Professional Documents
Culture Documents
Araştırmaları Dergisi
Cilt 13, Sayı 4 (Aralık 2016), ss. 227-254
DOI: 10.1501/MTAD.13.2016.4.60
Yusuf Has Hacib Özel Sayısı
Telif Hakkı©Ankara Üniversitesi
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü
ÖZET
II. Meşrutiyet döneminde, siyasî fikir akımlarının ve toplumsal kimlik arayışlarının da etkisiyle
tarihe olan ilgi artmış ve tarih konu, zaman ve mekân plânında genişlemiştir. Bu genişleme,
Türk tarihinin Osmanlı tarihi ve coğrafyasının dışında kalan kısımlarını Türk düşünce
hayatına sokmuştur. Ancak, Osmanlı dünyasında birer öteki gibi algılanan Cengiz Han,
Timur, Şah İsmail gibi isimlerin Türkçüler tarafından gündeme taşınması çeşitli tartışmaların
çıkmasına yol açmıştır. Türkçüler hanedan, devlet, coğrafya, din, mezhep gibi herhangi bir
değişkenden hareketle Türk tarihi üzerinde parçalayıcı ve dışlayıcı bir işlemin yapılmasına
karşıdırlar. Bu bağlamda, Osmanlı Türklerinin kolektif hafızasında olumsuz çağrışımları olan
Cengiz Han’ı da bir Türk hakanı sıfatıyla sahiplenerek Türk tarihinin kadrosuna dâhil etmek
istemişlerdir. Fakat bu durum çeşitli itirazlara sebebiyet vermiş, İslâmcı ve Osmanlıcı çevreler
kolektif hafızadaki olumsuz Cengiz Han tasavvurunu yeniden üreterek, Türkçülerin inşa
etmek istediği Pantürkist Cengiz Han tasavvurunun karşısına İslâm medeniyetini yıkıma
sürüklemiş zalim Cengiz Han tasavvurunu koymuşlardır.
ANAHTAR SÖZCÜKLER
II. Meşrutiyet Dönemi Türk Tarih Düşüncesi, Cengiz Han, Yusuf Akçura, Türkçülük, Tahirü’l-
Mevlevî.
ABSTRACT
In the Second Constitutional Era, under the influence of political and intellectual movements
and social identity quest, interest in history grew and historiagraphy extended in issue, time
and space plan. This expansion put the other sections of Turkish history outside of Ottoman
history and geography in to Turkish intellectual life. But, names perceived as other in
Ottoman world such as Genghis Khan, Tamerlane, Shah Ismail bringing on the agenda by
Turkish nationalists, led to various discussions. Turkish nationalists are opposed to making
228 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 13. Sayı 4. Aralık 2016
an exclusive operation on Turkish history moving from any variable like dynasty,
government, geography, religion, sect. In this context, owning a Turkish khan capacity, they
want to involve Genghis Khan, who has negative connotations in the collective memory of
Ottoman Turks, in the cadre of Turkish history. But this situation gave rise to various
objections, İslamist and Ottomanist sections, put the image of cruel Genghis Khan who
destroyed the Islamic civilization against the image of Panturkist Genghis Khan who desired
to build by Turkish natioanlists, by repruducing the negative imagine of Genghis Khan in the
collective memory of Ottoman Turks.
KEY WORDS
Turkish Idea of History In Second Constitutional Era, Panturkism, Yusuf Akcura, Genghis
Khan, Tahirul Mevlevi.
1. Giriş
II. Meşrutiyet, Yusuf Akçura’nın üç tarz-‐‑ı siyaset olarak işaretlediği rakip kimlik
siyasetlerinin sert bir şekilde çarpıştığı bir zaman dilimidir.1 Üç kimlik siyasetinin de
bir tarih tasavvuru ve yorumuna dayanması, kimlik tartışmalarını tabiî olarak aynı
zamanda bir tarih tartışmasına da çevirmiştir. Türkçülerin, Osmanlı ve İslâm merkezli
tarih tasavvurunun dışına çıkarak Osmanlı dünyasında birer düşman gibi telakki
edilen Cengiz Han, Timurlenk, Şah İsmail gibi isimler etrafında yeni bir algı inşa etme
çabaları çeşitli tepkiler ile karşılaşmıştır. Bu bağlamda sadece Namık Kemâl’in Emir
Nevruz’una göz gezdirmek dahi Türkçülerin Cengiz Han’ı sahiplenmek suretiyle
zorladıkları psikolojik sınırları anlamaya kâfi gelir (Pala 1989: 159). Çalışmamızın
amacı, II. Meşrutiyet döneminde başta Yusuf Akçura olmak üzere Türkçülerin
resmettikleri ‘Türkçü/Türkbirlikçi Cengiz Han’ ile İslâmcı ve Osmanlıcı çevrelerin bir
karşı figür olarak kurdukları ‘kötü adam’ ya da kalıp imgesel ifade olarak ‘zalim
Cengiz Han’ anlatılarını tahlil ve mukayese ederek dönemin zihniyet tarihine
mütevazı bir katkı yapmaktır.
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dil ve tarih araştırmalarının etkisiyle, Osmanlı
Türk tarih tasavvurunda tarihî mekân ve zaman genişlemeye, Türk tarihinin Osmanlı
tarihi dışındaki zaman ve coğrafyaları Türk tarih düşüncesinin ilgi alanına girmeye
başlar. Ali Sûavî, Ahmed Vefik Paşa, Süleyman Paşa, Şemseddin Sami, Necib Âsım
gibi isimler bu genişlemeyi temsil ederler. Türk tarihi ve Türkler konusundaki yeni
bilinçlenme kültürel-‐‑ilmî bir Türkçülüğün doğuşunu beraberinde getirir. II.
Meşrutiyet yıllarında, bilhassa Balkan Savaşları’ndan sonra, kültürel Türkçülük siyasî
II. Meşrutiyet yıllarında Cengiz Han imgesini yoğun bir şekilde işleyerek Türkçü tarih
tasavvurunun ana kadrosuna sokan isimlerin başında Yusuf Akçura gelir. Akçura’nın
Cengiz Han’a yönelik bu ilgisi birkaç bağlamda tartışılabilir. İlk akla gelen husus
Akçura’nın kökenidir. Bir Tatar Türkü olarak ‘Türk-‐‑Tatar-‐‑Moğol’ birliğini sık sık
vurgulayan Akçura’nın, bu birliği somutlaştıracak, Tatarların Türklüğünü
vurgulayacak bir tarihî figüre ve döneme ihtiyaç duyması sebebiyle Cengiz Han’a
ehemmiyet verdiği, bu suretle de müşterek kökene işaret ederek hem Osmanlı Türk
dünyasına katılabilmek için Tatarlara bir yol açmaya çalıştığı, hem de Osmanlı
Türklerinin ilgisini Rusya’nın hâkimiyeti altındaki Türklere çekmek istediği
düşünülebilir. Daha kuvvetli bir ihtimâl ise Akçura’nın “tevhîd-‐‑i etrak” yahut “bütün
Türklük” şeklinde kavramlaştırdığı düşünce yapısı vermektedir ki onun resmettiği
230 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 13. Sayı 4. Aralık 2016
Cengiz Han “bütün Türklük” idealine tarihen olabilirlik vasfı kazandırdığı gibi çöküş
psikolojisi altında ezilen Osmanlı Türklerine de yeniden büyük devlet olma imkânını
sunuyordu (Georgeon 1999: 81-‐‑82). Bu açıdan Cengiz Han etrafında inşa ettiği
söylemin değişen siyasî şartlara göre zaman içerisinde farklı ton ve frekanslarda
seyretmesi oldukça öğreticidir.
Akçura’nın Cengiz Han üzerindeki dikkati, en yoğun aşamasını II. Meşrutiyet
yıllarında yaşamıştır. Bu yıllarda daha çok Léon Cahun’a2 dayanarak Cengiz Han’ı
bütün Türkleri birleştiren ve dolayısıyla tarihte bir kez gerçekleşmiş bir şeyin tekrar
gerçekleşebileceği çağrışımından hareketle “bütün Türklük fikrini” meşrulaştıran bir
tarihî figür olarak resmeder. Oysa Meşrutiyet’ten önceki metinlerinde Cahun’un
çizdiği Cengiz Han profili hususunda daha mesafeli bir dil kullanır. Paris Siyasal
Bilgiler okulunda hazırladığı mezuniyet çalışmasında3 ‘eğer Léon Cahun’un iddiası sahih
ise pek eski Türkler arasında bile millî fikir hayli münteşir idi. Cengiz Han zamanında onun
teşvikiyle Türkler vatanperver oldular. O zamanda Türklerin büyük Türklük fikri vardır’
diye yazmaktadır (Akçuraoğlu 1329: 87). Görüldüğü gibi Cahun’un iddiasına ‘eğer
sahih ise’ ibaresi ile şerh düşmektedir. Yine aynı çalışmada, ‘Cengiz Han, İl hanlarının
saltanatını iâdeten tesîs eylediği zaman, aynı ırkın muhtelif unsurlarını mecz ile sıkı ve
birleşmiş bir devlet ve millet vücuda getirmek istemiştir, diye rivâyet olunur’ yazarak
iddianın ‘rivâyet’ olduğunu belirtmekle yetinir ve hatta atıf yaptığı ‘Léon Cahun bu
iddiada en ileri gidenlerdendir’ diye vurgulama gereği duyar (1329: 90).
Meşhur eseri Üç Tarz-‐‑ı Siyaset’te4 de Cengiz’in Türklüğüne ve büyüklüğüne
değinmekle birlikte, Türk milliyetçiliği fikrinin tarihte hiçbir Türk devletinde mevcut
bulunmadığını söyleyerek Cahun’un ‘Cengiz Han’ın bütün Türkleri birleştirmek gibi yüce
bir gaye ile Asya’yı baştanbaşa fethettiği’ şeklindeki iddialarına şüphe ile yaklaşmıştır.
Cahun, Cengiz ve Moğolların tarafını tutmaktaydı ve söz konusu iddialar henüz tarih
tarafından tamamen tevsik edilmemişti (Akçura 2004: 23). Akçura’nın Meşrutiyet’ten
önce henüz ‘turfandadır’ dediği Türkçülük siyaseti için değer yüklenebilir tarihî ve
romantik bir figüre pek ihtiyaç duymadığı anlaşılmaktadır.
Cumhuriyet döneminde de, Türkçülüğün Tarihi’ni kaleme aldığı çalışmasında
modern döneme odaklanarak Cengiz Han’a herhangi bir atıfta bulunmadan
2 Fransız Türkolog (1841-‐‑1900). Özellikle dilimize Asya Tarihine Giriş Kökenlerden 1405’e, Türkler
ve Moğollar ismiyle tercüme edilen eserinin, Türkçüler üzerinde oldukça etkili olduğu ifade
edilir. Copeaux (2006: 32-‐‑35). Nitekim Ziya Gökalp, eserin Necip Âsım tarafından yapılmış bir
genişletilmiş tercümesinin Türkçülüğe karşı ‘her tarafta temayüller uyandırdığını’ beyan eder
Gökalp (2014a: 26).
3 Çalışma Osmanlı Saltanatı Müessesâtı Târihine Dâir Bir Tecrübe adını taşımakta olup mukaddime
hâlinde neşredilmiştir. II. Meşrutiyet’ten günümüze kadar eski ve yeni yazı ile müteaddit
defalar risâle şeklinde basılmıştır.
II. Meşrutiyet Döneminde İki Farklı Cengiz Han Tasavvuru Mehmet Kaan Çalen 231
cereyanlara başvurmak; nihayet bütün bu hususların sağladığı imkânlar ile tarihî bir
Türk milliyetçiliği inşâ etmek gibi motifler Akçura’nın Cengiz Han anlatısındaki temel
unsurlardır ve kaynağı büyük ölçüde Cahun’dur (Cahun 2006).
Öncelikle Akçura, Osmanlı merkezli tarih tasavvuruna muhaliftir. Türkçüler,
tarihe Türk dünyası ölçeğinde bakmayı deneyerek zaman, mekân, hanedan, siyasî
teşekkül, din, mezhep gibi kriterlerle Türk tarihinin parçalanmasına karşıdırlar.
Tarihin merkezine bir devlet veya hanedan yerine doğrudan Türk milleti yerleştirilir
ve bu suretle Türk tarihi bütün zaman ve mekânlarıyla kuşatılmak istenir. Bu tavrın
tabiî bir neticesi olarak Osmanlı tarih yazıcılığında düşman telâkki edilen Cengiz Han,
Timur ve Şah İsmail gibi simâlar, “millî tarih”in birer parçası hâline gelir (Çalen 2013b:
280-‐‑281, 287-‐‑297). Osmanlılara çok zarar vermiş bulunan Napolyon, Petro ve Katerina
gibi isimlere büyük sıfatını layık gören fakat Cengiz ve Timur gibi Türk
hükümdarlarını lanetleyen Osmanlı tarihleri5 artık eleştiri konusudur (Akçuraoğlu
1327a: 17).
Akçura, bu durumun ‘onları başkalarının gözüyle görmemizden, başkalarının
beyniyle anlamamızdan’ kaynaklandığını ve bir tür kendine yabancılaşmaya yol
açtığını söyler ki II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet yıllarındaki pek çok yazısında da Türk
tarihine içeriden bakamayışımıza, dünya tarihini de kendi gözlerimizle
göremeyişimize ısrarlı bir şekilde temas etmiştir. Meselâ Meşrutiyet dönemi ders
kitaplarının Fransızca tercüme edilerek hazırlandığını, dolayısıyla dünyayı hep
Fransızların gözünden gördüğümüzü belirtmiştir. Kendi tarihlerimizde Türkler için
‘etrak-‐‑ı bî-‐‑idrak’, Tatarlar için ‘hunhar’ denilmesini bu yabancılaşmaya örnek olarak
zikreder. Atilla, Cengiz ve Timur’u yabancılardan öğrenmek, onlar hakkında
düşmanların ağzıyla konuşma zaafını doğurmuştur. Bu bağlamda Cengiz Han
5 Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemindeki hemen hemen bütün ders kitaplarında Osmanlı
Türklerinin atası olan Kayı aşiretinin Cengiz Han ve ‘Tatar fitnesi’nden kaçarak Anadolu’ya
geldikleri ifade edilmek suretiyle talebinin zihninde kötü bir Cengiz Han algısı yaratılır. İlk
Türkçülerden addedilen Şemseddin Sami bile Cengiz Han’ı ‘dünyanın en büyük zâlimlerinden
ve hunrîzlerinden’ biri olarak tavsif ederek onun İslâm âlemi için büyük bir musibet olduğunu
belirtir (Ş. Sami 1308: 1881). Bu konuda en temsil edici örnek, Süleyman Nazif ve Tahirü’l-‐‑
Mevlevî’nin de atıfta bulunduğu Namık Kemâl’dir. Namık Kemâl, Emir Nevruz’da şöyle yazar:
‘Hiç şüphe yoktur ki altı bin bu kadar senelik âlem-‐‑i insâniyyetin mübtela olduğu devâhî içinde
Tufan’dan sonra en şiddetli bela, istila-‐‑yı Tatardır. Cengiz gibi kaplandan yırtıcı, yılandan hâin,
şeytandan müdessis bir reis-‐‑i cabbârın sâika-‐‑i âmâl-‐‑i hunhârânesiyle Karakurum sahralarından Asya’nın
her tarafına yayılan milyon milyon vahşîler, memleket yıkmakta, insan telef etmekte tufandan bile geri
kalır âfetlerden değil idiler. Tûfan-‐‑ı kebir mâî ise; zuhûr-‐‑ı Tatara da tûfân-‐‑ı ateş veya tûfân-‐‑ı hûn denilse
şâyestedir. Çünki bir fırkası bir şehre hücum etse behemehal yerinde kemik yığınından, bina hâkisterinden
başka bir şey kalmazdı. Bir ordusu bir sahraya uğrasa elbette atları diz kapaklarına kadar kan ile
yoğrulmuş çamura batmadan geçmezdi. Sübhanallah! Böyle bir beliye-‐‑i cihan-‐‑sûzu İslam üzerine o
zamanlar İslâm’ın makâm-‐‑ı hilâfetinde bulunan ‘‘ Nasır Lidînilleh ’’ taslît eyledi !...’ (Pala 1989: 159).
II. Meşrutiyet Döneminde İki Farklı Cengiz Han Tasavvuru Mehmet Kaan Çalen 233
aleyhtarı söylemin beslendiği bazı temel metinleri kaleme almış olan Nâmık Kemâl ve
Abdurrahman Şeref beyleri de tenkit ederek “yabancıların taktığı gözlüğü kırıp
atarak, vakâyie, öz Türk gözümüzle” bakmayı teklif etmektedir (Akçuraoğlu 1327a:
18-‐‑19; Çalen 2013b: 237). Bu itibarla Akçura, Türk tarihinin, hususen de Cengiz Han’ın
millî bir bakış açısıyla, yani çağın gerçeği olması itibariyle millî tarihyazımına
gönderen metodolojiyle mütâlaa edilmesini ister. Onun ilgili metinlerini de her hâlde
bu açıdan okumak iktiza eder.
Akçura’nın üzerinde durduğu ana meselelerden birisi Türk-‐‑Tatar-‐‑Moğol
birlikteliğidir. Moğolların büyük Türk ırkının bir kolu olduğunu söylese de
(Akçuraoğlu 1327b: 39), hatta bir yazısında Tatar ve Moğolları Türklerin
‘amcazâdeleri’ şeklinde tavsif etse de (A. Y. 1327: 117) bu açıklamaların onu pek tatmin
etmediği anlaşılmaktadır. Zira Cengiz Han’ın Moğol değil Türk olduğunu, ‘Şimal
Türkleri’nin de Tatar değil Türk olduklarını ikaz etmekten geri durmamaktadır.
Moğolları Türk kabul ettikten sonra Cengiz Han’ın ayrıca Türklüğünü ispat etmeye
çalışmanın bir lüzumu yoktur. Oysa Akçura, Cengiz Han için tertip edilmiş resmî
şecereye dayanarak onun Türk olduğunu iddia eder. İki ejder ortasındaki bir
kaplumbağa sembolünden oluşan eski Türk imparatorluğunun mührünü kullanması
sebebiyle de onu eski büyük Türk imparatorlarının halefi olarak görür (Akçuraoğlu
1327d: 115-‐‑116). Tatar ve Moğolları sık sık Türkler ile birlikte telaffuz ederek adeta bir
sacayağı kuran Akçura, Türk kültürü ve âdetleriyle Moğol kültürü ve âdetleri
arasındaki benzerliklerden, eski zamanlardan beri iç içe yaşayan Türkler ve
Moğolların karıştığından, Cengiz’in ordusundaki Moğolların Türkleştiğinden
bahseder ki zaten ‘büyük Türk ırkının bir kolu’ olduğu beyan edilen Moğollar için
yapılan bu izahât gereksiz durmaktadır (1328d: 41-‐‑44, 50).
Cengiz Han’ı Akçura’nın nezdinde önemli kılan hususlardan birisi ‘dünyanın en
büyük imparatorluğunu’ kurmuş olmasıdır ki bu durumu sık sık zikreder, hatta bu
imparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu’nun fevkinde gördüğünü hissettirir.
Türklerin Asya’da kurduğu dört imparatorluktan üçüncüsü olduğunu ifade etiği
‘Mongol-‐‑Türk İmparatorluğu’ sadece bu dört imparatorluk içindeki en büyük olanı
değildir, tarihin kaydettiği en geniş imparatorluktur (1327a: 22, 1327h: 240-‐‑241).
Akçura, Cengiz İmparatorluğu’nun genişleme siyasetinin temelinde, doğu ve batı
seferlerinde tecessüm eden iki millî motivasyon bulur ve böylece hem Cengiz Han’ın
askerî harekâtını kuru bir ‘talan’ olmaktan çıkarır, hem de onun şahsında millî bir
ideal inşa eder. Ebu’l Gazi Bahadır Han ve Cahun’a dayanarak Cengiz Han’ın Çin
seferini açma sebebini bir ‘millî intikam almak’ şeklinde tefsir eder. Cengiz Han,
atalarım ve kardeş uruğum dediği, Hun İmparatorluğu’nu kurmuş bulunan büyük
Türk milletinin Çin’den intikamını almak istemektedir (1327f: 177-‐‑178). Bu noktada
Türklerin tarihî ideallerinin ve kinlerinin taşıyıcısı gibi resmedilir:
Çin seferinin sâik-‐‑i fikrîsi, birleşmiş Mongolların akvâm-‐‑ı sâireye tefevvukunu
234 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 13. Sayı 4. Aralık 2016
şekline sokabildiğini, bu suretle İslâm dinini kendi millî menfaatleri için kullanarak
Turan’ın temsilcisi olan Cengiz Han’a karşı Türkler de dâhil olmak üzere bütün İslâm
dünyasını seferber edebildiğini söyler. Cengiz Han hususunda dinî bir tarih okuması
yapmayan Akçura, Namık Kemâl’in bu vadideki düşüncelerini de aynı etkinin bir
neticesi olarak görür (1327e: 140-‐‑141).
Cengiz’in zalimliğine, kan dökücülüğüne yönelik iddiaları ise ilk ve ortaçağda
savaşların zaten çok kanlı olduğunu, ‘muharebeye aşure dağıtmak için gidilmediğini’,
Cengiz’in de zamanındaki savaş adabı çerçevesinde hareket etmekten fazla bir şey
yapmadığını söyleyerek cevaplamak ister. Namık Kemâl ve Abdurrahman Şeref
beylerin Cengiz aleyhindeki sözleri için de ‘o zamanın yakın şarkında şecâat, mertlik gibi
ahlâk-‐‑ı hasenenin ne kadar aşağı bir derece[ye] düşmüş olduğunu göstermekten başka bir şey
ispât etmez…’ der. Cengiz Han’ın medeniyete zarar vermediğine, aksine Moğolların
Çin medeniyeti ile diğer medeniyetler arasında rabıta kurduğuna da temas etme
gereği duyar (1327g: 202, 206). Özellikle aşağıdaki satırlar Akçura’nın ve Türkçü
çevrelerin, tarih tasavvurunu imlemesi bakımından kıymetlidir:
Cengiz’in kopardığı fitne, meselâ İskender-‐‑i “Kebîr”inkinden daha ziyâde
midir? Timur’un döktüğü kan, farazâ “büyük” Ramses’inkinden daha fazla
mıdır? Öteden beri, büyük, kebîr, mefharetli unvanlarını kazanan fâtihlerin
mümtaz seciyeleri geniş ülkeler zabtetmek ve bunun için de çok
muhârebeler edib çok kan dökmek olduğu hâlde, Cengiz ve Timur’a
büyüklük isnâd ettirtmeyen, onları muttasıl kendi milletdaşlarının
hakâretlerine maruz kılan illet acaba nedir?.. Türk hanlarının hepsi, vahşi
orduların korkunç başbuğlarından mı ibâret idiler? Türk ordularının
geçtikleri yerlerde, filvâki, ot bitmeyecek gibi harâbeler mi kalırdı? Türk
dimağlarında medeniyet hissinin, umrân arzusunun zerresi, Türklerin
amellerinde insaniyet muhabbetinin, saâdet-‐‑i beşeriyye emelinin nişânesi
yok muydu? Hâsılı Türk istilâları vahşi insan sellerinin tabiî taşmasından
mı ibâretti? (1327a: 17-‐‑18) .
Akçura’nın metin içinde, bazen örtük ve satır aralarında, bazen alenî bir şekilde
Cengiz Han’a yüklediği vasıflar son derece öğreticidir. Sadece dünyadaki en büyük
fatih değil aynı zamanda insanlık tarihinde sayıları birkaç düzineyi geçmeyen
dehâlardan biri mevkiine yükselttiği (1328b: 305) Cengiz Han’ı, adeta modern bir
ulus-‐‑devlet kurucusu, laik, demokrat, hukuka bağlı, milliyetçi bir devlet başkanı gibi
görür. Bir müstebit olmayan Cengiz Han, ilini keyfî bir surette idare etmez, çünkü
yasa ve töreye, yani yazılı ve yazılı olmayan kanunlara uyacağına dair yemin etmiştir.
Üstelik ‘seçim’le Kağan olmuştur (1328a: 269). Düşmanları tarafından lanetlenen
Cengiz’e kendi tebaası tarafından Tanrı-‐‑kut denilerek adeta tapılması, yasa ve töreye
bağlı yönetiminden ve aslında milleti temsil etmesinden kaynaklanmaktadır (1328b:
308). Akçura intizam ve asayiş işlerinde sert ve şiddetli olan törenin, özellikle din ve
ibadet işlerindeki özgürlükçü hüviyetini öne çıkarır. Cengiz Han’ın “umûr-‐‑ı
mezhebiyedeki müsâadekârlığı ve hürriyetperverliğini” dikkate değer bulur. Çünkü
“tesîs ettiği devlet, o yanda [din işlerinde] hürriyet-‐‑perver, fîkr-‐‑i millîyet üzerine
müstenid, bir devlet-‐‑i cismâniyye”dir (1328c: 326-‐‑327). Timuçin’i Cengiz Han ilân
eden kurultay da “mütecânis bir milletin meclis-‐‑i mebusânı”dır (1327e: 142).”
Anlaşıldığı üzere Akçura, yaşadığı dönemin dinî müsâmahakârlık, hürriyet-‐‑perverlik,
milliyet fikri, laik-‐‑üniter-‐‑merkeziyetçi devlet, homojen millet, millet meclisi gibi zinde
kavramlarını tarihe taşıyarak bir yandan Cengiz Han’ı adeta modern bir devlet
başkanı gibi takdim eder, diğer yandan da bu kavramları tarihî bir miras hâline
getirerek hâlde ve gelecekte kurulması gereken ideal düzeni görünür kılar. Akçura,
eski Türk ilhanlıklarının birer kabile konfederasyonu olduklarını hatırlattıktan sonra
Cengiz İmparatorluğu için şöyle der: ‘Cahun’a istinâden şimdiye değin söylediklerimizden
anlaşılıyor ki, Cengiz Kaan, İlhanlığa dâhil olmuş olan kavim ve kabileleri sımsıkı birleştirip
meczederek bir millet, İlhanlığı heyet-‐‑i müttefikesini merkeziyetle idâre olunur bir
devlet hâline getirmek istemiş ve buna çalışmıştır’ (1328a: 268-‐‑269).
Akçura’nın Cengiz Han anlatısıyla vermek istediği mesaj aslında gayet açıktır:
Türklerin ittihâdı, bugünlerde vukua gelmekte olan bir hâdise değildir; pek
uzak bir mâzide olup bitmiş bir vâkıadır. Birçok asırlar evvel Cengiz Han’ın
fütuhâtı neticesi olarak umûm Türkler birleşmişti (1328d: 50). O hakanlığı
kuran, onu bir müddet devam ettiren Türk-‐‑Tatar-‐‑Mongol milleti elyevm
mevcuttur ve bu millet o zamandan beri asla eksilmemiş bilakis artmıştır...
(1328c: 329-‐‑330).
II. Meşrutiyet döneminin Türkçü yayınlarında yapılacak ayrıntılı bir taramada Cengiz
Han ismine sık sık tesadüf etmek mümkün olacaktır. Birkaç örnek vermek
mümkündür:
Cengiz Han’ınki gibi büyük istila hareketlerini ‘birleştirici ve kaynaştırıcı’ olması
238 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 13. Sayı 4. Aralık 2016
sebebiyle önemli ve olumlu bulan Ziya Gökalp’in (Gökalp 2014b: 60) “Turan”, “Altun
Yurt”, “Ergenekon” gibi şiirlerinde romantik bir Cengiz Han algısını beslediği açıktır.
Ancak romantik Cengiz Han figürüne rağmen Gökalp’in Cengiz ve Moğollar
konusundaki düşünceleri çelişiktir. Mesela bir yazısında Cengiz Han’a tâbi
Moğolların Türk medeniyetini ve Türk dinini kabulden sonra Türkleştiklerini yazar
(Gökalp 1917: 151). Azerbaycanlı Türkçü yazar ve gazeteci, politikacı, 1905 Devrimi
sonrası, Rusya Türkleri’nde siyasî ve edebî matbuatın etkili seslerinden Füyüzat’ın
naşiri, 1917 Ekim Devrimi sonrası ise geleceğini Türkiye’de kuracak olan Ahmed
Ağaoğlu, “lânetle yâd ettiğimiz” Cengizlerin, Timurların, Safevîlerin birer Türk
hükümdarı olduğunu ifade eder (Agayef 1327: 15). Türk ütopyalarından Gönül
Hanım’ın yazarı Ahmed Hikmet (Müftüoğlu) Bey ise Turanî ırkın Hunlardan itibaren
Atillaların, Cengizlerin, Hülâgûların vs. kumandasında dünyanın dört bir tarafını
hâkimiyet altına aldığını söyler (Ahmed Hikmet 1328:345-‐‑346). Akçura ve Ziynetullah
Nuşirevan da Türk tarihinin devirlere taksimi üzerine kalem tecrübesinde
bulunurlarken, Cengiz Han’ı Türk tarihinde “çağ açıp kapayan bir simâ” olarak vaz’
ederler (Çalen 2013b: 60-‐‑64).
Yusuf Akçura’nın Cengiz Han tasavvurunu aynen yansıtması itibariyle ve etkisinin
Türkçü entellektüeller üzerinde duyulduğunu göstermesiyle üzerinde durmaya
değer bir metin daha bulunmaktadır. Bu metin; Cengiz’in laik, hukuka bağlı, bütün
Türkleri birleştirmek emeliyle hareket eden milliyetçi bir figür olarak resmedilmesi,
İran-‐‑Turan kavgası, Acemleşmiş Türkler gibi Akçura’nın anlatısındaki kurucu
unsurları ihtiva eden, Rıdvan Nafiz’e7 ait ve Türk Yurdu Kitaphanesi tarafından 1913
yılında basılmış olan Küçük Türk Tarihi kitabıdır. İki anlatıdaki benzerlik hem
Akçura’nın etkisinden, hem de müşterek mehaz Cahun’dan neşet etmiş olmalıdır.
Rıdvan Nafiz, ‘medenî kavimler arasında bizim kadar tarihine, mâzisine yabancı
bir kavim gösterilemez’ der ve bu kendi tarihine yabancı olma hâlini, Anadolu
Türklüğü ve Osmanlı tarihinden ibaret olan Osmanlı tarih yazıcılığı ile temellendirir.
Osmanlı Türkleri, sınırları haricindeki Türkleri ‘Tatar’ nâmıyla Türklükten çıkarmak
gibi bir geleneğe sahip olsalar da onun nazarında ‘Tatarlar, Moğollar, Kırgızlar, Özbekler,
Türkmenler ve ilh. Türk denen ve Asya’nın yarısını, Rusya Avrupası’nın cenubunu kaplayan
ulu ve şanlı bir soyun ufak bir şubesi’dir aslında (Rıdvan Nafiz 1329: 3-‐‑4). Rıdvan Nafiz,
Türkçülüğün Türk dünyası ölçekli tarih tasavvuruna uygun olarak tarihi zaman ve
mekân planında genişletir ve Akçura da olduğu gibi Türk-‐‑Tatar-‐‑Moğol birlikteliğini
çıktığını ifade eder. İran’ı mağlup ettiği için İranlı tarihçiler onun hakkında zalim ve
kan dökücü gibi kötü sıfatlar kullanmaktadır. Cengiz’i İranlı tarihçilerden öğrenen
Osmanlı Türkleri de onu İranlılar gibi lanetle anmaktadır. Oysa Cengiz Han,
Fransızların Napolyon’u, Moskofların Petro’su, Almanların Frederick’i kadar büyük
bir ‘millî kahraman’dır ve her Türk onu hürmetle yâd etmelidir (1329: 54-‐‑55).
Küçük Türk Tarihi’nde de Cengiz’in kanuna bağlılığı özel temas noktalarından
birini teşkil eder. Kanuna ve hukuka bağlı olmak, töre-‐‑yasa ve yasak ile kayıtlı olmak,
II. Meşrutiyet yıllarının ve Jön Türk ideolojisinin frekans eşiği en yüksek
kavramlarından birisi olan “müstebid” olmaktan, dolayısıyla II. Abdülhamid ve Rus
Çarlarının otoriter yönetim tarzlarından Cengiz’i masun tutmaktadır. Cengiz’i
hükümdar yapan da “kurultay”dır zaten. Türk âdetlerini toplayarak vücuda getirdiği
“yasa”ya herkesten çok o itaat etmiştir. Hukuka bu derece bağlı böyle bir adama
‘vahşi, canavar, insanlık duygusundan mahrum’ demek Rıdvan Nafiz’e göre insafsızlıktır
(1329: 45-‐‑47, 56). Cengiz’in olmasa bile askerlerinden bir kısmının fenalık yaptığını
kabul eder, ancak yüz binlerce neferden oluşan büyük bir ordudaki her askerden
Cengiz’in sorumlu tutulamayacağı şeklinde bir savunma pozisyonunu da bırakmaz.
Kaldı ki zorla zapt edilen şehirlerde kan döküldüyse de kendisi teslim olan şehirlerin
ahalisine dokunulmamış, âlim ve sanatkârlara hürmet gösterilmiştir (1329: 50, 55-‐‑56).
Cengiz’in bir başka hususiyeti, Akçura’nın da işaret ettiği üzere dinler üstü,
dinlere eşit mesafeli, modern ifadesiyle ‘laik’ tutumudur. Millet içinde her dinden
insan vardı ancak onları din ayırmıyor, millet sevgisi birleştiriyordu. Müslüman,
Hristiyan, putperest yoktu, ‘Gök-‐‑Moğolluk’, ‘Türklük’ vardı. Hatta Rıdvan Nafiz,
Cengiz’in torunlarının başka dinlere girmeleri sebebiyle aralarında kavga ettiklerini
söylemek suretiyle üstü kapalı da olsa dinin birleşik Türklüğü parçalayacağını da ima
etmiştir. Ancak bütün bu laiklik vurgusu içinde Cengiz’in en ziyâde İslâmiyet’i
beğendiğini de söylemeden edemez. Zapt edilen memleketlerde de herkesin dinine
hürmet edildiğine dair yapılan küçük dokunuşlar hem laiklik iddiasını pekiştirmekte,
hem de Cengiz Han aleyhindeki kötü imgeyi besleyeci, indirgeyici, sık tekrara
bırakılan söylemi yumuşatmaya yaramaktadır (1329: 52, 55, 59).
Türkçü tarih tasavvurunun etkisiyle II. Meşrutiyet dönemi tarih ders kitaplarında da
kısmî değişimin olduğunu gözlemlemek mümkündür. Türk ve İslâm tarihinden
önemli isimlerin biyografilerinin yer aldığı kıraat kitaplarına, Türkçü metinlerdeki gibi
romantik bir anlatıyla olmasa da Maarif Nezareti’nin talimatıyla Cengiz Han’ın
biyografisi de girmeye başlar (Maarif-‐‑i Umûmiyye Nezâreti 1329: 40; Ali Reşâd 1332:
44-‐‑46; Ahmed Refik 1330: 25-‐‑27). Osmanlı tarihi kitaplarında da Cengiz Han imajına
küçük rötuşlar yapılır. Mesela Ahmed Refik’in Balkan Savaşları’ndan önce kaleme
II. Meşrutiyet Döneminde İki Farklı Cengiz Han Tasavvuru Mehmet Kaan Çalen 241
aldığı ders kitaplarında Osmanlı tarih tasavvurundaki zalim ve merhametsiz Cengiz
Han imajı aynen kopyalanırken, söz konusu kitapların daha sonraki baskılarında
Cengiz Han’a izafe edilen olumsuz vasıfların çıkarıldığı, gerek artık Türk oldukları
vurgulanmaya başlanan Tatar ile gerekse Osmanlı ve İslâm öncesi Türklük ile daha
sıkı bağların kurulmaya çalışıldığı müşahade edilir (Çalen 2013b: s. 295-‐‑297; Ahmed
Refik 1327: 4; Ahmed Refik 1329: 4). Hatta bazen 1914 tarihli Tarih Okuyorum isimli
eserinde olduğu gibi “Turan’ın en büyük padişahı” olduğu belirtilen Cengiz Han,
Türkleri birleştiren, Türklere nizâm ve kanun veren bir şahsiyet olarak takdim edilir
(Ahmed Refik 1330: 25-‐‑26).
Türkçü Cengiz Han tasavvurunun entellektüel çevrelerdeki etkilerini göstermesi
bakımından ilginç bir hâdiseyi de Ziya Gökalp ile Darülfünûn’da mesai arkadaşlığı
yapmış olan felsefeci Mehmet Emin Erişirgil nakleder. Bir davette, arkadaşlarından
biri Gökalp’e “bizim çocuk, Sultani’nin ilk devresinin son sınıfındadır. Geçen gün tarih
dersine çalışıyordu. Ebubekir kimdir? diye sordum, hiçbir şey bilmiyor. Cengiz kimdir? dedim,
bülbül kesildi, neler neler anlattı. Bunlardan hiçbirini ben bilmiyorum. Ne yalan söyleyeyim
Ziya, o zaman, bu işin bütün vebali Ziya’nındır dedim!..” der. Gökalp bu durumdan mesul
olmadığını izah etmeye çalışınca da meşhur Turan manzumesi arkadaşı tarafından
kendisine hatırlatılır (Erişirgil 2007: 94-‐‑95).
Cengiz Han’ın Türkçüler tarafından o güne kadar emsali olmayan yeni bir anlayışla
idealize edilerek aktüel bir hâle getirilmesi İslâmcıların tepkisini çekti. Bu tepkinin
altında iki önemli sebep yatıyordu. Birincisi Müslüman olmayan, ‘müşrik’, ‘putperest’
Cengiz Han’ın yer yer aşırı tazîmlerle birlikte bir ata olarak millî tarihin kadrosuna
katılması, İslâmcılar tarafından İslâm tarihinin dışına çıkma, İslâm öncesine ve
Şamanizme avdet eyleme, İslâm’dan uzaklaşma, bir tür dinsizleşme olarak
yorumlanıyordu ki İslâmcıların önemli kısmının nezdinde bizatihi
‘milliyetçilik/kavmiyetçilik’, ‘Türkçülük’ kişiyi dinden çıkarmaya yetecek büyük bir
günahtı. İkinci olarak İslâmcılar, Hilâfetin ve İslâm medeniyetinin inhitâtından Cengiz
Han ve ahfâdını mesul tutuyorlardı. Dolayısıyla Türkçülerin Cengiz Han merkezli
anlatıları, İslâmcılar tarafından Müslümanlara karşı düşmanca bir tavır gibi mütâlaa
ediliyordu.
II. Meşrutiyet döneminin Beyânü’l Hakk, Sırât-‐‑ı Müstakîm, Sebîlü’r-‐‑Reşâd gibi önde gelen
İslâmcı mecmualarda İslâm tarihi ve edebiyat tarihi üzerine kalem tecrübelerinde
bulunan Tahirü’l-‐‑Mevlevî, Sebîlü’r-‐‑Reşâd’da ‘Şeyh Sadî’nin Acıklı Bir Mersiyesi ve Onu
242 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 13. Sayı 4. Aralık 2016
Yazdıran Fecâyi’ başlıklı bir yazı dizisinde Türkçülerin inşa ettiği Cengiz Han
tasavvurunun karşısına farklı bir Cengiz Han resmi koyar. Bu yazılar daha sonra bazı
8
ilâvelerle birlikte Cengiz ve Hulâgû Mezâlimi isimli bir risaleye dönüşür (Özdemir
2005: 135-‐‑138). Risalenin Sebîlü’r-‐‑Reşâd’daki tanıtım şekli İslâmcı çevrelerin meseleye
yaklaşım tarzını, Cengiz Han üzerinden hemen hemen tüm olumsuz mecazları, bolca
dinî, İslâmî terminolojiyi de kullanmak suretiyle temsil edecek niteliktedir:
Âlem-‐‑i İslâmı perişan eden, inhitat-‐‑ı İslâm’ın en gaddar âmillerinden olan,
Osmanlıların âbâ vü ecdadını terk-‐‑i diyara mecbur bırakan, bütün beşeriyet
için müthiş bir afet, bir belâ, bir taun kesilen Cengizlerin, Hülagûların
mezâlimini tasvir, vekâyi-‐‑i tarihiyeyi tasrih eder bir eser-‐‑i mühimdir… Halkı
bu iki putperest büyük melunun yasasına bağlamak, kanlı eteklerine
yapıştırmak için hakâyık-‐‑ı tarihiyeyi tahrif etmeye, bu müşriklerin
Müslümanlığa, insanlığa, Osmanlıların âbâ vü ecdadına yaptıkları fenalıkları,
zulümleri, şenâetleri… örtmeye, tevil etmeye uğraşan komitecileri tarihin
huzur-‐‑ı azametinde sükûta mecbur eden bu eserin büyük bir kıymet-‐‑i
mahsusası vardır… (Kara 2014: 165-‐‑166)
Tahirü’l-‐‑Mevlevî’nin metni, Sadi Şirazî’nin Abbasi Halifesi’nin Hulâgû tarafından
öldürülmesi üzerine yazdığı dramatik şiirle başlamaktadır. Şiirin Cengiz ve Hulâgû
hakkında bir fikir verebileceği kanaatindedir. Daha sonra kaynak meselesi üzerinde
durur, zirâ Yusuf Akçura, İran-‐‑Turan kavgası gibi tarihî cereyanlar sebebiyle şark
kaynaklarının Cengiz Han aleyhinde taraflı bir tavır takındığını iddia etmişti. Tahirü’l-‐‑
Mevlevî bu iddiaya işaretle sözlerinin ‘bazı ifrat-‐‑perverânca’ beğenilmeyeceğini,
çünkü şark kaynaklarını kullandığını beyan eder. ‘Moğol vahşeti’ne tanıklık etmiş
muasır kaynaklar dururken tipik bir tavırla Léon Cahun isminde bir Musevi’nin
eseriyle İslâm düşmanı Avrupalıların kaleme aldığı kitaplara inanmayı pek doğru
bulmaz. Akçura’nın iddia ettiği gibi İslâm kaynaklarının taraflı olmadığını, yeri
geldiğinde Müslüman hükümdarları da tenkit ettiğini belirtir (Tahirü’l-‐‑Mevlevî 1332:
8-‐‑9, 22; 1330a: 158-‐‑159). Kendisi Ebu’l-‐‑Fidâ, İmam Suyutî, Şemseddin Sami, Cevdet
Paşa, Namık Kemal, Abdurrahman Şeref, Mizancı Murad Bey gibi isimlerden yaptığı
iktibaslarla Cengiz’in mezalimine dair çeşitli örnekler verir. Cengiz için hûnrîz (kan
dökücü), dâhiye-‐‑i dehyâ (büyük belâ), kanlı herif, vahşi fıtratlı, insaniyet düşmanı gibi
sıfatlar kullanır.
Cengiz’in zalim, kan dökücü gibi sıfatlarını muhtelif örneklerle görünür kılıp,
İslâm medeniyetinin çöküş sebebini de ona yükledikten sonra, isim vermeksizin
müstehzi imalarla Akçura’nın iddialarına temas ederek Türkçü Cengiz Han
tasavvurunu yıkmayı amaçlar. Akçura ve Türkçülerin Cengiz Han için kullandığı
8
Risâlenin kapağında basım tarihi olarak 1322 yılı vardır. Enver Koray da aynı tarihi verir
Koray (1959: 79). Ancak Sebilü’r-‐‑Reşâd’daki makalelerin yayım tarihi de dikkate alınınca, risâle
1332 yılında basılmış olmalıdır. Nitekim İsmail Kara da 1332 tarihini kullanır. Kara (2014: 165).
II. Meşrutiyet Döneminde İki Farklı Cengiz Han Tasavvuru Mehmet Kaan Çalen 243
bazı sıfatları kullanır fakat tam tersi olayları emsal tutarak çürütmeye çalışır. Tâhirü’l-‐‑
Mevlevî’nin hücum ettiği temel iddia, Cengiz Han’ın bütün Türkleri birleştirmek
şeklinde bir gaye taşıdığıdır. Aksine o, Cengiz Han’ın daha çok Türkleri öldürdüğünü
söyler (1332: 17-‐‑18; 1330b: 177-‐‑178).
Tâhirü’l-‐‑Mevlevî, Cengiz Han’ın ittihad-‐‑ı etrak siyasetine örnek olarak Buhara’da
yaptıklarını gösterir. ‘Ulu Hakan’ın buradaki Türkleri de Türk birliği emeli
doğrultusunda kendisine katıp Türklerin sayısını arttırması beklenirken onları
katlettiğini, Türk medeniyetinin önemli bir merkezi olan şehri ateşe verdiğini, aman
dileyenlerin de Moğol askerleri tarafından köle ve cariye yapıldığını ifade eder (1332:
23; 1330b: 179). Osmanlıların ecdadı olan ‘Kayıhanları’ da vatanlarından ettiğini
hatırlatarak ‘bilhassa Türk ırkından olanların kanını içen bu herifin mezarına yemin
edilmek mi, yoksa ilelebet nâmına nefrin okumak mı lâzım geldiği düşünülsün’ der
(1332: 31; 1330b: 180). Cengiz, Hulâgû ve Timur için sarf ettiği şu sözler, meseleye
yaklaşımının özeti gibidir:
Timurlenk’e gelince: Vekâyi-‐‑i vahşiyânesi, Tarih-‐‑i Osmânîmizde mufassalen
yazılı bulunduğundan burada ondan bahse lüzum görmüyorum. Acaba bu
kanlı heriflerin, bu insaniyet düşmanlarının, bu medeniyet muhriplerinin
hangi faziletleri görülüyor da kendilerine pek büyük pâyeler verilmek ve
Türklüğün numûne-‐‑i ulviyeti olarak gösterilmek isteniliyor? Ne söyleyeyim?
Cenab-‐‑ı Hak cümlemize perdesiz göz, garazsız yürek, ihtilalsiz şuur ihsan
buyursun (1332: 42; 1330c: 200).
Tâhirü’l-‐‑Mevlevî’nin bir Türk hükümdarı üzerinden tarihî bir kurgu yapılmasına
karşı olmadığı, onun bu işlem için Cengiz’in tercih edilmiş olmasına muhalefet ettiği
anlaşılmaktadır. ‘Ben dinen Müslüman olduğum gibi ırken de Türküm’ der ve
‘dindaşları’ ile bilhassa ‘ırkdaşlarından’ birçoğunu kesmiş bir adamla
övünemeyeceğini, aksine Avrupalıların Türklerle Moğolları bir kabul edip kendisini
de Cengiz’e mensup addediyorlar diye ar edeceğini beyan eder. Nasıl Bulgarlardan
zulüm gören Türklerin bu zulmü unutmaları mümkün değilse İslâm ve Türk
âleminin de Cengiz zulmünü unutmasının mümkün olmadığını belirtir. Bu itibarla
Türkler arasında başka kimse yokmuş gibi Cengiz’in Türklüğün mümessili sıfatıyla
adeta bir ‘yarı Tanrı’ mertebesine çıkarılmasına karşı çıkar. ‘Türklük ve Müslümanlığa
hizmet edilmek isteniliyorsa, Müslümanlığa hizmet etmiş Türklerden bahsolunmalı ki
elhamdülillah İslâmiyet ve insaniyete bihakkın hâdim olmuş ricâl-‐‑i Etrâk pek çoktur.’ dedikten
sonra Ahmed bin Tolun, Buğra Harun Han, Tuğrul Bey, Alparslan gibi isimleri
zikreder. Bu ismin illâ bir Moğol olması gerekirse de Mahmud Gazan Han’ın
yüceltilebileceğini ekler (1332: 45-‐‑50; 1330a: 157-‐‑158; 1330c: 201-‐‑202).
Tahirü’l-‐‑Mevlevî, anılarında, Cengiz ve Hülâgû aleyhindeki bu satırları yazma
sebebi olarak ‘bu iki dâhiyenin Türkler içinde en büyük iki şahsiyet gibi gösterilmeye
kalkışılması’nı zikreder. En muteber tarihlerden faydalanarak yazdığı bu risâlenin
244 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 13. Sayı 4. Aralık 2016
cevapsız kaldığını ancak aleyhinde bir cereyân yaratarak kendisini ‘Türklük düşmanı’
gibi tanıttırdığını ekler (2012: 36). Tahirü’l-‐‑Mevlevî’ye cevap, sekiz sene sonra Kaya
Nuri adında bir talebesinden gelir. Kaya Nuri, Açık Mektûb nâmıyla neşrettiği 14
sayfalık bir risâlede ‘Türk kahramanlarının, Türk milletine vahşi olarak tanıtmak için
hakikati tedkîk ve tahkik etmeden’ yazılar yazılmasını tenkit etmektedir (Kaya Nuri
1338: 3, 5).
İslâmcılar ile Türkçüler arasında seyreden Cengiz Han tartışmasına, II. Meşrutiyet’in
mühim dergisi, devrin aydınlarının polemiklerinde öne çıkabilen İctihad’ın
sütunlarında Mehmed Şeref Bey de iştirak eder. Cengiz Han aleyhtarı bütün
metinlerdeki müşterek unsurları onun metninde de bulmak mümkündür. Mehmet
Şeref, Akçura’nın Cengiz Han hakkındaki önemli tezlerini isim vermeden tartışır.
Üzerinde durduğu esas meselelerden birisi, Akçura’nın iddia ettiği gibi Cengiz Han’ın
millî bir ideal takip edip etmediğidir. Yukarıda da temas ettiğimiz üzere Akçura,
Cengiz Han’ın şark ve garp seferlerini bütün Türkleri birleştirmek amacına matuf
millî bir ideal ile tevil eder. Bu yorumu, Çinlilerden millî intikam almak ve İran-‐‑Turan
mücadelesi gibi yardımcı unsurlarla destekler. Mehmed Şeref ise tarihî gerçeklerin,
Cengiz Han’a millî bir ideal yüklemek isteyenlerin aleyhinde olduğunu ileri sürerek
Cengiz Han’ın bütün Türkleri tek bayrak altında toplamak gibi bir ‘megali ideası’
olmadığını söyler. İddiasını da Cengiz Han’ın yaktığı, yıktığı memleketlerin büyük
kısmının Türk illeri olması ve ekseriyetle Türkleri öldürmesi ile temellendirir
(Mehmed Şeref 1330c: 2203-‐‑2204; 1330b: 2180; 1330d: 2230). Garp seferinin İran-‐‑Turan
mücadelesinin bir eseri olduğu fikrini de doğru bulmaz. Eğer öyle olsaydı Cengiz
Han’ın ahfadının da aynı gayeyi takip etmesinin ve aynı zamanda eski bir millî kin ile
yakıp yıktığı yerlerde bir Türk medeniyetinin yükselmesinin lâzım geleceğini ileri
sürer (1330d: 2229).
Mehmed Şeref’e göre Cengiz Han’ın istila ve tahrip etmekten, yakıp yıkmaktan
başka takip ettiği yüksek bir siyaset ve ideal yoktur (1330c: 2204; 1330d: 2230). İnsan
öldürmek noktasında Cengiz’den geri kalmayan Napolyon, Petro, Fatih, Yavuz gibi
cihangirleri ondan farklı kılan hususiyetin de bu olduğunu, zikredilen bu isimlerin
medenî bir gaye ve siyaset takip ettiklerini belirtir (1330d: 2229). Cengiz Han ve
Moğollar ise aksine medeniyet düşmanıdırlar, gittikleri yere kan ve ateşten başka bir
şey götürmemişlerdir (1330b: 2179-‐‑2180). Mehmed Şeref, İslâm dünyasındaki
geriliğin, taassup ve cehaletin esas sebebi olarak Cengiz Han’ı görür (1330a:2162).
‘Cengiz’in zuhurunda medeniyet-‐‑i İslamiye ne hâlde idi?’ diye sorar ve modern
Avrupa medeniyeti ile de mukayeseler yaparak oldukça parlak bir manzara çizer.
Buna göre altıncı asr-‐‑ı hicrî de “İslâm medeniyeti sarsılmaz esâslarını” kurar ve
II. Meşrutiyet Döneminde İki Farklı Cengiz Han Tasavvuru Mehmet Kaan Çalen 245
“modern” İngiliz, Fransız medeniyeti gibi yüksek bir seviyeye erişir. Fakat bu
medeniyet Cengiz yüzünden birden bire çöker (1330a: 2164; 1330b: 2177-‐‑2180).
Mehmed Şeref, tabiî seyri içinde ilerlemeye devam etseydi, bu yüksek medeniyetin
bugün varacağı noktanın çok daha parlak olacağı kanaatindedir. Ne var ki Cengiz,
muhteşem bir İslâm-‐‑Türk medeniyetini yıktığı ve yeniden bir medeniyet tesisi için
imkân bırakmadığı için İslâm âleminde ve Türk memleketlerinde sekiz asırdır cehalet
hüküm sürmektedir (1330c: 2203; 1330b: 2179 1330d: 2229-‐‑2230). Bu bağlamda
Mehmed Şeref’in mesajı şudur: ‘bu kanlı hakanın efâl-‐‑i zâlimânesiyle bizim göğüs
şişirmemiz, iftihâr etmemizde bir münasebet aramak kadar abes bir şey yoktur.’
Çünkü tarihi tahrif etmeksizin Türkçülerin inşa ettiği Cengiz Han imgesini yaratmak
mümkün değildir (1330d: 2230).
Cengiz Han konusunun Türkçülük ile diğer tarz-‐‑ı siyasetler arasında sürekli gerilim
çıkaran simgesel bir mahiyet kazandığı anlaşılmaktadır. Türkçülerin bu vadideki
neşriyatının İslâmcıların tarafından yakından takip edildiğini 12 Mart 1331 tarihli
Sebîlü’r-‐‑Reşâd’da çıkan ‘Kavmiyet Hissi, Fikirleri Nereye Sürüklüyor!’ başlıklı,
imzasız fakat Tahirü’l-‐‑Mevlevî’nin kaleminden çıkmış gibi görünen bir yazı izhar
eder. “İslâm ve Türk Düşmanı Putperest Cengiz” imgesini takviye etmeye çalışan
yazı, 5 Mart 1331 tarihli Türk Yurdu mecmuasında yayımlanan Feyzullah Sâcid imzalı
ve Akçura’nın yukarıda ele aldığımız dizi yazısından kısa bir iktibasla başlayan
“Cengiz Han” başlıklı bir şiiri üzerine kaleme alınmıştır. Şiirde Cengiz güneşe
benzetilir, tarih ve insan onun önünde secde ettirilir ve nihayet tahtı da kıble yapılır
(Feyzullah Sâcid 1331: 2512-‐‑2514). Şiirden alınmış aşağıdaki parçalar, Akçura ve
Türkçülerin yarattığı Cengiz Han algısının etkileri hususunda açık bir fikir verebilecek
mahiyettedir:
Kızgın Moğol çöllerinden fırlayan, ey canlı ateş!
Yolunda ot, ağaç, insan dememiş, hep savurmuşsun?
Ey nurunun her teli bir mızrak olan korkunç güneş!
Doğup arzın göbeğinden yine arzı kavurmuşsun...
Akıttığın kan selleri vadileri süpürürmüş...
Tahtlar yere geçip taçlar yuvarlanmış huzurunda,
İnsan sana, tarih sana secde etmiş zuhurunda!
Yanmış büyük ruhunda
Feza kadar bir alev,
Canlı cansız her şeye
Bağırmışsın: ırkı sev!
246 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 13. Sayı 4. Aralık 2016
4. Sonuç
Türkçülerin inşa ettiği Cengiz Han tasavvuruna yönelik itirazlarda İslâmcı, Osmanlıcı
ve Anadolucu/Türkiyeci öğeler, farklı tonlarda ve çoğu zaman iç içe geçmiş bir şekilde
yer almaktadır. Moğolların putperestliğine yapılan ısrarlı göndermeler ile Cengiz Han
ahfadından Mahmud Gazan Han’ı istisna tutmak eğilimi, yapılan itirazların
temelinde dinî bir hassasiyetin olduğunu göstermektedir. Bu tarz eleştirilerin
248 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 13. Sayı 4. Aralık 2016
EKLER: Rıdvan Nafiz’in Küçük Türk Tarihi kitabından Cengiz Han illüstrasyonları
EK 1: Rıdvan Nafiz (1329: 42), Resim altı: ‘Cengiz Han’
250 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 13. Sayı 4. Aralık 2016
EK 3: Rıdvan Nafiz (1329: 46), Resim altı: ‘Cengiz Han’,
[Büyük Tarihi Umumî'ʹden]
252 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 13. Sayı 4. Aralık 2016
Kaynaklar
“Kavmiyet Hissi, Fikirleri Nereye Sürüklüyor!” (1331) Sebilü’r-‐‑Reşâd, C. 13, S. 332, 12 Mart, 154-‐‑
155.
“Türkçülük Hakkında Yanlış Düşünceler”, Büyük Mecmûa, (1919) Nu: 3, 20 Mart, s. 33.
AHMED AGAYEF (1327) “Türk Âlemi-‐‑1”, Türk Yurdu, Y. 1, S. 1, 24 Teşrîn-‐‑i Sânî, s. 12-‐‑17.
AHMED HİKMET (1328) “Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Mütâlaalar”, Türk Yurdu, Y. 1, S. 12,
19 Nisan, s. 345-‐‑351.
AHMED NAİM (1330) “İslâm’da Davâ-‐‑yı Kavmiyet”, Sebilü’r-‐‑Reşâd, 10 Nisan, s. 114-‐‑128.
AHMED REFİK (1327) Küçük Tarih-‐‑i Osmanî, İstanbul.
AHMED REFİK (1329) Küçük Tarih-‐‑i Osmanî, İstanbul.
AHMED REFİK (1330) Tarih Okuyorum, İstanbul.
AKÇURA Y. (2004) “Üç Tarz-‐‑ı Siyaset”, (Yeni yazıya aktaran Recep Duymaz), Üç Tarz-‐‑ı Siyaset
Ve Düşünce Akımları, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları.
AKÇURAOĞLU YUSUF (1327a) “Müverrih Léon Cahun ve Muallim Barthold’a Göre Cengiz
Han”, Türk Yurdu, S. 1, 24 Teşrîn-‐‑i Sânî, s. 17-‐‑22.
AKÇURAOĞLU YUSUF (1327b) “Müverrih Léon Cahun ve Muallim Barthold’a Göre Cengiz
Han”, Türk Yurdu, S. 2, 1 Kânûn-‐‑ı Evvel, s. 47-‐‑53.
AKÇURAOĞLU YUSUF (1327c) “Müverrih Léon Cahun ve Muallim Barthold’a Göre Cengiz
Han”, Türk Yurdu, S. 3, 15 Kânûn-‐‑ı Evvel, s. 78-‐‑82.
AKÇURAOĞLU YUSUF (1327d) “Müverrih Léon Cahun ve Muallim Barthold’a Göre Cengiz
Han”, Türk Yurdu, S. 4, 29 Kânûn-‐‑ı Evvel, s. 114-‐‑116.
AKÇURAOĞLU YUSUF (1327e) “Müverrih Léon Cahun ve Muallim Barthold’a Göre Cengiz
Han”, Türk Yurdu, S. 5, 12 Kânûn-‐‑ı Sânî, s. 139-‐‑143.
AKÇURAOĞLU YUSUF (1327f) “Müverrih Léon Cahun ve Muallim Barthold’a Göre Cengiz
Han”, Türk Yurdu, S. 6, 26 Kânûn-‐‑ı Sânî, s. 177-‐‑183.
AKÇURAOĞLU YUSUF (1327g) “Müverrih Léon Cahun ve Muallim Barthold’a Göre Cengiz
Han”, Türk Yurdu, S. 7, 9 Şubat, s. 202-‐‑206.
AKÇURAOĞLU YUSUF (1327h) “Müverrih Léon Cahun ve Muallim Barthold’a Göre Cengiz
Han”, Türk Yurdu, S. 8, 23 Şubat, s. 240-‐‑244.
AKÇURAOĞLU YUSUF (1328a) “Müverrih Léon Cahun ve Muallim Barthold’a Göre Cengiz
Han”, Türk Yurdu, S. 9, 9 Mart, s. 268-‐‑272.
AKÇURAOĞLU YUSUF (1328b) “Müverrih Léon Cahun ve Muallim Barthold’a Göre Cengiz
Han”, Türk Yurdu, S. 10, 22 Mart, s. 303-‐‑307.
AKÇURAOĞLU YUSUF (1328c) “Müverrih Léon Cahun ve Muallim Barthold’a Göre Cengiz
Han”, Türk Yurdu, S. 11, 5 Nisan, s. 326-‐‑330.
AKÇURAOĞLU YUSUF (1328d) “Türk ve Tatar Birdir, Türkler Medeniyete Hizmet Etmiştir”,
Altın Armağan, İstanbul, s. 37-‐‑59.
AKÇURAOĞLU YUSUF (1329) “Osmanlı Saltanatı ve Müessesatı Tarihine Dair Bir Tecrübe”,
Bilgi Mecmûası, Yıl: 1, Sayı: 1, Teşrin-‐‑i Sani, s. 82-‐‑96.
AKÇURAOĞLU YUSUF (1928) “Türkçülük -‐‑ Türklük Fikri, Türkçülük Cereyânı, Türk
Ocakları”, Türk Yılı 1928, İstanbul.
ALİ REŞÂD (1332) Çocuklara Tarih Dersleri İslâm, Türk ve Osmanlı Meşâhiri, İstanbul.
A. Y. [Akçuraoğlu Yusuf] (1327) “Türk Âleminde”, Türk Yurdu, Yıl: 1, Sayı: 4, 29 Kânun-‐‑i Evvel,
s. 71-‐‑72.
A. Y. (1331) “Türk Tarihinin Devirlere Taksimi”, Türk Yurdu, Yıl: 5, Sayı: 82, 23 Nisan (6 Mayıs
1915), s. 1561-‐‑1565.
II. Meşrutiyet Döneminde İki Farklı Cengiz Han Tasavvuru Mehmet Kaan Çalen 253
ATSIZ (1992) Türk Tarihinde Meseleler, İstanbul: Baysan Basım ve Yayın.
CAHUN L. (2006) Asya Tarihine Giriş Kökenlerden 1405’e, Türkler ve Moğollar, Çev. Sabit İnan
Kaya, İstanbul.
CELÂL NURİ (1917) Türkçemiz, Kostantiniyye.
COPEAUX, E. (2006) Türk Tarih Tezinden Türk-‐‑İslâm Sentezine, İstanbul: İletişim Yayınları.
ÇALEN M. K. (2013a) “Celâl Nuri’ye Göre Muhit, Irk, Zaman Teorisi Bağlamında Eski Türkler
İle Osmanlı Türkleri Arasındaki Münasebetler”, T. Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, C. 15, S. 1, s.
279-‐‑296.
ÇALEN M. K. (2013b) II. Meşrutiyet Döneminde Türk Tarih Düşüncesi, İstanbul: Ötüken Neşriyat.
ÇALEN M. K. & H. Kayıcı (2014) Meşrutiyet'ʹten Cumhuriyet'ʹe Modern Türk Düşüncesinde
Milliyetçilik, İstanbul: Bilgeoğuz Yayınları.
ERİŞİRGİL M. E. (2007) Bir Fikir Adamının Romanı Ziya Gökalp, Ankara: Nobel Yayın.
GEORGEON F. (1999) Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri Yusuf Akçura (1876-‐‑1935), Çev. Alev Er,
İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
FEYZULLAH SÂCİD (1331) “Cengiz Han”, Türk Yurdu, Y. 4, C. 8, S. 1, 5 Mart, s. 2-‐‑4 (2512-‐‑2514).
KAFESOĞLU İ. (1998) Türk Millî Kültürü, İstanbul: Ötüken Neşriyat.
KAFESOĞLU İ. (2014) Umumî Türk Tarihi Hakkında Tespitler Görüşler, Mülâhazalar, İstanbul:
Ötüken Neşriyat.
KARA İ. (2014) Aramakla Bulunmaz, İstanbul: Dergâh Yayınları.
KARATAY O. (2015) İran ile Turan, İstanbul: Ötüken Neşriyat.
KAYA NURİ (1338) Açık Mektûb, İstanbul.
KORAY E. (1959) Türkiye Tarih Yayınları Bibliyografyası, İstanbul.
MAARİF-‐‑İ UMÛMİYYE NEZÂRETİ (1329) Mekâtib-‐‑i Sultâniyyenin Sunuf-‐‑ı İbtidâiyye ve Tâliyye
Ders Programları, İstanbul.
MEHMED ŞEREF (1330a) “Sükût-‐‑ı İslâm Tarihi Önünde Cengiz, Hülagu, Timurlenk-‐‑1”, İctihâd
C. 4, S. 96, 6 Mart, s. 2162-‐‑2164.
MEHMED ŞEREF (1330b) “Sükût-‐‑ı İslâm Tarihi Önünde Cengiz, Hülagu, Timurlenk-‐‑2”, İctihâd
C. 4, S. 97, 13 Mart, s. 2177-‐‑2180.
MEHMED ŞEREF (1330c) “Sükût-‐‑ı İslâm Tarihi Önünde Cengiz, Hülagu, Timurlenk-‐‑3”, İctihâd
C. 4, S. 98, 20 Mart, s. 2202-‐‑2204.
MEHMED ŞEREF (1330d) “Sükût-‐‑ı İslâm Tarihi Önünde Cengiz, Hülagu, Timurlenk-‐‑4”, İctihâd
C. 4, S. 99, 27 Mart, s. 2228-‐‑2230.
ÖZDEMİR H. A. (2005) “Tâhirü’l-‐‑Mevlevî ve Cengiz Ve Hülâgû Mezâlimi Adlı Eseri”, Sakarya
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 11, s. 135-‐‑169.
PALA İ. (1989) Namık Kemal’in Tarihî Biyografileri, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
RIDVAN NAFİZ (1329) Küçük Türk Tarihi, İstanbul.
SÜLEYMAN NAZİF (1329a) “Darü’l-‐‑Fünûn-‐‑i Osmânî Türk Tarih-‐‑i Medeniyeti Muâllimi
Ahmed Agayef Beyefendiye”, İctihâd, Nu: 71, 11 Temmuz, s. 1549-‐‑1551.
SÜLEYMAN NAZİF (1329b) “Cengiz Hastalığı”, İctihâd, Nu: 72, 18 Temmuz, s. 1573-‐‑1574.
SÜLEYMAN NAZİF (1329c) “Ahmed Agayef Beyefendiye”, İctihâd, Nu: 74, 1 Ağustos, s. 1621-‐‑
1623.
SÜLEYMAN NAZİF (1329d) “Ahmed Agayef Beye Cevap”, İctihâd, Nu: 76, 15 Ağustos, s. 1669-‐‑
1672.
Ş. SÂMÎ (1308) Kâmûsu’l-‐‑Âlâm, C. 3, İstanbul.
TAHİRÜ’L-‐‑MEVLEVÎ (1330a) “Şeyh Sadî’nin Acıklı Bir Mersiyesi ve Onu Yazdıran Fecâyi”,
Sebilü’r-‐‑Reşâd, C. 12, S. 295, 24 Nisan, s. 157-‐‑160.
TAHİRÜ’L-‐‑MEVLEVÎ (1330b) “Şeyh Sadî’nin Acıklı Bir Mersiyesi ve Onu Yazdıran Fecâyi-‐‑2”,
254 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 13. Sayı 4. Aralık 2016
Yrd.Doç. Dr., Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi.
Adres: Trakya Üniversitesi Balkan Yerleşkesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü P. K. 22030
Edirne
E-posta: mkaancalen@trakya.edu.tr
Yazı bilgisi: