You are on page 1of 28

Modern Türklük

Araştırmaları Dergisi
Cilt 13, Sayı 4 (Aralık 2016), ss. 227-254
DOI: 10.1501/MTAD.13.2016.4.60
Yusuf Has Hacib Özel Sayısı
Telif Hakkı©Ankara Üniversitesi
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü

II. Meşrutiyet Döneminde İki Farklı


Cengiz Han Tasavvuru

M ehm et Kaan Çalen

Trakya Üniversitesi (Edirne)

ÖZET
II. Meşrutiyet döneminde, siyasî fikir akımlarının ve toplumsal kimlik arayışlarının da etkisiyle
tarihe olan ilgi artmış ve tarih konu, zaman ve mekân plânında genişlemiştir. Bu genişleme,
Türk tarihinin Osmanlı tarihi ve coğrafyasının dışında kalan kısımlarını Türk düşünce
hayatına sokmuştur. Ancak, Osmanlı dünyasında birer öteki gibi algılanan Cengiz Han,
Timur, Şah İsmail gibi isimlerin Türkçüler tarafından gündeme taşınması çeşitli tartışmaların
çıkmasına yol açmıştır. Türkçüler hanedan, devlet, coğrafya, din, mezhep gibi herhangi bir
değişkenden hareketle Türk tarihi üzerinde parçalayıcı ve dışlayıcı bir işlemin yapılmasına
karşıdırlar. Bu bağlamda, Osmanlı Türklerinin kolektif hafızasında olumsuz çağrışımları olan
Cengiz Han’ı da bir Türk hakanı sıfatıyla sahiplenerek Türk tarihinin kadrosuna dâhil etmek
istemişlerdir. Fakat bu durum çeşitli itirazlara sebebiyet vermiş, İslâmcı ve Osmanlıcı çevreler
kolektif hafızadaki olumsuz Cengiz Han tasavvurunu yeniden üreterek, Türkçülerin inşa
etmek istediği Pantürkist Cengiz Han tasavvurunun karşısına İslâm medeniyetini yıkıma
sürüklemiş zalim Cengiz Han tasavvurunu koymuşlardır.
ANAHTAR SÖZCÜKLER
II. Meşrutiyet Dönemi Türk Tarih Düşüncesi, Cengiz Han, Yusuf Akçura, Türkçülük, Tahirü’l-
Mevlevî.
ABSTRACT
In the Second Constitutional Era, under the influence of political and intellectual movements
and social identity quest, interest in history grew and historiagraphy extended in issue, time
and space plan. This expansion put the other sections of Turkish history outside of Ottoman
history and geography in to Turkish intellectual life. But, names perceived as other in
Ottoman world such as Genghis Khan, Tamerlane, Shah Ismail bringing on the agenda by
Turkish nationalists, led to various discussions. Turkish nationalists are opposed to making
228 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 13. Sayı 4. Aralık 2016

an exclusive operation on Turkish history moving from any variable like dynasty,
government, geography, religion, sect. In this context, owning a Turkish khan capacity, they
want to involve Genghis Khan, who has negative connotations in the collective memory of
Ottoman Turks, in the cadre of Turkish history. But this situation gave rise to various
objections, İslamist and Ottomanist sections, put the image of cruel Genghis Khan who
destroyed the Islamic civilization against the image of Panturkist Genghis Khan who desired
to build by Turkish natioanlists, by repruducing the negative imagine of Genghis Khan in the
collective memory of Ottoman Turks.
KEY WORDS
Turkish Idea of History In Second Constitutional Era, Panturkism, Yusuf Akcura, Genghis
Khan, Tahirul Mevlevi.
 

1. Giriş

II.   Meşrutiyet,   Yusuf   Akçura’nın   üç   tarz-­‐‑ı   siyaset   olarak   işaretlediği   rakip   kimlik  
siyasetlerinin  sert  bir  şekilde  çarpıştığı  bir  zaman  dilimidir.1  Üç  kimlik  siyasetinin  de  
bir   tarih   tasavvuru   ve   yorumuna   dayanması,   kimlik   tartışmalarını   tabiî   olarak   aynı  
zamanda  bir  tarih  tartışmasına  da  çevirmiştir.  Türkçülerin,  Osmanlı  ve  İslâm  merkezli  
tarih   tasavvurunun   dışına   çıkarak   Osmanlı   dünyasında   birer   düşman   gibi   telakki  
edilen  Cengiz  Han,  Timurlenk,  Şah  İsmail  gibi  isimler  etrafında  yeni  bir  algı  inşa  etme  
çabaları  çeşitli  tepkiler  ile  karşılaşmıştır.  Bu  bağlamda  sadece  Namık  Kemâl’in  Emir  
Nevruz’una   göz   gezdirmek   dahi   Türkçülerin   Cengiz   Han’ı   sahiplenmek   suretiyle  
zorladıkları   psikolojik   sınırları   anlamaya   kâfi   gelir   (Pala   1989:   159).   Çalışmamızın  
amacı,   II.   Meşrutiyet   döneminde   başta   Yusuf   Akçura   olmak   üzere   Türkçülerin  
resmettikleri  ‘Türkçü/Türkbirlikçi  Cengiz  Han’  ile  İslâmcı  ve  Osmanlıcı  çevrelerin  bir  
karşı   figür   olarak   kurdukları   ‘kötü   adam’   ya   da   kalıp   imgesel   ifade   olarak   ‘zalim  
Cengiz   Han’   anlatılarını   tahlil   ve   mukayese   ederek   dönemin   zihniyet   tarihine  
mütevazı  bir  katkı  yapmaktır.  

2. Türkçü Bir Kahraman O larak Cengiz Han

19.  yüzyılın  ikinci  yarısından  itibaren  dil  ve  tarih  araştırmalarının  etkisiyle,  Osmanlı  
Türk  tarih  tasavvurunda  tarihî  mekân  ve  zaman  genişlemeye,  Türk  tarihinin  Osmanlı  
tarihi  dışındaki  zaman  ve  coğrafyaları  Türk  tarih  düşüncesinin  ilgi  alanına  girmeye  
başlar.  Ali  Sûavî,  Ahmed  Vefik  Paşa,  Süleyman  Paşa,  Şemseddin  Sami,  Necib  Âsım  
gibi  isimler  bu  genişlemeyi  temsil  ederler.  Türk  tarihi  ve  Türkler  konusundaki  yeni  
bilinçlenme   kültürel-­‐‑ilmî   bir   Türkçülüğün   doğuşunu   beraberinde   getirir.   II.  
Meşrutiyet  yıllarında,  bilhassa  Balkan  Savaşları’ndan  sonra,  kültürel  Türkçülük  siyasî  

1   Döneme   ait   seçilmiş   literatür   ve   Türkçülerin   Osmanlıcılar   ve   İslâmcılar   ile   girdikleri  

tartışmaların  metinleri  için  bkz.  Çalen  &  Kayıcı  (2014).  


II. Meşrutiyet Döneminde İki Farklı Cengiz Han Tasavvuru Mehmet Kaan Çalen 229
 

Türkçülüğe   doğru   evrilir   ve   genişleyen   tarihî   mekân,   Türk   siyaset   ufkunu   da  


genişletir.  Türk  dünyasında  birlik  arayışının  adı  olan  Türkçülük,  bu  birliği  herşeyden  
önce  tarihte,  geçmişte  göstermek  zorundadır.  Bu  zorunluluğun  temelinde  iki  husus  
bulunmaktadır.   Birincisi,   büyük   bir   haritaya   sahip   olan   Türk   dünyasının   siyaseten  
birleştirilebilir  olup  olmadığı  meselesini  aşmak  için  bu  büyük  coğrafyanın  tarihte  en  
azından  bir  kez  olsun  tek  bir  idare  altında  birleştirilebilmiş  olduğunu,  bu  yolla  Türk  
birliğinin   bir   hayal   olmadığını   ispat   etmek   elzemdi.   İkincisi,   Türk   dünyası   şeklinde  
işaretlenen   bu   geniş   coğrafyada,   Kırgız,   Tatar,   Özbek   gibi   farklı   adlarla   farklı  
milletlerin  değil,  bütün  boy,  uruk,  kavim  asabiyyeleri  ile  mekân  planındaki  engellerin  
üzerinde  tek  bir  milletin,  bir  Türk  milletinin  mevcudiyeti  müşterek,  birleştirici  bir  ata  
ve   tarihî   bir   dönemle   desteklenmeliydi.   Bütün   Türkleri,   tek   bir   bayrak   altında  
birleştirmiş  bir  kahraman  olarak  tasarlanan  Türkçü  Cengiz  Han  figürü,  Türkçülüğün  
siyasî   iddiaları   için   bu   açıdan   fevkalede   işlevseldi.   Bu   sebeple   Yusuf   Akçura,   Ziya  
Gökalp,   Ahmed   Ağaoğlu,   Rıdvan   Nafiz   gibi   Türkçüler   çeşitli   yazı,   konferans   ve  
şiirlerinde  Türkçü  Cengiz  Han  figürünü  işlemeye  başladılar.    
Türkçülüğün  siyasî  tezlerine  katılmayan  çevrelerde  Türkçü  tarih  tasavvuru  derin  
bir  rahatsızlık  yarattı.  Osmanlıcılar,  bir  yandan  tarih  tasavvurundaki  genişlemenin  altı  
asırlık   Osmanlı   tarih   ve   tecrübesini   önemsizleştireceği,   diğer   yandan   da   Türk  
milliyetçiliğinin  devletin  parçalanma  sürecini  önlenemeyecek  şekilde  hızlandıracağını  
düşünüyorlardı.   İslâmcılar   ise   bütün   millî   kimlik   taleplerini,   tasarladıkları   muhayyel  
İslâm   milletini   (buradaki   millet   sözcüğünün   ümmete   de   gönderdiği   akılda   tutularak)  
bölmeye   matuf   hareketler   olarak   yorumluyorlardı.   Neticede   Osmanlıcılar   ve  
İslâmcılar,   Türkçülüğün   simgesine   dönüşen   bu   ‘yeni’   Cengiz   Han   tasavvurunun,  
dolayısıyla   Türkçülüğün   temel   iddialarının   karşısına,   klasik   tarih   metinlerindeki  
unsurları  yeniden  üreterek  bir  başka  Cengiz  Han  portresi  koymaya  çalıştılar.  

2.1. Yusuf Akçura’nın Cengiz Han’ı

II.  Meşrutiyet  yıllarında  Cengiz  Han  imgesini  yoğun  bir  şekilde  işleyerek  Türkçü  tarih  
tasavvurunun  ana  kadrosuna  sokan  isimlerin  başında  Yusuf  Akçura  gelir.  Akçura’nın  
Cengiz   Han’a   yönelik   bu   ilgisi   birkaç   bağlamda   tartışılabilir.   İlk   akla   gelen   husus  
Akçura’nın   kökenidir.   Bir   Tatar   Türkü   olarak   ‘Türk-­‐‑Tatar-­‐‑Moğol’   birliğini   sık   sık  
vurgulayan   Akçura’nın,   bu   birliği   somutlaştıracak,   Tatarların   Türklüğünü  
vurgulayacak   bir   tarihî   figüre   ve   döneme   ihtiyaç   duyması   sebebiyle   Cengiz   Han’a  
ehemmiyet  verdiği,  bu  suretle  de  müşterek  kökene  işaret  ederek  hem  Osmanlı  Türk  
dünyasına   katılabilmek   için   Tatarlara   bir   yol   açmaya   çalıştığı,   hem   de   Osmanlı  
Türklerinin   ilgisini   Rusya’nın   hâkimiyeti   altındaki   Türklere   çekmek   istediği  
düşünülebilir.  Daha  kuvvetli  bir  ihtimâl  ise  Akçura’nın  “tevhîd-­‐‑i  etrak”  yahut  “bütün  
Türklük”   şeklinde   kavramlaştırdığı   düşünce   yapısı   vermektedir   ki   onun   resmettiği  
230 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 13. Sayı 4. Aralık 2016

Cengiz  Han  “bütün  Türklük”  idealine  tarihen  olabilirlik  vasfı  kazandırdığı  gibi  çöküş  
psikolojisi  altında  ezilen  Osmanlı  Türklerine  de  yeniden  büyük  devlet  olma  imkânını  
sunuyordu   (Georgeon   1999:   81-­‐‑82).   Bu   açıdan   Cengiz   Han   etrafında   inşa   ettiği  
söylemin   değişen   siyasî   şartlara   göre   zaman   içerisinde   farklı   ton   ve   frekanslarda  
seyretmesi  oldukça  öğreticidir.  
Akçura’nın   Cengiz   Han   üzerindeki   dikkati,   en   yoğun   aşamasını   II.   Meşrutiyet  
yıllarında  yaşamıştır.  Bu  yıllarda  daha  çok  Léon  Cahun’a2  dayanarak  Cengiz  Han’ı  
bütün  Türkleri  birleştiren  ve  dolayısıyla  tarihte  bir  kez  gerçekleşmiş  bir  şeyin  tekrar  
gerçekleşebileceği  çağrışımından  hareketle  “bütün  Türklük  fikrini”  meşrulaştıran  bir  
tarihî   figür   olarak   resmeder.   Oysa   Meşrutiyet’ten   önceki   metinlerinde   Cahun’un  
çizdiği   Cengiz   Han   profili   hususunda   daha   mesafeli   bir   dil   kullanır.   Paris   Siyasal  
Bilgiler  okulunda  hazırladığı  mezuniyet  çalışmasında3  ‘eğer  Léon  Cahun’un  iddiası  sahih  
ise  pek  eski  Türkler  arasında  bile  millî  fikir  hayli  münteşir  idi.  Cengiz  Han  zamanında  onun  
teşvikiyle  Türkler  vatanperver  oldular.  O  zamanda  Türklerin  büyük  Türklük  fikri  vardır’  
diye   yazmaktadır   (Akçuraoğlu   1329:   87).   Görüldüğü   gibi   Cahun’un   iddiasına   ‘eğer  
sahih  ise’  ibaresi  ile  şerh  düşmektedir.  Yine  aynı  çalışmada,  ‘Cengiz  Han,  İl  hanlarının  
saltanatını  iâdeten  tesîs  eylediği  zaman,  aynı  ırkın  muhtelif  unsurlarını  mecz  ile  sıkı  ve  
birleşmiş   bir   devlet   ve   millet   vücuda   getirmek   istemiştir,   diye   rivâyet   olunur’   yazarak  
iddianın   ‘rivâyet’   olduğunu   belirtmekle   yetinir   ve   hatta   atıf   yaptığı   ‘Léon   Cahun   bu  
iddiada  en  ileri  gidenlerdendir’  diye  vurgulama  gereği  duyar  (1329:  90).    
Meşhur   eseri   Üç   Tarz-­‐‑ı   Siyaset’te4   de   Cengiz’in   Türklüğüne   ve   büyüklüğüne  
değinmekle  birlikte,  Türk  milliyetçiliği  fikrinin  tarihte  hiçbir  Türk  devletinde  mevcut  
bulunmadığını  söyleyerek  Cahun’un  ‘Cengiz  Han’ın  bütün  Türkleri  birleştirmek  gibi  yüce  
bir   gaye   ile   Asya’yı   baştanbaşa   fethettiği’   şeklindeki   iddialarına   şüphe   ile   yaklaşmıştır.  
Cahun,  Cengiz  ve  Moğolların  tarafını  tutmaktaydı  ve  söz  konusu  iddialar  henüz  tarih  
tarafından  tamamen  tevsik  edilmemişti  (Akçura  2004:  23).  Akçura’nın  Meşrutiyet’ten  
önce   henüz   ‘turfandadır’   dediği   Türkçülük   siyaseti   için   değer   yüklenebilir   tarihî   ve  
romantik  bir  figüre  pek  ihtiyaç  duymadığı  anlaşılmaktadır.    
Cumhuriyet   döneminde   de,   Türkçülüğün   Tarihi’ni   kaleme   aldığı   çalışmasında  
modern   döneme   odaklanarak   Cengiz   Han’a   herhangi   bir   atıfta   bulunmadan  

2  Fransız  Türkolog  (1841-­‐‑1900).  Özellikle  dilimize  Asya  Tarihine  Giriş  Kökenlerden  1405’e,  Türkler  

ve   Moğollar   ismiyle   tercüme   edilen   eserinin,   Türkçüler   üzerinde   oldukça   etkili   olduğu   ifade  
edilir.  Copeaux  (2006:  32-­‐‑35).  Nitekim  Ziya  Gökalp,  eserin  Necip  Âsım  tarafından  yapılmış  bir  
genişletilmiş   tercümesinin   Türkçülüğe   karşı   ‘her   tarafta   temayüller   uyandırdığını’   beyan   eder  
Gökalp  (2014a:  26).  
3  Çalışma  Osmanlı  Saltanatı  Müessesâtı  Târihine  Dâir  Bir  Tecrübe  adını  taşımakta  olup  mukaddime  

kısmı  II.  Meşrutiyet  yıllarında  Bilgi  Mecmûası’nda  neşredilmiştir.  


4   Üç   Tarz-­‐‑ı   Siyâset,   1904   yılında,   Ali   Kemâl’in   Mısır’da   çıkardığı   Türk   gazetesinde,   üç   bölüm  

hâlinde   neşredilmiştir.   II.   Meşrutiyet’ten   günümüze   kadar   eski   ve   yeni   yazı   ile   müteaddit  
defalar  risâle  şeklinde  basılmıştır.  
II. Meşrutiyet Döneminde İki Farklı Cengiz Han Tasavvuru Mehmet Kaan Çalen 231
 

modernite   öncesinde   kabile   düzeyinde   var   olduğunu   belirttiği   bir   “insiyakî  


milliyetçilik”e  ufak  bir  dokunuş  yapıp  geçer.  Türk  Yılı  1928’de  Türkçülüğe  tarihî  bir  
temel   bulma,   Cengiz   Han   veya   başka   bir   karakter   üzerinden   tarihî   bir   milliyetçilik  
kurgulama  arayışında  değildir  (Akçuraoğlu  1928:  290-­‐‑291).  Demek  ki  Akçura,  uygun  
siyasî   ve   ideolojik   şartların   etkisiyle,   bir   ara   dönem   olarak   II.   Meşrutiyet   yıllarında  
kuvvetli  bir  Cengiz  Han  ve  onun  tarafından  temsil  edilen  tarihî  bir  Türk  milliyetçiliği  
vurgusuna   sahiptir.   Türk   Derneği’nde   verdiği   bir   konferansın   metni   olup   Türk  
Yurdu’nda  tam  11  sayı  tefrika  edilen  ‘Müverrih  Léon  Cahun  ve  Muallim  Barthold’a  
Göre  Cengiz  Han’  başlıklı  yazılarında  bu  hususu  müşahede  etmek  mümkündür.  Bu  
dizi  yazının  Türk  Yurdu’nun  ilk  sayısından  itibaren  yayımlanmaya  başlamış  olması,  
dolayısıyla   Akçura’nın   dergideki   ilk   yazısının   Cengiz   Han   üzerine   oluşu   da  
manidardır.  
Akçura’nın,   tarihî   belgelerle   ispat   edilmemiş   olmasından   ötürü   Meşrutiyet’ten  
önce   mesafeli   durduğu   Cahun’un   iddialarına,   böyle   bir   konferans   metninde   yer  
vermesi   acaba   bu   iddiaların   tarihî   delillerle   ispat   edilmesi   üzerine   mi   olmuştur?  
Metinde  bu  hususa  dair  açık  bir  işaret  yoktur.  Ancak  Batılı  tarihçilerin,  oryantalistlerin;  
siyasî,  dinî,  millî  sebeplerle  tarihi  tahrif  ettikleri  uyarısını  yaparak  Barthold’un  yalnız  
hakikati  arayan  tarihçiler  sınıfına  dâhil  olduğunu  belirtir.  Cahun  için  ise  daha  önceki  
yazılarında   yaptığı   gibi   yine   tedbirli   hareket   ederek   Türklere   ve   Cengiz’e   karşı  
beslediği  muhabbet  sebebiyle  belgelendirilmemiş  iddia  ve  görüşlerini  kullanmadığını  
ifade  eder.  Fakat  Cahun’un  Türklere  muhabbetinin  bazı  tarihçilerin  Türk  düşmanlığı  
karşısında   hiç   mesabesinde   olduğunu   söylemek   suretiyle   aslında   onun   tezlerinin  
kabul  edilebilir  olduğunu  da  ima  etmekten  geri  durmaz.  Nitekim  II.  Meşrutiyet’ten  
önceki  metinlerinde  Cengiz  Han’ın  bütün  Türkleri  birleştirmek  idealiyle  hareket  ettiği  
iddiasını  şüpheli,  yani  belge  ile  tasdik  edilmemiş  bulurken,  artık  sık  sık  bu  ideale  atıfta  
bulunacak  ve  bir  bakıma  önceliğinin  ‘tarihî  hakikat’  arayışından  ‘romantizm’e  doğru  
kaydığını   ihsas   ettirecektir.   Akçura’nın   metni,   ilk   bakışta   bir   tarih   konferansı   gibi  
gözükse   de   aslında   mesele   tarih   değildir,   içinde   yaşanılan   zaman   ve   istikbâldir.  
Tarihten   seçilen   ve   çok   tabiî   olarak   dönüştürülen   kişi,   olay   ve   olgular   üzerinden  
bugün  ve  gelecek  için  yeni  anlamlar  ve  mesajlar  üretilerek  ‘gelenek  icadı’yla  kimlik  
inşa  süreci  tahkim  edilmek  istenir.  
Zaman,   mekân,   siyasî   teşekkül,   din   ve   mezhep   gibi   herhangi   bir   düzlemde  
sınırlamayı  kabul  etmeksizin  Türk  tarihini  bir  bütün  olarak  telakki  etmek;  bu  tarihe  
millî   ve   içeriden   bir   bakış   önermek;   Türkler,   Tatarlar   ve   Moğollar   arasında   köken  
birliğini  vurgulamak;  bu  köken  birliğini  somutlaştıran  tarihî  bir  figür  olarak  Cengiz  
Han’ı  öne  çıkartarak  Türklerin  millî  idealleri  ve  tarihî  kinlerinin  en  yüksek  düzeyde  
temsilcilerinden   biri   mevkiine   oturtmak;   onu   milliyetçi,   laik   ve   hukuka   bağlı  
“modern”   bir   devlet   başkanı   şeklinde   takdim   etmek;   anlatıyı   kuvvetlendirerek  
kurgunun   zayıf   noktalarını   desteklemek   için   İran-­‐‑Turan   kavgası   gibi   tarihî  
232 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 13. Sayı 4. Aralık 2016

cereyanlara  başvurmak;  nihayet  bütün  bu  hususların  sağladığı  imkânlar  ile  tarihî  bir  
Türk  milliyetçiliği  inşâ  etmek  gibi  motifler  Akçura’nın  Cengiz  Han  anlatısındaki  temel  
unsurlardır  ve  kaynağı  büyük  ölçüde  Cahun’dur  (Cahun  2006).  
Öncelikle   Akçura,   Osmanlı   merkezli   tarih   tasavvuruna   muhaliftir.   Türkçüler,  
tarihe   Türk   dünyası   ölçeğinde   bakmayı   deneyerek   zaman,   mekân,   hanedan,   siyasî  
teşekkül,   din,   mezhep   gibi   kriterlerle   Türk   tarihinin   parçalanmasına   karşıdırlar.  
Tarihin  merkezine  bir  devlet  veya  hanedan  yerine  doğrudan  Türk  milleti  yerleştirilir  
ve  bu  suretle  Türk  tarihi  bütün  zaman  ve  mekânlarıyla  kuşatılmak  istenir.  Bu  tavrın  
tabiî  bir  neticesi  olarak  Osmanlı  tarih  yazıcılığında  düşman  telâkki  edilen  Cengiz  Han,  
Timur  ve  Şah  İsmail  gibi  simâlar,  “millî  tarih”in  birer  parçası  hâline  gelir  (Çalen  2013b:  
280-­‐‑281,  287-­‐‑297).  Osmanlılara  çok  zarar  vermiş  bulunan  Napolyon,  Petro  ve  Katerina  
gibi   isimlere   büyük   sıfatını   layık   gören   fakat   Cengiz   ve   Timur   gibi   Türk  
hükümdarlarını   lanetleyen   Osmanlı   tarihleri5   artık   eleştiri   konusudur   (Akçuraoğlu  
1327a:  17).  
Akçura,   bu   durumun   ‘onları   başkalarının   gözüyle   görmemizden,   başkalarının  
beyniyle   anlamamızdan’   kaynaklandığını   ve   bir   tür   kendine   yabancılaşmaya   yol  
açtığını  söyler  ki  II.  Meşrutiyet  ve  Cumhuriyet  yıllarındaki  pek  çok  yazısında  da  Türk  
tarihine   içeriden   bakamayışımıza,   dünya   tarihini   de   kendi   gözlerimizle  
göremeyişimize   ısrarlı   bir   şekilde   temas   etmiştir.   Meselâ   Meşrutiyet   dönemi   ders  
kitaplarının   Fransızca   tercüme   edilerek   hazırlandığını,   dolayısıyla   dünyayı   hep  
Fransızların  gözünden  gördüğümüzü  belirtmiştir.  Kendi  tarihlerimizde  Türkler  için  
‘etrak-­‐‑ı  bî-­‐‑idrak’,  Tatarlar  için  ‘hunhar’  denilmesini  bu  yabancılaşmaya  örnek  olarak  
zikreder.   Atilla,   Cengiz   ve   Timur’u   yabancılardan   öğrenmek,   onlar   hakkında  
düşmanların   ağzıyla   konuşma   zaafını   doğurmuştur.   Bu   bağlamda   Cengiz   Han  

5  Osmanlı  İmparatorluğu’nun  son  dönemindeki  hemen  hemen  bütün  ders  kitaplarında  Osmanlı  

Türklerinin   atası   olan   Kayı   aşiretinin   Cengiz   Han   ve   ‘Tatar   fitnesi’nden   kaçarak   Anadolu’ya  
geldikleri   ifade   edilmek   suretiyle   talebinin   zihninde   kötü   bir   Cengiz   Han   algısı   yaratılır.   İlk  
Türkçülerden  addedilen  Şemseddin  Sami  bile  Cengiz  Han’ı  ‘dünyanın  en  büyük  zâlimlerinden  
ve  hunrîzlerinden’  biri  olarak  tavsif  ederek  onun  İslâm  âlemi  için  büyük  bir  musibet  olduğunu  
belirtir   (Ş.   Sami   1308:   1881).   Bu   konuda   en   temsil   edici   örnek,   Süleyman   Nazif   ve   Tahirü’l-­‐‑
Mevlevî’nin  de  atıfta  bulunduğu  Namık  Kemâl’dir.  Namık  Kemâl,  Emir  Nevruz’da  şöyle  yazar:  
‘Hiç   şüphe   yoktur   ki   altı   bin   bu   kadar   senelik   âlem-­‐‑i   insâniyyetin   mübtela   olduğu   devâhî   içinde  
Tufan’dan   sonra   en   şiddetli   bela,   istila-­‐‑yı   Tatardır.   Cengiz   gibi   kaplandan   yırtıcı,   yılandan   hâin,  
şeytandan  müdessis  bir  reis-­‐‑i  cabbârın  sâika-­‐‑i  âmâl-­‐‑i  hunhârânesiyle  Karakurum  sahralarından  Asya’nın  
her   tarafına   yayılan   milyon   milyon   vahşîler,   memleket   yıkmakta,   insan   telef   etmekte   tufandan   bile   geri  
kalır  âfetlerden  değil  idiler.  Tûfan-­‐‑ı  kebir  mâî  ise;  zuhûr-­‐‑ı  Tatara  da  tûfân-­‐‑ı  ateş  veya  tûfân-­‐‑ı  hûn  denilse  
şâyestedir.  Çünki  bir  fırkası  bir  şehre  hücum  etse  behemehal  yerinde  kemik  yığınından,  bina  hâkisterinden  
başka   bir   şey   kalmazdı.   Bir   ordusu   bir   sahraya   uğrasa   elbette   atları   diz   kapaklarına   kadar   kan   ile  
yoğrulmuş   çamura   batmadan   geçmezdi.   Sübhanallah!   Böyle   bir   beliye-­‐‑i   cihan-­‐‑sûzu   İslam   üzerine   o  
zamanlar  İslâm’ın  makâm-­‐‑ı  hilâfetinde  bulunan  ‘‘  Nasır  Lidînilleh  ’’  taslît  eyledi  !...’  (Pala  1989:  159).  
II. Meşrutiyet Döneminde İki Farklı Cengiz Han Tasavvuru Mehmet Kaan Çalen 233
 

aleyhtarı  söylemin  beslendiği  bazı  temel  metinleri  kaleme  almış  olan  Nâmık  Kemâl  ve  
Abdurrahman   Şeref   beyleri   de   tenkit   ederek   “yabancıların   taktığı   gözlüğü   kırıp  
atarak,  vakâyie,  öz  Türk  gözümüzle”  bakmayı  teklif  etmektedir  (Akçuraoğlu  1327a:  
18-­‐‑19;  Çalen  2013b:  237).  Bu  itibarla  Akçura,  Türk  tarihinin,  hususen  de  Cengiz  Han’ın  
millî   bir   bakış   açısıyla,   yani   çağın   gerçeği   olması   itibariyle   millî   tarihyazımına  
gönderen  metodolojiyle  mütâlaa  edilmesini  ister.  Onun  ilgili  metinlerini  de  her  hâlde  
bu  açıdan  okumak  iktiza  eder.    
Akçura’nın   üzerinde   durduğu   ana   meselelerden   birisi   Türk-­‐‑Tatar-­‐‑Moğol  
birlikteliğidir.   Moğolların   büyük   Türk   ırkının   bir   kolu   olduğunu   söylese   de  
(Akçuraoğlu   1327b:   39),   hatta   bir   yazısında   Tatar   ve   Moğolları   Türklerin  
‘amcazâdeleri’  şeklinde  tavsif  etse  de  (A.  Y.  1327:  117)  bu  açıklamaların  onu  pek  tatmin  
etmediği   anlaşılmaktadır.   Zira   Cengiz   Han’ın   Moğol   değil   Türk   olduğunu,   ‘Şimal  
Türkleri’nin   de   Tatar   değil   Türk   olduklarını   ikaz   etmekten   geri   durmamaktadır.  
Moğolları  Türk  kabul  ettikten  sonra  Cengiz  Han’ın  ayrıca  Türklüğünü  ispat  etmeye  
çalışmanın   bir   lüzumu   yoktur.   Oysa   Akçura,   Cengiz   Han   için   tertip   edilmiş   resmî  
şecereye   dayanarak   onun   Türk   olduğunu   iddia   eder.   İki   ejder   ortasındaki   bir  
kaplumbağa  sembolünden  oluşan  eski  Türk  imparatorluğunun  mührünü  kullanması  
sebebiyle  de  onu  eski  büyük  Türk  imparatorlarının  halefi  olarak  görür  (Akçuraoğlu  
1327d:  115-­‐‑116).  Tatar  ve  Moğolları  sık  sık  Türkler  ile  birlikte  telaffuz  ederek  adeta  bir  
sacayağı   kuran   Akçura,   Türk   kültürü   ve   âdetleriyle   Moğol   kültürü   ve   âdetleri  
arasındaki   benzerliklerden,   eski   zamanlardan   beri   iç   içe   yaşayan   Türkler   ve  
Moğolların   karıştığından,   Cengiz’in   ordusundaki   Moğolların   Türkleştiğinden  
bahseder   ki   zaten   ‘büyük   Türk   ırkının   bir   kolu’   olduğu   beyan   edilen   Moğollar   için  
yapılan  bu  izahât  gereksiz  durmaktadır  (1328d:  41-­‐‑44,  50).    
Cengiz  Han’ı  Akçura’nın  nezdinde  önemli  kılan  hususlardan  birisi  ‘dünyanın  en  
büyük  imparatorluğunu’  kurmuş  olmasıdır  ki  bu  durumu  sık  sık  zikreder,  hatta  bu  
imparatorluğu,   Osmanlı   İmparatorluğu’nun   fevkinde   gördüğünü   hissettirir.  
Türklerin   Asya’da   kurduğu   dört   imparatorluktan   üçüncüsü   olduğunu   ifade   etiği  
‘Mongol-­‐‑Türk  İmparatorluğu’  sadece  bu  dört  imparatorluk  içindeki  en  büyük  olanı  
değildir,  tarihin  kaydettiği  en  geniş  imparatorluktur  (1327a:  22,  1327h:  240-­‐‑241).  
Akçura,  Cengiz  İmparatorluğu’nun  genişleme  siyasetinin  temelinde,  doğu  ve  batı  
seferlerinde  tecessüm  eden  iki  millî  motivasyon  bulur  ve  böylece  hem  Cengiz  Han’ın  
askerî   harekâtını   kuru   bir   ‘talan’   olmaktan   çıkarır,   hem   de   onun   şahsında   millî   bir  
ideal  inşa  eder.  Ebu’l  Gazi  Bahadır  Han  ve  Cahun’a  dayanarak  Cengiz  Han’ın  Çin  
seferini   açma   sebebini   bir   ‘millî   intikam   almak’   şeklinde   tefsir   eder.   Cengiz   Han,  
atalarım  ve  kardeş  uruğum  dediği,  Hun  İmparatorluğu’nu  kurmuş  bulunan  büyük  
Türk   milletinin   Çin’den   intikamını   almak   istemektedir   (1327f:   177-­‐‑178).   Bu   noktada  
Türklerin  tarihî  ideallerinin  ve  kinlerinin  taşıyıcısı  gibi  resmedilir:    
Çin  seferinin  sâik-­‐‑i  fikrîsi,  birleşmiş  Mongolların  akvâm-­‐‑ı  sâireye  tefevvukunu  
234 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 13. Sayı 4. Aralık 2016

temin   ve   Mongollara   revâbit-­‐‑ı   ırkiyesi   muhakkak   olan   ve   Mongolların   reisi  


Timuçin’in  Kara  Kurum’da  han  köterilmesi  ile  resmen  mirası  alınan  Hiyung-­‐‑
nu  Türk  İmparatorluğu’nun  intikam-­‐‑ı  tarihîsini  almaktır  (1327f:  178).  
Garp   seferinin   durumu   daha   karmaşıktır,   çünkü   doğrudan   İslâm   ve   Türk  
dünyasına   yönelik   olan   bu   seferi   tevil   etmek   için   daha   sofistike   bir   yoruma   ihtiyaç  
vardır.  Akçura’nın  cümleleriyle:  
Cengiz'ʹin   edvâr-­‐‑ı   hayâtiyesinden,   Şark   İslâmî   tarih   ve   edebiyatında   en   çok  
mevzû-­‐‑ı   bahs   olan   devir,   cihângîrin,   pâyitahtına   nispetle   garbı,   yani   âlem-­‐‑i  
İslâm’ı   istilâ   zamanıdır.   Bugüne   kadar   aramızda   Cengiz’i   nefret   ve   teline  
müstahak   hûn-­‐‑rîz   bir   canavar   gibi   telakki   ettirten,   ismine   en   ağır   lâkabları  
Türkler   arasında   bile   taktıran,   onun   memâlik-­‐‑i   İslâmiyye’ye   taarruzu,   yani  
garb  seferi  olmuştur  (1327e:  139).  
Akçura,   ‘Cengiz’in   garbı   istilâsının,   daha   derin,   daha   esaslı   sebeplerini   aramak  
ister’   diyerek   Harezmşah   memleketine   gelen   birkaç   Moğol   tüccarının   casusluk  
bahanesiyle   öldürülmesi   üzerine   garp   seferine   çıktığı   fikrine   karşı   olduğunu   beyan  
eder   (1327e:   142).   Bu   daha   derin   ve   esaslı   fikirlerin   ilki,   dünyadaki   bütün   Türkleri  
birleştirmek  emeli,  ikincisi  ise  tarihî  İran-­‐‑Turan  kavgasıdır.  Cahun’a  atıfla  o  zamanın  
bütün  Türklerinde,  Tatarlarında,  Moğollarında  bir  büyük  Türklük  fikri,  yakın  tarihin  
megali   ideaları   addedilen   Pan-­‐‑Cermenizm,   Pan-­‐‑Slavizm   gibi   bir   Pan-­‐‑Türkizm   fikri  
olduğunu,  Cengiz  Han’ın  bütün  siyasî  ve  askerî  faaliyetinin  altında  ana  saik  olarak  bu  
büyük  idealin  yattığını  belirtir  (1327f:  178).  Bu  husus  Cengiz  Han  İmparatorluğu’nun  
neden   o   kadar   genişlediğini   de   izah   eder.   Ernest   Lavisse   ve   Alfred   Rambaud’nun  
Histoire  Générale  isimli  eserinden  yaptığı  iktibasla:    
Maksad-­‐‑ı  ittihâd  ile  delirmiş  bu  çılgın  vatanperverler,  fikr-­‐‑i  vatanla  mutaassıb  
bu   kızgın   dal   kılınclar,   Türk   bulacaklarını   tahmin   ettikleri   memâliki   tâ  
nihâyetine   kadar   zabt   ve   istilâ   etmek   istiyorlardı;   işte   bu   sâik   iledir   ki   o  
zamanın   malûm   dünyasını   baştanbaşa   fethettiler,   hiç   olmazsa   atlarına  
çiğnettiler;   zira   onlar   nazarında   Türk,   dünyanın   her   tarafında   mevcud   idi  
(1327f:  178).  
Cengiz  Han,  daha  Timuçin  iken  Moğol,  Tatar  ve  Türk  kabilelerini  birleştirmek  
yolunu   tutar   (1327c:   78).   Doğu   ve   batı   Moğolistan’daki   kabileleri   birleştirmeyi  
başardığında  da  Cengiz  unvanını  alır  (1327d:  114).  Doğuda  Türk  birliğini  tesis  eden  
‘büyük  hakanın  büyük  başı,  garba  âit  büyük  emellerle’  doludur.  ‘Türk  kavim  ve  kabilelerinin  
hepsini,  Gök  Mongollarla  karıştırıp,  yerleştirip  Asya’nın  yegâne  hâkimi  kılmak  emeline  vücud  
vermek  için,  geceli  gündüzlü  uğraşmaya’  başlar.  (1327f:  179).  Doğudaki  Türkleri  birleştiren  
Cengiz,   şimdi   batıdaki   kardeşlerini   de   aynı   bayrağın   altında   toplamak   istiyordu.  
‘Mezalim’  diye  anılan  garp  seferinin  hakikî  sebebi  bundan  ibaretti:    
Cengiz,  merkezî  ve  garbî  Asya’ya,  iki  üç  casusu  katlolunduğu  için  değil,  bu  
büyük  fikrin,  bu  büyük  idealin  kuvveden  fiile  ihrâcı  için  saldırdı...  Cengiz’in  
bütün   o   kanlı   muhârebâtı,   millî,   mukaddes   planının   tatbiki   uğrunda   olacak;  
II. Meşrutiyet Döneminde İki Farklı Cengiz Han Tasavvuru Mehmet Kaan Çalen 235
 

mağlubiyetler   makhûriyetler,   musîbet   ve   felâketler,   ona   karşı   gelen,   Çinli,  


İranlı,  veya  İranlılaşmış  Türkler  üzerine  çökecektir...  (1327f:  178-­‐‑179)  
Yukarıdaki  söylem  parçasında  Akçura’nın  kullandığı  ‘İranlılaşmış  Türkler’  tabiri  
fevkalâde   önemlidir.   Aşağıda   görüleceği   üzere   Cengiz   Han’ın   Türkleri   birleştirmek  
şeklinde   bir   emelinin   olmadığını   iddia   eden   isimler,   en   çok   garp   seferi   üzerinde  
duracaklar  ve  Cengiz  Han’ın  Türk  illerinde  yaptığı  mezalimden  hareketle  bir  Türklük  
fikrine  sahip  olmadığını,  karşı  tez  olarak  ileri  süreceklerdir.  Anlatısının  zayıf  taraflarını  
iyi  bilen  Akçura,  bu  itirazların  gelebileceğini  önceden  sezmiş  ve    ‘İran-­‐‑Turan  kavgası’  
formülüyle   bu   çıkmazı   aşmaya   çalışmıştır6.   Bu   kavgada   yanlış   tarafta   saf   tutan  
‘İranlılaşmış  Türkler’e  de  Cengiz’in  Türk  illerindeki  harekâtını  meşrulaştıran  bir  işlev  
yüklemiştir.   Akçura,   bir   siyasî   tarihsöylem   alanı   olarak   İran-­‐‑Turan   dikotomisine  
dayalı   tarihî   mücadelenin   Fars   siyaset   geleneğinde   çok   eski   bir   anane   olduğunu,  
Firdevsî’nin   Şehnâme’sine   atıf   yaparak   tarihten   önce   başlayan   bu   kavganın   en   eski  
safhasının   destanî   olarak   anlatıldığını   hatırlatır.   Bu   kavgada   maddî   kuvvet  
Turanîlerde  olmakla  birlikte  tahmin  edilebileceği  gibi  manevî  üstünlük  Farslardadır.  
Zira  Akçura,  İran’ı  şarkın  en  medenî  ve  ilerisi  ülkesi  kabul  eder  ki  İslâm  dünyasının  da  
hicrî  ikinci  asırdan  sonra  fikrî  ve  hissî  olarak  İran  hâkimiyetine  girdiğini  iddia  eder.  
Türkler  siyasî  ve  askerî  olarak  İran’a  hâkim  olmuşlardır  fakat  çok  geçmeden  ‘İran  his  
ve  fikri,  İran  ulûm  ve  edebiyatı,  İran  sanâyi  ve  hirfeti,  hasılı  İran  medeniyeti  bunları  yenmiş,  
Farslaştırmıştır...  Kuvve-­‐‑i  maddiyeye  karşı,  kuvve-­‐‑i  mâneviye,  kılıca  karşı  kalem  galebe  çalmış,  
son  söz  hep  medeniyetçe  yüksekte  duranın  olmuştur...’  (1327e:  139-­‐‑140).    
Görüldüğü  gibi  İran  üzerinde  siyasî  ve  askerî  hâkimiyet  kuran  Türkler,  zamanla  
İran  medeniyetinin  etkisiyle  İranlılaşmaya  başlamaktadırlar.  Akçura,  Sebük  Tegin’in  
oğlu  Gazneli  Mahmud’un  Firdevsî’ye  Şehnâme’yi  yazdırtmasını  İran  medeniyetine  bir  
boyun   eğme   olarak   mütâlaa   eder.   Cengiz   Han’ın   karşısında   Harezmşahların  
konumunu   da   İran-­‐‑Turan   kavgası   ile   tayin   ederek   Cengiz   Han’ı   Afrasyab’a,  
Celaleddin   Harezmşah’ı   ise   Zaloğlu   Rüstem’e   benzetir.   Bu   sebeple   İranlı   şair   ve  
tarihçilerin  Cengiz’i  lanetleyip  Celaleddin’i  övdüklerini  belirtir.  Bu  bağlamda  Cengiz  
Han’ın   garp   saferini   İran-­‐‑Turan   kavgasının   yeni   bir   safhası   addederek   Osmanlı  
dünyasındaki  bildik  tavrın  aksine  Cengiz  Han  lehine  ve  Turan’a  karşı  İran’ı  müdafaa  
edecek   derecede   Farslaşmış   olduklarını   iddia   ettiği   Harezmşahlar   aleyhine   yeni   bir  
tarih   tasavvuru   kurmaya   çalışır.   Daha   önemlisi   Osmanlı   dünyasındaki   geleneksel  
Cengiz  Han  aleyhtarı  duruşu,  aynı  İranlılaşmak  zaafıyla,  Osmanlı  Türk  geleneksel  ve  
hatta   Tanzimat   sonrası   tarih   tasavurru   ekseninde   kalem   oynatan   ulemâ-­‐‑üdebâ  
temsillerini  bu  açıdan  malul  görür.  Cengiz  Han’ın  şamanî,  Müslümanların  da  büyük  
kısmının  İran  tarafında  olmasından  istifade  eden  “uyanık”  İran  medeniyetinin,  İran-­‐‑
Turan  kavgasından  başka  bir  şey  olmayan  bu  mücadeleyi  Müslüman-­‐‑Kafir  kavgası  

6  İran-­‐‑Turan  savaşları  için  bakınız:  (Karatay  2015:  249-­‐‑272).  


236 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 13. Sayı 4. Aralık 2016

şekline   sokabildiğini,   bu   suretle   İslâm   dinini   kendi   millî   menfaatleri   için   kullanarak  
Turan’ın  temsilcisi  olan  Cengiz  Han’a  karşı  Türkler  de  dâhil  olmak  üzere  bütün  İslâm  
dünyasını  seferber  edebildiğini  söyler.  Cengiz  Han  hususunda  dinî  bir  tarih  okuması  
yapmayan   Akçura,   Namık   Kemâl’in   bu   vadideki   düşüncelerini   de   aynı   etkinin   bir  
neticesi  olarak  görür  (1327e:  140-­‐‑141).    
Cengiz’in   zalimliğine,   kan   dökücülüğüne   yönelik   iddiaları   ise   ilk   ve   ortaçağda  
savaşların   zaten   çok   kanlı   olduğunu,   ‘muharebeye   aşure   dağıtmak   için   gidilmediğini’,  
Cengiz’in   de   zamanındaki   savaş   adabı   çerçevesinde   hareket   etmekten   fazla   bir   şey  
yapmadığını   söyleyerek   cevaplamak   ister.   Namık   Kemâl   ve   Abdurrahman   Şeref  
beylerin  Cengiz  aleyhindeki  sözleri  için  de  ‘o  zamanın  yakın  şarkında  şecâat,  mertlik  gibi  
ahlâk-­‐‑ı  hasenenin  ne  kadar  aşağı  bir  derece[ye]  düşmüş  olduğunu  göstermekten  başka  bir  şey  
ispât  etmez…’  der.  Cengiz  Han’ın  medeniyete  zarar  vermediğine,  aksine  Moğolların  
Çin   medeniyeti   ile   diğer   medeniyetler   arasında   rabıta   kurduğuna   da   temas   etme  
gereği   duyar   (1327g:   202,   206).   Özellikle   aşağıdaki   satırlar   Akçura’nın   ve   Türkçü  
çevrelerin,  tarih  tasavvurunu  imlemesi  bakımından  kıymetlidir:    
Cengiz’in   kopardığı   fitne,   meselâ   İskender-­‐‑i   “Kebîr”inkinden   daha   ziyâde  
midir?  Timur’un  döktüğü  kan,  farazâ  “büyük”  Ramses’inkinden  daha  fazla  
mıdır?  Öteden  beri,  büyük,  kebîr,  mefharetli  unvanlarını  kazanan  fâtihlerin  
mümtaz   seciyeleri   geniş   ülkeler   zabtetmek   ve   bunun   için   de   çok  
muhârebeler   edib   çok   kan   dökmek olduğu   hâlde,   Cengiz   ve   Timur’a  
büyüklük   isnâd   ettirtmeyen,   onları   muttasıl   kendi milletdaşlarının  
hakâretlerine  maruz  kılan  illet  acaba  nedir?..  Türk  hanlarının  hepsi,  vahşi  
orduların   korkunç   başbuğlarından   mı   ibâret   idiler?   Türk   ordularının  
geçtikleri   yerlerde,   filvâki,   ot   bitmeyecek   gibi   harâbeler   mi   kalırdı?   Türk  
dimağlarında   medeniyet   hissinin,   umrân   arzusunun   zerresi,   Türklerin  
amellerinde  insaniyet  muhabbetinin,  saâdet-­‐‑i  beşeriyye  emelinin  nişânesi  
yok  muydu?  Hâsılı  Türk  istilâları  vahşi  insan  sellerinin  tabiî  taşmasından  
mı  ibâretti?  (1327a:  17-­‐‑18)  .  

Akçura   burada   vahşet-­‐‑medeniyet   karşıtlığından   hareketle   yerleşik   tarih  


söylemenin  verilerini  kullanarak  Cengiz  Han  karşıtı  söylemi  güdükleştirmeyi  dener.  
Mesele  vahşet  ve  kan  dökmek  ise  medeniyet  tarihinde  kendilerine  özel  bir  yer  tahsis  
edilen  Büyük  İskender  ve  Ramses  gibi  isimler  de  en  az  Cengiz  ve  Timur  kadar  kan  
dökmemişler  midir?  Büyük  fetih  hareketlerini  savaşmadan  ve  öldürmeden  yapmanın  
başka  bir  yolu  var  mıdır?  Mesele  medeniyet  ise  özel  olarak  Türk  hanları,  genel  olarak  
bütün   Türkler   medenî   sıfatının   hiçbir   tecellisini   hak   etmeyecek   derecede   insanlık  
hissinden   habersiz   miydiler?   Akçura,   okura   yönelttiği   bu   tip   sorularla,   bir   yandan  
Cengiz’in   Büyük   İskender   ve   Ramses   gibi   medenî   zalimlerle   mukayesesini   temin  
ederek  onun  döktüğü  kanı,  dünya  tarihindeki  diğer  fâtihlerin  döktüğü  kanla  eşitlerler  
ve  bir  bakıma  tarihî  harekâtı  içinde  talileştirerek  önemsizleştirir,  diğer  yandan  Avrupa  
merkezci  tarih  kurgusunun  medeniyet  tekelini  kırmayı  dener.  
II. Meşrutiyet Döneminde İki Farklı Cengiz Han Tasavvuru Mehmet Kaan Çalen 237
 

Akçura’nın  metin  içinde,  bazen  örtük  ve  satır  aralarında,  bazen  alenî  bir  şekilde  
Cengiz  Han’a  yüklediği  vasıflar  son  derece  öğreticidir.  Sadece  dünyadaki  en  büyük  
fatih   değil   aynı   zamanda   insanlık   tarihinde   sayıları   birkaç   düzineyi   geçmeyen  
dehâlardan   biri   mevkiine   yükselttiği   (1328b:   305)   Cengiz   Han’ı,   adeta   modern   bir  
ulus-­‐‑devlet  kurucusu,  laik,  demokrat,  hukuka  bağlı,  milliyetçi  bir  devlet  başkanı  gibi  
görür.   Bir   müstebit   olmayan   Cengiz   Han,   ilini   keyfî   bir   surette   idare   etmez,   çünkü  
yasa  ve  töreye,  yani  yazılı  ve  yazılı  olmayan  kanunlara  uyacağına  dair  yemin  etmiştir.  
Üstelik   ‘seçim’le   Kağan   olmuştur   (1328a:   269).   Düşmanları   tarafından   lanetlenen  
Cengiz’e  kendi  tebaası  tarafından  Tanrı-­‐‑kut  denilerek  adeta  tapılması,  yasa  ve  töreye  
bağlı  yönetiminden  ve  aslında  milleti  temsil  etmesinden  kaynaklanmaktadır  (1328b:  
308).  Akçura  intizam  ve  asayiş  işlerinde  sert  ve  şiddetli  olan  törenin,  özellikle  din  ve  
ibadet   işlerindeki   özgürlükçü   hüviyetini   öne   çıkarır.   Cengiz   Han’ın   “umûr-­‐‑ı  
mezhebiyedeki  müsâadekârlığı  ve  hürriyetperverliğini”  dikkate  değer  bulur.  Çünkü  
“tesîs   ettiği   devlet,   o   yanda   [din   işlerinde]   hürriyet-­‐‑perver,   fîkr-­‐‑i   millîyet   üzerine  
müstenid,   bir   devlet-­‐‑i   cismâniyye”dir   (1328c:   326-­‐‑327).   Timuçin’i   Cengiz   Han   ilân  
eden   kurultay   da   “mütecânis   bir   milletin   meclis-­‐‑i   mebusânı”dır   (1327e:   142).”  
Anlaşıldığı  üzere  Akçura,  yaşadığı  dönemin  dinî  müsâmahakârlık,  hürriyet-­‐‑perverlik,  
milliyet  fikri,  laik-­‐‑üniter-­‐‑merkeziyetçi  devlet,  homojen  millet,  millet  meclisi  gibi  zinde  
kavramlarını   tarihe   taşıyarak   bir   yandan   Cengiz   Han’ı   adeta   modern   bir   devlet  
başkanı   gibi   takdim   eder,   diğer   yandan   da   bu   kavramları   tarihî   bir   miras   hâline  
getirerek  hâlde  ve  gelecekte  kurulması  gereken  ideal  düzeni  görünür  kılar.  Akçura,  
eski  Türk  ilhanlıklarının  birer  kabile  konfederasyonu  olduklarını  hatırlattıktan  sonra  
Cengiz  İmparatorluğu  için  şöyle  der:  ‘Cahun’a  istinâden  şimdiye  değin  söylediklerimizden  
anlaşılıyor  ki,  Cengiz  Kaan,  İlhanlığa  dâhil  olmuş  olan  kavim  ve  kabileleri  sımsıkı  birleştirip  
meczederek   bir   millet,   İlhanlığı   heyet-­‐‑i   müttefikesini   merkeziyetle   idâre   olunur   bir  
devlet  hâline  getirmek  istemiş  ve  buna  çalışmıştır’  (1328a:  268-­‐‑269).  
Akçura’nın  Cengiz  Han  anlatısıyla  vermek  istediği  mesaj  aslında  gayet  açıktır:    
Türklerin   ittihâdı,   bugünlerde   vukua   gelmekte   olan   bir   hâdise   değildir;   pek  
uzak  bir  mâzide  olup  bitmiş  bir  vâkıadır.  Birçok  asırlar  evvel  Cengiz  Han’ın  
fütuhâtı   neticesi   olarak   umûm   Türkler   birleşmişti   (1328d:   50).   O   hakanlığı  
kuran,   onu   bir   müddet   devam   ettiren   Türk-­‐‑Tatar-­‐‑Mongol   milleti   elyevm  
mevcuttur   ve   bu   millet   o   zamandan   beri   asla   eksilmemiş   bilakis   artmıştır...  
(1328c:  329-­‐‑330).  

2.2. Türkçü Yayınlarda Cengiz Han

II.  Meşrutiyet  döneminin  Türkçü  yayınlarında  yapılacak  ayrıntılı  bir  taramada  Cengiz  
Han   ismine   sık   sık   tesadüf   etmek   mümkün   olacaktır.   Birkaç   örnek   vermek  
mümkündür:    
Cengiz  Han’ınki  gibi  büyük  istila  hareketlerini  ‘birleştirici  ve  kaynaştırıcı’  olması  
238 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 13. Sayı 4. Aralık 2016

sebebiyle  önemli  ve  olumlu  bulan  Ziya  Gökalp’in  (Gökalp  2014b:  60)  “Turan”,  “Altun  
Yurt”,  “Ergenekon”  gibi  şiirlerinde  romantik  bir  Cengiz  Han  algısını  beslediği  açıktır.  
Ancak   romantik   Cengiz   Han   figürüne   rağmen   Gökalp’in   Cengiz   ve   Moğollar  
konusundaki   düşünceleri   çelişiktir.   Mesela   bir   yazısında   Cengiz   Han’a   tâbi  
Moğolların  Türk  medeniyetini  ve  Türk  dinini  kabulden  sonra  Türkleştiklerini  yazar  
(Gökalp  1917:  151).  Azerbaycanlı  Türkçü  yazar  ve  gazeteci,  politikacı,  1905  Devrimi  
sonrası,   Rusya   Türkleri’nde   siyasî   ve   edebî   matbuatın   etkili   seslerinden   Füyüzat’ın  
naşiri,   1917   Ekim   Devrimi   sonrası   ise   geleceğini   Türkiye’de   kuracak   olan   Ahmed  
Ağaoğlu,   “lânetle   yâd   ettiğimiz”   Cengizlerin,   Timurların,   Safevîlerin   birer   Türk  
hükümdarı   olduğunu   ifade   eder   (Agayef   1327:   15).   Türk   ütopyalarından   Gönül  
Hanım’ın  yazarı  Ahmed  Hikmet  (Müftüoğlu)  Bey  ise  Turanî  ırkın  Hunlardan  itibaren  
Atillaların,   Cengizlerin,   Hülâgûların   vs.   kumandasında   dünyanın   dört   bir   tarafını  
hâkimiyet  altına  aldığını  söyler  (Ahmed  Hikmet  1328:345-­‐‑346).  Akçura  ve  Ziynetullah  
Nuşirevan   da   Türk   tarihinin   devirlere   taksimi   üzerine   kalem   tecrübesinde  
bulunurlarken,  Cengiz  Han’ı  Türk  tarihinde  “çağ  açıp  kapayan  bir  simâ”  olarak  vaz’  
ederler  (Çalen  2013b:  60-­‐‑64).    

2.2.1. Rıdvan Nafiz’in Küçük Türk Tarihi Eserinde Cengiz Han

Yusuf  Akçura’nın  Cengiz  Han  tasavvurunu  aynen  yansıtması  itibariyle  ve  etkisinin  
Türkçü   entellektüeller   üzerinde   duyulduğunu   göstermesiyle   üzerinde   durmaya  
değer  bir  metin  daha  bulunmaktadır.  Bu  metin;  Cengiz’in  laik,  hukuka  bağlı,  bütün  
Türkleri   birleştirmek   emeliyle   hareket   eden   milliyetçi   bir   figür   olarak   resmedilmesi,  
İran-­‐‑Turan   kavgası,   Acemleşmiş   Türkler   gibi   Akçura’nın   anlatısındaki   kurucu  
unsurları  ihtiva  eden,  Rıdvan  Nafiz’e7  ait  ve  Türk  Yurdu  Kitaphanesi  tarafından  1913  
yılında   basılmış   olan   Küçük   Türk   Tarihi   kitabıdır.   İki   anlatıdaki   benzerlik   hem  
Akçura’nın  etkisinden,  hem  de  müşterek  mehaz  Cahun’dan  neşet  etmiş  olmalıdır.  
Rıdvan  Nafiz,  ‘medenî  kavimler  arasında  bizim  kadar  tarihine,  mâzisine  yabancı  
bir   kavim   gösterilemez’   der   ve   bu   kendi   tarihine   yabancı   olma   hâlini,   Anadolu  
Türklüğü  ve  Osmanlı  tarihinden  ibaret  olan  Osmanlı  tarih  yazıcılığı  ile  temellendirir.  
Osmanlı  Türkleri,  sınırları  haricindeki  Türkleri  ‘Tatar’  nâmıyla  Türklükten  çıkarmak  
gibi  bir  geleneğe  sahip  olsalar  da  onun  nazarında  ‘Tatarlar,  Moğollar,  Kırgızlar,  Özbekler,  
Türkmenler  ve  ilh.  Türk  denen  ve  Asya’nın  yarısını,  Rusya  Avrupası’nın  cenubunu  kaplayan  
ulu  ve  şanlı  bir  soyun  ufak  bir  şubesi’dir  aslında  (Rıdvan  Nafiz  1329:  3-­‐‑4).  Rıdvan  Nafiz,  
Türkçülüğün  Türk  dünyası  ölçekli  tarih  tasavvuruna  uygun  olarak  tarihi  zaman  ve  
mekân  planında  genişletir  ve  Akçura  da  olduğu  gibi  Türk-­‐‑Tatar-­‐‑Moğol  birlikteliğini  

7   Rıdvan   Nafiz   Edgüer,   1891   Selanik/Ustrumca   doğumludur.   Çeşitli   okullarda   tarih  

öğretmenliği   ve   idarecilik   yapmıştır.   Üç   dönem   Meclis’te   Manisa   milletvekili   olarak  


bulunmuştur.  1948  yılında  vefat  etmiştir  (TBMM  Albümü  2010:  345).  
II. Meşrutiyet Döneminde İki Farklı Cengiz Han Tasavvuru Mehmet Kaan Çalen 239
 

vurgular.   Osmanlı   tarihini   de   bu   büyük   tarihinin   içine   oturtur.   Buradan   hareketle  


Osmanlı   ders   kitaplarındaki   Cengiz   Han   ve   Tatarlar   aleyhindeki   ifadeleri   tenkit  
ederek  bu  kitaplarla  yetişen  talebelerin  Türk  ve  Tatarları  ayrı  birer  millet  zannettiğini,  
‘Türkülüğün  en  büyük  ve  iftihara  şayan  kahramanı  olan  Cengiz  Han’ı  kan  içici  bir  canavar’  
bildiğini,   dolayısıyla   Türkler   tarafından   yazılan   tarih   kitaplarının   ‘öz   kardeşini,   öz  
atasını’   zalim   olarak   tanıttığını   belirtir.   Akçura   gibi   Rıdvan   Nafiz   de   bu   durumu  
‘yabancı  ve  mağlup’  milletlere  mensup  tarihçilerin  Türk  büyüklerine  sürdüğü  leke  ile  
izah  eder  (1329:  4-­‐‑5).    
Rıdvan   Nafiz’in   96   sayfalık   kitabının,   giriş   kısmındaki   bu   değerlendirmeler   ile  
çeşitli  bölümlerdeki  ifadeler  müstesna,  24  sayfası  Cengiz  ve  haleflerine  tahsis  edilmiş  
ve   bu   bölümde   Cengiz   Han’a   ait   üç   adet   resim   kullanılmıştır   (Ek-­‐‑1,   Ek-­‐‑2,   Ek-­‐‑3).  
Eserde,   Cengiz   Han,   yine   bütün   Türkleri   tek   bayrak   altında   toplayarak   kabile  
bağlarının  üstünde  tek  bir  millet  hâline  getirmek  isteyen  “milliyetçi”  bir  figür  olarak  
resmedilmiştir.  Rıdvan  Nafiz,  Oğuz  Han  bahsinde,  Oğuz’un  padişah  olduktan  sonra  
Tatar  ve  Moğol  Türklerini  birleştirdiğini  ifade  eder.  Cengiz  Han’a  da  aynı  misyonu  
yüklemesi,  onu  adeta  ikinci  bir  Oğuz  Han  yapar.  Siyasî  bir  düşünce  olarak  biçimlenen  
Türk   milliyetçiliğinin   tarihî   seyri   içinde,   entellektüellerin   tarih   kurgusunda,   ister  
Osmanlı   sahasında,   ister   Rusya   sahasında   o   gün   için,   kendilerini   daha   gerilere  
götürerek   ve   örnekleyerek,   her   türlü   asabiyyenin   üstünde   (din,   mezhep   ve   soy-­‐‑boy  
bağı,   kabile,   aşiret,   uruk)   Türkleri   (:   Türk   kavimleri,   akvam)   birleştirmiş   bir   tarihî  
kahramana  sürekli  ihtiyaç  duydukları  görülmektedir.  Öyle  ki  II.  Meşrutiyet  yıllarında  
bu  işlevi  Cengiz  Han  görürken,  Cumhuriyet  yıllarında  onun  yerine,  modern  milletin  
varlığı  için  Oğuz  Han  ikâme  edilecektir.  Rıdvan  Nafiz’in  metninde  iki  figür  birlikte  
kullanılmıştır   (1329:   15,   41-­‐‑47).   Cengiz   Han’ın   ağzından   söylenen   şu   söz,   bütün  
meramı  karşılamaya  kâfidir:  “artık  bundan  sonra  kabile  yok,  millet  var  (1329:  46-­‐‑47).”  
Rıdvan   Nafiz,   zapt   edilen   yerlerde   Türklere   diğer   milletlerden   farklı   muamele  
edildiğini   hissettirmek   suretiyle   de   Cengiz’in   Türk   birliği   siyasetini   pekiştirir.  
Macaristan’a   kadar   rast   gelinen   bütün   milletler   çiğnenirken,   Türk   kavimlerine  
kardeşçe  muamele  edilerek  yavaşlıkla  itaat  altına  alınmaları  temin  edilir  (1329:  52).  
Rıdvan  Nafiz  de  Cengiz  Han’ın  Çin  ve  garp  seferlerini,  Akçura’nın  metnindeki  
unsurlarla   izah   eder.   Çin   seferinin   sebebi   Cengiz   Han’ın   ‘dedelerim   ve   akrabam’  
dediği  Hiyung-­‐‑nu  Türklerinin  öcünü  almaktır  (1329:  48).  Garp  seferi  hususunda  da  
Calaleddin  Harezmşah’ın  kibir  ve  kötü  ahlâkı  ile  Harezm  Türklerinin  Türklüklerini  
unutarak   Acemleşmelerinden   bahsederek   seferi   meşrulaştırır.   Halife’nin   de  
Celaleddin  ve  Cengiz’in  arasını  bozmak  için  uğraştığına  temas  eder.  Namık  Kemâl  ve  
diğer   Osmanlı   Türk   yazarlarının   aksine   Harezmşahları   merkeze   alarak   değil,  
Cengiz’in   zaviyesinden   bir   anlatı   inşa   ederek   okuyucuyu   da   buna   göre  
konumlandırmaya   çalışır   (1329:   48-­‐‑50).   Akçura’da   olduğu   gibi   tarihî   bir   İran-­‐‑Turan  
kavgasına   atıf   yaparak   Cengiz’in   Acemlerin   karşısına   bir   Türk   kahramanı   olarak  
240 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 13. Sayı 4. Aralık 2016

çıktığını  ifade  eder.  İran’ı  mağlup  ettiği  için  İranlı  tarihçiler  onun  hakkında  zalim  ve  
kan   dökücü   gibi   kötü   sıfatlar   kullanmaktadır.   Cengiz’i   İranlı   tarihçilerden   öğrenen  
Osmanlı   Türkleri   de   onu   İranlılar   gibi   lanetle   anmaktadır.   Oysa   Cengiz   Han,  
Fransızların  Napolyon’u,  Moskofların  Petro’su,  Almanların  Frederick’i  kadar  büyük  
bir  ‘millî  kahraman’dır  ve  her  Türk  onu  hürmetle  yâd  etmelidir  (1329:  54-­‐‑55).  
Küçük   Türk   Tarihi’nde   de   Cengiz’in   kanuna   bağlılığı   özel   temas   noktalarından  
birini  teşkil  eder.  Kanuna  ve  hukuka  bağlı  olmak,  töre-­‐‑yasa  ve  yasak  ile  kayıtlı  olmak,  
II.   Meşrutiyet   yıllarının   ve   Jön   Türk   ideolojisinin   frekans   eşiği   en   yüksek  
kavramlarından  birisi  olan  “müstebid”  olmaktan,  dolayısıyla  II.  Abdülhamid  ve  Rus  
Çarlarının   otoriter   yönetim   tarzlarından   Cengiz’i   masun   tutmaktadır.   Cengiz’i  
hükümdar  yapan  da  “kurultay”dır  zaten.  Türk  âdetlerini  toplayarak  vücuda  getirdiği  
“yasa”ya   herkesten   çok   o   itaat   etmiştir.   Hukuka   bu   derece   bağlı   böyle   bir   adama  
‘vahşi,  canavar,  insanlık  duygusundan  mahrum’  demek  Rıdvan  Nafiz’e  göre  insafsızlıktır  
(1329:   45-­‐‑47,   56).   Cengiz’in   olmasa   bile   askerlerinden   bir   kısmının   fenalık   yaptığını  
kabul   eder,   ancak   yüz   binlerce   neferden   oluşan   büyük   bir   ordudaki   her   askerden  
Cengiz’in  sorumlu  tutulamayacağı  şeklinde  bir  savunma  pozisyonunu  da  bırakmaz.  
Kaldı  ki  zorla  zapt  edilen  şehirlerde  kan  döküldüyse  de  kendisi  teslim  olan  şehirlerin  
ahalisine  dokunulmamış,  âlim  ve  sanatkârlara  hürmet  gösterilmiştir  (1329:  50,  55-­‐‑56).  
Cengiz’in   bir   başka   hususiyeti,   Akçura’nın   da   işaret   ettiği   üzere   dinler   üstü,  
dinlere   eşit   mesafeli,   modern   ifadesiyle   ‘laik’   tutumudur.   Millet   içinde   her   dinden  
insan   vardı   ancak   onları   din   ayırmıyor,   millet   sevgisi   birleştiriyordu.   Müslüman,  
Hristiyan,   putperest   yoktu,   ‘Gök-­‐‑Moğolluk’,   ‘Türklük’   vardı.   Hatta   Rıdvan   Nafiz,  
Cengiz’in   torunlarının   başka   dinlere   girmeleri   sebebiyle   aralarında   kavga   ettiklerini  
söylemek  suretiyle  üstü  kapalı  da  olsa  dinin  birleşik  Türklüğü  parçalayacağını  da  ima  
etmiştir.   Ancak   bütün   bu   laiklik   vurgusu   içinde   Cengiz’in   en   ziyâde   İslâmiyet’i  
beğendiğini  de  söylemeden  edemez.  Zapt  edilen  memleketlerde  de  herkesin  dinine  
hürmet  edildiğine  dair  yapılan  küçük  dokunuşlar  hem  laiklik  iddiasını  pekiştirmekte,  
hem   de   Cengiz   Han   aleyhindeki   kötü   imgeyi   besleyeci,   indirgeyici,   sık   tekrara  
bırakılan  söylemi  yumuşatmaya  yaramaktadır  (1329:  52,  55,  59).  

2.2.2. Türkçü Cengiz Han Tasavvurunun Etkileri

Türkçü  tarih  tasavvurunun  etkisiyle  II.  Meşrutiyet  dönemi  tarih  ders  kitaplarında  da  
kısmî   değişimin   olduğunu   gözlemlemek   mümkündür.   Türk   ve   İslâm   tarihinden  
önemli  isimlerin  biyografilerinin  yer  aldığı  kıraat  kitaplarına,  Türkçü  metinlerdeki  gibi  
romantik   bir   anlatıyla   olmasa   da   Maarif   Nezareti’nin   talimatıyla   Cengiz   Han’ın  
biyografisi  de  girmeye  başlar  (Maarif-­‐‑i  Umûmiyye  Nezâreti  1329:  40;  Ali  Reşâd  1332:  
44-­‐‑46;  Ahmed  Refik  1330:  25-­‐‑27).  Osmanlı  tarihi  kitaplarında  da  Cengiz  Han  imajına  
küçük   rötuşlar   yapılır.   Mesela   Ahmed   Refik’in   Balkan   Savaşları’ndan   önce   kaleme  
II. Meşrutiyet Döneminde İki Farklı Cengiz Han Tasavvuru Mehmet Kaan Çalen 241
 

aldığı  ders  kitaplarında  Osmanlı  tarih  tasavvurundaki  zalim  ve  merhametsiz  Cengiz  
Han   imajı   aynen   kopyalanırken,   söz   konusu   kitapların   daha   sonraki   baskılarında  
Cengiz   Han’a   izafe   edilen   olumsuz   vasıfların   çıkarıldığı,   gerek   artık   Türk   oldukları  
vurgulanmaya  başlanan  Tatar  ile  gerekse  Osmanlı  ve  İslâm  öncesi  Türklük  ile  daha  
sıkı  bağların  kurulmaya  çalışıldığı  müşahade  edilir  (Çalen  2013b:  s.  295-­‐‑297;  Ahmed  
Refik  1327:  4;  Ahmed  Refik  1329:  4).  Hatta  bazen  1914  tarihli  Tarih  Okuyorum  isimli  
eserinde   olduğu   gibi   “Turan’ın   en   büyük   padişahı”   olduğu   belirtilen   Cengiz   Han,  
Türkleri  birleştiren,  Türklere  nizâm  ve  kanun  veren  bir  şahsiyet  olarak  takdim  edilir  
(Ahmed  Refik  1330:  25-­‐‑26).    
Türkçü  Cengiz  Han  tasavvurunun  entellektüel  çevrelerdeki  etkilerini  göstermesi  
bakımından  ilginç  bir  hâdiseyi  de  Ziya  Gökalp  ile  Darülfünûn’da  mesai  arkadaşlığı  
yapmış   olan   felsefeci   Mehmet   Emin   Erişirgil   nakleder.   Bir   davette,   arkadaşlarından  
biri   Gökalp’e   “bizim   çocuk,   Sultani’nin   ilk   devresinin   son   sınıfındadır.   Geçen   gün   tarih  
dersine  çalışıyordu.  Ebubekir  kimdir?  diye  sordum,  hiçbir  şey  bilmiyor.  Cengiz  kimdir?  dedim,  
bülbül   kesildi,   neler   neler   anlattı.   Bunlardan   hiçbirini   ben   bilmiyorum.   Ne   yalan   söyleyeyim  
Ziya,  o  zaman,  bu  işin  bütün  vebali  Ziya’nındır  dedim!..”  der.  Gökalp  bu  durumdan  mesul  
olmadığını   izah   etmeye   çalışınca   da   meşhur   Turan   manzumesi   arkadaşı   tarafından  
kendisine  hatırlatılır  (Erişirgil  2007:  94-­‐‑95).  

3. İslâm cıların Cengiz Han Tasavvuru: İslâm M edeniyetini


Yıkan Bir Zalim

Cengiz  Han’ın  Türkçüler  tarafından  o  güne  kadar  emsali  olmayan  yeni  bir  anlayışla  
idealize   edilerek   aktüel   bir   hâle   getirilmesi   İslâmcıların   tepkisini   çekti.   Bu   tepkinin  
altında  iki  önemli  sebep  yatıyordu.  Birincisi  Müslüman  olmayan,  ‘müşrik’,  ‘putperest’  
Cengiz  Han’ın  yer  yer  aşırı  tazîmlerle  birlikte  bir  ata  olarak  millî  tarihin  kadrosuna  
katılması,   İslâmcılar   tarafından   İslâm   tarihinin   dışına   çıkma,   İslâm   öncesine   ve  
Şamanizme   avdet   eyleme,   İslâm’dan   uzaklaşma,   bir   tür   dinsizleşme   olarak  
yorumlanıyordu   ki   İslâmcıların   önemli   kısmının   nezdinde   bizatihi  
‘milliyetçilik/kavmiyetçilik’,   ‘Türkçülük’   kişiyi   dinden   çıkarmaya   yetecek   büyük   bir  
günahtı.  İkinci  olarak  İslâmcılar,  Hilâfetin  ve  İslâm  medeniyetinin  inhitâtından  Cengiz  
Han   ve   ahfâdını   mesul   tutuyorlardı.   Dolayısıyla   Türkçülerin   Cengiz   Han   merkezli  
anlatıları,  İslâmcılar  tarafından  Müslümanlara  karşı  düşmanca  bir  tavır  gibi  mütâlaa  
ediliyordu.  

3.1. Cengiz Mezâlimi

II.  Meşrutiyet  döneminin  Beyânü’l  Hakk,  Sırât-­‐‑ı  Müstakîm,  Sebîlü’r-­‐‑Reşâd  gibi  önde  gelen  
İslâmcı   mecmualarda   İslâm   tarihi   ve   edebiyat   tarihi   üzerine   kalem   tecrübelerinde  
bulunan  Tahirü’l-­‐‑Mevlevî,  Sebîlü’r-­‐‑Reşâd’da  ‘Şeyh  Sadî’nin  Acıklı  Bir  Mersiyesi  ve  Onu  
242 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 13. Sayı 4. Aralık 2016

Yazdıran   Fecâyi’   başlıklı   bir   yazı   dizisinde   Türkçülerin   inşa   ettiği   Cengiz   Han  
tasavvurunun  karşısına  farklı  bir  Cengiz  Han  resmi  koyar.  Bu  yazılar  daha  sonra  bazı  
8
ilâvelerle   birlikte   Cengiz   ve   Hulâgû   Mezâlimi   isimli   bir   risaleye   dönüşür   (Özdemir  
2005:  135-­‐‑138).  Risalenin  Sebîlü’r-­‐‑Reşâd’daki  tanıtım  şekli  İslâmcı  çevrelerin  meseleye  
yaklaşım  tarzını,  Cengiz  Han  üzerinden  hemen  hemen  tüm  olumsuz  mecazları,  bolca  
dinî,  İslâmî  terminolojiyi  de  kullanmak  suretiyle  temsil  edecek  niteliktedir:  
Âlem-­‐‑i   İslâmı   perişan   eden,   inhitat-­‐‑ı   İslâm’ın   en   gaddar   âmillerinden   olan,  
Osmanlıların   âbâ   vü   ecdadını   terk-­‐‑i   diyara   mecbur   bırakan,   bütün   beşeriyet  
için   müthiş   bir   afet,   bir   belâ,   bir   taun   kesilen   Cengizlerin,   Hülagûların  
mezâlimini  tasvir,  vekâyi-­‐‑i  tarihiyeyi  tasrih  eder  bir  eser-­‐‑i  mühimdir…  Halkı  
bu   iki   putperest   büyük   melunun   yasasına   bağlamak,   kanlı   eteklerine  
yapıştırmak   için   hakâyık-­‐‑ı   tarihiyeyi   tahrif   etmeye,   bu   müşriklerin  
Müslümanlığa,  insanlığa,  Osmanlıların  âbâ  vü  ecdadına  yaptıkları  fenalıkları,  
zulümleri,   şenâetleri…   örtmeye,   tevil   etmeye   uğraşan   komitecileri   tarihin  
huzur-­‐‑ı   azametinde   sükûta   mecbur   eden   bu   eserin   büyük   bir   kıymet-­‐‑i  
mahsusası  vardır…  (Kara  2014:  165-­‐‑166)  
Tahirü’l-­‐‑Mevlevî’nin  metni,  Sadi  Şirazî’nin  Abbasi  Halifesi’nin  Hulâgû  tarafından  
öldürülmesi  üzerine  yazdığı  dramatik  şiirle  başlamaktadır.  Şiirin  Cengiz  ve  Hulâgû  
hakkında  bir  fikir  verebileceği  kanaatindedir.  Daha  sonra  kaynak  meselesi  üzerinde  
durur,   zirâ   Yusuf   Akçura,   İran-­‐‑Turan   kavgası   gibi   tarihî   cereyanlar   sebebiyle   şark  
kaynaklarının  Cengiz  Han  aleyhinde  taraflı  bir  tavır  takındığını  iddia  etmişti.  Tahirü’l-­‐‑
Mevlevî   bu   iddiaya   işaretle   sözlerinin   ‘bazı   ifrat-­‐‑perverânca’   beğenilmeyeceğini,  
çünkü   şark   kaynaklarını   kullandığını   beyan   eder.   ‘Moğol   vahşeti’ne   tanıklık   etmiş  
muasır   kaynaklar   dururken   tipik   bir   tavırla   Léon   Cahun   isminde   bir   Musevi’nin  
eseriyle   İslâm   düşmanı   Avrupalıların   kaleme   aldığı   kitaplara   inanmayı   pek   doğru  
bulmaz.   Akçura’nın   iddia   ettiği   gibi   İslâm   kaynaklarının   taraflı   olmadığını,   yeri  
geldiğinde  Müslüman  hükümdarları  da  tenkit  ettiğini  belirtir  (Tahirü’l-­‐‑Mevlevî  1332:  
8-­‐‑9,   22;   1330a:   158-­‐‑159).   Kendisi   Ebu’l-­‐‑Fidâ,   İmam   Suyutî,   Şemseddin   Sami,   Cevdet  
Paşa,  Namık  Kemal,  Abdurrahman  Şeref,  Mizancı  Murad  Bey  gibi  isimlerden  yaptığı  
iktibaslarla   Cengiz’in   mezalimine   dair   çeşitli   örnekler   verir.   Cengiz   için   hûnrîz   (kan  
dökücü),   dâhiye-­‐‑i   dehyâ   (büyük   belâ),   kanlı   herif,   vahşi   fıtratlı,   insaniyet   düşmanı   gibi  
sıfatlar  kullanır.  
Cengiz’in   zalim,   kan   dökücü   gibi   sıfatlarını   muhtelif   örneklerle   görünür   kılıp,  
İslâm   medeniyetinin   çöküş   sebebini   de   ona   yükledikten   sonra,   isim   vermeksizin  
müstehzi   imalarla   Akçura’nın   iddialarına   temas   ederek   Türkçü   Cengiz   Han  
tasavvurunu   yıkmayı   amaçlar.   Akçura   ve   Türkçülerin   Cengiz   Han   için   kullandığı  

8
  Risâlenin   kapağında   basım   tarihi   olarak   1322   yılı   vardır.   Enver   Koray   da   aynı   tarihi   verir  
Koray  (1959:  79).  Ancak  Sebilü’r-­‐‑Reşâd’daki  makalelerin  yayım  tarihi  de  dikkate  alınınca,  risâle  
1332  yılında  basılmış  olmalıdır.  Nitekim  İsmail  Kara  da  1332  tarihini  kullanır.  Kara  (2014:  165).    
II. Meşrutiyet Döneminde İki Farklı Cengiz Han Tasavvuru Mehmet Kaan Çalen 243
 

bazı  sıfatları  kullanır  fakat  tam  tersi  olayları  emsal  tutarak  çürütmeye  çalışır.  Tâhirü’l-­‐‑
Mevlevî’nin   hücum   ettiği   temel   iddia,   Cengiz   Han’ın   bütün   Türkleri   birleştirmek  
şeklinde  bir  gaye  taşıdığıdır.  Aksine  o,  Cengiz  Han’ın  daha  çok  Türkleri  öldürdüğünü  
söyler  (1332:  17-­‐‑18;  1330b:  177-­‐‑178).  
Tâhirü’l-­‐‑Mevlevî,  Cengiz  Han’ın  ittihad-­‐‑ı  etrak  siyasetine  örnek  olarak  Buhara’da  
yaptıklarını   gösterir.   ‘Ulu   Hakan’ın   buradaki   Türkleri   de   Türk   birliği   emeli  
doğrultusunda   kendisine   katıp   Türklerin   sayısını   arttırması   beklenirken   onları  
katlettiğini,  Türk  medeniyetinin  önemli  bir  merkezi  olan  şehri  ateşe  verdiğini,  aman  
dileyenlerin  de  Moğol  askerleri  tarafından  köle  ve  cariye  yapıldığını  ifade  eder  (1332:  
23;   1330b:   179).   Osmanlıların   ecdadı   olan   ‘Kayıhanları’   da   vatanlarından   ettiğini  
hatırlatarak  ‘bilhassa  Türk  ırkından  olanların  kanını  içen  bu  herifin  mezarına  yemin  
edilmek  mi,  yoksa  ilelebet  nâmına  nefrin  okumak  mı  lâzım  geldiği  düşünülsün’  der  
(1332:   31;   1330b:   180).   Cengiz,   Hulâgû   ve   Timur   için   sarf   ettiği   şu   sözler,   meseleye  
yaklaşımının  özeti  gibidir:  
Timurlenk’e   gelince:   Vekâyi-­‐‑i   vahşiyânesi,   Tarih-­‐‑i   Osmânîmizde   mufassalen  
yazılı   bulunduğundan   burada   ondan   bahse   lüzum   görmüyorum.   Acaba   bu  
kanlı   heriflerin,   bu   insaniyet   düşmanlarının,   bu   medeniyet   muhriplerinin  
hangi   faziletleri   görülüyor   da   kendilerine   pek   büyük   pâyeler   verilmek   ve  
Türklüğün  numûne-­‐‑i  ulviyeti  olarak  gösterilmek  isteniliyor?  Ne  söyleyeyim?  
Cenab-­‐‑ı   Hak   cümlemize   perdesiz   göz,   garazsız   yürek,   ihtilalsiz   şuur   ihsan  
buyursun  (1332:  42;  1330c:  200).  
Tâhirü’l-­‐‑Mevlevî’nin  bir  Türk  hükümdarı  üzerinden  tarihî  bir  kurgu  yapılmasına  
karşı  olmadığı,  onun  bu  işlem  için  Cengiz’in  tercih  edilmiş  olmasına  muhalefet  ettiği  
anlaşılmaktadır.   ‘Ben   dinen   Müslüman   olduğum   gibi   ırken   de   Türküm’   der   ve  
‘dindaşları’   ile   bilhassa   ‘ırkdaşlarından’   birçoğunu   kesmiş   bir   adamla  
övünemeyeceğini,  aksine  Avrupalıların  Türklerle  Moğolları  bir  kabul  edip  kendisini  
de  Cengiz’e  mensup  addediyorlar  diye  ar  edeceğini  beyan  eder.  Nasıl  Bulgarlardan  
zulüm   gören   Türklerin   bu   zulmü   unutmaları   mümkün   değilse   İslâm   ve   Türk  
âleminin  de  Cengiz  zulmünü  unutmasının  mümkün  olmadığını  belirtir.  Bu  itibarla  
Türkler  arasında  başka  kimse  yokmuş  gibi  Cengiz’in  Türklüğün  mümessili  sıfatıyla  
adeta  bir  ‘yarı  Tanrı’  mertebesine  çıkarılmasına  karşı  çıkar.  ‘Türklük  ve  Müslümanlığa  
hizmet   edilmek   isteniliyorsa,   Müslümanlığa   hizmet   etmiş   Türklerden   bahsolunmalı   ki  
elhamdülillah  İslâmiyet  ve  insaniyete  bihakkın  hâdim  olmuş  ricâl-­‐‑i  Etrâk  pek  çoktur.’  dedikten  
sonra   Ahmed   bin   Tolun,   Buğra   Harun   Han,   Tuğrul   Bey,   Alparslan   gibi   isimleri  
zikreder.   Bu   ismin   illâ   bir   Moğol   olması   gerekirse   de   Mahmud   Gazan   Han’ın  
yüceltilebileceğini  ekler  (1332:  45-­‐‑50;  1330a:  157-­‐‑158;  1330c:  201-­‐‑202).  
Tahirü’l-­‐‑Mevlevî,   anılarında,   Cengiz   ve   Hülâgû   aleyhindeki   bu   satırları   yazma  
sebebi  olarak  ‘bu  iki  dâhiyenin  Türkler  içinde  en  büyük  iki  şahsiyet  gibi  gösterilmeye  
kalkışılması’nı   zikreder.   En   muteber   tarihlerden   faydalanarak   yazdığı   bu   risâlenin  
244 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 13. Sayı 4. Aralık 2016

cevapsız  kaldığını  ancak  aleyhinde  bir  cereyân  yaratarak  kendisini  ‘Türklük  düşmanı’  
gibi   tanıttırdığını   ekler   (2012:   36).   Tahirü’l-­‐‑Mevlevî’ye   cevap,   sekiz   sene   sonra   Kaya  
Nuri   adında   bir   talebesinden   gelir.   Kaya   Nuri,   Açık   Mektûb   nâmıyla   neşrettiği   14  
sayfalık  bir  risâlede  ‘Türk  kahramanlarının,  Türk  milletine  vahşi  olarak  tanıtmak  için  
hakikati  tedkîk  ve  tahkik  etmeden’  yazılar  yazılmasını  tenkit  etmektedir  (Kaya  Nuri  
1338:  3,  5).  

3.2. Sükût-ı İslâm Tarihi Önünde Cengiz

İslâmcılar  ile  Türkçüler  arasında  seyreden  Cengiz  Han  tartışmasına,  II.  Meşrutiyet’in  
mühim   dergisi,   devrin   aydınlarının   polemiklerinde   öne   çıkabilen   İctihad’ın  
sütunlarında   Mehmed   Şeref   Bey   de   iştirak   eder.   Cengiz   Han   aleyhtarı   bütün  
metinlerdeki  müşterek  unsurları  onun  metninde  de  bulmak  mümkündür.  Mehmet  
Şeref,   Akçura’nın   Cengiz   Han   hakkındaki   önemli   tezlerini   isim   vermeden   tartışır.  
Üzerinde  durduğu  esas  meselelerden  birisi,  Akçura’nın  iddia  ettiği  gibi  Cengiz  Han’ın  
millî   bir   ideal   takip   edip   etmediğidir.   Yukarıda   da   temas   ettiğimiz   üzere   Akçura,  
Cengiz   Han’ın   şark   ve   garp   seferlerini   bütün   Türkleri   birleştirmek   amacına   matuf  
millî  bir  ideal  ile  tevil  eder.  Bu  yorumu,  Çinlilerden  millî  intikam  almak  ve  İran-­‐‑Turan  
mücadelesi   gibi   yardımcı   unsurlarla   destekler.   Mehmed   Şeref   ise   tarihî   gerçeklerin,  
Cengiz  Han’a  millî  bir  ideal  yüklemek  isteyenlerin  aleyhinde  olduğunu  ileri  sürerek  
Cengiz   Han’ın   bütün   Türkleri   tek   bayrak   altında   toplamak   gibi   bir   ‘megali   ideası’  
olmadığını   söyler.   İddiasını   da   Cengiz   Han’ın   yaktığı,   yıktığı   memleketlerin   büyük  
kısmının   Türk   illeri   olması   ve   ekseriyetle   Türkleri   öldürmesi   ile   temellendirir  
(Mehmed  Şeref  1330c:  2203-­‐‑2204;  1330b:  2180;  1330d:  2230).  Garp  seferinin  İran-­‐‑Turan  
mücadelesinin   bir   eseri   olduğu   fikrini   de   doğru   bulmaz.   Eğer   öyle   olsaydı   Cengiz  
Han’ın  ahfadının  da  aynı  gayeyi  takip  etmesinin  ve  aynı  zamanda  eski  bir  millî  kin  ile  
yakıp   yıktığı   yerlerde   bir   Türk   medeniyetinin   yükselmesinin   lâzım   geleceğini   ileri  
sürer  (1330d:  2229).    
Mehmed  Şeref’e  göre  Cengiz  Han’ın  istila  ve  tahrip  etmekten,  yakıp  yıkmaktan  
başka  takip  ettiği  yüksek  bir  siyaset  ve  ideal  yoktur  (1330c:  2204;  1330d:  2230).  İnsan  
öldürmek  noktasında  Cengiz’den  geri  kalmayan  Napolyon,  Petro,  Fatih,  Yavuz  gibi  
cihangirleri   ondan   farklı   kılan   hususiyetin   de   bu   olduğunu,   zikredilen   bu   isimlerin  
medenî   bir   gaye   ve   siyaset   takip   ettiklerini   belirtir   (1330d:   2229).   Cengiz   Han   ve  
Moğollar  ise  aksine  medeniyet  düşmanıdırlar,  gittikleri  yere  kan  ve  ateşten  başka  bir  
şey   götürmemişlerdir   (1330b:   2179-­‐‑2180).   Mehmed   Şeref,   İslâm   dünyasındaki  
geriliğin,   taassup   ve   cehaletin   esas   sebebi   olarak   Cengiz   Han’ı   görür   (1330a:2162).  
‘Cengiz’in   zuhurunda   medeniyet-­‐‑i   İslamiye   ne   hâlde   idi?’   diye   sorar   ve   modern  
Avrupa   medeniyeti   ile   de   mukayeseler   yaparak   oldukça   parlak   bir   manzara   çizer.  
Buna   göre   altıncı   asr-­‐‑ı   hicrî   de   “İslâm   medeniyeti   sarsılmaz   esâslarını”   kurar   ve  
II. Meşrutiyet Döneminde İki Farklı Cengiz Han Tasavvuru Mehmet Kaan Çalen 245
 

“modern”   İngiliz,   Fransız   medeniyeti   gibi   yüksek   bir   seviyeye   erişir.   Fakat   bu  
medeniyet   Cengiz   yüzünden   birden   bire   çöker   (1330a:   2164;   1330b:   2177-­‐‑2180).  
Mehmed  Şeref,  tabiî  seyri  içinde  ilerlemeye  devam  etseydi,  bu  yüksek  medeniyetin  
bugün  varacağı  noktanın  çok  daha  parlak  olacağı  kanaatindedir.  Ne  var  ki  Cengiz,  
muhteşem   bir   İslâm-­‐‑Türk   medeniyetini   yıktığı   ve   yeniden   bir   medeniyet   tesisi   için  
imkân  bırakmadığı  için  İslâm  âleminde  ve  Türk  memleketlerinde  sekiz  asırdır  cehalet  
hüküm   sürmektedir   (1330c:   2203;   1330b:   2179   1330d:   2229-­‐‑2230).   Bu   bağlamda  
Mehmed   Şeref’in   mesajı   şudur:   ‘bu   kanlı   hakanın   efâl-­‐‑i   zâlimânesiyle   bizim   göğüs  
şişirmemiz,   iftihâr   etmemizde   bir   münasebet   aramak   kadar   abes   bir   şey   yoktur.’  
Çünkü  tarihi  tahrif  etmeksizin  Türkçülerin  inşa  ettiği  Cengiz  Han  imgesini  yaratmak  
mümkün  değildir  (1330d:  2230).    

3.3. İslâmcı, Osmanlıcı, Batıcı Metinlerden Yansıyan Cengiz İmgeleri

Cengiz  Han  konusunun  Türkçülük  ile  diğer  tarz-­‐‑ı  siyasetler  arasında  sürekli  gerilim  
çıkaran   simgesel   bir   mahiyet   kazandığı   anlaşılmaktadır.   Türkçülerin   bu   vadideki  
neşriyatının   İslâmcıların   tarafından   yakından   takip   edildiğini   12   Mart   1331   tarihli  
Sebîlü’r-­‐‑Reşâd’da   çıkan   ‘Kavmiyet   Hissi,   Fikirleri   Nereye   Sürüklüyor!’   başlıklı,  
imzasız   fakat   Tahirü’l-­‐‑Mevlevî’nin   kaleminden   çıkmış   gibi   görünen   bir   yazı   izhar  
eder.   “İslâm   ve   Türk   Düşmanı   Putperest   Cengiz”   imgesini   takviye   etmeye   çalışan  
yazı,  5  Mart  1331  tarihli  Türk  Yurdu  mecmuasında  yayımlanan  Feyzullah  Sâcid  imzalı  
ve   Akçura’nın   yukarıda   ele   aldığımız   dizi   yazısından   kısa   bir   iktibasla   başlayan  
“Cengiz   Han”   başlıklı   bir   şiiri   üzerine   kaleme   alınmıştır.   Şiirde   Cengiz   güneşe  
benzetilir,  tarih  ve  insan  onun  önünde  secde  ettirilir  ve  nihayet  tahtı  da  kıble  yapılır  
(Feyzullah   Sâcid   1331:   2512-­‐‑2514).   Şiirden   alınmış   aşağıdaki   parçalar,   Akçura   ve  
Türkçülerin  yarattığı  Cengiz  Han  algısının  etkileri  hususunda  açık  bir  fikir  verebilecek  
mahiyettedir:  
Kızgın  Moğol  çöllerinden  fırlayan,  ey  canlı  ateş!  
Yolunda  ot,  ağaç,  insan  dememiş,  hep  savurmuşsun?  
Ey  nurunun  her  teli  bir  mızrak  olan  korkunç  güneş!  
Doğup  arzın  göbeğinden  yine  arzı  kavurmuşsun...  
 
Akıttığın  kan  selleri  vadileri  süpürürmüş...  
Tahtlar  yere  geçip  taçlar  yuvarlanmış  huzurunda,  
İnsan  sana,  tarih  sana  secde  etmiş  zuhurunda!  
 
Yanmış  büyük  ruhunda  
Feza  kadar  bir  alev,  
Canlı  cansız  her  şeye  
Bağırmışsın:  ırkı  sev!  
 
246 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 13. Sayı 4. Aralık 2016

O  aşk  ile  kanlara  


Boyamışsın  her  yeri,  
Türk  olmayan  başlara  
Devirmişsin  gökleri;  
 
Kıble  olmak  yakışır  
Kılıçlara  Asya:  
O  çıktığın  geniş  taht,  
O  girdiğin  dar  makber!  
 
Yeryüzünde  semâvî  
Kahramanlık  gösterdin,  
Secde  etsin  kabrine  
Mezarıyla  İskender!  
 
Kırdın,  yıktın...  ezdin,  yaktın.,.  Lâkin  yetmez,  ulu  hakan  
Küreyi  bir  kızıl  elma  yapmalıydı  ateş  ve  kan!  
Evet,  bugün  de  kan  çağlar,  ateş  uçar  hak  yolunda...  
 
Feyzullah   Sâcid’in   şiirinin   tenkit   edildiği   Sebîlü’r-­‐‑Reşâd’daki   yazıda,   Tahirü’l-­‐‑
Mevlevî’nin  de  kullandığı  Ebu’l-­‐‑Fidâ,  Şemseddin  Sami,  Seyyid  Emir  Ali,  Cevdet  Paşa,  
Namık   Kemal,   Abdurrahman   Şeref   gibi   isimlere   atıfla   Cengiz   Han’ın   zulümleri  
örneklenir.  Bir  putperest  olan  Cengiz’in  büyük  bir  İslâm,  zâlim  bir  insanlık  ve  yaman  
bir  Türk  düşmanı  olduğu  ifade  edildikten  sonra  yazı  şöyle  bitirilir:  “Irkını  sev!  diyen  
Cengiz’in   defter-­‐‑i   âmâlında   milyonlarca   masum   Türk’ün   de   kanı   olduğunu  
unutmayınız!”  (Kavmiyet  Hissi…  1331:  154-­‐‑155).  
II.   Meşrutiyet   döneminin   meşhur   ‘İslâm’da   Dâvâ-­‐‑yı   Kavmiyet’   tartışmasında  
İslâmcıları   temsil   eden   Babanzade   Ahmed   Naim,   tartışmayı   başlatan   metninin   bir  
yerinde,   Arap   milliyetçileri   ile   Türk   milliyetçilerini   mukayese   ederek   ‘yâd-­‐‑ı  
mefâhirlerini’  İslâm  öncesine,  yani  cahiliyye  dönemine  sıçratmadıkları  ve  Ebu  Leheb,  
Ebu   Cehil   gibi   isimlerle   iftihâr   etmedikleri   için   Arap   milliyetçilerinin   hakkını   teslim  
etme  gereği  duyar.  Oysa  Türkçüler,  Kara  Han,  Bozkurt  Han,  Oğuz  Han,  Cengiz  Han,  
Hülagü   Han   gibi   İslâm   öncesinden   müşrik   atalar   bulmakta,   Cengiz’in   ‘mukaddes  
toprağına’   ve   ‘mukaddes   yasasına’   yemin   etmekte,   İslâmî   isimleri   Gündüz   Beyler,  
Gök  Beyler,  Konur  Beyler  gibi  cahiliyye  dönemi  isimleriyle  değiştirmekte,  Ergenekon  
kurtuluş  bayramı  adıyla  yeni  bayramlar  ihdâs  ederek  müşrik  Şamanîlerin  hatırasını  
diriltmektedirler.  Görüldüğü  gibi  Ahmed  Naim,  İslâm  öncesi  Türk  tarihini  “Türklerin  
Cahiliyye  Devri”  addeder  ve  Cengiz  ile  birlikte  Türk  tarihinin  önemli  isimlerini  Ebu  
Cehil  ile  bir  tutar  (Ahmed  Naim:  1330:  116-­‐‑118).  
Süleyman   Nazif   ve   Ahmed   Agayef   (Ağaoğlu)   arasında   İctihâd   ve   Türk   Yurdu  
sütünlarında  cereyan  eden  tartışmada  da  Süleyman  Nazif  Türkçülerin  tarih  telakkisini  
II. Meşrutiyet Döneminde İki Farklı Cengiz Han Tasavvuru Mehmet Kaan Çalen 247
 

‘Cengiz   Hastalığı’   şeklinde   kavramlaştırır.   Cengiz,   Timur   ve   Tatarları   Osmanlı  


Türklerinin   ‘öteki’si   görmek   şeklindeki   Osmanlıcı   tarih   tasavvurunu   İctihad’daki  
makalelerinde  İslâmî  bir  söylemle  birleştirir.  Hatta  Osmanlı  Türklerinin  ötekisi  olma  
durumunu   sadece   Cengiz,   Timur   ve   Tatarlara   münhasır   kılmaz,   Karamanoğlu   ile  
birlikte   bütün   Anadolu   beyliklerini,   Uzun   Hasan’ı,   Şah   İsmail’i   kapsayacak   şekilde  
genişletir.   Bu   iddiasını   Osmanlıların   daha   çok   Türklerle   mücadele   etmesi   ve   yerli  
Hristiyan   unsurların   Osmanlılığı   daha   sorunsuz   ve   kolay   kabul   etmesiyle  
temellendirir   (Süleyman   Nazif   1329c:   1622-­‐‑1623).   Ancak   Osmanlıların   iç  
mücadelelerine,   dolayısıyla   Osmanlıların   diğer   Türk   hanedanları   ile   yaşadığı  
mücadelenin   de   Türk   hâkimiyet   anlayışından   kaynaklanmış   olabileceği   ihtimâline  
temas   etmez.   Cengiz   Han   figürünün   tarihî   bir   kahraman   olarak   gündeme  
getirilmesinden  rahatsızlığını  izhar  eder,  ‘bizim  hakanımız  Cengiz  değil,  Timur  değil,  
Ömerü’l-­‐‑Faruk’tur,   Selahaddin   Eyyubî’dir,   Hüdâvandigâr   ile   Yavuz’dur’   sözleriyle  
İslâm   ve   Osmanlı   merkezli   kendi   tarih   tasavvurunu   ortaya   koyar   (1329a:   1549-­‐‑150;  
1329b:   1573).   Osmanlıların   atası   Süleyman   Şah’ın   Cengiz   yüzünden   yurdunu   terk  
etmek  zorunda  kalmasıyla,  İslâm  medeniyetinin  ve  Hilafetin  çöküşünün  müsebbibi  
olarak   bermutât   yapıla   geldiği   gibi   Cengiz’i   zikreder.   Tek   derdinin   öldürmek,   kan  
dökmek  ve  yakmak  olduğunu  iddia  ettiği  Cengiz’den  her  Türk’ün  ve  Müslüman’ın  
nefret  ettiğini,  hatta  Cengiz’in  doğum  gününde  yas  tutmanın  bütün  insanlık  için  farz  
olduğunu   ifade   eder   (1329b:   1573-­‐‑1574;   1329d:   1669-­‐‑1670).   Süleyman   Nazif   burada  
durmaz  ve  ithamlarını  daha  uç  noktalara  taşıyarak  dinî  ve  millî  bir  dalâlet  içine  düşen  
Türkçülerin,   Cengiz   Han’ı   Hz.   Muhammed’in   yerine   ikâme   etmeye   çalıştıklarını  
beyan  eder  (1329b:  1574;  1329d:  1672).  
Cengiz   Han   ve   Timur’u   Osmanlı   Türklerinin   kötü   ötekisi   olarak   görenlerden  
birisi  de  Celâl  Nuri’dir.  Muhit,  ırk  ve  zaman  gibi  kriterlerden  hareketle  Anadolu’ya  
gelen   Türklerin   Orta   Asya’daki   Türklerden   farklılaştığını   ve   burada   yeni   bir   millet  
hâline  geldiğini  savunur  (Çalen  2013a:  284-­‐‑295).  Her  milletin  kuruluşunda  bir  ötekiye  
ve  ötekiye  duyulan  bir  husumete  ihtiyaç  duyduğunu  belirterek  Osmanlı  Türklerinin  
ötekiyi   ve   millî   husumeti   Cengiz   ve   Timur’da   bulduğunu   iddia   eder.   Nitekim  
‘Osmanlı-­‐‑Türk   millet-­‐‑i   garbiyyesi’nin   de   ‘Cengiz   fitnesinden   kaçmak   suretiyle’  
doğabildiğini  söyler  (Celâl  Nuri  1917:  27).    

4. Sonuç

Türkçülerin  inşa  ettiği  Cengiz  Han  tasavvuruna  yönelik  itirazlarda  İslâmcı,  Osmanlıcı  
ve  Anadolucu/Türkiyeci  öğeler,  farklı  tonlarda  ve  çoğu  zaman  iç  içe  geçmiş  bir  şekilde  
yer  almaktadır.  Moğolların  putperestliğine  yapılan  ısrarlı  göndermeler  ile  Cengiz  Han  
ahfadından   Mahmud   Gazan   Han’ı   istisna   tutmak   eğilimi,   yapılan   itirazların  
temelinde   dinî   bir   hassasiyetin   olduğunu   göstermektedir.   Bu   tarz   eleştirilerin  
248 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 13. Sayı 4. Aralık 2016

Türkçüleri   zaman   içinde,   bilhassa   Cumhuriyet   yıllarında   bir   değişime   zorladığı  


açıktır.  
Türk   milliyetçiliği,   dünyanın   en   büyük   cihangirlerinden   olan   Cengiz   Han’ı   ve  
devasa  imparatorluğunu  hiçbir  zaman  tamamen  gözden  çıkaramasa  da  II.  Meşrutiyet  
döneminde   olduğu   gibi   kuvvetli   bir   Cengiz   Han   tasavvuruna   bir   daha   asla   sahip  
olmayacaktır.   Bu   itibarla   değişen   Cengiz   Han   tasavvurunun,   Türk   milliyetçiliğinin  
tarihinde  II.  Meşrutiyet  ve  Cumhuriyet  dönemlerini  birbirinden  ayırmamıza  yardım  
edebilecek   belirgin   unsurlardan   biri   olduğunu   söyleyebiliriz.   Nitekim   Mütareke  
döneminin   Turan’dan   Anadolu’ya   dönüşü   zorlayan   siyasî   şartları   ile   birlikte  
Türkçülerin   Cengiz   Han   söylemi   değişmeye   başlar.   Büyük   Mecmûa’da   yayımlanan  
imzasız  bir  yazıda,  Cengiz  Han  konusu  gibi  tali  ve  önemsiz  bir  meseleye  dayanarak  
Türkçülerin   eleştirilemeyeceği   belirtilir,   ancak   bu   konudaki   eleştirilerin   haklılığı   da  
teslim  edilir.  Cengiz  Han  Türk  değildi  ve  Türkçüler  onu  Türk  saymakla  tarihî  bir  hata  
yapmışlardı.   Ne   var   ki   her   cereyanın   çocukluk   devirlerinde   görülebilecek   bu   tip  
aşırılıkları  makul  karşılamalıydı  (Türkçülük  Hakkında  Yanlış  Düşünceler  1919:  33).  Büyük  
Mecmûa’daki  yazı,  Türkçüler  içinde  Cengiz  Han  hususunda  bir  değişimi  temsil  eder.  
Anadolucu  Türk  milliyetçilerinin  de  Cumhuriyet’in  ilk  yıllarında  Meşrutiyet  dönemi  
Türkçülüğünü  sert  bir  şekilde  tenkit  ederek  Moğollar  ile  Cengiz  Han’ın  Türklüğünü  
kesin   bir   dille   reddetmesi   bu   değişimi   besler.   Bu   suretle   Cengiz   Han   ve   Moğollar  
üzerindeki  ittifak  bozulur  ve  Türk  milliyetçiliği  içerisinde  ikircikli  bir  yapı  ortaya  çıkar.  
Meselâ  Cumhuriyet  döneminde  Zeki  Velidî  Togan  ve  Hüseyin  Nihal  Atsız,  Cengiz’in  
Türklüğünü  vurgulamaya  devam  ederken  (Togan  1981:  65-­‐‑71;  Atsız  1992:  33-­‐‑36;  65-­‐‑
69)   İbrahim   Kafesoğlu   ise   Moğolların   ve   Cengiz   Han’ın   Türklüğünü   kabul   etmez  
(Kafesoğlu  2014:  303-­‐‑336;  Kafesoğlu  1998:  46-­‐‑47).  
Cengiz  Han’ın  Türklüğüne  yapılan  vurgu,  dünyanın  en  geniş  imparatorluğunu  
ve   en   büyük   askerî   başarılarından   birini   Türklere   ait   kılmanın   sağladığı   psikolojik  
tatminin   yanında   bütün   Türklerin   tek   bayrak   altında   birleştiği   bir   altın   dönemin  
mevcudiyetine   işaretle   Türklerin   birliğinin   hayal   değil   mümkün   ve   Türk  
milliyetçiliğinin  tarihen  meşru  olduğunu  ispat  eden  bir  işleve  sahipti.  Cengiz  Han’ın  
Türklüğü   tartışmalı   bir   çehreye   bürününce,   onun   büyük   askerî   başarılarından  
Türklere   hisse   çıkarmak   için   başvurulan   yol,   ordusunun   büyük   ölçüde   Türk  
olduğunu,  Cengiz  Han’ın  da  Türk  töresine  uyarak  bir  Türk  gibi  davrandığını  beyan  
etmek  oldu.  Türkleri  bir  bayrak  altında  toplama  vazifesi  de  mitolojik  ata  Oğuz  Han’a  
havale   edildi.   Cumhuriyet   dönemi   Türk   milliyetçiliği   ve   tarih   yazımında   ortalama  
tavrın  bu  olduğu  söylenebilir.    
 
 
 
II. Meşrutiyet Döneminde İki Farklı Cengiz Han Tasavvuru Mehmet Kaan Çalen 249
 

 
EKLER:  Rıdvan  Nafiz’in  Küçük  Türk  Tarihi  kitabından  Cengiz  Han  illüstrasyonları  
 

 
EK  1:  Rıdvan  Nafiz  (1329:  42),  Resim  altı:  ‘Cengiz  Han’  
 
250 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 13. Sayı 4. Aralık 2016

EK  2:  Rıdvan  Nafiz  (1329:  44),  Resim  altı:  ‘Cengiz  Harezmde’  


II. Meşrutiyet Döneminde İki Farklı Cengiz Han Tasavvuru Mehmet Kaan Çalen 251
 

 
EK  3:  Rıdvan  Nafiz  (1329:  46),  Resim  altı:  ‘Cengiz  Han’,    
[Büyük  Tarihi  Umumî'ʹden]  
252 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 13. Sayı 4. Aralık 2016

Kaynaklar

“Kavmiyet  Hissi,  Fikirleri  Nereye  Sürüklüyor!”  (1331)  Sebilü’r-­‐‑Reşâd,  C.  13,  S.  332,  12  Mart,    154-­‐‑
155.  
“Türkçülük  Hakkında  Yanlış  Düşünceler”,  Büyük  Mecmûa,  (1919)  Nu:  3,  20  Mart,  s.  33.  
AHMED  AGAYEF  (1327)  “Türk  Âlemi-­‐‑1”,  Türk  Yurdu,  Y.  1,  S.  1,  24  Teşrîn-­‐‑i  Sânî,  s.  12-­‐‑17.  
AHMED  HİKMET  (1328)  “Türk  Dili  ve  Edebiyatı  Hakkında  Mütâlaalar”,  Türk  Yurdu,  Y.  1,  S.  12,  
19  Nisan,  s.  345-­‐‑351.  
AHMED  NAİM  (1330)  “İslâm’da  Davâ-­‐‑yı  Kavmiyet”,  Sebilü’r-­‐‑Reşâd,  10  Nisan,  s.  114-­‐‑128.  
AHMED  REFİK  (1327)  Küçük  Tarih-­‐‑i  Osmanî,  İstanbul.  
AHMED  REFİK  (1329)  Küçük  Tarih-­‐‑i  Osmanî,  İstanbul.    
AHMED  REFİK  (1330)  Tarih  Okuyorum,  İstanbul.  
AKÇURA  Y.  (2004)  “Üç  Tarz-­‐‑ı  Siyaset”,  (Yeni  yazıya  aktaran  Recep  Duymaz),  Üç  Tarz-­‐‑ı  Siyaset  
Ve  Düşünce  Akımları,  İstanbul:  Türk  Dünyası  Araştırmaları  Vakfı  Yayınları.  
AKÇURAOĞLU   YUSUF   (1327a)   “Müverrih   Léon   Cahun   ve   Muallim   Barthold’a   Göre   Cengiz  
Han”,  Türk  Yurdu,  S.  1,  24  Teşrîn-­‐‑i  Sânî,  s.  17-­‐‑22.  
AKÇURAOĞLU   YUSUF   (1327b)   “Müverrih   Léon   Cahun   ve   Muallim   Barthold’a   Göre   Cengiz  
Han”,  Türk  Yurdu,  S.  2,  1  Kânûn-­‐‑ı  Evvel,  s.  47-­‐‑53.  
AKÇURAOĞLU   YUSUF   (1327c)   “Müverrih   Léon   Cahun   ve   Muallim   Barthold’a   Göre   Cengiz  
Han”,  Türk  Yurdu,  S.  3,  15  Kânûn-­‐‑ı  Evvel,  s.  78-­‐‑82.  
AKÇURAOĞLU   YUSUF   (1327d)   “Müverrih   Léon   Cahun   ve   Muallim   Barthold’a   Göre   Cengiz  
Han”,  Türk  Yurdu,  S.  4,  29  Kânûn-­‐‑ı  Evvel,  s.  114-­‐‑116.  
AKÇURAOĞLU   YUSUF   (1327e)   “Müverrih   Léon   Cahun   ve   Muallim   Barthold’a   Göre   Cengiz  
Han”,  Türk  Yurdu,  S.  5,  12  Kânûn-­‐‑ı  Sânî,  s.  139-­‐‑143.  
AKÇURAOĞLU   YUSUF   (1327f)   “Müverrih   Léon   Cahun   ve   Muallim   Barthold’a   Göre   Cengiz  
Han”,  Türk  Yurdu,  S.  6,  26  Kânûn-­‐‑ı  Sânî,  s.  177-­‐‑183.  
AKÇURAOĞLU   YUSUF   (1327g)   “Müverrih   Léon   Cahun   ve   Muallim   Barthold’a   Göre   Cengiz  
Han”,  Türk  Yurdu,  S.  7,  9  Şubat,  s.  202-­‐‑206.  
AKÇURAOĞLU   YUSUF   (1327h)   “Müverrih   Léon   Cahun   ve   Muallim   Barthold’a   Göre   Cengiz  
Han”,  Türk  Yurdu,  S.  8,  23  Şubat,  s.  240-­‐‑244.  
AKÇURAOĞLU   YUSUF   (1328a)   “Müverrih   Léon   Cahun   ve   Muallim   Barthold’a   Göre   Cengiz  
Han”,  Türk  Yurdu,  S.  9,  9  Mart,  s.  268-­‐‑272.  
AKÇURAOĞLU   YUSUF   (1328b)   “Müverrih   Léon   Cahun   ve   Muallim   Barthold’a   Göre   Cengiz  
Han”,  Türk  Yurdu,  S.  10,  22  Mart,  s.  303-­‐‑307.  
AKÇURAOĞLU   YUSUF   (1328c)   “Müverrih   Léon   Cahun   ve   Muallim   Barthold’a   Göre   Cengiz  
Han”,  Türk  Yurdu,  S.  11,  5  Nisan,  s.  326-­‐‑330.  
AKÇURAOĞLU   YUSUF   (1328d)   “Türk   ve   Tatar   Birdir,   Türkler   Medeniyete   Hizmet   Etmiştir”,  
Altın  Armağan,  İstanbul,  s.  37-­‐‑59.  
AKÇURAOĞLU   YUSUF   (1329)   “Osmanlı   Saltanatı   ve   Müessesatı   Tarihine   Dair   Bir   Tecrübe”,  
Bilgi  Mecmûası,  Yıl:  1,  Sayı:  1,  Teşrin-­‐‑i  Sani,  s.  82-­‐‑96.  
AKÇURAOĞLU   YUSUF   (1928)   “Türkçülük   -­‐‑   Türklük   Fikri,   Türkçülük   Cereyânı,   Türk  
Ocakları”,  Türk  Yılı  1928,  İstanbul.  
ALİ  REŞÂD  (1332)  Çocuklara  Tarih  Dersleri  İslâm,  Türk  ve  Osmanlı  Meşâhiri,  İstanbul.    
A.  Y.  [Akçuraoğlu  Yusuf]  (1327)  “Türk  Âleminde”,  Türk  Yurdu,  Yıl:  1,  Sayı:  4,  29  Kânun-­‐‑i  Evvel,  
s.  71-­‐‑72.  
A.  Y.    (1331)  “Türk  Tarihinin  Devirlere  Taksimi”,  Türk  Yurdu,  Yıl:  5,  Sayı:  82,  23  Nisan  (6  Mayıs  
1915),  s.  1561-­‐‑1565.  
II. Meşrutiyet Döneminde İki Farklı Cengiz Han Tasavvuru Mehmet Kaan Çalen 253
 

ATSIZ  (1992)  Türk  Tarihinde  Meseleler,  İstanbul:  Baysan  Basım  ve  Yayın.  
CAHUN   L.   (2006)   Asya   Tarihine   Giriş   Kökenlerden   1405’e,   Türkler   ve   Moğollar,   Çev.   Sabit   İnan  
Kaya,  İstanbul.      
CELÂL  NURİ  (1917)  Türkçemiz,  Kostantiniyye.  
COPEAUX,  E.  (2006)  Türk  Tarih  Tezinden  Türk-­‐‑İslâm  Sentezine,  İstanbul:  İletişim  Yayınları.  
ÇALEN  M.  K.  (2013a)  “Celâl  Nuri’ye  Göre  Muhit,  Irk,  Zaman  Teorisi  Bağlamında  Eski  Türkler  
İle  Osmanlı  Türkleri  Arasındaki  Münasebetler”,  T.  Ü.  Sosyal  Bilimler  Dergisi,  C.  15,  S.  1,  s.  
279-­‐‑296.  
ÇALEN  M.  K.  (2013b)  II.  Meşrutiyet  Döneminde  Türk  Tarih  Düşüncesi,  İstanbul:  Ötüken  Neşriyat.  
ÇALEN   M.   K.   &   H.   Kayıcı   (2014)   Meşrutiyet'ʹten   Cumhuriyet'ʹe   Modern   Türk   Düşüncesinde  
Milliyetçilik,  İstanbul:  Bilgeoğuz  Yayınları.  
ERİŞİRGİL  M.  E.  (2007)  Bir  Fikir  Adamının  Romanı  Ziya  Gökalp,  Ankara:  Nobel  Yayın.  
GEORGEON   F.   (1999)   Türk   Milliyetçiliğinin   Kökenleri   Yusuf   Akçura   (1876-­‐‑1935),   Çev.   Alev   Er,  
İstanbul:  Tarih  Vakfı  Yurt  Yayınları.  
FEYZULLAH  SÂCİD  (1331)  “Cengiz  Han”,  Türk  Yurdu,  Y.  4,  C.  8,  S.  1,  5  Mart,  s.  2-­‐‑4  (2512-­‐‑2514).  
KAFESOĞLU  İ.  (1998)  Türk  Millî  Kültürü,  İstanbul:  Ötüken  Neşriyat.  
KAFESOĞLU   İ.   (2014)   Umumî   Türk   Tarihi   Hakkında   Tespitler   Görüşler,   Mülâhazalar,   İstanbul:  
Ötüken  Neşriyat.  
KARA  İ.  (2014)  Aramakla  Bulunmaz,  İstanbul:  Dergâh  Yayınları.  
KARATAY  O.  (2015)  İran  ile  Turan,  İstanbul:  Ötüken  Neşriyat.  
KAYA  NURİ  (1338)  Açık  Mektûb,  İstanbul.  
KORAY  E.  (1959)  Türkiye  Tarih  Yayınları  Bibliyografyası,  İstanbul.  
MAARİF-­‐‑İ   UMÛMİYYE   NEZÂRETİ   (1329)   Mekâtib-­‐‑i   Sultâniyyenin   Sunuf-­‐‑ı   İbtidâiyye   ve   Tâliyye  
Ders  Programları,  İstanbul.  
MEHMED  ŞEREF  (1330a)  “Sükût-­‐‑ı  İslâm  Tarihi  Önünde  Cengiz,  Hülagu,  Timurlenk-­‐‑1”,  İctihâd  
C.  4,  S.  96,  6  Mart,  s.  2162-­‐‑2164.  
MEHMED  ŞEREF  (1330b)  “Sükût-­‐‑ı  İslâm  Tarihi  Önünde  Cengiz,  Hülagu,  Timurlenk-­‐‑2”,  İctihâd  
C.  4,  S.  97,  13  Mart,  s.  2177-­‐‑2180.  
MEHMED  ŞEREF  (1330c)  “Sükût-­‐‑ı  İslâm  Tarihi  Önünde  Cengiz,  Hülagu,  Timurlenk-­‐‑3”,  İctihâd  
C.  4,  S.  98,  20  Mart,  s.  2202-­‐‑2204.  
MEHMED  ŞEREF  (1330d)  “Sükût-­‐‑ı  İslâm  Tarihi  Önünde  Cengiz,  Hülagu,  Timurlenk-­‐‑4”,  İctihâd  
C.  4,  S.  99,  27  Mart,  s.  2228-­‐‑2230.  
ÖZDEMİR  H.  A.  (2005)  “Tâhirü’l-­‐‑Mevlevî  ve  Cengiz  Ve  Hülâgû  Mezâlimi  Adlı  Eseri”,  Sakarya  
Üniversitesi  İlahiyat  Fakültesi  Dergisi,  S.  11,  s.  135-­‐‑169.  
PALA  İ.  (1989)  Namık  Kemal’in  Tarihî  Biyografileri,  Ankara:  Türk  Tarih  Kurumu  Yayınları.  
RIDVAN  NAFİZ  (1329)  Küçük  Türk  Tarihi,  İstanbul.    
SÜLEYMAN   NAZİF   (1329a)   “Darü’l-­‐‑Fünûn-­‐‑i   Osmânî   Türk   Tarih-­‐‑i   Medeniyeti   Muâllimi  
Ahmed  Agayef  Beyefendiye”,  İctihâd,  Nu:  71,  11  Temmuz,  s.  1549-­‐‑1551.  
SÜLEYMAN  NAZİF  (1329b)  “Cengiz  Hastalığı”,  İctihâd,  Nu:  72,  18  Temmuz,  s.  1573-­‐‑1574.  
SÜLEYMAN  NAZİF  (1329c)  “Ahmed  Agayef  Beyefendiye”,  İctihâd,  Nu:  74,  1  Ağustos,  s.  1621-­‐‑
1623.  
SÜLEYMAN  NAZİF  (1329d)  “Ahmed  Agayef  Beye  Cevap”,  İctihâd,  Nu:  76,  15  Ağustos,  s.  1669-­‐‑
1672.  
Ş.  SÂMÎ  (1308)  Kâmûsu’l-­‐‑Âlâm,  C.  3,  İstanbul.  
TAHİRÜ’L-­‐‑MEVLEVÎ   (1330a)   “Şeyh   Sadî’nin   Acıklı   Bir   Mersiyesi   ve   Onu   Yazdıran   Fecâyi”,  
Sebilü’r-­‐‑Reşâd,  C.  12,  S.  295,  24  Nisan,  s.  157-­‐‑160.    
TAHİRÜ’L-­‐‑MEVLEVÎ   (1330b)   “Şeyh   Sadî’nin   Acıklı   Bir   Mersiyesi   ve   Onu   Yazdıran   Fecâyi-­‐‑2”,  
254 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 13. Sayı 4. Aralık 2016

Sebilü’r-­‐‑Reşâd,  C.  12,  S.  296,  1  Mayıs,  s.  177-­‐‑180.  


TAHİRÜ’L-­‐‑MEVLEVÎ   (1330c)   “Şeyh   Sadî’nin   Acıklı   Bir   Mersiyesi   ve   Onu   Yazdıran   Fecâyi-­‐‑3”,  
Sebilü’r-­‐‑Reşâd,  C.  12,  S.  297,  8  Mayıs,  s.  198-­‐‑202.  
TAHİRÜ’L-­‐‑MEVLEVÎ  (  1332)    Cengiz  ve  Hülâgû  Mezâlimi,  İstanbul.  
TAHİRÜ’L-­‐‑MEVLEVÎ   (2012)   Matbuat   Âlemindeki   Hayatım   İstiklâl   Mahkemesi   Hatıraları,  
Hazırlayan:  Nurcan  Boşdurmaz,  İstanbul:  Büyüyen  Ay  Yayınları.  
TBMM  ALBÜMÜ  (2010),  C.  1,  Ankara:  TBMM  Yayınları.    
TOGAN  A.  Z.  V.  (1981)  Umumî  Türk  Tarihine  Giriş,  İstanbul:  Enderun  Kitabevi.  
ZİYA  GÖKALP  (1917)  “Millet  Nedir?”,  İçtimâiyât  Mecmûası,  S.  3,  Haziran,  s.  148-­‐‑155.  
ZİYA  GÖKALP  (2014a)  Türkçülüğün  Esasları,  İstanbul:  Ötüken  Neşriyat.  
ZİYA  GÖKALP  (2014b)  Türkleşmek,  İslâmlaşmak,  Muasırlaşmak,  İstanbul:  Ötüken  Neşriyat.    
 
 

M ehm et Kaan Çalen

Yrd.Doç. Dr., Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi.
Adres: Trakya Üniversitesi Balkan Yerleşkesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü P. K. 22030
Edirne
E-posta: mkaancalen@trakya.edu.tr

Yazı bilgisi:

Alındığı tarih: 12 Kasım 2016


Yayına kabul edildiği tarih: 3 Ocak 2017
E-yayın tarihi: 22 Mayıs 2017
Çıktı sayfa sayısı: 28
Kaynak sayısı: 65

You might also like