Professional Documents
Culture Documents
(DERGAH YAYINLARI (Book 23) ) AHMET HAMDI TANPINAR - Saatleri Ayarlama Enstitüsü-Dergah Yayinlari (2004) PDF
(DERGAH YAYINLARI (Book 23) ) AHMET HAMDI TANPINAR - Saatleri Ayarlama Enstitüsü-Dergah Yayinlari (2004) PDF
A h m e t H am d i T an p m ar
Saatleri Ayarlama Enstitiisü'mm yayın haklan Dergâh Y ayınlan’na aittir.
D ergâh Y ayınları: 28
T ü rk edebiyatı-rom aıı: 1
ISB N : 978-975-995-146-7
1. b. 1961 (R em zi K itabevi), 2. b. Ş ubat 1987, 3. b. T em m uz 1992,
4. b. E k im 1995, 5. b. M ayıs 1998, 6. b. E kim 1999, 7. b. E ylül 2000,
8. b. E ylül 2002, 9. b. M ayıs 2004, 10. b. E kim 2005
11. b. M art 2007, 12. b. O cak 2008
13. B askı: E kim 2008
B asım Yeri: A A jan s R eklam cılık F ilim cilik M atb. San. v e T ic . L td. Şti.
B ey san Sanayi S itesi B irlik C ad. Y ayıncılar B irliği Sitesi
No: 32 K apı No: 4 G Y akuplu - B üyü k çek m ece / İstanbul
D E R G Â H Y A Y IN L A R I
Klodfarer Cad. Altan İş Merkezi No: 3/20 34112 Sultanahmet / İstanbul
Tel: [212] 518 95 78 (3 hat) Faks: [212] 518 95 81
www.dergahyayinlari.com / bilgi@dergahyayinlari.com
BİRİNCİ BÖLÜM
B Ü Y Ü K Ü M İTLER
I
7
TANPINAR
için H ollanda’dan buraya kadar gelm iş olm ası, diyebilirim ki, ha
yatım ın en önemli hâdiselerinden biridir.
Vâkıa bu sonuncusu epeyce sıkıntılı oldu. Ecnebi bir âlim le, ter
cüm an vasıtasıyla dahi olsa, bu kadar çetin bir bahiste konuşm ak ve
hiçbir suretle yaşam am ış bir adam a bir m ezar bulm ak zannedildi
ğinden giiç şeylerdir. B irincisinden gazetelerin dediği gibi “ derviş-
çesine tavırlarım ız ve lâubaliyane, hattâ tiryakice ahvalim iz” bizi
kurtardı. İkincisinde ise, ecdadın m ahlâs kullanm ak itiyadı im dadı
mıza yetişti.
Edirnekapı ve Eyüp m ezarlıklarında, K aracaahm et m eşherinde
birkaç gün dolaştıktan sonra, bir A hm et Z am anî Efendi nasıl olsa
bulunacaktı. N itekim bulduk da. B ir ölünün şahsiyetinde yaptığım
bu küçük onarm adan pek o kadar m üteessir değilim . H iç olm azsa
bu sayede adam cağızın kabri tam ir edildi, adı tanıtıldı. Şöhret, âfet
olduğu kadar da vesile-i rahm ettir. K abrinin fotoğrafları H ollan
d a’dan başlayarak bütün dünya gazetelerinde, tabiî daim a baş
ucunda bir elim taşa dayanm ış olarak ve öbür elim de pardöstim ,
şapkam , gazateler filân, bizzat ben bulunm ak şartıyla, neşredildi.
Bugün bunları düşündükçe yalnız bir şeye üzülüyorum . Kitabım
hakkında o kadar iyi şeyler yazan, beni dünyaya tanıtan, günlerce
peşimde dolaşan Van H um bert’in bu m ezara dayanarak bir resim
aldırm asına m üsaade etm edim . H er ricasında, “Siz n ’olsa hıristi-
yansınız, ruhu m uazzep olur!” diye reddeder, ancak sağ tarafım da
durm asına m üsaade ederdim . Fakat, düşünülürse beni de m azur
görm ek m üm kündür. H erif beni aylarca sıkıntıya sokm uştu. Oh ol
sun! N e diye durup dururken gelir, elâlem in rahatını kaçırırlar. Biz
kendi âlem im izde yaşayan insanlarız! H er şeyim iz kendim ize göre
dir. B ununla beraber ilerde görüleceği gibi Van H um bert benden
öcünü aldı.
Evet, ne okum aktan, ne yazm aktan hoşlanırım . Bu böyle iken
bu sabah önüm de koca bir defter, hâtıralarım ı yazm ağa uğraşıyo
rum. H attâ bunun için her gün olduğundan daha erken, saat beşte
kalktım . K adın hizm etçilerim iz, erkek aşçım ız A rif Efendi - te k ku
9
TANPINAR
suru Bolulu olm am asıdır, gayet güzel yem ek p işirir- evim ize eski
bir hanedan çeşnisi verm ek için bin bir m üşkülâtla arayıp bulduğu
m uz A rap kalfa Z eynep H anım - n e garip, çocukluğum da zencisi o
kadar bol İstanbul’a şimdi siyahî insan ithalât malı gibi g iriyor-,
hulâsa Villâ S aat’i ellerinin em ekleriyle ve iyi niyetleriyle çeviren
insanların hiçbiri uyanm am ışlardı. İster istem ez sabah kahvemi
kendim pişirdim . Sonra koltuğum a göm ülerek, hayatım ı düşünm e
ğe, unutulm ası, bahsedilm eden geçilm esi veya değiştirilm esi icap
eden şeyleri ayıklam ağa, behem ehal yazılacakları derinleştirm eğe,
hulâsa bir yazıdan ve bilhassa hâtırat cinsinden bir yazıdan sam im i
lik denen şeyin istediği biitün sıkı şartları göz önünde tutarak, hâ
diseleri zihnim de sıralam ağa çalıştım .
Çünkü ben Hayri İrdal, her şeyden evvel m utlak bir sam im ilik
taraftarıyım , insan her şeyi açıkça söylem edikten sonra neden yazı
yazsın? Bu cinsten kayıtsız ve şartsız bir sam im ilik ise behemehal
bir süzm e, elem e ister. Siz de kabul edersiniz k i, her şeyi olduğu gi
bi söylem ek miimkiin değildir. Sözü yarıda bırakm aktansa, vaktin
de iyi tasarlam ak, okuyucu ile behem ehal anlaşacağınız noktalan
seçm ek gerekir. Ç ünkü sam im iyet tek başına olan iş değildir.
B ütün bunlara bakıp hakikaten hayatım ı, m ühim , anlatılm ası
behem ehal lâzım gelen bir şey sandığım a, ona olduğundan fazla bir
değer verdiğim e inanm ayınız. Ö teden beri Cenab-ı H akk’ın insan
lara bu hayatı yazm ak için değil, iyi kötü yaşam ak için bahşettiği
ne inananlardanım . Z aten yazılm ış şekli m evcuttur. Nezd-i İlâ-
h î’deki nüshasından, kaderim izden bahsediyorum .
H ayır, hâtıralarım ı yazm aktan kastım kendimi anlatm ak değil
dir. Sadece şahidi olduğum birtakım v ak ’aların unutulm am asına
yardım etm ektir. Bir de üç hafta evvel toprağa göm düğüm üz aziz
insanı anlatm ak ve anm ak.
Ben insanların en naçizi ve m anasızı, karım ın, vaktiyle enstitü
m üzün kurulm asından evvel hakkım da kullandığı dille, en sünepe-
si, hakikaten büyük, icat dehasıyla doğm uş bir adamı tanıdım . Y ıl
larca yanı başında yaşadım . Ç alışm a şeklini gördüm . Fikrin kafa
10
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
sında nasıl tutuştuğuna, nasıl birdenbire büyüyen bir ağaç gibi dal
budak salıp âdeta bütün vücudunu kavradığına ve oradan hayata
yayıldığına şahit oldum . A srım ızın belki en büyük, en faydalı mii-
essesesinin, Saatleri Ayarlam a E n stitüsü’nün onun gözlerinde bir
denbire beliren bir parıltıdan bugünkü yahut dünkü hâline gelişini
giin gün hayatım ın bir parçası gibi yaşadım . H attâ kendim i m ethet
mek gibi gülünç bir hâle düşm eden, diyebilirim ki, talih ve tesadüf,
bu Hayri İrdal zavallısına bütün acizlerine rağm en, bu m üessesenin
kuruluşunda m ühim bir rol oynam ayı nasip dahi etti.
Bana öyle geliyor ki, gördüklerim i ve işittiklerim i yazm ak, ge
lecek nesillere karşı en büyük vazifem dir. Kaldı ki m üessesem izin
tarihçesini benden daha iyi yapabilecek tek insan, H alit A yarcı, ar
tık aram ızda değildir. Dün akşam yine onun m asam ızdaki yerini
boş gördiim. K arım ın dolm uş gözlerle bütün yem ek m üddetince bu
boş sandalyeye bakışını bir türlü unutam ayacağım . Sanki etrafında
ki her şeye yabancı idi. N ihayet dayanam adı, peşkiri ile gözlerini
silerek m asadan kalktı, odasına kapandı. Em inim ki bütün gece ağ
lamıştır. Hakkı da var, H alit Ayarcı benim velinim etim se, onun da
en büyük dostu idi. Zaten bu hâtıraları yazm ak fikrini bende, biraz
da onun bu çok yerinde olan kederi uyandırdı.
Kendi kendim e, yatağım da uzun zam an düşündüm . “Hayri İr
dal, dedim , çok şey gördün, geçirdin. Yaşın ancak altm ış olduğu
hâlde birkaç insanın öm rünü birden yaşadın. Sefaletin, bir köşeye
atılmış olm anın her türlü acısını tattın. İkbalin m erdivenlerinden
çevik ve çâlâk çıktın. H içbir zam an ve hiçbir kuvvetin halledem e
yeceği m eselelerin halloldu. B ütün bunlar hep onun H alit Ayar-
c ı’nm sayesinde oldıı. Seni m ezbeleden o çekip çıkarttı. Hayatın
için, düşüncen ve rahatın için hakikî düşm an olan her şeyi ve her
kesi o sana dost yaptı. Etrafında sade çirkinlik, fakirlik, sefalet gö
ren bir adam iken birdenbire insana lâyık birtakım asil zevk ve sa
adetlerin bulunduğunu duydun ve insan ruhunun asilliğini anladın.
Yakın sevgisini öğrendin. K arın P akize’yi bile asil yüzü ile o sana
tanıttı; çocuklarını Cenab-ı H akk’ın sana azap çektirm ek için gön
11
TANPINAR
II
H alit Ayarc ı’yı tanım adan evvelki hayatım , dedim . Fakat ger
çekten buna bir hayat denebilir m i? E ğer yaşam ak kelim esinin m â
nası her şeyden m ahrum olm ak ve ıstırap çekm ekse, her an küçül
m ek ve bunu nefsinde her lâhza duym aksa, bir türlü aşam ayacağı
bir çem berin içinde durm adan çırpınm aksa, süphesiz ben de, be
nim kiler de en derin şekilde yaşıyorduk. Yok, bu kelim enin içinde
biraz ruh ve im kân genişliği, birtakım hakları duym ak, o içten se
vinm eler, dışa karşı bir parçacık güven, etrafınızla m üsavi şartlar
içinde rahat bir karşılaşm a filân varsa, o zaman iş çok değişir. D ik
kat ediniz ki, bir şeyler yapm aktan, insanlara faydalı olm aktan hiç
bahsetm edim . Zaten H alit A yarcı’yı tanıyana kadar bu cinsten bir
zevkin farkında bile değildim . B ugün ise hayatım ın bir gayesi var.
A rkam da az çok beni hatırlatacağına inandığım bir iş bırakıyorum .
On yıl m üddetle dünyanın en yeni, en faydalı m üessesesinin m üdür
m uavinliğini yaptım . D eğil çoluk çocuğum a, uzak yakın bütün ak
rabam a, eş ve dostum a, hattâ insan hâli, vaktiyle kalbimi kıranlara
bile iyilik ettim , iş buldum , refaha kavuşturdum . Bu m eselede sade
enstitüm üz m em urları için -k i yarısı benim ve H alit A yarcı’nın ak
rabasıdır, çünkü enstitü kurulur kurulm az kadrosunun müsavi şekil
de m ühim yerlerden tavsiye edilenlerle hısım ve akrabam ızdan teş
kil edilm esine H alit Ayarcı büyük bir isabetle karar verm iş ve bu
12
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
13
TANPINAR
14
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
15
TANPINAR
16
SAAFLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
17
TANPINAR
18
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
nen cürüm ilk evlenm e gibi insanda m utlak bir pişm anlık hissi
uyandırsın. Fakat insanlık hâli İkincisinden sonra başlayan ceza ar
tışlarında karşı tarafı üm itsizliğe düşüren bir nevi açık arttırm a
m anzarası bulunduğu aşikârdır. İşte biz nakit cezalarım ızda yüzde
ondan başlayarak yedinci ve sekizinci tekrarda yüzde otuza kadar
inmek suretiyle bu tabiî neticeyi ve onun aksülâm ellerini önlüyor-
duk. B öylece vidolu ve kollektif olan ceza sistem im iz aynı zam an
da bir nevi m üessese ilgisi kazanıyordu. Kaldı ki işin içinde ticarî
bir taraf da vardı. H asılatını belediyem izin bize bırakm ak lutfunda
bulunduğu bu ceza sistem im izle bir nevi ticaret yapıyorduk. Hangi
ticarî m üessese devam lı m üşterilerine ufak bir ikram da bulunm az?
Öteden beri m evsim sonu tenzilâtlarına alışık olan ve ancak bu su
retle ticaret erbabının kârı hakkında küçük bir fikir edinebilen İs
tanbul halkının böyle bir şeyden m em nun olacaklarını peşin olarak
tahmin etm ekle hiç hata etm em iştim . Kaldı ki, yarı resm î bir miies-
seseden böyle bir şey pek beklenem ezdi. Bu itibarla halkın hoşuna
gitmesi ve rağbeti arttırm ası çok m üm kündür.
Nitekim öyle oldu. B ir türlü inanam adıkları, bir latife zannettik
leri bu tenzilât işini bizzat görebilm ek için halkım ız birbirinin ko
luna girip ayarsız saatleri ellerinde bürolarım ıza hücum a veya kont-
rollarımızı yoldan çevirip kendileri için ceza yazdırm ağa başladılar.
Halkın kendi isteğiyle hattâ güle güle verdiği bu nakit ceza modası
birdenbire şehri sardı. A rtık çocuklara oyuncak filân alm ağa ihtiyaç
kalm adı. Sevimli küçükler, büyüklerin neşesine iştirak edebilm ek
için en güzel, en iç gıdıklayıcı vasıtayı bulm uşlardı.
Şurasını da söyleyeyim ki, sade İstanbul ahalisi değil, civar köy
ler, hattâ biraz uzakça şehirler halkı da bu işe m erak sardırdılar. O
kadar ki, tenzilâtlı nakit cezanın ve bilhassa ceza abone karneleri
nin ilk tatbik aylarında D em iryolları İdaresi bazı hatlarda ilâve se
ferler yapm ağa m ecbur oldu. H aydarpaşa ve Sirkeci garları her
gün, “A m an şunu bir görsek” , yahut “O lur şey değil, hakikaten de
doğruym uş...” diyen ve gülen, kırılasıya gülen insanlarla dolup bo
şalıyordu.
19
TANPINAR
20
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
III
21
TANPINAR
N ihayet şu kanaata vardım ki, ona hiç kim senin ihtiyacı yoktur.
H ürriyet aşkı, -h a y d i H alit A yarcı’nın sevdiği kelim e ile söyleye
yim , nasıl olsa beni artık ayıplayam az, kendine ait bir lügati kullan
dığım için benim le alay e d e m e z !- bir nevi snobizm den başka bir
şey değildir. H akikaten m uhtaç olsaydık, hakikaten sevseydik, o sık
sık gelişlerinden birinde adam akıllı yakalar, bir daha gözüm üzün
önünden, dizim izin dibinden ayırm azdık. N e gezer? D aha geldiği
nin ertesi günü ortada yoktur. Ve işin garibi biz de yokluğuna pek
çabuk alışıyoruz. K ıraat kitaplarında birkaç m anzum e, resm î nu
tuklarda adının anılm ası kâfi geliyor.
H ayır, benim çocukluğum un hürriyeti, hiç de bu cinsten bir hür
riyet değildir. E vvelâ, burası zannım ca en m ühim idir, onu bana hiç
kim se verm edi. Bu sızdırılm ış altın külçesini birdenbire kendi
içim de buldum . Tıpkı ağaçta kuş sesi, suda aydınlık gibi. Ve bir de
fa için buldum . B ulduğum günden beri de küçücük hayatım , fakir
evim iz, etrafım ızdaki insanlar, her şey değişti. Vakıa sonraları ben
de onu kaybettim . Fakat ne olursa olsun bana tem in ettiği şeyler ha
yatım ın ne büyük hâzinesi oldular. N e dünkü sefaletim , ne bugün
kü refahım , hiçbir şey onun m ucizesiyle doldurduğu seneleri ben
den bir daha alam adılar. O bana hiçbir şeye sahip olm adan, hiçbir
şeye aldırm adan yaşam ayı öğretti.
Lüzum suz hiçbir şeyin peşinde koşm adım . H içbir ihtirasın pe
şinde beyhude yere em ek sarf etm edim . H içbir zam an sınıfım ızın
birincisi veya İkincisi, hattâ yirm incisi olm ak istem edim .
Fatih R üştiyesi’ndeki sınıfım ızın kalabalık m evcudu bana, etra
fım daki yarışı en geri sıralardan, isterseniz buna kıral locası deyin,
seyretm ek im kânını verdi. însan işlerine uzaktan bakm ayı oradan
öğrendim .
A rkadaşlarım ın çoğu gibi m ektebe lalalarla, uşaklarla gitm e
dim . N e yeni, süslü elbiselerim , ne su geçm ez potinim , ne sıcak
paltom vardı. D aim a diz kapaklarım yam alı, daim a dirseklerim bi
raz dışarıya fırlam ış gezdim . H iç kim se m ektebe giderken bin tür
lü sıkı tem bihle beni öpm edi, ne de akşam üstü yolum u dört gözle
22
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
IV
23
TANPINAR
24
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
25
TANPINAR
26
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
27
TANPINAR
vurm ağa başlam asından sonra bu korku hepim izin içine yerleşti.
A nnem o günden sonra ayaklı saatim izden hep M übarek diye bah
setti. B ütün dindarlığına rağm en daha beşerî düşünen babam ise
ona M enhus adını koym uştu. M enhus veya M übarek bu saat çocuk
luğum un bir tarafını zaptetm iş gibidir.
Bu büyük saatten başka bir de küçük m asa saatim iz vardı k i, ba
bam la annem in yattıkları odada bir m asanın üzerinde dururdu. Bu
saat birincisi gibi dinî veya uhrevî değildi. Tam aksine olarak laik
bir saatti. H ususî zem bereği kurulunca saat başlarında o zam anın
çok m oda olan bir türküsünü çalardı. R adyo çıktığından beri çalar
saatler ortadan kayboldu. D oğrusunu isterseniz ben birincilerini
tercih ederim . Vakıa sesi m aazallah kapı gıcırtılarına benzeyen ve
bütün gayretlerine, yahut gayretlerim e rağm en hâlâ üç makam ı ta-
nıyam ayan büyük baldızım ın, sırf H alit A yarcı’nın him m etiyle bu
m ühim m üesseseye büyük ve şöhretli m uganniye olarak girm esin
den sonra, böyle bir fikri ortaya atm am hiçbir zaman doğru olm az.
A m m a, ne yapayım ki, radyo m ünasebetsiz bir icattır. H iç olm azsa
çalar saat bütün gün alabildiğine şarkı söylem ez, cin yutm uş gibi
dans havaları tepinm ez, felâket yağm uru havadisleriyle üzerinize
çullanm az, ve sizinki susturulduğu zam an behem ehal kom şularınki
başlam az. B ence radyo, aklım ın erdiği kadarım söyleyeceğim tabiî,
-a z iz okuyucum bu fikirleri dinlerken, m untazam bir tahsil görm e
m iş, öm rü kahve peykelerinde geçm iş, ihtiyar bir adam dan geldik
lerini hiçbir zam an u n u tm a!- insanoğullanna lüzum suz m eraklar
aşılam aktan başka bir şeye yaram az. B azen düşünürüm , ne kadar
garip m ahluklarız? H epim iz öm rüm üzün kısalığından şikâyet ede
riz; fakat gün denen şeyi bir an evvel ve farkına varm adan harca
m ak için neler yapm ayız? Ben bile bu yaşta işim le gücüm le meşgul
olacağım yerde radyo başına oturup saatlerce, bir kere bile gidip
görm ediğim , - ta b iî sinem alardaki havadis film leri h a riç - futbol
m açlarının, boks güreşlerinin hikâyesini dinliyorum .
Ü çüncü saat babam ın koyun saati idi, pusulalı, kıblenüm alı, tak
vim li, alaturka ve alafranga, m evcut ve gayrim evcut bütün zam an
28
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
ları sayan acayip bir saatti bu. Tek bir kusuru vardı. O da m uhtelif
marifetlerini bir tek ustanın lâyıkıyla tanım asına im kân olm am asıy
dı. Nuri Efendi bile onu tam m ânasıyla ve her yandan işletebilece-
ğine kani değildi. B ir kere bozulunca kolay kolay tam ir edilem iyor
du. Yalnız orta katındaki odasında oturulan evler gibi saatin yarısı
muattal dururdu. Babam ın Nuri Efendi ile dostluğu bu yüzden sık-
laşmıştı.
Sanatının tam ehli olan ustam bu saati tam irden o kadar bıkm ış
tı ki, sonunda babam a kendi eliyle kurm asını bile m enetm işti.
G örülüyor ki, dayım ın hediyesi beni hiç de büsbütün gafil avla-
mam ıştı. D aha doğrusu onun hayatım da dolduracağı yer kendisi
gelmeden çok evvel hazırlanm ıştı.
O yaşta bir saati olup da içinde ne vardır diye m erak etm em ek
kabil midir? H ele insan, benim gibi çocukluğu boyunca ayaklı bir
saatin âdeta bir büyü gibi zaptettiği bir evde yaşam ış olursa! O za
mana kadar azar, tekdir belâsı saatlere yalnız dışlarından bakm akla
yaşam ıştım . Onları sadece seyrediyor, varlıklarından lezzet alıyor
dum. D ayım ın hediyesi ile beraber bende kendilerini yakından ta
nımak ve anlam ak ihtiyacı başladı. D aha ilk elim e aldığım gün zih
nî hayatım birkaç merhaleyi birden atladı. N için? N eden? Ve nasıl?
suallerinin h in u m u içinde kaldım .
Dayım ın hediyesinin elim e geçtiğinden hem en birkaç hafta son
ra bir daha hiçbir işe yaram ayacak hiçbir zam anı saym asına artık
imkân olm ayan iğri büğrü maden parçaları, paslı veya parlak bir yı
ğın enkaz hâline geldiğini söylem eğe lüzum var m ı? Bu tecrübeden
elim de iki şey kaldı. H er gördüğüm saati çözm ek ve içine bakm ak
hevesi, bir de saatten gayrı şeye alâkasızlık.
O seneyi bu saat yüzünden, ertesi seneyi yolda bulduğum çok
eski başka bir saat yüzünden aynı sınıfta geçirdim . V âkıa üçüncü
senenin sonunda daha ziyade babam ın sızlanışlarına acıdıkları için
bütün m ektebin, hattâ sem t halkının elbirliği eden yardım ıyla rüşti
yenin ikinci sınıfına atlayabildim ; am m a, bende de artık okum a he
vesi kalm am ıştı. Vaktimi daha ziyade Nuri Efendinin m uvakkitha-
29
TANPINAR
30
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
raya taşırdı.
U zun, dört köşe yüzü, beyaz, seyrek sakalı, büyük, kestane ren
gi çok yum uşak bakışlı gözleriyle insanın üzerinde garip bir tesir
yapardı. Bu bakışlarla karşılaşanlar onu sadece iyilik yapm ak için
yaratılm ış tasavvur ederlerdi. Hani o m asallarda başınız sıkıldığı
zaman yakıp im dadınıza çağırm ak için size sakalından üç tel verip
kaybolan ihtiyarlar gibi bir şey. M uvakkithaneye yerleştiğinden be
ri otuz beş sene geçtiği hâlde bir kere hiddet ettiğini, bir kere bağır
dığını gören olm am ıştı.
Nuri Efendinin konuşması çok tatlı idi. Tane tane, kelimelerine
dikkat ederek, onları âdeta seçerek konuşurdu. Bilhassa saatçilik üze
rine sohbetten çok hoşlanırdı. Tanıdıklarının bir kısmı onu büyük bir
âlim, bir kısmı ise yarı evliya addederlerdi. H akikatte pek az tahsil
görmüş, ancak bir iki sene cami derslerine devam etm işti. Bunu ken
disi de gizlem ezdi. Sık sık, “Beni adam eden saatlerdir!” derdi.
G aliba sem tin en iyi saatçisi idi. Fakat bir m eslek adam ından zi
yade, işin zevkinde bir keyif ehli gibi çalışırdı. K endisine saatleri
ni tam ir için getirenlerle pazarlık etm ez, ne verirlerse kabul ederdi.
Yalnız saati bırakıp giderken, “ Sakın haber gönderm eden gelip al
mağa kalkm a!” derdi. Bazen de “A cele yok ha! A cele istem em !”
diye arkasından bağırırdı. B öylece kendisine em anet edilen saati
bir kere açtıktan sonra bir cam kavanoz altına koyar, bazen hafta
larca el sürm eden karşıdan seyreder, eğer işliyorsa zam an zam an
üstüne eğilir, sesini dinlerdi. Bu hâlleriyle üzerim de bir saatçiden
ziyade saat doktoru hissini bırakırdı.
Zaten saatle insanı birbirinden pek ayırm azdı. Sık sık, “Cenab-ı
Hak insanı kendi sureti üzere yarattı; insan d a saati kendine benzer
icat etti...” derdi. Bu fikri çok defa şöyle tam am lardı: “ İnsan saatin
arkasını bırakm am alıdır. Nasıl ki, A llah insanı bırakırsa her şey
m ahvolur!” Saat hakkındaki düşünceleri bazen daha derinleşirdi:
“Saatin kendisi m ekân, yürüyüşü zam an, ayarı insandır... Bu da
gösterir ki, zam an ve m ekân, insanla m evcuttur!”
Bu cins benzerlikler üzerinde ısrar eden bir yığın sözü daha var-
31
TANPINAR
di: “M aden, kendiliğinden ayar kabul etm ez. İnsan da böyledir. Sa
lâh, iyilik, H ak k ’ın bize lutufla bakışı sayesinde olur. Saat de böy
ledir.” Nuri E fendide saat sevgisi bir nevi ahlâktı: “Bozuk bir saate,
bir hastaya, bir m uhtaca bakar gibi bakm ağa alış!” ve Nuri Efendi
hakikaten öyle yapardı. D iyebilirim ki en çok üzerine düştüğü saat
ler, hurda denebilecek kadar bozulm uş, atılm ası lâzım gelen, hattâ
atılm ış saatlerdi. O nlardan biri eline geçince çehresi âdeta yum u
şardı: “K alb işlem iyor artık. B eyinde de arıza var” , yahut; “Nasıl
yürüsün biçare, iki ayağının ikisi de yok...” diye büsbütün beşerî bir
dil konuşurdu.
Şurada burada tesadüf ettiği yaym acılardan bu cins bozuk saat
leri satın alıp ötesini berisini değiştirerek tam ir ettikten sonra fakir
dostlarına hediye ederdi: “Al bakayım şunu! Hele bir zam anına sa
hip ol... O ndan sonrasına A llah kerim dir!..” sözü kendisine dert ya
nanların -fa k ir olm ak şa rtıy la - çoğuna cevabı idi. B öylece Nuri
Efendinin sayesinde zam anına tekrar sahip olan insan sanki darıldı
ğı karısı ile daha kolay barışabilir, çocuğu daha çabuk iyileşirm iş,
yahut hem en o gün borçlarından kurtulacakm ış gibi sevinirdi. B u
nu yaparken iki türlü sevap işlediğine inandığı m uhakkaktı. Çünkü
bir yandan yarı ölü bir saati diriltm iş oluyor, öbür yandan da bir in
sana yaşadığının şuurunu, zam anını hediye ediyordu.
Nuri Efendi böyle esaslı tadillerle yeniden zaman arabasına koş
tuğu saatlere o devrin silâhlarını kastederek hafif bir alayla “ m uad
d el” adını verirdi. Çünkü bu saatlerde zem berek, tulum ba, çarklar
her biri ayrı fabrikalardan, ayrı işçiliklerden gelmiş olurdu. Bu
cinsten bir saati eline alıp da evirip çevirirken, “N e kadar bize ben
ziyor... Tıpkı bizim hayatım ız!” derdi. Bu Nuri E fendinin, sonradan
H alit A yarcı’nın verdiği isim le içtim aiyatçı tarafı idi.
Bu sözleri senelerden sonra H alit A yarcı’ya naklettiğim gün,
aziz velinim etim hakikî bir heyecana kapılm ış, âdeta boynum a atı
larak, “ Siz büyük bir filozofla tanışm ışsınız azizim !” diye bağır
m ıştı. H alit Ayarcı ile ilk tanıştığım günün, daha doğrusu gecenin
hikâyesini bütün teferruatıyla ilerki sahifelerde yazacağım . Burada
32
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
33
TANPINAR
adam olm adım . T abiî insanlık hâli ben de onun bu iltifatlarını mti-
kâfatsız bırakm adım . D aim a ufak tefek ücret zam larıyla kendisini
korudum . M am afih büsbütün haksızlık da etm eyelim . U zun zaman
beni tedavi eden D oktor R am iz, okuyucuların ilerde görecekleri gi
bi hayatım ın başka bir tarafı ile, Seyit L ûtfullah’a bağlı tarafıyla
alâkalı idi.
Bu da gösterir ki, gerek Nuri Efendiyi gerek beni, daha doğrusu
benim vasıtam la Nuri Efendiyi ve bittabi Nuri Efendinin arasından
beni ve ikim izin arasından da saatin ve zam anın hayattaki ferm an-
ferm a, insanüstü rolünü ilk anlayan ve takdir eden H alit A yarcı’dır.
Zaten onun belli başlı m eziyetlerinden biri de, gizli kalm ış kıym et
leri bulup çıkarm asıdır.
Nuri Efendi ve H alit A yarcı... İşte benim hayat m ekiğim bu iki
kutup arasında dolaştı. B>isini çok gençken, insanlara ve hayata
gözlerim henüz açıldığı sırada tanıdım . Ö bürü her şeyden üm it kes
tiğim , hattâ öm ür defterim i tam am lanm ış sandığım bir zam anda
karşım a çıktı. Fakat bu ayrı m eziyette, ayrı zihniyette insanlar bü
tün zam an ayrılıklarının üstünden hayatım da bir daha ayrılm am ak
şartıyla birleştiler. Ben onların bir m uhassalasıyım . Tıpkı Nuri
Efendinin o kadar dikkatle ve ayrı ayrı işçiliklerden gelm iş parça
ları birleştirerek tam ir ettiği, zam an kervanına kattığı hurda saatler
gibi onlardan bir parça, onların “m uaddel” bir halitası, terkip hâlin
de eseriyim .
Nuri Efendi belki saat tam irinden ziyade saatlerin ayarında titiz
di. Ayarsız saat bu halim selim adam ı âdeta çileden çıkarırdı. M eş-
rutiyet’ten sonra bilhassa şehir saatleri çoğalınca “ayarsız saat gö
receğim ” korkusu ile m uvakkithaneden çıkm az olm uştu. O na göre
işlem eyen, kırılm ış, bozulm uş bir saat hastalanm ış bir insana ben
zerdi. T abiatında m azurdu. Fakat ayarsız bir saatin hiçbir mazereti
yoktu. O bir İçtim aî cürüm , korkunç bir günahtı. İnsanları iğfal et
m ek, onlara vakitlerini israf ettirm ek suretiyle hak yolundan ayır
m ak için şeytanın baş vurduğu çarelerden biri de Nuri E fendiye gö
re, şüphesiz ayarsız saatlerdi.
34
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
Nuri Efendi sık sık, “Ayar, saniyenin peşinde koşm aktır!” derdi.
H alit A yarcı’yı pek şaşırtan sözlerinden biri de bu olm uştu:
- D üşün H ayri İrdal, düşün aziz dostum bu ne sözdür? Bu de
m ektir ki, iyi ayarlanm ış bir saat, bir saniyeyi bile ziyan etmez!
Halbuki biz ne yapıyoruz? B ütün şehir ve m em leket ne yapıyor?
Ayarı bozuk saatlerim izle yarı vaktim izi kaybediyoruz. Herkes
günde saat başına bir saniye kaybetse, saatte on sekiz m ilyon sani
ye kaybederiz. G ünün asıl faydalı kısm ını on saat addetsek, yüz
seksen m ilyon saniye eder. B ir günde yüz seksen m ilyon saniye y a
ni üç milyon dakika; bu dem ektir ki, günde elli bin saat kaybediyo
ruz. H esap et artık senede kaç insanın öm rü birden kaybolur. H al
buki bu on sekiz m ilyonun yarısının saati yoktur; ve m evcut saatle
rin çoğu da işlem ez. İçlerinde yarım saat, bir saat gecikenler vardır.
Çıldırtıcı bir kayıp... Ç alışm am ızdan, hayatım ızdan, asıl ekonom i
miz olan zam andan kayıp. Şim di anladın mı Nuri Efendinin büyük
lüğünü, dehasını?.. İşte biz onun sayesinde bu kaybın önüne geçe
ceğiz. İşte enstitüm üzün asıl faydalı tarafı... M uarızlarım ız istedik
lerini söylesinler. B iz bu cem iyette en m ühim işi yapıyoruz. Derhal
büyük ve sıhhatli bir istatistik hazırlayın ve broşürleri bu hafta so
nunda basalım ... D aha doğrusu onu ben hazırlarım . Bu kadar m ü
him işi hiç kim seye verem em ... Fakat siz de Nuri Efendinin haya
tını anlatan bir kitap yazın. Şöyle A vrupalıca bir kitap. Bunu yalnız
siz yapabilirsiniz ve vazifenizdir de... Bu adam ı dünyaya tanıtm alı
yız.
Bu kitabı yazam adım . D aha faydalı olm ası, m üessesenin politi
kasına daha fazla yardım etm esi için onun yerine aynı fikirleri ve
malzemeyi kullanarak A hm et Z a m a n î E fe n d i’nin H ayatı ve Eserle-
r i’ni yazdım . A caba bu ustam a bir ihanet m idir?
Nuri Efendi bana fazla iş verm ez, verdiği işin de behem ehal ya
pılmasını istem ezdi. A celeye lüzum yoktu. O , zam anın sahibi idi.
O na istediği gibi tasarruf eder, yanındakilere de az çok bu hakki ta
nırdı. Zaten o beni daha ziyade bir dinleyici olarak kabul etm işti.
A ra sıra, “Oğlum Hayri! derdi. İyi bir saatçi olup olm ayacağını bil
35
TANPINAR
m iyorum . D oğrusu, bunu senin hayrın için çok isterdim . Sen erken
yaşta bir iş tutup ona kendini verm ezsen büyük sıkıntılara uğrayabi
lirsin. Y aradılışın m ütevazı insan yaradılışı... H ayata ve etrafa karşı
yeter derecede dayanıklı değilsin. Seni ancak iş kurtarabilir. Yazık ki
bu iş için lâzım olan dikkat sende yok. Fakat saatleri seviyorsun, on
lara acıyorsun! Bu m ühim bir şeydir. Sonra ayrıca dinlem ek gibi bir
hasletin var. Burası m uhakkak. D inlem esini biliyorsun, ki bu mühim
bir m eziyettir. H içbir şeye yaram asa bile insanın boşluğunu örter,
karşısındakıyla aynı seviyeye çıkarır!” diye iltifat ederdi.
Nuri Efendi her yıl bir takvim neşrederdi. B üyük bir kısmı bir
yil evvelkinden olduğu gibi aktarılan bu takvim i kasım sonlarında
yazm ağa başlar, şubat ortasında N uruosm aniye’de bir m atbaaya be
nim le yollardı. Bu işin gözüm ün önünde olm ası beni çok şaşırtırdı.
R um î, A rabî aylar, onların m evsim lerine aşılanm ış daha başka da
ha eski yıl ve zam an bölüm leri, güneş ve ay tutulm aları, en ince he
saplarıyla her gün için kaydedilen kuşluk, öğle, ikindi, akşam , yat
sı saatleri, büyük fırtınalar, küçük, fakat onun hesabında çok mâna-
lı rüzgârlar, giin dönüm leri, şiddetli soğuklar, eyyam ı bahur sıcak
ları, bu küçük cam i odasında başında takkesi, alçak sedirinde sağ
dizinin üstüne kâğıt tom arlarım dayayarak pirinç gibi rakam dizile
rini sıralayan bu adam ın kam ış kalem iyle sarı pirinç divitinden, ya
vaş yavaş âdeta çok çeşitli bir rüya gibi doğarlar, sanki sırası gel
dikçe m eydana çıkm ak, dünyam ızda hüküm sürm ek için odanın bir
köşesinde, ışığın en az uğradığı ve saat seslerinin en fazla yığıldığı
bir tarafında toplanırlardı.
O nun bu takvim e çalıştığı günlerde ben hakikî bir m ucizeye şa
hit oluyorm uşum gibi kendim i esrar içinde kaybederdim . B ir sene
evvelki takvim i de aynı şekilde öm rüm üzün bütün m erhaleleriyle
hazırladığım bildiğim için âdeta onun tarafından tanzim edilm iş bir
dünyada, onun iradesinden çıkm ış bir ışık içinde yaşadığım ı zanne
der ve rahm etli üstadım a biraz da korku karışan başka türlü bir hay
ranlıkla bağlanırdım .
36
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
VI
37
TANPINAR
zjydı. G elinlerden her biri ya şöhretli m üşirin, veya vezirin kızı, ya
hut d a bir A rnavutluk beyinin torunuydu. Bu kadar karışık bir aile
nin A bdülham it devrinde bir yığın vesvese, vehim , dedikodu uyan
dırabileceğini düşünen A bdüsselâm B ey kardeşlerinden birinin kı
zını padişahın çok itim at ettiği hafiyelerden biriyle evlendirm eğe
m uvaffak olm uştu. Bu zat, kendisinin aza oiduğu Şura-yı D evlet’te
kâtip olduğu için evde ve dairede hem en hem en bütün gün onu göz
altında bulundurabiliyordu. Sabah akşam lastik tekerlekli arabasın
da A bdüsselâm B eyle kardeşinin dam adının beraberce Şura-yı
D evlet’e gidip geldiklerini görm ek onları tanıyanların pek hoşuna
giderm iş. Asıl garibi dam adın, çok sevdiği, velinim et addettiği A b
düsselâm Beyi böyle göz altında bulundurm aktan üzülm esine mu
kabil bir saat yalnız kalsa “yangın var!” diye bağıracak, bom boş bir
tram vaya binse tek yolcunun yanına gidip oturacak, yahut vatm a
nın yanında ayakta duracak cinsten olan A bdüsselâm B eyin bu za
rurî arkadaşlıktan pek m em nun olm asıydı.
A bdüsselâm Beyi M ütareke yıllarında daha yakından tanıdım .
A dam akıllı ihtiyarlam asına rağm en hâfızası az çok yerinde idi. O
günleri bana anlatırken Ferhat B eyin bu çekingenliğine kahkahalar
la gülerdi. A bdüsselâm B ey askerden döndüğüm zam an yalnızlığı
m a acım ış, -a n a m , babam hepsi ö lm ü şle rd i- beni küçük kızı ile be
raber oturduğu B ay ezıt’taki evine alm ış, evlerinde yetişm iş bir kız
la evlendirm işti. E vet Z ey n ep ’le A h m et’in anneleri ilk karım bu ev
de büyüm üştü.
A bdüsselâm B eyin konağı M eşrutiyet’in ilânına kadar bu şekil
de devam etti. Bu konağın kalabalığı ve m asrafı hakkında bir fikir
verebilm ek için sem tin iki bakkal, bir şekerci ve bir kasabının he
m en hem en bu konakla geçindiğini söylem ek yeter. A ristidi E fen
dinin eczanesinin belli başlı hasılâtı da bu konaktandı. Hürriyetin
ilânından sonra, ayrı ayrı planlarda bir benzeri olduğu im paratorluk
gibi, konak da yavaş yavaş dağıldı. İlk önce B osna-H ersek, B ulga
ristan, Şarkî Rum eli ve Şim alî A frika arazisi ile beraber birader
beylerle hem şire hanım lar ayrıldılar, sonra B alkan Harbi sıraların
38
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
da küçük beylerin ve gelin hanım ların bir kısmı evden çıktı. Sonu
na doğru hem en hemen yalnız Ferhat B eyle -k ard eşin in d a m a d ı-
kendi çocuklarının bir kısmı kaldı. Ferhat Bey sonuna kadar Ab-
düsselâm B eyle beraber yaşadı. O nlar sabah akşam kendilerini Şu-
ra-yı D evlet’e götürüp getiren lastik tekerlekli arabanın siyah, ya
ğız, M acar ve İngiliz kırması atları gibi birbirlerine alışıktılar. Son
zam anlarda bu iki adam ın birbiriyle konuşm ası sadece Ferhat B e
yin A bdtilham it’e, haftada bir, konak ahvaline dair verdiği jurnallar
üzerine idi.
Ferhat B eyin m ahcubiyetten yüzü kızara kızara anlattığı bu hâ
tıralar sayesinde A bdüsselâm Bey, eski konağının iç yüzünü her
gün yeni bir tarafından öğreniyor, nisbeten daha genç ve dinç yaş
ta, zengin, talihin alabildiğine yüzüne güldüğü, etrafında tam iste
diği cinsten cıvıl cıvıl, üst ü ste, Babil Kulesi kadar karışık, her d il
den ve her kafada; fakat insan yakınlığının sıcaklığı ile dolu bir ha
yatın kaynaştığı o günleri âdeta yeniden yaşıyordu.
Fakat hem en her akşam gözlerim in önünde tekrarlanan bu can
landırm a ve geçmişi yeni baştan yaşam ada aksayan bir taraf vardı.
Ferhat Beyi dinlerken A bdüsselâm Beyin gözlerini bulandıran m a
zi hasretine, garip, âdeta m uzipçe bir parıltı, dudaklarının kenarın
da insan zaaflarıyla alay eden anlaşılm az bir gülüm sem e karışırdı,
ve bu hal Ferhat Beyi hikâyelerinde büsbütün şaşırtır, bir kat daha
m ahcup ederdi.
Bir gün eski Şura-yı D evlet azası sırrını bana açtı:
- B içare dam at bey, hakikaten bu işten fazla m ahcup ve m usta
rip... Farkında değil ki, ben de her hafta kendisi için bir jurnal ve
riyordum ...
Benim Nuri Efendinin m uvakkithanesine gidip gelm eğe başla
dığım sıralarda A bdüsselâm Beyin konağında ancak otuz yedi insan
kalm ıştı. B unlar da kendi çocuklarının dışında, talihin cilvesiyle,
daha ziyade em ektar hizm etçiler, kardeşlerinin uzak akrabaları, ki
me ait olduğu her gün yeniden m ünakaşa edilen ihtiyar teyzeler, ha
lalar, yengelerdi. A bdüsselâm Bey bu hâle içten içe üzülüyor, gizli
39
TANPINAR
VII
40
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
K u r’ân ’larla dikkati çekm iş, bu sayede E m irgân’da oturan çok zen
gin bir ailenin bahçıvanının kızı ile evlenm iş, hattâ bu sayede bir
vâızlık bile koparm ıştı. Bu ilk gelişinde kendisini tanıyanlar, m az
but, m utaassıp bir şeriatçi olduğunu, vaazlarında, m ünakaşalarında
etrafı âdeta yıldırdığını anlatırlardı. Babam ın söylediğine göre bu
vaazlarda Seyit Lûtfullah hem en hem en insan hayatında ibadetten
başka bir şeye m üsaade etm ez, yem ekten, içm ekten, konuşm ağa
kadar her şeyi yasak ederm iş.
Bu ilk devre ancak üç yıl sürm üş, karısının ölüm ü üzerine her
şeyi bırakarak yeniden seyahate çıkm ış, ancak on sene sonra Meş-
rutiyet’ten iki yıl evvel, İstanbul’a dönm üş, o yıkık m edrese odası
na yerleşm işti. Fakat bu dönen Seyit Lûtfullah artık eski adam de
ğildi. G özlerinden biri akm ış, ağzı hafifçe çarpılm ış, bütün vücudu
büyük hareketlerine zarar verm eyen, fakat onları bir türlü serbest
de bırakm ayan, her uzuv için ayrı, küçük, m ânâsız ve lüzum suz bir
yığın dar sahalı harekette kendisini dağıtan bir tik kaplam ıştı. Sol
kolunu durm adan araba çeker gibi ileriye geriye götürüyor, ensesi
ni kulunç kırar gibi büküyordu. Sol ayağı ise her zam an için ağırdı.
M eşin gibi esm er, çarpık yüzü ile uzun boyu yüzünden daha fazla
göze batan kam buru ile Seyit Lûtfullah benim gördüğüm zam anlar
da, insandan ziyade peşinden koştuğu defineleri bekleyen bir ecin
niye benziyordu. Halbuki gençliğinde daha ziyade güzel sayılırm ış.
Bu değişikliği gaip âlem le yaptığı m ücadelelere yorardı. Ona
göre Savuç B u lak ’ta, bilm em hangi zaviyede m isafir kaldığı za
m anlarda behem ehal bir huddam tedarikine çalışm ış, fakat iyi saat
te olsunların pek aksisine tesadüf etm iş olacak ki bu hâle gelm işti.
Nuri Efendi ondan bahsederken, “ H avass-ı K ıır’ân böyledir, onun
la oynayanlar işte bu hâle gelirler,” der; fakat tek zaafı olan teces
süsü yüzünden, küfürle om uz om uza yürüyen bu adam dan bir tür
lü vazgeçem ezdi.
Hem en herkesin Seyit Lûtfullah için ayrı bir fikri vardı. A ristidi
Efendi onu bir şarlatan addeder, vücudundaki değişiklikleri daha
ziyade eksik tedavi edilm iş bir frengiye yorar, yahut bu cinsten bir
41
TANPINAR
42
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
43
TANPINAR
44
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
Bu saadetin tek lekesi Seyit L û tfu llah ’ın ancak A selb an ’ın ken
disini çağırdığı zam anlar oraya gidebilm esi idi. Bu davet olm azsa
aylarca Seyit Lûtfullah bizim sefil dünyam ızda, büründüğü paçav
ralar gibi perişan, oturduğu harabe kadar yıkık dolaşırdı. B öyle za
m anlarda insanlardan kaçar, rast geldikleri ile titiz, huysuz, kavga
cı olurdu. L û tfullah’ın bu hiddetleri bir s a r’a nöbeti gibi korkunç ve
yıpratıcı idi.
O zam an garip bir gurur kendisini istilâ eder, ağzı köpiire köpii-
re elindeki kuvvetlerle düşm anım harap edeceğini, öldüreceğini
söyler, etrafa hangi dilden olduğu pek bilinm eyen karm akarışık
beddualar, lânetler yağdırırdı. “B en... Ben ha... B en... Şahıs benim
ne olduğum u biliyor mu acaba?.. Şahıs biliyor m u ben kim im ?..
Ben şahsın başına belâlar yağdırırım .” Çünkü böyle zam anlarda
Lûtfullah’ın karşısındaki adam dahi “o” veya “şahıs” olurdu, “ Şa
hıs bilir mi ki ben onu kül ederim ?..”
Hiddeti de esrar gibi bir nevi sarhoşluktu, ve bu anlarında Seyit
Lûtfullah kendisini ölüm ün ve hayatın efendisi addederdi. Bu gurur
Seyit L ûtfullah’ın bozuk kafasında çok acayip bir hayat ve ölüm
felsesiyle beraber yürürdü. Hiddeti geçince Seyit L ûtfullah’ta büs
bütün başka türlü bir yeis başlardı. “Evvelsi gün, düşm anlarım (ga
ip âlem dekiler tabiî) beni kızdırdılar. B irçok sırları ifşa ettim . Şim
di işler daha güçleşecek... B ize şim dilik kudretim izi gösterm ek me-
nedilm iştir” derdi.
M am afih babam bile onun bazı kuvvetlerine inanırdı:
- H erifte bir şeyler var... derdi. O lm asa, fırıncı A hm et Efendiyi
bu hâle koym azdı. Üç gecenin içinde, evi dükkânı yandı, bütün ai
lesi silm e öldü. Şimdi kendisi D arülaceze’de...
Ve birdenbire bu meşum kudretten ürkerek yakasını çevirir, tü
kürürdü:
- İnsan değil, âfet... M aazallah başım ıza taş yağdırabilir. Bu bü
yücüyü hüküm et ne diye içeriye tıkm ıyor? Dün akşam gene baca
ğını sürükleye sürükleye Edirnekapı m ezarlığına gidiyordu. Kim
bilir kimin canına kıydı?
45
TANPINAR
46
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
evden giden hizm etçi, vapurun am barı, sandık, hepsi, büyük zah
metlerle alınan bir yolun m enzilleri gibi aydınlanıyordu. İnsan işle
rinde hatanın oynadığı büyük ve faydalı rolü bilm em bundan iyi
gösteren misal var mıdır?
O tarihten itibaren Seyit L ûtfullah, Tunuslu konağının en d e
vamlı ve en m uteber misafiri oldu. H er dediğine inanıldı. Bu inan
m ada kılığının, kıyafetinin, yaşayış tarzının, oturduğu m edrese ar
tığının da ayrı ayrı payları vardı. H ayatını, kıyafetini biraz değiştir
mesi için verilen nasihatlere eliyle çok tehlikeli bir karanlığı göste
ren bir işaret yaparak, “M üsaade etm iyorlar” diye reddederdi. A b
düsselâm B eyin zorla kendisine hediye ettiği bir cübbe ile sarığı üç
gtin sonra konağa, “M üsaade edilm edi. V elinim et m azur görsün...”
sözü ile iade etm işti. Seyit Lûtfullah bir masalı devam ettirm enin
sırrını biliyordu.
Yatıp kalktığı medrese odasını da iyi saatte olsunların em riyle
seçtiğini söylerdi.
Bu m edrese artığı kadar insana h er parçası ayrı ayrı dikkatlerle,
em eklerle hazırlanm ış hissini bırakan pek az y er gördüm . Birinci
M ahm ut zam anında küçücük cam ii ile beraber yapıldığı söylenen
bu bina sanki bugünkü hâlini alabilm ek için, daha m im arın içinden
çıktığı günden itibaren ve çok m untazam bir plana göre yavaş y a
vaş yıkılm ağa başlam ıştı. A vlunun döşem e taşları ya kırılm ış, yahut
da ortasında alabildiğine büyüyen çınar tarafından sökülm üştü. Üç
tarafındaki hücrelerin hem en hepsi -S e y it L ûtfu llah ’ın yattığı oda
m ü ste sn a -k im i yarı yarıya, kimi büsbütün yıkılm ıştı. Avlunun sol
tarafında bulunan küçücük cam iden sadece m inarenin kapısı ile
dört basam ağı ayakta duruyordu. Onun yanı başındaki şirin m ezar
lık -için d e gene bu devre ait kalbur üstü dört beş k işi, cam i ve m ed
reseyi yaptıran Kahvecibaşı ile beraber y atıy o rlard ı- ayakta duran
parm aklığı ile sokaktan ancak ayrılıyordu.
M edresenin bütün avlusu, m ezarlık, cam iin arsası olması lâzım
gelen yer, her taraf kendi kendine bitm iş otlar ve ağaçlarla dolu idi.
Bu ağaçlar içinde, devrilm iş sütunların altından fışkıran dal budak
47
TANPINAR
48
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
49
TANPINAR
fine işine sadece İlmî bir m esele gibi bakıyordu. O na göre seyit
L ûtfullah’ın tereddütleri, gaip âlem inden em ir beklem eleri beyhu
de idi. Birkaç kazm a ve kürekle derhal işe başlam ası lâzım gelirdi.
Fakat iyi saatte olsunların dünyasında her şeyin kendisine mahsus
bir vakti ve erkânı vardı.
1909 yılının en büyük hâdisesi Aristidi Efendinin bir gece tek ba
şına K ayser A ndronikos’un hâzinesini aram ağa kalkması olm uştu.
Fakat daha ilk kazm ada definenin y e ri, başındaki gizli m ücadele de
vam etm ek şartıyla, değişm işti. B eklediği altın dolu küpler, m ücev
herler, eski kum aşlar ve saray eşyası, hattâ yazm a kitaplar, fildişi al
tın aziz heykelleri yerine iki üç kem ikle dibinde Sultan M ahm ut
devrinden tek bir m angır sallanan boş bir kavanozun çıkm ası A ris
tidi Efendiye de ister istem ez bu şüpheyi verm işti. Seyit Lûtfullah o
geceden sonra, değil defineyi bulm ak, sadece eski yerine getirebil
m ek için aylarca uğraşm ağa m ecbur olacağını söylediği zaman
adam cağız üzüntüden, vicdan azabından az kalsın ölecekti. Tıpkı
A bdüsselâm Beyin saat hikâyesi gibi bu yanlış am eliye de Aristidi
Efendide Seyit L ûtfullah’a karşı olan son m ukavem etleri kırdı.
O nun karşısında daim a yüzünde taşım ağa kendisini m ecbur san
dığı o cehalete karşı A vrupalıca m üsam ahalı tebessüm e, bir nevi
hurafevî korku karıştı ve dostum uzun karşısında ricat yolu kesilmiş
bir ordu gibi daim a perişan ve tereddüt içinde kaldı.
Seyit L ûtfu llah ’ın asıl istediği kâinatın sırrına, m addeye ruhen
tasarruf etm ekti. A ltın im bikle değil, ruhla yapılır. Toprağın altında
ondan çok ne var? M esele el dokunm adan yapm aktır, derdi.
B ununla beraber A ristidi Efendinin eczanesinin arka tarafındaki
gizli lâboratuvarda im bikler, körükler, her cinsten şişeler, korneler
arasında yapılan tecrübelerde de öbürleri gibi hazır bulunuyor, eski
yazm alardan çıkardığı form ülleri A ristidi Efendiye veriyordu. H at
tâ bu yüzden bu iki adam ın arasında günlerce süren m ünakaşalar
oluyordu.
Bu m ünakaşalarda A ristidi Efendinin m ünevver Avrupalı m üsa
mahası ve sabrı ile, gaip âlem e o kadar kuvvetle tasarruf eden Lû-
50
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
VIII
51
TANPINAR
52
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
IX
53
TANPINAR
54
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
lumun dediği gibi karesi! N erde ise rakam ların bu uygunluğuna al
danarak, “Peki! Siz eve gönderin...” diyecektim . A klım ı başım a
topladım , yüz elliden tutturdum . O darıldı. Ben yüz altm ışa çıktım .
Bu sefer benim şakacı olduğum a karar verdi. Sanki her şerefesine
ayrı bir m erdivenden çıkılan bir cam i m inaresinde im işiz ve tam or
ta yerde buluşm ak için kalın duvarların arasından birbirim izi göz
leyebiliyor ve ona göre hareket ediyorm uşuz gibi, o yavaş yavaş in
di, ben adım adım çıktım . Fakat iyi hesaplıyam am ış olacağım ki,
M andalin Efendi binden bir basam ak üstte, dört yüz yetm iş beşte
durdu kaldı. Belki de bu m ağlûbiyetin intikam ını alm ak için parayı
verdikten sonra eğildim , hâlâ alt tarafından çocukken yaktığım
mumların izi görülen parm aklığı öptüm . A rtık bu mazi hâtırasına
kavuşm aktan gelen sevincim i gizlem eğe lüzum görm edim . H attâ
daha ileriye gittim:
- M andalin E fendi, dedim ... Bugün hiç de iyi tüccar değildiniz.
M üzelik olm asına m üzelik olan, fak at, K o n y a’dan gelm ediğini her
kesten iyi, hem çok iyi bildiğim bu parm aklığı bana daha çok paha
lıya satabilirdiniz...
M andalin bir m üddet yüzüm e baktı, sonra kollarını uçacakm ış
gibi havaya kaldırdı:
- Ne yapalım paşam , oldu... O ldu... dedi. Sen sağ ol... H epim iz
sağ olalım ... Ö bür m üşteriler var!..
Kahvecibaşı C am ii’nin m ezarlığının parm aklığını evim e getir
diğim , hususî hayatım a mal ettiğim için beni belki ayıplayacak
olanlar bulunur. Şüphesiz bundan ben de az çok m üteessirim . İşin
içinde insanı rahatsız eden bir taraf var. Fakat düşününce kendim e
teselli im kânları da bulm uyor değilim . E vvelâ ne m edrese, ne cami
artık ortada yoktur. Binaenaleyh parm aklığı m utlak surette iadeye
m ecbur olduğum bir sahibi m evcut değildir. V âkıa bu parm aklığı
yerinden sökm üş olm akla bu binanın toptan ortadan kalkm asına bi
raz da ben sebep olm uş olabilirim . Fakat ne kadar eski ve harap o l
duğunu yukarda anlattım . Ayrıca onu hangi zarurî şartlar altında ye
rinden söktüğüm ü de biliyorsunuz. K aldı ki, bu harap binanın ye
55
TANPINAR
rinde yapılan apartm anları görünce insan ister istem ez teselli bulu
yor. Sem t âdeta şenlenm iş. Bu gidişle birkaç yıl içinde m odern bir
m ahalle kurulacak! Ben artık m odern adam ı, m odern m im ariyi,
m odern konforu seviyorum .
M ezarlığın ortadan kalkm ası, o canım yazılı, işlenm iş taşların,
m usluk taşı, ayna ta ş ı, radyatör rafı gibi şeyler olm ası da beni o ka
dar üzm üyor. Kahveci Salih A ğanın evliya olm adığını çoktan bili
yorum . Z aten ona yaptığım adaklara, yaktığım m um lara rağmen
annem in yine ölm üş olm asını, evliya olsun veya olm asın onu daha
o zam anlarda kendisine affetm em iştim . “ Şehrin ortasında bir m e
zarlık eksik” diye bu yaşım da oturup ağlayacak değilim her hâlde!
M odern hayat ölüm düşüncesinden uzaklaşm ayı em reder!
Hem ne oluyor kuzum , kendi hayatım ızı mı yaşayacağız. Yoksa
ölüleri mi bekleyeceğiz?
Parm aklığın kendisine gelince, bu güzel sanat eserini ilk keşfe
den, onun karşısında hayranlık duyan benim . Onun güzelliğini ben
fark ettim . O nu antikacının dükkânında ben yakaladım . Herhangi
bir anlayışsız ele düşm esini ben önledim . H ulâsa onu ben kurtar
dım . K urtardığım şeyi kendi evim de em niyet altına alm am , bir da
ha olur olm az m aceralara düşm em esini tem in etm em kadar doğru
bir şey olur m u? Sonra ondan benim kadar kim zevk alabilir? İnce
arabeski arasından kendi m azisini, bütün o garip insan kalabalığıy
la beraber kim seyredebilir?
Bu satırları yazarken ara sıra başım ı kaldırıp ona bakıyorum . Bir
kaç adım ötesindeki yazılı kavağın, sedre ağacının -o n u da B oğa
ziçi’deki eski bahçeden söktürm üşttim - altında torunlarım ın, en
küçük kızım la Cenab-ı H akk’ın altm ışım dan sonra bana ihsan etti
ği H alide ile beraber oyunlarını seyrediyorum . Ellerinde küçük
renkli kovalar, kürekler, bahçenin kum larını doldurup boşaltıyorlar.
Y anıbaşlarında dadılarının, kızım Z e h ra ’nın kendi çocukları için
tutm ak gafletinde bulunduğu o susak İsveçli kızla, benim Halide
için bulduğum , şirin, güler yüzlü, balık etli, hafif buğday tenli A si
ye H anım ın beklem esine rağm en iyice biliyorum ki, şu anda asıl
56
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
57
TANPINAR
Etrafım da yavaş yavaş beni hedef alan, üzerim de yüksek sesle dü
şünen bir teşhis uğultusu, çok cöm ert ve İnsanî bir endişe başlamıştı.
Annem in dilinden “Bu çocuk ne olacak?” sözü düşmüyor, komşular
babam la her karşılaştıklarında söze, “ Oğlanı ne yapacaksın?” sualiy
le başlayorlardı. Kimisi behem ehal okum am , kimisi bir sanat sahibi
olmam lâzım olduğu fikrinde idi. Ve hepsi birden babam ın bu işi her
türlü zecrî tedbire baş vurarak halletmesini istiyorlardı.
- B i r iş tutacağı yok, bari şunu evlendirsen... fikrinde bulunan
lar bile vardı.
Bu suali ben de kendi kendim e soruyordum . V âkıa m eslek, iş,
kazanç düşünm üyordum . Fakat gün ve zam an denen bir şey vardı
ortada. O nu harcam ak lâzım dı. O vakte kadar saatten başka bir şe
ye m erak etm em iştim . O ndan da büyük bir şey anlam ıyordum .
Rahmetli Nuri Efendiden saat hakkında bir yığın m alûm at edinm iş
tim . Fakat ciddî şekilde saatçiliğe yanaşm am ıştım . Ü stelik sakar
dım . Elim le gözüm beraber çalışm aktan uzaktı. H er ikisi birbirin
den ayrı yaşıyorlardı. Y aradılıştan am atördüm . İş olarak üstüm e al
dığım her şeyden çarçabuk sıkılıyordum . İçim de birdenbire bir yol
açılıyor ve ben elim deki işten sessizce ona kayıyordum . M ektepte,
Nuri Efendinin m uvakkithanesinde, babam la yedi yaşım dan beri
her Cum a ve Perşem be günleri gittiğim iz dergâhlarda bu hep böy-
leydi. B ununla beraber bir şey yapm am lâzım dı. M uvakkithanenin
biraz ilerisinde ihtiyar bir saatçinin yanına çırak girdim . A dam ca
ğız fakir ve işsizdi. E km ek parasını güç çıkarıyordu. B ununla bera
ber beni kabul etti. Kendi tam ir edeceğim saatlerin parasından ba
na birkaç kuruş verm eğe bile razı oldu. Fakat talihim e dükkâna o
günlerde m üşteri uğram ıyordu. U sta çırak sessiz sadasız karşı kar
şıya oturuyorduk.
H iç de N uri E fendiye benzem iyordu. Saat hakkında hiçbir fikri
ve felsefesi yoktu. B ir gün N uri E fendiden öğrendiğim şeyleri şöy
le bir tekrarlayayım dedim , hiçbir şey anlam adı. Saat insana benzer,
der dem ez, “ B uraya bak, ben delilikten hoşlanm am !” cevabını ver
di.
58
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
XI
59
TANPINAR
60
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
diye bizim evde geçirm eği âdet edinm işti. Biz evine gittiğim iz za
man İstanbul’un en ucuz ikram larını görür, envai nasihatlerle en
ucuz cinsten hediyelerini alardık. O bize geldiği zam anlar ise ik
ramda en ufak bir kusuru kabul etm ez, kıyam etleri koparırdı. İki
hizm etçisiyle beraber bu huysuz misafiri ağırlam ak korkusu evim i
zi daha iki ay evvelinden sarardı. Filhakika bize gelir gelm ez hayat
görüşü değişen, iştahı açılan halam ı bir hafta ağırlayabilm ek, ancak
şabandan itibaren başlıyan ve gittikçe ağırlaşan bir perhizle kabil
olabilirdi. Fakat en gücü, bu bir hafta içinde halam ın nasihatlerine,
tenkitlerine taham m üldü.
Hakikatte ne babam ı, ne de bizi severdi. H attâ sevm ediğini açık
tan açığa gösterm ekten âdeta zevk duyardı. Onun bizim şahsım ız
da ve ailem izde hısım akrabadan daha ziyade m irasçıyı gördüğü
m uhakkaktı. E vcek, onun için, ölüm denen korkunç şeyin arkasın
da işleyen m akinanın bir kolu, hattâ netice düşünülürse bütünü idik.
Halam bir gün ölürse, mirası dolayısıyla, bizim için ölm üş olacak
tı. Her hareketim izden m âna çıkarır, en iyi niyetli sözlerim izden bi
zi itham ederdi. Bize verdiği nasihatler de bu m evzuda olurdu.
“ Kimsenin ölüm ünü beklem eyin, en büyük günahtır!” sözü dilin
den düşm ezdi. H akikatte -h iç olm azsa ilk zam a n la rd a- hiç kim se
nin böyle bir düşüncesi yoktu. Babam kardeşine acır, hattâ m esut
olmasını bile isterdi. Dul kaldığı zam an ahbabım ız avcı N aşit B ey
le evlenm esi için çok ısrar etm işti. Fakat çirkinliğine iyiden iyiye
kani olan halam , bu fikre hiç yanaşm am ış, “Ben param ı yedirecek
adam aram ıyorum ” dem işti. H akikatte bu evlenm e tasavvurunu ba
bamın bir dolabı addediyordu. B ilhassa tam bu fik ir ortaya atıldığı
zaman babam ın benim le N aşit B eyin kızım - ç o k küçük yaşlarım ı
za rağ m en - nişanlam ış olm ası bu düşünceyi onda uyandırm ıştı.
B ir defasında bir hastalığı esnasında babam vizite parasını ken
di cebinden vererek bir doktor götürm üştü. O gün, “A cele etm e!
Nasıl olsa hepsi sana kalacak!” diye babam a bağırdığını ve ikisini
beraber kovduğunu evde hem en herkes sık sık hatırlardı.
Son zam anlarda işleri epeyden epeye bozulduktan sonra baba
61
TANPINAR
m ın, halam ın m irasına tek kurtuluş ümidi olarak bakm ağa başladı
ğım inkâr edem em . K aldı ki, halam ın sıhhati, takip ettiği sıhhat re
jim i sayesinde - a z yem ek, hiç kım ıldam am ak, daim a parasını dü
şünm ek v e sa ire - adam akıllı bozulm uş, ahlâkı da büsbütün kötüleş
m işti. B abam a hiç rahat verm iyor, çok yakın addettiği m irasına kar
şılık ondan akla gelm ez fedakârlıklar istiyor, her vesile ile adam ca
ğızı azarlıyor, hırpalıyordu. H ulâsa halam yavaş yavaş babam için
bir kardeş olm aktan çıkm ış, bir dert hâline gelm işti.
Sona doğru halam ın yarı vücudu işlem ez olm uştu. Bu yarısı iş
lem eyen vücutla onun yaşam akta ve bilhassa kendisine eziyet et
m esinde devam etm esini babam bir türlü anlayam ıyor, bunu ancak
kendisine karşı tâ çocukluktan beri beslediği zalim hislere yoruyor
du. B ir kelim e ile, babam a göre halam sadece ona inadından yaşı
yordu. E ty em ez’deki konakta akşam a kadar bu yatalak kadının her
türlü cefasını çektikten sonra her eve dönüşte:
- H iç im kân var mı? diyordu. Bu hâlde bir insan hiç yaşayabilir
ini? M enhus bana düşm anlığından yapıyor. A m a A llah büyüktür...
Bu söz de gösterir ki; bu işte babam kendini doğrudan doğruya
m azlûm addediyordu.
N ihayet m ukadder gün geldi. D eli ahretlik iki gözü iki çeşme
babam a, halam ın vefatı haberini getirdi. Babam acele ile konağa
gitti. Lâzım gelen tedbirleri aldı. N am azı L âleli’de kılındı. Defin iş
lerini kom şum uz İbrahim B eye havale eden babam nam azdan son
ra konağa el koym ak ve herhangi bir şeyin kaybolm asını önlem ek
için doğrudan doğruya E ty em ez’e dönm üştü. Zannım a göre bu işte
en büyük hatası da bu olm uştu. B irdenbire miras ve mal kaygısına
düşm em iş o lsaydı, evvelâ halam vaktinde göm ülm üş olacak, yani
tekrar dirilm esi ihtim ali azalacaktı. Sonra da böyle bir şey vâki ol
sa bile babam ı başı ucunda m eyus ve perişan, iki gözü iki çeşm e
ağlar, yakasını yırtar görm esi elbette ki çok başka türlü tesir eder
di. Halbuki iş tam aksine olm uştu. İbrahim Bey babam ın bu iş için
verdiği paradan kendisine de bir şeyler arttırabilm ek için Süpürge-
çiler K âhyası’nın gelinini âdeta bir fakir cenazesi gibi kaldırm ıştı.
62
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
Diğer taraftan aileden kim se bulunm adığı için yanm a göm üleceği
rahmetli zevcinin mezarı güç bulunm uş, geç kazılm ış, araya bir yı
ğın gecikm e ve uygunsuzluk girm işti. N eticede tam kabir açılıp da
kapağı ortadan kesilen tabut indirileceği zam an halam birdenbire
etrafın ölüm sandığı laterjik uykudan uyanm ış, ve öyle herhangi bir
vaziyetten şaşıracak bir m ahlûk olm adığı için, tabutun kapağını
zorla kaldırarak etrafa bakm ış, “ve daim a m ütehallik olduğu cevde-
ti kariha sayesinde” durum u bir lahzada kavrayarak cenazede tek
yakından tanıdığı Etyem ez im am ına: “ Haydi çabuk, beni eve gö
tür...” emrini verm işti.
İbrahim Beyin anlattığına göre cenazede bulunan kalabalığın
büyük kısm ı korkudan kaçtığı için, tabutun M erkezefendiden tek
rar eve getirilm esi hayli güç olm uş. H attâ halam kaçam ayacak ka
dar korkanları azarlam asaym ış, bu iş biraz im kânsızlaşırm ış. F ilha
kika ilk iş olarak im am dan, kazıcılardan birinin orada çukurun ya
nında bıraktığı paltom su şeyi isteyerek sıkı sıkıya örtündükten son
ra yarı beline kadar dışarda, yarı belinden gerisi içerde, oturduğu bu
garip sedyenin içinden bütün harekâtı halam kendisi idare etm iş,
evvelâ E tyem ez’deki konağa kadar kendisini taşayacak olanlarla
sıkı bir pazarlık etm iş -h alb u k i “G etirdiğiniz gibi götürün!” de di
yebilirdi ve ondan daha ziyade bu b ek len ird i!- hattâ şehre girdik
ten sonra ilk rast geldikleri poğaçacı dükkânından karnını doyura
cak bir şeyler bile aldırm ış.
Böylece çöreklerini yiye yiye âhiretten dönen bu acayip ölünün
arkasına sokakta her rast gelen takıldığı için halam vaktiyle gelin
olarak girdiği eve âdeta birkaç m ahallenin, hattâ bütün sem tin yarı
halkını peşinden sürükleyerek, tam bir zafer alayı ile dönm üş.
Bu esnada babam , olan bitenden habersiz, hizm etçileri sindir
m iş, kardeş hakları nam ına zaptettiği evde köm ürlükte göm ülü
olanlara kadar, yükte hafif pahada ağır ne varsa hepsini m eydana
çıkarm ış, odanın ortasına yığm ış, cepleri halam ın başının ucundaki
çekmecedeki m ücevherler, tahviller ve altınlarla dolu, “D aha ne
kaldı acaba?” d er gibi etrafına bakınıyorm uş. B ense tâ çocuklu
63
TANPINAR
ğum dan beri m erakım ı çeken; fakat bir türlü şöyle yakından dokun
m ak fırsatını bulam adığım yem ek odasının saatini sökm üş, harıl
harıl tam ire uğraşıyordum .
K apıyı halam a ben açtım . Yere indirilen tabuttan, kendini çıkar
m aları için kısa birkaç em ir verdi. Tarihin kaydettiği m eydan m u
harebelerini kazanan hiçbir kum andan şüphesiz kapısının önünde
tabuttan indirilen bu kadın kadar soğukkanlı olam azdı. Soğukkanlı
ve heybetli. Tarih kitaplarında resim lerini gördüğüm kayserler gibi
bir şeydi bu. Yazık ki, halam , bana o anda kendisine karşı duydu
ğum hayranlığı anlatm ak fırsatını verm edi. H attâ alkışlam ak im kâ
nı bile bırakm adı. K apıdan beni iterek girdi ve yüzüm e bile bakm a
dan:
- N erde o baban olacak herif?., diye sordu.
K orkudan, heyecandan, hayranlıktan atan çenem le yukarıyı işa
ret ettim . Y anındakilere, “ Beni yukarı götürün! Ç abuk...” diye em
retti. Fakat onları beklem eden, hiç kim senin yardım ı olm adan ken
di kendine m erdivenleri çıktı. H erkes bir kat daha şaşırm ıştı. K ötü
rüm halam , öleceği beklenen, ölen halam , yardım sız yürüyor, koşa
koşa m erdivenlerden çıkıyordu.
B abam ı ikinci evlenişinden sonra pek sevm ezdim . Hangi hâlle
rinin yapm acık, hangilerinin doğru olduğunu bilm ediğim için de
sızlanışlarına çokluk acım azdım . B ununla beraber o günkü hâlini
hiçbir zam an unutam am . B irkaç saat evvel cennetteki m ekânına
gönderdiğini sandığı huysuz ve hasis kardeşini böyle sırtında ke
fen, karşısında görür görm ez, adam cağızın korkudan, şaşkınlıktan
âdeta dili tutulm uştu. Y üzü m uşam ba gibi sararm ış, bütün vücudu
ile titriyordu. A ralarında hiçbir karşılıklı konuşm a olm adı. Halam
yalnız, “A ldıklarının hepsini çıkart!” dedi.
Babam:
- Hoş geldin kardeşim ... diye bir şeyler kekelem ek istedi ve tit
reyen elleriyle ceplerine, koynuna doldurduklarının hepsini teker
teker çıkardı. Beş dakika sonra küle basılm ış sülük gibiydi. Bütün
aldıklarını hattâ fazlasıyla verm işti. Fazlasıyla, çünkü istikbal için
64
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
beslenen ümidi dahi oracığa bırakm ıştı. B üyük bir dikkatle hareket
lerini takip eden halam babam ın canından başka geriye alınacak bir
şeyi kalm adığını anlayınca olduğu yerden:
- H aydi, şim di git! dedi. O budala oğlunu da al götür, o kalaba
lık da defolsun... Safinaz, sen benim yatağım ı yap! B ir ıhlam ur
kaynatın bana... Çabuk olun, çok üşüdüm ... D ışarda soğuk var...
Biz baba oğul çarpılm ış gibi evden çıktık.
İtiraf edeyim ki, bu garip hâdise benim üzerim de babam a yaptı
ğı tesiri yapm adı. H alam şüphesiz bize karşı çok büyük bir haksız
lık etm işti. Fakat ben hiçbir zam an hak diye kendim e ait bir şeye
inanm adım . Bütün mazlum doğm uşlar gibi başım a gelen talihsizli
ğin neresinden ve ne pahasına kurtulursam kâr sayardım . M esele
yalnız bir hak anlayışı değildir. D aha karışıktır. H ayatım ı düşün
dükçe -y a şım buna m ü sa ittir-d a im a kendim de seyirci hâleti ruhi-
yesinin hâkim olduğunu gördüm . B aşkalarının hâlini, tavırlarını
görm ek, onlar üzerinde düşünm ek, bana kendi vaziyetim i daim a
unutturdu.
O gün de şüphesiz böyle olm uştu. H alam ın tekrar dirilm esiyle
kaybettiğim iz şeylerden ziyade gözüm ün önündeki şeyler beni ya
kalamıştı.
Fakat dahası var. E ğer babam eve dönm ek için bir kira arabası
na binm eğe razı olacak kadar perişan o lm asaydı, ailem içinde böy
le işitilm edik ve görülm edik bir hâdise vuku bulduğu için sevinir
dim bile.
H alam ın o heybetli hâli, onun karşısında babam ın o garip duru
şu arabada bizim hesabım ıza dövüne dövüne günün olan bitenini
babama anlatm ağa çalışan İbrahim Beyin şaşkınlığı öyle sevinil
meyecek hattâ gülünm eyecek şeylerden değildi. Asıl garibi evcek
bütün selâm etim izi bağladığım ız, seneler boyunca beklediğim iz,
üm itlendiğim iz bu m ühim hâdiseden, dünyanın en büyük harfleriy
le, en keskin ışık reklam larıyla halam ın vefatından, bir an, baba
oğul el koyduğum uz konaktan, S üpürgeciler K âh y ası’nın servetin
den kocam an bir saat rakkasının cebim de kalm asıydı.
65
TANPINAR
66
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
tattı. V akıa bu, bâsübâdel m evt filân gibi tabirlerden beklenildiği şe
kilde tam ve yeniden bir doğuş olm adı.
Ebedî uçurum un başından o kadar beklenm edik şekilde döndü
ğü zam an dahi, yine bildiğim iz halam dı. Fakat tâ içinde, çok m ü
him bir şey değişm işti. Bu değişm e, isterseniz bu ihtilâl veya inkı
lâp -h alam ın hayatı dediğim iz ve evcek, hattâ bütün tanıdıklarca
kabul ettiğim iz düzeni bozduğu için ona bu son isim leri de verebi
liriz - kanaatım ca şu Uç esaslı noktada toplanır:
Evvelâ halam , m uvakkat ölüm ünden sonra kendisini o hasta ve
mecalsiz hâlinde dahi âhiretten geriye getiren vücudunu bir daha
eskisi gibi hor görm edi. Ve onu elinde olm ayan kusurlar yüzünden
-çirk in lik , biçim sizlik, yaşlılık g ib i- haksız yere m ahkûm etm edi.
Hattâ bu vücudun dünya dediğim iz bu kör döğüşiinde tek dayanağı
olduğunu iyice kafasına koydu ve kadrini b ild i.
İkinci değişiklik serveti hakkındaki düşüncelerinde oldu. O ka
dar bağlı olduğu, kendisini sadece bir bekçi sandığı bu serveti bir
kaç saat için olsa bile kardeşinin, yani kendisi için ne kadar aziz
olursa olsun bir başkasının ellerinde ve cebinde, böyle kolayca sa
hip değiştirm iş gördüğü andan itibaren, onun kendi şahsıyla olan
m ünasebetlerinin yeni baştan ve yeni bir statükoya göre düzenlen
mesi ihtiyacını duydu. O zam ana kadar, “H er ne pahasına olursa ol
sun saklayacağım ve arttıracağım !” diyen ve evinin köm ürlüğünü
bir banka kasasına çeviren halam sanki o gün, “H ayır, ne saklaya
cağım , ne de arttıracağım . O turup çıtır çıtır yiyeceğim !” kararını
verdi.
Sanki o zam ana kadar parasına göz koyduğunu sandığı insanla
ra düşm an olan halam , birdenbire ihanetine şahit olduğu bu serve
tin kendisine düşm an olm uştu.
M utlak barış taraftarları ne derlerse desinler, bu düşm anlık hiç de
ayırıcı bir şey olm adı. Bilâkis o zam ana kadar birbirine zıtm ış gibi
ayrı kutuplarda yaşayan, yahut ayrı ayrı m evcut olm akla kalan iki
şey, para ve halam , bu düşm anlık yüzünden birleştiler. B öylece m u
vakkat ölüm üyle her şeyi birden bırakan halam , m ucizeli dirilişiyle
67
TANPINAR
her şeye birden ve başka şekilde sahip oldu. M ezarın başından evi
ne kadar ve o acayip şartlar içinde yalnız kendi iradesiyle ve etrafı
nın iradesini yenerek gelen halam -ç ü n k ü bütün o kalabalık, bir ölü
yü göm m enin rahatlığını, elbette onun tekrar dirilm esine ve kendi
sini evine kadar getirm eğe m ecbur etm esine tercih e d e rd i- bu m ace
rada yaşam a denen şeyin tadını alm ıştı. İnceden inceye serpilen kar
arasından yum uk yum uk gülen o m art güneşi, sur dışının o sert rüz
gârı, etrafında gittikçe artan, âdeta uğuldayan kalabalık, yol boyun
ca yeniden kavuştuğu insan çehreleri o zam ana kadar içinde uyuyan
bir yığın şeyi kırbaçlam ıştı. H ayat denen bir şey vardı. Paralı para
sız insanlar yaşıyorlardı. K ızıyorlar, gülüyorlar, ağlıyorlar, alâkadar
oluyorlar, seviyorlar, ıstırap çekiyorlar, fakat yaşıyorlardı. Kendisi
niçin yaşam ayacaktı? H ele bütün etrafın haset ettiği im kânlar elinde
iken... H ulâsa evine gelirken hayatı, evinde de babam ın ceplerinden
ve koynundan zorla çekip çıkarttığı servetini bulm uştu.
N ihayet üçüncü değişiklik bizzat uzviyetinde olm uştu. Korku,
ölüm den kurtulm ak sevinci, servetine kavuşm a telâşı halam ın kö
türüm lüğünü, sakatlığını yenm işti.
N etice? diyeceksiniz. N etice şu oldu: Şehrin hem en üçte biri ta
rafından zafer arabasında bir Sezar gibi evine getirilen halam uzun
ve deliksiz bir uykudan sonra ertesi sabah sapasağlam yatağından
fırladı. İlk işi im am ı çağırtm ak ve ona m erhum un bütün elbiseleri
ni, geçm iş hayatında hâtıra diye sakladığı şeyleri verm ek oldu.
Sonra bir arabaya binerek tek başına iş adam ına gitti; ve onu da pe
şine takarak B ey o ğ lu ’nun en iyi terzilerini ziyaret etti. G ünlerce gi
yim iyle, kuşam ıyla m eşgul oldu. B unlar yapılırken bir taraftan da
Süpürgeciier Kâhyası Konağı tem izlendi, tam ir edildi, badanalandı
ve baştan aşağı yeniden döşendi. H attâ lastik tekerlekli siyah bir
kupa arabası dahi alındı.
A rabanın geldiği gün eve bir u şak, bir erkek ahçı, yeni yeni oda
hizm etçileri de girdi. Ve onların girdiği gün halam ahretle bütün
alâkasını kestiğini gösterm ek için Safinaz H anım dan ahret kardeş
liği unvanını geri aldı. Ve kadıncağız bir kira arabasında iki sandı
68
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
XII
Aristidi Efendinin ölüm ü altın aram a işine son verm işti. H ala
mın yeniden dirilm esi ve ölm esi ile m iras ü m itb ri kapanıyordu.
Böylece elim izde son üm it olarak Seyit Lûtfullah ve onun arayaca
ğı define kalm ıştı. M ünasebetsiz bir hâdise bu ümidi de hiç beklen
medik bir zam anda kül etti.
Seyit Lûtfullah son zam anlarda Yemiş İskelesi taraflarında kü
çük bir cam ide haftanın m uayyen günlerinde v a’zetm eğe başlam ış
tı. İşte bu vaazlardan birinde adam cağız birdenbire o zam ana kadar
herkesten gizlediği m ühim bir hakikati açıklam ak ihtiyacını duy
muştu.
Ortalığın gittikçe karıştığını, İslâm âlem ini tehdit eden m addî ve
mânevî tehlikeleri, iyice sayıp döktükten sonra bu işlerin böyle gi
dem eyeceğini, bunlara son verecek M eh d i’nin gelm esi yaklaştığını
söylem iş ve vaazın nihayetinde son müjdeyi de vererek, “ O M ehdi
benim !” dem işti. “O M ehdi benim , fakat daha huruç etm edim . F a
kat yakında edeceğim . O zam an hepiniz etrafım da olacaksınız...”
69
TANPINAR
M üphem bir zam ana talik edilm ekle beraber oldukça sarih olan
bu m üjdede Seyit L ûtfullah’ın o gün aldığı esrar m iktarının elbette
mühim bir hissesi vardı. Fakat böyle de olsa hüküm et, hele o za
m anda, yani M ahm ut Şevket P a şa ’nın henüz öldürüldüğü, İstan
bul’un bin türlü siyasî huzursuzlukla çalkandığı bir günde bunu
hiçbir surette hoş görem ezdi.
B ereket versin ki, esrarın dalgası geçtikten sonra, bilhassa ilk
soruşturm ada daha sarih konuşm ak imkânını buldu. A selban’dan,
A ndronikos K ay ser’in hâzinelerinden, bu hazînenin başında iyi sa
atte olsunlarin yaptıkları m uharebelerden, kendisine m usallat olan
huysuz ve hain, bir nevi beşinci kol kılıklı huddam dan epeyce bah
setti. B elki, bu M ehdilik fikrin in de onun haince bir telkini olduğu
nu söyledi. B öylece asıl kabahatlinin şim dilik hiçbir hüküm et ve
zabıta kuvveti tarafından ele geçirilm esi imkânı olm ayan huddamı
“A bdazah” olduğu tespit edilince kendisine daha hususî bir m u
am ele yapm ak ihtiyacı hâsıl oldu.
L ûtfullah’ın tevkifinin hem en akşam ında babam , ben, A bdüsse
lâm Bey, N uri Efendinin yerine m uvakkittik yapan Ispartalı Sadi
Efendi, polis m üdüriyetine çağrıldık. Biz ifadem iz alınsın diye ko
ridorda beklerken, halam la evlendiğinden beri hiç görm ediğim iz
N aşit Bey geldi. Fakat ne gelişti bu...
Bu gelen hiç de tanıdığım ız babacan, yüzünden sadece para sı
kıntısı ve yaşam ak zevki, yahut hasreti akan N aşit Bey değildi. B ü
tün varlığından bir vakar ve büyüklük taşıyordu. O zam ana kadar
hep düşük gördüğüm üz bıyıkları dünyaya m eydan okur gibi sivril
m iş, üzüntü ile kısık gözlerine tuh af bir sertlik, baktığı şeyi delen
ve ötesine geçen bir dikkat g elm işti. Sırtındaki eski avcı ceketini at
m ış, bal rengi pardösüsü, altın saplı bastonu ile ağır ağır, tanığı ol
duğum uz hâdisenin, yani oraya kadar gelişinin ehem m iyetini her
kese anlatan adım larla yürüdü. Ö nüm üzden birkaç yüz bin liralık
servetin ve İttihat ve Terakkî nüfuzunun bir remzi gibi gururla geç
ti ve A bdüsselâm B eyin de bulunduğu odaya girdi.
Beş on dakika sonra ikisi birden çıktılar. Babam bu vesile ile es
70
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
ki dostunda yeni eniştesini tebrik etti, saadet diledi. B en, elini öpüp
alnıma koydum . Hey gidi günler. B üyükçekm ece yollarında ısrarla
bana kızını ne vakit alacağım ı soran, “B ir iki sene sonra behemehal
dam adım sın!” deyip de başka bir şey dem eyen adam şimdi öpm ek
için elini bana âdeta zorla verdi ve geriye aldıktan sonra tekrar el
divenlerini geçirm eden evvel m endili ile bir iyice sildi, tem izledi.
Mamafih onun ve biraz da A bdüsselâm Beyin bulunm aları işleri
kolaylaştırdı. Bu kadar mühim adam larla konuştuktan sonra bizim
gibilerin ifadelerini alm ak birdenbire lüzum suz bir iş, hattâ çekil
mez bir angarya gibi göründü. “ İcabında yine çağırırız” sözüyle ev
lerimize gönderildik.
İki gün sanra da Seyit L ûtfullah, “esrarkeş ve m eczup taifesin
den, melekâtı akliyesine sahip olm ayan, fakat bugünlerde serbest
kalması da tehlikeli görülen” bir adam sıfatıyla S in o p ’a gönderildi.
Seyit L ûtfullah’ın gittiği günün akşam ı bir em niyet m em uru
evimize bir sepet içinde Ç eşm inigâr’ı getirdi ve iyi bakm am ızı sıkı
sıkıya tembih etti. “H oca efendi kitaplarını beraber götürdü!” d i
yordu. Böylece A ndronikos’un hâzinelerinden de hissem izi almış
olduk.
Fakat Ç eşm inigâr Safinaz H anım gibi vefalı çıkm adı. Bizim evi
bir türlü beğenm edi. Safinaz H anım ın, evin, etrafı seyredip tek ne
fes alacak yeri olan cum banın önünden kalkm am asına m ukabil, o
hemen her fırsatta evden kaçtı. Sem tte dolaşm adığı yer kalm adı.
Hemen her gün ya biz, yahut kom şulardan biri, M ihrim ah Ca-
m ii’nde, yahut kom şu bahçelerden birinde veya bir araba atının
ayakları dibinde buluyorduk.
Çok dikkat ettim , m asallar adla başlar. C eketinize veya boyun-
bağınıza eskiliği veya güzelliği yüzünden bir ad verin, derhal hüvi
yeti değişir, bir çeşit şahsiyet olur. Ç eşm in ig âr’a m ahalleli, belki de
asıl ismini yadırgadığı için E m anet adını verm işti. Ve bittabi hiç
kimse E m anet’in kaybolm asına razı olm uyordu. M ahallede herkes
onun yüzünden âdeta gözü yerde dolaşıyordu. B izde hasbî işlere
verilen o büyük dikkat sayesinde, m utlaka bir yerde yakalıyorlar,
71
TANPINAR
XIII
Seyit L ûtfu llah ’ın nefyinden sonra benim için, tekrar, ne olaca
ğım m eselesi m eydana çıktı. İster istem ez tekrar saatçi dükkânına
gittim . Eski ustam , mâni ortadan kalktığı için beni sevinçle karşıla
dı. Fakat ben artık eski Hayri değildim . Nuri Efendinin m uvakkit-
hanesinde saatin sırrına hayranlıkla, aşkla baktığım günler geçm iş
ti. A raya başka örnekler girm işti. Seyit L ûtfullah’ın m ektebinden
geçm iştim . H ayat kelim esi ile çalışm a kelimesi arasında kafam da
hiçbir m ünasebet kalm am ıştı. H ayat benim için iki eli cebinde uy
72
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
durulan bir m asaldı. A kşam a kadar ihtiyar ve rom atizm alı bir ada
mın dizleri dibinde oturup, onun şikâyetlerini dinleye dinleye çalış
mak hoşum a gitm iyordu. G ünün birinde m ili, lupu ve dükkânın
anahtarını önüne bıraktım . C ebim de bir gün evvelki gündeliğim den
kalan beş on para ile sokağa fırladım . İlk solukta surlara kadar
uzandım. H er şey birdenbire düzelm iş gibi m esuttum . O akşam ı,
Şehzadebaşı tiyatrolarından birinde geçirdim . Islık, alkış, kahkaha,
satıcı sesi, sahne ışığı ve bilhassa o günlerde yeni m eşhur olm ağa
başlayan bir Erm eni kızının baygın bakışları ve biberli sesi bana
yeni bir ufuk açtı. Fakat en hoşum a gideni her gün sokakta, kahve
de karşılaştığım bu adam ların sahnede, ışığın ve bozuk m ızıka gü
rültüsünün ortasında başka hüviyetlerle yaşam aları idi. Bu âdeta
canlı bir rüya idi. O gece kararım ı verdim . Üç gün sonra tuluat
kum panyalarından birinde idim.
Tabiî bana hiçbir mühim rol verm ediler. Y aptığım ızın fevkalâde
bir iş olduğunu da hiç zannetm iyordum . B una rağm en bu 1913 yı
lı, hayatım ın en harika devri oldu. Gün baştan aşağı benim di. A k
şam a doğru bir suikast hazırlar gibi yavaş yavaş tiyatroda toplanı
yorduk. Sonra bir hay huydur başlıyordu. D avul, zurna, klarnet ses
leri dışarda gecenin artık bizim olduğunu ilân ediyor, sahne ikinci
bir dünya gibi hazırlanıyordu. Perdenin öbür tarafında m üşteriler
toplanıyor, ayak sesleri, gürültüler, çığlıklar, itişm eler, sabırsız ıs
lıklar salaşı kökünden sarsıyor, nihayet perde açılıyordu. H alk ara
sından ilk kantoları seyrediyorduk. İhtiyar kadın göbeği fincan gi
bi oynuyor, halk işin m askaralığını bile bile, belki de böyle olduğu
için m em nun, alkışlıyor, ıslık sesleri kum aşlar gibi yırtılıyordu.
H er şey fakir, eski, biçare ve hasisti. Fakat ben S eyit Lûtful-
lah’ın m ektebinden geldiğim için bütün bu fakir ve biçare şeyler
sırf yalan olduğu için kendiliğinden bana güzel görünüyordu. İlk
giydiğim , Ü çüncü N apolyon devri asilzadesinin pantalonu üç ye
rinden yırtıktı. Â şık olduğum kadın, daha iyisi kontes, ferah ferah
annemi doğurm uş olabilirdi, fakat ne ehem m iyeti vardı? M esele o
anda adımın Hayri olm am ası, gerçeğin dışında bulunm am da idi. Bu
73
TANPINAR
74
İKİNCİ BÖLÜM
K Ü Ç Ü K H A K İK A TLER
I
77
TANPINAR
ayrı m evsim in reçellerini bir günde tatm ağa m ecbur olm uştum . K a
dıncağız durup durup ağlıyor, boynum a sarılıyordu. Beni güzel,
kahram an, becerikli buluyor, yaptığım büyük işlerin hikâyesini din
lem ek istiyordu. G elecek hakkında korkularım ı anlatm ağa kalktık
ça sözüm ü k e siy o r,“H iç olur m u? Senin gibi adam! İşsiz kalır m ı
sın hiç?” diyordu. Ben de yavaş yavaş buna inanm ağa başladım .
D urm adan iş arıyordum . Fakat İstanbul’da benim gibi terhis
edilm iş on binlerce genç adam vardı. Vapurlar her gün esirlikten
dönen yüzlerce insan getiriyordu. B ir türlü iş bulam ıyordum . İlk
aylar, birikm iş m aaşlarım ın verdiği nisbî bir rahatlık içinde geçti.
B ir uçurum a uzatılm ış bir kalas üzerinde yürür gibi sade tehlike ve
m uvazeneden ibaret bir hayat yaşıyordum .
Tekrar m azinin ağına düşm em ek için eski tanıdıklardan hiçbiri
ni görm üyordum . Zaten A bdüsselâm Beyden başkası kalm am ıştı.
O kadar sevdiğim bu adam cağızı dahi görm em ek için, o günlerde
sık sık gittiğim H arbiye N ezareti’nin yolunu değiştirm iştim . Şehza
de C am ii’nin, D ireklerarası’nın arkasından gidip geliyordum .
Fakat o gelip beni buldu. B u, dönüşüm ün üçüncü ayındaydı. Bir
sabah evim izin önünde, erkenden bir araba durdu. Pencereden ya
vaşça baktım . İçinden A bdüsselâm Beyin indiğini gördüm . K apıda,
“N erede bu hayırsız oğlan!” diye soruyordu.
Yukarıya çıkm adı. A şağıda taşlıkta giyinmemi bekledi. A rabası
na alıp Soğanağa’da yeni taşındığı konak yavrusu evine götürdü.
Eski konak, debdebe, arabalar, atlar, hizm etçiler, her taraftan
akan refah bu yeni evde şimdi hâtıra bile değildi. N e de eski kala
balık vardı. B içare adam küçük k ızı, dam adı, onların çocukları ve
bir de karısı ölm üş olan Ferhat B eyle yapayalnız oturuyordu. Bir
iki ihtiyar em ektar, iki hafta sonra -b e n i ilk yapılacak iş bu im iş gi
b i- evlendirdiği yetiştirm esi E m ine beraberlerinde idi.
İlk önce ikinci katta kendi odasına çıktık. Ü zerinde küçük Hint
işi bir çekm ece duran bir sedire beni oturttu. Çekm ecenin üstünde
zarf zarf m ektuplar, her birinin yerini ayrı ayrı bildiği, zarfından çı
karıp bana uzatıp gösterdiği fotoğraflar vardı.
78
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
79
TANPINAR
80
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
81
TANPINAR
ğinden kurtulalım .
E m ine, şim diki sinem a dilini hiç bilm eden, A bdüsselâm Beyin
evindeki hayatım ıza bakarak kendim ize “ m uhabbet esiri” adını
verm işti.
Bize böyle ayrılm ayı düşündüren sadece yalnız A bdüsselâm B e
yin insan sevgisi değildi. Yavaş yavaş ihtiyar adam ın düştüğü sı
kıntı da bizi rahatsız ediyordu. E linde avucunda olanların hepsi sa
tılm ış, kalanlar da rehinde idi. Ve A bdüsselâm Bey para sıkıntısını
hiç kim seye fâş etm eden borçla yaşıyordu. N e dam adının, ne Fer
hat Beyin, ne de benim m asrafı paylaşm am ızı bir türlü kabul ettire-
m em iştik. O kadar neşeli tabiatı yavaş yavaş bozulm uştu. D algın ve
düşünceli idi. Y anında kim se olm adan sokağa adım atm ayan adam
şimdi zam an zam an, borç para bulm ak için gizlice sokağa çıkıyor
du. Em ine ile ben bıı vaziyette ona daha fazla yük olm ayı istem i
yorduk.
Fakat projem izi bir türlü tatbik edem edik. Tam bizim kendisine
kararım ızı açacağım ız günlerde dam adı kendisini A nadolu’da bir
yerde bir m em uriyete tâyin ettirm ek fırsatını buldu. A bdüsselâm
Bey uzun m ünakaşalar, itirazlar, şikâyetlerden sonra ister istem ez
karı kocanın evden ayrılm asına razı oldu. Ayşe H anım efendi, evden
ayrılacağı zam an ikim ize birden, “ Babam size em anet!., dedi. Z a
ten sizin de babanız sayılır...” K ocası da karısının yanında hemen
hem en aynı şeyleri söyledi. Fakat o uzaklaşınca birdenbire: “Allah
sabır versin sizlere” diye ilâve e tti. Ç arnâçar biz kaldık. İhtiyar ada
mı yalnız bırakam azdık. K aldı ki, bu son zam anlarında candan bi
rinin bakm asına hakikaten m uhtaçtı. V ücudu gibi hâfızası da zayıf
lam ıştı. H em en her şeyi unutuyor, her şeyi birbirine karıştırıyordu.
Ç am lıca’da oturan büyük o ğluna, A n ad o lu ’da bulunan ortanca
oğluna vaziyeti bildirerek babalarını yanlarına alm alarını rica et
tim . O kadar iyiliğini gördüğüm bu adam cağız için yapabileceğim
tek şeydi bunlar.
Ortanca oğlu hiç cevap verm edi. Yalnız o şeker bayramı babasına
bir tebrik telgrafı çekm ekle, bir de çocuklarının resimlerini gönder
82
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
83
TANPINAR
84
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
85
TANPINAR
bu işin sevinci içinde idi. İkide bir bana, “Kaç gün kaldı, sorsana!”
diye ısrar ediyordu. Sonra bir evvelki cevabım ızı hatırlayarak par
m aklarıyla hesaplıyordu. Epeyce zam andır evde çocuk doğm am ış
tı. “Yeniden büyük baba olacağım ...” sözü dilinden düşm üyordu.
Sıra biraz kenara konm uş son paketlere gelince, gözleriyle mâ-
nalı m analı b a k a ra k ,“ O nlar dursun” d e d i.“ Onların sahibi behem e
hal gelecek...” E m ine’nin yüzü kıpkırm ızı kesildi ve odadan çıktı.
A bdüsselâm B eyin çehresinde artık seyrekleşen tebessüm lerinden
biri belirm işti.
- Ferhat B eye sorm adınız m ı? N için refikasını buraya getirmedi
de kendisi K adıköyü’ne gitti? H ep beraber yaşardık. İnsan bu kadar
yıllık evini bırakıp gider mi?
- Hanım, baba evinden çıkm ıyorm uş... Çıkmayı istemiyormuş!..
A bdüsselâm Bey yüzüm e dik dik baktı:
- N e diye öylesini aldı? Fakir, kim sesiz bir şey bulam adı mı?
Birdenbire şaşırdım . Ve oiraz evvelki korku, daha canlı, daha
keskin şekilde içim e yerleşti. A rtık bu insan sevgisini, yalnızlık
korkusunu geçiyordu. İşin içine daha m ühim şeyler giriyordu. K en
dimizi iradesizliğim yüzünden bir biçareye teslim etm iştik.
Z ehra’nın doğuşu, A bdüsselâm B eyin hısım akrabası tarafından
unutulm uş olm asından duyduğu ıstırapları birdenbire hafifletti. Ç o
cukların odasından evin en m ükellef beşiği çıkarıldı. Takribî A hm et
Efendi ailesinin son torunu ilk uykularını güm üş zırhlı ve sedef
kakm alı, bir dekovil kadar büyük, ağır ve ceviz oym alı bir beşikte
uyudu. Tabiî A bdüsselâm Bey daha ilk günden itibaren başının
ucundan ayrılm adı. K onağın eski âdeti üzerine çocuğa benim yeri
me o ad verdi. Ve yanlışlıkla benim annem in adı olan Zahide adını
vereceği yerde kendi annesinin adı olan Z e h ra ’yı verdi.
II
86
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
87
TANPINAR
Yine kendim izi m üdafaa için, “ Son zam anlarda rahm etli hiç de
m uvazenesine sahip değildi!” deyince bu sefer velinim etim ize ha
karetle, hâtırasını tezyifle itham ediliyorduk. “ İftira!” diyorlardı.
“ İftira ve nim et-nâşinaslık, nankörlük...” diyorlar ve hem en arka
sından sözlerim izi kendi dâvaları için yoruyorlardı: “ G ördünüz
m ü? diyorlardı, nasıl itiraf ediyorlar?”
Y ârabbi, ne kadar çok hisseli eşya vardı, ve ne kadar çok resmî
m uam ele zarureti ortaya çıkm ıştı. R ahm etli nerede altıda bir, yedi
de, hattâ onda bir hissesi satılan arsa, m ülk varsa hepsini alm ıştı.
Kim bilir, belki de bugünün arsa ve m ülk fiyatlarının etrafındaki
kazancı düşünerek yapm ıştı bunları. Ç ekm eceler senet doluydu. Ve
her senede m ukabil birkaç borç senedi çıkıyordu. Bu em lâk, akar
değil, pul koleksiyonu gibi bir şeydi. K arşısına çıktığım ız hâkim le
rin çoğu evvelâ koskoca adam ın ahretliğinin kızını “ kendi annesi”
zannetm esine hafifçe, gülüm süyorlar, biraz sonra verese tarafından
yapılan kandırıcı aydınlatm alarla kötü niyetim izden şüphelenm eğe
başlıyorlardı. B en dilim in döndüğü kadar:
- E fendim , m erhum şakacı adam dı. Evlâdı gibi sevdiği kızım la
bu tarzda latife ederdi... diye anlatm ağa çalışınca:
- Üç yaşındaki çocukla latife edilir mi? diye azarlanıyordum .
Hem evlâdı gibi diyorsunuz! H em de anne diye şaka ettiğini söylü
yorsunuz. B irinden birini seçin!
- Seçecek vaziyette olan ben değilim ki... Rahm etli ikisini bir
den kabul etm işti.
- V asiyetnam elerin bazıları altı aylıkken başlıyor... Bu nasıl iş
tir. Altı aylık çocuk latifeden ne anlar? diyorlardı.
- A nlam az, anlam az, am a herkes yine yapar. Ç ocuklarla konu
şurken hangim iz dilim izi, sesim izi değiştirm eyiz?.. Sade çocukla
değil kedi veya köpekle oynarken bile ya kendim izi onun seviyesi
ne indirir, yahut onu kendi seviyem ize çıkarırız.
- R ahm etli bu işte ortalam a bir had bulm uştu... Tarafeyn mtisa-
vî, fakat zıt vaziyetlerde idiler...
H ukuk ıstılahlarına yavaş yavaş alışıyordum :
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
III
89
TANPINAR
90
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
91
TANPINAR
92
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
93
TANPINAR
IV
İlk önce sadece m ütalâasına m üracaat edilen bir şahit olarak din
lendim . Sonra birdenbire dâvanın ağırlık merkezi oldum . Evde ihti
yar adam la seneler boyu yalnız başım ıza kaldığım ız için her şey gi
bi bunu da ancak bizim bulm am ız gerekirdi. Bu noktada Şerbetçi -
başı E lm ası’nın elim izde bulunm ası hükm üne varm aları için birkaç
adım lık bir m esafe vardı. B ir iki “ m uhtem eldir ki...” , “ binaena
leyh...” ile bu m esafe de elbette geçilecekti. Nitekim öyle oldu. Bir
iki oturum dan sonra elm asın bizde bulunm asına tabiî bir şey gibi
bakıldı. K aldı ki, A bdüsselâm Bey vasiyetnam esinde, “Borçlarım ın
edasından sonra kalan servetim i” , “ bakiye-i servetim i” gibi tabirler
kullanm ıştı. A lacaklılarına yazdığı m ektuplarda da buna benzer
cüm leler vardı. B ana gelince, ben bu elm astan açıkça bahsetm iştim .
Sabri Bey hakkım daki tahkikatın olduğu gibi, m ahkem edeki du
ruşm aların da belli başlı kahram anı oldu. İfadeleri zeytinyağı lekesi
gibi genişliyor, büyüyordu. H em en her yüzleşm ede kendisine söyle
diğim yeni bir şey hatırlıyordu. D âva boyunca bana olan m uhabbe
tine rağm en hakikatin aydınlanm ası için insanüstü gayretler sarf et
ti. Birkaç celselik bir soruşturm adan sonra, başta ben olm ak üzere
herkes bu elm asın Saliha Sultan tarafından Şerbetçibaşı marifetiyle
satın alındığını, onun ölüm ü üzerine hâzineye girdiğini, daha sonra
Birinci A bdülham it’in bir gözdesine hediye ettiğini öğrendik.
Tabiatiyle ne bu Ş erbetçibaşı’nın, ne de Saliha S ultan’ın kim ol
duğunu hiç kim se m erak etm iyordu. Sadece elm asın kendisi asırlar
boyunca ara sıra kaybolm ak şartıyla elden ele geçiyor, nihayet A b
düsselâm B eyin ailesine geliyordu. B ana sordukları zaman:
- H ayır, dedim . K ayser A ndronikos’un hâzinesinde idi!..
Bu cevabım hiç hoşa gitm edi. İzahatım deliliğe vurm a telâkkî
edildi.
A lacaklılardan biri, halam ın kocası N aşit Beydi. En yakın akra
94
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
bam sıfatıyla ilk önce beni gözetm eğe çalıştı. Ç ok tem kinli cevap
lar verdi. Beni tanım ıyordu, tanıyam azdı da. H ayır, A bdüsselâm
Bey ona elm astan bahsetm em işti. Sadece, “ İşlerim i düzelttikten
sonra öderim ” vaadinde bulunm uştu. “Z annettiğinizden fazla zen
ginim” dem işti. A rada eski hukuk vardı. H akikaten zengindi. Elmas
meselesine gelince, böyle bir eski ailede bu cinsten bir hâtıranın
bulunması elbette tab iîy d i. H attâ bulunm am ası gayri tabiî-idi. “ Yüz
elli senelik hanedan bu...” B ana gelince, iyi çocuktum . Ö yle derler
di. Bunu halam kendisine söylem işti. Fakat babam terbiyem e dik
kat etm em işti. Para canlısı bir adam olduğu için başka hiçbir şeye
bakm azdı. Hattâ halam ı N aşit B eyle evlenm ekten m enetm iş, Seyit
L ûtfullah’a büyüler yaptırm ıştı. H alam N aşit B eyle evlenm eden
evvel kendisine, “H ele bir evlenelim , m uhakkak H a y ri’yi karde
şimden kurtarırım !” dem işti. Fakat babam bu evlenm enin olm am a
sı için halamı benim yardım ım la baygınlığından istifade ederek
göm m eğe kalkınca benden nefret etm işti. O zam andan sonra adımı
bile anm am ıştı.
- Zaten aile itibariyle biraz para canlısıdırlar. Y alnız refikam cö
merttir, İnsanî hislere sahiptir.
Burada tabiatıyla Takribî A hm et Efendi Camii m eselesi de orta
ya çıkıyordu; hem de korkunç bir şekilde değiştirilerek. B abam , de
desinin bu cam i için ayırdığı parayı yem işti.
Naşit Bey ikide bir m endilini çıkarıyor, gözlüklerinin cam ını te
m izliyor, sonra alnının terlerini siliyor ve sözüne devam ediyordu.
Hiçbir şeyde acele etm iyor, yavaş yavaş konuşuyor, her şeyi tam
vaktinde ve sorulduğu zam an söylüyordu. Fakat o tarzda söylüyor
du ki, sözlerinin m üphem kalan ucu ile hiç bahsetm ek istem ediği
ne, daim a yem in edebileceği aile m eselelerinden birinin üzerinde
zarurî olarak yeni bir suale yol açıyordu. N itekim tekrar halam ın
m uvakkat ölüm üne âdeta kendiliğinden dönm üştü. Sanki çok cilâlı
bir satıh üzerinde yine iyi ciiâlanm ış herhangi bir şeyi ufak tefek
dokunm alarla kaydırıyordu.
Neden bana düşm andı? Benden ne istiyordu? N için m ahvım a
95
TAN PINAR
96
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
zengin olunca bana düşm an oldu. G aliba halam ölünce bütün ser
vetinin bana geçeceğini bildiği için...
Hâlâ bile hatırladıkça utandığım yüz kızartıcı şeyler bunlar. Fa
kat Naşit Bey yüzünden başka adam olm uştum . O dakikada yılan
olup onu ısırm ağa razıydım . B unu yapam adım , fakat elimi ona
doğru uzatıp haykırdım:
- Harp zengini... Sabun, şeker hırsızı, benden ne istiyorsun?
Tekrar aynı gürültü. O turum tatil edildi. N aşit B ey ayrılm adan
evvel bana tatlı tatlı gülüm sedi. İstediğini hattâ fazlasıyla yapm ış
tım.
On beş dakika sonra A dlî T ıbba gönderilm em e karar verilm işti.
İşte D oktor R am iz’i bu m üessesede tanıdım . Beni odaya aldık
ları zam an m üdürün yanında idi. H ikâyem i herkesten fazla dikkat
le dinledi, alâkadar oldu ve beni incelem eyi üzerine aldı. M üdürün
yanından doğruca kendi odasına indik. O zam an A d lî T ıp, D olm a-
bahçe’nin m üştem ilâtından bir yerde bulunuyordu. D oktor Ra-
m iz’in odası alt katta idi. Tek penceresi bahçe duvarına bakan dar,
sefil bir oda. D uvarlardan birinde m usluğu iyi kapanm ayan bir la
vabo vardı. O daya girer girm ez doktor ellerini yıkam ağa başladı.
Ben bir kenarda talihim i düşünüyordum .
D olm abahçe’ye gelirken denizi g örm üştüm , sonbahar güneşinin
yaldıza boğduğu m avilik, yavaş yavaş alışm ağa başladığım tali
himle aram a, birdenbire uyandırıcı bir şey gibi girm işti.
İçim alt üsttü. K arım , çocuklarım , evim bana olduklarından da
ha çok uzakta, erişilem eyecek şeyler gibi görünüyorlardı.
Bir an, bütün dâvanın devam ı boyunca korktuğum şey tekrar ak
lıma geldi. Ya karımı da bu işe karıştırırlarsa? H âkim şim diye ka
dar onu garip şekilde dışarda tutm uştu. Bu bir üm itti. O hâlde bu it
hamın ciddiliğine inanm ıyordu. Ö yleyse ne diye beni buraya gön
dermişti? H ayır, bekliyordu. E m in e’yi de bu korkunç ağa sokacak
lardı. Tevkif edildiğim den beri on gün geçtiği hâlde, karım ın taşlık
ta boynum a sarılışı gözlerim in önünden gitm iyordu. G özlerinin al
tı, yanakları adam akıllı çukurlaşm ıştı, sesi bozuktu. Elleri sıcak sı-
97
TANPINAR
98
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
99
TANPINAR
100
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
101
TANPINAR
102
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
103
TANPINAR
İsterseniz bir çeşit keyfi, yahut da ihtiyarî çalışm ası vardı. Belki de
bozuk olduğu için böyleydi. H er hâlde her yaptığı şey bize acayip
görünürdü.
Ben konuşurken yüzü âdeta sevinçten parlıyordu. Başını sallaya
sallaya beni dinledi. Sonra aldığı notları okudu.
-T u h a f ,a c a y ip hâl, ihtiyarî, keyfî, yaptığı işler... Ö yle değil mi?
Çok enteresan.. Sonra?..
- İşte böyle...
A rtık sıkılm ıştım . M uayenem ne olm uştu? H iç ondan bahsetm i
yordu.
- Evet, dinliyorum , anneniz?
- S o n u n d a âdeta korkm ağa başlam ıştı ondan... M alûm ya eski
zam an insanları, cahil kadın.
- Bu işte eski, yeni yoktur. En iptidaî insan ile aram ızda hiçbir
fark olam az. Şuur hayatı yahut şuuaraltı hayatı her yerde birdir. Psi
kanaliz...
Ve böylece hayatım da o kadar çok işiteceğim kelim elerden biri
dudaklarının arasından bir lahzada fırlad ı, lop yum urta gibi önüm e
oturdu.
Ayağa kalktı:
-Y a r ın yine devam ederiz. Şim di sizin istirahatinize bakalım!
Yatağınız geldi mi?
- K arım yollayacak, dedim .
- O hâlde iyi, dedi. B urada, bu odada yatarsınız. K oğuşta sıkılır
sınız, çok rahatsız olursunuz. Ben m üdürle bir konuşayım .
Sıkıntı içinde idi:
- B urada beni sevm ezler. Lafım ı da hiç dinlem ezler. A m a, m a
demki hastam sınız...
- Ben hasta değilim doktor. H er şeyi biliyorsunuz artık. Ben
hasta m ıyım ?
D inlem eden odadan çıktı.
B ir m üddet sonra arkasından bakarak düşündüm .
Sonra m usluğa koştum ve yüzüm ü yıkadım . Bu konuşm a beni
104
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
yorm uştu. Doktorun giderken açık bıraktığı kapıdan soğuk bir rüz
gârla beraber dem inki sesler, daha keskin, daha korkunç geliyordu.
Ne oluyordu? H akikaten bir deli mi bağırıyordu? Yoksa bir hasta
mı? A dam , ölü açılacak dem işti. A caba açtılar m ı? Belki de şimdi
kapatm ışlardır! D oktor kapıyı kapatm am ıştı. Onu d a kapatm am ış
olabilirlerdi; fakat niçin açıyorlardı? B irdenbire içim de çılgın bir
kaçm a arzusu peydahlandı. K orka korka kapıdan çıktım . K oridor
da, geldiğim i tahm in ettiğim tarafa doğru yürüdüm . Ben yürüdük
çe çığlıklar artıyordu. Kendi kendim e bu taraf değil dedim . Fakat
sesler beni âdeta kendilerine doğru çekiyordu. Yarı açık bir kapının
aralığından konuşm alar geliyordu. Başım ı şöyle bir uzattım . Büttin
vücudum zangır zangır titreyerek geriye çekildim . H ayır, daha ka
patm am ışlardı. Tekrar geriye döndüm . K oşa koşa odaya girdim .
Kapıyı kapattım . Sandalyem e büzüldüm .
Biraz sonra D oktor R am iz geldi. Yüzü sevinç içindeydi.
- O ldu... dedi. İlk önce m üşkülât çıkarttı. Fakat kendisine sizin
daha ziyade benim saham ı alâkadar eden bir hasta olduğunuzu an
latınca razı oldu.
- A m a doktor, ben hasta değilim ... A llah rızası için... Size anlat
tım.
Tekrar gözlerini gözlerim e dikti. En katî sesiyle:
- H astasınız... diye kesip attı. Psikanaliz çıktığından beri hemen
herkes az çok hastadır.
- O hâlde dışardakilerden farkım ne?
- O başka şey... Ben sizden m esulüm .
- Şimdi ne olacak?
-T e d a v i edeceğiz. Zaten öyle m ühim ce bir iş değil. B u işte teş
his hemen hem en tedavidir. Yani m untazam devam edilirse birkaç
senede biter.
Çıldıracaktım . “Birkaç sene...”
-R a p o r ! .. D oktor, karım hasta. Y üzünden belli, hasta. Beni bu
radan bir an evvel çıkarın.
- O ayrı şey, dedik ya!
105
TANPINAR
106
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
107
TANPINAR
108
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
109
TANPINAR
-Y a n i?
-Y a n i çocukluğunuz bu saatin eve getirdiği hava içinde geç
m iş... B abanız bile onu kıskanm ış... A nneniz M übarek adını verdi
ği hâlde babanız “M enhus” adını koym uş, nasıl oldu da parçalam a
dı şaşıyorum . Ç ünkü babanız sizden evvel tehlikeyi görm üş...
- Parçalam ak değil am m a, satm ak istiyordu...
D oktor sevinçle yerinden fırladı. D âvasının bir ispatını daha ver
miştim .
-Y a n i evden uzaklaştırm ak istiyordu.
Başım ı eğdim , yalan değildi. B abam bu saate âdeta düşm andı.
“Bana hiç rahat verm iyor ve m enhus evim i âdeta zaptetti...” deyip
duruyordu.
Yeniden kuvvetlerim i topladım . Yeniden anlatm ağa çalıştım .
Başka ne yapabilirdim ?
-D o k to rc u ğ u m lütfet! B unlar mâkul şeyler değil. A dam cağız
ağzından iki kelim e kaçırdı diye... Saat kıskanılm az... Eşya kıska
nılır mı hiç? B aşkasında olsa anlarım . Kendi malim insan kıskan
m az, belki beğenm ez, bıkar, atar, satar, yakar, m ahveder, am m a...
- Sonra Nuri E fendi, Seyit L ûtfullah, A bdüsselâm B eyler gel
miş.
- N u r i Efendi ustam dı, dünyanın en iyi adam ıydı. Lûtfullah bi
çare bir m eczuptu, söyledikleri yaptıkları beni eğlendirirdi. Masal
gibi hoşum a giderdi. A bdüsselâm B eye gelince çok iyiliğini gör
düm.
- Evet am m a, hepsinin m uayyen bir devresi var. Ayrı ayrı za
m anlarda peşlerinden gidiyorsunuz.
Yavaş yavaş içim de bir telâş başlam ıştı. A caba böyle miydi?
M uhakkak ki, hepsine ayrı ayrı bağlanm ıştım . D oktor R am iz bir- ■
denbire büsbütün am ansız kesildi:
- Çocuğunuzun adını A bdüsselâm Beyin verm esini ne ile izah
edersiniz?
Tekrar ellerim i uzattım . A kıl ve m antığa, o tek selâm et yoluna
dönm esi için yalvardım :
110
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
lli
TANPINAR
zum yok. Bu cins şeyler herkeste bulunur. Siz biraz fazla bu iş üze
rinde gecikm işsiniz. Baba olam am ışsınız... B aba olunca geçer...
- Baba olam adım m ı? İki çocuğum var... Hem İkincisinin adını
ben koydum ... İnsaf edin! A h m et’in adını ben koydum .
-A b d ü ss e lâ m Bey öldüğü için... M am afih sonuncu babanızın
ölüm ü ile size bir nevi istiklâl ve olgunluk gelm iş olabilir. M esele
şimdi bu kom pleksin neticelerinden kurtulm anızda. Z aten şuur al
tında bir hâdise olduğu için kendi kendisi kaldıkça ehem m iyetsiz
bir şeydir. E hem m iyetsiz ve hattâ tabiî bir şey. B ilhassa bugünkü
cem iyetim izde. Ç ünkü İçtim aî şekilde bu hastalık hemen hepim iz
de var. Bakın etrafa, hep m aziden şikâyet ediyoruz, hepim iz onun
la m eşgulüz. O nu içinden değiştirm ek istiyoruz. Bunun m ânası ne
dir. B ir baba kom pleksi değil m i?.. B üyük, küçük hepim iz onunla
uğraşm ıyor m uyuz?.. Şu E tilere, Frikyalılara bilm em ne kavim leri-
ne m uhabbetim iz nedir? Baba kom pleksinden başka bir şey mi?
Tekrar ayağa kalktım . K açm ak istiyordum . Fakat kahvelerim iz
gelm işti. Yerime oturdum .
- Bu günlük bu kadar yetm ez m i? diye yalvardım .
- H ayır, oturun ve beni dinleyin! Siz de bilirsiniz ki psikanaliz...
B oynum u büktüm , kollarım ı açtım .
- D oktor nerden bileceğim ben onu? Ben cahil bir adam ım . H a
yatımı on defa dinlediniz. D oğru dürüst okum adım . Babam kâfi de
recede sert değildi. Beni okutam adı.
Birdenbire durdum . Yine kendim i ele verm iştim . Babamı beğen
mediğim i gösteren sözler söylem iştim . Sözü değiştirm ek istedim .
- İyi kötü biraz saatten anlarım , işte o k ad ar!..
Ve tabiî saat d er dem ez evvelâ “M übarek” sonra rahmetli Nuri
E fendi, yani ikinci babam hatırım a geldi, sustum . Bu baba kom p
leksi korkunç bir şeydi. İnsana ağız açtırm ıyordu.
Bereket versin doktor beni dinlem iyordu. Zaten pek az dinlerdi.
- M a lû m m alûm ... Buralarını biliyorum . A m a üzülm eyin. O ku
muş olsanız bir şey mi çıkardı sanıyorsunuz? Psikanaliz bilm edik
ten sonra, hepsi bir...
112
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
113
TANPINAR
kındaki izahat devam etti. Fakat bu sefer benzetm elerle işi anlatm a
ğa başladı. İş büsbütün karışm ıştı. Hem anlam adığım ı biliyor, hem
de bir şeyler anladığım ı sanıyordum . B ir ara, bir akşam evvel bırak
tığı kitaptan bahsetti.
- B iraz baktınız m ı? dedi.
- N a s ıl bakayım ? Ben A lm anca bilm em ki... Bilsem de bu yük
sek ilim ...
- H a, evet... dedi. U nutm uşum . Z arar yok, ben size anlatırım .
Bereket versin bu sefer araya, o broşürdeki konferans vesilesiy
le tanıdığı A lm an kızının hâtırası girdi. O radan onun arkadaşı olan
hastabakıcıya geçtik. İkide bir çanta açılıyor, cıgara paketi çıkıyor,
sonra tekrar kapanıyordu. B iraz sonra tabiî sıra İngiliz çakısına ge
liyor, çanta tekrar açılıyor, o aranıyor, tırnaklar tem izleniyor, daha
sonra kolonya şişesi çıkıyor, eller tem izleniyordu. Ve genç kızlar
tünel kayışı gibi biri öbürünü tanıştırarak gözüm üzün önünden akı
yordu. Saat ikiye doğru D oktor R am iz, “ İşim var!” diye gitti.
Daha ertesi günü doğrudan doğruya rüyalarım ızla meşgul olduk.
Bu sefer doktor, A lm an y a’da hiç kadın tanım am ış gibi davranıyor
du. B una mukabil yorgun ve sinirli idi. G özlerinin altı halka halka
m ordu. H iç uyum am ış olacaktı. Belki de yorgunluğu ve sinirliliği
yüzünden anlattığım rüyaları hiç beğenm iyordu. Beni babasını be
ğenm eyen, her rast geldiği yerde kendisine baba arayan adam ların
görmesi icap eden rüyaları görm em ekle itham ediyordu.
- N a s ıl olur? diyordu. Sizin gibi bir zat, hastalığına uygun bir
tek rüya görm üş olm asın! Bari bundan sonra biraz gayret etseniz...
İşte bu son cüm le tedavim de yeni bir m erhalenin başlangıcı ol
du. O gün akşam a kadar sustu, beni âdeta görm em ezlikten gelerek,
odanın içinde sinirli dolaştı, sonra birdenbire kararını verm iş gibi
karşım a geçti, en ciddî sesiyle:
-S iz d e n hastalığınıza daha uygun rüyalar görmenizi istiyorum .
A nladınız mı? dedi. B ütün gayretinizi sarf edip öyle rüyalar görm e
ye çalışın! E vvelâ sem bollerden kurtulm alısınız. Babanızı rüyanız
da kendi çehresiyle gördünüz m ü iş değişir, her şey düzelir...
114
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
115
TANPINAR
116
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
117
TANPINAR
dolaşıyordu:
-Y a p a m a d ın ız ... B ütün gayretlerim i m ahvettiniz. Tekrar doğa
caktınız, halbuki olduğu gibi kaldınız...
Ben elim den geldiği kadar teselliye çalıştım:
- Ü zülm eyin doktor, bu gece gayret ederim . Zaten doğru dürüst
gitm em işti, belki bu akşam yine gelir.
- N afile, bu beceriksizlikle... H iç zahm et etme!
Sonra tekrar gözlerini gözlerim e dikti ve aşikâr bir yeis içinde:
-A z iz im , dedi, birbirim izi beyhude aldatm ayalım ! Sen iyi ol
m ak istem iyorsun... H iç gelir mi bir daha? G iden gelir mi hiç!
Hakkı vardı. A rslan d a babam gibi başına geleceği anlam ış ola
cak ki, bir daha rüyam a girm edi.
Bununla beraber arslan sayesinde biraz ferahladım . Bir gün son
ra bana:
-A rs la n adalettir, dem iştiniz, o ne dem ektir? diye sorunca ona
eski tabirnam elerden bahsettim .
Eskiler de rüya tabirlerine çok ehem m iyet verirlerdi. A m m a si
zinki gibi değil... H iç uym uyor...
- D em ek bizde de rüya anahtarları var?
- H a y ır , hayır, anahtar değil... Bayağı kitap! H er görülen şeyin
karşılığı yazılı.
D oktor R am iz bize ait şeyleri çok sev erd i, fakat güçlükle, sanki
birkaç senelik bir gurbetten değil de, iki ayrı hayatın arasındaki
boşluktan gibi hatırlardı. T abirnam eleri, “Ö yle ya öyle ya!” diye
hatırladı ve derhal başını sallam ağa başladı:
- A zizim , bizim bu eskiler, tükenm ez hazine...
Niçin eskilerden bahsederken başım ızı sallarız? Bu bir âdet mi,
gelenek mi, yoksa yeni bir hastalık m ı?
O gün akşam a kadar tabirnam elerden bahsettik. V iyana’ya bir
kongre için bu hususta bir rapor yazacaktı. Benim böyle şeyleri bil
diğim i söyleyerek yardım ım ı istedi. G özünde birdenbire değişm iş,
ben adlî bir iş için m üşahedeye alınan bir hasta, o doktor olm aktan
çıkm ış, bayağı iki iş arkadaşı olm uştuk. İkide bir sırtım a vuruyor,
118
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
119
TANPINAR
120
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
121
TANPINAR
122
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
123
TANPINAR
VI
124
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
de, hiçbir şeyi yok, dediği zam an içim de ona karşı sadece m innet
vardı.
İlk günlerim tabiatıyla iş aram akla geçti. D aha m uhakem e baş
lar başlam az çalıştığım yerde işim e son verdiklerini söylem iştim .
Bir gün m ektepteki hocalarım dan birine rastladım . Beni Fener Pos-
tanesi’nin m üdürüne yolladı... “O rada bir açık varm ış!” diyordu.
H akikaten bu yer açıktı. Em rim geledursun hem en o gün işe başla
dım . M aaşım , eski kazancım ı tutm uyordu. Fakat ehem m iyeti yok
tu. U fak tefek kısıntılarla her şey yoluna girebilirdi. H ürriyete, evi
m e, çocuklarım a, doğru dürüst yaşayan insanların dünyasına yeni
den kavuşm uştum . H attâ D oktor R am iz bile acayip m erakları, bir
birini tutm az hareketleriyle artık eskisi gibi beni rahatsız etm iyor
du. Zaten daha serbest kaldığım ın haftasında beni öyle garip bir
âlem e sokm uştu ki, orda herhangi bir hareketin aksaklığını görm ek
im kânsızdı.
Burası Şehzadebaşı’nda, boş zam anlarında vakit geçirdiği bü
yükçe bir kıraathaneydi. A ziz dostum , ben A d lîT ıp ta iken, bu kıra
athanelerdeki bütün ahbaplarına, türlü m eziyetlerim i, eski âlem i
miz hakkındaki bilgim i, saat tam irindeki m aharetim i öyle övm üş,
m aceram ı o kadar yana yakıla anlatm ış, bilhassa hastalığım hakkın
da o kadar çok ve m ühim tafsilât verm işti ki, daha ilk adım ım ı atar
atm az bütün kahve sevinç çığlığı ile doldu. Â deta eski bir dost ve
günün kahram anı gibi karşılandım . D oktor R am iz m asam ızın
önünden her geçeni durduruyor ve beni, “H akikî bir baba psikozu
geçirdi, m eslek hayatım ın en m ühim hastası budur.” diye takdim
ediyor, sonra tekrar izahata başlıyordu.
- Ş im d i hastalığını da, tedavisini de biliyor. Yaman adam dır.
M ükem m el bir kültürü vardır. Sonra iradesi... Bu irade sayesinde
öyle bir rüya gördü ki!., diye sırtım ı uzun uzun sıvazlam alarla de
vam eden bu izahat hakikaten garipti.
D oktor neredeyse sözlerini, “ Haydi kalk! A m canın karşısında
biraz yürü bakayım !” , yahut, “ Hani yeni şiir ezberlem iştin, onu
okusana canım !” diye bitirecekti.
125
TANPINAR
126
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
127
TANPINAR
tam bahsedilm ezdi. H epsi çok uzun bir uykudan, bir çeşit ölüm den
sonra hatırlanır gibi bu kahveye gelirdi. B üyük İskender veya An-
nibal, K an t’ın im p erataif’leri, bu sayıklam ağa benzer konuşm ada
sadece günlük hayatı uyuşturm ak için icat edilm iş şeylerdi. Zaten
en sıhhatli v ak ’a bile söyleniş tarzı için anlatılırdı. B irbirlerini o ka
dar fazla dinlem işlerdi ki, hepsi anlatılanı aşağı yukarı evvelden bi
lirdi. B urada konuşm a yalnız kendisi için, konuşanların kabiliyetle
ri içindi ve daha ziyade sevilm iş bir eserin, yahut oyunun tekrarına
benzerdi ve sohbet, bir ortaoyunu gibi evvelden tâyin edilm iş şart
larla devam ederdi. H ep aynı kelim elerle m üdahale edilir, aynı yer
lerde gülünür, m acera oradakilerden birkaçı arasında geçm işse, alâ
kadarlar aynı yerlerde tam am layıcı sözü alırlardı. A nlatan, daha ye
ni tafsilâta girerse, söz derhal kesilir, “ B unu yeni uydurdun!” denir
di. M am afih bu yeni şekil ve parça gelecek program da aynı dikkat
le aranırdı.
Bu konuşm alarda tekrar şarttı ve kim seyi yorm azdı. A ksine ola
rak alışık çehresiyle gelm eyen şey yadırganırdı. Bunun dışında, ha
kikaten yeni bir fikir veya m eselesi olanların sözü ilk defalar sade
ce nezaket ve biraz da tecessüs yüzünden dinlenirdi ve daim a uya
nık olan m uhit m uhayyilesi onu şakaya en çok m üsait tarafından
yakalayana, yahut kendi seviyesine indirene kadar öyle kalırdı. Bü
tün ciddî şeyler böyleydi. B ir kere alelâde çapkınlığa, K aragöz şa
kasına, pederasti hikâyesine veya ortaoyunu taklidine indirildikten
sonra kabul edilirdi. Zaten bu cins ciddî şeylerden bahsedenler, hu
susî bir isim altında tanınırlardı. O nlar N izam ıâlem cilerdi. D ünya
yı düzeltm ek zahm etini üstlerine alan bu aristokratların altında da
ha geniş bir tabakaya “ Esafil-i Şark” adı verilm işti. O nlar kültür
den, m edeniyetten bu kahvedeki m üşterek hayata yarayacak kada
rını alm akla yetinen günlük hazların ve geçim sıkıntısının veya ça
resizliklerinin dışında yalnızca kom iğin, aksayanın üzerinde zarar
sızca durm akla yetinenlerdi. N ihayet üçüncü bir tabaka, Şiş Taifesi
gelirdi. Şiş, hiçbir inceliği olm ayan, şehir hayatına intibak etm em iş,
yahut kaba insiyaklarını yenem em iş insanlardı. Şiş T aifesi’nden bir
128
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
insan kavga edebilirdi, bir Esafil-i Şark veya Nizam cı ancak Ş iş’li-
ği tutarsa kavga ederdi. B inaenaleyh, Ş iş’lik biraz da iptidaîlik m â
nasına geliyordu. Ve yalnız bu taife, belki de kalabalık olduğu için
Yarım Şiş diye kendi içinde de ayrıca sınıflanırdı.
İlk bakışta ortaoyununun, tulûatın, K aragöz’iin, m eddah hikâye
sinin bir kalıntısı gibi gelen bu garip kalabalık ve onun hayatı baş
langıçta beni sıktı. Hele m uayyen bir hastalıkla ve birtakım olm az
şeylerle dam galı olarak aralarına girm iş olm aktan büsbütün ürk
m üştüm . D aha üçüncü günü bana ciddiyetle M übarek’in hatırını
soranlar olm uştu. N erdeyse “Evli m i, bekâr m ı?” diye m erak ede
ceklerdi. A bdüsselâm Bey, Seyit L ûtfullah, Nuri Efendi gibi bu
sem tte yaşam ış, hele son ikisini birçoğunun şahsen tanıdıkları
adam ların hâtırası ise daha ilk adım ım da tazelenm işti.
K ayser A ndronikos’un hâzinesinin Lûtfullah tarafından sureti
hususiyede bana hediye edilm iş olm ası, benim m alım bulunm ası
ise hiçbir suretle gözlerinden kaçm asına im kân olm ayan bir v a k ’a
idi. H ulâsa, hiç istem eden, peşinde koşm adan bütün bir şöhret be
nim için evvelden hazırdı. H içbir cem aat tarafından bu kadar hara
retle kabul edilem ezdim . D oktor R am iz’in beni ilk getirdiği günün
haftasında, huzurum da, hangi sınıftan olduğum keyfiyeti m ünaka
şa edildi. Sıkılganlığım , daim a kendi işlerim le m eşgul oluşum , bü
tün bu konuşm aları ciddî telâkkî etm eyişim tabiatıyla beni N izam -
lık yapıyordu. Sonradan Em ine ölüp de hayatım iyice m ihverinden
çıkınca bu payeyi kaybettim . Ve yavaş yavaş Esafil-i Şark arasına
girdim. H aklan da vardı!
Böylece sınıfım tâyin edildikten sonra bana verilecek lakap üze
rinde düşünüldü. Fakat bu o kadar kolay olm adı. Birkaç celseye ih
tiyaç oldu. N ihayet hastalığım , yani baba psikozu dolayısıyla “Ö k
süz” adı üzerinde ittifak edildi. Fakat benim hikâyem çoktu. Naşit
Beyin birdenbire ölüm ü, halam ın hikâyesini canlandırdı. H alam ın
onun acısıyla kendisini dervişliğe verm esi, o zam anlar kadınlar ara
sında şöhret kazanan bir şeyhe bağlanışı ve serveti dolayısıyla en
gözde müridi olm ası bu şöhreti birkaç sene m uhtelif fasılalarla bes
129
TANPINAR
130
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
B ak, mâzi nasıl devam ediyor; şaka, ciddî onu nasıl yaşıyorlar...
Hepsi hayallerinde büsbütün başka bir âlem de yaşıyor. Topluluk
hâlinde rüya görüyorlar.
B ir başka defasında yine aynı m esele için şöyle konuştu:
- Bu kadar aydın bir kalabalığı nerede bulabilirim ? H epsi ihtisas
sahibi insanlar... Hepsi m em leket m eselelerinin içinde ve sade
onunla yaşıyorlar. H içbir gazetede bu kahve kadar havadis bula
m azsınız. G öreceksiniz, hâtıra defterim i neşrettiğim zam an göre
ceksiniz, bu adam lardan neler öğrendiğim i hep günü gününe oku
yacaksınız...
Doktorun m em leket m eseleleri ve aydın konuşm alar dediği şey
hakikatte alelâde dedikoduydu. F akat onun âlim bakışlarında iş ta
biatıyla değişiyordu.
Daha sonraları, enstitüye alınm ası hususunda o kadar ısrar etti
ğim Yangeldi A saf Bey dolayısıyla -ile rd e görüleceği gibi A saf
Bey, Tam am lam a B ürom uzun şefi o ld u - bütün bu işlerden bahse
derken H alit A yarcı’ya D oktor R am iz’in bu fikrini söyleyince, aziz
velinimetim:
- Bana kalırsa bu çalışm a hayatına tam intibak etm em ekten ge
len bir şeydir, dem işti. H ayat, kendi şeklini yaratm azsa böyle olur.
Bu kahve hakkında sizi dinlerken ben, çoğunu tanıdığım bu insan
ları hep bir çeşit aralıkta yaşıyorlarm ış gibi düşündüm . İsterseniz
onlara kapının dışında kalanlar da diyebiliriz. M uasır zam ana gire
m emiş olm anın şaşkınlığı içinde yarı ciddî, yarı şaka, tem bel bir
hayat! Öyle bir mâzi falanla pek alâkası olm asa gerek!
- A m m a hepsinin bir işi vardı! diye yaptığım itiraz üzerine:
- H er iş, iş değildir. İş evvelâ bir zihniyet ve zam an telâkkisidir.
Enstitüm üz kurulm adan evvel m em lekette hakikî iş hayatı olabile
ceğine inanm anıza hayret ediyorum . Ç alışm ak ancak m uayyen d ü
zeniyle olur... Siz ki, bu kadar tecrübelisiniz, bu enstitünün kurul
m asında o kadar him m et ettiniz, buna nasıl iş diyebilirsizin! diye
beni paylam ıştı.
Enstitüm üz kurulm adan evvel hakikaten bir çalışm a hayatım ız
131
TANPINAR
var m ıydı, yok m uydu? Bunun hakkında katiyetle hiçbir şey söyli-
yem em . Bu hâtıraları yazm ağa başladığım dan beri içim de birçok
değişiklikler oldu. A rtık, tasfiye hâlindeki enstitüm üze eski gözle
baktığım ı iddia edebilecek hâlde değilim . B ana şimdi m üessese-
m iz, m em lekette iş hayatını kurm aktan ziyade bazı işsizlerin ken
dilerine iş bulm asına yardım etm iş gibi görünüyor. Bunu söylem ek
le ıoplum hayatına büyük faydalarım ız olduğunu inkâr etm iyorum ;
fakat aradan geçen zam anla yavaş yavaş yaptığım ız işe hiç olm az
sa başka zaviyelerden de bakılabileceğini söylem ek istiyorum . Bu,
belki de para ve refah dolayısıyla ona artık m uhtaç olm adığım için
dir. A raya m enfaatlerim iz girm eyince hâdiseleri elbette başka türlü,
daha realist bir gözle görm eğe, hakikaten daha uygun şekilde anla
m ağa ve yorum lam ağa başlarız. Belki de bu, oğlum A h m et’le bir
kaç gün evvel aram ızda geçen m ünakaşanın neticesidir. H âtıraları-
yazdığım ı öğrenir öğrenm ez bir gün neşredilir korkusuyla soya
dın. değiştiren oğlum un bu m üessese aleyhindeki fikirleri beni bu
düşüncelere götürm üş olabilir.
Her neyse, H alit A yarcı’nın iş hakkm daki fikirlerini tam m âna
sında kabul etm em ekle beraber, bu kahvede tanıdığım insanlar için
en iyi teşhisi onun koyduğunu zannediyorum . H akikaten buradaki
hayat, asıl kapının dışında bir hayattı. Ve onu yaşayanlar, o şekilde,
yani hiç içeriye girm eyi düşünm eden, yahut da bir ayakları daim a
eşikte, yaşıyorlardı. H içbir m esele yoktu ki eninde sonunda bir ka
çış, bir kurtulm a vesilesi olm asın! N eden kaçarlardı, niçin kaçarlar
dı? H içbir m ukavem etleri yok m uydu? Yoksa hakikaten her şeye
yabancı, her şeye kayıtsız m ıydılar? H ayır, burada her şey biraz af
yon, biraz uyku ilâcıydı.
Şüphesiz işin içine m enfaat girince her şey değişiyordu ve m en
faat bu kahvede hiç de ikinci derecede kalan bir şey değildi. H er gün
bir yığın para kavgasına, bitm ez tükenm ez hesaplara, bazen hafta
larca süren fiskoslu konuşm alara şahit oluyorduk. Bunları öğrenm e
m iz için behem ehal gözlerim izin önünden geçm eleri lâzım değildi.
İlgililerden birisi veya her şeyin aslını bilen kahve sahibiyle yarım
132
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
133
TANPINAR
134
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
duğu bir eğlence yerinde, her zam anki çocuk saflığıyla, “Ayol, bun
lar insan değil, m elek” diye beğendiği sarışın ve kum ral, buğday
tenli kızlar, kadınlar da böylece kahvem izin m ahrem iyetine fokst
rot adım larla ve tango kıvranışlarıyla, dağılm ış saçları kalçalarını
döve döve, nefes nefese zafer çığlıkları atarak, genç küheylânlar gi
bi girdiler, tavla şakırtılarını, hayalim izde birbiri ardınca patlatılan
şam panya şişelerinin gürültüsü örttü.
Kışın ortasına doğru bu çılgın eğlenceler birdenbire bitti. K am e
ra, tekrar bizim kahveye döndü. B ir gece dördü birden geldiler.
Hepsi yorgun ve sinirli idi. Evvelâ bir köşede sessiz, sadasız m üna
kaşa ettiler, cüzdanlar açıldı, senetler çıktı, tekrar cüzdanlara kon
du. Sonra sesler birdenbire yükseldi. R ezil, alçak, dolandırıcı keli
meleri arabacı kırbaçları gibi şakırdam ağa başladı. Yum ruklar sıkıl
dı, “Ben sana gösteririm !” tehditleri duyuldu. N ihayet hepsi birbi
rine girdiler. N eticede m irasyedi ve iki arkadaşı avukatı sille tokat
kahveden dışarıya attılar. B ir sene evvel o kadar haysiyetli ve kibir
li tavırlarla bizi hiç beğenm eden aram ıza gelen adam çam urlar için
den güçlükle kalktı. B ir tulum bacı gibi küfür ede ede yanağından
sızan kanları sildi. Gözlükleri kırılm ış olduğu için şapkasını ben
bulup başına geçirdim .
İki hafta sonra aynı kavga m irasyedi ile iki arkadaşı arasında ol
du. Bu sefer velinim et de aynı şekilde kahvenin kapısına bırakıldı.
Fakat netice hiç de o gece sandığım ız şekilde çıkm adı. K ahvem izin
gedikli m üşterileri olan iki ahbap çavuş daha ertesi sabah bize dert
yanm ağa başladılar. Birkaç gün sonra şikâyetleri ayyuka çıktı. Vâ-
kıa bir sene adam akıllı eğlenm işlerdi am m a, ellerinde hiçbir şey
kalm am ıştı. H attâ m irasyedi, kendilerini sonradan btitiin hakların
dan ıskata m uvaffak olduğu çarpaşık bir şirket sayesinde birinin
elinden baba evini, öbürünün elinden bilm em neredeki büyük ve iş
lek m ağazasını alm ıştı. İkisi de şim di beş parasızdılar. Ü stelik elden
çıkarılan bu m ağazanın sahibi eğlence yerlerine kendi delâletiyle
sürüklediği, düşm esine yardım ettiği kızlardan birine delice âşıktı.
Bütün bu işler mirasyedi ahbabım ızın dünyanın en rahat, tatlı te-
135
TANPİNAR
bessiimiiyle bir gün gelip aram ızda oturm asına mâni olm adı. İki sa
at kadar kahvenin sahibi ile baş başa konuştular. Eski dostum uz
hiddetten kan başına sıçrayarak onu dinledi. Ertesi akşam elden çı
kan m ağazanın sahibi ile uzun bir lavla partisine tutuştular.Velini-
m et, dünyanın en m asum çehresiyle zarları avucunda şakırdatarak
fırlatıyor, arkasından tavlanın içine girecekm iş gibi eğiliyor, zarla
rın dönüşünü takip ediyor, her düşeşte bir kere el çırpıyordu. On
beş gün sonra m üflis m ağaza sahibinin sevdiği kızla evlendiğini
işittik. IJç ay sonra da m ucizelerin mucizesi! bir yavrusu dünyaya
geldi. Bütün kahve halkını sevindiren bu haber üzerine epeyce m ü
nakaşalar yapıldı ve neticede âm m e çoğunluğu ile çocuğa “ K arı
şık!” adı verildi.
Bu hâdise, m uhtelif ve beklenm edik safhalarıyla bizi aylarca
meşgul etti. Sonra hem en arkasından gelen bir başkası yüzünden
unutuldu. T rakya’nın bilm em hangi köyünde Balkan M uharebesi
esnasında yere göm ülen epeyce m ühim bir parayı aram ak için İs
tanbu l’a iki B ulgar gelm işti. Bu adam lara bu kahvenin adresini kim
verm işti? Hangi tesadüf bizim kilerin arasına onları atm ıştı? Söyle
meğe hacet yok ki, o bahar âdeta bir Kutup seyahati hazırlanıyor
muş gibi bir sefer heyeti kuruldu, küçük bir çalana tutuldu. Kamp
eşyası alındı. On beş yirmi gün her taraf arandı, tarandı. Biz arka
da kalanlar halecanla, heyecanla hâdiseleri takip ediyorduk. Her
gün haberlerin şekline göre bulunacak definenin miktarı değişiyor
du. On bin altın diyorlardı. Sonra beş bine iniyor, yirmi bine, yüz
bine çıkıyordu. Belki bütün yaz böyle geçecekti. Bereket versin ki,
m ahallî hüküm etin m üdahalesiyle iş sona erdi. D önüşte bittabi tek
rar bir m asraf kavgası oldu. Fakat hem en arkasından m eşhur bir ta
rih üstadım ız üç saat süren bir Hazreli Ali çenginin hikâyesine baş
ladı ve onun heyecanlı safhaları arasında um um î barış tem in edildi.
O gece en yüklü gecelerim izden biriydi. Ben E m ine’nin hastalığı
na rağmen R am iz B eyin mezesi ve rakısı aynı derecede kıt ikram ı
nı kabul etm iş, eve gitm em iştim .
Filhakika o gece aram ıza, kaybettiğim iz iki Bulgara mukabil bir
136
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
137
TANPINAR
138
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
139
TANPINAR
dum . A dlî T ıpta son gece gördüğüm o acayip rüyadan beri biliyor
dum . K ader im biği gözüm ün önünde kaynıyordu, ve E m ine’nin ba
şı, yastığım ın öbür ucunda, yüzüm de, dudaklarım da, avuçlarım ın
içinde iken, yine her an benden biraz daha uzaklara çekiliyor, or
adan bana büyük, açık gözleriyle bakıyordu. O istediği kadar ko
nuşsun, gülsün, gelecek yollar için hayaller kursun, Z ehra’yı gelin
etsin, A h m et’i T ıb b iy e’den çıkartsın, daim a bu baş çok uzaklarda
yavaş yavaş siliniyor, gözleri uzaklardan bana, “Ne yaparsın, çare
si yok ki bu işin!” der gibi bakıyordu. Bu korkunç zalim bir şeydi.
E m ine yavaş yavaş, dam la dam la gözlerim in önünde ölüyordu. Ne
ben, ne de kim se, hiç birim iz bir şey yapam ıyorduk.
VII
140
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
141
TANPINAR
Onları görür görm ez içim m erham etten parça parça oluyor, ken
di iradesizliğim e, talihim e kızıyor, başım ı saatlerce duvarlara çarp
m ak istiyordum . O zam an işte Em ine, evin bir tarafından çıkıyor,
yavaşça yanım a yaklaşıyor, her vakit yaptığı gibi elleriyle om uzu
m a dokunuyor, “K endine gel!” diyordu.
Ve ben kendim e geliyordum . K ararlar, yem inler, ahitler, karan
lıkta dökülen gözyaşları birbirini kovalıyordu. Fakat ne faydası
vardı? Ne yaşadığım hayatı beğeniyor, ne yenisine gidebilecek
kudreti kendim de buluyordum . H er şeyden düpedüz kopm uştum .
Ç ocuklarım a karşı beslediğim acım a hissinden başka etrafım la hiç
bir bağım yoktu.
H er şeye, herkese sadece katlanıyordum . Sokağa adım ım ı atar
atm az, kendimi bir yığın m uvazaanın, gafletin esiri görüyordum ve
bulunduğum yerden, yaptığım işten gayri her yer, bana erişilm ez
şekilde güzel ve harikulâde görünüyordu.
Postanede elim e geçen uzak yerlerden gelm iş her m ektup zarfı,
her kartpostal beni çıldırtıyordu. Peru, A rjantin, K anada, M ısır,
K ap, nerelerden gelm iyordu bu m ektuplar? İki sokak ötede, tek bir
odada tahtakuruİarıyla haşır neşir olan şu ihtiyar Yahudi kadının
M eksika’da bir kardeşi vardı. K om şusu haham ın kızkardeşi A rjan
tin ’de kürk ticareti ediyordu. Öte taraftaki Rum bakkalın oğlu M ı
s ır’da idi. Yeğeni C hicago’da hocalık yapıyordu. Ve ben onlara ge
len m ektupların zarflarına bakar bakm az, gözlerim kendiliğinden
kapanıyor, etrafım değişiyor, kendim başka bir adam oluyordum .
K açm ak, her şeyi bırakıp gitm ek!..
Fakat hayır, bütün bunları yapabilm ek, kendisini alışkanlıkları
nın dışında denem ek için başka türlü adam olm ak lâzım dı. K oş
m ak, kım ıldam ak, atılm ak, istem ek, isteyişinde devam etm ek lâ
zım dı. Bütün bunlar benim için değildi. Ben biçare bir gölge idim.
Yanımdan biraz sürtünerek geçen her adam ın peşine takılan, ondan
ayrılır ayrılm az, iki kedi yavrusu gibi birbirine sokulan, birbirinin
kucağında gülen, ağlayan, bilhassa ağlayan iki çocukla çap açul, bi
çare bir gölge... Gül! dedikleri yerde gülen, ağla veya konuş dedik
142
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
143
TANPINAR
144
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
145
TANPINAR
Yan tarafta, üçüncü sırada o zam ana kadar farkına varm adığım
genç kadın ağır uykusundan derin bir “oh” çekerek yerinde gerin
di. D oktor R am iz bu ilk üm it işaretine âdeta bir kurtarıcıya yapışır
gibi yapıştı ve en gür sesiyle devam etti.
- Ve dahî bu m ecnun er kişi ise ve çıplak ise ol avrat behem e
hal zina işler, zevci m ukayyet ola...
K ırklık hanım ın boynu birdenbire iri bir kum ru oldu ve dem
çekm eğe başladı. Ö rdek yavrulan artık ortalıkta görünm üyordu.
H atip bu değişiklikten habersiz, devam ediyordu.
- Ve dahî bir er kişi rüyasında kendisini cüm lesi uyur bir taife
nin arasında görse büyük beşarettir, cüm le e f ’alinde fâilim utlak
olur ve kim seye hesap verm e zorunda bulunm az.
D oktor R am iz bu cüm lenin verdiği hürriyetten istifade etti ve
başını hem en oracıkta, boynunun üstünde eğerek o da uyum ağa
başladı.
VIII
146
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
147
TANPINAR
148
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
149
TANPINAR
acınacak kendisi ile biz olduk. Ve ondan sonra yavaş yavaş H alit
A yarcı’ya tesadüfüm e kadar gittikçe hızını arttıran bir sefalet baş
ladı. Sanki dibi olm ayan bir kuyuya indiriliyorm uşum gibi her lah
za biraz daha derine, biraz daha karanlıklara göm üldüm . Fakat da
ha evvel İspritizm a C em iyeti’ndeki hayatım ı anlatm alıyım .
IX
150
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
151
TANPINAR
152
SAATLER! AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
153
TANPINAR
züm de her şey perdelenir, farkında olm adan yum ruğum u sıkardım .
Bu çeneyi dağıtm ak, bu krem içinde yüzen tom bul yanağı, bu yo
lunm uş, itinalı kaşları birbirine geçirm ek, m ânâsız bozuk bir gra
mofon plağı gibi parçalam ak için öm rüm ün yarısını nasıl seve seve
verirdim . Fakat bu ancak bir saniye sürer, hem en arkasından Selma
H anım ın, kemeri bir lahza çözülse bir yığın ince, zarif, düz ve ka
visli çizgi hâlinde dağılacak vücudu, sade üslûp ve eda bakışları,
küçük tatlı kahkahaları hayalim de canlanır, hulâsa sabrın ucunda
beni bekleyen m ükâfatı düşünür, kendim i toplardım :
- Baş üstüne beyefendi.
Bazen doğrudan doğruya gideceğim terzinin, ayakkabıcının, bü
yük m ağazanın, lim anda vapurdan çıkışını bekleyeceğim ve eşya
ları otom obile taşınırken yardım edeceğim , yahut bu eşyaları ken
dim taşıyacağım , zengin bezirgânın adını, adresini, hulâsa yapaca
ğım işi bütün teferruatıyla söylerdi. O zam an iş taham m ülsüz bir
hâle gelir, hiddetten, iğrenm eden âdeta boğulurdum . Çünkü bu ad
ları, adresleri, yapılacak işi bir kâğıda yazm ak yetm ezdi. Ayrıca da
Cemal B ey ’in karşısında, yedi sekiz defa okum ak, tekrarlam ak,
onu unutm ayacağım a, sıralarını bozm ayacağım a kendisini inandır
mak lâzım gelirdi.
Bütün bunlara sadece en sonunda, yahut bu defa olm azsa gele
cek defa Selm a H anım ı görm ek üm idiyle katlanırdım . Bazen son
bir m üdafaa hissiyle dudaklarım a küçük, yarı m ağrur, yarı alaycı
bir gülüm sem e yapıştırır ve etraftakilere, “G örüyorsunuz ya, bu bu
daladan neler çekiyorum ? A m a ben işin alayındayım , siz aldırm a
yın! Ö yle tadını çıkarıyorum ki, bu işin...” m ânasında güya yaptı
ğım eğlenceli alaya onları da katan, kendim e cürüm ve eğlence ar
kadaşı yapan bakışlar atardım .
Benim biçare, ürkek tebessüm üm ün, yan bakışlarım ın kim far
kında idi? O rada, karşılarında C em al B eyefendi, kendinden em in,
kudretli, zalim , kırıcı hüviyetiyle her şeyi yangın kulesinin tepesin
den seyreden otoritesi ve sevim sizliğiyle parlarken benim yüzüm
deki değişikliği fener tutsam bile kim se görem ezdi.
154
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
Hayır, Cemal Bey hiç sevimli değildi. İnsana şöyle bir sıcaklık
aşılam ası bir yana dursun, taham m ül edilecek tek tarafı yoktu...
Dostluğu kayıtsızlığından beterdi. Ç ok defa söyleyeceklerini yalnız
bana işittirm ek için kolum a girdiği zam an bütün vücudum u acayip,
felce benzeyen bir üşüm e kaplardı. Bu herkes için aşağı yukarı
böyleydi. Şuayp Bey, o yanına gelip oturunca elini kanapeden ya
vaşça çeker, toparlanır, A vukat Nail B ey olduğu yerde âdeta kakı-
lırdı. Bu böyle iken yine herkes onu gözetir, sayar, ondan çekinir,
hattâ hoş görm eğe çalışırdı. D iyebilirim ki, bu adam da bazı soğuk
ve tehlikeli hayvanların avlarını büyüleyen ve kım ıldam asına im
kân verm eyen çekiciliği vardı. Bu kuvvetle şüphesiz, hiç olm azsa
şer babında, çok büyük şeyler yapabilirdi. Fakat ileride anlaşılaca
ğı gibi o da bir çeşit eksiklikle doğm uştu. Talih ve tesadüf etrafını
sanki bu adam dan korum ak isterm iş gibi bu iradeye ne tam bir he
def, ne de kendisini toparlam ak im kânını verm işti.
H ayatına girdikçe etrafına yaptığı tesiri daha iyi anlıyordum . Bir
gün terzisi bana hesap defterini g ö sterd i. R akam lar yıkıcı idi. Adam
iyice yüzüm e baktıktan sonra başını sallayarak, “Dün de şu iki yüz
lirayı götürdüm . İstem işti...” diye parm ağıyla son rakam ı işaret et
ti, ve birdenbire gözümün önünde çıldırıyorm uş gibi bir hiddet
içinde, hesap puslasanı yırttı. Üç gün sonra Cemal Beyi sırtındaki
elbisenin om uzunda, bana göre hiç de m evcut olm ayan bir pot için
adamı azarlarken gördüm ve zavallının sabrına şaşırdım . G örm e
den inanılacak şey değildi bu. A dam cağız m ahcubiyetinden om uz
larının arasında âdeta kaybolm uştu. D urm adan özür diliyor, ağzın
dan, “ E m redersiniz efendim !”den başka bir şey çıkm ıyordu.
G öm lekçisi, ayakkabıcısı, sapkacısı, oturduğu katın sahibi hepsi
aynı şekilde paralarını alıyordu. Zavallı ev sahibi iki seneden beri
birikmiş kiraya mukabil birkaç yüz lira olsun behem ehal koparm ak
kararıyla gittiği evde, ev sahipliği denen m ukaddes vazifeye dair sı
kı bir ders alm ış, ayrıca da banyonun fayanslarını değiştirm eyi, ar
ka balkona bir cam ekân yaptırm ayı vaat etm eğe m ecbur kalm ıştı.
Keskin B oşnak şivesiyle durm adan, “ Fayanslar...” diyordu, hanım
155
TANPINAR
156
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
157
TANPINAR
158
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
159
TANPINAR
160
SAATLER! AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
161
TANPINAR
idi ki elim e beş on para fazla geçsin diye aralarına katıldığım za
man bu cem iyetin daha ziyade bu ihtiyar kadınla M urat üzerinde
konuşm ak, onların m evcudiyetinden şüphe etm ek, yahut onları ka
bul etm ek için kurulduğunu sanm ıştım .
G enç kızı, aralarındaki on yaş farka rağm en D am e de S io n ’dan
tanıyan (!) ve galiba hiç sevm ediği hâlde son derecede sevdiğini id
dia eden asıl m edyum um uz Sabriye H anım efendiye göre, m ektep
arkadaşı öyle m edyum filân değildi ve hiç de olm am ıştı. O sadece
İtalyan sefaretinde genç bir kâtiple birkaç sene sevişm işti. Yine
Sabriye H anım a göre bu aşk İstanbul’un o zam anki kibar muhitini
çok m eşgul etm işti. B ütün ecnebi kolonisi ve onlarla m ünasebette
olan T ürk m uhitleri son derecede güzel ve kibar buldukları İtalyan
diplom atı yüzünden bu aşkı her safhasında takip etm işlerdi. Bütün
m esele genç diplom atın birdenbire m em lekete dönm esiyle başlı
yordu. A froditi sevgilisiyle bir daha buluşm ak ve evlenm e şansları
nı son defa denem ek üzere yapm ağa karar verdiği bu seyahate an
nesini razı edebilm ek için bu m acerayı uydurm uştu. M iras m esele
sinin çarçabuk halli de bunu gösteriyordu. Bu iş daha evvelden ha
zırlanm ıştı. Eğer bu cinsten bir yardım olm asa o kadar kısa bir za
m anda böyle karışık işin halline im kân var mıydı ?
Sabriye H anım ın hem en herkese ayrı ayrı anlattığı bu hikâye
acaba işin asıl hakikati m iydi? B urasını hiç kim se bilem ezdi. Şura
sı m uhakkak ki hakikat de olsa, ona inanm ak cem iyet azasınm ho
şuna gidecek bir şey değildi. Çünkü N evzat H anım ın M urat’ı gibi,
A froditi’nin halası da bu küçük topluluğun can kurtaranlarından bi
riydi. Bu m asal, doğru veya yanlış, onlara lâzım dı. Onun sayesinde
ölüm ün bilinm ezi birdenbire canlanm ış, aralarına girm iş, kendile
riyle iş birliği etm işti.
Bu canlı ve son derecede m eraklı m acera şöyle dursun, hayat
yollarını d arlaştıran , teklifler, tem bihler, hatırlatm alar, öğütlerle do
lu şeylerdi. Bu tebliğleri bize dikte eden ruh, hiçbir akideyi incit
m eden, sonunda yine m ahiyeti meçhul kalan tatsız tuzsuz bir haki
katten bahsediyordu. A froditi’nin halası ile N evzat H anım ın Mu-
162
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
rat’ı ise bizim hayatım ıza iyiden iyiye uzanan varlıklarıyla âdeta
yanı başım ızda idiler. O nlar hem en hem en bizim gibi yaşıyorlardı.
Bir yalan olsalar bile m evcuttular.
M ürşidim iz bile bu işte hakikatin peşinde değildi. O sadece vâ-
kıaların peşinde idi. V âkıa, A fro d iti’nin halası idi. Bu kadarı kâfi
gelmeliydi! Bu sevimli ruhlar, karanlık ve karlı gecede, siz eviniz
de otururken birdenbire kapıyı çalan ve sobanızın önünde paltosu
nu ve boyun atkısını üzerlerindeki buzları çatırdata çatırdata çıka
ran bir m isafir gibi gelm iş, hiç de kendisinin olm ayan bir âlem de
içimizden birisine delâlet etm iş, ve böylece varlığım ve yaşadığı
şartların kudretini gözümüzün önüne koym uştu.
Bunu rom ancı A tiye H anım çok iyi anlıyordu. O nun için Sabri-
ye Hanım ın verdiği, akla yakın izahatı dinlem ezdi bile. A fro d iti’nin
m eselesinde öyle bir bedahet vardı ki inkâra kalkışm ak beyhude
idi. Zavallı kız, halası kendisiyle artık m eşgul olm adığı için tacın
dan, tahtından uzaklaştırılm ış bir kıraliçe gibi m eyus ve biçare ara
m ızda dolaşıyor, sadece geçm iş kudretini hatırlayarak yaşıyordu.
Bu portre belki yalnız A tiye H anım ın m uhayyilesinden doğm uştu.
Hakikî A froditi’nin hiç de m eyus bir hâli yoktu. Fakat A tiye H anı
mefendi bir rom ancı sıfatıyla işi böyle alıyordu.
Zaten A tiye Hanım bu noktada da birdenbire, size herhangi bir
itiraz fırsatı verm eden sözü çeviriyor, bilm em nedense derhal genç
liğinde pek rağbet kazanm ış olan K ıraliçe Kristirı adlı bir film i ha-
tılıyordu. O zam an fikirleri biraz karışıyordu. Çünkü A tiye H anı
mefendi bu film i çok sevm işti. Kendi sanat hayatında bu film bir
dönem eç yeri olm uştu. Çoktan beri tıpkı ona benzer bir K ösem S u l
tan yazm ak istiyordu. İşte bu K ösem Sultan için, A fro d iti’nin bu
günkü hâli canlı bir örnek olacaktı.
Fakat bu kitabı yazm ası için daha epeyce beklem esi lâzım dı.
Çünkü A tiye H anım , henüz hayatının kendisine hazırladığı m evzu
ları bitirm em işti. Birbiri ardınca çıkardığı on altı rom anı, bu yorul
maz erkek m üstehlikini ancak on sene evvelki aşkına kadar getire
bilmişti . Halbuki aradaki on sene içinde hiç olm azsa bir o kadar da-
163
TANPINAR
ha erkek harcam ış, bu yüzden çok asil hislerle içlenm iş, üzülm üş,
ıstırap çekm işti. Ve yaşam ak onun için sevm ek, sevişm ek, erkek
değiştirm ek, ıstırap çekm ek olduğuna göre, başından hiç olm azsa
yeniden bir on altı cildi doldurabilecek m aceralar geçm işti. B ina
enaleyh K ösem Sultan rom anı bir m üddet daha bekleyecekti.
B öyle olm ası, Sabriye H anım ın anlattığı şeylere inanm am asını
icap ettirm ezdi. O halanın m evcudiyetinin lüzum una kanidi. Yoksa,
genç diplom ata hiçbir itirazı yoktu. H attâ bir rom ancı sıfatıyla bu
nun lüzum una kanidi. K aldı ki, kendi nefsinden biliyordu, dünya
nın ölm üş ölm em iş bütün halaları bir araya gelse insan, böyle bir
m ünasebet olm adan kalkıp İtaly a’ya gidem ezdi. Bittabi bütün bun
ları S abriye’ye söylem enin hiç lüzum u yoktu. O biçare kız, öm rü
nün sonuna kadar kıskanm ağa m ahkum du.
M eşrutiyet senelerinde T ü rk iy e’ye hicret etm iş Lehistanlı bir
Yahudinin torunu olan M adam Plotkin, A tiye H anım efendinin tam
zıddına olarak, Sabriye H anım a inanıyordu. Fakat dedikoduyu hiç
sevm ediği için bu husustaki fikrini ancak, bahsi açıldı diye, ve ya
nında bulunanlara söylerdi. M adam Plotkin ayrıca hakikati de se
verdi. Bu itibarla bildiği bazı tafsilâtı da saklam azdı. M eselâ genç
diplom atın evlendiği Brezilyalı dul kadını geçen sene kocası M ös
yö P lotkin’le beraber Ç ekoslovakya’ya gittiği zam an P rag ’da tanı
m ıştı. O da A fro d iti’yi pek severdi, am m a doğrusu Brezilyalıyı da
ha güzel, daha com m e il fa u t ve daha çok zengin bulm uştu. Sonra
birdenbire yine sözü A froditi’ye çevirirdi:
- Zavallı kızın hiç talihi yok! derdi. B u sefer de Sem ih Beyi se
viyor. Halbuki Sem ih Bey delicesine N evzat H anım a âşık...
O zam an Sabriye H anım içini çekerek vaziyeti tasrih ederdi:
- Zavallı Sem ih Bey... d e rd i. B eyhude yere akıntıya kürek çeki
yor. N evzat H anım , artık dünyada kim seyi sevem ez. N e onu, ne de
başkasını... A m m a erkek aklı, ne yaparsın!
Ve yan gözüyle, daim a kibirli, daim a dudaklarında küçüm seyici
tebessüm ü kendilerini dinleyen Cem al B eye hafiften bakardı. Bu
an, Sabriye H anım ın kül rengi yanaklarını hafif bir kan dalgasının
164
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
165
TANPINAR
166
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
167
TANPINAR
i 68
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
de kendisinin çok sevdiği bir insanın ölüm üne sebep olan bir aşkı
örtm ek için icat edildiğine inanıyordu.
Bu m eselede kulübün efkârıum um iyesi Sabriye H anım a sadece
iltihak etm em ekle kalm ıyor, onu düpedüz reddediyordu. M urat A f
roditi’nin halasına da benzem ezdi. O bir vuruşta böyle hiç lüzum
suz yere yıkılacak cinsten değildi. İspritizm a C em iyeti’nin yarı nü
fuzu, şirinliği, dost havası, bu aksi, titiz, lafını esirgem ez, böyle ol
duğu için de sevimli ruhtan geliyordu. B ir akşam onun biitün elekt
riklerimizi söndürüp dakikalarca hepim izi heyecandan, korkudan
olduğum uz yerde titretmesini kim unutabilirdi? Bu hâdisenin oldu
ğu günün haftasında cem iyet yeni aza kabul etm em ek kararını al
m ağa m ecbur olm uştu. Bu kadar sevilm iş ve benim senm iş bir uzuv
feda edilem ezdi.
Onun için operatörüm üz, Sabriye H anım a bu iş için verdiği va
atleri tutm az ve Sabriye H anım ı N evzat H anım ın evinden daim a
uzakta bulundurm ağa dikkat ederdi. Çünkü N evzat H anım a belki
1a f anlatm ak kabildi am a, M urat’a ne derecede m ü m kündür, bunu
hiç kim se bilem ezdi. Ve hiçbirim iz onu darıltm ak istem ezdik.
B ununla beraber, bu şüphe ve onun getirdiği küçük facia havası
da hoşa gitm ez değildi. M esele biraz da kendisini m eraklı, oldukça
dehşetli bir vaziyette görm ek olduğuna göre bu da ihm al edilecek
şeylerden değildi.
Sabriye H anım , bunun farkında olduğu için uyutulm ağa daim a
nazlanır, alelade m asa tecrübelerini tercih ederdi. G erek evinde, ge
rek kulüpte sık sık bu cins tecrübeler yapar ve nasılsa davetini ka
bul etmiş olan ruhlara hakikî âhiret azabının ne olduğunu öğretirdi.
Filhakika onun sualleri karşısında şaşırm am ak hem en hem en im
kânsızdı. Bu tarzdaki tecrübelerde m ürşidin, yahut operatörün usu
lüne alışık olan ruhları çağırm am ayı tercih ederdi. H ikâyesini ben
den dinlediği Seyit L ûtfullah’ı seçm esi ve aşağıda anlatacağım gi
bi onunla büyük bir iş birliği yapm ası bu yüzdendi. F ilhakika Sab
riye H anım , Seyit L ûtfullah’ı benim delâletim le çağırdıktan bir haf
ta sonra İspritizm acılar C em iyeti’nde verdiği bir konferansta, “İsp
169
TANPINAR
ritizm a ve sosyal tem izlik” m evzuu üzerinde bir hayli ısrar etm iş ve
ruhlardan m üteşekkil bir istihbarat servisinin ne şartlarla kurulabi
leceğini ve ne gibi faydalar tem in edebileceğini iyice anlatm ıştı. Bu
hususta Taflan D eva Beyin kendisine sıkı sıkıya yardım ettiğini bi
liyorduk. Bu zengin, kibar ve çok okum uş adam hakikaten büyük
ve ateşli bir tem izlik m eraklısıydı. Ç ok defa düşünürüm , bizim
m em leketim izde istidatlar hakikî yerlerini bulsa hayatım ız ne kadar
değişir ve güzelleşir. Taflan D eva Beyi on dakika dinleyip de kay
dı hayat şartıyla, İstan b u l’a veya herhangi bir şehrim ize Beledi>e
reisi yapm a hülyasına kapılm ayan, hattâ bunun için varını yoğunu
sarfa hazır olm ayan, aram ızda hiç kim se yoktu zannederim . İrfanı,
iyi terbiyesi, her sınıftan bir yığın insanı tanım ış ve kendisine bağ
lam ış olm ası, bunu pekâlâ m üm kün kılabilirdi. Yazık ki Taflan D e
va Bey tem izliği sadece içtim â ve ahlâkî m ânasında alıyordu. Onun
için sokak, ev, şehir, daim a ikinci, üçüncü derecede şeylerdi. Asıl
m ühim olan cem iyetin m uzır düşüncelerden kurtul m aşıydı.
İşte Sabriye H anım ın bu m erakı yüzünden Seyit Lûtfullah’la bir
gece hiç um m adığım bir zam anda birdenbire karşılaştım . D oğrusu
nu isterseniz bu cem iyete girdiğim andan beri kendimi yeniden ona
yakınlaşm ış hissediyordum . N e kadar İlm î'gayelerle teşekkül etmiş
olursa olsun, ne kadar ciddî m eselelerle uğraşırsa uğraşsın, burası
onun m alikânesiydi. D aha ilk gününde onu yanı başım da görür gi
bi olm uştum . Bazı tebliğlerde aşikâr şekilde m üdahalesi oluyordu.
170
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
171
TANPINAR
172
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
173
TANPINAR
174
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
üç giin bana tam bir cennet gibi geldi. Sıkıntılarım yine devam edi
yordu. Fakat onun, kendi ağırlığıyla yaptığı tazyikten kurtulm uş
tum . Suyun dibinde değildim . S ırtım da o korkunç ağırlığı hissetm i
yor, kem iklerim onun yüzünden çatırdam ıyordu. Ö tekiler, güçlük
ler, yorgunluklar, birtakım azap ve ıstıraplardı. İşte o zam an bir in
sanın, başkalarının hayatındaki yerini öğrendim .
Bu üç günü yalnız Cemal Beyi düşünerek geçirdim . B ir bakım a
göre hayatım da hiçbir şey değişm em işti. D airedeki 1erin hepsi he
men hemen onu taklit ettikleri için, aşağı yukarı yine aynı şeylere
m aruz kalıyordum . Evim eski hâldeydi. Fakat yine ferahtım , rahat
tım. O hâlde Cem al Bey diye bir şey vardı hayatım da. Bu korkunç
bir realiteydi.
Ve Cemal B ey sade benim hayatım da değildi, bütün etrafım da
idi.
Şu hakikati kendi hayatım bana öğretti: İnsanoğlu insanoğlunu-
nun cehennem idir. Bizi öldürecek belki yüzlerce hastalık, yüzlerce
vaziyet vardır. Fakat başkasının yerini hiçbiri alam az.
Bir hâdise bunun yalnız benim için böyle olm adığını öğretti. C e
mal Bey gitm eden evvel bana birtakım işler verm işti. B unlardan bi
risi için karısıyla konuşm am lâzım dı. Eve uğradım . V âkıa Selm a
Hanım boynum a sarılm adı, ne de sevincinden çiftetelli oynuyordu.
H er şey eskisi gibiydi. Fakat yine de arada bir şey değişm işti. D a
ha rahattı, daha em niyetli idi ve yüzünde o zam ana kadar görm edi
ğim bir hâl vardı. O da bir ağırlıktan kurtulm uştu.
Selm a H anım behem ehal bir kahve içmemi istem işti. Salonda
karşım da oturm uş, etekliğinin kıvrım larıyla oynarken onu yakın
dan seyrediyordum . Hayır, o da kısa bir m üddet için kurtulm uştu.
Hâlinde m ürebbiyesinden izin alm ış bir çocuğun rahatlığı vardı.
Böyle miydi? Belki daha ziyade m asallardaki cadılardan kurtulm uş
kızlara benziyordu.
N evzat H anım da m uhakkak böyle olm alıydı. O nda d a bir hafif
lik, bir gevşem e bulunacaktı.
Bir ara Selm a H anım , N evzat H anım ı görüp görm ediğim i sordu.
175
TANPINAR
176
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
177
ÜÇÜ N CÜ BÖ LÜ M
SA B A H A D O Ğ R U
I
181
TANPINAR
182
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
183
TANPINAR
184
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
185
TANPINAR
186
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
187
TANPINAR
- G örm ezler. D aha doğrusu dikkat etm ezler. Saat de insan vücu
du gibidir. Çok d efa alışılm ış hastalıklar aranır. Yalnız bir fark var
dır. D oktorlar tedavi ettikleri insanların bünyesini bazen bozarlar
am m a, herhangi bir uzviyeti değiştirem ezler. H albuki bazen saat ta
m irinde bu olur. Yedek parça hikâyesi...
D oktor R am iz sevincinden çıldıracaktı. H iç üm it etm ediği bir
rekoru kırm ıştım . D oğru dürüst konuşuyordum , beğeniliyordum .
- B ir şeyi mi değiştirm işler? Yapm ayın yahu! Senelerdir tanıdı
ğım insan...
H akikaten içim de İspritizm a C em iyeti’nin azasının dilinden
düşm eyen o altıncı his mi uyanm ıştı, yoksa karşım dakileri kendime
hayran mı etm ek istiyordum ? Belki de bu kahveden sıkılm ıştım .
Etrafım da yeni baştan bulduğum bu insan sıcaklığını daha yakın
dan kavram ak mı istiyordum ? H ulâsa, bütün talâkatim le konuşm a
ğa başladım:
- Siz o adam a gidin! E vvelâ şuradan kaldırdığı taşı, veya benze
rini, hiç olm azsa aynı tartıda bir taşı oraya koysun. V âkıa mühim
bir şey değil am m a... O rda o tartıya ihtiyaç var. Böyle bir saati ya
pan adam iki yakutun arasına bu m ercim eği koym az. Sonra m ıkna
tıstan kurtarsın. N ihayet şu kılı da değiştirsin.
H alit Ayarcı birkaç dakika sustu. B en, sanki talihim in anahtarını
yakalam ışım gibi saate sıkı sıkıya yapışm ıştım . H akikatte ona bak
m ıyordum bile.
A rkam daki m asada dem inden beri devam edegelen m ünakaşa
tam kıvam ına girm iş, yum ruk yum ruğa, sille silleye, iskem le is
kem leye şiddetli bir kavga başlam ıştı. M üstakbel dam adım , gırtlak
kem iği, avını arayan şahin gibi dışarıya fırlam ış, sapsarı yüzü, di
ken diken saçlarıyla alabildiğine küfrediyor, tutm ağa çalışanların
üstünden durm adan saldırıyordu. K endi kendime:
- E yvahlar olsun! dedim . E yvahlar olsun! Şimdi m uhakkak bi
rini, hattâ birkaçını öldürecek. Zaten herifin katil olacağı gözlerin
den, dişlerinden belliydi. En aşağısı idam , yahut m üebbet hapis!..
Eyvahlar olsun, bu üm it de gitti. K ız, yine başım da kaldı.
188
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
Ayağım ıza kadar gelm iş bu kısm eti beğenm ediğim , hor gördü
ğüm , nazlandığım için şimdi pişm andım .
- Sen mi beğenm ezsin? İşte A llah, insanı böyle m ahrum eder.
H erif bu akşam hapiste. H aftaya da idam dır. K ızım evlenm eden dul
oldu. Zavallı yavrucak, kim bilir işitince nasıl üzülür?
K afam dan ancak gölgesi geçen bir düşüncenin iki dakika sonra
böyle cezasını çekeceğim i nereden bilebilirdim ? B iz fakirler böyle-
yizdir. K ader sarayında bizim işlere bakan büro hiç şaşm az, ihmal
etm ez. Zihnim izden geçen en uzak, en m âsum ihtim allerin, sadece
şiddet ile ret için düşündüğüm üz şeylerin bile cerem esini öderiz.
Fakat düşündüğüm olm adı. M üstakbel dam adım sanki ilm-i me-
nâfiü’l-âzâyı ve ilm-i simayı iflâs ettirm eğe karar verm işti. Hiç
kimseyi öldürm edi. H attâ bir tokatçık bile atam adı. B ilâkis evvelâ
suratına, hangi pir aşkına olduğunu fark edem ediğim iki sunturlu
tokat yedi. A ğzının tam üstünü birinci sınıftan bir yum ruk okşadı,
sonra kafasında kahvenin en sağlam görünüşlü iskem lesi parçalan
dı. D aha sonra birbiri peşine gelen fâsılasız tekm elerle âdeta ayak
ları yerden kesildi, havada uçm ağa başladı ve kahvenin kapısı
önündeki kaldırım a yığıldı. A h Y ârabbim , o andaki sevincim !
Evet, m üthiş bir sevinçti bu. E vvelâ, kimseyi öldürm em işti. B i
naenaleyh ne idam edilecek, ne de hapsolunacaktı. V âkıa bu iki ih
timalin ikisi de, ortada yalnız kendisi olsaydı pek o kadar üzülece
ğim şeylerden değildi. Fakat arada kızım vardı. İdam olunm ayaca
ğına veya hapsedilm eyeceğine göre istersem kendisini dam atlığa
kabul edebilirdim .
Sonra, gözlerim in önünde tem iz bir dayak yem işti. A rtık bana
karşı eskisi gibi horozlanm asına im kân yoktu. O bana, “ M oruk, ne
var ne yok...” diye densizlik etm eğe kalkınca, ben ona, “ Hiç İsma-
ilciğim , şöyle bir kahveye gittim de... Hani geçen günü senin dayak
yediğin kahve yok m u? İşte oradan dönüyordum ” diyebilirdim . Ya
hut da sadece: “Kahve! Sandalye! Lokantacının S abri!” der, geçer
dim . Yahut, “İsm ail, kuzum o sandalyenin parasını ödedin mi?
Am an yavrum , böyle şeylere dikkat et! O sandalye senin kafanda
189
TANPINAR
kırıldı. K ahve sahibinin suçu ne? Ne diye ziyan çeksin adam , senin
yüzünden!”
N ihayet, sevincim in üçüncü bir sebebi vardı. İsmail bu dayaktan
sonra en aşağı üç gün yerinden kalkam ayacak, hiç olm azsa evlen
meyi hatırlayam ayacaktı. D üşünm eğe vaktim vardı. Bazı insanların
öm rü vakit kazanm akla geçer... Ben zam ana, kendi zam anım a çel
me atm akla yaşıyordum .
Fakat ne diye burada böyle oturuyordum ? N için ayağa kalkm ı
yor, onu dövenleri alkışlam ıyordum , alınlarından öpm üyordum ?
- K erata... H em benim inci gibi kızım a göz korsun, hem karşım
da öyle saygısız saygısız sırıtırsın! A ptal aptal suratım a bakarsın!
N ur olsun o eller...
H alit Ayarcı bu içten konuşm alara birdenbire son verdi:
- Ç abuk yaparlar mı bunu?
- A z a m î bir saat... O da taşın bulunm ası, yerine konm ası yüzün
den...
H alit Ayarcı, D oktor R am iz’e döndü:
-D o k to r , haydi, hep beraber gidelim ! Şu işi halledelim . B eye
fendi, siz de lutfunuzu tam yapın... Z ahm et olm azsa. Sonra gider
bir yerde vakit geçiririz.
- A m a n efendim bendeniz bu kıyafetle...
İtirazım kıyafetim le herhangi bir yere gitm ekten utandığım için
değildi. Z aten düştüğüm vaziyette kıyafetim i ve her şeyimi olduğu
gibi kabulden başka çarem yoktu. İnci gibi kızını Topal İsmail bu
dalasına verm eyi bir saniye bile düşünen insan için kıyafet, haysi
yet, şeref gibi m eseleler artık m evzubahis bile olam azdı. N azlan
m am , onlarla beraber gitm ezsem belki birkaç lira verirler ümidiy-
leydi. B ir de öyle, izzet ikram davet edildiğim yerlerden çok defa
yayan döndüğüm ü hatırlıyordum . Fakat H alit Ayarcı benim hesap
larımı nereden bilecekti:
- K ıyafetinizde ne var? Sizi gören kim olduğunuzu yüzünüzden
anlar.
D em ek o da anlam ıştı. Z aten ben kaderim in yüzüm de yazılı ol
190
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
191
TANPINAR
Topal İsm ail’in gözüm ün önünde yediği dayak bir türlü aklım
dan çıkm ıyor, düşündükçe bir yığın yeni teferruatı hatırlıyordum .
H er tokatı yiyişinde burnunu bir çekişi vardı ki, bütün öm riim ce
m uhakkak hatırlayacaktım . O kadar çirkin burun ancak bu işe ya
rayabilirdi. H ayır, Selm a H anım ın hâtırası ne kadar tatlı olursa olu
sun, benim tesadüfün hazırladığı bu nim etten hakkıyla istifadem lâ
zım dı. Ya A llah gösterm esin, o anda kahvede bulunm asaydım hâ
lim ne olurdu? Ve kafasının kırıldığını, yahut öldürüldüğünü sade
ce gazetede okusaydım , yahut m ahallede kom şulardan biri şüphe
siz içinden sevine sevine ve şöyle gürünüşte açıyorm uş gibi bana
söyleseydi, o zam an içim den oh olsun kerataya deyip geçecektim .
Halbuki şimdi bu hâtıra, tıpkı Selm a H anım efendinin o gece beni
saadetten neredeyse çıldırtacak olan iltifatları gibi içim de daim a
hazır bulunacaktı. İstediğim zam an ona dönecek, tekm enin indiği
tarafı, yere kapanışını, yüzü kan içinde yerden kalkışını, tekrar yü
zükoyun yere kapanm asını tatlı tatlı düşünecektim . K apıdan çıkar
ken nasıl bana bakm ıştı ah, kalb kalbe karşıdır, m endebur m ahlûk,
rezil adi herif... Belli ki dayak yediğinde bu kadar m ustarip değil
di. O zaten, dünyaya, tedip edilm ek için gelm işti. O nu asıl yıkan bu
dayağı benim karşım da yem esiydi. Ta ciğerinden zehirlenm işti.
M e l’un kerata, hâline bakm azsın da kızım a göz koyarsın ha...
B ayezıt’a geldiğim iz zam an alışkanlık yüzünden evvelâ cebimi
yokladım . Saatim bittabi yanım da yoktu. Satılalı sekiz ay olm uştu.
Sonra m eydanın saatlerine baktım . Biri üç buçukta durm uştu; öbü
rü belki dün gecenin on birinden rötarlı bir tren gibi bugünün akşa
m ına yetişm eğe çalışıyordu... B ir söz söylem ek için:
- Bu saatler de b ir türlü doğru dürüst işlem ezler... dedim .
Sonra m üstakbel dam adım ın hâtırasını kafam dan bir yılan ölü
sünü atar gibi kovduğum için m em nun ve rahat ilâve ettim .
- B ilirsiniz ki, şehrin hiçbir saati birbirini tutm az. İsterseniz
E m inönü’ndekine, sonra da K araköy’dekine bir bakalım ...
H iç kim se buna cevap verm edi. H erkes kendi düşüncesine dal
m ış gibiydi. O m uzlarım ı silktim . Ne çıkardı! Z eh ra’yı o herife ver
192
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
193
TANPINAR
194
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
195
TANPINAR
etm em di. Bu sonunda beni öyle rahatsız etti ki, bir iki defa açılan
çukura, m erhum eye refakat için kendi yerim e onu fırlatm ayı ve ka
çıp gitm eyi düşündüm . "B u işi yaptıktan sonra çıkar Hiinkârte-
p e’de, serin rüzgârda “ G em ilerde talim var!” türküsünü söylerim ...
Niçin başka türkü değil? Onu da bilm iyordum . Bittabi yapam adım .
Ü stelik dönüşte kolum a girm ek lutfunda bulunduğu için az çok
kendisini de taşım ış oldum .
- N için hep fakir ve biçare adam lar dayak yer? M eselâ bizim
Cem al Beyi hiç kim se dövm ez.
Son zam anda kendim le yüksek sesle konuşm ayı âdet etm iştim .
D oktor R am iz :
- Yine mi o m esele? diye bana şakadan çıkıştı. N e istersin adam
cağızdan?..
Sonra H alit A yarcı’ya döndü:
- Hayri Bey, bizim C em al’i hiç sevm ez, diye izah etti.
B en, bütün sırlarım yakalandığı için yüzüm kıpkırm ızı pencere
den baktım .
- Hakkı var ya!., dedi. Sonra bana döndü. Ben birkaç defa dü
şünm edim değil. Fakat sonundan korktum . B ir kere başlarsam bı
rakmam! diye düşündüm . D üşün bir kere o suratı insan tokatlam a
ya başlarsa!
Yan gözle ellerine baktım ve hakikaten bu işin olm adığına üzül
düm .
Vapurda beni yanından bir dakika ayırm am ıştı. Ve hem en beş
dakikada bir, “Ç ok yoruldunuz H ayri Bey. B ugünkü lutfunuzu hiç
unutam am !” diyerek yorgunluğum u tazeledi. “M erhum e acayip ka
dındı. Hani sizin halanızdan bir num ara üstünü, falan gibi bir şey...
Selm a tabiî L '; sevm ezdi. O da bize düşm an gibiydi. A m a, ne olsa
akraba idi. Son bir hizm etten çekinem ezdik. Sabahleyin ne yapaca-
ğ,m ?” diye düşünüyordum . S elm a’ya da söylem iştim . O , bana,
“Ü zülm e, H ayri B ey gazetede okuyunca behem ehal gelir” diyordu
hep. Zaten ben de sizi düşünerek ilânı o kadar teferruatlı verm iştim .
D oğrusu büyük zahm et ettiniz...”
196
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
197
TANPINAR
198
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
Böyle denm esi lâzım . E skiden, altı yıl evvel de böyle derdim .
Son zam anda belki bunu da unutm uştum . D em inden beri cıgarasız-
Iıktan dudaklarım ın kenarı ve içi, bütün diş etlerim yanıyordu. Se
vincimden beşinci “ beyefendi”yi az kaldı kaçıracaktım .
O tom obil, ok gibi, bu güzel, buğulu bahar akşam ını âdeta israf
ederek uçuyordu. Ç em berlikuyu sırtlarında puslu havada, bir kat
daha güzelleşen akşam , göz alabildiğine yeşillik arasında, taze ot
lar kadar yum uşak, kır çiçekleri gibi ince ve çekingen, şarap ren
ginden altın rengine kadar giden perdelerle, bir şerit gibi uzanıyor
du. Bu şeridin bir ucu sanki bizde im iş gibi onu ve etrafındaki akis
lerini toplaya toplaya gidiyorduk.
B üyükdere, rakı ve ben, am a Hayri Beyefendi olarak ben. Ayrı
ca otom obilin yetm iş kilom etre sürati. M uhakkak tekrar çocuklu
ğum a döndüm ve bir bayram yerindeyim !
- Pek dalgınsınız Hayri Beyefendi!
Bereket versin, D oktor R am iz yanım da. O varken benim kendi
me ait işlerde söz söylem em e lüzum yoktur. Şimdi de o cevap ve
riyor:
- Hayri Bey, daim a böyledir!
Hayri B eyefendi, bizim H ayri, sizin H ayri, dalgın H ayri... Ne
kadar çok Hayri var. N ’olur birkaçını yolda eksek. H erkes gibi ben
de bir tek insan, kendim olsam .
Otomobil yerlerinden söktüğü ağaçlan tepem izden ata ata gidi
yor. Her şeyde bir çocuk saçı yum uşaklığı var. Altı sene evvel ba
kım sızlıktan ölen küçük kızım ın saçları da böyle yum uşaktı. Bari
şu ihtiyarı çiğnem esek! Üstü başı benden perişan. Belli ki kendin
de değil! A ferin şoföre, adam a hiç dokunm adan geçti. Şimdi geçir
diği tehlikeyi anlayacak ve ürkecek. Bu gece belki de rüyasında
onu görecek, kaybettiği sevgililerinden bu kazanın hâtırasıyla bir
denbire ayrılacak. Fakat niçin hep Selm a H anım ı ve Cem al Beyi
düşünüyorum . G aliba bir otom obile bindiğim için olacak.
- Hayri B eyciğim , lütfen akşam üstü bize uğrar m asınız? Selm a
sizi bekliyor. E vet saat altı, yedide...
199
TANPINAR
Telefonda Cemal B eyin sesi, çişi gelm iş çocuklar gibi iki ayağı
nın üstünde sallanıyor. Ben cevap veriyorum :
- Baş üstüne beyefendi...
Ve üstüm ü kirletir korkusuyla hem en telefonu kapatıyorum . B i
liyorum , şim di hiddetten sapsarıdır. Telefonu daim a kendisi kapat
m ak ister.
Saat yediyi bekliyorum , altı buçukta kapının önündeyim . H iz
metçi kız yılışarak gülüyor. D ünyanın en kötü kolonyasını sürün
m üş. G özlerinde fena bir pırıltı var. Sanki holün ışığında çok derin
bir karanlıktan bakıyor gibi. Eli âdeta ceketim e asıldı. Niçin kızı
yorum sanki? Aynı insanlara, hem en hem en aynı şekilde hizm et et
m iyor m uyuz? B ende hiç m eslek tesanüdü yok m u? H ayır, kızm ı
yorum . A cele ediyorum .
Selm a H anım efendinin yatak odası indirilm iş perdeleri, abajurun
büsbütün körlettiği ışığı ile bir deniz m ağarasına benziyor. Yatak bü
yük bir sedef gibi alaca ışıkta kabarıyor. İçinde Selm a Hanım var.
A caba hasta m ı? K ızım da hasta, küçük kızım . Hem on günden
beri. Dün D oktor R am iz uğram adı. Fakat bunun hastalığı başka tür
lü olm alı, çünkü ötekilerin hepsini bana unutturdu. N e A hm et’in
göğsünü, ne Z eh ra’nın sinüzitini, ne karım ın tiroit guddelerini, ne
de en küçüğün hum m asını düşünüyorum . Sandalyenin, şezlongun
üzerinde bir yığın ipekli çam aşır var. Cem al Bey, bir sandalyenin
üzerine atılm ış robdöşam brıyla odada hazır.
- G eçm iş olsun efendim ...
Şakaklarım atıyor. B ir şeyler daha bulup söylem em lâzım . Fakat
ne söyleyebilirim ? K üçük kızım ın bu sabah ateşi otuz sekizdi, yü
zü çok değişikti. Fakat Selm a H anım a bunlardan ne? Şimdi ben
evim de olm alıydım . A m m a burada olduğum için m esudum .
- H ayri B eyciğim , sizi yine rahatsız ettim . Fakat sizden başkası
da bu işi yapam az...
Yine çok güzel ve şirin. Y üzü çocukluğum un şekerci dükkânla
rına, şimdiki çiçekçi vitrinlerine benziyor, ışık ve renk içinde.
Nuri Efendinin sesi içim de konuşuyor.
200
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
201
TANPINAR
202
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
203
TANPINAR
selâ büyük baldızım ... Hepsi ayrı cinsten. D aha niceleri var. Kâinat
lâhana gibi, yaprak yaprak, kat kat.
Lokantacı listeyi uzatıyor. H alit Bey bana dönüyor:
-B u y u ru n m ezeleri seçin!
B irdenbire kendim e geliyorum .
- S i z burayı daha iyi tanırsınız. Ben hazretin yalnız bir midye
dolm asını bilirim . O da B alıkpazarı’nda satıcı iken...
D evam etm ek istem iyorum . “ Ben fakir adam ım . Siz getirm esey-
diniz, ancak kapısının önünden geçebilirdim . Belki adlarını bile bil
m em . Ben Hayri İrdalım . Beş yıl evvel ölen en küçük kızının cena
zesi bekçi kucağında kalkan adam . Sizin anlayacağınız, biçarenin
biri. Büyüğünü de yarın Topal İsm ail’e nikâhlayacağım . Hani kah
vede, huzur-ı âlinizde dayak yem ek küstahlığını gösteren o m ende
bura...”
Fakat neye yarar? Bu kadar güzel başlayan geceyi niye bozm alı?
Felek bu gece beni Hayri Beyefendi yaptı. O nun tadını çıkaralım .
B ir ayağım ı öbürünün üstüne atıyorum ve etrafa kayıtsız kayıt
sız bakıyorum . Belki de ben, kendim öyle yaptığım ı sanıyorum .
Belki de yüzüm karm akarışıktır. Ç ünkü siz de anladınız ya, o za
m anlar ben bütün hayatını sırtında bir kam bur gibi gezdiren o biça
re insanlardandım .
Lokantacı yanı başım ızdan ayrılm ıyor. Y ârabbim , H alit Ayar-
c ı’ya ne kadar şefkatle, sevgiyle bakıyor. Sevinç adam cağızın iki
yanm a âdeta Cebrail k anatlan takm ış. G özleri ona her iliştikçe, ne
redeyse elindeki m eze tabaklarıyla pencereden dışarıya, denize,
göklere doğru uçacak, belki bütün lokantayı beraberinde götürecek.
Yok, şüphesiz fazla ileriye gitm eyecek, A yasofya’nın kubbesindeki
m elekler gibi oraya, pencerenin dışında cam a yapışıp kalacak. O ra
dan H alit A yarcı’ya: “A h, ciğerlerim in kanı, ve gözlerim in nuru...”
diye her an seslenecek.
- U zat doktor kadehini! Siz de beyefendi lütfen...
Bu işleri ne kadar iyi biliyor. Sesi ne rahat em ir veriyor. A caba
aktörlüğü var m ı? H ayır bu aktörlük değil, başka şey. Hayatı be
204
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
205
TANPINAR
206
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
yesiydi.
- Sağlığınız efendim ...
- Kim bu arkadaşlar?..
Yeni gelen adam bir el işaretiyle bizi yeni baştan y arattı. D oktor
R am iz’le ben T evrat’ın yeni yaratılm ış adam ı gibi, o anda duydu
ğum uz sevinç, hayranlık ve m ahcubiyetle giyindik, örtündük. Fakat
Halit Ayarcı şaşırm ıyordu. Evvelâ D oktor R am iz’i tanıştırdı. Sonra
beni takdim etti.
- A z i z dostlarım dan Hayri İrdal B ey... M em leketim izin en tanı
mış saat üstadı. Misli bulunm az bir adam ...
Bu takdim şeklinden bir daha anladım ki Halit Ayarcı mazi ve is
tikbalini hâlin arasından gören zattır. Beni kırk yıllık dostu gibi ta
nıtıyordu. K alantor zat benim le teşerrüf ettiği için son derece m e
suttu. B irdenbire yüzünde bir çocuk tebessüm ü belirdi. Belli ki bu
saadeti bana birkaç kelim e ile anlatacaktı. Fakat birdenbire m asa
nın üstündeki barbunyalar dikkatini çekti. Ben biraz daha bekleye
bilirdim . Fakat barbunyalar bekleyem ezdi. O nlar beklerlerse soğur
lardı. Soğuk barbunya ise hiçbir işe yaram azdı. H alit A yarcı’nın
om uzundan çektiği eliyle bir tanesini aldı ve hep aynı m esut çocuk
tebessüm üyle ağzıma götürdü. Fakat beni unutm adı, unutm am ıştı
ve unutm ayacaktı da. Bunu gösterm ek için serbest olan sol elini be
nim om uzum a koydu ve hep aynı tebessüm le yüzüm e baktı. Beni
sevm işti. Ben bu teveccühün, iltifatın altında üç santim kadar döşe
me tahtasına göm üldüm . O , hep aynı m uhabbetle yüzüm e bakıyor
du. K onuşm ağa lüzum yoktu, anlaşıyorduk. Beni sevm işti. Ben de
onu sevm iştim . Bu em niyetle sağ eli bir kadın saçı okşar gibi m a
saya uzandı. Tekrar bir barbunya döşem e tahtasına şöyle kayıtsızca
atılan bir kılçık oldu. Bu ?m eliye iki üç dafa tekrarlandı. Ç atala lü
zum yoktu. Çatal fazla külfetti. O sam im î adam dı. B ana bakışların
dan bu sam im iliği okunuyordu. N için aynı sam im iliği barbunyala
ra gösterm eyecek, araya bir vasıta koyacaktı. H em çatal yem ek ye
m ek içindi, böyle çerezler için değil!
Beşinci barbunyadan sonra evvelkinden yüz defa daha anlayışla
207
TANPINAR
208
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
209
TANPINAR
sinen iktidardır. D edim ya, bu bir hulûl hâdisedir, ben sende ve sen
bende...
Ve eliyle, “A nlatılm ası güç!” der gibi bir işaret yaptı.
D oktor R am iz bu sözleri işitm ekten âdeta m ustarip, gözleri hep
devletlinin m asasında, H alit B eye çıkıştı:
- A m a, çok efendi adam , hakikaten üstünden büyüklük akıyor.
H alit Ayarcı om uzunu silkti. K adehini kaldırdı:
- İçelim !..
- İçelim !..
Ve içtik. D evletlinin eli om uzum a ve bakışı gözlerim e değdiği
andan itibaren bende garip bir değişiklik olm uştu. B irdenbire işti-
ham artm ış, bütün vücudum u bir rahatlık hissi, bir nevi saadet ve
ferahlık kaplam ıştı. D urm adan içiyor, yiyor, gülüyor, konuşuyor
dum . Alkol bütün hafiflik kapılarını açm ıştı. H er kadehte, her y u
dum da beni boğacağını sandığım sıkıntılar, fecir vakti cami avlula
rındaki ağaçlardan kalkan karga sürüleri gibi üzerim den kalkıyor,
bir daha dönm em ek üzere çok uzaklara uçuyorlardı.
Bu hafiflik, bu boşalm a ve doluş, -ç ü n k ü giden sıkıntılarım ın
yerine garip bir sevinç, bir iç rahatı, bir güvenm e g eliyordu- şüp
hesiz ondan, onun om uzum u çökerten ağır ve heybetli elinden, göz
lerim e akan m ıknatıslı bakışlarındandı.
Bu anlaşılam ayacak bir şeydi. Ç ocukluğum da beni birçok türbe
lere götürm üşler, bir yığın nefesi keskin zatlara okutm uşlardı.
E yüpsultan’dan tâ Yuşâ tepesine, K ısık lı’daki Selâm iefendi’ye ka
dar, Fatih, A ksaray, H ırkaişerif, E dirnekapı, A yvansaray yolu, Top-
kapı, Y edikule, K o cam u stafap aşa,T ü rb e, Sirkeci, Em inönü tarafla
rına, hulâsa bütün İstan b u l’da, surların içinde ve dışında, hemen
her sem tte m evcut evliya ve keram et sahibi zatların yattıkları yeri
tanır, zam an zam an ziyaret eder, dua eder, yalvarır, m ezarlarından
taş alır, parm aklıklarına hiçbir şey bulm azsam ceketim in astarını
yırtarak bağlardım . H içbirisi bana bu tesiri yapm am ıştı.
H epsinden biraz yeisli, biraz daha üzgün, içim daha kapalı dö
nerdim . N e Bukağılı D ede, ne Elekçi Baba, ne Üryan D ede, ne Tez-
210
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
211
TANPINAR
212
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
213
TANPINAR
214
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
215
TANPINAR
216
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
ten sonra içm ekten başka yapacak bir şey kalm ıyordu. B ereket ver
sin bu akşam rakı boldu. İstediğim kadar bu m esut hâdiseyi kutla-
yabilirdim .
O yine devam etti:
- H ele büyük baldızınız gibi hakikî bir artiste karşı m uam eleniz,
onu inkârınız...
Elim deki kadehi bıraktım . N e olursa olsun akıl ve m antık nam ı
na bir kere daha işe karışacaktım . “ Ondan sonra ağzım ı bile aç
m am ...”
- A m a n beyefendi, dedim , hangi artist,h an g i b ü y ü k ...A rz ettim ,
sesi çirkin, sonra kabiliyetsiz... Sonra cahil. D aha İsfahanla M ahu
ru, Rastla A cem aşiranı birbirinden ayıram ıyor. H ayır, im kânsız...
Belki başka bilm ediğim m eziyetleri vardır. B elki, ne bileyim şah
sen güzeldir, yani değildir am m a, söz gelişi diyorum , güzel olur da
ben fark etm em iş olabilirim . Fakat o sesle m usikîsi beğenilsin! B u
na im kân yok. Kulağı yok efendim , hiç yok. Sesleri ayıram ıyor.
Halit Bey bana bir cıgara uzattı. Kendisi de bir tane y a k tı. Dışar-
da bütün cüm büşüyle devam eden m ehtaba baktı. Sonra karşıki m a
sanın m ünakaşasına kulak kabartır gibi oldu, fakat hem en om uzu
nu silkti, bana döndü:
-G ü z e l olam az, dedi. G üzelden anlıyorsunuz. H ayatınızı artık
biliyorum . Siz güzel kadından anlıyorsunuz. F akat sanattan, bugü
nün sanatından anlam ıyorsunuz. E vvelâ bu bir kalabalık işidir. K a
labalık neyi sever, neyi sevm ez? B unu kim se bilm ez. Sonra bu m e
sele üm itsiz bir kalabalığın işidir. Siz de bilirsiniz ki zevk denen
yüksek şeyin bizim içim izde içgüdüden kolaylığa kadar giden bir
yığın karşılığı vardır. Zevkten üm it kesildi mi onlara kolayca teslim
oluruz. İşler karışınca zevkten üm it kesilir. M usikî denince herkes,
evvelâ “Hangi m usikî?” sualini kendisine soruyor. Bu sual bir kere
soruldu mu sizin zevk, üslûp dediğiniz şeyler yoktur artık. Sonra
kulağın herkeste ayarı bozuldu. R adyo devrindeyiz. M usikîyi nadir
bir şey gibi dinlem iyoruz. O , rom atizm a, nezle, para sıkıntısı, harp
ihtim ali, çok geçim sizlik gibi günlerim izin tabiî arkadaşı oldu. Bu
217
TANPINAR
218
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
219
TANPINAR
220
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
II
221
TANPINAR
222
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
223
TANPINAR
224
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
225
TANPINAR
226
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
227
TANPINAR
228
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
ler girm eğe başladı. A caba öldüm de cennette miyim diye düşünü
yorum.
O zam ana kadar hadem e denen m ahlûkun kendi hayatının şart
larına göre ayrı bir cennet tasavvuru olabileceğini hiç düşünm em iş
tim. Fakat saadet telâkkim iz niçin hayat şartlarım ıza göre olm asın?
Üçüncü ayın sonlarına doğru idi ki bir gün bu tehlikeli durgun
luk kırıldı, ve m üessesem iz birdenbire bir nevi canlılığa kavuştu.
Bir sabah, H alit Ayarcı, önde belediye reisi, yanlarında belediye re
isinin yardım cılarından biri dairem ize geldi. N erm in H anım berm u
tat Halit A yarcı’ya üçüncü süveterini örüyordu. Ben ona Seyit Lût-
fullah ’la A selb an ’ın sevişm elerini anlatıyordum . Bu beklenm edik
ziyaretle ikim iz birden şaşırm ış ayağa fırladık. Ben daha bu kadar
mühim adam ı nasıl selâm layacağım a karar verm eden H alit Ayarcı
beni ona:
- En kıymetli yardım cım ... diye takdim etti. Hayri İrdal Bey, bu
işte en büyük şansım ızdır.
Sonra ilâve etti.
- B ilir m isiniz beyefendi, Hayri İrdal burada, sırf m üesseseye
hizm et için âdeta fahrî çalışıyor.
Belediye reisi, m üessesem izin bu tek m uvaffakiyet şansını “ bir
daha bırakm ayacağım ” der gibi bir elinden yakaladı.
- K endisine verdiğim iz para utanılacak bir şey... H akikaten uta
nılacak şey...
Aziz velinim etim hakikaten bana yapılan haksızlığa ağlayacak
mış gibi konuşuyordu. İşin garibi belediye reisinin de bu işe ger
çekten sıkılm ış görünm esiydi. Başını eğm iş, durm adan ayakkabıla
rına bakıyordu.
- Bu işler başka türlü yürüm ez. H alit Bey...
Ve teşekkür m akam ında elimi daha kuvvetle sıktı.
- Tabiî, şimdiki vaziyeti m uvakkat... T eşkilâtım ız, sayenizde ta
m am lanınca Hayri Bey m üdür m uavinim iz olacak.
Bu m üjde belediye reisini âdeta kurtardı. Başını ayakkabıların
dan bir lahza ayırdı, gözlerim in içine sevinçle baktı. Ben de öm
229
TANPINAR
rüm de ilk defa olarak bir başkasının saadetiyle mesut olan bir adam
gördüm .
- N erm in H anım kalem şefim izdir. Birinci sınıf bir entellektiiel.
Onunki de büsbütün başka bir fedakârlık... Bizim için o kadar sev
diği evini bıraktı...
N erm in H anım ın yüzü ilk bayram lığını giymiş bir kız çocuğu
gibi kıpkırm ızıydı. “N asılsınız? İyi m isiniz?” suali karşısında tatlı
bir tebessüm dişlerinin üstünde bir şekerlem e gibi ezildi.
- D em ek, aziz arkadaşım ızı evinden çaldık...
H alit Ayarcı bu fikri çok beğendiğini gösterm ek için:
- Evet, öyle, çaldık, hem nasıl?
B elediye reisi de kendi sözünü beğenm işti. Onun için daha par
lak ve o zam ana kadar hiç söylenm em iş bir şekilde tam am ladı:
- A m m a , hayat nam ına da kazandık! N e dersiniz Hayri Bey?..
Benim tasdikim üzerine, İçtim aî m eseleler üzerinde açılan bu
küçük bahis kapandı.
H alit Ayarcı:
- E m rederseniz bir gezelim ! diye teklif etti.
G ezilecek ne vardı? Bizim odadan H alit Beyin odasına geçilecek
ti, o kadar. Fakat tecrübeli adam lar başka türlü oluyor. Belediye re
isi bulunduğu yerle öteki odanın arasındaki birkaç adımı yarım saat
lik bir m esafe yapm asını biliyordu. D ip duvardaki içi boş etajerlere,
dosya dolabına, fiş dolaplarına, m asaların üzerinde ayniyattan alın
dığı gibi duran büyük, siyah ciltli defterlere, henüz kılıflarından çık
mamış daktilo m akinalarına, uzun ve fasılasız gece çalışmaları vaat
eden am pulsuz m asa lam balarım ıza, perdelere dikkatle, teker teker
ve tekrar tekrar baktı. Sonra bir eli öbür odaya açılan kapının topu
zunda tekrar döndü ve bir daha odayı gözden geçirdi. M eğer ne ka
dar yanılıyorm uşum ? Bu cins gezm e ve görm eler için ne öyle gezi
lecek geniş m esafeye, ne de görülecek şeye ihtiyaç varmış. Esas olan
sizin bu kararı verm enizm iş. Belediye reisi en basit şeyin karşısında
birkaç saniye duruyor, bir şeyler düşündüğünü gösteriyor, fakat söy-
!om iver tam ağzını açacağı zam an vazgeçiyor, iki ayağı üzerinde
230
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
231
TANPINAR
232
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
233
TANPINAR
234
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
235
TANPINAR
236
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
237
TANPINAR
Am a nihayet müessese ona yabancı sayılm az. Baba evi gibi bir şeydir.
Tekrar belediye reisine döndü:
- Z e h r a H anım , Hayri Beyin kızıdır.
Bu sağlam delil ve biirhan karşısında belediye reisi tek bir cevap
bulabildi:
- A lla h bağışlasın!
Üç gün sonra Z ehra da Saatleri A yarlam a E nstitiisü’nde Nerm in
H anım ın m aiyetinde işe başladı. Yani o da içinde daha ziyade tuva
lete yarar eşya bulunan çantasıyla ve H alit B eye teşekkür için ör
m eğe karar verdiği süveterin yünleriyle geldi.
Şurasını söyleyeyim ki Halit Ayarcı birkaç sene içinde dünyanın
en zengin süveter koleksiyonuna sahip oldu. Dairemizdeki daktilola
rın hemen hepsi ona bir veya birkaç süveter örm üştü. Fakat bu süve
terlerin içinde şüphesiz en güzelleri Nerm in Hanımınkilerdi. FJeğim-
sağm a gibi rengârenk, güneşe tutulm uş billur gibi çınlayan, üzerinde
daim a saate ait şeyler bulunan bu süveterler hakikî şaheserlerdi.
B elediye reisi birdenbire tekrar eski m eseleye döndü. H akikaten
bir m uam elât m üdürüne ihtiyacım ız olup olm adığını sordu. Daire
m üdürlüğünü kaldırm ış olm am ızdan çok m em nundu. Bu fedakârlı
ğı da yaparsak eğer, tam am iyle tatm in edilm iş olacaktı.
- Ben daim a bu işlerde hassasım ... diyordu. Sonra ikinci derece
de personel kadrosundan birisini kullanırsınız. Adı da güzel değil.
M uam elât m üdürü. H akikaten bir enstitü için yakışıksız bir isim.
Ö z T ürkçe devrinde.
Z annederim ki bu son itiraz H alit Beyi kandırdı.
- M adem ki öyle em rediyorsunuz...
A dam cağız um um î m enfaat nam ına kazandığı bu zaferden ço
cuk gibi seviniyordu. Sonra birdenbire hatırladı:
- T a b i î bir m ucip sebepler lâyihası yazıyorsunuz!
H alit Ayarcı gülüm sedi:
- M erak etm eyiniz. O çoktan hazır. İki aydır üzerindeyiz. Evvel
ki gece Hayri B eyle son bir defa gözden geçirdik. Ben bu sabah si
ze sorm adan bazı yerlerini değiştirdim . O kadar mühim değil. Bir
238
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
239
TANPINAR
240
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
241
TAN PINAR
şıktır, durm adan değişir. O hâlde niye bu yorucu işe girm eli? Ben
bu sarı sütunu ağır hastalarda saat ayarının azlığı için ayırıyorum .
Yanı başındakilere nazaran altı misli kısa olm ası da bunu gösterir.
N itekim buradaki tek siyah çizgi de ölülerin zam anla hiç alâkası
kalm adığına işaret eder.
- İyi am a, bunun yazılm ası behem ehal lâzım mı? Bu o kadar ta
biî bir şey ki...
- Zannederim lâzım . H attâ bilhassa yazılm alı. Çünkü bunu yaz
m azsak saat ve zam anla alâkanın asıl yaşam a şuuru olduğunu nasıl
öğreteceğiz? N e garip, siz daha enstitüm üzün niçin kurulduğunu
bilm iyor gibi konuşuyorsunuz. B iz İçtim aî bir dâvanın üzerindeyiz.
H izm et için buraya geldik. H ayatta benim için bundan başka bir iş
yok m uydu sanıyorsunuz?
- Sizin için bilm em am a, benim için yoktu. Ve olmadı da. B ura
sım gayet iyi biliyorum .
H alit Ayarcı elindeki grafikte son rötuşlarını da yaptı. Sonra ba
na döndü:
- B ırakın bunları... A lışacaksınız. B ir gün alışırsınız. Belediye
reisine verdiğiniz cevap son derece m ükem m eldi.
- A s ıl sizin konuşm anız m ükem m eldi.
- Ben eski arkadaşıyım . M ektepte beraber okuduk. O zam andan
beri fâsılasız dostuz.
-Y a ln ız ...
- Evet, yalnız?
- Bu m uvaffakiyet m eselesi beni pek şaşırttı. D aha bir şey yap
mış değildik.
-Y a n ılıy o rsu n u z Hayri Bey, başlam ak, başarm aktır. B akın, bu
şartlar içinde, bu küçük odada büyük bir işe kendimizi verm em iz,
bu daireyi kurm am ız bir başarı değil mi?
B irdenbire durdu, yüzüm e dik dik baktı:
- H a y r i Bey, bize niçin inanm ıyorsunuz? diye sordu.
Yan gözle m asam ın bir kenarına koyduğum öteberiye baktım .
G aliba toparlanıp gitm ek zam anı gelm işti. O , bunu fark etm iş de
242
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
243
TANPINAR
244
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
245
TANPINAR
246
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
247
TANPINAR
248
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
şekilde öğretm em iz lâzım ... M alûm ya, son zam anlarda aldı yürü
dü, baba, am ca, dayı, usta, patron, yenge, abla gibi kelim eler gırla
gidiyor! B ir hısım akrabalıktır gidiyor ki sorm ayın!
Bunları söylerken hayalim de hep biraz evvel tram vayda beni,
“Baba uyuyor m usun?” diye âdeta tartaklayan biletçi vardı.
H alit A yarcı’nın sevincine hudut yoktu:
- Bu da iyi! dedi, bunu da kabul... D aha?
-K o n u şu rk e n de aynı şekilde yeknesak, tatlı ve ölçülü olurlar
sa, bilhassa aynı zam anda son derecede m ültefit, nazik ve ciddî ol
mayı da öğretirsek rağbet artar. Saatten, enstitüden hep aynı keli
m elerde, büyük bir ihtisas iddiasıyla bahsederlerse, araya hiçbir şey
katm azlarsa, ve bilhassa bu iş için kurulm uş saatler gibi hareket
ederlerse, yaşlarına göre tuhaf görünecek bir ciddilikle söyleyecek
lerini söyleyip birden susarlarsa...
-Y a n i bir nevi otom atizm ... A srım ızın asıl büyük zaafı ve kud
reti. İçten içe hazırlanan aydınlık ve düzenli yeni O rta Ç a ğ ’ın tem e
li ve belkem iği. H aklısınız. Hayri Bey... H ayri Bey siz bir dâhisi
niz. Ö yle bir şey buldunuz ki... Tam çalar saat gibi konuşup susa
cak insanlar, değil m i? Plak insan... Harika!
Ve beni kucakladı:
- T e b r ik ederim Hayri Bey! A srım ızın bütün psikolojik vâkıası-
na dokundunuz... Fakat çok güç... Bunu nasıl yapabiliriz?
- Ben bu işi becerebilecek birisini tanıyorum , dedim . D aha d o ğ
rusu bir kadın... Zaten böyle bir işi ancak bir kadın yapabilir. B ir in
san ki eline geçen herkese istediği şekli verebilir. Sabriye Hanım
sade öğretm ez, takip de eder.
O na, kendisinin de biraz tanıdığı Sabriye H anım dan bahsettim .
İspritizm a C em iyeti’ndeki ahbaplar gece gündüz aklım dan çıkm ı
yordu.
-Y a rın d a n tezi yok, bir m ektupla kendisini davet edelim . İşim i
ze yarayacağına em inim . Sevim sizdir am m a yapar bu işi! H ele ta
kibi m ükem m el becerir...
B ir m üddet düşündü.
249
TANPINAR
250
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
251
TANPINAR
sinde kendisini buna cevap verm eğe m ecbur edecek bir m adde bu
lunm adığını söyledi. Sonra ısrarım üzerine.
- T a b iî tanıdım ... d e d i,fa k a t Sabriye H anım ın verdiği talim atın
dışına çıkm ak istem edim . O bize m üşterilerin yüzlerine fazla bak
m adan gülüm sem em izi, son derecede gayrişahsî davranm ak şartıy
la şahsî olm am ızı ve daim a saatten bahsetm em izi, ezberlem iş gibi
konuşm am ızı, enstitüye dair her türlü izahatı en açık şekilde ver
memizi söylem işti.
Sabriye H anım ı bu işe tavsiye ederken hiç de yanılm am ıştım .
- P e k i , şimdi tanıdınız! Ne yapm anız lâzım geldiğini düşünü
yorsunuz?
D uvardaki saate baktı:
- Yedide işim bitiyor... dedi. O zam an sizi dinleyebilirim .
Z ehra en stitüde pek az kaldı. O ay ar istasyonlarında çalışm ayı
tercih etm işti. Ve o sayede evlendi. Ve tabiî evlenir evlenm ez ko
casını yelkovan şubesi şefi ve m ütehassısı yaptık. D am adım ı da
dışarda bırakacak değildim ya! K üçük baldızım , Z e h ra ’dan boş
kalan yere tâyin ed ilm işti. Onu da en stitüm üzde iş arayan tav siy e
siz bir genç, m iiesseseye girm ek için başka çare kalm adığını a n
layınca, hem en o gün istedi. B ilhassa bu sonuncu izdivaç bana
enstitüde ay rıca bir nikâh m em urluğu tesisi fikrini verdi. Fakat
H alit Ayarcı işin ciddiyetini bozar korkusuyla bu çok yerinde tek
lifi reddetti.
Sabriye H anım ı yukarda anlattığım konuşm adan iki gün sonra
evinde ziyaret ettim . Beni gördüğüne son derecede m em nun oldu.
G eçm iş zam andan hakikaten bir kalbi varm ış gibi hüzün ve teessür
le bahsetti. M eseleyi kendisine açınca beraber çalışm am ız ihtim ali
ne çok sevindi. A yrıca beni daha düzgün bir kıyafetle ve bayağı m e
suliyetini taşıdığım bir işin arasında gördüğü için m em nundu.
- İspritizm a Cem iyeti dağıldı... dedi. Büsbütün canım sıkılıyor.
D aha doğrusu ben kendim de böyle bir iş arıyordum . Ne zam an is
terseniz em rinize hazırım .
K endisine şim dilik daha personelim izi tanzim etm ediğim izi.
252
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
hattâ kadrom uzun bile çıkm adığını, fakat yakında bunların halledi
leceğini üm it ettiğim izi söyledim .
- Siz de bu m eseleyi düşünün. B eşer, onar grupluk genç kızlar
bir bakım a m ânâsız bir iş için toplanm ış olacaklar. B ütün m uvaffa
kiyetleri bu çocukların davranışlarında olacak. H attâ m tiesseseyi bu
tutturabilir. N için bunu yapıyoruz? Burasını bilm iyorum . Fakat tut
ması lâzım . H er şeyden evvel hoşa gitm eli ve m üm kün olduğu ka
dar fazla şaşırtm alı, fakat rahatsız etm em eli. Ö yle sanıyorum ki
sonradan bu istasyonlara başka fonksiyonlar da verebiliriz. Şimdi
bunları yetiştirm ek m eselesi var.
Sabriye Hanım dudaklarını kısm ış beni dinliyordu.
- Halit Ayarcı ile beraber olduğunuzu söylem eseydiniz de ben
onunla beraber olduğunuzu anlardım . B unlar hep onun düşünebile
ceği cinsten şeyler. B ilir m isiniz ki alelâde işi sevm ez. İş dediğin
onun için evvelâ bir sergüzeşt olm alı. K utup seyahati, kaçakçılık,
her şey elinden gelir. Yalnız lâalettâyinden hoşlanm az. Sonra tuhaf
olm alı, im kânsız olm alı, herkesi şaşırtm alı ve hattâ korkutm alı!
Sonra da iş olm alı. D evlet m em uriyetlerinde bu yüzden kalm adı.
Bütün büyükler dostudur. O da bir vakitler onların arasında idi. Fa
kat bir türlü sevm edi. Çünkü sergüzeşt değildi. Fakat aynı zam an
da inanacağı bir tarafı da bulunm alı yaptığı işin... M eselâ siz zan
netmem ki bu işleri ciddî bulasınız. H albuki H alit Ayarcı bu işe
im anla girm iştir, buna em inim . Em inim ki Saatleri A yarlam a E nsti
tüsü de böyledir. Yine cem iyet için çok iyi bir şey, im kânsız bir şey
düşünüyor. Fakat faydalı olm ası büyük olm ası ona yetm ez. D edim
ya herkesi şaşırtm ak, kızdırm ak, etrafta gürültü yapm ak da lâzım ...
Zaten dem in siz m üessesenin gayelerini anlatırken onun kelim ele
rini kullandığınızı derhal anladım . Ö zetliyorum , candaşım , geliyo
rum. G öreceksiniz ne cüm büş olacak...
Sabriye H anımı konuşturm ak için sual sorm am ak lâzım geldiği
ni biliyordum .
- Hiç böyle fırsatı kaybeder m iyim ? diyordu.
Sabriye Hanım ın salonunda onunla karşı karşıya oturm uş çay
253
TANPINAR
254
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
mal B eyle aralan çok fena. C em al’in de işleri pek bozuk... Bir yı
ğın sıkıntısı var! Fakat N evzat’ın geleceğinden şüpheliyim !
- Niçin?
- N evzat, hiç de eski N evzat değil artık. Z aten S elm a’yı da çok
değişm iş göreceksiniz. Fakat N evzat gittikçe daha dalgınlaştı. B ü
tün dostlarıyla alâkasını kesti. Â deta bir günahı ödüyor gibi yaşı
yor. Çok koyu bir dindarlık çöktü üstüne. Sabahtan akşam a kadar
K u r’ân okuyor, nam az kılıyor... H attâ ruhları bile çağırm ıyor.
- M urat n ’oldu?
- O da kayboldu. Dedim ya! A rtık eski N evzat Hanım değil.
Sonra birdenbire sözü değiştirdi:
- Bilir m isiniz, bugünlerde ben kim inle dostum ? H alanızla... Ne
m ükemm el kadın, nasıl canlı, yaşını nasıl yeniyor! D oğrusu aranı
zın açık olm asına sizin hesabınıza m üteessirim . O kadar açık fikir
li, berrak görüşlü bir insan ki... O da biliyorsunuz tasavvufa m erak
etti. H attâ âşıkâne şiirleri bile var. Yarın çayına gideceğim .
K onuşm anın bundan sonrasının beni sıkacağını anladım . Sabri
ye Hanım dan kendisine telefon eder etm ez geleceği vaadini alarak
evden çıktım.
Sabriye H anım ın Selm a H anım için söylediği şeyler beni haki
katen üzm üştü. Belki bu yüzden ilk rast geldiğim dükkândan C e
mal Beyin evine telefon ettim . K arşım a Cemal Bey çıkarsa telefo
nu kapam ağa karar verm iştim . Beş seneden beri görm ediğim , türlü
sıkıntılar arasında çehresini bile unuttuğum kadın birdenbire S abri
ye H anımın söylediği birkaç sözle şimdi dört bir tarafım ı bir yan
gın gibi sarm ıştı. Halbuki işlerim izin yavaş yavaş düzeldiği bu gün
lerde Pakize ile yeniden tatlı balayı günleri geçiriyorduk.
Telefona Selm a Hanım cevap verdi.
- N erelerdesiniz a canım !.. C em al’e soruyorum , Hayri Bey bu,
bilinir mi hiç? İstifa etti, gitti, diyor. O kadar ara! diye yalvardım .
Zannederim her tarafa baş vurdu. Sizi ele geçirem edik vesselâm ...
Ve bütün bunları hep, içine bir yığın çocuk neşesi karışan o ince
billûr sesle söylem işti. D em ek böyle idi, Cem al B ey ona benim is
255
TANPINAR
tifa ettiğim i söylem işti. Ben huyu suyu bilinm eyen bir adam dım .
A ram ış, bir türlü bulam am ıştı!
K endisine vaziyeti anlattım . B ize yardım edip edem eyeceğini
sordum . Saatleri A yarlam a E n stitüsü’nün adı pek hoşuna gitmişti:
- Bu nasıl iş canım ? diyordu, âdeta şakaya benziyor. H akikaten
şaka gibi bir şey... H ele bir anlatın...
E lim den geldiği kadar m üesseseyi izah ettim . K endisinden rica
ettiğim iz şeyi de söyledim . Ertesi sabah enstitüye geleceğini vaat
etti. Onu o günlerde kalem e devam etm eğe başlayan Z eh ra’nın yü
zünden H alit B eyin odasına aldım . D aha ilk anda kendisinde bir yı
ğın şeyin değiştiği görülüyordu. Y ine eskisi gibi güzel ve zarifti.
Bütün hareketlerine hâkim di. G ülüşü ateş oyunu gibi bir şeydi. Fa
kat m akinada bozuk bir şey vardı. Eski neşesi kalm am ıştı. Istırap
denen çem berden geçtiği m uhakkaktı. Sanki bilm ediğim iz üzüntü
ler, düşünceler, belki de bir korku arasından konuşuyordu. Belki de
yalnız bu sonuncusu vardı. K orkuyu bütün öm rüm ce tatm ıştım , o
yılanı gayet iyi bilirdim . B ir kere içim ize yerleşti mi bulandırm aya
cağı hiçbir şey yoktu. Fakat neden korkuyordu? Niçin telâşlıydı?
Buralarını anlam am kabil değildi.
B enden ilk önce iş hakkında izahat istedi. Ç ok çocukça bir saf
lıkla, “Ben böyle şeyleri yapam am ki...” diyordu. Bunu söylerken
elleriyle yaptığı işaret o kadar güzeldi ki bütün konuşm a boyunca
bir daha yapm asını bekledim .
-Z a n n e ttiğ in iz gibi değil! dedim . Sadece m üesseseye fikir vere
ceksiniz! H içbir güçlüğü yok... H ele siz ki bu işleri çok iyi bilirsi
niz, o kadar m ükem m el bir zevkiniz var...
Sonunda o da razı oldu. Eğlenceli bir iş olacağını tahm in ediyor
du. Zaten giyim kuşam en sevdiği şe y d i. Yalnız Cemal Beye bir ke
re sorm ası lâzım dı.
- Belki istem ez, diyordu. Onun için vaat etm eyeyim ! M esele çı
karm ayalım !
- Ne m esele çıkacak! Zannetm em ki Cemal B ey sizin herhangi
bir arzunuzu reddetm eğe kalksın!
256
SAATLER! AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
257
TANPINAR
258
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
III
259
TANPİNAR
para ile bunun yapılm ası im kânsız... M am afih H alit Bey çalışıyor.
G arip şekilde roller değişm işti. Bu sefer H alit Bey benim yeri
m e geçm iş, belediye reisi onun yerini alm ıştı. Ben dördüncü plan
da idim . M am afih H alit Ayarcı yine benim unutulm am a razı olm a
dı. B ana çok açık, cevabı içinde sualler sordu ve kendi üslûbunda
cevaplar aldı.
Salâhiyetli zat, belediye reisini,
- Tabiî... diye tasdik etti. Yalnız her şeyi paraya bağlam am alıdır.
İnsan iradesi daim a m addî şartlan yener...
Sözüne devam etsin diye ne kadar dua ettim . Bunun sırrını bir
kere öğrenseydim her şey halledilecekti. Fakat devam etm edi. Şüp
hesiz bu m ühim işin usullerini kendim izin bulm asını istiyordu.
B elediye reisinin bu hususa hiçbir itirazı yoktu. Binaenaleyh,
gerçeği bu olm akla beraber, çünkü o da m addî şartlan sadece ira
desiyle yenm işe benziyordu, yeni kurulm uş bir m üessesede, bilhas
sa bu kadar m asraflı bir işin büsbütün de parasız yapılam ayacağını,
yapılsa bile bu iş için sarf edilecek iradenin çok pahalıya mal ola
cağım en m ünasip dille, yani karşısındakinin fikrini daim a doğru
bula bula tekrar hatırlatm ağa çalıştı. îtikadım ca belediye reisinin bu
işte hakkı vardı. İşsizlik zam anlarım da sadece iradem le geçinebil
m ek içir., bu cevheri o kadar sarf etm iştim ki çoktan beri bende zer-
res1 bile kalm am ıştı. Ve belki de bu yüzden aylardır H alit Ayar-
c ı’nın ayağıyla ittiği bir futbol topuna benzem iştim .
H alit Ayarcı bütün bu konuşm a boyunca âdeta lâkayt kalm ıştı.
M asanın bir köşesine hafifçe yaslanm ış, sakin ve alâkasız, beyhu
de sözlerle israf edilen zam ana pek fazla fark ettirm eden acır gibi
etrafına bakıyordu. H içbir zam an can sıkıntısı denen şeyin bu kadar
asîl, bu kadar üstün şeklini görm em iştim . Etrafındaki konuşm anın
bitm esini, birdenbire kabaran bir rüzgârın savurduğu bir toz dalga
sının geçm esini bekler gibi bekliyordu. “B en işe karışacağım zam a
nı biliyorum . Fakat siz bir kere aranızda anlaşın! Sizleri huyunuz
dan vazgeçirem em ki... Ç aresiz taham m ül edeceğim . Nasıl olsa ol
duğum yere geleceksiniz” . B ir insan karşısındakine o anda yalnız
260
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
261
TANPINAR
262
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
doğru değil... Yaptığınız işin ehem m iyetini bilin ve ona göre çalı
şın... Siz de bana bu neşriyat meselesini hatırlatın...
- B a ş üstüne efendim ... Zaten takdim ettiğim iz projede yazılı...
Halit Bey tekrar tavzih etti.
- Yalnız eserlerin ismi yok. Ek bir liste takdim ederim .
A hm et Zam anı Efendi ism inde hiçbir insan tanım am ıştım . H at
tâ adını ilk defa işitiyordum . “A h Y ârabbim , ekm ek paramı niçin
bana doğrudan doğruya verm edin de beni başkalarının uydurduğu
bir yalan yaptın!” H akikatte de böyle idim . Ucunu bucağını bilm e
diğim , her gün yeni bir parçasıyla karşılaştığım âdeta tefrika hâlin
de bir yalan olm uştum .
Salâhiyettar zat A hm et Z am anî E fendiden bir türlü vazgeçem i-
yordu.
- Mühim bir keşif, diyordu. Fakat nasıl oldu da hiç adı işitilmedi?
Sanki dem in kafam dan geçenleri düşünen ben değilm işim gibi,
yavaş ve en kandırıcı sesim le cevap verdim:
- E s k ile r malûm efendim ... Şöhrete âfet diye bakarlardı. Sonra
çok genç yaşta öldü. K ırk iki yaşında falanm ış...
- Rabia hesaplan o devirde, aram ızda?..
Bu sualle nefesim birdenbire tükendi. B urada artık işin telkini
yoktu. Bilginin kendisi vardı. Fakat H alit Ayarcı orada idi:
- N için olm asın efendim ?
Sözüne devam edeceği yerde m asanın cam ı üzerine iyice bastır
dığı büyük, geniş ayalı eline bakm ağa başladı.
- Öyle ya niçin olm asın?.. Eskileri o kadar az biliyoruz ki...
-D e v ir , çok ehem m iyetli bir devir. Zaten büyük bir m ekanik
merakı var. Hem en herkes, küçük büyük icatlarla m eşgul... M ina
reden m inareye uçma tecrübeleri bile var...
Salâhiyettar zat tekrar bana döndü.
- Nasıl bir insanm ış bu?..
H alit Ayarcı bu sefer de ceketinin düğm eleriyle oynam ağa baş
lamıştı. Bu dem ekti ki, iş bana düşüyordu. B ütün kuvvetim i, cesa
retimi topladım . “Ya pîr!” Fakat yalancıların piri kimdi acaba?
263
TANPINAR
- Uzun boylu, sarışın, kum ral sakallı, siyah gözlü bir adam m ış!
Dili gençliğinde biraz peltekm iş. Fakat kendi kendine, iradesiyle
düzeltm iş, diyorlar. D aha doğrusu hocam rahmetli Nuri Efendi
böyle söylerdi. G arip huylan varm ış. M eselâ çok iyi m eyva yetişti-
diği hâlde üzüm den başkasını yem ezm iş. Bal ve şeker gibi şeyler
de kullanm azm ış. M evlevî tarikatindenm iş. Zengin bir adam ın ço
cuğuym uş. Birden fazla kadın alm anın aleyhinde bulunduğu için
devrinde pek sevilm ezm iş...
- D em ek m odern bir adam ... Â deta bizden!
- Aşağı yukarı... S an rengi çok severm iş. H attâ pek m utat olm a
dığı hâlde san cübbe, sarı kaplı kürk giydiğini hocam Nuri Efendi
söylerdi. Sarı, güneşin rengidir, derm iş. Çok aradım am a bu kana
atin nereden geldiğini bulam adım .
Ben söyledikçe belediye reisinin de, salâhiyetli zatın da yüzleri
tebessüm e gark oluyordu. A h, bu küçük teferruat... İki üç çizgi, bir
kaç konuşm a parçası, işte size bütün bir hayat...T evekkeli değil es
kiler yalnız şiir söylem işler!
- Bir iş i, falan var m ıym ış?
A rtık ne dönm em , ne de durm am kabildi. İster istem ez yolum a
devam edecek, yeni yeni şeyler uyduracaktım .
- Ç engelköy’de küçük bir cam iin m üezziniym iş... Fakat evlen
m e m eselesindeki fikirleri yüzünden çıkartm ışlar. O da selâm lığını
açm ış, yatsı nam azlarını m isafirlerine evinde kıldırm ış. Ezanı da
evin penceresinden okurm uş!
H alit Bey tekrar bana döndü:
- Bir Venedikli vasıtasıyla devrin garplı riyaziyecileriyle m ek
tuplaştığını söylüyordunuz...
- Evet am a, m üsbet bir şey bulunam adı. N uruosm aniye Kütiip-
hanesi’ndeki kitap kaybolm asaydı...
Salâhiyetli zat hayretler içinde idi:
- M ühim keşif doğrusu... B öyle bir adam ...
H alit Ayarcı işi biraz daha tabiileştirm ek ihtiyacını duydu.
-B e n d e n iz e öyle geliyor ki, K âtip Ç eleb i’nin etrafındakilerden
264
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
265
TANPINAR
mış bir çocuk gibi H alit Beyin birdenbire açtığı kollan arasında
kaldı. A ziz velinim etim :
-T e v e c cü h le rin iz e güvenm eseydim , bu işe katiyen girm ezdim .
Bu itibarla ne kadar teşekkür etsem azdır. B ana bu hizm et vesilesi
ni verdiğiniz için bahtiyarım ... diyerek m eseleyi halletm işti.
Bütün gün hep böyle yapm ış, en lüzum lu noktada konuşm uş,
hiçbir şey rica etm eden istediklerinin hepsini kabul ettirm iş, şimdi
de asıl işin kendisi tarafından kurulduğunu, beyhude m ünakaşaya
lüzum olm adığını iyice anlatm ıştı.
Fakat salâhiyetli zat tecrübeli adam dı. K oskoca enstitüyü sade
ce bizlere bırakam azdı.
- Bu m tiesseseyi başından itibaren benim sedim , dedi. O sizlerin
olduğu kadar benim dir de... Reis bey de size yardım edecekler...
Ayrılırken tekrar bana iltifat etti:
- Kitabı isterim ... B itecek anladınız mı Hayri Bey?
Ve yanağım ı okşayarak kitapla olan alâkasını bir daha teyit etti.
K apıdan çıkarken:
- Sloganları dağıtın! B ira n evvel ve her tarafa... diye tekrar em ir
verdi.
Tam m erdivenin başında belediye reisine yavaşça:
- B u rabia hesabı nedir siz biliyor m u su n uz?diye sorduğunu
işittim .
O nlar gittikten sonra H alit Ayarcı tekrar bana döndü:
- A r tı k bundan sonra da şüphe etm ezsiniz zannederim ... dedi.
- H ayır, dedim . M üessese kurulacak. B ir de işimizi bilsek!
- H â l â bilm iyor m usunuz? Saatleri ayarlayacağız...
- Evet am a nasıl? Bu kadar kalabalık bir teşkilâtla...
- Çaresini bulacağız... H erkes kendisine, tâyin olunduğu vazife
nin adından bir iş çıkaracak. Zaten kurulur kurulm az bir tâm im le
bütün arkadaşlardan rica edeceğim bunu... Ve tabiî onlar da yapa
caklar. Boş durm ayacaklar ya...
Sonra bir eli odasının kapısının tokm ağında:
- Siz kitabı ne vakit bitireceksiniz? Yani ne vakit bitirebilirsiniz,
266
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
267
TANPINAR
IV
268
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
269
TANPINAR
270
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
çekti.” deniyordu.
Bittabi bu velveleye D oktor R am iz yabancı kalam azdı. Nitekim
sonradan büyütüp kitap hâline getirdiği bir m akale yazdı ve benim
ruh tahlilimi yaptı. N ezredilm iş bir cam iin para şartları yüzünden
küçüle küçiile indiği son had olan eski saatim izi nasıl baba telâkkî
ettiğimi iyice izah etti. T abirnam elerden, fal kitaplarından. Seyit
L ûtfullah’tan bahsetti ve bendeki zam an sezişini övdü. O na göre
ben bir nevi Ebu Ali Sinâ id im . “ Evet, diyordu D oktor R am iz, H ay
ri îrdal, bu şark F aust’unun m odern hayatım ızda yeni baştan görü
nüşünden başka bir şey değildi. O nasıl am eliyelerini İzafî zam an
da yapm ışsa, Hayri Bey de yaşanan zam anda yapıyor. Bu yüzden
dostum H alit A yarcı’nın girdiği m ühim teşebbüste bu hakikî değe
ri bulup m eydana çıkarm ası kadar övülecek bir hareket olam az!”
İşin en sıkıcı tarafı Halit A yarcı’nın bu budalalıklardan her şikâ
yetim de bıyık altından gülm esi, beni teskini hiç aklına getirm em e-
siydi.
- Elbette, diyordu. Elbette aziz dostum , böyle m ühim bir m ües
sesenin kurulm a şerefini paylaşan bir insanın etrafında biraz gürül
tü olur. Ne yapm am ı istiyorsunuz sanki? Ç ıkıp, “ H ayır, yalan söy
lüyorsunuz!” m u diyeyim ? Bu m üesseseyi kökünden yıkar. B ıra
kın, bu bir dalgadır, kendiliğinden geçer...
Bazen de;
- Voltaire’e veya F aust’a benziyorsanız kabahat benim mi? Ya
hut benzetiyorlarsa... O nlar da bizim bir şeylerim iz olm asını isti
yorlar. Elli senede bir m edeniyete bütün tarihiyle yetişm ek kolay
mı? İşin içine elbette biraz m übalâğa girecek! Nasıl filân rom ancı
mızı B alzac’a öbürünü Z o la’ya benzettilerse, sizi de başkalarına
pekâlâ benzetirler. H ayret ediyorum doğrusu! Sizi kıskanm adığım
için bana teşekkür edeceğiniz yerde kızıyor, hiddet ediyorsunuz!
Ben sizin yerinizde olsam hiç ses çıkarm az, kendi işim e bakardım .
Siz oturun, kitabınızı yazın, enstitüm üzün tekâm ül çarelerini ara
yın!.. B unlar o kadar basit şeyler ki... G öreceksiniz, sonunda nasıl
alışırsınız! N e hacet, alışm adınız mı sanki? B ir hafta evvel aleyhi
271
TANPINAR
272
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
273
TANPINAR
274
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
275
TANPINAR
276
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
277
TANPINAR
278
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
A rtık şüphe edem ezdim , halam ın sesiydi. Yirmi dört yılın ara
sından onu tanım ıştım . O lduğum yerde büzüldüm . H içbir kurtuluş
imkânı yoktu.
B irdenbire kapı ardına kadar açıldı. H alam , bir elinde başının
üstünde salladığı şem siyesi, öbüründe bir yığın gazete ve bavul ka
dar büyük bir çanta, beyaz saçlarının üzerine kondurduğu siyah,
büyük tüylü, bir kartal kadar azam etli şapka, bir fırtına gibi içeriye
girdi. M erkezefendi m ezarlığından dönüşü kadar garip, şaşırtıcı bir
hâli vardı. M akyajlı yüzü hiddetten alt üsttü. Pudra ve sürm elerinin
arasından gözleri şim şek gibi parlıyordu. B ileklerinde, parm akla
rında, boynunda, kulaklarında bir yığın m ücevher vardı. Sırtında
yeldirm eye benzeyen bej rengi pardösiisüyle yürürken daha ziyade
uçuyora benziyordu. Fırsat bulsaydım kahkahadan çıldırabilirdim .
H epim iz ayağa kalkm ıştık. Yalnız H alit Bey olduğu yerde sakin,
“ Bu da nedir?” der gibi ona bakıyordu.
-T o p la n tı varm ış ha?.. Ne toplantısıym ış o bakayım ?..
Sonra birdenbire beni gördü.
- S e n i m endebur seni, siinepe herif seni... Y aptıkların yetişm i-
yorm uş gibi bir de gazetelere akrabam diye adım ı geçirlisin ha!..
Ben yana fırladığım için ilk darbe A saf Beyin om uzuna geldi.
İkincisi H alit A yarcı’nın m asasına indi. Ve kocam an kristalle bera
ber şem siye de kırıldı.
- Seni arsız, hayâsız, dolandırıcı... O şıllık karın dem ek beni af
fediyor ha!
- A m a n halacığım ... A llahaşkına, diyem eden kırık şem siyenin
dip tarafı burnum a indi.
D udaklarım ın üstüne doğru sıcak bir şeyin aktığını duydum . E l
lerim le yokladım , kandı.
- Oh olsun... D ur bakalım , daha neler yapacağım sana...
Tam üzerim e doğru atılm ak üzere iken yorgunluktan, yahut da
kanı görmesi asabını bozduğu için olduğu yerde durdu. N erdeyse
düşecekm iş gibi bütün vücudu titriyordu.
İşte o zam an H alit Ayarcı yavaşça yerinden kalktı. H em en o an
279
TANPINAR
280
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
281
TANPINAR
282
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
yapsın!
D oktor R am iz bir bloknotla m asanın yan tarafında yerini aldı.
Halam âdeta kadınca şikâyete başladı:
- B u işler hep böyle olur, hep benim üstüm e yıkılır. B ununla
dördüncü cem iyetin reisliği olacak. D aha İttihat ve Terakkî zam a
nından beri bu böyle gidiyor.
M am afih H alit Ayarcı hiç vakit kaybetm iyordu. İlk iş kurucular
m eclisinin azalarını bulm aktı. H alam ın bu husustaki fikrini sordu.
- Benim le Hayri Bey, bir de D oktor bulunacağız... Gerisi kadın
olm ası lazım ...
Halam bu fikri beğenm iyordu. Bizim Saat Sevenler C em iyet’in-
de bulunm am ız belki yerinde idi, böyle cem iyetlerde reise yardım
edecek genç ve sem patik bir iki erkeğin de bulunm asını istiyordu.
H alit Bey Şair Ekrem Beyi tavsiye etti. Ondan sonra kadın aza üze
rinde düşünm eye başladık. H alam birkaç isim söyledi. H alit Bey
Sabriye H anım la N evzat H anım ı teklif etti. Z arife H anım birincisi
ni kabul ediyor, fakat İkincisini istem iyordu.
-S a b r iy e hoş kız! diyordu. Kulağı delik. K onuşm asını bilir.
Ötekini ne yapayım ! M ızm ızın biri.
Sonra kendiliğinden Selm a H anım ın ism ini ortaya attı. Böylece
on on iki isim kaydettikten sonra ertesi hafta kendi evinde buluş
m ak üzere toplantıya son v erildi.T am çıkacağı sırada kapı açıldı ve
kızım Z ehra içeriye girdi. H alit Bey halama:
-T a n ıd ın ız mı? diye sordu. Yeğeninizin kızı...
Halam yine düşm an düşm an bana baktıktan sonra Z eh ra’ya bir
iki tatlı kelim e söyledi. H âline bakılırsa akraba görm ek hiç hoşuna
gitm iyordu. B ununla beraber kızım odadan çıktıktan sonra bir
m üddet arkasından düşünceli düşünceli baktı. Sonra bana döndü:
- Bu herhâlde öbüründen olacak, şu hani seni anlam ayan karın
dan... Bu yeni şıllıkla alâkası olam az... dedi.
Bir hafta sonraki içtim ada Saat Sevenler C em iyeti’nin nizam na
mesi hazırlandı. İki hafta sonra cem iyetin resm î form aliteleri bit
m iş, her şey düzenlenm işti. Bu arada H alit B ey bir gün bana:
283
TANPINAR
284
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
285
TANPINAR
286
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
-T a b iî! dedi. B ir kere üst üste değiliz artık! H erkesin bir hayatı
var. Sonra bu işler de tuhafım a gidiyor. H ep sonu n ’olacak? diye
bakıyorum! B aşka bir şey daha var, herkes o kadar değişti ki, etra
fım da...
D oğru söylüyordu. H erkes değişm işti.
- Y a ln ız A hm et değişm edi. O hep kapalı, hep ciddî. Sizden giz
li bir şey yaptık. A hm et devlet im tihanlarına girdi. K azandı.
Dem ek bu idi. Bir aydır evin içindeki sır havasının sebebi bu idi.
- Niye bana haber verm ediniz? Fena bir şey değil ki...
- H er şey olup bitince söylem ek istiyordu. M uvaffak olam azsa
gizleyecektik.
A caba anneleri sağ olsaydı birbirini bu kadar severler m iydi? di
ye düşündüm .
- D arılm adın ya...
Çocuklarım ın bana karşı hâlâ saygı ve sevgi gösterm elerine şa
şıyordum . A hm et bile beni açıktan açığa üzm ek istem iyordu. Bu
şüphesiz E m ine’den gelen bir taraflarıydı. B irdenbire içim de kor
kunç bir yara sızladı. O yaşasaydı bunların hiçbiri olm azdı. B irbi
rine alışm ış, birbirini tanıyan iki araba atı gibi hayat yükünü hep
yan yana, birbirim izi gözeterek taşım ak ne iyi olacaktı. G özüm ün
önünde eski evim izin taşlığında benim A dlî Tıptan döndüğüm gün
kü sevinci canlandı.
G ece geç vakte kadar oturm a odasında tek başım a, ne yapacağı
mı bilm eden vakit geçirdim . Bir türlü içeri gitm ek istem iyordum .
E m ine’nin hâtırası içim de o kadar kuvvetliydi ki, hattâ uyurken bi
le P akize’yi görm eğe taham m ül edem eyecektim . B unun da ayrıca
bir haksızlık olduğunu biliyordum .
O akşam hava çok ağırdı, Saat bir buçuğa doğru gök gürültüsü,
şim şek başladı. O danın perdeleri birbiri ardınca bir tiyatro dekoru
gibi yeşil ışıklarda kaybolup, sonra tekrar eski yerlerine geliyordu.
Sonra şiddetli bir yağm ur boşandı. Pakize gök gürültüsünden kor
kardı. İstem eye istem eye yatak odasına girdim ve yanına uzandım .
Beni yanında hissedince birdenbire uyandı. D ünyanın en şefkatli
287
TANPINAR
288
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
289
TANPINAR
VI
290
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
291
TANPINAR
292
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
VII
293
TANPINAR
294
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
muş olm aları bile m ânâsız olan bu adam ların Fatih devrinde kendi
lerine ced aram aları kadar gülünç şey olur m u? T am , m urdar öldü
ğüne yanm az kendisine öd ağacından tabut ister, sözü... M uhakkak
yalan söylüyorlar. Aksi takdirde hâllerinde bir necabet ve asalet bu
lunması gerekirdi...” A m m a şimdi dem iyorlar! B aşka bir misal da
ha... H alanız sizin m uvaffakiyetlerinize şahit oldukça sade hakkı-
nızdaki fikri değil, pederiniz hakkındaki fikri dahi değişti. Yine ge
çen akşam babanızdan nasıl bahsediyordu? Yalan mı söylüyordu?
Hayır. Sadece bugüne ait bir hissi m aziye taşıyordu. A hm et Zam a-
n î’nin Viyana m uhasarasına iştirak etmesi çok iyi oldu. Bu kadar
mühim bir adam böyle m ühim bir hâdiseden uzak kalam azdı. Bilir
m isiniz, sizin bu buluşunuzu fevkalâde beğendim . Aşağı yukarı
G oethe’nin Fransız İhtilâli harplerine, Valmy m uharebesine gidişi
gibi bir şey... Bu büyük adam daim a devriyle tem as hâlinde idi. Bu
na mukabil A hm et Zam anı Efendinin harpde öyle fevkalâde bir
şeyler yapm am ası da ölçü fikrinizin bulunduğuna delâlet eder. H er
kes her işi yapm az. Varsın o cinsten kahram anlığı başkaları yapsın!
Esasen böyle bir şey olsaydı m eselâ A hm et Z am anî Efendi falan
veya filân kaleyi fethetseydi, bu m üverrihlerin gözünden kaçm az
dı. Onun Akd-iil-M izac fi-U m ur-il-İzdivac adlı risalesini gençliği
nizde okum uş olm anız hakikaten talih eseridir. O kum am ış olsaydı
nız bu m ühim eserden kim se bahsetm eyecek, kaybolup gidecekti.
Gerek bu eserin, gerek saatçiliğe dair kitabının kaybolm asına her
kes nasıl üzülecek. N uruosm aniye K ütüphanesi’ndeki eski yazm a
lardan birinin arkasına bu iki kitabın adını işaret etm eniz de çok iyi
oldu. A m m a burada eski m ürekkepten anlam anızın da tesiri var.
H ayır azizim şahane bir eser yazdınız!..
Bir başka defasında şöyle demişti:
- Bir harekette başlangıçtaki hızı tutm ak, onu yaratm ak kadar mü
himdir. Siz bizim hareketimizi m aziye nakille hızlandırdınız. Ayrıca
da cedlerimizin daim a inkılâpçı ve modern olduklarını gösterdiniz.
Herhangi bir insan bile m azisiyle dargın yaşayam az. Tarih, sadece
tenkit için midir? Beğendiğim iz ve sevdiğim iz bir insana hiç tesadüf
295
TANPINAR
296
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
297
TANPINAR
298
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
299
TANPINAR
300
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
301
TANPINAR
302
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
yordu. İnsan yaptığı işe sade m enfaati için girerse, yalnız onu dü
şünürse kendisini sonunda sizin gibi itham eder!
- İyi am a ayrı şeyler değil mi bunlar?
- Hayır, hiçbir suretle... Eğer içinizde bu kurt olm asa, Cemal
Beyden veya herhangi bir adam dan korkm anıza im kân yoktur. Siz-
deki korku kendinize im ansızlıktan. Siz siniksiniz. S adece para için
çalışıyor, ferdî saadetinizi düşünüyorsunuz. M üessesenin yeni açıl
dığı devirde de öyle değil miydi? H adem e m aaşınızı keserler diye
korkm uyor m uydunuz? Beni her teşebbüsten m enetm eğe kalkm a
dınız mı?
A ziz velinim etim tehlike biraz geçer geçm ez tekrar eski ağzını
alm ış, büyük idealler nam ına konuşm ağa başlam ıştı. Şüphesiz hak
sız da değ ild i. O bu işte oyunu idare ed en d i. B öyle d ü şünm esi, böy
le davranm ası lâzım dı.
Halbuki m esele benim için büsbütün başka idi. Cem al Bey be
nim m azideki ıstırabım dı. O benim hayatım ın bir tarafıydı. Gizli,
her an tepmesi beklenen bir hastalık gibi bende yaşıyordu.
VIII
Nitekim öyle oldu. H iç beklenm edik bir şekilde onunla son bir
defa daha karşılaştım . V âkıa bu son karşılaşm ada ne enstitü yıkıl
dı, ne param azaldı, ne m evkiim sarsıldı. B ununla beraber ben de,
Selm a da aylarca tesiri altında kaldık.
Bir sabah gazeteleri elim e alır alm az onun N evzat H anım la be
raber, Zeynep H am ının eski kocası Tayfur Bey taralından öldürül
düğünü okudum . Tayfur Bey çifte cinayetinden sonra intihar etm iş
ti. Onun bıraktığı m ektup, Sabriye H anım ın o kadar çapraşık yollar
dan senelerce peşinde koştuğu m eseleyi açıklıyordu. Sabriye H a
nım haklıydı. Z eynep H anım , sanıldığı gibi intihar etm em işti. N ev
zat H anım a çılgınca âşık olan kocası tarafından öldürülm üştü. Polis
genç kadının selelerd ir tuttuğu hâtıra defterini de ele geçirm işa.
Bu üçüzlü cinayetin benim için acıklıl'ğından büsbütün başka
303
TANPINAR
bir mânası vardı. Sevim siz, huysuz, geçim siz, hodbin, her girdiği
yerde bir yığın insanı kendine düşm an eden, insanlar içinde küçük
bir akrep gibi, sağa sola kuyruğunu çarpa çarpa dolaşan Cemal Bey,
hiç olm am ası lâzım gelen bir şey olarak, bir aşk kahram anı gibi öl
m üştü. Şüphesiz işin bu tarafı da, hattâ lüzum undan fazla gülünç
bir şeydi. Ve belki de talih, her an kendisine hâkim olm ak iddiasın
da bulunan ve insan kalbinin bütün zaaflarını inkâr etm ekle övünen
bu adam dan intikam alm ak, onunla alay etm ek için bu âkıbeti böy
le hazırlam ıştı. Seven ve bu sevgi uğrunda bilm eden olsa dahi ölen
bir Cemal Bey bu aklın alacağı şey değildi. Şüphesiz bu işin gülünç
ve m askara tarafına, alayın farkında olm asa bile, ilk gülecek insan
yine kendisiydi. “B en m i? diye dudak bükerdi. İm kânsız!...” O in
sanları m aşa ile tutm ağa, gizli ve kirli dizginlerle idare etm eğe ve
küçük kuyruk darbeleriyle zehirlem eğe alışıktı. Ve yalnız böyle ol
masını isterdi. B ununla beraber bu tarzda ölüşü, çehresini o kadar
değiştiriyordu ki kendisini az çok tanıyanlar bile bu işte aldanabi-
lirlerdi. H ele onu hiç tanım ayan, adını sadece bu ölüm ün aydınlı
ğında işitenlerin hâtırasında büsbütün başka bir adam gibi yaşaya
caktı. İşin garibi, onu böyle sadece gazete havadisinden tanıyanlar
için tesadüf isteseydi, Cem al Bey bir veli, cöm ert ruhlu bir cem iyet
adam ı, filân gibi de ölebilirdi. C inayet, şüphesiz daim a kötü bir
şeydir. B ununla beraber m uhakkak insan eliyle öldürülm esi m u
kadder idiyse, Cem al B eyin ilk rast geldiği insan tarafından ve sırf
Cemal Bey olduğu için, burnu o kadar kısa, alnı o kadar dar ve ka
rışık, yüzü o kadar parlak ve itinalı, sesi öyle nazlı ve hım hım , göz
leri öyle küçük ve parlak ve bakışları öyle yırtıcı kuş bakışı olduğu
için, öldürülm esi icap ederdi. Halbuki böyle olm uyordu. A cıklı,
baştan başa yanlış anlam a ile dolu bir rom anın içine zorla giriyor,
üstelik güzel, kendi içine kapanm ış, tatlı ve bedbaht, bir türlü etra
fına kendisini anlatam am ış bir kadının ölüm üne de sebep oluyordu.
İşte m antıksızlık burada idi.
D aha beş yaşında iken annesiyle beraber m isafir gittiği bir evde,
cam kavanozdaki balıkları teker teker sudan çıkarıp eliyle gözleri
304
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
ni kör ettikten sonra tekrar suya atan ve onların can çekişm esini gü
lerek seyreden adam için bu iş, hakikaten yadırganacak bir talihti.
Cemal Beyin bütün hayatı bu idi. H er tanıdığı insana aşağı yukarı
bu balıklara yaptığı şeyi yapm ıştı. V âkıa hiç kim senin gözünü oy-
mam ıştı. Fakat her rast geldiğinin benliğiyle oynam ıştı. O kadar
güzel, fakat bütün öm rünce beyhude kalm ış Selm a ondan ayrılır
ayrılm az yaşam ağa başlam ıştı. K ibar, tecrübeli avukat Nail Beyin
daha o gün astım ları geçm işti. Nail Bey hiç kim seye Cemal Beyle
aralarında geçen şeylerden bahsetm em işti. H attâ S elm a’ya dair bir
çok şeyleri bile kendisinden -b ittab i bu sefer sorm adan, hattâ iste
meye istem eye ve söz a ra sın d a - öğrendiğim kulağı o kadar delik
dostum uz Sabriye Hanım bile bu hususta bir şey bilm iyordu. Fakat
aynı araba içinde Cemal Beye son hürm etim izi yaptığım ız gün onu
başka bir adam olarak görm üştüm . Â deta yeni doğm uş gibi bir şey
di. Bir ara bana, “K endim den utanıyorum !” dem işti.
Bütün bunları yapan adam , şim di, kendisini hiç tanım ayan ve ha
yat tecrübesi, hattâ saadet rüyası basit sevda hikâyelerinin ötesine
geçmeyen yüz binlerce insanın kafasında, kendisiyle hiçbir suretle
münasebeti olm ayan genç ve güzel bir kadının hayatına birdenbire
ekleniverm işti. Nasıl hiçbir suretle dengi olm adığı S elm a’nın bütün
ömrü boyunca hayatına girm işse, onun da ölüm üne öylece girm işti.
Tayfur Beyi bir iki defa görm üştüm . Bazı anlarda soğukkanlı, iç
ten hesaplı, yahut daha ziyade kendisi tarafından kurulm ağa m üsa
it bir insandı. Terbiyeli ve kibar görünüşlerinin altında bir yığın za
afı saklayabilirdi. Evvelden hazırlanm ak şartıyla herhangi bir cina
yeti işleyebilirdi. Fakat kolay kolay kendi öldürdüğü adam ın vücu
dunu âdeta doğrar gibi parça parça edecek insan d eğildi. B ununla
beraber Cemal Beyi âdeta tanınm ayacak hâle sokm uştu. İşin garibi
bıçak yaralarının birçoğunun çehrede olm asıydı. Bu bence çok mâ-
nalıydı. H er şey bittikten sonra hâdiseleri baştan sonuna kadar bü
tün vuzuhuyla yazacak kadar aklı başında olan katil, bu çehrenin
karşısında kendisinden geçm işti. N itekim m ektubun bir yerinde bu
nu işaret ediyordu.
305
TANPINAR
306
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
307
TANPINAR
Ü stelik oğlunu hiç sevm eyen, pısırık, hasis ve m ânâsız bulan an
nesi de bu ölüm ü fırsat bilm iş ve dul kadının evine yerleşm işti.
Onun tesiriyle N evzat H anım ın asabı büsbütün bozulm uştu. Biraz
sonra bu şantaja ve içten yıkılm ağa kocasının N evzat H anım a âşık
olduğunu anlayan Z eynep H anım ın ondan şüphesi katılm ıştı. N ev
zat H anım ı çok seven T ayfur Bey karısını, onunla evlenm ek üm i
diyle ortadan kaldırm ak gibi delice bir iş yapm ış, üstelik dünyanın
en garip m antığıyla onu bu izdivaca m ecbur etm ek için, cinayetini
de genç kadına itiraf etm işti. B öylece babası da dahil üç ölüm biça
re kadının sırtına yüklenm işti. İşte bizim rüyalarının ağırlığı altın
da perişan gördüğüm üz N evzat H anım içten ve sessiz tebessüm le
rinin arkasında bu acayip talihi yaşıyordu. Onun hiç kabahati olm a
dan insanlar ölüyorlar, birbirlerini öldürüyorlar ve m esuliyeti ona
yüklüyorlardı. Şüphesiz biraz iradeli bir insan olsaydı, yaratılışında
küçük bir hodbinlik, yahut m üdafaa hissi bulunsaydı, bütün bu bey
hude yükleri sırtından atar, hepsinden kurtulurdu. H ele Zeynep H a
nım ın ölüm ünü polisten gizlem esini hiç kim se anlam ıyordu.
Bütün bu hâdiseleri öğrendiğim zam an ister istem ez kızım ın yu
karda bahsettiğim sözünü hatırladım . O bana, evim izin bir zam an
lardaki curcunası içinde hayatım ızı anlam ağa çalışırken, “ Biz kaba
hati üzerine yüklenen insanlarız” dem işti. Z annediyorum ki bütün
bu hâdisede tek anahtar bu cüm ledir. N evzat H anım kendisini yap
madığı şeylerden m ücrim addedenlerdendi. Belki aile terbiyesi,
belki ablasının kıskançlığı altında geçen çocukluğu onu buna alış-
tırm ıştı. Bu ruh hâli Sabriye H anım ın anlattıklarına göre, çocuklu
ğunda ablasının yalancıktan bir intihar teşebbüsü ile başladı. Her-
hâlde m üdafaasız insandı.
B ununla beraber onun asıl kendisini itham ettiği nokta S alim ’in
ölüm ü m eselesiydi. İspritizm aya m erakı da buradan başlam ıştı.
M urat hikâyesi, genç kadını elinden geldiği kadar etrafından tecrit
etm eğe çalışan kaynanasının icadı id i. Ve telefonlara cevap veren
de kendisi idi. Bu kadının dik sesi daha ilk gördüğüm gün dikkati
mi çekm işti. Zil, zurna, vapur düdüğü gibi sesler harikulâdenin kar
308
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
309
TANPINAR
IX
310
SAATLER! AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
nuz. Tecrübe sahibi dem ek, yıpratılm ış olm ak, m uayyen hudutta ve
muayyen fikirlerde donm uş olm ak dem ektir. Bu cins insanlardan
bize hiçbir zaman hayır gelm ez.
Başka çare yoktu, tecrübesizleri seçecektik.
- O hâlde, dedim , tecrübesizleri seçelim!
H alit Ayarcı burada bir lahza durakladı. O dasının duvarında ası
lı yeni grafiklerden birini dikkatle süzdü. Sonra beni kolum dan çe
kerek önüne kadar götürdü.
- Bu grafiği, dedi, çocuklarda saat sevgisi hakkında bir denem e
olarak yaptım . Fakat bazı yerleri bana yanlış gibi geliyor. Bu lâci
vert haneyi daha ziyade okur yazar ailelerin çocuklarına ayırmalı!
Halbuki ben hediye saatlere ayırm ıştım . H ayır, onları daha küçük
olan bu sarı haneye geçireceğiz. Lütfen tashih eder m isiniz?
Dediği tashihi yaptım . Fakat, “N e faydası var bunların?” diye
sorm aktan da kendimi alam adım . O bana ciddî ciddî baktı.
- Bilm ek daim a faydalıdır.
Sonra tekrar asıl m evzua döndüm .
- Hiç tecrübesiz olanları da nasıl bileceksiniz?
- M eselâ hiçbir işte bulunm ayanlar...
-İş s iz liğ in tecrübesini yapm ış olurlar ki, daha güçtür. İdaresi
hakikaten güçtür. Olm az.
- O hâlde?..
- O hâlde bir tek çare var... M üracaat sırası... Fazla tercih ettik
lerinizin haricinde m üracaat sırası... Yahut büsbütün bu tesadüfe
bağlanm am ak için birinciden itibaren atlaya atlaya m üracaat sırası.
Bu şansım ızı daha çoğaltır. A nladınız mı? D efterinizde yazılı ilk is
mi kabul ediyorsunuz. İkincisini geçiyorsunuz. Ü çüncüsünü kabul
ediyorsunuz... H attâ burada da bir değişiklik yapabiliriz: M eselâ
üçüncüsünden sonra dördüncü ve beşinciyi geçiyorsunuz, altıncıyı,
ondan sonra onuncuyu... İlk num aranız kim dir?
-B ild iğ in iz gibi A saf Bey! Şim dilik m uvakkat ücret veriyoruz
am a, bir vazifesi yok!
Y üzünü buruşturdu.
311
TANPINAR
- A s a f Bey, tem bel insan! dedi. Ben tem bel insanlardan hoşlan
m am . H ususuyla bizim ki gibi ferdî hürriyete riayet eden ve perso
neline m uayyen bir iş gösterm eyen ve görecekleri işin m ahiyet ve
kabiliyetini kendi icat kabiliyetlerinden bekleyen m odern bir rnües-
sesede böylesi insanlar daim e tehlikeli olur. H er gün m untazam ge
liyor, değil mi?
- H epim izden evvel!
Filhakika A saf B ey hepim izden evvel geliyor ve hepim izden
sonra gidiyordu.
- Ne iş görüyor?
- Şim dilik hiç... Yalnız gazeteleri okuyor, daha doğrusu gazete
leri okum asını em retm iştiniz!
- O kuyor m u?
-H a y ır... Fakat N erm in H anım onun yerine okuyor.
- D evam etsin bu işe...
- Evet am a kadroya mal olm ası lâzım! Aksi takdirde m uvakkat
bütçe bitince...
H alit Ayarcı bir m üddet daha düşündü.
-D o s tu m u z a kendisine göre bir iş bulun... dedi. Çalışm am ası
icap eden, ataleti m üessese için faydalı bir iş... O zam an mesele
hallolur.
- Böyle bir iş için kadro ayırm ak biraz tuh af olm az mı?
- H a y ır , dedi. D aha doğrusu bilm iyorum . H içbir fikrim yok.
A m a koskoca bir m üessesede bu cinsten bir iş de bulunabilir, zan
nediyorum . G ecikm esini icap eden işleri havale edeceğim iz bir bü
ro... H attâ aziz dostunuzun kabiliyetlerine göre hiç yapılm am asını
da temin edeceğine şüphe etmem !
- Fakat isim? N e ism ini veririz?
- B ir ism e ihtiyaç var m ı? A h bu form aliteler! İş görm ek isteyen
insana kım ıldam ak im kânını bırakm ıyor. Bu kadar sıkı kayıtlar,
form aliteler içinde nasıl çalışılır?
O danın içinde sağa sola dolaştı. Tekrar önüm de durdu:
- H akikaten bir isim lâzım mı?
312
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
-Z a n n e d e rim ...
İçini hakikî bir teessürle çekti. H akikaten m ustaripti.
- A ziz Hayri B eyciğim , eğer bir gün bu kadar sevdiğim ve şevk
le kurulm asına çalıştığım bu m üesseseden ayrılırsam , em in olun ki,
tek sebebi bu kayıtlardır, diye hayıflandı. Z annetm eyin ki bu isim
için söylüyorum bunu. O nu çoktan hallettim ! Fakat ne diye bu ka
dar abes şeyler için vaktim izi israf edelim ? Beni üzen işin bu tara-
fi! S.A .E .’nde bu cinsten bir vakit israfı hakikaten hazin bir şey!..
Zili çaldı. D erviş Ağaya:
-L ü tf e n Ekrem Beye söyleyin! Pingpong odasına geçsin, bir
parti yapalım! Siz de bulunursunuz değil mi?
H alit Ayarcı pingpong oyununu çok seviyordu ve üst katta bu
nun için bir oda ayırtm ıştı. Ç ok defa ben de beraber bulunduğum
için büsbütün canım sıkılm asın diye, pasyans açm am için bir m asa
koydurm uştum . “ Hay hay!” dedim .
O tekrar kolum a girdi ve odanın kapısından beni âdeta iterek çı
kardı .
- Evet, d e d i, çok zam an kaybediyoruz. Bunlardan ekonom i yap
malı! Bu hususta bir grafik hazırlayacağım ! Bu gece halanıza de-
vetli olduğum uzu unutm ayın.
- Baş üstüne... A m a şu isim ?
- H a evet! Tam am lam a bürosu! A nladınız m ı? G ecikm esini iste
diğim iz işleri oraya havale ederiz. İki kâtip yeter değil mi? Rica
ederim fazla insan verm eyelim !
- H attâ bir tane bile kâfi!
- H a y ır , hayır, iki tane... Birisi halanızın tavsiye ettiği bir genç
öbürü de benim tanıdığım çok kibar bir genç kız... Fakat isterseniz
halanızın tavsiye ettiği genci başka bir daireye nakledelim ve ora
ya bir hanım verelim! İki kadın daha iyi çalışırlar... Yani daha rahat
olurlar.
Buna karar verdikten sonra vakitten ekonom i, hakikî ve tek he
defi olan S. A . E .’nde vakit geçirm ek için pingpong odasına çıktık.
313
TANPINAR
314
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
boşluğa doğru fırlatan cam bazın, hesabında bir m ilim etre şaşırsa
kendisini ölüm e götüreceğini bildiği bir hareketi yaparken dudak
larından eksilm eyen tebessüm ün aynıydı. O bir süs değil, çok kah
ram anca bir şeydi. Ve bütün bir öm ür boyunca sürm üş bir kendisiy
le anlaşm azlığı gizliyordu. Zavallı Ekrem şimdi belki de bu tebes
sümün üstünde düşünürken kitaplarda okuduğu ve beğendiği cins
ten bir gölgeyi değil, canlı bir m ahlûku sevdiğini anlıyordu. Ve bel
ki de bu yüzden içi pişm anlıka doluydu. Çünkü bu hafif gülüm se
me herkes gibi ona da çekilen bir im dat işaretine benziyordu.
Ekrem , N evzat H anım ın soluk ve sessiz tebessüm ünde Şehzade-
başı kahvelerinde bana uzun uzadıya anlattığı estetiğinin kadınını
bulduğunu zannetm işti. Şim di ism ini hatırlam adığım bir İngiliz
m uharririnin acayip, hattâ korkunç hikâyelerinden çıkarttığı bu es
tetiğe Ekrem Bey saf şiir estetiği derdi. Bu kadınlar D oktor Ra-
m iz’e göre hiç de şiirle, saf veya gayri saf, alâkalı değildiler. D ok
tor Ram iz huyu tuttuğu zam an çoğu intihar eden veya ölen bu ka
dınların psikanalizini yapm ak ister, nadir olarak doktor olduğu za
m anlar da kansızlıktan m ustarip olduklarını söylerdi. Ekrem Bey,
bir çeşit takılm a telâkkî ettiği bu sözlere pek kulak asm az, belki de
en uysal dinleyicisi olduğum için bana, yedi sekiz şair filozofun
birden adı karışan, bu saflığı nisbetinde karışık estetiği anlatm ağa
devam ederdi.
E krem ’in bu konuşm alarını ne dereceye kadar anlardım , bunu
tahm in edersiniz. Yalnız şurası m uhakkak ki N evzat H anım efendi
ile ilk karşılaştığım gün, kendi kendim e, işte Ekrem B eyin öm rü
nün sonuna kadar sevebileceği bir kadın, dem iştim . H ayatım ızın bir
devrinden sonra başım ıza gelen şeylere o kadar hazırlanm ış oluyo
ruz ki, kederim izi kendi içim izde taşır gibi yaşıyoruz. Ekrem kü
tüphane dolusu kitapları okuyarak N evzat H anım a âşık olm ağa ha
zırlanm ıştı. Fakat bu hazırlıkla, onun hayatım ızda aldığı şekil her
zam an birbirini tutm uyor. Ekrem Bey bir estetiğin en olgun örneği
ni bulduğunu sandığı bir yerde üçüzlü bir cinayetle karşılaştı.
Nevzat H anım ı üstün bir sanat eseri yapan bu tebessüm , hakikat
315
TANPINAR
te, Ekrem Beyin istediği gibi bütün m eselelerini halletm iş, m adde
sinin ötesine geçm iş, orda gözüm üzün önünde bir yıldız uzaklığıy
la parlayan bir ruhun saltanatı değildi. O nun arkasında türlü tehdit
ve ıstırap içinde yaşayan, sıkışm ış bir insanın biçareliği vardı. İşte
Ekrem , şimdi hiç fark etm ediği bu biçareliği görüyordu.
Yukarda bahsettiğim gece halam ın evinde geç vakte doğru N ev
zat H anım la konuşm uştum . N asılsa Cemal B eyin elinden kurtul
m uştu. D aha doğrusu halam bir ara Cem al Beyi yakalam ıştı. N ev
zat H anım bu fırsattan istifade ederek ta uzakta bir pencerenin y a
nına çekilm iş, ayakta dışarıya bakıyordu. İlk defa olarak yüzünden
tatlı m askesini atm ıştı. Çizgileri sert ve âdeta bütün canlılığıyla dı-
şarda idi. Bu hâliyle belki eski tanıdığım ız N evzat H anım dan çok
başka, ateşe hazır bir silâh gibi güzeldi. Yavaşça yanına yaklaştım
ve babacanlığım ın verdiği cesaretle:
- B u r a d a ne diye beyhude yere sıkılıyorsunuz? diye sordum .
B akın, Ekrem orada sizi bekliyor. B içareye biraz iltifat etsenize...
Senelerdir bunu bekliyor...
Y üzü birdenbire yum uşadı. D aha doğrusu biraz evvelki hâlinden
çıktı, fakat eski alışılm ış çehresini de bulam adı. Â deta yarı yolda
kalm ış gibi bir şeydi.
- E k r e m Bey... diye m ırıldandı. Ekrem biraz daha kuvvetli ol
saydı, ne m eseleler hallolurdu, bilir m isiniz?
O zam an kendisine dünyanın en ahm akça sualini sordum:
- B u n u kendisine söyleyeyim mi?
Y üzü tekrar sertleşti:
- Sakın ha!., dedi. H em neye yarar? B öyle şeyler kendiliğinden
olur. İyi anlayın. Belki de kabahat bendedir. Bu işlerden öyle iğren
dim ki ben...
Sonra kolum dan tuttu:
- B enim le hiç m eşgul olm ayın... dedi. O lm az mı? Siz olsun be
ni rahat bırakın! B ir zam an, Sabriye ile sıkı fıkı olm uştunuz! Siz
den nefret etm iştim . H ayatım ı kurcalam ağa kalktınız. Sırf onun gö
züne girm ek için... Sonra ortadan kayboldunuz...
316
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
G özlerini yum m uş, bir yastık arar gibi başını arkaya atm ıştı.
- A m a siz beni aradınız, evim de...
-B iliy o ru m . Sabriye’nin size ne söylediğini öğrenm ek istiyor
dum. M üm künse pazarlık edecektim . N eyse, geçti... Şim di yine or
tadasınız! Herkes yine ortada. Bu kadar çok insanı etrafında gör
mek ne dem ektir bilir m isiniz?
B ir m üddet yüzüm e baktı, sonra:
- B e n i rahat bırakın! Ve benden bahsetm eyin. O lm az mı? diye
ısrar e tti.
Sakin adım larıyla orada H alit B eyin bulunduğu kalabalığa karış
tı. O geceden sonra bu konuşm a içim de düğüm olm uştu. İnsanlar
arasına karışm ak, biraz m üsavî m uam ele görm ek için nelere kadar
tenezzül ettiğim i biliyordum . Fakat bunun acılığını, başkalarındaki
tesirini hiçbir zam an bu kadar kuvvetle ölçm em iştim . K endim i sa
dece kendi gözüm le görm üştüm . Şimdi beğendiğim , sevdiğim ,
kendisi için bir şeyler yapm ak istediğim nadir insanlardan birinin
gözüyle görüyordum .
Bu konuşm adan on beş gün sonra N evzat H anım la bir daha kar
şılaştım . B u, Seher H anım ın evinde idi. Ben halam la beraber git
m iştim . D aha salonun kapasından onun sesini işitir işitm ez geriye
dönm ek istedim . Fakat kabil değildi. İki saat karşı karşıya oturduk.
Nevzat Hanım bana tek bir kelim e söylem edi. Y alnız beraber çıktı
ğım ız zam an -h a la m evine bırakm ayı teklif e tm işti- yalnız kaldığı
m ız bir anda.
- Ben sizi kırdım o akşam ... A ffedin! diye fısıldadı.
- Ben size değil, kendim e dargınım ! diye cevap verdim .
H âdiseden sonra E krem ’i her görüşüm de onun sözünü hatırla
mış ve genç adam a acım ıştım . B ana âdeta yarım insan gibi görün
m üştü. B ir ara oyunda kendini toparlar gibi oldu. Ü st üste birkaç
dakika H alit A yarcı’ya oynam ak fırsatını bile verm edi. Sonra ken
di hareketlerinde dağıldı gitti. B ütün öm rü böyle geçecekti. O m u
zumu silktim .
Yanı başım dan bir el beni dürttü. Sabriye H anım dı. V ücudum
317
TANPINAR
318
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
du. Fakat rahatım . Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki eninde
sonunda ödetm esidir. Şu veya bu şekilde... Fakat d aim a ödersiniz...
H içbir şey olm asa, bir insanın hayatına lüzum undan fazla girersiniz
ki bundan daha korkunç bir şey olam az...
Filhakika ben ödem eğe başlam ıştım . Zavallı S elm a’nın asabı
üm itsiz denecek derecede bozulm uştu. N e Cem al B eyi, ne N evzat
Hanımı unutabiliyordu. Geceleri sabaha kadar benirliyerek yata
ğından sıçrıyordu.
Fakat hangim iz unutabilm iştik? Şüphesiz Cem al B eye acım a
mıştım . Ölüm ve cinayet gibi büyük daralar teraziye girm eseydi,
belki ondan kurtulduğum dan m em nun bile olurdum . Fakat ne olsa
bir şey vardı içim de, bunu lâalettâyin bir vakıa gibi alam ıyordum .
Sonra N evzat H anım ın benim le konuşurken hep o rahat bir yastık
arayan başı gözüm ün önünden gitm iyordu.
H alam ın tam kapısı önünde H alit Ayarcı birden kolum u tuttu.
- Hem m usıkîşinasa da iş bulm uş oluruz. A dı M acit B eydi, de
ğil mi? Şu şef dorkestr olm ak isteyen... E vet, yüz kişilik bir salon!
Bütün daktilo genç kızlar m akinalarının önünde! K arşılarında bir
sedir üzerinde elinde değneği, bir şef dorkestr!.. O nun idaresiyle
çalışıyorlar. H ep birden “A ”lara “ B ”lere vuruyorlar, m untazam ve
yekpare... A zizim , bu hiç de fena olm ayacak. B ak siz dem in A saf
Beyi tanıdığınıza pişm andınız. H albuki teselli edici je stiy le bize ne
orijinal bir fikir hazırladı. E vet, hususî kâtiplerim iz hariç, hepsi bü
yük bir salonda... M odern dünya, m odern çalışm a...
Eve girdiğim iz zam an iki salonu, holü hıncahınç kalabalık bul
duk. Fakat bu seferki kalabalık benim alışık olduğum cinsten değil
di. Tanıdıklarım ızdan başka, her m illetten ecnebî vardı. Şimali i, ce
nuplu, yakınşarklı, şarklı... İlk yarım saat bir elim H alit A yarcı’nın
elinde -b a z e n de onun yerine halam g eçiy o rd u - m uhtelif m illetler
den insanlara takdim edilm em le geçti. B öylece hem en herkes be
nim kim olduğum u öğrendi. Sonra bir kenara çekilm ek fırsatım
buldum . İşte o zam an evin bütün duvarlarında Saatleri Ayarlam a
Enstitiisü’nün grafiklerinin ve sloganlarının asılı olduğunu gördüm .
319
TANPINAR
Saat sekize doğru ışıklar söndürüldü ve kısa metraj bir film göste
rildi. İlk ayar istasyonum uzun açılış resmi idi bu! H erkes, ben de
dahil Hayri İrd al’ı bir yığın m ühim adam ın arasında kurdelenin
önünde, biraz sonra elinde bir kâğıt parçası nutuk verirken, daha
sonra genç bir kız saatini ayarlarken -Y â ra b b im , ne şeker gülüm se
meydi kızınki! N için o zam an dikkat e tm em iştim !- seyrettik. İkin
ci film , bizzat enstitünün açılışı idi. Fakat burada H alit Ayarcı beni
gölgede bırakm ıştı. K im ler yoktu? Ve nasıl, tıpkı bu gece gibi, H a
lit Ayarcı sadece orada bulunuşuyla hem en hepsini gölgede bırakı
yordu? Işıklar açılınca biraz evvel takdim edildiğim insanlar be
nim le H alit Ayarcı arasında âdeta m ekik dokudular. Halit Ayarcı ba
na sezdirm eden işleri öyle tanzim etm işti ki hem en herkes beni ev
velden tanıyordu. Şerbetçibaşı E lm ası, S eyit L ûtfullah, A hm et Z a
m anı, M übarek, N uri Efendi isimleri âdeta konfetiler gibi üstüm e
yağıyordu. H er yeni kadeh benim ve A yarcı’nın etrafım ızdaki alâ
ka ve çoşkunluğu bir kat daha arttırıyordu.
O geceki kadar fazla konuştuğum u bilm iyorum . H em en herkese
her şeyi anlatıyordum ve işin garibi hangi dilde hitap edilse beni
derhal anlayan bir tercüm an yanı başım da m ırıldanıyordu. Fakat
H alit Ayarcı neleri düşünem em işti? B ir ara yüz, yüz elli kadar, bü
yükçe bir duvar saatinin fotoğrafını im zaladım . Biraz sonra bilm e
ce kendiliğinden çözüldü. H alam , ikinci salonda bizim eski saati
m izden oldukça büyük, rokoko süslü, fakat dört tarafı sonradan fil
dişi üzerine A rapça yazılarla çevrilm iş bir saate m isafirlerini tak
dim ediyordu. İşin garibi herkesin onu bilm esi ve hayretle bakm a
sı idi. G özlüklü, gözlüksüz, levinyonlu yüzlerce göz üzerinde idi ve
bütün salon önünden âdeta bir resm igeçit yapıyordu. B u, onsekizin-
ci asır başlarında A lm an y a’da m ihanikin ve otom at zevkinin en
parlak devrinde yapılm ış, büyük, zengin, gösterişli, hakikaten tam
işletecek, hattâ kurabilecek ustası bulunursa çeşit çeşit m arifet gös
term eğe hazır nadir saatlerden b iriydi. Fakat m erasim ciddiliğiyle o
kadar acayipti ve saatin önü öyle kalabalıktı ki ancak bir göz ata
bildim .
320
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
321
TANPINAR
322
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
323
TANPINAR
bir “ hello” sesi geldi. D öndüm . K üçük baldızım dı. K endisine hiç
yakışm ayan kıpkırm ızı tuvaletinin içinde, her an sıyrılm ağa hazır
bir hançer gibi, etrafındaki erkeklerle dalaşıyordu. K ulaklarında at
nalı gibi kalın m aden küpeler vardı. A skerlikte bedava yere çürüğe
çıkartıp attığım ız eski nallara acıdım . B ugünün m odasıyla ne servet
kazanılırdı. B aldızım yanım a yaklaşınca etrafındakileri bıraktı ve
bütün vücuduyla bana abandı:
- Bu gecenin en güzel erkeği sensin, enişteciğim !
P akize’nin kızkardeşi son günlerde bu acayip huyu peydahla-
m ıştı. D oktor R am iz’in psikanaliz tedavilerinin bir neticesi olacak
tı. Yavaşça iteledim :
- Haydi git, eğlen! dedim . Hem bir başka defasında bu kokuyu
değiştir!
O hiç aldırm adan küçük m endilini burnuna tıkadı ve kokunun
öm rüm boyunca hatırlayam ayacağım adını söyledi. G ülm ekten kı
rılıyordu.
Şüphesiz neredeyse ö bür baldızım da gelecekti. Saat on birde
gazinoda işi bitiyordu. Ve o gelir gelm ez şöhretini yapan şarkıları
okuyacaktı. Tekrar salona girdim , arkadaki odaya geçtim . Burası
nisbeten tenha idi. Yerde büyük bir konak m angalının etrafında
Seher H anım , Sabriye H anım , N erm in H anım bir yığın erkekle be
raber toplanm ışlar, D oktor R am iz’in kendilerine öğrettiği şekilde,
güya Bektaşi âyinine göre birbirlerini selâm layarak, kadehlerini
elleriyle yarım kapayarak rakı içiyorlardı. Beni de içm em için sı
kıştırdılar. Ben rakıyı sevm ediğim i, y alnız viski içtiğim i, zaten
başkasına M ü b arek ’in m üsaade etm ediğini söyledim . H em en he
men A h m et’in yaşında bir delikanlı sallana sallana ayağa kalktı ve
ceketinin arka cebinden çıkardığı yassı bir şişeyi bana uzattı. İhti
yarsız oğlum u düşündüm . “Z avallı b udala!” diye söylendim . “Z a
vallı budala, nam uslu olacağım diye şim di m ektepte kör bir elekt
rik ışığı altında kim bilir neler çek iy o rd u n .. Bâri olabilse... H içbir
tâvizat verm eden yaşayabilse! Fakat im kânı mı var?” D elikanlıya
şişesini iade ettim . A sitfenik gibi kokuyordu. D oktor R am iz yarı
324
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
325
TANPINAR
XI
K onuşm am ızı D oktor R am iz’in, bütün bir gürültü ile odaya gi
rişi kesti. A ziz dostum uz tam kıvam ında idi. Saçları birbirine karış
m ış, boyunbağı, yaka bir tarafta idi. İki eliyle biraz evvel sözüm
ona âyini Cem m angalının etrafında yarı yarıya kendisini ezen şiş
m an kadını odanın ortasına doğru itti. Bu kadıncağızın bundan se
kiz sene evvel sevgili doktorun İlmî m esaisine servetinin yardımını
ve hususî hayatının yalnızlığına da yüz otuz kiloluk bir vücudun
bütün güzelliklerini getiren, sonra birincisini olduğu gibi doktora
326
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
327
TANPINAR
ara küçük baldızım beni görür gibi oldu, at yapılı kavalyesini bıra
kıp bize doğru gelm eğe teşebbüs etti. B ereket versin delikanlı daha
atik çıktı.
MLibarek’in bulunduğu oda daha sakince idi. Yalnız şam panya
dağıtılan m asa oraya taşınm ıştı.Ve etrafı bir karınca yuvasına ben
ziyordu. Halit Ayarcı elim den çekerek beni halam la ve karım la ko
nuşan Van H um bert’in yanm a kadar götürdü. Bu sevimli âlimi
m eyva ile sade soda içerken bulduk. K arım ve halam daha mâkul
ve İnsanî düşünüyorlardı. Ellerinde şam panya kadehleri vardı. H a
lam a bakarken ister istem ez, “A caba serveti ölüm üne kadar idare
edecek m i?” diye düşündüm . Sonra om uzlarım ı silktim . “ Şimdi pa
ram ız var, aldırm a!” dedim . “Z aten eski âhiret kardeşi de bizim ev
de defteri tam am lam ıştı. Pekâlâ o da aynı şeyi yapabilir! İdaresi bi
raz güçtür am m a, çekerim ... İnsan böyle halası olunca her şeye kat
lanır...” H akikaten de sevilm eyecek insan değildi! H ayat aşkı bere
ketli bir arpa tarlası gibi her tarafından fışkırıyordu.
Van H um bert altm ış beş yaşlarında daha ziyade çocuk yüzlü, or
ta boylu, sakin, güçlü kuvvetli adam dı. Bütün hâlinde öyle bir ço
cuk edası vardı ki geniş sakalını takm a zannetm ek kabildi. H alit
Bey beni takdim edince:
- N asıl, diye sordu, konferansınız iyi geçti mi. Bendeniz de bu
lunm ak istiyordum çok. A m m a hanım efendi ve beyefendi istem e
diler bana m üsaade etm ek...
K arım benim şaşırm am a zam an bırakm adan:
- Ne güzel T ürkçe konuşuyor değil m i? diye bana m isafirim izin
m ethini etti.
Halam onun estağfurullahını çok kısa kesti.
- B u gece aksilik oldu, çok m üteessirim ... Lâkin ne yapalım ki
bu aile toplantısında konuşm ayı yeğenim evvelden vaat etm işti.
Dikkat! Evvelâ bir konferansta idim , N aşit Beyin odasında tüy
leri solm uş kartala baka baka uyum am ıştım . Sonra da konferans bir
aile toplantısında olm uştu. O da tabiî idi. Saat on birde um um î bir
konuşm a yapılam azdı ya. H ayatım zannedildiğinden çok kolaydı.
328
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
Hiç şikâyete hakkım yoktu. K üçtik bir baldır tazyiki, bir dizgin çe
kişi, kırbacın ucu ile ufak bir işaret, beni gideceğim yola koyuyor
du. Elbette birisi konuşm am ın m evzuunu da lütfedip söyleyecekti.
Söylem eseler bile ben bulabilirdim . A m m a bu biraz tehlikeliydi.
D aha iyisi sabretm ekti. Şim dilik benim Van H um bert’in elini sıkıp
ona sırıtm aktan, daha doğrusu parm aklarım ı onun elinin m engene
sinden kurtarana kadar gözlerinin içine bakıp tebessüm etm ekten
başka yapacağım bir şey yoktu. “ Parm aklarım ın yerini biraz değiş-
tirebilsem ben ona gösteririm am m a...”
Halam dan sonra karım atıldı:
-H a y ric iğ im , çok alkışladılar mı seni? B ulunam adım , yanında
değildim , diye çok üzüldüm ... A m m a yeni dostum uzu da bıraka
mazdım ki... Sonra oraya kadar yorm ağa razı olm adım . N e m ükem
mel adam göreceksin! Bize öyle tatlı şeyler anlattı ki...
Sonra m isafirim ize dönerek:
- K ocam , ben yanında bulununca daha rahat konuşur... diye ilâ
ve etti.
Ve sonra bütün ciddiyetiyle, yani hayasız hayasız gülerek ve an
cak böyle kalabalıkta olduğu zam anlardaki o acayip bakışla adam ın
içini alt üst ederek hak ettiği iltifatı bekledi. T ürkçe kelim eler bu
sefer daha şevkle desteklendi.
- T a b iî efendim , insanın sizin gibi bir ilham perisi bulunduğu
zam an...
Van H um bert, lügatten öğrendiği bu “ ilham perisi” tabirini tam
yerinde kullandığı için dünyalar verilm iş kadar m esuttu. Bu hızla
parm aklarım ve bütiin elim in ayası yeni baştan ezildi. “ Elbette bir
daha karşılaşırız ve ben de senin elini bir kere tutarım ...” Karım
hakkı olan bu iltifatı yakalar yakalam az m isafir hanım ın yere dü
şürdüğü m endilini ağzında kendi sahibine getiren bir fino yaltaklı
ğıyla bana döndü.
- İnşallah, yine m üsveddeleri birbirine karıştırm adım ?.
Bu tip uyandırm a, “ Biraz kendine gel!” dem ekti. R olüm ü be
nim sem em lâzım dı. Büyük bir gayretle elimi Van H um bert’ten kur
329
TANPINAR
330
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
331
TANPINAR
332
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
333
TANPINAR
334
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
335
TANPINAR
336
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
337
TANPINAR
338
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
339
TANPINAR
340
DÖRD Ü N CÜ BÖLÜM
H E R M EV SİM İN B İR SO N U VARDIR
I
343
TANPINAR
344
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
345
TANPINAR
B u konkura iştirak edenlerden bir tanesi işi biraz daha ileriye gö
türm üş, ikinci ve üçüncü katların aydınlığını pencere yerine doğru
dan doğruya saat kadranına benzeyen bir boşluktan verm işti. Ayrı
ca binayı dört genişçe ayak üzerine alm ıştı. Fakat H alit Ayarcı bu
nu da reddetm işti:
- Z o rak i! diyordu. Pencere, penceredir. Bu pencere değil k i... K e
narındaki işaretleri silerim . Gotik kiliselerin renkli cam gülü olur.
Biz başka şey istiyoruz. Saat fikrinin binanın bünyesine girmesini
istiyoruz. O nunla birleşm esi lâzım! Lehim ve ek istem iyoruz. Bina
nın kendisinde pıogram ım ızı ve gayemizi görm ek istiyoruz.
İtiraf edeyim ki beni asıl uyandıran H alit A yacı’nın bu cüm lesi
oldu. Kendi kendim e, “ Saat fikri binanın bünyesine girerse, bina
binalıktaı. çıkar” diye düşündüm . Ve zavallı dostum a âdeta acıya
rak güldüı, . Fakat ertesi sabah şöyle bir düşünceye kendiliğim den
vardım : “Bi.ıalıktan çıkan, yani onun kanunlarınm a riayet etm eyen
bir bina, pekâlâ saat fikrini insana verebilir!” Ve ilk rast geldiğim
m im ara o gün bu fikrim i açtım . Fakat hiç hazırlıklı değildim . Bir
türlü lâyıkıyla anlatam adım . B ununla beraber bu konuşm adan ka
fam da bi*-“ kütle” fikri k a ld ı.“Bu som k ü tley i, saate benzetm ek için
y ık a rsa n bu iş olur!” diyf. düşündüm .
Saatleri A yarlam a E nstitü sü ’nü sessiz sedasız protesto eden ve
evim ize ancak bayram dan bayram a gelen A h m et’in nasılsa evde
bulunduğu gecelerden biriydi bu. M eseleyi onunla m ünakaşa ettim .
O da m im arın fikrinde idi: “ B ir yapı her şeyden evvel kütledir” di
yordu. Ertesi günü bir saati baştan aşağı söktüm , tekrar taktım . H a
yır, imkânı yoktu. B uradan yürüyem ezdim . Belki dahilî tertiplerde
bundan istifade edebilirdim . O hâlde elim izde yine kadran kalıyor
du. H alit Ayarcı cepheye verilen kadran m anzarasını beğenm em iş
ti. O hâlde başka türlü arayacaktım .
Bu arada sık sık H alit Ayarcı ile konuşuyor, kendisini ve miiesse-
seyi bu azaptan kurtarm asını rica ediyor, herhangi bir yapının da pe
kâlâ bu işi görebileceğini söylüyordum . O katiyen yanaşm ıyordu.
-S a a tle ri A yarlam a Enstitüsü şim diye kadar vaat etttiği her şeyi
346
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
347
TANPINAR
ni, insan hâli, size kızdığım , bu husustaki ısrarınızı lüzum suz bul
duğum için ben koydum oraya! B inaenaleyh sizin m ağlubiyetiniz
de sayılmaz!
Y üzüm ün kızardığını hissediyordum . Başım önüm e eğik, cevap
bekledim . H alit Ayarcı hafifçe tebessüm etti, daha doğrusu konu
şurken âdeta sesi gülüm süyordu.
- B iliyorum , dedi, hepsini biliyorum ! Söylediğiniz için de ayrı
ca teşekkür ederim . Fakat bir teşekkür daha edeceğim . O da, hak-
kındaki yanlış fikirleriniz, yahut aksi tabiatınız dolayısıyla da olsa,
o tâbiri kullandığınız içindir. Onun sayesinde orijinal bir bina sahi
bi olacağız! Ben netice adam ıyım , niyet adam ı değilim ! K oydunuz,
iyi yaptınız! Şim di sebat edeceğiz. U nutm ayın ki bir sonraki yılın
nisanında beynelm ilel kongre bizde olacak. Ben bu yeni binada ol
masını istiyorum . Fikri bizden aldılar, bizi geçtiler. Hiç olm azsa bi
nam ızın orijinalliği ile bu işteki kıdem im ize lâyık olalım!
Filhakika A hm et Z am an î’nin doğum tarihi m illetlerarası saat
bayram ı günü olarak kabul edilm işti. K ongreler hep bu tarihlerde
yapılıyordu...
- P e k i am m a, dedim , nasıl yapılacak? Saat bünyeye nasıl gire
cek? Yani yapının bünyesine...
Başını ellerinin arasına aldı.
- B ilm iyorum , d edi, orasını ben de bilm iyorum . M im arların işi.
O nlar düşünsün. D aha doğrusu sizin işiniz bu. M adem ki siz koydu
nuz o şartı, siz düşünün!
Ayağa kalktı. G özlerini gözlerim in içine dikti ve en ciddî sesiy
le son sözünü söyledi:
- Bu binayı siz yapacaksınız, Hayri Bey, anlaşıldı m ı? Bunu siz
den katî şekilde bekliyorum . Bu sizin bana şahsî bir borcunuzdur!
Dediği oldu. Fakat ne güçlükle bunu ancak ben bilirim. Sebebi de
zihnim in başından itibaren hep cep saatim e takılmış olmasıydı. H a
yatta uğradığım ız bütün güçlükler az çok kafam ıza gelen ilk fikirden
bir türlü silkinip çıkam ayışım ız yüzünden değil midir? Hayatım türlü
türlü cins ve şekilde saatler içinde geçmiş olm asına rağmen hep cep
348
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
349
TANPINAR
350
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
351
TANPINAR
352
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
353
TANPINAR
Binanın yalnız dört pavyonunun birden fazla katlı olm asına karar
verdim. Asıl cephe pavyonu olan ve saat on ikiyi temsil eden, büyük
giriş kapısının bulunduğu pavyonla iki yanındaki 1 ve 11 numaralı
pavyonlar ikişer katlı olacaktı. Bu cephe binasının mukabili olan sa
at altı pavyonunu ise üç katlı düşündüm . Bu pavyonun ilk katını hiç
bir daire taksimatı olm ayan, iki taraflı geniş pencerelerle aydınlanmış
bir salon hâlinde bıraktım . Bunun üstündeki katı birinden öbürüne
geçilen iki yuvarlak salon hâlinde tanzim ettim . D aha üstündeki kat
ise diğer pavyonlar gibi daire bölm esine tâbi idi. Yalnız her iki katın
merdivenini doğrudan doğruya binanın içinden çıkartacağım yerde
ikinci katın merdivenini beş num aradan, ve üçüncü katın m erdiveni
ni yedi numaralı pavyondan çıkarttım . Böylece altı numaralı pavyon
iki tarafındaki boşluktan geçen etrafı cam la örtülü, biri nisbeten daha
kısa, İkincisi daha uzun ve dolambaçlı iki merdivenle yanındaki pav
yonlara bağlı oluyordu. A lt kat ise doğrudan doğruya hole bağlıydı.
H içbir m im arî zaruret olm adan, sırf D oktor M ussak’ın hâtırası
nı yaşatm ak için, ve biraz da psikanaliz tedavim esnasında aziz
dostum D oktor R am iz’in insan dim ağını ve şuurunu bana anlatır
ken yaptığı ev benzetm esini düşünerek yaptığım bu lüzum suz yeni
likler de holdeki sütunlar kadar m akbule geçti ve ben yukarda söy
lediğim gibi onların sayesinde M illetlerarası M im arlık Cem iye-
ti’nin fahrî azası oldum , birkaç cem iyetten m adalya ve galiba iki
ecnebî devletten nişan aldım .
Söylem eğe hacet yok ki 6 num aralı pavyonun ilk katı büyük iç
tim a salonum uz olacaktı. O nun üstündeki iç içe küçük daire şeklin
deki salonlar küçük toplantılara tahsis edilecekti. En üst kat ise, et
rafla m ünasebetin güçlüğünden Sabriye H anım a bırakılıyordu. Fil
hakika arkadaşım ızın öğrenm ek ve bilm ek, tetkik etm ek hırsından
başka türlü kurtulm ak im kânı yoktu.
Y ine söylem eğe hacet yok ki bu pavyonun ikinci katındaki iç içe
salonların daire şeklinde olm asının sebebi saatin çark ve dişlilerini
tem sil etm esi içindi. N itekim dördüncü pavyonda da saniye kadra
nını hatırlatm ak için böyle bir yuvarlak salon tanzim etm iştim .
354
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
Böylece sırf H alit A yarcı’ya inat olsun diye, onu m uztar vaziyette
bırakm ak için şartnam eye koyduğum “ içten ve dıştan” saate benze
mek kaydını bir yığın abes şeyler icat ederek ödem iştim .
Bütün bu çalışma arasında tek kazancım , A hm et’le beraber ol
mamdı. Oğlum a hakikaten hasrettim. Bu yüzden işler bitecek diye
üzülüyordum. Ne çare ki ayrılm am ız m ukadderdi, A hm et beni sevi
yor, fakat hayatıma, gördüğüm işe tahammül edem iyordu. Son gece
yi , yine Doktor M ussak’ın hâtırasıyla, yüzlerce kibrit kutusundan yap
tığımız acayip maketin karşısında geçirdik. Son değiştirmeleri yaptık.
Oğlum m erdivenlere, binaya, sütunlara dair bir yığın fikir söy
lüyor, benim le alay ediyordu. B en onun yeni terlem eğe başlam ış
bıyıklarının yavaş yavaş değiştirdiği yüzüne, siyah üziim gibi göz
lerine, ince dudaklarına bakıyordum . B ana hiç kendisini açm ayan,
düşüncelerinin üzerinden atlayarak bana dostluk gösteren, yardım
eden bu küçücük insanı, bu benden parçayı, benden bu kadar ayrı
yapan şeyi düşünüyordum . B ana benzem ediği, bütiin düşüncesinde
beni inkâr ettiği için ona kızm ıyordum . Hiç dargınlığım yoktu. B i
liyordum ki bana benzem em esi tek kurtuluş çaresidir, ve buna razı
oluyordum . H attâ bundan m em nundum bile. Fakat bu kuvvetin ne
reden geldiğini ayrıca m erak ediyordum . Takribî A hm et Efendi ai
lesinin bu son erkeği hangi düşüncenin peşinden yürüyerek buraya
varm ıştı? Asıl beni şaşırtan şey, hiçbir nefret ve hiddetin işin için
de bulunm am ası idi. Halbuki bu iş bu kadar sükûnetle olacak şey
değildi. D em ek ki oğlum sadece kendi içinde servetim in hayatına
getireceği kolaylıkları, aile bağlarını yenm ekle kalm am ıştı, daha
çetin bir m ücadele de yapm ıştı. K endisini de yenm işti.
Birdenbire hatırım a E m in e’nin ölüm ünden sonraki senelerde her
gece, âdeta kapı eşiklerinde onun Z ehra ile kucak kucağa, birbirine
sokularak ağlaya ağlaya beni bekleyişlerini düşündüm . Gözlerim
yaşardı. B iraz yüz bulsaydım her şeyi söyleyecek, a f dileyecektim .
Fakat A hm et, ciddî, işi bittiği andan itibaren o kadar her türlü m ü
cadeleden uzak, sadece son sınıf lise talebesi olm uştu ki böyle bir
bahsi açm am a ihtim al yoktu. B ir ara:
355
TANPINAR
356
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
II
357
TANPINAR
358
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
359
TANPINAR
360
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
361
TANPINAR
362
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
363
TANPINAR
şaşırttı. Ö yle ki, d ostça başladığım ız gezinti hem en hem en tam bir
kayıtsızlık içinde bitti.
Tekrar odam a döndüğüm üz zam an heyetin reisi kendisine ikram
ettiğim içkiyi kabul edeceği yerde doğruca telefona koştu ve 013 5 ’i
arayarak saatin kaç olduğunu sordu. Aldığı cevap üzerine evvelâ
duvardaki saate, sonra yüzüm e baktı.
- B öyle bir kolaylık varken bu m üesseseye ne lüzum var? diye
sordu.
Bu aşağı yukarı kurulduğu günden beri benim H alit A yarcı’ya
sorduğum sualdi. O her defasında bana çok ciddî, m antıkî cevaplar
verm iş, tam am iyle ikna edem em işse bile hiç olm azsa susturm uştu.
Yazık ki, ben H alit Ayarcı değildim . B ende ne onun talâkati ve kes
kin m antığı vardı, ne de karşım daki adam behem ehal ikna edilm ek
arzusuyla bu suali sorm uştu. Bu itibarla verdiğim cevapların hiçbi
rini doğru dürüst dinlem edi bile. H er ağzım ı açışta:
- B ö y le bir m üesseseye ne lüzum var? diyordu.
N ihayet bütün dünyada buna benzer m üesseseler bulunduğunu
söyledim ve tekrar H alit A yarcı’dan öğrendiğim şekilde m utlak ve
m uayyen kadroları anlattım . Sonunda adam bana, “A llahaısm arla
dık!” bile dem eden çıkıp gitti.
B ununla beraber bu acayip ziyaretin böyle bir netice vereceğin
den hiç de şüphe etm edim . Fakat ne olur ne olm az H alit A yarcı’yı
aradım . E vinde yoktu. Sağa sola sordum . H içbir yerde bulam adım .
Üç gün sonra m üessesenin lâğvedildiği emri geldi. Bu benim için
bir bakım a büyük darbe değildi. Çoktan beri artık bu işin bitmesi lü
zum una kani olm uştum . H ele A m erikalının ziyaretinden sonra büs
bütün soğum uştum . Saatleri A yarlam a Enstitüsü rolünü yapm ıştı.
Fakat ne olsa hayatım a girm işti. O na çok em ek verm iştik. Planı
nı kendi çizdiğim binadaki odam a, onun yanında bazı geceler kal
dığım istirahat odam a, küçiik bar am erikanım a, banyo dairesine,
m obilyaya, duvardaki resim lere, her şeye bağlıydım . Kendi elim le
ve zevkle tanzim ettiğim bahçesine çıldırıyordum . D iktiğim ağaç
ların büyüm esini artık görem eyecektim .
364
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
Emri alır alm az H alit A yarcı’yı tekrar aradım . Yarım saat sonra
eve geleceğini üm it ediyorlardı. M asam ın başında, bir elim telefon
da, oturup düşünüyordum . Bu m üessese belki de bir gün bir işe ya
rayabilirdi. H alit Bey, “Fonksiyonunu kendisi yaratacak!” diyordu.
Bu fırsatın verilm ediğine üzülüyordum . D iğer taraftan vaziyeti hiç
de bizler gibi olm ayan üç yüze yakın m üstahdem i, filân vardı.
O nların istikballeri beni sıkıyordu. Bu adam ların hayatı ne ola
caktı? Nasıl iş bulacaktık? Ne yapacaktık? A bes dahi olsa, bir iş iş
ti. Haydi ben hâtıratım ı yazdırdım , onlar ne yapacaklardı?
Yarım saat sonra Halit A yarcı’yı telefonla buldum . D urum u an
lattığım zam an;
- G a lib a çok kederlisiniz... diye benim le alay etti.
- Siz üzülm üyor m usunuz?
- H a y ır , dedi. B iliyorsunuz ki, m üessese ile artık eski alâkam
kalm adı. O beni inkâr etti.
- B u r a d a olsaydınız belki önüne geçerdiniz...
- A m a, yoktum , dedi. O lm am am da artık eski bağların koptuğu
nu gösterm iyor mu?
- Fakat, dedim , m esele yalnız bizim m eselem iz değil! Bu kadar
arkadaş, m üstahdem var... Üç yüze yakın insan...
Bir m üddet düşünür gibi oldu.
- Evet, onlar v ar!.. d ed i.
- Sizi bu akşam görebilir m iyim ?
-Z a n n e tm ç m ! diye cevap verdi ve telefonu kapadı.
Bu bir cevap değildi. İçim de eski hiddet yine kabardı. A kşam a
bana geleceğini um dum . Yine ortada yoktu. Ertesi günü evine uğ
radım. Erkenden seyahate çıktığını söylediler. O haftayı hem en he
men dairenin tasfiyesi işleriyle geçirdim .
H afta sonunda evim de evvelden kararlaştırılm ış büyük bir top
lantı vardı. Bu acı havadis üzerine bu davetten vazgeçm ek istem iş
fakat karım ı bir türlü kandıram am ıştım .
Villa S aat’teki bu son toplantı hiç de parlak başlam adı. Zaten ay
nı m ahallede yaşam ağa başladığından beri yarısından fazlası birbi-
365
TANPINAR
riyie akraba olan ve eskiden olm ayanlar da yeni evlenm elerle bir
birine bağlanan bu insanlar, sadece gece gündüz hep bir arada ol
dukları için daha altıncı ayında birbirine düşm an olm uşlardı. Öyle
ki, gerek bu cins davetlerde, gerek alelâde ziyaretlerde gelip giden
ler bu zahm ete, daha ziyade birbirinin ayıbını, kusurunu görm ek,
tenkit etm ek, küçiik tarizlerle hırpalam ak için katlanıyor gibiydiler.
B unu gittikleri yerde insanın yüzüne karşı söylem ezlerse -k i çoğu
nun nezaketi ve birikm iş kini buna m ü sa itti- hiç olm azsa arkadan
dedikodu yapm ak im kanını buluyorlardı.
Bu itibarla çoktan beri bu cins toplantıları istem iyor, davetlerden
kaçıyor ve m üm kün oldukça kendim de hem en kimseyi davet etm i
yordum . Fakat küçük kızım H alid e’nin doğum gününü büyük bir
davetle kutlam ayı üç yıldan beri âdet etm iştik. Pakize bir türlü y e
ni evim izin bu ananesini bırakm ak istem iyordu.
Şurası da var ki karım , tam benim zıddım a olarak bu cins top
lantılardan hiç de çekinm e itiyadında değildi. O etrafındaki düş
m anlık halkasına ehem m iyet verm iyor, hattâ üzerine yürüyordu.
H afif bir tebessüm le, küçük bir kahkaha ile taşı gediğine koym ak
tan hangi kadın kendisini alabilir? N edense kadın kısmı bu gibi iş
lerde erkeklerden daha m ukavem etli ve daha cesur oluyor. Yeni al
dığım ız sofra takım ı, kendisinin bu gece için yaptırdığı tuvalet var
ken P akize’nin bu m ünasebetsiz davetten vazgeçm esine imkân
yoktu. O refahım ızla, güzelliğiyle, gençliğiyle, gün boyunca aley
him izde bulunanları bir kere daha ezm eyi aklına koym uştu.
Şurası da var ki Pakize enstitünün affedilmesinin uyandırdığı ruh
hâlini hiç hesaba katm am ıştı. O hâlâ, her zamanki gibi tatlı sohbet
arasında yapılacak tarizlerle karşılaşacağını sanıyordu. Halbuki hiç de
böyle olm adı. Davetlilerim iz âdeta bir kin çıkını hâlinde eve geldiler.
Daha yüzlerine bakar bakm az, bütün gece neler çekeceğimizi anla
dım . Nitekim biraz sonra hiddet, birikmiş kin, kıskançlık birdenbire
infilâk etti. İşin garibi bu çok İnsanî duygulara, benim tahmin ettiğim
gibi sadece biz hedef olm uyorduk. H em en hemen herkes birbirine
düşm andı. Kadınlar kocalarına karşı, nişanlılar birbirine karşı hep ay-
366
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
367
TANPINAR
SON
368