You are on page 1of 25

Atatürk’ün Kalkınma Modeli (AKM): Günümüz Sanayisi İçin Kazanımlar

Atatürk’ün Kalkınma Modeli (AKM):


Günümüz Sanayisi İçin Kazanımlar♦
İrfan KALAYCI*

“İktisadi kalkınma; Türkiye’nin özgür, bağımsız, daima daha


güçlü, daima daha müreffeh Türkiye idealinin belkemiğidir.”
M.K.Atatürk

Özet
Atatürk’ün kalkınma modeli (AKM), bizzat, Atatürk’ün yaşarken adlandırdığı bir
model değildir. Onun ortaya koyduğu fikir ve eylemlere bakılarak şekillendirilmiş ve
adlandırılmış bir modeldir. Model, ideolojik ya da sınıfsal değil, ülkenin gerçek
ihtiyaçlarına uygun olarak ‘faydacı’ (pragmatik) ve batının aydınlanma felsefesine
ve refah standartlarına vurgu yapan, çağdaş ve demokratik bir anlayışın ürünüdür.
AKM devlete ekonomiye müdahale etme görevini verir. Devlet de, tam istihdamdan
para ve fiyat istikrarına, hakça gelir bölüşümünden dengeli dış ödemelere kadar
iktisat politikası amaçlarını gerçekleştirmeyi esas alır. Osmanlı’da Avrupa
düzeyinde bir sanayinin olmayışı ve sanayi teşvik yasalarının büyük ölçüdeki
başarısızlığı, AKM’nin iki tarihsel dayanağıdır. Bu nedenle sanayi sektörü ve
sanayileşme olgusu AKM’de “mihenk taşı” kabul edilir. AKM’nin iktisadi temelleri
İzmir İktisat Kongresi’nde (1923) atılmıştır. Kongrede vurgu yapılan devletçilik
sistemi ve 1930’lu yıllarda uygulanmasına karar verilen sanayi planları modeli
biçimlendiren temel referanslar olmuştur. 1929 Dünya İktisadi Krizi de, AKM’nin
devletçilik eksenine oturtulmasına katkıda bulunmuştur. AKM sayesinde, ulusal
sanayi ve sanayileşme çeşitli tarihsel kazanımlar elde etmiştir. Örneğin; kamu-özel
sektör dengesi, “süngü” yerine “saban”a geçiş, sanayi planlamacılığı, vb. Kısaca,
Cumhuriyet ekonomisinin “kalkınma saati”, sanayileşmeye göre ayarlanmıştır.


Eskişehir Sanayi Odası’nın (ESO), Atatürk’ün doğumunun 125.yıldönümü anısına, üniversite öğretim
üyeleri arasında Türkiye çapında düzenlediği “Atatürk’ün kalkınma modeli içinde sanayinin yeri” konulu
bilimsel eser yarışmasında “birincilik” ödülünü almış ve gözden geçirilmiş olan makale. (Yazar,
makalenin -15/12/2008 tarih ve 3/26.1-2740 sayılı yazısıyla- yayımlanmasına izin veren ESO’ya teşekkür
eder. )
*
Yrd. Doç. Dr., İnönü Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi. E-posta : ikalayci@inonu.edu.tr

152 Maliye Dergisi y Sayı 156 y Ocak-Haziran 2009


İ. KALAYCI

Anahtar Kelimeler: Atatürk’ün kalkınma modeli, devletçilik, sanayi planları,


sanayileşme.

Development Model of Atatürk (DMA) : The Gains for Nowadays Industry


Abstract
The development model of Atatürk (DMA) is not a model which was named by
Atatürk when he was alive. Rather, it is called and formed by observing his thoughts
and actions. The model isn’t ideological or based on classes, in line with the real
needs of the country it is pragmatic. Moreover, it is a product of a modern and
democratic understanding which emphasizes on the enlightenment philosophy of the
West and welfare standards. DMA provides the government the role of intervention
in the economy. The government tries to realize the economic policy aims such as
full employment, price and monetary stability, fair income distribution and balanced
foreign payment. DMA has two historical bases: Lack of industrialization in the
Ottoman Empire compared to the Europe and unsuccessful industry incentive laws.
Therefore, according to the DMA, industry sector and industrialization phenomenon
are regarded as benchmarks. Economic bases of DMA were set in Izmir Economy
Congress in 1923. The statism system emphasized in the congress and industry plans
decided to be implemented in 1930s were basic references formed the model. Also,
the World Economic Crisis in 1929 caused the model putting in the statism axis. The
national industry and industrialization obtained various historical benefits through
DMA. E.g. the balance between public and private sectors, passing to cultivator
from bayonet, and practice of industry planning. In conclusion, development clock
of the Republic economy was setted to the industry / industrialization.

Keywords: Development model of Atatürk, statism, industry plans,


industrialization.

JEL Classification Code: N10, N45

1.Giriş: Atatürk’ün Kalkınma Modeli ’nin Kuramsal Yapısı


Atatürk’ün kalkınma modelini (AKM’yi) anlamak için, o modelin karakteristik
yapısını ve modelin doğuşuna yol açan tarihsel, yapısal ve konjonktürel koşulları
açıklamak gerekir.

1.1.AKM’nin Karakteristik Yapısı


AKM, bizzat, Atatürk’ün yaşarken adlandırdığı bir model değil, onun ardından,
ortaya koyduğu fikir ve eylemlere bakılarak şekillendirilmiş ve adlandırılmış bir
modeldir. Onun birçok söylevinden bu modelin çerçevesi kurulabilir.1

1
Örneğin; Atatürk bir konuşmasında diyor ki; “… iktisadi hayat denince, ziraat, ticaret, sanayi
faaliyetlerini ve bütün nafıa (bayındırlık) işlerini, birbirinden ayrı düşünülmesi doğru olmayan bir kül
(bütün) sayarım. Bu vesile ile şunu da hatırlatayım ki, bir millete müstakil (bağımsız) hüviyet ve kıymet
veren siyasi varlık makinasında, devlet fikir ve ekonomi hayat mekanizmaları, birbirlerine bağlı ve
birbirlerine tabidirler. O kadar ki, bu cihazları birbirine uyarak aynı ahenkte çalıştırılmazsa, hükümet
makinasının motris (önde gelen, sürükleyici) kuvveti israf edilmiş olur; ondan beklenen tam verim elde
edilemez. Onun içindir ki, bir milletin kültür seviyesi üç sahada, devlet, fikir ve ekonomi sahalarındaki
faaliyet ve başarıları neticelerinin hasılası ile ölçülür. (Aktaran; Aysan, w3.balikesir.edu.tr)

Maliye Dergisi y Sayı 156 y Ocak-Haziran 2009 153


Atatürk’ün Kalkınma Modeli (AKM): Günümüz Sanayisi İçin Kazanımlar

Model, sosyalist ya da kapitalist anlamda ideolojik değil, ülkenin gerçek


ihtiyaçlarına göre kurgulandığı için faydacıdır (pragmatiktir). Sınıfsal ya da sınıfçı
bir karakter de taşımaz2. Model, batının aydınlanma felsefesine ve refah
standartlarına vurgu yapan, çağdaş ve demokratik bir anlayışın ürünüdür. Yüzünü,
gelişmeye kapalı Arap dünyasına değil, yenilikçi ve kalkınmacı batı düzenine
döndürmüştür. Aynı zamanda bölgeci değil ulusalcı olan AKM, batı değerlerini esas
alan maddi ve manevi kalkınma hedefine dayanır.
Öte yandan, A.Mango’nun3 da belirttiği gibi, Atatürk’ün verdiği mesaj, evrensel
laik değerler ve karşılıklılık ilişkisi ortamında doğu ile batıyı buluşturmaktır
(Matt, 2002). Bu nedenle mesaj Atatürk’ün kurguladığı ve uygulamak istediği
bütünlükçü kalkınma modeline hizmet etmiştir.
1.1.a.AKM’nin Amaçları
AKM, Atatürk’ün söz ve eylemlerinden süzülmüş kendine özgü bir modeldir. O
gerçekte, devletin karışmacı ve korumacı rolünü eksen alan; tam istihdam, para ve
fiyat istikrarı (ya da enflasyonsuz yüksek büyüme), hızlı ve dengeli sermaye
birikimi, hakça gelir bölüşümü, dengeli bir dış ticaret, dengeli bir bölgesel kalkınma,
özel sektör girişim işletmelerini destekleme ve hızlı teknolojik gelişme gibi iktisat
politikası amaçlarını içermektedir.
1.1.b.AKM’nin Araçları
AKM, yukarıdaki amaçlara “dengeci” iktisat politikalarıyla ulaşmayı esas
almıştır. Böylece ulusal kalkınma ve iktisadi bağımsızlık elde edilebilecektir.
i) Atatürk’ün izlediği para politikası, paranın değerini korumak ve enflasyona ve
devalüasyona yol açmamak için emisyonun harcamalarla orantılı yapılmasına
dayanır. Para, Atatürk’ün düşüncesine göre, “…her türlü vasıtanın üstünde bir
mevcudiyet silahıdır.” (KKK, 1982:94.)
ii) AKM’nin dengeli maliye politikasında yeterli vergi toplayarak kamu
harcamalarını finanse etmek söz konusudur. Ayrıca, dış borçları tasfiye etmek ve
bağımsız bir gümrük vergisini uygulamak denk bir bütçenin yapılması için zorunlu
görülmüştür.
iii) Dış ticarette denge, Atatürk döneminde ithalat ikamesi yoluyla sağlanmıştır.
Bunun için ihracatın ithalatı karşılama oranının yüzde yüz civarında tutulması, Türk
parası ile yabancı paralar arasında bir dalgalanma marjının belirlenmesi, ülkenin
çıkarları izin verdikçe dış ticarete ambargo konulmaması düşünülmüştür.
iv) Kamu sektörü ile özel sektör arasında, yatırım ve üretim faaliyetleri bazında
dengenin kurulmasına ilişkin bir yatırım politikası uygulanmaya çalışılmıştır.
Bütün bunlar, Atatürk’ün ekonomi yönetiminde “dört altın denge” kuralı olarak
bilinmektedir. Bu kurallara uygun manevra yapılmasına zemin hazırlayan sistem ise
“ılımlı devletçilik” politikası olmuştur.

2
M.Kemal, Kurtuluş Savaşı sürecinde çeşitli destek ve yardım gördüğü Sovyetler Birliği’nin Ankara
Büyükelçisi Aralov’a, ‘Türkiye’de sınıfların ve işçi sınıfının olmadığını, “çünkü gelişmiş bir sanayisinin
olmadığını’, ancak, ‘bizim burjuvazimizi ise, [ileri] bir burjuva sınıfı haline getirmek gerektiğini’
belirtmiştir (aktaran Altun, 2007: 25).
3
Atatürk ve dönemi üzerine popüler çalışmaları olan önemli bir Batılı yazardır.

154 Maliye Dergisi y Sayı 156 y Ocak-Haziran 2009


İ. KALAYCI

Kazanım 1:
AKM’nin damgasını vurduğu Cumhuriyet’in kuruluş ve devletçilik dönemleri
dikkatle incelendiğinde, görülecektir ki; ekonomide “dört sihirli denge” diye
iktisatçıların formüle ettikleri; “para miktarı-harcama miktarı”, “kamu
harcamaları-vergi gelirleri”, “dış gelirler-dış harcamalar” ve “kamu sektörü-
özel sektör” dengeleri büyük ölçüde ve şaşırtıcı bir şekilde kurulmuştur. Bu
dengeci iktisat politikasının Atatürk’ün devlet müdahalesi ayarıyla birlikte
başlaması ve Cumhuriyet’in 100. yılına doğru gidildiği zamanımızda bile
ulaşılmak istenmesi, çağdaş bir gerekliliğin kanıtıdır.

Model, Türkiye’nin “kurtuluş” (1919) sonrasını izleyen “kuruluş”tan (1923) ve


“Atatürk’ün ölümü”ne kadarki (1938) dönemi kapsamaktadır.

1.2.AKM’nin Hazırlayıcı Tarihsel Koşulları: Osmanlı’nın Çöküşü


AKM, Osmanlı İmpartorluğu’nun çözülüş ve çöküş tarihinin zorunlu bir
ürünüdür. Osmanlı’nın iktisadi yapısı ve iktisadi krizlerle dolu geçmişi bilinmeden
AKM’nin dayandığı tarihsel zaman ve zeminin doğru anlaşılması mümkün değildir.
1.2.a.Osmanlı İktisadi ve Sanayi Yapısı
Osmanlı’nın batı feodalitesi ile benzerlikler gösterip göstermediği tartışmalı bir
konu4 olsa da, büyük bir imparatorluk olduğu halde niçin kapitalizm öncesi
(feodalizm) aşama(sın)da gelişmiş bir ekonomi sayılamadığı önem taşımaktadır.
Eğer Osmanlı geri kalmışsa, bunun bir nedeni, batılı kapitalizme geçişin üç temel
koşulunu yerine getirmemiş olmasıdır. Bu koşullar (Avcıoğlu, 1984: 29); i) belli bir
noktada, toprağa bağlı köylünün bu bağımlılıktan kurtulmaya çalışması; ii)
uzmanlaşmış bir kentsel zanaatının varlığı ve serbestleşmesi ve iii) ticaret ve
faizcilikten sağlanmış olan nakit sermaye birikimidir. Osmanlı’nın iktisadi yapısını
“Asya tipi üretim tarzı” (ATÜT) ile açıklamanın daha sağlıklı olduğunu belirten
iktisatçılar vardır. ATÜT’e düşünsel temel hazırlamış olan Marks ve Engels’e göre,
Osmanlı Devleti’nin de içinde yer aldığı doğudaki tüm olayların temeli toprakta özel
mülkiyetin yokluğunda aranmalıdır. Zira, Osmanlı’da asli üretim aracı olan toprağın
mülkiyeti devlete aittir, mülkiyet şekli miri (devlete ait) toprak rejimi olup
karmaşıktır. (Divitçioğlu, 2003: 36, 71).
Osmanlı merkezi yönetimi gücünü yitirip mali krizler yaşamaya başlayınca,
gelirlerini arttırmak için hazine (miri) topraklarını ya doğrudan satışa çıkarmak ya da
bunların üzerinden vergi toplama işini özel girişimcilere (mültezimlere) bırakmak
gibi yöntemlere başvurmak zorunda kalmıştır. Nitekim, 1858 tarihli Toprak Yasası
(Kanunname-i Arazi), Osmanlı’nın artık ilkesel anlamda özel mülkiyeti
benimsediğini doğrulamaktadır (Kepenek ve Yentürk, 2000:13). Bu arada, Osmanlı
topraklarında iç ve ticarette yabancılar egemendi ve bu durumun içselleştirilmiş

4
İ.Cem’in (1989:126) belirttiği gibi, Osmanlı’da toprak (tımar) sisteminin var oluşu, orada Avrupai bir
feodal toplum yapısının olabildiğine işaret etse de, senyör-serf ilişkisi, aristokrat hiyerarşi ve monarşi
niteliklerinin varlığı için yeterli değildi. Ç. Keyder’e (2001:15) göre de, Osmanlı feodal değildi; devletin
niteliği, sınıf yapısının belirlenmesinde ve yeniden toplumsal üretimdeki rolü ve hukuk sistemi Avrupa
feodalizmi olarak bilinen pre-kapitalist düzenden oldukça farklıdır. Tarihsel bakımdan Osmanlı düzeni,
kendisinden önce gelen Bizans ve Doğu Roma örneklerini andırmaktaydı. Roma’nın doğu kesiminde
küçük köylülük olduğu gibi kalmış, yerini kölelik ya da serflik gibi alternatif emek sistemlerine
bırakmamıştı.

Maliye Dergisi y Sayı 156 y Ocak-Haziran 2009 155


Atatürk’ün Kalkınma Modeli (AKM): Günümüz Sanayisi İçin Kazanımlar

olması, “ileri Osmanlı”yı gün geçtikçe “geriye” götürmekteydi. Avrupa,


Rönesans’ın ilerlemeci olanaklarından yararlanmakta ve sanayileşmekteydi.
Osmanlı bu konuda yerinde sayarken, batılıların kapitülasyonlar yoluyla içişlerine
kadar karışmasını önleyememekteydi. Osmanlı adeta yarı-sömürge durumunu
çoktan tercih etmişti.
Osmanlı’da Avrupa kalitesinde bir sanayi yoktu, fakat devletin kurtuluşunun
lonca tipi sanayileşme yoluyla olacağına inanan bir aydın zümre vardı. II.
Meşrutiyet’ten sonra, sanayide özendirici hareketler anlamında 1913-1917 arasında
“Teşvik-i Sanayi” düzenlemeleri uygulanmaktaydı. 1913-1915 sanayi sayımı
sonuçlarına göre, sanayide aşırı derecede bölgesel yoğunlaşmanın bir sonucu olarak,
İstanbul ve B.Anadolu’da (gıda ve tekstil5 ağırlıklı) toplam 282 kuruluş vardı.
Devletin sahip olduğu 22 adet kuruluşta toplam 14 bin kişi istihdam ediliyordu
(Şahin, 2002:15-17).
Osmanlı’nın kalkınmasını engelleyen, kapitülasyonlardı ve bunlar iktisadi
yapısının bir parçası olarak eklemlendiği için büyük tartışma konusuydu.6 Kazgan’ın
(1999:25) saptamasına göre, ‘Avrupa ticari kapitalizmi (merkantilizm)
kapitülasyonlar yoluyla Osmanlı pazarına girmiş ve gelişmesinin her aşamasında
Osmanlı topraklarından tavizler kopararak yaşamını zenginleştirmeyi bilmiştir.
Buna göre, eğer Osmanlı, Fransa ya da Rusya gibi bir “Merkez” ekonomi
olamadıysa, bunun bir nedeni kapitülasyonların etkisidir.
1.2.b.Osmanlı Ekonomisinin Krizi
Osmanlı devleti, Pamuk’un (1990:186-7) belirttiği gibi, 17. ve 18. yüzyıllarda
sık sık mali bunalımlarla karşılaşmaktaydı, bunun temel nedeni merkezi yönetimin
güçsüzlüğü idi. Toplam bütçenin bakanlıklar arasındaki dağılımına bakılırsa,
Cumhuriyet’e doğru gidiş süreci katıksız bir “savaş ekonomisi”ni7 andırmaktadır.
Osmanlı’nın çöküşünü hızlandıran olaylardan biri de, 1838 tarihli Osmanlı’nın
İngiltere’yle imzaladığı Balta Limanı Ticaret Antlaşması’dır. Bu antlaşmanın
getirdiği iki düzenleme vardır: i) Osmanlı devletinin dış ticarette uyguladığı
yaptırımları kaldırması. ii) İhracata uygulanan vergilerin % 12’ye çıkarılırken,
ithalat vergilerinin ise % 5 olarak saptanması. Ayrıca yerli tüccarlar iç gümrükleri
ödemeye devam ederken, yabancılar bu uygulamanın dışında kalarak bir ayrıcalık
elde etmekteydiler (Pamuk, 1990:164-5). Kısacası, Antlaşma, Osmanlı’nın bağımsız
ve tekelci bir dış ticaret politikası izlemesini ortadan kaldırmıştır.

5
Osmanlı ekonomisinde tekstil imalatının geleneksel ve sanayileşme bağlamında özel bir anlamı
bulunmaktadır. Hatta yabancı tarihçilerin de özel ilgisini çekmiştir. Örneğin, New York State
University’den Prof. Quartaert (1999-ç:47), Amerikan ve Avrupa arşivlerine dayanarak yaptığı bir
araştırmada Osmanlı tekstil imalatının değişen teknolojilere, düşen fiyatlara, yabancıların rekabetine ve
ithalat patlamasına karşın büyük canlılık gösterdiğini, öyle ki Manchester’den önce bile Osmanlı’da iplik
eğirme faaliyetlerinin başladığını anlatır.
6
İ.Ö. 1200’lerden beri var olduğu sanılan kapitülasyon, Osmanlı’da geleneksel, komşuluk ilişkileri,
Avrupalılaşma, vb nedenlerden dolayı doğmuştur. (Bkz. Nebioğlu, 1986:10-11). “Kapitülasyon
realitesi”ne karşın, Osmanlı hükümetleri, kapitülasyonların kaldırılışını kolaylaştırmak amacıyla
Tanzimat döneminde ıslahat girişimlerinde bulunmuş, ancak onlar yabancı özel kişileri ilgilendirmesi
gerekirken, Avrupa devletlerinin elinde bir baskı aracı ve Osmanlı’nın iç işlerine karışma nedeni olmuştu
(Toprak, 1995-b: 51).
7
I.Dünya Savaşı’na ve dolayısıyla Osmanlı devletinin savaş ekonomisine farklı bir bakış için bkz.
(Eldem, 1994:33-vd). 1914’te seferber edilen insanların çoğunun üretken çağında olduğu ve bunların
sayısının sürekli artarak 3 milyona ulaştığı; devletin gerektiğinde her türlü tüketim ve ara malına el
koyabildiği, üretimin düşüklüğü, ithalatın kıtlığı, halkın gittikçe yoksullaşması, savaş sonunda insan
kaybının 1 milyon 745 bin olduğu, vd. hususlar burada okunabilir.

156 Maliye Dergisi y Sayı 156 y Ocak-Haziran 2009


İ. KALAYCI

Krizler ve çöküş süreci hızlanırken dış borçların etkisini unutmamak gerekir.


Osmanlı’nın nakit borçlanma süreci ikiye ayrılır. Birincisi; 1840’larda Galata
bankerleri aracılığıyla ve kısa vadeli olarak Fransız bankalarından borçlanmasıdır.
İkincisi; 1854’te patlak veren Kırım Savaşı’nın zorunlu kıldığı ve ilk uzun vadeli
olmak üzere borçlanmadır.8 1870’lerde 200 milyon civarındaki dış borç anaparası ve
yıllık faiz ödemesi 11 milyon sterlin olunca, Osmanlı devleti borçlarını ödeyemez
duruma düştü ve 1876’da bir tür moratoryum ilan etti. Bunun üzerine, Osmanlı
Hükümeti ile Galata Bankerleri arasında 1979’da “Rüsum-u Site”9 Antlaşması
imzalandı ve Rüsum-u Site İdaresi kuruldu. Daha sonra, Osmanlı ile Fransa,
İngiltere, Almanya, Avusturya arasında, 1881’de “Muharrem (Aralık ayı)
Kararnamesi” adıyla, dış borçları yeniden yapılandıran bir antlaşma yürürlüğe
konuldu. Bu antlaşma ile birlikte “Düyun-u Umumiye (Genel Borçlar) İdaresi”
(DUİ) alacaklı olan yabancı devletlerin eline geçti. Ayrıca, DUİ ile iç içe Tütün
Rejisi gibi reji (tekel) idareleri kuruldu ve faaliyetlerini Lozan Antlaşması’na kadar
sürdürdü. Bütün bunlar, Osmanlı’nın yarı-sömürge bir ekonomi haline gelmesine
yol açtı, zira Osmanlı vergi toplama iradesini kaybetmişti.
1854’ten 1914’e kadar yaklaşık yarım yüzyılda Osmanlı devletine verilen
borçların, kimin tarafından ve niçin verildiği biliniyorsa da, asıl, bu borçların
faizinden dolayı hazineye giren miktarın azalması kaygı verici boyutlara çıkmıştı.10
“Milli mücadele” döneminde daha çok hibe şeklinde alınan ve Sovyet kaynaklı dış
yardımlar ise dikkat çekicidir.11
Osmanlı kriz tarihinde kapitülasyonların rolü “özel”dir. Osmanlı iktisadi
yapısının bir öğesi olarak açıklanan kapitülasyonlar, burada, bu kez, iktisadi
bunalımların bir nedeni sayılmıştır. Osmanlı devleti, kapitülasyonları, doğal olarak
iktisadi ve ticari ilişkileri en çok yoğun sürdürdüğü Avrupalılara vermiştir. ABD de,
Osmanlı’nın iştah kabartan kapitülasyon pastasından büyük bir dilim almak istemiş
ve bunu “Chester Projesi” ile yapmaya çalışmıştır. Proje’nin, Can’ın (2000:104)
deyimiyle “imtiyaz avcıları”nın entrika şehrine dönüşen İstanbul’a –padişahın
önüne- gelmesi çok uzun sürmedi. Chester ve Projesi İstanbul’a 19. yy. sonunda
geldiğinde Osmanlı topraklarında çoktan ve adeta bir imtiyazlar piyasası

8
Osmanlı’nın ilk (uzun vadeli) dış borçlanması 1854 tarihli Kırım Savaşı ile başlarken, borçlarını
ödeyemeyeceğini ilan ettiği 1876 tarihiyle yeni bir ivme kazanır. Bu son tarihte dış borç miktarı 200
milyon sterlin civarında olup anapara ve faiz ödemesi (=borç servisi) yıllık 11 milyon sterlini
tutmaktaydı. Osmanlı maliyesinin tüm geliri 18 milyon sterlin kadardı. (Pamuk, 1990:188-9). Son olarak,
Osmanlı’nın borç servisini arttıran bir neden de, eski borçlarını yeni borçlarla ödemeye kalkışmasıdır ki,
bu durum, günümüzdeki IMF borçlanmasını çağrıştırmaktadır. Hatırlamak gerekir ki, Osmanlı’dan kalan
dış borcun en son taksidi, Kırım Savaşı’ndan tam 100 yıl sonra 1954’te ödenmiştir.
9
Rüsum-u Site “6 adet vergi” anlamına gelir. Antlaşma gereğince kurulan Rüsum-u Site İdaresi;
Osmanlı’nın alacaklılarına; tütün, buz, pul, alkollü içkiler, balık avı ve ipek üzerinden vergi geliri elde
edilmesine olanak tanıyan ve aynı zamanda Düyun-u Umumiye İdaresi’ne (DUİ) zemin hazırlayan bir
mali kuruluştur (ATO, 2004:64). DUİ’yi D. Avcıoğlu (1984:128) “İkinci Maliye Bakanlığı” diye
nitelendirir.
10
Örneğin, 1914’te, Libya ve Balkan savaşları sonunda ortaya çıkan ve kısa dönem borçların
konsolidasyonu için alınan dış borcun itibari değeri 20 milyon Sterlin, efektif FO %5.6, Hazineye giren
17.75 milyon Sterlin olurken, bu borcun ödenmesinde Bank-ı Osman-i Şahane aracı kuruluş, yönetiminde
Düyunu-u Umumiye İdaresi olmuş, bu idarenin gelirlerinin fazlası, aşar ve gümrük gelirlerinin geri kalanı
güvence olarak gösterilmiştir (Kıray, 1993: 205).
11
Örneğin, 1921’de yapılan Moskova Antlaşması ile Sovyetler’in dilimler halinde Ankara Hükümeti’ne
aktardığı hibenin toplam değeri toplam 11 milyon altın ruble’dir. Önemli ölçüde silah ve cephane
yardımı da yapılmıştır (Çavdar, 2003: 148).

Maliye Dergisi y Sayı 156 y Ocak-Haziran 2009 157


Atatürk’ün Kalkınma Modeli (AKM): Günümüz Sanayisi İçin Kazanımlar

kurulmuştu. Biraz da Avrupa’ya karşı giriştiği rekabetten dolayı Amerikan hükümeti


Chester’le beklentilerindeki çıtayı oldukça yükseltmişti. Amerikalıları harekete
geçiren en büyük neden, Almanların Deutsche Bank sermayesiyle Anadolu
Demiryolları Kumpanyası’nı kurmuş ve Mezopotamya petrollerini işletme hakkını
elde etmiş olmasıydı. İşin en kötüsü de Osmanlı’nın bu dönemde petrol arama ve
bulmadaki teknoloji yoksulluğunun dramatik bir şekilde sürmesiydi.

1.3.Modeli Yaratan Yapısal ve Konjonktürel Koşullar: Osmanlı’dan


Cumhuriyet’e Kalan İktisadi Miras
AKM’nin doğuşunun bir boyutu da, Cumhuriyet’in Osmanlı’dan devraldığı
mirastır ve bu, aşağıda sıralanan bazı iktisadi olgulara dayanmaktadır.12 Bunlar
dönemin yoksulluk ve yoksunluk koşulları içerisinde değerlendirilmelidir. Bu
değerlendirme, sonuçta, bizi AKM’nin nasıl doğduğu gerçeğine biraz daha
yaklaştıracaktır.
1.3.a.İnsan Kaynakları
i) Türkiye’nin 1923 sınırları içindeki nüfusu 1914 yılında 16.3 milyondan 1927
yılında 13.6 milyona düşmüştür.13 İstanbul başta olmak üzere 52 kentin kentsel
nüfus toplamı 1912’de 3 milyondan yaklaşık 2 milyon kişiye düşmüştür.
ii) Sağlık hizmetleri oldukça yetersizdi. 1924’te ülkede sadece 1000 kadar hekim
ve 10 binden daha az hastane yatağımız vardı.
iii) 1924’te Türkiye’de ilk, orta ve yüksek öğrenim yapan toplam 5000 okul,
12400 öğretmen ve 359 bin öğrenci vardı. 1927 nüfus sayımına göre okur-yazar
oranı sadece % 11 idi.
1.3.b.Sermaye ve Teknoloji
i) Osmanlı imparatorluğu çöktüğünde Türkiye ekonomisi kapitalist metropoller
karşısında büyük bir sanayi bağımlılığı içindedir. 1923 yılında Türkiye’de, yerli
fabrika üretiminin yurtiçi tüketimi karşılama oranı pamuklu kumaşlarda % 10, yünlü
kumaşlarda % 40, ipekli kumaşlarda % 5, sabunda % 20, buğday ununda % 60 idi.
Tüketim malları (porselen, cam, şeker, çatal-bıçak vb.) gibi sermaye mallarının tümü
ithalatla karşılanmaktaydı.
ii) 1913 sanayi sayımı, Türkiye’nin 1923 sınırları içinde her biri 10+ işçi
çalıştıran 560 imalat sanayi işyeri olduğunu ve bunlarda toplam 35 bin kişinin
çalıştığını gösteriyordu. Sadece 53 işletmede istihdam hacmi 100’er kişiyi
geçmekteydi.
iii) Osmanlı’nın dünya kapitalist sistemiyle daha hızlı bütünleşsin diye yapılan
demiryolu hatları, 1920’lerin başında, ancak 4100 km. kadardı. 1923 yılında motorlu
trafiğe açık karayolu uzunluğu ise sadece 14 bin km. idi.
iv) Maden kömürü üretimi, I. Dünya Savaşı öncesinde 900 binden 1923’te 600
bin tona gerilemişti. Aynı yıl ülkede elde edilen elektrik enerjisi ise sadece 45
milyon kw/saat idi.
v) 1923’e gelindiğinde, ulusal ekonominin çeşitli sektörlerine yerleşmiş bulunan
yabancı işletmelerin özvarlıklarının değeri 63 milyon sterlin civarında (bunun
% 45’i Alman, % 26’sı Fransız, % 17’si İngiliz, % 4’ü Belçikalı ve % 2’si Amerikalı

12
Aksi belirtilmedikçe ve genel olarak bkz. (Tezel, 1986:88-97)
13
Nüfustaki azalmanın bir nedeni, sürekli karşılaşılan savaşlardır. I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’yla
ilgili resmi tahminler, Türk ordusunun 1.8 milyon insan kaybettiğini göstermektedir.

158 Maliye Dergisi y Sayı 156 y Ocak-Haziran 2009


İ. KALAYCI

kapitalistlere ait) idi. En fazla yoğunlaşılan sektörler, yabancı sermayenin dağılımı


itibarıyla, % 62 ile demiryolları ve % 16 ile bankacılıktır.
1.3.c.Yabancı Sermaye
i) Osmanlı’da yabancı doğrudan yatırımlar olduysa da, ekonomiye giren yabancı
kaynakların çoğu borçlar şeklindeydi. İttihat ve Terakki dönemindeki doğrudan
yabancı yatırımlar çoğunlukla demiryolu inşaatı ve ticari işletmeler şeklinde
gerçekleşmişti. Cumhuriyet kurulduğunda, Türkiye sınırları içinde tahminen 63.4
milyon sterlin ya da 500 milyon liralık yabancı sermaye bulunuyordu. Bu miktar 94
işletme arasında dağılmış olup, bunlardan 12’si imalat, 6’sı madencilik
sektöründeydi (Keyder, 1993: 80).
ii) Kuramsal olarak, bir ekonomide yabancı sermayenin artmasının
nedenlerinden birisi, oradaki sermeye birikimi yetersizliğidir. Ulusal sermayenin
dolduramadığı boşluk her zaman yabancı sermaye ile doldurulur ve yabancı
sermayenin egemenliği oluşur. Daha sonraları bu boşluk doldurulmaya başlanınca
ve ulusal sermaye olgunlaşınca, yabancı sermayeyi ‘sindirecektir.’ Aksi halde,
yabancı sermayeyi tümüyle reddetme, Osmanlı’nın I. Dünya Savaşı’nın
kargaşasında kapitülasyonları kaldırma eylemindeki gibi, Toprak’ın (1995-b: 73)
ifadesiyle, “çok şoven, çok nasyonalist” olarak eleştirilmekteydi. Oysa aynı
Osmanlı, 1908 sonrasında, özellikle 1913’e kadar yabancı sermayeyi özendirme
politikalarında hep başarı beklemiş ve bir ölçüde de “yabancı-Osmanlı gayrimüslim
ortaklığı” şeklinde görmüştür.
1.3.d.Finans Kurumları
Osmanlı’nın çöküşü ve Cumhuriyet’e geçiş (1923) tarihinde, toplam banka sayısı
(18’i ulusal, 13’ü yabancı olmak üzere) 31, şube sayısı ise 420 idi.14 Cumhuriyete
miras kalan en önemli iktisadi kuruluşlardan biri Osmanlı Bankası’dır. Fransız ve
İngiliz sermayesiyle kurulduğu için, adı Osmanlı da olsa yabancı banka statüsünde
kalan Osmanlı Bankası kurulduktan (1863) itibaren kısmi bir merkez bankası
özelliğinde çalışmış ve tedavüle çıkardığı paralar, Türkiye Cumhuriyet Merkez
Bankası kurulmuş olmasına karşın, 1947’ye kadar piyasada tedavül edilmiştir.
1.3.e.Doğal Kaynaklar
i) Türkiye 1920’lerde maden rezervlerinde zengin bir çeşniye sahiptir. Fakat
kömür, linyit, gümüşlü kurşun, krom, boraks, vb pek çok madende dünya ölçeğinde
tekelci bir üstünlük sağlayabilecek kadar büyük bir rezerv varlığını ortaya
koyamamıştır.
ii) Türkiye’de iç suların oluşturduğu sulama ve enerji üretimi potansiyeli
büyüktür, ancak 1920’lerde hiç kullanılmamış bir yapıdaydı.
Kısacası, Cumhuriyet, kalkınamamış ve dolayısıyla İngiltere gibi sanayi
devrimini yapamadığı için geri kalmış bir ekonomiyi miras almıştır. Geri kalmışlık,
hem Osmanlı’nın yıkılışını hızlandırdı ve hem de yeni ve etkin bir kalkınma
modeline, yani AKM’ye duyulan ihtiyacı pekiştirdi.

14
Yerli ve yabancı bankaların Osmanlı Bankası’ndan, Credit Lyonnais, İstanbul, Detsche Orient, Selanik,
İktisat Türk A.Ş.’ye kadar) kuruluş yılı ve yerlerine ilişkin niteliğini gösteren liste ile ulusal banka
sorunsalı için bkz. (Çavdar, 2003:173-4)

Maliye Dergisi y Sayı 156 y Ocak-Haziran 2009 159


Atatürk’ün Kalkınma Modeli (AKM): Günümüz Sanayisi İçin Kazanımlar

2. AKM’nin Mihenktaşı: Sanayi ve Sanayileşme İle İlgili Gelişmeler


Bu çalışmada, AKM’nin mihenk taşı olarak “sanayi” kabul edildiğine göre, tüm
iktisadi gelişmeleri sınai kararlar, politikalar ve uygulamalarına göre değerlendirme
zorunluluğu vardır.
AKM iki kaynaktan beslenmiştir. Anadolu’nun kurtuluşu ve Cumhuriyetin
kuruluşu. Kurtuluş Savaşı süreci bir savaş konjonktürüdür. O nedenle “kalkınma”
değil, sadece “kurtuluş” ilk plandadır. Dolayısıyla önce ülkeyi kurtarmak sonra onu
kalkındırmak önem taşımıştır. İstiklal Savaşı’nın kazanılmasından sonra,
Cumhuriyet’in ilan edilmesi sürecinde, M. Kemal Yeni Türkiye’nin yol haritasını
şu tarihsel sözlerle çizmiştir (bkz. Nutuk):
“-Yeni Türkiye Devleti temellerini süngü ile değil, süngünün dahi dayandığı
ekonomi ile kuracaktır. Yeni Türkiye Devleti cihangir bir devlet olmayacaktır.
[Osmanlı’dan çıkarılan bir ders!] Fakat Yeni Türkiye devleti iktisadi bir devlet
olacaktır.”(19 Ocak 1923) Bu sözler çok kısa bir süre sonra İzmir’de toplanan
İktisat Kongresi’nde büyük itibar görecek ve değerlendirilecektir.
“-Bundan sonra pek mühim zaferlere kavuşacağız. Fakat bu zafer, süngü zaferi
değil; iktisat, ilim ve irfan zaferleri olacaktır. Askeri zaferlerimizle mağrur
olmayalım. Yeni ilim ve iktisat zaferlerine hazırlanalım.” (25 Ocak 1925, Akşehir)

2.1.AKM’nin Referansları: İzmir İktisat Kongresi, Devletçiliğe Geçiş ve


Dünya Krizi
AKM’nin iktisadi temelleri, Cumhuriyet’in ilan edileceği yıl içinde toplanan
İzmir İktisat Kongresi’nde atılmıştır. Kongre’de vurgu yapılan devletçilik sistemi ve
uygulanmasına karar verilen sanayi planları Modeli biçimlendiren besleyen temel
başvuru kaynakları olmuştur. 1929 Dünya İktisadi Krizi de, AKM’nin devletçilik
eksenine oturtulmasına yardım etmiştir.
2.1.a.İzmir İktisat Kongresi: “Misak-ı İktisat” Manifestosu
İzmir İktisat Kongresi, Lozan Barış Konferansı’na ara verildiği 17 Şubat- 4 Mart
1923’te İşçi, Sanayici Tüccar ve Ziraatçi zümrelerinden gelen 1135 delege ile
toplanmıştır. “Misak-ı İktisadi Esaslar”15 burada tek tek belirlenmiştir. Kongre’de
alınan kararlar, Hükümet üzerinde bağlayıcı değildir. Kongre sosyo-ekonomik
sınıfların taleplerinin şeffaf bir şekilde tartışıldığı ve hatta çatıştığı bir platform
olmuştur.
Berkes’in (1997:36) belirttiğine göre, Kongre’de İktisat Vekili M.E.Bozkurt
tarafından ortaya atılan devletçilik fikri pek kabul görmedi. İlgi çeken, daha çok,
iktisadi ahlak söylemleriydi ve bu anlamda Kongre, adeta bir manifesto gibiydi.
Toplum katmanları için sayısal ve niteliksel temsiliyet sorunları da yaşandı. Yabancı
kapitalistlere bağlı olan yerli özel girişimciler ve büyük toprak sahipleri (“ağalar”)
“… Devlet bize yardım etsin, ötesini bize bıraksın” demişlerdir. Yani, devlet eliyle

15
Bu esaslar üç ana başlıkta ve çok sayıda maddede toplanmıştır: (I) Misak-ı İktisadi Esasları 12 md;
(II)Çiftçi, Tüccar, Sanayici ve İşçi Gruplarının Esasları (çiftçiler 82 md, tüccarlar 116 md, sanayiciler 6
md ve çok sayılı fıkra, işçiler 34 md olmak üzere toplam) 238 md; (III) Yabancı Sermaye Hakkında 10
md. Misak-ı Milli esasları madde madde okunup kabul edilirken bir çok yerde “Türkiye halkı” şeklindeki
bir hitaba rastlanmaktadır. Örneğin, “Madde 3- Türkiye halkı tahribat yapmaz; imar eder. Bütün mesai
iktisaden memleketi yükseltmek gayesine matuftur.” “Madde 4-Türkiye halkı sarf ettiği eşyayı mümkün
mertebe kendi yetiştirir. Çok çalışır. Vakitte, servette ve ithalatta israftan kaçar. (…)” “Madde 5-Türkiye
halkı, servet itibariyle bir altın hazinesi üzerinde oturduğuna vakıftır. (….)” Bkz.(Ökçün, 1981:338 ve
Afetinan:1989-a:19.)

160 Maliye Dergisi y Sayı 156 y Ocak-Haziran 2009


İ. KALAYCI

kapitalizmi talep etmekteydiler.16 Bir başka deyişle, özel girişimcilerin devletçiliğe


karşı tutumları; bu sistemin korumacı tarafına “sempatik”, karışmacı tarafına ise
“antipatik” yaklaşmaları şeklinde olagelmiştir.
İzmir İktisat Kongresi tutanakları, bir tür iktisadi milliyetçilik belgesidir.
Tezel’in (1986: 132) belirttiği gibi, Kongre’de metropol kapitalistleri ile Türkiye’de
onlarla iş yapma durumundaki Müslüman Türkler arasında aracılık yapan yerli
gayrimüslimlerden kaynaklanan bir rahatsızlık17 vardı ve bu rahatsızlık, Rumlar,
Ermeniler, Yahudiler aradan çekilsin, Avrupalılarla doğrudan doğruya biz iş
yapalım’ diyen bir iktisadi milliyetçiliğin ilginç bir anlatım örneğiydi.
Atatürk -Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa sıfatıyla-, kongrenin açılış
konuşmasında “Efendiler… Bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla alakadar olan,
o milletin iktisadiyatıdır..” diyerek iktisadın ne derece önemli olduğunu, “.. kılınç
kullanan kol yorulur; fakat saban kullanan hergün daha çok kuvvetlenir ve hergün
daha çok sahip olur” diyerek de savaş yerine üretim yapmanın asıl zenginlik
kaynağı olduğunu ifade etmiş ve büyük bir alkış almıştır.
Atatürk’ün Türkiye için düşündüğü kalkınma modelinin ana çerçevesini İzmir
İktisat Kongresi’nde görmek mümkündür. Kongre’de “Misak-ı İktisadi” kabul
edilmişti.
Kongre’nin Misak-Milli fikri paralelinde, Başbakanlığa bağlı olmak üzere
Haziran 1927’de –görev ve sorumlulukları itibariyle- Ali İktisat Meclisi (AİM)18 adlı
çok önemli bir meclis kuruldu. İşlevi, ülkenin ekonomisini ilgilendiren tüm
konularda TBMM’ye yasa önerileri sunmak, hükümete danışmanlık yapmak ve
ödemeler bilançosu ile sanayinin geliştirilmesine ilişkin raporlar hazırlayarak bir
araştırma kurumu şeklinde çalışmaktır.19

Kazanım 2:
Atatürk, İzmir İktisat Kongresi’nde yeni Türkiye devleti için rehberin
“süngü” değil, “saban” olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca, ancak bilim ve iktisat
zaferleriyle ulusal zenginliğe ve kalkınmaya sahip olabileceğimizi
vurgulayarak Cumhuriyet’in iktisadi milliyetçilik temellerini atmış olur..

16
Bu bağlamda, esas büyük iş, Cenevre’deki bir Türkçünün dediği gibi, “Bir Rum gibi banker, bir
Ermeni gibi tüccar, bir Avrupalı gibi her işe girişen özel teşebbüsçüyü yaratmak” idi. O teşebbüsler
zengin olursa, Türkiye çağdaş uygarlığa katılmış olacaktı (Berkes, 1997:37).
17
Bu rahatsızlığın somut belgesini Misak’ta okumak mümkündür: “Türk dinine, milliyetine, toprağına, …
düşman olmayan milletlere daima dosttur; ecnebi sermayesine aleyhtar değildir. Ancak kendi yurdunda
kendi lisanına ve kanununa uymayan müesseselerle münasebette bulunmaz… her türlü münasebette fazla
mutavassıt istemez.” (Ökçün’den aktaran Tezel: 1986:132.)
18
Osmanlı devletinde II.Meşrutiyet döneminde de, bu meclise benzer olarak, 1917’de “İktisadiyat
Meclisi” kurulmuştu. Bu, amaçları ülkede “milli iktisadı” kurmak olan İttihatçıların, I.Dünya Savaşı’nın
neden olduğu iktisadi sıkıntıların hükümetin üzerindeki baskıyı hafifletmek üzere başvurdukları devlet
müdahaleciliğinin bir parçası olacaktı (bkz.Koraltürk, 1999:63).
19
AİM, bu anlamda bugünkü TOBB’ye benzer bir yapı sergilemiştir. Boratav (1982:89), bu meclisi
‘göstermelik, tutucu ve pasif bir kuruluş’ olarak nitelendirir. Başbakanın başkanlığında yılda iki kez (altı
ayda bir on beş günlüğüne) toplanan ve çoğu iktisatçı olan 24 üyeli AİM, 1935 yılı Bütçe Yasası ile
kapatılmıştır.

Maliye Dergisi y Sayı 156 y Ocak-Haziran 2009 161


Atatürk’ün Kalkınma Modeli (AKM): Günümüz Sanayisi İçin Kazanımlar

2.1.b.Modelin İktisat Politikası Sistemi (ya da Ana Ekseni) Olarak


Devletçilik
AKM’nin bir ayağı da, devletçilik olan iktisat politikası sistemidir. Devletçiliğin
1930’lu yıllarda Türkiye’de kabul görmesinin bir takım ciddi tarihsel, toplumsal ve
dışsal nedenleri oluşmuştur. Bütün bunlar, Hamitoğulları’nın (1974:157) vurguladığı
gibi, devletin, müdahaleci yetkisine bağlı olarak “yapma”, “yaptırma” “caydırma”
işlevlerinden doğmuştur.
►Tarihsel nedenler: i) Osmanlı üretim yapısının tarıma dayalı olması ve
toprakta devlet mülkiyetinin üretim ilişkilerinde belirleyici sayılması, ii) Yine
Osmanlı’da, tarımsal ürünün bir bölümüne mülk sahibi olarak devletin el koyması
ve karşılığında sulama, gübreleme ve ulaştırma gibi bazı hizmetleri sağlaması.
►Toplumsal nedenler: i) Halkın giderek temel gereksinimlerinin karşılanmasını
devletten beklemesi ve devleti “ana” ya da “baba” (“peder-devlet”) olarak
nitelemesi, (Atatürk’ün henüz 1931’de “halkımız tab’an [yaradılıştan] devletçidir”
demesi bu gerçeğin bir özetidir.) ii) Devletin ulusal bağımsızlık ve kalkınma
sürecinde öncü olması, iii) Özel sermaye birikim yetersizliği ve bazı riskleri
üstlenerek yatırımlara girişmemesi.
►Dışsal nedenler (Karluk, 2005:214): i) 1929 Dünya Ekonomik Krizi’nin
liberal-kapitalist ekonomilerde patlak vermesi ve çözüm olarak kamu girişimciliği
ve müdahalesinin önemsenmesi, ii) Sovyetler Birliğinin planlı ve devletçi
ekonomiyle hızla sanayileşmesi ve Dünya Krizi’ni hafif atlatması, iii) ABD Başkanı
F.D. Roosvelt’in 1933’te çıkardığı Tennessee Vadisi Örgütü’nü kurarak gelişmiş
kapitalist ülkelerde ilk defa bölge planlama uygulamasına başlatması, iv) Aynı
tarihlerde, Hitler’in Almanya’da işsizliği önlemek üzere 4 yıllık bir planı yürürlüğe
koyması.20
Atatürk, devletçiliğin, Türkiye’nin özgül koşullarından kaynaklanan farklı bir
iktisadi sistem olduğunu şu sözlerle ifade etmiştir (Afetinan, 1989-b:XIII):
“Türkiye’nin tatbik ettiği Devletçilik sistemi on dokuzuncu asırdan beri
sosyalizm nazariyecilerinin ileri sürdükleri fikirlerden alınarak terceme edilmiş bir
sistem değildir21. Bu, Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye’ye has bir
sistemdir. (…) Devletçiliğin bizce manası şudur: Fertlerin hususi teşebbüslerini ve
faaliyetlerini esas tutmak, fakat büyük bir milletin bütün ihtiyaçlarını ve birçok
şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak, memleket iktisadiyatını Devletin eline
almak. (…) Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk vatanında asırlardan beri ferdi ve
hususi teşebbüslerle yapılmamış olan şeyleri bir an evvel yapmak istedi ve
görüldüğü gibi, kısa zamanda yapmağa muvaffak oldu. (…) Bizim takip ettiğimiz bu
yol, görüldüğü gibi, liberalizmden başka bir sistemdir.”
Atatürk, ekonomide eksen aldığı “devletçilik” ilkesini, önce, 10 Mayıs 1931’de
Cumhuriyet Halk Fırkası (şimdiki adıyla CHP) programına ve sonra, 5 Şubat

20
Önemli bir ayrıntı olarak; bu son iki dışsal gelişmenin, Atatürk’ün devletçiliği benimsemesinden sonra
ortaya çıktığına dikkate edilmelidir. Ancak bunlar, olsa olsa, başlanmış olan devletçi uygulamalarının o
dönemin Türkiye’sinde sürdürülmesi gerektiği konusunda pekiştirici bir rol oynamıştır.
21
Bunun bir nedeni, kuşkusuz, Atatürk’ün devletçi ideolojiyi benimsemesine karşın, ona en yakın sistem
olan sosyalizme mesafeli yaklaşımıdır. Bolşevik devrimini yaptığı için çok etkilendiği V.İ.Lenin bile,
“Mustafa Kemal Paşa, tabiî ki sosyalist değildir” dedikten sonra “Yetenekli bir lider, milli burjuva
ihtilalini yönetiyor. (…) Bizim sosyalist devrimimizin önemini anlamış olup Sovyet Rusya’ya karşı iyi
davranıyor.” şeklinde tarihsel bir saptama yapma gereğini duymuştur. (Aktaran Altun, 2007: 32.)

162 Maliye Dergisi y Sayı 156 y Ocak-Haziran 2009


İ. KALAYCI

1937’de Anayasa’nın 2. maddesine koydurmuştur. Bu ilkenin özgün tanımı şöyle


yapılmıştır: Bizim takip ettiğimiz Devletçilik, ferdi mesai ve faaliyeti esas tutmakla
beraber mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi
mamûriyete eriştirmek için milletin umumi ve yüksek menfaatlerinin icab ettirdiği
işlerde bilhassa iktisadi sahada Devleti fi’len alakadar etmektir.” (Afetinan, 1989:
15.)
Başbakan İ. İnönü 1930’da hükümetin kamu harcamaları konusunda yaptığı
tercihleri savunurken “ılımlı devletçilik” kavramını ortaya atmıştır. Bu kavram
sayesinde hem liberalizm hem de Batılılaşma eleştirilerine yanıt vermiş olmaktaydı
(İnsel, 1996: 164).
Atatürk’ün başından beri iktisat danışmanlığını yapan C. Bayar, 1930’lu
devletçilik yıllarında İktisat Bakanı ve Başbakan olarak görev yaparken, devletçiliği
şöyle anlatmaktaydı (Yenal, 1999:149):
“Devletçiliğin iki aşırı ucu var; bir aşırı uç liberalizme, öbürü komünizme gider.
Biz ikisine de meyletmiyoruz. Devletçiliğin gerekli olduğuna inanıyoruz, fakat
bugünkü uygulamasında, bunun özel girişimcilikle paralel gitmesi önemlidir.”
Bu çerçeve esas alındığında, dönemin ekonomi yönetiminin devletçi anlayışının
üç sacayağa dayandığı ve üçünün de birbirini tamamladığı soncuna varılabilir. Yani
devletçiliğin işaret ettiği “üç devlet” vardır: i)Dengeli kalkınmayı güvenceye alan,
mal ve mali piyasalardaki dengeyi kuran ve sürdüren “düzenleyici devlet”; ii)gelirin
yeniden dağıtma ve toplumsal koruma politikasına odaklanan “koruyucu devlet”; ve
iii)asıl işveren konumundaki “girişimci devlet”.
1930’larda devletçiliği ve İktisadi Devlet Teşekküllerini (İDT)’yi savunan devlet
adamları aslında yine de özel sektör ekonomisini savunmuşlardır. Zira devleti yol,
su, elektrik, vd. altyapı tesislerini yapması sayesinde özel sektör yatırımlarını daha
kolay ve hızlı gerçekleştirebilecekti. Burada, devletten özele doğru çeşitli “pozitif
dışsallıklar” (iktisadi faydalar) sağlanması söz konusudur.
Zira 1935 CHP programına dikkatli bakıldığında, 1931’dekinden farklı olarak,
“daha fazla devletçi ve daha az özel sektörcü” hükümlerine yer verildiği görülür.
Örneğin; “Tefeciliğe karşı savaşta Fırkamız (Partimiz) kooperatifçiliği ana prensip
sayar.” “Sanayici ülkenin belirli köşelerinde yoğunlaşması yerine her tarafa
yayılması.” “Devlet tüm sanayilerde fiyat kontrolü yapacak.” (Boratav, 1982: 138).
Uygulamada devletçilik sayesinde; i) Dış borç ve yardıma fazla eğilimli
olmadan, sanayi planları aracılığıyla ulusal kaynaklar harekete geçirildi, çok sayıda
fabrika kuruldu. ii) Devletçilik, devlete, dış kredi bulmakta itibar kazandırırken, yine
onun dış borçlarını ödemek konusunda cesaretlendirdi. İki tane beş yıllık sanayi
planı arasında Türkiye devleti 17 milyon liralık krediye karşılık 36 milyon lira borç
ödedi (Berkes, 1997: 43). iii) Ulusal gelirin yaklaşık % 10’unun, yatırımlarını
gerçekleştirmeleri için kamu ve özel sektöre aktarılmasında devlet merkezi bir rol
oynadı. Yatırımları yeni vergi salımı yapılmadan ve enflasyona başvurulmadan,
bunlara karşılık düzenli vergi ve iç borçlanma ile yapıldı. iv) Türk parasının değeri
korundu; dinsel ölçüler yerine evrensel iktisadi ölçüler esas alındı. v) Millileştirme
çabaları arttırıldı ve ulusal sanayileşmeye bir ivme kazandırıldı.

Maliye Dergisi y Sayı 156 y Ocak-Haziran 2009 163


Atatürk’ün Kalkınma Modeli (AKM): Günümüz Sanayisi İçin Kazanımlar

Kazanım 3:
Devletçilik kuramı ve uygulaması, sanayileşme hareketlerinden bağımsız değildir,
ikisi arasında çeşitli etkileşim boyutları vardır. Atatürk’ün devletçiliği
kalkınmanın bir parçası olan sanayileşme amacının hizmetindedir. Bir başka
deyişle, devletçilik sanayileşme için bir araçtır. Ancak geri kalmış Türkiye’nin
iktisadi kurtuluşu söz konusu olduğunda ise, daha önce amaç olan sanayileşme
kendiliğinden bir araç halini almış olmaktadır.

2.1.c. 1929 Dünya İktisadi Krizi: Liberalizm Yıldızının Sönüşü


AKM’nin özünde liberalizme daha yakın durmasına karşın devletçilik ilkesinde
kararlı olmasında, bir başka deyişle devletçiliği içselleştirmesinde 1929 Dünya Krizi
ciddi bir kırılma noktasını oluşturmaktadır. Zira bu kriz, liberalizm kaynaklı olduğu
için, Atatürk’ün tümüyle liberalizme kaymasını engellemiştir.
Türkiye, kendi içinde dünya krizini ilk belirti olarak Türk parasının hızlı değer
kaybı olarak yaşadı. Dönemin Başbakanı, Aralık 1929’da paranın değerindeki düşüş
aşırı boyutlara çıkınca Meclis’te bunun nedenlerini açıklamak zorunda kalmıştır.
İnönü’ye göre; savaş dönemindeki içe kapanıklık ve yetersizlikler yüzünden ortaya
çıkan aşırı ithalat ve aşırı döviz talebinin mevcut oluşu, halkın tasarruf ilkelerine
uymaması, Devletin, gelirinden çok harcama yapması, para ve kredi işlemlerini ülke
çapında denetleyebilecek bir kurumun olmayışı ve çeşitli asılsız söylentiler,
paramızın değerini düşürmüştür (Tekeli ve İlkin, 81). Paranın değerini yükseltmek
ve dalgalanmaları kontrol altına almak üzere, öncelikle Milli İktisat ve Tasarruf
Cemiyeti’nin22 kurulması, Merkez Bankası’nın kurulması, Türk parasını istikrara
kavuşturmak üzere bankalar arası konsorsiyum kurulması, ulusal sanayi örnek
(numune) sergisinin açılması ve bir sanayi kongresinin toplanması, ve ayrıca
hükümetin bundan böyle dengeli bir bütçe politikasını izlemesi kararlaştırılmıştır.

2.2. Sanayileşme: Terminoloji ve Sanayi Planları


Sanayileşme terminolojisi kalkınma ve refah terminolojisi ile içiçedir. Aralarında
sürekli bir etkileşim bulunmaktadır. Ancak kalkınma bir çatıdır ve sanayileşmeyi
kapsar. Atatürk’ün ve Cumhuriyet kadrosunun tüm söylemleri de iktisadi
bağımsızlık ile kalkınma için sanayileşmenin şart olduğu yönündedir.
2.2.a.Sanayi(leşme)nin AKM’deki Yeri: Sınai Gelişmenin Araçları Olarak
Devletçilik ve Millileştirme
Kuruç’un (1987: 256-7) vurguladığı gibi, Türkiye, sanayide gelişme iradesini ve
çizgisini henüz 1920’lerde ortaya koymuş ve 1930’larda çeşitli hamlelerle
sürdürmüştür. Ancak yoksul ve yılgın bir ülkenin sanayileşmeyi gerçekleştirmesi
kolay değildi. Cumhuriyetin ilanından sonra, özel kesim yoluyla ulusal sanayileşme
sağlansın diye kurulan Sanayi ve Maadin Bankası’nın başarılı olamayacağı
anlaşıldığı için sanayileşme için milat 1932 tarihli devlet Sanayi Ofisi ile Türkiye
Sanayi Kredi Bankası’ndan başlatılmalıdır. Zira Ofis ve Banka yasalarından hareket
edildiğinde sanayileşme adına çok önemli kilometre taşları elde edilebilecektir.

22
Dünya Krizi konjonktüründe hayata geçirilen Cemiyet’in amacı, halkı yerli malını kullanmaya
özendirip israfa karşı mücadele etmeye çağırmak ve bol üretim yapıp malları ucuz satmaya
özendirmektir. Cemiyet’in yayın organı İktisat ve Tasarruf dergisinin ilk sayısındaki sloganvari başlık
olağanüstü çarpıcıdır: “İlk hedef Akdeniz’di, ikinci hedef İktisat…” (Tekeli ve İlkin, 1983:93-4.)

164 Maliye Dergisi y Sayı 156 y Ocak-Haziran 2009


İ. KALAYCI

1933’te Ofis ve Banka kaldırılarak, yerine, gerçekte bir banka olmayan fakat
sanayi politikası ve projelerinin öncüsü sayılan Sümerbank kurulur. Sümerbank,
sanayi yatırımlarını tasarlayıp vizeye bağlamakla ciddi işlevler yüklenir. Asıl amaç,
imalat sanayinde ve dolayısıyla ara ve yatırım malları üretiminde hamle yapmaktır.
Madencilik ve enerji alt sektörleri bu amaca hizmet etmek üzere geliştirilecek,
ulaştırma ise sanayi mallarının ucuz ve garantili taşımanın ağı olan demiryollarını
yaymakla olacaktır. 1938’de çıkarılan İktisadi Devlet Teşekkülleri (İDT) yasaları da
bütün bunlar için bir çerçeve oluşturacaktır (Kuruç, 1987: 257).
Devletçilik ve millileştirme politikalarına dayanarak, Cumhuriyet devleti, hizmet
sektöründe en fazla ulaşım ve ulaşımda da ağırlıklı sistem olarak demiryolunu
benimsemiştir. Demiryolu, Avrupa’da da denendiği ve görüldüğü gibi, ulusal
sanayileşmeye ivme kazandıracak bir yoldur. Bu yıllarda sıkça kullanılan Başbakan
İ.İnönü’nün “Memleketi demir ağlarla öreceğiz” sözü meşhurdur. Nitekim
1925-1933 yılları arasında Balıkesir’den Malatya’ya kadar 2048 km demiryolu
yapılmıştır. 1933-1938 yılları arasında da +963 km. demiryolu yapılmıştır.
Cumhuriyet’in 15. yılında, toplam demiryolu uzunluğu 6719 km gibi rekor bir
düzeye ulaşmıştır. Bu adeta “… az zamanda çok iş başardık…” sözünün bir
kanıtıdır.
Demiryolu, ulusal sanayinin gelişmesinde stratejik bir ulaşım sistemi olarak
kabul edilmiştir. Bu bakımdan, yabancıların elindeki demiryolu işletmelerinin satın
alınarak millileştirilmesi23 yaşamsal bir önem taşımıştır. İnönü, demiryolu politikası
uygulanırken yabancı şirketlerin çok ciddi engelleri24 ile karşılaştıklarını anlatır.
Atatürk’ün en fazla güvendiği ekonomi kurmaylarından biri olan C. Bayar da,
1936’da “… bir devlet sanayisi olmaksızın bu ülkenin 200 yıldan önce gelişmesi
olanaksızdır” demiştir.25

Kazanım 4:
Türkiye Atatürk döneminde korkunç savaşlar, sermaye birikimsizliği,
imparatorluğun çözülme ve çöküş sorunları, vd. sorunlar yüzünden ulusal sanayi
devrimini yapamadı. Ancak Atatürk, sanayi devriminin evrensel kazanımlarına
kapılarını hiç kapatmadı. Çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak için sanayi
devriminin sonuçlarından yararlanmasını bilerek hareket etti. Kalkınma iktisadının
önemli tezlerinden biri olan “sonradan gelen, yetişir” tezine olan inancını
yerleştirdi.

23
Millileştirilen demiryolu, liman, telefon, elektrik, vd. işletmeleri ve tarihleri için bkz. (Afetinan,
1989:15 ve Avcıoğlu, 1984:454). Millileştirme uygulamaları Atatürk’ten sonra da bir süre devam etmiştir.
24
Bu engeller; demiryolu politikasındaki belirsizlikten yabancıların işletmeciliğindeki demiryollarını
nasıl devletleştirmek istediklerine, imtiyaz süresi biten kumpanyaların açtıkları davalardan yeni
demiryolu inşaatı kararlarını destekleyen yabancı şirketlerin yaptıkları başvurulara ve borç bırakmaksızın
yeni hatların nasıl yerli mühendislere yaptırıldığına kadar… bkz. İnönü’nün hatıralarından derleme
(1998:26-vd.).
25
Fakat daha sonra çok partili demokrasiye geçilince, eski bir çok devletçi gibi, C.Bayar da, -Demokrat
Parti’nin lideri ve 1950’lilerde Cumhurbaşkanı olunca-keskin bir zıt söylemle, halkın karşısına bu kez
özel girişimci sınıfın çıkarlarını savunur. Nitekim DP proğramında “… devlet bundan böyle, ekonominin
içinde değil üstünde yer alacaktır” şeklinde liberal görüşlere sahip çıkmıştır (İnsel, 1996:142-3)..

Maliye Dergisi y Sayı 156 y Ocak-Haziran 2009 165


Atatürk’ün Kalkınma Modeli (AKM): Günümüz Sanayisi İçin Kazanımlar

2.2.b.Atatürk Dönemi Sanayi Planları: Kalkınmanın Planlanması


Atatürk döneminin sanayi planları devletçilikle başlar ve onunla yaşıttır. Beşer
yıllık sanayi/leşme planlarının hazırlanmasında İnönü’nün Rusya’daki gözlem ve
incelemelerinin belirleyici rolü bulunmaktadır. İnönü, 1932’de Rusya’ya yaptığı
seyahatten, kendi deyimiyle, ‘Sovyet planlamacılığına sempati duyarak ve acil
ulusal ihtiyaçlara karşı ciddi bir önlem olarak düşünmek gerektiği kanaati ve
kararıyla’ döner. Daha sonra, Prof. Orlof başkanlığındaki bir Sovyet uzman
heyetinin, uygulanabilir bir planı sunmanın dışında, yeni Türkiye’ye demir-çelik
sanayisine ağırlık vermek gerektiği yönünde öneriler yaptığını belirtir.
Atatürk’ün itibar ettiği ve onun döneminde uygulamaya konulan planlamacılık
anlayışı, Sovyetler Birliği’nin katı merkeziyetçi planlama modeliyle tümüyle
çelişmese de onunla tümüyle aynı olduğu da ileri sürülemez. Aksi halde,
cumhuriyetin sosyalist temeller üzerine kurulduğu iddiasına varılır. Bu nedenle yeni
Türkiye’ye özgü bir planlama felsefesinin varlığından söz etmek durumundayız. O
karanlık dönemlerde bir pusulaya ihtiyaç duyulurken, bunun, denenmiş ve gerçekten
bazı önemli yararlarının olduğundan kuşku duyulmayan planlamadan başkasının
olmayacağı ortadadır. Ayrıca, Avcıoğlu’nun (1980:68) da vurguladığı gibi, “gerçek
sanayileşme modeli planlı ekonomiye dayanır: En az israfla hızlı ve dengeli
kalkınmayı gerçekleştirmeyi, gelir bölüşümünü halk yararına iyileştirmeye yönelir.”
Ülgener (1971:6-7) ise, bir planın başarısı için “planda yer alan amaç ve araçların
birbirini çelmemesi” ve “planın demokratik olarak yürütülebilmesi için de üretici ve
tüketici kesimlerince benimsenmesi”, ayrıca “icra organının kararlı olması
gerektiğini” belirtir.
Atatürk’ün iktisadi görüşlerinin etkili olduğu büyüme ve sanayileşme süreci,
niteliğine göre; 1923-1929 ve 1930 –II.Dünya Savaşı sonrası şeklinde iki döneme
ayrılır. 1929 Dünya krizi ile birlikte tüm dünyada olduğu gibi Türkiye de liberal
çizgiden saparak devletçi ya da Keynesçi bir çizgiye kaymıştır. Bu yeni çizgi
doğrultusunda I. ve II. Sanayi/leşme planları hazırlanmıştır.
*Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı
Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı (kısaca I.Sanayi Planı) 1933’te yürürlüğe
konulmuştur. Plan, Sovyetler Birliği’nin planlama anlayışı ve deneyiminden büyük
ölçüden etkilenerek hazırlanmıştır. Ancak, Uluatam ve Tan’ın (1982:5) belirttikleri
gibi; “Sovyetler Birliği deneyi, seçilen iktisadi sistemin [sosyalizmin] doğal sonucu
iken, Türkiye’ninki ise, kapitalist bir ülkedeki ilk planlama çabasıdır. Her ne kadar,
bu ilk plan, daha çok, yapılacak sanayi yatırımlarının niteliklerinin belirtildiği bir
belge olmaktan öteye gidememişse de, bu durumu, ülkenin çok sınırlı teknisyen ve
iktisatçı kadrosunu dikkate alınca doğal karşılamak gerekir.”
I. Plan iki bölümde oluşmaktadır. Birinci bölümde, kurulması kararlaştırılan
sanayi tesisleri, ikinci bölümde ise İktisat Vekaleti Teşkilatı Kanunu’nda düzenleme
önerileri yer almaktadır. Yatırım miktarı yaklaşık 43.5 milyon liradır. 1934-1938
dönemi toplam kamu yatırımlarının % 17’si düzeyindedir. Bu miktarın 41.5 milyon
lirası (1933’te kurulan) Sümerbank’a ve geri kalanı (1924’te kurulan)
T. İş Bankası’na aittir. (Kipal ve Uyanık, 123-6):
Plan’da kurulması kararlaştırılan sanayi kolları beş ana grupta toplanmıştır:
i) Mensucat sanayi (pamuk, kendir, yün): Özellikle pamuklu dokumaya öncelik
verilecek ve ilk kurulacak fabrikalar Kayseri, Nazilli ve Ereğli’de olacaktır.
Yatırımların toplam maliyeti 18.5 milyon lira olarak hesaplanmıştır. Kastamonu’da

166 Maliye Dergisi y Sayı 156 y Ocak-Haziran 2009


İ. KALAYCI

kendir ve Bursa civarında yünlü dokumalar için de 4 milyon liradan fazla bir para
ayrılacaktır. ii) Maadin sanayi (demir, semikok kömürü, bakır, kükürt): Ereğli’de
demir çelik fabrikası, motor sanayi olacağından, 10 milyon lirayla kurulması
planlanmıştır. Keçiborlu’da kükürt, Zonguldak’ta ise semikok fabrikası için 500 bin
lira civarında bir yatırım yapılacaktır. Bakır yatırımları için ayrılan bütçe ise 550 bin
lira olacaktır. iii) Selüloz sanayi (selüloz-kağıt ve karton, suni ipek): İzmit’te
kurulacak selüloz ve kağıt fabrikaları için 15 milyon lira ayrılmıştır. İstanbul ve
İzmir’de düşünülen suni ipek fabrikalarına gidecek yatırım miktarı 490 bin olacaktı.
iv) Seramik sanayi (şişe, cam ve porselen): İstanbul’a planlanan şişe ve cam
yatırımları ve üretimin geliştirilmesi için toplam 1.25 milyon lira harcanacaktır.
v) Kimya sanayi (zaç yağı, klor, süper fosfat): Bodrum’da sünger fabrikası,
Isparta’da gülyağı fabrikası, Tefen’de zaçyağı, süper fosfat ve klor fabrikaları için
2.5 milyon lira ayrılacaktır.
Bu sanayi kollarını kapsayan I.Planı’nın başat nitelikleri şöyle sıralanabilir: i-
Esas hammaddeleri ülkede yetişen ya da şimdilik yetişmemekle birlikte kısa bir
zamanda elde edilmesi muhtemel olan sanayi kolları ele alınmıştır. ii-Bunlar büyük
sermaye ve teknik güce dayandığından, tesisleri Devlete ya da ulusal kurumlara
bırakılmıştır. Bu sanayiler ziraat alanında da bir gelişme sağlayacaklardır. iii-
Kurulmasına karar verilen sanayiinin üretim kapasitesi ülkenin ihtiyaç ve
tüketimiyle uyumludur (Bkz. II.S.Planı, 1989:4).
I. Sanayi Planı, devletçi sanayileşme politikasına dayanmaktadır. Yatırım malları
üretimini hedef alan bir “sanayi üreten sanayi” tipi sanayileşme değil; temel strateji
olarak “un + şeker + pamuklu kumaş” gibi “3 beyaz” ile “kömür+demir+petrol”
gibi “3 siyah”tan oluşan temel tüketim ve ara malı üreten “ithal ikameci” tipi bir
sanayileşme modelidir (Karluk, 2005: 215 ve Parasız, 1999: 50-1). Pamuklu
tekstilden, demir-çelik, şişe-cam, kağıt ve kimyaya kadar 10’u aşkın sanayi
sektöründe kurulacak fabrikalar için öngörülen toplam maliyet yaklaşık 43.5 milyon,
fabrikaların öngörülen katma değeri de 74 milyon lira idi (Aktaran, Parasız,
1998: 51).
I. Plan’ın uygulamasından şu sonuçlar elde edilmiştir: i) Yapımı öngörülen 23
tesisten 4’ü dışında hepsi üretime geçmiş, ii) bunların finansmanı bütçe gelirleri ve
30 milyon lira kadar Sovyet ve İngiltere kaynaklı dış yardım ile 100 milyon liraya
çıkmış, iii) bu plan döneminde ortalama iktisadi büyüme oranı %10 olarak
kaydedilmiştir.
Bu sonuçlara ek olarak; dış korumacı gümrük tarifelerinin uygulanması, Türk
Parasının Değerini Koruma Kanunu’nun çıkarılması, yabancı sermayeye ait
tesislerin millileştirilmesi, sanayi sektöründe KİT’lerin kurulması, sanayileşmenin
finansman yükünün, fiyat ve vergi politikalarıyla tarım sektörüne yüklenmesi, vb.
yönünden de I. Plan başarılıdır. Kalkınma iktisatçısı Rostow’a göre, Türkiye’nin bu
kalkınma aşaması bir “kalkış” (take off) aşamasıdır ve bu aşamada öncülüğü sanayi
sektörü yapmıştır (Morgil 2002: 39-40).
I. Planla uygulanan Devletçilik sayesinde kurulan fabrikalar modern Türkiye’nin
bir göstergesi olmuştur. R.W.Kerwin (1995-ç: 111), henüz 1954’te New York’ta
yayımlanan bir yazısında, son derece ilginç bir benzetme yaparak “yeni fabrika
bacaları Atatürk minareleri olarak niteleniyordu” demiştir.

Maliye Dergisi y Sayı 156 y Ocak-Haziran 2009 167


Atatürk’ün Kalkınma Modeli (AKM): Günümüz Sanayisi İçin Kazanımlar

*İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı


İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı (kısaca II. Sanayi Planı) projeleri 20-24/I/1936
tarihinde Ankara’da toplanan Sanayi Kongresi’nde saptanan esaslara göre
Başbakanlığa sunulmuştur. Başbakan İnönü’nün bu meseleler için söylediği sözleri
tekrar eden İktisat Vekili Bayar şöyle kaydetmiştir (Afet İnan, 1989-b: Önsöz, IX):
“Türkiye için endüstrileşme bir milli varlık meselesidir, bir milli müdafaa
mücadelesidir ve hiçbir fedakarlık ve sıkıntı bu milli mücadelenin neticesiyle
mukayese edilemez. (…) Bu bakımdan iyi başarı ile yürütmekte olduğumuz ekonomi
politikamız endüstrileşmeyi, yaşayışımız için bir sıkıntı değil, bir inşirah ve inkişaf
vasıtası haline getirmiş bulunuyor.”
II. Sanayi Planı içerdiği konuları, gerektirdiği sermaye ve ülkede uyandıracağı
iktisadi ve toplumsal hareketler açısından birinci plandan daha geniştir. Bu plana
göre önerilen sanayi girişimleri şunlardır: i) madencilik (krom, bakır); ii) maden
kömürü ocakları; iii) çevre elektrik santralleri; iv)ev eşyaları sanayii ve ticareti v)
toprak sanayi (çimento); vi) gıda maddeleri sanayii ve ticareti; vii) kimya sanayii
(kristal soda, gülyağı, gliserin, yağ ve sabun, sentetik benzin, petrol rafinerileri,
nitrik asit azotlu maddeler sanayii); viii) mihaniki sanayi (ziraat alet ve makineleri,
madeni eşya, ölçü ve tartı aletleri, boru, kalay galvanizli sac-teneke sanayi);
ix)denizcilik.
Afet İnan’ın tarihe geçen anılarına göre, Atatürk hasta yatağında bile, ülkenin
özel durumundan dolayı II. Sanayi Planı’nı daha yakından incelemeyi ihmal
etmemiştir. Ancak büyük hedeflerle hazırlanan II. Sanayi Planı, -tarihin bir garip
cilvesidir ki, yine II rakamıyla ifade edilen- II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle
uygulamadan kaldırıldı ve yerine İktisadi Savunma Planı yapıldı.
*İki Sanayi Planının Karşılaştırılması
►Her iki planda da, ülkenin iktisadi bünyesine ve koşullarına uygun olan, büyük
sermaye ve teknik gücü gerektiren ve hammaddesi tümüyle içeride yetişen sanayi
ele alınmıştır.
►Her iki planda da büyük sermaye ve teknolojiyi gerektiren sanayi alanlarında
özel girişimciliğe yer verilmemiştir. Bunların dışındaki alanlarda özel girişimciler
serbest bırakılmıştır.
►Yeraltı ve üstü kaynaklarımızın bol ve kaliteli olduğuna işaret edilerek
bunların halk kitleleri için kazanç kapısı haline getirilmesi planlanmıştır.
►İkinci planda özellikle, ulusal savunma ve iktisadi gelişme bağlamında kömür
havzaları ile elektrik santrallerine özel bir dikkat çekilmiştir.
►Makine sanayiine bir altyapı oluşturmak üzere, I.Plan’a göre kurulmakta olan
Karabük Demir ve Çelik fabrikalarının yarı mamul maddelerini işleyecek fabrikalar
II.Plan’da teklif edilmiştir.
Bir de kalkınmak için sektörel tercih sorunu vardı; öncelik-öncülük ziraate mi
yoksa sanayie mi verilmeliydi? II. Sanayi Planı’nda İktisat Vekili olarak imzası
bulunan Bayar, zorunlu olarak sanayinin desteklenmesi gerektiğini, bunun gelişmiş-
uygar dünyada da geçerli olduğunu ileri sürmüştür (II.SP, 1989:12).
Cumhuriyetle birlikte devlet eliyle kurulan sanayide temel felsefe, ne “ağır
sanayi argümanı” ne de dengeli ya da dengesiz sanayileşme görüşleri ile doğrudan
sistematik bir bağlantıya sahiptir (Kılıçbay, 1999: 67). Yine de ağır sanayi ve sanayi
sektörü tercihli dengesiz kalkınmayı çağrıştıran gelişmelere ve oluşumlara tanık
olunmuştur.

168 Maliye Dergisi y Sayı 156 y Ocak-Haziran 2009


İ. KALAYCI

Kazanım 5:
Beş yıllık sanayi planları ve onların dayandığı devletçilik sistemi, sosyalizm
(kolektivizm) yanlısı ya da liberalizm (kapitalizm) karşıtı olarak ifade edilmediği
için doktriner (ideolojik) değil, ihtiyaçların ve koşulların zorlaması ve Türkiye’ye
özgü bir yapı arz ettiği için pragmatiktir. AKM, beş yıllık sanayi planları ile
sanayide ve ekonomide uzun dönemli plancılığı ya da planlaşma anlayışını
yerleştirmiştir.

2.3.Cumhuriyet Ekonomisinin “Kalkınma Saati”: Ayar İçin Sanayileşme


Cumhuriyet ekonomisinin bir imar saati vardır ve bu saatin ayarı Batı
uygarlığına kurulmuştur.
2.3.a.Erken Modernleşme Dönemi
Cumhuriyetin ilk yılları, yeni ve etkin politika ve kurumlaşmalarla geçen ve
niteliği itibariyle üç alt dönemden oluşan bir erken modernleşme sürecidir. Bir:
Latin alfabesi, saat ve takvimden icra iflas kanununa kadar bir dizi yenilik… Bütün
bunlar, iş yaşamına ve ekonomiye işlerlik kazandıran bir ortam yarattı. İki: Düzenli
kalkınma için kamu yönetimine çekidüzen vermek. Devlet işlerine yön vermek için
önce sağlam bir bütçeye sahip olmak, sonra denk bütçe ilkeleriyle hareket etmek
gerekmiştir. Ve üç: “Milli iktisat”. Buna göre, yeni rejim açısından ekonomi önce
“ulusal” olmalıydı, sonra da “özel”. Ekonomide üretim, yönetim ve denetim yabancı
unsurlardan ulusal olanlara doğru kaymalıydı (bkz. Kuruç, a.k.). Elbette ulusal
kalkınma, tıkır tıkır işleyen bir saat değildi; arada bir duracaktı, geri kalacaktı. Ya
ithal ikamecilikle ya da başka yöntemlerle ama mutlaka sanayileşme çabalarıyla
çağın zamanına uygun “ayar”lar yapılmalıydı.
Nitekim, istilacıların kesin yenilgiye uğratılmasından hemen sonra, M. Kemal
Paşa ve arkadaşlarının iktisadi kalkınma sorunu ile yoğun bir şekilde uğraşmaya
başladıklarına tanık olunmuştur. Kemalist liderler arasında “iktisadi zaferlerle
taçlandırılmadıkça, siyasal ve askeri zaferlerin uzun süreli olamayacağı” görüşü
yaygındı. İktisadi kalkınma konusunda, en fazla, hızlı sanayileşme gereği
vurgulanmaktaydı. Türkiye’nin dünya piyasalarında mamul mallar ithal eden, tarım
madencilik ürünlerini ise ihraç eden bir ülke olarak sürdürdüğü rol Kemalist kadroyu
rahatsız etmekteydi. Bu rahatsızlığı, Ankara Hükümeti’nin Maliye Bakanı Ferit Bey
1921’de şu sözlerle ifade etmiştir (Tezel, 2002: 146): “… bize en lazım şey, fabrika..
gene fabrika[dır]… Türkiye çalışıyor, üretiyor, fakat ürünlerinden başkaları
yararlanıyor.. alın teri dökerek elde ettiğimiz iptidai maddeleri… yok pahasına
harice satıyoruz. Sonra yabancılar bu maddelerin şeklini değiştirerek bize iade
ediyorlar… Kırk kuruşa bir okka yün veriyoruz, aynı yünü bin iki yüz kuruşa bir
metre kumaş halinde yalvararak geri alıyoruz.”
Bu vb. sorunların genel çözümü yolunda Kemalist kadro içerisinde devletin
olanakları, kişilerin zenginleştirilmesi ve iktisadi kalkınma arasında doğrusal
ilişkiler kurma eğilimi baskın çıktı. M. Kemal Paşa’nın 1922’de Sovyet Büyükelçisi
Aralov’la yaptığı konuşma, bu eğilimin boyutu hakkında önemli bir fikir verebilir
(Tezel, 2002: 148):
“Türkiye’de işçi sınıfı yok, çünkü gelişmiş bir sanayi yok. Bizim burjuvamızı ise
henüz burjuva sınıfı haline getirmek gerekiyor.. Benim amacım.. Anadolu tacirine
yardım etmek, zenginleşmesini sağlamaktır.”

Maliye Dergisi y Sayı 156 y Ocak-Haziran 2009 169


Atatürk’ün Kalkınma Modeli (AKM): Günümüz Sanayisi İçin Kazanımlar

2.3.b.Sanayi Üretimi: Nereden Nereye?


1923’ten itibaren başlatılan “iktisadi bağımsızlık” ve “ulusal sanayileşme”
hareketleri, sınai üretimi hızla arttırarak somut sonuçlarını ortaya koymuştur. Buna
göre, 1923’te toplam miktarı sadece 311 milyon lira ve GSMH’deki payı % 10.6
civarında olan sanayi üretimi 1930’da miktarsal olarak artmasına karşın sektörel
payı göreli bir düşüş kaydetmiş, fakat 1938’de ise 1.2 milyar liralık bir üretim ve
% 14.5’lik bir pay ile ciddi bir gelişme sağlamıştır (Grafik 1).

Grafik 1: Sanayi Üretimi ve GSMH’deki Payı: 1923-1938


1400 16

1200 14
Sanayi Üretimi (bin TL)

12
1000

GSMH Payı %
10
800
8
600
6
400
4
200 2
0 0
1923 1930 1938
Sanayi üretimi (bin TL) GSMH payı (%)
Kaynak. Pakdemirli, 1991.

Ekonomide Atatürk’ün dönemi biterken Türkiye’nin artık sanayideki atakları


belli bir düzeye gelmiştir. 1940 yılının dünyayla karşılaştırmalı rakamları, 15 yıllık
bir ulusal sanayi birikiminin sonuçları bağlamında belli bir düzeye gelindiğini
göstermektedir (bkz.Tablo 1). Daha yapacak çok iş vardı, o yüzden Atatürk,
ekonomi kurmayları ve aydınların hep “fabrika… sanayi…” demiş olmalarının
gerçekçi bir nedenleri vardı: Sanayideki gelişmenin kalkınma üzerinde en büyük
“motivasyon” aracı olduğunu onlar çok iyi kavramışlardı.

Tablo 1: Sanayide Türkiye’nin Dünyadaki Yeri (1940)


Şeker Kağıt Çelik Krom Çimento Elektrik Linyit
(Bin (Bin ton) (Bin (Bin (Milyon (Milyar (Milyon
ton) ton) ton) ton) kWh) ton)
Dünya 25190 21000 124000 510 74.8 482 288

Türkiye 89 10 38 83 0.3 0.4 0.2


Kaynak: Pakdemirli, 1991.

Kısacası, Atatürk, yeni Türkiye’nin geldiği aşama ve tarihsel hedeflerini,


1937’de TBMM’ni açış söylevinde ortaya koyarken, aslında Cumhuriyet
dönemindeki kalkınma serüvenimizi de özetlemiş olmaktadır:

170 Maliye Dergisi y Sayı 156 y Ocak-Haziran 2009


İ. KALAYCI

“Büyük davamız, en medeni ve en müreffeh millet olarak varlığımızı


yükseltmektir.(…) Endüstrileşmek, en büyük milli davalarımız arasında yer
almaktadır. İktisadi kalkınma Türkiye’nin hür, müstakil, daima daha kuvvetli, daima
daha refahlı Türkiye idealinin belkemiğidir.” (TBMM Zabıt Ceridesi.)

3.Sonuç: Bulgular ve Değerlendirmeler


Bilgi ve belgeler bir süzgeçten geçirildiğinde bulgular elde edilir. Bu sonuç
bölümünde, AKM, devletçilik ve sanayi/leşme ile ilgili olmak üzere 6’şar adet bulgu
ve öznel yorum tablolaştırılmıştır.

Sıra Bulgular Değerlendirme

1 *Atatürk’ün kalkınma modeli *Kurtuluş ve kuruluş süreci sancılı


(AKM), Cumhuriyet olmuştur. Sürecin; bağımsızlığı kazanma,
Türkiyesi’nin “kurtuluş” ve cumhuriyetin ilanı, ulus-devlet için
“kuruluş” mücadelelerinin bir zorunlu olan ve yönetim ve toplumu
iktisadi belgesidir. Modelin ilgilendiren demokratik devrim ve
Genel

temel hedefi, Türkiye’yi reformlar boyutu başarıyla


sanayileştirerek çağdaş tamamlanmıştır. Bütün bunların
uygarlık düzeyine çıkarmaktır. altyapısını oluşturan, yani bu sürecin en
önemli ayağı ekonomik kalkınma ve
sanayileşme için olağanüstü çabalar
gösterilmiştir.

2 *Osmanlı ekonomisi, sürekli *Atatürk’ün önderliğinde asker, siyaset


savaşlar, israflar ve ve ekonomi cephesinin ileri gelenleri bir
kapitülasyonların yanı sıra, tek noktada odaklandı: Askeri zaferleri
para ve mali düzeni yetersiz iktisadi zaferlerle taçlandırmak! Bunun
olduğu ve kendi sanayi için önce, mevcut olan “servet”i
Genel

devrimini yapamadığı için potansiyel “sermaye”ye, yani kalkınma


çözüldü ve çöktü. Bu için en temel faktörlerden birine
olumsuzluk, yerini olumlu bir dönüştürmek, bir başka deyişle, bireysel
gelişmeye bıraktı: Antik bir zenginlikten toplumsal üretim ve
imparatorluktan dinamik bir yatırımlar elde etmek gerekiyordu.
cumhuriyet devleti doğdu.

Maliye Dergisi y Sayı 156 y Ocak-Haziran 2009 171


Atatürk’ün Kalkınma Modeli (AKM): Günümüz Sanayisi İçin Kazanımlar

3 *AKM’nin hareket noktası *AKM’nin devletçi tezleri, 1963’te


devletçi, en son hedefi de yürürlüğe giren beş yıllık kalkınma
liberalizmdir. planlarında da temel referans alınmıştır.
Fakat 1980’den sonra, meşhur 24 Ocak
Atatürk’ün kalkınma modeli

ekonomide yeniden yapılanma ve istikrar


kararlarının etkisi altında yapılan
kalkınma planları ise görece
devletçilikten uzaklaşıp liberal karakter
kazanmaya başlamışlardır. Denilebilir ki,
planları yapan bürokratlar ile siyasal
kadrolar, ister devletçi, ister liberal
anlayışa sahip olsunlar, özünde
AKM’den uzaklaşmış olmamaktadırlar.
Zira, devletçiler AKM’nin ilk dönemini,
liberaller ise daha sonraki evrelerinden
etkilendiklerini göstermişlerdir.

4 *Devletçilik, bazı aydınlarca *Devletçilik, modası geçmiş bir sistem


‘devlet sosyalistliği’ olarak değildir. Türkiye gibi ülkeler için
nitelendirilmesine karşın, Sanayileşmenin ve de kalkınmanın
Cumhuriyet’in ikinci on yılı motordur. “Ana” ve “baba” dediğimiz
Devletçilik

uygulamaları ve sonuçları veri Devlet, sömürülen değil, her türlü


alınırsa, -liberallerin de sömürüyü önleyen bir mekanizma
arzuladığı biçimde- kapitalizmi olmalıdır.
köstekleyen değil, körükleyen
bir iktisat politikası sistemi
olmuştur.
5 *Sanayi, bir ulusal ekonominin *Sanayisi olmayan ya da dışardan
“beyni”dir. güdümlü olan bir ekonomi, beyni
olmayan ya da varsa da beyni yıkanmış
Sanayi

insan gibidir. O nedenle, eğer Türkiye,


eğer hızla ve kararlılıkla kalkınmaktaysa,
bunu, dinamik, yenilikçi, dış dünyayla
uyumlu ulusal sanayisine borçludur.

172 Maliye Dergisi y Sayı 156 y Ocak-Haziran 2009


İ. KALAYCI

6 *Bir ulusal sanayileşme olgusu *Kapitalist küreselleşme modası


vardır. Küreselleşen dünyada Türkiye için de geçerlidir. Ancak
saf ulusalcı bir sanayileşmeden stratejik İDT-KİT’leri “elden”
söz edilemez, zira bu çağdaş çıkarırken, iktisat politikalarının
dünyanın gerçeklerine de sonuçları bakımından daha dikkatli
aykırıdır. Bunun dışında, olmakta yarar vardır.
sanayileşmenin düşünsel
tabanında “devlet fobisi”ni ya
da en az bunun kadar tehlikeli
olan “özel sektör popülizmi”ni
yerleştirmek yanlıştır.
Atatürk’ün ekonomi
yönetiminde ve kalkınma
modelinde böyle bir yanlış
yoktur. Eğer örnek alınacaksa,
devlet-özel işbirliği ve güç
birliğine dayanan kalkınma
modeli alınmalıdır.

Kaynakça
Afetinan, A. (1989-a), İzmir İktisat Kongresi 17 Şubat-4 Mart 1923, Ankara:
Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Afetinan, A. (1989-b), “Önsöz-1973”, Türkiye Cumhuriyeti’nin İkinci Sanayi
Planı 1936 içinde, 2.b., Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Akşin, S. (1997), Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi-2, İstanbul:
Cumhuriyet Yayınları.
Altıntaş, Mustafa (1978-a), İçe Yönelik Sanayileşme Politikası, Ankara: AİTİ
Akademisi Muğla İşletmecilik Yüksek Okulu Yayınları, No:3.
Altıntaş, M. (1978-b), Türkiye’de Planlı Kalkınma ve Uygulama Sonuçları,
Ankara: AİTİ Akademisi Muğla İşletmecilik Yüksek Okulu Yayınları, No:2.
Altun, Ş. (2007), İlk Hedef Akdeniz’di-İkinci Hedef İktisat: Atatürk, İnönü ve
Bayar’ın Çatışan Ekonomi Politikaları, İstanbul: Bilge Yayıncılık-Platin Dergisi.
Ankara Ticaret Odası (2004), Dünden Bugüne Kapitülasyonlar, Ankara: ATO
Yayınları No:75.
Atatürk, Kemal (2000), Nutuk: 1919-1927, Z. Korkmaz (haz.), Ankara: Atatürk
Araştırma Merkezi.
Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu (1989), Türkiye Cumhuriyeti’nin
İkinci Sanayi Planı 1936, 2.b., Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Avcıoğlu, D. (1980), Devrim ve Demokrasi Üzerine, İstanbul: Tekin Yayınevi.
Avcıoğlu, D. (1984), Türkiye’nin Düzeni: Dün-Bugün-Yarın, 1.Kitap, İstanbul:
Tekin Yayınevi.
Aysan, M. A., “Atatürk’ün Ekonomik Kalkınma Modeli”, Balıkesir Üniversitesi
Dergisi, <http://w3.balikesir.edu.tr/~ metinay /aysan.htm> (erişim: 5.7.06.)

Maliye Dergisi y Sayı 156 y Ocak-Haziran 2009 173


Atatürk’ün Kalkınma Modeli (AKM): Günümüz Sanayisi İçin Kazanımlar

Başar, A. H. (1995), “İktisadi Devletçilik ve Mevzuları”, N. Coşar (Ed.),


Türkiye’de Devletçilik içinde, İstanbul: Bağlam Yayınları, 23-40.
Bayar, C. (1989), “İktisat Vekilinin Söylevi-20/1/1936”, Türkiye
Cumhuriyeti’nin İkinci Sanayi Planı 1936 içinde, 2.b., Ankara: Türk Tarih Kurumu
Yayınları.
Berkes, N. (1997), 200 Yıldır Neden Bocalıyoruz-2, İstanbul: Cumhuriyet
Yayınları.
Boratav, K. (1982), Türkiye’de Devletçilk, Ankara. Savaş Yayınevi.
Can, B. B. (2000), Demiryolundan Petrole Chester Projesi (1908-1923),
İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Cem, İ. (1989), Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, 10.b., İstanbul: Cem
Yayınevi.
Çavdar, T. (2003), Türkiye Ekonomisinin Tarihi: 1900-1960, Ankara: İmge
Kitabevi.
Divitçioğlu, S. (2003), Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu-Marksist Üretim
Tarzı Kavramı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Eldem, V. (1994), Harp ve Mütareke Yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun
Ekonomisi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Hamitoğulları, B. (1974), “Kamu Kesimi ve Sanayileşme”, iç. Cumhuriyetin
50’nci Yılında Türkiye’de Sanayileşme ve Sorunları Semineri, Ankara: AÜSBF
Maliye Enstitüsü Yayınları No:36, 133-206.
İnönü, İ. (1995) (Başvekil İsmet - 1933), “Fırkamızın Devletçilik Vasfı”, N.
Coşar (Ed.), Türkiye’de Devletçilik içinde, İstanbul: Bağlam Yayınları, 41-3.
İnönü, İ. (1998-derleme), Cumhuriyetin İlk Yılları-II (1923-1938), İstanbul:
Cumhuriyet Yayınları.
İnsel, A. (1996), Düzen ve Kalkınma Kıskacında Devletin Rolü, (Fr. Çev.
A.Sönmezay), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
KKK-Kara Kuvvetleri Komutanlığı (1982), Atatürk’ün Ekonomi Görüşü,
Ankara:KKK Yayınları No:3.
Karluk, S.R. (2005), Cumhuriyetin İlanından Günümüze Türkiye Ekonomisinde
Yapısal Dönüşüm, Geliştirilmiş 10.b., İstanbul: Beta Yayınları.
Kazgan, G. (1999), Tanzimat’tan XXI.Yüzyıla Türkiye Ekonomisi: 1.
Küreselleşmeden 2. Küreselleşmeye, İstanbul: Altın Kitaplar.
Kepenek, Y. ve Yentürk, N. (2000), Türkiye Ekonomisi, Geliştirilmiş 10.b.,
İstanbul: Remzi Kitabevi.
Kerwin, R. W. (1995) (New York 1954), “Türkiye’de Devletçilik”, Çev. N.
Coşar, N. Coşar (Ed.), Türkiye’de Devletçilik içinde, İstanbul: Bağlam Yayınları,
97-114.
Keyder, Ç. (1993), Dünya Ekonomisi İçinde Türkiye (1923-1929), 2.b., İstanbul:
Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Keyder, Ç. (2001), Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, 7.b., İstanbul: İletişim
Yayınları.
Kılıçbay, A. (1999), Türk Ekonomisi: Modeller-Politikalar-Stratejiler, Gözden
Geçirilmiş 5.b., İstanbul: Bilim Teknik Yayınevi.
Kıray, E. (1993), Osmanlı’da Ekonomik Yapı ve Dış Borçlar, İstanbul: İletişim
Yayınları.

174 Maliye Dergisi y Sayı 156 y Ocak-Haziran 2009


İ. KALAYCI

Koraltürk, M. (1999), “Devletçi Sanayi Politikaları ve Âli İktisat Meclisi”, 75


Yılda Çarklardan Chip’lere içinde, İstanbul: T.İş Bankası-İMKB-Tarih Vakfı Ortak
Yayını, 63-69.
Kuruç, B. (1987), “Türkiye’nin Sanayileşmesinde Kamu Sektörü ve Planlama”,
1987 Sanayi Kongresi Bildirileri içinde, Ankara: TMMOB Yayını No: 127, 249-
270.
Kuruç, B. (1988), Belgelerle Türkiye İktisat Tarihi (1929-1932), c.1, Ankara:
AÜSBF Yayınları No:569.
Kuruç, B. (1993), Belgelerle Türkiye İktisat Tarihi (1933-1935), c.2, Ankara:
AÜSBF Yayınları No:580.
Matt, C. (2002), The Humanist, Jan. 5.
Morgil, O. (2002), “Büyüme ve Sanayileşme Politikaları”, B. Yediyıldız (Ed.),
Atatürk’ten Günümüze Türkiye Ekonomisi içinde, Ankara: Hacettepe Üniversitesi
AİİTE Yayını, 37-51.
Nebioğlu, O. (1986), Bir İmparatorluğun Çöküşü ve Kapitülasyonlar, Ankara:
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Ng, J. (2003), “Introduction to Development Studies 1: The Background to
Development”, The Ebla Forum, 08 Dec.
Ökçün, A.G. (1981), Türkiye İktisat Kongresi 1923-İzmir: Haberler-Belgeler-
Yorumlar, (100.Doğum Yılında Atatürk’e Armağan Dizisi: 16), 3.b., Ankara:
AÜSBF Yayınları, No:471.
Pakdemirli, E. (1991), Ekonomimizin 1923’ten 1990’a Sayısal Görünümü, 2.b.,
İstanbul: Milliyet Yayınları.
Pamuk, Ş. (1990), Osmanlı-Türkiye İktisadi Tarihi: 1500-1914, 2.b., İstanbul:
Gerçek Yayınevi.
Parasız, İ. (1998), Türkiye Ekonomisi: 1923’ten Günümüze İktisat ve İstikrar
Politikaları, Bursa: Ezgi Kitabevi.
Peker, R. (1995) (1931), “Devletçilik”, N. Coşar (Ed.), Türkiye’de Devletçilik
içinde, İstanbul: Bağlam Yayınları, 45-7.
Quataert, D. (1993), Sanayi Devrimi Çağında Osmanlı İmalat Sektörü, Çev.: T.
Güney, İstanbul: İletişim Yayınları.
TBMM Zabıt Ceridesi (1937), Devre V. İctima Senesi: 3, c.20. 1.X1.
Tekeli, İ. – İlkin, S. (1983), 1929 Dünya Buhranında Türkiye’nin İktisadi
Politika Arayışları, 2.b., Ankara: ODTÜ İdari İlimler Fakültesi Yayın No:30.
Tezel, S.Y. (1986), Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (1923-1950),
Genişletilmiş 2.b., Ankara:Yurt Yayınevi.
Tezel, S.Y. (2002), Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, 5.b., Ankara: Tarih
Vakfı Yurt Yayınları.
Toprak, Z. (1995-a), Türkiye’de Ekonomi ve Toplum (1908-1950): İttihat-
Terakki ve Devletçilik, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Toprak, Z. (1995-b), Türkiye’de Ekonomi ve Toplum (1908-1950): Milli İktisat-
Milli Burjuvazi, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Tural, A. (1987), Atatürk devrinde İktisadi Yapılaşma ve Celal Bayar (1920-
1938), Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayın No: 848.
Türk, İ. (1974), “Cumhuriyet Döneminde Teşvik Tedbirleri ve Geleceği”,
Cumhuriyetin 50’nci Yılında Türkiye’de Sanayileşme ve Sorunları Semineri içinde,
Ankara: AÜSBF Maliye Enstitüsü Yayınları No:36, 655-684.

Maliye Dergisi y Sayı 156 y Ocak-Haziran 2009 175


Atatürk’ün Kalkınma Modeli (AKM): Günümüz Sanayisi İçin Kazanımlar

Ülgener, S. (1971), “Takdim: Türkiye’de Planlama ve Planlı Döneme Geçiş”,


Türkiye’nin İktisadi Gelişme Meseleleri Konferans Serisi içinde, c.1, İstanbul: İ.Ü.
İktisadi Gelişme Enstitüsü Yayın No:20, 3-9.
Yenal, O. (1999), İktisat Siyasası Üzerine İncelemeler, İstanbul: T. İş Bankası
Kültür Yayınları.

176 Maliye Dergisi y Sayı 156 y Ocak-Haziran 2009

You might also like