Professional Documents
Culture Documents
Erdem - 2009 - Doğu Anadolu' Da Demir Çağ Yivli Keramik Geleneği PDF
Erdem - 2009 - Doğu Anadolu' Da Demir Çağ Yivli Keramik Geleneği PDF
Doğu Anadolu’da
Demir Çağ Yivli Keramik Geleneği..........adlı doktora tezinin tarafımdan bilimsel, ahlak ve
normlara uygun bir şekilde hazırlandığını, tezimde yararlandığım kaynakları
bibliyografyada ve dipnotlarda gösterdiğimi onurumla doğrularım.
İmza
1
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ.................................................................................................................1-3
I. BÖLÜM
II. BÖLÜM
2
2- Orta Demir Çağ……………………….………..……………….231-241
a- Doğu Anadolu……………………………………….………241-280
b- Kuzeybatı İran……………………………………….….…..280-293
c- Transkafkasya…………….…………...…………………….293-298
C- Değerlendirme………….…………………….……………………298-301
III. BÖLÜM
1- Metodoloji……………………………….……...………………….316-317
2- Mal Grupları………………………………………….……………..317-318
A. Perdahsız
B. Perdahlı
2. Mal 2: Kahve Mallar………………………………..……….321-322
A. Perdahsız
B. Perdahlı
3. Mal 3: Kırmızı- Kiremit Mallar………………….…...……..323-325
A. Perdahsız
B. Perdahlı
4. Mal 4: Gri- Siyah Mallar…………………………….………325-327
A. Perdahsız
B. Perdahlı
3
5. Mal 5: Kahve ve Bitkisel Katkılı Mallar……………...……..327-328
3- Tipolojik İnceleme
a- Kap Formları
1. Çanaklar……………………….……….…………………….339-341
A. Omurgalı Çanaklar
I. Yüksek Omurgalılar
1) İçe Dönük Ağız Kenarlı………………….……….342-343
3) “S” Profilli……………………….………………..344-345
4
5) Dışa Kalınlaştırılmış Ağız Kenarlı…………..……356-357
6) “S” Profilli………………………….……………..357-359
7) Çan Biçimli………………………….………….....359-360
B. Basit Çanaklar
I. İçe Dönük Ağızlı
1) İçe Dönük Ağız Kenarlı…………..………………364-371
2. Kaseler………………………….…………………………….388-389
A. Omurgalı Kaseler
I. Yüksek Omurgalılar
5
2) İçe Dönük Ağızlı, İçe Kalınlaştırılmış Ağız Kenarlı.391-392
3. Çömlekler…………….…….………………………………..401-403
A. Boyunlu Çömlekler
I. Dışa Dönük Ağızlı
2) Keskin Omuzlu…………………….……………..406-408
6
3) Keskin Omuzlu…………………..………………..413-415
B. Boyunsuz Çömlekler
IV. BÖLÜM
SONUÇ…………………………………………………………………..443-466
Kaynakça………………………………………………………………….467-512
Haritalar
Tablolar
Levhalar
7
ÖNSÖZ
“Doğu Anadolu’da Demir Çağ Yivli Keramik Geleneği” başlıklı konuyu sevgili
hocam Altan Çilingiroğlu yıllar önce bana doktora konusu olarak çalışmamı
önerdiğinde, ilk anda bu konuyu çalışıp çalışmama konusunda tereddütte
kalmıştım. Ancak daha sonraları hocamın da teşviki ve desteğiyle bu konuyu tez
konusu olarak çalışmakla ne kadar doğru bir adım atmış olduğumu anlıyorum
bugün. Yıllar içinde hayatımın bir parçası haline gelen ve her kademede zevkli bir
uğraşı haline dönüşen tez konumu öneren ve çalışmamın her aşamasında bana
sabırla destek olan sevgili hocam Prof. Dr. Altan Çilingiroğlu’na içtenlikle
teşekkür ederim. Kendisi aynı zamanda, tez sürecinde kimi zaman heyecana
kapılıp “kontrolsüz kalem” kullandığımda bile, ki bazen bu kalemin hedeflerinde
kendisi de yer almıştır, her zamanki objektif ve açık görüşlü kimliğini ön plana
çıkararak doğruyu bulmam konusunda beni en iyi şekilde yönlendirmiştir. Ayrıca
çalışmam boyunca umutsuzluğa kapıldığım birçok dönemde beni sabırla dinleyip
bu işin üstesinden gelebileceğim konusunda cesaretlendirdiği için de kendisine
minnettarım.
Tez çalışmam boyunca, tezimin her aşamasında beni yönlendiren ve her türlü
bakış açısı ve kaynak bulmam konusunda destek olan tez izleme komitesi üyeleri
sevgili hocam Yard. Doç. Dr. Haluk Sağlamtimur ve Prof. Dr. Süleyman Özkan’a
sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Yine sevgili hocalarım Prof. Dr. Gülriz Kozbe,
Doç. Dr. Eşref Abay ve Yard. Doç. Dr. Zafer Derin’e çalışmam boyunca
gösterdikleri yardımlarından ötürü içtenlikle teşekkür ederim.
8
Tez konumuz kapsamında çeşitli merkezlerden ele geçen yivli keramikler
çalışılmıştır. Ayanis ve Dilkaya malzemesini çalışma fırsatını veren Prof. Dr.
Altan Çilingiroğlu’na teşekkür ederim. Ayrıca tezimizdeki malzemenin büyük bir
kısmını çalışma fırsatını veren Prof. Dr. Veli Sevin ve Doç. Dr. Aynur Özfırat’a
içtenlikle teşekkür ederim. Karagündüz, Đmikuşağı, Üçtepe, Elazığ-Bingöl yüzey
araştırması, Muş-Bitlis yüzey araştırması ve Ağrı-Iğdır yüzey araştırması
malzemesi gerek Van Müzesi’nde, gerekse Van-Yüzüncüyıl Üniversitesi
laboratuarlarında çalışılmıştır. Bu çalışmalar sırasında her aşamada benden
desteğini esirgemeyen Doç. Dr. Aynur Özfırat’ta ayrıca teşekkür ederim. Van
Müzesi’nde bulunan Yoncatepe malzemesini görme fırsatını veren Prof. Dr.
Oktay Belli’ye ve Yüzüncüyıl Üniversitesi’nde bulunan Van-Kalecik Nekropolü
malzemesi için de Yard. Doç. Dr. Rafet Çavuşoğlu ve Yard. Doç. Dr. Hanifi
Biber’e çok teşekkür ederim. Erzurum’da Sos Höyük malzemesini çalışma şansını
veren Antonio Sagona’ya ve Erzurum bölgesi yüzey araştırması malzemesini
görme fırsatını veren prof. Dr. Mehmet Karaosmanoğlu, Yard. Doç. Dr. Mehmet
Işıklı ve Yard. Doç. Dr. Birol Can’a teşekkürü borç bilirim. Erzincan-Altıntepe
malzemesi için de yine Prof. Dr. Mehmet Karaosmanoğlu’na ayrıca teşekkür
ederim. Gerek Van, gerekse Elazığ bölgesindeki yüzey araştırmasıyla ilgili kişisel
notlarını paylaşan Charles Burney’e sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
Güneydoğu Anadolu’da ise Giri Cano Höyük’ten ele geçen tüm yivli çanak
çömlekleri çalışma fırsatını veren Doç. Dr. Andreas Schachner’e, Ziyaret Tepe
malzemesini görme şansını veren Dr. Timothy Matney ve Prof. Dr. Kemalettin
Köroğlu’na çok teşekkür ederim. Kavuşan Höyük’ten ele geçen yivlileri çalışma
fırsatını veren Prof. Dr. Gülriz Kozbe’ye ve Salattepe yivlilerini görme şansını
veren Prof. Dr. Tuba Ökse’ye içtenlikle teşekkür ederim. Başur Höyük
malzemesini görme fırsatını veren Yard. Doç. Dr. Haluk Sağlamtimur’a ve
Norşuntepe malzemesini çalışma şansını veren Prof. Dr. Harald Hauptmann ve
Dr. Uwe Müller’e sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Özellikle Norşuntepe’nin tüm
Demir Çağ keramiklerinin çizimini ve fotoğraflarını benimle paylaşan Dr. Uwe
Müller’e ne kadar teşekkür etsem az olur. Ayrıca kaynak çalışması sırasında
yardımlarını esirgemeyen Yard. Doç. Dr. Kimiyoshi Matsumura’ya da çok
teşekkür ederim.
9
Tez çalışmamız için müzelerde çalışma izni veren Kültür Bakanlığı, Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Kazılar ve Araştırmalar Dairesi
Başkanlığı’na teşekkür ederim. Van Müzesi’ndeki çalışmalarım sırasında her türlü
desteği veren müze elemanları Mete Tozkoparan ve Emre Köse’ye teşekkür
ederim. Erzurum Müzesi’ndeki çalışmalar için ise müze müdürü Mustafa
Erkmen’e teşekkür ederim. Van-Yüzüncüyıl Üniversitesi’ndeki çalışmalarda ise
yardımlarını esirgemeyen sevgili arkadaşlarım Nilgün Coşkun Köse ve Gulan
Ayaz’a teşekkürü borç bilirim.
13.05.2009
Đzmir-Narlıdere
10
GĐRĐŞ
11
önerileri, genellikle keramik üzerinden değil, tümüyle yivli keramiğin ele geçtiği
kontekstin tarihi üzerinden yapılmıştır. Zira Erken ve Orta Demir Çağ’da varlık
gösteren yivli çanak çömleklerde, görünürde mal özelliği veya kap formu
açısından belirgin farkların bulunmayışı bilim adamlarını bu şekilde kontekst
üzerinden tarihlendirme yapma eğilimine yöneltmiştir. Dolayısıyla Doğu
Anadolu’da ele geçen yivli çanak çömleklerin mal grupları veya tipolojisi üzerine
herhangi bir kapsamlı çalışma söz konusu değildir. Sadece Bartl, Norşuntepe’nin
Erken Demir Çağ keramiklerini değerlendirirken bu grup içinde bulunan yivli
çanak çömlekleri de ele almış ve Norşuntepe’deki 3 evreli Erken Demir Çağ
tabakalarında tipolojiye bakarak erken-orta-geç gibi bir ayrımın mümkün
olamadığını belirtmiştir. Dolayısıyla tez konumuz kapsamında ele alınan bu
çalışma, yivli çanak çömleklerin mal grupları, kültür bölgeleri ve tipolojisi
açısından değerlendirildiği öncü sayılabilecek bir çalışma olma özelliğine sahiptir.
“Doğu Anadolu’daki Demir Çağ Yivli Keramik Geleneği” başlıklı tezimizde her
ne kadar “Doğu Anadolu” başlığı altında bir coğrafi sınırlandırma yapılmış olsa
da, biz bu çalışmada Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni de bu başlık altında ele
aldık. Bunun en önemli nedeni, söz konusu bölgede son yıllarda yapılan birçok
kazı yerinde bu tür Demir çağ yivli çanak çömleğinin ele geçmiş olmasıdır.
Dolayısıyla, tez çalışmamızda Doğu Anadolu başlığı altında hem Doğu hem de
Güneydoğu Anadolu Bölgesi bir arada ele alınmıştır.
12
“Demir Çağ Kavramı ve Doğu Anadolu ve Komşu Bölgelerin Erken ve Orta
Demir Çağlar Süreci” başlıklı II. Bölüm’de ise coğrafi ve kültürel açıdan ne tür
bir karaktere sahip olduğunu ortaya koyduğumuz yivli çanak çömleğin, arkeolojik
açıdan değerlendirilmesi yapılmıştır. Erken ve Orta Demir Çağlar olmak üzere iki
alt başlıkta ele alınan arkeolojik veriler kapsamında, şimdiye kadar yapılan kazı
ve yüzey araştırmalarında tespit edilen merkezlerdeki yivli çanak çömleğin varlığı
veya konteksti ortaya konmuştur. Ancak arkeolojik veriler değerlendirilirken aynı
zamanda Doğu Anadolu ile benzer kültürel gelişime maruz kalan Kuzeybatı Đran
ve Transkafkasya’daki arkeolojik veriler de ele alınmıştır. Bunun en önemli
nedeni ise özellikle Erken Demir Çağ sürecinde Doğu Anadolu ölçeğinde varolan
kronolojik problemleri Đran veya Transkafkasya üzerinden bu sürecin geneline
bakarak anlamlandırmaya çalışma girişiminden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla
II. Bölüm’deki arkeolojik verilerin ele alınması sırasında sadece Doğu Anadolu
değil, aynı zamanda Đran ve Transkafkasya bölgeleri de bu başlık altında ele
alınmıştır.
Sonuç Bölümü’nde gerek yivli çanak çömleklerin ait olduğu kültürel doku, mal
grupları ve tipoloji olmak üzere daha önceki bölümlerde ele alınan çeşitli
konuların değerlendirmesi yapılmıştır.
13
“Nereye gittiysem yadırgadım yerimi
Müştak Erenus
14
I. BÖLÜM
1
van Zeist-Bottema 1991: 65.
15
Kuzeyde Doğu Karadeniz Dağları’ndan güneyde Güney Doğu Toroslar’a kadar
uzanan Doğu Anadolu Bölgesi 257.000 km²’lik bir alanla ülke yüzölçümünün
%20’sini kaplamaktadır2. Elazığ, Malatya, Tunceli, Erzincan, Erzurum, Kars,
Ağrı, Van, Hakkari, Bingöl, Bitlis, Muş, Iğdır ve Ardahan illerini içine alan arazi,
yüksek platolar, dağ içi ovalar ve sayısız nehir vadileriyle doludur. Alp
Dağları’nın oluşumuna uygun olarak doğu-batı doğrultusunda uzanan yay
biçimindeki sıradağlardan oluşan Doğu Anadolu bölgesinin en kuzeyinde, Doğu
Anadolu’yu Karadeniz’den ayıran Doğu Karadeniz Dağları bulunmaktadır. Batı
sınırını Tecer Dağları’nın doğusunda bulunan Uzun Yayla, güney sınırını ise
Güneydoğu Toros Dağları oluşturmaktadır3. Güneydoğu Toroslar’la Doğu
Karadeniz Dağları arasında ise yine sıradağlar, volkanik dağlar, yüksek yaylalar
ve ovalar yer almaktadır4. Doğu Anadolu Bölgesi, ortalama 1500-2000 metrelik
yükseltisi ile Türkiye’nin rakım açısından en yüksek bölgesidir5. Bölgenin en
karakteristik özelliği deniz seviyesinden yüksekliğinin batıdan doğuya doğru
giderek artması ve doğu-batı doğrultusunda uzanan yüksek dağ silsilelerinin
olmasıdır. Buna bağlı olarak bölgenin aynı zamanda “dağlık bölge” olarak ifade
edilmesi de sahip olduğu coğrafi özelliklerle doğrudan ilişkili olup yerinde bir
tanımlama olarak karşımıza çıkmaktadır. Bölgenin yeryüzü şekillerini sıradağlar,
geniş platolar ve platolar arasındaki küçük ovalar oluşturur6. Bölgedeki dağlar,
doğu batı doğrultusunda üç sıra halinde uzanırlar. Bölgenin kuzeyini oluşturan
Çimen, Kop, Yalnızçam ve Allahüekber dağlarının güneyinde Divriği, Erzincan,
Erzurum, Horasan, Kağızman ve Iğdır çöküntü hendekleri yer alır. Bu çöküntü
hendeklerinin güneyinde ise, orta sıra dağlarını oluşturan Munzur ve Karasu-Aras
dağları uzanır. Bu dağ sıralarının güneyinde ise, Afşin'den başlayarak, Malatya,
Elazığ ve Bingöl ovalarından geçen ve Muş ovasına kadar devam eden diğer
çöküntü hendeği bulunur. Bu hendek Doğu Anadolu fay hattı üzerindedir. Doğu
Anadolu Bölgesi'nin en güneyinde ise Doğu Toroslar, Bitlis, Hakkari ve Buzul
2
Saraçoğlu 1989: 1. Bu bölgenin yüzölçümüyle ilgili çeşitli yayınlarda farklı rakamlar verilmiştir.
Örneğin J. Yakar’ın kitabında bölge yüzölçümü 220.775 km² olarak verilmiş ve ülke
yüzölçümünün %21’ini kapladığı ifade edilmiştir (Yakar 2007: 334).
3
Saraçoğlu 1989: 7, 41; Erinç, Öngör 1976: 92; Atalay, Mortan 1997: 297.
4
Zimansky 1985: 9.
5
Saraçoğlu 1989: 5; Saraçoğlu 1990: 65; Erinç, Öngör 1976: 92.
6
Saraçoğlu 1989: 5; Erinç, Öngör 1976: 92.
16
(Cilo) dağlarından oluşan üçüncü dağ kuşağı yer alır7. Bölgenin doğusunda da
güneybatı-kuzeydoğu doğrultusunda uzanan Nemrut, Süphan, Tendürek ve Ağrı
volkanik dağları bulunmaktadır. Tüm bu dağ sıraları alçak ve dalgalı düzlüklerle
birbirinden ayrılır. Bu düzlükler üzerinde ayrıca dağ kütleleri yükselir, aralarına
da çukur ovalar girer. Karasu-Aras dağlarının güneyinde bir dizi halinde sıralanan
Muş, Van, Gürpınar, Başkale ve Yüksekova; kuzeyde ise Erzincan, Tercan,
Erzurum, Kars ve Iğdır güneyde de Elbistan, Elazığ, Malatya ve Bingöl ovaları
uzanır. Korunaklı olan ve sulanabilen bu alüvyonlu depresyonlar, prehistorik
dönemlerden beri bölgenin en sık yerleşmeye uğrayan kesimidir8. Yüksekova ve
Başkale ovalarının yüksekliği ise diğer ovalardan daha fazladır ve hemen hemen
2000 metre yükseklikte yer alır. P. Zimansky, Doğu Anadolu’nun birbirini kesen
dağ silsilelerinden ve bu silsileler arasında yer alan küçük ceplerden ve ovalardan
yola çıkarak bu coğrafyayı “denizdeki adalar” olarak tanımlamıştır. Ada
görünümündeki arazinin küçük cepleri ise insan nüfusunun yoğunlaştığı daha
alçak alanlardır9.
17
bölgelerarası bağlantıyı da etkilemektedir13. Kışların uzun sürmesi, kar örtüsünün
aylarca yerde kalması ve yazların kısalığı bu bölgede tarım yapılabilecek süreyi
kısıtlamaktadır14. Doğu Anadolu’nun çok geniş bir bölge olmasından ötürü
yükseklik farklarına bağlı olarak kimi yerlerde iklim özellikleri de farklılaşır.
Örneğin Erzurum-Kars Bölümü kış mevsiminin en soğuk geçtiği, ortalama
sıcaklıkların en düşük değerler gösterdiği yerdir. Burada yaz yağışları fazladır.
Yukarı Fırat Bölümü ise daha güneyde yer alması ve yüksekliğin azalması
nedeniyle bölgenin sıcaklık bakımından en elverişli yeridir. Kış yağışları fazla
olur, yaz mevsimi ise kurak geçer. Gerek kışların sert ve uzun geçmesi, gerekse
arazinin dağlık olması ulaşımı oldukça güçleştirir. Bölgede doğu-batı yönünde
uzanan tektonik oluklar ve akarsu vadileri ulaşım açısından kısmen kolaylıklar
sağlamaktadır. Dağlık Hakkari Bölümü ise ulaşımın en zor sağlandığı yerdir.
Hatta bugün bile kış aylarında birçok köy yolu kapanmakta ve kar eriyene kadar
köyle olan bütün irtibat kesilmektedir.
Coğrafya ve buna bağlı olarak ortaya çıkan iklimsel özellikler bitki örtüsünün
belirlenmesinde de etkilidir. Bölgenin doğal bitki örtüsü bozkır (step)’dır15.
Dağ yamaçlarında bozulmuş orman ve dağların yükseklerinde dağ çayırlarına
rastlanır. Bölgenin ova ve havzalarında yaygın olan bozkırlar, ilkbaharın geç
gelmesinden dolayı Mayıs ayında yeşerir ve Temmuz ayında sararmaya başlar16.
Yağışların fazla olduğu dağ eteklerinde meşe ve sarıçam ormanlarına rastlanır.
Örneğin Kars-Sarıkamış Yöresi’nde bu tür sarıçam ormanlarına rastlamak
mümkündür. Bingöl ve Tunceli çevresinde ise meşe ormanları yer alır. Yüksek
kısımlar ile Erzurum-Kars Bölümü’nde gür çayırlar ve otlaklar bulunur17.
13
Zimansky 1985: 28-30.
14
Erinç, Öngör 1976: 95.
15
Atalay, Mortan 1997: 317.
16
Saraçoğlu 1990: 60-61; Atalay 1992: 223.
17
Atalay 1992: 200; Erinç, Öngör 1976: 95.
18
Yakar 2007: 334.
18
bitki örtüsünün günümüzden farklı olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre, Doğu
Anadolu’nun büyük kesiminde ormanların yer aldığı bilinmektedir. Dolayısıyla
M.Ö. 3., 2. ve 1. bin yıllarda da bölgedeki ağaç örtüsünün yoğun ve yaygın olduğu
düşünülebilir. J. Yakar’a göre bu bölgedeki ormanlara yönelik tahribat
muhtemelen Erken Tunç Çağ’da ya da belki daha da öncesinde başlamış olmasına
rağmen en yoğun ve en belirgin zarar Osmanlı döneminde ya da biraz daha
öncesinde verilmiş olmalıdır19. Son zamanlara ait örnekler, çoban gruplarının da
ormanlara ciddi zarar verebileceğini göstermiştir. Dağ otlaklarında otlatılan keçi
sürülerinin ağaç filizlerini ve yapraklarını yemesiyle verilen zarar, sürekli ve
mevsimlik yerleşmelerin yoğunluğuyla orantılıdır20. Ağaç örtüsünün ortadan
kalkmasının doğal bir sonucu olarak gelen şiddetli erozyonlar, coğrafi görünümü
büyük ölçüde değiştirmiştir. Toprak kaybı, dağ yamaçlarında kalan ağaçların da
sonunu hazırlamıştır. Daha yumuşak çökel kayalar ve üzerlerindeki toprakların,
özellikle karların erimeye başladığı bahar mevsimi başında sürekli olarak
yağmurlar ve akarsular tarafından yıkanıyor olması, dağ içi ovalarda bitki
yetişmesini güçleştirmiştir21.
Bugün Doğu Anadolu Bölgesi coğrafyacılar tarafından her ne kadar dört ayrı alt
bölüme ayrılmış olsa da22, biz bu çalışmada J. Yakar’ın ayrımını göz önüne alarak
üç ana bölümde ele alacağız23:
19
Yakar 2007: 334.
20
Yakar 2007: 335.
21
Yakar 2007: 334.
22
Doğu Anadolu Bölgesi Yukarı Fırat, Erzurum - Kars, Hakkâri ve Yukarı Murat-Van
bölümlerinden meydana gelir (Erinç, Öngör 1976: 97-101).
23
J. Yakar kitabında Doğu Anadolu’yu üç ayrı bölümde ele almıştır. Söz konusu ayrımı hangi
kriterlere göre yaptığını açıklamasa da, söz konusu ayrımın hem fiziki coğrafya, hem de kültürel
bölünme ile örtüştüğü görülmektedir (Yakar 2007: 335-338).
19
özellikleri itibariyle bu bölge Doğu ile Orta Anadolu arasında bir geçiş yeri
özelliğindedir24. Bölgenin kuzeyini Munzur Dağları, güneyini ise Güneydoğu
Toroslar kaplar. Munzur dağlarının güneyindeki çukur alanda Elazığ Ovası yer
almakta ve bu hattı Elbistan ve Malatya ovaları takip etmektedir. Fırat’ın en
büyük kolu olan Murat Irmağı, Güneydoğu Toroslar’ın kuzeyinde yer alan bu
çukur alanı izlemektedir25.
Elazığ, Malatya ve Elbistan ovaları bölümü ortalama 1200 ila 1600 metreler
arasında değişen yüksekliğiyle coğrafi açıdan da diğer bölümlere nazaran daha az
bir yüksekliğe sahiptir26 ve dağları, geniş yaylaları ve ovalarıyla yaşamaya
elverişli alanları içermektedir. Dağlık arazilerdeki iklime göre biraz daha ılıman
bir iklimi vardır27. Fırat Nehri ve kollarının suladığı ovalar, Elazığ ve Malatya
illerinde prehistorik dönemlerden beri hem çiftçi toplulukları, hem de çoban
grupları için yaşamaya uygun verimli alanlar sunmaktadır28. Deniz seviyesinden
1050 m. yükseklikte yer alan Elazığ Ovası bunlardan biridir ve kuzeydoğu-
güneybatı yönünde 16 km. uzunluğunda bir çukurluktan oluşmaktadır. Yine bu
ovanın hemen doğusunda yer alan Altınova (Uluova Havzası) ise 400 km²’lik bir
alanı kaplamaktadır. Altınova’nın Tunç Çağı ve öncesinde bugüne nazaran daha
nemli olduğu ve bu nedenle çok çeşitli tahılların kuru tarımı için elverişli bir alan
sunduğu belirtilmektedir29. Bölgedeki bir diğer verimli alan ise Aşvan Havzasıdır.
Bol su kaynakları olan 720 m. yükseklikteki bu havza, iyi tarım topraklarına ve
geniş otlaklara sahiptir. Elazığ sınırları içinde yer alan bir diğer bölge ise Baskil
ve çevresidir. Ortalama 1500 m. yüksekliğinde yüksek bir plato olan Baskil’de,
dağlar Fırat Nehri kavsine doğru alçalmaya başlar. Dağlardan aşağı doğru akan
nehirler ve küçük akarsular burada çok sayıda alüvyal taşkın ovaları
oluşturmuştur. Bölgenin diğer önemli ovalarından biri de Malatya Ovası’dır.
Doğu Anadolu’daki en büyük havza olan bu ova yaklaşık 900 m. yükseklikte yer
almaktadır. Prehistorik dönemlerden itibaren çok sayıda yerleşimin kurulduğu ve
geliştirildiği az sayıdaki yerlerden biridir. Söz konusu ovayı Tohma Çayı doğu-
24
Saraçoğlu 1989: 152.
25
Erinç, Öngör 1976: 97.
26
Saraçoğlu 1989: 199.
27
Saraçoğlu 1989: 154, 200.
28
Yakar 2007: 336; Saraçoğlu 1989: 176-177.
29
Yakar 2007: 336.
20
batı yönünde kesmektedir. Bu ovayı Suriye ve Mezopotamya’daki merkezlerle
bağlayan Fırat Nehri, Anadolu ve güneyi arasında bir bağlantı noktası işlevini
görmüştür30. Gürün ve Darende’de ise eski yerleşmeler azdır ve seyrek şekilde
dağılmışlardır. Bu iki dağlık ilçenin önemi ise, Güneydoğu Anadolu’yu Malatya
üzerinden Đç Anadolu’ya bağlayan ana ticaret yolu üzerinde bulunmasından
kaynaklanmaktadır31. Elazığ, Malatya ve Elbistan Ovaları içinde yer alan sonuncu
ova ise Malatya’nın batısında yer alan Elbistan Ovası’dır.
Sonuç olarak Doğu Anadolu ve Orta Anadolu arasında geçiş bölgesi özelliği
sergileyen Elazığ, Malatya ve Elbistan Ovaları bölgesi, hem çiftçilik, hem de
hayvancılık faaliyetleri açısından yaşamaya elverişli bir bölgedir. Ancak her ne
kadar bu bölgedeki yaylalarda iyi ot yetişse de, bunlar Erzurum ve Kars
bölgelerindeki kadar ince, uzun ve yumuşak değildir; buradakiler daha ziyade kısa
ve biraz daha sert otlardır. Bu yüzden bu bölgedeki otlar aslında biçilerek
saklanmaya çok da müsait değildir. Ancak yine de bölgedeki tüm hayvan sahipleri
hayvanları için yazın ot kesip saklasalar da bu faaliyet Erzurum ve Kars
bölgeleriyle kıyaslanamayacak kadar ikincil sıradadır32. Burada daha geniş tarım
alanları bulunmaktadır33. Dolayısıyla bölgedeki en etkili geçim şekli tarımdır ve
nitekim bu bölge prehistorik çağlardan beri çiftçi toplulukları barındıran
yerleşmelere sahne olmuştur.
30
Yakar 2007: 336.
31
Yakar 2007: 337.
32
Saraçoğlu 1989: 201.
33
Erinç, Öngör 1976: 98.
34
Erinç, Öngör 1976: 99.
21
Aşkale oldukça geniştir35. Kars’ın kuzeyindeki bölgede de Ardahan volkanik
ovası yer alır. Bu ova üzerinden, Allahüekber Dağı’ndan doğan Kuruçay (Kura)
geçer ve Ardahan ve Çıldır arasında verimli arazi parçaları sunar. Ovalık alanları
dışında, Doğu Anadolu’nun bu dağlık bölümünün en önemli özelliği geniş ve
verimli otlak alanlara sahip olmasıdır. Bölgenin en verimli otlak arazilerden biri
olan Volkanik Kars Platosu da bu bölgede bulunmaktadır. En alçak kısmı deniz
seviyesinden 1250 m. yükseklikte olan yaklaşık 1700-1800 metreye ulaşan
platoda, kışın ısı -20ºC ve hatta zaman zaman daha altına bile düşer36. Bu platoda
yer alan sönmüş volkanlar dizisi (Allahüekber Dağı ve Hacıhalil, Alaca, Akbaba,
Üç Oğlan ve Büyükyahni) burayı birkaç düz alana bölmektedir. Bu bölgenin
verimli otlaklarına Bingöl bölgesinde de rastlanır. Bingöl bölgesinde bol otlu ve
sulu yaylalar yer almaktadır. Bunlardan en önemlisi olan Tekman Yaylası’nın
sınırlarını (2100-2500 metre) kuzeyde Erzurum ve Pasinler ovaları, doğuda da
Çakmak dağları oluşturmaktadır37. Yakın zamana kadar Bingöl Dağları’nın
yaylalarına onbinlerce yarı göçebe geliyordu. Mevsimlik göç düzenleri ve
yararlanma tarzları uzak geçmişte bu tür otlakların nasıl kullanıldığını
göstermektedir. Bu dağlık bölgede tarım, dağ içi ovalar ve vadilerle sınırlanmıştır.
Buradaki zayıf kırsal örgütlenme ve modası geçmiş tarım yöntemleri 20. yüzyılın
başına kadar çiftçiliği başarısız bir ekonomik strateji haline getirmiştir38.
35
Yakar 2007: 337.
36
Đzbırak 1996: 58.
37
Saraçoğlu 1989: 231, 250-254; Yakar 2007: 347.
38
Yakar 2007: 347.
39
Saraçoğlu 1989: 216.
22
küçük çapta yapılmaktadır. Örneğin Tunceli bölgesi tarım açısından son derece
yetersiz olup kendi nüfusunu bile besleyemeyecek durumdadır40.
Bölge hem çobanlık, hem de tarım üzerine kurulmuş ekonomiler için uygun bir
doğal çevre sunmaktadır. Geleneksel köy ekonomisi hayvancılık ve tahıl tarımına
dayanan Erzurum Havzası ve çevresinde, 19. yüzyılda bile Erzurum’un kuzeyi ve
doğusunda yaşayan Türk nüfusu ve Muş’un doğusunda yaşayan Kürtler benzer
geçim ekonomileri uygulamışlardır41. Bugün Erzurum Ovası’nda yer alan birkaç
çiftçi köyünün yakınında yer alan Tunç Çağ höyükleri, bu alanların tarıma
elverişli olduğunu doğrulamaktadır42. Bölgenin geniş ve verimli otlaklara sahip
olması ve bu yüzden çoğunlukla hayvancılık ekonomisine uygun olması, bu
bölgeye yerleşen toplulukların prehistorik dönemlerden itibaren aynı geçim
şablonunu uyguladıklarını göstermektedir.
40
Saraçoğlu 1989: 217.
41
Yakar 2007: 345.
42
Yakar 2007: 338.
43
Erinç, Öngör 1976: 100.
44
Saraçoğlu 1989: 278.
45
Yakar 2007: 338.
23
arazi ise dağlıktır ve yüksek yerler otlak bakımından oldukça zengindir. Bu
bölgede yer alan Muş Ovası (deniz seviyesinden 1564 m. yükseklikte) yaklaşık 66
km.’lik uzunluk ve 20-23 km.’lik genişliğiyle, çobanlık ve küçük ölçekli çiftçilik
için uygun bir arazidir. Bu arazi çok sayıda akarsu tarafından sulanmasına rağmen
bazı yerleri çorak ve taşlıdır. Özellikle Muş’un kuzeyindeki bazı alanlarda, Murat
Nehri Vadisi boyunca kötü kaliteli toprak söz konusudur. Van Havzası’nın
kuzeyinde yer alan Karaköse vadisinin içinden akan bu nehir, çevredeki dağlardan
getirdiği çakıl taşlarıyla tüm vadiyi doldurmuştur. Daha güneyde yer alan Bulanık
ve Patnos arasındaki bölge ise çiftçilik için pek uygun değildir ve olasılıkla
günümüzdeki gibi geçmişte de otlak arazisi olarak kullanılmış olmalıdır46.
Van Gölü’nün kuzeyinde, Türkiye’nin Ağrı’dan (5137 m.) ve Buzul (Cilo) (4168
m.) dağlarından sonra en yüksek dağı olan volkanik Süphan Dağı (4058 m.) yer
alır47. Süphan Dağı’nın güneybatısına doğru arazi gittikçe alçalır ve araya Sütay
yaylası girer. Burası her tarafından yüksek dağlarla çevrilmiş olan 2200 metre
yükseklikteki bir düzlüktür. Yaklaşık 20 km²lik bir alanı kaplayan bu yaylada da
verimli otlaklar bulunmaktadır48. Van Gölü’nün doğusunda, güneydoğusunda ve
özellikle Hakkari bölgesinde hemen hemen hiç tarım yapmaya elverişli düz arazi
bulunmaz. Doğu Anadolu’nun güneydoğu köşesinde yer alan Hakkari bölgesinin
yüzde altmışa yakını, yüksekliği 2500 metreyi geçen dağlardan oluşmaktadır. Geri
kalan yerlerinde de yükseklik 1000 metreden aşağı düşmez ve çoğunlukla 1500-
2000 metre arasında bir görüntü arz eder; hatta kimi yerlerde 3000-3500 metreden
yüksek doruklar söz konusudur. Nitekim bölgede, yaklaşık 2500 m. ve hatta bazen
daha yüksek seviyelerde sürekli köylere rastlanmaktadır. Bu bölgelerdeki
yaylaların yüksekliği de 3000 metreye yaklaşmaktadır49. 30 yıl öncesine kadar,
Van Havzası’nın kırsal ekonomisi %80 hayvancılık ve %20 tarıma dayanıyordu.
Tahıl tarımı sadece Van Gölü’nün doğu, kuzeydoğu ve belli bir dereceye kadar da
kuzeybatı kıyıları boyunca yapılıyordu. Gerçekten de eskiden beri derin alüvyal
topraklara sahip bu alanlar sadece geniş ve iyi kaliteli otlaklar sunmakla kalmayıp
tarım yapılmasına da olanak sağlamaktadır. Vahaya benzer vadi tabanları
46
Yakar 2007: 338.
47
Atalay 1992: 35, 46.
48
Saraçoğlu 1989: 285.
49
Đzbırak 1951: 11; Yakar 2007: 351-352; Saraçoğlu 1989: 146.
24
günümüzde olduğu gibi geçmişte de çoban topluluklarının bile yaptığı küçük
ölçekli tarım için elverişli olmalıydı50.
Sonuç olarak Van Havzası ve Ağrı, Hakkari, Muş ve Bitlis Dağlık Arazileri olarak
adlandırılan bölge, yüksek dağlar ve yaylalar bölgesidir. Đklimi oldukça serttir.
Karasal iklimin hakim olduğu Van Havzası’nda, Aralık ve Mart ayları arasında ısı
sıfırın altına düşer ve hatta gölün sığ kesimleri donar. Yüksek yerler yaklaşık yılın
7 ayı karla kaplı kalır. Ancak yine de kışlar Erzurum ve Kars çevresinde olduğu
kadar soğuk geçmez51. Van Havzası’ndaki yıllık ortalama yağış 300-400 mm
arasındadır ve sadece %6’lık bir kısmı bitkilerin yetişme dönemine denk
gelmektedir. Ancak yağış olmasına rağmen kurak yazlar ve toprağın kötü kalitede
olması gibi diğer faktörler tarımı olumsuz yönde etkilemektedir. Toprağın kötü
kaliteli olması ormanların tahrip edilmesinden kaynaklanan erozyonlarla
ilişkilidir52. Gerek iklim, gerekse toprak yapısı bu bölge de tarımın
önemsizleşmesine neden olmuştur. Ancak yine de bölgede yaşayan köylüler
yüksek yaylalarda olsa bile kendi ihtiyacını karşılayabilmek için buğday, arpa ve
çavdar ekmeye çalışırlar53. Bölgenin hayvancılığa uygun olması, prehistorik
dönemlerden itibaren bölgede var olan yaşam biçiminin ve yerleşim düzeninin
belirlenmesindeki en etkili özelliktir. Özellikle küçük baş hayvancılık bölgenin en
önemli geçim şeklidir54.
50
Yakar 2007: 349.
51
Đzbırak 1951: 92; Đzbırak 1996: 331.
52
Yakar 2007: 338.
53
Saraçoğlu 1989: 299.
54
Erinç, Öngör 1976: 100.
55
Yakar 2007: 339.
25
hayvancılığın ön plana çıktığı bir geçim şekli görülmektedir56. Bu bölgede yer
alan illerimizdeki tarımsal alanların ve otlakların oranı ise aşağıdaki gibidir57:
Đl Tarım Hayvancı
Ağrı %18 %60
Elazığ % 26 %15.6
Tunceli %13.1 %5.6
Erzincan %16.8 %17.5
Erzurum %23.1 %49.7
Kars %22 %55
Muş %22 %55
Van %20 %80
Sonuç olarak Doğu Anadolu bölgesinde var olan doğal çevre, bugün yozlaşmaya
yüz tutmuş olan aşiret58 sistemi düzeninde göçebe veya yarı-göçebe hayat tarzının
hakim olduğu bir yaşam şeklinin oluşmasına sebep olmuştur.
56
Yakar 2007: 342.
57
Zimansky 1985: 15.
58
Arapça’daki “aşira” kelimesinden gelen aşiretler, Kürtler’in bulunduğu birçok coğrafyadaki
yaşam biçimini ifade etmektedir. Bu bölgelerin tümünde “aşiretli olma” ya da “olmama” durumu
söz konusudur. Aşiretsiz, tebaa durumundaki köylülere ise “Guran” veya “Goran” adı
verilmektedir (Bruinessen 1992: 102).
26
şablonu yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlamıştır. Doğu Anadolu’da bugüne
kadar varolan göçebe aşiret düzeninin, Doğu Anadolu’nun en erken
dönemlerinden itibaren tüm kültürel oluşum süreci içersindeki yeri veya
benzerliği sorgulanacaktır. Ancak bu süreç ele alınmadan önce, konunun daha iyi
anlaşılabilmesi açısından, göçebe, yarı-göçebe veya yaylacı gibi terimlerin
terminolojik tartışmalarını ortaya koymak faydalı olacaktır.
59
Bu konuyla ilgili olarak literatürde Nomadism (Göçebelik), Semi-Nomadism (Yarı-Göçebelik),
Sedentarism (Yerleşimcilik), Semi-Sedentarism/ Semi Settled (Yarı-Yerleşimcilik), Konar-Göçer,
Transhumans (Sürü Göçü), Yaylag Pastoralism (Yaylak Çobanıllık), Pastoral Nomadism/
Nomadic Pastoralism/ True or Full Nomads (Çobanıl Göçebelik/ Göçebe Çobanıllık/ Gerçek veya
Tam Göçebeler), Semi-nomadic Pastoralism (Yarı-göçebe Çobanıllar), Semi-sedentary
Pastoralism (Yarı-yerleşik Çobanıllar), Herdsman Husbandry or Distant-pastures Husbandry
(Çoban Hayvancılığı veya Uzak-yayla Hayvancılığı), Sedentary Animal Husbandry (Yerleşik
Hayvan Çobanlığı) gibi çok çeşitli terimler kullanılmıştır.
60
Osmanlı toplumunu meydana getiren en önemli unsurlardan biri “konar-göçer” diye tabir edilen
ve yarı-göçebe hayat yaşayan aşiretlerdir. Genellikle hayvancılıkla uğraşan bu aşiretler, göçebelik
özelliklerini biraz da hayvanlarına otlak temin etmek zorunluluğundan edinmişlerdir. Bu aşiretler
kışın konar hale geçecekleri zamanlarda çadırlarını şehir ve kasaba yakınına kurarlar, yazın ise
daha serin alanlara göç ederlerdi. Konar-göçerlerin bu hayat tarzı, göçebe hayat yaşayan diğer
unsurlardan büyük farklılıklar göstermektedir. Gerçek anlamda göçebe olan aşiretlere karşıt olarak
konar-göçerler yazın hayvancılıkla uğraşmalarının yanı sıra, kışın kışlıklarında ekinlik yani bir
nevi küçük ziraat yaptıkları göz önünde tutulmalıdır. Bu nedenle bu gruplar için göçebe yerine
kanunnamelerde ve resmi kayıtlarda konar-göçer tabiri kullanılmıştır (Halaçoğlu 1997: 14).
27
adamlarının bu konuyu çoğunlukla iki farklı bakış açısı üzerinden ele aldıklarını
görmekteyiz. Bazıları toplumların geçim şeklinden yola çıkarken, bazıları da
toplumların hareketini baz almışlardır61. Bu iki çerçeve dahilinde çok çeşitli alt
gruplar da oluşturmuşlardır:
1- Çobanıllık (Pastoralism)
2- Tarımcılık (Agriculture)
1- Göçebelik (Nomadism)
2- Yerleşimcilik (Sedentarism)
Yukarıdaki gruplara baktığımızda, aslında her iki grup arasında çok güçlü bir
doğrusal ilişki olduğu görülür. Örneğin Çobanıllık’ın derecesi daha büyük iken
Göçebelik’e yönelik eğilim daha güçlü olur. R. Cribb bu ilişkiyi şu şekilde belirtir:
61
Cribb 1991: 16-17.
62
Cribb 1991: 16.
63
Ayrıntılı bilgi için bakınız: R. Patai, “Nomadism: Middle Eastern and Central Asian”, SJA,
vol.7, 1951: 401-414.
28
yapmayan ve geçici veya taşınabilir ikametleri olan gruplardır. Bacon, yılın bir
kısmı köylerde ikamet eden, ürün eken ve yılın sadece bir sezonu taşınan insanlar
için yarı yerleşik (semi-sedentary) tanımını kullanmış ve transhumance tanımını
reddetmiştir64. Hemen arkasından L. Krader65 çobanıllık (pastoralism) türlerini
çadır ikametli çobanıllık (tent-dwelling pastoralism), basit çobanıllık (simple
pastoralism) ve transhumans şeklinde gruplara ayırmıştır66.
64
Ayrıntılı bilgi için bakınız: E. Bacon, “Types of Pastoral Nomadism in Central and Southwest
Asia, SJA, vol.10, 1954: 44-68.
65
Ayrıntılı bilgi için bakınız: L. Krader, “The Ecology of Nomadic Pastoralism”, International
Social Science Journal XI(4), 1959:499-510.
66
Erhan 1992: 8.
67
Khazanov 1994: 19-24.
68
Khazanov’a göre ilk kullanımı Đspanya’ya dayanan transhumans terimi, Pyrenees, Alpler ve
Avrupa’nın diğer dağlık bölgelerindeki çobanlığın farklı bir türü olarak kullanılmıştır (Khazanov
1984:23).
69
Ayrıntılı bilgi için bakınız: M. M. Kutlu, Şavaklı Türkmenlerde Göçer Hayvancılık (Nomadic
Animal Breeding Among the Şavaklı Türkmens), Ankara, 1987.
70
Erhan 1992: 10-11.
29
Sonuç olarak göçebeler gibi hareket halinde olan, ancak söz konusu hareketlerini
belirli bir alanda gerçekleştiren grupların yaşam tarzına “Yarı Göçebelik” (Semi-
Nomadism), bu eylemi gerçekleştiren toplumlara da “Yarı-Göçebeler” adı
verilmektedir. Bazı bilim adamları yarı-göçebelik terimini yaylacılık terimiyle eş
anlamlı olarak kullanmışlardır. Đ. Beşikçi’nin tanımına göre ise, “yaylacılık”,
“yarı-yaylacılık” veya “transhumans” mevsime bağlı olarak yalnızca hayvan göçü
demektir71. Bu noktada belirtilmesi gereken en önemli şey, gerçek göçebelikteki
asıl durum, insanların göç etmesi söz konusu olduğundan dolayı hayvanlar da
onlarla göç etmek zorunda kalırlar. Buna karşın yaylacılık veya yarı-yaylacılıkta
ise asıl önemli nokta insanların hayvanlar için göç etmek zorunda kalmalarıdır.
Yani hayvan göçü esastır. Buna göre yılın bir döneminde yaşam stokları
(beslenme ürünleri) dağlık yaylalarda kullanılmakta, yılın diğer kısmında ise aşağı
bölgelere gidilmekteydi. Ancak A. N. Sözer’e göre yaylacılık ve yarı-göçebelik
eşitlemesi yanlıştır. Yarı-göçebelik bir yaylacılık faaliyeti olmayıp, gerçek
göçebelikle yaylacılık arasında yer alan apayrı bir hayvan yetiştirme tarzıdır. Ona
göre yarı-göçebelik gerçek göçebelikten yerleşik hayata geçişin önemli bir
evresini ifade etmektedir72.
71
Beşikçi 1992: 37.
72
Sözer 1972: 37.
73
Bruinessen 2003: 33-34.
30
göç ederler74. Örneğin kış mevsiminde Güneydoğu’da ikamet eden Alikan
Aşireti75, yazın Van Gölü civarındaki yaylalara gider ve bu yolculuk yaklaşık 1 ay
sürer.
1- “Gerçek göçebelik” daha çok belirli bir insan grubunu, bunların geçim
tarzını ve mevsime göre hayvanlarla beraber insanların da göç etmesini
ifade ettiği halde, “yaylacılık”, “yarı-yaylacılık” ve “transhumance”
mevsime bağlı olarak yalnızca hayvan göçü anlamına gelir.
2- “Transhumance”, “yaylacılık” ve “yarı-yaylacılığın” birçok özelliği
ortaktır. Bu özellikleri saptamak çoğu kez güçtür.
3- “Transhumance”, “yaylacılık” ve “yarı-yaylacılıkta” bütün bir yıl içinde
oturulan daimi bir ev, ekip-biçme, bitki ve ağaç yetiştirme mevcuttur.
Buna paralel olarak küçük çapta el sanatları da geliştiği halde gerçek
göçebelikte bu yoktur.
4- Gerçek göçebelik belirli bir insan grubunun tek geçim tarzıdır.
“Transhumance”, “yaylacılık” ve “yarı-yaylacılık” ise saban kültürünün
yanı sıra onu destekleyen faaliyetler olarak görülmektedir.
5- “Yaylacılık” ve “yarı-yaylacılıkta” yazın otlatma faaliyeti, kışın ahırlama
olarak devam eder. Transhumance’da ise ahırlama yoktur. Sürüler
mevsime ve bitki örtüsü şartlarına göre otlaktan otlağa göç ederler.
6- “Yaylacılık” ve “yarı-yaylacılık” step bölgelerinde, yüksek dağ, otlak ve
çayır meralarında ve dağlık bölgelerdeki vadilerde yapılan tarla ziraatı
alanlarında kendini gösterir. Buna karşılık tranhumance’da birbirini
tamamlayan iki step yani yüksek dağ stebi “plato”, “yayla” ve bir de
Akdeniz stebi olmak üzere iki çeşit otlak vardır. Bu değişik otlak çeşitleri
mevsime göre faydalanılan bir durumdadır.
74
Bruinessen 2003: 35.
75
Alikan Aşireti 1967 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi’nden sosyolog Đ. Beşikçi tarafından
doktora konusu olarak çalışılmıştır (Đ. Beşikçi, Alikan Aşireti Üzerine Sosyolojik Bir Đnceleme,
1967).
76
Beşikçi 1992: 37-40.
31
7- Yaylacılık” ve “yarı-yaylacılık” aşağı yukarı birbirine benzeyen terimler
ise de, bazı farklarını ortaya koymak mümkündür. Yaylacılık, step bölgesi
temeli üstünde yüksek dağ, otlak, çayır ve meralarında ve dağlık
bölgelerindeki vadilerde ekip-biçme, bitki ve ağaç yetiştirme gibi
faaliyetler olarak kendini gösterir. Yazın kuraklık ve sıcaklığın artmasıyla
birlikte bu gibi faaliyetlerde bulunan insanlar sürülerini alır ve dağlara
serin yerlere çıkarlar. Zaten adı geçen insan gruplarının ova, dağ etekleri
ve vadilerdeki evlerine karşılık yaylalarda da evleri vardır. Yaylacılığın bu
ekonomik yönü dışında, sosyal kaynaşma, hoşça vakit geçirme gibi sosyal
yönleri de bulunmaktadır. Yarı-yaylacılıkta ise sosyal kaynaşma, hoşça
vakit geçirme gibi ekonomik olmayan faaliyetler dışında ekonomik amaç
daha büyük rol oynar. Burada da tarımın tarla tarımı ile ilgili kısımları
gelişmiştir. Fakat hayvancılık da büyük rol oynar. Esas fark ise çiftçiliğin
mevsime ve faydalanılan meraya göre durumudur. Çiftçiler, dolayısıyla
sürü sahipleri dağ önlerinde yerleşiktirler. Yaza doğru kuraklığın ve
sıcaklığın baş göstermesiyle yem darlığı ortaya çıkarsa, sürüler birkaç
çoban ile yayladaki meralara gönderilir. Burada yaylacılıkta olduğu gibi
insanların göçü söz konusu değildir. Fakat gerek yaylacılık, gerekse yarı-
yaylacılık sürü sahiplerine daha fazla hayvan besleme imkanı sağlar.
8- Gerçek göçebelik sabit bir konuta bağlı olmadan ekip-biçme, bitki ve ağaç
yetiştirme gibi faaliyetler dışında, tarımın yalnız hayvancılık kısmı ile
uğraşan, hayvanlarına daha iyi otlaklar bulabilmek için mevsim ve bitki
örtüsü durumuna göre yayladan yaylaya, yayladan ovaya ve steplere
göçen, daima çadır hayatı yaşayan ve üyeleri arasında soy ilişkileri güçlü
olan bir insan grubunun faaliyetidir.
9- Yaylacılık, step bölgesi temeli üzerinde, tarla tarımı faaliyetleri ile birlikte
hayvancılık yapan, yaz aylarında sürülerin daha iyi beslenebilmesi ve daha
iyi ürün elde edebilmesi için 1,5-2 ay yaylaya çıkan insanların faaliyetidir.
Dolayısıyla burada hayvanlarla birlikte insanların göçü de söz konusudur.
Bazı bilim adamları yaylacılık terimini “yarı-göçebelik” şeklinde ifade
etmiştir.
32
10- Yarı-yaylacılık yine step bölgesi temeli üstünde, tarla tarımı faaliyetleri ile
birlikte hayvancılık yapan insanların yaz aylarında kuraklık ve sıcaklığın
artmasıyla birlikte sürülerini birkaç çoban ile birlikte yaylalardaki
meralara gönderme faaliyetidir. Bu bakımdan burada söz konusu olan
yalnız hayvanların göçüdür. Sürü sahipleri sabit kalır.
11- Transhumance, mevsimine göre meralardan faydalanma zorunluluğu ile
büyük mesafeler arasında sürü göçlerini ifade eder. Sürü sahiplerinin
konutları sabittir ve çoğunlukla tarla tarımı ile uğraşırlar. Đklimin zorunlu
kıldığı değil, fakat doğrudan doğruya tarımsal işletmenin zorunlu kıldığı
şartlardan dolayı bir kış ahırlaması mevcut olabilir.
77
Beşikçi 1969: 32; Beşikçi 1992: 75.
33
bölgedeki bu tip ekonomik stratejinin en iyi örnekleri olarak karşımıza
çıkmaktadır. Osmanlı Dönemi’ne nazaran daha az ölçekte olmakla birlikte, bugün
geleneksel göçebe çobanlık halen uygulanmaktadır78. Ancak gerek nüfus artışı ve
teknolojik gelişmeler, gerekse bölgedeki güvenlik sorunları nedeniyle bugün
bölgedeki geleneksel göçebe yaşam tarzı yavaş yavaş sona ermektedir. Örneğin,
daha önceleri nüfusun az olması ve bunun yanında Đran, Irak ve Suriye sınırlarının
göçebe hareketlerine açık olması sonucu aşiretler istediği yaylalarda ve
kışlaklarda istediği kadar konaklayabilmekteydi. Oysa nüfusun hızlı artışı, artan
nüfusun yeni toprak isteği ve Đran, Irak, Suriye sınırlarının göçebe hareketlerine
karşı tamamen kapatılması, hem aşiretin hareket ettiği alanı daraltmış, hem de
toprağın değerini ve fiyatını arttırmıştır. Böylece geleneksel durumda elini kolunu
sallayarak yayladan yaylaya istediği gibi dolaşan aşiret, yeni durumda istediği
zaman istediği yere gidemediği gibi konaklayacağı araziyi de kiralamak
durumunda kalmıştır79. Bu durumda göçerler yeni sınırlar nedeniyle ya göç
yollarını değiştirmek zorunda kalmış, ya da yerleşik düzene geçmiştir80. Öte
yandan teknolojik gelişmeyle ilgili olarak, örneğin otomobil sektöründeki artıştan
önce yaya olarak hareket eden göçerler, 1980’li yıllardan sonra kamyonlarla göç
etmeye başlamıştır. Bu durum göçebe yaşantısında var olan geleneksel
yöntemlerin yavaş yavaş terk edildiğine dair iyi bir örnektir. Bölgedeki göçebe
yaşantının yozlaşması veya azalmasında etkili olan diğer faktör ise bölgedeki
asayiş ve düzenin bozulmasıdır. Dağlarda saklanan silahlı Kürt ayrılıkçılarının
yarattığı güvenlik sorunları nedeniyle, çoban toplulukları giderek azalan sayıda
yaylalarına çıkabilmektedir. Bu suni otlak darlığının bir sonucu olarak, büyük
sürülere sahip aileler hayvanlarını satmakta ve köyü terk etmektedir81. Bu yüzden
1980’li yıllardan itibaren bölgede var olan terör nedeniyle birçok göçebe aşiret
bölgedeki güvenliğin sağlanabilmesi amacıyla devlet tarafından organize edilen
78
Yakar 2007: 340. O. Türkdoğan, 1987 yılı çalışmasında Doğu Anadolu Bölgesi’nde bulunan
önemli aşiretler arasında Beritan, Duderun, Alikan, Batovan, Piryaniş, Üremar, Duuski, Dri, Ertşi,
Kendali, Beydili, Hiran, Şavak, Garisan, Barak, Kızılkapanlılar, Mehmediyan, Bucak, Keşguli,
Soran, Üstürikan, Tayan, Zıvıkan, Kecan, Gıttan, Đspirti, Mosereşan, Varto ve Heriki gibi aşiretleri
sıralamıştır (Türkdoğan 1987: 18).
79
A. N. Sözer’in 1972 yılı çalışmasında Ağrı- Iğdır bölgesindeki aşiretlerin yayla icarları için
verdiği fiyata göre örneğin 500 koyunluk bir zoma’nın 4- 5000 TL.’den başlayan ve 10-15000
TL.’ye kadar çıkan fiyatlardan bahsetmektedir (Sözer 1972: 43).
80
Beşikçi 1969: 137; Bruinessen 2003: 34, dipnot 10.
81
Yakar 2007: 350.
34
yerleştirme politikası kapsamında yerleşik hayata geçirilmişlerdir82. Dolayısıyla
Doğu Anadolu bölgesinin “geleneksel” göçebe hayat tarzını tespit etmek, ancak
1980 öncesi döneme bakıldığında mümkün olacaktır. Bu dönemle ilgili
bilgilerimizin geniş kapsamlı olmasının en büyük nedeni ise 1960’lı yıllardan
itibaren bölgedeki göçebe yaşantısını araştıran sosyolog Đ. Beşikçi’dir. Nitekim
1945 ila 1980 yılları arasındaki veriler, Doğu Anadolu bölgesinin henüz
yozlaşmamış olan geleneksel göçebe yaşam tarzını anlamamızı sağlayan en
önemli dönemdir, ki bu sayede bölgenin prehistorik dönem yaşam tarzını
anlamlandırmamız daha kolay olacaktır. Nitekim bu çalışmada “prehistorik
dönem” ve “bugünkü dönem” arasında bağlantı yapılmaya çalışırken “bugünkü
dönem” olarak ifade ettiğimiz dönem çoğunlukla 1945-1980 yılları arasını
kapsamaktadır.
82
Türkdoğan 1987: 19.
35
köy toplulukları, koyun ve sığır sürüleriyle beraber yaylalara çıkarlar. Yaylacılık
yapmayan köylüler, hayvanlarını kaybetme riskini göze almak zorundadır.
83
Aşiret kültürünün kaynağı olarak 3 farklı teori geliştirilmiştir: Đskit Teorisi, Đndo-Germen Teorisi
(Aryanizm) ve Altaylı Teorisi. (Özer 1990: 27). Amacımız bu teorileri tartışmak ve aşiret
kültürünün kökenini aramak olmadığı için bu çalışmada bu teoriler detaylı olarak tartışılmamıştır.
84
Đ. Beşikçi 1969 yılı çalışmasında bölgedeki göçebe aşiretlerin nüfusunu kabaca 70.000-100.000
civarında olduğunu önermiştir (Beşikçi 1969: 37).
85
Beşikçi 1969: 32.
86
Beşikçi 1969: 33-34.
36
Doğu Anadolu bölgesinde var olan aşiretlerin yaylak ve kışlak dağılımını Đ.
Beşikçi 1969 yılı çalışmasında şu şekilde listelemiştir87:
Tunceli
II Kozluk (Siirt)
Munzur
Beşiri (Batman) (Erzincan) Alikan
Kariz (Bitlis)
Nemrut (Bitlis)
Süphan (Bitlis)
87
Beşikçi 1969: 35.
37
Garisan
Soran
Zivikan
Đspirti
Kıtan
IV Iğdır Sipkan
Zilan
Aladağ Milan
Bülbülan (Kars)
V Yüksekova Ertuş Aşireti’nin bazı
Sinek (Ağrı) kabileleri
Şerefan
Şemdinli Şidan
Uludere Mamhuran
Beytüşşebab Gevdan
Başkale Zirkiyan
Graviyan
Pinyaniş Aşireti’nin
bazı kabilleleri
38
güneyini, Çatak civarını ve Hakkari’yi, Iğdır’dakilerin ise Van Gölü’nün kuzeyini,
Kars ve Ağrı civarını yaylak olarak kullanmalarıdır. Bu şekildeki kışlak-yaylak
düzleminin, prehistorik dönemlerdeki bölgelerarası etkileşim şablonunun
açıklanmasında kuşkusuz büyük bir yararı olacaktır.
Doğu Anadolu’da bahsi geçen göçebe veya yarı-göçebe aşiretler, tam yerleşik bir
geçim şablonuna sahip olmadıkları için ikametleri de geçici hayat tarzına paralel
olarak basit, derme-çatma ve sağlamlıktan uzaktır. Nitekim materyal kültüre
dayalı bir bilim olan arkeolojinin, göçebe kültürler konusunda zayıf kalmasının en
önemli nedeni budur. Bugün, bölgedeki göçebe veya yarı-göçebe aşiretlere
bakıldığında, bunların kalın kıl çadırlarda88 ya da tek katlı ilkel meskenlerde
ikamet ettikleri görülmektedir. Örneğin Kuzeydoğu Anadolu’daki aşiretlerde her
iki ikamet şeklini bulmak mümkündür. Göçten önce onarılan düz damlı, tek katlı
meskenlerde veya Aras ile Arpaçay’a yakın köylerin yaylalarında olduğu gibi kıl
çadırlarda otururlar. Kıl çadırlar, Digor’da %60, Kağızman’da %80, Tuzluca’da
%95 ve Iğdır’da ise %100 oranında hakimdir. Düz damlı ve tek katlı meskenler
ise genellikle iki odadan oluşmaktadır ve bunlardan biri oturma-yatma odası,
diğeri ise kiler-mutfak olarak kullanılır89. Muhtemelen bu tip basit ikametler
prehistorik dönemlerde de kullanılmıştır.
Aşiret sistemindeki bir diğer belirgin özellik kan bağıdır. Aşiretleri meydana
getiren üyeler arasında çeşitli düzeylerde kan bağları vardır90. Bu şekilde kan
bağına dayalı toplulukların oluşturduğu sistem, olasılıkla erken dönemlerden beri
varolan bir oluşumdur. Doğu Anadolu’da prehistorik dönemlerden itibaren
varolan topluluklar arasında bu şeklide bir kan bağı olması gerektiğini
belirtmemiz gerekir. Öte yandan aşiret sistemindeki örgütlenmenin nasıl olduğuna
bakmak, prehistorik toplumların örgütlenmelerini anlamamız açısından faydalı
olabilir. Aşiret terimi (Arapça aşira, çoğul aşair) Kürt gruplarının yaşadığı tüm
bölgelerde kullanılan bir terimdir ve bir kabilenin tümünü içermektedir. Nitekim
bugün aşiret sistemi içinde daha küçük alt birimler vardır. Bunlar küçükten
büyüğe doğru aile (hanedan), çadır, zom, oba, tayfa, kabile ve aşiret şeklinde
88
Beşikçi 1992: 107-112.
89
Sözer 1972: 43.
90
Özer 1990: 23; Beşikçi 1992: 196-197.
39
sıralanmaktadır. Birçok ailenin bir araya gelmesi “zom”u, birkaç zom’un bir araya
gelmesi de oba’yı oluşturur. Obalar kabileyi, kabileler de aşireti meydana getirir.
Her bir birimin bir reisi vardır. Ama sonuçta bu reislerin tümü bütün birliğin reisi
olan “aşiret reisi”ne bağlıdır. Kabile terimi Arapça “kabila”dan gelmektedir ve
yalnızca Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Suriye bölgesindeki aşiretler tarafından
kullanılmaktadır. Daha güneydekiler ise kabile terimi yerine “tire” ve “tayfa”
terimlerini kullanırlar91. Aşiret yapısının tarihteki başka bir biçimine baktığımızda
ise Oğuş (aile), Uruğ (aile birliği), Boy (kabile), Bodun (aşiret) ve il92 (devlet)
olarak karşımıza çıkmaktadır93. Đ. Beşikçi ise bu örgütlenmeyi çadır, zoma, kabile,
aşiret ve ulu kişi olarak sıralamıştır94.
Doğu Anadolu Bölgesi Paleolitik ve Neolitik dönemlerde kısmen iskan görse de,
bölgenin yoğun iskan edilmesi Kalkolitik dönemle birlikte başlamaktadır.
Çalışmamızda Doğu Anadolu’nun kültürel oluşum sürecinin en erken evresi
olarak ele alınan Kalkolitik dönemle ilgili bilgilerimiz oldukça sınırlıdır. Erken ve
Orta Kalkolitik dönemlerde, gerek Elazığ-Malatya bölgesindeki yerleşimler,
gerekse Van Havzası’ndaki az sayıdaki yerleşim, bu dönemlerde bölgenin Yukarı
Mezopotamya’nın etkisi altında kaldığını göstermektedir. Bu etkinin en önemli
91
Bruinessen 1992: 103.
92
M. Bruinessen, “il” teriminin de aşiret anlamında olduğunu ve bu terimin yalnızca Đran’da
kullanıldığını belirtmiştir (Bruinessen 1992: 103).
93
Bu tanımlamalar daha çok Türkmen aşiretler tarafından kullanılmaktadır (Özer 1990: 24-26).
94
Beşikçi 1992: 101.
40
göstergesi ise Tülintepe, Korucutepe’de ve Tilkitepe’de ele geçen Halaf ve Ubaid
keramikleridir95. Tilkitepe yerleşiminden elde edilen veriler bu dönemde saman
katkılı, devetüyü astarlı ve mat kırmızı hatlarla bezenmiş Halaf keramiklerinin
varlığını ortaya koymaktadır96. Yine aynı bölgede yer alan Yılantaşı Höyük’ten
toplanan keramikler de Tilkitepe ile benzer özellikler göstermektedir97. Geç
Kalkolitik dönemle birlikte bölgede saman katkılı mallar ortaya çıkmaya
başlamıştır. Son yıllarda A. Özfırat’ın Van Gölü Havzası’nda gerçekleştirdiği
yüzey araştırmaları sayesinde bölgenin şimdiye kadar az bilinen Kalkolitik
dönemiyle ilgili bilgilerimiz artmıştır. Bölgedeki yüzey araştırmaları özellikle
Muş Ovası ve Iğdır Ovası’nda saman katkılı, koyu yüzlü keramiklerin varlığına
işaret etmektedir98. Erzurum bölgesinde ise çoğunlukla Erken Transkafkasya
gelenekleriyle benzeyen keramikler söz konusudur. Sos Höyük kazılarından ele
geçen bu tür koyu yüzlü Kalkolitik dönem kapları bu sürekliliğin en iyi
örneklerini temsil etmektedir. Elazığ-Malatya bölgesinin Geç Kalkolitik
dönemiyle ilgili olarak ise Norşuntepe, Tülintepe, Tepecik, Değirmentepe,
Korucutepe, Altıntepe, Könk Höyük, Arslantepe, Pirot Höyük, Đmikuşağı gibi çok
sayıda yerleşim bilgi vermektedir99. Bu bölgedeki kazıların Kalkolitik dönem
tabakalarından Amik F mallarıyla paralellik kurulan saman yüzlü keramikler ele
geçmiştir. Arslantepe (VII ve VI A katları) veya Tepecik (Açma 8-O) kazıları bu
tür saman yüzlü kaplar yanında ETR ve Uruk kültürüne özgü malların da varlığına
işaret etmektedir100. Arslantepe’nin M.Ö. 3900-3400 yılları arasına tarihlenen VII.
katında bu tür saman yüzlü kaplar yoğun olarak ele geçmiştir. M.Ö. 3500-3400’e
tarihlenen VII. katın sonlarından itibaren ise ilk kez ETR keramikleri görülmeye
başlar ve bunların sayısı VI A tabakasında (M.Ö. 3400-3000) iyice artmaya
başlar101. Tepecik Höyük’te ise 8-O açmasından ele geçen saman yüzlü mallar
dışında, höyüğün “batı alanı” olarak adlandırılan kesiminde saman yüzlü
keramiklerle birlikte Uruk kültürünü simgeleyen devrik ağız kenarlı kaseler ve
95
Esin 1986: 85-86; Arsebük 1986: 67.
96
Korfmann 1982, 81 vd.
97
Çilingiroğlu 1997, 12.
98
Marro ve Özfırat 2003, 387-388.
99
Hauptmann 1976, 53-55; Esin 1976, 107; Esin 1976b: 157; Frangipane 1992: 181-183; Trufelli
1997: 27.
100
Frangipane 1994: 214-217; Lupton, 2000: 63; Esin 1982: 92; Esin 2000: 124-125.
101
Palmieri 1981: 102; Nocera 2000, 82.
41
akıtacaklar ele geçmiştir. Burada ele geçen Uruk tarzı keramiklerin bir kısmının
ithal olabileceği düşünülmesine rağmen çoğunun yerel taklit olduğu öne
sürülmektedir102. Aynı dönemde Güneydoğu Anadolu bölgesindeki birçok
yerleşim yeri de yine Uruk kültürüyle yakın ilişki içindedir. Hassek Höyük (Kat
5), Kurban Höyük (Kat VI A) ve Samsat (Kat XX-XXVII) gibi kazı yerlerinde bu
ilişkiyi doğrulayan çok sayıda Uruk tarzı kap ele geçmiştir103. Bundan yola
çıkarak Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin söz konusu dönemde Uruk kolonistleri
tarafından iskan edildiği öne sürülmektedir104.
42
dönemde en yoğun ve en sık iskan gören bölgedir. Nitekim ilk kez 1950’li yıllarda
C. Burney tarafından, daha sonra 1970’li yıllarda ise R. Whallon tarafından
araştırılan bölgede saman yüzlü keramiklerin hakim olduğu çok sayıda yerleşim
saptanmıştır106.
106
Burney 1958: 161-162; Whallon- Kantman 1970: 2-3.
107
Yakar 2007: 342 (Detaylı bilgi için bakınız: W. Ainsworth, “Journey from Angora to Birehjik”,
Journal of the Royal Geographic Society 10, 1840: 275-340).
43
Aynı dönemde Van Gölü’nün kuzeyinde ise tamamen farklı bir kültür söz
konusudur. Bu bölge çoğunlukla kuzey kültürlerinin etki alanı içinde kalmıştır.
Hurri kökenli oldukları düşünülen kuzey halkları Kalkolitik dönemle birlikte
Doğu Anadolu bölgesine nüfuz etmeye başlamışlardır. M.Ö. 4. binyılın ikinci
yarısından itibaren, Doğu Anadolu bölgesinde “Erken Transkafkasya Kültürü”
(ETR Kültürü) olarak adlandırılan ve köken yerinin kuzeydeki Transkafkasya
olduğu kabul edilen bir kültür hakimdir. Bu kültür her ne kadar Tunç Çağ kültürü
olarak kabul edilse de, arkeolojik veriler bunun M.Ö. 4. binyıldan itibaren etkili
olduğunu göstermektedir108. Söz konusu kültürün, M.Ö. 4. binyılın ikinci
yarısından itibaren kuzeydeki köken yerinden, tüm Doğu Anadolu’yu boydan
boya geçerek Levant’a kadar uzanan geniş bir alana göç ederek yayıldığı yaygın
bir görüştür109. Ancak bu kültürün yayılımının tüm Doğu Anadolu bölgesi içinde
eş zamanlı olmadığı ve yayılımın yaklaşık bin yıllık bir süreci kapsadığının altı
çizilmelidir.
Kalkolitik dönemde Erzurum, Kars, Ağrı, Iğdır gibi Van Gölü’nün kuzeyinde
kalan kısım çoğunlukla kuzey kültürlerinin etkisi altında kalmıştır ve nitekim bu
kültürler ETR kültürünün öncülü olarak kabul edilmektedir. Erzurum Sos
Höyük’te ele geçen koyu yüzlü kazıma bezemeli örnekler ve Ağrı, Iğdır
bölgesinde gerçekleştirilen yüzey araştırmalarından ele geçen keramikler, bu
bölgelerdeki kuzey geleneğinin varlığını ortaya koymaktadır. Öte yandan Ağrı,
Iğdır bölgesinde ele geçen birkaç parça güney etkili Uruk kabı ya da Malatya
Arslantepe’de bulunan ETR kapları söz konusu dönemde güney ve kuzey
kültürlerinin etkileşim halinde olduklarını düşündürmektedir. Kuzey kültürlerinin
etki alanında olan bölgelerdeki yerleşimler, güneydekiler kadar büyük yerleşim
niteliğinde olmayan daha küçük boyutlu yerleşimler olduğu için, kuzey
kültürlerinin güney kültürlerine nazaran daha kırsal karakterde olduğunu ve bu
yüzden göçebe hayvancı özelliklerinin daha fazla olabileceğini akla getirmektedir.
Nitekim bu kültürlerin Tunç Çağ’daki devamı niteliğinde olan ETR kültürüne ait
108
Sos Höyüğün kazıcısı A. Sagona, ETR kültürünün Geç Kalkolitik Dönem kültüründen
türediğini savunmuştur (Sagona 2000: 333; Kiguradze- Sagona 2003: 38-39).
109
Rothmann 2003: 109; Kiguradze- Sagona 2003: 38; Sevin, Kavaklı, Özfırat 1998: 579.
44
aşağıda detaylı olarak bahsedilecek olan mimari veriler bu görüşü destekler
niteliktedir.
Kalkolitik dönemin sonuna doğru Tunç Çağlar’la birlikte kuzey kültürlerinin etki
alanını daha da genişlettiği ve tüm Van Gölü Havzası’na sahip olduğu
görülmektedir. Daha önce kendi etki alanında bulunan bölgelerdeki yerleşimlerin
sayısında da bir artış olmuştur. ETR kültürü olarak anılan bu kültürle ilişkili
olarak Erzurum ve Kars illerini içine alan dağlık bölgede gerçekleştirilen kazı ve
yüzey araştırmaları, bu bölgedeki çok sayıda yerleşimin varlığını kanıtlamaktadır.
Karaz, Pulur, Güzelova ve Sos Höyük bu kültürün temsil edildiği önemli
110
Bu durumda Elazığ- Malatya bölgesinde yerel keramik olarak adlandırılan saman yüzlü mallar
(Frangipane 1997: 54), güney kültürü dahilinde ele alınmıştır.
111
Beşikçi 1992: 72 (Harita 1).
45
merkezlerdir112. Öte yandan Van Gölü Havzası’nda ve Elazığ, Malatya bölgesinde
de bu kültüre ait çok sayıda yerleşim tespit edilmiştir. Van Gölü Havzası’nda
Dilkaya, Karagündüz, Van Kalesi Höyük, Ünseli (Ernis), Sütay Yaylası, Tilkitepe
ve Çelebibağ gibi yerleşim yerlerinden de bu kültürlere ait kalıntılar ele geçmiştir.
Elazığ, Malatya bölgesinde ise Norşuntepe, Değirmentepe, Korucutepe, Tepecik,
Tülintepe, Könk Höyük, Habibuşağı, Altıntepe, Han Đbrahim Şah, Hinsor, Tadım,
Arslantepe, Pirot Höyük, Đmikuşağı, Şemsiyetepe, Đmamoğlu ve Kaleköy gibi çok
sayıdaki merkezde bu döneme tarihlenen arkeolojik kanıtlar ortaya çıkarılmıştır.
Buna karşın gerek Hakkari bölgesinde gerekse Güneydoğu Anadolu bölgesinde
bu kültürlere dair herhangi bir kanıt bulunamamıştır.
112
Koşay ve Turfan 1959: 349 vd.; Sagona- Erkmen- Sagona- Howells 1997: 186-187.
113
Palmieri 1981: 102; Nocera 2000: 83.
114
Conti ve Persiani 1993: 362-368.
115
Hauptmann 1976: 42-49.
46
bu dönemde belirli bir yönetici sınıfın varlığına dair en önemli kanıtlardır116.
Ayrıca ETÇ I döneminden itibaren surla çevrili olan Tepecik, Tülintepe ve
Norşuntepe yerleşimleri bu dönemde bölgede var olan sosyo-ekonomik gelişimi
ortaya koymaktadır.
Van Gölü Havzası’nda gerçekleştirilen kazılar ise Erken Tunç Çağ dönemiyle
birlikte bölgede bazı yeni yerleşimlerin kurulduğunu göstermektedir. Bu dönem
yerleşimleri içinde en önemlileri arasında yer alan Karagündüz ve Dilkaya
kazıları, Van Gölü Havzası’nda bu kültüre özgü mimari ve keramik repertuarının
ETR II döneminden (yaklaşık M.Ö. 2600) önce görülmediğini göstermektedir117.
Söz konusu höyüklerde geçekleştirilen kazılarda yuvarlak veya dörtgen planlı
evlerin olması, duvarların dal örgü çamur tekniğinde inşa edilmesi ve bazı
ocakların taşınabilir olması, ETR halklarının hayvancı göçebe karakteri taşıdığına
ilişkin görüşlerin oluşmasındaki en etkili dayanak noktasıdır. Özellikle C.
Burney’in, yuvarlak planlı evleri göçebe toplumların kullandığı çadır/yurt tipi
ikametlerle karşılaştırarak bu geleneğin devamı olabileceği görüşü, birçok
araştırmacı tarafından kabul görmüştür118. Göçebe kültürlerle benzerliği
vurgulayan diğer öneriyi ise Cribb yapmıştır. Cribb’e göre bazı ETR
yerleşimlerinin, yerleşim düzeni açısından modern dönem göçebe kamplarına
benzediği belirtilmektedir119. Bu topluluklar hayvancılıkla uğraşmalarına rağmen
sınırlı ölçekte tarım da yapmaktaydılar. Nitekim ovalık alanlara yerleşmeleri
tarımsal faaliyetlere verdikleri önemi işaret etmektedir. Rothman’a göre Bulanık
ve Malazgirt çevresinde saptanan ETÇ yerleşimleri söz konusu halkların yarı-
göçebe olduğu fikrini desteklemektedir. Tarımsal açıdan zayıf fakat otlak alanı
açısından zengin olan Bulanık çevresi, göçebe hayvancılar için son derece
elverişli koşullar sunmaktadır. Nitekim söz konusu bölge günümüz göçebeleri
tarafından izlenen yol üzerinde bulunmaktadır120. Ayrıca Süphan Dağı’nın
eteklerinde bulunan Sütay Yaylası’nın Yuvadamı Köyü’nde dağınık olarak ele
116
Frangipane 1997: 47-51.
117
Çilingiroğlu 1993: 487; Sevin, Kavaklı, Özfırat 1998: 579.
118
Burney and Lang 1971: 57 vd.
119
Cribb 1991: 222-223.
120
Rothman 2003: 106.
47
geçen ETR keramikleri121 de bu tarz bir yaşam biçiminin varlığını
desteklemektedir. Kuzey kültürleri dahilinde ele aldığımız ETR kültürü Van
Gölü’nün kuzeyinden itibaren, kuzeyde kalan tüm alanı kontrol altına almıştır.
Ancak Elazığ-Malatya ya da Güneydoğu Anadolu gibi köklü geçmişi olan
yerleşimlerin bulunduğu bölgelerde çok fazla etkin rol oynamasa da, bugün
göçebeler ve yerleşimciler arasında kurulan sosyo-ekonomik ilişkiye benzer bir
etkileşim modeli oluşturmuşlardır. Van Gölü civarının tarımsal arazi açısından
yoksun olması bu bölgenin bu dönemde de yoğun bir yerleşime maruz kalmama
nedeni olarak açıklanabilir.
Sonuç olarak Tunç Çağlar’da Doğu Anadolu Bölgesi’nde genel olarak iki faklı
yerleşim modeli söz konusudur. Bunlardan ilki Güneydoğu Anadolu ve Elazığ-
Malatya bölgesinde temsil edilen büyük kent niteliği taşıyan yerleşimlerin olduğu
tarımcı yerleşik model (güney modeli); diğeri ise Van Gölü Havzası ve Erzurum-
Kars bölgesindeki yuvarlak planlı yapıları olan küçük boy yerleşimlere122 sahip
hayvancı yarı-göçebe niteliği taşıyan yerleşim modelidir (kuzey modeli). Bunlar
çeşitli dönemlerde birbirleriyle etkileşim halinde olmuşlardır. ETÇ döneminde
sistematik bir şekle dönüşen kuzeydeki gibi hayvancı geçim modeli, bugünkü
aşiret sisteminin öncülü sayılabilecek ilk yerleşim modeli sayılabilir. Ancak
muhtemelen bunların sosyal örgütlenmeleri henüz Demir Çağ’daki kadar güçlü ve
sistemli değildir. Dolayısıyla bunları da Kalkolitik dönemin devamı niteliğinde
düşünüp bunların örgütlenme formunu “kabile” formatındaki aşiretler olarak
tanımlayabiliriz123.
M.Ö. 2. binyıla gelindiğinde ise birçok bilim adamı Doğu Anadolu hakkında pek
fazla bir bilgiye sahip olunmadığını ifade etmektedir. Geleneksel inanışa göre
M.Ö. 2. binyılın başlarında kuzeyden gelen halklar beraberinde boyalı keramik
kültürünü de getirmişlerdir. Tek renkli ve çok renkli bezemeleriyle dikkati çeken
bu keramikler üzerinde hem geometrik, hem de naturalistik figürler
121
Özfırat 2001a: 435.
122
Ö. Çevik tarafından bu yerleşimler “küçük köy tipi yerleşimler” olarak tanımlanmıştır (Çevik
2004: 221).
123
ETR kültürü üzerine doktora yapan M. Işıklı, ETR halklarının “aşiret” olabileceklerini ifade
etmiştir (Işıklı 2005: 31).
48
kullanılmıştır124. Söz konusu boyalı keramik geleneği kuzeyde Kafkas
Dağları’ndan güneyde Urmiye ve Van Gölü’ne kadar, batıda Muş ve Erzurum
illerinden doğuda Azerbaycan’daki Mil ve Mugan Stepleri’ne kadar
125
uzanmaktadır . Kafkasya’daki kurganlardan bilinen boyalı keramiklerin Đran’da
Urmiye Gölü Havzası’na kadar yayıldığına dair ilk bilgiler 1948 yılında T.
Burton-Brown tarafından Geoytepe’de yapılan kazılarla anlaşılmıştır126. Daha
sonra C. A. Burney Haftavantepe’de kazılara başlamış ve buradan ele geçen
sonuçlar stratigrafi ve malzeme açısından en doyurucu bilgileri sağlamıştır.
Đran’da Haftavantepe’nin VI B katından yola çıkarak yapılan çalışmada buradan
ele geçen boyalı keramiklere D. Stronach tarafından “Urmiye Keramikleri” adı
verilmiştir127. Diğer yandan Doğu Anadolu’da çeşitli müzelerde bulunan boyalı
kaplarla ilgili ilk çalışmayı başlatan A. Çilingiroğlu bu mallar için “Van-Urmiye
Boyalıları” tanımını kullanmış ve M.Ö. 1900-1450 yılları arasına tarihlemiştir128.
Ona göre çeşitli müzelerden ele geçen bu tür boyalı kapların paralelini Urmiye
bölgesindeki Haftavantepe’de bulmak mümkündür. Dolayısıyla bu iki bölgedeki
benzer boyalı malları diğer boyalılardan ayırmak için bu tanımı kullanmanın
yerinde olacağını savunmuştur. Söz konusu boyalılarla ilgili en son çalışmayı ise
A. Özfırat gerçekleştirmiştir. Ona göre, bu tür boyalı keramiklerin ele geçtiği
merkezler daha çok Kura ve Aras nehirleri arasında kalan yüksek platoda
yoğunluk göstermektedir. Bugüne kadar bilinen merkezlerin % 80’i bu iki ırmak
arasındaki bölgede toplanmıştır. Buradan kuzeye ve güneye doğru gidildikçe
yoğunluğun giderek azaldığı açıktır. Özellikle Aras Vadisi bu kültürün en önemli
merkezlerinin (% 55’i) toplandığı yerdir. Tüm bunlardan yola çıkarak A. Özfırat
bu boyalılara “Aras Boyalıları” teriminin uygun düşeceğini önermiştir129. Buna
göre söz konusu kültürlerin OTÇ’de daha çok Transkafkasya’daki Nahçıvan
bölgesinden gelişmiş olduğunu ileri sürmektedir130. Ancak Erzurum-Van
124
Çilingiroğlu 1990: 170.
125
Özfırat 2001a: 1.
126
Burton-Brown 1951: 69-141.
127
Edwars 1986: 57; Burney 1994: 53.
128
Çilingiroğlu 1984: 139; Çilingiroğlu 1990:169.
129
Özfırat 1997: 290.
130
Özfırat 1997: 290.
49
çevresindeki boyalıların ise farklı özelliklerinden dolayı Van-Urmiye kültürü
içinde ayrı bir yeri olduğunu da vurgulamaktadır131.
Doğu Anadolu Bölgesi dahilinde ele alacak olursak, M.Ö. 2. binyıl boyalı
keramikleriyle ilgili en belirgin özellik, bunların Đran ve Transkafkasya’dakilerin
aksine çoğunlukla mezarlık alanlarından ele geçmiş olmasıdır. Nitekim Doğu
Anadolu’daki höyüklerde çok az sayıda ele geçen örneklerin herhangi bir
mimariyle ilişkili olmadığının da altı çizilmelidir. Van Gölü Havzası’na Tilkitepe,
Karagündüz, Dilkaya ve Van Kalesi Höyük’te herhangi bir mimariyle ilişkisiz
olarak ele geçen boyalı keramikler sadece birkaç örnekle sınırlıdır132. Ova
seviyesindeki höyüklerde yok denecek kadar az ele geçen bu keramikler esas
olarak yüksek platolarda yer alan kurgan tipi mezarlarla ilişkilidir. Söz konusu
mezarlık alanları Sütay Yaylası (Yuvadamı ve Cemaleddin), Doğubeyazıt
(Suluçem), Muş-Malazgirt çevresi (Nurettin ve Sarıveli), Kars çevresi (Ani ve
Küçük Çatma) ve Ağrı Dağı etekleri (Mağaralar Mevkii, Kasım Tığı ve Gre
Herşe) üzerinde bulunmaktadır133. Bu mezarlık alanlarıyla ilişkili höyük
yerleşimleri sadece Muş bölgesindeki Nurettin ve Sarıveli höyüklerinde
saptanmıştır. Özellikle Sarıveli’den gelen yüzey buluntuları bu yerleşimin M.Ö. 2.
binyılda kesin olarak iskan edildiğini göstermektedir. Bir diğer istisna yerleşim
yeri ise Van-Gürpınar Ovası’ndaki Norgüh’tür134. Bunlar dışında bölgeden M.Ö.
2. binyıl boyalı keramik kültürüne dair bilgiler gelmez. Aslında bu dönemde
kuzeydeki bölgelerde, örneğin Erzurum bölgesinde ve Van Gölü civarında halen
Tunç Çağ’ın ETR kültürünün devam ettiği belirtilmektedir. Burney, ETR
kültürünün Van Havzası gibi tutucu bölgelerde M.Ö. 1500’lere kadar devam
ettiğini önermiştir135. Çilingiroğlu ise Dilkaya’daki geç ETR kültürüne ait mimari
tabakaların Erken Demir Çağ tabakalarının hemen altında saptanmasından yola
çıkarak söz konusu kültürün M.Ö. 2. binyılın ortalarına ya da belki biraz daha geç
131
Özfırat 1997: 293.
132
Sevin 2000: 172; Çilingiroğlu 1993: 487; Özfırat 2001a: 83-86.
133
Özfırat 2001a: 67-82; Marro- Özfırat 2003: 391-393.
134
Özfırat 2001a: 71-83, 87. Ayrıca son yıllarda gerçekleştirilen çalışmalarda Orta Tunç Çağ
boyunca bölgede bazı kalelerin de varolduğu anlaşılmaktadır. Yılankalesi, Haydar Kalesi ve
Yoğunhasan Kalesi bunlar arasında sayılabilir (Özfırat 1999: 2, 7; Özfırat 2000: 198; Belli 2002:
121).
135
Burney-Lang 1971: 47.
50
bir tarihe dek devam ettiğini ileri sürmektedir136. Bununla birlikte Erzurum
bölgesinde yer alan Sos Höyük’teki M.Ö. 2. binyıl tabakalarından alınan
örneklerin radyokarbon tarihlemeleri M.Ö. 2200-1500 tarihlerini vermektedir. Söz
konusu Orta Tunç Çağ tabakaları yerleşik ve göçebe yaşama ilişkin veriler
dışında, ETR keramik geleneğinin devamını gösteren malların varlığını da ortaya
koymaktadır.
Tüm bu veriler, Doğu Anadolu Bölgesi’ne M.Ö. 2. binyılda yeni bir göç
dalgasıyla boyalı keramik geleneğinin geldiğini kabul eden geleneksel inanışın
aksine, M.Ö. 2. binyılda bölgede halen ETR kültürünün devam ettiğini
göstermektedir. Kanımızca M.Ö. 2. binyılda gerçekleşen kuzey kökenli göç
hareketi Doğu Anadolu dışındaki bölgeleri kapsamış olmalıdır. Kuzeybatı
Đran’daki yerleşimlerden ele geçen boyalı keramikler, bu yeni halkın Đran’a
gelişini kanıtlamaktadır. Ancak söz konusu kültürün göçebe hayvancı karakterde
olması, onların çevredeki otlakları kullanmaları ihtiyacını doğurmuştur. Yakın
zamana kadar Đran, Irak ve Suriye sınırının açık olması aşiretlerin istediği yaylak
veya kışlakta konaklaması serbestliğini vermekteydi137. Dolayısıyla tıpkı
Güneydoğu Anadolu bölgesinde yerleşimi olan aşiretlerin, Van Gölü’nün
kuzeyine kadar olan alanı yaylak olarak kullanması gibi, Kuzeybatı Đran’da
yerleşimi olan aşiretler ve hayvancı topluluklar da Erzurum, Ağrı ve Kars
bölgesindeki otlakları kullanmış olmalıdır. Nitekim bu tarz bir yerleşim modeli,
Doğu Anadolu’daki boyalı keramiklerin yalnızca yüksek yaylalarda ve mezarlarda
ele geçmiş olmasının sebebi olarak kabul edilebilir138. Hatta bugün birçok aşiret,
gidilecek olan yaylak mesafesinin hayvan sayısıyla doğru orantılı olduğunu ve
hayvanı fazla olan toplulukların çok daha uzak mesafedeki yaylalara gittiğini
ifade etmektedir. Muhtemelen aynı tür geçim şekline sahip olan ETR
yerleşimcileri ile boyalı keramik kültürüne sahip olan ve yerleşimleri Đran’da olan
yerleşimciler söz konusu yaylalarda karşılaşmış olmalıdırlar.
136
Çilingiroğlu 1993: 472.
137
Beşikçi 1969: 137.
138
Göçebe arkeolojisi üzerine çalışan bilim adamları, göçebelerin arkeolojik tespitinde
saptanabilecek materyal kültür içinde çadır kenarına sıralanan taşlardan yanında yaylalara yapılan
mezarlardan da bahsetmektedir. Cribb, göçebelerin yaylada bulundukları dönemlerde ölülerini
yaylalara gömdüklerini belirtmiştir (Cribb 1991: 65).
51
Kalkolitik Dönem’den itibaren M.Ö. 2. binyılın ortalarına kadar olan uzun süreçte
Doğu Anadolu Bölgesi’nde herhangi bir farklı kültürün etkili olduğu büyük bir
değişim yaşanmamıştır. Kalkolitik Dönem’den itibaren, bölgenin içine kapanık
yapısı binlerce yıl boyunca fazla bir değişime uğramadan devam etmiştir. Ancak
M.Ö. 2. binyılın ortalarından sonra gerek Transkafkasya ve Đran’da, gerekse Doğu
Anadolu’da ortaya çıkan yeni bir kültürün varlığı, tüm bu topraklarda Demir
Çağlar’ın başlangıcını temsil etmiştir. Erken Demir Çağ139 olarak tanımlanan bu
dönemle ilgili en iyi bilgiler Đran’daki kazı yerlerinden elde edilmektedir. M.Ö. 2.
binyılın boyalı keramik geleneği, bu dönemle birlikle yerini tek renkli gri keramik
geleneğine bırakmıştır. Başta Hasanlu (V- IV) olmak üzere, Dinkha Tepe (III-II),
Geoy Tepe, Yanık Tepe, Haftavan Tepe, Sialk A ve Giyan 1(4)- 1(3) gibi
yerleşimlerden ve mezarlardan elde edilen arkeolojik veriler bu değişimi açıkça
ortaya koymaktadır140. Hasanlu’dan gelen radyokarbon sonuçları, bu dönemin
başlangıç tarihini yaklaşık M.Ö. 1450 olarak vermiştir141. Bilim adamlarının
önerisine göre, bu dönemle birlikte Kuzeybatı Đran’a kuzeyden Hint-Avrupalı
halkların göçü olmuş ve ilk Đranlılar’ın da içinde olduğu bu halklar beraberlerinde
gri keramik kültürünü de getirmişlerdir. Ancak bu tür arkeolojik değişimlerin
gerçekten de kitlesel bir göçe işaret edip etmediği de hala tartışmalıdır. Örneğin R.
Dyson’a göre bu dönemde belirli bir güzergah üzerinden Đran’a göç olduğunu, ya
da tam tersi bunun bir iç gelişim olduğunu söylemek hala mümkün değildir142.
Buna ek olarak C. A. Burney bu bölgedeki değişimi kitlesel bir göç olarak değil
de, hareket halindeki göçebeler olarak düşünmemiz gerektiğini de ifade
etmiştir143. Burney’e göre bu nüfus hareketi dışarıdan veya bölgenin kendi
içindeki yer değiştirmeden de kaynaklanabilir. Benzer göç senaryosu Doğu
Anadolu için de geçerlidir. Doğu Anadolu’da bu dönemle birlikte ağız
kenarlarının altında birkaç sıralı yivi olan tek renkli kapların ortaya çıkması, A.
Çilingiroğlu tarafından yine bir göç olayına bağlanmaktadır. Batı Đran’a
beraberinde gri keramik kültürünü getiren göçlerin başka bir kolu, Doğu
Anadolu’ya da tek renkli, ağız kenarları yivli, devetüyü ve kahverengi keramik
139
Erken Demir Çağ’la ilgili tartışmaların tümü, II. Bölüm’de detaylı olarak ele alınmıştır.
140
Young 1967: 23.
141
Young 1967: 23.
142
Dyson 1973: 714.
143
Burney 1994: 55.
52
geleneğini getirmiş olmalıdır. Söz konusu keramik geleneği, Karaz, Güzelova,
Pulur, Sos, Bulamaç, Dilkaya, Van Kalesi Höyük, Ernis, Yoncatepe ve
Karagündüz olmak üzere Doğu Anadolu’nun birçok höyük ve mezarlık alanında
saptanmıştır. A. Çilingiroğlu’na göre, M.Ö. 1450-1400 yıllarından itibaren Batı
Đran’a gelmeye başlayan halklar ile Van Gölü çevresine yerleşmeye başlayan
Uruadri ülkesi halklarının yöreye göç tarihleri birbirinden çok farklı
olmamalıdır144.
Erken Demir Çağ’a tarihlenen yivli keramikler, M.Ö. 2. binyıl boyalı keramikleri
gibi esas olarak mezarlık alanlarından ele geçmiştir; höyüklerde bulunan az
sayıdaki örnekler ise mimari bir tabakayla ilişkisiz olarak bulunmuştur. Van Gölü
Havzası’ndan ele geçen keramikler en erken M.Ö. 11.-10. yüzyıllara
tarihlenmektedir145. Ancak son yıllarda bu tarih V. Sevin tarafından 12. yüzyıla
çekilmiştir146. Ayanis Kalesi’nden ele geçen az sayıdaki yivli keramik147, bu
geleneğin M.Ö. 7. yüzyıla kadar devam ettiğini göstermektedir. Son yıllarda K.
Köroğlu, Van Gölü Havzası’nda ele geçen yivli keramiklerin Erken Demir
Çağ’dan ziyade Urartu dönemi olduklarını önermektedir. Köroğlu’nun bu
bölgedeki yivli keramikleri Urartu Dönemi’ne tarihlemesinin temel dayanağı,
bunların tümünün Orta Demir Çağ konteksiyle bir arada ele geçmesi ve Erken
Demir Çağı’na ilişkin kesin mimari kanıtların bulunmamasıdır148. V. Sevin ise
Köroğlu’nun aksine, bu bölgeden ele geçen yivli keramiklerin bir kısmının Erken
Demir Çağ’a ait olduklarını savunmaktadır. Karagündüz mezarlarının, Urartu
Dönemi mezarlarına benzemesine rağmen EDÇ olduklarını, içlerinden ele geçen
kırmızı perdahlı Urartu kaplarının ise Urartu öncesi olduklarını ileri
sürmektedir149. Ayrıca V. Sevin son çalışmasında Doğu Anadolu EDÇ dönemini
Karagündüz’den gelen radyokarbon tarihlere göre M.Ö. 1250’ye çekmiş ve bu
dönemi Karagündüz mezarları ışığında kendi içinde ikiye ayırmıştır. M.Ö. 1250-
144
Çilingiroğlu 1994: 4.
145
Çilingiroğlu 2001: 380; Çilingiroğlu 1993: 487; Sevin 2000: 168; Belli 2000: 180.
146
Sevin 2004: 187.
147
Kozbe, Çevik, Sağlamtimur 2001: 94.
148
Köroğlu 2003: 239.
149
Sevin, Özfırat 2000: 169..
53
1000 arasını Erken Demir I, M.Ö. 1000-800 arasını ise Erken Demir II olarak
tanımlamıştır150.
Erken Demir Çağ’da kalelerin varlığını gösteren bir diğer bölge ise Hakkari
Bölgesi’dir. Son yıllarda Van Gölü’nün güneyi ile Hakkari Dağlık Bölgesi
150
Sevin 2004: 186.
151
Belli, Konyar 2003: 9-21, 31-54.
152
Belli, Konyar 2003: 91.
153
Belli, Konyar 2003: 92.
154
Schachner 2003: 158.
54
arasındaki alanda araştırmalar yürüten O. Belli, bu bölgede bazı kale ve
nekropoller tespit etmiştir. Erken Demir Çağı’na tarihlediği bu kaleleri kalelerin
yakınında bulunan mezarlara dayanarak tarihlediği anlaşılmaktadır. Bunlar
arasında Van’ın 55 km. güneyindeki Avzini Kalesi ve Mezarı, Van’ın 71 km.
güneybatısındaki Arıhan Mezarı ile Kaletepe Kaleleri ve Nekropolü, Van’ın 79
km. güneydoğusunda Çobanik Kalesi, Karataş Kalesi ve Van’ın 71 km.
güneydoğusundaki Bohanis Kalesi ve Nekropolü gibi merkezler yer
almaktadır155. Ayrıca Belli, bahsi geçen bölgede “Yayla Kentler” ve “Dev Evleri”
gibi diğer arkeolojik verilerin de varlığından bahsetmektedir156. Ancak bu
bölgedeki Erken Demir Çağ kalelerinin Doğu Anadolu’nun diğer bölgelerine
nazaran daha az olduğunun altını çizmek gerekmektedir157.
Sonuç olarak EDÇ ile birlikte Van Gölü Havzası ve bunun kuzeyinde şimdiye
kadar varolan toplumsal örgütlenmenin yeni bir boyut kazandığı ve ilk kez kale
bazlı bir yaşam şeklinin ortaya çıktığını gözlemlemekteyiz. Söz konusu kalelerin
varlığı, Belli’nin önerdiği gibi, kaledeki beylerin yarı-göçebe olan ve
hayvancılıkla uğraşan EDÇ topluluklarını örgütleme vasfı dışında, siyasi ve askeri
açıdan da yeni bir örgütlenme sürecinin başladığını işaret ediyor olmalıdır.
Nitekim W. R. Hay ve P. Rondot aşiretleri aynı zamanda askeri niteliği olan
gruplar olarak nitelendirmişlerdir:
P. Rondot ise, aşiretin esas olarak savunma kurumu olduğunu ve temel işlevinin
savaşçılık olduğunu ifade etmiştir159. Dolayısıyla EDÇ’de ortaya çıkmaya
başlayan kaleleri bu tür askeri örgütlenmenin önemli bir göstergesi olarak kabul
155
Belli 2008b: 19-29. Ayrıca Belli, bahsi geçen bölgede “yayla kentler” ve “dev evleri” gibi diğer
arkeolojik verilerin varlığından da bahseder (Belli 2008c: 78-81).
156
Belli 2008c: 78-81.
157
Belli 2008b: 31.
158
Ayrıntılı bilgi için bakınız: W. R. Hay, Two Years in Kurdistan. Experiences of a Political
Officer 1918-1920, Londra, 1921.
159
Ayrıntılı bilgi için bakınız: P. Rondot, “Les tribus montagnardes de l’Asie entérieure. Quelques
aspects sociaux des populations kurdes et assyriennes”, Bulletin d’Études Orientales de l’Institut
Français de Damas VI, 1937: 1-50.
55
edebiliriz. Bu örgütlenme sürecinin Geç Tunç Çağ’dan itibaren başladığı
düşünülebilir. Ancak EDÇ’de kalelerin, höyüklerin uzağındaki yüksek yaylalarda
yer alması, kale ve höyük arasında ne tür bir ilişki şablonu olduğunu açıklamada
güçlük yaratmaktadır. Özellikle Karagündüz, Dilkaya, Sos Höyük gibi
höyüklerdeki EDÇ tabakasının sağlam bir mimariyle temsil edilmemiş olması ve
buna rağmen aynı dönemde güçlü dağ kalelerin varolması, bu dönemde bölgede
varolan yerleşim sistemine dair bilgilerin çelişkili olmasına sebep olmaktadır.
Ancak höyüklerdeki EDÇ tabakalarının güçsüz olması, ya yeterli kazı yapılmamış
olmasından, ya da EDÇ döneminin olasılıkla hayvancı karakterine bağlı olan cılız
mimari kalıntılarının Urartu dönemi inşa faaliyetleri sırasında tahrip edilmiş
olmasından kaynaklanmış olabilir. Buna göre Doğu Anadolu bölgesindeki aşiret
veya bey düzeninin, ilk kez bu dönemde oluştuğu düşünülebilir. Nitekim Asur
yazılı kaynakları, bölgenin Erken Demir Çağı’na ilişkin bilgiler vermektedir.
Yazılı kaynaklar bölgede Uruadri ve Nairi olarak adlandırılan iki önemli ülkeden
bahsetmektedir. Đlk kez M.Ö. 1274 yılında Asur kralı I. Salmanasar (M.Ö. 1274-
1244) Uruadri ülkesinden bahseder ve bu ülkenin 8 ülke ve 51 kentten oluştuğunu
ifade eder. Yine I. Tukulti- Ninurta döneminde (M.Ö. 1244-1208) Nairi ülkesinin
43 kralından bahsedilmektedir160. Gerek Uruadri, gerekse Nairi ülkesinde birçok
kent ve kraldan bahsedilmiş olması, bu ülkelerin birer aşiret olabileceği görüşünü
desteklemektedir. Muhtemelen “Uruadri’nin 8 ülkesi” tanımıyla, Uruadri
aşiretinin 8 kabilesi, “Uruadri’nin 51 kenti” tanımıyla da, aşiretin 51 boy’u ifade
ediliyor olmalıdır. Yine “Nairi’nin 43 kralı” ifadesiyle de “kabile” veya “boy”
beyleri ifade edilmiş olmalıdır161.
160
LAR I, 144.
161
T. Tarhan, Uruadri ve Nairi beylikleri için “konfederasyon” tanımını kullanmayı uygun
görmüştür. Konfederasyon, aşiretlerden oluşur ve her bir konfederasyona aynı zamanda aşiret de
denir. Örneğin, Kerkük’ün doğusunda yaşayan Bilbaslar, 19. yüzyılda aşiretlerden oluşan güçlü bir
konfederasyon olmasına rağmen bunlardan aynı zamanda aşiret diye de bahsedilirdi. M.
Bruinessen, araştırmaları sırasında “konfederasyon” anlamına gelen genel bir terimle hiçbir yerde
karşılaşmadığını ve bu terimin çoğunlukla, aşiretleri oluşturan kabileler arasında sıkı bir kan bağı
olduğunu göz ardı eden Avrupalılar tarafından kullanılmış olabileceğini belirtmiştir. Ona göre,
aşiretle konfederasyonu birbirinden ayırt edebilecek kesin bir kriter yoktur ve bu terimin kullanımı
keyfidir (Bruinessen 1992: 102- dn. 30). Kanımızca, kendi içinde sıkı bağları olan aşiretlerin başka
aşiretlerle birleşerek konfederasyon kurabilme olasılıkları, en azından Doğu Anadolu bölgesi için
zayıf görünmektedir. Bu bölgedeki aşiretler tarih boyunca birbirleriyle çatışmışlardır ve bir araya
gelseler bile muhtemelen bu birlik çok kısa sürmüştür.
56
Kalelerin ortaya çıkması bölgede yaşayan grupların siyasi, sosyal ve ekonomik
açıdan örgütlenmeye başladığını göstermesi açısından önemlidir. Nitekim bölgede
bu tarz bir yapılanmanın başlaması Urartu Devleti’nin kurulmasında etkili
olmuştur. EDÇ’den ve hatta GTÇ’den itibaren başlayan bu süreç, devlet sistemine
geçiş aşamasındaki en erken dürtüleri oluşturmuş olmalıdır162. M.Ö. 832-640
tarihleri arasında Van Gölü Havzası’nı kontrol altında tutan Urartu Devleti’nin en
belirgin özelliği, bu dönemle birlikte kırmızı perdahlı keramiklerin kullanıma
girmesidir. Van, Aşağı ve Yukarı Anzaf, Çavuştepe, Ayanis, Körzüt, Toprakkale
ve Kef kaleleri bilinen başlıca Urartu kaleleridir. Urartu Dönemi’nde iskan edilen
toplam 60 yerleşimin, 29’u kale, diğerleri ise köy olarak sınıflandırılabilecek
küçük yerleşim yerlerinden oluşmaktadır163. Söz konusu kalelerin, EDÇ’den farklı
olarak, bu dönemle birlikte ovalık alanlara da inşa edilmeye başladığı ve yapım
tekniği açısından EDÇ’ye nazaran daha gösterişli bir yapım sergilediği
belirlenmiştir.
57
vurgulamaktadır. Öte yandan yazıtların hiçbirinde otlakla ilgili bilginin olmayışı
da dikkati çekmektedir. Sadece Karahan Yazıtı’nda hayvanlar için otlaklar
yapıldığından bahsedilmektedir165. Ancak bu durum Urartular’ın hayvancılığa
daha az önem verdiği anlamına gelmez. Hayvancılığın devlet ve devlet dini
açısından önemi Meherkapı yazıtında açıkça anlaşılmaktadır. Daha önce de
belirtildiği gibi bölgenin otlak açısından zengin olması ve hayvancılığın bölgede
yaşayanlar için eskiden beri gelen köklü bir gelenek olması, Urartu döneminde
hayvancılık veya otlak açısından çok fazla problemin yaşanmadığını ifade
edebilir. Dolayısıyla yazıtlarda otlaklardan bahsedilmemiş olması, hayvancılığın
ikinci plana atılmış olmasını ifade etmez. Ancak devlet sisteminin ayakta
kalabilmesi için gerekli olan tarımı yürütebilmek amacıyla hayvanların
çoğunlukla yerleşimlerin uzağında otlatılması sağlanarak yerleşim çevrelerinde
tarıma ağırlık verilmiş olmalıdır. Bundan yola çıkarak, Urartu Devleti döneminde
otlatma sınırlarının yeniden düzenlenmesi gibi bir girişimin gerçekleşmiş olduğu
düşünülebilir.
Urartu Devleti’nin kurulması aslında bölgede var olan siyasi, sosyal ve ekonomik
düzende çok fazla bir değişiklik yaratmamıştır. Bölgede halihazırda varolan kale
165
Sağlamtimur 2001: 74. Ayrıntılı bilgi için bakınız: A. Dinçol-E. Kavaklı, “Karahan Köyü’nde
Bulunan Dört Yeni Urartu Yazıtı”, Anadolu Araştırmaları VI, 1979: 17-43. Ancak M. Salvini’ye
göre söz konusu yazıtta otlak kelimesi yer almamaktadır (H. Sağlamtimur’un M. Salvini ile kişisel
görüşmesi).
166
Yakar 2007: 384.
58
ve beylik sistemi, devlet kurulduktan sonra bazı değişiklikler dışında aynen
devam etmiştir. Đdari organizasyon açısından dikkati çeken en önemli şey, aşiret
beylerinin hakim olduğu sistemin bozulmadan varlığını korumasıdır. Gerek,
Roma, Orta Çağ devletleri (Bizans, Selçuklu) ve Osmanlı Devleti dönemlerinde,
gerekse Türkiye Cumhuriyeti döneminde Doğu Anadolu topraklarında varlık
gösteren “bey” veya “ağa” sisteminin çökmemiş olması, bunların Urartu Devleti
döneminde de varolduğunu düşündürmektedir. Demek ki, bölge herhangi bir
devletin kontrolü veya yönetimi altına girdiği dönemlerde bile, bünyesinde
varolan sistemi her zaman korumuştur. Urartu Devleti döneminde de olasılıkla
beyler bölgede söz sahibiydi; ancak Urartu kurulduktan sonra bu beyliklerin
yönetimi için Asur eyalet sistemini kendilerine model aldıkları anlaşılmaktadır.
Buna göre belirli bölgelere valiler atanmış ve böylece tüm bey’ler, kendi
bölgesindeki valiliğe karşı sorumlu hale getirilmiştir. Bu değişim bölgenin aşiret
sisteminde köklü bir değişiklik meydana getirmediği için sistem tümüyle
dağılmamıştır.
Sonuç olarak Urartu Devleti, bir yanda çok bariz bir devlet otoritesi gösteren,
diğer yanda ise farklı etnik grupları tebaası olarak kabul eden bir yönetim
politikasına sahipti. Dağlık arazinin bölmeli yapısı da hiç şüphesiz Urartu
Devleti’nin örgütsel yapısının şekillenmesinde etkili olmuştur167. Devletin ayakta
kalmasındaki en etkili girişim, aşiretlere belli bir özerklik verilmiş olmasıdır.
Buna göre, sadece kraliyet ailesi üyeleri değil, devlete gösterdikleri sadakati
garanti altına almak için, derin köklü aşiret bağlarına zarar vermeksizin yerel
beyler de valilik görevine atanmış olmalıdırlar. Farklı etnik kökenlerden oluşan
Urartu Devleti’nin ulusal birliğini ve yapısını, iki yüz yılı aşan bir süre boyunca
devam ettirmesi, ne aşiretlerin hoşnutsuzluğunun, ne de etnik farklılıkların devlet
otoritesine ciddi şekilde zarar vermediklerini göstermektedir168.
167
Zimansky 1985: 9-32.
168
Yakar 2007: 382.
59
getirmiş olsa da, bu çöküş, sistemin alt birimlerini oluşturan aşiret yapısını çok
fazla etkilememiştir. Muhtemelen Urartu Devleti yıkıldıktan sonra bölgedeki
gruplar aşiret sistemlerini devam ettirmişlerdir169. Geç Demir Çağ olarak
tanımlanan bu dönemde Doğu Anadolu topraklarına Ermeniler nüfuz etmeye
başlamışlar ve yavaş yavaş tüm Van Havzası’na hakim olmuşlardır. Ksenophon,
Cyropaedia’sında Medler ve onu takip eden Ahamenid hakimiyeti döneminde
doğunun dağlık arazilerindeki Ermeni yerleşimlerinin ilk evrelerinden
bahsetmektedir. Bu dönemde verimli ovalarda yerleşik Ermeni çiftçilerinin
köyleri yer alıyordu. Ksenophon, komşu Ermeni köylerinde yaşayanlarla olan
ilişkiyi anlatırken, geniş aileler ve sülalelerin varlığından da bahsetmiştir.
Ermeniler, bölgede Urartular’ın inşa ettiği sulama kanallarını ve göletleri
kullanarak yoğun tarımsal faaliyetlerle uğraşmışlardır. Sonunda bu halklar
çiftçilik, bahçıvanlık ve sığır yetiştiriciliği konusunda iyi olmayı başarmışlardır.
Aynı zamanda yaygın ticaret ilişkilerinin Mezopotamya’ya kadar uzandığı
tüccarlar olarak da ün salmışlardır170. Bölgedeki tarım arazilerinin çoğuna Ermeni
çiftçilerin yerleşmiş olması, bölgede önceki dönemde var olan yerli Urartular’ın
(Alarodlar)171 dağlık bölgelere ve yaylalara doğru çekilmelerine ya da Ermeni
aşiretler arasına karışmasına sebep olmuş olmalıdır172. Nitekim, çobanlık
ekonomisi üzerine dayalı olan aşiret sistemi de yaylalarda olmayı gerekli
kılıyordu. Bu yüzden ovalık alanlara yerleşerek çiftçilikle uğraşan Ermenilerle,
başlangıçta problem yaşanmamış olmasının temel nedeni de bu olmalıdır. Ancak
bir süre sonra, yerel çobanlar (aşiretler) ve Ermeni çiftçiler arasında sürtüşmeler
yaşanmaya başlamış ve aşiretler zaman zaman Ermeni köylerini
yağmalamışlardır. M.Ö. 6. yüzyıl başında geçici olarak bu bölgeye hakim olan
169
Yakar 2007: 385.
170
Yakar 2007: 385.
171
Herodotos’ta bahsi geçen Alarod’ların, Urartu halkı olduğu kabul edilmektedir. Söz konusu
halklar, daha sonraları yazılı kaynaklarda Khaldai (Khalde’ler) olarak geçen Khalibler’dir.
(Ksenophon IV: III, 4; Strabon XII 3.19). Khalda’lar’ın Urartu baş tanrısı Haldi’yle olan ses
benzerliği bu görüşü desteklemektedir. Bölgede, Bizans dönemiyle birlikte yani 7. yüzyıldan 959
yılına kadar olan süreçte çeşitli thema’ların varlığından bahsedilmekte ve bunlar arasında “Khaldia
Theması” adında bir thema’nın varlığında bahsedilmektedir (Honigmann 1970: 50-51;
Ostrogorsky 1986: 89-93).
172
Alarodi halkının dağlara geri çekilmesiyle ilgili fikrin dayanak noktası, Xenophon’un M.Ö. 5.
yüzyılda Doğu Anadolu’yu geçerken karşılaştığı direnişi anlatırken Alarodi’den bahsetmemiş
olmasıdır (Yakar 2007: 386).
60
Medler, bu iki grup arasındaki şiddete son vermeye çalışmışlardır173. Ahamenid
dönemine gelindiğinde ise artık bölgede satraplık sisteminin var olduğu
anlaşılmaktadır. 5. yüzyıl tarihçisi Herodotos’a göre I. Darius, Ahamenid
Đmparatorluğu’nun uzun satraplık listesinin onüçüncü sırasında Ermeni aşiret
topraklarını birleştirerek büyük bir satraplık kurduğundan bahsetmektedir. Bu
satraplığın idari merkezinin Van’da yer almasından yola çıkarak burasının Van
Kalesi olduğu düşünülmektedir. Herodotos’a göre bu dönemde halk, yoğun bir
Pers baskısına maruz kalmasa da, Perslere vergi ödemek zorunda bırakılmıştır174.
Ancak Ermeni çiftçilerle Alarod çobanları arasındaki çatışmaların sona ermediği
anlaşılmakta ve Kyros’un bunları antlaşma yapmaya çalıştığı bilinmektedir.
Gerçekten de Ermenistan’ı bir haraç devleti haline getiren Kyros, Ermeni
çiftçilerden dağlarda yaşayan çoban komşularıyla iyi geçinmelerini istemiştir.
Buna göre, bu çoban topluluklardan arazi ekip biçebilmeleri için Ermeniler’e kira
ödemeleri ve buna karşılık kararlaştırılan bir ücret karşılığında Ermeniler’in
hayvanlarını dağ otlaklarında otlatmalarına izin vermeleri istenmiştir. Ancak dağlı
çobanlarla yapılan bu antlaşma uzun sürmemiştir. I. Darius’un yaptırdığı Behistun
kaya yazıtı, bu iki grup arasındaki çatışmanın tekrar patlak verdiğine işaret
etmektedir175. Ksenophon, Anabasis Onbinlerin Dönüşü adlı yapıtında olasılıkla
Hakkari civarında yaşayan dağlı Kardukhlar’dan bahsetmektedir. Dağlı aşiretlerin
bölgedeki varlığını doğrulayan bu yazıtta, dağlarda oturan Kardukh halklarının
çok savaşçı oldukları ve krala bağımlı bulunmadıkları vurgulamıştır. Bununla
birlikte Kardukhlar’ın ovayı yöneten satraplarla barış halinde yaşadıkları da ifade
edilmiştir176. Anlatılanlara göre, Yunanlı askerler bu bölgeye girdiğinde
Kardukhlar köylerini boşaltıp kadın ve çocuklarla tepelere kaçmışlardır177.
Sonunda Yunanlı askerler zorlukla Kardukh ülkesini aştıktan sonra Kentirites
Irmağı’na (Botan Suyu) ulaşmayı başarmışlardır178. Ancak burada ırmağın öbür
173
Burney- Lang 1971: 79.
174
Yakar 2007: 385.
175
Burney- Lang 1971: 179.
176
Ksenophon III: V, 16.
177
Ksenophon IV: I, 8.
178
Ksenophon IV: III, 1. Ancak C. Sagona, Kentirites Nehri’nin bugünkü Aras Nehri olduğunu
ileri sürmektedir (Sagona, C. 2004: 52).
61
kıyısına geçmelerine engel olmak için sıralanmış piyadelerden bahsedilmiştir.
Bunların Armen’ler, Mard’lar ve Khaldala’lılar olduğu belirtilmiştir179.
179
Ksenophon IV: III, 4.
180
Ksenophon IV: V, 5.
181
Ksenophon IV: V, 25-27.
182
Ksenophon IV: V, 30-32.
62
gelindiğinde (M.Ö. 330) ise artık Doğu Anadolu bölgesinde satraplıklardan
bahsedilmez. Bu dönemle birlikte bölgede yerel krallıkların varolduğu ifade edilir.
183
Yakar, çoban aşiretlerin Kürt, çiftçi toplulukların ise Ermeni olduklarını belirtmiştir (Yakar
2007: 387).
184
Yakar 2007: 387.
63
oldularsa da, kısa süre içinde tekrar kontrol altına alınmışlardır185. Abbasiler
dönemine (750-1258) gelindiğinde, bu dönemde de Van Gölü ve çevresindeki
mahalli hanedanlar (aileler) yerlerinde bırakılarak Emeviler zamanındaki idari
teşkilat aynen korunmuştur. Yazılı kaynaklarda, 826-851 yılları arasındaki Ahlat
beyinin, Aşot oğlu Bakrat olduğu bildiriliyor. Fakat bu beyin Abbasiler’in o
bölgedeki valilerine bağlı olduğu ve onlara vergi verdiği şüphesizdir. 9. yüzyılın
ikinci yarısından itibaren Abbasi Đmparatorluğu’nun zayıflamaya başlaması ve
parçalanmaya doğru gitmesi Doğu Anadolu’da da etkisini göstermiştir. Nitekim
bu dönemde Ermeni hanedanı önem kazanmaya başlamıştır. Bu bölgede yaşayan
halk Ermeni krallarını ve Bizans Đmparatorluğu’nun yüksek hakimiyetini tanımak
zorunda kalmışlardır186. 928 yılına gelindiğinde ise Bizans imparatoru Romanus
Lecapenus’un meşhur Doğu “domestic”i J. Kurcus, Ahlat ve Bitlis’i ele
geçirmiştir187. 960-1071 yıllarını içeren süreçte Bizans Devleti’nin “Armenia”
(Vaspuragan) olarak adlandırdığı Doğu Anadolu bölgesinde çok sayıda kaleden
bahsedilmektedir. Söz konusu kaleler arasında Hilat, Berkri ve Arceş gibi kaleler
sayılmaktadır188.
64
sürmüş ve 13. yüzyılın birinci yarısının ortalarında beyliklerden çoğu ortadan
kalkmıştır. Bu beylikler için tehlike birbirlerinden değil, dışarıdaki büyük
devletlerden gelmiştir. Bu devletler Türkiye Selçukluları ile Eyyübiler’di191.
Sonuç olarak Türk Beylikleri döneminde Doğu Anadolu Bölgesi’nde var olan
beyliklerin tümü, kan bağıyla birbirine bağlı hanedan veya ailelerden
oluşmaktadır. Bu dönem kaynakları her bir beyliğin çeşitli kollarının bulunduğunu
ve her bir kolun da kendi bey olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla bu dönemdeki
beylik yapısının aslında bölgede erken dönemden itibaren gözlemlediğimiz aşiret
yapısından çok da farklı olmadığı düşünülebilir.
13. yüzyıldan itibaren ise Doğu Anadolu Bölgesi’ne Đlhanlılar (1205-1370) akınlar
yapmaya başlamıştır. Özellikle Van Gölü bölgesine sık sık baskın yaptıkları
belirtilmektedir. Örneğin, 1231 yılında Bitlis’ten Ahlat’a gelen Đlhanlılar, burada
yağmalayacak bir şey bulamadıkları için Ahlat beyini ve halkın tümünü
öldürmüşlerdir. Aynı şeyi Erciş’e de yapmışlardır. Bu dönemde artık bu bölgeye
kimsenin sahip çıkmadığı ifade edilmektedir. Nihayet Türkiye Selçuklu
hükümdarı Alaaddin Keykubat, 1232-1233 yıllarında Ahlat bölgesini ele geçirip
burada dirlik ve düzeni sağlamıştır. Ancak 1243 yılında Đlhanlılar tekrar Ahlat ve
Diyarbakır bölgelerini zapt etmişlerdir192.
1425 tarihinden sonra Van Bölgesi’ne Kara Koyunlular hakim olmuştur. Kara
Koyunlu Đskender Bey 1425 yılında Van, Vestan ve diğer bazı kaleleri zapt
etmiştir193. 1472-1473 yıllarında ise Muş, Bitlis ve Ahlat gibi birçok bölge Ak
Koyunlular’ın idaresi altına girmiştir194. Bazı bilim adamları, bu dönemde var
olan Ak Koyunlu ve Kara Koyunlular’ı, aslında bünyesinde birçok kabileyi
barındıran aşiretler/boylar olarak tanımlamışlardır195.
191
Sümer 1998: VII.
192
Sümer 1998: 56.
193
Sümer 1998: 61.
194
Sümer 1998: 62.
195
Bu konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bakınız: A. Arvası, Doğu Anadolu Gerçeği, Đstanbul, 1968.
65
yani 1533-1535 yıllarında Ahlat, Adilcevaz ve Erciş Osmanlı idaresine altına
alınmıştır. Kanuni bu seferden dönerken Erciş ve Adilcevaz’dan sonra Ahlat’a da
uğramış ve buradan da Diyarbakır’a geçmiştir. Fakat Safeviler, fethedilmiş olan
Van’ı ve Erciş’i geri almışlardır. Bu şehirlerin idaresi 1549 yılına kadar Sofuoğlu
Ahmed Sultan adında bir beye verilmiştir. 1549 yılında Kanuni tekrar Đran
seferine çıkmış ve Van Kalesi’ni ele geçirmiştir196. 1555 yılına kadar yaklaşık 40
yıl süren Osmanlı- Safevi mücadelesi, Amasya Antlaşması ile sona ermiştir. Bu
dönemde Van şehri eyalet merkezi haline gelmiştir197. XVIII. yüzyılda ise bu
bölge ayan adı verilen ağalar veya bey’ler tarafından yönetilmeye başlanmıştır198.
66
Abdülhamit, doğudaki Ermeni ve Kürt sorununu çözmek için bu aşiretleri
örgütlemek gerektiği düşüncesinden yola çıkarak kurmuştur bu alayları. 1891
yılında 36 adet kurulan Hamidiye alaylarının örgüsüne göre her alay belli bir
aşiretten oluşmaktaydı. 1200 kişiden oluşan her alayın komutanı ise aşiret reisi
olurdu201. Bundan anlaşılacağı üzere, Osmanlı döneminde Doğu Anadolu’daki
toprakları, her ne kadar devlet kontrolü altında olsa da, aşiretlerin varlığını
koruyan bir sistemin uygulandığını göstermektedir. Nitekim bu tutum Cumhuriyet
Dönemi’ne geçiş aşamasında sünni aşiretlerin Atatürk’e karşı, alevi aşiretlerin ise
Atatürk yandaşı olmasında etkili olmuştur202. Ancak Cumhuriyet dönemiyle
birlikte bölgedeki çatışmaları sonlandırmak için yeni politikalar belirlenmiş ve bu
politikaların başında mecburi iskan ve sürgün gelmiştir. Ancak bu politika da
aşiretlerin dağıtılmasında etkili olamamıştır. 1945 yılında itibaren ise çok partili
sisteme geçilmesiyle birlikte aşiretler tekrar büyük değer kazanmaya
başlamışlardır. Çünkü politikacılar oy potansiyelini kendilerinde toplayabilmek
için bölgedeki aşiret reisleriyle işbirliği yapma yolunu seçmişlerdir. Sonuç olarak
Atatürk döneminde çözülme ve dağılma ile karşı karşıya kalan ağalık ve aşiret
sistemi 1945 yılından sonra tekrar işlerlik kazanmıştır203.
201
Bu konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bakınız: A. Arvası, Doğu Anadolu Gerçeği, Đstanbul, 1968.
202
Özer 1990: 32-35.
203
Özer 1990: 36-37.
204
Sagona 1984: 27 vd.
67
Yapılan çalışmalar bu kültürün tümüyle yaylacı olduğunu ortaya koymaktadır205.
Dolayısıyla bu dönem topluluklarını da “boy” veya “kabile” olarak tanımlamak
yanlış olmaz. Geç Tunç Çağ ve Erken Demir Çağı’nda ise bölgedeki toplulukların
biraz daha örgütlü hale geldikleri ve bölgede ilk kez kalelerin ortaya çıktığı
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu kültür için “boy” veya “kabile” tanımını yerine
“aşiret” tanımını kullanmanın yerinde olacağı düşünülmektedir. Bu sürecin hemen
ardından bölgede Urartu Devleti’nin olduğu ilk kez bir devlet sistemi ortaya
çıkmakta ve aşiret sisteminin devlet kontrolü altındayken bile varlığını devam
ettirdiği görülmektedir. Nitekim bu bölge, Orta Çağ’da ve Türkiye Cumhuriyeti
döneminde de devlet kontrolü altında olmasına rağmen aşiret yapısını sürdürmeyi
başarmıştır. Kalkolitikten günümüze kadar incelenen Doğu Anadolu bölgesinde
hayvancı-göçebe aşiret sistemi dışında dikkati çeken bir diğer nokta ise tüm bu
süreçte bölgede başlıca iki kültürün egemen olmasıdır. Kabaca Van Gölü’nün
kuzey ucundaki hizadan çekilecek bir hatla ikiye ayrılan Doğu Anadolu
Bölgesi’nde kuzeyde ve güneyde olmak üzere başlıca iki farklı kültür bölgesinin
varolduğu ve bu kültürel ayrımın bugün bile varlığını koruduğu anlaşılmaktadır.
“Doğu Anadolu Demir Çağ Yivli Keramik Geleneği” başlıklı tezimizde, özellikle
Erken Demir Çağ olarak ele aldığımız dönemde bölgede yarı-göçebe aşiretlerin
hakim olduğu bir geçim şablonunun varolduğu anlaşılmaktadır. Nitekim yivli
keramiklerin geniş bir coğrafyaya yayılması bunu kullanan halkların hareket
halinde olabileceği fikrini desteklemektedir. Ayrıca tespit edilen Erken Demir Çağ
yerleşimlerinin hemen hemen tümünde mimarisi olan iyi bir tabaka tespit
edilememiştir. Sadece Norşuntepe ve kısmen Korucutepe’den elde edilen veriler
bu dönem iskanının küçük kulübe tarzı evlerden oluştuğunu ortaya koymaktadır.
Bu dönem yaşam şeklinin tamamen yerleşik karakterde olan bir kent düzeninde
205
Özfırat 2001a: 108.
68
değil, aynı zamanda büyük oranda hayvancılıkla da uğraşan yarı-göçebe hayat
tarzına sahip olan küçük köy niteliğindeki merkezler olabileceği düşünülmektedir.
Dolayısıyla yivli keramiklerin dağılım haritası aslında bir şekilde, yarı-göçebe
hayat tarzında bulunan halkların hareket alanını da ortaya koymaktadır. Yivli
keramiklerin bölgesel dağılımı, bölgeler arası benzerlikleri veya farklılıkları gibi
konularda yorum veya genelleme yapabilmek için öncelikle bölgenin tarihsel
süreç içindeki yerini ve dinamiklerini bilmek kuşkusuz yarar sağlayacaktır.
69
“…Demir Çağı dünyanın görüntüsünü değiştirmeden
önce insanoğlunun tinsel tarihinde büyük yankılar
bırakan çok sayıda ayini, miti ve simgeyi doğurmuştur…”
M. Eliade,
70
II. BÖLÜM
Erken ve Orta Demir Çağ olmak üzere Demir Çağ’ın tipik keramik gelenekleri
arasında yer alan yivli keramiklerin yalnızca Demir Çağ toplumları tarafından
kullanılmış olması, onun bu çağa damgasını vuran kültürlerle doğrudan ilişkisini
ortaya koymaktadır. Tunç Çağ toplumlarıyla hiçbir ilgisi olmayan ve kesin bir
çizgi ile Demir Çağ’a geçişi simgeleyen bu keramikler aslında aynı zamanda
Demir toplumlarının Tunç toplumlarından farkını da açıkça ortaya koyan
arkeolojik verilerden biri olarak kabul edilebilir. Tüm Tunç Çağlar boyunca
bölgede hakim olan koyu yüzlü keramik geleneği206 artık Demir Çağlarla birlikte
yerini açık renkli keramik geleneğine bırakmaya başlamıştır. Bu değişim yalnızca
keramik geleneğinde değil, aynı zamanda yerleşim sistemi, ekonomi, din ve
sosyal organizasyon gibi alanlarda da kendini göstermiştir. Dolayısıyla Demir
Çağlar’a damgasını vuran yivli keramiğin gelenek olarak tercih edildiği
toplumlarda Demir Çağ’la birlikte ne tür bir değişimin yaşandığını ve bu
değişimin yansımalarını tespit etmek kuşkusuz yivli keramiğin
anlamlandırılmasında da etkili olacaktır. Zira Demir Çağ’a geçişi simgeleyen
değişimlerin gerçekten Demir Çağ’a geçildiğini işaret edip etmediği, eğer
ediyorsa demir toplumlarını diğer dönemlerden ayıran özelliklerin neler olduğu
gibi sorular “Demir Çağ Kavramı ve Özellikleri” başlıklı bölümde detaylı olarak
tartışılmıştır. Tezimizin ana konusunu oluşturan Erken ve Orta Demir Çağlar’da
varolan yivli keramiklerin detaylı olarak incelenmesinden önce ise, bölgenin
206
Kanımızca Doğu Anadolu’da tüm Tunç Çağlar boyunca koyu yüzlü keramik üretme geleneği
hakimdir. Özellikle gri, koyu gri, siyah ve kahve tonlarında tercih edilen bu keramik geleneği
Erken Tunç Çağlar’daki ETR kültürüyle birlikte çok daha kaliteli ve iyi perdahlı olma özelliğiyle
kendini göstermeye başlamıştır. Orta ve Geç Tunç Çağlar’a gelindiğinde ise koyu yüzlü
keramiklerin biraz daha kaba ve özensiz bir şekle büründüğü anlaşılmaktadır. Doğu Anadolu’da
açık kahve, devetüyü ve pembemsi kahve tonlarındaki açık yüzlü keramik geleneği ise Demir
Çağlar’la birlikte ortaya çıkmaktadır. Buna göre Tunç Çağlar’da koyu yüzlü keramiklerin, Demir
Çağlar’da ise açık yüzlü keramiklerin hakim olduğu söylenebilir. Yalnızca Orta Tunç Çağ’daki
boyalı keramik geleneği bu genellemenin dışında kalmaktadır. Ancak bu durum boyalı keramik
geleneğinin Doğu Anadolu’nun yerel kültürü olmadığı ve bu yüzden de ovadaki yerleşimlere
inmediği ile açıklanabilir. Zira boyalı keramik geleneği bölgeye doğudan gelen hayvancı
göçebelerle ilişkilidir ve bunlar yalnızca mevsimlik olarak kullanılan yüksek yaylalarda etkili
olmuştur.
71
Erken ve Orta Demir Çağlar sürecindeki siyasi yapısının ve eldeki arkeolojik
verilerin gözden geçirilmesi uygun görülmüştür. Söz konusu değerlendirme
sırasında yivli keramiğin ele geçtiği tüm merkezler teker teker ele alınmıştır.
Şimdi bu değerlendirmelere geçmeden önce Demir Çağ kavramı ve özellikleri
üzerinde duralım:
Teknolojik keşifler insanlık tarihinde önemli dönüm noktaları olarak kabul edilir.
Tarım ve çömlekçiliğin keşfinden sonra gelişen metal endüstrisi insanlığın
yalnızca ekonomik ve sosyal organizasyon açısından değil, aynı zamanda inanç
sistemi, mit ve ayin gibi konularda da yeni bir bakış açısı kazandığı büyük bir
evrim olarak kabul edilebilir.
Demir Çağ olarak adlandırılan dönem, demir teknolojisiyle birlikte yeni dünyanın
oluşumunun başlangıcı kabul edilebilir. Demirden yapılan silah ve araç gereç
imalatı, savaş, üretim ve inşaat alanlarında önemli bir çığır açmış ve bunun
sonucunda artık yeni yerleşim şablonu ve buna bağlı olan sosyal yapılanma
belirlenmeye başlamıştır207. Anadolu’da demirin keşfi her ne kadar M.Ö. 3. binyıl
kadar geriye gitse de, Demir Çağlar’ın başlangıcının M.Ö. 1200 dolaylarında
olduğu konusunda herhangi bir fikir ayrılığı yoktur208. Erken dönemlerde görülen
demirin sayıca az olması, sadece takı ve süs eşyalarında kullanılması ve
çoğunlukla meteorit demirden üretilmesi Demir Çağı başlatacak bir teknoloji
olarak düşünülmemelidir209. Nitekim meteoritlerin kullanımının Demir Çağı’nı
başlatacak bir teknoloji olmadığı ve bunların da taş işler gibi şekil verilerek
işlendiği belirtilmektedir. Demir ancak özel fırınlar keşfedildikten ve özellikle
akkor haline getirilen metalin “sertleştirilmesi” tekniği geliştirildikten sonra
öncelikli konuma geçmiştir210. Bu süreç M.Ö. 1200 dolaylarında başladığı için
Demir Çağlar’ın başlangıcı bu tarihten önceye çekilmemektedir. Demirin uzun
207
Aktüre 2003: 3.
208
Barnett 1969: 3-14; Sandars 1978: 9-13; Muhly 1989: 11; Drews 1993: 3-8; Aktüre 2003: 3.
209
Yalçın 2004a: 94.
210
Eliade 2000: 24.
72
süre kullanımından yola çıkarak Ü. Yalçın demir teknolojisindeki süreci 3 ana
evreye ayırmıştır. M.Ö. 3. binyıla tarihlediği en erken evreyi “Başlangıç Evresi”,
M.Ö. 2. binyıldaki süreci “Gelişme Evresi” ve M.Ö. 9. yüzyıl ve sonrasını ise
“Gelişmiş Evre” olarak adlandırmıştır211. Yalçın, Anadolu’da M.Ö. 3. binyıla
tarihlenen en erken demir buluntusunun Gaziantep’teki Tilmen Höyük’ten elde
edildiğini ifade etmiş ve burada ele geçen demirden bir burma bileziğin M.Ö. 3.
binyıl başına tarihlendiğini belirtmiştir212. Bu tür erken örneklerin Anadolu’daki
birçok kazı yerinden elde edildiğinin de altını çizen Yalçın, Alacahöyük kral
mezarlarından altın kabzalı hançer, altın başlı süs iğnesi, kolye ucu ve demir bıçak
dışında Alişar’dan (Alişar II) ele geçen demir iğnenin M.Ö. 1900-1700 arasına;
Kusura’nın C tabakasındaki demir parçasının M.Ö. 1800-1600 arasına;
Alacahöyük’ün IV. ve II. katları arasındaki çivi, iğne, hançer, okucu, bilezik ve
bıçağın M.Ö. 1800-1200 arasına; Boğazköy’de Büyükkale’den ele geçen
örneklerin M.Ö. 1450-1200 arasına; Korucutepe’deki demir aletlerin ise 1400-
1200 arasına tarihlendirildiğini belirtmiştir213.
Anadolu’da en erken demir objeler M.Ö. 3. binyıl kadar geriye gitse de, Doğu
Anadolu’ya bakıldığında M.Ö. 12. yüzyıldan önceye giden herhangi bir demir
objenin ele geçmediği görülmektedir. M.Ö. 3. binyılda Erken Transkafkasya
kültürünün hakim olduğu ve bu kültüre ait arkeolojik verilerin elde edildiği
merkezlerin hiçbirinde herhangi bir demir objenin ele geçmediği dikkati
çekmektedir. Zira ETR kültürü içinde bronz objelerin sayısı bile oldukça azdır. Bu
durumda Van Gölü ve çevresi için demir teknolojisinin M.Ö. 3. binyıl kadar
eskiye gitmediğini ve en erken Geç Tunç Çağ’dan itibaren bölgede var
olabileceğini düşünebiliriz. Geç Tunç Çağ ve Erken Demir Çağ’da Doğu
Anadolu’da demirin varlığına dair çeşitli arkeolojik kanıtlar söz konusudur.
Urartu Krallığı kurulmadan önceki dönem olan Erken Demir Çağ’da Doğu
Anadolu’da demir işçiliğinin var olduğu Ernis214 ve Karagündüz215 gibi mezarlık
211
Yalçın 2004a: 99; Yalçın 2004b: 221-224.
212
Yalçın 2004a: 94.
213
Yalçın 2004a: 94-97; Yalçın 2004b: 221.
214
Erzen- Bilgiç- Boysal- Öğün 1964: 20; Belli 1987: 93; Belli 2000: 175- 180.
215
Sevin 2000: 169.
73
alanlarından elde edilmektedir. Ernis mezarlarında demir silahların yanı sıra, yine
demirden üretilmiş tarım aletlerinin de bulunduğu anlaşılmaktadır216.
216
Belli 2000: 180.
217
Tunç üretimi için gerekli olan kalay, Doğu Anadolu’da bulunmadığı için, ticaretinin yapılması
zorunluluğunu doğurmuştur (Belli 2004b: 43).
218
Bu durum demir toplumlarının erken evresi için yani henüz doğadaki demirin kullanıldığı
aşama için geçerlidir. Demirin madenlerden çıkarılıp fırınlarda işlenmesi Demir Çağ’ın daha
sonraki evresinde mümkün olmuştur ve bu evrede sistemli bir organizasyonun bulunması şarttır.
219
Eliade 2000: 26.
220
Demir teknolojisine sahip olan dağlı aşiretler daha sonra Urartu Devleti’ni kuracak olan halklar
arasında yer almış olmalıdır. Urartu dönemine gelindiğinde demir teknolojisinin sahiplerinin
büyük bir krallık kurmayı başardıkları görülmektedir. H. Sağlamtimur, bronz üretimindeki dışa
bağımlılığın, demir teknolojisinde söz konusu olmadığını ve Urartu’nun ana metal üretiminin
demir olduğunu önermiştir (Sağlamtimur 2001: 98). Nitekim artık dışa bağımlı olmayan aşiretler
demir teknolojisinin de gücü sayesinde bölgede bir krallık kurmayı başarmışlardır.
221
Çilingiroğlu 1994: 27.
74
ettiği ve demir endüstrisine ulaşmak için bu bölgeye sürekli askeri sefer
düzenlediği bilinmektedir222.
Demir gibi güçlü bir madenin keşfi hem büyük dağ kalelerinin inşa edilmesinde
ve buna bağlı olarak oluşan yerleşim sisteminin belirlenmesinde, hem de askeri
organizasyonun oluşturulmasında ve demir toplumlarının savaşçı niteliği
yüklenmesinde etkili olabilecek önemli bir adım olarak düşünülebilir. Zira Demir
endüstrisinin kendisi de başlı başına düzenli bir organizasyonu gerekli kılıyordu
ve belki de bölgedeki toplulukların örgütlenmesinin çıkış noktası demir
endüstrisindeki organizasyona dayanmaktaydı. Ancak bölgedeki demir
endüstrisinin mi siyasi örgütlenmeye sebep olduğu, yoksa askeri ve siyasi
örgütlenme sonucu mu demir endüstrisinin geliştiği tam olarak bilinmemektedir.
222
Asur krallarından I. Tiglat Pileser (M.Ö. 1115-1077), II. Tukulti-Ninurta (M.Ö. 890-884) ve II.
Asurnasirpal (M.Ö. 884-859) Van bölgesine yaptığı seferler sırasında ele geçirdiği ganimetler
arasında demirden de bahsetmektedir (LAR I: 222, 223, 405, 501, 502).
223
Doğu Anadolu’da saptanan Geç Tunç Çağ kaleleri daha sonraki bölümde detaylı olarak
incelenecektir.
224
Demir toplumlarının savaşçı karakteri din felsefecisi M. Eliade tarafından da vurgulanan
önemli bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır (Eliade 2000: 71).
75
Kesin olan, Demir Çağ’da Doğu Anadolu’daki organizasyonda demir
endüstrisinin inkar edilemez bir payının olduğudur.
225
Ayrıntılı bilgi için bakınız: M. Payne, Urartu Çiviyazılı Belgeler Kataloğu, Đstanbul, 2006.
226
Ayrıntılı bilgi için bakınız: N. Çevik, Urartu Kaya Mezarları ve Ölü Gömme Gelenekleri,
Ankara, 2000.
227
Ayrıntılı bilgi için bakınız: M. B. Baştürk, Din ve Dini Ayinlerin Urartu Krallığı’ndaki
Toplumsal ve Siyasal Rolü, Đzmir, 2006 (yayınlanmamış yüksek lisans tezi).
76
Erken Demir toplumlarının materyal kültürü hakkında çeşitli bilgilere sahip
olmamıza rağmen onların inançları veya ayinleri hakkında pek fazla bilgimiz
yoktur. Ancak din felsefecisi M. Eliade bu konudaki eksiklerimizi kısmen
kapatmaktadır. Keramik, demir obje ve silahlar, kaleler, yerleşimler ve mezarlar
açısından bilgi sahibi olduğumuz demir toplumlarının ne tür inançları olduğu
konusunda en önemli çalışmayı yapan kişi olarak karşımıza çıkan Eliade,
Demirciler ve Simyacılar adlı eserinde demir toplumlarına ait ritüel ve ayinler
üzerinde durmuştur. Yazara göre Demir Çağı, insanlığın askeri ve siyasi tarihine
dahil olmadan önce, tinsel yaratımlara yol açmıştır. Diğer bir ifadeyle Demir Çağı
insanlığın önce inanç sistemini değiştirmiş, sonra da bu değişim askeri ve siyasi
davranışına yansımıştır228.
228
Eliade 2000: 25.
229
Doğada iki tür demir bulunmaktadır: Meteor Demir (Gök Demir) ve Terrestrik Demir (Yer
Demir). Bunlardan en yaygın olanı demir meteoritlerdir (gök demir). Bilindiği üzere oluşumundan
bu yana yeryüzüne sayısız miktarda meteoritler düşmüştür. Günümüzde her yıl 100.000 ton
gökcisminin dünyaya düştüğü biliniyor. Şimdiye kadar yeryüzüne ulaşan meteorların çoğu
silikatlardan (taş meteorit), küçük bir kısmı ise demirden (demir meteorit) oluşur. Bazıları çeşitli
mineralleri içermektedir. Terrestrik demir ise, yeryüzünde doğal olarak kendiliğinden oluşur.
Demiroksitlerce zengin bazaltik magma, yerkabuğu çatlakları boyunca yüzeye doğru çıkarken
kömürlü katmanlara rastladığında, içerdiği bu demir oksitler kömürün indirgeyici özelliği
karşısında metale dönüşebilir ve böylece bazaltlar içinde demir bulunabilir (Yalçın 2004a: 97).
230
Demir eserlere duyulan saygının tanıdık evrene ait olmayan, başka yerlerden gelen, dolayısıyla
bir öte dünya işareti kabul edilen yabancı bir nesneye duyulan saygıyı ifade ettiği belirtilmiştir
(Eliade 2000: 22, 28).
231
Eliade 2000: 19.
77
bunların demircinin yardımı olmadan kendi büyüsel-dinsel güçleriyle
işleyebildiklerine inanılmıştır232. Maden ocağının açılışının ya da bir fırının
yapımının çoğunlukla şaşırtıcı bir arkaikliğe sahip ritüel işlemler olduğunu
belirten Eliade, maden ocaklarının açılışını şu şekilde ifade etmiştir:
232
Örneğin Angola’da çekice tapılırdı ya da demiri bilmeyen Ogoweler komşu kavimlerdeki
demircilerin körüklerine taparlardı (Eliade 2000: 30).
78
eriticileri bütün zaman boyunca en katı cinsel perhizlerini uygular.
Bayekeler fırının etrafında kadın görmek istemezler…”233.
Sonuç olarak demir toplumlarının maden ocağı, maden fırını, demirci, demir eser
ve demirci aletleri olmak üzere madenle ve demirle ilgili birçok şeyi kutsal
gördükleri ve inanç dünyalarına bunlarla ilgili çok sayıda ayin ve simge
ekledikleri anlaşılmaktadır. Nitekim Eliade, insanlığın metalin keşfiyle kendine
geldiğini, madencilik ve metalurji işleri içine girdiğinde neredeyse bütün varoluş
tarzını değiştirdiğini ifade etmiştir235. Benzer metalurji inançları ve ayinleri arkaik
dönemlerde de var olmuştur. Özellikle Asur kralı Asurbanipal dönemi (M.Ö. 668-
627) yazılı kaynaklarında bu tür ayinlerle ilgili bir bilgi bulunduğu Eliade
tarafından dile getirilmiştir236:
“Maden fırınının planı hazır olunca hayırlı bir ayın hayırlı bir gününü
bekleyeceksin. Onlar fırını yaparlarken onları izleyecek ve sen de
çalışacaksın. Zamanından önce doğmuş embriyonları (maden filizleri)
getireceksin, bir başkası, bir yabancı girmemelidir, temiz olmayan bir
kişi de onların önünden geçmemelidir, önlerinde gereği gibi saçı
saçmalısın: madeni fırına koyacağın gün embriyonların önünde bir
kurban keseceksin; çam tütsüsü ile bir tütsülük koyacaksın, önlerinde
kurunna birası saçacaksın. Fırının altında bir ateş yakacaksın ve
madeni fırının içine koyacaksın. Fırına bakmak için getireceğin
adamlar arınmalıdır ve sonra fırına bakmaları için oraya getireceksin.
233
Eliade 2000: 60-61.
234
Eliade 2000: 65.
235
Eliade 2000: 60.
236
Eliade 2000: 77. Eliade tarafından gönderme yapılan bu yazıtın orjinali Asur yazıtları arasında
bulunamamıştır. Bu durum olasıkla tercüme farkından kaynaklanmış olmalıdır.
79
Fırında yakacağın odun günlükağacı (sarbatu) odunu olmalıdır;
kabukları ayıklanmış kalın, büyük odunlar olmalıdır, Ab ayında
kesilmiş olmalı ve yığın yığın değil deriye sarılı olarak saklanmış
olmalıdır. Bu ağacı fırına koyacaksın”.
237
Sevin- Özfırat- Kavaklı 2001: 357; Sevin 2001: 80; Sevin 2005b: 68.
238
Sevin, iki elinde göğsüne doğru tuttuğu bir kap bulunan kadın ve erkek figürlerinin Batı Đran’da
Demir Çağı’nın başlarından itibaren mezar armağanı olarak yaygın bir kullanım gördüğünü
belirtmiştir (Sevin 2001: 83).
239
A. Çilingiroğlu ile kişisel görüşme. Bu görüşle ilişkili olarak V. Sevin 2006 yılı yayınında
figürlerin elinde tuttuğu metal külçelerden yola çıkarak, bunların metal veya kalay ticaretini
kontrol eden dağlı bir kabileye ait olabileceğini önermiştir (Sevin 2006: 165).
80
ve hayvan besiciliğine dayanan bir ekonomi olmadığını ve bu yüzden maden
üretimi ve ticaretin çok önemli bir rol oynadığının altını çizmiştir240. Ayrıca
bunların bir bölgeye stel olarak dikilmesi de bunların kutsallığına ilişkin önemli
bir ipucu vermektedir. Bir diğer önemli nokta, madencilik veya demircilik
ritüelleri kapsamında gerçekleştirilen kurban merasimleridir. Benzer şablon Erken
ve Orta Demir Çağlar sürecinde çalışma konumuzu oluşturan Doğu Anadolu’da
da uygulanmış olabilir. Dolayısıyla Urartu merasimleri içinde kesin olarak
uygulama gördüğünü bildiğimiz kurban merasimlerinin bir kısmının maden ocağı
veya madenci fırını ritüelleri sırasında gerçekleştirilmiş olabileceğini
düşünmemek için herhangi bir neden yoktur.
Öte yandan Urartu dönemi yazılı kaynaklarının hiçbirinde demir veya demircilerle
ilgili herhangi yazıt bulunmamıştır. Urartu yazıtları arasında yalnızca Qulha seferi
yazıtında demir bir mühürden bahsedilmektedir241. Ancak bu durum Urartu’nun
demire önem vermediği anlamına gelmez. Nitekim birçok Urartu merkezi
kazısından elde edilen demir silahlar ve eserler, Urartu’nun demir teknolojisindeki
üstün başarısını açıkça ortaya koymaktadır. Bu kadar gelişmiş bir endüstrinin
yazıtlara yansımamış olması bölgenin demir kaynakları açısından zengin oluşuyla
açıklanabilir242. Ayrıca Urartu yazıtlarında demirle ilgili herhangi bir ritüelin
bulunmayışı, Urartular’ın yazıtlarda çoğunlukla askeri sefer ve imar
faaliyetlerinden bahsetmiş olmasıyla açıklanabilir.
240
Belli 2008a: 52.
241
UKN I: 155 D; Payne 2006: 223.
242
Urartu sınırları içinde Van, Bingöl, Bitlis, Siirt, Tunceli ve Erzurum gibi birçok bölgede Urartu
döneminde yoğun olarak kullanıldığı düşünülen demir yatakları tespit edilmiştir (Belli 1987: 96-
97- Harita 1; Belli 1998a: 313).
81
ERKEN VE ORTA DEMĐR ÇAĞLAR SÜRECĐNDE DOĞU ANADOLU VE
ÇEVRESĐNĐN ARKEOLOJĐK VERĐLERĐ VE YĐVLĐ KERAMĐKLERĐN
VARLIĞI
Doğu Anadolu’nun kültürel gelişim süreci göz önüne alındığında, batıdan çok,
doğu, güney ve kuzey ile benzer özellikler taşıdığı görülmektedir. Nitekim Doğu
Anadolu tüm dönemler boyunca, batısında kalan Orta Anadolu’dan kelimenin tam
anlamıyla kopuk bir kültürel süreç içinde olmuş ve bu bölge ile neredeyse hiçbir
kültürel ilişki kurulmamıştır. Bu çerçeve dahilinde Fırat Nehri, doğu ve batı
kültürleri arasında bir sınır niteliği taşımaktadır. Bu nedenle Fırat’ın doğusundaki
alanda yapılacak herhangi bir çalışmada, Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Batı ve
Kuzeybatı Đran ve Transkafkasya bölgeleri bir bütün olarak değerlendirilmelidir.
243
Erken Demir Çağ ve Orta Demir Çağ dönemleri ele alınırken bu iki dönemin tarihiyle ilgili
herhangi bir öneri yapılmayacaktır. Bölgeler değerlendirilirken her bölgede kabul edilen veya
önerilen tarihler ele alınacaktır. Ancak daha sonraki B3 bölümünde bölgeler arası karşılaştırma ve
değerlendirme yapılacak ve bu bölümde bu iki dönemin tarihi için bir öneride bulunulacaktır.
Demir Çağ kronolojisiyle ilgili ayrıntılı bilgi için bakınız: Çilingiroğlu 1987b: 108-115.
82
Doğu Anadolu Bölgesi ve çevresinin (Kuzeybatı Đran ve Transkafkasya) Erken
Demir Çağı’yla ilgili arkeolojik veriler, dönemi anlamlandırabilmek veya
karakterini saptayabilmek açısından oldukça yetersizdir. Söz konusu bölgelerde
Erken Tunç Çağ’a damgasını vuran sağlam ve tespiti nispeten daha kolay olan bir
ETR kültüründen244 sonra, Urartu Devleti’nin kurulduğu Orta Demir Çağ’a kadar
olan süreç, gerek Doğu Anadolu, gerekse Kuzeybatı Đran ve Transkafkasya
arkeolojisinde birçok soru işaretini barındıran bir problemler dönemi olarak
karşımıza çıkmaktadır. Bunun en büyük nedenlerinden biri ise, I. Bölüm’de de
ifade edildiği gibi, bahsi geçen bölgelerin çoğunlukla göçebe veya yarı-göçebe
hayvancı hayat tarzına uygun bir coğrafyaya sahip olmasıdır245. Nitekim bu
süreçte varolan kültürlere ait arkeolojik verilerin sağlamlıktan uzak ve oldukça
cılız bir görüntü arz etmesi bu özellikleriyle ilişkili olmalıdır.
Orta Tunç Çağ, yarı-göçebe veya göçebe yaşam şeklini doğrulayan en önemli
dönemlerden biri olarak tanımlanmaktadır. Arkeolojik veriler bu kültürün tümüyle
yaylacı olduğunu ortaya koymaktadır246. Boyalı keramik geleneğinin yaratıcısı
olarak kabul edilen Orta Tunç Çağ halklarının arkeolojik olarak höyüklerde tespit
edilememesi, bunlara ait yerleşimlerin bulunamaması ve keramiklerin yalnızca
yüksek yaylalardaki mezarlarda ele geçmesi, Orta Tunç Çağ’ın az bilinen bir
dönem olarak tanımlanmasına sebep olmuştur. Doğu Anadolu’da hemen hemen
tümüyle mezarlardan tespit edilen bu kültürün, buna karşıt olarak Kuzeybatı
Đran’da ve Transkafkasya’da yerleşim yerlerinde de saptandığı bilinmektedir.
Dolayısıyla Doğu Anadolu için genellikle Orta Tunç Çağ’da höyüklerin terk
edildiği ve nüfusun geçim şeklini değiştirerek ovalardan dağlara doğru göç ettiği
fikri kabul görmektedir. Ancak Orta Tunç Çağ’da höyüklerin terk edildiğini ve
nüfusun dağlara göç ederek tamamen göçebe hayat tarzına geçtiğini kanıtlayacak
sağlam arkeolojik kanıtlar söz konusu değildir. Bölgede yer alan höyüklerin
tümünde ETR tabakasından hemen sonra Demir Çağ tabakası gelmektedir ve
hiçbirinde bu iki dönem arasında bir kesinti veya boşluğa işaret edecek bir dolgu
244
ETR kültürüyle ilgili ayrıntılı bilgi için bakınız: I. Bölüm: 32-35.
245
ETR kültürünün yaratıcısı olan Tunç Çağ halklarının yarı-göçebe ve hayvancı karakterlerine
rağmen höyüklerde saptanan mekanlar bunların aynı zamanda yerleşik ve tarımcı özellik
gösterdiklerini de doğrulamaktadır (Burney-Lang 1971: 57; Cribb 1991: 222-223; Rothman 2003:
106).
246
Özfırat 2001a: 108.
83
veya bir yıkım söz konusu değildir. Bu durumda, gerçek anlamda ETR kültürü
olmasa da, bunun yozlaşmış şekildeki geç dönem uzantısının Tunç Çağ sonlarına
kadar devam etmiş olabileciğini düşünmemek için hiçbir neden yoktur. Zira bir
kültürün esas hakim olduğu dönem bittikten sonra birden keskin bir şekilde sona
ermesi ancak bir istila ile açıklanabilir. Bu durumda Doğu Anadolu’da henüz bir
istila veya yıkımı kanıtlayacak herhangi bir veri bulunmadığı sürece, ETR
kültürünün Orta Tunç Çağ kültürü ile birlikte sona erdiğini önermek mümkün
değil gibi görünmektedir. Zira Dilkaya Höyük’ten elde edilen arkeolojik veriler,
ETR kültürünün, yozlaşarak da olsa Orta Tunç Çağ’ın sonlarına kadar devam
ettiğini göstermesi açısından önemli bir merkez olarak karşımıza çıkmaktadır247.
Yine Sos Höyük’te ETR kültürünün M.Ö. 1500’lere kadar devam ettiği
konusunda öneriler yapılmıştır248. Ayrıca Metsamor’daki Orta Tunç Çağ
mezarlarında boyalı keramiklerle birlikte bulunan siyah yüzlü keramikler bu
devamın varlığını kanıtlar niteliktedir249. Dolayısıyla Orta Tunç Çağ kültürü her
ne kadar boyalı keramiklerin varlığıyla tanımlansa da, gerek Transkafkasya’dan,
gerekse Doğu Anadolu’dan elde edilen arkeolojik veriler, keramik geleneği
açısından aynı dönemde ETR kültürünün izlerinin de devam ettiğini ortaya
koymaktadır.
247
Sağlamtimur 1994: 77; Çilingiroğlu 1993: 472; Çilingiroğlu 1994: 26.
248
Sagona and Sagona 2000, 64-66.
249
Helwing- Özfırat 2006: 3.
250
Güneri 2006b: 412.
84
olmalıdır. Nitekim bu keramikleri üreten halkların hayvancı göçebe topluluklar
olduğu ve bunların çoğunlukla Aras Vadisi ya da Kuzeybatı Đran civarında
yoğunlaştığı kabul edilmektedir251. Aynı Doğu Anadolu’da olduğu gibi Dinkha
Tepe ve Haftavantepe gibi küçük köy tipi ve tarımla uğraşan yerleşmeler aynı
zamanda hayvancılıkla da uğraşmaktaydılar. Hayvancılığın büyük oranda yer
aldığı bir geçim şeklinde ister istemez yarı-göçebe hayat tarzının hakim olması
gerekliydi. Dolayısıyla söz konusu toplulukların yazın hayvan sürülerinin
otlatılması için çeşitli otlak alanlarına göç etmesi gerekliydi. Bu durumda
kullandıkları otlak alanlarının Doğu Anadolu topraklarına kadar ulaştığı
düşünülebilir252. Bu durumda Doğu Anadolu bölgesine M.Ö. 2. binyılda bir göç
olduğuna dair geleneksel inanış yerine söz konusu göçün mevsimlik bir göç
olabileceği ortaya çıkmaktadır.
Doğu Anadolu’nun Orta Tunç Çağ kültürüne dair verilerimiz sınırlı da olsa en
azından kültürün tanımlanmasına olanak vermektedir. Özellikle Orta Tunç Çağ
kültürünün keramik geleneğinin bilinmesi veya yaşam tarzını anlamamıza ilişkin
verilerin bulunması, bu kültürü Geç Tunç Çağ’a göre nispeten daha anlaşılır bir
hale getirmektedir. Doğu Anadolu arkeolojisindeki en belirsiz ve en problemli
dönemlerden biri Geç Tunç Çağ’dır. Bugün bilim adamları bu dönemi Doğu
Anadolu’da hiç yaşanmamış gibi kabul ederek çoğunlukla Erken Demir Çağ
öncesi geçiş evresi şeklinde ifade etmektedirler253. Bu yüzden Doğu Anadolu
arkeolojisinde Geç Tunç Çağ ve Erken Demir Çağ çoğunlukla bir arada
değerlendirilir. Ancak son yıllarda yapılan çalışmalar bu dönemin varlığına ilişkin
ipuçları vermektedir. Örneğin Sos Höyük’te “Sos III” olarak adlandırılan ve M.Ö.
1500-1000 yılları arasına tarihlenen bir Geç Tunç Çağ tabakasının varlığından
bahsedilmektedir254. Sos Höyük’teki Geç Tunç Çağ tabakası buluntularına
baktığımızda, eldeki verilerin çok sınırlı olduğu ve tüm bilgilerin L16c
açmasındaki küçük bir çukur alandan geldiği anlaşılmaktadır255. Ayrıca A. Özfırat
251
Ayrıntılı bilgi için bakınız: A. Özfırat, Doğu Anadolu Yayla Kültürleri, Đstanbul, 2001.
252
Helwing- Fahimi 2005: 134.
253
Gerek Doğu Anadolu’da, gerekse Ermenistan’da son yıllarda yüzey araştırmalarıyla tespit
edilen bir çok merkez (kale veya höyük) “Geç Tunç-Erken Demir Çağ” başlığı altında
değerlendirilmiştir.
254
Sagona 2000: 349; Sagona- Sagona 2003: 104.
255
Sagona-Sagona 2000: 66.
85
tarafından gerçekleştirilen yüzey araştırmaları da, bölgenin Geç Tunç Çağı’na
ilişkin veriler sunmaktadır. Araştırmalar sırasında bölgede tespit edilen bazı
kaleler Geç Tunç Çağ/Erken Demir Çağ kaleleri olarak tanımlanmıştır256. Öte
yandan, Elazığ-Malatya bölgesi ile Güneydoğu’da gerçekleştirilen kazılarda Geç
Tunç Çağı’na ilişkin veriler Doğu Anadolu’nun diğer bölgelerine göre nispeten
daha fazla olmasına rağmen, bunlar da dönemin geneline ilişkin bilgi verecek
düzeyde değildir. Netice itibariyle, Doğu Anadolu’da Geç Tunç Çağı’nın sınırları
ve özellikleri çok net olarak tespit edilemediği için, bundan sonraki dönemi
karakterize eden Erken Demir Çağı’nın da sınırlarını çizmek mümkün
olamamaktadır. Gerek arkeolojik verilerin yetersiz olması, gerekse bu dönemin
hem kendinden önceki Geç Tunç Çağı’yla, hem de kendinden sonraki Orta Demir
Çağı’yla iç içe geçmiş olması, Erken Demir Çağı’nın tanımlanmasında güçlükler
yaratmaktadır. Dolayısıyla Doğu Anadolu’nun Erken Demir Çağı’na ilişkin
problemlerin başında, tarihlendirme ve arkeolojik materyalin tanımlanması gibi
konular gelmektedir.
Doğu Anadolu’nun Erken Demir Çağı’na ilişkin başlıca iki tür arkeolojik veri söz
konusudur: yivli keramikler ve kaleler. Bunlardan ilki olan yivli keramiklerle
ilgili yorumlar 1980’li yıllarda yapılmaya başlamıştır. Söz konusu yıllarda Đran’ın
Erken Demir Çağ kültürü olarak “gri keramik” kabul edilirken, Doğu Anadolu
için “yivli keramik” kabul görmüştür. Gerek Karagündüz ve Dilkaya gibi Van
Gölü Havzası’ndaki höyüklerde, gerekse Norşuntepe ve Korucutepe gibi Elazığ-
Malatya bölgesindeki höyüklerde, Orta Demir Çağı’nı karakterize eden Urartu
tabakasından hemen önce bu tür yivli keramiklerin varlığı ortaya konmuş ve bu
durum yivli keramiklerin Erken Demir Çağ ile özdeşleşmesinin en önemli
dayanak noktası olmuştur. Nitekim bu süre zarfında bölgede gerçekleştirilen
yüzey araştırmalarında bulunan “yivli keramik” her zaman Erken Demir Çağ
göstergesi olarak kabul edilmiştir. Ancak yivli keramiği Erken Demir Çağ olarak
tanımlamanın dayanak noktasını oluşturan kazılara baktığımızda, söz konusu
kazıların hiçbirinde mimarisi olan sağlam bir Erken Demir Çağ tabakası
saptanamamıştır. Öte yandan Urartu dönemi kalelerinden biri olan Ayanis
256
Özfırat 1999: 5; Özfırat 2000: 195.
86
Kalesi’nde de az sayıda yivli keramiğin ele geçmesi bu keramiklerin M.Ö. 7.
yüzyıldaki varlığını kanıtlamış ve daha önce Erken Demir Çağ olarak
değerlendirilen birçok merkezin tekrar gözden geçirilmesi gereğini doğurmuştur.
Nitekim 1990’lı yılların ortalarından itibaren yivli keramiğin neden devamlı Orta
Demir Çağ verileriyle iç içe bulunduğu sorgulanmaya başlamış ve K. Köroğlu ile
E. Konyar Van Gölü Havzası’ndaki yivli keramikler üzerine yaptıkları çalışmada
bunların tümünün Urartu dönemi olduğunu ileri sürmüştür257. Yivli keramiklerle
ilgili bir diğer problem ise bunların çoğunlukla mezarlardan ele geçmiş olmasıdır.
Karagündüz, Dilkaya, Ernis ve Yoncatepe gibi mezarlardan elde edilen arkeolojik
veriler de, bunların Urartu verileriyle bir arada olduğunu ortaya koymaktadır.
Sonuç olarak Erken Demir Çağ kültürünün en önemli arkeolojik verilerinden biri
kabul edilen yivli keramik kendi içinde cevaplanması gereken birçok soruyu
bünyesinde barındırmakta ve Erken Demir Çağ kültürünü anlamamızda zayıf
kalmaktadır258. Zira Erken Demir Çağ kültürünün diğer bir göstergesi kabul edilen
kaleler de dönemin tarihlenmesi ve tanımlanmasında yetersiz kalmaktadır.
Kalelerde kazı yapılmadan kesin bir stratigrafik çalışma yapılamadığı için yazılı
kaynak gibi kesin bir kanıt olmadan bunların tarihlendirmeleriyle ilgili öneriler
yalnızca hipotez olmaktan öteye gidemez. Nitekim Doğu Anadolu’da saptanan
Erken Demir Çağ kaleleri, yalnızca inşa yönteminden ve mimari özelliklerden
yola çıkarak Urartu kalelerinden bazı farklı özellikler gösterdiği için bu döneme
tarihlenmişlerdir259.
Sonuç olarak Doğu Anadolu’nun Erken Demir Çağı’yla ilgili bilgiler oldukça
sınırlıdır ve çoğu tartışma konusudur. Bu durum Doğu Anadolu ile benzer kültür
bölgesi içinde kabul edilen Kuzeybatı Đran ve Transkafkasya için de geçerlidir. Bu
bölgelerdeki Erken Demir Çağ verileri de tartışmalıdır ancak herhangi birinde
saptanabilecek bir veri, tüm bölgeler için problemi çözücü bir nitelik taşıyabilir.
Dolayısıyla yalnızca Doğu Anadolu’daki değil aynı zamanda Kuzeybatı Đran ve
Transkafkasya’daki arkeolojik verileri de değerlendirmenin faydası olacaktır.
257
Köroğlu 2003: 239; Köroğlu-Konyar 2005: 25-38; Konyar 2005: 105-127; Köroğlu- Konyar
2008: 123-146.
258
Tez konumuzu oluşturan yivli keramiklerle ilgili tartışmalar daha sonraki bölümde detaylı
olarak ele alınacaktır.
259
Kalelerle ilgili çalışmalar daha sonraki bölümde detaylı olarak ele alınacaktır.
87
Ayrıca komşu bölgeleri değerlendirmek aynı zamanda bu bölgelerde yivli
keramiğin varlığını tespit etmek açısından da faydalı olacaktır. Bu yüzden söz
konusu bölgelerin Erken Demir Çağı’na ilişkin verilerin, problemlerin ve
tartışmaların ele alınmasında yarar olacaktır. Erken Demir Çağ süreci ele alınırken
ilk bölge olarak Kuzeybatı Đran’dan başlamanın yerinde olacağı düşünülmüştür.
Bunun en önemli sebebi, Erken Demir Çağ’la ilgili yapılan önerilerin çoğunlukla
Đran’a dayandırılması ve burasının Erken Demir Çağ kültürünün tanımlanmasında
ve tarihlendirilmesinde en sağlam arkeolojik verilerin elde edildiği bölge
olmasından kaynaklanmaktadır.
a- Kuzeybatı Đran:
260
Dyson 1989b: 6.
88
kabul edilir ve bu tarihten sonraki dönem bazen Demir Çağı IV (Demir IV) olarak
adlandırılır261.
261
Levine 1987: 230; Helwing- Fahimi 2005: 136.
262
Dyson- Muscarela 1989: 1; Muscarella 2006: 69.
263
Dyson 1989b: 6.
264
Dyson 1989a: 109; Dyson 1989b: 6.
89
veriler, V. tabakayla birlikte artık yeni bir tabakaya geçildiğini açıkça ortaya
koymaktadır. Dolayısıyla Hasanlu’nun V. tabakası, hem stratigrafik açıdan, hem
de mimari özellikler açısından Demir I dönemi verilerinin elde edildiği önemli bir
yerleşim olarak gösterilmektedir. Ancak bu tabakayla ilgili en önemli
problemlerden biri de tarihlendirilmesidir. V. tabakadan alınan radyokarbon
örneklerle desteklenen ancak 1960’lı yıllardan itibaren birçok kez değiştirilen bu
tarih, 1989 yılındaki yayında M.Ö. 1450-1100 olarak verilmiştir265. Komşu
bölgelerin Demir Çağ kronolojisini de etkileyen bu sıra dışı tarihin bugüne kadar
birçok bilim adamı tarafından kabul edildiği anlaşılmaktadır266.
265
Dyson 1989b: 6.
266
Dyson ve ekibinin önerdiği kronlojiye 1980’li yıllarda I. N. Medvedskaya karşı çıkmıştır.
Medvedskaya’nın bu konuyla ilgili itirazları daha sonra ele alınacaktır.
267
Young 1965: 55.
268
Young 1967: 11-34; Burney-Lang 1971.
269
Ayrıntılı bilgi için bakınız: R. H. Dyson, The Hasanlu Project. New Roads to Yesterday, New
York, 1966. (Medvedskaya 1982: 6)
90
verisi olarak kabul edilen gri keramik geleneği ilk Đranlılar’la
özdeşleştirilmiştir270.
Yukarıda da belirtildiği gibi Demir I’in başlangıç tarihinin M.Ö. 1450 gibi erken
bir tarihe çekilmesinin bir nedeni de gri keramiğe dayanmaktadır. Đran’daki
merkezlerin hemen hemen tümünde tespit edilen ve Demir Çağ’la özdeşleştirilen
gri keramiğin kökeni, yayılım alanı ve ortaya çıkış tarihleri gibi konularda çok
sayıda çalışma gerçekleştirilmiştir. Bunların tamamına yakını, bazı ufak tefek
görüş ayrılıkları dışında, söz konusu keramiğin Demir Çağ’ın başlangıcını
simgelediği, bölgeye bir göçle geldiği ve ilk Đranlılar’ı işaret ettiği konusunda
hemfikirdir. Buna göre “Gri keramik” geleneğiyle ilgili yapılan tartışmalar başlıca
iki konu üzerine yoğunlaşmıştır:
Bunlardan ilki olan gri keramik geleneğinin kökeniyle ilgili çok sayıda öneri
yapılmıştır. Bu konuyla ilgili öncelikle belirtilmesi gereken husus, söz konusu
keramiğin varlığının bir göç hareketiyle ilişkili olduğu konusunda bilim
adamlarının görüş birliği içinde olduklarıdır271. Đlk önceleri genellikle bu göçün
kuzeydoğudan olduğuna inanılmıştır. Medvedskaya, R. M. Ghirshman’ın, F.
Koenig’in hipotezini desteklediğini ve linguistik kanıtlar ışığında ilk Đranlılar’ın
Kafkasya’dan göç ettiğini ileri sürdüğünü belirtmiştir272. Ancak daha sonra C. A.
Burney kuzeyden geldikleri kabul edilen ilk Đranlılar’ın, direk Hazar Denizi’nin
batı kıyılarına değil de, güneydoğu kıyılarına doğru olduğunu önermiştir. Diğer
bir değişle bu yayılımın Doğu Đran’dan batıya doğru olduğunu ileri sürmüş ve bu
güzergah gri keramiğin yayılımıyla da paralel olduğu için en çok kabul gören
öneri olmuştur273. Nitekim gri keramikle ilgili arkeolojik veriler gri keramiğin
Doğu Đran’dan batıya doğru yayılımında kronolojik olarak da gözlenmiştir. Buna
göre, Hazar Denizi’nin güneydoğu kıyısındaki Gurgan Ovası’nda bulunan Shah
270
Burney- Lang 1971: 116; Mallory 1989: 52.
271
Burney, Lang 1971: 115-116.
272
Medvedskaya 1982: 2
273
Burney, Lang 1971: 117; Burney 1994a: 54-55; Mallory 1989: 50.
91
Tepe, Yarım Tepe, Turang Tepe ve Tepe Hisar gibi yerleşimler, gri keramiğin
doğu sınırını oluşturmaktadır. Batıya doğru gelindiğinde ise Hazar Denizi’nin
hemen güneyindeki Khurvin, Kalar Dasht ve Marlik’teki veriler gri keramiğin bu
bölgedeki varlığını ortaya koyan diğer merkezler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Buradan güneybatıya doğru ilerlenecek olursa, Urmiye Gölü çevresindeki
Hasanlu, Dinkha Tepe, Geoy Tepe, Yanık Tepe ve Haftavan Tepe gibi merkezler
bu keramiğin ele geçtiği önemli merkezler olarak yerini almaktadır. Son olarak da
güneybatıdaki Luristan Bölgesi’ndeki Tepe Sialk, Tepe Guran, Tepe Giyan ve
Godin Tepe verileri, bu bölgeden de çok sayıda gri keramiğin ele geçtiğini ortaya
koymaktadır. Netice itibariyle doğudan batıya doğru birçok merkezde tespit edilen
gri keramiğin, aynı zamanda doğudan batıya doğru kronolojik yayılımı da ortaya
konmuştur. Buna göre gri keramiğin en doğu sınırında bulunan Tepe Hisar
yerleşimi önemli bir merkez olarak karşımıza çıkmakta ve hatta burası Young
tarafından gri keramiğin olası köken yeri olarak yorumlanmaktadır274. Gri
keramiğin ele geçtiği Tepe Hisar’ın IIIC tabakasının tarihi olarak M.Ö.
2300’den275 M.Ö. 1500’e276 kadar değişen çok çeşitli tarihler önerilmiştir. Ancak
daha sonraki çalışmalar yeni bir karşılaştırmalı yerleşim olan Yarım Tepe’den
elde edilen veriler ışığında Hisar III’ün sonu için yaklaşık M.Ö. 1900/1800
tarihini ortaya koymakta ve söz konusu tarih bu bölgedeki Tunç Çağ
yerleşimlerinin sona erdiği tarih olarak kabul edilmektedir277. Batı Đran’a
gelindiğinde ise Hasanlu’dan elde edilen verilerle bu tarih en fazla M.Ö. 1450
yılına kadar erkene çekilebilmiş ve buna rağmen Doğu Đran ile Batı Đran’ın Demir
Çağ tarihleri arasındaki 400 yıllık hiatus ortadan kaldırılamamıştır278. Đlk önceleri
her ne kadar bu hiatus’u ortadan kaldırma veya en aza indirme çabaları varolsa
274
Young 1967: 24.
275
Çilingiroğlu 1976: 31; Ayrıntılı bilgi için bakınız: D. McCown, The Comparative Stratigraphy
of Early Iran, Chicago, 1942.
276
Burney, Lang 1971: 116; Ayrıntılı bilgi için bakınız: S. Piggott, “Dating the Hisar Sequence:
the Indian Evidence”, Antiquity 17, 1943: 169-182; D. H. Gordon, “The Chronology of the Third
Cultural Period at Tepe Hissar”, Iraq 13, 1951: 40-61.
277
Mallory 1989: 51. Ayrıntılı bilgi için bakınız: R. H. Dyson, “Problems in the Relative
Chronology of Iran, 6000-2000 B.C.”, Chronologies in Old World Archaeology, (ed. R. Erich),
Chicago 1966: 241.
278
Young 1967: 24; Çilingiroğlu 1976: 29-30; Mallory 1989: 51.
92
da279, sonraları söz konusu hiatus ilk Đranlılar’ın doğudan batıya olan göç
hareketinin kronolojik silsilesi olarak açıklanmıştır.
Sonuç olarak gerek Hasanlu’dan elde edilen radyokarbon örnekler, gerekse gri
keramiğin yayılımı gibi arkeolojik veriler doğrultusunda Kuzeybatı Đran’ın Demir
I dönemi M.Ö. 1450-1100 yılları arasına tarihlendirilmiştir. Söz konusu tarih
Yakındoğu’nun diğer bölgelerinin Geç Tunç Çağı’na denk gelmektedir. Bu durum
Kuzeybatı Đran’la benzer kültür bölgesi içinde yer alan Transkafkasya ve Doğu
Anadolu açısından önemli terminolojik problemler yaratmaktadır. Dolayısıyla
çalışma konumuzu oluşturan Doğu Anadolu Bölgesi’nin Erken ve Orta Demir
Çağlar süreci ele alınırken Kuzeybatı Đran’la paralel olan eş zamanlı bir
terminolojinin kullanımıyla ilgli zorlukla karşılaşılmıştır. Bu problemi aşağıdaki
tabloyla daha kolay ifade edebiliriz:
1400
1300 (Hasanlu V)
1250
1200
1150
279
Hasanlu V’in önceleri 1200, sonra 1300- 1350 ve en son olarak da 1450’ye tarihlendirilmesi,
doğuyla aradaki tarihsel boşluğu kapatma girişiminden kaynaklanmış olmalıdır. Ancak daha
sonraları Hazar Denizi’nin güneyinde tespit edilen merkezler gri keramiğin yayılımının doğudan
batıya doğru kronolojik bir silsileyle devam ettiğini ortaya koymuş ve aradaki tarihsel boşluğun
kapanmasına neden olmuştur. Hasanlu V’in şimdiye kadar yapılan tarihlendirme önerileriyle ilgili
ayrıntılı bilgi için bakınız: Muscarella 2006: 69-94.
93
950
900
750
700
650
600
280
Hasanlu V ve IV’te ortaya çıkarılan mimari veriler daha sonra tartışılacaktır.
281
Urartu Devleti’nin Orta Demir Çağı’na tarihlendiği konusunda bilim adamları arasında fikir
birliği söz konusudur.
94
gelişen bir süreç içinde ele alınması gereğinden ve Demir I döneminin Erken
Demir Çağı’nı temsil ettiği fikrinden yola çıkarak Urartu’nun Geç Demir Çağ
olarak tanımlanmaması için bir neden olmadığını belirtmiştir. Bölge
kronolojisinin oluşturulmasındaki ilk girişim olarak kabul edebileceğimiz bu öneri
yukarıda da belirtildiği gibi aynı zamanda bazı sorunları de beraberinde
getirmektedir. Doğu Anadolu arkeolojisinde yapılacak bu tür bir değişim şimdiye
kadar Erken Demir Çağ olarak etiketlenen verilerin Orta Demir Çağ olarak
değiştirilmesi ihtiyacını doğuracak ve bu durum Doğu Anadolu kronolojisinin
yeniden oluşturulması gereğini yaratacaktır. Öte yandan arkeolojide bu tür köklü
değişimlerin kimi zaman kalıplaşmış şekilde yıllarca devam eden bazı hatalı
bilgilerin sona ermesi açısından önemli girişimler oluğu da göz ardı
edilmemelidir. Doğu Anadolu kronolojisiyle ilgili yeni bir öneride bulunan bir
diğer bilim adamı ise V. Sevin’dir. Sevin, Karagündüz’deki Erken Demir Çağ
mezarlarından yola çıkarak bunları dromoslu ve dromossuz olarak ikiye ayrılmış
ve bunlardan dromossuz olanları erkene tarihlenerek Erken Demir Çağ I,
dromoslu olanları ise Erken Demir Çağ II olarak tanımlanmıştır. EDÇ I
mezarlarını M.Ö. 1250-1000 yılları arasına tarihlerken, EDÇ II mezarlarını da
M.Ö. 1000-800 yılları arasına tarihlemiştir282. Sevin tarafından önerilen bu
terminoloji her ne kadar Đran ve Transkafkasya ile bir kronolojik bütünlük
sergilese de, söz konusu ayrımın eldeki yetersiz arkeolojik verilerle tüm Doğu
Anadolu’ya uyarlamak mümkün değildir. Zira Erken Demir Çağ kültürüne ait
arkeolojik materyalin tespiti bile henüz kesin sınırlarıyla saptanamamışken Erken
Demir Çağ döneminin iki evresini tespit etmek oldukça zordur. Ancak Sevin
tarafından yapılan bu öneri D. Anadolu, Kuzeybatı Đran ve Transkafkasya
arasındaki bölgesel kronolojinin oluşması açısından önemli girişimlerden biri
olarak kabul edilebilir. Dolayısıyla bölgesel kronoloji oluşturma girişimini Doğu
Anadolu perspektifinden çözmeye çalışmak yerine Đran perspektifinden ele
almaya çalışmak kanımızca daha uygun olacaktır. Nitekim Dyson’un 1960’lı
yılların kazı tekniklerine göre saptadığı Hasanlu V tabakasının Erken Demir Çağ
olarak tanımlanmasında hiç hata yapılmamış olduğunu kabul etmek de aslında
kendi içinde hatalı bir yaklaşım olacaktır. Bu konuyla ilgli ilk itirazlar 1980’li
282
Sevin 2004a: 187-188.
95
yıllarda I. N. Medvedskaya tarafından dile getirilmiştir. Đran’ın Demir I dönemi
üzerine doktora yapan Medvedskaya, 1982 yılında yayınladığı çalışmasında, daha
önceki tüm çalışmaların aksine, bölgenin Demir Çağı’nı simgeleyen gri
keramiğin, bölgeye yapılan yeni bir göçü işaret etmediğini ve bu keramik
geleneğinin Tunç Çağ geleneklerinin devamı niteliğinde olduğunu ifade
etmiştir283. Buna göre Medvedskaya, Hasanlu’nun V. tabakasında devam eden az
sayıdaki boyalı keramik geleneğinin de bu görüşü desteklediğini ortaya
koymuştur. Ancak Medvedskaya’nın bu görüşüne, en büyük tepki Hasanlu
ekibinde bulunan O. W. Muscarella’dan gelmiş ve Muscarella 1994 yılında
yayınladığı makalesinde, Medvedskaya’nın önerilerini çürütmeye çalışmıştır284.
Buna göre Muscarella, öncelikle Medvedskaya’nın Tunç Çağ’ın devamına ilişkin
kanıt olarak gösterdiği Demir I konteksi içindeki boyalı keramiklerinin varlığını285
tartışarak bunların doğru olmadığını ve tümünün erken dönem yayınlarındaki
hatalardan ibaret olduğunu belirtmiştir286. Diğer bir ifadeyle şimdiye kadar
Hasanlu’yla ilgili yapılan yayınlarda V. tabakadan ele geçtiği belirtilen boyalı
keramiklerin aslında V. tabakaya ait olmadığını ve bu bilginin yayın hatası olarak
verildiğini ifade etmiştir.
Medvedskaya’nın bir diğer eleştirisi ise, gri keramiğin Demir Çağ’dan önce
varolduğu fikrine dayanmaktadır. Medvedskaya, Demir I dönemi gri
keramiklerinin bu dönemden daha önce ortaya çıkmış olduğunu belirterek, gri
keramik geleneğinin M.Ö. 2. binyılda ortaya çıktığını ancak Demir I döneminde
daha yaygın hale geldiğini ifade etmiştir287. Muscarella ise bu iddiaya cevap
olarak Đran’daki Demir I dönemi gri keramiklerinin diğer gri keramiklerden farklı
olduğunun altını çizmiş, bir cümleyle bu farkın katkı, üretim tekniği, yüzey işlemi
ve form açısından belirgin olduğunu vurgulamıştır. Ancak Muscarella Demir I
dönemindeki gri keramiğin farkıyla ilgili detaylı bir tanımlama yoluna
gitmemiştir288. Sonuç olarak Medvedskaya’ın 1980’li yıllarda Hasanlu’nun V.
283
I. N. Medvedskaya, Iran: Iron Age I. BAR International Series 126, 1982.
284
O. W. Muscarella, “Norh-Western Iran: Bronze Age to Iron Age”, Anatolian Iron Ages 3, (ed.
A. Çilingiroğlu, D. H. French), Ankara, 1994.
285
Medvedskaya 1982: 36.
286
Muscarella 1994: 141.
287
Medvedskaya 1982: 38, 98.
288
Muscarella 1994: 141.
96
tabakasıyla ilgili yaptığı bu öneri çok fazla ses getirmemiş ve bu iddialar sadece
Muscarella’nın 1994 yılında kaleme aldığı yayınla çürütülmeye çalışılmıştır.
Aslında Muscarella’nın, her ne kadar Hasanlu V’in Demir I dönemine tarihlendiği
konusunda bir şüphesi olmasa da, yayınlarının birkaçında parantez içi bilgi olarak
Hasanlu V’in Geç Tunç Çağı’na “denk geldiği” şeklinde ifade kullandığı da
dikkatimizi çekmiştir289. Ancak bilinen şu ki Muscarella’nın bu ifadeleri, onun
Hasanlu’nun V. tabakasını Geç Tunç Çağı’na tarihlediği anlamına gelmemektedir.
Son yıllarda Đran’da çeşitli ülkelerden bilim adamları tarafından çok sayıda yeni
proje ve kazı çalışması gerçekleştirilmektedir290. Bu çalışmaları yürütenler
arasında yer alan M. Azarnoush ve B. Helwing’in 2005 yılında gerçekleştirdikleri
yayında291 Đran’daki son dönem araştırmaları ele alınmış olmasına rağmen, Demir
Çağı kronolojisine de değindikleri ve Hasanlu V’in tarihlendirilmesini
eleştirdikleri görünmektedir. Hasanlu VI ve V arasındaki mimari kesintiye rağmen
kültürel materyalde bir devamın söz konusu olduğunu belirten Azarnoush ve
Helwing, aynı zamanda Demir Çağı’nı simgeleyen demir kullanımının da Demir
II’de ortaya çıktığını ve buna göre Demir I’in Geç Tunç Çağ ile eşleşebileceğini
belirtmişlerdir. Bu tür bir eşleştirmenin W. Kleiss, S. Kroll ve P. Calmeyer
tarafından da kullanıldığını ifade etmişlerdir292. Kanımızca Hasanlu V tabakasının
Geç Tunç Çağ olabileceği konusundaki öneriler, iki bölge arasındaki kronolojik
problemleri çözecek niteliktedir. Hasanlu V’in Geç Tunç Çağ olduğu konusunda
inancımız olmasına rağmen, bu çalışmada söz konusu tabaka genel kabul gördüğü
gibi Erken Demir Çağ olarak değerlendirilecektir. Zira bu çalışmanın amacı
Đran’daki kronolojik problemleri çözmeye çalışmak değildir. Gerek Doğu
Anadolu, gerekse Kuzeybatı Đran kapsamında yeni bir kronoloji önermek için
eldeki veriler henüz yeterli değildir. Dolayısıyla bu çalışmada Đran’ın hem Demir
I, hem de Demir II verileri “Erken Demir Çağ” başlığı altında değerlendirilecektir.
Nitekim son yıllardaki çalışmalarda da Demir I ve II dönemlerinin bir arada Erken
289
Muscarella 1974: 79; Muscarella 2006: 75.
290
Đran’daki son dönem araştırmaları için bakınız: M. Azarnoush-B. Helwing, “Recent
Archaeological Research in Iran- Prehistory to Iron Age”, Arcäologische Mitteilungen Iran and
Turan 37, 2005: 189-246.
291
Azarnoush- Helwing 2005: 233.
292
Azarnoush- Helwing 2005: 233, dipnot 199.
97
Demir Çağı olarak ele alındığı görünmektedir293. Şimdi iran’ın Demir I ve Demir
II dönemlerini sırasıyla değerlendirelim.
Đran’ın Demir I, gerekse Demir II yerleşimlerinin dağılımı oldukça geniş bir alanı
kaplamaktadır. Söz konusu dağılımın en yoğun olduğu bölge Kuzeybatı ve Batı
Đran’dır. Kuzeybatı Đran’la ilgili çalışmalar Azerbaycan sınırları içinde kalan ve
Urmiye Gölü’nün çevresine dağılan yerleşimleri içermektedir. Bu yerleşimlerden
en önemlileri arasında Hasanlu, Dinkha Tepe, Haftavan Tepe, Yanık Tepe,
Kordlar Tepe ve daha doğuda yer alan Marlik sayılabilir. Bu bölgenin hemen
güneyindeki alan ise, Batı Đran olarak tanımladığımız Luristan bölgesi içinde yer
alan yerleşim grubunu oluşturmaktadır. Bunlar arasında Geoy Tepe, Godin Tepe,
Tepe Giyan, Tepe Guran ve bunların doğusunda Orta Đran’a dahil olan alanda da
Tepe Sialk yer almaktadır. Üçüncü bir bölge olarak değerlendirdiğimiz bölge ise
Hazar Denizi’nin hemen güneyindeki alandır294. Burada da Khurvin, Kalar Dasht
ve Gheytaryeh gibi önemli merkezler bulunmaktadır. Son olarak Hazar Denizi’nin
güneydoğusunda yer alan ancak Demir Çağ merkezleri arasında sayılmayan Shah
Tepe, Tureng Tepe ve Tepe Hisar gibi yerleşimlerin bulunduğunu ifade etmemiz
gerekmektedir. Ancak bu yerleşimler, sadece Demir Çağ kültürünün tipik
keramiği olarak kabul edilen gri keramik geleneğinin köken tartışmalarında bahsi
geçen önemli merkezler olarak karşımıza çıkacaktır. Yukarıda sıralanan
yerleşimler dışında, bölgede yüzey araştırmasıyla tespit edilen birçok merkezin
varolduğunu da göz ardı etmemek gerekir.
98
Yanıktepe, Marlik ve Khurvin gibi merkezlerin adından, Demir II dönemi
merkezleri değerlendirilirken de bahsedilecektir. Zira bu çalışmanın amacı bu
merkezlerin Demir I veya Demir II olup olmadıklarını tartışmak değildir.
Gayemiz bahsi geçen merkezlerden ele geçen çanak çömlekleri değerlendirerek
bunların bizim çalışma konumuzu oluşturan malzemenin tarihlendirilmesine
katkısı olup olamayacağını ortaya koymaktır.
296
Dyson 1989b: 107.
297
Dyson- Muscarela 1989: 1; Muscarella 2006: 69.
298
Bu tanımlama Hasanlu V ve IV dönemlerindeki yerleşimlere uygun düşmemektedir. Çünkü bu
dönemlerde Sitadel Tepesi henüz çok güçlü değildi ve çevresinde tahkimat duvarı yoktu ve aynı
zamanda belki de Dış Kent’e de henüz yerleşilmemişti. Bu yüzden söz konusu dönemlerde
“Sitadel Tepesi” ve “Dış Kent” gibi terimler yerine, “Aşağı Tepe” ve “Yukarı Tepe” gibi terimleri
kullanmak daha uygun olur (Dyson 1989b: 107; Dyson 1989a: 3).
299
Dyson 1989a: 6. Hasanlu tabakalarından alınan radyokarbon örneklerinin sonuçlarıyla ilgili
ayrınlıtı bilgi için bakınız: Dyson- Muscarella 1989: 1.
99
Hasanlu II 300
300
Dyson 1989b: 107.
301
Dyson 1989b: 108; Dyson- Muscarella 1989: 1.
100
güneyde yer alması, daha sonraki IV. tabaka binalarının höyük üzerindeki
dağılımında aynı şablona bağlı kalındığını göstermektedir302.
Sonuç olarak, Hasanlu kazıları Demir I döneminde mimari açıdan çok sağlam
verilerin elde edilmediği bir yerleşim yeri durumundadır. Bu dönemde (Hasanlu
V) yalnızca birkaç yapıyla temsil edilen bu yerleşim bir yangınla sona ermiş ve
Demir II (Hasanlu IV) döneminde herhangi bir kültürel kesinti olmadan devam
ettiği belirtilmiştir304.
Hasanlu’yla ilgili çok sayıda yayın olmasına rağmen, yayınların çoğu stratigrafi,
mimari ve buluntular üzerine yoğunlaştırılmıştır. Söz konusu yerleşimden ele
geçen keramiklerle ilgi tüm yayınlarda Hasanlu V ve IV evrelerinden ele geçen
keramiklerden yüzeysel olarak bahsedilmiş ve bunların kabaca siyah, gri ve
kırmızı tonlarında olduğu belirtilmiştir305. Ancak Hasanlu keramikleriyle ilgili en
kapsamlı yayın yukarıda da belirtildiği gibi 1965 yılında T. J. Young tarafından
gerçekleştirilmiştir306. Kuzeybatı Đran’ın Demir Çağ keramiğini değerlendirerek
302
Dyson 1989b: 109.
303
Dyson 1989b: 109.
304
Dyson- Muscarella 1989: 1; Dyson 1989b: 113.
305
Dyson- Muscarella 1989: 1.
306
Young 1965: 53-85.
101
bölge için Demir Çağ kronolojisi oluşturan Young’ın bu çalışması Hasanlu
keramikleriyle ilgili tek kapsamlı yayın olma özeliğini taşımaktadır. Söz konusu
çalışmaya göre öncelikle Hasanlu V’ten ele geçen keramiklerle ilgili bilgileri
değerlendirelim. Young, Hasanlu V’ten (Demir I) ele geçen keramikleri hamur
kalitesine göre başlıca 4 gruba ayırmıştır307:
1- Kaba Mallar
a- Devetüyü Mallar
b- Lekeli-Đsli Mallar
2- Yaygın Mallar
a- Devetüyü Mallar
307
Young 1965: 55.
308
Young 1965: 55.
102
konmaktadır309. Buna göre, gri ve devetüyü keramikler arasındaki oran hem
Demir I, hem de Demir II döneminde aynı görünmektedir. Ancak V. tabakada, IV.
tabakadan farklı olarak, çoğunlukla çapraz çizgilerden oluşan ve omuz üzerine
yapılan perdah bezemelerin olduğu kaplar da söz konusudur. Ayrıca yine V.
tabakada, sınırlı sayıda da olsa, açık kahve veya açık devetüyü zemin üzerine
siyahımsı veya kırmızımsı kahve tonlarında yapılmış boyalı kaplar da
bulunmaktadır310.
Young çalışmasında, ayrıca kap formlarından (tipoloji) yola çıkarak bölge için bir
kronoloji önerisinde de bulunmuştur. Buna göre “Erken Batı Gri Keramik” (Early
Western Grey Ware) tanımı Demir I dönemini karakterize etmekte ve Hasanlu V,
Giyan I4- I³, Sialk V, Khorvin-Chandar ve Geoy Tepe B gibi yerleşim
yerlerindeki gri ve devetüyü keramikler ile sınırlı sayıdaki boyalı keramiklerle
temsil edilmektedir311. Bu dönem kap formlarına bakıldığında 3 tip kap formunun
bu dönemi karakterize ettiği görülmektedir: Kulplu basit fincanlar, desteksiz
akıtacaklı kaplar ve kaideli kadehler312. Bunlar dışında, dışa kalınlaştırılmış ağız
kenarlı omurgalı çanaklar, yatay bantlarla boyanmış kaideli kaplar, ağız
kenarından aşağı ışın şeklinde boyalı düz ağız kenarlı çanaklar ve perdah bezemeli
kaplar da V. tabakada ele geçen kap formları arasında yer almaktadır313.
Hasanlu’nun V. tabakasından ele geçen ve yayınlanan kaplar arasında yivli
keramikler bulunmamasına rağmen tek tarafında dikine ip delikli tutamağı olan
omurgalı çanaklar314 dikkati çekmektedir. Bu tip kaplar Doğu Anadolu’nun Erken
Demir Çağ mezarlarında yivli keramiklerle bir arada ele geçen omurgalı
çanaklarla aynı formdadır. Bu tür çanakların konumuzu oluşturan yivli
keramiklerin tarihlendirilmesinde önemli bir katkısı olacağı kuşkusuzdur.
309
Young 1965: 55.
310
Young 1965: 55.
311
Young 1965: 70.
312
Young 1965: 72.
313
Young 1965: Fig. 11.
314
Young 1965: Fig. 8.
103
Chandar (mezarlık) ve Marlik (mezarlık) gibi kazı yerlerinin Demir I verilerinin
tümü mezarlarla ilişkilidir. Orta Đran’daki Sialk A (mezarlık), Godin Tepe
(mezarlık), Tepe Guran (yerleşim ve mezarlık) ve Tepe Giyan’da (yerleşim ve
mezarlık) da Demir I dönemine ait bilgiler bulunmaktadır.
Dinkha IV: Geç Tunç Çağ veya Hasanlu VI (yaklaşık M.Ö. 1800-1300- sadece
mezarlar)
1966 yılında kazısı yapılan Dinkha Tepe’de, Dinkha III (Demir I) ve Dinkha II
(Demir II) evrelerine ait mezarlar genellikle mezar seviyelerine bakılarak
birbirinden ayırt edilmiştir. Dinkha III mezarları stratigrafik açıdan çoğunlukla
315
Muscarella 1968: 188.
316
Muscarella 1968: 189; Muscarella 1974: 35.
317
Muscarella 1974: 36.
318
Muscarella 1974: 37.
104
daha sonraki Dinkha II mezarlarından daha alt seviyede bulunmaktadır319. Ancak
her ne kadar Dinkha II’ye ait olup da daha derine kazılmış mezarların
varolabileceği muhtemel olsa da, bu yöntem genel ayırım itibariyle iki dönemi
ayırmak için elverişli görünmektedir. Gerek söz konusu stratigrafik ayırım,
gerekse Dinkha III mezarları içindeki buluntuların Hasanlu V evresiyle kurulan
paralelliği, Dinkha III mezarlarının tespitini kolaylaştıran unsurlar olarak
karşımıza çıkmaktadır. Özellikle, Dinkha III buluntuları arasında yer alan birkaç
keramik türü, Dinkha III mezarlarının tespitinde önemli bir kriter olmuştur320.
Dinkha Tepe’nin keramik geleneğine dair bilgiler, Hasanlu’ya nazaran çok daha
kapsamlı olarak ele alınmıştır. Özellikle mezarlar içinde bulunan kapların tümü
tek tek değerlendirilerek tarihlendirme kriterlerinden biri olarak görülmüştür.
Buna göre Demir I dönemine tarihlenen Dinkha III mezarlarının tipik kap formları
arasında desteksiz ve kulpsuz akıtacaklı kaplar, dikey kulplu kaideli kadehler ve
dikine ip tutamaklı ve ağız kenarı delikli çan şeklinde çanaklar (worm bowl=
delikli çanak) yer almaktadır324. Ancak Dinkha III’ün yaygın formunu, Hasanlu
V’deki akıtacaklı kaplardan ziyade, çanaklar oluşturmaktadır. Buna göre Dinkha
III’ün (Demir I) toplam 33 mezarı içinden, 17 tanesinde akıtacaklı kap ele
geçmemiştir. Mezarların 9 tanesinde ise, delikli çanaklar ve kadehler ortaya
çıkarılmıştır. Kalan 8 mezar ise, içinde bir veya iki kap bulunmasına ve bunların
hiçbirinin Dinkha III’ün tipik formları içinde yer almamasına rağmen, III. evreye
tarihlenecek kadar derinde yer almasından dolayı bu evreye tarihlendirilmiştir325.
319
Muscarella 1974: 37.
320
Muscarella 1974: 37.
321
Muscarella 1968: 192.
322
Kerpiç mezar geleneği Dinkha II’de artmaktadır. Bu mezar geleneğiyle ilgili bilgiler daha sonra
ele alınacaktır.
323
Muscarella 1974: 37.
324
Muscarella 1974: 37.
325
Muscarella 1974: 38.
105
Öte yandan belirtilmesi gereken önemli bir nokta ise, Dinkha Tepe’nin veya
Hasanlu’nun hiçbir Demir I mezarında, söz konusu tipik kap türlerinin (yukarıda
bahsi geçen 3 kap türü) hiçbirinin bir arada ele geçmemiş olmasıdır326.
Dinkha III’ün diğer tipik formaları arasında ise omurgalı çanaklar, daha geniş
ağızlı omurgalı çömlekler ve sepet kulplu çaydanlıklar bulunmaktadır. Ancak bu
formlar II. evrede de devam ettiği için bunları Demir I veya Demir II olarak
ayırmak kolay değildir. Dolayısıyla bu formlar her iki dönemin tipik formları
arasında sayılabilir327.
326
Muscarella 1974: 49.
327
Muscarella 1974: 38.
328
Muscarella 1974: 38.
329
Muscarella 1974: Fig. 6- 866, Fig. 12- 871, Fig. 13- 85,
106
Bunlardan biri olan Haftavan Tepe Urmiye Gölü’nün kuzeybatısında
bulunmaktadır. 1968-1971 yılları arasında C. Burney tarafından kazılan Haftavan
Tepe’nin tabakalanması şu şekildedir330:
330
Burney 1973: 155.
331
Burney 1970: 165; Burney 1973: 155; Muscarella 1974: 49; Burney 1994a: 55.
107
yüzey araştırmasında ele geçen gri keramiklere benzediğini ifade etmiş ancak ne
yazık ki bahsi geçen keramikler yayınlanmamıştır332.
Urmiye bölgesinde bulunan bir diğer yerleşim Geoy Tepe’dir. Buradaki Demir I
dönemi sadece bir adet mezarla temsil edilmektedir. 1948 yılında T. Burton
Brown tarafından kazılan Geoy Tepe’de Demir I ve Demir II dönemi verileri
tespit edilmiştir. Demir I dönemine ait B evresinde saptanan mezar, K Mezarı
olarak adlandırılmıştır. Ayrıca burada Demir I dönemine ait bir çöp depozitinin
bulunduğu da belirtilmektedir. Geoy Tepe B’den ele geçen Demir I kaplarına
bakıldığında, bunların da Dinkha III’te olduğu gibi destekli akıtacaklı kaplardan,
kadehlerden ve delikli çanaklardan oluştuğu görülmektedir. Ancak mezar geleneği
açısından Geoy Tepe mezarlarının, Dinkha Tepe mezarları gibi kerpiçten değil,
taştan inşa edildiği anlaşılmaktadır333. Geoy Tepe’den ele geçen keramikler
arasında diğer Demir I merkezleri gibi yivli keramik bulunmamaktadır.
Demir I dönemi kaplarının ele geçtiği bir başka merkez Tepe Sialk’tir. Orta
Đran’da bulunan Tepe Sialk’ın V olarak adlandırılan A Nekropolü (Sialk A veya
Sialk V), Demir I dönemiyle ilgili çeşitli bilgiler vermektedir334. Medevedskaya,
R. Ghirshman tarafından kazılan Sialk A’da toplam 15 adet Demir I mezarının
ortaya çıkarıldığını ve bu mezarların içinden 110 adet kap ele geçtiğini
belirtmiştir335. Young ise, Sialk V’ten ele geçen bu keramikler üzerine çalışma
yapan Ghirshman’ın, Sialk V keramiklerini yüzey rengine göre dört gruba
ayırdığını ifade etmiştir336:
332
Muscarella 1974: 50.
333
Muscarella 1974: 49.
334
Muscarella 1974: 50.
335
Medvedskaya 1982: 32.
336
Young 1965: 61.
108
Açık griden siyaha kadar çeşitli tonlarda olan Gri- Siyah Mallar’ın tüm
keramiklerin %82’sini oluşturduğunu ve bunların tümünün açkılı olduğu ifade
edilmiştir. Fırınlanmadan önce ve sonra yapılmış olan kazıma çizgilerin ve
yivlerin daha sonra beyaz boyayla doldurulduğu kazıma bezemeli örneklerle
perdah bezemeli örnekler söz konusudur. Açık kırmızıdan koyu kırmızıya kadar
çeşitli renklerde karşımıza çıkan Kırmızı Mallar’ın ise Gri- Siyah Mallar’a göre
biraz daha kaba ve açkısız olduğu belirtilmiştir337. Đri taşçık katkılı Yaygın
Mallar’ın da açkısız olduğu ifade edilmiştir338. Buna göre Sialk V keramikleri
arasında gri keramiklerin hakim olduğu ve kap formları arasında herhangi bir yivli
keramiğin ele geçmediği anlaşılmaktadır.
337
Bu türde açkısız kırmızı kaplar Karagündüz ve Yoncatepe’de de karşımıza çıkmaktadır.
338
Young 1965:
339
Medvedskaya 1982: 107.
340
Muscarella 1974: 51.
109
gerektiğini ifade etmiştir341. Muscarella’ya göre Giyan I4 ve’deki mezarlarda ele
geçen kaideli kadehler Demir I döneminden sonraya ait olmalıdır342. En ilginç
Demir I verileri ise Godin Tepe’den elde edilmektedir. 1965, 1967, 1969, 1971
ve 1973 yıllarında olmak üzere, R. Dyson ve T. J. Young tarafından toplam beş
sezon kazılan Godin Tepe, 360 x 600 m. ölçülerinde ve 30 m. yüksekliğinde olan
büyük bir tepedir. Tepede gerçekleştirilen kazılar sonucunda herhangi bir Demir I
dönemi verilerine ulaşılamamıştır. Ancak Dış Kent’in güneyinde yer alan bir
mezarlıkta, tepedeki hiçbir yerleşimle ilişkisi olmayan 3 adet izole Demir I mezarı
saptanmıştır. Ancak ilginç olan, söz konusu mezarların bir Tunç Çağ mezarlığında
yani Godin III olarak adlandırılan 2. binyıl mezarlığında yer almış olmasıdır.
Mezarlara bakıldığında bunların tümünün basit inhumasyon gömü şeklinde
olduğu ve her bir mezarın tipik Demir I kadehi içerdiği anlaşılmaktadır343. Bunun
dışında Godin Tepe’nin Demir I dönemiyle ilgili herhangi bir veri elde
edilmemiştir.
Demir I dönemine tarihlenen verilerin elde edildiği bir diğer merkez Kordlar
Tepe’dir. Avusturyalı bir ekip tarafından 1971- 1978 yılları arasında kazılan
Kordlar Tepe, Urmiye Gölü’nün batı kıyısında yer alan orta büyüklükte bir
tepedir. Kazılardan elde edilen veriler Kordlar Tepe’de en erken V. tabakdan
itibaren, IV, III, II B, II A ve I olmak üzere toplam 6 tabakanın bulunduğunu
ortaya koymuştur. Söz konusu tabakalarda gerçekleştirilen kazılar IV, III ve II.
tabakalar arasında kültürel kesinti olmadığını göstermektedir. IV. tabakadan
alınan radyokarbon tarihler M.Ö. 1300-1100 arasında çeşitli tarihler
344
vermektedir . IV. tabakaya ait olan E Odası’ndan elde edilen keramikler
arasında kimi zaman tek tarafında enine ve dikine ip delikli tutamağı olan
omurgalı çanak formunun yaygın olduğu dikkatimizi çekmiştir345.
Yukarıdaki merkezler dışında Demir I dönemine tarihlenen ancak kesin tarihi belli
olmayan ve bazı bilim adamları tarafından Demir II dönemine de tarihlenen
merkezler söz konusudur. Yanıktepe, Khurvin ve Marlik’den elde edilen veriler
341
Medvedskaya 1982: 109.
342
Muscarella 1974: 51; Medvedskaya 1982: 106.
343
Muscarella 1974: 51.
344
Lippert 1979: 118.
345
Lippert 1979: Abb. 5/6, Abb. 6/6, Abb. 7/11.
110
bazı bilim adamları tarafından Demir I dönemine tarihlenirken, diğerleri Demir II
dönemine tarihlemektedir. Dolayısıyla bu üç merkezden Demir II döneminde de
bahsedilecektir. Bu merkezlerden ilki olan Yanık Tepe Urmiye Gölü’nün
doğusunda yer almaktadır. Bu merkezden elde edilen Demir I dönemi verileri
yalnızca mezarlık alanından ibarettir ve burada Demir I dönemine tarihlenen
herhangi bir yerleşim bulunamamıştır. Höyüğün batısında yer alan mezarlık
alanında, toplam 8 adet Demir I dönemi mezarı ortaya çıkarılmış ancak bu
mezarların yalnızca bir tanesi (A6 mezarı) yayınlanmıştır. Buradaki mezar
geleneğiyle ilgili olarak yapılan ifadelerde, mezarların nadiren kerpiçle
çevrelendiği belirtilmiştir. Ayrıca Demir I dönemine tarihlenen tek mezar olan A6
mezarından ele geçen kaplar arasında tipik Demir I formlarından biri olan
akıtacaklı kabın bulunmadığı da ifade edilmiştir. Ancak söz konusu mezarda
dikine ip delikli tutamağı olan bir kabın Demir I dönemi kadehlerine
benzemesinden dolayı bu mezar Demir I’in geç evresi olarak yorumlanmıştır346.
Yine P açmasındaki bir mezarda 2 adet el yapımı kabın yanında yer alan 1 adet
boyalı kap, Demir I dönemine yani yaklaşık M.Ö. 1000 yıllarına tarihlenmiştir347.
Ancak Muscarella’ya göre bu tarih doğruysa eğer, mezar kesinlikle Demir II
dönemine ait olmalıdır348.
Demir I dönemine ait mezarlığı bulunan bir diğer merkez ise Hazar Denizi’nin
güneyinde yer alan Khurvin’dir. Burası yerel halk tarafından yağmalanmış ve
geriye kalan birkaç mezarda kazı yapılabilmiştir. Medvedskaya, V. Berghe
tarafından kazısı yapılan mezarlıkta toplam 13 adet Demir I mezarının
saptandığını ve bu mezarların içinden 61 adet kap ele geçtiğini ifade etmiştir349.
Söz konusu mezarlarda, her ne kadar desteksiz akıtacaklı kaplar yaygın olsa da, G.
Meade bu mezarları Demir I dönemine tarihlememiş ve bu mezarların Sialk B
(Sialk VI) ile benzerliğinden yola çıkarak Demir II dönemine ait olabileceğini
önermiştir. Muscarella’ya göre bu mezarlardan ele geçen desteksiz akıtacaklı
346
Burney 1962: 147.
347
Burney 1964: 60.
348
Muscarella 1974: 49.
349
Medvedskaya 1982: 32.
111
kaplar ve delikli çanaklara benzeyen üç ayaklı çanaklar, Demir I döneminin tipik
keramik repertuarını oluşturmaktadır350.
Mezarlardan ele geçen keramiklerle ilgili bilgiler, bunların kırmızı ve gri, siyah
tonlarında olmak üzere başlıca iki gruptan oluştuğunu göstermektedir. Negahban,
her iki grup keramiğin de sayıca fazla olduğunu ve çok iyi açkılı ya da bazen orta
açkılı malları içerdiğini ifade etmiştir. Orta açkılı olan kapların bazıları
bezemeliyken, çok iyi açkılı olanların tamamının bezemeli olduğu belirtilmiştir.
Nitekim bezemeli kapların bazılarının omuz hizasında, kulbunda veya boynunda
baskı veya noktalı motifler bulunmaktadır. Bazılarında ise noktalardan yapılan
hayvan motifleri söz konusudur. Kap formları açısından ele alındığında, çok
çeşitli boyutlarda çömleklerden ve çanaklardan oluştuğu görülmektedir. Bunların
350
Muscarella 1974: 50.
351
E. O. Negahban, Marlik Excavations, Tahran, 1964.
352
Negahban 1965: 309.
353
Negahban 1964: 14-16; Negahban 1965: 310; Muscarella 1984: 415.
354
Negahban 1964: 17.
112
bazıları akıtacaklı çömlekler ve geniş tabaklardan oluşmaktadır. Bunlar dışında
uzun boyunlu, ince cidarlı ve kulplu çömlekler de ele geçmiştir355.
113
Giyan (yerleşim ve mezarlık) ve daha doğudaki Sialk A (mezarlık) gibi
merkezlerdeki kazılardan elde edilen Demir I dönemi verileri de çoğunlukla
mezarlık alanlarını içermektedir. Dolayısıyla, Đran’ın Demir I döneminin
tespitinde ve tarihlenmesinde en önemli dayanak noktası, stratigrafik olarak tespit
edildiği tek merkez olan Hasanlu V yerleşimidir. Hasanlu V’den elde edilen
radyokarbon tarihler, bu tabakanın M.Ö. 1450-1250 yılları arasına tarihlendiğini
ortaya koymaktadır360. Öte yandan Dinkha Tepe’de de Demir I döneminin
tarihiyle ilgili radyokarbon sonuçları söz konusudur. Dinkha Tepe’nin Tunç Çağ
tabakasından gelen radyokarbon tarihler M.Ö. 1435+-52 ‘yi vermektedir. Bu tarih,
Tunç Çağ yerleşiminin son tarihi olmalıdır. Dinkha III’ten ise 3 adet radyokarbon
tarihi alınmıştır. Bunlar, M.Ö. 1146+-37, 1302+-52 ve 1243+-37 tarihlerini
vermektedir. Tüm bu tarihler sonucunda Muscarella, Dinkha Tepe’nin Tunç Çağ
sonu için M.Ö. 15. yüzyılı, Demir I mezarları (B9a, ß25, VII ve ß2) için ise M.Ö.
14. yüzyıl sonunu, yani M.Ö. 1300’e yakın bir tarih önermiştir. Dinkha III’ün ya
da Demir I döneminin bitiş tarihi için ise Hasanlu’dan elde edilen veriler ışığında
M.Ö. 11. yüzyıl kabul edilmiştir361. Buna göre Kuzeybatı Đran’daki tüm Demir I
merkezlerinden elde edilen keramiklerin büyük oranda gri keramikten oluştuğu ve
az sayıda da devetüyü keramiğin varolduğu anlaşılmaktadır. Kap formları
arasında akıtacaklı testiler gibi tipik kap formları yanında omurgalı çanakların da
önemli bir yer tuttuğu dikkati çekmektedir. Nitekim bu tür çanaklar Doğu
Anadolu’nun Erken Demir Çağ mezarlarında yivli keramiklerle bir arada ele
geçen yaygın bir kap formudur. Đran’ın Demir I merkezlerinde her ne kadar Doğu
Anadolu’da yaygın olan yivli keramik ele geçmese de, omurgalı çanaklar iki
bölge arasındaki kültürel etkileşimi açıkça ortaya koymaktadır.
360
Söz konusu tarih, Dyson tarafından önerilen en son tarihtir (Dyson 1989a: 6).
361
Muscarella 1974: 54.
114
arasında sayılan ancak Demir III olabileceği düşünülen merkezler de söz
konusudur. Sialk B (VI), Geoy Tepe A, Godin II, Kordlar Tepe, Yarım Tepe,
Taştepe, Zendani Süleyman, Baba Can Tepe, Nuşi Jan Tepe ve Tepe Yahya bu
merkezler arasında sayılabilir. Dolayısıyla Sialk B (VI), Geoy Tepe A, Godin II,
Kordlar Tepe, Yarım Tepe, Taşepe, Zendani Süleyman, Baba Can Tepe, Nuşi Jan
Tepe ve Tepe Yahya gibi merkezlerin adından Demir III (Orta Demir Çağ)
dönemi verileri değerlendirilirken de bahsedilecektir.
362
Bu yapının içinde kalıplar, pota parçaları ve bronz işçiliğinde kullanılan eserler ele geçtiği için
“Zanaatkar Evi” olarak adlandırılmıştır (Dyson 1989b: 109).
363
Olasılıkla dördüncü duvarın önünde de bir seki bulunmaktadır ancak bu duvar daha sonra inşa
edilen Urartu duvarı tarafından yıkıldığı için sekiye ilişkin herhangi bir kanıt ele geçmemiştir
(Dyson 1989b: 111).
115
ocak, bunun arkasında bir platform ve duvarların önünde sekiler yer almaktadır364.
Bu yapılar dışında yine IVC evresine tarihlenen yapılar arasında Yanmış Yapılar
II, IV-Doğu ve V gibi yapılar yer almaktadır365.
IVC evresinin yangınla sona ermesinden sonra, IVB evresine gelindiğinde, daha
önceki IVC yapılarının hasar gördüğü anlaşılmaktadır. Ayrıca bu dönemle birlikte
Yanmış Yapı III ve VI arasına yeni yapıların inşa edildiği de gözlenmektedir. Bu
yeni IVB yapıları, batıdaki yol sistemi ile doğudaki açık alan arasında adeta bir
bariyer görevi görmüştür366. Bu yapılardan en kuzeyde yer alan Yanmış Yapı III
bu dönemde genişletilerek, portiko, mutfak odaları, avlu ve giriş kapısı
eklenmiştir. IVB evresine tarihlenen bir diğer yapı olan Yanmış Yapı VII ise
kuzey ucunda merdiveni olan uzun ve dar bir koridor görünümündedir. Kazılar
sonucunda elde edilen arkeolojik verilere göre bu yapının “at arabaları” için
uygun olabileceği önerilmiştir. Bu veriden yola çıkarak at ahırlarının da bu alana
yakın olabileceği ancak daha sonraki döneme ait yapılar tarafından yıkıldığı için
ele geçmediği belirtilmiştir367. Yine bir önceki evrenin yapılarından olan Yanmış
Yapılar II, IV-Doğu ve V, bu evrede yoğun bir tadilat görmüş ve yeniden inşa
edilmiştir368. Kısacası M.Ö. 1100-800 arasına tarihlendirilen ve Dyson tarafından
Demir II dönemine atfedilen Hasanlu IV B yerleşimi, Hasanlu’nun en yoğun iskan
gördüğü dönemdir. Kazılar sonucunda etrafı surla çevrili IV B yerleşimine ait çok
sayıda yapı, avlu ve sokak tespit edilmiştir. Arkeolojik verilere dayanarak bu
derece gelişmiş bir yerleşimin, ancak buranın zengin kesimine ait olabileceği
önerilmiştir. IV B evresine ait yerleşimin yaklaşık M.Ö. 800 civarında şiddetli bir
saldırı ve büyük bir yangınla sona erdiği anlaşılmaktadır369. Söz konusu yangının
tarihi hem arkeolojik verilerle, hem de C14 analizleriyle desteklenmektedir. Söz
konusu yıkım ve istila Urartular’ın bu bölgeye ilk gelişi olarak açıklanmaktadır370.
Nitekim söz konusu saldırılar Urartu krallarından Đşpuini ve oğlu Menua ile
364
Dyson 1989b: 111.
365
Dyson 1989b: 113; Dyson- Muscarella 1989: 1.
366
Dyson 1989b: 111.
367
Dyson 1989b: 112.
368
Dyson 1989b: 114.
369
Dyson 1977: 550; Dyson 1989b: 109.
370
Hasanlu’daki bu yıkım bazı bilim adamları tarafından Urartu yerine Asur ile açıklanmaktadır.
Bu konuyla ilgili tartışmalar için bakınız: Muscarella 1971a: 263-266; Dyson- Muscarella 1989:
20; Muscarella 2006: 75.
116
ilişkilendirilmiş ve söz konusu kralların M.Ö. 9. yüzyıl sonunda Urmiye
bölgesindeki Kalatgah Kalesi’ni inşa ettirdikleri ve daha sonra da Hasanlu’ya
saldırdıkları ileri sürülmüştür371.
1- Kaba Mallar
a- Devetüyü Mallar
b- Lekeli-Đsli Mallar
2- Yaygın Mallar
a- Devetüyü Mallar
371
Muscarella 1989: 35.
372
Dyson- Muscarella 1989: 1; Dyson 1989b: 113.
373
Dyson 1989b: 126.
374
Dyson 1989b: 126-127.
375
Young 1965: 55.
117
c- Kırmızı Astarlı Mallar (az sayıda)
3- Kaliteli Mallar
a- Orta Kaliteli
Bu mallardan yalnızca Sırlı Mallar ve Đnce Kaliteli Mallar V. tabakada yani Demir
I döneminde görülmez. Young, Devetüyü Mallar ile Lekeli-Đsli Mallar grubunun
çoğunlukla açık kahveden kırmızımsı devetüyü rengine kadar çeşitlilik
gösterdiğini ve bunların ya açkılı, ya da açkısız yapıldığını belirtmiştir. Kaliteli
malların Orta Kaliteli olan grubu ise tamamen gri renkteki keramiklerden
oluşmaktadır. %90’ı gri keramikten oluşan bu grupta nadiren bulunan kahve ve
devetüyü mallar ise Young’a göre olasılıkla fırınlanma hatasından
kaynaklanmaktadır. Bu malların neredeyse tamamı iyi perdahlıdır ancak
bazılarında dikey olarak yapılmış düzensiz perdah izlerini görmek mümkündür.
Đnce Kaliteli mallar ise daha azdır. Tüm keramiklerin %19’unu oluşturan bu
mallar çoğunlukla koyu gri ve siyah tonlarındadır ve çok iyi açkılıdır376.
Young’ın “Geç Batı Gri Keramik” (Late Western Grey Ware) grubu olarak
adlandırdığı Demir II dönemine tarihlenen keramikler Hasanlu IV, Giyan I¹, Sialk
VI ve Geoy Tepe A ile temsil edilmektedir. Bu dönemde, keramik tipolojisi
açısından söz konusu yerleşimler arasındaki ilişkinin, daha önceki evreye nazaran
daha zayıf olduğu belirtilmiştir377. Bu dönem kap formları arasında şişkin karınlı
çömlekler ve çömlekçikler, kısa boru şekilli akıtacaklar, omzunda yivler olan
çömlekler, omurgalı kaplar, destekli akıtacaklı kaplar, keskin omuzlu çanaklar ve
tek kulplu omurgalı çanaklar yer almaktadır378. Hasanlu kazılarından ele geçen
keramiklerle ilgili yayınlarda karşımıza çıkan fotoğraf ve çizimler bize bu
merkezden tez konumuzu oluşturan yivli keramiklerin ele geçmediğini
göstermektedir. Ayrıca kap formları arasında bahsi geçen omzu yivli çömlekler
376
Young 1965: 55.
377
Young 1965: 74.
378
Young 1965: Fig. 13.
118
ise bizim konumuzu oluşturan yivli keramiklerden tamamen farklıdır. Ancak
gerek Hasanlu V, gerekse Hasanlu IV kap formları arasında yer alan omurgalı
çanak formunun kulplu veya kulpsuz örneklerinin379 Karagündüz, Dilkaya ve
Yoncatepe gibi Doğu Anadolu’daki merkezlerde de yaygın kap formu olarak
karşımıza çıktığını ve yivli keramiklerle bir arada ele geçtiğini belirtmekte fayda
olacaktır. Zira bu tür çanaklar malzememizi tarihlendirme açısından önemli bir
veri olarak kullanılabilir.
Dinkha Tepe’nin ise Demir II dönemiyle ilgili verilerin elde edildiği tabaka
Dinkha II tabakasıdır. Bu tabakadan Demir II mimarisiyle ilgili kanıtların elde
edildiği alanlar mezarlık alanı ve G9a-c alanı olarak adlandırılmıştır. Mezarlık
alanındaki mimari 3 adet fırından ve mekanlara ait duvar kalıntılarından
oluşmaktadır381.
Dinkha Tepe’nin Demir II dönemiyle ilgili verilerin ele geçtiği alanlardan biri
G9a-c açmalarıdır. Kazılar sırasında G9a, b ve c açmalarında kötü korunmuş
büyük bir yapının kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. Ancak höyüğün bu kısmı son
yıllardaki taş toplama faaliyetlerinden ve mezarlar yüzünden oldukça zarar
görmüş olduğu için buradaki yapı çok iyi korunmamıştır. Eldeki veriler
sonucunda buradaki yapının iki dikdörtgen odadan oluştuğu ve her ikisinin
ucunda da iki kare odanın yer aldığı anlaşılmaktadır. Duvarlar 1.15 m.
genişliğindedir ve dış yüzleri büyük taşlardan yapılmış ve bunların içi de küçük
taşlarla doldurulmuştur. Söz konusu yapı, bu özelliği itibariyle B10a’daki A
yapısına benzemektedir. Duvarların üstü ise güneşte kurutulmuş tuğlalardan inşa
edilmiştir382. Binanın en doğu sınırını ise, güneyde ortaya çıkarılan 7.40 x 3.70 m.
379
Young 1965: Fig. 6-2, 6-4, 7-8, 8-8.
380
Young 1965: 82-83.
381
Muscarella 1974: 54.
382
Muscarella 1974: 56.
119
ölçülerindeki dikdörtgen bir oda oluşturmaktadır383. Dikdörtgen odanın batısında
bir kısmı temizlenmiş olan başka bir odanın, ya yan oda, ya da daha büyük bir
merkezi oda veya salon olabileceği düşünülmektedir. Bunların tabanları
sıkıştırılmış topraktan yapılmıştır. Odaların içinden, Demir II dönemine tarihlenen
keramik parçaları dışında herhangi bir buluntu ele geçmemiştir. Ayrıca yangına
dair herhangi bir iz de söz konusu değildir384. En doğudaki büyük odanın
tabanında in-situ olarak ele geçen düz taşlar, toplamda 4 veya 5 adet olabilecek
ahşap direklerin altına konan taşlar olarak yorumlanmıştır. Sonuç olarak, direkli
büyük bir salondan ve odalardan oluşan bu Dinkha “malikânesinin”385, 18 x 12 m.
ölçülerinde, en az 9 odalı, duvarları ikinci katı taşıyacak kadar sağlam ve bir odası
sütunlu bir yapı olduğu anlaşılmaktadır. Kısacası bu yapı, Demir II döneminde
Dinkha’da önemli bir bina olduğunun kanıtı olarak görülmektedir386.
Dinkha Tepe’de, yerleşimden ele edilen Demir II kalıntılarına dair bazı veriler
B10a açmasında da saptanmıştır. B10a açmasında bu döneme ait olabilecek bir
fırın ve A yapısı olarak adlandırılan bir yapı ortaya çıkarılmıştır. Đri taşların içine
küçük taşların doldurulmasıyla inşa edilen ve kabaca kuzey-güney doğrultusunda
uzanan bu yapının kapı geçidi doğu tarafta ortaya çıkarılmıştır387. A duvarının
güneyinde kısmen korunmuş olan ve küçük taşlardan oluşan yer döşemesi
olasılıkla bu yapının dışında kalmaktadır. Bu yapı terk edildikten sonra bazı urne
mezarlar bu alana yerleştirilmiştir. Ayrıca mezarlardan biri olan ß15 taş mezarı da
bu yapının güneyine ve bir kısmı taş döşemenin altında gelecek şekilde
yerleştirilmiştir388.
383
Muscarella 1974: 56.
384
Muscarella 1974: 58.
385
O. W. Muscarella, C. Goff’un Luristan’daki Baba Can’ın yapılarını “malikâne” olarak
tanımlamasından yola çıkarak Dinkha yapılarını da bu şekilde adlandırmıştır. Baba Can yapılarının
Dinkha’dakilerden daha geç döneme tarihlendiği ve 2 katı büyüklüğünde olduğu bilinmektedir
(Muscarella 1974: 58).
386
Muscarella 1974: 58.
387
Muscarella 1974: 55.
388
Muscarella 1974: 56.
120
Mezarlar çoğunlukla B açmasından ele geçmiş ve birkaç tanesi de güneydeki
G10c ve TT III açmalarında bulunmuştur389. Yapılan çalışmalar, Dinkha II
mezarlarının başlıca 3 gruba ayrıldığını göstermektedir. En yaygın olan grup üç
tarafına kerpiç duvar örülen mezarlardır. Mezarların neredeyse tümünde akıtacaklı
kaplar ve Hasanlu’dan bildiğimiz diğer kaplar ele geçmiştir. Đkinci tip mezarlar (7
adet) tümüyle taştan inşa edilmiş ve kapalı bir mezar odası şeklinde yapılmıştır.
Bu tip mezarlardaki buluntular kerpiç olanlara nazaran daha zengindir ancak
buluntuların türü çok farklı değildir. Bu mezarların birinin (B6) içinde 16 adet
kap, çok sayıda buluntu ve mezar odasının hemen önünde bir at gömüsü tespit
edilmiştir. Söz konusu mezar at gömüsünden dolayı Muscarella tarafından 10.
veya 9. yüzyıllar ile ilişkilendirilmiştir. Üçüncü tip mezarlar ise büyük kapları
veya urneleri içermektedir. Urnelerin içinden sadece küçük boncuklar ele
geçmiştir. Ağızları büyük keramik parçalarıyla ya da kırık kaplarla kapatılan
urnelerin çocuk gömüleri olduğu ifade edilmiştir390.
Dinkha II’de toplam 252 adet keramik bulunmuştur. Bunların 229 tanesi
mezarlardan, 19 tanesi urnelerden, 2 tanesi fırından ve 2 tanesi de A yapısından
ele geçmiştir. Söz konusu keramikler üzerine çalışan Muscarella, bu keramiklerin
67 tanesinin gri, 185 tanesinin ise devetüyü (19 tanesi urnelerden) olduğunun
altını çizmiştir. Buna göre Dinkha II’den ele geçen keramiklerin %27’sini gri
389
Muscarella 1974: 58.
390
Muscarella 1968: 192.
391
Muscarella 1974: 59.
121
mallar, %73’ünü ise devetüyü mallar oluşturmaktadır. Gri keramikleri kendi
içinde yüzey işlemine göre değerlendiren Muscarella, bunların 28 tanesinin açkılı
veya cilalı, 4 tanesinin ise mat olduğunu ifade etmiştir. Devetüyü keramikler
kendi içinde değerlendirilecek olursa, bunların 55 tanesi cilalı, 24 tanesi açkılı, 69
tanesi (urneleri de içeriyor) mat ve 10 tanesi kırmızı astarlı olarak tanımlanmıştır.
Buna göre gri kaplar devetüyü kaplara oranla daha fazla açkılıdır. Ayrıca
devetüyü keramikler, kendi içinde yine renklerine göre gruplanmıştır. Bu grup
keramiklerin 67 tanesinde turuncu, 6 tanesinde kırmızımsı-turuncu, 11 tanesinde
kırmızı ve kalanında basit devetüyü renginin hakim olduğu belirtilmiştir. Hem gri,
hem de devetüyü keramiklerde benzer hamur özellikleri hakim olduğundan ve
hamurların ½ oranında orta taşçık katkılı, az yoğun bir hamur özelliğine sahip
olduğundan söz edilmiştir. Mezarların içinde, 1 ila 26 arasında değişen çeşitli
sayıda kapların bulunduğu, ancak her mezarın genellikle 4 veya 5 kap içerdiği
belirtilmiştir. Ayrıca mezarlarla ilgili olarak belirtilen bir diğer husus ise,
mezarlara konan kapların ya da eşyaların sayısının; mezarın tipiyle ya da
gömülenlerin yaşı ve cinsiyetiyle ilişkili olmadığıdır. Öte yandan, tümü olmasa da
taş mezarların en zengin mezarları oluşturduğu da vurgulamıştır392.
392
Muscarella 1974: 59.
122
II’de akıtacaklı kaplar, sepet kulplu çaydanlıklar ve omurgalı çanaklar gibi bazı
formların devam ettiği de saptanmıştır393. Aynı tür kap formları Hasanlu IV
yerleşimcileri tarafından da kullanılmıştır. Bu açıdan ele alınacak olursa, bilim
adamları Dinkha II ve Hasanlu IV arasında çok sayıda benzerlik ortaya
koymuştur. Özellikle Dinkha II’deki direkli yapıları ve A Yapısı’ndaki yer
döşemelerinin paralellerini Hasanlu IV’te bulmuşlardır394. Ancak Dinkha Tepe ve
Hasanlu arasındaki en önemli fark, Hasanlu IV’teki yaygın keramik türü gri
keramik iken, Dinkha II’de devetüyü keramiklerin hakim olmasıdır. Bu durum
Dinkha Tepe’nin kazıcısı tarafından yerel tercih olarak açıklanmıştır395. Bununla
birlikte mezar geleneği açısından da bazı farklar vardır. Örneğin Hasanlu’da
Dinkha Tepe’deki gibi kerpiç veya taş gömü bulunmamıştır ve buradaki tüm
gömüler basit inhumasyon türündedir396. Hasanlu ve Dinkha Tepe arasındaki fark
genel olarak ifade edilecek olursa, Dinkha’da çoğunlukla mezarlardan söz
edilirken, Hasanlu’da köklü ve masif olarak tanımlanan bir mimari gelenekten
bahsedilmiş olmasıdır. Bundan yola çıkarak Muscarella, belki de Dinkha’nın
Hasanlu’ya nazaran daha fakir bir yerleşim olabileceğini önermiş ve hatta daha da
ileri giderek Hasanlu’yu bölgenin en önemli merkezi ve Dinkha Tepe gibi diğer
yerleşimleri ise onun çevresinde yer alan taşra yerleşimleri olarak
397
tanımlamıştır . Her ne kadar küçük bir yerleşim olarak tanımlansa da, Dinkha
II’den ele geçen Demir II keramiklerinin çoğunlukla devetüyü mallardan oluştuğu
ve kap formları arasında kimi zaman tek tarafında enine ip delikli kulbu olan
omurgalı çanakların yaygın olarak bulunduğu398 dikkati çekmektedir.
393
Muscarella 1974: 78.
394
Muscarella 1974: 80.
395
Muscarella 1974: 83.
396
Muscarella 1968: 194.
397
Muscarella 1974: 81.
398
Muscarella 1974: Fig. 37- 858, Fig. 39- 873, Fig. 47- 863, Fig. 47- 875, Fig. 47- 864, Fig. 47-
865.
399
Burney 1970: 165; Burney 1973: 153.
123
belirgindir400. Yayınlarda Demir I dönemi gri kapları dışında yivli keramiğin ele
geçtiğine dair herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. Ancak mezarlardan ele geçen
kaplar arasında enine ip delikli omurgalı çanakların bulunduğu dikkatimizi
çekmiştir401.
Hem Demir I, hem de Demir II merkezleri arasında yer alan bir diğer mezarlık
Marlik Tepe’dir. Yukarıda da bahsedildiği gibi kazıcısı tarafından “krali
mezarlık” olarak tanımlanan Marlik’te toplam 53 adet mezar ortaya
404
çıkarılmıştır . Tek bir tabakayla temsil edilen Marlik mezarlarından ele geçen
buluntular M.Ö. 2. binyıl sonu, 1. binyıl başına tarihlenmiştir405. Dolayısıyla
Marlik, Demir I dönemi kadar Demir II dönemi merkezleri arasında da
sayılmaktadır. Bilhassa Demir I’den çok Demir II’ye ait gibi görünmekte ve hatta
Demir III döneminde de devam etmektedir.
Demir II dönemi merkezleri arasında sayılan bir diğer merkez ise Hazar
Denizi’nin güneyinde yer alan Khurvin’dir. Yukarıda da bahsedildiği gibi
Khurvin’de ortaya çıkarılan 13 adet mezardan ele geçen çanak çömlekler G.
Meade tarafından Sialk B (Sialk VI) ile benzerliğinden yola çıkarak Demir II
400
Burney 1994a: 55.
401
Burney 1972: Pl. IVc, Va.
402
Muscarella 1974: 51; Medvedskaya 1982: 106.
403
Medvedskaya 1982: 109.
404
Negahban 1964: 14-16; Negahban 1965: 310; Muscarella 1984: 415.
405
Negahban 1964: 17.
124
dönemine tarihlendirilmiştir406. Ancak daha sonra bu malzemeyi değerlendiren
Muscarella söz konusu mezarlardan ele geçen desteksiz akıtacaklı kapların ve
delikli çanakları andıran üçayaklı çanakların Demir I döneminin tipik keramik
repertuarını oluşturduğunu belirterek Khurvin mezarlarını Demir I dönemine
tarihlemiştir407. Dolayısıyla Khurvin mezarları hem Demir I, hem de Demir II
merkezleri arasında sayılan bir merkez olarak karşımıza çıkmaktadır.
Luristan bölgesinde yer alan Tepe Guran’dan da Demir II dönemi verileri ele
geçmiştir. Tepe Guran’ın en geç evresi olan IV. tabakasında tespit edilen
çaydanlıklar ile kulplu ve desteksiz akıtacaklı kaplar Dinkha Tepe’deki
benzerlikten yola çıkılarak Demir I dönemine tarihlendirilmiştir410. Bu tabakayı
kesen ve bu nedenle daha sonraya ait olabileceği düşünülen 4 no’lu mezardan ele
geçen akıtacaklı bronz kap, H. Thrane tarafından Hasanlu IV ve Sialk B’deki
örneklerle karşılaştırılmıştır. Dolayısıyla Thrane, Tepe Guran’ın IV. tabakasını
M.Ö. erken 1. binyıla tarihlemiştir. Daha sonra bu kapları yeniden değerlendiren
Muscarella da, IV. tabakanın Demir I’e, daha sonraki 4 no’lu mezarın ise Demir
II’ye tarihlenebileceğini belirtmiştir411.
406
Medvedskaya 1982: 32.
407
Muscarella 1974: 50.
408
Burney 1964: 60.
409
Muscarella 1974: 49.
410
Medvedskaya 1982: 107.
411
Muscarella 1974: 51.
125
A ve I olmak üzere toplam 6 tabakanın bulunduğunu ortaya koymuştur412. Burada
ortaya çıkarılan sağlam tahkimat duvarlı yapılar, Demir II’nin erken evresine yani
M.Ö. 1000 yıllarına tarihlendirilmiştir. Buradan ele geçen keramiklerin çok çeşitli
türde olması burasının önemli bir siyasi merkez olabileceğini düşündürmüştür413.
Ayrıca E Odası’nın III. tabakasından ele geçen keramikler arasında tek tarafında
dikine ip delikli tutamağı olan omurgalı çanakların bulunduğu anlaşılmaktadır414.
412
Lippert 1979: 118.
413
Burney 1994a: 55.
414
Lippert 1979: Abb. 12/6, Abb. 13/1-2-3.
415
Ayrıntılı bilgi için bakınız: R. M. Boehmer, “Tahkt-i Suleiman und Zindan-i Suleiman,
Grabungsbericht 1963/64. Bericht über die Grabungen in den Bereichen A, B und C”,
Archäologischer Anzeiger, 1965: 746-788.
416
Thomalsky 2006: Abb. 12/ 1-16.
126
parçalarının bulunduğu belirtilmiştir417. Bunlar arasında dış yüzü kahverengi olan
yivli çanakların da yer aldığı tespit edilmiştir418. Bu survey malzemesini daha
sonra yeniden değerlendiren Kroll, Urmiye Gölü’nün güneyindeki merkezler
arasındaki Tazekand Kalesi adlı merkezden yivli keramiklerin ele geçtiğini
belirtmiş ve bunlardan bir tanesinin çizimini yayına eklemiştir419. Ancak W.
Kleiss ve S. Kroll’un Đran’daki yüzey araştırmasında ele geçen keramiklerle ilgili
Kroll’la kişisel görüşme yapan Bartl, bu merkezlerin birçoğunda yivli çanak
çömleklerin ele geçtiği belirtmiştir. Buna göre söz konusu merkezler arasında
Kismis, Danalu, Ducgagi, Chors, Kara Ziaeddin Tepe, Evoghlu, Kiz Kale-
Khoy, Ceraqah-e Amir, Livar, Marand Tepe, Sequindel, Kara Tepe Tasudj,
Arziyayad, Gol Tepe, Mirabad, Gerd-i Qizal, Garnah Tepe, Yusufkand,
Qalat Tepe ve Garash Tepe yer almaktadır420. Ancak Bartl’ın haritasına eklediği
bu merkezlerin adını herhangi bir yayında çizimi veya fotoğrafı görülmediği için
bu çalışmada yivli keramiklerin yayılım haritasına eklemedik.
417
Kleiss- Kroll 1992: 38-39.
418
Kleiss- Kroll 1992: Abb. 7/ 10-11, Abb. 10/ 6.
419
Kroll 2005: Fig. 11/1.
420
Bartl 2001: 403-404, Fig. 9.
127
dönemi, yerleşim sisteminin değişimini ve kale bazlı yerleşim sisteminin
oluşumunu simgeleyen bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır421.
b- Transkafkasya:
421
Kleiss- Kroll 1992: 38-39; Helwing-Fahimi 2005: 134-143.
422
C. Burney- D. M. Lang, Peoples of the Hills: Ancient Ararat and the Caucasus, London, 1971.
128
yıllarda O. M. Djaparidze ve daha sonra I. M. Diakonoff, E. V. Khanzadyan, Kh.
K. Kuşnareva ve M. Puturidze sayıları az da olsa Đngilizce, Almanca ve Fransızca
yayınlar yapmaya başlamışlardır. Ancak bölge arkeolojisiyle ilgili en kapsamlı
yayınlar bölgede başlatılan iki farklı proje dahilinde ortaya çıkmaya başlamıştır.
Bunlardan biri Kuzeybatı Ermenistan’da Ermeni, Amerikalı ve Alman bilim
adamları tarafından ortaklaşa yürütülen ve 1998 yılında sona eren “Horom
Projesi”dir. 1990 ve 1998 yılları arasında yürütülen Horom Projesi, R. S.
Badalyan, P. Kohl, A. V. Tonikyan ve S. Kroll olmak üzere birkaç bilim adamı
tarafından ortaklaşa gerçekleştirilen bir projedir. Transkafkasya bölgesindeki bir
diğer önemli proje ise 1998 yılından itibaren sürdürülen yine bir Ermeni-
Amerikan ortak projesidir. R. S. Badalyan ve A. T. Smith başkanlığındaki bir ekip
tarafından gerçekleştirilen bu proje “ArAGATS Projesi” (American- Armenian
Project for the Archaeology and Geography of Ancient Transcaucasian States)
olarak adlandırılmaktadır. Gerek ArAGATS Projesi, gerekse Horom Projesi
kapsamında elde edilen arkeolojik veriler daha sonra ele alınacaktır.
423
Kiguradze- Sagona 2003: 39.
424
Kushnareva 1997: 23.
425
Kiguradze- Sagona 2003: 39.
129
Transkafkasya arkeolojindeki en önemli sorunlardan biri, söz konusu bölgenin
küçük bir coğrafi alanı içermesine rağmen, bölgede aynı dönem içinde birden
fazla kültürel alt bölgenin bulunmasıdır. Nitekim bu durum, tek dönem için birden
fazla terminolojik adlandırmanın yapılması gereğini doğurmuştur. Örneğin
bölgenin Orta Tunç Çağı’nı karakterize eden boyalı keramikler, bu coğrafyada
Erken Kurgan Kültürü426, Trialeti-Kirovakan Kültürü, Karmir-Berd (Tazekent)
Kültürü, Sevan-Üzerlik Grubu ve Kızılvank-Van-Urmiye Kültürü olmak üzere
toplam 5 ayrı kültür bölgesinden oluşmaktadır427. Orta Tunç Çağ verilerinin çoğu
mezarlık alanlarından elde edilse de, bazı alanlarda, keramik silsilesine yönelik
ipuçlarını elde etmek mümkündür428. Tüm bu kültür bölgeleri, çoğunlukla kaplar
üzerindeki bezeme repertuarından yola çıkarak birbirinden ayrılmıştır. Buna göre
Trialeti, Karmir-Berd ve Sevan-Üzerlik kültürü dahilinde ele geçen kaplar kahve
ve devetüyü üzerine monokrom bezemeli örneklerle birlikte siyah yüzlü ETR
geleneğine özgü kapları da içermektedir. Nitekim Orta Tunç Çağ’ın
başlangıcında, Erken Transkafkasya III kültürünün güçlü bir devamı
saptanmaktadır. Bu tür monokrom bezemeli kapların ele geçtiği ve polikrom
boyalı keramiklerin bulunmadığı yerleşim yerleri arasında Metsamor, Elar, Verin
Naver, Trialeti, Meskheti, Üzerliktepe ve Kuzeydoğu Anadolu (Erzurum-Kars ve
Ağrı bölgesi) sayılabilir429. Van-Urmiye kaplarında ise diğer kültürlerden farklı
olarak siyah yüzlü mallar yer almamakta ve bu kültür yalnızca monokrom ve
polikrom boyalı kaplardan oluşmaktadır430.
426
Bu kültür tam anlamıyla bir Orta Tunç Çağ kültürü olmaktan çok, Erken Transkafkasya Kültürü
ile Orta Tunç Çağ arasında bir geçiş kültürü olarak kabul edilmekte ve M.Ö. 2350 ile 2100 yılları
arasına tarihlenmektedir (Puturidze 2003: 113).
427
Özfırat 2001a: 17; Puturidze 2003: 111-112.
428
Burney- Lang 1971: 89.
429
Helwing- Özfırat 2006: 3.
430
Özfırat 2001a: 18-24.
431
Badalyan- Smith- Avetisyan 2003: 149.
130
Tarih Dönem Dönem Kültür Anahtar Yerleşim
500 Orta Demir Akhamenid Akhamenid Erebuni, Armavir
600 Çağ Urartu Urartu Erebuni, Karmirblur,
700 Oshakan, Aramus,
Argiştihinili
800 Erken Erken Demir II Horom, Elar, Keti,
Demir Çağ Metsamor
900 Lçaşen- Metsamor, Artik (grup
Metsamor 3), Dvin (yangın
Kültürü tabakası)
1000
1100
Geç Tunç II
1400
Shamiram (mezar),
1500 Geç Tunç I / Orta Karashamb, Horom,
Tunç IV Talin
1600 Orta Tunç III Sevan, Karmirberd, Lçaşen,
1700 Karmirberd, ve Horom, Üzerlik 2-3
Orta Tunç Karmirvank
Çağ Kültürü
1800 Trialeti- Karashamb (kurgan),
1900 Vanadzor Vanadzor
2000 Orta Tunç II Kültürü (Kirovakan), Trialeti
(grup 1-3), Lçaşen
(120-123), Lori-Berd,
Üzerlik 1
2100 Orta Tunç I / Erken Kurgan Kültürü Trialeti (grup 1),
131
2200 Tunç IV Berkaber (mezar 1-2),
2300 Stepanakert
2400 Erken Tunç III Shengavit (3-4),
2500 Garni, Dvin, Karnut,
Kura- Araks Harich
2600 Erken Tunç Kültürü Mokhrablur, Shresh-
2700 Çağ blur
2800 Erken Tunç II
2900 Djervesh (kurgan 1),
3000 Harich (erken evre),
3100 Erken Tunç I Keti (mezar 1-6),
3200 Horom (mezar C1)
432
Badalyan, Smith, Avetisyan 2003: 149, tablo 7.2.
132
merkezlerle temsil edilmektedir433. Dolayısıyla Transkafkasya’nın Erken Demir
Çağ dönemi değerlendirilirken, Đran’da olduğu gibi Erken Demir I ve Erken
Demir II evreleri bir arada değerlendirilecektir.
Transkafkasya’nın gerek Tunç Çağ, gerekse Erken Demir Çağ dönemlerine ilişkin
arkeolojik veriler hemen hemen tümüyle mezarlık alanlarından elde edilmektedir.
Transkafkasya’nın Geç Tunç Çağ ve Erken Demir Çağ dönemleri de Đran ve Doğu
Anadolu gibi problemlidir ve kesin olarak birbirinden ayrılamazlar. Bu yüzden
birçok bilim adamı Transkafkasya’daki bu dönemi Geç Tunç III/ Erken Demir I
olarak adlandırma yoluna gitmiş ve her iki dönemi bir arada değerlendirme
eğiliminde bulunmuştur. Bu dönemle ilgili en önemli değişim, kale bazlı yerleşim
sisteminin ortaya çıkışı olarak kabul edilmekte ve bu konu son yıllarda
gerçekleştirilen çalışmalarda en çok üzerinde durulan konuyu oluşturmaktadır.
Geç Tunç- Erken Demir Çağ kaleleri içinde en önemlileri Elar, Güney Horom,
Keti ve Metsamor sayılmaktadır. Araştırmalar bu dönemde sursuz yerleşimlerin
sayıca çok az olduğunu ortaya koymaktadır434. Ayrıca bu dönemde çok sayıda
mezarlık alanı da bulunmaktadır. Bunlar arasında Lçaşen, Artik, Horom, Keti ve
Lori-Berd sayılabilir435.
133
Metsamor II: Orta Tunç Çağ (5 evreli)
437
Burney- Lang 1971: 90.
438
Khanzadyan-Mkrtchian-Parsamian 1973: 193.
439
Khanzadyan-Mkrtchian-Parsamian 1973: 194.
440
Khanzadyan-Mkrtchian-Parsamian 1973: 194.
441
Khanzadyan-Mkrtchian-Parsamian 1973: 195.
442
Khanzadyan-Mkrtchian-Parsamian 1973: Fig. 15/1,2,4.
134
Diğer bir Demir Çağ merkezi olan Lçaşen, Ermenistan’da Sevan Gölü’nün
kuzeybatı kıyısında yer almaktadır. Yüksek yaylalar üzerinde (1900 m.)
konumlanan Lçaşen, ETR döneminden itibaren başlayan bir yerleşim, bu
yerleşimin eteklerinde bulunan bir mezarlık alanı ve bunların üzerinde kurulmuş
bir kaleden443 oluşmaktadır. 1955-1958 yılları arasında A. O. Mnatsakanyan
tarafından özellikle mezarlık alanında kazı çalışmaları gerçekleştirilmiştir444.
Lçaşen’den ele geçen Geç Tunç Çağ keramikleri arasında siyah yüzlü, kırmızı,
beyaz ve siyah bantlarla bezenmiş küçük çömlekler yer almaktadır. Lçaşen’de
saptanan çok sayıda mezar içinde at arabaları ortaya çıkarılmıştır. Martirosyan, bu
mezarları Geç Tunç Çağ’a yani M.Ö. 1300-1150 yılları arasına tarihlemektedir445.
Lçaşen’nin en tipik keramiği, kırmızı veya leylak rengi keramiği ile beyaz dolgulu
keramiğidir446.
Bir diğer Erken Demir Çağ merkezi olan Keti, Kuzeybatı Ermenistan’daki Shirak
Platosu’nda yer almaktadır. 1979-1989 yılları arasında L. A. Petrosyan tarafından
kazılan bu merkez, yerleşim ve mezarlık alanından oluşmaktadır. Yerleşim
yerinde yalnızca Erken Tunç Çağ dönemi ve kiklopik duvarları olan Erken Demir
Çağ kalesi bulunmaktadır. Mezarlık alanda ise bu iki döneme ek olarak Orta ve
Geç Tunç Çağları’na ait kurganlar yer almaktadır447. Ermenistan’ın doğusundaki
Kotayk Platosu’nda yer alan Elar ise, bir yerleşim yerinden ve mezarlık alanından
oluşmaktadır. 1927 yılında E. Lalaylan, 1929 yılında E. Bayburdyan ve 1960-
1969, 1973 yıllarında E. V. Khanzadyan tarafından kazılan bu merkezde Erken
Tunç Çağ, Orta Tunç Çağ, Geç Tunç Çağ, Erken Demir Çağ, Helenistik Dönem,
Erken Ermeni Dönemi ve Orta Çağ dönemlerine ait tabakalar tespit edilmiştir448.
443
Kekhuni olarak adlandırılan bu kale kiklopik bir çevre duvarıyla kuşatılmıştır (Özfırat 2001a:
35).
444
Özfırat 2001a: 35.
445
Burney, Lang 1971: 105.
446
Burney, Lang 1971: 107.
447
Özfırat 2001a: 32.
448
Özfırat 2001a: 40.
135
M.Ö. 1. binyıla kadar kesintisiz bir yerleşim sunmaktadır. Burada ortaya çıkarılan
20 adet toprak altı mezar, Lçaşen’nin M.Ö. 13. yüzyıl mezarlarıyla
karşılaştırılabilir449. Yine bir diğer merkez olan Dvin de Erken Demir Çağ
merkezleri arasında sıralanmaktadır. Ancak gerek Keti ve Elar’dan gerekse Artik
ve Dvin’den ele geçen Erken Demir Çağ keramikleri arasında yivli çanak
çömleklerin varlığına dair herhangi bir bilgiye sahip olamadık.
Transkafkasya’nın Urartu öncesi dönemine ait bilgi veren merkezlerden bir diğeri
de Karmir-blur’dur. Ermenistan’da yer alan ve II. Rusa dönemine tarihlenen bir
Urartu Kalesi’yle temsil edilen Karmir-Blur’da aynı zamanda Urartu öncesi
tabakalar da tespit edilmiştir. Söz konusu tabakalardan ve mezarlardan ele geçen
keramiklerin siyah renkli olduğunu belirten Martirosyan, bunların ya Orta Tunç
Çağ sonuna yani M.Ö. 17.-15. yüzyıllar arasına, ya da Tunç Çağ sonu ve Demir
Çağ başına yani 14.-13 yüzyıllara ile 13.-12. yüzyıllara tarihlendirilebileceğini
belirtmiştir450. Söz konusu dönemlere tarihlenen keramiklerden yayına eklenen
çizimler değerlendirildiğinde bunlar arasında çok sayıda yivli çanakların
bulunduğu anlaşılmaktadır451. Söz konusu keramiklerin sığ çanak formunda
olduğunu belirten Martirosyan, aynı zamanda bunların siyah açkılı ve iki sıra yivli
olduklarını da ifade etmiştir452. Ayrıca yivli çanaklarla birlikte omurgalı ve dikine
ip delikli çanakların da ele geçmiş olduğu anlaşılmaktadır453.
449
Burney, Lang 1971: 90.
450
Maptиpocян 1961: 49.
451
Maptиpocян 1961: Fig. 21a, 21b, 26a, 57.
452
Maptиpocян 1961: 50.
453
Maptиpocян 1961: Fig. Fig. 29, 56.
454
Bahşaliyev 1998: 1.
136
tabakalı höyüklerde bu kültüre ait tabakalar aşırı derecede tahrip olmuştur ve bu
yüzden stratigrafik olarak tespit edilmesi zordur. Dolayısıyla Hocalı-Gedebey
kültürüne ait veriler çoğunlukla mezarlardan elde edilmektedir455. Nitekim benzer
durum Doğu Anadolu ve Kuzeybatı Đran için de geçerlidir.
455
Bahşaliyev 1998: 1.
456
Bahşaliyev 1998: 2-3.
457
Bahşaliyev 1998: 4.
458
Bahşaliyev 1998: 4-5; Res. 2/12, 3/8,9,10.
459
Bahşaliyev 1998: 11.
137
Nahçıvan bölgesindeki bir diğer araştırma ise 1998 yılında O. Belli ve V. Sevin
tarafından gerçekleştirilen yüzey araştırmasıdır. Söz konusu araştırmayı bir kitap
halinde derleyerek yayınlayan Belli ve Sevin tarafından bu bölgede çok sayıda
merkez ziyaret edilmiştir460. Söz konusu merkezler arasında II. Kültepe Höyüğü,
Çalhankale, Şortepe Höyüğü, Şahtahtı Nekropolleri ve Kalesi, Kulalı Höyüğü, II.
Ferhat Kanalı, Ferhat Evi Kaya Mezarı, Muncuklutepe Nekropolü ve Harabe
Gilan yer almaktadır. Bunlardan II. Kültepe, Şortepe Höyüğü, Şahtahtı
Nekropolleri ve Kalesi ve Muncuklutepe Nekropolü’nde Geç Tunç ve Erken
Demir Çağ verilerinin ele geçtiği ifade edilmiştir461. Ancak söz konusu
merkezlerden toplanan keramiklerle ilgili kapsamlı bir bilgi verilmemiştir.
460
Ayrıntılı bilgi için bakınız: O. Belli- V. Sevin, Nahçıvan’da Arkeolojik Araştırmalar, Đstanbul,
1999.
461
Belli- Sevin 1999: 16-40.
462
Bahşaliyev- Schachner 2001: 7-10.
463
Badalyan- Edens- Kohl- Tonikyan 1992: 31.
464
Badalyan- Edens- Kohl- Tonikyan 1992: 34.
138
Çağ’da olduğunu ortaya koymaktadır465. 1990 yılı raporuna çizimi eklenen
keramikler arasında Erken Demir Çağı’na tarihlenen keramiklerin çoğunlukla
siyah açkılı olduğu dikkatimizi çekmiştir. Kap formları arasında dudak kenarı
yivli çömlekler dışında tez konumuzu oluşturan tipik yivli çanaklara
rastlanmamıştır466.
465
Badalyan- Edens- Kohl- Tonikyan 1992: 35.
466
Badalyan- Edens- Kohl- Tonikyan 1992: Fig. 7.
467
Badalyan- Kohl- Stronach- Tonikyan 1994: 1-15.
468
Badalyan- Kohl- Stronach- Tonikyan 1994: 18.
469
Badalyan- Kohl- Stronach- Tonikyan 1994: 29.
470
Badalyan- Kohl- Stronach- Tonikyan 1994: 20.
471
Badalyan- Kohl- Stronach- Tonikyan 1994: Fig. 13/2, 17/1-8.
139
başlatılmıştır472. Smith bu çalışmaları sonucunda bölgede çok sayıda (24 adet)
Erken ve Orta Demir Çağ kaleleri tespit etmiştir. Smith’in bölgede
gerçekleştirdiği çalışmalar sırasında söz konusu kalelerin Erken Demir Çağ’a
tarihlendirilmesinde belli başlı esaslar gözetilmiştir. Bunlar arasında en önemlileri
kalelerin tasarımı ve yapım tekniğidir. Smith’e göre Erken Demir Çağ kaleleri
araziye bağımlıdır; kalelerin planlanması doğrudan doğruya topografik yapıya
uyarlanır ve bu yüzden düzensiz ve gelişi güzel oluşturulmuş bir görünüm
sergiler. Oysa Urartu kalelerinde bu tür bir uygulama yoktur; bilhakis Urartu
döneminde düz hatları ve doğru açıları olan kaleler söz konusudur473. Smith
tarafından Erken Demir Çağ kalelerinin tespitinde başvurulan bir diğer yöntem ise
kalelerin yapım tekniğidir. Smith’e göre Erken Demir Çağ kalelerinde tespit
edilen yapım tekniği bir kaç yönü itibariyle daha sonraki dönemlerden farklıdır.
Bunlardan ilki, Erken Demir Çağ kalelerinin ya düz duvarlı ya da sadece birkaç
payandalı ve kuleli olmasıdır. Ayrıca söz konusu payandaların duvar üzerine
düzensiz olarak yerleştirildiği de dikkati çekmektedir. Đkincisi, Erken Demir Çağ
kalelerinin işlenmemiş kiklopik taşlarının, daha sonraki kalelerin iyi işçilik
gösteren taş işçiliği ile zıtlık gösterdiğidir. Erken Demir Çağ kalelerinin
duvarlarında kullanılan taş blokların genellikle işlenmemiş olduğu ve bu durumun
duvar kalınlıklarının değişken olmasına neden olduğu da ifade edilmiştir. Üçüncü
bir özellik olarak ise, Erken Demir Çağ kalelerinde genellikle ana taş bloklarının
arasındaki boşlukların daha küçük boyuttaki taşlarla doldurulduğu belirtilmiştir474.
Bu kriterlerin kazılar kadar güvenilir olamayacağını da belirten Smith, söz konusu
kriterlerin en azından kazı yapılmadan kalelerin tarihlendirilebilmesi için atılmış
doğru ve önemli bir adım olabileceğini ifade etmiştir475.
472
Ayrıntılı bilgi için bakınız: A. T. Smith, Imperial Archipelago: The Making of an Urartian
Landscape in Southern Transcaucasia, (doktora tezi), Chicago Üniversitesi, 1996.
473
Smith-Kafadarian 1996: 24.
474
Smith- Kafadarian 1996: 24.
475
Smith- Kafadarian 1996: 24.
140
tarihlenen yalnızca bir kale (Aramus Kalesi) bulunduğu anlaşılmaktadır476. Ayrıca
bu merkezlerin listelendiği aynı yayında Erken Demir Çağ’ın tarihi de M.Ö. 1300-
800 olarak belirtilmiştir477. Söz konusu kalelerden ele geçen arkeolojik materyal
oldukça sınırlıdır ve özellikle Erken Demir Çağı’na dair herhangi bir veri
bulunamamıştır. Sadece Garnaovit ve Tsakhkaovit’ten bazı Erken Demir Çağ
keramik parçalarının ele geçtiği ifade edilmiştir. Ancak yayınlanan keramikler
arasında yivli keramiğin bulunmadığı ve çoğunlukla gri renkli kazıma bezemeli
keramiklerden oluştuğu anlaşılmaktadır478.
1998 yılından itibaren ise A. Smith’in 1995 yılında bölgede başladığı araştırmalar
Ermeni bilim adamlarıyla ortaklaşa bir proje haline getirilerek geliştirilmiş ve
bugüne kadar devam etmiştir. Transkafkasya’daki son dönem araştırmalarını
oluşturan bu çalışmalar yukarıda da bahsedildiği gibi R. S. Badalyan ve A. T.
Smith başkanlığındaki “ArAGATS Projesi” kapsamında sürdürülmüştür.
Öncelikle Ararat ve Shirak ovalarındaki merkezlerden Berdidosh, Gegharot,
Ashot Yerkat, Aragatsi-berd, Mirak, Tsakahovit, Sahakaberd ve Hnaberd olmak
üzere toplam 8 merkez ziyaret edilmiştir. Bunlardan son üç tanesinin yoğun yüzey
araştırması kapsamında kalan bölgede yer aldıkları belirtilmiştir. 1998 yılı
çalışmasında Erken Demir Çağ’ın iki evreli olduğunu belirten yazarlar, Erken
Demir I’in M.Ö. 12. ve 11. yüzyıllara, Erken Demir II’nin ise M.Ö. 10. ve 9.
yüzyıllara tarihlenebileceğini ifade etmişlerdir479. Buna göre Erken Demir I
evresini Geç Tunç Çağ’dan Demir Çağ’a geçiş evresi olarak yorumlamışlar ve bu
erken evreyi Geç Tunç III/ Erken Demir I şeklinde ele almışlardır. Nitekim ziyaret
edilen kalelerden Berdidosh, Gegharot, Aragatsi-berd, Tsakahovit,
Sahakaberd ve Hnaberd gibi kalelerin Geç Tunç III/ Erken Demir I dönemine
tarihlenen malzeme içerdiği belirtilmiştir480. Yine bu bölgede yer alan bir diğer
merkez olna Talin’de de Erken Demir Çağ I’e tarihlenen mezarlar tespit edilmiş
476
Smith- Kafadarian 1996: 24-36.
477
Smith- Kafadarian 1996: 23.
478
Smith- Kafadarian 1996: Fig. 8.
479
Avetisyan- Badalyan- Smith 2000: 25.
480
Avetisyan- Badalyan- Smith 2000: 26-39; Badalyan- Smith- Avetisyan 2003: 154.
141
ve söz konusu mezarlardan (mezar 58 ve 60) yivli çanak çömleğin ele geçtiği
anlaşılmıştır481.
481
Avetisyan-Bobokhyan 2008: Fig. 44/1,3,8.
482
Avetisyan- Badalyan- Smith 2000: 21; Badalyan- Smith- Avetisyan 2003: 156.
483
Avetisyan- Badalyan- Smith 2000: 35.
484
Avetisyan- Badalyan- Smith 2000: 49, 52.
485
Avetisyan- Badalyan- Smith 2000: Fig. 16-b, c, d, g.
486
Avetisyan- Badalyan- Smith 2000: 54.
142
(sondaj) gerçekleştirdiklerini ifade etmişlerdir487. Gerek bu kazı sonuçlarından
elde edilen keramiklere, gerekse bazı radyokarbon örneklere dayanarak proje
üyelerinin söz konusu kaleleri Geç Tunç Çağı’na tarihlediği ve Geç Tunç ve
Erken Demir Çağı’nı birbirinden kesin olarak ayırdığı anlaşılmaktadır488.
Tarih Ç ağ
a? K ültür Anahtar Yerle ?im
im
M. Ö.
200 Geç Yervandid Karchaghpyur, Noratus,
Astghi Blur , Jujevan,
Yervandid -Orontid Noroshen, Armavir ,Horom,
300
Benjamin, Erebuni, Oshakan,
Antik Ç ağlar
a?lar (Erken Antik
Sar?-Tepe
400 D önem) Erken Yervandid-
Ahamenid
500
Metsamor,
Yerel Erebuni,
600 Ge ç Demir Ç ağ
a? Ge ç Urartu Horom,
Klasik Urartu Argi ?tihinili ,
Shirakavan ,
700 Orta Demir Ç ağ
a? Erken Urartu Urartu Karmir -blur Lori -Berd
800 Erken Demir II Horom, Elar , Keti,
Erken Demir Metsamor,
900
Ç ağ
a? Artik (grup 3),
1000 Erken Demir I
Lachashen - Dvin (Yanm ??
1100 Metsamor Tabaka)
Ge ç Tunç III
1200 Lchashen
Geç Tunç II Artik (grup 1 -2)
1300 Ge ç Demir Ç ağ
a?
Karashamb , Lori -berd
1400 Shamiram (gömüler),
Geç Tnç I/Ort. TnçIV Karashamb, Horom, Talin
1500
Orta Tun ç III Sevan, Karmirberdve Karmirberd, Lchashen,
1600 Karmirvank Yap ?lar? Horom, Üzerlik 2-3
1700 Karashamb ((kurgan)
Trialeti -Vanadzor Vanadzor(Kirovakan )
1800 Orta Tun ç Ç ağ
a?
Orta Tun ç II K ültürü Trialeti(grup 1- 3)
1900 Lchashen (120-123)
Lori -berd, Üzerlik
2000
Orta Tun ç I/ Trialeti (erken grup)
2100 Erken Tun ç IV “Kurgan ” K ültürü Berkaber (G ömü 1-3,
kurgan 1- 2)
2200 Stepanakert
2300 Erken Trans Shengavit (tabaka 3-4),
Kafkasya (Kura - Garni, Karnut, Harich,
2400 Erken Tun ç Ç ağ
a? Erken Tun ç III Elar P3, Kosi Choter,
Aras K ültürü)
Horom (ET Ç üst katlar?)
2500
487
Badalyan- Smith- Avetisyan 2003: 157.
488
Smith- Badalyan- Avetisyan 2005: Fig. 2.
143
araştırmaları sonucunda birbirinden kesin olarak ayrılmıştır. Buna göre Geç Tunç
Çağı III’ten hemen sonra gelen Demir Çağ I evresi M.Ö. 1150-1000 yılları arasına
tarihlendirilirken, Demir Çağ II evresi ise M.Ö. 1000-800 arasına yerleştirilmiştir.
Nitekim Smith daha sonraki çalışmalarında tespit ettiği birçok kaleyi Demir
Çağ’dan kesin olarak ayırt ettiği Geç Tunç Çağı’na tarihlemiştir. Bundan yola
çıkarak R. S. Badalyan, A. T. Smith ve P. S. Avetisyan, Transkafkasya’daki ilk
sosyo-politik oluşumun Geç Tunç Çağ’da ortaya çıktığını ileri sürmüşlerdir489. P.
Kohl, söz konusu dönemi “Geç Tunç/Erken Demir Devlet Formasyonu” olarak
tanımlamıştır. B. Pitrovskii ise bu dönemi bir “kültürel açılım ve bağımsız
gelişim” evresi olarak ifade etmiştir. Söz konusu dönemin bu şekilde
adlandırılmasının en önemli sebebi, bu dönemle birlikte sabit yerleşimlerin
yeniden ortaya çıkması ve tepelik alanlarda çeşitli tarz ve boyutlarda taş-duvarlı
kalelerin inşa edilmeye başlamasıdır. Buna göre, sosyal ve siyasi tabakalanmanın
yüksek rakımlardaki elitlerden ve ovalardaki halk sınıfından oluşabileceği ve
dolayısıyla sosyal tabakalanmanın bölge topografyasını taklit ettiği belirtilmiştir.
Kısacası “dağlar”, devlet otoritesinin ve yönetimin merkeziydi490. Ayrıca Orta
Tunç Çağ’dan Geç Tunç Çağ’a geçiş sürecindeki değişimin bir diğer kanıtının ise
yeni keramik formlarının ve bezeme stillerinin görülmeye başlaması olduğu ifade
edilmiştir. Bu dönemle birlikte boyalı keramikler ortadan kalkmakta ve benekli
bezeğe sahip olan siyah-gri kaplar ile kazıma bezemeli devetüyü kaplar ortaya
çıkmaktadır. Aslında Orta Tunç Çağ’ın sosyal farklılığını yansıtan kurganlar, bu
dönemle birlikte yerini ekonomik, sosyal ve dini kaynaklar üzerinde kontrol
sağlayan kiklopik taş duvarlı güçlü merkezlere yani surlu kalelere491 bırakmıştır.
Tüm bunlardan yola çıkarak R. S. Badalyan, A. T. Smith ve P. S. Avetisyan,
Transkafkasya’daki sosyo-politik oluşumun Doğu Anadolu’da Urartu’yla birlikte
başlayan oluşumdan çok daha önce ortaya çıktığını vurgulamakta ve Van
bölgesindeki Urartu Devleti’nin köklerinin Ermenistan’da bulunduğunu
492
önermektedir . Ancak söz konusu öneriyi yapan bilim adamları olasılıkla Doğu
489
Badalyan- Smith- Avetisyan 2003: 154; Smith- Thompson 2004: 569; Smith- Badalyan-
Avetisyan 2005: 175.
490
Smith 1999: 54.
491
Burney- Lang 1971: 108.
492
Badalyan- Smith- Avetisyan 2003: 152; Smith- Thompson 2004: 573; Smith- Badalyan-
Avetisyan 2005: 175.
144
Anadolu Bölgesi’ndeki sosyo-politik oluşumun Urartu döneminden önce
varolduğunu kanıtlayan Geç Tunç- Erken Demir Çağ kalelerinin varlığını göz ardı
etmişlerdir. Aşağıda detaylı olarak ele alınacak olan Doğu Anadolu’daki yüzey
araştırmalarında tespit edilen bu kaleler, bölgedeki Urartu öncesi örgütlenmeyi
ortaya koymakta ve bu durumda Badalyan ve Smith’in önerdiği gibi
Ermenistan’daki örgütlenmenin Doğu Anadolu’dan daha önceye tarihlendiği
konusundaki hipotezlerini çürütmektedir. Zira M.Ö. 1274 yılından itibaren bilgi
veren Asur yazılı kaynakları da bölgenin siyasi örgütlenmesi hakkında önemli
ipuçları vermektedir. Ayrıca bahsi geçen araştırmacılar Transkafkasya’daki politik
dönüşümün her ne kadar Geç Tunç Çağ’da meydana geldiğini belirtseler de, bu
öneriyi yaptıkları makalelerinde bile, metin aralarında hala “Geç Tunç-Erken
Demir Çağ” ifadesini kullandıkları493 dikkatimizi çekmiş ve bu durum
araştırmacıların bu konuda hala şüpheleri olduğunu düşünmemize neden
olmuştur. Dolayısıyla Transkafkasya’da henüz Geç Tunç Çağ ve Erken Demir
Çağ dönemlerini birbirinden ayıran kesin bir kriter oluşmamış gibi görünmektedir.
493
Özellikle 2005 yılındaki “Southern Caucasia during the Late Bronze Age: An Interim Report
on the Regional Invesitgations of Project ArAGATS in Western Armenia” başlıklı makalede metin
içinde birkaç kez Geç Tunç- Erken Demir tanımı kullanılmıştır. Smith- Badalyan- Avetisyan 2005:
175, 176.
494
Smith- Thompson 2004: 558; Smith- Badalyan- Avetisyan 2005: 175-185.
495
A. Çilingiroğlu ile kişisel görüşme.
145
Transkafkasya’daki arkeolojik çalışmaların yürütüldüğü bir diğer bölge Sevan
Gölü çevresidir. 1994 yılında Ermeni- Đtalyan Projesi olarak başlayan bu
çalışmalar R. Biscione, S. Hmayakyan ve N. Parmegiani başkanlığında bir ekip
tarafından yürütülmüştür. Söz konusu araştırma kapsamında bölgede çok sayıda
Geç Tunç- Erken Demir Çağ merkezinin tespit edildiği belirtilmiştir496. Bunlar
arasında Geghamasar Kalesi, Ayrk Yerleşimi (surlu) ve Nekropolü, Kol Pal
Kalesi, Tsovak 1 Kalesi ve Nekropolü, Artsvanist Nekropolü, Bruti Berd
Kalesi ve Nekropolü, Tsovinar Nekropolü, Yerku Jur Nekropolü, Aloyi Kogh
Kalesi ve Nekropolü, Vanki Dur Nekropolü, Kyurdi Kogh Kalesi ve
Nekropolü, Jog Kogh 2 Kalesi ve Nekropolü, Berdi Glukh Kalesi, Heri Berd
1 Kalesi, Yerku Sirt Nekropolü, Tatev Kalesi, Berdi Dar Kalesi, Nerkin
Gtashen Nekropolü, Shoghan Aghbyur Nekropolü, Sangar Kalesi ve
Nekropolü, Berdi Dosh Kalesi, Murad Khach Kalesi gibi çok sayıda merkez
yer almaktadır497. Söz konusu merkezlerden ele geçen çanak çömleklerin yayına
eklenenleri değerlendirildiğinde Kol Pal Kalesi’nde dudak kenarı yivli
çömlekler498, Tsovak 1 Kalesi ve Nekropolü’nde dudak kenarı ve omzu yivli
çömlekler499, Berdi Glukh Kalesi’nde omzu yivli çömlekler500 bulunduğu
anlaşılmaktadır. Ancak ilginç olan Erken Demir Çağ merkezlerinin hiçbirinde, en
azından yayınlanan malzeme içinde tez konumuzu oluşturan tipik yivli çanakların
bulunmamış olmasıdır. Öte yandan, planları çizilen bazı kalelerin de, kaleden çok
ağıl görünümünde oldukları düşünülmektedir.
496
Biscione- Hmayakyan- Parmegiani 2002: 14-16.
497
Biscione- Hmayakyan- Parmegiani- Sayadyan 2002: 61-249.
498
Biscione- Hmayakyan- Parmegiani- Sayadyan 2002: Pl. 7/5.
499
Biscione- Hmayakyan- Parmegiani- Sayadyan 2002: Pl. 11/9.
500
Biscione- Hmayakyan- Parmegiani- Sayadyan 2002: Pl. 30/6; Pl. 31/1,2,4.
146
mal grubundan oluştuğu anlaşılmaktadır. Kazıcıları tarafından Geç Tunç Çağ-
Erken Demir Çağ olarak tanımlanan keramikler, perdahlı ve kimi zaman çok iyi
açkılıdır501. Buradan ele geçen keramikler arasında yivli kapların bulunduğuna
dair herhangi bir ifade söz konusu değildir. Yine aynı ekip tarafından aynı
bölgede yer alan bir başka kazı yeri ise Udabno’dur. 2000 yılından itibaren
kazılmaya başlanan bu merkez Udabno I, II ve III olmak üzere toplam 3 ayrı
yerleşim yerinden oluşmaktadır. Udabno I’de etrafı duvarla çevrili bir sitadel söz
konusudur. Kazı çalışmaları sonucunda gerek sitadelde, gerekse sitadelin dışında
çok sayıda yapı ortaya çıkarılmıştır. Udabno I’den elde edilen radyokarbon
tarihler M.Ö. 1190 ila 940 yılları arasında bir tarih vermektedir. Udabno II M.Ö.
1000-810, Udabno III ise 1260-930 tarihlerini vermektedir502. Buna göre söz
konusu yerleşimlerin Erken Demir Çağı’na tarihlendiği anlaşılmaktadır. Buradan
ele geçen keramikler arasında siyah açkılı malların yaygın olduğu belirtilmiştir.
Bu tür siyah açkılı keramiklerin özellikle Udabno I’in güney yamacındaki
mekanlarda çok sayıda ele geçtiği ifade edilmiştir. Ayrıca bu tür siyah kapların
M.Ö. 15. yüzyıla kadar geriye gittiğini belirten yazarlar, bunların M.Ö. 12.
yüzyıla kadar devam ettiğini de vurgulamışlardır503. Kap formları arasında ise
testiler, çömlekler ve çanaklar yer almaktadır504. Udabno’dan ele geçen çanak
çömleklerler arasında yivli kapların ele geçtiği anlaşılmaktadır. Bunlardan biri
Udabno I’den ele geçen koyu gri renkli ve perdah bezemeli bir yivli çanaktır505.
Sonuç olarak Transkafkasya’nın Geç Tunç Çağ ve Erken Demir Çağ dönemlerini
birbirinden kesin olarak ayırmak mümkün değildir. Her ne kadar son yıllardaki
bazı araştırmalarda bazı merkezler sadece Geç Tunç Çağ olarak nitelendirilse de,
bu tür bir tarihleme hala kesin olarak kanıtlanmış değildir. Zira Erken Demir
Çağ’ın tarihi ile ilgili öneriler de çok çeşitlidir. Đlk önceleri M.Ö. 1350/1300’de
başlatılan Erken Demir I döneminin daha sonraki tarihlemelerde M.Ö. 1150’ye
kadar geçe çekildiği anlaşılmaktadır. Transkafkasya’daki araştırmalarda Erken
Demir Çağ ya da diğer bir ifadeyle Geç Tunç- Erken Demir Çağ dönemlerine
501
Bertram- Picxelauri 2005: 359.
502
Bertram- Picxelauri 2005: 347; Bertram 2008:
503
Bertram- Picxelauri 2005: 341-342.
504
Bertram- Picxelauri 2005: Abb. 35.
505
Bertram 2008: Fig. 8/1.
147
tarihlenen arkeolojik verilerin Doğu Anadolu’da olduğu gibi çoğunlukla
mezarlardan ve kalelerden elde edildiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Erken Demir
Çağ problemini şu an için eldeki verilerle Transkafkasya’nın kendi içinde de
çözülmesi mümkün değil gibi görünmektedir. Ancak en azından söz konusu
bölgede yer alan merkezlerde tespit edilen Erken Demir Çağ keramik geleneğini
bilmek tez konumuzu oluşturan Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki Erken Demir Çağ
yivli çanak çömleklerinin alt kültür bölgelerini oluşturmada faydalı olacaktır.
Buna göre Transkafkasya’nın Erken Demir Çağ keramik gelenekleri arasında gri
ve siyah yüzlü keramiklerin hakim olduğu dikkatimizi çekmektedir. Zira aşağıda
detaylı olarak anlatılacak olan Doğu Anadolu Bölgesi’nin Erzurum, Kars ve Ağrı
bölgesindeki Geç Tunç-Erken Demir Çağ keramiklerinin de gri, koyu gri ve siyah
tonlarında oldukları bilinmektedir. Doğu Anadolu’nun bu tür alt kültür
bölgelerinden daha sonraki bölümde bahsedilecektir. Sonuç itibariyle,
Transkafkasya bölgesindeki Erken Demir Çağ merkezlerinin bir kısmında yivli
çanak çömleğin bulunduğu ve bunların gri ve siyah tonlarında olduğu
anlaşılmaktadır. Ayrıca Transkafkasya’daki çalışmalarda ele geçen yivli
keramiklerin sayısının Doğu Anadolu’ya nazaran çok daha az olduğu dikkati
çekmektedir. Nitekim Kuzey Kültürü olarak değerlendirdiğimiz bu bölgenin
devamı niteliğinde bulunan Erzurum-Kars Bölgesi’nde de yivli keramiklerin
sayısının aynı şekilde çok az olduğu anlaşılmaktadır.
c- Doğu Anadolu
506
Burada Elazığ-Malatya bölgesi bu genellemenin dışında tutulmuştur.
507
Kuzey ve Güney Kültürleri olarak adlandırılan kültürlerin özellikleri ve sınırları ile ilgili
bilgiler I. Bölüm’de ele alınmıştır.
148
alanına dahil olmuştur. Diğer yandan iki kültürün aynı anda varlık gösterdiği
bölgeler de söz konusudur. Buna en iyi örnek Elazığ-Malatya bölgesi
gösterilebilir. Elazığ-Malatya bölgesindeki merkezlerden elde edilen arkeolojik
veriler Geç Kalkolitik dönemde buradaki yerleşimlerin hem kuzey kültürü olarak
tanımladığımız ETR kültürünün, hem de güney kültürü olarak tanımladığımız
Uruk kültürünün aynı anda bir arada varlık gösterdiğini açıkça ortaya
koymaktadır.
Doğu Anadolu’nun Geç Tunç Çağ’ı ise arkeolojik verilerin yetersiz olmasından
ötürü oldukça belirsizdir. Arkeolojik verilerin bu yetersizliği, söz konusu dönemin
tarihlendirilmesinde de problemler yaratmakta ve bu dönemin başlangıç ve bitiş
tarihi tam olarak saptanamamaktadır. Dolayısıyla Geç Tunç Çağ’ın genellikle
bilinmeyen bir dönem niteliğine sahip olması birçok bilim adamı tarafından Erken
Demir Çağ’a geçiş evresi olarak tanımlanmasına sebep olmuştur. Ancak son
yıllarda yapılan çalışmalar Doğu Anadolu bölgesindeki Geç Tunç Çağ kültürüne
508
Ayrıntılı bilgi için bakınız: Özfırat 2001a.
509
ETR kültürünün şekil değiştirerek de olsa devamına ilişkin öneriler daha sonra ele alınacaktır.
149
dair ipuçları sağlamaktadır. Bu ipuçlarından ilki keramik kültürüdür. Çok kesin
olmasa da, Sos Höyük kazılarının Geç Tunç Çağ tabakasından elde edilen
keramiklerden yola çıkarak M. Işıklı ve tarafımızdan Karaz malzemesi üzerine
yapılan değerlendirmeye göre, siyah yüzlü ve omurgalı çanak formundaki kazıma
bezemeli malların en azından Doğu Anadolu’nun kuzey bölümünde Geç Tunç
Çağ boyunca varlık gösterdiği düşünülmektedir510. Ağrı-Iğdır bölgesinde
gerçekleştirilen yüzey araştırmaları da benzer keramiklerin var olduğunu ortaya
koymaktadır. Dolayısıyla Geç Tunç Çağ, Erken Demir Çağ’ın bir geçiş evresi
olmaktan çok Erken Tunç Çağ’lardan itibaren varolan bir geleneğin devamı
niteliğinde düşünülebilir. Nitekim Van bölgesindeki höyüklerden elde edilen
stratigrafi ETR tabakası ile Demir Çağ tabakası arasında herhangi bir kesinti
olmadığını ve ETR kültürü kalıntılarının Demir Çağ içlerine kadar devam ettiğini
ortaya koymaktadır. Zira S. Güneri, Karaz kültürünün M.Ö. 2. binyıl boyunca
varolduğunu ve Demir Çağ içlerine kadar devam ettiğini önererek daha geç
dönemde var olan Karaz kültürünü, “Geç Karaz Kültürü” olarak adlandırmıştır511.
Söz konusu devam yalnızca keramik kültürüne değil, aynı zamanda ocak
geleneğine de yansımıştır. Gerek Dilkaya’daki Erken Demir Çağ mezarında,
gerekse Elazığ-Kalecik’in Demir Çağ tabakasında saptanan at nalı biçimli ocaklar,
ETR kültürünün devamına dair önemli arkeolojik kanıtlar olarak karşımıza
çıkmaktadır512.
510
Omurgalı çanaklar genellikle Erken Demir Çağ’ın tipik kap formları arasında yer almaktadır.
Kazıma bezemeli örnekler ise her ne kadar Erken Demir Çağ’da uygulanan bir yöntem olarak
karşımıza çıksa da kanımızca bu tür kazıma bezemeli kaplar Erzurum bölgesinde özellikle Geç
Tunç Çağ buyunca hakim olmuştur. Nitekim bu tür kazıma bezemeli omurgalı çanaklar
Ermenistan’da Geç Tunç Çağ dönemine tarihlenmektedir.
511
Güneri 2005b: 15-72; Güneri 2006a: 21-36; Güneri 2006b: 411-422.
512
Çilingiroğlu 1997: 99.
513
Ancak son yıllarda gerçekleştirilen çalışmalarda Orta Tunç Çağı’nda da bu bölgede bazı
kalelerin varolduğu anlaşılmaktadır. Yılankalesi, Haydar Kalesi ve Yoğunhasan Kalesi bunlar
arasında sayılmaktadır (Özfırat 1999: 2, 7; Özfırat 2000: 198; Belli 2002: 121). Öte yandan gerek
Orta Tunç gerekse Geç Tunç Çağı’na tarihlenen kalelerde tarihleyici unsur olarak genellikle
150
Anadolu’daki araştırmalar Geç Tunç ve Erken Demir Çağları’nı birbirinden kesin
olarak ayıramadığı için her iki bölgedeki çalışmalarda bu iki dönem çoğunlukla
bir arada değerlendirilmiştir. Nitekim son yıllarda A. Özfırat tarafından
gerçekleştirilen yüzey araştırmaları sonucunda Segran Kalesi, Haydar Kalesi, Đt
Kalesi ve Siyahtaş Kalesi gibi kaleler “Geç Tunç/Erken Demir Çağ” kaleleri
olarak tanımlanmıştır514. Dolayısıyla “Geç Tunç/Erken Demir Çağ” olarak
tarihlendirilen verilerin, kesin veriler elde edilinceye kadar hem Geç Tunç Çağ,
hem de Erken Demir Çağ kategorisinde değerlendirilmesi zorunluluğu ortaya
çıkmaktadır.
Erken Demir Çağ’a gelindiğinde Doğu Anadolu’dan elde edilen arkeolojik veriler
Geç Tunç Çağ’a nazaran daha fazladır. Gerek yüzey araştırmalarıyla, gerekse
kazılarla elde edilen arkeolojik veriler höyüklerden, mezarlardan ve kalelerden
elde edilmektedir. Kazı ve yüzey araştırması çalışmaları sonucunda Doğu
Anadolu’da Erken Demir Çağ’la ilgili verilerin elde edildiği merkezleri kabaca 4
ayrı bölge içinde değerlendirebiliriz:
kalelerin mimari yapım tekniğinin ve keramik buluntuların göz önünde tutulduğunun altını
çizmekte yarar olacaktır.
514
Özfırat 1999: 5; Özfırat 2000: 195.
151
araştırması çalışmalarından elde edilmektedir. Bu bölgedeki en erken kazı
çalışmaları 1940’lı yıllarda H. Z. Koşay tarafından gerçekleştirilen çalışmalardır.
Özellikle bu bölge kapsamında incelediğimiz iller arasında en fazla çalışmanın
yapıldığı il Erzurum ilidir. Erzurum ili sınırları içinde Karaz, Pulur ve Güzeolva
adlı üç merkezde gerçekleştirilen kazı çalışmaları bölge arkeolojisi açısından
oldukça önem taşımaktadır. Erzurum Bölgesi’nin ilk arkeolojik kazısı olma
niteliğini de taşıyan Karaz Höyüğü’ndeki çalışmalar 1942 ve 1944 yıllarında
olmak üzere iki dönem gerçekleştirilmiştir. Đlk dönem çalışmalarını oluşturan
1942 yılı çalışmaları bir hafta süren sondaj çalışmalarından ibarettir. Đkinci dönem
çalışmaları ise 1944 yılının Temmuz ve Ekim ayları arasındaki üç aydan fazla
süren kazı çalışmalarından oluşmaktadır515. Erzurum’un 16 km. kuzeybatısında
yer alan Karaz Höyük, Koşay’ın belirttiğine göre 200 m. çapında ve 16 m.
yüksekliğindedir ancak höyükteki çalışmaları anlatan raporlara göre söz konusu
höyükte Erken Demir Çağ’a tarihlenen herhangi bir verinin olmadığı
anlaşılmaktadır. Zira 2006 yılının Mart ayında Erzurum Müzesi’ne yaptığım
ziyaret sırasında, Karaz malzemesini görme şansım olmuş ve söz konusu malzeme
içinde yivli keramik ya da Erken Demir Çağ’a tarihlenebilecek herhangi bir
keramik buluntusuna rastlanmamıştır. Dolayısıyla Karaz Höyük Erken Demir Çağ
verilerinin bulunmadığı bir merkez olarak karşımıza çıkmaktadır ve bu çalışmada
değerlendirme kapsamına alınmayacaktır.
Bölgede kazısı yapılan bir diğer merkez Pulur Höyük’tür. Pulur, Erzurum’un
yaklaşık 16 km. batısındaki Ilıca ilçesi sınırları içersinde yer almaktadır.
Bugünkü ismi Ömertepe olan ve yaklaşık 100 hanelik bir köyle iç içe kalan Pulur
Höyüğü yaklaşık 250x100 metre boyutlarındadır. 1960 yılında H. Z. Koşay
başkanlığında bir ekip tarafından kazılan Pulur’da yaklaşık iki ay süren bir
sezonluk kazı gerçekleştirilmiştir. Koşay’ın Pulur’daki çalışmaları A, B ve C
olmak üzere üç ayrı alanda yürütülmüştür516. Ancak kazı raporlarında Erken
Demir Çağ’a tarihlenen herhangi bir veriden bahsedilmemiştir. Sadece Geç Tunç
Çağ’a tarihlenen mezarların olduğu ifade edilmiş ve bu mezarlarla çağdaş
yerleşim katlarının höyükte olmadığı belirtilmiştir. Daha sonra 1986 yılında
515
Koşay ve Turfan 1959: 351.
516
Koşay-Vary 1964: Lev. III.
152
Erzurum bölgesinde yüzey araştırması yapan S. Güneri, Pulur malzemesini tekrar
değerlendirmiş ve C Mezarlığı’ndan ele geçen devetüyü rengindeki keramiklere
dayanarak bunları Erken Demir Çağ’a yaklaşık M.Ö. 1200 ila 1100 civarına
tarihlemiştir517. Nitekim daha sonra M. Işıklı tarafından Pulur Höyük’te yapılan
sondaj çalışmaları sonucunda, höyüğün kendisinde de Geç Tunç Çağ tabakasının
varolduğunu gösteren kanıtlar elde edilmiştir518. Daha sonra M. Işıklı ile birlikte
tekrar değerlendirdiğimiz Pulur’un kazı ve sondaj malzemesi içinde Erken Demir
Çağ’a tarihlenebilecek bazı kapların bulunduğu anlaşılmıştır. Söz konusu kapların
yalnızca bir tanesi yivli çanaktır519 ve pembemsi kahverenginde olan bu çanağın
mal özellikleri açısından koyu kahve, grimsi kahve ve gri tonlarının hakim olduğu
bu bölgenin diğer Erken Demir Çağ keramiklerinden oldukça farklı olduğu
anlaşılmaktadır. Nitekim bu farklılığından ötürü söz konusu kabın Erzurum
bölgesinin tipik mallarından olmadığı ve buraya güneyden Van Bölgesi’nden
taşınmış olabileceği önerilmiştir520.
153
yivli kapların mal özellikleri açısından grimsi kahverengi tonlarında olduğu
dikkati çekmiştir522.
1960’lı yıllarda bölgede gerçekleştirilen bir diğer kazı çalışması ise Kars’ta yer
alan Ani Harabeleri’nde yürütülmüştür. 1964 ve 1965 yıllarında K. Balkan
tarafından kazılan bu merkezin mezarlık alanında gerçekleştirilen kazı çalışmaları
sonucunda daha çok M.Ö. II. binyıl sonuna ve M.Ö. I. binyıl başına tarihlenen
mezarlar hakkında veriler elde edilmiştir523. Bu mezarlardan ele geçen siyah
astarlı, açkılı ve bazıları çark yapımı olan keramikler K. Balkan tarafından en
erken M.Ö. II. binyıl sonuna tarihlendirilmiştir. Ancak K. Balkan söz konusu
çalışmayla ilgili herhangi bir yayın yapmamış ve bu çalışmayla ilgili bilgiler
sadece M. Mellink tarafından kısa bir haber niteliğinde sunulmuştur524.
1960’lı yıllardan sonra bölgede uzun süre herhangi bir kazı çalışması
gerçekleşmemiştir. Bölgenin ilk sistemli kazı çalışmaları 1980’li yıllarda
başlamıştır. Bunlar içinde önemli bir yer tutan Sos Höyük, Erzurum ve Pasinler
Ovası arasında, Erzurum’un yaklaşık 24 km. kuzeydoğusunda, bugünkü Yiğittaşı
Köyü’nde bulunmaktadır. Aras Nehri’nin önemli kollarından biri olan Dere Suyu
Çayı, höyüğün yakınından geçmektedir525. Sos Höyük ilk olarak, H. Z. Koşay’ın
1950’li yıllarda Erzurum bölgesine yaptığı geziler sırasında tespit edilmiştir526.
Ancak ilk sistemli çalışma, 1987 yılında S. Güneri’nin Erzurum Müzesi
ortaklığıyla Sos Höyük’te gerçekleştirdiği kazı çalışmalarıdır. Toplam 4 açmada
522
Ayrıntılı bilgi için bakınız: Işıklı- Erdem (baskıda). Gerek Pulur’dan, gerekse Güzeolva’dan ele
geçen yivli kaplarla ilgili ayrıca bakınız: Güneri 1992: resim 22, 23.
523
Ayrıntılı bilgi için bakınız: K.Balkan, O. Sümer, “1965 Yılı Ani Kazıları Hakkında Kısa
Rapor”, Türk Arkeoloji Dergisi 14 (1967), 103-118.
524
Ayrıntılı bilgi için bakınız: M. Mellink, “Archaeology in Asia Minor” AJA 71, 1967: 165.
525
Sagona- Sagona- Özkorucuklu 1995: 196.
526
Koşay’ın tespiti, Sos Höyüğün yerini harita üzerinde işaretlemekten öte gitmemiştir. Ayrıntılı
bilgi için bakınız: H. Z. Koşay ve K. Turfan, “Erzurum-Karaz Kazısı Raporu”, Belleten 23, 1959:
349-413.
154
gerçekleştirilen kazı çalışmalarına göre Güneri, Sos Höyük’te toplam 3 tabaka
tespit etmiştir527:
Erken Demir Çağ’a tarihlenen III. tabakaya dair yalnızca keramik değil, aynı
zamanda mimari verilerin de tespit edildiği belirtilmektedir. Buna göre, bu
tabakada kerpiç duvarlı, tabanları sıvalı 2 adet mekanın varlığından söz
edilmektedir. Ancak içindeki buluntularla ilgili detaylı bir bilgi verilmemiş,
yalnızca mekan içinden çok sayıda keramik parçası elde geçtiği ifade edilmiştir528.
Sos III olarak adlandırılan ve M.Ö. 12. yüzyıla tarihlendirilen529 Erken Demir Çağ
tabakasına dair keramikler Güneri tarafından detaylı olarak çalışılmış ve
yayınlanmıştır. Buna göre, keramiklerin çoğunun profil vermediğini belirten
Güneri, yalnızca profil veren örneklerin tümünü değerlendirmiş ve bunlar arasında
kaidesi delik olan çömleklerin Güney Kafkasya’da Erken Demir Çağ’ın tipik
çömlekleri arasında yer aldığını ifade etmiştir530.
527
Güneri 2002a: 6.
528
Güneri 2002a: 6.
529
Güneri 1999: 59.
530
Güneri 2002a: 8-9.
531
Sagona- Erkmen- Sagona- Howell 1997: 181.
532
Sagona- Sagona 2003: 104; Sagona 1999: 153.
155
Sos Höyük Tabakalanması
Sagona’nın tespit ettiği tabakalanmaya göre, Sos Höyük’te Erken Demir Çağ’a
tarihlenen tabaka IIA olarak adlandırılmış ve söz konusu tabaka M.Ö. 1000-
800/750 yılları arasına tarihlendirilmiştir. Erken Demir Çağ’a tarihlenen
tabakadan elde edilen veriler, en iyi J14, L16 ve M15 açmalarında korunmuştur.
Bunlardan biri olan J14 açmasının batısında, bir mekana ait olabilecek kalın sıvalı
156
bir taban ortaya çıkarılmış ve bu taban, radyokarbon tarihlere dayanarak Erken
Demir Çağ’ın başlangıcına tarihlenmiştir533. Bu tabakadan ele geçen keramikler
içinde siyah hamurlu, siyah yüzeyli ve bazen de açkılı özellikler gösteren
omurgalı çanaklar ve akıtacaklı çömlekler yer almaktadır534. Ancak bunlar
arasında yivli keramiğe dair herhangi bir verinin ele geçmemiş olması dikkat
çekicidir. Nitekim Sagona tarafından ayrılan Erken Demir Çağ malzemesini
Erzurum Müzesi’nde görme şansımız olmuş535 ve yapılan incelemeye göre Sos
höyüğün Erken Demir Çağ keramikleri içinde sadece bir adet yivli keramiğin
bulunduğu belirlenmiştir. Kahverengi hamurlu ve hamur renginde astarlı olan bu
kabın çanak formunda olduğu gözlenmiştir (Lev. CLVIIIa).
Erzurum bölgesinde Erken Demir Çağ verilerinin ele geçtiği bir diğer kazı yeri
Bulamaç Höyük’tür. Erzurum- Kars yolunun 30. kilometresindeki Hasankale’ye
bağlı Müceldi Köyü’nün 1 km. doğusunda bulunan Bulamaç höyük, Erzurum
Ovası’nın doğu ucunda yer almaktadır536. Yaklaşık 50x150x15 m. ölçülerindeki
bu höyük 2001-2003 yılları arasında S. Güneri tarafından kazılmıştır. Kazı
çalışmaları sonucunda “Bulamaç I” ve “Bulamaç II” olmak üzere iki tabaka tespit
edilmiş ve II. tabakanın, Güneri’nin tanımladığı Sos III verileriyle benzediği
belirtilmiştir537. Erken Demir Çağ’a tarihlenen Bulamaç II’den elde edilen
keramik verileri üzerine yapılan çalışma sonucunda Güneri çok çeşitli mal
gruplarının varolduğunu ifade etmiştir. Bunları ilk önce 12 gruba538, daha sonra 8
gruba539, en son olarak da 5 mal grubuna ayırmıştır540. Söz konusu mal gruplarının
genel karakteri dikkate alındığında keramik türlerinin hemen hemen tümünün
çeşitli derecelerde ama mutlaka perdahlı olduğu ancak fırınlanma koşullarının çok
iyi olmadığı ve genellikle el yapımı olduğu belirtilmiştir. Ayrıca Sos III’ten
bilinen siyah yüzlü kaplar ile gri-siyah veya kırmızı-gri-siyah alacalı kapların
533
Bu tabanın üzerinde hasır, spiral örgülü bir sepet ve ip kalıntıları gibi karbon örnekleri ele
geçmiştir (Beta-74451). Sagona- Sagona 2000: 67; Sagona 1999: 157.
534
Sagona- Erkmen- Sagona 1996: 139.
535
Sos Höyük’ten ele geçen Erken Demir Çağ malzemesini görme şansını veren A. Sagona’ya
çok teşekkür ederim.
536
Güneri- Erkmen- Gönültaş 2003: 250; Güneri 2005a: 99; Güneri 2006a: 413.
537
Güneri 2005a: 101.
538
Güneri- Erkmen- Gönültaş 2003: 251.
539
Güneri 2005a: 102-106.
540
Güneri 2006: 415-416.
157
yakın benzerlerinin Bulamaç Höyük’te çok sayıda bulunduğu da ifade
edilmiştir541. Güneri’nin yaptığı bu çalışmada, Bulamaç höyüğün Erken Demir
Çağ tabakasından elde edilen keramikler arasında yivli keramiğin ele geçmemiş
olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim söz konusu tabakanın keramiklerine dair yapılan
yayınlarda, yivli keramiğe dair herhangi bir ifade veya çizimin bulunmadığı
dikkati çekmektedir. Dolayısıyla, Bulamaç Höyük her ne kadar bir Erken Demir
Çağ merkezi olarak tanımlansa da, yivli keramiğin bu merkezde bulunmamış
olmasının altını çizmek gerekmektedir. Güneri bu tabakadan ele geçen keramikler
üzerine yaptığı çalışma sonucu Bulamaç II tabakasını M.Ö. 10. ve 8. yüzyıllar
arasına tarihlemektedir542.
541
Güneri 2005a: 102-106.
542
Güneri 2006a: 417.
543
Güneri 1988: 49.
544
Güneri 1988: 51-55.
545
Güneri 1992: resim 5/15, 5/16.
158
köyü civarında da araştırmalar yapan Güneri, her iki bölgeden topladığı
keramikleri araştırmaların azlığı nedeniyle sınıflamada ve tarihlendirmede zorluk
çektiğini açıkça ifade etmekle birlikte bunları yine kabaca M.Ö. 2. bin yılın ikinci
yarısına tarihlemektedir546.
546
Güneri 1992: 162.
547
Güneri 2002a: 12.
548
Güneri 2002a: 12.
549
Güneri 2002a: 13, 24.
159
olarak tanımladığı iki ayrı mal grubunu içerdiği belirtilmiştir. Bunların Cinis,
Pulur, Karaz, Şirinkale, Sos III ve Uzunahmet gibi merkezlerde ele geçtiği
rapor edilmiştir. Bunlar arasında toplam 8 parça yivli keramiğe ait çizim yayına
eklenmiştir550.
160
tarihlenen keramiklerin ele geçtiği iki merkezden bahsetmiştir. Bunlardan biri
Erzincan’ın Çayırlı ilçesinin 10 km. kuzeydoğusunda yer alan Harami Dere
Yerleşmesi, diğeri ise Erzurum’un 25 km. batısında bulunan Çiğdemli
Höyük’tür. Bunlardan Haramidere yerleşmesine ait keramik çizimleri arasında
yivli keramiklerin bulunmadığı anlaşılmaktadır555. A. Ceylan’nın son olarak 2001
yılında gerçekleştirdiği yüzey araştırması ise Erzurum, Erzincan ve Kars illerini
kapsamaktadır. Söz konusu illerde Demir Çağ’a tarihlenen çok sayıda merkezden
ve kaleden bahsedilmiş olmasına rağmen, bunların Demir Çağ’ın hangi evresine
tarihlendiği konusunda bir bilgi verilmemiştir. Nitekim söz konusu Demir Çağ
merkezlerinden elde edilen keramikler hakında da detaylı bir bilgi
556
verilmemiştir . Ayrıca Erzurum, Erzincan ve Kars illerini kapsayan çalışmasının
daha sonra genel değerlendirmesini de yapan Ceylan, söz konusu illerde tespit
ettiği merkezleri “Demir Çağ” olarak tanımlamış ve bunların Demir Çağ’ın hangi
evresi olduğu konusunda herhangi bir öneride bulunmamıştır557. 2005 yılı
araştırma sezonunda ise Erzurum’un Đspir ilçesinde yer alan Laleli Kalesi’nin
Erken Demir Çağ kalesi, Kars’ta tespit ettiği Budakveren yerleşmesinin ise bir
Erken Demir Çağ yerleşmesi ve mezarlık alanı olduğunu belirtmiş ancak bu
merkezlerden elde edilen keramikler hakkında detaylı bir bilgi vermemiştir558.
2006 yılında ise yine Erzurum ilinin Şenkaya ilçesindeki Puruttepe Kalesi’nden
ele geçen keramiklerin Geç Kalkolitikten Orta Demir Çağ’a kadar çeşitlilik
gösterdiğini ifade etmiştir559. Yine Erzurum’daki Köprüköy Kaptır Kalesi’nin
de Erken ve Orta Demir Çağ, Kars’ın Kağızman ilçesindeki Kızlar Kalesi’nin ise
Erken Demir Çağ özelliği yansıttığını dile getirmiştir560.
555
Ceylan 2008: 77.
556
Ceylan 2003: 311-324; Ceylan 2008: 77.
557
Ceylan 2005: 21-27.
558
Ceylan 2007: 167-168, 170.
559
Ceylan- Bingöl- Topaloğlu 2008: 135.
560
Ceylan- Bingöl- Topaloğlu 2008: 136, 137.
561
Ceylan 2008: 25-29.
161
Erzurum ilindeki merkezler: Pulur Höyük, Köprüköy Kaptır Kalesii Top Mezar
Höyük, Pasinler Kalesi, Laleli Kalesi, Puruttepe Kalesi
Ancak bahsi geçen merkezlerden ele geçen keramiklerle ilgili kapsamlı bir
değerlendirme yapılmamıştır. Dolayısıyla yukarıda listelenen merkezlerden
toplanan keramikler arasında yivli keramiklerin ele geçip geçmediği konusunda
herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
562
Proje çalışanlarından Atila Türker ile kişisel görüşme. Kendisine verdiği bilgilerden ötürü
teşekkürü bir borç bilirim.
563
Şenyurt 2006: 16.
564
Şenyurt 2006: 36.
162
edilmiş ve bu yerleşimin geçici veya mevsimlik bir yerleşim olabileceği
önerilmiştir565. Söz konusu merkezden ele geçen keramiklerin kapsamlı bir
şekilde değerlendirildiği ve bunlar arasında yivli keramiklerin de yer aldığı
görülmektedir566. Söz konusu yivli keramiklerin kahve, kırmızımsı kahve, grimsi
devetüyü ve kırmızı astarlı oldukları ifade edilmiştir567.
565
Şenyurt 2006: 36.
566
Şenyurt 2006: Res. 39/1, 4-6; Res. 40/5-6; Res. 55/3.
567
Şenyurt 2006: 161, 162, 192.
568
Karaosmanoğlu- Işıklı- Can 2004: 305.
569
Koçhan, Karaosmanoğlu, Can 2005: 6-7.
570
Işıklı-Can 2008: 162-163.
571
Işıklı-Erdem (baskıda).
163
Sonuç olarak Erzurum- Kars bölgesi olarak adlandırdığımız bölgedeki çalışmalar,
Erken Demir Çağ verilerinin sağlamlıktan uzak bir nitelikte olduğunu ortaya
koymaktadır. Bölgedeki çalışmalar sağlam mimarisi olmayan bir Erken Demir
Çağ tabakasının varlığını göstermektedir. Bu tabakalardan elde edilen keramik
kanıtları, bunların çoğunlukla siyah ve gri tonlarında omurgalı çanak veya kase
formundan oluştuğunu açıkça ortaya koymaktadır. Ancak aynı zamanda kahve,
pembemsi kahve ve kiremit tonlarında keramiklerin varolduğu da göz ardı
edilmemelidir. Nitekim bölgedeki parmakla sayılacak kadar az sayıdaki yivli
keramiklerin bir kısmı bu tür kahverengi tonlarındaki mallara aittir. Erzurum-
Kars bölgesindeki Erken Demir Çağ merkezleri içinde, sistemli ve uzun süreli bir
kazı olmasından ötürü en önemlisi Sos Höyük’tür. Ayrıca söz konusu höyük,
bölgenin Erken Demir Çağına dair radyokarbon tarihlerinin elde edildiği tek
merkezdir. Buna göre Sos Höyüğün Erken Demir Çağ tabakası M.Ö. 1000-800
yılları arasına tarihlenmektedir572.
Sos Höyük her ne kadar bu bölge içinde yer alan önemli merkezler arasında
sayılsa da, son yıllarda kazılmaya başlayan Bulamaç Höyük de bölge
arkeolojisine önemli katkılar sağlayan merkezlerden biridir. Özellikle Erken
Demir Çağ süreciyle ilgili keramik bulgularının ele geçtiği bir merkez olan
Bulamaç Höyük, bölgenin Erken Demir Çağ arkeolojisi açısından oldukça
önemlidir. Nitekim Bulamaç Höyük kazısının başkanı S. Güneri, Erzurum ve Kars
bölgesinin Erken Demir Çağı ve bu çağın keramik bulguları üzerine detaylı
çalışmalar yapan tek bilim adamı olarak karşımıza çıkmaktadır. Güneri, yaptığı
çalışmalarla, bölgenin Erken Demir Çağ’ını değerlendirmiş ve bu dönemde
bölgede varolan kültürel sürece dair çeşitli önerilerde bulunmuştur.
Araştırmalarının esas amacının bölgenin M.Ö. 2. binyıldaki sürecini aydınlatmak
olduğunu belirten Güneri, M.Ö. 2. binyılın ilk yarısında Hitit kaynaklarında
Hayasa olarak geçen krallığa ve daha sonra da M.Ö. 2. binyılın ikinci yarısında
Asur yazılı kaynaklarında Diauehi olarak bahsedilen krallığa ait izleri arama
üzerine yoğunlaşmıştır573. Buna göre Güneri, 1940’lı yıllarda K. Kökten’in bu
malzemeyi Orta Anadolu yani Hitit ile ilişkilendirmesini destekleyerek, bu
572
Sagona- Sagona 2003: 104; Sagona 1999: 153.
573
Güneri 2006: 3.
164
malzemenin Urartu’dan çok farklı ve biçim bakımından Hitit keramiğine çok
benzediğini ortaya koymuştur574. Ancak daha sonraki çalışmalarında M.Ö. 2.
binyılın ikinci yarısına ait malzemenin Transkafkasya ve Kuzeybatı Đran’daki Geç
Tunç Çağ-Erken Demir Çağ merkezlerinden ele geçen keramiklerle benzediğini
ifade etmiştir575. Hatta daha da ileri giderek bu dönemde bölgedeki keramiklerin
Orta Asya etkili olduğunu da açıkça ifade etmiş ve özellikle yivli keramiklerin
Transkafkasya ve Orta Asya’da birçok merkezde tespit edildiğini vurgulamıştır576.
Öte yandan dikkati çeken bir diğer önemli nokta, Erzurum- Kars bölgesindeki
mevcut Erken Demir Çağ merkezlerinin çoğunun höyük karakterinde olmasıdır.
Bölgede yalnızca Uzunahmet ve Şirinkale gibi Urartu kalelerinin Erken Demir
Çağ’dan itibaren kullanıldığına dair Güneri’nin önerisi vardır ancak bu iki örnek
bile Van Gölü çevresi dikkate alındığında bölgenin karakterini etkileyecek sayıda
değildir. Özellikle daha sonra bahsedilecek olan Van Gölü çevresindeki merkezler
göz önüne alındığında buradaki merkezlerin Erzurum- Kars bölgesindekilerin
aksine çoğunlukla mezarlık alanı veya kalelerden oluştuğu gözlenmektedir.
Van bölgesindeki ilk kazılar 1939 yılında Van Kalesi Höyük’te Kirsopp ve Silva
Lake tarafından gerçekleştirilen kazılardır. Van Kalesi’nin 70 m. kadar kuzeyinde,
doğu-batı yünündeki alçak tepeliğin aslında bir höyük olduğu bu kazılarla
anlaşılmıştır. Özellikle bölgenin prehistorik dönemleri ile Urartu dönemi
arasındaki boşluğunu kapatmak amacıyla başlatılan çalışmalar, höyüğün ortasında
sondaj çukuru şeklinde gerçekleştirilmiştir. Ele geçen keramikler arasında modern
ve Orta Çağ keramikleri yanında “Vannic sherds” olarak adlandırdıkları kırmızı
perdahlı Urartu keramiği ve “pre-Vannic” olarak adlandırdıkları Erken Tunç Çağ
keramikleri yer almaktadır577. Söz konusu höyük, daha sonra 1956 yılında C.
574
Güneri 1988: 52.
575
Güneri 1992: 155.
576
Güneri 2006: 49.
577
Korfmann 1982: 195-196.
165
Burney tarafından Van Kalesi Höyük olarak tanımlanmıştır578. 1959 yılında ise A.
Erzen, E. Bilgiç, Y. Boysal ve B. Öğün tarafından gerçekleştirilen yüzey
araştırması sonucunda söz konusu höyük önemli bir yerleşim alanı olarak
tanımlanmış ve 1963 yılında aynı ekip tarafından kazılmıştır. Nitekim höyüğün
batı ucunda gerçekleştirilen ve muhtemelen öncelikli hedefin Urartu dönemi
mezarlarının ortaya çıkarılması olan kazı çalışmalarının sonucunda 2.30 m.
derinlikte Urartu temelleri ve keramik parçalarına rastlandığı belirtilmiştir579.
Van Kalesi Höyük’teki çalışmalar sonucu elde edilen sınırlı bilgileri daha geniş
kapsamlı hale getirmek için 1989 ve 1990 yıllarında T. Tarhan ve V. Sevin
başkanlığında yeni dönem kazı çalışmaları gerçekleştirilmiştir580. Ölçüleri kuzey-
güney doğrultusunda 70 m., doğu batı yönünde 1 km. ve 7 m. yüksekliğinde olan
höyükteki bu çalışmalar L9 ve L10 açmalarında gerçekleştirilmiştir. Buna göre
höyüğün üzerinde yaklaşık 1.70 m. derinlikte bir mezarlığın varolduğu ve söz
konusu mezarlığın Erken Tunç Çağ’dan Osmanlı dönemine kadar kullanıldığı
ortaya konmuştur. M.Ö. 3. binyılda Erken Tunç Çağ’dan itibaren iskan edilen Van
Kalesi Höyük’te, M.Ö. 2. binyıla ait çanak çömlek parçaları höyüğün stratigrafisi
hakkında fikir vermektedir581. 1989 yılında açılan L10 açması verileri Urartu
dönemi yapı katlarını içermektedir582. 1990 yılında açılan L9 açmasının öncelikli
hedefi ise L10 açmasında ortaya çıkarılan Urartu yapı kompleksinin kuzey
uzantısını tespit etmektir. Kazılar sonucunda 1.74 m. derinlikte yine daha önceki
açmada tespit edilen mezarlık ortaya çıkarılmış, bunun altında ise Urartu yapı katı
tespit edilmiştir583.
Gerek L9, gerekse L10 açmalarında tespit edilen mezarlara göre, mezarlık
alanının 5 evreli olduğu anlaşılmıştır. Bunlardan ilk 3 evre Đslami döneme
tarihlenmektedir. 4. evre mezarlarının ise ne tipolojik, ne de kronolojik bakımdan
homojenlik göstermediği belirtilmiştir. 4. evre mezarları Urartu dönemine
tarihlenirken, 5. evre mezarları Urartu sonrasına yani Med-Akhamenid-Pers
578
Burney 1958: 178; Russel 1980: 126.
579
Erzen- Bilgiç- Boysal- Öğün 1961: 20; Tarhan- Sevin 1992: 1084; Tarhan 2000: 198.
580
Sevin 1994: 221.
581
Sevin 1994: 221; Tarhan 2000: 199.
582
Tarhan- Sevin 1991: 435-436.
583
Tarhan- Sevin 1992: 1085.
166
dönemlerine tarihlendirilmiştir584. Dolayısıyla höyük üzerindeki açmalarda
gerçekleştirilen kazılarda Erken Demir Çağ’a dair herhangi bir veri elde
edilememiştir. Ancak yine 1990 yılında höyüğün güneybatı ucunda açılan bir
sondaj açmasında, bir çöp çukuru tespit edilmiş ve söz konusu çukurdan
pembemsi devetüyü hamurlu ve hamur renginde astarlı yivli keramikler ele
geçmiştir. Nitekim söz konusu malzeme, Tarhan tarafından Uruadri ve Nairi
beylikleri dönemiyle ilişkilendirilerek M.Ö. 12. ve 9. yüzyıllar arasına tarihlenmiş
ve toplam 10 parça yivli keramik çizimi yayınlanmıştır585 . Söz konusu keramikler
daha sonraki bölümde detaylı olarak ele alınacaktır.
Van Gölü çevresindeki Erken Demir Çağı’na ait kazısı yapılan ilk nekropol Ernis
(Ünseli)-Evditepe nekropolüdür. Ernis (Ünseli) köyü bugünkü Van kentinin 80
km. kuzeyinde ve Erciş ilçesinin 18 km. doğusunda yer almaktadır. Evditepe
olarak adlandırılan mezarlık alanı Van Gölü ile Ernis köyü arasındaki geniş bir
alana yayılmaktadır. Ancak Van-Erciş karayolunun yapımı sırasında söz konusu
mezarlık alanı ikiye bölünmüş ve mezarların büyük bir kısmını tahrip
edilmiştir586.
Ernis-Evditepe Mezarlığı ilk kez 1935 yılında halkın yaptığı kaçak kazılar
sonucunda taş sandık mezarlardan ele geçen 30 kadar pişmiş toprak kabın Van
Müzesi’ne getirilmesi ile arkeoloji literatürüne adını duyurmuştur. Daha sonra
1959 ve 1962 yılları arasında bölgede araştırmalarda bulunan Đstanbul
Üniversitesi’nden A. Erzen ve Ankara Üniversitesi’nden E. Bilgiç başkanlığında
kazılan Ernis’te Evditepe ve Alacahan olmak üzere toplam iki adet nekropolün
varolduğu anlaşılmıştır587. Soyulmamış mezarlarda 1962-1964 yılları arasında
yapılan kazılarda ele geçen 236 kadar çanak çömlek, Urartu öncesi döneme
tarihlenmiştir. Ancak bunlardan Alacahan mezarlığının, Evditepe’ye göre biraz
daha erkene tarihlendiği ortaya konmuştur588.
584
Tarhan- Sevin 1992: 1088-1089; Sevin 1994: 221; Tarhan 2005: 129.
585
Tarhan- Sevin 1992: 1090, resim 18; Sevin 1994: 222, fig 21/4; Tarhan 2005: 131.
586
Belli 2000: 175.
587
Erzen- Bilgiç- Boysal- Öğün 1964: 20.
588
Sevin 1996a: 440 (dipnot 3).
167
1962 ve 1964 yılları arasında gerçekleştirilen kazı çalışmaları sırasında Ernis
Evditepe’de 100 kadar mezar kazılmıştır. Mezar mimarisi hakkında ayrıntılı bilgi
ve plan olmamakla birlikte bu mezarların klasik Urartu mezarlarından farklı
olduğu anlaşılmaktadır589. 1984 yılında, Van Müzesi’nde bulunan Ernis kaplarının
bir kısmı ilk kez A. Çilingiroğlu tarafından çalışılmış ve söz konusu malzemenin
M.Ö. 2. binyıla tarihlenebileceğini önermiştir590. 1987 yılında ise V. Sevin söz
konusu malzemenin tümünü değerlendirmiş ve bunları başlıca iki ana gruba
ayırmıştır. Bunlardan ilkinin kimi zaman kazıma bezemeli olan yivli çanak ve
çömleklerden, diğerinin ise ağız kenarları dışa çekik omurgalı çanaklardan ve
yonca ağızlı testilerden oluştuğunu belirtmiştir. Buna göre ilk grubu Erken Demir
Çağ’a, ikinci grubu ise Orta Demir Çağ’a yani Urartu dönemine tarihlemiştir591.
A. Erzen’in kazı günlüğüne ait notlarını da değerlendiren Sevin, Ernis-
Evditepe’de iki farklı mezar türünün bulunduğu belirtmiştir. Bunlardan ilk gruba
giren mezarlar oval planlı olup, oda mezar türündedir. Duvarlar iri taşlardan
bindirme tekniğinde yapılmıştır ve üst kısmı ağır kapak taşları ile kapatılmıştır.
Ön girişsiz (dromossuz) olduğu anlaşılan mezarlara giriş baş taraftadır ve
mezarların içinde klasik Urartu mezarlarından bildiğimiz nişler bulunmamaktadır.
Tipik aile mezarı niteliğinde olan her bir mezara yaklaşık 15-20 kadar kişinin
gömüldüğü saptanmıştır592. Đlk grup mezarlardan ele geçen 200 civarındaki kabı
değerlendiren Sevin, bunların büyük bölümünün siyah ve kırmızı renkte olduğunu
ve çoğunlukla açkılı olduğunu belirtmiştir. Kazıma bezemeli kaplar ve gövde
üzerinde memeciklerin yaygın olduğu kaplar üzerinde yivlerin de bulunduğu ifade
edilmiştir593. Ayrıca daha sonra Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde bulunan
malzemeyi yeniden değerlendiren Sevin, en yaygın kap formunun içe çekik ağız
kenarlı, oluk bezemeli ve dikey ip delikli tutamağı olan çanaklar olduğunu
belirtmiştir594. Ernis- Evditepe mezarlarından çanak çömlek buluntuları dışında
demirden yapılmış çeşitli eşya, takı ve silahların ele geçtiği bilinmektedir. 40’tan
fazla demir eser arasında, 6 adet hançer, 7 adet gözlü iğne, 6 adet bilezik, 2 adet
589
Sevin 2004b: 359.
590
Çilingiroğlu 1984b: 28.
591
Sevin 1996a: 441-443.
592
Çilingiroğlu 1984b: 27; Sevin 1987b: 36; Belli 2000: 176.
593
Sevin 1987b: 37.
594
Sevin 1996a: 441; Sevin 2004b: 360.
168
yüzük, 1 adet sap delikli balta ve çok sayıda topuz başı yer almaktadır. Bronzdan
yapılmış eserler ise yok denecek kadar azdır ve yalnızca 1 adet bronz bilezik ve
yüzük ortaya çıkarılmıştır595.
Ernis- Evditepe’nin ikinci mezar türünü ise dromoslu mezarlar oluşturur. Bu türde
yalnızca bir ya da iki mezar saptandığı belirtilmiştir. Yapım tekniği açısından ilk
türe giren mezarlara benzeyen bu mezarlar sözde-kemerlidir ve üzeri kapak taşlı
bir tavana sahiptir. Bu gruptaki mezarlardan ele geçen buluntular arasında ilk grup
mezarlardakinin aksine demirden eserlere rastlanmamıştır. Kazı notlarında bu
mezar türüne giren iki mezarda 15 ve 16 olmak üzere toplam 31 adet kap ortaya
çıkarıldığı bunların tümünün siyah renkli kaplardan oluştuğu ifade edilmiştir596.
Đkinci grup mezarları tarihlemenin zor olduğunu belirten Sevin, bunların ilk grup
mezarlardan biraz daha geç bir döneme tarihlenebileceğini önermiştir597.
1998 yılından itibaren bölgede geniş çaplı çalışmalara başlayan O. Belli, Ernis-
Evditepe’de bir ön çalışma gerçekleştirmiş ve buna göre Evditepe’nin yalnızca
mezarlık alanından ibaret olmadığını, aynı zamanda bir de kalesi olduğunu tespit
etmiştir598. Andezitten inşa edilen ve fazla yüksek olamayan kayalık bir tepe
üzerinde bulunan kalenin iri andezit taşlarının dış yüzeylerinin kabaca da olsa
düzeltildikleri belirtilmiştir. Ancak Belli, taşların köşeleri ve birleşme yerleri
arasında büyük boşlukların olduğunu ve bu tür duvar örgüsünün Urartu kralı
Đşpuini (M.Ö. 830-810) tarafından yaptırılan ve erken döneme tarihlenen Aşağı
Zivistan Kalesi’nin kiklopik duvarlarıyla benzerlik gösterdiğini ifade etmiştir599.
Ayrıca kalenin dik biten batı kesimine de herhangi bir savunma duvarının inşa
edilmemiş olduğuna da dikkat çeken Belli, bu geleneğin Nahçıvan ve Doğu
Anadolu bölgesindeki Geç Tunç ve Erken Demir Çağı’na tarihlenen kalelerde
uygulanan bir özellik olduğunu ifade etmiştir600. Nitekim Belli, mezarlardan ele
geçen takı ve silahlardan yola çıkarak bu merkezi M.Ö. 11. yüzyılın sonuna ve 10.
yüzyılın başına tarihlemiş ve bunların bu dönemde bölgede varolduğu bilinen
595
Sevin 1987b: 38; Belli 2000: 179.
596
Sevin 1987b: 40.
597
Sevin 1987b: 41.
598
Belli 2000: 176.
599
Belli 2000: 176.
600
Belli 2000: 177.
169
Nairi ve Uruadri beyliklerine ait olabileceğini önermiştir. Hatta daha da ileri
giderek Ernis’in bölgenin Erken Demir Çağ kale ve nekropolleri arasında en
büyük ve en görkemli merkez olduğunu ileri sürmüştür601.
Ernis’teki bir diğer mezarlık ise yukarıda da belirtildiği gibi Evditepe’nin biraz
batısında yer alan Alacahan’dır. Alacahan mezarlarının taş sandık mezarlar ve
dromoslu oda mezarlar olmak üzere iki grupta olduğu belirtilmiştir. Burada
toplam 6 adet mezar açılıp incelenmiştir. Taş sandık mezarlar grubuna giren 3
mezarda toplam 10 adet kap ortaya çıkarılmış ve bunların siyah ve kırmızı
tonlarında olduğu belirtilmiştir. Bu kaplardan kırmızı olanlardan biri üzerinde
kazıma bezemenin ve 3 sıra yivin bulunduğu ifade edilmiştir603. Alacahan
kazısından elde edilen verilere göre Erzen, Alacahan mezarlarının Evditepe
mezarlarından daha erken bir tarihe ait olabileceğini önermiştir604. Sonuç olarak
gerek Evditepe, gerekse Alacahan mezarlarından elde edilen veriler söz konusu
mezarların Urartu öncesi döneme tarihlendiği ve ele geçen keramikler arasında
yivli keramiklerin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bugün Van Müzesi’nde bulunan
Ernis malzemesi tarafımızdan görülmüş ve söz konusu malzeme içinde bulunan
yivli keramikleri çalışma şansımız olmuştur (Lev. LXIX-LXXIV).
Van bölgesindeki bir diğer merkez Dilkaya Höyük’tür. Bölgenin ilk sistemli
kazısı olan ve 1984-1991 yılları arasında A. Çilingiroğlu başkanlığında kazılan
höyük, Van’ın 33 km. güneybatısında bulunan Dilkaya Köyü’nde yer almaktadır.
Van Gölü’nün kıyısında yer alan höyük, 250x150 m. ölçülerindedir605. Höyük ve
601
Belli 2000: 180.
602
Sevin 2004b: 360.
603
Sevin 1987b: 41.
604
Sevin 1987b: 41.
605
Çilingiroğlu 1988a: 229; Çilingiroğlu 1991a: 271.
170
mezarlık alanında yürütülen çalışmalar sonucunda Dilkaya yerleşiminde toplam 6
tabaka tespit edilmiştir606. Bunlar şu şekildedir:
(Urartu)
III Erken Demir Çağ M.Ö. 1100- 800 Höyük- Mezarlık
(geç)
(Urartu Beylikler)
ARA Höyük
IV Erken Tunç Çağı III M.Ö. 1600- 1400/1300 Höyük
(geç)
V Erken Tunç Çağı M.Ö. 1900- 1600 Höyük
(ETR III)
VIA Erken Tunç Çağı II M.Ö. 2600- 1900 Höyük
(geç)
(ETR II)
Erken Tunç Çağlar’dan itibaren Orta Çağ’a kadar yerleşim gören Dilkaya
Höyük’teki Demir Çağ mimarisi genellikle M6, M7, N6 ve N7 açmalarında ve
kuzey yamaçta yer alan L6 ve L7 açmalarında incelenebilmiştir. Orta Çağ
tabakası tarafından büyük oranda tahrip edilmiş olan Demir Çağ tabakası hemen
606
Çilingiroğlu 1993: 487, resim 11.
607
Çilingiroğlu 1993: 487.
171
hemen tümüyle Orta Demir Çağ’a tarihlenmektedir608. Ancak bazı alanlarda
Erken Demir Çağ’a tarihlenebilecek mimari kalıntılar da tespit edilmiştir.
Bunlardan biri N6 açmasında ortaya çıkarılan doğu-batı yönlü bir duvarın altında
tespit edilen başka bir duvardır. Bu iki duvar arasında ince bir yangın tabakası
bulunmaktadır. Altta olan ve Erken Demir Çağ’a tarihlenen duvarın M6
açmasındaki tabanı taş döşeli alanla ilişkili olduğu tespit edilmiştir. M6 ve N7
plankarelerinde de Erken Demir Çağ’a tarihlenen duvar kalıntıları ortaya
çıkarılmıştır. Nitekim tüm bu açmalarda gerçekleştirilen çalışmalarda hem Erken
Demir Çağ, hem de Urartu kapları bir arada ele geçmiştir. Erken Demir Çağ’a
tarihlenen keramikler arasında yivli keramikler önemli bir grup
609
oluşturmaktadır .
1- Sandık Mezarlar
2- Basit toprak mezarlar (kum mezarlar)
3- Oda mezarlar
4- Urneler
Basit toprak mezarlar ve urneler her ne kadar yalnızca Urartu dönemine tarihlense
de, sandık mezarlardan ve oda mezarlardan ele geçen buluntular bu mezarların
aynı zamanda Erken Demir Çağ’da da kullanıldığını göstermiştir. Tespit edilen
sandık mezarlarda hem kremasyon, hem de inhumasyon gömülerin yapıldığı
anlaşılmıştır. Bunların bazılarından Erken Demir Çağ’a tarihlenebilecek
608
Çilingiroğlu 1993: 472.
609
Sağlamtimur 1994: 71-73. Ayrıca Dilkaya’dan ele geçen tüm Demir Çağ keramikleriyle ilgili
ayrıntılı bilgi için aynı esere bakınız.
610
Çilingiroğlu 1988a: 233.
611
Çilingiroğlu 1991a: 272-273.
172
keramikler ele geçmiştir. Ayrıca yine sandık mezarların içine 1’den fazla gömü
yapıldığı da tespit edilmiştir. Örneğin I.1 (88) no’lu sandık mezara 2 adet, I.1 (84)
nol’lu sandık mezara ise 8 adet bireyin gömüldüğü ortaya çıkarılmıştır612.
Dilkaya’da saptanan oda mezarlar ise yalnızca 2 adettir. Oda mezarlardan
birincisi, dromoslu olup 2.40x4.60 m. boyutlarındadır. Bu mezarın içinde 11
bireye ait iskelet bulunmuştur. Bu mezar içinde dağınık durumda ele geçen çanak
çömlekler Erken Demir Çağ’a tarihlenmiştir. 1986 yılında bulunan ikinci oda
mezar ise birincisinden daha küçük boyutludur. Dromossuz olan bu mezarın
içinden 30’a yakın bireye ait kemik ele geçmiştir. Mezarda bulunan tunç
bilezikler, demir asa başı, taş boncuklar ve çanak çömlek parçalarına göre bu
mezarın Erken Demir Çağ’dan Orta Demir Çağ’a kadar olan süre içinde
kullanıldığı önerilmiştir613.
Sonuç olarak Dilkaya Höyük ve mezarlık alanından elde edilen arkeolojik veriler
bu merkezin Erken Demir Çağ’da varolduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Höyükten elde edilen mimari elemanlar birkaç duvar ve taban kalıntısından ibaret
olsa da, gerek höyükten gerekse mezarlık alanından ele geçen keramikler arasında
Erken Demir Çağ’a tarihlenen keramiklerin bulunması bu fikri doğrulamaktadır.
Çilingiroğlu tarafından M.Ö. 11. ve 10. yüzyıllara tarihlenen bu keramikler
arasında özellikle çok sayıda yivli keramiğin var olduğu anlaşılmaktadır614.
Çilingiroğlu, eldeki arkeolojik verilere dayanarak Dilkaya’daki Erken Demir Çağ
tabakasının ve mezarlarının, Erken Demir Çağ’ın geç evresine ait olabileceğini
önermiştir. Nitekim ele geçen Demir Çağ keramiklerini değerlendirirken bunları
Erken Demir Çağ’ın geç evresi ve Orta Demir Çağ olarak iki grupta ele
almıştır615. Dilkaya Höyük’ten ve mezarlıktan ele geçen yivli keramikler daha
sonraki bölümde detaylı olarak ele alınacaktır (Lev. LXXV-LXXXVI).
612
Çilingiroğlu 1993: 478.
613
Çilingiroğlu 1991b: 30; Çilingiroğlu 1993: 478.
614
Çilingiroğlu 1991b: 31.
615
Çilingiroğlu 1993: 475, 478.
173
Denizden yaklaşık 1900 m. yükseklikte yer alan ve 80 km² genişliğinde olan
Erçek Düzü olarak bilinen Memedik Ovası’nın kenarında yer almaktadır. Ancak
son yıllarda Erçek Gölü’nün sularının yükselmesi nedeniyle höyük bir ada
görünümünü almıştır616.
100x50 m. boyutlarında ve 8-9 m. yüksekliğinde olan höyüğe dair ilk tespit, 1956
yılında C. Burney tarafından yapılmıştır617. Daha sonra 1991 yılında Đstanbul
Üniversitesi’nden V. Sevin ve Van Müzesi ortaklığıyla höyüğün 1.5 km.
doğusunda bulunan mezarlık alanında kazılara başlanmış ancak Karagündüz
höyüğünün Erçek Gölü suları altında kalmaya başlaması nedeniyle kazılar 1994
yılında höyük üzerine yoğunlaştırılmıştır618.
1994-1999 yılları arasında kazılan Karagündüz höyükte toplam 7 yapı katı tespit
edilmiştir:
1. Yapı katı
3. Yapı katı (M.Ö. 400 – Hasanlu IIIA tabakasının radyo karbon tarihlerine
dayanarak)
Orta Demir Çağ- Post- Urartu – Med: 3 adet mezar, boncuk kolye
616
Sevin-Özfırat 2000: 168; Sevin 2005a: 102.
617
C. Burney’in kayıtlarına göre höyük 75x50x5 m. ölçülerindedir. (Ayrıntılı bilgi için bknz: C.
Burney, “Eastern Anatolia in the Chalcolithic and Early Bronze Age”, Anatolian Studies VIII,
1958: 158-209; H. Russel, “Pre-Classical Pottery of Eastern Anatolia, Oxford 1980).
618
Sevin-Özfırat 2000: 170.
619
Sevin-Kavaklı-Özfırat 2000: 409-410; Sevin-Özfırat-Kavaklı 2000a: 850.
174
4b Yapı katı (M.Ö. 1. bin yıl)
Orta Demir Çağ- Urartu: Kalın taş temelli ve kapalı avlulu büyük bir mimari
kompleks, kırmızı perdahlı yonca ağızlı testiler, kadehler, 2 adet mühür
Orta Tunç Çağ- Geç Tunç Çağ: 1 adet tahıl çukuru, boyalı keramik
Erken Tunç Çağ: Kerpiç duvarlı mimari, siyah veya kahve-gri tonlarında parlak
açkılı keramik
Bunlardan en erkeni 7. yapı katı olarak etiketlenen ve Erken Tunç Çağı’nın (Erken
Transkafkasya Dönemi) en geç dönemini temsil eden yapı katıdır620. Orta Tunç
ve Geç Tunç Çağlar yani M.Ö. 3. binyıl sonlarından M.Ö. 2. bin yıl ortalarına
kadar devam eden dönem ise 6. yapı katıyla temsil edilir. Bu dönemde tüm Doğu
Anadolu ve Güney Kafkasya’da kırsal bir yaşantı hakim olduğundan höyükte bir
tahıl çukuru dışında her hangi bir yerleşim izine rastlanmadığı belirtilmiştir. Öte
yandan bu dönemin en belirgin özelliği olan boyalı çanak çömlekler bir tabakaya
bağlı olmaksızın ele geçmiştir621.
M.Ö. 2. bin yılın 2. yarısında höyük yeniden iskan edilmiş ve bu dönem 5. yapı
katı olarak etiketlenmiştir. Bu yapı katı bölgenin Erken Demir Çağı’na ilişkin
veriler içermektedir. Buna göre bu tabaka çeşitli tahıl çukurlarıyla ve duvar
kalıntılarıyla temsil edilmektedir. Tabanlarında saman izleri saptanan tahıl
620
Sevin-Kavaklı-Özfırat 1998: 579; Sevin-Özfırat 2000: 173; Sevin-Kavaklı-Özfırat 2000: 411-
412; Sevin-Özfırat-Kavaklı 2000a:860-861.
621
Sevin-Kavaklı-Özfırat 1998: 578; Sevin-Özfırat-Kavaklı 2000a: 859-860; Sevin-Kavaklı-
Özfırat 2000: 411; Sevin 2005a: 102.
175
çukurlarından birinin etrafının kerpiç bloklarla çevrili olduğu anlaşılmıştır. Ancak
söz konusu yapı katının özellikle bir sonraki yapı katına ait olan Urartu Krallığı
dönemi yapıları tarafından tahrip edildiği anlaşılmaktadır622.
Karagündüz höyükte Erken Demir Çağı karakterize eden en belirgin özellik ağız
kenarı yivli olan keramiklerdir. Ayrıca bu tabakadan alınan radyo karbon
örnekler, söz konusu tabakanın M.Ö. 1092-956 yıllarına tarihlendiğini
göstermektedir. V. Sevin’e göre höyük bu dönemde olasılıkla yarı-göçebe olarak
yaşayan Uruadri aşiretlerinden birine bağlı bir kışlak olarak kullanılmış
olmalıdır623.
Ayrıca yine bu dönemde höyüğün 1.5 km. doğusuna bir de mezarlık alanı
kurmuşlardır. Karagündüz Nekropolü, Van’ın 35 km. kuzeydoğusunda ve Erçek
Gölü’nün doğusunda yer alan Karagündüz köyünün yaklaşık 2 km. kuzeyinde
bulunmaktadır. Söz konusu nekropol, Memedik Çayı’nın oluşturduğu “Erçek
Düzü” adlı vadinin kuzeybatı ucunda yer almaktadır. Đlk olarak 1991 yılında tespit
edilmiş ve bir sonraki yıl bu mezarlık alanında Van Müzesi ve Đstanbul
Üniversitesi ortaklığıyla yürütülecek olan kurtarma kazıları, Prof. Dr. Veli Sevin
başkanlığında başlamıştır624.
Karagündüz nekropol alanı kuzeyden güneye doğru hafifçe meyilli alüvyonal bir
düzlük üzerindedir625. 1992-1996 yılları arasında gerçekleştirilen kazılarda, 10
adet mezar incelenmiştir. Bu mezarlar, K1–10 olarak numaralandırılmıştır.
Bugünkü tarla yüzeyinden 0.50-1.00 m. kadar derinde bulunan mezarların tümü
kuzeydoğu-güneybatı yönlüdür. Bunlardan 9 tanesi (bir örnek dışında- K9 mezarı)
oda mezar türündedir. Odaların tavanları çökmüştür ancak yüksekliklerinin 2.00-
2.50 arasında değiştiği anlaşılmaktadır. Dikdörtgenimsi plan veren oda mezarlar
basit girişli ve dromoslu olmak üzere iki türdedir. Alçak duvarlara sahip ilk
gruptakiler daha erkene tarihlenir626. Đkinci gruptaki mezarlardan ise en büyüğü
622
Sevin 2005a: 102.
623
Sevin 2005a: 102.
624
Sevin-Kavaklı 1994: 331; Sevin-Kavaklı 1996a: 2; Sevin-Kavaklı 1996b: 337; Sevin-Kavaklı
1996c: 15; Sevin 2005a: 102.
625
Sevin-Özfırat 2000: 168.
626
Sevin-Özfırat 2000: 168-169; Sevin 2004b: 362; Sevin 2005a: 103.
176
2.1x4.2 metre boyutlarındadır ve 2.5 m. yüksekliğindedir. Bunların dromosları
bazen mezar odasından daha yüksek seviyededirler ve yan yüzlerinden birinde
gömü odasına ulaşan alçak bir kapı bulunmaktadır. Kapı boyutları 0.65-0.50
arasında değişmektedir. Gömüler yapıldıktan sonra kapılar, önlerine dik olarak
yerleştirilmiş ağır sal taşı levhalarla kapatılmış, sonra da dromos, yeni bir gömü
yapılana değin taş ve toprakla doldurulmuştur. Dromostan daha derinde bulunan
mezar odalarına kimi örneklerde basamaklarla, kimilerinde de basamaksız
inilmektedir627.
Mezar odalarının tabanı daima milli sert topraktır. Sahte kemer tarzında628 örülü
duvarların üzeri taş levhalarla629 kapatılmıştır. Her odaya mezarın boyutuyla
ilişkili olarak kadınlı erkekli 20 ila 100630 arasında insan gömülmüştür. Bunların
aile mezarı olduğu düşünülmektedir. Her yeni ceset geldiğinde eskiler geriye
doğru itilerek odada yer açılmıştır. Odalar çok sayıda kişinin gömülmesi bazı
mezarlarda yer darlığı sorununa yol açmış ancak bu sorun mezar içinde ayrı bir
çukur açılarak giderilmeye çalışılmıştır631. Ayrıca bir örnekte mezarın güney
duvarı üzerinde, ortaya gelecek şekilde 1.15x0.95x0.45 ölçülerinde bir niş
bulunmaktadır. Söz konusu niş, mezar tabanından 80 cm yüksekliktedir632.
Cesetler tabana ayaklar karna çekilmiş olarak yani hoker durumunda, belli bir yön
anlayışı olmaksızın, yan şekilde yatırılarak bırakılmıştır. Tümü giysileriyle ve
kişisel eşyalarıyla yatırılmıştır. Bunlar arasında değişmeyenler, her ceset için bir
set oluşturacak türdeki, pişmiş topraktan bir çanak ile dar ağızlı ve yüksek ya da
alçak boyunlu bir çömlektir. Çanaklar içinde çoğu kez oğlak-kuzu türü hayvanlara
ait omurga parçaları ele geçirilmiştir. Çömleğin içine ise sıvı konduğu
anlaşılmıştır. Ayrıca her mezarın bitişiğinde bir ocak bulunmaktadır633.
627
Sevin-Kavaklı 1996a: 3.
628
V. Sevin 1996 yılında yaptığı yayında, sahte kemerli oda-mezar anlayışının bu yöreye yabancı
olduğunu belirtmiştir (Sevin-Kavaklı 1996a: 5).
629
Bir örnekte, mezarın tavan açıklığı 1.00 m. ye kadar daralmış ve bu açıklık ince, yassı kapak
taşlarıyla kapatılmıştır. V. Sevin’e göre bu ince, yassı kapak taşları klasik Urartu mezarlarının ağır
bloklarından ayrılan en belirgin özelliktir (Sevin-Kavaklı 1996a: 3).
630
Örneğin 8 no’lu mezarın içine 105 adet ceset bırakılmıştır (Sevin 2005a: 103).
631
Sevin-Özfırat 2000: 168-169; Sevin 2005a: 103.
632
Sevin 2004b: 365.
633
Sevin-Özfırat 2000: 169; Sevin 2005a: 103.
177
Mezarların bazılarında, Urartu Krallık döneminin kırmızı cilalı kapları ve yonca
ağızlı testileri ele geçmiştir. Bunları geç evreye ait mezarlar olduğu
düşünülmektedir634. Ayrıca mezarlar içinde bol sayıda süs eşyası, törensel silah ve
demir eser de bulunmuştur. Demir eserler dövme tekniğinde yapılmıştır. Cesetler,
bileklerinde bilezikler, parmaklarında yüzükler, boyunlarında taşlı kolyeler,
muska ve süs iğneleriyle birlikte gömülmüştür635.
634
Sevin 2005a: 103.
635
Sevin 2005a: 103.
636
Sevin 2005a: 103.
637
Sevin-Özfırat 2000: 169.
638
Sevin 2005a: 103.
639
Sevin 2004a: 187-188.
178
Erken Demir I’e; Karagündüz’deki 1, 3, 5, 8 ve 10 No’lu mezarlar, Dilkaya’daki 1
ve 2 No’lu mezarlar, Yoncatepe’deki 1 ve 3 No’lu mezarlar ve Ernis’in geç evre
mezarları ise Erken Demir II’ye tarihlendirilmiştir640. Nitekim Karagündüz
keramikleri üzerine yaptırdığımız analizler sonucunda K6 mezarından ele geçen
keramiğin K10 mezarındaki parça ve höyükteki Orta Demir ve Erken Demir
tabakalarından ele geçen diğer 2 parçadan daha farklı bir kil özelliğine sahip
olduğu anlaşılmakta ve sözkonusu analizler Sevin’in bazı mezarların daha erkene
tarihlendiği konusundaki önerisini doğrulamaktadır641.
640
Sevin 2004a: 186.
641
Keramiklerin analizleri Marie Crue Bursu ile Girit Üniversitesi’ndeki Fizik Bölümü’nde
gerçekleştirilmiştir. Söz konusu keramik analizlerinde uygulanan lazer yöntemi (Laser-induced
breakdown spectroscopy-LIBS) ilk kez denenmiş ve başarılı sonuçlar elde edilmiştir. Analizlerin
gerçekleşmesini sağlayan C. Fotakis ve D. Anglos’a içtenlikle teşekkür ederim. Ayrıntılı bilgi için
bakınız: Erdem vd. 2008: 2486-2494.
642
Sevin-Özfırat 2000: 169-170.
643
Sevin-Özfırat 2000: 172; Sevin – Özfırat – Kavaklı 2000a: 858; Sevin 2005a: 102.
179
kahvemsi veya kırmızımsı renklerde olan örnekler de vardır644. Karagündüz’den
ele geçen yivli keramiklerle ilgili tarafımızdan yapılan çalışmalar daha sonraki
bölümde ele alınacaktır (Lev. LXXXVII-CXIV )645.
Van bölgesindeki önemli Erken Demir Çağ merkezleri arasında sayılan bir diğer
merkez Yoncatepe’dir. Van kentinin 9 km. güneydoğusundaki Yukarı Bakraçlı
köyünün yakınında yer alan Yoncatepe Kalesi ve Nekropolü 1997-2005 yılları
arasında Prof. Dr. O. Belli başkanlığında bir ekip tarafından kazılmıştır646. Basık
bir tepe görünümündeki Yoncatepe kalesinin en yüksek kesiminde akropol, bunun
kuzeydoğu eteğinde sivil yerleşim alanı ve kuzey eteğinde de mezarlık alanı
bulunmaktadır647. Daha önceki yayınlarda Erken Demir Çağ olarak tanımlanan
Yoncatepe kalesinin648, daha sonraki çalışmalarda Erken Demir Çağ’dan Urartu
dönemine kadar uzun bir dönem kullanıldığı649, en son olarak da yalnızca Urartu
dönemi sarayı olduğu tespit edilmiştir650. Dolayısıyla Yoncatepe’nin bir Erken
Demir Çağ merkezi olarak sayılmaya devam etmesindeki en önemli kanıt, bugün
için mezarlık alanından elde edilmektedir. Đç kalenin kuzey yamacında bulunan
mezarlık alanında toplam 7 adet oda mezar, 1 adet taş sandık mezar ve 10 adet
basit toprak mezar ortaya çıkarılmıştır. Mezarların bir kısmı dromosludur ve
yalnızca 1 mezar içinde niş saptanmıştır. Mezarların tümü doğu-batı yönlüdür ve
tümünün girişi batıya bakmaktadır. Ayrıca mezar odalarına kuyu biçimli bir
açıklıktan girilmektedir. Bazı mezarlarda hem inhumasyon, hem de kremasyon
gömü bir arada eş zamanlı olarak uygulanmıştır. Bu şekilde iki ayrı gömü
geleneğinin aynı mezarda kullanılmış olması, Belli tarafından aynı aileye ait
bireylerin farklı geleneklere veya dinsel inanışlara sahip olabileceği şeklinde
açıklanmıştır651. Ancak kanımızca aynı aileye veya gruba mensup üyelerin farklı
gömü geleneklerine sahip olması beklenemez ve bu tür bir uygulama daha çok
644
Sevin 1999b: 162; Sevin 2003: 191.
645
Bugün Van Müzesi’nde ve Van Yüzüncüyıl Üniversitesi’nin laboratuarlarında depolanan yivli
keramiklerin çalışılması şansını veren Prof. Dr. V. Sevin’e ve Doç. Dr. A. Özfırat’a teşekkürü bir
borç bilirim.
646
Belli- Konyar 2000: 181.
647
Belli- Tozkoparan 2004: 194; Belli- Tozkoparan 2005: 166; Belli- Tozkoparan 2006: 431; Belli
2005a: 100.
648
Belli- Kavaklı 1999: 435-438; Belli- Kavaklı 2000: 369; Belli- Konyar 2000: 183.
649
Belli- Tozkoparan 2003: 352.
650
Bu konuyla ilgili tartışmalar daha sonra detaylı olarak ele alınacaktır.
651
Belli 2000: 186.
180
farklı geleneklere sahip farklı grupların aynı mezara gömü yapmış olması şeklinde
ifade edilmelidir.
Oda mezarlarda dikkati çeken bir diğer özellik, cinsiyet ve yaş farkı gözetmeden
çoklu gömü uygulamasının yapılması ve mezarların 3’ünde köpek gömülerine
rastlanılmış olmasıdır. Bunların 2 tanesinde 1’er adet köpek gömüsü varken, 1
tanesinde 30’dan fazla dağınık durumda köpek gömüsüne rastlanmıştır. Kazıcısı
O. Belli, mezarlarda ortaya çıkan söz konusu köpek gömülerini, köpeklerin
ailenin bir bireyi gibi gömüldüğü şeklinde yorumlamıştır652.
Mezarların içinden ölü armağanı olarak çok sayıda çanak çömlek, demir ve
bronzdan süs eşyaları, demirden yapılmış silahlar ve kaplar içine ölü yemeği
olarak yerleştirilmiş büyük ve küçükbaş hayvan kemikleri ele geçmiştir. Ayrıca
arkeo-botanik çalışmalar sonucu çeşitli arpa ve buğday gibi tahıl örnekleri ve
üzüm çekirdeği gibi meyve çekirdekleri de ortaya çıkarılmıştır654. Demirden
yapılmış süs eşyaları arasında gözlü iğneler, bilezikler, yüzükler; silahlar arasında
ise topuz başları kama, hançer ve küçük bıçak türü silahlar gelmektedir. Özellikle
mezar buluntuları içinde bronz eserlerin sayıca çok az olması dikkat çekmektedir.
Bronzdan yapılmış eserler yalnızca haşhaş başlı iğneler, yüzükler ve küpelerden
oluşmaktadır. Bu durum Belli tarafından Erken Demir Çağ’da kalayın demire
kıyasla daha değerli olması şeklinde açıklanmıştır655.
Yoncatepe mezarlarından ele geçen keramikler arasında Erken Demir Çağ’ın tipik
yivli çanakları ile birlikte bordomsu kırmızı boya ile zigzag veya dalgalı bantlarla
652
Belli 2005a: 101.
653
Belli 2000: 186.
654
Belli 2000: 186-187.
655
Belli 2000: 188-189.
181
bezenen çanaklar ele geçmiştir656. Van Müzesi’nde çalışma şansı bulduğumuz
Yoncatepe’nin yivli çanak çömleğiyle ilgili detaylı bilgiler daha sonraki bölümde
ele alınacaktır (Lev. CXV-CXVIII).
Sonuç olarak Van bölgesindeki kazı çalışmaları Erken Demir Çağ’da mezarlarda
ve höyüklerde olmak üzere kazısı yapılan merkezlerin hemen hemen tümünde
yivli keramik geleneğinin hakim olduğunu ortaya koymaktadır. Kazı çalışmaları
dışında Van bölgesinde çeşitli yüzey araştırmaları da gerçekleştirilmiştir.
Yukarıda da belirtildiği gibi, Van Bölgesi kapsamında Van, Muş, Bitlis, Ağrı ve
Iğdır illerindeki araştırmalar ele alınacaktır. Bu bölge içinde gerçekleştirilen
yüzey araştırmalarında, Erken Demir Çağ ile ilgili verilerin elde edildiği
merkezlerin değerlendirilmesi faydalı olacaktır.
656
Belli 1999: 439; Belli 2000: 189.
657
Burney 1958: 157.
658
Russell 1980: 48-51, fig. 18. Yivli keramikler Russell tarafından “DD Grubu” başlığı altında
değerlendirilmiştir.
182
Erken Demir Çağı’na tarihlenebileceği düşünülebilir659. Burney’in saptadığı
merkezlerden elde edilen yivli çanak çömlekler daha sonra değerlendirilecektir
(Lev. CXIX).
659
Kişisel notlarını paylaşmakta sakınca görmeyen C. Burney’e sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
660
Sevin 1986: 288-289. Daha sonra A. Özfırat tarafından ziyaret edilen bu merkezde GDÇ’ye
tarihlenen verilerin olduğu belirtilmiştir (Özfırat 2007: 117).
661
Çilingiroğlu 1987a: 312.
183
20-25 m. kadardır662. Höyükte gerçekleştirilen yüzey araştırması sonucunda bir
kısım keramik grubunun dudak kenarı yivli geniş ağızlı küplerden, dışa dönük
ağız kenarlı çömleklerden ve içe dönük ağız kenarlı çanaklardan oluştuğu
anlaşılmıştır. Kahverengi astarlı ve iyi pişmiş bu grup çanak çömlekler
Çilingiroğlu tarafından M.Ö. 2. binyılın ikinci yarısına tarihlendirilmiştir663.
Sonuç olarak dudak kenarı yivli küpler dışında bu merkezde tipik yivli çanakların
ele geçmediği anlaşılmaktadır.
1990’lı yılların başına gelindiğinde M. Rothman özellikle Muş ili sınırları içinde
yüzey araştırmasına başlamıştır. Rothman, çalışmalarının öncelikli amacının
Alpaslan Baraj Gölü havzasındaki tüm höyüklerin listesini çıkarmak olduğunu
belirtmiştir. Alpaslan Barajı, Muş Ovası’ndaki Murat Nehri’nin kuzeyinde
bulunan Bulanık ilçesinin sınırları içindedir664. 1991 yılındaki ilk yüzey
araştırmasında toplam 34 merkezin ziyaret edildiğini belirten Rothman, bu
merkezlerden elde edilen keramikleri Paleolitik-Neolitik, Kalkolitik, Erken Tunç
Çağ I, Demir Çağı-Urartu ve Urartu sonrası olarak gruplamıştır. Dolayısıyla
Rothman’ın bu araştırması sonucunda Erken Demir Çağ’a tarihlenen herhangi bir
veri elde edilmemiştir665. Rothman 1993 yılı yayınında ise bu bölgeden ele geçen
keramikleri gruplarken, yalnızca 6 merkezden (Erentepe, Bozbulut, Türker Tepe,
Muş Höyük, Elmakaya ve Tepeköy) ele geçen çanak çömleğin M.Ö. 2. binyılın
ilk yarısına tarihlenebileceği, ikinci yarısının ise problemli olduğunu ifade
etmiştir. Bu ifadenin dayanağını ise H. Russell’in bölgenin Geç Tunç Çağ ve
Erken Demir Çağ’larda terk edildiği görüşü oluşturmaktadır666. Netice olarak
1990’lı yılların başında Muş bölgesinde yüzey araştırması gerçekleştiren
Rothman, çoğunlukla Erken Tunç Çağ üzerine yoğunlaşmış ve elde edilen veriler
bölgenin Erken Demir Çağı’na yönelik problemlerini aydınlatamamıştır. Ancak
2004 yılı çalışmasında bu bölgeden elde ettiği malzemeyi gruplayarak bunlardan
bir grubu Geç Tunç-Erken Demir Çağ olarak adlandırmıştır. Söz konusu çanak
çömleğin ele geçtiği merkezleri Erentepe, Đbrahimkomu, Hunan 1, Bozbulut,
662
Çilingiroğlu 1988b: 119.
663
Çilingiroğlu 1988b: 119-120.
664
Rothman 1993: 279.
665
Rothman 1993: 284-286.
666
Rothman 1995: 285.
184
Alazlı, Türker Tepe, Muş Höyük, Elmakaya, Mollakent, Köprüyolu/Karaağıl
ve Tepeköy olarak listelemiştir667. Bu merkezlerden ele geçen keramikler
arasında bazı yivli keramiklerin yer aldığı anlaşılmaktadır668.
667
Rothman 2004: 131.
668
Rothman 2004: Fig. 2: 1.4; Fig. 9: 39i, 36.26.
669
Özfırat 1999: 1.
670
Özfırat 1999: 5.
671
Özfırat 1999: 5.
672
Özfırat 1999: 8.
673
Özfırat 1999: Resim 24, Resim 25.
185
devam eden Özfırat, Haydar Kalesi olarak adlandırılan bir başka Erken Demir
Çağ kalesinin varlığını ortaya koymuştur. Bitlis’e bağlı Ahlat’ın 21 km.
kuzeyindeki Develik Köyü sınırları içinde bulunan söz konusu kaleden Orta Tunç
Çağ ile Erken ve Orta Demir Çağlara tarihlenen keramikler ele geçmiştir674.
Haydar Kalesi dışında, Bulanık’ın 18 km. güneydoğusunda Çaygeldi Nekropolü
ve Höyüğü’nden, Elmakaya’dan, Üçtepe (Milbar) Höyüğü’nden ve
Gümüşpınar’dan çok sayıda Erken ve Demir Çağ çanak çömleğinin toplandığı
belirtilmiştir675. Özfırat’ın söz konusu keramikleri kabaca “Demir Çağ” şeklinde
etiketlediği ve çizimi yayınlanan keramikler arasında yalnızca 3 parça yivli
keramiğin olduğu anlaşılmaktadır676. 1999 yılında sadece Muş bölgesinde
yürütülen çalışmalarda da Demir Çağı’na tarihlenen merkezler listelenmiş ve
Konakkuran, Adalar, Adaksu, Kırgöze, Okçuhan, Dereboğazı, Tıkızlı,
Bostankaya, Yeniköy, Beliahır ve Göztepe adlı merkezler sıralanmıştır. Demir
Çağ çanak çömleklerinin az sayıda kırmızı perdahlı örneklerden oluştuğunu
belirten Özfırat, kahverengi ve kiremit hamurlu ve büyük oranda hamur renginde
astarlı keramikler ile kazıma bezemeli keramiklerin yaygın olduğunu ifade
etmiştir677. Ayrıca Demir Çağ keramiklerinin Erken veya Orta Demir Çağ
ayrımının yapılmasının güç olduğu da belirtilmiştir678.
Van Gölü çevresindeki Erken Demir Çağ merkezleri erken dönem çalışmalarında
yalnızca höyük ve mezarlardan tespit edilebilirken, 1990’lı yılların sonundan
itibaren söz konusu dönemde bazı kalelerin de varolduğu anlaşılmıştır. Özellikle
bölgenin Erken Demir Çağı’na yönelik en kapsamlı çalışma O. Belli tarafından E.
Konyar’la birlikte derlenip kitap haline getirilen yayındır. Bu çalışmada Doğu
Anadolu Bölgesi’nde bulunan tüm Erken Demir Çağ kale ve nekropolleri
toparlanmıştır. Bunlar içinde Iğdır il sınırı içinde Yörük Kalesi ve Mezarı,
Papaz Kalesi, Aşıkhüseyin Kalesi ve Mezarı; Van ili sınırları içinde Panz
Kalesi ve Nekropolü, Yukarı Sağmalı Nekropolü, Musava Mezarı, Uncular
674
Özfırat 2000: 195.
675
Özfırat 2000: 195-197.
676
Özfırat 2000: Çizim 9-2, Çizim 11-3 ve 11-6.
677
Özfırat 2001b: 124-126.
678
Özfırat 2001b: 127. Aynı bölgede Yılankale, Graaver ve Gre Mezra olarak adlandırılan
kalelerin varlığından da bahsedilmiştir.
186
Nekropolü, Meydantepe Kalesi, Keçikıran Kalesi679, Aliler Kalesi, Norgüh
Kalesi, Arıhan Mezarı, Aşağı-Yukarı Kaletepe Kaleleri ve Nekropolü, Avzini
Kalesi ve Mezarı, Çobanik Kalesi, Karataş Kalesi, Bohanis Kalesi ve
Nekropolü; Ağrı ili sınırları içinde Şorik Kalesi ve Nekropolü680 ve Şehit Tepe
Nekropolü yer almaktadır681. Söz konusu kalelerin Erken Demir Çağ kaleleri
olduğuna dair en önemli dayanak noktasının ise bu kalelerin Urartu duvar
sisteminden farklı olması oluşturmaktadır. Ayrıca bazılarından ele geçen çanak
çömlek parçaları da kalelerin tarihlendirilmesinde önemli bir veri olmuştur. Buna
göre bu merkezlerin bir kısmından ele geçen çanak çömleklerin çizimleri de
yayına eklenmiştir. Bunlardan Aşıkhüseyin Kaleleri, Şorik Nekropolü, Uncular
Nekropolü ve Meydan Tepe Kalesi gibi merkezlerden keramikler içinde yivli
çanak çömlek parçaları olduğu anlaşılmaktadır. Aliler Kalesi’nde ise tipik Erken
Demir Çağ yivli keramiklerinin olmadığı görülmektedir682. Ancak Aliler Kalesi’ni
2003 yılında ziyaret eden Sevin, sitadelden ve sitadelin eteğinden toplanan
keramik parçaları arasında yivli çanakların ele geçtiğini ifade etmiştir683.
Toplanan keramiklerin %81’inin bu türdeki kırmızımsı-pembemsi renkte
kaplardan oluştuğunun altını çizen Sevin, bunların dış yüzeylerinin pişmeden
ötürü alacalı olduğunun da altını çizmiştir684.
2000’li yıllara gelindiğinde ise yine A. Özfırat bu kez Van, Ağrı ve Iğdır illerini
kapsayan bir dizi yüzey araştırması gerçekleştirmiştir. Bahsi geçen çalışmalara
göre ilk kez 2002 gerçekleştirilen yüzey araştırmasında toplam 23 adet merkezin
ziyaret edildiği belirtilmiştir685. Bunlardan bir grubu Geç Tunç Çağı-Erken Demir
Çağı başlığı altında değerlendirmiştir. Buna göre, bu döneme tarihlenen
merkezlerin Büyük Ağrı Dağı’nın kuzey eteklerindeki Iğdır-Karakoyunlu
679
Söz konusu kalenin Urartu dönemine tarihlendiği konusunda ayrıntılı bilgi için bakınız: V.
Sevin, “Keçikıran: Van Bölgesi’nde Yarım Kalmış Bir Urartu Projesi”, Kültürlerin Yansıması.
Hayat Erkanal’a Armağan, Đstanbul, 2006: 667-674.
680
Söz konusu nekropol 2002 yılında A. Özfırat tarafından da ziyaret edilmiş ve buradan Erken
Demir Çağ’a tarihlenebilecek malzeme toplanmıştır. Özfırat, buradan toplanan keramiklerin gri-
siyah açkılı mal grubuna girdiğini ifade etmiştir. Görme fırsatı bulduğumuz bu keramiklerle ilgili
detaylı açıklamalar daha sonraki bölümde ele alınacaktır (Özfırat- Marro 2005: 203).
681
Belli- Konyar 2003: 6-89; Belli 2005b: 1-13.
682
Ayrıntılı bilgi için bakınız: Belli 2004a: 5-14.
683
Sevin 2004b: Res. 19/1-3, 9.
684
Sevin 2004b: 376.
685
Marro- Özfırat 2003: 388; Özfırat- Marro 2004: 15.
187
ilçesinden başlayarak güney etekteki Doğubeyazıt-Gölyüzü Köyü’ne değin
uzanan geniş bir alanda yer alan mezarlardan oluştuğu belirtilmiştir. Bunlar
arasında Mağaralar Mevkii, Kasımtığı, Gre Herşe, Gıcık Mevkii, Gölyüzü
sayılmaktadır. Buna göre söz konusu merkezlerden çok sayıda yivli keramiğin ele
geçtiği anlaşılmaktadır686. Zira bu merkezlerden ele geçen yivli keramikler
tarafımızdan daha sonraki bölümde detaylı olarak ele alınacaktır. Büyük Ağrı
Dağı’nın eteklerindeki lav akıntılarından oluşmuş tepelerin aralardaki düzlüklerde
yer alan bu merkezler kalelerden ve kalelerin eteğindeki nekropollerden
oluşmaktadır687. Söz konusu merkezlerin dağılımından yola çıkarak Özfırat,
bölgenin Erken Demir Çağı’na yönelik çeşitli çıkarımlarda bulunmuştur.
Öncelikle bu merkezlerin ortak özelliklerini şu şekilde sıralamıştır688:
Bu genel çıkarımdan sonra kalelerin mimari özelliklerini detaylı olarak ele alan
Özfırat, kalelerin ovaya hakim kayalık bir tepe üzerinde kiklopik ya da yarı
kiklopik teknikte yapılmış savunma duvarlarıyla çevrili olduğunu belirtmiştir.
Kalelerin etrafını çevreleyen tepeler arasındaki düzlüklerde yer alan nekropollerde
ise toplam 300-400 civarında mezar tespit edilmiş ve bunların alçak yığma
tepelere sahip kurganlar ile kromlekli mezarlar olmak üzere iki tür olduğu ifade
edilmiştir689.
686
Marro- Özfırat 2003: plate XI ve XII; Özfırat- Marro 2004: çizim 8; Özfırat 2004: resim 12.
687
Marro- Özfırat 2003: 393; Özfırat- Marro 2004: 25; Özfırat 2004: 95.
688
Marro- Özfırat 2003: 393; Özfırat- Marro 2004: 18.
689
Özfırat- Marro 2004: 18; Özfırat 2004: 95.
188
dönemine tarihlenen Lçaşen-Metsamor kültürü etkisindeki merkezlerle tam bir
paralellik içinde olduğunu vurgulamıştır690. Aynı bölgede yüzey araştırması
gerçekleştiren O. Belli’nin bu bölgede tespit ettiği merkezler arasında Teperiz
Nekropolü, Yürek Kalesi ve Mezarı, Papaz Kalesi, Pınarcık Kalesi ve
Nekropolü, Aşıkhüseyin Mezarı, Şorik Kalesi ve Nekropolü, Sinek Yaylası
Nekropolü, Karakoyunlu Kaleleri ve Nekropolü, Kasımtığı Kaleleri ve
Nekropolü sayılabilir691.
2003 yılında yüzey araştırmasına devam eden Özfırat, bu sefer Erciş Ovası içinde
Gele Tepe, Kengerkor, Đt Kalesi, Toptepe, Deredam, Ganiyi Neso gibi kale ve
nekropollerden oluşan merkezler tespit etmiş ve bunları yine Geç Tunç-Erken
Demir Çağı’na tarihlendirmiştir692. Özfırat, söz konusu kalelerin çoğunlukla Orta
Demir Çağı karakterini taşıdığını belirtse de, bu kalelerin eteklerindeki
nekropollerin Erken ve Orta Demir Çağ ile ilişkili olduğunu ifade etmiştir. Taş
sandık ve oda mezar türünde olan bu mezarları Evditepe, Karagündüz, Yoncatepe,
Aliler, Dilkaya ve Hakkari nekropolleriyle ilişkilendirmiştir693. Öte yandan bazı
mezarların yığma tepelerinin son derece alçak olduğunu belirten Özfırat, bunları
“alçak kurgan” şeklinde tanımlamıştır. Yığma tepelerin altındaki mezarların ise ya
taş sandık, ya da oda görünümünde olduğunu ifade etmiştir. Özfırat, bu tür
mezarlara Meydan-Gele Tepe’de, Đt Kalesi’nde, Kengerkor’da, Alacahan’da ve
Evditepe’de rastladığını belirtmiş ve bu geleneği bölgedeki kurgan geleneğinin
Erken Demir Çağ’daki dejenere olmuş şekli olarak açıklamıştır694. Bu bölgeden
ele geçen keramiklerin ise çoğunlukla pembe-devetüyü renklerinde olduğu,
yüzeylerinde pişme nedeniyle alacalanmanın söz konusu olduğu ve yivli çanak
çömleklerin yaygın olduğu belirtilmiştir695. Özfırat’ın Van bölgesindeki 2005 yılı
yüzey araştırması Van Gölü’nün doğu kıyısında yoğunlaşmış ve birçok yeni
Erken Demir Çağ merkezi eklenmiştir. Bunlar arasında Çaldıran Ovası’nda
bulunan Çavuşbaşı, Van Ovası’nın kuzeydoğusunda yer alan Siyahtaş Kalesi ve
690
Bu merkezler arasında, Elar, Keti, Horom, Lori-Berd, Dvin, Lçaşen, Metsamor ve Artık
sayılabilir (Marro- Özfırat 2003: 395; Özfırat- Marro 2004: 19; Özfırat 2004: 96).
691
Belli 2007b: 53-71.
692
Aynı malzemenin 2004 yılı yayınında “Erken/Orta Demir Çağ” başlığı altında incelendiği
anlaşılmaktadır (Marro- Özfırat 2004: 236).
693
Marro- Özfırat 2004: 237, 239; Özfırat- Marro 2005: 304.
694
Marro- Özfırat 2004: 239; Özfırat- Marro 2005: 304.
695
Marro- Özfırat 2004: 239; Özfırat- Marro 2005: 305.
189
Mezarlığı ve Kıratlı ve son olarak da Erçek Gölü’nün doğu kıyısı boyunca
konumlanan Harabe Kale, Abdullah Çeşmesi ve Baklatepe sayılabilir696.
Özfırat Geç Tunç Çağ/Erken Demir Çağ başlığı altında ele aldığı bu merkezleri
M.Ö. 1400/1300-900 yılları arasına tarihlemiştir. Ancak bunlar arasında Harabe
Kalesi ile Siyahtaş Kalesi ve Nekropolünün sadece Erken Demir Çağ’a
diğerlerinin ise hem Erken hem de Orta Demir Çağı’na tarihlendiğini ifade
etmiştir. Tüm bu merkezlerden ele geçen keramikler hakkında bilgi veren Özfırat,
yivli keramiklerin yaygın olduğunu ve bunların çoğunlukla pembemsi krem
renginde olduğunu ancak bir kısmının da kırmızı astarlı olduğunu belirtmiştir697.
Ancak bu merkezlerden biri olan Çavuşbaşı Kalesinin kayalık kısmında bulunan
mezarlıktan ele geçen keramiklerin Van Gölü Havzası kültüründen çok, Ağrı-
Iğdır bölgesinin etkisinde kaldığı ve buna göre çoğunlukla gri-siyah
keramiklerden oluştuğu anlaşılmaktadır698. Van ve Ağrı bölgesindeki çalışmalara
2006 yılında da devam eden Özfırat, bu bölgede Geç Tunç Çağ/ Erken Demir Çağ
olarak adlandırdığı çok sayıda merkez tespit etmiştir699. Van Gölü Havzası’nda
yer alan merkezler arasında Bağdişan, Zali, Şehitlik/ Usibiti, Aşağı Mollahasan,
Otbiçer (Đremir I), Boztepe, Dedeli Kalesi, Dizginkale, Zinarızer Kalesi,
Mino, Yukarı Mutlu Kalesi, Hacı Hatun, Çavuşbaşı700, Abide Tepe/
Çaldıran701, Eski Karakol Kalesi, Kümbet, Su Deposu ve Siyahtaş Mezarlığı702;
Ağrı Dağı bölgesindeki merkezler arasında ise Kalaca Kalesi, Çetenli Mezarlığı
ve Ömerağa703 sıralanmıştır. Söz konusu merkezlerden toplanan keramikleri
değerlendiren Özfırat bunları dış yüzey rengine göre 4 gruba ayırmıştır:
1- Pembemsi Devetüyü Mallar (Pinkish- Buff Ware)
696
Özfırat 2007: 115.
697
Özfırat 2007: 116.
698
Özfırat, Tendürek Dağı’nın bu iki kültür bölgesinin sınırını oluşturduğunu ifade etmiştir
(Özfırat 2007: 117).
699
Özfırat 2006: 186, 189.
700
Bu merkez 2005 yılında ziyaret edilen merkezler arasında listelenmişti (Özfırat 2007: 115).
701
Bu merkez 2005 yılında ziyaret edilen merkezler arasında listelenmişti (Özfırat 2007: 115).
702
Bu merkez 2005 yılında ziyaret edilen merkezler arasında listelenmişti (Özfırat 2007: 115).
703
Bu merkez aynı ekip tarafından daha önce ziyaret edilmişti (Marro- Özfırat 2003: 395-396;
Özfırat- Marro 2004: 20).
190
4- Siyah- Gri Mallar (Black- Grey Ware)
Ayrıca 2000’li yıllarda Iğdır bölgesinde araştırma gerçekleştiren bir diğer bilim
adamı A. Ceylan’dır. 1998 yılından itibaren gerçekleştirdiği araştırmaları bir
kitapta derleyen Ceylan Iğdır ilindeki Erken Demir Çağ merkezleri arasında
Kasımıntığı Kalesi, Kızılkule Kalesi, Örgülütepe Kalesi, Abbasındüzü
Yerleşmesi, Atatepe Yerleşmesi, Suveren Yerleşmesi, Kalaca Kalesi ve Kalaça
704
Özfırat 2006: Fig. 19-1, 8, 9, 10. Özfırat metin içinde her ne kadar “Geç Tunç Çağ/ Erken
Demir Çağ” ibaresini kullanarak merkezleri gruplasa da, aynı metne ait levhalardaki keramik
çizimlerinde “Erken/Orta Demir Çağ” ibaresini kullanmayı tercih etmiştir.
705
Özfırat 2006: 193.
706
Özfırat 2006: 193-194.
191
Kalesi’ni listelemiştir707. Söz konusu merkezlerden Kasımıntığı Kalesi’nin
yayınlanan keramik fotoğrafları arasında, kahverengi tonlarında yivli keramiklerin
bulunduğu dikkatimizi çekmiştir708.
Son yıllarda Van bölgesindeki Erken Demir Çağ verilerini yeniden gözden
geçiren K. Köroğlu ve E. Konyar, Van bölgesinin önemli Erken Demir Çağ
merkezlerinden olan Karagündüz, Dilkaya ve Yoncatepe mezarlarından ele geçen
yivli çanak çömleklerin Erken Demir Çağı’na değil, Orta Demir Çağı’na
tarihlediğini ileri sürmüşlerdir. Bu konudaki en önemli dayanak noktalarını, söz
konusu yivli keramiklerin ele geçtiği mezarların, aynı zamanda Urartu dönemi
kırmızı perdahlı kaplarını ve tipik Urartu fibulalarını da içeriyor olması
oluşturmaktadır709. Ancak kanımızca söz konusu mezarların çoklu gömü
geleneğine sahip özellikleri göz önünde bulundurularak bunların Erken Demir
Çağ’dan Orta Demir Çağ’ın içlerine kadar uzun süre kullanılmış olmaları
muhtemeldir710.
Sonuç olarak Van Gölü’nü çevreleyen Van, Muş, Bitlis, Ağrı ve Iğdır illerini
içeren Van bölgesinin Erken Demir Çağ sürecindeki durumu göz önüne
alındığında, arkeolojik verilerin höyüklerde yetersiz olduğunu ve çoğunlukla
mezarlık alanlarından elde edildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca son yıllarda
gerçekleştirilen yüzey araştırmalarının, bölgenin Erken Demir Çağ sürecini
anlamlandırmamıza önemli katkıları olmuş ve sınırlı sayıdaki kazıların eksikliğini
bir nebze de olsa azaltmıştır. Söz konusu yüzey araştırmaları sonucunda özellikle
daha önce bölgede varolduğunu bilmediğimiz Erken Demir Çağ kalelerinin varlığı
ortaya konmuştur.
Gerek Van, Muş, Bitlis bölgesinden, gerekse Ağrı, Iğdır bölgesinden elde edilen
arkeolojik veriler, Erken Demir Çağ sürecinde her iki bölgenin birbirinden farklı
bir kültürel gelişim süreci yaşadığını ortaya koymaktadır. A. Özfırat’ın bu iki
bölgede gerçekleştirdiği yüzey araştırmaları, Ağrı-Iğdır bölgesindeki Erken Demir
707
Ceylan 2008: 25-29.
708
Ceylan 2008: 168.
709
Köroğlu- Konyar 2005: 25-38: Köroğlu- Konyar 2008: 123-146.
710
Benzer görüş için bakınız: Batmaz 2008: 76.
192
Çağ keramiklerinin çoğunlukla gri-siyah yüzlü olduğunu ve bunların
Transkafkasya bölgesindeki merkezlerle etkileşim halinde bulunduğunu
göstermektedir. Buna karşın Van, Muş ve Bitlis bölgesinden elde edilen
keramikler ise çoğunlukla pembemsi devetüyü rengindeki mallardan oluşmakta ve
bu iki kültür arasındaki ayrımı ise Tendürek Dağı sınırlamaktadır. Nitekim bu iki
bölgenin, daha sonra detaylı olarak değerlendirilecek olan yivli keramikler
açısından da iki farklı kültür bölgesi olma özelliğini taşıdığı anlaşılmaktadır.
Elazığ-Malatya bölgesindeki ilk kazı çalışmaları 1968 yılında Keban Baraj Gölü
altında kalacak olan tarihi eserleri kurtarma çalışması kapsamındaki “Keban
Projesi” ile başlamıştır. Bu proje kapsamında sistemli olarak araştırılan Altınova
ve Aşvan’da birçok merkez tespit edilmiş ve bunlardan Norşuntepe, Tepecik,
Tülintepe, Korucutepe, Değirmentepe, Đmikuşağı, Kaleköy, Pulur (Sakyol),
Aşvan, Haraba, Pağnik Öreni, Han Đbrahim Şah, Ağın ve Kalaycık gibi
merkezlerde kazı çalışmaları yürütülmüştür711. Bunlardan Norşuntepe, Tepecik,
711
Ayrıntılı bilgi için bakınız: Keban Projesi 1968 Yaz Çalışmaları, Ankara, 1970; Keban Projesi
1969 Çalışmaları, Ankara, 1971: 71-79; Keban Projesi 1970 Çalışmaları, Ankara, 1972; Keban
Projesi 1971 Çalışmaları, Ankara, 1974: 71-82; Keban Projesi 1972 Çalışmaları, Ankara, 1976:
193
Korucutepe, Değirmentepe, Tülintepe, Aşvan, Ağın, Kalaycık, Đmikuşağı ve
Kaleköy gibi merkezlerden Erken Demir Çağı’na tarihlenebilecek veriler elde
edilmiştir. Şimdi bu merkezleri sırasıyla değerlendirelim.
1968 ve 1969 yılı kazı çalışmalarına göre Büyük Terasın güneyinden elde edilen
sonuçlara göre bu alanda yalnızca Urartu dönemi verileri bulunmaktadır714. Buna
karşın akropolde gerçekleştirilen kazı çalışmaları sonucuna göre ise, Erken Tunç
Çağ’dan Orta Demir Çağ’a kadar toplam 6 tabaka tespit edilmiştir. Bunlardan en
üstte bulunan I. tabakada Erken Demir Çağ’ın yivli çanak çömlekleri yanında az
sayıda Orta Demir Çağ keramiğinin de ele geçtiği belirtilmiştir. II. tabakada ise
yine tipik Erken Demir Çağ keramikleri yaygın olmakla birlikte, az sayıda da açık
renkli, çark yapımı Hitit Đmparatorluk Dönemi sonrasına tarihlenen çanak çömlek
türünün varolduğu ifade edilmiştir. III. tabaka ise Geç Tunç Çağ tabakası olarak
belirtilmiştir715. Kısacası Hauptmann I. tabakanın Orta Demir Çağ, II. tabakanın
Erken Demir Çağ ve III. tabakanın ise Geç Tunç Çağ olabileceğini önermiştir716.
41-69; Keban Projesi 1973 Çalışmaları, Ankara, 1979: 43-60; Aşağı Fırat Projesi 1978-1979
Çalışmaları, Ankara, 1987.
712
Hauptmann 1970: 103.
713
Hauptmann 1971a: 71; Hauptmann 1972: 95-96; Hauptmann 1974: 76-77; Hauptmann 1976:
42, 49, 51.
714
Hauptmann 1971a: 75.
715
Hauptmann 1971a: 72.
716
Hauptmann 1972: 91; Hauptmann 1974: 12.
194
saptanmıştır. Bu açmalarda çok sayıda yivli çanak çömlek veren çukurlar tespit
edilmiştir. Hauptmann söz konusu kalıntıları Erken Demir Çağ’a atfedilen II.
tabakaya yerleştirilerek yaklaşık M.Ö. 1000 ila 800 arasına tarihlendirilmiştir717.
Öte yandan Q18 açmasında tespit edilen bir mekandan ise yivli kaplarla birlikte az
sayıda çark yapımı, açık renkli ve Hitit geleneğinin bir devamı olarak
nitelendirilen keramikler ele geçmiştir. Bu verilerin ise Hitit Đmparatorluğu’nun
yıkılışından Erken Demir Çağ başlarına kadar süregelen bir geçiş safhasını temsil
ettiği düşünülmüş ve yaklaşık M.Ö. 1200-1000 arasına tarihlenmiştir718.
Bir diğer kazı alanı olan güney terasta gerçekleştirilen kazılar, kuzey ve güney
olmak üzere iki ayrı alanda sürdürülmüştür. Bunlardan kuzeydeki alan Erken
Demir Çağı’na ilişkin bilgiler verirken, güneydeki Urartu dönemiyle ilgilidir.
1968 ve 1969 yılı kazı sezonunda burada iri taş bloklarından inşa edilmiş bir
duvar ve yine iri taşlarla örülü, döşeme niteliği taşıyan bir yol tespit edilmiştir.
Hauptmann, bu alandan çok sayıda yivli keramik ele geçtiğini ifade etmiş ve bu
kalıntıları Erken Demir Çağ’a tarihlemiştir719. Hatta söz konusu yivli çanak
çömleklerin yaygın formu olan içe dönük omuzlu kaselerin, Hitit geleneğinin bir
tür devamı niteliğinde olduğunu ileri sürmüştür720. Söz konusu yivli keramikleri
daha sonra ayrı bir makalede değerlendiren Hauptmann, Norşuntepe’nin Erken
Demir Çağ yivli keramiklerinin çok çeşitli kap formlarından oluştuğunu ortaya
koymuştur721. Buna göre Norşuntepe’den ele geçen yivli keramiklerin kırmızımsı
kahverengi, kiremit rengi, açık kahverengi ve devetüyü rengi olmak üzere çeşitli
yüzey renklerine sahip olduğu anlaşılmaktadır722. 1970 yılı çalışmalarında ise yine
kuzeydeki açmada, Erken Demir Çağ’a ait 2 adet kerpiç duvarlı ev ortaya
çıkarılmış ve buradan tipik Erken Demir Çağ çanak çömlekleri yanında 1 adet
demir bıçak ele geçmiştir723. Bu alanda ertesi yıl devam eden çalışmalar
sonucunda yine başka bir eve ait duvar kalıntısı tespit edilmiş ve bu evin dışına
açılmış 4 adet çöp çukuru ortaya çıkarılmıştır. Söz konusu çöp çukuru içinden çok
717
Hauptmann 1972: 91.
718
Hauptmann 1972: 91.
719
Hauptmann 1971a: 75; Hauptmann 1972: 95-96.
720
Hauptmann 1971a: 75.
721
Hauptmann 1971b: Abb. 16, 17, 18, 19.
722
Hauptmann 1971b: 76.
723
Hauptmann 1972: 95.
195
sayıda yivli keramiğin bulunduğu ifade edilmiştir724. 1972 yılında ise bu alandaki
kazı alanı genişletilerek yeni bir açma açılmış ve burada avlulu bir Erken Demir
Çağ evi ortaya çıkarılmıştır. Söz konusu evin çevresinde açılan sondajlarda 3 adet
mekan daha tespit edilmiştir. Tabanı sıkıştırılmış topraktan yapılmış olan
mekanların birinin içinde ocak ve fırın bulunmuştur. Yine batı odasına güneyden
birleşen 2 küçük mekan ortaya çıkarılmış ve bu odaların küçük bir avluyu
çevrelediği anlaşılmıştır. Avluda yapılan çalışmalar sonucunda fırın, at nalı
şeklinde ocak, el değirmeni ve öğütme taşları bulunmuştur725.
Sonuç olarak Norşuntepe’deki kazılar sonucunda II. tabakada tespit edilen Erken
Demir Çağ verileri hem akropolde, hem de güney terasında ortaya çıkarılmıştır.
Özellikle güney terasının kuzeyindeki alanda gerçekleştirilen çalışmalarda Erken
Demir Çağ’a tarihlenen ve Hauptmann tarafından “köy” olarak tanımlanan726 ve
avlulu kerpiç evleri olan bir yerleşimin varolduğu anlaşılmaktadır. Çevre duvarları
ile korunan bu avlulu köy evlerinin yan yana inşa edildikleri ve çöp çukurlarına
sahip oldukları anlaşılmaktadır727. Bu evlerden ele geçen keramiklerin genellikle
devetüyü veya kızıl kahve tonlarında olan, perdahlı ve çark yapımı fincanlardan,
çanaklardan, kaselerden ve kulplu emzikli çömleklerden oluştuğu ve bunların
çoğunun yivli olduğu belirtilmiştir728.
Daha sonra 1988 yılında Norşuntepe’nin Erken Demir Çağ tabakası K. Bartl
tarafından doktora tezi kapsamında değerlendirilmiştir. Bartl, bu çalışmada Erken
Demir Çağ tabakasından ele geçen tüm keramikleri ele almıştır729. Söz konusu
çalışma Bartl tarafından özetlenerek 1994 yılında makale şeklinde yayınlanmıştır.
Buna göre Norşuntepe’nin Erken Demir Çağı 1-3 şeklinde 3 yapıkatına
ayrılmaktadır. Bunlardan en erkeni 1. tabakadır ve höyüğün çok az bir kısmında
tespit edilebilmiştir. 2. tabaka ise 2a ve 2b şeklinde kendi içinde tekrar ikiye
ayrılmaktadır ve bunlardan daha eski olan 2a tabakası Erken Demir Çağ tabakaları
arasında en iyi korunan tabaka olarak tanımlanmaktadır. 2b ise sadece bazı
724
Hauptmann 1974: 76-77.
725
Hauptmann 1976: 50.
726
Hauptmann 1974: 76; Hauptmann 1976: 50.
727
Hauptmann 1976: 50.
728
Hauptmann 1976: 50.
729
Ayrıntılı bilgi için bakınız: Bartl 1988.
196
alanlarda tespit edilebilmiştir. 3. tabaka ise sadece bir dizi çöp çukuru ve birkaç
duvar kalıntısıyla temsil edilmektedir730. Dolayısıyla Bartl’ın yaptığı çalışmaya
göre Norşuntepe’nin Erken Demir Çağ tabakalanması şu şekildedir:
1. tabaka: çok az bir alanda tespit edilen duvar kalıntısı (en erken)
Bartl bu tabakalardan ele geçen tüm keramikleri 4 mal grubuna ayrımıştır. Mal 1,
kum ve kireç katkılı hamurdan oluşan ve yüzey rengi koyu kahveden kırmızımsı
kahve ve grimsi kahveye kadar değişen iyi astarlı ve çizgisel perdahlı bir maldır.
Mal 2’nin sayıca en fazla olan grubu oluşturduğunu belirtmiş bunların açık kahve
hamurlu ve kum, kireç ve saman katkılı oldukları ifade edilmiştir. Bu malın dış
yüzey renginin ise bej, sarımsı kahve ve açık kahve tonlarında olduğu
vurgulanmıştır. Mal 3’ün ise sayıca en az grubu oluşturduğu ve kum ve kireç
katkılı ince mallardan oluştuğu belirtilmiştir. Mal 4’ün de sayıca az olan boya
bezemeli keramiklerden oluştuğu ifade edilmiştir731. Kap tiplerini de ele aln Bartl,
Erken Demir Çağ keramiklerinin çanak, çömlek, tabak, bardak ve testi
formlarından oluştuğunu ve bu formların 1-3 arasındaki tüm tabakalarda
görüldüğünün belirtmiştir. Sadece testi formunun Geç Tunç Çağ form
repertuvarıyla ilişkili olabileceğinin altını çizmiştir. Yine kulplu kaplarında sayıca
azaldığını ve bunların daha çok Hitit Dönemi formlarıyla ilişkili olduğunu
belirtmiştir. Ağız kenarı yivli kapların ise Erken Demir Çağ’ın dikkat çeken
kaplarından olduğunu vurgulamıştır732. Sonuç olarak Bartl, Norşuntepe’nin Erken
Demir Çağ tabakasına tarihlenen keramiklerde “erken-orta ve geç” şeklinde kendi
içinde bir ayrımın mümkün olamadığını ifade etmiştir733.
730
Bartl 1994: 476.
731
Bartl 1994: 481.
732
Bartl 1994: 482.
733
Bartl 1994: 482.
197
Norşuntepe’den ele geçen Demir Çağ keramiklerini çalışan U. Müller ise, bu
merkezden ele geçen Demir Çağ keramiklerinin 10.600’den fazla olduğunu
belirtmiştir. Tüm bu parçaları değerlendiren Müller, Norşuntepe’nin Erken ve
Orta Demir Çağ tabakası arasında olduğu önerilen birkaç yüzyıllık boşluğun, söz
konusu Demir Çağ keramiklerinde gözlenmediğini ve Norşuntepe yerleşmesinin
tüm Demir Çağ boyunca devam ettiğini ortaya koymuştur734. Nitekim Müller,
Demir Çağ’ın en erken evresine ait yerleşimin, terasın kuzey kısmına dağınık
olarak yerleştirilmiş evlerden oluştuğunu, bir sonraki evrede ise -ki bu evrenin de
Erken Demir Çağ olduğu belirtilmiş- erken evreye ait yerleşimin Orta Demir
Çağ’a kadar terk edildiğini ve ikametin akropole taşındığını ifade etmiştir. Urartu
kralı Menua döneminde ise Altınova’nun Urartu kontrolü altına girmesiyle
Norşuntepe’nin akropolünde ve terasında resmi binalar inşa edilmiştir735.
Sonuç olarak Norşuntepe, Doğu Anadolu’da Erken Demir Çağıyla ilgili bir
yerleşim ve bu yerleşime ait evlerin bulunduğu tek höyük olarak karşımıza
çıkmaktadır. Dolayısıyla gerek iyi korunmuş bir mimari tabaka, gerekse sayıca
fazla olan yivli keramikler açısından son derece önemli bir merkezdir. Bununla
birlikte höyükte Geç Tunç Çağ’dan Erken Demir Çağ’a geçişte herhangi bir
kesinti yoktur ve bu geçiş bir yangınla temsil edilmektedir. Norşuntepe’den ele
geçen Demir Çağ keramiklerini çalışan U. Müller, Norşuntepe’nin Demir Çağ
keramik repertuvarında herhangi bir kesinti olmadığını ve yivli keramiklerin
önemli bir yer tuttuğunu ifade etmiştir. Norşuntepe malzemesini çalışma fırsatını
veren H. Hauptmann’a ve Demir Çağ keramikleriyle ilgili çalışmasına dair çizim
ve fotoğraf dahil olmak üzere Norşuntepe’yle ilgili tüm verileri benimle paylaşan
U. Müller’e içten teşekkürlerimi sunuyorum. Norşuntepe Demir Çağ keramikleri
içinde yivli keramiklerin sayısının yaklaşık 4000 civarında olması oldukça dikkat
çekmektedir. Bu yerleşimin keramikleriyle ilgili detaylı bilgiler ve yorumlar daha
sonraki bölümde ele alınacaktır (Lev. CXXVI-CXLI).
734
Müller 2005: 108.
735
Norşuntepe’nin Geç Tunç Çağ yerleşiminin Demir Çağ yerleşiminden oldukça farklı olduğu
belirtilmiştir. Geç Tunç Çağ’ın akropoldeki sıkışık planlı evlerine karşın Erken Demir Çağ’da
birbirinden bağımsız kulübelerin varolduğu ifade edilmiştir. Buna göre daha önceki Hitit Dönemi
toprak sahiplerinin yasalarının uygulandığı eski sistemin artık geçerli olmadığı belirtilmiştir
(Müller 2005: 108).
198
Keban bölgesindeki önemli merkezlerden bir diğeri Tepecik’tir. Elazığ’ın 31 km.
doğusunda bulunan Tepecik, bugünkü Elazığ-Bingöl karayolu üzerindeki
Munzuroğlu Köyü’ne 3 km. mesafededir. Yaklaşık 17 m. yüksekliğinde ve 200 m.
uzunluğunda olan Tepecik Höyük’teki U. Esin başkanlığında yürütülen kazılar
başlıca 3 alanda yürütülmüştür736:
Tabaka Dönem
Ia Orta Çağ Mezarlığı
I b-c Demir Çağ
2 a¹¯² Erken Demir Çağ
2 a³ Erken Demir Çağ’dan Geç Tunç Çağ’a Geçiş
2 b¹¯³ Geç Tunç Çağ
3 a-b Orta Tunç Çağ Sonu
3c- 7 Orta Tunç Çağ
8- 10 Orta Tunç Çağ’dan Erken Tunç Çağ’a Geçiş
11- 13 Erken Tunç Çağ (III)
199
tamirat ve yangın izleri tespit edilmiştir738. Dolayısıyla Tepecik kazılarında da
Norşuntepe’de olduğu gibi Geç Tunç Çağ’dan Erken Demir Çağ’a geçişte bir
yangının varolduğu anlaşılmaktadır.
Tepecik’ten ele geçen Demir Çağ keramikleri arasında çark yapımı ve kırmızı
astarlı olan çok sayıda yivli keramiğin yer aldığı gerek çizimlerden, gerekse
fotoğraflardan anlaşılmaktadır742.
738
Esin 1970: 109.
739
Esin 1971: 109.
740
Esin 1974: 112.
741
Esin 2000: 128.
742
Esin 1970: Lev. 7.
743
Ertem 1988: 1.
744
van Loon 1978: 40.
200
kullanıldığını ortaya koymaktadır745. Van Loon, bu alandan (8., 7. ve 6. katlardan)
ele geçen keramiklerin yalnızca %15’nin Demir Çağ mallarından oluştuğunu ve
kalanının Hitit dönemi keramik geleneğinin devamını yansıttığını ifade etmiştir.
Bunların %46’sının hızlı dönen çark yapımı, kum katkılı mallardan meydana
geldiği ve bunların da %7’sinin devetüyü astarlı, %7’sinin turuncu astarlı,
%6’sının kendinden astarlı bej ve %6’sının da çark izli turuncu mallardan
oluştuğu rapor edilmiştir746.
Geç Tunç Çağ’dan sonra tekrar kullanılmış olan evlerin üzerinde ise küçük
taşlardan oluşan ve üzerinde 30 cm. genişliğinde yanmış kerpiçleri olan tek sıra
bir temel kalıntıları söz konusudur. Söz konusu temellerle birlikte Erken Demir
Çağı’na tarihlendirilen kazıma bezemeli ve açkılı keramik parçaları ile bir fırın
ortaya çıkarılmıştır747. Bu duvarların üzerinde ise taş temelli büyük yapı
toplulukları yer almaktadır748. Korucutepe’nin taş temelli büyük yapılardan oluşan
bu tabakasından (5. Tabaka) elde edilen verilere göre duvarların birine bir fırın
dayalıdır. Kil tabanı olan bu yapının içinden ele geçen 11 adet kap, van Loon
tarafından Erken Demir Çağ’ın tipik kapları olarak yorumlanmıştır749. Bu
tabakadan ele geçen keramikler arasında Hitit Đmparatorluk dönemi karakterinde
olanların, tüm keramiklerin yalnızca %14’ünü temsil ettiği belirtilmiştir. Elde ya
da yavaş dönen çarkta şekillendirilmiş olan %56’lık grubun ise %13’ünün açkılı
kahverengi mallardan, %10’unun saman izli yüzeyli mallardan, %9’unun Erken
Demir Çağ mutfak kaplarından, %8’inin de bej astarlı mallardan oluştuğu ifade
edilmiştir. Ayrıca bu alandaki tüm kap parçaları arasından alınan bir karbon
örneği ise bu alanın M.Ö. 1150’den daha geç bir döneme tarihlenemeyeceğini
göstermiştir750. Bu evreye ait çanak çömlekler A, B ve C odaları ile bu odaların
dışından elde edilmiştir751.
745
van Loon 1971: 55.
746
van Loon 1971: 55.
747
van Loon 1971: 55.
748
van Loon 1971: 56.
749
van Loon 1971: 55.
750
van Loon 1971: 56.
751
Winn 1980: 163-164.
201
1968 yılı çalışmalarında ise M.Ö. 1. binyılın erken evresine dair kalıntıların tespit
edildiği belirtilmiştir. N21 açmasının 6. ve 5. katlarında bir tabanla ilişkili bir
çukur ortaya çıkarılmıştır. Bu katlarda üçgen demir bir fibula, taş mühür, pişmiş
toprak insan figürü ve kırmızı perdahlı, çark yapımı ve yivli olan içe dönük ağız
kenarlı bir çömlek bulunmuştur. Kazıcılar, bu tabakayı M.Ö. 1000 ila 800 arasına
yerleştirmiştir752. Bu geç katmana ait çanak çömlekler ise D, E ve F odalarından
elde edilmiştir753.
Sonuç olarak Korucutepe kazılarında Erken Demir Çağ’a tarihlenen taş temelli
yapılara ait kalıntılar tespit edilmiş ve bu kalıntılardan ve keramiklerden yola
çıkarak Geç Tunç ve Erken Demir Çağ keramiklerinin bir arada görüldüğü geçiş
evresinin varolduğu ifade edilmiştir. Nitekim Norşuntepe ve Tepecik kazıları da
bu geçiş evresinin varolduğunu kanıtlayan diğer merkezlerdir. Korucutepe’de de
Norşuntepe gibi sağlam bir Erken Demir Çağ tabakası söz konusudur. Bu
merkezin çanak çömleğini çalışan Winn, aynı Norşuntepe’de olduğu gibi
Korucutepe’nin de Geç Tunç Çağ keramiklerinin hızlı dönen çarkta üretilmiş seri
üretim kaplarından oluştuğunu, buna karşın Erken Demir Çağ çanak çömleğinin
açkılanmadan dolayı el yapımı görüntüsünde olduğunu ve daha kaba mallardan
oluştuğunu belirtmiştir. Erken Demir Çağ keramiklerinin yüzey rengi açısından
devetüyü, krem-portakal ve kırmızımsı kahverengi tonlarında olduğunun altına
çizen Winn, söz konusu kapların ağız kenarına paralel olarak uzanan yivlere sahip
olduğunu da belirtmiştir754. Keramikler üzerine yaptığı inceleme sonucunda
malzemeyi Astarlı ve Astarsız olmak üzere iki ana gruba ayıran Winn, Astarlı
Mallar’ın Saman Katkılı Açık Kahverengi ve Mineral Katkılı Açık Kahverengi
Mallar olmak üzere iki alt gruba ayırmıştır. Bunlardan Mineral Katkılı Açık
Kahverengi Mallar’ın geç evreye kadar en sık kullanılan mal grubu olduğunun altı
çizilmiştir. Açkılı Astarsız Mallar ise Đnce Kahverengi Açkılı Mal, Mineral Katkılı
Kırmızı Açkılı Mal ve Kaba Kalın Cidarlı Mallar olmak üzere üç alt gruba
ayrılmıştır755. Sonuç olarak Korucutepe’nin Erken Demir Çağ kapları arasında çok
752
van Loon- Buccellati 1970: 84-85.
753
Winn 1980: 164.
754
Winn 1980: 158-160.
755
Winn 1980: 158-160.
202
sayıda yivli çanak çömleğin bulunduğu ve bunların özellikle keskin omurgalı
çanaklardan oluştuğu anlaşılmaktadır.
Yine Elazığ il sınırı içinde yer alan bir diğer höyük Değirmentepe’dir. Elazığ’ın
22 km. doğusundaki höyük, Đlemil Köyü’ne 2 km. mesafededir. 1973 yılında R.
Duru tarafından tek kazı sezonu kazılan höyüğün, her iki yandan kesildiği için
korunan ölçüsünün 130x120x11 m. ölçülerinde olduğu belirtilmiştir756. Kazı
sonucunda elde edilen veriler, höyükte Demir Çağ tabakasının bulunamadığı,
ancak höyüğün batı ve doğu eteklerinde açılmış olan ve “B ve C çukurları” olarak
adlandırılan açmalardan elde edildiği anlaşılmaktadır757. B ve C açmalarında
paralel olarak yürütülen çalışmalarda, Demir Çağ’a ait yapıkatlarının C açmasında
daha rahat gözlendiği ifade edilmiştir. C açmasında yapılan çalışmalarda önemli
bir Demir Çağ yapısı tespit edilmiş ve bu yapının kuzey-güney doğrultusunda
uzanan taş temelli ve dikdörtgen planlı bir yapı olduğu rapor edilmiştir. C Yapısı
olarak adlandırılan yapının 4 inşa evresi olduğunu belirten Duru, 1. evrenin en
erken, 4. evrenin ise en geç evre olduğunu belirtmiştir758. R. Duru, C yapısının
geçirdiği değişikliklerden yola çıkarak buradaki yerleşmenin bir hayli uzun
sürdüğünü ileri sürmüş ve bu yapının ilk planı ile son planı arasında hiçbir
benzerliğin kalmadığı ifade etmiştir. Ayrıca yapının duvarlarının kalın olmasını
savunma kaygısına bağlayan Duru, yapının sık sık yangın geçirdiğini de
belirtmiştir. C yapısının mimarisinin ve buradan ele geçen keramiklerin
Norşuntepe ile benzerlik gösterdiğini belirten Duru, bu yapıyı Erken Demir Çağ’a
tarihlemiştir759. Ele geçen keramiklerin kase, çanak ve çömlek formlarından
oluştuğunu ve bunların her zaman çark yapımı olduğu ifade edilmiştir. Keramikler
arasında yivli keramiklerin olduğu ve özellikle de ağız kenarı yivli derin
çanakların yaygın olduğu not edilmiştir. Ayrıca çanakların erken örneklerinin (1-
3. evre) içe kapanan ağızlı ve bir veya birden fazla yivli olduğu, daha geç
örneklerin ise düz ağız kenarlı ve keskin omurgalı olduklarının altı çizilmiştir760.
Bazı akıtacaklı kaplar ise yine geç döneme tarihlendirilmiştir. Sonuç olarak Duru,
756
Duru 1979b: 5; Duru 2000: 130.
757
Duru 1979a: 14; Duru 1979b: 39; Duru 2000: 130.
758
Duru 1979a: 16; Duru 1979b: 39-41.
759
Duru 1979b: 42.
760
Duru 1979a: 16; Duru 1979b: 42-43.
203
Değirmentepe’nin Erken Demir Çağ verilerinin Norşuntepe ile yakın benzerlikler
gösterdiğini ifade etmiş ve bu dönemi kabaca M.Ö. 1. binyılın ilk yüzyılları içine
yerleştirmiştir761.
Yukarıda anlatılan merkezlerin biraz daha batısındaki bölgede yer alan Aşvan,
Aşvan Köyü’nün eteklerinde bulunan bir höyüktür. 125x100 m. boyutlarındaki
höyük Đngiliz Arkeoloji Enstitüsü adına D. French tarafından kazılmıştır.
Gerçekleştirilen çalışmalar Aşvan’ın Orta Çağ, Roma Çağı, Demir Çağı ve Erken
Tunç Çağı’nda iskan edildiğini ortaya koymuştur764. Ancak buradaki çalışmalarda
da sağlam bir mimarisi olan Erken Demir Çağ tabakası tespit edilememiştir.
Helenistik tabanların hemen altında tespit edilen yanık taban ve taş temelli kerpiç
duvarlar Erken Demir Çağ’a tarihlenen tek kalıntılardır. Bu alandan Demir Çağ
çanak çömlekleri ele geçmiş ve French bu dönemi kabaca M.Ö. 1000-500 arasına
yerleştirmiştir765. Ancak ne yazık ki Aşvan’dan ele geçen Demir Çağ keramikleri
arasında yivli keramiğin varolduğu konusunda herhangi bir bilgi söz konusu
değildir.
761
Duru 1979b: 49.
762
Esin 2000b: 87.
763
Esin 2000b: 90.
764
French 1971: 31-33.
765
French 1970: 56; French ve diğerleri 1974: 29.
204
Keban’ın 27 km. kuzeyinde, Aşvan’ın batısında bulunan Ağın ve Kalaycık
höyükleri ise 1968-1971 yılları arasında Ü. Serdaroğlu başkanlığında bir ekip
tarafından kazılmıştır. Ağın’daki çalışmalar Demir Çağ’a yönelik herhangi bir
veri içermezken, Ağın’ın kuzeydoğusunda bulunan Kalaycık Tepe’den M.Ö. 1.
binyıla dair veriler elde edilmiş ancak bu verilerin 1. binyılın hangi evresine ait
olabileceği konusunda bir açıklama yapılmamıştır766. Yayınlardaki keramik
çizimleri ve fotoğrafları çok az sayıda olduğu için Kalaycık’tan ele geçen
keramiklerin tarihi veya özellikleriyle ilgili bir yorum yapma şansımız
bulunmamaktadır.
Erken Demir Çağ verilerinin ele geçtiği Keban Baraj Gölü alanındaki merkezler
dışında, daha güneydeki Karakaya Baraj gölü alanı içinde kalan bir diğer alan da
Baskil çevresidir. Elazığ il sınırları içinde bulunan Baskil’de Kaleköy,
Şemsiyetepe ve Đmikuşağı kazıları olmak üzere toplam üç kazı
gerçekleştirilmiştir. Ancak her üçünün de sağlam bir Erken Demir Çağ tabakası
bulunamamıştır. Bunlardan ilki olan Kaleköy, 1978-1981 yılları arasında T. Bakır
ve A. Çilingiroğlu başkanlığında bir ekip tarafından kazılmıştır. Toplam 7 alanda
sürdürülen kazı çalışmalarına göre bu alanların hiçbirinde Erken Demir Çağ’a ait
bir evrenin olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak ele geçen keramikler arasında
“Demir Çağ” olarak tanımlanan keramiklerin Demir Çağ’ın hangi evresine ait
olduğu konusunda herhangi bir açıklama yapılmamıştır767. Nitekim söz konusu
merkezden ele geçen keramiklerle ilgili detaylı bir bilgi de verilmemiştir. Ancak
2007 yılında Kaleköy’den gelen Demir Çağ verilerini yeniden değerlendiren
Bakır, özellikle F14 açmasında Demir Çağ tabakalarının oldukça iyi korunduğunu
belirtmiştir. Söz konusu açmanın stratigrafisi şöyledir768:
766
Serdaroğlu 1970: 33.
767
Bakır- Çilingiroğlu 1987: 161-167.
768
Bakır 2007: 2-3.
205
IV. Tabaka: Erken Demir Çağ
Bakır, Orta Demir Çağı ile Erken Demir Çağı arasında bir hiyatus bulunduğunu
belirtmiş ve F14 açmasındaki Erken Demir Çağı tabakasının (IV. tabaka) mutfak
olarak tanımladığı iki mekana ait duvar kalıntılarıyla temsil edildiğini ifade
etmiştir. Kuzeydeki mekanda bir ocak ve diğerinde de taştan yapılmış bir havan
ile bir kül çukuru ele geçmiştir769. Buna göre M.Ö. 900’e tarihlediği Erken Demir
Çağı tabakasından ele geçen keramiklerle ilgili herhangi bir bilgi verilmemiştir.
Buna karşın 3 evreli olarak tespit edilen Orta Demir Çağ keramikleriyle ilgili
değerlendirmeler “Orta Demir Çağ” başlıklı bölümümüzde ele alınacaktır.
Baskil bölgesinde yer alan bir diğer merkez Şemsiyetepe’dir. Elazığ’ın Baskil
ilçesine bağlı Bilalulağı Köyü’nün 500 m. güneyinde bulunan Şemsiyetepe, 1978
ve 1979 yıllarında M. Darga başkanlığında bir ekip tarafından kazılmıştır.
65x70x6 m. ölçülerinde küçük bir höyük olan Şemsiyetepe’de de sağlam bir
Demir Çağ tabakası yoktur ve Demir Çağ’a tarihlenen çanak çömleklerin çoğu
Orta Çağ kalıntıları arasından ele geçmiştir770. Kazı çalışmaları, tepe ve güney
yamaç olmak üzere iki ayrı alanda gerçekleştirilmiş ve bunlardan tepede
gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda Roma kalıntıları üzerinde Erken ve Orta
Demir Çağ’ın monokrom çanak çömleklerinin ele geçtiği ifade edilmiştir771.
Ancak söz konusu çanak çömlekler arasında yivli keramiklerin bulunup
bulunmadığı konusunda herhangi bir bilgi verilmemiştir.
769
Bakır 2007: 3.
770
Darga 1987: 292.
771
Darga 1987: 292.
772
Işık 1980: 553.
773
Işık 1980: Çiz. 8,9, Res. 20a-b, 22,24.
206
kahverengi hamurlu, kum, taşçık, kireç ve mika katkılı çanaklar Norşuntepe
verilerine dayanarak Erken Demir Çağı’na tarihlendirilmiştir774.
774
Işık 1980: 563.
775
Sevin 1995: 19-31.
776
Sevin 1995: 19; Sevin-Köroğlu 1996: 163-179.
777
Sevin 1996b: 166.
778
Sevin 1995: 20.
779
Sevin 1995: 23.
780
Sevin 1995: 26.
207
tonlarda hamur rengine sahip olan ve hamur renginde astarlı olan kapların çoğu
kez açkılı olduğu ifade edilmiştir. Söz konusu kaplar arasında yivli keramiklerin
de yer aldığı belirtilmiş ve bu keramiklerle ilgili çizimler yayına eklenmiştir781.
Nitekim bugün Van-Yüzüncüyıl Üniversitesi’nde bulunan bu keramikleri çalışma
fırsatımız olmuş ve bunlarla iligili detaylı bilgiler daha sonraki bölümde ele
alınmıştır (Lev. CXLII-CXLVI).
781
Sevin 1995: 26, resim 13 ve 15.
782
Bilgi 1987a: 217; Bilgi 1987b: 1.
783
Bilgi 1987b: 2.
784
Bilgi 1987b: 3.
785
Bilgi 1987b: 3.
786
Bilgi 1991: 12.
208
Demir Çağı’na ilişkin verilerin elde edildiği bir diğer merkez Malatya-
Değirmentepe’dir. Höyüğün kuzeydoğusunda kalan alanda Demir Çağı’na
tarihlendirilebilecek burçlu bir sur duvarı ile bunun hemen güneyinde kalan
alanda bir mezarlık alanı ortaya çıkarılmıştır. Gerçekleştirilen kazılar sonucunda
burcun temel taşları arasında mahmuzlu bir okucuyla birlikte Keban kazılarından
bilinen ağız kenarı yivli bir kase parçası ele geçmiştir. Kazıcısı U. Esin, bu
veriden yola çıkarak bu suru M.Ö. 1. binyıl içlerine tarihlemiştir787. Mezarlık
alanındaki kazılarında ise toplam 4 tip mezar tespit edilmiştir. Çeşitli küp
mezarların yanında kerpiç sanduka ve toprak mezarların kesin tarihleri tespit
edilememekle birlikte Esin tarafından Demir Çağın ilk ve ikinci yarısına ait
olabileceği önerilmiştir788. Bu merkezden de ağız kenarı yivli kapların ve
akıtacaklı kapların ele geçtiği anlaşılmaktadır.
787
Esin 1987: 93.
788
Esin 1987: 101.
789
Ayrıntılı bilgi için bakınız: Burney 1958: 157-209.
790
Russell 1980: 35-36.
209
geçmediği anlaşılmaktadır. Buna karşın Ağın/Aşvan bölgesindeki Akçapınar’da,
Hankendi bölgesindeki791 Hülvenk, Erzürük, Hankendi ve Hinsor’da, Altınova
bölgesinde ise Norşuntepe, Tepecik, Bağın ve Elmapınar/Haraba Tepe’de
Erken Demir Çağ’a tarihlenen yivli keramiklerin ele geçtiği anlaşılmaktadır792.
Ayrıca Malatya- Arslantepe’de de yivli keramik parçasının ele geçtiği ve
yayınlanmadığı Bartl tarafından rapor edilmiştir793.
C. Burney’den sonra 1968 yılına kadar uzun bir süre bölgede araştırma yapılmaz.
Ancak yukarıda da bahsedildiği gibi 1967 yılından itibaren Keban Projesi
kapsamında bölgedeki araştırmalar yeniden başlar. R. Whallon ve S. Kantman
tarafından gerçekleştirilen yüzey araştırması Altınova ve Aşvan bölgelerini
kapsayan 680 km²’lik su birikim alanını içermektedir794. Ancak yüzey
araştırmasından elde edilen veriler, merkezlerin adını listelemekten öteye
gitmemiş ve bu merkezlerin yalnızca birkaçında hangi dönemleri içerdiği
belirtilmiştir795. Nitekim söz konusu merkezlerden elde edilen keramik verileriyle
ilgili hiçbir bilgi de söz konusu değildir.
791
Her ne kadar C. Burney ve H. F. Russell, bu bölgede yer alan Tadım ve Poyraz’da Erken Demir
Çağ yivli keramiklerinin bulunduğunu belirtmese de, aynı bölgede 1986 yılında yüzey araştırması
gerçekleştiren V. Sevin söz konusu iki merkezde çok sayıda Erken Demir Çağ yivli keramiğinin
ele geçtiğini ifade etmiştir (Sevin 1989: 454-455).
792
Russell 1980: 44-47, Fig. 18.
793
Bartl 2001: 403.
794
Whallon- Kantmann 1970: 1.
795
Whallon- Kantmann 1970: 2-6.
796
Sevin 1987a: 280-287.
210
ve devetüyü renkli kalın bir astarla kaplı olduğu ifade edilmiştir797. Ancak bu
merkezden yivli keramik ele geçtiğine dair herhangi bir bilgi verilememiştir. Bir
diğer merkez ise Barsıkkale’nin 11 km. kuzeydoğusundaki Kızılköyü’nde yer alan
Kızıluşağı’dır. 65x110 m. boyutlarındaki sarp bir tepe üzerinde yer alan bu eski
yerleşmenin güney ucundaki dikdörtgen planlı bir Orta Çağ yapısının kuzeyindeki
daha yüksek tepede taş temelli yapıların yanından çok sayıda Orta Çağ keramiği
yanında Erken ve Orta Demir Çağ’a tarihlenen keramiklerin ele geçtiği rapor
edilmiştir798. Bu merkezden de yivli keramik ele geçtiğine dair herhangi bir
ifadeye rastlanmaz. Söz konusu merkezler dışında, Baskil’in 12 km.
kuzeydoğusunda, Elazığ-Baskil karayolu üzerinde yer alan Haroğlu (Sarıgül)
Köyü’nde de bir merkez tespit edilmiştir. 30x60 m. ölçülerindeki Haroğlu
Höyük’ten çok sayıda Orta Çağ keramiği yanında Erken Demir Çağı’na
tarihlenen yivli keramiklerin toplandığı belirtilmiştir. Sevin, söz konusu yivli
keramiklerin kiremit renginde ve kalın astarlı olduğunu ifade etmiştir799.
797
Sevin 1988a: 2.
798
Sevin 1988a: 3.
799
Sevin 1988a: 4.
800
Benzer türdeki keramiklerin Orta Demir Çağ’da da devam ettiğini belirten Sevin, her iki
dönemin yivli keramikleri arasında gerek biçim, gerekse teknik açıdan belirgin bir farklılık
olduğunu ifade etmiştir. Bu konudaki değerlendirmeler daha sonraki bölümde ele alınacaktır
(Sevin 1989: 453).
211
rastlanıldığı ifade edilmiştir801. Bu iki merkez dışında diğer Erken Demir Çağ
merkezlerini sıralayan Sevin, aynı zamanda bu merkezlerin ölçülerini de
vermiştir. Buna göre sırasıyla yazacak olursak, Elazığ’ın 16 km. güneyindeki
Tilenzit (Doğankuş- 175x150x25 m.), Elazığ’ın 16 km. güneydoğusundaki
Kövenk (Güntaşı- 200x150x10 m.), Elazığ’ın 8 km. güneydoğusundaki
Yazıkonak (Vertetil- 150x150x8 m.), Elazığ’ın 18 km. batısındaki Poyraz
(43x43x10), Elazığ’ın 13 km. güneyindeki Tadım (75x70x25) , Altınova’da baraj
gölünün suları altında kalmış olan Könk (Yenikapı) ve son olarak Elazığ-Bingöl
karayolu üzerindeki Kovacılar ilçesi yakınındaki Çınaz I gibi merkezlerde Erken
Demir Çağ’ın tipik keramiklerinden ele geçtiği belirtilmiştir802. Nitekim söz
konusu yüzey araştırmasından elde edilen yivli keramikleri görme şansımız olmuş
ve bu malzeme daha sonraki bölümde değerlendirilmiştir803 (Lev. CXLVII-CLIII).
2003 yılında ise bu kez Malatya ili sınırları içinde G. M. Di Nocera tarafından
yüzey araştırması gerçekleştirilmiştir. Araştırmalar sonucunda toplam 33 adet
yerleşim tespit edilmiş ancak bunlar arasından hiçbiri Erken Demir Çağ’a
tarihlendirilmemiştir. Osmanlı döneminden Paleolitik döneme kadar çeşitlilik
gösterdiği belirtilen merkezlerden bir grubunun Demir Çağı’na tarihlendiği ifade
801
Sevin 1989: 454.
802
Sevin 1989: 454-455. Bölgedeki yüzey araştırmaları sırasında topladığı EDÇ yivli
keramiklerini Muşkiler’le ilişkilendiren Sevin’in bu konudaki tartışmaları daha sonra ele
alınacaktır (Sevin 1988a: 51-56).
803
Bahsi geçen malzeme üzerinde çalışmama olanak veren V. Sevin ve A. Özfırat’a içtenlikle
teşekkür ederim.
804
Danık 2002: 80-82.
805
Danık 2002: 82-84.
212
edilmiş olsa da bunlardan elde edilen keramiklerle ilgili herhangi bir bilgi
verilmemiştir806.
Sonuç olarak, Elazığ-Malatya bölgesi dahilinde özellikle Elazığ ili sınırları içinde
kalan merkezlerin birçoğunda yivli keramiğin ele geçtiği anlaşılmaktadır.
Bunlardan özellikle Norşuntepe ve Korucutepe’de, Erken Demir Çağ için diğer
tüm bölgelerde tespiti mümkün olmayan sağlam bir Erken Demir Çağ mimarisinin
veya yerleşiminin ortaya çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Buna göre söz konusu bölge
Geç Tunç Çağ’da Hitit kontrolü altında çark yapımı kaliteli bir keramik
geleneğine sahip iken, Erken Demir Çağ ile birlikte daha kaba ve el yapımı Erken
Demir Çağ keramiğini kullanmaya başlamışlardır. Ayrıca bir diğer önemli nokta
ise, söz konusu bölgedeki kazı çalışmalarına göre buradaki Erken Demir Çağ
tabakalarının 2 evreli olmasıdır. Buna göre erken evredeki Erken Demir Çağ
çanak çömlekleri genellikle Hitit geleneğindeki kaplarla birlikte ele geçerken, geç
evrede artık Hitit etkisi tamamen ortadan kalkmaktadır. Bu da yivli keramiklerin
tarihlendirilmesi konusunda önemli bir ipucu vermektedir. Nitekim daha sonraki
bölümde ele alınacak olan yivli keramiklerin değerlendirilmesi sırasında bu
bölgenin verilerine önemli bir kriter olarak başvurulacaktır.
806
Di Nocera 2005: 326.
807
Dodd 2003: 136; Dodd 2005: 47-64.
808
Dodd 2005: 49.
809
Dodd 2003: 134, Fig. Fig. 2/A-B; Dodd 2005: 52, Fig. 3/C-E.
213
Doğu Anadolu’da ele alınacak olan son bölge Hakkari Bölgesi’dir. Dağlık
Hakkari bölgesi, ne yazık ki 1990’lı yılların sonuna kadar araştırılamamış bir
bölge olarak kalmıştır. Ancak 1997 yılında Hakkari il merkezinde bir okul inşaatı
sırasında bir mezar odasının kısmen tahrip edilmesi sonucunda Van Müze
Müdürlüğü duruma el koymuş ve 1997 yılında V. Sevin ve A. Özfırat
başkanlığında bir ekip tarafından bölgede kazı ve araştırma çalışmalarına
başlanmıştır810. 1997 yılındaki incelemede ilk olarak söz konusu mezar odası
(M2) temizlenmiş ve oda mezar tümüyle ortaya çıkarılmıştır. 4.10x1.60 m.
boyutlarındaki bu mezarın, bölgedeki yöresel yassı taş levhalarla harç
kullanılmadan örüldüğü, girişinin olmadığı ve üzerinin de iri bir sal taşı levhayla
örtüldüğü belirtilmiştir. 1997 yılı incelemesi yalnızca M2 mezarının
temizlenmesiyle sınırlıdır. 1998 yılından itibaren ise bu bölgede kazı
çalışmalarına başlanmış ve M2 ve M1 mezarları olmak üzere 2 adet mezar ve 13
adet taş stel ortaya çıkarılmıştır.
810
Sevin- Özfırat- Kavaklı 2001: 355; Sevin 2005b: 23.
811
Bu bileziklerin benzerlerine Batı Azerbaycan, Orta Đran, Luristan ve Van bölgesinde
rastlanıldığını belirten Sevin, bunları Kordlartepe’deki IIA tabakasının radyocarbon tarihi olan
M.Ö. 1100-1050 ile Karagündüz K6 mezarının kalibrasyonlu tarihi olan M.Ö. 1250-1120
yıllarından yola çıkarak Erken Demir Çağı’na tarihlemiştir (Sevin- Özfırat- Kavaklı 2001: 356).
214
bezemenin yaygın olduğu da belirtilmiştir. Benzerlerinin Hasanlu ve Dinkha
Tepe’de ele geçtiğini belirten Sevin, söz konusu malzemenin Erken Demir Çağ
mallarıyla ilişkili olduğunu ifade etmiştir812.
1998 yılı kazıları sona erdikten sonra bu kez Hakkari kent merkezindeki Dağgöl
Mahallesi’nin Kaledibi mevkiinde rastlantı sonucu bazı taş stellerin bulunduğu
ihbar edilmiş ve yine Sevin ve ekibi bu bölgede araştırmalar gerçekleştirmiştir.
Söz konusu stellerin Hakkari (Mir) Kalesi’nin oldukça dik biten kuzeybatı
eteklerinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Farklı cinste sert taşlardan yapılmış olan
stellerin, toprak zemine, sırtları kayalığa gelecek şekilde yan yana ve kısmen de
arka arkaya gelişigüzel dizildikleri belirtilmiştir. Yalnızca en doğu uçtaki stelin,
kaba taşlardan yapılmış bir kaide üzerine oturtulduğu rapor edilmiştir. Ayrıca söz
konusu taşların kesinlikle özgün konumlarını koruduğu ve herhani bir düşmenin
veya bozulmanın olmadığı ifade edilmiştir. Sadece, zamanla yukarıdaki kaleden
akıp gelen toprağın altında kaldıkları ve basıncın etkisiyle hepsinin yana ve öne
doğru eğildiği gözlenmiştir813.
Yükseklikleri 0.70 m. ile 3.10 m. arasında değişen stellerin kalınlıkları 0.15- 0.20
m. kadardır. Đnce levhalar halindeki taşların yalnızca ön yüzleri düzgündür.
Nitekim düz olan bu ön yüzlere, kimi zaman kabartma, kimi zaman da kazıma
teknikle işlenmiş insan figürlerine yer verilmiştir. Ana tema, cepheden bir insan
bedeninin üst kısmının betimlenmesinden oluşmaktadır ve bacaklar
gösterilmemiştir. Çoğu yuvarlak, bir kısmı da ince-uzun yüzlü olan figürlerin çok
belirgin bir burunları, burun üzerinde birleşen kaşları ve dar bir alınları vardır.
Küçük ağız daima kapalı, dudaklar ise ifadesiz ve serttir. Başlarında çoğu kez
ilginç ve süslü bere ya da takke türü başlıklara yer verilmiştir. Kollar dirsekten
bükülmüş, eller ve parmaklar özenli bir biçimde belirtilmiş, ancak gövdenin öteki
öğeleri üzerinde hiç durulmamıştır. 13 stelin 11 tanesinin belinde, üzerine bir
hançer asılı olan kalın bir kemer ve bunun altında da süslü bir suspansuvar düzeni
resmedilmiştir. Buna göre stellerin 11 tanesinin erkeklere, kalan 2 tanesinin ise
812
Sevin- Özfırat- Kavaklı 2001: 356.
813
Sevin 1999a: 74; Sevin- Özfırat- Kavaklı 2001: 357; Sevin 2001: 79; Sevin 2005b: 25, 27.
215
kadınlara ait olabileceği ifade edilmiştir814. Stellerin en dikkat çekici
özelliklerinden bir diğeri de ellerinin arasında tuttukları nesnelerdir. Söz konusu
nesnelerin gövdesinin yumuşak deriden, elle tutulan kısmının ise ahşaptan
olabileceği belirtilmiştir. Deriden bir tulum görünümündeki bu nesne, Sevin
tarafından içki kabı olarak yorumlanmıştır815. Deriden bir tulum görünümündeki
bu kabın giderek üsluplaştığını ve sonunda yalnızca küçük bir çukurluğa
dönüştüğünü belirten Sevin, bu stilistik gelişimin, stellerin farklı ustalarca ve
farklı zamanlarda yapıldığını gösterdiğini ifade etmiştir. Bunların yanında kimi
silah, insan ve hayvan figürlerine de yer verilmiştir. Bunlar arasında balta, mızrak,
topuz gibi silahlar yer almaktadır. Ayrıca steller üzerindeki bozkır türü çadırlar,
leopar avı, yaban keçilerine saldıran leoparlar, kimi küçük erkek ve bir kadın
figüründen yola çıkarak Sevin, bu betimlemelerin bozkır kültürleriyle güçlü
ilişkiler gösterdiğini ve bu taşların Avrasya bozkır kültürünün bir parçası
olduğunu belirtmiştir816. Buna dayanarak bunları ilk önceleri M.Ö. 1000 yıllarına
tarihliyen Sevin817, daha sonra M.Ö. 2. binyıl sonu ve 1. binyıl başına
tarihlemiştir818. Son yayınlarında ise söz konusu stelleri M.Ö. 2. binyılın ortaları
ile sonları arasında bir yere yerleştirmiş819. Nitekim söz konusu stellerin Asur
kaynaklarında Hakkari bölgesi için kullanılan Hubuşkia halklarıyla ilişkili
olabileceğini önermiştir820.
814
Sevin- Özfırat- Kavaklı 2001: 357; Sevin 2001: 80; Sevin 2005b: 68.
815
Sevin, iki elinde göğsüne doğru tuttuğu bir kap bulunan kadın ve erkek figürlerinin Batı Đran’da
Demir Çağı’nın başlarından itibaren mezar armağanı olarak yaygın bir kullanım gördüğünü
belirtmiştir (Sevin 2001: 83). Söz konusu nesnenin üfleç?, Körük? Olabileceği de
düşünülmektedir. A. çilingiroğlu ile kişisel görüşme.
816
Ayrıntılı bilgi için bakınız: Sevin- Özfırat 2001: 501-513.
817
Sevin- Özfırat 1998: 9.
818
Sevin 1999a: 78.
819
Sevin- Özfırat- Kavaklı 2001: 357-358; Sevin 2001: 81; Sevin-Özfırat 2001: 501; Sevin 2005b:
112.
820
Sevin 1998: 9; Sevin 1999a: 85. Bu öneri daha sonra O. Belli tarafından desteklenmiştir (Belli
2008a: 52).
216
olduğu tespit edilmiştir. Güney ve güneydoğusunda anakayadan yararlanılmış
olan mezarın, doğu duvarı kısmen, batı uzun duvarı ise tümüyle sal taşlarından
örülmüştür. 3.00 m. uzunluğundaki mezar, güneyde 1.20 m., kuzey uçta ise 0.70
m. genişliğindedir. Mevcut duvar yüksekliği 2.00 m.’yi bulan mezarın üzeri
kısmen anakaya, kısmen de ince sal taşlarıyla örtülmüştür821. M1 mezarı içinden
ele geçen buluntular arasında iki bronz hançer namlusu, gümüşten, altından ve
bronzdan küpeler, saç halkaları, bronzdan süs iğneleri, tel sargı, yassı bronz levha,
akik ve kornalinden boncuklar, obsidyen ok uçları, kemik ağırşaklar ve çok sayıda
aşık kemiği yer almaktadır. Sayıları yüzlerle ifade edilen çanak çömleklerin ise
genellikle kiremit-pembe hamurlu, çark yapımı, hafif açkılı ve kum, bitki katkılı
oldukları belirtilmiştir. Monokrom ve polikrom boyalılar olmak üzere iki büyük
gruba ayrılan bu çanak çömleklerden yola çıkarak söz konusu mezarın uzun süre
kullanıldığı ve M.Ö. 2. binyılın ortaları ile ikinci yarsının başlarına ait olduğu
ifade edilmiştir822. 2000 yılında da çalışmalarına devam edilen M2 mezarı, hem
Van-Urmiye, hem de Habur boyalılarının aynı mezar içinde bir arada bulunması
açısından da ayrı bir önem taşıdığı vurgulanmaktadır823.
Netice itibariyle, yalnızca 2 adet mezar ve 13 adet stelle sınırlı olan Hakkari
bölgesi çalışmaları sonucunda, bölgede Erken Demir Çağı’na ait veriler elde
edilmiştir. Bunlar arasında önemli bir grubu oluşturan çanak çömleklerin arasında
yivli keramiklerin olduğuna dair herhangi bir ifade kullanılmamış olsa da,
malzeme üzerine yaptığımız çalışmada824 az sayıda yivli keramiğin olduğu tespit
edilmiştir825 (Lev. CLIV-CLVII).
Ayrıca son yıllarda Van Gölü’nün güneyi ile Hakkari Dağlık Bölgesi arasındaki
alanda araştırmalar yürüten O. Belli, bu bölgede bazı kale ve nekropoller tespit
etmiştir. Erken Demir Çağı’na tarihlediği bu kaleleri kalelerin yakınında bulunan
mezarlara dayanarak tarihlediği anlaşılmaktadır. Bunlar arasında Van’ın 55 km.
821
Sevin- Özfırat 1998: 8; Sevin- Özfırat- Kavaklı 2001: 358; Özfırat 2002b: 297-298.
822
Sevin- Özfırat- Kavaklı 2001: 358-359; Özfırat 2002b: 298.
823
Özfırat 2002b: 298.
824
Hakkari malzemesini görme fırsatını veren V. Sevin ve A. Özfırat’a içten teşekkürlerimi
sunarım.
825
Şırnak bölgesindeki çalışmalar Güneydoğu Anadolu Bölgesi başlığı altında bir sonraki bölümde
değerlendirilecektir.
217
güneyindeki Avzini Kalesi ve Mezarı, Van’ın 71 km. güneybatısındaki Arıhan
Mezarı ile Kaletepe Kaleleri ve Nekropolü, Van’ın 79 km. güneydoğusunda
Çobanik Kalesi, Karataş Kalesi ve Van’ın 71 km. güneydoğusundaki Bohanis
Kalesi ve Nekropolü gibi merkezler yer almaktadır826. Ancak Belli, söz konusu
bölgedeki Erken Demir Çağ kalelerinin Doğu Anadolu’nun diğer bölgelerine
nazaran daha az olduğunu vurgulamıştır827.
Sonuç olarak, Doğu Anadolu Bölgesi dahilindeki Erken Demir Çağ verileri ve
yivli keramiklerin varlığı göz önüne alındığında Doğu Anadolu’nun hemen hemen
tüm bölgelerinde yivli keramiklerin ele geçtiği anlaşılmaktadır. Bunlardan sayıca
en az ele geçtiği bölge Erzurum-Kars bölgesidir. Van Bölgesi’nde de sayıca
azımsanamayacak miktarlarda ele geçen yivli keramiklerin Doğu Anadolu Bölgesi
sınırlarında sayıca en fazla ele geçtiği bölge ise Elazığ-Malatya Bölgesi’dir.
Özellikle Elazığ bölgesindeki çoğu merkezde yivli keramiklerin ele geçtiği rapor
edilmiş ve hatta sadece Norşuntepe kazısından ele geçen 4000’e yakın yivli
keramiğin, Doğu Anadolu’nun diğer tüm bölgelerinden ele geçen yivli
keramiklerin toplamından çok daha fazla olduğu dikkati çekmektedir. Nitekim bu
bölgelerden ele geçen yivli keramikler ve bunların oranlarına ilişkin istatistikler
daha sonraki bölümde ele alınmıştır.
218
geçerlidir. Dolayısıyla bu dönemde artık Güney Kültürü’nün açık renk keramik
gelenğinden etkilenilmiş ve Kuzey Kültürü’nün göstergelerinden sayılabilecek
koyu yüzlü (koyu kahve, gri, siyah) keramik geleneği etkisini kaybetmeye
başlamıştır. Zira Erken Demir Çağ döneminde Kuzey kültürünün sınırlarının daha
da kuzeye çekildiğini ve sadece Erzurum ve Iğdır bölgeleriyle sınırlı kaldığını
söyleyebiliriz. Erken Demir Çağ’da ortaya çıkan bu yeni gelenek her ne kadar
Güney Kültürü gibi açık renk keramik geleneğine sahip olsa da, Güneydoğu
Anadolu’da görülen Asur etkili keramik kültüründen daha farklıdır ve daha çok
yerel bir kültür olarak tanımlanmaktadır. Nitekim bu yeni Erken Demir Çağ
kültürü Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki birçok merkezi etkisi altına almıştır.
d- Güneydoğu Anadolu
828
Kuzey ve güney kültür bölgesi olarak adlandırdığımız kültür bölgeleriyle ilgili ayrıntılı bilgi I.
Bölüm’de detaylı olarak ele alınmıştır.
829
Atalay – Mortan 1997: 260.
219
bölgedeki çalışmaları Aşağı Fırat Havzası, Yukarı Dicle Bölgesi/Vadisi ve Orta
Dicle bölgesi olmak üzere başlıca üç ayrı alanda değerlendirmek mümkündür.
830
Ayrıntılı bilgi için bakınız: M. Özdoğan, “Bazı Genellemeler-Öngörüler”, Anadolu’da
Uygarlığın Doğuşu ve Avrupa’ya Yayılımı. Türkiye’de Neolitik Dönem. Yeni Kazılar, Yeni
Bulgular, Đstanbul, 2007: 441-457.
831
Abay 2006: 26.
832
Abay 2006: 26.
833
Lupton 1996: 43-54, 60-61.
220
çıkmaktadır834. Bu tür verilerden yola çıkarak Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin
söz konusu dönemde Uruk kolonistleri tarafından iskan edildiği öne
sürülmektedir835. Erken ve Geç Kalkolitik dönemlerde Güneydoğu’daki kültürler
her ne kadar Van ve Elazığ- Malatya gibi kuzeydeki bölgelerle etkileşmiş olsa da,
söz konusu etkileşim daha kuzeyde varolan kültürü tamamen etkisi altına
alamamıştır. Özellikle Erzurum, Kars ve Ağrı bölgesinde siyah yüzlü
keramiklerin hakim olduğu bir keramik geleneğiyle temsil edilen farklı bir
Kalkolitik kültür hakimdir. Dolayısıyla Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin
Kalkolitik dönemden itibaren Doğu Anadolu’dan ayrı bir kültürel süreç içinde
olduğu açıktır. Ancak söz konusu ayrılığın tamamen birbirinden kopuk olduğunu
düşünmek hatalı olur. Nitekim yakın zamana kadar bölgede varolan aşiretler bu
iki bölgenin etkileşim şablonunu açıkça ortaya koymaktadır. Kış mevsimini Urfa,
Mardin, Beşiri, Silvan, Batman gibi Güneydoğu ovalarında geçiren aşiretler,
havaların ısınmasıyla birlikte ilkbahar başlarında kuzeydeki yaylalara doğru göç
ederler. Kuzeydeki yaylalar arasında Van Gölü çevresi, Muş, Bingöl, Erzincan ve
Ağrı yaylaları sayılabilir836. Buna göre göçebe aşiretlerin çoğunun kışlağının
Güneydoğu topraklarında olduğu ve bunların bu bölgede sabit iskanlar kurdukları
anlaşılmaktadır. Nitekim Güneydoğu Anadolu bölgesinin bu türdeki yerleşik
iskan politikasının erken dönemlerden itibaren varolduğu anlaşılmaktadır.
834
H. Sağlamtimur ile kişisel görüşme.
835
Frangipane 2000, 439.
836
Beşikçi 1969: 33-34; Beşikçi 1969: 35.
221
Ware) olarak adlandırılan keramik gelenekleri hakimdir837. Nitekim bu dönem E.
Abay tarafından Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde “bölgeselleşme”nin ortaya
çıktığı dönem olarak tanımlanmıştır838. Erken Tunç Çağ II döneminden itibaren
ise bölgede Karababa Boyalıları ve Suriye kökenli Metalik mallar görülmeye
başlar. Bu iki mal grubunun hem Suriye’deki yerleşim yerlerinde hem de
Karababa bölgesinde ele geçmiş olması ETÇ II döneminde söz konusu iki
bölgenin etkileşim halinde olduğunu göstermektedir839. Erken Tunç Çağ III
dönemine gelindiğinde ise, az sayıda da olsa Karababa Boyalıları, Saklı Astar
Bezemeli Mallar ve Metalik Mallar devam eder. Ancak Saklı Astar Bezemeli
Mallar ile Boyalı Malların üretiminin büyük oranda sona erdiği anlaşılmaktadır.
Bu keramik geleneklerinin az sayıda da olsa devamına ilişkin en önemli kanıt
Titriş Höyük’ten elde edilmektedir. Yukarıda bahsedilen mallar dışında bölgenin
Erken Tunç Çağ III dönemine damgasının vuran keramik gelenekleri arasında ise
Leke Astarlı Mallar (Smeared Wash Ware), Boya Bant Bezemeli Mallar (Band
Painted Ware) ve Tarak Bezemeli Mallar (Combed Wash Ware) sayılabilir840.
Fırat Nehri boyunca yukarıda sözü edilen keramik gelenekleri görülürken, Dicle
Nehri boyunca Mardin’den Diyarbakır bölgesine kadar olan bölgede ise Nineve V
keramik geleneğinin hakim olduğu anlaşılmaktadır. Erken Tunç Çağ I
döneminden itibaren bölgede varlık gösteren Nineve V keramikleri ETÇ I’de
Basit Mallarla birarada görülürken, ETÇ II’den itibaren Metalik Mallarla birlikte
görülmeye başlamıştır841.
222
Mezopotamya kültürlerinin etkisi altında kalsa da, E. Abay bölgede oluşan
kültürlerin kendi içindeki “bölgeselleşme” eğilimlerine dayanarak bölgede içsel
dinamiklerin de etkili olduğunun altını çizmiştir842.
M.Ö. 16. yüzyıl itibariyle ise Güneydoğu Anadolu bölgesinde hakim güç olan
Mitanni devletinin hâkimiyeti altındaki bölgelerde, Mitanni ile bağlantılı görülen
arkeolojik malzemelerden biri olan Nuzi Keramiği görülmektedir844. Ayrıca bu
dönemde Mitanni-Orta Asur çanak çömleğinin de varolduğu bilinmektedir845.
Geç Tunç Çağ’da ise Güneydoğu Anadolu Bölgesi Orta Asur Devleti’nin etksi
altında kalmıştır. Geç Tunç Çağ başlarında Yukarı Dicle Havzası, Mitanni
Devleti’nin çöküşünü izleyen Asur Đmparatorluğu döneminde önemli bir rol
oynamıştır. II. Asurnasirpal dönemine ait yazıtlarda, M.Ö. 13. yüzyıl başlarında
Orta Asur Devleti’nin Yukarı Dicle Havzası’na kadar yayıldığından, I. Adad
Nirari (M.Ö. 1295-1274) ve I. Salmanasar’ın (M.Ö. 1274-1234) Mitanniler’in
başkenti Ta’idu’yu 846 zapt ettiklerinden bahsedilmektedir. I. Tiglath Pileser
döneminden (M.Ö. 1114-1076) sonra ise Asur Devleti zayıflama dönemine (M.Ö.
842
Abay 2006: 29.
843
Ayrıntılı bilgi için bakınız: A. Özfırat, Üçtepe II. Tunç Çağları. Kazı ve Yüzey Araştırmaları
Işığında, Đstanbul, 2005.
844
Ayrıntılı bilgi için bakınız: D. Oates- J. Oates- H. McDonald, Excavations at Tell Brak 1: The
Mitanni and Old Babylonian Periods, (ed. D. Oates- J. Oates- H. McDonald), London, 1997.
845
Ayrıntılı bilgi için bakınız: P. Pfälzner, Mittanische und Mittelassyrische Keramik, Berlin, 1995.
846
Ta’idu/ Tudi/ Üçtepe I. Salmanasar döneminde başkent olmuş ve Asur kralları bu bölgeden
Urartu üzerine seferler düzenlemiştir (Karg 1999: 241; Matney- Roaf- MacGinnes 2002: 519).
223
1050-900) girmiştir847. M.Ö. 9., 8. ve 7. yüzyıllarda ise bölge Yeni Asur
Devleti’nin etkisi altına girmektedir848.
847
Matney- Roaf- MacGinnes 2002: 519.
848
Matney- Roaf- MacGinnes 2002: 520.
849
Ayrıntılı bilgi için bakınız: J. G. Taylor, “Travels in Kurdistan, with Notices of Sources of the
Eastern and Western Tigris, and Ancient Ruins in their Neighbourhood”, Journal of Royal
Geographical Society 35, 1865: 21-58; J. G. Taylor, “Journal of a Tour in Armenia, Kurdistan and
Upper Mesopotamia, with Notes of Researches in the Deyrsim Dagh in 1866”, Journal of Royal
Geographical Society 38, 1868: 281-361.
850
Birisi Asur kralı II. Asurnasirpal’e, diğeri ise III. Salmanasar’a ait olan ve şu anda Londra’daki
British Müzesi’nde bulunan bu steller “Kurh Monalitleri” olarak bilinmektedir (Köroğlu 1998: 2).
851
Ayrıntılı bilgi için bakınız: W. Belck, “Aus den Berichten über die armenische Expedition”,
ZfE 31, 1899: 236-275; W. Belck, “die Keil-Inschriften in der Tigris-Quellgrotte und über einige
andere Ergebnisse der armenischen Expedition”, ZfE 32, 1900: 443-466.
852
Ayrıntılı bilgi için bakınız: C. F. Lehmann-Haupt, “Der Tigris-Tunnel”, ZfE 33, 1901: 226-245;
C. F. Lehmann-Haupt, Armenien Einst und Jetzt, I, Berlin, 1910; C. F. Lehmann-Haupt, Armenien
Einst und Jetzt, II/I, Berlin, 1926.
224
yerinde Akkadlı Naramsin’in yazıtını bulmuştur853. Hemen ardından 1907 yılında
ise A. T. Olmstead, Dicle Nehri kıyısındaki höyüklerde araştırmalar yapmış ve
buradaki Asur varlığını tespit etmiştir854.
225
Karababa Baraj alanını içine almakta ve bu alan Karababa Havzası olarak
adlandırılmaktadır. Öte yandan aynı bölge için Aşağı Fırat Havzası teriminin de
kullanıldığı bilinmektedir. “Aşağı Fırat Projesi” kapsamında 1978 ve 1979
yıllarında gerçekleştirilen çalışmalarda Hassek, Tille, Horiskale, Ancoz, Lidar,
Samsat ve Hayaz olmak üzere çok sayıda merkez tespit edilmiştir. 1977 yılında
M. Özdoğan tarafından yapılan yüzey araştırmasına göre Samsat, Horis Kale ve
Lidar’dan Erken Demir çağ yivli çanak çömleklerinin ele geçtiği
anlaşılmaktadır860. Bu bölgede yer alan merkezlerden yalnızca Lidar Höyük’te ve
Tille Höyük’te sağlam bir Demir Çağ tabakası bulunmaktadır. Buna biri olan
Lidar Höyük’te ise Erken Demir Çağı’a tarihlenen tabakada yivli keramiklerin ele
geçtiği bilinmektedir. Urfa’nın 50 km. kuzeybatısında yer alan ve Bozova ilçesi
sınırlarında bulunan Lidar Höyük, 1979-1987 yıllları arasında H. Hauptmann
başkanlığında bir ekip tarafından kazılmıştır861. Lidar Höyük’teki tabakalanma ve
radyokarbon tarihleme şu şekildedir862:
<6d> : M.Ö. 980-900 (Erken Demir Çağ- Yivli keramik, Hitit keramiği)
<6e1> : M.Ö. 1040-980 (Erken Demir Çağ- Yivli keramik, Hitit keramiği)
<6e2> : M.Ö. 1110-1040 (Erken Demir Çağ- Yivli keramik, Hitit keramiği)
860
Özdoğan 1977: Lev. 88/54, 78/7, 96/10.
861
Hauptmann 1987: 249; Müller 1999a: 123.
862
Müller 1999b: 404; Müller 2003: 138.
863
Müller 1999b: Abb.5/ BB01, BB02, BB03; Abb.8/ BB01, BB02; Abb.11/ BB03, BB06, BB08.
226
Çağ tabakasında yivli keramiğin bulunmadığını ifade etmiştir. Buna göre Lidar
Höyük’teki yivli keramikler M.Ö. 1100-900 arasına tarihlenmektedir864.
Aşağı Fırat bölgesinde yer alan diğer merkez ise Tille Höyük’tür. Ancak buradaki
çalışmalar Tille Höyük’ten ele geçen yivli keramiklerin Orta Demir Çağı’na yani
M.Ö. 8. yüzyıla tarihlendiğini göstermektedir865. Dolayısıyla söz konusu merkez,
Orta Demir Çağ bölümünde Güneydoğu Anadolu Bölgesi için ayrı bir
değerlendirme yapılmayacağı için bu bölümde ele alınmıştır.
Adıyaman il sınırları içinde bulunan Tille Höyük 1980 ve 1990 yılları arasında D.
French başkanlığında bir ekip tarafından kazılmıştır. Tille Höyük’teki çalışmalar
buradaki Demir Çağ tabakasının 10 adet mimari evresi (I-X) olduğunu ortaya
koymuştur. Geç Tunç Çağ yangın tabakasının hemen üzerinde bulunan ve Period I
olarak adlandırılan Erken Demir Çağ tabakasında (Level I-III) güçlü bir Hitit
keramiği ile birlikte yeni bir tür olan boyalı keramik geleneği görülmektedir. Geç
Tunç Çağ’ın yangın tabakasından elde edilen radyokarbon tarihler M.Ö. 12.
yüzyıla işaret etmektedir. Dolayısıyla bu tabakanın hemen üzerinde bulunan
Erken Demir Çağı M.Ö. 12. ve 10. yüzyıllar arasına tarihlenmekte ve söz konusu
tabakadan elde edilen keramik buluntular arasında yivli keramiklerin ele
geçmediği anlaşılmaktadır866. Ancak Period I’in hemen üzerinde bulunan Period
II ise Orta Demir Çağı’na tarihlenmekte ve Tille Höyük’teki IV. ve V. tabakaları
içermektedir. Kazıcısı tarafından M.Ö. 9. ve 8. yüzyıllara tarihlenen bu
tabakaların çok sayıda yivli keramik içerdiği rapor edilmiştir867. Dolayısıyla Tille
Höyük’teki yivli keramikler Erken Demir Çağ yerine Orta Demir Çağı’na
tarihlenmektedir.
864
Müller 2003: 139, Fig. 2.
865
Blaylock 1999: 267; Müller 2003: 139.
866
Blaylock 1999: 263-267; Müller 2003: 138.
867
Blaylock 1999: Fig. 3/ 1-17; Müller 2003: 138-139, Fig. 2.
227
metrelik ölçüsüyle Dicle’nin güney kıyısındaki en büyük ve en dikkat çeken
höyüklerden biridir. 1988- 1992 yılları arasında V. Sevin başkanlığında kazılan868
Üçtepe höyüğünün tabakalanması şu şekildedir869:
5. ve 6. tabakalar: Helenistik
Üçtepe’nin Orta Asur evresine ait tabakalarda ortaya çıkarılan keramikler arasında
Erken Demir Çağ’ın tipik yivli keramiklerine rastlanmadığı anlaşılmaktadır. Buna
karşın Üçtepe’nin Yeni Asur Dönemi tabakalarından ele geçen keramikler
arasında yivli keramiklerin bulunduğu ifade edilmiştir870. Köroğlu, söz konusu
yivli çanak çömleğin Yeni Asur Dönemi yerli keramikleriyle bir arada ele
geçtiğini ve bunların kuzeyden geldiğini belirtmiştir871. Nitekim tarafımızdan
görülen Üçtepe malzemesi içinde tespit edilen 1 adet yivli çanak parçası tez
çalışmamıza eklenmiştir872 (Lev. CLVIIIb).
Dicle bölgesindeki son dönem çalışmaları ise 1998 yılında ODTÜ- Tarihsel Çevre
Araştırma Merkezi’nin (TAÇDAM), Ilısu ve Kargamış Baraj Gölleri Altında
868
Ayrıntılı bilgi için bakınız: V. Sevin, “1988 Yılı Diyarbakır/ Üçtepe Kazısı”, XI. Kazı Sonuçları
Toplantısı I, Ankara, 1990: 103-123; V. Sevin, “1991 Yılı Diyarbakır Üçtepe Höyüğü Kazıları”,
XIV. Kazı Sonuçları Toplantısı I, Ankara, 1993: 175-191; V. Sevin, “1992 Yılı Diyarbakır Üçtepe
Höyüğü Kazıları”, XV. Kazı Sonuçları Toplantısı I, Ankara, 1994: 399-416.
869
Köroğlu 1998: 27.
870
Söz konusu yivli keramikler az sayıdadır ve sadece 3 parça ile temsil edilmektedir (Köroğlu
1998: 41).
871
Köroğlu 1998: 41, resim 9/21-23.
872
Van Yüzüncüyıl Üniversitesi labaratuvarında bulunan Üçtepe malzemesini görme şansını veren
V. Sevin ve A. Özfırat’a içten teşekkür ederim.
228
Kalacak Arkeolojik Kültür Varlıklarını Kurtarma Projesi kapsamında yürütülen
yoğun survey ve arkeolojik kazılardan oluşmaktadır. Ilısu Barajı altında kalacak
olan merkezler Siirt ve Batman illerini; Kargamış Barajı altında kalacak olan
merkezler ise Birecik ve Kargamış bölgesini kapsamaktadır. Söz konusu
araştırmalar sırasında Orta Asur Dönemi verilerinin elde edildiği çok sayıda
merkez tespit edilmiştir.
229
dalga bezemeli çömleklerin ve içe dönük ağızlı yivli çanakların yer aldığı
belirtilmiştir. Bu tür el yapımı çanakların hamurlarının pişirme kabı özelliğinde
olduğu ve ince bitki ve mineral katkısından oluştuğu ifade edilmiştir. Siyah-
kahverengi açkılı örnekler yanında yoğun bitki katkılı sarımsı hamurlu örneklerin
de bulunduğu belirtilmiş878 ve bu tür keramiklerin güney ile ilişkisinin
olmadığının altı çizilmiştir879. Her ne kadar bu tür keramiklerden bahsedilse de
gerek 2000, gerekse 2001 kazı raporlarında keramiklerle ilgili herhangi bir çizim
veya fotoğraf yayınlanmamıştır. Nitekim 2000 ve 2001 yılı kazı sezonlarına ait
sonuçların derlenerek tekrar ele alındığı 2002 ve 2003 yıllarındaki makalelerde
yayına eklenen çizimlerde de bahsi geçen yivli keramiklerin yer almadığı
anlaşılmıştır880. Ziyaret Tepe’nin 2003 ve 2004 yılı kazı sezonunun
değerlendirildiği yayında ise çok sayıda yivli çanak çizimi yayına eklenmiştir881.
Söz konusu yayınlarda 169 parçadan oluşan el yapımı Erken Demir Çağ yivli
keramiklerinin hamur katkısına göre 6 gruba ayrıldığını belirtmişlerdir882. Nitekim
tarafımızdan Ziyaret Tepe’nin bir kısım yivli kapları görülmüş ve fotoğrafları
çekilmiştir883 (Lev. CLIX).
Ilısu Baraj alanında bulunan bir diğer merkez Gre Dimse’dir. Diyarbakır’ın
Bismil ilçesinde, Batman ilinin 15 km. güneybatısında yer alan Gre Dimse N.
Karg tarafından 1999 ve 2000 yıllarında olmak üzere 2 sezon kazılmıştır. 1999
yılı çalışmalarında bir mezar ortaya çıkarılmıştır. Sırt üstü yatmış bir erkek
iskeletine ait olan ve “Savaşçı Gömüsü” olarak tanımlanan bu mezarda iskeletin
ayak ucunda büyük olasılıkla bir köpeğe ait olan bir hayvan iskeletinin ortaya
çıkarıldığı belirtilmiştir. Savaşçının yanında 70 cm. uzunluğunda bir demir kılıç,
altı adet demir okucu ve parmaklarının birinde bir demir yüzük ortaya
çıkarılmıştır884. Savaşçının başına yakın bir yerde ise yivli bir çanakla kapatılmış
tüm bir çömlek tespit edilmiştir. Söz konusu çömlek dip kısmına kadar kırmızımsı
878
Matney- Roaf- MacGinnes- McDonald 2004: 396.
879
Matney- Roaf- MacGinnes- McDonald 2004: 398.
880
Matney vd. 2002: 47-89; Matney vd. 2003: 175-221.
881
Matney- Rainville 2005: Fig. 4- 2, 3, 4, 5, 7; Fig. 5- 17, 18, 19, 20; Matney- Rainville 2006:
Fig. 4.
882
Matney- Rainville 2006: 119.
883
Ziyaret Tepe’de ortaya çıkarılan yivli keramiklerin bir kısmını görme şansı veren T. Matney ve
K. Köroğlu’na teşekkür ederim.
884
Karg 2001: 648.
230
kahverenginde boyalı bir bezemeyle bezenmiştir885. Bu çömleğin ağzına
kapatılmış olan el yapımı yivli çanağın grimsi kahverenginde olduğunu ve ağız
kenarının altında üç sıra yatay yiv olduğunu belirten Karg, bu tür yivli kapların
Doğu Anadolu’nun Erken Demir Çağı’nda yaygın olduğunu ifade etmiştir.
Nitekim Karg, K. Bartl’ın Norşuntepe’deki Erken Demir Çağ katmanlarını M.Ö.
12. yüzyılın ortasından 11. yüzyılın sonuna/ 10. yüzyılın ortasına uzanan bir tarih
önermesinden yola çıkarak söz konusu gömüyü M.Ö. 1150-1000/950 arasına
tarihlemiştir886. Ayrıca Karg, Güneydoğu Anadolu bölgesinin Erken Demir Çağı
için “Erken Yeni-Asur Dönemi” terimini kullanmayı uygun görmüş ve söz konusu
dönemi M.Ö. 12. ve 10. yüzyıllar arasına yerleştirmiştir887. Savaşçı gömüsü olarak
adlandırılan alan dışında, 2000 yılı kazı sezonunda da bazı açmalardan bu tür yivli
çanak parçaları ele geçmiştir. 2000 yılı kazı raporuna eklenen fotoğraflarda söz
konusu kapların grimsi kahverenginde alacalı oldukları anlaşılmaktadır888. Sonuç
olarak Gre Dimse yerleşim yeri de Ziyaret Tepe gibi yivli çanak çömleklerin ele
geçtiği merkezler arasında yer almaktadır.
Ilısu Barajı alanıda yer alan bir diğer merkez Salat Tepe’dir. T. Ökse
başkanlığında bir ekip tarafından 1998 ve 1999 yıllarında yüzey araştırması889
yapılan Salat Tepe’deki kazı çalışmaları 2000 yılından itibaren başlatılmıştır.
2000 yılı çalışmalarında bu yerleşimin sadece geç dönemlerine tarihlenen dört
tabaka tespit edilmiştir890. 2001 yılı kazı sezonunda ise yalnızca höyügün güney
tarafında bulunan ve K12 olarak adlandırılan açmada Orta ve Yeni Asur dönemine
ait olabilecek mimarinin ve keramiklerin bulunduğu ifade edilmiştir891. Ancak söz
konusu keramiklerle ilgili herhangi bir bilgi verilmemiştir. Salat Tepe’nin 2000-
885
Bu tür boya bezemeli kapların Erken Demir Çağ’da Doğu Anadolu’da sık rastlanan “Boyalı
Mallar” grubuna girdiğini belirten Karg, bu tür mallarların Norşuntepe’deki malzemeyi çalışan K.
Bartl tarafından “Mal Grubu 4”, Elazığ- Malatya bölgesi malzemesini değerlendiren H. F. Russel
tarafından ise “EE Grubu” olarak adlandırıldığını ifade etmiştir. Hatta Karg, bu tür malları Elazığ-
Malatya bölgesiyle sınırlandıran Russel’in “EE Grubu” olarak tanımladığı boyalı keramiklerin
“DD Grubu” olarak tanımladığı yivli kaplarla çağdaş olduğunu iddia ettiğini ve nitekim Gre Dimse
gömüsünün söz konusu çağdaşlığı kanıtladığını vurgulamıştır (Karg 2001: 651).
886
Karg 2001: 652-653.
887
Karg 2001: 657.
888
Karg 2002: Şekil 3a-b.
889
Ayrıntılı bilgi için bakınız: Ökse 1999: 333-344; Ökse-Alp-Dağ-Engin-Görmüş ve Mustafaoğlu
2001: 593-619.
890
Ökse-Alp 2002: 651.
891
Ökse 2004: 605.
231
2002 yılları kazı sezonuna ait verilerin yayınlandığı makalede ise M.Ö. 12. ve 10.
yüzyıllar arasına tarihlendiği söylenen yatay oluk bezemeli el yapımı Erken Demir
Çağ keramiklerinin ele geçtiği ifade edilmiştir892 ancak bu yayına da söz konusu
keramiklerle ilgili herhangi bir çizim veya fotoğraf eklenmemiştir. 2007 yılı kazı
raporunda ise Salat Tepe’nin Orta Tunç Çağ’da terk edildikten sonra Geç Tunç
Çağ’da iskan görmediği ve Erken Demir Çağ’da ise yeniden iskan edildiği
belirtilmiştir. M13, K12-14 ve L11-13 açmalarında kerpiç yapı enkazına açılmış
geniş küllü çukurların tespit edildiği ve çapları ortalama 3-5 m. arasında değişen
bu çukurların diplerinde ocakların bulunduğu rapor edilmiştir. Bu tür çukurların
Erken Demir Çağ’da kullanılan çukur evleri anımsattığını belirten Ökse, Salat
Tepe’deki çukurlar bir duvar veya sıva ile çevrelenmediği için bunların konut
olabileceği konusunda öneri yapamadıklarını ifade etmiştir893. Ancak söz konusu
çukurlardan ele geçen keramikler arasında el yapımı, saman katkılı, düşük ısıda
pişirilmiş yatay oluk bezemeli kapların varolduğunun altı çizilmiştir894.
Tarafımızca ziyaret edilen Salat Tepe kazı yerinde çok sayıda yivli keramiğin
bulunduğu tespit edilmiştir895 (Lev. CLX-CLXI).
892
Ökse-Alp-Đnal 2004: 332.
893
Ökse-Alp-Đnal 2007: 57.
894
Ökse-Alp-Đnal 2007: 58.
895
Salat Tepe’deki yivli keramikleri görme fırsatını veren T. Ökse’ye teşekkürü bir borç bilirim.
896
Schachner 2003: 157.
897
Schachner 2003: 158; Schachner 2004: 506; Roaf- Schachner 2005: 117.
232
toprağının hemen altında tespit edilen898 ve höyüğün en geç dönemini temsil eden
Erken Demir Çağ tabakasından elde edilen keramikler arasında yivli keramiklerin
bulunduğunu belirten Schachner, bazı kapların dış kısmında yumru bezemelerin
olduğunu da ifade etmiştir899. Ayrıca söz konusu keramiklerin siyah-gri, kahve ve
kırmızı tonlarında değişen renklerde olduğu, organik ve mineral katkı içerdiği ve
çoğunlukla açkılı olduğu da belirtilmiştir900. V. Sevin’in bu tür keramikleri M.Ö.
11. ve 9. yüzyıllar arasına tarihlemesinden yola çıkarak Schachner, söz konusu
keramiklerin aynı tarihlere yerleştirilebileceğini ancak bunların başlangıç tarihinin
M.Ö. 11. yüzyılın sonuna tarihlenebileceğini belirtmiş901 ve bu yüzden bu
keramiklerin M.Ö. 11. yüzyıl sonu ile 10. yüzyıl sonu arasına yerleştirmiştir902.
Söz konusu tarihlendirmede en önemli dayanak Giri Cano’nun Orta Asur Dönemi
çukurlarından birinin kuzeyinde tespit edilen tabletlerdir. Tüm bir çömlek içinde
tespit edilen 15 adet Orta Asur tableti K. Radner tarafından değerlendirilmiş ve
bunların M.Ö. 1068-1056 arasında bir döneme ait olabileceği belirtilmiştir903.
Dolayısıyla M.Ö. 1069/1068 tarihi tarih en azından Giri Cano ölçeğinde,
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki yivli çanak çömleklerin terminus ante quem’i
olarak karşımıza çıkmaktadır904. Çalışma şansı bulduğumuz Giricano’nun yivli
çanak çömlekleri daha sonra değerlendirilecektir905 (Lev. CLXII-CLXXII).
Ilısu Barajı bölgesinde yer alan bir diğer merkez Kenantepe’dir. Bismil’in 15 km.
doğusunda bulunan Kenantepe, B. Parker başkanlığında bir ekip tarafından
kazılmıştır. 2000 yılı kazı sezonuna ait raporlara göre höyüğün batı yamacında yer
alan “B Alanı”nda ve hemen bunun kuzeyinde bulunan “C Alanı”nda Erken
898
Giricano Höyüğü’nün üzerinin mezarlık olarak kullanıldığı ve yüzey toprağının hemen altında
bulunan Demir Çağ verilerinin bu yüzden iyi korunamadığı belirtilmiştir (Schachner 2004: 505;
Roaf- Schachner 2005: 117).
899
Schachner 2002: 550, şekil 4-2; Schachner 2003: Fig. 6; Schachner 2004: 506, şekil 5; Roaf-
Schachner 2005: Fig. 3. Ayrıca aynı tabakada yivli keramiklerle birlikte boyalı kapların da ele
geçtiği ifade edilmiştir (Schachner 2004: 506).
900
Schachner 2002: 550.
901
Schachner 2002: 550.
902
Schachner 2004: 506.
903
Roaf- Schachner 2005: 119.
904
Schachner 2003: 158.
905
Giri Cano’daki yivli keramikleri görme fırsatını veren A. Schachner’e teşekkürü bir borç
bilirim.
233
Demir Çağ verileri tespit edilmiştir906. Bunlardan B Alanı’nda birbirine 10 m.
uzaklıkta 5x5 m. ölçülerine 2 adet açma açılmıştır. B1 açmasında yüzey
toprağının 40 cm. altında iyi korunmuş olduğu belirtilen Erken Demir Çağ
tabakasının varlığından ve bu tabakaya ait tabandan bahsedilmektedir907. B2
açmasında ise Erken Demir Çağı’na tarihlenen bir konut yapısından ve çok sayıda
Erken Demir Çağ çukurundan söz edilmektedir. Gerek B1, gerekse B2
açmasından çok sayıda Erken Demir Çağ oluklu kase parçasının ele geçtiği ifade
edilmiştir908. B Alanı’nın kuzeybatının bulunan C Alanı’ndaki çalışmalarda da
özellikle C2 açmasının Erken Demir Çağı’na ait çeşitli mimari evreleri içerdiği
belirtilmiştir. Bunlar arasında yuvarlak bir yapı kalıntısının ve bir dizi maden
işliğinin varolduğu ifade edilmiştir. Bu alanda da çok sayıda Erken Demir Çağ
oluklu kaselerinin ele geçtiği rapor edilmiştir909. Ancak maalesef 2000 yılı kazı
raporlarında söz konusu açmalardan ele geçen keramiklerle ilgili herhangi bir
çizim veya fotoğraf eklenmemiştir. Buna karşın 2001 yılı kazı sezonunda Kenan
Tepe’nin genel bir değerlendirilmesi yapılmış ve bu rapora çok sayıda keramik
çizimi eklenmiştir. Söz konusu rapora göre, Kenan Tepe’nin Erken Demir Çağ
tabakasına dair verilerin yoğun olarak B ve C alanlarından ele geçmesi ve D
alanıda bu döneme ait herhangi bir verinin bulunmaması, höyüğün dik olan doğu
ve kuzey yamaçlarında Erken Demir Çağ kalıntılarının sürüklenip kayması
şeklinde açıklanmıştır. Bu yüzden de höyüğün Erken Demir Çağ’daki boyutu
hakkında kesin bir öneride bulunulamamış ancak tahminen en fazla 1.1 hektarlık
bir alanı kapladığı belirtilmiştir910. Sonuç olarak M.Ö. 1100-900 arasına tarihlenen
Erken Demir Çağ yerleşmesinin Kenan Tepe’de gelişkin bir yerleşmeyle temsil
edildiği ifade edilmiş ve söz konusu yerleşmenin yerli Anadolu köyü niteliğinde
olduğunun altı çizilmiştir911. Buradan ele geçen yivli keramikler Parker tarafından
“Yerli Demir Çağ Keramikleri” olarak tanımlanmış ve söz konusu keramiklerle
906
Parker ve Diğerleri 2002a: 437; Parker-Creekmore-Moseman-Sasaki 2002b: 615; Parker ve
Diğerleri 2003: 3; Parker-Creekmore-Dodd 2004: 556.
907
Parker-Creekmore-Moseman-Sasaki 2002b: 615.
908
Parker-Creekmore-Moseman-Sasaki 2002b: 615.
909
Parker-Creekmore-Moseman-Sasaki 2002b: 616.
910
Parker-Creekmore-Dodd 2004: 556.
911
Parker-Creekmore-Dodd 2004: 556.
234
ilgili çizimler yayına eklenmiştir912. Bunların kahve, kırmızımsı kahve ve
pembemsi kahve tonlarında oldukları ve tümünün saman katkılı olduğu ifade
edilmiştir913.
Ilısu bölgesinde Erken Demir Çağ verilerinin elde edildiği son iki merkez Hakemi
Use ve Kavuşan Höyük’tür. Bunlardan Hakemi Use Bismil’deki Tepe
Beldesi’nin yaklaşık 3 km. batısında yer almaktadır. 2001 yılından itibaren H.
Tekin başkanlığında bir ekip tarafından kazılan Hakemi Use’nin tabakalanması şu
şekildedir914:
Kazılar sırasında Demir Çağ olarak tanımlanan kermikler arasında çok sayıda
yivli kasenin bulunduğu anlaşılmaktadır. Hakemi Use’den ele geçen Demir Çağ
kermiklerinin özellikle höyüğün kuzey yamacında yer alan E9 Açması’ndaki
kazılar sırasında tespit edilen çöp çukuru içinden ve E6 açmasından ele geçtiği
ifade edilmiştir915. Söz konusu çukurlar ve silolar Geç Neolitik tabakasının hemen
üzerinde bulunmaktadır. Bu çukurlardan ele geçen keramikler arasında çoğunluğu
içe dönük ağız kenarlı kaselerden oluşan yivli keramiklerin bulunduğu ifade
edilmiş ve bunların kiremit kırmızısı hamurlu ve yoğun kireç katkılı oldukları
rapor edilmiştir916. Erken Demir Çağı karakterize eden bu tür yivli keramiklerin
höyüğün yüzeyinde de bol sayıda olduğunu belirten Tekin, bunları ayrı bir
çalışma altında değerlendirmiştir. Bu çalışmaya göre çoğunluğu el yapımı olan
Hakemi Use yivli çanak çömleklerinin genellikle kızıl kahverengi hamurlu,
astarsız ve dış yüzeyinin kimi zaman alacalı olduğu belirtilmiştir. Keramik
hamurunun ince işçilik göstermediğini ve çoğunlukla kum, kireç, az miktarda da
912
Parker-Creekmore-Dodd 2004: Şekil 14/ J, K, L, M, N, O, P, Q, R, S, T, U, V. Ayrıca Parker
tarafından Erken II. Binyıla tarihlenen boyalı keramiklerle birlikte ele geçen bazı yivli kaplar da
Erken II. Binyıl başlığı altında değerlendirilmiştir (Parker-Creekmore-Dodd 2004: Şekil 10/ L, M).
913
Parker-Creekmore-Dodd 2004: 599 – keramik kataloğu.
914
Tekin 2006: 152; Tekin 2007: 369.
915
Tekin 2003: 60; Tekin 2004a: 428; Tekin 2008: 2.
916
Tekin 2003: Şekil 2/3; Tekin 2004a: 429, Şekil 8/ 7-12; Tekin 2004b: Şekil 3/2; Tekin 2007:
363, Şekil 7.
235
saman katkılı olduğunu ifade eden Tekin, Hakemi Use’nin yivli kaplarının
çoğunlukla çanaklardan ve kaselerden oluştuğunun altını çizmiştir917. Ayrıca
Hakemi Use’deki yivli keramiklerin, gerek Yukarı Dicle, gerekse Doğu ve
Güneydoğu Anadolu’daki paralellerinden yola çıkarak M.Ö. 1050-950 yılları
arasına tarihlemiştir918.
917
Tekin 2006: 153-154; resim 3-11.
918
Tekin 2006: 157.
919
Kozbe- Köroğlu- Sağlamtemir 2003: 139; Kozbe- Köroğlu- Sağlamtemir 2004: 463.
920
Kozbe- Köroğlu 2004: 283.
921
Kozbe 2005: 580.
922
Kozbe- Köroğlu 2004: Çizim 6; Kozbe 2008: 296.
923
Kozbe 2006: 498.
924
Kozbe 2005: 580, Çizim 5, 6.
236
çanak çömleklerle ilgili çalışmalarımız daha sonra ele alınacaktır925 (Lev.
CLXXIII-CLXXV).
Ilısu bölgesinde Erken Demir Çağ verilerinin ve yivli çanak çömleklerin elde
edildiği merkezlerin sayıca fazla olmasına rağmen Kargamış bölgesindeki
merkezlerdeki Erken Demir Çağ verileri oldukça kısıtlıdır. Sadece Harabe
Bezikan Höyük, Şavi Höyük ve Şaraga Höyük’te Geç Tunç Çağ ve Demir Çağ
verilerinin bulunduğu ifade edilmiş ancak bunlar arasında Erken Demir Çağı’na
tarihlenen yivli keramikler konusunda herhangi bir ifadeye rastlanmamıştır.
237
eden iki farklı türde keramikle karakterize edildiği ifade edilmiş ve bunlar
Köroğlu tarafından “Erken Demir Çağ türü Yivli Seramik” ile “Orta ve Yeni Asur
Dönemi yerli Seramiği” olarak adlandırılmıştır928. Araştırmalar sonucunda
Diyarbakır bölgesinde özellikle Dicle’nin kuzeyindeki merkezlerde yoğun olarak
ele geçtiği belirtilen yivli keramiklerin başta Eliaçık (Köpekli) olmak üzere
Yukarı Bağpınar (Zoğzunç), Yarımca, Karaçalı (Tilalo), Çubuklu (Đshakan),
Gökçetevek (Raşik) ve Sivritepe (Şehaban) gibi merkezler yanında az sayıda da
olsa Dicle’nin güneyinde bulunan Aktepe, Đncirtepe (Tilarap) ve Kazancı gibi
merkezlerde de ele geçtiği ifade edilmiştir929. Söz konusu merkezlerden ele geçen
yivli keramiklerin el yapımı veya ağır dönen çarkta şekillendirildiğini belirten
Köroğlu, bunların çoğu kez kırmızı veya kahverengi bir astarla kaplı olduğunu
rapor etmiştir930.
1980’li yıllarda araştırma yapılan bir diğer bölge ise Urfa çevresidir. N. Yardımcı
tarafından gerçekleştirilen bu araştırmalar 2000’li yıllara kadar devam etmiş ve bu
araştırmalar sonucunda Harran Ovası’nda çok sayıda merkez tespit edilmiştir931.
Buna göre Harran bölgesindeki merkezlerden Kayaca Höyük, Ömertepe, Sultan
Tepe, Buğday Kuyusu932 ve Battal (Mezarlık Tepe)933 adlı merkezlerde yivli
keramiklerin ele geçtiği anlaşılmaktadır.
928
Köroğlu 1998: 54.
929
Köroğlu 1998: 54.
930
Köroğlu 1998: 54, resim 16.
931
Yardımcı 1991: 401-418; Yardımcı 1994: 265-283; Yardımcı 2004.
932
Yardımcı 2004a: 71/Res. 2; 246/Res. 2, Çiz. 2; 251/Res. 5, Çiz. 5; 353/ Res. 4, Çiz. 3.
933
Yardımcı 2004b: 445/Res. 2, Çiz. 2.
238
verilmemiştir934. Ancak yayınlanan keramik çizimlerinden Batman bölgesindeki
merkezlerden ele geçen Demir Çağ keramikleri arasında yivli çanak çömleklerin
bulunduğu anlaşılmaktadır935. 1990’lı yılların sonunda ise Algaze’nin yüzey
araştırması malzemesi B. Parker tarafından doktora çalışması olarak
936
değerlendirilir . Buna göre Parker, “Cizre Ovası”, “Botan ve Garzan Vadileri”
ve “Yukarı Dicle ve Batman Nehri Vadisi” olmak üzere üç ayrı bölgede bulunan
merkezler ele alınır. Bunlardan ilki olan Cizre Ovası’nda bazı Demir Çağ
merkezlerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Takyan Tepe, Silope Höyük, Yankale
Höyük, Mehmetçik Höyük, Amarsava Höyük, Şurik Dere, Kopik Höyük, Gre
Hazale, Girik Tahti, Girge Mera, Girge Miçuero ve Basorin Höyük gibi
merkezlerde Demir Çağı’na tarihlenen keramiklerin bulunduğu ifade edilmiş937
ancak yayına eklenen Demir Çağ keramik parçaları arasında yivli keramiklerin
yer almadığı anlaşılmıştır938. Đkinci bölge olan Botan ve Garzan Vadileri’ndeki
merkezlerden ise Çiçek Yordu939, Çattepe (Tilli) ve Gre Amera’dan çeşitli
Demir Çağ kap parçalarının ele geçtiği belirtilmiş940 ancak bunlar arasında da
yivli keramiklerin bulunmadığı anlaşılmıştır941. Son bölge olan Yukarı Dicle ve
Batman Nehri Vadisi’nde ise Erken Demir Çağ dönemine tarihlenen keramiklerin
ele geçtiği merkezlerden bahsedilmiştir. Bunlar arasında Gredimse, Koyuntepe,
Çayırlık, Babahaki, Talavaştepe, Gre Migro ve Ziyaret Tepe yer almaktadır.
Söz konusu merkezlerin tümünün Erken Demir Çağ keramikleri arasında çok
sayıda yivli keramiğin ele geçtiği anlaşılmaktadır942. 1990’lı yılların sonundan
itibaren ise B. Parker, Yukarı Dicle Arkeolojik Araştırma Projesi/The Upper
Tigris Archaeological Research Project (UTARP) kapsamında Diyarbakır-Bismil
bölgesindeki araştırmalarına devam etmiş ve söz konusu araştırmalar sırasında
özellikle Boztepe ve Talavaştepe gibi merkezler üzerine yoğunlaşmıştır. Hatta
934
Algaze 1989: 242-255; Algaze 1990: 391-396; Algaze- Rosenberg 1991: 137-149; Algaze
1992: 425-445; Algaze- Breuninger- Lightfoot- Rosenberg 1991: 177.
935
Rosenberg-Togul 1991: Fig. 10/12; Rosenberg 1992: Fig. 10/12.
936
Söz konusu doktora çalışması derlenerek 2001 yılında kitap olarak yayınlanmıştır. Ayrıntılı
bilgi için bakınız: Parker 2001.
937
Parker 2001: 60-77.
938
Parker 2001: Fig. 3.6, 3.7, 3.8, 3.17.
939
Türbe Höyük olarak da adlandırılan bu merkez H. Sağlamtimur başkanlığında bir ekip
tarafından kazılmıştır.
940
Parker 2001:110-130.
941
Parker 2001: Fig. 4.5, 4.9, 4.10, 4.11, 4.15.
942
Parker 2001: Fig. 5.6, 5.19/G-H-I, 5.25/E-F-G-H.
239
Boztepe’de küçük çaplı bir kazı çalışması dahi gerçekleştirilmiştir943. Gerek
Boztepe’den, gerekse Talavaştepe’den toplanan keramikler arasında Demir Çağ
çanak çömleklerinin ele geçtiği rapor edilmiş ve bunlar arasından Talavaştepe’de
bazı yivli çanakların bulunduğu anlaşılmıştır944.
240
Anadolu bölgesindeki yayılımı veya sınırları göz önüne alındığında, söz konusu
keramiklerin Dicle Nehri boyunca güneydoğuya doğru yayılım gösterdiği ve
Garzan ve Botan Nehri Vadileri’nde sona erdiği anlaşılmaktadır948. Söz konusu
bölgede 2000 yılında J. Velibeyoğlu, A. Schachner ve Ş. Schachner tarafından
gerçekleştirilen yüzey araştırmasında da Botan ve Garzan bölgesinde yivli
keramiklerin bulunmadığının altı çizilmiştir949. Özellikle bölgenin önemli Demir
Çağı merkezlerinden biri olan ve Botan Suyu’nun Dicle ile birleştiği noktada yer
alan Çattepe’de (Tilli) Erken Demir Çağ’ın tipik yivli keramiklerinin ele
geçmediği vurgulanmıştır950. Ancak 2008 yılında H. Sağlamtimur tarafından da
araştırılan Botan Vadisi’nde gerçekleştirilen araştırmalarda Çattepe’de birkaç
parça yivli çanak çömleğin bulunduğu rapor edilmiştir951. Buna göre yivli çanak
çömleğin en güneydeki merkezi Çattepe sayılabilir. Ayrıca son yıllarda Siirt
bölgesindeki Başur Höyük kazılarından da Erken Demir Çağ keramiklerinin ele
geçtiği anlaşılmaktadır. Başur Höyük malzemesi üzerine yaptığımız çalışmada az
sayıda da olsa yivli çanak çömleğin ele geçtiği tespit edilmiştir952 (Lev. CLXXVI-
CLXXX). Dolayısıyla Başur Höyük’ten ele geçen yivli keramikler Siirt
bölgesinde yivli keramiklerin varlığını kanıtlayan tek merkez olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Doğu Anadolu bölgesinde Erken Demir Çağ’ın tipik keramikleri arasında kabul
edilen yivli keramiklerin aynı zamanda Orta Demir Çağ içlerine kadar devam
etmiş olması, Orta Demir Çağ’ın da bu çalışma kapsamında değerlendirilmesi
gereğini doğurmuştur. Nitekim Orta Demir Çağ sürecinin bu bölümde ayrı bir
başlık altında değerlendirilmesi yivli keramiğin bu dönem içindeki varlığından
kaynaklanmaktadır.
948
Parker 2001: 114; Parker 2003: 548.
949
Velibeyoğlu-Schachner-Schachner 2002: dn. 11; Schachner 2002: 550, dn. 4.
950
Velibeyoğlu-Schachner-Schachner 2002: 795.
951
2008 yılında gerçekleştirilen araştırmanın sonuçları yayın aşamasındadır (H. Sağlamtimur ile
kişisel görüşme).
952
Başur Höyük’ten ele geçen yivli keramikleri çalışma şansını veren sevgili hocam H.
Sağlamtimur’a sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
241
Doğu Anadolu’da Geç Tunç ve Erken Demir Çağ gibi arkeolojik veriler açısından
zayıf olan ve bir problemler zinciri olarak tanımlanan dönemlerden sonra M.Ö. 9.
yüzyılın ortalarında bölgede önemli bir değişim yaşanmakta ve artık arkeolojik
verilerden kesin olarak tespit edebildiğimiz Orta Demir Çağ’a damgasını vuran
Urartu Krallık dönemi başlamaktadır953. Yazılı kaynaklara göre M.Ö. 858 yılında
Van Gölü çevresinde yaşayan beylikler veya aşiretler organize olarak tek bir
merkeze bağlı bir krallık haline dönüşmüşlerdir. Merkezi Van olan ve Doğu
Anadolu’dan Transkafkasya ve Kuzeybatı Đran’a kadar geniş bir alanı kontrol
altında tutan bu krallık M.Ö. 858 ila 585 yılları arasında yaklaşık 300 yıllık bir
süre varlık göstermiştir954.
953
2005 yılında Đzmir’de düzenlenen Kronoloji Sempozyumu’nda A. Çilingiroğlu Urartu
Krallığı’nın varlık gösterdiği dönemin Orta Demir Çağ yerine Geç Demir Çağı simgelemesi
gerektiğini ve Doğu Anadolu’daki Demir Çağlar’ın Urartu’nun yıkılışı ile sona erdiğini ileri
sürmüştür.
954
Çilingiroğlu 1994: 29, 115; Çilingiroğlu 1997: 21; Salvini 2006: 34.
955
P. Rondot, aşiretin esas olarak savunma kurumu olduğunu ve temel işlevinin savaşçılık
olduğunu ifade etmiştir (Ayrıntılı bilgi için bakınız: P. Rondot, “Les tribus montagnardes de l’Asie
entérieure. Quelques aspects sociaux des populations kurdes et assyriennes”, Bulletin d’Études
Orientales de l’Institut Français de Damas VI, 1937: 1-50).
242
keramik geleneği ve lüks objeler bu tür devlet standartlarını yansıtan önemli
veriler olarak karşımıza çıkmaktadır956. Aynı zamanda devlet olmanın getirdiği
sistemli organizasyonal yapı, metal endüstrisinin de bu dönemde doruk noktasına
ulaşmasına sebep olmuştur. Nitekim Urartu merkezlerinde gerçekleştirilen kazılar
Urartu’nun bronz ve demir endüstrisindeki ileri teknolojisini açıkça ortaya
koymaktadır. Demir teknolojisi ise ilk kez Urartu dönemi ile birlikte gerçek
anlamda kendini göstermiştir957. Doğu Anadolu’daki Orta Demir Çağ ya da
Urartu merkezlerini ele almadan önce genel hatlarıyla Urartu tarihini ele almakta
yarar olacaktır.
956
Ayrıntılı bilgi için bakınız: Çilingiroğlu 1997; Zimansky 1985; Salvini 2006.
957
Demir Çağı simgeleyen önemli göstergelerden biri olan demir teknolojisiyle ilgili detaylı
bilgiler IIA bölümünde ele alınmıştır.
958
King 1915: 21.
959
LAR I: 589.
960
Piotrovskii 1967: 2; Tarhan 1978: 68; Çilingiroğlu 1994: 29. A. T. Olmstead bu kenti Siirt
civarına yerleştirmiş olsa da bu öneri çok fazla kabul görmemiştir (Ayrıntılı bilgi için bakınız:
Olmstead 1975: 112).
961
Tarhan 1978: 68-69; Çilingiroğlu 1994: 30.
243
kadar Urartu’nun başkenti olabileceğini düşünmektedirler962. III. Salmanasar’a ait
yazıtlarda Arzaşkun adı şu şekilde geçmektedir:
244
krallığının tüm Van Gölü çevresine ve hatta Kuzeybatı Đran’ın belli bir kısmına
egemen olabileceğini ifade etmiştir967.
III. Salmanasar’ın M.Ö. 832 yılı kayıtlarında artık Arame’nin adı geçmez ve
“Urartulu Seduri” olarak adlandırılan yeni bir kraldan bahsedilir. Dolayısıyla
Urartu kralı Sarduri’nin 832 tarihinden itibaren Urartu devletinin başında olduğu
kesindir. Sarduri döneminde Urartu’nun ilk yazıtı olarak kabul edilen Sardurburç
veya Mardurburç üzerindeki Asurca yazıtta kendisinden “Lutupri oğlu” olarak
bahseden Sarduri’nin Arame ile herhangi bir kan bağının olmadığı
anlaşılmaktadır. Nitekim bundan yola çıkarak Sarduri’nin Urartu tahtını hanedan
değişikliği yaparak zorla ele geçirdiği ya da Arame’nin ve diğer aşiret beylerinin
onayı ile beyler arasından yeni bir kral seçildiği gibi öneriler yapılmıştır. Bununla
birlikte Sarduri’nin 832 yılındaki Asur yenilgisinden sonra başkenti Tuşpa’ya
taşıması, onun Tuşpa bölgesinde egemen olan bir aşiretin beyi olabileceğini akla
getirmiştir968. Ancak her şeye rağmen Sarduri’nin Urartu tahtına ne zaman ve ne
şekilde geçtiği kesin değildir. Aynı şekilde Arame ile Sarduri arasında başka bir
Urartu kralının varolup olmadığı da bilinmemektedir969.
Sarduri döneminde Urartu krallığında meydana gelen tarihi olaylarla veya askeri
seferlerle ilgili bilgiler oldukça sınırlıdır. Ancak Sarduri’nin başkenti doğuya
Tuşpa’ya taşıması onun doğu yönlü seferlere ağırlık verediğini
düşündürmektedir970. Sarduri’den sonra başa geçen Đşpuini, M.Ö. 825-810 yılları
arasında Urartu tahtında hüküm sürmüştür. Đşpuini döneminin tarihi olaylarıyla
ilgili bilgiler her ne kadar oğlu Menua ile ortak hükümdarlık dönemi kayıtlarından
elde edilse de, daha önceki dönemde kendi adının geçtiği kitabeler Zivistan ve
Patnos’dan elde edilmektedir. I. Sarduri’nin oğlu olduğu anlaşılan Đşpuini’nin
güney ülkelerine seferler yaptığı, devlet dininin oluşmasında etkili olduğu ve
doğuda Urmiye Gölü civarında yer alan Mana ve Barşua bölgelerini kontrol altına
967
Çilingiroğlu 1994: 37.
968
Çilingiroğlu 1994: 40; Çilingiroğlu 1997: 25. Ayrıca Sarduri’nin Arame’den farklı olarak, asıl
Urartu hanedanından olduğu ve buna göre Urartu hanedanının ilk üyesi olduğu önerilmiştir
(Salvini 2006: 44).
969
T. Tarhan Sarduri’nin babası Lutupri ile Asur yazıtlarındaki Lapturi adlı kişinin aynı kişi
olabileceği düşüncesinden yola çıkarak Arame ile Sarduri arasında Lutupri’nin Urartu tahtında
saltanat sürdüğünü önermiştir (Tarhan 1978: 72; Tarhan 1982: 92-96 ).
970
Çilingiroğlu 1994: 41; Çilingiroğlu 1997: 25.
245
almaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Gerek kutsal Musasir kentinin ele geçirildiğini
gösteren Kelişin yazıtı, gerek Erçek yazıtındaki Barşua’nın ele geçirilişi ve
gerekse Meherkapı yazıtındaki tanrı listesi Đşpuini’nin bu tür girişimlerini açıkça
ortaya koymaktadır. Nitekim bu dönemde Urartu’nun Kuzeybatı Đran’da özellikle
Urmiye bölgesinde söz sahibi olmaya başladığı anlaşılmaktadır971. Tüm bu
gelişim sürecinden yola çıkarak Urartu Devleti’nin ilk kurulduğu andan itibaren
öncelikle askeri güçle kuruluş evresini tamamladığı ve devleti askeri örgütlerle
ayakta tuttuğu ancak kısa süre içinde askeri unsurların yanında artık din
unsurunun da önemli bir yer teşkil ettiği anlaşılmaktadır972. Bölge halkını kontrol
altında tutmanın etkili yöntemlerinden biri olan dinin ya da inanç siteminin krallık
kurulduktan kısa bir süre sonra başvurulan bir yöntem olduğu ve Đşpuini’nin bu
bağlamda çok fazla girişimde bulunduğu görülmektedir. Buna göre yukarıda da
değindiğimiz üzere, bölgede devlet otoritesine yönelik bir standartlaşma
girişiminin ilk kez Đşpuini döneminde din ve inanç sistemi üzerinden yapılmaya
çalışıldığı düşünülebilir. Ancak ilginç olan devletin varlığını kanıtlayan anıtsal
kalelerin veya yapıların inşa faaliyetleriyle ilgili girişimlerin Menua dönemine
kadar sınırlı oranda yürütülmüş olmasıdır. Aslında devletin kendi bünyesindeki
halklara etkili bir propaganda yapabilmesi ihtişamlı ve anıtsal yapılarla
mümkündür. Devletler kurulurken başvurulan öncül girişimlerden biridir imar
faaliyetleri. Ancak devletlerin oluşmasında etkili olan maddi kaynak ve işgücü
desteği o dönemde Urartu’da varolmadığı için etkili bir stratejik planlama ile
Đşpuini inanç sistemi üzerinden destek elde etme yoluna gitmiş ve bu adım onun
aslında bir sonraki adımı planladığını ortaya koymuştur. Nitekim Đşpuini ve oğlu
Menua döneminde yapılan girişimler birini tamamlar niteliktedir. Buna göre
öncelikle gerekli işgücü ve maddi destek inanç sistemi üzerinden sağlanmış ve
hemen arkasından Menua döneminde artık Urartu’yu Urartu yapan imar
faaliyetlerinde bulunulmuştur. Zira kral Menua, Çilingiroğlu tarafından “büyük
mimar” olarak tanımlanmıştır973. Yaklaşık M.Ö. 810-786 yılları arasında başta
bulunan Menua’nın Tuşpa’dan Kuzeybatı Đran’a giden yol üzerine Yukarı Anzaf
Kalesi’ni, Tuşpa’dan kuzeye giden yol üzerine ise Körzüt, Aznavurtepe ve hatta
971
Çilingiroğlu 1994: 49; Burney 1994b: 31-33.
972
Salvini 2006: 49.
973
Çilingiroğlu 1994: 55.
246
Muradiye ve Çaldıran kalelerini inşa ettirdiği anlaşılmaktadır. Ayrıca Menua’nın
Mana ve Barşua ülkelerini yeniden kontrol altına aldığı ve hatta Kuzeybatı
Đran’daki Uşnu Ovası’nda Kalatgah kalesini inşa ettirdiği de bilinmektedir. Aynı
dönemde Hasanlu’yu da ele geçirdiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Menua’nın
gerek babasıyla ortak hükümdarlık döneminde, gerekse kendi döneminde
Kuzeybatı Đran ve özellikle Urmiye bölgesindeki faaliyetleri Asur’un bu
bölgedeki kontrolünü kaybetmesine neden olmuştur974. Öte yandan Menua’nın
Erzurum bölgesindeki Diauehi krallığını da kontrol altına alma girişimleri olduğu
ancak bu konuda başarılı olamadığı anlaşılmaktadır975. Kral Menua’nın kuzey ve
doğu yönlü seferleri dışında batıya da seferler düzenlediği bilinmektedir. Özellikle
Elazığ ve Malatya bölgesindeki krallıkları kontrol altına almaya çalıştığı ve
Malatya beyini vergi ödemekle yükümlü tuttuğu belirtilmektedir976. Sonuç olarak
kral Menua’nın gerek askeri seferleri, gerekse imar ve bayındırlık faaliyetleri
Urartu krallığını artık bölgede söz sahibi olan devletler arasına yerleştirmiştir.
Menua’dan sonra M.Ö. 786-764 yılları arasında başa geçen I. Argişti’nin tahta
çıktığı andan itibaren kuzey ülkelerine ağırlık verdiği anlaşılmaktadır. Horhor
yazıtlarından elde edilen bilgilere göre Argişti’nin ikinci ve üçüncü yıl seferlerinin
kuzey ülkelerine yapıldığı görülmektedir. Söz konusu seferler sırasında kuzeyin
güçlü krallığı Diauehi’nin de mağlup edildiği ancak beyinin bağışlanarak haraç ve
vergiye bağlandığı anlaşılmaktadır977. Bu şekilde bir askeri politika ile Argişti
hem o bölgede asker bırakmadan kendine bağlı beyler olmasını sağlıyor ve gerekli
olduğunda askeri destek alıyor, hem de Urartu ekonomisi için oldukça önemli
miktarlarda ganimet elde ediyor. Bu seferin sonunda Diauehi kralı Mannudibi’nin
Argişti’ye ödediği haraç ve vergi ile elde edilen ekonomik girdinin önemi
aşağıdaki yazıttan kolayca anlaşılabilir978:
“ … Diauhili Argişti’ye bu haracı verdi. 41 mina saf altın, 37 mina gümüş, 10.000
mina bakır, 1000 binek atı, 3000 büyük boynuzlu sığır, 10.000 koyun. Bu haracı
974
Çilingiroğlu 1994: 56; Çilingiroğlu 1997: 31.
975
Çilingiroğlu 1994: 63; Çilingiroğlu 1997: 33.
976
Salvini 2006: 58.
977
Çilingiroğlu 1994: 66; Çilingiroğlu 1997: 35.
978
UKN 127, 128; Payne 2006: 178.
247
Diauhi ülkesine her yıl versin diye buyurdum: … saf altın, 10.000 mina bakır, …
boğa, 100 sığır, 500 koyun, 300 binek atı”
Kral Sarduri’den sonra başa geçen Rusa, yaklaşık M.Ö. 734-714 yılları arasında
hüküm sürmüştür. Ancak bu krala ait yazılı kaynaklar oldukça sınırlı olduğu için
bu dönemde Urartu Devleti’nin izlediği askeri ve siyasi politika hakkında pek
fazla bilgi bulunmaz. Bu dönemle ilgili bilgi veren üç önemli yazıttan ikisi
979
Çilingiroğlu 1983: 312; Çilingiroğlu 1994: 68.
980
Ayrıntılı bilgi için bakınız: A. Çilingiroğlu, “Urartu’da Toplu Nüfus Aktarımları”, Anadolu
Araştırmaları IX, Đstanbul, 1983, 311-317; E. Konakçı, Urartu Krallığı’nda Toplu Nüfus
Aktarımları ve Bu Uygulamanın Urartu Kültürüne Etkileri, 2006 (yayınlanmamış yüksek lisans
tezi).
981
Çilingiroğlu 1994: 79; Çilingiroğlu 1997: 38; Salvini 2006: 83.
982
Çilingiroğlu 1997: 38.
983
Çilingiroğlu 1994: 85; Çilingiroğlu 1997: 39.
248
kuzeyde, biri ise Uşnu ovasında ele geçmiştir. Kuzeydeki yazıtlar Gökçe Göl’ün
güney kıyısında kurulan Haldi ve Teşeba olarak adlandırılan iki önemli Urartu
kalesinin yapımı için dikilmiştir984. Ayrıca bu dönemde literatüre “Sargon’un
Sekizinci Seferi” olarak geçen büyük askeri sefer de gerçekleştirilmiştir.
Kuzeybatı Đran’daki krallıkların Urartu lehine hareket etmesi üzerine Asur kralı
M.Ö. 714 yılında bu bölgeye sefere çıkmış ve Urartu kralı Rusa büyük bir
yenilgiye uğramıştır985. Bu tarihten sonra Urartu tahtına geçen Argişti’nin adı ise
yalnızca Çelebibağ yazıtında geçmektedir. Bu yazıttan elde edilen bilgiler bu
dönemle ilgili sınırlı da olsa bilgi vermekte ve imar faaliyetlerinin yürütüldüğünü
ortaya koymaktadır986. M.Ö. 714-685 yılları arasında yaklaşık 22 yıl saltanat
süren II. Argişti’nin Erzincan bölgesinde Altıntepe Kalesi’ni inşa ettirdiği
bilinmektedir.
Argişti’den sonra Urartu tahtında bulunan II. Rusa, M.Ö. 685-645 yılları arasında
hüküm sürmüştür. II. Rusa dönemi Çilingiroğlu tarafından Urartu Devleti’nde
askeri ve kültürel diriliş dönemi olarak tanımlanmaktadır987. Gerçekten de,
dönemin reformcusu olarak kabul edilen Rusa, tahta çıktığı andan itibaren ilk
olarak kuzeydeki savaşçı kavimlere (Kimmerler ve Đskitler) daha önceki atalarının
izlediği politikadan vazgeçmiş ve onlara karşı barışçıl bir siyaset geliştirmiştir.
Kral Menua’dan sonra imar faaliyetleri üzerine yoğunluk veren ve bunu Urartu
Devleti içinde doruk noktasına ulaştıran bir lider olan II. Rusa, Kuzeybatı Đran ve
Ermenistan’da Bastam, Karmir-Blur; Van Gölü çevresinde Toprakkale, Adilcevaz
Kef Kalesi ve Ayanis Kalesi olmak üzere çok sayıda kale ve bu kalelerin
çevresinde kentler inşa ettirmiştir988. Urartu Devleti için oldukça parlak bir dönem
sayılabilecek olan II. Rusa dönemi, Urartu’nun yükselişinde doruk noktası kabul
edilebilir. Ancak söz konusu yükseliş ve büyüme aynı zamanda çöküşü de
beraberinde getirmiştir. II. Rusa’dan sonra M.Ö. 585 yılına kadar Urartu tahtına
geçen krallar bir daha Urartu’yu eski güçlü günlerine geri götürmeyi
984
Çilingiroğlu 1994: 90; Çilingiroğlu 1997: 41.
985
Ayrıntılı bilgi için bakınız: A. Çilingiroğlu, “Sargon’un Sekizinci Seferi ve Bazı Öneriler”,
Anadolu Araştırmaları IV-V, 1976/1977: 235-252.
986
Çilingiroğlu 1994: 98.
987
Çilingiroğlu 1994: 102; Çilingiroğlu 1997: 45.
988
Çiligiroğlu 1997: 45; Salvini 2006: 114.
249
başaramamışlar ve bu tarihten sonra Urartu devleti artık tarih sahnesinden
çekilmek zorunda kalmıştır.
Sonuç olarak M.Ö. 9. yüzyılın ortalarından itibaren varlık gösteren Urartu Devleti
Doğu Anadolu dışında, Kuzeybatı Đran, Ermenistan ve Güneydoğu Anadolu’nun
bir kısmında söz sahibi olmuş ve bu bölgelerin Orta Demir Çağı’na damgasını
vurmuştur. Ayrıca, en erken dönemlerden itibaren aynı kültür bölgesi içinde yer
alan Doğu Anadolu, Kuzeybatı Đran ve Transkafkasya bölgelerinin, Urartu devleti
kurulduktan sonra da devletin yayılım sınırları içinde yer alarak tek bir kültür
bölgesi olma özelliklerini korudukları anlaşılmaktadır. Urartu Devleti kurulduğu
andan itibaren yıkılışına kadar olan süreçte yürütülen inşa ve bayındırlık
faaliyetlerinden, bu bölgede daha önceki dönemlerde ortaya çıkmaya başlayan
kale bazlı yerleşim sisteminin artık Urartu dönemiyle birlikte tümüyle ağırlık
kazandığı ve hatta tümüyle Urartu idari mekanizmasını oluşturduğu
anlaşılmaktadır. Nitekim Doğu Anadolu’da Orta Demir Çağ’a ait verilerin elde
edildiği höyükler dışında, çok sayıda kale ve mezarlık alanlarının varlığı da
bilinmektedir. Orta Demir Çağ’a damgasını vuran Urartu Devleti’nin merkezi
olan Doğu Anadolu’dan başlamak üzere Kuzeybatı Đran ve Transkafkasya’yı içine
alan tüm yayılım sahası989 içindeki arkeolojik verileri teker teker değerlendirelim.
Böyle bir değerlendirmede asıl hedefimiz Urartu’nun yıkılışına kadar devam
ettiğini bildiğimiz yivli keramiklerin varlığını ortaya koymaktır.
989
Urartu’nun yayılım sahası tümüyle bizim çalışma bölgelerimizi içine almaktadır.
990
Larsen 1979: 91.
250
oluşturmaktadır. Bir bariyer görevini üstlenen söz konusu dağ silsilesi nedeniyle
Asur, yayılım alanını bu sınırın kuzeyine doğru çok fazla genişletememiştir.
Dolayısıyla Toros Dağ silsilesinin güneyinde kalan Güneydoğu Anadolu Bölgesi
Orta Demir Çağ’da yani Yeni Asur Dönemi olarak adlandırılan dönemde
tamamen Asur etkisi altında kalmıştır991. Nitekim Yeni Asur Döneminde
Güneydoğu Anadolu bölgesinde yerel Orta Demir Çağ kültüründen çok Asur
kültürünü yansıtan bir keramik geleneği hakimdir. Buna bağlı olarak Orta Demir
Çağ başlığı altında değerlendirilecek bölgeler arasında Güneydoğu Anadolu
Bölgesi ayrı bir başlık altında değerlendirilmeyecektir992.
a- Doğu Anadolu
Arkeolojik veriler Erken Demir Çağ’a damgasını vuran yivli keramiklerin Orta
Demir Çağ’ın sonlarına kadar devam ettiğini ortaya koymaktadır. Doğu
Anadolu’nun Orta Demir Çağı’nı simgeleyen Urartu Devleti, yukarıda da
belirtildiği gibi Doğu Anadolu merkez olmak üzere Kuzeybatı Đran ve
Ermenistan’ın bir kısmını etkisi altına almıştır. Söz konusu bölgelerden elde
edilen arkeolojik veriler bu bölgelerdeki Urartu varlığını açıkça ortaya
koymaktadır.
Doğu Anadolu’da Orta Demir Çağı’na tarihlenen arkeolojik veriler göz önüne
alındığında bu bölgede çok sayıda kale, kent, höyük ve mezarlık alanlarının yer
aldığı gözlenmektedir. Doğu Anadolu’nun Orta Demir Çağı’na ait arkeolojik
verileri, daha önceki bölümde değerlendirilen Erken Demir Çağ verileri gibi 4 alt
bölge kapsamında ele alınabilir:
991
Parker 2003: 545.
992
Güneydoğu Anadolu Bölgesi Orta Demir Çağ’da Yeni Asur etkisi altına girmiş olmasına
rağmen, bu bölgede yer alan merkezlerden biri olan Tille Höyük’te Orta Demir çağ tabakasından
yivli keramiklerin ele geçtiği rapor edilmiştir (Blaylock 1999: 267; Müller 2003: 139). Ancak Orta
Demir Çağ bölümünde Güneydoğu Anadolu Bölgesi için ayrı bir başlık açılmadığı için M.Ö. 8.
yüzyıla tarihlenen Tille Höyük yivli keramikleri Erken Demir Çağ bölümünde değerlendirilmiştir.
251
3- Elazığ- Malatya Bölgesi (Elazığ, Malatya, Bingöl ve Tunceli)
4- Hakkari Dağlık Bölgesi (Hakkari, Şırnak)
Buna göre her bir bölge kendi içinde kale, kent, höyük ve mezarlık sıralamasıyla
değerlendirilecektir. Kuzeyden başlayacak olursa ilk bölgeyi Erzurum-Kars
bölgesi oluşturmaktadır. Erzurum, Kars, Erzincan, Bayburt ve Ardahan illerini
kapsayan bu bölgedeki Urartu kalelerinin sayısı yok denecek kadar azdır. Bunun
en önemli sebeplerinden biri de yukarıda da değinildiği gibi Orta Demir Çağ
döneminde bu bölgede Diauehi adlı güçlü bir aşiretin yer alması ve Urartu
devletinin bu aşiret üzerindeki etkisinin sınırlı olmasıdır. Urartu’nun kral Menua
döneminden itibaren bu bölgeye sefer düzenlediği ancak seferler sonucunda bu
bölgeyi kendine bağlamak yerine, beyini bağışlayarak haraç ve vergiye bağladığı
bilinmektedir. Zira Urartu, hiçbir zaman bu bölge üzerinde daimi bir kontrol
sağlayamamıştır. Dolayısıyla şu ana kadarki veriler Erzurum, Kars, Ardahan ve
Bayburt illerinde herhangi bir tipik Urartu kalesinin bulunmadığını ortaya
koymaktadır. Ancak son yıllarda bu bölgede gerçekleştirilen yüzey araştırmaları
sonucunda bazı Urartu ve Orta Demir Çağ kalelerinin varolduğu
anlaşılmaktadır993. Nitekim bu bölgelerden ele geçen arkeolojik veriler bu
bölgelerdeki Urartu etkisinin sınırlı olduğunu ve çoğunlukla bu bölgeye özgü
yerel bir Orta Demir Çağ kültürünün varolduğu anlaşılmaktadır.
993
Bahsi geçen Orta Demir Çağ kaleleri daha sonra ele değerlendirilecektir.
252
3 taş örme mezar ortaya çıkarılmıştır994. Daha sonra 2003 yılından itibaren ise
Erzurum Atatürk Üniversitesi’nden M. Karaosmanoğlu başkanlığında bir ekip
tarafından kazılmıştır. Tapınak, Apadana, Kale Yapısı ve Kilise’de sürdürülen
çalışmalarda Altıntepe’deki Tapınak ve Apadana yapılarıyla ilgili yeni bazı
mimari kanıtlar elde edilmiştir995. Altıntepe kazılarında ele geçen Urartu
keramikleriyle ilgili yapılan yayında yivli keramiklerin bulunmadığı
anlaşılmaktadır. Zira 2006 yılında ziyaret ettiğimiz Atatürk Üniversitesi’nde
Altıntepe’de ortaya çıkarılan keramiklerin digital fotoğraflarını görme şansımız
olmuş ve söz konusu malzeme içinde yivli çanak çömleklerin bulunmadığı
anlaşılmıştır996.
994
Ayrıntılı bilgi için bakınız: T. Özgüç, Altıntepe. Mimarlık Anıtları ve Duvar Resimleri-Arcitectural
Monuments and Wall Paintings, Ankara, 1966 ve T. Özgüç, Altıntepe II. Mezarlar, Depo Binası ve
Fildişi Eserler-Tombs, Storehouse and Ivories, Ankara, 1969.
995
Ayrıntılı bilgi için bakınız: Karaosmanoğlu 2008: 69-74.
996
Söz konusu malzemenin fotoğraflarını görme olanağını sağlayan M. Karaosmanoğlu ve B.
Can’a teşekkür ederim.
997
Sagona-Sagona 2003: 104.
253
SOS IIC Post-Ahamenid (M.Ö. 300-200)
Yukarıdaki tabakalanmaya göre Sos Höyük’te Orta Demir Çağ şeklinde herhangi
bir terim kullanılmamış ve 1000-800 arasına yerleştirilen Erken Demir Çağ
tabakasından hemen sonra 800-300 arasındaki dönem Geç Demir Çağ olarak
tanımlanmıştır. Bu durumda Sagona’nın, Urartu Krallık dönemini Orta Demir Çağ
yerine Geç Demir Çağ ile eşleştirme yoluna gittiği sonucuna varılmaktadır. Ancak
Sagona tarafından yapılan yayınların hiçbirinde Demir Çağ tabakası detaylı bir
şekilde ele alınmamış ve özellikle IIB tabakasından hiç bahsedilmemiştir.
254
Gerçekleştirilen yayınların sadece iki tanesinde998 “Demir Çağ” başlığı altında bir
değerlendirme yapılmış ancak bu değerlendirmelerin çoğunlukla Erken Demir
Çağ verilerini içerdiği görülmüştür. Hatta söz konusu değerlendirmelerin bir
paragrafı geçmeyecek şekilde olduğu da belirtilmelidir. Dolayısıyla Sos
Höyük’ten elde edilen Orta Demir Çağ ya da Sagona’nın terminolojisiyle Geç
Demir Çağ verilerinin oldukça sınırlı olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim kazı
raporlarında Sos Höyüğün M.Ö. 800-300 arasına tarihlenen Geç Demir Çağ
tabakasında bir yapının tespit edildiğinden ve bu yapının daha sonra genişletilerek
Post-Ahamenid döneminde de kullanıldığından bahsedilmektedir. Ayrıca söz
konusu Geç Demir Çağ yapısının içinden ele geçen çanak çömleğin çoğunlukla
ince cidarlı olduğu ve çanak formunun yaygın olduğu da belirtilmiştir999.
Sagona’nın çalışmalarından önce 1987 yılında Sos Höyük’te bir sezon kazı yapan
S. Güneri ise, Sagona’dan farklı bir tabakalanma önermiş ve Sos Höyük’te Orta
veya Geç Demir Çağ’a ilişkin herhangi bir tabakanın bulunmadığını ifade
etmiştir. Güneri Sos’ta toplam 3 tabaka tespit etmiş ve bunları şu şekilde
sıralamıştır1000:
Sonuç olarak Sos Höyük kazılarının Orta Demir Çağ dönemine ilişkin sağlam bir
veri sunmaktan uzak olduğu anlaşılmakta ve elde edilen veriler arasında Urartu’yu
yansıtacak herhangi bir arkeolojik verinin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Zira Sos
Höyük’ten elde edilen Erken Demir Çağ keramikleri arasında sadece 1 adet yivli
çanak parçası ele geçmişti, dolayısıyla Orta Demir Çağ’da ise yivli keramiğin hiç
bulunmamış olması şaşırtıcı değildir.
998
Sagona-Erkmen-Sagona-Howell 1997: 183; Sagona-Sagona 2000: 67.
999
Sagona-Erkmen-Sagona-Howell 1997: 183.
1000
Güneri 2002a: 6.
255
Erzurum bölgesinde kazısı yapılmış bir diğer merkez Bulamaç Höyük’tür.
“Erken Demir Çağ” başlıklı bölümde detaylı olarak değerlendirilen Bulamaç
Höyük 2001-2003 yılları arasında S. Güneri tarafından kazılmıştır. Kazı
çalışmaları sonucunda yukarıda da belirtildiği gibi “Bulamaç I” ve “Bulamaç II”
olmak üzere toplam iki tabaka tespit edilmiş ve II. tabakanın S. Güneri’nin
tanımladığı Sos III verileriyle benzediği belirtilmiştir1001. Dolayısıyla Bulamaç
Höyük’te de Orta Demir Çağ’a yani Urartu dönemine dair herhangi bir verinin
bulunmadığı anlaşılmaktadır.
1001
Güneri 2005a: 101.
1002
Söz konusu araştırmalarla ilgili bilgi veren proje çalışanı Atila Türker’e teşekkürü bir borç
bilirim..
1003
Çilingiroğlu 1980: 191-194.
256
keramiklerin genellikle pembe, kahve ve devetüyü hamur renginde ve hamur
renginde astarlı olduğu belirtilmiştir. Ancak orta derecede pişirilen bu çark yapımı
kapların dış yüzeylerinin fırınlanmadan dolayı griden siyaha doğru alacalı olduğu
ifade edilmiştir1004. Ele geçen keramikler arasında kazıma bezemeli örneklerin
sayıca fazla olduğu vurgulanmıştır. Bu tür kazıma bezemeli keramikler her ne
kadar Erken Demir Çağı’nda uygulanmış olsa da bunların Erken Demir Çağı’nda
Orta Demir Çağı’na göre sayıca daha az sayıda kullanıldığı belirtilmiş ve bu
yüzden söz konusu malzeme Orta Demir Çağı’na tarihlendirilmiştir1005. Elazığ-
Malatya bölgesindeki birçok yerleşim yerinde Urartu dönemi tabakalarında
yaygın olmasından ötürü söz konusu malzeme Orta Demir Çağı’na
tarihlendirilmiştir. Ayrıca kazıma bezemeli örmeklerle birlikte ele geçen diğer
malzemeler arasında yer alan yivli parçalar da Orta Demir Çağı’na
1006
tarihlenmiştir . Netice itibariyle Toprakkale’den ele geçen pembe, kahve ve
devetüyü renklerindeki kaplar Erzurum’un güneyinde bulunan bu merkezin
Erzurum yerine Van Bölgesi karakterinde olduğunu göstermektedir.
1004
Başgelen- Özfırat 1996: 143-144.
1005
Başgelen- Özfırat 1996: 144-145.
1006
Başgelen- Özfırat 1996: Lev. VII-5, Lev. VII-8.
1007
Güneri 1988: 48, 49.
1008
Güneri 1988: 50, 61; Güneri 1992: 159, 160.
257
yüksekliğe ulaşan höyüğün batı ve güneydoğu sırtlarında 1- 1.50 m. boyutlarında
taş bloklar tespit edilmiştir. Bunların tepeyi çevreleyen sur duvarları olabileceğini
belirten Güneri, bu duvarın erken dönem Urartu özelliği yansıttığını ortaya
koymuştur. Aynı alandan toplanan keramikler de bu düşüncesini
1009
desteklemektedir . Ancak ne yazık ki söz konusu merkezlerden ele geçen
Urartu çanak çömleği arasında yivli keramiklerle ilgili herhangi bir bilgi
verilmemiştir.
Güneri’nin Kars bölgesinde gerçekleştirdiği çalışmalar sırasında ise, ilk kez 1944
yılında K. Kökten tarafından çalışılan Azat-Dündaretepe Höyüğü ziyaret
edilmiştir. Kars’ın 8 km. güneyindeki Azat Deresi’nin kuzey kenarında doğal bir
tepe üzerinde bulunan Dündartepe’de Kökten tarafından bir sondaj çalışması
gerçekleştirilmiş ve bu çalışmalar sonucunda Kökten Dündartepe’nin
1010
tabakalanmasını şu şekilde sunmuştur :
Güneri aynı zamana Kars-Ardahan karayolu üzerinde yer alan Ölçek Köyü
bitişiğindeki yüksekçe bir tepede iyi durumda mimari kalıntılar saptadığını
belirtmiş ve buradan ele geçen keramiklere dayanarak burasının Urartu dönemine
1009
Güneri 1992: 159.
1010
Kökten 1944: 659-680.
1011
Güneri 1992: 162.
258
tarihlenebileceğini ifade etmiştir1012. Erzincan bölgesindeki çalışmalarda ise
Refahiye’nin 12 km. güneyinde derin bir vadi içinde yer alan Cengerli Köyü’nde,
işlenmiş dik yüzeyleri, basamakları ve çanak biçimli düzgün oyukları olan bir
kaya kütlesi tespit edilmiştir. Bu alandan ele geçen malzeme arasında tek renkli
kırmızı ve devetüyü Urartu keramikleri dışında ağız kenarı yivli, kızıl
kahverenginde ve iyi perdahlanmış keramiklerin de ele geçtiği belirtilmiştir1013.
Ancak söz konusu keramikler arasında bulunan yivli keramikleri Erken Demir
Çağ’a tarihlemiştir1014. Söz konusu keramiklerin herhangi bir çizimi veya
fotoğrafı yayına eklenmemiş olsa da, söz konusu parçaların Urartu keramikleriyle
iç içe ele geçmiş olması bunların daha çok Orta Demir Çağ yivlisi olabileceğini
düşündürmektedir.
1998-2001 yılları arasında ise Erzurum, Kars ve Erzincan illerini kapsayan bir
diğer yüzey araştırması A. Ceylan tarafından gerçekleştirilmiştir. 1998 yılı
çalışmasında yalnızca Erzincan iline yoğunlaşan Ceylan, bu bölgede
gerçekleştirdiği araştırmalar sonucunda Altıntepe Urartu Kalesi dışında, yine daha
1012
Güneri 1992: 162.
1013
Güneri 1992: 163.
1014
Güneri 1992: Resim 3.
1015
Sagona 1992: 398-399.
1016
Sagona- Sagona 2004: 180-182.
259
önceden tespit edilmiş olan Erzincan’ın Çayırlı ilçesi sınırları içindeki Çadırkaya
Köyü’ndeki Urartu kaya mezarlarını da ziyaret etmiştir1017. 1999 yılı çalışmalarını
Erzincan ve Erzurum illerinde yürüten Ceylan, bu çalışmasına ait araştırma
raporunda saptadığı kale ve höyüklerin bir kısmını tarihleyememiştir. Tarihlediği
merkezlerin ise hiçbirinde Orta Demir Çağ ya da Urartu merkezine
rastlanmamıştır1018. Erzican ve Erzurum illerindeki araştırmalarına 2000 yılında
da devam eden Ceylan, Erzincan’da Çayırlı’nın 16 km. kuzeydoğusunda bulunan
Mirzaoğlu Kalesi’nin Orta Çağ özelliği göstermesine rağmen Demir Çağ
keramiklerinin de ele geçtiğini belirtmiş ancak Demir Çağ’ın hangi evresine ait
olabileceği konusunda bir öneride bulunmamıştır. Aynı yıl Erzurum bölgesinde,
Erzurum’un 28 km. güneybatısındaki Alaca Höyük (Tilkitepe II)’ten ve
Erzurum’un 25 km. batısındaki Çiğdemli Höyük’ten Demir Çağ keramiklerinin
ele geçtiğini belirtmiş ancak yine Demir Çağ’ın hangi evresi olabileceğini
belirtmemiştir1019. Ceylan, 2001 yılındaki çalışmalarında ise Erzincan ili sınırları
içinde Beyaztaş Tepe/Bulmuş Kalesi, Yollarüstü Kalesi, Saztepe Kalesi ve
Turnatepe/Yeniköy Höyüğü; Erzurum ili sınırları içinde Beşiktepe Höyüğü,
Tepecik Höyüğü, Büyük Tüy Höyük, Altınbaşak Höyük, Pasinler Kalesi,
Marifet Kaya Mezarı, Avnik (Güzelhisar) Kalesi, Harami Kalesi, Uzunahmet
Kalesi ve Küçükçağdarış Kalesi; Kars ili sınırları içinde ise Toprakkale/
Sarıkamış, Yoğunhasan/Karapınar Kalesi, Kırankaya/Asboğa Kalesi,
Micingert/Đnkaya Kalesi, Zivin/Süngütaşı Kalesi ve Köroğlu Kalesi olmak
üzere çok sayıda merkezin Demir Çağ’a tarihlendiğini belirtmiş ancak yine
bunların birkaçı dışında Demir Çağ’ın hangi evresine ait olduğunu ifade
etmemiştir1020. Ceylan’ın 2004, 2005 ve 2006 yıllarında gerçekleştirdiği
araştırmalarda da Erzincan, Erzurum ve Kars illerinde çok sayıda Demir Çağ
kalesi tespit edilmiş ancak bunlardan yalnızca Erzincan’ın Tercan ilçesindeki
Üçpınar Kalesi’nin ve Şirinkale’nin Urartu kalesi, Erzurum’un Şenkaya
ilçesindeki Puruttepe Kalesi’nin, ve Kaptırık Kalesi’nin Orta Demir Çağ kalesi
ve Kars’taki Budakveren yerleşmesinin ise Orta Demir Çağ yerleşmesi olduğu
1017
Ceylan 2000: 185.
1018
Ceylan 2000: 71-74.
1019
Ceylan 2002: 167-168.
1020
Ceylan 2003: 312-317.
260
belirtilmiştir. Ancak bu yayınlarda da bahsi geçen merkezlerden toplanan
keramiklerle ilgili herhangi bir bilgi verilmemiştir1021.
2002 yılında Erzurum bölgesinde yüzey araştırması yapan bir diğer grup Erzurum
Üniversitesi’nden M. Karaosmanoğlu ve ekibidir. Pasinler Ovası’nda yürütülen
yüzey araştırması sonucunda listelenen merkezler arasında yalnızca Ziyaret Tepe
ve Büyük Tüy/Tombul Tepe’den Demir Çağ’a ait keramiklerin ele geçtiği
1021
Ceylan 2005: 21-26; Ceylan 2007: 165, 170; Ceylan- Bingöl- Topaloğlu 2008: 131, 135, 136.
1022
Belli- Ceylan: 120.
1023
Belli- Ceylan 2002b: 124.
1024
Belli- Ceylan 2002b: 126.
1025
Belli- Ceylan 2002b: 124-126.
261
belirtilmiştir1026. Ancak bu ekibin yayınlarında da ele geçen keramiklerle ilgili
detaylı bir bilgi verilmemiştir.
Sonuç olarak Erzurum- Kars bölgesindeki çalışmalar göz önüne alındığında son
yıllarda gerçekleştirilen araştırmalardaki Demir Çağ kaleleri dışında, Urartu
tabakası veya Urartu malzemesi veren merkezlerin oldukça sınırlı olduğu
anlaşılmaktadır. Bunun en önemli nedeni yukarıda da belirtildiği gibi olasılıkla
bölgede Orta Tunç Çağ boyunca var olan Diauehi krallığıdır. Zira bu bölgede
tipik Urartu keramiklerinin yok denecek kadar az sayıda olması söz konusu
krallığın bölgedeki güçlü varlığından kaynaklanmaktadır. Ayrıca kazı verilerinin
Orta Demir Çağ açısından yetersiz olması bu merkezlerde Orta Demir Çağ veya
Urartu dönemi boyunca herhangi bir yivli keramiğin olup olmadığı sorusu
karşısında cevapsız bırakmaktadır. Dahası yüzey araştırması sonucunda ele geçen
yivli keramiklerin ise tümü Erken Demir Çağ olarak değerlendirildiği için Urartu
dönemi malzemelerinde herhangi bir yivli keramik yokmuş gibi görünmektedir.
Zira bu malzemelerin tümünü görme şansı olsa bile bunların Urartu mu ya da
Urartu öncesi mi olduklarını tespit etmek oldukça zordur. Ancak en azından,
sınırlı kazı verileri üzerinden gidildiğinde bile, Orta Demir Çağ boyunca bölgede
yivli keramiğin çok yaygın olmadığını söyleyebiliriz.
Doğu Anadolu’da Urartu’nun merkezi durumundaki bölge olan Van Gölü çevresi
göz önüne alındığında, bu bölgenin Urartu veya Orta Demir Çağ araştırmaları
açısından Erzurum- Kars bölgesine oranla çok daha verimli olduğu görülmektedir.
Urartu Devleti’nin merkezi olan Van’da hatırı sayılır sayıda araştırma yapılmıştır.
Van bölgesi 19. yüzyılın başlarından itibaren Avrupalı seyyahların dikkatini
çekmiştir. Đlk kez 1827 yılında Fransız F. E. Schulz Van bölgesinde incelemeler
yapmıştır. Schulz’un araştırmasını, 1839 yılında Ch. Texier’in, 1846 yılında ise H.
Layard’ın ziyaretleri takip etmiştir1027. Söz konusu araştırmalar çoğunlukla Urartu
kalelerinde yoğunlaştırılmıştır. Van Kalesi ve Toprakkale gibi kaleler, bahsi geçen
erken dönemlerde araştırmacıların dikkatini çeken iki önemli merkezdir. Van
bölgesi kapsamında incelediğimiz Van, Muş, Bitlis, Ağrı ve Iğdır illerindeki
1026
Karaosmanoğlu – Işıklı – Can 2004: 303, 305.
1027
Tarhan 2000: 192.
262
merkezlerden öncelikle kazısı yapılmış olan kaleleri değerlendirmekte yarar
olacaktır. Ancak yivli keramik her ne kadar Urartu içlerine kadar devam etse de,
söz konusu keramiklerin sivil halkı temsil eden höyük ve mezarlıklar dışında devlet
sistemini simgeleyen kalelerdeki varlığı konusunda pek fazla bir veri yoktur. Zira
söz konusu keramiklerin genellikle sivil halkla ilişkili olduğu konusunda bilim
adamları arasında herhangi bir fikir ayrılığı söz konusu değildir.1028 Dolayısıyla
genellikle sivil halka ait olduğunu bildiğimiz yivli keramiklerin Orta Demir
Çağ’daki yönetici sınıfı karakterize eden Urartu kalelerindeki varlığı konusundaki
arkeolojik veriler oldukça sınırlıdır1029. Şimdi Van bölgesinde bulunan Urartu
kalelerindeki yivli keramiklerin varlığını tartışmakta yarar olacaktır.
Bunlardan ilki Van bölgesindeki en dikkat çeken kaleler arasında sayılan Van
Kalesi’dir. Van Kalesi, Van il merkezinin 5 km. batısındadır. Van Kalesi ya da
eski adıyla Tuşpa, Urartu kralı I. Sarduri tarafından kurulmuş bir başkenttir. Van
Ovası’nın ortasında yükselen Tuşpa sitadeli, yaklaşık 1.5 km. uzunluğunda, 70-
80 m. genişliğinde ve 100 m. yüksekliğindedir. Buradaki en erken araştırmalar
yukarıda da değinildiği gibi 19. yüzyıl başlarına kadar geriye gitmektedir. Daha
sonra 1898 ve 1899 yıllarında ise Toprakkale’de çalışmalara başlayan Lehmann-
Haupt, Van Kalesi’nde de incelemelerde bulunur. Đlk kez 1916 yılında da Rus
bilim adamları N. J. Marr ve Đ. A. Orbeli tarafından kazı çalışmaları başlatılır. Tek
sezonluk bu kazı çalışmasından sonra 1938 ve 1940 yılları arasında Kirsopp Lake
tarafından kazılır. 1972 yılına kadar Van kalesi’nde çok sayıda bilim adamı
tarafından araştırma gerçekleştirilmiş ancak ilk sistemli kazılar 1972-1975 yılları
arasında A. Erzen başkanlığında bir ekip tarafından gerçekleştirilmiştir. Ancak
Erzen tarafından yayınlanan kazı raporlarında keramiklerle ilgili kapsamlı bir
tanımlama söz konusu olmadığı ve birkaç yayında ele geçen keramikler arasında
Urartu keramik parçalarının yer aldığı ifade edilmiştir1030. Dolayısıyla Van
Kalesi’nin erken dönem kazılarında Urartu keramiği olarak ifade edilen
keramikler arasında yivli keramiklerin bulunup bulunmadığı konusunda herhangi
bir bilgiye sahip olamıyoruz.
1028
Müller 2005: 107-114; Köroğlu-Konyar 2008: 126-131.
1029
Yivli keramiklerin Urartu kalelerindeki varlığı konusunda ayrıntılı bilgi için bakınız: Erdem
2009 (baskıda).
1030
Erzen 1976a: 49.
263
Van Kalesi’ndeki ikinci dönem kazıları ise 1987-1992 yılları arasında T. Tarhan
tarafından yürütülmüş ve bu tarihler arasında Van Kalesi ve çevresinde çeşitli
araştırmalar gerçekleştirilmiştir1031. Đç Kale, Yeni Saray ve Kral Mezarlarını
içeren alanlarda yürütülen çalışmalarla ilgili kazı raporları ve yayınlarda, ele
geçen keramiklerle ilgili herhangi bir bilgi verilmemiş ve 1987, 1989 ve 1990 yılı
kazı sonuçlarında ise yalnızca Osmanlı ve Selçuklu keramikleriyle ilgili genel bir
bilgi verilmiştir1032. Bu alanlardaki arkeolojik çalışmalar sonucunda,
gerçekleştirilen yayınlarda çoğunlukla anıtsal mimari üzerinde durulmuştur1033.
Sadece birkaç yayında, I. Argişti dönemine tarihlenen “Yeni Saray” kazılarında
tipik kırmızı perdahlı Urartu keramiklerinin ele geçtiği belirtilmiştir. T. Tarhan ve
V. Sevin tarafından “Bianili Keramiği” olarak adlandırılan bu keramiklerden
özellikle yonca ağızlı testilere ait kulpların çok sayıda ele geçtiği belirtilmiştir1034.
Dolayısıyla Van Kalesi kazılarıyla ilgili yapılan yayınların hiçbirinde ele geçen
keramikler arasında yivli keramiklerin bulunduğuna dair bir ifadeye
rastlanmamıştır. Zira Van Kalesi’nden ele geçen Urartu keramikleri arasında
sadece kırmızı perdahlı keramiklerden bahsedilmiştir. Ancak 1956 yılında Doğu
Anadolu’da yüzey araştırması gerçekleştiren C. Burney, Van Kalesi’ni de ziyaret
etmiş ve söz konusu kalenin üzerinden bir grup keramik toplamıştır. Söz konusu
keramiklerin çizimleri üzerine tarafımızdan yapılan inceleme sırasında Van Kalesi
keramikleri arasında Burney tarafından pembemsi kahverenginde olduğu not
edilen 1 parça yivli çanağın bulunduğu anlaşılmaktadır1035. Dolayısıyla Van
Kalesi’nin kazıcıları tarafından yapılan yayınlarda yivli keramiklerle ilgili
herhangi bir bilgi verilmemiş olsa da, Burney söz konusu merkezde en azından 1
adet yivli keramiğin bulunduğunu ortaya koymuştur.
Van ili sınırları içinde bulunan bir diğer önemli kale Toprakkale’dir. Urartu kralı
II. Rusa dönemine tarihlenen önemli kalelerden biridir. 1879 ve 1880 yıllarında
Đngilizler burada kazı çalışmalarına başlamıştır. E. Clayton, H. Rassam ve Dr.
Reynolds tarafından gerçekleştirilen kazıların çoğunlukla tapınak alanında
1031
Tarhan 2000: 193-194.
1032
Tarhan 1989: 387-389; Tarhan-Sevin 1991: 433; Tarhan-Sevin 1992: 1083.
1033
Tarhan 2000: 194-198; Tarhan 2004: 85-97; Tarhan 2005: 128-130.
1034
Tarhan- Sevin 1988: 67; Tarhan- Sevin 1990: 357; Tarhan-Sevin 1992: 1083.
1035
Doğu Anadolu’daki yüzey araştırmasıyla ilgili kişisel notlarını bizimle paylaşan ve çizimlerini
bize gönderen C. Burney’e sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
264
gerçekleştirildiği bilinmektedir. 1898 ve 1899 yıllarında ise bu kez Almanlar
Toprakkale’de kazı çalışmalarına başlamış ve L. Belck ve Lehmann-Haupt
tarafından yürütülen bu kazıların daha sistematik olduğu belirtilmiştir1036. I.
Dünya Savaşı’ndan hemen önce 1912 yılında ise Rus bilim adamı Đ. A. Orbeli
burada kazı çalışması gerçekleştirmiş olmasına rağmen kazı raporlarıyla ilgili
herhangi bir bilgi elde edilememiştir1037.
1036
Ayrıntılı bilgi için bakınız: Lehmann-Haupt, Armenien Einst und Jetzt II, Vol.II/2, B. Behr's
Verlag Friedrich Feddersen, Berlin 1931. Ayrıca bu yayında Lehmann-Haupt daha önceki Đngiliz
kazısıyla ilgili de bilgi vermektedir. Daha sonra R. D. Barnett tarafından değerlendirilen bu
çalışmalarda ne yazık ki yalnızca buluntulara ağırlık verilmiş ve ele geçen keramiklerle ilgili
herhangi bir anlatım yapılmamıştır. Sadece depo odası olabilecek bir alandan ele geçen çivi yazılı
ve hiyeroglif işaretli küplerden söz edilmiştir (Ayrıntılı bilgi için bakınız: R. D. Barnett, “The
Excavations of the British Museum at Toprakkale Near Van”, Iraq XII-I, 1950: 4-43; R. D.
Barnett, “The Excavations of the British Museum at Toprakkale, Near Van- Addenda”, Iraq XVI-I,
1954: 2-25; R. D. Barnett, “More Addenda From Toprak Kale”, Anatolian Studies XXII, 1972:
163-178.
1037
Erzen- Bilgiç- Boysal- Öğün 1961: 6.
1038
Erzen- Bilgiç- Boysal- Öğün 1961: 15.
1039
Erzen- Bilgiç- Boysal- Öğün 1961: Lev. VI-IX, resim 12-21.
1040
Erzen- Bilgiç- Boysal- Öğün 1962a: 32.
1041
Erzen 1977: 25; Erzen 1981a: 48, Lev. IX-3 ve Lev. X-2.
265
verilmemiştir1042. Dolayısıyla Toprakkale kazısından ele geçen keramikler
arasında kırmızı perdahlı yivli çanaklar dışında, tipik Erken Demir Çağ yivli
keramiklerinin ele geçtiğine dair herhangi bir ifadeye rastlanmamıştır.
1042
Erzen- Bilgiç- Boysal- Öğün 1962a: 30-32; Erzen- Bilgiç- Boysal- Öğün 1962b: 33-35; Erzen-
Bilgiç- Boysal- Öğün 1964: 19-20.
1043
Erzen 1968: 55-57; Erzen 1974: 21-24; Erzen 1976b: 46-47; Erzen 1977: 1-14; Erzen 1981b:
39-44.
1044
Erzen 1969: 412.
1045
Erzen 1971: 336.
266
kullanım evrelerine ilişkin önemli ipucu verdiği belirtilmiştir. Buna göre
Çavuştepe Kalesi’nin başlıca 3 evreye sahip olduğu düşünülmektedir1046:
II. tabaka: Son Urartu Yerleşmesi (M.Ö. 6. yüzyılın başı ve ilk yarısı)
Buna göre IB evresine ait çanak çömlekler arasında içe ve dışa dönük ağız kenarlı
çanak parçalarından bahsedilmektedir. Bu parçaların çizimlerini de ekleyen Erzen,
bunları M.Ö. 7. yüzyılın sonuna tarihlemiştir1047. Yayına eklenen bu çizimler
incelendiğinde bunlar arasında tipik yivli keramiklerin bulunmadığı
anlaşılmaktadır.
Kazısı yapılan bir diğer Urartu kalesi Aznavurtepe’dir. Van Gölü’nün 50 km.
kuzeybatısında yer alan Patnos’ta bulunan Aznavurtepe, 1961 ve 1963 yılları
arasında K. Balkan tarafından kazılmıştır. Balkan tarafından iki kazı raporunda
sunulan arkeolojik veriler değerlendirildiğinde maalesef ele geçen keramiklerle
ilgili herhangi bir bilginin verilmediği anlaşılmaktadır. Sadece Tapınak avlusunda
gerçekleştirilen kazılarda bol miktarda Urartu keramik parçalarının ele geçtiği
ifade edilmiş ancak bunlarla ilgili herhangi bir bilgi verilmemiştir1048. Ayrıca bu
kaplar arasında çizilen bir diğer form olan omurgalı çanak formu, Karagündüz,
Yoncatepe ve Dilkaya mezarlarından ele geçen kaplara benzemektedir. Enine ip
delikli tutamağı olan bu kap formu, çoğunlukla yivli keramiklerle bir arada ele
geçen yaygın bir kap olarak dikkati çekmektedir.
1960’lı yıllarda kazılan bir diğer kale Adilcevaz-Kef Kalesi’dir. Van Gölü’nün
batı kıyısında yer alan bu kaledeki kazı çalışmaları 1964-1977 E. Bilgiç ve B.
Öğün tarafından gerçekleştirilmiştir. Urartu kralı II. Rusa dönemine tarihlenen
kalenin kazı çalışmalarına ait raporları değerlendirildiğinde ne yazık ki bu
1046
Erzen 1978: 15.
1047
Erzen 1978: 47.
1048
Balkan 1964: 237.
267
raporlarda da sadece kırmızı perdahlı Urartu keramiklerinden bahsedildiği
görülmektedir1049. 1965 yılında ise bu kez Muş’un Varto ilçesinde Kayalıdere
adlı Urartu kalesinde bir sezon kazı çalışması gerçekleştirilmiş ancak bu kazıdan
da ele geçen çanak çömleklerle ilgili kapsamlı bir bilgi verilmemiştir1050.
1960’lı yıllarda başlayan ilk kuşak kazılarından sonra, 1980’li yılların sonundan
itibaren bu kez ikinci kuşak olarak adlandırabileceğimiz yeni bir kuşak bölgedeki
Urartu kalelerinde kazı çalışmalarına başlamıştır. T. Tarhan Van Kalesi’ndeki
çalışmalarla öncülük ettiği bu dönem kazılarını, 1989 yılında başlayan Ayanis
Kalesi kazısı ve hemen ardından 1991 yılında başlayan Anzaf Kaleleri kazısı ve
1997 yılında ise Yoncatepe Kalesi kazısı takip etmiştir.
1049
Bilgiç- Öğün 1968: 49, res.6 ve res.7.
1050
Burney 1966: 55-112.
1051
Belli 1998b: 507-526; Belli- Ceylan 1999: 449-466; Belli- Ceylan 2000: 385-398; Belli-
Ceylan 2001: 275-286; Belli- Ceylan 2002a: 393-404; Belli 2005c: 151-164; Belli 2006: 413-428;
Belli 2007a: 171-192.
1052
Belli- Ceylan 2003: Resim 3; Belli- Ceylan 2004: Resim 7, 8, 9.
268
Kalesi’ni de ziyaret etmiş ve söz konusu kalenin yüzeyinden topladığı keramikler
arasında yaptığımız inceleme sırasında 1 parça yivli keramiğin ele geçtiği
anlaşılmıştır.
Van’ın 35 km. kuzeyinde bulunan Ayanis Kalesi ise 1989 yılından beri A.
Çilingiroğlu başkanlığında bir ekip tarafından kazılmaktadır. Urartu kralı II. Rusa
dönemine tarihlenen Ayanis Kalesi’ndeki kazı çalışmaları sonucunda söz konusu
kalede Urartu’nun tipik kırmızı perdahlı keramikleri dışında çok sayıda farklı mal
1053
Belli 2005a: 100.
1054
Belli- Kavaklı 1999: 435-438; Belli- Kavaklı 2000: 369; Belli- Konyar 2000: 183.
1055
Belli- Tozkoparan 2003: 352.
1056
Belli-Tozkoparan 2004: 194; Belli-Tozkoparan 2005: 166; Belli-Tozkoparan 2006: 431.
1057
Ayrıntılı bilgi için bakınız: F. Karabacak, Van Yoncatepe Kalesi ve Nekropolü’nden Ortaya
Çıkarılan Erken Demir Çağı Çanak Çömleği (Danışman: O. Belli), Đstanbul Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı, 2001 (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi):
Lev.4/2-10; Lev.5/1-7; Lev.6/1-4; N. Ayyıldız, Van-Yoncatepe Sarayı Çanak-Çömlek
Parçalarının Değerlendirilmesi (Danışman: O. Belli), Đstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı, 2001 (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi): Lev.X, XI,
XII. Ayrıca yine O. Belli danışmanlığında E. Konyar tarafından yapılan doktora tezinde de
Yoncatepe Kalesi’nde ortaya çıkarılan yivli keramik parçalarından bahsedilmektedir. Ayrıntılı
bilgi için bakınız: E. Konyar, Doğu Anadolu Erken Demir Çağı Kültürü: Arkeolojik Kazı ve Yüzey
Araştırmaları Bulgularının Değerlendirilmesi, Đstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı, 2004 (Yayınlanmamış Doktora Tezi): Lev.161/2-4.
269
özelliğine sahip keramiklerin varolduğu anlaşılmaktadır1058. Nitekim Ayanis
Kalesi, şimdiye kadar kırmızı perdahlı keramikler dışında fazlaca bir bilgiye sahip
olmadığımız Urartu keramik repertuvarındaki çeşitliği göstermesi açısından
önemli bir merkez olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu keramikler arasında bir grubu
oluşturan yivli keramikler, kazılar sırasında gerek kalenin magazin odalarında ve
tapınak alanında, gerekse dışkent kazılarında azımsanamayacak miktarlarda ele
geçmiştir. Zira Ayanis kazısının ilk 10 yıllık verilerinin derlendiği Ayanis I
kitabında da yaklaşık 30 parça yivli keramik, çizimleriyle birlikte yayına
eklenmiştir1059. Buna göre Ayanis Kalesi’nden ele geçen yivli keramiklerin
genellikle pembemsi kahve veya devetüyü renginde oldukları; kum ve küçük
taşçık katkılı oldukları ve çoğunlukla açkısız veya hafif açkılı oldukları
anlaşılmaktadır. Gerek bahsi geçen yivli çanak çömlek parçalarını, gerekse 2000
yılından sonra ele geçen yivli çanak çömlek parçalarını kazı ve üniversite
deposunda çalışma fırsatımız olmuş1060 ve bu keramiklerle ilgili değerlendirmeler
daha sonraki bölümde detaylı olarak ele alınmıştır (Lev. CLXXXI-CLXXXIX).
1058
Ayrıntılı bilgi için bakınız: Kozbe- Çevik- Sağlamtimur 2001: 85-100.
1059
Kozbe-Çevik-Sağlamtimur 2001: 140, Plate IX.
1060
1995 yılından itibaren ekip üyesi olarak çalıştığım Ayanis Kalesi kazılarından ele geçen yivli
keramikleri çalışma fırsatını veren sevgili hocam A. Çilingiroğlu’na teşekkürü bir borç bilirim.
270
keramikler Erken Demir Çağı’na ait olmalıdır.1061 Ancak Ayanis Kalesi gibi M.Ö.
7. yüzyılda inşa edildiği yazıtlarla da teyit edilen bir kalede yivli keramiklerin ele
geçmesi ve Yoncatepe Kalesi’nin de bu durumu desteklemesi Bartl’ın söz konusu
önerisine ters düşmektedir. Dolayısıyla yivli keramik geleneği Urartu Devleti
kurulduktan sonra tamamen yok olmak yerine Urartu’nun yıkılışına kadar uzun
bir süre kullanım görmüştür. Ancak Urartu Devleti döneminde yivli keramiklerin
sayısında bir azalma olduğu açıkça görülmektedir.1062 Özellikle Ayanis ve
Yoncatepe kaleleri kazılarındaki domestik alanlarda dahi, ortaya çıkarılan çok
sayıdaki tüm kaplar arasında yivli çanakların bulunmayışı ilginçtir. Ayrıca Urartu
kalelerinde ele geçen yivli keramiklerin hiçbirinin tüm kap olarak ele
geçmediğinin de altı çizilmelidir. Bu durum söz konusu keramiklerin merkezi
otorite tarafından çok fazla tercih edilmediğini gösterebilir. Dolayısıyla yivli
keramik geleneği her ne kadar sivil halka ait bir gelenek gibi görünse de, söz
konusu gelenek Urartu idari mekanizması tarafından tamamen reddedilmemiş ve
Urartu kalelelerinin birçoğunda az sayıda da olsa varlık göstermiştir. Nitekim bu
tür bir devam söz konusu keramiği üreten beyliğin veya halkların Urartu
Devleti’nin kurulmasında payı olabileceğini düşündürebilir.
Kaleler dışında, kale çevresinde yer alan dışkentler de sivil mimari açısından
değerlendirildiğinde Zernaki Tepe1063 dışında Anzaf, Körzüt, Kef ve Ayanis
kalelerinin çevresinde sivil halkın ikamet ettiği dışkentlerin varolduğu
bilinmektedir. Bunlardan yalnızca Ayanis Kalesi’nin dışkentinde kazı çalışmaları
yürütülmüştür. 1997 yılından itibaren kazılan Ayanis dışkenti, II. Rusa döneminde
ve sonrasında kale çevresinde yaşayan halkların sosyal ve ekonomik durumları
hakkında bilgiler vermektedir. Saray malı olarak tanımlanan kırmızı perdahlı
keramiklerin kaleye nazaran daha az sayıda da olsa dışkent kazılarından da ele
1061
Bartl 2001: 399.
1062
Urartu Devleti kurulduktan sonra merkezi otoritenin yivli keramik geleneğini daha az tercih
etmesi ve buna karşın yivli kapların çoğunlukla kırmızı perdahlı saray malı şeklinde görülmesi,
kırmızı perdahlı yivli keramiklerin daha önceki yivli keramik geleneğinin devamı niteliğinde
olabileceğini düşündürmektedir. Nitekim Dilkaya’da bulunan içe dönük basit ağız kenarlı tek
parça kırmızı perdahlı yivli keramik söz konusu geleneğin kırmızı perdahlı saray mallarına
uyarlanmasını destekler niteliktedir.
1063
V. Sevin tarafından Zernaki Tepe’den toplanan yüzey malzemesi arasında yalnızca 4 parça
keramik yayınlanmış ve bunlar arasında yivli keramiklerin bulunmadığı anlaşılmıştır (Sevin 1997:
Fig. 8).
271
geçmesi, söz konusu dönemde kale dışında yaşayan sivil halkın da bu keramiği
kullanma gücüne sahip olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Nitekim dışkent
kazılarından elde edilen keramikler arasında ikinci kalitede üretilmiş kırmızı
perdahlı keramiklerin sayıca daha fazla olduğu anlaşılmaktadır. Kırmızı perdahlı
keramikler dışında çok çeşitli mal gruplarına sahip keramiler de ortaya
çıkarılmıştır. Bunlar arasında yivli keramikler de yer almaktadır. Kale’de ortaya
çıkarılan yivli keramiklerin benzerlerine dışkentte de rastlanmıştır. Ayanis’ten ele
geçen yivli keramikler üzerine yaptığımız lazer analizleri kale ve dışkentten ele
geçen yivli keramiklerin ayrı bir kümeleşme göstermediğini ortaya koymaktadır.
Dolayısıyla kaleden ele geçen yivli keramiklerin dışkentte bulunanlara göre daha
farklı bir kil veya üretim teknolojisine sahip olmadığı söylenebilir1064. Söz konusu
keramiklerle ilgili detaylı inceleme daha sonraki bölümde ele alınacaktır.
1064
Girit Üniversitesi’nin Fizik Bölümü’nde gerçekleştirilen analizlerle ilgili ayrıntılı bilgi için
bakınız: Erdem vd. 2008: 2486-2494.
1065
Dilkaya’dan elde edilen arkeolojik veriler Erken Tunç Çağ ve Erken Demir Çağ tabakaları
arasında herhangi bir kültürel boşluk olmadığını ve hatta bazı Erken Tunç Çağ mimari
elemanlarının Erken Demir Çağ’da da kullanıldığını ortaya koymuştur (Çilingiroğlu 1992: 472;
Çilingiroğlu 1994: 26; Sağlamtimur 1994: 77).
272
evlerini tahrip etmiş olmalıdır. Şimdi Van Bölgesi’nde bulunan Urartu dönemi
verilerinin ele geçtiği höyükleri değerlendirmekte fayda olacaktır.
Yukarıda Erken Demir Çağ başlığı altında detaylı olarak ele alınan Dilkaya’da,
gerek höyükten, gerekse mezarlık alanından yivli keramiklerin ele geçtiği
bilinmektedir. Dilkaya’da ortaya çıkarılan tüm Demir Çağ keramiklerini yüksek
lisans tezi olarak çalışan H. Sağlamtimur, yivli keramik olarak adlandırdığı
keramik grubunun tümünün Erken Demir Çağ’a ait olduğunu ve yaklaşık M.Ö.
1100/1050 yıllarına tarihlenebileceğini belirtmiştir1066. Ancak kanımızca
Dilkaya’nın tabakalanması göz önüne alındığında bazı yivli keramiklerin Orta
Demir çağı’na tarihlenmesi muhtemeldir. Ancak ne yazık ki Dilkaya’daki Erken
Demir Çağ tabakası çok sağlam olmadığı için elde edilen malzemenin ayrımını
stratigrafiye bağlı olarak ayırmak mümkün değildir. Dolayısıyla bir sonraki
bölümde değerlendireceğimiz malzemenin tipolojik çalışması sırasında Erken ve
Orta Demir Çağ arasında tespit edilebilecek herhangi bir ayrım Dilkaya’nın
malzemesi ve diğer tüm tabakasız merkezlerin malzemesinin tarihlendirilmesinde
aydınlatıcı olabilir. Bu bağlamda şimdilik Dilkaya yivli çanak çömlekleri arasında
Orta Demir Çağı’na tarihlenebilecek olanları tespit etmek mümkün değildir.
Urartu dönemi verilerinin elde edildiği bir diğer höyük Van Kalesi Höyük’tür.
Yukarıda da belirtildiği gibi bölgenin prehistorik dönemleri ile Urartu dönemi
arasındaki boşluğunu kapatmak amacıyla başlatılan çalışmalar, höyüğün ortasında
sondaj çukuru şeklinde gerçekleştirilmiştir. Ele geçen keramikler arasında modern
ve Orta Çağ keramikleri yanında “Vannic sherds” olarak adlandırdıkları kırmızı
1066
Sağlamtimur 1994: 73, 77.
273
perdahlı Urartu keramiği ve “pre-Vannic” olarak adlandırdıkları Erken Tunç Çağ
keramikleri yer almaktadır1067. 1959 yılında ise A. Erzen, E. Bilgiç, Y. Boysal ve
B. Öğün tarafından gerçekleştirilen yüzey araştırması sonucunda söz konusu
höyük önemli bir yerleşim alanı olarak tanımlanmış ve 1963 yılında aynı ekip
tarafından kazılmıştır. Nitekim höyüğün batı ucunda gerçekleştirilen ve
muhtemelen öncelikli hedefin Urartu dönemi mezarlarının ortaya çıkarılması olan
kazı çalışmalarının sonucunda 2.30 m. derinlikte Urartu temelleri ve keramik
parçalarına rastlandığı belirtilmiştir1068. Ancak ele geçen keramiklerle ilgili
kapsamlı bir çalışma yapılmamıştır. 1989 ve 1990 yıllarında ise Van Kalesi
Höyük’te T. Tarhan ve V. Sevin başkanlığında yeni dönem kazı çalışmaları
başlamıştır1069. 1989 yılında açılan L10 açması verileri Urartu dönemi yapı
katlarını içermektedir1070. 1990 yılında açılan L9 açmasının öncelikli hedefi ise
L10 açmasında ortaya çıkarılan Urartu yapı kompleksinin kuzey uzantısını tespit
etmektir1071. Gerek L9, gerekse L10 açmalarında tespit edilen mezarlara göre,
mezarlık alanının 5 evreli olduğu anlaşılmıştır. Bunlardan 4. evre mezarları Urartu
dönemine tarihlenirken, 5. evre mezarları Urartu sonrasına yani Med-Akhamenid-
Pers dönemlerine tarihlendirilmiştir1072. Ancak Urartu dönemi keramikleri
hakkında kapsamlı bir bilgi verilmediği için bu döneme tarihlenen keramikler
arasında yivli keramiklerin ele geçtiğine dair herhangi bir bilgi yoktur.
Van bölgesinde kazısı yapılan Urartu dönemi mezarlık alanları içinde Altıntepe,
Kalecik, Karagündüz, Dilkaya ve Yoncatepe sayılabilir. Bunlardan biri olan
Van/Altıntepe Nekropolü, Van’ın batısında göl kıyısında yer alan Đskele
Mahallesi’nin doğusunda yer almaktadır. Van Kalesi’nin kuş uçumu 2 km. kadar
kuzeyinde yer alan Altıntepe Nekropolü kuzey-güney doğrultusunda 1 km., doğu-
batı doğrultusunda ise birkaç kilometrelik geniş bir alanı kaplamaktadır. Hatta söz
konusu mezarlık Urartu dönemi kalesi olan Kalecik Kalesi’nin güney eteklerine
kadar uzandığı düşünülmektedir1073. Zira 1965 yılında Van-Ağrı karayolunun
1067
Korfmann 1982: 195-196.
1068
Erzen- Bilgiç- Boysal- Öğün 1961: 20; Tarhan- Sevin 1992: 1084; Tarhan 2000: 198.
1069
Sevin 1994: 221.
1070
Tarhan- Sevin 1991: 435-436.
1071
Tarhan- Sevin 1992: 1085.
1072
Tarhan- Sevin 1992: 1088-1089; Sevin 1994: 221; Tarhan 2005: 129.
1073
Sevin- Özfırat- Kavaklı 2000b: 421.
274
yapımı sırasında B. Öğün tarafından küçük bir sondaj gerçekleştirilmiş ve bunun
sonucunda biri kremasyon diğeri de inhumasyon türde iki adet mezar ortaya
çıkarılmıştır. Öğün, bu mezarların Kalecik Kalesi’nin 2 km. kadar güneyinde yer
aldığını ifade etmiştir. Ancak daha sonra 1997 ve 1999 yıllarında V. Sevin
başkanlığında bir ekip tarafından kazılan Altıntepe mezarlığının sınırlarının
Kalecik Kalesi’nin güney eteklerine kadar uzanan büyük bir mezarlık alanı olduğu
tespit edilmiş ve bu alandaki mezarlar Altıntepe mezarlık alanı içine dahil
edilmiştir. Hatta bu kadar büyük bir mezarlık alanının, Kalecik gibi küçük bir
garnizon niteliğindeki kaleden çok, Urartu’nun başkenti olan Van Kalesi gibi
büyük bir kaleye sahip Tuşpa yerleşimine ait bir mezarlık olabileceği ileri
sürülmüştür1074.
1074
Sevin- Özfırat- Kavaklı 2000b: 421-422; Özfırat 2005: 83.
1075
Söz konusu gömüler için kullanılan kısaltmalar şu şekildedir: Kaya mezarı (KM), urne (UR)
ve basit toprak mezar (TM).
1076
Sevin- Özfırat- Kavaklı 2000b: 423; Özfırat 2005: 83.
1077
Sevin- Özfırat- Kavaklı 2000b: 424-425.
275
Altıntepe ve Kalecik mezarlarından ele geçen keramikleri inceleme fırsatımız
olmuş1078 ve bunlar arasında kırmızı perdahlı keramikler dışında kazı raporlarında
da belirtildiği gibi yivli keramiğe dair herhangi bir parçanın bulunmadığı
anlaşılmıştır. Altıntepe’de sadece 3 parça grimsi kahverengi ve kaba mal
özelliğine sahip el yapımı çömlek parçası (Lev. CXC) ile Kalecik’teki Dikilitaş’ta
bulunan 1 adet ağız kenarı yivli çömlek parçası bu çalışmaya dahil edilmiş ve
değerlendirmeye alınmıştır (Lev. CLVIIIc).
276
keramikler üzerinde durmuştur. Boyalılarla birlikte Urartu keramiklerinin de var
olduğunu belirten Sevin, ne yazık ki bunlarla ilgili kapsamlı bir tanımlama
yapmamıştır1080. Ancak kanımızca yivli keramiklerden bahsedilmemiş olması bu
merkezde herhangi bir yivli keramiğin ele geçmemiş olduğunu göstermektedir.
Aynı yıl ziyaret edilen bir diğer merkez olan Yeşilalıç’ta bir Urartu Açıkhava
tapınağı ve kalesi bulunmaktadır. Burada ikinci bir Urartu kalesinin varlığı tespit
edilmiş ve Yeşilalıç II olarak adlandırılmıştır. Kalenin yüzeyinden toplanan
keramikler arasında tipik Urartu mallarına rastlanmadığını belirten Sevin, bu
parçaları çoğunlukla M.Ö. 7. yüzyılın sonu ile M.Ö. 6. yüzyılın ilk yarısına
tarihlemiştir1081. Ancak bu keramikler arasında yer alan içe dönük ağız kenarlı
olan ve ağız kenarının altında bir sıra yivi olan çanaklar, tez konumuzu oluşturan
tipik yivli çanaklardan farklıdır. Dolayısıyla söz konusu malzeme içinde yivli
çanak çömleğin bulunmadığı anlaşılmaktadır.
1080
Sevin 1986: 287-289.
1081
Sevin 1986: 291.
1082
Çilingiroğlu 1987a: 312.
1083
Çilingiroğlu 1987a: 312.
1084
Çilingiroğlu 1988b: 119.
277
Çilingiroğlu tarafından M.Ö. 2. binyılın ikinci yarısına tarihlendirilmiş1085 ancak
bunlar arasında Urartu dönemine tarihlenecek herhangi bir malzemeden
bahsedilmemiştir.
1990’lı yılların başında M. Rothman özellikle Muş ili sınırları içinde yüzey
araştırması yürütmüştür. Yukarıda da belirtildiği gibi Rothman’ın, çalışmalarının
öncelikli amacının, Alpaslan Baraj Gölü havzasındaki tüm höyüklerin listesini
çıkarmak olduğunu belirtilmiştir. Alpaslan Barajı Muş Ovası’ndaki Murat
Nehri’nin kuzeyinde bulunan Bulanık ilçesinin sınırları içindedir1086. 1991
yılındaki ilk yüzey araştırmasında toplam 34 merkezin ziyaret edildiğini belirten
Rothman, bu merkezlerden elde edilen keramikleri Paleolitik-Neolitik, Kalkolitik,
Erken Tunç Çağ I, Demir Çağı-Urartu ve Urartu sonrası olarak gruplamıştır1087.
Ziyaret edilen merkezler arasında 22 tanesinde Urartu dönemi keramiklerinin ele
geçtiği belirtilmiş ve bunlar arasında kırmızı perdahlı tipik Urartu
1088
keramiklerinden ve bunların ikinci kalitede olanlarından bahsedilmiştir . Ayrıca
ele geçen Urartu keramiklerinden çizimi yayınlanmış olanlar arasında ağız kenarı
altında 3 sıra yivi bulunan keskin profilli bir çanağın yer aldığı dikkati
çekmektedir1089. Yine 2004 yılı yayınında bu merkezlerden ele geçen keramiklerin
çizimini gösteren tabloda Uçdere (Oğonk) adlı merkezde Urartu dönemine
tarihlenebilecek bir adet yivli çanağın bulunduğu anlaşılmaktadır1090.
1990’lı yılların sonunda ise A. Özfırat tarafından Muş ve Bitlis illerinde başlatılan
yüzey araştırması sonucunda bu bölgelerde çok sayıda Orta Demir Çağ ya da
diğer bir ifadeyle Urartu dönemi merkezi tespit edilmiştir. Adilcevaz bölgesinde
Kümbet Höyük, Arınçküs (Kıraçali) Kalesi; Ahlat bölgesinde Kızıl Mezra,
Gadnabur (Sağlık), Gavur Çimeni, Harabe Hulik Tepesi, Ağak Burnu
(Burun Harabesi); Tatvan bölgesinde Tatvan Kalesi ve Muş bölgesinde
Graaver Tepesi, Gre Mezra ve Çayırkale adlı merkezlerden Orta Demir Çağ
1085
Çilingiroğlu 1988b: 119-120.
1086
Rothman 1993: 279.
1087
Rothman 1993: 284-286.
1088
Rothman 1995: 286-287.
1089
Rothmann 1995: Figure 8.8.
1090
Rothman 2004: Fig. 5: 8.06.
278
keramiklerinin ele geçtiği ifade edilmiştir1091. Söz konusu keramikler hakkında
detaylı bir bilgi verilmemiş olmasına rağmen Kızıl Mezra ve Graaver Tepe’den
ele geçen Urartu keramiklerinin fotoğrafları yayınlanmış ve bunlar arasında 2 adet
parçanın yivli çanak olduğu anlaşılmıştır1092. Özfırat’ın 1998 yılı araştırmasında
ise yukarıda da belirtildiği gibi Haydar Kalesi’nden, Çaygeldi Nekropolü ve
Höyüğü’nden, Elmakaya’dan, Üçtepe (Milbar) Höyüğü’nden ve
Gümüşpınar’dan çok sayıda Erken ve Orta Demir Çağ çanak çömleği
toplanmıştır1093. Özfırat’ın söz konusu keramikleri kabaca “Demir Çağ” şeklinde
tarihlediği ve yayınlananlar arasında yalnızca 3 parça yivli keramik bulunduğu
görülmektedir1094. Ancak bunların Demir Çağ’ın hangi evresine ait oldukları
belirtilmemiştir. 1999 yılındaki araştırmalarını sadece Muş bölgesinde yürüten
Özfırat yukarıda da belirtildiği gibi Konakkuran, Adalar, Adaksu, Kırgöze,
Okçuhan, Dereboğazı, Tıkızlı, Bostankaya, Yeniköy, Beliahır ve Göztepe adlı
merkezleri Demir Çağ’a tarihlemiş ancak bunların Erken veya Orta Demir Çağ
olup olmadığı konusunda kesin bir yargıya varmanın mümkün olmadığını ifade
etmiştir1095. Demir Çağ çanak çömleklerinin az sayıda kırmızı perdahlı
örneklerden oluştuğunu belirten Özfırat, kahverengi ve kiremit hamurlu ve hamur
renginde astarlı keramikler ile kazıma bezemeli keramiklerin yaygın olduğunu
belirtmiştir1096. Yayınlanan keramikler arasında da herhangi bir yivli keramiğe
dair çizimin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Van Gölü’nün batı kıyısında
yoğunlaşan bu araştırmalar sırasında özellikle Cevizdere Kalesi’nin ve Tatvan
Kalesi’nin klasik Urartu özelliklerine sahip kaleler olduğu belirtilmiş ancak bu
kalelerden az sayıda tipik Urartu keramikleri dışında kazıma bezemeli örneklerin
yaygın olduğu ifade edilmiştir1097. 2005 yılındaki araştırmalar bu kez Van
Gölü’nün kuzeyi ile doğusunda yoğunlaştırılmış ve bu kapsamda Muradiye,
Çaldıran ve Edremit bölgelerinde toplam 31 merkez tespit edilmiştir1098. Söz
konusu merkezlerden Yukarı Elmalık, Siyahtaş, Tasmalı, Baklatepe, Abdullah
1091
Özfırat 1999: 4-7.
1092
Özfırat 1999: resim 19, resim 20.
1093
Özfırat 2000: 195-197.
1094
Özfırat 2000: Çizim 9-2, Çizim 11-3 ve 11-6.
1095
Özfırat 2001b: 127.
1096
Özfırat 2001b: 124-126.
1097
Özfırat 2002a: 21-24.
1098
Özfırat 2007: 113.
279
Çeşmesi, Kilisetepe, Büyükdüz, Cargavattepe, Biçenek, Beyaztaş, Muradiye,
Çavuşbaşı ve Çaldıran adlı merkezlerden Orta Demir Çağı’na ait veriler elde
edilmiştir1099. Bahsi geçen merkezlerden kırmızı perdahlı Urartu keramikleri
yanında kırmızımsı kahve çanak çömlekler de ele geçmiştir. Bunlar arasında
omurgalı çanakların yaygın olduğu belirtilse de yivli keramiğin bulunup
bulunmadığına dair herhangi bir ifade söz konusu değildir1100. Özfırat’ın Muş-
Bitlis yüzey araştırma malzemesini çalışma fırsatımız olmuş ve bu malzeme
içinde bulunan yivli çanak çömlekler daha sonraki bölümde değerlendirilmiştir1101
(Lev.CXCI-CXCIV).
2000’li yıllarda yine A. Özfırat tarafından bu kez Van, Ağrı ve Iğdır illerini
kapsayan bir dizi yüzey araştırması gerçekleştirmiştir. Đlk kez 2002 yılında C.
Marro ortaklığıyla gerçekleştirilen yüzey araştırmasında toplam 23 adet merkezin
ziyaret edildiği belirtilmiştir1102. Bunlar arasında en yoğun Urartu malzemesinin
ele geçtiği Ömerağa ve Melekli-Kültepe dışında az sayıda Urartu keramiğinin
ele geçtiği Mağaralar Mevkii, Kasım Tığı, Gre Herşe ve Kubik Mevkii
sayılabilir1103. Söz konusu merkezler arasında özellikle Melekli ve Ömerağa’dan
çok sayıda kırmızı perdahlı Urartu keramiğinin ele geçtiği ifade edilmiş ve bu
keramikler arasında yayınlanan çizimlerde herhangi bir yivli keramik olmadığı
görülmüştür1104. 2003 yılı araştırmalarını Van-Erciş ve Ağrı-Doğubeyazıt
bölgelerinde yoğunlaştıran Özfırat toplam 34 adet merkez tespit edildiğini ve bu
merkezlerin çoğunluğunun Demir Çağı’na ait olduğunu belirtmiştir1105. Bunlar
arasında Şekerbulak, Kilise Mevkii, Gresor, Diov, Tepe Şurki, Geletepe,
Deliçay ve Keçikıran ziyaret edilmiştir. Bahsi geçen merkezlerden ele geçen
keramikler arasında özellikle Erciş bölgesinin Orta Demir Çağı çanak çömleğinin
kahve-kiremit tonlarında ya da kırmızımsı kahve açkılı mallardan oluştuğu ve
1099
Özfırat 2007: 117.
1100
Özfırat 2007: 118.
1101
Muş-Bitlis malzemesini çalışma fırsatını veren A. Özfırat’a içtenlikle teşekkür ederim.
1102
Marro- Özfırat 2003: 388; Özfırat- Marro 2004: 15.
1103
Marro- Özfırat 2003: 395; Özfırat- Marro 2004: 20.
1104
Marro- Özfırat 2003: plate XVII, XVIII ve XIX; Özfırat- Marro 2004: çizim 11.
1105
Özfırat- Marro 2005: 299.
280
kırmızı perdahlı Urartu keramiğine rastlandığı ifade edilmiştir1106. Ayrıca
omurgalı çanak formunda yivli kapların da bulunduğu belirtilmiştir1107.
Yüzey araştırması sonuçlarına göre, Urartu veya Orta Demir Çağı’na tarihlenen
merkezlerden toplanan keramikler arasında yivli keramiğin oldukça az sayıda
olduğu dikkati çekmektedir. Bu durum olasılıkla araştırmalar sonucu tespit edilen
yivli keramiklerin çoğunlukla Erken Demir Çağı’na tarihlendirilmiş olmasından
kaynaklanmaktadır. Zira yüzey araştırmasıyla tespit edilen yivli çanak
çömleklerin Erken Demir Çağı’na ve Orta Demir Çağı’na ait olup olmadığını
tespit etmek oldukça zordur.
Yukarıda da belirtildiği gibi Tunç Çağlardan Orta Demir Çağ’a kadar iskan
edilmiş olan Norşuntepe’deki kazı çalışmaları başlıca 3 alanda yürütülmüştür1108:
1106
Özfırat- Marro 2005: 305-306; Marro- Özfırat 2004: 240.
1107
Marro- Özfırat 2004: 240, Pl. XIV-1.
1108
Hauptmann 1971a: 71; Hauptmann 1972: 95-96; Hauptmann 1974: 76-77; Hauptmann 1976:
42, 49, 51.
281
sayıda Orta Demir Çağ keramiğinin de ele geçtiği belirtilmiştir1109. 1968 ve 1969
yılı kazı çalışmalarında Büyük Terasın güneyinden elde edilen sonuçlara göre bu
alanda yalnızca Urartu dönemi verileri bulunmaktadır1110. Buna göre, “I. Odalar
Grubu” olarak adlandırılan alanın 4 mekanlı, “II. Odalar Grubu” olarak
adlandırılan alanın ise 2 mekanlı olduğu ifade edilmiştir. 1971 yılı çalışmalarında
büyük Urartu yapısının tümünün açıldığını belirten Hauptmann, bu yapının
dikdörtgen planlı ve rizalitli özelliğiyle Urartu’ya özgü olduğunu
vurgulamıştır1111. Buradan ele geçen çanak çömleklerin çark yapımı, açık sarımsı,
açık kahverengi veya kırmızı mallardan oluştuğu ve bunlarda kısmen perdah,
kısmen de sıvazlama tekniğinin hakim olduğu anlaşılmaktadır. Ender olarak
kırmızı perdahlı Toprakkale parçalarına rastlanıldığı belirtilmiş ve en yaygın kap
şeklinin Urartu yerleşmelerinden bilinen keskin omuzlu ve dışa taşkın ağızlı
kaseler olduğu ifade edilmiştir. Bunlar arasında yatay yivli örneklerin olduğu da
vurgulanmıştır. Ayrıca az sayıda yonca ağızlı testi parçalarının da ele geçtiği
belirtilmiştir. Tüm bu çanak çömleklerden yola çıkarak Hauptmann bu tabakayı
M.Ö. 8.-7. yüzyıllara tarihlemiş ve az sayıdaki tipik Urartu keramiğinden yola
çıkarak buradaki Orta Demir Çağ kültürünün yerel olabileceğini önermiştir1112.
Ancak 1972 yılında tepenin zirvesinde yer alan büyük Urartu yapısı ile Güney
Terası’nın güneyinde yapılan çalışmalar sonucu tespit edilen iki Urartu
yapısından1113 yola çıkarak Norşuntepe’nin Urartu krallığına ait küçük bir merkez
olabileceğini ileri sürmüştür1114.
1109
Hauptmann 1972: 91; Hauptmann 1974: 12.
1110
Hauptmann 1971a: 75.
1111
Hauptmann 1974: 78.
1112
Hauptmann 1969: 77-78.
1113
Güney terasının güney alanında 1970 yılında yürütülen çalışmalarda bir Urartu yapısının
kuzeydoğu köşesinde Erken Demir Çağı’na ait bir çömlek mezar bulunduğu belirtilmiştir. Burada
bir çocuk iskeleti yanında yivli bir kasenin bulunduğu ifade edilmiştir (Hauptmann 1972: 96).
1114
Hauptmann 1972: 96.
1115
Hauptmann 1974: 79.
282
1972 yılı çalışmalarına göre Akropol’de ortaya çıkarılan taş temelli bir yapının
içinden ele geçen demir levhalar, demir balta ve bıçak ile 3 adet kovanlı ve
mahmuzlu okucuna dayanarak söz konusu yapı M.Ö. 7. yüzyıla tarihlendirilmiştir.
Ayrıca bu yapının içinden çok sayıda Orta Demir Çağı’na ait kap parçalarının ele
geçtiği de belirtilmiş ancak bunlarla ilgili detaylı bir tanımlama yapılmamıştır1116.
Sonuç olarak Norşuntepe kazılarından elde edilen verilere göre Orta Demir
Çağ’da taş temelli büyük yapıların bulunduğu ve Urartu etkisinin görüldüğü bir
merkezden söz edilebilir. Ayrıca aynı merkezin güneyinde yine aynı döneme
tarihlenen mezarların bulunduğu da anlaşılmaktadır. Gerek höyükten gerekse
mezarlardan elde edilen verilerden Norşuntepe’nin Orta Demir Çağ keramikleri
arasında bazı yivli keramiklerin ele geçtiği anlaşılmaktadır. Buna göre
Norşuntepe’de Erken Demir Çağ’dan itibaren yoğun talep gören yivli
keramiklerin kullanımı Orta Demir Çağ’da da devam etmiştir. Nitekim
Norşuntepe yivli keramiklerin Orta Demir Çağı’nda sayıca en fazla kullanım
gördüğü bir merkez olarak karşımıza çıkmaktadır.
Elazığ-Malatya bölgesindeki bir diğer merkez olan Tepecik’teki Orta Demir Çağı,
I. tabakayla temsil edilir1117. Orta Çağ mezarlığı (Ia) tarafından tahrip edilen Orta
Demir Çağı (Ib-c) yapıkatından elde edilen veriler Norşuntepe’ye nazaran daha az
korunmuştur. Bu tabakaya ait yalnızca birkaç duvar kalıntısı ile bunlarla ilişkili
olabilecek taban örnekleri tespit edilmiştir. Buradan az miktarda Orta Demir Çağ
çanak çömleği ele geçmiştir1118. Korucutepe, Değirmentepe, Tülintepe ve
Aşvan kazılarından da sağlam bir Orta Demir Çağ verisi elde edilemediği
anlaşılmaktadır1119. Kalaycık Tepe kazılarında da toplam 4 tabakanın tespit
edildiği ve bunlardan IV. tabakanın M.Ö. 1. binyıla tarihlendiği belirtilmiştir. Bu
tabakadan 3 ayrı mal grubu dışında kırmızı perdahlı keramiklerin de ele geçtiği
ifade edilmiştir1120. Ayrıca aynı bölgedeki kazılardan Harababa’daki Şimşat
Kalesi’nin B çukurundan eşde edilen veriler ile Han Đbrahim Şah kazılarının III.
1116
Hauptmann 1976: 43.
1117
Esin 1972: 140.
1118
Esin 1971: 109.
1119
Ayrıntılı bilgi için bakınız: van Loon- Buccellati 1970: 73-87; van Loon 1971: 55-56; van
Loon- Güterbock 1972: 79-81; Duru 1979: 16; Esin 2000: 90; French- Mitchell 1976: 18.
1120
Serdaroğlu 1970: 33.
283
tabakası M.Ö. I. binyıla tarihlendirilmiştir1121. Dolayısıyla yukarıda bahsi geçen
merkezlerden Orta Demir Çağı’na tarihlenebilecek yivli çanak çömleklerin ele
geçmediği anlaşılmaktadır.
Demir Çağ verilerinin ele geçtiği bir diğer alan da Keban Baraj Gölü alanının
daha güneyindeki Karakaya Baraj gölü alanı içinde kalan Baskil çevresidir. Elazığ
il sınırları içinde bulunan Baskil’de Kaleköy, Şemsiyetepe ve Đmikuşağı kazıları
olmak üzere toplam üç kazı gerçekleştirilmiştir. Bunlardan ilki olan Kaleköy’deki
çalışmalar sonucunda, Üst Yerleşme Alanı olarak adlandırılan alanda, Güney
Giriş ile Nişli Alan arasındaki F 14 açmasında ve Gavur Damı olarak adlandırılan
alanda Demir Çağı’na ait olabilecek çanak çömlek parçalarının ele geçtiği
belirtilmiştir1122. Ayrıca Orta Demir Çağı’na tarihlenen ve Nişli Alan olarak
adlandırılan alandaki çalışmalar sırasında küçük niş tabanının aşağıda ikinci
platform tespit edilmiş ve bu platform üzerindeki yangın tabakası kaldırılırken 2
parça kırmızı perdahlı Urartu keramiği ile birlikte yivli bir tabak ele geçmiştir1123.
Aynı bölgede yer alan Şemsiyetepe kazılarında da K açmasında Urartu çanak
çömleklerinin ele geçtiği belirtilmiş ama bunun dışında herhangi bir bilgi
verilmemiştir1124. Yayına eklenen Orta Demir Çağ kap parçaları arasında da
herhangi bir yivli keramik olmadığı görülmektedir1125.
1121
Öğün 1971: 40; Ertem 1974: 60.
1122
Bakır- Çilingiroğlu 1987: 162-166.
1123
Bakır- Çilingiroğlu 1987: 165, Lev. 106-3; Bakır 2007: 4.
1124
Darga 1987: 293-294.
1125
Darga 1987: Levha 188/ 19-22.
1126
Sevin 1995: 19-31.
1127
Sevin 1995: 19.
284
anlaşılmaktadır1128. 6c evresine ait 15-20 metrelik payandalı bir sur korunmuş ve
kısmen bu surun üzerine 6b suru inşa edilmiştir. Bu surun kimi yerde bozulması
ve işlevini tam olarak yerine getirememesi sonucunda bu kez biraz daha geride 6a
suru inşa edilmiş ancak 6b evresi duvarı tümüyle saf dışı bırakılmamıştır1129.
Kısacası 6. yapıkatına denk gele dönemde Đmikuşağı’nın bir savunma duvarıyla
korunduğu söylenebilir. Sevin, burasının Fırat Nehri boyunca yol üzerinde
denetim sağlayan küçük bir karakol niteliğinde olabileceğini ileri sürmüştür1130.
Fırat Nehri’nin batı kıyısında yer alan bir diğer merkez Đmamoğlu’dur. 100 m.
çapındaki höyük Đmamoğlu Köyü’nün güneybatısında yer alır. Kalkolitikten
Roma Dönemi’ne kadar iskan edilen höyüğün Demir Çağ tabakası 4 evreye
ayrılır. Buradan ele geçen yivli çanak çömlekler ve akıtacaklı kaplar M.Ö. 8.-7.
yüzyıllara tarihlendirilmiştir.
1128
Sevin 1996b: 166.
1129
Sevin 1995: 20.
1130
Sevin 1995: 23.
1131
Sevin 1995: 26.
1132
Sevin 1995: 26, resim 13 ve 15.
1133
Işık 1980: 552-553.
285
Köşkerbaba kazılarından elde edilen sonuçlara göre III. kültür katının Urartu
tabakası (Köşkerbaba C) olduğu anlaşılmaktadır. Erken Demir Çağı’na tarihlenen
IV. tabakanın bir yangınla sona ermesinden sonra iki evreli olduğu anlaşılan
Urartu tabakası ya da III. tabaka yer almaktadır1134. Bu tabakadan elde edilen
çanak çömlek parçalarına göre kesin olmamakla birlikte söz konusu tabaka M.Ö.
7. yüzyıla tarihlendirilmektedir. Hatta kazıcısı Bilgi, burasını Urartu’nun bir
uçkalesi olarak nitelendirmektedir1135. Bu tabakadan ele geçen çanak çömlekler
arasında yivli çanakların ve çömleklerin yer aldığı anlaşılmaktadır1136.
C. Burney’den sonra 1968 yılına kadar uzun bir süre bölgede araştırma
yapılmamıştır. Ancak yukarıda da bahsedildiği gibi 1967 yılından itibaren Keban
Projesi kapsamında bölgedeki araştırmalar yeniden başlar. R. Whallon ve S.
Kantman tarafından gerçekleştirilen yüzey araştırması Altınova ve Aşvan
bölgelerini içermektedir1140. Ancak yüzey araştırmasından elde edilen veriler,
merkezlerin adını listelemekten öteye gitmemiş ve bu merkezlerin yalnızca
birkaçında hangi dönemleri içerdiği belirtilmiştir1141. Nitekim söz konusu
merkezlerden elde edilen keramik verileriyle ilgili hiçbir bilgi de söz konusu
1134
Bilgi 1987b: 3.
1135
Bilgi 1987a: 223.
1136
Bilgi 1987a: 222, Lev. 139-3, 147-1; Bilgi 1991: Fig. 02.8/2-3.
1137
Ayrıntılı bilgi için bakınız: Burney 1958: 157-209.
1138
Russell 1980: 35-36.
1139
Russell 1980: 44-47.
1140
Whallon- Kantmann 1970: 1.
1141
Whallon- Kantmann 1970: 2-6.
286
değildir. 1977 yılında ise M. Özdoğan Aşağı Fırat Havzası kapsamında bu
bölgede yüzey araştırması gerçekleştirmiştir. Buna göre Karakaya Baraj
Bölgesi’nde tespit edilen merkezlerin bir kısmında yivli çanak çömleğin ele
geçtiği anlaşılmaktadır. Söz konusu merkezler arasında Maltepe1142, Kırasa
Tepesi1143, Grik Tepe1144, Kale II1145, Kale III1146 ve Habibuşağı1147 yer
almaktadır.
1142
Özdoğan 1977: Lev. 70/2.
1143
Özdoğan 1977: Lev. 73/1.
1144
Özdoğan 1977: Lev. 73/3.
1145
Özdoğan 1977: Lev. 74/4.
1146
Özdoğan 1977: Lev. 73/4.
1147
Özdoğan 1977: Lev. 75/4-5.
1148
Sevin 1987a: 280-287.
1149
Sevin 1987a: 281.
1150
Sevin 1987a: 281.
287
Bağın, Mazgirt, Kaleköy, Perisu Kalesi, Norşuntepe, Genefik, Habibuşağı,
Haroğlu, Baskil-Kaleköy ve son olarak da Maltepe kalesinin Urartu’nun bu
bölgeye verdiği önemi açıkça ortaya koyduğunu belirtmiştir1151. Ayrıca Bingöl’ün
26 km. kadar doğusundaki Zulümtepe Kalesi’ni de ziyaret eden Sevin, buradan
toplanan keramiklerin Urartu dönemine tarihlendiğini ve M.Ö. 8.-7. yüzyıllara ait
olabileceğini önermiştir. Toplanan keramikler arasında kırmızı perdahlı
keramiklerin hiç bulunmadığını ve en dikkat çekici olan örneklerin Erken Demir
Çağ merkezlerinden bilinen ağız kenarının altı yivli olan çanaklar olduğunu
belirtmiştir. Ancak Sevin’in ifadesine göre “kapların hafif açkılı ve hatta kimi
zaman açkısız oluşu ile keskinliği olmayan yuvarlak profiller, Korucutepe,
Tepecik, Norşuntepe ve Keban-Değirmentepe’den iyi tanınan Erken Demir Çağ
mallarıyla belirgin bir farklılaşmanın bulunduğuna işaret etmektedir”. Yivli
keramik geleneğinin Orta Demir Çağı’nda da devam ettiğini vurgulayan Sevin,
Tepecik Ib-c, Değirmentepe ve Habibuşağı’ndaki benzer formlardan yola çıkarak
bu malzemeyi Orta Demir Çağı’na tarihlemiştir1152. Nitekim Zulümtepe’den ele
geçen Orta Demir Çağ keramikleri arasında 4 parça yivli çanağın çizimi de
yayınlanmıştır1153.
1151
Sevin 1987a: 283.
1152
Sevin 1987a: 285-286.
1153
Sevin 1987a: Resim 14 (1-4).
1154
Sevin 1988a: 2.
288
bahsedilmemiştir1155. Söz konusu merkezler dışında, Baskil’in 12 km.
kuzeydoğusunda, Elazığ-Baskil karayolu üzerinde yer alan Haroğlu (Sarıgül)
Köyü’nde de bir merkez tespit edilmiştir. 30x60 m. ölçülerindeki Haroğlu
Kalesi’nden çok sayıda Orta Çağ keramiği yanında Erken Demir Çağı’na
tarihlenen yivli keramiklerin toplandığı belirtilmiştir. Sevin, söz konusu yivli
keramiklerin kiremit renginde ve kalın astarlı olduğunu ifade etmiştir1156.
Dolayısıyla Sevin, Haroğlu Kalesi’nden ele geçen yivli keramikleri Orta Demir
Çağı’na değil de, Erken Demir Çağı’na tarihlemiştir. Yine Bingöl ilinin doğu
sınırlarında Solhan ilçesindeki Cankurtarantepe etrafı taşlarla çevrili bir diğer
Orta Demir Çağ merkezidir. Buradan toplanan keramikler arasında çeşitli form ve
özellikte Urartu keramiklerinin bulunduğu belirtilmiş ancak yivli keramiklerle
ilgili herhangi bir ifade kullanılmamıştır1157. 1986 yılında ziyaret edilen bir diğer
merkez Genefik Kalesi’dir. Buradan toplanan keramikler arasında bir adet yivli
çanak bulunduğu anlaşılmaktadır1158. Aynı yıl ziyaret edilen Palu yakınındaki
Pınartepe Höyüğü’nden ve Habibuşağı Kalesi’nden de yivli keramiklerin
toplandığı belirtilmiştir1159.
1155
Sevin 1988a: 3.
1156
Sevin 1988a: 4, Resim 44.
1157
Sevin 1988a: 5.
1158
Sevin 1988a: 9, Resim 27-8.
1159
Sevin 1988a: 12, Resim 45 ve 46.
1160
Sevin 1988a: 455-460.
1161
Sevin 1988a: 459.
289
Yıldıztepe’de de önemli bir Urartu yerleşimi ve kalesi bulunduğu belirtilmiştir.
Tepenin oldukça dik olan kuzey etekleri üzerinde Urartu keramiklerinin yoğun
olduğu ifade edilmiştir. Bunlar arasında yivli çömleklerin yer aldığı
1162
vurgulanmıştır .
2003 yılında ise bu kez Malatya ili sınırları içinde G. M. Di Nocera tarafından
yüzey araştırması gerçekleştirilmiştir. Araştırmalar sonucunda toplam 33 adet
yerleşim tespit edilmiş ancak bunlar arasından hiçbiri Erken Demir Çağ’a
tarihlendirilmemiştir. Osmanlı döneminden Paleolitik döneme kadar çeşitlilik
gösterdiği belirtilen merkezlerden bir grubunun Demir Çağı’na tarihlendiği ifade
edilmiştir ve keramiklerle ilgili herhangi bir bilgi verilmemiştir1165.
b- Kuzeybatı Đran
1162
Sevin 1988a: 461, Resim 41.
1163
Danık 2002: 80-82.
1164
Danık 2002: 83.
1165
Di Nocera 2005: 326.
290
Yukarıda da belirtildiği gibi Đran’ın Demir Çağı genellikle üç bölüme ayrılarak
incelenir. Bunlardan en erkeni Demir I olarak adlandırılır ve kabaca M.Ö. 1450-
1200 yılları arasına tarihlendirilir. Bu dönem Mezopotamya, Suriye ve
Anadolu’nun Geç Tunç Çağı’na denk gelir. Demir II dönemi M.Ö. 1200/1100
yıllarında başlar ve M.Ö. 800 yıllarına kadar sürer. Demir III dönemi ise M.Ö.
800-550 tarihleri arasındaki Yeni Asur ve Med dönemini içerir. Bu dönemin sonu
yani M.Ö. 550 tarihi aynı zamanda Akhamenid döneminin başlangıcı olarak kabul
edilir ve bazen Demir IV olarak adlandırılır1166. Dolayısıyla Anadolu’nun Orta
Demir Çağ dönemine denk gelen Demir III dönemi Đran’da önce Yeni Asur, sonra
da Med dönemi olarak iki bölümde değerlendirilebilir. Yeni Asur dönemi aynı
zamanda Kuzeybatı Đran’da Urartu etkisinin de görüldüğü bir dönemdir.
1166
Levine 1987: 230; Helwing- Fahimi 2005: 136.
1167
Bleibtreu 2002: 41-50.
291
Kuzeybatı Đran’dan başlayacak olursak, Demir III dönemine ilişkin verilerin elde
edildiği önemli yerleşimlerden biri Hasanlu’dur. Yukarıda da belirtildiği gibi
Hasanlu yerleşiminin tabakalanması şöyledir:
Tabloda görüldüğü gibi Hasanlu’nun IVB’nin sonu, IVA ve IIIB tabakaları, Orta
Demir Çağı’nı temsil etmektedir. Nitekim Hasanlu’nun IVB yerleşiminin yıkımı
aynı zamanda M.Ö. 9. yüzyılın da sonunu getirmiş ve Hasanlu sadece birkaç
yapıyla temsil edilen IVA yerleşimine dönüşmüştür. IVA yerleşiminin de
yangınla sona ermesinden sonra M.Ö. 8. yüzyılda Urmiye Gölü çevresindeki
topraklar Urartular’ın kontrolü altına girmiş ve bu dönem Hasanlu’nun IIIB
tabakasıyla temsil edilmiştir1168. Nitekim IIIB yerleşimi bir Urartu yerleşimi
olarak tanımlanmaktadır1169. Bilindiği üzere Doğu Anadolu’da Orta Demir Çağ’ın
başlangıcını Urartu Devleti’nin kuruluşu temsil etmekte ve M.Ö. 9. yüzyılın ikinci
yarısına tarihlenmektedir. Ancak Hasanlu’dan elde edilen arkeolojik veriler bu
sürecin Kuzeybatı Đran’da ve özellikle Urmiye bölgesinde Doğu Anadolu’dan
biraz daha sonra gerçekleşmiş olduğunu ortaya koymaktadır. Hasanlu IVB
yerleşimi ile M.Ö. 1250-1100 yılları arasına tarihlenen IVC yerleşimi arasında
herhangi bir kültürel kesinti söz konusu değildir; dolayısıyla M.Ö. 800’e kadar
devam eden IVB yerleşimi, her ne kadar Urartu’yla çağdaş olsa da Erken Demir
1168
Hasanlu IVA yerleşiminin sonunu getiren yıkım izi, Urartu dışında Asur ile de
ilişkilendirilmiştir (Ayrıntılı bilgi için bakınız: I. Medvedskaya, “Who Destroyed Hasanlu IV?”,
Iran 26, 1988: 1-15). Ancak söz konusu öneri bilim adamları arasında çok fazla yandaş bulamamış
ve W. Kleiss, Hasanlu’nun M.Ö. 9. ve 6. yüzyıllar arasındaki mimari gelişiminin Urartu
mimarisiyle ilişkili olduğunu ortaya koymuştur (Ayrıntılı bilgi için bakınız: W. Kleiss, “Notes on
the Chronology of Urartian Defensive Architecture”, Anatolian Iron Ages 3, (ed. A. Çilingiroğlu-
D. H. French), Ankara, 1994: 131-137.
1169
Dyson 1989b: 108; Dyson- Muscarella 1989: 1, 21.
292
Çağ geleneklerinin devamı niteliğinde olduğu için kazıcısı tarafından Demir II
dönemi olarak değerlendirilmiştir. Nitekim bu bölgenin Orta Demir Çağı’nı, IVB
ve IVA evrelerindeki yangından sonraki IIIB yerleşimi temsil ediyor olmalıdır.
Bu da bize bölgenin Orta Demir Çağ sürecinin M.Ö. 8. yüzyılın başlangıcına
tarihlendiğini ve Doğu Anadolu ile aralarında yaklaşık 70-80 yıllık bir fark
olduğunu göstermektedir.
Hasanlu IIIB tabakası etrafı surla çevrili bir yerleşim sistemine sahiptir. Dyson
tarafından bu tabaka Demir III dönemine tarihlendirilmiştir. Hasanlu IIIB
yerleşiminin etrafı taş temelli kerpiç bedenli büyük sur duvarlarıyla çevrilmiştir.
Duvarların tahmini yüksekliği 2.60 m.dir ve sur duvarlarına her 10 metrede bir
kule inşa edilmiştir. Toplamda 13 adet kulenin yer aldığı sur duvarı üzerine aynı
zamanda kulelerin arasına yerleştirilmiş payandalar (destekler) da yapılmıştır1170.
Dyson 1975 yılına kadar yaptığı yayınlarda bu sur duvarını IV. tabakanın devamı
olduğunu ve IIIB evresinde yeniden inşa edilip kullanım gördüğünü
1171
belirtmiştir . Nitekim 1975 yılından sonraki yayınlarda bu sur duvarının IV.
tabakaya değil IIIB evresine ait olabileceği ifade edilmiştir1172. Sonuç olarak S.
Kroll tarafından bu duvarların Urartu mimarisini yansıttığını belirttiğinin altı
çizilmiş ve bu tabakadan ele geçen keramikler arasında kırmızı perdahlı tipik
Urartu keramiklerinin olduğu ifade edilmiştir. Dyson bu tabakadan ele geçen
kırmızı perdahlı Urartu keramiklerini Toprakkale ile ilişkilendirmiş ve M.Ö. 8.
yüzyıla tarihlemiştir. Küçük çömleklerden ve omurgalı çanaklardan oluşan IIIB
kapları arasında Urartu keramikleriyle birlikte “triangle ware” olarak adlandırılan
boyalı keramiklerin de ele geçtiğini belirten Dyson, bunları da Ziwiye’yle
ilişkilendirmiştir1173.
T. C. Young 1965 yılında hem Hasanlu IIIB yerleşiminden, hem de Ziwiye ‘den
ele geçen keramikler üzerine detaylı bir çalışma yapmış bu çalışma sonucunda
Hasanlu IIIB’den ele geçen keramikleri üç mal grubuna ayırmıştır1174:
1170
Dyson 1977: 549; Muscarella 2006, 83.
1171
Dyson 1965: 198. Ayrıntılı bilgi için bakınız: Muscarella 2006: 83.
1172
Dyson- Muscarella 1989: 3; Dyson 1989b: 7.
1173
Dyson 1977: 549; Muscarella 2006, 85.
1174
Young 1965: 54-55.
293
1- Đsli Kaba Mallar
2- Yaygın Mallar
c- Boyalı Keramikler
3- Kaliteli Mallar
c- Boyalı Keramikler
1175
Young 1965: 55.
294
tümüyle aynı olmadığını da vurgulamıştır. Söz konusu farklar şu şekilde
listelenmiştir1176:
1- V. tabakada ortaya çıkan ve IV. tabakada devam eden gri keramik üretim
teknolojisi III. tabakada ortadan kalkmaktadır.
2- III. tabakada ilk kez belirli bir boyalı keramik türü ortaya çıkmaktadır.
3- III. tabakada ilk kez yonca ağızlı testiler ve matara tipi çömlekler gibi bir
takım yeni kap formları ortaya çıkmaktadır.
4- IV. tabakanın tipik formlarının artık III. tabakada devam etmediği
görülmektedir.
Öte yandan yukarıda listenen farklar dışında bu iki tabaka arasındaki kültürel
devamı gösterebilecek bazı örneklerin de olduğu ifade edilmiştir. Bunlar şu
şekilde sıralanmıştır1177:
1- IV. tabakanın Yaygın Mallar grubunda yer alan Kırmızı Astarlı keramikler
III. tabakada da devam etmektedir.
2- IV. tabakanın tipik olmayan bazı kap formları III. tabakada da devam
etmektedir.
3- IV. tabakanın Kaliteli Mallar gurbu içinde yer alan Đnce Kaliteli
Keramikler (Saray Malı), III. tabakanın tipik özelliği olan Đnce Cidarlı
Kaliteli Mallar’ın öncülü olarak ele alınabilir.
1176
Young 1965: 59.
1177
Young 1965: 59.
1178
Young 1965: 59.
295
Anadolu’daki birçok höyükte ve mezarlıkta Urartu öncesi kültürlerin Urartu’dan
kesin olarak ayrılabilmesi konusunda zorluk yaratmıştır. Buna örnek olarak
kırmızı astarlı keramiklerin veya yivli keramiklerin Doğu Anadolu’daki
höyüklerde hem Erken Demir Çağ, hem de Urartu tabakalarından ele geçmesi
gösterilebilir.
296
D- Kaliteli Mallar
1- Devetüyü Keramikler
2- Kırmızı Astarlı Keramikler
3- Beyaz Astarlı Keramikler
4- Boyalı Keramikler
E- Sırlı Mallar
Bunlardan ilki olan Çok Kaba Mallar çoğunlukla açkısız olduğu ve açık
devetüyünden kırmızımsı devetüyü rengine kadar çeşitlilik gösterdiği
belirtilmiştir. Đkinci grubu oluşturan Kaba Mallar’ın ise yüzey işlemine göre açkılı
ve açkısız olmak üzere ikiye ayrıldığı ve açkısız grubuna giren keramiklerin
hamur renginin açık kahverenginden açık devetüyüne kadar değiştiği
belirtilmiştir. Açkılı keramikler ise devetüyü, kırmızı astarlı, kahve ve gri olmak
üzere kendi içinde dört gruba ayrılmıştır. Devetüyü olan keramiklerin açık
kahveden beyaza kadar çeşitli renklerde olduğu, kırmızı astarlı keramakilerin iç ve
dış yüzlerine açık kırmızıdan koyu kırmızıya değişen tonlarda astar yapıldığı,
kahverengi keramiklerin açık kahveden koyu kahveye kadar çeşitli tonlarda
olduğu ve gri keramiklerin de açık griden koyu griye kadar değişen renklerde
yapıldığı belirtilmiştir. Bunlardan kırmızı astarlı, kahve ve gri mallarda çok iyi
açkılı örneklerin varolduğu ifade edilmiştir. Tüm keramiklerin %50’sini oluşturan
Yaygın Mallar da Açkılı ve Açkısız olmak üzere iki ana gruba ayrılmıştır.
Bunlardan Açkılı olan grubun devetüyü, kırmızı astarlı ve boyalı olmak üzere üç
gruba ayrıldığı belirtilmiştir. Kaliteli Mallar’ın da hemen hemen tümü açkılıdır ve
devetüyü, kırmızı astarlı, beyaz astarlı ve boyalı olmak üzere dört gruba ayrıldığı
ifade edilmiştir1181. Söz konusu mal grupları içinde yer alan kap formları üzerinde
çok fazla durmayan Young, genel olarak 3 mal grubuna (kaba, yaygın ve kaliteli)
ayrılan Ziwiye keramikleri arasında en yaygın formun çanak olduğunu
belirtmiştir. Yayına eklenen çizimler arasında Ziwiye keramikleri içinde yivli
keramiğe dair herhangi bir örneğin bulunmadığı anlaşılmaktadır1182.
1181
Young 1965: 59.
1182
Young 1965: Fig. 3 ve Fig. 4.
297
Urartu dönemine dair arkeolojik kanıtların ele geçtiği merkezlerden biri de Agrap
Tepe’dir. Hasanlu’nun hemen güneybatısında yer alan Agrap Tepe 52 metre
çapında ve 6 metre yükseklikte bir höyüktür. 1964 yılında Hasanlu Projesi
kapsamında 3 haftalık bir süre zarfında kazılan Agrap Tepe’de kalın ve kuleleri
olan savunma duvarıyla çevrelenmiş bir yapı tespit edilmiştir1183. Kerpiç duvarlı
bu yapının 13 odası korunmuştur. Muscarella, bu yapıdan ele geçen çanak
çömleklerin Demir III dönemine tarihlendiğini ve söz konusu merkezin özellikle
Đran ve Doğu Anadolu’da bulunan diğer Urartu merkezleriyle olan benzerliğini
dile getirmiştir1184. Orta Demir Çağı’na tarihlenen bu merkezden ele geçen
keramikler arasında yivli çanak çömleğin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bunlar
arasında açkısız devetüyü ve açkılı gri çanakların bulunduğu belirtilmiştir1185.
Urartu verilerilerinin elde edildiği bir diğer merkez Haftavan Tepe’dir. 1968-
1971 yılları arasında C. Burney tarafından kazılan Haftavan Tepe’nin
tabakalanmasına göre Haftavan III, Urartu tabakasını temsil etmekte ve M.Ö. 800-
600 arasına tarihlenmektedir1186. Bu dönemde höyük üzerinde bir Urartu sitadeli
olduğu anlaşılmaktadır1187. Bu döneme tarihlenen yayınlanmış keramikler
arasında yivli keramiğin bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Avusturyalı bir ekip tarafından 1971-1978 yılları arasında kazılan Kordlar Tepe
ise yukarıda da bahsedildiği gibi Urmiye Gölü’nün batı kıyısında yer alan orta
büyüklükte bir tepedir. Kazılardan elde edilen veriler Kordlar Tepe’de en erken V.
tabakadan itibaren, IV, III, IIB, IIA ve I olmak üzere toplam 6 tabakanın
bulunduğunu göstermiştir. Söz konusu tabakalardan IIB’ye ait olan Z odasından
ele geçen keramikler arasında tek tarafında enine ip delikli tutamağı olan
çanakların bulunduğunu anlaşılmaktadır1188.
1183
Muscarella 1973: 48.
1184
Muscarella 1973: 71-74.
1185
Muscarella 1973: Fig. 15/10,11, 16/9.
1186
Burney 1973: 155.
1187
Burney 1972: 137, 142.
1188
Lippert 1979: Abb. 13-5, Abb. 14/4-7.
298
çalışmalarla tespit edilen Kalatgah, Urmiye Gölü’nün güneybatısında Ushnu
Vadisi’nin doğu sınırında yer almaktadır. Hasanlu Projesi’nden O. W. Muscarella
başkanlığında bir ekip tarafından ziyaret edilen Kalatgah, gerek bir Urartu
mührünün ele geçmesi, gerekse Đşpuini ve Menua dönemlerine tarihlenen bir
yazıtın1189 bulunmasından dolayı önemli bir Urartu merkezi olarak kabul
edilmiştir1190. Söz konusu yazıt M.Ö. 810-805 yıllarına tarihlenmiştir. Bu önemli
yazıt, Urartular’ın güneydeki Urmiye Havzası’na ve özellikle Gadar ve Ushnu
vadilerine girişini tarihler. Hasanlu IV’ün yıkımı ve Dinkha II’nin terk edilmesi de
bu dönemde olmuştur. Bu iki olay kesinlikle Demir II’nin sonunu getirmiş ve
Urartular’ın gelişiyle ilişkilendirilmiştir. Urartular’ın Urmiye Gölü’nün batısında
ve güneyinde gerçekleştirdiği istila, tarihi bir olaydır ve Demir II kültürünü yok
etmiştir. 1968 yılı araştırmasında yüzeyden toplanan keramikler arasında boyalı
triangle keramikleriyle birlikte tek renkli devetüyü ve kırmızı perdahlı
keramiklerin1191 yer aldığını belirten Muscarella, bunları Demir III dönemine yani
M.Ö. 9. yüzyıl sonrasına tarihlemiştir. Kap formları arasında omurgalı çanakların
bulunduğunu belirtilmiş ancak bunlar arasında yivli keramiğe dair herhangi bir
ifade kullanılmamıştır1192. Birkaç yıl sonra kral Menua, Dinkha’nın yaklaşık 50
mil doğusundaki Taş Tepe’de stelini diktirmiş ve burası istilanın güneydoğu sınırı
olarak kabul edilmiştir1193. Ancak söz konusu merkezden toplanan keramiklerle
ilgili herhangi bir bilgi verilmemiştir1194. Sonuç olarak, gerek Kalatgah’daki
Đşpuini ve Menua dönemlerine tarihlenen taş stel, gerekse Taş Tepe’deki Menua
steli M.Ö. 8. yüzyılda Urmiye Gölü’nin batısının ve güneyinin Urartu kontrolü
altına girdiğini göstermektedir1195.
1189
Kalatgah yazıtı ile ilgili ayrıntılı bilgi için bakınız: M. van Loon, “The Inscription of Ishpuini
and Meinua at Qalatgah, Iran”, Journal of Near Eastern Studies 34, 1975: 201-207.
1190
Muscarella 1971b: 47.
1191
Muscarella, kırmızı perdahlı keramiklerin iyi ve çok iyi açkılı olarak iki grupta olduğu
belirtilmiştir. Çok iyi açkılı olanların Đran’da Haftavantepe’de de bulunduğunun altını çizmiştir
(Muscarella 1971b: 47).
1192
Muscarella 1971b: 46-47.
1193
Muscarella 1974: 82.
1194
Muscarella 1971b: 48.
1195
Muscarella 1971b: 48.
299
Demir III döneminin önemli merkezlerinde biri de Sialk B mezarlığıdır. Sialk VI
olarak tanımlanan bu mezarlıktan ele geçen keramikleri değerlendiren R.
Ghirshman, söz konusu keramikleri yüzey rengine göre 4 gruba ayırmıştır1196:
1- Yaygın Mallar
2- Siyah Mallar
3- Kırmızı Mallar
4- Boyalı Mallar
Bunlardan en belirgin değişim bir önceki V. tabakada (Demir I) %82 oranında
hakim olan açkılı Siyah Mallar’ın VI. tabakada %24’e düşmesidir. Diğer bir
grubu oluşturan Kırmızı Mallar düz kırmızı ve kırmızı astarlı olmak üzere iki
gruba ayrılmıştır ve bunların %17’si kırmızı astarlı malları oluştururken %6’sı düz
kırmızı malları temsil etmektedir. Ele geçen keramiklerin %19’unu ise Sialk V’te
olduğu gibi Yaygın Mallar oluşturmaktadır. Son grupta ise %34’lük bir oranla en
fazla sayıda olan Boyalı Keramikler yer almaktadır1197.
1196
Young 1965: 61.
1197
Young 1965: 61.
1198
Young 1965: 62.
300
göre Giyan’da Kaliteli Kırmızı Perdahlı, Kaliteli Gri ve Kırmızı Astarlı
keramiklerin bulunduğu anlaşılmaktadır1199.
Demir III dönemiyle ilgili bilgi veren bir diğer merkez Susa’daki Akhamenid
Köyü I yerleşimidir. Birbirinden tam olarak ayrılamayan II ve III dönemleri ise
Demir IV dönemine yani Geç Demir Çağı’na tarihlenmektedir. Akhamenid Köyü
I yerleşiminden ele geçen keramikler üzerine değerlendirme yapan Young,
buradaki keramikleri dört gruba ayırmıştır1200:
Demir III dönemi merkezleri arasında sayılabilecek bir diğer merkez Marlik’tir.
Burada ortaya çıkarılan mezarlar kazıcısı tarafından M.Ö. 2. binyıl sonu, 1. binyıl
1199
Young 1965: 66.
1200
Young 1965: 68.
1201
Young 1965: 68, 70.
1202
Young 1965: 72.
1203
Young 1965: 81-82.
1204
Muscarella 2006: 85.
301
başına tarihlendirilmiştir. Bu mezarlardan ele geçen keramiklerin kırmızı ve gri,
siyah tonlarında olmak üzere başlıca iki grupta olduğu ve çok çeşitli boyutlarda
çömleklerden ve çanaklardan oluştuğu belirtilmiştir. Bunlar dışında akıtacaklı
çömleklerin, geniş tabakların, uzun boyunlu, ince cidarlı ve kulplu çömleklerin de
ele geçtiği belirtilmiştir1205. Sonuç olarak Negahban, Marlik’i M.Ö. geç 2. binyıl,
erken 1. binyıla tarihlemekte ve özellikle 1. binyılın erken evresinde iki veya üç
yüz yıllık bir süreçte kullanıldığını ileri sürmektedir. Ayrıca birkaç Asur
mührünün ise I. Adad-Nirari veya I. Salmanasar dönemine ait olduğu düşünülerek
yaklaşık M.Ö. 1000-612 yılları arasına tarihlenmiştir1206. Daha sonra O. W.
Muscarella 1984 yılında yaptığı yayında Marlik mezarlarının en erken tarihini
10.-9. yüzyıl olarak vermekte ve yaklaşık M.Ö. 700’e tarihlemektedir1207. Ona
göre Marlik mezarlarının bazıları M.Ö. 2. binyıla tarihlenirken, desteksiz
akıtacaklı kaplar, bu mezarların bir kısmının daha geç döneme tarihlendiği fikrini
desteklemektedir1208. Sonuç olarak Marlik mezarlarından ele geçen kapların
yayınlananları arasında yivli keramiklerin ele geçmediği anlaşılmaktadır.
1205
Negahban 1964: 18.
1206
Negahban 1965: 311.
1207
Muscarella 1984: 417.
1208
Muscarella 1974: 50.
1209
Kleiss- Kroll 1979: 183-243.
1210
Kleiss- Kroll 1979: Abb. 3/ 13, Abb. 6/1, Abb. 7/12, Abb. 9/6, 11.
1211
Kleiss- Kroll 1979: Abb. 4/ 15.
1212
Kleiss- Kroll 1992: Abb. 2, Abb. 5.
302
Yine Đran’da bulunan Zendan-i Süleyman Orta Demir Çağ verilerinin elde edildiği
bir diğer merkezdir. 2006 yılında yeniden değerlendirilen Zendan-i Süleyman
keramiklerinin arasında Thomalsky tarafından “II. Dönem” olarak adlandırılan
Demir III dönemi yivli keramiklerinin yer aldığı anlaşılmaktadır. Bunlar arasında
omurgalı çanak formunun yer aldığı ve bunlardan birinin iki tarafında parmak
delikli kulp olduğu görünmektedir1213. Sonuç olarak Zendan-i Süleyman’dan elde
edilen veriler, Erken Demir Çağ’da varolan yivli keramiklerin Urartu döneminde
de devam ettiğini göstermektedir.
Kuzeybatı Đran’da yukarıda bahsi geçen merkezler dışında diğer bazı kaleler de
sözkonusudur. Bunlar arasında Weracham, Kale Siah, Kale Oğlu, Kale Gavur,
Sangar, Kale Sangar, Kale Haidari ve Ashagi Korul sayılabilir1214. Ancak söz
konusu kalelerde yivli keramik bulunduğuna dair herhangi bir bilgimiz yoktur.
Ayrıca S. Kroll’la kişisel görüşme yapan Bartl tarafından Bastam’daki kazılarda
da yivli çanak çömleğin ele geçtiği belirtilmektedir1215.
Sonuç olarak Kuzeybatı Đran’da bulunan bazı Urartu merkezinde az sayıda yivli
çanak çömleğin ele geçtiği anlaşılmaktadır. Buna göre söz konusu merkezlerin
özellikle Urmiye Gölü çevresinde konumlandığı dikkati çekmektedir. Bu durum
bahsi geçen bölgenin Van Bölgesi ya da diğer bir ifadeyle Urartu ile olan
etkileşiminden kaynaklanmış olmalıdır. Zira Đran’ın doğusunda bu tür
keramiklerin varlığı konusunda hiçbir veri söz konusu değildir.
c- Transkafkasya
Transkafkasya, Orta Demir Çağ’da Doğu Anadolu ve Kuzeybatı Đran ile ortak
kültürel süreç yaşayan bir bölgedir. M.Ö. 9. yüzyılda Van Gölü Havzası’nda
kurulan Urartu Krallığı, genişleme politikası çerçevesinde Kuzeybatı Đran ve
Transkafkasya’yı da sınırları içine almayı başarmıştır. Özellikle Urartu kralı
Menua döneminden itibaren başlayan kuzey ve kuzeydoğu seferleri, Argişti
1213
Thomalsky 2006: Abb. 13/ 1-4.
1214
Forbes 1983: 16-20.
1215
Bartl 2001: 403.
303
döneminde de devam etmiş ve M.Ö. 8. yüzyılda gerek Kuzeybatı Đran’da, gerekse
Transkafkasya’da garnizon veya karakol niteliğindeki birtakım kaleler Urartu
kontrolu altına alınmıştır.
1216
Smith- Badalyan- Avetisyan 2005: 178.
1217
Maptиpocян 1961: 50.
1218
Ayrıntılı bilgi için bakınız: Б.Б. Пииотровский, Кармир-Блур I- II- III, Ереван, 1950- 1952-
1955. (B. B. Piotrovski, Karmir-Blur I- II- III, Erivan, 1950- 1952- 1955); К. Л. Оганесян,
Кармир-БлурIV, Ереван, 1955.
304
Yine aynı bölgede yer alan bir diğer merkez Metsamor’dur. Ermenistan’da
Erivan’ın 35 km. güneyinde yer alan Metsamor’un tabakalanması yukarıda da
belirtildiği gibi şöyledir1219:
305
topografyaya uyumlu olarak inşa edilmiştir ve inşa özellikleri açısından
Urartu’dan çok Erken Demir Çağ kalelerine yakın özelliklere sahiptir. Bu durum
Smith tarafından iki olasılığa bağlanmıştır. Bunlardan ilki bu kalenin inşasının
Urartu mimarlarının direkt gözetiminde gerçekleştirilmemiş olması ve bu yüzden
de Urartu inşa özelliklerinden çok Erken Demir Çağ yaklaşımı içindeki yerel
ustalar tarafından yapılmış olabileceğidir. Đkinci olasılık ise, Horom’un bir sınır
karakolu olmasından ötürü iyi planlanmamış bir inşa tekniğine sahip olması
şeklindedir1224. Sonuç olarak Urartu dönemi kalesi olan Horom’dan ele geçen
yayınlanmış Urartu keramikleri arasında yivli çanak çömleklerin bulunmadığı
anlaşılmaktadır1225. Sevan Gölü Havzası’nda yer alan bir Urartu merkezi olan
Lçaşen'de de bir Urartu kalesinin kalıntıları bulunmaktadır. Ancak bu merkezde
de yivli çanak çömleklerin ele geçtiğine dair herhangi bir bilgi söz konusu
değildir.
306
bölgesinde yoğunlaştırılan çalışmalarda ise Tsakahovit, Berdidosh, Gegharot,
Aragatsi-berd ve Hnaberd gibi merkezlerden Urartu verilerinin elde edildiği
belirtilmiştir1228. Ancak sööz konusu merkezlerde yivli çanak çömleğin
bulunduğuna dair herhangi bir bilgi verilmemiştir.
1228
Avetisyan-Badalyan- Smith 2000: 26-41.
1229
Belli-Sevin 1999: 27-30.
1230
Belli-Sevin 1999: 27-30.
1231
Avetisyan- Chataigner- Palumbi 2006: 8.
1232
Biscione- Hmayakyan- Parmegiani 2002: 10-15.
307
(Urartu yazıtı var), Kari Dur Kalesi, Karchaghbyur Nekropolü, Tsovinar 1
(Odzaberd ya da Teişebani) Kalesi- Dış Kenti ve Nekropolisi (Urartu yazıtı var- I.
Rusa-), Ishkanatak Yerleşimi (surlu) ve Nekropolü, Kol Pal, Heri Berd 2
Nekropolü, Al Berd Kalesi, Jog Kogh 1 Kalesi ve Nekropolü, Nerkin Gtashen
Nekropolü, Kra Kalesi, Sangar Kalesi ve Nekropolü gibi merkezler yer
almaktadır1233. Söz konusu Urartu merkezlerinden ele geçen yayınlanmış Urartu
keramikleri arasında sadece Tsovinar 1 Kalesi’nden bir adet Urartu dönemi yivli
çanağın1234 ele geçtiği anlaşılmaktadır.
3- Değerlendirme
Doğu Anadolu ve komşu bölgerdeki Erken Demir Çağ süreci dikkate alındığında
bu dönemin tüm bölgeler için problemli bir dönem olduğu anlaşılmaktadır.
Şimdiye kadar bu dönemi her bölge kendi içinde bir yaklaşımla değerlendirip
tartıştığı için bu bölgelerde farklı kronolojiler ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda Doğu
Anadolu, Đran ve Transkafkasya’da Erken Demir Çağı simgeleyen homojen bir
kronolojiden bahsetmek mümknü değildir. Bunlardan birini oluşturan Kuzeybatı
Đran’daki Erken Demir Çağ verileri dikkate alındığındığında özellikle
Hasanlu’daki tabakalanma ve tarihlendirmenin tüm bu bölgedeki diğer merkezlere
de uyarlandığı ve M.Ö. 1400/1350 yıllarından itibaren M.Ö. 1000 yıllarına kadar
olan sürecin gri keramiğin varlığıyla Demir I dönemine yani Erken Demir Çağ’a
tarihlendiği görülmektedir. Nitekim Hasanlu dışındaki diğer Demir I
merkezlerinin birçoğu mezarlıklardan oluştuğu bunlar da Hasanlu’nun
tarihlendirmesine bağlı kalmışlardır. Dolayısıyla Đran’ın Demir I problemi diğer
1233
Biscione- Hmayakyan- Parmegiani- Sayadian 2002: 61-249.
1234
Biscione- Hmayakyan- Parmegiani- Sayadian 2002: Pl. 15/8.
308
komşu bölgeler açısından da kronolojik bir problem yaratmaktadır. Ancak
yukarıda da tartışıldığı gibi gerek Transkafkasya’daki gerekse Doğu Anadolu’daki
Geç Tunç Çağ keramiklerinden yola çıkarak kanımızca Đran’daki Demir I dönemi
Geç Tunç Çağ olarak düşünülmelidir. Đran’da M.Ö. 1000-800 yılları arasına
tarihlendirilen Demir II dönemi ise yine Erken Demir Çağı’na karşılık
gelmektedir. Bu dönemdeki arkeolojik veriler bölgede M.Ö. 1000 yılları civarında
bir değişimin yaşandığını ortaya koymaktadır. Bunun en önemli göstergesi ise
Dinkha Tepe kazılarının Demir II tabakalarında birden sayıca baskın hale gelen
devetüyü keramiklerdir. Dolayısıyla Demir II dönemi devetüyü keramiklerin
yaygınlaşmasıyla karakterize edilmektedir. Ayrıca C. Burney, Demir I
döneminden Demir II dönemine geçişte (M.Ö. 1000-800), Kuzeybatı Đran’ın
yerleşim şablonunda da bir değişimin gözlendiğini ifade etmiştir. Ona göre bu
değişim, daha büyük yapıların olduğu surlu yerleşimlerle ve materyal kültürdeki
bölgesel farkların oluşmaya başlamasıyla kendini göstermektedir. Demir I
Dönemi yerleşimleri dikkate alındığında bu yerleşimlerin daha küçük ve sursuz
inşa edildiklerini belirtmiştir1235. Benzer türde bir değişim Doğu Anadolu için de
geçerlidir. Daha önce tüm Tunç Çağlar boyunca hakim olan koyu yüzlü
keramikler ilk kez Erken Demir Çağ’la birlikte yerini pembe-devetüyü yivli
keramiklerin varlığıyla açık renk keramiğe bırakmıştır. Olasılıkla bu değişimin
tarihi Doğu Anadolu’da Đran’dan daha önceye ait olmalıdır. Zira Norşuntepe ve
Karagündüz’den elde edilen arkeolojik veriler bunların ortaya çıkış tarihinin M.Ö.
1200 civarı olduğunu göstermektedir. Transkafkasya’daki durum ise daha
farklıdır. Erzurum-Kars bölgesini de etkileyen bu kültür Erken Demir Çağ’da da
koyu yüzlü keramik geleneğinden vazgeçmemiş ve Doğu Anadolu’nun diğer
bögelerinde varlık gösteren açık renk yivli çanak çömlekler bu bölgede yine Tunç
Çağ geleneğinde gri-siyah tonlarında üretilmişlerdir. Bu durum söz konusu
kültürün veya bölgenin içine kapanık yapısıyla açıklanabilir.
1235
Young 1967: 24-25; Burney-Lang 1971: 122.
309
Tunç Çağı III’ten hemen sonra gelen Demir Çağ I evresi M.Ö. 1150-1000 yılları
arasına tarihlendirilirken, Demir Çağ II evresi ise M.Ö. 1000-800 arasına
yerleştirilmiştir1236. Dolayısıyla Transkafkasya’daki bu tarihlendirmelerin biraz
daha Đran kronolojisine yakınlık gösterdiği anlaşılmaktadır. Ancak
Transkafkasya’daki Erken Demir Çağ verileri dikkate alındığında bunların da
birkaç merkez dışında genellikle mezarlardan elde edildiği görülmektedir. Ayrıca
son yıllarda yapılan araştırmalarda bölgenin Erken Demir Çağı’nın karakterize
eden en önemli arkeolojik verinin kaleler olduğu anlaşılmaktadır. Bölgede
gerçekleştirilen yüzey araştırmalarında Urartu öncesi döneme tarihlenen çok
sayıda kale tespit edilmiş ve bu bölgenin Urartu öncesi dönemde Urartu
Krallığı’nın şekillendiği bölge olabileceği önerilmiştir. Ancak yapılan
araştırmalarda Doğu Anadolu’da da çok sayıda Urartu öncesi kalelerinin
varolduğu ortaya konmuştur. Zira her iki bölgenin bilim adamları son yıllarda bu
kalelerin bir kısmının Geç Tunç Çağ’dan itibaren varlık gösterdiğini de ileri
sürmüşlerdir. Hatta Doğu Anadolu’da bazı Orta Tunç Çağ kalelerinin varlığından
bile söz edilmektedir. Bunlar arasında Muş Ovası’nın kuzeyinde yer alan
Yılankalesi1237 ve Bitlis’in 21 km. kuzeyindeki Haydar Kalesi1238 yer almaktadır.
Ayrıca Kars-Sarıkamış’taki Yoğunhasan Kalesi’nin de Orta Tunç Çağ’dan
itibaren kullanılan bir kale olduğu belirtilmiştir1239. Zira Transkafkasya’daki
araştırmalarda da çok sayıda kale tespit edilmiştir. Dolayısıyla Transkafkasya’nıın
Erken Demir Çağı dendiğinde kuşkusuz en çok kaleler dikkati çekmektedir. Bu
merkezlerdeki yivli çanak çömleklerin ise Doğu Anadolu kadar yaygın olmadığı
dikkati çekmektedir.
Doğu Anadolu’dan elde edilen arkeolojik veriler göz önüne alındığında Erken
Demir Çağ verilerinin birkaç merkez dışında höyüklerde temsil edildiği sağlam
bir tabakasının olmadığı ve genellikle mezarlardan ve kalelerden elde edildiği
anlaşılmaktadır. Bu durum diğer bölgelerde olduğu gibi tarihlendirme
problemlerini yaratmaktadır. Zira yapılan çalışmalarda Erken Demir Çağ’ın
tarihiyle ilgli genellikle mikro ölçekte her merkezin kendi verilerine dayanarak
1236
Smith- Badalyan- Avetisyan 2003: Fig. 2.
1237
Özfırat 1999: 2, 7.
1238
Özfırat 2000: 198.
1239
Belli 2002: 121.
310
tarihlendirme yaptığı ve makro ölçekte bölgenin geneli için hernagi bir
tarihlendirmenin olmadığı dikkati çekmektedir. Örneğin, Norşuntepe, Karagündüz
ve Sos Höyük gibi merkezler radyokarbon tarihlendirmelere dayanarak en azından
alt kültür bölgeleri için genel bir tarih verebilmektedirler. Zira yivli çanak
çömleklerin ele geçtiği bu tabakalardan elde edilen tarihlendirmeler dışında bu
dönemi karakterize eden diğer arkeolojik veriyi oluşturan kalelerin
tarihlendirilmesi ise soru işaretlidir. Transkafkasya ve Doğu Anadolu’nun yüksek
yaylalarındaki Urartu’ya benzemeyen ve bazı örneklerde bir tarafı açık bırakılan
duvarların “kale” olarak tanımlanması yukarıda da belirtildiği gibi kuşkulu
karşılanmalıdır. Buna göre bu tür mimarinin gerçekten bir kale olarak
tanımlanmasının ne derece doğru olabileceği tartışılmalı ve belki de bunların
hayvan ağılı olabileceği konusundaki olasılıklar da düşünülmelidir. Nitekim Asur
yazılı kaynaklarında bahsedilen “güçlü dağ kalelerinin” bu tür bir tarafı açık ve
kimi zaman kule yapısı bile olmayan mimari yapıları tanımladığı konusunda soru
işaretleri yaratmaktadır.
311
“Bir kabı ellerinin arasında tuttuğunda, parmaklarını
onun duvarları üzerinde gezdirdiğinde, çömlekçinin
ellerini hissedersin, onun parmak izlerini, onun
dokunuşlarını. Onun kim olduğunu, neye benzediğini
bilemeyebilirsin belki, ama dokunduğun kap, yüzlerce
veya binlerce yıllık olabilir ve sen hala çömlekçinin
ellerinin baskısını hissedebilirsin. Đşte bu gerçektir kabı
etkileyici kılan ve bu yüzden çok özeldir. Bu, bir kabın,
görsel önemi yanında, fiziksel dokunuşla değerini
arttıran önemli bir parçasıdır…”
P. M. Rice,
312
III. BÖLÜM
Doğu Anadolu’nun Erken Demir Çağ keramik gelenkleri göz önüne alındığında
bu dönemde çeşitli türde ve özellikte keramiklerin bulunduğu anlaşılmaktadır.
Özellikle Erken Demir Çağı’na damgasını vuran yivli keramikler dışında kazıma
bezemeli kaplar, boya bezemeli kaplar ya da herhangi bir bezemesi veya yivi
olmayan monokrom kaplar bu dönemin keramik geleneklerini oluşturmaktadır.
Bunlardan en yaygın olanı ve dikkat çekeni kuşkusuz yivli çanak çömleklerdir.
Yivli çanak çömlekler aynı dönemde var olan diğer keramik geleneklerinden de
etkilenmiş ve kimi zaman kazıma bezemeyle ve kimi zaman da boya bezemeyle
bir arada uygulanmıştır. Şimdi yivli keramikle ilgili tartışmaları ele alalım.
1240
Yivli Keramik geleneğinin ortaya çıkmasında 2 olasılık söz konusu olmalıdır: ya estetik açıdan
sadece göze hoş geldiği için; ya da tümüyle işlevsel açıdan bir kullanım kolaylığı sağladığı için.
Đşlevsel açıdan değerlendirildiğinde yivli keramiklerin ağız kenarı altına yapılan yivler çeşitli
açılarda kolaylık sağlamış olabilir. Bunlardan ilki bu kapların ağızlarının kapatılması sırasında iple
bağlanması kolaylığını yaratmak için olabilir. Özellikle bu kapları kullanan halkların yarı-göçebe
olabileceği göz önüne alındığında bu tür bir paketleme ihtiyacının bulunması çok da şaşırtıcı
olmaz. Öte yandan bu tür bir uygulamanın içe dönük dar ağızlı kaplar için uygun bir yöntem
olmadığı ve bu uygulamanın sadece bir kısım kap formunu kapsayabileceği göz ardı
edilmemelidir. Ayrıca yine bu çanakların sıvı tüketim kapları olabileceği düşünülürse sıvının ağız
kenarından aşağı akması da engellenmiş olabilir. Bu konuda Bartl da bir öneride bulunmuş ve yivli
kapların işlevsel bir özelliği olabileceğini ve buna göre elde kavrama veya taşıma açısından
kolaylıklar yaratabileceği önerilmiştir (Bartl 1994: 482).
313
keramikler”1241, “yatay oluklu keramikler”, “yivli keramikler”1242, “oluklu
keramikler” ve “yatay oluk bezekli keramikler”1243 olmak üzere çeşitli
tanımlamalar kullanılmış olup bu çalışmada “yivli keramik” tanımının
kullanılması tercih edilmiştir. Söz konusu keramikler Đngilizce’de “ribbed
ware”1244, “corrugated pottery”1245, “grooved ware”, “groovy pottery”1246 gibi
terimlerle tanımlanırken, Almanca’da da “Rillenkeramik” şeklinde ifade
edilmiştir.
Doğu Anadolu’nun yivli keramiklerle tanışması ilk kez 1960’li yılların sonunda
Keban ve Karakaya Barajı alanındaki kurtarma kazılarıyla olmuştur. Söz konusu
yıllarda bölgede kazısı yapılan merkezlerden özellikle Norşuntepe ve Korucutepe
olmak üzere birçok merkezde ağız kenarının altında yatay yivleri olan yivli
keramiklerin ele geçtiği rapor edilmiştir. Đlk kez H. Hauptmann tarafından dikkat
çekilen bu keramiklerin özellikle Geç Tunç Çağ tabakasındaki Hitit
keramiklerinin hakim olduğu tabakadan sonra ortaya çıktığı vurgulanmış ve
bunlar Erken Demir Çağ keramikleri olarak tanımlanmıştır1247. Dolayısıyla
1970’li yıllarda Elazığ-Malatya bölgesinde ve Aşağı Fırat Havzası’nda kazısı
yapılan diğer merkezlerde de ele geçen bu türdeki yivli keramikler her zaman bir
Erken Demir Çağ göstergesi olarak tanımlanmıştır. Hatta söz konusu keramikler
için çoğu yayında “Erken Demir Çağ tipi keramik” şeklinde bir adlandırma bile
kullanılmıştır. Ayrıca yine C. Burney’in Doğu Anadolu Bölgesi’nde
gerçekleştirdiği yüzey araştırmasından elde edilen malzemeyi değerlendiren H. F.
Russell, Norşuntepe verilerinden yola çıkarak yivli keramikleri “DD Grubu”
olarak ayrı bir kategoride değerlendirmiş ve bunları Erken Demir Çağı’na
tarihlendirmiştir1248.
1241
Hauptmann 1971: 71-79; Hauptmann 1972: 87-101; Hauptmann 1976: 41-69.
1242
Sevin 1988b: 51-64; Çilingiroğlu 1993: 476; Konyar 2005: 105-127; Köroğlu-Konyar 2005:
25-38.
1243
Tekin 2006: 151-172.
1244
Blaylock 1999: 263-286.
1245
Dodd ve diğerleri 2004: 363.
1246
Roaf-Schachner 2005: 115-123; Müller 2005: 107-114.
1247
Hauptmann 1970: 105.
1248
Russell 1980: 35-36.
314
Yivli keramiklerle ilgili ilk kapsamlı tartışma 1985-1987 yılları arasında Elazığ,
Malatya ve Bingöl illerinde yüzey araştırması gerçekleştiren V. Sevin tarafından
dile getirilmiştir. Söz konusu yüzey araştırmaları sırasında başta Dilektepe olmak
üzere Könk/Yenikapı, Vertetil/Yazıkonak, Tülintepe, Tadım, Hinsor/Örençay,
Tilenzit/Uçankuş, Çuhadar ve Çınaz I gibi çok sayıda merkezde bu tür yivli
keramiklerin ele geçtiği ifade edilmiştir1249. Ayrıca Sevin tarafından, yüzey
araştırması verilerine göre bölgedeki yivli keramiklerin M.Ö. 8. yüzyıl içlerine
yani Orta Demir Çağ’a kadar devam ettiği de önerilmiştir1250. Söz konusu öneri
1960’lı yıllardan itibaren Erken Demir Çağı ile özdeşleştirilen yivli keramiklerin
Orta Demir Çağ içlerine kadar devam ettiğini ortaya koyan ilk öneri olarak
karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla Sevin, yivli keramikleri M.Ö. 12. ve 8.
yüzyıllar arasına tarihlemiştir1251. Aynı yıllarda yivli keramiklerin ne tür bir etnik
grupla ilişkili olabileceği konusunda da öneriler yapılmış ve bu bağlamda Elazığ
bölgesiyle ilgili bilgi veren Asur yazılı kaynakları değerlendirilmiştir. Buna göre
Sevin, Erken Demir Çağ yivli keramiklerini Asur yazılı kaynaklarından yola
çıkarak Elazığ bölgesinde yaşamış olduğunu bilinen Muşkiler’le ilişkilendirme
yoluna da gitmiştir1252. Sevin, Geç Tunç Çağ’daki merkezlerin sayısının az
olmasını ve Erken Demir Çağ’da bunların sayısında yaklaşık %50’lik bir artışın
gözlenmesini yeni bir göçle yani Muşkiler’le ilişkilendiren C. Burney’in önerisini
daha da ileri götürerek bu halkların keramiğinin yivli keramikler olabileceği
savını ortaya atmıştır1253. Ayrıca Sevin, söz konusu yeni halkın batı dünyasıyla
herhangi bir ilişkisi olmadığını belirtmiş ve benzer yivli keramiklerin
Transkafkasya ve Kuzeybatı Đran’daki varlığından yola çıkarak bu yeni halkın
Erken Demir Çağ’daki Hint-Avrupa göçleriyle ilişkili olabileceğini önermiştir1254.
1249
Söz konusu merkezlerle ilgili bilgiler II. Bölüm’de kapsamlı olarak ele alınmıştır. Sevin 1987:
279-300; Sevin 1988a: 1-44; Sevin 1988b: 51-64; Sevin 1989: 451-500.
1250
Sevin 1988b: 52.
1251
Sevin 1988b: 56.
1252
Asur kralı I. Tiglath Pileser (M.Ö. 1114-1076), 50 yıldan beri Alzi’de oturan Muşkiler’i
yenilgiye uğrattığını belirtmiştir (LAR I: 222). Söz konusu yazıt Elazığ bölgesinde Muşki adını
taşıyan bir halkın yaşadığını doğrulamaktadır.
1253
Sevin 1988b: 54.
1254
Sevin 1988b: 54-56. Sevin’in bu fikri, A. Çilingiroğlu’nun Muşkiler’in Demir Çağ göçleriyle
kuzeyden geldiği konusundaki önerisini desteklemektedir (Çilingiroğlu 1987b: 109).
315
V. Sevin’in Elazığ bölgesinde araştırma yaptığı 1980’li yıllarda Van bölgesinde
de A. Çilingiroğlu başkanlığında Dilkaya Höyük kazısı yapılmaktaydı. Dilkaya
Höyük kazısı gerek höyükte, gerekse mezarlıkta olmak üzere ele geçen keramikler
arasında yivli keramiklerin yer aldığını ortaya koymakta ve bu durum yivli
keramiklerin Van bölgesindeki varlığına ilişkin ilk arkeolojik kazı olarak
karşımıza çıkmaktadır1255. Dilkaya kazısının hemen ardından Van Kalesi
Höyük1256 ve Karagündüz1257 kazıları da söz konusu keramiğin bölgedeki varlığını
destekleyen kazılar olarak devam etmiştir. Ancak 1980’li yıllardaki bu
araştırmalar ve elde edilen veriler, yivli keramiklerin tarihlendirilmesi veya hangi
etnik grupla ilişkili olabileceği konusundaki problemleri çözmeye yetecek
düzeyde değildi. Dolayısıyla 1980’li yılların sonu ve 1990’lı yıllarda Doğu
Anadolu’nun Erken Demir Çağı ile ilgili gerçekleştirilen çalışmalarda genellikle
yivli keramik problemini çözmeye yönelik öneriler ortaya atılmıştır. Söz konusu
yıllarda özellikle Keban bölgesindeki Erken Demir Çağ kültürü ve yivli
keramikler üzerine yapılan çalışmalar olmuştur. Bunlardan en önemlisi K. Bartl
tarafından Norşuntepe’nin Erken Demir Çağ tabakası keramikleri üzerine yapılan
doktora çalışmasıdır1258. Bartl bu çalışma sırasında Keban bölgesindeki Erken
Demir Çağ keramik gelenekleri arasında en yaygın mal grubunun yivli keramikler
olduğunu belirtmiş ve bu keramiğin dağılımı ve köken yeri üzerine ayrıca
yoğunlaşmıştır. V. Sevin’den sonra yivli keramik problemi üzerinde duran bilim
adamlarından biri olan Bartl, Norşuntepe ve Keban bölgesi merkez olmak üzere
Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Transkafkasya ve Kuzeybatı Đran’daki yivli
keramiklerin dağılımını ele almıştır. Geç Tunç Çağ ve Orta Demir Çağ tabakaları
arasında yoğun olarak ele geçen yivli keramiklerin kesinlikle bir Erken Demir
Çağ göstergesi olabileceğini savunan Bartl, Norşuntepe ve Korucutepe
verilerinden yola çıkarak Keban bölgesinin Erken Demir Çağı’nı ve dolayısıyla
yivli keramikleri M.Ö. 1150-950 arasına tarihlemiştir1259. Ayrıca Doğu
Anadolu’da görülen yivli çanak çömleklerin kronolojik açıdan 3 evreye
ayrılabileceğini de belirten Bartl, en erken evrenin Korucutepe radyokarbon
1255
Çilingiroğlu 1993: 476.
1256
Tarhan- Sevin 1992: 1090; Sevin 1994: 222; Tarhan 2005: 131.
1257
Sevin- Kavaklı 1996: 1-20.
1258
Ayrıntılı bilgi için bakınız: Bartl 1988.
1259
Bartl 2001: 391.
316
tarihlerine göre M.Ö. 1150/1100-900 arasına tarihlenen Keban bölgesindeki
merkezlerde görüldüğünü ifade etmiştir. Söz konusu erken evre Norşuntepe,
Korucutepe başta olmak üzere Keban bölgesindeki merkezler ile Karababa
bölgesindeki Lidar Höyük’te tespit edilen Geç Tunç Çağ’ın yıkımını takip eden
tabakalarda görülen bir evredir ve söz konusu evreye ait yivli keramikler kimi
merkezlerde Hitit keramikleriyle bir arada ele geçmiştir. Bir sonraki evreye ait
olan yivli keramikler ise M.Ö. 9. yüzyıla tarihlenmiştir. Buna göre Geç Tunç Çağ
yıkımından sonraki Erken Demir Çağ tabakası ilk önce Geç Tunç Çağ/Hitit
geleneğinde bir keramik geleneğine sahiptir ve yivli keramikler bundan sonraki
tabakada görülürler. Bartl, Tille Höyük’ten ele geçen yivli keramikleri bu
kategoriye dahil etmiştir. Bartl’ın üçüncü ve son evresi ise M.Ö. 8. ve 7.
yüzyıllara tarihlenen merkezlerden ele geçen yivli keramiklerdir. Bu evrenin
Karakaya bölgesindeki bazı merkezler ile Çavuştepe, Bastam ve Zendani
Süleyman’da temsil edildiği belirtilmiştir1260. Ancak Bartl, M.Ö. 8. ve 7. yüzyıla
tarihlenen Urartu merkezlerinden ele geçen yivli keramiklerin bu devamına ilişkin
verilerin kesin olmadığını ve olasılıkla bu merkezlerdeki yivli çanak çömleklerin
erken döneme ait bir kontekstten gelmiş olabileceğini ileri sürmüştür. Zira bu
önerisini birçok Urartu kalesinin aslında Erken Demir Çağ’da inşa edilen kaleler
olabileceği fikriyle desteklemiştir. Dolayısıyla M.Ö. 8. veya 7. yüzyıl
merkezlerinde bulunan yivli keramikler Bartl’ın önerisine göre Erken Demir
Çağı’na ait olmalıdır1261.
Sonuç olarak Bartl, yivli keramikler üzerine yaptığı çalışmada söz konusu
keramiklerin Keban bölgesindeki sayısının diğer bölgelere nazaran daha fazla
olmasından yola çıkarak yivli keramiklerin köken yerinin Yukarı Fırat bölgesi
olabileceğini önermiştir. Bu bağlamda yivli keramiklerin olasılıkla Yukarı Fırat
bölgesinden Kuzeydoğu Anadolu’ya ve diğer bölgelere doğru bir yayılım
gösterdiği önerisinde bulunmuş ve bu yayılımın en güneydoğudaki merkezinin ise
Ziyaret Tepe olduğunu belirtmiştir1262. Nitekim Bartl, söz konusu yayılımın çok
geniş bir coğrafi alanı kapsadığı ve bu yüzden yivli keramiklerin Muşkiler’le
1260
Bartl 2001: 396; Bartl 1995: 209.
1261
Bartl 2001: 399.
1262
Bartl 2001: 393, 397; Bartl 1995: 209.
317
ilişkilendirilmesinin doğru olamayacağının da altını çizmiştir. Buna göre
yazıtlarda bahsedilen Muşki bölgesinin coğrafi sınırlarının bu kadar geniş bir alanı
kapsaması mümkün değil gibi görünmektedir1263. Aynı yıllarda U. Müller de yivli
keramiklerin tarihi ile ilgili öneride bulunmuş ve o da Bartl’ın tarihlendirme
önerisine karşılık bu çanak çömleğin en azından Karababa bölgesindeki tarihi için
M.Ö. 1100-900 arasını vermiştir1264. Ayrıca Müller, yivli keramiğin köken yerinin
neresi olabileceğini de sorgulamış ve buna göre yivli keramiklerin Kafkasya’dan
veya Transkafkasya’dan gelmesinin mümkün olamayacağını, çünkü bu
bölgelerdeki yivli keramiklerin sayısının az olduğunu ve tabakalarının tartışmalı
bulunduğunu ifade etmiştir. Ona göre bu bölgedeki Geç Tunç/ Erken Demir Çağ
geçiş süreci Keban bölgesine göre daha problemlidir1265. Ayrıca Sos Höyük
verilerine dayanarak yivli keramiklerin kuzeydeki merkezlerde sayıca az
olmasından yola çıkarak Fırat bölgesi ile Kuzey bölgeleri arasındaki bağlantının
cılız olduğunu belirtmiştir. Bu bağlamda Fırat bölgesinin diğer bölgelerle olan
bağlantısının kuzeydoğu yönlü olmasından çok güneydoğu yönüne doğru
olabileceğini ifade etmiştir1266. Müller son olarak da yivli keramik geleneğinin bir
göçle açıklanıp açıklanamayacağını sorgulamıştır. Buna göre Elazığ bölgesindeki
göçebe halkların Hitit kralı I. Şuppiluliuma’ya karşı örgütlendiğini ve bölgede
kontrol sağlayabilmek için kendi politik ve ekonomik sistemlerini getirdiklerini
belirtilmiştir. Ancak Keban bölgesindeki Geç Tunç Çağ ve Erken Demir Çağ
geçiş sürecinde her ne kadar bazı keskin değişimler yaşansa da, aynı zamanda Geç
Tunç Çağ ile Erken Demir Çağ keramik geleneği arasında kültürel devamı
yansıtan geleneklerin bulunduğunun da altını çizmiştir1267. Zira Müller kültürün
bu devamına dayanarak, söz konusu değişimin dışarıda bir kaynağı
bulunamıyorsa, bunun içsel bir süreç olarak düşünülebileceğini de ileri
sürmüştür1268. Buna göre M.Ö. 1200’den sonra Hitit Devleti yıkılır ve Hititler
Isuwa bölgesindeki kontrollerini kaybederler. Bundan sonra Hititli yönetici sınıf
Melid veya Kargamış gibi merkezlerde politik güçlerini devam ettirmiştir. Ancak
1263
Bartl 2001: 398.
1264
Müller 2003: 139.
1265
Müller 2003: 142.
1266
Müller 2003: 142.
1267
Müller 2003: 143; Müller 2005: 111.
1268
Müller 2003: 142.
318
yerel halk bölgedeki kontrolü yeniden kazanmış ve bundan sonra kulübe tarzı
evleri ve el yapımı keramikleriyle kendi geleneksel ekonomilerine geri
dönmüşlerdir. Dolayısıyla Müller’e göre bu dönemde dışarıdan başka halkların
geldiği büyük bir göç hareketini düşünmek yerine, yönetici sınıfın başka bölgelere
gitmesini içeren küçük çaplı bir dışa göç hareketini düşünmek daha uygundur1269.
1990’lı yılların sonunda ise Ilısu ve Kargamış Baraj Gölleri altında kalacak olan
bölgede yapılan çalışmalarda ise özellikle Ilısu bölgesindeki birçok merkezde
yivli keramiklerin ele geçtiğinden bahsedilmiş ve kazı raporlarında yivli
keramiklerin tarihlendirmeleriyle ilgili tartışmalara yer verilmiştir1270. Bunlardan
biri olan H. Tekin yukarıda da belirtildiği gibi Hakemi Use kazılarından ele geçen
yivli keramiklerden yola çıkarak yivli keramik problemi üzerinde durmuş ve bu
konudaki tüm tartışmaları değerlendirerek Hakemi Use’den ele geçen yivli
keramikleri Yukarı Dicle bölgesinde yer alan diğer merkezler gibi M.Ö. 1050-950
arasına tarihlemiştir1271.
1269
Müller 2005: 112.
1270
Matney ve Diğerleri 2004: 396; Parker ve Diğerleri 2004: 556; Schachner 2004: 506; Tekin
2006: 151-172.
1271
Tekin 2006: 158.
1272
Roaf- Schachner 2005: 119.
1273
Roaf- Schachner 2005: 119.
319
sürmüştür1274. Ancak daha sonra 2005 yılı yayınında ise Schachner, M.Ö. 13. ve
9. yüzyıl arasındaki Asur yazılı kaynakları değerlendirildiğinde, yivli keramiğin
dağılımına uygun olan coğrafyada Nairi Ülkesi’nin (coğrafyasının) olduğunun
altını çizmiş ve yivli keramiğin Nairi Ülkesi’yle örtüşebileceğini ileri sürmüştür.
Buna göre I. Tiglath-Pileser’e ait yazılı kaynaklarda 23 Nairi Ülkesi, diğer yazılı
kaynaklarda ise 30, 40 veya 60 kralı olan Nairi Ülkesi çeşitli etnik grupları içeren
geniş bir coğrafi bölgeyi işaret etmektedir. Dolayısıyla Schachner, yivli
keramiklerin tek bir etnik grup yerine, Nairi Ülkesi’nde veya coğrafyasında
yaşayan çeşitli etnik gruplarla ilişkili olabileceğini önermiştir1275.
1274
Schachner 2003: 158.
1275
Roaf- Schachner 2005: 120.
1276
Güneri 2002a: 43; Güneri 2002b: 72.
1277
Summers 1994: 246-247.
1278
Güneri 2002a: 44; Güneri 2002b: 73.
320
keramiklerin Güney Sibirya ile Merkezi ve Kuzey Kazakistan’da tespit edilen ve
M.Ö. 2. binyılın ortalarına tarihlenen yivli keramiklerle olan benzerliğinin altını
çizmiştir1279.
Yivli keramiklerle ilgili son çalışma ise 2004 yılında doktora tezi kapsamında
Doğu Anadolu’nun Erken Demir Çağ kültürünü ele alan E. Konyar tarafından
yapılmıştır1280. Konyar söz konusu doktora çalışmasından sonra Doğu
Anadolu’daki yivli keramikler üzerine yoğunlaşmış ve özellikle Van bölgesindeki
yivli keramiklerin kronolojisiyle ilgili yeni bir öneride bulunmuştur. Buna göre
Konyar, özellikle Dilkaya, Karagündüz ve Yoncatepe mezarlarında ortaya
çıkarılan ve Erken Demir Çağ olarak tanımlanan yivli keramiklerin ya da Dilkaya,
Karagündüz ve Van Kalesi Höyük gibi höyüklerden ele geçen yivli keramiklerin
Erken Demir Çağ yerine Orta Demir Çağı’na tarihlenmesi gerektiğini
önermiştir1281. Konyar’ın bu önerisinin en önemli dayanağı olarak ise
Karagündüz, Dilkaya ve Yoncatepe mezarlarında tespit edilen yivli keramiklerin,
hem Urartu’nun tipik kırmızı perdahlı kaplarıyla hem de M.Ö. 7. yüzyıla
tarihlenen fibulalar ve Đskit tipi okuçlarıyla bir arada ele geçmiş olması
gösterilmiştir1282. Konyar bu tür bir arkeolojik kontekstin, mezarların Urartu
dönemine kadar uzun bir süre kullanımıyla da açıklanabileceğini ancak gerek
Karagündüz gerekse Yoncatepe mezar mimarisinin bu tür uzun kullanıma işaret
edecek herhangi bir farklı mezar mimarisini içermediğini ve tüm mezarların
homojen yapıda olduğunu ifade etmiştir1283. Ayrıca Karagündüz’ün buluntuları ve
C14 sonuçları göz önüne alındığında mezarların 400-500 yıl gibi uzun bir süre
kullanım görmesi gerektiği ancak höyükte böyle uzun süreli bir yerleşime ait
tabakanın bulunmamasının da şüpheli olduğu belirtilmiştir1284. Dolayısıyla
Konyar, Karagündüz Höyük’te sağlam bir stratigrafisi bulunmayan bir Erken
1279
Güneri 2002a: 45; Güneri 2002b: 73.
1280
E. Konyar, Doğu Anadolu Erken Demir Çağı Kültürü: Arkeolojik Kazı ve Yüzey Araştırmaları
Bulgularının Değerlendirilmesi, Đstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskiçağ Tarihi
Anabilim Dalı, 2004 (Yayınlanmamış Doktora Tezi).
1281
Konyar 2005: 112-113.
1282
Konyar 2005: 110-111; Köroğlu- Konyar 2008: 127-128.
1283
Ancak V. Sevin tarafından 2004 yılında yayınlanan makalede ise Karagündüz mezarlarının
dromoslu ve dromossuz olarak iki farklı mezar geleneğine sahip olduğu ve buna göre dromossuz
mezarların EDÇ I olarak daha erkene (M.Ö. 1250-1000), dromoslu mezarların ise EDÇ II olarak
daha geç döneme (M.Ö. 1000-800) tarihlendiği belirtilmiştir (Sevin 2004a:187-188).
1284
Konyar 2005: 110-111.
321
Demir Çağ yerleşmesinin 400-500 sene kullanım gören bir mezarlığa sahip
olmasının mümkün olamayacağını ifade etmiştir. Son olarak K. Köroğlu ile
birlikte yeniden değerlendirilen ve Orta Demir Çağı’na tarihlenen Van
bölgesindeki yivli keramiklerin çoğunlukla geleneksel kırsal kesim tarafından
üretildiği önerilmiştir1285.
Sonuç olarak 1970’li yıllarda bilim adamlarının dikkatini çeken ve 2008 yılına
kadar çeşitli önerilere maruz kalan yivli keramik geleneği üzerine yapılan
araştırmaların sayısının oldukça az olduğu dikkati çekmektedir. Sadece birkaç
bilim adamı tarafından derinlemesine tartışılan yivli keramiklerle ilgili yapılan en
erken öneri V. Sevin tarafından yapılan ve Muşkiler’le ilişkilendirilen öneridir1286.
Ancak daha sonra yapılan çalışmaların hiçbirinde V. Sevin’in bu önerisinin
desteklenmediği ve birçok bilim adamı tarafından bu görüşe itiraz edildiği
anlaşılmaktadır1287. Buna karşın son yıllarda M. Roaf ve A. Schachner tarafından
söz konusu keramiklerin, Asur yazıtlarında Doğu Anadolu’nun büyük bir kısmını
içine alan coğrafi bir terim olarak karşımıza çıkan Nairi Ülkesi veya coğrayası ile
ilişkili olabileceği önerilmiş ve bu önerinin yivli keramiğin dağılımı ile örtüştüğü
ifade edilmiştir1288.
Yivli keramiklerin yayılımı ile ilgili olarak ise U. Müller tarafından yapılan bir
öneri söz konusudur. Müller, Sos Höyük verilerine dayanarak yivli keramiklerin
kuzeydeki merkezlerde sayıca az olmasından yola çıkarak Fırat bölgesinin diğer
bölgelerle olan bağlantısının kuzeydoğu yönlü olmasından çok güneydoğu yönüne
doğru olabileceğini ifade etmiştir1289. Ancak tarafımızdan yapılan malzeme
çalışması, özellikle Ağrı- Iğdır Bölgesi olmak üzere kuzeydeki bazı merkezlerdeki
yivli keramiklerin oldukça fazla sayıda olduğunu ortaya koymakta ve sadece
güneydoğu yönlü bir yayılımın baskın olduğu önerisini zayıflatmaktadır.
1285
Köroğlu-Konyar 2008: 130.
1286
Sevin 1988b: 54.
1287
Bartl 2001: 398; Güneri 2002a: 44; Güneri 2002b: 73; Roaf- Schachner 2005: 119.
1288
Roaf- Schachner 2005: 120.
1289
Müller 2003: 142.
322
dağılımı ve kronolojisiyle ilgili önerilerde bulunmuştur. Zira yivli keramikler,
Bartl’ın doktora konusunu oluşturan Norşuntepe’nin Erken Demir Çağ
keramikleri arasındaki bir grubu temsil etmektedir. Dolayısıyla yivli keramiklerle
ilgili en kapsamlı çalışma Bartl tarafından yapılmıştır. Bartl, yivli keramiklerin
hem kronolojisi hem de yayılım alanlarıyla ilgili önerilerde bulunmuş ve buna
göre Yukarı Fırat Bölgesi’nin çekirdek bölge olabileceğini ortaya koymuştur1290.
Ayrıca M.Ö. 8. ve 7. yüzyıla tarihlenen Urartu merkezlerinden ele geçen yivli
keramiklerin erken döneme ait bir kontekstten gelmiş olabileceğini ve dolayısıyla
M.Ö. 8. veya 7. yüzyıl merkezlerinde bulunan yivli keramiklerin Erken Demir
Çağı’na ait olabileceğini önermiştir1291. Ancak Bartl, bu önerisini yaparken
Ayanis Kalesi verilerini göz ardı etmiştir. M.Ö. 7. yüzyıla tarihlenen II. Rusa
kalesinden ele geçen yivli keramikler kalenin içinde Urartu tabakasında ele
geçmişlerdir. Dolayısıyla yivli keramiklerin M.Ö. 7. yüzyıl içlerine kadar devam
ettiği kesindir1292. Ayrıca son olarak E. Konyar ve K. Köroğlu tarafından Van
bölgesindeki Karagündüz, Dilkaya, Yoncatepe ve Van Kalesi Höyük’ten elde
edilen yivli keramiklerin tümünün Orta Demir Çağ olduğu önerisi vardır1293.
Kanımızca Karagündüz, Dilkaya ve Yoncatepe mezarları sadece Orta Demir Çağ
olmak yerine, Erken Demir Çağ’dan itibaren uzun süre kullanım gören
mezarlıklardır. Söz konusu mezarların uzun süre kullanım gördüğü fikri bu
merkezlerde ortaya çıkarılan yivli keramikler üzerine yaptığımız çalışmada açıkça
ortaya konmaktadır. Nitekim bu çalışmayla ilgili bilgiler daha sonraki bölümde
detaylı olarak ele alınacaktır.
Sonuç olarak yivli keramiklerle ilgili yapılan çalışmaların tümü bunların köken
yeri ve kronolojisi üzerine olmuştur. Söz konusu çalışmalarda sadece yivli
keramiklerin genel mal özellikleri üzerinde durulmuş ancak tipolojisi üzerine
herhangi bir çalışma yapılmamıştır. Dolayısıyla tez konumuzu oluşturan yivli
keramiklerin tipolojisi ve buna bağlı olarak ortaya çıkacak olan kronolojisi ile
ilgili tek çalışma tez konumuz kapsamında yapılacak bu çalışma dahilinde ele
1290
Bartl 1989: 268.
1291
Bartl 2001: 399.
1292
Ayrıntılı bilgi için bakınız: Erdem 2009 (baskıda).
1293
Konyar 2005: 112-113; Köroğlu- Konyar 2008: 127-128.
323
alınacaktır. Buna göre Doğu Anadolu bölgesindeki yivli keramiklerin önce mal
grupları daha sonra da tipolojisi değerlendirilecektir.
1294
Dilkaya, Karagündüz ve Yoncetepe malzemelerini Van Müzesi’nde görme şansını veren A.
Çilingiroğlu, V. Sevin ve O. Belli’ye teşekkür etmeyi bir görev sayarım. Ayrıca Van Müzesi’ndeki
çalışmalarım sırasında her türlü desteği veren değerli arkadaşlarım müze elemanlarından arkeolog
M. Tozkoparan ve E. Coşkunsu’ya içtenlikle teşekkür ederim.
1295
Söz konusu yüzey araştırmalarına ait malzemeyi çalışma fırsatını veren V. Sevin, A. Özfırat ve
R. Çavuşoğlu’na teşekkür ederim.
324
şansımız olmuştur1296. Ayrıca yine Erzurum’daki Atatürk Üniversitesi ekibinin
gerçekleştirdiği Erzurum ve Pasinler Ovası yüzey araştırmalarına ait keramikleri
de çalışma fırsatımız olmuştur1297. Yine 2006 yılının Mayıs ayında
Norşuntepe’nin Demir çağ malzemesini çalışan U. Müller, çalışmalarıyla ilgili
tüm kayıtları paylaşmak üzere Kıbrıs’a davet etmiş ve Norşuntepe’nin Demir Çağ
tabakasından elde edilen keramiklerin tümünün çizimleri ve fotoğrafları
tarafımıza verilmiştir1298. 2006 yılının Ağustos ayında ise Güneydoğu’da Ilısu
Barajı kapsamında gerçekleştirilen kazılar ziyaret edilmiş ve bunlardan Ziyaret
Tepe ve Salat Tepe kazılarından elde edilen yivli keramikleri görme fırsatımız
olmuştur1299. Yine aynı bölgede bulunan Giri Cano Höyük’ten elde edilen yivli
keramiklerin tümünü çalışma fırsatımız olmuştur1300. Ayrıca yine aynı bölgede
bulunan Kavuşan Höyük ile Siirt’teki Türbe Höyük ve Başur Höyük’ten ele geçen
ve Ege Üniversitesi’nin depo odalarında bulunan keramikleri de çalışma fırsatımız
olmuştur1301. Son olarak arkeolojiye başladığım andan itibaren çalıştığım ve 14
yılımı geçirdiğim Van-Ayanis kazılarından elde edilen yivli keramikler de tez
kapsamı içinde çalışılmıştır1302.
Sonuç olarak Doğu Anadolu’da Van, Erzurum, Ağrı, Iğdır, Muş, Bitlis, Elazığ,
Bingöl ve Hakkari olmak üzere söz konusu illerin tümünden en az bir merkezden
de olsa ele geçen yivli keramikleri çalışma fırsatımız olmuştur. Güneydoğu
Anadolu’dan da yine önemli sayıda merkeze ait yivli keramikleri çalışma
fırsatımız olmuştur. Şimdi, çalışma fırsatı bulduğumuz bahsi geçen merkezlere ait
yivli keramikler değerlendirilecektir. Söz konusu merkezlerin tüm Demir Çağ
malzemesi elimizden geçmiş ve bunların tümünü tezimize dahil etmek yerine
1296
Sos Höyük malzemesini çalışma fırsatını veren A. T. Sagona’ya teşekkürü bir borç bilirim.
1297
Erzurum ve Pasinler ovalarının yüzey araştırması malzemesini görme fırsatını veren M.
Karaosmanoğlu ve M. Işıklı’ya teşekkür ederim.
1298
U. Müller’e yardımlarından dolayı içtenlikle teşekkür ederim.
1299
Ziyaret Tepe kazısının yivli keramiklerini görme fırsatını veren T. Matney ve K. Köroğlu ile
Salat Tepe’nin yivli keramiklerini görme şansını veren T. Ökse’ye içtenlikle teşekkür ederim.
1300
Giri Cano’nun tüm Erken Demir Çağ keramiklerin çalışma şansını veren A. Schachner’e
içtenlikle teşekkür ederim.
1301
Kavuşan Höyük kazılarındaki yivli keramikleri görme fırsatını veren sevgili hocam G. Kozbe
ile Türbe Höyük ve Başur Höyük malzemesini görme fırsatını veren sevgili hocam H.
Sağlamtimur’a teşekkürü bir borç bilirim. Türbe Höyük malzemesi üzerine yaptığımız çalışmada
söz konusu merkezde yivli keramiğin bulunmadığı anlaşılmıştır.
1302
Ayanis malzemesini çalışma fırsatını veren sevgili hocam A. Çilingiroğlu’na içtenlikle
teşekkür ederim.
325
benzer mal veya formda olan parçalar elenmiştir. Ayrıca Norşuntepe gibi 4000
parça yivli keramiğin ele geçtiği bir merkezde de, yine benzer kriterler göz önüne
alınarak eleme yapma yoluna gidilmiştir. Buna göre yaptığımız çalışma
sonucunda toplam 434 parça yivli keramik istatistik için kullanılırken bunların bir
kısmı elenerek toplam 357 parça keramik çizimi tezimize eklenmiştir.
Malzemenin değerlendirilmesi sırasında, karşılaştırma yapabilmek için, görme
fırsatı bulamadığımız ancak yayınlardan bulabildiğimiz yivli keramikler de
kullanılmıştır. Gerek mal grupları, gerekse kap formlarıyla ilgili yaptığımız
istatistiklerde sadece görme şansı bulup çalıştığımız veya yayınlanmış olan
parçalar dikkate alınmıştır. Dolayısıyla çalışmamız kapsamında yaptığımız
istatistikler, tüm malzemesini değerlendirme şansı bulduğumuz bazı merkezler
için kesin sonuçlar verirken, malzmesinin tümünü değerlendiremediğimiz veya
halen kazısı devam eden ve yeni malzemelerin ortaya çıktığı merkezler için kesin
bir sonuç vermekten uzaktır.
1- Metodoloji
326
derecelerde fırınlaşmış keramikler yaygındır ve kötü pişirilmiş kap sayısı çok
daha azdır.
Kap formları da kendi içinde ağız profiline göre 3 ana gruba ayrılmıştır: Đçe
Dönük Ağızlı, Dik Ağızlı ve Dışa Dönük Ağızlı. Đçe Dönük Ağızlı kaplarda ağız
kenarı gövde hizasından daha içe eğik olan kaplardır. Dik Ağızlı kaplarda ise ağız
dik olarak yerleştirilmiştir. Dışa Dönük Ağızlı kaplarda da ağız gövde hizasından
dışa doğru eğim yapmaktadır.
I. Đçe Dönük Ağızlı II. Dik Ağızlı III. Dışa Dönük Ağızlı
Kap formlarında son olarak ağız kenarının yapılış özelliği dikkate alınmış ve buna
göre ağzı kenarında herhangi bir kalınlaştırma veya düzleştirme işlemi varsa
bunlar farklı gruplandırılmıştır.
2- Mal Grupları
327
Katkılı Mallar, Kahve Mallar, Kahve ve Bitkisel Katkılı Mallar, Gri- Siyah Mallar
ve Kırmızı-Kiremit Mallar. Bunlar dışında çok az sayıda Krem Astarlı Mallar da
söz konusudur. Şimdi bahsi geçen mal gruplarını teker teker değerlendirelim:
Katkı Maddeleri: Đri ve orta kum, küçük taşçık ve az oranda mika, kireç ve saman.
Hamur Rengi: Pembemsi kahve (10R 6/6- 5YR 6/4) veya devetüyü (5YR 7/4-
10YR 7/4).
Yüzey Rengi: Đçte ve dışta pembemsi kahve (10R 6/6- 5YR 6/4) veya devetüyü
(5YR 7/4- 10YR 7/4).
328
Pişme: Orta veya iyi.
329
Gerek Doğu Anadolu’da, gerekse Güneydoğu Anadolu’da bu tür çark veya el
yapımı örnekler bulunmaktadır.
330
2. Mal 2: Kahve Mallar
Katkı Maddeleri: Đri ve orta kum, küçük taşçık ve az oranda mika, kireç ve saman.
Hamur Rengi: Açık kahve (5YR 6/6- 7.5YR 6/4) veya koyu kahve (5YR 5/6-
7.5YR 6/6).
Yüzey Rengi: Đçte ve dışta açık kahve (5YR 6/6- 7.5YR 6/4) veya koyu kahve
(5YR 5/6- 7.5YR 6/6).
1.A. Perdahlı: Az sayıda olan açkılı örneklerin ise hafif ve orta derecelerde
yapıldığı görülmektedir. Buna karşın 4 parça kahve malın ise iyi derecede
açkılandığı da dikkati çekmektedir.
331
Genellikle yavaş dönen çarkta şekillendirilmiş olan kaplardan oluşan Kahve
Mallar arasında el yapımı kaplara da rastlanmaktadır.
332
3. Mal 3: Kırmızı- Kiremit Mallar
87 Parça %17
Katkı Maddeleri: Đnce ve orta kum, küçük taşçık ve az oranda mika, saman ve
kireç.
Hamur Rengi: Açık kahve (5YR 6/6- 7.5YR 6/4) veya kırmızı-kiremit (2.5YR
4/8- 10R 4/6).
Yüzey Rengi: Đçte ve dışta kırmızı (2.5YR 4/8- 10R 4/6) veya kiremit (10R 4/8-
10R 5/6).
333
derecelerde yapılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Đyi derecede perdahlanmış
olan Kırmızı-Kiremit Mallar ise “Kırmızı Perdahlı Urartu Keramiği” olarak
adlandırılan keramik grubuna dahil olmaktadır ki bunlar tez konumuz kapsamında
değildir1303.
Çark yapımı olan ve çoğunlukla iyi ve orta derecelerde pişirilmiş olan Kırmızı-
Kiremit Mallar’ın hamur katkısı genellikle ince kum, küçük taşçık ve kimi zaman
çok az orandan mika ve kireç katkısından oluşmaktadır.
1303
Çalıştığımız malzeme içinde sadece Dilkaya’da bulunan 1 adet Kırmızı Perdahlı Urartu yivli
keramiği tez kapsamında ele alınmıştır. Bunun en önemli nedeni ise söz konusu parçanın
Urartu’nun tipik kırmızı perdahlı yivli çanaklarından farklı bir forma sahip olmasındır. Yaptığımız
araştırmalarda söz konusu parçanın, erken örneklere ait bir formda üretilmiş olan tek kırmızı
perdahlı keramiği olma özelliğine sahip olduğu anlaşılmaktadır.
334
Kırmızı-Kiremit Mallar’ın en yaygın olduğu kap formu çanaklardır. Omurgalı ve
Basit Çanaklar grubunda hemen hemen aynı oranda görünen Kırmızı-Kiremit
Mallar az sayıda olsa da Boyunlu ve Boyunsuz Çömlek tiplerinde de karşımıza
çıkmaktadır.
59 Parça %12
Katkı Maddeleri: Đri ve orta kum, küçük taşçık ve az oranda mika ve saman.
Hamur Rengi: Grimsi kahve (7.5YR N/3) veya koyu gri-siyah (10YRN/3).
Yüzey Rengi: Đçte ve dışta grimsi kahve (7.5YR N/3) veya koyu gri-siyah
(10YRN/3).
335
Gri-Siyah Mallar, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bulunan yivli keramikler
arasındaki bir diğer mal grubunu oluşturmaktadır. Yivli keramikler üzerine
yaptığımız değerlendirmeler sonucunda, çalıştığımız malzemenin %12’si bu mal
grubuna aittir.
Grimsi kahverenginde veya gri-siyah tonlarında hamur rengine sahip olan Gri-
Siyah Mallar genellikle hamur renginde astarlıdır. Đyi veya orta derecede
pişirilmiş olan bu malların hamur katkısı ise kum, küçük taşçık ve kimi zaman az
oranda mika ve saman katkısından oluşmaktadır.
1.A. Perdahlı: Gri-Siyah Malların açkısız örnekleri dışında az sayıda hafif veya
orta derecede açkılanmış örneklere de rastlanmaktadır.
1.B. Perdahsız: Dış yüzey işlemi göz önüne alındığında, Gri-Siyah Mallar’da da
diğer mallarda olduğu gibi açkısız örneklerin sayıca daha fazla olduğu
anlaşılmaktadır.
336
Grafik 9: Gri-Siyah Mallar’ın Çanak Çömlek Tiplerine Göre Dağılımı
35 Parça %7
Hamur Rengi: Açık kahve (5YR 6/6- 7.5YR 6/4) veya koyu kahve (5YR 5/6-
7.5YR 6/6).
Yüzey Rengi: Đçte ve dışta açık kahve (5YR 6/6- 7.5YR 6/4) veya koyu kahve
(5YR 5/6- 7.5YR 6/6).
337
yapılmışlardır. Tümü perdahsız olan bu mallar orta veya kötü derecelerde
fırınlanmıştır ve tamamı el yapımıdır.
Kahve ve Bitkisel Katkılı Mallar’ın ise diğer mallara oranla sayıca çok daha azdır
ve en yaygın kap formu olarak Basit Çanaklar’da karşımıza çıkmaktadır.
Omurgalı Kaseler ve Boyunlu Çömlekler bu mal grubunda kullanılan kap formları
arasında yer almazlar.
Grafik 11: Kahve ve Bitkisel Katkılı Mallar’ın Çanak Çömlek Tiplerine Göre
Dağılımı
338
6. Mal 6: Pembe-Devetüyü ve Bitkisel Katkılı Mallar
24 Parça %5
Katkı Maddeleri: Đri kum, iri taşçık, mika, kireç ve yoğun saman.
Hamur Rengi: Pembemsi kahve (10R 6/6- 5YR 6/4) veya devetüyü (5YR 7/4-
10YR 7/4).
Yüzey Rengi: Đçte ve dışta pembemsi kahve (10R 6/6- 5YR 6/4) veya devetüyü
(5YR 7/4- 10YR 7/4).
339
Pembe-Devetüyü ve Bitkisel Katkılı Mallar’ın en yaygın görüldüğü kap formu
Basit Çanaklar’dır. Basit Kase ve Boyunsuz Çömlek gibi kap formlarında ise bu
mal grubunun görülmediği anlaşılmaktadır.
4 Parça %1
Katkı Maddeleri: Đri ve orta kum, küçük taşçık ve az oranda mika, saman ve kireç.
Hamur Rengi: Açık kahve (5YR 6/6- 7.5YR 6/4) veya pembemsi kahve (10R
6/6- 5YR 6/4).
340
Yapım Tekniği: Yavaş dönen çark veya el.
Çalıştığımız malzemenin %1’lik gibi çok az bir kısmı Krem Astarlı Mal grubuna
dahil olmaktadır. Genellikle pembemsi kahve veya açık kahverengi tonlarında
hamur rengine sahip olan bu örneklerin üzerinde krem renginde astar
uygulanmıştır. Tümü perdahsız olan bu mallar orta veya kötü derecelerde
fırınlanmıştır.
341
merkezlerden ele geçen yivli keramiklerin sayıları değerlendirildiğinde en yoğun
olarak Van Bölgesi’nde karşımıza çıkmaktadır. Daha sonra az sayıda da olsa
Yukarı Dicle ve Keban bölgelerinde de görülmektedir. Ancak bu merkezlerdeki
sayısal oran Van Bölgesi’ne nazaran oldukça düşüktür. Bu nedenle Mal 1’in
yoğunluk merkezi Van Bölgesi olarak düşünülebilir (Harita 2)1304.
Mal 1’in Van Bölgesi dışında Kuzeybatı Đran’ın Demir II döneminde de yoğun
olarak kullanıldığı bilinmektedir. Yukarıda II. Bölüm’de detaylı olarak
tartıştığımız Kuzeybatı Đran’ın Demir Çağ verileri arasında özellikle Demir II
dönemine tarihlenen pembe ve devetüyü tonlarındaki omurgalı çanaklardan
bahsedilmektedir. Zira Dinkha Tepe ve Hasanlu gibi merkezlerde bu tür
keramikler M.Ö. 1000-800 arasına tarihlenmektedir1305.
1304
Van Bölgesi’ndeki Pembe-Devetüyü Mallar’daki bir diğer özellik ise bazılarında kireç
katkısının oldukça yoğun kullanılmasıdır. Bu tür yoğun kireç katkılı mallar özellikle Karagündüz
ve Ernis gibi merkezlerde karşımıza çıkmaktadır.
1305
Ayrıntılı bilgi için bknz: II. Bölüm: B1a.
342
Pembe-Devetüyü Mallar: Van bölgesi, Yukarı Dicle, Keban Bölgesi ve Kuzeybatı
Đran.
343
gözlenmektedir. Dolayısıyla Kahve Mallar’ın yoğunluk dağılımı şu şekilde
sıralanabilir:
344
Kuzeybatı Đran’daki arkeolojik veriler arasında bulunan bu malların Hasanlu ve
Dinkha Tepe gibi merkezlerde Demir I döneminden itibaren Demir III dönemine
kadar ele geçtiği belirtilmiştir1306.
1306
Ayrıntılı bilgi için bknz: II. Bölüm: B1a.
345
Grafik 17: Gri-Siyah Mallar’ın Merkezlere Göre Dağılımı
Mal 5’in Mal 2’den tek farkı hamur katkısının daha kaba olmasından
kaynaklanmaktadır. Mal 5’de özellikle saman katkının fazla olması dikkati
çekmektedir. Bu bağlamda düşünüldüğünde Mal 5, Mal 2’nin aslında bir alt grubu
niteliğindedir. Benzer durum Mal 6 için de geçerlidir. Mal 6 da aslında Mal 1’in
1307
Ayrıntılı bilgi için bknz: Bölüm II: 1b.
346
bir alt grubu niteliğindedir ve tek fark Mal 6’daki yoğun saman katkısından
kaynaklanmaktadır.
347
Kırmızı-Kiremit Mallar’ın Van Bölgesi’nde, Gri-Siyah Mallar’ın Ağrı-Iğdır ve
Erzurum Bölgesi’nde, Bitkisel Katkılı Mallar’ın (Mal 5 ve 6) ise Güneydoğu
Anadolu Bölgesi’nde yoğunlaştığı ortaya çıkmaktadır (Harita 2). Krem Astarlı
Mallar ise oldukça azdır ve Van Bölgesi, Elazığ-Malatya Bölgesi ve Güneydoğu
Anadolu Bölgesi’nde ele geçmiştir. Van Bölgesi’nde hakim olan Pembe-
Devetüyü Mallar ile Kırmızı-Kiremit Mallar doğuda Kuzeybatı Đran’da da
görülmektedir. Ağrı-Iğdır ve Erzurum Bölgesi’nde yoğun olarak bulunan Gri-
Siyah Mallar ise Transkafkasya’da da hakim olan bir mal grubudur. Dolayısıyla
yivli keramiklerin dağılım haritası çıkarılacak olursa şu şekilde kültür bölgeleri
ortaya çıkmaktadır (Harita 2):
Ayrıca altının çizilmesi gerekli olan bir diğer nokta ise yoğun kireç katkılı
malların özellikle Van Bölgesi’nde, yoğun saman katkılı malların ise özellikle
Güneydoğu’da Yukarı Dicle Vadisi’ndeki merkezlerde karşımıza çıkmış
olmasıdır. Nitekim Yukarı Dicle’deki merkezlerdeki yaptığımız çalışmalarda bu
bölgede bulunan yivli keramiklerin yoğun saman katkısıyla dikkati çektiği
görülmektedir. Bu tür yoğun saman katkısı hem Kahve, hem de Pembe-Devetüyü
mallarda karşımıza çıkmaktadır. Van Bölgesi’ndeki yoğun kireç katkısı ise sadece
Pembe-Devetüyü Mallar’ın bir kısmında görülmektedir.
Sonuç olarak mal gruplarının her ne kadar bölgesel farklılıkları olsa da söz konusu
farklar tarihlendirme problemini çözücü nitelikte değildir. Buna en iyi örnek
Karagündüz ve Ayanis merkezlerinde elde edilen yivli keramikler verilebilir.
Karagündüz’deki Erken Demir Çağ yivli keramikleri ile M.Ö. 7. yüzyıla
tarihlenen Ayanis Kalesi’ndeki yivli keramikler aynı tür mal özelliğine sahiptir ve
her ikisi de Pembe-Devetüyü Mal grubuna dahil olmaktadır. Dolayısıyla mal
özelliklerindeki farklılıklar sadece yatay düzlemde bölgesel farklılaşmayı ortaya
348
koymakta ve dikey düzlemde tarihlendirme konusunda herhangi bir ipucu
vermemektedir. Ancak söz konusu yatay dağılım bu keramiklerin dağılım/yayılım
veya etkileşim silsilesinin anlaşılmasında yardımcı olabilir. Zira mal gruplarının
bölgesel dağılımı hakkında elde edilen bu sonuçlara, ne tür bir yayılım silsilesinin
olduğunu ortaya koyabilmek için de başvurulacaktır.
3- Tipolojik Đnceleme
a- Kap Formları
2. Çanaklar
349
Omurgalı Çanaklar’a göre sayıca daha fazladır ve bu kaplarda ağız kenarı ile
gövde arasındaki geçişte omurga şeklinde herhangi bir keskinlik gözlenmez. Bu
kaplardaki geçiş çok daha yuvarlak hatlıdır ve çoğunlukla ağız kenarı ile gövdenin
birleştiği kısım düz geçişlidir.
Gerek Omurgalı Çanaklar, gerekse Basit Çanaklar kendi içinde çeşitli alt gruplara
ayrılırlar. Bu çalışmada Omurgalı Çanaklar ve Basit Çanaklar değerlendirilirken
farklı kategorilere gruplandırılmışlardır. Omurgalı Çanaklar alt gruplara ayrılırken
birincil kriter bunların en tipik özellikleri olan omurga kısımları olmuş, daha sonra
ağız kenarları baz alınmıştır. Basit Çanaklar’da ise birincil kriter olarak kapların
ağız profilleri dikkate alınmıştır. Bunlar şu şekildedir:
C. Omurgalı Çanaklar
IV. Yüksek Omurgalılar
1) Đçe Dönük Ağız Kenarlı
3) “S” Profilli
V. Keskin Omurgalılar
1) Đçe Dönük Ağız Kenarlı
6) “S” Profilli
7) Çan Biçimli
350
VI. Yuvarlak Omurgalılar
1) Đçe Dönük Ağız Kenarlı
A. Basit Çanaklar
IV. Đçe Dönük Ağızlı
1) Basit Ağız Kenarlı
A. Omurgalı Çanaklar
I. Yüksek Omurgalılar
351
kapların omuz kısımları diğerlerine göre ağız kenarına daha yaklaştırılarak yukarı
yapılmıştır. Genellikle Karagündüz’den ele geçen çanaklarda yaygın bir kap
formudur. Bu gruptaki kaplara kimi zaman enine ve dikine ip delikli tutamaklar
eklenmiştir. Yüksek Omurgalı Çanaklar kendi içinde çeşitli alt grupları vardır:
Levha No: Ia
Katalog:
Benzerleri:
352
Edremit (Sevin 1996a: Res. 2/4)
Bu grup çanakların ağız kenarında içe doğru bir kalınlaştırma söz konudur. Omuz
kısımları ise kimi zaman daha keskin, kimi zaman da biraz daha yuvarlatılarak
yapılmıştır.
Katalog:
353
(2.5YR6/6) taşçık, az
mika
IIb KgM 1b Pembemsi Hamur Kum, yok iyi K1-22
kahve renginde küçük
(10R6/6) taşçık
IIc KgM 1b Pembemsi Hamur Kum, yok iyi K6-135
kahve renginde küçük
(10R6/6) taşçık
IId KgM 1b Pembemsi Hamur Kum, yok iyi K10-84
kahve renginde küçük
(2.5YR6/6) taşçık
IIe KgM 1a Pembemsi Hamur Kum, hafif iyi K10-41
kahve renginde küçük
(2.5YR6/6) taşçık
Benzerleri:
354
Katalog:
Benzerleri:
355
Bu grup çanakların ağız kenarları dışa doğru kalınlaştırılmıştır. Bu kapların
omurga kısımları yine diğer kaplara göre daha yukardadır ve omuz keskinliği kimi
kaplarda daha yuvarlatılmış olarak verilmiştir.
Katalog:
356
(2.5YR6/6)
Benzerleri:
357
5) Düzleştirilmiş Ağız Kenarlı (Tip 5)
Yüksek Omurgalı Çanaklar’da bir diğer kap tipi de düzleştirilmiş ağız kenarlı
çanaklardır. Daha önceki kap tipleri gibi bu kapların da omuz kısımları ağız
kenarına yakındır ve genellikle keskin omuzlu yapılmışlardır.
Katalog:
Benzerleri:
Omurgası ağız kenarının hemen altında değil de, gövde üzerinde bulunan ve
omurga kısmı keskin bir hatla belirtilen çanaklardır. Bunların kendi içinde çeşitli
alt grupları vardır:
358
Levha No: VIIa-f, VIIIa-b
Katalog:
Benzerleri:
359
Pulur (Güneri 2002b: Pl. 31)
360
Levha No: VIIIc-e
Katalog:
Benzerleri:
Keskin Omurgalı Çanaklar grubunun bu tipine giren örneklerinde ağız dik açılı
durmaktadır ve ağız kenarında herhangi bir kalınlaştırma yapılmadan düz olarak
bırakılmıştır. Dik ağızlı bu kapların omuz kısımları keskindir.
361
Levha No: IXa-e, Xa-d
Katalog:
362
kahve (10R4/6) küçük
(10R6/6) taşçık,
kireç
Xd Zivistan 1b Pembemsi Hamur Kum, yok iyi Burne
kahve renginde küçük y
taşçık notları
Benzerleri:
363
Elazığ-genel (Sevin 1988a: Res. 5/5, 5/9, 5/13)
Bu tipteki çanaklar dik ağızlı ve keskin omuzludur. Ancak ağız kenarlarında dışa
doğru bir kıvrılma söz konusudur.
Katalog:
364
No Rengi Rengi
365
(5YR5/6)
Benzerleri:
366
Levha No: XIIIa-e
Katalog:
Benzerleri:
367
Levha No: XIVa-g
Katalog:
Benzerleri:
368
Norşuntepe (Bartl 1994: Abb. 6/4)
Bu gruba giren kaplar keskin omuzludur ve ağızları dışa dönüktür. Çan biçimini
andırmaktadır. Bu grup kaplar üzerinde kimi zaman memecikler bulunmaktadır.
Katalog:
369
Benzerleri:
370
Katalog:
Benzerleri:
371
Van-Siyahtaş Kalesi (Özfırat 2007: Fig. 9/4)
Bu gruba giren çanakların ağzı dik durmaktadır ve ağız kenarında herhangi bir
kalınlaştırma yapılmadan düz bırakılmıştır. Dik azğılı bu kapların yuvarlatılmış
omurgaları bulunmaktadır.
Katalog:
372
Levha Merkez Mal Hamur Astar Katkı Perdah Pişme No
No Rengi Rengi
XVa YtM 1b Pembemsi Hamur Kum, yok iyi M2-30
kahve renginde küçük
(2.5YR5/6) taşçık
XVb Iğdır- 1a Pembemsi Hamur Kum, hafif orta 2
Karaburu kahve renginde küçük
n (2.5YR5/6) taşçık
XVc NT 3a Kiremit Hamur Kum, hafif iyi 1685
(2.5YR5/6) renginde küçük
taşçık
XVd EM 1b Pembemsi Hamur Kum, yok iyi EM4-
kahve renginde küçük 134
(2.5YR5/6) taşçık
Benzerleri:
373
Transkafkasya: Tsakahovit Kalesi (Avetisyan- Badalyan- Smith 2000: Fig. 16/b)
B. Basit Çanaklar
Bu gruptaki çanakların ağız kenarı içe dönüktür. Đçe dönük ağızlı olan bu çanaklar
ağız kenarı özelliğine göre çeşitli gruplara ayrılırlar:
Katalog:
374
kahve renginde küçük 143
(10R6/6) taşçık
XVIIb KgM 1b Pembemsi Hamur Kum, yok orta K1-15
kahve renginde küçük
(10R4/8) taşçık
XVIIc Muş- 2b Kahve Hamur Kum, yok orta 30
Graaver (7.5YR/6/4) renginde küçük
taşçık,mika
XVIId EM 1b Pembemsi Hamur Kum, yok iyi EM5-
kahve renginde küçük 89
(5YR6/4) taşçık
XVIIe Muş- 2b Kahve Hamur Kum, yok orta 126
Graaver (7.5YR/6/4) renginde küçük
taşçık
XVIIf KH 1b Pembemsi Hamur Kum, yok iyi 9630
kahve renginde küçük
(5YR6/4) taşçık,
kireç
XVIIa Elazığ- 3a Kırmızı Hamur Kum, orta iyi 4
Gülümte (10R5/6) renginde küçük
pe taşçık
XVIII Iğdır- 4a Gri Hamur Kum, hafif orta 2
b GreHerşe (10YR4/1) renginde küçük
taşçık
XVIII Erzurum 3a Pembemsi Kırmızı Kum, hafif iyi 18
c Hınıs- kahve (10R5/6) küçük
Şehabetti (2.5YR6/6) taşçık
n
XVIII BH 4b Gri Hamur Kum, yok orta 5
d (10YR4/1) renginde küçük
taşçık
XVIII IU 1b Pembemsi Devetüyü Kum, yok iyi AVZ
e kahve (5YR7/4) küçük 84-9
(5YR6/4) taşçık,kireç
, saman
375
XVIII Muş- 2b Kahve Hamur Kum, yok orta Burne
f Kale 2 renginde küçük y
taşçık notları
XVIII Aşağı 1b Pembemsi Hamur Kum, yok orta Burne
g Anzaf kahve renginde küçük y
taşçık notları
XVIII AyD 1b Pembemsi Devetüyü Kum, yok iyi FLP-
h kahve (5YR7/4) küçük 4696
(5YR6/4) taşçık,kireç
, saman
XIXa GcH 2b Kahve Hamur Kum, yok orta 88
(7.5YR/6/4) renginde küçük
taşçık,kireç
, mika
XIXb GcH 2b Kahve Hamur Kum, yok orta 110
(7.5YR/6/4) renginde küçük
taşçık,mika
XIXc GcH 5 Kahve Hamur Kum, yok orta 104
(7.5YR/6/4) renginde küçük
taşçık,kireç
, saman
XIXd GcH 5 Kahve Hamur Kum, yok orta 26
(7.5YR/6/4) renginde küçük
taşçık,kireç
, saman
XIXe GcH 5 Kahve Hamur Kum, yok orta 13
(7.5YR/6/4) renginde küçük
taşçık,kireç
, saman
XIXf DkH 1a Pembemsi Hamur Kum, hafif iyi ALY-
kahve renginde küçük 629
(5YR6/4) taşçık
XIXg KH 5 Kahve Hamur Kum, küçük yok iyi 10786
(7.5YR6/4) renginde taşçık,saman
376
XXa DkH 1b Pembemsi Hamur Kum, yok iyi CBR-
kahve renginde küçük 154
(10R6/6) taşçık
XXb DkH 1b Pembemsi Hamur Kum, yok iyi ACN-
kahve renginde küçük 144
(10R6/6) taşçık,kireç
XXc NT 3b Kiremit Hamur Kum, yok orta 1380
(2.5YR5/6) renginde küçük
taşçık
XXd DkH 1a Pembemsi Hamur Kum, hafif iyi ABK-
kahve renginde küçük 69
(10R6/6) taşçık,kireç
XXe DkM 3b Kiremit Hamur Kum, yok iyi BRJ-
(2.5YR5/6) renginde küçük 321
taşçık
XXf DkM 1b Pembemsi Hamur Kum, yok iyi BVN-
kahve renginde küçük 357
(10R6/6) taşçık
XXIa AyK 1b Pembemsi Devetüyü Kum, yok iyi KIE-
kahve (5YR7/4) küçük 9622
(10R6/6) taşçık
XXIb AyK 1a Pembemsi Hamur Kum, hafif iyi HNJ-
kahve renginde küçük 6220
(10R6/6) taşçık
XXIc AyK 4b Gri Hamur Kum, yok orta EKH-
(10YRN/3) renginde küçük 3721
taşçık
XXId AyK 1a Devetüyü Hamur Kum, orta iyi CMA-
(5YR7/4) renginde küçük 2430
taşçık
XXIe IU 4b Gri Hamur Kum, yok iyi AVI-
(10YRN/3) renginde küçük 84
taşçık
XXIf AyK 1a Pembemsi Hamur Kum, hafif iyi KDY-
kahve renginde küçük 9501
377
(10R6/6) taşçık,kireç
Benzerleri:
378
Van-Aliler Kalesi (Sevin 2004b: Res. 19/1)
379
Lidar Höyük (Müller 1999b: Abb. 5/BB03)
380
Diyarbakır-Eliaçık/Köpekli (Köroğlu 2002: Res. 9/4)
Đçe Dönük Ağızlı Çanaklar’ın bir grubunu ağız kenarı içe doğru kalınlaştırılmış
olan çanaklar oluşturmaktadır.
Katalog:
381
XXIII Dk 1b Pembemsi Hamur Kum, yok iyi AZF-
e kahve renginde küçük 644
(10R6/6) taşçık
XXIV BH 2a Kahve Hamur Kum, hafif iyi 3
a (7.5YR6/4) renginde küçük
taşçık
XXIV BH 2a Kahve Hamur Kum, hafif iyi 4
b (7.5YR6/4) renginde küçük
taşçık
XXIV KgH 3b Açık Kahve Kırmızı Kum, yok iyi 108-
c (5YR6/6) (10R4/6) küçük 1185
taşçık
XXIV KgM 1b Pembemsi Hamur Kum, yok iyi K8-
d kahve renginde küçük 263
(2.5YR5/6) taşçık
XXIV KgM 3b Açık Kahve Kırmızı Kum, yok iyi K1-
e (5YR6/6) (10R4/6) küçük 121
taşçık,mika
XXVa Ağrı- 2a Kahve Hamur Kum, hafif orta 3
Iğdır/ (5YR5/4) renginde küçük
Şoruk taşçık
XXVb KgH 2b Kahve Hamur Kum, yok orta 108-
(5YR6/6) renginde küçük 2079
taşçık
Benzerleri:
382
Transkafkasya: Tsovinar 1 Kalesi (Biscione- Hmayakyan- Parmegiani- Sayadian
2002: Pl. 15/8)
Basit Çanaklar’ın Đçe Dönük Ağızlı grubunda kap tiplerinden biri de ağız kenarı
dışa kalınlaştırılmış olan örneklerdir. Bu tipteki kaplarda omuz veya omurga söz
konusu değildir.
Katalog:
Benzerleri:
383
II. Dışa Dönük Ağızlı
Basit Çanaklar’ın bir diğer grubunu ağız profili dışa dönük olan çanaklar
oluşturmaktadır. Bunlar da kendi içinde ağzı kenarına göre çeşitli alt gruplara
ayrılırlar.
Katalog:
384
XXVI KH 5 Kahve Hamur Kum, küçük yok orta 1431
b (5YR6/6) renginde taşçık,saman
XXVI Elazığ- 2b Kahve Hamur Kum, yok orta 5
c Çuhadar (7.5YR6/4) renginde küçük
taşçık,kireç
, saman
XXVI NT 4a Gri Hamur Kum, hafif orta 8584
d (10YRN/3) renginde küçük
taşçık
XXVI GcH 6 Pembemsi Devetüyü Kum, küçük yok iyi 29
e kahve (5YR7/4) taşçık,saman
(10R6/6) ,kireç
XXVI GcH 6 Pembemsi Devetüyü Kum, küçük yok iyi 54
f kahve (5YR7/4) taşçık,saman
(10R6/6)
XXVI GcH 6 Pembemsi Hamur Kum, küçük yok iyi 52
g kahve renginde taşçık,saman
(10R6/6) ,kireç
XXVI AyD 1b Pembemsi Devetüyü Kum, küçük yok iyi FDZ-
h kahve (5YR7/4) taşçık 4427
(10R6/6)
XXVI AyD 4b Gri Hamur Kum, yok orta ECE-
i (10YRN/3) renginde küçük 3516
taşçık
Benzerleri:
385
Norşuntepe (Hauptmann 1976: Lev. 54/2)
Basit Çanaklar’ın bir diğer grubunu ağız profili dik olan Basit Ağızlı Çanaklar
oluşturmaktadır. Bu tipteki çanaklar ağız kenarına göre kendi içinde çeşitli alt
gruplara ayrılırlar.
Basit Ağızlı Çanak grubundaki bu grup çanakların ağız kenarlarında herhangi bir
kalınlaştırma yapılmadan düz bırakılmışlardır. Ağızları dik olan bu gurp kaplarda
herhangi bir omuz veya omurga söz konusu değildir.
386
Levha No: XXVIIa-g, XXVIIIa-e, XXIXa-g, XXXa-f, XXXIa-h, XXXIIa-f,
XXXIIIa-f
Katalog:
387
(10R6/6) , mika
XXVI GcH 6 Açık Kahve Devetüyü Kum, küçük yok iyi 109
IIc (5YR6/6) (5YR7/4) taşçık,saman
, kireç
XXVI GcH 5 Açık Kahve Hamur Kum, küçük yok orta 99
IId (5YR6/6) renginde taşçık,saman
, mika
XXVI GcH 6 Devetüyü Hamur Kum, küçük yok iyi 50
IIe (5YR7/4) renginde taşçık,saman
XXIX DkH 2b Kahve Hamur Kum, küçük yok orta AAB-
a (5YR6/6) renginde taşçık,saman 11
XXIX DkH 1b Pembemsi Hamur Kum, küçük yok iyi ABE-
b Kahve renginde taşçık 84
(10R6/6)
XXIX DkH 3a Kiremit Hamur Kum, hafif iyi ACO-
c (2.5YR5/6) renginde küçük 293
taşçık,mika
, kireç
XXIX DkM 2b Kahve Hamur Kum, küçük yok iyi AIR-
d (5YR6/6) renginde taşçık,mika 514
XXIX DkH 4a Gri Hamur Kum, küçük hafif iyi BEU-
e (7.5YRN/3) renginde taşçık, kireç 592
XXIX DkH 1b Pembemsi Hamur Kum, küçük yok iyi ABS-
f Kahve renginde taşçık 138
(10R6/6)
XXIX DkM 1b Pembemsi Hamur Kum, küçük yok iyi ALJ-
g Kahve renginde taşçık, kireç 432
(10R6/6)
XXXa BH 6 Pembemsi Hamur Kum, küçük yok orta 6
Kahve renginde taşçık,saman
(10R6/6) , kireç
XXXb BH 6 Pembemsi Hamur Kum, küçük yok orta 7
Kahve renginde taşçık,saman
(10R6/6) , kireç
388
XXXc DkH 1b Pembemsi Hamur Kum, küçük yok iyi BHU-
Kahve renginde taşçık,mika 543
(10R6/6)
XXXd AyK 1a Devetüyü Hamur Kum, küçük orta iyi DZI-
(5YR7/4) renginde taşçık 3337
XXXe AyK 1a Pembemsi Hamur Kum, küçük hafif iyi DZI-
Kahve renginde taşçık 3337
(10R6/6)
XXXf AyK 1a Pembemsi Hamur Kum, küçük hafif iyi 9194
Kahve renginde taşçık
(10R6/6)
XXXI Elazığ- 3a Kiremit Hamur Kum, hafif iyi 6
a Könk (2.5YR5/6) renginde küçük
taşçık,kireç
XXXI Elazığ- 2b Kahve Hamur Kum, küçük yok orta 2
b Poyraz (5YR6/6) renginde taşçık
XXXI NT 2b Kahve Hamur Kum, küçük yok orta 5132
c (5YR6/6) renginde taşçık
XXXI NT 4a Gri Hamur Kum, küçük hafif iyi 7627
d (7.5YRN/3) renginde taşçık, kireç
XXXI NT 1b Pembemsi Hamur Kum, küçük yok iyi 9046
e Kahve renginde taşçık
(10R6/6)
XXXI NT 2b Kahve Hamur Kum, küçük yok orta 1884
f (5YR6/6) renginde taşçık
XXXI Elazığ- 3b Açık Kahve Kiremit Kum, küçük yok orta 6
g Çuhadar (5YR6/6) (10R5/6) taşçık
XXXI Elazığ- 2a Açık Kahve Hamur Kum, küçük hafif iyi 47
h Hinsor (5YR6/6) renginde taşçık, kireç
XXXI Muş- 2b Kahve Hamur Kum, küçük yok orta 9
Ia Bitlis/ (5YR6/6) renginde taşçık,
Ahlatbur saman
un
XXXI Muş- 4b Gri Hamur Kum, küçük yok orta 136
Ib Graaver (7.5YRN/3) renginde taşçık, kireç
389
XXXI Muş- 2b Kahve Hamur Kum, küçük yok orta 31
Ic Elmakay (7.5YR6/4) renginde taşçık
a
XXXI Iğdır- 4a Gri Hamur Kum, küçük hafif orta 9
Id Mağara (7.5YRN/3) renginde taşçık
Tepe
XXXI Iğdır- 4a Gri Hamur Kum, küçük hafif orta 228
Ie Mağara (7.5YRN/4) renginde taşçık,
Tepe
XXXI NT 1a Devetüyü Hamur Kum, küçük orta iyi 5206
If (5YR7/4) renginde taşçık
XXXI EM 2a Kahve Hamur Kum, küçük orta iyi EM8-
IIa (7.5YR6/6) renginde taşçık 221
XXXI EM 3b Kiremit Hamur Kum, yok iyi 223
IIb (2.5YR5/6) renginde küçük
taşçık,
mika
XXXI Iğdır- 4a Gri Hamur Kum, küçük hafif orta 299
IIc GreHerşe (7.5YRN/4) renginde taşçık
XXXI Iğdır- 4a Gri Hamur Kum, küçük hafif orta 135
IId Kasımtığ (7.5YRN/4) renginde taşçık
ı
XXXI YtM 3b Kiremit Hamur Kum, küçük yok iyi M3-66
IIe (5YR5/4) renginde taşçık
XXXI Iğdır- 2a Kahve Hamur Kum, küçük hafif iyi 69
IIf Hasan (5YR6/6) renginde taşçık
Bey
Benzerleri:
390
Van Kalesi Höyük (Sevin 1994: Fig. 21.5/6)
391
Elazığ-Dilek Tepe (Sevin 1989a: Res. 3/7, 3/10)
1308
Kökten tarafından Erken Tunç Çağı’na tarihlendirilmiş olan parça Erken Demir Çağı’na ait
olmalıdır (Köten 1974: 3).
392
Y. Dicle-Talavaştepe (Parker 2003: Fig. 6/F)
Basit Çanaklar’ın Basit Ağızlı grubunda yer alan örnekler arasında ağız kenarı içe
kalınlaştırılmış çanaklar da söz konusudur.
Katalog:
393
No Rengi Rengi
Benzerleri:
394
Elazığ-Bingöl genel (Sevin 1989a: Res. 4/22, 5/10)
Bu gruptaki çanakların ağız profili dik ve ağız kenarı dışa doğru kalınlaştırılmıştır.
Bu tipteki kaplarda omuz veya omurga bulunmamaktadır.
Katalog:
395
taşçık
Benzerleri:
396
Levha No: XXXVIIa-d
Katalog:
Benzerleri:
397
Harran-Buğday Kuyusu (Yardımcı 2004a: Fig. 97/191309)
2. Kaseler
Çanaklardan sonra bir diğer kap tipini Kaseler oluşturmaktadır. Gerek ağız çapı
gerekse derinlik dikkate alınarak gruplanan kaseler incelediğimiz tüm malzemenin
%13’sini temsil etmektedir. Kaseler de çanaklar gibi kendi içinde Omurgalı
Kaseler ve Basit Kaseler olmak üzere iki ana gruba ayrılır.
A. Omurgalı Kaseler
I. Yüksek Omurgalılar
I. Keskin Omurgalılar
1309
Yardımcı Roma Dönemi’ne tarihlendirilen parça kanımızca Demir Çağı’na ait olmalıdır.
398
III. Dik Ağızlı
A. Omurgalı Kaseler
I. Yüksek Omurgalılar
Katalog:
399
(2.5YR5/6)
Benzerleri:
Keskin Omurgalı Kase grubuna dahil olan örneklerde omurga kısmında herhangi
bir yuvarlatma söz konusu değildir ve keskin bir hat ile belirtilmiştir. Ağız
profiline göre çeşitli alt gruplara ayrılır:
Bu tip kaplarda ağız profili dik durmaktadır ve ağız kenarında herhangi bir
kalınlaştırma yapılmadan düz bırakılmıştır. Keskin bir omza sahiptirler.
Katalog:
400
Levha Merkez Mal H. Rengi A. Rengi Katkı Perdah Pişme No
No
XXXVI GcH 6 Kahve Devetüyü Kum, küçük yok iyi 4
IIb (7.5YR5/3) (10YR6/3) taşçık,sama
n, kireç
XXXVI Elazığ- 3a Kiremit Hamur Kum, küçük hafif iyi 5
IIc Dilektepe (5YR5/4) renginde taşçık,sama
n
Benzerleri:
Katalog:
401
(2.5YR5/6) n, kireç
Benzerleri:
Bu tip kaselerde ağız profili içe dönüktür ve ağız kenarında herhangi bir
kalınlaştırma söz konusu değildir. Yuvarlak omurgalı yapılmışlardır.
Katalog:
402
(2.5YR5/6) renginde taşçık
Benzerleri:
Bu gruba giren örneklerde ağız profili dışa dönüktür ve ağız kenarında herhangi
bir kalınlaştırma söz konusu değildir. Bu tip kaplarda da yuvarlatılmış bir omurga
bulunmaktadır.
Katalog:
403
(5YR6/6) (2.5YR4/8) taşçık,
mika, kireç
XLf Iğdır- 4a Gri Hamur Kum, küçük hafif orta 287
GreHerşe (10YR4/1) renginde taşçık
Benzerleri:
B. Basit Kaseler
Basit Kaseler grubuna giren örneklerin bir kısmını ağız kenarı içe dönük kaseler
temsil etmektedir. Bunlar da ağız kenarına göre bazı alt gruplara ayrılır.
Đçe Dönük Ağızlı Kaseler grubunun bu tipine giren örneklerin ağız kenarlarında
herhangi bir kalınlaştırma yapılmadan düz bırakılmıştır. Bunlarda herhangi bir
omuz veya omurga söz konusu değildir.
Katalog:
404
Levha Merkez Mal H. Rengi A. Rengi Katkı Perdah Pişme No
No
XLIa YtM 1b Pembemsi Devetüyü Kum, küçük yok iyi M3-1
Kahve (7.5YR7/6) taşçık
(2.5YR6/6)
XLIb EM 1b Devetüyü Hamur Kum, küçük yok iyi EM5-
(7.5YR7/4) renginde taşçık,mika 105
XLIc EM 2a Kahve Hamur Kum, küçük yok orta EM6-
(7.5YR6/4) renginde taşçık 46
XLId GcH 2b Açık Kahve Hamur Kum, küçük yok orta 111
(5YR6/6) renginde taşçık,mika
XLIe NT 3b Açık Kahve Kırmızı Kum, küçük yok iyi 1794
(5YR6/6) (2.5YR4/8) taşçık
XLIIa GcH 6 Pembemsi Devetüyü Kum, küçük yok orta 112
Kahve (7.5YR7/6) taşçık,sama
(2.5YR6/6) n, mika
XLIIb GcH 6 Açık Kahve Hamur Kum, küçük yok orta 83
(5YR6/6) renginde taşçık,sama
n, kireç
XLIIc GcH 6 Pembemsi Devetüyü Kum, küçük yok iyi 89
Kahve (7.5YR7/6) taşçık,sama
(2.5YR6/6) n, kireç
XLIId BH 6 Pembemsi Hamur Kum, küçük yok iyi 8
Kahve renginde taşçık,sama
(2.5YR6/6) n, kireç
XLIII AyK 1b Pembemsi Hamur Kum, küçük yok iyi KAT-
a Kahve renginde taşçık 9412
(2.5YR6/6)
XLIII AyK 1b Pembemsi Devetüyü Kum, küçük yok iyi IGJ-
b Kahve (7.5YR7/6) taşçık 6709
(2.5YR6/6)
XLIII AyK 1a Pembemsi Hamur Kum, küçük hafif iyi CBS-
c Kahve renginde taşçık 2062
(2.5YR6/6)
405
XLIII Muş- 3b Kiremit Hamur Kum, küçük yok iyi 66
d Graaver (2.5YR5/6) renginde taşçık,kireç
XLIII BH 6 Pembemsi Hamur Kum, küçük yok iyi 9
e Kahve renginde taşçık,sama
(2.5YR6/6) n, kireç
XLIV KgM 3b Açık Kahve Kırmızı Kum, küçük yok orta K5-44
a (5YR7/4) (2.5YR4/8) taşçık, mika
XLIV KgM 1b Pembemsi Hamur Kum, küçük yok orta K6-
b Kahve renginde taşçık 143
(2.5YR6/6)
XLIV DkH 1b Pembemsi Hamur Kum, küçük yok iyi BNL-
c Kahve renginde taşçık 20
(2.5YR6/6)
XLIV DkH 1b Devetüyü Hamur Kum, küçük yok iyi AKC-
d (7.5YR7/6) renginde taşçık, kireç 198
XLIV Elazığ- 7 Kiremit Krem Kum, küçük yok iyi 2
e Zulümtep (2.5YR5/6) (5YR7/4) taşçık, kireç
e
XLIVf Elazığ- 1b Devetüyü Hamur Kum, küçük yok orta 3
Tilenzit (5YR7/4) renginde taşçık,
kireç,
saman
Benzerleri:
406
Bingöl-Zulümtepe (Sevin 1987a: Res. 14/3)
Basit Kaseler grubunun Dışa Dönük Ağızlı tipi sadece 2 örnekle temsil
edilmektedir.
Dışa Dönük Ağızlı Kase grubunda bulunan sadece 1 örnek vardır ve bu örneğin
ağız kenarında herhangi bir kalınlaştırma işlemi yapılmadan düz bırakılmıştır.
Katalog:
407
Benzerleri:
Basit Kaseler grubuna dahil olan örneklerin bir kısmının ağız profili diktir ve bu
grup kaseler Basit Ağızlı Kaseler olarak adlandırılmıştır. Söz konusu kaseler ağız
kenarına göre kendi içinde çeşitli alt gruplara ayrılır.
Katalog:
408
(2.5YR6/6) saman,
mika
XLVd AyK 1a Pembemsi Hamur Kum, küçük hafif iyi KBM-
Kahve renginde taşçık 9475
(2.5YR6/6)
XLVI DkM 2b Kahve Hamur Kum, küçük yok iyi ALK-
a (2.5YR6/6) renginde taşçık 704
XLVI KgM 3b Açık Kahve Kiremit Kum, küçük yok orta K8-
b (5YR6/6) (10R4/6) taşçık 249
XLVI Muş- 4b Gri Hamur Kum, küçük yok iyi 67
c Mezarlık (7.5YRN/4) renginde taşçık, mika
tepe
XLVI Elazığ- 4a Gri Hamur Kum, küçük yok orta 1
d Kovancıl (1 Gley 3/N) renginde taşçık
ar
Benzerleri:
409
Basit Kaselerin Dik Ağızlı grubuna dahil olan bu tipteki örneklerin ağız kenarları
içe doğru kalınlaştırılmıştır.
Katalog:
410
c (2.5YR6/6) renginde taşçık, mika 177
Benzerleri:
Katalog:
Benzerleri:
3. Çömlekler
411
Đncelediğimiz malzemenin %22’unu Çömlekler oluşturmaktadır. Çömlekler kendi
içinde Boyunlu ve Boyunsuz Çömlekler olmak üzere iki ana gruba ayrılır. Bunlar
da kendi içinde çeşitli alt gruplara ayrılır.
A. Boyunlu Çömlekler
2) Keskin Omuzlu
A. Boyunlu Çömlekler
412
Çömlekler arasında bir grubu oluşturan Boyunlu Çömlekler ağız profiline göre
kendi içinde çeşitli alt gruplara ayrılır.
Bu gruptaki çömleklerin ağız profili dışa dönüktür. Söz konusu kaplar ağız
kenarına göre kendi içinde alt gruplara ayrılır.
Katalog:
413
La NT 3b Açık Kahve Kırmızı Kum, küçük yok iyi 6633
(5YR6/4) (10R4/6) taşçık, mika
Lb KgH 2a Açık Kahve Hamur Kum, küçük hafif iyi 106-
(10R6/6) renginde taşçık, 2040
mika, kireç
Lc KgH 1b Pembemsi Devetüyü Kum, küçük yok iyi 108-
Kahve (5YR7/4) taşçık, 1015
(2.5YR6/6) kireç
Ld KgM 1b Pembemsi Hamur Kum, küçük yok iyi K8-
Kahve renginde taşçık, 105
(10R6/6) mika
LIa EM 2b Kahve Hamur Kum, küçük yok iyi EM-
(7.5YR6/6) renginde taşçık 205
LIb EM 2b Kahve Hamur Kum, küçük yok iyi EM8-
(7.5YR6/4) renginde taşçık,sama 191
n
LIc EM 6 Pembemsi Hamur Kum, küçük yok orta EM8-
Kahve renginde taşçık,sama 166
(5YR6/6) n, mika,
kireç
LId EM 3a Pembemsi Kiremit Kum, küçük hafif iyi K1-95
Kahve (10R4/8) taşçık
(2.5YR6/6)
LIIa Dk 2a Kahve Hamur Kum, küçük hafif iyi ATR-
(7.5YR6/4) renginde taşçık 315
LIIb Dk 3b Kiremit Hamur Kum, küçük yok orta BGL-
(2.5YR5/6) renginde taşçık, 394
mika
LIIc AyK 2b Kahve Hamur Kum, küçük yok iyi EZG-
(7.5YR6/4) renginde taşçık 4263
LIId HkM 2b Kahve Hamur Kum, küçük yok orta M1-
(2.5YR5/6) renginde taşçık 380
LIIe HkM 2b Kahve Hamur Kum, küçük yok orta M1-
(2.5YR5/6) renginde taşçık 344
414
LIIIa NT 2a Kahve Hamur Kum, küçük hafif orta 10160
(7.5YR6/4) renginde taşçık
LIIIb NT 2a Kahve Hamur Kum, küçük hafif orta 9436
(7.5YR6/4) renginde taşçık
LIIIc AtM 4a Gri Hamur Kum, küçük yok orta KM28
(1 Gley 3/N) renginde taşçık -51
LIIId Erzurum 1a Pembemsi Devetüyü Kum, küçük hafif iyi 13
Hınıs Kahve (5YR7/4) taşçık
Şehabetti (2.5YR6/6)
n
LIIIe Elazığ- 3b Kiremit Hamur Kum, küçük yok iyi 2
Tilenzit (2.5YR5/6) renginde taşçık
LIVa Ağrı- 4a Gri Hamur Kum, küçük hafif orta 104
Ömerağa (10YR3/1) renginde taşçık
LIVb Iğdır- 4a Gri Hamur Kum, küçük hafif orta 261
Kasımtığ (10YR5/1) renginde taşçık
ı
LIVc Iğdır- 4a Gri Hamur Kum, küçük hafif orta 104
Kasımtığ (5YR3/1) renginde taşçık
ı
LIVd AyK 4a Siyah Hamur Kum, küçük iyi iyi CBO-
(1 Gley 3/N) renginde taşçık 2571
LIVe HkM 2b Kahve Hamur Kum, küçük yok orta M1-
(7.5YR6/4) renginde taşçık 484
LIVf AtM 2b Kahve Hamur Kum, küçük yok orta KM2-
(5YR5/4) renginde taşçık 17
Benzerleri:
415
Cinis (Güneri 2002a: Fig. 22/1)
Bu gruba giren çömleklerin ağız kenarı dışa dönüktür ve keskin omuzları vardır.
Kimi zaman kulplu olarak yapılırlar.
416
Levha No: LVa-e
Katalog:
Benzerleri:
417
Norşuntepe (Bartl 2001: Fig. 2/2, 2/9-11)
Katalog:
Benzerleri:
418
Van-Meydan Tepe Kalesi (Belli-Konyar 2003: Çiz. 26/4-5)
Bu gruba giren örneklerin ağız profili dışa dönüktür ve ağız kenarları dışa doğru
kalınlaştırılmıştır.
Katalog:
419
Yazıkona (5YR6/6) (5YR7/4) taşçık,sama
k n, kireç
Benzerleri:
Bu tipteki çömleklerin ağız kenarı dışa doğru çekik şekilde yapılmıştır. Bu tip
kapların genellikle ağız kenarının üzeri veya iç kısmı yivlidir.
Katalog:
420
(2.5YR6/6)
Benzerleri:
421
II. Dik Ağızlı
Ağız profili dik olduğu için Dik Ağızlı çömlekler grubuna dahil olan bu tipteki
çömleklerin ağız kenarına herhangi bir kalınlaştırma yapılmamıştır. Kısa veya
uzun boyunlu olmak üzere çeşitli tipler söz konusudur.
Katalog:
Benzerleri:
422
2) Düzleştirilmiş Ağız Kenarlı (Tip 39)
Katalog:
Benzerleri:
423
Levha No: LXIIa-f
Katalog:
Benzerleri:
424
Elazığ-Dilek Tepe (Sevin 1988b: Res. 3/1, 3/9-10)
Boyunlu Çömleklerin bu grubuna dahil olan örnekler dik ağızlıdır ve ağız kenarı
dışa doğru çekilmiştir. Genellikle ağız kenarının üzeri yivli yapılmıştır.
Katalog:
425
(2.5YR6/6)
Benzerleri:
B. Boyunsuz Çömlekler
Katalog:
426
LXIIIb GcH 5 Kahve Hamur Kum, küçük yok orta 27
(7.5YR6/4) renginde taşçık,
saman
LXIIIc DkH 1b Pembemsi Hamur Kum, küçük yok orta ACG-
Kahve renginde taşçık 123
(2.5YR6/6)
LXIIId KgM 3a Pembemsi Kırmızı Kum, küçük hafif orta K8-
Kahve (2.5YR5/6) taşçık 160
(5YR6/4)
LXIIIe Dk 1b Pembemsi Hamur Kum, küçük yok iyi ACO-
Kahve renginde taşçık 293
(2.5YR6/6)
LXIIIf KH 5 Kahve Hamur Kum, küçük yok orta 11144
(7.5YR6/4) renginde taşçık,
saman
LXIVa NT 4a Gri Hamur Kum, küçük hafif iyi 9876
(7.5YRN/3) renginde taşçık, mika
LXIVb NT 1b Pembemsi Hamur Kum, küçük yok iyi 5209
Kahve renginde taşçık
(2.5YR6/6)
LXIVc NT 4a Gri Hamur Kum, küçük hafif iyi 1304
(7.5YRN/3) renginde taşçık, mika
LXIVd NT 2b Kahve Hamur Kum, küçük yok orta 9364
(7.5YR6/4) renginde taşçık,
saman
LXIVe NT 2b Kahve Hamur Kum, küçük yok orta 6768
(7.5YR6/4) renginde taşçık
LXIVf KH 1b Pembemsi Hamur Kum, küçük yok iyi 11071
Kahve renginde taşçık, kireç
(2.5YR6/6)
LXVa NT 4a Gri Hamur Kum, küçük hafif iyi 5216
(7.5YRN/3) renginde taşçık,
saman
LXVb NT 2a Kahve Hamur Kum, küçük hafif orta 10415
(7.5YR6/4) renginde taşçık,
427
saman
Benzerleri:
428
Đmikuşağı (Sevin 1995: Res. 15/6-9)
1311
Kökten tarafından Erken Tunç Çağı’na tarihlendirilen bu parça Erken Demir Çağı’na ait
olmalıdır.
1312
Söz konusu parça her ne kadar bu kap tipine dahil olsa da kanımızca Orta Çağ’a ait olabilir.
429
Transkafkasya: Horom (Badaljan-Kohl-Stronach-Tonikjan 1994: Fig. 13/2)
Bu gruba giren kapların ağız kenarı içe doğru kalınlaştırılmıştır. Kimi zaman ağız
kenarının hemen altında memecikler söz konusudur.
Katalog:
430
LXVIIb KH 1b Pembemsi Hamur Kum, küçük yok iyi 1739
Kahve renginde taşçık, kireç
(2.5YR6/6)
LXVIIc KH 1a Pembemsi Hamur Kum, küçük orta iyi 1743
Kahve renginde taşçık, kireç
(2.5YR6/6)
LXVIId KH 1b Pembemsi Hamur Kum, küçük yok iyi 1890
Kahve renginde taşçık, kireç
(2.5YR6/6)
Benzerleri:
Boyunsuz Çömlekler grubuna dahil olan örneklerin bir kısmı Dik Ağız profiline
sahiptir. Bunların ağız profilleri dik olarak durmaktadır. Bu kaplar ağız kenarına
göre kendi içinde çeşitli gruplara ayrılır.
431
Bu tip çömleklerin ağız kenarı dışa doğru kalınlaştırılmıştır. Yiv uygulaması
genellikle ağız kenarı üzerine yapılmıştır.
Katalog:
Benzerleri:
Katalog:
1313
Yardımcı tarafından Roma Dönemi’ne tarihlenen parça kanımızca Demir Çağı’na ait olmalıdır.
432
Levha Merkez Mal H. Rengi A. Rengi Katkı Perdah Pişme No
No
LXVIII GcH 6 Pembemsi Hamur Kum, küçük yok orta 39
c Kahve renginde taşçık,sama
(10R6/6) n, mika,
kireç
Benzerleri:
Katalog:
Benzerleri:
433
Norşuntepe (Bartl 1994: 8/1)
434
Yukarıdaki grafiğe göre Yüksek Omurgalı Çanak ve Kaseler Karagündüz,
Yoncatepe ve Dilkaya’da bulunmuştur. Bahsi geçen merkezler dışında yine Van
Bölgesi’nde bulunan Siyahtaş Kalesi’nde ve Edremit’te de benzer tipte kap
parçaları bulunmuştur1314. Bunun dışında 1 benzer parça da Transkafkasya’daki
Tsakahovit Kalesi’nden ele geçmiştir1315. Dolayısıyla Yüksek Omurgalı Kaplar’ın
sadece Van Bölgesi’ne özgü olduğu düşünülebilir. Hatta daha da ileri giderek söz
konusu kap tipinin Karagündüz Mezarlığı’na özgü olduğu da önerilebilir.
1314
Özfırat 2007: Fig. 9/8; Sevin 1996a: Res. 2/4.
1315
Avetisyan- Badalyan- Smith 2000: Fig. 16/c.
1316
Sevin 1988b: Res. 3/5; Sevin 1989a: Res. 3/5.
1317
Sevin 1988a: Res. 46/1, 46/3.
1318
Güneri 2002b: Pl. 31.
1319
Avetisyan-Bobokhyan 2008: Fig. 44/1,3.
435
Güneyde ise Ziyaret Tepe’de1320 benzer bir parça ele geçmiştir. Dolayısıyla Tip 6
ve 7’nin bölgesel dağılımı göz önüne alındığında belirli bir bölgeselleşme
olmadığı ve Erzurum-Kars Bölgesi, Van Bölgesi, Elazığ-Malatya Bölgesi olmak
üzere çeşitli bölgelerde görüldüğü anlaşılmaktadır. Ancak merkezlerin ve
malzemenin yoğunluğu açısından değerlendirilecek olursa, bu tip kapların Van
Bölgesi ve Elazığ-Malatya Bölgesi’nde yoğunluk gösterdiği önerilebilir.
Keskin Omurgalı Kapların bir diğer grubunu dik ağızlı çanaklar ve kaseler
oluşturmaktadır. Tip 8, Tip 9 ve Tip 24 bu grupta yer alan çanakların ve kaselerin
kap tiplerini temsil eder. Ayanis, Dilkaya, Karagündüz, Ernis gibi Van
Bölgesi’ndeki merkezler dışında, Elazığ-Malatya Bölgesi’ndeki Norşuntepe ve
Yazıkonak’ta, kuzeyde Iğdır’da Kasımtığı, Mağaratepe ve Gre Herşe’de ele
geçmiştir. Bu tipteki kapların benzerlerine Erzurum-Toprakkale1321, Doğu
Beyazıt-Şorik1322, Muş-Üçdere/Oğonk1323 ve Yoncatepe dışında Dilektepe,
Pınartepe, Yıldıztepe, Genefik, Haroğlu ve Habibuşağı gibi Elazığ Bölgesi’ndeki
merkezlerde1324 ve güneyde de Kenantepe, Kavuşan Höyük, Giri Cano, Yarımca
ve Eliaçık/Köpekli’de rastlanmıştır. Kuzeybatı Đran’da ise Agraptepe’de benzer
tipte kaplar ele geçmiştir. Dolayısıyla Tip 8 ve 9’un bölgesel dağılımı göz önüne
alındığında bu tip kaplarda da belirli bir bölgeselleşmenin olmadığı ve Erzurum-
Kars, Van, Elazığ-Malatya ve Yukarı Dicle olmak üzere Doğu ve
Güneydoğu’nun genelindeki çeşitli bölgelerde karşımıza çıktığı anlaşılmaktadır.
Tip 10, Tip 11 ve Tip 27 Keskin Omurgalı çanak ve çömleklerin bir diğer kap
tipini temsil eder. Bu tipteki kaplar Elazığ-Malatya Bölgesi’ndeki Norşuntepe,
Dilek Tepe, Đmikuşağı, Çuhadar, Tadım ve Hinsor gibi merkezlerde ele geçmiştir.
Benzer parçalara Gre Herşe, Karagündüz, Hakkari Mezarları, Diyarbakır-
Karaçalı/Tilalo ve Kazancı gibi merkezkerde rastlanmıştır. Yine kuzeyde
Tsakahovit Kalesi’nde de benzer parçalar bulunmuştur. Bu tipteki kapların
dağılımı göz önüne alındığında Elazığ Bölgesi’nde yoğunlaştığı dikkati
1320
Parker 2001: Fig. 5.6/J, 5.19/G; Parker 2003: Fig. 6/J.
1321
Başgelen-Özfırat 1996: Lev. VII/8.
1322
Belli-Konyar 2003: Çiz. 13/1-3.
1323
Rothman 2004: Fig. 5/8.06.
1324
Sevin 1988b: Res. 3/3; Sevin 1989a: Res. 3/3; Sevin 1988a: Res. 46/2, 46/4; Sevin 1989a: Res.
29/20; Sevin 1989a: Res. 5/8; Sevin 1988a: Res. 44/1-4, Res. 44/8-9; Sevin 1988a: Res. 45/1.
436
çekmektedir. Dolayısıyla bu tip kapların genellikle Elazığ-Malatya Bölgesi’nde
yaygın olduğu önerilebilir.
Keskin Omurgalı kapların son grubunu oluşturan Tip 12 çok yaygın bir kap tipi
değildir. Sadece Elazığ Bölgesi’ndeki Norşuntepe’de ve güneydeki Tille’de ele
geçmiştir. Benzerlerine Transkafkasya’daki Talin mezarlarında rastlanmıştır1325.
Dolayısıyla bu tip kapların Elazığ-Malatya Bölgesi’nde yaygın olduğu
düşünülebilir.
1325
Avetisyan-Bobokhyan 2008: Fig. 44/8.
437
Tip 18 ve Tip 29, Basit Çanaklar ve Kaseler’in dışa dönük ağızlı grubunu temsil
etmektedir. Bu tip kaplar Iğdır’daki Aşıkhüseyin Kalesi’nde, Erzincan Büyükardıç
Tepesi’nde, Van Bölgesi’ndeki Ayanis Kalesi ve Dışkent’inde ve Siyahtaş
Kalesi’nde ele geçmiştir. Elazığ Bölgesi’nde ise Norşuntepe, Köşkerbaba,
Çuhadar ve Đmikuşağı gibi merkezlerde ele geçmiştir. Güneydoğu’da ise Üçtepe,
Kavuşan Höyük, Giri Cano, Kenantepe ve Talavaştepe gibi merkezlerde tespit
edilmiştir. Dolayısıyla bu gruba giren kapların Elazığ-Malatya Bölgesi’nde ve
Van Bölgesi’nde yaygın olduğu düşünülebilir.
Basit Çanaklar ve Kaseler’in en yaygın gruplarından bir diğerini de Tip 19, Tip
20, Tip 21 ve Tip 30’a dahil olan çanak çömlek parçaları oluşturmaktadır. Dik
ağızlı kapların temsil ettiği bu gruptaki çanak çömleklerin yoğunluk gösterdiği
belirli bir bölge söz konusu değildir ve hemen hemen Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’daki tüm merkezlerde ele geçmiştir.
Basit Çanaklar’ın sonuncu kap formunu ise Tip 22 ve Tip 32 temsil etmektedir.
Bu guruba giren kaplar Ayanis, Dilkaya, Ernis, Iğdır-Eski Değirmen, Muş-
Cemalettin, Elazığ-Yıldıztepe, Kenan Tepe ve Harran-Buğday Kuyusu’nda tespit
edilmiştir. Sınırlı sayıda ele geçen bu çanak çömleklerin Van Bölgesi’nde yaygın
olduğu düşünülebilir.
Boyunlu Çömlekler’in bir diğer kap türünü Tip 37 olarak adlandırılan çömlekler
oluşturmaktadır. Bu tür çömlekler Karagündüz, Dilkaya, Van Kalesi Höyük, Muş-
Okçuhan ve Süphan-Değirmenderesi gibi Van Bölgesi’ndeki merkezler dışında
Bingöl-Cankurtaran Tepe ile Elazığ Bölgesi’ndeki Đmikuşağı ve Kövenkte’de
bulunmuştur. Benzerlerine Kuzeybatı Đran’daki Agraptepe’de ve
438
Transkafkasya’daki Tsovak 1 Kalesi’nde de rastlanmıştır. Bu tip kapların
dağılımları göz önüne alındığında Van Bölgesi’nde yaygın kullanım gördükleri
düşünülebilir.
Tip 38 Boyunlu Çömlekler’in bir diğer grubunu temsil etmektedir. Basit ağızlı bu
tip kaplar çok yaygın değildir ve sadece Giri Cano, Muş-Yılankale ve Hakkari
mezarlarında rastlanmıştır. Dolayısıyla bu tip kapların yoğunluk gösterdiği belirli
bir merkezden bahsetmek mümkün değil gibi görünmektedir. Benzer şekilde Tip
39 da yaygın bir kap formu değildir ve sadece Dilkaya ve Norşuntepe’de tespit
edilmiştir. Yine Tip 41 de yaygın bir kap tipi değildir ve sadece Karagündüz’den
elde edilmiştir.
Boyunlu Çömlekler’in son grubunu ise Tip 34 ve Tip 40’a dahil olan çömlekler
oluşturmaktadır. Bu tip kaplar Van Bölgesi’nde Dilkaya’da ve Karagündüz’de,
Güneydoğu’da Koyuntepe ve Gre Migro yakınında, Elazığ Bölgesi’nde ise
Norşuntepe, Tepecik, Đmikuşağı, Dilektepe, Könk ve daha güneyde de Lidar
Höyük ve Tille Höyük’te ele geçmiştir. Bunların dağılımı göz önüne alındığında
özellikle Elazığ Bölgesi’nde yoğunluk gösterdikleri anlaşılmaktadır.
439
Boyunsuz Çömlekler’in diğer kap tipleri ise çok yaygın değildir. Bunlardan Tip
44 sadece Đmikuşağı, Dilkaya ve Harran-Buğdaykuyusu’nda, Tip 45 ise sadece
Giri Cano’da tespit edilmiştir. Sonuncu kap formunu oluşturan Tip 46 ise sadece
Norşuntepe’de tespit edilmiştir ve özellikle Elazığ Bölgesi’nde yaygın bir kap
formu olduğu önerilebilir.
Sonuç olarak tipolojik çalışmayla tespit edilen 46 farklı kap tipinin bir kısmının
belirli bölgelerde hakim olduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan Tip 1, 2, 3, 4, 5, 22,
23, 32 ve 37 numaralı kap tipleri Van Bölgesi’nde yaygınken, Tip 10, 11, 12, 27,
34, 40 ve 46 numaralı kapların ise Elazığ-Malatya Bölgesi’nde yoğunluk
kazandıkları anlaşılmaktadır. Diğer kap tipleri ise en az iki bölgede yaygın olan
çanak çömlekleri oluşturmaktadır. Tip 6, 7, 18 ve 29 Van Bölgesi ve Elazığ
Bölgesi’nde yoğunluk kazanırken, Tip 13, 14, 26’nın Van ve Erzurum
bölgelerinde yaygın olduğu dikkati çekmektedir. Tip 33, 35 ve 36 ise Erzurum,
Van ve Elazığ bölgelerinde karşımıza çıkmaktadır. Buna karşın Tip 42 ve 43
Elazığ ile Güneydoğu’da özellikle Yukarı Dicle Bölgesi’nde yaygın kullanım
gören kap formlarını oluşturmaktadır. Son olarak Tip 8, 9, 15, 16, 17, 19, 20, 21,
24, 28 ve 30 da Doğu ve Güneydoğu’daki hemen hemen bütün merkezlerde
karşımıza çıkan kap tiplerini oluşturmaktadır. Dolayısıyla kap formlarının
dağılımı göz önüne alındığında sadece Van Bölgesi ve Elazığ-Malatya
Bölgesi’nin birbirinden bağımsız iki bölge olarak karşımıza çıktığının altını
çizmek gerekmektedir.
c- Yiv Uygulaması
440
Đnce ve düzensiz hatlı olan yivlere hem çanak hem de çömlek formlarında
rastlamaktadır. Bunlar genellikle sivri uçlu bir cisimle genellikle kap pişirilmeden
önce ya da bazen kap fırınlandıktan sonra uygulanmışlardır. Bu tür ince ve
düzensiz yivli kaplara sahip olan merkezler arasında Ernis, Altıntepe, Sos Höyük,
Giri Cano, Kavuşan ve Hakkari mezarları sayılabilir.
Geniş ve düzenli hatlara sahip olan yivler de hem çanak hem de çömlek
formlarına uygulanmaktadır. Bu tipteki yivler olasılıkla daha geniş uçlu bir
cisimle kap fırınlanmadan önce yapılmışlardır. Hatta bu geniş uçlu atletlerin
yuvarlak ve dörtgen uçlu olmak üzere iki türde olduğu düşünülebilir. Bu tür yivler
daha düzenli bir görünüm arz eder ve yivlerin içinde de astar ve perdah
uygulamalarına rastlanır. Bu tür düzenli yivi olan kapların ele geçtiği merkezler
arasında Ayanis, Dilkaya, Karagündüz, Yoncatepe, Ernis, Norşuntepe, Đmikuşağı,
Başur, Kavuşan, Ziyarettepe, Salattepe ve Ağrı-Iğdır bölgesindeki merkezler
sayılabilir. Karagündüz, Ernis, Giri cano ve Kavuşan gibi merkezlerde ise her iki
tipteki yivlere sahip çanak çömleklere rastlanmaktadır. Dolayısıyla yivli
keramikler üzerine yaptığımız çalışmada yiv uygulamasıyla ilgili herhangi bir
bölgesel ayrım veya merkezlere göre belirgin bir dağılım tespit edilememiştir.
Yiv uygulamasıyla ilgili bir diğer özellik de yivlerin kaplar üzerinde yapıldığı
alanlardır. Çanaklar açısından değerlendirildiğinde yivlerin genellikle ağız
kenarının hemen altına yapıldığı görülmektedir. Omuzlu çanaklarda da yiv
uygulaması ağız kenarının hemen altından omuz hizasına kadar yapılır ve hiçbir
zaman omuz hizasının altına inmez. Kimi zaman çanakların veya çömleklerin ağız
kenarının hemen altına yerleştirilen tutamak veya kuplar bazen yivlerin alt sınırını
oluştursa da çoğu zaman yivler tutamak veya kupların yerleştirildiği alanda da
devam eder ve adeta kulpların veya tutamakların bitim noktası yivlerin alt sınırını
oluşturur. Dolayısıyla kulbu veya tutamağı olan kaplar yiv uygulaması için bir
engel teşkil etmezler. Çanaklara veya kaselere yapılan yivler ağzı kenarının altı
dışında nadiren dudak kenarı üzerine de uygulanır. Ancak bu tür bir uygulama
yaygın değildir ve Dilkaya ile Ağrı-Iğdır ve Elazığ Bölgesi’nde bulunan
merkezlerde tespit edilmiştir.
441
Çömlek formunda ise yivin yapıldığı farkı alanlar söz konusudur: dudak kenarı
üzerine, omuz üzerine, ağız kenarının hemen altına ve boyun üzerine ya da ağız
kenarının içine uygulanır. Çömleklerdeki yiv uygulamasının yeriyle ilgili
herhangi bir bölgesel dapılım söz konusu değildir. Yiv uygulamalarının tümü
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun genelindeki merkezlerin çoğunda
görülmektedir.
Sonuç olarak yivli çanak çömlekler üzerindeki yiv uygulaması dikkate alındığında
şimdilik yivlerin türü veya yapıldığı alanla ilgili belirli bir bölgesel dağılım tespit
etmek mümkün değildir. Ya da yivlerin türüne göre “Erken” veya “Geç” evre gibi
kronolojik bir saptama yapmak da söz konusu değildir. Ancak özellikle Orta
Demir Çağı’na tarihlenmesi konusunda şüpheli olmayan merkezler (Ayanis, Tille
vd.) göz önüne alındığında en azından geç dönemde ince ve düzensiz hatlı
yivlerin ortadan kalktığı düşünülebilir. Bu durum erken evrede geniş ve düzgün
hatlı yivlerin bulunmadığı şeklinde yorumlanmamalıdır. Zira Erken Demir
Çağı’na tarihlenen merkezlerde her iki uygulamanın aynı anda kullanıldığı
anlaşılmaktadır.
4- Değerlendirme
Doğu Anadolu’nun Erken ve Orta Demir Çağları boyunca varlık gösteren yivli
çanak çömlekler birkaç merkez dışında genellikle höyüklerde steril olmayan
tabakalardan bilinen bir arkeolojik veri olarak karşımıza çıkmaktadır. Yukarıda da
bahsedildiği gibi bu durum yivli çanak çömleğin tarihlendirilmesi konusundaki
problemlerin ana kaynağını oluşturmaktadır. Dahası, Erken Demir Çağ ve Orta
Demir Çağ yivli çanak çömlekleri arasında mal özelliği veya kap formu açısından
herhangi bir farkın olup olmadığı da bilinmemektedir. Dolayısıyla son yıllara
kadar, Anadolu’da yapılan araştırmaların birçoğunda ele geçen yivli çanak
çömlekler birer Erken Demir Çağ göstergesi olarak kabul edilmişlerdir.
442
kapsamlı çalışma 1988 yılında Norşuntepe’nin Erken Demir Çağ keramiklerini
doktora konusu olarak çalışan K. Bartl tarafından gerçekleştirilmiştir. Yivli
keramikleri de içeren Norşuntepe Erken Demir Çağ keramiklerini inceleyen Bartl,
Norşuntepe’nin Erken Demir Çağı’na tarihlenen 3 tabakasında tespit edilen bu
keramiklerin kap formları açısından “Erken”, “Orta” ve “Geç” evrelerinin tespit
edilmesinin mümkün olamadığını ortaya koymuştur1326. Dolayısıyla bu sonuç aynı
zamanda Norşuntepe’nin yivli çanak çömlekleri için de geçerlidir. Nitekim daha
sonra yivli keramikler üzerine yaptığı çalışmaları derinleştiren Bartl, yivli çanak
çömleklerle ilgili herhangi bir tipolojik çalışmada bulunmamış ve yivli
keramiklerin tarihlendirilmesi, yayılım alanı ve yazılı kaynaklar doğrultusunda
ilişkili olabileceği halklar üzerinde durmuştur. Ancak bu çalışmada detaylı bir
bilgi verilmese de bölgesel farkların olduğunun altı çizilmiştir. Yivli çanak
çömleklerin tarihlendirilmesiyle ilgili bir diğer önemli çalışma ise son yıllarda E.
Konyar ve K. Köroğlu tarafından gerçekleştirilmiş ve bu çalışmada yivli
keramiklerin yayılım alanı ve Van Bölgesi’ndeki yivli keramiklerin
tarihlendirilmesi üzerinde durulmuştur1327. Bahsi geçen çalışmalar yivli çanak
çömlekler üzerine yapılan ender çalışmaları oluşturmaktadır ve netice itibariyle
yivli çanak çömleklerin mal grupları veya tipolojisi üzerine henüz kapsamlı bir
çalışma yapılmamıştır.
Yivli çanak çömleklerle ilgili yatay düzlemde bölgesel farkların olduğunu hem
mal grupları hem de tipolojik özellikler açısından yukarıda ele almaya çalıştık.
Buna göre yivli keramiklerin toplam 7 farklı mal grubuna sahip olduğu tespit
edilmiştir: Pembe-Devetüyü Mallar, Kahve Mallar, Kırmızı-Kiremit Mallar, Gri-
Siyah Mallar, Kahve ve Bitkisel Katkılı Mallar, Pembe ve Bitkisel Katkılı Mallar
ve Krem Astarlı Mallar. Bunlardan en yaygın grubu oluşturan Pembe-Devetüyü
Mallar’ın Van Bölgesi’nde yoğunluk gösterdiği tespit edilmiştir. Ayrıca bu tür
mallar aynı dönemde Demir II dönemiyle birlikte Đran’da da yaygınlık
kazanmaktadır. Bu durum Van Bölgesi ve Kuzeybatı Đran arasındaki etkileşimle
ilişkilendirilebilir.
1326
Bartl 1994: 482.
1327
Köroğlu-Konyar 2005: 25-38; Köroğlu-Konyar 2008: 123-146.
443
Yivli keramiklerin bir diğer önemli mal grubunu oluşturan Kahve Mallar’ın ise en
yoğun olarak ele geçtiği bölgenin Elazığ bölgesi olduğu anlaşılmaktadır. Đkinci
derecedeki yoğunluk ise Muş-Bitlis illerini de içeren Van bölgesidir. Daha sonra
ise Hakkari Bölgesi’ndeki ve Yukarı Dicle Bölgesi’ndeki merkezlerde
gözlenmektedir. Dolayısıyla Kahve Mallar’ın Doğu Anadolu’nun genelinde
hemen hemen tüm bölgelerde karşımıza çıkmasına rağmen yoğunluk dağılımı şu
şekilde sıralananabilir: Elazığ-Malatya bölgesi, Van Bölgesi, Hakkari Bölgesi ve
Yukarı Dicle Bölgesi ve çok az Erzurum Bölgesi.
Gri-Siyah Mal grubuna dahil olan yivli çanak çömlekler ise genellikle Kuzey
bölgeleriyle ilişkilidir. Van Bölgesi’nin kuzeyindeki alan Transkafkasya’ya kadar
bu kültür bölgesinin içinde kalmaktadır. Gri-Siyah Mallar’ın en yoğun ele geçtiği
bölge Ağrı-Iğdır Bölgesi’dir. Ayrıca Erzurum Bölgesi’ndeki merkezlerde de bu
tür mal özelliğine sahip keramikler bulunmaktadır. Yine az sayıda da olsa Keban
Bölgesi’ndeki Norşuntepe, Könk ve Kovancılar gibi merkezlerde tespit edilmiştir.
Sonuç olarak Gri-Siyah Mallar’ın ele geçtiği bölgeler şu şekilde sıralanabilir:
Ağrı-Iğdır Bölgesi, Erzurum-Kars bölgesi, Elazığ-Malatya Bölgesi.
444
sırayı almakta ve bu tür malların diğer bölgelerde yaygın olmadığı dikkati
çekmektedir.
Sonuç olarak yivli çanak çömleklerin mal özellikleri dikkate alındığında Pembe-
Devetüyü Mallar’ın Van Bölgesi’nde, Kahve Mallar’ın Elazığ-Malatya
Bölgesi’nde, Kırmızı-Kiremit Mallar’ın Van Bölgesi’nde, Gri-Siyah Mallar’ın
Ağrı-Iğdır ve Erzurum Bölgesi’nde, Bitkisel Katkılı Mallar’ın (Mal 5 ve 6) ise
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yoğunlaştığı ortaya çıkmaktadır. Krem Astarlı
Mallar ise oldukça azdır ve Van Bölgesi, Elazığ-Malatya Bölgesi ve Güneydoğu
Anadolu Bölgesi’nde ele geçmiştir. Van Bölgesi’nde hakim olan Pembe-
Devetüyü Mallar ile Kırmızı-Kiremit Mallar doğuda Kuzeybatı Đran’da da
görülmektedir. Ağrı-Iğdır ve Erzurum Bölgesi’nde yoğun olarak bulunan Gri-
Siyah Mallar ise Transkafkasya’da da hakim olan bir mal grubudur. Dolayısıyla
yivli keramiklerin dağılım haritası göz önüne alındığında yukarıda da belirtildiği
gibi şu şekilde kültür bölgeleri tespit edilmiştir (Harita 2):
445
konumlandırılan ve yazılı kaynaklarda Uruadri olarak adlandırılan bölge ile
bağlantısı olabileceğini düşündürmektedir. Zira yivli keramiklerin bölgesel
farlılıklarından ötürü tek bir etnik gruba ait olmadığı yukarıda belirtilmişti.
Dolayısıyla sadece Van Bölgesi’nde yaygın olan Kırmızı-Kiremit yivli çanak
çömlekler Uruadri halkının üretimini gösteriyor olabilir.
Gri-Siyah Mallar’ın ise varlık gösterdiği Erzurum-Kars Bölgesi ise diğer mal
gruplarının bu bölgede hemen hemen hiç görülmemesinden ötürü dükkat
çekmektedir. Hemen güneyde Van Bölgesi’nde Pembe-Devetüyü Mallar yaygın
iken kuzeyde bu geleneğin olmayışı kuzeyin konservatif yapısıyla açıklanabilir.
Bu da yine yivli çanak çömleklerin tek bir etnik grupla ilişkili olmadığını açıkça
ortaya koymaktadır. Yine Van Bölgesi’nde yaygın olan bir diğer mal grubu olan
Pembe-Devetüyü Mallar ise Kırmızı-Kiremit Mallar’la bir arada ele geçtiğinden
dolayı eş zamanlı varlık gösterdikleri düşünülebilir. Ancak Orta Demir Çağ’da
yani Urartu kurulduktan sonra Kırmızı-Kiremit mal grubuna dahil olan açkısız
veya hafif açkılı yivli çanaklar büyük oransa ortadan kalkar ve Pembe-Devetüyü
yivli çanaklar kısmen devam eder. Zira Kırmızı-Kiremit yivli çanakların tamamen
ortadan kalktığını düşünmek yerine bunların form değiştirdiği ve daha kaliteli bir
mala, yani kırmızı perdahlı keramiğe dönüştüğü söylenebilir.
Yivli çanak çömlekler üzerine yapılan tipolojik inceleme sonucunda yivli kaplar
Çanaklar, Kasler ve Çömlekler olmak üzere 3 ana gruba ayrılmış ve bunlar
arasında toplam 46 farklı kap tipi tespit edilmiştir. Bunlardan ilk grubu oluşturan
Yüksek Omurgalı Kaplar’ın (Tip 1-5, 23) sadece Van Bölgesi’nde yaygın olduğu
ve özellikle de Karagündüz Mezarlığı’nı temsil ettiği dikkati çekmiştir.
Karagündüz Höyük’te ise oldukça az sayıda tespit edilmiştir. Bu tür kapların aynı
zamanda Dilkaya ve Yoncetepe mezarlarında da benzerlerine rastlanmıştır. Bu tip
kapların sadece mezarlarda yaygın olması bunların mezar kültüyle ilişkili
olabileceğini düşündürebilir. Mezarlarda bu tip kaplarla bir arada ele geçen diğer
basit çanaklar ise aynı zamanda höyüklerde ve kalelerde de yaygın kullanım
görmüştür. Dolayısıyla basit çanakların hem höyük hem de mezarlarda kullanım
gördüğü, yüksek omurgalı kapların ise genellikle mezarlarda kullanım gördüğü
söylenebilir.
446
Yüksek Omurgalı Çanaklar’ın bir diğer özelliği ise bunların genellikle tek tarafına
eklenen enine veya dikine ip delikli tutamak veya kulplara sahip olmasıdır. Dikine
ip delikli tutamağı olan benzer çanaklara Kuzeybatı Đran’daki Demir I Dönemi’ne
tarihlenen bazı merkezlerde de rastlanmıştır. Örneğin Hasanlu V’te bu tür kaplar
tespit edilmiştir1328. Demir II Dönemi’nde ise bu tür tutamağı olan çanaklar daha
da yaygınlaşır ve Dinkha II’de1329 ve Kordlar Tepe III’te1330 karşımıza çıkar.
Enine ip deliği olan tutamak veya kulplara ise Đran’ın Demir III Dönemi’ne
tarihlenen merkezlerinde rastlanmaktadır. Kordlartepe1331, Haftavan Tepe (Mezar
5)1332 ve Zendan-i Süleyman1333 gibi merkezlerde Demir III Dönemi’ne tarihlenen
ve bu tür tutmağı veya kulbu olan çanaklar ele geçmiştir. Dolayısıyla Đran’daki
verilerden yola çıkarak dikine ip delikli tutamağı olan çanakların enine ip delikli
tutamağı veya kulbu olan çanaklardan daha erkene tarihlenebileceği önerilebilir.
Buna göre Karagündüz mezarlarında tespit edilen bu tip kaplardan dikine ip
delikli tutamağı olan çanakların en azından aynı mezarda bulunan diğer kaplara
göre daha erkene tarihlenebileceği düşünülebilir. Netice itibariyle Yüksek
Omurgalı Kaplar grubunu oluşturan Tip 1, 2, 3, 4, 5 ve 23 hem Erken Demir hem
de Orta Demir Çağı’nda kullanım görmüş olabilecek kap tipleri olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bunlardan dikine ip delikli tutamağı olan çanaklar erken döneme
tarihlenebilir. Öte yandan kazıma bezemenin de uygulandığı yivli çanak
çömlekler de sadece Erken Demir Çağ’a tarihlenen kaplar arasına yerleştirilebilir.
Bu tür kazıma bezemeli örneklerin Ayanis başta olmak üzere Orat Demir Çağ
merkezlerinin hemen hemen hiçbirinde yaygın olmayışı Ernis, Yoncatepe ve
Karagündüz mezarlarında bulunan kazıma bezemeli yivli kapların Erken Demir
Çağ’a tarihlendiğini düşündürmektedir.
1328
Young 1965: Fig. 8.
1329
Muscarella 1974: Fig. 37- 858, Fig. 39- 873, Fig. 47- 863, Fig. 47- 875, Fig. 47- 864, Fig. 47-
865.
1330
Lippert 1979: Abb. 12/6, Abb. 13/1-2-3.
1331
Lippert 1979: Abb. 13-5, Abb. 14/4-7.
1332
Burney 1972: Pl. IVc, Va.
1333
Thomalsky 2006: Abb. 13/2.
447
Bölgesi, Elazığ-Malatya Bölgesi olmak üzere çeşitli bölgelerde görüldüğü
anlaşılmaktadır. Ancak merkezlerin ve malzemenin yoğunluğu açısından özellikle
Van Bölgesi ve Elazığ-Malatya Bölgesi’nde yoğunluk gösterdiği anlaşılmaktadır.
Bu tip kapların ele geçtiği merkezler dikkate alındığında hem Erken Demir
Çağı’na hem de Orta Demir Çağı’na tarihlenen merkezlerde bulunduğu
görülmektedir. Dolayısıyla bu tip kapların Erken ve Orta Demir Çağ olmak üzere
iki dönemde de kullanıldığı düşünülebilir.
Keskin Omurgalı Kapların bir diğer grubunu oluşturan Tip 8, 9 ve 24’ün bölgesel
dağılımı göz önüne alındığında bu tip kaplarda belirli bir bölgeselleşmenin
olmadığı ve Erzurum-Kars, Van, Elazığ-Malatya ve Yukarı Dicle olmak üzere
Doğu ve Güneydoğu’nun genelindeki çeşitli bölgelerde karşımıza çıktığı
anlaşılmaktadır. Ancak bu kapların ele geçtiği merkezler dikkate alındığında
bunların özellikle Orta Demir Çağı’na tarihlenen merkezlerde yaygın olduğu
dikkati çekmektedir. Dolayısıyla bu tip kapların genellikle Orta Demir Çağ’da
yaygın olduğu söylenebilir.
Tip 10, Tip 11 ve Tip 27 Keskin Omurgalı çanak ve çömleklerin bir diğer kap
tipini temsil eder. Bu tipteki kaplar özellikle Elazığ Bölgesi’nde yoğunlaştığı
dikkati çekmektedir. Dolayısıyla bu tip kapların genellikle Elazığ-Malatya
Bölgesi’nde yaygın olduğu önerilebilir. Bunların özellikle Norşuntepe’nin Geç
Tunç Çağ tabakasından bilinen uzun akıtacaklı ve kimi zaman da sepet veya
parmak delikli kulplu olan Hitit kap formlarına benzemesinden ve Norşuntepe’nin
Erken Demir Çağ tabakasının en erken evresinde bu tipteki Hitit kaplarıyla bir
arada ele geçmesinden dolayı erken örnekler olabileceği düşünülebilir. Van
Bölgesi’nin erken evresini temsil eden Yüksek Omurgalı Kaplar gibi, Elazığ-
Malatya Bölgesi’nin erken evresini de bu kap tiplerinin oluşturduğu söylenebilir.
Dolayısıyla bunların Erken Demir Çağı’na tarihlendiği önerilebilir.
Keskin Omurgalı kapların son grubunu oluşturan Tip 12 ise çok yaygın bir kap
tipi değildir. Sadece Elazığ Bölgesi’ndeki Norşuntepe’de ve güneydeki Tille’de
ele geçmiştir. Dolayısıyla bu tip kapların Elazığ-Malatya Bölgesi’nde yaygın
olduğu düşünülebilir ve ele geçtiği merkezlerin genellikle Orta Demir Çağı’na
448
tarihlenmesinden dolayı bahsi geçen kap tipinin Orta Demir Çağı’nda yaygın
olduğu düşünülebilir.
Tip 18 ve Tip 29, Basit Çanaklar ve Kaseler’in dışa dönük ağızlı grubunu temsil
etmektedir. Bu gruba giren kapların Elazığ-Malatya Bölgesi’nde ve Van
Bölgesi’nde yaygın olduğu söylenebilir. Bu kap tipleri de ele geçtiği merkezler
göz önüne alındığında Erken ve Orta Demir Çağ olmak üzere iki dönemde de
varlık göstermiş olmalıdır.
Basit Çanaklar ve Kaseler’in en yaygın gruplarından bir diğerini de Tip 19, Tip
20, Tip 21 ve Tip 30’a dahil olan çanak çömlek parçaları oluşturmaktadır. Dik
ağızlı kapların temsil ettiği bu gruptaki çanak çömleklerin yoğunluk gösterdiği
belirli bir bölge söz konusu değildir ve hemen hemen Doğu ve Güneydoğu
449
Anadolu’daki tüm merkezlerde ele geçmiştir. Buna göre bu tip kapların yoğunluk
gösterdiği belirli bir bölge yoktur ve bunlar da Erken ve Orta Demir Çağ olmak
üzere uzun bir süre varlık göstermiş olmalıdırlar.
Basit Çanaklar’ın sonuncu kap formunu ise Tip 22 ve Tip 32 temsil etmektedir.
Bu gruba giren çanak çömleklerin özellikle Van Bölgesi’nde yaygın olduğu
dikkati çekmektedir. Bu tip kapların ele geçtiği merkezler göz önüne alındığında
bunların Orta Demir Çağ’da yaygın kullanım gördüğü düşünülebilir.
Boyunlu Çömlekler’in bir diğer kap türünü Tip 37 olarak adlandırılan çömlekler
oluşturmaktadır. Bu tür çömleklerin Van Bölgesi’nde yaygın kullanım gördüğü
düşünülebilir. Bunların özellikle Orta Demir Çağı’na tarihlenen merkezlerde ele
geçmesi bunların Orta Demir Çağ’da yaygın olduğunu düşündürmektedir.
Tip 38, Tip 39 ve Tip 41 yaygın kap tipi değildir ve sadece birkaç merkezde tespit
edilmiştir. Bunlardan Tip 41, Karagündüz’ün Orta Demir Çağ tabakasından ele
geçmiştir ve bu yüzden bu tip kapların Orta Demir Çağı’na tarihlenebileceği
söylenebilir.
Boyunlu Çömlekler’in son grubunu ise Tip 34 ve Tip 40’a dahil olan çömlekler
oluşturmaktadır. Bu tip kapların dağılımı göz önüne alındığında özellikle Elazığ
Bölgesi’nde yoğunluk gösterdikleri anlaşılmaktadır. Bunların da hem erken
dönem, hem de geç dönem merkezlerinde tespit edilmesinden yola çıkarak Erken
ve Orta Demir Çağ olmak üzere iki dönemde de kullanıldığı düşünülebilir.
450
Çömleklerin ikinci ana grubunu Boyunsuz Çömlekler oluşturur. Bunlardan ilki
olan Tip 42 ve Tip 43 içe dönük ağızlı kap formlarından oluşmaktadır. Bu tip
kaplar Boyunsuz Çömlekler grubunun en yaygın kap formunu oluşturmaktadır.
Bu gruba giren çömleklerin dağılımı ve merkezlerden ele geçen malzemenin
miktarına göre dağılımı göz önüne alındığında Elazığ-Malatya ve Güneydoğu
Anadolu’da yoğunluk kazandığı dikkati çekmektedir. Bu kap tiplerinin de ele
geçtiği merkezler dikkate alındığında Erken ve Orta Demir Çağlar olmak üzere
uzun bir süre varlık gösterdiği söylenebilir.
Boyunsuz Çömlekler’in diğer kap tipleri ise çok yaygın değildir. Bunları
oluşturan Tip 44, Tip 45 ve Tip 46 birkaç merkezde tespit edilmiştir ve Tip 46’nın
özellikle Elazığ Bölgesi’nde yaygın bir kap formu olduğu çekmiştir. Bunların ele
geçtiği merkezler göz önüne alındığında olasılıkla Tip 44 Orta Demir Çağı’na, Tip
45 ve 46 ise Erken Demir Çağı’na tarihlenmelidir.
Sonuç olarak tipolojik çalışmayla tespit edilen 46 farklı kap tipinin yukarıda
bölgesel dağılımları ve olası tarihlendirmeleri ele alınmıştır (Tablo 1, 2, 3). Kap
formlarındaki çeşitlilik açısından en yoğun bölgenin Elazığ-Malatya Bölgesi
olduğu anlaşılmaktadır. Güneydoğu Anadolu ve Van Bölgesi’ndeki yivli kap
repertuarının ise Elazığ-Malatya Bölgesi kadar çeşitli olmadığı dikkati
çekmektedir. Zira Elazığ Bölgesi Norşuntepe’den dolayı yivli çanak çömleklerin
tarihlendirilmesi açısından oldukça önemli bir bölgedir. Norşuntepe’de Hitit
Đmparatorluk tabakasından hemen sonra gelen Erken Demir Çağ tabakası 3
evrelidir. Bunlardan en erken evredeki yivli çanak çömlekler Hitit kaplarıyla bir
arada ele geçmiştir. Dolayısıyla yivli keramiğin kullanım gördüğü en erken tarih
şimdilik sadece Norşuntepe verilerine dayandırılmalıdır. Eğer kap formlarının
yoğun olduğu bölge Elazığ Bölgesi aynı zamanda en erken evreyi de içeriyorsa,
bu durumda diğer bölgelerdeki kap formlarındaki azalma daha geç döneme
tarihlenmelidir. Buna göre yivlilerin geç evresinde kap repertuarında bir
azalmanın olduğundan bahsedilebilir. Nitekim Ayanis Kalesi’nde tespit edilen az
sayıdaki kap formu bu görüşü destekler niteliktedir. Ayrıca Elazığ Bölgesi’ndeki
Norşuntepe, Đmikuşağı ve Đmamoğlu gibi merkezlerde tespit edilen sepet kulplu
yivli çömlekler ve uzun akıtacaklı derin çanaklar veya çaydanlıklar bu bölgedeki
451
Hitit etkisinden kaynaklanmış olmalıdır. Dolayısıyla Elazığ-Malatya
Bölgesi’ndeki Erken Demir Çağ kültürünün erken evresinde Orta Anadolu
etkisinin devamından bahsetmek mümkündür. Ayrıca tipolojik çalışma sonuda
Tip 1-5 Van Bölgesi’nin, Tip 10, 11, 27 ise Elazığ-Malatya Bölgesi’nin en erken
kap formları olarak belirlenmiştir. Bahsi geçen formlar sadece Erken Demir Çağ
boyunca kullanılmış ve Orta Demir Çağ’da devam etmediği anlaşılmıştır. Bununla
birlikte özellikle Ayanis’ten yola çıkarak Orta Demir Çağı’na tarihlediğimiz içe
dönük ve basit ağızlı çanak formlarının Erken Demir Çağ’da da varlık gösterdiği
bu kap tiplerinin hem Erken, hem de Orta Demir Çağ olmak üzere uzun süre
kullanım gördüğü anlaşılmıştır. Öte yandan yine Orta Demir Çağ merkezlerinden
yola çıkarak bazı kap formlarının ise sadece Orta Demir Çağ’da varlık gösterdiği
tespit edilmiştir.
452
V. BÖLÜM
SONUÇ
1334
Güney ve Kuzey Kültürleri olarak tanımladığımız kültürlerle ilgili ayrıntılı bilgi için bakınız: I.
Bölüm.
453
Bu bölge çoğunlukla kuzey kültürlerinin etki alanı içinde kalmıştır. ETR
kültürünün yaratıcısı olan kuzey halkları Kalkolitik dönemle birlikte Doğu
Anadolu Bölgesi’ne nüfuz etmeye başlamışlardır. M.Ö. 4. binyılın ikinci
yarısından itibaren, Doğu Anadolu bölgesinde, köken yerinin Transkafkasya
olduğu kabul edilen ETR Kültürü hakimdir. Söz konusu kültürün, M.Ö. 4. binyılın
ikinci yarısından itibaren kuzeydeki köken yerinden, tüm Doğu Anadolu’yu
boydan boya geçerek Levant’a kadar uzanan geniş bir alana göç ederek yayıldığı
kabul edilmektedir1335. Dolayısıyla kuzey kültürleri Kalkolitik dönemde Erzurum,
Kars, Ağrı, Iğdır gibi Van Gölü’nün kuzeyinde kalan kısımları etkisi altına
almıştır ve nitekim bu kültürlerden biri aynı zamanda ETR kültürünün öncülü
olarak kabul edilmektedir. Öte yandan Ağrı, Iğdır bölgesinde ele geçen birkaç
parça güney etkili Uruk kabı ya da Malatya Arslantepe’de bulunan ETR kapları
söz konusu dönemde güney ve kuzey kültürlerinin etkileşim halinde olduklarını
göstermektedir. Kuzey kültürlerinin etki alanında olan bölgelerdeki yerleşimler,
güneydekiler kadar büyük yerleşim niteliğinde olmayan daha küçük boyutlu
yerleşimler olduğu için, kuzey kültürlerinin güney kültürlerine nazaran daha kırsal
karakterde olduğu ve bu yüzden göçebe hayvancı özelliklerinin daha fazla olduğu
anlaşılmaktadır. Nitekim kuzey kültürlerinden birinin Tunç Çağ’daki devamı
niteliğinde olan ETR kültürüne ait mimari veriler bu görüşü destekler niteliktedir.
1335
Rothmann 2003: 109; Kiguradze- Sagona 2003: 38; Sevin, Kavaklı, Özfırat 1998: 579.
454
dönemdeki sınır çizgisini oluşturmuş olmalıdır. Aynı şekilde bugün
Güneydoğu’da ikamet eden aşiretlerin Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki yaylak
alanları da aynı sınır çizgisine kadar olan alanı içermektedir.
Kalkolitik dönemin sonuna doğru Tunç Çağlar’la birlikte kuzey kültürlerinin etki
alanını daha da genişlettiği ve tüm Van Gölü Havzası’na sahip olduğu
görülmektedir. ETR kültürü olarak anılan bu kültürle ilişkili olarak Erzurum ve
Kars illerini içine alan dağlık bölgede gerçekleştirilen kazı ve yüzey araştırmaları,
bu bölgedeki çok sayıda yerleşimin varlığını kanıtlamaktadır. Öte yandan Van
Gölü Havzası’nda ve Elazığ, Malatya bölgesinde de bu kültüre ait çok sayıda
yerleşim tespit edilmiştir. Van Gölü Havzası’nda gerçekleştirilen kazılar ise Erken
Tunç Çağ dönemiyle birlikte bölgede bazı yeni yerleşimlerin kurulduğunu
göstermektedir. Söz konusu höyüklerde geçekleştirilen kazılarda yuvarlak veya
dörtgen planlı evlerin varlığı, duvarların dal örgü çamur tekniğinde inşa edilmesi
ve bazı ocakların taşınabilir olması, ETR halklarının hayvancı göçebe karakteri
taşıdığına ilişkin görüşlerin oluşmasındaki en etkili dayanak noktasıdır. Bu
topluluklar hayvancılıkla uğraşmalarına rağmen sınırlı ölçekte tarım da
yapmaktaydılar. Kuzey kültürleri dahilinde ele aldığımız ETR kültürü Van Gölü
çevresi de dahil olmak üzere, kuzeyde kalan tüm alanı kontrol altına almıştır.
Ancak Elazığ-Malatya ya da Güneydoğu Anadolu gibi köklü geçmişi olan
yerleşimlerin bulunduğu bölgelerde çok fazla etkin rol oynamasa da, bugün
göçebeler ve yerleşimciler arasında kurulan sosyo-ekonomik ilişkiye benzer bir
etkileşim modeli oluşturmuş olmalıdırlar.
Sonuç olarak Tunç Çağlar’da Doğu Anadolu Bölgesi’nde genel olarak iki faklı
yerleşim modelinden bahsedilebilir. Bunlardan ilki Güneydoğu Anadolu ve
Elazığ-Malatya bölgesinde temsil edilen büyük kent niteliği taşıyan yerleşimlerin
olduğu tarımcı yerleşik model (güney modeli); diğeri ise Van Gölü Havzası ve
Erzurum-Kars bölgesindeki yuvarlak planlı yapıları olan küçük boy yerleşimlere
sahip yarı-göçebe niteliği taşıyan hayvancı modelidir (kuzey modeli). Güney
kültürleri genellikle açık renk (açık kahve, pembemsi kahve, devetüyü) ve çark
yapımın keramik geleneğini tercih ederken, kuzey kültürleri Orta Demir Çağ’a
kadar çoğunlukla koyu renk (koyu kahve, grimsi kahve, gri, siyah) ve el yapımı
455
keramik geleneğini tercih etmişlerdir. Bunlar çeşitli dönemlerde birbirleriyle
etkileşim halinde olmuşlardır. ETÇ döneminde sistematik bir şekle dönüşen
kuzeydeki gibi hayvancı geçim modeli, bugünkü aşiret sisteminin öncülü
sayılabilecek ilk yerleşim modeli sayılabilir. Ancak muhtemelen bunların sosyal
örgütlenmeleri henüz Demir Çağ’daki kadar güçlü ve sistemli değildir.
Dolayısıyla bunları da Kalkolitik dönemin devamı niteliğinde düşünüp bunların
örgütlenmesini “kabile” formatındaki aşiretler olarak tanımlayabiliriz.
M.Ö. 2. binyıla gelindiğinde ise geleneksel inanışa göre kuzeyden gelen halklar
Doğu Anadolu’ya beraberinde boyalı keramik kültürünü de getirmişlerdir. Doğu
Anadolu Bölgesi dahilinde ele alacak olursak, M.Ö. 2. binyıl boyalı
keramikleriyle ilgili en belirgin özellik, bunların Đran ve Transkafkasya’dakilerin
aksine çoğunlukla mezarlık alanlarından ele geçmiş olmasıdır. Ova seviyesindeki
höyüklerde yok denecek kadar az ele geçen bu keramikler esas olarak yüksek
platolarda yer alan kurgan tipi mezarlarla ilişkilidir. Aslında bu dönemde
kuzeydeki bölgelerde, örneğin Erzurum bölgesinde ve Van Gölü civarında halen
Tunç Çağ’ın ETR kültürünün devam ettiği belirtilmektedir. Burney, ETR
kültürünün Van Havzası gibi tutucu bölgelerde M.Ö. 1500’lere kadar devam
ettiğini önermiştir1336. Çilingiroğlu ise Dilkaya’daki geç ETR kültürüne ait mimari
tabakaların Erken Demir Çağ tabakalarının hemen altında saptanmasından yola
çıkarak söz konusu kültürün M.Ö. 2. binyılın ortalarına ya da belki biraz daha geç
bir tarihe dek devam ettiğini ileri sürmektedir1337. Bununla birlikte Erzurum
bölgesinde yer alan Sos Höyük’teki M.Ö. 2. binyıl keramiklerinin ele geçiği
tabakalardan alınan örneklerin radyokarbon tarihlemeleri M.Ö. 2200-1500
tarihlerini vermektedir. Söz konusu Orta Tunç Çağ tabakaları yerleşik ve göçebe
yaşama ilişkin veriler dışında, ETR keramik geleneğinin devamını gösteren
malların varlığını da ortaya koymaktadır. Tüm bu veriler, Doğu Anadolu
Bölgesi’ne M.Ö. 2. binyılda yeni bir göç dalgasıyla (yerleşmek için yapılan göç)
boyalı keramik geleneğinin geldiğini kabul eden geleneksel inanışın aksine, M.Ö.
2. binyılda bölgede halen ETR kültürünün devam ettiğini düşündürmektedir.
Kanımızca M.Ö. 2. binyılda gerçekleşen kuzey kökenli göç hareketi Doğu
1336
Burney-Lang 1971: 47.
1337
Çilingiroğlu 1993: 472.
456
Anadolu dışındaki bölgeleri kapsamış olmalıdır. Kuzeybatı Đran’daki
yerleşimlerden ele geçen boyalı keramikler, bu yeni halkın Đran’a gelişini
kanıtlamaktadır. Ancak söz konusu kültürün göçebe hayvancı karakterde olması,
onların çevredeki otlakları kullanmaları ihtiyacını doğurmuş ve olasılıkla
mevsimlik göçler yapmışlardır. Yakın zamana kadar Đran, Irak ve Suriye sınırının
açık olması aşiretlerin istediği yaylak veya kışlakta konaklaması serbestliğini
vermekteydi1338. Dolayısıyla tıpkı Güneydoğu Anadolu bölgesinde yerleşimi olan
aşiretlerin, Van Gölü’nün kuzeyine kadar olan alanı yaylak olarak kullanması
gibi, Kuzeybatı Đran’da yerleşimi olan aşiretler ve hayvancı topluluklar da
Erzurum, Ağrı ve Kars bölgesindeki otlakları kullanmış olmalıdır. Nitekim bu tarz
bir yerleşim modeli, Doğu Anadolu’daki boyalı keramiklerin yalnızca yüksek
yaylalarda ve mezarlarda ele geçmiş olmasını açıklar niteliktedir. Muhtemelen
aynı tür geçim şekline sahip olan ETR yerleşimcileri ile boyalı keramik kültürüne
sahip olan ve yerleşimleri Đran’da olan yerleşimciler söz konusu yaylalarda
karşılaşmış olmalıdırlar.
1338
Beşikçi 1969: 137.
1339
Young 1967: 23.
1340
Young 1967: 23.
457
Demir Çağ kültürünün Yakındoğu kronolojisinde ve Doğu Anadolu
kronolojisinde yarattığı problemler açıktır. Zira bu konu yukarıda detaylı olarak
tartışılmış ve buna göre Đran’daki Demir I kültürünün belki de Geç Tunç Çağ
kültürünü yansıtabileceği kanısına varılmıştır1341.
1341
Ayrıntılı bilgi için bakınız: II. Bölüm
1342
Belli, Konyar 2003: 9-21, 31-54.
1343
Belli, Konyar 2003: 91.
458
geçim şeklinden çok, aynı zamanda büyük oranda hayvancılıkla da uğraştıkları ve
bu bağlamda hayvan otlatılması ile ilgili faaliyetlerin yürütüldüğü yaylacı hayat
tarzına sahip topluluklar olarak da düşünmek gerekmektedir. Zira bu tür bir geçim
şeklinin günümüze kadar tüm dönemler boyunca devam ettiği yukarıda da
belirtilmişti.
Orta Demir Çağ içlerine kadar kullanım gören yivli keramiklerle ilgili çalışmalar
göz önüne alındığında, gerek Doğu Anadolu’dan, gerekse Kuzeybatı Đran ve
Transkafkasya’dan elde edilen arkeolojik verilerin genellikle sağlam bir
kontekstle ilişkili olmadığı ve çoğunlukla karmaşık tabakalardan ve uzun süreli
kullanım gören mezarlardan ele geçtikleri anlaşılmaktadır. 1970’li yıllardan
itibaren özellikle Keban Bölgesi’ndeki kurtarma kazılarıyla dikkati çeken yivli
çanak çömlekler üzerine yapılan en kapsamlı çalışmalardan birinin K. Bartl
tarafından gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Norşuntepe’nin Erken Demir Çağ
tabakasından ele geçen keramikleri doktora konusu olarak çalışan Bartl, bu
çalışma sırasında Keban bölgesindeki Erken Demir Çağ keramik gelenekleri
arasında en yaygın mal grubunun yivli keramikler olduğunu belirtmiş ve bu
keramiğin dağılımı ve köken yeri üzerine ayrıca yoğunlaşmıştır1344. Buna göre
Bartl, Norşuntepe ve Keban bölgesi merkez olmak üzere Doğu ve Güneydoğu
Anadolu ile Transkafkasya ve Kuzeybatı Đran’daki yivli keramiklerin dağılım
haritasını oluşturmuştur. V. Sevin, E. Konyar ve K. Köroğlu dışında çeşitli
merkezlerden ele geçen yivli çanak çömleklerle ilgili çalışmalar da söz konusudur.
Bu çalışmalarda genellikle yivli keramiklerle ilgili bölgesel ölçekte çeşitli
tarihlendirmeler yapılmış ve bunların etnik aidiyeti üzerine önerilerde
bulunulmuştur. Tüm bu çalışmalar göz önüne alındığında yivli çanak çömleklerle
ilgili en kesin bilginin, bu keramiğin hem Erken, hem de Orta Demir Çağ boyunca
kullanım gördüğüdür. Bunun dışında bu keramik geleneğiyle ilgili hala
cevaplanmayı bekleyen birçok soru söz konusudur. Bu soruları şu şekilde
listeleyebiliriz:
1344
Ayrıntılı bilgi için bakınız: Bartl 1988.
459
2- Yivli keramikler Doğu Anadolu ve komşu bölgelere nasıl veya kimler
tarafından getirilmiştir ve köken yeri neresidir? Yoksa içsel bir gelişim
sonucu mu ortaya çıkmıştır?
3- Yivli keramik tek bir halk tarafından mı, yoksa farklı halklar tarafından mı
üretilmiş ve kullanılmıştır?
4- Bu kadar geniş bir coğrafyada görülen yivli keramikler ne tür bir dağılım
mekanizmasıyla yayılım göstermiştir?
5- Yivli keramiklerin kullanım sebepleri neler olabilir? Đşlevsel bir özelliği
var mı?
1345
Bartl 2001: 391.
1346
Bartl 2001: 396; Bartl 1995: 209.
1347
Bartl 2001: 399.
1348
Bartl 2001: 399.
460
içlerine kadar devam ettiği kesindir1349. Aynı yıllarda U. Müller de yivli
keramiklerin tarihi ile ilgili öneride bulunmuş ve o da Bartl’ın tarihlendirme
önerisine karşılık bu çanak çömleğin en azından Karababa bölgesindeki tarihi için
M.Ö. 1100-900 arasını vermiştir1350. A. Schachner ise Yukarı Dicle Bölgesi’ndeki
yivli çanak çömlekleri Asur yazılı kaynaklarından yola çıkarak Asur krallarından
Ashur-bel-kala ve Asurnasirpal arasındaki döneme tarihlendirilmesi gerektiğini
belirterek bunları M.Ö. 1050-900 arasına tarihlemiştir1351.
Buradaki Erken Demir Çağ süreci genellikle 1200-1000 ve 1000-800 olmak üzere
iki ayrı evrede değerlendirilir.
1349
Ayrıntılı bilgi için bakınız: Erdem 2009 (baskıda).
1350
Müller 2003: 139.
1351
Roaf- Schachner 2005: 119.
1352
Hauptmann 1972: 91.
1353
van Loon 1971: 56.
461
Elazığ-Malatya Bölgesi’nde daha geç döneme tarihlenen yivli çanak çömlekler de
söz konusudur. Bu tür geç döneme tarihlenen merkezler arasında ise Đmikuşağı
(M.Ö. 9. yüzyılın ilk yarısı- M.Ö. 8. yüzyılın ilk yarısı)1354 ve Değirmentepe
(M.Ö. 1. binyıl içleri)1355 sayılabilir.
Sonuç olarak yivli çanak çömleklerin ele geçtiği merkezlerden elde edilen
tarihlendirmeler göz önüne alındığında Elazığ-Malatya Bölgesi için en erken
tarihin M.Ö. 1200 olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle Norşuntepe ve Korucutepe
gibi Hitit Đmparatorluk Dönemi sonrasına tarihlenen Erken Demir Çağ
tabakalarından ele geçen yivli çanak çömlekler Erken Demir Çağ’ın en erken
evresinde yivli kapların Hitit etkili kaplarla bir arada bulunduğunu ortaya
koymaktadır. Dolayısıyla Norşuntepe ve Korucutepe gibi eksiksiz stratigrafi
sunan merkezler, en azından Elazığ-Malatya Bölgesi’nde yivli çanak çömlekler
için terminus ante quem olarak kabul edilmelidir. Bu bölgedeki merkezlerden elde
edilen tarihlerden yola çıkarak Elazığ-Malatya bölgesindeki Erken Demir Çağ
yivlileri M.Ö. 1200-700/600 arasına yerleştirilebilir (Tablo 4).
462
bunlardan Erzurum-Kars Bölgesi’nde yivli keramiklerin yok denecek kadar az
sayıda olduğu, Transkafkasya’da ise az sayıda yerleşimle temsil edildiği dikkati
çekmektedir. Doğu’da Đran’daki merkezler göz önüne alındığında ise burada
bulunan yivli çanak çömleklerin de Elazığ-Malatya ve Van Bölgeleriyle
kıyaslanamayacak kadar az sayıda olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Van
Bölgesi’nin bu keramik geleneğini Elazığ-Malatya Bölgesi’nden daha önceki bir
tarihte kullanmaya başladığını düşünmek kanımızca hatalı olur. Bu durumda Van
Bölgesi’ndeki yivli keramiklerin ya Elazığ-Malatya’dan daha sonraki bir tarihte,
ya da eş zamanlı olarak varlık göstermiş olmalıdır. Nitekim yivli keramiklerin kap
formları üzerine yaptığımız değerlendirmede Erken Demir Çağ’dan itibaren Orta
Demir Çağ’a doğru devam eden süreçte kap formlarının çeşitliliği açısından bir
azalma olduğu dikkati çekmektedir. Dolayısıyla geç dönemlere doğru kap
formlarının sınırlı olduğu düşünülebilir. Bu noktada, kap formlarının çeşitliliği
açısından en yoğun bölgenin Elazığ-Malatya Bölgesi olduğu tespit edilmiştir. Zira
bu bölge aynı zamanda yivli keramiklerin sayıca da en fazla olduğu bölge olarak
da karşımıza çıkmaktadır. Hem Erken, hem de Orta Demir Çağı’na tarihlenen Van
Bölgesi’ndeki yivli çanak çömleklerin bu durumda Elazığ Bölgesi’nden daha
erkene tarihlenmesi olası görülmemektedir. Nitekim kap formları açısından
değerlendirildiğinde Erken Demir Çağ’da birbirinden bağımsız iki türde kap
repertuvarının sadece Elazığ-Malatya ve Van Bölgeleri’nde ortaya çıktığı ve bu
iki bölgenin bahsi geçen erken dönemde büyük oranda birbirinden bağımsız
geliştiği önerilebilir. Netice itibariyle Van Bölgesi’ndeki Erken Demir Çağ yivli
keramikleri de Elazığ-Malatya Bölgesi gibi M.Ö. 1200-850/800 arasına
yerleştirilebilir (Tablo 4). Bu durumda son yıllarda Van Bölgesi’ndeki yüzey
araştırmalarında tespit edilen ve M.Ö. 1400/1300-900 arasına tarihlendirilen
merkezlerde bulunan yivli çanak çömleklerin M.Ö. 1200’den önceye
tarihlenemeyeceği düşünülebilir.
463
tarihlenmiştir1357. Güneri tarafından değerlendirilen Pulur malzemesi için ise en
erken tarih olarak M.Ö. 1200/1000 yılları verilmiştir1358. Erzurum ve çevresinde
yüzey araştırması yapan Güneri buradan ele geçen keramikleri de M.Ö. 1300-900
arasına tarihlemiştir1359. Son olarak Bulamaç Höyük kazılarından elde edilen
Erken Demir Çağ verileri ise M.Ö. 10. ve 8. yüzyıllar arasına yerleştirilmiştir1360.
Bu noktada öncelikle, yüzey araştırması verilerine göre yapılan tarihlendirmelerin
kesin sonuç olma niteliği taşımadığını belirtmek gerekmektedir. Dolayısıyla iki
kazı yeri olan Sos Höyük ve Bulamaç Höyük iki önemli merkez olarak
tanımlanabilir. Buna göre Erzurum-Kars Bölgesi’ndeki yivli keramikler için en
erken tarih 1100/1000 olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira bu bölgenin Van
Bölgesi’nden daha önceye tarihlenmesi olası görünmemektedir. Bunun en önemli
sebebi bahsi geçen bölgede bulunan yivli çanak çömleklerin oldukça az sayıda
olmasıdır. Yukarıda belirtildiği gibi yivli keramiklerin ele geçtiği merkezler ve bu
merkezlerdeki yivli çanak çömlek sayısı, Elazığ-Malatya ve Van Bölgesi’ne
nazaran Transkafkasya’da da oldukça azdır. Söz konusu sayının azlığı yayınlanan
yivli kapların azlığıyla değil de, gerçekten de merkezlerde çok az sayıda
bulunmasıyla ilişkiliyse bu durum, Transkafkasya’nın yivli çanak çömlekler
açısından merkez olma özelliğini zayıflatmaktadır. Zira son yıllarda yapılan
araştırmalarda Transkafkasya’daki Erken Demir Çağ’ın başlangıç tarihi M.Ö.
1350’den1361 M.Ö. 1150’ye1362 indirilmiştir. Bu tarih Erzurum-Kars Bölgesi’ndeki
merkezler için de yakın bir tarihtir. Dolayısıyla Erzurum-Kars Bölgesi’ndeki yivli
keramikler için yaklaşık M.Ö. 1100-600 tarihleri arası verilebilir (Tablo 4).
Yivli keramiklerin yayılım alanı içinde kalan bir diğer bölge olan Güneydoğu
Anadolu için çeşitli merkezlerden tarihlendirmeler elde edilmektedir. Buna göre
Erken Demir Çağ yivlilerinin ele geçtiği merkezler arasında Lidar Höyük için
M.Ö. 1100-9001363, Tille için M.Ö. 12. ve 10. yüzyıllar arası1364, Ziyaret Tepe için
1357
Sagona 1999: 153; Sagona-Sagona 2003: 104.
1358
Güneri 1988: 56.
1359
Güneri 1988: 49.
1360
Güneri 2006a: 417.
1361
Badalyan-Smith-Avetisyan 2003: 149.
1362
Smith-Badalyan-Avetisyan 2005: Fig. 2.
1363
Müller 1999b: 404; Müller 2003: 138.
1364
Blaylock 1999: 263-267; Müller 2003: 138.
464
M.Ö. 11. yüzyıl başı ile 9. yüzyıl başı arası1365, Gre Dimse için M.Ö. 1150-
1000/9501366, Salattepe için 12. ve 10. yüzyıllar arası1367, Kenan Tepe için M.Ö.
1100-9001368 ve Hakemi Use için M.Ö. 1050-9501369 tarihleri verilmiştir.
Kuşkusuz bunlardan en önemli Giri Cano’dan ele geçen tablete göre verilen M.Ö.
1069/1068 tarihidir. Dolayısıyla Güneydoğu için kesin sayılabilecek bir tarihin
elde edildiği Giri Cano verilerine dayarak bu dönem Güneydoğu’da M.Ö. 1100-
900 arasına tarihlendirilebilir (Tablo 4).
Đran için de durum Transkafkasya’dan çok farklı değildir. Her ne kadar Đran’da
yivli keramiğin ele geçtiği merkezlerin sayısı Transkafkasya’ya nazaran daha az
olsa da, burada da yivli çanak çömlekler için verilebilecek en erken tarih M.Ö.
1100/1000 yılları olmalıdır. Đran’da yivli keramiğin ele geçtiği merkezler Demir II
ve Demir III dönemlerine tarihlenmektedir ve bu yüzden M.Ö. 1000 öncesi yivli
keramiğin bulunmadığı ve bu bölgede ele geçen yivli keramiklerin M.Ö.
1100/1000-800 arasına tarihlenebileceği önerilebilir.
1365
Matney vd. 2002: 519-520; Matney 2004: 166.
1366
Karg 2001: 652-653.
1367
Ökse-Alp-Đnal 2004: 332.
1368
Parker-Creekmore-Dodd 2004: 556.
1369
Tekin 2006: 157.
465
Yivli keramiklerle ilgili bir diğer soru ise yivli keramiklerin Doğu Anadolu ve
komşu bölgelere nasıl veya kimler tarafından getirildiği ve köken yerinin neresi
olduğudur? Yoksa içsel bir gelişim sonucu mu ortaya çıkmıştır? Bu konuda ilk
çalışma V. Sevin tarafından gerçekleştirilmiştir. Sevin, Asur yazılı kaynaklarından
yola çıkarak yivli keramikleri Elazığ bölgesinde yaşamış olduğunu bilinen
Muşkiler’le ilişkilendirme yoluna da gitmiştir1370. Yazılı kaynaklara göre yivli
keramiklerin varlık gösterdiği tarihte Asur kralı I. Tiglath Pileser (M.Ö. 1114-
1076), 50 yıldan beri Alzi’de oturan Muşkiler’i yenilgiye uğrattığını
belirtmiştir1371. Söz konusu yazıt Elazığ bölgesinde Muşki adını taşıyan bir halkın
yaşadığını doğrulamaktadır. Buna göre Sevin, Geç Tunç Çağ’daki merkezlerin
sayısının az olmasını ve Erken Demir Çağ’da bunların sayısında yaklaşık %50’lik
bir artışın gözlenmesini yeni bir göçle yani Muşkiler’le ilişkilendiren C. Burney’in
önerisini daha da ileri götürerek bu halkların keramiğinin yivli keramikler
olabileceği savını ortaya atmıştır1372. Buna göre Sevin, söz konusu yeni halkın batı
dünyasıyla herhangi bir ilişkisi olmadığını belirtmiş ve benzer yivli keramiklerin
Transkafkasya ve Kuzeybatı Đran’daki varlığından yola çıkarak bu yeni halkın
Erken Demir Çağ’daki Hint-Avrupa göçleriyle ilişkili olabileceğini önermiştir1373.
Hemen ardından Bartl, yivli keramikler üzerine yaptığı çalışmada söz konusu
keramiklerin Keban bölgesindeki sayısının diğer bölgelere nazaran daha fazla
olmasından yola çıkarak yivli keramiklerin köken yerinin Yukarı Fırat bölgesi
olabileceğini önermiştir. Bu bağlamda yivli keramiklerin olasılıkla Yukarı Fırat
bölgesinden Kuzeydoğu Anadolu’ya ve diğer bölgelere doğru bir yayılım
gösterdiği önerisinde bulunmuş ve bu yayılımın en güneydoğudaki merkezinin ise
Ziyaret Tepe olduğunu belirtmiştir1374. Nitekim Bartl, söz konusu yayılımın çok
geniş bir coğrafi alanı kapsadığı ve bu yüzden yivli keramiklerin Muşkiler’le
ilişkilendirilmesinin doğru olamayacağının da altını çizmiştir. Bunun dayanağı
1370
Asur kralı I. Tiglath Pileser (M.Ö. 1114-1076), 50 yıldan beri Alzi’de oturan Muşkiler’i
yenilgiye uğrattığını belirtmiştir (LAR I: 222). Söz konusu yazıt Elazığ bölgesinde Muşki adını
taşıyan bir halkın yaşadığını doğrulamaktadır.
1371
LAR I: 222
1372
Sevin 1988b: 54.
1373
Sevin 1988b: 54-56. Sevin’in bu fikri, A. Çilingiroğlu’nun Muşkiler’in Demir Çağ göçleriyle
kuzeyden geldiği konusundaki önerisini desteklemektedir (Çilingiroğlu 1987b: 109).
1374
Bartl 2001: 393, 397; Bartl 1995: 209.
466
olarak Muşki bölgesinin coğrafi sınırlarının yivli keramiklerin ele geçtiği coğrafi
alan kadar geniş bir alanı kapsamadığı gösterilmiştir1375.
Yivli keramiklerin yayılımıyla ilgili olarak ise Müller, Sos Höyük verilerine
dayanarak yivli keramiklerin kuzeydeki merkezlerde sayıca az olmasından yola
çıkarak Fırat bölgesinin diğer bölgelerle olan bağlantısının kuzeydoğu yönlü
olmasından çok güneydoğu yönüne doğru olabileceğini ifade etmiştir1378. Ancak
tarafımızdan yapılan malzeme çalışması, özellikle Van Bölgesi ve Ağrı- Iğdır
Bölgesi olmak üzere kuzeydeki merkezlerde bulunan yivli keramiklerin
azımsanamayacak sayıda olduğunu ortaya koymakta ve sadece güneydoğu yönlü
bir yayılımın baskın olduğu önerisini zayıflatmaktadır.
1375
Bartl 2001: 398.
1376
Müller 2003: 142.
1377
Müller 2005: 112.
1378
Müller 2003: 142.
467
Yivli keramiğin etnik kökeni üzerine önerilerde bulunan bir diğer bilim adamı
Schachner ise daha önce V. Sevin tarafından önerilen Muşki ilişkilendirmesine
karşı çıkarak yivli keramiğin Muşkiler’le ilişkilendirilmesinin mümkün
1379
görünmediğini ifade etmiştir . Ayrıca Schachner, M.Ö. 11. yüzyıla tarihlenen
Asur kayıtlarının Doğu Anadolu hakkında bilgi verdiğini belirtmiş ve yazılı
kaynaklara göre Arami kavimlerin Yukarı Dicle bölgesindeki Asur kontrolünü
sona erdirdiğini belirtmiştir. Ancak her ne kadar bu dönemde Aramiler’den
bahsedilse de Schachner, yivli keramiğin Aramiler’le de ilişkili olmadığını ve
büyük olasılıkla Doğu Anadolu kökenli halklarla ilişkili olabileceğini ileri
sürmüştür1380. Ancak daha sonra Schachner, M.Ö. 13. ve 9. yüzyıl arasındaki Asur
yazılı kaynakları değerlendirildiğinde, yivli keramiğin dağılımına uygun olan
coğrafyanın Nairi coğrafyası olduğunun altını çizmiş yivli keramiğin ele geçtiği
coğrafyanın Nairi Ülkesi’yle örtüştüğünü ileri sürmüştür. Buna göre I. Tiglath-
Pileser’e ait yazılı kaynaklarda 23 Nairi Ülkesi, diğer yazılı kaynaklarda ise 30, 40
veya 60 kralı olan Nairi Ülkesi çeşitli etnik grupları içeren geniş bir coğrafi
bölgeyi işaret etmektedir. Dolayısıyla Schachner, yivli keramiklerin tek bir etnik
grup yerine, Nairi Ülkesi’nde veya coğrafi bölgesinde yaşayan çeşitli etnik
gruplarla ilişkili olabileceğini önermiştir1381.
Yivli keramiklerin köken yeriyle ilgili bir diğer değerlendirme ise S. Güneri
tarafından bu kez Erzurum bölgesi perspektifinden yapılmıştır. Karaz, Pulur,
Güzelova ve Sos Höyük kazıları ışığında Erzurum bölgesinin Geç Tunç/Erken
Demir Çağ sürecini değerlendiren Güneri, yivli keramiklerin Fırat Havzası’na
Güney Kafkasya bölgesinden bir göçle gelmiş olabileceği önerisine karşı
çıkmıştır. Ona göre M.Ö. 1150 civarına tarihlenen Fırat Havzası’daki yivli
keramiklerin köklerinin, en erken M.Ö. 12. yüzyıla tarihlenen yivli keramiklerin
bulunduğu Güney Kafkasya’da aranması doğru değildir. Buna göre Kafkasya’daki
bir geleneğin Fırat Havzası’nda yaygın kullanım görmesi için gerekli olan gelişim
süreci göz önüne alındığında söz konusu bölgelerdeki tarihsel farkın ya da
1379
Roaf- Schachner 2005: 119.
1380
Schachner 2003: 158.
1381
Roaf- Schachner 2005: 120.
468
zamansal sürenin yeterli olmadığı anlaşılmaktadır1382. Dolayısıyla Güneri, yivli
keramik geleneğinin ne köken yerinin Kafkasya olduğu konusundaki önerilere ne
de bunların Muşkiler’le ilişkili tutulması konusundaki önerilere katılmaktadır1383.
Güneri son yıllarda Transkafkasya ve Erzurum bölgesindeki benzer yivli
keramiklerin Güney Sibirya ile Merkezi ve Kuzey Kazakistan’da tespit edilen ve
M.Ö. 2. binyılın ortalarına tarihlenen yivli keramiklerle olan benzerliğinin altını
çizmiştir1384.
Netice itibariyle yivli keramiklerin Doğu Anadolu ve komşu bölgelere nasıl veya
kimler tarafından getirildiği ve köken yerinin neresi olduğu ya da bu keramiğin
ortaya çıkışının içsel bir gelişim olduğu sorularının kesin olarak cevaplanmasının
mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Eldeki veriler değerlendirildiğinde, yivli
keramiklerin bölgeye Muşkiler tarafından getirildiği önerisinin1385 daha sonra
yapılan çalışmaların hiçbirinde desteklenmediği ve birçok bilim adamı tarafından
bu görüşe itiraz edildiği anlaşılmaktadır1386. Bu konudaki itirazlar her ne kadar
bazı verilerle desteklense de, bu keramiğin bölgeye nasıl geldiği konusunda yeni
bir öneride de bulunulmamıştır. Sadece bu keramiği kullanan halklar arasında
Nairi veya Uruadri Ülkesi halklarının da yer alacağı belirtilmiştir. Dolayısıyla
yivli keramiğin Doğu Anadolu’ya gelişiyle ilgili Sevin ve Müller dışında kapsamlı
bir öneride bulunan çalışma söz konusu değildir. Bu bağlamda düşünülücek
olursa, yivli çanak çömleklerin bölgeye gelişiyle ilgili olarak iki olasılık
bulunmaktadır: Ya yeni bir göçle geldiler, ya da yerel bir gelişim olarak karşımıza
çıkmakta. Yeni bir göçle geldiği konusundaki öneri değerlendirildiğinde, ki bu
göçün kaynağı kuzey olarak gösterilmiştir, kuzeydeki merkezlerde yivli keramiğin
oldukça az sayıda bulunması bilim adamlarının bu görüşe itiraz etmelerinin temel
dayanak noktasını oluşturmuştur. Ancak öte yandan bu geleneğin Demir Çağ
öncesi hiç ele geçmemiş olması ve bu geleneğin Erken Demir Çağ’la birlikte
birden ortaya çıkması, bahsi geçen keramiğin bir göçle Doğu Anadolu’ya gelmiş
olabileceği ihtimalini arttırmaktadır. Bu durumda kuzeyde olduğu önerilen köken
1382
Güneri 2002a: 43; Güneri 2002b: 72.
1383
Güneri 2002a: 44; Güneri 2002b: 73.
1384
Güneri 2002a: 45; Güneri 2002b: 73.
1385
Sevin 1988b: 54.
1386
Summers 1994: 246-247; Bartl 2001: 398; Roaf- Schachner 2005: 119; Güneri 2002a: 44;
Güneri 2002b: 73.
469
yerinde oldukça az sayıda bulunması, bu keramik geleneğinin Doğu Anadolu’da
gelişim gösterdiği şeklinde de açıklanabilir. Öte yandan Müller’in önerdiği gibi bu
süreç Doğu Anadolu’nun yerel halkları tarafından Hitit kontrolünün
kaybedilmesinden sonra ortaya çıkan içsel bir gelişim süreciyle de ortaya çıkmış
olabilir. Müller’in bu konudaki en büyük dayanağı ise kuzeydeki merkezlerdeki
Erken Demir Çağ tabakalarının tartışmalı olması ve bu merkezlerden ele geçen
yivli keramiklerin sayısının Keban Bölgesi’ne nazaran oldukça az olmasıdır. Zira
bu durum tabakalı kesintisiz yerleşmelerin bulunduğu Keban Bölgesi’ndeki
binlerce yivli keramik buluntusuyla da desteklenmektedir. Bu durumda yivli
çanak çömleklerin Elazığ-Malatya Bölgesi’ndeki yerel halklar tarafından
yaratıldığı söylenebilir. Bu noktada bir diğer soruyu da tartışmak gerekmektedir.
Yivli keramik tek bir halk tarafından mı, yoksa farklı halklar tarafından mı
üretilmiş ve kullanılmıştır? Sevin tarafından yivli çanak çömlek her ne kadar
Muşkiler’le ilişkilendirilse de, söz konusu keramiğin yayılımı, bu keramiğin başka
halklar tarafından da kullanılmış olabileceğini akla getirmektedir. Zira yivli çanak
çömleklerin mal özellikleri üzerine yaptığımız çalışmada, bunların çeşitli kültür
bölgelerine ayrıldığı tespit edilmiştir. Buna göre toplam 7 farklı mal grubu tespit
edilmiştir: Pembe-Devetüyü Mallar, Kahve Mallar, Kırmızı-Kiremit Mallar, Gri-
Siyah Mallar, Kahve ve Bitkisel Katkılı Mallar, Pembe ve Bitkisel Katkılı Mallar
ve Krem Astarlı Mallar. Bunlardan en yaygın grubu oluşturan Pembe-Devetüyü
Mallar’ın Van Bölgesi’nde yoğunluk gösterdiği tespit edilmiştir. Yivli
keramiklerin bir diğer önemli mal grubunu oluşturan Kahve Mallar’ın ise en
yoğun olarak ele geçtiği bölgenin Elazığ bölgesi olduğu anlaşılmaktadır. Đkinci
derecedeki yoğunluk ise Muş-Bitlis illerini de içeren Van bölgesidir. Daha sonra
ise Hakkari Bölgesi’ndeki ve Yukarı Dicle Bölgesi’ndeki merkezlerde
gözlenmektedir. Dolayısıyla Kahve Mallar’ın Doğu Anadolu’nun genelinde
hemen hemen tüm bölgelerde karşımıza çıktığı anlaşılmaktadır. Yine de merkez
ve parça sayısına göre yoğunluk dağılımı göz önüne alındığında, Elazığ-Malatya
bölgesi, Van Bölgesi, Hakkari Bölgesi ve Yukarı Dicle Bölgesi ve çok az
Erzurum Bölgesi şeklinde bir sıralama yapılabilir. Kırmızı-Kiremit Mallar’ın ise
Van Bölgesi’nde varlık gösterdiği ve az sayıda da Elazığ-Malatya Bölgesi’nde
görüldüğü tespit edilmiştir. Gri-Siyah Mal grubuna dahil olan yivli çanak
470
çömlekler ise genellikle Kuzey bölgeleriyle ilişkilidir. Van Bölgesi’nin
kuzeyindeki bölgeler Transkafkasya’ya kadar bu kültür bölgesinin içinde
kalmaktadır. Gri-Siyah Mallar’ın en yoğun ele geçtiği bölge Ağrı-Iğdır
Bölgesi’dir. Ayrıca Erzurum Bölgesi’ndeki merkezlerde de bu tür mal özelliğine
sahip keramikler bulunmaktadır. Kahve ve Bitkisel Katkılı Mallar, Pembe ve
Bitkisel Katkılı Mallar’ın dağılımı göz önüne alındığında ise özellikle Güneydoğu
Anadolu Bölgesi’ndeki merkezlerde yaygın olduğu tespit edilmiştir. Elazığ-
Malatya Bölgesi ise ikinci sırayı almakta ve bu tür malların diğer bölgelerde
yaygın olmadığı dikkati çekmektedir. Sonuç olarak yivli çanak çömleklerin mal
özellikleri dikkate alındığında Pembe-Devetüyü Mallar’ın Van Bölgesi’nde,
Kahve Mallar’ın Elazığ-Malatya Bölgesi’nde, Kırmızı-Kiremit Mallar’ın Van
Bölgesi’nde, Gri-Siyah Mallar’ın Ağrı-Iğdır ve Erzurum Bölgesi’nde, Bitkisel
Katkılı Mallar’ın ise Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yoğunlaştığı ortaya
çıkmaktadır. Krem Astarlı Mallar ise oldukça azdır ve Van Bölgesi, Elazığ-
Malatya Bölgesi ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ele geçmiştir. Dolayısıyla
bu tür bölgesel farklar yivli çanak çömleğin tek bir etnik grup yerine farklı etnik
gruplar tarafından üretildiğini düşündürmektedir. Öte yandan gezici çömlekçilerin
varlığı konusunda bir olasılık varsa, bu durumda tek bir grup tarafından üretilmiş
olduğunu da söylemek mümkün olmaktadır. Ancak bölgede gezici çömlekçilerin
varlığı konusunda herhangi bir veri söz konusu değildir. Zira çömlek üretimi her
kesimden halk tarafından üretilebilecek bir teknolojiye sahiptir ve bu durum
gezici çömlekçilerin varlığı konusundaki düşünceleri zayıflatmaktadır.
Dolayısıyla yivli çanak çömleklerin farklı üretim tarzlarının olması bunların tek
bir halk tarafından üretilmediği göstermektedir. Güneydoğu’da yoğun bitkisel
katkı tercih edilirken, Van Bölgesi’nde bunun oldukça az ele geçmesi söz konusu
üretim farklılığını açıkça ortaya koymaktadır. Bu durumda yivli çanak çömlekler
Erken Demir Çağ’da ister göçle, isterse yerel gelişimle ortaya çıkmış olsun, bu
geleneğin farklı halklar tarafından da üretildiğini ve kullanım gördüğünü
söylemek mümkündür. Zira yazılı kaynaklar bu dönemde Muşki halkı dışında,
Uruadri, Nairi ve Diauehi gibi çeşitli bölgelerde varlık gösteren halklardan
bahsetmektedir. Nitekim bu tür karmaşık bir etnik kullanımın varlığı, genellikle
Doğu Anadolu kültürleri için sınır olarak kabul edilen Toros Dağ silsilesinin bu
471
kültür için sınır teşkil etmemesiyle de desteklenebilir. Ayrıca bu tür yivli
keramiklerin Đran, Transkafkasya ve Doğu Anadolu dışında çok yaygın olmadığı
da dikkati çekmektedir. Bahsi geçen bölgeler dışında sadece Kuzey Irak’ta yer
alan Mudjesir’de1387 ve Kuzey Suriye’deki Tell Halaf’ta1388 ele geçtiği Bartl
tarafından rapor edilmiştir. Buna göre bu keramiğin belirli bir grup tarafından
kontrollü bir yayılımından çok, çeşitli gruplar veya aşiretler tarafından kontrolsüz
bir yayılım tarzına sahip olduğu düşünülebilir ve bu durum, bu dönemde varolan
yarı-göçebe hayat tarzıyla desteklenebilir. Bu bağlamda, Doğu Anadolu’ya yivli
keramik geleneğini getiren halk ister Muşkiler olsun, isterse yerel bir gelişim
süreci olarak tanımlansın, aynı zamanda Erken Demir Çağ’da Doğu Anadolu’da
varlık gösteren birçok halkın da bu çanak çömleği hem üretip hem de
kullandıkları şüphesidir. Ancak bu kadar geniş bir coğrafyada görülen yivli
keramiklerin ne tür bir dağılım mekanizmasıyla yayılım gösterdiğini açıklamak
ise henüz zordur. Yivli çanak çömlekler Doğu Anadolu Bölgesin’de ortaya
çıktıktan sonraki yayılım süreci çeşitli seçeneklerle açıklanabilir. Bunlar arasında
göç, kültürel etkileşim, nüfus aktarımı gibi olasılıklar sayılabilir. Eğer bu yayılım
sürecinin bölge içindeki bir göç hareketiyle meydana geldiği düşünülecek olursa
bu durumda yukarıda belirtilen bölgesel üretim farkları bu düşünceyi
zayıflatmaktadır. Buna karşın bölgenin yarı-göçebe hayvancı geçim şeklinden
yola çıkarak Doğu Anadolu Bölgesi’nde bulunan halklar arasında kültürel
etkileşimin yaşanmış olduğu da inkar edilemez. Bu durumda yivli çanak
çömleklerin bu kadar geniş bir coğrafyada görülmesinde önemli bir payın kültürel
etkileşim olabileceği düşünülebilir. Öte yandan bu kadar geniş bir alanda yivli kap
üretme geleneğinin sadece kültürel etkileşimle açıklanması da Erken Demir
Çağ’da Doğu Anadolu’da varolan yerleşim sistemini basite indirgemek şeklinde
de yorumlanabilir. Çünkü biliyoruz ki, Urartu dönemi için bu tür bir yayılım
şablonunu açıklamak Erken Demir Çağ’a nazaran daha kolaydır. Urartu Krallığı
gibi çevre bölgelerde merkezi kontrol sağlayan ve nüfus aktarımları gibi bir
yöntemle bu bölgelerdeki yerleşim sistemini sağlamlaştıran bir devlet
mekanizmasında yivli çanak çömleğin etkileşim veya nüfus aktarımı sonucu bu
bölgelere yayılması olasılığı sıra dışı değildir. Dolayısıyla yivli çanak çömleğin
1387
Bartl 2001: 405.
1388
Bartl 1989: 257-274.
472
yayılım şablonunda, özellikle Erken Demir Çağ sürecindeki yayılımı açıklamak
güçtür, ancak bu dönemde de Urartu’daki gibi benzer bir yayılım şablonunun
uygulanmış olabileceği düşünülebilir. Özellikle bu dönemde Uruadri ve Nairi gibi
bölgelerde varlık gösteren halkların siyasi bir örgütlenme girişimini başlatmış
oldukları ve bu bağlamda belki de benzer nüfus aktarımları yöntemine
başvurulmuş olabileceği ihtimali olabilir. Bu tür bir merkezileşme girişimi, tüm
bölgelerin birbiriyle etkileşim halinde olması zorunluluğunu yaratmış
olacağından, bu dönemde aynı zamanda yoğun bir kültürel etkileşimin de
varolduğu söylenebilir. Ancak ister göç veya nüfus aktarımıyla, isterse kültürel
etkileşim sonucunda yayılmış olsun, yine de bu halkların niye ağız kenarı altına
yiv yapma geleneğini tercih ettikleri sorusunu açıklama konusunda bilgi vermez.
Diğer bir ifadeyle yivli keramiklerin kullanım sebepleri neler olabilir veya işlevsel
bir özelliği var mı gibi soruların cevabını bulmak henüz mümkün değildir.
Yukarıda da belirtildiği gibi Bartl, bu keramiğin işlevsel olarak ağzının
bağlanması kolaylığını yarattığını ifade etmiştir. Öte yandan bu kapların belirli bir
yiyecekle ilişkili olup olmadığı da tartışılabilir. Yoğurt veya et tüketiminde tercih
edilen bir kap olabilir. Zira Karagündüz mezarlarından elde edilen veriler en
azından çanakların et servisinde kullanılmış olabileceğini göstermektedir. Ancak
kap tiplerinin çanaklar veya çömlekler gibi çeşitli formlardan oluşması bunların
belirli bir yiyecek kültürüyle ilişkili olmadığını da düşündürmektedir. Dolayısıyla
yivli kapları belirli bir yemek kültürüyle ilişkilendirecek henüz sağlam veriler söz
konusu değildir.
473
akıtacaklı ve kimi zaman da sepet veya parmak delikli kulplu olan Hitit kap
formlarına benzemesinden ve Norşuntepe’nin Erken Demir Çağ tabakasının en
erken evresinde bu tipteki Hitit kaplarıyla bir arada ele geçmesinden dolayı erken
örnekler olabileceği düşünülebilir. Van Bölgesi’nin erken evresini temsil eden
Yüksek Omurgalı Kaplar gibi, Elazığ-Malatya Bölgesi’nin erken evresini de bu
kap tiplerinin oluşturduğu söylenebilir (Tablo 5). Dolayısıyla Elazığ-Malatya
Bölgesi’ndeki bu tip kapların Erken Demir Çağı’na tarihlendiği önerilebilir. Van
Bölgesi’ndeki Erken Demir Çağ kap tipleri ise Karagündüz’den elde edilmektedir.
Karagündüz mezarlarında Yüksek Omurgalı Kaplar grubunu oluşturan Tip 1, 2, 3,
4, 5 ve 23’ün dikine ip delikli olan örnekleri de sadece Erken Demir Çağı’nda
kullanım görmüş olabilecek kap tipleri olarak karşımıza çıkmaktadır (Tablo 5).
Bunlardan dikine ip delikli tutamağı olan örnekler Đran’daki verilerden yola
çıkarak erken döneme tarihlenebilir. Dikine ip delikli tutamağı olan benzer
çanaklara Kuzeybatı Đran’daki Demir I Dönemi’ne tarihlenen bazı merkezlerde de
rastlanmıştır. Örneğin Hasanlu V’te bu tür kaplar tespit edilmiştir1389. Demir II
Dönemi’nde ise bu tür tutamağı olan çanaklar daha da yaygınlaşır ve Dinkha
II’de1390 ve Kordlar Tepe III’te1391 karşımıza çıkar. Enine ip deliği olan tutamak
veya kulplara ise Đran’ın Demir III Dönemi’ne tarihlenen merkezlerinde
rastlanmaktadır. Kordlartepe1392, Haftavan Tepe (Mezar 5)1393 ve Zendan-i
Süleyman1394 gibi merkezlerde bu tür tutmağı veya kulbu olan çanaklar ele
geçmiştir. Dolayısıyla Đran’daki verilerden yola çıkarak dikine ip delikli tutamağı
olan çanakların enine ip delikli tutamağı veya kulbu olan çanaklardan daha erkene
tarihlenebileceği önerilebilir. Ayrıca Ernis, Karagündüz ve Yoncatepe gibi
merkezlerden ele geçen kazıma bezemeli yivli kaplar da, Orta Demir Çağ’da
devamı olmadığı için Erken Demir Çağ’a tarihlenebilecek erken örnekler arasında
yer almalıdır. Netice itibariyle yivli keramikler üzerine yaptığımız tiopolojik
çalışmada yalnızca Erken Demir Çağ’da kullanım görmüş kap tiplerinin sadece
Elazığ-Malatya ve Van Bölgesi’nde tespit edildiği anlaşılmaktadır (Tablo 5).
1389
Young 1965: Fig. 8.
1390
Muscarella 1974: Fig. 37- 858, Fig. 39- 873, Fig. 47- 863, Fig. 47- 875, Fig. 47- 864, Fig. 47-
865.
1391
Lippert 1979: Abb. 12/6, Abb. 13/1-2-3.
1392
Lippert 1979: Abb. 13-5, Abb. 14/4-7.
1393
Burney 1972: Pl. IVc, Va.
1394
Thomalsky 2006: Abb. 13/2.
474
Bunun dışındaki diğer kap formlarının ise bir kısmı sadece Orta Demir Çağ’da,
diğer kısmı da hem Erken, hem de Orta Demir Çağ’da kullanım görmüş olmalıdır.
Bu bağlamda yivli çanak çömleğin Erken Demir Çağı’na tarihlenen en erken
örnekleri Elazığ-Malatya ve Van Bölgesi olmak üzere iki bölgede tespit edildiği
görülmektedir. Buna göre yivli çanak çömleğin batıdaki Elazığ-Malatya
Bölgesi’nden Güneydoğu’ya yayılım gösterdiği önerilebilir. Özellikle diğer bir
gelişim bölgesi olan Van Bölgesi’nden ise hem güneye ve güneybatıya, hem de
kuzeye ve doğuya doğru yayılım gösterdiği söylenebilir. Dolayısıyla Elazığ-
Malatya Bölgesi’nde 1200-700/600 arasında varlık gösteren yivli çanak çömlekler
M.Ö. 1100 civarında Güneydoğu Anadolu’ya yayılmış ve M.Ö. 900 yılına kadar
kullanım görmüş olmalıdır (Harita 3). Elazığ Bölgesi’nde Urartu Dönemi’ne
tarihlenen kalelerden ele geçen yivli çanak çömlek parçaları bu geleneğin Urartu
içlerine kadar devam ettiğini göstermektedir. Ancak söz konusu kalelerde kazı
yapılmadığı için bu kalelerin kesin tarihini vermek mümkün olmasa da yazılı
kaynaklar en geç Urartu kralı II. Rusa döneminde bu bölgeyle ilişkilerin
varolduğunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Elazığ-Malatya Bölgesi’ndeki yivli
keramiklerin sona eriş tarihi, Van Bölgesi’nde olduğu gibi Urartu’nun sonu olarak
düşünülebilir. Van Bölgesi’ndeki yivli çanak çömleklerin tarihi göz önüne
alındığında ise, bu bölgedeki yivli kaplar olasılıkla M.Ö. 1200-600 yılları arasında
kullanılmış olmalıdır (Tablo 4, Harita 3). Van Bölgesi’ndeki yivli kaplar hem
Elazığ-Malatya ve Güneydoğu ile, hem de Đran ve Transkafkasya ile etkileşim
halinde bulunmuş olmalıdır. Bu bölgelerde ele geçen benzer kap formları bu
etkleşimin varlığını ortaya koymaktadır. Kuzeyde Erzurum Bölgesi’nde ise
1100/1000-600 arasında varlık göstermiş olmalıdır. Van ve Erzurum-Kars
bölgelerinde bu kadar uzun bir süre kullanım görmesi Urartu Devleti’nin yıkılış
tarihiyle doğru orantılı olmasından kaynaklanmaktadır.
Sonuç olarak, yivli çanak çömlekler, M.Ö. 1200 yıllarından Urartu’nun yıkılışına
kadar yaklaşık 600 yıllık bir dönemde Doğu Anadolu ve çevresini etkisi altına
almayı başarmıştır. Çeşitli bölgesel özelliklere sahip olduğu anlaşılan yivli çanak
çömleklerin kap formları dikkate alındığında, bunlardan bir kısmı sadece Erken
Demir Çağ’da ya da Orta Demir Çağ’da varlık gösterirken, diğer bir kısmı da
Erken Demir Çağ’da başlayıp Orta Demir Çağ’a kadar devam etmiştir. Öte
475
yandan merkezlerdeki tabakalanmalar göz önüne alındığında Erken Demir Çağ’da
iki evreli bir gelişim varken, Orta Demir Çağ’da tek evreli bir gelişimden söz
etmek mümkündür. Buna göre yivli çanak çömlekler kronolojik olarak başlıca 3
evrede değerlendirilebilir (Tablo 5):
476