlayıp basitleşti­


rerek genel kamuoyuna mal etti v e soy zinci rleri ni genişleterek Armi­
nius-Hermann, Ariov i stus- Ehrenv est* ve Şarl man 'a dayandırdı. Niha'i
sonuç resimlerle tasv i r edi ldi . " Kadim Alman Kahramanlarının Tasv i ri "
adı verilen böyle bi r resi mde Germania omitrix gentium yazısının altın­
da elleri nde bir hayalet ve bir emperyal küre tutan kanatl ı bir kadın, aya­
ğını dünyanın üzeri ne basmış şeki lde tasv ir edi lmişti .44 Burada Coryat­
Kircher ' i n "bütün memleketlerin Ecesi, bütün kral l ıkların kartal ı "nı teş­
his ediyoruz (yukarıda bkz. , s. 6 1 ). Kökeni nde müzi k de Alman 'dı. Lu­
terci müzikolog Wolfgang Spangenberg, şarkı söyleme sanatı nı doğru­
dan doğruya ulu atalar Nuh ve Yafes 'ten öğrenmi ş olduklarından Al­
manların bu konuda Yunanlarla Romalılara hiçbi r şey borçlu ol madığı­
nı i lan ederken, ünlü Johann Fischart da Orfeus ' un türkülerini Al manca
söylemiş olduğunu anlatıyordu.45
Bundan açıkça yapılacak çı karsama, Eski Ahit 'te anılan ataların Al­
manca konuştuğuydu. Hol landa 'da gelişti rilen bilgince bir kuramın ana
fikri gerçekten buydu, ki bu, Alman çılgınlığının sadece Al manları ilgi ­
lendiren b i r durum hal i ne gelmesinin ancak daha geç bir tari hte, 2. Re­
ich 'ın kurul masından sonra gerçekleştiğinin hatırlatıcısıdır. İsveçl ilerin
iddiaları ndan zaten söz etmiştik, bu konuda bazı İsveç hümanistleri n­
den alıntılar da yapılabi lirdi.46 B ununla birli kte, on altıncı yüzyılın ikin­
ci yarısında, zengin v e bağımsız Hol landa, Cermen dil tapıncının ana
merkezi hal i ne gel mişti .
Aşağı Memleketler ' i n İspanya hakimiyeti ne baş kaldı rmas ından he­
men sonra, Antwerpl i doktor Goropius Becanus, Eski Ahit başatalarının
ve hepsi nden önce A dem 'in bir Cermen dili konuştuğunu kanıtlama işi­
ni üstlenmi şti . Ş i mdiye dek aktarılmış olan tarihsel ya da tari hsel-soy­
sal kanıtlara, çoğu Al manca kel i menin, iddiasına göre şeylerin tam özü-

43 Krş . ; Friedrich Gotthelf, Das deııtsche Altertum in den Ansclıauungen des sechsze/ı­
ten uııd siebzelıtneıı Jahrhunderts, Berlin 1 900.

Ariovııstus (Ehrenvest) : MÖ 1 yüzyılda yaşamış bir Cermen ask eri önderi . -ç.n.
44 1 573. Mathias Holtzwart; krş. E. Picet, ''Le pangermanisme au xvı. Siecle" La Revue
hebdomadaire, Paris 1 9 1 6. s. 462-47 1 .
45 Johanıı Fischarts Gesclıiclıts-Klitteruııg, Hal le 1 89 1 basırru, s . 54 ; Wolfgang Span­
gengenberg, Sömtliclıe Werke, Berlin 1 969 basımı ('' 1. Singschul : Yon der Musica").
46 Tanınmış vakanüvis Tschudi gibi (krş. Fr. Gundolf. Anfiinge deııtsclıer Gesclıischts­
reibung, A msterd a m , 1 938).
1 18 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

nün sesini ifade edecek şeki l de, tek hecel i olduğunu v urgulayarak, dil­
bi l i msel kanıtlar eklemi şti . Bundan da, İ brancanın bile evrensel ana dil
olan Almancadan türemiş olduğu sonucunu çıkarıyordu.
Goropius 'un kuramı ilgiyle ama bazı çekincelerle karşılandı. Doğru­
su, Al mancanın İbrancadan öncel i ğini iddia etmek sapkınlık kokuyordu.
B u nunla bi rli kte Goropi us 'un hemşehril eri , İbrancaya A dem ile Hav ­
v a ' nın dili olma itibarı nı iade ederken, onun Cermen dilleri nin eski l i k
v e "otantik"l i ğiyle i l g i l i fi ki rleri ni muhafaza edip, Lati n v e Yunan di l ­
l eri ne göre öncel i k sahi bi olduğunu s e v e seve kabul etti ler.47 Hollan­
da 'nın o büyükl ük çağında ulusal dil tapıncı ciddi bir meseleydi . Öyle
ki , Hugo Groti us, Al man diline adadığı ş i i ri nde, bu dili (Lati nce gibi)
yeni lmiş halklara bir fatih tarafından dayatı lmış ol madığı ve (hemen he­
men kesi nlikle İngilizcey i kastederek) her türl ü yabancı bulaşmadan
azade kalmış olduğu için öv üyordu. Onu, lingua imperare nata diye ad­
landırıyordu.
On yedinci yüzyılda Leyden Üniversitesi kuzey Av rupa'nın entelek­
tüel merkezi hal ine gel mişti . Danzigli Phi l i pp Clüv er ( 1 580- 1 622) bu­
rada önce öğrenci , ardı ndan öğretmen oldu. Şimdi tarihsel coğrafyanın
kurucuları ndan biri kabul edilen bu sofu Luterci, Almanlara hümanist­
lerinkinden bile şanlı bir soyağacı önerdi. Tacitus ' un Tuisto 'su artık A ş­
kenaz i l e özdeşleştirilmiyordu. O, kendi sini Al manlara bildirmiş olan
tek v e gerçek Tanrı haline gelmi şti . Oğlu, Tacitus ' un Mannus ' u, A dem
oluyor, onun üç oğlu lnguo, Istv o ve Hermin de, Sam, Ham ve Yafes ile
özdeşleştiri l i yordu. Kendisi eski İskandinav v akayi namelerinin tutkul u
bi r okuru olduğundan, Clüver 'in yazdıklarında eski Al man tanrı ve tan­
rıçaları Woden, Freya ve Ostara 'nın adları da i l k kez ortaya çıkmıştı. B u­
nunla birl ikte kendisinin asıl amacı, Cermenlerin Hıristiyanlığın temel
i l kelerini önceden öğrenmiş olduklarını kanıtlamaktı.48
Ki myacı Ki rchmaier, çok yön l ü bi l gi n Conring, dilbi l i mci Frei ns­
ham gibi birçok on yedinci yüzyıl yazarı daha o zamandan Cermen ır­
kının saflığına övgü düzüyor ve bu safl ığın Hıristiyan manev iyatı tarafın­
dan tahri p edil mekte olduğunu ileri sürüyordu; bunlar, bu saflığı yeni -

47 "Ad linguam germaııicam" şiiri , Martin Opitz ' i n Halle'de 1 902 ' de basılan Teutsclıe
Poemaıa kitabından alınmıştır.
48
F. Gotthelf, Das deutslıe alterrıım . op. ciı. ,
.. s. 39-43 , ve Borst, Ill/ I . s. 1 225- 1 226.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ALMANYA 1 19

den sağlamak için yasal önlemler al ınmasını bile öneri yorlardı .49 B u ya­
zarların yazdıkları uzun vadeli bir etki uyandırmamış ve Conring dışın­
daki leri n adları bile unutulmuştur. Belki de zaman henüz olgunlaş ma­
mıştı . B i l i msel bir çağda, diyebi l i riz ki kendi gözlerimizin önünde, tü­
müyle "ırk" üzerine odaklanan safl ık arayışı, hata İ man Çağı ' nı n yaşan­
dığı o dönemde, çabucak ana dilin korunmasına yönelmi şti .
Otuz Y ıl Savaşlarında mahvolmuş ve her yandan yabancı orduların
işgat ine uğramış bir Al manya 'da dilin kendisinin de isti laya uğramış ve
sömürgeleşti ri lmiş gibi göründüğü doğrudur. Fransız üstünlüğü her
alanda ağırlı ğını hissettirmişti. Welsche hakimiyeti , Fransızca olduğun­
da Lati nce olduğundan bile daha fazla nefret uyandırmıştı. "Alman şi­
irinin babası" Martin Opi tz50 "yabancı bir dilin haki miyet ve zorbalı ğı­
nın boyunduruğu, yabancı bir ul usun boyunduruğu kadar ağırdır" pro­
testosunda bul unmuştu. Tepki benzersiz biçi mde şiddetl iydi ve etkileri
bugüne dek sürmüştür. Coğrafya ve telev izyon gibi uluslararası kabul
görmüş Lati n ya da Yunan kökenli kel imelere yerli karşılık bul mak için
bi leşik kel i meler türetmeye devam eden tek ulus Al manlardır.5 1 Bu
Fremdwörter fobisi "Alman İ nsanının" klasi k Antikiteye hiçbir şey
borçlu olmadığı iddiasının inkarına işaret etmiyor mu? Ne var ki, yir­
minci yüzyılın biyoloj i k saflık taraftarlarının aksine, on yedinci yüzyılın
dilbilimsel saflık yanlıları çabaları nın bir bütün olarak başarıyla taçlan­
dığına tanık oldular.
Ana dilin asıl büyük sav unucuları, aynı zamanda gelecek kuşakların
hatırlamaya değer bulduğu yazarlardı. Efsanevi kral Ariov istus-Ehren­
vest52 aracılığıyla Frankofil çağdaşları na ders veren hicivci Johann Mic­
hael Moscherosch ya da Almanların tari hin direği olduğuna inanan ve
A dem ile Havv a 'yı "Tuisto" ile "Hertha" kıl ığına sokan tiyatro v e ro-

49 Krş . ; Th. Bicder tarafından derlenen metinler, Gesc/ıichte der Gerınanenfursc/ıung,


Leipzig 1 92 1 , C. l, s. 53-55. Conring'in kitabına De lıabitus corporum Germanicarum
antiqui ac novi causis adı verilmiştir ( 1 645). İ talikler Joachi msen ' e ait.
50 Opitz, Aristarclıus sive de contemptu linguae Teutoııicae, "Dedicatio"; krş. ·"feutsc­
he poemata"; age, s. 1 50 ve devanu.
5 1 Sırasıyla Erdkımde ve Fernselıen ı arak karşı l an mıştı r. Büyük Avrupa di ll e ri aras ı nda
L

sadece Rusça aynı eğilimi gösteri r ama daha küçük ölçekte ve kuşkusuz Al man ör­
neğini takl it ederek.
52 Satvrische Geschichte Philander von Sittewald, 1 644
53 Gr�ssmiiliger Feldlıerr Arnıiniııs oder Hermann, 1 689.
1 20 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

man yazarı Daniel Caspar von Lohenstein gibi neredeyse hepsi , eş za­
manlı olarak Al man dilinin niteliklerini ve atalarının erdemleri ni v urgu­
l uyordu.53 Fakat hepsinin arasında en i lginç örnek, hiç kuşkusuz, on ye­
dinci yüzyıl Alman edebiyatı nın önde gelen adı Johann Jacob von Grim­
melshausen 'dir.
En tanınmış eseri olan Simplicius Simplicissimus, aynı zamanda
Otuz Yıl Savaşları 'nın otantik bir kaydı da olan bir mizah romanıdır. B u
tasv irde çizdiği sayısız karakterlerden biri Tanrı Jüpiter olduğunu sanan
ve Al manlara bir evrensel barış dönemi başlatacağını vaad eden bir de­
l idir. Bu " B itlerin Tanrısının" kehaneti şöyleydi :
Bütün bunları kıl ıcının gücüyle bitirecek bir Alman kahramanı dirilteceğim . . . Yu­
nan dilini yasaklayacak ve sadece Al manca konuşacağım. Bir sözle Almanlara
öyle iyi görüneceğim ki daha önce Romalılara bağışlamış olduğum gibi , onlara
dünyanın hakimiyetini bağışlayacağım . . . Jüpiter 'e Hıristiyan Kralların bu işe ne
diyeceklerini sordum. Şu yanıtı verdi: " İ ngiltere, İ sveç ve Danimarka kralları
Alman kanından olmaklıklarıyla, İ spanya, Fransa ve Portekiz'inkiler de bir za­
manlar eski Almanlar tarafından fethedilmiş ve yönetilmiş oldukları için, taçla­
rını, krallıklarını ve ülkelerini Alman ülkesinin tımar arazileri olarak alacaklar ve
o zaman, Augustus ' un devri ndeki gibi dünyanın bütün milletleri arasında ebedi
barış olacak". 54

Grimmelshausen 'in bazı yorumcuların düşündüğü gibi yurtdaşlarını


sahte mesihlere55 karşı mı uyardığı yoksa kendi yarattığı bu del iye ken­
di arzuları nı ve gizli fantezi lerini mi yüklemiş olduğu pek fark etmez.56
Ki şi, onda "Yukarı Ren 'in Dev rimci si"nin mesi hv ar1 niteliğini ve onun
" beyefendi Jüpiter"inin temel özelli kleri nde "Alman İnsanı İdeal inin",
İ m parator Fri edrich ' i n prototipini teşhis edebi l i yor. Grimmelsha­
usen ' i n daha önemsiz eserlerinden biri olan "Al man Michael "de (Te­
utscher Michel) yukarıdaki birkaç sayfa boyunca ele aldığımız argü­
manların pek çoğu bul unabi liyor: Almanlar saf bir ırktır; Babil karışık­
lığından önceki unutul muş zamanlardan beri Av rupa ' da yerleşmi şler­
dir; Roma kartallarını dev irdi kten sonra bütün Batıyı fethetmi şlerdi r ve
kral iyet hanedanlarıyla ari stokrasiler kurmuşlardır. Çev rim, kendisi de

54 Les aı•eııtures de Simplicius Simplicissimus, Paris 1 95 1 basımı, s. 1 90- 1 93 (iV. Böl.


·'J üpiter, Simplex 'e dünyaya barış getirecek Alman kahramanından söz etti . ").
55 Paul Gutzwiller böyle yorumlar, Der Narr bei Grimmelhausen, Bale 1 959.
56 J osef Wi lhel m Schafe r " i n görüşü bu yöndedir. De Nationalgefühl Grimmelhausens.
Würzburg 1 936.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ALMANYA 121

saf olmakla, bi r "maskaranın ceketine" (Flicksprachen) benzeyen öbür


"yamal ı bohça" (zusammengeflickt) dillerden farkl ı , " kendi başına ve
kendisi için var olan bir kahramanlar dili" olan Almancaya övgüyle ta­
mamlanır. 57
Dönemin baş gramercisi J ustus Georg Schottel gibi bazıları, öbür
dilleri n "dilenci l i ğinden" söz etmekten hoşlanıyorlardı. Yukarıda sözü
edilen yazarların çoğu gibi Luterci olan Schottel, Al man diline bir so­
yağacıyla başlayan uzun bir öv gü düzmüştü:
Diller birbi rinden ayrılıp insan soyu yeryüzüne dağıldığında, ailenin büyük baş­
kanı (Oberhausvater) Aşkenaz. Küçük Asya'dan geçip Avrupa'ya yerleşti ve ül-
keyi verimli kılıp üleştirdi . . . O, Almanların atasıydı ve Babil 'den eski Cimbri ya
da Alman dilini getirmişti . . . Yabancı kelimelerle karışmak yüzünden her türden
değişikli k ve karışıklıkla birbirinden ayrılmış olsalar da, Avrupa ' nın her yerinde
bugün halii Al man dilinin kök-kel imelerinin varlığını gözlemliyoruz. 58

Schottel, bu kökleri Av rupa' nın yer adlarında, dağlarının, ırmakları-


nın, ül kelerinin ve kentlerinin adlarında keşfetmişti . Şöyle diyordu:
İ nsan Avrupa ülkelerine bakıp da uğradıkları değişiklikleri düşündüğünde ve ay­
nı zamanda dilin durumunu hesaba kattığında, sadece ezeli Almanya'nın yaban­
cı dillerin istilasına uğramamış olduğunu fark eder. B undan, Tacitus'un 1 .500 yıl
önce Cermenler hakkında yazdıklarının saf bir dile sahip olmanın en kesin doğ­
rulaması olduğu çıkar: lpsos Germanos indigenas crediderim. Ö te yandan, İ tal­
ya, İ spanya, Fransa, İ ngiltere, Yunanistan ve hatta Küçük Asya ve Afrika ele
alındığında, dilin durumunun değişmiş olduğu görülebilir. Atalarımız ana dille­
rini saf ve özgür tutmak için büyük çaba gösterdiler; çocuklarına onu öğrettiler;
onu düşmanlarından dilenmediler . 59 . .

Schottel 'in görüşleri Lei bniz tarafından onaylandı . Lei bniz, dil so­
runuyla kendisinden önce gel miş bütün fi lozoflardan fazla büyülenmiş­
ti ve bilinen dünyanın bütün dillerini incelemi şti ; dil leri n ortak kökleri­
ni keşfetmeye çalışırken "ulusların ortak kökenine v e ilkel bi r kök dilin
varl ığına" giderek daha fazla i kna olmuştu. Schottel ' i n cüret etti ğinden
bir adım daha ileri giderek bu kök dili tütsche Haupt-und Heldensprac­
he 'a bağlamıştı. Goropi us Becanus ' un yazdı klarının özüne itiraz etme­
miş, sadece kanıtlama yöntemi ni eleştirmişti.

57 Teutsclıer Miclıel. krş. Grimmelshausens Werke, Bochardt basınu, C. iV, s. 256.


58 Schottel, Teutshe Sparchkuııst . . . . B raunschweig 1 65 1 (''Drine Lobrede", s. 60).
59 A.g.e. , ("Achte Lobrede").
1 22 ARİ MİTİ : AVR UPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

B u kök-dil ya da ana-di l neydi? Lei bniz, bu d i l i n yitmiş olduğunu


düşünüyor ancak Al mancanın ona İ brancadan daha yakın olduğunu ima
edi yordu: " İbranca ve Arapça bu dile en yakın olanlardır, ancak, onlar
büyük ölçüde çarpılmıştır ve Töton i k dil orij inal niteliğini (Jacob Boeh­
me 'ün keli melerini kullanacak ol ursak) A demce dil i nden daha fazla
koru muş gibi gözükecektir" B u yüzden, argümanlarında her ne kadar
aşırıya kaçmış olursa olsun Becanus, "Ci mbrice dediği Al manca 'nın bir
i l kel karakterin izini daha fazla, evet, İbranca 'nın kendisinden daha faz­
la koruduğunu iddia etmekte belki de bütünüyle haksız deği ldi ".60
İ nsan, Leibni z ' i n Al manca 'nın İbranca karşısında daha eski olduğu
hakkındaki kurguları nı ni hai sonucuna dek hiç götürüp götürmediğini
merak edi yor. Belki, bi l gi nce temki n l i l i ği kilise baskısı korkusuyla pe­
kişmişti. Ne olursa olsun, Av rupa söz konusu olduğu kadarıyla, Av rupa
hal klarının kökenleri nin "Cermen geçmişi nde" aranması gerekti ğini i le­
ri sürdü. Frankların kökenleri hakkında Fransız bilginleriyle, Gotların
kökeni hakkı nda İ sveç bilgi nleriyle tartışma yürüttü ve bir eseri ni başlı
başına dil lerinin kökeni ışığında bütün Av rupa ul uslarının başlangıçları­
na ayırdı. Bu yolla, Almanya'yı bütün insanlığın değilse bi le en azından
bütün ak ırkın beşiği saymaya vardı :
Tıpkı Galya ile İ talya'nın ilk yerleşimcilerini Al manya'ya borçlu olduğu gibi, bu
ülke İ skandinavya'ya da kendisininkileri verdi ; çünkü tartışma götürmez şeki l­
de inanıyorum ki Danimarka adalarına ve ardından İ skandinavya'ya ilk yerle­
şenler Baltık kıyılarından gelen Al man boylarıydı . .. İ talyan, Fransız ve İ spanyol
dillerinin Latinceden türedi ğinin kanıtlanabildiği gibi aynı şekilde Danimarka,
İsveç ve Norveç dil lerinin de Al manca ' dan türediğini kanıtlamak mümkündür,
gerçi ilk durumda bu ul uslar sadece dilleri bakımından Roma'nın etkisi altında
kalmışlardır, Cermenik kuzeye ait olan kökenleri bakımından deği l . . . 6 1

Böyle görüşler ifade etmekle Lei bniz, İmparator 1 . ve 2. Wi l helm­


ler ' i n iktidarları sırasında çok sayıda arkeolog ve tari h öncesi araştırma­
cısı tarafı ndan hev esle desteklenecek görüşleri önceden haber vermişti .
Ne var ki , bu görüşleri ni hayatının sonuna doğru Alman Haupt-und

60 G. W. Leibniz, Nouveaux essais sıır / 'endement, IIl Kitap, i l . Böl. I; krş. Y. Belaval ,
"Leibniz et la langue allemande'', Etudes germaniques, Pa ri s il ( 1 947) ve Borst, C.
,

lll/2, s. 1 475- 1 478.


61 Brevis designato meditationum de originibus geııtium dııctis potissimum ex judicio
linguarııııı ( 1 7 I O).
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ALMANYA 1 23

Heldensparche 'ın deği l , dünyanın iktidar sahi pleri tarafından daha iyi
anlaşılmak uğruna Fransızcanın lehine bir yana bırakma eği limine gire­
ceği Lati ncede sav unmuştu. Bu yüzden arı dilci leri n gözünde, Gottfri­
cd Schütze diye bir papazın sözleri ni kullanacak olursak, " kendi i l k ata­
larının piçleri olarak görülebilecek şu moda bi l ginlerinin kampına ait"
olarak sınıflandı. Schütze buna şu sözleri de eklemekten geri kalmadı:
"Anlayışlarını Yunanca ve Lati nceyi i ncelemekle sınırlayan ve böylece
kendi öz ülkelerine yabancı hale gelen bunlar. Sefi l yaratıklar! Damar­
l arınızda kanları dolaşan atalarınıza karşı niçin günah işlersiniz?"62
Luther 'in yazışmaları nı da yayıma hazırlamış olan papaz Schütze,
1 746 ile 1 776 arasında kadim Al manların uygarl ığını sav unan bir dizi
yazı yayımladı ; eski Almanları di nsel ahlaklarının Romalılarınki nden üs­
tün olduğunu ve onları n aksine insan kurban etmemiş olduklarını kanıt­
lamaya çalıştı .63 B roşürlerinin dizinine bir göz atmak i l gi lendiği konu­
lar hakkında bir fikir v erebi lir:
Çok tanrıcılık: Romal ıların inancı, A l manlar nefret ederd i .
Caesar, Roma İ mparatoru, haksız yere ateistlik ve hayınlıkla suçladığı Al­
manl arın sayesinde i mparator olmuştur.
Romalılar, A l manlar tarafından nefret duyulan bir ad.
Barbarlar, kadim Al manlara yanl ış ol arak veri l en bir ad .

Bu incel ikten yoksun sav unma, Al man hümani stleri nin dil ve ırk
alanlarında yürüttüğü vatanperest mücadelenin bi r üçüncü cepheye, mi­
toloji cephesine yayıl maya başladığını bize gösteriyor. Aydınlanma
adamları , ussal ve bi l i msel mülahazal arla tam bu vakitler Fransa ve İn­
giltere 'de de A ctem ' i n ev rensel ata olduğu inancı ndan kuşku duymaya
haşlamışlardı. Ama Al manya 'da Eski Ahit miti ilk olarak on sekizinci
yüzyı lın şu göya ussal teolojisi tarafı ndan sarsıldı ve bu eleştiri eski Al­
ınan tanrıl arının iti barları nın iade edi l mesi çabal arıyla üst üste geldi .
Dangır <lungur papaz Schütze önemsiz bir fi gürdü. Ataları n mitolo­
j isinin hal k arasındaki büyük yayıcısı şair Klopstock olacaktı . Yeni ta­
pıncın ilk merkezi, İzlanda Edda 'sının çev i risinin ve Paul Mal let 'in Da­
nimarka Tarihi ' nin daha yeni çıkmış olduğu Danimarka 'ydı.
İlk kez 1 750 yılında Mesih adlı eserinin yayımlanmasıyla büyük bir

62 Beweis, dass die alıeıı Deuıschen uııd ııordisclıe11 Völker weit verııüııftigere Grund­
siitze iıı der Religioıı gelıabt habeıı a/s die a/ten Grieclıen und Römer. s . .'i-6.
1 24 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

şair olarak kabı11 gören Friedrich Gottl ieb Klopstock, başlangıçta Kut­
sal Kitap ya da Klasiklerden al ınan konuları i şlemi şti . Cermen mitolo­
j i si ne dönüşü Kopenhag 'da kaldığı 1 766- 1 768 yıllarında gerçekleşti .
" Yunan mitolojisini kapı dışarı etti m" diye haykırdı.64 Artık şiirlerinde
Jüpiter 'in yeri ne Wotan 'ı, Afrodit yerine Freya 'yı, Yazgı Tanrıçaları ye­
rine Namları koyuyordu. Bununla birlikte yaptığı basit bi r ikame değil­
d i : Çünkü modern zamanların bu ilk büyük Al man şai ri , aynı zamanda
ortaya "bütünüyle kuzey sislerinin ışı ğında biçimlcnmiş"65 yeni bir
dünya görüşü sunan ilk Alman yazarıydı. Sonuç, Yunan sanat peri leri­
nin yerini Al man savaş tanrılarının al ması v e Klopstock ' un epik ya da
l i rik eserleri nde kanın gitgide daha bol akmasıydı. Yakın zamanların bir
eleşti rmeni "Bir çeşit kana susamı şlık eği limi: Hermann üçlemesinin
her sayfasında bu Blut IA/nı. Kan, -ç.n. ] kel i mesi karşımıza ç ı kıyor" di­
yecek kadar i leri gitmişti r.66
Klopstock ' un Alman dil tapıncını en aşırı uçlarına dek götürdüğünü
ve yabancı dil kul lanmayı büyük ihanet saydığını söylemeye bile pek
gerek yok. Ana dile ( Unsere Sprache) yaktığı türküde alışıldığı üzere,
Tacitus referans gösteri liyordu ve Al man dilinin, ırkın da bi r zamanl ar
ol muş olduğu gibi, hala katışıksız olduğuna işaret ediliyordu:
Bu (dil] biz kendimizin bir zamanlar olduğumuz şeydir
Tacitus 'un bizi eşsiz, lıer lekeden azade, ya ln ız kendimize benzer
Diye anlattığı unutulmuş zamanlarda olduğumuz.

Entelektüel hayatı düzen lemek için bir çeşit taslak olan " B i l geler
Cumhuriyeti " ( Ge/ehrtenrepublic) adl ı eserinde, yabancılar arasında
Welsche soyundan gelen "Auslander" ve Cermen soyundan gelen "Altf­
ranken" ol mak üzere bir ayrım yaptı . Kendi adına, damarlarında "eski
Çeruskelerin * kanının" dolaştığını düşünmekten hoşlanırdı. (Mein Vater-

63 Beweis, dans die alten Deutslıen heine Kanibalenwaren.


64 Krş. ; J. Murat, Klopstock /es rhi!mes principaux de SO/l <EıtVre, Paris 1 959. s. 286.
65 Krş. ; Kommerell, Der Dic/ıter als Fiilırer in der Deutsc/ıen Klassik, 1 928. s. 59, ve
Strich, Die Mythologie in der deutschen Literatıır von Klopstock bis Wagner, 1 9 1 0,
C. 1, s. 60 ve devamı .
66 Krş. ; J. Murat, Klopstuck /es theınes principaıu· de sun CJ?uvre, op. cit. B undan son­
raki alıntıların çoğunu N ura' nın kitabında aldık, aynı zamanda bkz. H. Kindennann,
Kfopstock Emdeclıung der Nation. Beri in 1 935.
• Milat öncesi ve sonrası ilk yüzyıllarda kayıtlara geçmiş eski bir Ccmıcn boy u. Unl ü
..

Arminius bu boyun şeflerinden bi riydi. -ç. n.


MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ALMANYA 1 25

land türküsünde) bel i rtti ği üzere onu "Galyal ılar kendi lerini Frank, B ri­
tonlar İngiliz diye adlandırdığı. . . kah Ron ırmağının geçti ği bölgelerde,
kah Thames kıyılarında her yerde" bulduğu için Cermen kanını her tara­
fa saçmakta cömert dav ranıyordu. Klopstock 'un çevresinde kendilerini
Hainbund diye adl andıran genç bir şai rler grubu toplandı. Bunlar ken­
dilerini "Al manya 'da en Alman ol arak düşünen ve hisseden" insanlar
olarak görüyor ve milliyetçilikte yaşlı hocaları nı geride bı rakmak için
yarışıyorlardı. B unların harcıalem eserleri , gerçi Nazi döneminde birkaç
akademisyen tarafından şev kle i ncelenmiş olsa da, Al man edebi gele­
neği üzerinde pek az iz bırakmıştır.
Bayrağı dev ralan, kıyaslanamayacak kadar daha ayrımcı , daha i nce­
l i kl i ve daha etki li bir mitolog olan Herder oldu. B u kitabın ikinci bölü­
münde Ari mitinin öncüsü ol arak ondan daha fazla söz edeceğiz. İ l gi
alanı - (bizimkine başka hepsi nden yakın dediği)67 Kuzey mitolojisi ka­
dar Eski Ahit, Klasik ve Hint - bütün mitoloj i leri kapsıyordu ve çok iyi
bil i ndiği gibi, orta ve güney Av rupa 'da ul usal gelenekleri n ve duygula­
rı n uyand ırıcı l arından biriydi. Bununla birl i kte aradan çok geçmeden ,
öğrenci lerinden Kuzeyl i Bragur rev üsünün kurucusu Friderich Grater,
Edda ve N i bel ungen 'deki kahramanların bazı özgül, "otantik biçi mde
Alman" erdemleri ni v urgulamaya başladı.68 Böylece, başlangıçta atala­
rın i nancını yüceltmek ve yeryüzüne Val hal la' dan gel i ndiğini iddia et­
mek üzere Klopstock 'un ve yarattığı tarzın peşi nden ancak oldukça cı­
lız sesler y üksel mişti . Klasik mitoloj i "kapı dışarı edi l mek" şöyle dur­
sun, Goethe ve Wi nckelmann gibi hayranlarını koru muştu. Fakat, bu­
gün artı k unutulmuş olan şu öbür yazarlar, ul usal dilin ve ı rkın öv gücü­
leri ne katılmış, hatta bir "Al man dini" arayışı için yol un hazırlanmasına
yardımcı olmuşlardı .
Tomurcuk hal indeki Alman çılgınlığı 1 780 yıl ında neredeyse resmi
çeşidinden bir destek buldu. Prusyalı dev let adamı Friedrich- Ewald von
Hertzberg, Bert in B i l i m ler Akademisi nde yaptığı "Cermenlerin Roma­
lılara Üstünlüğünün Nedenleri " konulu sunumunda " Prusya monarşi­
si . . . Av rupa 'nın başl ıca monarşi leri ne kurucuları nı ve nüfus ları nı v e­
ren . . . bu kahraman milletleri n orijinal vatan ıydı" iddiasını kanıtlamak

67 Strich. Die Mvrhologie in der deutschen Literatur. . . op.cit .. C. I. s. 1 73 - 1 8 1 .


68
A .g . e . , s.. 1 80.
.
1 26 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

için Alman hümanistleri nin eski tezlerini yeniden ele al ı p modernize et­
mi şti . Kont Hertzberg, böylece Cermen boylarının doğum yeri olarak
bir yeni Makedonya diye niteledi ği B randenburg ' u saptamış ve bu yol ­
la 2. Frederick ' i daha av antaj l ı olarak B üyük İskender ile mukayese
edebi lme imkanı sağlamıştı. 69
B u bi lgince sunum di kkatlerden kaçmadı. 1 808 gibi geç bir tarihte
barı şsever Jean-Paul (Johann-Paul Richter, bu metne atıfta bulunarak
Av rupa'daki savaşların sırf Al manlar arasındaki savaşlardan yani bir
başka deyişle, iç savaşlardan ibaret olduğu sonucunu çıkarıyordu. Prus­
ya ' nın yeni lgisinin hemen ardından " B ugünlerde" diye yazmıştı " gönül­
l ü olarak Frank adı nı paylaşıyoruz ve kendimize tarih boy unca Fransız­
ların çoğunluğunun Galyal ı deği l , başka bir ül keye yerleşti ri lmiş Cer­
menler olduğunu hatırlatıyoruz. "70
Jena ve A usterl itz 'in ardından böyle bir hatırlatma muhtemelen ya­
rarl ı bir av unmaydı ve Al manya 'nın o güçsüzlük ve dağılma anında bü­
yüklük düşleri ni başka zamanlar olabi l eceği nden çok daha güçlü bir
şekilde beslemişti.
Bu tür kanaat açıklamaları söz konusu dönemde ne derecede yaygın­
dı? B üyük "şai rler v e düşünürler" neslinin yazıları , bunların eğitimli ki­
şiler arasında yaygın olduğunu, ama şai rler arasında düşünürler arasın­
da olduğundan daha yaygın olduğunu v e bunlardan Almanların öz say­
gısını pohpohlayacak sonuçlar çıkarmanın kolay olduğunu düşündürü­
yor. Burada bir kez daha, karakteristik biçi mde çok anlaml ı bir pasajda
yurtdaşlarını Almanları n seçilmiş bir ırk olduğu fi krine karşı uyaran
Herder ' i al ıntılamaya değer:

69 "Dissertations tendant a expliquer les causes de superiori te des Germains sur les
Romains et a prov uer que le nord de la Germaniae ou Teutonie entre le Rhin et la Vis­
tule, et principalement la presente monarchie prussinne, est la patri e organaire de ces
nations heroi·ques, qui . . . ont fonde et peuple les pricipales monarchies de l ' Europe. "
Krş . ; Hoit dissertatioııs par M . Le comte d e Hertzberg, Berlin 1 987, s . 1 -38.
...

70 Jean-Paul, "Almanya'ya Barış Vaazı " (Friedeııspredigt aıı Deutschlaııd, 1 808).


"Hertzberg bil gince bir çal ışmada gösterdi ki " diyordu Jean-Paul, "Avrupa' nın bütün
kral lıklarını Cermenler kurdu ve nüfuslandırdı. .. " Ve bundan "daha yüksek bir anlam­
da insanl ar dünyasındaki tüm savaşların öz yurtdaşlar arasındaki savaşlar ( i çsavaşlar,
-ç.ıı . I" olduğu sonucunu çıkarmıştı. Krş. Jean-Paul, Weltgedanken und Gedaııkeııwelı.
Stuttgard 1 938 has ı mı , s. 1 46 ve de va m ı .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ALMANYA 1 27

Bununla birlikte i nsanlık tari hçisi , hiçbir boyu gözdesi olarak seçmemeye
ve onları durum ve koşullar yüzünden şan ve şöhretten mahrum kalmış olan
öbürleri aleyhine y üceltmemeye özen göstermelidir. . . Roma dünyasını mülk edi­
nen Cermenler gibi biçi mce kuvvetl i , yakışıklı ve soylu, iyi huylu, cömert ve va-
kur bir halkı sevebi l iriz . . . ancak bu nedenle onları Avrupa'da Tanrının seçtiği
millet olarak ululamak . . . bir barbarın düşük gururunu sergilemek olmaz mıy-
dı?7 1

B u uyarı nın söze dökül üş biçimi çok öğreticidir ve Napolyon 'un v a­


tansev erl i ğe mecbur ettiği Al manlar için tepe taklak bu tuzağa düşme­
nin fazlasıyla kolay olmuş olduğunu gösteri r. Herder ' i n öğüdü, bu va­
tansev erl i ğ i n imgel eri n i n ve değer yargılarının zaten hazır bulunduğunu
gösteri r; fakat şimd i bunda barbarl ığa eği limli bi r gurura dayanan yeni
hir makam bel i rmi ştir. Ancak bi rkaç büyük adam bu eği l i mden kaçına­
hilmi şti . Ve doğrusu bunlar gerçekten büyük adamlardı: Goethe ve Wi l­
helm von Humbolt; bunlara o günlerde Napolyon ' u tarihsel ruhun "at
sı rtında" zuhuru olarak görmüş olan Hegel de eklenebi l i r.
Fakat daha Napolyoncu altüst ol uştan önce, dehalarının bili ncinde­
ki genç Romanti kler Al manya 'nın açıkça ortak bir köken bilincini ima
eden, ama ilk başta bütünüyle barı şçıl bir nitelik arz eden bir " seçi lmiş­
lik" düşüncesi nden kaynaklanan ev rensel mi syonunu kutlamaya başla­
mışlardı. Schi ller, 1 80 l 'de Alman halkını " insan ırkının eğitimi için son­
suza dek öne atılmak üzere ev rensel ruh tarafı ndan seç i l m i ş - i nsan ır­
kının çekirdeği" şeklinde tanımlamış; ve Al man dilinin bir gün bütün
dünya çapı nda geçerl i l i k kazanacağını umut etmi şti .72 Heinrich von
Kleist, daha da büyük bir misti k cezbe içi nde, "tanrıların içi nde insan
türünün orij i nal i mgesini öbürleri ne göre daha saf biçi mde korumuş ol­
duğu bir topluluk"tan söz etmi şti .73 Novalis 'in 1 799 'da yayımladığı po­
litik ahlak üzeri ne Avrupa ya da Hıristiyanlık denemesi daha bile tipi k­
ti.74 Dev ri m sırasında Fransa'daki benzersiz siyasal ve manevi karı şı k­
lıktan esinlenmiş olan bu kitabın ana fikri , Almanya'nın bütün ulusları

71 /deen sur Philosophie der Gesclıichte der Menschheit ( 1 78 1 - 1 79 1 ) . XVI. Kitap, X l l .


Böl üm.
72 Krş. ; Schiller'in, L. S c heman n tarafından aktarılan yazıları , Die Rasse in den Geis­
tewissensclıaften ; Münih 1 938, C. l l l , s. 1 00- 1 05, ve L. Weisgerber, Die 1:eschichtlic­
he Kraft der deutsclıen Sprache, op. cit. . s. 208.
73 Krş. ; L. Schemann, op. cit. , C. i l , s. 95 ( Von den Deutschen de H. von Kleist).
74 Krş. ; Jacques Droz, L 'Allemagııe et la Rıfvolution française, Pari s 1 949, s. 469-473.
1 28 ARİ MİTİ: A VR UPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKiRLERİN TARİHİ

uzlaştıracak bi r dini restore etmek v e Hıri stiyanlığı eski görkemiyle ye­


niden kurmak gibi bir mi syonu olduğu idi. Noval is şunları yazdı:
Avrupa, Alman karakteri sayesinde sağlığına kavuşacaktır. . . Almanya'yı, kuşku­
ya yer bırakmayacak şekilde, yeni bir dünyanın kehaneti olarak görmek müm­
kündür. Al manya yavaş fakat emin adımlarla öbür uluslara yol gösterecektir.
Ö bürleri savaş , kurmaca ve tefri ka ruhuyla meşgulken, Al manya kendi gayret­
leriyle yeni bir kültür düzeyine yükselecek ve zamanla bu ilerleme ona tartışıl­
maz bir üstünlük kazandıracaktır.

Gerçi Nov al is bunu hangi araçl;ırla yerine geti receğini belirmemiş olsa
da, manevi üstünlüğü nedeniyle Almanya 'ya ev rensel ölçekte bir dinsel
mi syon yüklenmişti .
B i r başka bir büyük şai r olan Hölderl i n ' i n eseri nde Hıri stiyan v i z­
yonu eksi kti r. Burg Tübingen (yaklaş ık 1 790) adlı eserinde, Al man­
ya ' nı n o andaki acınası durumu şai ri geçmişteki büyükl üğünü düşün­
meye ve eski kulelerin yıkıntılarında "yiğit yürekleri güçlendirip atala­
rın özgürl ük ve erkekçe cesaret ruhuyla doldurmanın" araçları nı arama­
ya yönelti r: "Tuisco 'nun kanını" canlandı rı r ve "Valhalla'nın kucağında"
huzur bul may ı umar. Aynı esin, Almanların Türküsü 'nde, yabancılar ta­
rafından yağmalanmaya ve sömürül meye izi n verdiği ve "kendi öz ru­
huna böyle aptalca ihanet etti ği" için "halkların yüreği , ülke"sini azar­
lamasına neden olur. Burada yine, şiir kılı ğında ve fakat şimdiden tama­
miyle paganlaşmış bir biçi mde, kendi çağında Martin Luther tarafından
ortaya atılmış büyük iddiaları n canlandığını görüyoruz.
Özel likle 1 805 ve 1 8 1 0 yıl larınınki olmak üzere, askeri ve siyasal
olaylar, doğal olarak insanları bu tür düşüncelerden prati k sonuçlar çı­
kartmaya ve eyleme geçmek için prati k planlar hazırlamaya yönel tti .
B u yüzden, bu yeni Alman milliyetçil i ğini "şahi nleri" ve "güvercinle­
ri " arasında bir ayrım yapmak uygun olabi lir. Bu karşıtlığı "güverci n"
Jean- Paul ile "şahin" Fichte arasında bir karşılaştırma yaparak i ncele­
mek son derece v erimli olacaktır.
Prusya 'nın çöküşünden hemen sonra Fichte, Alman Milletiyle Has­
bihdl [ Reden and die deutsche Nation l adl ı eseriyle Al man gençliğini
coşturmuştu. Jean-Paul, aceleyle bu eser hakkı nda uzun bir değerlen­
di rme kaleme aldı. Görünüşte sadece ayrı ntılar üzerinde ya da kendi de­
y i şiyle "ş urasında burasında" aksi görüşte olduğu çal ı şmayı uzun uza­
dıya öv i.ip başarı diledi . Jean-Paul , Fichte 'yi öv gülere boğarken, aslında
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ALMANYA 1 29

okuyucularını onun " seçi lmiş" Alman milletinin dünya hakimiyetinden


aşağısına layık ol madığını iddia etti ğine ve belki de "Pinel ve Röschla­
ub 'a göre sanki kudurmuş gi bi içgüdüleriyle ve bi l i nçsizce hareket
eden şu deli lerin örneğini izleyerek" aklını yitirmiş olduğuna ikna et­
mek için bütün hünerini kullanmıştı.75
Gerçekten de Ficthe, S lav lar dışında bütün Avrupa halklarını Alman
soyuna dahil etmiş, ama Al manlar demek olan "özgün ırk" ( Urwolk) ile
"özgün dili" ( Ursprache) yiti rmi ş ol maklıklarıyla yetersizleşmiş, Al­
manlıktan çıkmış ve kısırlaşmış "neo-Latin halklar" arasında bir ayrım
yapmıştı. Eğer bu del i l i kse bile, daha şimdiden " beyefendi J üpiter"in
deliliğine göre daha az sevimli bir delilik biçi miydi. B u del i l i k artık ür­
kütücü görülerle dol uydu ve Fichte Almanları şöyle uyarıyordu: "Çıkış
yol u yok: Eğer siz çökerseniz bütün insanlık da çökecekti r ve hiçbir
kurtuluş umudu da ol mayacaktır. " İdeal Al man erkekliği tas v i rine yeni
ve kıyametsi renkler eklenmişti . Hitler, bu sözü bir başka biçimde i fa­
de edecekti : "O (Ari) yitip gitmeye zorlanırsa yeryüzüne kesif bir ka­
ranlık çökecek, birkaç bin yıl içinde insan kültürü silinecek ve dünya bir
çöle dönecekti r". 76
Kendisi Ari mitinin başl ıca kurucularından olmakla birlikte gene de
"güvercinler" arasında sayılan Friedrich Schelegel , on dokuzuncu yüz­
yılın başına tam da aynı tarzda, Latin dillerini "kısmen ölü dil ler"77 ve
bu yüzden yaratıcı unsurlar bakımından yetersiz olarak tanıml ıyordu.
Bu yazarların dil ve ırk ölçütleri arasında nasıl küçük bir ayrım yap­
tıkları di kkat çekiyor. Daha o zamandan, Cermeno-Hıri stiyan "seçi l miş­
l i k" kuramının " şahi nler" arasındaki Ernst Moritz Arndt ya da Friedrich
Ludwi g Jahn gibi yobazları Al man "kanı"nı sistematik biçi mde ulul uyor
ve çelişkiye düşmekten korkmaksızın hem Eski Ahit anlatıları ndan hem
de Aydınlanmanı n yeni materyalist antropolojisinden çıkardıkları argü­
manları ortaya atıyorlardı. "Al man denen güçl ü ve kudretl i yabani türün
en soy l u meyveyi verecek aşının fi l izleneceği doğru tür olduğunu ilan
etmekle hata ettiğimi sanmıyorum. Al manlar. . . tek başlarına tanrısal to-

75 Kleine Bücherschau, "Reden an die deutsche Nation " ; krş. Jean Pauls siimtliche Wer­
ke, Weimar 1 938 basınu, 1 , XVI, s. 338-552.
76 Mein Kamp/, Paris 1 938 basınu, s. 289.
77 Aktaran L. Weisgerber, Die geschichtliche Kraft der deııtschen Sprache, op.cit. , s.

237.
1 30 ARİ MİTİ : A VRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

humun olgunlaşmasını sağladı lar, fel sefe ve teoloj i sayesi nde, v e tek
başlarına, efendiler olarak . . . yabancı kandan komşuları nı canlandırıp
yönlendirdiler" 78 Yunanların v e Al manların "kutl u halklar" olduğuna
i nanan Jahn, kendisini daha kaba bir şekilde ifade etti : "Melez hayvan­
l ar üremezler, aynı şekilde kanı bozuk halklar yeniden üreme ulusal gü­
cünü yiti rirler. "79 Bu v eteri nerl i k fel sefesinin bazı yönlerini aydınlatma­
ya çalışan Ernst Weymar, yakınlarda şu sonuca ulaşmıştır:
Hıristiyan ve Al man misyonunun inançlıları arasında, halk ve ulus kavramları
çoğu kez köken ve dil karakteristiklerince nesnel olarak belirlenmiştir. Bu ka­
rakteristiklerin biri ya da öbürü duruma göre daha az ya da daha çok vurgulanır.
Bir halkın seçilmesi , ne olduğu asla tam olarak k u rul m uş ol masa da aralarında
bir bağ varmış gi bi gözüken kanın ya da ruhun gücü tarafı ndan belirlenir. 80

Bel ki bu tanımlanmamış bağ, saflığa yapılan ortak atıftan oluşmak­


tadır. İşin aslı nda, - ister kan ya da ruh, i ster köken ve soy, isterse de ırk
ya da din olsun - saf olarak tanımlanan ul usal karakteristi k, farklı " kö­
ken" ya da "di l"lerden halklar arasındaki engelleri muhafaza etmek için
"doğa" kav ramını canlandırmış olan Fichte gibi bir ideal ist filozofta bi­
le birbirinin yerine geçebi l me eği l i mindeydi.8 1 Fichte, böylece metafi­
zik otoritesinin ağırlığını öğrenci gençliğin Almancılık çılgınlığının hiz­
metine koştu. B u tutum ilk siyasal meyvesini bir hati bin alaya alınmak­
tan korkmaksızın şunları söyleyebildiği 1 848 dev rimci parlamentosun­
da verdi : "Verdün Antlaşmasının* sonucunda Latin milletleri tarafı ndan
A lman milleti nin kesin olarak İngiltere ve Fransa'ya satı ldığını bil miyor
muyuz? ! "82 Alman mill iyetçileri , Karolenjler dönemi tari hini on doku­
zuncu yüzyı lda böyle yorumlamaktaydı.

78 Krş. ; E. Weymar, Das Selbstverstiindnis der Deutschen, Stuttgart 1 96 1 , s. 322.


79 Krş . ; L. Poliakov, Histoire de l 'antisemitisme, C. ili: De Voltaire a Wagner,Pari s
1 968, okur burada 393-399. sayfalarda E. M. Amdt ve F. L. Jahn 'ın fi ki rlerinin bir
tahlilini bulacaktır.
80 E. Weymar, Das Selbstverstiindnis der Deutschen, s. 1 25.
8ı Reden and die deutsche Nation, XIII. Söylev.
. .
Frank (Karolenj ) imparatorluğunun Şarlman ' ın varisleri arasında üçe bölünmesini res-
mileştirmek üzere , savaşan torunları arasında 843 yılında imzalanan anlaşma. İ m­
paratorluk topraklarının Latin ve Cermen dil-kültür kuşakları arasında ayrışmasını
kesinleştirdiği gibi Al manya' nın 1 9. yüzyıl sonlarına dek sürecek feodal parçalan­
masını da başlattığı düşünülen bu anlaşma, Al man milliyetçileri için hala hayıflanma
vesilesidir. -v. h .
82 Krş . ; Micha � l Freund. Deııtsche Geschiclıte, Gütersloh 1 960, s. 304.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ALMANYA 13 1

Fichte, birçok bakı mdan şaşırtıcı bir öncüydü. Bir kez daha, Nasıra-
1 ı İsa'nın etnik kökenini sorgulayan ve onun belki de Yahudi soyundan
olmadığı sonucuna v aran i l k kişi oydu.83 B unun sonucu olarak, Yeni
Ahit'teki soyağaçlarına bile kuşkuyla bakılabi lirdi. Eski Ahit'tekiler on
sekizinci yüzyılın usçu Luterci teologları tarafından zaten itibarsızlaştı­
rılmıştı v e artık Al manya 'da Aşkenaz ' ı n ul usal ata olduğunu düşünen
ki mse çıkmayacaktı .
Adem ile başlayan Kutsal Kitabın başatalarının gözden düşmesiyle
yerleri efsanevi Arilerce çabucak dolduruldu. Almanların insanlığın
öbür ırkları arasındaki ayrıcalıklı konumu da bu yeni perspektiften sav u­
nuldu.
Bu yeni bakış açısının hiyerarşilerini ve sınıflandırmalarını kitabın
i kinci bölümünde i nceleyeceğiz. Orada, antropoloj i k birli kleri kendi l i ­
ği nden aşi kar kabfil edilen Al manların, özel li kle d e güzel b i r ırk ile çir­
kin bir ırk (Meniers), etki n bir ırkla edilgin bir ırk (Klemm), gündüzcü)
lıir ırk ile gececi! bir ırk (Carus), erkeksi bir ırkla kadınsı bir ırk (Men­
ı.e l), insansı bir ırkla maymunsu bi r ırk (Oken) ya da esas olarak Zenci­
lerde tecessüm eden " doğa" ile özell i kle Al manlarda bel i ren "ruh" (He­
gel) arası nda kurulan karşıtlıklarla çalışan şu az çok Maniheist örnek­
lerde görüldüğü gi bi , nasıl Av rupalı ya da Beyaz ırkın temel özü sayılır
hale geldiğini göreceğiz.
Gençlik ile yaşlılık arası ndaki karşıtlık incelenmesi gereken bir baş­
ka sorundur. Kabul etmel iyiz ki, gözatı lmasını önerdiğimiz değişik ant­
ropoloj i k sistemlerden hiçbiri bu tür sı nıflandırmaları açıkça benimse­
memiştir. Al manl ara genç bir ırk oluşlarından dolayı atfedilen üstünlük
ya sadece ima yol uyla anıştırılmış ya da marj i nal bir şekilde ifade edil­
mişti r. Kronoloj i k güçlüklerin varl ığında kuşku yoktur (bu konuya son­
ra döneceğiz). Üstelik, Hi ndi stan 'dan arka arkaya yayılan dal galar ha­
l i nde nüfuslandığı v arsayılan bi r Av rupa 'da, gençlik erdeminin genell i k­
le en son gelenler olduğu düşünülen Slav lara atfedil mesi daha doğru ol­
maz mıydı?
Gene de asıl güçlük muhtemelen başka yerde yatmaktadır ve gerçek

K.� Fi chte, bu görüşünü İ sa'yı Dav ut'a bağlayan bir şecere vermeyen tek İ ncil olan
Yuhanna'nınkine dayandırır; krş. L. Poliakov, Historie de / 'antisemitisme, op. Cit. C.
3 , s . 1 99.
132 A RI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI v e MİUİYETÇİ FiKiRLERİN TARİHi

yanıt daha geniş bi r inceleme alanının içi nden bul unmal ıdır. Özünde
modern bir genel görüngü olan gençl i k tapıncı kendi başına bir di kkati
hak etmektedi r. Söz konusu tapınç, Batı 'da önce Al manya 'da ortaya
çıktı. Al man edebiyatının Herder, Goethe ve Schiller ile neredeyse ya­
rım yüzyıllık bir hakimiyet kuracağı dünya edebiyatına ilk defa girmesi­
ni sağlayan Sturm und Drang adı v eri len romanti k protesto hareketinin
kökeni nde bu vardı. O özgül "Al man Erkeği idealinin" - dai ma en iyi
şekilde Al manya 'da gel işme göste rmiş olan ve kimi tari hçi lerce oradan
kaynaklandığı düşünülen - romantik ideoloji lerin gençl ik veçhesiyle
bel l i i l i şki leri nin bul unduğuna kuşku yoktur. Hal ihazırın geçmişe bir
başka isyanı olan, on seki zinci yüzyılda " Eski ler" ile " Modernler" ara­
sı nda Fransa ve İngiltere 'de yürütülen ve içi nden insani ilerleme fi kri­
nin çıktı ğı münakaşa düşünüldüğünde, bu kuşku daha da güçleniyor. O
tartışmada rekabet, "genç" ol mak değ i l , "eski/yaşlı" ol mak üzerineydi.
" Modernler" hoşnutsuzl ukları nı açığa v urmuşlardı, "Eskileri n" "çocuk­
ları" olmayı reddetmişlerdi . Bununla bi rl ikte, en erken sözcüleri şimdi­
ki zamanın davasını ortaya koyarken, kendi öz çağları nda geçerli olan
fi kirlerde temel bi r bel i rsizl ik sergilemişlerdi . " İnsanların Antikite hak­
kındaki kanaati" demişti Francis Bacon, " gelişi güzel biçimlenmi şti r ve
aklı başında hiç kimse Anti kitenin kendi yazı larıyla aynı fikirde değildir
Ve buna " Dünyanın yaşlılığı bizim zamanımızdır, Eski lerin yaşadığı
zamanlar değil , çünkü o zamanlar dünyanın gençlik çağıydı" diye ekle­
mi şti .84
Pascal aynı düşünceyi şu şekilde formüle etmişti : " Eskiler dedi kle­
rimiz aslında her şeyde gençti ler ve i ş i n doğrusu insan soyunun gençli­
ğiydiler... Başkaları nda düşlemek isted i ğimiz bu Antikiteyi bulabilece­
ğimiz yer kendi aramızdadır".85
Akıl ve bilimin bu büyük habercileri ilk olarak Orta Çağdan mi ras
alı nan bu tarih dışı , daha doğrusu zaman dışı görüşün tutarsızlıklarını ve
kesi nlikten yoksunl uğunu hedef aldılar; v e - gerçi Antikiteye hala de­
ğer verdiği için geçmişi i nkar etmeksizin - " modern insanın rüştüne er­
mesi", bu zi hi nsel iklim içi nde oldu. Psikanal iz teri mleriyle konuşacak

84 Novum Organıım ; Bacon, Lorquet Paris 1 847 basımı , s. 1 52 : krş.


85 Blaise Pascal , Fragment d 'wı traite du vide ( 1 647); krş. CEuvres . .. ed. H. Massis,
Paris 1 927. C. VI, s. 1 4- 1 5.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: Al.MANYA 1 33

olursak, genel olarak Batı onları geçmeyi hedeflemekle birli kte kendi­
sini eski "Babaları " ile özdeşleşti rdi, buna karşılık Al manya tam tersi­
ne birçok bakımdan onları reddetmeye ve babal ıklarını inkar etmeye
eği l i ml iydi .
B acon ile Pascal tarafından ileri sürülen dev ri mci görüşler, Yaşlılık
ve Gençliğin görünüşte karşıt yönleri hakkında bize başka bir şey öğ­
reti r. Akı l yürütüş biçimleri modern çağda zaman ve mekan karşısında
bi raz önce zaten değinmiş bul unduğumuz bir tutum değişikliğini haber
verir.
Dilin kullanı mının, aynı anda hem doğumun hem ölümün, hem ya­
pım ı n hem y ı kımın deneyimi olduğundan son derece belirsiz olan zaman
hakkındaki sezgisel deneyimimizi yansıttığını düşünürsek, bu deneyi­
min kolektif ifadesinin bireysel i fadesi nin zıddını temsi l etti ğini görü­
rüz, gerçekten bugün bile çoğunlukla böyledi r bu. Zamanın bu kolektif
ifade tarzı , geçmişin "eski güzel günlerine" bugünden ne kadar uzakla­
şırsa o kadar yaş l ı olarak bakar, oysa gelecek, sonuna, Kıyametin "en
genç gününe" (Almancada der jüngste Tag) ne kadar yaklaşılırsa o ka­
dar genç olacaktır. Bu dünya görüşünde, dil, eskilerin zamanı olan bir
geçmiş ile gençleri n zamanı olan bir gelecek arasında karşıtlık kurar.
Kolektif zamanı deneyimlemenin di lde korunan bu tarzı, modern zaman
görüşü (Bir kez daha Pascal 'dan al ıntı yaparsak, modern çağ "birbirini
izleyen bütün insan nesi llerini. .. tek bi r insan" olarak görmeye başla­
mıştı)86 ile yan yana bugün de varlığını sürdürmektedi r. B unun sonucu
olan çelişki ve karı şıklık da varlığını korumaktadır. Bu çel i şki ve karı­
şıklığın kökleri sadece hatırlanmaz zamanlara dek geriye giden geçmiş­
te deği l , aynı zamanda bi linçdışı psişik süreçleri n derinden zamansızlı­
ğı nda yatmaktadır.
Böyle konu dışına çı kmakla, "yaşlı Lati n ırkı" i le " genç Alman ırkı"
arasında son böl ümde ortaya koyduğumuz karşıtl ı ğa yeni bir ışıktan
bakmanın yol unu hazırlamış olduk. Kültürel bakış açısından, kronolojik
referans noktalarıyla bağı kurulabi leceğinden, uygarl ık çağının kesin bir
anlamı vardı r. Latin kültürünün tartışma götürmez eski l i ğ i , İtalyan va­
tanseverlerine her dönemde kendi lerine bu geleneksel üstünlük biçi­
mi nden pay biçebil me esini vermi şti ; Faşist dönemde bile, razza di Ro-
---- ---· -- ------·- -·

86 Pascal , loc. Cit.


1 34 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYFTÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

ma 'nın manevi ya da kültürel yönüne v urgu yapıl ması hiç kuşkusuz bu


sebeptendi. Bununla birli kte "kolektif yaş" kav ramının karakteristi k be­
l i rsizl i ğinin, modern zamanlarda yeniden doğma daha doğrusu yeniden
türeme mefhumunu canlandırarak İtalya'nın yeniden canlanışı için bir
model sağlayabi lmiş olduğu da doğrudur. Bu mefhumun kendisi de i l ­
gi çekici psikanalitik yorumlara açı ktır. Resmi marşı b i l e Giovinezza
[ gençlik, -ç.n. J olan Faşizmin anahtar kel i meleri nden biri ni n gençl i k
olduğu hatırda tutul malıdır. 87
Bu yüzden, (bugün saçmalı ktan başka bi r şey ol madığını bildiği­
miz) ı rkların hayali biyolojik yaşının, iyi temellendirilmiş ve ev rensel
olarak kabı11 edi len hiçbir yargı standardının ol madığı koşullarda her
türl ü spekülasyona açık kapı bı rakması için çok daha fazla neden vardı.
Al man ırkının öv gücüleri - özellikle de Nazi dönemi nde - her iki ver­
siyonu da aynı anda istismar etmeye başladığında, bu muğlaklık iyice
göze görünür oldu. ("kan", "toprak" ile özdeşleşti rilerek) Alman ırkı
orij i nal ve daima var olmuş bir ırktı , ama aynı zamanda ebediyen genç
bir ırktı da. Bu çeli şki , yaklaşık 1 870 ' 1erden itibaren "Ari göçü" kura­
mının sav unucularıyla yeni "otoktonl uk" kuramının partizanları arasın­
daki polemiklerde yansıma buldu. İ kinci kuramı n gönül l üleri nden biri ,
1 925 'te "unutulmuş zamanlardan beri kendi yerl i vatanımızda yaşamış
olduğumuzu ima eden bu yeni öğretinin her birimize gücümüzü daha
deri nden hi ssettirmesi ve bunun bize özel görev ler yüklediğini düşün­
dürmesi gerekti rdiği kabı11 edi l melidir" diye buyuruyordu. Beklenebi­
leceği üzere bunu da Antaeus ve "Toprak Anamız"a yapılan bir gönder­
me takip ediyordu. 88
B ütün bunları söylerken, yukarıdaki tahlilin bizi bütünüyle tatmin
etmekten uzak olduğunu kabı11 etmek zorundayız. En başta, on doku­
zuncu yüzyılda Alman ırkçılığının büy ümesini karakterize eden özgül
"saflık" takıntısının, hiç kuşkusuz özelli kle Al man eğitiminin otoriter
geleneği ol mak üzere, topl umsal v e kül türel etmenlerden etkilenmiş ol­
duğuna hiç kuşku yoktur. Önünüzdeki ki tapta bütün bu etmenleri uzun

87 Böyle bir tahl i l kesinlikle başka ülkeler için de yapılabi lir. Kendi zamanınuzda, İs­
rai l ' deki propaganda çoğu kez ülkeyi "mucizevi'· ya da ·'paradoksal " şekilde dün­
yanın en eski ülkesi olduğu kadar en genç ülkesi de olarak tanımlar. Bu, kolektif
zaman sorununu kafası karışık şekilde fark etmenin kendi başına bir örneğidir.
88 Th. Bieder, Geschichte dr Germaneııforsclıung , op. cit. , Leipzi g 1 925, C. I I I , s. 63 .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ALMANYA 1 35

uzadıya ele al mak mümkün değ i l . Bunu yapmak için, her biri Al man­
ya 'nın ve Av rupa 'nın gelecekteki şekillenmesine kendi özel katkısını
yapm ış olan siyasal ya da i ktisadi başka bi rçok geçerl i perspektif açan
bi rçok alana girmemiz gerekirdi. Dahası, "Al man Erkeği " kültürel mo­
del inin Al man tari hi üzerinde yapmış olduğu güçlü etkiyi açıklığa ka­
v uşturma girişimimizde, kimi zaman açıkça sav unulan ama çoğu kez
paradoksal şekilde bir "Al man Hıri stiyanlığı" şeklinde sunulan şu şaşı r­
tıcı Al man yeni-pagancılığı görüngüsüne ancak şöyle bi r dokunmuş gi­
biyiz. Ama bu soruna daha sonra yine döneceğiz.
Son olarak, bu teozofilerin ve sapkınlıkların on dokuzuncu yüzyılın
ikinci yarı sındaki baş peygamberi nin Richard Wagner olduğunu; başlı­
ca ayinlerini n v e törenlerinin her yıl Bayreuth 'da kutlandı ğını ve baş ke­
faretçi-kurtarıcılarının, "tanrı Wagner 'in sunaklarında kutlanan tapıncın"
müritleri nden bi rinin "Tarihin üç üncü A dem 'i" olarak tanımladığı Al­
man Mesi h-Şövalye Parsifal olduğunu hatırlamaya değer. 89 Ama aynı
zamanda, Almanya 'nın aynı dönemde açık görüşlü v e vatansever bazı
eleşti rmenler de yeti şti rmiş olduğu da hatırlanmalıdır. Bunların arasın­
da, kuru yorumlarıyla meselenin özünü Nietzsche 'nin Wagner karşıtı
ilenmeleri nden daha iyi ortaya koyan Mommsen idi. Mommsen, "Al­
man mi syoner mill iyetçiliğinin zorunl u biçi mde saldı rgan karakteri "ni
v urgulamış ve "ev rensel A dem 'in yeri ne, i nsan ruhunun bütün
hari kalarını kendi içi nde taşıyan bir Al man A dem geçi rmeye çal ışan
mi l l i yetçi del i lere" karşı uyarıda bul unmuştu.90

89 Krş . ; L. Pol iakov, Histoire de l "antisıfmitisme, op. cit. , C. III; De Voltaire a Wagner,
s. 440-467.
90 Krş . ; Th. Mommsen, "Ninive und Sedan ", Die Nation 25 Ağusıos 1 900, ve Deutsch­
land und Ennland, age . , 1 O Ağustos 1 903 .
6.
RUSYA*

AVRASYA'NIN KARIŞIM KABI


Sov yetler B i rl i ği ' nde ul usal köken miti dev letin denetimi ndeki bir ko­
n udur. Genç tari hçi Andrey Amal ri k, Rusya' nın kökeni hakkındaki
"Nonnan karşıtı" resmi kuramı 1 sorguladığı için 1 965 gibi üniversitesin­
den uzaklaştırıl mıştı (sonra da Sibirya' ya sürüldü). B u kuram, i ki yüz­
yıldan daha uzun bir zaman önce başl amış olduğundan, belki de bütün
zamanl arın en uzun ve en sert tarihsel tartışmalarından biri ne neden ol­
muştu. Başlangıçta, ul usal tarihi araştırmak üzere Saray tarafından gö­
rev lendirilen Alman bilginler, en önemli temsi lcileri Mihai l Lomono­
sov olan Av rupai eğitim al mış Rus entelektüel leriyle karşı karşıya gel­
m işti . Tartışma, gerçek Rus akademisyenl i ğinin geli şmekte olduğu on
dokuzuncu yüzyılda da devam etti . Gerçi görüşleri yüzünden her iki ta­
raftan da ki mse hapse atı lmamış olsa da, Normancılar i le Norman kar­
şıtları arasındaki polemikler o sırada doruğuna ulaşmıştı.
Tartı şmanın baş nedeni " Nestor ' un" v akayi namesi ol arak bi l i nen
bir Kiev vakayinamesi idi. Bu kaynak, açık bir şekilde, Rusya' nı n ya da
" Rus"un dokuzuncu yüzyıldan on ikinci y üzyıla dek Varengler ya da İs­
kandi nav lar tarafından yönetilmiş olduğunu bildiriyordu, Rus teri minin
kendisi bile İsveç kaynakl ıydı . B u izlenim , Kiev ' i n i l k prenslerinin kuş­
kuya yer bırakmayacak şekilde İskandinav adları taşımasıyla doğrulanı-

• Poliakov ' un çalışmasının Türkçe çevi riye temel alınan Fransızca metninde yer veril­
meyen bu bölüm, aynı çalışmanın İngilizce basımından (The Arya11 Myth - A His­
New York 1 977)
tory of Racist and Nationalist ldeas in Eıırope, Meridian Books,
A. Ercüment Özkaya tarafından çevrilmiştir. -Yn.
Krş . ; A. Amalrik, Will the Soviet Union survive untit 1 984? Londra 1 970. H.
Kamm ' ın Önsözü, s. xv.
136
MİTLERİN ESKi KÖKENİ: RUSYA 137

yor, çapul ve şan arayışı içinde Vikingleri n nasıl Rusya ovalarına çekil­
diğini anlatan İzlanda sagalarıyla daha da destekleniyordu. Bazıları ,
kurduğu hanedan on altıncı yüzyıla dek Rusya' yı yönetecek olan İsveç­
li Rurik gibi prensler ol muştu. Öbürleri paral ı askerler olarak çalıştırıl­
mıştı ; on birinci yüzyılın sonuna dek Ruri k ' in halefleri İsveçli muhafız­
larca korunur ve savaşlara bunlarla giderlerdi.
Kiev vakayinamesi nin ünlü bir pasajı, Slav boylarının Vikinglere,
Ruri k i le kardeşleri ne şu sözlerle başv urduğunu bildirdiğinden, ulusal
ve ırksal gurur bakımından özellikle inciticiydi: "Ülkemiz büyük ve
zengin, ama düzenden yoksun. Gel i n ve üzerimizde hüküm sürün"
Rusların siyasal bakı mdan aşağı olduğunu iddia eden herkesin bu baş­
v uruyu nasıl kullanabi leceği kolayca tahayyül edi lebi l i r, özell ikle de
Rusya'nın Batılı hükümdarların hakimiyetine girmekten ancak Doğulu
bir halkın, Moğol l arın hakimiyetine girmekle kurtulabi lmiş olduğu dü­
şünüldüğünde. Stal i n ' i n tarih öğretimine sıkı bi r disiplin getirdiği aşağı
yukarı 1 935 yılına dek, bütün Rus okul çocukları yukarıdaki pasaja aşi­
naydı. A ma elbette, Nestor ' un anlatısında i l giye değer çok daha fazla
şey vardı.
Bu Hıri stiyan keşiş, Cermenik Varengler hanedanının oynadığı rol ü
vurgularken, Rusya' nın yerli halklarını Slav lar ve Slav olmayanlar şek­
linde kabaca ikiye ayırmıştı, bu iki grubun her ikisi de Yafes ' in soyun­
dan geliyordu, bu yüzden Sam ' ın soyundan gelen Doğ u ' nun göçebe
halklarından bütünüyle farklıydılar. Bu gözlem çarpıcıdır, çünkü Nes­
tor ' un saydığı bu Slav ol mayan halklar, bugün S SCB ' ni n Federal Cum­
huriyetlerinde ve Özerk Bölgelerinde hala v arlığını sürdürmektedirler.
İkinci si, Slav soyunun öncelikli konumunda ısrar etmekle birl ikte, Nes­
tor, - çujezemtsiy (yabancı lar) diye değil de inozemtsiy (başka ülkenin
adamları) diye andığı - Fin ya da Baltık halklarından komşularından,
Cermenleri n Cermen ol mayan Welsche ' ye karşı tutumlarını karakterize
eden düşmanlıktan tamamen azade bir dille söz etmiştir. B una karşılık,
her i kisini de on altıncı yüzyı la (hal k ağzında ise on dokuzuncu yüzyıla)
dek aynı yazik kel i mesiyle adlandırdıklarından, halkları dilleriyle özdeş­
leşti rmek Slav lar arası nda Cermenler arasında olduğundan daha kökleş­
mişti. Slav ve Cermen anlayışları arasındaki fark, "söz", "şan" ve
"S lavlar" anlamlarını veren slov ya da slav kökünün karş ıtı olan "ses­
si7Jsözsüz" anlamına gelen Nemtsiy kel imesinde de açığa çıkar. Nemtsiy
1 38 ARi MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

sadece Almanları adlandırmak için kullanılmadan önce inozemtsiyi de­


ğil ama bütün çujesemtsiyi tanımlamak için kullanılırdı. Bu inozemtsiy
için ise Nestor şunları yazmıştı :
Ö bür halklar [diller] "Rus"a [yani Varenglere] vergi öder. Bunlar Çud, Mer­
ya, Ves, Muroma, Çeremis, Mordva, Perm, Peçora, Yem , Litva, Zemgola, Kors
ve Livi 'dir. Hepsi kendi dillerini konuşur. Yafes'in soyundan gelirler ve kuzey
i kl imlerinde yaşarlar. Onların hepsi atalarının alışkanlı klarını, törelerini, yasala­
rını uygularlar ve kendi geleneklerini sürdürürler. . .

Vakanüv ise göre, Rurik ile bi raderlerine o ü n l ü başv uru, Slav l ar,
Çudlar ve Vesler tarafından yapılmıştır. B u putataparların adetlerini
eleşti rmek yazarın akl ından bile geçmez, onlara karşı tutumu saygı ve
sev giyle tasv ir etti ği Kiev ' i n pagan prenslerine karşı tutumundan farklı
deği ldir.
Kabı11 etmeli ki vakayiname, "yeni bir Konstantin" gibi uyruklarını
İ ncil ruhuyla terbiye eden Aziz Vladi m i r ' i pek bol keseden öv müştür;
oysa Hı ristiyanlığı n Rusya' da sağlam bir temel edinmesi çok daha uzun
bir süre, belki de yüzyıllar almıştır. Bu ermişimsi Prens Vladi mi r ' i n "en
iyi v assallarının" oğul larına alfabeyle birlikte yeni i nancı nasıl gönül rı­
zalarıyla öğretti ğini anlatırken, Nestor gerçeğe sadık bi r şekilde "analar
bu çocuklar için ağladılar. Henüz onların i nancını kabı11 etmiş olmadık­
larından, sanki onlar ölmüş gibi gözyaşı döktüler" kaydını düşmekten
geri kalmaz. On bi rinci ve on ikinci yüzyıldaki sayısız çatışmanın paga­
nizmin özel l i kle kır hal kı arasında gücünü koruduğunu gösterdiği gibi ,
önderler arasında da iki dinl i l i k (droyoverye) az rastlanır bi r şey değil­
di. Y üce Toprak-Tanrıçası tapıncı, " Rusya' nın kutlu toprağına" daha
sonraları " Kutsal Rusya"ya bağlılık kılığında ya da Dostoyev ski ' nin
eserleri nde izlerine hala rastladığımız "toprağa günah çıkarmak"2 gele­
neği nde varlı ğını korudu. "anaya söv mekte" ortaya çıkan küfre varan
müstehcenlik de bunun bir başka kanıtıdır.3 Üsteli k, soyadı " kı zıl güneş"
ya da " parlak güneş" anlamına geldiğinden, Aziz Vladimir güneş-tanrı

2 Suç ve Ceza "Dörtyol ağzına git, insanların önünde eği l , kendisine karşı günah işle­
diğin için toprağı öp ve tüm sesinle dünya duyur: "Ben bi r katilim."
3 Orta Çağ Rusça v aaz derlemelerinde anaya sövgü için kullanılan bu sözler Uç kat gü­
nah ve yasak olarak tanımlanır, çünkü bu sövgillerde bulunmakla hem Tanrının ana­
sına (Meryem), hem söyleyenin kendi anasına ve hem de Toprak Ana'ya hakaret
edi lmiş ol ur.
MITLERİN ESKİ KÖKENİ: RUSYA 1 39

Dajdbog ile özdeşleşti ri l mişti . Bizzat Nestor, paganl arın göğü babaları
yeryüzünü anaları olarak gördüklerini bi ldirmişti. Rus destanlarının en
sev ileni İgor Alayı ' nda (yakl . 1 200) Yafes ' i n ya da A dem ' i n hiç sözü
edi lmez. Ruslar hala tanrısal pagan atalarına tapınmaktadır, " Dajd­
bog ' un torunları " olarak kal mışlardır.
Rusya' daki i l k Hıristiyan soyağaçlarının kendine özgü bir özel l iğini
bu durum açıkl ayabilir. Batı 'dakilerin aksine, Rus v akayinameleri Ru­
rik ' i Eski Ahit başatalarına ya da Antikitenin kahramanlarına bağlaya­
rak Yafes ile Rurik arasındaki boşluğu doldurmaya asla yeltenmemi ştir.
Böyle kesi nti siz bir soyağacı, göreceğimiz gi bi, ancak on altıncı yüzyıl­
da Yav uz İvan ' ı n hükümdarlığı sırasında ortaya atılacaktır. O zamana
dek, tek gördüğümüz, on dördüncü yüzyılda Sultan S üleyman ' ı "yerli­
leşti rmek" yönündeki bir çabadan ibaretti r. Hem kökeni karanlıkta kal­
mış bir efsanede hem de ünl ü bir kahramanlık şiiri nde, S üleyman ' ın bir
zamanlar Rusya' da saltanat sürmüş olduğu i l an edi l m iştir.4 Ülkeyi Hı­
ristiyanlaştı ran ilk misyonerlerce Slav diline çev rilmiş bulunduğundan,
o zamana gelindiği nde Rusların Eski Ahit ile çoktan tanışmış olduğunu
hatırda tutmak gerekir. B unun bir sonucu, eğitimli Rusların Anti kitenin
kültürlerini v e dillerini i nceleme zahmetinden kurtul muş ol masıdır ki
bir Slav Rönesansının hiç yaşanmamış ol uşunun başlıca nedeni de bu­
dur. İtalya' dan gönderilen Yunan Maksi m adı nda bir hümanistin kente
yerleştiği on altıncı yüzyı l başlarına dek, Moskova'da iyi Yunanca bilen
bi r bilgin bulmanın mümkünü yoktu.5
Gene de, oldukça geç ve ancak şöyle üstün körü v aftiz edilmiş ol­
masına rağmen, Kiev Rusya'sı feodal Av rupa milletleri ai lesi ne sev e se­
ve kabfil edil mi şti. (Rusya'nın Şarlman ' ı , anası ve karısı İskandi navyal ı
olan ve bu yüzden Kısa Pepi n ' i n "Fransızlığından" daha fazla "Ruslaş­
mış" sayıl amayacak) B i l ge Yaroslav 'ın kızlarından biri Fransa Kraliçe­
si ol urken6 başka kızları da Almanya ve İngiltere saraylarına gelin git­
mişti .

4 Krş . ; M . Gorlin, " Salomon e t Ptolemee; l a !egende d e Volot Volotovic", Revue des
Etudes Slaves, XVIII ( 1 938), s. 4 1 ve devanu. Moskof Dimitriy Donskoy ' un 1380
yılında Tatarlara karşı kazandığı zaferi öven Zadonsçina şiirinde de aynı fikre rastla­
nır.
5 Krş. ; A. Kartaşev, Oçerk istorii russkoy tserkvi, Pari s 1 959, C. 1 , s. 460.
6 Söz konusu kraliçe, I 05 l ' de 1 . Hemi ile evlendirilen ve kocasının öl ümünden sonra
oğlu 1 . Phi lip büyüyene dek kral naipliği yapan Kraliçe Anne' dir.
1 40 ARI MİTİ : AVR UPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERiN TARİHİ

Söz konusu dönemde uluslararası ticaret canlanmıştı ve Henri Piren­


ne ' e göre Rus kentleri Batı Av rupa' daki lerden daha etki n ve daha kala­
balıktı.7 İskandinav lar arası nda Rusya, Gardarikki yani "kentler krallı­
ğı" diye anılıyordu. Bununla birlikte Rusların en sıkı bağ kurduğu dev­
let Bizans idi. Yeni din ve kültür oradan gelmi şti . Rusya Ki l i sesi hiye­
rarşik bakımdan Bizans Kilisesi ne bağl ıydı ve bütün Slavların gözünde
B i zans İmparatoru, ev rensel Roma İ mparatorl uğunun meşru varisi ya
da başkenti Çargrad ' da8 oturan "Çar"ı idi . Ne olursa olsun, (Baltık kıyı­
sındaki Nov gorod ve Pskov serbest kentleri dışında) Rusya'nın Hıristi­
yan bir milletin görüp göreceği en yav uz "Çar" tarafından ikiyüzel l i yıl
boyunca yöneti l mek üzere yabancı bir güç tarafından boyun eğdirildiği
1 240 yılına dek durum böyle idi .

B ütün dünyaya haki m olacak bir imparatorluk düşü, gerçekleşmeye


Moğol ların Vietnam ' dan Adriyatik kıyılarına dek yayıldığı on üçüncü
yüzyıl ortalarında olduğu kadar bi r daha hiç yaklaşmamıştır. Cengiz
Han ile ardıllarının bir eylem planı v e buna uygun dav ranış kodları var­
d ı . Hanlarını da bağlayan tanrısal irade gereği , Moğoll ar dünyaya barış
v e düzen getirme misyonuyla görev lendiri lmi şti. Bu iddial arı nı sırf bir
hak değil aynı zamanda bir ödev olarak görüyorlardı.9 Beceri kli siyaset­
çi lerdi , yerel hükümdarları işbaşında bırakıp sömürgeci ler olarak yönet­
tiler. Yerel halkları sömürmek, v ergi toplamak ve yardı mcı kuvvetler
olarak kul lanılan askerleri sağlamak ( böylece toplanan binlerce Rus sa­
v aşmak ve ölmek üzere Çin'e yol lanmıştı) bu yerel hükümdarların gö­
rev iydi. 10
Rusya' da feodal bağlar zayıftı ve 1 240'da birkaç aylık bi r zaman sü­
resi içinde Rurikoviçi bi rbi ri ardına Moğollara boyun eğip vassal oldu­
l ar, artık payeleri ni Büyük Kağandan alıyor ve aralarındaki anlaşmazlık-

7 Krş . ; H. Pirenne, Ortaçag Kentleri ! Türkçesi için bkz. : Çev. Ş . Karadeniz, İletişim
Yay. , İst. 1 9941.
8 Rusya'da İstanbul için bu ad yirminci yüzyıla dek kullanımda idi .
9 Krş. ; G. Vemadsky, A History of Russia, C. 1 1 1 ( Tlıe Mongols and Russia), Yale J 953 ,
s. 1 53 ve dcvanu, vr E. Vocgclin, "The Mongol Order" , Byzantion XV ( 1 94 1 ).
IO
Bkz. Çin yıllıkları ve Vemadsky 'nin söz etti ği kaynaklar, op. cit. , s . 87-88.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: RUSYA 141

tarın çözümlenmesi için onun Asya' daki başkenti ne gidiyorlardı. B u


yüzden, bütün Rusya'nın i l k gerçek Çar ' ı Moğol Kağanı i d i ve o döne­
min i l k yazılı kaynaklarında da bu durum öyle kabfil görüyordu.
B u durumda, Hıristiyan prensler onlar arasında da işbirl i kçi olarak
siv rilen Moskova prensleri , aracılardan ya da arabuluculardan i baretti .
Gerçek gücü uzaklardaki pagan Çarlar elinde tutuyordu v e onlarla Rus­
ya' nın Hıristiyan ümmeti arasında şiddet ve baskıdan başka hiçbir bağ
yoktu. İktidarını çıplak zul üm ve hile yol uyla uygulayan üst yönetimle
halk arasındaki bu trajik ili şki , "Rusya toprağında büyük ıstıraplara yol
açan" bir "it çar" dan söz eden bir destan ya da biylinide üstü kapalı ifa­
desi ni bul ur. Ne var ki, halk kahramanı İlya Muromets, i syan etmeden
önce sanki " i t" meşru bir hükümdar imişçesine ona biat etmeye gider:
İlya it çar Kalin 'in h uzuruna v ardı
İği/ip önünde selam sundu;
"Sağlık ve esenlik içinde kalasın Kalin çar. "
O vakit Kalin çar ona şöyle buyurdu :
" İn ançla ve güvençle hizmetimi gör. " 1 1

Farkl ı türden bir kaynakta, yani (bir Fin boyu olan Zyrleri n ermişi)
Aziz S tephen adına yazılmış bir velayetnamede, bi r "düzmece çar"dan
söz edi lir, ne v ar ki bu çarın meşruiyeti sorgulanmaz, d i nsizliği ve tah­
tı gasp etmiş oluşu hayatın olağan bir gerçeği olarak kabul edi l i r. 12 Rus
halkının daima yabancı v e düşman olarak gördüğü siyasal otoriteye kar­
şı tari h boyunca göstermi ş olduğu güvensizl i ği n kökünde belki de bu
muğlaklık yatmaktadır.
Kilise de, kendisine sayısız ve ölçüsüz ayrıcalı klar tanımış olan Mo­
ğol çarlarının meşruiyeti ni kabfil etmişti . 1 3 Bu yüzdendir ki , Rusların
ulusal azi zi Radonej l i Sergey, 1 380 Kul ikovo Savaşı ' nın * arefesinde

11
Krş . ; O. Jensen (R. Jacobson), "Sobaka Kali n Tsar" (Dog Tsar Kalin), Slavia, XV I I ,
1 939, s. 82-98.
12
Krş . ; D. Chyzhev sky, History ofRussian Literature from the Eleventlı Century to the
end of Baroque. Lahey 1 960, s. 1 67.
1 3 Her türlü vergi, haraç ve öşürden bağışık tutulma, kilise üyeleri üzerinde sınırsız yar­
gılama yetkisi, Hıristiyan inancına karşı işlenen cürümlere ölüm cezası verebilme hak­
kı vb. Bunun sonucunda Rusya'da yüksek kil ise hiyerarşisi "Moğol hizbinin" bir par­
çası olmuştu . Krş . ; G. P. Fedotov, The Russian Religious Mind, C. il, Harvard 1 966,
s. 1 85.
1 380 yılında Moskova Büyük Prensi Dimitriy komutasındaki müttefik Rus kuvvetle-
1 42 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

öğüdünü isteyen Prens Dimitriy Donskoy ' a bir vassal olarak ödev leri­
ni hatırlatmıştı :

Senin ödevin, Beyim, halkını sav unmaktır. Ruhunu sunmaya v e kanını akıt­
maya hazır ol . Ama önce, bir vassal olarak Mamay Han'a git ve itaatini arz ede­
rek ve gerçeği anlatarak onu durdurmaya çalış. Kutsal Kitap, bize düşmanları­
mız şanımızı talep ederlerse, altınımızı ya da gümüşümüzü isterlerse, verebilece­
ği mizi öğretir. Ama bırak da, biz sadece İ sa adına imanımız uğruna hayatımızı fe­
da edelim, kanımızı dökel im. Dinle, ey Prens, şanını ve servetini onlara teslim
edersen, Tanrı yenilmene izin vermeyecektir. Alçak gönüllülüğünden ötürü seni
yüceltecek ve onların dizginsiz gururunu kıracaktır. . 1 4
.

Moskova Metropol iti Kipriyan da Dimitri y ' e aynı öğüdü v erip Mo­
ğol iktidarı nın meşruiyeti ni v urgulamıştı . 15 Bu, Batıl ı Haçlılarınki nden
çok farklı bir maneviyatı gösteri r, ki Rus Ki lisesi nin Tapınak Şövalye­
l eri ya da Töton Şövalyeleri gibi askeri tarikatlara benzer örgütlenme­
l eri hiç tanımamış, daha genel bakarsak, Batıda görülen papaların impa­
ratorlara, pi skoposların prenslere, ruhban sınıfının laiklere muhalefeti
gibi şeylerin Rusya' da görü l memiş olduğunu eklemek bile fazl a ola­
caktır. Dünyevi iktidara itaat, kilise tarafından büyük bir erdem olarak
öv ülüyordu. Üstelik, ana babalara çocuklarını korku aracılığıyla terbiye
edip kurtarmayı öğütleyen /smaragd ya da ünlü Domostroy gibi genel
bi lgi kaynaklarında görüldüğü gibi, bu tutum aileye ve özel manev iya­
ta kadar genişleti liyordu. 1 6
Şimdi artık Moğollar tarafından kul laştırılan Rusya' nın on beşi nci
ve on altıncı yüzyıl larda nasıl büyük bi r Av rupa gücü haline geldiğini v e
ebediyen kendisine damgasını v urmuşa benzeyen hayat tarzını ve siya­
sal tutumunu deği şti rmeksizin, kendisini kadim Roma ile nasıl ili şki­
lendirdi ğini incelemeliyiz.

riyle Mamay Han komutasındaki Tatar (Altınordu) kuvvetleri arasında Don ırmağı kı­
yısında yapılan savaş. Moskofların sayıca üstün Altınordu kuvvetlerini yendiği bu sa­
v aşın, feodal beyliklere böl ünmüş Rusya'da ul usal birl i k duygusunun doğmasına ne­
den olduğu ve Rusya'nın Tatar egemenliğinden kurtulup büyük bir güç olarak ortaya
çıkmasının yolunu açtığı kabOI edilir. -ç.n .
1 4 Aktaran, P. Kovalevsky, Saint Serge et la spiritualite russe, Paris 1 958, s. 1 1 0.
15 Krş . ; G. P. Fedotov, op. cit. s. 227.
1 6 Le Domostroi, Fr. Çeviri E. Duchesnei , Paris 1 9 1 0, s. 47 (Böl. XVII: ·•insanın korku
yoluyla çocuklarını nasıl eğitip koruyacağına dair"
MİTLERİN ESKİ KÖKEN İ: RUSYA 1 43

Kul i kovo zaferi sonuç geti rmemişti , ki tari hçi leri n çoğu bu zaferin Mo­
ğol tarafı ndaki geçici bir anlaşmazl ık sayesinde kazanılmış olduğu gö­
rüşündedir. Moskova iki yıl sonra Toktamış Çar tarafından geri alındı,
bi naları ateşe v eri l i p ahalisi kılıçtan geçirildi. Toktamış ' ın ardıllarının
hükümranlığı, giderek zayıflayarak da olsa, yüzyıl daha sürdü.
Moskova B üyük Prensinin Metropol it Geranti us v e Başpiskopos
Yassyan tarafından Altınordu Hanına bağl ılık yemini nden azade kılınma­
sı ancak 1 480 yıl ında oldu. Bu olduğunda da dil leri bayağı değişmişti :
Gidesin ve çar değil bir eşkıya ve Tanrının düşmanı olan Ahmed i l e
savaşasın diye sana hayırdualarımızı veriyoruz. Yeminini tutup Tatarla­
rın Hıristiyanl ığı yok etmesine izin vererek helak ol maktansa, yeminini
bozup hayatını kurtarman yeğdir. " 17 Altınordu 'yu çeki lmeye zorladıktan
sonra 3 . İvan onlara bir daha as la vergi v ermedi. Samoderjet ya da otok­
rat sanını alıp, bağımsızlığını v urgulamak için kendini çar olarak adl an­
dırdı.
Kendi özerkl i ğini Moskova Rusya'sının bağımsızl ığından kısa bir sü­
re önce kazanmış olduğundan, kil i se böyle bir direnişe çoktan hazırdı.
İstanbul ' un 1 45 3 'te Türklerin eline geçmesi bütün H ı ristiyanlık alemin­
de i nfiale yol açmıştı . Rusların gözünde daha da önemlisi, Yunan Ki l i ­
sesi nin Müslüman hakimiyeti nde can çekişmekten kurtulmak umuduy­
la Roma ile birleşmeyi ve nefretlik Latin papalığına boyun eğmeyi ka­
bul lenmesiydi. Moskova, şimdi gerçek Ortodoks i nancının sav unucusu
ol arak dünyada tek başına kal mış olduğu gerçeği ile karşı karşıyaydı.
Bizans 'ın düşüşü, günahkar Roma ile birleşme girişimiyle de üst üste
gel i nce, Yunanların çökkünl üğü Rusların gözünde kanıtlanmış oldu.
Olayların çıplak zoruyla dinsel başkent İstanbul ' dan Moskova'ya kay­
mıştı. Metropolitler tümüyle Rus hükümdarlarına bağıml ı hale geldiler,
o hükümdarlar da Yunan imparatorlarının izinden giderek, kendileri ni
kısa zamanda en iyi ifadesini şu Yunan deyişinde bulan neredeyse tan­
rısal güçlerle donattılı:\f: "İmparator bütün insanlara benzer, fakat gücü
sayesinde U l u Tanrıya benzer". 3. İvan 1 472 ' de Yunan Prenses Zoe Pa­
leologos ile ev lendi, böyl ece, ilk defa, her ne kadar uzaktan da olsa Bi­
zans İmparatorl uğu üzeri nde bir veraset hakkı doğuyordu. Bunu izleyen
yıllarda bu iddiayı güçlendi rmek için birçok soyağacı ve efsane ortaya

1 7 Aktaran, Kartaşev, op. cit. , C. 1, s. 386.


1 44 ARI MİTİ: AVRUPA 'DA IRKÇ/ ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

atıldı. Hepsi de Moskova'nın gelecekteki şanının Bizans ' ınkinden aşağı


kal mayacağını haber veriyorlardı ve böylece Moğol ya da Asyal ı geçmi ­
şin bütün izlerini bir an önce silmek için hummalı bir çaba içine girdi­
ler.
Süreç, B i zans ' ın çift başlı kartalının ulusal arma olarak benimsen­
mesiyle başladı, bunu gerçekte sadık Moskof vassal lerine Moğol çarla­
rı tarafından v eri lmiş olan hanedanl ı k simgelerinin (bunlar arasında en
önemlisi "Monomah ' ın başlığı" denen ünlü taç idi)* Bizans kökenleri­
ne izafe edil mesi izledi. Daha sonraları, hakkında yazılmış 250 elyaz­
ması bul unan "ak taç" efsanesi çıktı . B u hal k efsanesi ne göre, İmpara­
tor Konstanti nus ' u Hıri stiyanl ı ğa döndürdüğü riv ayet edi len Papa 1 .
S i l vester ' i n efsanevi tacı İstanbul 'a getiri l miş oradan da önce Nov go­
rod ' a ardından Moskova' ya geçmi şti . 1 8 B i r de " Babi l İmparatorluğu Ef­
sanesi" v ardı ki Moskova' nın imparatorluk soyunu Bizans aracıl ı ğıyla
Babi l ' e bağl ıyordu. Troya' dan öteye geçemeyen Batı , bir hamlede geri­
de bırakılmıştı . 19 Hikayenin ağızdan ağza dolaşan efsaneler kadar v aka­
yi namelerde de korunmuş olan bir başka değişkesi, Kutsal Kitaptaki
bi r çev i ri yanlışına dayanarak, daha modern tipte bir akıl yürütme geti­
riyor v e geleceğin Dünya İ mparatorunun Ruslardan başkası olamaya­
cak sarışın bir milletten çıkacağı nı haber v eriyordu.20
En sonunda da, Moskova' nın üçüncü Roma olduğu fikri ortaya çı k­
tı . B u düşünce ilk olarak, serbest Rus kentleri nin sonuncusuyken

Bu taç muhtemelen on dördüncü yüzyıl başlarında "çar" Özbek tarafından Prens 1 .


İvan ' a verilmi şti . Krşl. Vemadsky, A History of Russia, op. cit. C. III, s. 386. A ncak
bir Moskof anlatısına göre, on i ki nci yüzyılda B i zans İmparatoru Konstantin Mono­
mahus tarafından Prens Vladimir Monomah 'a verilmi şti r.
18
Krş . ; D . Stremooukhov, "La tiare d e Saint Sylvestre e t le K.Iobuk blanc", Revue des
Etudes Slaves,34 ( 1 957), s. 123 ve devamı.
19
Krş . ; D. Chyzhevsky, History of Russian Literature .. ., op. cit. , s. 202. Görünüşe göre
hikaye Rus ihtiyaçlarına uydurulmuş bir Bizans efsanesine dayanmaktadır.
20
Hila düzeltilmemiş olan bu çeviri hatası , Eski Ahit'in Septuagint denen Yunanca
çevirisine dayanır ve Hezekiel xxxviii, l -2 ' de geçen ''Gog 'a karşı peygamberli k"
bölümünden kaynaklanır. "İnsanoğlu, yüzünü Magog ülkesine, Meşek ile Tubal 'in
baş hükümdarı Gog 'a karşı çev ir ve ona karşı peygamberl ik et." İbranca roş (= baş,
esas, şef) kelimesi Yunanca çev i ride Yafes 'in sekizinci oğlunun adı olarak bir kişi adı
hal ine gelmiş, Bizanslılar büyük bir hevesle bunda Ross ya da Russ olarak Rusların
atasını görmüştür. Ruslar ise kendi dillerinde russyi "sarışın" anlamına geldiğinden bu
çeviri yanlışını anlamca daha da zenginleştirmi ştir.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ : RUSYA 1 45

1 5 1 0' da imparatorluğa ilhak edi len Pskov 'da, bu i lhakın hemen ardın­
dan ortaya çıkmıştı. Bilgili bir yazar olan Papaz Filoteus, kentten sür­
gün edilen ya da baskı altında tutulan kentdaşl arının durumunu iyileş­
tirmek umuduyl a B üyük-Prensi pohpohlamak için bu iddiayı ortaya at­
tı. Bu amaçla şöyle yazdı:
... İ mparatorl uğunu adaletle yönetirsen, zaten yazmış bul unduğum gibi Işı­
ğın bir Oğlu ve Yeni Kudüs ' ün bir Hemşehrisi olursun, Şimdi sana diyeceğimi
dikkatle dinle, ey sofu Çar. B ütün Hıristiyan imparatorlukları seninkinde cem
eylenmiştir, çünkü iki Roma yıkılmıştır ama üçüncüsü ayaktadır ve dördüncüsü
olmayacaktır. B üyük peygamberin [ Daniel] önceden haber vermiş olduğu gibi,
senin imparatorl uğun asla başkalarının eline geçmiyecektir. . . 2ı

B ununla birl i kte, Rus prenslerinin emperyal güç iddiası Romal ılarla
bir bağlantı kurulduğu takdirde soy bakımından daha etki l i biçimde sa­
v unulabil i rdi. Aksi takdirde, iddialarının imparatorl uk unvanının Batıda­
ki sahipleri yani " Romalı ların ve Cermenlerin" i mparatorları karşısında
bir hükmü olmazdı. Yav uz İvan ' ın babası 3. Vasil i ' nin, Maximil l ian 'ın
elçisine büyük atası Ruri k ' i n Romalı soyuncan geldiğini söylemiş ol­
masının nedeni kuşkusuz budur.22
Gerçi , benzer iddiaların İtalya ve Almanya' da yakın zamanlara dek
bulduğu ölçüde hal k arasında asla destek bulmamış olsa da, bu fi krin
daha ayrıntılı ele al ınıp daha kesin biçi mde formüle edi lmesi uzun za­
man al madı. Rusya' da yeterli popülerl ik kazanamamasının nedeni, iddi­
anın kullanılış tarzından kaynaklanıyordu.
3. Vasili öldüğünde İvan ancak üç yaşındaydı. Geleceğin çarı , i kti­
dar için döv üşen rakip boyar hiziplerinin gözlerinin önünde birbi rini
boğazlayışına tanık olduğu mutsuz bir çocukluk geçirdi kten sonra, da­
nışman olarak "babası ve akıl hocası" olacak olan Metropolit Makar­
yos ' u seçti .23 1 547 ' de ergin yaşa geldi ğinde, başına Monomah 'ın tacını
geçiren v e onu Gerçek Haç ' ın • parçasıyla kutsayan kişi oydu. Fakat

21
Krş. ; D. Stremoyukhov, "Moscow the third Rome ; sources . . . ", Speculum, 28 ( 1 953 )
s. 94.
22
Si gmund Herberstein'ın seyahat raporu ("'Moscov ia"). Erlangen basımı, 1 926, s. 57.
23 Krş. ; The Correspondence of lvan /V and Kurbsky, e. J. C. Fenne!, Cambridge 1 955.
,

s. 86-7.
Hıristiyanlığı Roma i mparatorluğunun resmi dini yapan B üy ük Konstantin'in annesi
Azize Helena tarafından aradan 300 yıl geçmişken bulunduğuna inanılan İ sa' nın üze-
1 46 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHi

Makaryos, sadece genç prense en büyük unvanı vermekle kalmadı. Ma­


kamının şanını artırmak için ona, Rurik aracılı ğıyla İmparator Augus­
tus 'a ulaşan v e ondan da Aeneas ' tan Nuh ' a dek uzanan birçok masalsı
karakteri içeren bir hakan! soyağacı da ayarladı. Başka hiçbi r Av rupal ı
hükümdar, hatta bizzat 5. Kari (Şart ken) bile böyle bi r atalar listesiyle
öv ünemezdi.
B u şeki lde, "Vladimir prensleri nin efsanesi " adı altı nda yıl lar boyu
devam ettiri lecek bir soy masal ı resmi koruma altına al ınmış oldu.24 İ ş­
lemi daha da gel işti rmek üzere, Yaradılış Kitabı ' nda Sam ' ın oğul ların­
dan ve İbrahi m ' i n atalarından biri olarak gösteri len Arpakşad , Nuh ' un
dördüncü oğl u mertebesine yükselti l i rken, Roma İm paratoruna da, ölü­
münden önce dünyayı aralarında üleştireceği, Patricius, Augustual is,
Ev lagerod, İ l i rik, Pion ve Pruss ad ında altı erkek kardeş verildi. En genç
kardeş Pruss ' un payına Niemen ırmağı kıyısındaki topraklar, yani Prus­
ya düşmüştü ve Rurik, onun kırk göbek sonraki bir torunu ol uyordu.
Böylelikle İsv eçli Ruri k, Prusya ya da Al man kütüğüne geçiriliyordu
ama Makaryos ' un ya da İvan ' ı n dert edeceği bi r şey deği ldi bu. Aksi­
ne, Nikon vakayinamesi denen dönemin resmi vakayinamesi açıkça
" Rurik ile biraderleri Al manlardan türemişti" diye yazmı ştı .25 Bu Cer­
meno-Roman soyağacı bu şeki lde ol uşturulduktan itibaren her türlü ön­
celi k iddiasını güçlendi rmek için diplomati k yazı şmalarda kullanıldı,
hatta Ortodoks Kil isesi nin kutl u günler takv imine dahil edildi. 26 İvan,
özel sohbetlerinde genel olarak bakıldığında Rus soyluları nın Bavye­
ra ' dan gelen boyarlar olmaklı klarıyla "Alman soyundan geldikleri ni"
iddia edecek kadar i leri gi tti .27 Daha da şaşırtıcı olan, bütün Rusların hır-

rinde acı çektiği çannıh. Bu haçtan alındığı iddia edilen parçalar, bir meşruiyet, kut­
sama ve korunma simgesi olarak Avrupa 'nın birçok kilise ve sarayına çeşitli yollarla
dağılrruştır. Hıristiyan dünyasında Orta Çağ 'da v e Yeni Çağın başlarında, özellikle son­
radan güçlenen kent, devlet ve hanedanlar açısından bu yeni kazarulrruş gücü güven­
ceye almayı kolaylaştıracak bir i ktidar ve iti bar a!ameti olarak "gerçek haç"tan bir
parçaya sahip olmak çok önemliydi. -ç.n.
24 Krş. ; R. P. Dimitrieva, Skazani o knyaziah Vladimirsih, Moskova 1 955. B u düz­
meci liği n yazarı, güney Slavlarının bazı geleneklerini yeniden üreten ya da taklit eden
eski metropolit Sava-Spridon i mişe benzemektedir.
25 Krş . ; Nikonovskaya Letopis, Moskova 1 963 , s. 9.
26
Krş. ; R. P. Dimi trieva, op. cit. , s. 1 1 5.
27 Krş . ; V. İ konnikov, Opit russkoy istoriograji, Kiev 1 908. C. il, s. 1 402.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: RUSYA 1 47

sız olduğunu söylediği İngi l i z elçisine v erdi ği yanıttır. B üyükelçi bu


sözleri ki bar bir hayretle karşıladığında Yav uz İvan şöyle karşılık ver­
mişti : "Ben Rus deği lim. Atalarım Alman 'dı".28 N esep bilginleri İvan ' ın
ana tarafından Mamay Han ' ın soyundan geldi ğini söylerler, ama bu Çar
ya da Sezar ' ı n bakış açısından, Moğol boyunduruğu hiç var olmamıştı.
Roma'nın temsilcisi Cizvit Possev ino ' ya " B i z Moskof deği liz" demiş­
ti , " Moskova, i mparatorluğumuzun kurulmasından yüzyıl kadar önce
kuruldu ve Tanrının i radesiyle bu kadim imparatorl uk bu kentin etrafın­
da pekişti . "29 Bu acımasız hükümdar Rusya'yı yüceltmek için o kadar
çok çal ışmış ve uyrukları ndan daima kendi kadim geleneklerine uygun
hareket etmeleri ni istemiş ol sa da, kendi soyunu onları nki nden ayrı tut­
makta ısrarl ıydı. Dahası, Rusya'nın sıradan halkı için bir soyağacı öner­
me zahmeti ne de girmemi şti .
Sadece B atı ' da az sayıda yazar bu zahmete girip Eski Ahit başatal a­
rı arasında Moskoflar için bir ata bul maya ya da aynı amaçla Çek, Leh
ve Rus kardeşler gibi masallar uydurmaya çalı ştı .30 Moskofların kendi­
sine gel ince, Rusların soy zincirini kimse umursamıyora benziyordu;
onlara mirastan yoksun bı rakılmış piçler, ya da Çaadayev ' i n on doku­
zuncu yüzyı lda yazacağı gibi "bir mirastan yoksun ve yeryüzünde ken­
dilerini ataları na bağlayacak hiçbir bağı bulunmayan gayri meşru ço­
cuklar" olarak bakı lıyordu.3 1 " Fetret dev rinin"* kesi ntisinin ardından
Rurik hanedanının yerini Romanov lar aldığında, onlar da kendi amaçla­
rı için bu soyağacını kendilerine mal etti ler. Aleksis 'in 1 645 ' teki taç
giyme töreni nde, Patrik Yozef ona uzak atalarının dünyanın efendileri
olduğunu hatırlatm ış ve bu olay vesilesiyle Kreml i n ' e si pari ş edi len bir
duvar resminde yeryüzünün Pruss ile kardeşleri arasında üleşti rilişi tas­
v i r edi l mişti.3 2 Bundan kısa süre sonra, " Rus tari hinin ilk Slavofi l i " H ı r-

28 A.g.e., s. 1 408- 1 409.


29 Dimitrieva, op. cit. , s. 1 50.
3° Krş. ; B orst, op. cit. , s. 1 043 , 1 065, 1 1 29 ve passim.
3 1 P. Tchaadaev, Letters philosophiques, Paris 1 970, s. 5 1 . "Batılılaşmacı" Çaadayev,
böylece Rusya'nın kültürel kısırlığını vurgulamak isti yor, ancak bu soysal mecazlara
sığınmak zorunda kalmış olması düşündürücüdür.
Rusya tarihi nde Rurik hanedanının son temsilcisi Çar Fyodor' un öldüğü 1 598 yılın­
dan Romanov hanedanının kurulduğu 1 6 1 3 yılına dek süren kargaşa devri. -ç.n.
32 Krş . ; V. İkonnikov, op. cit. , s. 1 403 .
1 48 ARI MİTİ : AVR UPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKiRLERİN TARİHİ

*
v at Corci Krijaniç, Rusya' nın bütün felaketlerini bu xenomaniaya
(kendi uydurduğu bir kelime) bağl amıştı . "Yav uz İvan" diye yazmıştı,
" Vareng, Alman, Romal ı olmak i stiyordu, yani Rus ya da Slav olmasın
da ne olursa olsun . . . Halkımız kendi günahlarının sonucu olarak bu ge­
nel tiksi nti ve utanca kaçınılmaz şekilde boyun eğmişti . Eğer Varengler
masal ı doğruysa, bizim Rus toprağımız bi n yılda sadece dört hükümdar
yeti şti rmişti r. . . Kesinl i kle i nanıyor ve hiçbir kuşku duymaksızın ilan
ediyorum ki Çar İvan ' ı n bu kibirli gururu, Moskova' nın yıkımının ve o
dönemde hal kımızın başına gelmiş olan belaları n en önemli ve başlıca
nedenleri nden biridir. "33
Gerçekten de bu, Rusya tari hinin çok tartışılmış bir sorunuydu, öy­
le ol maya da devam etmektedir. Romanov ların Alman kökenl i olduğu­
na dair ul uslararası kabı11 ,34 on dokuzuncu yüzyıl sonlarına Rusya'da
hala yaygındı.35 Eskiden, Batı 'da, özel l i kle de Almanya' da Rusya'nın
A ri ya da Cermen kökenli olduğu düşünülen seçkinleri ya da baki m sı­
nıfı ile Moğol kanıyla karışmış halkını birbirinden ayı rmak oldukça yay­
gındı. Göreceğimiz gibi, Kari Marx 'da bu görüşü destekl iyordu.36 Me­
sele, yönetici hanedanların çok ötesine taşmıştı.
Yav uz İvan döneminde, doğru ya da yanlış, Ruri k ' i n soyundan gel ­
diğini iddia eden ve böylece az çok otomati k biçimde Cermen kökenl i
olarak sınıflandırılan çok sayıda ai le vardı . Onları örnek alan öbür boyar­
lar da B atılı atalardan geldi kleri iddiasına sarıldı. Taklit ya da iti bar ara­
yışıyla ilgili sorunlardan başka, bu iddia, öbür hal klara kıyasla daha

• (yabancı korkusu ya da yabancı düşmanlığı) tersi olarak, (takli tçi hayranlık anlamında)
yabancı manyaklığı. -ç.ıı.
33 C. Krijaniç, Politika (c. 1660), Moskova basımı, s. 497, 502, 630-633 . Krijaniç ' i n söz
etti ği "yıkım", "fetret devridir" B u Slav vatanseveri için özellikle bkz. P. Mi lukov,
O çerki po istorii russkoy kultury, Pari s 1 930, C. 1 1 1 , s. 1 35-55.
34 Örneğin Marki de Custine 'in eserinde bulunabilir: "Romanovlar Prusya kökenliydiler
v e seçim yoluyla tahta geçtiklerinden, Moskof hükümranlannın uygulamalanna ters
olarak çokl ukla Alman prensesleriyle evlendiler." La Russie en 1 839, Paris 1 843 , C.
iV, s. 13, not.
35 Nesep uzmanı Barsukov 1 887'de şöyle iliin etti : "Romanovların atası 'değerli kişi '
Andrey Kobila'run (Cabila adının Ruslaşmış bir biçimi) yabancı kökenli ya da o
zamanlar dendiği gibi '"Cermen elinden" gelme olduğu efsanesini yaşatmaya bugüne
kadar devam ettik.'" " İ mperatorskaya Akademia Nauk", C. LIV, St Petersburg 1 887.
s. 5 1 -2.
36 B kz. bu kitapta s. Gobi neau da bu görüşü desteklemişti . Bkz. Essai sur l 'inegalite
des races lıumaines, V L Böl . V (Derniers rni grations arianes-scandinaves).
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: RUSYA 1 49

genç olan bi r halkın feodal soylul uğuna soyağaçlarını birkaç kuşak ya


da birkaç yüzyıl hatta bin yıl daha geriye taşıyarak daha kökl ü bir geç­
miş kazandırıyordu. Örneğin müşav i r (namestik) Eremeyev, büy ük ata­
sının Aleksandr Nevskiy zamanında İtalya' dan gel miş olduğunu iddia
etmekle kalmıyor, soyunun eskiliğini kanıtlamak üzere Romalı tarihçi
Suetoni us 'tan alıntı yapıyordu.37 Sadece ataları Haçlı seferleri ne katılmış
soylu İngiliz ailesi Bestlerden geldi kleri ni iddia etmekle yetinen Besto­
jev l er bi raz daha alçak gönüllüydü.38 Kel imelerle azıcık oynamak işe
yarıyordu: Böylece adları ti pik bir Moskof adı olan Kozodav lev ler, bu
adın Koss von Dahlen adından geldiğini söyleyebiliyor; Rus Razu­
mov skiyler, Polonyal ı Rogi nskiylerle akrabal ık kurabi liyordu .39 Yav uz
İvan ' ı suçlarken kökünü kazıdığı boyarları n l istesini veren Prens Kurbs­
kiy (ki kendisi bi r Rurikoviç idi), Vorontsov, Morozov, Şeremetyev, Ko­
liçev ve Şeyn ai leleri ne Cermen soyu atfediyordu.40 B aşka ai leler de
kendi Tatar ya da Kafkas kökenleriyle öv ünmeye devam ediyordu (İh­
tida eden Doğul u prenslere birçok onur ve paye bahşedilirdi. B unun en
uç örneği, Yav uz İvan ' ın 1 575 'te tahtını Hıristiyanlığa yeni dönmüş bir
Tatar prensine bırakacakmış gibi yaptığında sergiledi ği kaba güldürüye
benzer gösteriydi).41 B undan başka, Rusya' nın doğuya doğru Sibir­
ya' da yayılması, yeni pagan inozemtsiyi Moskova hakimiyeti altına sok­
muş böylece bi r kez daha keşiş Nestor ' un betimlediğine benzer bir du­
rumun ortaya çı kmasına yol açmıştı ; bi r kez daha coğrafi ya da jeopoli­
ti k etki ler söz konusuydu.
Bütün bu yerli leşti rme ya da yadlaştırmaların - hangi teri min daha
uygun olacağını kestirmek zor - sonucu, modern zamanlarda Rus soy-
1 ul uğunun " ı rkının" olabi ldiğince heterojenmiş gibi görünmesiydi . On
dokuzuncu yüzyılda nesep bi l gi nleri unvan sahibi ailelerin yüzde
90 ' ının, çoğu Batı lı geri kalanı da Doğulu soylardan ol mak üzere, Slav
ol mayan kökenlerden geldiğini kabı11 ediyordu.42

37 Krş. ; Ikonni kov, op. cit. , C. 1 , s. 63 .


38 Krş. ; Barsukov, op. ci t. , s. 75-7.
39 İ konni kov.
40 Krş . ; Prince Kurbsky 's History oflvan iV, ed. J. Fenne!, Cambridge 1 965, s . 1 2, 2 1 4,

220.
4 1 Bu ki şi , eski Kasım Hanı Si mon Bekbulatovi ç idi. Krş . ; Vemadsky, A History of Rus­
sia. op. c it. C. V /ı. s. 1 42 ve devamı.
,

42 Krş . ; İ konni kov, op. cif. , s. 1 4 1 0.


1 50 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

Yukarıda tarif ettiğimiz görüngü, daha B üyük ! Osmanlı kaynakların­


da Deli -ç.n. I Petro'dan bile önce, Batı etkisine açık olan üst sınıflar ile
daha Ortodoks Moskof İmparatorl uğunun parlak kuruluşundan bile ön­
ce, durağanl ığa gömülmüş gibi gözüken halk arasında daha sonra ger­
çekleşecek böl ünmenin erken habercisiydi . Çok geçmeden bi r di nsel
böl ünme, Raskol, halkın ayi nlerine, inançlarına, geleneklerine dokun­
durtmamak için kıyımlara uğratılmayı bile göze alacağını gösterecekti .
Rus destanları ya da tarihsel ş i i rl eri de bu böl ünmeyi doğrul ar. B u me­
tinlerde sadece iki büyük hükümdar fi gürü tanınır: B i risi çok uzak geç­
mi şte kalan ve çev resi nde topladığı bogatirleriyle Moğol boyunduruğu­
n u hatı rlatan Kiev li Aziz V l adimi r ' di r.43 Daha yakın, daha gerçek ve
döktüğü bütün kanl ara rağmen ya da tam da o yüzden daha hayranlık
duyulan bir fi gür olan öbürü, Moskof ya da B üyük-Rusya tarihinin ön­
de gelen şahsiyeti Yav uz İvan ' dır. Onlar dışında, destan, hükümdarlar
hakkı nda sessiz kalır ya da asi Stenka Razin gibi bütünüyle farkl ı fi gür­
ler üzerinde odaklanır. B üyük Petro ' nun sözü bi le edi l mez, fakat başka
kay naklardan, bütün Rus geleneklerini ayakları altında çiğneyen ve Rus
Kil i sesini alaya alan bu hükümdarın halk tarafından bi r düzmece Çar,
bir A l man , hatta belki bir Yahudi olarak görülür olduğunu biliyoruz.
Hal kın sev gisi kesin biçi mde tahtın varisi olan ve geleneksel Rusya' dan
taraf olduğu için babası tarafından yargılanıp öldürtülen Prens Alek­
sis ' ten yanadır.44
B i rbirini izleyen hükümdarl ı klar boyunca okuma yazması olmayan
köyl ü serflerin neler hi ssetmiş olabi leceğini gösteren pek az bilgi v ar­
d ı r hele bu serflerin kendi kökenleri hakkında ne düşündüğüne dai r hiç.
Kül türel uçurum çok büy ük olduğundan, on sekizinci ve özel l i kle on
dokuzuncu yüzyıl larda Rus entelektüellerince bu konuda gel i şti ri len

43 Krş. ; N . Turbetskov, Problemy russkoyo samosoznia, Paris 1 927, ve P.Milukov, op.


cit. , C. i l i , s. 90- 1 .
44 Krş. ; E. Schuyler, Peter the Great, Londra 1 884, C. il, s. 1 49 ve devamı. Halkın bu
sevgisinin seçki n bir tanıklığı, tam iki yüz çeşitlemesi günümüze ulaşmış olan Çar
Maksimilyan ve İtaatsiz Oğlu Ado(f 'un Komedisi adl ı farsta da görülebilir. Bu oyun­
da (açıkça Büyük Petro'nun taklidi olan) Maksimilyan ' ın Muhammedilerin tan­
rılarının ya da Kimmerlerin putlarının önünde eğilmediği ve bu şek.i lde Ortodoksl uğu
ya da Rus halkını temsi l ettiği için oğlunu öldürtüşü sergi lenir. Krş. ; M. M. Evreinov,
History of the Russian Tlıeatre, New York 1 055, s . 1 1 7-9 (Rusça).
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: RUSYA 151

düşünceler ise geniş kitlelere pek az ulaşabi l mi şti . B u entelektüeller is­


ter Batı tarzı şöveni stler olsun, ister daha yerli nitel ikte Hıristiyan ya da
ateistler olsun, ideologların ya da mitologların seslendiği kitle uzun sü­
re entel ijensiya ile sınırl ı kalmıştı. Şimdi di kkati mizi bu entelijensiyanın
uğradığı trajediye çev irmel iyiz.

Entelijensiya, Batı dillerinin Rusçadan aldığı az sayıda kel imeden bi ri­


dir. Keli menin on dokuzuncu yüzyıl ortalarında ortaya çıkışı, sınırları
açıkça çizilmiş ve kültürüyle Rus hal kı ndan ayrılmış özgül bir çev renin
v arl ığına i şaret eder. Rus halkı hakkı nda edi ndi ği görüşler ve bu halk
için yaptığı planlar bakımından bu entelijensiya "batılıl aşmacılar" ve
"Slav ofi l l er" olarak iki kampa ayrılmıştı. Her iki terim de bu insanların
olmak istedikleri ama olmadıkları şeyi akla getirmektedir; "doğul ulaş­
macı" ya da " Frankofil " Fransızlar hatta "Al manofi l " Almanlar diye bir
şey asla ortaya çıkmamıştır. Halkçıları n dev ri mci hareketi için de aynı
durum geçerlidir. Bu anahtar kel imeler Rus entel ijansiyasının trajedisi ­
ne i şaret eder: Müthiş bir yabancılaşma, ana dilini bile doğru dürüst bil­
memeyi de içeren bir kültürel köksüzl ük duygusu ( Yevgeniy Onegin ' i n
Tatyana'sını, Savaş v e Ba rı ş ın başlangıcındaki Fransızca konuşmaları
'

ya da Dostoyevski ' nin metinlerinde geçen yabancı deyimleri düşü­


nün).45 Rusya'da kültürlü sınıfların eğitiminde köyl ü dadı, nyanya, çok

45 Krş . ; Yevgeniy Onegin. i l i .

Tatyana Rusça gazete okumazdı,


Dili iyi konuşamazdı
Telaffuzu da zor gelirdi;
Ve tabii genç kız
Fransızca yavnaya karar verdi . . . ne yapsın ?
Çünkü hamfendi kimseye asla
Rusça emanet etmezdi aşkmı
Anadilimiz ancak düz konuşmalara yarardı.

Bir de Dostoyevski 'nin Bir Gazetecinin Günlüğü' ne (femmuz-Ağustos 1 876) bakın:


"Doğal olarak Ems "de Rusları her şeyden önce konuşma tarzlarından, yani sadece
Rusya'nın karakteristiği olan v e yabancıları bile şaşırtmaya başlamış bulunan Rus­
Fransızcası lehçesinden tanırsınız. 'Şaşırtmaya başlamış ' diyorum, çünkü şimdiye dek
bunun için sadece takdir edili yorduk."
1 52 A RI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

erkenden yeri ni çocukları alfabeyi öğretmek ve benzeri temel eğiti mi


vermekten sorumlu yabancı mürebbi ya da mürebbiyelere bırakmıştı.46
Hiç kuşkusuz, Rus edebiyatı ve düşüncesi üzerinde derin izler bırakmış
olan hal kına i hanet etmiş ol maktan kaynakl anan suçl uluk duygusunun
başl ıca nedeni yerli kültürün böyle erken bir yaşta terk edi l mesidir. Bu
duygu, on dokuzuncu yüzyılda tamamen yanlış bir şeki lde bir bütün
olarak Rus halkına atfedi len Rus ya da S lav ruhu kav ramının doğması­
na yol açtı.
B u s ürecin başlangıcı nda, Rus olan her şeyi alaya almaya ve bastır­
maya, yabancı olan her şeyi de takl it etmeye ve yüceltmeye teşv i k eden
B üyük Petro tarafından dayatılan benzersiz Av rupalılaşma tarzı vardı.
Rusya'yı bu şeki lde kendi geçmişine karşı döndüren bu adam, nesil ler
boyunca entelektül ler tarafı ndan neredeyse Rusya 'yı ataletten kurtaran
bir tanrı gibi görüldü. Başpiskopos Prokopoviç, Çar ' ın cenaze törenin­
de yaptı ğı konuşmada, Petro' nun Rusya'yı yeniden diriltmiş hatta ve
hatta onu doğurup emzi rmiş olduğunu i lan ederken , kendisini İmpara­
tor Konstanti n, Musa Peygamber ve başata Yafes ile kıyaslamı ştı.47 Mi­
hai l Lomonosov, 1 740'ta daha da ileri giderek onu eğer ille biriyle kı­
yaslamak gerekl iyse bunun ancak Kadir Tanrı olabi leceğini söylemiş­
ti .48 Belki bi raz daha abartıyla, böyle öv güler gerek otokrasinin sav unu­
cularınca gerek muhal ifleri nce kuşaktan kuşağa tekrarlanacaktı . Orto­
doks tari hçi Pogodi n'e göre, Petro "i nsan tanrı" idi , eleştirmen B iye­
l i nski ' ye göre " Rusya İmparatorl uğunun bütün caddelerine ve meydan­
larına onun onuruna sunaklar dikil mel i " idi.49 İyi bilinen bir görüşe gö­
re " Petro Rusya' ya meydan okumuş ve Rusya buna Puşkin ile yanıt
vermi ş" olduğu için, on dokuzuncu yüzy ı l ı n klasik Rus kültürü varl ığı­
nı ona borçlu olduğuna inan ıyordu. B ütün bu imgel er, bir yoktan var et­
mey i, bi r tanrı nın vasıtasıyla ya da ezeli bir ı rza geçme yoluyla gerçek­
leşen bir doğumu akla geti ri yordu.
B öylelikle bütün her şey kökenini Petro ile başlatıyordu. Fakat on-

46 Bu kitabın yazarı ve çocukluk arkadaşlarının çoğu böyle bir çocukluk yaşanuştır.


47 Krş. ; Peter the Great, ed. L J. Oliva, Englewood Cliffs 1 970, s. 78-80 ( ..Thc Offıcial
View" ).
48 A.g.e., s. 8 1 -9 ("'Panegyric to Sovereign Emperor, Peter the Great").
49 Alıntı, Büyük Sovyet Ansiklopedisi, 2. basım, C : XXXll, Moskova 1 955, s. 582-4 ( 1 .
Pctro maddesi ).
MİTLERİN ESKİ KÖKENi: RUSYA 1 53

dan önce ne v ardı ? Av rupa'ya açtığı pencereden halkının kökenini ay­


dınlatacak Batı bi lgisinin ışığını görmek isteyen i l k kişi Çar ' ı n kendisiy­
di . Daha yeni Av rupa' nın tamamını sırf A lmanlarla doldurmuş olan Le­
ibniz,50 bu konudaki fi kri sorulduğunda Rusların Av rupa ' ya Attila tara­
fından geti rilmiş Asyalı bir soy olduğu yanıtını verdi.51 Bu pek de hoşa
gi tmeyecek soyağacı, başlangıçta Rusya üniversiteleri ni dolduracak Al­
man akademisyenlerce on seki zi nci yüzyıl boyunca öğretil ecek olanı
haber v eriyordu. Çok bilgili Schlözer, i l k Rusları ormanlarındaki kuşlar
ve hayvanlarla karşılaştırıyordu.52 Ama her şeyden önemlisi, bu Alman
bilgin lerin Rusya tari hi nde Varenglerin rol ü hakkındaki S lav ların doğa­
sı ve karakteri hakkında kabfil edil mez yorumlara yol açan vurgulany­
dı. Bu v urgu , gerçekten Rus soylu ilk tarihçilerin Slav ların yabani ol­
mak şöyle dursun ta Büyük İskender ' den hatta Herodot' un zamanından
beri bil i nen kültürlü i nsanlar olduğu şekli ndeki iti razına yol açtı . Öyle
ki, ortaya attıkları kuramlarl a, halkların "gençliği" ya da "yaşl ılığı" hak­
kındaki kurguları da dahi l, Alman hocalarının en uçuk fikirlerini bile ge­
ride bıraktılar. Schlözer, bu milliyetçileri Rönesans döneminin A lman
hümani stlerine benzetmekte hiç zorl uk çekmedi.
İlk Rus tari hçisi Tati şçev ( 1 686- 1 750) Eski Ahit soyağaçlarını ele
alırken yeterince eleştirel dav ranmayı becerir, ama buna rağmen B i zans
i mparatorları nın S l avon dilinde konuştuğunu doğrular ve ırmakta bul ­
duğu çocuğa Musa (" Bu benimdir" anlamında Moi-ssei) adını verdiği­
ne göre Firav unun kızının Slav kökenl i olup olmadığını sorgular.53 Gra­
merci Tredyakov skiy ( 1 7 1 7- 1 777) altta kal mayarak " Slovensque" dili­
nin Av rupa'nın en eski di l i olduğunu, hem Cermen hem de Kelt dilleri­
nin bu di lden türediğini (Keltler = Yeltler = Sarılar = Sarışınlar) bi ldir­
di.54 Keltler böylece Slavların bir dalı olmuş ol uyorlardı ve şai r Suma-

50 Krş . ; B u ki tapta s. 1 2 1 .
5 1 Krş . ; W. Hinz, Peters des Grossen Anteil an der wissenschaftlichen und künstleric­
hen Kııltur seiner Zeit, ''Jahrbücher für Kultur und Geschichte der Slaven"i V l l l
( 1 932), s. 397.
52 Aktaran Pavel Mil ukov, Glavnye techenia rıısskoy istoriçeskoy mysli, St Petersburg
1 9 1 3 , s. 1 22.
53 Aktaran, Hans Rogger, National Conscioıısness i n Eighteenth-Ceııtury Russia, Har­
ward 1 960. s. 1 999
54 Aktaran Andre Martel, Michael Lomo11osov et la langue litteraire russe, Paıi s 1 933,
s . 22-3 .
1 54 ARİ MİTi : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

rakov, domus, nasus, oculus ve frater keli meleri nin köklerinin dom,
noss, oko ve bratt heceleri olması gerekti ğinden, Romalıların da öy le ol­
ması gerekti ğini öne sürdü.55 Pek çok benzer düşünce gibi , tek heceli
kel i melerin en eski kök-kel i meler olduğu düşüncesi de i l k kez Cermen
ül kelerinde doğmuş olduğundan,56 Ruslar kökenlerinin kadiml i ği ni ya­
ni özgünlüğünü ne kadar çok iddia ederlerse, aslında Cermenleri o ka­
dar çok takl i t etmiş ol uyorlardı. Büyük Lomonosov ( 1 7 1 1 - 1 765) daha
sakıngandı ve Slavların geçmiş şanını Romalılarla kıyaslarken, yine on­
l ardan esinlenerek, Slav larla Troyalılar arası nda akrabalık kurdu. Gerçi,
Tatişçev ' e göre daha temkinli olsa da soyları nın Meşek 'e ve oradan
Nuh ' a dayanması i htimalini de göz ardı etmiyordu.57 Bu geçmiş gör­
kem, gelecekteki şanı n garantisiydi ve ona öyle gel iyordu ki bu hatır­
lanmayacak kadar eski ve bu yüzden her dai m genç " Rus toprağı aynı
keskin zeka ile ödül lendi ri lmiş kendi Platonlarını ve Newtonlarını çıka­
racaktı".58 Lomonosov fizik alanında hiç kuşkusuz kendi kehaneti ni
bizzat doğrulamıştır, ancak tari h alanı söz konusu olduğunda, Havari
Andrea' nın Rusya'ya gel miş olduğunu sorguladığı ve Varenglere Cer­
men kökeni atfettiği gerekçesiyle akademi syen Gerhard-Friedrich Mül­
l er ' i yetki l i makamlara ihbar edişiyle hatırlanacaktı. (Üsl fibu v e Hav ari
Andrea' dan söz edi şi bi r yana bırakıldığında, bu ihbar 1 750' 1erden çok
1 950' 1erin ikl imine daha uygun olabi l i rdi.)59
B ütün bu tumturakl ı Rus iddiaları ırksal ol maktan çok kül türel nite­
l i kteydi . Slav l arın kal ıtsal ya da ırksal üstünl üğünü i leri sürmek - ken­
disinin Al man kökenli olduğu hatı rlanması gereken - Büyük Kateri­
na' ya düştü - ki aslına bakılırsa Rusya ' da "ırk" kel i mesini ilk kullanan

55 Aleksandr Sumarakov, O proishojdeniy rossykogo naroda, krş. Bütün Eserleri, Mos­


kova 1 787, C. X , s . 1 05-2 1 .
56 B u düşünceyi ilk ortaya atan kişi Flaman Goropi us Becanus imiş gibi gözüküyor;
krş. agy., s. 90.
57 Mihail Lomonosov, Drev11yaya rossyskaya istoriya ; krş. Bütün Ese rler , Moskova
1 952, C. V I , s. 1 63 ve devamı ve özellikle s. 1 79-80.
58 Oda Elisavete, ( 1 750).
59 Zameçaniya na disseratsiyu G. F. Millera (G. F. Müller'in "Rusya halkının ve adının
kökeni" hakkındaki görüşü üzerine gözlemler. B i l i mler Akademisi başkanlığı için bir
rapor) ( 1 750). Lomonosov, "yeminli bir memur ve ülkesinin sadık bir uyruğu" olarak
Müller 'in çalışmasının yayıml anmamasını rica etmişti . Bütün Eserler, op. cit., C. V I .
s . 79-80.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: RUSYA 1 55

kişi de oymuş gibi gözüküyor. Dergisi nde,6() S umarokov ' un i ster Fran­
sız olsun ister Tatar, erdemlerin ve kusurların bütün halklar tarafından
eşit olarak paylaşıl ması gerekti ği görüşünü bağlamından kopararak,
Rusların bütün hatalarını yarı-Asyalı ya da Sarmatyal ı kökenlerine bağ­
ladı . B una karşılık, ona bu hal kın sayısız iyi niteli kleri de hal i s Slavmış
gibi gel iyordu v e hayatının sonlarına doğru, insanlığın ilk dilinin Sla­
vonca olduğunu sav unanlar arası na katılmıştı . l 784'te Grimm' e gönder­
diği mektupta " Kadim Slav l ar hakkında bol mi ktarda bilgi topladım"
diye yazmıştı "ve Fransa, İspanya, İskoçya ile başka yerlerdeki ı rmak­
ların, dağların, v adilerin, i l lerin ve ilçelerin adının onlardan geldiğini hiç
zorlan madan gösterebi l i rim . . . Salyen Frankları ve Sal i k Yasası , l. Chil­
peric, Clov i s ve bütün Merov enj ı rkı Slav idi , aynı şekilde İspanya' nın
bütün Vandal kral ları da öyle." " Kuzey ' i n Semiramis ' i " Amerika ve
H i ndi stan ' a göndermelerle de zengi nleşti rdiği bu keşiflerini neredeyse
yayımlatacaktı. Üstel ik, dilbi l i mden de şaşkınlık verici kanıtlar elde1 et­
mişti ; Osiris, Zerdüşt ve Odi n özgün Slav adları deği l miydi ? Ve Astro­
nom Bai l l y, Court de Gebelin ve bi zzat koca Vol tai re, Asya' da Av rupa
ve Ortadoğu uygarlıklarına hayat vermi ş bir i l kel uygarlığın var olmuş
olduğuna ikna ol mamış mıydı ? Ölümünden sadece bi rkaç ay önce Ka­
teri na şöyle yazmıştı :
_
Şahsen. Kral Alfred ' i n v e Anglo-Sakson ırkından öbürlerinin S lav olduğuna ina­
nıyorum; İ ngiltere 'de bugün halii adına beylik (socage) denen bir vergi ödenir
ve İ ngilizler bu verginin bir Slav boyu olan Saksonlar tarafından konmuş oldu­
ğunun farkındadır. En azından üç yüzyıllık ol madıkça hiçbir kitabı okumam, hat­
ta göz bile atmam. Başkalarından hiçbir şey öğrenmem ve faraziyelere geli nce,
onlardan payı mı aldım. 6 1

Rusların, öze l l i kl e Av rupa ölçüleri ne göre, kültürel yoksulluğu bu


yazarları yıl lanmış Cermen iddiaları nı hatta bunları takl it ederken bile
aşmaya teşv i k ettiyse de, henüz ul usal " ruh" ya da "öz"ün özgül karak­
terini sorgulama noktasına gel memi şlerdi . Ancak gerçek bir Rus edebi
kültürü doğduğundadır ki bu kültürün değeri ni ve önemini anlama so­
runu ortaya çı kacaktı , ama o zaman da modeli veren ve değerlendi rme

60 2. Katerina'nın gazeteciliğe de özendiği ve aylık \lvaskaya \lyasçina (Her şeyden


B i raz) dergisine editörl ük yaptığı belirtilmelidir.
6ı İmparatoriçe 2. Katerina 'nın Grimm 'e Mektupları. St. Petersburg 1 878: öze l l i k l e
bkz. Eylül v e Ek i m 1 784 ile Nisan 1 785 tari hli mektupl ar.
1 56 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

ölçülerini sağlayan gene Batı olacaktı. B u durum, Rusya kendisini Batı


kül türünden ayırt etmek için bu kültürü reddetti ği nde bile geçerl i kala­
caktı. İlk olarak aşağı yukarı 1 8 1 0 gi bi bir tari hte, kariyerine romancı
olarak başl ayan bi r tarihçi ve modern Rus edebiyatının yaratıcıl arından
biri olan Karamzi n birçok can alıcı soruyu ortaya attı. B üyük Petro ' nun
yüksek niteliklerini kabul .etmekle birl i kte, Çarın eski Moskof gelenek­
lerinin kökünü şiddetle kazımakla " Rusları kendi yüreklerinde aşağıla­
mış" olup ol madı ğını sorguladı. Şöyle soruyordu:
Kişi, özünü aşağılayarak büyük girişimlere hazırlanabi lir mi ? . . Önderler sı­
radan halktan kopuk hale geldiler. Halkın kardeşçe dayanışmasına büyük zarar
verecek şekilde, Rus soyluluğu köyl üler, orta sınıflar ve tüccarlar tarafı ndan Al­
man olarak görülüyor... Bizler dünya yurtdaşları haline geldik fakat bazı durum­
larda Rusya yurtdaşları ol maktan çıktık. Petro ' nun hatası b udu r. 62

Soruml ul uk sahibi bi r tari hçi olarak, Karamzin yazdığı Rus Devleti­


nin Ta rihi nde Varenglere yapıl an başv uruyu gizlemeye çalışmadı. Bu­
'

nu, "dünya tari hi nde neredeyse benzeri görül memiş hayret verici bir
olay" olarak görüp "düzen ve huzur uğruna ul usal gururunu bi r yana bı­
rakmaya hazır olan" Rus halkının sağduyusuyla açıkladı.63 Bazı ardılla­
rı nın bu fikri nasıl sömürdüklerini göreceğiz.
Kimi zaman tari hçi de olan Puşkin, bu tür sorunları asla dert etme-
di. Sonuna kadar Batı lılaşmacıydı ve B üyük Petro' nun saltanat dönemi­
ne sonsuz bi r hayranl ıkla bakıyordu. Kendi zamanının Rus toplumunu
eleş ti ri rken, 1 8 36 ' da Çaadayev ' e " her şeye rağmen ( l . Nikolay ' ın em­
ri ndeki ) hükümet Rusya' daki tek Av rupal ıdır ve istediği kadar ikiyüzl ü
ve vahşi olsun, bunun yüz katı daha i kiy üzl ü ve vahşi olabi l i r, ki mse de
bunun farkına varmaz" diye yazmıştı .64 Puşki n ' i n l . Ni kolay ile i l i şki­
sinin muğlaklığı iyi bi linir. Bir Rus v atanseveri olarak, Slav lar arasında­
ki bir iç mesele olarak gördüğü Polonya' nın il hakını onaylamıştı .65 Ama
ırkçı lıktan uzaktı ve "damarlarında Afrikalı kan ı dolaştı ğı" için öv ünür­
d ü . * Bu bakımlardan tam bi r Rus'tu. Aslına bakılı rsa dehası bütün fark-

62 Memoir on Ancient and Modern Rııssia, ed. R. Pi pes, Harvard 1 959, s. 2 1 -5.
63 M. Karamzi n, Histoire de /' Empire de Rııssie. Fr. çeviri . Paris 1 8 1 9. C. I. 1 39-4 1 .
64 1 9 Ekim 1 836 tarihli gönderi lmemiş mektup.
65 Rusya ·nın Karaçalıcılarına Şarkı , Ağustos 1 83 1 .
• Puşki n " i n annesi nin dedesi İ brahi m Hanni bal (A bram Petroviç <iannibal ). rehine
olarak bul unduğu Osmanlı Sarayından fidye ödenerek özgür kılınıp Rusy a ' y a geti ri-
MITLERİN ESKİ KÖKEN İ: RUSYA 1 57

lılıkları kişiliğinde uzlaştırmasını mümkün kılıyordu ve bu yönüyle ulu­


sal tari hte benzeri görülmemiş bi r aral ığı, uzun süre beslenmiş bir umu­
dun gerçekleşmesini temsi l ediyordu. Ama arkası gelmeyecek bir umut­
tu bu; Rus hayatının geçmiş ve hal ihazırdaki bütün unsurlarının uyumlu
bütünleşmesi, onun başkalarına aktarılamaz sırrı olarak kaldı . Puşki n ' i n
ölümü, kökenler sorununun ("biz nereden gel iyoruz?"), daha kapsayıcı
ve ayırt edici şekilde Ruslara özgü bir sorun olan bi r ul usal kimlik ara­
yışı ("biz neyiz?") karşısında ikincil plana düştüğü bi r tartışmanın baş­
langıcına denk geldi . Bu sorun, Rus felsefesinin başl ıca teması ve baş­
lıca uğraşı hali ne gelecekti .66
B aşlama işareti ni, Puşki n ' i n arkadaşı v e Roman Katolik mezhebi­
ne ihtida etmiş bi r soylu olan Pyotr Çaadayev v erdi . Kusursuz bi r
Grand Siec/e Fransızcasıyla yazı lmış ilk " Felsefi Mektup"unda,67 Rus­
ya'nın tek ayırt edici özel l i ğinin kültürel değersizl i ği nden i baret oldu­
ğunu bi ldi rmi şti :
İ nsan ı rkının elde ettiği genel eğitim bize asla ulaşmadı . . . Dünyadan yal ıtıl­
mış olarak kaldık ve ona hiçbir katkı yapmadık. İ nsani fikirlere tek bir katkımız
yok; insan ruhunun ilerlemesine hiçbir şey katmadık . . . ülkemizin kıraç toprağın­
da aramıza hiçbir ulu gerçek tohumu ekilmedi ; kendi başımıza hiçbir şeyi dü­
şünme zahmeti ne katlanmadık ve başkalarının düşüncesinden sadece bizi alda­
tan görüntüleri ve bize faydası ol mayan bir yücelik aşkını ödünç aldık 68 ...

Ülkesi ni böyle tamamen aşağıladıktan sonra, Çaadayev, bu tür düşün­


celerden sonra sık sık görüldüğü üzere, kendisini en yüceltici düşlere
kaptırır. Madem ki Rusya şu anda bi r hiçtir, o Mide yakı nda her şey ola­
caktır:

Temel topl u msal sorunları çözmenin, eski topl umlarda doğmuş fikirleri büyük
ölçüde gerçekl eşti rmenin, dünyanın büyük mahkemelerinde ele alı nan çeşitli
davalar üzerinde karar veren bir j üri gibi . . . i nsan ırkını meşgul eden en ciddi so-

len ve burada Büyük Petro tarafından evlat edini lerek önemli makamlara yükselen,
tam zenci değil se de hayli esmer. Afrikalı bir soyluydu. Puşkin, Büyük Petro 'nıın
Arabı adlı yarım kalmış romanında bu büyük dedesinin hi kayesini anlatmaya baş­
l amış ama bitirememişti r. -ç.n.
66 Krş . ; G. Şpet, Oçerk razvitiya russkoy filosofiy, St Petersburg 1 922, C. 1. s . 206.
67 Bu mektup Moskova 'da çıkan Teleskop dergisinde Rusça ·ya çevri lerek yayımlanmış­
tır.
68 P Chaadaev. Lettres philosoplıiqııes. Ed. Fra n ço i s Rouleau. Par i s 1 970, s. 48-55.
1 58 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHi

runları hükme bağlamanın bizi m kaderimiz olduğuna kesinlikle inanıyorum . . . 69

Çaadayev ' i n mektupları Rusya'da " karanlık bir gecede çakan bir ş i m­
şek gibi " heyecan yarattı . 1 Nikolay mektupları yayımlayan dergiyi ka­
pattı ve yazarı n deli olduğunu ilan etti rdi . Ama Rusya bunun hemen ar­
dı ndan bu sefer hükümeti n çaresiz kalacağı benzer bir saldırıyla karşıla­
şacaktı. Bu, Marki de Custi ne ' i n Rusya gezi notlarıydı . Ki tap 200.000
basıldı ve bütün önemli Av rupa dil lerine çev ri ldi .70 Bu siv ri dilli kitabın
mesaj ı şu " Rus ' u kazı , altı ndan Tatar çıktığını görürsün" ibaresinde özet­
lenebi l i rdi. Fakat de Custi ne, Rusya' nın yöneticileri n i n başları nın üze­
ri nden Rus hal kına bir dostl uk eli uzatıyordu:
Doğru, sakal lı Rus benim gibi düş ünüyor ve güzel birgün, kadim töreleri inkar­
dan gelen, ulusun gerçek çıkarlarına aldırış etmeyen ve yabancıların uygarlığını
maymun gibi taklit etmek uğruna kendi ülkelerine ihanet eden bu uğursuzları
güzelce temizlemeye kararlı .7 1

Böyle b i r arka plan üzeri nde R u s entelijansiyası görünüşte karşıt,


ama çok benzer güdülere ve amaçlara sahip iki kampa ayrıldı. Her­
zen ' i n sözleriyle Batılılaşmacı lar ve Slav ofi l ler "iki suratlı Janus gibi"
karşıt yönlere bakıyorlar "ama kal pleri ortak atıyordu" Rusya' nın çıkış
yol u Av rupa ' nın çıraklığına devam etmekte miydi yoksa hayatının kay­
nağını kendi öz geçmişinde ve kendi hal kı nın arasında aramakta mıydı?
Fakat Slav ofi l lerin durumunda, ilk başta öncü ya da öğretmen olarak
öne çıkanlar Al manlardı. Slavofi l Konstanti n Aksakov, sakal bırakıp
Rus kaftanı giyerek Moskova sokaklarında dolaşı rken Cermen saplantı­
s ı na yakalanmış Al man öğrencileri takl it etmiyor muydu? Her ne ise, bu
gösteriyi sürdürmesi 1 . Ni kolay yöneti mince yasaklandı .
Slav ofil hareketi n di namik kurucusu Aleksey Homyakov, özel l i kle
köken mitiyle ilgili bir alanda en uçuk Al man iddialarını bile geride bı­
raktı . Onun tarih felsefesi i ki i l ke arası nda bir karşıtlığı düşündürüyor­
du: Gerçekleşmesini Ortodoks Ki lisesi nde bulan ahlaki özgürl ük i l ke­
s i n i temsil eden İ ran! ya da Ari ilke (gerçi Yahudileri de "İran!" sayar)
ile Antikiteni n Romal ılarında ya da kendi zamanındaki Alman felsefe-

69 A.g.e . . s . 208 ("Apologie d ' un fou").


7° Krş . ; Marquis de Luppe, Adolphe de Cııstine, Monako 1 957, s. 234-40.
7ı Marquis de Custi nc, La Rııssie en 1 839, Paris 1 843 , C. i l , s. 203 .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: RUSYA 1 59

sinde bedenlenen , büyüsel ve bi l i msel zorunlul uğu temsi l eden Kuşı*


ya da Hami i l ke. Homyakov (bel ki 2. Katerina' nın gizli arşivlerindeki
i ncelemeleri nin sonucunda)72 bununla da kalmayıp, Slavların dünyanın
her yerinde yaşadığı görüşüne vardı. Onları sadece Vendee 'de** deği l
(Vendeelileri n monarşik i l keye sadakati bundandı), Perigord, Roussil­
lon v e Arles 'de de bulmuştu. Hatta, Angl lar bütünüyle, Saksonlar i se
kısmen Slavonik boylardı. Atti la gibi Siegfried ve Parsifal de Slav kah­
ramanlardı.73 Genç Dostoyev ski ' ni n "sonunda A dem ' i n de bir Slav ve
Rusya' da yaşamış olduğunu çürütül mez bir şekilde kanıtlayacak"74 bir
Slavofı l ler toplantısını hayal ederken alaya aldığı iddialar bu türden id­
dialar olmal ıdır. Öbür Slavofı l leri n çoğu o kadar i l eri gitmese de, Hom­
yakov onları bir başka noktaya sürükledi.75 Ünlü Varengler sorununu
tersine çev i rerek, onlara başvurmalarını Slav l arın temelden barışçılığı­
nın ve ahlak! üstünl üğünün kanıtı olarak yorumluyordu.76 Bu üstünlü­
ğün Rusların "demokrati k duyguları" ve ırkçılıktan tamamen bağışık
oluşlarıyla da kanıtlandığını düşünüyordu. Örneğin, Habeş soyundan
gelen Puşkin " A B D 'de yurtdaşlık hakları ndan yoksun bırakılacak, Al­
manya' da bir çamaşırcı kadının, İngiltere ' de bir kasabın kızıyla ev lene­
meyecek i ken, Ruslar tarafından gurur ve sev inçle" karşılanmıştı.77
Slavofı l leri n ırk kuramlarına Batılılaşmacılardan daha temki nli yak­
laşması sadece görünüşte bir paradokstur. Çünkü biri nciler Rusya' ya
esas olarak di nsel bir rol içi nde bi r ev rensel m isyon biçerken, beriki ler

• Kuş: Mısır 'ın güneyinde bugünkü Sudan topraklarında Nil ırmağının yukarı kesimlerin­
de kurulmuş kadim Afrika uygarlığı. Hakkında çok fazla bilgi bulunmayan bu uygar­
lık, Batılı yazarların tahayyülünde büyüsel, gizemli , egzoti k şeyler çağrıştırır. Kıışf: Bu
uygarlığın halkı, dili, bu uygarlık.la ilgili her şey. -ç.n.
72 Homyakov ' un tarih hakkındaki yazılarını o tuhaf "Semiramis" başlığı altında top­
lamasının açıklaması da belki buradadır.
**
Fransa'nın Atlas Okyanusu kıyısında idari bölge. B üyük Fransız Devri mi 'ne karşı
kraliyet yanlısı en sert direniş bu böl geden gelmiştir. -ç.n.
73 A . Homyakov, Sobranik soçeneniy. Moskova 1 882, C. I I I , s. 9 1 -2 ve passim; krş. N.
Ryazonovski, Russia and the West in the Teachings of the Slavophiles, Harvard 1 962,
s. 67-74.
74 1 845 ' te yayımlanan Suboskal (Şakacı) adlı mizah dergisinin müsveddelerinden (Dos-
toyevski "nin henüz bir Batılıaşmacı ve ilerici olduğu dönemden).
75 Homyakov ' un i zleyicileri ancak Veltmann ve Lamanskiy gibi önemsiz tarihçilerdi.
76 Krş . ; Ryazanovski , op. cit. , s. 76-7.
77 Homyakov, Sobranik . . . , C. i l i , s . 1 07.
1 60 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

genel olarak beyaz ve renkli ırklar arasına aşılamaz bir uçurum koyan
B atı biliminin bulgularına iti bar ediyordu. Bu yüzden 1 868 ' de Dobrol­
yubov gibi radikalin şunları yazdığını görüyoruz:

Zencilerin ve insan soyunun öbür aşağı ırklarının kafalarıyla daha yüksek ırkla­
rınınkiler arasındaki farklar konusunda lafı uzatmayı gereksiz buluyoruz. Birin­
ciler arasında kafatasının, Avustralyalılarda olduğu gi bi bazı durumlarda üst bey­
nin nerede ıamamen yokl uğuna yol açacak şekilde, garip gelişimini herkes bi­
lir. Ve entelektüel yetilerin gelişimi bakımından bu i nsanların beyaz ırkıan çok
aşağıda olduğu gerçeğinden habersiz kimse yoktur. 78

Dobrolyubov ' un arkadaşı Çernişevski tam yirmi yıl sonra, "bilim­


sel bakış açısından ırksal farkl ılıkların önemi hızla azalıyor" diye yazdı.
Ancak, "her dışsal farklılık için beynin yapısında buna karşı lık gelen bir
farklılığın bul unması gerektiği nden" böyle farklılıkların varl ığından kuş­
ku duymuyordu.79 Marx ' ı n eserlerini Rusçaya çev i rmiş bir başka radi­
kal (ya da "nihi l i st") olan Zaytsev, bu farklılıkların zencilerin köleliğini
haklı göstermeye yeterli olduğu fikrindeydi v e Tom Amcanın Kulübe­
si'nin duygusal l ı ğı hakkında alaycı bir yazı kaleme almıştı.80
B ununla birli kte, bu tür aşırı ifadelere ancak ikinci ya da üçüncü sı­
nıf yazarların işleri nde rastl anır ve büyük düşünürlerinin ve yazarlarının
eserlerinde - anti-semitizmin haricinde - ı rkçı fi ki rlerin yokl uğu, Rus­
ya' nın bu bakımdan Batı ' nın gerisi nde kaldığını gösteri r (fabii aynı şe­
kilde doğru olarak, hayli ileri sinde olduğu da söylenebi l i r).
Dahası, Rus ırksal gururunun patlaması için zaman olgunlaşmamış­
tı. Ulusal nesep gelenekleri nin böyle bir amaç için pek yararının dokun­
mayacağını görmüştük. Hepsi de Rus halkı nın Slav lar ile çok sayıda
başka ırkın karı şmasının ürünü olduğunu söyledi ğinden, antropologları­
nın hükmü de daha cesaretlendirici deği ldi. Söz konusu öbür ırklar yer­
l i Fin ya da " Ural-Altaylı" hal klardı v e S lavların ül keye geldikten son­
ra bunlarla karışmış olduğu varsayıl ıyordu. Sonrasında bir istilalar ve
fetihler silsilesi sonucunda bu karışıma Cermenik (Varengler) ya da As-

78 Dobrolyubov, Soçeneniya M. M. Dobroubova, St Petersburg 1 893, C. il, s. 3 1 . ("En­


telektüel ve ahlaki etkinl ikleriyle ilişkisi içinde insanın organik gelişimi").
79 Çemişevski , İzbranniye filosjkiye soçeneniya, Moskova 1 85 1 , C. 1 1 1 , s. 569 ve 578
( I rklar Üzerine )
"" .

8° Krş . ; Thomas Masaryk. Tlıe Sprit of Russia, Londra 1 9 1 9, C. i l , s. 68.


MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: RUSYA 161

yatik (Moğol lar) baş ka kanlar da eklenmişti .81 B u y üzden, sırf bir saf
Rus ırkının söz konusu olmamasından başka, bu ırkın oluşturucu unsur­
larının büyük bir bölümü Asya' dan gelmiş ve bu y üzden on dokuzuncu
yüzyıl sonunun bi l i msel termi noloj isi ne göre, " gayri Ari" imiş gibi gö­
züküyordu. B ütün bunların sonucunda Rusya' da ırkçı olmak kolay iş
değildi.
Rusya sırf Av rupa ' ya mı ait idi? "Tari hsel-kültürel tipler" kuramını
Spengler ' den çok daha önce ortaya atmış ve bu türden yaklaşık bir dü­
zi ne tip bel i rlemiş olan Slavofi l Danilev ski , 1 870 ' 1erde bu fi kre karşı
çıkmıştı. Rusya ve Avrupa adl ı kitabında " Romano-Cermen" ya da Av ­
rupal ı ti pini "Slav ti pi" ile karşı karşıya geti rmi ş ve baskın Av rupa kül­
türünün ne benzersiz ne de kal ıcı olduğunu ilan etmi şti . Tam tersine bu
kül türün hızla çökeceğine ya da daha çarpıcı bir ifadeyle "Batı ' nın çürü­
yüp gitti ği ne" i nanıyordu. Bu yüzden, meş ' aleyi ele al mak ve " Roma­
no-Cermenik saldırganlığın" yeri ne Slav halklarının özgül nitel i ği olan
sahici Hıristiyan hümanizmini geçirmek ödev i , başka kültürlerin, ilk
önce de Rusya' n ı n üzerine düşüyordu. On dokuzuncu yüzyıldan itiba­
ren Rusya, Av rupal ıların köleleştirmiş ve tahakküm altına al mış olduğu
bütün boyun eğdiri l miş kültürlerin sözcüsü hiil i ne gelmi şti ve Slav ofi l
hareketin bel ki en özgün özel liği Batı kültürüne getirdi ği bu eleştiriydi .
Bu eleştiri nin bi rçok bakımlardan, içi nde bul unduğumuz ! y i rminci
-ç.n. ) yüzyılda sömürgecilik sonrası dönemde Av rupa' nın kendi kendi­
ne yönelteceği el eştirinin habercisi olması ise gerçekten çarpıcıdır.
Slav ofilleri n bu iddiaları , Rus Dev riminin hemen ardından kendile­
rine anlamlı bi r şeki lde "Av rasyalı hareket" adını takan Rus mültecile­
ri n kurduğu bi r hareket tarafından dev ralındı. Av rasyacılar, tıpkı öncel­
leri gibi Batı ' nın " Romano-Cermenler"i nden uzak durdular, ama artık
Batı 'ya bırakıl mış öbür Slavlar deği l sadece Ruslar adına konuştukları
iddiasındaydılar. Yetenekl i dil bil i mci Nicholas Trubetskoy önderl iğinde
bu parlak entelektüel ler grubu, Av rupa' dan da Asya' dan da farkl ı Av ras­
ya diye yeni bir kıta tanımlamakla geleneksel coğrafi bölünmeleri n üs­
tesinden gelinebi leceğini düşünüyordu. Böy le bi r kıta, coğrafi ve tarih­
sel açıdan ilk önce Moğollar ardından çarlar tarafından bi rl i ğ i sağlanmış

8 1 D. Anuçin, "Begliy vzglyed na proşloe antropologiy i na eyo zadaçi v Rossi"'. Russky


antropolgiçeskiy jurnal içinde ı/ 1 902, s. 25-42.
1 62 ARI MİTİ : A VRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

tutarlı bi r bütünlük sunuyordu82 ; dilsel bakımdan burada yaşayanların


tümüyle Av rasyal ılara özgü bazı ortak fonetik özell i klere sahip olduğu
iddia edi liyordu83; ırksal bakımdan Rusların yersiz bir utanca kapılmak­
sızın Slav ya da Ari oldukları kadar Turanlı da olduklarını kabul etmele­
rinin iyi olacağı düşünül üyordu. Av rupaca hor görülen Turan mirasını
açıklayıp sav unmakla Prens Trubetskoy, 1 920 gibi erken bir tari hte, bü­
tün dünya halklarına "Av rupalılaşma kabusundan kaçınabi l mek" içi n
kendi leri ni " uygarlığın nimetleri hi pnozundan" kurtarmalarını öğütle­
meye girişti . " Dai ma hatırda tutulmalıdır ki" diyordu "Slav l arla Cer­
menler arasındaki ya da Turanlılarla A rller arasındaki karşıtlık, soruna
gerçek bir yanıt sağlamaz. Tek bi r otantik karşıtlık vardır, Romano-Cer­
menlerle bütün öbür hal klar arasındaki ya da Av rupa i le genel olarak in­
sanlık arasındaki karşıtlık. " 84
Prens Trubetskoy, daha sonraları 1 240- 1 480 arasındaki Moğol haki­
miyetiyl e 1 700- 1 9 1 7 arasındaki " Romano-Cermen boyunduruğunu"
karşılaştırırken de, 1 9 1 7 ' deki hal k dev riminin gazabından hüküm çıka­
rarak, en katlanılmaz olanın Asyati k hakimiyet ol madığına işaret etti .
Av rasya görüşünün bir başka destekçisi Prens Sv yatopol k- M i rsky ise
Eki m Dev riminin iki yüzyıl lık zorla Av rupal ılaştırmaya karşı vahşi bir
tepkiden başka bir şey ol madığını i lan ediyordu: " gerçi ilan edi lmiş
amacı Av rupai ateistik komünizmi gerçekleşti rmek ol sa bile, Dev rim
bilinçdışı özünde, Rus kitleleri nin Av rupalılaşmış ve tufeyli bir üst sını­
fın tahakkümüne i syanıydı. "85 Aslı nda aynı görüş, daha l 9 l 7- l 920 ara­
sının fırtınalı yıllarında, özel likle de Dev rimi Rus ya da " İskit" kitlelerle
Av rupa arasında bir hesaplaşma olarak gören ünl ü şai r Aleksandr
Blok' un eserinde ifade edi l mi ş bul unuyordu.
Av rasyalı hareketi, İkinci Dünya Sav aşı arefesi nde, tam da bu tür
görüşleri destekleyecek gibi gözüken eski seçkinlerin büyük temizlik
harekatlarında yok edildiği bir anda sona erdi . Fakat, tarihsel yorumla­
rı tamamen bir yana, burada ası l i l g i çekici nokta, l 920 ' 1erden iti baren
Batılı üstünlük iddiaları nı eleşti ren bu "Av rasyalı" entelektüellerin ya-
--- ---- -----

82
Krş. ; N. Trubetskoy, Problemynrııskogo samopoznanya, Parsi 1 927.
83 Roman Jacobson, "Les unions phonologiques de langues", Le Mo11de Slave. Ocak
1 93 1 , s. 37 1 -8, P. Sav ijkij , "L' Eurasie rev elee par la linguistique". age . , s364-70.
84 N. Trubetskoy, Evrope i çeloveçestvo, Sofya 1 920, s. 82.
85 D. Mirsky. The Eıırasia11 Movement, "'The Slavonic Review", VI ( 1 927). s. 3 1 2 .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: RUSYA 1 63

rı m yüzyıl sonra Batı l ı entelektüel lerin kendi aralarında geçerli olacak


aynı argüman lara başvurmuş ol masıdır.86 Hatta daha bi le i l ginci, şimdi
şu bizim zamanımızda süreci n kısmen tersine dönmüş olmasıdır. Sovyet
antropologları arasındaki Batılı bir entelektüele modası geçmiş ya da
yersiz görünecek bazı eği limler, bize köken mitinin çağdaş Rusya' da
hata canlı bi r sorun ol uşturduğunu hatırlatı yor.
B u eği l i ml eri n mükemmel bir özeti , Moskova'da 1 972 ' de antropo­
log V. P. Alekseyev tarafından yayımlanan Atalarımızı Ararken başlıklı
kitapta bulunabi l i r:

Doğu Slavlarının etnik kökeni Sovyet tari hçilerce son derece kişi sel bir sorun
olarak hissedi lir. Onlar, tarihsel , arkeoloj i k ve antropoloj i k araştırmalar sonu­
cunda gün ışığına çıkarılan nesnel bilginin ardında anayurdu savunmak için dö­
külen kanı. barışçıl köyl ülerin zahmetl i yaşamları nı, Rus kültürünün yücelikle­
rini görürler. 87

Yazar, aynı zamanda halklar, di ller ve ırklar arasında herhangi bir


bağın v arlığını sorgulayan Batı lı yazarları da eleştirir. I rksal sınırların ar­
tık etnik ya da dilsel sınırlarla çakışmadığını kabul etmekle birlikte uzak
geçmi şte, kökende böyle bir çakışmanın var olduğunda ısrarlıdır. Aksi
görüşte olmanın bir "nihil izm" ya da "burj uva l i beral izmi" i şareti oldu­
ğunu bel irtir. 88
Bu Sovyet antropoloj isi Batının i lerisinde mi yoksa gerisi nde midir?
Rusların ırksal kökeni bakımından, V. P. Alekseyev, geçen yüzyıldaki
öncel leri gibi Rus hal kının etnik kökeni nde Slav ve Slav ol mayan un-

86 N . Trubetskoy, eserleri nin yukarıda alıntılanan ikincisinde "aşağı ırkların'" davasını


şöyle sav unmuştu: " İ lkel insan zihni nde her çeşit bilgiyi korur. Çevresindeki doğanın
işleyiş yollarını ve hayvanların alışkanlıklarını en dikkatl i Avrupalı doğacının fark et­
meyi beceremeyeceği ayrıntılarına varana dek mükemmelen bil i r. Bu bilgi bir düzen
olmadan saklanamaz . [ B u bilgi -ç.ıı. IBir Avrupalı bi limcinin yaptı ğı şekilde değilse de
bir avcının i htiyaçlarına çok daha uygun düşen başlıklar altında sistemli biçimde ör­
gütlenmiştir. Dahası , i l kelin zihni normal olarak boyunun karmaşık mitolojisini; çoğu
kez son derece ayrıntılı ahlak kodunu ve davranış kurall arını ; son olarak da halkının
sözl ü edebiyatının hatırı sayılır bir bölümünü de barındırır. Aslında, ilkel insanın beyni
bi r Av rupalının bilgisinden çok farklı çeşitten bir bi lgiyle de olsa, gayetle doludur. Her
birinin entelektüel müktesebatları arasındaki uyumsuzluğa bakarak, hangisinin üstün
olduğunu sormak abesle işti gal ol ur." (op. cit. , s. 39).
87 V poiskah predkoı·, Moskova 1 972, s. 289.
88 A . g . e s . 264-8.
..
1 64 ARİ MİTİ : A VRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

surların karışı mına dikkat çeker. "Ben i m tuttuğum ve okuy ucuya sundu­
ğum varsayım, Rus halkının kökeni nde inozemtsiyi n ya da Slav ol ma­
yanları n rol ünün önemidir" B ununla, Mongoloid ama özel l ikle Fi n kö­
kenli boylara işaret etmekte ve Ortaçağ Ruslarının "Slav laşmış Fi nler"
olduğu görüşünü dile getirmektedir. 89 Bundan ne sonuç çıkar? Alekse­
yev ' i n durumunda bu, kitabın " B i z kimiz?" başlıklı son böl ümüne v er­
diği yanıtta bulunacaktır. Yanıt şudur: " B i z İskitleriz, yani aç ve çekik
gözl ü Asyal ılarız. " Okuyucuları kitabın bitiş cümlesi olan bu sözlerde
A leksandr Blok ' un İskitler ş i i r i n i n90 ünlü başlangıç dizelerini tanıya­
caktır:

Biz sayı�n ız,


Sizin m ilyonlarınız var.
sayısızız, sayısız.
Hele bir savaşa
yellenin bizimle siz! Evet, İskitleriz biz! Evet,
aç gözleri çekik Asyalı/arız!
ikinci kısım

ARI KÖKENLER MİTİ


7.
BAŞLANGIÇLAR

ADEM'DEN ÖNCEKİLER
Kutsal Kitabı n bütün insanları n tek bir ırktan olduğu öğreti si hakkında­
ki kuşku lar on yedi nci yüzyıldan önce ortaya atıl mıştı. Aslında, bu ku­
rama yönel i k itirazlar kuramın kendisi kadar eskiyd i . Hıri stiyan l ı k çağı­
nın başlamasından çok önce eski Yahudi tefsircilerden bazıları Yaradılış
Kitabı ' nın bazı böl ümlerine dayanarak belki de ev renin yaradılışının da­
ha eskiye dayandığı ve bu evrenin bazı parçalarının - melekler, ibli sler,
A dem ' i n çocuklarından belki daha iyi, bel ki daha kötü i n sanlar - hala
varlığını sürdürüyor olabileceği sonucunu çıkarmışlardı. 1 Bu görüşler
Yahudi mi krokozmosundan çıkıp klasik Antikiteni n daha geniş çev rele­
ri ne yayıldı ve burada barbarları n ancak köle olmak üzere doğduğunu
sav unan Aristoteles ' i n gel i şti rd i ği i nsani hiyerarşi ler kuramıyla kay­
naştı . 2
Bütün insanların bir ortak atadan gel miyor olduğu görüşü onuncu
yüzyılda tari hçi el Mesud! tarafından ele al ı ndı. Daha önce Yahudilerin
yapmış olduğu gibi , Arap abecesi nin yirmi seki z harfi üzerinde kurgu­
lar gel i ştiren bu yazar, A dem ' den önce yirmi sekiz milleti n ortaya çık­
mış olduğu sonucuna vardı. İranlı çağdaşı el Makdi sl, meleklerin
A dem ' i adam öldürmekle suçl uyormuş gibi gözüktüğü bir Kur 'an aye­
ti ni (Bakara; 30) tanık göstererek bu görüşü destekledi .3 Modern yazar­
ların çok başka bir termi nolojinin yardımıyla yaymaya girişeceği bu ay­
rı ve birbiri ardından gelen yaratımlar fikri , Orta Çağ Av rupa'sına İbni

1 Bu kurgularl a ilgili başlıca atıflar için bkz. H. J . Shoeps, Plıilosemitismus im Barock.


Tübingen 1 952, s. 1 5.
2 A ristoteles, Politika, ilgili göndermeler için bkz. Hans Kohn, Tlıe idea of Nationa­
lism, New York 1 95 1 , s. 5 1 ve devamı.
3 Krş. ; Borst, 1, s. 339 v e s . 358.
167
1 68 ARI MİTİ : A VRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

Rüşdçülük dal gasıyla birli kte girdi. Ana argüman ve temeldeki sapkın­
l ı k, ezell, yaratı l mamış bi r dünya kav ramı nda yatar; ve on dördüncü
y üzyılda İspanyol keşiş Tomas Scotus tarafından formüle edilen şu
A dem' den öncekiler kuramı denen kuram, ancak bu temel kav ram üze­
rine kurulmuş bir yardımcıdır. Scotus şöyle demi şti : " A dem ' den önce
insanlar vardı. Adem bu i nsanlardan yapıldı, bundan da şu çıkıyor ki
dünya her zaman var ol muştur ve her zaman insanlarla meskun olmuş­
tur" 4 Orta Çağdan, bu sapkı n keşişin sadece tek bir i zleyicisini tanıyo­
ruz - Papa 2. Pi us tarafından yasaklanan İtalyan mevzuat hukukçusu
Giannino di Solcia.5 Fakat daha egzotik yeni kıtaları n keşfi nden önce
bile, i nsanların dünyaya A dem ve N uh ' tan geldiği mitini soyut ve kur­
gusal bi r tarzda sorgulayan düşünürler vardı.
B i r yandan hümani stlerin eleşti rel mizacı, öte yandan Protestan tef­
sirci leri ama hepsi nden de önemlisi Yeni Dünya' nın keşfi , modern za­
manlarda Eski Ahit soy anlatılarının gözden düşmesine yol açacak çö­
zümsüz problemlerin çoğal masına neden oldu. Fikirlerdeki genel dev ­
rimi n sonucunda, on sekizi nci yüzyılda İnsan bi li mleri denen disiplin­
lerin kök salmasıyla, bi l i me dayandı ğı söylenen alternatif soyağaçları
ortaya atıldı. On dokuzuncu yüzyıl ı n Arlcilik öğreti si ancak Aydınlanma
tarafından kurulan ırksal böl ünmeler temel i üzeri nde boy atabi lirdi. B ü­
tün yeni öğrenimin odak noktası olan bu antropolojiyi incelemeye giriş­
meden önce, gel in Adem 'den öncekiler kuramının ardışık tezahürlerini
bir araştıralım.
Kuram on altıncı yüzyılda i ki büyük vizyoner tarafı nda desteklendi.
Bunların birincisi konuya sadece bi rkaç temki nli değinmede bul unmak­
la yetinen ve Ameri kan adalarının saki nlerinin " başka bir Adem" den tü­
remiş ol ması gerekti ğini öne süren Paracelsus idi. 6 İ kinci si Giordiano
B runo daha cesurdu ve insan soyuna üç ulu ilk ata atfetti - Enoş, Lev ­
yatan ve A dem, k i sonuncusu sadece Yahudilerin atasıydı v e böylece
Yahudiler de insan topl ul ukları nın ya da ırklarının en genci oluyordu.7

4 Aktaran, Menendez y Pelayo. Historia delos heterodoxos espagnoles, Santander


1948 basımı, c vıı. s.
5 Borst, iV, s. 2098.
6 A.g.e., 111/ı, s. 1 077.
7 Spacio de/la Bestia trionfante, 1 584'te (yanl ış olarak Paris yazıl masına rağmen)
Londra'da yayımlanmıştır. Bruno' nun bu düşünceleri için ayrıca bkz. Borst, IIl/ı, s.

1 1 83- l l 85.
A RI KÖKENLER MİTİ : BAŞLANGIÇLAR 1 69

Burada kutsal metinler karşıtı ya da kil i se karşıtı tav rın şeki llendi ğini
görüyoruz. Engizisyon şehidinin bu cüretkar kurguları özel likle ilk ya­
yımlandıkları yer olan Elizabeth dönemi İngi l tere 'sinde olmak üzere, bir
ölçüde karşılık buldu. Şai r Cristopher Marlowe ile matematikçi Thomas
Harriot, Giordino' nun görüşlerini beni msemi şti8 ve Marlowe' un arka­
daşı Thomas Nashe şöyle yazmıştı : "Başka ülkelerde Adem ' den önce
insan ların olduğunu kanıtlayacak Matemati kçiler olduğunu işittim ; ve
bunlar yüksek mev kilerdeki insan larmış, bunu öl ümüne sav unacak, ge­
ri adım atmayacaklarmış. "9
On yedi nci yüzyılda entelektüel iklim akılcılaştırmanın yayılmasın­
dan öylesine etkilenmi şti ki, A dem ' den önceki ler kuramı, kurulu dini
sarsmak değil, tam tersi ne desteklemek için ortaya sürüldü. Kuramın
şampiyonu Bordeauxlu Isaac de la Peyrere adında bir Marrono (takiye
gereği Hı ristiyan gözüken gizli Yahudi) idi . Eski Ahit'teki kronolojik
tutarsızlıkları akla uygun kılmak amacıyla çok iyi bildiği eski Yahudi
sapkınlıkl arını Yeni Ahit'ten özell i kle de Romalılara Mektup 'tan alınan
argümanlarla harmanladı. Kendisini astronomideki hesaplama zorlukla­
rı na çözüm geti ren Kopernik ile kıyasl ıyordu. Ne v ar ki , gerçek niyeti
çok daha farklıymış gibi görünüyor. 1 0
La Peyrere, Rappel des Juifs adl ı bi r başka eserin d e yazarıydı . B u
eserinde Fransa Kralına bütün seçilmiş halkı ül kesinde bir araya getir­
mesi öğüdünde bul unuyordu, bunlar burada bir kez Hıristiyanlığı kabfü
etti ler miydi, kral önlerine düşüp onları Kenan ül kesine geri götürebi­
l ecek ve orada Dav ut' un saltanatını bütün ihti şamıyla yeniden kurabi le­
cekti . Yazdıklarının çoğunda, hor görülen soyunun itibarını geri kazan­
mak kaygısı kendini ele v ermektedir. A dem ile Hav v a ' nın yedinci gün

8 Krş . ; Borst, Ill/ı, s. 1 23 1 ve Marcel Batall ion, "L' unite genre humain du P. Acosta au
P. Clavigero", Mı!langes a la memoire de Jean Sarrailh, C. 1, 1 966, s. 84.
9 Aktaran Don Cameron Ailen, The Legend of Noah, Urbana, III, 1 949, s. 1 32- 1 33 .
ı o La Peyrere hakkında bkz. M. J. Shoeps, Philosemitismus im Barock, Tübingen 1 952,
s. 3- 1 8. Bu nüffiz edici çalışma dışında, ansiklopedi maddeleri ve başka yetkin çal ış­
malar La Peyrere ' i iyi bir Hıristiyan saymakta ağız birliği ederler. Öl ümünden sonra
çok tekrarlanan şu taşlamanın gösterdiği gibi çağdaşları onu daha iyi tanıyordu: " İyi
İsrailli /Huguenot, Katolik ve A dem' den öncekilerin soyundan/ La Peyrere burada ya­
tıyor/ Dört dini eşit derecede seviyordu/ Ve öyle az bul unur bi r sadakati vardı ki/ Sek­
sen yılın sonunda nihayet karar vermek zorunda kaldığında/ Hiçbi rinde karar kılama­
dan aramızdan ay rı ldı , aktaran Schoeps, s. 1 4.
"
1 70 ARİ MİTİ: A VRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

i stirahatı ndan hemen önce, sırf Yahudilerin ataları ol mak üzere özel ola­
rak yaratı lması da, ona Yahudi ırkının üstün farkının işareti gibi görünü­
yordu, bu ırk ardı ndan İbrahim'e yapılan çağrı yoluyla seçilecekti.
La Peyrere ' i n Systema theologicum ex Preadamtarum hypotesi adlı
çalışması 1 655 yılında yayımlandığında heyecan yarattı . Dev rimci nite­
li ğine rağmen, Kutsal Meti nlerle çağın bi li msel yeni liklerini uzlaştır­
maya çal ışıyordu ve bu yönüyle radi kal lerle özgür düşünceli lerce oldu­
ğu kadar muhafazakarlar arasında da beğeni topladı. Descartes ' ı n arka­
daşı Rahip Mersenne " B u A dem' den bağı msız bazı insanlar olduğu hi­
potezi kabul edi l i rse, Kutsal Meti nlerdeki bazı pasajlar daha kolay kav ­
ranabi lecek gibi gözüküyor" düşüncesi ndeydi . 1 1 Fakat, Pascal bu fi kri
tiksintiyle saçmal ık olarak niteledi ve yetki l i makamlar La Peyrere ' i ge­
ri adı m atmaya zorlamak için harekete geçti ler. Ne var ki, kuramı nın
başlattığı polemi kler bütün Av rupa'da on sekizinci yüzyılın başına dek
sürdü ve yazarın adı şeytani üçl üğün bir üyesi olarak Spinoza ve Hob­
bes ' un yanına eklendi . Eğer bugün adı unutulmuşsa, bu, insan ı rkının
birliği görüşüne karşı çıkanların kısa bir süre sonra teolojik akıl yürüt­
meleri kul lanmayı bırakmasından ve bu yüzden kendisinden alıntı yap­
maya da gerek duymamasındandır. Göreceğimiz gibi Aydınlanma Ça­
ğında özel likle Voltai re tarafından sav unulacak olan çoklu türeyi ş kura­
mı som bil i msel bir öğreti statüsü iddia edecekti . Fakat örneğin Goet­
he ' nin yaşlılığında kendi çokl u türeyiş görüşleri ni gel iştiri rken tanık
ol unduğu gibi, polemi k amaçları hala geçerl iydi .
Goethe tav rını, ruhunun asl ında pi nti değil sav urgan olduğunu dü­
şündüğü Doğayı kişi leştirerek sav unuyordu. Doğabilimci von Marti us,
Doğanın mümkün olduğunca iktisatlı dav ranarak yarattığını öne sürerek
Kutsal Meti nl eri desteklemeye çal ışmıştı . Goethe, " B unu kabı11 ede­
mem" diye yanıt verdi. " Doğa daima cömertti r, hatta sav urgan ; ve bi r
tek zaval l ı çift yerine insanları onar onar, yüzer yüzer üretmiş olduğuna
i nanmak onun daha iyi tan ındığını gösterecektir. Yeryüzü bel l i bi r ol ­
gunl uk noktasına ulaştığında, sular çekilip de kuru topraklar yeterl i bü­
yükl ükte ortaya çıktığında, insanın yaratılmasının zamanı gelmişti ; ve
kadir-i mutlak Tanrının i radesiyle, zemini n müsait olduğu her yerde,
belki önce yüksek yerl erde, i nsan doğdu . . . "

11
Krş . ; Roberı Lenoble, Mersemıe oıı la ııaissence dıı mecanisme, Pari s 1 943 .
A Rİ KÖKENLER MİTİ : BAŞLANGIÇLAR 171

Goethe, ardından yarı şaka, içinde Ari kuramının ana temalarının o


zamandan ortaya koyulduğu ikinci bir argüman öne sürdü:
Kutsal yazılar, kesin bir dille Tanrının altıncı günde yaptığı tek bir insan çiftin­
den söz ediyor. Fakat Tanrının sözünü yazıya döken hünerl i adamlar, en önce
kendi seçilmiş halklarını düşünmüşlerdi; ve bu hal k söz konusu olduğu kadarıy­
la, onların A dem ile Havva'dan gelme onurunu tartışma konusu etmeyeceğiz.
Fakat, aynı Zenciler ve Laponlar ve hepimizden yakışıklı olan ince insanlar gi­
bi biz de, kesinlikle farklı atalara sahibiz; ve bu değerli arkadaşlar halihazırda
bizim pek çok özell i k bakımından A dem ' i n gerçek zürriyetinden farkl ı olduğu­
muzu ve kendi lerinin - özellikle parayı ilgi lendiren konularda - hepimizden üs­
tün olduklarını iti raf etmel idirler. 1 2

L a Peyrere ' in Yahudilere daha büy ük şeref kazandırmak i ç i n iddia


etti ği ayrı köken düşüncesi , burada bu parlak Alman tarafından Yahudi­
leri kenara itmek amacıyla yeniden canlandırıl ıyor. Fakat değer yargısı
ister yüceltme ister aşağılama yönünde olsun, her i kisi de Yahudiler
hakkındaki geleneksel ve deri ne işlemiş "öteki l i k" duygusu üzerinden
ifade edi l iyor. Ari mitinin tari hi, ta başından beri , kendileri de karanlık­
ta kalmış, yüzyıllarca eskiye dayanan başlangıçları olan bu tür duygusal
yargılara dayanmıştır. Modern antropolojinin benzer önyargılardan ba­
ğışık olduğu hiç de kesin değildir.

BÜYÜK KEŞİFLER
Bel ki muğlak ama etki leyici Rönesans ve Orta Çağlar teri mlerinin ev­
rensel kabul görmesinden beri , tarihçi ler ve fi lozoflar on altıncı yüzyıl
boyunca Batı ' da meydana gelen büyük değişikl iklerin gerçek anlamı ve
kapsamı üzeri nde sürekli tartıştı. Modern Av rupa' nın ve bizim bildiği­
miz şekl iyle dünyanın dinamizmi , di nsel , kozmoloj i k ya da coğrafi dev­
ri min sonucu muydu? Özel l i kle Max Weber ' i n önderl iği nde elli yıl bo­
yunca alevlenen bu tartışma hata sonuca bağlanmış deği ldir. Gelenek­
sel görüşler birbi riyle rekabet eden di nsel si stemlerden ciddi biçimde
etkilenmiş ve Kopernik dev ri miyle sarsıl mıştı. Fakat büyük coğrafi ke­
şifler i nceledi ğimiz konuyla daha yakından i l işkil idir.
On altıncı yüzyıl başlarında iki ideoloji birbiriyle i l k kez çatışmaya

12 J . P. Eckermann, Gespriiche mit Goethe (doğacı von Martins ile 7 Eki m 1 928 tarihli
konuşması).
1 72 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

girdi. Ameri kan yerl i leriyle i l gi l i olduğu kadarıyla, Hıri stiyan antropo­
lojiyi Klasiklerden esinlenen antropolojiyle kav gaya tutuşturan bu tar­
tışmanın başl ıca merkezi İspanya idi . Aristoteles 'ten esinlenen Juan Se­
puldev a gibi hümanistler açısından Kı'zı lderil iler barbardı ve bu yüzden
köle olmak için doğmuşlardı. Dominiken tarikatından Bartolomeo de
Las Casas • i se onları Hıristiyanl ık öğretil mesi ve özgür insanlar olarak
dav ranılması gereken Adem ' i n zürriyetinin bir parçası olarak görüyor­
du. Ne var ki , Kilise babalarının ya da geleneğin o zamana dek haber­
dar ol madığı, vaftiz edilmemiş ve kurtul uş umudundan yoksun olarak
yaşamış olan koca insan topl ul uklarının varl ığının fark edilmesi teoloj i k
muhayyi lenin üzerine ağır b i r y ü k geti rmişti (Bizzat Las Casas, yerl i le­
rini i l k günahla ki rlenmemi ş varl ı klara benzetmişti). 13 Demek ki , Ame­
rika' nın keşfi son derece önemli dogma sorunları doğurmuştu.
Kısa bir süre sonra Papalık yetki sini Las Casas ' dan yana koydu v e
1 5 37 tari hli Sublimi Deus başlıklı fermanıyla yerli leri n Katolik İnancını
ve Kutsal Yazıları anlayıp kabı11 etme yeteneğine sahip tam i nsanlar, ve­
ri homines olduğunu ilan etti . 2. Fel i pe ' ni n temsil etti ği İspanyol mo­
narş isi de bu görüşü destekledi. Ancak, Lati n Amerika' da öylesine say­
gı gören bu Domi niken ermişi bugünkü Afrika'da çok farklı biçimde
değerlendi rilebi l i r, çünkü, sev gi l i Kızılderililerini esirgemek amacıyla
Afrika' dan köle emeği ithal edilmesi ni önermekteydi.
Bu şeki lde, "ak" Amerikan yerl i lerini " kara" Habeşl i leri n karşısına
çıkaran ve daha Yeni Dünya hakkında yazılmış ilk ki tapta (Pietro
d 'Anghiera' nın 1 5 1 6'da yayımlattığı De Orbe Nova) göze çarpan bir
ayrımcılık biçimi ortaya çıktı. Aynı durum, ( 1 684'te François Bernier ta­
rafından yapılan) ilk "ırksal sınıflandırma" girişi minde Amerika yerl i le­
ri nin ak ırka dahil edi lmesi nde de görül ür. 14 Mulatto teri minin mule [ ka­
tır -ç.n. ı kel i mesinden gelmesine ve bu yüzden daha on dokuzuncu
yüzyıla dek mulattoların dölvermez yani iktidarsız ya da hadım kırma-

• Bartolomeo de Las Casas ( 1 484? - 1 566): Günümüzde Zapatista kurtuluş hareketinin


doğum yeri olarak uluslararası ün kazanan Mayaların tarihsel yurdu Chiapas 'ın ( Mek­
sika) ilk Katoli k Piskoposu olan İ spanyol din adamı . İ spanyol işgalinin yerliler üze­
rinde yarattığı trajik yıkımın birinci elden tanıklığı olan eserinin Türkçesi için bkz. Yer­
lilerin Gözyaşları, Yerlilerin Yok Edilmesinin Kısa Tarihi, Çev. Oktay Eti man. İ mge
Yayınevi, Ankara 2009. -y.h.
1 3 Krş. ; Marcel Batallioni L'unite du genre humain ... ed. cit. , s. 93 .
1 4 Bemier 'nin sınıflaması için bkz. s. 138.
A Rİ KÖKENLER MİTİ : BAŞLANGIÇLAR 1 73

lar olduğuna yaygın olarak inanılmasına karşılık, Av rupa ile öbür kıtalar
arasındaki temasın Kızılderili lerin durumunda, kendi başına aşağılayıcı
bir anlam taşı mayan metis ya da mestizo * teriminin doğmasına yol aç­
masından görüleceği üzere, bu ayrımcılığın yankısı bütün Av rupa dil le­
rinde hala duyulmaktadır.
İ l k Yahudi ve Protestan tefsirci lerin hadım etme ve ensest suçların­
dan sorumlu tuttuğu 15 Ham ' ı n Nuh ' un lanetine uğraması ndan tutun da,
Linneus ' un sınıflandırmasından birçok Aydınlanma düşünürünün tanım­
lamaları na varıncaya dek, kara deri li adam, ak deri li adamı n merhamet­
siz suçlamalarının hedefi olmuştu. Nasıl ki suç masumiyet ile, hayınlık
erdem i le, hayvancal ık insancal ık ile karşıtl ık ol uşturuyorsa, pek çok
kötücül özel liğin eşlik etti ği karal ık da akl ığın karşıtıydı. Kara ile ak ara­
sındaki karşılıklı ayartıcılığın gücü, bunun bastırılmasının şiddeti nden ve
bu konudaki ancak denetim altına alacağı farzedilen bi r biyo-cinsel çe­
kimden kaynaklanması mümkün bir tabunun katılığından anlaşılabilir.
Modern bi limin i natl a hayvani bir penis atfetti ği Zenci lerin cinsel ser­
bestl iği ve utanmazl ığı, Klasi k Anti kitede de çok işlenmiş konulardan
biriydi. 16 Dünya edebiyatı, ama özel likle - hepsi de akl ığı seven 17 -
Shakespeare' den Poe ve Melv ille'e kadar Anglo-Sakson edebiyatı , bizi

* Mulatto ve metis-mestizo: Batı dillerinde her ikisi de (aşağı yukarı Türkçedeki "kınna"­
"kanna'" kel imeleri ndekine benzer değişik çağrışım ve zımni değer yargısı yükleriyle)
"melez" anlamına geli r. -ç.n.
1 5 Yaradılış ' ın dokuzuncu babının 25. ayetinde Ham'a yapılan bedduanın onun dördüncü
oğlu Kenan 'ı hedef aldığı hatırlanmalıdır. Raşi 'nin Yahudi tefsiri nde bu ayet şöyle yo­
rumlanır: Kenan 'a lanet olsun. "Senin yüzünden bana hizmet edecek bir dördüncü
-

oğlum olmayacak. Bu yüzden senin dördüncü oğluna l anet olsun, bana hizmet etme
ödevi üzerlerine düşen büyük kardeşleri nin soyundan gelenleri n kölesi olsun." Ve
onu hadım etmek için Ham ' ın gerekçesi neydi ? Kardeşlerine şunu demişti : " A dem'in
iki oğlu vardı ve yeryüzünü miras almak için biri öbürünü öldürdü, ve babamızın üç
oğl u var ve bir dördüncüsünü diliyor ! " Protestan tefsirleri için bkz. Don Cameron Ai­
len, The Legend of Noalı, Urbana, ili, 1 949, s. 77-78.
16
Krş. ; Winthrop D. Jordan, White over Black: American Attitudes Toward the Negro ,

1550- 1 8 1 2 , Univ ersity of North Caroli na Press 1 068, s. 1 58- 1 59 ve s. 50 1 .


1 7 Bkz. Otlıello. "old black ram. . . tupping your white owe - koca kara koç . . . sizin ak ko­
y una aşıyor" ; Moby Dick (Büyük Ak Balinanın simgeledi ği); The Adventures of Art­
lıur Gordon Pym ( poete maudit Edgar Ailen Poe ' nun metnin akışına müdahale ede­
rek aklık fobisini gösterdiğinde ). Alman edebiyatı için bkz. Erich Bierhahn, ·'Blondel­
heit und Blondheitskult in der deutschen Literatur", Archiv fiir Kulturgesclıic/ıte, 46
( 1 964). s. 309-333.
1 74 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

kara deriyi kötülük ya da kösnüllük ya da daha kesti rmeden hayvanilik


ile bi rleşti ren hayal gücü sıçramalarına aşina kı lmıştı r. Ustaca tahl i l leri­
ni özetleyeceğimiz Profesör W. D. Jordan ' ın örneği de, en ilkel tutkular
sözde-bilimsel genel lemeler kılığında ifade yol ları aradığında, kara deri­
l i leri n hayv anll iği hakkındaki fantezi leri antropolojik kuramlara dönüş­
türmeye gezginlerin pal av ralarının yetti ğini gösteriyor. Gerçekten de
Kara Kıta'da yapı lan ilk keşifler burada sadece yerli boylarının deği l ,
büyük insansı maymun sürülerinin d e bulunduğunu göstermişti ve göz­
lemci ler bu ikisini birbi rinden ayı rma beceri sine ya da isteğine sahip
deği ldi. Bu maymunların insan olup ol madığını kendi kendisine soran
Rousseau ' nun 1 8 yaptığından daha yaygın bi r yanlış, zencileri bu may­
munların arasına dahil eden Voltai re ' i n yanlış ıydı ve her iki yanlış da bu
ölçüsüz ve desteksiz gezgin palav ralarının gücüne dayanıyordu. 19
Bunun karşısında, Amerika Kızılderi l ilerini esas örnek olarak kul la­
narak uygarlı kça yozlaştırıl mamış insanı ideal ize eden efsanevi Soylu
Vahşf kuramı vardı. İster Bernardin de Saint-Pierre ' i n Kari b ' i , ister Vol­
taire ' in Huron ' u olsun bu Kızılderi l i , muammal ı "doğal insan"ın, tam da
Av rupalı ol madığı için Av rupa' nın aynası olarak hizmet görecek gayri
Avrupal ının olumlu örneği haline geldi, buna karşılık Av rupa kara deri ­
li adamda ancak karakterinin gizl i ve ol umsuz yanını görecekti . On se­
kizinci yüzyılın kozmopolitan sa/onlarında tartışılan bütün bu görüşler
ve yargılar, başlangıcını İber yarımadasından almıştı. Muhtemelen "ırk"
kel imesinin kendisi gibi , büyük anahtar-kel imelerin - mestizo, mulatto,
negro, Kızı lderili, kast - türediği ve dünyaya yayıldığı yer de orasıydı.
Yine, Rönesanstan sonra, bel li koşullarda topl umların hiyerarşileri­
ni nasıl kurup fel sefelerini nasıl formüle ettiğini aydınlığa kav uşturan
bir başka tartışmanın gel iştiği yer de gene İber yarımadasıydı . İspan­
ya' nın 1 492 ' den itibaren dinsel birl i ğini sağlamasıyla on beşinci yüzyıl­
da Moriscos (Müsl ümandan dönmeler) ya da Marranos (Yahudiden
dönmeler) şekli nde iyi kötü vaftiz edi l m i ş bir conversos ya da dönme­
ler sorununun çıkmasına yol açmıştı. Her mertebeden İspanyollar otan­
tik Hı ristiyanlar olarak doğmuş ol ma iddiasını ileri atarak kendi lerini

1 8 Bkz. Discours sur l 'origine et [es fondements de f 'inegafite parmi fes hommes.
1 9 Bkz. l 'Essai sur /es ma?urs et l 'esprit des nations, Traite de mltaphysiqıe'de ve baş­
ka yazılarında.
ARI KÖKENLER MİTİ : BAŞLANGIÇLAR 1 75

Eski Hıristiyanlar ilan edip, ayrımcı bir hukuka tabi tutulan (kan saflığı
kararnameleri ) bu zaval l ı Yeni Hıristiyanları topl umsal merdivenin en
dibine sürdüler. Gel iştirdikleri öğreti , kendileri A dem ile Havva' nın so­
yundan gelseler de, bazı ataların kapıldığı sapkınlık ya da i mansızlık gü­
nahının soylarından gelenlerinin kanına i şlediğini , böylece bunları kalıt­
sal olarak kusurl u kı ldığını öğretiyordu. Aydınlanma' nın antropolojisin­
de, bütünüyle deği şik argümanlarla desteklenmiş şekilde de olsa, bu
yozlaşma fikriyle yine karşılaşacağız. Kanın temizl i ği hakkındaki ka­
rarnamelerin incelenmesi ise açı kça ırkçı bir yasal düzenlemenin Hıris­
tiyan termi nolojisinin yardımıyla nasıl gel iştirilebildi ğini göstermesi
bakımı ndan özell i kle ilginçtir. Ek olarak, ül keden kov ul malar ve Engi­
zisyon ateşleriyle sayıları azalan Yeni Hıristiyanların üç yüzyıllık müca­
delerinin sonunda nüfusun geri kalanıyla karıştıklarını söylemek gereke­
bili r. Tari hin bu az bi linen parçası, Avrupa'daki ı rkçılığın araştırılmasın­
da açıklayıcı bir giriş oluşturur.20

YENİ SOYAGAÇLARI
Kristof Kolomb' un sandığının aksine, Amerika Hindistan değildi. B u­
nunla birlikte, Kızılderi liler papalık fermanıyla i nsanl ık alemi ne kabfil
edilmiş olduklarına göre, ortak ata Adem 'e hangi soy çizgisiyle bağla­
nacaklardı ve Ameri ka'ya nasıl geli p yerleşmişlerdi ? Aztek İmparatoru
Montezuma' nı n Meksi ka fatihi Cortes ' e ta o zaman bildirmiş olduğu
gibi , kıtanın yerlileri olup bi r "ikinci A dem"den türememişler miydi?2 1
Cortes ' i n rahibi Lopez d e Gomara, varlıklarıyla Ki lise B abalarının,
özel likle de Aziz Augusti ne ' i n görüşlerine ters düşen bu i nsanların ün­
lü kayıp On Boy ' un üyeleri ol up olmadıklarını sorgulayan i l k kişiydi.
Büyük bi lgin Arias Montano, Azteklerle İnkaların Sam ' ın soyundan
gelmeklikleri nin gerekti ği sonucuna varmıştı.22 Yahudi lerin dünyanın
bütün ülkelerine dağılması Sürgünün bitişinin ön işareti olarak yorum­
landığından, bu kuram daha sonraları en yetenekl i destekçilerini İspan­
yol ve Porteki zl i Marranolar arası nda bulmuştu. Kuram Hol landa ve

2° Krş . ; Histoire de / 'antisı!mitisme çalışmamızın i kinci cildi : De Mahomet aux Marra­


nes, Parsi 1 96 1 .
21
B orst, I l l/ı, s. 1 1 45.
22
B orst, s. 1 1 45 v e 1 1 52.
1 76 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI l'e MİLLİYETÇİ FİKiRLERİN TARİHİ

B üyük B ritanya'ya Haham Manasse ben lsrael tarafından yayı ldı23 v e


on yedinci yüzyılın sonlarında Wil l iam Penn ' in, o n dokuzuncu yüzyıl
ortalarında da Joseph Smith i l e B ri gham Young önderliğinde Mormon­
ların etki nliklerine esin verdi. Fakat İspanya' da destekçi bulamadı. Ül­
kede eğitim ve araştırma etkinl iklerini denetleyen, ülke dışında da Hı­
ristiyanlığı yayma etkinli kleri nden sorumlu olan Cizvitler, Kızılderili le­
ri Yafes ile bağlantılandırmayı tercih etti .
B u kuramı ortaya atan ilk ki şi, Ignati us de Loyola tarafından yerli ­
l eri daha kolay döndürmek i ç i n onların dil ve geleneklerini öğrenmele­
ri tali matı v erilen büyük misyonerlerden bi ri olan Peru eyaletinden Ciz­
vit Jose de Acosta idi. Acosta, bütün Av rupa dil lerine çev ri len Hind 'in
Doğal ve Manevi Tarihi adlı kitabında ( 1 590) "İlk insanlar bu toprakla­
ra nasıl geldiler?" sorusunu ortaya attı. "Kutsal Metinler bize bütün i n­
sanları n tek bir insandan türedi ğini öğrettiği nden" bu insanların başlan­
gıçta Eski Dünya' dan gelmiş oldukları ona göre aşikardı. Buradan "bu
insanların Av rupa' dan mı, Asya' dan mı yoksa Afri ka' dan mı gel miş" ol­
dukları sorusu çıkıyordu. Bu aydı nlanmış Cizvit'e göre, bu gel iş ancak
doğal yol lardan olmuş olabi lird i :
Bir başka Nuh ' un gemisinin olmuş olabileceği inandırıcı değildir. . . burada Tan­
rının kadir-i mutlakl ığıyla deği l de sadece akıl , düzen ve insani şeylerin düzen­
lenişine uygun olanla ilgilendi ği mizden, bir Meleğin bu yeni dünyanın insanla­
rını Habakkuk peygambere yaptığı gibi saçlarından tutup kaldırarak havadan ta­
şımaklığı ihtimali, daha bile az inandırıcıdır. . . 24

B u mükemmel ilkelerle donanmış olarak, Acosta, semitik soybi l i ­


min ve Atlanti s'ten geçiş g i b i döneminin öbür uçuk hi potezlerinin tu­
tarsızl ığını göstererek, yüz sayfalık sıkı bir akıl yürütmeden sonra, Kızıl­
deri l i l eri n Amerika'ya ya kara yoluyla ya da bi li nmeyen bir boğazı aşa­
rak gel miş ol maları gerekti ği sonucuna varmıştı . Tıpkı Leverrier ' ni n
Neptün gezegeninin varlığını hesaplama yol uyla bul ması gibi , onun da
mantı ksal çıkarsama yol uyla Bering Boğazı ' nın varl ığını öngördüğünü

23 Amsterdam Hahamı Manasse ben Jsrael, bu kuramı Latinceye çevirdiği ve İngiliz Par­
lamentosuna adadığı Tlıe Hope of lsrael ( l 650)adlı kitabında ileri sürmüş ve ardından
İngiltere ' ye giderek Yahudilerin bu ülkeye geri dönüşü hakkında Crommwell ile gö­
rüşmüştü.
2 4 Jo s e de Acosta tarafından Kastilya lehçesinde yazılmış. Histoire naturelle et morale
des lndes. . . , Pari s 1 606, X V I . B öl . , s. 30 a; krş . B orst. 111/ı. s. 1 1 57- 1 1 58.
A RI KÖKENLER MİTİ : BAŞLANGIÇLAR 1 77

söy lemek doğrudur. Burada Nuh ' un gemisi miti v erimli bir kal kış hipo­
tezi olarak ortaya çıkmıştır ve sonradan, yirminci yüzyıl başlarında
"kültürel yayıl ma" hakkındaki bazı kuramların doğmasına yol açacak­
tır.25
Şu anki bi lgi lerimize göre, Yaradılış Kitabı, kuşkusuz ev rendoğum­
la i l g i l i kısmı hariç tutulduğunda, akademisyenler için birçok bakımdan
Aydınlanmanın bil imsel felsefeciliğinden daha fazla tatminkardır. Aslı­
na bakıl ırsa, Kolomb-öncesi Amerika üzerine bugünkü uzmanların ço­
ğu Acosta'nın ortaya attı ğı şu hipotezde çok az yanlış bulacaktır:
Bu Yeni Dünya'da yaşayan insanların buradaki varlığının birkaç bin yıldan öte­
ye gitmediğine ve . . . buraya ilk gelen insanların oldukça yabanıl ve muhtemelen
avcı olduklarına ve uygarlaşmış. düzenli bir topl umu geliştirmiş ya da beraber­
lerinde getirmiş olmadıklarına inanıyorum. Kendi ülkelerinin dışına çıkıp yolla­
rını yiti rdikleri ni, bir başka ülke ararken Yeni Dünya 'ya geldi klerini ve bir kez
burayı bulduktan sonra, halii çok ilkel olan keı ıdi doğal içgüdülerinden ve eski
i l k vatanlarından getirmiş oldukları bazı törelerden başka yasa bilmeksizi n ya­
vaş yavaş bu dünyayı doldurduklarını düşünüyorum. 26

Fransızcadaki çev irmeninin "bu yeni keşfedilmiş dünyanın Pl i nius


ve Herodotos ' u" diye tanımladığı Acosta' nın bu fi ki rleriyle bu kadar il­
gilendiysek, Amerika' nın keşfi o andan ; ti baren antropolojinin yeni
kav ramları nı bel i rlemi ş olduğu içindir. Bu Perul unun yirmi nci yüzyıl
antropologları tarzında ilgilendikleri alanda şahsen yerleşip kendi lerini
Ameri ka ya da Asya yerlileriyle özdeşleşti rmeye çal ışarak, hümanist
kültürle donanmış ol maları sayesinde daha o zamandan karşılaştırmal ı
din kuramları gel i şti rmeye başlayan büyük Cizv i t misyonerler silsi lesi ­
nin i l ki ol ması da bir başka nedendir.27 Ricci, Duhalde, Lecomte ve La­
fitau gibi Cizv i tleri n üstleri ne yol ladıkları raporlar, başka kıtaların yer­
lileri hakkında Av rupa' daki en iyi bilgi kaynakları oldukları nı kanıtla­
mıştır.
Katolik dogma ve geleneğinin Roma'daki bekçi leri kısa sürede Ciz­
vitleri Hıri stiyan kaydetmekteki genişlikleri nden dolayı kınamaya baş-

25 B kz. Peder Wi lhelm Schmidt'in esinlediği Kıılturkreis kuramları : krş. Marvin Harris.
Tlıe Rise of Antlıropologiccıl Tlıeory, Londra 1 968, s. 382-392.
26 Acosta, op. cit. , s . 47 b.
27 Krş. ; M. Harris, op. cit. , s. 1 6- 1 8 ve W. H. Mühlmann, Geschichte der Anthropologie.
s. 44-46.
1 78 A RI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇi FİKİRLERİN TARİHİ

ladılar, ki bunun en bi linen örneği Çin A yinleri hakkındaki büyük tar­


tışmadır. Kısa sürede çok sayıda inanan kazanma arzusunun bi rçok mis­
yoneri vaftiz edi l meye kolayca hak kazansınlar diye kendi cemaatleri­
ne içsel erdemler ve değerler atfetmeye ayarttığı doğrudur. Çin Misyo­
nundan bir Cizv i t olan Peder Lecomte bu tav rı teoloj i k olarak şöyle ma­
zur göstermişti :
Tanrısal İ nayet iyilikleri milletler artasında bilgece dağıtırken başka hiçbiri
böyle kayırılmamış olduğundan Çin'in şikayet etmesi için neden yoktur. . . Avru­
pa ve dünyadaki ülkelerin hemen hemen hepsi gaflet ve dalalete düşmüşken,
Çin iki bin yıldan uzun bi r süre gerçek Tanrının bilgisini korumuş ve en temiz
ahlak ilkelerini uygulamıştır. . . 28

Papal ık Çin'deki Cizvitleri mahkum etti . Ne var ki onlar, Reformas­


yon ve büyük keşiflerin Av rupa Düşüncesini ki liselerin ve kıtaların ço­
ğul l uğundan sonuçlar çıkarmaya zorlamasından beri direni lemez hale
gelen bir eğilime kendi tarzları nda bağlanmaktan başka bir şey yapma­
mışlardı . İsa Mesi h ' i n mesajı bu yeni keşfedi len insanlara ulaşmış ola­
mayacağından, Katolik ilahiyatçılar, on altıncı yüzyıldan itibaren "yer­
yüzü cennetinde A dem ' e bir doğaüstü Vahyin verildiği gibi bir de do­
ğal Vahiy veri l miş ve bunun kuşaktan kuşağa aktarıl mış olduğu" öğre­
tisini geliştirdi ler.29 Böylece, bütün i nsan ırkının Havari Pavlos ' un öğ­
rettiği gibi, aynı manevi mefhumlara ve yüreklerine Tanrı tarafından iş­
l enmiş aynı doğal dine sahip olduğu anlayışına varıldı.
Rönesans hümanistleri . özel likle Marsilius Ficinus ile Cosimo de Medi­
ci'nin Hermes Trimegistus ' un ezeli vahiyleri ni halka yaymalarından sonra, ken­
di paylarına ilahiyatçıların yardımına koştular. Hem Musa'nın hem Pisagor ' un
bu vahiylerden yararlanmış olduğu düşünülüyordu. 30

Ne var ki, bu kuram Din Savaşları ' nın * şiddetl i mücadelelerinden


sonra büyük bir kuşkuyla karşı l andı. Dei zmin öncülerinden İngi l i z dip­
lomat Cherbury Lordu Herbert ( 1 583- 1 648), Hıri stiyanlığın başarısız ol-

28 Krş. ; Lettres theologies, M. L' abbe Gaultier' nin ölümünden sonra yayımlanan eseri ,
Paris 1 756, C. l l , s . 57.
29 Krş . ; Lexikon für Theologie ıtnd Kirche de ·'Uroffenbarung" makalesi.
'

3° Krş . Mircae El iade, la Nostalgie des Origines, Paris 1 97 1 , s. 85-90.


• Tarihte böyle adlandırılabil ecek pek çok savaş sayılabi lirse de Avrupa yazınında bu ad­
la Fransa' da 1 562- 1 598 yılları arasında süren ve siyasal-kültürel etkileri bütün Avru­
pa çapında hissedi l e n Katolik- Protestan boğazlaşması kast edilir. -ç.n.
ARI KÖKENLER MİTİ : BAŞLANGIÇLAR 1 79

duğunun kabı11 edi l mesi ni ve gerçek İnanç olarak yerine ev rensel bir di­
nin konması nı önermişti. Herbert'e göre bu din sadece kişisel erdem ve
soful uğa dayanan bi r tapınç ile tapılacak bi r Y üce Tanrıya iman etmeyi
gerektiriyordu. Fakat bu erdem ve sofuluk nelerden oluşacaktı ve daha
öneml isi nereden gelecekti ? Kav rayışı güçlü Rahip Gassendi , Her­
bert ' i n fikri nin zay ıf noktasını ortaya çıkarmakta geci kmedi. " B u görüş­
leri samimiyet v e inançla sav unuyor olsanız da, sizden Hıristiyanlar
arasında yetişti ril memiş ol saydınız bu düşünceler hiç aklınıza gel ir miy­
di diye kendi kendinize sormanızı i sterim . . . "3 1
Doğal din fi kri , bi rbirinden çok farkl ı kuramları desteklemekte kul­
lanıldı. İnananlar arası nda kimi leri , bunda Sina Dağında Musa'ya inen
vahyin bütün insan soyunun ortak mal ı olduğuna dai r izler buldu. B u­
nunla birli kte, bu bütün insanlar için gerçeğin ortak olduğu yönündeki
bu postula, bütün insanların ortak kökenden geldiği inancının dolaylı bir
doğrulaması ndan başka bi r şey değildi. A dem herkesin babasıysa, Mu­
sa da herkesin öğretmeni ol amaz mıydı? Modern antropolojinin terim­
leriyle bu tekli türeyişçi kuram, yayılmacılık kuranunın hazırlayıcısı idi .
Bu görüşün tipik temsilcisi Avranches Piskoposu ve Fransa Kralının bü­
yük oğlunun öğretmeni Daniel Huet idi. Çağının büyük bilginlerinden
olan bu adam, " Kutsal Meti nlerin basit takl itleri"nden fazla bi r şey ol­
madıklarını göstererek bütün mitoloj i lerin maskesini düşürmüş olduğu
iddiasındaydı.32 Kapsamlı eseri Demonstration evangelique, zamanının
elde edi lebi l i r bütün bi lgilerini bi r araya geti ri r ve görünüşe göre Ha­
ham Manasseh ben Israel ile polemik amacıyla yazıl mıştır. Nuh'a daya­
lı nesepler söz konusu olduğu kadarıyla Huet, Geographia Sacra adlı
eserinde Fransızların Dodanim'in, İtalyanların Kitti m ' in, İspanyol ların
Tarşiş ' i n soyundan geldiğini bildiren Kal v i nci yurtdaşı rahip Caenli Sa­
muel Bochart ' ın görüşünü benimser. Bochart ' a göre Fenikeliler ile Kar­
tacalılar Ameri ka' ya yerleşmişti . Dahası, Neptün ile Yafes, Pluton i le
Sam, Jüpiter Ammon ile de Ham aynı kişi lerdi. B u düşünce çizgisini
sonuna dek götüren H uet, değişik kı lıklardaki gerçek Musa'yı ortaya çı-

3 1 Krş. ; G. Gusdorf, Les sciences humines et la pensie oriamale. La revolution galile­


enne. C. il, Paris 1 969. s. 1 06- 1 09.
32 Pierre-Daniel Huet için bkz. Borst. lll/ 1 . s. 1 290- 1 292 ; A . Dupront, P. -D. Huet et
l 'exegesecomparatiste aıı XV/I. Siec/e, Paris 1 930; abbe Aottes. Etııde sur Danel Hıı­
et, ıiveqııe d 'Aı·ranclıes, Montpell ier 1 857.
1 80 ARİ MİTİ: A VRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

karmaya çal ıştı : "Yine söyleyeceğim ve ne kadar tekrarlansa azdır" de­


di " Dav amız açısından, en eski ve en iyi kurulmuş dev letleri n taptı ğımız
Tanrı nın hizmeti ne kendisini adamış olan bu adama hürmet edi p onu bir
tanrı saymış olduklarını açıkça göstermekten daha hayırlı ne olabi lirdi?"
Huet'ye göre, Feni kel ileri n Taautos ' u, Mısırlıların Tut' u, Persleri n Zer­
düşt ' ü hep bu tanrı , Musa tanrı idi. Aynı zamanda o, Apol lon, Aeskula­
pius ya da Prometheus idi ("Bütün Yunan mitolojisi İsrai l ' i n kitapları n­
dan çağlar"). Janus ile Romul us, Galya' nın Teutates ' i , B rötonları n Li­
ber ' i , Meksika'nın Teutlille' i oydu. Huet, Japonya v e Çin'de, Tufan hi­
kayesi gi bi bütün temel dogmaları n var olduğunu teşhis etmişti . İşin as­
lı, her şey Yahudi lerden gel mişti . Herkese verdikleri ve her yere yay­
dıkları tanrısal Vahiyle aydınlanmıştı onlar.
Kültürel kökenleri n bu türden ev rensel özdeşliği bugün artı k kabı11
görmüyorsa ve Demonstration evangelique' i n sistemi ni göz ardı et­
mekte Katolik sav unmacı lar başı çekiyorlarsa, bu kısmen, onu destekle­
mek içi n kul lanılan argümanların kolaylıkla ona karşı da kullanı labi li ne­
ceği ndendir. Ansi klopediciler özel l i kle de Voltaire açısından, dinin v e
bilimin özgün kaynağı olmak şöyle dursun, Musa her şeyi Mısırlılardan
türetmişti. Yahudi lere hiçbir şey v erilmemi şti ; onlar her şeyi çalmışlar­
dı. B una karşıl ık, Huet' nin Katol ik olsun Protestan olsun en parlak çağ­
daşları, baş ka türl ü düşünmeye eği l i ml iydi . Bossuet, Huet' nin gerçek
dini sav unmak üzere çürütülemez bir kanıt getirdiği n i düşün üyordu.
Bousset ' n i n düşmanı ve kurbanı Richard Simon, Huet'nin eseri nin bir
özeti ni yayımlatmaya niyetlenmişti . A l manya'dan Samuel Pufendorf
hayranlıklarını bildirmişti. Lei bniz' i n beğenisi daha bile dikkate değer­
d i : "Öl ümsüz bi r eser ortaya koymuş olduğunuz için kendinizi kutlaya­
bi l i rsiniz" diye yazmıştı "ve size o kadar uykusuz gecelere mal olmuş
bilginiz için bundan daha bi lgece ve harika bir çıkış bulamazdınız. Pey­
gamberl i klerin Rabbimizde gerçekleşti ğine dair temel hususu kanıtla­
mayı başardınız. Haki katen de böy le şahane bir uyumun tesadüf eseri
ol ması nasıl mümkün ol urdu?"33 Av rupa' nın en parlak zekasının, mü­
kemmel l i ğe doğru ilerleme umudunu barı ndı ran bir sistemi Hıri stiyan­
lar aras ında formüle edecek i l k kişi olacak adamın hükmü böyleydi.

33 A b tıe Aotes' i n eseinde aktardığı bi r mektuptan, op. cit, s . 9 1 , Dıfmomstration ıfvangıf­


lique hakkında yukarıda bel i rtieln görüşleri de oradan aldık.
ARI KÖKENLER MİTİ: BAŞLANGIÇLAR 181

Ama resmin tamamını v ermek için Jansenci* kötümserl iğiyle şöyle pat­
layan Antoine Arnauld ' nun uyumsuz sesini de aktarmal ıyız: "Belki
mezhebi geniş gençleri dinin gerekli l i ğine i kna edecek, ama bütün din­
leri n eşit derecede iyi olduğunu ve hatta putataparl ığın Hıristiyanl ı kla
eşit tutulabileceğini gösterecek olan berbat şeyler" Ve aslında, sonraki
nesill erden birçok yazar da bu hükme varacaktı.
Sürüp giden alıntılar gösteriyor ki , Av rupa'nın iki büyük dinsel cep­
heye böl ünmüş olmasına rağmen, Katol iklerle Protestanları n hatta Ya­
hudilerin çatışan görüşlerini ileri sürdüğü genel tartışmanın içinde yeni
soyağaçları ortaya çı kmaya dev am ediyordu. Vahiy ile Akıl arasında ko­
ruyucu perde işlevi görecek bi r gelenekten yoksun olduğundan, Protes­
tan cephesi oldukça erken özel güçl üklerle karşı karşıya kaldı. Kutsal
Meti nlerde yazınsal ifadesini bulan Tanrının değişmez ve yanılmaz sö­
zünü yeni bil gi biçimleriyle uzlaştırmak ve aklın ölçüsünü dengeleyen
bi r ölçü olarak koymak zorundaydılar.34 Nesiller boyunca yorumcular
bu işle uğraştı . B unun sonucu olarak, özell i kle Protestan ülkelerde ve
başta dilbilimde olmak üzere, birçok bil gi dalında büyük i lerlemeler
kaydedildi. Fakat bu ilerleme Kutsal Kitaba olan bütün inancın yitiri l­
mesi ve - Cameron Allen ' i n ifadesini kullanacak olursak - "Eğer ima­
nın temeli bu kitap ise, temel de yok, iman da yok"35 sonucuna varılma­
sı riski pahasına başarı ldı . Bunun alternatifi i man ve deney uğruna akl ı
bi r yana bırakmaktı ve İngiliz görgülcülüğünün tuttuğu yol da belki
buydu.
On altıncı yüzyıl sonundan iti baren, Protestan ül keler arasından ge­
nel olarak insanl ığın ve özel olarak bazı hal kların kökeni sorununun en
büy ük ilgiyi uyandırdığı ülke Hol landa' ydı . O zamanlar Protestanlığın
bi lim ve tefsir merkezi Leyden Üniversitesiydi . Ameri ka yerli lerinin
kökeninin ne olduğu sorununun büyük ilgi uyandırdığı o dönemde ru­
huna şeytan girmiş bir genç kadının sürekl i olarak Lati nce "Quomodo

• Katol ik Kilisesi içi nde Hollandal ı i l ahiyatçı Comelius Otto Jansen 'in düşünceleri çev­
resinde kurul muş ve 1 6. - 1 8. yüzyıllar arasında etkili olmuş insanın doğuştan suçlulu­
ğuna inanan aşırı kaderci ve karamsar dinsel akım. -ç.n.
34 Krş. ; Don Cameron Ailen, The Legend of Noah. op. cit. , özellikle s . 90-9 1 . (the at­
tempts to fit the Bible to the yardstick of reason Kitabı akıl ölçüsüne uydurma çaba­
-

lan . . .
3 5 A . g . e . , s . 55.
1 82 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

insulae ani mal ia acceperint, et eo homi nes post Adamum perveneri nt?"
sözleri ni tekrarladığı anlatı lır.36 Hugo G rotius, bu soruna eklektik bir çö­
züm önerdi. Kuzey Ameri ka'nın İzlanda ve Grönland ' dan gelen Cer­
menler, Orta Amerika'nın Habeş l i l er, Güney Ameri ka' nın Çinli ler ve
Cavalılar tarafı ndan iskan edi ldiğini bi ldirdi. Böylece, Nuh ' un bütün
zürriyeti Amerika' da temsil edi liyordu ve gerçi tek tek hangi toplul uk­
ların hangisinden geldi ğini açı klamaya kal kışmamakla bi rlikte, Groti us
da Yafes ' i Iapetus ile Ham ' ı Jüpiter Ammon ile özdeşleştiriyordu.37
G roti u s ' un Al man şaki rdi , Leyden Üniversitesi hocalarından, Arca No­
ae, sive historia imperiorum et regnorum . ( 1 666) kitabının yazarı Ge­
. .

orgius Hornius, bel irleyici bir adım attı . Horn ' a göre Nuh ' un zürri yeti
şu şeki lde üçe ayrı lmıştı : Beyazları oluşturan Yafesller, Sarı Irkları oluş­
turan Samiler ve Zencileri ol uşturan Hamiler. Böylelikle sınıflandırma
ölçütü olarak tarih ve mitolojinin yanına, zamanla her i kisini de geride
bırakacak yeni bir ölçüt katılmış oldu - deri rengi .38
Fransız kuşkucu fi lozof François Bernier kısa bir süre sonra soruna
bu açıdan yaklaştı . 1 684 'te Nouvelle Division de La tere par Len diffe­
rentes especes ou races d 'hommes qui L 'habitent kitabını yazdı.39 B u ki­
tapta şöyle diyordu: "Aralarındaki farkın barizliğinin doğru biçi mde bir
ayırım i şareti olabileceği dört ya da beş temel insan ırkının var olduğu­
nu gözlemledim." Bunlar, Bernier ' ni n ("renkleri sadece rastlantısal ve
sırf güneşe maruz kal mış ol maklıklarından öyle olan") Mısırlı larla ve es­
mer Hintl ilerle bağlantılandırdığı Av rupalılar; (" karal ıkları özsel olan")
Afrikal ı lar; (geniş omuzlu, yassı suratlı , basık burunl u ve domuzunkine
benzer küçük gözlü") Çinli ler ile Japonlar ve ("şu sev imsiz hayvanlar"
olan) Laponlar idi . Kızılderi lilere gel i nce, Bernier, görmüş olduğumuz
gibi onları Av rupal ılara dahil etmişti ("Onları başka ve bizimki nden ay­
rı bir ırk yapmaya yetecek bi r farklılık bulmadım"). "Irk" teriminin mo­
dern anlamında belki de ilk kez ortaya çıktığı bu yazısındaki sınıflandır­
masında, Bernier soyağaçları ve kökenlerle yani denebi l i r ki işin za­
mansal boy utuyla ilgi lenmemişti . O modern bir adamdı, dönemi nde

36 A.g.e .. s. 1 28,
37 Borst, III/ı, s. 1 298- 1 300.
38 Borst, 1 1 1/ı, s. 1 3 05- 1 307, ve Adalbert K.lemm, Die Sdkıılarisierııng der ııniversal-lıis­
torischen Aııjlassııng. Zıım Wande/ des Geschiclıtsdenkens .. ., Göttingen 1 960. s. 1 1 3 .
3 9 Joıırna/ de Sçavans. Paris, 24 Ni san a684, s . 85-89.
ARI KÖKENLER MİTİ: BAŞLANGIÇLAR 1 83

Fransa 'da avant-garde olan mekanist düşüncenin çekimine kapı lmıştı


ve insanlığı deri rengine ve öbür fiziksel özell i klere göre, coğrafi ya da
mekansal mülahazalara göre ayrıma tabi tutmuştu.
Kıv rak zihniyle Lei bniz, bu yeni yaklaşımın çok-kökenci imalarını
derhal kav radı. Bernier ' ni n tezini özetledikten sonra şunu ilan etti :
"B ütün bunlardan sonra, yeryüzünde yaşayan bütün insanların farklı ik­
limlere göre değişikliklere uğramış aynı ırka ait olduğunu varsaymanın
gereği yoktur. . . " 40
On yedinci y üzyı lda her alanda Hollanda' nın yeri ni alan İngil te­
re ' ni n bu dönemde kaale almaya değecek bi r ev rensel soy kuramı orta­
ya koymamış ol ması dikkate değer görünüyor. Kendi özel atası olarak
kendisini Sam ile i l işkilendi rmekle yeti nmişti.41 Genci tarihe geli nce,
hem Cromwel l hem John Locke, bu tari hin Cambridge Üniversitesi nde
on sekizinci yüzy ı la dek ders kitabı olarak kullanımda kalan Wal ter Ra­
leigh ' i n Historie of the World' undan öğrenilmesini tav siye etmiş lerdi.42
Bu kitapta Yaradılış Kitabının soyağaçları sadakatle aktarıl ıyor ancak
bunları çağdaş bir çerçeveye oturtacak kadar ilerletmeye ya da Anti ki­
teni n mitleriyle bağlantılandırmaya yönel ik çabalar, "gülünç masal lar"
olarak tanımlanıyordu.43 Bununla birl ikte, İngiliz zekasının en parlak
temsilcileri nin - Newton, Robert Boyle ya da John Locke - bilgi lerini
di n mazeretçileri n i n ya da Tanrının yüce şanının hizmetine koşmakta
gösterdi kleri hayat gücünün ne derece verimli olduğunu görüyoruz.
Gene de, A dem aracı lığıyla i nsan ırkının birliği bu kişiler için tartışılmaz
bi r kutsal gerçek olmaya devam ettiyse bile, bu konuda ayrı ntılı hi po­
tezler ortaya atmaktan kaçındılar. Hatta Locke, ne kadar araştırıl ırsa
araştırılsın Nuh ile Sam ' ı n soy zincirleri ni açığa çıkarmanın mümkün ol­
mayacağını söyleyecek kadar ileri gitti .44 B u bil gece temki n , bel ki de -
genel l i kle "ul usal deha" diye söz edi len - Britanya gerçekçiliğinin ve
görgülcül üğünün bir ifadesidir.

40 Otium Hanoverine sive Miscellanea, Leipzig 1 7 1 8, s. 37.


4 ı Krş . ; Bu kitapta 3. bölüm, s . . .
42 Krş. ; S i r Charles Firth, " S i r Walter Raleigh's ' History of the World'", Essays histori­
cal and literary, Oxford 1 938, ve E. Starthmann, Sir Walter Raleiglı, New York 1 95 1 ,
s . 255-256.
43 The Historie of tlıe World , Londra 1 652 basınu, özellikle s. 1 1 8- 1 1 9.
...

44 Borst, I I I/2, s. 1 399.


1 84 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

AKIL ÜTOPYALARI
Gal i leo, keşifleri hakkı ndaki raporuna gururla Yıldızların Habercisi45
adını v erdi ğinde, peygamberane bir şekilde, bu keşiflerin Batının itiba­
rını bundan böyle her alanda beslemek olan ana hususuna dikkat çek­
mişti. Çin ' deki Cizvi tler, gururl u Göğün oğullarını Hıristiyanlaştırmala­
rı na yardımcı olacağını düşünerek bu yeni keşifleri anlatan bir kitabı Pe­
ki n ' de alelacele yayımladılar. Mekani k ve astronomik aıetleriyle Çinli­
lerde hayranlık uyand ırarak Çin topl umuna ulaşmanın yol unu buldu­
lar.46 Teknik üstünlüğün bu ilk örnekleriyle Batının i nançlarının doğru­
l uğu bel geleniyor ve astronomları n göğü buna tanıklık ediyordu. Ne var
ki , başkalarını etkilemek için niyetl enilen argümanlar, kendi lerini kul­
lananlar için de karşı konulamaz derecede ikna edici ha!e geldi ve bili­
min mutlak gerçeklerine duyulan inanç hızla büyüdü.
Kendi payına Galileo, bir yandan fi lozofların dikkatini çekmeye ça­
lışırken47 kendisini fizik üzerine odaklamıştı . Ne var ki filozoflar, Des­
cartes ile başlayarak bu yeni bilimi , o andan i ti baren yan ı lmaz olduğu
kabı11 edi len Akla tabi kıldılar. Hem Tanrıyı hem insanı anlama iddiasın­
da olan ve zaferden zafere koşan geometrik v e mekanistik bir Akıl idi
bu. Dünya artık ev renin merkezinde ol maktan çıkmışsa da, bu, hiçbir
şeki lde Av rupalıların gururunu kırmamıştı , ki Freud, bu konudaki yo­
rumlarında kendi sini kötü bi r psi kolog olarak gösterir.48 Aslına bakılırsa
bu gurur, Avrupalıların pek çok başarısıyla bütün öbür kıtaları n göster­
diği durgunluk arasındaki karşıtlığın sonucu olarak dizginsiz biçimde
güçl enecekti . Bu başarılar, on yedinci yüzyılın sonunda (belki de Hıris­
tiyan Düşüş fi krinin tersyüz edil mesinden ibaret olan) İlerleme fi krini

45 Sidereııs Nıı nciıı s Yıldızların Mesajı şekl i nde de çevri l ebi lir; krş. Alexandre Koyre ,
,

Dıı monde clos iı / u ni vers iııjini, Paris 1 962, s. 90, not.


'

46 Krş. ; François de Dainville. La geographie des humanistes, Parsi 1 960, s. 2 1 0-2 1 2 .


47 Krş. ; A . Koyre, op. cir. , s . 92.
48 Freud: ·'Y üzyılların akışı içinde insanların naif öz-sev gisi bilimin elinden iki büyük
darbeye katlanmak zorunda kamıştır. İ lki, dünyamızın evrenin merkezi değil de sade­
ce genişliği güçlükle tahayyül edilebi l en bir kozmik sistemin minicik bir parçası ol­
duğunu öğrendiğiklerindeydi ... İ kinci darbe, biyolojik araştırmanın insanın yaradılış­
taki vehmedi len ayrıcalıklı yerini berhava etmesiyle i ndi ... Fakat insanın megalomani­
si üçüncü ve en yaralayıcı darbeyi egonun kendi evinin efendisi bile olmadı ğını kanıt­
lamaya çalışan günümüzün psikolojik araştırmasından alacaktır.'" (krş. lntroduction ii
la psyclıanalyse, Pari s 1 956, s. 308).
A RI KÖKENLER MİTİ : BAŞLANGIÇLAR 1 85

doğuracaktı.49 Fakat İlerlemenin bayraktarı ve muzaffer Aklın sahibi ak


ı rka doğuştan gelen biyolojik-bilimsel bir üstünlük atfetme ayartmasını
karşı konulmaz kıldığından, onlarla Av rupa dışındaki durgunluk arasın­
daki karşıtlık, geleceğin tohumunu yani büyük ölçüde i kna edici ırksal
argümanları içi nde taşıyordu. Bu yol la, kuşkusuz insanlık kadar eski ol­
duğu için "doğal" denebi lecek, zaten yaygın olan popüler ırkçılığın ya­
nına, bir de kendini bilimsel bir temelde kurmaya çal ışan - akılcılaştırıl­
mış ırkçılık denebi lecek - bir ırkçılık biçimi eklendi. Bu süreci n işaret­
leri bel ki i nsan zihninin bir " boş lev ha" ya da tabula rasa olduğu fikri ­
nin yaratıcısı John Locke gibi bilimsel çağın bazı büyük düşünürleri ara­
sında gözlenebi lir. B u fi kriyle Locke, ev rensel eşitli k anlayışının en bü­
yük habercisi sayılabilir (çünkü eğer bütün fi kirler sonradan ve dışarı­
dan edi niliyorsa insanı olduğu şekliyle insan yapan tek şey, eğitimdir).
B ununla bi rli kte, bunun varabi leceği sonuçlar bi l i nçli olarak düşünül­
memişti - görünüşe göre Locke tamamiyle başka bir şey ileri sürmeye
çal ışıyordu. Ama gel i n François Bernier ' ni n bu dost ve şakirdinin ör­
nekleri ni nasıl seçtiğine bir bakalım. Onun, Bir İngiliz çocuğunun gö­
zünde, bi r Zencinin ak ol madığı için insan sayılmayacağını nasıl açı kla­
dığını dinleyelim:
Bir çocuk insan fikrini biçi mlendirdiği nde ... zihnindeki fikirlerin öyle bir
karışımıyla, ak ya da İ ngiltere'de görülen deri rengine sahip olan, insan diye ad­
landırdığı tek bir karmaşık fikir oluşturur ki , ak renk, i nsan dediği karmaşık fik­
ri oluşturan bileşik basit fiki rlerden birisi olduğundan, bu çocuk size bir zenci­
nin bir i nsan olmadığını gösterebilir: ve bu yüzden aynı şeyi n hem ol up hem ol­
maması i mkansız olduğundan, ilke gereği bir zencinin bir i nsan olamayacağını
gösterebilir. (İnsan Zihnine İlişkin Deneme, I V, V l l )

B u açıklama İngi liz topl umunda o zamandan iyice kök salmış bir
önyargıyı akla getiriyor, ki bu önyargı, Locke ' ın bi r çocuğun düşünme­
ye başlar başlamaz kendisini besl eyen sütanne ile kendisinden korktu­
ğu bir Zenciyi birbiri nden ayırt edebi ldiğini doğruladığı bir başka pasaj­
da daha bile açı k ifade edilmiştir.50 B i r İngi liz çocuğunun i l k düşündü-

49 Düşüşten önce y aşanan Altın Çağın geleceğe aktarılması anlamında. Bu fikri, yukarı­
da Al manya böl ümünde işaret etti ğimiz zaman meflıumu çevresi ndeki belirsizlikle
karşılaştırın.
50 Çocuk, kendisini besleyen sütannenin kendisi yle oynadığı kediden de kendisini kor­
kutan Kara Araptan da ayrı olduğunu kesi nlikle bi l i r Deneme, 1, I. 25.
. ...
1 86 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

ğü şeyler böyle olabi l i r de olmayabi l i r de, ama fi kirler arası ndaki i l i ş­


kileri ele al ırken şu düşüncelerini sergi lediği nde, Locke, mantık yetene­
ğinin altında yatan bir önyargıyı ele v erir:
[Caius ' u ) bir insan olarak düşündüğümde zihnimde i nsan türünün karmaşık
fikri nden başka bir şey yoktur. Aynı şekilde "Caius bir ak adamdır" dediğimde
de zihnimde sırf rengi ak olan bir adam düşüncesi nden başka bir şey yoktur. Fa­
kat Cai us'a "koca" adını verdiğimde bir başka kişiyi taklit ederim . ( . . . Deneme,
..

i l , XXV, ı.)

Locke ' ın burada örneğini verdiği gibi tutarsız bir mantıkçının gözün­
de, "ak adam" terimi tıpkı "i nsan" terimi gibi niteleme gerekti rmeyen
bi r mutlak terim hal ine gel i r.5 1 Daha önceki yüzy ı l larda bu türden bir
skolastik çerçeve içinde, Cai us bir Hıristiyan olurdu, çocuğu korkutan
şey de şeytan. Av rupa'da sekülerleşmenin artışı bu tür dönüşümlerde
bile görülmektedir.
B u yeniçağda bilginin bütün anahtarlarını elinde tutan filozofların
çoğunlukla ev rensel eğitimden geçmiş kişiler ve hepsi de insanl ıkla i l ­
gilendiğinden, tanımı gereği antropologlar oldukları hatırda tutul mal ıdır.
" Edi nilmiş fi kirler" ile "doğuştan gelen fi ki rler" üzerine tartışmada Le­
ibniz'in Locke 'a geti rdiği eleştiriler, insan soyunun yeni sınıflandırma­
sının nasıl kaçınılmaz biçimde kökleşmiş bi r ahlaki mutlakçılığa meylet­
tiğini bize gösteri r.
Lei bniz, asl ında doğuştan gelen ahlaki gerçeklerin ya da "tıpkı yü­
rürken bu yasaları hiç düşünmeksizi n mekaniğin yasalarına uygun dav ­
ranmamız gibi, derhal ve akla başv urmaksızın, aklın hükmettiği bazı
alanları harekete geçiren güdülerin" varl ığına inanıyordu ve şunu ekl i­
yordu: " Ne var ki en sık olarak bu v icdani güdülere uygun dav ranırız
ve çok daha güçlü izlenimleri n altında kaldıkları zamanlarda bile kişi
onları izler. İ nsanl ığın daha büyük ve daha iyi olan kısmı bu güdülere şa­
hadet eder. . . ve onların yaban hayvanlarınınkinden bile zal im olan töre-

51 Locke 'dan daha iyi bir mantıkçı olan Lei bniz, İnsan Zihnine İlişkin Yeni Deneme­
ler 'i nde onu şöyle çürütmüştür: " . . . başka şeylere hatta başka bütün her şeye götür­
meyen ilişkileri ve mükemmel analizleri içermeyecek kadar mutlak ve gevşek hiçbir
terim yoktur; öyle ki göreceli terimlerin içerdikleri ili şkilere açıkça işaret etti ğini söy­
leyebilirsiniz." Bu anlamda, koca Caius, karısının fikrine götürüyorsa, beyaz adam
Cai us, insan türünün hayvan türüne götürdüğünden daha açı k bi r tarzda kara adama
götürür. Locke 'ın beyaz adanu bi r mutlak olarak üzerine kurduğu bu uslamlama özel­
likle açıklayıcıdır.
ARİ KÖKENLER MİTİ : BAŞLANGIÇLAR 1 87

!erini onaylaması için, kişinin A meri kan vahşileri kadar vahşi ol ması
gerekir".52 Av rupa ' nın bi l imsel çağının bütün batıl inançları bu birkaç
sözde toplanmış gibidir. B ununla birli kte bi rkaç sayfa ileride şunları da
yazdığı için Leibniz, Locke 'tan daha i ncel ikli ve daha " görececi"dir:
Özel likle bedensel güç ve hatta bizzat ruhu ilgilendiren konularda ol mak üzere
barbarların bizi geride bıraktığı önemli meseleler olduğunu kabOI etmek zorun­
dayız. Ne mal birikti rme hırsına, ne de başkalarına hükmetme hevesine sahip ol­
duklarından. onların pratik ahlaklıl ığının bazı bakımlardan bizimki nden iyi oldu­
ğu söylenebilir. Bizde, onlardaki nden daha çok iyilik ve daha çok kötülük var.
Alçak bir Av rupalı bir vahşiden daha kötüdür. Onda kötülük kemiile ermişti r". 53

Fakat Leibniz şöyle tekrarladığında, Av rupal ı Akıl hakkındaki daha ya­


pay tav rına bir kez daha geri döner:
Bununla birl i kte doğanın bu insanlara verdiği avantajlarla aklın bize verdikleri­
ni birleştirmekten insanl ığı alakoyacak hiçbi r şey yoktur.

Onu haklı çı karmak üzere tasarlanmış Akıl ile birleşmiş ahlaka ya­
pılan göndermeyle Avrupal ıların ben-merkezci liği en açık biçimiyle ka­
nıtlanır ve Leibniz bu sözleriyle neredeyse fi lozof meslektaşlarının hep­
si adı na konuşmuştur. Bu yüzden , ("doğuştan gelen fi kirlerin" i nanılır­
lığını yeniden kurmak bakımından) doğal yasanın ve zorunlu gerçekle­
rin varlığına tanıkl ı k etmeleri için Platon ve Havari Pav los 'a yaptığı gön­
dermeden sonra gelen çok önemli bir pasajda şöy le yazar: " Mantı ğın
yanı sıra, biri ilahiyadı, öbürü hukuğu şeki l lendiren metafizi k ve eti ğin
her i kisi de, doğal bi l i mler ol maklıklarıyla, böyle gerçeklerle dol udur ve
hunun sonucunda kanıtları ancak doğuştan gelme denen içsel il kelerden
çıkabilir."54 Bundan açıkça ortaya çıkan sonuç, Hıristiyan ilahiyadının
temel lerinin ve Av rupa hukukunun kendileri nin de, doğuştan gel me
hem de evrensel olarak doğuştan gelme olduklarıdır. Lei bniz, sadece
hayvanların doğuştan gelme i lkelerden yoksun olduğunu düşünür:
" Hayvanlar tümüyle görgülcüdür ve örneklerle şartlanmıştır. . . buna
karşılık insanlar kan ıtlayıcı bi l imleri uygulamaya muktedi rdirler." Ben­
zer biçimde, eserinin Locke ' ı n felsefesine tamamen yanlış bi r şeki lde

52 İnsan Zihnine İlişkin Yeni Denemeler, ı, il, § 9.


53 İnsan Zihnine İlişkin Yeni Denemeler, 1 , i l , 20. ( Hem iyilikte hem kötülükte aşırılıkla
ilgili) B u tür bir hüküm, Hıristiyan düşünürler tarafından " İ srai l ' i n sırrı'" üzerine dü­
şünürken bazen Yahudiler için de verilmi ştir.
54 Leibniz, Yeni Denemeler, Ömöz.
...
1 88 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FiKİRLERİN TARiHİ

bir tür ahlaki görececi lik dahil etti ği bi r başka kısmında Leibniz şunla­
rı yazar:
Kendi adıma, ahlaki iyiyi ve koruyup sürdürmekten Tanrının soruml u olduğu
aklın değişmez hakimiyeti nin gücünü ölçü olarak almayı yeğlerim ... İ yi, Tanrı­
nın genel iradesiyle doğaya ya da akla uygun olan şeydir. 55

Leibniz, öyle ya da böyle, Hıristiyan ahlakının geleneksel üç kurucu


köşe taşının aralarındaki i l işkiyi tanımlama çabasındaydı. Daha önce
söylenmiş olanları tekrarlayan öbürlerinin artık böyle bi r derdi kalma­
mıştı. Gassendi 'nin daha önce esaslı bir soru yöneltmiş olduğu deistle­
rin durumu özel likle böyleydi. Söz konusu soru , o zamandan iti baren
ahlak ile ilgilenen her büyük yazar tarafı ndan ve her önemli meti nde
tekrarlandı: "H ıri stiyanlar arasında yeti ştiril memiş ol saydınız bu düşün­
celer hiç akl ınıza gel ir miydi?" Montai gne ' i n kendiliği nden maksimi -
Kendisinin doğadan doğduğunu söylediğimiz vicdanın bu yasaları , tö­
reden türer56 - tamamiyle unutul muş gibiydi. Kuşkusuz, Gassendi ' ni n
sorusu deği şik yazarlarca değişik biçi mde yanıtlanmış olabi l i r ama b u
değişikli kleri kitabımızın sını rları içinde tek tek e l e alma durumunda de­
ğiliz. Gel in, muhtemelen döneminin en berrak düşünürü olan Dide­
rot' dan bir al ıntıyla yetinel im. Ona göre, "ahlak yasaları her yerde aynı­
dır. "57 Bu, Aydı nlanmanın tipik ifadesidi r ve gayet doğru olarak, "en
güçlü olanın aklı daima en iyisidir" şekl inde anlaşı labil i r - çünkü, söz­
l üklerin açıkça gösterdi ği gibi , Av rupal ıların akl ı, aynı zamanda hem da­
vanın taraflarından bi ri , hem de verdiği tehdi tkar imalarla yükl ü hüküm
karşısında hiçbir temyiz mercii bulunmayan bi r yargıç idi.58
Irkçılık yanl ısı fikirlerin deneysel bilimin yeni yöntemleriyle daha
bir i kna edici lik kazanmasına yol açtığı ndan, Aklın yukarıda tanımlandı­
ğı anlamdaki taraflılığının sonuçları iyice ağır olmuştur. Deney, gözlem-

55 . . . Yeni Denemeler, il, XXV l l l . § 4.


56 Denemeler, i, XXlll
57 Diderot ve D' Alembert'in büyük Ansiklopedi'sinde (Diderot tarafından yazılan) "lr­
relige ux" maddesi.
58 Örneğin bkz. Bescherelle'in Nouveaıı dictionnaire national' inde ( 1 893 basımı) "Ra­
i son" başlıklı madde: " 1 . . . . . Genel fi kirleri edindiğimiz yeti . . . doğru, bilge ve yasaya
uyan bir insanın düşünce ve eylemlerini tek başı na verebilen inkar edilemez gerçek ve
adalet i l keleri nce üretilen Aydınlanma bütünü. 2. Konu, neden, ama birini ikna etmek
i ç i n kullan ı lan en güçlii argüman ··
ARİ KÖKENLER MİTİ : BAŞLANGIÇLAR 1 89

di r ama aynı zamanda, büyüteç, neşter, ölçek gibi , gözlemi n araçlarını


da ima eder. Psi koanal izin keşfine kadar, pozitif bi lim insanda sadece
maddi olanı, sadece tartı labi leni ve ölçülebi leni araştırmıştı r. Böyle kı­
sıtlar içi nde çal ışan bi limciler, çabucak, tek erişebi ldi kleri şey olan fi­
ziksel karakteristiklerden, çoğu kez ne yaptıklarını fark etmeksizin ve
beni msedikleri materyali zme ters düşer şeki lde, bir takı m ahlaki ve zi­
hi nsel nitel i kler ortaya koymaya, kafatasının şekl inden ya da derinin
rengi nden ahlaki sonuçlar çı karmaya meylettiler. B u sapmaları kesin bir
bi limsel zorunl u l uk ya da sını rlamadan çok belli bir felsefi tercihin da­
yatmış olduğu açıktı r. Voltaire, Traite de Metaphys iq ue inde yol göteri­ '

ci genel ilkeyi i lan etmişti : " Matemati ğin pusulası ndan ya da deney ve
fiziğin ışığından yardım alamadığımızda ileriye doğru tek bir adı m ata­
mayız."
Bu konuya devam ederken, her şeyden önce anatom ideki ilerleme­
ye bir göz atmamız gereklidir. Görece dikkatlerden daha uzak ve daha
temki nli biçi mde gerçekleşti ri ldiği nden daha az göze çarpsa da, İnsanın
bazı içsel yapılarının ve düzeneklerinin keşfedilmesinin yeni felsefe
üzerindeki etkisi, evrendoğum ve coğrafya alanlarında yapı lan dışsal
keşiflerin etki leri kadar büyük ol muştu. Söz konusu keşifler, İnsan bir
Makinedir fi kri ni akla getirmiyor muydu? Descartes, Harvey ' i n kan
dolaşımını açıklamasından esinlenerek Yöntem Üzerine Konuşma­
lar' ının ünlü bir pasaj ında bu fi kri ortaya koydu.
Daha şimdi açıkladığım (yüreği n yaptığı] bu hareket, sırf insanın yüreğin içinde
gözüyle görebildiği organların özelliklerinden çı kar. . . karşı ağırlıkları nın ve çark­
larının gücü. yerleştirilişi ve şeklinden çıkan saati n hareketi gibi . . . İ nsan çal ış­
kanlığının ne kadar çok otomat ya da hareketli maki ne yapmaya kadir olduğunu
bilenlere bu gari p gel mez, her hayvanın v üeOdunda bul unacak kemiklerin, kas­
ların, ana damarların. damarların ve bütün öbür parçaların muazzam çokluğuyla
karşılaştırıldığında bu vücut, Tanrının eliyle yapılmaklığıyla, kıyas kabOI edilmez
biçimde daha iyi inşa edi lmiş bi r maki ne sayıl malıdır.

Ve buradan şu son uca vardı :


Tanrı vücOdumuzu bi r makine gibi yapmış ve daima kendi yasalarına göre çal ı­
şan bir ev rensel alet gibi işlemesini irade buyurmuştur. 59

:ı9 "' Enıretiens avec B u rman " ' ; krş. C. Gusdorf. op. cit. , C. iV (La revolııtion galileenııe,
il, s. 1 32)
1 90 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ı•e MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

B u yüzden bu yasalar mekanik yasalardı ve yıldızların hareketini yö­


neten yasalarla aynı yasalardı. Tanrının bir kez yarattıktan sonra el ini
çekmiş gi bi gözüktüğü bir ev rende olayların akışını bu yasalar düzenli­
yordu. Bu, tekni k-matemati k bir durağan geometrik mekana i ndirgen­
miş doğa kav rayışıydı , tamamen düzleştiri lmiş "iki boyutl u dünya"
kav rayışı. Hem hayranlık verici hem fazl a basitleştirici bi r "mühendis­
l i k fel sefesi " ile desteklenen Kartezyen bilimin açık seçik ve etki li fi­
kirleri için ödenmek zorunda olunan bedel böyleydi.
Son derece etkili ol muş gibi gözüken bazı genel fi ki rleri tah l i l etmiş
bul unuyoruz. Fakat, sadece kısaca alıntılamak şekl inde bile olsa şunu
da kendimize hatırlatmal ıyız: Spinoza ile onun more geometrico eti ğin­
den ya da Lei bniz ile onun modo geometrico hukuk biliminden ya da
Samuel Pufendorf ile onun ad analogiam systematis copernicaei sosyal
bi l i m i nden beri üniversitelerimize sosyoloj i nin ya da çağdaş laboratu­
arlara psikoloj inin hükümlerinin gi rmesiyle, Batı bil imi kesin bi l i mle­
rin başarı larıyla büy ülenmiş ve insan bilimlerine de bu bilimlerde ge­
çerl i olan aynı kuralları uygulamaya çalışmıştır. B una rağmen ya da bel ­
ki b u yüzden, "canlı madde" bi l i mi birçok bakımlardan fizi ksel bi l i m­
lerle zayıf bi r ili şki içinde kalmış v e bu alandaki araştırmalar yüzyıllar
boyunca kadim mitoloji lerin ve hurafelerin etkisi altında yürütülmüştür.
Canlı türlerinin ortaya çı kışı ve birbiriyle karışmasıyla ilgili sorunlar
için bu durum özel likle geçerl idir. On dokuzuncu yüzyıl nasıl hala ken­
diliğinden türeyişe inanıyorsa, on sekizi nci yüzyı l da, bi rbiri nden en
farklı türler arasında melezlenme olasıl ığını dikkate almaya hazırdı. Bu
y üzden, İngiltere 'de Locke " B i r kedi ile bi r sıçandan olan ve üzeri nde
her i kisini n de açık özel li kleri ni taşıyan bir yaratığı" kendi gözleriyle
görmüş olduğunu kesin bi r dille bildirmişti.6<l Fransa'da bi lim dünyası
Reamur' nun bi r tav uk ile bir tav şandan başarıl ı bir şekilde melez bir
yav ru elde etti ğine ikna ol muş6 1 ve Maupertuis, çiftl iklerde her çeşit
"yapay birleşimler" üretmek üzere deneyler yapı lmasını önermişti.62

60 İnsan Zihnine İlişkin Deneme, ili, VI, 23 .


6 1 Krş. ; J. Rostand. "Reamur, embryologiste . . . , Revue d 'lıistQire des scieııces, XI ( 1 958),
s. 49. Linneaus, Metanıorphosis Planetari m ' unda ( 1 755) bu sansasyonel buluşa dik­
kat çekmi şti.
62 Maupertuis. Lettre s sur le progres des Scieııces ( 1 752). s . 1 03 .
ARİ KÖKENLER MİTİ : BAŞLANGIÇLAR 191

Veteriner Bourgelat, bir boğa ile bir kısrağın yav rusu üzeri nde otopsi
yaptığını iddia etmişti.fil Bir insan la bir ineğin hatta bir tav uğun çiftleş­
mesinden döl alınabi leceğini iddia eden Fortunio Liceti ' nin gözlemleri
on sekizinci yüzyıl boyunca enine boyuna tartışılmış,64 aynı yüzyılın so­
nunda da Linneus ' un öğrencisi Johann Fabricius, Zenci leri n nasıl in­
sanla maymun arası ndaki bir melezlenmeden türemiş olduğunu kanıtla­
mıştı. Bu konuya daha sonra geri döneceğiz.
Türler arası ndaki - kedi ile sıçan, insan ile maymun arasındaki - sı­
nırların böyle beli rsiz çizi l mesi , psikanal itik bakı mdan canlı ile cansız
arasındaki sınır ç izgisini ortadan kaldırmaya yönelik mekanistik bir ar­
zu olarak yorumlanabi lir.(Bu kel imelerle birleşmiş olan fi ki rler kişi nin
düş ünceleri ni animizm kav ramına götürür ki, oldukça ilginç biçimde,
artık bugünkü anlamını kazanmak üzere antropologlar tarafından alınıp
i l kel dinleri adlandırmak için kul lanılmasına dek bu kav ram, gerek Kla­
sik gerek Hıristiyan kaynaklarda hayat fel sefesi anlamında kullanıl mı ş­
t ı ).
İnsanı Doğa Ana'ya daha yakından bağlayan fantezileri canlandır­
ma kapasitesiyle bu karışıklık - Tevrat dışında - her yerde hükmünü
sürdürmüş gibi gözükmekted ir. Hatta belki de türler arasındaki sınırla­
rı n bu belirsizl iğinin Tev rat'ta ortadan kal kması da bi r sansür süreci nin
sonucunda ol muştu. Çünkü, bütün mitoloj i lerde bol bol bulunan efsa­
nevi melezlenmeler ve tanrı-atalardan hayvan atalara, mümkünsüz türe­
y i ş hi kayeleri nin yeri ni, Tev rat ' ta eşci nselliğe karşı şiddetl i tehditler ve
ayinsel yasaklar almışa benzemektedi r. 65 B u noktada, doğaya karşı iş­
l enen günah her ne kadar meyvasız olsa bile, gene de Freud ' un göster­
miş olduğu gibi , bu yasağın ardında bi r arzunun yattı ğına işaret edebi li-

63 Krş. ; Rostand, age. s. 47.


<>4 Krş. ; Jacques Roger, Les sciences de la vie dans la penseefraııçaise du XV/I. Siecle,
Paris 1 963 , s. 3 1 -34, 44, 83 ve başka yerlerde .
65 Bu kesinlikle çok geniş bir konudur. Yasak ihlallerinin en açık biçimde göründüğü Ya­
radılış Kitabının v i , 4-7, ayetlerini aktarmak yeterlidir. "O günlerde yeryüzünde dev­
ler vardı ; ve Tanrı oğullan insan kızlarından eşler aldılar ve onlardan çocukları oldu,
bunlar eskinin güçlü adamları . şöhretl i adamlar oldular. Ve Tanrı insanın yeryüzünde­
ki fenalığının büyük olduğunu gördü ve . . . Rab ' yeryüzünde yaratmış olduğum adamı
mahvedeceği m; hem adamı hem hayvanları dedi ' , vb.". Ardından, yeni bir türden ya­
ratışın izleyeceği Tufan geldi.
I 92 A RI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI l'e MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

riz. Yaradılış Kitabının kendi si, bütün hayvanlarını kendi cinsine göre
yaratmış olan Tanrının Nuhun Gemi sini hiçbir hayvanın cinsi yok ol ma­
sın diye, nasıl yine aynı şeki lde [ her birini kendi cinslerine göre çift çift.
-ç.n. J doldurmaya özen gösterdiğini anlatır. Bilimsel olarak doğru olan
bu sınıflandırma, kuşkusuz açık değil zımnidir ve tümüyle didakti k ya
da yasalcı bi r amaçla Eski Ahi t ' i n değişik böl üm ve ayetlerinden çıkar­
sınılması gereki r. Ne olursa olsun, Kutsal Kitapta farklı türler arasında
melezlenmeler, piçleşmeler ve Batı bi l iminin Linneus ' un sınıflandı rma­
sından sonra bile uzun süre olabi lir gözüyle baktığı biyolojik bakımdan
i mkansız soy zincirleri hakkında bir soru işareti bırakıl mamıştır.
Böylece ortaya çıkan temel epi stemolojik mesele, Kutsal Kitap ' ı n
daha kesin hayat bili mleri anlayışı i le putataparl ık ve ulu Toprak Tanrı­
çası ile birleşmeye yönelik tiksinç arzuyaM karşı şiddetl i bir sav aş ha­
l i nde olan katı tektanrıcılık ilkesi arası nda bir i lişkinin varlığını i ma edi­
yor gibidir. Fakat bu il işki nasıl yorumlanmalıdır? Belki soruna dolaylı
yaklaşmak, yani ney in doğru olduğu noktasından bakmak yerine, mito­
loj i k yanlışların direngenliğini dikkate almak ve bunları ani mizm ve pa­
ganizmi n karışıklıklarıyla ve Aristotelelesci varlıkların büyük zinciriyle
il işki lendi rmek en iyisidir.67 Georges Gusdorf, çoktanrıcılığın bir ardı ­
ş ı k l ı k teolojisi i m a etti ğine i şaret etmi şti r, hem d e yalnızca tanrıların
kendi arasında değil, tanrı larla i nsanlar arasında, yarı tanrı larla kahra­
manların, tanrılık ve insanlık arasında aracılar olarak hizmet etti ği bir ar­
dışıklıktır bu.68 - Aristoteles ile Yaşlı Pl inius ' un sadık okurları olan -
Aydınlanma düşünürlerinin inandığı kırmal ar ve ucubeler, tartışmasız

66 Richard L. Rubenstein, bazı Talmud yorumlarında Eski Ahitçe yasaklanan bu kadim


gelenek ya da arzuların ortaya çıktığını saptamıştır. Bkz. The Religious lmagiııation, A
Study in Psychoanalysis and Jewish Tlıeology, lndianapolis ve New York 1 968.
67 "Doğa cansızdan canlı şeylere öyle yavaş yavaş geçer ki bunlann sınırları ve araçları
birbirinden ayırt edilemez. Bitkiler ırkı cansız nesnelerden bi rdenbire türer: bunlar bir­
birlerinden katıldıkları ilişki bakımından fark edilirler; çünkü, hayvanlarla kıyaslandı­
ğında cansız gözükseler de, bitkiler, başka cisi mlerle karşılaştırıldığında hayata sahip
gözükür.
B ununla birlikte, gözlemiş olduğum gibi bitkiden hayvana değişim tedricidir. Kişi ba­
zı deniz canlılarının hangi sınıfa ait olduğunu sorgulayabilir. . . ilerleme. dai ma öbürü­
ne göre daha canlı ve hareketl i olana gider şekilde, tedricidir. " Ari stoteles'in Hayvan­
lar Tarihi, Tricot' nun Fransızca çevirisi , Paris 1 957, C. i l , s. 492-494.
68 G. Gusdorf. op. cit. , C. il (""Les ori gi nes des sciences humaines"), s. 1 37
ARI KÖKENLER MİTİ: BAŞLANGIÇLAR 1 93

olarak Zeus ile Leda'nın dölleri değil miydi ? Aradaki bağlantı halkası,
hir uzmanının69 şu şekilde anlattığı Hıristiyan Orta Çağ olabilir:
insanlarla hayvanların günahkar tutkuların sonucundaki ortak dölü fikri
asla bir tarafa bırakılmamıştı . Ö rneğin Plinius, Hindistan'da Hintlilerle yaban
hayvanların ilişkisinden doğan kırma "insandan azmaları" kayda geçirmişti,
Plutarkhos da minatorları, dryadları, satirleri ve hatta sfenkslerle atadamları bu
tür ilişkilere bağlamıştı . Papa 2. Alexander 'ın misafirleri ne bir kontes ile hedi­
ye olarak alıp sevgili edindiği bir maymundan olma, yaklaşık yirmi yaşlarında,
sağır ve şaşılacak derecede babasına benzeyen bir "oğlan çocuğunu" gösterdiği
iddia edilmişti . . . Elbette, bir kadın ya da erkek ile bir cehennem yaratığının (bir

S uccubus ya da bir İ ncubus) birleşmesinden türeme düşüncesi daha bile yay­
gındı ... Yunan mitolojisinin yabanıl kıyılarında kaynaşan bu insanbiçi mci haya­
letler kalabalığı. Hıristiyan vahyinin yükselişiyle dağılmak şöyle dursun, müm­
kün ve de sık olduğu kabOI edilen dönüşümleri yüzünden tanımlanmaları iyice
zorlaşan yeni iblis ve popüler goblin sürülerinin katıl ımıyla daha da g üçlendi . . .

Peki , Biyoloj i k deneyci lik, hayatın yaratılması ve varlıklar arasındaki sı­


n ı rlar gibi hayati bir konu üzerinde on dokuzuncu yüzyıla dek Kutsal
K i tap'taki düşüncelerle tam bir mutabakat sağlayamadıysa, psikoloj i
hil gisiyle ilişkisi nasıl ol muştu? B u alandaki atılımların genel b i r hız ka­
ı.a ıımasının arefesinde, 1 935 ' te Edmund Husserl bir bilanço çıkarmaya
ı.:al ıştı. Eleşti ri si öncelikle Kartezyen ikici liğe karşı yönel mişti :
Eskiden psikoloj i , şu kavrama dayal ı bir paralel bilimin ödevini yerine getir­
mekle görevlendirilmişti : - araştırma nesnesi olan - Ruh, doğal bilimin konu­
su olan bedensel doğa kadar gerçek bir şeydir. Bu asırlık ön kabOI bütün saçma­
lığıyla açığa çıkarıl madığı sürece ruhun gerçek bilimi olan hiçbir psikoloji var
olamazdı ... Modern çağ, ta başından itibaren, bir model olarak mos geometricu­
.l'Un töz i kiciliğini ve yöntemlerinin paralelciliğini benimsemişti . . . Dünya zaten
"doğalcı" bir tarzda görülüyordu. B unun sonucu, ruhun, bedenin doğal bilimler-

""'
hanek Tinland, L 'homme sauvage, Homoferus er homo sylvesrris, Paris 1 968, s. 40-
4.'i ("L'homme sauvage medieval et sa discondance").
Succubus: Ortaçağ Batı Hıristiyanlı ğında uyuyan erkeklere musallat ol u p onlarla cinsel
i l i şkiye girdiğine i nanılan dişi iblis.
lncubus: Aynı şeyi kadın kurbanlara yapan (gerçi eşcinsel ilişkiye girebildikleri de ri ­
vftyct edilir) erkek iblis. Bazı durumlarda ilişki dişi tarafın gebeliğiyle sonuçlanır ve
Nonuçta doğan yaratık genellikle şer olurdu. Nesnel temeli - karabasanlar ve erotik
düşler - bütün i nsanlarda ortak olduğundan bütün kültürlerde işlevdaşları görülebi len
.mccııbııs ve incubusların görevi, Müslüman geleneğinde özel bir sınıf olarak tasnif
<'d i l ıneyen bir takım c i n l erc e üstlenmi ştir. -y.h.
1 94 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

de hem başlama noktası hem prototi p olarak iş gören fiziğin kategori lerine uy­
gun biçi mde kullanılan aynı yöntemlerle yorumlanacak gerçek bir eklentisi ola­
rak düşün ülmesiydi . 70
..

H usserl , bu yanılgının temel i nde Kartezyenci likle birl ikte, Locke ' ın
bir şekilde doğanın bedensel süreçlerince denetlenen psişik görüngü­
nün çev resi nde cereyan etti ği boş levha yani tabula rasa benzetmesinin
yattığına inanıyordu.71 Bununla birl i kte, bu ayrı mın bütün imal arını kav ­
rayabi lmemizi Freud 'a borçlu olsak da, bili nçten ayrı olarak bilinçlilik
teri mini72 (içsel bi l ginin bu her iki biçimi de Fransızcada tek kel i mey­
le, conscience diye adlandırıl ır) kul lanıma soktuğundan , Locke, o tutar­
sız görgülcülüğü içi nde modern psikolojinin mekanistik ve materyal ist
yönel iminin kökenindeki ikircimlerden birini açı kça kav ramışa benze­
mektedir. B i l ginin bu biçimlerinden biri ilahiyat tarafı ndan işlenmiştir
ve bi r anlamda, bi linçl i ya da bilinçsiz duygulanı mlar karmaşasını içer­
miştir; öbür biçim, daha sonra ilah iyadın azat edilmiş hizmetkarı fel se­
fe tarafı ndan gel işti rilmiş ve kendisini katı biçimde bilinçli al gı alanıy­
la sınırlamıştır ki Locke'ın bilinçlilik ile kastettiği budur. Belki bu se­
mantik evrim, psikolojinin geçmiş yanıl gılarının anahtarıdır, çünkü mo­
dern psikolojinin ayrım noktasının " Düş ünüyorum, öyleyse varım"ın
son tahlilde " Ben düşündüğümden başka bir şey deği lim" anlamına
gel mesi olduğunu söylemek doğru olamaz mıydı? Ve durum gerçekten
buysa, bu en son Akıl Ütopyaları nasıl ortaya çı kmıştı ve ima ettikleri
neydi? İnsanı sadece bilinçli düşüncesi ne indi rmek yönündeki bu felse­
fi arzu nedendi ? Ve duygusal varl ığın güdüleri ne yönelik bu dai mi bas­
kıya, (i lahiyatçı Bossuet'nin Kartezyen düşünceye karşı çıktığı şekilde)
"aç ı k ve bel i rl i fi ki rleri mizin ötesi nde, inkar edildi kleri takdirde onlar­
la birli kte kapı dışarı edilecek böyle zorunlu hakikatleri içeren karışık ve
genel nitelikte başka fi kirlerin bul unduğu"73 gerçeğini göz ardı etme
yönündeki bu kararlılığa ne anlam atfedeceğiz?

70 " Die Krisis der europiiischen Wi ssenschaften und die transzendentale


Phiinomenologie", Gesammelte Werke, C. VI, Lahey 1 954, s. 2 1 6-2 1 9.
7 1 A .g.e., s. 64.
72 Krş. ; B. D. Lewin "Conscience and consciousness in medical psychology : a historical
study", Psychoanalysis in America: distorical perspectives içinde, der. M. H. Sher­
man), Springfield 1 966, s. 43 1 -437.
73 Malebranche'ın bir öğrencisine mektup ( 1 687) ; krş. Paul Hazard, La erise de la cons­
cience europeenne, Paris 1 96 1 , s . 1 95- 1 96.
ARI KÖKENLER MİTİ : BAŞLANGIÇLAR 1 95

B u soruları ortaya atmadan önce, psikoanali zi n açı klamaya çal ıştığı


ruhun derinliklerini ilahi yadın nasıl ve ne ölçüde hesaba kattığını göster­
mek ve bunun için başlangıç olarak bir yandan "doğaüstü müdahale" ile
iite yandan "bi l i nçdışı dürtüler" arasındaki benzerl i kleri ortaya koyma­
ya çalışmak daha yöntemli bir hareket olacaktı r. Örneğin Düşüş öğreti­
siy le suçl uluk diyalektiği arasında kabaca bi r semanti k karşılıklılık bağ­
lantı sı kurulabi lir. Daha da i l eri gidilerek, antropologların ve mitologla­
rı n yardı mıyla farkl ı kül türlerdeki şeytan anlayışı ve ruhçuluk biçimleri
aras ındaki i l i şkiler aranabi l i r ya da bazı modern psikoloj i k bulg ular ay­
nı tarzda incelenebil i r.74 Hepsi nden öneml isi, geçmişin parlak göl gele­
r i n i sorgulamak, "sözün doğrusu kimseyi sev meyen ve ki mseden nefret
etmeyen" kişi sel l i k dışı ve soğuk Tanrıyı75 ve bu Tanrıyı kendisine ör­
nek alarak " ne gül üp, ne ağl ayıp, ne nefret edi p sadece anlamak" ile yü­
kümlü fi lozofu 76 bir Marranonun oğlu olan Spinoza'ya sormak yararl ı
olabilir. Leon Chestov ile birli kte Batı felsefesinin zihinsel süreçleri de
i zlenebi lir77 ve Mekani sti k Akıl tarafından büyülenen, bilimsel Zorun­
l u luğun yasalcılığı tarafından tcrörize edilen bu fel sefeni n kendi sinin de,
kendi payına, H usserl ' i n o kadar iyi tarif etti ği şekilde bir çıkmaz soka­
ga sürüklemek üzere, hizmetkarı olan Freud-öncesi psikolojiyi nasıl te­
riiri ze ettiği görülebi l i r.
İnsanoğlunun bi limlerden yaptıklarının hesabını vermesini çok daha
ı srarl ı bir şekilde i stediği bu kendi zamanımızda, bu tür sorgul amalar
yararl ı bir biçi mde bu tartışmayı gerçekten tari hsel önem taşıyan bir so­
nına götürürür: Batı dehasının kaynakları , dünyanın imgesini dönüştü­
rürken insanı n imgesini nasıl olup da böylesine çarpıtmıştır? Basitçe,
hiiy lesi ne etki leyici başarılar ortaya koyan bir entelektüel sistemin
lilopyacı bir tarzda geni şletil mesi yoluyla düşünürler v e fi lozoflar aciz
kal ıp insanın imgesini mi sakatlamıştı? Yoksa bi ldirilmiş gerçek olarak
bilinen şeye karşı , kilisenin dogmalarına ve hurafelerine karşı v erdikle­
ri savaşın heyecanı ile mi sürüklenip gitmişlerdi? Yoksa sebep, kendi
ahlakl ı l ı k ve "ideal benlik" fikirlerine uygun düşecek bir beyaz adam,

74 Blaise Pascal ve Johann-Geord Hamann ' ın eserlerindeki gibi.


75 Etik, V. Bölüm, XV I I . Önerme, Kanıt.
76 A.g.e., (non ridere, non lugere, neque detestari , sed intelli gere").
77 En si stemli ve doğrudan bu çeşit bir suçlama Chestov 'un Athenes et Nrusalem ' inde
b u l u n u r.
1 96 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİH/

doğal olarak temiz ve iyi , sonsuzcasına mükemmelleşebilir ve potansi ­


yel ol arak her şeye kadir olan bir adam uydurmak arzuları yüzünden ka­
pıldıkları aşırı basitleştirme miydi ? Yoksa insan bi li mlerinin böyle te­
melden yoldan çıkmasının ardında başka ve daha karanlık nedenler mi
vardı?
8.

AYDINLANMANIN ANTROPOLOJİSİ

ILIMLI ANTROPOLOGLAR
(TEKLİ TÜREYİŞÇİLER)
Anglo-Saksonların Protestan etiği ile saldırgan bir kapital i st dünya gö­
rüşü arası ndaki on sekizinci y üzy ıldaki bağlantıya Max Weber i şaret et­
mişti . İngi l tere 'deki Püriten Dev riminin ardından bili msel araştırmada
meydana gelen olağanüstü büyük patlama daha az dikkat çekmişti r.
Çağdaşlarının gözünde İngi l izlerin bu alandaki üstünlüğü tartışmasızdı .
La Fontai ne, İngi l iz Tilki masal ında buna saygı göstermişti :
. . . İngilizler
Derin düşünür; ve bu mizaçları
Ve zekfilarında ortak b ağlara ihanet eder
Her alanda Bilimleri tahta çıkarm ak için
Ta dibine dek kazar ve Deneyi kullanır.

B i l i me yönel ik bu adanma, gücünün bir kısmını di nsel tutkudan al ı­


yordu. O dönem İngiltere 'si nde bilim ile din uyum içi nde bir arada ola­
bilmişse, bu, uzmanların deyişiyle "doğanın araştırıl masının temel bir
dinsel edi m düzeyi ne y ükselti l miş" 1 ve araştırmacı ların " Rabbi n işleri­
nin hal kı tarafı ndan araştırılıp öğrenil mesi nin doğru bi r hareket olduğu
samimi inancında birleşmiş"2 ol masındandı . B unlardan birinin, çoğun­
lukla modern botanik ve zoolojinin kurucusu olarak görülen v e kılav uz­
ları Newton olan bu bilimcilerin dinsel tutkularını hayranlık verici bir
tarzda ifade eden papaz John Ray 'in ( 1 628- 1 704) sözlerine kulak v ere­
lim:

1Richard S . Westfal l , Science and religion iıı seventeenth-century England, New


Haven 1 958, s. 46.
2 Charles E. Raven, Natura/ religion and christian theo/ogy, Cambridge 1 958, C.
I, s . 207.
1 97
1 98 ARİ MİTİ : AVR UPA 'DA IRKÇI ve MİILİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

. . . Deneysel felsefe araştırmalarını sıradan bir tecessüs olarak mahkOm eden


ve bilgi merakını Tanrının hoşuna gitmeyecek bir uğraş olarak kınayanlar var.
Sanki Y üce Tanrı insanların bilgisini kıskanırmış gibi . Sanki bizi ilk yarattığında
i nsan zekasının ışığının nerelere kadar ulaşabileceğini bilmezmiş, ya da Şanına
öylesini uygun görseydi onu daha dar sınırlar içine kapatamazmış gibi . . . Bilgiyi
alaya alan ya da inkar edenlerin hatırda tutması gerekir ki , bizi hayvanlardan üs­
tün ve meleklerden aşağı kılan, bizi erdem ve mutl ul uğa layık kılan, bi lgidir . . 3
.

Ray de, kendisini Aristoteles 'in sınıtlandırmalarından az.ade kıl mak


ve "hiyerogl ifleri , rumuzları, mesel leri , masal ları , kehanetleri ya da
Tanrısallık, Ahlak, Gramer yahut insan bilgisinin herhangi bir dal ı na ai t
ol mayan her şeyi" tamamiyle ortadan kaldı rmayı başarmak4 için tabu­
la rasa yöntemini uygulamıştı. Bir başka deyişle, geleneksel mantığı v e
bi l i ndik fi ki rleri bi r yana bırakıp gerçekliği kendi muhakemesini kul la­
narak kav ramaya çalışmıştı. Baştan kabul lenilmiş hiçbir kurama boyun
eğmeyen Ray, tanrı tanımaz Epi kürcüleri olduğu kadar, "mekanistik de­
i stler" diye adlandırdığı Descartes 'ın izleyicilerini de ç ürütmekle il gile­
niyordu. Kabfil ettiği tek otorite metni olan Kutsal Kitabı sadece genel
bir referans çerçevesi olarak kul lanıyordu. Eyüp peygamberin aksine
"Anlamadım, bana göre fazla hari ka, bil medim"5 keli melerini ağzına al­
mıyordu. Fosiller gibi yeni bul guların Yaradılış hikayesi ile çelişip çe­
l i ş mediği konusunda cehaleti ni iti raf etmiş ve başkalarının daha sonra
bu zorl ukların üstesinden geleceği ni ummuştu.6 Kitaplarının biri nde
şöyle yazdı:
Tamamiyle dürüst olacaksam, bu konularda hala kuşkuya açı k birçok husus
vardır; Çözmeye ya da açıklamaya kadir olmadığımı itiraf ettiğim sorular ortaya
atılabilir; bu durum bunların belirli doğal açıklamalarının olmadığından değil ,
beni m onlar hakkındaki cehaletimden kaynaklanır. 7

B ununla birli kte kendiliğinden türeme ve türlerin birbirine dönüşümü


hakkındaki görüşlerinde tav izsizdi:
Gözlemlerim ve doğrulamalarım nedensiz ya da kendiliğinden türeme diye bir

3 Ray 'in Synopsis stirpium Britannicorum 'a önsözü ( 1 690).


4 Ray 'in Wil l ughby ' nin Orıışthology'sine önsözü ( 1 670).
5 Eyub, XLII , 3.
6 R. S. Westfall , op. cit. , s. 37.
7 Krş . ; Raven, op.cit. , C . 1, s . 1 20, Ray ' i n Synopsis Quadrepedum undan ( 1 693)
'

alıntı.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: A YDINLANMANIN ANTROPOWJİSİ 1 99

şeyin olmadığını. ama en iğrenç ve küçük böceğe kadar büyük-küçük tüm hay­
vanların kendileriyle aynı türden hayvan ana babalardan türediğini gösteriyor. 8

Ray, bitkiler hakkında yazarken kara bir i nsanın ak bi r insandan kara bir
ineğin ak bir inekten farkından daha fazla bir farkının ol madığını söyle­
mekle büyük bir öncü olduğunu göstermişti :
Bitkilerde çiçeğin renginin ya da meyvanın tadının çeşitliliği, hayvanlardaki kıl
ya da deri renginin ya da etin tadının değişkenliğinden farklı bir özgül ayrılığa
işaret etmez, öyle ki, birisi sadece çiçeklerinin rengi farkl ı diye iki bitkiyi birbi­
rinden ayrı iki türe ait sayarsa, bu yaptığı, ancak bir kara Arapla bir Avrupalının
ya da bir kara inekle bir ak ineğin ayrı türler olduğunu söylemek kadar doğru
olur. . 9
.

Ray tarafı ndan öneri len ilk memel i ailesi Antlıropomorpha yani may­
munlar idi, ancak insanı bu ai leye dahil etmek aklından geçmemişti.
Çalışma arkadaşı v e raki bi Edward Tyson ( 1 650- 1 703) i nsan ile şem­
panze arası ndaki yapısal benzerli ğe i şaret ederek ve böylece Karşılaş­
tırmalı A natominin kurucusu olma unvanına hak kazanarak aradaki boş-
1 uğu dolaylı şeki lde doldurdu. Bu konudaki kitabı Orang-Outang, sive
Homo Sylvestris: or the Anatomy of the pygmie compared with that of
a Monkey, an Ape and a Man adını taşıyordu. Kafa karıştırıcı terminolo­
jisi bir yana bırakıl ırsa (çünkü Tyson şempanzeyi orman pigmesi, oran­
gutanı da orman adamı olarak tanımlıyordu) bi r uzmanın 1 0 dediğine gö­
re bu çal ışma, değeri ni bugün bile koruyan bi r dakik ve doğru gözlem
şaheseridir. Tyson, bir parça mizahı da elden bırakmaksızın, Kartezyen
aşırılıklarla arasına mesafe koyanlar arasındaydı :
Eskiler hayvanları insan yapmakla eğlenirlerdi: Şimdi ise tam tersine, hiç
de felsefi olmayan bir tarzda i nsanı sırf Hayvan ve Madde yapmaktan keyif alı­
nıyor. Oysa gerçekte İ nsan kısmen Hayvan, kısmen Melektir; ve Yaradılışta bu
i kisini birbirine bağlayan Halkadır.

Tyson, fel sefi kurgular ya da değer yargıları üretmekten genel ola­


rak kaçınmıştı. Zenci lerle ilgili olarak, derilerinin rengini n " Deri ile
Epidermis arası nda yer alan özel tabakadaki kara bir sıvıyla dolu kanal­
lardan geldi ğini" bi ldirmiş ve " İklimin Salgıbezlerini değişti rebileceği-

8 Ray ' i n Wisdom of God'ının Sonsözü ( 1 693).


9 A Discourse on the Specific Dijferences of Plants ( 1 674); krş. Th. Birch, His­
tory of the Royal Society of Landon, Londra 1 756, C. I I I , s. 1 62- 1 73.
200 A Ri MiTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

ni v e bu yolla orada yaşayanlara farklı bir Renk v erebileceğini" söyle­


miş ol ması i l ginçti r. Bu görüşün yaygınlık kazandığını ve özel l i kle Ma­
upertuis ile B uffon tarafından beni msendiğini göreceğiz.
B iyografisini yazan Ashley Montagu 'ya göre:
. . .Tyson'ın Batı düşüncesinin gel işimine başlıca katkısı insanın büyük maymun­
larla i l işkisine dikkat çekmesidir ... B u düşüncenin, insanın türeyişiyle ilgili gö­
rüşleri mizde meydana gelen devrim üzerindeki önemini ve uzun vadeli sonuç­
larını abartmak zordur. Tyson 'ın bu devri mdeki payı, kendisini mevcut kültürü­
müzün yaratıcıları arasında yüksek bir mevkie layık kılmaktadır.

Tyson 'ın Pi gmesi nden başlayarak i nsanlar arası nda üstünlük hiye­
rarşileri kurmaktan özenle kaçı nmış ol ması onu bu tür öv gülere daha da
layık kıl ıyor. B u na karşı lık, doktor v e şair çağdaşı Richard Blackmore,
the Lay Monk 1 1 kitabıyla Tyson 'ın Orang-Outong 'ını avamlaştırmakta
v akit kaybetmedi ve maymunları türi:imüzün en aşağı üyeleriyle kıyas­
ladı. Maymunların "Konuşma Yetisiyle donatılmış olsalardı , belki Hot­
tentot v ahşileri ya da Nov a Zemlya 'nın ahmak yerl ileri kadar haklı ola­
rak i nsan Irkının Şan ve Şerefi nden yararlanma hakkı talep edebilecek­
lerini" ifade etti .
Tyson 'ın öncü çal ışmasından sonra her i kisi de B üyük Britanya 'da
parlak destekçiler bulan iki olası kuram kalmıştı. Birinci kuram, Av ru­
pal ı i nsanı kendi sini daha iyi kı lmay ı becermiş olan bir maymun ya da
bir zenci olarak görüyordu. Rousseau 'nun büyük maymunları insanın
kardeşi sayan İskoçyal ı şakirdi Lord Monboddo 'nun ( 1 7 1 4- 1 799) görü­
şü böy leydi . Bir arkadaşı na yazdığı mektupta "Gözlemlediğiniz gibi ba­
bunların bizi m kadınlarımıza ilgi duyduğu . . . bunların birbirleriyle cinsel
ilişkiye girdiği kesindi r" demişti . Lord Monboddo, bu yüzden i nsanın
şanının, Orang-Outan 'ın yaşadığı ilkel durumdan kendi zekası ve çal ış­
kanlığı ile şimdi gördüğümüz durumuna ulaşmış olmasında" yattığını
düşünüyordu. 12 İnsan ile büyük maymunlar arasında böyle yakın bir
i l i şki herkesin hoşuna gidecek bir şey değildi ve Monboddo 'nun büyük

ı o Antropolog Ashley Montagu. Yukarıdaki alıntıların alındığı Edward Tyson, M. D.,


F. R. S., Philadelphia 1 943 ile krş.
11
The Lay Monastry, Consisting of Essaysi Discourses, ete, içi nde (krş . , Ashley
Montagu. op. cit. , s.402-403) .
1 2 Aktaran John C. Grene, The Death of Adam , New York 1 96 1 , s. 3 6 1 ve s. 2 1 9.
MiTLERİN ESKİ KÖKENi: A YDINLANMANIN ANTROPOWJİSİ 20 1

eserinin A lmanca basımına önsöz yazmakla görev lendirilen Herder şu


uyarıyı yapmıştı :
Ama sen Ey İ nsan. kendine saygı duy: Ne pongo ne de cibon senin kardeşindir:
Amerikalı ile zenci öyledir: Bu yüzden bunlara zulm etmeyesin, soymayasın, öl­
dürmeyesin; çünkü onlar senin gibi insandır: Maymun ile kardeşlik kuramaz­
sın. 13

Öbür ve daha yaygın olarak sav unulan kuram i se maymun ile zenciyi
iflah olmaz biçi mde geri kal mış i nsanlar saymaya eği l i mliydi . Bu ku­
ram İngiltere 'de, püritenlikle hiç alakası ol mayan Manchesterlı cerrah
Charles White ( 1 728- 1 809) tarafından özel bir ateşl i likle sav unulmuş­
tu:
Tekamül basamaklarını tırmandıkça en son olarak. ilkel yaradılıştan en faz­
la uzaklaşmış ve bu y üzden insan ırkının en güzeli sayılabilecek ak Avrupalı ile
karşılaşırız. Entelektüel güçler bakımından üstünlüğünden kimse kuşku duya­
maz . . . böyle miktarda bir beyi n taşıyan böyle soylu biçimlendirilmiş bir başı
Avrupalıda değilse başka nerede buluruz? . . Bedenin bu dik yapısı, bu soylu yü­
rüyüş nerededir? Zarafetin, ince duyarlıkların, duyguların amblemi olan Avru­
pa' nı n güzel kadınlarının narin yüz hatlarına yay ılan şu mahcup pembeliği dün­
yanın başka hangi bölgesinde buluruz? Sevecen ve y umuşak duyguların yüzde­
ki bu şirin ifades i ; ve hatlarla bedenin bu genel zarafeti nerededi r? Parlak kızıl­
la taçlanmış dolgun ve kar gibi ak böyle iki yarımküre, Avrupalı kadının göğsün­
den başka nerededir? 1 4

Reformasyon sonrası İsv içre, Conrad von Gessner 'den ( 1 5 1 6- 1 565)


günümüze, dikkate değer sayıda çok iyi doğabi l imci yeti ştirmiştir. Ya­
şadıkları dönemin otoriteleri olan bazıları sonradan tamamiyle unutul­
muştur. 'Tufana tanık olmuş (homo diluvii testis) bi r adamın" kemikle­
rini bulmuş ol makla ün kazanmış olan Johann Scheuchzer bunlardan
hiriydi . B u durum, on sekizi nci yüzyıla dek, her çeşit bil ginin ister di n­
sel i nançtan, i ster zihi nsel alışkanl ıklardan ötürü olsun, Tevratın "kısa"
kronolojisine ne ölçüde bağlı kal mış olduğunu bize hatırlatır. Al brecht
von Hal ler ( 1 708- 1 777) ve Cenev rel i Charles Bonnet ( 1 720- 1 793) gibi
modern biyolojinin kurucuları arasında yer alan başka kuramcıların be­
nimsediği tutumu da bu durum açıklar.

11 Aktaran Frank Tinland, L 'homme sauvage, op.cit. , s. 1 28.


14 Ch. White, An Account of the Regular Gradation in Man, and in Dijferent
Animals wıd Vegetables . . . , Londra 1 799, s . 1 34- 1 35 .
202 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERiN TARİHİ

Her iki adam da, adları özell i kle yaşayan varlıkların üreme araçları
hakkındaki büyük tartışmayla anılan filozoflar ve dünyaca tanı nmış bil ­
ginlerdi. B u konu üzerine, biri dönüşümlerin ve " kendil i ğinden türe­
yiş"in sav unucularınca kabı11 edi l en yayılma ya da sıralı oluş (epi genez)
kuramı, öbürü bir Yaratıcının ediminden kaynaklanan ön-oluş ya da eze­
li biçi m kuramı ol mak üzere, başlıca i ki kuram vardı. " B ütün ağaçlar"
demişti Mallabranche "tohumlarının rüşeymi nde minyatür olarak var­
dır." Val li sneri buna, "dünyan ı n sonuna dek gelmiş gelecek bütün insan
soyu böylece Adem 'in içinde yaratılmıştı" görüşünü ekledi. 1 5 Sorun de­
ney yoluyla hal ledi lemiyorsa, karar ilahiyat ya da fel sefe tarafından v e­
rilecekti . B u yüzden, Haller de, Bonnet de Systeme nouveau de la na­
tu re 'ünde bir önceki yüzyılın bi l i mcil eri nden şöyle söz etmiş olan Le­
i bniz 'den destek aldı lar:
Özleri oluşturan bütün biçimlerin dünya ile birlikte yaratılmış ve daima
var olmuş olduğunu kabOI etmek zorunda kaldım ... B u noktada, zamanımızın en
dakik gözlemcileri arasında olan Swammerdam, Malpighi ve Leeuvenhoek bey­
lerin dönüşümleri yardımıma koştu ve bir hayvanın ya da başka bir organik var­
l ığın hiç de bizim sandığımız zamanda husule gelmediğini ama öyleymiş gibi
görünmesinin aslında bir gelişme ve bir çeşit artış olduğunu daha kolay kabOI
etmemi sağladı. 1 6

Kısacası, " B ütün dünya, bizzat dünyanın kendi içinde toplanmış v e


önceden biçimlenmişti" B onnet, " B ütün b i r sonsuzluktan i nsan soyu­
nun yazgısını kontrol etmiş olan yüce Varlığın bilgeliği v e güzel liği hak­
kında böyle soy l u fikirler öne sürmüş olan bizi m modern Pla­
ton 'umuz"un görüşleri nden heyecan duyuyordu. 17 Haller, Tanrının ya­
ratış anında ilk ana babaların v ücutlarına sonradan gelecek bütün bitki­
leri n, bütün hayvanların v e bütün insanl arın tohumlarını yerleşti rdiğini
i l eri sürerek devam etti . Homongolos içinde homongoloslardan* ol uşan

15 Krş . ; E. Guyenot, les sciences de la vie aux XVll. Ve XV/11. siecles, Paris 1 941 ,
s. 298.
6
1 Krş. ; J. Roger, les sciences de la vie dans la pensee fraçaise du XVl/l. siecle,
Paris 1 963, s. 367-368.
1 7 A .g.e., s. 7 1 2.

• 1 . Avrupa simyacılığında insan ana babadan cinsel yolla olmayıp, organik ya da

i norganik maddelerden simya yoluyla türetilebileceğine inanılan yapay insan. 2.


İçinde insanın tüm organlarını minyatür halde bul unduran mi nyatür insan mod­
eli. -ç.n.
MİTLERİN ESKi KÖKENİ: AYDINLANMANIN ANTROPOWJİSİ 203

bu i l k yerleştirme, gerçekten dikkate değer ölçüde tüm i nsanların kar­


deşl iğini ima eder çünkü " neredeyse tanınmayacak ölçüde nari n ve say­
dam biçimde iki yüz milyon i nsanı n tohumu başlangıçta Yaratıcı tarafın­
dan ilk anamız Hav v a ' nı n rahmine yerleştiri l mişti". 1 8 Her şeye rağmen,
on sekizi nci yüzyılda karşıt v arsayıma karşı maddeni n sonsuza kadar
bölünebi l i rliği aynı i kna edicil ikle sav unulabileceğinden, iyi Hıristiyan­
lar olan Bonnet ve Hal ler, yirminci yüzyılda ban biyologlar tarafından
kendileri hakkında yapılan alaycı yorumları hak etmemektedi r. 1 9 Gene
de, atamız A dem ' i n hayret verici bir cinsel güce sahip olduğu düşünce­
sinin, Lei bniz 'ın tanınmış şaki rdi G. F. Meier 'ın şu sözleri nde bir örne­
ği görüldüğü üzere, zaman zaman tuhaf karışıklıklara yol açtı ğı kabul
edi lmel idir. " Adem, İ brahim ' i n çıktığı spermatozoon da dah i l , bütün in­
sanları dölünde taşıyordu. Ve bu spermatozoonda bütün Yahudiler sper­
matozoa olarak bulunuyordu. Ve İbrahim İshak ' ı döllediği nde, İshak
babasının sul bünden gelecekteki bütün zürriyeti ni kendinde taşıyarak
çıktı."20
Doğal bilimlere on sekizinci yüzyıl boyunca hükmeden Carolus
Linnaeus, Bonnet, Haller v e Meier 'ın Ortodoks Protestanlığını paylaşı­
yordu. Onlar gibi , her bitki ya da hayvanın, bitkileri n durumunda tek,
hayvanların durumunda çift ol mak üzere tek bir ana babadan türediği­
ne i nanıyordu, hepsi de aşağı yukarı beş bin beş yüz yıl kadar önce tan­
rısal müdahaleyle yaratıl mıştı. "Tanrı yarattı , Linnaeus tasnif etti" deyi­
şi bel ki de kendisi nden üçüncü tekil kişi ol arak "Tanrı ona kendi gizli
Y üce Divanına bakmak iznini verdi . . . Her nereye gitse Rab onunla bir­
likteydi. Düşmanlarını kahretti ve dünyanın uluları arasına adını şan ile
yazdırdı" diye söz eden bu İsveçlinin muazzam kendini beğenmişli ğin­
den kaynaklanmıştı.2 1 Li nnaeus 'un belirleyici adımı atıp Systema Natu­
re 'ünde i nsanı hayvanlar alemine dahil edebil mesi bel ki bu megalo­
manyaklığı sayesi nde mümkün ol muştu. Fakat homo sapiens bu fileme
çıplak yollanmadı. Linnaeus, onu nesil ler boyunca beyaz gezginler ve

18
Krş. ; E. Guyenot, op. cit. , s. 299, ve Herbert Wendt, A la recherche d 'Adam, Paris
1 953, s. 90.
1 " Örneğin, Guyenot, op. cit . . 296, ve Jean Rostand, Esquisse d'uııe histoire de

biologie, Paris 1 968 (Coll. "Idees"), s. 27-32.


20 H: Wendt, op.cit. , s.90.
11
Krş . ; Knut Hagberg, Cari Linne, Fr. Çeviri Paris 1 944, s. 72.
204 ARf MİTİ : A VRUPA 'DA IRKÇI ve MİUIYETÇİ FİKiRLERiN TARİHİ

bil ginler tarafından toplanmış pılı pı rtıyla giydi rmişti . Daha sonra Pri­
matlar adı verilecek olan ve Ray ' i n tasnifindeki gibi maymunları da
kattığı Anthropomorpha ai lesini renkli dört çeşit ile zengi nleştird i :
Europaeus albus: ... zeki, buluşçu ... a k , kendine güvenli ... Yasayla hareket eder.
Anıerican rubesceus: payına düşene razı, özgürlüğüne düşkün ... esmer tenl i ,
çabuk öfkelenen ... Töreyle hareket eder.
Asiaticus luridus: gururlu, tamahkar. . . sarımtrak tenli, melankoliye eğilimli . . .
Kanaatlerle hareket eder.
Afer niger: hilekar, tembel, aldırışsız ... kara, duygusuz ... Efendisinin keyfi arzu­
larına göre hareket eder. 22

Linnaeus, daha sonraki bir çal ı şmasında ak yasa koyucuları kara kö­
lelerden ayıran derin uçurumu daha enine boyuna i nceledi. Av rupal ı ile
Hotanto arasındaki farkl ılıktan yola çı karak " i nsanın bunları n aynı kö­
kenden türemiş olduğuna kendini i nandırması zor olacaktır" diye yaz­
dı. 23

Beyaz Adam, Zenci ve Maymun arasındaki karşıtl ığın on sekizinci yüz­


yıl bilimcilerin karşısına büyük sorunlar çıkarmış olduğu açıktır. Sanki
Av rupa 'nın narsisizmi "onlar" ile " biz" arasına kesin bir ayrım çizgisi
çekmek i stemiş gi bidi r. Psikolojik olarak bir sınır işaretlemesi gerekl iy­
di, ancak bu sınır farklı yol larla çizi lebi l i rdi . Ve papaz Herder ' i n Lord
Monboddo 'nun kitabı üzeri ne yorumunda gördüğümüz gibi, (ön-oluş
hakkındaki hi potezlerde olduğu şeki lde) seçilen ayrım çizgi si ile Hıris­
tiyan ortodoksi arasında bi r ilişki görülebi lir. Ünlü Hol landal ı anatomi­
ci Pieter Camper 'in polemi kleri di nsel inançla bi limsel kanaatler ara­
sındaki bu bağlantıyı daha açık bir biçi mde gösterir.
Camper, ilk tartışmasında karşısında Prusya Kralı 2. Frederick ' i n
çev resinde toplanan ateist kliğin bir üyesi olan Alman cerrah Johann
�eckel 'i buldu. Meckel , 1 757 yıl ında bazı Zenci kadav ralarını teşrih et­
ti kten sonra bunların beyi nlerinin Av rupal ıları nkine göre daha koyu v e
"öyle kara ki bandaj ları normal olarak kı rmızıya çev i rmesi gereki rken

22 Linnaeus, Systeme de La Natııre, B rüksel 1 793 , s . 32.


23 K rş . ; Franck Ti n l and , op . cif s.
. .1 1 7, Linnaeus ' dan a l ı n t ı . Amoenitares
Academicae, Erlangen 1 789, C. V I . S. 65 .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: AYDINLANMANIN ANTROPOWJİSİ 205

karaya çev irdi" dediği kanlarının da kara olduğunu iddia etmiş ve bun­
dan Zenci lerin "iç yapıları söz konusu olduğu kadarıyla neredeyse baş­
ka bir insan türüne" ait olduğu sonucunu çıkarmıştı . Camper buna şöy­
le karşı çıktı :
Görd üğü zencilerden edindiği pek az deneyim onu [Meckel 'i] renklerinden bir
sonuç çıkarmaya götürmüş ... Bunun üzerine mümkünse Tanrının dünyanın baş­
langıcında, ne gibi özell iklerle ya da deri renkleriJ le birbiri mizden farkl ı olsak
da, hepimizin kökenimizi ona borçlu olduğumuz Adem adında tek bir adam ya­
ratmış olduğunu belleten Hıristiyan dininin hakikatine biraz ışık tutsun diye bu
ilginç soruna bir göz atmaya karar verdim . . .

Tezini desteklemek için Camper, aynı soydan geldikleri herkesin mfilu­


mu olsa da bazı Yahudilerin (Portekizl i) esmer, bazılarının (Al man) sa­
rışın olduğu gerçeğine dikkat çekti . Bu sonuçları çıkardı ktan sonra Av­
rupalı ları "Zencilere kardeşlik eli uzatmaları ve onların hepi mizin ortak
babası olarak görd üğümüz ilk i nsanın soyundan geldi ğini kabı11 etmele­
ri " için uyardı.24
Zenci ler gerçek insanlar olduğuna göre Ham 'ın bu evlatları ile bü­
yük maymunları birbirinden uygun biçimde ayı rt etmek hayati önem­
deydi . Camper, bu nedenle i nsan iskeleti nde maymunlara özgü üst çe­
ne ara kemiğinin* bulunmadığı görüşünü benimsedi. 1 780 civarında, o
sıralar anatomiye büyük merak salmış olan Goethe daha doğru bir so­
nuca ulaşarak bunu bir bilgi notu olarak Camper 'e i l etti . Goethe 'nin
sonradan anlattığına göre, Hol landalı bilgin "çal ışmasını kibarca öv müş ,
ancak eskisi gibi üst çene ara kemiğinin i nsanda bulunmadı ğı" ve bu ba­
kı mdan anatomi k olarak insanın maymundan farklı olduğu "görüşünü
sav unmaya dev am etmişti ".25 Bu anekdottan çıkan sonuç , Camper 'in
Hıristiyanlığının bi lim adamlığı ndan önce geldiğidir.
Ne var ki, aynı mükemmel Hıristiyan, başkalarının en korkutucu
dnsten sonuçlar çıkaracağı bir gözlemi i l k yapan kişidir de. Bir Av ru-

ıı Krş. ; Poliakov, Histoire de l 'antisemitisme, op. cit. , C. III, s. 1 5 3 .



Diğer çoğu memelinin yetişkinleri nde olduğu gibi i nsan fetüsünde bağımsız
olarak var olan bu kemik, doğum öncesine gelene dek üst çene kemi ğiyle tama­
men kaynaştığından, uzun zaman fark edilmemiş ve yokluğu insan anatomisinin
öbür memelilerden farklılığının bir kanıtı olarak değerlendirilmiştir. İ nsan başın­
da üst çene ara kemiği nin varlığını keşfeden Goethe olmuştur. -ç.n.
2 � Krş. ; Franck Tinland, op. cit. S . 1 24- 1 25 .
206 A RI Mili : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİILİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

pal ının, bir Kal muğun, bir Zencinin v e bir maymunun kafataslarını kar­
şılaştırarak, her birinde deği şen ve yazılan sıraya göre geni şliği azalan
bir "yüz açısı" olduğunu keşfettiğini düşündü. B i r başka deyişle en ge­
niş açıya sahip olan Av rupal ı idi . Camper, bu şeki lde yirminci yüzyılın
ilk yarısında büyük yaygı nlık kazanacak v e bazı bi lim adamlarını zeka­
yı kafatasının hacminin büyükl üğüyle ölçmeye, başka bazılarını "dol i­
kosefal lerin" "brakisefal larden" üstün olduğuyla övünmeye götürecek
eski kraniyoloji ve sefalometri bi l i mlerini fi ilen başlatmış ol uyordu.
Kendisinin, bunların Batı dünyasında v aracağı saçmalık derecesini ak­
l ından bile geçi rmediği hatde, eğiti mli kişileri buna benzer tekni kleri
kullanmaya karşı uyarmış olduğunu da eklemel iyiz.26

Yaşl ı ve sofu kral XIV. Lui 'nin ölümüyle Fransa 'da entelektüel v e ede­
bi hayatın önem kazandığı bir dönem açıldı . Hiçbir modern düşünce
yoktur ki Fransız Aydınlan ma yüzyı l ı nda ilk örnekleri veri lmemiş olsun.
İnsan , kimi zaman dönemin Pari s salonlarında söylenebi lecek her şeyin
söylenmiş , görülecek her şeyin görülmüş olduğu izlenimine kapı lıyor.
B u entelektüel cüretkarl ıklar ve öngörüler için altın madalya hak eden
biri v arsa bu kişi hiç kuşkusuz Maupertui s 'dir.
B i l i m tari hi nde Pierre-Louis de Maupertui s adı her şeyden önce ge­
ometri ve astronomi alanlarındaki çalışmalarıyla anılır, ama katkıda bu­
l unmadığı hiçbir bilgi dal ı yoktur ve Bay Jean Rostand 'ın kendi si için
v erdiği "geneti k biliminin yaratıcıları ndan biri" unvanını da kesinlikle
hak cder.27 " Deneylerini daha da ileriye, hatta Doğanın birleşmelerine
en az rıza gösterdiği türlere kadar ileri götürmeyi" düşlemişti . Ki "o za­
man i nsan , pek çok ucubeleri n, yeni hayvan çeşitlerinin ve hatta Doğa­
nın henüz ortaya çıkarmamış olduğu yeni türlerin doğumuna tanık ola­
caktı". 28 B ununla birl ikte, insanlar üzeri nde canlı deneyler yapma dü-

26 K rş . ;
John G reene, The Death of Adam, op. cit. , s. 1 93- 1 94, Pierre Camper'in
Dissertation sur les varietes naturelles qui caracterisent la physionomie des
hommes de divers climats et des different ages . . . ' inden ( 1 784) aktarma.
27 Jean Rostand, E. Callot'nun Maupertuis, Le savanı et le philosophe 'una ö ns öz ,

Paris l 964, s. 7-9.


28 Lettre sur le progres des sciences par M. De Maupertuis, s. 1 1 752, s. 1 05 ve
devamı ("Expcriences sur les ani maux'").
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: AYDINLANMANIN ANTROPOLOJİSİ 207

şüncesi ona daltı bile çekici gel iyordu: " B iri çıkıp da canlı bir i nsanın
beyninin bağlantılarına bakmaya cüret edebilse, belki de ruh ile bedenin
mükemmel birl i ği hakkında pek çok keşif yapılabil i rdi" Beyni canlı
canlı i ncelenecek bu kişi tercihan bir suçlu ol malıydı çünkü " i nsan tü­
rüne kıyasla bir i nsan hiçbir şeydir; ve bir suçlu, i nsandan bile az bir
şeydir."29 B u mantıkla ona göre hemen hemen her türl ü deney mazur
görülebi l i rdi. B i l i msel· yöntemi n bu havarisi, Recherches a interdire
başlığında sadece fel sefe taşı ndan, çemberin kareye dönüştürül mesin­
den v e dev ridai m hareketinden söz etmi şken, Experiences mitaphysi­
ques başlığı altında çocukları deney nesnesi olarak kul lanmayı önermiş­
ti :
Çok küçük yaşta alınan ve başka insanlarla hiçbir temasları ol maksızın yetişti­
rilen iki ya da üç çocuk, tam bir kesinlikle bir dil geliştirecektir. . . farklı ülkeler­
den alınan çocuklarla buna benzer birkaç topluluk daha oluşturulmalıdır. . . her
şeyden önemlisi, bu küçük grupların başka bir dil öğrenmesi kesinlikle engel­
lenmelidir. . .30

Ne tür bir dil ortaya çıkacaktır? B unu " bulmak üzere yapılacak bu
deneyl er" sadece bil i mcilerin cüretkar ve dizginsiz düşlerinden i baret­
ti. Maupertuis de bilme ve yaratma dürtüsü ara sıra ahlaksızca tınılar ka­
ı.anır: " B u sanat niçin sırf hayvanlarla sınırlanmalı ? Niçin, haremlerinde
bil inen her türden kadını toplamış olan şu l üzumsuz sultanlar kendi leri
için bazı yeni çeş i tler üretmeye girişmezler? [Ben onların yerinde ol­
sam, -ç.n. J Kısa zamanda böyle yeni çeşitler yetişti rmeye başlamış
ol urdum." Maupertuis, dev yapıl ı askerlerden oluşan birl i kler kuran
"çav uş-kral" lakabıyla bilinen Prusya Kralı Frederick Wi l helm 'in doğ­
ru yolda ilerlediğine i nanıyordu: " Kuzeyin bir kralı , ulusunu yüceltmek
ve güzelleştirmekte başarıl ı oldu . . . Bu günlerde kralların gücünün ben­
t.ersiz bi r örneğine tanık ol uyoruz. Bu ulus, fizi k bakımından insanları­
nın üstün yapısı ve birbirleriyle daha büyük uyumuyla seçi l iyor. "3 1 ..

Maupertuis, Berl i n B i l i mler Akademisinin başına geti rildiği nde büyük


işler başarmayı ummuştu, ama yüce i şvereni ve dostu 2. Frederick her­
hangi bir di nsel çekinceyle sınırlanmamış olsa da " soyl u tabiatl ı yeni bir

2'' A.g.e., s. 83 ("Utilites du suppl ice des criminels").


10
A.g.e . s. 1 22- 1 23 ve s . 1 1 7.
.

11 Dissertatioııs phsyique iı l 'occasioıı du Negre blaııc, kit. 1 1 777, I I I . Böl .


("Production de nouvelles especes").
208 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇI FiKiRLERİN TARİHİ

i nsan ti pi yetiştirme"32 planını uygulamaya koymaya cesaret edemedi .


Düşlediği araştırma programının A lmanya'da deneysel sınamasının uy­
gulamaya konması iki y üzyı l daha gerektirecekti .
Maupertuis'nin dehası ırk kuramı alanında da kendini gösterecekti.
Dissertation physique a l 'occasion du Negre blanc (bir akçıl Zenci)
başlıklı i ncelemesinde şu sonuca v armıştı :
Kara insanlar arasındaki bu beklenmedik ak çocuk doğumlarından, insanlı­
ğın ilk renginin ak olduğu, kara rengin ise sadece yüzyıllar içinde kalıtsal hale
gelmekle birlikte, berikinin daima yeniden ortaya çıkma eğiliminin gösterdiği
gibi ak rengin yerini asla tamamiyle alamamış bir değişke olduğu sonucu çıka­
rılabilir. Çünkü aksi bir görüngüyü gören asla olmamıştır; hiç kimse hiçbir za­
man ak atalardan kara çocuklar doğduğunu görmemiştir. . . İ lk insanın renginin
ak olduğu ve karanın ekvator ve dönenceler arasındaki kuşağı yurt edi nen büyük
ailelerin sadece bir tesadüf sonucu kalıtsal rengi hiiline geldiği , gene de onların
arasında bile il ksel rengi n ara sıra ortaya çıkmayacak kadar tamamen silinmedi­
ği sonucuna varmak için belki bu yeterlidir.
Zencilerin kökeni hakkında sık sık tekrarlanan ve kimilerince Yaradılış kita­
bınca öğretilen yeryüzündeki tüm i nsanların tek bir baba ile tek bi r anadan gel­
diği hikayesine karşı çıkmak için kullanılmak istenen güçlüğe gelince, bunun
şi mdiye dek türeyiş sorunun açıklamak için hayal edilmiş tek argüman olması
bakımından bile olsa dikkate alınmaya değdiği kabOl edildiği takdirde, bu güç­
l ük ortadan kal kar. 33

Kara rengin çekinik karakteri hakkındaki bu kuram, her ne kadar


yanlış olsa bile, Mendelgil geneti ğin ve mutasyonlar kuramının haber­
cisi olmuştur. B uffon tarafından beni msenmiş ve yozlaşma kuramı adı
altında çok başarılı bir kariyere başl amıştı r.
B uffon, ul uslararası ün kazanmış bir bil i mci ve filozoftu. Ve Tev ­
rat 'a göre dünyanın yaşı i ç i n veri len 6.000 y ı l ı n yetersiz olduğunu aç ık-

J2 Sadece 1 783 'te Immanuel Kant tarafından sözünün edilmesi sayesinde haberdar
olunan bu projesi hakkında Maupertuis'nin basılı eserlerinde hiçbir ayrıntı bula­
madık. Kant, bundan şöyle söz etmişti: "M. de Maupertuis'nin herhangi bir
belirli bölgede aralarında zeka, enerji ve doğrul uğun kalıtsal olacağı soylu tabiat­
lı bir insan çeşidi yetiştirme projesi , dikkatli seçme ve yoz doğumların ayı klan­
ması sayesinde en sonunda bu tür bir insan çeşidinin kalıcı olarak yaratılabileceği
ihtimaline dayanıyor. Doğanın üstün bilgeliği yüzünden. kendi başına arzu edilir
olan böyle bir seçilim, bana başarılı olabilecek gibi gelmiyor ... " vs. Von den
�·erschiedenen Racen der Menschen ; krş. bizi m Histoire de l 'antisemitisme, C.
III. s. 1 56, 3 . not).
33 Dissertatio11 . . . , op. cit. , VI Böl . ("Difficulte sur l ' origine des negres levee'").
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: AYDINLANMANIN ANTROPOLOJİSİ 209

ça söyl emeye cüret ettiğinden (kendi hesaplamaları dünyanın yaşının


74.000 yıl ol masını gerektiriyordu), zaman boyutunun ilk büyük kaşifi
olarak dikkati mizi hak eder. Düşüncelerinin insan v e hayvanlar hakkı n­
daki fikirler üzeri ne neredeyse yüzyıl boyunca yapmış olduğu etki he­
saba katıl ı rsa, Darwin ' i n bir eşiti olarak daha bile fazla i l giye layıktır.
Aslına bakılırsa, aslında sadece insan la ilgilendi ğinden, B uffon 'da
hayvanların incelenmesi insanın incelenmesi nden hayli zor ayırt edile­
bi lir. B u yüzden ünlü Doğal Tarih 'inin çifte eği l imi, bağlam ister uygun
olsun ister olmasın hayvanları insansılaştırmak ve insan üzerinde yo­
ğunlaşmaktır. Örneğin, eşek örneğini ele alalım, acınası ve aşağılık bir
hayvandır, çünkü "yozlaşmış bir attan başka bir şey değil m i ş gibi gö­
zükür. . . insan bu iki hayvana hafif farkl ıl ıklar atfedebi lir. . . çünkü çok
sayıda yarı yozlaşmış yaban atları arasındaki rastgele çiftleşmeler, za­
man içi nde daha fazla yozlaşmanın mümkün olmayacağı bir noktaya
kadar yozlaşmış hayv anlar üretmi ştir. "34 Bıınun ardından, B uffon, "do­
ğal ailelerden" söz etmenin meşru olup ol madığını sorgular:
Eğer bitkiler ve hayvanlar aleminde eşeğin atla aynı aileden olduğu ve ondan
sadece yozlaşmış olmasıyla farklılaştığı kabOI edilirse, aynı şekilde, maymunun
i nsan ailesine ait ve yozlaş mış bi r insan olduğu ve insan ile maymunun aynı kö­
kenden geldiği söylenebilir. . .

Burada bel ki d e i nsan i l e hayvanlar arasında kesin bi r sınır koyma yö­


nünde pratik bir kaygı söz konusudur. B uffon, daha da i leri giderek ba­
zı i nsanları öbürleri nden ayıran aralığı ölçmek üzere insan konusuna ge­
ri döner. "İnsanlar renk bakımdan Aktan Karaya farkl ılık gösterir; bazı­
ları boy, en, çev iklik ya da kuvvet bakımından öbürlerinin iki katıdır. . .
ve karakter bakımından bazıları bütün niteliklere sahip, bazıları hepsin­
den yoksundur. . . Eğer Ak ve Karanın bi rbi rleriyle döllenebi ldiği gerçe­
ği ortada ol masaydı . .. birbirinden tamamiyle ayrı iki tür v ar ol urdu. İn­
sana kıyasla Zenci, ata kıyasla eşek neyse o ol urdu, ya da daha doğru­
su, eğer Ak i nsaı:ı idiyse Zenci artık insan olmaz ama maymunlar gi bi
başka türden bi r hayvan ol urdu . . . "
Hayvanlar arasında en "soylusu" aslanı ele alırken, Buffon 'ın insan­
biçimci zoolojisi dayandığı ve hiç kuşkusuz okurlarınca da paylaşılan
bilinçal tı duyguları ve önyargıları ortaya koyar. Bu anahtar önemdeki

:ı..ı Histoire naturel/e generale et particuliere . ("'L" ane"") .


..
210 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

pasaj bel li bir dikkati hak eder. Aslanın ("soyl u") öfkesini , ("al icenap")
cesareti ni, cömertli ğini ve güzell i ğini övdükten sonra B uffon şöyle de­
vam eder:
Bir aslan tekinin bütün bu soylu niteli klerine ek olarak, türünün soyluluğu da
vardır. Doğadaki bir türün soyluluğundan söz ettiğimde, o türün tutarl ı, değiş­
mez, yozlaşmak bilmez olmasını kast ediyorum. Bu türler normal olarak yalıtıl­
mış ve cinslerinin tek örneğidirler. Öyle belirgin işaretler taşırlar ki onlar hak­
kında yanılmak ve onları başkalarıyla karıştırmak imkansızdır. Yaradılışın en soy­
l usu olan insanı ele alarak başlayal ım. İ nsan soyu benzersizdir, çünkü hiçbir
hayvanın uzak yakın hiçbi r doğal ilişkiyle insan türüne dahil olduğu söylene­
mezken, hangi ırktan, hangi iklimden, hangi renkten olursa olsun bütün insan­
lar birbiriyle karışabilir ve döllenebi lirler. Atlarda tür, bireyden daha az soylu­
dur çünkü doğrusu gerçi Doğa onları üremeye ve kendinden üredikleri türleri n
her ikisinin de soyunu sürdürmeye layık ol mayan piçler olarak görürse de, bu
iki hayvan çiftleşmelerinden yaşayan varl ıklar üretme yeteneği nde olduğundan,
at eşeğin yakın akrabası gibi görünmektedir ... Köpeklerde tür belki daha bile az
soyludur, çünkü bu tür, aynı ailenin yozlaşmış dall arı sayılabilecek olan kurt, til­
ki ve çakala benzer. Tavşanlar, sansarlar, sıçanlar gibi daha aşağı türlere doğru
inildikte, çok sayıda yan dallara sahip ol malarından ötürü çok sayıda olmaklık­
Iarıyla, bu türlerin ortak kökenini ya da ana dalını saptamak artık mümkün ol­
maz. Nihayet, Doğanın türlerinin en aşağısı saymamız gereken böceklerin duru­
munda, birbiri ne yakın o kadar çok tür vardır ki artık bireysel olarak ayırt edile­
mezler ve hepsini bir arada ele alıp, eğer bunu yapmak gerekiyorsa, istendiği gi­
bi bir ad konacak tek bir genus olarak sınıflamamız gerekir. . . insanı maymun ile
ve aslanı kedi ile aynı sınıfa dahil etmek ya da aslanı uzun kuyruklu ve yeleli bir
kedi olarak adlandırmak,15 Doğayı tanımlamak ve tasnif etmek yeri ne yozlaştır­
mak ve şekilsizleştirmektir. 36

Bu zoolojik erdem sınıflaması Orta Çağı n hayvanlar atemi anlayış­


larından birini akla geti rmektedir. Hayvanlar kralı aslan, yaradılışın
efendisi insan ile karşı laştırılmaktadır; atlar ve köpekler gibi daha bü­
yük hayvanlar soyl uluğun yerini tutarken, buna karşılık, "ortak kökeni­
ni ya da ana dal ını saptamak artık mümkün olma"yan tav şanlar v e san­
sarlar gibi küçük yaratıklar kendi lerine ait bir soyağacı ya da nesep çiz­
gisi ol mayan alt sınıflara benzer. " En aşağı tür" böcekler de renkli in­
sanları mı temsi l eder? Aslında B uffon böceklere herhangi bir insanbi­
çi mci özel l i k atfetmeyi reddeder ve bi r arı kov anını şöyle tan ımlar: " B u

15 B uffon, burada eleştirmek amacıyla, Li nnaeus tarafından yapılan aslan tanımını


anmaktadır.
'6 Hisıoire naturelle . ("Le lion'').
. .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: A YDINLANMANIN ANTROPOLOJİSİ 21 1

topl um, bu yüzden öngörüden, bil giden ve akıldan yoksun, doğaca


kontrol edilen fizi ksel bir toplaşmadır. . . "37 Fakat, Hotantoları tanımla­
ması bundan daha iyi değildir, çünkü B uffon onları maymunlarla kıyas­
lar, aralarındaki fark, "Tanrı ( Hotanto 'ya] maymununkine benzeyen
maddi şekl ini v erdi ği hemen o anda, bu hayvan bedenini tanrısal nefe­
siyle verimli kı lmış" olmasındandı.38
Asıl insan bedeni , yani beyaz insanın bedeni, B uffon 'un gözünde
bütünüyle farkl ı bir şeydi . Bütünüyle Aritoteles 'ten ödünç alarak yaptı­
ğı klasik i nsan tanımı, insanın aristokratlığının dışsal bel i rtilerini v urgu­
lar:
İ nsanı n her şeyi, hatta dış görünümü bile bütün öbür canlı varl ıklara olan üstün­
l üğünün işaretidir. İ ki ayak üzerinde ve dik yürür, görünüşü boyun eğdiricidi r,
başı göğe dönüktür ve saygınlığının doğasının yansıdığı bi r yüz gösterir. 39

B u tasv i rin, çocukları dört ayak yürüyüp kendi dışkıları içi nde yu­
varlanan iki bükl üm Hotanto ile ya da B uffon 'un içi nde bu i lkel i nsan­
lara tek insani beceri olarak kendi düşükl ük ve beyhudel i kleri ni bilebi l­
me yeteneği n i bahşetti ği Histoire naturelle de l 'homme kitabının40 baş­
lan gıcına gerçek bi r peşrev olarak koyduğu Lapon tanımıyla hiçbir or­
tak yanı yoktur.
Maupertuis 'den ödünç al mış olabileceği bu yozlaşma kuramının
B uffon 'a insan ırkının birliği dogmasını koruyabil me i mkanı sağladığın­
da kuşku yoktur (Kil iseni n sansürüne uğramışsa da bu antropolojiye
değil jeoloj iye i l işkin görüşleri yüzünden olmuştur). Ama yarattığı laf
kalabal ığının bir kısmını basitleşti rmesi için sözü yi ne Buffon ' un kendi­
sine bırakalım:

.ı 7 A . g . e . , ("Les abeil les").


·18
A .g.e., ("Varietes de l 'espece humaine").
1 9 A.g.e., ("De l 'age v iril"). Krş. ; Aristoteles'in tanımı: " İ nsanda bedenin kısımları

bütün öbür hayvanlara göre daha doğal biçimde üst ve alta böl ünmüştür, çünkü
bedeninin bütün alt ve üst kısımları doğanın yukarı ve aşağı düzenine göre düzen­
lenmişti r ... Fakat öbür hayvanlarda bu kısımların bazısı hiç de öyle yerleştiril­
memiştir ya da insanda olduğundan çok daha karışık biçimdedir. Bütün hayvan­
larda baş , bedenin yukarısına yerleşti rilmiştir ama, bu kısmın bütün eşyanın
düzenine uygun düşmesi söylemiş olduğumuz gibi. sadece insandadır." (Aris­
toteles. Histoire des aııimaux. ı, 1, XV, 494 a)
4° Krş . ; Poliakov, Histoire de / 'antisemitisme . C. i l i , s. 1 50 .
212 ARİ MİTİ : A VR UPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERiN TARİHİ

Değişik gökler altına yerleşmeye ve bi r iklimden ötekine taşınıp durmaya baş­


l amasından iti baren insanın doğası değişikliklere uğradı . . . bu değişiklikler öyl e
büyük v e aşikardır ki , b ir yandan bize başlangıçta tek b ir adamın yaratıldığı bil­
dirilmemiş olsaydı, öte yandan da aralarındaki benzemezliğe rağmen Beyaz
Adam, Zenci ve Lapon'un birbiriyle birleşme ve üreme yeteneğinde olduğunu
bil meseydik. Beyaz Adamın. Zencinin ve Lapon 'un farklı türler olduğu düşünü­
lebilirdi ... Her birinin eşit biçi mde i nsan olduğu kesindir ... bir insanı çok uzun
zamandır yerleşmiş olduğu iklimden ayırıp ortaya çıkış yerine geri dönmeye
zorlamak mümkün olsaydı, zamanla orijinal özelliklerini, ilksel yapısını ve do­
ğal rengini kazanırdı . . . ama bu etkiyi ortaya koymak için muhtemelen pek çok
yüzyılın geçmesi gerekirdi. 41

B i zzat Buffon, bu hi potezi ni doğrulayacak canlı bi r deneyin yapıl ması­


nı düşlemi şti :
. . . i nsan türündeki renk değişimini denemek için bi r takım kara insanları Sene­
gal 'den, insanları normalde ak tenli , sarı saçlı, gök gözlü olduğu için kan farklı­
l ığının ve renk karşıtlığının en fazla olacağı Danimarka'ya taşımak gerekirdi. Bu
Zenciler ve aileleri dışarıyla kanları hiçbir şekilde karışmasın diye özenle kapa­
lı bir topl uluk olarak tutulmalıydı. İ nsanın doğasını bu bakımdan eski haline ge­
tirmek için ve aynı mantıkla onu beyazdan karaya çevirmek için ne kadar zaman
gerektiğini bulmanın tek yol u budur.

B uffon kelimenin gerçek anlamında ı rkçılığın bir öncüsü müydü?


Bir yandan Zencileri n yozlaşmasını bir kan farklıl ığıyla açıklar; öbür
yandan, bu yozlaşmanın geri dönüşsüz ol madığına inanıyor gibidir.
B undan ne çı karacağız? Bel ki de, yakın tari hlerde gerçekleşmiş bir yoz-

41 Histoire naturel/e . . ("De la degenaration des animaux").


.

42 Goethe . Buffon 'un Almanya'daki etkisini yaş l ı l ığında şöyle özetlemişti : "Kont
de Buffon Histoire ııaturelle inin ilk cildini doğduğum yıl yayımlamıştı. Kitap, o
'

zamanlar Fransı z etkisine son derece açık olan Al manlar arasında son derece can­
lı bir ilgi doğurdu. Yıl be yıl öbür ciltler yayımlandı ve kültürlü çevrelerde top­
ladığı i lgi bu şekilde benim yetişme çağı ma denk düştü . . " (Critiqııe des prin­
.

cipes de philosophie wologique de Geoffroy de Saint-Hilaire, 1 830). Buffon'ın


bütün eserleri nin Almancadaki son iki basımı 1 836 ve 1937 yıllarındadır.
Fransa'ya gelince, aşağıdaki not Buffon 'un etkisi hakkında bir fikir verir: "B uf­
fon'un on dokuzuncu yüzyıldaki başarısını değerlendirmek isteyen öğrencii Bib­
liotheque nationale 'ın genel kataloğuna baksın . . . On ciltlik Morceaux choisis '
den başlayıp Buffon des ecoles, Buffon des familles, Buffon des demoiselles ve
hatta Buffon du premier age başlıklarından Rabiers 'nin Buffon ' una giden yüzyir­
miden fazla başlık altı nda üçyüzyirmi beşin üzerinde bir yayın yığınıyla kar­
şılaşacaktır. . :· (Eııvres philosophiques de Buffon , der. Jean Piveteau, Paris 1 954,
s. 527-528).
MiTLERİN ESKİ KÖKENİ: A YDINLANMANIN ANTROPOWJİSİ 213

!aşmanın binlerce yıl sürmüş ve bu yüzden düzel mesi de binlerce yıl ge­
rektirecek bir yozlaşmadan daha hafif olacağı anl amında, ( Buffon ' un
üzeri ne çok kafa yorduğu) dünyaya ne kadar yaş atfedileceği meselesi ,
bu konuda bir ipucu s unabilir. Zenci lerin durumunda, insanın doğasının
eski haline gelmesi için bi rçok/birkaç yüzyıl mı, bütün bir ebediyet mi
gerekecekti ?
Av rupa 'nın eğiti mli çev relerinde Doğal Tarih ' i neredeyse yüzyıl bo­
yunca egzotik insanlar ve hayv anlar hakkı nda başlıca başv uru kaynağı
ol muş olduğu ve popülaritesi genel kamuoyunun içinde bul unduğu en­
telektüel iklimi yansıttığı için Buffon 'dan uzun aktarmalar yapmak zo­
rundaydım.42 Onun Fransız çağdaşlarıyla daha kısaca ilgi lenebiliriz.
Zencilerle ilgili olarak Ham ' ın laneti ni43 hatı rlatan Bernardin de Saint­
Pierre gibi idilik ya da idealist bi r yazardan "i nsanlarımızı dönüştüren,
bozan ve tahri p eden tüm mayalara muhtemelen zenci kanı karışmış"44
olduğuna inanan Abbe Raynal gi bi ıslahatçılara dek pek çok Fransız
çağdaşında Buffon 'un düşünceleri nin benzerleri ne ya da yansımalarına
rastlamak gerçekten kolaydır. Diderot ile d 'Alembert 'in Ansiklope­
di 'sinde Zenciler hakkındaki makalede söylenenler bunlardan pek az
iyidir.45 Diderot, kendi payına Tahitili " soyl u vahşl"sin i n ağzından ak ır­
kın üstünl üğünü doğrulatacak46 ve bunu Laponların aşağılığının şöyle
felsefileştirilmesi izleyecekti : "Kutup civarında hata insan diye anı lan,
ama bi razcık daha biçimsizleşse bu adı çabucak yitirecek olan sadece
dört ayak boyundaki bu şeki lsiz i ki ayakl ı n ı n öl meye mah kum türl erden

Krş . ; P. Charles , "Les Noirs. fils de Cham le maudit", Nouvelle Revııe


theologique, 1 928, s. 72 1 -739 .
.ı-ı Histoire philosophique et politique des etablisseınents et du conımerce des
Europeeııs dans fes Dem: Indes ( 1 770). X I . Kitap, XXXI. Böl .
4ö Sadece derilerinin rengi farklı olmakla kalmayıp bütün yüz özellikleriyle de öbür
insanlardan ayrılırlar; büyük yassı burunlar. koca dudaklar, başlarında saç yerine
yün; yeni bir insan türü oluşturuyormuş gibidir. Ekvatordan Antartik kutbuna
gidildikçe karalık hafifler ama çirkinlik baki kalır: Afrika'nın güney ucunda da
bu aynı yontul mamış insanlarla karşılaşılır. . . İ nsanın şansı varsa Guinea Zencş­
leri arasında bazı iyi insanlarla karşılaşabilir (büyük çoğunluğu hayırıdır) çoğun­
l ukla kendilerini ci nsel aşırılıklara, öç almaya, çalıp çırpmaya v e yalan söy­
lemeye kaptırmışlardır. Ne ceza verilirse verilsin kendi lerinde hiçbi r kabahat bul­
mayacak şekilde inatçıdırlar. Ö lüm korkusu bile onları caydırmaz."
.v. " S upplement au voyage de Bouganv i l le" içinde, krş. Poliakov, Histoire de l 'an­

tisemitisme. op. cit., C . lll. s. 1 50.


214 ARi MİTİ : A VRUPA 'DA IRKÇI ve MIUİYETÇİ FİKİRLERİN TARiHİ

birine ait bir fi gür olduğun u kim inkar edebi li r?"47 Başka yazarlar, özel­
l i kl e de çal ışmalarını daha sonra ele alacağımız Voltai re, "egzoti k i nsan­
lardan" daha bile aşağılayıcı tarzda söz etti .
Aydınlanmanın en ünlü şampiyonlarından bazıl arı , sonraki yüzyılın
bi l i msel ırkçılığının temel lerini işte böylece atmıştı. Fakat dönemin baş­
ka bazı ünlü Fransız yazarları kararl ı biçi mde ev renselci bir görüş be­
nimsemişti . Her i kisi de kel i menin gen i ş anlamında eğitimin yani çev ­
resel etki lerin ya da yetiştirmenin i nsanı insan yapan şey olduğuna
i nandığından,48 (Cermenomanyaya olan eği limine49 rağmen) Montesqu­
ieu ile Helvetius bunlar arasındaydı. Condillac ' ı ve hepsinden önce,
Epftre aux negres esclaves başl ıklı çal ışmasına "Sizinle aynı renkten ol­
masam da, sizi dai ma kardeşlerim olarak gördüm. Doğa sizleri Beyaz­
larla aynı ruhu, aynı akl ı , aynı erdeml eri taşıyacak şeki lde biçimlendi r­
di"50 sözleriyle başlayan Condorcet 'yi de unutmamalıyız. Çok hakaret
edilen az anlaşılan l 'Homme Machine (Makine İnsan) 'ın yazarı Jul ien
de la Mettrie ' ni n eseri de benzer bir bakışa sahipti . Holbach 'a geli nce,
Systeme de la nature ' ü ile La Mettri e ' n i n ardılı olarak görülmeyi hak
edebi l i r, ancak Kiliseye karşı duyduğu öfke ve i lerlemeye karşı besle­
diği ham i nanç kendi sini Yahudilere saldırmaya götürdü:
Değişmez bir Tanrı tarafından benzersiz biçimde kayırılan bu kavim, son de­
rece zayıf ve sefil bir hale düştü. Her çağda, yobazlığının, topl umsallaşmayan
dininin, saçma yasalarının kurbanı oldu, şimdi de kendisini batıl inançlı körlü­
ğün korkutucu sonuçlarının yaşayan anıtı olarak gören bütün ulusların arasına
dağılmış durumdadır. . . B u yüzden Ey Avrupa, seni etkileyen önyargıların daya­
nıl maz yükünü en sonunda silkip atmaya cüret et. Anlamsız olduğu kadar değer­
siz de olan bu hurafeleri şu aptal İ branilere, şu yobaz dangalaklara, şu ödlek ve
düşkün Asyal ılara bırak. Onlar senin iklimine uygun yapıl mamışlar ... yüzyıllar
boyunca sırf gerçek bi lime doğru ilerlemeyi engellemeye ve seni mutluluğun
yol larından saptırmaya hizmet etmiş olan bu fuzuli ucObelere karşı gözlerini
ebediyen kapat. 5 1

4 7 "Reve de d'Alembert" içinde, krş. Jean Rostand, "Diderot e t le biologie", Revııe


d 'histoire des sciences, V ( 1 952), ı. s. 9.
48 Krş.; Jean Rostand, "Le conception del 'homme selon Helveti us et selon
Diderot" . Revue d 'histoire des sc(ences, iV ( 1 95 1 ) , 3-4, s. 2 1 3-222.
4 9 B u kitapta bkz. s. 1 0.

50 R eflexio n s sur l 'esclavage des neg res (Condorcet tarafından rahip Schwartz adıy­

la yayımlanmıştır), Neufchatel 1784. s. I l l .


51 Krş . : Histoire de l 'antisemitisme, op. cit . . C. Ill, s. 1 39- 1 43 .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: AYDINLANMANIN ANTROPOLOJİSİ 215

Geriye Jean-Jacques Rousseau 'nun durumu kalıyor. Eşi tl i k v e ada­


lete susamış bu aykırı dehanın dünyadaki ırklar ve i nsanlar hakkında ay­
rımcı yargılarda bulunmamış ve B uffon ile Voltai re gibi yazarların ön­
yargılarını ve düşüncesiz yorumlarını eleştirmiş olduğu doğrudur: "Bü­
tün dünya, sadece adlarını bildiğimiz ve i nsan ırkından olduğuna hük­
metmemiz gereken ul uslarca yurt edinilmişti r ! " B u protestonun al ındı­
ğı Eşitsizlik Üzerine Konuşmalar'ın iyi bi l i nen pasaj ı , görünüşe göre
"insanların ilerlemiş bilgi lerinden dolayı kendilerinden gurur duyduğu
bir yüzyılda"52 bunu akıl eden i l k kişi olarak, "alanda" yapılacak bir
antropoloj i k araştırmalar programı için hazırladığı taslakla sona erer.
Gene de, bu eski Kal v i nci nin durumunda "varsayımsal ve koşullu bir
akılcılaştırma" ile kurulan "doğal i nsanı"n Düşüş öğretisi i nancı tarafı n­
dan geçersi z kılındığında, i nsan kendini Claude Uv i-Strauss 'un Rous­
seau 'ya yakıştırdığı antropolojinin pi ri ol ma konumunu53 gerçekten hak
edip etmediğinden kuşku duymaktan alamıyor.
Aslında bu fel sefi ve siyasal-di nsel özlemlere daha yakından bakıl­
dıkta, Rousseau 'nun bütün akıl yürütmeleri ve tanımları, eski inançları­
nın lai k bir tarzda yeniden formüle edilmesi nden başka bir şey deği lmi­
şe benziyor. Kuramsal "doğal i nsan''ı, ahlaki bakış açısından " hayvanın
ahmaklığı ile uygar insanın yıkıcı zekasına eşit uzaklıkta" konumlanmış­
tır. İnsanın çilesi , çiftçi ve demi rci olduğu anda başlar ("demir v e buğ­
day insanı uygarlaştırmış ve i nsanlığı mahvetmişti r"). Rousseau, "doğal
i nsan"ının var olmadığını, çünkü kendi zamanında bili nen egzotik i nsan­
ların doğa durumundan çoktandır uzaklaşmış bul unduğunu kabUI eder.
Öte yandan, Aydınlanma Çağındaki pek çokları gibi Rousseau da, türler
arasındaki sınırlar hakkında kararsız ve yanıl maya yatkındır. Bu yüzden,
orangutanın insan ol up olmadığını sorgularken, o da i nsanlar ile may­
munlar arası nda döl leme deneyleri yapı l masını hayal etmiş, ama ardın­
dan bunu bil imsel l i kten çok başka gerekçelerle reddetmi şti r.54

.�ı Krş . ; İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı Üzerine Söylev ' i n ünlü U) notu ya
da 1 0. notu.
5·' Ö zellikle Le totemisme aujord 'hui içinde. Paris 1 962. s. 1 42- 1 46 ve la pensee

sauvage içinde Paris 1 962. s. 53, s. 2 1 6. s. 326-327.


<-ı ''Orangutan'ın ya da bazı başka büyük maymunların insan türünden olduğu gös­

terilebilse ve en i lgisiz gözlemci ler bile belli bir çaba karşılığında bile olsa buna
ikna edi lebi lseydi bu büyük bir an ol urdu. Fakat bu deney için bir neslin yeterli
olmayacağı gerçeği bir yana. şu an için sadece bir varsay ım olan düşünceyi kan ı t
216 ARİ MİTİ: AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

Şimdi de, yüzyılın sonlarından iti baren otoriteleri artmaya başlayan


Alman yazarları inceleyel im. Al man bilgisinin Av rupa 'ya hükmetmeye
başlayacağı zaman yaklaşmaktaydı. İklim ve çev renin etkisi bakımın­
dan B uffon ' un görüşlerini büyük ölçüde paylaşan, ancak egzoti k insan­
l arın farkl ılığından daha az şiddetle söz eden ve bunun sonucunda kuş­
kusuz bu i nsanları n düzel mesi için gerekecek zaman konusunda daha
iyi mser gözüken iki Forste r ' l ar, J. P. Pal las, C. De Pauw ve E. A. W.
Zi mmermann gibi kalabalı k bir coğrafyacılar ve doğabi limciler kalaba­
lığını hızlıca geçebil i riz.
İnsan ırkları konusunda çok düşünüp yazmış olan Immanuel Kant,
yirminci yüzyıl ortalarına dek .bu konuda otorite kaynağı kabı11 edilen
bazı i l keler çı karmıştı. l 968 gibi yakın bir tari hte bile, tanınmış Al man
antropolog W. E. Mühlmann, onu "modern ırk kav ramının kurucusu"
olarak niteliyordu.55 Eğer öyle idiyse, kişi mantıki bakımdan ne kadar
güçlü olursa olsun, bu kavramın yanlışsız olmadığını düşünmeden ede­
miyor. Fi lozofun fi ki rlerini uygulamaya koyduğu bazı pratik yol lara ba­
kıldığında bu düşünce daha da i kna edici lik kazanıyor. Bunlardan biri ,
Kant 'ın otuz yıl boyunca üniversitede v erdiği derslerin özeti olan Prag­
matik Bakışaçısından Antropoloji ( l 798) başlıkl ı eserinde bul unabi lir.
B u kitap, özel l i kle i kinci böl ümünde (Antropoloj i nin Karakteri sti ği")
içerdi ği basmakalıplı klar ve beylik gerçekler bakımından hayret verici-
"

dir.
Kant, neredeyse kitabın başlangıcında cinsiyetleri ele alır:
Erkeği tahlil etmek kolaydır; ama hiçbir kadın. (dedikodu severliği yüzünden)
başkalarının sırrını saklayamadığını düşündüğünde bile, kendi sırlarını ele ver­
mez. Erkek evinde huzur ister ve işinde rahat bı rakılsın diye evinde yöneti lme­
ye kolayca boyun eğer. Kadın, d iliyle silahlanmış bul unduğu için ev içi sa vaş­
tan çekinmesi yoktur. . . 56

B u müzmin bekarın kendisinin kaçındığı ci nsel lik konusunda verdi ği


benzer bir hükümden sonra, kişi hayatı nda Köni gsberg 'in dışına adımı­
nı atmamış metafizikçinin " i nsanları n karakteri" ve "ırkın karakteri"

lamak için yapılacak böyle bir deney. bir suç teşkil etmeden gerçekleş­
tirilemeyeceği için de pratik değildir.
'5 Wil helm A : Mühlmann, Geschichte der Antropologie. Frankfurt a/M 1 968, s. 5 7 .
1 . Kant, Anthropologie dıı poiııt de vue pragmatique. Çeviren Michel Foucault,
Paris 1 964, s . 1 48.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: AYDINLANMANIN ANTROPOWJİSİ 217

başl ı kları altında kendi beyaz ırkından başka bir şeyi dikkate al mamış
ol ması karşısında daha az hayrete kapılıyor. B u yüzden, Kant ' ı n Eski­
molar ya da Zenci ler hakkında neler söy lemiş olabileceğini tam olarak
bilemiyoruz. " [ B ]uradaki, deyim yerindeyse insanın kanının yapısında
bul unan, doğuştan gelen, doğal bir karakter sorunudur. . . "57 ifadesini
okuyunca kişi bir tahmi nde bulunabi l i r. Buna göre, Kant en al ışılmış
mukayese aracı olarak İngi lizlerin, Fransızları n, Almanların, İtalyanların
karakterleri ni tanı mlarkenki tutumunu esas olarak kanın yapısında belir­
liyor. Temeldeki planı İspanyolların karakterini ele alırken birazcık da­
ha açığa çıkıyor. İlgi l i pasaj şu ifadeyle açı lır: " İspanyol lar, Av rupal ı ve
Arap (Mağripl i) kanının bir karışımından doğf muşturJ" Ve ş u sonuca
varır: "boğa güreşleri n i n gösterdiği gibi , karakteri eski zamanların en­
gizi syon hükümleri nce kanıtlanan bi r zal imli ktedi r ve bundan aldı ğı
zev k, köken inin kısmen Av rupa ' nın dışında olduğunu gösteri r. "58
Kant 'ın antropoloj iye genel yaklaşımı biraz sonra şu değer yargısını çı­
kardığında daha açık bir tanıma kav uşur: "Bu, insanın doğru olarak çı­
karabileceği hükümdür. (Büyük feti hl er yüzünden) Soyların birbirine
karışması, yavaş yav aş karakteri aşındırır ve şu sözde insanseverlikl er
ne derse desin, i nsan ırkı için iyi deği ldir."59
Bu yüzden, anlaşıldı ğına göre soyun arılığı iyidir - ama hangi so­
yun? Yine burada da Av rupa 'nın sınırları içinde yeni bir ürkekçe gezin­
ti daha, Kant 'ın fi i li insan tiplerini tanımlarken ne ölçüde sıradan halk
arasında geçerl i olan yüzlerce yıllık önyargıları yeniden üretmekten öte­
ye gidememiş olduğunu gösteri r. Eserinin tam sonunda "bir başka Hı­
ristiyan halk olan Ermeni leri" ele alırken, onları ticaret anlayışlarının
çok gel işmiş ol ması ndan ötürü över - "aralarında yerleşti ği bütün ul us­
lara kendini barışçı biçi mde kabUI ettirmeyi bilen . . . akıllı ve çal ışkan bir
halk . . . "60 Ama Hıri stiyan ol mayan bi r hal k yani Yahudiler tarafından ya­
pıldığında, bu barışçıl ticaret uğraşı suç ol ur. Böyle bi r hal k, bir bakıma
felsefi açıdan tahayyül bi le edi lemez olur. Aşağıdaki kınama, Kant 'ın
Vermische Schriften ' ından alınmıştı r:

_<;/
A.g.e., s. 1 60.
_o;ıı
A.g.e . . s. 1 57- 1 58 .
w A.g.e., s. 1 60
w A.g.e.
218 ARi MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

Aramızda yaşayan Filistinliler, pek çoğunun içinde bul unan tefecil i k ruhun­
dan ötürü gayet haklı olarak dolandırıcılar olarak ün salmıştır. Doğru, bir dolan­
dırıcılar ulusunu tahayyül etmek tuhaftır, ama bir taci rler ul usunu tahayyül et­
mek de aynı derecede güçtür, bundan da öneml isi , kadim hurafelerle birbi rine
sarılan, yerleşti kleri ülkede Devlet tarafından tanınan bu topluluk, yurtdaşlık er­
demlerine heves etmez ama bu bakımdan eksikliklerini onlara koruma bağışla­
yan insanları aldatarak ve hatta birbirlerini dolandırarak sağladığı kazançlarla te­
lafi etmek ister. Fakat sırf taci rlerden, yani demek oluyor ki toplumun üretken
ol mayan üyeleri nden ol uşan bir ulus, başka türlü olamaz . . . 6 1

B u yüzden, " Fi l istinli" dav ranı şı Yahudi dav ranışı idiyse, İspanyol
zal i m l i ği de dillere destan " M üslüman zal imliği" ile aynı şey olamaz
mıydı ? Kant 'ın felsefi nedenlerle insan ırkının birliğine olan inancını
açıkladığı doğrudur, ama bu tutumunda da zamanı nın genel geçer görü­
şüne uy maktan fazla bir şey yapmamıştı r.
Johann-Friedrich B l umenbach 'ın ( 1 752- 1 840) antropolojisi genelde
Kant'ınki nden daha tarafsızdı. Göttingenl i bu profesör, çoğu kez Fizi k­
sel Antropolojinin kurucusu olarak gösteri l i r. Bu bilgi dalı, araştırmacı­
yı değer yargıl arından ve müdahalelerden kaçınmaya yönel tmesiyle
öbür bil gi dal ları kadar saygın lığa sahi ptir. O zamana dek pratik olarak
karşı konul maz güçteki bu ayartmaya direnmesi nden ötürü B l umen­
bach her türlü öv güye layıktır. Tanımladığı beş büyük ırktan hiçbiri , ge­
nel olarak bakıldığı nda, kendil i ğinden ne iyi ne de kötüydü. Kimi zaman
bu ayartmaya kendisi de kapı l sa da bu, " normal olarak en güzel ve en
hoşa giden olarak kabot edi len bu yüz . . . " diye beyaz insanın yüzünü öv ­
düğünde olduğu gibi, bir esteti k terci hten kaynaklanıyordu. Ve şöyle
devam ediyordu: "Bu çeşide, bulunabil ecek en güzel i nsan ırkı yani
Gürcü ırkı orada yaşadığı ndan v e insan ırkı için bir doğum yeri saptana­
bilecek ol sa bütün fizyoloj i k gerekçeler hep birli kte orasını i şaret ede­
ceği nden, Kafkas dağlarının adını verdim . . . Son olarak, G ürcüleri n deri­
si aktır ve insan ı rkının orij inal rengi bu renkmiş gibi görünüyor, ve la­
kin bu renk, kolayca karamsı bir renge doğru yozlaşabiliyor. . . "62 B u
sözler, Maupertuis ve Buffon ' un "yozlaşma kuramını" hatırlatıyor. G ür-

Kant'ın Vermischte Schriften inin özü bu suçlamadır. Krş . ; Histoire de l 'an­


'

tisemitisme, C. I I I , s . 1 96.
(•2 İman ırkının ve bu ırkın çeşitlenmelerinin birliği hakkmda. (krş .Histoire de l 'an­
tisemiıisnıe , C. III, s . 1 57)
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: A YDINLANMANIN ANTROPOLOJİSİ 219

cül eri n yüz güzel l i ğini övdükten sonra, ti pik akademi k tarzda B l umen­
bach, başlarının biçimlerini yorumlamaya geçer: "onlardan en uzaklaş­
mış olanları nkilerin yani Malayların ve Zenci leri nki de dah i l , bütün
öbür baş biçiml eri bu güzel şekil l enmiş başlardan türemiştir. " 6.1 B l uen­
bach 'ın Kafkas ırkı kategorisi , yirminci yüzyılın ilk yarısında ABD 'ye
göçmen kabı11 ü nde ölçüt olarak kul lanılmış ve hem renkli ırkların hem
de Yahudi lerin geri çev ri l mesini meşrulaştı rman ın gerekçesi olarak kul­
lanılmıştır. B undan anlaşıl ıyor ki, 1 939- 1 945 öncesinde idari bakış açı­
sından, Kuzey Amerikalılara göre Kafkas ırkı Ari ırkı demekti . *
B u konu üzerinde A lmanlar arası nda gelecek böl ümde inceleyece­
ğimiz daha sonra çı kan anlaşmazl ı klar arası nda bakış açısı bütünüyle
farklı olan Johann-Gottfried von Herder 'e ( 1 774- 1 803) büyük di kkat
yöneltmeliyiz. Herder, büyük eseri İnsanlık Tarihi Felsefesi Üzerine
Düşünc eler de bi l i m i n benimsemiş olduğu " veteri nerl i k felsefesi"ne
'

karşı çağının çok ilerisi nde bir isyana öncül ük etti ve " insan ı rkı" ifade­
sinin ta kendisinin "aşağılık" (unedel) olduğunu sav undu.64 B u şeki lde
çağdaş önyargı lardan kaçınmaya çalışıyordu. Kutup çev resindeki hal k­
lardan, Eski molar ya da Laponlardan söz ederken sergi lediği sempati
Ekv ator yakınlarında yaşayan i nsanlardan söz ederken gösterdiğine
eşitti . " Nası l ki biz onlar hakkı nda kötülüğün si mgesi ve babasının lane­
tiyle damgalanmış Ham ' ı n zürriyeti oldukları hükmünü v eriyorsak" di­
yordu Zenci ler de, kendil erini yağmalayan vahşileri albino ya da
beyaz şeytanlar diye adlandırmak için her türl ü hakka sahi ptir." 65 Rous­
seau gibi o da çev renin önemini v urgul uyordu. "Afri ka 'nın kendisinde
zenci ırkları böylesine zorl u bi r ayrıma tabi tutan neydi ? Hayat tarzını ve
yiyeceklerin cinsini de içerecek şeki lde, kel imenin en yoğun v urgusuy­
la, i k l i m."66 B una bakarak, Afrika 'ya ayırdığı böl ümün sonunda kendi­
sini adı m adım aşağıdaki sonuca götürecek olan Kara ırkın kösnüll üğü
mavalını niçin tekrarladı ğını anlamak zordur:

''1 Decas qııarta collectioııis suae craııorum diversarum gentium illustrata (krş.
* age.).
Bugün de ABD medyasında ve hatta bilimsel yazınında terimin bu anlamda kul­
lanımı devam etmektedir. -ç.n.
r.ı /dees . . . V l l . kitap , 1. Bölüm.

r,, ldees . . VI. Kitap, i V, Edgar Quinct çev i risi, Paris 1 827, s . 335-336.
.

r� A.g.e., s. 343-344.
220 ARI MİTİ: A VRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

Bu yakıcı güneşin altında, göğsü kaynayan tutkularla kabaran bu yaratıktan


zorunl u olarak mahrum edilen bu ince zeka, kendisiyle bütün bütüne uy uşmaz
olan bir yaplyla karşı karşıya kalır. Böyle bir i kl i mde zenciye daha soylu bir ba­
ğış i hsan edilemeyeceği için ona acıyalım, ama onu aşağılamayalım; ve yoksun
bırakırken nasıl tazmin edeceğini bilen o ana babayı onurlandıralım. Hayatını
kendisine büyük bir cömertlikle yiyecek sunan bir ül kede kaygıdan azade geçi­
rir ... tek eğlencesi bunlarmış gibi, koşar, zıplar ve tırmanır. .. 67

Herder 'de Karaları n aşağı ırk olduğu tezi , Avrupal ı fatihe adadığı bö­
lümün sonunda bir kez daha ortaya çıkar: "Zenci , Av rupalı için hiçbir
şey icat etmemi şti r; Av rupa 'yı islah etmek ya da fethetmek fi kri asla
aklından geçmemişti r. "68 B u yüzden Herder, antroplojinin kurucu piri
sayıl mayı Rousseau 'dan bile az hak eder. Eğer büyük öncüler arası nda
böyl e bir unv anı hak eden biri leri v arsa bunlar Wi l helm ve Al exander
von Humbol t kardeşlerdir. Bu i ki kardeşin her biri genel geçer Av rupa
ben- merkezci l i ğine teslim olmaksızın i nsan bilgisinin hemen her dalın­
da birbirlerini tamamlayan eserler v ermişlerdir.
Aleksander von Humbolt, Cosmos adl ı eserinde, "İ nsan türünün bir­
l i ğini ifade ederken, aynı zamanda üstün v e aşağı i nsan ırkları nın var ol­
duğu yönündeki üzüntü v erici varsayımı da çöpe atıyoruz"69 diye yaz­
mıştı . İnsanl ığı sıklıkla köleciliği haklı göstermek için kullanılan bir sı­
nıflamaya tabi tuttuğu için Aristoteles ' i suçlamıştı .70 "Bütün i nsanlar
eşit biçi mde özgürl üğe yazgıl ıdır" demiş ve kardeşi Wi lhelm ile birl i k­
te amaçlarının "din ya da renk ayrı mı yapmaksızın insanl ığı bir bütün
olarak, bi r kardeşler ai lesi gibi aynı hedefe doğru, ahlaki değerlerini öz­
gürl ü k içi nde gelişti rmeye doğru yürüyen tek bir beden olarak kav ra­
mak" olduğunu ilan etmişti . Humbolt kardeşler, kendi lerini on doku­
zuncu yüzyılın düşüncelerinin genel eğiliminden gitgide yal ıtan bu ül­
küye bağlıl ıkları nı asla terk etmediler. A. Yon Humbolt, 1 856 yılında 88
yaşı ndayken kendisine İnsan Irklarının Eşitsizliği adlı ünl ü çal ışmasını
göndermiş olan Gobineau 'ya nazi kçe teşekkür ederken, ki tap için "da-
---- - --- --- -�--�-

m A.g.e., s. 348.
68 "Reg i o n s des nations bien organisees", age., s. 334.
m Cosmos, Essai d 'une description du moııde, Faye çevirisi, Paris 1 846, s. 430-43 1 .
70 İnsanların özgürl ük haklarının eşit olmadığı ve köleliğin doğaya uygun bir kurum
olduğuna dai r bu iç karartıcı ve son zaman l a rd a çok tartışılan öğreti , ne yazık ki
e n siste m l i şeki l de gel işti ri l miş biçi m i n i Aris to t e les i n Politika 'sı nda bul ur, i. 3 .
'

5 , 6'" ( Cosmos. op . cit. S . 368).


MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: AYD/Nv.NMANIN ANTROPOWJİSİ 22 1

ha adıyla, üstün v e aşağı ırklar arasında yapılan tal ihsiz ayrım hakkında­
ki köklü inancıma karşıt" demişti.7 ı

AŞIRILIKÇI ANTROPOLOGLAR
(ÇOKLU TÜREYİŞÇİLER)

Gizli bilimlerle ilgili ya da fel sefi amaçlarla Hıristiyanlık öncesi dö­


nemlerden beri sorgulanmış olan insanlığın birliği öğretisi, Aydınlanma
yüzyılında bu kez bi l i msel olduğu varsayılan gerekçelerle reddedildi .
Ne v ar ki , iki tutum arasındaki ayrım çizgisini i zlemek zordur. Çoklu tü­
reyişçiliğin ilk sav unucuları ndan İngiliz doktor John Atkins ( 1 685-
1 757), esas olarak di nsel gibi görünen nedenlerle Ortodoks olmadığını
bizzat itiraf emişti . " B i r parça Heterodoks olsa da" diye yazmıştı " kara
ve ak Irkların ab origine farklı renklerdeki i l k Ana-babalardan geldiği­
ne ikna oldum".72 Atki ns, kara ırkın maymunlarla döl lenebi leceğini ve
bu birleşmeden katır gibi kısır melezlerin doğacağını düşünüyordu.73 B u
öğreti , çok geçmeden Voltaire ' in şahsında karş ı konul maz b i r şampiyo­
nun tev eccühünü kazanacaktı.
Vol tai re , tari hçiler için bir muamma oluşturur. Kendisini ırkçı olarak
tanımlamamanın zor olacağı şekilde yaşayışında ve yazdıklarında tanık
olunan haşin ayrımcıl ığa rağmen, hoşgörünün önde gelen havarisi ola­
rak kalmıştır. Traite de metaphysique adlı eserinde ( 1 734) "uzun kara
cübbe giyinmiş adamlar" * ne derse desin, "sakall ı beyazlar, ebleh zen­
ciler, uzun yelel i sarı ırklar ve sakal sız adamlar [ Kızılderi liler -ç.n. ) ay­
nı adamın soyundan gelmiş olamazlar" diye buyurmuştu. Cizv i tlerin bu
eski öğrencis i , hocaları nın öğretti klerine böyle isyan ediyordu. B i r ta­
raftan da, genel kabı11 görmüş görüşlere uyarak zencileri en alt basama­
ğa yerleştiriyordu. Aynı çal ışmasını n ilerleyen pasaj larında "Zenci lerin
maymunlardan, maymunların istiridyelerden" olduğu gibi , Beyazların
da "bu Zenci lerden üstün" olduğunu yazdı.74 Vol taire, antropoloj i konu­
sundaki görüşlerini yirmi yıl sonra yayımladığı Essai sur /es moeurs et

72 A Voyage tu Gııinea . . . ( 1 723 ) ; aktaran W. D. Jordan. Wlıite over Black, op. cit. .
s. 17.
; �.g.e.. s . 3 1 -32 .

Oze l l i kl e Kato l i k , H ı ri stiyan d i n adamları kast edi l iyor. -ç. n .


7.+ Krş . : Vol tai re , <Eııvres cumplhes, Moland basımı. C . X I I , s . 1 92 ve 2 1 0.
222 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

l 'esprit des nations adlı ünlü eserinde daha da gelişti rdi. Bu çalışmasın­
da "Ancak kör bir adamın Beyazları n , Zenci leri n ve Albinoları n ... bütü­
nüyle farklı ırklar olduğundan kuşku duymasına izi n verileceğini" iddia
etti kten sonra, " hayvan" yaftasını özell ikle Zencilere layık görmüştü.
Ardından, kimi eski otoritelere atıfta bulunup maymunlarla zenci kadın­
lar arasındaki çiftleşmeleri kastederek " bu iğrenç tutkulardan doğabi le­
cek ucube türleri" tanımlamıştı .75 Dahası, Yeni Dünya 'nın varl ığı kendi­
sine çokl u türey işi sav unmak için taze argümanlar sağlamış ve çoklu
türeyişçilik de kölelik için "doğal " bi r gerekçe bul masına imkan ver­
m i şti .76 Vol tai re 'in antropolojik çatı sı, ona esas olarak etimoloj i l erle oy­
nayarak - A dem Adimo 'dan, İbrahi m Brahma 'dan türememiş miydi ? ­
Yahudo-Hıri stiyan öğreti sini mitlerden arı ndırma imkanı veren Hindis­
tan üzerine yazd ığı bir böl ümle taçlanmıştı .77 Öl ümünden sonraki edi­
törleri (muhtemelen Condorcet) bu böl üme ciddi bir yazarı n tekli türe­
yişçil ikle çokl u türeyişçi liğin karşıt iddiaları arasında hakemliğinin
mümkün olamayacağı yönünde bir düzeltici not eklemeye kendi lerini
mecbur hissetm i ş lerdi .78 Voltai re ' i n kendi siyse, gerek ünlü Dictionna­
ire philosoph iqu e 'i nde79 ( 1 764) Yahudi lere, gerek Defense de mon onc­
le 'da ( 1 767) Cizv itlere saldırdığında, gerekse de "farklı renklerden İn­
sanlar" ile i l gi lenirken Pere Lafı tou 'ya sataştı ğında olsun, bu tür pole­
mikleri ölene dek sürdürdü.80 Nasıl ki geçmişin putlarını ve önyargıları­
nı yıkmakta onun kadar etki li olan kimse çıkmamışsa, yeni bil i m çağı­
nın sapkı nlıklarını yayıp gel işti rmekte onun kadar gayret gösteren kim­
se de ol mam ıştı.

75 Moland basımı , C. XI. s. 7 .


76 A.g.e., C. XI I , s . 380 (Doğa bu ilkeye boy un eğmiştir çeşitli zeka derecelerinin
ve ul usların şu niteliklerinin değiştiği nadiren görülür. Zencilerin başka insan­
ların kölesi olmasının nedeni budur. İ nsan Afrika kıy ılarında onları hayvanlar gibi
satın alır. . . " vs. ).
77 A.g.e., C. XI I , s. 367 ve devamı, ("De ! ' inde en deça et au dela Gange").

7 8 A.g.e., 368.
79 "Bu yüz on sekiz makaleden yaklaşık otuzu Yahudilere çatar - ' kendilerine inan­
dığımız ve kendilerinden nefret ettiğimiz efendilerimiz ve düşmanlarımız' ( İ b­
rahim hakkındaki makale); ' yeryüzündeki en iğrenç insanlar ' (yamyamlar hak­
kındaki makale); 'şeriatinde ti nsellik ve ruhun ölümsüzlüğü hakkında tek keli me
bulunmayan ' bir hal k (ruh hakkındaki makale) ve böyle devam eder . . ", Histoire
.

de l 'aııtisemitisme. C. III, s. 1 05 .
80 Moland bas ımı , C X X V I , s . 402-404.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: AYDINLANMANIN ANTROPOWJiSI 223

Bu bağlamda, özellikle l 742 'de yayımladığı Ul usal Karakterler üze­


ri ne denemesiyle Dav id Hume da di kkate al ınmaya değer. Bu deneme­
si nde laf arasında " kutup çemberleri nin hemen ötesi nde ya da tropi kler­
de yaşayan bütün insanların türün geri kalanına göre aşağı olduğunu"
bildirmişti.81 H ume, denemesinin 1 754 'teki ikinci baskısına özell i kle
kara ırkları ele aldığı bir not ekledi :
Zenci lerin ve genel olarak bütün öbür insan türlerinin (çünkü dört ya da beş
çeşit vardır) aklardan doğal olarak aşağı olduğunu düşünmeye meyilliyim. Ak
ırktan olanlardan başka uygarlaşmış bir ulus hiç çıkmamıştır, hatta eylemde ol­
sun düşüncede olsun öne çıkan bireyler bile olmamıştır. Onların arasında özgün
bir üreti m yoktur, ne sanat ne bilim. Ö te yandan, eski nin Cermenleri olsun gü­
nümüzdeki Tatarlar olsun, akların en kaba ve barbarları arasında bile, cesaretle­
rinde olsun, yöneti m biçi mlerinde ya da başka özell i klerinde olsun, gene de öne
çıkan bir şeyler vardır. Doğa bu insanlar arasında orijinal bir ayrım koymamış
olsaydı bu kadar çok ülkeler ve çağlar içinde böylesine bir biçimli ve kal ıcı olan
bir fark ortaya çıkamazdı. Kolonilerimizi bir yana bırakın, bütün Avrupa'ya da­
ğılnuş zenci köleler v ardır ki bunlarda hiç kimse bizim aramızda aşağı tabaka­
dan eğitimsiz geli p de her meslekte kendilerini gösteren insanların sahip oldu­
ğuna benzer bir zeka belirtisi görememiştir. Doğrudur, Jamaica'da yetenekli ve
eğitimli bir zencinin olduğundan söz ediyorlar, ama onun birkaç keli meyi düz­
günce telaffuz edebilen bir papağan gibi, gösterdiği çok küçük bir beceriden do­
layı böylesine takdir toplamış olması muhtemeldir. 82

Üslfibu her ne kadar sert olsa da Hume, i nsanın kökenleri hakkında­


ki kendi anlayışını çok bel irli biçimde açıklamamıştı. Çoklu türeyişçiler
zaman zaman tipik bir hümanist ev renselcilik sergilerken, B uffon gibi
açık sözl ü tekl i türeyişçiler Hume 'dan daha ateşl iydi. Kutsal Kitabın
öğretisiyle eğiti m i n ilerlemesi arası ndaki çel i şme, bazı yazarlar arasın­
da tuhaf bir ışık gölge oyununa neden olmuştu. Bunun en dikkate değer
örneği İskoçyal ı fi lozof Lord Kames 'di r ( 1 696- 1 782). Kendisi, İnsanın
Tarihi Üzerine Eskizler adlı kitabında Eski Dünya 'daki ırksal farklılaş­
manın Babil Kulesi nden sonra ortaya çıkan dilsel karışıklığın bir sonu­
cu olduğunu kabı11 ederken , öte yandan Ameri ka 'daki i nsanların bun­
dan bağı msız ve "yerel" bir yaratım sayesi nde ortaya çıktığını öne sür-

1 ·'Of National Characters" , (krş. Essays, moral, political and literary. Londra,
1 875 basımı, s, 244-258).
Hı A . g . e . , s . 252, not.
224 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FiKiRLERİN TARİHİ

müştü.83 Gene de, Lord Kames ' i n antropoloj i si karmaşı k olsa da bun­
dan çıkarı lacak hi sse, basit ve bel irsizl ikten uzaktı. Az çok içtenlikli bir
şeki l de şöyle ilan etmişti :
Yukarıda görüldüğü gibi, Zencilerin rengi , onların Aklardan ayrı bir tür ol­
duğuna dair güçlü bir varsayıma izin veriyor ve ben de bir zamanlar"onların an­
layışça aşağı oluşlarının bu varsayımı desteklediğini düşünmüştüm. Fakat, aşa­
ğı durumlarının koşullarından kaynaklanıp kaynaklanmadığı açısından bu konu­
yu yeniden düşününce, bu varsayımın geçerliliği hakkında kuşkuya kapıldım.
Kişi, güçlerini kullanmaksızın muhakeme gücü ya da bilgelik bakımından asla
olgunlaşamaz. Zenciler kendi vatanlarında bu güçlerini kullanmak için fazla
teşviğe sahip değildir: Yetiştirmek gerekmeyen meyvalar ve köklerle beslenir­
ler; çok az giysiye ihtiyaç duyarlar; evlerini kurmak fazla emek ya da hüner ge­
rektinnez. Vatanlarının dışındaysa, düşünmek ya da eylemek için kendilerini
hiçbir şeyin teşvik etmediği zaval l ı kölelerdir. Av rupalılar gibi ekmeklerini alın
terleriyle çıkarmak zorunda oldukları bir özgürlük ortamında yaşasalar ne kadar
gelişme göstermiş olabileceklerini kim söyleyebilir?84

İyi yürekl i Lord Kamis ' i n i l ginç kuramı İngiliz kamuoyunda bel l i
b i r başarı elde ettiyse de (kitabı 1 774 i l e 1 825 yılları arasında 1 2 baskı
yapmıştı r) eğitimli çev reler üzerindeki etkisi tabip Edward Lon g ' un
( 1 734- 1 8 1 3) daha basit sistemi ni nki kadar uzun ömürlü olmayacaktı .
Yazarın Long s History ofJamaica adlı çalışması yaklaşık yüzyıl boyun­
ca alanında otorite sayılacaktı . 1 857 gi bi geç bir tari hte bi le, fransız ant­
ropoloji okul unun başı Armand de Quatrefages, melezlerin var sanı lan
kısırlığı hakkında bu kitabı kaynak göstermişti .85 Long, sözü edilen ki ­
tabı nda melezleri n katırlar gi bi dölsüz olduğunu kanıtladığını iddia etti ­
ği gözlemleri ni kaydetmi şti . B unun sonucunda genus homo 'yu Av rupa­
l ı l ar ile onlarla akraba ırklar, Zenciler ve Orang-Outanglar ol mak üzere
üç türe ayı rmıştı . Ne var ki, zihi nsel kapasite bakımından Zenci ler, in­
sanlardan çok Orang-Outanglara yakı n gözüküyordu, neden, çünkü
orangutanlar "zeka yeti lerinde, aralarından bazılarıyla çok yakın bir bağ
v e bir köken ortaklıkları bulunması inandırıcı olan zenci ırkının çoğun­
dan hiç de aşağı gözükmezler. . . bi zzat zenci lerin kendi leri böyle bi rleş­
meleri n gerçekten v uku bulduğuna tanıkl ık ederler; v e her i ki ırkı n mi-

113 Sketches of the Histoıy of Man, Basel 1 796 basımı, C. 1 . s. 58-59 ve C. III. s. 1 06.
� A.g.e., s. 47-48 .
H.� Armand de Quatrefages, "'Histoire naturelle de l 'homme", Revue des Deıa Moıı­
des, Mart 1 857, s. 1 62 .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: AYDINLANMANIN ANTROPOWJİSİ 225

zaçlarının kösnüllüğünde gayet iyi uyuştuğu kesindir. . . " B ununla birl i k­


te bundan doğacak hilkat garibeleri düşünüldüğünde, " her şeyi bilen
Ev renin Yaratıcısı, böyle cinsel birleşmelerden doğan yav ruların KI SIR
olmasından ibaret, aşı lmaz bir engel koymuştur". Kısacası Long, kısır
melezlerin iki çeşidinin bulunduğunu varsaymıştı , biri Akların Karalar
ile çiftleşmesi nden doğan melezler, öbürü Karaların orangutanlarla çift­
leşmesinden doğan melezler. İkinci çeşit hakkında şunu da eklemi şti :
"Bir Orang-Outangın bir Hottantot dişisinin onuruna halel getireceğini
sanmıyorum. Oranglar. . . zenci kadınlara karşı şehvet duyarlar. . . "
Long 'un kitabının uzun süreli başarısına bu tropi kal sev işme canlandır­
malarının katkı yapmış olması ihti mal dahilindedir. Öte yandan şu izle­
yen anckdodu aktarmış olması lehine bir puandır: " [Zenci ler] Tanrının
Beyazları kayırdığını ve onlara kendi çocukları gibi dav randığını, buna
karşılık Zencileri bin bir türl ü belaya uğratmaktan zev k aldığını söyler­
ler" .86

Göttingen Üniversitesi 1 737 yılında Hannover hanedanı tarafından ku­


ruldu ve kısa zamanda Al man bilgisinin başl ıca merkezi oldu. Bu üni­
versitede ders veren şarkiyatçılar Michaclis ile Schlözer ' i daha sonra
ele alacağız. İnsan v e doğa bili mleri nde von Hall er ile Bl umenbach 'ın
yanı sıra antropoloj iye çok kafa yormuş olan filozof Christoph Me­
i ners 'den ( 1 745- 1 8 1 0) de söz edeceğiz. Bu fi lozof, 1 93 3 'den sonra hem
"Ari kav ramını" haber veren "ırksal kuramın kurucusu" ( Egon von
Eickstedt, l 940) 87 hem de kültürel antropolojinin düşüncesi ırkçılıkla
sakatlanmış bir öncüsü (Wi l helm Mühlmann, 1 968)88 ol arak yeni den
ünlenmiştir.
Mei ners ' i n görüşleri hiç kuşkusuz dönemi nin genel kabfil görmüş
fi kirleri nin pek çoğuyla örtüşüyordu. B u yüzden, kültürün tek-doğrusal
ilerlemesi kuramını reddetmiş;89 ırklar arasında katı ayrı mlar çizmenin

"'' Krş . : W. D. lordan, White over Black, op. cit s . 492-495 .


..

K7 E. von E i c k s te d t Geschichte und Methoden der Anthropologie, Stuttgart


, 1 940, s .
2 86 .
KX W i l h e l m E. M ühlmann, Geschiclıte der Antlıropologie, Frankfurt a/M 1 968. s.

59-6 1 .
"'' M ü h l mann tarafı ndan işaret edildiği g i bi , age . , s . 6 1 ve 203 .
226 A Rİ MİTİ : A VRUPA 'DA IRKÇI •'e MİUİYFTÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

mümkünl üğünden kuşku duymuş v e meslektaşlarının bunun için öner­


diği si stemleri eleştirmi şti . İnsanlığın kökeninin Afri ka 'da olduğunu
öne süren ve köken mitlerinin önemi ile ev renselliği üzeri nde ısrar eden
i l k modern düşünür oydu . Aynı zamanda o zamanlar kadim İbrani gele­
neklerine atfedilen öneme alayla yaklaşmasıyla zamanın Alman kamu­
oyu karşısında gerçek bir bağımsız ruh sergi lemişti .90 Fakat her şeyden
fazla inandığı fikir, iki büyük i nsan soyu olduğuydu - açık tenli ve gü­
zel bi r ırk ile koyu tenli ve çirkin bi r ırk. Bu ayrım, - sadece açı k tenl i
ve güzel ırk arasından çıkan - " üstün insanların" sırları nı keşfetmesine
i m kan veriyordu:
Gerçek cesaret, özgürl ük aşkı ve büyük ruhların ayırt edici özellikleri olan
benzer erdem ve tutkulara sadece beyaz, özellikle de Kelt kökenli halklar sahip­
tir. . . Kara ve çi rkin hal klar aşağılık erdem yoks unl uklarıyla ve çeşitli tiksindiri­
ci kusurları yüzünden onlardan ayırt edil i r. En yakın akrabalarıyla ilgili olduğun­
da bile başkaları nın üzüntü ve sevi nçlerine karşı kaba duyarsızlıklarının göster­
diği karakter yoksunlukları , ince güdülerden ve duygulardan neredeyse tama­
men yoksunl uklarıyla beraber giden beyhude sertli kleri yüzünden kara ve çirki n
halklar ortak bir iticilikte birleşirler. . . 9 1

Mei ners ' e göre, hayvandan insana geçiş " insan erdemleri ne" sahi p
olup ol mamaya göre bel i rlenen ardışık aşamalardan geçerek gerçekle­
ş i r.92 Sıralaması en aşağı basamakta quatos (maymunlar?) ile başlar, bu­
nun üzerinde "i nsana benzerli klerinden ötürü orman adamları ( Wald­
mennschen) denen" orangutanlar ve bi zzat doğruladığına göre Daho­
mey kralı na şeref kıtası olarak hizmet etmeyi becerebildikleri ne göre
daha bile i nsan-biçimli olan kimperzeys (şempanzeler) gelir. Bir üst ba­
samakta, " pek çok hayvan ve pek az i n san özelliği gösterdiğinden an­
cak güçlükle i nsan olarak tanımlanabilen" Hotantolar, Buşimanlar v e
Av ustralya yerl i lerinin oluşturduğu ünlü "orman Zenci leri" ( Waldne­
ger) bul unur. Böylece Meiners, adım adı m bakır tenlilerden ve sarı ırk­
lardan geçerek derileri ni n aklı ğına rağmen son derece aşağı özellikler
gösterdikleri için "ancak en sıkı gözeti m ve en sert cezalarla kötül ükler­
den kaçınıp iyilikleri beni msemeye ikna edilebildiklerinden ötürü, bunu

90 Meiners, Untersuchungen über die Verschiedenheiten der Menschenrassen . . , .

Tübingen 1 8 1 1 , C. I I I , s. 3 1 2 ve devamı; C. 1, s. 1 66 , s. 1 , s. 7.
•ı ı Grundriss der Gesclıiclıte der Mensclıeit, Lemgo 1 793, s. 1 23- 1 24.

92 Untersııchungen . . . c. 1 1 1 , V I . Bölüm.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: AYDINLANMANIN ANTROPOLOJİSi 227

deneyerek gören Al man efendilerini kendilerine öbür serflerinden daha


sert dav ranmaya mecbur eden slav ik serfler" diye söz etti ği Slav lara
ulaşır.93
Zamanının Al manya 'sında Mei ners, Av rupalı ve soy l u insanların
Amerika 'da hızl ı bi r yozlaşmaya uğradığı ya da ırksal karışmaların ve
melezlenmeleri n yarattı ğı tehli keler gibi başka fi kirlerden de çeşitli de­
recelerde etkilenmi şti .94 Bu fi lozofun pek çok ve pek değişik konular­
da bir öncü olduğu haki katen kolay kolay inkar edi lemez.
Linnaeus 'un öğrencilerinden J. Chr. Fabricius ( 1 745- 1 808) hemen
hemen aynı zamanlarda " Karaların hayvansılığı" fikrinden şu argümanı
çıkardı : Zencilerle insansı maymunlar Afri ka'da karşılaşmış, ama iklim
koşullarının ay nı olduğu Güney Amerika 'da karşılaşmamıştı r - bundan
kara insanları n ak adamlarla i nsansı maymunları n ci nsel birleşmesinden
türemiş olduğu sonucu çı kmaz mı? Bu sofu Luterci, böylelikle ortak
atamız A dem 'in ten renginin kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ak ol­
duğu konusunda okurl arının gönl ünü rahatlatıyordu.95 Fabrici us, (görü­
nüşe göre Edward Long ' un buluşu olan) şekl i ve rengi bakımından " i n­
san biti"nden (pedicu lus hunıanus) farklı bi r "zenci biti"ni n (pediculus
ııigritarum) varlığını kabı11 etti ğinden, böcekbil i mci sayılmayı da hak
cder.96
Meiners ' i n görüşleri n i n Dev rimci Fransa 'daki havari liğini Jean-Jo­
scph Virey üstlendi . Bu askeri hekim, dev rim takv iminin dokuzuncu yı­
l ı nda Paris 'te Histoire naturelle du genre hunıain adlı eserini yayımlat­
tı. B u kitapta şöyle bildiriyordu:
Burada, belki kabaca, açık tenli ve ak olanlarla, çirkin ve koyu tenli ya da
kara olanlar olarak ayrılabilecek olan insan ırklarının her birinin genel özellikle­
rini tanımlayacağız. Kelt soyundan olanlarla Sarmatyal ılar ve Slavlardan gelen­
lerin, sevimli , değirmi yüzleri . . . ve tam yuvarlak başları vardır. B ir başka deyiş­
le gururl u, soylu özellikler. cömert bir ruh, etkin, özgür ve güzel bir karakter
sergilerler. . . 97

·ıı A.g.e., C. s. 1 29 ve s. 306.


III,
'4 A.g.e., C. s. 1 7 ve devamı . özellikle s. 74-77; C. 1, s. 469 ve devamı.
III,
· · � Joh. Christ. Fabricius, Betrachtungen über die allgemeinen Einrichtungen der

Natur, Hamburg 1 78 1 , s. 328-332.


·•· Joh. Christ. Fabricius, Systema antliatorum, Braunschweigh, 1 805 , s. 340; krş.

Nouveaıı Dictionnaire d 'history ııaturelle, c. X X V I l l . Paris 1 8 1 9, "Pou" mad­


desi.
Histoire ııaturelle du geııre humain , s. 1 45- 1 46.
228 ARI MİTİ : A VRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYEfÇI FiKiRLERiN TARİHİ

B u pasajda Mei ners 'in düşüncelerinin ana çizgileri çok açık biçi mde
kendisini gösteri r. Fakat Fransız şak i rt, bunlardan dev ri mci kal k boru­
sunun yankılarını anıştıran son derece mil itan sonuçlar çıkarır:
Avrupalılar olmasa dünyamız ne Milde olurdu? Güçlü uluslar, boyun eğdiri­
lemez bir ırk, sanatlar ve bilimlerde ölümsüz eserler vermiş dahiler, mutl u bir
uygarlık ... Zekasıyla nasıl aydınlatacağını, cesaretiyle nasıl boyun eğdireceğini
bildiği için, yüce yazgısınca dünyaya hükmetmeye çağırılmış olan Avrupalı , in­
sanın en yüksek ifadesi ve i nsan ırkının başıdır. Acınası bir barbar sürüsü olan
öbürleri , deyi m yerindeyse, i nsanı n müsveddesinden başka bir şey değildir. . .

Virey, bu söyledi klerinden bi raz sonra şöyle yazar: (Renkli ırkları


kastetti ği) " B ütün bu yabancı ırklardan söz ederken ul usal gurur duygu­
larına dayanmadım".98 9. yılın bu vatanseveri açısından Av rupal ılar ile
Fransızları bir ve aynı görmek kolaydı . Moğol ların zalimli kleri ya da
Karaların ahmaklıkları hakkında dedi klerini göz önüne almayı bırak­
maksızın, onun bu şövenist antropolojisinin ne anlam ifade ettiğini in­
celemeliyiz.
Belki bizim girişebi leceği mizden daha deri n bir inceleme, 1 8 1 5 ' in
hemen ardından ırk kuramının Fransa'daki aşırılıkçı sav unucularının Bo­
urbonlardan ziyade Bonapartçılar arasında bul unduğunu gösterebi le­
cektir. Bu özel bakış açısından, Paris 'te 1 8 1 6 'dan iti baren yayımlanma­
ya başlayan iki büyük doğa bi limleri ansi klopedisi arasında beni m ya­
pabileceği mden daha sistematik bir karşılaştırma ilgi nç ol urdu. Bunlar­
dan bi ri , "kral ın botani k bahçeleri nde çal ışan birçok doğabilimcinin"
yardımıyla (önemli bir dev let görev lisi olan) Baron de Cuv ier 'nin edi­
törl üğünde hazı rlanan Dictionnaire des sciences naturelles idi. Öbürü,
Nouveau Dictionnaire d 'histoire naturelle ise bir grup doğabilimci ve
tarı m uzmanın katkılarıyla (artık askerl ikten ayrıl mış olan) Jean-Joseph
Virey tarafından çıkarıl ıyordu. Renkli ırkların her iki ansiklopedide de
aşağılayıcı bir dille ele alındığı kesinlikle doğrudur. Ancak, İnsan mad­
desi içinde birinci ansi klopedide Kont de Lacepede tarafından yazılan­
lar görece temkinl iyken, ikincisinde bi zzat Vi rey 'in kendisi tarafından
yazılan aynı başl ıklı maddede, Zencilerle insansı maymunlar arasındaki
döl lenmeler, Zenci lerin kanlarının ve beyi nlerinin kara olduğu gi bi mar­
taval ları da içeren, en aşırı görüşler ifade ed il mişti. Karaların insan ol-

98 Histoire natıırelle . . ,
. s. 1 46- 1 47 ve s. 1 5 1 .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: AYDINLANMANIN ANTROPOLOJİSİ 229

madığını daha iyi v urgulamak için Vi rey, başka şeyler arasında pedicu­
lus nigritarum argümanını da ileri sürmüştü:
Ö nemsiz olmayan ve bilgili böcekbilimcimiz Latreille tarafından da doğrulanan
bir sonucu daha eklememe izin verin. Nasıl her memeli, kuş, vb. türü için çoğu
kez yalnızca o tür üzerinde beslenen bazı asalak böcekler bulunuyorsa, Zenci
için de bu böyledir. Zencilerin ak adamınkinden çok farklı kendi bitleri vardır.
Pediculus n igritarum un (Fabricius, Syst. Antl . , Brunsw. 1 805 . s. 340) üçgen
şekl inde bir başı, kıvrık bir gövdesi vardır ve Zencinin kendisi gibi rengi kara­
dır. . 99
.

B u argüman, Darwi n 'in İnsanın Türeyişi 'nde bi le ciddi bir tartışma


konusuydu. ı oo
Son olarak, Vi rey ' i n Historie naturelle du genre h uma fo 'i n i n İngi­
lizce 'ye çev ri lerek The Natura! History of the Negro Race adı altında
ABD 'de 1 837 yıl ında yayımlandığını hatırlamaya değer. Phi l i p D. Cur­
tin 'den öğrendi ğimize göre, "bu kitap Ameri ka 'da olduğu gibi İngilte­
re 'de de okunmuş ve eski tip kölecil i k yanlısı ırkçı argümanlar yeniden
hayat bulmuştu". 101 Böylece Göttingen 'de ortaya atılan fikirler Kuzey
Carol ina 'nın Charleston kentinde bi le yankı bul muştu.

w Nouevau dictiomıaire d 'historie naturelle, C. X V, s. 152 ("Homme" maddesi).


Modern bi lime göre bir pedicilus nigritarum var mıdır? Paris 'teki Pasteur Ens­
titüsünden bu konuda bilgi aldık. Entomolojik Tıp Servisinin başkanı Profesör P.
Grenier, 1 9 Aralı k 1 969'da şu bilgi notunu gönderme nezaketinde bulundu:
"Sizin de işaret ettiğiniz gibi, Fabrici us ile başladığından, değişik insan ırklarına
özgü değişik bit türlerinin bulunup bul unmadığı meselesi eski bir meseledir.
Mesele sadece Zenci biti meselesi değildir. Bir Çinli biti (P. humanus chinensis),
Peru mumyalarındaki bit (P. h. americanus), bir Japon biti ve ni hayet Markiz
Adaları . Tahiti ve Guetamala yerlileri ile maymunlara atfedilen bir P. pseudohu­
manus da (Ewing 1 938) vardır. Mesele çok karmaşıktır ve şimdiye dek kesin bir
sonuca varılamamıştır. . . .
"

Bitler arasındaki ırk meselesi insan ırkları meselesi kadar tartışmalı gözüküyor.
Bununla birlikte, ırkçılık tarihi bakış açısından asıl önemli husus, çok sayıda
yazarın pedicilus nigritarumun var olduğu varsayımı na dayanarak bundan zen­
cilerin insandan aşağı varlıklar olduğu sonucunu çıkarmaya kalkmasıdır.
ııx, Krş . ; The Descent of Man, "Modern Library" basımı, New York, s . 532 ve 536
(Virey 'e yapılan göndermelere bkz. ).
101
Philip D. Curtin, The lmage of Africa, Britislı ldeas and A c t io1 1s 1 780- 1 850.
.

Londra 1 965 . s. 37 l .
9.
YENİ ADEM'İN PEŞİNDE

HİNDİSTAN'IN GİZEMLERİ
Batı ' nın Yahudo-Hıristiyan düşüncesinin sını rlamaları ndan kendisini
kurtarmaya çal ıştığı on sekizi nci yüzyı lda, pek çok yazar Çi n ' in kadim
bi l gel i ğini Av rupa ' ya örnek gösteriyordu. B ununla birli kte, bunların
hiçbirisi insanlığın ya da bütün insan bi l gisinin kökenini Göksel İmpa­
ratorl uğa yerleştirmeyi düşünmemi şti . Hindistan ise başka meseleydi.
Hindistan ' a karşı özel v e deri n bir hayranl ı k etkisini bu kendi günümü­
ze dek hi ssetti rmeye devam etmişti r. Batıni öğretileri n pek çoğu Hin­
distan ' dan türeme iddiasındadır. Antikite hakkındaki bi l gi leri İbrani ya
da Yunano-Lati n kültürleriyle sınırlı olduğundan, Orta Çağlar ve Röne­
sans bu kadar uzağa gitmemişti . Ne var ki , Tev rat' ı n ta kendisi , i nsan­
lığın kökeninin Yahudiye 'nin doğusunda bir yerde bul unabileceğini
öneriyordu. B u yönde bir nirengi noktası , biri si Fırat olan dört ırmağın
çev relediği Cennet Bahçesinin tanımı nda verilmişti . İbrah i m ' i n Kaide­
l i leri n Ur kenti nden göçü de aynı böl geden başlamıştı. Fakat daha da
bel i rgin olarak Tufan hikayesi vardı, buna göre Nuhun gemisi Kafkas­
lardaki Ararat Dağında karaya oturmuştu. Kafkas dağları , birçok ünlü
mitin sahnelendi ği yer olarak Yunan efsanelerinde de aynı derecede
önem taşıyordu. B i r yandan da bazı Pisagorcu gelenekler, daha bile
uzak Doğudaki ülkelere dikkat çekiyordu, bizzat Pithagoras' ın kendi si,
hem İ ran ' ı n hem Hindistan ' ın bilgeli kleri ni özümsemişti . Bili msel ak­
l ı n bu geleneklerin ortaya koyma iddiasında oldukları gerçekleri henüz
bir yana itmeyip onlarla uyuşmaya çaba gösterdiği bir zamanda, Honıo
sapiensin kökeni hala bu bölgelerde aranmaktaydı. B uffon, "bu adla
anı l maya liiyık ilk insanların" yeryüzü yeterl i derecede soğuduğunda
(kendi hesaplamalarına göre otuz bin yıl önce) Hazar Deni zinin doğu-
230
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: YENİ ADEMİN PEŞİNDE 23 1

sunda bir yerlerde ortaya çıktığına dair oldukça tutarlı bir kuram gel iş­
tirmişti . 1 Bu i nsanlar, "bilimin, sanatların ve bütün yararl ı kurumların
yaratıcısı olarak her türl ü saygımıza layık idiler" Üstelik, "çok bil ge ol­
duklarından çok da mutl u idiler" Daha sonra " hala bilgisiz, yabanıl v e
barbar olan" başka insanlar saldırıp b u Cennet uygarlı ğını yıkmış v e bü­
tün insanlığı " bir kez daha bilgisizliğin gecesine" sal mışlardı. Sadece
Hindistan ' ın Brahmi nleri eski bilginin bir kıv ılcımını koruyabi l meyi ba­
şarmıştı. Astronom Cassini ve Bai l l y ' nin2 kurgularına dayanan bu ant­
ropodise, Altın Çağ ve Düşüş hakkındaki eski mitoloji leri yankılıyora
benziyor.
B uffon, Kutsal Kitap veri lerini alegori k bir tarzda yorumlamaya
meyilliydi. Büyük rakibi Linnaeus, Tevrat'ın harfi harfi ne okumasına
daha uygun, ama tutarlı ol mak şöyle dursun her türl ü mantı ğa meydan
okuyan bazı görüşler i leri sürdü. Tufan hi kayesiyle başlayarak Ekvator
yakınlarında bir yerlerde denizin derinliklerinden çok yüksek bir dağın
ortaya çıkmış olduğunu hayal etti. Kuzeyin hayvanları çiftler hal i nde bu
dağın doruğuna yakın yerlere yerleşirken, tropikal hayvanlar ve aynı şe­
kilde ilk insan çifti eteklerine sığınmışlardı. Yeni toprakların ortaya çık­
masıyla insanlarla hayvanlar bu toprakları mülk edinip oralarda çoğalıp
gel i ştiler. Ne var ki, Linnaeus ren geyikleriyle kutup ayı larının kutup
yakınlarına yerleşip çoğalmak üzere nasıl olup da tropik böl geleri sağ
sal i m aşabi ldikleri n i açıklama zahmetine gi rmemişti .3
Çoğunluğu tekli türeyişçili kten yana olan Aydınlanma düşünürleri ,
Li nnaeus kadar ince ayrıntılara girmeksizin, insan ırkının beşiği olarak
dağları görüyorlardı. Bu özel likle coğrafyacılar açısından geçerl iydi.
Onlara göre, yüksek yerlerde bul unan deniz kabukları dünyanın bir za­
manlar sularla kaplanmış olduğu hi potezini doğrul uyordu ve bu yüzden
Tufan hikayesiyle uyuş uyordu. Artık dünyanın en yüksek dağlarının Çin
ve Hindistan üzerinde yükseldiği bi l i niyordu. Fakat bel ki de Akların

1 Des epoques de la nature, "septieme epoque" (krş. CEuvres philosophiques de


Bujfon, 1 . Piveteau, Paris 1 954 basımı).
2 Cassini ile Bailly. Josephus 'ta geçen belli bir pasaja dayanarak, Eskilerin yıldız­
ların hareketini kesin biçimde hesaplayabildiğine inanmışlardı. Krş . ; Buffon 'un
eserlerinin Piveteau edisyonunda buna işaret eden dipnotlar, s. 1 88 ve s. 220.
3 Krş . ; E. A. W. Zimmermann, Geographische Geschichte des Menschen, und der

allgemein verbreiteten vier fıissigen Tlıiere, C. I I I , Leipzig 1 783, s. 1 92- 1 95.


232 ARi MİTİ: AVRUPA 'DA IRKÇI ve MIUİYETÇI FİKİRLERİN TARİHİ

Sarı ırklarla bir yakınlık fikrini kabul etmeye olan i steksizl iğinin etkisiy­
le, Himalayalar ve Keşmi r ' in öte yakasına değil beri yakasına odaklan­
ma geleneği deği şmemi şti .
B i l i msel olduğu varsayılan bu kuramlardan ayrı olarak, polemik
amacıyla kültürün ve dini n kökenine özel v urgu yapan bütünüy le fark­
lı çeşitten bir argüman da geli şti ri l mi şti. Tev rat'ı kendisine karşı kulla­
nan deist okul, ilk başta Musa ' nın v ahiylerini Mısır 'dan aşırmış olduğu­
nu kanıtlamaya çal ıştı. "Tanrısal Karar v e Bi lgel iğin sefi l, düşkün ve
Mısırlılaşmış bi r köleler taifesinin ... Milletleri n ışığı ol masına niyet etti ­
ğini tasav v ur etmek" Thomas Morgan açısından "Tanrının kendi amaç­
ladığı şeyden pişman olduğunu ve bizzat M usa gibi , yanl ış araçl ar kul ­
l andığını sanma densizl iğinde bul unmak" ile aynı şeydi .4 Bu İngi l i z de­
i stinin şakirtlerinden olan Voltai re, kuramı Hi ndi stan lehine çev i rdi. Bir
çokl u türeyişçi olduğundan, insanlığın kökenini oraya yerleşti rmedi
ama A dem ' in her şeyi, hatta adını bile Hintl i l erden almış olduğunu gös­
termeye uğraştı.5 Diderot' nun Ansiklopedi'sinde de Hindistan madde­
sinde " Hindistan 'da bilimler Mısı r ' dan daha eski olabil i r" ifadesiyle
benzer bir görüş öne sürülmüştü. Ne v ar ki , pek çok çağdaşın gözünde
bunun, Edgar Qui net'in daha sonraları " kadim Doğu'da İbranileri nki ne
rakip bir toplum bulma arzusu" diye adlandı racağı6 polemik amaçlı bir
tarafgirlik yüzünden yapıldığı oldukça açıktı . Hindistan kuramının, ma­
temati k hesaplamalara dayanarak i l k insanları Grönland ve Novaya
Zemlya taraflarına yerleştiren ve daha sonra oradan sanat ve bi l i mleri
icat edecekleri Ganj vadisine taşıyan ünlü astronom Jean Bai l l y ' ni n
desteğini d e almış ol masının bell i b i r önemi vardır. Arktik köken kısa
zamanda unutuldu ve Voltaire, Bailly ile aynı fi ki rde olduğunu şu söz­
lerle kayda geçirdi:
B ütün bunlar başlangıçta il ksel b ir ul u s tarafından benimsenmiş ve zaman­
la dünyanın geri kalanına öğretilip yayılmış olmasaydı, farklı halkların aynı yön­
temleri . aynı bi lgiyi. aynı efsaneleri . aynı batıl inançları paylaşmasının mümkün
olamayacağı yönündeki görüşünüze bütünüyle katılıyorum. Şimdi uzun zaman-

"' Krş. ; Histoire de l 'antisemitisnıe, C . I I I , s. 80-8 1 .


5 Voltai re ' i n Dictionnaire philosophique i nde "Adam" ve "Genese" maddelerine
'

ve aynı ş e k i l d e Essaisur [es moeurs et / 'esprit des nations 'unda "De l ' lnde . . .
başlıklı CXLI I I . Bölüme bkz.
6 Krş . : Ray mond Schwab. La Reııaissance orientale, Paris 1 950. s. 26.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: YENi ADEMİN PEŞİNDE 233

dır bu i l ksel ulusun Brahminler sülalesi olduğunu düşünmekteyim. Bay Holwell


ve Bay Dow 'ın kitaplarına aşina olmalısınız . . . Son olarak efendim, astronomi,
astroloji, ruh göçümü vb. her şeyin bize Ganj kıyılarından gelmiş olduğuna ina­
nıyorum . . . 7

John Holwell i le Alexander Dow, Hindistan üzerine yazdıklarında


Brahminlerin yüksek kültür düzeylerine ve kadim bi l gelikl erine büyük
yer v eren i ki İngiliz yazardı. Dow ' ın eserini 1 769 ' da Fransızcaya çev i­
ren M. B . , bu konuda Dow ' dan bi l e gayretli davranarak bütün kadim
kültür v e dinlerin Hindistan kökenl i olduğunu i l an etmişti . Musa Hint­
li bir asi , Muhammed Hintl i bir düzenbazdı.8 Fransız doğacı Pierre de
Sonnerat'yı da anmaya değer. Ona göre, Hindistan "bütün i nsanların ya­
sa koyucusu" idi . Batı ' nın farklı mitoloj ileri ve dinleri arasında benzer­
likler bularak, bundan bütün bunların insan ırkının doğum yeri olan Hin­
distan ' da ortak bir kökeninin olduğu sonucunu çıkarmıştı ( Voyage aux
lndes orientales, 1 782).
B i rbirini izleyen çev i ri lerde ve gezginlerin anlattıklarında ortaya çı­
kan bu fi ki rl er, Bai l ly ' ni n popüler arktik ve astronomi k kuramını deği­
şikli ğe uğratarak insanlığın kökenini Ti bet'e yerleşti ren Kant'ın hayal
gücünü derinden etkilemişti . " B urası en yüksek ülkedi r" diye akıl yü­
rüttü, " B ütün öbür ü l kelerden önce iskan edilmiş olduğuna kuşku yok­
tur ve hatta bütün yaratımın ve bütün bil imin meydana geldiği yer bile
olabi l i r. Bilindiği üzre, tıpkı bizim tarım, rakamlar, satranç v b. bütün sa­
natlarımızın görünüşe göre Hindistaıı 'dan geldiği gibi, Hintl i leri n kültü­
rü de hemen hemen kesin olarak Tibet'ten gel mi ştir" Kant, burada var­
sayıma dayal ı konuşmuştur; ama kendini etimoloj i k fantezi lere kaptır­
dığında bu kadar temki nli deği ldir. Örneğin, Maniheizm i l e "om mani
,
padme hum. deyişi arasında, ya da İbrahim ile B rahma9 (ki bu zaten ba-

7 Leıtres sur l 'origine des sciences et sur cel/e des peuples de l 'Asie adressies a
M. de Voltaire par M. Bail/y, et precedees de quelques lettres de M. de Voltaire
a l 'aeteur Paris 1 777, s . 3 , (Voltaire 'in 1 5 Aralık 1 755 tarihli mektubu).
8 Dissertation sur /es ırueurs et les usages de l 'ınde, çeviren M . B . * * * , s. XIII­
X I V.
9 Krş . ; Helmuth v. Glasenapp. Das lndienbşld deutsher Denker, Stuttgart 1 960, s.
1 1 - 1 2.
111
Bu bilgiyi Maurice de Gandillac ' ı n bitimsiz bi lgi hazinesine borçluyum. Bu kar­
şılaştırmanın özell ikle Guillaume Postel 'in eserinde bulunacağına i şaret etti .
234 ARI MİTİ: AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYET'Çİ FiKİRLERİN TARİHİ

zı Rönesans yazarlarınca öneri lmiş bi r etimolojiydi) 1 0 arasında bağlantı


kurmaya çal ışmıştı . Fakat, Cermen ül keleri ni Hi ndistan aşkıyla tanıştı ­
ran v e Hindistan Ana i l e bi r akrabalı k kurmak için Romantikleri n hayal
g ücünü ateşleyen kişi herkesten çok Johann-Gottfried Herder olmuştu .
Herder ' i n bu akrabalığın ayrıntılarına i l i şkin görüşleri zaman içinde
değişikliğe uğramıştır fakat Hi ndi stan doğum yeri ni temelde aynı za­
manda şiirsel bir sezgi de olan (ona göre şiir insanlığın i l ksel dil iydi)
orij i nal biçimi artık yitirilmiş olan bir "doğal kav rayış"a bağlıyordu.
B ununla birl i kte, bu Luterci din adamı, Kutsal Kitabı bu efsanevi şiiri n
asl ı ndan e n az uzaklaşmış kopyası olarak gördüğünden, gelenekten
kopmamıştı. "Tari hsel olarak bütün dünyada bütün elimizde kalan , Mu­
sevi diye adlandırmaya al ıştı ğımız yazılı gelenekti r. . . " 1 1
Herder, Almanların etnik ya da ı rksal bakımdan İranlılarla akraba
olabileceğine i nanıyor ve bundan memnuniyet duyuyordu; 1 2 ama ahla­
ki bakımdan asıl öv güye layık olan, haklarında şunları iddia etti ği Hint­
l ilerdi :
brahminler insanlarını o derecede bir kibarlık, zarafet, ağırbaşlılık ve iffetle bi­
çimlendirmiş ya da en azından onları bu erdemler hakkında öylesine bilgilendir­
mişler ki , onlarla karşılaştırıldığında Avrupalılar çoğu kez, sarhoş, deli ya da mal
gibi gözükür. Genel havaları ve konuşmaları son derece seçkin; tavırları dostça;
kendileri temiz; yaşam tarzları basit ve zararsızdır. . . bilgiden nas ipsiz değiller­
dir, hele sessiz çalışkanlık ve taklidi sanatlardan hiç; aralarındaki en aşağı kast­
lar bile okuma-yazma ve aritmetik bilir. . . 13

Herder, magnum opusu olan İnsanlık Tarihi Felsefesi Üzerine Düşün­


celer'de Nuh ' a dayanan ya da Yahudilerden gelen soyağacına şiddetle
karşı çıkmıştı:
Dünyadaki bütün insanları bu soyağacına göre İ branilere ya da onların yarımkan
kardeşlerine bağlamak için gösteri len bunca çaba sadece kronolojiye ya da ev­
rensel tarihe değil, bizzat anlatının gerçek bakış açısına da aykırıdır. . . tufandan
sonra bir kaideli aileden elçiler gelmesi beklenmeksizin, uluslar, diller ve ülke­
ler kurulmuştu . . . Dünyanın sağlam merkez noktası, Asya'nın dağları i nsan ırkı­
nın beşiği olmaya hazırlanmıştı . . 1 4
.

11 Krş . ; Rene Gerard , L'Orient et la pensee romantique allemande, Paris 1 963, s.

40 .
12
Krş. ; A.g.e., s. 22.
I� ldees . . x ı . K itap , I V. Böl üm (çeviren Quinet, Paris 1 827,
. c. I I , s. 326-327).
1�
/dees . . X kitap, V I I . Böl üm (age. s. 283-284).
.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: YENİ ADEMİN PEŞİNDE 235

Bu i l ksel dağlık bölge kuramını, Li nnaeus ' un "yaratılış dağı" hakkın­


daki kurgularından Pal las ve Zi mmermann'ın coğrafi çıkarsamalarına
ve B ai l l y ' nin astronomi k hesaplamalarına dek bulabildiği her çeşit ar­
gümanla destekledi. Görüşünün özünü açıklamak için şiirsel bir dile sı­
ğındı:
Haydi, Buet, B uxtorf ya da Burchart gibi öncelleri mizin dünyanın başlangı­
cını aradıkları bu bölgeleri terk edelim! İ nsan ırkının fareler ve sıçanlar gibi orta­
ya çıkmış olabi leceği Arabistan ve Yahudiye'nin bu köşeleri . N i l ' i n şu havzala­
rı , o Fenike ve Şam kıyıları, bütün bunlar bir yana bırakılmalıdır! Gelin, Asya' nın
doruğuna doğru emek verip dağları tarayalım. B u bizi nereye götürecek? Ufuk
çizgisi bir yaklaşıp bir uzaklaşıyor. B ütün her şeyi başlangıçtan işaretlemiş olan
Tarihin başka bir başlangıcı ve başka bir sonu olacak. Nereye gidiyoruz? .. Sa­
bır. 1 5

B i r anlığına Herder ' i n üsl ubunu benimseyerek, kişi, Yahudo-Hıris­


tiyan bukağılarından kurtulmaya çabalayan Al manya' nın onun bu özle­
mine çabucak karşılık verdiğini söyleyebilir; A lmanya, Schopenhauer
ile Hindistan 'ın çocuğu ve B udist olmayı ; Nietzsche i l e İran ' ın çocuğu
ve Zerdüşt' ün izleyicisi olmayı arzulamıştı. İ l kel l i k özlemiyle, abartma­
larıyla ve aynı şekilde deha kıvılcımlarıyla Herder, romantik Al man­
ya' nın çelişkileri ni haber vermiş ve keski nleşti rmiştir; üstel i k, şarki­
yatçı Raymond Schwab ' ın muhtemelen hakl ı bir gerekçeyle kendisini
bütün o " bugün bile çocuksu v e i l kel olana tapıncımızı körükleyen ön­
yargıları n" başl ıca kı şkırtıcısı olarak değerlendirmesinin düşündürdüğü
gibi , etkisi yalnız Almanya ile de sınırlı kalmamıştı. 1 6
Böyle böyle, çok çeşitl i yazarların ve düşünce okullarının bütün in­
san ırkının doğum yeri ni Ganj ile İndus arası na yerleştirdi ği ni görüyo­
ruz. A rtık iş cüretkar varsayımların yarattığı sisi tek bir kesin gerçekle
dağıtan ama bunu yaparken kendisinden öncekiler kadar kırıl gan bir
varsayımı öne süren dilbilimcilerin, müphem bi r tarzda olmakla birlik­
te beli rleyici olacak katkısına kalmıştı. Bu yeni kurama göre, bütün in­
san ırkı değil , bel irli bir insan ırkı - ardından Hıristiyan olacak olan ak
ırk - Asya dağlarından kopup gelerek Batı ' ya yerleşmişti . Göründüğü

15 "A lteste Urkunde des Menschengeschlechts'' Sonsöz (Sdmmlichte Werke, C. VI,


Berlin 1 883, s. 500).
16 La Renaissance oriantale, op. cit. , s. 225 .
236 ARİ MİTi : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİWYETÇİ FiKİRLERİN TARİHİ

kadarıyla, al ışılmış Nuh ' un soyundan gelme düşüncesinden kendilerini


kurtarmış v e ortak ata Adem düşüncesini reddetmiş olan bi lim çağının
Av rupalıları yeni atalar arayışına girmiş, ancak kökenlerini masalsı Do­
ğuya bağlayan geleneği kırmayı başaramamışlardı. Arileri Hamilerin,
Moğolların - v e Yahudilerin - karşısına yerleştirerek bu atalara bi r ad
verecek olan da dil bilimdi .

ARİ MİTİNİN DOGUM BELGESİ


İ nsan türünün kökeni ile di lin kökeni i l işkili sorunlar ol makla bi rl i kte
özdeş deği ldir. Adem ' i n bütün insanlığın ortak babası olduğu kabı11
edilmişse de kendisinin hangi dili konuştuğu konusu tartışmal ıydı v e
görmüş olduğumuz gibi , özellikle Cermen ül keleri nde, Al manca konu­
şan bir A dem efsanesi Orta Çağlardan beri bil i nmekteydi. fakat oriji­
nal ya da ana dilin İ branca olduğu düşüncesi on sekizinci yüzyılda ha­
la baskındı , o derecede ki , örneği n Ansiklopedi' de bu görüş kabfil edil ­
mişti . 17 Yeni düşüncenin daha sonra v e daha yavaş yayı ldığı Al man­
ya'da da durum böyleydi.
B ununla birlikte, görmüş olduğumuz gibi Leibniz, İ brancanın ger­
çekten ilk dil olup olmadığını daha o zamandan sorgulamıştı. Onu, Göt­
tin gen Ü niversitesinden zamanının en iyi İbranca bi lgini sayılan Jo­
hann- Dav id Michaelis ( 1 7 1 7- 1 79 1 ) izledi . 18 Michaelis, siyasal bakım­
dan Yahudilere eşitl ik tanınmasına karşı yürüttüğü kampanya ile hatır­
lanmalıdır. Bilgi alanında, Kutsal Kitabı n Y üksek Eleştiri si okulunun
kurucularından biriydi ve N uh ' un soyundan gel me düşüncesini ciddiye
al mayı reddediyordu. Dil bakı mından " B ütün dillerin bir ilk di lden tü­
rediğini kanıtlayan hiçbir şey yoktur, hele ki bu dil İbranca olsun. Hep­
si nden önemlisi , Musa'yı (kitaplarını) kanıt olarak öne sürmeyi bı raka­
lım" diye yazmıştı.
Tarihçi meslekdaşı Gatterer ( 1 727- 1 799) ise aksine, Tev ratı dünya
tari hinin başlangıcına ilişki n en iyi kaynak saydığından, geleneksel ve
Ortodoks görüşlere sıkı sıkıya bağlıydı. Almanların Aşkenaz' dan türedi-

17 Krş . ; Georges Mouni n. Histoire de la linguistique des origines au XX. siecle,


Paris 1 967, s. 1 44 ve 1 50.
18 Michaelis ile meslekdaşları Gatterer ve Schlözer'in görüşleri için bkz. A. Borst,
op. cit. , s. 1 88 ve devamı .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: YENİ ADEMİN PEŞİNDE 237

ğine ve A meri ka yerl i lerinin kuşku götürmez şekilde Nuh ' un soyundan
geldi ğine i nanıyordu. İbrancanın oriji nal dil olduğu konusunda bu kadar
emin değildi. Yurtdaşl arının çoğuyla birlikte Tev rat' ta v erilen kronolo­
jiyi izlemiş ve yılların sayımını dünyanın yaradılışından başlatmıştı.
Göttingen ' e şan kazandıracak üçüncü ad, bu ikisinin arasında bir
konum benimseyen Ludwig von Schlözer ( 1 735- l 808) idi. Kendisi
Tevrattaki Tufan anlatısını kesin bir gerçek sayıyordu, fakat Babil karış­
ması hikayesinin doğrul uğundan o kadar emin deği ldi . Bir yandan Al­
man tari hçilerine İsa ' nın doğumuyla başlayan modern kronoloj iyi kul­
lanmayı kabı11 ettirmeye, 1 9 öbür yandan Lei bniz gibi, dilleri Sami ve
Yafesl ailelere ayırmaya çal ışmıştı. Birinci çabası bilim dünyasında ça­
bucak kabı11 görürken, ikinci çabasında talihi o kadar yav er gitmedi .
Avrupalılar, di l lerinin il işkili olduğunu kabul etmeye hazır olmalarına
rağmen (sanki kendilerini öyle değil böyle tanımlamak daha zormuş gi­
bi) bu dilleri tek bir çatı altında toplamaya istekli değildi. Başka yerler­
de Hint-Av rupa olarak adlandırılan dilleri adl andırmak için Almanya' da
indo-germanisch ifadesinin kullanılmasının gösterdiği gibi, günümüzde
bile bu güçlüğün üstesinden tam olarak gelinememiştir.

Schlözer, daha o zamandan Ermenice ve Farsçayı Yafesl diller ai lesine


dahil etmişti . Hindistan ' ın Av rupalılar için ulaşılabilir ol masından beri
çeşitli Av rupa ve Asya dilleri ndeki kelimeler arasındaki i l işki dikkatle­
ri çekmişti . İtalyan gezgin Fi lipo Sassetti , 1 587'de bu ilişkiye i şaret et­
mişti . Fransız Cizv it Pere Coeurdoux, 1 767 ' de bu konu hakkında uzun
bi r çalışma kaleme almıştı.20 Gene de Asya dilleri az bili nen diller ola­
rak kalmış ve İbrancanın öbür dillerin kendisinden türediği ana dil ol­
duğu düşüncesi bilginleri n di kkati ni yanlış yöne çev irmişti .
Hindistan ' a olan i lginin artması daha incel ikli dilbili msel inceleme­
leri körükledi. Fransız Anquetil du Peyron, Perslerin dili olan Zendceyi
öğrenmek amacıyla düz asker olarak Hi ndi stan ' a gitti ve bi rçok mace-

19Kronoloji meselesi hakkında bkz. A. Klempt, Die Siikularisierung der universal­


historischen Auffassung .. ., op. cit. , s. 1 88 ve devamı .
2° Krş . ; Th. Benfey, Geschichte der Sprachwissenschaft und oriantalüchen

Philologie in Deutschland, Münih 1 869, s. 333 ve devamı .


238 ARİ MİTi : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

radarı sonra 1 77 1 'de [Zerdüştçülerin kutsal kitabı -ç.n. ) Zend-Av es­


ta' nın çev irisini tamamladı. Sanskri tçenin gizemleri nin Av rupa ' da öğre­
n i l mesi daha az romantik bir yoldan oldu. Aşağı yukarı 1 780'de Bengal
B rahminlerine Hindistan ' ı n kadim yasalarını ve kutsal metinlerini İngi­
lizceye (başlangıçta Farsça aracılığıyla) çev i rmeleri emri verilmişti .
1 78 3 'te İngi l i z şair ve hukukçu Wi l l iam Jones, Bengal Y üksek Mahke­
mesinde yargıçlığa atandı . Burada kendini Sanskritçeyi i ncelemeye ver­
di v e kısa sürede bu di lin Yunanca ve Latince ile yakınlığının farkı na
v ardı . Hint-Av rupa dil leri ai lesinin varl ığının keşfedildiği tarih, normal ­
de onun aşağıdaki pasajı yayımlattığı 1 788 yılı olarak kabfil edilir:
Sanskrit dilinin, ne kadar eski olduğu bir yana, harika bir yapısı vardır; Yunan­
cadan daha mükemmeldir; Lati nceden daha zengindir ve gerek fiil kökleri ge­
rek gramer biçi mleri bakımından, tesadüf sonucu olamayacak ve bir filozofun
bu üç di l i belki artık var olmayan ortak bir kaynaktan çıktığını düşünmeksizi n
i nceleyemeyeceği kadar güçlü b i r yakınlık taşıdığı b u i k i dilden çok daha seçki n
bir i nceliktedir: Bu denl i zorlayıcı olmamakla birlikte, çok farkl ı bir deyişle ka­
rışmış olsalar da hem Got hem de Kelt dillerinin de Sanskritçe ile aynı köken­
den geldiğini düşünmek için benzer bir gerekçe vardır.. 2 1 .

Dahası , Jones, Yunan-Lati n v e Hint mitolojileri arası nda yakın ben­


zerl i kler bulabi ldiğine de i nanmıştı . " Kadim Yunanistan ve İtalya ile
ş i mdi otu rmakta olduğumuz bu ül kede başlıca tapınç nesneleri arasında
çarpıcı bir benzerlik v ar. . . "

Dilbi l i m tari hçisi Benfey, zamanındaki bilgi düzeyi kendisini mese­


la Sanskri tçe ile İ branca arasında benzerl i k bul maya da yöneltebi lece­
ğinden, Wi l l iam Jones ' un Sanskritçenin Av rupa dil leriyle akrabalığını
bulmasının bir şans, ya da bel ki de "sezgi"sinin doğru çıkmasını sağla­
yan bi r tanrısal esin eseri olduğuna i şaret eder, çünkü bunun gerçek bi­
l imsel kanıtı, yani yapısal akrabalık, ancak otuz yıl sonra Alman di l bi­
l i mci Franz Bopp tarafından ortaya konmuştur.22 Aslında buluşu, başta
i l k ortak dilin insan ırkıyla aynı anda, ona göre Tev rat'taki Cennet Bah­
çesi nin yeri olan Keşmi r ' de ortaya çıkmış olduğuna i nanan Alman gra­
mer bilgini Adel ung' unki olmak üzere itirazlarla karşılaşmıştı . 23
Gene de, şarkiyatçıların çoğu Jones ' un keşfi ni onayladı. B u keşif,

21
A.g.e., s. 348, Asiatic Researches'de Jones 'in alıntısı.
22
Krş . ; s. 3 5 5 .
2-' Addung'un kuramı hakkında bkz. Histoire de l 'aııtisemitisme, C. I l l , s. 325 .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: YENi ADEMİN PEŞİNDE 239

başta dil ilişkisi nden bir ırk i l işkisi çıkararak bunu derhal bir antropo­
lojik kıl ığa sokan Friedrich Schlegel sayesinde, on dokuzuncu yüzyıl
başlarından iti baren kültürlü çev relere mal oldu. İlk kuşak Romanti kle­
rin - sanatın ve bil i m i n insanlığın gelişip ilerlemesine hizmet etmesi ge­
rekti ğine inanan kuşağın - bu parlak temsi lcisi, doğrudan i l an etmekten
çok tam doğru anda yaptığı öneri lerle, Alman gençliğini bir Ari mitiyle
coşturmayı başarmıştı. Schlegel , başka uğraşları nın yanı sıra roman ya­
zarı , tari hçi ve diplomattı ama hiçbi r bakımdan aşırı bir Al man mi l liyet­
çisi değildi. Yahudilerin özgürleşmesinden yana çaba göstermişti ve
Nazi Almanya'sının tari hçi leri , kendisine ne kadar çok şey borçlu ol­
dukları nı bi lmeksizin, hem bu yüzden, hem de Yahudi fi lozof Moses
Mendel ssohn' un kızıyla ev lenmiş olduğu için onu "ırk duygusundan"
iki kat yoksun olmakla kınamışlardı. 24
Schlegel , Pari s ' e yaptığı bir ziyaret sırasında ( 1 802- 1 803) Sanskrit­
çe öğrenme fırsatını bulmuş ve buradan başlayarak bu yeni edi nilmiş
bi lgisini 1 805 'ten i tibaren Köln Üniversitesinde v erdiği derslerde kul­
lanmıştı .25 " Her şey, ama kesi nlikle her şey Hi ndi stan kökenlidir"26 di­
ye ilan etmiş ve bu kanaatini bizzat Mısır uygarlığının Hindistan gelen
bir grup mi syonerin eseri olduğuna inanma noktası na kadar götürmüş­
tü. Hintliler tarafından aydınlatılan Mısırlıların da kendi paylarına Yahu­
diye 'de uygarlaştırıcı bi r koloni kurduklarını, ancak ruh göçümü ve
özel l i kle ruhun öl ümsüzl üğü kav ramlarının cahili olduklarından, Mu­
sa' nın "Tatar" m i l l eti nin Hint haki katleri ni ancak kısmen öğrenebildiği­
ni düşünüyordu (Schlegel, bu yol la Voltai re 'e saygı sunmuştu fakat bu
saygı sunuşu, kendisinin Aydınlanma geleneği yle canı yürekten bi r Al­
man Romantizmi arasında nasıl arada kal mış olduğunu açı kça gösteri­
yor) .27
Schlegel , ünlü eseri Hintlilerin Dili ve Bilgeliği Hakkında Dene­
me ' de ( 1 808) Hindi stan havari liğine devam etti. B u kitabın ilk iki bölü­
mü Sanskrit dilinin ne kadar güzel , ne kadar eski ve felsefi fi kirleri ifa-

24 Krş. ; Paul Busch, Friedrich Schlegel und das Judentum, Münih 1 939.
25 "Vorlesungen über Universalgeschichte" ( 1 805- 1 806 ) ; Werke, ed. J .-J . Anstett, C.
xıv. Münih ı 960.
2'' Ludwig Tieck'e mektup, 1 5 Aralık 1 803 , krş. age. , s. XXXI.

2 7 Schlegel açıkça Voltaire'e atıf yapmaktaydı ve Essai sur fes mreurs et l 'esprit des

na tions 'dan özel li kle etki lenmişti , krş . age., s. x x v ı ı ı .


240 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MIUİYEI'Çİ FİKİRLERİN TARİHİ

de etmeye ne kadar uygun olduğu konusunu anlatmaya ayrılmıştı .


Schlegel , "Tarihsel Fi kirler" başl ıklı üçüncü böl ümde antropolog rol ü­
ne bürünüyor ve i mparatorl uklar kurup Batıyı uygarlaştırmak üzere
d ünyanın damından aşağıya yürüyüşe geçen, efendi lik hasletine sahip
insan kollarının cesur bir tasv irini yapıyordu.
Schlegel , iyi bili nmeyen bi r karışımın sonucu olarak bu yeni halkın
kuzey Hindistan 'da ortaya çıktığını v e " zorunl uluğun mecburiyeti nden
daha yüksek bir güdünün" kılav uzl uğunda Batıya doğru göç ettiğini öne
s ürmüştü. 28 " Mısır ve Hint mimarisinin modern binaların kırıl gan kü­
çükl üğü karşısındaki muazzam görkem ve dayanıklığının" bu halkın bü­
yükl üğünün kanıtı olduğunu söyl üyor ve şöyle devam ediyordu " B u de­
ğerlendirme, anoloj i yol uyl a . . . bütün bu ünlü ulusların tek bir soydan
geldiği ve bütün kolonilerinin doğrudan ya da dolaylı olarak Hint kö­
kenl i olduğu gerçeğini kav ramamızı sağlar. . ." Çok geçmeden bili msel
bir gerçek mertebesine yükselecek olan anahtar fikri buydu. Schlegel ,
bu kolonilerin savaşçılarca mı yoksa kendi kuşkulandığı gi bi din adam­
l arınca mı kurulmuş olduğu konusunda sorgulamasına devam etti . A ma
hangisi doğru olursa olsun, asıl merak etti ği şey, nasıl bir gücün, " insan
v icdanının kav ranması mümkün olmayan ne gibi bir huzursuzl uğu" nun
bu bu i nsanları harekete geçirmi ş olabileceği idi. Bu sorunun yanıtını
ararken (belki Ovidius ' un Metamorfozlar' ından esinlenerek)29 bu nazik
H i ntl i v ej eteryanları et yiyicilere çev i rmiş v e onları gizemli bi r içgüdü­
nün peşinden uzak ül kelere sürüklemiş olan bir i lksel suça dai r daha da
i l g i nç bir kuram geliştirdi. "Tanrının i l k kati li kanlı bir işaretle damga­
lamış ve dünyanın öteki ucuna sürmüş olduğunun anlatıldığı gibi , bu sö­
zünü etti ğim bilinmez kaygı, kaçak insanı takip etmiş olmalı değil mi­
dir?" Tevrat mitlerine bütün başvuruları ortadan kaldıran bu vejeteryan
antropodise, sonraları Richard Wagner tarafından ele alınıp daha da ge­
li şti ri lecekti .30
Schlege l , " tari hten önce meydana gelmiş olaylardan" söz etti ğini

28 Buradaki alıntılar Fransızca çeviriden al ı nmıştır, Essai sur la langue et la


philosoplıie des Jndiens, Çev. M. A. Mazure, Paris 1 837, s. 1 65- 1 92.
2 9 Krş . ; Metamorphoses, Pitagaros ' un ağzından il kel ve et yemez Altın Çağ 'ın öv ül­

düğü X V. Bölüm s. 75- 142.


3° Krş . ; Histoire de l 'antisemitisme, C. III, s. 440-467 ("Le cas de Richard Wag­
ner"').
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: YENİ ADEMİN PEŞİNDE 24 1

ekleyecek kadar temkinliydi ve dahası şunları da yazmıştı : "Asya ' nın en


zengin v e bereketl i bölgesinin insanlarının İskandi navya'nın kuzey uç­
larına ulaştığı yoldan daha fazla kuşku uyandıracak bir şey yoktur. . . "
B ununla birl i kte Hint efsaneleri nde " bir büyülü dağ geleneği. . . Kuzeyin
kutl u dağına duyulan derin bir saygı"nın varlığını keşfetmişti. Bu yüz­
den " Kuzeyin yüce saygınlığı ve görkemine dair doğaüstü bir düşünce"
Cermenik halkları tari hteki yolları boyunca bir mıknatıs gibi çekmişti.
Schlegel ' i n dünya hakkındaki görüşü şu sözlerle sonlanıyordu: " Ül­
kemizin tarihi açısından önemli olmakla birl ikte, bu araştırmayı burada
daha fazla sürdürmek uygun deği ldir." Bu son değinme bize, Hintlile­
rin Dili ve Bilgeliği Hakkmda Deneme ' n i n , bi r bel irsizli k ve kargaşa
dönemi nde, Fichte ' n i n Alman Ulusuna Hitabe 'si ile aynı yıl yayımlan­
mış olduğunu hatırlatıyor. Yakından bir inceleme, eserinin Fichte ' nin
düşünceleriyle açı k yakınlıkları nın bulunmadığını gösterecektir; açıkla­
malarında son derece i htiyatl ıdır; bütün düştinceler şiirsel bir şekilde di­
le getirilmiştir. Son olarak, Schlegel , bu eserinde Arfler ya da İndo-Cer­
menler teri mlerini henüz kul lanmamıştır. Ger e de, müphem genel leme­
leri okurlarında en cüretkar kurguları körükl emeye yeterl i olmuştu.

MİT GELİŞİYOR
Fri edrich Schlegel ' i n düşüncelerinin i l k izleyicisi ve yayıcısı , bunlardan
aynı vatanseverce sonuçları çıkaran kardeşi August-Wi l helm oldu. 1 804
yılında " Eğer i nsan türünün türeyişi Doğu ' da başlamışsa, Almanya Av ­
rupa'nın Doğu'su sayılmalıdır" diye yazmıştı.3 1 B u milliyetçi heyecan
yıllarında, hadi çılgınca demeyelim, yabanıl kurgular hızla yayılıyordu.
Görres, kuramlarını 1 8 1 0' da açıkladı , (geleceğin Arilcri nin " Uzak Do­
ğu ' nun Samileri" olduğunu v e İbrah im 'in insanlığın ve dinin doğum ye­
ri saydığı Keşmir ' den geldi ğini söyledi ğinden, termi noloj i si şaşırtıcıy­
dı)32. Bu tür kuramların en bi linenini 1 8 1 0- 1 8 1 2 yıl larında Creuze öne
sürdü. Bu yıllarda yayımlanan eserlerinde, Yahudi l i ği n gerçek doğal din
olan B rahmacılığın ilkel bir biçimi olduğunu ve B rahma ile özdeşleşti r-

·' 1 Aktaran, Rene Gerard, L 'orient et la pensee romantique allemande, op. cit. , s.

1 32 .
.ıı Jacob-Joseph Görres, Mytlıengesclıichte der asiatischen Welt; krş. Rene Gerard,
op. cit. , s. 1 8 1 - 1 87 .
242 ARi MİT! : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FiKİRLERiN TARİHİ

diği İbrahim ve Erste Sarasvadi ile özdeşleşti rdiği Sara' nın Brahmin ol­
duklarını öne sürüyordu.33 Kanne, 1 808- 1 8 1 5 arasında bu özdeşli kleri
daha da ilerleterek Esav ' ı Ehrimen ile, Yakub ' u Hürmüz ile ve Yusuf ' u
Ganeşa i l e eşi tledi .34 Yaklaşık aynı sıralarda, Schopenhauer, kuşkusuz
en etkil i Hint v e Ari yanlısı - ve aynı zamanda Yahudi karşıtı ya da an­
ti-semit - argümanları bi r araya geti ren fel sefi eser olacak kendi si ste­
mini oluşturmaya başlamı ştı . Bundan hemen sonra terminolojik silah­
lar döv ül meye başlandı. Bundan kısa bi r süre önce Persleri ve Medleri
adlandırmak için Anqueti l du Peyron tarafından Herodotos 'tan ödünç
alınmış ve bazı Al man yazarlarınca aynı anl amda kullanılmış olan Arf
teri mi, 1 8 1 9' dan iti baren yine Schlegel sayesinde daha yaygın bir oto­
rite kazandı . Schlegel, bu seçimini, Ari kökünü Al manca onur anlamına
gelen Ehre kel i mesiyle ilişki lendi rerek haklı göstermişti (aynı kök ben­
zer anlamlarda Kelt ve Slav dillerinde de bul unduğundan dilbi l i msel
açıdan hiç kuşkusuz haklıydı).35 İndo-Cermenler terimi 1 823 'te şarki­
yatçı Julius von Klaproth tarafı ndan ortaya atı ldı ve Al man yazarlarının
çoğu tarafından hemen beni msendi ,36 buna karşılık öbür ülkelerde,
1 8 1 6' da İngi l i z Thomas Young ' ın önerdiği Hint-Avrupalılar terimi tu­
tuldu.37 Ancak İndo-Cermenler teri mi, hatta dilbilgisel anlamda Al man­
ya'da bile iti razla karşılaşmıştı. Öyle k i , bilgin Franz Bopp 1 833 ' de
Hi nt-Av rupalılar terimini tercih etmek için sağlam gerekçeler bul muş38
ve 1 85 l gibi geç bir tari hte, Yahudi karşıtı ol makla birl ikte inançlı bir
Hıristiyan olan şarkiyatçı Boetticher-Lagarde, "Yafesi dil ler" ifadesini

33 Friedrich Creuzer, Symbolik und Mythologie der alten Völker. .. krş. Gerard , age . ,
s . 1 73- 1 8 1 .
3� Johann Arnold Kanne, Erste Urkuııden der Geschichte oder allgenıeiııe

Mythologie . . ( 1 808) ve System der iııdischeıı Mythe oder Chronos . ( 1 8 1 5) .


. ..

Krş . ; Gerard, age. , s. 1 87- 1 9 1 .


35 "Arr' teriminin girdiği kılıklar için bkz. Hans Siegert, "Zur Geschichte der Beg­

rifle "Arisch" und "arisch" " Wörter und Sachen, Heidelberg, 41 1 94 1 - 1 942 s.
,

73-99.
36 Krş . ; Gustav Meyer, "Yon wem stammt die Bezeichnung Indogermanen?", ln­

dogermaııische Forshungen, 11 ( 1 892) s. 1 25 - 1 30.


37 Krş . ; Siegert, adı geçen makale . s . 75.
.

·'8 Bopp, ''lndo-Cermen ifadesini onaylayamam, çünkü insanın kıtamızdaki bütün

i nsanları niçin Cermenlerin temsil ediyor sayması gerekti ğini anlayamıyorum"


diye yazmıştı ( Vergleichende Grammatik, Ö nsöz).
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: YENİ ADEMİN PEŞİNDE 243

kullanmıştı.39 Her şeyin kelimelere bağlı olduğu bir alanda bu dilbi l i m­


sel merağın önemli v e acılı sonuçları olmuştur. Kel i meler kimin kullan­
dığına göre anlam kazanırlar ve herkesçe bil i ndiği gibi, bir kez kullanı­
ma girdi kten sonra kendi leri ni türetmiş olan d i l bi l i mcilerin denetimin­
den kolayca kurtul urlar.
Böylece, otanti k v e yararl ı dil bi l imi şu çatlak " ı rksal antropoloji"
tarafından soğuruldu. Daha da kötüsü, bu antropoloj i k çarpıtmaların iz­
leyeceği yol u si yasal hırslar etkiledi. Üsteli k bu yeni kel imeler ve ku­
ramlar, Yahudi sorununun özel bir ateşlilikle tartışıl makta olduğu bi r
zamanda kullanıma girmeye başlıyordu. B u noktada konudan şöyle hız­
lıca bi r uzaklaşma gerekiyor.
Yahudilerin özgürleşmesi Av rupa ülkelerinin pek çoğunda 1 879 ile
1 8 1 5 yılları arasında gerçekleşmi şti . B u tari hten iti baren Yahudiler öbür
herkes gibi yurtdaşl ar olma hevesi ne kapıldılar. Oysa, köleleri n özgür­
leştiğinde hep olduğu gibi, Hıristiyan toplumu, özel l i kle de Alman­
ya'da, Yahudi l ere her zamanki nden de az güven besliyordu. Şimdi , bi­
l imsel bir çağda gettoları n yeniden kurulmasını hakl ı çı karmak üzere
tanrısal lanet i nancına dayal ı ilahiyatçı bir argümana artık başv urula­
mazdı; bu yüzden Yahudileri n "tanrı kati li kastı", özgürleşmeden sonra
bir "aşağı ırk"a dönüştü. Daha önceki çal ışmalarda enine boyuna boyu­
na i ncelediğim v e Hıristiyan Batmın silinemez duygu ve düşmanlıkları
bundan böyle yeni bir kelime dağarcığıyla ifade edilecekti şeklinde
özetlenebi lecek bu semanti k ve sosyoloj i k görüngüye genel bir çerçeve
sağlayan şey, Aydınlanmanın yeni antropolojisi oldu. Al manya 'da Ya­
hudi lerin özgürleşmesi Fransız işgali altında gerçekleşti ği nden hal kın
gözünde i ki kat sev imsizdi ve bu yüzden Al man v atanseverliği, bu ikin­
cil bir dürtü olsa bi le, Yahudi karş ıtı bir yön almaya yazgıl ıydı . Anti-se­
mitizm Ari mitinden önce de vardı ve bu mitin tutunması na yardımcı ol­
muştu, ama Cermenomanyaklar neredeyse daima anti-semit olsalar da,
zorunl u olarak bu yeni Hint soyağacının taraftarı ol maları gerekmiyor­
du. Aslında Al manları n kendi ırklarından türemiş olduğunu sav unan es­
ki vatanseverl i k geleneği ne ters düştüğünden, bu yeni soyağacını kabı11 -
lenmeye pek i stekli de değildiler.40 Daha sonra, yirminci yüzyılın ilk ya-

.w Boetticher-Lagarde 'ın Lati nce yazdığı bu doktora tezi şu kelimelerle başlar: in­
ler linguas japetitticas, ( krş. Siegert. adı geçen makale, s .74.
244 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARiHİ

rısında bu gelenek gücünü sürdürecek v e Arfler terimi korunurken Hin­


distan çağrışımları ayıklanacaktı . On dokuzuncu yüzyılın başında da ay­
nı şekilde, E. M. Arndt ya da F. L. Jahn gibi Cermenomanyaklar Hint­
li lerle akrabalık düşüncesini tamamen gözardı ediyorlardı , orijinal Al­
man hal kı hakkındaki kuramıyla Fichte ' y i hiç saymayalım.
On dokuzuncu yüzyılın pozitivist bi liminin gelişmesiyle bi rl ikte,
nasıl doğduklarını Herder 'e özel bir atıfla göstermiş olduğumuz bu fel ­
sefi v e siyasal-dinsel özlemlere akademisyenler yavaş yavaş bilimsel
onay damgasını v urmaya başladı. B u özlem ve düşlerin olgunlaşmasıy­
la bi rlikte kuramların, kanaatlerin ve tutumların nasıl büyük bir çeşitli­
l i ğe ulaşabi ldiğini üç büyük kişiliğin örneği nde görebi liriz.
Fi lozof Schel ling, her ne kadar dili n ve ırkın atalığını onfara atfet­
mcksizi n de olsa, 1 803 yılından başlayarak Hindistan takıntısına sempa­
tiyle yaklaşmıştı . Hi nt dinine bir yakınlık duyuyorsa bile bu onu "en es­
ki idealizmin" kaynağı olarak görmesindendi . Şu "eski ve yeni ahi t ki­
tapları denen kitapların" Hıristiyanlığın mükemmelliğe kav uşmasının
önünde engel olduğunu ve "gerçek bir di nsel içerik" bakımından Hin­
distan 'ın kutsal kitaplarıyla kıyaslanmalarının bile abes olduğunu düşü­
nüyordu.41 1 805 'te yazdığı bir yazıda "Av rupa her şeyini doğunun aşı­
larına borçlu olan kuru bir kütükten başka nedir ki?" diye sormuştu.42
Sonra sonra Luterd ortodoksiye yaklaşınca Schelling, Hint takıntısına
karşı olduğunu kamuoyuna ilan etti .43
Goethe, bu takıntıya ta baştan karşıydı. Hi nt panteonuna deri n bir
anti pati duyuyor v e " Hint ucubeleri" ile onların putperest hayranları na
( Götzeinder) karşı duyduğu tiksi ntiyi dile geti recek sertlikte sözler bul­
makta zorlanıyordu. Ona göre, Hint dini sanata ve dine öl ümcül zarar
vermişti . Gençliği nde Kitap anlatılarına karşı gösterdiği hayranlık ileri
yaşlarında öbür doğul u mitoloj i lere yönel mi şti . Ne var ki bu konuda İn­
dus ' un ötesine geçmey i reddetmişti . Ki şisel bir uzlaşma tercihiyle, "İb­
rani Haham düşüncesinin dar çemberinden kurtulmanın ve Sanskritçe­
nin derinlik ve zengi nliği ne ulaşmanın" aracı olarak gördüğü Parsilerin*

1 Yukarıda Almanya böl ümüyle karşılaştırınız.


" Ü ber das Studi um der Theologie" (krş. Schellings siimnıtliche Werke. C. V.
Stuttgart 1 859. s . 296 ve devamı.
� 2 Windischmann·a 1 8 Aral ık 1 806 tari hli mektup, aktaran H . Gerard, op. cit. s. 2 1 3 .

" 1 Einleitung in die Philosoplıie der Mytlıologie ( 1 84 1 - 1 854).


MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: YENİ ADEMİN PEŞİNDE 245

" soyl u ve saf' bil geliklerinin hayranı oldu. B u yüzden kadim Hint di l i
i lgi alanına gi rmedi . Goethe, zamanının önde gelen şarkiyatçıl arın çalış­
malarını büyük bir dikkatle incelemişti . 1 8 1 9 'da West-Östlicher Di­
van ' ında (Doğu Batı Divanı), kısa bir bölümü Wi llam Jones ' a adamış
ol masına rağmen, ki tabın sonunda yer verdiği uzun ve bilgi dolu ekte
Hint-Av rupa dil ailesi nin keşfi nden hiç söz etmemiş ol ması da i l ginçtir.
Hintlilere hiçbir ırksal yakınlık duymadığından ve milliyetçilerin fütur­
suz ajitasyonlarından rahatsız olduğundan, çağdaşlarıyla mizacı pek
uyuşmuyordu.44
Aynı dönemde yazan Hegel , konuya daha modern bir yaklaşım ser­
giliyordu. Sanskritçenin keşfini yeni bi r kılanın keşfiyle kıyaslamıştı ,
çünkü ona göre, " böyle b i r konuyu e l e almak için Cermen ve Hint hal k­
ları arasındaki tari hsel bağları n kesinlikle göz önünde tutulması gereki­
yordu" .45 B u nedenle Hintlilerin Av rupa'nın sömürgeleşti rdiği yolu nda­
ki düşünceyi , tarihte sık rastlanan hi kayelerin aksine, çürütülemez bir
gerçek mertebesine yükseltti :
Birbirinden öylesine ayrılmış hal kların dilleri arasındaki uyumda... bu halkların
Asya' dan başlayan dağıl masının ve aynı ortak atalardan başlayarak ayrı evrim­
lerinin çürütülemez bir gerçek (unwidersprechliches Faktum) olduğunu göste­
ren bir sonuçla karşılaşıyoruz. B unun, gerçek diye sunulan öylesine çok hika­
yeyle tari hi zenginleştirmiş bul unan ve bu koşulların ya da başkalarının yeni
birleşimleri her zaman mümkün olacağından, zenginleştirmeye de devam ede­
cek olan, koşulların varsayımsal biçi mde bir araya getiri lmesiyle i l gisi yoktur.46

Yalvaç böyle buyurmuştu ; ulusların kökeninin bi l imsel olarak ge­


çerl i testi ancak dilbi l i msel kanı tla mümkündü. Tarih Felsefes i ne göre
Hindistan tarih öncesi bi r ülke olduğundan, Hegel ' i n durumunda ı rk ile
- --------·---·-·- ---

* .
Iran'da Müslümanlığın hakim din olmasından sonra dinlerini korumak için 1 0.
yüzyılda Hindistan' a kaçan Zerdüştçülerin soyundan gelip, küçük bir azınlık ol­
sa da bugüne dek bin yıldır kültürünü korumuş topluluk. İ ran 'da sayıca daha kal­
abal ık bir Zerdüştçü topluluk hala varlığını sürdürse de, Zerdüştçü dinsel gelenek
ve kutsal yazın esas olarak Hindistan 'daki Parsiler arasında korunmuş, daha
önemlisi , Av rupal ıların (ve modern bilginin) Zerdüştçülüğü yeniden tanıması da
daha çok İ ran değil Hindistan üzerinden olmuştur. -ç.n.
+ı Noten und Abhandlungen zu besersem Verstiindis des West- Östliclıen Divans.
45 K rş . ; Die Vernımjt in der Geschischte. Hoffmeister basımı. Hamburg 1 955 . s. 1 58
ve devamı.
..,, A.g.e., s. 1 63 .
246 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

dil arasındaki bu karışı klık daha da di kkat çekici ydi . Üstel i k Hegel ,
Hintl ilerin felsefesi , karakteri ve töreleri hakkında hor görmeden başka
bir duygu hi ssetmiyordu.47 (Bai l l y, Schel ling ve Schlegel 'den aktardığı)
B ütün bilgelik ve sanatları n yaratıcısının i l kel bir Hint hal kı olabileceği
düşüncesi hakkında alaycı bir edayla " zamanımızın moda görüşü" diye
yazmıştı. "Bu tasv i r" diyordu, "eskinin ilahiyatçılarının, örneği n Tanrı­
nın A dem ile İbranca konuştuğunu, ama onu başka ihtiyaçlara uyarla­
dığını söyleyerek kendi tarzları nda işlemiş oldukları İnsan ın Cennetteki
durumunu yeniden canlandırıyor."48
Son olarak, Heine 'a inanacak ol ursak Al man şeytanının kendini
Sanskritçe ve Hegel öğrenmeye vermi ş olduğu bu dönemde Ari miti n i n
düzme-bi l i msel biçimine mükemmel l i k kazandıran bazı bilginlere de
deği nmel iyiz.49
Kronoloj i k sıraya göre bunların birinci si, 1 820 'de B udist rahiplerin
ve misyonerlerinin önderliği ndeki Hint ordularının "Asas ül kesi" Kaf­
kasları50 aşarak Batıya nasıl dal mış olduğunu ince ayrıntılarıyla tasv i r
eden coğrafyacı Kari Ritter idi . Hindi stan, Ritter tarafı ndan böyle ayrı­
cal ıklı kılınmış olmakla birl ikte henüz Yahudiye ' nin karşısına çıkarıl ma­
mıştı. Aynı yıl içinde Zerdüşt' ün öğretisinin Musa ' nınkinden üstün ve
öncel i kl i olduğunu öne süren51 Johann Gottfried Rhode tarafından i ma
edi lmiş ol sa da, bu düal isti k görüş, nihai ve modern biçimine çeyrek
yüzyıl sonra Hi ntbi limci Christian Lassen tarafından kav uşturuldu.
Schl egel kardeşlerin bu öğrenci si, aşağı yukarı 1 845 'te şöyle yaz­
mıştı :
Kafkasyal ı halklar arası nda onur köşesini kesinlikle Hint-Cermenlere ver­
meliyiz. B unun da bir şans eseri olmadığına, onların üstün, daha geniş kapsam-

47 Krş . ; H. von Glasenapp, Das İndien bild deustscher Denker, op. cit. , s. 38-60 .
.J8 Die Verııunft in der Geschischte. s. 1 58.

4 9 Bkz. ( 1 823- 1 824'e dayanan) "Heimekehr" çevrimi : "Şeytanı çağırdım ve geldi . . .

Yetkin bir diplomattı ve Kil ise ve Devler işleri hakkında sarahatle konuştu. Bi raz
solgundu, ama bunda şaşacak pek bi r şey yok, çünkü Sanskritçe ve Hegel
çal ışıyordu . . . "

50 Die Vorhalle des Europiiischen Völkergeschichte . . . , Cari Ritter, 1 820 (R. Gerard,

op. cit. içinde, s. 1 92- 1 94).


51 Die heilige Sage und das gesamte Releigionssystem der alten Baktrier, Meder
und Perse . von J . G. Rhode ( 1 820) (krş . . Histoire des l 'antisemitisme, c. 1 1 1 , s.
. .

325-326).
MİTLERİN ESKİ KÖKENi: YENİ ADEMİN PEŞİNDE 247

lı yeteneklerinden kaynaklandığına i nanıyoruz. Samilerin, ruhun bütün kuvvet­


l erinin Hint-Cermenleri karakterize eden o uyuml u dengesine sahip olmadığını
tarih bize öğretiyor.
Aynı şekilde felsefe de Samilerin güçlü yönü değildir. B ütün yaptıkları
Hint-Cermenlerden ödünç almaktır, bunu da sadece Araplar yapmıştır. Görüşle­
ri ve kanaatleri zekalarını öylesine baskılamıştır ki som fikirleri düşünecek gö­
n ül dinginliğine ulaşamazlar. . . Dinlerinde, Samiler bencil ve dışlayıcıdır. . . 52

Lassen, daha i leri giderek Hi ndistan Arflerini Dekkan hal kıyla v e


Av rupal ılarca fethedilen Av ustralya ve Ameri ka' nın yerl i l eriyle karşı­
laştırdı. B u bağlamda Hi ndistan ' da en yüksek kastların en ak derili ler
ol duğunu ileri sürdü. Böylece "Ariler i nsanları n en iyi örgütlenmiş, en
giri şken v e en yaratıcısıdır, yeryüzü en mükemmel bitki ve hayvan tür­
lerini geç bir tari hte üretti ği nden , en gencidir de. Bu ilişki, ni hayeti nde
siyasal alanda da kendi sini benzer biçi mde gösterecekti r. . . " sonucuna
varmıştı.53
Mitin temel unsurları böylece bi r araya geti ri lmişti : Biyoloj i nin v u r­
gulanması, en güçlünün hak edi lmiş zaferi , gençl iğin öncel ikl i l i ği , Ak­
ların üstünl üğü. Sadece termi noloji hatalıydı, çünkü Lassen, Samileri
Kafkas halkları arası na katmıştı .
Meslekdaşı August-Friedrich Pott, Avrupalıların Asya kökenini dil­
bi l i m temeli nde kanıtladı, ancak görüşlerini desteklemek için güneşi n
izlediği yol v e Asya' nı n anaç memeleri gibi şiirsel imgeler kullandı:
Ex oriente lux: Genel hattı itibariyle kültürün yürüyüşü daima güneşin yo­
l unu izlemişti r. Avrupa' nın halkları, anasının çevresinde oynayan çocuklar gibi
i lkin Asya'nın göğsünde beslendi . Bu konuda unutulmuş anıları canlandırmamı­
zın artık gereği yok. Avrupa ve Asya dillerinin sağladığı olgusal kanıta güvene­
biliriz. İ nsan ırkının en erken maddi ve manevi enerjilerinin okul u ve oyun ala­
nı başka hiçbi r yer değil, orasıydı . .. 54

K. F. O. Westphal ' in konuşma tarzını ele alı rken söylediği şu sözler­


de görüldüğü gibi , başka Al man profesörleri daha bile yüksek perdeden
aynı havayı çalacaklardı :
H i nt-Cermen atalarımız, aynı yaşamak için ilk lokmayı ağızlarına attıklarında ya
da ilk H int-Cermen erkeği onun kendisi gibi bir başka i nsan doğuracağını bi l-

52 Chri stian Lassen. Indische Alterthumskunde, Erster Band, Bonn 1 847, s . 4 1 4.


53 A.g.e s. 5 1 3.
..

5-1 Etymologische Forschungen ( 1 833- 1 836), C. 1 , s. xxı .


248 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLiYETÇİ FİKiRLERiN TARİHİ

meden ilk Hint-Cermen kadınını kollarına aldığında yaptıkları gibi , ne olduğunu


bilmeksizi n bunu öğrenmişlerdi. 55

Hi nt-Cermen ya da Ari mitinin açık arayla en etkil i yayıcısı , bütün


edebiyat ve tari h yazarlarınca başvuru kitabı sayılan ünlü sözl üğün baş­
latıcısı Jacob Gri mm idi . Bu mit, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında
genel kamuya her şeyden çok bu kaynaktan öğreti lecekti . Örneği n, biz­
zat Grimm'in önsözünde kitabın hassas bir tari hsel dönemde yayımlan­
dığını ve " i l i klerine dek siyasal bir çal ışma olduğunu"56 söyledi ği klasi k
eseri Alman Dilinin Tarihi ' ne bakal ım. Kitapta, Grimm ' i n Av rupa ' ya
birbiri ardına gelen yerleşi mci dal gaları nın tarihleriyle birl ikte bir anla­
tısını verdiği "Göç" (Einwanderung) başlıklı bi r böl üm vardır - i l k ola­
rak Yunanlar (M.Ö. 1 .800), ardından Romal ılar ile Keltler. "Av rupa'ya
ilerleyen dördüncü halk olan Al manların tari hine geli nce" diye dev am
eder, " bu tari hi B üyük İskender zamanında yazmış olan Pytheas ' m an­
l atısıyla başlatmak gelenek olmuştur" . 57 Onları da yine sırasıyla Leton­
l ar, S lav lar, Traklar ile İskitler izlemi şti . Grimm, Finler ile İberlere de
Asyalı bir köken atfetme eği l imindeydi. Bütün bu yerleşimci l er karşı
konulmaz bir dürtüyle harekete geçiri l mişti :
Başlangıçta birbiriyle akraba olan v e pek çok macera v e tehlike pahası na
üstünlük kazanmış bulunan Avrupa ' nı n bütün halkları, uzak bir geçmişte As­
ya' dan göç etmiştir. Gerçek nedeni bizce bili nmeyen karşı konul maz bir dürtüy­
le Doğu'dan Batı 'ya fırlatıl mışlardı . . . Avrupa tari hinin neredeyse bütünüyle on­
l ar tarafından yapı l mış olduğu gerçeği , köken olarak akraba ve böylesine yüce­
l i klere ulaşmaya yazgılı olan bu halkların cesaret ve kararlıl ığını bize gösteriyor.

Grimm ' i n Arüer ya da Hint-Cermenler teri mlerini kullanmamış ol­


ması kayda değer. Frankları, Burgondları v e Lombardları dahil etti ği
Cermen leri adlandırmak için Germanen yeri ne Deutsche kel imesini ter­
cih elmişti.58 Amatör bi r mitolog ol masına rağmen 1 848 ile 1 850 ara­
sında anti -semiti k kıyameti n temellerini atacak olan Richard Wagner'de
de bu teri m leri n hiçbiri görül mez. B i r yozlaşma etkeni , bir "çürütücü

55 K. F. O. Wcstphal . Philosophie Grammatik ( krş . S. Reinach . "Le mirage orien­


tal". Anthropologie, 5-6 ( 1 893 ), s . ı)
"' Geschichte der deutscheıı Sprache, Jacob Grimm. Leipzig 1 868 (üçüncü basım).
Erster Band. s. ıv.
5� A.g . e . , s . 1 1 3- 1 22 (V l l l . Böl üm, Einwanderung).
:<x A.g.e .. s. ıv-vı.
MlTLERİN ESKİ KÖKENİ: YENİ ADEMİN PEŞİNDE 249

maya" olarak Yahudi i mgesini ve "şahane Frank ı rkının" krallık Tutku­


sunda cisi mlenen i nsanlığın daha soylu unsurlarının trajik yazgısı imge­
sini yeniden canl andıran o idi.59
Al man düşünürl er, yeni köken mitlerinin ana hatları hakkında bir
kez görüş birliğine varmalarıyla Av rupa' nın geri kalanını peşlerinden
sürüklemişlerse de bu mitin en mükemmel ifadesine hangi terimlerle
kav uşturulacağında hata tereddütte idiler. Bu tereddüt, 1 860 yılına doğ­
ru şunları yazan on dokuzuncu yüzyıl ın önde gelen Sanskrit uzmanı
Max Mü il er ' in eserlerinde açıkça görülebil i r:
Hint-Avrupalı anlamında Ari teriminin kullanıl mas ının başlıca sorumlusu ol­
duğum ve teri m İ ngiltere ile fransa ' da görmüş olduğu kabfil ü Almanya' da gör­
memiş olduğu için, aşağıda kullanılmasını haklı gösterebilecek bazı düşünceler
geliştireceğim . . ,6()

Max Müller, bu sunumuna geçmeden önce (Ari teriminej raki p te­


rimleri sıralar - Hint-Cermen, Hint-Av rupalı, Yafesi, Sanskritik, hatta
Akdenizli (mittelliindsch). Ş i mdiyse "Ari" teriminin niçi n İngiltere ve
Fransa' da Al manya'dan daha fazla beni msendiğini göreceğiz. Fran­
sa' dan başlayal ım.

AVRUPA'DA ARİ MİTİ


Almanya' da ortaya atı lan kozmogoni Fransa'ya hayret verici bir hızla
yayıldı . Daha 1 8 1 7 gibi erken bi r tarihte, Cuv ier insanlık için yaptığı sı­
nıflandırmayı desteklemek için bu dilbilgisel argümanı kullandı v e i n­
sanlığın kendisinin dahil olduğuna inandığı dal ıyla Yakın Doğu 'daki
Arami dal ı arası nda birincisini kol layacak şeki lde bir kıyasl amada bu­
l undu.6 1 Tam on yıl sonra yayımladığı Roma Tarihi' nde " Sami atemi ile
Hint-Cermen atemi arası ndaki uzun mücadele"den söz ettiğine göre,
Michelet de anahtar kel i meleri daha o zamandan bi li yordu. İnsanl ığın
doğum yerinin Hindi stan olduğundan kesinlikle emi ndi :
insanl ığın güneşin izledi ği yol ve dünyanın manyeti k akı mlarının yönü doğrultu-

59 Krş . : Histoire de l 'antisemitisme, C. I I I , s. 440-467 ("La cas de Richard Wag­


ner" ) .
60 Arisch als ein technischer Audsdruck; M . Mül ler, Essays, Le i pzi g 1 879, C. i l .
s.333.
61 "Varietes de l ' c s pece humaine .. ; ü ç C u v ı er. Le renge aninıal . . . . Paris 1 8 1 7 . s. 94.
250 ARI MİTİ : A VRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

sunda Doğudan Batıya göçlerini izley i n ; Asya 'dan Av rupa'ya, H i ndistan ' dan
Fransa'ya yaptığı uzun yolcul uğu gözleyin . . . Başlama noktası , ırkların ve dinle­
rin doğum yeri olan, dünyaııın rahmi olan Hindistan 'da idi . . . 62

Fi lolog Eichhoff, 1 836 yı lında şunları yazarken daha bi le kestirme­


den gitmi şti : " B ütün Av rupal ı lar Doğ u ' dan gelmiştir. Fi zyoloj i ve dil­
bi limin verilerince doğrul anan bu gerçek artı k özel bir kanıtlama gerek­
tirmiyor. . . "63 Hindistan, Michelet üzerinde güçlü bir cazi be uyandırmı­
şa benzer. Tuttuğu "Günl ük" te şöyle bir not bulunur:

Akdeniz dünyasının küçük örenleri artık sızlayan yüreğimin haraplığa duy­


duğu özlemi di ndiremi yor. Issızlıklara, Doğ u ' nun alt üst ol uşlarına, koca halk­
ların toptan yok ol uşlarına, çöl lere i htiyacım var... N ibelungların Salonu yeterl i
değil . Guruların yüzbi nlerle mahvolduğu Hint aleminin engin ovasına ihtiyacım
var. . 64
.

Michelet' nin kaygısını şaşmaz biçi mde ortaya koyan dehası, bu çığ­
lığı büyük bir melankol i anı ndan çıkarmıştı. Bir başka Romanti k, Gerard
de Nerval, geçirdiği i l k del i l i k nöbeti nin hemen ardı ndan Av rupa türe­
y i ş m itlerinin bi r i ncelemesine giri şmey i i stemişti :
Auvergne ' i n dağları Hi malayalara tekabül eder. Merovenjler, Hintl i ya da İ ran­
lı yahut Troyalıdır. . . Bu ilişkileri , göçleri ve yakınlı kları , en azından şi mdiye dek
kendi leri ne gösteri lenden daha fazla dikkat ve araştırmayla açıkl ığa kav uştur­
mak son derece önemli deği l midir?65

Balzac ' ın Louis Lambert ' i de del iliğe kurban gidecekti . B u karakter ya­
zara şu sözlerl e hitap eder:

Asya metinlerinin Kutsal Yazılarımıza önceliğinden kuşku duymak artık im­


kansızdır. Bu tari hsel gerçeği yüce gön ü l l ül ükle kabOI edebilenler için dünya
hayranl ık verici bir biçi mde büyür. Felaketten kurtulan az sayıda insan Asya'da-

62 lntroduction de 1 831 ; krşlş Michelet, L. Febvre tarafından seçil miş meti nler,
Paris 1 946, s. 1 54 ve s. 95-96.
63 Parallele des langues de l 'Eumpe et de l 'Asie, Frederic-Gustave Eichoff, Paris
1 836, s . 1 2.
M Krş . ; Gabriel Monod, La vie et la pensee de Jules Michelet, Paris 1 923, C. i l , s .

224.
"5 Krş . ; J ean Ric her, Gerard de Nerval et les doctrines esotiriques, Paris 1 947, s.
1 0- 1 4. (Nerval ' i n içişleri bakanlığı daire müdürleri nden M. Cave 'e 3 1 Mart 1 84 1
tari hli mektubu) .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ : YENİ ADEMİN PEŞİNDE 25 1

ki bir yaylada sığınak bulmamış mıydı ? .. İ nsanın kökenine dair Tevrat'taki hika­
ye, sadece Hi malayalarla Kafkasların dorukları arasında Tibet dağları nda asılı
duran insanl ık kovanından kopup ayrıl mış bir oğulun soy ağacıdır. . . B u kişi v e
y e r adlarının altında, n i ç i n olduğunu bil meksizin karşı konul maz biçi mde bizi
kendisine çeken bu kurguların ardında, büyük bir tari h yatıyor. Belki yeni i nsan­
66
lığımızın havasında onları soluyoruz.

Louis Lambert, Balzac ' ı n kendisi nden çok şey kattığı bir kahraman­
dı. Onda baş langıç hal i nde, de Ncrval 'de ise iyice gel işmiş bir del i l i k
olan türey i ş miti , kolektif b i r m i t i d i . Saint- S i mon ' un i zleyicileri nden
Pierre Leroux , 1 832'de yazdığı Doğu araştırmalarının önemini v urgula­
yan makalesi nde bu kolektif mitin si yasal v e di nsel yansımalarından söz
etmişti. 67
Çağdaşları nın çoğunluğu gibi Leroux açısı ndan da, H i nt kökeni - ya
da kendi sözleri ni aktaracak ol ursak "Atalarımızın, onları Asya yaylala­
rından kuzeyi n buz tarlaları na götüren sonra oradan da verimli bir şe­
kilde Al manya, İngiltere, Fransa ve İ spanya arasında dağıtan uzun yü­
rüyüşü" - kendi l i ği nden aşi kar idi , bu yüzden de kanıtlanması gerekmi­
yordu. " B unu bütünüyle unuttuk" diye devam ediyordu "mirasımızı terk
ettik ve doğanın bi ze sağladığı hakkı mızı reddettik" . Doğu araştı rmaları,
ak i nsanlığın (Leroux başka insanları n varl ığından bihabere benzemek­
tedir) soy ağacını yeniden keşfetmesini ve ai le bağlarının bi l i ncine v ar­
masını sağladığından, Sai nt-Simon ' un bu çömezi tamamen kapsayıcı ni­
telikte yeni bir Reformasyon öneri r:
Tam şimdi ufuktan saçı lmaya başlamış olan bu ışıkla aydınlanmışken ne di­
ye hala kendimizi Yah udi Panteon u ile kısıtlamaya devam edecekmişiz? .. İ nsan­
lıktan sadece Hıristiyanlık denen şu yalıtılmış dalını, M usa ' nın ve İ sa'nın öğreti­
lerini mi anlamalıyız? Hayır. Daha zengin bir Panteon, şu yakınlarda ortaya çı­
kan İ NSANLIK adına layık düşen bir tane arzu ediyoruz . . . Biz İ sa'nın ya da Mu­
sa'nın oğulları değil iz, biz insanl ığın oğullarıyız. İ nsanl ığın bütün dinsel yasa ko­
yucularını. içlerinde görece yakın zamanlarda yaşamış olanlarından birinin
ayakları di bine yerleştirmek hangi adalet i l kesine sığar?

Daha sonra Proudhon da benzer bi r bağlamda Yahudi çoktanrıcılığı­


ııı [ sic ] Hint-Cermen tektanrıcılığı ile karşılaştıracaktı , aynı şeki lde o da

,;, louis Lanıberı, "Livre de Poche" basımı Paris 1 968, s. 1 00- 1 00 1 .


1'7 P. Leroux, ··oe l ' i nfl uence des idees orientales" , Revue encydopidique, Paris , C.
LIV, N i san-Haziran 1 83 2 . s . 69-80.
252 ARi MİTİ: AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

farklı insan renk gruplarının varl ığı ndan habersizmişe benziyordu.68 Pi­
erre Leroux ' nun bir serbest düşünür olarak kurul u dine karşı bir kanıt
olarak söz ettiği "daha eski ataların" yeniden keşfedil mesi nin de bu dü­
şünceyi aynı derecede güçlendirdi ğini göreceğiz. Ama önce, Water­
loo 'dan hemen sonra, Saint-Si moncu lar 'dan müfritlere,
* yeni neslin
elitleri nin Herder ile Schlegel ' i n mektebine yazı lmaya nasıl böy le hazır
hale geldiği sorusunu yanıtlamal ıyız.
Bu soru, en iyi şeki lde fikirlerin yayıl masını inceleyerek yanıtlana­
bi l i r. Söylenen söz, yazılan sözden daha ikna edicidi r ve etkisinin yayı­
lışı kimi zaman fark edilebi lir. Örneğin bi r şans eseri, kendisine eklenen
bi r yorumla yayımlanmış olan bir yazışmadan, on sekizinci yüzyılda
Lyons 'a yerleşen Jacques-Roux Bordier adında birinin burada Al man
üstünl üğünü vaaz etti ğini bi li yoruz.69 Bu kişi, Voltai re ' i n Tev rat ve İn­
cil karşıtı görüşlerini Klopstock v e Herder ' i n düşünceleriyle harmanla­
mıştı. Çevresi nde toplanan gruptan en azından iki gencin geleceği par­
l ak olacaktı , fizikçi Ampere ile şai r Ballanche. Restorasyon sırasında
Ballanche' ı Al man üstünlüğünün başka bir propagandacısı olan Baron
d ' Eckstein ' ın arkadaş çev resinde göreceğiz, gerçi Paris salonları ara­
sında bir irtibat görev lisi gibi dav ranan yarı Al man yarı Yahudi bu ada­
mın dönemin kayda değer yazarlarından arkadaşlık kurmadığı kimse
yok gibidir. 70 Victor Hugo bunlardan bi ridir; tıpkı aralarında Lamarti ne,
Sai nte-Beuve ve (kendisine Doğu ' n u n sırlarını ifşa ettiği) Lamenna­
i s ' nin bul unduğu başka yazarlarla, Romantik tari hçi ler Augustin Thi­
erry, Henri Martin ve Michelet gibi. Sanskri t Baron diye anılan Eckste­
in huzursuz bir kişilikti , bununla beraber, deri n bilgisi inkardan geli ne­
mezdi. Kendisi , 1 824' te müfrit/eri n görüşlerini sav unan Le Catholique
adında bir gazete çıkarmıştı . Bu gazetede "doğal vahiy" in Hintlilere v e­
ri lmiş olduğunu sav unuyor ve sırası geldi kçe bunu, kanının, kültürünün

611 P. Proudhon . De la justice dans la Revolutioıı et daııs l ' Eglise 1 93 0 basımı, c . 1.


s . 445 .
• Waterloo savaş ından sonra Fransa ' da kurulan Bourbon Restorasyonu sırasındaki

aşırı kraliyet yandaşları . -ç.n.


m A . Viatte. Claude-Julien Bredin ( 1 776- 1 854), Correspoııdaııce philosophiqııe et

litteraire avec Ballanche. Paris 1 958. lntroduction, ve passim .


7° Krş . ; P.-M. Burti n, Le baron Eckstein, Un semeur d 'idees au tempts de Res­
ta11ratio11 . Paris 1 93 1 . Ec kstcin bir Yah udi dönmesinin oğluydu.
MİTLERiN ES Kİ KÖKENİ: YEN/ ADEMİN PEŞİNDE 253

ve kurumlarının en iyi yönlerini Al manlara borçlu bul unan bi r Av rupa


tasviriyle tamamlıyordu.71 Bu tanıdıklar çev resinde " İnsan soyunun
inançlarının kadim l i ği v e evrensel liği yol uyla Katoli k dinini n doğrulu­
ğunu" kanıtlamay ı amaçlayan72 Saint Vi ncent de Paul derneğinin kuru­
cusu Frederick Ozanam ' ı da görüyoruz. Fakat " Hıristiyanlığı bilim yo­
l uyla yeniden i hya etmeyi"73 hedefleyen bu demek, Pi skopos Huet ' nin
daha önce yapmış olduğu gi bi bu inançları önemce Musa ' nın öğretisi­
nin aşağısına yerleşti receğine, Musa'ya gelen özel v ahyi Hindistan ' a
veri len genel v ahiyden türetmeye meyi lliydi . Böylece, Heine ' ı n kendi­
sine " Baron Buda" lakabını taktığı Eckstein, sonu gel mez lafebeli kleri
ve tumturaklı işlek kalemiyle Hindistan takı ntısını güçlendirmişti . Bu
adamın çağdaşları üzeri nde nasıl bi r etki yarattı ğı, onu hükümet destek­
l i neo-Katol i k propagandanın fon yöneticisi olarak gören Hegel ' i n ken­
disi hakkında yazdığı tuhaf bir nottan anlaşılabilir.74
Bu sırada sınırl ı bi r Fransız uzmanlar grubu, Almanların bu al anda
inisiyatifi ele almasını beklemeden Hindi stan araştı rmalarına girişmişti .
Jones ' un Asya Araştırmaları 1 803 yıl ında Fransızcaya çev ri l miş v e Pa­
ris ' i n i l k Sanskrit üniversite kürsüsü 1 8 1 6'da aç ıl mıştı . Bununla birlik­
te, büyük Alman fel sefi çalışmaları nın çev ril meye başlaması 1 825 yılını
buldu - Creuze r ' ın Mitoloji'si 1 825 ' i , Herder ' i n Fikirler' i 1 828 ' i ,
Schlegel ' i n Hintlilerin Bilgeliği'si 1 837 ' i . Edgar Qui net, Herder ' i ,
Michelet, Gri mm ' i çev irdi ; Hei nrich Heine, Al manya ' nı n di nlerinin v e
fel sefelerinin tezgahtarı oldu. B una rağmen, bel i rleyici olan b u çev i ri­
l er v e yorumlar değildi . Asıl olan Fransızların zi hinin yeni fi kirleri

71 A.g.e. , s . 263 .
72 Aktaran T. Schwab, la Renaissance orieııtale. op. cit . . s. 343
73 Bu tanım, Sai nte-Beuve'e aittir. Krş . : Schwab, op. ciı. , s . 344.
74 Hegel , "Kültürl ü Katoli k ülkelerde hükümet artık rasyonel düşüncenin gerek­
lerinin önünden çekil meyi bırakıp bi lim ve felsefe ile bir i ttifak yapmanı n
gereğini hissetmişti r" diye yazmıştı. Daha sonra Lamennais , Remusat ve Saint­
M arti n 'in adların ı sayıp şöyle devam etmişti : "Baron d ' Eckste i n , gazetesi la
Catholiqu e i nde, kendi payı na ve kendi tarzında, yani yüzeysel ve her ne kadar
'

kendisi nden daha büyük bir ateşl i l i kle sav unulsa da Fr. von Schlegel ' i takl it
ederek Al manya'dan alınmış bir doğa felsefesinin yöntem ve uslamlamalarıyla
bu ilkel Katolisizme destek vermiş ve özel l i kl e dev let s ü bvansi yonları n ı deneti­
mi altına al mıştır ... Die Verııunjt in der Gesclıisc/ıte, y ukarıda sözü e d i l en baskı
i ç i n de s. 1 59, not.
,
254 A Rİ MİTİ : A VRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

özümsemeye hazır durumda bulunması ve dünyayı anlamanın yeni yol­


larını açacak anahtarlar arıyor olmasıydı. İdeal ist mill iyetçilikle bilimsel
materyalizmin içi nden ırksal determinizmin ortaya çıkacağı karışım, ya­
v aş yavaş şeki l lenmeye başlamıştı.
Fransa yenil i k arıyordu. Yeni nesl i n önderleri nin gözünde Sina' nın
tanrısıyla Akıl Ecesini aynı tekl ifsiz kabal ıkla kapı dışarı etmekten daha
iyi bir şey yoktu. Edmond Vcrmei l ' in yazdığı gibi , " Romantizm şu düş­
man kardeşlere, yani Roma Katol ikliği ile Aydınlanma Felsefesi ne kar­
şı savaş ilan etmişti" 75 Katolik tarafında Joseph de Mai stre şu sonuca
v armıştı : " Her Hıristiyan fi lozof şu iki varsayı mdan biri arasında seçim
yapmak zorundadır; ya yeryüzünde yeni bir din ortaya çıkacak ya da Hı­
ristiyanlık olağan üstü bir tarzda yenilenecekti r" .76 Şi mdi , Hindis­
tan ' dan türeyiş düş üncesi, yenilenmek ve yayılmak isteyen bir din ile
evrensel bir dev ri mci fi ki r arasında gari p bir uzlaşmaya izin veriyordu.
Hi ndistan soyağacının Almanya' dan yayılması 1 789 ' un i l kelerini sa­
v unduğunu iddia eden birçok Fransız ' ı n gizliden gizl iye soy l u Frank
zürriyetine yakınlık beslemeleri ne imkan sağladı. Wateloo ' dan sonra, şu
düzenbaz Albion yani İngiltere zaferin resmi sahibi gibi gözüktüğün­
den, yenik düşmüş Fransa, parçalanmış v e saldı rgan ol mayan Al manya
ile daha kol ay anlaşabi liyordu.
Genel i klim böyleyken, Louis Phi l ippe döneminde bel li ki şileri
Hi ndomanyak ya da Cermenomanyak ol maya yönelten neydi ve bu eği­
l i m i n başlıca temsi lcileri kimlerdi? Aynı zamanda şair de olan tari hçi R.
Schwab 'ın Lamartine ve Michelet 'nin " kadı nsı" hevesleri ile diyel i m
Victor Hugo ' nun daha erkeksi kuşkucul uğunu karşıtlaştırmasına katıla­
bi l i r miyiz? Bu konuda Schwab şunları yazmıştı:
Hugo. Greko- Lati n geleneğini neredeyse canı pahasına sav unur... Lamarti­
ne ve Michelet 'nin kadınsıl ığına sahip olmayışıyla kaya gibi sertti r; temel bir iç­
güdü onu bu tür kadınsı etkilere karşı uyarır... Al manya ve Hi ndistan'dan söz
ederke n ne demek istediğini mükemmel bi r şekilde ifade eder çünkü her i kisin­
de de ruh için aynı tehl i keyi sezer.

Al manya üzerinden gelen " Doğudan yükselen bu sel dal gasında"


Schwab, " Batı ' nı n dar görüşlülüğünden duydukları hoşnutsuzluklarında

75 E. Vermei l , L 'Allenıagne. Essai d 'explication, Pari s 1 940. s . 1 4.


'6 Aktaran A. Al balat. U.ı vie ıle Jesus d 'Emest Renaıı, Paris 1 93 3 , s. 60.
MiTLERİN ESKİ KÖKENİ: YENİ ADEMİN PEŞİNDE 255

Lamarti ne ve Michelet ' ni n bi l meden tekrarladıkları bir başka Tufan


çağrısı" görür.77
İncelemeyi daha ileri götürdüğümüzde, dönemin çatışmalarının,
Tocquev i l le ve arkadaşı Gobi neau arasındaki ya da Fransa ile Al man­
ya' nın iki aracısı olan Heinrich Hei ne ve Eckstein arasındaki gibi bazı
kişisel anlaşmazl ıklara yol açtı ğı görül ür. Kadınsı etkilerden ya da er­
keksi kuvv etlerden söz etmek i l k bakışta pek bir şey ifade etmez. Bu­
nunla birli kte, son çözümlemede bütün bu tartışma v e çeli şmeleri n bi­
zi her i nsanı n yüreği nde yer etmiş olan daimi bir çatışmaya geri götür­
düğüne i nanıyoruz.
Bununla, (Doğa Ana aracılığıyla yansıtılan) geri letici anacı l imgeler
ile çocukl ukta daha sonra tecrübe edilen v e yetişkinli kte daha az yıkıcı
v e daha az anarşi k bir geli şme olan, ev renle başka türden bir i l işki ara­
sındaki mücadeleyi kast ediyoruz. Bu i l i şki (di nsel ve kültürel kurum­
lar aracıl ı ğıyla yansıtılan) baba i mgesiyle özdeşleşmekten oluşur. Psika­
naliti k bakış açısından ve ele aldığımız dönemin tarihsel bağlamında
Hindistan takı ntısı, bütün romanti k çağrışımlarıyla " Doğa"nın ödev leri ­
ne, haklarına ve yasalarına dayanarak hukuğun ve kül türün toplumsal
boyunduruğunu ortadan kaldırmaya duyulan bil i nçdışı arzunun edebi v e
siyasal ifadesiymiş g i b i gözüküyor. Bu yüzden, değişken v e örneğin
Leroux ya da Proudhon ' un özgürlükçü dürtüleriyle Gobineau ' nun bi­
limsel yazgıcılığı gibi çoğu kez birbiriyle çelişen fikir sistemleri içi nde
i l ksel ve eskil bir bakış açısı cisimlenebi lmişti . Bu bakımdan, Leroux ile
Michelet ' n i n tinsel ve "erkekçi" Hıristiyan soyağacını reddeden (" Biz
İsa' nın ya da Musa' nın oğulları deği liz" Leroux ' nun sözüydü) ve ana­
sal ya da maddesel Hindi stan ' ı (mater [ana) = materia [ madde ) , ki Hin­
di stan ulusların rahmi idi, Michelet ' ye göre) ı rksal ata olarak beni mse­
yen y ukarıda aktardığım satı rları kesinl i kle fikir vericidir. B ütün bunlar
maddeyi ele alabi len ancak ruh ile başa çıkamayan bi l i m adınaydı.
Ana ile ilgili imgelerin bir altı n çağa geri dönmek ya da doğayla bü­
tünleşmekle (yani ana rahmine geri çekil mekle) i l g i l i düşlere temel
oluşturduğu buna karşı lık babanın takl it edi lecek (özdeşl eşme) ve aşı­
lacak bir model oluşturduğu iyi bi linir. Gerçekl ikte bir yeri ol ması ve
gelecek için planlar yapması anlamı nda ikinci imge daha yapıcıdır. Fa-

77 R. Schwab, La Rcnaissance oriantale. op. cit. , s. 393 ve s . 397- 398.


256 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

kat bunu demi ş olsak da, birbi rini izleyen nesil l erle birli kte bireylerle
kolektif dünya arasındaki ilişkiyi bala açıkl ı ğa kav uşturmamız gereki­
yor. Çünkü, bir yandan her iki imgeler dizisi de bütün bireylerde gizil
olarak mevcuttur: Aralarındaki geri l i m her bireyin mizacını ya da dışsal
" karakter"ini biçimlendiren uzlaşmalarla çözül ür; öte yandan, bunlar
nihai ve tam ifadelerini kendileri de tari hin akışı içinde değişikliklere
uğrayan "dünya görüşleri" içeri sinde bulurlar. On sekizinci yüzyılın ba­
zı yazarlarının (özell ikle de Rousseau ' nun) Doğaya başvurma tarzları
geleceğin habercisiydi . On dokuzuncu yüzyılın Romantikleri bu geri le­
yici eğil i mleri daha bile başıboş bıraktılar. Çağdaşları onlardan "çağın
hastalığı" ya da "zamanın musibeti" diye söz ediyordu. Tocquev i l le,
Gobineau 'yu eleşti rirken bu bakış açısını dile geti rmişti :
Kendi mizi dönüştürebi leceğimizi düşündükten sonra, şimdi düzelme yete­
neğimizin olmadığını düşünüyoruz; aşırı bir gurur sergi ledi kten sonra şimdi de
aşırılıkta ondan geri kal mayan bir tevazuya sürüklendik. Her şeyi başarabilece­
ğ imize i nanmıştık, şimdi de hiçbir şey beceremeyeceği mize, her gayretin ve her
çabanın boşunalığına ve kanımızın, kaslarımızın ve sinirlerimizin daima erdem­
l erimize ve irademize galebe çalacağına i nanıyoruz. B u zamanımızın musibeti­
dir ve babalarımızın zamanındakinin zıddıdır. Argümanlarınızı nasıl düzenlemiş
ol ursanız olun, kitabınız, bu hastalığı iyileşti rmek yerine şiddetlendirecek . . 78 .

Bu kınama, Gobi neau aracılığıyla Cabanis, Broussais ya da Bichat


gibi materyal ist fizyologlara yönelti l m i şe benziyor. Bu arada, Al man­
ya' da bakış açıları kesi nlikle Romantik olan popüler antropologlar, da­
ha sonra göreceği miz gibi insanlığı "etki n" ve "edil gen" ya da "erkek­
si" ve "kadınsı" ı rklara ayırmışlardı. Doğal olarak, erkeklik erdemi ni, bu
i kisi arası ndaki karışıklığı gidermek için yapılan her çabanın kişiyi nası l
yanlış yol ların ve beklenmedik tuzakların labirenti ne götürdüğünü gös­
teri r şekilde, Al manlara ya da Arilere bahşetmi şlerdi. B urada som Ro­
mantizm ile tırnak içi nde " Romantizm" arasındaki Thomas Mann ' ı n
di kkat çekti ği ayrımı hatırl amaya değer:
Novaltis ve Schlegel , tırnak i ç.i nde ·' Romanti k"ti r. Esasında on sekizinci
y üzyıla aittiler; Akıl ile kirlenmişlerdi ve bu y üzden, kötü Romanti klerd i . Arndt.
Görres , Grimm, Bachofen, sadece bütünüyle büyük geriye dönüş fi kri tarafın­
dan, anacıl ve gececi! geçmiş fi kri tarafından yöneti l i p harekete geçiri ldi kleri

7� Tocqui v i l l e ' in Gobi neau 'ya 20 A ral ı k 1 85 3 tari h l i mektubu ( krş . (Eııvres comp­
leres, C. IX, Paris 1 959, s . 205 )
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: YENİ ADEMİN PEŞİNDE 257

için, gerçek Romanti klerdi . Buna karşılık beri kilerde erkeksi gelecek fikri - ve
bunun ne kadar erkeksi olacağı - hala öncelikliydi . . . 79

Yukarıdakileri n ışığında, daha biraz önce değindi ğimiz 1 789- 1 8 1 5


arasındaki "zaman- mekan alt üst oluşlarının" şekil lenmesi ,80 "erkeksi
fikri" ortaya koyan bi r geçmiş • gelecek yer değişti rmesine ya da
yansıtması ile arkai k ya da "gececi !" dürtülere kapı açan bi r sağ -----.
sol yer değiştirmesine böl ünebil i r. Tek kel i meyle, karşı karşıya bulun­
duğumuz şey, o zamana dek daha güvenli bir şekilde deneti m altında
tutulmuş ya da daha büyük bir sertl i kle sansür edi l mi ş olan gerilek eği­
limleri n Romantizm sancağı altında siyasal topl umsal hayata yoğun bir
biçi mde nüfüz etmesidir. B u sezginin, bir gün gereken cesarete ve do­
nanıma sahip araştırmacılarca üstleni lmesi umulan ayrıntılı tarihsel ve
analitik i ncelemeler aracılığıyla daha iyi tanımlanması, doğrulanması ya
da düzelti lmesi gerektiğini ekleiyorum. Bize geli nce, yapmamız gere­
ken kendi araştırmamızı i lerletmektir. Bu böl ümde, ne çağdaşları tara­
fından kararlılıkla görmezden gel inen bahtı kara Gobi neau 'yu ne de
onun başl ıca esin kaynağı olan, bu yönüyle ölümünden sonra bel li bir
ilgiyi hak eden "sarışın ırk"ın hayranı Saint-Si moncu Courtet de l ' Isle ' i
uzun uzadıya e l e alacağız. Fransa' d a A ri mitinin baş bilimsel destekçi­
si, zamanının bütün önemli entelektüel akımları içi n bir mecra hfiline
gel mesi ve herkesi memnun etmeye çal ışmasıyla sonunda neredeyse
Üçüncü Cumhuriyeti n * resmi ideoloğu olan Ernest Renan idi .
Renan, Ari Mitinin propagandacısı olarak arkadaşı Max Müller ile
yan yana konmayı hak eder. B iri nin etkisi Lati n ül keleri nde öbürünün­
ki Anglo-Sakson ve Al man alemi nde hi ssedilse de, Renan her şeye rağ­
men ul uslararası kültürl ü toplumun bütününde bir otorite sayılmıştı r.
Her ikisinin de 1 870-7 1 sonrasında di ller ile ırkları birbiri ne karıştır­
maktan siyasal avantaj sağlamaya çal ışmaya karşı yapmış oldukları
uyarı lehlerine bi r puandır.81 Ne var ki , Fransa- Prusya sav aşı ndan önce

79 Thomas Mann, Pariser Rechenschaft, s. 59-60.


80 Krş . ; bu ki tapta s. 1 2 .
• Ü
çüncü Cumhuriyet: Fransa tarihinde 2 . İ mparatorl uğun yıkıldığı 1 870 yılından
ülkenin Nazi işgal ine uğradığı 1 940 yılına dek devam eden (başlangıcı ve sonu
Al manya'ya karşı alınan yeni lgilerle belirlenen) dönem. -ç.n.
81
Renan ' ı n görüşünü değişti rmesiyle ilgili olarak bkz. Ernest Sei l l iere, "L' l m­
perial isme germaniste dans l ' reuvre de Renan", Revue des deux Mondes, 1 34/5
v e 1 35/6 ( 1 906). Renan 878 'de verd i ğ i bir derste i t i raz tan ı maz şekilde şunu be-
258 A RI MİTİ : A VR UPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

yazmış oldukları ansiklopedi lere ve ders kitaplarına çoktan girmiş oldu­


ğundan , sonradan yaptıkları bu örtük özeleşti rinin etkisi pek az olmuş­
tur.
Renan ' ın entelektüel biçi mlenmesinde Alman fel sefesi nin ve filolo­
j i sinin oynamış olduğu rol iyi bi linir. Daha az bi linen şey i se Mül ler ile
1 855 yılında giri ştiği bil imsel tartışmada82 hakemliğini önerdiği v e " bi ­
limin bi l l ur bakışı" diye tarif etti ği Baron d ' Eckstein ' ı n arkadaşl ı ğına
verdiği değerdir. 8.1 Almanya aşkı genç Renan ' ı derinden etki lemişti .
1 890 ' da " Y ıl l ar boyunca metresim olan Al manya, beni büyük ölçüde
kendi s ureti nde şekil l endirdi" diye bu durumu iti raf ederken, 1 85 6 ' da
Gobineau 'ya yazdığı bir mektupta şunları söylemi şti :
Zihi nsel canlılık ve özgünlükle dol u son derece di kkate değer bir kitap yaz­
mışınız, ancak hiç de Fransa'da anlaşılmak için deği l , aksine yanlış anlaşılmak
için yazıl mış o. Fransız zekası kendisini etnografik düşüncelere kolay uydura­
maz. Fransa ı rka fazl a i nanmaz, çünkü ırk gerçeği bilincinden fii len sili nmişti r.
Aynı güçlüğü dil bilimde de bul uyorum. Fransı z dilinin dördüncü ya da beşinci
kuşağın bir kal ıntısından fazla bir şey olmadığı gerçeği , zihninin niçin karşılaş­
tırmal ı fi l olojinin hakiki il keleri ne yönel memiş olduğunun ve bunları kabOI et­
mekte niçin bu kadar güçl ük çekti ğinin nedenleri nden biridir kesinlikle. B unlar
ancak Almanlar gibi hata il ksel kökleri ne tutunan ve kendi kendisi nden türemiş
bir dil konuşan bir hal kın arasında hayata gelebi lirdi . . . 84

Renan 'ın Gobineau 'yu onaylayışının nedeni , tıpkı Tocquev i l l e ' nin
onaylamayışı nınki gibi, Rendi li ğinden aşi kardır. " Kökeni kendi içinde
olan" bir di l fi kri i l e Al man hümanistlerinin Almanya' yı ululamaya ça­
lışırken ortaya attıkları Abstammung aus sich selbst ya da " kişinin ken­
disini kendi si nden yaratması"85 fikri arasında dikkate değer bir yakınlık
v ardır. Öte yandan , Renan, renkli ya da " vahşi" hal klara86 duyduğu hoş-

yan etmişti : "B u yüzden, dil ailelerinin ortaya çıkışı meselesinin antropoloj in in
çözüm bulmaya çalıştığı meselelerle hiçbir oratk yanı yoktur... " Krş . ; (Euvres
completes, 1 947- 1 96 1 Basımı, C. V I I I , s. 1 224. Yine bkz. C. 1 s. 935 ve devamı ,
"Le j uda"isme comme race et comme rel igion", 1 883 . Müller ' i n görüş değiştir­
mesi için daha ilerisine bkz.
82 Renan 'dan Müller'e mektup 17 Kasım 1 855 ((Euvres .. ., age . , c. X , s. 1 78).
83 Krş . ; N . B urtin , Le baron d'Eckstein . . . , op. cit., s . 1 83 .

8-1 Renan 'dan Gobi nea'ya mektup, 2 6 Haziran 1 856 ( (Euvres . . , C. X , s. 203-205).
.

11 5 Yukarıda "Al manya" bölümüne bkz.

H6 Ö zel l i kle bkz. Hisıoire generale et systeme compare des langues semitiqııes ' i n

( 1 847- 1 855) son u , ( (Euvres . . , c . V I I I , 580-589) .


.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: YENİ ADEMİN PEŞİNDE 259

nutsuzl uk için Schottel , Harder ya da Grimm' den yaptığı okumalardan


esinlenmemişti çünkü bu tür yargılar zamanının Fransa'sında yeterince
yaygındı. Fakat, bunu etkisinden hiçbir zaman gerçekten kurtulamadığı
dinbi l i msel fikirlerle renklendirmiş olsa da ortaya koyduğu Ari öğreti­
sinin özünü A l man düşünürlerden almış olduğu kesindi .
Etkili oldukları dönemler bakımından ikisini keskin bir biçimde bi r­
birinden ay ırmakla birl i kte " i ki büyük ve soyl u ı rk, A rllerle Samller"87
için ortak bir doğum yeri tahsis etmesinin bu " Katol iklik kalıntı­
sı" ndan88 kaynaklandığını düşünmek oldukça doğru olabi l i r. " Samilerin
daha yapacak bir şeyinin kal madığı kesindir. . . Gelin, A l manlar v e Kelt­
ler ol arak kal al ı m ; gel i n ' ölümsüz öğreti mizi ' , Hristiyanlığı muhafaza
edel i m . . . sadece Hıri stiyanlığın bi r geleceği vardır."89 Ya da aynı şeki l­
de: "Bir kez bu misyon l tektanrıcılık l yerine geti rildi kten sonra Sami ır­
kı hızla geri ledi v e insanlığın yazgı sının yürüyüşüne önderl ik etmek sa­
dece Ari ırkına kaldı." Eski ilahiyat öğrencisi Renan, çökkün bir ırk ola­
rak Samilerle yeni seçilmiş ırk olarak Arller arasında yaptığı bu karşı­
laştırmayla ırk, dil v e din arası nda, Hıristiyanlar için bir "yeni İsrai l" ve
"Arya" fantazmı arasında ortaya çı kan karışıkl ıkları herkesten iyi sergi­
ler. Fakat hem Schlegel ile Gri m m ' i n şaki rdi hem de bir şair olarak ak
insanlığın doğum yeri olduğunu hayal ettiği " lmaüs Dağı" (Hi malaya­
lar?) hakkında düşüncelere daldığı nda şu antropodiseyi öne sürer:
İ nsanlığın geleceğini y ürekleri nde taşıyan ulu ırkların , sonsuzluk hakkında
i l k kez düşünmüş ve dünyanın y üzünü değişti ren iki kategoriy i , ahlak ile aklı
meydana çıkarmış olduğu bu kutl u dorukları selamlıyoruz. Binlerce yıllık çaba­
nın sonuc u nda A ri ırkı içi nde yaşadığı gezegeni n efendisi olduktan sonra i l k gö­
rev i bu gizemli bölgeyi keşfetmek olacaktı . . . Dünyada hiçbir yeri n , insan soy u­
nun öz bi l incini i l k kez kazandığı bu adsız dağ ya da vadiyle kıyaslanabi lecek bir
rol ü ol mamıştır. Olduğumuz ve olacağımız şey i n temelleri ni I maüs ' ün eteklerin­
de atmış olan eski başatalardan ... gurur duyalım. 9()

Burada Kaldelilerinkinin yerini alan bi r başatalar soyağacına kav u-

K7 1 890 yıl ında geçmişini değerlendi rirken Renan 'ın kendi kullandığı ifadedir ( (Euv­
res, I I I , 72 1 ).
Hl! Histoire . . . des langues semitiqııes, (Eııvres, V I I I , 586.
H<J Le avenir religieux des societes modemes ( 1 860) ; De l 'origine du langage
( 1 848- 1 858), lEuvres 1, 239, 242 , 243 .
•xı Histoire . . . des langıtes semitiques.
260 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MiLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

ş uyoruz. Akıl ve bilim sayesinde, ya da bir başka deyişle "düşüncel i ,


bağımsız, ti tiz, cesfir v e fel sefi bir araştırma, tek kelimeyle bu ırkın bir
karakteri stiği gibi gözüken , gerçeği amaçl ayan bir araştırma" sayesin­
de A ri ırkı " gezegenin Efendi leri" olmuştu.9 1 Renan, Adleri n bu nitelik­
l eri ni "Sami ruhunun insan zihnini daraltan ve onu bütün ince düşünce­
lere kapatan korkutucu yüzeysel liği . . ."92 ile karşıtlaştırır.
Renan, 1 863 yılında yayımlanan ve kısa zamanda on dile çev rilen
eseri İsa 'nın Hayatı ile uluslararası üne kav uştuğunda bilimsel otorite­
si çoktan kabOI edi lmiş bi r yazardı. Bu kitap için seçtiği konu genç l i k
günleri nin terminolojisini kullanmasına neden olmuştu, böylece Sami
ırkı çabucak bir kez daha Yahudi ha lkı hal i ne gel mişti . Yahudileri gele­
neksel tarzda tarif ediyordu, öyle ki, i mansız Yahudil er, kitabı protesto
eden Ortodoks Katol ikleri destekledi ler: " [ Renan ! onu bir insan yap­
makla İsa'yı küçülttüğü için, O ' nu şehit eden Yahudilere hakaret ede­
rek Katoliklerden özür dil iyor" (Adolphe Cremieux) .93 Renan, başka
eserlerinde de bir yandan Sami ırkı ya da Yah udi ırkı öbür yandan, ter­
cihi sonuncusundan yana ol makla bi rl i kte, Hint-Cermen ırkı, Hint-Av­
rupa ya da Ari ırkı teri mleri ni yan yana kul lanarak terim seçiminde bel­
li bir kararsızlık göstermişti .
İsa 'nın Hayatı ' nın şaşırtıcı başarısı (birkaç ay içinde 1 00.000 nüsha
satmış ve ardından ona karşı tam 32 1 farklı eleştiri ya da reddiye yayım­
lanmıştı)94 birçok taklidinin yazılmasına neden oldu. Yaşlı Michelet de
ertesi yıl insanlık in c ili [ B ible l ' humanite l ile bu furyaya katıldı:
. . . Kitabım ışığın oğul ları olan atal arımız -Ariler, Hintl i ler, Persler ve Yunan­
lar - arasında güneşin bütün ışığı içi nde doğdu. Bu ışık üçlüğü gayet doğal
olarak Memfis, Kartaca, Sur ve Yahudiye yoluyla G üneyin kasvetli dehaları nın
muhalefetiyle karşılaştı . Mısır, anıtlarında. Yahudiye. di nsel meti nleriyle karan­
lık, fakat etkisi kal ıcı kendi İ ncil l erini ortaya koydular. . . Ş i mdi ata İ nci l i mizin
gün ışığına çıkmasıyla Yahudi İ ncil inin ne ölçüde başka bir ırka ait olduğu daha
aşi kar olmuştur. B üyük bir kitaptır kuşkusuz ve dai ma öyle kalacaktır - ama na-

91 De l 'origine du langage ( 1 848- 1 858). <Euvres


42 "Discours d 'ouverture au Col lege de France" ( 1 862); <Euvres, i l , 3 3 3 .
93 Vı e de Jesus hakkında Revue des Deux Mondes de çıkan değerlendi rme ; krş . S .
'

Posener, Adolphe Cremieux, Paris 1 93 3 , C . i l , s . 1 5 7 .


'14 Krş . ; A. A l balat. La vie de Jesus d 'Ernest Renan . op. cit. , s . 62 ve 72.

95 Bible l 'hımıanite. Pari s 1 864, s . 6-8. D a n i e l Halevy, Vıe de JCsus un başarısının


'
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: YENİ ADEMİN PEŞİNDE 26 1

sıl da iç karartıcı ve ham anlaşıl mazlıklarla doludur - güzel, fakat öl üm gi bi kuş­


kuyla dolu 95 ...

Çok geçmeden başka Ari İncilleri de ortaya çı ktı . Pek çok konuda
kalem oynatmış verimli yazar Louis Jacol liot'nun Bible dans l lnde ' i ni '

( 1 868) sayabil i riz. Adını ansiklopedilerde bulamasak da zamanındaki


tanınmışlığı bibliyografya ve kataloglarda kapladığı yerin büyükl üğün­
den anlaşılabi lir. Jacol liot, Hindistan ' ı " insan ırkının doğum yeri ve ve­
ri mli memeleriyle yaşı belirsiz anası" olarak selamladıktan sonra ev ren­
sel Hi nt-Ari dininin yeni bir versiyonunu ortaya atmıştı. Musa, Manu
hali ne gel mişti (Manu ___.. Manes ___.. Mi nos ____.. Moses) . İsa,
Zeus ' tan türemi şti (Zeus ____.. Iezeus ____.. Isis ____.. Jesus). Keş­
fetti ğini iddia etti ği, kutsal metinler arası na alınmamış kadim " Ma­
nu ' nun Yasaları" ile desteklediği böyle cüretkar eti moloji ler sayesi nde
Jacol liot, " Kutsal Ki tabın kökenlerini Asya yaylalarına bağlamayı ve bu
doğum yeri nin etki sinin ve hatıralarının çağlar boyunca sürmesi, Iezeus
Christna' nın eski dünyayı kurtardığı gibi İsa Mesih ' i n (Jesus Christ) de
yeni dünyayı kurtarmak üzere gelmesiyle bunu kanıtlamayı" başarabi li­
yordu. Jacoll iot' n un gözünde Eski Ahit bir hurafeler derlemesinden,
Yahudiler geri ve aptal bir halktan, M usa da Fi rav unların sarayında hay­
rına terbiye verilmiş yobaz bir köleden fazla bir şey değildi.96
B ütün bu kitaplar Ari mitinin geli şmesine katkı yaptı . Bible dans
/ 'inde bi rkaç yıl içinde sekiz baskı yapmış v e Wi l l iam Ewart Gladsto­
ne ' un kişili ğinde en az bir etkili taraftar bulabilmişti . Gladstone, ileri­
de göreceği miz gibi bu İngiltere başbakanını aydınlatmakta hayli güç­
l ük çeken Max Müller ' i um utsuzl uğa düşürecek şekilde, bu İnci lde
Darv inci l i ğe karşı taze kanıtlar bulduğunu düşünüyordu.

B ununla birlikte, büyük ata olarak Hindistan kav ramı Britanyalılara pek
cazip gelmedi. B i l i msel bir gerçek olarak görüldüğü kadarıyla Ari miti­
nin Britanya adal arında kabUI bulduğu doğrudur. Fakat mitin seçki n
vaftiz babası Max Müller, Oxford Üniversite kürsüsündeki üstün mev-

M ichelet'yi bu kitabı yazmaya nasıl teşv i k etti ğine işaret eder; krş. R. Schwab,
op. cit s. 4 1 7.
..

96 la Bible dan s / 'inde, Vıe de Je:.eus Christna, L. Jacalliot. Pari s 1 873. (4. bası m).

s. 7. 64. 1 4 1 .
262 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

kii nden İngi liz askerleri nin damarlarında "esmer Bengal l i leri n damarla­
rındaki gi bi" aynı kanın dolaştığını ilan ettiğinde,97 böyle bi r akrabal ığı
kabote yanaş mayan ulusal gururu eleştiriyormuş gibidir. Sömürgecinin
yerleşi k hal ka karşı duyduğu hazzetmezliğin ifadesi olan klasik "yerli"
küçümsemesinin Hindi stan bağlantısının halk nezdinde tutulmayışının
nedenleri nden olduğu kesi ndir. Hatta, R. Schwab, Macaulay ve Kip­
l i n g ' den98 örneklerle destekleyerek B ritanyal ılarda bir Hint fobi sinin
bul unduğundan bile söz eder. Fakat bu tutum daha eski ve daha önem­
li adacıl geleneklere de bağlanabi l i r.
" Yeni soyağaçlarını" gözden geçirirken, İngil izlerin durumunda
Kutsal Ki tap ' a duyulan ul usal bağl ı l ıkla Ray, Locke ya da "hypotheses
nonfingo" * düsturuy la Newton gibi yazarların bilimsel temki n l i l iği ara­
sında bir bağ bulunabi leceğini düşünmüştük. Victoria Dönemi nde de
aynı şekilde canlı olan ve " kitapperestl i k" diye ad kazanan Ki tap ' a olan
bu bağl ılık, cüretkar sayılan düşüncelere ya da araştırmalara yönel i k bir
sansüre yol açtı . Darwi n ' i n parlak bi r öncüsü olan Wi ll iam Lawrence
bu yüzden kariyerini mahvetmiş, jeoloj i bi liminin kurucusu Lyel l top­
l umsal dışlamaya maruz kal mıştı. Felsefe alanında, Dugald Stewart
" klasi k dil lerin vahşllerin jargonlarıyla yakından bağlantıl ı olduğunu"
kabot etmeyi reddetmiş, hatta Sanskritçenin varl ığını bile i nkardan gel ­
mi şti . Onun görüşünce Wi l l iam Jones, B rahminlerin düzmecesiyle al­
datılmıştı ! 99 İnsan ırkının kökeni bakı mından Yaradılış kitabının anlatısı
gerek hal k kitleleri gerek okumuşlar açısı ndan hata doğru kabot edili­
yordu. B u an latı sağduyunun gücüne sahi pmiş gibi gözüküyordu v e bu
durum kendi başına, eğer kişinin buna i htiyacı varsa, Kitabın doğaüstü
karakteri ne inanmak için daha ileri bir gerekçe sunuyordu. ıoo Fakat
" Yaradılış varsayımından" söz etmekten ziyade, Thomas Huxley ' i n
yaptığı gibi , Yitirilmiş Cennet'te gel iştirildiği şekliyle "Miltoncı Varsa­
yım"a başvurmak bel ki daha uygun olabi l i r: ı o ı

9 7 Aktaran, T . Huxley, The Aryan questioıı and prehistoric man ( 1 890), "Collected
Essays", C. V i l , Londra 1 906, s. 28 1 -282 , not.
:8 Op. cit s . 207-2 1 9.
..

( Lat.): Newton ' ı n işleyişini açıkladığı evrensel çekim yasasının nedenlerini açık­
layamadığına dair eleşti rilere verdiği yanıt. Varsayımlar uydurmuyorum . -ç. 11 .
99 Krş . ; Max Mül ler, Lectures on the sciece of language, Londra 1 862 , s . 1 63 - 1 64.

ı ıxı A . Ellegard , Darwin and the general reader, Göteborg 1 958, s. 96 ve devamı.

ı o ı "The M i l tonic hy pothesi s" ; krş. Th. Huxley, Lectures oıı Evolutioıı , "Essays"

C . i V, s . 65 .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: YENİ ADEMİN PEŞİNDE 263

. . .Her şeye kadir (çünkü hazır bulunmadığı hiçbir yer yoktur)


Ezeli Baba , Oğluna duyulur şekilde şöyle söyledi.
Şimdi kendi suretimizde Adamı, kendi benzerliğimizde Adamı yapalım
Ve Denizin ve Göğün Balıkları ile Kuşları üzerinde
Yerin hayvanları ve bütün Yeryüzü üzerinde
Ve toprakta sürünen bütün sürünen şeylerin üzerinde
Onları lıiikim kılalım
Bunu diyip sana biçim verdi Adem, sana Ey İnsan
( Yitirilmiş Cennet, 7 . Ki tap 5 1 6-24. dizeler)

İngiliz A dem, yaratılanların geri kalanı üzerinde kendisine bahşedil­


miş üstünlüğü bütün renkli ırkları -bunların arasına Avrupa kıtasının ırk­
ları nı da dahil edi yordu - kapsayacak şekilde genişletmeye dünden ra­
zıydı. Bu arada, başta Walter Scott ol mak üzere romancıların hayat gü­
cü, ondokuzuncu y üzyılda ırksal öğreti leri n yaygınlaşmasına büyük kat­
kı yapmıştı. B ununla bi rl ikte, bu yazarlar insan soyunun kökeni hakkın­
daki yasak sorun u ele almadılar. Bulwer Lytton' ın Zanoni'si ( 1 842)
" . . . dünyanın efendileri olmak için doğmuş . . . Hıri stiyan aleminin Yunan­
ları" Normanlara öv güler düzdü, ıoı buna karşıl ık, Disraeli 1 844'ta ya­
yımlanan Sidonia 'sında bu meydan okumaya karşılık v erip Sami ruhu­
nu alkışladı ıo3 fakat ne bi ri ne öbürü Hindi stan ' a v e kadim dağlarına en
ufak bir göndermede bulunmamıştı . Bil imciler kendi paylarına daha bi­
le dikkate değer v arsayımlar i leri sürdüler. On dokuzuncu yüzyılın en
tanınmış antropoloğu (bizzat açıkça kabul etti ği gibi bir tekl i türeyişçi
ve di nsel meti nler uzmanı olan) James Cowles Prichard , ı 04 1 8 1 0 civa­
rında A dem ile Hav v a ' nın karaderi l i olduğunu öne süren bi r çeşit evrim
kuramı geli şti rmişti . Ardılları , ancak uygarlaşıp yaşam biçimlerini de­
ğiştirdikçe, zamanla aklaşmışlardı.
Prichard, eseri nin 1 826 ve 1 8 37' deki sonraki basımlarında kuramını
Al man felsefe araştı rmaları nın ışı ğında toparlayarak, sonuncusuna hiç
bir ahlaki üstünlük atfetmemekle birli kte, Hami ya da " Mısırlı" ırk, Sa-

1 02 liın oni, üçüncü kitap, birinci böl üm.


ıo_ı Coningsby ( 1 844) ve Tancred ( 1 847); krş. Histoire de l antisem itism e c. I I I , s.
' ,

34 1 -343 .
ıo.ı "Zi hni bulanmamış olan herkesi n şahadeti ni hürmetle ve yürekten kabOI ettiği
Kutsal Metinler, yery üzünün bütün milletlerini kandaş kıl manın Yaradan Allahı
hoşnut kıldığını ve bütün insan soy unun aynı ana babanın soy undan geldiğini ilan
ediyor."' (Histoire natıırelle de l 'homme, Fransızca çev iri, Paris 1 843 , C. 1 , s. 6).
264 ARİ MİTİ : A VRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

mi ya da " Suriyeli-Arap" ırk ve Yafes! ya da "Ari' ırk şekl i ndeki klasi k


üçl ü ayrı mı benimsedi. Eğer böyle bir şey söz konusuysa, kayırması ,
hakkında " İbrani ve Fenikeliler dah i l , bütün dallarıyla tüm i nsan ai lesi­
nin ilki v e yaşça en büyüğü kabat edilmesi gereken" diye yazdığı Sami
ırkından yanaydı. ı os Dönemin Av rupa bilimi göz önüne alındığında daha
bile paradoksal olanı ise Avrupalıların Asyalı kökeni hakkında ilk kuş­
kuyu ortaya atan (Man and his Migrations, 1 85 1 ) Prichard 'ın ardılı et­
nolog Robert Gordon Latham ' ı n konumuydu .
Doğrusu İngi lizler, Hindistan A n a ile b i r yakınlık kurmaktan çok ka­
rarlı bir şeki lde uzak dunnuştu. Bunun, Tevrat ile Türlerin Kökeni ve
İnsanın Türeyişi' ni yayımlatmakta gelenekçi İngiltere ' de öylesine bü­
yük bir skandalı kışkırtmış olan Darwin arası nda hiçbir geçiş mitoloji­
sinin ortaya çıkmamış olduğu gerçeği nden kaynaklandığını düşünmek
içi n geçerl i neden vardır. 1 86 1 ' de yayımlanan bir bilimsel gazetede
" Hele bırakın da bilimsel dostlarımız A dem diye birinin var olmadığını,
bil i nen hiçbi r şeyi n kesin olmadığını millete bir göstersi n." diye yazı ldı­
ğını okuyoruz, "ve ... insanca yasalarımız Tanrısala dayandığı için ne hu­
kuk, ne i badet ve ne de mülkiyet kalacaktır." 1 06 Darwin ' e karşı çıkan
herkes kendisini böyle ifade etmiyordu. Örneğin Disraeli, meleklerden
yana maymunlara ise karşı olduğunu söylemişti . 1 07 Mesele böyle konu­
lunca açıktır ki , Ari ve Sami türleri arasındaki ayrım kendi sine eşlik
eden bütün değer yargılarıyla birlikte bir yana bırakılıyordu. Başlangıç­
ta şiddetl i bir muhalefetle karşılaşsa da ev rim kuramı sonunda İngilte­
re ' de kabul gördü. Arici lik fikri nin bu ül kede de yayıl masına rağmen
kendisine herhangi bir ideoloj i k mayanın ya da siyasal aj itasyonun eş­
lik etmemiş ve bu yüzden bir Yahudi karşıtı seferberliğin ortaya çıkma­
mış ol uşu işte bu ahlaki ve entelektüel dev ri min yarattığı iklim sayesin­
deydi.
İngiltere 'de Koca Adem' i n eski eserler müzesine kaldırıl ması Kıta
Av rupa'sına göre hayli geç ve bütünüyle başka bir tarzda gerçekleşti .
Schlegel ' i n oriji nal kuramı orada asla ciddiye alınmamıştı. İngiliz bi -

1 05 Histoire naturelle de l 'homme, age. , c . 1 , s. 1 99-200.


1 06 K rş . ; A. Ellegard, Darwin aııd the general reader, op. cit., s. 1 0 1 .
ı o7 "Şi mdi topl umun önüne öylesine densizce bir güvenle konan en hayretl ik soru
nedir? Soru şu - İ nsan maymun mudur melek mi ? Hey yüce tanrım, ben melek­
lerden yanayım . . . " ( Disraeli ' nin 1 864'te Oxford 'da yaptığı konuşmadan ).
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: YENİ ADEMİN PEŞİNDE 265

limci leri v e filozofları (Huxley ' i n bulduğu güzel bir tabiri kullanırsak)
asla " Sanki ellerinde i l kel bir Ari trafi k müdürünün işyeri kayıtları bu­
l unuyormuş gibi bir eminlikle birbi rini izleyen göçmen gruplarının ro­
tasını beli rlemeye" 1 08 kalkmamıştı . Darv i nciliğin bu parlak sav unucusu,
aynı i ronik üs! Upla fiziki antropologlar arasındaki münakaşaları da ala­
ya alarak " ortanı n üzeri nde bir boy ve uzun kafatası ile tenimin esmer­
liğinin bileşimi, bana bir kı rmanın sakin tarafsızl ığını bahşediyor" diye
aralarında hakeml i k yapma hakkına sahip olduğunu iddia ediyordu. 1 09
On dokuzuncu yüzyılın bilimsel kanaati bu ayrımı bir aksiyom statüsü­
ne y ükseltmiş olduğundan Huxley, bi r Ari ve bir Sami ırkının varlığın­
dan kuşku duymuyordu, ancak tarafsızl ık gayreti içinde Arilere "(belki
müzi k hariç) sanatımızı v e bi limimizi" . Samilere de "di nimizin özünü"
borçlu olduğumuzu söyl üyordu. Böylece, agnosti k bilimin bu şampiyo­
nu, peygamberlerden ateşl i al ıntılar yapıyor ve i l kel Yahudilik adına
çağdaşlarının dinsel i nançlarını eleştiriyordu. ı ı o B i r başka yerde şunları
demi şti : " B ir Ortodoks İncil perestten daha katlanılmaz olan , edebiyat­
ta bazı bakımlardan alay konusu ol maktan daha üstün hiçbir şey bula­
mayan bir heterodoks Darkafalıdır. . . " Bunu " Britanya' nı n ulusal Desta­
nı" olan Kutsal Kitap ' ın ateşl i bir sav unusu izler ve Huxley şu sonuca
varır:
Doğrudur ki, Kitap i nsanı n hakları konusunda boş boş çene çalmaz; buna karşı­
lık, ödevlerin eşitliği üzerinde, "haklar" içi n mücadeleden oldukça farklı olan
hakkaniyeti sağlamak özgürlüğü üzeri nde ; insanın komşusunu kendisi gi bi gör­
mek kardeşliği üzerinde ısrar eder. 1 1 1

İngi liz entelektüel yelpazesinin öbür ucunda, Huxley ' i n en büyük


muhal ifi Wi l l iam Gladstone, Louis Jacal liot' nun La Bible dans / '/n­
de ' inden Tanrısal Vahiy lehine yeni argümanlar çıkarmıştı . Max Müller,
Westmi nster Baş Rahibine "Gladstone ' un İrlanda meselesi nin ortasın­
da o kitabı okuyor olduğuna inanabi liyor musunuz?" diye yazmış ve
şunları söylemi şti : "Jacol liot' nun kitabı şimdiye dek gördüğüm en ap-

1 08
Huxley, The Aryan question and the prehistoric nıan ( 1 890), "Essays" , C. V I I ,
s. 275 .
1 09
A.g.e., s. 282.
1 1°
Krş . ; Genel·is versus Nature ( 1 885), ·'Essays'', C . i V, s . 1 6 1 - 1 62.
111
Pro/ogue, Controverted Questions ( 1 892), "Essays", C . V, s . 55-57.
266 A Rİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

talca, en yüzeysel ve en yakışıksız kompozisyon." 1 1 2 Müller, Gladsto­


ne ' un kendisine ise daha diplomatik bir dille yazmıştı. 1 1 3 Gladstone ' un
bu mektubun yazı lmasından bir süre önce kendisini sokakta durdurup
" H indi stan ' daki şu muhteşem keşiflerle i l g i l i bize hiçbir şey anlatma­
mış" olduğu için sitemde bulunmuş olduğu bi linirse, bilgi l i dilbil i mci­
nin dev let adamına karş ı duyduğu şiddetl i hoşn utsuzl uğun nedeni daha
iyi anlaşıl ır. 1 ı4 Bu olay 1 8 6 1 ' de cereyan etmi şti . Max Müller, İngilte­
re 'de yıl lardır Arileri n kökeni hakkında, "aynı çatı altında doğmuş" ol ­
duklarına dai r kendi görüşünü yaymaktaydı . (Hintl ilerin, Farsların, Yu­
nanların, Romal ıların, Slav ların, Keltlerin ve Cermenlerin ilk ataları ay­
nı muhitlerde hatta denebi lir ki aynı çatı altında yaşamaktaydı.") 1 1 5
Daha sonra, Ariler sonu gel mez savaşlar pahasına dünyanın efendi­
si olmuşlardı : " B irbirleriyle ve Sami ve Turan lı ırkl arla sürekli bir mü­
cadele içi nde, Ari ul usları tari hin hükümranları hal ine geldi." 1 1 6 Glads­
tone ' un serzenişinin Müller 'de bilgi li insanların siyasal sorumlul ukları
hakkındaki eski düşüncelerini canlandırmış ol ması muhtemeldir. Fran­
sa-Prusya savaşının ardından kesi nlikle böyle bir soruml uluk duymuş­
tu. 1 87 1 ' de dostu Renan ' a şöyle yazmıştı :
Benim Alman olduğum kadar kuvvetle sizin de Fransız olduğunuzu biliyorum,
fakat inanıyorum ki bu durum her ikimizin de bu savaşın insan olarak ait oldu­
ğumuz ırka getirdi ği utanç ve yıkımı derinden hissetmemizi engellemez . . . Hepi­
miz utanç ve ızdırap içi nde yüzlerimizi saklamal ıyız . . . 1 1 7

B u iyi niyetli adam, bundan bir yıl sonra o zamana dek i nandığı antro­
poloj i k fi kirleri ni rev ize etti ğini kamuoy una ilan etti .
Bu özeleşti rinin neredeyse fark edi l meyecek kadar çekingence ya­
pılmış olduğu doğru olabilir. Fakat bunu i zleyen epizod bil i mcilerin ah­
laki güçsüzl üğünü göstermesi bakımından ayrıntı lı biçimde kaydedilme-

1 12
29 Haziran 1 869 tarihli mektup (The life and letters of the right honorable
Friedrich Max Müller, Londra 1 902, C. 1, s. 367).
ı u 9 Temmuz 1 869 tari hli mektup (A.g.e., s . 368).
ı ı.ı A.g.e.
1 15
Lectures on the science of language, Londra 1 862, s. 2 1 3.
1 16
Krş . ; The inıperial dictionary of the English language, C. I, Londra 1 883, s. 1 59,
"Aryan" maddesi .
1 17
7 Mart 1 87 1 tarihli mektup ( The life and letters . , C. I , s. 41 5).
..
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ : YENİ ADEMİN PEŞİNDE 267

ye değer. Al sace ' ı n i l hakının ardından Strasbourg Ü n i versi tesi büyük bir
törenle Al manlaştı rıldı ve Max Müller burada ders v ermesi için davet
edildi . Ul uslararası alanda hatırı sayılır ünü sayesi nde Kayzer ' i n sofra­
sında yemeğe çağrıldı. ı ı8 23 Mayıs 1 872 'de Müller i l k dersi ne başladı .
Kürsüye çı kar çıkmaz günün anlam ve önemi ne dikkat çekti, yurtdışın­
da yaşadığı sürede yüreği nde bi r Alman olduğunu asla aklı ndan çıkar­
madığını i lan ve vatanperver inançlarını teyit etti . Ardından, Al man­
ya' nın geçmiş çağları nın basit ve hayranlık verici erdemlerini yiti riyor
ol up olmadığını sorgulayıp dinleyici lerini paranın çekici l i ğine ve mil­
l iyetçiliğin aşırı güçlenmesine karşı uyardı. " B i l iyorsunuz dışarıda bize
şanlı bir gelecek biçmiyorlar. . . " B unu i zleyen ahliiki öğüt, bi l i msel tem­
kine çağrıydı . Dil b i l i m i n ve etnoloj i nin bi rbi ri nden ayrı şeyler olduğunu
hatırda tutmak zorunluydu. Bu iki disiplini birbiri nden ayrı tutmak ve
ırk ile dili birbirine karıştırmaktan sakı nmak önemliydi ; bir Ari kafa­
tasından söz etmek, bir doli kesefal dilden söz etmek kadar gülünç olur­
du.
Dilden çıkarak kan bağları ya da kan bağlarından çıkarak dil bağlantıları kurmak
ne kadar çok yanlış anlamaya, ne kadar çok i htilafa yol açmıştır. Ari ve Sami dil­
leri vardır, ama i nsan kullandığı terimlerin serbestiyet derecesine dikkat ettiği
sürece, bir Ari ırkından, Ari kanından ya da Ari kafatasından söz etmek bilime
aykırıdır. 1 1 9

Müller ' i n açıklık getirmediği husus, bir çeyrek yüzyıl boyunca biz­
zat kendisinin kullandığı teri mlerde sistematik biçi mde serbest dav ran­
mış ve Anglo-Sakson ve kıta Av rupa'sından hevesl i okurlarının kafasını
karı ştırmış olduğuydu. Utangaç geri çeki lişinin neredeyse fark bi le edil­
medi ğini söylemek bile gereksizdir. Ders kitapları ve ansi klopediler
Müller ' i n daha önceki döneme ait düşünceleri ne aktarmaya devam et­
ti . Mesela, 1 883 ' te yayımlanan fmperial Dictionary of the English Lan­
guage ya da 1 903- 1 906 arası nda yayımlanan Americana ans i k­
lopedi leri nde durum böyledir. A B D ' den bir başka örnek, Aryan Manic­
heism ' i nde Av ustralya yerlilerini matematik yetenekleri bakımı ndan as­
lanlar ve kurtlarla, manevi gelişim düzeyleri bakımı ndan babunlar ve

1 18
Krş . ; The life and letters . . . , C . 1 , s. 420.
1 19 Über die Resultate der Sprachwissensclıaft, Voelesung gehalten in der kaiserlic­
hen Universitiit zu Strassburg am 23 mai 1872
268 ARİ MİTi : AVRUPA 'DA IRKÇ/ ve MİLLiYETÇİ FiKİRLERiN TARİHİ

köpeklerle kıyaslayan, Müller ' i n Harvard Üniversitesindeki i zleyici si


John Fiske 'tir. 1 20
Beklendiği gibi aradan çıkan çatlak sesler, halk nezdinde Sami
A dem ' i n yandaşları olarak görülen ve Al man Adem fikri ni yürekten
desteklemekten uzak duran bi l i mci lerden geldi. Bu yüzden , Ari kon­
seri ne karşı en uzak duranlar, Rusya, İtalya ve İspanya gibi o dönemde
geri kalmış olarak görülen ülkeler oldu.

1 20
John Fiske. La destinie de l 'homme, Paris 1 904. s. 7 1 -73.
10.
GOBİNEAU ve ÇAGDAŞLARI

DEVRİM, İDEOLOJİ, FİZYOLOJİ


Bertrand Russel, Darw i n ' i n kuramının özü iti bariyle laissez faire öğre­
tisinin hayv an ve bitki alemlerine uygulanması olduğuna işaret etmişti .
Ondan neredeyse yarı m yüzyıl önce, bütünüyle farkl ı bir siyasal bağ­
lamda evrimin öbür büyük habercisi Lamarck, Philosophie zoologi­
que' i nde aşağıdaki v arsayımı öne sürmüştü :
Bir ırkın . . . yukarıda tanımladığım şekilde edindiği yapıyı tek tek bütün üye­
lerinin sürekli alışkanlığının gücüyle böylece mükemmelleştirdiğini varsayacak
olursak . . . o zaman ş unlar baştan kabOI edilebilir:
1 . Sonunda bütün ötekilere baskın çıkabilecek şekilde yetilerini böyle mükem­
melleştirmiş bir ırkın dünyada istediği her yeri ele geçirmiş olacağı ;
2. B u ı rkın bütün ötekileri sürmüş ... ve onları kendisinin işglil etmemiş olduğu
bölgelere sığınmaya zorlamış olacağı ;
3 . . . öbür ırkları ormanlarla ve çöllerle sınırlayarak yetilerini mükemmelleştir­
.

melerini engellemiş, buna karşılık kendisinin . . . sanayiini körükleyecek ve ya­


vaş yavaş kaynaklarını ve yetilerini ilerletecek yeni ihtiyaçlar geliştirmiş ola­
cağı ...
4. Son olarak, bu öncelikli ırkın bütün ötekilere karşı mutlak bir üstünlük kazan­
mış olacağı . .. 1

B ununla birlikte burada tarif edi len üstün ırk, özel l i kle Av rupal ı ya
da ak ırk değildi. Lamarck, "Quelques observations relatives a 1 ' hom­
me" başlığı altında Bimanal [ i ki elli, -ç.n . ] varlıkların yani i nsanların ro­
l ünü Quadra ma nall arın ( dört elli lerin -ç.n. ] yani maymununlarıkiyle
kıyaslamıştı.
Ne var ki , kuramını formüle etme tarzından, bu fatih ırk düşüncesi ,
kolaylıkla zamanın Av rupa'sındaki Fransız yayıl masıyla özdeşleştiri le-

1 Jean-Baptiste Lamarck, Philosophie wologique, ed . J . - P. Aron, Paris 1 968, s.


295-297.
269
270 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

bi l i r. Dahası, Lamarck, Cabanis ' i n felsefesi nden etki lenmişti ve onun


gibi , hayatın ve zekanın bütün tezahürlerine "fiziksel olgular" atfediyor
gibi gözüküyordu.2
Ş i mdi de nazarımızı yeni çağın bir başka yalvacına, "bil im dininin"
ya da fizisizmin kurucusu Saint-Simon ' a çev i reli m. Lamarck 'ın Philo­
sophie zoologiq ue ' iyle aynı yıl yayımlanan Memoire sur la science de
/ 'homme adlı çal ışması savaşların sona erdiril mesi hakkında şu öneriye
yer v eri r:

Avrupa nüfusunun büyük kitlesi gelmiş geçmiş en berbat savaşa karıştı . Bu


savaşın nedenleri ni çözümleyecek ve bütün çıkarların nasıl uzlaştırılacağını açık­
l ığa kavuşturmakla buna son vermenin araçlarını keşfedecek konuma sahip ye­
gane bilimciler İ nsan bilimini araştıran fızyologlardır. 3

On sekizi nci yüzyılda Abbe de Sai nt- Pierre ' den Kant'a dek bi rçok
yazar daimi bir barış için planlar hazırlamıştı, ama bunlardan hiçbiri ,
müspet v e deneysel b i r bi l i m olan fizyolojiyi b u projeleri desteklemek
için kullanmayı akıl etmemi şti . B i l i mciler böyle bir ödevi üstlenecek
kadar uygun biçi mde donanmışlar mıydı? " Fizyoloji" diye kabulleni­
yordu Sai nt-Simon, "bundan ancak bir adı m uzak kalıyor olsa da henüz
pozitif bil imler arasında sayıl mayı hak etmiyor" B ununla birli kte, Ca­
banis, de Richat ve Vicq de Azy r ' i n çal ı şmaları sayesinde " uzun zaman
bir şarlatanlık sel i içi nde debelenip durmuş olan fizyoloj i , artık gözle­
nen ve tartışılan olgular üzerine kurulmuştur. Psikoloj i , şi mdiye dek ol­
duğu gi bi dinsel önyargılara dayanmaktan ziyade fizyoloj iye dayanma­
ya başlamıştır" ve bu bakımdan astronomi v e ki myanın örneğini izle­
mektedi r. 4 B u pasajın bilim yanlısı din karşıtı tarafgirliği dikkate değer­
dir v e Av rupa 'da bunu önceleyen yirmi yılda meydana gelmiş sarsıcı
olaylarda önemli bi r etmen olmuş olabi l i r. Bu olaylar, bir kez daha Sa­
int- S i mon ' dan aktaracak olursak, "en güçlü etkil i neden"de aranacak
radi kal biçi mde yeni bir açıklama gerektiriyordu. Saint-Simon, teoloj i k
si stemleri çürütme çabası içinde Aydınlanma'nın ana geleneğine bağlı
kal mış ancak saldırısını daha ateşli biçimde yapmıştı. Aynı zamanda, ça­
lışmaları mi l i tan bir ırkçılıkla çakışan eleştirellikten uzak bir bi l i m ru-

2 A.g.e., s. 5 1 -52.
3 muvres de Claude-Heııri de Saint-Simon , ed. Paris 1 966, C. V, s. 55.
4 A.g.e., s. 25-27 .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: GOBiNEA U ve ÇAGDAŞLARI 27 1

hunu ortaya sermekteydi . Böylece, Saint-Simon ' un fantezisi , kendisini


i nsana en yakından benzeyen hayvanın maymun deği l daha çalışkan
olan kunduz olduğunu i lan etmeye götürdü. Öyleyse bilginleri n gele­
neksel yanlışı nereden kaynaklanmıştı diye sordu. Yanlış "dünyanın in­
san için yapılmış v e i nsanın da Tanrının suretinde yaratılmış olduğu
inancı üzerine kurul muş" bul unduğu için, tabii ki dinsel bil i m karşıtlı­
ğından.
B una göre, insana en çok benzeyen, insandan sonra en mükemmel olandır. Baş­
kaları gibi, fi zyologlar da ilk ders olarak bunu öğrenirler ... Karşılaştırmalı ana­
tomi çalışan bili mciler, topl umsal örgütlenme hiyerarşisinde insandan sonraki
basamağa maymunu y e r leştirdiklerinde herhangi bir akıl yürütmeni n gereği
doğrultusunda değil öğrenime ilk başladıkları zaman emdikleri inançlarına göre
davrandılar. 5

Modern sosyolojinin kurucularından biri sayılan bi r adamdan gelen


böyle bi r akıl yürütme son derece hayret v ericidir. Şimdi geriye, insanın
Tanrı suretinde yaratı lmış olduğunu reddetmenin on dokuzuncu yüzyıl­
da determinist v e ırkçı düşünceleri ne ölçüde v e ne yoldan güçlendirdi­
ğini görmek kal ıyor.
Özel l i kle çok l u türeyişçi kuramların sav unucularıyla ilişki l i olarak,
bazı daha tanınmış Aydınlanma yazarlarının yazılarında bu reddedişe za­
ten di kkat çekmiş bulunuyoruz. Dev rim deneyimi buna yeni bir unsur
ekledi : B u redden somut, siyasal sonuçlar çıkarmak yönünde bir eğilim.
Böylece Sai nt- S i mon ' un, Zenci l ere uygulandığında sömürgelerde fela­
kete yol açtığı için eşitlik ilkesi ni 1 803 yıl ında bi r kez daha eleştirdiği­
ni görüyoruz. Aşağı bir ırkı özgürleşti rmekle devri mciler büyük bi r yan­
lış yapmıştı :

Dev rimciler eşitlik ilkesi ni Zencilere uyguladılar. Fizyologlara danışmış ol­


salardı Zencinin bi r Avrupalıyla aynı öğrenimini alacak, aynı zeka düzeyine ula­
şacak şekilde eğitilecek durumda ol maya organik bakımdan yetersiz olduğunu
öğrenirlerdi. 6

Bu sözler, çiftli k sahipleri nin 1 790' dan i ti baren kölel iğin kaldırıl­
ması taleplerine karşı açıkça ırkçı argümanlar kullan arak ortaya koyduk-
5 A.g.e., s.52-5 3 .
6 Lettre d 'un habitant de Geneve iı ses contemporains; <Euvres, C. 1 , s . 46 ve de­

vamı.
272 A RI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

l arı karşı propagandanın bir yankısı gibi gözükmektedir.7 Saint-S i mon,


yeni bilimsel din hakkındaki yazılarına eklediği "görü"Ierden birinde
daha da ileri giderek Av rupalıları Habil ' in, renkl i insanları da Kabil ' i n
çocuklarıyla kıyaslamıştı. " Ş u Afrikalıların nasıl kana susamış oldukları­
na bakın; Asyalıların duygusuzluğunu gözl eyin." Bu yeni dinin kurucu­
su (yani kendi fantezi lerinde kendini gördüğü şekliyle bizzat Saint-Si­
mon) , bir ordu kuracak ve " Kabi l ' i n çocukları nı dine boyun eğdirecek­
ti . " Dev ri mci Fransa ' nı n bir başka çocuğu olan Virey ' i n "insan ırkının
başında bulundukları" için Av rupal ılara bir şekilde farklı benzer bir yaz­
gı biçtiğini daha önce görmüştük. Dönemi n atmosferinin özet bi r yan­
sıması Lamarck' ın biyolojik görüşlerinde de karşımıza çıkmıştı .
Geriye, "fizyologların" Lamarck ve Saint-Si mon ' un dayandığı ant­
ropolojik öğreti leri ni incelemek kaldı. Atıfta bul undukları yazarlar ara­
sında yeni dev ri mci nesli n en temsil edici örneği Pierre Cabani s idi. Di­
rektuv ar ve Konsüllük dönemi nin yeni seçkinleri nin entelektüel üstad­
ları olarak kabfil etti ği ve başta militan sekülarizm ol mak üzere Fransız
düşüncesini n bazı akımları üzeri nde büy ük etki yapmış olan "ideolog­
lar"ın en etki lisi kuşkusuz o idi (ideoloji kel i mesinin ta kendisi, yakın
arkadaşı olan ve öl ümünden sonra eserlerinin yayıma hazırlanması nı
üstlenen Destutt de Tracy tarafından uydurul muştu) . Cabanis, henüz
kurulmuş Enstitü' de şöyle bildirmişti : " B u duvarların içinde Tanrı adı­
nın asla anıl mamasını dil iyorum." Bundan daha da ünlüsü, tıpkı öd ke­
sesinin öd sal gılaması gibi beynin de düşünce sal gıladığı yol undaki ku­
ramı ya da on dokuzuncu yüzyıl materyal i stlerinin sık sık atıfta bul un­
duğu şekl iyle "beyi n , organik düşünce sal gılamayı başaracak bir şeki l­
de izleni mleri sindirir (hazmeder)"8 diye yazdıklarıydı .
Cabanis, bu fikri l 795 ile 1 798 arasında ortaya koyduğu Rapports
du physique et du moral chez l 'homme başl ıklı çal ışmasında gel işti rdi ki

7 Ö rneğin bkz. Cesar de l ' Escale de Verone, Obsevations sur les hommes de co­
leur des colonies, Paris 1 790: "Ey Fransızlar. . . Fransız saymış olabileceğiniz,
kardeş diye çağıracağınız, ticaret ve karşılıklı çıkarlarla bağlı olduğunuzu düşü­
nebileceğiniz yerl i nüfusun, damarlarınızda akan şanı tüm dünyaya yayılmış,
Yunanların ve Romalıların bütün başarılarını gölgede bırakmış kanınızı değersiz­
leştirmek üzere kendi koyu, ağır, kirli, kara, hilekar kanlarını kendi öz ülkeni­
zin bağrında yaymasından korkunuz." S. 1 3 .
11 Rapports du physique et du moral chez / 'homme, Paris 1 824 basımı, C. 1 , s. 1 33-

1 34.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: GOBİNEA U ve ÇAGDAŞLARI 273

bu çalışma onun düşüncesinde fizi ksel olanın manevi olana göre önce­
l i k taşıdığı açıkça gösterir. Biyoloji alanında, Lamarck'ın kazanılmış ni­
teliklerin kalıtım yoluyla aktarıldığı yönündeki fikirlerine öncülük et­
mişti. " Eğer önceki bir alışkanlığın beli rleyici nedenleri birkaç nesil bo­
yunca etki eylemeyi s ürdürürse, yeni edinilmiş bir doğa biçi mlenecek­
tir" diye yazmıştı.9 Bu düşünceyi, Hi pokrates ' i n i k l i mler ve mizaçlar
hakkındaki eski öğretisiyle birleştirmişti . Altı farklı mizaç olduğunu ka­
bı11 ediyordu. En çok Fransızlar arasında yaygın bulnduğunu v e Akı l ' ın
ilerlemesine neden onların öncülük ettiğini açıkladığını düşündüğü san­
guin-bileux' nun bunlardan en baskını olduğunu söylüyordu. Ona göre
Dev rim parlak bir örnekti 1 0 ve onun ni metlerini bütün dünyaya yaymak
arzusuyla i nsanın farklı ırkları karıştırarak "doğanın eserini yeniden dü­
zenlemeye ve düzeltmeye cüret etmesi ni" öğütl üyordu. B u , " i l kel top­
l umlar arasında v ar olmayan ve hakların eşitl iği gibi, aydınlanmanın ve
mükemmel akl ın yaratımı olacak olan bir yetenek eşitl i ği" ortaya çıka­
racaktı. 1 1
Cabanis, farklı ırkların kendine ait nitelik'erinin tahl i l i ne giri şmedi.
Sadece, Drapamaud diye birinin "farklı ırkların herbiri nin zeka v e du­
yarlılık düzeylerini bel irlemeyi ve böylelikle deyim yerindeyse, her bi­
rinin ideoloj i k ölçek içindeki düzeylerini ortaya koymayı" amaçlayan
projesine atıfta bulunmakla yeti ndi . 1 2 Ne ol ursa olsun, burada iyimser
ve dev rimci bir anlayışla karşı karşıyayız: Irklar eşit değerde deği llerse
bile, akıl buna bir çare bulacak v e gerçek eşitl iği geti recekti r. Ne var ki ,
kitabı n 1 824 baskısında editör acı gerçeği hatı rlatan bir eleştirel not düş­
mey i uygun görmüştü:
B u eşitl i ği n muhtemelen daima bir Zümrüdüanka ( gi bi ulaşılmaz bir efsane
-ç.n. ) kalacağı gerçeği bir yana, hattii insan bunun istenir bi r şey olup olmadığı­
nı bile sorgulayabilir. Topl umun var olması yani aralarında bir hizmetler değiş
tokuşunun varlığı, tam da i nsanlar arasındaki eşitsizlik ve farklılıklar sayesinde
değil midir? 1 3

9 A.g.e., C. i l , s. 1 27.
10
A.g.e., C. i l , s. 452 ve C. 1 , s. xvıı.
ıı A.g.e . C. 1 , s. 4 1 0-4 1 1 .
.

12
A.g.e., C. i l , s . 327. ldeologie comparee diye adlandırılacak eserinde bir "ide­
olojik ırklar ölçeği" kurmayı planlayan Draparnaud hakkında bkz. Fr. Picavet,
Les ideologues, Paris 1 894, s. 445-450.
ı.ı A.g.e., ( E) ile işaretlenmiş notta.
274 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI l'e MİLLİYEfÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

B u eleşti ri antropolojik öğretiye deği l , ondan çıkarılan siyasal sonuçla­


ra yönel i kti . Restorasyon dönemi nde, Cabanis ' in editörüne doğal eşit­
sizl i k topl umsal düzene uygun gözükmüştü. B u bakış açısı, l 8 32 'de o
zaman henüz yi rmi yaşlarında olan geleceği n Paris Etnoloj i Derneği ge­
nel sekreteri Victor Courtet de ! ' isle tarafından daha orijinal şekilde ge­
l i ştiri l d i . Kendisi, Av rupal ıların özgürlüğünün soyut bir eşitlik kav ra­
mıyla bi rleşti ğine işaret ediyor ve daha fazla eşitlik iddialarının öne sü­
rülmesini önlemek için çare olarak ırksal farkl ılıkların vurgulanmasını
öneriyordu:
... Farklı topl umlar doğal eşitsizli klerinin sergileneceği ya da ırksal farkl ıl ık­
larının az çok vurgulanacağı şekilde yeniden düzenlenmedikçe Av rupa'daki kriz
dinmeyecektir diyorum. İ nsanın saygınlığını incitecek bir kanaat öne sürmüyo­
rum; dünyanın bütün halklarının tarih kayıtlarının doğruladığı bir olguyu beyan
ediyorum. 14

B u genç ırkçılık hevesl isinin görüşleri ne yeniden döneceğiz. Fikirleri


Cabanis ' i nkilerden temelden farkl ı değildi. Farkları pratik sonuçlarında
yatıyordu. Bununla birli kte, dev ri mci iyimserl i kten Restorasyonun kö­
tümserl iğine geçiş, sahici antropoloj i k kav ramların evriminde de ifade­
sini bulmuştu. Karşılaştırmal ı anatominin başlatıcısı Cuvier ' ni n duru­
munda bu açıktır. Gençl iğinde, 1 790 ' da, Kara ı rkın doğuştan aşağılık bir
ırk olduğunu beyan eden ve onları maymunlarla kıyaslayan yazarları
eleştirm i şti . Çeyrek yüzyıl sonra, Le rege animal başlıklı kitabında biz­
zat kendisi şu klasik karşılaştı rmayı yaptı :
Zenci ırkı Atlas'ın güneyine münhasırdır. Renkleri kara, saçları kıvırcık, baş­
ları basık ve burunları yassıdır. Ö ne çıkı k ağızları ve kalın dudakları çarpıcı şekil­
de maymunlarınki ne benzer. B u ı rkı oluşturan halklar daima yabanıl kal mış­
tır. . . 15

Cuvier, büyük imparatorl uklar yaratmış olduğundan sarı ırk hakkı n­


da daha iyi düşünceler besliyordu, mamafih, bu ırkın da " uygarlığı da­
i ma durağan idi". Bu yüzden, uygarl ığın gelişmesi "başlarının güzel de­
ği rmi şekl iyle temayüz eden bir halk olan, ait bulunduğumuz Kafkas-

1� Krş . ; Jean Boissel ' nin (yay ımlanmamış) tezi , Vıctor Courtet de l '/sle, Paris
1 969, c. 1 , s . 38.
15 Krş . ; George W. Stocking, "French Anthropology in 1 8000", /sis, LV ( 1 964);
v e Le renge animal, Cuv ier, Paris 1 8 1 7, s . 94.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: GOBİNEA U ve ÇAGDAŞLARI 275

yalı ırkı n" eseri idi. Böylece, ilerlemeni n Batı ' nın ayrıcal ığı olduğu ve ak
ırkın üstün bi r değere sahip bul unduğu yönündeki bir önceki yüzyı ldan
dev ralınan fi ki rler yaşamaya devam ederken, dev ri m sonrası dönemin
kötümserl iği, Aklar ile durgunluk içinde kalan ya da barbarlı ğa mah­
kum olan şu öteki ırklar arasında çok daha deri n bir ayrım yaratmı ştı.
İ nançlı bi r Hıristiyan olan Cuvier, farklı insan ırklarını ortak bir soy­
dan türetmişti. Belki de Kitaptaki üçl ü ayrıma saygısının sonucu olarak,
insan soyunu ak, sarı ve kara olmak üzere üç büyük ırka böldü. Ne v ar
ki, di nsel i nanç, giderek artan sayıda yazarın çoklu türeyişçilik kuramı­
nı beni msemekten artı k alakoyamıyordu. Dönemi n en popüler antropo­
loglarından B ory de Saint-Vi ncent şöyle bildiriyordu: "Vahiy. . . münha­
sıran Adem ile Havva'ya inanacağımızı hiçbir yerde buyurmaz, v ahyin
' esinlendiri l m i ş ' yazarı açıkçası sadece İ branilerle i l gilenmeye niyet et­
mişti ve öteki ı rklardan öylesine kısacık söz edişi nden, onların tarihini
doğacılara bırakmayı istemiş gibi gözüküyor." Bory de Sai nt-Vi ncent,
bu tarihi gel iştirirken her bi ri ayrı ayrı yaratılmış on beş farklı i nsan tü­
rü ayırt etmiş ve bunları giderek azalan bir değerler skalasında tasnif et­
mişti . B i rinci yer, kendisi nde "i nsanlığın öv ünebileceği en büyük deha­
ların ışıldadığı" ak ya da "Yafesi" ırka verilmişti . Kaydedilmiş vahyin
konu malzemesi olan Adem ' i n zürriyeti ni içeren "Arabi ırk" i kinci sıra­
yı alıyordu. Cri stoph Meiners gibi Bory de, "doğaca en son biçim v eri­
lecek olan, din ya da yasa ya da sanatlardan yoksun Av ustralyalı ırkı"
son sı raya yerleşti rmişti. Dahası, Av usturyal ılar son derece utanmazdı:
"Çıplakl ıklarından bütünüyle habersizdi rler v e kendilerini yeniden üret­
mek için kullandıkları organlarını gizlemek gereği asla kafalarına gir­
mez." 1 6
B i r başka çokl u türeyişçi olan Desmoulins de, yabanıl olarak tanım­
lanan ırkları eğitmenin ve düzeltmenin ne kadar zor olduğuna bir örnek
olarak Av ustralya yerli lerini kullanmıştı . Sydney 'de yapıldığını iddia et­
ti ği beli rleyici bir deneye di kkat çekti . Bazı süt bebeleri yerli ana baba­
larından al ınıp, başarılı bi r eğitimi garanti liyor gibi gözüken koşullar al­
tında, yaşıtları olan İngiliz çocuklarıyla beraber yeti ştirilmişti. Sonuç
felaketti . " Kendileri ni göstermeye yönel ik doğal dürtü leri yeteri nce

1 6 Le homme (homo)i Essai zoologique sur le geııre humain , 2. basım, s. 1 48 , 1 02


ve devamı ve 3 1 8.
276 ARJ MİTİ : A VRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERiN TARİHİ

güçlenir güçlenmez verilen bütün tali matları büyük bi r şiddetle reddet­


ti ler. Daha çocukl uktan bile çıkmamışken kaçtılar ve bir daha izleri ne
rastlanmadı" B una rağmen, i nsanın doğal bi l i mler sayesinde daha iyi­
ye götürülebi leceğine i nanan Desmoulins ş u sonuca varmıştı : "Bu, kuş­
ların göç etmesine neden olana benzer içgüdüsel bir dürtünün varl ığını
gösterdi . " 1 7
Militan kölecilik karşıtları arasında bi le buna benzer bir önyargı
gözlenebil i rdi. Victor Schoelcher, Akları n ve Karaların potansiyel yeti­
lerinin 1 8 bütünüyle eşit olduğunu düşünse de, silah arkadaşı olan Sai nt­
Si moncu Gustave d ' Eichthal , görünüşe göre başka türl ü düşünüyord u.
Fizyolog Flouren s ' i n otori tesine dayanarak, iki ırk arasında yapısal ve
radi kal bir fark olduğunu ifade etti ; bu fark, bunlar bir çift olarak al ın­
dığı nda ak ırkın erkeği, kara ırkın dişiyi temsil etmesinde görülebilirdi -
Al man Romanti kleri nin hev esle ben imsedi ği bir dikotomi . 19
Yine kölecilik karşıtlarından olan Fransız fizi ki antropoloji okul u­
nun başı Armand de Quatrefages, i l keye dayandırılan argüman ile bu­
nun antropolojiye uygulanmasını titizl ikle bi rbirinden ayırmıştı . "Köle­
cilikle savaşmak için v ar olmayan bir eşitl i ğe başv urmak" diye yazdı
"kişinin, tam da bu abartmayla, karşı çıktıklarının ekmeğine yağ sürme­
sidir." Köleliğin kaldırılmasını " kara ırka karşı herhangi bir sempati"den
değil , bu kurumun " kaçınıl maz olarak Akların arasına getirdiği ahlaksız­
l ı k" y üzünden istiyordu. Kara ırka karşı tiksi ntisi o dereceye varmıştı ki ,
l 842 ' de A B D ' ye yaptı ğı ziyaretten sonra bu ırkı bi l imsel bakımdan "do­
ğanın acayip bir cilvesi"nden kaynaklanan ucubeler şekl inde tanımladı:
Teri min bil i msel kullanımıyla, Zenci bir entelektüel ucubedir. Onu üretmek
için doğa, cam böl melerde seyretti ğimiz bedensel ucubeleri doğurmak içi n kul­
landığı aynı araçları kul lanmıştır ... bu sonucu elde etmek için tek gereken, bir ya­
ratığın belli parçalarını belli bir gelişme aşamasında dondurmaktır. Sonuç, baş­
ları ya da kolları bacakları olmayan fetüslerde, Tepegözler masalını hayata geçi-

17 Aperçu philosophique sur la possibilite bde perfectionner l 'homme par /es mo­
difications de soıı organization, M . A. Desmoulins , Paris (tarihsiz, 1 820 civa­
rı), s. 24-25.
18 V.Schoelcher 'e göre ırkların eşitsizliği düşüncesi zamanla ortadan kalkacak bir
önyargı idi (De l 'abolition de l 'esclavage, 1 840; krş . Histoire de l 'antisemitis­
me, c. Hl, s. 353.
1 " Krş . ; Lettres sur la race noire et la race blanche, Gustave d ' Eichthal ve Ismayl

Urbai n, Paris 1 839. s. 1 4.


MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: GOBİNEA U ve ÇAGDAŞLARI 277

ren şu bebeklerde görülecektir. Şimdi , Zenci, bedeni türün iyi şekillenmiş biçi­
mini kazanmış ama bütün zekası gelişme sırasında durmuş olan bir Beyazdır. . . 20

Fi zi ksel karakteri sti klerin araştırıl masında uzmanlaşmış bir antro­


polog olarak Quatrefages ' ın görüşü böyleydi. İdeali st, bu nedenle de
tekl i türey işçi olan içindeki fi lozof, Karalarda " ruhun bütün soylu kav­
raml arının yeri ni hayvani i şlev lerin almış olduğunu" ilan ediyordu. Bu
izlenimleri Florida'ya yaptı ğı yolculuktan v e pek muhtemeldir ki orada
konuştuğu çiftli k sahipleri nin tari fleri nden edinmi şti . B i l i mciler bu çe­
şitten içgüdüsel tepkilerden bağışık değildir. B i r başka tanınmış antro­
polog olan İsviçreli Agassiz ( 1 807- 1 873) ile yazış maları, Boston 'daki
kara kölelerle temaslarının kendisini nasıl yeni A meri kan antropologlar
okul unun bi r izleyicisi yaptığını gösterir.2 1 Önceki yüzyılda Zenci karşı­
tı ırkçı kuramların daha uç biçi mlerine ulaştığı yer, aşi kar nedenlerle,
ABD idi. Bu kuramlar, üçü de yeni kafatası ölçme ve kafa endeksi bi li­
minin izleyicisi olan Morton, Gliddon v e Nott adlarıyla bağlantılıdır.
Bağlı oldukl arı okul Av rupa' da tanınmış ve bel l i bir etki yapmıştı. Örne­
ği n Al man Carus, ırkların eşitsizl iği hakkındaki görüşlerini Morton ' ın
kafatasıbilimi ne atıfla desteklemiş, Renan da, Nott v e Gliddon tarafın­
dan Indigenous Races of the Earth adlı kitaplarında önerilen sınıflandır­
maya katıldığı nı bildirmişti . 22
Öte yandan, bu tür fikirler en güçl ü direnişle on dokuzuncu yüzyı­
lın ilk yarısında B ri tanya' da karşılaştı. Kıta' dan özell i kl e de Fransa' dan
yayılan materyal i zme karşı duyulan düşmanlık, önceki böl ümde tasvir
eti ğimiz gibi Kitap ' a gösterilen köktenci bağlılıkla güç kazanmıştı.
Kuşkusuz, akların üstünlüğü genel olarak kabOI görüyordu, ama aynı
zamanda ilkellerin Hıri stiyan imanı aracıl ığıyla düzeli p canlanabi lme
yeteneği nde olduğu düşünülüyordu. Antropolog Will iam Lawrence
( 1 783- 1 867), 1 8 1 9'da yayımladığı Lectures in Physiology, Zoology and
The Natura! History of Man başl ıkl ı ki tabında Darw i n ' inkileri haber ve­
ren görüşler ortaya koyduğu için fii len cezalandırıl mıştı. Muarızları ona

20 A. De Quatrefages, "La Floride", Revue des Deux Mondes, Mart 1 843 , s. 757
ve devamı.
21
Krş . ; Will iam Stanton. The Leopard 's Spots, Scientific attitudes to wa rds race
in America, Chicago 1 96 1 , s. 1 03 .
22
Krş . ; C. G . Carus . Uber ımgleiche Befiihigung der verschiedenen Menschen­
rassenfur höhere geistige Entwicklung, 1 849, s. 1 9, ve Renan 'ın Max Müller'e
10 Hazi ran 1 857 tarihli mektubu.
278 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

Zencilerin "soylu duygular, i nsanca erdemler v e ahlak duygusu olarak


görd üğümüz şeylere" sahip olduğunu reddetmesinden deği l , ahlaki ve
e ntelektüel nitel ikleri beli rl eyen kural l arın her iki türde de aynı olduğu­
nu söyleyerek ve daha da önemlisi kalıtımın muazzam önemini v urgu­
layarak i nsanı hayvanlarla bir tuttuğu için kızmıştı.23 Çalıştığı hastane­
deki üstleri ahlak dışı ve topl umsal düzen için tehl ikeli ilan etti ği için
kitabını satıştan geri çekmek zorunda kaldı .24 B u düşünsel iklimde Cu­
v ier gi bi ılımlı bir Fransız, insanın eğitimle her şeyin üzerine çıktığını
göstermeye çalışan çev irmenleri tarafından 1 827 ' de i ma yoluyla eleşti­
ri l m i şti . 25 Kutsal metinlerle uyum içi ndeki Prichart'ın antropoloj isi dö­
nemin ti pik İngiliz bakış açısıydı. Fakat ırksal determi nizmin bu sofu
eleşti rmenleri , rahip Richard Watson ' ı n durumunda olduğu gibi , zaman
zaman dikkate değer sezgiler gösterebi liyordu. Watson, çiftl ik sahiple­
riyle "fi lozoflar" arasındaki zımni anlaşmaya şu sözlerle çatmıştı :
Birinci sınıf, hırsları ve kusurları bakımından tamamen putperestli k duru­
mundaki bir Zenciden pek farkı olmayan ve talep ettikleri erdemleri çıkarmak
için kamçının ve otoritenin sert sesi nin teşvikinden başka araca başvurmayan­
l ardan ol uşur. . . İ kinci sınıf, zeka kapasitesini başın kemiklerinin görünüşüyle
belirleyen ve ahlaklılığı yüz hatlarının görünüşüne bağlayan bizim dakik fılozof­
larımızdır; zihni cetvel ve pergelle ölçen, ve bilme ve selamete kav uşma yetisi­
ni santim ölçeğiyle ve açıların hassaslığına göre hesaplayan adamlar.

Philip D. Curtin, yukarıdaki alıntıyı aktardığımız The lmage of Afri­


ca kitabında,26 Britanya' da on dokuzuncu yüzyılın neredeyse yarısı bo­
yunca ırksal determinizmi n baskın kuram olmaya başlamadığını yazıyor.
Her ikisi de akıl ve ilerlemenin havari si olan yararcı John Stuart Mili ve
Thomas B uckle gibi çok tanınmış, etki l i yazarlar 1 850-60 gibi geç bir
tarihte bile tam bir "çev reci l i k" vaaz ediyor ve kültürel ya da etnik ni­
tel ikteki tüm farkl ılıkları ikli mdeki ya da hayat tarzlarındaki çeşitl i l i ğe
bağlıyordu.27 Dahası, Antropoloj i Derneği ' n i n kurucusu Dr James

ı.' Lectures . . . , s. 475 ve devamı .


24 Krş . ; T. K. Penniman, A Hundred Years ofAnthropology, Londra 1 952, s. 58 ve
devamı , ve E. von Eickstedt, Geschichte und Methoden der Anthropologie,
Stuttgart 1 940, s . 346 ve devamı.
2.'i Krş . ; Phi lip O. Curti n, The Jmage of Africa . . . . op. cit. , s. 236.
26 The lmage of Africa .... s. 242.
27 Krş . ; Marv i n Harris, The Rise of Aııthropological Theory, Londra 1 969, s. 76-

78 ve E. von Eickstedt, op. c it . , s. 350-35 1 .


MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: GOBINEA U ve ÇAGDAŞLARI 279

Hunt, 1 863 'te " B u konular, ABD, Fransa v e Almanya' da serbestçe ve


enine boyuna tartışıl mışken, Zenci lerin fizi ksel , zihi nsel ve ahlaki ka­
rakteristi kleriyle ilgili olgular, Londra'da bilimsel izleyicilerin önüne
asla getiri l memiştir" diyordu.28 Bu "bilimsel geri kal mışl ık" İngilte­
re ' de o dönemde hakim olan özgül kanaat ikliminin bir başka i şareti­
dir.
A ma gel in ırkçılığın anakaradaki kökenleri ne geri dönel im. Fran­
sa' da Auguste Comte ' un yazıları on dokuzuncu yüzyılın ikinci çeyreği­
nin genel kanaatine güzel bir örnek sağlar.29
Pozitiv izmin kurucusu, i nsanlığın önderl iğinin ak ırka, özell i kle de
batı Av rupa halklarına ai t olduğu fikrini de tartışmasız bi r gerçek olarak
kabı11 etmişti . B u yüzden, il giye layık tek tari h araştırması "bu ayrıca­
lıklı nüfusun ataları" ile ilgili olanıydı. Dönemi nde öylesine popüler
olan Şarkiyat çalışmaları ona doğrudan zarar verici değil se bile en azın­
dan boşa zaman ısrafı gibi geliyordu.30 B undan başka, " pozitif olarak
aralarında bi r ayrim yapılabi lecek sadece bunlar" dediği, ak, sarı ve ka­
ra olmak üzere sadece üç büyük ırkın varlığını kabı11 ediyordu. B unlar­
dan birincisine zeka, ikincisine çalışkanl ık, üçüncüsüne de duygusal
coşku atfediyordu. Bununla birl i kte, " B üyük Varlığın tam uyumu, kur­
gucu, etkin ve çekici olan bu üç ırkın en yakın desteğini gerektirdiğin­
den" bu farklıl ıkların ortadan kalkacağı bir ev rensel uyum çağının gele­
ceği kehaneti nde bulundu. Bu yüzden, Comte ' un " insanlık dininin" ön
gördüğü U l u Mecl i s ' te bütün ul uslar ve bütün ırklar temsil olunacaktı :
" Kara ırk bile, her ne kadar ki bri miz bize onların geri dönüşsüz bir dur­
gunluğa mahkum kı lındığını düşündürtüyorsa da."

28 J. H unt, "On the Negro 's place in Nature", The Anthropological Review il, i l .
kısım s. xv.
29 Comte ' un aşağıdaki satırlarda özetlenen görüşleri için bkz. Cours de philosop­

hie positive, C. V. , Paris 1 84 1 , s. 4 ve devamı ile Systeme de politique positive


ou traite de sociologie, C. i l , Paris 1 852, s. 462-464, ve passim.
30 "Günümüzde, geçmişi miz üzerinde hiçbir gerçek etki gösterebilmesi mümkün

olmayan Hindistan ve Çin 'inki gibi insan nüfuslarının tarihini gelişi güzel ka­
rıştırmakla topl umsal evrimi mizin araştırılmasını tehlikeye sokma eğilimindeki
bu çocuksu ve zamansız, kısır ve kötü yönlendirilmiş bilgi gösterisinin insan
toplumsallığının gerçek yasalarını araştırmanın önündeki temel kafa karışıklığı­
nın esaslı bi r kaynağı olduğu ortaya seri lmelidir." Cours de philosophie positi­
ve, loc. Cit.
280 ARl MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

Comte, kalıtımın ve çev renin göreli etkileri üzerine olan eski tartış­
ma hakkında da görüş beyan etti. Kanaatince bi rincisi, yani ırk, ikl i m­
den daha önemli bir "topl umsal değişke" idi. B una rağmen bunun bas­
kın bir rol ü olduğunu kabUI etmiyor, kabı11 eden görüşleri de eleşti ri­
yordu. Aşağı yukarı 1 850'de " sözde düşünürlerimizin hepsi bu tuhaf
açıklamaya büyük bi r rol atfediyor"3 1 diye yazdığında abartmış olabi lir­
se de, bu sözleri yine de kanıt olarak aktarıl maya değer. Çünkü bu söz­
leri , Fransa' da daha o zamandan, insan hayatının dinsel yorumlamasının
yerine bi limsel yorumlamasını i kame ederek ya da bir başka deyişle
İnayetin yeri ne "fizyolojiyi" geçirerek farklı ırkların v arlığında tarihsel
gelişmenin kısmi hatta toptan açıklamasını bulan pek çok yazarın bulun­
duğunu gösteriyor. Öyleyse, mesele artık (o dönemde pek çok i nsanın
inandı ğı gibi) farklı ırkları n farklı değerlere sahip ol ması meselesi değil ,
Gobi neau ve az sayıda başka düşünürün yaptığı gibi b u farklılıklardan
tari hsel-felsefi sonuçlar çıkarma meselesiydi. Şimdi de bu tür görüşler
i leri süren ilk yazarları ele alalım.

TARİHTE BİR HAREKET ETTİRİCİ GÜÇ OLARAK IRK


Önceki bölümlerde Av rupa halklarının her dönemde kökenlerine ya da
" ırk"larına nasıl büyük bir önem atfetmiş olduklarını gördük. Aynı şekil­
de, Fransa'da Restorasyon döneminde bazı Fransız tari hçi lerin ya da
aykırı siyasetçilerin eski geleneklerle yeni antropolojik ya da "fizyolo­
j i k" fikirlerle birleştirerek, ırk kav ramının kendileri için ne anlam ifade
etti ğini pek açıklığa kav uşturmaksızın, dev rimci değişimleri nasıl ı rk ça­
tışması terimleriyle yorumlamış olduğunu da gördük. Bunlardan bi ri ,
adının unutulmuşluktan kurtarılması gereken Charles Comte ( 1 782-
1 8 37) idi. Kendisi Av rupadaki başl ıca siyasal çekişmeleri "ul usal gu­
rur"a bağlayacak kadar ileri gitmişti . Al manya'da eski Alman ı rkının
üstünl üğü fi kri ne, henüz hfila Hıristiyan değerleri n gölgesi nde ve şu ya
da bu yol la di nsel geleneğe bağlı kalacak şekilde de olsa yeni ve mili­
tan bi r yön kazandıran Napolyon sav aşları ol muştu. Al man hal kı , Manş
denizinin öte yakasındaki İngil izler gibi, hala kendilerini tanrı tarafı n­
dan takdi r edi l miş bir misyonla yüküml ü sayıyordu .

'1 Systeme de politiqııe p0:1itive . C. ll, s. 46 1 .


MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: GOBİNEA U ve ÇAGDAŞLARI 28 1

B u yüzden, ı rksal determi nizm fii len, on dokuzuncu yüzyılın başın­


da beti mledi ğimiz ideoloj i k etkilerin sonucunda insanl ığın geleceğini
düzenleyeceği v arsayılan bi limin yasalarının tanrısal kontrolden kurtul­
duğu Fransa' da doğdu. Augustin Thierry, gerek tari h gerek fizyolojinin
ı rkın ezici etkisini gösterdiğini yazdığında, daha o zamandan ona birin­
cil kuv v et i şlev i atfetmişti. Bununla birli kte, Avrupa mitoloj i lerinin ve
geleneklerinin eski (ve hayali) ırklarıyla antropologların dünya çapında
kataloglamakla meşgul olduğu ırklar arasında bir köprü kurma görevi
henüz yerine geti ril memi şti.
B u imkansız ödev, sadece entelektüel çıkmaz sokakların sayısını ar­
tı rabi l i rdi. Genel l i kle efsanevi bir atadan türetilen "tari hsel" ı rklar, on
sekizinci yüzyılın büyük tasnifçilerinin ak ırkın içine yerleştirmeye gö­
nüllü olduğu Av rupa' nın kadim nüfuslarından başka bi r şey deği ldi .
Şimdi , y ükselen m i l l iyetçilikle körüklenen v e gazete polemikleriyle
hal ka yayılan yeni bi r tari h anlayışı, ak ı rk içinde "fizyoloj ik" alt bölüm­
ler aramayı teş v i k etmişti ve bu al t bölümlemeler genell i kle ı rklarla Av ­
rupa' daki eski "hal klar"ın, kültürlerin ve dil lerin bi rbi rine karıştırıl ma­
sına yol açıyordu. Fransız ve İngi liz yazarlar, ülkelerinde i ki ya da daha
fazla ı rkın var olduğu sonucuna vardı lar. Bu sahte meseleye kapılmayan
Alman antropoloj i s i , daha tutarlı kuramlar gel işti rmek üzere serbest
kalmıştı.32
Paris Etnoloji Derneğinin kuracak olan Anglo-Fransız antropolog
F. W. Edwards, Amedee Thierry 'ye 1 829 ' da yazdığı mektupta, "tarih­
sel" ve "fizyoloj i k" ırklar arası ndaki ilişki meselesini ortaya attı.33 "Ta­
ri hsel ı rkların doğal bil imlere ftşina olanlardan bütünüyle farklı olabi le­
ceğini saptadınız" diye yazdı " Her bi l i m kendi i l keleriyle yönetildiğin­
den bunu yapmaya hakkı nız var. Bununla birl i kte, bu ilkeleri izleyerek,
başka bir bilimi uygulayarak buraya gel miş bir başkasıyla aynı sonuç­
lara ulaşmış olabi lirsiniz" Doğrusu karışıklık hemen ortaya çıkmıştı ;
çünkü, tari hçiyle "bul uşma" gay reti içinde antropolog, "tari hin halklar
arasında ol uşturduğu ayrı mları n doğadaki bu tür ayrı mlarla ne ölçüde
uy uşabileceğini" keşfetmeye çalıştığını öne sürüyordu. Edwards, öte

32 Krş . ; W: Mühlmann, Gesc:hichte der Aııthropologie, op. cit. , s. 48 .


33 Des caracteres plıysiologiques des races humines, consideres dans /eurs rap­
ports avec l 'histoire. M. Amedee Thierry 'ye maktup, aktaran W. F. Edwards
( Paris 1 829).
282 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

yandan "farklı iklimlerde yerleşmiş olan hal kların kendi ayı rt edici ti p­
lerini yüzyıllarca koruyabildiği"ni beli rtiyordu. (Di l bi l i m tarafından
sarsıldığına i nandığı) Eski "ikli mler kuramı"na eleştirel yaklaşı rken, çif­
te bi r mesele ortaya attı : Birincisi ırksal karakteristi klerin kalıtsal daya­
nıklılığı, ikincisi fiziksel ve manevi etmenler arasında Cabanis ya da
B roussais gibi otoritelerce koyutl anan katı aynı yönl ü ilişki . Kendisini
her örneğin gerekti rdiği ayrı mları saptamaya adamıştı . Yahudi lerin du­
rumu ona mutlak "ırksal isti krar"a i şaret ediyor gibi gel iyordu,34 ama
başka örneklerde her zaman bu kadar emin değildi. " Her halk ayn ı di­
renç gücüne sahip değil" diye ilan etti .
Edwards ' a göre Yahudilerin bir ırk olduğuna di kkat çekmeye değer.
Bu da zamanı n bi r damgasıydı . Bir önceki yüzyılda yazarlar Yahudi ulu­
sunu genell i kle ak ırka dahil etmişlerdi, bu toplumun benzersiz yazgısı­
nı ise ya İ nayeti n takdiri ne ya da kendi düşkün durumuna atfetmişler­
di. Şimdiyse, bu kastın ya da "tari hsel" ırkın, kısa zamanda "Sami" di­
ye yeniden adlandırılacak bir "fi zyoloj i k ırk" mertebesine terfi ettiri ldi­
ğini görüyoruz. Başka yazarlar da Yahudileri n durumunu ayrıksı bir ol­
gu olarak ele alacaklardı (Yahudilerin saf bir ı rk olduğuna inancının
Michelet'yi nasıl başlarına gelen bütün belaları bu safl ığa bağlamaya
götürmüş olduğunu görmüştük).
B ugün, Edwards ' ı n ırksal determi nizm yaklaşımını disiplinlerarası
diye tanımlayabi liriz. Dönemin başka yazarları onun kuşkularının ve
çekincelerinin ötesi ne geçerek ı rksal determinizmi ev rensel ya da tekçi
bir açıklayıcı ilke yapmağa çalıştılar.
B unun ilk işareti 1 827 ' de insanın insan tarafından, kölenin efendisi ,
serfi n beyi tarafından sömürülmesini açı klamak üzere militan cumhuri­
yetçi Charles Comte tarafından öne sürülen sistemde verildi . Buna kar­
şılık, daha yakından bakı ldığında tarif ettiği "ırklar", daha çok ortak kö­
kenleri nce olduğu kadar ortak koş ullarıyla da bir arada tutulan topl um­
sal sınıflardı. "Aynı toprağın fethedilmesiyle farklı ırklar bir kez bir ara-

34 "Kuşkuya yer bırakmayacak bir örnek . . . aktaracağım. Yahudi özellikleri öylesi­


ne belirgindir ki onlar hakkında bir yanlışlık yapmak gerçekten zordur ve bü­
tün Avrupa ül kelerinde Yahudiler bulunduğundan onları nkinden daha iyi bili­
nen ve tanınabi lir bir ul usal karakteristik yoktur. Onların adı geçen ülkelerde
aynı ırktan koloniler ol uşturdukları düşünülebilir. . . iklim onları aralarında yaşa­
dıkları uluslara asi mile etmemiştir."
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: GOBİNEA U ve ÇAGDAŞLARI 283

ya geldiği nde" di yordu "onların her biri tahakküm v e boyun eğmeden


doğan adetleri ni ve ön yargılarını korur ve gelecek nesi llere aktarır. "
Onun görüşünde bu halkların y a d a kastların fizyoloj i k biçimlenmeleri­
nin özel bir önemi yoktur:
Eğer her iki kast aynı türe aitse ve bunun sonucunda fiziksel karakteristiklerle
ayırt olunamazlarsa, yapay işaretlerle farkl ılaşabi lirler. . . Avrupalı değerleri ken­
di başına şu ya da bu ad yahut şu ya da bu işaret değildir, atalarının fatih ırktan
olduğunu iddia edebi l me olgusudur.

Fransız bağlamında bu, açıkça "iki ı rk hakkındaki anlaşmazl ığı" can­


landı rmaya yönel ik bir çabaydı . Ne var ki Comte, dünya çapında tari hin
bu tür mücadelelerle biçi mlendi ğini düşün üyordu. "Yal nız okyanus ta­
kımadalarında deği l . . . ama Av rupa' nın bütün ülkelerinde", aslına bakılır­
sa her yerde, iki uzlaş maz grubun yan yana bulunduğunu keşfetmi şti :
"Toprağı temi zl eyen ve hala işlemeye devam eden i l k sah i pler ve son­
radan gel i p de toprağın v e onu işleyenlerin mülkiyetini ele geçirenler"
Sempati si kes i n l i kl e toprağı işleyenlerin, "alet" olarak kullanılan bütün
ülkeleri n Galyal ılarının: "fati h hal kın hakimiyeti altında nesne kategori­
sine sokulanların" yanındadır. B u gözlemi n tonu Gobineau ' dan çok da­
ha fazla Marx 'a yakındır. Comte, eldeki bil gileri n henüz çok yetersiz ol­
duğu gerekçesiyle bu konuda görüş bel i rmekte tereddüt etse de, farklı
ırklar arasında değer farkı olduğu hususunda son derece kuşkucuydu.
Bağımsız bi r düşünürdü ve ırk gerçekl iğiyle onun hayall temsili arasın­
daki (doğayla kültür arasındaki de denilebilecek) ayrımı görmeye her
zaman muktedi rdi . Karakteristik dil iyle, ırksal mitlerin çeşi tli kı l ıklar
altında gösterdiği di rengen dayanıklılığı şöyl e tarif etti :
İ nsan ruhunda en son söndürülecek gurur, ırksal gururdur: Bir insan kişisel
gururunu, aile gururunu, hatta vatan gururunu terk edebi lir, ama ırksal gurur öy­
le kolayca bırakıl maz. Halkların kurulması ve böl ünmesi hakkındaki düşüncele­
rimiz bu duyguya atfedilebilir 35 ...

Öte yandan, Comte ' un arkadaşı iktisatçı Barthele my Dunoyer, ırksal


eşitsizl iği v urgul uyor ve çağının uyumlu bir çocuğu olarak, bu konuda

35 Ch. Comte, Traite de legislatioıı, ou exositioıı des lois generales suivant lesqu­
elles fes peoples pmspereııt, deperissent ou resteııt statiomıaires, Paris 1 827-
1 83 5 ; krş. özell ikle C. 1, önsöz; C. i l , s. 57-58; C. III, s. 360-36 1 ; C. i V, s. 443-
446.
284 ARI MİTİ: AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

fi zyoloj iye birincil öncelik tanıyordu. Siyasal gerçekleri n görüşlerini


desteklediğini düşüyordu. " Hükmeden niçin kara ırk deği l ? Niçin aklar
hizmetçi değil?" Charles Comte gibi l i beral inançlara sahip olan Duno­
yer, bu evrensel eşitsizliği kınıyordu:
İ nsanların eşitsizliği inkardan gelinemez. Aynı şey ırklar için de geçerlidir ve bu
gerçeği görmezden gelmenin yararı yoktur... Irkların eşitsiz gelişmişliğinden,
söz gel imi herkesin eşit derecede çal ışkan, zengin, aydınlanmış, ahlaklı ve mut­
lu olmasının imkansızlığı gibi pek çok acı verici sonuç çıkabilir.

B u düşünceler, kendisini gönül süzce de olsa Cermeni k hal kları üs­


tün ırk saymaya götürmüştü. Tari h, onları n " modern toplumların i l k v e
t e k kurucusu olarak kabOI edil mesini" gerekti rmiyor muydu? İster ka­
dim ister modern sanata uygulansın, estetik kural ları nın da "Töton tipi­
ne" başka çeşitten bir üstünlük sağladığına i nanmıştı. B u konularda
Comte ile araları ndaki görüş ayrılığı büyüdü. Dunoyer, esas olarak, bi­
l i mi n kesin hükmüne rağmen insan ı rkları arasındaki eşitsizliği kabOI
etmediği için Comte'a çattı . Comte ise buna henüz kesinl i k kazanma­
mış olan bir konuda kesin bir karara varmamış olduğu karşı lığını v er-
.
d 1 . 36
Saint-Simoncu Victor Courtet d e l ' I sle de, "i nsanın var ol uşunda iç­
kin" olan "organik nedenler" dediği - insan topl umunun tari hini düzen­
leyen birincil dürtüleri araştırırken , Cermen halklarının haki m ırk oldu­
ğu görüşüne varmıştı.37 Bu ırk " ul usların yağı olarak" eskiden bütün Av ­
rupa'ya yayılmıştı ; " büyük, güçlü, güzel" idi ve "i nsanın fiziksel doğa­
sının en güzel ideal ini" temsi l ediyordu. Bu nedenle Doğa ona Roma
İmparatorluğunu oluşturan ırklara boy u n eğdi rme gücü bağışlamı ştı . Ne
v ar ki, Courtet bütün bunları geçmiş tari h olarak bir yana bırakıyordu.
Çünkü o zamandan bu zamana, Batıda ırklar arasında Fransız Dev ri mi
gibi Hıristiyanlıkça da desteklendiği ne i nandığı bir "eşitlik ruhu" doğu­
ran bir kaynaşma gerçekleşmişti. Courtet ' un Av rupa'ya barış getirmek
için nasıl bu ırklar kompleksinin kırılması gerekti ğini önermiş olduğunu

36 Barthelmy Dunoyer, Nouve traite d 'ecoııomie sociale, 2 cilt, Paris 1 830; krş.
E. von Eickstedt, Geschichte uııd Metlıodeıı der Anthropologie, op. cit. , s. 340.
37 De Courtet' un tarih felsefesi Jean Boissel ' i n tezi Victor Courtet de / 'isle ( 1813-

1 86 7), Paris 1 969 ile kendisinin La science politique fondee sur la science de
l 'h om me un son böl ümü olan Mcmoire sur les races humaines' inden (Extrait
'

dıı Joıırnal de l 'bıstitut historiqııe ' i nden özetl enmiştir.


MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: GOBİNEA U ve ÇAGDAŞLARI 285

görmüş bul unuyoruz. Temel eseri olan La Science politique fondee sur
la science de l 'homme 'de ( 1 837) de bu planı na bir kez daha deği nmiş­
ti . B u kitap, gerçekçi olma niyeti ndeydi. Bir ırkın temel nitel ik göster­
gesi nin haki miyet gücü olduğunu beyan ediyordu; efendiler tanım ge­
reği kölelerden üstündü ve Av rupalılar ne kadar karışmış ol urlarsa ol­
sun, üstünl üklerini dünya çapı nda bol bol kanıtlamıştı. Aynı uslamla­
mayla Courtet, sadece Asyal ıların değil , Kızı lderili leri n de Karalardan
üstün olduğu sonucuna varmış; yüzyı lının öbür yazarları gibi zenci leri
insanlık skalasının en altına yerleştirmişti , "hiçbir yabancı ırkı köleleş­
tirmemiş, ancak birbi rlerini köleleşti rmiş" olduğu gerçeği de bu ırkın
mutlak aşağılığını gösteriyordu.
Courtet' un özgün fi kirlerinden biri , insanlık tarihinin sırf ırksal mü­
cadeleler tarafı ndan yani "fizi ksel" olarak değil, aynı zamandan farklı
kanları n karıştıran ya da bi rleştiren karşılaşmalar tarafından yani "kim­
yasal" olarak da bel i rlendi ğiydi . Gobineau sayesinde bilimsel dilde mo­
dern ırkçılığın dogmalarından biri hal ine gelecek olan bu fikri ilk ete ke­
miğe büründüren kişi o imiş gibi gözüküyor. Ti pi k biçi mde, eski ku­
ramlarla karşılaştırdığında bunu "ilerici bir fikir" sayıyordu. Thierry 'yi
eleştirişi nden bu çıkıyor:
Ne yazık ki, Thierry 'nin yöntemi dışlayıcı ve gerici bir karaktere sahiptir. O
sadece ı rkların ilkel çatışmalarıyla i lgilenir ve bizim bugünkü bütün rekabetleri­
mizin nedeni olarak, bunların şiddetinin anısını yani bu şiddetin yol açtığı nef­
retlerin süreklil iğini keşfetmeye çalışır. . . fakat kanın karışması , çıkarların yavaş
yavaş aynılaşması, bu uzlaşmazlık unsurlarını yavaş yavaş ortadan kaldırmış ve
sonraki devrimlere, bizim zamanımızdakilere, artık aynı nefretler, aynı anılar ne­
den olmamıştır . . 3 8
.

Sai nt- Si moncu Courtet ' un gözünde, sanayi ve ilerleme söz konusu
olduğu kadarıyla kanların karı şması iyiydi , çünkü " genel refahın ilk ne­
deni olan iş böl ümüne bundan daha yararlı bir şey yoktur: Topl umsal iş­
levler daima ihtiyaçtan doğar ve doğacaktır: Konum farklıl ıkları daima
işlev farkl ılıklarının sonucudur ve sonucu olacaktır. Eğer doğa, bu çifte
ihtiyacın karşılanmasını en kapsayıcı tarzda ırkların eşitsizl iği yoluyla
sağlamışsa, her şeyin yaratıcısını bu bakımdan da y üceltmel iyiz".39 Co-

38 La scieııce poltique . , s. 262-263 .


. .

w A . g . e . , s. 233.
286 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ı•e MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

urtet, bu ifadesiyle, bir ı rkın öbürü üzerindeki diktatörl üğü sayesinde


sağlanan düzen v e i sti krar ile ı rksal fark l ı l ı kların tamamiyle ortadan kal­
dırıldığı tam eşitl ikçi toplumlardaki düzensizl ik ve isyanlar arasında bir
tercihe davet etti ği çağdaşlarını ırksal konuları yöneten yasalar hakkın­
da aydınlatmaktan başka kaygısı olmayan tarafsız bil i mci konumunu
benimser. Son özetlemesi nden çıkan hüküm - " Köleliğin yüreğinde öz­
gürl üğü, özgürl üğün yüreği nde köleliği bul ursunuz" - insanlık hangi
yol u seçerse seçsin, ahlaki bakış açısından av antaj ların ve dezavantajla­
rın eşitçe dengelenmiş ol acağı şeklindedir.
B u unutulmuş yazarlar, az ya da çok tekçi niteli kteki bu düzme-bi­
l i msel si stemleri ortaya koyarken, döneml eri nin hav asını bell i etmeksi­
zin döl lemekte olan görüşlerin aş ı rı bir ifadesini sunuyorlardı. B u gö­
rüşleri n bel l i bir yankısı bazı ünlü yazarları n eserlerinde de bul u nabi l i r.
Joseph de Maistre gibi öy lesine uzlaşmaz bi r Katol i k bi le bu görüşlere
beklenmedik bir saygı göstermiştir. Düzelme umudu ol mayan doğuştan
suçlular saydığı "Yabanılların en düşük kabasabalı k aşamasını" açı kla­
maya çal ışırken, bunların atalarını n ağza al ınmaz bir suç, "ikinci derece­
de bir i l k günah" işlemiş olabilecekleri ni öne sürer.40 Bu suç, onların in­
san ırkından dış lanmalarıyla sonuçlanmış ve böylece insan ırkının birli­
ği sarsılmıştı . Irkları n temelden eşitsiz olduğu inancı, de Mai stre ' ı n tan­
rısal plana il işkin fi kri içerisi nde yer buldu ve kendisini bütünüyle yeni
bir ilahiyat önermeye yönlendirdi. Vahşiler i ki ilk günahın ağırlığı altın­
da ezi lerek iki kat çarpıl mış olduğundan , artık bütün insanlar Tanrının
önünde eşit deği ldi ; ve bu "İnayeti n lai k i lahiyatçısı" yerleşik ilahiyadı,
" vahşll eri n dehşet verici durumunu perdelediği ; Katol i k kilisesin i n mu­
azzam hayı rsev erliği, bize bu yaratıklardan söz ederken, çoğu kez
umutları nı gerçekliğin yeri ne geçirdiği" için kınıyordu.
B ununla birl i kte, Joseph de Maistre bu soruna yaklaş ımında yal nız

40 "Bu sapkın halkların üzerine inen korkunç bir gücün eli, bunları bizim büyük­
l üğümüzün, uzak görüşlülüğümüzün ve mükemmelliğimizin iki büyük nitel i­
ğinden yoksun bırakmıştır. . . Tıpkı en çürümüş ve mide bulandırıcı maddelerin
bu durumlarına rağmen daha bile fazla yozlaş maya açık oluşu gibi , insanlığın
doğal kusurları da vahşide daha da kötüleşmiştir. Hırsız, zfilim ve ahHiksızdır,
fakat bizimki nden farklı bir tarzda böyledir. Bizim suç işlemek için doğamızın
ötesine geçmemiz gerekir; vahşi ise doğas ına uygun hareket ederek suç işler;
suça iştahı vardır ve pişmanlık bilmez. (Les soirees de Saiııt-Petersbourg, De­
uxieme entretien).
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: GOBİNEA U ve ÇAGDAŞLARI 287

kaldı . Genelde, ı rksal etmenin önemine duyulan inancı sürdürmek için


böyle teolojik yan yol lara sapmak gerekli görülmüyordu. Öte yandan,
li beral cephede ki mi zaman söz konusu i nancın utandırıcı bir hakikati
temsil etti ği duygusu hakim ol uyordu. Benjamin Constant, Duno­
yer ' ni n kitabı hakkında yazdığı öv güde şu gözlemde bulunmuştu:
"Bu sistem, kendi hakikat payını taşıyor: Araştırmayı teşvik ediyor ve bu saye­
de bilimi zenginleştirebi lir. ama siyasetten özenle uzak tutulması gerektiğine
i nanıyoruz . . . İ nsan ı rkının bir bütün olarak layık olduğu mükemmelleşmenin er
geç üstesinden geleceği bu ilksel farklılıkların incelenmesini fizyologlara bıra­
kalım, ama gelin, siyaseti yeni eşitsizl ik ve baskı bahaneleriyle silahlandırma­
maya dikkat edel im. 41

Irk hakkında o dönem geçerli olan yorumlar arasına Lamartine ' e ait
şu pasaj da aktarılabi l ir: "Ne kadar seyahat edersem, tari hin ve ahlakın
büyük sırrının ırklar olduğuna o kadar ikna ol uyorum. "42 Haki m eğil i m ,
daha sonra Tai ne ' i n yöntemli b i r biçi mde ortaya koyacağı bir çeşit ço­
ğulcu yorum idi. Onun - ırk, çev re ve zaman şeklindeki - üç etmen ku­
ramı nda en önemlisi, " tari hsel olayların türediği etmenlerin birincisi ve
en zengini" olan ırk idi .43

Yaklaşık 1 840 ' 1 ardan iti baren tari hin ırksal yorumlanışı İngiltere ' de be­
l i rmeye başladı. Rugby ' ni n ünlü okul müdürü Thomas Arnold, yoruma
ahlaki ve ti nsel bir eda kazandırdı . Özünde, Töton ı rkı na İnayetin özel
olarak tasarlanmış aracı rol ü atfetti ği panorami k bi r ev rensel tarih görü­
şü ileri sürmüştü. Arnold'a göre uygarlı k meş ' alesi her biri ödev ini ye­
rine getirir getirmez tari h sah nesi nden çeki len ırklar arası nda elden ele
geçmişti . Yunanlar kendi üstünlük anlarının keyfi ni sürmüşler, onların
arkası ndan Roma gelmi şti . Ama ası l etkiyi , tamamiyle Cermenlerin ese­
ri olan Hıristiyan ve Batı kültürü yapmıştı . Av rupa'nın yayılmasının bü­
tün dünyayı kaplaması onların sayesi ndeydi (elbette bunu bel irti rken
Anglo-Sakson ulusunun özel katkısı nı v urgul uyordu). Arnold, Cermen-

-ı ı B. Constant, Melanges de litterature et de politique, Paris 1 829. s. 1 49-50.


42 Aktaran E. J. Young, Gobinaeu ud des Ran·imus, Eine Kritik der anıhropolo­
gischen Theorie, Meissenheim 1 968, s. 207 .
-11 H . Tai nc. Histoire de la litteratıırc anglaise, Paris 1 865 . C. 1, s. x.x.vı.
288 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUIYETÇİ FiKiRLERiN TARİHİ

!erden sonra meş ' aley i kimin devralacağını açıklamamıştı. Bir şekilde
Hegel gil bi r tarzda, sanki tari h onlarl a birli kte amacına ulaşmış gibi gö­
züküyordu. Onu i l gi lendirdiği kadarıyla Al manya şuydu:
Bizim Sakson ve Töton atalarımızın yurdu; hiçbir Romalı ya da başka karışımla
yozlaşmamış ülke; dünyanın şimdiye dek gördüğü - en sağlam yasalara sahip -
en ahlakl ı insan ırklarının, en şiddetten arınmış tutkul arın ve ailevi ya da öbür
türden en i nce erdemleri n doğum yeri . 44

A rnold' ın Hıristiyan inancı çokl u türeyi ş kuramına eği l i m duyması­


nı engellemedi. Yunanlar ile Av ustralyalıların aynı atadan türememiş ol­
masını ihti mal dışı görmediğini yazdı. B i r başka tarzda da olsa görüşle­
ri n i de Maistre kadar eski lere götürerek, Y üce Tanrının "i nsanlığa tüm
dinsel bi lgiyi Yahudi hal kı aracılığıyla, tüm entelektüel uygarl ığı da Yu­
nanlar aracı l ığıyla aktararak" bi r zamanlar Yahudi ler gibi Yunanları da
Kendisinin aracı olarak seçmiş olabileceğini kabOI etti .45 Yunanlar söz
konusu olduğu kadarıyla bu halk "düşüncenin ve eşyayı sorgulama gü­
cünün" timsal iydi. İnançlı Hıri stiyanlar arası nda bi le, bi limin itibarının
altında ezi len eski dogmaları n deği şmekte ve zayıflamakta olduğu açı k­
tır. Gene de, Thomas Arnold g i bi kişi ler için Cermen halklarını planla­
rının aracı olarak seçmiş olan Tanrısal İ nayet hala esas etkiydi. B unun
üzerinden fazla zaman geçmemişken, genç Di sraeli ırksal temayı bir
kez daha ele aldı. İnayeti arka plana çekti ve sessiz bir cüretkarlı kl a in­
sanlığın kaderinin anahtarlarını Yahudi lerin el lerine teslim etti .
Disrael i , siyasete atı l masının üzeri nden fazla zaman geçmemişken
yayımladığı büyük roman üçlemesi nde (Coningsby, 1 844; Sybil, 1 845 ;
Tancred, 1 847) fi kirleri ni ve dünya görüşünü açıkladı. Tarih fel sefesi
bel ki şu formülle özetlenebi l i r: "Irk her şeydir; başka bir hakikat yok­
tur. " Dönemi n i n antropoloj i k görüşlerine uygun biçi mde Yahudileri
" Kafkas ırkı"na dah i l etmiş ve onların gözlerden gizl i gücünü şöyle be­
ti mlemişti :
İ şin gerçeği. Kafkasyalı örgütlenmesini n saf ırkını tahrip edemeyeceğiniz­
dir. Bu fizyolojik bir olgudur. . . Ve şu anda, yüzyılların, on yüzyılların aşındırma­
sına rağmen. Yahudi zi hni Avrupa işleri üzerinde yaygın ve büyük bir etki yapı-

.ı..ı
Thomas Arnold, /ııtrodııctory lectures on Modern History, New York 1 842 ;
The life and correspondence of Thomas Amold, Londra, 6. basım, s. 488.
�5 A .g . e . , s . 24-0.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: GOBİNEA U ve ÇAGDAŞLARI 289

yor. Hala itaat ettiğiniz yasalarından, zihinlerinizi doyuran edebiyatlarından de­


ğil , yaşayan İ brani zekasından söz ediyorum. Avrupa ' da Yahudilerin büyük öl­
çüde katıl madığı hiçbir büyük entelektüel hareket gözlemleyemezsiniz. İ lk Ciz­
vitler Yahudiydi ; Batı Avrupa'yı alarma geçiren gizemli Rus Di plomasisi Yahu­
dilerce örgütlenmiş ve esas olarak onlar tarafından yürütülmektedir; bu anda Al­
manya'da hazırlanmakta bulunan ve işin doğrusu i kinci ve daha büyük bir Re­
formasyon olacak olan ve henüz İ ngiltere'de hakkında pek az şey bilinen mu­
azzam devrim, bütünüyle Almanya'nın profesyonel makamlarını neredeyse te­
keline almış bulunan Yahudilerin deneti mi nde gel işmektedir. . . 46

Geleceğin Beaconfıelds Lordu, İngiltere ' de tartış mayı siyasal alana


taşıyan ilk kişiydi (daha sonraki bi r eserinde 1 848 dev rimlerini Yahudi­
leri n yeraltı tertipl erine atfetmi şti), onun bu fantezileri, avam anti-semi­
tizm propagandacılarının eline çok çeşitli argümanlar sağladığı kıta Av ­
rupa'sında gürültülü bir yankı uyandıracaktı. B ritanya kamuoyu i se
onun bu böbürlenmeleri ni zararsız bir şımarıklık sayacaktı. Ne de olsa,
hiyerarşide i kinci sırayı "Yahudi tinselliğinin ışığını" al maya en yete­
nekli ırk olan Saksonlara ayırmıştı .47
Phi lip D. Curti n ' i n "Britanya ırkçıl ığının asıl kurucusu" dedi ği cer­
rah Robert Knox48 ile artık sorun, ister Yahudi i ster başka türden olsun,
tinsellik deği ldi. İnsan ırkları üzerine 1 850'de yayımlanan "felsefi araş­
tı rma"sında, Disraeli ' ni n görüşleri aşağıdaki gibi tekrarlanır ve gel işti­
rili rken Yahudiler yararsız asalaklar olarak tarif ediliyordu:
. . .insan işleri nde ırkın her şey demek olduğu, felsefeni n şimdiye dek iJan et­
tiği en kapsamlı, en dikkate değer basit gerçektir. Irk her şeydir: Edebiyat, bi­
lim, sanat - tek kelimeyle uygarl ık ona bağlıdır. 49

Knox, transsendentali zmdcn eser bile taşı masa da si stemini "trans­


sendetal anatomi" diye adlandırmıştı. Özel l i kle fel sefi bakış açısından
en yetenekli ı rkların Gotlar ve Slav lar olduğunu, onları Saksonlarla
Keltlerin izledi ğini düşünüyordu (Saksonların "abartılı öz-saygısını"
eleştirmekten çekinmemişti). Skalanın öbür ucunda, gerçi savaşçı nite­
liklerinin akların Afri ka 'daki üstünlüğünü tehl i keye atabi leceğini tesl im

� Coningsby, Londra 1 844 , s. 1 82- 1 83 .


47 Krş . ; Histoire de / 'antisemitisme, op. cit. , C: 1 1 1 , s. 339-349.
-ıs K rş . ; The lmage of Africa. op . cit. , s. 377.
49 The Races of Men: A philosophical enquiry into the injluence of race over the
destinies of nations. Robert Knox. M. D Londra 1 862 (2. basım). Ö nsöz, s. 1 .
..
290 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

ediyorsa da, Karalar yer al ıyordu. Bütün bunlar yeni bir dili gösteriyor­
du. B üyük Britanya kendini Kıta Avrupa düş üncesine uydurmaya baş­
lamıştı ve Knox ' ı n kitabı bunun işaretiydi . Darwin bu kitaptan onayla­
yarak aktarmalarda bulunmuştur ve antropoloj i tarihçileri Dr Knox ' ı ,
Darwi n i l e Spencer ' ı n doğal seçilim v e e n uygunların hayatta kalması
kuramlarını haber veren ev rim kuramının öncüsü olarak görürler. 50
Knox ' ı n kısmen Disraeli 'yi hedef alan Yahudi karşıtı görüşleri d e döne­
mi v e ül kesi açısından aynı derecede bir yeni likti . " İbrani ler"in (en eski
çağlara dek izini sürdüğü) asalakl ığını ve kültürel kısırlığını dinlerine de­
ğil, bütünüyl e ı rklarına bağlamış ve böylece modern anti-semitizmin
haberci leri nden ol muştu. Fakat yarı-Yahudi lerin durumunda, Sakson ya
da Kelt kanının Yahudi kanlarına baskın geldiğini düşünmeye eği l i mliy­
di. B u da özellikle İngi liz bir bakış açısıydı . 5 1

Gobi neau hakkında o n dokuzuncu yüzyıl sonları ndan beri yapılan tari h­
sel v e edebi i ncelemeler çoğu kez kaynaklarının kimler olduğu hakkın­
da kafa yormuştur. Bir Alman yazarın 1 926' da ortaya attığı tuhaf bir
v arsayım, Gobineau ' nun ırkın gizemleriyle aralarında Paris ' te gerçek­
leşmiş olabi lecek buluşmalar sırasında Disraeli tarafından tanıştırıldığı­
nı öne sürer.52 Essai sur l 'inegalite des races hu ma ines ' i n bazı anahtar
kav ramlarının Courtet de l ' Isle'den türeti ldiğini gösteren Jean Boi ssel ,
ayakları daha yere basan bir v arsayım ileri sürmüştür. Fakat bunları ne­
reden nakletmiş olursa olsun Gobineau ' nun yaptı ğı, zamanında zaten
kökleşmiş olan fi kirleri son derece kişisel bi r tarzda sistematize etmek­
ten i barettir. Bunlara kendi öz katkısı esas olarak, uygarlığın ölüm çanı
gi bi hissedilen kötümser çıkarsamalarından oluşur. Bilim bahanesiyle
her çeşitten acılık v e düş kırıklı ğına kapı açmıştı . Onun için bi limin "sa­
dece demokrasiye ve Dev ri me olan nefreti ne karşı bir av unma aracı" ol-

50 Bkz. Marvin Harris, The Rise of Anthropological Theory, op. cit., s. 99- 1 00;
krş. Wilhelm Mühlmann, Geschichte der Anthropology, op. cit. , s. 99.
51 The races of Men . s. 1 94 ve 208.
. . .

52 Krş . ; Cari Koehne, "Untersuchungen über Vorlaufer und Quellen der Rassen­
theorie des Grafen Gobi neau", Archiv fıir Rassen-und Gesellschaftsbiologie.
xvın ( 1 926), s . 369-396.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: GOBİNEA U ve ÇAGDAŞLARI 29 1

duğunu bizzat kendisi kabı11 ediyordu. 53 (Kitabının yayımlanmasından


hemen sonra) Tocquev i l l e ' e gönderdiği mektupta geçen şu cümlesi me­
sajını daha bile açı k ifade ediyor: "İnsanlara bağışlanacaksınız ya da
mahkum edileceksiniz demiyorum, onlara ölüyorsunuz diyorum."54
Gobineau ' nun fi kirleri nin etrafında yayılan efsaneyle pek az ortak
yönü vardır. Mantığa uygun dav ranılsaydı, ırksal hiyerarşi hakkındaki
düşüncesi yüzünden kitabı nın Nazi Almanya 'sında yakılmış olması ge­
reki rdi .
Gobineau ' nun okuma listesi çok genişti v e tezini desteklemek için
zamanının bütün antropoloji yazınını olduğu gibi , önde gelen "fizyolog­
lar"ının yazdı kları nı da elden geçirmişti. Fakat esinlendiği tari hsel kay­
naklarla ilgili olduğu kadarıyla, Kitap başta geliyordu. Tev rat'taki kro­
noloj iyi takip etti (ev renin kendisi deği lse bile, i nsan türü beş ya da al ­
tı bin yaşındaydı); insanl ı k hakkındaki esas düşünceleri ni Yaradılış Ki­
tabından al mıştı. Ona göre söz konusu kitap, sadece " güzell i k , zeka ve
gücü tekelinde bul unduran" ak ırk ile i lgiliydi.55 Başından beri İnayetin
yol gösterdiği bu ırk, kuzey Asya' dan ortaya çıkmış v e Ham, Sam ve
Yafes' inki (geleceğin Arileri) ol mak üzere üç dala ayrılmıştı. Bu üç dal
yetenek ve erdemlerce eşit donatıl mıştı ve Gobineau ' ya göre ak ırk ço­
cukluğundan itibaren "bütün uygarl ığın ana i ki unsuru: B i r din ve bir ta­
ri h" i le kutsanmıştı .
Ne Ki l i seni n eski geleneğiyle çel işmek, ne de onları seçi lmiş ak ırk­
la i l i ş kilendirmek isteyen Gobi neau, aşağı ya da "i kincil" ırkları n köke­
ni konusunda tutarsızl ığa sığı ndı. Fazla önem atfetmeksi zin " Adem
adı nda bir i l k yaratı lmış i nsan"ın var olduğunu kabı11 ediyor ama bu gi­
zemli kişi l i ği " i h ti laf içi nde" bırakmayı tercih ediyordu.56 Onun gözün­
de, bu " A dem ' i" sırasıyla Afri ka ve Ameri ka' nı n yerli leri olduğunu dü­
şündüğü kara ve sarı ırklardan bir uçurum ay ı rıyordu. Tek kel i meyle, te­
oride tekl i türeyişç i , pratikte çokl u türey işçi idi.
Öte yandan , Gobi neau ' nun fi-kri nce, insan türünün tüm dal ları için-

53 Baron Prokesch-Osten'e mektup, Krş . ; A. Cambris, La philosophie des races


du comte de Gobineau, Paris 1 937, s. 1 58-9.
54 Krş . ; A. Tocquev ille, <Euvres, C. IX (Correspondence d' Alexis de Tocqueville

et d"Arthur de Gobi neau), Paris 1 959, s. 259.


' 5 Essui sur l, inegalite des races humaines. Paris 1 967 basımı. s. 208.

'><> A g e .. s. 1 54
. .
292 ARi MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇI FİKİRLERiN TARİHİ

de melezlenmeye karşı çı kan bir "ırksal güdü" vardı ("kaçınma yasası").


Fakat ak ırkın niteliklerinin ta kendi si, yani toplumsal alış verişlere kar­
şı d uyduğu uygarlaştırıcı istek ve fetihler yol uyla yayılması , tam tersi bir
eğilim yaratmakla sonuçlanmıştı ("çekilme yasası"). Bundan, bu " ala­
şımlar", ya da aşağı kanlarla karışmanın yıkıcı etkilerini kısa zamanda
göstermeye başlamasından dolayı ak ı rkın ve bu yüzden uygarlığın ta
kendisinin kırıl gan ve kısa ömürl ü olduğu sonucu çıkıyordu. "Tarihsel
kimya" yasaları, karışık " üçlü" ya da "dörtlü" alt.ırkların yozlaşmak zo­
runda olduğunu gösteriyordu.57 Böylece, Hamiler fetihler ve yayılma­
nın sonucunda "kara kanın kendileri nde doygunluk derecesine ulaştı­
ğı"58 i l k ırk olacak ve böylece tamamiyle geri leyecekti . Daha küçük bi r
derecede de olsa Samilerin yazgısı da buydu. Sadece Yafes 'in oğul ları,
en azından Hıristiyanl ık çağı nın başlangıcına dek, az çok tamamiyle saf
kal mıştı . Bundan sonra onlar da, yayıl malarına paralel olarak, aynı dü­
şüş çizgisine girmişti .
B ununla birli kte Gobi neau ' nun renkli i nsanları tiksi nti nesneleri y a
d a şuursuz v ahşiler olarak gördüğünü düşünmek yanlış olacaktı r. Tam
tersine, onlar hakkındaki görüşleri şaşırtıcı biçime ılımlıdır. B u insanla­
rı büyük maymunlardan ayıran uçurumun büyüklüğünde ısrarlıydı59 v e
döneminin antropologlarını aksi yöndeki abartmalarından dolayı kını­
yordu. "Şimdiye dek bil imsel gözlemci lerin çoğu insanlığın en aşağı
ti plerini olguların gerekti rdi ği nden daha aşağıda göstermeye yöne l i k
dikkat çekici b i r eği lim sergi lemişti r. Bir yabanıllar oymağı hakkındaki
i l k bilgi lerin neredeyse tümü, onları yanl ış biçimde itici renklerle tasv i r
eder."60 Karalara, uygar akları n sahip olmadığı v e kendi sinin bütün sa­
natların kaynağı olarak gördüğü özel bir "ev rensel tahayyül kuv v eti" at­
fediyordu:
Ateş, alev. kıvılcım, coşku ve kendiliğindenlik patlamalarının nasıl ruhunun do­
ğasından kaynaklandığını ve duyarlılığın aynası olan hayalgücüne ne kadar sahip
olduğunu ve de sanatlar tarafından yaratılan şu izlenimleri al maya ne kadar ha-

57 A.g.e., s. 57-66 (chap. i V. "De ce qu'on doit entendre par le mot degenerati-
on . . . " Gobi neau, "tari hsel kimya" ilkesini bu böl ümde ortaya koyar.
'.ili
A.g.e., s. 223 .
59 A.g.e., s. 95 .

60 A .g.e., 1 6 1 .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: GOBINEAU ve ÇAGD/ıŞLARI 293

zır olduğunu gördüğümüzden, kara unsur, bir ı rkta sanatsal dehanın gelişmesi
için kesinlikle vazgeçilmezdir. 6 1

Yah udi lere geli nce, onları tarif etmekte Disrael i ' den esinlenmiş ol­
ması çok muhtemel olan Gobi neau onlara görece saflığını korumuş Sa­
mi kanı atfediyordu. Onları tarif edi şi neredeyse bir Seçi lmiş I rk öv gü­
süyle biter:
Yahudiler, kendi lerininkiyle akraba bir dilin lehçelerini konuşan aynı za­
manda büyük çoğunl uğunun onlarla oldukça yakın bir kan bağı bulunan grup­
larca çevrelenmişti . Buna rağmen, bütün bu grupları geride bıraktılar. Savaşçı­
lar, tarımcılar ve tacirler olarak ortaya çıktılar. Sadece monarşiyle teokrasiyi de­
ğil. aile reislerinin ataerkil gücü ile meclislerde ve peygamberler tarafından tem­
sil edilen halkın demokratik gücünü de uzlaştıran benzersizce karmaşık bir yö­
netim biçimi altında. yüzyıllar boyunca refah ve görkem içinde yaşadıkları ve
göç sistemlerinin en akıllıcalarından biriyle ülkelerinin dar sınırlarının yayılma­
larının önüne koyduğu engellerin üstesinden gelebildikleri gözlenebilir. Ve bu
ülke neden oluşuyordu? Modern gezginler, yapay veri mliliğinin İ srail 'in çiftçi­
lerinin ne kadar bilgece çabalarına mal olduğunu tahmin edebilir. Çünkü bu se­
çilmiş ırk bu dağları ve ovaları mesken tutmayı bırakalıdan beri Yakup' un sürü­
lerini sul adığı kuyu kumla dolmuş, Nabot ' un üzüm bağı çöle boyun eğmiş ve
Ahab'ın sarayının yeri kuşburnu çalılarıyla kaplanmıştır. Yahudiler yeryüzünün
bu acı nası köşesinde nasıl bir örnek oluşturmuştu? Tekrar ediyorum, onlar her
işinde akıllı bir milletti ; cesaretle çarpıştıkları bir savaşta bağımsız bir ulus Un­
vanını yitirmeden önce, dünyaya neredeyse tüccarları kadar çok sayıda bilgin
kazandırmışlardı . 62

Gobi neau ' nun eseri nde bizi daha sonra bilgilendirdi ğine göre, işin
aslı "Yahudilerde ırklarının maruz kaldığı karışımdaki Ak özün payının"
komşularınınkine göre "daha büyük" olmasıydı.63 Asl ında Gobi neau, ki­
tabı boyunca, her yerde ve her zaman insanın tarihinin gidiş yol unu
açıkladığı v arsayılan sonsuz ırksal kan sayımı operasyonlarına giri şmiş­
ti . B u y üzden Yunanistan mucizesi sanat ve felsefede ulaştığı doruklar
kadar ni hai çöküşünü de şu karışıma borçl uydu:
1 . Helenler - Sarı unsurlarla değişikliğe uğramış ama büyük a k öze sahip
ve bazı Sami akrabal ıklar taşıyan Atiler;
2. Yerl iler - Sarı unsurlarla iyice karı şmış S lavo-Kelt halklar;

'' 1 A.g.e., s. 3 1 7-3 1 8 .


" " A.g.e., s . 84-85 .
r..ı A . g . e . , s. 253.
294 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

3 . Traklar - Kelt ve Slavlarla karı şmış Ariler;


4. Feni keli l er - Kara Hamiler;
5. Araphr ve İ braniler - Çok karı şmış Samil er;
6. Fi l i stinliler - Belki daha safkan Samiler;
7. Libyalılar - Hemen hemen kara Hamiler;
8. Giri tl i l er ve öbür adalılar - Az çok Fi l i stin l i l ere benzeyen Samiler.64

Açıktı r ki , bu tür bi r melezlenme, y üzyı l l arca sürdürüldüğünde, an­


cak soyun bozulmasıyla sonuçlanabi l i rd i ; ve çağımızın başındaki Cer­
men istilaları [bu bozul mayı ) kısa sürel iğine kesintiye uğrattıysa da, ge­
ti rdi kleri Ari kanı çabucak eski Romal ı, Yunan ya da Sami bi leşenl erle
karışmaya başlayacaktı .65 Gobi neau ' nun eserinde Fransız Dev ri mine
yol açan kan bileşenleri hakkı nda hiçbir tahlilin bulunmayışı şaşı rtıcıdır.
Ona göre, bütün Av rupa ul usları nın damarlarında akan kan eşit derece­
de ve geri dönüşsüz biçi mde karışıktı. Kitabı nın son bölümleri , Arlleri n
piçleşmesinin bir tasv irine adanmı ştır; bu konuda (genelde düşünüldü­
ğünün aksine) A lmanlar lehine bir i stisna yapmaz, onları n kanı da geri
kalan Av rupal ı kan tipleriyle olduğu kadar " Fi n kanı" ile de kirlenmi ş­
ti r. Daha da trajik olan, sakinleri "bütün çağların kırıntılarının, tamamen
melezleşmiş İrlandalılarla Almanların, bu bakımdan onlardan geri kal­
mayan bazı Fransızları n ve bu konuda öbürl erinden de ileri gitmiş İtal ­
yanların ürünü" olan Yeni Dünya ' nı n önündeki ihtimallerdi. Üstelik, bu
karışıma çok geçmeden Karaların v e Kızılderililerin kanı da karışacak
ve bundan çıkacak tek sonuç, "en bozulmuş v arlıkların bi r araya gel me­
si" olacaktı.66
B ütün dünyayı aynı yazgı beklemekteydi ve Deneme şu nutukla so­
na eriyordu:
Ak tür bundan sonra yeryüzünden silinecektir. Tamamen saften tanrılar ça­
ğından, karışma kuvvet ve sayı bakımından ılımlıyken kahramanlar çağından, ar­
tık kuruyan kaynaklarından yenilenemeyecek de olsa insan yetileri hala hatırı sa­
yılır ölçüde güçlüyken soyluluk çağından geçtikten sonra, bulunduğu çev reye
göre az ya da çok hızla, bütün unsurların nihai karışmasına varmıştır. . . Şimdiden
öylesine böl ünmüş olarak da olsa ülkeleri mizde hala var olmayı sürdüren ve tek
başına topl umsal yapımızı ayakta tutan Ari kanının payı, günden güne, tamamen

� A.g.e., s. 477-478.
M A.g.e., s. 8 1 7.
6" A.g.e., s. 852-85 3 .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: GOBİNEA U ve. ÇAGDAŞLARI 295

yutulmadan önceki son sınıra doğru gitmektedir. B u sonuç elde edildiğinde, bir­
lik çağına ulaşılacak . . . saf halleri ndeki üç büyük arketipin doğrudan evliliğinin
sonucu olmaktan çok uzak olan bu kaynaşma durumu, artık, sonsuz karışım ve
bunun sonucu olarak değersizleşme dizilerinin caput mortuum undan * başka bir
şey olmayacaktır. B u her yönüyle sıradanlaşmanın son aşaması olacaktır; fizik­
sel kuvvette sıradanlaşma, güzellikte sıradanlaşma, entelektüel yeteneklerde sı­
radanlaş ma, i nsan buna neredeyse yok olma diyebi lir. 67

Gobi neau, bu ni hai ev renin süresini hesaplayabileceğine i nanıyor­


du. Uygarl ığın serpi l mesi beş ya da altı binyıl sürmüş olduğuna göre,
birkaç yüzyıl önce başlamış olan çöküşü de aşağı yukarı benzer bir za­
man alacaktı. Öyleyse sonrasında "yaşamsız gezegeni mizin biz olmak­
sızın uzaydaki kayıtsız yörüngesi nde dolaşmayı sürdüreceği, türümüzün
son can çekişmesini öncel eyen" üç ya da dört binyıl geçecekti.68
Gobi neau ' n un mektuplarında da aynı kasvetli şiire rastlanabil i r. Ör­
neği n bi raz önce aktarmış olduğumuz pasaja bakalım: " İnsanlara bağış­
lanacaksınız ya da mahkum edileceksiniz demiyorum (ve şunu eklemiş­
ti , ' sonun yakın olduğunu söyleyen bir doktordan fazla kati l değil i m ' ) ;
Onlara ölüyorsunuz diyorum ( v e eklemişti , ' Kış geliyor ve sizi n oğul­
larınız yok' )".69
Saint-Simon v e Auguste Comte - ve bazı çekincelerle Ernest Renan
- gibi v i zyonerler, böylece eski Hıristiyan parousia * * umudunu seküler­
leştirerek, dünya çapında bir ı rksal kaynaşmanın uyumlu bir mutluluk
çağını , i nsan ırkı için tanımsız bir ebedi hayat biçimini başlatacağını um­
muşlardı. Kendisini iyi bir Katol i k olarak gören Gobi neau ile Mesih­
İsa'nın iki nci gel i ş i ne ilişkin her türl ü umut ortadan kal kıyor v e insan

fH A.g.e .. s. 477-478.
65 A.g.e .. s. 8 1 7.
66 A .g.e . s. 852-853 .
.

* Ö
lü kafası. Eski simya v e ki myacılık teri mi. Bir kimyasal tepkime gerçekleşti­
ği nde amaçlanan sonuç ortaya çıktıktan sonra geride kalan değersiz kalıntı.
-ç.n.
6 7 A .g.e., s . 870.

68 A.g.e., s. 872.
69 Krş . ; A : de Tocqueville, <Euvres, C. IX, s. 258, (Gobineau ' nun 20 Mart 1 859
tarihli mektubu).
**
Hıristiyanlıkta bir evrensel adalet, barış ve mutluluk çağını başlatmak üzere
İ sa'nın ( beklenen) geri dönüşü. İ slam tahayyülünde Mehdi 'nin zuhurunu bek­
lemenin karşılığı. -ç. n .
296 ARİ MİTİ : A VR UPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

ırkı için topyekun yok ol uştan başka i hti mal kal mıyordu. B u anlamda,
çömezleri kendisini yanlış anlamamıştır. O, gerçekten de biyoloj i k ı rk­
çılığın büyük habercisi, insanlığı başladığı noktaya geri götürme arzusu­
nun esinlendirdiği bir gericiydi.

METAFİZİKÇİLER v e MEGALOMANYAKLAR
Tocqueville ile Renan, kitabının Fransa' da uğradığı başarısızlık için Go­
bineau 'yu av utmaya çal ışırken, Cermen ülkeleri nde daha başarılı ol aca­
ğını vaad etti ler. Almanların "soyut gerçek olarak gördükleri her şeye
heves duyma" özel liğini v urgulayan Tocquev ille, ona kitabının "bütün
Al manya yol unu dolaşarak Fransa'ya geri döneceğini" söylemiş ;70 Re­
nan, Al manların ırk meseleleri ni anladığına ve "kendi ilksel köklcri "nc
bağl ıl ıklarına işaret etmi şti .71 Zaman ikisini de haklı çıkardı . İnceleme­
mizin ana hattı buradan itibaren giderek daha fazla Avrupalı ırk fantezi­
l erinin en uygun üreme yeri v e Napolyon savaşlarının etkisiyle militan
ulusçu bir karakter kazanan arılık fikrini n mevzisi olan AJmanya'ya yö­
nelecekti r. Bu yeni eği l i mi n en iyi örneği görmüş olduğumuz gibi , her
şeyden önce "tari hsel ırklar" ile "fizyoloj i k ı rklar" arası ndaki dai mi an­
l am karışıklığını koruyan ve A lman ol mayan bütün ak insanları dışsal bir
karanlığa mahkum kılan Fichte ' ni n paranoyakça öğreti sidir. Gerçi Fich­
te ' nin yurtdaşlarının aksine dil ölçütüne v urgu yaptığı, bu yüzden de sal­
dırısının dolaylı kaldığı ve asl ında Fransız yazarların biyo-materyal ist
fel sefesinin Alman kamuoyunda pek etki li ol madığı doğrudur. Ama ge­
ne de, Alman ideal izminin pusl u di l i , ak ırkın özsel arılığı gibi yol larla
Al man ırkını yüceltmey i ve - Fichte ' nin Yahudileri mahkum etti ği gibi
- öteki insan gruplarını temyizi gayri kabi l şekilde mahkum etmey i
mümkün kıl ıyordu.72 Bu düşünürler v e ozanlar memleketinde metafi zi k
yargılar, sıradan insanlarca her alanda son söz kabul edi l iyordu.

70 A.g.e., s. 267.(Tocqueville'in 30 Temmuz 1 856 tari hli mektubu).


71 Krş. ; E. Renan , (Euvres, C. X, Paris 1 96 1 . s . 203-205, (Renan 'ın 26 Temmuz
1 856 tarihli mektubu).
72 "Kendimizi onlardan koruyabil mek için tek bir yol görebi liyorum" diye yaz­
mıştı Fichte, "o vaad edilmiş topraklarını fethetmek ve hepsini oraya gönder­
mek. . . onlara yurtdaşlık hakkı tanımak tek bir şartla mümkün olabilir: Aynı ge­
ce içinde hepsinin kafalarını kesmek ve hepsine içinde tek bir Yahudice düşün­
ce içermeyen yeni kafalar vermekle." Krş . ; Histoire de antisemitisme, C. 1 1 1 , s.
1 98-200.
MİTLERİN ES Kİ KÖKENİ: GOBlNEA U ve ÇAGDAŞLARI 297

Böylece, A lman felsefesi "fiziksel ile ahlakı arası ndaki ili şki"ye
"ahlak" açısından yaklaşmayı sürdürdü. Görüneni açıklamak için "gö­
rünmeyen"e başv urul uyor; bir anlamda madde düşünce içinde gizleni­
yordu. Fransız ideoloj i siyle bu karşıtl ık, en aşırı ifadesi ni bütün doğal
görüngünün "İdea"nın bir sembol ünden ya da maddi tezahüründen iba­
ret olduğunu öğreten Naturphilosophiede buldu. Ev rensel bi r ilişkini n
ayrıntılı tezahürleri ortaya çıkarılmalı , doğal görüngünün gizl i önemi
keşfed i l meliydi ve bu, Romantik tahayyülün şurada burada deha parıl­
tılarıyla ışı ldayan en uçuk fantezilere dalmasına izin v eriyordu.
Çoğu kez Naturphilosophienin babası olarak görülen Friedrich Wil­
helm Schel l ing ( l 775- 1 854) başlangıçta insanlığın farklı ırklarını Aydın­
lanmanın klasi k ruhu içinde ele al mış gibidi r. Hiç kuşkusuz ak ırk bü­
tün ırkların en soyl usuydu, ama nasıl böyle ol muştu? B unun nedeni ,
(Buffon ' un düşündüğü gibi) renkli ırkları n aksi ne i lksel onurunu tama­
miyle korumuş olması mıydı, yoksa, böylece "daha yüksek bir tinsel lik"
kazanarak sadece A kların karşı koyabildi ği, dünya çapında bir yozlaş­
ma mı ol muştu? Gerçek ne olursa olsun, "Avrupa insanlı ğının hiçbi r an­
lamda bir ırk olarak tanımlanamayacağını" tartışmasız bir durum kabı11
ediyordu. Schelli ng, i l k başta " insanları birbi ri nden ayıran ırksal farklı­
lıklar değildir... bazı halklar arasında en az ırk farklılıkları kadar büyük
sınıf farklılıkları v ardır" düşüncesini de öne sürmüştü. Filozof, bu yüz­
den kendi kendisine "fi ziksel gel işmedeki farkl ıl ıkların bir neden olmak
şöyle dursun, daha ziyade insanların en erken biçimlenmesiyle yakı n­
dan bağl antıl ı ol ması gereken büyük ti nsel hareketlere eşlik eden bir gö­
rüngü" ol up ol madı ğını sormuştu.73
Ne var ki, bu görünüşteki " kültürel antropoloj i " zaman geçti kçe ye­
rini tamamiyle farkl ı fiki rlere bıraktı. Schel l i ng, Mitolojinin Felsefe­
si ' nin ikinci cildinde i nsan ırkını "insanlık unsuru sadece bir yarı sında
mevcutmuş gibi gözükecek tarzda iki büyük kitle"ye ayırmı ştı. Öbür
yarıda, sadece " hayvanlığın sınırındaki" Afrika ve Amerika oymakları
deği l , Asya 'daki "geçiş tipleri" de yer alıyordu. Bl umenbach ile Kutsal
Metinleri uzlaştı rma çabası içinde "Yafesi, Prometeusgi l , Kafkasyal ı
ı rk, sadece her şeye tahammül etmeye hazır olan bu ı rkın ataları . . . ken­
di edimiyle İdealar dünyasına girebi lme yeteneğindeki B i ricik İnsan

71 lntrodııction iı la philosophie de la mythologie , C. I. ·'Beşinci Ders"


298 ARI MiTİ : A VRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

olabil i rdi" sonucuna vardı . Öbür ırklara gelince, Schelling, bunların ya


köle l i ğe ya da yok olmaya mahkum olduğunu düşünmüştü. Zamanının
sömürge sistemleri nde prati k şekl ini gördüğü bu görüşünü metafi zik
zeminde haklı göstermeye hazı rdı :
Onların bir kısmını tanrısallığa yükseltmek ya da öbürlerini insanlık düzeyinin
altına düşürmek şekli nde üstün bir ırkın eyleminin iki yönlü olabileceği sonu­
cuyla . . . ilk insan için, bu ada layık insan için farklı ırklar artık mesele değildir.

Göründüğü kadarıyla, Schelling köle ticaretini "tanrısal lığa doğru


yücelmenin" araçlarından biri olarak görüyordu. " İyicil bi r ruh" diye
yazmıştı "en berbat barbarlı ğa terk edi lmiş bu insanlar ırkı için, nere­
deyse hiçbi r av untusu olmaksızın ebedi bir ölüme yazgıl ı bu canlar için,
tek kurtuluş çaresini bunda görmüş olabi l i r" İnayeti n başv urduğu yol­
l ar - ya da ideal ist fel sefenin ni metleri - böyle olabi l i rdi ve kölelerin
yazgısı gerçekten dehşet v ericiyse bunun nedeni şuydu: "i nsan elinin
değdiği her şey bozul maya yazgılıdır... Sorun neyin gerçek olduğunu
değil neyin mümkün olduğunu bil mekti r. . . "74

Schelling ' i n konumunu haklı çıkarmak için kullandığı Dünyanın Ru­


h u ya da B i ricik İnsan ile Bütün arasındaki özdeşlik hakkındaki teozo­
fi k kurgulara dalmayacağız. Antropolojisi bir başka bakımdan ayı rt edi ­
c i olması bakımından dikkate değer. Schel ling'e göre, bütün a k insanl ar
İdealar filemine erişim hakkına eşit derecede sahipti ve "hal k ol mayan"
ya da "som insanlığın temsilcileri" diye sınıflandırdığı Yahudiler bu file­
me erişime öbürleri ne göre daha bil e yatkındılar. 75 Dahası, He gel ' in bu
öğrencisi v e genç dostu, i nsan türünü gerçek yurduna yani Cennete
doğru götürmekte Almanlara özel bir sorumluluk yüklemekten kaçın­
mıştı.
Naturphilosophienin bir başka izleyicisi olan Lorenz Oken ( l 779-
l 85 l ), Al man doğalcı sembolizminin misti ko-felsefi hayal gücünün icat
edebildiği bütün uçukl ukları ve fantasti k saçmalıkları bir araya getiren

74 A.g.e., C.i l , "Yirmi birinci ders''. Mitolojinin Felsefesi'nin bu ikinci cildi, "fır­
tına ekmekte olan" solcu genç Hegelcilere karşı mücadele etme birincil ödeviy­
le Berlin Ü niversitesinde Hegel 'in ardılı olarak felsefe kürsüsünün başına geti­
rildği dönemde yazılmıştır.
75 A.g.e., c. 1 , ''Yedinci ders"
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: GOBİNEA U ve ÇAGDAŞLARI 299

bir biçi minin öncüsüydü. Oken, doğanın üyeleri canl ı varl ıklar olan tek
bi r beden olduğunu öğretiyordu. Yaratılışın üstün varl ığı olduğu ve "bü­
tün hayvan bedenlerini tek bir bedende yeniden bi rleştirdiği" için insan
doğayı sembolize ediyordu. B unun sonucunda, insan bedeni, hayvanlar
alemi gibi aynı tarzda, bu alemin esas sınıflarının her birinin beş duyu
organından birine " karşılık geleceği" şekilde al t böl ümlere ayrılabil i rdi
- memeli ler en yüksek hayvan sınıfı olarak i nsanın görme duyusuna,
kuşlar işitme duyusuna karşılık gel iyor ve böyle böyle dev am ederek
dokunma duyusuna karşılık gelen böceklere dek varıl ıyordu. İnsan ırk­
ları unsurlarl a bağlantı l ı bir sembol izml e karakterize edil iyordu. Kara
ırk topraksal ya da maymunsu; ak ırk ateşsel (ışı ksal) ya da insani idi ;
Moğol l ar ve Kızılderi li ler sırasıyla hava ve su ile sembol ize edil iyordu.
Oken, tezi ni desteklemek için özel likle, yüzü kızarma yeteneğine sahip
olmadığı için içsel bir hayatı ifade edemeyen Karaların opaklığına i ş a­
ret ediyordu. "Y üzü kızarabilen bi ri bir insandır; kızaramayan biri bir
Zencidir". 76 Yurttaşlarının hevesle bir dahi olarak niteledi ği Oken,77 ila­
veten " tanrısal savaş sanatı" nı yüceltiyordu. Bu sanatın doğanın yasala­
rına uygun şekilde yürütülmesi gerektiğini düşünüyordu ve zamanının
Almanları nı fel sefeye bel bağlamaya devam ettikleri için azarl ıyordu.
Almanya' da bir sonraki nesli n en popüler antropologlarının yazıla­
rındaki benzer fantasti k mukayeseleri ve fikirleri daha sonra ele alaca­
ğız. Ama ondan önce, düşünceleri on dokuzuncu yüzyılı aydınlattıktan
sonra yirminci yüzyılda da bir felsefi nirengi noktası ol maya devam
eden bir yazarın antropolojisine bir göz atmalıyız.
B i r fel sefi sistem olarak Hegel ' i n ideal izmi, içkin bir şekilde biyo­
materyal ist öğretinin karşı kutbuna yönelir. Görmüş olduğumuz gibi,
Hint-Ari kuramını desteklemekle birlikte, i nsan ruhunun gizlerini fizyo­
loji araştı rmalarıyla çözmeyi amaçlayan "fizyonomi stlerin" ya da " ka­
fatasçıların" iddialarını hoşnutsuzlukla reddetmişti .78 Hegel ' in bakış

76 L. Oken, Lehrbuch der Natıırphilosophie, Dritter Tei l , Jena 1 9 1 1 , s . 353-355,


373-374.
77 H. Heine, "Almanya'nın en büyük yurtdaşlarından biri ve en zeki filozofu" di­

ye yazmıştı (krş. Zur Geschichte der Religion und Philosophie in Deustchland,


" Üçüncü Kitap"
7R Krş . ; Encyclopedia der philosophischeıı Wissenschaften, § 4 1 1 "Die wirkl iche

Sele"
300 ARİ MiTi : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLiYETÇi FiKİRLERiN TARİHİ

açısı, o zamanlar heyecanla tartışılan Yahudi sorunu hakkındaki görüş­


l erinde cisimleni r. Fichte ' ni n aksine, Yahudi l erin özgürleşmesinden ya­
naydı. B unun nedeni de, onların ti ksi nti v erici inançlarından v az geçi r­
menin başkaca yol unun olmadığını düşünmesiydi - ki bu düşünce, söz
konusu i nançların Yahudi leri n bedenlerinde kök salmamış olduğunu
i ma eder.79
Ne v ar ki, Hegel, renkl i ı rkları özell i kle de Karaları, kaçınıl maz ola­
rak doğuştan gelen aşağı lık fi krini akla geti recek bir tarzda tanımlıyor­
du. "Zenci" diye yazmıştı "tamamiyle yabanıl ve eğitilmemiş durumun­
daki doğal insanı sergi ler. Onu doğru kav rayacaksak, her türl ü saygın­
lık ve ahlak düşüncesini - duygu diye adlandırdı ğımız her şeyi - bir ya­
na bırakmal ıyız; bu karakter tipinde insanl ı kla uyumlu hiçbir şey yok­
tur. " Zencinin aşağı lığına kanıt bul mak için fazla uzağa gitmeye gerek
yoktu. " Ruhun öl mezl i ğine dair hiçbi r B i l giye sahip değil ler. . . i nsan eti
yemek Afri ka ırkının genel ilkelerine tamamen uygundur." Böyle bi r ya­
ratığın artık Oken ' i n maymun adamından, "yüzü kı zarm a yeteneği ol ­
mayan" adamdan hiçbir üstün yönü yoktu. Onunki umutsuz bir durum­
du. "Bu durum gel işmeye v e kü � türe yer v ermez, bugün onlarda ne gö­
rüyorsak dai ma öyle idiler. "80 Hegel için Afrika, ona göre Asya' dan
başlayıp Av rupa' da biten i nsanlık tarihinin ötesi ndeydi . "Tanrının yer­
yüzünde y ürüyüşü" diye özetlediği formülü iyi bi linir. " Doğu sadece
tek insanın; Yunan ve Roma dünyası az sayıda insanın; Alman dünyası
bütün insanları n özgürl üğünü tanıdı ." Herkes için özgürlüğe doğru bu
i lerlemede, demokrasi, ari stokrasi ve monarşinin birleşimi olan despo­
tizm ile gayet iyi uzlaşmıştı .
Dünya tari hinde Hegel ' i n öne sürdüğü bi r başka dönem sınıflaması,
Cermenik-Batı tarihini üç büyük ev reye ayırıyordu - başlangıcından
Şarl man ' a, Şarl ınan 'dan Reformasyona, Reformasyondan da sona eri­
şini kendi fel sefesinde bulan döneme. B u üç dönem aynı zamanda B a­
ba' nın, Oğul ' un ve Kutsal Ruh ' un hükümranlıklarına karşılık düşüyor­
du. İ l k i ki ev re sözkonusu olduğunda bu Joachimci * eskatoloj i farklı yo-

?<J K rş . : Grundlinien der Philosoplıie des rechtes, § 270 ( Quak erle re ve Yahudile­
re yurtdaşlık hakkı veril mesi ne i l işkin not).
� Tarih Felsefesi, Fransızca çevi ri G i balini Pari s 1 937 bas ı mı . s. 96 v e devamı.
* . .
Italyan keşiş Fioreli Joac hi m " i n - it. Gioacchino da Fiore - ( 1 1 35 - 1 202) dü-
ş ü nceleri çev res i n de kurul muş muhal i f H ı ristiyan tari kat/halk hareke ti . K i l i se
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: GOBİNEA U ve ÇAGDAŞLARI 301

rumlara açıktı . Ne v ar ki sıra üçüncüye geldiğinde Hegel, temel ilkesin­


den ayrılmış ve çağının ırksal simyacılığma yazılmıştı. Açıklanması zor
olan Reformasyon idi. Kutsal Ruh neden bu evrede hükümranlığını sa­
dece Cermenler arasında kurmuştu da Slav l ar ile Latinler arasında k ur­
mamıştı ? Slav l arın "beli ren özgürl üğün ni metlerinden yararlanamadık­
ları" için köylüler ve serfler olarak kalmış olduğuna işaret ediyordu. Fa­
kat Lati n ulusları kültürden yoksun değildi : "Aksine, bu bakımdan Al­
manya' nın ilerisi ndeydiler." O zaman başka bir açıklama bul unmalıydı
v e bu noktada Hegel fazla da gizlemeksizin Al man kanın safl ığına baş­
v urmuştu.
"Al man ul usunun saf içe kapanıklığı" diye yazmıştı "Ruh ' un kurtu­
luşu için uygun toprağı hazırlamıştı ; buna karşılık Romen ul usları ruh­
larının en deri ninde - tinsel vicdanlarında - Uyumsuzluk ilkesini sürdür­
müşlerdi - onlar Romen ve Al man kanının kaynaşmasının ürünüydüler
ve bundan gelen heterojenliği hala koruyordular. " Bu fikri daha sonra­
ları daha Hegelci bir dille yeniden ele alacaktı:
Ö te yandan. Romen hakları arasında hemen soyut bir ilke tarafından beslenen bu
iç ayrılıkla karşı karşıya geli riz, ve, bunun karşı tarafı olarak, "Kalp" dediğimiz.
Ruhun B ütünselliğinin ve duyarlılığın yokluğu; ruhun kendi hakkında uzlaştırıcı
tefekkürü yoktur; - en derin varlıkları içinde kendilerine yabancılaştıkları söyle­
nebilir. 8 1

Welsche hakkındaki bu yargı, genç Hegel ' i n kişiyi tuhaf bi r mistik ate­
me götüren bazı yazılarıyla karşılaştırılabilir.82 Theologische Jugendsch­
riften ' i nde, kimi zaman zehir saçan bir dille Yahudi leri lanetlediği suç­
lamalar,83 kendi öz gelenekleri ni ve destanlarını gözardı ediş biçi mleri n­
den ötürü Almanları azarladığı bir pasaj içeri r:

ve soyluluk karşıtı eşitlikçi komünist fikirleri ve eylemleri y üzünden kurulu din


ve düzen tarafından Orta Çağ sonlarında kanlı bir şekilde bastırılan bu tarikat,
dünya tari hini Hıristiyan tanrısal üçl üğünün (Baba-Oğul-Kutsal Ruh) bileşen­
leri nin sırasıyla hüküm sürdüğü dönemler şeklinde yorumlayan ilk düşünce
okuluydu. U mberto Eco' nun ünlü romanı Gülün Adı 'da çizilen çağ tasvirinde
bu hareketin eylemlerine ve öğretilerine geniş yer verilir. -y.h.
81
A.g.e., s. 202-205.
82
Ya da György Lukacs'a göre, devrimci-mistiğe, bkz. Der juııge Hegel Zürih ,

1 967, özel likle s. 67 ve devamı ile s. 1 1 0.


ll3 " İ sa'nın Yahudi kara kalabalığına tanrısalın fark.ındalığını verme çabası ancak ba­

şarısızlıkla sonuçlanabilirdi, çünkü tanrısallığa inanç balçıkta var olamaz. Aslan.


fındık kabuğuna sığdırılamaz: bitimsiz ruh, Yahudi ruhunun zi ndanında kendi-
302 A RI Mili: AVRUPA 'DA IRKÇI >'e MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

Hıristiyanlık Valhalla ' yı boşalttı, kutsal koruları kökledi , ulusal imgeyi utandırı­
cı bir hurafe diye ortadan kaldırdı ve onun yerine bize, iklimi , yasaları , kültürü
ve ilgileri bize yabancı olan, tarihinin bizimkiyle hiçbir ilgisi bulunmayan bir
ulusun imgelemini verdi. Bir Davut ya da bir Süleyman popüler tahayyülümüz­
de yaşıyor, ama kendi ülkemizin öz kahramanları bilgince tarih kitaplarının için­
de uyukluyor. . .

B ununla birli kte Hegel , Al man tanrıları i ç i n savaşmanın umutsuz bir da­
va olduğunu hi ssediyordu:
B i r ulusa bir kez yitirilmiş ve zaten yenilgiye mahkOm bir imgelemi geri ver­
mek projesi nin, bir bütün olarak. Julian 'ın * atalarının mitolojisini ihya etme ça­
basından bile daha az şansı vardır. . . Öyleyse, Tötonların atayurdu Yahudiyc mi­
dir? . . 84

Hegel büyüklüğündeki bir düşünür bile hakim Cermenomanya'ya böy­


le boyun eğmişse daha zayıf kişi l i klerin çok daha uzağa sürüklenmele­
ri doğaldır. Katoli k yayımcı Görres ( 1 776- 1 848), Cermen özsuyunun öl­
gün Lati nliği biyolojik olarak canlandırdığına inanıyordu:
Alman kanının durmadan yenilenen dalgaları İ talyan halkının damarları boyun­
ca yayıldı ve bu naklin sonucunda tükenmiş, yıpranmış, yozlaşmış ve cansız her
şey bertaraf edilerek yeri genç ve diri özsuyuyla dolduruldu; böylece yaş l ı za­
yıf beden yüzyıllarca dirildi , yeniden üredi ve hayatla doldu . . . 85

B u türden fi ki rlerin Hegelci okulda özell ikle de hocalarını aşmaya


meraklı genç dev ri mciler arasındaki tal ihi farklı farkl ı oldu. Marx 'ın sa-

ne yer bulamaz . . . Yahudi hal kının büyük trajedisi bi r Yunan trajedisi değildir;
bunların her ikisi de güzel bir varlığın kaçınılmaz yoldan çıkma yazgısı ndan tü­
rediğinden, ne korkudan ne merhametten doğabilir; o ancak dehşetten doğabi­
lir. Yahudi halkının yazgısı Macbeth ' in yazgısıdır ... Yahudi halkının, sefil duru­
munu, kendisini bugün hala içinde bulduğu düşkünlük ve aşağılıkl ık durumu­
nu da i çeren bütün durumları , sonuçlardan başka bir şey değildir.. . " Krş . ; His­
toire de antisemitimse, C. III, s. 200-203.
• Julian: 360-363 yılları arasındaki iktidarı sırasında Hıristiyanlığın resınJ din sta­
tüsünü kaldırarak eski Roma törelerine geri dönül mesini sağlamaya çalışan Ro­
ma i mparatoru. Bu yüzden Hıristiyan tarihçilerce Dönek lakabıyla anılır. Aslın­
da hiçbir zaman Hıristiyanlığı gerçekten kabOI etmiş olmadığından, bir yere
dön mem iş t i . -y.h.
� Krş. ; Hegels tlıeologische Jugendschriften, ed. Nohl. Tübingen 1 907. Hegel 'in

bu çal ışmaları yirminci yüzyıla dek yayımlanmamıştır.


85 Joseph G örres, Deutschlen und die Nationen , "Politische Schriften". c. i V, s.

37 1 -372.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: GOBİNEA U ve ÇAGDAŞLARI 303

dece "soyut insan" ile ilgi lendiği gerekçesiyle eleştirdiği ateist hüma­
nist Ludwi g Feuerbach ( 1 804- 1 872), farklı kan ya da ırk kategorileri
ol uşturmaktan ya da uygar insanla vahşiler arasında ayrım yapmaktan
kesinlikle kaçınmıştı. (İnsan midesi bile ona göre hayvanları n midele­
ri nden farklı "ev rensel bir öz" idi. Bunun insanların hayvanların aksine
her şey yiyen bir canlı (omnivorous) olduğu gerçeğiyle sabit olduğunu
düşünüyordu. )86 Feuerbach'ta öğrenci lik günleri nin Cermen manyaklı­
ğı, eğer ortaya çıkıyorsa, ancak, eril ve temelden A lman olan bir felsefi
ilkeyi dişil ve temelden Fransız bir ilkeyle karşılaştırdığındaki gibi, bir
uzlaşma ruhu içerisine ortaya çıkar87 - ki bu, göreceğimiz üzere, Al­
manlar için karşı konulmaz çekicil iği olan bir temaydı.
Buna karşılık, anarşi st Max Stirner ( 1 806- 1 856), yurttaşlarını sade­
ce " Kafkasyalılara" ayrılmış bir cenneti zapt etmeye çağırdı. Stratej i k
anal izi az çok Hegelgil kal mıştı :
B u şekilde şekillenmesi tek başına Kafkasyal ı ırkına a i t olan dünya tarihi,
şimdiye dek iki Kafkasyalı çağından geçmiş gibi gözüküyor, birincisinde do­
ğuştan gelme Zenciliğimizi ortaya çıkarıp ortadan kaldırdık; ikincisinde bunu ay­
nı şekilde şiddetle bir son vermemiz gereken Moğolluk (Çi nlilik) izledi.

Sti rner ' i n Biricik ve Kendisi [Der Einzige und sein Eigentumj kita­
bı nda açıkladığı gibi , bu şiddet, öncelikle kurulu inançlara yöneltil me­
liydi . " B ununla birlikte, gözetilen hedef, çoğu kez olduğu gi bi girişilen
her çabada gözden kaybolabilirse de, göğün gerçek, tastamam çöküşü­
dür." Ama "günah bilinci bizim binlerce yıldır süren Moğol azabımız"
olduğundan, böyle bir plan,"Kafkasya kanının göğe-saldıran adamları ,
Moğol deri lerini söküp at"madığı sürece uygulanamayacaktır. 88
Böylece, Hegelcileri "ayakları üzerinde doğrultmak" isteyen Kari
Marx ile Friedrich Engel s ' i n öğretici örneğine geldi k. İnsan burada de-

86 "Aşağı duyular bile, koklama ya da tatma du,r usu bile, insanda tinsel edimler,
bilimsel edimler düzeyine yükselir. . . Evet, burnu havada bir hor görmeyle aşa­
ğıladığımız insan midesi bile, bell i beslenme biçimleriyle sınırlanmamış ol up
evrensel olduğu için havyam özünden değil i nsan özündendir." (Grundsiitze
der Philosophie der Zukunft, § 53; "Sammtliche Werke" Stuttgart 1 907 basımı,
c. il, s. 3 1 5-3 1 6) .
87 "Kalp -dişil ilke, bitimlilik duyusu, materyalizmin makamı Fransızdır, baş -
-

eril ilke, idealizmin makamı Alman. (Thesen zur Reform der Philosoplıie;
-

krşlş. ed. cit., C. i l , s. 235-236).


88 L'unique etsa propriete, Fr. çeviri , Paris l 960, s . 62-66 (§ La Hierarchic").
304 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

ğişik bir havayı sol ur. Gene de, tam da zamanlarında bilimin pratik hük­
münü kabul etmiş olduklarından " bi l i msel sosyalizmin" kurucuları , uy­
gar insanı zekaca v e ahlakça i l kel insanın üzerinde bir yere yerleşti rme­
ye mecbur kalmışlardı. Bu bilimden her zaman aynı sonucu çıkarmıyor­
lardı ve bu da zaman zaman aralarında i htilafa düşmelerine yol açtı. B u­
nun sonucu olarak onların durumu iki kat öğreticidir.
Hem Marx hem Engels için i lerlemenin taşıyıcısı olan ak ırkın öbür
ı rkları n hepsi nden daha yetenekli olduğu açıktır. Örneğin Engels, Doğa­
nın Diyalektiği ' nde "en aşağı v ahşilerin'', "hayv an benzeri bir duruma"
geri dönebi leceğini yazmıştı. Hegel ve Lamarck 'a atıflarla desteklenen
daha ayrıntılı bir değerlendirme, onu Karaların matematiği anlamaya
doğuştan yeteneksiz olduğu sonucuna götürmüştü. 89 [Yine del Hiç ol­
mazsa Av rupa hal kları arasında bir hiyerarşi kurmaktan kaçınmış v e en
i leri ırklar saydığı Samilerle Arileri aynı düzeye yerleştirmişti .90
B una karşılık, Marx ' ı n düşüncesi Cermenomanyaklardan etki len­
mişti v e bu durumu dönemin A l man Yahudileri arasında bir i stisna de­
ğildi. 1 865 ' te Rusların Moğol kökenl i olduğunu sav unan Doçi nski diye
bi rinin görüşleriyle i lgilenmiş ve şu sonuca varmıştı : " Slav değiller ve
b u y üzden Hint-Cermen ırkına ait değiller. Onlar istilacıdır ve Dniye­
per ' i n ötesi ne geri sürülmeleri gerekir."91 Ertesi yıl, Fransız seyyah Pi ­
erre Tremaux ' nun Engel s ' e şu sözlerle tav siye etti ği kitabında Av rupa­
l ı l arın Ruslara üstünlüğünün bilimsel açıklamasını bulduğunu sanmıştı :
" Prati k ve tari hsel uygulamada, Tremaux , Darwin ' den çok zengin v e
daha önemli . Mill iyet vs. gi bi şu bell i sorunları basitçe doğal b i r temel­
de açıkl ıyor. "92
Bu doğal temel ya da "çev re", toprağın jeolojik yapısıydı. Tremaux ,
Afrika' da ak insanın kara olacağını ve tersi durumda da tersinin gerçek­
l eşeceğini kategori k olarak doğrul uyordu.93 " Dev am edi n ve birbi riniz-

89 Dialectique de la nature, Fr. çeviri , Paris 1 952 s. 1 73 ("Maymundan İ nsana


.

Geçişte Emeğin Rol ü" başlıklı bölüm) ve özellikle "Gerçek Dünyada Mateme­
tik Sonsuzl uk Prototipleri Ü zerine" altbaşlığı a 272 ve devamı.
<xı Ailenin Özel Mülkiyetin Ve Devletin Kökeni, (Fr. çeviri , L' origine de la famil-

lei de la proprieıe privee et de / 'etat, Paris 1 936, s . 8.


9 1 Marx 'dan Engels 'e, 24 Haziran 1 865.

92 Marx'dan Engels 'e, 7 Ağustos 1 866. A.g.e., 428.

9·� Tre maux n u n Marx 'ın hayran olduğu kitabının adı Origine et transformaıions
'

de / 'honıme et des autres etres idi. Kitabın kendisini elde edemediğimizden bu-
MİTLERİN ESKİ KÖKENi: GOBİNEA U ve ÇAGDAŞLARI 305

le karışın, kendinizi dönüştürün. Ey uluslar; çevre değişmedi kçe, her


zaman Thames kıyısında İngilizler, Fransa' da Fransızlar, Tiber kıyısında
Romalılar, Mısır'da Mısırlılar ve Afrika' da Zenciler, Ameri ka' da Kızıl­
derililer v s. olacaktır. Değişimin büyüklüğü daha çok ya da daha az za­
man ister, hepsi bu. "94
Marx , buradan çıkarak "Rusya'da hakim olan jeoloj i k formasyon
yüzünden S lav ların tatarlaşmış ve moğoll aşmış olduğunu" anladığını
düşünmüştü.95 Ne v ar ki Engels, Darwi n ' e bağlı kalmayı tercih ederek
Tremaux ' nun kuramının herhangi bir değerinin olduğunu kabı11 etmedi.
B u kuramı açıkça alaya aldı . "Bu ki şi, (kömürün oluşumundan çok ön­
ce denizle kaplı olmaktan çıkmış bul unan) İkincil Devonyan çağından
kalma dağlarımızda biz Rhi nelandlı ların çok uzun zaman önce ahmak­
lara ya da zencilere dönüşmüş olmayışımızı nasıl açıklıyor?"% Fakat
Marx bu saldırıya şöyle yanıt verdi : Fel sefi i l ke doğruysa olgularda dü­
şülen yanılgıların ne kıymeti var? *
Tremaux ' nun toprağın etkisi hakkındaki tem.el fikrinin, (gerçi doğal olarak
bu etki nin tarihsel değişikliklerini hesaba katmamış da olsa; ki ben yerkabuğu­
nun tarım yoluyla uğradığı kimyasal dönüşümü vs. bile katardım) bu fikri n, ina­
nıyorum ki bilimdeki hak ettiği yeri hemen ve tamamiyle al ması için sadece te­
laffuz edilmesi yeter, ve bu, Tremaux'nun sunuş biçiminden tümüyle bağımsız­
dır. 97

Marx 'ı karaların ya da Rusların aşağılığına i kna eden bu jeo-ırksal deter­


minizm, gezginci Yahudi ırkına pek kolay uy gulanamazdı. Ne var ki, bu

radaki alıntıları oradan deği l Tremaux ' un kuramının bir özetini verdiği Voyage
en Ethopie, au Soudan oriental dans la Nigritie kitabındaki "L'homme blanc
devient negre et vice versa" böl ümünden aktardık, C. il, Paris 1 863 , s. 407 ve
devamı.
Marx'dan Engels'e, 7 Ağustos 1 866.
'4 A.g.e., 428.
'15 Marx ' dan Engels 'e, 7 Ağustos 1 866.
""' Engels'ten Marx'a, 2 Ekim 1 866: . . . Onun k uramlarının değersiz olduğu sonu­
"

cuna vardım çünkü jeolojiden anlamıyor ve en sıradan edebi ya da tari hsel eleş-
* tireli iği göstermeyi becerememiş". vs.

Tremaux okumasının Marx 'ın düşüncesindeki etkisinin daha farkl ı bi r yorumu


için bkz. John Bellamy Foster, Marx 'ın Ekolojisi: materyalizm ve doğa, s. 279
ve 6. Bölüm, 44 no.lu dipnot (s. 3 1 1 ), Epos Yay .. Ank. 20 1 1 . 2 . B. -Y. h.
'17 Marx ' dan Engels'e, 3 Ekım 1 866.
306 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇI FİKİRLERİN TARİHİ

bakımdan kendisi nden daha iyi bir Marksist olan Engels ' in aksine
Marx, yüzyılının Sami ırkına karşı giderek güçlenen önyargılarıru payla­
şıyordu. Yahudi Sorunu başlıklı çalışmasında bu hoşgörüsüzl ük hala
Hegel diyalektiğiyle yumuşatılmış durumdaydı, ama dostu ve rakibi
Ferdi nand Lassal le ' i tarif edişinde bütün önyargıları ve bayağı ırkçılığın
bütün gazabı bir araya gel miş gibidir:

Başının ve saçlarının şekl inden, (eğer annesi ya da babaannesi bir Zenci ile
birleşmemişse) Mısır 'dan çıkış sırasında Yahudilere katılmış olan Zencilerin so­
yundan geldiğini şimdi açıkça görüyorum. Ama Yahudiliğin ve Almanlığın bir
Zenci özüyle bu karışımı, en tuhaf ürünü hasıl etmeye zorunl u olan bir zemin­
dir. İ nsanın en inatçı nitel iği de zenciliktir... B u Zencinin bana açıkladığı en bü­
yük keşifleri nden biri , Pelaskların Sami soyundan geldiğidir. Bunun için başlı­
ca kanıtı , Makkabiler kitabına göre Yahudi lerin yardım istemek için Yunanis­
tan 'a ulaklar göndermiş ve aralarındaki boy bağına başv urmuş olduklarıdır. . 98 .

Lassal le, hiç olmazsa Sami atalarını Pelasklarla akraba kılarak onur­
l andı rmaya çalışmıştı. Marx 'a gel ince, Yahudi karşıtı takıntısı kuşkusuz
psikanal iz tarafından uygun biçi mde açıklanabi lirse de onun durumun­
da da, düşünceler tarihinin toplumsal sınıflarla tarihsel ırklar arasındaki
kökendeki karışıkl ığa geri döndüğünü söylemeye değer.99 Marx, sınıf
savaşı ve proletaryanın mi syonu hakkındaki fikirlerini , en azından tari h­
sel v i zyonla i l gili olduğu kadarıyla, Fransız tari hçi lerin özellikle de Au­
gustin Thierry ' nin etkisi altı nda gel işti rmişti . 1 00 Yah u di Sorunu ' nunda
Yahudiliği kendi zamanının bourgeoisesi ile karıştı rdığında "Gallo-Ro­
man ırkı"nın şampiyonlarınınki nden çok farklı türden bir hoşnutsuzl uğu
dile geti rmişti ; ama ay nı türden bir yöntembili msel hata işlemişti .
B ununla birl i kte, Marx, ilke olarak v a r oluş tarzını (kültür) biyolo­
j i k özden (doğa) daha önemli saymıştı . İnsan, aynı şekilde, onda iki kar­
şıt yönü bir arada gözl emleyebilir: Bir insan ve çağının bir çocuğu ola­
rak yüreğini açtığı mektupları ndaki daha ırkçı Marx (mektuplarından bi ­
rinde "vahşileri n domuzca ci nsel liği"nden söz etmişti ) 1 0 1 ve türün bü-

98 Marx ' dan Engels'e 30 Temmuz 1 862.


' J9 Marx'ın Yahudi karşıtlığı hakkında bkz. Histoire de l 'antisemitism, C. i l i , s.432-
440.
llX>
Marx, Thierry 'yi "Fransız tari hyazımında sınıf mücadelesinin babası" diye ta­
nımlamıştı . ( Marx 'dan Engels'e, 27 Temmuz 1 854.
ı n ı Marx 'dan Engels'e, 13 Nisan 1 867.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: GOBİNEA U ve ÇAGDAŞLARI 307

tün doğal farklılıklarının ortadan kalkacağı geleceğin sosyalist dünyasın­


dan söz eden fel sefi v e sosyolojik yazı larındaki ev renselci Marx . 1 02
Schopenhauer ' a ırkçı demek de kuramsal bakımdan aynı derecede
zordur, gene de "Arlcilik" i le "Samici lik" arasındaki Maniheist ayrımı
halk arası nda yaymakta ondan daha etkili olmuş bi r yazar yoktur. He­
gel ile Oken ' i n bu çağdaşının henüz bu teri mleri kullanmamış olduğu
doğrudur. Esası nda, kendi anladığı şekl iyle di nsel düşüncenin iki tipi
arasındaki karşıtl ığı vurgulamıştı. Ve ak ırkın kökenini Hindi stan 'a yer­
leştirip gerçek bil geli ği de yal nız Hintlilere atfetmekle, çalışmalarını bi­
raz önce i ncelemiş bul unduğumuz Romantik mitologların ötesine geçe­
memi şti . Çok daha radi kal olanı Eski Ahit' i Yeni Ahit'ten koparmasıy­
dı. Yeni Ahit ' e Hint kökenleri atfetm işti : Ve kullandığı hayal gücü ayar­
tıcıydı:
Tıpkı dayanak arayan sarmaşığın, kendi hayatını ve kendi özgül çekiciliğini
korumasına rağmen, kalın bir dayanağın çevresine kendini dolayıp bu dayanağın
dış hatlarına kendisini uydurması ve tamamen onun şeklini izlemesi gibi, Hin­
di stan 'ın bi lgeliğinden çıkan Hıristiyan öğretisi, kendisine hiç benzemeyen ka­
ba Yahudiliğin eski kütüğünün üzerini kapladı. Eskisinin temel biçiminden mu­
hafaza edi len şey, bu öğreti tarafından dönüştürülmüş tamamen farklı bir şey,
hakiki ve canl ı bir şeydi . Kütük aynıymış gibi görünür ama tamamiyle farklıdır.
Dünyanın dışındaki hiçbir şeyden yapılmamış Yaratıcı, Kurtarıcıyla ve onun
aracılığıyla, i nsan soyuyla özdeşleşir; o insan soyunun temsilcisidir, günah, yoz­
laşma, ıstırap ve ölümün bağlarıyla zincire vurul muş olduğundan beri A dem'de
yitirilmiş olan, onun tarafından yeniden kazanılır. Çünkü Budizmin olduğu gibi,
Hıristiyanlığın tavrı budur. Dünya artık "her şeyi iyi" bulan Yahudi iyimserliği­
nin ışığında görülmez. Hayır, aksine şimdi kendi ne "bu dünyanın prensi" diyen,
şeytandır. . . 1 03

Schopenhauer, şu İspanyol atasözünü beni msemişti : "Detrds de la


cruz estd el Diablo" • Bu i lahiyat Al manya' da dikkate değer ölçüde ba­

şarı lıydı. Öyleyse şimdi muzaffer olan şeytandı . Schopenhauer, izleyi­


ci leri ni anti-semiti zmi n gizemiyle tanıştırdı , foetor Judaicus yani Yahu­
di çürümüşl üğünün kokusuyla boğulmuş Batı ' daki Yahudi fikirleri nin

ıoı Krş . ; Kari Marx, Pages choisies pour une t!thique socialiste, ed. M. Rubel , Pa­
ris 1 948, s. 339 (Alman İdeoloji'sinden alıntı).
103 Parega und Paralipomena , " Ü ber Religion" . § 1 79 ("Altes und Neues Testa­

ment").
• Şeytan haçın arkasında durur. -ç. n .
308 ARİ MİTİ: AVRUPA 'DA IRKÇJ v e MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

- felsefi teri mlerle bununla, Yaratılışın iyiliğine ve ussallı ğına olduğu


kadar özgür iradeye duyulan i nancı kastediyordu - gücünü lanetledi . 104
Bunları, "hav ralara ve onlardan temelde farkı olmayan fel sefe mecli sle­
rine" 105 bırakmayı önerdi , gerçi Yahudiler Hegelcilerden çok daha kötü
olsa da. ı 06 Büyük erdemlerini kendi çökkün çağdaşlarının önüne örnek
olarak koyduğu Hi ntlilerin çok uzun zamanlardan "hal kların en soylu­
sunu ve en eskisini" 1 07 temsil ettiği eskatolojisi Gobi neau ' nunkine ben­
ziyordu. Gobi neau gi bi Schopenhauer için de insan "hayvanların en kö­
tücülü" idi. 1 08 B ununla birl ikte, metafizik kötümserliğine rağmen, Ba­
tı ' nın yeniden canlanma ihtimalini reddetmemişti . "Av rupa'nm birgün
kendisini bütün Yahudi mitolojisinden kurtaracağını umabiliriz" diye
yazmıştı "Bel ki , Asya' dan türeyen Yafesi soydan hal kların öz ülkeleri­
nin kutl u yadigarları nı bulacağı yüzyıl yakl aşmaktadı r çünkü bu kadar
uzun süre yanlış yolda dolaştı ktan sonra bunun için yeterl i olgunl uğa
ulaşmış bulunuyorlar. " ı 09
B u hevesler ve b u görüşler çok geçmeden izleyici bulmaya başladı
v e 1 850 'den itibaren Richard Wagner onları tekrarlamaya girişti . 1 1 0 Bir
Alman-Hıristiyan mi syonu fikri daha bile hızlı yer tutmuş ve her çeşi­
di nden giderek artan sayıda gizemci tari katın ve Ari tapıncının doğması­
na yol açmıştı. Bu kitabın birinci kısmında gösteril miş olduğu gibi , bu,
çok eski bir gelenekten türeyen tümüyle Al man bir görüngüydü. Ama
bundan itibaren, topl uma Yahudileri n ya da Yahudi fikirlerinin hükmet­
tiği mitini daha inanılır kılan bir sosyo-politik bağlam içinde gel işti . Na­
polyon sav aşlarının vatansev er ululaması, Al man dilinin, dininin v e ka­
nının yüceltil mesi , yabancıların yani öğrenci birli klerini n çoğu tarafın­
dan daha o zamandan boykot edilen Welsche ve Yahudi lerin dışlanaca­
ğı bir birleşik Al manya düşleyen dev rimci çevrelerde ve üniversiteler­
de verimli bir toprak buldu. Bunun bir sonucu ol arak, öğrenci aj itasyo-

114
A.g.e., "Zur Eıhik'", § l 1 9. ve passinı.
1 05
A .g.e., " Ü ber Religion"" , § 1 77 (" Ü ber das Christentum)"
10"' "Yahudi ler ! Onlara lanet olsun ! Hegelcilerden bile çok daha kötüler !"' (krş .
Schopen hauers Gespriiche, e d . Hübscher. Heidelbert 1 933, s. 3 2 2 v e devamı . ) .
107 Die Welt als Wille ııııd Vorstellung. § 6 8 ( k rş . Hel muth v. Glasenapp, Das lndi-

enbild deuıscher Denker. Stuttgart 1 960, s. 70).


!OH
Krş . ; E .1 . Young, Gobineaıı und der Rassismııs . . . , Meisenheim 1 968. s. I 0- 1 1 .
.

ım Parega und Paraliponıena, "Zur Ehti k"", § 1 1 5 (''Spicilegia 1 03").


1 10
Histoire de l 'antisemitisnıe. C. i l i . s. 3 3 0 ve devamı.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: GOBİNEA U ve ÇAGDAŞLARI 309

nu yetki li makamların kuşkusu ve baskısının yanı sıra, özgürleşmeleri­


nin hemen ardından kendi leri ni daha büyük ayrımcı önlemlerin tehdidi
altında bulan Yahudilerin eleşti ri leri ve alaylarıyla da karşı karşıya kal­
dı. 1 8 1 7'de Reformasyonun üçüncü yüzyıl dönümünü kutlamak için
toplanan öğrenciler ve profesörler hayall bir düşman koal i syonunun iki
si mgesini yakmıştı - bir pol is copuyla Saul Ascher adında birinin yaz­
dığı "Al man-manyaklığı" başlıklı bir broşür. 1 1 1 Çok geçmeden, Ludwig
Börne ve Heinrich Hei ne gibi daha bile kuşku uyandırıcı iki tahri kçi ,
Tacitus ' un ormanlarından ortaya çıkan Cermenler, v aftiz suyunun ve
öbür kutsal nesneleri n faziletleri vb. hakkındaki taşlamalarıyla kav gaya
katıldı. Bu neden le, "Genç Almanya" adını alan ancak hasımlarınca
"Genç Filistin" diye anılan siyasal -edebi muhalefet derneğinin önde ge­
len kışkırtıcıları arasında yer aldılar. 1 1 2 Alman-Hıristiyanları n dışlayıcılı­
ğı, barışçı , enternasyonalist ve hepsi nden önce ırkçılık karşıtı cephede
yer almak zorunda bırakı lmış bir marj inal azınl ığın eleştirel ve tartışma­
cı eğili mleri için güçl ü bir dürtü oluşturuyordu. Kendileri de, hasımla­

rının gözünde, gerçekten kısmen kendilerinin önderliği altında bulunan


muhalefetin cisi mlenmesini temsil ediyordu. Sonunda, "Sami ırkı" bir
"karşı-ırk" (Gegenrasse) olarak görül meye başladı.
Sonuç, on dokuzuncu yüzyılın tamamı boyunca Yahudileri n yurttaş­
lık haklarının geri alınması yönünde güçlü bir çağrının dile gelmesi ol­
du. l 8 l 5- l 830 arasında doruğuna ulaşan tartışma, aynı dönemde Fran­
sa' da sürmekte olan iki ırk arasındaki tartışmanın Al manya'daki karşılı­
ğıydı . O da öbürü gibi ikti sadi argümanlarla (ya da bahanelerle) destek­
lendi . Sai nt-Simon 'a göre nasıl Fransa 'da mali güç Galyal ıların el i nde
i se 1 1 3 Almanya' da da, aynı güç kaynağına bırakmayacak şekilde el koy­
muş olan Yahudi leri kı nayan bir koro yükselmişti . Kari Marx ' ı n Yahu­
di So rım u ' nda yazdıkları yaygın görüşün bi r yankısından i baretti. Olay­
ların izl ediği yol , çağın tarih v e antropoloj i öğreti lerini etkilemişti . So­
nuç olarak, bütün yüreğiyle eşit haklar için döv üşen bir toplul uk olarak
bir kez daha Galyal ılarla karşılaştırılabi lecek olan Yahudi ler, "Alman"
düşüncesi nde özellikle önemli bir yer ed indi ler. Ludwig Börne ' nin

111
Krş . ; A.g.e., s . 4 1 3.
1 12
Krş . A.g .e.
1 13
Krş . ; yukarıda s. 71.
3 1O ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

1 830' larda yazdığı şu satırlar bunu göstermektedi r: "bazıları beni Yahu­


di olduğum için kınıyor, başka bazıları bundan dolayı beni öv üyor, daha
başkaları bunun için beni mazur görüyor ama hepsinin aklı nda bu var. . .
hepsi tılsımlı Yahudi çemberiyle büyülenmiş, kimse ondan kaçamı­
yor. . . " 1 1 4

Geriye on dokuzuncu yüzyıl ortaları nda Al manya 'da geli ştirilen kimi
basit kimisi karmaşık bazı antropoloj i k si stemleri n incelenmesi kaldı.
Oken ' i n sembol ler kuramı (Al manya' ya kendisinin tanıttığı bir teri m
olan) j i nekolojiden (hobi olarak uğraştı ğı) resim sanatına son derece ge­
niş bir yel pazede yazılar yazan çok bi l g i l i fi lozof-hekim Cari Gustav
Carus ( 1 789- 1 869) tarafı ndan beni msen i p gel i şti ri l d i . Carus,
Psyche 'sinde psi kanal izin (özellikle de C . G. Jung ' un "analitik psikolo­
j i si"nin) habercisi olan bi r bi l i nçdışı hayat kuramı geliştirmişti . Bu ki­
tapta B i l i nçdı şının teozofısiyle yan yana bazı dikkate değer sezgiler yer
alır; bu gecikmiş Romanti k için B i l i nçdışı, İdeanın insan varlığında kök
saldığı noktaydı ve ona tanrısal bir doğa atfediyordu. Carus, bundan
başka, nezdi nde bir tek hücrel inin insan kadar mükemmel olduğu bir
" nesnel " ya da "tanrısal" bakış açısıyla, insanı tek hücrelileri n ve bütün
öbür canlı varlıkların üzerine yerleştiren bir başka "öznel" ya da "insan­
ca" bakış açısını bi rbi rinden ayırıyordu. 1 1 5
Carus, bu çalışmasından kısa bir süre sonra "insan ırklarının zeka ka­
pasitelerinin eşitsizl iği" üzerine, bu konudaki başka yazılarının izl eye­
ceği bir deneme yayımladı, 1 1 6 bütün bu yazılarında son derece insanca
bir bakış açısına dayanmıştı. Kendi sembolizm kuramını bu bağlam için­
de tanımladı. Ona göre ev ren bir ruhla donanmış benzersiz bir organi z­
maydı , insan da "bu ruhun tanrı fi krinin sembol ü" idi . B u yüzden baş­
langıçta, yavaş yav aş maddi biçim alacak ve önce yıldızlar arası boşl u-

1 14
Börne, Letters de Paris, 74. mektup.
1 15
Psyche, ed. L. Klages, Jena 1 926, s.90.
1 16 Ü
ber ııngleiche Befiihigung der verschiedenen Mennscheitstiimme für höhere
geistige Entwichlung ( 1 848) ; Symbolik der menschlichen Gestalt ( 1 853); Die
Frage naclı Eııtstehung und Gliederııng der Menscheit vom Standpu11tke
gegemviirliger Forschung (tari hsiz fakat 1 856'dan sonrasına ait), Natur ıınd
ldee ( 1 86 1 ).
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: GOBİNEA U ve ÇAGDAŞLARI 311

ğu dolduran esiri , ardından güneş si stemi ni v e Dünya gezegenini doğu­


racak olan bu ruh ya da İdea vardı . Dünya da kendi payına, bir dönü­
şümden öbürüne geçerek kendi amacını gerçekleştirmiş ve "bu dünya­
daki bütün biçimlenme dönüşümleri nin ni hai ve yüce gayesi olan" in­
sanı biçimlendi rerek kendi değerini ortaya koymuştu. 1 17 Şimdi , kimisi
daha açık ki misi daha koyu insan çeşitleri nin var olduğu gayet iyi bi lin­
diğinden, Carus bunu "onların iç aydınlık" derecesinin yansıması olarak
aldı. Dünyanın aydınlığı da aynı şekilde değişkendi ve her görüngünün
sembolik anlamı olduğundan, dört büyük ırkın tan (sarı), gündüz (ak),
gün batımı (kızıl) ve gece (kara) ırkları olması gerektiği sonucuna vardı.
Oken ' de olduğu gibi, bu ırklar insan bedeninin organlarıyla i lişkiliydi­
ler ama daha değişik bir anlamda. Carus ' a göre, sarı ırk mideyi, Aklar
beyni, Kızılderiler akci ğerleri ve Karalar da ci nsel organları temsi l edi ­
yordu. B u benzerl ikleri desteklemek i ç i n Karaların daha yüksek doğur­
ganlığına (onları bu bakımdan proleterlere benzetiyordu) ve Beyazların
aristokrati k ırkının daha gelişmiş beynine dikkat çekti.
Beyin gücü meselesi hakkında Carus, karşılaştırmalı tablolardan ya­
rarlanma ve Av rupalılar arasında bir hiyerarşi kuran yeni bir semboller
takımı önerme imkanına sahipti. Örneğin, en geniş kafatası Almanlar­
daydı. En sanatçı ulus İtalyanlar, en güzel konuşan ulus Fransızlardı, İn­
gilizler eylem adamıyken en yüksek zeka yetisiyle donanmış olanlar
kendi yurtdaşlarıydı . 1 1 8 Ul usunun üstünlüğü görüşünü desteklemek için
Luther'den Goethe ve Hegel 'e Almanya' nı n yeti şti rdiği parlak kişil i k­
leri sayıyor ve George Cuv ier 'nin durumunu "Alman kökeni (Kü­
fer'den Cuvier ' ye dönüşmüş olan) adından da çok, başının büyük bo­
yutuyla kanıtlanıyor ve Alman düşünüş kalıbının açık kanıtını eserleri or­
taya koyuyor" şekl i nde açıkl ıyordu.
Carus, uzmanlar için yazmış ve si stemi nden siyasal sonuçlar çıkart­
maktan uzak durmuştu. Daha popüler bir yazar olan Wolfgang Men­
zel ' in ( 1 799- 1 873) durumu bütünüyle farkl ıydı. Kendisi, Heine'ın "es­
ki Al man yelekleri ni çıkarsalar eski Alman pantolonlarına sarılırlar" 1 19
diye tabir ettiği şöv enist öğrenci lerden biriydi . Menzel, kozmi k benzer­
l i kler kurduğu kölel ik ve özgürl ük diyalekti ğiyle işe başladı . 1 20 Dünya,

1 17
Die Frage nach Entstehung und Gliederung . . . op. cit., s. 90-98.
1 18
Symbolik der menschlichen Gestalt . . . , op. cit. , s . 366-369.
1 19 H H
. eine, Ludwig Börne, Viertes Buch.
3 12 ARI MİTİ: AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

yıldızlarla ili şkisinde "özgür" olsa da güneş ile olan i l işkisinde " köle"
değil miydi ? Menze l ' e göre i nsan da hem özgür hem köleydi ve kuzey­
de kutup yıldızının al tındayken Güney ' de kendi sini güneşin ekseni nde
bulduğu duruma göre daha özgür olduğu bir kozmik ilişki içinde yer
alıyordu. Tropiklerde yaşayanlar söz konusu olduğu kadarıyla, buradan
çıkarılacak sonuçlar açık gibi gözüküyor. Sarı ırklara gel ince, onlar ara
konumdaydı, ve Menzel eski ve " solmuş" saydığı bu ırkı, ayın yani ölü
bi r yıldızın hükmü altına sokmuştu. B u önermeyi ortaya koyduktan son­
ra bundan ne sonuçlar çı kacağıyla fazla ilgilenmedi. Siyasal durum ve
i htilaflar gereği Latin uluslarını özell ikle de Fransızları güneşin köleli­
ğine mahkum etmi şti . Kendilerini önce Almanlara benzettiği 121 ama so­
nunda en tehlikeli " bozulma mayası" olarak görmeye başladığı Yahudi­
ler hakkındaki düşünceleri değişkendi. Dahası, Menzel kıyametsi görü­
l erden hoşlanıyordu:
İ nsan kendisini ideal dünyaya doğru dikeyine döndürmekle doğal tarihin
yatay çizgisini kırdı. Bu yüzden ebedi ile fani arasındaki çarpışma bitmeyen bir
kavgadır. Ebediyen sürecek ve giderek daha da muazzam olacaktır ama biz bu
kavgada mahvolacağız. Zaferimizi bu dünyada değil yukarıdaki dünyada kutla­
yacağız.

Menzel , kendisini bütün yüreğiyle Cermen manyaklığına adamak üzere


bu kozmi k kurguları nı yavaş yav aş bı raktı . 1 85 3 'te, Almanların bir dü­
şünürler ulusu olduğunu yazdığı için Carus 'a çatıyordu. O iş öyle değil­
di, Al manlar bundan daha iyisiydiler:
B ugün Bay Carus. İ ngilizleri n eylem adamı olduğunu bizim bir düşünürler ulu­
su olarak kaldığımızı doğruluyor. İki doğrulama da yanlıştır. İ ngi lizlerde işe ya­
rar ne varsa, Fransızlarda olduğu gibi, onlardaki Kelt değil Alman unsurundan
kaynaklanır. Pagan Anti kite boyunca olduğu gibi Hıristiyan Ortaçağ boyunca da
Al man halkından daha etkin bir halk yoktu . 1 22
..

Al manların yayılması bu etkinl i ğin kanıtıydı. Alman askeri erdemleri ne

1 10
Aşağıdaki özet şu kaynaktan alınmıştır: Erwi n Schuppe, Der Burschenschafter
Wolfgang Menzel, Eiııe Quelle zum Verstiindnis des Nationalsozialismus:
Frankfurt a/M . 1 952. s. 1 0 1 - 1 1 2.
121
Yahudiler. Cermenlerle birlikte "Batı 'ya hayat vermişti", krş. Geist der Gesc­
hichte, s. 1 62.
1 2 2 " Litteraturblatt 1 85 3 , no. 55" (krş. W. Menzel . Unsere Grenzen, Leipzig

1 868,s. 262-264).
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: GOBİNEAU ve ÇAGDAŞLARI 3 13

öv güsünü yoğunlaştıran Menzel , bu öv güyü onları dünyanın geri kala­


nın karşısına koyarak bitirdi. Fransızlar, İngi lizler ya da İtalyanlar eğer
zaman zaman Almanların karşısında durabilmişse , bu damarlarındaki
Frank, Sakson ya da Lombard kanı sayesindeydi :
Biz Almanlar geçmişte Avrupa'nın önde gelen halkı idik, biz yeryüzünün
gelip geçmiş en cengaver milleti idik. Romalıların dünya i mparatorluğunu biz
parçaladık, biz bütün Avrupa'yı fethettik ve yeni imparatorluklar kurduk, Müs­
l üman sürülerini biz geri sürdük, biz Kutsal Cermen İ mparatorluğunu kurduk ve
bizim imparatorumuz bütün dünyada baş sırayı aldı. ..

Menzel, "Almanların fi ilen bir düşünürler u l usundan başka bir şey


olmadığına dair bi lgiççe yalanı" 1 23 çürütmeye bu makamdan girişmişti .
Bu i ki kutupl u i l ke, bi limsel bilgisi ve siyasal ihti laflardan kaçınma­
sıyla saygı gören bir yazar olan Gustav Klemm ( 1 802- 1 867) tarafından
çok farklı bir yolda geliştirildi. Klemm ' i n Genel Uygarlık Tarihi, bir
yüzyıl önce, bütün eğitimli Al manlarca alanının yetkili kaynağı olarak
görülüyordu.
Klemm, ayrıntılı kurgulara gi rmeksizin " kendi bütünl üğü içinde in­
sanlığın, insanın kendisi gibi , etki n ve edi l gen, eri l v e dişi l , her biri öbü­
rü için gerekli iki parçaya ayrı ldığını" kabOI ediyordu. 1 24 Bu iki parça
eşit değerdeydi ve son kertede kaynaşma eğilimi ndeydi:
Başlangıçta ayrı olan etki n ve edilgin ırkların bu kaynaşmasında, doğanın
organik yaratıl ışın her alanında güttüğü amacın gerçekleşmesi ni görüyorum.
Tıpkı yalıtıldıklarında erkek ya da dişi bireyin doğanın amacına uygun düşme­
mesi gibi , sadece etki n ırkın ya da sadece edilgen ırkın üyelerinden oluşan bir
hal k da mükemmel leşmemiş ve tamamlanmamış kalacaktır. . . Ancak etkin ve
edilgin ırkların karışması yol uyla, eğer öyle söylemem gerekirse, ancak halkla­
rın evlenmesi yoluyla insanlık tamamlanır, ancak böylelikle hayata uyanır ve
kültürün çiçeklerini meydana geti rir. . . 1 25

Ne var ki , dünya erkeklerin kendilerinin kadınlardan daha iyi oldu­


ğunu düşüneceği şeki lde yapılanmıştır ve on dokuzuncu y üzyıl da bu
eğilimi aşırıya götürmüştü. Gustav Klemm ' in gözlemleri okurken

1 21
"Die gelehrte Lüge, wir Deutsche seien nur ein Volk von Denkern" Unsere
Grenzen , s. 25 l ve devamı).
1 2� Allgemeiııe Kultur -Geschichte der Menschheit, Erster Band. Leipzig 1 843 , s.

1 95- 1 96.
1 25 A.g.e., s. 203-204.
314 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TA((İHİ

"edil gen insanl ığın karakterinin nazi k v e sabırlı, zayıflık sayesinde es­
nek, aylaklık sayesinde hoşgörülü" olduğunu öğreniriz. 1 26 Ovalarda ya­
şayan bu edil gen insanlık, dağlardan akın eden ve kendisinin ırzına ge­
çen "etkin insanlık" tarafından fethedilmişti r. "dünyaya yayılmış bu ba­
rışçıl ve i l kel topl uluklar, barışçıl düşlerine kapılmış gezerken, tıpkı yer­
yüzünün sert kabuğunun vol kanik kuvv etler tarafından geri l ip kırıl ması
gibi, üzerlerine çullanan etkin ırkın kahramanlarına hazırl ıksız yakalan­
dı." 1 27 Etkin hal klar edil gen halklardan "özgürlük aşklarıyla, daha bü­
yük cesaretleriyle, insanlık onurlarının ve insanlık haklarının farkında
oluşlarıyla, şiir duyguları ve güç sev gi leri" ile ayırt edi l iyordu. 1 28 B u
eril atıflara, Belvederc Apol l lon ' unun idealini oluşturduğu bedensel gü­
zel l i k de dahil edi l iyordu. Dişil ya da edi l gen ırkla i l gili ol arak Ve­
nüs ' ün adı anıl mamıştı. Klemm ' e göre, sadece renkl i hal klar değil, ha­
kim sınıfları hariç, özel l ikle Ruslar ol mak üzere Slav l ar da bu edil gen
ya da dişil ırka dahildi. Çünkü, "Sıradan ve kul statüsündeki halk kitle­
sinin durumu Karalarınkine benzer. . . Serfler, büyük el macık kemi kle­
rinde, küçük ve çekik gözlerinde, kalın yassı burunlarında ve koyu ya da
sol gun renkleri nde edil gen ırk kökenlerinin i şaretlerini sergiler. " 1 29
Klemm, her ne kadar sayıca az Cermen boyları "böy lece entelektüel ve
manevi üstünl üklerini göstererek onlara her daim boyun eğdirmi ş" i se
de, Latinleri de etkin ırklar arasına koyar. "Av rupa ' nın bütün Hıristiyan
tahtlarını onlar işgfil etti ği için" İnayet, Cermen boylarına "i nsan ırkının
ilerlemesini gözetme ödev ini emanet etmiş gibi görünüyordu." 130 O za­
manlar bu argüman çok popülerdi ve Heine bununla şöyle dalga geç­
mişti : "Biz Al manlar, insanların en güçlüsü ve en akıll ısıyız. Av rupa' nın
bütün tahtlarında bizim hanedanlarımız oturuyor, dünyanın bütün borsa­
larını bizi m Rotschildlarımız kontrol ediyor, bizi m bilginlerimiz bütün
bi l i mlere hükmediyor; barutu ve matbaayı da biz bulduk . . . " 13 1
Belki, eri l ve dişil ırklar sembol izminin daima dünya çapında en
yaygın kullanılmış sembolizm olmuş ve on dokuzuncu yüzyılda antro-

1 26
A.g.e., s. 200.
1 27
A.g.e., C. iV s . 234
1 28
A.g.e., C . iV s . 230.
1 29
A.g.e., C. iV s. 252.
1 30
A.g.e., C . iV s . 232.
111
Zur Gesclıichıe der Relixion 1111d Philosoplıie i n Deuıshland. Erstes Buch.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: GOBİNEA U ı-e ÇAGDAŞLARI 315

poloj i ni n köşe taşı haline gelmiş bulunmasından başka bir nedene da­
yanmasa da, sonunda Al man kamuoyunun benimsediği öğreti buydu.
Böylece, Li ppert 1 886'da etki n ve edil gen ırklar ayrımının "ol gularla
uyum içinde olduğu" için genel kabUI gördüğünü beyan ediyordu. 132
Bir eril ve bir dişil ilke arasındaki bu ayrım, bunu Cermenler ile La­
tinler arasındaki karşıtlığa i şaret etmek için kul lanan Carlyle 'ın ve Al­
manları Slav lar ile Keltlerden ayırt etmek için kul lanan Bismarck ' ın
eserlerinde de görülür. Ama bunu en aşırıya götüren, A rileri bu öğreti
temelinde Samilerden ayıran ve ard ından inti har eden Viyanalı genç fi ­
lozof Otto Weini nger ( 1 880- 1 904) oldu. Hitler onu "yaşamaya layık tek
Yahudi" diye tan ımlayacaktı . 1 33

m Krş . ; Julius Li ppert, Kulturgeschichte der Menschheit in ihrem organischen


Aujbau 2 cilt. , Stuttgart 1 886. 1, s. 43-44.
m Krş . : H itler Propos de Table 1 94 1 - 1 942 (Stuttgart 1 963 basımı, s. 1 52).
11.
ARI ÇAGI

DİLBİLİMİN TAHAKKÜMÜ
Tevrat'ın yaratılış anlatısı on altıncı yüzyılın büyük keşifleri sonucunda
daha o zamandan kuşku altı nda kal mışsa da, göründüğü kadarıyla ev re­
nin başlangıçsız ve sonsuz olduğu düşüncesi nin kabul görmesi on do­
kuzuncu yüzyıldan önce oi madı. Charles Lyell, dünyanın yaşının 6.000
yıldan fazla olduğunu ilan etti ği için 1 8 35 yılında hala, bunu 1 760'ta ya­
pan B uffon ' un zamanında uğradığı na benzer eleştirilerle karşı karşıyay­
dı. Jeolojiden arkeoloj iye, çeşitl i bil gi dallarında sağlanan ilerlemeler
eski i nançların neredeyse tümünün altını hızla oymuştu. Bunun bir so­
nucu, i nsan ırkının kökeninin belirsizce geriye götürülmesi ve insan
araştırmalarının bütünüyle farklı çizgi lerde yürütül meye başlanması ol­
du. 1 860' lardan itibaren antropoloj i bağımsız bir bi lim statüsü kazandı.
Geoffroy Sai nt-Hilaire, Quatrefages v e Paul B raca'nın 1 859'da Sociere
d 'anthropologie de Paris 'yi kurmasıyla buna Fransa öncülük etmişti .
1 863 ' te Londra, Moskov a ve Madri d ' den başlayarak öbür başkentler­
deki bi l i mciler de bu örneği i zledi, gerçi İngil tere ' deki şiddetli tartış­
malar ya da Madrid derneğinin erken feshi gi bi güçl ükler de yok değil ­
di. B u polemikler sırasında Antropoloj i Derneği ' nin başkanı John Hunt,
dinsel ve siyasal eşitlik ve kardeşl i k ütopyalarının yanlış olduğunu bi l ­
dirdiği için antropolojiden korkulduğunu ve baskı altında tutulduğunu
söylemi şti . 1 Kuşkusuz, bu yeni bilimin yöntemleri , özellikle de Fran-

1 "Bilimimiz korkutucudur, çı karsamaları hakiki ekonomi politiğin temelini oluş­


turduğu için deği l , kulağa hoş gelen evrensel eşitlik, akrabalık ve kardeşlik olan
bir hükümet sistemini tehdit etti ği sanıldığı için. Bu tür serapların bilimin işaret­
lerince desteklenmediğini göstermek bizim topluluğumuzun ödev i olsun .'' Krş . ;
..

The Amhropolof;ica/ Review, C V.. 1 897, s . lxııı v e d evamı .

316
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARI ÇAGI 3 17

sa'da, deneyselliğe eğil i ml iydi ve bu yüzden materyali st, hatta Hıristi­


yanlık karşıtı olarak görül üyordu. Fakat yakından bi r bakış, tartı ve cet­
vel gibi ölçü aletlerine bağımlılığına rağmen bu bilimin temel ilkeleri­
nin varolan bilgi dal larına, özell ikle de dil bil i me dayandığını açıkça gös­
teriyor. Böylece Arilerle Samiler arasındaki ayrım araştırmacı ların ço­
ğunluğunca bir dogma olarak kabfil görmüştü. l 860' lar ci varında bu
inanç bütün eğitimli Av rupalıların bilgi dağarcığındaki yerini almıştı .
Marcel in Berthelot bir örnektir. 1 863 'te bilimsel yöntemi tartışırken
"atalarımızı n, Aryalarla Helenleri n sembolik dili"ne atıfta bul unmuştu.2
Aynı yıl, Hippolyte Taine, "di l l eri nde, dinlerinde, edebiyat ve felsefele­
rinde bütün sürgünlerini bi rbi rine bağlayan ortak bir kan ve ruhu göste­
ren . . . kadim Ari hal kı" nı yüceltiyordu.3 Londra Antropoloj i Derne­
ği ' ndeki tartı şmalar daha kurulduğu yıl Ari teri minin genel bir kul lanım
kazanmış olduğunu gösteriyor. Darwin, 1 897 1 'de yay ımladığı İnsanın
Türeyişi' nde gerçi Ariler ile Samilerin "ı rksal birliği" hakkında bazı
kuşkular ifade etmiş olsa da bu sınıflamayı kabul etmişti .
Almanya' da Nietszche, yine aynı yıl yayımlanan i l k eseri Tragedya­
nın Doğuşu ' nda sırasıyla Prometeus Miti ve A dem ' i n Düşüşü ya da
kutsallığın i hlal i ya da günah fi kirleri i le sembolize edi len bir Ari öz ile
bir Sami öz arasında ayrım yapmıştı. Almanya' da, onun yeri ne daha çok
Cermen ya da Hi nt-Cermen kelimeleri kullanıldığından, A ri teri mi daha
az yayıl mı ştı . Mesela, Gustav Freytag ' ın Die Ahnen başlıklı roman seri­
sinde ya da Fel ix Dahn ' ı n Die Könige der Germanen ' i nde durum böy­
leydi . Yahudi karşıtı propaganda bilimsel bir di l kul l andığı nda, "Hint­
Cermen" ırkı nı Sami ırkının karşısına çı kartmaktan hoşlanıyordu. Büyük
popüler ansiklopediler olan Brokchaus ve Mcyer sırasıyla 1 864 ve
1 867 ' de Arier başlığı taşıyan maddelere yer v ermiş ve Arier ta başın­
dan Hi nt-Cermen olarak tanımlanmıştı . Brockhaus ' un ondördüncü bası­
mında Ariler teri minin sadece "Asyal ı Ariler"e uygulanmasının ve "Av­
rupa Arileri"ni tanımlamak için Hint-Cermen ya da Hi nt-Av rupalı te­
ri mlerinin kullanı l masının iyi olacağı özel l i kle belirti l mişti . Ari köken­
lerine duyulan i nancın ikili bi r i man temel ini öngerckti rdi ği görülecek-

� M. Berthelot, La scieııce ideale et la science positive. K rş . ; Ernest Renan, CEuv­


res . . . , op. cit. , C. 1, s. 667.
-1 H . Tai ne. Hisıoire de la litterature anla ise. Pris 1 905, S u n uş , s. x x ı ı .
318 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

tir: Avrupalı lar Ari ırkının üyesidir ve bu ırk Asya' nın yüksek yaylaların­
dan türemi şti r. Sonuçta, bu fi kirlerden birincisi, yani Yahudilerden
farklı bi r kökenden gel indiği düşüncesi, i kincisi nden, yani bir Asyalı
kökenden gel i ndiği düşüncesi nden daha dayanıklı (psi kanal itik anlam­
da daha "dirençli") çıktı. Bu ikinci inanç yani Asya kökeni yüzyı lın so­
nundan itibaren bi limcilerin çoğunluğunca sorgulandı. B unlardan biri
olan İngiliz dil bi limci I saac Tay lor Arflerin Kökeni adl ı kitabının sonun­
da, "Sanskritçecileri n kadim zorbal ığı" nın yıkılmasından memnuniyeti­
ni bildirınişti.4 Bu bizi d i l bil iınin antropoloj i üzerindeki kuşku duyul­
maz zorbalığına getiriyor. Sadece yi rminci yüzyıl ortasında yapısalcı
antropoloj i dönemi nde değil, bütün on dokuzuncu yüzyıl boy unca etki­
l i olan romanti k şarkiyatçılık dalgasında da, dilbi l i ın öbür insan bi l i m­
lerine kendi yöntemlerini ve otori tesi ni dayatmıştı . Antropologlar bu ta­
hakkümün farkındaydı . Kimi leri bunu tahammül edilmez bul urken ki­
mi leri meşru görüyordu; ki bi limler arasındaki ilişkideki güçl ükleri ve
yanlış anlamaları gösterdiği için bile olsa, bu konudaki yorumlar bel l i
b i r ilgiye layıktır.
1 862 ' de, Fransa' da Cabanis ve Bichat' nın eserini ilerleten "fi zik­
sel" okulun önde gelen antropoloğu Paul B roca, şuna dikkat çekmişti :
dil bilim uzmanlarının bize karşı büyük bir avantajı var: Bizim onlarsız yapama­
mıza karşılık onlar bizsiz yapabilirler. . . Bu yüzden biz dilbilimin vassallarıyız.
kadir bilir vasalları ; ama köleleri olmamalıyız, olamayız.

B roca, Ari kuramını kesin deği l ama muhtemelen doğru olarak kabUI
ediyordu:
Irklarımızın ve dillerimizin kökenlerini belirlemeye çalışan dilbilimciler ihti­
maller keşfetmiş ama kesin bir şey bulamamışur ve bilgimizin şu anki duru­
munda korkarım ki Hint-Avrupal ılarınkinin yerine ileri sürülen adlar, bi r gerçe­
ğin olmaktan ziyade bir kuramın ifadeleridir.

B roca, bu görüşle Ari ırkları teriminin kullanımını "tamamen bilim­


sel" saymış, ama onun karşı eşini - yani Samı ırklar ifadesini - " kaba
bir yanlış" diye tanımlayarak, "fizi ksel görünüşleri , dil leri , entelektüel
ve ahlaki karakterleri , gelenekleri ve tari hleri doğal olarak İbrani hal kı-

� 1. Tay l or. The Origin of Aryans, Aıı accowıt ofprehistoric ethnology and civiliza­
tion of Europe, Londra, 1 890, s. 332.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARI ÇAGI 3 19

nın çev resi nde toplanan hal klar"a işaret etmek üzere kendi uydurduğu
Hebroidler [ İbransoyl u lar ç n I terimini önermekte yarar görmüştü.5
-
. .

Ne var ki , otoritesi Arap halklarının bu İ bransoylular grubuna dahil


edi l mesini sağlayacak kadar büyük değildi.

Kültürel antropoloj i ni n büyük öncüsü Edward B . Tylor 'ın ( 1 832-


1 9 1 7) çalışmalarında, dil bi l i mci lerin kararlarıyla i l gi l i benzer bir kuşku
gözlenebi l i r. " B i r i nsanın d i l i onun soyunun tam ve kesin kanıtı deği l­
dir" diye yazmıştı " Pek çok kötü antropoloji, dil v e ırkı di kkatsizce san­
ki bunlar dai ma ve tamı tamına birli kte gidermiş gibi al arak bunun böy­
le sanıl masına neden ol muştur." Ama bu temki n l i l i ği ne rağmen, Tylor
da - Çingeneleri tanımlarken - "Ari büyük atal arımız"dan söz ederek
bu yaygın yanlışa boyun eğmi şti .6 İlk yazdığında bir bil i mci izlenimini
veriyor, i kincisi nde zamanının dilini kullanıyor. Broca ' nı n öğrencisi Pa­
ul Topi nard ' ı n ( 1 830- 1 9 1 1 ) yazdığı l 'Anthropologie adl ı el kitabından da
aynı izlenim çıkıyor. Kendisi Fransızların " kan itibariyle A ri deği l , ama
birbiri ardından gelen ırkların bir karışımı" olduğunu öne süren i l k etki­
li yazardı. Ne v ar ki bu görüşü, "iki, üç ya da beşi n ötesini saymaya"
doğuştan ya da "fi zyoloj i k" olarak yeteneksiz olduğunu söylediği renk­
li hal kları " matemati ğe büyük yeteneği olan şu Ari denen ırklar" ile mu­
kayese etmesini engel l ememi şti .7 B u karşılaştırmayı yaparken açıkça
Fransızları kolektif olarak Ari saymıştı.
Dilbi l i mi n antropoloj i üzeri ndeki ile i l gi l i en i l ginç yorumlar, Anth­
ropologie der Naturvölker adlı kitabı kendi zaman ı için çifte bir orijinal­
lik iddiası taşıyan A lman Theodor Waitz ' i n ( 1 82 1 - 1 864) eserinde bul u­
nabil i r: Kitapta "Ari ırkı" ifadesi kullanılmamış ve Avrupal ıların herhan­
gi bir bakımdan i l kel hal klardan üstün olup ol madığı sorgulanmıştı. Wa­
itz, dilbilimin etkisini iki bakımdan haklı görüyordu . B i r yandan dilin
karakteristi kleri nin ırksal ya da etno-ırksal nite l i klerden daha istikrarl ı
olduğuna ve bu y üzden tari hsel sürekl i l i k için daha güveni l i r bir kıla-

P. Broca, "La l i nguistique et l 'anthropologie", Memoiries d 'anthropologie, Paris


1 87 1 , C. 1, s. 232 ve devamı .
<· E. B . Tylor, Anthropology, An intrudiction tu ıhe study of man . . . , Londra 1 88 1 , s.
1 52, 1 1 2.
7 P. Topinard, L'antlıropologie, Paris 1 876, s. 453 , 429.
320 ARİ MİTİ: AVR UPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇi FİKİRLERİN TARİHİ

v uz sağladığına işaret ediyordu. Öte yandan karşılaştırmal ı fi loloj i nin


yöntemlerinin fizi ksel antropolojinin özellikle kafatası bi liminin yön­
temlerinden daha büyük bir dakiklik sağladığını kabul ediyordu. Ona
göre, fizi ksel antropologları insan ı rklarıyla ilgilenirken sergiledi kleri
genel i hti lafa karşılık dilbilim araştırmacı larının uğraştıkları bilimin te­
mel sonuçları hakkında aralarında sağladıkları görel i anlaşma bu üstün­
lüğün kanıtı idi. Tek keli meyle, fi lologların gücü birliklerinden geliyor­
du.8
Bir başka Alman antropolog, Adolf Bastian ( 1 826- 1 905) da " Sansk­
ritçileri n zorbal ığı"ndan yanaydı . Tei l hard de Chardi n ' i haber veren bir
tarzda şöyle yazmıştı :
Uygar hal kların tinsel olarak kestiri lemez bir sona doğru ilerleme yol unda oldu­
ğu gerçeği dikkate alındığında, bedensel olana bağlı tüm sınıflamalar kısır ve çe­
l işkili olmak zorundadır. Yardımcı dallarıyla birlikte filoloji (ilkel halklara uygu­
lanabil i r olarak) kafatası biliminin yerini alıyor.9

Bastian , " uygar halkların" ataları olarak Arllerle bizzat uzun uzadı­
ya i l gi lenmişti, bununla birli kte, Arileri n "türeyiş yeri" ne ilişkin arayı­
şın, "Güney Afrika göçebeleri nin bir mağaradan peş peşe ortaya çıktı­
ğına inanan Zulularınkinden hiçbi r bakımdan üstün olmayan" bi r mito­
loj iden kaynaklandığını düşünüyordu.
Bastian ' ı n ünlü yurtdaşı Rudolph Virchov, kafatası bi liminin ve
öbür fizi ksel karakteristikleri n incelenmesinin yararını v urgulamıştı .
1 870-7 1 savaşından kısa süre sonra, böyle verilerin yokl uğunda " halk­
ların etnik durumuna üzerine kararları n, sorgusuz sualsiz dil bil i mci leri n
el i ne teslim edi leceğini" yazmıştı. D i l bil i mciler, saflık meraklarıyla ilk
başta antropolojide sav unulamaz olan "saf' ırklar iddiasıyla çıkmışlar,
şimdi de hem (Keltler gibi) Arileri hem (Sardunyal ılar ve İberler gibi)
Ari olmayanl arı aynı Latin ı rkına bağlayarak, böylece ırklarla ul usları ve
dilleri birbirine karıştırarak, siyasete tartışma sokuyorlardı. B una karşı­
lık, o, "diller ul uslarca benimsenip terk edi lebilir ama kan bağlarının bir
i şareti olamaz" sonucuna v armıştı . ı o

11 Th. Waitz, Antlıropologie der Naturvölker, Leipzig 1 859, C. I , s . 28 1 -283 .

" A. Bastian, Das Bestiindige in den Meııschenrasse n uııd die Spielweite ihrer Ve­
riinderlichkeit, Berlin 1 868 , s. 23 -24 ve 1 56.
ı ı ı R . Yirchow, Die Urhervölkeruııg Europa 's, Bcrlin 1 874, s . 35-36.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ : ARİ ÇAGI 321

Şimdi, filologların vassalları , yani antropologlar, tari h öncesi araş­


tırmacıları ve arkeologlar için sağladığı hammaddeyi daha yakından in­
celemeliyiz. Ari kuramının iki büyük popülerleştiricisi Emest Renan ile
Max Müller ' e ne olduğunu görmüştük. Onları izleyen bir küçük yazar­
lar ordusu dilbi l i msel emperyal izmlerini daha bile kaba bir tarzda ser­
gil edi . Mesela, "Yafes ırkının ilkel halklarının" kökenlerinin bununla
açıkça dil bi l i mlerini kastetti ği " kısmen fizi ksel kısmen fel sefi olan bi­
limler" tarafından incelenmesi gerekti ğini düşünen 1 1 F. G. Bergmann' ın
( 1 8 1 2- 1 895) ya da Ariler ile Samiler arasındaki "zihinsel yapılarındaki
ve bunun sonucunda beyi nsel düzenlenişlerindeki özsel farklılıkların di­
lin doğal tarihinin gerçekleri tarafından" gösterildiğine i nanan 1 2 Belçi­
kal ı meslekdaşı Honore Chavee ' nin örneklerini düşünelim. Daha önce
söz ettiğimiz filolog A. F. Pott, Gobineau ' nun çalışmasını okuduktan
sonra Kont Gobineau 'nun aynı başlıklı eseri üzerine düşüncelere daya­
nan, özellikle filolojik açıdan, İnsan ırklarının eşitsizliği üzerine bir de­
neme yazma ihtiyacı duymuştu. Böylece, Gobineau ' nun ölümünden
sonra kazandığı ününe bir katkısı oldu. 1 3 Genel olarak insanın kökenle­
rine hiç ilgi göstermemiş gibi gözüken başka bil i mciler Ari mitine eleş­
tiriden uzak bir kabul gösterdiler. Mesela ünlü dilbilimci A ugust Schle­
icher ( 1 82 1 - 1 868), J. Grimm ' in "birbirini izleyen göçmen dalgaları" te­
zini birkaç satırda özetledikten sonra şu sonucu çıkarmıştı : " B u yüzden,
özgün Hint-Cermen halkının anayurdunu bulmak için Orta Asya'run
yüksek yaylaları na bakmalıyız." 14 Bizzat bu ifadenin ta kendisi, arke­
olog Joseph Reinach ' ı n bu "doğu mucizesinin" biçimleniş tarzın hak­
kındaki "di lbi l i m uzmanlarının ortaya koydukları, öbür konularda oldu­
ğu gi bi bu konuda da antropologların yargıları etkiledi ve bu yargılar da

11F. .-G . Bergmann, Las peuples primitiifs de la race de Japhete, Comlar 1 853, s.
6.
12
Honorı! Chavee, Les /anguages et les races, Paris 1 86 1 , s. 60.
13
A.-F. Pott. Die Ungleichheit menschlicher Rassen, haupsiichlich vom sprachwis­
senschaftlichen Standpunkte, unter besonderen Berücksichtigung von des Gra­
fen von Gobiııeau gleichnamigen Werkes, Lemgo 1 856. Wagner ' in Gobine­
au'nun kuramına öyle hevesle sarılmasını sağlayan bu kitaptı. Krş. ; "Lettres de
Cosima Wagner a Gobineau" , Revue hebdomadaire, 2 3 Temmuz 1 938. s. 287.
Reinach tarihçiler ve doğa fi lozoflarından söz ediyordu. Krş. ; "Le mirage orien­
tal'', L 'Anthropologie içinde, C. iV ( 1 893) , s.553.
1� S c h l e i cher. Conıpendium der vergleiclıendeıı Gramnuıtik ( 1 86 1 ). s . 7-8.
...
322 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FiKiRLERiN TARiHi

bi r kez ortaya atılır atılmaz kendi payları na dilbilimcilerin ilgisini çek­


ti" tahlilinin parçasıdır. 15
Tamamen farkl ı bir örnek, Renan ' dan etki lendiği , buna karşılık ken­
disin i n de Max Müller ' i etkilediği açıkça görülen Cenevrel i fi lozof
Adolphe Pictet' i n durumudur. 16 Pictet, 1 859'da yayımlanan hacimli ki­
tabı Essai de palentologie linguistique 'de kökenini İran ' a yerleşti rdi ği
ilk Aryalar hakkında çok bi lgili olduğunu göstermişti:

Zamanın karanlığı içinde yitip gitmiş olan, bütün tarihsel bilgiden önceki bir
dönemde, İ nayetin bi rgün bütün dünyaya hükmetme yazgısını biçtiği bütün bir
ırk, parlak bir geleceğe hazırlanarak ilkel beşiği nde yavaşça büyüdü. Güzel ama
sert olan ve zenginliklerini onları şımartmadan sunan bir doğal ortamda, kan
soyluluğu ve zeka armağanlarıyla bütün öbürleri ne karşı kayırılmış bu ırk, ta ba­
şından kendisini hayatın temel zorunlulukların üzerine çıkaracak kalıcı bir sınai
örgütlenmenin temelini yaratmaya yazgılı kılınmıştı . B undan düşüncenin ilk ge­
l işimi ortaya çıktı . . .

B u sözleri izleyen y ü z sayfalık fel sefi kurgulardan sonra Pictet düşün­


celerini ş u şekilde özetlemi şti :
. . . dünyanın uygarlaştırıcıları olmak üzere ta başından İ branilerin sahip olma­
dığı niteli klerle donatılmış Aryalar ırkı buydu; ve tanrısal planın kanıtı hiçbir yer­
de, birinin yazgısı öbürünü soğurmak olan bu iki karşıt akıntının paralel yolların­
dan daha iyi ortaya çıkmaz. İ ki ırk arasındaki fark bundan belirgin olamaz . . . İ n­
sanlığın meş'alesi olmaya yazgılı Mesih'in dini, Yunanistan'ın dehasınca benim­
sendi, Roma'nın gücüyle yayıldı, Cermenlerin enerjisiyle yeni bir kuvvet kazan­
dı, ve onun iyicil etkisi altında ve sonsuz çatışma aracılığıyla Avrupa Aryalarının
bütün bir ı rkı kendisini yavaş yavaş modern uygarl ık düzeyine yükseltti . Bütün
öbürlerine göre kayırılmış Aryalar ırkı. bu şekilde insanlığın yazgısı için Tanrının
yaptığı planın temel aracı olacaktı . 1 7

Pictet, Tanrının planının aracı olma yeteneğindeki Arya ırkını Hıristi­


yan ümmeti ile karıştırma eğilimindeydi. B u karışıklık zamanı için alı-

15 Reinach tarihçiler ve doğa filozoflarından söz ediyordu. Krş . ; "Le mirage orien­
tal" , L 'Anthropologie içinde, C. iV ( 1 893) , s .553.
1 6 Krş. ; M . Müller, Lectures on the science of language, Londra 1 862 basımı, s. 240

ve devamı, özell ikle s. 249 3. not "Bu görüşleri M. Pictet' in otoritesine dayana­
rak ifade ediyorum."
1 7 A. Pictet, Les origines indo-europeennes ou les Aryas primitifs, Essai de paleon­

tologie linguistique, Paris 1 859, s. 1 , s . 753-754.


MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARI ÇAGI 323

şıl madık bir durum değildi. Bu fikir, 1 867 'de Londra Antropoloji Der­
neği ' nin saymanı Rahip Dunbar Heath tarafından daha doğrudan ve da­
ha perv asız bir şeki lde geliştiri lmişti . Bu rahip, On the Great Race-Ele­
ments in Christianity adını taşıyan kitabında şu görüşü kanıtlamaya ça­
lışmıştı : "bütün Ari mitoloji leri tanrıların kötülükle savaşmak üzere yer­
yüzüne inişini tasv i r etmekten hoşlanır. . . A ri ruhu, yasayı kötü sayar ve
v icdanın haklarını destekler." Ari ırkı ona bir Tanrı olarak hürmet etme­
ye devam ederken Sami ırkı kendi zamanında İsa'yı Şeytan ilan etmiş­
ti . B u ı rk, Üçlük öğreti sini gel i ştirmişti - her türl ü " Sami içgüdüsün­
den" çok uzak olan bir kav ram. Sonuç olarak Heath, " . . . şi mdi Ariler ta­
rafından ikrar edi len v e Samiler tarafından i krar edilmeyen Hıri stiyanlı­
ğın esas olarak A ri kaynakları ndan türemiş bir din" v e " ke l i menin tam
ve doğru anlamında gerçek bir Ari di ni" olduğunu beyan ediyordu. 1 8

B u unutulmuş ki l i se adamı daha l 967 ' de, Andersen ' i n masalı ndaki
çocuk gibi , meselenin özünü ortaya koymuştu. Profesyonel bil ginleri n
kral ın çıplak olduğunun farkına varması için birkaç nesil daha geçmesi
gerekecekti , ki hepsi nin bu gerçeği kabı11 etti ği bugün bile kesin değil­
dir.

ARİCİLİK ve FRANSA-PRUSYA SAVAŞI


Fransız antropoloj i okul unan başı Armand de Quatrefages, Avrupalıla­
rın Ari kökeni hakkındaki genel kabul ü paylaşıyordu. 19 Paris kuşatması
sırasında Prusya ordusunun siv il halkı ve bi lim kurumlarını topa tutma­
sına tanık oldu. Uygar bir halka yakışmayan bu tav rı hemen antropolo­
ji teri mleriyle açıklamaya çal ıştı . 1 87 1 Şubatı nda, böyle bi r barbarl ığın
ancak İsv eçli bi l i mcilerin bir süre önce öne sürmüş olduğu gibi , kuzey­
doğu Av rupa' da Arilerden önce yaşamış i l kel yerl ilerin varlığına atfedi­
lebileceğini yazdı.20 Antropolojik bakımdan Prusyalılar gerçek Al man-

18 Dunbar 1. Heath, On the Great Race-Elements in Christianity, "Journal of the


Anthropological Society of London", V ( 1 867), s. xıx-xxvm .
ı •J Krş . ; Quatrefages 'ın dersleri 1 868: "Hepsinden önce ataları Ariler olan Avrupalı­
ları ele alacağım " Revue des cours scieııtifıques de la Fraııce et de l 'itranger,
...

V, ( 1 868), s. 727.
20 A . de Quatrefages, La race prussienne, Paris 1 87 1 . Bu çalışma daha kısa biçimiy­

le ilk olarak Revue des Deux Mondes' i n Şubat 1 87 1 sayısında yayımlandı, s. 687
ve devamı.
324 ARİ MİTİ: AVRUPA 'DA IRKÇI ve MIUİYETÇI FİKiRLERİN TARİHİ

l ar ol maktan çok, Finler ya da Slavo-Finler yani " bütün tarihi önce­


-

leyen insanlar" ve "Av rupa'da gergedanlarla fillerin, rengeyi klerinin v e


m i s k öküzlerinin yaşadığı" dönemin çağdaşları idi . Geçmişlerinin " ger­
çekten ulusal damgasını" korumuşlardı:
Bir Fi n, gerçek ya da hayali hiçbir hakareti unutmayacaktır. Seçeceği araç­
larda hiçbir ahlaki kısıt tanımaksızın ilk fırsatla öcünü alacaktır. Bu ırktan köylü­
ler arasında meydana gelen sayısız cinayetin açıklaması budur.

Bu her şeyi açıkl ıyordu. "Al manları Slavo-Finlere tabi kıl maya razı
olmayan Almanya, onların nefretlerini benimsemiş ve önderlerini ata­
dığı bu insanların içgüdüleri ni daha da güçlendirmişti ." Paris Müzesinin
bombalanmasının ve özel l i kle " Finleri n kara nefreti, yarı-barbarların üs­
tün bir uygarl ığa karşı kıskanç nefreti başka hiçbir yerde daha iyi gös­
teri lemeyeceği nden" Strasbourg Kütüphanesinin yakılmasının gerçek
açıklaması buydu. Bundan böyle Av rupa gelecekteki kara günleri bek­
lemel iydi . " Slav o-Fi nler şimdi Al manları olduğu gibi Latinleri de mi ta­
hakküm altına almak isteyecek? Ve dünya bu şeki lde bölünmeye sessiz­
ce boyun mu eğecek?"
Quatrefages ' ı n kuramı , savaştan sonra Fransa'da bir süreliğine bel­
l i bir başarı elde etti . Louis Figuer ' nin 1 872 'de yayımladığı Les Races
Humaines başlıklı resiml i ders kitabı bu görüşleri tekrarl ıyordu. "Töton
ailesini" insanlığın tepesine yerleşti rmeyi sürdüren bu yazar, Quatrefa­
ges 'ın Prusyalıların bu aileye ait olmadığını "bilimsel olarak kanıtladığı"
kanaati ndeydi. " B u Fi nler, Baltık kıyılarının bu ilkel sakinleri , dikkate
değer bir i natçıl ıkla birleşmiş hilekarl ık ve şiddet düşkünlüğüyle karak­
terize ol uyordu. Modern Prusyal ılar, atalarının bütün bu kusurlarını ye­
niden canlandırmaktadır"2 ı Bu " Finlik" kuramı Al manya' da doğal ola­
rak infial le karşı landı. Büyük gazeteler konuyu ele aldı ve Kölnische
Zeitung, Quatrefages 'i "cahil bi r doğacı" ve " bilgi l i bi r yalancı" ol mak­
la suçladı. Uluslararası bil i msel kanaat, i ki kampa ayrıldı. Fakat Fransa
yal ıtı l mıştı . İngiliz ve İtalyan bi limciler, sadece meslekdaşları Hamy ve
Broca tarafından desteklenen Quarefages'ın görüşünü kabul etmedi.
B roca, " sıradan vatanseverl ikten kesinlikle daha şiddetl i olan ırkçı v a­
tanseverliği Cermen ulusl arı arasında i l k kışkırtanın" onlar olduğunu

zı L. Fi guer, Tableu de la nature; Les races humaines, Paris 1 872 (4. basım 1 885).
s. 59.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARI ÇAGI 325

ifade ederek Al manları kendi si lahlarıyla v urmuştu.22 Quatrefages, kıs­


mi bir geri adım atmaya mecbur kaldı . 1 872 ' de v erdiği derslerde ama­
cının tamamen bilimsel bir amaç olduğunu açıkladı:
Almanlara Prusyalıların onların kardeşleri olmadığını hatırlatmaktan çekinmedi­
ğime kuşku yok ... Ama Prusya Fransa'nın amansız düşmanı olduğunu gösterdi­
ği gibi , sadık bir dostu olmuş olsaydı da aynı şekilde davranırdım. 23

Quatrefages, sonraları İnsan ırklarının genel tarihi adlı klasi k eserinde


ak ırkın özel ve kadim bir dal ı olarak sınıflandırdığı Fin Irkının itibarını
iade etmeye çok gayret gösterecekti :
Fin ırkları birçok açıda özel bir öneme sahiptir. Arilerden ve Samilerden çok da­
ha eski bir tari hten geldiklerinden ve muhtemelen ön-Samilerle çağdaş olduk­
larından kanları onlardan sonra gelen pek çok ırkınkiyle karışmış olmalıdır. Ne
ol ursa olsun, sırf ilk doğanlar olmaklıklarından ötürü olsa bile, kimse onlara
benzer ırklar arasında bir yer ayırmayı reddedemez, söz konusu öbür halklar da­
ha büyük bir tarihe sahip olmuş olsa bile. 24

Quatrefages ' a karşı bi limsel karşı-saldırı Alman antropoloj i sinin ön­


de gelen iki adı , Adolf Bastian ve Rudolf Vi rchov tarafından düzenlen­
di. B i rincisi, Gobineau tarafından Deneme'sinde zaten kötü davranıl mış
olan " antropolojinin zaval lı öksüzleri" dediği Finlerin alaycı bir sav un­
masını yaptı. Bastian, Prusya' da artık hiç Fin ya da Slav kalmamış oldu­
ğunu bildirdi. Onlar Almanlık tarafından soğurul muş ya da imha edil­
mişti . "Aynı Kızılderililere olduğu şeki lde, tarihin yükselen güneşinin
altında eriyen kar gibi ortadan kaybolmuşlardı. .. " ve Bastian daha o za­
mandan büyük Darv inci argümana dayanmıştı : " Doğuya doğru ilerle­
yen Cermen sel i , en güçlünün zaferi yasası, var olma mücadelesi yasa­
sı uyarınca daha zayıf ırkı kaçınılmaz biçimde geriye itti." "Kelto-Latin"
kel ime dağarcığının sisleri içinde kaybol manın gereği yoktu, özellikle
de on dokuzuncu yüzyılda Av rupa 'da bilimsel kültürün bayraktarı Cer­
men halkları olmuşken. Almanların doğu uçlarında yeni bir çev rede
kendilerini oluşturdukları ve babaları n fethettiğini oğulların elde tutma­
yı becereceği sonucuna varmıştı : "Prusya bir savaşçılar ülkesidir; öyley-

22 Revue d 'anthropologie 1 ( 1 872), s. 1 63 - 1 64 (la race prussienne et M. Mangıe­


gazza).
Z.lA. de Quatrefages. "Les origines europeennes" Revue des cours scientifiques de
la France et de l etranger , 1 872, 2. yarıyıl. s. 28.
"

24 A. de Quatrefages, Histoire generale des races hıımaines, Paris 1 889, s. 454-455 .


326 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI v e MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

di ve Doğu sınırlarını ve her şeyden önce Batı ' nın bütün sınırlarını bela
arayanlara karşı sav unmak zorunlu olduğu sürece öyle kalacaktı r."25
B u savaşçı eda, yeniden birleşmesinden hemen sonra Almanya'yı
sarmış olan ul usal heyecan havasını yansıtmaktaydı . Bundan böyle Cer­
menomanya 'ya olan eski eği l i m yeni v atansev er ödev lerle bi rleşecek
ve bu bileşi m kaçınılmaz görülen yeni yükümlül ükler doğuracaktı. Max
Mül ler ' i n 1 872 ' de Strasbourg ' da seslendirdiği çekingen uyarıyı hatırla­
yabi liriz. 26 Yahudi tarihçi Heinrich G ratz ' ı n kendi kendini tekzi p etme­
si daha bile dikkat çekiciydi . G ratz, 1 868 ' de Al man hal kını "Al man
Michael" (Al man folkloründeki saf ve zararsız bir karakter) şekl inde ta­
nımlamıştı , ama 1 879 'da bu kanaati ni şu şekilde değişti rdi:
Daha sonra şanlı zaferler, birleşme ve parlak önderlerin yönetiminde Al man­
ya'nın başarısı gerçekleşti . Ondan önce Alman halkının genelde Alman Michael
gibi olduğu düşünülüyordu . . . Bu hüküm 1 870' den önce doğru olsa da, artık yan­
lıştır. 27

Zi hinsel iklimdeki değişmeni n daha deri n bir bel i rtisi, " sarışın erkek­
l i k" tapıncında görülebilir. Dikkatl i bi r inceleme, bize bunun Al man
edebiyatını ancak 1 870- 1 87 1 ' den sonra istila eden oldukça yeni bir gö­
rüngü olduğunu gösteriyor. 28
Quatrefages ' ın ikinci eleştirmeni Rudolf Virchow ( 1 82 1 - 1 902) idi .
Kendisi en donanımlısından bir bilgin ve Reichstag ' da temsilciydi. B i r
anatomist ve kafatasıbilimci olarak Virchow ' un anlaşmazlığa yaklaşımı
B astian' ınkinden çok daha ciddiydi .
On dokuzuncu yüzyılda " kafatasıbi l i mi" denen bilime kısaca değin­
meye değer. Daha yakın bir inceleme bunun Lavater ile Gal l ' ın ortaya
attığı "frenoloji"nin bir uzantısı olduğunu gösterir. İsveçli bili mci And-

25Krş . ; Zeitschrift für Ethnologie, iV ( 1 872) s. 45-64.


26
Krş. ; yukarıda s. 1 0 1 - 1 03 .
27
H . Gratz, "Mein letztes Wort a n Professor Treitsche" , 2 8 Aralık 1 879 (Der Ber­
liner Antisenıitismusstreit yayımcı W. Boechlich, Frankfurt a/M 1 965, s. 52.
28 Krş.; Erich Bierhahn, "Blondheit und B londheitskult in der deutshen Literatur"
Archiv für Kulturgeschichte, XLVI ( 1 964) s. 309-33. Bu çalışmadan öğrendiği­
miz, J .-J . Rousseau ve Goethe 'ye dek uzanan bir gelenek içi nde Alman büyük
yazarlarının çoğunl uğunun sarı saç ve mavi gözü , kararsız, hayalci ve duygusal
bir mizacın işareti saymış olduklarıdır. Ancak on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarı­
sından ve özellikle Fransa-Prusya savaşından sonradır ki bunlar genelli kle eril ve
fetihçi kahramanların özelli kleri olarak görülmeye başlanmıştır.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARI ÇAGI 327

reas Retzi us, 1 845 dolaylarında bu i kisinin görüşlerini eleştiri rken cep­
halic index [ kafa göstergesi , -ç.n. ] fikrini ortaya atmıştı . O zaman: İs­
kandinav lar, A l manlar, İngi l izler v e Fransızlar gibi dol i kesefal halkların
"en yüksek zihin yetenekleriyle donanmış" olduğunu ortaya koyduğu­
nu düşünmüştü. " B rakisefal l i k" , İranlı ya da Ar1 kökeninden ayrı , Tu­
ranl ı olarak nitelediği farklı bir kökenin işaretiydi v e Laponlar, Finler
ya da Fi no-Slav lar ve Brötonlar gibi geri hal kların tipik özelliğiydi .29
Kafatası bi limi, kafa göstergesi kav ramı v e zamanla buna eklenen başka
göstergeler çev resinde kurulan Fransız okulunca i ncel ikli bir düzeye
ulaştı rı ldı. Çoğu Broca'nın dahi zihninin ürünü olan olağanüstü ölçüm
araçları giderek artan sayıda kullanıma sokuldu. Av rupalı kafatasının
aşağı ırk/arınkinden üstünl üğünün kanıtı olarak "Asıl dişleri n karma­
şıklı ğı" gibi her türden karakteristi k i leri sürüldü ve Paris ' teki sihi rbaz­
ların bir Romalı , bir Frank ve bir Müsl üman kafatasım bir bakışta birbi­
rinden ayı rt edebi leceği yaygın kanaat hali ne gelmişti .30 Avrupa bi limi
on yıl içinde her yerde insan ırklarını her birini kendi özell i kl eriyle ta­
nımlamak için gereken bilginin dilden çok kafataslarından sağlanabile­
ceğine ikna olmuştu.
Vi rchow, ancak on ikinci ve on üçüncü yüzyıllarda Almanlaştırılmış
bir bölge olan Pomeranya' nın yerl isi olduğundan, konuyla özellikle il­
gilenmiş olmalıdır. B u yüzden, dışlayıcılığı v e Prusya fobi si nden ötürü
Quattrefages ' a çatarken kendisini özden çok biçim yönünden eleştir­
mişti ve göründüğü kadarıyla " Finlik varsayımı" en rahatsız olduğu şey
değildi .3 1 Ama tamamiyle emin ol mak i stiyordu. B u titiz bilgin, mes­
lektaşlarıyla birl i kte " bu komisyonca belirlenecek bir yöntemi izleye­
rek bütün Almanya'daki kafatası şeki llerinin i statisti k1 bir kaydının tu­
tulması" çağrısını yaptığında32 Frankfurt Antlaşmasının mürekkebi daha

29 Krş . ; A. Retzius , Ethnologie Schriften, Stockhol m 1 864.


30 "Kazı sürecinde arkeolog en yüksek sayıda örneği toplamalı ve Ecole des Hautes
Etudes 'e birkaç kafatası gönderip bunların Frank mı. Burgond mu, Müslüman mı
yoksa Romalı mı olduğunu bana söyleyin diye sormakla yetinmemelidir." P. To­
pinard, L 'Anthropologie, Paris 1 876, s. 235 ; krş. s. 229.
31 Krş . ; R. Virchow, " Ü ber die Methode der wissenschaftlichen Anthropologie, Ei­
ne Antwort an Herrn de Quatrefages", Zeitschrift far Ethnologie, I Y ( 1 872), s .
300-302 ve bkz. Die Urbevölkerung Europa 's , Beri in 1 874, özelli kle s. 3 1 .
32 Correspondenzblatt der deutschen Gesselschaft far Anthropologie, Ethnologie
und Urgeschichte, Haziran-Ekim 1 87 1 , s. 53.
328 ARI MİTİ : A VRUPA 'DA IRKÇI v e MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

yeni kurumuştu. İlk düşünceleri ordudaki bütün askerlerin kafataslarını


ölçmekti , ama ordu kumandanları Virchow ile arkadaşlarına izin v erme­
d i . B unun üzerine geri adım atarak saç ve göz rengi , beden yapısı gi bi
" bi rl i kte giden" karakteri stikler sayılan şeylerle yetinmeye razı oldular.
B u yeni yaklaşım sayesinde araştırma sadece Al man deği l Av usturya,
İsv içre ve Belçika eğitim makamlarının da işbirl iğini sağladı.33
B ütün Av rupa halklarının Asya' daki ortak bir köken ülkeden geldi­
ği yönündeki kuramın artık kuşkulu duruma düştüğü açıklamasıyla, anı ­
l an ülkelerdeki bütün öğretmenlere soruşturmacılar gönderildi . Yeni
v arsayıma göre, Hint-Cermen ya da A ri göçü Av rupa'da yerl i hal klarla
karşılaşmış ve onlarla karı şmıştı . Bu v arsayım , Arlleri n sarışın ve dol i­
kesefal , yerl i l erin esmer v e brakisefal olduğu görüşünü tutuyordu. Av ­
rupa' da göz ve saç renkleri nin dağılımı hakkı nda toplanacak bilginin bu
v arsayımda doğruluk payı bulunup bulunmadığını göstermesi umulu­
yordu. Bili msel daki kl ik, Yahudiler v e yabancılar dışında tüm öğrenci ­
lerin dikkatle incelenmesi ni gerektiriyordu . Soruşturma metni şu uya­
rıyla sona eriyordu: "Öğretmenler, amacı okullarınki gibi kendimiz hak­
kında bilgi edinmek olan bu bilimsel araştırmaya kendi katkılarını yap­
makta tereddüt etmemelidir; çünkü kökenleri miz hakkındaki bilgi, ken­
di insan doğamızı incelemenin zorunl u bir parçasıdı r."34
Soruşturma devasa boyutlara ulaşıp on yıl sürdü ve yaklaşık onbeş
milyon okul çocuğunu kapsadı. Bu arada, yorul mak bi l mez Virchow
Fi nlandiya' ya gitmiş ve burada, hakim inanışın aksi ne Finlerin ezici ço­
ğunl uğunun sarışın olduğunu bul muştu.35 Araştı rmanın genel sonucunu
1 885 'te Prusya Bil imler Akademisi nde açıkladı. Sonuçlar, "şaşırtıcı ol ­
duğu kadar kesin" idi. Şu sözde Fransız kuramı çökmüştü. El be ' ni n do­
ğusunu da içeren kuzey Almanya'da sarışınlık ve gök gözl ülüğün bas­
kınlığı buradaki insanların esas olarak Cermen soyundan geldiğini gös­
termişti. Batıya ve ve Güneye olan - sonunda yerel nüfuslar içinde eri -

33 R. Virchow, "Gessambericht über die von der deuıtschen anthropologischen Ge­


sellschaft veranlassten Erhebungen über die Farbe der Hauı der Hare und der Au­
gen der Schulkinder'', Archiv für Anthrolopogie, XVI ( 1 886) ; s . 275-475 ve özel­
l ikle s. 284-285 .
34 A.g.e., s. 282 .
35 R. Virchow, "Yortrag über die physisce Anthrolopogie der Finnen" . Zeitschrift
für Ethnologie, YI ( 1 874). s . 1 69- 1 89.
MİTLERİN ESKi KÖKENİ: ARI ÇAGI 329

yen Gotların, Frankları n ve B urgundların - Cermen göçlerinin aksi ne,


Doğuya doğru göç, kesin bi r Cermenleştirmeyle, "yeni , som Cermen
bir Volkstum oluşumu ile sonuçlanmıştır. Hem Habsburg hem Hohen­
zollern hanedanlarının gerçek kökenlerini bu bölgede bulması kesinlik­
le boşuna değil ."36 Prusya' nın Cermen-Ari onuru kurtarılmış ve "Slav
istilası" ile kaygılanmış olan v atanseverler tatmin edilmişti .
B ununla birli kte, Yirchow şövenist olmaktan uzaktı. B i r siyaset
adamı olarak yükselen pan-Cermenizm ve anti-semitizm dalgasına kar­
şı sav aştı ; bir bil i m adamı olarak bi limin siyasal kışkırtma için kötüye
kullanımını kınadı ve meslekdaşlarını uyardı: " Uğraştığımız meseleler
halkın eline düştüğünde kısa zamanda ul usal meseleler hal ine gel i r."37
Çeşitli vesilelerle arkadaşlarının ırkçı heveslerini dizginledi. B undan da
fazlası, Yi rchow, Cermenomanyakların yeni totemi olan "doli kosefal li­
ğin" değişken ve uyarlanabi l i r bir standart olup bu yüzden her türlü ta­
rihsel-antropoloj i k değerden yoksun olabileceğinden kuşkulanmış i l k
büyük bilimciye benzemektedi r.38 Hiçbir zaman bütünüyle terk etmese
de, kafatasıbilimine i nancı zaman geçtikçe sarsılmıştı : Örneğin 1 89 1 ' de
Macaristan' da gün ışığına çıkarılan bazı kafataslarının "Ari kafataslarına
benzer" olduğunu i fade etmişti , " B i r Ari halkına ait ol madıklarını kanıt­
layacak hiçbir şey yok, ama ne ol ursa olsun, Moğol ya da Av ustralyalı
değiller. Bundan emin olabil i ri m."39
Fransız bilimi Fin-Slav cephesi nde yeni l giye uğramıştı ama savaş
öbür cephelerde kızışmaya devam ediyordu. İ ngi liz filolog Isaac Tay lor,
savaşın belirsizl i kleri n i 1 890' da şöyle tasv i r etmişti :
Sorun gereksiz bi r sertlikle tartışılıyor. Alman bilginler, özell ikle Pösche,
Penka, Hehn ve Li ndenschmidt, ilk Arllerin fiziksel ti pinin Kuzey Almanlarının
tipi olduğu görüşündedir, uzun boylu, açık tenli , gök gözl ü dolikosefal ırk. Öte
yandan Chavee, De Mortil let ve Ujvalfy gi bi Fransız yazarlar, Arilerin brakise­
fal olduğunu ve gerçek Ari tipini Galyalıların temsil ettiğini ifade ettiler.

36 R. Vi rchow, Die Verbreitung des blonden und des brüııetten Typus in Mitteleuro­
pa , "Sitzungzberichte der königlich preussischen Akademie der Wissenschaf­
ten", 1 885, C. 1, s. 39-47.
37 R. Virchow, "Die Anthropologie in den Ietzten 20 Jahren", Correspondenzblatt
der deutscheıı Gesselschaft far Anthropologie . . , Ocak 1 899, s. 9 1 .
.

·18
Krş . ; Cra11ia Etnica America, Berlin 1 894, özellikle s . 3 2 .
39 Wirchow ' un Danzig 'deki antropoloji konferansındaki yorumları. Krş.; Corres­
pondenzblatt der deutschen Gesselschaft für Anthropologie . . . , Eyi ül 1 89 1 , s. 79.
330 ARi MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKiRLERİN TARİHİ

Al manlar, ilk Arilerin Fransızları Arileştiren tipik Almanlar olduğunu iddia


ederken, Fransızlar da onların Almanları Arileştiren tipik Fransızlar olduğunu
iddia ediyor. İ ki taraf da kendi atalarının A ri fatihlerin saf soylu ırkı olduğunu ve
kalıtsal düşmanlarının, fethedilip köleleştirilen ve uygarlığın tohumlarını kalıtsal
üstlerinden almış olan yerli vahşiler ırkına ait olduğunu belirtiyor. Her bir taraf
ötekini bilimin sonuçlarını Şöven duygusallığa tabi kılmakla suçluyor.
Bu yüzden Pösche, az çok abartıl ı bir dille şöyle yazıyor: "Kendini Olim­
pos ' un doruğu gibi sakin ve berrak, anın gelip geçici fırtına bulutlarının üzerin­
de tutan gerçek bilimsel kuram, açı k renk saçlı gök gözlü insanların soylu ırkı­
nın, kendisinden önceki kısa boylu ve koyu saçl ı ırka boyun eğdirmiş olduğudur.
B unun karşısında, ilk Arilerin uzun, açık tenli ırkı Arileştiren kısa boylu, esmer
bir ı rk olduğunu öne süren Fransızların siyasal nefretten kaynaklanan, bil i msel
temelden yoksun yeni kuramı bulunuyor."
Öte yandan, Monsieur Chavee, entelektüel üstünlüğün öbür ırkta bulundu­
ğunu iddia ediyor. İ ranlıların ve Hintlilerin öyle zeki, öyle gel işmiş güzel biçim­
li başlarına bakın. Şu hayranlık veren Sanskrit ve Zend dillerinin mükemmel li­
ğine bakın. Cermenler sadece ilk Ari dilinin güzel yapısını bozdular ve çarpıttı­
l ar.
Ujvalfy şöyle diyor: "üstünlük sırf fiziksel enerji , girişim, istila, fetihten
i baretse, o zaman açık renkli dolikosefal ırk dünyanın önde gelen ırkı olduğu id­
diasında bulunabilir; ama zihinsel nitelikleri , sanatsal ve entelektüel yetileri dik­
kate alırsak, üstünlük brakisefal ırktadır."
De Mortillet de aynı görüşte di retir. Avrupa uygarlığının brakisefal ırk saye­
sinde olduğunu iddia eder.40

Taylor ' ın kendisi, - en azından düşünce biçiminin özgünlüğünü


gösteri r şekilde - ilk Arflik ünvanını bir dizi varsayıma dayanarak Fin­
ler ve Keltlerle akraba kıldığı " Ural-Altaylı brakisefaller" e bağışlamış­
tı. Aklına gel meyen tek düşünce, Arllerin hayat ürününden başka bir
şey ol mayabi leceğiydi . B u düşünceyi 1 892 ' de arkeolog Salomon Re­
i nach dile geti rdi. " Üçbin yıl önce var olan bir Ari ırkından söz etmek
-" diye yazdı " keyfi bir varsayım öne s ürmektir; bu ırk sanki bugün ha­
la mev cutmuş gibi konuşmak ise düpedüz saçmalamak."41 Fakat bu ifa­
de, bir " bilimsel mit"e ya da 1 9 1 5 'te ş u izleyen İtalyan fi krini gel işti­
ren bir başka Yahudi bilgin olan S iegmund Feist' i n düşüncelerine atıf­
ta bulunan İtalyan bilimci lerin eleştirileri kadar az anlaşılmış -olarak
kaldı. Feist şunları demişti :

40 1. Tay lor, The Origin of the Aryans, Londra 1 890, s. 226 ve devamı.
41 S. Reinach, L 'Origine les Aryens, Histoire d 'una controverse, Paris 1 892, s. 90.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARI ÇAGI 33 1

İ ddia edilen Ari kökenleri , çağımızdan önceki ikinci yüzyılda Roma'da ge­
l işen Troyalı kökenine ilişkin masallarla kolayca karşılaştırılabilir. Bu şekilde
kendilerini Troyalılara bağlayan Franklar tarafından kabOI edildiği için, söz ko­
nusu mit hatırı sayılır bi r süre yaşamıştı. B ugün hala kabOI gören Ari mitinin ye­
rini kısa zamanda Avrupa hal klarının geçmişine il işkin daha akla yakın ve daha
bilimsel bir kavrayışın almasını umalım.42

Ari miti de tıpkı Troyalılar miti gibi Fransa ile Al manya arasında bir
nifak elması haline geldiğinden, Feist ' i n mukayesesi tamamen akla uy­
gun bir şeki lde daha bile i leri götürebi l i rdi . Almanya bakımından 1 87 1
ile 1 9 1 4 arasındaki asıl gel işme, Arileri Al manya'ya ya da İskandinav­
ya ' ya yerleştirmekten ol uşuyordu. B u harekat bi l i m perdesi altında yü­
rütüldü ve yüzyılın son larına doğru, artık konu hakkında yirmi yıl önce
sandıklarından daha az şey bildiklerini ; Avrupa halklarının atalarını Hin­
distan 'da bulma umutları nın boşa çıktığını ; hatta asl ında artık Ari ırkının
da var olmadığını kabul eden Virchow, Kol l mann, Yon Luschan ve baş­
kaları gibi gerçek bi limci lerin doğal titizl iğinden yararlandı.43 B unların
kuşkuları ve bi l i msel kaygıları , Virchow ' un alaycı şekilde " İ talyanlar,
Yunanlar v b. bütün uygar halkları ve tabii başka türl üsü düşünülemez
bi le Troyal ıları da, tarih öncesi Cermenlerden türet"tiklerini44 gözlediği
Pösche, Penka ve Kossina gibi yazarların bağırtılarıyla boğulmuştu. Al­
manya' da yirminci yüzyılda hakim olacak v e Hitlerci l i kte her türlü bi ­
li msel tarafsızlık gösterişini bir yana bırakacak olan düşünce oku l u bu
ikincisiydi . Bu akı mın en ünlü sözcüsü antropolog Georg Heberer ' in
Thrungia'daki bir tarih öncesi sit alanıyla ilgili gözlemlerine kulak ve­
rel im:
B u taşlar tarihin en önemli görüngülerinden biriyle bağlantılıdır, Hint-Cer­
menliğin doğuş u ! En yüksek kültürel başarıl ara ulaşmaya çağrılı ırkın doğum
yeri olacak bu Alman toprağına, bu Almanya'ya, mirasçıları olan bizler kayıtsız
kalamayız. Biz, gerçekten bizim olan, bize başka yerden ulaşmayan, bize Do­
ğu 'dan gelmemiş olan bir miras ürettik. Bu miras burada kuruldu ve bin yıl için-

42 S. Feist, "Archaologie und lndogermanentum" , Correspondenzblatt der deutsc­


hen Gesselschaftfar Anthropologie , 1 9 1 6, s. 68.
...

43 R. Virchow, "Die Anthropologie in den letzten 20 Jahren", Correspondenzblatt . , . .

1 889, s. 99; J . Kol l mann, "Die Menschenrassen Europas und die Frage nach der
Herkunft der Arier", Correspondenzblatt. . . , 1 892, s. 1 05 ; F. von Luschan, "Die
Anthropol gy S tel l ung der Juden", Correspondenzblatt . . . , 1 895 , s. 95.
+ı R. Virchow, Correspondenzblatt , 1 89 1 , s . 77.
. . .
332 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MIU-İYETÇI FİKİRLERİN TARİHİ

de gelişti . B u gerçek bizi bazı yükümlülüklerle karşı karşıya bırakıyor. . . B ugün


bir kez daha, Avrupa'nın göbeğinde devasa bir mücadele içinde yeni bir insan­
lık kuruluyor. . . 45

" Kendi ni kendi nden yaratmak" şekli ndeki eski Alman geleneği bu
yol l arla korunmuş ya da yeni lenmişti . Üçüncü Reich döneminde, Arf
insanı ya da Alman insam fi ki rlerinden çok Kuzey insanı fikrinin be­
nimsendi ğini hatırlatmaya değer. Aslına bakılırsa dolikosefal sarışınların
oranı öyle abartı lmıştı ki, Parti yetkilileri , esmer Al manların ya da kafa­
l arı yuvarlak olanların yeteneklerinin i nkar edi lmemesini emreden bir
genelge yayımlamak durumunda kalmıştı.46
Fransa' da on dokuzuncu yüzyıl sonunda meydana gelen çok daha
karmaşık tartışma, İki Irk Hakkı ndaki Anlaşmazl ık' ın bir dev amıymış
gibi gözükmektedir. Üçüncü Cumhuriyet cümbür cemaat Galyalı olma­
yı terci h etmişti , ama Cermenler redded i l mi ş gi bi gözükse de "dol iko­
sarışın" kılığında geri dönüyorlardı. Ne olursa olsun, barışçıl burj uv a
Cumhuriyet ' i n sıkı destekçisi olan B roca' nın halefi Paul Topinard ' ın
tavrı bunu akla getirmektedir:
Gerçek aşağıdaki gibidir: Brennus 'tan Vercingetorix'e, tarihin sözünü ettiği
Galyalılar iki unsurdan oluşmuş bir halktı - sarışın, uzun boylu, dolikosefal ,
uzun-dar yüzlü vb. önderler ya da fatihler ve kısa boylu, görece brakisefal , yu­
varlak-ablak yüzlü halk yığınları. Brasikefaller daima baskı altındaydılar; Del­
fi 'deki gibi, kendilerini tarlalarından koparan ve istilalarını izlemeye zorlayan
dolikosefallerin kurbanlarıydılar. Daha az talihsizleri , yoksul ve unutulmuş bir
halk olarak dağlara sığınmıştı. Zamanla yazgıları değişti . Sarışınlar savaşçılıktan
çıkıp tüccarlara ve sanayi işçilerine dönüştü. Brakisefaller yeniden rahat nefes

45 G. Heberer, Rassengeschlichte Forschungim indogermanischen Urheimatsgebi­


et, Jena 1 943 . Krş . ; Kari Saller, Die Rassenlehre des Nationalsozialismus,
Darmstad 1 96 1 , s. 57-9 .
.ıt> Dr Gross i mzal ı, 24 Eki m 1 934 tarihli bir "Aussenpolitisches Anıt der NSDAP
an die Beauftragten tür Bevölkerungs-und Rassenpolitik bei den Gauleitungen"
tal imatnamesi . "Daha bir yıl önce, Kuzey ı rkının fiziksel karakteristiklerine v ur­
gu yapıl masına karşı enerjik bir tutum almak zorunda kalmıştım. Olgularca des­
teklenmeyen bu çok biçimsiz propaganda aşağılık duyguları uyandırıyor ve halk
arasında büyüyen cemaat duygusuna tehdit ol uşturuyor. Yukarıda işaret edilen
arzu edi lmeyen sonuçlardan kaçınmak için Al man halkı arasındaki farkl ı ırksal
unsurlardan olabildiğince az söz edil mesi ya da hiç söz edil memesi gereği nde ıs­
rar etmi şti m . " Krş . ; L. Poliakov - J . Wulf. Das Drite R e ich ıınd seine Denker.
..

Belin 1 859, s. 4 1 1 - 1 3 .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARİ ÇAGI 333

alabildiler. Dolisokefaller doğal olarak azal ırken onlar doğal olarak doğurgan
olduklarından sayıca çoğaldılar. Bugün, Fransa'da, başka ülkelerin yanı sıra Gü­
ney Almanya'da vs. çalışkan, dürüsl, uzak görüşlü, barışçı ve vatansever nüfu­
su onlar oluşturuyor. Bundan geleceğin onlara ait olduğu sonucunu mu çıkarma­
lıyız?47

Şimdi de, dol i ko-sarışm Frankların baş şampiyonu Georges Vacher


de Lapouge ' un ( 1 854- 1 936) görüşlerini i nceleyeli m . Ülkesinin gelece­
ği nden çok umutsuzdu:
Fikir karışıklığı çok derin. Devrimin başarısızlığı aşi kar... [ Devrim) her şeyden
önce iktidar sahipleri olarak dolikosefallerin yerini brakisefallerin almasıydı ...
Brakisefaller Devrim yoluyla güç kazandılar ve demokratik gelişmenin sonucu
olarak, bu güç aşağı sınıfların elinde toplanmaya eğilimlidir. Tanımladığım şekil­
de, Ariler tamamiyle farklı bir şeydir. O Homo Europaeus tur, Fransa'yı büyük
'

kılmış olan, bugün üyelerine aramızda nadir rastlanan, neredeyse lükenmiş bir
ırk.48

Lapouge, Fransa' nın bütün tal ihsizli kleri ni Arilerin tükenmesine


bağl ıyordu. Antropososyoloji adını verdiği kendi kafatasıbil imi yorumu
zaman geçti kçe daha kötücül hale geldi.
Zamanımızda kafatası göstergesinin lanetinin brakisefalleri , bütün brakise­
fal ırkları , efendilerini yitirdiklerinde yerine yenilerini arayan doğuştan köleler
kıl ması - sadece brakisefallerde ve köpeklerde ortak olan bir içgüdü - ciddi bir
meseledir. B unların her nerede olurlarsa olsun, doliko-sarışınların ve Arilerin
yokluğunda, Çinlilerin ve Yahudilerin hakimiyeti altında yaşamaları çok ciddi
bir meseledir. . . 49

Lapouge şunu söyleyecek kadar i leri gitmişti : " B raki sefal lerin ataları
muhtemelen maymunlar gibi yaşarken Arllerinki buğday yetiştiriyor­
du."50 Sayıkl ıyor gibi görünüyorsa bi le, bu hezeyanı dünya çapında yay­
gın bir delili kten besleniyordu:
Şimdi ulusların kendi içinde ve uluslar arasında açık bir ı rk çatışması başlamak
üzeredir ve i nsan, i nsanların eşitliği ve kardeşliği fikirleri nin doğaya aykırı olup
olmadığını kendine sormadan edemiyor... Gelecek yüzyılda kafatası göstergele-

47 P. Topinard, L 'Anthropologie, iV ( 1 893), s. 505.


48 G . Vacher de Lapouge, l 'Aryen son röle social, Paris 1 899. s. vıı. s. 22 ve 464.
49 A .g.e., s. 238.

5 0 A .g.e., s. 372-3.
334 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARiHİ

rindeki bir ya da iki derecelik bir fark için insanların birbirlerini milyon milyon
kat/edeceğine ikna olmuş bulunuyorum. İnsanlar, Kitabın öğretilerinin ve dilbi­
limsel akrabalıkların yerini alan bu işaretle tanımlanacak . . . ve son duygusallar
en devasa insan soykırımlarına tanıklık edebilecek. 51

Dönemin bilimsel dergilerine ve yayınlarına bakmak, Sosyal Dar­


v i ncilik denen kuramların bir uzantısı olan "sosyoantropoloj i nin" çok
ciddiye alındı ğına insanı ikna ediyor. Lapouge, 2. Wi lhelm ' i n kendisini
"tek büyük Fransız" saydığı Al manya'da kesin bir saygı görüyordu,52
ama başka ülkelerde de izleyici leri vardı. B i l imsel yöntemi büyük ölçü­
de, kafatası göstergeleri , dinsel inançlar, kentleşme oranları v e v ergi ge­
l i rleri bakımından çeşitli böl geleri birbi riyle kıyaslayan tablolar hazırla­
maktan oluşuyordu.53 Yakından bakıldığında bu korelasyonlardan bazı­
l arı hemen hemen aynı zamanlarda Max Weber ' i uğraştıranların aynısıy­
dı, fakat Lapouge, ahlak ve dav ranışın gizlerini yalnızca kafataslarından
çıkarmaya çal ışıyordu. Fransa'da Celesti n Bougle, Lapouge ' un çalış­
malarından etkilenmiş v e kendisine bil i msel doğrul uk değil sadece i l ­
keler düzeyinde saldırmıştı.54 Bir başka çağdaşı , etki l i Fransız fi lozof
Alfred Fouillee, "doli ko-sarışınların azalması"ndan ötürü Fransa' nın v e
Av rupa' nın geleceğinin nasıl olacağını merak ediyordu:
İ çimizdeki Ari unsuru denen şey önem ve etki bakımından azaldıkça, bir kez
daha, Galyalıların gelişinden önce olduğumuz gibi gitgide daha fazla Kelto-Slav
ve "Turanlı" oluyoruz. B u , kimi antropologların kaygı duymasına neden olan bir
görüngü. Ü stelik, daha az hızla da olsa bütün öbür Avrupa halklarına da bu olu­
yor... Sözün gelişi , Avrupa'da bizzat Almanya'yı da içeren genel bir Ruslaşma,
kendiliğinden gelişen bir pan-Keltçilik, pan-Slavcılık var. Bu değişimin talihli
ya da talihsiz sonuçlarını kestirebilmek için henüz erken, fakat üç ol uşturucu ır­
kımız arasındaki dengenin bozulmuş olduğu kesin . . . 55

51 A.g.e., s. vıı ve "lAnthropologie et la science politique", Revue d 'anthropologie,


1 5 Mayıs 1 887, s. 1 5 .
52 B u kanaat G . Montandon tarafından bildirilir, "Georges Vacher d e Lapouge''
L 'Ethnie française, Mayıs-Haziran 1 94 1 , s. 5 .
5 3 Krş . ; L 'Aryen son rôle social, özelli kle s. 4 1 3-6 1 .

s.ı Krş . ; V. Bougle, "Anthropologie et democratie", Revue de metaphysique e t de

morale, V ( 1 897).
5 5 A. Fouillee, "Degenerescence? Le passe et le present de Notre race", Revue des

Deux Mondes, 1 895 (5). s. 8 1 5 . Aynı zamanda bkz. Fouillee ' nin Fransızların "ırk­
sal karışımı hakkındaki görüşlerini geliştirdiği Asquisse psychologieque des pe­
uples europeens ( 1 903).
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARİ ÇAGI 335

Fouillee, Fransa' nın özel dehasını Cermen, Kelt ve Latin kanının


uyuml u oranlamasında bul uyordu. B u fikir, Restorasyon döneminde ro­
manti k tarihçilerce gel iştirilmiş ve Dreyfus olayı döneminde Dreyfus
karşıtları arasında milliyetçi lerle ırkçılar arasında bir böl ünmeye yol
açacak ölçüde güç kazanmıştı. B u bağlamda Action française ' i n * çeliş­
kilerine bir göz atmaya değer. Dreyfus olayının sonucunda ortaya çıkan
bu parti , kadim geçmişi idealize edişi, "içgüdülere" ve bir nefret ve şid­
det tapıncına olan eğil i miyle çoğu kez Alman nasyonal-sosyal izmi ile
karşılaştırılır.56 Atalar tapımında o kadar kapsayıcıydı ki sadece Yahudi
ırkını dışarıda bırakıyordu. Action française, Keltleri , Ligüryalıları , Ga­
latları , Yunanları , Cermenleri v e Romalıları panteonuna seve seve kabOI
etmişti. Parti nin siyasal bakımdan görece güçsüzl üğünden yekpare bir
temel köken miti formüle etmekteki başarısızl ığının sorumlu olduğu dü­
şünülebi lir (sırf " m i l letin babası" olarak Fransa kral ına biat etmek tat­
min edici bir ikame sağlamıyordu). Üstel ik, i nsan bu örnekte, Fran­
sa' daki otantik B atılı gelenek ile Almanlarla Slav ların " otoktonluk" id­
diaları arasındaki bu çalışmanın ilk bölümünde v urgulanan karşıtlığı bir
kez daha fark edebi l i r. Charles Maurras, İngilizleri n " Latinliğ"i nden
söz edecek kadar ileri gitmişti . Bu şaşkı n ırkçı, bir başka vesileyle Gü­
neş Kra/'m nesebini şöyle yüceltmi şti :
B u "büyük Fransız" 14. Lui 'de . . . İ spanyol ve İ talyan soyları ne abartıl malı , ne
küçümsenmelidir. B unlar var. Belki bunlar. çok saf Kelto-Galat özelliklerin da­
ha kalıcı ve belirgin şekilde görülmesine engel olmaktan çok, yardımcı oluyor.
Louis Bertrand "bir Latin 'in" diyor. Fakat insan daha da geriye, Yunanistan ile
Roma arasındaki en kadim bağlarımızı kısmen açıklayan Galya ön-Latinliğine
g idebilir. 57

Maurras ' nın geleneksel ve resmi olarak Fransız krallarının Frank soya-

Fransa'da, Dreyfus olayı sırasında Sol ' un güç kazanmasına karşı bir tepki olarak
1 898'de gerici aydınlarca kurulan kralcı, aşırı sağcı, milliyetçi. karşı devrimci , ol­
dukça etkili entelektüel-siyasal grup. Nazi işgali sırasında üyelerinin bir kısmının
komünizm karşıtlıklarının ağır basmasıyla işbirlikçilik ve muhbirliğe düşmesi,
milliyetçilikleri ağır basan başkalarının Direniş hareketine katıl masıyla dağılmış­
sa da, savaş sonrasında yeniden kurulmuş küçük bir grup olarak yüzyıl ı aşkı n bir
süredir varlığını sürdürmektedir. -y.h.
56 Krş . ; Mme Capitan Peter'in tezi , Une pensee de droite : l 'Actioııfrançaise, Paris
1 970.
s1
A.g.e.
336 A Rİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FiKİRLERİN TARİHİ

ğacını sav unduğu görülecektir. Actionfrançaise' i n aynı çelişkileri ya da


açmazları Jacques Bainv i l l e ' i n Fransa Tarihi kitabının başında yer v er­
diği (Michelet tarafından yazılmış olabilecek) şu satırlarda da görül ür:
orta boylu ve esmer Ligüryalılar ve İ berler hala Fransız nüfusunun temelini
sağlar. Druidlerin gelenekleri bize Galyalıların kısmen yerli , kısmen Kuzeyden
ve Ren 'in ötesinden gelen göçmenler olduğunu öğretir. Böylece. tarih öncesi
zamanlarda ırklar arasında bir kaynaşma başlamıştı . Fransız halkı bir karışımdır.
Bir ırktan daha iyisidir. Bir ulustur. . . daha Clovis 'in ihtida ettirilmesi gerekmek­
teydi . . . Fransa ' nın o zaman başlamış olduğu söylenebilir. Uygarlığı. maddi gü­
cü bu barbarların eline bırakırken yeni Frank akışlarına dayanmaya yetecek ka­
dar kuvvetliydi. Ve Frank gücüne ihtiyacı vardı. İ ncelik kazandırmak üzere in­
sanları asimile edebilme yeteneğindeydi. Uygarlığıyla birlikte dini de Romalıy­
dı . 58
..

B ütün bunlara bakı ldıkta Pari s ' i n Hitler yanlısı antropologlarının


1 940-44 arasında Action française ' e " Action Maranne" (yani Marrano
ya da gizli Yahudi) adını takmaları pek şaşırtıcı gelmeyecektir ve bizzat
Maurras da Nazi sempatizanı antropolog Motandon tarafından Lati no­
S aml prototipi olarak tanımlanacaktı .59

IRKSAL MANİHEİZM
On dokuzuncu yüzyıl sonlarına doğru bütün bilim dalları bi limci lerin
çoğunu uzmanlaşmaya icbar edecek şekilde karmaşıklaş mıştı. Popüler­
l eştiriciler ve ders kitabı yazarları üniversitelerle kamu arasında aracılık
rol ünü üstlenmişti ve kamuyu sadece "Ari ı rkı" değil , onun en aşi karı
S ami ırkı olan antitezleri hakkında da bi lgilendirenler, özel l i kle popü­
leşti rici lerdi . Ama başkaları da vardı. Yakından incelendiğinde gerçek
Arl' nin eşit şeki lde renkli insanların, proleterlerin ya da kadınların kar­
şısına konarak tanımlanabilen üst ya da orta sınıflardan Batı lı ve erkek
i nsan olduğu görül ür. Thomas Huxley gibi , kadınların ve Zenci leri n öz­
gürleştirilmesinden yana bir li beral bi l i mci bile her iki kesimin de do­
ğuştan aşağı olduğuna olan inancını korumuştu.6() Baş ka bilginler daha

58 J. Bainville, Histoire de France, "Livre de Poche" 164 basımı , s. 7 ve 1 8.


59 Krş . : G . Montaldon , "L'aryanisme français", L 'Ethnie française, Nisan 1 94 1 , s.
5.
"° Th. Huxley, Enıancipation - black and white. "'Lay sermons . . . . Londra 1 887, s.
18 ve devamı.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ : ARI ÇAGI 337

da ileri gitmi şti. Tek bir örneği ele alal ım, Fransız şarkiyatçı Emile Bur­
nouf, Çinlilerin ve Saınlleri n kafatası yapıları nın onl arın metafiziğin -
ve Hıristiyanlığın - harikalarını idrak etmesini imkansız kıldığını beyan
etmişti.61
Renan, 1 890' da bilimi n i lerlemesini tartışırken şu sonuca v armıştı :
" Uygarl ı k sürecini yöneten genel yasalar anlaşıldı. Irkların eşitsizli ği
bul undu . . . "62
On dokuzuncu yüzyıl sonlarının bütün bu görüşleri , von Hel lwal d ' ın
Cermen dilleri konuşulan ülkelerde otorite sayılan büyü k tari hsel ansi k­
lopedisi Kulturgeschihte ' de yansıma bul muştu. Bu çalışmaya tam yir­
mi tanınmış uzman katkıda bulunmuştu. İçleri nde en önemlisi, giriş bö­
lümü " Irklar ve Tarih" konusuna ayrılmış Kraft und Stojf (Kuvvet ve
Madde) adl ı materyal i st bildirgeni n yazarı Ludwig Büchner idi. Bi.ich­
ner, i l kellerin zihinlerini soyut fi kirler düzeyine yüksel tmekteki bil işsel
yetersizliklerini göstermek için örnek olara k Av usturalyal ı erkeği deği l
de eşini, " v ahşi ve aşağılık Av usturalyalının i ş görmekten tükenmiş, an­
cak bi rkaç soyut kelime kullanan, dörtten ötesini saymayı becereme­
yen, öz-farkındal ığa sahip olmayan ve varl ığının doğasını dışa yansıta­
mayan karısını"63 almakla bir taşla i ki kuş v urmuş ol uyordu . Dahası, i n­
san i lerlemesi ne dai r fikirlerden de etkilenmi ş olan B üchner, Aklar ile
Karalar arasındaki entelektüel uçurumun ilkinin daima ikincisinden da­
ha hızl ı gel işmesinden dolayı daha da artmak zorunda olduğunu bildi ri ­
yordu.64 Darw i n ' i n izleyici leri nden olan Kari Vogt, şu yasayı kadınlara
uyguladı: " Kafatası hacmi söz konusu olduğu kadarı yla, cinsiyetler ara­
sındaki farklar, ırkın gel işmesine bağl ı olarak artar, öyle ki , Av rupalı er­
kek Av rupalı kadını, erkek Zencinin dişi Zenciyi bıraktı ğı ndan daha faz­
la geride bırakmıştır."65 B üchner ' i n görüş üne göre uy garlaşmamış ve

'' 1 E. Burnouf. La sciece des religions, Paris 1 885 , özel likle s . 229. "En y üksek so­
yut kurgular bu ırk için [Çi nliler] erişilmezdir. aynı şeki lde bunların kök saldığı
bölüm de beyinlerinde yoktur. Di nin özü olan metafiziği kavrama yeleğinde ol­
mayışları da bu yüzdendir. . . " ve s . 99 "Bir bütün olarak alındığında, Hıristiyanlık
bir Ari öğretisidir" v s .
6 2 E. Renan, L'avenir de la scieııce, 1 890 önsözü ((Euvres . ., op. cit. , C. III, s. 724).
.

(,l Büchner, Conferences sur la theorie darwinienne. Paris 1 869. s. 1 32 .

ı;.ı "Aşağı ırk" 1 1 1 6 oranında ilerlerken. ''ak ırk" 2/32 oranında ilerleyecek v e böyle­

ce ara daha da açılacaktır. Büchner. Volkstum und Geschichte; Fr. Von Hellwald,
Kulturgeschichte Le ipzi g 1 896. C. L s . I 05 .
''5 Aktaran. C h . Darw i n . The Descent of Man, op. cit . , s. 85 . 2 . not.
338 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYFTÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

v ahşi "aşağı sınıflar" birçok bakımdan i l kel insanlarla kıyaslanabil i rdi.66


Onun açısından belirleyici şey " kan akrabalığı" idi . Bu Blutsverwandsc­
haft, " topl umsal organizmanın ol uştuğu tek tek hücreleri bir arada tutan
gerçek v e koparılamaz bağ" idi, "fizi ksel ve manevi özellikleri n, arzu­
ların ve ihtiyaçların" kuşaktan kuşağa " m i ras bırakıl ması" da bu kan ba­
ğı sayesindeydi.67 Irklar arasındaki ayrımlar da bundandı. Ari ve Sami
gibi iki farkl ı ırkın kaynaşması imkansız ol makla kalmayıp, " hayv an ve
bitki dünyası nda olduğu gibi insanlar arası nda da birlik ancak benzerler
arasında sağlanabilir. Doğa özünde ari stokrati kti r ve öyle kal ır v e de ka­
nın saflı ğına karşı her türlü girişimi amansızca cezalandırır." idi.68 Yon
Hell wald ' ın Kulturgeschichte ' i n i n başka fi kirlere de yer v ermi ş olduğu
doğrudur. Katkıda bul unanlardan biri olan ve ansiklopedinin genel su­
nuşunu yazan Profesör Otto Hen ne am Rhyn, bütün insan ırkları nın
uyumlu bir kaynaşmasını umut ediyordu.69 Yon Hel lwald, eklekti kçi li­
ği nden dolayı, Samileri n tari hini ve geleneklerini Friedrich Schwally ile
birlikte kendisi kaleme al ırken, " kadim zamanlardaki Ariler" hakkında­
ki bölümün yazımını şaşı rtıcı şekilde Profesör Salomon Lefmann ' a ver­
mişti . Yon Hel lwald ' ın gözünde Yahudi ile Hıristiyan arasındaki karşıt­
lık kendisini Samiler ile Ariler arasındaki karşıtlığa i ndirgemişti . Yahu­
di, her yerde ve her zaman bir yabancı v e bir işgalci olarak kal mıştı ve
i htida etmesi doğurduğu husumeti hiçbi r şeki lde değiştiremezdi . " Ya­
hudi karşıtı önyargı, farklı ırklardan insanlar her nerede temasa geçse or­
taya çıkan bi r çeşit içgüdüsel ve doğal duygud ur."70 Schwally, Yahudi
dev letinin yıkılışının üzeri nden neredeyse iki bi n yıl geçmişken "Yahu­
di ırkının dünyayı kaplamış" olduğuna işaret ederek bu "yok edilemez
ırk" ı n gurur ve kibri üzeri nde uzun uzadıya durmuştu.7 1 Bunu i stemiş
olsaydı bile, Salomon Lefmann ' ın hatır-gönül bi lmez meslekdaşlarına
anladıkları di lden karşılık vermesi zordu - özel likle de 1 879' dan beri
Yahudi karşıtı kışkırtmanın, "Yahudiler bizim tal i hsizliğimizdir" sloga­
nının yaratıcısı ünlü tarihçi Heinrich von Trei tschke' ni n koruyucul uğun­
da üniversitelere sızmış ol ması ndan dolayı.

66 Volkstum und Geschichte, op. cit. , s. 1 59-74.


67 A.g.e., s. 7 1 .
68 A.g.e., 1 06.

6 9 A.g.e., Einleitung, C. I, s . 20.

70 A .g.e., C. III, s. 600.


71 A.g.e., C. I . s. 399 ve devam ı , öze l l i kle s. 475-8.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARI ÇAGI 339

J ul i us Li ppert tarafından hazırlanan daha küçük haci mli bi r Al man


Kulturgeschichte ' i Ari tarımcıları Sami çobanların karşısına çıkardı. Ya­
hudi l ikte bir ana-tanrıça mitinin yokl uğu ona Yahudilerin tarımı icat et­
mekteki yeteneksizliğinin kanıtı olarak görünüyordu ve onları ak ırkın
"tamamiyle kuru bir dal ı" olarak tanımladı.72 Samilerin aşağılığını kanıt­
lamanın çok çeşi tl i yolları v ardı ve bunlara sadece Al manya' da başv u­
rul madı . Popüler Al man doğa-bilimcisi Alfred B rehm ' in kitapları nı çe­
v i rtirken, Fransız yayımcısı, Hayvanların Hayatı başlıklı kitabına İnsan
Irkları başlığıyla tamamlayıcı bir ci lt eklemeyi düşünmüştü. B u görev,
antropolog Rene Verneau 'ya v erildi. "Ak ağaç"ı n " Sami dalının" bir bu­
dağı olan İbrani boyları bu kitapta pek hayırla anılmıyordu:
" Özel l ikle Fransa 'da, bir Yahudi 'nin hayatı dış görünüşte herkesinkiyle ay­
nıdır. O, ancak temizl i kten yoksunluğuyla, aç gözl ülüğüyle, uşakça karakteriy­
le, sebt gününe riayet edişiyle, sil.dece belli yiyecekleri yemesiyle ayırt edilebi­
lir ... Yukarıda söylenenler büyük ölçüde bütün dünyadaki Yahudiler için de ge­
çerli sayılabilir. Her nerede yaşarsa yaşasınlar, ahlak anlayışları dünyanın Tanrı­
nın halkına ait olduğu fi krinde toplanır. İ nançsızların sahip olduğu ne varsa Ya­
hudilerin elinden alınmıştır. B u yüzden onlar bunları güç kullanarak geri alama­
dıkları için hileyle geri alma hakkına sahiptir. Eğer bunda başarılı ol urlarsa sa­
dece ellerinden alınmış mallarını geri almış olurlar."73

Fransız bi l i msel düşüncesinin gel işiminde G ustave Le Bon bell i bir


özgünlüğü olan bir düşünür olarak bel l i bir yere sahi pti r. Fakat, bu ko­
nuda söylediği her şey - Ari teriminin kul lanılışı dışında - Vol tai re tara­
fından daha önce daha etkili bi r tarzda söylenmiş olduğundan, Yahudi
karşıtı açıkl amaları özgünlükten tamamen yoksundur.74

72 Krş . ; J . Lippert, Kulturgeschichte der Mensclıheit in ihrem organischeıı Aujbaıı.


Stuttgart 1 886, C. 1 , s. 477 ve 1 86. Bu eser uzun süre alanında otorite kabOI edi l­
miş ve G . Murdock'un çevirisiyle The Evolution of Culture başlığıyla 1 93 yılın­
da ABD' de yayımlanmıştır.
73 A. E. B rehm, Merveilles de la nature: les races hunıaiııes, A. De Quatrefages'ın
önsözüyle Dr. R. Verneau çevirisi , Paris 1 890, s . 557.
74 "Yahudiler. bir uygarl ığı oluşturan ne sanatlara, ne bilimlere, ne sanayilere ne de
hiçbir şeye sahi ptir. İ nsan bilgisine en ufak bir katkıları olduğu hiçbir zaman gö­
rülmemiştir ... Başka hiçbir hal k, Tevrat gibi her sayfasında o kadar çok müsteh­
cen hikaye içeren bir kitap bırakmamıştır. Vedalar, Avesta, Budist metinleri ,
Kur'an gibi dünyanın bütün yazmaları incelense ona benzer bir şey bul unamaz . . .
Yahudi lerin v e Arilerin duygu ve düşünceleri arasında gerçek bir uçurum var­
dır .. :· G. Le Bon, "Du rôle des J uifs dans l ' histoire de la civilization'' . Revue sci­
etifıque, 1 888, s. 386. 493 ve devamı .
340 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FiKİRLERİN TARİHİ

Fransız anti-semitizminin di kkatleri 1 87 1 ' de uğranılan ulusal utanç­


tan uzağa çekmeye hi zmet ettiği sık sık söylenmi şti r. Figaro' da 1 88 3 ' te
çı kan harcıalem bir yazı bu durumun dikkate değer bir örneğidir. Yazar
Rene Lagrange, Prusya askerlerinin Pari s ' e muzaffer girişini canlandır­
maya çalışıyordu. Prusyalıların Arll iğini reddetmek şöyle dursun, onla­
rı tarif ederken, Clov is ile arkadaşlarının anılarına saygı sunuyora ben­
ziyordu:
Pek çoğu zırhlı süvari lerin parlak üniformaları içindeydi . Alınlıkları hay§li
hayvan figürleriyle bezenmiş tolgalar takmış, göğüs zırhlarına armalar işlenmiş
bu biniciler Mart güneşinin ilk ışıkları altında ışıldıyordu. Aristokratik savaşçıla­
rın çehreleri erkeksi silahlarıyla uyum içindeydi . Görünüm muazzamdı . Kadim
zamanlarda Tacitus ' un kalemiyle çizilen tasviri en inandırıcı şekilde hatırlatır şe­
kilde, saçları sarı ve kızıl, bıyıkları gür ve uzun, bedenleri güzel ve aynı zaman­
da dinç, yırtıcı bir ateşle aydınlanan gözleri berrak ve gök mavisi idi . . .

Fethedilenin hıncı , Lagrange ' ın anlatımında daha sonra ortaya çıkar:


Askeri grubun hemen ardından sivillerden oluşan bir grup geldi. B u i kinci
grup birincisinden daha bile tuhaftı. Zırhlarla ve parlak metalle kaplı atlıların ar­
dından , kahverenkli uzun, yumuşak pardesüler giyinmiş garip bir grup insan
sanki onların eğerlerinin iki yanından sarkar gibi i lerliyordu. Tedirgin suratları
ve altın gözlükleri , kıvrım kıvrım olmuş kirl i kahverengi sakalları, geniş kenarl ı
şapkaları vardı. Bunlar, Al man ordusunu akbaba gibi izleyen Yahudi bankerler­
di, birçok Isaac Laqucdem. * Kılıklarından mesleklerini tahmin etmek kolaydı.
İ şte, milyonlarımızı kasalarımızdan boşaltmakla görevli Yahudi muhasebeci ler
ve maliyeciler buradaydı . .. 75

La France ju vie de Edouard Drumont da kartal ların v e akbabaların


'

bu geçit tören ine tanıklık etmişti . Al man ordusunun l 940 ' da Paris 'e gi­
ri şinin de çok benzer bir şeki lde tarif edildiğini buna ekleyebi liriz, tek
farkla ki bu tarife Yahudilerle ilgili fantezi ler eklenmemişti .76

* Hıristiyan folkloründe çarmıhtaki İ sa'ya hakaret ettiği için hiçbi r insani bağ kura­
madan kıyamete dek yeryüzünde dolaşmaya mahkOm edildiğine inanılan lanetl i
Gezgin Yahudi 'ye verilen adlardan biri . -ç.ıı .
75 Le Figaro 28 Ş ubat 1 882; krş . La France juive, Paris 1 943 basımı, C. 1, s. 398-

40 1 .
7" " Mavi gözlü koca adamlar başka ülkelerde ölmeye gittiler. Yerlerini, kitabına ge­

reği nden fazla uygun üniformaları aslında sivil olduklarını düşündüren şiş gö­
bekl i kişiler aldı. Bunlar kültürel ve iktisadi işgalin uygulayıcılarıydı. Sayısına be­
reket Sonderführerler bir yana. Kriegvenvaltungschef, Obcrkriegverwaltungst
rat, Sturrnbannführer gibi her biri birbirinden uzun ve karmaşık Unvanlar taşıyor­
lardı . . . "Gerard Walter. La Vie iı Paris sous l 'Occpatioııi 1 940- 1 94 1 , Pari s 1 960.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARI ÇAGI 34 1

İsv içreli bilgin Alphonse de Candol le' un, 1 873 'de daha bile olağan­
dışı bir görüsü olmuştu. B u , bütünüyle Yahudi lerle i skan edi len ve üs­
tel ik bu yüzden mutlu ve barışçı bir yer olan bi r Avrupa'ydı.
Şayet Avrupa tamamen Yahudilerle iskan edi l miş olsa idi, gerçekten ben­
zersiz bir görüntüye şahit ol urduk. Artık savaşlar olmazdı ve manevi duyarlılık­
larımız daha az çığrından çıkardı; milyonlarca insanın eli nden her çeşidinden ya­
rarlı iş alınmamış olur; vergilerin ve kamu borçlarının ortadan kalktığı görül ür­
dü. Yahudileri n edebiyata, bil imlere, sanata ve hepsinden fazla müziğe olan iyi
bilinen eği l i mleri sayesinde bunlar son derece gelişirdi . M ülkiyete yönelik sal­
dırılara nadiren şiddet eşlik ederken, kişilere yönelik saldırılar da azalırdı. Kafa
ve kol emeği nin iktisatla birleşmesi sayesinde zenginlikler muazzam ölçüde ar­
tardı. Bu zenginlikler bol bol yapılan hayır işleriyle dağıtılırdı. Devlet ile ki lise
arasında çatışma olmaz. ya da en kötü durumda, bu çatışma i kincil konularla sı­
nırlı kalırdı. Ne yazık ki, kaynakların bazı kötüye kullanımlarına rastlanır ve dev­
let memurları arasında bazı usülsüzlükler görülürdü. Evlili kler erken yapıl ır, sa­
yıca çoğalır ve genell i kle bozulmazdı. Bu yüzden ahlak gevşekliğinden kaynak­
lanan kötülükler azalırdı. Buna sıkı hijyen kuralları da eklenince sonuç, sağlıklı
ve güzel bir nüfus ol urdu . . .

Ne v ar ki , diye devam ediyordu Candolle, Arller kısa sürede ölüm­


cül bir saldırıya geçeceklerinden bu ideal Yahudi uygarl ığının ömrü
uzun olmazdı. "Av rupa'da ya da komşu ülkelerde sayıları ne kadar az
ol ursa olsun, Yunanların ya da Latinlerin, Kantabrialı ların* ya da Kel t­
lerin, Almanların, Slavların ya da Hunların bazı çocukları kalmışsa, kur­
gulamış olduğumuz topl um kısa zamanda boy un eğdi rilmiş, ırzına ge­
çilmiş ve talan edi l mi ş ol urdu . . . Av rupa'da hiç barbar kal mamış ol sa
uzak denizlerden başkaları gel i rdi . . . Doğal tari hin yasaları böyledir."77
Adı Bilimin ve Bilimcilerin Tarihi olan bir kitapta bu Sami yanlısı
ütopyanın neden yer aldığını sormak iyi olabilir. Aslına bakılırsa, Can­
dolle "atav izmin" yan i kal ıtımın ezici gücünü kanıtlamaya uğraş ıyordu.
Bu y üzden iddiası yönünde bir hisse çıkarılması için anlatı sına bu kı ssa­
yı, Yahudi kibarl ığı ile Hıristiyanların ya da Arll eri n v ahşll i ğini dahi l et­
mişti :
Eski Ahit. . . Kısası n sert yasası n ı kabOI eder: Göze göz, dişe diş. Öte yandan Ye-

s . 39.
* İ spanya"da Cantabria bölgesinin hal k ı . Burada İ spanyolların en eski "ırk ataları'"
kast ediliyor. -ç. n .
77 A. de Candol l e . Histoire de l a scie11ce e r des savants depuis deux siedes Ce­
....

nevre 1 873. s. 400-408.


342 ARI MİTİ : AVR UPA 'DA IRKÇI ve MİLLiYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

ni Ahit, kibarlık, hayırseverlik ve alçak gönüllül ükten esinlenmişti r... İ nsanları


sadece dinsel öğreti eğitmiş olsaydı , i srailoğulları şiddet yanlısı, Hıristiyanlar
y umuşakbaşlı olabilirdi oysa gördüğümüz tam tersidir ... Yahudi ırkı en eski ve
en uygar ırklardan biridi r ve başka ırklarla karışmamıştır ... B u yüzden, İ srai lo­
ğullarının ki barlığı ne dinlerinden ne de aldıkları eğitimden kaynaklanır. Doğal
tarih buna daha iyi bir açıklama sağlar.

Böylece, iyi niyetine ve kafasında al ışıl mış değerler skalasını taşıyor


ol masına rağmen Condol le, tari hin esas anahtarını aramak için gene de
doğaya ya da ırka bakıyordu. Bu çeşit bir ırksal determinizm on doku­
zuncu yüzyıl sonuna dek bi l i m dünyasında alanın haki mi oldu. Ve an­
cak o zamandır ki kamuoyunda artık bir iti kat ilkesi olarak kabOI gör­
müş başka görüşler için yer açmaya baş l adı. Bu durum Fransız eleşti­
rel düşünür Jean Fi not tarafı ndan l 904 ' te şöyle anlatı lıyordu:
Dahası, bil i msel muhayyilenin en ufak bir eleştiriye tabi tutulmaksızın körü
körüne benimsenen bu ürünleri , tari h el kitaplarına ve ders kitaplarına girdi. Bu­
gün, eğitimli her bin Avrupalıdan dokuz y üz doksan dokuzu kendi Ari kökenle­
rinin otantikliğine inanmış durumdadır. . . Bu neredeyse bir aksiyom hiilini almış­
tır. Modern sosyoloj i , tarih, siyaset ve edebiyat, Avrupalının bilincine böyle de­
rinden kök sal mış olan bu öğretiyi izleyerek, Arlleri durmadan ister Sami olsun
ister Moğol , başka halklarla karşı karşıya getirdi. Ari kökeni , Avrupa'nın y ük­
sek ahlağının ve başl ıca sakinlerinin erdemlerinin kendisinden türediği farzedi­
len bir çeşit ni met kaynağı hiilinc geldi . . . Çağdaş sosyoloji jargonunda iki zih­
niyet ya da iki çeşit maneviyat arasında bir kıyaslama yapılacağında, bunları bir­
birinden "Ari" ya da "gayri Ari" diyerek ayırt etmek adet oldu. B ununla her şe­
yin açıklandığı farz cdiliyor. 78

Al>EM'DEN ÖNCEKİLERDEN PSİKANALİZE


Bory de Sai nt-Vincent gibi bir çoklu türeyişçinin bilimsel inançlarının
Hıristiyan geleneğiyle hiçbi r şeki lde çeli ş mediğini göstermek için on
dokuzuncu yüzyıl başında ne zahmetlere katlanmış olduğunu görmüş­
tük. Yarım yüzyıl sonra işler çok değişmişti . Bazı Hıristiyan gelenekçi­
ler, artı k çoklu türeyişçi l i ği her şeyi s i l i p süpüren evrim kuramına kar­
şı son sığınak olarak görmeye başlamıştı ; çünkü çoklu türeyişçi l i k hay­
vanlar alemini kapsayacak şekilde genişleti ldiğinde Kitabı n Yaradılış
anlatısın ı deste klemek üzere kullan ı labi l i rdi (türleri n " çifter çifter" yara-

78 J. Finot. Le prejuge des races ; Paris 1 960, s. 354-7.


MİTLERiN ESKİ KÖKENİ : ARI ÇAGI 343

tılmış olduğu anlamında). Eski A dem ' den öncekiler kuramını bu amaç
için yeni den canlandıran ilk yazarlar, köleci lik yanlısı iki Amerikalı,
Nott ile Gliddon oldu. Bunlar, Types of Mankind adlı ortak kitaplarında
tek otorite olarak bilimi kullanarak "Cenab-ı Hakkın yarattığı i l k İbrani
çiftine nakşetmiş olduğu aynı özellikl eri , hayvansal hayatın organik bir
yasası uyarınca, değişmeden muhafaza etmi ş" bir halk olarak tanımla­
dıkları Yahudiler için kararl ı bir şeki lde ayrı bir sınıflandırma benimse­
mişlerdi . Özel li kle Karalar ol mak üzere öbür ırklar da ayrı ayrı yaratıl ­
mıştı : "Kuşkusuz k i Cenab-ı Hak bütün insan ırklarını ta başından ayır­
mıştı."79 Nott ile G l iddon örneği nde bundan çıkacak siyasal sonuç son
derece açıktı.
Nott ile G l iddon ' ı n ki tabı nın önsözünü "ayrı yaratılış" kuramı aracı­
lığıyla evrime saldı rmakta hiçbir çabadan kaçınmayan ünlü doğacı Lo­
uis Agassiz yazmıştı ve kitabın en başta gelen bili msel kefi li de o idi.
Agassiz, geçmişte yapıldığı gibi insanla maymun, i nsanla hayvan ara­
sındaki ayrımın korunmasının zorunlu olduğunu açıkladı.80 Aslında, [ bu
iki tür arasındaki, -ç.n. ] boşluğu kapatmak ve aradaki yiti k halkayı bul­
mak için evri mciler değişik insan ırkları arasına yeni engel ler dikmek
üzere çeşitl i bilimsel bahaneler kullanıyor olduğundan, daha yakından
incelendiğinde, sav unduğu dava ancak yarı yarıya yiti ri lmişti. (Dar­
wi n ' i n kendisinin öncülerinden biri saydığı) Anatomist Schaafhausen81
tarafından yapı lan bir konuşma, ak Av rupal ıların bu süreçten nasıl bir
psikolojik tatmin aldı ğını anlamamızı sağlıyor.
Schaafhausen, 1 866 ' da "daha önceki dünya ile şimdiki dünya ara­
sındaki, insan ile hayvan arasındaki ayrı m duvarının çökmüş" olduğunu
ilan ederek şu açıklamayı yapmı ştı :
Yüksek düzeydeki maymunlar hakkında bilgi edinmiş olduğumuzdan, bizi on­
lardan ayıran uçurum bize daha az geniş gibi gözüküyor. . . Aşağı ırkların ve da­
ha önemlisi insan fosil lerinin fiziksel yapıları, bunların bazı karakterlerini hiç
kuşkusuz hayvan doğasına son derece yakın olarak görmemiz gerektiğini an la­
mamızı sağladığından, bu uçurum çok çabuk kapanıyor.

79 J. C. Nott ve G. R. G liddon, Types of Mankind .. . , Londra 1 854, s. 1 1 5 ve dev a­


mı.

IKl " İ nsan ile hayvanların kökenlerinin birbirine karıştırılacağı zamanın gelmekte ol­
duğunu gördüğümden, farklı i nsan ırklarının bağımsız bir kökene sahi p olması ge­
rektiği görüşünü uzun süredir sav undum ... " vs.
81
Krş . ; Tiirleriıı Kökeıı i ' nin başlangıcındaki Tarihsel Giriş . Schaafhausen Dar­
win'ın İıısanııı Türeyişi' nde de en sık alıntı yaptığı yazarlardan biridi r.
344 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLiYETÇİ FİKiRLERİN TARİHİ

Bazı yerl ilerin "dinin yüce fi kirlerine" ulaşmaya açık olmadığı olgu­
su bu karakteristi klerden biriydi . Bu y üzden Schaafhausen " insanm
çokl u kökeni" tezini kabOI etti : " . . . Bu kanaat Asya ve Afrika maymun­
larıyla bu bölgelerde yaşayan çeşitli i nsan ırkları arasındaki bazı benzer­
likl erle daha da destekleniyor" idi .
Aynı zamanda inançlı bir Hıristiyan da olan bu anatomist, " B i l imi­
miz manev iyatımızla çelişmez. Ne i nsanda ruhu, ne doğada Tanrıyı in­
kar eder; insanı ruhun ölmezliğine olan inancından aldığı tesel liden
mahrum bırakmayı düşünmek akıllıca değildir."82 görüşünde ısrarlıydı.
Artık sanki öyle görünüyordu ki insanın hayvanlara yakınlığıyla bo­
zulmuş olan denge, dinin ya da ah/ağın yüce fikirlerini alabilen insan­
lar ile "hayvan doğasına çok yakın " olan öbürleri arasında yapılan ay­
rımla yeniden kurulmaktaydı. Çok geçmeden, Darwin ' in materyal ist bir
izleyicisi olup ahlaki i lkelerle ideal ist Agassiz ve Schaafhausen kadar
ilgi lenen ve " i nsan tiplerinin sıralamasın ın" Zenciden başlayıp A lman
ile doruğuna ulaştığına83 inanan Kari Vogt, i nsanın kökenlerini n "çok­
ırklı kuramı"nın temellerini atacaktı .84 Değişik taraftarlarınca gel i ştiri­
len bu hafifçe değiştirilmiş çoklu türeyişçi l i k, aşağıdaki tabloyla özet­
lendiği biçimde, her insan ırkını temel büyük insansı maymun ırkların­
dan birine bağlıyordu:85
B u yazarlar ak adamı öbürleri nden daha zeki olduğu bi l i nen bi r
maymun türüne bağlama eği l imindeydi . Böylece anatomist Klaatsch,
Hi nt-Cermenleri Orinyakl ılar * aracılığıyla Orangutana, Zenci leri Nean­
dartel adamı aracılı ğıyla Gori le bağladı.86 Aynı sıralarda insanın daha u-

8� H. Schaatbausen. Les questions antlıropologiques de Notre temps. Al man doğa­


cı ve hekimlerinin bir kongresi nde yaptığı bir konuşma; Revue scientifıque, 1 866.
s. 769-76.
K.l Vogt, insanlarla insansı maymunları mukayese ederken şöyle yazmıştı: "Bu kıyas­

lamayı yapmak için bir yanda Zenci öbür yanda Al man olmak üzere insan tiple­
ri yel pazesinin neredeyse en uzak uçlarında yer alan i ki tipi seçtik . . . " C. Vogt, Le­
ços sur l 'homme .. ., Paris 1 865 , s . 223 .
8-1 A.g.e., s. 623 ve devamı.

85 Krş . ; H.-V. Val lois, "Les preuves anatomiques d I ' origine monophyletique
* del ' homme" , l'Anthropologie XXXIX ( 1 929). s . 78.

Avrupa ve Güneybatı Asya' da kalıntıları bul unmuş. günümüzden 45 ila 35 bin yıl
önce yaşamış insan toplulukları. İ lk kal ıntılar Fransa'daki Aurignac sit alanında
bulunduğundan böyle adlandırıldılar. -ç.n.
86
Krş . ; H . Klaatsch, DerWerdegang der Menscheit u nd die Entsehung de Kııltur.
Bonn 1 920, s. 90.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARI ÇAGI 345

Kuramı
Öne süren GORİL ŞEMPANZE Cİ BON ORANGUTAN

{
Malaylar,
Klaatsch Zenciler Moğollar(?)
Avrupalılar

Sergi Zenciler genel olarak Sarı I rklar

Sera Andamanlar Zenciler Moğollar,


Sarı Irklar

Arldt Zenciler Beyazlar

çuk demeye tereddüt edeceği başka kurgular (ki bunları n sonuncusu bi­
yolog Lecomte du Noüy ' e aitti r) ,87 Kutsal Kitap tefsirlerine atıflarla bu
yeni çoklu türeyiş k uramlarının desteğine koşulmuştu. Böylelikle Dar­
vinci lik i hti lafının doruğunda ol unduğu bir sırada bi rkaç İngiliz yazar
eski Adem 'den öncekiler kuramını canlandırmaya teşebbüs etti . Bunlar­
dan kimisi , Dundee 'de toplanan antropoloji konferansındaki Dr Viv ian
gibi Agassiz'in kuramına başvuruyor ve başka başka birçok Adem ' i n
geli p geçmiş ol up Yahudi A dem ' i n bunların sonuncusundan i baret bu­
l unduğu sonucuna v arıyordu.88 Rahip Dunbar Heath ya da George Har­
ris gibi başkalarıysa Agassiz'e ve doğal tari he boş verip Kitap tefsirle­
rine sarılmıştı - Kitap ' ta Kai n ' i n (Kabil) kardeşi Habil ' i öldürdükten
sonra insanlar arasında bir kaçak olduğu yazı lmamış mıydı, bu da yer­
yüzünde Kabil ile ana-babasından önce de insanların var olduğunu ka­
nıtlamıyor muydu?89 Fakat bu çeşit bir A dem ' den önceki ler anlayışı,
hatırı sayılır bi r yandaş kitlesi toplayamayacak kadar çağı n bili msel ru­
huna ters düşüyordu. B una karşılık, Yahudi ler ile öbür insanların doğa­
ları arasında radi kal bir farklrl ığın bulunduğunu varsayan bir başka ku­
ram yandaş bul makta daha başarı lı olacaktı .
Yahudi-Hıristiyan çatışması o zaman dek "doğal" bir çatışma yani

!!'.'
Krş . ; M Grison, Problemes d 'origines , Paris 1 954, s. 278, 57. not.
...

811 Krş . ; W. de Fonv ielle, Revue scientifiqııe, I867, s. 1 20.


119 G. Harris, "The plural ity of races and the distinctive character of the adamite spe­

cies" The Anthropological Review, V ( 1 867) . s . 1 75-85 .


346 ARİ MiTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

bir Sami-An çatışması olarak tanımlanmış olduğundan, açıklaması için


soyağaçları yerine psikolojiye başv urmak daha kolaydı. Paris Antropo­
loj i Derneği nin başkanı ve tıbbi istatisti ğin öncülerinden biri olan Dr Je­
an-Christian Boudin ( 1 803- 1 867), şu özl ü ilkeyi beyan eden i l k kişi
olacaktı : "Yahudi , hiçbi r yerde aralarında oturduğu insanlar gibi doğ­
maz, hiçbir yerde onlar gibi yaşayıp öl mez. Bu, tartı şmasız bir karşılaş­
tırmalı antropoloji sorunudur."
Boudin, büyük eseri Traite de geographie et de statisque medica­
les' de esas olarak Prusya istatistiklerine dayanarak bu ifadesi üzeri nde
çalıştı. Doğum oranlarının yüksekl iğinden çok ölüm oranlarının düşük­
l üğünden kaynaklanıyor olduğuna i nanmakla birlikte, Yahudilerin öbür
hal kl ardan daha hızlı çoğaldığı görüşüne katılıyordu. Doğumlar söz ko­
nusu olduğu kadarıyla Yahudi ler çok nadir ev lilik dışı çocuk yapıyordu.
Şaşırtıcı uzun ömürlerinden de öneml isi, Yahudiler dayanıkl ılık bakımın­
dan da benzersizdi . Her türl ü çev reye ve i kl i me uyum sağlama yctene­
ği ndeydi ler; onlar,
Gerçekten kozmopolit tek hal ktır. Dünyadaki bütün insanlar arasında tek onla­
rın sahip olduğu bu nitelik insanın mantığını zorlar ve insan bunun bir tesadüf­
ten ziyade gerçekten tanrısal bir misyonun işareti olup olmadığını düşünmeden
edemez. 90

Boudi n ' i n gözünde, "tanıklık edecek olan halk" teolojik rol ünü ye­
ri ne geti rebi lmek üzere hiç kuşkuya yer bırakmayacak şeki lde biyolo­
j i k ol arak önceden hazırlanmıştı. Görüşleri , teolojinin ne olduğu hak­
kı nda hiçbir bilgisi ol mayan bilimciler tarafından beni msendi. Kari
Vogt, İnsan Üzerinde De rsler i nde bu görüşleri beni mseyerek şöy l e
'

yazdı:
B ütün insan halkları arasında kendini aynı kolaylıkla her iki yarımküreye, sıcak
ve ılıman iklimlere uydurabilen ve orada yerli nüfusun yardımı olmadan yaşaya­
bilen sadece tek bir tanesi , Yahudi ırkı vardır. 9 1

Sömürgeci yayılma çağında bu çok tartışıl an bir sorundu ve mesela


Vi rchow, Al man ırkının tropiklere al ışmaya doğuştan yeteneksiz oldu-

90 J.- Chr. Boudin, Traiıe de geographie et de statistiques nıidicales . . . , C. il. Paris ,


1 856.
91 C. Vogt, Leçoııs s u r l 'hunınıe ... , op. cit . , s . 565.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ : ARI ÇAGI 347

ğunu kesin biçi mde ortaya koyduğunu düşünmüştü.92 Pek çok Orta Çağ
efsanesi nin akla getirdiği şekilde Yahudilerin öbür insanlardan özell i k­
le de Hıristiyanlardan farklı olduğu fikri93 böyl ece modem bi limin bir
parçası hali ne geldi. Viyanalı Yahudi sosyolog Ludwig Gumplowicz,
Yahudileri "ortadan kaybolmaktaki yeteneksizli klerinden" dolayı azar­
ladı ;94 anti-semitik Fransız doktor Georges Vitoux, istatistiklere dayana­
rak günlerinin sayılı olduğunu kanıtlamaya çal ıştı.95 Fransa'da Vacher
de Lapouge, B üyük Britanya' da Kari Pearson gibi "Anlerin günbatı­
mından" kaygılanan yazarlar için ise tam tersine, Yahudi ler özel fizi k
yapıları sayesinde A rilerin yerine almak için muhtemel en güçlü ko­
numdaydılar.
Ari fi kri nin Fransa ' daki baş yayıcısı Edouard Drumont da bu tuhaf
durumu yorumlad ı : " Dünyanın bütün ırkları arasında bütün ikl imlerde
yaşayabilme avantaj ı ndan yararlanabileni ama aynı zamanda başkaları­
na zarar vermeden yaşamayı beceremeyeni , sadece odur [ Yahudi ır­
kı ]."96 Kendi çalı şmalarında doğru biçimde aktardığı zamanının bilimsel
yayınlarının dikkatli bir takipçisi olan Drumont, bunları yazarken
1 88 l ' de Revue Scientifique ' de yayımlanan ve bütün dünyadaki Yahudi
topl ul ukları hakkında ulaşılabilen bütün bilgileri bir araya geti rmi ş olan
bir çalışmaya dayanmıştı. Bu çal ışmanın adsız yazarı , Yahudilerin fizyo­
lojik avantajlarının ve bağışıklıklarının onların "ya özel bir doğuştan ge­
len canlıl ığa ya da hijyenlerini her böl genin gerekleri ne uydurmakta ha­
ri ka bi r beceriye" sahip olduğunu gösterdiğine inanmıştı , Bu bağı­
şıkl ıklar bi rçok gözlemcinin kendilerine atfettiği genel l i kle sefi l koşul­
lara karşı koyacaktı ." Drumont, açıklama kabi l i nden ya Yahud ilerin ırk­
sal safl ığını ya da hijyen anlayışlarının ve aile hayatlarının sağl ıklı oluşu­
nu ya da hatta " sefalet görüntüsü altında" di kkatle gizledi kleri maddi

92 R. Virchow, " Ü ber der Transformismus" , Archiv fıir Anthropologie, XV lll


( 1 889), s. 1 3
•n Krş . ; flistoire de l 'antisemitisme, C . I , s . 1 9 ve devamı.

'J.I L. Gumplowicz, La lııtte des races, Recherches sociologiques. Paris 1 893 bası­
mı, s. 33 1 : "Yahudiler Fenikeli lerin örneğini i zlediler, tacir oldular ve bütün yer­
yüzüne yayıldılar. Avrupa'daki cemaatlerinin örgütlenmesi kesi nli kle kadim Fe­
nike kurumlarının bir taklidiydi. Yahudileri Fenikeli lerin örneğini izlemekte ye­
tersiz kaldıkları tek bir husus vardı, ama bu belki de en önemlisiydi: Yahudiler bir
ortadan kal kma yeteneksizliği gösterdiler ve doğrusu hala da göstermekteler."
90 G. Vitoux, L 'agonie d '/srael, Paris 1 898.

<)(, E. Dru mont, La France juive. Paris 1 843 basımı, C. 1, s. 20 1 .


348 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARiHİ

zenginliklerini saymış v e " Bu varsayımlarının her birinin kabıll edilebi­


l i r" olduğu son ucuna varmıştı.97
Yine 1 88 l yılında, Alman coğrafyacısı Richard Andree kabıll edi le­
bilecek tek bi r varsayım bulunduğunu ilan etmişti . Bu da, "eski v e anıt­
sal Yahudi v ücudunu, ve bu v ücfü tarafından kalıtsal olarak aktarılan
Yahudi ruhunu el değmemiş ve deği şmemiş şekilde korumak üzere"
her yerde ve her zaman her türl ü yabancı kan karışmasının "üstesinden
gelebi l miş" olan Yahudi kanının gücüydü.98 "Antropolojik bakış açısın­
dan" diyordu Andree, "Yahudi ler en ilgi çekici inceleme konularından
birini temsil eder çünkü başka hiçbi r ırksal tip yüzyıllar boyunca öyle­
sine kolay teşhis edi lemez, baş ka hiçbiri böyle bi r organik istikrar gös­
termez, başka hiçbiri zamanın ve çev renin etkilerine böyle iyi karşı ko­
yamaz." La France juvie ' den Mein Kanıpfa, anti-semiti k yazı nın ana
temaları ndan birinin bi li msel jargondaki ifadesi buydu.
B u ifade, aynı zamanda uzun bir geçmişe dayanan insani korkuları
bi li msel dile tercüme ediyordu. 1 900 yılında doğa tari hi hakkındaki ders
kitapları ve ansiklopedilerde kal ıcı döl lenme ya da telegoni denen gö­
rüngüye hatırı sayılır bi r yer ayrılıyordu. Bu hayalt görüngüye ilişkin ör­
nekleri n genel likle insanın en yakın arkadaşları olan atlarla köpeklerde
görüldüğü iddia edil iyordu. Bu inanışa göre, bir erkek kırmayla bir kez
çiftleşen bi r safkan dişi sonsuza dek kirlenmiş ol uyor ve bu çiftl eşme­
den sonra [ başka ve safkan erkeklerle çiftleşerek de olsa, -ç.n. I doğur­
duğu bütün yav rular bu kı rma erkeğe benziyordu - yani jus primae noc­
tis' in * tersi bir batı l inanç. Darwin, " Bazı Sıradışı Üreme Tarzları" baş-

97 "De certai nes immunites physiologies de la race juive" , La Revue scientifıque de


la France et de l 'itraııger, 1 88 1 /ı. s. 530 ve devamı.
98 "Görece güçlü yabancı kan karışmalarının bile üstesinden gel indi ; bu karışmalar

yeni bir tipin doğmasına yol açmadı, hiçbir alaşım meydana gelmedi. Sami kanı
belirleyici bir zafer kazandı ve eski ve anıtsal Yahudi vücOdu, bu vücfidun kalıt­
sal olarak aktardığı Yahudi ruhu gibi korundu." R. Andree, Zur Volkskunde der
. Juden, . Leipzi g 1 88 1 , s. 24-5.
Lat. ilk gece hakkı. Orta Çağ Avrupa'sında ve başka bazı eski kültürlerde var ol-
duğu varsayılan. feodal beyin yeni evlenen halktan kadınlarla evliliğin ilk gece­
sinde kocasından önce bi rlikte olma hakkı. Eğer gerçekten uygulanmışsa, bel ki .
ileride doğacak çocukların "kalitesini yükseltmenin" ve beyin sahip olduğu var­
sayı lan "kut"u halkla paylaşmasının yol u olarak haklılaştırılıyordu. Bazı efsane­
lerde ve halk hi kaye leri nde söz edilen böyle b i r uygulamanın gerçekten yapı lıp
yapılmadığı tartışmal ıdır. - Y.h.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARİ ÇAGI 349

lığı altında bu tür örnek olayları n bir listesini yapmıştı . B unlar Claude
Bernard tarafından "tamamlanmamış üreme" örnekleri olarak açıklanı r­
ken, Herbert Spencer, ceninin anasını kendi suretine benzeyecek şekil­
de deği şti rdiğini öne sürmüştü.9'J Bilimin v e fel sefeni n itibarıyla böyle­
ce güçlendi ri len telegoni düşüncesi, insan i l i şkileri alanına da girmiş ve
bir Ari kadın bir kez bir Yahudi tarafından döll endiği takdi rde kaderinin
sadece Yahudi (ya da İbranimsi) çocuklar doğurmak olacağı iddia edi l­
mi şti . Al manya' da olduğu gibi hiçbir zaman bir çok satar romanda iş­
lenmemi ş de olsa, ABD' de de zenci kanına ya da spermi ne aynı bulaşı­
cılık özel liği atfedil mişti. ı oo
İçe işleme ya da Yahudi kanının ve daha genel olarak Ari ol mayan­
ların kanının özel doğası hakkındaki kuramın bu aşırı biçimi Üçüncü Re­
ich' ın yasal mev zuatında yansıma buldu. Bu anlayışın " karışık bi rleşme­
leri n" kısırlığına ya da az verimli oluşuna yahut "aşağı kanın" kaçınıl­
maz zaferine olan i nançlar gibi başka biçimleri de görülüyordu ve bun­
lar dünyanın bütün halklarına uygulanıyordu. Fransa'da Vacher de La­
pouge, Gresham ' ın siyasal iktisat yasasını bu ışıkta yorumladı: "Tıpkı
kötü paranın iyi parayı kovduğu gibi , kötü kan da iyi kanı kovar." Bro­
ca, daha o zamandan (iyi bir çokl u türeyişçi olarak, şu karışık bi rleşme­
ler diye adlandırdı ğı) "insan ırkında melezl i k görüngüsü" ile ilgili de­
neyler yapmış ve hemen hemen her örnekte sonucun biyoloj i k bakım­
dan bir felaket olduğu hükmüne varmıştı. 101 Baskın görüş buydu ve
Darwin bile lehteki v e aleyhteki iddiaları tarttıktan sonra bu görüşü des­
teklemeye hazır hale gelmişti. 102

'1ı"Benzer örnekler o kadar sık tekrarlanmıştır ki , dikkatl i yetiştiriciler sonradan ge­


lecek döl lerinin göreceği zararı hesaba katarak. her türl ü seçkin dişi hayvanı cin­
s i bozuk erkek hayvanla çiftleşti rmekten kaçınırlar" Charles Darwin, The Vari­
ation of Animals and Plants under Domesticatioıı, 2. basım, Londra 1 875, C. 1 ,
s. 437. İ nsan türünün yetişmesi i ç i n bkz. age . , s. 2 1 . Spencer 'ın kuramı bakımın­
dan krş . Y. Delage, La structııre du plasma et /es theories de le heredite .. ., Paris
1 895 , s. 365 ("Theories sur la telegonie").
ı m Arhur Dinter'in ilk basımı 1 9 1 4'te çıkan ve 1 93 3 ' e dek neredeyse bir milyon

nüsha basılan popüler romanı Die Siinde wider das Blut u n ana teması telegoni
'

kuramına dayanıyordu.
1111
Krş . : Broca. Memories d 'anthropologie. Pa ri s 1 87 1 , C. i l i , s. 445 ve devamı .
102 "Öte yandan at ve eşekten olma katırlar inatçılıkları ve hayınlıklarıyla ünlü olsa­
lar da hiç de vahşi deği ldir" diyen Darwin, güvercinlerle ördekler arası ndaki me­
lezl enmeleri tan ı mlarken şöyle eklemişti : "Bu daha sonra k i o l g u l ar hizc dünya-
350 ARI MİTİ: AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

On dokuzuncu yüzyılın sonuna doğru (kısmen tekli türeyişçi leri


destekleyen Ev ri m öğretisinin etkisi sayesi nde) bütün bu hurafelerin
hakiki bi lim dünyasından silindiği doğrudur. Ve Yahudiler söz konusu
olduğu kadarıyla fi ziksel antropoloji alanında kesinlikle bazı ilerlemeler
kaydedil mişti. Başl ıca niyetlerinde uğradığı başarısızlıktan önce bu bi­
l i m dalı, ayrıntılı araştırmalar yoluyla Yahudi lerin hiçbi r özel fizyolojik
avantajdan yararlanmadığını ortaya koyabi lmişti . 103 Bebek ölümlerine
ve bazı hastal ıklara daha dirençli olmalarına gelince, bundan açıkça Mu­
sa' nın şeriatı !dinsel temizl ik, doğum kontrol ünün yasaklanması ve hij­
yen kurallarıyla, -ç.n. J soruml usuymuşa benziyor. Öyle ki 1 893 ' te Ana­
toly Leroy-Baeal ieu, i l k Hıristiyanlar arasındaki görüş ayrılıkları yüzün­
den dinsel tem izl i k kural larının terk edi lmiş ol masından duyduğu üzün­
tüyü dile geti rmiş ve "Tevrat yazarının Bay Pasteur ' ün habercisi" olup
olmadığını sormuştu. 104

Ne var ki, on dokuzuncu yüzyılın sonuna doğru Yahudilerin ve Hıristi­


yanların demografisi de birbirine karışmaya başlamıştı. Tıptaki ve genel
alışkanlıklardaki ilerleme, Boudin ile çağdaşlarını öylesine etkilemiş
olan i stati ki sapmalara son vermişti. Fakat "Yahudi ' nin öteki liği" kura­
mı terk edilmedi ; sadece yeni iddialarla ve başka disipl i nlerin araştı r­
macı larınca desteklendi . On dokuzuncu yüzyıl sonunda fi kirlerin gel işi­
minin ve bi l i msel yöntemleri n ev riminin çifte ve çel işkili bir eği l i mle
bel i rlenmiş ol mas ı dikkate değer. Bir yandan, kendi bağımsızl ıklarını
arayan ve bunun sonucunda da kendi i l gi alanlarını v urgulayan yeni i n­
san bilimleri ortaya çıkarken, gitgide daha da uzmanlaşan bilgi dal ları
gelişiyor ve çeşitli disiplinler arasındaki aral ık daha da açılıyordu. Öte
yandan, Darv ingil dev ri m insanın doğayla ilişkisini etiyle kemi ğiyle
canlı bir şeki lde yeniden kurmuştu. Öyle ki, insan neredeyse o zamana

nın her tarafından gezginlerin melez i nsan ırklarının geri ve vahşi durumları
üzerine sıkça tekrarlanan bildirimlerini hatırlatıyor". Bu gerilik ve vahşiliği kıs­
men melezlenmenin sonucu olan atavistik geri tepmelere bağlıyordu. The Vari­
ation . . , C. il, s. 20-2 1 .
.

ım Örneğin bkz. S . Weissenberg, "Die südrussichen Juden'', Archiv für Anthropo­


logie, X X X I I I ( 1 895). s. 347-42 3 ve 53 1 - 79; A . D. Elkind, Yahudiler ( Rusça).
St Petersburg 1 903 .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARI ÇAGI 35 1

dek birçok pencereden kov ulmuş olan doğanın, kalıtımın her şeyden üs­
tün önemi ne duyulan i nanç sayesinde ardına kadar açılan kapıdan yeni­
den içeri gi rdi ğini söyleyebi l i rdi.
Şimdi atav izm v e içgüdü kav ramlarıyla desteklenen bu eski i nanış,
bazı düşünürlerce kozmik önemin genel bir yasası mertebesine bile
yükselti lmişti . L 'heredite psychologique denen konuda klasi k bir dene­
me yazmış olan fi lozof Theodule Ri bot ( 1 839- 1 9 1 l ) bu yasayı şöyle ta­
nımlamıştı :
Felsefi bir bakış açısından kalıtsallık bize daha geniş bir yasanın, bir evren­
sel yasanın parçasıymış gibi gözüküyor ve nedeni evrenin düzeneğinde aranma­
lıdır . . O, metafizikte evrensel nedensellik yasası olarak bilinirken fizikte enerji­
.

nin sakınımı denen şu nihai yasanın bir görünümüdür. ı os

B u genel ilke uyarınca, "aynı hayvan ya da i nsan türleri nde fii len
var olan ırklar, psikoloj i k karakteri sti kleri kadar psiş i k karakteri stikle­
rini de korurlar" Yahudi ırkının karakteri ve gelenekleri söz konusu ol­
duğu kadarıyla Ri bot, Yahudiler hakkında Condolle' un hayırhah yargı­
sını izlerken genellikle onlar için yapılan eleştiriyi "Çingene ırkına" yö­
neltti : " Uygar hal klara karşı nefretle dol u olan bu ırk, bir din gibi özen
gösterip koruduğu bazı kalıtsal hayınl ıklarının kölesidir. B u y üzden en
büyük tutkuları Hıristiyanlardan çalmaktır. . . " 1 06
Evrimci kal ıtı m kav ramı, " hiçbir şey kendini yaratmaz, hiçbir şey
kendini yok etmez" aksiyomu ile birleşince bazı şaşırtıcı ü rünler verdi .
B u yüzden, yeni tekçi dinin havari leri nden biri hal ine gel miş olan Na­
zi biyolojisinin kuramcı larının büyük atası Ernst Haeckel ' e göre, insan
ruhu, tek hücreli protista ruhunun tedrid gel işmesinden daha fazla bir
şey deği ldi . 107 Fakat Naturphilosophie ' ni n bu evrimci yeniden beden­
lenmesini bir yana bırakı p insan ruhunun araştırmasına tamamiyle yeni
bir itki kazandıran fikirler ve kişilere bakal ım.
En başta, Fransız psikiyatrlarının pek açıklanamayan i pnotizma ve
telkin görüngüsüne dayal ı bazı terapi yöntemlerine karşı kapıldıkları ta­
kıntı vardı . On dokuzuncu yüzyılın önde gelen okul ları olan Nancy ve

ı o5 Theodule Ri bot, Le heredite psychologique, 4. basım, Paris 1 890, s. 4 1 0.


1 06 A.g.e., s. 1 1 8-37 ( V l l . Bölüm, "Le heredite et le caractere national").
1 07 E. Haeckel, lR monisme, lien e m re la religion et la science, Fr. Çeviri , Pari s
1 897, s. 23.
352 ARİ Mili: A VRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLiYETÇİ FiKiRLERİN TARiHİ

Paris okulları, patolojik kal ıtımın nasıl aktarıldığı konusunda aralarında


görüş ayrı lıkları olsa da sinir hastalarının gerek ailevi gerek ırksal şece­
relerine de büyük önem veriyordu. Nancy okulu som bir psişik aktarım
tarzı ortaya atmıştı ve okulun kurucusu Liebaul t, telegoniye psişik bir
yorum getirecek kadar i leri gitmi şti . B u görüşe göre, annenin düşünce­
leri ceninin anatomi sini etki l iyordu. 108 Paris okul u, psikolojiye daha ge­
l eneksel bir bağlılık sürdürüyordu ve okulun tanınmış önderi J-M. Char­
cot ( 1 825- 1 893), Yahudilerin ırksal olarak gezginci lik ve göçebelik
" nöropati"sine eği limli olduğuna gerçekten i nanmıştı . Efsanevi "Gez­
gin Yah udi", "sağda solda dolaşmaya, hiçbi r yerde yerleşmeyi becere­
meden yolculuk etmeye doğru bu karşı konulamaz ihtiyacın" ti pleşti ril­
mesi nden ibaretti . 109 Charcot, bu düşünceyle yardımcılarından Henri
Mei ge ' i kendi gözeti mi altında Gezgin Yahudi ' n i n si stemati k bir araş­
tırmasını yapmakla görev lendirmi şti . .
Mei ge, doktora tezinde Gezgin Yahudi'yi "dünyayı gezip duran si­
nir hastası Yahudilerin prototipi" olarak tanımladı. Ve şöyle devam etti :
"Bunların Yahudi olduklarını ve oradan oraya göçmenin ırklarının ka­
rakteri nde bulunduğunu unutmayalım . . . " Ardından, kendisinin ve mes­
lekdaşlarının klinik gözlemini yaptığı vak 'aları tanımlayarak, karakterin
ve nedensel liğin etkilerini birbiri nden ayırt etmeye çal ıştı :
B u gezgincilik hastalığının olası nedenleri nelerdir? Bunlar. K.' nin durumunda­
ki gibi travma mıdır. . . yoksa S . ' nin durumundaki gibi şiddetli heyecanlar mıdır?
Kartafilus' un evinden kaçıp gezginciliğe başlaması şiddetli bir heyecanın, Me­
sih İ sa'nın Çarmıhtaki ızdırabını görmenin sonucu değil miydi?

Hıristiyan batıl inançlarıyla tıbbi pozitiv izm arasında bölünen Meige şu


sonuca v ardı:
Gezgin Yahudi, bugün de var. Hll.13 geç zı iş yüzyıllarda bulunduğu tarzda var. . .
Kartafilus, Ahasuerus, Isaac Laquedem, i ncelemiş olduğumuz örnek vak'alar­
daki hastalarla aynı sinirsel rahatsızlıktan türetilmiştir. 1 10

ı 1J1
Krş . ; Revue scieııtifiquc de la France et de l 'etranger, 1 892/2, s. 1 9 ve devamı
ve özellikle 1 886/ 1 , s. 694-5 .
"19 Krş . ; Charchot, Leçons du Mardi iı la Salpetriere, Paris l 889, s. 348. Charchot

dinleyicilerine bir Yahudi hastasını teşhir ederken "Onu size Ahaseri us ya da


*
Kartafilus'un gerçek bi r zürriyeti olarak tanıtıyorum·• demişti.
GezginYahudi' nin farkl ı kaynaklardaki adları . -ç.11.
1 10 H
. Meige, Etııde sur certains nevropathes voyageıırs: le Jııif Errant iı la Sal­
petriere (tıp doktoraq tezi) Paris 1 893. s. 6, 8, 43 ve 6 1 .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARI ÇAÔI 353

Gustave Le Bon ' un kolektif psikoloji ve ı rk ruhu hakkındaki popü­


ler eserleri , "psikoloj ideki bu son keşifler"i n 1 1 1 nasıl hızla yayılmaya
başladığını ve nasıl çabucak en aşırı ırkçı yorumlar için kullanıldığını
gösterir. 1 1 2 Daha bil e iyi bir örnek, Charcot' nun Yahudi nevrozu ve bu­
nun tehli keli bulaşma i htimalleri hakkındaki müthiş açıklamalarının tar­
tışıldığı Drumont'un La France juive adlı kitabıdır. "Yeterince gari pti r
ki , bu nev roz Yahudiler tarafından bizim neslimizin tümüne aktarı l mış­
tır. . . " 1 1 3
Yahudi lerin gezgi nliğinin başka bil imlere başv urmakla da açıklana­
bileceği doğrudur. Öyle ki, Al man şarkiyatçı Adolf Wahrmund, "boyun
eğdirici Yahudi göçebel i ğinin" tehl i kelerini daha genç Ari hal klarıyla
"kedi nin fareyle oynadığı gibi oynayan" Yahudilerin ı rksal yetişkinl iği­
ne atfediyor ve toprağı talan eden çöl halklarıyla onu kutsayan orman
halkları arasındaki karşıtlığı şiddetle vurgul uyordu. 1 1 4 Bu karşıtl ıklar,
değişik halkların ruhlarının kendilerini çevreleyen manzaranın yansıma­
sı olduğunu düşünen Friedrich Ratzel 'in etkil i "antropocoğrafi" kuram­
larıyla daha da g üçlendi rildi . 1 1 5 Ratzel ' i n b u düşüncesi sonradan Wer­
ner Sombart tarafından kamuya yayıldı. Max Weber ' i n dostu v e rakibi
olan Sombart'ın Yahudiler ve Modern Kapitalizm kitabı, alışıl mamış bi­
çimde kapitalizmin yaratıcıları olarak tanımlanan ve bu yönleriyle güne­
şe benzeti len 1 16 İsrai loğul l arına bir övgüyle başl ar, gerçi bunun ardın­
dan yine Talmudçu, göçebe, hesapçı, doğu çöllerinin bir ürünü olan ve

11 Le Bon. La psychologie des foules, Paris 1 896, s. 1 7- 1 8. Bu çalışma on beş di­


le çevrilmiş ve 1 92 l ' e dek 2 1 . basımına ulaşmıştır. Freud, Le Bon' dan yarar­
lanmış ve Massenpsychologie und /ch-Analyse ( 1 9 1 9- 1 920) adlı çalışmasnda
ondan bol miktarda al ıntı yapmıştı. C. G. Jung da 1 945' den hemen sonra onun
eserini okumayı tavsiye etmişti .
1 1 2 Le Bon ' un anti-semitizmi hakkında bkz. bu kitapta s . 14, 339-340. Irk ruhu
kavramı için özellikle bkz. Les Lois psychologiques de l 'evolution des peuples.
Paris 1 894, s. l 1 -28.
1 13
La France juive, ed. cit. , Paris 1 943, C. 1, s. 1 07- 1 1 0.
1 14
Das Gesetz des Nomadeııtums ımd die heutige Juenherrschaft, Karlsruhe 1 887.
s. 1 37 ve passim.
1 15
Krş . : G . L . Mosse, The crisis of German Jdeology, New York 1 964, s. 1 8: ve
W. Mühlmann. Geschichte Anthropologie, op. cit. , s. 1 22-26.
1 16 İ
" srai l Avrupa'ya güneş gibi doğar; onun gelişiyle yeni ışıklar parlar; onun gi­
dişiyle her şey çürümeye düşer." Die Jııden und das Wirthsdıajislebeıı, Lcip­
zig 1 9 1 1 .
354 ARi MiTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

bereketl i Al manya doğası içinde v e onun sisli ormanlarında doğmuş


olan gerçek Al manların tam zıddını oluşturan Yahudileri n al ışılmış tas­
v i ri gelir. Yahudi karşıtlığı bakımından bu tanımlardan hangisinin daha
etkil i olduğunu söylemek zordur, ama Yahudiler ve Modern Kapita­
lizm ' in Mein Kampf ı yazarken Hitler tarafından belgesel kaynak olarak
kul lanı lmış olduğu bi linir. 1 1 7
B u çeşitten psikoloj i k kurgular şi mdi kesin ol arak bir yana bı rakıl­
mış ol sa bile, başka bir çeşidi yaşamakta diretmiştir. B u çeşit, i l k ola­
rak tartışmanın, bazı sakinleri nin niyetleri ni her zaman açığa v urmasa­
l ar da irade ya da kalıtım hakkındaki ateşli tartışmalarını bu güne dek
sürdürdüğü, zamanın yeni l i ği olan psi kanaliz alanına kaydığı yi rmi nci
yüzyıl başlarında ortaya çıktı .
Tartışma, ta başından beri kişi sel sorunlarla karışmıştı. Freud ' un bü­
tün mücadeleleri Ari mitinin gölgesi altında yürütül müştü. Ki şisel dü­
zeyde sırf parlak [ öğreti anlamında, -ç.n. ) "en büyük oğlu" ve beklenen
veliahdı G. C. Jung ile dramati k i lişkilerini hatırlamak yeter. Gerçekten
de bu şaki rdi, Freud ' a yaptığı ilk ziyareti nden kısa bir süre sonra içi nde
barınılmaz bir gettodan çıktı ğının düşünü görmüştü. ı ı s Üstadın bu ayrı­
l ı kçı müridiyle tartışmaları sırasında sinirden baygınlık geçirmiş olması
da aynı derece dikkat çekicidir. 1 19 Fakat yorumları analizcilere bırakıp
psikanal izin öğreti leri ve içerdiği fikirlerle i l gilenebil i riz.
Freud, Yahudiler ile komşuları arasındaki geri l i mi (ya da sorunu bir
keresinde ortaya koyduğu şeki lde "Yahudi lerin oldukları duruma nasıl
geldi kleri ni ve üzerleri ne bu öl mez nefreti niçin çekti klerini" ) 1 20 Yahu­
di tek-tanrıcılığı ile bu tek tanrıcılığın bastırmış olduğu fakat Hıristiyan­
l ıkta kısmen yeniden ortaya çıkmış olan arkaik fantezi lerin mücadelesi­
nin tari hsel ışığında yorumlamaya çalıştı . 1 2 1 Sorunu som bi r kültürel

1 17
Krş . ; Werner Waser, Hitlers Mein Kampf. Münih 1 966, s. 80-8 1 .
1 18
" İ kameti sırasında Jung bir düş gördü: Bir gettodaydı ve alçak tavanlar bunlar­
dan sarkan merdivenlerle mekan daralmış ve çarpılmıştı. Kendi kendine düşün­
dü: ' Hay lanet, insan böyle bir yerde nasıl yaşayabilir' Bu onun için gerçek bir
şok oldu. B u yeri Viyana'da gördüğü herhangi bir yere benzetemedi , kaldı ki
bildiği kadarıyla Viyana'da olmaktan memnundu." (E. A. Bennet'in aktardığı
bir düş, C. G. Jııng, Londra 1 96 1 , s . 34.
1 19
Krş. ; E. Jones, Sigmund Freud .. ., Londra 1 953- 1 957, C. 1, s. 348 ve C. i l , s. 6 1 .
1 20
Arnold Zweig'e mektup, 30 Eyl ül 1 934.
121
Krş . ; özellikle Musa v e Tektaıırıcılık
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARI ÇAGI 355

mesele kılarak bir "di nsel yanılsamalar" dizisi şekl inde açıkladı. B üyük
antropoloj i k miti Totem ve Tabu 'da ahlağı , dini , sanatları - insanın insan
yapan her şeyi - aynı kaynağa atfetti (Oedipus Kompleksinin kurul uşu­
nun izlediği " başlangıçtaki baba katl i" ne). 122 B unun i ma ettiği doğadan
"kopuş" , temel hal i ne geldi ya da belki, yeniden bir kez daha temel ha­
line geldi . B u bütünüyle daha dikkat çekiciydi çünkü Freud psi kanaliz­
deki en son keşiflerin "daha önceki dönemlerin i nsan kibrinin insan so­
yu ile hayvanlar arasında çok derinden açtığı yarı ğı" daraltacağını um­
muştu . 1 23 B ununla birl i kte, Frcud ' un yazışmalarındaki kimi pasajlar,
Samiler ile Ariler arasında yapısal ya da kalıtsal bir farkın gerçekliğini
kabı11 ettiğini akla geti riyor. Kari Abraham ' a 1 908 yılında yazdığı mek­
tupta ortak "ı rksal tercih" l eri ne karşı kendisini uyarırken "Ne de olsa,
bizim Tal mudça düşünüş tarzı mız öyle kolayca ortadan kal kamaz" diye
yazmıştı. 1 24 Otuz yıl sonra, Musa ve Tektanrıcılık adlı çalışması nda An­
tikitenin Yahudi leri ne kendilerine " Musa ' nın dininin yükleri ne" katlan­
malarını sağlayan " gari p bir fizyolojik yetenek" atfetmişti . 1 25 Freud ' un
biyoloji bil i mine toptan meydan okuyarak hayatının sonuna dek sav un­
maya devam etti ği bu tür fikirler, kazanıl mış zihinsel karakteristiklerin
kalıtım yoluyla gelecek kuşaklara aktarı ldığına i lişkin yeni-Lamarkçı
inanca (" hatırlatıcı izler" v arsayımı) uygundu. 1 26
B ununla birli kte, bu hipotezi öbür kav ramlarından daha fazla hay-

1 22 Musa ve Tektaıırıcılık'ın son kısmı ("Totemizme çocuksu dönüş").


1 23 Musa v e Tektaıırıcılık, "Gesammelte Werke" Londra 1 942- 1 95 2 , C. XVI, s.
207.
ıı-ı 1 1 Mayıs ve 1 1 Ekim 1 908 tarihli mektuplar: "Sırf en iyi sizinle (ve bir de Bu­
dapeşte "deki meslekdaş ı mız Ferenczi ie) geçi ndiğim için ırksal tercihlere çok
fazla taviz vermemenin ve bu yüzden daha yabancı Ariyi (C. G. J ung] görmez­
den gel menin boynumun borcu olduğunu hissediyorum."
1 25 "Yahudi halkı haline gelen kitlelerde gari p bir fiziksel yeteneğin bul unduğunun
kanıtını, seçilmiş halk olma ödül ü ve belki benzer derecede bazı başka arma­
ğanlar karşılığında onların içinden M usa'nın dininin yüklerini çekmeye hazır o
kadar çok bireyin çıkması olgusu gösterir" Musa ve Tektaıırıcılık. op. cit. s.
2 1 8- 1 9.
ı :u, "Kazanılmış karakterlerin izleyen kuşaklara geçirildiğini işitmeyi reddeden bi­
yoloji biliminin bugünkü tavrı hiç kuşkusuz benim konumumu daha da zorlaş­
tırıyor. B ununla birli kte bütün alçak gönüllülüğümle itiraf etmel iyim ki biyolo­
jik evri mde bu etmen olmadan yapamazdım . . . Eğer öyle değilse, girdiğimiz
yolda bir adım daha i leri gidemeyiz, ne analizde ne grup psi kolojisinde. Cüret
göstermekten kaçınılamaz." Musa . , s. 207 .
..
356 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI v e MiLLİYETÇi FİKiRLERiN TARiHi

v anlar alemini kapsayacak şeki lde geni şletmedi ; v e ona göre İd atasal
ya da soyoluşsal [phylogenetic -ç.n. ] kal ıtı mın derinliklerinde yitip git­
mi ş bir gizin taşıyıcısıydı. 1 27 Kendisini şu ya da bu şekilde kişisel ol a­
rak etkileyebilecek sorunların eşiğine gelince durmakta da aynı bil i m­
sel temkinliliği gösterdi. Bunu 1 93 1 'de zamanının pek çok insanı gibi
erkeklerden aşağı olduklarını düşündüğü kadınlar konusunu ele aldığın­
da öylesine açıklamıştı. Böylesine polemiğe açı k bir konu hakkında psi­
kanalizin hükmünün Dostoyev ski ' nin ünlü iki uçlu değneğine benzeme
riskini taşıdığı sonucuna varmıştı. 1 28 Freud ' un büyüklüğü, yol açıcı bir
başarı elde ettikten hemen sonra durmayı ya da geri çekilmeyi bi lme er­
demi nde ve kendi sine "buradan ileri sine gidemem" diyebilmesine i m­
kan v eren alçakgönüllülüğünde yatar. 1 29 Ve kendi sini bir Yahudi olarak
tanımlamaya çalıştığında "içsel bi r kimliğin temiz v icdanı içi nde, aynı
psişik yapıyı paylaşmanın derin farkı ndal ığından" ve "kel imelerle ifade
edilebileceği nden çok daha güçlü olan karanlık duyusal kuvvetlerden"
söz etmeye gönül indirebil mesi bu y üzdendi r. 130
Buna karşılık Jung, daha Freud 'dan kopuşmadan bile önce, onun
hiçbir zaman nüffiz edememiş olduğu " bütün insanlarda ortak olan o
daha derin tabaka"yı açığa v urabi lecek bir söz dağarcığı aramaya başla­
mıştı. 13 1 Ayrılığını önceleyen eseri nde, "Öte yandan, bilinçdışı ev rensel-

1 27 Aklımdaki şey Bayan L. Frey- Lohn 'un doğru tahlilidir: "Freud, İ di bir yandan
bedensele açık ya da 'enerjisini oradan çeken' öte yandan kendisini atalarımı­
zın soyoluşsal ya da ilkel mirasının derinliklerinde ve kuytularında yitirmiş bir
gizin taşıyıcısı olan bir alan sayıyordu." ( Voıı Freud zu Jung, Studien aus dem
C. G. Jung-lnstitut, Zürih 1 969, s. 1 5 1 ).
1 28 "Fakat bu çeşit psi kanalati k uslamlama sık sık olduğu gibi burada bize Dosto­

yevski 'nin "iki uçl u değneğini" hatırlatıyor. Böyle düşünenlerin muarızları ken­
di taraflarında dişi cinsin derinden duydukları erkeklerle eşitlik özlemleriyle
çelişen böyle bir görüşü kabOl etmemelerinin çok doğal olduğunu düşünecek­
lerdir. Analizi bir anlaşmazlık silahı olarak kullanmak açıkça hiçbir sonuca gö­
türemeyecektir. (Uberdie weibliche Sexualitiit, "G .W.", C. XIV).
1 29 Örneğin İ de geri çekilen arzuların değişmezliğine yaptığı göndermeye bkz: "Bu

çok önemli keşifler için bir yaklaşım sunuyora benziyor. Gene de, ne yazık ki
ben kendim burada hiçbir ilerleme kaydedemedi m ... Bu şeyleri daha fazla an­
lamak için çok şey verirdik!" (Neue Folge der Vorlesungen zur Einführung in
die Psychoanalyse, "G. W.". C. XV. s. 8 1 ).
uo Ansprache an die Mitglieder des Vereins B 'nai B 'rith , 6.5. 1 926, "G . W.". C .

XVII. s. 5 1 -5 3 .
1�1
" Freud, bütün insanlarda ortak olan şu daha deri n tabakaya nüfOz etmedi . Ta-
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARİ ÇAGJ 3 57

dir: Sadece bireyleri bir ulus ya da bir ırk içi nde birbirleri ne bağlamak­
la kal maz, aynı zamanda onları geçmişin i nsanları ve onların psikoloji­
leri ile de birleştirir" saptamasında bulunmuştu. 132 Kendisinin büyük
kavramı Kolektif Bilinçdışı 'nın başlangıcı buydu. Bu kavramı 1 9 1 7'de
"bütün dünyanın bütün zamanlardaki deneyimlerinin ambarı ve bu y üz­
den sonsuz çağlar boyunca i nşa edi lmiş bir dünya i mgesi" olarak ta­
nımladı. 1 33 Jung. di nsel inançların ev rensel liğinde bu i mgenin bir teza­
hürünü kav ramış olduğunu düşünüyordu. Bu, insana "doğal vahiy" ku­
ramlarından birini hatırlatıyor - Kolektif Bilinçdışı, tanımı gereği bil i nç­
li bir formülasyona gelemediğinden ve hepsi nden önemlisi, Jung, en
azından dinozorlar çağına dek geri gittiği için kendisini i nsan türüyl e sı­
nırlamaktan çok uzak olduğundan, gerçekte çok farklı bir şeyle uğraşı­
yordu. B u yol la biyoloj i k ev ri m ağacı tinsel bir üstyapıyla taçl anmış
ol uyordu:
Bedenlerimizin ve sinir sistemimizin yapısında bütün kalıtımsal tarihimizi yanı­
mızda taşıyoruz. Benzer biçimde atasal geçmişimizin ve onun geleceğinin izle­
rini ortaya koyan ruhumuz için de aynı şey geçerlidir. . . bir kez varolmuş olan
her şey, içimizde hata mevcut ve işler durumdadır.

Jung, bu ön kabı1lden hareketle arketipler kuramı nı kurdu. Örneğin, ej­


derha arketi pi , omurgasızların ve omurgalıların art arda yaratılmasıyla
"doğanın iki büyük deneyi mden geçmiş" olmasındandır. Bu yüzden,
"biz, hem (sempati k sinir sistemi sayesinde) kabuklu , hem (omuri lik
sayesinde) sürüngeniz ... " 1 34

rihsel ödevi ne sadakatsizlik etmeksizin bunu yapamazdı . Ve bu ödevi yerine


getirmiştir - kişinin bütün ömrünü adamasına değen ve kazandığı ünü tama­
miyle hak eden bir ödev." ("Sigmund Freud als kulturhistorische Ersche­
inung", 1 932, Wirklichkeit der Sele, Zürih 1 939, s. 1 3 1 . )
1 32 "Das Allgemeinverbreitete, das nicht nur die Individuen unter sich zum Volke,
saondern auch rückwiirts mit den Menschen der Vergangenheit und ihrer
Psychologie verbindent." ( Wandlungen und Symbole der Libido, Leipzig 1 9 1 2,
s. 1 7 1 ; krş. L. Frey-Rohn, op. cit. , s. 1 7 1 ).
ı .n Das kollektive lJnbewusste ist der Niederschlag aller Welterfahrung aJler Ze­
iten, daher also ein Bild der Welt das seit Eonen sich gebildet hat" (Die Psycho­
logie der unbewusste11 Prozesse, Zürih 1 9 1 7, s. 1 1 7). Analytische Psychologie
und Weltanschauung 'da da benzer bir tanım vardır, 1 927- 1 93 2 ; krş. Jung, "Ge­
sammelte Werke" , Zürih 1 964, s. 428 ve devamı.). Bkz. Frey-Rohn, s. 1 7 1 -75.
1 3� C. G. J ung, L'honımtt <i la decouverte de son ilme ( Dr Roland Cahen 'in önsöz
ve uyarlamasıyla), Paris 1 962, s. 298. Bu metnin yaz ı l ı ş tari h i n i 1 932 y ı l ı ola-
358 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

Burada, tinsel l i k kı lığında Haeckel ' i n " protistanın ruhu" ya da "dün­


yanın ruhu"nun peşinde Naturphilosophie 'ye tam bir geri dönüş yapıl­
dığını görüyoruz. B ununla birlikte, soyoluşsal şeki lde bütün hayatın kö­
keni nden türeti lmiş olan bir Kolektif B i l i nçdışı, evrim yasalarına uy­
mak ve çeşitlenmek zorundaydı . Jung ' un anladığı şekliyle İnsanın ol uş­
turduğu son aşamaya gel i nce, Freud ' un "zihnin nev rotik durumlarının
psikoloj i si "ne, bunun süper-ego kav ramıyla birlikte "psikolojik kuram
kılığında Yehova' nın zamanın onurlandırdığı imgesini kakalama" çaba­
sını temsil etti ği şeklindeki eleştirisinde 135 ardından geleceklerin bir
uyarısı çıkarılabilir. Bu eleştirinin tarihi 1 929 yılıydı . Jung, bundan dört
yıl sonra Hitler ' i n iktidara gel işinin hemen ardı ndan, "Cermen psi kolo­
jisi" ile "Yahudi psikoloj i si " 136 arasında sistematik kıyaslamalara giriş­
ti v e "Ari Bilinçdışı"nı her düzeyde " Yahudi bilinçdışı"nın karşısına çı­
kardı. Av rupa düşüncesinin Fichte, Schlegel v e Renan ' dan beri gel işti r­
miş olduğu kategoriler ve antitezler yazılarında ansızın ortaya çıktı -
eri l l i k ve dişi l l i k, göçebelik v e istikrar, yaratıcılık ve kısırlık, gençlik v e
yaşlılık. Sadece bunlardan çıkarılan sonuç yeniydi :
O [ Freud] , Cermen ruhunu kendisinin bütün o Cermen taklitçilerinin [Nachbe­
ter) tanıdığından daha iyi tanımıyordu. Acaba Nasyonal Sosyal izmi n bütün dün­
yanın hayran gözlerle izlediği kudretl i zuhuru onların bunu daha iyi bellemesi­
ni sağlamış mıdır? 1 37

rak veren Dr Cahen, Jung ' un yayımlanmadan önce gözden geçirdiği (bir grup
üyesince tutulmuş olan) notlara dayandığını bildi rir.
1 35 Der Gegensatz Freud und Jung, "G. W.", C. i V, Zürih 1 969, s. 387 ve s. 39 1 -

392.
1 36 Geleiwert des Herausgabers, "Zentralblatt für Psychotherapie" , VI ( 1 93 3 ) .
J u n g , Erns Kretschmer ' i n i stifasıyla 1 933 'de b u yayının eşeditörü oldu.
1 37 " Yahudi , kadınlarla bu ortak tuhafl ığa sahi ptir: Fiziksel bakımdan zayıf oldu­
•••

ğundan hasmının zırhındaki çatlakları hedef alır ve bu teknik asırlarca kendile­


rine uygulanmış olduğundan, başkalarının en kırılgan olduğu noktalarda Yahu­
dinin kendisi en iyi korunmuş durumdadır. İ ki kattan daha fazla eski olan kül­
türlerinin sonucu olarak i nsani zaafları ve aşağılıkları hakkında geniş ölçüde bi­
l i nçl idirler ve bu yüzden bu bakımdan bizden çok daha az kırılgandırlar. Bizim,
kendimiz hakkımızda hiçbir yanılsamaya düşmemek için çok genç ol mamıza
karş ılık, onlar iyic i l , dost ve hoşgörülü bi r çevrede kendi kus urlarının ( Untu­
genden) bilinciyle yaşama yeteneğini de bu kadim kültür deneyimine borçlu­
d urlar. Ü stelik, yazgı bizi (i htiyacımız olduğu için) tek yanl ı ideal ler, inançlar,
planlar, vs. şekli ndeki sözde yanılsamaları sona erdirmenin zorunlu olduğu kül­
türü hala yaratmaya davet etmekted ir. Eğiti mli Çi nli ler ıı i ııı , kültürü yaklaş ık
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARI ÇAGI 359

B ununla birlikte Jung'un Ari mitolojisinin nüanslarla dol u olduğu


ve 1 934'te Nazilerle o şeki lde uzlaşmakla kendi okulunu korumayı ve
aralarında Yahudilerin de bul unduğu Alman meslekdaşl arına yardım
edebi lmeyi ummuş bulunduğu açıkça söylenmelidir. B una, bir terapist
olarak sami mi tutkusunun yatıştırıcı bir etki sağlamak v e ortaya çıkmak­
ta olan şeytanları kov mak olduğu da eklenmel idir. 1 38 Ne v ar ki, zaman-

üçbi n yaşında olan bir ırkın üyesi olan Yahudi bizden daha geniş alanlarda bi­
l i nçlidir. B unun sonucunda, genel olarak konuşursak, Yahudi için bilinçdışını
değersizleştirmek daha az tehlikelidir. B una karşılık Ari bil inçdışı, gerilimler ve
henüz gerçekleşmemiş bi r geleceğin yaratıcı tohumlarını barındırır ki, kişi onu
ruha zarar vermeksizin çocukça bir romantizmle değersizleşti remez. Daha ha­
la genç olan Cermenik hal klar yeni kültür biçimleri yaratma yeteneğine bütü­
n üyle sahi pti r ve bu gelecek, enerj i yüklü, güçl ü bir alev çı karmaya muktedir
bi r tohum şeklinde hata her birey i n bilinçdışının karanl ı ğı nda yatmaktadır. Gö­
rece bir göçebe olarak, içgüdüleri ve yetenekleri gel işmek için daima az çok
uygarlaşmış bir konak halka i htiyaç duyduğundan, Yahudi asla kendine ait bir
kültür üretmemiştir ve muhtemelen hiç üretemeyecekti r. Bu y üzden deneyim­
lerime göre Yahudi ı rkı bir bütün olarak Ariyle ancak koşul l u olarak kıyaslana­
bilir olan bir bilinçdışına sahiptir. Bazı yaratıcı bireyler bir yana, ortalama Ya­
hudi henüz doğmamış bir geleceğe gebe kal mak için şimdiden fazla bilinçli ve
fazla aldırışsızdır. Ari bilinçdışı Yahudininki nden daha y üksek bir potansiyele
sahiptir; yani barbarlıkla henüz tamamen kopuşmamış bir gençl iğin avantajla­
rına ve dezavantaj larına. Benim fikrimce, bütün Yahudiler için bile bağlayıcı ol­
mayan Yahudi kategorilerini Hıristiyan Almanlara ya da Slavlara ayrım gözet­
meksizin uygulamak, bundan onceki tıbbi psikolojinin büyük bir yanlışıydı.
Böyle yapmakla, tıbbi psikoloji Cermen halklarının en değerli sırrının - ruhun
yaratıcı yalvaçça derinlikleri n i n - çocukça banal bir batak olduğunu ilan etti,
buna karşılık onyıllardır yükseltiğim uyarıcı sesi m, Yahudi karşıtlığı kuşkusuy­
la karşılandı . Bu kuşkunun kaynağı Freud 'dur. O, Cermen ruhunu kendisinin
bütün o Cermen taklitçilerin in [Nachbeter] tanıdığından daha iyi tanımıyordu.
Acaba Nasyonal Sosyalizmin bütün dünyanın hayran gözlerle i zlediği kudretli
zuhuru onların bunu daha iyi bel lemesini sağlamış mıdır? Nasyonal Sosyalizm
henüz yokken, bu işiti lmemiş gerilim ve enerji neredeydi ? Alman ruhunda,
başka her şeyin güvenilmez çocukça arzuların ve çözümlenmemiş aile geçim­
sizl i klerinin çöp tenekesi olduğu bu muazzam deri nlikte, yatmaktaydı. B ütün
bir halkı ele geçiren bir hareket, her bir bireyi de yetişkin kıldı .. " Zur gegen­
.

wiirtigen Lage der Psychotherapie, "Zentral blatt für Psychotherapie" , VII,


1 934.
UK
Krş . ; İ sviçre ' de 1 936 'da yayımlanan ve J ung' un içi nde Nazi görüngüsüne olan
i l gisini pol i ti k ya da taktik nitelikteki zihinsel sınırlamalarla daha az kısıtlanmış
bir tarzda gösterdiği Wotan başlıklı inceleme. Aufsiitze zur Zeitgeschichte, Zü­
rih 1 946, s . l -23.
360 ARİ Mili : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLiYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

dan bağımsız kolektif ya da ırksal ruh kav ramı kendi mantı ğına sahi ptir
v e Jung ' un Fransız şakirdi Dr Cahen 1 948 'de üstadını övmek için
"Jung ... biyolojik ve ondan da fazla psikoloj i k doğasında bir Alman ola­
rak kalmıştır" 1 39 diye yazdığında, izleyici lerinin bi limsel değerine haJa
inandığı bir öğretiyi doğru biçimde uygulamıştı. 140
Jung ' a karşı yükselen i l k eleştirel sesin, bizzat Freud ' un buyurgan
sesinin, kendi sini kendi antropoloj i k mitini oluşturmaya itmiş olan ge­
rek bil i msel, gerek Yahudice saldırgan bi r niyet sergi lediğini bel i rtmek
i lginç olacaktır. Freud, l 9 1 3 ' te Jung' un kendisine terk etmesinin hemen
ardından Abraham 'a şunları yazdı : " Düzeltmeler ve edebiyattan al ına­
cak eklemeler dışında, totem işi bitti . Kongreden önce Imago ' nun
Ağustos sayısında çıkacak ve bütün Ari dinsel l i ğiyle i l i şkimizi kesme­
mize yarayacak. Çünkü, sonuç kesinl ikle bu olacak. "14" Bir kez daha
Freud haklıydı. Münib Kongresi sırasında J ung, İngiliz psikanalist Er­
nest Jones ' un Freud ' u destekledi ğini görünce şaşakalacak ve ona şöy­
l e diyecekti : "Sizi Hıristiyansınız sanıyordum. " 142
İ kisinin yöntemlerine bakıldığında, Jungcu Dr Frey-Rohn, "belirle­
yici anda Freud şeyleri daima kişisellikleri v e somutl ukları bakımından
görmeye eğiliml iydi, buna karşılık Jung, kişisel olmayana ve genele yo­
ğunlaşırdı" yorumunda hakl ıya benziyor. 143 Değerler bağlamında,
----- - - - -- · -· -

1 39 Dr Cahen ' i n önsözü, C. G. J ung, Aspects du drame contemporain, Cenevre


1 948, s. 62.
ı .ııı Krş. ; E. A. Bennet, C. G. Jung, Londra 1 96 1 , s. 95- 1 02 (Jung-Bennet yazışma­
ları).
141 1 3 Mayıs 1 9 1 3 tarihli mektup.
1 42 Jones olayı şu şekilde hatırlar: "Hoşnutsuzlardan biri olduğumu gördüğünden,
sonrasında bana geldi ve şöyle dedi : 'Sizi Hıristiyansı nız sanıyordum . ' (yani
gayrı Yahudi ). Alakasız bir sözmüş gibi geldi bana, ama galiba bir anlamı var­
dı." Sigmund Freud . . . , op. cit., C. il, s . 1 1 5 ."
1 43 Bayan Frey-Rohn, " Phylogenetische Erbschaft und historische Verdrangung"
alt başlığında şöyle yazar: "(Musa ve Tektanrıcılık'tan) Aktarılan pasajlar, onun
görüşleriyle Jung' ınkiler arasında bağdaştırılamaz bir uçurum bulunduğunu
göstermeye yeterl idir. i kincisi tarihsel ve mitsel olayların sadece bireysel kate­
gorilerle değil ama aynı zamanda soyol uşsal mirasın temelini ol uşturan tari h­
sel olayların kolektif anıları aracılığıyla da açıkl ıyordu. Belirleyici anda Freud
şeyleri daima kişisellikleri ve somutlukları bakımından görmeye eğilimliydi,
buna karşılık Jung, kişisel olmayana ve genele yoğunlaşırdı. ( Von Freud zu
Jung, op. cit. s. 1 82-3) .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARI ÇAGI 361

Jung ' un hataları kamutanrıcı ya da başka türlü olsun, evrenselcil ikten


ırkçılı ğa uzanan diyalekti ği gösteriyor ve eski summum jus, summum in­
juria * özdeyişini akla getiriyor. Ama bu kaygan bir zemindir; ve Fre­
ud ' un örneğini izleyerek, felsefi diyalektiğin psikanali ti k diyal ektikten
bile daha kolaycana " i ki uçlu değnek" hfiline gelebildi ğini aklımızda
tutsak iyi ol ur.

EN UYGUNLARIN HAYATTA KALMASI


Genel inanışın aksine, iki ünl ü ilke, en uygun olanın hayatta kalması v e
varolma mücadelesi, Darwin deği l, Herbert S pencer tarafından formüle
edi l mişti r. Aslına bakılırsa, İnsanın Türey iş i ' ni n yazarı birçok bakımdan
sadece çağının bir sözcüsüydü. Ev ri m kav ramı, birçok kişinin emeğinin
ürünü olsun ya da ol masın, şu i leri denen ırkların üstünl üğü v e insani
i lerleme gibi iki eski fikri , infusoriadan insana bütün canlı varlıkları bir
i lerleme çizgisi içinde birleştiren daha büyük bir şemaya yerleştirmiş­
ti. Sınırsız i lerleme fi kri söz konusu olduğu kadarıyla, on dokuzuncu
yüzyılın ortasından beri bu fikrin önde gelen sav unucusu Herbert Spen­
cer olmuştu. Zamanının pozitiv i st ruhuna uygun biçimde, enerj inin sa­
kınımı yasasını evrim ile birleştirmişti . İnsanın daha iyi bir geleceğe
doğru i lerlemesi nin evrensel bir yasanın sonucu olduğuna ve ev rimin
"ancak en büyük mükemmel leşmede v e en tam mutlulukta son bulabi­
leceğini" kanıtlayabildiği ne inanıyordu. 144 Aynı zamanda bu i lerlemenin
ak ırkın önderl iğinde yapı lacağı ve öbür ırkların bir süre i l kel ya da geri
durumda arkada kalacağı da Spencer ' ın gözünde son derece açıktı . İn­
sanın ni hai ama hala uzak yücelişinin ne olacağı konusunda kararsız
kalmakla birli kte, birbirinden büyük ölçüde ayrı olan soyların her ne şe­
ki lde ol ursa olsun birbi ri ne karışmasına son derece karşıydı . 1 45 Böylece,
ilerleme fi kriyle ırksal hiyerarşi arasında daha önceki yazarlarda göster­
miş olduğumuz bağlantı, Viktorya çağının bu tipik yazarında özel l i kle
açık bir biçi mde ortaya çıkıyordu.
---- - - - - -------

*
lat. Aşırı adalet, aşın haksızlıktır. -ç.n.
ı +ı"First Pri nciples" . krş . R. Hofstadter. Social Darwinism in American thought,
1 955 basımı, s . 37; aynı zamanda bkz. Spencer, Social Statistics, Londra 1 85 1 ,
s. 34.
145 S pencer 'dan bir Japon hayranına mektup; krş. Th. Gosset, Race: The History
of an idea in America. 1 965 basımı, s. 1 5 1 .
362 A RI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇi FiKİRLERİN TARİHİ

İnsan türünü üstün ve aşağı ırklara ayırdı ğı aynı şekilde açıkça görü­
len Darwin de genel olarak bu iyimserli ği paylaşıyordu. Bu görüşler,
belki açıkça dile getiri lmemiş ama bir çeşit satır arası ifade olarak İnsa­
nın Türeyişi' nin birçok pasajında bul unabilir. Örneğin, farklı ırklar ara­
sındaki zihinsel gelişim farklılıkl arının aynı ırktaki insanlar arasındaki
farklı lıklardan daha büyük olduğunu düşünüyordu. 146 Darwin, İngiliz
sömürgecilerinin atılganl ığı hakkı ndaki oldukça ilginç bir pasajda adı
gölgede kal mış bir din adamı olan M uhterem Zi ncke ' i n görüşünü be­
nimsemişti : Ona göre, Batı tari hi açı kça bel irlenmiş bir sonuca yönel­
miş g i bi gözüküyordu, Anglo-Sakson ırkının dünya çapında yayılma­
sı. 1 47 Darwin, kitabının ilerleyen bölümlerinde, insan ırklarının doğal
seçme yol uyla ortadan kal kmasıyla i lgilenirken belli bir temki n l i l i k
göstermiş v e dünya ölçeği nde kurgularla uğraşma riskine girmekten
kaçınarak kendisini bu durumun o zamanlar iyi bilinen örnekleri olan
Tasmanyalıların ve başka bazı Pasifik halklarının tasv iriyle sınırlamış­
tı. 1 48
Belirl eyici bir adım, doğal seçil i m kuramının e ş yazarı Alfred R.
Wal lace tarafından 1 862 ' de atıldı. Malaya cangılında yaptığı keşif gezi­
si sırasında, "Cermen ırklarının hayranlık v erici zekasını" (bununla kuş­
kusuz beyaz ı rkları kast ediyordu) ortaya çıkarmış olan insan türünü yö­
neten yasalar hakkında uzun uzun düşünmüştü. Deneyim bu ırkların da­
ha şi mdiden "zihinsel olarak az gelişmiş" çok sayıda halkı ortadan kal ­
dırmış olduğunu gösteriyordu v e Wal l ace bundan çıkarak b u sürecin bü­
tün renkli halklar ortadan kalkı ncaya ya da yavaş yavaş solup gidince­
ye dek kesi nlikle devam edeceği sonucuna vardı . Varol ma mücadelesi­
nin yasaları Cermen halklarının sonunda bütün öbürlerini kendine kat­
ması nı ya da onların yerlerini almasını gerektiriyordu. 149
Geriye, uygar dav ranışın incel tici etkilerinin ya da ahlak ilkelerinin

ı -16 "Değişik ırklardan i nsanlar arasındaki daha büyük farklılıklar şöyle dursun, ay­
nı ırktan i nsanlar arasındaki zihinsel yeti lerin farklılığı ya da çeşitliliği o kadar
iyi bil inir ki fazla söz hacet yoktur . . . " The Descent of Man, op. cit., s. 4 1 4.
1 47 A.g.e., s. 508.
ı .ııı A.g.e., s. 542-50 ("On the Extiction of the Races of Man") .
1 49 Krş . ; A . R. Wallace, "The Origin o f Human Races and the Antiquity o f Man de­
d uced from the thoer of ' Natura! Selection , The Anthropological Review, 1 1
"'

( 1 862), s . clvııı v e devamı , v e V ( 1 867), s. 1 03- 1 04.


MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARI ÇAGI 363

doğal seçmenin işleyişini bozup bozmayacağı kal ıyordu. Darwin, bun­


ların başka türlü v arol ma mücadelesinin katılığında yok ol maya yazgılı
olan insanların hayatlarının ve çocuklarının korunmasını sağlayarak bu
işleyişi değiştirebileceği ni kabul edecek i l k kişiydi . Fakat, bu durum
uygar halkların kalitesine zarar v erebilecek olsa da, Darwin en güçlü v e
sağlıklı unsurların üreme oranının daha yüksek oluşuna bakarak ihtiyat­
lı bir iyimserliği koruyabi liyordu. ı so Buna karşılık, daha İnsanın Türe ­
yişi ' nin yayımlanmasından önce bi le, uygarlığın al ışkanlıkl arının yoz­
laşmış ırkları ya da aşağı soyları kayırma tehlikesi yarattığını düşünen
yazarlar v ardı. Örneğin 1 868 'de W. R. Greg diye biri , İrlandal ıların ve
İskoçların demografisini karşılaştırarak "edepsiz Keltlerin" erdeml i
Saksonlardan daha hızl ı çoğaldığı nı ilan etmiş ve aşağı ırkın erdemi de­
ğil tersi ne kusurları sayesi nde galebe çalmaya başladığı sonucuna var­
mıştı. ı s ı Bu, soysağlığı (eugenic) bi limi haline gelecek akımı haber v e­
ren ilk çocukça alarm çığlığıymış gibi gözüküyor.
Bundan bir yıl sonra, söz konusu bi limin Darwin ' i n kuzeni olan ku­
rucusu Francis Galton ( 1 822- 1 9 1 1 ), Hereditary Genius (Kalıtsal Deha)
adlı kitabıyla l istelere girdi. Zihinsel karakteristi klerin, esas olarak da
zekanın fizi ksel özelli kler gibi kalıtım yoluyla aktarıldığını göstermeyi
amaçlıyordu. Yeteneklerin ve becerilerin farklı ai leler arasında kuşaklar
boyunca eşitsiz dağılımını gözleyerek, bunların ölçülebi l mesi için, bü­
yük i nsan ırklarına uygulanabileceğine i nandığı bir sayısal not sistemi
gel iştirdi . Örneği n, ona göre Zenci ırkı Ak ırktan "iki not" aşağıyken
Av usturalya yerlileri " üç not" aşağıdaydı . ı sı Bu gerçekler bil inince, bu­
na uygun önlemlerin alınmasıyla "yüksek yetenekl i bir insan ırkı" yetiş­
ti rmek mümkün olabilecekti. Şöyle devam etti : " Etki l eri nin çok az far­
kına v arılan sıradan topl umsal failler şu anda insan doğasını geriletmek
yönünde işliyor daha başkaları ise bu doğayı iyileştirme yönünde etki
gösteriyor. " Mevcut nesil üzerinde etki etmekte olan bu toplumsal et­
menleri incelemek gelecek nesi llere borçlu olunan bir görevdi. ı S3

1 50 The Descent of Man, s . 50 1 -9 ("Natura! selection a s affecting civilized Nati­


ons"),.
151 A.g.e., s . 507, Greg ' i n makalesinden aktarıldığı yer.
1 52 Hereditary Genius, Londra 1 869, s. 336-50 (The comparati ve worth of diffe­
rent races ).
1 53 A.g.e., s. ı ve devamı.
364 A Ri MİTİ: A VRUPA 'DA IRKÇI v e MIWYETÇİ FiKİRLERİN TARiHİ

Galton, Av rupa'da "insan doğasının bozulmasının" baş fail i olarak


Roma Katoli k Ki lisesini suçl uyordu. Ki l i se, ruhban sınıfına getirdiği
cinsel l i k yasağıyla ahlakça ve zekaca en iyi olabilecek nesepleri n kesil­
mesine yol açmıştı. Engizisyonun en cesur manev iyatçı grupları temsil
eden sapkınları yok etmesi de benzer sonuç doğurmuştu. "Kilise, atala­
rımızın soyunu mahvetti . Tamamiyle sanki gelecek kuşakları n atası ola­
rak tek başına cemaatin en kaba kesimini seçmeyi amaçlıyormuş gibi
dav randı." B u haince politika Fransa' da Protestanları ezen 1 4. Lui tara­
fından sürdürülmüştü, gerçi bundan başta İngiltere ol mak üzere bunla­
rın sığındığı başka ülkeler kazançlı çıkmıştı. 154 Galton, yaşlılığında Çarın
zulmünden kaçan Yahudiler için de aynı derecede olumlu bir görüş bil­
dirdi . 1 55 Ancak bu döneminde kendi ülkesi nin geleceği hakkında bel l i
bi r kötümserl i k sergi lemeye başlamıştı :
Ell i ya da yüzyıl öncesindeki gibi zeka yetiştiren bir ulus olmaktan çıkmak­
tayız. Zihinsel olarak daha iyi olan soy kendisini eski oranda yenilemiyor; daha
yeteneksiz ve daha az enerjik soylar daha iyi soylardan daha doğurgan . . . Tek ça­
re, eğer mümkünse, toplumdaki iyi ve kötü soylar arasındaki göreli doğurganlık
oranını değiştirmektir.

A ma bu nasıl yapılacaktı ? İtiraf etti ği gibi, sorun, sırf kamuoyunun


bu meselelere i l gisizl iğinden değil bizzat bilim adamlarının henüz kal ı­
tım yasaları üzerinde yeterli bi lgi edi nenemiş olmasından kaynaklanmı­
yor muydu? "Irkımızın fizyolojik ve ahlaki yetilerine zarar veren al ış­
kanlık ve önyargılara karşı "Cihad" ya da Kutsal Savaş açmanın uygun
zamanı, arzulanan bilgi taml ığı kazanıldığı zaman ve daha önce değil an­
cak o zaman gelecektir. " 1 56
Ne var ki, Anglo-Sakson ülkelerindeki kamuoyunun iklimi, sırf din­
sel geleneklerle değil aynı zamanda bireysel özgürl ük tapmcıyla da
uyuşmaz olan böyle bi r haçlı seferi için pek uygun değildi. Aslına bakı­
lırsa doğal seçme yasası farkl ı biçimlerde yorumlanabilirdi . İyi mser ba­
kış açısıyla Spencer, insan ırkını islah etmenin en iyi yol unun rekabet ru­
hunu serbest bırakmak olduğunu kabOI ediyordu. 1 57 Alfred Wal lace ay-

ı s.ı A.g.e., s. 35 1 -62 .


1 55 "Eugenics and the Jew", The Jewish Chronicle. 30 Temmuz 1 9 1 0 .
Pmbability, the Foıındation of Eugenics, Oxford 1 907, s. 1 1 ve 30.
ı.'16

1 57 The Principles of Sociology ( 1 876) . Böl . XXII .


MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARI ÇAÔI 365

nı iyi mserli kle, insanlığın kendiliğinden daha iyi soyların hayatta kal­
masını ve süper-Shakespearelerin, süper-Goethelerin çoğalmasını sağla­
yacak alışkanlıklar benimseyecek şekilde evrileceğine i nanıyordu. 1 58
ABD ' l i sosyal- Darv incil erin en etkil i si olan Wil l i am Graham Sumner
da aynı şekilde doğal seçmenin önünün serbest bırakıl masına taraftardı
- gerçi anl aşıldığı kadarıyla o, doğal seçmenin en avantajlı ürünü olarak
şai rlerdense milyonerleri tercih ediyordu. 1 59 Ne v ar ki, kendi ultra-libe­
ral zi hniyetleri yüzünden, Galton ' ı n Anglo-Sakson izl eyici lerinin üstün
olduğuna inanılan ırkların geleceği bakımından karamsarl ık duymaları
için geçerli neden v ardı. Aralarında en enerji kleri ola:n matemati kçi Kari
Pearson, 1 893 ' te A rl-Hıristiyan uygarlığının ölüm haberini duyurmuştu:
Yazgısının Ari ırklarına ve Hıristiyan inancına ait olmak olduğunu sandığı­
mız, yazısından sanatlarına. huzur verici toplumsal davranış biçimlerine dek
geçmişin en iyi zamanl arından mi ras al mış olduğumuz bir dünyada üstünl ük
kurmak için birbi rimi zle boğuşuyoruz. Kendimizi , kölece diye aşağı gördüğü­
m üz ve her zaman bizim i htiyaçlarımızı karşılamaya mahkOm olduklarını sandı­
ğımız halklar tarafından eli kol u bağlanmış güdülür, hatta belki bi r kenara atıl­
mış durumda bulmak üzere uyanacağız. Tek tesel li, bu değişikliklerin kaçınıl­
maz ol uşudur. Dünya üzerinde başkalarının da katılıp yararlanabileceği barışı,
yasayı ve düzeni örgütlemek, yaratmak v e uygulamak bizi m işimizdi . Gene de
aramızdan biizılarındaki kast bilinci o kadar güçlü ki, o gün gelmeden bizim ge­
çip gitmiş olacağımızı düşünmekten üzüntü duymuyoruz. 1 60

U l usal geleneğin hikmet-i hükümet i l kesine saygı duymak yönünde


olduğu ve bil i mcileri n el üstünde tutulduğu Almanya' da, soysağlığı dü­
şüncesinin geleceği parlaktı. Al man kamuoyu doğal seçme kuramını öy­
le hevesle benimsedi ki, birçok siyasal parti bunu kendi amaçları için
kullanmaya çalıştı . Sosyal demokrasi onun cazibesine kapıldı ; Engels
onu diyalekti k bir yoruma uğratmak istedi. 161 Haeckel, buna doğal seç­
menin ne sosyal i st ne de demokratik, aksine aristokratik olduğu şekl in­
de karşılık v erdi. 1 62 Darv i nci lik anti-semi ti k propaganda için kul lanıl­
maya başladığında, insanın Türeyişi daha neredeyse yayımlanmamıştı.

1 59 Richard Hofstadter, Social Darwinism in American thought, op. cif. , s. 58. W.


G . S umme'ın The Challenge of Facts ' i nden aktarma.
1 6° Krş . ; A.g.e., s . 1 86 (K. Pearson'ın National Life and Character 'ından aktarma) .
161
Krş . ; Dialectique de la nature, op. cit., passim.
1 62
Krş . : E. Haeckel , Freie Wissenschaft und freie Lehre, aktaran K. Pearson The
clıaııces of death . . , Londra 1 897, s. 1 06-7.
.
366 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FiKİRLERİN TARİHİ

O. B eta adl ı bi r yazar, Darwin, Deutschland und die Juden adlı kitabın­
da üretken Germano-Arl ırkı ile asalak Yahudi ırkı arasında bir "varol­
ma mücadelesi" bulunduğunu anlamaları ve bu yüzden bi li msel olarak
haklı gösteri lecek Yahudi karşıtı yasal düzenlemelere gidebi l meleri için,
yetki l i makamları " Darvi nci öğretinin ortaya koyduklarını" dikkate al­
maya çağırmıştı. 163 Daha etki li bir propagandacı olan Profesör Eugen
Dühri ng, Yahudi sorununun burjuva toplumu içi nde çözülemez olduğu­
nu düşünüyor v e Marx 'ı hatırlatı r biçi mde umudunu "topl umun Yahu­
dilerden kurtulmasını" sadece onun sağlayabileceğini söylediği sosya­
lizme bağlıyordu. 1 64 Si yasal alanda, en uygunların zaferinde ısrarıyla
doğal seçme öğreti si, kuramcılara kimin en uygun sayılacağı ve "en çok
çoğal an" ile "en iyi" arasındaki mücadelenin uygar bir topl umdaki so­
nucunun ne olacağı konusunda çok geniş bir tercih imkanı sağladı. Han­
gi soyun ya da hangi sınıfın ya da Arilerin hangi alt ırkının en iyisi oldu­
ğu hakkında, "ırklar arası karışmaların" değeri hakkında ve buna benzer
birçok konu hakkı nda bi rçok kurgu yapılıyordu. Böylece, Almanya' da
soysağlığı hareketinin kurucusu Dr Alfred Ploetz ( 1 860- 1 940), halkın
ırk duygularını körelttikleri için Hıristiyanlığa ve demokrasiye saldırdı ;
ırksal skalanın tepesine Batı Arllerini - v e Ari soyu atfetti ği Yahudileri
- yerleştirdi ( 1 895). 1 65 Ama daha sonra görüşlerini deği ştirdi ve gizli
bir Kuzeyli ler derneği kuracak kadar i leri giderek, il gisini sadece Al­
manlarla sınırladı. 1 936 'da Hi tler kendisini üniversiteye profesör olarak
atayarak ömür boy u kurduğu hayale kav uşmasını sağladı. 1 66
Ploetz'in "ırk hijyeni " adını verdiği soysağlığının Al manya' da yayıl-

ı6.ı O . Beta, Darwin, Deutschland und die Juden oder der Juda-Jesuitismus, Ber­
l i n 1 876, özellikle s. i l ve 32.
ı f'H " B u kötü toplumsal etkiler bir yana, "Yahudi leri n Kurtul uşu" yetersiz kal mış­
tır, çünkü toplumun mevcut koşulları içi nde pratikte çözümsüz kalmış büyük
bir topl umsal meseledir. N üfusun daha fazla Yahudi karışımı almasını önleye­
cek tek güç sosyal izmdir . " E. Dühri ng, Cursus der Philosophie als streng wis­
..

sensclıaftlicher Weltanschauuııg und Lebensgestatltung, Leipzig 1 875 . s. 392-


3.
1 1��
D r Alfred Ploetz, Die Tüchicgkeit unsrer Rasse und der Schutz der Scwac­
hen Berlin 1 895 . s. 5 ,8 ve 1 30- 1 42 ("Die besten Rassen - Westairer - J ude n ) .
, "

1 66
Kari Saller, Die Rassenlehre des Nationsozialismus in Wissenschaft ıınd Propa­
ganda; Darmstadt 1 96 1 , s . 74 ve 1 1 7. (Gizli dernek Ring der Norda ya da Nor­
discher Ring adlarıyla anı l ıyordu).
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARI ÇAGI 367

ması, Krupp ai lesinin " ulusun yararı ve bilimin i l erlemesi adına" 1 900
yılında "Kalıtım kuramından iç siyasetin ve dev let yasamasının evrimiy­
le ilişkisi bakımından ne sonuçlar çıkarılabi lir?" konusunda bir deneme
yarışmasına sponsorluk _yapmasıyla güçlendi. Yarışmanın birincilik
ödülü 50.000 mark idi . Jüri , aralarında Ernst Haeckel ' i n de bul unduğu
altı ünlü bi limciden oluşuyordu. Yarışmaya yağan denemelerin sayısı
altmışı buldu ve aralarından en iyileri masrafları Krupp tarafından kar­
şılanarak yayımlandı. Jürinin raporu, "eski eşitl i k kuramlarını" çürüten
kal ıtım yasalarının önemini v urguluyor ve uygarlığın "insanın doğal ni­
teliklerini bozmak ya da yozlaştı rmak" tehl ikesini getiri p getirmediğini
sorgul uyordu. Rapor, yarı şmacılardan bir ya da ikisi dışında hepsinin
Dev let müdahalesine umut bağladığına da dikkat çekiyor ve bunu "za­
manımızın, ancak ortak iyi adına bireysel özgürlükleri sınırlayabilecek
kadar cesur ve ekonomi k hayatın düzeneklerine uygun biçi mde müda­
haleye yetenekl i olan kudretli bir merkezi gücün v arl ığında mümkün
olabi lecek bir toplumsal ilerleme pol itikası talep ettiğinin" işareti ola­
rak yoruml uyordu. 1 67
B i rincilik ödülü, tıp hizmetleri nin Alman halkı üzerinde daimi bir
soysağlığı denetimi uygulayacak şeki lde dev letçe yönlendiri lmesi ni
düşleyen Dr Wi l helm Schallmayer ' e gitti . Dr Schall mayer, siyasal-ırk­
sal düşüncelerinde büyük bir sakınımlılık göstermi şti : Irkları alışılmış
yani Kuzeyli ırkına belli bir üstünlük tanıyacak şekilde tasnif etse de,
soysağlığı bakımından zararlı olacak savaşlara yol açabileceğini düşün­
düğü pan-Cermenciliği n aşırılıkları karşısında katı bir eleştirel tavır al­
mıştı. Av rupa birliğini sav unacak kadar ileri gidiyor ama bu arada Al­
man pol iti k önderlerine uzun erimli öngörülü bir pol iti ka i zlemelerini
öğütl üyordu. Denemesini "Sırf kısa erimli başarılar peşinde koşmayan
ve kalıtı m i l keleriyle ufkunu genişletip aydınlatmış olan devlet adamı,
halkının geleceğinin yaratıcı gücünün iyi yönetil mesine bağlı olduğunu
fark edecektir" diye bitirmişti. 1 68
Haeckel ' i n başlıca öğrencileri nden Dr Ludwi g Woltmann'a ait ödül
kazanan bir başka deneme tamamen farklı bir ruh taşıyordu. Vacher de

1 67
Krş . ; Natur und Stat, Beitriige zur 11aturwisse11schaftlicher Gesellschaftslehre,
Eine Sammlung von Preisschriften, Jena 1 903, s. 1 -24.
1 68
A.g.e., s. 380 (Dr Schallmayer, "Vererbung und Auslese im Lebenslauf der Völ­
ker"').
368 ARİ MiTi: A VRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FiKİRLERİN TARiHi

Lapouge ' un bu izleyicisi, Dante ' den Napolyon ' a, Renan ' dan Wagner ' e
geçmişin v e kendi zamanının bütün büyük adamlarını dahil etti ği " Ku­
zeylilerin" ya da doli kosefal sarışınların üstünlüğüne yürekten inanmış­
tı . Bu hususu kanıtlamak üzere bu denemeden başka iki de kitap yaz­
dı. 1 69 Alpli, Akdenizli , Sami gibi daha değersiz ırklarla - Moğol larla

hatta zencilerle olan tal ihsiz birleşmelerden söz etmeye bi le gerek yok­
tu - melezlenme, üstün ırkın kalitesini değişti rmi şti . Woltmann 'a göre
geleceğin karanlık gözükmesinin bir başka nedeni daha vardı - Cer­
menler, saldırgan doğalarınca durmadan birbirleriyle döv üşmeye zorla­
nıyordu: "Cermen, kendisinin baş düşmanıdır" ve bu kav ga hepsinin
yok olmasıyla sonuçlanacaktı . İ lerleme yasasının gerektirdiği bu kıyım­
dan kaçı nmanın yol u yoktu. " B u düşmanl ığa son vermek kül türel geliş­
meni n baş koşulunu bastırmak olacaktır ve doğanın yasalarının yerine
boş düşleri koyma yönündeki her türl ü çaba çocukçadır. " "Seçil i min
yasaları" ile "ilerlemenin yasaları" arasındaki bu karşıtlık pek çok düşü­
nür için bir kaygı kaynağıydı . Örneği n, savaşa karşı tav ır ne olmalıydı ?
B i r başka Al man soy sağlıkçısı Dr Steinmetz buna bir yanıt getirmişti :
"Savaş ol masa, bütün insanlar hilekar, bencil ve korkak ol urdu, bugün­
kü Yahudiler gibi. " 1 70
B ununla birl i kte, Woltmann ' ın kanaatince durum yaygın bir topl um­
sal reformlar programıyla düzelti lebi l i rdi. Özell i kle, "kentsel kültürün
ve tinsel soylul uğun organik kaynağını" korumak üzere soyl uların ma­
l i kanelerinin parçalanmasını ve iyi soydan köyl ülere toprak dağıtıl ması­
nı öngörüyordu. Ona göre daha da önemlisi işçilerin "kapitalizmin do­
ğal seçi l i m karşıtı eğili mlerine" karşı korunmasıydı. İşçi sınıfını pol itik
bakımdan gelişti rmenin gereğine de inanıyordu. İşçilere i ktidardan pay
v ermek, onları "dünyanın barışçıl rekabet yoluyla fethedilebileceği" ya­
nılsamasından kurtaracaktı. 171

169 Die Germanen und die Renaissance in ltalien . , Leipzig 1 905 , ve Die Germa­
..

nen in Frankneich .. ., Jena 1 907. Woltmann 'a göre Napolyon, "Cermenik Van­
dalların soyundan" idi .
1 70
Dr S. R. Stei nmetz. "La guerre. moyen de selection collective", A. Constantin,
Le rôle sociologique de la guerre içinde, Paris 1 907, s. 268 ve devamı.
171
L. Woltmann, Politische Anthropologie, EineUntersuchung über den Eirifluss
der Descendenztheorie auf die Lehre von der politischen Entwicklung der Völ­
ker, Leipzig 1 903 , passim, ve özellikle s. 298 ve devamı.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARİ ÇAGI 369

Üçüncü Reich döneminde palazlanan, aralarında Eugen Fischer,


Fri tz Lenz ve Otmar von Verschuer ' i n de bulunduğu bir sonraki kuşa­
ğın soysağlıkçıları v e geneti kçi leri fikirlerini esas olarak Woltmann ve
Ploetz' den dev ş i rmişti. İçleri nden en ünlüsü ve Mendel yasalarını "ırk­
sal hijyen"e i l k uygulayan kişi olan Fischer, l 934 ' te aynı zamanda
Woltmann'ın düşüncelerini üniversitede yayacak ve " genç yürekleri ı rk
bil i minin merakıyla tutuşturacak" i l k kişi olacağını da ilan etmişti. 172
Daha 1 9 1 7 'de tutarlı bir ı rk pol itikası izlenmediği takdirde bütün Av ru­
pa halklarının "mutlak bir kesinlikle" yok olacağı kehanetinde bulun­
muştu. 1 73 Meslekdaşı Fritz Lenz, "manevi kılav uzum" dedi ği Ploetz'in
düşüncelerini yayıyordu. 1 74 Kendisi, Plotz ' i n l 904'te kurduğu Archiv
far Rassen und Gesselschaftsbiologie 'nin de başlıca katkıcılarındandı.
B u dergi değişik görüşleri temsil eden katkılara açı ktı , ancak, Ploetz ter­
cihinin Cermenomanyakların yazılarından yana olduğunu saklamıyor ve
bugün Hitler ' in entelektüel akıl hocaları olarak görülen Almanyal ı The­
odor Fristch ya da Av usturyal ı Lanz von Liebenfels gibi yazarların eser­
lerini bol keseden öv üyordu. 175
B i ri nci Dünya Savaşı ' nın arefesinde, Woltmann' ın Politisch-antro­
pologische Revu e 'sunu göl gede bırakmış olan Ploetz ' i n dergisi o za­
manlar Al manya' da moda olan saldırgan bir "biyoloj i k fel sefe"nin baş­
lıca sav unucusu olmuştu. 1 76 Max Weber, Ploetz ' i n bir tartı şmaya gi rme­
ye değer olduğunu düşünmüş ve onu biyoloj i k karakteris tiklerin tarih­
sel v e toplumsal olayları ancak sembol ler olarak etki leyebildiğinin far­
kında olmamakla ya da bir başka deyişle ırk ile ırk fi krini birbi ri ne ka­
rıştırmakla suçlamıştı . 1 77 B u örnekler bi l i m insanları nın kendi disipli nle-

1 72 Krş . ; K. Saller, Die Rassenlehre des Nationalsozialismııs, op. cit. , s . 1 7- 1 8.


1 73 "Seçmeci etkisiyle ilgili olduğu kadarıyla, kültürün hayatlarımıza şimdiye oldu­
ğu kadar hükmetmesine izin verirsek bütün Avrupa halklarının gitgide artan bir
hızla mahvolacağı neredeyse kesindir." Handwörterbuch der Sozialwissensc­
lıaften "deki "Sozialanthropologie" başlıklı makale, Jena 1 9 1 3 , C. I X , s. 1 72-88.
17� Krş . ; Saller, op. cit s. 74-75.
..

1 75 Krş. : Archiv .für Rasse11- und Geselschaftsbiologie, 1 ( 1 904) , s. 885 ve devamı

ve IX ( 1 9 1 4), s. 1 25 .
1 76 Filozof Hei nrich Rickert. 1 9 I O'da bir"biologistische Modephilosophie" yaz­
mıştı (bkz. kendisinin logos 'taki ·'Lebenswerte und Kulturwerte" makalesi. i l
( 1 9 1 1 - 1 9 1 2) , s. 1 4 1 -68.
1 77 Krş . ; W. Mühlmann. Geschichte der Anthropologie , up. cit. . 1 96.
370 ARi MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ı•e MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

rinin alanını abartmanın ayartısına nasıl kolay kapılabildiğini gösteriyor.


B i r uzmanlaşma yüzyıl ında, kalıtım ve eğitimin, biyolojik ve psikoloj i k
etmenlerin görel i önemi hakkındaki eski tartışma bizzat uzmanl arın
kend i l eri tarafı ndan şiddetlendi rilmişti . B ununla birli kte, bu dönemde
genel kabfil gören kalıtımın ya da "ırk etmeninin" daha önemli olduğu
görüşünün Al manya 'da başka her yerdeki nden daha hevesl i ve daha et­
kin bir destek bulmuş olması di kkate değer.
İnsan ırkının islahı hakkı nda pek çok proje ve inceleme bulunuyor­
du. Öyle ki , Jung' un Züri h ' teki hocalarından biri olan psikiyatr August
Fore l , Archiv' de Ari ve Moğol ırklarının karşılaştırmal ı değerleri ni ince­
lemiş ve onların karışması nın sonucunun ne olacağını merak etmişti.
Emin ol mak içi n bi rkaç düzine öksüz Japon çocuğunun Al man kurum­
larına aynı sayıda Al man öksüzünün de Japon kurumlarına yerleştiri le­
rek gözlem altında tutulmasını önerdi. N i hai bir hükme ulaşmayı sağla­
yacak böyle bir deneyin bazı milyonerler tarafından finanse edi lebil ece­
ğine güveniyordu. 1 78 Archiv ' e katkıda bulunan bir başka bil gin, (Ges­
talttheorienin yazarı) Profesör Christian von Ehrenfels, soysağlığı açı­
sından iyi sonuç vereceğine i nandığı için çok kadınla ev lilik lehinde
kampanya yürütüyordu. 179 Dr Müller- Lyer diye birine ait daha bile cü­
retkar bir proje, erkeklerin yüzde 20'sinin, kadınların yüzde 75 ' inin üre­
me haklarının sınırlanmasını öngörürken, ilk uçuk Freudçuların araları na
karıştığı sosyali stler, daha o zamandan, ırkın biyolojik yararı adına ser­
best aşkı sav unuyordu. 180
Yorul mak bil meyen Ploetz 1 905 'te ak ırkın kali tesini yükseltmek
amacıyla Uluslararası Irksal Hijyen Derneği ' ni kurdu. Üye sayısı birkaç
yüzü bulan derneğin Onur Kuruluna kısa süre içi nde E. Haeckel , A. We­
i smann ve F. Gaitan gibi adlar katılacaktı . Almanya dışında bu çeşitten
yegane örgütler olan Büyük Britanya' daki Soysağlığı Eğitimi Derneği
v e A B D ' deki Soysağlığı Kayıt Ofisi, Ploetz ' i n derneğine kıyasla etki siz

178 Dr A . Forel, "Gel be rasse und weisse Rasse, Ein praktischer Verschlag" . Arc ­

hiv far Rassen- und Geselschaftsbiologie, V ( 1 908), s. 249-5 1 .


1 79 Chr. von Ehrensfels "Leitzele zur Rassenbewertung" (Arclıiv . . . , IX ( 1 9 1 2), s .
730-76 1 , ve "Biologische Friedensrüstungen" (Archiv . , XI ( 1 9 1 4), s. 580,
..

6 1 3) .
1 8° K rş . ; M a x Hirsch, "Ehe und Eugeneti k' " , Arclıiv fur Fraukunde und Eugenetik,
II ( 1 9 1 6) . s. 1 1 5- 1 1 8.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ : ARI ÇAGI 37 1

kalmıştı. Ploetz, 1 908 ' de Yahudi karşıtı kışkırtıcı Theodor Fri tsch ' den
esi nlenen başka bir dernek kurduğunu ilan etti ; Al man Yeni lenme Top­
luluğu (Deutshe Erneuerungsgemeinde) adındaki bu dernek, yeni l en­
menin esas kaynağı olarak toprağa geri dönmeyi öngörüyordu - elbette
yalnız Ariler için. 1 9 1 3 ' te, kendisini özellikle "nüfus içindeki aşağı un­
surları yok etmeye" ve "Yahudi v e Slav kanl arı" ile savaşmaya adamış
olan üçüncü bi r dernek, Alman B i rliği (Deutschbund) kuruldu. 1 8 1
Böylece, B üyük B ritanya'da doğmuş olsa da soysağlığı, en başta bi r
ideoloj i olarak ideal yurdunu Almanya' da buldu. G. K. Chesterton,
1 922 ' de Soysağlığı ve Öbür Kötülükler başlıklı ateşl i broşüründe onu
şeytani bir Al man bilimi, özel likle de Prusya bi limi olarak mahkum
ediyordu, çünkü Prusya "uzun zamandır toplumun düzenl i selameti ni
bi limde gören şu daha akılcı ahlakçılar için örnek Dev let" idi. Chester­
ton, B üyük B ri tanya' nın 1 9 1 4'te "yeni i nsanlığın peygamberleri olan
profesörleri n onda dokuzunun doğum yeri i l e savaşa tutuştuğunda" bü­
tün dünyanın bu Prusya kuramlarının pratiğe nasıl geçirildiğini görebil­
me ayrıcalığına sahip olduğunu da hatırlatıyordu. 1 82 B u suçlamalar, ken­
di zamanı için polemik amaçlı ve abartılı bul unmuşsa bile, sanki Ches­
terton ' ı n tek hatası sadece savaşı bir sonraki savaşla karıştı rmaktan i ba­
retmi ş gibi görünmesi için fazla zaman geçmeyecekti. 1 939'da İkinci
Dünya Sav aşının başlaması Profesör Otmar von Verschuer ' e " bize ço­
cuklarımızın biyolojik yazgısını etkileyebi l me i mkanı verecek" yeni bir
çağın başladığını i lan etme fırsatını tanıyacaktı . Gerçekten de soysağlık­
çıları Al manya' da i ktidarı elde tutanl arı kendi davalarına kazanmayı so­
nunda başarmışlardı. " B i l i mimizin tari hi" di yord u von Verschuer, "Al­
manya' nın yakın tari hiyle yakından bağlantılıdır. Al man etno-imparator­
luğunun başı, kal ıtımsal biyolojinin ve soysağlığının esaslarını dev let po­
liti kasının yönlendirici ilkesi kılan ilk dev let adamıdır. " 1 83

B i l i mciler, doğal seçilimin ışığında i nsan ırkının geleceğini kurtarmaya

181 Archiv . ,V l ( 1 909), s. 577 ve devamı, ve X ( 1 9 1 3 ) , s . 493 ve devamı .


..

1 82 G . K. Chesterton, Eugenics and other evils, Londra 1 922, s. 1 82 ve devamı.


1 113 O . von Verschuer, Manuel d 'eugenique et de heredite humaine, Çev. Montan­
don, Paris 1 943 , s. 5 .
372 ARI MiTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

çalışır v e bu geleceği en iyi düzenleme yolunun ne olduğunu tartışırken,


bi rçok siyasetçi de siyaset fel sefelerini desteklemek için Darv i ncil i ğe
yönelmişti . " En uygunların hayatta kal ması"nın, uluslararası i lişkilerde
bin yıllardır bil inen "güçl ü olan hakl ıdır" kuralına çok benzedi ği açıktır;
ne var ki , halk arasında anlaşıldığı şekliyle doğal seçme kuramı, bilim­
sel bir gerçeğin bütün saygınlığıyla saldırgan dürtüleri ve emperyalist
hevesleri gizliyor gibi gözüküyordu. Max Nordau' nun gözlediğine gö­
re, Darw in daha 1 889 gibi erken bir tarihte, bütün Av rupa ülkelerinin
mil i taristlerinin baş otoritesi hal i ne gelmeye başlamıştı. " Ev rim kuramı
açı klandı ğından beri , doğal barbarlı klarını Darwi n ' i n adıyla gizleyebili­
yor v e içlerindeki kana susamışlık dürtüleri ni bi limin son sözü olarak
satabi l iyorlardı". 184
- Her i kisi de ul usal gücü al ışılmışın üzeri nde bir gayretle yücelten
- ABD Başkanı Theodore Roosev elt ile A lmanya imparatoru 2. Wil -
hel m ' i n örnekleri ni e l e alacak olursak, birincisinin durmadan varolma
mücadelesi ve benzeri doğa yasalarından dem v ururken, 1 85 ikincisinin
kendi halkının tanrı tarafından seçil miş olduğundan söz etti ğini ve bunu
desteklemek üzere Luther İncilinden alıntılar yaptığını görürüz. 186 Fakat
Kayzer Darw i n ' e başvurmaktansa halkını yeryüzünün tuzu olarak tas­
vir etmeyi tercih ediyor olsa bile, uyruklarının birçoğu onun bu ihmali­
ni telafi etmeye hazırdı . Şu ya da bu şekilde, bili msel düşünceni n eğil i­
miyle siyasal nutuklar arasındaki benzerl ik açı ktır. İmparatorluk Al man­
ya'sında ve Anglo-Sakson ül kelerinde güç İncili rev açtaydı. Anglo-Sak­
son ül keleri nde sosyal Darv incilik kuramları, adına "Tötoni k kökenler
kuramı" da denen Cermeno-Arl fikriyle de birleşti rilmi şti .
B u fiki rlerin en deri ne işlediği ülke hangisiydi ? J . A. Cramb ( 1 862-
1 9 1 3 ), kuşağının Av rupal ı bi rçok öbür entelektüeli gibi ülkesini ve sa­
vaşı yücelten bir İngi liz tari hçiydi . Eski Töton tanrısının sakin sakin "en
gözde çocukları, İngilizler ile Al manlar" arası nda ölümüne bir sav aş ta­
sarlamasıyla Cermenci liğin iki dal ı arasında traj i k bi r nihai çarpışma
olacağını öngörüyordu. 1 87 Cramb' ı n kendisi de Cermen çılgınlığına ka-

ıH-ı Aktaran R. H ofstadtter, op. cit. , s. 1 7 1 .


1 85 A.g.e., s . 1 75-89.
1 86
Bkz. A rrens tarafından bi ldi rilen konuşmalar, Guillaunıe il, ce qu ' il dit, ce qıı 'il
pense. Paris 1 9 1 1 , s. 33 ve passinı.
1 8' K rş . ; E . McNal l Burns. ldeas i n Coııjlict . , Lond ra 1 966, s . 474-5 .
. .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARİ ÇAGI 373

pıl mış olan tanınmış selefi Edward A. Freeman, farklı bir iki lemle karşı
karşıya kalmıştı. A B D ' ye yaptığı eğitim amaçlı bir ziyarette Cermenik
ırkın daha yüce iyi l i ği için her İrlandalının bir Zenciyi öldürüp bu ne­
denle ası lmasını u mduğunu kamunun önünde açıklamıştı. Bu sözlerinin
yol açtığı skandal onu daha sonra "bütün Tötonlar bize çok yakın ol­
makla birl i kte, hiçbir Avrupalı Ari bize çok uzak değildir" demeye zor­
ladı. 1 88 Popüler İngiliz psikolog Will iam MacDougal l da aynı şekilde
"büyük Kuzeyli ı rkı"nın bi r propagandacısı olarak anılmaya değer. 1 89
Ama belki de İngiliz zihniyetinin en tipik temsili Joseph Chamberla­
i n ' i n • nutuklarıdır. O, Tötonlara bir üstünlük payesi v ermekten sakınır­
ken, bütün "Anglo-Sakson ırkları " ile "Töton ı rkı" arasında eşitler ara­
sında bir ittifak düşl üyordu. 190
Bu birkaç örnek, insana İngiliz kültüründen gelen ülkelerde soy
bağlılıklarının çeşitl i l iğini hatırlatıyor. Eski "Almanya ana"nın çocukla­
rı ırksal haklarını talep etmek için iyi bi r konumdaydı v e gerçekten de­
ğişik çapta bi r sözcünün hizmetlerinden yararlandılar. Gerçekten de
Üçüncü Reich ' ın en i nandırıcı peygamberleri , bu yeni felsefenin etkili
yayıcıları değil , gölgede kalmış v e unutulmuş az sayıda yazardı.
B ununla bi rli kte, Nietzsche 'nin katkılarını kimse görmezden gele­
mez. Düşüncelerinin Naziler ve faşistler tarafından nasıl sömürüldüğü
iyi bi linir. Di kkatli bir okuma, Nietzsche 'nin gerçekten de bir seferinde
"insan soyunun en büyük atılganl ıkla yetişti ği" bölgelerin araştırılması­
nı talep etmiş olduğunu, 1 91 bir başka seferde de "ölecek kadar olgunla-

188 T. F. Gosset, Race: The History of an idea in America, New York 1 965 , s . 1 09-
1 0.
189 Krş . ; A.g.e., s. 377-8 ve 4 1 5 .
* .
Joseph Chamberlain ( 1 836- 1 9 1 4): Ingiliz işadamı ve siyasetçi . Bu kitapta çok
sözü edilecek ırkçılık kuramcısı H. St. Chamberlain i le karıştırılmamalıdır. 1 9.
yy. sonları ve 20. yy. başlarında uzun yıllar sömürge bakanlığı yaptı. İ zlediği
atak sömürgecilik pol itikaları İ ngiltere ' nin rakiplerine pazar bırakmayarak em­
peryalistler arası bir paylaşım savaşını kaçınılmaz kılarken, bir yandan da böy­
le bir savaşı önlemek için diplomatik alanda boşu boşuna uğraştı. Savaşın pat­
ladığı yıl öldü. İ leride oğl u Neville de, başbakan olarak izlediği politikalarla,
bir yandan diplomatik alanda var gücüyle önlemeye çalıştığı İ kinci Dünya Sa­
vaşı 'nın çıkmasına büyük katkıda bulunacaktır. -ç.n .
1 91 1 B i rm ingham 'daki konuşma ( 1 898) ve özel likle Leicester'da yaptığı b i r konuş­

ma ( 1 903).
191
Krş . ; Charles A nd l er, Nietzsche, sa vie e t sa pensee, Paris 1 958, özel likle C. i l i ,
374 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARiHİ

şanı yaşatmak için çaba gösteri l memel i , öl mesine izin verilmel i , düş­
mekte olanı daha hızl ı düşsün diye dev i rmek yeğdir - çünkü (dedi Zer­
düşt) çürümekten kötü ne v ardır?" dediğini açıkça gösterir. Rickert ' in
kendi zamanında Nietzsche 'yi "en i l gi çekici v e en etkil i olarak kalacak
olan biyolog" olarak tanımlaması belki de nedensiz değildi . 192 B ununla
birli kte, bu biyoloğun bi r görücü olarak "doğru fakat ölümcül" diye ni­
telediği öğreti leri n prati k sonuçlarını önceden haber vermiş olduğu da
buna eklenmel idir:

Ama "ol uş"un bitimliliği, bütün fi kirlerin, tiplerin, türlerin geçişkenliği , in­
san ile hayvan arasında hiçbir radikal fark bul unmadığı (doğru ama ölümcül bir
fi kir olduğunu düşünüyorum) öğreti lerine sahipsek, - bunları alışılmış delice
yolla bir başka nesil için insanların üzerine fırlatırsak, halk bencilliğin sefil sığ­
lığında boğul ur ve kendi kendini arayışı içinde taş kesilirse buna kimse şaşma­
malıdır. Hemen parçalanacak ve bir halk olmaktan çıkacaktır. Geleceğin tiyatro­
sunda onun yerine bel ki bireyci sistemler, kendilerinden olmayanların kökünü
kazımayı amaçlayan gizli toplul uklar ve benzeri faydacı yaratı mlar ortaya çıka­
caktır. 1 93

Gene de, başköşeye Yahudileri yerleştirdiği için Nietzsche ' ni n in­


sanlık için yaptığı sınıflandırma şaşırtıcıydı . Bu yüzden Alman çağdaşla­
rına mümkün olduğunca güçlü şekilde Yahudi kanı aşılanmasını dile­
mişti . " Uygarlığın geleceği Prusyal ı subayların oğullarına bağlıdır" şek­
l i ndeki iyi bil i nen sözünün gerçek anlamı buydu. 194 Bağlamından kopa­
rılarak ırkçı amentüye dahil edilen "sarışın hayvan" ve "efendi ırk"tan
başka Niçeci sloganlar da vardı. Gerçekten de, bazı emektar Yahudi kar­
şıtları ona asla kanmamıştı. Eugen Dühri ng, Nietzsche ' nin Yahudi oldu­
ğunu i ma etti , Theodor Fritsch de genç öğrenci lerini bu "edepsiz Leh"e
karşı uyardı. 195 Buna şunu da ekleyebi l i riz: B i r yanda, eli nde Francis
Galton'ın Hereditary Genius 'ı, kendi kendine Yahudi Lehlerin Siyo­
nizm aracılığıyla yeniden canlanmasının mümkün olup olmadığını soran

s. 458 ve devamı ("La selection humaine"), Walter Kaufmann, Nietzsche: Phi­


losopher, Psychologist, Antichrist, Priceton l 950; ve Richard Lonsbach, Ni­
etzsche ıınd die Juden, Stockholm 1 939.
1 92 Krş . ; " Lebenswerte und Kulturwerte" , Logos il ( 1 9 1 1 - 1 9 1 2), s. 1 4 1 -68.

1 93 Unzeitgemiisse Betrachtungen, i l , 9.

1 � Umwertımg aller Werte, § 856.


1 95 Krş . ; Dühri ng, Die Judenfrage . . 6. basım, s . 93 ve Fritsch. Nietzsche ıınd die
. .

Jugend. "Der Hammer", 1 . 1 1 1 , 1 9 1 1 . s. 1 5 .


MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARI ÇAGI 375

bir Nietzsche, öbür yanda daha çok Hıristiyan dininden duyduğu nefret
nedeniyle, Ari kökenleriyle övünen başka bir Nietzsche v ardı ; ve bildi­
ğimiz kadarıyla, daha o zamandan del i liğin pençesi ne düşmüş, titreyen
eliyle " B ütün anti-Semitleri n v urulmasını istiyorum" 196 diye yazan bir
başkası daha.
Aksi ne, dönemin öğrenci gençliği arasında en etki li düşünür olan
Al man v atansev eri Heinrich von Treitschke ' nin ( 1 834- 1 896) düşünce­
sinde pek az muğlaklığa rastlıyoruz. Kendisi, beyaz ırkı i nsan soyunın,
ödev i dünyayı üleşmek ve yönetmek olan, aristokrasisi olarak görüyor­
du. Her beyaz ul usun dünyadan aldığı pay, değerinin ölçüsü olacaktı . 1 97
Arller arası ndaki bu çekişmeler zorunludur çünkü "ul uslar. . . Darw i n ' i n
varol ma mücadelesi g i b i yoğun bi r rekabet ol madan büyüyüp serpi lc­
mezler. " 1 98 Bu Trei tschke 'yi neredeyse di nsel bir dogma gibi sav undu­
ğu bir savaş öv güsüne yöneltti :
Savaşın dünya üzerinden ebediyen kovulması sadece saçma bir umut ol­
makla kalmayıp aynı zamanda son derece ahlakdışı bir şeydir. Böyle bir şey, vu­
ku bulsaydı, insan ruhundaki pek çok özlü ve yüce kudreti atıl bırakır ve dünya­
yı engin bir bencillik tapınağına dönüştürürdü . . .

Sav aş "sağlıklı b i r yoksunl uk" i d i . O, her insana " Dev l eti n görkemi
karşısında hayatının değeri nin ne kadar önemsiz olduğunu ... " hatırlatı­
yordu, "Ul usun ciddi biçi mde giriştiği her savaş boy unca hissedi len
di nsel duygunun derinliğinin nedeni budur." 199
"Aldatıcı Al bion" ya da "Yahudi ler başımızın belasıdır" yahut (Al­
manca dışında bir dile tercümesi güç olan) strebsame hosenverkaufen­
de Jünglinge * gibi dil lere pel esenk olmuş birçok deyimi icat eden ya da
yaygınlaştıran da Trei tschke idi . B ununla birli kte bütün bu meselelerle
ilgili olarak ırksal ol maktan çok dinsel güdülerden esinlenmişti ve Al­
man Volk' unun birl i ğinin "arasındaki İsraill yurtdaşlarının" asimilasyo­
nu ile başarılacağını ummuştu ; daha etkil i önlemleri sav unmamıştı.

1 96 Krş . ; Lonsbach, op. cit. , s. 72, 1 5- 1 6, 27 v 55.


l'TI Historische und politische Aufsiitze (krş. Schemann, Die Rasse in den Geistes­
wissenschaften , op. cit. , C. I I I , s. 355.
1 911 Politik. . , (krş . Andler, Les origines du pangermanisme, Paris 1 9 1 5 , s . 1 96 ve
.

devamı.
�99 A.g.e., s. 224-225 .
Yahudilerin küçük ticaret merakını ve yeteneğini vurgulayan (bizdeki "çıfıt çar­
şısı" sözünü hatırlatan ama küçümseyici anlamı daha bel irgi n) bir söz. -ç.n.
376 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLiYETÇİ FİKİRLERİN TARiHİ

Treitschke ' ni n Al manya dışında en iyi tanınan öğrencisi olan Gene­


ral Friedrich von Bernhardi ( 1 849- 1 930), aynı şeki lde "Alman ul usu­
nun v e Alman zekasının hak ettiği dünya ölçeğindeki saygıyı" ancak ge­
niş bir sömürge imparatorluğunun sağlayabi leceğine inanmıştı . O da,
sav aşın " uygarl ığın vazgeçilmez bir etmeni" ve aynı şekilde "en önem­
li biyoloj i k zorunlul uk" olduğunu düşünüyordu. Heraklitos 'dan al ıntı
yaparak Anti kite filozoflarının bu gerçeği Darw i n ' den çok önce fark et­
miş olduklarını da ekliyordu. 200
B ununla birli kte, ne kadar militan olurlarsa olsun bu tür yazıl ar em­
peryalist ya da biyo-emperyal ist iddiaları Hıristiyan geleneğiyle uzlaş­
tırmaya çal ışıyordu - örneğin von Bernhardi, İsa' nın " Ben barış değil
kılıç geti rmeye geldim" sözünü hatırlatmı ştı . Ama ırksal mülahazaları
her şey i n üstünde tutan başkaları da vardı . Daha önemsiz yazarların
eserleri nden örneklerde göreceği miz gibi , bu iki tav ır arasındaki ayrım
çi zgisini belirlemek zordu. Klaus Wagner diye biri de, 1 906'da yayım­
lanan Krieg adlı kitabı nda İsa dinine gönderme yapmıştı , gerçi bu İsa,
Kıyamet günde kutl u ile günahkarın birbirinden ayrılacağı öğretisiyle
savaşın seçmeci erdemlerini sembol ize eden bi r "Al manoğlu İsa" ya da
" S iegfried- İsa" idi. Wagner, Alman Lebensraumunu [hayat alanı -ç.n. I
genişletmek üzere bir "ırksal güç pol iti kası " Fremdlingein (yabancı­
-

lar) kov ul ması, bütün akraba Cermen boyl arının tek bir ırksal-politi k
ki m l i k altı nda kaynaşması - öngörüyordu. "Gobi neau, Darwin v e
Chamberl ai n boşuna mı yaşadı?" diye soruyordu.201
Bu tamamiyle unutulmuş kitabın yanı sıra, bugün aynı derecede bi­
l i nmeyen bir başka ki tap, zamanla Üçüncü Reich 'ın ırk pol itikası ola­
cak i l keleri ayrıntılı biçi mde ortaya koymuştu. Bu, Josef Reimer tarafın­
dan yazılan Ein Pangernıanistisches Deutschland idi . Yolunu açan ön­
cülerine - en başta Gobi neau, Klemm ile Carus 'a, ardından Darwin,
Lapouge ile Wolttman 'a - saygı ları nı bildirdikten sonra, Rei mer, Av ru­
pa ve Sibirya'yı fethetti kten sonra Al manya' nın nasıl örgütlenmesi ge­
rekti ğini göstererek devam etti . Bu bölgenin nüfusu bir yanda Cermen­
ler ve Cermenlere asi mile edi l ebi lecek hal kl ar, öbür yanda Cermenlere

1ıxı Deııtschland ımd der niichste Krieg . 1 9 1 l ( krş. Germa11y a11d tize next war,
Londra 1 9 1 5 .
20 1
Klaus Wagner. Krieg. Jena 1 906. özellikle 1 79 ve devamı ile s . 230 ve devam ı .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ : ARİ ÇAGI 377

asimile edi lmesi mümkün olmayan hal klar (Agermanen) şeklinde ayrı­
lacaktı. Alt-insanların i nsanlardan ayıklanması, ( 1 939- 1 945 arasında ay­
nen olduğu gibi)202 antropologlar, doktorlar ve uzmanlaşmış " yetiştiri­
ci"lerden oluşan komisyonların işi olacaktı . Yahudilerin v e Slavların,
bazı istisnalar dışında asimile edilemeyecekleri Allahın emriydi, buna
karşılık Fransızlar daha şansl ıydı. Agermanlar için düzenlenecek özel
bir hukukla kendilerine çok kısıtl ı bazı haklar tanınacaktı, ama bu hukuk,
" [ topl uluk içinden ] ev l i l ik yasağı nı (extra connubio) bel l i durumlarda
topyekun üreme yasağıyla (extirpatio) güçlendiren" temel bir il keye da­
yanacaktı.
Reimer, bunu gerçek bir sosyal ist v e enternasyonalist programı ha­
yata geç i rmenin tek yol u olarak görüyordu, çünkü şöyle mantık yürütü­
yordu: " Cermen ı rkı mevcut kapitalizm ikliminde durumlarını iyileşti r­
mek için mücadele eden bu Av rupa ulusları arasında tek hareket etti rici
kuv vet ve tek karar unsurudur. Bu yüzden, enternasyonal sosyalizm,
Cermen ırkından unsurlar içeren ul uslara doğru yayılmal ıdır. . . Öyleyse,
Av rupa'nın bütün hal klarının Cermenik i şçileri , İleri ! "203 Bu bağlamda,
Sosyal Demokrat Parti içinde, işçilerin daha y üce iyiliği için Al man Le­
benstraumunun genişletil mesi yönünde bazı umutların dillendi rilmiş
olduğu belirtilmeye değer. Her ikisi de "uygarlaştırıcı bir güç olarak ak
ırkın üstünlüğüne" i nanmış olan Bebe! ve Kautsky ' nin bazı konuşmala­
rında bu görülebi lir.204
--- -----------

202
Krş . ; L. Poliakov, Le brevaire de la haine, Paris 1 95 1 , s. 3 1 1 ve devamı .
203 Ein Pan�ermanistisches Deııtschland, Versııch über die Konsequenzen der ge­
genwiiryigen wissenschaftlichen Rassenbatrachtung für unsere politische und
religiöse Probleme, Berin 1 905.
2� Birinci Dünya Savaşının arefesinde Almanya' nın sömürge yayılmacılığı Alman
Sosyal Demokrasisinin önderleri arasında çok tartışma konusu olmuştu. Kaust­
ki, Sosyalizmus und Kolonialpolitik başlıkl ı broşüründe bu politikaya desteği­
ni açıklamış ve Bebe! de, 1 906'daki Jena Kongresinde "bir sömürge politikası
izlemenin bazı durumlarda bir kültürel etkinl ik olabileceğini" illin etmişti . Sos­
yal Demokrat Parti, Reichstag 'da sömürge kredi lerine düzenli biçimde onay
vemişti . Parti nin bazı militanları Berlin-Bağdat demiryolu projesi kapsamında
[o zamanlar, yaklaşan savaşa Almanya'nın yanında girecek olan Osmanlı hü­
kümetinin sınırları içinde bul unan, -ç.n. ) Mezopotamya'da ve ayrıca Moğolis­
tan "da büyük birer yerleşimciler kolonisi kurul masını öngörmüşlerdi. Krş.; Ch.
Andler, Le socialisme impt!rialiste dans / 'Al/emagne contenıporaiııe, Paris
1 9 1 2.
378 ARI MİTİ : A VR UPA 'DA lRKÇl ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

Nasyonal Sosyal izmin manevi ataları sayısızdır, bunlardan yazdıkla­


rından çok örgütçülük ve siyasal eylem yetenekleriyle etki li olmuş olan
sadece i kisinden daha söz etmek yeterli olacaktır.
1 890 yazında 2. Wi l helm, Zanzi bar ve çev resi ni Hel igoland adası
karşılığında İngilizlere bıraktı. Bu stratej i k çekilme, yakın zaman önce
Bismarck 'ın görevden al ınmasıyla A lman kamuoyunda patlamış olan
i nfial i yoğunlaştırdı ve Krupp ' un genç işbirl i kçisi Alfred Hugenberg ' i
ün l ü Pan-Al man Birliğini (Alldeuscher Verband) kurmaya teşv ik etti .
B u örgütün yayılmacı programı, kısa zamanda kimi Ernst Haeckel, Max
Weber, Gustav Steresemann gibi gerçekten seçkin, kimisi Houston Ste­
wart Chamberlain , Ludwig Schcmann, Ludwig Wi lser gibi sadece ırk­
çılığın ideologları olarak hatırlanan, her görüşten on binlerce kişi nin
desteğini kazandı . Hugenberg ' i n arkadaşı av ukat Hei nrich Class ' ın
l 908 ' de hareketin başına geçmesiyle ırkçıları görüşü galebe çaldı.
Class, l 9 1 2 'de iddialı İmparator Ben Olsaydım başl ıklı broşürünü ya­
yımlayarak siyasal program ını ilan etti .205
Class, iç politi kada Sosyal Demokratlara karşı gerekirse hükümet
darbesini de içeren acı masız bir mücadele gereğini sav unuyordu. Yahu­
diler, Marksist çürümenin bu mayaları , her ne ol ursa olsun yurttaşl ık
haklarından mahrum bırakılıp Arilerden ayrılacaktı . Irkın safl ığını koru­
mak genel l i kle kahramanca önlemler gerekti recekti :
Bismarck 'ın eserinden yararlananın bu piç mil let (Mischmachvolk) olması
katlanılmaz bir düşüncedir - Alman adının onurunu lekeleyen bir varlığa, varol­
masını uzatmak yerine onurlu ol makla birlikte korkunç bir biçimde son vermek
en iyisidir. . . Siyasal , ahlaki ve hijyeni k bakımdan bir kez islah olduk mu, şu söz­
de "insanl ık" yeniden kurulabilir. O zamana dek sevgimizi katı olmakla göster­
mel iyiz, ve daha sonra da, hal kımızın sağlığını korumak için hiçbir fedakarlıktan
kaçınmamız gerektiğini buyuran o yasaya boyun eğerek "insanlığımız"a daima
bir sınır koymalıyız. 206

Dış politikaya gel ince, büyük nüfus mübadeleleri (ülke dışındaki


Al manları ül keye getirmek, Yahudileri Fi l i sti n ' e göndermek v s.), Din­
yepe r ' in batısındaki bütün toprakları il hak etmek, ya da Toulon ' u temi­
nat olarak işgal etmek gibi projeler de Hitle r ' i n ilk başarı ları nı haber v e-

205
Weıın ich der Kaiser wiir, Leipzig 1 9 1 2 (Class, bu kitabı Daniel Frymann tak­
ma adıyla yayımlamıştı)._
206 A.g.e., 5.basım. Leipzig 1 9 1 4, s. 1 04-5.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARI ÇAGI 379

riyordu. Class, bu tasarıları gerçekleştirmek üzere 1 9 1 4- 1 9 1 8 arasında


bir askeri di ktatörl ük kurul masını umdu, ancak bu yöndeki çağrıları ön­
ce von Bernhardi, ardından Luddendorff tarafından yanıtsız bırakı ldı.
Wei mar Cumhuriyeti sırasında Class ile Hugenberg ' i n ağır sanayi
ile bağlantıları sayesinde Pan-Alman Birliği güç kazanarak Yahudi kar­
şıtı propaganda makinesinin ve Siyan B üy üklerinin Protokol lerinin da­
ğıtımının başlıca fi nansman kaynağı oldu. B u etki nliklerin mükemmel
bir tasv i ri Narman Cohn ' un söz konusu efsaneyl e i l g i l i kitabında bulu­
nabil i r. 207 Bu bağlamda, Class ile Hitler ' i n 1 920' deki bul uşmasında
genç kışkırtıcının yaşlı akıl hocasının elini saygıyla öptüğünü ve Yahudi­
lere karşı çok açıktan ve çok saldırgan bir propaganda yapmanın uygun
olmadığına dair şaşırtıcı bir açıklama yaptı ğı nı hatı rlatmaya değer.208

ARi MİSTİGİ
Din mefuumunu tanımlamak öylesine zordur ki , kimi zaman geriye ba­
karak din ile bil i mci l i k arasında olduğu gibi din ile mil l iyetç i l i k arasın­
da da açık bir ayrım çizgisi çekmek güç ol ur. B u bağlamda Max Weber,
"inancı bi l i mden ayıran kıl kadar fark"tan söz etmi şti . El bette bu güç­
l ük sadece Alman düşüncesine özgü değildir: Protestanlığın her çeşit ta­
ri katın çoğal masını teşvik ettiği Anglo-Sakson ülkeleri nde de, sı nıflan­
dırmaya gelmeyen öğreti ler ve hareketler boll uğu v ardı . Orada da, dinin
atomi ze ol ması, Protestan yazarların yazılarında görülen ak ırkın üstün-
1 üğünü sav unan dinsel ya da düzmece di nsel gerekçelerin yayıl masını
destekledi . Çoğunl ukla Ham ' ın lanetinin geçerl i l i ğini açıkl amak üzere
Kitap anl atılarının yorumlarına dayanan teoloj i k çalışmalar yapıldı. Av ­
rupacılığın kendi i ç i ne en fazla odaklanmış olduğu on dokuzuncu yüz­
yılın ikinci yarısında Vatikan ' ı n bile bu anlatıdan vazgeçemediği doğru­
dur, öyle ki köleliğin kaldır ı lmasının baş sav unucusu Kardi nal Lav ige­
rie hile, kara ırkları n üzerlerindeki lanetten kurtulmasının tek yol unun
Hıristiyanlığı kabfil etmeleri olduğunu söyl üyordu.209 Ama ne olursa ol-

207 Histoire d 'ıın mythe: La "conspiration " jııive et /es Protocoles des Sages de Si­
on, Paris 1 967i s. 1 3 1 ve devamı.
z (J! Krş . ; Alfred Krieck. Geschichte des Alldeııtschen Verbandes ( 1890-1 939), Wi­

esbaden 1 954, s. 1 30 ve devamı.


ım 1 870'de Birinci Vatikan Konsili sırasında 68 piskopos. "papadan misyonerlik
gayretlerinin yüzü suyu hürmetine Ham' ın soyu üzerindeki bedduanııı kaldırıl­
ması için bir saatini ayırmasını dileyen'" bir dilekçe sunmuştu. Di lekçe sonuç
380 ARİ Mili : A VRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLlYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

sun, Protestan mezhepçiliği bu tür bi r ilahiyadı Katoli k Kilisesi nden


çok daha aşırı sonuçlara götürmeye hazırdı. Gene de, bu bakımdan Ang­
lo-Sakson v e Al man mezhepleri arasında önemli bir fark vardı .
Bunu daha ayrıntılı inceleyebilmek için geri dönüp, bu kitabın başın­
da ele aldığımız şu ulusal karakteristiklere bi r daha bakmalıyız. Püriten­
lerden Yehova Şahitlerine, İngiliz ve Ameri kan mezhepleri daha çok,
A lmanya' da Aydınlanma' dan beri görece az çok göz ardı edilmiş olan
Eski Ahit kaynaklarına dayanmıştı. Kuşkusuz, tarihin sınırsızca zengin
dokusu içinde her şey başka bir şey ile bağlantılıdır. Almanya'da Yahu­
dileri n ekonomi k bakımdan güçlenmesiyle bell i teolojik infialler arasın­
da bir bağ bulunuyor olmal ıdır, tıpkı Ham ' ı n laneti hakkındaki tefsi rler­
le sömürgeci çıkar hesaplan arasında bi r bağ bul unduğu gibi. B ununla
birli kte, Cermen-An mitini Rotschi ldlara atı fla açıklamak imkansızdır.
Özgül bir İsa fikrinin Al manların tutumunu açıklamaya yardımcı
olacağını sanıyorum. İnsan-Tanrı ' nın hangi ırktan olduğunu sormak hiç­
bir Anglo-Sakson hareketinin asla akl ına bi le gel memişti . B una karşı­
lık, görmüş olduğumuz gibi, Fichte bu sorunu ortaya atmıştı.210 Seman­
ti k, başka bir i pucu sağlıyor. "İngiliz dini" ya da "Anglo-Sakson dini"
ifadeleri , tı pkı "Fransız dini" ya da "İsviçre dini" gibi , genel kabOI gör­
müş bir anlamı bul unmayan keyfi söz dizileri nden i barettir. Buna kar­
şılık, bi rçok kuşakl ık bi r dönemde biçimlenmiş bir Al man dini ya da
inancı vardı . Araştırmamıza, Richard Wagner ' i n 1 878 'de Almanya ve
Alman ' ı tanımlayamaya çal ıştırken kendi leri ne başvurduğu, Ari mitinin
çok etki l i propagandacı ları olan iki yazar ile başlayacağız.21 1 İçi nde
"Al man dininin" gel iştiği , bir yanda İsa ' n ın dini öbür yanda Alman ırk­
çıl ığıyla sınırlanmış müphem böl geni n sınırlarını belirleyen Fmntz ve de
Lagarde ile.
B u yazarların yaşça büyüğü olan Constanti n Frantz ( 1 8 l 7- 1 89 1 )
ölümünden hemen sonra unutulmuştur. Yazıları 1 945 ' te, Hitler 'den

suz kaldı. Kardinal Lavigerie, Hıristiyan misyonlarının Afrika'da kaydettiği ba­


şarı ların "tanrısal inayetin Ham'ın talihsiz soyunun başındaki lanete son verme"
planının parçası olduğunu düşünüyordu. Krş . ; Pierre Charles, S. J . , "Les Noirs.
fils de Cham le maud i t " , Nouvelle Revue theologie, 1 928, s. 72 1 -39.
ı ı o Bkz. bu kitapta s. 60-6 1 .
211
Bkz. "Was ist deutsch?" makales i , Gesanımelte Sclıriften, C . 1 , Lcipzig 1 88 3 . s .
73 .
MİTLERİN ESKİ KÖKENi : ARI ÇAGI 381

sonraki dönemde Almanya' ya barışçıl niyetli bir önder vermeyi uman


iyi niyetl i bazı kişilerce yeniden yayımlandı.212 Gerçekten de Frantz,
özel l i kle Fransa-Prusya savaşından sonra, Prusya hegemonyasına ve
militarizmine karşı bi r kampanya yürütmüştü. "Şan kazandık" diye
yazmıştı 1 884'te "bu yüzden bütün uluslar askeri kurumlarımızı inceli­
yor, bu yüzden Krupp dünya çapında saygı gören bir şirket oldu. Al­
manya' nın ev rensel misyonu eğer bu i se artı k hedefi mize ulaşmış bulu­
nuyoruz . . . "213 Fakat ül kesi için kendisinin özlemi bambaşkaydı - Al­
manya dünyada kalıcı barışı sağlayacak bir Avrupalı ve Hıristiyan fede­
rasyonun merkezi ol malıydı. Frantz, Roma' nın mirasını bi r zamanlar Al­
manlarca yöneti len Kutsal Roma imparatorluğu dev ral mış ve "taşıyıcı­
sı Alman ul usu" olan bir "ul uslararası kurum" nitel iğiyle "bütün Batı
Hı ristiyanlığı için geçici bir bağ" olarak hizmet etmiş olduğu için, bu­
nun Al manya ' nın önceden takdir edi l miş ödev i olduğuna inanıyordu.2 14
Modern Almanya ' nın ödevi bu geleneği canlandırmak v e B ismarck'ın
"düzmece Reich"ının yerini alacak bi r gerçek Reich kurmak idi. Al­
manya genel kurala bir i stisnaydı :
Al manya asla bir "devlet" olmadı ve Almanya olmaktan çıkmadığı sürece
asla da olmayacaktır. Devletliğin sınırının ötesine bakmak ve çok daha yüksek
bir görevi başarmaya yazgılı bambaşka türde bi r topluluk tahayyül etmek zorun­
dayız. Alman sorunun çözümünden önce yeri ne gelmesi gereken koşul budur,
çünkü Almanya, kendinde ve kendisi için bir uluslararası oluşumdur. Politikten
metapolitiğe yükselmek zorunludur. 2 1 5

Frantz, bu fi kri bir bilimsel mukayese ile gösterdi. Sıradan matema­


tiğin yanı sıra bi r yüksek matematik de yok muydu? Haritaya bi r göz at­
mak her şeyi apaçık gösteriyordu. Örneğin Fransızlarınki tan ımlabi lir­
ken, Almanların ana yurdu coğrafi olarak tanımlanamıyordu. Bu yurt,
komşu sını rların (Nachbarschaft) her bi rine doğru her yana uzanıyordu.
(Frantz' ın teşhisi burada Quatrefages ' ınkine benziyordu)2 1 6 Kısacası,

212
Krş . ; Louis Sauzin, "The political thougt of Constantin Franz", The Tlıird Re­
ich, Londra 1 955, s. 1 1 5 .
213
Die preussische lntelligenz und ihre Grenzeıı, Münih 1 874, s. 68.
2 1 "'
Die Weltpolitik, unter besonderer Bezugnahme aıif De ıı tschla nd, Chemni tz
1 882, C. il, s. 1 28 ve devamı .
215
Die preııssische lntelligenz . , s. 63 ve devamı.
..

21"
Krş . ; B u k i ta p t a s . 1 45-46.
382 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

Al manya' nın ev rensel karakteri onu Hıristiyan halkların "uluslararası


örgütlenmesinin" temel i ol maya ya da bir kez daha ol maya mecbur kı­
lıyordu. " Modern Hıristiyan uluslar bakımından mi l l iyet yalnız ikinci l
bir önem taşıdığı, onlar, Hıristiyanlığın kendilerini ilk başta görmeyi öğ­
retti ği şekilde, esas olarak Al man ya da Fransız olmaktan önce Hıristi­
yan oldukları" için bu böyleydi .217 B un unla birl ikte, ul usal ve di nsel
farklılıkların üzeri ne çıkmak için Av rupa Hıristiyanlığı arılaştırılmalı ve
ınodernleşti rilmeliydi ve Frantz bu bağlamda önde gelen bazı entelek­
tüellerden özell i kle de Schelling ' den aktarmalar yapmıştı : "Ne bir dev ­
l et dini ne de bir yüksek ki lise ama bu çeşit bir Hıristiyanlık olarak bi r
insanlık dini, üstün bil imin de desteğini alacaktır. " Aynı şeki lde, Sai nt­
Simon ve Humbolt kardeşlerden de al ıntı yapmıştı. 2 18
Frantz, Almanya ' nın kendi sini Yahudi hakimiyeti nden kurtarmadık­
ça bu Hıristiyan ödev ini yerine getiremeyeceğini söyleyerek devam et­
ti . Kant, Fichte ve Schopenhauer gibi otoritelerden başka aktarmalar
yaptıktan sonra şu şekilde özetlenebi lecek olan kendi tarih felsefesini
gel i ştirdi : 2 1 9
Yahudilik, kendisine özel bir Vahiy i ndi kten sonra kendini önce bir
dine, ardından ırka dayandırışı v e böylece kendini olayları n normal akı­
şına ters bir biçi mde kalıcılaştırışıyla benzersizdi . İslamın bile Sami,
Ari, Zenci olsun bütün ırklardan insanlar arasında taraftar toplamış ol­
duğuna dikkat çekti . Mesih 'in öl üme gönderilişinden sonra, tanrısal la­
neti n sonucu olarak Yahudiler, İnayetin öbür halkları cezalandırmak
için seçti ği bir araç oldukları gibi , bir gezgi nciler hal kı hali ne de gel­
mişti . Üstelik, Hı ristiyan halkların kendi aralarındaki savaşlar Yahudi­
lerin gücünü pekiştirmişti . Bir Hıristiyan federasyonu bu kardeş kav ga­
larına son verecekti, ama bunun gerçekleşmesi nin tek şartı, "Yahudi
i lerlemesi "nin yeri ni gerçek bir ilerlemeni n al masıydı. Al manlar, en so­
nunda "kendilerini bir Hıri stiyan ulus olarak görüp buna uygun dav ­
ran"abi lmek üzere gözleri ni açmak zorundaydı . Girilmesi gereken bir
başka sav aş daha vardı .

217
Der Natioııalliberismus ııııd die Judeıısherrsclıaft. Münih 1 874, s. 1 0.
2 1"
Die Weltpolitik . C. 1 1 1 . s. 1 75-7.
. ..

219
Die We/tpolitik'den, C. 1 1 1 , s. 1 08-22 , ve Der Natioııalliberismııs uııd die Jıı­
denslıerrschaji.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARI ÇAGI 383

Halkımızın yeniden doğuşunu görebilmemizden önce, Arminius ' unki gibi, bizi
Roma hukukunun hükmünden kurtaracak bir başka savaş kazanmak [zorunlu­
dur]. B u zafer kazanılırsa sonuçları Almanya sınırlarının çok ötesinde hissedile­
cektir. B u bütün Batı Avrupa'nın kurtuluşuna doğru ilk adım olacaktır. . . 220

Frantz' a göre Roma hukuku, Roma ' nın ceberrut dev let anlayışının
bir türev iydi ; onun karşısına, özgür insanların barışçıl iradesiyle destek­
lenen Cermen hukukunu çıkarıyordu.22 1
Frantz, Alman düşüncesi nin görmüş olduğumuz gibi hümanizme v e
Reformasyon ' a d e k uzanan ansiklopedik akımlarından birini bu şekil de
özetlemişti . Daha genç çağdaşı Paul de Lagarde ( 1 827- 1 89 1 ), hafifçe
değişik bir bakış açısından da olsa bu düşünceleri n çoğunu paylaşıyor­
du ve (Üçüncü Reich tarafından uygun şekilde sistemleşti rilen) yeni bir
"Cermenik din"in peygamberi oldu.
Bu son derece bi lgili şarkiyatçı, Boetticher adı nda bir Protestan ra­
hibinin oğluydu. Ailevi nedenlerle, uzak ataları Lorraine ' e dayanan da­
yılarından birinin soyadım almıştı. Bu durumu Lorraine halkının Alman
olduğunu açı klayarak mazur gösteriyor222 ve başka ırklara karşı belirgin
bir düşmanlık sergi liyordu. 1 87 1 'de Pari s ' i n topyekun i mha edilmesini
ummuşken,223 Prusya Muhafazakar Parti si için hazırladığı programda
"tari hin yükleri" ve "yeni Alman ol uşumlarının inşası nda kullanılacak
malzeme" olarak gördüğü bazı Slav halkları nın yok edi lmesini öngör­
müştü. "Ne kadar çabuk mahvolurlarsa bizim için de onlar için de o ka­
dar iyi ol ur" demi şti . Eski bir Turanlı halk olduklarından ve bu yüzden
Türklerden ya da Laponlardan daha iyi ol madıklarından ortadan kalk­
malarının daha bi le haklı görüleceğini düşündüğü Macarlara karşı tav­
rında da benzer mülahazalardan esinlenmişti - " Macarlar, şimdi gözü­
müzün önünde mahvolmakta olan Keltler gibi mahvolacak". 224
B ununla bi rl ikte de Lagarde felsefede bir idealist olarak tanınır ve

220 Abfertigung der nationalliberalen Presse nebst einer höchst ııötigen Belehrung
iiber den Ultramontanismus, Leipzig 1 873, s. 35.
221 A.g.e., s . 26-34.

222 K rş . ; Profesör Fritz Stern 'in di kkate değer kitabı, The politics of despair, A

study iıı the rise of the Germanic Jdeology, Berkel ey 1 86 1 , s. 1 1 .


m Krş . ; A.g.e., s . 1 8 (Lagarde tarafından yazılan 2 Ocak 1 87 1 tari hli mektup).

224 '" Ü ber die gegenwartigen Lage des Deutschen Reichs" ( 1 875); Deutsclıe Schrif­

te11, 1 934 basımı.


384 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI v e MIUİYEI'ÇI FiKİRLERİN TARİHİ

Almanlı ğın bedende değil ruhta olan bi r şey olduğu anlamındaki Das
Deutsctum liegt nicht im Geblüte, sondern im Gemüte sözü sık sık ak­
tarılır.225 Aynı zamanda, Leibniz ile Lessin g ' i n Slav soyundan geldikle­
ri ni aklında tutmuştu. Kendisi , birçok bakımdan on dokuzuncu yüzyılın
antropolojik bil gi siyle güncel lenmiş bir Fichte olarak düşünülebilir. Te­
oloj ide, Fichte gibi radi kal bir Aziz Pav los karşıtıydı ; arkadaşı Ernest
Renan226 gibi, isa'ya sadece insan olarak saygı duyuyordu, Tanrının gi ­
zemli bir kararıyla sert ensel i Sami ırkı arasında dünyaya gelmiş ve de­
hası "Yahudi olmak istemeyişinde" ifade bulan bir insan.227 İsa' nın ne­
sebi hakkında açık bir görüş ifade etmese de, de Lagardc, Hıristi yan
dogmasının kendi başına "İsa' nın varlığının ve özünün Yahudi halkında
kökleşti ği" fikri ni çürüttüğünü iddia ediyordu.228 Kendi zamanının din­
sel inançlarını ve kurumlarını el eşti rirken düşünceleri daha bel irgi nleşi­
yordu. Lutheran Kilisesinin bütün yaptı ğı "Hıristiyanlığın çürümüş ka­
lıntılarını" ileri taşımaktı.229 Katol ik Kilisesi , " bütün Dev letlerin ve ul us­
ların doğuştan düşmanı " idi230 ve Hav ral ar ile üyelerini lağvetmenin
acil gerekl i l i ği nden kuşku duyulamazdı .
De Lagarde, her şeyden fazla, yeni bir Al man dininin ve "saf v e
güçlü" iradesiyle b u dinin kurucusu olacak ki şinin habercisi ol mayı is­
liyordu.231 Ona göre, bütün ul uslar Tanrının iradesiyle yaratı lmış oldu­
ğundan bütün dinler de ul usal dinler olmalıydı.232 Din ve Gelecek adlı
kitabında, ul usal inançlarının (deutscher Glaube) Almanları gerçek öz­
gürl üğün yol unu bulmaya muktedir kılacağını yazdı .

2:?5 " Ü ber die gegenwartigen Aufgaben der deutschen Politik" ( 1 853); age
226. A . g . e., s. 20; de Lagarde, tutkularını ve siyasal planlarını açtığı tek kişinin Re­
nan olduğunu söylemişti .
227 "Die Religion der Zukunf' ( 1 878); age . , s. 262 : ·'Die graue Internationale"

( 1 88 1 ) , age . , s. 367.
228 "Verhaltnis des deuL�chen Staates zu Theologie. Kirche und Rel igion", ( 1 873),

age., s. 65 .
129 " Ü ber die gegenwartigen Aufgaben . . . , age . , s. 30.
"

2.lo "Verhiiltnis des deutschen Staates ... " , age s. 62-63 .


..

2.l ı "Ne Parlamento. ne yasalar, ne güçsüz bireylerin gayretleri , bize ancak tek bir

adamın büyük, güçlü ve som iradesi yardım edebilir, bir Kralın iradesi . . . ",

(age. , s. 286; ve bkz. s . 4 1 : '"Sahne yöneticisinin bulunmayacağından korka ­


rım"
m "Vcrhaltnis . ", s. 79 ve devam ı .
. .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARI ÇAGI 385

Özgürlükçülüğü (liberalizm) değil özgürl üğü; Almanya hakkındaki Yahu­


do-Keltçe kuramları değil Almanya'yı, dogmatikleri değil dindarlığı istiyoruz ... ;
doğamızın onaylanmasını, eğitilmesini ve dönüşmesini istiyoruz; elinde Fransız
dizginleri tutan bir Rus arabacı tarafından sürülmek ya da bir Yahudi kamçısıy­
la döv ülmek istemiyoruz. 233

De Lagarde, zamanının Almanya'sının sahici olmadığını beyan eder


ve gerçek karakteri ne geri dönmesi için uyarırken tuhaf kabullerde de
bul undu. Aksi takdirde kıtanın büyük bir mezarl ığa dönüşeceği gerek­
çesiyle Av rupa' da " Yahudiliğin imhasını" defalarca talep ettikten sonra
şöyle devam etti : " B i z kendimiz olduğumuz ölçüde, Yahudiler Yahudi
olmaktan çıkacaktır. "234 B urada bir tinsel ya da manevi bozukluğun far­
kına varılışıyla el ele giden bir katl iam kışkırtması v ar ve aynı birlikteli k
şu izleyen pasajda da görülebilir: " Her Yahudi , ulusal zaafı y etimizin v e
Hıristiyan dini dediğimiz şeyin değerinin küçüklüğünün b i r kanıtı­
dır. "235
Bu düşünceler, de Lagarde' ı Yahudilerin Madagaskar ' a sürülmesini
ummaya teş v i k etti ,236 ne de olsa insan mikroplarla ya da solucanlarla
pazarlı k etmez, sadece onları yok ederdi. 237 1 942 'de benzer bi r fikir Hit­
ler tarafından formüle edilecekti : " B ugün yürüttüğümüz savaş, geçen
yüzyılda Pasteur ile Koch tarafından yürütülen savaşla aynı türden bir
savaştır."23 8 De Lagarde ' ı n Deutsche Schriften ' i nde Alman olmayan
halkların Orta Av rupa'da kısa süre içinde yok olacağını umduğunu ifa­
de etmesinin hemen ardından ekledi ği şu sözler okuyanı şoke edebilir:
"Bir Lodomeria Krallığının ya da bir Oswieczyn (Auschwitz) Dükalığı­
nın ya da bir Ruthenia B üyük-Dükalığının mümkün olmadığından kuş­
ku yoktur. "239
De Lagarde ' ın Hitler ve Rosenberg 'den çok önce, Thomas Cariyle,
(kendisini praeceptor Germaniae • diye tanımlayan) Thomas Mann, Pa-

234 "Program für die konservative Partei Preussens" ( 1 884), age., s. 425 .
m " Ü ber die gegenwiirtigen Aufgaben .. ." , age., s. 30.
236 "'Die niichsten Aufgaben der deutschen Politik", age., s . 449. Bütün Avrupa Ya­
hudilerini Madagaskar 'a sürmek Hitler hükümetince 1 938- 1 94 1 arasında uzun
uzadıya i ncelenen bir seçenekti . (Krş.; L Poliakov, Le brevaire de la haine, Pa­
ris 1 95 1 , s. 50-54).
237 Krş . ; Ausgewiihlte Schrifte11, Münib 1 934, s . 2 3 9.

2.ll! Libres propos, Fr. çeviri. Paris 1 952, C. 1 , s . 32 1 (22Şubat 1 942).

;39 Deutsche Schriften, s. 1 30.


Lat. Almanya' nın Eğitmeni. -ç.n.
386 ARİ MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

ul Natorp ve (gerçi Çekler ile ilgili görüşlerine katıl masa da) Thomas
Masaryk gibi hayranlarının bul unduğunu da eklemek gerek.240 Bu du­
rum, on dokuzuncu yüzyıl sonunda Av rupa' da daha iyi bili nmeyi hak
eden bell i bir entelektüel atmosfere dikkat çekiyor. Almanya' da yeni bir
din arayışı bulaşıcı bi r görüngü hal ini almıştı , ki bunu bi r fel sefi psi koz
olarak adlandırmak hiç de abartı ol maz. Dönem içerisinde yayımlanan
bi rkaç kitabın adları nı vermek söz konusu atmosfer hakkında fi ki r vere­
cektir: Fi lozof Eduard von Hartmann ' ın yazdığı Hıristiyan/ığın Öz- Yıkı­
mı ve Geleceğin Dini, ya da Hartmann ' ı n öğrencisi Arthur Drews' in
yazdığı Tanrının Kendi-Farkında/ığı Olarak Din, ya da bundan da iyisi,
Eugen Dühring' i n yazdığı Dinin Daha Mükemmel Bir Şeyle İkamesi ve
Modern Ulusal Ruhtan Yahudiliğin Arındırılması.24 1 Birinci Dünya Sa­
vaşı bu arayışa karamsar bir hava kattı . En sonunda Fi lozof Helmut
Groos, bu düşünceleri bir araya geti ri p Cermen-Ari ruhuyla Hıristiyan
ruhu arasındaki çelişkiye çattı ve Al man hal kının böyle trajik bir gerçek­
l iğin farkına vardıktan sonra hayatta kalı p kalamayacağını merak etti .
" Eğer bunun altında ezi l irlerse" diye ekledi hüzünle, "böyle bir sondan
daha fazlasını hak edemiyormuşlar demekti r. "242
On dokuzuncu yüzyılın Alman ilahiyatçı ları, Aydınlanmacı öncülle­
rinin Eski Ahit ile Yeni Ahit arasında açmış olduğu yarığı genişletmek­
te filozoflara yardım ettiler243 ve çocukların sapkınlıklarının zeminini
(kimi zaman kel imeni n gerçek anlamı nda) babaları hazırladı. Böylece,
Yahudilerin ihtidasının Luterci havari si Franz Del itsch ( 1 8 1 3 - 1 890),
biraz tereddüt etti kten sonra Wel l hausen ' i n Y üksek Eleşti riciliğine ka­
tıl mıştı. Onun oğlu, Asur uzmanı Friedrich Del itsch ( 1 850- 1 922), Hıris­
tiyanlığın bakış açısından Yahudi l i ği bir " pagan dini" ve "muazzam bi r
sahtekarl ık" olarak niteledi. 244 Max Mül ler ve de Lagarde ' ın koruyucu-

:ııo Krş . ; Stern, op. cit., s. 84-5 .


241 Selbstzersetzung des Christentums und die Religion der Zukunft (1874); Die
Religion als Selbst-Bewusstsein Gottes ( 1 906); Der Ersatz der Religion durch
Volkommeneres und die Ausscheidung altes Judiiertums durch den modernen
Völkergeist ( 1 885).
242 Helmut Groos, Der Deutsche Jdealismus und das Christendum, Münih l 927, s.
488 ve devamı.
243 Krş. ; Ö zellikle Histoire de antisemitisme, C. III, (De Voltai re a Wagner) , s . 203
ve devamı.
ı.ı..ı Die grosse Tiiuschung ( 1 92 1 ), bir de Babel und Babel ( 1 903). Krş . ; A. Borst,

Der Turmbau von Babel. . . , op. cit. , C. I I l/2, s. 1 .697 ve devamı, s . 1 .728 ve de
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARİ ÇAGI 387

!arından bilgili diplomat Christian von B unsen, bir "doğal v ahiy" ilahi­
yadı aracılığıyla din ile bilimi uzlaştırmaya çalışmıştı ;245 oğlu Ernst von
Bunsen ( 1 8 1 7 - 1 893), Kitabi geleneklere dayanan bir Ari güneş tapın­
cı biçimi uydurmakta hatırı sayılır bir yaratıcılık gösterdi (A dem Ari idi ,
Yılan ise SaınJ).246 B u eserlerden bazılarının adları da önemliydi. Mese­
la elimizde büyük Katol ik ilahiyatçı Ignaz Döll inger ' i n ( 1 799- 1 890)
adaşı (belki de akrabası ?) olan Friedrich Döll inger diye birine ait Wotan
ya da İsa, Baldur ya da Kitap var.247 (Belki de Hitler ' i n gizli esi n kay­
nağı olan)248 Guido von List ' i n Die Armanenschaft der Ario-Germa­
nen ' i nden (Walther Rathenau ' nun arkadaşlarından) Wil m Schwaner ' i n
Germanen-bibel' ine249 b u tür eserler, (Kutsal Kase ' ni n y a da Rün bi l gi­
sinin ya da Cennetin ta kendisinin gizlerini ifşa etmek gibi)250 her çeşi­
dinden bir "açıklamalar" yığınıyla birl ikte bu dönemde Almanya' da ya­
yımcıl ık sektöründe üretilen işleri n hatırı sayılır bir bölümünü oluşturu­
yordu. El bette bu dinsel arayışın büyük bölümü, o dönemde bütün Ba­
tılı ülkelerde şimdi olduğundan çok daha ciddiye alınan v e günümüzde
psikanalizin bunları yaratan ihtiyaçların bir kısmını karşıladığı ve yanıt
verdi kl eri güdüleri n bir kısmını açıklığa kav uşturduğu okültizm, teozo­
fı ve ruhçuluk alanında yapılan kurgular ve deneylerle yan yana gidi­
yordu. Fakat bu gizli pratikleri n vatansever ve milliyetçi olduğu kadar
saldırgan biçimde pagan bir kılığa büründüğü tek yer Almanya idi . Sa­
vaş arabasına binen kaçınılması mümkünsüz asalaklar, Tacitus ' un Cer­
menleri nin yeniden ete kemi ğe bürünmüş örnekleri pozuna yatarak251

vamı . ve s. 1 .837 ve devamı .


245 Krş . ; Chr. von B unsen, Gott in der Geschichte, 3 cilt, Leipzig 1 857- 1 858.
2 46 Krş . ; E. von Bunsen, Die Überlieferung, ihre Entstehung und Entwickeluııg,

Leipzig 1 889.
247 Krş . ; Hans-Joachim Kraus, "Die evangelische Kirche" , Entscheidungjahr için­
de 1 932, Zur Judenfrage in der Endphase der Weimarer Republik, Tübingen
1 965 ' s. 254.
248 List'in şakirdi Lanz von Liebenfeld aracılığıyla.
2.ı9 Krş . ; Aşağıda s. 403-404.
250 Das endeckte Geheimnis der Heiligen Schrift und des deutschen Volkes Ret­
tımg; Das Geheimnis der Runen; Die Endeckung des Paradieses, vs. Bu konu­
da bkz. Raoul Patry, La religion dans l 'Allemagne d 'ajourd 'hui, Paris 1 926, s.
1 54-78 (eLe Christianisme pa"len"). Uzak görüşlü gazetecinin elinden çıkan bu
eser, iş işten geçtikten sonra yapılmış bir uyarı olmama erdemine sahiptir.
25 1
Guido von List'in hempalarından , "Tamhari" diye bi linen bi ri . bir eski Cermen
388 ARI MİTİ: AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇI FiKİRLERİN TARİHİ

ya da İsa' nın Ari olduğunu kanıtlayan düzmece belgeler düzenleyerek


geçinmenin yol u bulmuştu.252
Richard Wagner ' i n bu alanda ilk kez aşağı yukarı 1 850'de, İ sa ' yı
yüce tanrı Wotan ile özdeşleşti ren tanınmamış genç bir yazar olarak or­
taya çıktığını belirtmeye değer.253 Müzi k yazmaya ve bütün Av rupa' da
geniş dinleyici kitlelerini Cermen efsaneleriyle tanıştırmaya başlaması,
ancak daha sonra, "Yeni Sanat"ının planının ana hatlarını belirlemesinin
ardından olmuştur. Müzi kal , ideolojik, teatral ve dinsel temaların bir
karışımı olan eseri, zamanın ihtiyacına son derece uygundu ve yeni mit­
ler arayan ve keşfedilmemiş heyecanlara susamış bir topl umda, kendin­
den geçmiş bir coşku uyandırdı. Kendisi de tutkul u bir Wagnersever
olan Thomas Mann, 1 932 'de som bir müzikal ifadeden daha fazlası
olan bu müziğin gizemi ni şöyle açıklıyordu: "İnsan Wagner 'in çalınışı­
nı duyduğunda, müziğin sırf bu amaçla yaratıl mış bir miti yorumlamak­
tan başka bir amacının asla olamayacağına ikna oluyor. " Ve bu, Mann' ın
bi rkaç yıl sonra Nazileri n vahşetinin dizginlerinden boşanmasına yol
açtığını söyleyeceği mitti . 254 Baudelai re, 1 860 gibi erken bir tari hte

boyu olan Völsungenleri n yeniden dünyaya gel miş şefiyim diye geçi niyordu.
Krş . ; G.L. Mosse . . . , op. cit.
:m F. Döl li nger, Baldur und Bibel ' i nde Yahudiye valisi Publius Lentulius ' un İ m­
parator Tiberius'a gönderdiği , i sa'yı sarışın bir kahramanın özelli klerine sahip
olarak tanımlayan bir mektubuna yer vermişti . 2. Wi l helm, bu sansasyonel keş­
fi H. S. Chamberlai n 'e bildi rmekte acele etmişti . Krş . ; Houston S. Chamberla­
in, Briefe 1 882- 1 924 und Briefwecsel mit Kaiser Wılhelm il, C. i l , Münih 1 928,
s. 273-74.
2 ·'3 "Cermenlerin yüce Tanrısı Wotan 'ın Hıristiyanların Tanrısının yol undan çekil­

mesi şart deği ldi; kesinlikle onunla özdeşleştiri lebilirdi ... çünkü onda Tanrının
Oğlu Mesih ile kesin bi r benzerl i k vardır, o da öldürül müş , yası tutulmuş ve bi­
zim hala Yahudi lerden Mes i h ' i n ölümünün öcünü al maya devam ettiği miz gi­
bi, öcü alınmıştır." (R. Wagner, Die Nibelungen, CEuvres , Paris tarihsiz, C. il, s.
90).
254 Krş . ; leiden ıınd Grösse Richard Wagners ( 1 932) ve daha sonra Wagner und
unsere Zeit ( 1 940) . Th. Mann şunları söyler: "Bu müziğin sesi kulaklarıma
ulaştığında derinden sarsılıyorum ... bu bize bu eseri n "uygarlığa karşı", hüma­
nist-burjuva dönemde gel işti rilen ve aynı şekilde Hitlerizmin yaratıcısı olan
Rönesanstan beri içinde yaşadığımız topl um ve kültüre karşı yaratılıp yönelti l ­
diğini unutturmamalıdır. . . Ti nsel bir bakış açısından, Wagner'in eseri bugün
dünyayı terörize eden şu "metapoli ti k" hareketi n açık bir ilanıdır." Wag11er ıınd
ı ı ns ere Zeit, Frankfurt 1 963 , s. 1 58.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARI ÇAÔI 389

Wagneryen müziği öv müştü. "Bu, patlayışı içinde yükselen ruhun nihai


çığlığıdır. . . Bana bu müzik benim kendiminmiş gibi gel iyor. . . Her anın­
da sizi daha uzağa taşıyor, dai ma daha yükseğe ulaşıyormuş gibi geli­
yor, aşırılık v e yücel ikle damgalanmış .. "255 .

Fransa' da Wagneryen hareket etkisini iki ya da üç nesil boyunca ko­


rudu. Edebiyatta, doğalcı okul gibi sembolist okul da derinden etkilen­
mi şti � Mallarme ' ni n "le Dieu Wagner" hakkındaki ünl ü sonesi vardı256
ve Maurice Barres ' nin yeni bi r "ev rensel etik"in peygamberi hakkında­
ki sayıklamaları iyi bilinir. 257 Revue wagnirien'de Catulle Mendes, Par­
sifal ' i n mesajı üzeri nde düşüncelere dalarken, "Antikitenin göl geleri­
nin", "hari ka ve devasa tanrıları" ile Ari geçmişin gözleri nin önünde
yüksel diğini görmüştü.258 Aynı dergide Baron Hans von Wolzogen, Ari
Sanatının özünü açıklama görev ini üstleniyor ve Fransızlara bir kardeş
eli uzatıyordu: " B i zi birbi rimize bağlayan bu ırk, Ari ırkıdır. . . doğadaki
en soylu tür. . . hepsi tanrıların oğulları diye çağrılmaya layıktır. . . "259 Der-
ginin müdürü Edouard Dujardin ' i n hayranlığı dur durak tanımıyordu.
Wagner, "yeni bir din yaratmış v e onu yeni, ev rensel olarak okunan bir
Kitap'taki bir Dua gibi terennüm eylemiş" idi ; notaları bir çeşit göksel
Kudüs idi ve erginlenmemiş kitleler için "öbürünün devam ettiricisi bir
yersel Kudüs" olsun için Bayreuth ' u kurmuştu.260 Barcelona' dan bir
Katolik Wagnercinin sözleriyle Parsifal "tarihteki üçüncü insan, üçün­
cü A dem . . . Mesih İsa'nın dünyanın sonunda içinde belireceği biçim"
oluvermişti .26 1

255 Krş . ; A. Creroy, Wagner et l 'esprit romantique, Paris 1 %5 , "Idees" dizi si için­
de, s. 1 97-200.
2·"' Le cru et le cuit içi nde, C. Uvi Strauss , "çocukluktan beri tanrı Richard Wag­

ner ' i n sunaklarında eda edilen hizmetleri" hatırlar.


257 Krş . ; Le regard sur la prairie: "Bayreuth peygamberi. kendi zamanında dog­

maları ve yasaları artık anlamaz olmuşları ı.e rbiye etmeye geldi . Gel in evrensel
bir ahlakı n sezgi lerine saygılarımızı sunmak üzere Wahnfried'e ya da Wag­
ner ' i n mezarına gidel i m."
258 C. Mendes , "Notes sur theorie et l ' reuvre w agneriennes" Revue wagnirienne 1

( 1 885) , s. 3 3 .
ı.w Yon Wolzogen , ''L'art arycn" , Revııe i l ( 1 886), s. 70-80.
...

ıw E. Dujardin, "Theories wagneriennes", Revue . . 1 ( 1 885), s. 208.


.

26 1
M ichel Domenac h Espagnol, L'apotheose musicale de la religion catholique,
Parsifal de Wagner. Barselona 1 902. s. 245 . Bir de bkz. s. 1 -3 : "Wagner ' i n Par­
sifal ' i , dinin lehine eskilere i l five olarak yeni ve yararl ı bir kanıttır. . . '" v s .
390 ARİ MİTİ: AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

El bette Revue wagn erien ' i n aşırılıkları bir grup müzi k fanatiğinin
işiydi. Gene de bunlar, Ari ya da Hıri stiyan-Ari üstünl üğüne duyulan
yaygın i nancın bir yönünü ortaya koyuyorlardı ki bir başka Wagnerci
olan Marcel Proust' un eserinde bunun güçlü bir kanıtı bulunabi lir.262
B ununla birli kte, bunun daha iyi bir örneği Alfred Naquet' nin Millet
Meclisinde yaptığı bir konuşmada görülebi l ir: "Bir Yahudi olarak hiç­
bir şekil de Yahudi karşıtı değilim, inanıyorum ki. . . Ariler ile il işkilerin­
de Yahudi lerde bir aşağılık var. . . Yahudilerin tersine Ariler entelektüel
olarak yaratıcı idiler. . . " ( 1 895).263
Al manya' da, köşe taşları Schlegel ' i n antropodisesi ve Schopenha­
uer 'un daha sonra Gobineau ve başka yazarlarca güçlendirilen Yahudi
karşıtı metafiziği olan kendi mesajını ya da dinini yaymayı Wagner biz­
zat üstlenmişti. Wagner ' i n dünya görüşü kı saca özetlenebi lir: 264
Uzun zaman önce, altın çağda, insanlar Asya' nın yüksek yaylaların­
da v ejeteryan olarak ilkel bir masumiyet içinde yaşarlardı. Fakat ilk
hayvanı öldürünce ilk günahla kirlendiler. O zamandan beri insan ırkı
bi r kana susamışl ığa kapılmış, bunun sonucunda cinayetler ve savaşlar
çoğalmış bunun arkasından da feti hler, sürgünler, göçler gelmiştir. Ya
Hi ntl i ya da Ari olan İsa, insanlığı Son Yemekte ekmeği şaraba, eti ek­
meğe çev i rerek ne kadar önemli olduğunu gösterdiği ilkel vejeteryanlı­
ğa geri döndürerek kurtarmaya çalışmıştı. En sonunda da "dünyanın
başlangıcından beri etobur insanların döktüğü kanların bedel i olarak ha­
yatı nı feda etmişti ". Ki l ise, Yahudi liğin etkisi altında bu mesajın anlamı­
nı çarpıtmış ve bunun sonucunda insanlar, hayvan eti ve Yahudi kanının
zehriyle kirlenerek yozlaşmaya devam etmişti . Yahudilerin "İnsan yoz­
laşmasının şeytani temsilcisi ", batı uygarl ığının ise bir "Yahudi-barbar
hercümerç" olmaklığıyla, kıyametvari bir son fazla geci ktirilemezdi. El ­
de tek bi r umut kalmıştı - yeni bir arınma, Cermenik kurtarıcı Parsifal ' i n
törenlerine v e gizemine uyarak kutsal kanı yeniden al ma.

262
Kayıp Zamanın İzinde 'de "nankör Yahudi" Albert Bloch 'un davranışları ve ta­
l i hsizlikleri bu bağlamda özel li kle fi ki r vericidir.
263
"Discours sur l 'antisemitisme" ; krş. Journal offıciel, 27 Mayıs 1 895 oturum tu­
tanakları.
264 Wagne r 'i n düşünceleri esas olarak şu yazılarda bulunur: Die Nibelungen, Das
Judentum in de Musik, Religion und Kunst, Christendum und Heroismus. Krş . ;
kendisine ait Gesammelte Werke, bi r de Histoire de l 'antisemitisme, op. cit. , C .
Ill.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARİ ÇAGI 39 1

Wagner, hala büyük i nsani ve tari hsel önem taşıyan265 ama kendisi­
nin kafası karışık bir düşünür ve kötü bir yazar olduğunu da gösteren
bi rçok yazı sıyla bu i lahiyadı geli ştirdi. Üstel ik, Yahudi karşıtı kışkırtma­
sı yaygın ve dolaysız bir karşılık bulduysa da v ejeteryanlığı için aynı şey
söylenemez. Hayranlarının çoğu, beslenmeleri ni başka fel sefi ya da ide­
olojik kaynaklara dayandırdı lar: Fakat Bayreuth tapımı sayısız tefsir ve
meal in yazı l ması na yol açtı , öyle ki Wagner üzeri ne bütün külliyatın
45.000 parçayı aştığı sanılıyor.
Bu kitaplar arası nda Viyana Üniversitesi profesörlerinden bi lgili
Hindistan uzmanı Leopold von Schröder ' i n eserleri Yahudil i ği Arlcilik­
le eşit derecede onurlandı rması bakımından benzersizdi. Arf Dini ve Arf
Gizeminin Bayreuth 'ta Gerçekleşmesi266 adlı kitaplarında tefekkürcü ve
felsefi düşünce yeteneği atfetti ği "ilk Arilerin" doğa tapımlarını tasv ir
etti. B u kadim tapımlar, bütün doğa tapımlarını reddeden hatta baskıla­
yan tek-tanrıcı eti kleriyle Yahudilerin Arileri aydınlatmasıyla tinselleş­
mi şti . Yon Schröder ' e göre Wagner ' i n dehası bu ayrı unsurları bireşti ­
rebilme yeteneği nde yatıyordu. Mesela, Nibelunglann Yüzüğü ' nde Ari­
Ieri n yazgısını lanetleyen kıskançlık ve iktidar hırsı trajedilerini tasv ir et­
mişti . Bayreuth büyücüsü tarafından yeniden canlandırılan bir eski Ari
doğa tapımı arka planına karşı Hint merhamet etiğini Hıristiyan kurtu­
luş fi kri ile bi rleştirdiği nden, Parsifal daha da yüksek düzeydeydi .
"Sev gi yol uyla kurtuluş ! Acıma yoluyla kurtuluş ! " diye haykırıyordu
von Schröder bütün duygusallığıyla.
Beş bin yıldan uzun bir ayrılıktan sonra ilk defa, kadim gizemleri yeni bir biçim
içi nde gerçekleştiğini seyretmek üzere Ari boyları bel irlenmiş bir yerde bir ara­
ya gelebi l irler. Wagner'e şükür, Bayreuth bütün Ari halklarının merkezi hali ne
geldi ve bu olgu tek başına, Al manya ve Almanlar için hayranlık verici bi r üs­
tünlüğü garantiliyor. . . 267

B u vatansever sonucuna rağmen, Schröder ' i n tahli l i takdi r kazan­


madı. Bu bi lgili adam, Ari mitinin modern biçimini hiç anl amamış gibi
gözüküyor. Yayımcı bul ması için kendisine yardımcı olmuş olan ünlü

65 Krş . ; Histoire de l 'alltisemitisme, III, s. 440-467 ("Le cas de Richard Wagner").


266
Die Vollendung des arischen Mysteriums in Bayreuth, M ünih 1 9 1 1 , Die arisce
Religion, Leipzig 1 9 1 4.
267
Die Vo/lendung . . . , s. 21 1.
392 ARI MİTİ : AVR UPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

arkadaşı Houston Stewart Chamberlai n, bazı yetenekl i Yahudileri açık­


ça övmüş olmasından dolayı onu azarladı. Böyle açıklamalar sadece
özel konuşmalarda ifade edilmeli diye uyarıyordu Chamberlain, ona
yazdığı mektupta, başka türl üsü Ari davasına ihanet ol urdu (sanki A ri­
leri n saklamak zorunda olduğu dile getiri lmez bir kusuru varmış gi­
bi ). 268 Richard Wagner ' i n bu manevi oğl u, kendi deyişiyle, içindeki
cinler tarafından Ariciliğin baş yalvacı olmaya zorlanmıştı.
Chamberlain, bir İngi liz ami ral inin oğl uydu ; Fransa' da eğitim gör­
dü ve delikanlılık çağında Al manya 'ya aşık oldu. Wagnercilerin en koz­
mopol itanıydı. Bu arada, gizemli bir rahatsızl ığın biyoloji çal ışmalarını
tamamlamasını engel lediği çok hasta bir adamdı. Sadece Cermenci liği
sav unurken girdiği polemiklerin heyecanıyla huzur bul uyordu.269 Bu
onu Wagner, Kant, Goethe üzeri nde incelemeler üretmeye yöneltti, en
önemli eseriyse zamanının bütün bi lgisini ortaya döktüğü tam bin beş­
yüz sayfal ık On Dokuzuncu Yüzyılın Temelleri idi .
B u eser, kültürl ü okurların dikkatini çekmek için gereken nitel ikle­
ri kesinlikle taşıyordu. Chamberlain, her uzmanın ister istemez uzman­
lık alanının dışındaki başka bilim dallarından yararlanmak zorunda ol­
duğunu göstererek, bi limsel alancılık v e uzmanlaşmaya parlak bir üs­
lupla saldırıyordu. Böylel i kle, her şeyi okumuş gibi görünse de, sonuç­
ta heveskar bir amatör olduğunu itiraf ederken , kendisinin de böyle
dav ranmasını haklılaştırıyordu. Mesela, kesi n bi limleri ele al ırken, Hen­
ri Poi ncare ' nin bi li msel felsefesine dayanarak bunların arasına Ökli tçi
olmayan geometriyi dahil etmi şti . B u şeki lde kurduğu dünya v izyonu
kendi Ari mistiğini destekliyormuş gibi geliyordu, ne de olsa modern
bi l i m münhasıran, daha yaygın olarak " Cermenler" denen " Kelto-Sla­
v o-Tötonlar"ın eseri değil miydi?
... Doğanın kusursuzca mekanik yorumu, kaçınıl maz ve tek doğru olan yorum­
dur. "Tek doğru olanı" derken sadece Tötonlar için doğru olabi leni kast ediyo­
rum; - geçmişte olduğu gibi gelecekte - başka i nsanlar farkl ı düşünebil irler. . .
Töton, güçl ü olduğu sürece b u kendi görüşünü Töton olmayanlara bile zorla ka-

268
Krş. ; H. St. Chamberlai n , Briefe. Münih 1 928, C. 1, s. 1 69-70; 26 Aralık 1 907
tari hli mektup.
269
A.g.e., s . 60, Hans von Wol zogen 'e mektup 15 Kasım 1 897. Bir de bkz. L. von
Schröder , Houston Stewart Chamberlaini ein Abriss seines Lebeıı, Münih
1 9 1 9, s. 61.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARI ÇAGI 393

bfil ettirecektir. . . Bununla - ve sadece bununla - bir algılar yığını ve başka hiç­
bir insan ırkına nasi p ol mamış ölçüde, doğa üzerinde bir hakimiyet elde etmiş
bulunuyoruz. 270

Chamberlain ' e göre, bilimin bu hükümran bil gisi, Adlerin dinsel içgü­
düsü tarafından aydınlatılan bilimsel zorunluluk yasalarının anlaşılması
sayesinde kazanılmıştı . " Din" üzerine olan bir bölümde bu ele alı nır:
Mesela, Baştanrı kavramını alın: İ şte Yehova işte eski Ari Ü çlüğü ... Helenik
duygu sayesi nde Hıristiyan Kilisesi . . . dogmasını biçimlendiri rken. en tehlikeli
kayalıktan, Sami tek-tanrıcılığından başarıyla geçti ve başka türlü olsaydı tehli­
keli biçi mde Yahudileşti ri lmiş olacak Baştanrı kavramında Arilerin kutlu "Sayı­
ca Ü ç"ünü muhafaza etti . . . bütün insan bilgisi üç temel biçime dayanır - zaman,
mekan. nedensellik . . . Kısacası, birlik olarak üçlük, bizi deneyimin orijinal gö­
rüngüsü olarak her yanımızdan kuşattığı gibi, her bi reysel örnekte de yansır. . . 27 1

B u bir "genel , ancak analitik olarak bölünmemiş fiziksel v e aynı za­


manda metafizi k kozmik deneyim miti ne doğru kendiliğinden, sezgisel
bir gelişme" ya da " doğa-sembolizm" meselesiydi .
Bundan şu çıkıyordu:
Görgül doğayı duyular tarafından algılandığı şekl iyle mekanik olarak yorumla­
yan kişinin ideal bir dini vardır ya da hiç kimsenin; başka her şey bilinçli ya da
bil inçsiz olarak kendi ni kandırmaktır. Yahudi , hiçbir çeşitten mekanizm bilmez;
onun durumunda, hiçten yaratmadan Mesi hçi gelecek düşleri ne kadar her şey
tam bir keyfil ikle serbestçe hüküm s ürer; asla hiçbir şey keşfedememiş oluşu­
nun nedeni de budur. 272

B u ırksal felsefe dal landırıp budaklandırılmaya son derece açıktı.


Chamberlain, görecelilik kuramı üzerine, "Yahudi psikoloji si"ne yapı­
lan saldırıların Üçüncü Reich yönetimi altında "Yahudi fiziği"ne yönel­
tilen saldırılarla kısa zamanda dengini bulacağı şekilde acılaşacak bir
anlaşmazlık başlatmıştı. Bu dönemde, aralarında iki Nobel ödülü sahi­
binin de bul unduğu rejim tarafından desteklenen bilimciler, "Alman fi­
ziği "nin doğal ve üç boyutlu ev reninin karşısına keyfi ve yapay bir ev­
ren model i çıkardı kl arı için Einstein ve (C. G. Jung ' u tekrarlayarak)
onun Alman takl itçilerine çatmışlardı.273

270
la Genese du XIX. siecle, Fr. çeviri R. Godet, Paris 1 9 1 3 , s. 1 058- 1 059.
27 1A.g.e., s. 750-754.
272
A.g.e., s. 1 060.
273 Nobel ödül l ü P. Lenard ve J. Stark ' ın kıyasıya dah i l olduğu bu polemikler ko
394 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FiKİRLERİN TARİHİ

Kesin bi l i mler Chamberlain ' e Ari üstünl üğünü destekleyen argü­


manlar sağlamışsa, zamanının insan bili mlerini bu amaçla nasıl kullan­
mış olabi leceğini tahayyül etmek kolaydır. Bu bi l imleri n kesinlikten
yoksunluğunda defalarca ısrar etmiş ve hem pozitiv izmi n hem Yahudi
karşıtlığının fanatik propagandacı larını eleştirmiş olduğundan, bu alan­
da çok daha rahat dav ranabiliyordu. Zamanının birçok başka kişil i ği gi­
bi, arkadaşları arasında birçok Yahudi bul unduğu gerekçesiyle kendisi­
nin aslında Yahudi karşıtı olmadığını iddia ediyordu.274 Bir biyoloj i öğ­
rencisi olarak
eşi bulunmaz bi r hoca, Charles Darwin tarafından olguların mektebinde eğitil­
dim . . . Ahırda, tarlada ya da bahçede büyük doğacıya eşlik ettim ve orada ırk ke­
l i mesi ne gerçek anlamını veren her şeyi gördüm - bütün insanlar için aşikar ol­
ması gereken tartışıl maz bir gerçeklik.

Descartes 'a da başv urdu:


Dünyanın en bilge adamlarının hiçbiri aklığı tanımlayamazdı demişti Descartes,
ama ak bir şey görmek için tek yapmam gereken gözlerimi açmaktır. Aynı şey
"ırk" için de doğrudur. 275

Chamberlain, Samilerin kısırlığı hakkında Robertson Smith ' den alın­


tı yapmıştı,276 Karaların aşağılığını beyan ederken dayandığı otorite i se
A ugust Forel idi.277 Chamberlain, aynı zamanda gerçi anlamadan da ol­
sa, Freud ' u hak vererek alıntılayan ilk etkil i yazardı.278 B u genel mal u­
mat pelerini altında Chamberlain kendisini iki takıntıya kaptırmıştı,
" Roma"dan duyduğu nefret, "Yahudiye"den duyduğu nefret.
Roma Katol ik Kilisesine saldırısında, Chamberlain alışıldık Cizvit
şerri öcüsünü kullandı. Fakat kendi ırk kuramlarından kalkarak bu ko-

nusunda bkz. L. Poliakov - J . Wulf, Das Dritte Reich und Seine Denker, Ber­
t i n 1 960, s. 289-322.
274 Krş . ; Briefe ... , l , s . 77. Krş . ; Yukarıda alıntılanan L. von Schröder 'e mektup.
275 la Genese du XIX. siecle, anılan çeviri , s. 1402- 1408 (4. basıma önsöz).
276
A.g.e., s. 7 1 6, özellikle s. 30 1 , 556 ve 854.
277 A.g.e . s. 39 1 . Afrika'ya yaptığı bir gezi nin hemen ardından Forel şöyle yazmış­
.

tı: "Onları ne iseler öyle kabOI etmek ve az bir değere sahip kültürsüz bir aşağı
ırk olarak muamele etmek Karaların kendi çıkarınadır. Ön ve son söz olarak
söylenmesi gerekeni n hepsi budur."
278 A.g.e., s . 7 1 6. Chamberlain bunu "Fizi ğin Psişe üzeri ndeki korkutucu gücü" pa­
sajını yazarken yapar ve düşüncelerini desteklemek için "son yılların en il ginç
özetleri" dediği "Dr Si gmund Freud 'un denemeleri nden" alı ntılar verir.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ : ARI ÇAGI 395

nuda bütünüyle yeni bir argüman gel iştirdi, öyle ki [ Cizv i t tarikatının
kurucusu -ç.n. ] Ignati us Loyola, Bask olduğuna göre bir gayrı Arf ol­
malıydı. O hfilde onun durumu, i l kel bir ırkın " hayvani doğa"nın "oğul­
larının en güçlüleri aracılığıya" "entelektüel doğaya" boyun eğdirmeye
kalkışarak fatihleri nden öç almaya çalışması değil miydi ? Cermen ru­
huna ya da daha doğrusu genel olarak Ari ruhuna karşı gelmiş geçmiş
en iyi örgütlenmiş, bu yüzden de en tehl ikel i sal dırıyı Cizv i tler yapmış
olduğundan bu varsayım pek i kna edici gözüküyordu. Üstelik, Loyola
bu bakımdan benzersiz bir görüngü de değildi.
Avrupa 'da, bizim H i nt-Avrupa dillerimizi konuşan, aynı elbiseleri giyen, haya­
tımızda rol oynayan ve kend i tarzlarında mükemmel olan, ama biz Tötonlardan
sanki bir başka gezegende yaşıyormuş kadar uzak bul unan yüzbinlerce i nsan
var; bunlarla aramızda, bizi Yahudilerle olduğu gibi birçok bakımdan ayıran ama
şu ya da bu noktada arasında köprü kurulabilecek olan bir uçurum değil, aşıl­
maz ve bir ülkeyi öbüründen ayıran bir duvar söz konusudur. 279

B una rağmen, onu gerçekten korkutan şey, duvar değil " uçurum"
idi v e Yahudileri Fi nlerden ya da Basklardan çok daha tehl i keli görü­
yordu. Etkisi altında bulunduğu nevrozun esas bel i rtileri olan kirlenme
ve kötücül bulaşmalar korkusunu Yahudilerin tahrik etti ği aşikardı. Bu­
nu en açı k biçimde sergiledi ği Irka Karşı Günah Bilinci başlıklı pasaj­
da Yahudilerin "fiziksel olarak ortaya çıkışı" konusunu ele almıştı.
Chamberlain ' e göre, Yahudiler Sami çölleri nin bedevileri ile Hititler,
Suriyel iler v e Ari Amuriler arasındaki doğaya aykırı melezlenmelerin
sonucuydu. Yahudiler zamanla bu başlangıçtan gelen bozukl uklarını
fark etmi ş ve anlamışlardı ki ,
. . . varoluşları günahtır, varol uşları hayatın kutsal yasalarına karşı işlenmiş
bir suçtur; ne olursa olsun, kaderin kapısını şiddetle çaldığı anlarda Yahudinin
kendisi de bunu hisseder. Birey değil bütün hal k, bilinçl i değil bil i nçsiz bir suç­
tan yunup arınmak zorundadır. 280

Bu y üzden Yahudi l er, çok uzun zaman önce saf ama yapay bir ırk üret­
mek doğrultusunda kahramanca bir plan kurmuşlardı ; ve Yahudi kudret
ve büyüklüğünün nedeni binlerce yıldır gösterilmeye devam eden bu
kararl ılıktı. Chamberlain, kitabındaki en uzun böl üm olan "Yahudileri n

279 A.g.e., s. 7 1 1 -20. ( Freud 'dan alıntılar b u bağlamda yapıl mıştır).


2lll A.g.e., s. 504.
396 ARİ MiTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLiYETÇi FiKİRLERiN TARiHİ

Batı Tarihine Girişi" başlıkl ı bölümde sayıca v e zekaca aşikar aşağılık­


l arına rağmen Yahudi karakter gücünün onların nasıl "Kelto-Slavo-Tö­
tonlara" hakim olabi lmesini sağlamış olduğunu gösterdi. Görünüşe gö­
re, büyük planları daha Kuroş ' un hükümdarl ığı zamanında Tapınağı ye­
niden inşa ettikleri zaman etkisini göstermeye başlamıştı :
. . . Fakat Hezekiel ' i n ölümünden fazla zaman geçmemişken soy lu Pers Kra­
lı Kuroş, Babi l İ mparatorluğunu fethetti . Deneyi msiz Hint-Avrupalıların safl ı­
ğıyla Yahudilerin geri dönmesine izin verdi ve tapınağın yeniden inşası için ha­
zine yardımı sağladı. Ari hoşgörüsü altında, onlarca yüzyıl boyunca en soyl ular
için bir lanet ve Hıristiyanlık için kalıcı bir utanç olacak Sami hoşgörüsüzlüğü­
nün bir zehir gibi kendisi nden bütün dünyaya yayılacağı ocak kurulmuştu. 281

B ütün baskılara ve yakıp yıkmalara rağmen, Yahudiler korkunç i rade


güçlerini Av rupa'ya dayatmaya muktedir olacaktı .
. . . Yahudiler öyle istedi diye Oli mpos ve Valhalla ıssız kaldı. Yehova . . . artık
H int-Avrupal ıların tanrısı olmuştu. 282

Ondokuzuncu yüzyılda Yahudi etkisi her alana yayıl mıştı :


Ne var ki, paraya sahip olmak kendi başına en önemsizidir; hükümetleri­
miz, yasalarımız, bilimimiz, ticaretimiz, edebiyatımız, sanatlarımız . . ., pratik ola­
rak hayatımızın her alanı Yahudilerin az ya da çok gönüllü köleleri hali ne gel­
mişti r... İ deal amaçlarla davranan Hint-Avrupalılar dostluk kapılarını açtı: Yahu­
diler bir düşman gibi içeri daldı, bütün mevzileri işgal etti ve bizim için yaban­
cı olan kendi bayrağını dikti - hakiki bireyselliğimizin yıkıntılarından bile değil,
kırıntılarından söz edeceğim. 283

B u durum nasıl düzelti lecek v e Arllerin gerçek doğası nasıl restore


edilecekti ? Chamberlai n de sorunun merkezinde İsa'yı görüyordu ve
Tanrı-insanın bir Yahudi olmadığını göstermek için neredeyse yüz sayfa
ayınnıştı.284 Ari zihinlerinin kaygısını yatıştırmak için Yahudi liğin bi r
şekilde Hristiyanlıktan ayıklanması hayati önem taşıyordu. Chamberla­
in ' i n kitabının Fransızca basımına önsöz yazan Robert Godet, bu girişi­
mi şöyle özetlemişti :
Chamberlai n haklıysa, Hint-Av rupalı vicdanının tam olarak i sa'nın öğreti-

281
A.g.e . s. 58 1 .
.

282 A.g.e., s . 462.


2ın
A.g.e., s. 438.
ııı.+ A.g.e., s . 255-350 ( i l i . Bölüm. "Le Christ" ) .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARI ÇAGI 397

sinde ve örneğinde gerçekleşen vahyin doğasının zaten önceden farkına varmış


olduğuna bakarak, organizmamıza özümsenmesi mümkün olmayan bir gövdeyi
kabOI etmekle Yahudi tehli kesini yaratmış olan biz kendimiziz demektir. B u
y üzden bizzat kendi mize ait tinsel araçlarla Yahudi boyunduruğundan kendimi­
zi kurtarmalıyız. Kendimizi kurtarıp kurtaramayacağımız bize bağlıdır; ve eğer
İ ncil ' i Eski Ahit'e bağlayan bağları koparacaksak, eğer. . . i ki uzlaşmaz ideal i . i ki
bağdaştırılamaz dünyayı birbirine bağlayan düğümü çözeceksek, bunu yapmalı­
yız. Kısacası, Chamberlai n ' i n bizden yapmamızı istediği şey budur. 285

Chamberlain, l 903 - 1 904'te bi zzat bir Ari İnci l i hazırlamak isteyerek


yayımcısına şöyle yazmıştı:
Sanıyorum i nsanın kendisi ne böyle bir görev yüklemesinde en başta insan soyu­
nun ihtiyaçlarının derin ve uzun erimli bir bilgisine sahip olunması zorunludur... Bir
inanç açıklamasının yeni bir dinin doğumuna yol açabileceğiyle kendini kandırmak
yetmez. Gerçek tari hsel süreç daima tam tersi olmuştur. Ö nce yeni bir din ortaya çı­
kar ardından farklı zihinleri n farklı ihtiyaçlarına uygun i nanç açıklaması ya da çeşit­
li inanç açıklamaları geli r. 286

Gerçekten de On Dokuzuncu Yüzyılın Temelleri, çok kişisel ve yir­


minci yüzyılın ilk yarısındaki sayısız zihnin ihtiyaçlarına son derece uy­
gun düşen bir i nanç açıklamasına benziyordu. Nazi Partisinin filozofu
Alfred Rosenberg ' i n başhca eserine Yirminci Yüzyılın Miti adını verme­
sini iyi bir nedeni v ardı ve Chamberlain, Bayreuth çev resi ve Hitler ' i n
yükselişi arasındaki pek çok bağlantı d a iyi bilinmektedir. On Dokuzun­
cu Yüzyılın Temelle ri 'nin ani başarısı unutulmuştu; o yüzbinlerce Al­
man ' ın yeni İ nci l ' i haline gel mişti . Bütün bu insanlar bu kitapta ne bul­
muştu? Kayzer 2 . Wilhelm, kendisini gençliğinin yanhş i nançlarından
kurtarıp kurtuluş yolunu gösterdiği için Chamberlain 'e gönderdiği ateş­
li teşekkür mektubunda belki de çoğunluğun duygularını di le getirmiş­
ti . Şöyle yazmıştı İ mparator:
Biz gençlerin yeni Reich 'a hizmet etmek için başka bir eğitime i htiyaç duy­
madığımızı içgüdülerimle bildim. Ezi len gençl iğimizin sizin gibi bir kurtarıcıya
ihtiyacı vardı ; hakkında kimsenin bi r şey bilmediği Hint-Avrupa kökenlerini bi­
ze gösteren biri ne. Ve öyle ki, ruhumun derinlikleri nde uyuklayan gerçek Al­
man Ariciliği (das Urarische-Germanische) ancak sert bir mücadele pahasına
kendini öne çıkarabilecekti . "Geleneğe" olan açık düşmanlığımda kendisini gös­
teriyordu ve başlangıçta karanl ıkta kal mış ve kendinin bil i ncinde olmayan bir

285 A.g.e., s . XLII ("Fransızca basıma önsöz").


ı ıı" Krş . ; Briefe . . , l , s . 1 1 5- 1 1 7 (J. E Lehmann a mektup, l 6 Şubat 1 903 ).
. ·
398 ARİ MİTİ: AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

sezgi olduğundan, çoğu kez tuhaf, vuzuhsuz yollarla yüzeye çıkmaya çal ışıyor­
du. Ve şimdi siz geldiniz ve büyülü değneğinizin bir hareketiyle kargaşanın ol­
duğu yere düzen, karanlığın bul unduğu yere aydınlık getirdiniz. Karanlıkta kala­
nı açıklıyorsunuz, Almanlara ve i nsanlığın tüm geri kalanına kurtul uş yolunu
gösteri yorsun uz . . . 287

B u mektupla başlayan yazışma y i rmi yıldan fazla sürdü ve 2. Wi l­


hel m 'in bi rçok konuşmasında ve planında Chamberlai n'den etkilendiği
kısa zamanda aşikar oldu. B u karmaşık hükümdarın bazı barışçıl proje
ve konuşmaları belki onun bu yeni bulunmuş Ari imanına atfedilebi l i r,
fakat politik alanda ta l 924' te bile hala, Hıristiyanlığın Yahudil i kten de­
ğil paganl ıktan çıktığını, İbranilerden deği l İranlılardan geldi ği ni sav u­
n uyordu. 288
Anglo- Sakson ülkelerinde Ondokuzuncu Yüzyılın Temelleri ' ni n
1 9 1 1 ' de yayımlanan çevi risi son derece i y i bir kabfil gördü. Kitabın çı­
kışı bi rçok gazetede haber oldu. Spectator onu "bir bilgi anıtı " diye öv ­
d ü ; Birmingham Post "taze v e ateşli bir düşünceyle dolu, hayatla parıl­
dayan" diye niteledi ; Glasgow Herald "kitabın harekete geçirici niteli k­
lerini görmezden gel menin" zor olduğunu beyan etti . Times Literary
Supplement'ın yorumcusu " gerçekten değer taşıyan kitaplardan biri "
olarak selamladı.289 Fabian News ' de yazan Bernard Shaw daha bile he­
yecanlıydı. Kitabı birçok kafa karışıkl ığını gideren bir tarih şaheseri ola­
rak niteleyerek onu okumayanl arın uzunca bir zaman siyasal ve sosyo­
loj i k meseleler üzerine akıl l ıca kelam edemeyeceğini iddia etti .290
A B D ' de Theodore Roosevelt, daha temkinli bir tav ır alarak yazarın aşı­
rı tarafgirl iğine işaret etmekle birl i kte, gene de, kitap zararlı olduğu ka­
dar yanlış da olan ve iyi niyetl i fakat kıt zekalı adamlar tarafından ku­
şaktan kuşağa aktarılan eşitl i kçi öğretil erin reddiyesinin bir örneği ol­
duğundan, yayımlanmasında bir bei s görmedi ğini ifade etti.291
Fransa'da işler başka türl üydü. On Dokuzuncu Yüzyılın Temelle­
ri' n i n Fransızca çev irisi 1 9 1 3 güzünde yayımlandı ve ancak B i ri nci

287 2 . Wi l helm ' i n mektubu, 3 1 Aralı k 1 90 1 (Briefe . . . , il, s. 1 4 1 - 1 44) .


2 88 Krş . ; R. Patry, La religion dans l 'Allemagne d 'ajourd 'hui, op. cit . . s . 1 65 .
289 Krş . ; Col in Holmes , "Houston Stewart Chambcrlain in Great Britain", The Wi­
ener Library Bul/etin. XXII ( 1 970) , s. 3 1 -36.
2 9 0 Aktaran R. Godct, La Genese du XIX. siecle. ed. cit. , Ö nsöz. s. LXV.
291
Krş . ; T h . F. Gosset Race: The History of a n idea in America, op. cit. , s. 3 5 2 ve
492.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARİ ÇAGI 399

Dünya Sav aş ı ' nın patlak vermesinden sonra pan-Al mancılığı mahkum
eden makalelerde yankı buldu. Gene de, bazı değerlendi rmelerden kita­
bın farklı bir zamanda yayımlanmış olsaydı Fransız okurlar arasında da
hayranlar bulmaktan geri kalmayacağı ortaya çıkıyor. Örneğin, Revue
bleue ' da müzikolog Maurice Kufferath, "vaktiyle zeka sahibi olan bir
adamın bu muazzam sapması f na) ... içe işleyici v e bağımsız bir zihne sa­
hip olduğunu çok sık göstermiş olan bir düş ünürün bu manevi çökü­
şüf ne ) " esef etm i şti . 292 Revue bleue ' n un aynı sayısında Gülhaçlı Josep­
hin Peladan ' ı n A lmanya'da Hıri stiyanlığın yenil gisiyle ilgili tam elli
sayfalık daha da tuhaf bir makalesi de bul unabil i r.
Yazısına "Wagner ' i n büyüsü"nden nasıl etki lenmiş olduğunu hatır­
layarak ve Oberammergau* ve Bayreuth Almanya'sına eski hayranlığını
yadederek başlamıştı . "Töton ırkı"nın son zamanlarda gösterdiği bar­
barlığın nasıl açıklanabileceğini soruyordu. " Haç nasıl oldu da böyle
parçalandı?" Y üce rahip Peladan yanıtı biliyordu: "Alman ' ın karanlık
ruhunda, Dağdaki Vaaz'ın** Vaizinin yerini Asyalı Yehova al mıştır... Ül­
kenin dinsel yapısı kuvv etle hiyararşi k olarak kalmıştır. Fakat vaazlar­
da sadece Yahudi Tora'sından söz edilir. "
Fakat daha kötüsü d e gelecekti . N e yazık k i Almanlar, Musa Şera­
itini uygulamaya da razı deği l di . Hahamlarla birlikte mektebe gitmişler
ve Talmud eğitimini daha da şiddetle uygulamışlardı: "Gerçek bir nef­
ret hukuku olan Gemara, Sünnetsizleri öldürmenin meşru olduğunu öğ­
reti p bunu iyi bir iş olarak göstermişti . " Bu yüzden, Deutschland über
alles Talmud 'dan alınmış bir fikir olduğundan, Almanya' nın Hıristiyan­
lıktan çıkışı "Wotan ' ı n izleyicilerinin kötü inancı "na yorul mamal ıydı.
B u durumda, böyle bir esinlemeyle ateşlenen Alman askerlerinin sa­
vaşta süngüleriyle yaralıların işini bitirmesinde, sakatların gırtlağını kes­
mesinde, ölenleri n cesetlerini parçalamasında şaşılacak bir şey var mıy-

292 M. Kufferath, " Les dements d u pangermanisme, M. H . S . Chamberlain" , Revue


bleue, 1 9 1 5 , s. 342-344.
Al manya'da Bavyera eyaletinde bir kasaba. Yaklaşık 500 yüzyıldan beri , her on
yılda bir kasaba halkının katılımıyla yapılan İ sa'nın son günlerini ve öl ümden
** sonra dirilişini canlandıran temsi llerle ünlüdür. -ç.n.
_
lsa'nın havari lerine ve kalabal ık bi r izleyici kitlesine verdiği , toplu msal hayatın
temelleri ni ol uşturması gereken sevgi , merhamet, iyilik ve adalet gibi erdem­
lerle ilgili Hıri sti yan ahlak anlay ışını ortaya koyan vaaz. (Matta: 5-7; Lııka: 6:
1 7 , 6: 20-40). -ç. n .
400 ARI MİTİ: AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYEI'Çİ FİKİRLERİN TARİHİ

dı ? Peladan, sonunda Allahı ve İslam! militarizmi de işin içine katmış­


tı. * " B u savaşın İsa'ya ve onun Söz' üne karşı açılmış olduğu açıktır. . .
B una, tüm insanlığın vicdanının uygarlığın gerçek ilkeleriyle birlikte
Dev let'in sunağında kurban edildi ği bu ı rk tapımına Kultur diyorlar. "
B u yazarın gözünde insanlık ile Hıri stiyan Ki lisesinin üyelerinin aynı
şey olduğu açı ktır. 293
Pel adan, bu şekilde savaşın ortasında kendi milliyetçi hezeyanını es­
ki Yahudi günah keçisine yöneltiyordu. Ari mitinin tarihini artık burada
bırakabi liriz, anlatıyı tamamlamak için geriye sadece bu mitin gelecek­
teki kurbanları olacak olan Yahudi cemaatinin bazı üyelerinin ilk başta
nasıl bu miti kabfil edip arkasından kendi özel v ersiyonlarını ürettiğini
kısaca anlatmak kalıyor. Bekleneceği gibi, bu sadece Yahudi lerin topye­
kun bir asi milasyonu düşledikleri v e vatanseverlik ikrarlarının özel bir
karakteristik kazandığı Cermen ül kelerinde olmuştu.
Yeni Kantçı felsefe okul unun kurucusu Hermann Cohen ' i n ( 1 842-
1 9 1 8) durumunda, Alman idealizminin tumturakl ı dili böyle bir akıl hi­
lesini teşvik etmişti. Dinsel ve felsefi bi r bakış açısından Cohen, Yahu­
di tek-tanrıcılığının inanırıydı, ancak, "Yahudi dininin tamamen Al man
uyruğuna geçmesine" karşı hiçbir engel bulunmadığını düşünüyordu.
Bir yandan Yahudi lere atalarının dinine sadık kalmalarını öğütl üyor, öte
yandan Almanlara Yahudi leri n tamamen asi mile olacağı sözünü v eri­
yordu. "İlke mülahazaları ve daha bile öneml isi en kutsal özlemler, biz­
leri bi rleşmeyi arzu etti ğimiz hal kın doğal duyguları ile tamamen öz­
deşleşmeye zorlamal ı." Sanki bu yeteri nce açık deği lmiş gibi, şunu da
eklemi şti :
B i z Yahudiler, ırksal içgüdünün basit bir barbarlık biçimi değil fakat ul usal duy­
gunun doğal ve meşru bir özlemi olduğunu kabOI etmek zorundayız . . . Hepi mi­
zin Al manlar gibi ol mak istediğimizi samimiyetle söyl üyorum ... Bu konuda, bü­
tün söylememiz gereken şu: "Az sabır ( 1 880) 294
...

*
Biri nci Dünya Savaş ında Almanya'nın başl ıca müttefikinin Türkiye olduğu ve
padişahın (halifelik Unvanıyla) Müsl üman sömürge halkları arasında varsay ılan
(ama sonuçta pek umulduğu kadar ol madığı anlaşılan) itibar ve etkisinin bir
propaganda malzemesi ve düşmanı i stikrarsızlaştı nna taktiği olarak olarak hem
A l man hem Türk makamları tarafından yoğun şekilde kullanıl maya çal ışıldığı
hatırda tutulmalıdır. -Y.h.
2 93 "La fai ll ite du christianisme en Allemagne" Revııe bleııe, 1 9 1 5 s . 423-425.

2� H . Cohen, Ein Bekenntnis in der Judenfrage (krş . Der Berliner Antisemitis­


mııssreit. ed . Walter Boechl ich. Frankfurt a/m 1 965 . s . 1 26 ve devamı.
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARİ ÇAGI 40 1

Böylece, Cohen' in ruhunda Musa'nı n dini Alman imanıyla yan ya­


na var ol uyordu. Biri nci Dünya Savaşı sırasında, "Yahudi lik ile Alman­
lık arasında Alman ruhunun temel karakteristi ği" olan bir " sağlam kar­
deşl ik" v arolduğunu öne sürerek bu iki inancın karışımını felsefi olarak
meşrulaştırmaya çalıştı . Hatta bu fikri izlerken Fichte ' nin antropolojisi­
ni Yahudilere uyguladı, Yiddiş bir Cermen dili değil miydi ? Nereden
bakı lırsa bakılsın, söz konusu dil Rusya ve Amerika' daki milyonlarca
Yahudi tarafından konuşul uyordu ve Fransa ile İngi ltere ' deki Yahudile­
rin çoğunun da atalarının diliydi . B u yüzden, "insan, [bu dil -ç.n.] ne
kadar şekil sizleşmiş olursa olsun oriji nal akıl ve zeka güçlerini di linden
aldığı için" bütün Yahudi ler "tinsel vatanları olarak Al manya' ya sofuca
bir saygı duy"mal ıydı.
Ul uslararası Yah udiliğe bu borçlarını ve Al manya' nın kökenleri Al­
manya' da olan Yahudiler üzerindeki manevi öncelik haklarını hatırlat­
mak, Cermen ülkelerindeki Yahudilerin ödev iydi . Cohen ' i n kendi si bu
ödevi Henri Bergson ' ı eleşti rerek yerine getirdi: "özgün bir filozof ol­
duğunu iddia ediyor. Yiddiş di li konuşan bir Folonya Yahudisinin oğlu­
dur. Babasını düşündüğünde Bergson ' ı n zihninden neler geçiyor? .. "295
Di ndar bir Yahudi bile vatanseverlik sadakati ni bu noktaya kadar
getirebi liyorsa, kendilerini Yah udi olarak dünyaya getirdiği için kaderi­
ne lanet okuyan giderek artan sayıda Yahudiden ne beklenecekti ? B un­
lardan bazıları açıkça Arlcil i ğe kayıtsız şartsız bağlıl ıklarını bildiriyordu.
Daha önce de sözünü etmiş olduğumuz Viyanal ı filozof Otta We­
ini nger ' e ( 1 880- 1 904) olan buydu. Kısa süren hayatı kendi başına bir
örnektir. İntihar ederek bu hayata son vermekle sadece yazı larında Ya­
hudilere yani kendisine yöneltti ği suçlamaları ni hai sonucuna götür­
müştü. Açıkça Yahudi karşıtl ığı yaptığından değil . Aksine, gerçek Ar!le­
rin hiçbir şekilde Yahudi karşıtı olamayacağını i lan etmişti .296 Mazohist
saplantıları esas olarak, bir yanda kadınlar ve Yahudiler, öte yanda er­
kekler ve Ar!ler arası ndaki Maniheist bir karşıtlık çev resi nde odaklan-

295 H. Cohen, Deutschtum und Judentum . Giessen 1 9 1 6, s. 37-38.


296 Otto Weininger, Geschlecht ımd Charakter,Viyana 1 905 (6. basım) s. 4 1 1 : "En
hakiki Ariler, en Ari ve Aril iklerinden en emin olanlar, Yahudi karşıtı değildir. . .
buna karşılık, saldırgan Yahudi karşıtı nda. damarlarında tek b i r damla Sami ka­
nı bulunmasa bile, daima bazı Yahudi özellikleri görül ür. . . En şiddetli antise­
mitlerin Yahudi ol ması bu yüzdendi r."
402 ARI MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

mıştı. Cinsiyet ve Karakter adındaki kitabı esas olarak kadınların aşağı­


lanmasına hasredilmişti . B urada ortaya attığı kuram şu aksiyomunda
özetl enebilir: "En iyi kadın, en kötü erkekten aşağıdır. "297 Bu nedenle,
Weininger ' i n at kuyruklu Çinli ler v e tek bi r dahi yetişti rmekten aci z
Zencilerle akraba varsaydığı Yahudilerden b i l e aşağılık insanların v arol ­
ması mümkündü. Fakat bir anlamda Yahudi kadından bile aşağıydı , çün­
kü kadın hiç olmazsa erkeğe inanırdı oysa Yahudi hiçbi r şeye i nanmaz­
dı, yani bi r hiçti . Ruhun ebedi hayatını kav rama yeteneğine sahip bul un­
mayan bu olumsuz adam, Wei ninger ' e yaşadığı yüzyılın materyal ist
çökkünl üğünün cisi mlenmesi gibi gel iyordu. Izdırabı içi nde, beden ile
ruh arasındaki kaçınıl maz mücadelenin öngörüsünde bulundu:
İ nsan ırkı yeni bir dinin kurucusunu bekl iyor ve mücadele, çağımızın ilk yı­
lı nda olduğu gibi , can alıcı evresine yaklaş ıyor. İ nsanlık bir kez daha Yahudilik
i l e Hıri stiyanlık arasında, ticaret ile kültür arası nda, kadın ile erkek arasında, tür
ile birey arasında, değer ve değersizlik arasında, hiçl i k ve tanrısallık arasında se­
çim yapacak; üçüncü bi r alem yoktur. . . 298

İdeal i st bir filozof olarak Weini nger ' i n "ırk"ı yarı-biyolojik, yarı-tin­
sel bir olgu olarak düşündüğü eklenmelidir. Onun nazarında Yahudi lik,
" zekanın bir eğilimi, her insanda bul unabi len fakat en büyük tarihsel te­
zahürünü tarihsel Yahudi li kte bulan psişik bi r durum" idi.299 Aynı şekil­
de, Aril iğin en yüce ifadesine kav uştuğu yer, Cermen ırkı idi. B u açık­
lamanın ardında şu ifade gel iyordu: "Yazar, bizzat kendisi nin Yahudi
kökenli olduğuna işaret etmek zorundadır." Kitabının yayımlanmasının
hemen ardından , inti harıyla felsefesini mantıki sonucuna vardırdı.
Ari miti nin ırkından dolayı özür dileyen tek hayranı o değildi.
1 909' da Walther Rathenau ( 1 867- 1 922) kendisini Şansölye von B ü­
low ' a şu sözlerle tanıtmıştı : " Ekselansları , beni kabOI etmenizden önce
size, aynı zamanda bir itiraf da olan, şu açıklamayı yapmak zorundayım.
Ekselansları , ben bi r Yahudiyim ! " Geleceği n dev let adamı, 1 897 'de ya­
zar olarak ilk ortaya çıktığında kendi Yahudilerini Alman toprağı nda ko­
naklayan bir "doğul u sürüsü" olarak tarif etmişti :
Ne garip bir manzara! Sıcakkanlı ve heyecanlı Alman hayatının sınırları dı-

297
A.g.e., s. 4 1 0.
298 A.g.e., s. 452 .
19'J A.g.e., s .4 1 2 .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ : ARI ÇAGI 403

şında yabancı bi r boy. Mars 'ın toprağında konaklayan Asyal ı bir sürü. Bu adam­
ların zorlama iyi huyları , üzerlerine çökmüş olan tatmin ol mamış kadim nefreti
gizleyemez. Babaları nın katlandığı sınamalardan kendilerini koruyabilen bütün
temel kuvvetleri n sadece bir y üzyıldır bir araya gelmiş olduğunun farkında de­
ğiller. . . Kısmen kendi seçimleri nin sonucu olarak görünmez bir gettoda yaşıyor­
lar. Alman halkının bir parçasını ol uşturmuyorlar, onun bedenindeki yabancı bir
organizmadırlar. ..
Aynada kendinize bakın. Ö zeleştirinin ilk adımı budur. B i rbirinize çok ben­
zediğiniz ve birinizin kötü davranışının hepinizi bağladığı gerçeğini hiçbir şey
değiştiremez. Ve doğulu çehrenizin sizi Kuzey li boylar için itici kılmasını hiçbir
şey engelleyemez . . 300 .

Rathenau, buna uygun olarak kendileri ni yeniden eğitmeleri ve böy­


lece artık Al man lara maskara ol mamaları için Yahudi l ere kendi lerini
Prusyalılar gibi disipl ine etmelerini öğütledi. Sonraları bu yorumlarının
fazla sert olduğunu kabı11 etse de, yazılarında gel iştirdiği antropolojik
görüşl erinde Cermenler ve Yahudiler gibi birbirine karşı çıkan iki ırkı
karşıtlaştırmaya devam etti . 'Zayıflık ve Korku Üzerine denemesinde
( 1 904) saldırgan bir ırk ile korkak ve sav unmacı bir ırkı birbirinden ayı r­
dı, korkak ve sav unmacı olan ırk Kabi l ' in lanetini taşıyandı.301 'Zaman­
ların Eleştirisi adını taşıyan çalışmasından ( 1 9 1 2), cesur ve erdemli ır­
kın Cermenler olduğu ortaya çıkıyordu.302 B u eser, Rathenau ' nun neşe­
siz ve kasvetl i bir gelecek biçtiği, mekanizasyon ve Almansızlaştırma
çağının açılış dönemi diye adlandırdığı sanayi uygarlığının meseleleriyle
uğraşı yordu. Aynı bağlamda, Cermen kanının yüzyıl lar içi nde sulanmış
olduğu güney Av rupa ülkelerinin artık kültürel ilerleme yeteneğini yi­
tirdi ğini , buna karşılık bu ·kanın daha iyi korunmuş bul unduğu batıl ı ül­
kelerin, özellikle de Almanya'nın bu nedenle "dünyanın merkezi ve
kültürel değerleri n okulu" olduğunu beyan etmi şti .303
Son olarak, henüz tamamı yayımlanmamış olan özdeyişlerinde, Rat­
henau "Ari ırkının trajedisi"ni Chamberlain 'den bi le yüceltici teri mler­
le tasv i r etmi şti :
Kuzeyde görkeml i bir sarışın ırk doğar. Muazzam verimliliği dalgalar hal in-

300 Höre lsrael ! (W. Hartenau takma adıyla), "Die Zukunf', 6 Mart 1 897.
3oı Von Schwaclıheit, Furcht und Zweck. Krş . ; Gesammelle Schriften, C. iV, Ber­
tin 1 925, s . 9-3 3 .
302 Kritik der Zeit. Krş . ; W. Rathenau, Schriften , Berl i n 1 965 . s. 1 44-54.
:mı A.g.e . , s. 1 5 1 .
404 A RI Mili : AVRUPA 'DA IRKÇI ve MİUIYETÇİ FİKİRLERİN TARiHİ

de Güneye yayılır. Her göç bir feti htir, her fetih fethedilenin geleneklerini ve uy­
garlığını zenginleştirir. Bir gün Güney galebe çalar; Kuzey ül kelerine doğulu bir
d i n sokul ur. O eski cesaret ruhuyla kendisini sav unur. Ama sonunda en büyük
tehdit gerçek ol ur; sanayi uygarlığı dünyayı fetheder ve onunla birlikte, korku­
nun, zekanın ve kurnazlığın demokrasi ve sermayede cisi mlenen kuvvetleri her
şeyi ele geçirir. . 304
.

Rathenau, yazı ları gibi kamusal ve özel hayatında da Ari mitiyle bü­
y ülenmişti . B u güçlü kişil ik, Yahudi karşıtlarının saldırısıyla karşılaştı­
ğında, hasımlarının görüşlerine karşı çıkamayacağını, hele ki kuramları­
nı öylesine ikna edici bulduğundan kendisinin bunu yapmasının imkan­
sız olduğunu söyleyerek kendini beceri ksizce sav undu. Arkadaş ve sır­
daş olarak da bu hasımlardan birini, Alman İn c ili 'nin yazarı Wil m
Schwaner ' i seçmişti . Onunla yazışmal arında "Almanl ığını" sav unmaya
devam etti:
B e n i m i ç i n Yahudiler, Saksonlar v e Bavyeralılar g ib i bir Alman boyudur. Irksal
öğreti ler hakkında her şeyi bi len biri olarak gülümseyebi lirsin. Ama bilimin ne
dedi ği umurumda değil. Benim kafamda, i nsanın hangi millete ait olduğuna ka­
rar veren yürek ve ruhtur. . . ( 1 9 l 6)305

Ratheneau, arkadaşının ırk bil i mine dayanarak kendisinden esirge­


diği bu Al man ruhuna sadakati ve vatan severliği sayesinde zamanla hak
kazanacağını umuyordu. Mistik Dua Kitabı nda ( 1 906) şöyle yazdı: " İn­
'

sanların çoğu bir ruhla doğar ama soy l u girişimler yol uyla herkes bir
ruh kazanabilir. Bu ruh, bütün iyi niyetli i nsanların ödülüdür. "306 Ülke­
sine hizmet etmek için elinden geleni yaptı , 1 9 1 4 güzünde uzun ve tü­
ketici bir savaşı tahmi n ederek Kassandra rol ünü korkusuzca üstlendi.
Daha sonra, kurucusu ve ilk başkanı olduğu hammade stoklama kuru­
mu (Kriegsrohstoffabteilung) sayesinde Almanya ' nın müttefi klere kar­
şı ekonomik bakımdan dayanabi lmesini sağladı. Sonuna dek vatanse­
verdi , 1 9 1 8 ' in sonlarına bütün Alman hal kına son bir kahramanca taar­
ruz çağrısı yaptı . Almanya'nın teslim olmasından sonra, Wei mar Cum-

304 Aktaran, H . Kessler, Walther Rathenau. Paris 1 93 3 , s. 32-2. Krş . ; Ungeschri­


ebene Schrijien , " Kuzeyli kökeni ne bakarak. Ari ırkı doğal seçmenin var olan
en katı örneği olmal ıdır." (Ges. Schriften, C. i V, s. 222-3).
105 Rathenau . Briefe. Dresden 1 927. C. I . s. 202-3 .

.m<> "Vielen ist e i ne Sele gebore n . aile können sie erringen. Die Sele w i rd jedem zu­

tei l , der bonea voluntatü ist" (Brevarium mysticum , "Gesammelte Schriften" .


C. V I I I , s l 7 1 ) .
MİTLERİN ESKİ KÖKENİ: ARI ÇAGI 405

huriyetinde riskli Dışişleri Bakanl ık koltuğunu kabUI etti v e aniden bir


uzlaşma sembolü olarak belirdi. B u da, bu Yahudiyi bir Siyan Büyüğü
yani ortadan kaldırılması gereken bir adam yapmaya yetti. 1 922 baha­
rında, Ari mitinin i l k ve çok sembol ik bi r kurbanı olarak, bir terörist sal­
dırıyla öldürüldü.307

J07 Rathenau ' nun kati llerinin psikolojisi ve motivasyonu i çi n özelli kle bkz. Nor­
man Cohn, Historire d u n nıythe, La "Conspiration " juive et [es Protocoles des
'

Sages de Sion . op. cit. , s. 1 46-52.


SONUÇ

Artık araştırmamızın sonuna geldik, bundan nasıl bir ders çıkarılabilir?


Başlarken, kökenleri aramanın, kişinin kimliğini ataları aracıl ığıyla bul­
maya çalışmasının bütün çağlar ve kültürler boyunca daima i nsan grup­
larının ilgisini çektiğini söylemiştik. Bu analoj i yol uyla a priori olarak
çıkarsanabi lir ve kitabın girişinde aktarılan antropologların yazılarıyla
doğrulanabilir. Konuyu bütün insan kültürleri nde araştırmaya kal kış­
madık ve kendimizi belli başlı Avrupa uluslarının köken (türeyiş) mitle­
rinin incelenmesiyle sınırladık. Bu mitler, pagan hatıralar ve hanedanlık
tutkuları ile Kili senin öğreti leri arasında bir uzlaşma olarak tasv ir edi­
lebi l i r. B u uzlaşmalar, atasal hatıraların gücü ve tarihsel değişiml er ta­
rafından etkilenmiş ve son derece deği şik biçimler almıştır; ancak ge­
nellikle Cermen soyu ya da kanına doğru belirgin bir tercih göstermiş­
tir. Aynı şekilde, hükümran hanedanda cisimlenen belirgin ve üstün bir
nesep iddiasında bul unma eğiliminin ev rensel ata Adem mitiyle - bir
haham sav unucusuna göre bütün insanların gerçekl ikte eşit olduğunu
göstermek için tasarlanmış bir mit - nasıl daima çatıştığını da göster­
dik. 1
Yahudo- Hıri stiyan geleneği hem ırkçılık hem milliyetçilik karşıtıdır
ve feodal , yatay hiyerarşileriyle Orta Çağın topl umsal yapısı ve engel­
leri , kuşkusuz bu ideali gerçeğe çevirmekte Kiliseye yardımcı olmuştur.
Tanrının önünde bütün insanlar eşitse, dikey ve coğrafi ayrımlar insan­
ların değerinde hiçbir fark yaratmamalıdır. Ne var ki (belki daha yakın­
dan incelememiz gereken)2 bir istisnai örnek, bu ev rensel eşitliğin sınır-

İ bran antropolojisinin öğrettiği kesinlikle budur. Yaygın inanca göre Musa


şeriatının dışlayıcılığı ırksal değil dinseldir. "Seçi l miş halk" ile "milletler" arasın­
daki engel , bi rincisinin bir rahipler hal kı olarak işlev ini korumak amacıyla tasar­
lanmıştır.
2 Histoire de l anti semitisme in 2. Cildi nde (De Mahomet aux Marranes) öyle yap­
' - '

tık.
407
408 ARi MİTİ : AVRUPA 'DA /RKÇI ve MİLLİYETÇİ FiKİRLERİN TARİH/

! arının ne kadar dar olduğunu gösterdi . Rönesans çağında İspanya' daki


" kanın safl ığı" ile ilgili kanun hükümleri , yirminci yüzyılda Nazi ler v e
Faşistler tarafından yapılacak ı rksal yasalara benzeyen b i r ayrımcılık ti­
pi getirmişti . Bel l i koşul larda dinsel taassubun çarpık bir ilahiyat kılı­
ğı nda biyolojik olarak aşağı soya ait olduğu söylenen Hıristiyanlara kar­
şı nasıl ayrımcı lık yapabi ldiğini gösterdiğinden , bu örnek çok öğretici­
dir. O durumda bile, conversos (yani Müsl üman ya da Yahudi kökenli
Hıristiyanlar) "aşağı ırkı" Engizisyon zulmüne maruz bırakılmış ve
Mağri bilerin durumunda İspanya' da sürülmüşlerse de, yok edilmemiş­
lerdi . Kilisenin antropolojisinin son anda bi r fren rol ü oynamış v e böy­
lece Hıri stiyanlığın şerefi ni kurtarmış olduğuna kuşku yoktur.
İnsanların dai ma gizliden gizl iye hoşnutsuzl uk duyduğu insan ırkı­
nın birl iği öğretisi, bi rçok Aydınlanma fi lozofunun doğrudan saldırısına
uğradı. B uffon, Voltai re, Hume ve Kant gibi yazarlar bir sonraki yüzyı­
l ın ırksal hiyerarşi lerine zemin hazırladığı için, on sekizinci yüzyılda or­
taya konan yeni antropolojik fi kirleri az çok uzun uzadıya tartıştık. B u
şeki lde tarihsel gel işme hakkındaki bazı yaygın yanl ış anlamaları dü­
zeltmiş olabi leceğimize inanıyoruz. Herkesi n atası olarak A dem ancien
regimein yıkıntıları arasında can verirken, önce bi limciler, ardından filo­
zoflar, Hıristiyan halkları artık Tevratta sayılanlar deği l Hintli olan baş­
ka başatalara bağladılar. Bu soyağacının en azından başlangıçta hiçbir
siyasal dışlama i ma etmedi ğinin v urgulanması gerekir. Aslında, Ari mi­
ti nin gerçek kurucusu Friedrich Schlegel Yahudilerin tamamen özgür­
leşmesinin taraftarıydı. Yeni kuram şarki yatçılar ve Alman mit yapıcıla­
rı tarafından bir kez ateşlendi kten sonra hızla uluslararası bir kabOI gör­
dü ve on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarı sı nda, uzay boşluğunu kaplayan
esir ile aynı statüye (kan ıtlanmasına gerek ol madan bi li msel bir gerçek
olarak kabul görülme statüsüne, -Y.h.) kav uştu. B unun ardından, Ari
kökenler kuramı , Fransız-Alman rekabeti gibi başka siyasal tutkular da
yaygınlaşmasına yardımcı olsa da, kitlelere esas olarak Yahudi karşıtı
kampanyaların desteğinde yayıldı. 1 890 'dan itibaren, kısmen doğurdu­
ğu yaygın tartışma yüzünden, kuram sorgulanmaya başlandı. Sonra da,
bi l i mcilerden çıkıp demagogların eline düşerek, en sonunda gayrı Ari
olarak nitelenen insanların ırk tanrı larının sunağında kurban edil mesine
yol açmak üzere, Üçüncü Reich' ın resmi öğretisi oldu.
Bir yüzyı ldan kısa bir s ü re içi nde berbat bir ün kazanıp nihai olarak
SONUÇ 409

gözden düşmesi nden önce Art kuramı, bilimsel ilerlemenin ana akımı
içinde yer almaktaydı ve dilbilimsel keşiflerle el ele gidiyormuş gibi
görünmekteydi . Kuramın geçmişin en keskin zihinleri üzerindeki ikna
gücüne Hegel çarpıcı bir örnektir. Yarattığı cazibenin kısmen bütün o
" İsrail iyat masal ları" ile birl ikte Kutsal Kitap antropodisesini terk etme­
ye duyulan özlemden kaynaklandığını öne sürmüş ve Goethe ' nin beylik
bir küçümsemeyle A dem ' in soyundan gelmeyi nasıl sadece Yahudi lere
atfetmiş olduğunu bel i rtmiştik. Vol taire ya da Herder ' in yazılarının gös­
terdiği gibi , daha Hindistan ile Av rupa arasındaki dilbil imsel bağların
keşfinden önce Av rupa' da yaygınlık kazanmış olan Hint masalları, Ki­
tab ' ın etki sini zayıflatmak için kullanılabilmişti . Bu yüzden, Art kuramı
gerçekten Ki l i se ve bilmesinlercilik karşıtı geleneğe aittir; kendi lerini
kesin bilimler örneğine göre kurmaya çalışan ve böylelikle bir yüzyıl
boyunca mekanizmin ve determinizmin çıkmaz sokaklarına saplanıp
kalan insan bil imlerinin i l k çabalamalarının ürünüdür.
B u sorunları ele al ırken Kitab'ın biyolojik bilimlerin ancak on doku­
zuncu yüzyılda, insan bi limlerinin ise ancak şimdi , kendi zamanımızda
benimseyebildiği bazı ilke ve ayrımları önceden hesaba katmış olduğu­
na ilişkin di kkat çekici ol guya işaret ettik. Fakat, i nceleme konusu bi­
yoloji olan bili mciler çoğu kez antropolojinin teri mleriyle düşünmüş­
lerdi. Örneğin Linneaus, Reaumur ' nun bir tav uğu tav şanla döl ledi ğini
işittiğinde hemen, bunun Zencilerin kökenine huzursuz edici bir ışık
tuttuğunu ilan etmişti - bununla birlikte, iyi bir Hıristiyan olarak şah­
sen insan soyuna hayv ani bir köken atfetmeyi reddetti ğini de eklemiş­
ti .3 Daha az sıkı Hıristiyanlar bu tür ahlaki kayıtları paylaşmıyordu. Pek
çoğu, özel l i kle çoklu türeyişçi lik konusunda klasik yazarların zaten sa­
yısız deği şkesi ni üretmiş olduğu ve Yahudi geleneğinin mirasçısı olarak

3 Linneaus ' un daha önce aktarmadığımız buna uygun pasajı şöyledir: "Reamur 'un
bir tav uğu bir tavşan ile döl lediği söyleniyor. Yumurtalardan sıradan civcivlere
benzeyen fakat tüy yerine ak bir kürkle kapl ı civci v ler çıkmış. Deney bir noktaya
kadar i kna edicidir fakat böyle örneklerden genel sonuçlar çıkaramayız. Gerçek­
ten de öyle yaptığımız takdi rde en ti ksindirici sonuçlar ortaya çıkabilir. İ nsan ır­
kıyla i lgili olarak bazıları Zenci lerin oldukça tuhaf bir kökene sahip olduğunu
düşünmeye ayartı labi l i r ki kendi adıma ben buna i nanmayı reddediyorum:·
(Metamorphosis Plantarunı , 1 75 5 ; krş . W. D. lordan , White over Black. op.cit . s.
.

236).
410 A Ri MİTİ : AVRUPA 'DA IRKÇI v e MİLLİYETÇİ FİKİRLERİN TARİHİ

Kilisenin hatıralardan tamamen silmeyi asl a başaramadığı efsanevi i na­


nışlara destek v erdi .
Kutsal Kitap anlatısı modern bil imin kuramlarını ne şekil de haber
v ermişti? B unu, Tanrı ile yarattıkları arasındaki ayrımın yanı sıra insan
i l e hayvanlar ya da insan ile doğa arasına benzer bir ayrım koyarak v e
aynı şekilde türleri d e birbiri nden kesin biçimde ayırt ederek yapmıştı .
Tev rat'ın eşyanın farkl ı bir düzenlenişini varsayan tek pasaj ı , bi r pagan
mitinin yankısına benzemektedir. Bu, Tufan ' ı anlatan Yaradılış Kitabının
6. Bölümüdür. Burada "Tanrının oğullarının" (b9 ne elôhlm) "insan kız­
larını bildiği" ve onlardan "eskinin güçlü adamları, şöhretli adamlar
ol "an çocuklar doğ urttuğunu öğreniriz. B u , Wotan ya da Zeus ' un zürri ­
yetini akla geti riyor; fakat bu yarı tanrılar ırkı , sözü bir kez edi ldi kten
sonra, yeryüzündeki bütün öteki hayatla bi rl i kte derhal bastırılır, tabiri
cai zse, sansür edi l i r. Yaradılış, sadece Nuhun Gemisi sayesinde kurtu­
l u r. Bu pasaj dışında bütün Kutsal Kitap ve yorumları boyunca sansür
mutlaktır. Tal mud 'a göre, canlı türleri Gemiden ayrılırken birbi rleriyle
zina yapmayacaklarına ve bundan sonra asla karışmayacaklarına söz
v erirler. Musa şeriatının gerçek dışlayıcılığı, i nsana hayatının bütün şart­
larında, d ünyada eşsiz bir konumunun bul unduğunu durmadan hatırlat­
masındadır.
Kutsal Kitabın anlatısının bütün mitoloj i leri dolduran fantastik bi r­
l eşmeleri niçin reddettiğini ve böyl ece niçi n insanı öbür yaratıklardan
yalı tarak onu geri dönüşsüz bi r yolcul uğa başlamak üzere kesin biyolo­
j i k bağlardan sıyrılmış olan ayrı bir yaratı k - "doğal"a karşı "kültürel"
bir varlık - olarak tanımlamış olduğunu sormanın muhtemelen yararı ol­
mayacaktır. En fazla yapılabi lecek olan, Anti k Yunan uzmanı Pierre Vi­
dal -Naquet ' nin önermiş olduğu gi bi , Kutsal Kitabın antropolojisi ni ba­
zı Yunan yazarlarının sezgileriyle kıyaslamaktır. Ancak, mitolojik yanlı­
şın di rengenliği ni v urgulamak ve bunu paganizmin animisti k kafa karı­
şıklıkları ve Aristocu "varlığın büyük zi nciri " i le i l işkilendi rmek daha
anlamlı olacaktır.4
O zaman mesele, insanı çev resi ya da "doğa" ile özdeşleştirme yö­
nündeki kal ıcı ve ev rensel eği limi açı klama meselesi hal ine geliyor.
(Her toplumun ister şiirsel ister düzmece- bi l i msel olsun kendi dilinde

4 Krş . ; bu kitapta s. 67-8.


SONUÇ 41 1

ifade etti ği) B u eği l i mi n temel i nedi r? İfade etti ği ev rensel tutku nedir?
Bunu bul manın araçlarını bugün bize psi kanal iz sağlıyor. Psi kanaliz, bu
düşü bireyleşmeden önceki en arkaik evreyi karakterize eden v ecd d uy­
gusunu yeniden kazanma yönündeki şiddetli arzu ile ilişki lendi riyor -
karanlıkta kalmış başlangıçlarını araştıranların bize söylediğine göre,
söz konusu ev re, insanların kendi lerini çev rel erindeki ev renle bir his­
setti kleri ve her bireyin sanki panteistik anlamda tanrı imiş gibi kendi ­
s i n i organi k b i r B ütün hali nde hissettiği " i l kel narsisizm" evresidi r. 5
Öyle ki , topyekun mutl ul uğun çocuksu cenneti , son tahli lde, dünyaya
"düşmeden" önce ana rahmindeki bi linç öncesi hayatın cennetidir. B u
görüşten kalkarak insan psişesinin geli şiminin insan türünün psişik ge­
lişimi olduğu çıkarsanabilir; bireyde bilincin ortaya çıkışı i nsan türünün
kendi sinin ortaya çıkış süreciyle kıyaslanabi lir. Ve böyle yaparsak, bir
tür olarak insan soy unda, başlangıçlara büyük bir geri dönüşe doğru ,
Doğa Ana [ kendi öz ül kenizin bağrında, ç n J ile kaynaşmaya doğru o
-
. .

aynı arkai k özlemi bulmaz mıyız? Bütün mitoloj iler bu özleme tanıklık
etmiyor mu?
Sadece Musevi geleneği, insanı doğadan ayırarak ve ister ağaçtan
yapılmış olsun ister taştan, bütün putları dev i rerek, bu sonsuz düşün ya­
nıltıcı ve günah olduğunu ilan etti ve bunu yapmakla kal ıcı bir düşman­
l ığı - ne yaparlarsa yapsınlar ne derlerse desinler, dünyanın gözünde Es­
ki Ahit'in mesaj ının taşıyıcıları olan Yahudilere yönelen bir nefret ve
direnci - uyandırdı . Batıl inançlarıyla Batı 'yı boğan bu aptal ve barbar
hal ka yönelen aşağılamanın bir zamanlar nasıl din karşıtı propagandanın
hazır tekniği olduğunu başka bir yerde açıklamıştık.6 Aydınlanmanın
yeni doğmuş bi limindeki başlangıçlarının ardından mit bozucu eski
kitaplara karşı açı lan bu mücadele, her çeşitten tari hsel ve toplumsal
değişmeler yoluyla ve hayatın her alanını içererek, son unda insanların
kökünü kazımaya yönel ik bir savaşa yol açtı . On dokuzuncu yüzyılda
Ari mitinin kuru l maya başlamasıyla Tevrat soyağaçlarına karşı seçenek
soy arayışları arasında da aynı türden bir bağlantı bulunmaktadır.

5 Krş . ; S. Freud, "Narsisizm Ü zeri ne Bir Sunum"( l 9 1 4) vs .. ve B. Grundberger Le


narcissisme. Une etude psychoanalytique, Paris 1 97 1 .
6 Din karşıtı polemiğin bu yönü ile ilgili olarak bkz. Histoire de antisemitismc, C.
l I I . (De Voltaire a Wagnear).

You might also like