You are on page 1of 194

Bir kelimesi ile binlerce hayal kurarak, tebessüm

ettik.
Teşekkürler…

Hayatımda her zaman uzun ve meşakkatli bir yol izlemek zorunda


kaldım. Yeri geldi çok düştüğüm zamanlar oldu. Yeri geldi çok
güldüm, çok heyecanlandım. Tabii ki, bunları öncelikle bazı insanlara
borçluyum. İyi ya da kötü. Her ne olursa olsun insanlara kin
gütmeyin.
Ben, her zaman yanımda olan değerli aileme ve kardeşim dediğim
insanlara birer birer teşekkürlerimi bir borç bilirim. Güvendiğiniz
insanlara hiç tereddüt etmeden sırtınızı verebiliyorsanız unutmayın ki,
kaybedecek çok şeyiniz var.
Beni her zaman destekleyen farklı farklı platformlar da benim
bildiğim, bilmediğim; Tanıdığım, tanımadığım herkese de teşekkür
ederim. Beni bir ağabeyi, kardeşi, arkadaşı, dostu olarak samimi
gören herkese teşekkür ederim.
Beni hiçbir zaman, sizinle iletişim kurmayan, konuşmak istemeyen
birisi olarak tanımayın. İsteyen bireyler istediği zaman yazabilir
vaktim olduğu müddetçe sohbet edebiliriz. Beni bugün ve bugünden
sonra takip edecek ve bu kitabı severek okuyacak, bu kitabımızı
sahiplenecek ağabey ve kardeşlerime de teşekkür ederim…
Ayrıca The Post /Youtube Channel şirketine, Furkan İnci’ye teşekkür
ederim.

ÖN SÖZ

Merhaba, ben Muammer Memiş. Yeni bir kurgu, yeni bir heyecan, yeni
hayaller ile karşınızdayım. Sen Misali romanımın ardından
eğlenmeniz, gülmeniz, yeni hayaller kurarak yeni düşünceler
keşfetmeniz için, bu kitabı yazmaya başladım.
Bu günlere gelene kadar çok uğraştım ve hala uğraşmaya devam
ediyorum. Ama anladım ki, mücadele etmeden hiçbir şey
başaramazsınız. Öylece oturduğunuz yerden bir şeyler beklemeyin.
Bilin ki, sizleri seven onlarca insan vardır. Bunları bilmek zorunda
değilsiniz. Herkes sevdiğini söyleyemez. Sevgiyi sadece ‘aşk’ ya da
‘sevda’ gibi algılamak yanlıştır.
Sevgi, her şeyi kapsar, nasıl bir köpek bile sizi sevebiliyorsa,
çevrenizdeki insanlar da sevebilir. Köpek sizi sevdiğini söyleyemez
ama siz anlamak isterseniz anlayabilirsiniz. Yaptığım birçok mücadele
sonuç vermedi; Fakat, bu hemen vazgeçmek demek mi? Tabii ki hayır.
İnsanlar, sizleri düşürmek isteyecektir. Çekememezlikler,
kıskançlıklar ya da öylesine eğlencesine sizleri kötü duruma düşürmek
isteyeceklerdir. Ama bilin ki, düştüğünüz gibi kalkmasını da
bilmelisiniz. Ben her zaman herkese bunu özellikle anlatırım. Hayat
bir irade ve mücadeledir.
Unutmayın siz sadece kaybetmek istediğinizde kaybedersiniz.
Hiçbir zaman vazgeçmeyin. Gerekirse, sessizce ağlayın ama
hayatınızın her alanında her zaman güçlü durun. Çünkü; sizlere en
iyi bu gelecektir.

İnsanların hayatları doğmadan önce bir düzen üzerine kurulmuştur.


Biz buna kader diyoruz. Her şeyin bir başlangıcı olduğu gibi bir de
sonu vardır elbet. Onların hikayesi o, bu, şu, değildi. Belki de
evrendeki en sağlam dostlukların bir araya gelmiş haliydi; onlar
MEKS tayfasıydı.
Bunun için çabalıyorlar her şeyin üstesinden beraber gelmeye
çalışıyorlardı. Asla eğlenmeyi ihmal etmiyorlar, her seferinde çeşitli
marazların doğması ile yeni yeni uğraşlar içerisine giriyorlardı.
Bazıları fazlası ile ciddiyet gerekirse de, onların karşısında da bunu
sağlayamazlardı.
Her zaman ki gibi yeni bir üniversite dönemi başlamıştı. Mehmet,
Emrah, Kardelen ve Selinda her zaman olduğu gibi parkta buluşup
okula doğru yol alıyorlardı. "Moruklar ben bu okuldan bıktım he!
zaten hocalarda inatçı keçi ne yapalım? Buna bir çözüm bulalım." diye
seslendi Mehmet.
Üçü birden Mehmet'in gözlerine baktı, ve hep bir ağızdan “Sensin
moruk!" diyerek seslerini yükselttiler. Mehmet olduğu yerde vites
yaptı "Vay arkadaş! Ne dedim ki ya? Çok takmayın siz o lafı ben daha
çok kullanırım onu alışın yani canlarım." dedi.
Mehmet arkadan arkadan gelirken sürekli konuşuyor hiç susmuyordu.
"Okula kadar konuşursan seni bağlar ağzına fare sokarım" dedi
Selinda arkasına dönerek. Mehmet gözlerini iyice açtı olduğu yerde
kaldı. "Ya abi ne desek olmuyor, olmuyor, olmuyor. Neyse biraz
Kardelen ile uğraşayım" diye konuşuyordu iç sesiyle.
Usul usul sokuldu Kardelen'in yanına, “Şist kız, ne yapıyorsun? Ya
senin bu saçlar ne böyle Arapsaçı gibi olmuş." Ellerini ağzına götürdü
bir an da morali bozuldu Kardelen'in ve Emrah'a doğru baktı, “O kadar
kötü mü ya?" diye sordu telaşla.
"Yok ya bu dengesiz senin moralini bozmak için öyle söylüyor.
Normalde senin saçlar mükemmel derecede batmış, bitmiş yani ne bu
böyle saç mı olur?" Herkes birden gülmeye başlamıştı. Kardelen,
ufaktan ufaktan sinirlenmeye başlamıştı.
Cebinden çakmağını gizlice çıkarttı avucunun içine sakladı.
Adımlarını biraz küçülttükten sonra Mehmet'in arkasına geçti. Saçına
doğru çakmağı çaktı saçı biraz yandı. "Ensemde ne güzel sıcaklık
hissediyorum be" dedi ta ki koku gelene kadar...
"Hahahaha saçların renk almış Mehmet" dedi kahkaha atarak Selinda.
Mehmet ellerini ensesine götürdü, eline gelen birkaç yanık şekil almış
saç eline geldi. "Sen görürsün!" diye karşılık vererek en önde gitmeye
karar verdi.
Yavaş adımlarla dört gözle etrafı süzerek okula giriş yaptılar. Her
zaman olduğu gibi İsrafil yine sınıfın kapısında bekliyor rahatsızlık
verecek birilerini arıyordu. Babasının zenginliğinden dolayı okuldan
da atılmıyordu.
"Naber len değişik" deyip gülerek içeriye girdi Emrah. Her hocanın
zaafını iyice ezberleyen ayrılmaz dörtlü hocaları her konuda
bezdirmekte üstlerine yok. Sefa hocanın sınıfa girmesine dakikalar
kala herkes sesini biraz azalttı.
Birkaç dakika geçmeden Sefa hoca içeriye girdi. Lacivert takım
elbisesi, yeni tıraş olmuş kirli sakalları, siyah kundura ayakkabı ile
sınıftaki kızların dikkatini üzerine çekiyor kızlar ağzı açık bir hâlde
onu izliyorlardı.
Sınıfta herkesin üzerinde göz gezdirip yan bir gülüş sergileyerek hava
atmaya başlıyordu. "Hocam, 13 yıllık öğrenciyim bu kadar hava
atmaya çalışan bir hoca daha görmedim" diyerek sesini yükseltti
Kardelen.
Bunu duyan sınıf hep bir ağızdan gülmeye, kahkaha atmaya başladı.
Sefa hoca, utanmış bir vaziyette elimi ceketine götürüp bir kaç
dokunuş yaptıktan sonra masasına oturdu. Elini masaya iki, üç defa
vurmasının ardından "hadi arkadaşlar laboratuvara iniyoruz" dedi.
"Anlaşılan bugün de patlayacağız hocam. Bu defa hazırlıklı geldim
kaskım yanımda" dedi Selinda.
"Ben en iyi kimyacıyım olmaz öyle şey. Hadi hemen aşağıya" dedi
ciddi bir tavır ortaya koyarak. Herkes sınıftan çıkarak zemin kata indi.
Laboratuvar epeyce büyük içerisinde ise, yüzlerce çeşitte kimya
ürünleri mevcuttu.
"Bakınız arkadaşlar..."
"Aha... Yine aynı başladı hapı yuttuk. Ne zaman bakınız dese başımıza
bir iş geliyor inşallah bugün sağ çıkarız" dedi Emrah, Mehmet'in
kulağına.
Sefa hoca, anlatmaya devam ederken İsrafil temizlik ürünü yapmak
için karıştırdığı malzemeleri yanlış karışım yaptığı sebepten ötürü
ufak bir patlamaya sebep oldu.
O an patlamanın sesi ile irkilen öğrenciler, İsrafil'in suratındaki ifadeyi
gördüğünde yüz ve gözlerindeki korku dolu bakışlar yerini
kahkahalara bıraktı. "Ne şehit, ne gazi kimya yolunda gitti bizim
Niyazi" dedi Emrah kahkahaların arasında.
"Habu uşağun kafasi, heç bişeye basmayi!” diye sesini yükseltti
Trabzonlu Adem. Kahkaha üzerine kahkahalar atılıyordu ki, Sefa hoca
sesini yükselterek kendisini dinlemelerini söyledi.
Birden ses kesildi. Pür dikkat herkes Sefa hocayı dinlemeye başladı.
Yaklaşık olarak bir saat süren dersin sonunda herkes dağılmaya
başladı. "Hayret Sefa hoca bir ilki başardı. Bunu kesinlikle tarihe
yazmaları gerekiyor" dedi Mehmet, yanındaki en sıkı 3 arkadaşına.
Hep beraber gülerek, kapıya doğru yürümeye başladılar. "Şu ilerideki
kafeye gidelim mi?" dedi Kardelen. Emrah usulca yaklaştı “Para var
mı? Ben fakirim beni kim karşılıyor?" dedi.
Selinda, elini Emrah'ın omuzuna koydu. "Sendeki para merkez
bankasında yok canım" dedi gülümseyerek. Emrah, gözleri ile yan yan
bakıp tebessüm etti. Ailesinin durumu epeyce iyi olduğu halde
ailesinden fazla destek almayı sevmeyen biri idi.
Arkadaşları ile normal bir hayat yaşamayı babasının şirketinde
çalışmayı reddetmesi ile diğerlerine bağlılığını ortaya koyuyordu.
Hepsi kafenin önüne geldi. Mekânın bahçesine geçerek oturdular.
Oturmaktan daha çok sandalyelere yayılmış bir vaziyetteydiler.
"Bana bakın tayfa, İsrafil sağ masada oturuyor. Yiyoruz, içiyoruz ve
ona kitliyoruz" dedi Mehmet sinsi sinsi tebessüm ederek. Diğerleri de
başlarını sallayarak onayladı. "Hadi işbaşına meks tayfası."
İsrafil'in ailesinin durumu epeyce iyi olduğundan dolayı, har vurup
harman savuran birisiydi. Sürekli olarak baba parası yiyerek;
insanlara hava atmayı, parasının fazla olduğunu öne çıkarmayı
seviyordu.
Meks garsona seslendi birkaç dakika içerisinde genç bir garson elinde
kafenin yiyecek içecek listesini getirdi. Gözlerinin önüne ilk ne
geldiyse hemen isteyerek garsonu geri yolladılar.
On, on beş dakika içerisinde garson masayı yiyecek ve içecek ile
doldurdu. Garsonun 25 yaşında görünüp incecik sesi ve bebek yüzlü
olması da dikkat çekiyordu. Meks yiyip içti ve sıra hesabı ödemeye
geldi. Garson hesabı getirdi. 293 TL ödemeleri gerekiyordu.
Mehmet garsonu yanına çağırdı, "hocam sen şimdi bunu al bak şu
ileride uzun saçlı, sakallı, gri gömlekli birisi var o ödeyecek hesabı o
benim abim olur." dedi. Garson başını sallayarak uzaklaştı tayfa da
hemen apar topar masadan kalktı.
Dışarıya doğru hızlı adımlarla çıkış başladı. Kardelen, çıkmadan
içecek dolabından iki şişe siyah kola aldı. "Bunu da ona yazın"
dedikten sonra o da adımlarını hızlandırarak dışarıya çıktı.
"Oh be... Vallahi karnım süper doydu" dedi Selinda. Herkesin karnı
doymuş hesap ise İsrafil'e kitlenmişti. Onun hiçbir şeyden haberi
olmadan garsondan hesabı istedi. Hesap beş dakika içerisinde geldi.
Hesaba baktı gözleri biraz da olsa açıldı şaşırmıştı 345 TL olan hesaba.
Masasına bakındı "vay be demek ki bu kadar çok yemişim." Masadan
yavaşça kalktı kasaya giderek kredi kartından hesabı ödedi. O da yavaş
adımlarla dışarıya çıktı karşısında tayfayı gördü.
"Vay, İso sen de mi buradaydın? dedi Mehmet. İsrafil gömleğinin
önüne taktığı siyah gözlüğü aldı gözüne taktı. "Evet buradayım ne
oldu?" diye sordu.
"Hiç ya çok yemişsin bugün o dikkatimi çekti." diye devam etti
Mehmet. Hep bir ağızdan gülmeler gelmeye başladı. İsrafil bu duruma
şaşırmış ne olduğunu anlamamıştı. "Aynen burası fazla pahalı o
yüzden çok yedim malum para bol." diyerek yolun sağ tarafında duran
kırmızı spor arabasına binerek uzaklaştı.
Meks tayfası da yavaştan evlerine dağılmaya başladılar. Herkes birbiri
ile gülerek vedalaştı, iyi dileklerini iletti, yarın tekrar görüşmek için
anlaştılar. Bir saatin sonunda herkes evinde oturmuş film izliyordu bir
kişi dışında; Emrah.
Köşkten dışarıya çıkmış, karşı komşunun sarışın kızını dikizliyordu.
Her aynısını yaptığında, ondan fırça yese de vazgeçmiyordu.
Helin, yine onun kendisini gözlemlediğini fark edince hemen
mutfaktan bir kova suyu alarak Emrah'ın kafasına boca etti.
"Yanıyordum zaten bu çok iyi geldi" diyerek köşke doğru yürümeye
başladı. Helin, ise onun bu saflığına gülüyor ama bir o kadar da bu
durumdan sıkılıyordu.
Emrah, anne ve babasından gizli odasına çıkarak gardırobundan sarı
penyesini ve siyah keten pantolonunu çıkartarak üzerini değiştirdi.
Ardından hemen yatağına uzandı. Telefonunu sol tarafındaki
kahverengi masanın üzerinden alarak hemen meks grubuna mesaj attı
"gençler naber?"
Mesajı ilk gören Mehmet oldu anında cevabı yapıştırdı,"Sana ne?"
diyerek gülücük emojisi koydu. Emrah'ın ardı ardına hız kesmeden
gelen mesajlarından sonra Mehmet gruba yazmayı bıraktı. Sohbetler
edildi, kahkahalar atıldı, ertesi gün okulun bahçesinde buluşmaya
karar verilmesinin ardından herkes uyudu.
Sabah ilk uyanan Emrah oldu. Uyanır uyanmaz hemen üzerini giyindi.
Kahvaltıyı beklemeden okula doğru yol almaya başladı. Sürekli
etrafına bakınarak yoluna devam ediyordu, kulağına taktığı siyah
kulaklık ile müzik dinliyordu.
Sonunda okulun önüne gelmişti. Onun hemen ardından Tuncay hoca
da okula geldi.
Sınavdan düşük not almış sınıfı geçmek için kurnazlık yapmak
isteyen Emrah, hocasının yanına doğru usulca yaklaştı.
"Ee... Hocam size bir şey söyleyebilir miyim acaba?"
"Çabuk söyle İşim var hayırsız."
"Ayıp oluyor ama hocam ya bakınız bal hocam... Şeker hocam... Siz
var ya adamsınız adam! Bu okulda sizin gibi bir hoca daha yok,
olamaz! Siz, üstün zekâlı bilim insanı gibisiniz maşallah" Tuncay hoca
gözlerini karartarak sözünü kesti.
"Kes! Kes! Her seferinde aynı mavalı okuyorsun. Bak bakayım şu
gözlere... Sence artık bu numaraları yer miyim?" dedi. Gülerek ekledi
Emrah.
"Oho... O da laf mı hocam ya siz hiç yer misiniz? Siz var ya bu mideyle
beş öğün yersiniz oh afiyet olsun" Tuncay hoca epeyce kızmış
görünse de hiç bir öğrenciye aşırı sert tepki vermek ona göre değildi.
"Ulan! Kurnaz tilki senin yanında halt etmiş" dedi sesini yükselterek.
"Hocam, bakın benim ashabımı bozmayın!"
"Abbovv bozarsam ne olurmuş?" diye ekledi Tuncay hoca gözlerini
kıstırarak.
"Hiç ya, öylesine söyledim ben. Siz de hemen gerçek zannediyorsunuz
olmuyor böyle." diye geri adım attı.
"Beni, çok tuttun haydi görüşürüz" diyerek küçük adımlarla
uzaklaşmaya başladı Tuncay hoca.
"Hocam, siz dediğimi yapın ben de sizin için Jale hoca ile konuşayım
nasıl anlaşma ama?" diye sesini yükseltti okulun önünde. Etraftaki
herkes sohbetleri bıraktı, gözlerini Tuncay hocanın üzerine devirdi.
Şansına ki, Jale hoca da oradaydı.
Emrah iç sesi ile "ulan bunlar ne ara buraya geldi yandık iyi mi" diye
tedirgin olmaya başladı.
Emrah, yavaş adımlarla gözlerini sadece kapıya dikerek yürümeye
başladı ki Jale hocası önüne çıktı. Emrah'ın gözlerinin içine bakarken
kaşlarını çatmış, gözlerini açmıştı. Tuncay hoca da etraftaki
öğrencileri biraz daha uzaklaştırmaya çalışıyordu.
Emrah, iyice tedirgin olmaya başladı. Kafasını bir sağa, bir sola
çeviriyor, Jale hocanın gözlerinden kaçmak üzere çaba sarf ediyordu.
Jale hoca, onun kulağına doğru yaklaştı dudak uçları ile fısıldadı.
"Senin bu söylediklerin doğru mu beni mi seviyor?"
Bunun üzerine Emrah, fısıldayarak “Evet hocam" yanıtını verdi. Jale
hoca bir kaç adım geriye çekildi, üzerindeki kırmızı eteğe eli ile birkaç
defa vurarak tozunu almaya çalıştı. Ardından siyah tişörtüne bir kaç
hafif dokunuş yapmasının ardından Tuncay hocanın yanına giderek
tebessüm etti.
"Hocam, ben de size karşı boş değilim açıkçası" demesiyle Tuncay
hocanın bu cevap üzerine şaşkınlık içerisinde bir döngüye maruz kaldı.
Ondan böyle bir cevap kesinlikle beklemiyordu. Jale hoca, sarı saçları
ve beyaz teni ile onun gözünde dünyanın en güzel kadını olmakla
mükellefti.
Birkaç dakika zar zor sohbet etmelerinin ardından beraber okulun
dışına doğru yürümeye başladılar. "Vay be! neler oluyor hayatta
ağzımdan çıkan iki kelam ile adam kadını götürdü. Neyse bir şekilde
bu olaydan yararlanırım. Av bir iken, iki oldu."
Emrah, iç sesi ile konuşurken meks tayfasının diğer üyeleri de okulun
önüne geldi. Mehmet usulca Emrah'a doğru yaklaştı. "Ne oluyor
kardeşim" dedi sol kaşını kaldırarak.
"Boş ver, bir taşla iki kuş avladım sabah sabah." dedi. Hep beraber
okul binasına girdiler. Selinda'nın saçlarını tavşankulağı yapması
bazılarının dikkatini çekiyordu. Yavaş adımlarla yan yana sınıfa doğru
yürüdüler.
Herkes yerine oturdu. Her ağızdan farklı sesler yükseliyordu. Bazıları
tartışıyor, bazıları kahkahalar atıyordu. İsrafil sınıfa en son girdi boş
bir sıraya yayılmış bir vaziyette oturdu. Beş dakika geçmedi radyo ve
televizyon hocası olan Yeşim hoca sınıfa giriş yaptı.
Bu dağınıklığı görünce sesini yükselterek "Boş yapmayın, kesin sesi!"
Dedi.
"Bayılıyorum bu kadına ya çok sert, vahşi" diyerek iç gideriyordu
Emrah. Her hocanın zaaflarını ezberleyen Emrah, Yeşim'in hiçbir
açığını bulamıyordu. Yeşim hocanın ders anlatmaya başlaması ile
herkes sesi kesti pürdikkat dersi dinlemeye başladı.
Dersin bitmesinin ardından yavaş yavaş sınıftan çıkmaya başladı.
İsrafil yavaş adımlarla Kardelen'e doğru usulca yaklaştı “naber?"
"Sana ne? Hıyar" yanıtını verdikten sonra o da sınıftan çıkarak hızlıca
tayfanın yanına gitti. İsrafil, morali az da bozuk bir hâlde oturup
içinden “Of!” çekmeye başladı.
"Evet gençler, pamuk eller cebe. Şimdi bu kardeşinize yemek
alıyorsunuz." Diğerlerinin gözü Selinda'nın üzerine dikildi. Hep bir
ağızdan "ney?" cevabını alan Selinda irkildi ve kendini hafif geriye
çekti.
Mehmet, onu kolunun altına aldı "bakarız canım" diyerek okulun
bahçesine doğru yürümeye başladılar. Bahçe epeyce büyük, tamamen
yeşil bir alandan oluşuyordu. Okulun önündeki bahçede ise, basketbol
sahası mevcuttu.
Herkesin banka oturmasının ardından Mehmet kantine doğru
yürümeye başladı. Diğerleri de oturup sohbet ediyorlardı. Mehmet,
beş dakika içerisinde elinde yedi, sekiz çikolata ile geldi. Herkes birer,
ikişer alınca avucunun içinde küçük bir tane kaldı.
Avcunun içindekine bakıyor bir de diğerlerinin yüzünde oluşan
gülücük ifadelerine. Emrah'ın üç tane aldığını görünce hemen elinden
kaptı. Yan yan baksa da umurunda değildi. "Vay arkadaş! parayı ben
ödüyorum hemen de kapıyorsunuz."
"Ee ne demişler?..." diyerek düşünmeye başladı Kardelen. Birkaç
saniye sonra, kahkahalar atılmaya başlandı. "Evet, canım ne
demişler?" dedi Selinda gülümseyerek.
"Sana ne?" Cevabını alan Selinda daha fazla gülmeye başladı. "O değil
de arkadaşlar, yarın sınav var hazırlandınız mı?" diye sordu Mehmet.
"Tabii ki, de hayır" dedi Emrah.
"Nasıl geçmeyi düşünüyorsun acaba?" diyerek söze atladı Kardelen.
"Orasını sen düşünme." diyerek tebessüm etti. Ders saatinin gelmesi
ile yavaş yavaş içeriye girdiler.

////////
Herkes sırasına oturup dersi dinlemeye başladı. Ders saatinin
bitmesinin ardından, herkes dışarıya çıktı. Cadde üzerinden, sohbet
ederek yürümeye başladılar. Yol üzerinde onlara doğru gelmekte olan
biraz içmiş bir genç vardı.
İyice yaklaştı, tayfanın da dikkatini çekmeyi başarmıştı. Selinda,
Mehmet'in arkasında yürümeye başladı. Sarhoş insanlardan epeyce
korkuyordu.
"Abi, köprüye nasıl giderim ya?" dedi ve Emrah hemen söze atladı.
"Gel, ben sana tarif edeyim. Bak şimdi buradan 2 kilometre
yürüyorsun, karşına büyük bir direk çıkacak oradan sağ yap dümdüz
git köprüye geleceksin hadi bakalım." dedikten sonra, omzuna iki defa
dokundu ardından adam tarif ettiği yöne doğru yürümeye başladı.
Mehmet, Emrah'ın yüzüne bakarak, "niye yanlış tarif ettin adama?"
diye sormayı ihmal etmedi.
"O kadar sarhoş ki, o kadar yolu yürüdükten sonra, ancak kendine
gelir." yanıtını verdi.
Birkaç gülüşme seslerinden sonra, yürümeye devam ettiler. "Ne
yapıyoruz?" dedi Selinda.
"Gençler aklıma bir şey geldi." Emrah'ın ağzından bu cümlenin
çıkması ile Kardelen eli ile onun ağzını tuttu. "Sakın! Gelmesin, içinde
kalsın." dedi. Emrah konuşmak için, ne kadar uğraş sarf etse de
Kardelen bırakmamaya niyetliydi.
En sonunda, Emrah onun elini ısırarak bıraktırdı. "Ya bir kez de
tartışmayın!" diyerek sesini yükseltti Mehmet.
"Ben ne yapabilirim? Bu Allah'ın öküzü, odunu ne zaman "Aklıma bir
şey geldi" dese başımıza bir çorap örüyor. “dedi Kardelen; ardından
birkaç gülümse sesleri oluştu.
"Denize gidelim mi?" dedi Emrah. Birkaç saniye suskunluk oluştuktan
sonra, ilk "gidelim" diyen Selinda oldu.
Diğerleri de biraz düşündükten sonra, onayladılar. "Zaten hava sıcak
gidelim bari." dedi Mehmet. Kardelen, pek içten olmasa da diğerlerine
uymak için, kabul etti.
"Bir saat sonra, burada buluşalım." diyerek yanıtladı Emrah. Herkes
evlerine doğru dağıldı. Emrah, eve girer girmez odasına çıktı. Deniz
şortunu, parmak arası terliğini, havlusunu alarak çantasına koydu. Üst
kattan aşağıya doğru yavaşça indi. Çantası da sırtındaydı.
Evin salonunda annesi oturuyordu. Yeliz hanım Televizyonun
karşısına geçmiş, magazin programlarını takip ediyordu. Usulca ona
yaklaştı, karşısına oturdu. "Anne, arabayı verir misin? Denize
gideceğiz bugün." dedi. Yeliz hanım, birçok konuda inatçıydı; ona
bazı şeyleri kabul ettirmek ölümden beterdi. Emrah'ın annesinin
inatçılığını kırması için maratonu başlamıştı.
Mehmet de nihayet evine girebilmişti. Odasına girerek çantasını
hazırlamasının ardından, annesinden izin almak için, oturma odasına
geçti. Orada bulamayıp mutfaktan tabak seslerinin geldiğini duyunca,
mutfağa yöneldi.
Sema hanım, yemek yapmak ile epeyce meşguldü. "Anne, bizimkilerle
denize gidiyorum."
"Hayır! Allah korusun ya boğulursan? Ya başına bir iş gelirse? Hı ne
olacak o zaman?" Sema hanım hemen endişelenmeye başladı.
"Ya anne fazla abartıyorsun, ne olacak gidiyoruz işte. Merak etme
dikkat ederiz." diye yanıtladı Mehmet.
İçi içini yese de sonunda izin vermişti, başını sallayarak onaylandıktan
sonra, Mehmet de buluşma noktasına doğru hareket etti. Bir saatlik
süre dolmuştu.
Emrah, kırmızı spor arabayı annesinden almış, yol kenarına park
etmişti. Önce Mehmet ve Kardelen geldi. Birkaç dakika geçmesinin
ardından, Selinda'nın da gelmesi ile araca bindiler.
Yarım saatin sonunda sahildeydiler. Sahil epeyce boş ve birkaç kişinin
bulunduğu bir yerdi. Üzerini değiştiren denize doğru koştu. Hep
beraber eğlenen MEKS bir süre sonra, kendilerini güneşin altına
bıraktı. Ve hepsi kumsala uzandı.
Emrah, biraz kafasını kaldırdı. Denizde birinin çırpındığını gördü. Bu
Helin idi, iç sesi ile "bunun eğlenme şekli de bir başka" dedi. Helin
yüzmeyi pek fazla bilmediği için, boğulma tehlikesi geçiriyordu.
Emrah hariç diğerleri gözlerini kapatmıştı. Emrah birkaç saniye daha
göz gezdirdikten sonra, onun boğulduğunu anlamıştı. Gözleri, fır
dönmeye başladı, hemen kalkarak kendini denize attı. Hızlıca Helin'e
doğru yüzdü.
Helin'i denizden çıkardığı gibi kumsala yatırdı. Suni teneffüs yapmaya
başladı, o ara Emrah suni teneffüs yaparken, Helin gözlerini açtı.
Emrah'ın yüzüne hızlıca tokat atıp, ayağa kalktı. Sesini yükselterek
"Salak! Sapık!" diyerek bağırmaya başladı.
"Sussana kızım ne bağırıyorsun? Duyan tecavüz etti zanneder. Bu
yaştan sonra, tecavüzcü damgasıyla dolaşamam ben!" Emrah'ın
sakinleştirmeye çalışmasına rağmen Helin sesini daha fazla yükseltti.
Herkes arkasını dönüp gözlerini Emrah'a ve Helin'e çevirdi. Ne
olduğunu anlamadan hızlıca ayağa kalkarak yanlarına gittiler. Ne
olduğunu anlamamış, şaşkın bakışlarla onlara baktılar.
"Ne oluyor ulan?" dedi Mehmet.
"Ulan hem kurtardık, hem suçlu biz olduk iyi mi?"
"Sen sus! Salak." dedi Helin, Emrah'ın gözlerine bakarak. Onun
bağırışlarından sıkılmış olduğundan, oradan uzaklaşmaya başladı.
Kardelen de Emrah'ın peşinden gitti.
Ortada kalan Mehmet ve Selinda, tekrar uzanmaya devam etti. "Oğlum
boş ver ya, ne olacak bozma moralini." dedi Kardelen.
"Yok be öylesine yaptım yedi mi acaba?" diye gülmeye başladı Emrah.
Birkaç dakika büyük kayaların üzerinde oturduktan sonra, yavaş
adımlarla kumsalda yürümeye başladılar. Emrah, sessizce Mehmet'e
yaklaştı. Yerden eline bir avuç kum alıp onun saçlarına döktükten
sonra, koşarak denize doğru koşmaya başladı.
Mehmet aniden uzandığı yerden fırladı. "Ne oluyor ulan?"
"Bizimki yine kafayı yemiş, bulaşacak birilerini arıyor." diyerek
kafasını kaldırdı Selinda.
Mehmet, koşarak denize girdi. Emrah'ın kafasını tutarak suyun
içerisine sokup çıkarıyordu. O ne kadar kaçmaya çalışsa da Mehmet,
bir türlü bırakmıyordu. Kısa bir zaman sonra, Kardelen ve Selinda da
onlara eşlik ederek birbirilerini suya sokmaya başladı.
Helin, boğulmanın korkusu ile hemen toparlanarak kumsaldan
koşarak uzaklaştı.
Saniyeler, dakikaları; dakikalar, saatleri kovaladı. İyice eğlenmiş ve
epeyce yorulmuştu MEKS kumsalda biraz uzandıktan sonra, onlar da
toparlandı. Araca binerek eve doğru yol almaya başladılar.
Emrah, radyoyu açarak hareketli bir şarkı açtı. Şarkıyı hep bir ağızdan
söylemeye başladılar. "Uzun süredir böyle eğlenmemiştik süper geldi
bu gençlik." dedi Kardelen.
"Ee... Eğlenirsiniz tabii ki, benim fikirlerim bir şaheserdir." dedi
Emrah, dikiz aynasına bakarak.
"Tabii kanka yediğin tokadı ne çabuk unuttun?" Selinda'nın bunu
söylemesinin ardından, kahkahalar atılmaya başlandı. Mehmet'in
telefonu cebinde titreşimdeydi.
Telefonunun çaldığını hissettiğinde, cebinden çıkardı. Annesi
arıyordu, Emrah'tan müziğin sesini kısmasını istedikten sonra,
telefonu açtı. "Efendim annecim?"
"Neredesin oğlum? Karanlık bastıracak birazdan."
"Merak etme anne, yoldayız geliyoruz." Demesinin ardından, telefonu
kapatarak cebine koydu. Tekrar müzik sesi yükseldi, oldukları yerde
eğlenmeye başladılar.
1 saat kadar süren yolculuğun ardından, buluştukları noktaya geldiler.
Herkes araçtan indi. Vedalaştıktan sonra yavaş adımlarla uzaklaştılar.
Emrah, annesinden aldığı emanet arabaya binerek evin yolunu tuttu.
İsrafil, evde oturmaktan iyice sıkıldığından dolayı, salona geçerek
masanın üzerinden arabasının anahtarını aldı. Odasına tekrar geçerek
üzerini değiştirdi. Spor bir takım elbise giyerek, evden çıktı.
Anne ve babası, bahçede terasta oturuyorlardı. Evin bahçesi epeyce
büyük olduğundan, İsrafil'in evden çıkışını göremediler. Aracına
binerek hızlıca gaza yüklendi. İlk işi, kulübe giderek eğlenmek
olacaktı.
Yarım saat içerisinde kulüpteydi. İçeriye girerek rezervasyon
yaptırdığı masaya oturdu. Masasına oldukça fazla içki istedi. Saatlerce
kulüpte oturdu.
İyice sarhoş olmuş bir vaziyette, yanına oturmuş bir adam ile kalkması
için kavga çıkardı. Kulüp sahibi İsrafil ve ailesini tanıdığından dolayı,
derhal telefon ile babasını aradı.
Yarım saat içerisinde babası mekâna gelip İsrafil'in koluna girmesiyle
dışarıya çıkardı. Arabanın arka koltuğuna oturttu, ardından onun
cebinden anahtarı alarak şoför koltuğuna oturdu. Bir hırs ile gaza
yükledi ve eve doğru yola koyuldu.
Yarım saat kadar bir süre içerisinde, onu arabadan alarak kolunu
omzuna koydu. Yavaş adımlarla zor ilerliyordu. İsrafil'in annesi,
endişeli bir hâlde balkonda onları bekliyordu. Görür görmez, hemen
aşağıya inerek kapıyı açtı.
Şaşkın bakışları, İsrafil ve eşinin üzerindeydi. Kendisi de İsrafil'in
koluna girerek yavaş adımlarla, odasına götürdüler. Yatağına
yatırdıktan sonra, ona bakarak "ah be oğlum" diyerek iç giderdiler.
"Yeterince ilgi gösteremiyoruz bu çocuğa."
"Ne yapalım? İşlerimiz çok, vakit kalmıyor ki." dedi Meltem hanım.
Ardından, odadan çıkarak salona geçtiler.
"Mom neredesin?" Suzan Hanım, mutfakta yemek yaptığından dolayı
Kardelen'in neye seslendiğini pek anlayamamış, dolayısı ile ses
veremiyordu.

Kardelen, aynı sözcükleri tekrarlayarak, mutfağa girdi. "Çağırıyorum


niye ses vermiyorsun? Külkedisi." Suzan Hanım, Kardelen'in üzerine
devirdi gözlerini.
"Anlamadım, mom... mom... Diye sayıklıyorsun kızım, mom kim?"
Kardelen, gülmeye başladı, eli ile ağzını kapatarak dakikalarca güldü.
Suzan hanımın "Sus!" demesi ile hazır ola geçti.
"Annecim, mom İngilizce de "anne" demek. O yüzden öyle çağırdım."
Suzan Hanım, sol kaşını kaldırdı, "sen daha Türkçeyi zor
konuşuyorsun, gelmiş bir de bana İngilizce çağırıyorum diyor. Seni
gidi ukala!" dedikten sonra, peşinden kovalamaya başladı. Kardelen,
hem kaçıyor, hem gülüyordu. Evin içinde dört dönen Suzan Hanım, en
sonunda yoruldu, salondaki, gri beyaz çizgi desenli koltuğa oturdu.
O arada, Olcay Bey eve girdi. Kardelen, babasının eve girmesi ile
hemen boynuna sarıldı. "Hoş geldin, babacım." dedi.
"Bak bak ona babacım bana gelince mom ben bunu size ödetirim
Kardelen hanım." dedi annesi kinayeli bir tavırla.
"Sen, kıskandın mı?" dedikten sonra, annesinin arkasından gelip
yanağına öpücük kondurdu. Hep bir ağızdan, gülüşmeler eşliğinde
yemek masasına oturdular.
Emrah, aracı evinin önündeki yol kenarına çekerek müzik dinlemeye
başladı. O esnada Helin de evine doğru yürüyerek gidiyordu. Emrah,
onu görür görmez arabadan indi. Usulca yaklaştı, onunla beraber
yürümeye başladı.
"Naber fıstık?" dedi. Helin, ona gıcık oluyordu. İçerisinde ona karşı,
itici bir duygu barındırıyordu. "Sana ne! Salak." dedi. Emrah, durdu...
"Yeter! Her seferinde "salak" deyip duruyorsun." Helin arkasını döndü
"Sana ne! Salak." dedikten sonra yoluna devam etti. "Vay arkadaş!
Hayatını kurtardık yine yaranamadım iyi mi ama daha bitmedi
peşimden koşacak." diyerek kendi kendine söylenerek arabaya bindi.
Müzik sesini biraz daha fazla açarak dinlemeye başladı.
Mehmet, eve girer girmez, annesi sarıldı. "İyi misin oğlum? Bir şeyin
yok değil mi?" Diyerek her zaman ki, klasik telaşlanmasını yaşıyordu.
"Merak etme, gayet iyiyim. Hiçbir şey de olmadı." yanıtını verdikten
sonra, odasına geçerek uzandı. Aradan 1 saat kadar bir süre geçtikten
sonra duş aldı. Mutfağa giderek kendine tost yaptıktan sonra, odasına
geçti. Masanın üzerindeki, telefonunu alarak WhatsApp grubuna girdi.
"Naber gençlik?" yazdıktan sonra, tostunu yemeye başladı.
Selinda, eve girer girmez hemen odasına girdi, kendisini banyo
yapmak için hazırladı. Yarım saat geçmeden banyosunu yaptı,
ardından yatağına uzanarak telefonunu eline aldı.
Onun da gruba girmesiyle sohbet etmeye başladılar. Kardelen
telefonda siri ile konuşma çabasına girmişken annesi odaya girdi. "Ne
yapıyorsun kızım sen?" diye sormasının ardından, onun dikkati
annesinin üzerine dikildi. "Siri ile konuşuyorum anne."
Suzan Hanım, iyice şaşırdı. göz bebekleri hafiften büyüdü. "Yazıklar
olsun! Gittin gâvur sevgili mi yaptın? Gerçekten yazıklar olsun ya, ben
burada Türk biri ile evlenmeni isterken, sen gâvur buldun. Hemen
ayrılıyorsun!"
Kardelen, duydukları karşısında öylece duraksadı. Ardından gülmeler
kesilmek bitmedi. Suzan Hanım, ne olduğunu anlamamış bir hâlde
kızına bakıyordu. Birkaç dakika geçmesinin ardından, Kardelen
gülmeyi bıraktı. "Anne, ya vallahi âlemsin. Siri telefonda bir özellik,
bir program canlı bir kişi değil yani." demesinin ardından, gülmeye
devam etti.
"He, şey... Tamam, o zaman, siz konuşmaya devam edin. Benim
yemeğe bakmam lazım." diyerek odadan hızlıca çıktı.
Herkes, grupta sohbete ve eğlenmeye devam ederken saat sabahın
dördü olmuştu. Hepsi de internetleri kapatmalarının ardından,
gözlerini kapattılar. Yarınki, sınavın zorlu geçeceğinin farkındaydılar.
Sabahın ilk ışıkları ile İsrafil gözlerini açtı. Başı dün gece çok fazla
içki içtiğinden dolayı ağrıyordu. Kafasını tutarak, "of" deyip yataktan
kalktı. Evin üst katın ahşap merdivenlerinden yavaş adımlarla aşağıya
indi.
Üzerini değiştirmesine gerek duymadan kahvaltı sofrasına oturdu.
Anne ve babasının gözleri onun üzerindeydi. İsrafil, hiç onlara
bakmadan kahvaltısını yapmaya devam ediyordu.
"Dün gece, o yaptığın rezilliği hatırlıyor musun? Ailemizi bu şekilde
küçük düşürmeye devam etme!"
"Baban haklı oğlum. Bu yaptığın saygın bir aile olmamızdan bizi
küçük düşürüyor." İsrafil, babası ve annesinin bu ağır tavırları
yüzünden, epeyce sıkılmıştı.
"Ne ailesi ya? Hangi aile? Siz oraya gidin, buraya gidin, şirketle
ilgilenin, sonra gelin aileden söz edin. Oh ne âlâ memleket. "Aile"
demek ile aile olunmuyor." diyerek masadan kalktı. Hızlıca ahşap
merdivenleri çıkarak odasına girdi. Bugün dersinin olduğu kitapları
alarak evden çıktı. Arabasına binerek okula doğru yola koyuldu.
MEKS okulun önünde buluşup birbirleri ile selamlaşma faslını
tamamladıktan sonra, arka bahçeye doğru yürüdü. "Ben fena
tırsıyorum bu sınavdan." dedi Selinda.
"Senin tırsmadığın bir şey yok ki." yanıtını verdi Kardelen. Bu esnada
spor lüks bir arabayla okulun kapısından, arabanın motorunu
bağırtarak giriş yaptı. Herkes İsrafil olduğunu tahmin ederken araçtan
inen uzun boylu, esmer tenli bir çocuktu.
Okula yeni bir öğrenci daha katılım sağlamıştı. MEKS uzaktan sadece
izliyordu. "Şuna bak ya artist." dedi Emrah.
Ders saatinin yaklaştığını fark eden MEKS daha fazla duraksamadan
içeriye girdi. Uzun koridorda yavaş adımlarla yürüyerek sınıfına
girdiler.
Olcay hocanın sınıfa girmesi ile hafif sessizlik oluştu. Beş dakika
geçmeden İsrafil de sınıfa hızlıca girdi, yerine oturdu. MEKS onun
yüzündeki, bu denli soğuk ifadeyi fark ettiğinde, hepsi birbirine
bakarak kaş, göz hareket eylemleri gerçekleştirdi.
Ardından, yüzlerini hocaya çevirerek devam ettiler. Sınav kâğıtları
dağılımını Olcay hoca yaptı. "Başlayabilirsiniz." sözünden sonra,
herkes kafasını kâğıtlara gömdü.
Emrah kafasını kaldırdı, gözlerini Olcay hocanın üzerine dikti. Onu
fark eden Olcay hoca, bir sorun var mı diye kontrol etmek için yanına
gitti. "Ne oldu Emrah? Neden yapmıyorsun?"
Emrah, kısık ve uğultulu bir ses tonu ile "yapmıyorum değil hocam,
yapamıyorum. Bir el atsanız birkaç soruya."
"Kendin yapsana kardeşim. Sınavda hocadan yardım istenildiği nerede
görülmüş?"
"Siz bilirsiniz hocam. Ya yardım edersiniz, ya da bütün üniversite
öğrenir." Olcay hoca, Emrah'ın gözlerine baktı, ardından kulağına
eğilerek soruları yanıtladı.
"Adamsın hocam."
"Bu son olsun." dedikten sonra, masasına geçerek oturdu. Sınavın
bitmesi ile kâğıdı ilk götüren Emrah oldu. Ardından, hemen
kafeteryaya indi.
Kendine kahve alarak, bir masaya oturdu. Diğer arkadaşlarının yanına
gelmesini beklemeye başladı. İsrafil, epeyce uğraşsa da başı ağrıdığı
için, sınavı kötü geçmişti.
Sınavdan sonra, dalgın bir vaziyette yerinde oturmaya devam etti.
Mehmet ve diğerleri de Emrah'ın yanına giderek birer kahve aldı.
"Sınav nasıl geçti?" diye sordu Kardelen.
"Vallahi on numara beş yıldız." diyerek yanıtladı Emrah.
"Ulan sen var ya... Ne adamsın oğlum ya, hocayı kullanıyorsun." dedi
Selinda.
"Ben bir çay alayım ya." diyerek sözü değiştirdi Emrah.
"Bu saatte çay mı içilir?" diye yanıtladı Mehmet.
"Çayın saati mi olur, İngiliz miyim ben?" cevabını alan Mehmet sustu.
Emrah, çayı alıp tekrar yerine oturdu. Çayını yanındakilere inat olsun
diye çekerek içmeye başladı. Bir gözü onlarda bir gözü çaydaydı. İyice
sinir olduklarını anladığında bardağı masanın üzerine bıraktı.
"Ee... Arkadaşlar, tatilde ne yapalım? Fikri olan var mı?" diye sordu
Mehmet.
Tatile daha 4 ay olmasına rağmen, erken plan yapmakta kararlıydı.
Selinda ve Kardelenden ses gelmeyince Mehmet, gözlerini Emrah'ın
üzerine götürdü.
"Vallahi hiç öyle bakma, tatile daha çok var. Tatilden önce benim
doğum günüm var, siz asıl onu düşünün bence."
Şaşaalı, mükemmel bir doğum günü hayal etmeye başladı Emrah.
Arkasına yaslandı, gözlerine birkaç pencere canlandırmaya başladı. O
anın mutluluğu ile yüzüne tebessüm ve hafif gülümsemeler sonucunda
diğerleri birbirine bakarak ne olduğunu anlamamış hâlde Emrah'a
yöneldiler.
"Ne oluyor? Memo iyi misin?" dedi Kardelen. Dikkati dağılan
Mehmet, "hiç" diyerek yanıt verip gülümsedi.
"Benim doğum günümde adalara gidelim, şöyle mükemmel bir
kahvaltı, ardından yemek, ondan sonra da sahilde uzanalım."
Selinda'nın bu sözleri üzerine Emrah, gözlerini ona dikti.
"Ihım, hanım efendiciğim, başka bir isteğiniz, arzunuz var mı acaba?
He varsa söyleyin hemen sizi boğalım."

Emrah'ın ağzından çıkan sözleri duyan Selinda elini boğazına götürdü.


"Tövbe tövbe ne dedik ya?" cevabını verdi.
"Anlayacağınız çok pahalı olur diyor Emrah kardeşimiz." dedi
Mehmet.
"Hey! O değil de notlar ne oldu ya? Açıklanmış mı baktınız mı?"
sorusunu yöneltti Kardelen.
Herkes ağzını büzdü bu onların tabiri ile "hiç bilmiyorum." oluyordu
birkaç dakika geçmeden masadan kalktılar, yavaş adımlarla ders
saatinin geldiğini anladıkları için, sınıfa doğru yol almaya başladılar.
İki dakika içerisinde kapıdan içeriye girerek herkes yerine oturdu.
Sınıfta yedi-sekiz kişi vardı. İsrafil, arka köşeye geçmiş elindeki kalem
ile kâğıda bir şeyler karalıyordu. Emrah, bu durumu fark eder etmez,
ona doğru usulca yaklaştı.
İsrafil'in dün geceden morali bozuk olduğundan , aklı pek sınıfta
değildi. "Hop! Ne yapıyorsun lan?" diyerek sırtına dokundu Emrah.
İsrafil, oturduğu yerden kafasını kaldırdı. Gözleri ile Emrah'ın
gözlerinin içine baktı. "Aşk sözleri yazıyorum ne oldu?" cevabını
verdi.
"Vaaayy! sen ve aşk sözleri ? Hayatta inanmam ver bakim şuna."
diyerek kâğıdı çekiştirip elinden aldı. Biraz yüksek sesle okumaya
başladı. "Aşk bir vişne ye ye kişne, aşk bir sudur iç iç kudur." sözlerini
okuyan Emrah, gülmekten diğerlerini okumaya devam edemedi.
"Bu aşk sözü ise, dünyada aşk kalmamış demektir." diyerek, uzaklaştı
ve kendi sırasına oturdu.
"Vaziyet çok vahim, kafa gitmiş, gitmiş." dedi Selinda kısık sesle,
dudağını ısırarak. Mehmet, ufak bir tebessüm attıktan sonra, hocanın
içeriye girmesi ile herkesi bir suskunluk kapladı.
"Herkese Merhaba! Ders başlasın, hepinize iyi dersler. Bugünkü
konumuz sinemaya giriş. Elbette 1. Sınıfta bu konu üzerinden
geçmişsinizdir fakat bir kez daha anlatmakta fayda var." diyerek derse
başlandı.
Uzun süren dersin sonunda, herkesi iyice bitkin bir hâl almıştı. Onları
kapsayan bir ders olsa da, sıkıcı geçiyordu. MEKS tayfasının bazı
şeyleri öğrenme çabası, ders ne kadar yoğun olursa olsun, onları pek
fazla etkilemiyordu.
Dersin bitmesinin ardından, herkes yavaş adımlarla sınıftan çıkmaya
başladı. İsrafil, kafasını kaldırdığında siyah kaşlarını çatmış,
gözlerine hafif kan toplanmıştı. İyice sinirlenmiş bir vaziyette sıradan
hızlıca kalktı, Emrah'ın yanına giderek burnuna yumruk attı.
"Burnum kırıldı galiba." diyerek yere düştü Emrah. Mehmet, onun
yere düştüğünü fark edince hemen, İsrafil'i kolundan tutarak
uzaklaştırdı. "Salak mısın oğlum sen he!"
Kolunu ittirip diğer tarafa doğru gönderdi onu. Ardından, Emrah'ı
elinden tutarak kaldırdı. Emrah sıraya oturdu. Burnunda ufak bir
kızarıklıktan başka bir şey gözükmüyordu. Sağ eli ile burnuna
dokunarak sağa sola çekiştiriyordu.
"Ulan ya benim burnum neden hiç kanamıyor. Canım burnum benim."
Selinda ne yapacağını bilmediğinden dolayı her zaman ki gibi
dudağını ısırıyordu.
Emrah, ayağa kalktı İsrafil'in yanına doğru usulca ve sakince yaklaştı.
"Ihım sen bana niye vuruyorsun kardeş?" diye sordu Emrah.
Diğerleri de arkasında bekliyordu. Emrah ellerini arkasına bağladı.
"Evet, seni dinliyorum." dedi.
"Çok sinirliydim, kusura bakma. Sinirim sana değildi ama önüme
direkt sen denk gelince sana nasip oldu. Nasıl burnuna bir şey olmadı
onu da anlamış değilim."
"Sen ne diyorsun, ben yarı süper Emrah'ım. Her canın sıkılınca bana
vuracaksan, haber ver de karşılıklı yapalım şunu."
İsrafil duydukları karşısında şaşkındı. Onun kafayı yediğini
düşünüyordu. "Emrah iyi misin? Ben burnuna vurdum kafana ne
oldu?"
Emrah, elini kafasına götürdü, saçlarını düzeltti. "Gördüğün gibi
yerinde." dedikten sonra, sınıftan dışarıya çıktı. Koridorda yavaş
adımlarla eli ile burnuna dokunarak devam ediyordu.
Helin, bir anda karşısına çıktı. Emrah, kafasını hafif kaldırdı o
olduğunu anlayınca yüzünde tebessüm oluştu. "Vaay naber güzellik?"
"Sana ne! İşine baksana sen!"
"En büyük işim sensin."
"Burnuna kim vurduysa söyle bir dahaki sefer daha iyi vursun."
dedikten sonra, yanından uzaklaştı. Emrah olduğu yerde öylece
kalakaldı.
Kısa bir zaman diliminin ardından, son derse girdiler. Ders siyasi tarih
olduğundan dolayı, epeyce zorlanıyorlardı. Yavaş yavaş dersin
sonlarına doğru yaklaşırken Selinda ve Kardelen kafasını sıraya
koyarak ders dinlemeyi bıraktı.
Bir süre sonra, ders bitti. Herkes yavaş yavaş dağılmaya başladı.
Emrah ve Mehmet, ayağa kalkıp sınıf kapısına kadar yürüdü.
Ardından, Selinda'ya seslendi. Oysaki dersin sıkıcılığından dolayı o
uyuya kalmıştı. Kardelen, bir- iki defa dürttü ardından, uyandı.
Tek gözü açık hâlde etrafı süzerken, "ne oldu kız saçaklı?" dedi
Kardelen'e. Bu sözün karşısında Kardelen, üzerine bakındı, saçlarına
elini götürdü. "Kalk kız gidiyoruz!" diyerek sesini yükseltti.
Selinda sitem ederek kalktı. Yavaş adımlarla diğerlerine katılarak
dışarıya çıktılar. "Ee... Ne yapalım bugün?" dedi Selinda. Herkes
suskun, bir şekilde fikir üretmeye çalışıyordu.
"Sahile gidelim mi? Çekirdek kola yaparız." dedi Kardelen.
Mehmet ve Emrah kafasını hafiften oynatarak onayladılar. Üç kişinin
tamam dediği bir şeye 4. Kişinin hayır deme olasılığı yoktu. Yavaş
adımlarla durağa doğru yürüdüler. Sahile giden belediye otobüsünü
beklemeye başladılar.
Otobüsün gelmesi, beş dakika kadar bir zaman aldı. Hemen binerek
sahile doğru yola koyuldular... Sahile geldiğinde, sağ tarafta bulunan
bakkaldan çekirdek kola almaya Mehmet gitti. Beş dakika içerisinde
alıp geldikten sonra, sahildeki taşların üzerine oturdular.
Sohbet iyice koyu bir hâl alırken araya giren çiçekçi kadın oldu.
Roman olduğu konuşma şivesinden belliydi. Konuşmadan anlamak
isteyenler de, giydiği renkli kıyafetlerden ve etekten anlayabilirdi.
"Birer çiçek alın şu güzelim kızlara." diyerek Emrah'ın yanına eğildi.
"Ablacım, bunlar diken, çiçek versem kendisi yer." dedi Emrah. Orta
yaşlardaki kadın, hâlâ ısrarla almaları için üsteliyordu.
Mehmet, en sonunda dayanamadı gitmesi için, bir tane çiçek alarak,
10 lira uzattı. Çiçeği alarak Kardelen'e verdi. Kadın ardından,
Selinda'nın yanına giderek, "elini uzat bakıyım" dedi.
Selinda, elini uzattı kadın onun avucunun içinde elini gezdirdi. "İçinde
bir sıkıntı var" dedi. "Neymiş o?" diye sormasının ardından, "bir şeyler
at falına bakarım" diyerek yanıtladı.
"Ne kadar?" diye sormaktan çekinmedi Selinda. Diğerleri de suskun
bir vaziyette kadını dinliyordu. "30 lira yeterli" dedi. Kadın bu sözü
söyledikten sonra, Emrah söze girişti.
Yavaşça kadına doğru yaklaştı. "Ablacım elini uzatır mısın?" diye
sordu.
Kadın elini uzattı, onun yaptığının aynısını yaparak, "içinde çok büyük
dertlerin var, devası da var" dedi.
"Sen nereden biliyorsun?" dedi kadın. Emrah, kadının koyu
kahverengi gözlerinin içine bakarak, "boş ver nereden bildiğimi sen,
30 lira istiyorsun ben 10 liraya söylerim sana" diyerek yanıtladı.
Kadın birkaç saniye düşündükten sonra, Mehmet’ten aldığı 10 lirayı
Emrah'a uzattı. Parayı alır almaz cebine koydu, ardından kadının
avucunun içinde elini gezdirdi. "Senin çocukların var, onları okut
hepsi birer meslek sahibi olacaklar, sana para getirecekler. Durumun
her gün iyiye gidecek, içini ferah tut ve her şeyin düzeleceğine inan."
dedikten sonra, avucunu kapattı. Kadın başını hafif sallayarak, yoluna
devam etti. Mehmet ve diğerlerinin ağzı açık kalmıştı. "Nereden bildin
ulan o kadar şeyi." dedi Kardelen.
"Peh ne bilmesi? Hepsini salladım. Siz para verseydiniz aynı şekilde
size sallayacaktı. Niye bu kadar saf oluyorsunuz ki? Neyse çiçek
parasını da geri aldım." diyerek kahkaha attı.
"Ver bakıyım kanka 10 lirayı, benim paramdı o"
"O çiçekçiye vermeden önceydi, ben ondan aldım" diyerek bir kez
daha hep beraber kahkaha attılar.
Mehmet, biraz bozulmuş gibi olsa da ortama uyum sağlıyordu.
Selinda'nın yüzü asılmıştı Emrah, ona yavaşça yaklaştı, elini omuzuna
attı. "Ne oldu saf kardeşim? Moralin mi bozuk senin?"
"Ya bir dur iki dakika trip atacağım, onu da attırmıyorsun."
"İyi tamam at." dedikten sonra, Selinda onun saçlarını çekti ardından
ayağa kalktı. Eline bir kaç taş parçası alarak, denize atarak sektirmeye
başladı. Diğerleri de ona uyarak, aynısını yapmaya başladı.
İsrafil, canı sıkkın hâlde eğlenmek için, yeni bir şeyler bulmak üzere
arabasına binerek, gezinmeye başladı. En sosyetik, ilçelere giderek,
spor arabasında müziği son ses açarak, eğleniyordu.
Arada aracın gaz ve frenine yükleniyor, egzoz sesi çıkartıyordu.
Etraftaki kızların dikkati onun üzerinde idi.
İsrafil, başını tamamen kızlara doğur çevirdi. Dikkatini onlara
yönetmesi sonucunda, önündeki, arabaya arkadan hafifçe vurdu. O
anın korkusu ile frene bastı.
Hatalı olduğu çok aşikârdı. Ön araçtan inen, genç kadın bir hırçınla
ona yaklaştı. "Önüne bakmıyor musun sen be adam!"
Sesini yükseltmesinin ardından, İsrafil aracından indi. "Özür dilerim,
hanımefendi fark etmedim."
"Fark edilmeyecek ne var ki? Önde trafik var, gaza basmadan
gidiyoruz. Ehliyeti nereden alıyorsunuz siz ya?"
Kadın epeyce sinirlenmişti. İsrafil hatalı olduğu için, pek ses
çıkarmasa da kadının bu denli sesini yükseltmesi onu çileden
çıkartmaya yetti.
"Yeter! Ne bu ya dır dır bir sus motorun soğusun. Neyse masrafı
karşılarız." diyerek sesini yükseltti.
Kadın iyice, yaklaşarak "kes sesini!" diye bağırdı. İsrafil, bir anda
sustu. Gözleri büyüdü iyice tırsmıştı. Sadece "tamam" diyebildi kısık
bir sesle tonu ile. Kadın, trafik polisini aradı. Yarım saat içerisinde
geldi, tutanak tutuldu ardından herkes kendi yoluna devam etti.
İsrafil arabayı pek umursamıyordu. Arabasını servise götürdükten
sonra, orada ki lüks bir kafeye giderek bir kaç yemek atıştırdı.
Ardından, aracın hasarının bitmesini bekledi.
MEKS tayfası iyice eğlendikten sonra, evlerine doğru yola koyuldular.
Her zaman ki gibi, biraz ilişmeli bir yolculuk geçirdikten sonra,
vedalaşma faslı gelmişti. Hepsi, birbirini teker teker öptükten sonra,
ayrıldılar.
Kızlar Emrah'ı öpmekten çekiniyordu. Çünkü o uyuzluk yapmak adına
sulu sulu öpüyordu. Herkes evlerine doğru yok almışken, Helin şu an
ki, sevgilisi ile evinin önünde sohbet ediyor, kahkahalar atıyordu.
Emrah da kafası hafif eğik şekilde, eve yaklaşmıştı. Beş- altı dakika
içerisinde, evin önüne geldiğinde Helin'in yanında ki, sarışın 1.80
boylarında kaslı çocuğu fark etti. Onu ilk kez Helin'in yanında
görüyordu. Daha yeni tanıştıklarını anlamak onun için zor olmadı.
Birkaç dakika tam anlamıyla ne olduğunu, nasıl uzaklaştırabileceğini
düşünmeye başladı... Bir fikir bulur bulmaz, elini yüzüne götürdü
burnunu hafif çekti. Kapüşonunu kapatarak hızlıca onların yanına
gitti.
"Vay aşkım nasılsın? Ne yapıyorsun ya? Okuldan erken çıkmışsın,
sevgilini nasıl geride bırakırsın."
"Ne sevgilisi ne diyorsun sen salak."
"Bu kim Helin?"
"Salağın biri işte ya."
"Şist ayıp oluyor. Sen ona, söylemedin mi sevgilin olduğunu?"
Helin, iyice telaşlanmaya başladı. Yanındaki çocuğun gözleri, onun
üzerinden ayrılmıyordu kaşlarını çatmıştı. Bunu fark eden Emrah,
üstelemeye devam ederken çocuğun sinirleri iyice bozuldu.
"Allah belanı versin senin! Bir daha sakın karşıma çıkma!" dedikten
sonra, yol kenarındaki, kırmızı spor arabasına binerek uzaklaştı.
Emrah, onun gitmesinin ardından, kahkaha atmaya başladı.
"Naber canım?" dedi gülerek.
Helin iyice sinirlendi, "Geri zekâlı hayatıma karışma!" diyerek evine
girdi kapıyı hızlıca kapatmasının ardından, Emrah gözlerini yumdu.
Biraz zaman geçtikten sonra, o da evine girdi. Hızlıca odasına çıktı.
Selinda'nın eve girmesi ile evden çıkması bir oldu. Evde onlarca insan
vardı, çok fazla kalabalık olduğundan dolayı dışarı da kalmayı tercih
etti. Evde ile ilgili bir davet olduğunu öne sürüyordu. Annesinin
işinden başka bir şey ile ilgilendiği yoktu zaten.
İç sesi ile "Ben neden dışarıda kalıyorum ya?" diyerek içeriye girdi.
Hızlıca kendi odasına çıkarak, rahat bir nefes aldı. Selinda telefonunu
şarja koyduktan sonra, yatağına uzandı. Birkaç dakika geçmedi odanın
kapısı çaldı.
Gelen Selinda'nın babası, Remzi bey idi. "Müsait misin kızım?"
Selinda babasına çok düşkün idi. Hemen ayağa kalkarak kapıyı kendisi
açtı. Boynuna sarıldı, "seni özledim" dedi.
Odanın kapısını kapattıktan sonra, yatağın üzerine oturarak güzel ve
eğlenceli bir sohbete başladılar.
Mehmet'in eve gitmesi ile Sema hanımın kapıya koşması bir oldu.
"Oğlum iyi misin? Bir şeyin var mı?" diye telaşlanarak sorular
sormaya başladı. Mehmet annesinin bu denli telaşlanmasını onun
sağlığı açısından iyi görmüyordu.
Nereye giderse gitsin, annesinde hep bir telaş olduğundan dolayı
üzülüyordu. Mehmet "merak etme anne iyiyim" diyerek odasına girdi.
Yatağına uzanır uzanmaz telefonu eline aldı.
Kardelen odasında uzanırken annesi kapıdan içeriye girdi. "Kızım
benim geceliği gördün mü? Bulamıyorum ya"
"Anne, ben nasıl görebilirim ki senin geceliğini?"
"Sen de haklısın, o kadar büyük burnun var ki, onun yüzünden hiçbir
şey göremiyorsun." Bu sözün ardından, Kardelen'in yüzü düşmüştü.
Elini sürekli burnuna götürüyor, odasındaki boy aynasına bakarak
burnuna dokunmaya devam ediyordu.
Psikolojik olarak, bir çöküntü içine girdi. Annesi "hıhh" diyerek
odadan çıktı. "Benim burnum büyük değil ya" diyerek sitem ediyordu.
Hemen WhatsApp grubuna girerek, "gençler çok kötüyüm ya" diye
yazdı.
Ardından, tekrar ayna karşına geçerek, burnuna dokunmaya devam
etti. Telefonuna gelen mesaj sesi ile hemen telefonu eline aldı.
Mehmet cevap vermişti "ne yapalım?"
"Ulan Mehmet seni döverim bak!"
"Haydi, söyle beni nasıl döveceğini, haydi söyle rüyalarında
göreceğini." diyerek dalga geçiyordu. Kardelen'in epeyce sinirleri
bozulmuştu.
"Annem, senin burnun çok büyük dedi bana ya, moralim iyice bozuldu
ulan."
"Fotoğraf at bakıyım." diyerek ilk cevabı veren Selinda oldu. Kardelen
aynanın karşına geçip fotoğraf çekti.
Gruba atmasının ardından, Selinda ve Mehmet'in yazıyor...
Olduklarını gördüğünde biraz titreme gelmişti Kardelen'e.
Onlardan önce, Emrah "oha for!" diyerek yazdı. Kardelen'in Emrah'ın
tepkisine karşı iyice gerildi. Selinda, "kız senin burnuna ne oldu öyle?"
"Vallahi hiç bilmiyorum ya, annem böyle dedi." diyerek yanıt verdi
Kardelen.
"Kız! Yalan mı söyledin? Gerçek pinokyo sen misin yoksa?" diyerek
kahkaha emojileri atmaya başladı.
Kardelen internetini kapatarak, morali bozuk bir şekilde, tekrar
aynanın karşısına geçti. Bir rahatsızlıktan dolayı mı yoksa sürekli
böyle mi kalacağı konusunda bir fikir üretmeye çalışsa da bir şey
bulamadığı için, hemen annesinin yanına gitti.
"Anne! Ne olmuş bana ya? Doktora gidelim hadi." diyerek annesini
ikna etme çabalarına girmeye başladı.
Öte yandan İsrafil, aracın tamiri, bakımı bittikten sonra ödemeyi
yaparak, evine doğru yola koyuldu. İsrafil her ne kadar evdekiler
öğrenmeden bu olayı kapattığını düşünse de evdekiler kaza yaptığı
haberini çoktan almıştı.
Yarım saat bir süre zarfında İsrail eve geldi. Arabasını otoparka çekti.
Yavaş adımlarla eve girdi. Salonda onu bekleyen babası vardı. Ona
rastlamadan, odasına çıkmak için hızlıca eve girerek, merdivenleri
çıkmaya başladı.
Fakat tahminleri birbirine uyuşmadı ve merdivenleri çıkarken "İsrafil
buraya gelir misin?" diyerek babası çağırdı ciddi bir ses tonu ile.
İsrafil, olduğu yerde kaldı. Yavaşça arkasını dönerek, merdivenleri
tekrar inmeye başladı. Babasının yanından geçerek salona geçti en
başköşede olan kırmızı koltuğa oturdu.
Babası da arkasından geldi. "Araba ile kaza yapmışsın? Ne
düşünüyordun? Ne derdin var senin oğlum! Para desen veriyoruz,
araba desen veriyoruz, iyi bir okula gidiyorsun. Daha ne yapmamız
gerekiyor senin için? Haydi, söyle onu da yapalım."
"Her şeyi ev, araba, okul mu zannediyorsunuz? En son ne zaman
beraber vakit geçirdik?" dedikten sonra, hızlıca odasına çıktı.
Babası o gittikten sonra, onun boş bıraktığı koltuğa oturdu. Aklından
onun ne kadar haklı olduğunu düşünse de iş sebepleri dolayısı ile ilgi
gösteremiyordu.
"Gençler yarın okuldan sonra, pizza yemeye gidelim mi? Ne
dersiniz..." diyerek gruba yazdı Mehmet.
Bunu gören Emrah, hiç fırsatı kaçırmadan her zaman olduğu gibi
beleşten geçinmeye çalışıyordu. "Vay adamım benim ya, ulan var ya
en çok seni seviyorum ben. Ama söyleyeyim bana 2 tane alacaksın."
Selinda, ardı ardına kahkaha emojileri atmaya başladı. "Ben, alman
usulü yaparız demiştim. Hemen beleş diye atlıyorsun aç pislik seni"
diyerek gülücük attı.
"Ne yani sen şimdi bana pizza ısmarlamıyor musun? Püü sana bir de
kardeşim olacak hıhh" diyerek trip atmaya başladı.
Selinda söze atlayarak, "tamam be ben alırım" dedi. Onlar sohbet
ederken, Kardelen hastane köşelerinde beklemeye başlamıştı.
"Doktor bey, neyim var? 1- 2 saat öncesine kadar normaldi."
"Efendim, yediğiniz bir şey alerji yapmış çok, telaşlanmanıza gerek
yok. Sabaha kadar geçeceğini ümit ediyorum." Kardelen'in doktor ile
arasında geçen diyalogdan sonra, Kardelen'in yüreğine adeta su
serpilmiş gibi rahatlamıştı.
"Beyefendi! Bu şekilde birkaç hafta kalma olasılığı yok mu? Her gün
aynaya bakıyor, ben yoruldum ayol. En azından birkaç hafta
kurtulurum bir daha bakamaz." dedi Suzan hanım.
Genç, mavi gözlü doktor gülerek "maalesef" dedi. Ardından,
teşekkürlerini sunarak hastaneden çıktılar. Kardelen, annesinin koluna
şaka niyetine cimcik attı. "Ayh ne oluyor ya" dedi Suzan hanım.
"Sen benim güzelliğimi neden çekemiyorsun annecim. Hı?
Kıskanıyorsun değil mi? Çatla..." diyerek kahkaha atmaya başladı.
Suzan Hanım yüz vermeden aracına binerek eve doğru yola
koyuldular.
Kardelen, mutlu bir şekilde telefonunu cebinden çıkardı. "Dalga
geçiyordunuz alerji yapmış yediğim bir şey. Yarın sabaha geçer dedi
doktor. Ama bu yaptıklarınızı yarın size ödeteceğim yani bilginiz
olsun."
"Kız! Sen benim kola parasını öde ondan sonra, biz ödemeye bakarız."
diyerek kahkaha emojileri attı Emrah.
Emrah'ın bu sözü üzerine, “Ulan sen ne beleşçi adamsın. Ailen de o
kadar zengin oysaki." dedi Mehmet.
"Vallahi benim, ailem sizsiniz siz de fakirsiniz benim suçum yok."
diyerek güldü. Bunun üzerine Mehmet, nokta koyarak başka bir şey
yazmadan telefonu şarja koyarak başını yastığına koydu.
Yorganını kendi bedenine tamamen sardıktan sonra, uyudu. Emrah,
gruba yazmayı bırakarak, okuldan numarasını aldığı bir kaç kızla
sohbet etmeye başladı.
Selinda da yatağına iyice uzanarak uyuma çabalarına girdi. Kardelen
eve henüz yeni gelebilmişti. Gruba yazmasına rağmen kimseden cevap
alamadığından dolayı, hızlıca odasına girdi. "Kudur, ağla" yazdı
Emrah.
Yazdıktan sonra, hemen engel attı. Onun özelden kendisine
saydıracağını biliyordu. Kardelen, her zaman yaptığı gibi özelden
saydırmaya başlasa da engel attığını anlamıştı. O bunu daha fazla sinir
etmişti.
Telefonunu şarja koydu. Gardırobundan çıkardığı pembe geceliğini
giyerek yatağına uzandı. Herkes uyumuş, Emrah ise hâlâ kızlarla
muhabbet ederek, eğlenmeye bakıyordu.
Saniyeler, dakikaları; dakikalar, saatleri kovaladı. Yeni bir gün, yeni
dostluklar, yeni muhabbetler ve yeni deli etmeler, çıldırtmalar için
herkes yatağından kalkarak okula gitmek için hazırlanıyordu.
Kardelen, sabah kalkar kalkmaz, aynaya baktı. Burnuna bir kaç kez
dokunduktan sonra, eski haline geldiğini anladığında yüzünde
tebessüm oluştu.
O arada kapının çalması ile “Gir" dedi. İçeriye giren, Olcay bey idi.
"Kızım ne yapıyorsun?" diyerek şaşkın bir bakış attı. "Hiç baba, akşam
alerji olmuşum da burnum biraz şekillenmişti şimdi geçmiş." diyerek
yanıtladı.
Kızının elinden tutarak yatağın üzerine oturdular. Baba kız arasında
güzel bir sohbet başlamıştı. Bir taraftan da Emrah, uykusundan
uyandı. Geceliğin çok geç yatmasından dolayı, uykusunu alamamıştı.
Sabah uyuşuk bir hâlde, yatağından kalkarak üzerini değiştirdi.
Hızlıca kahvaltı yapmadan, evden çıkarak okula doğru yola koyuldu.
Anne ve babası hâlâ uyuyordu. Elinden geldiğince onlara
gözükmüyor, sohbet etmiyordu. Çünkü ona göre onun tek ailesi
MEKS idi.
Mehmet, sabah kalkar kalkmaz, annesi başında bitti. "Günaydın oğlum
hadi kahvaltı yapalım" dedi. Mehmet, annesinin çıkmasını söyledikten
sonra, üzerini değiştirdi. Salona geçti, anne ve babası kahvaltıya
başlamışlardı.
"Gel oğlum." diyerek masayı tarif etti babası. Mehmet, babasının
yanındaki sandalyeye oturarak kahvaltısını yapmaya başladı.
Selinda, çoktan hazırlanmış evden çıkmıştı. Okula doğru yol alırken
kaslı, sarışın, yeşil gözlü bir çocuk dikkatini çekti. "Uhaa!" içinden
demesi gerekeni sesli söylediğinde utandı. Başını hemen önüne eğdi
yavaş adımlarla devam etmeye başladı.
Onu fark eden çocuk, arkadaşının yanından ayrılarak Selinda'nın
kolunu arkasından tuttu. Selinda, o an ki korku ve refleks ile arkasını
döner dönmez tokadı çocuğun yüzüne patlattı.
Ardından, çocuğun olduğunu fark ettiğinde, “Ayy çok pardon ya"
dedi.
Ardından, bir tokat daha patlatarak “Kolumu niye tutuyorsun salak!"
diyerek yoluna hızlı adımlarla devam etti. İsrafil ise her zamanki gibi
okula gitmek istemese de yapacak başka bir şey olmadığından, zaman
geçirmek istediğinden dolayı okula gidiyordu.
Üzerini değiştirerek kahvaltı yapmadan evden çıkarak otoparka gitti.
Arabasına binerek o da okula doğru yol almaya başladı. Yaklaşık on
beş dakika içerisinde okula geldi.
Aracını okulun önüne park ettikten sonra, yavaş adımlarla okula
girerek sınıfına çıktı. MEKS yarım saat içerisinde, okulun önünde
buluştu. Selamlaşma faslı bittikten sonra okula giriş yaptılar.
Emrah, koridorda Sefa hocayı görmesi ile hızlıca onun yanına doğru
yaklaştı. "Naber hocam?"
"Sana ne? Hayırsız ne var yine? Ne istiyorsun?"
"Çok ayıp hocam, hâl hatırda mı soramayacağız." dedi Emrah.
"Sen bırak, nasılsın diye sormayı çıkarın olmasa ölene su vermezsin."
Emrah, olduğu yerde biraz durdu.
"Şey... Şu notlarda biraz yardımcı olsanız diyorum." Sefa hoca cevap
vermeden yoluna devam etti. Emrah, sağ kolunu yukarı kaldırıp
bacağına vurduktan sonra diğerlerinin yanına sınıfa çıktı.
Sınıfın boş olduğunu fark eden Emrah, en arkaya İsrafil'in yanına
oturarak sohbet etmeye başladı. "Moruklar dersten sonra arkada basket
maçı yapalım mı? İkiye iki ne diyorsunuz?" dedi Mehmet.
Selinda ve Kardelen başını hafif oynatarak onayladılar. Ders Sefa
hocanın dersi idi. Sınıfa girer girmez, herkes kendi sırasına yerleşti.
Emrah, Kardelen'in yanına oturdu. "Naber kız saçaklı" diyerek güldü.
Kardelen ne kadar rahatsız olsa da Emrah'a dil çıkarttı ardından tekrar
önüne döndü. Sefa hoca derse giriş yaptı...
Ders bitiminden sonra "hadi Emrah" dedi Mehmet. Nereye gittiklerini
sormadan hızlıca peşlerine takıldı. Okulun arka bahçesinde ki orta
büyüklükte basket sahasına girdiler.
"Benimle Selinda, seninle Kardelen. Kaybeden kazanana bugünkü
pizzaları ısmarlar." dedi Mehmet.
Bunu duyan Emrah, dilini dudaklarında gezdirdikten sonra "hadi
başlayalım" dedi. "Kız saçaklı güzel oynuyor, kazanıyoruz." dedi
Emrah.
Maç başladı ilk on beş dakikayı Mehmet'in takımı önde bitirdi. "Bir
dakika sen ne yapıyorsun ya? Arkamızı dönüyoruz sarılıyorsun olmaz
ama böyle." dedi Emrah Selinda’ya."
Yarım saat maç yaptıktan sonra, Emrah ve Kardelen kazandı. İkisi
birden "gelsin pizzacıklar" diyerek sahanın içinde dans etmeye
başladılar.
Ardından, lavaboya giderek ellerini, yüzlerini yıkadılar. Sonrasında
hızlıca koşarak sırada ki derse girdiler. Hoca da beş dakika geçmeden
sınıfa giriş yaptı. Epeyce sinirli, stresli olduğu tavırlarından belliydi.
MEKS birbirine kaş, göz işaretleri yaparken, hoca elini masaya vurdu.
Herkes titredi bir kaç kişi sınıfı terk etti. "Hocam! Ayıp oluyor."
diyerek sesini yükseltti İsrafil.
Hoca kafasını kaldırdı. "Kes!" diye bağırmasının ardından "tam." dedi
kısık bir sesle.
Zor geçen bir dersin ardından, herkes sınıftan çıkmaya başladı. MEKS
tayfası hep beraber okuldan çıktı. Okulun beş yüz metre kadar
ilerisinde ünlü bir pizzacı vardı. Yürüyerek oraya doğru yol almaya
başladılar.
"Ya kazanıp yemeninde tadı bir başka olur şimdi. Şimdiden
söylüyorum en az üç tane ben yerim."
"Oha! Bir tane dedik abartma istersen?" diyerek yanıtladı Selinda.
"Bana ne Mehmet adet söyledi mi? Yoo önü açık bırakmasaydı."
Hemen Emrah atladı söze.
Sonunda tartışarak, pizzacının önüne gelmişlerdi. Emrah en önden
girerek, üç tane istediğini belirtti. Kardelen de bir tane istedi.
Emrah, kafasını eğerek Kardelen'in gözlerinin içine bakmaya başladı.
"Ne?" Oldu Kardelen'in tepkisi.
"Kız bir tane ile insan mı doyar?"
"Diyetteyim ben canım."
Emrah, kasiyere dönerek "abiciğim sen iki tane ver buna, bir tanesini
ben yerim." dedi. Ardından, kendine aldıklarını alarak masaya geçip
oturdu. Yavaş yavaş tadını çıkartarak yemeye başladı.
"Seni pislik aç herif." diyerek gülmeye başladı Mehmet.
Hesapların Selinda ve Mehmet'e kalmasının ardından, yavaş adımlarla
dışarıya çıktılar. Emrah, eli ile karnını okşadı. "Eyvallah kardeşim.
Her zaman beklerim yalnız."
"Onu boşver, 1 ay sonra kamp var ne diyorsunuz? Hep beraber gidelim
mi?" dedi Kardelen.
Yavaş adımlarla ilerlerken kimseden ses çıkmadı. Kardelen, tekrardan
aynı soruyu yönelttikten sonra, herkesin gözlerine tek tek baktı.
"Bana uyar baba. Ben zaten eğlenecek yer arıyorum." dedi Mehmet.
Selinda da başını sallayarak onayladı. Tek cevap vermeyen Emrah
kalmıştı. O da biraz duraksadıktan sonra, "Helin gelirse gelirim." dedi.
Mehmet, yavaşça onun sol tarafına geçerek, sağ omuzu ile omuz attı.
Emrah dengesini kaybederek yere kapaklandı. Hemen onun yanına
giderek, elinden tuttu kaldırdı.
"Ne yapıyorsun oğlum ya!" dedi Emrah, biraz sinirlenmiş vaziyette.
Ardından, üzerini biraz silkeledikten sonra, "tamam geliyorum." dedi.
...1 ay sonra
Kampa gitmek için üniversitenin önünde herkes toplanmıştı. MEKS
tayfası Okulun merdivenlerine oturmuş sohbet ederek bekliyorlardı.
Helin'in kırmızı dekolteli elbisesi ile okulun önüne gelmesi, Emrah'ı
mest etmişti. Ağzı açık, gözleri büyümüş vaziyette ona bakakaldı.
Sadece o değil, kampa giden çoğu kişi onun büyüleyici güzelliğine
hayran kalmıştı.
"Zilliye bak ya iki kilo makyaj yapmış. Gören kampa değil, podyuma
gidiyor zanneder." dedi Kardelen.
Mehmet, kafasını Kardelen'e doğru çevirdi. "Sus kız çarpılacaksın
şimdi." dedi. Kardelen'in kıskançlıktan içi içini yiyordu. Tırnaklarını
yemeye başlamıştı.
"Biz ne zaman böyle olacaksak..." diyerek söze dahil oldu Selinda.
Ona da cevap gecikmeden Emrah'tan geldi. "Ayın otuz ikisinde sende
böyle olursun canım." dedi.
Selinda, günleri parmakları ile tek tek saymaya başladı. İki defa
bulamayınca "ya bir ay otur iki gün değil ki."
"Heh jeton yeni düştü." diyerek hep beraber kahkaha atmaya
başladılar. İsrafil, arkadan yavaşça geldi çömeldi.
"Ben buna kız demeye utanırım gençler." diyerek MEKS tayfasının
yerinden hoplamasına sebep oldu. "Ulan değişik misin oğlum sen? Ne
diye sessiz geliyorsun." Ddye yanıtladı Mehmet.
"Ama haklısın, o bir melek, huri." Onlar sohbet ederken, şoför otobüsü
çalıştırmıştı. Hemen çantalarını alarak otobüse bindiler. İsrafil, kendi
spor arabası ile otobüsün peşinden geliyordu.
Arada önüne geçerek, kızlara hava atmaya çalışıyordu. Otobüste
herkes son ses müzik eşliğinde dans ediyor, eğleniyordu. Emrah da
Helin'e yaklaşma çabalarına giriyordu.
Helin, en arka sağ köşede oturmuş, telefonda mesajlaşıyor idi. Emrah
herkes eğlenirken bunu fırsat bilerek, en arkaya onun yanına oturdu.
"Selam bebek, ben kelebek."
"Ulan üç günlük ömrün var, ilk günden yazık ettirme kendine."
diyerek yanıtladı Helin. Emrah, olduğu gibi kaldı. Hemen başka bir
şeyler düşünmeye başladı.
"Üç günlük dünyada, üç günlük ömrümüz olsun güzelim ama seninle
olsun." Emrah'ın yanıtı üzerine Helin, telefonuna odaklandı. Emrah
kendi kendine konuşuyor ama hiç bir şekilde cevap alamıyordu.
En sonunda, "yelloz." diyerek kalktı. Öne doğru ilerledi, kendi
koltuğuna oturdu. Üç saat süren yolculuğun ardından, sonunda
gelebilmişlerdi. Herkes arabadan indi. Hocaların "çadırınızı kurun."
Talimatından sonra, herkes çadırları kurmaya başladı.
Helin, kendi çadırını kurmaya çabalarken sonuç, olumsuz oluyordu.
Kardelen, onu fark eder etmez, yanına ilerledi. "Yardım edebilir
miyim canım?"
Helin, başını salladı. "Ay çok teşekkür ederim güzelim." dedi.
Kardelen'in çadırı kurması on dakikasını aldı. Helin, tekrar teşekkür
ettikten sonra, Kardelen tebessüm ederek ayrıldı.
Emrah ve Mehmet, aynı çadırda. Kardelen ve Selinda aynı çadırda
kalacak şekilde ayarladılar. Hava yavaştan, yavaştan kararmaya
başlamıştı. Bütün herkes bir araya toplanmış, ortaya da ateş yakılmıştı.
"Arkadaşlar, biraz sessiz olalım. Jale hocamız şimdi bize o naif, güzel,
seksi sesi ile şarkı söyleyecek." dedi.
Jale hoca, elini ağzına götürdü. Şaşırmış gibi bir tavır aldıktan sonra,
naz yapmaya başladı. İsrafil, en sonunda dayanamadı. "Hadi! Hocam
sanki kız istiyoruz, altı üstü bir şarkı söyleyeceksiniz."
diyerek sitem etti. Herkes kafasını bir an da ona çevirdi. "Madem o
kadar kolay, sen söyle o zaman." diyerek yanıtladı.
İsrafil, bu cevabı alacağına adı gibi emindi. Bir dakika zaman
geçmeden, "işte gidiyorum" adlı eseri söylemeye başladı. Naif
yumuşak bir ses tonuna sahipti. Herkes ağızı açık bir hâlde onun
muhteşem sesini hayranlıkla dinliyordu.
Şarkının bitmesinin ardından, herkes birden alkışlamaya başladı.
"Helal olsun ulan." dedi Sefa hoca. Mehmet de bunun üzerine gaza
gelerek, "bende başlıyorum." dedi.

Sefa hoca, onay verdikten sonra o da söylemeye başladı. "Kış masalı"


adlı eseri söylemeye başlar başlamaz, “Dur!" dedi Jale hoca.
Sesi insan kulağını tırmalıyor, rahatsız ediyordu. Herkes kulağını kısa
bir sürede olsa kapatmıştı. "Oğlum, sen söylemeye hastane yok
burada." dedi.
Böyle bir cevabın ardından, MEKS kahkaha atmaya başladı. Mehmet,
sesinin kötü olduğunu bildiği için, sadece makara olsun diyerek
söylemek istemişti.
Uzun süren bir sohbetten sonra, herkes çadırlarına girdi. İsrafil ise,
kendi aracının üzerini kapatarak içinde uyudu. Gecenin ilerleyen
saatlerinde bir çığlık ile herkes uyandı.
Çığlığı atan, Helin idi. Çadırı kafasına yıkılmıştı. Herkes çadırından
hızlıca çıktı. Onun kafasına düşen çadırı hep beraber kaldırdılar.
Kardelen, olduğu yerde duruyor, kahkaha atıyordu.
Çadırı kurarken ki kurnazlığı ile bunu başarmıştı. Helin'i çıktıktan
sonra, olduğu yerde debelenmeye başladı. Kardelen'in kahkahalarını
fark ettiğinde, onun gözlerinin içine bakarak kafasını salladı.
Emrah, usulca Kardelen'in yanına sokuldu. "Sana hiç yakışıyor mu
böyle bir meleği kızdırmak." diyerek gözlerinin içine baktı.
Kardelen, kaşlarını indirerek ona bir bakış attı. Emrah, tekrar
Mehmet'in yanına gitti. "Bu kızlardan korkulur kanka. Sağı solu hiç
belli olmuyor." dedi.
Mehmet, cevap vermeden çadıra girerek uyudu. Emrah da onun
peşinden girdi. "Sana güveniyorum kardeşim." diyerek o da uyudu.
İsrafil'in uykusu derin olduğundan dolayı, arabasında hiç bir şeyden
haberi olmadan uyuyordu. Herkes olay bittiği için tekrar çadırlara
girerek uyudu.
Helin, yatmasına rağmen, hâlâ gözleri açık bekliyordu. Tekrar aynısı
olması korkusu onu uyumaktan alıkoyuyordu.
Sabahın ilk ışıkları ile Jale hoca bağırarak herkesi uyandırmaya
başladı. Kendisini komutan zanneder gibi sağa sola emir yağdırıyordu.
Herkes yavaş yavaş çadırından çıktı.
"Hadi! Uyanın artık. Ne bu hâl biraz canlı olun." diye bağırdı.
"Ulan oğlum bu kadın sabah sabah neyin kafasını yaşıyor?" dedi
Mehmet. Emrah, ayakta gözleri kapalı uyumaya devam ediyordu.
"Sefa hocanın kafası." diyerek yanıtladı.
İsrafil, arabanın içerisinde hâlâ uyuyordu. Sefa, hoca aracının camına
hızlıca vurarak onu da uyandırdı.
Mehmet ve Kardelen'in telefonları aynı anda çalmaya başladı. İkisinin
de anneleri arıyordu. Jale hocadan izin alarak telefonu açtı Mehmet.
"Efendim anneciğim."
"Oğlum, nasılsın iyi misin? Gittiniz mi?" dedi.
"Evet, anne merak etme her şey yolunda."
"Tamam, oğlum aman hasta olma verdiğim battaniyeleri üzerine ört."
"Tamam, anneciğim şimdi hocayla işimiz var. Yine görüşürüz öptüm."
diyerek telefonu kapattı.
"Ulan kaç yaşına geldiniz hâlâ anneniz olmadan bir şey
yapamıyorsunuz." dedi Sefa hoca. Bir kaç dakika geçmedi, onun da
telefonu çalmaya başladı. Arayan annesi idi. Öğrencilere baktı,
telefonu cebine koyarak "ben birazdan geliyorum." dedi.
Hızlıca ormanın içine doğru gitti telefonu açtı. "Efendim anne?"
"Hayırsız, kulağını çekeceğim senin."
"Ne oldu anne?"
"Benim ilaçları neden dolabın üzerine koydun? Bir metre boyum var.
Beni hiç mi düşünmüyorsun?"
"Unutmuşum anne özür dilerim."
"Gerek yok, Leyla kızım alıp verdi bana. Hadi kapat." Sabah güzel bir
fırça yiyerek başlamak ona kötü hissettirmişti. Tekrar öğrencilerin
yanına gitti. Hiç bir şey olmamış gibi bozuntuya vermeden devam etti.
Dersi burada görüyorlar idi. Herkes sohbet ederek ders işliyorlar idi.
Saatler geçti, yine hava karardı. Herkes yorgun, bitkin düşmüştü.
MEKS tayfası hep beraber gecenin karanlığında ormanın içine doğru
yürüyüşe çıktılar.
İsrafil, onların peşine uzaktan giderek takıldı. Bir süre sonra, gözden
kaybetti. Gecenin karanlığında korkmaya başladı. "Emrah!
Neredesiniz?" diye seslenmeye başladı.
Biraz daha yürüdükten sonra, bir karartı gördü. "ulan Emrah sen
misin? Bir saattir bağırıyorum insan bir ses verir oğlum." dedi. Hiç hır
hareket göremeyince biraz daha yaklaştı.
"Emrah!" diye bağırdı. Karşısında ayıyı görünce gözleri büyüdü,
hızlıca koşmaya başladı.
Hızlı adımlarla koşarken, bir yandan bağırıyor diğer yandan arkasına
bakınıyordu. Hızlıca kamp alanına kadar yaklaştı. Ayı hâlâ arkasından
kovalıyordu.
Herkes çadırlarından çıkarak, yine ne olduğunu merak etti. İsrafil,
koşarken onu izleyip gülüyorlardı ki, ayı gözükene kadar. Ardından,
herkes çığlık atarak dağılmaya başladı.
MEKS ise; hiçbir şeyden habersiz ormanda gezinmeye devam
ediyorlardı. Hava iyice karanlık olduğunda, "Memo geri dönelim mi
kanka?" dedi Selinda titrek bir sesle.
O da hafiften tırsmaya başlamış olsa da onlara belli etmemek için "ne
gerek var? Ne güzel geziyoruz işte." dedi. Kendisi en önde tek başına
yürüyordu.
Biraz daha ilerledikten sonra, ormanın içinde bir hareketlenme
olduğunu fark etti. Hemen geriye kaçarak "Selinda, sen az önce ne
dediysen onu yapalım hadi." dedi.
Yavaş adımlarla kamp kurdukları yere geri dönme kararı aldılar.
Aradan on beş dakika geçmesinin ardından, kamp alanına geldiler.
Çadırların açık olduğunu fark ettiklerinde gözleri büyüdü.
"Nerede bunlar?" dedi Emrah. Kimseden ses çıkmadı. Kardelen, yavaş
adımlarla kendi çadırına gitti. "Aa... Ne tatlı bir şey bu." diyerek ayıyı
sıvazlamaya başladı.
Aradan bir dakika geçmedi, ayı kükredi. Kardelen, hızlıca çığlık atarak
kaçmaya başladı. Diğerlerinin yanından geçerek, koşmaya devam
etti. Onlar ne olduğunu ayının onların üzerine doğru geldiğini
anladıklarında fark ettiler.
Aynı şekilde onlar da çığlık atarak kaçmaya başladı. Sadece Emrah
hariç. Emrah, arkasında duran büyük ağacın arkasına saklandı. Hiç ses
çıkarmadan orada öylece kaldı.
Herkesin üzerinde bir tedirginlik vardı. Dakikalar, saatlere dönüştü.
Sonunda sabah oldu. Herkes tedirgin, uykusuz bir şekilde çadırlarının
yanına doğru yaklaşmaya başladı.
Emrah, ayı gittikten sonra, çadırına girmiş uyumuş sabahta uyanmıştı.
Herkes çadırına geldikten sonra, Sefa hoca sesini biraz yükselterek
konuşmaya başladı...
"Arkadaşlar, bugün herkes uyusun, dinlensin zor bir gece geçirdik.
Aslında ayıyı öldürebilirdim ama hayvanları öldürmek suçtur." dedi.
Jale, hoca da bunu duyar duymaz, Sefa hocanın omuzlarına ve
kaslarına dokunmaya başladı. Oysaki kasları yok denilecek kadardı.
"Vahşi sevgilim benim." dedi Jale hoca.
Sefa hoca, iyice kasıldı, ufak bir tebessüm attı. Ardından herkes
çadırına girmeye başladı. "Of ya! Bir ayı yüzünden bütün gece
uykusuz kaldım. O değil güzelliğim gidecek diye korkuyorum." Dedi
Helin biraz yüksek sesle.
Yeni uyanan Emrah, göz kapaklarını sıvazlayarak Helin'e doğru
yaklaştı. "Sen bir ömür uyumasan, bu güzelliğe yine bir şey olmaz
tatlım." dedi.
"Sen sus salak!" diyerek hızlıca çadırına girdi. Emrah biraz daha
kendine geldikten sonra, ormanın içine doğru tek başına gezinmeye
başladı.
Aradan yarım saat kadar bir zaman geçti. Hâlâ yavaş adımlarla şarkı
mırıldanarak yürüyordu. Bir kaç ses duydu olduğu yerde kaldı.
Seslerin olduğu yöne doğru yavaş ve emin adımlarla yürümeye devam
etti.
Çalılıkların arkasına gizlendi. Birçok kız vardı. Sohbet edip, oyun
oynuyorlar idi. Emrah'ın gözleri iyice açılmıştı. "Vay be! Tek gelen
üniversiteli biz değilmişiz. Allah'ım şükürler olsun, cennete düştüm
galiba." dedi kısık bir sesle.
Emrah'ın ağızı iyice sulanmış idi. Gözlerini dikmiş bir aslanın avını
izlemesi gibi dikkatlice izliyordu. Arkasında bir ses duyması ile panik
yaparak korkmaya başladı. Refleks olarak hızlıca arkasına döndü,
ayağının altında ki kuru dallar çatır, çutur kırıldı.
Arkasında bir şey olmadığını fark ettiğinde tekrar arkasını kızları
izlemek için döndü. Arkasını dönmesi ile bayılması bir oldu...
Yarım saat geçtikten sonra Emrah, kafasını yavaşça kaldırdı. Boynu
iyice ağrıyordu. "Of ne oldu bana ya?" diyerek kalktı. Etrafında yedi-
sekiz tane kız vardı. "Öldüm ben galiba burası da cennet sanırım."
dedi.
Kızlar hep birlikte kahkaha atmaya başladı. Emrah, biraz daha zaman
geçtikten sonra, iyice kendine geldi. "Naber kızlar?"
"İyidir de sen bizimi dikizliyordun ulan?" diyerek cevap aldı. Her
birinin elinde birer ağaç dalı olduğunu fark eden Emrah tırsmaya
başladı. "Yani biraz olabilir. Geziniyordum sesleri duydum geldim."
Bunun üzerine kızlar, eli ile gitmesini istedi. Emrah, arkasına
bakınarak yürümeye başladı. Ayakları yolda ama aklı hâlâ kızlarda idi.
Kızları gözden kaybettikten sonra, hızlı adımlarla yürümeye başladı.
Yirmi dakika geçmedi, kamp kurdukları yere gelebildi. Hızlıca kendi
çadırına girdi. "ulan! Memo kalk! Kalk!" diye Mehmet'in kulağına
seslenmeye başladı.
Onun uyanmadığını fark ettiğinde bu defa dürtmeye başladı. Mehmet,
daha fazla dayanamadan "ne oluyor oğlum ya?" diyerek kalktı.
"Oğlum neler olmuyor ki, az önce dünyanın 8. Harikasını gördüm."
"Emrah, iyi misin kardeşim? Bak kampa geldik ne güzel. Keyfimiz
yerinde. Sen ne mal adam oldun böyle dünyanın 8. Harikası mı var?"
Emrah nefesini içine çekti, aynı bir Lama gibi Mehmet'in yüzüne
tükürdü.
Mehmet, elleri ile yüzünü sildi. Mehmet, Emrah'ı tuttuğu gibi altına
aldı. Boğazını sıkmaya başladı. "Ne tükürüyorsun Lama gibi." Emrah,
zar zor konuşmaya çalışıyordu.
"İleride kız sürüsü dolu. İçerisinde bir tane erkek yok." dedi. Mehmet,
duyar duymaz gözleri açıldı. Aklında onlarca hayal kurmaya başladı.
Orman da kızlarla kovalamaca oynuyor, yakaladığını öpüyor,
sarılıyordu hayalinde.
Mehmet'in eli hâlâ Emrah'ın boğazında idi. Emrah çırpınışları
yaparken, o da fark etti. Tamamen aklından çıkmıştı. Fark eder etmez
hemen bıraktı. "Pardon kardeşim ya unutmuşum." dedi.
"Ee... Nerede bu güzel kızlar?" diye sordu. Emrah, az önceki olayın
acısını böyle çıkarabileceğini biliyordu. Anında yanıt verdi. "Sana ne?
Az önce öldürüyordun." dedi.
"Yav ben onu şakasına yaptım. Sen ciddiye mi aldın? Çok teessüf
ederim." diyerek yanıt aldı.
İsrafil, ağacın arkasında onları dinliyordu. Daha fazla dayanamadan
hemen geldi. "Kanka hemen gidelim arabayla neredeler?" diye sordu
meraklı hâlde.
Mehmet ve Emrah, ona biraz baktı. Emrah, kafasında bir şeyler
düşünmeye başladı. Ardından "tamam ulan gel gidelim." dedi.
Mehmet, ağzını açmaya çalışsa da Emrah müsaade etmedi.
Araca binerek asfalt yoldan kızların olduğu yöne doğru gitmeye
başladılar. Aracı kullanan Emrah idi. Yirmi dakika bir yol gittikten
sonra, Emrah arabada müziğin sesini son ses açarak kızların olduğu
yere çekti.
Kızların gözü arabanın üzerinden ayrılmıyor, hayranlık ile izliyordu.
Birkaç dakika geçmedi, erkek Fatma gibi davranan kızlar yumuşacık
oldu. "Uu fenasınız." dedi.
"İso, sen aşağıya iner misin iki dakika." dedi Emrah. O ara kızlara da
kaş, göz işareti ile binmelerini istedi. İsrafil'in araçtan inmesinin
ardından, kızlar biner binmez, Emrah gaza yüklendi.
İsrafil, onların arkasından ne kadar bağırsa da fayda etmedi. Mehmet
ve Emrah, araçta son ses müzik eşliğinde eğlenerek tur atıyorlardı.
Bir kaç saat gezdikten sonra, tekrar İsrafil'i bıraktıkları yere geldiler.
Emrah'ın gözleri büyüdü. İsrafil, yanına dört- beş kız almış kahkahalar
eşliğinde sohbet ediyorlardı.
Mehmet ve Emrah arabadan indiler. Yavaş adımlarla onlara doğru
yaklaştılar. "Vay hoş geldiniz." dedi İsrafil.
"Sen nasıl tavladın ulan bu kızları?" diye sordu Mehmet.
"Oğlum siz, arabayı götürdünüz. Ruhsat bendeydi. Yani araba benim
olduğunu kanıtladım. Ayıktınız mı mevzuyu?" diyerek kapak bir
cevap verdi.
Mehmet ve Emrah'ın yanında ki kızlarda bunu duyar duymaz, onların
yüzüne tükürmüş gibi yaparak İsrafil'in yanına oturdular.
"Vay arkadaş! Hayatta ki son şansımızı da kullandık galiba." dedi
Mehmet. Ardından, eli ile gidelim işareti de yaptı.
Emrah, kafasında bir şeyler tasarlamaya, yine kurnazlığını öne
sürmeye çalışsa da bu defa bir şey bulamadığı için duruma boyun
eğmek zorunda kaldı. Yavaş yavaş arkasını dönerek uzaklaşmaya
başladılar. Emrah, Mehmet'e başını dönerek "Oğlum bu ne ya bir şans
yok neye niyetlensek elimizde kalıyor." dedi.
Aradan on- on beş dakika geçmesinin ardından tekrar piknik alanına
geldiler. Selinda ve Kardelen uykularından yeni uyanmış çadırından
çıkıyordu. Emrah ve Mehmet onları görür görmez, yanlarına doğru
yaklaştı. Onlar da ikisi birden uyku sersemliği ile gözlerini
ovuşturuyordu.
Emrah Selinda'nın yanına iyice sokuldu. “Ne yapıyorsun len?" dedi.
"Ne yapacağım dün geceki uykusuzluktan sonra, uyumaya çalıştık.
İşte ne olsun hem siz nereden geliyorsunuz böyle ya dedi."
"Vallahi hiç sorma ya sabah sabah Mehmet'i aldım. Dedim biraz
gezelim falan filan derken bir define buldum. Hem de o biçim define
ya sonra gittik işte biraz keyif alalım derken her şey tam tersine döndü.
Maalesef geri döndük." dedi.
Mehmet onları biraz dinledikten sonra, uykusunu iyice almak için
çadıra girerek yattı. Emrah onun peşinden çadıra girdi ve kaş
hareketleriyle ne oluyor der gibi oldu.
Mehmet de ona bakarak eliyle git hareketi yaptı. Onu çadırdan çıkardı
ardından, kendi battaniyeyi üzerine çekerek uyudu. Sabah erken
uyandığından dolayı yorgun ve bitkin düşmüştü. Her ne kadar
eğlenmiş olsa da yorgunluğu gitmemişti.
Emrah, çadırdan çıktığında Helin kendi kendine oflayıp pufladığını
fark etti. Onu fark eder, etmez yanına doğru usulca sokuldu. "Ne oldu
güzellik?" dedi.
Helin hiçbir şekilde yanıt vermeden çadırına girdi. "Of ya yine bütün
güzelliğim gitti." diye kendi kendine sitem ediyordu.
Emrah da içeride ona bakıyordu. Ona dikkatlice bakarken arkasından
bir el dokundu. Hızlıca arkasına döndüğünde, karşısında İsrafil vardı.
Tövbe tövbe "Ne yapıyorsun oğlum ya?" diyerek cevap verdi.
"Kızların yanından geliyorum da sen ne yapıyorsun burada? Vallahi
bugün çok eğlendik sen uyanıklık yapmaya çalışırken rezil oldun."
diyerek atmaya başladı İsrafil.
"Ben rezil olmam oğlum rezil ederim. Hayırdır sana hem ben kendim
istediğim için gittim."
"Kesin öyledir haha." diyerek kahkaha atmaya başladı. Ardından
onların arkasından Mehmet geldi. "Ulan bir uyutmadınız ya." diyerek
sitem etmeye başladı.
Laf sokma seslerinin üzerine, Helin de çadırından çıktı. Hepsine sert
dille fırça atarak uzaklaştırmaya çalıştı. Mehmet ve İsrafil,
uzaklaştıktan sonra, "ov yegâh." dedi Emrah.
Helin'e iyice sokuldu "sen böyle sert olunca bir başka güzel oluyorsun
bebeğim." dedi. Helin iyice sinirlendi ayaklarını yere vurmaya başladı.
Çadırına hızlıca girdi. Çantasını alır almaz, Emrah'ın kafasına
vurmaya başladı. "Dur! Ne yapıyorsun?" demelerine rağmen vurmaya
devam ediyordu.
Emrah, daha fazla dayanamadan o da diğerlerinin yanına kaçtı. Canı
fazlasıyla sıkılmaya başlamıştı.
"Hocam, insanın burada canı sıkılıyor. Hiç bir aktivite yok. Biz en iyisi
geri dönelim." dedi. Sefa hoca, kaşlarını kararttı. Sert bir bakış
gösterdikten sonra, "daha bir hafta buradayız." Dedi.
"Hocam! Ya gideriz, ya da Jale hoca gider. Bilemiyorum yani şu an."
diyerek yanıtladı.
"Ne demek istiyorsun?" dedi. Emrah'ı kolundan hafif çekiştirerek bir
kaç adım daha öteye götürdü. Jale hoca çadırda uyuduğundan dolayı,
uyanmasını istemiyordu.
"Hani bir zamanlar... Esra hoca..." der demez, Emrah'ın ağızını kapattı.
"Tamam, oğlum ayarlarız bir şeyler sen neden böyle yapıyorsun?"
dedi kısık bir ses tonuyla.
Ardından, "ne gibi?" diye sordu Emrah.
"Yarın gideriz tamam." dedikten sonra, tebessüm ederek uzaklaştı
Emrah. Hemen diğerlerinin yanına doğru gitti. "Beyler, bayanlar yarın
geri dönüyoruz." dedi.
Selinda, Kardelen ve Mehmet, hiçbir şey anlamamış vaziyette ona
bakınıyordu. "Nasıl yani?" diye sordu Kardelen.
Emrah, bir kaç adım ilerideki eski çürümüş ağaç kütüğün üzerine
oturdu. "Gittim Sefa, hoca ile konuştum. Yarın geri dönme kararı
aldık. Çok sıkıcı bu ne ya." dedi.
"Ulan oğlum! Manyak mısın sen?" dedi Selinda.
"Bilmem manyak mıyım?"
Onları fark edip, konuşmalarına kulak asan İsrafil, usulca yaklaştı. "Ya
bu yapılmaz kardeşim. On numara beş yıldız yaşıyorduk." diyerek
söze atladı.
"Sen sus be!" diyerek yanıtladı Kardelen. İsrafil, bunun üzerine ağzını
dahi açmadı. İsrafil, buradaki ortamı sevmiş, iyi vakit geçiriyordu.
Ama Emrah'ın gitme isteği daha baskın duruyordu.
Hep beraber oturup, muhabbet etmeye başladılar. Saniyeler,
dakikaları, dakikalar, saatleri kovaladı. Sonunda akşam oldu. Herkes,
her gece olduğu gibi yine ortaya bir ateş yakarak etrafında çember
oluşturdu.
Sefa hoca, durumu Jale hocaya anlatmış onu geri dönmek için, ikna
edebilmişti. Sıra bu kararı öğrencilere açıklamaya kalmıştı. Her ne
kadar dönmek istemeseler de Emrah'ın kurnazlığı yine üstün gelmişti.
"Ee... Arkadaşlar, kamp nasıl gidiyor?" dedi yüksek sesle Sefa hoca.
"Hiç iyi gitmiyor hocam. Ben ne umutlarla geldim bir bilseniz... Hiç
biri gerçek olmadı." diyerek söze atladı Emrah.
Ardından, "vallahi çok iyi gidiyor hocam." dedi İsrafil. Yarım saat
kadar süren, bir fikir alımından sonra, sıra Sefa hocanın konuşmasına
gelmişti. Çoğunluğun memnun olmadığı fikri ile Sefa hoca gönlü rahat
bir şekilde açıklayacağı için, iyi hissediyordu.
"Arkadaşlar, keyifli bir zaman geçirdik. Herkes toparlansın sabah geri
döneceğiz." dedi.
Herkes yavaştan dağılmaya başladı. Teker, teker çadırlarına girdiler.
Bazıları fazla memnun, bazıları değildi. Herkes ayrı bir kafadan ses ile
yatağına uzandı.
MEKS de kendi çadırlarına girdi. "Ya bu Emrah'ı boğmak istiyorum.
Ama kardeşim diye de kıyamıyorum." dedi Selinda.
"Aman boş ver belki, böylesi daha iyidir. Hem bende, biraz sıkılmaya
başlamıştım." diyerek yanıtladı Kardelen. Ardından, yavaş yavaş
uyumaya hazırlık yapmaya başladılar. Bir yandan da sohbet
ediyorlardı.
İsrafil, arabasına binerek etrafta dolaşmaya başladı. Aklı hâlâ geçen
gün ki kızlarda kalmıştı. O sebepten ötürü, buradan ayrılmak
istemiyordu. Kendi kendine söylenip duruyordu. "Ulan Emrah! Her
şeye bir çomak sokmasan olmuyor." Diye kendi kendine sitem
ederken, aklına bir fikir geldi.
Hemen direksiyonu kızların çadırlarının olduğu yöne doğru çevirdi.
Hızlıca onların yanına gitti. Araçtan indikten sonra, kızlardan bazıları
çadırından çıktı. İsrafil'in önceden sohbet ettiği esmer kız yavaşça ona
doğru sokuldu. "Buyur yakışıklı." Dedi.
İsrafil'in heyecandan eli ayağına dolaştı. "Senin adın ne?" diye sordu.
"Aslı canım." Cevabını aldıktan sonra, "memnun oldum. Bende,
İsrafil." diyerek yanıtladı. Aslı, onun etrafında sürekli dönüyor,
döndükçe İsrafil, biraz daha heyecanlanıyordu.
Elini İsrafil'in omuzlarında ve yüzünde gezdiriyordu. Diğer kızlarda
İsrafil'in bu tepkisine kahkaha atarak gülüyordu. "Şey..." dedi İsrafil.
Devamını getiremedi.
"Ney?" Diye sordu Aslı. "Şey... Sizinle, bir oyun yapalım. Eğer ki,
kabul ederseniz buradan ayrıldıktan sonra, sizinle bir gün geçireceğiz.
Ne yerseniz, içerseniz her şey benden." diyerekten makul bir teklif
sundu.
"Neymiş bu oyun?" Diye sorduktan sonra, İsrafil anlatmaya başladı.
Mehmet ve Emrah, çadırında uzanmış sohbet ediyorlardı. "Oh be!
Sonunda kurtuluyorum." dedi. "Ya oğlum, boş boşuna iş
çıkartıyorsun. Hem sen, nasıl ikna ettin, Sefa hocayı?" diye sordu.
"Orası da bana, kalsın. Çok şahsi, özel meseleler." Diyerek kahkaha
attı. Emrah, yatağına uzandı. Aradan beş dakika geçmeden çadırın
fermuarı açıldı. Kafasını içeriye sokan Aslı ve Emrah'ın beğendiği kız
idi.
Fermuar sesi ile Emrah da hızlıca kafasını kaldırdı. İkisinin ağzı açık
sulanmış bir vaziyette kızlara bakakaldılar. Kızlar onların yüzüne
gülerek, "biraz gelir misiniz beyler?" dedi.
İkisi birden "he he" diyerek yanıt verdikten sonra, hızlıca çadırdan
çıktı. Ağzı açık bir şekilde kızların yanına sokuldular. "Şey ya siz yarın
gidiyormuşsunuz. Acaba diyorum burada kalsanız da güzel ve
eğlenceli vakit geçirsek olmaz mı?"
Aslı'nın yanındaki kız usulca Emrah'a doğru sokuldu. Omuzlarına
doğru eliyle okşamaya başladı. Emrah, bunun üzerine kendinden
tamamen geçti. "Olur, tabi niye olmasın." dedi heceleyerek.
Mehmet de daha fazla karşı koyamadan "hı hı olur" diyerek yanıtladı.
Kızlar öpücük attı. "Yarın buluşalım o zaman." dedikten sonra, yavaş
adımlarla kahkaha eşliğinde onların yanından ayrıldı.
Emrah "uuuuu" diyerek titredi. Ardından, biraz kendine gelir gelmez,
Sefa hocanın olduğu çadıra doğru yürümeye başladı. Mehmet de onun
arkasında idi.
Sefa hoca, henüz uyumamış idi. Emrah çadırın önüne geldiğinde o da
dışarı çıkıyordu. Sefa hoca, onları görür görmez gözünde şaşkınlık
olmuştu. "Ne oldu?" diye sordu.
"Hocam, siz burada kalmak istiyordunuz. Bence de en doğrusu budur.
Sizi, kırmak haddimize değil. Güzel bir tatil geçirelim değil mi?"
Sefa hoca, biraz düşündükten sonra, "çok iyi düşünmüşsün. Beni
şaşırttın doğrusu Emrah. Senden, böyle bir davranış hiç beklemezdim.
Helal olsun." diyerek yanıtladı.
Emrah ve Mehmet'in yüzünde gülümseme oluşu. Başını salladıktan
sonra, "iyi geceler" diyerek uzaklaştılar. Hemen kendi çadırlarına
girerek, uykuya hazırlanmaya başladılar.
İsrafil, kızların geldiğini görür görmez, avucunu sıvazladı. Meraklı bir
şekilde yanlarına gitti. "Ne oldu? Hallettiniz mi?" diyerek yanıtladı.
Kızlar önce Naz'a çekerek bir şey söylemediler. Birkaç dakika sonra,
"tabii ki" diyerek yanıtladı Aslı. O an ki heyecan ile İsrafil, Aslı'ya
sarıldı.
"Höst yavaş!" Diyerek sesini yükseltti Aslı. Hemen geriye çekildi.
Ardından, küçük bir ateş yakarak, etrafında sohbet etmeye başladılar.
Zaman su gibi geçti, güneş yine sıcak yüzünü gösterdi. Kardelen ve
Selinda biraz erkenci davranarak kalktılar.
Çadırdan biraz uzaklaşarak sabahın güzel ılımlı havasında egzersiz
hareketleri yaparak kendilerine gelmeye çalıştılar. Bugün geri
dönmeyeceklerinden haberleri yoktu.
Egzersiz yaptıktan sonra, çadırına girerek çantasını hazırlamaya
başladı.
Emrah rüyasında kızları görüyor, yüzünde gülümseme oluşuyordu.
Mehmet'in üzerine ayağını attı. Mehmet, o an ki atak ile "ne oluyor
ulan!” diyerek kalktı.
Emrah'ın kendisine göre güzel rüyası son bulmuştu. Hemen gözlerini
açarak uyandı. "Bize mi yürüyorsun oğlum." diye ekledi Mehmet.
"Hay tüküreyim böyle işe, rüyanın en güzel yerinde yapılır mı bu."
"Şimdi anlaşıldı. Ulan az daha kalkmasam sabaha üç kişi
uyanacaktık." dedi Mehmet. Emrah, daha fazla aldırış etmeden
uyumaya devam etti. Her ne kadar aynı rüyayı tekrar görmeye çalışsa
da bir türlü olmuyordu.
Yastığının altından telefonu aldı. Saate baktı, on olmuştu. Kıvranarak
uyumaya çalıştı ama beceremedi. Yataktan kalkarak o da dışarıya
çıktı. Mehmet, esnerken dün gece ki kızlar aklına geldi.
Emrah'ın kolundan tutup sarsarak "ulan dün gece ki kızları hatırlıyor
musun? Hadi gidelim yanlarına." dedi. Emrah, dün gece ki kızları da
rüyanın bir parçası olarak hatırlıyordu.
"Kanka, sen benim rüyamı nasıl biliyorsun acaba?" diye sordu.
"Ne rüyası manyak, senin gördüğün rüya başka. Bu gerçek olan."
Emrah'ın gözleri açıldı. "Valla mı?" dedi.
Selinda ve Kardelen, onları fark eder etmez yanlarına doğru gitti. "Ne
yapıyorsunuz?" dedi Kardelen.
"Hiç öyle havadan sudan konuşuyoruz tatlım." diyerek yanıtladı
Mehmet.
"Ee... Neden hazırlanmadınız?" dedi Selinda.
"Niçin hazırlanacağız?" dedi Emrah. Aslında dün gece gitmeyeceğini
söylediğini hatırlıyordu. Ama yine de sordu.
"Sefa hoca, dedi ya yarın dönüyoruz diye. Kafanız mı yerinde değil he
kardeşim? Dün gece bir şey mi oldu?" diye sordu Selinda.
"Hem de o kadar güzel şey oldu ki, Sefa hoca ile konuştuk
gitmiyoruz." dedi Mehmet. Bunu duyan Kardelen. "Başlayacağım
böyle işe he!" Diyerek sitem etti. Çantalarını hazırlamak uzun
sürmüştü.
Yavaş yavaş herkes çadırından çıkmaya başladı. Sefa ve Jale hoca da
çıktıktan sonra, Sefa hoca herkesin önüne geçerek bir hafta daha
burada olduklarını söyledi. Bu karar bazılarını çok sevindirdi,
bazılarını mutsuz etti.
"Ya hocam sizde bir karar verin artık! Nedir bu ya?" diyerek sitem
sesleri yükselmeye başladı.
Sefa, hoca kararının kesin olduğunu belirttikten sonra, herkes yavaştan
dağılmaya toparladığı eşyaları tekrar yerleştirmeye başladı. Emrah,
Helin'in yanına usulca yaklaştı. "Yorulduysan yardım edebilirim
güzelim." Dedi.
Helin, kaşlarını çattı. "Bela mısın sen? Yürü git sinir etme beni."
diyerek tepki verdi. Bu tepkinin üzerine Emrah, geri adım attı.
Hızlı adımlarla Mehmet'in yanına doğru ilerledi. "Hadi kardeşim koş
koş gidiyoruz." dedi.
"Hey! Nereye böyle biraz sakin ol." diyerek bağırdı Mehmet. Emrah,
hızlıca ormanın içine doğru koşmaya devam ediyordu. Gözden
kaybolması ile nereye gittiğini tahmin etmişti. Hızlıca onun peşinden
koşmaya başladı.
Onu fark eden, Selinda ve Kardelen, ne olup bittiğine anlam
verememişti. Ama ne olursa olsun onları yalnız bırakmamaları
gerektiğini biliyordu. Onlar da hızlıca peşinden gitti.
İsrafil, kızları çoktan alıp arabası ile yola çıkmıştı. Son ses müzik
eşliğinde evlerine doğru yol alıyorlardı. Emrah, kızların olduğu kamp
alanına geldiğinde bomboş idi. Gözleri, etrafa pür dikkat bakıyordu.
Dün gece onu epeyce heyecanlandırmış olması, şu an ki hayal
kırıklığını karşılamıyordu. Mehmet de onun arkasından geldiğinde o
da aynı tepkiyi vermiş epeyce şaşırmıştı.
Bu işin içinde bir düzmece olmadığının farkına varamadığından dolayı
Emrah, kendine kızıyordu. Kızlar da peşlerinden geldi. Ne olup,
bittiğini anlamaya çalışıyorlardı. "Ne oluyor?" diye sordu Kardelen.
"Kızlar bizden uyanık çıktığı için, Emrah kendine sinirleniyor."
Olan bitene Fransız kalmışlardı. "Nasıl yani?" Diye sormayı ihmal
etmedi Selinda. Emrah'ın morali iyice bozulmuştu. Aynı şekilde,
Mehmet'in de öyleydi.
"Ya İsrafil, neden gitti?" diye sordu Selinda. Mehmet ve Emrah,
dikkatlerini onun üzerine dikmesinin ardından, Selinda geri adım attı.
Gözlerini kaçırmaya başladı. "Şey... Ne oldu çocuklar? Neden öyle
bakıyorsunuz?" diye sordu.
"Sen az önce ne dedin? Tekrarlar mısın bir daha." dedi Mehmet.
Selinda, aynı kelimeleri tekrarladıktan sonra, Emrah, iyice sinirlendi.
"Demek ki, kızlar bununla gitti. Ulan var ya bir iş olduğunu
anlamalıydık." Dedi.
"Ee... Emrah, efendi her zaman uyanık olmak işe yaramıyor demek ki"
dedi Kardelen. Emrah, artık geri dönüş için, Sefa hoca ile de
konuşmaya utanıyordu. Ne yapacağı hakkında en ufak bir fikri yoktu.
Eli ile dizine vurdu Emrah. Ardından, "hadi dönelim" dedi. Etrafa
biraz daha bakındıktan sonra, yapacak başka da bir şey yoktu. Yavaş
adımlarla ormanın içinde dolaşmaya başladılar. Sohbet ederek, tekrar
kamp alanına geldiler.
Herkes bir ağaç kütüğünün üzerine oturdu çember oluşturarak. "Neyse
artık, ben bunun hesabını okula döndüğümüzde soracağım elbet" dedi.
"He canım he zaten bir şeyi becersen şaşırırım" diyerek cevap verdi
Mehmet.
"Ulan! Kızlar çadıra geldiğinde ağzının suları akıyordu ne oldu?"
dediğinde Mehmet sustu kaldı. O arada Helin, onların yanına geldi.
"Ya çakmağınız var mı acaba?" diye sordu.
Emrah, hızlıca ayağa kalktı. Sen, yeter ki çakmak iste güzelim. Ben
hemen bulup geliyorum" diyerek yanıtladı. Ardından, koşarak
uzaklaştı. "Bu çocuk beni gerçekten seviyor mu ya?" diye sordu
diğerlerine.
"Of... Of... Sevmek ne kelime ben, biliyorum. Çocuk her gece
rüyalarında, Helin... Helin... Diye tekrarlıyor. Adeta psikolojisi
bozuldu." dedi Mehmet.
"Yok, ne sevmesi, sevmiyor bence" diyerek söze atladı Kardelen. O
an da Helin, konuşacaktı ki, Emrah, "geldim canım" dedi. Helin, eline
sigarasını alarak ağzınıza götürdü. Emrah, da hemen yaktı.
"Teşekkür ederim" dedikten sonra, yavaş adımlarla uzaklaşmaya
başladı. "Hey Allah'ım yürüyüşü bile mükemmel ya" dedi Emrah.
Ardından, her zaman olduğu gibi kahkahalar eşliğinde sohbet etmeye
başladılar. İsrafil, kızları almış evin yolunu tutmuştu. Kızlara söz
verdiği gibi önce, kulübe götürdü. İyice eğlendiler, kızlar sarhoş
olduğunda İsrafil, daha fazla dayanamadı. Onların koluna girerek,
klup'den dışarıya çıkardı. Tekrar arabasına binerek, kızları kendine
özel şahsi evine götürdü.
Kızları odaya götürüp yatırdıktan sonra, kendisi de salona geçti. Bir
film CD'si koydu. Koltuğa uzanarak izlemeye başladı.

...1 hafta sonra


Artık kamptan ayrılma zamanı gelmişti. Emrah, buradan kurtulduğuna
epeyce sevinmişti. İlk defa bu kadar okula gitmek istiyordu. Hızlıca
çadırları toparladılar. Servis de hazır bekliyordu. İlk önce Emrah,
hızlıca bindi.
Araçta herkes, yerini aldıktan sonra, araç yavaş yavaş hareket etmeye
başladı. Mehmet, keyifleri yerine gelmesi için, şoföre müziği son ses
açmasını söyledi.
Müzik son ses açıldıktan sonra, herkes ayağa kalkarak, dans etmeye
başladı. Emrah'ın pek keyfi yerinde yoktu. Bir an önce, okula gidip
intikam almak istiyordu. İlk defa böyle bir şey yaşadığı için,
hazmedemiyordu.
Saatler geçti... Sonunda okulun önüne gelmişlerdi. Herkes okula
giriyor, çıkıyordu. Emrah, araçtan indikten sonra, İsrafil'in okula
girdiğini fark etti.
Hızlıca koşarak, ona doğru gitti. Diğerleri de "Emrah!" diye
seslenerek, peşlerinden gitti. Emrah, içeri girer girmez yumruğu
İsrafil'in suratına vurdu. İsrafil, ince bir ses tonu ile "bir şey olmadı ki"
dedi.
Bu duruma Emrah, da şaşırmıştı. Birkaç saniye içinde İsrafil, yere
yıkıldı. Emrah, "oh be içim ferahladı" diyerek arkasını döndü.
Kollarını açtı diğerlerini selamladı. Arkasından, bir el değdi. Tekrar
arkasını döndüğünde, İsrafil'den yumruğu yedi. "Kaç tane kuş var
burada ya" dedikten sonra, o da yere yıkıldı.
Diğerleri hemen Emrah'ı yerden kaldırmaya çalıştı. Ardından, kafeye
giderek oturdular. İsrafil, elini yüzünü yıkamak için, lavaboya
girdi. Burnundan hafif kan geliyordu hemen yıkayarak lavabodan
çıktı.
Emrah, biraz kendine geldikten sonra, "ulan hiç böyle hayal
etmemiştim" dedi. Birkaç saat öylece oturup, muhabbet ettikten sonra,
artık evlerine gitmek için, sabırsızlanıyorlardı.
Çantalarını aldıktan sonra, yavaş yavaş evin yolunu tutmaya
başladılar. Tayfanın anneleri ve babaları epeyce özlemişti onları. Hele
ki, Mehmet'in annesi... Oğlunun yokluğunda kendini depresyona
sokmuştu.
Her şeyi abartarak yaşamakta üzerine yoktu. MEKS tayfası birbirleri
ile vedalaştıktan sonra, herkes evine doğru yürümeye başladı.
Mehmet, kapının önüne geldi. Kapıyı çalması ile kapının açılması bir
oldu.
"Oğlum!" diyerek sarıldı annesi. Mehmet, annesinin ona sıkıca
sarılması sonucu hafiften ezilmeye başlamıştı. Mehmet, de sarıldıktan
sonra içeriye girdi.
Annesi epeyce çeşitli yemekler hazırlamıştı. Mehmet, sofranın hazır
halini gördüğünde çantasını bir kenara attı. Hemen sofraya oturdu kurt
gibi acıkmıştı. Annesinin "yavaş" sözlerine dikkat etmiyordu bile.
Emrah, eve gittiğinde her zaman olduğu gibi yine odasına girdi.
Bilgisayarın başına oturdu. Oyun açarak müzik eşliğinde oyun
oynamaya başladı.
Karşı binada da Helin, de perdeleri açtı. Kulağında kulaklık var idi.
Emrah'ın öylece oturmasını izliyordu. Aklındaki, sorulara da cevap
bulamamıştı.
Helin, birkaç dakika daha Emrah'ı gözetledikten sonra, odasının
perdelerini çekerek yatağına uzandı. Kulaklığı da her zaman ki gibi
taktı müzik dinlemeye başladı.

Emrah, yatağına iyice uzandıktan sonra, MEKS grubuna girerek mesaj


attı. Onun mesajından birkaç dakika sonra, sıra ile Selinda ve diğerleri
de yazması ile iyi bir sohbet döngüsü yaşanmaya başladı.
Bu hayatta onları en çok eğlendiren, mutlu eden birbirlerine olan
sevgileriydi. Hiç bir zaman ayrılmamak üzere söz vermişlerdi. Sohbet
keyfinde giderken, Mehmet'in telefonuna bir mesaj geldi.
"Kanka, iki gün sonra, mezuniyet balosu var bizim. Sen de katılmak
ister misin?" yazmıştı. Numara Mehmet de kayıtlı olmadığı için, biraz
şaşırmıştı. Numarayı tekrar gözden geçirdi. Hâlâ kim olduğunu
çözemediği için, "sen kimsin?" diyerek mesaja yanıt verdi.
"Cengiz!" birkaç saniye sonra, bu yanıtı aldığında hatırlamıştı. Cengiz,
son sınıf öğrencisi idi ve bu yıl mezun oluyordu. Eskiden, Mehmet ile
çok fazla tartışması olmasına rağmen iyi kalpli biriydi.
Bunun üzerine, "kanka bizimkileri de sokabilirsen içeriye gelirim."
diyerek yanıtladı. Aradan yarım saat geçti. Mehmet, kendini grupta ki
konuşmaya kaptırmıştı. Cengiz, "olur hallederiz bir şekilde." diyerek
cevap verdikten sonra, Mehmet'in konuyu MEKS'e söylemesinin
zamanı gelmişti.
"Gençler hep beraber bir yere davet edildik. Kesinlikle kaçırmak
istemeyeceğiniz bir yer." Yazdıktan sonra, gruba attı mesajı. İlk cevap
veren her zaman ki gibi Emrah oldu.
"Nereye?" diye sordu.
"Benim uykumdan önemli bir şey olamaz." diyerek cevap verdi
Kardelen.
"Son sınıf okuyan Cengiz, bizi mezuniyet balosuna çağırdı." Emrah,
mesajı okur okumaz gözleri açıldı. Kendi kendine, "balo demek,
eğlence demek, eğlence demek, kız demek. Oldu bu iş kesin
gidiyorum." diye içinden söylendi. Ardından gruba da geleceğini
söyledi.
Selinda da onayladıktan sonra, Kardelen Emrah'ın gitmesini istemesi
üzerine epeyce sinirlenmiş bir vaziyette onayladı. Hiç gitmek
istemiyordu. "Madem gidiyoruz görüşeceğiz." İçinden söylenerek
kendi kendine başını sallıyordu.
Cengiz'den tam tarih ve saat geldikten sonra, herkes ona göre
hazırlanmaya başladı. Emrah, bu duruma çok sevinirken odanın kapısı
çaldı. Birkaç saniye sonra, içeriye babası girdi.
Sessizce Emrah'ın yatağına oturdu. Gözlerinin içine iyice baktı.
Emrah, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Babası çocukluk
yıllarından bu tarafa ilk defa odasına gelerek, gözlerine böylece
bakmıştı.
"Nasılsın oğlum?" Emrah, her ne kadar babasını sevse de içinde ki
kırıntılar onu ondan uzak tutmaya yetiyordu. Kolay kolay da aman
vermeyi düşünmüyordu. "Çok iyiyim sağ ol." diyerek yanıtladı.
"Oğlum..." Devamını getirmeden Emrah, babasını susturarak odadan
çıkmasını rica etti. Her ne kadar yanlış olduğunu bilse de bunu yapmak
zorunda idi. Babası ona en son, 12 yıl önce sarılmış olmasının
hissiyatını çok iyi biliyordu.
Her şeye rağmen, dostları ona en büyük destek veren oldu. Babasından
görmediği sevginin daha fazlasını dostlarından görmüştü. Her zaman
iş, para babası için önem taşımıştı.
Saatler iyice geç olduktan sonra, herkes "iyi geceler." dileklerini
diledi. Ardından, uyumak için birer birer telefonu bırakarak yattılar...
Sabahın ilk ışıkları ile herkes yatağından zor da olsa uyandı. Her
zamanki gibi kahvaltılar yapıldı. Emrah ve İsrafil hariç. Onlar evde
yemek yemiyor, kahvaltı yapmıyordu.
Kardelen, kahvaltısını yaptıktan sonra, annesi ile vedalaştı. Ardından,
okula doğru yola çıktı. Kulaklıklar kulağında müzik dinleyerek
yürürken etrafında ki iki çocuğunun laf atmalarını pek anlamasa da
kulaklığı çıkarttığında olduğu yerde durdu.
"Buyur kardeş?" Diye sordu. Çocuklar ona biraz daha yaklaştı.
"Kardeş deme lazım olur güzelim." diye yanıt verdikten sonra,
Kardelen'in sinirleri bozulmaya başladı.
"Ulan! Kaybolun oğlum yoksa, senin o koca kafanı yerde sürterim."
Sert bir bakış ve dil ile bunu söyledikten sonra, çocuklar dinlemeden
yavaştan dokunmaya başladı. Kardelen, bir tanesinin kafasındaki sarı
şapkayı alarak yere attı.
O kendi şapkasını yerden almaya çalışırken Kardelen, yanında kalan
kendisinden yirmi santim kadar büyük çocuğunun suratına yumruğu
vurdu. Bir taraftan diğerini bağırarak tekmeliyordu.
Emrah, yol üzerinde gelirken onu fark eder etmez hızlıca koştu. Bir
darbe de o yaptıktan sonra, çocuklar kaçmaya başladı. Biraz önce
sinirden çıldıran Kardelen, Emrah'ı görünce yüzünde tebessüm oluştu.
"Ne oluyor?" dedi Emrah, kaşlarını karartarak. Kardelen, cevap
vermeden yürümeye başladı. Emrah da onun arkasından yavaş
adımlarla yürümeye devam etti. "Ya boş ver salaklar işte, kız görünce
kudurmuşlar." Cevabını aldıktan sonra, beraber okula doğru
yürüdüler.
Mehmet, evden daha çıkmamıştı. Geç kalacağının farkında olduğu
için, hiç aceleci davranmıyordu. Yavaş adımlarla yürüyor, içinden
şarkı mırıldanarak yoluna devam ediyordu.
Herkes okulun önünde toplandı. Sadece Mehmet, eksikti. Diğerleri
birbirine nerede olduğunu sorarken kimseden yanıt çıkmıyordu.
Herkes içeriye girmişti. Selinda, Emrah ve Kardelen hariç.
Mehmet, aradan beş- altı dakika geçmesinin ardından, okulun önüne
geldi. "Nerede kaldın oğlum ya?" dedi Selinda. Onlar da adımlarını
biraz hızlandırarak içeriye giriş yaptı. Hemen sınıfa girdiler.
Herkes hemen yerine oturdu. Sınıfta hoca yoktu. Bugün yeni bir hoca
geleceğinden kimsenin haberi yoktu. Uzun boylu, kumral, sert bakışlı
bir hocanın içeriye girmesi herkesi şaşkına çevirmişti.
Oysaki herkes Sefa hocayı beklerken, Yılmaz hoca gelmişti. Yılmaz,
hoca çok disiplinli şakayı sevmeyen ciddi bir hoca idi. Genelde onun
sert bakışları öğrencileri her zaman bir adım geriye itiyordu. Ders
olarak değil, diğer hocalara müteakiben kendisine saygı duyulması
için.
"Şimdi naneyi yedik." dedi Mehmet. Emrah, için bu bir sorun gibi
görünmese de olacaklardan haberi yoktu. Bu defa yaş tahtaya basmıştı.
Hoca sınıfa geldikten sonra, bir sessizlik çöktü. Oysaki az önce ses
gürültüsünden sınıfta durulamayacak bir hâl vardı.
"Merhaba! Arkadaşlar. Nasılsınız?" diye sordu etkin bir ses tonu ile.
"İyi hocam sağ ol sen nasılsın?" diyerek sesini yükseltti Emrah.
"Senin adın ne?" Cevabını aldıktan sonra, ismini takdim etti. Yılmaz
hoca kafasını salladıktan sonra, sağ baştan başlayarak herkesin adını
sormaya başladı.
Tanışma faslı da bittikten sonra, masasına oturarak kendi özellik ve
prensiplerini anlatmaya başladı. Birkaç dakika önce Emrah'ın yüzünde
ki tebessüm düştü. Bu kadar sert ve disiplinli birini beklemiyordu.
Selinda, elini kaldırarak söz hakkı istedi. Söz hakkını aldıktan sonra,
“Hocam normalde bugün Sefa, hocanın dersi idi. O neden gelmedi?"
diye sordu. Bu soru sınıftaki herkesin kafasında olan soru idi.
"Sefa, hocanın tahini çıktı ve Ankara'ya gitti. Artık benimle
berabersiniz." cevabını aldı. Bir an da herkes birbirine bakıyordu. Bu
durumların fazla üzülen Emrah, olmuştu. Şimdi gerçekten derslere
çalışmak zorunda idi.
Bu ders bu şekilde bittikten sonra, herkes yavaş yavaş dağılmaya
başladı. MEKS kantine giderek oturdu. İsrafil, de kantinde
oturuyordu. Yüzünün diğer tarafını döndüğünde morarmış olduğu
belli oluyordu.
"Heh! Ne sağlam vurmuşum ama." Dedi Emrah. Mehmet de onu
hafiften çekiştirmeye başladı. "ulan oğlum okuldan atılacağız en
sonunda." diye yanıt verdi.
Okulların kapanmasına az bir süre kalmıştı. Uzun bir yaz tatili onları
bekliyordu. Çaylarını içtikten sonra, tekrar derse girdiler. Her ne kadar
sıkıcı geçmiş olsa da Emrah, artık dersleri dinlemeye özen
gösteriyordu.
Ders bitiminden sonra, herkes yavaş adımlarla okuldan çıkmaya
başladı. Okulun bahçesinde banklardan birine oturdular. "Yarın kaçta
buluşuyoruz?" diye sordu Selinda.
Mehmet, Cengiz'den saati de öğrenmişti. "14.00" cevabını verdi.
Herkesin ona göre hazırlık yapmasını istedi. Emrah, bu durumdan
epeyce mutlu ama bir o kadar da Kardelen mutsuzdu.
Herkes anlaşmalı olarak veda ettikten sonra, ayrıldı. Evlerine doğru
yola çıktılar.
Herkes evlerinde oturup mesajlaşırken hava iyice kararmıştı. Emrah,
"iyi geceler yarın görüşürüz." diye mesaj yazdıktan sonra, İnternetini
kapattı. Telefonunu şarja koyduktan sonra, yatağına uzandı ve uyudu.
Diğerleri de yarım saat daha sohbet ettikten sonra, aynı şekilde
yataklarına yatarak uyudular. Herkesin üzerinde yarın ki balo heyecanı
vardı. İsrafil, gecenin 02:00' a kadar uyumamıştı. Odasında oturup
kızları arıyor sohbet ediyordu.
O da daha fazla uykusuzluğa dayanamadı ve uyudu. Onun için, balo
sıradan bir şey idi. Çünkü hayatının bir bölümü eğlenmek ile
geçiyordu.
Ertesi sabah...
Sabahın ilk ışıkları ile herkes yatağından kalkarak hazırlık yapmaya
başladı. Herkes nasıl daha iyi görünürüm düşüncesine girmişken
İsrafil, sıradan günlük kıyafetlerini giymişti.
Emrah, özene bezene üzerine siyah bir takım elbise giymişti.
Omuzlarının geniş olması sebebi ile ona yakışıyordu. İyice hazırlandı
boynuna da papyon taktı. Kendini şimdi daha iyi ve fazlasıyla yakışıklı
hissediyordu.
Mehmet'in annesi, Mehmet ne giymek isterse elinden alıyordu. Sadece
lacivert takım elbisesini giymesini istiyordu. Annesinin ısrarlarına
dayanamayan Mehmet, takım elbiseyi giydi.
Bu şekilde Emrah ile pişti olacağını biliyor bu durum onu biraz
rahatsız ediyordu. Emrah, kızlara karşı Mehmet'e boy gösterme
çabasına gireceğini biliyordu.
Selinda sırtı dekolteli siyah bir elbise giydikten sonra, makyajını
yapmaya başladı. Kardelen de ne giyeceğine bir türlü karar veremedi.
Ve öylece yatağına oturup düşünmeye başladı.
Saat geldi çattı. Emrah, Mehmet ve Selinda balonun salonunda
birbirlerini görerek yan yana gelmişlerdi. Salon epeyce büyük ve
duvarlar göz alıcı bir desene sahipti. "İnşallah bizim balo da böyle
olur." Dedi Emrah.
Mehmet, eli ile onu dürterek "bunun için, iyi bir paran olması lazım
gülüm." Dedi. Emrah'ın az da olsa morali bozuldu. Ama bunu fark
ettirmemek için tebessüm ederek etrafa bakmaya devam etti. Birkaç
kişi müzik eşliğinde dans ederken MEKS en köşede oturarak sadece
izliyordu.
Tek eksik olan Kardelen idi. Onlar ne kadar etrafına baksa da hâlâ
görememişti. Etraftaki birkaç erkek sürekli Selinda’ya bakıyordu.
Selinda, siyah diz üstü boyun ve sırt kısmından dekolteli, dantelli
elbisesi ile güzelliğine güzellik katmıştı.
Bu durum Emrah'ın sinirini bozuyordu. İçten içe bir şey yapamadığı
için kendine sinirleniyordu. Aradan yavaş saat geçmesinin ardından,
ufaktan "of" sesleri oluşmaya başladı salonda. Tayfa da ne olduğunu
pek fazla anlamamıştı.
Olaya hakim olabilmek için, meraklı bir hâlde ayağa kalktılar. Salona
giren Kardelen idi. Üzerinde ki kırmızı boyun ve sırt dekoltesi bulunan
uzun elbisesi, makyajı ve saçlarına verdiği dağınık şekil ile gözleri
üzerine almayı başarmıştı.
"Bu kız yeni mi? Okulda hiç görmedim." Dedi Emrah. Mehmet,
dudağını bozarak "bilmiyorum" demişti. Selinda, "iyi misiniz?
Kardelen bu." dedi.
Emrah'ın gözleri açıldı. "Nasıl bu kadar güzelleşebilir ki bir insan."
Diye içinden geçirdikten sonra, hemen onun yanına doğru yürümeye
başladı. Elinden tutup hafif yukarı kaldırdı. "Gel" dedi.
Kardelen, yavaş adımlara tayfanın oturduğu yere doğru yürüdü.
Yavaşça oturdu hiçbir şey bozulsun istemiyordu. Emrah'ın ağzı açık
hâlde sadece onu izliyordu. Dakikalar içinde, İsrafil de yanlarına
oturmak üzere geldi.
Elindeki buketi Kardelen'e doğru uzattı. Kardelen, "teşekkür ederim
canım." Cevabını verdikten sonra, Emrah hemen atladı. Önce onun
elindeki buketi aldı İsrafil'e geri verdi. Ardından, "kaybol ulan
buradan." dedi.
Helin de kendi oturduğu yerden onları iyice kıskanmıştı. Dakikalar
içinde onlarca meyve suyu içmiş farkına sonradan varmıştı. Onun
yanındaki birkaç arkadaşı ne olduğunu merak edip sorsalar da yanıt
alamamışlardı.
Romantik bir müziğin açılması ile herkes yerinden kalktı. Damları ile
dans etmeye başladı. Emrah, hemen Kardelen'i dansa kaldırmak için
teklif yaptı. Birkaç saniye naz yaptıktan sonra, onlar da dansa kalktı.
Selinda ve Mehmet, boş oturacakları yere ikisi dans etme kararının
daha iyi olacağı kanaatine vardı. Onlar da kalktı. Salonun yarısından
fazlası dans etmeye başlatmıştı.
"Kız sen nasıl olmuşsun böyle." diyerek fısıldadı Kardelen'in
kulağına. Onlar dans ederken Helin, kendini yiyip bitiriyordu. Daha
fazla dayanamayan Helin, salondan hızlıca çıkarak dışarıya çıktı.
Sinirli olduğundan dolayı valeden anahtarı alır almaz arabasına
binerek uzaklaştı.
Herkes gülüp eğleniyor oturanlar da sohbet etmeyi tercih ederken
gecenin en iyi dans eden çiftini seçmeye gelmişti. Sunuculuk yapan
okul rektörü salona çıktı. "Nasıl gençler eğleniyor muyuz?" Direk
sesini yükseltti.
Hep bir ağızdan "evet" cevabı alındıktan sonra, altın suyu ile
kaplanmış parlayan mikrofonu eline aldı. "Şimdi gecenin en iyi çiftini
seçiyoruz." dedi.
Bundan kimsenin haberi yoktu. Mehmet ve Emrah içten içe
kendilerinin olduğuna inanmıştı. Dans eden herkesin kulağı rektör
Osman Bey de idi.
"En İyi, en tutkulu dans eden çiftimiz... Aybike ve Güney."
Açıklamasını yaptı.
Güney, son sınıf öğrencisi Aybike ise, üçüncü sınıf öğrencisiydi.
Güney, Aybike’yi çok sevmesine rağmen o onu sadece arkadaş olarak
görüyordu. Bu açıklama onları şoke etmişti. Güney, bu durumdan
fazlasıyla utanmıştı.

Çünkü bütün gözler ikisinin üzerindeydi. MEKS de kendi


kazanamadığı için, üzülse de kazananı tebrik edecek kadar erdemli idi.
Ufak adımlarla onlara doğru gittiler. Emrah'ın onların arkadaş fakat
Güney'in onu sevdiğini biliyordu.
Herkes susmuştu. "Tebrik ederim kardeşim. Bence harika bir
ikilisiniz." dedi Mehmet. Selinda ve Kardelen de ikisinin omuzuna
birkaç dokunuş yaptı. Tebrik dileklerini iletti.
"Vallahi bak şimdi. Hani bitirim ikili olur ya aynı onun gibisiniz reis."
Cevabını verdikten sonra, "sende çocuğu ne üzüyorsun. Arkadaş...
Arkadaş... Arkadaş..." dedikten sonra, ikisini birbirine yapıştırdı.
El işareti ile rektörden müzik açmasını istedi. Müzik eşliğinde tekrar
dans etmeye başladılar. Herkes onları alkışlamaya başladı. "He şöyle
yapın canımı yemeyin ya." dedi Emrah.
"Senin canını ne yiyecekler be! Pistir yenmez." dedi Selinda kahkaha
atarak. Bunun üzerine Mehmet de gülüşlerini saklayamadı. Alttan
alttan kıkırdamaya başladı.
"Ben yeme dedim zaten canısı ayıktın mı? Senin bu söylediğinden
TDK bile utanır. Başka yerde yapma söyleyeyim." diyerek kendisi
gülmeye başladı.
Zaman iyice geç olduktan sonra, artık programın sonuna gelinmişti.
Anons edilen isimlerin hepsi diplomasını tek tek alıyordu. İyi
dileklerde bulunarak kürsüden mutlu bir şekilde iniyordu.
MEKS de böyle mezun olup diplomalarını almayı istiyorlardı.
Programın sonuna doğru gelindiğinde herkesten yavaştan salondan
ayrılmaya başladı. Mehmet, kendilerini davet ettiği için arkadaşına
teşekkür etti.
Ardından tekrar tayfanın yanına gelerek salondan çıktılar. Hava bariz
iyice kararmıştı. Kimse zamanın ne denli bu kadar hızlı geçtiğini
anlamamıştı. Hayat da böyleydi aslında ne kadar uzun gözükürse
gözüksün, gözünüzü kapatıp açtığınızda sadece geçmiş yılların ne
kadar çabuk geçtiğinin farkına varırsınız.
MEKS salonun önünde bekleyen bir taksiye binerek eve doğru yola
çıktılar. Bugün olanları tekrar ele alıp kahkaha eşliğinde gülüyorlardı.
Taksici her ne kadar rahatsız olsa da sürekli sabır çekerek yoluna
devam ediyordu.
Emrah, Kardelen'in yanına oturmuştu. Sürekli onun gözlerinin içine
bakarak göz kırpıyordu. Kardelen sonunda amacına ulaşmıştı. Onun
dikkatini çekmeyi başarmıştı. Dakikalar sonra, Kardelen evin önüne
geldi. Vedalaşma faslı bittikten sonra evine girdi.
Ardından taksi yoluna devam etti. Bu üç defa daha tekrarladıktan
sonra, en sonraya kalan Emrah, taksi ücretini ödedi. O da evine girerek
odasına çıktı. Her zaman ki gibi hemen odasının kapısını kapatarak
odasındaki mavi tül ve güneşlikleri açtı.
Yan dairede Helin'in perdesi de açıktı. Helin evde telefon ile
konuşuyordu. Emrah'ı fark ettiğinde perdeleri kapattı. Bunu fark eden
Emrah, onun epeyce kıskandığının farkına varmıştı. Ama şuan
üzerindeki yorgunluktan dolayı umursayacak hali yoktu.
Mehmet her zaman ki gibi eve girer girmez annesi endişelenerek bir
şeyi olup olmadığını soruyordu. Mehmet bu durumdan her ne kadar
yorulmuş olsa da annesine ses etmeyecek kadar iyi bir çocuktu.
Kardelen, uzun süredir ilk defa kendini bu kadar rahat ve huzurlu
hissediyordu. Emrah'ın üzerinde bıraktığı etkin tavırlar böyle olmasına
sebep oluyordu. Kardelen, giydiği kıyafetlerin daha fazla kırışmasını
önlemek adına yatağına uzanmadan önce üzerini değiştirdi.
Ardından yatağına kendini bıraktı. "Oh be!" Diyerek iç giderdi.
Telefonu eline alacağı sırada anne ve babası içeriye girdi. O da hemen
ayağa kalktı. Suzan Hanım ve Olcay Bey pişkin pişkin gülüyorlar
sessizce yaklaşıyorlardı.
Kardelen, "bu defa ne oldu acaba?" İç sesi ile kendine soruyordu.
"Kızım bize anlatmak istediğin bir şey var mı?" diye sordu Suzan
Hanım. Her ikisi de yatağın üzerine oturdu. Onun gözlerinin içine
bakmaya başladı. Vereceği cevap onlara bir araştırma seçeneği
sunacaktı.
Kardelen, dudak ucuyla harfleri tane tane çıkartarak "yoo" cevabını
verdi. Babası Olcay Bey onun her halinden anlıyordu. Bir şeyler
olduğunun farkında olduğu için onun tiki olan bel boşluğuna
dokunmaya başladı.
Kardelen, bunun üzerine gülmekten konuşamıyordu. "Tamam!"
diyerek sesini yükseltti. "Tamam söyleyeceğim."
"Dinliyoruz canım." Cevabı ile yanıtladı Suzan Hanım. "Emrah'ı
biliyorsunuz. Sanırım ben ondan hoşlanıyorum ya da seviyorum."
cevabını verdikten sonra elleri ile yüzünü kapatmıştı. Böyle bir durum
ile ilk kez karşı karşıya kalıyordu.
Olcay Bey onun ellerini tuttu. "Duygularından eminsen devam et."
Kardelen hiç böyle bir cevap beklemiyordu. "Ne yani bir şey
söylemeyecek misiniz?" diye sordu.
"Biz annenle 14 yıllık arkadaştık. Farklı kişilerle sevgili olduk. En
sonunda doğru olanın ikimiz olduğuna karar verdiğimizde evlendik."
Kardelen, bunu ilk defa duyuyordu. Yıllardır neden anlatmadıklarını
sorma gereği duymadı. Çünkü cevap belliydi. Doğru zamanı
bekliyorlardı. O da bunun farkındaydı.
"Oley" diyerek anne ve babasının üzerine çullanması ile hepsi birden
yere yapıştı. "Yavaş kızım ya. Sen bizi öldürmeden gidiyorum." dedi
Suzan Hanım. Biricik kızlarını iki yanağından öptükten sonra odadan
çıktılar. Onlar da Kardelen de istediğini alabilmişti.
Yatağına tekrar uzanarak eline telefonu aldı. Hemen tayfanın grubuna
girerek mutluluğunu paylaşmak istedi. "Gençler annem ve babam
ağzımı yokladı. Biri var mı diye ben de itiraf ettim. Artık çok rahatım."
diye yazdıktan sonra beklemeye başladı.
Emrah, uzandığı yataktan başını kaldırarak telefonu eline aldı.
Öncesinde perdeyi açarak Helin'i yokladı. Onun perdeleri kapalıydı.
Ardından tekrar yatağına uzanarak tayfanın grubuna girdi. Diğerleri
konuşmaya başlamıştı. Selam verdikten sonra ne konuştuklarına göz
atmak için sohbetin başlandığı saate kadar çıktı. "Vaziyet alın buralar
karışacak." Dedi Selinda.
Emrah, Kardelen'in yazdığını gördüğünde hemen cevap yazdı. "Vay
hain kadın! Ulan iki saat baloya gittik hemen bir çocuk bulmuşsun."
dedi. Kardelen, bunu görür görmez "he ne demezsin aynen öyle
yaptım. Hatta şuan bizde beraber oturuyoruz." cevabını verdi.
Az önce yüzlerce kelimeyi hızlıca yazan Mehmet ve Selinda sadece
gülerek tartışmayı izlemenin keyfine bakıyordu. "Vay birde eve
götürdün demek." Dedi Emrah. Biraz sinirlenmiş birazda kıskanmış
olmalıydı.
"Evet, hatta fotoğraf atıyorum bekle." dedikten sonra Emrah iyice
sinirlendi. Grupta suskunluk oluştu. Aradan beş dakika geçmesinin
ardından Kardelen, odasındaki büyük ayısı ile fotoğraf çekerek gruba
attı.
Bunu gören Selinda ve Mehmet gülmekten sesli haykırma boyutuna
geçti. "Bak aynı sen öküz, ayı, odun, kalas" diye de not bırakmayı
ihmal etmedi Kardelen. Emrah, fotoğrafı ve mesajı gördükten sonra
İnterneti kapattı. Dolabından bir kaç kitap çıkardı. Ders çalışmaya
başladı.
Emrah, uzun süredir bu kadar isabetli Thug life yememişti. Bunun
Kardelen, tarafından olması da ona biraz koyuyordu. Bu yılın
bitmesine az bir süre kalmıştı. Son sınıfı okumak için
epeyce heyecanlıydılar.
Diğerleri de biraz daha gırgır yaptıktan sonra ders çalışmaya başladı.
Her ne kadar bu durumu sevmeseler de mecburiyet onlar için
kaçınılmazdı.
İsrafil, her zaman ki gibi yanına birkaç kız alarak kulübe gitmek için
yola çıktı. Spor arasında müziğin sesini son ses açtı.
Kulübün önüne geldiğinde kulüp önündeki birçok kişinin gözleri
onların üzerindeydi. İsrafil, anahtarı valeye teslim etti. Yanında
getirdiği iki sarışın mini etekli kızları koltuk altına aldı. Kahkaha
atarak içeriye girdi.
İçeriye girdikten birkaç dakika sonra İsrafil'in yüzündeki kahkahaların
yerini derin bir öfke kapladı. Karşısında babası yanında ise; kamptaki
kızlardan bir tanesi vardı. Babasının bu yaşta annesini aldatması onu
beyninden vurulmuşa döndürmüştü.
Emin olmak için tekrar tekrar gözlerini ovaladı. Kesinlikle oydu. Kıza
kendi elleriyle içki içiriyor gülüyorlardı. İsrafil, içki şişesini kafasına
dikleyip içtikten sonra babasının yanına bir hırçınla yaklaştı.
"Ne oluyor ulan burada!" diyerek yumruğunu onun masasına vurdu.
Babası onu karşısında gördüğü için epeyce şaşırmıştı. Ağzını dahi
açamadı. Annesi telefonla onu aramasına rağmen ulaşamıyordu. Eve
geldiğinde ise; "Sürekli toplantıda arıyorsun." diyordu.
Bu durum İsrafil'in psikolojisini iyice bozmuştu. "Sana diyorum baba!
Kızın kadar kız ile ne yapıyorsun sen! Cevap ver bana!" diyerek adeta
öfke kusuyordu İsrafil.
Babası daha fazla dayanamadan “Sana ne ulan! Sana ne? Yürü git
buradan." dedi. Bu cevabın üzerine orayı hemen terk etti. Aracına
binerek evin yolunu tuttu. Annesine her şeyi anlatmak için saatte 150
km hızla gidiyordu.
Evin önüne gelir gelmez aracını kapıya park etti. Birçok hırçınla
kapıyı açtı, içeriye girdi. Annesi evin büyük salonunda terk başına
oturuyor kahve içiyordu. İsrafil, ona doğru biraz yaklaştı. Derin bir
nefes aldı ve tek seferde; "Kocan kulüp de seni aldatıyor." dedikten
sonra oradan ayrıldı. Evin içinden bir üst kata çıkan merdivenden
annesinin tepkisini merak ettiği için bekliyordu.
Onun kafasından vurulmuşa dönmesini beklerlerken hiçbir tepki
vermeden kahvesini içmeye devam etmesi İsrafil'i şaşkınlıklar
içerisinde bırakmıştı. "Allah'ım bizim sülalede mi var bu anormallik?"
dedikten sonra hızlıca odasına çıktı.
Can sıkıntısından dolayı bilgisayarın başına oturarak müzik eşliğinde
oynama başladı.
Saatler hızlıca geçti. Sabahın ilk ışıkları ile yine herkes yatağından
kalkarken zorlanıyordu. Bazılarına okul işkence, arkadaşlar eğlence
geliyordu. Bazılarına ise; her ikisi de uyuyordu.
Selinda ve Kardelen her zaman ki gibi güzellik uykularından uyanır
uyanmaz aynanın karşısına geçip kendilerine bakıyorlardı. Ardından
göründükleri duruma sitem ederek hemen duş almaya gidiyorlardı.
Mehmet hiç bir şeye önem vermeden akşam ne kıyafetle yattıysa okula
da onunla gidiyordu. Kimse onun tamamen özene bezene bakımlı
halini görmemişti.
Her gün değişik olaylar yaşayan MEKS "yine bugün ne yaşayacağız"
sorusu ile uyanıyorlardı. Her zaman kötü sonuçlar doğurabilecek bir
şey de olsa bunu eğlenceye çevirebilmek onların en büyük
yeteneklerinden biriydi.
Emrah, yataktan uyanır uyanmaz boy aynısının karşısına geçti. Elleri
ile saçlarını düzelttikten sonra üst kattaki lavaboya girerek elini
yüzünü yıkadı. Ardından odasına geçti. Günlük kıyafetlerini giydi.
Odanın perdesini hafif araladı.
Helin de uyanmıştı. Ama Emrah bunu perdelerin sayesinde fark
edemediği için hemen kendi perdesini kapattı hazırlanmaya devam
etti.
Öte yandan Mehmet, evden çıkmak üzereyken annesi durdurdu.
"Oğlum kahvaltı etmeden nereye böyle? Dedi. Sabahları pek iştahı
olmadığından dolayı kahvaltı yapmayı sevmiyordu. Mehmet, babasını
çok seviyor fakat babasının işi yüzünden evde tatil günleri hariç
görüşemiyorlardı.
"Anne biliyorsun sabahları iştahım olmuyor." diye yanıtladı.
"Olsun bir bardak çay iç, birkaç şey atıştır öyle çık. Yoksa baş dönmesi
olabilir." Dedikten sonra Mehmet mutfağa geçti. Yemek masasına
oturdu birkaç şey atıştırıp kahvaltı yaptı. Ardından annesinin yüzüne
öpücük kondurdu.
Herkes evlerinden çıkmasıyla okulun yolunu tuttu. Aradan yarım saat
geçmedi MEKS okulun önünde her zaman olduğu gibi buluştu. O
sıralar İsrafil, arabanın gazına yüklendi. Amacı drift atmaktı.
Okulun önünde ki çemberin etrafında iki tür drift attıktan sonra spor
aracının arka sol tekeri alev almaya başladı.
"ulan! Teker yanıyor geri zekâlı çocuk." diye bağırdı Mehmet. İsrafil,
onu duymadan devam etti. Dumanlar onun burnuna geldiğinde aracı
durdurdu. Araçtan indiğinde tekerin alev aldığını fark etti.
Emrah, itfaiyeyi o daha drift atmaya başlamadan önce aramıştı. İyi
biliyordu onun başına böyle bir şey geleceğini. O sıralar itfaiye geldi.
Hemen tekerin ateşini söndürdü.
Araçta sol çamurluk ve teker yanmıştı. Bir de üst tarafa gelen
dumanlardan kararma olmuştu. Onun haricinde bir masrafı yoktu.
Olsa da İsrafil, için pek de önemli bir şey değildi. Sonuçta babasının
parasını istediği boyutta harcayan biriydi.
Olay bittikten sonra herkes yavaştan sınıflarına çıkmaya başladı.
Okulun rektörü merdivenlerden inerken Emrah, "oğlum bu adamın o
kadar parası var ama şu kel kafasına niye saç ektirmiyor anlamış
değilim."
Selinda, Emrah'ın arkasında duruyordu. Elini onun bacağına doğru
götürdü cimcik attı. O sırada "Aa... popoma niye cimcik atıyorsun
kız!" diye sesini yükseltti.
Rektör arkasını dönüp kaşlarını çattı. Yüksek sesle bağırması onu
rahatsız etmişti. Bir kaç saniye öylece baktı. "Gördün mü şimdi sıçtık."
dedi Kardelen, ağzının tek tarafını kapatarak.
Rektör biraz durduktan sonra iki elini havaya kaldırdı. "Ya sabır!"
diyerek merdivenlerden aşağıya inmeye devam etti. "Oh...
Ferahladım, rahatladım yeminle." dedi Mehmet.
Ardından, hızlıca sınıfa girdiler. Bu dersin hocası Jale, hoca idi. Bu
yılın bitimine az bir süre kaldığından dolayı derslere artık kimse
önceki gibi önem vermiyordu. Jale, hoca sınıfa girdi. Kapıyı kapattı.
Yürürken ayağındaki 5 cm platform topuklu siyah ayakkabılarının
çıkardığı sesler öğrencileri epeyce rahatsız etmişti. Sırf bu sebepten
dolayı kulağını kapatanlar dahi vardı. Onların kulak kapatmalarına
karşın Mehmet, opera da olduğu gibi elleri ile nota gösteriyordu.
Jale, hoca ne kadar hızlı adım atarsa o kadar hızlı yapıyordu. Masasına
geçip oturduktan sonra herkese bir rahatlama geldi.
"Hocam!" diyerek sesini yükseltti Mehmet. İlk sesleniş de herhangi bir
bakış göremediği için bu defa daha fazla bağırdı. Jale, hoca baktıktan
sonra "hocam bunlar sizinle dalga geçiyor. Benden söylemesi." dedi.
Jale, hoca bu tür şeyleri alınmayacak kadar espri anlayışı olan biriydi.
Bu sebepten ötürü sadece güldü. Mehmet, bunun üzerine kafasını öne
doğru eğdi.
Jale, hocanın ayağı kalkıp elektronik tahtanın önüne geçmesi ile ders
başladı. Bazıları için ders çok sıkıcı geçse de bazıları için çok
eğlenceliydi. Jale, hoca ders anlatmaya başladığında herkes yavaştan
arkasına yaslandı. Emrah, hocanın gözüne girmek için her anlattığı
şeyi dinliyordu. Birçok konuya eşlik etmesi ders notu isterken ona
yardımcı olacaktı. En azından elinde bir koz olacağına inanıyordu.
Selinda ve Kardelen aralarında sohbet ederek gülüyorlardı. Jale, hoca
bunu fark etse de onlarla herhangi bir bağlantı kurmadan ders
anlatmaya devam ediyordu. Mehmet, merak ettiği bir konuyu sormak
için elini havaya kaldırdı.
Birkaç saniye sonra Jale hocanın onu fark etmesi ile izin verdi.
Mehmet, "hocam biliyorsunuz Sefa hoca gitti. Bu konu hakkında ne
düşünüyorsunuz sonuçta burada beraber güzel vakit geçiriyordunuz."
Jale, hoca Mehmet'in tahtaya bakmasını istedi. Mehmet, öylece boş
tahtaya baktı. Söylediğine bir anlam veremedi. "Ee... Yani diye
sordu."
Bunun üzerine Jale, hoca "konumuz şu an ders. Bunu konuşacağımız
yer burası değil canım. Dinlemek istemiyorsan çıkabilirsin." dedi
sakin bir tavırla.
Emrah, hocanın haklı olduğunu düşünerek Mehmet'e biraz daha
yaklaştı. "Oğlum manyak mısın? Ne diye soruyorsun. Kadın zaten
psikolojik olarak kötü olmuş belli olmuyor mu?" dedi.
"Kusura bakma kanka biraz boşluğuma geldi galiba.”dedikten sonra
iyice arkasına yaslanarak sustu. "Bak bu işaret parmağını görüyor
musun? He bunu o boşluğuna vururum. Ondan sonra boş yerin
kalmaz." dedi gülünç bir tavır sergileyerek.
İki taraflı tebessüm ettikten sonra ders bitti. Jale, hoca "tebessüm ve
teşekkür ettikten sonra siyah uzunca püskülleri olan çantasını alarak
sınıftan çıktı.
Jale, hoca yürürken yine aynı sesler çıktığından dolayı öğrenciler yine
kulaklarını kapattı. Ardından kendileri de yavaş adımlarla çıkmaya
başladı.
MEKS sınıfta vakit geçirmek yerine okulun bahçesine çıkmayı daha
uygun gördüler. Okulun arka bahçesindeki küçük halı sahanın
kenarlarındaki bankların birer tanesine oturdular.
Üniversite 1. Sınıf öğrencileri sahada maç yapıyorlardı. Çok saldırgan
maç yapmaları Emrah ve Mehmet'i futbol fanatiği gibi gösteriyordu.
Kenardan bağırarak desteklemeye çalışıyordu. Bunu. Üzerine
Kardelen ve Selinda onlara cimcik atarak durdurmaya çalıştı.
"Ay" diye ses çıktı Emrah'tan. "Ne cimcik atıyorsun kız." Diye tek
kaşını kaldırarak ona baktı. Kardelen, bunun üzerine "millet bakıyor.
Bir de şu sırtını kapat donun gözüküyor." dedi gülerek.
Emrah, kırmızı ayıcıklı bir don giymişti. Etraftakiler kendilerini
gülmekten tutamıyordu. Bazılarının karnına ağrı dahi girmişti. Emrah,
hemen yerine oturdu. "Mehmet, kanka futbol takımı mı kursak?" diye
soru yöneltti.
Mehmet, hâlâ "hadi ulan pas versene oğlum." Diyerek maça müdahale
etmeye çalışıyordu. Bunun üzerine Emrah, Selinda'ya kendisinin
yerine geçmesini istedi. Mehmet ve Selinda aynı bankta oturuyorlardı.
Emrah, hemen geçtikten sonra ayağını kaldırdı. Mehmet'in kıçına
yavaş bir tekme attı. Bu tekme ile beraber Mehmet, "Bismillah ne
oluyor ulan!" diye sesini yükseltti. "Kardeşim ben konuşuyorum
burada dinlesene." dedi.
Kızlar kahkaha atmaya devam ediyordu. Ardından Mehmet, "he ne
diyorsun sor." Diye yanıtladı.
"Diyorum ki, futbol takımı mı kursak?" Bunun üzerine Mehmet, göz
kapaklarını kıstı "sen daha kendin bilmiyorsun ulan. Futbol tutkusu
falan yok sende." Diye yanıtladı.
"Kanka sende var işte. Vallahi bak amatörden başlarız. Öyle çok fazla
para da gerekmiyormuş. 10 bin TL para ile her şey hallediliyormuş."
Mehmet, dikkatlice dinlerken "10 bin TL" lafını duyunca kalbinin
üzerine elini koydu.
Hiç bir zaman o kadar parayı bir arada görmediği için, nefesi
kesilmişti. "Ulan sen daha pizza yemeye gittiğimiz de para vermekten
kaçıyorsun. 10 bin TL parayı nasıl toplamayı düşünüyorsun?" diye
sordu.
Emrah, bu soru üzerine biraz geri yaslandı. Derince düşünmeye
başladı. Mehmet, bunun üzerine bir kaç el hareketi yaparak Emrah'ı
sinir etmeye başladı.
"Bulacağım görürsünüz." dedi. Ardından oradan kalkarak okula
girdiler. Herkes sınıflarına çıktı. Ders başlamıştı. O arada Emrah, hâlâ
düşünüyordu.
Yüksek bir ses tonu ile elini kaldırarak "buldum!" diye bağırdı.
Sınıftaki herkes birden korktu. Ardından ona şaşkın gözlerle baktı.
"Ulan ne bağırıyorsun daha soru sormadım." diye bağırdı Cebrail
hoca.
"Pardon hocam ben size demedim." diye yanıt verdikten sonra Cebrail,
hoca dersi anlatmaya başladı.
Emrah, Mehmet'in kulağına fısıldayarak "kanka ben buldum.
Kesinlikle bunu uygulamalıyız." dedikten sonra dersi dinlemeye
devam etti.
Ders her ne kadar sıkıcı olsa da sonunda bitmişti. Önemli olanın
sınavlar olduğunun farkına vardıkları için sınıfın çoğu derse
odaklanmıyordu.
Ders bittikten sonra Cebrail, hoca sınıftan çıktı. Herkes yavaş yavaş
dağılmaya başladı. MEKS okul bahçesine çıktı. Bugünlük dersler
bitmişti. Beraber karar alarak okulun sol tarafında ki kafeye gitme
kararı aldılar.
Kafenin teras katına çıktılar. Güneşli havanın keyfini çıkararak çay
söylediler. "kanka anlat bakayım nasıl kuracağız takım. O kadar
buldum diye bağırdın dinliyoruz." dedi Selinda.
Aynı şekilde diğerleri de anlatması için onay verdi. O sırada çaylar
geldi. Emrah, çayın şekerini attıktan sonra bir yudum aldı. "Bakın
bizim okulda maç yapma meraklısı çok var. Bakacağız kimler iyi
oynuyor takip edeceğiz. Sonra bunları kulübe davet edeceğiz."
Çayından tekrar bir yudum aldı. Diğerleri de merakla onu dinliyordu.
"Ondan sonra böyle bir dernek açmamız lazım. Öyle çok bir şey
gitmiyor. Sadece resmi yapacağız."
"Aha sıçtık biz onu hayatta yapamayız." diye araya atladı Mehmet.
Onun bu konuda pek umudu yoktu. Ama Emrah'ın söyledikleri de
mantıklı gelmiyor değildi.
Bunun üzerine Kardelen'in aklında soru işaretleri kalmıştı. "İyi güzel
diyorsun da biz ne yapacağız?"
Emrah, elindeki çayı hemen bıraktı. Tamamen ona döndü. Elini bir kaç
kez yüzüne götürdü. "He işte en güzel yeri de orası. Sen ve Selinda
menajerlik ve yönetimde olacaksınız." dedi.
Kardelen ve Selinda'nın bu konu hakkında hiçbir bilgisi olmadığından
dolayı birbirlerine şaşkınlık ile bakınıyorlardı.
"Yav kızlar zor bir şey yok. Akşama kadar benim yanımda
geleceksiniz." dedi Mehmet. Bunun ardından Kardelen epeyce güldü.
"Hoşt ulan köpek miyiz biz."
Bunun üzerine Mehmet, ağzını kapattı. Daha sonra Emrah, anlatmaya
devam etti. "Evet arkadaşlar parayı bulma konusunda ise; hepimiz
ailelerimizi biraz ikna etmeye çalışacağız."
"İyi de senin aile durumun çok iyi. Bir tek benim normal yani." diyerek
yanıtladı Mehmet.
"Rahat ol kanka ben onu da düşündüm. Bu bizim İsrafil, hıyarını
alacağız kulübe o yardım eder epeyce hem de iyi top koşturuyor." dedi.
Selinda, iki elini birbirine vurarak "hadi o zaman neyi bekliyorsunuz?
Başlayalım çalışmalara." diye ekledi.
"Acele etmeyin. Önce parayı ayarlamamız gerekiyor. Bende şu İsrafil'i
bulayım. Sizler de evden ne kadar alabiliyorsanız alın." dedikten sonra
herkes yavaştan dağılmaya başladı.
Emrah, okulun içerisinde İsrafil'i aramaya başladı. Her ne kadar bütün
koridorları gezmiş olsa da onu bulamadı. Ardından okuldan çıkarken
İsrafil, arabası ile okulun önüne geldi. Emrah, onu görür görmez
yanına doğru yaklaştı.
"Ne yapıyorsun ulan tırşik."
"Geziyorum sen ne yapıyorsun ulan tırşik." diye yanıtladı İsrafil.
"Sana süper bir teklifim var."
"Çıkma teklifi ise; erkekler ilgi alanıma girmiyor." diye araya atladı.
Emrah, biraz sinirlendi ama sözüne devam etti.
"ulan oğlum ciddi bir şey söylüyorum şurada. Maç oynamayı
seviyorsun değil mi?"
"Evet neden?"
"Bak şimdi bizim kulüp var 5 bin TL verirsen seni orada profesyonel
futbolcu yaparız. Zaten 5 bin TL senin için hiçbir şey."
İsrafil, aracın içinde otururken ellerini sakallarına götürdü. Emrah'ın
bütün dikkati onun üzerinde ağzından çıkacak kelimeye bakıyordu.
İsrafil, iyice düşünmeye başladı.
"Peki, kulübün başkanı kim?" diye sordu. Emrah, bunun üzerine
kendisinin olduğunu belirtti. İsrafil, alay eder gibi kahkaha atmaya
başladı. Emrah, ciddi bir konu hakkında konuştuğundan dolayı
duruşunu bozmadı.
"Sen ciddi misin?" diye sordu İsrafil. Emrah, kendi kollarını birbirine
kenetledi. Kafasını evet dercesine salladı. İsrafil'in yüzündeki
tebessüm soldu. Yerini ciddiyete bıraktı. "Tamam, yarın okul yok.
Saat 12'de kapıya çıkarsın. Buluşuruz." dedi.
"Ulan arada bir işe yarıyorsun adamsın." dedikten sonra Emrah, da
kendi evine doğru yola çıktı. Morali epeyce yerindeydi.
Bu işi hep beraber yaparak büyüyeceklerine inanıyordu. Yüzündeki
tebessüm ile hızlıca evine geldi. Öncelikle odasına çıkıp biraz
dinlenmesi gerektiğini düşünüyordu. Bu sebepten ötürü bekçi Hasan,
amcanın bahçe kapısını açması ile hemen içeriye girdi.
"Hasan amca, sen bu yaşta hem kilo almışsın hem de saçların daha çok
beyazlamış. Ne yapıyorsun sen ya?" dedi gülerek.
"Oğlum ben daha genç adamım 55 yaşındayım nerem yaşlı? Saçlarımı
da ben boyadım beyaza sokaktan geçenler oluyor. Böyle karizmatik
adam oluyorum."
Emrah, kahkaha atmaktan kendini tutamadı. Evde en çok sevdiği
kişilerden biriydi Hasan, amca. Bahçedeki kendine verilen tek odalı
lojmanda yaşıyordu. Gündüzleri de evin bekçiliğini yapıyordu.
"Neyse ben kaçtım görüşürüz." dedikten sonra kahkaha atarak eve
girdi. Hemen üst kata kendi odasına çıkarak yatağına uzandı.
Annesinden nasıl para isteyeceğini düşünmeye başladı.
Diğerleri de aynı şekilde odasında nasıl para isteyebileceklerini
düşünüyorlardı. Öncelikle Kardelen, kendi odasının kapısından
babasına seslendi. "Baba! Gelir misin 2 dakika lütfen."

Kardelen, yatağına oturdu. Babasını beklemeye başladı. Epeyce


heyecanlıydı olduğu yerde rahat edemiyordu. Bir kaç dakika sonra
babası geldi. Sol kaşını yukarı kaldırmış sağ kaşını indirmiş bir
vaziyette odaya girdi. Kardelen'in yanına oturdu.
"Ne oldu kızım?" diye sordu. Kardelen, nasıl söyleyeceğini düşünüyor
gözlerini kaçırıyordu. Aynı soruyu tekrar sorduktan sonra Kardelen,
oh çekip babasıyla göz göze geldi.
"Baba, bana 2 bin TL para lazım. Bir işe girişiyoruz MEKS olarak. Bu
yüzden verebilir misin?" diye sordu.
Olcay bey elini yüzüne götürdü birkaç dakika düşündü. "Tamam
kızım, senin hesabına havale yapıyorum birazdan." dedi. Bunun
üzerine Kardelen, “Aslan babam!" diye sesini yükselterek sarıldı.
"Dur!" o kadar sıkı sarılmıştı ki kemiklerinden ses gelmeye başlamıştı.
Yarım saat kadar baba kız sohbet ettikten sonra hemen MEKS grubuna
haber vermek için girdi.
Selinda, annesine aynı şekilde çağırdı. Annesi yemek hazırladığından
dolayı epeyce geç gelmişti. Selinda, yolda gelirken söyleyeceklerinin
aynısı olmasını istemişti. Bu sebepten ötürü o da aynısını söyledi.
Yasemin, hanım ilk başlarda olumsuz baktığından dolayı tavrını net
bir şekilde “Hayır!" olarak gösterdi. Selinda'nın epeyce morali
bozulmuştu. Babası Remzi Bey eve gelene kadar beklemeye başladı.
Eve girer girmez hemen onun yanına koştu. Yemekten sonra
konuşmak istediğini söyledi. Bir heyecanla hemen yemek masasına
oturdu. Babasının gözlerine telaşlı vaziyette bakıyordu.
Remzi, bey yemeğini yedikten sonra sandalyeyi geriye doğru iterek
masadan kalktı. Lavaboya giderek ellerini yıkadı. Ardından
Selinda'nın odasına geçti. Selinda, görür görmez hemen kendi odasına
girdi.
"Gel bakalım derdin nedir? Seni dinliyorum kızım." dedi sakin ve
güler yüzlü bir tavırla. Bunu iyi bir hâle dönüştürmek isteyen Selinda,
hemen konuya girmeye çalıştı.
"Şey... Babacığım bana 2 bin TL verebilir misin?" dedi gülerek.
"Parayı veririm vermesine de ne yapacaksın parayı?" diye sordu.
Selinda, olanları anlattıktan sonra Remzi Bey, parayı vereceğini
onaylayarak odadan çıktı. Şimdi sıra Mehmet de idi. Onların geliri çok
iyi olmadığından dolayı biraz daha az isteyecekti.
Herkes paraları topladıktan sonra MEKS grubuna “Görev
tamamlandı" diye yazdılar. Sadece Mehmet, hepsini gördüğü hâlde
yazmadı. Çünkü henüz bir şey söyleyememişti.
Ertesi gün okulun önünde buluşma kararı aldılar. Hepsi onaylandıktan
sonra beraber eğlenerek sohbet etmeye başladılar. 01:00'a kadar
sohbet ettikten sonra herkes iyi geceler dilekleri ile telefonu bıraktı.
Selinda, telefonu elinden bırakacakken instagram üzerinden gelen
mesaj dikkatini çekti. Hemen mesajı açtı. "Bir gün olur, bin güne bedel
olur." yazıyordu. Gönderen kişi de belli değildi.
Şaşırtıcı bir mesaj olsa da Selinda, daha fazla umursamadan telefonu
sağ tarafındaki masanın üzerine bıraktı. Ardından tebessüm ederek
mutlu bir halde uyumaya çalıştı.
Diğerleri çoktan uykuya dalmıştı. Helin, kendi penceresinden Emrah'a
bakıyor onu gözlemliyordu. İçerisinde ona karşı oluşan duygularda
çoğu kez kararsız kaldığı için bir kenara atıyordu.
Bazen de duyguları baskılı oluyordu. Bu sebepten ötürü geceleri onu
gözlüyordu. Onunla iletişime geçme isteği artıyordu. Daha fazla
yapacak bir şeyi olmadığından dolayı yatağına uzandı.
Geceleri geç saatte uyuduğundan dolayı telefonunu eline alarak
videolar izlemeye başladı.
İsrafil, gece geç saatlere kadar kulüp de eğlendi. Kızlarla kendine göre
hoş vakitler geçirdi. Ardından hafif sarhoş bir şekilde oradan ayrıldı.
Arabasına binerek yola koyuldu. Aracın üzerini açtı. Müziği de son
ses açtı. Eşlik ederek araba kullanmaya devam etti.
Yolun sağ kenarında bir bankamatik gördü. Hemen aracını sağa
yanaştırdı. Babasının kredi kartı onda olduğundan dolayı bugün
Emrah'ın dedikleri aklına gelmişti.
5 bin TL nakit para çektikten sonra cebine koydu. Tekrar arabasına
binerek evine doğru yola çıktı. Bazen kendi kendine babasını pek
sevmediği hâlde onun parasıyla bir şeyler yapmanın yanlış olduğunu
düşünüyordu.
Çoğu defa ne kadar doğru olmasa da para her zaman lazım olduğu için
vazgeçemiyordu. Kendi çalışarak bu kadar para kazanamaz,
eğlenemezdi.
Yarım saat kadar bir süre içerisinde evin önüne geldi. Aracını park
ettikten sonra cebinde evin anahtarını aradı. Saat geç olduğundan
dolayı evin hizmetçisi Kader, hanımın uyuduğunu biliyordu.
Pantolonun sol arka cebinden anahtarı çıkardı. Kapıyı açarak içeriye
girdi. Babası salonda oturuyordu. İsrafil'i fark etmesine rağmen bir şey
söylemedi. Elinde sigarası, masasında içkisi karanlıkta tek başına
oturuyordu.
İsrafil, ne olduğunu bilmiyordu. Merak etmesine rağmen babasının
yanına giderek sormak pek içinden gelmiyordu. İnsanlar içki içtiğinde
daha sakin, uysal olur sözüne inanarak yavaş adımlarla yaklaştı.
Üzerindeki spor ceketi çıkardı. Babasının karşısındaki tekli koltuğa
oturdu. Bacaklarını üst üste attı. "Hayırdır ne oldu?" diye sordu.
Babasının açtığı şarkıyı da kapattı. "İşler kötüye gidiyor." dedi. İsrafil,
"burada böyle içki içeceğine aklını çalıştır. İşlerin iyiye gitsin." sözleri
söyleyerek boşuna sarf ettiğini biliyordu. Fakat yine de ya tutarsa
hesabı denemişti.
Ardından ceketini de alarak hemen odasına çıktı. Üzerini
değiştirdikten sonra telefonu eline alarak kızlara mesaj atmaya başladı.
Saatlerin hızlıca geçmişi ile güneş yüzünü yavaştan göstermiş,
sıcaklığını hissettirmeye başlamıştı. Mehmet'in annesi sabah okula
gitmesi için uyandırmaya çalışıyordu.
Bu şekilde başarısız olacağını anladığında mutfağa giderek bir bardağa
su doldurdu. O arada Mehmet, hemen kalktı üzerini giydi. Annesinin
su getirmeye gittiğini biliyordu.
Sema hanım onun odasına bir bardak su ile girdi. Onun çoktan
hazırlandığını gördüğünde şaşırmıştı. "Sen az önce yatmıyor muydun?
Neden uyandın, o kadar su getirdim." dedi.
"Senin benimle uğraşman hoşuma gidiyor anne. Benimle ilgilenmen,
ne bileyim başımda durman, hissettirmen kendini. Aynı çocukken
olduğu gibi. Seni seviyorum anne!" tebessüm ederek annesine sarıldı.
"Deli oğlan." diyerek Sema hanım da sarıldı. Vedalaştıktan sonra
Mehmet, kahvaltı yapmadan evden çıktı.
Kardelen, evden çıkarak Selinda’yı aldı. Birlikte kol kola girdiler.
Yolda sohbet ederek yürümeye devam ettiler. Kız kıza sohbet onlara
göre en keyifli geçen sohbetti.
Herkes yarım saat sonra okula dönen viraj da buluştu. MEKS
selamlaştıktan sonra Emrah, “Ne yaptınız gençler?" diye sordu.
"Selinda ve Kardelen, telefondan mobil bankacılığa girerek hesaptaki
2 bin TL'yi gösterdi. Emrah, çok iyi olduğunu belirterek teşekkür etti.
Mehmet, "sonra konuşuruz kanka bu konuyu özel olarak." dedikten
sonra cevap gecikmedi.
"Hop! Hayırdır sana ya aramızda özel giremez!" dedi Kardelen.
“1000 TL ayarlayabiliyorum." dedi kısık bir sesle. Emrah, güldü.
“Ulan oğlum zaten senin paranın yarısı bende dedim ya." dedi. Bunu
duyduktan sonra Mehmet, ona ve diğerlerine hep beraber sarıldı. "İyi
ki varsınız..." dedi.
O sırada İsrafil, arabası ile okula doğru hızlıca giderken ani bir fren
yaparak durdu. Hemen vitesi geriye aldı. Gaza normalinden biraz daha
yüklendi.
Arabadan inmemek için arabanın üzerini açtı. Önce kaş göz işareti
yaptı. MEKS hiç bir tepki vermeyince araçtan indi. "Emo ne yaptın
kanka? Takım işini," dedi.
Emrah, önce tebessüm etti. Ardından gerekli açıklamaları yaptı. En
etkili olacak kısım A takımı oluşturabilmekti. Emrah ve diğerleri
bunun farkında oldukları için epeyce zorlanacaklarını biliyorlardı.
Bugün okulda ne kadar iyi futbol oynayan var ise; hepsini kulübe
davet edeceklerdi. Gerekli yerlerde kendi tanıdıkları ile birer birer
görüşme kararı aldılar. Bunları İsrafil'e de anlattıktan sonra o da
üzerine düşen görevi yapmak için arabasına binerek okula gitti.
İsrafil, okulun bahçesinde ne kadar futbol oynayan varsa kendi etrafına
topladı. "Beyler! Kulüpte oynamak isteyen var mı?" diye sordu.
Ardından isteyenlerin el kaldırmasını istedi. Yirmi kişiye yakın adam
vardı. Yarısından fazlası elini kaldırdı.
El kaldıranları alarak Mehmet'in yanına götürdü. Mehmet de okul
bahçesinde öğrenciler ile konuşuyordu. Emrah ve Kardelen, anlaştılar.
Kültür spor bakanlığına gitme kararı aldılar. Gerekli belgeleri
hazırlamak için çok uğraşacaklarını biliyorlardı.
Mehmet ve Selinda ile vedalaştılar. "Bak buradan sonra okul
bahçelerine falan gitmemiz lazım. Oradan da küçük u15 vs.
Ayarlamamız gerekecek."
Mehmet, başını sallayarak onay verdi. Ardından Kardelen ile Emrah,
yola koyuldu. Yaklaşık olarak bir saat kadar yol gittikten sonra
bakanlığa gelmişlerdi. Kapının önünde birbirine bakarak derin bir
nefes çektiler.
Epeyce heyecanlanmışlardı. İçeriye girdiler. Kapıda arama
yapıldıktan sonra danışmana yetkili ile görüşmek istediklerini
belirttiler.
Danışmanın telefonu alıp araması ile yanıt gecikmedi. "İlk sağdan 2.
Oda." diyerek yanıt verdi. Yavaş adımlarla ilerlediler. Kapının önünde
bir kez daha derin bir nefes aldılar. Emrah, kapıya iki defa tıkladıktan
sonra içeriye girdi.
Selam verdiler. Karşısında oturan iri yarı sert görünen adamdan biraz
çekinmişti Kardelen. Yavaşça oturayım derken sandalyenin ayağını
adamın masasına vurmuştu. Hemen içindeki korku ile Emrah'a baktı.
Emrah, gözlerini iki defa kapatıp açtı.
Bu hareket onların dilinde sakin ol demekti. Emrah, “Moruk..." diye
söze başlayacakken Kardelen ayağı ile vurdu. Yanlış olduğunu
bildirmeye çalıştı. Bu defa Kardelen, "amca..." der demez Emrah,
ayağına vurdu.
Bir türlü konuşmaya başlayamamışlardı. Muhsin Bey, "buyurun sizi
dinliyorum." dedi. Elindeki altın kaplama kalemi masasına bıraktı.
Masadaki birkaç dosyayı çekmeceye koydu. Siyah deri koltuğunda
otururken iyice geriye yaslandı.
Onlara doğru dikti gözlerini. Dikkati tamamen onlara odaklanmış
dinliyordu. Emrah ve Kardelen de nereden başlasak diye düşünürken
Emrah, anlatmaya başladı.
Her şeyi ince detayına kadar anlattıktan sonra Muhsin Bey, önceliğinin
burası değil bir dernek kurmak olduklarını söyledi. Emrah, yavaşça
ayağa kalkarak bakan ile vedalaştı. Kardelen de aynısını yaptıktan
sonra çıktılar.
Koridorda yürürken Kardelen, “Yavaş yürü!" diyerek cimcik attı.
Tırnaklarının uzun olması Emrah'ın gözünde gözyaşı birikintisi oluştu.
Sağ göğüs kafesi üzerinden cimcik atmıştı.
Emrah, adımlarını daha da hızlandırdı. Dışarıya çıkıp sağ tarafa doğru
yöneldi. Hafif eğilerek “Ah!“ çekerek cimciklenen yeri ovalamaya
başladı.
Bu kız bu kadar vahşi miydi ya?
Kardelen binadan çıktıktan sonra, ilk sağ tarafına baktı. Emrah'ın
kıvrandığını görünce gülerek yanına doğru gitti. "Ne oldu? Canın
yanmış gibi," dedi gülerek.
Emrah, kendini dikeltti. "Bizim canımız yanmaz canım,"
He he görüyorsun. Birde beni görebilseydin keşke...
Emrah, arkasını dönerek “Of!” demeye başladı. Ardından tamamen
kendine geldi. El işareti ile Kardelen'in peşinden gelmesi gerektiğini
belli etti.
İsrafil, bir taraftan Mehmet ve Selinda bir taraftan çocukları toplamaya
devam ediyordu. Kulüp için her ay 50 TL fiyat ödeyeceklerini iyi
oynayanların ödemeyeceklerini söylemeyi ihmal etmiyorlardı.
Üniversite önünde epeyce bir kalabalık oluşturmayı başarmışlardı.
Selinda, herkesin iletişim bilgilerini tek tek kağıda not almaya başladı.
Katılım yapmak isteyen epeyce çoktu.
Allah'ım sen bizi utandırma. Emeklerimizin karşılığını almamıza
yardımcı ol.
Selinda, iç sesi ile böyle dua ederken Emrah ve Kardelen de okulun
bahçesine giriş yaptılar. "Vay be! Bizimkiler işi götürmüş baksana,"
Kardelen'in yüzünde tebessüm oluştu. Koşarak Selinda'nın yanına
gitti.
"Ne alemdesin?" diye sordu.
"Şu ana kadar 43 kayıt aldım. Gördüğün gibi bir o kadar daha var,"
diyerek yanıtladı. Emrah, bunu duyduğunda iyi dileklerini iletti.
İsrafil, bir köşede başka adamlarla konuşurken onların yanına gitti.
"Naber coni," diyerek omuzuna hafiften bir tokat attı Emrah. İsrafil,
adamları Selinda ve Mehmet'in olduğu yere doğru yönlendirdi.
Ardından "gördüğün gibi," dedi.
"Biraz gelir misin?" dedikten sonra kolundan çekerek bir köşeye çekti.
"Bunlar A takım için uygun. Fakat U takımlar için 18 yaşından küçük
çocuklar da toplamamız gerekiyor," dedi.
İsrafil, elini sakalına götürüp düşünmeye başladı. O düşünürken
diğerleri de yanına geldi. "Evet, beyler, bayanlar ne yaptık?" diye
sordu Kardelen.
Her şeyin daha yeni başlayacağını fark etmişlerdi. Derneği boş bir
dükkan bulup kuracaklarının farkındaydılar. Birbirlerine etrafta böyle
bir dükkan var mı? diye soruşturmaya başladılar.
İsrafil, sürekli araçta gezdiği için okulun ilerisinde boş bir yer gördüğü
aklına dank etti. "Buldum!" dedi hafif yüksek bir ses tonuyla. Diğerleri
onun gözlerine bakarak devamını getirmesini bekliyordu.
Mehmet, onun omuzuna tokat attı. "Hadi ulan!" dedi sert bir ifadeyle.
Bugün okulu iyice boşladıkları için tamamen gitmemek en iyisi
olduğuna karar verdiler. Selinda, 86 kayıt almıştı. Onların içerisinden
seçerek bir A takım oluşturacaklardı.
İsrafil, arabasına binmeden yürüyerek okul dışına çıktı. MEKS de
onun peşine takıldı. Yaklaşık beş dakika yürüdükten sonra dükkanın
olduğu yere geldiler. Dükkan ara sokakta güzel bir yerdeydi. Ama tek
eksiği eskiydi.
Kiralık yazısında yazan numarayı Kardelen, aradı. Telefonu açan ince
sesli kadın ile muhabbete daldı. Kiralık dükkan için aradığı aklından
tamamen çıkmıştı. Yanındakiler sürekli el işareti ile “Söyle!" demiş
olsalar da Kardelen, anlamıyordu.
En sonunda Selinda, onun elinden telefonu alarak dükkanı kiralamak
istediklerini ve dükkanın önünde beklediklerini söyledi. Ardından
telefonu kapattı. Kardelen'in elini tuttu ve avuç içine hafif bir hızda
koydu.
Kardelen, bu davranış karşısında şaşkına döndü. "Valla benim suçum
yok," dedi ince ve irkilmiş bir ses tonuyla. Dükkana girmek için beş
adet merdiven çıkmak gerekiyordu.
Onlarda merdivene oturarak kadını beklemeye başladı. Aralarında
muhabbet ederken İsrafil de kimse kendisiyle konuşmadığı için ayakta
geziniyordu.
Aradan yarım saat kadar bir süre geçmesinin ardından genç kadın
beyaz spor arabası ile geldi dükkanın önünde durdu. Mehmet, kadını
görür görmez sesi titremeye başladı.
Emrah'ın omuzuna sürekli vuruyordu. “Ulan omuzumu çürüttün,"
Mehmet, o an kadının güzelliği karşısında hiçbir şey düşünmüyordu.
Kadının beyaz mini etekli elbisesi ile araçtan inmesiyle "bu insansa
biz neyiz aga?" dedi Mehmet.
Emrah, her ne kadar büyüleyici güzellikte bulmuş olsa da onun için şu
an önemli değildi. Bir an önce dükkanı kiralamak istiyordu. İsrafil,
hemen kadının yanına gitti. "Hoş geldin, nasılsın?"
Kadın onu umursamaz bir tavırla "iyi," diyerek geçiştirdi. Kumral
saçları havadaki rüzgârla beraber dalgalanıyordu. İyice yaklaştı
parfüm kokusu Mehmet'i tamamen mest etmişti. "Ben ölebilir
miyim?" dedikten sonra gözleriyle kadını takip etmeye başladı.
"Dükkana bakalım karar verirsiniz," dedi. Selinda, önce kadının ismini
sordu. "Ben, Arzu canım," diye yanıt aldı.
"Siz, bu kadar güzelken dükkana bakmakta neymiş hiç gerek yok
tuttuk biz," dedi Mehmet. Kadın kahkaha attıktan sonra dükkanı
açmaya başladı.
Emrah, Mehmet'in kulağına doğru eğildi. "Oğlum uçkuruna sahip çık.
Yoksa o da olmayacak," diye tehdit ettikten sonra yüzüne güldü. Sağ
elini Mehmet'in ensesine götürüp iki defa yavaşça vurdu. "Haha canım
kardeşim," dedi.
Kadın dükkanın kepenklerini açıktan sonra herkes yavaşça içeriye
girdi. Bomboş 300 m2 büyüklüğünde bir dükkandı. Duvarları yeni
boyanmış gayet güzel bir yere benziyordu.
MEKS kafasında bir düzen oluşturmaya ve bunu aralarında
konuşmaya başladı. İsrafil, ise; kadına biraz daha yanaşabilme
peşindeydi. MEKS dükkan hakkında konuşurken o da kadınla
muhabbet kurmuştu.
Emrah'ın telefonunun çalması ile onlardan ayrıldı. Kapının önüne
çıkıp telefonu eline aldı. Numara kayıtlı değildi. Hemen açtı.
“Efendim," dedi.
"Emrah Bey, iyi günler. Ben, bakanın sekreteriyim. Size, iletmemi
istediği bir mesaj var," dedi ve Emrah’tan yanıt beklemeye başladı.
"Tabii ki buyurun," dedi.
"Bakan Bey’in anlattıkları tamamlandıktan sonra kulübe alacağınız
her futbolcu için lisans çıkarmanız gerekiyor. 11 Bin TL bir oyuncu
lisansı," Emrah, bunu duyduktan sonra epeyce şaşırmıştı.
Bu kadar detaylı bir araştırma yapmadığı için kendine kızmaya
başladı. Merdivene oturdu. Öylece düşünmeye başladı. Birkaç dakika
sonra herkes yanına geldi.
"Canlarım, ciğerlerim dükkan güzel. Tutalım burayı," dedi Selinda.
Emrah’tan herhangi bir ses çıkmadı. Diğerleri bir şey olduğunu
anlamıştı. Hemen onun koluna girip mahallenin köşesine doğru
götürdüler.
"Ne oldu ulan?" diye sordu Mehmet.
"Lisans için 150 Bin TL gerekiyor. Ve bu sadece A takım için,"
"Aha sıçtık," diyerek elini ağzına götürdü Kardelen. Hepsi kara kara
düşünmeye başlamışken İsrafil, onların yanınagelerek ne olduğunu
sordu. Mehmet, olanları umutsuzca anlattı.
O anlatırken dükkan sahibi de yanlarına gelerek kararlarını sordu.
Henüz kimseden ses çıkmıyordu. Bunun üzerine İsrafil, tutuyoruz,"
dedi. Kadından anahtarı aldı dükkan için 2 Bin TL kapora parası
verdikten sonra kadın ayrıldı.
"Ne yapıyorsun oğlum ya bu iş yatar," dedi Mehmet. İsrafil, kendi
kendini sorguya çekmeye başladı. Onlar için fedakârlık yapabilir
miydi? Bu sorunun cevabını arıyordu.
Aradan dakikalar geçti. MEKS dükkanın içerisine girdi.
Ben yapacağım. Bu yaptığımı da onlar unutmazlar.
İsrafil, dükkanın içerisine girerek “Siz dükkanı kapatın yarın okulda
görüşürüz," dedikten sonra hızlıca dükkandan çıktı. Arabasına binerek
araba pazarına doğru yola koyuldu.
"Ne oldu buna?" dedi Selinda. Kimse hiçbir şey anlamamıştı.
Dükkanda biraz daha kaldıktan sonra çıktılar. Emrah, herkese bir
görev dağılımı yapmaya başladı.
"Selinda, Kardelen, siz afişler, broşürler, duvar kağıtları vs. Bunlarla
ilgilenin," dedi. Onlara yaptırması için gerekli parayı verdi.
Vedalaştıktan sonra onlar ayrıldı. Mehmet ve Emrah, beraber
yürümeye başladı.
Gerekli izinleri almak, belgeleri tamamen hazırlamak için işe
koyuldular. İsrafil, yarım saat içerisinde araba pazarında oldu.
Arabasını kenara çekerek başında beklemeye başladı.
Saatler geçti arabanın fiyatını sormaktan başka herhangi bir şey yapan
yoktu. Arabanın fiyatını öğrenen insanların dudaklarını uçuklatıyordu.
İsrafil, en sonunda aracı galeriye satma kararı aldı.
Satılık yazısını kaldırıp aracına bindi. O sırada aracın arkasına birisi
yaklaştı. Arabanın üzerinde göz gezdirdi. Ardından İsrafil ile detayları
konuştu. Varlıklı olduğu giydiği kaliteli elbiselerden belli oluyordu.
İsrafil, çok net anlamıştı.
Genç adam ile aracına bindikten sonra işlemler için notere geldiler.
İsrafil, telefondan para hesabına geçmiş mi diye göz atarken paranın
paranın hesapta olduğunu gördü. 750 bin TL duruşu çok güzeldi.
İsrafil, aracın noter işlemlerini de bitirdikten sonra anahtarı teslim
ederek iyi dileklerini belirtti. Artık onun pahalı bir arabası yoktu. Ama
kendisi de arabasız kalmayacaktı. Hemen galeriye giderek kendine
güzel bir marka araç beğendi.
Yine spor tarzı bir araç aldı. 300 bin TL araca ödedikten sonra satış
işlemleri gerçekleşti. Geriye kalan 350 bin TL'nin yeteceğini
düşünüyordu. Satış işlemleri bittikten sonra yeni aldığı araç ile her
zaman gittiği Kulüp’e gitmeye karar verdi.
Kendisine göre uzun zamandır gitmediğini düşünüyordu. Eğlencenin
güzel olacağına canı gönülden inanıyordu. Zaman kaybetmeden yola
koyuldu.
O arada MEKS epeyce uğraşıyorlardı. Mehmet ve Emrah gerekli
izinleri almış son aşama olarak futbolcular için lisans çıkarması
kalmıştı. Fazlasıyla yorulduğu için bir kafeye oturup pizza söylediler.
Mehmet, kızları merak ettiği için telefonunu çıkararak Selinda’yı
aradı. Ona ulaşamadı. Ardından Kardelen'i aradı. Birkaç defa
çaldıktan sonra telefonu açtı.
"Kız zilli neredesiniz?" dedi. Ne yaptıklarını teker teker anlattı.
Broşür, el ilanları siparişlerini vermişlerdi. "Birkaç saat sonra
buluşalım olur mu?" dedi Mehmet.
Kardelen, onayladıktan sonra telefonu kapattı. Mehmet pizzayı
yedikten hemen sonra kapıya çıktı. Yüzünde oluşan gülücükler
eşliğinde Emrah'ın hesabı ödemesini bekledi. Emrah, hesabı ödeyip
geldiğinde Mehmet, iki yanağına öpücük kondurdu.
"Afiyet olsun kardeşim. Ellerine sağlık. Hesabı her zaman sen
ödemelisin. Öyle olunca daha bir tatlı, güzel oluyor pizzalar." diyerek
kahkaha atmaya başladı.
Emrah, aklını takım kurabilmek için bozmuştu. Ödediği para her ne
kadar umrunda olsa da şu an hesabını soracak hâli yoktu. Bir an önce
kızlarla buluşmak istiyordu. Onlarla buluşmadan önce topladığı
belgeleri eve bırakmak istiyordu.
Cadde üzerinde evinin oradan geçen minibüs beklemeye başladı.
Yaklaşık beş- altı dakika bekledikten sonra minibüs geldi. Hemen
bindiler. Mehmet, minibüsün içindeki kızların üzerinde göz
gezdiriyordu.
Emrah, bunu fark ettiğinde bacağına cimcik attı. Mehmet, “Ah!,” diye
sesini yükselttikten sonra eliyle ağzını tuttu. O sırada evin önüne
gelmişlerdi. Mehmet, bacağını ovalayarak arabadan indi.
Emrah, içeriye girdikten sonra evinin önündeki kahverengi bankta
beklemeye başladı. Emrah'ın içeriye girip, çıkması beş dakikasını dahi
almamıştı. Hemen buluşma noktasına doğru yola çıktılar.
Selinda ve Kardelen, bir kafede oturmuş dedikodu yaparak onları
bekliyorlardı. Helin o yol üzerinde gezerken onları fark etti. Emin
olabilmek için, biraz daha yaklaştı. Tamamen emin olduktan sonra öz
güveni yüksek, havalı gibi görünmeye çalışıyordu.
İçeriye girdi. Adımlarını adeta bir manken gibi atıyordu. Gözlerini
onlara odaklamış bir vaziyette ayağındaki kırmızı platform topuklu
ayakkabılar ile yürüyordu. Sağ taraftan gelen genç garsonu fark
etmediği için, birbirine çarpıştılar. Önce Helin, yere yıkıldı. Garsonun
elinde taşıdığı meyve suları da Helin'in üzerine döküldü.
Seslerin yükselmesi ile Kardelen ve Selinda, o yöne doğru baktığında
Helin'in yere düştüğünü fark etmişti. O arada Mehmet ve Emrah da
içeriye girdi. Girmesiyle beraber bir kargaşa olduğunun farkına
vardılar. Hemen Helin'in etrafını kaplayan insanların arasından
girdiler.
Emrah, onu öylece yerde görünce aralarında bir bakışma oldu.
Yavaşça yere iki dizinin üzerine oturdu. İçinden ona karşı güzel sözler
sarf ediyordu. Helin'in saçlarını okşamaya başladı.
"Gençliğinin baharında ölmek yakışmadı sana canım." diyerek
saçlarını okşamaya devam etti. Her ne kadar içinden gelmiş olmasa da
sahte ağlama sesleri çıkarıyordu. Helin, yerdeyken her tarafına yara
var mı diye bakınıyordu.
Kardelen, bu duruma daha fazla dayanamadı. Başka bir garsondan
büyük bardakla su aldı. Hemen onun yanına giderek bir bardak suyu
Emrah'ın kafasından aşağı boca etti. Etraftaki herkes kahkahalara
boğuldu.
Kardelen, hiç komik bulmuyordu. Bunun üzerine Selinda'ya
gerekenleri söyledikten sonra kafeden çıktı. Mehmet, Emrah'ın
kolundan tuttu. Söylene, söylene kaldırdı. O da aynı şekilde Helin'e
yaptı.
Helin, kalkar kalkmaz lavaboya koştu. Üzeri iyice kirlenmişti. Bu onu
fazlasıyla rahatsız etmeye, ağlamaya hazır hâle getirmişti. Emrah, da
yüzünü kurulamak için lavaboya gitti. Mehmet ve Selinda, masasına
geçerek beklemeye başladı.
O esnada Mehmet, Selinda ile muhabbet etmeye başladı. Aradan üç-
dört dakika geçmeden Emrah da onların yanına geldi. Kardelen,
hızlıca cadde üzerinde bir hırçınla yürüyordu.
Ben ne yapıyorum? Kardelen, mal mısın kızım hemen geri dönmelisin.
İç sesi ile kendisiyle çekişiyordu. Bir taraftan yürümeye devam
ediyordu. Sonunda iç sesine mağlup oldu ve geri dönmeye karar verdi.
Kafeye doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı.
Helin, lavabodan çıktığında küçük çantasını alarak kapıdan dışarıya
çıktı. Yol üzerinde Kardelen'in geldiğini fark etti. Görür görmez
hemen içeriye girdi. Bu onun için bir fırsat olabilirdi. İçeriye girdikten
sonra Emrah'ın yanına giderek boynuna sıkıca sarıldı.
Emrah, iyice şaşırmıştı. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. "Çok
korktum." diye geleneksel bir yalan söyledikten sonra Emrah da ona
sarıldı.
Oraya geliş amacının Selinda ve Kardelen'e laf sokma, küçük düşürme
olduğunu bilseydi Emrah, onun yüzüne asla bakmazdı.
Onlar birbirine sarılmış öylece dururken Kardelen, o sırada kafeye
girdi. Beyninden vurulmuşa dönmüştü gördüğü sahne karşısında.
Kıskançlıktan çatlayacak dereceye gelmişti.
Bu defa yine bir bardak su alarak ikisi sarılıyken üzenlerine döktü.
Herkesten ayrı bir ses gelmeye başladı. Onlarda sitem ediyordu fakat
Kardelen, sitemlerine bir önem vermiyordu. Bir nebzede olsa bu onun
içini rahatlatmıştı. Selinda'ya kafası ile gelmesi gerektiğini ifade etti.
Selinda ve Mehmet, hemen Kardelen'in peşinden çıktı. "Ne oluyor
ya?" diye sordu Mehmet. Kardelen, hiçbir şey olmamış gibi çok rahat
ve sakin bir şekilde “Hiç" diyerek yanıtladı.
Emrah'ın gelmesini bekliyorlardı. Aradan beş- altı dakika geçti.
Kafeden ilk çıkan Helin oldu. Yavaş adımlarla, yine cool yani havalı
olmaya çalışıyordu. Ne yazık ki pahalı kırmızı elbisesi ıslanmıştı.
Selinda, onu görünce gülmemek için kendini zor tutuyordu. "Ben bu
kızı hep böyle hatırlarım." dedi Kardelen'e fısıldayarak. Bu durumu
fark eden Helin, daha fazla burada kalamayacağını düşündüğü için yol
üzerinden geçen bir taksiye binmeyi düşündü.
Caddenin kaldırımında beklemeye başladı. Sadece ileriye doğru
baktığından dolayı yerdeki su birikintisini fark etmedi. Yoldan geçen
ilk taksiye el işareti ile durmasını belirtti. Adam sağ tarafa doğru
yaklaşırken yerdeki su birikintisi Helin'in üzerine geldi.
Hafiften çığlık sesi attığında MEKS arkasına baktı. Elbisesi berbat bir
hâldeydi. Kardelen, bu durumdan mutlu olmuştu. Emrah'ın dışarıya
çıkması ile gülmemek için kendini tutuyordu.
Helin, neredeyse ağlayacak dereceye gelmişti. Yüzü asık, sinirli bir
şekilde taksiye bindi. Taksici yaşlı beyefendiye nereye gideceğini
söyledikten sonra söylenerek arkasına yaslandı.
MEKS yavaş adımlarla muhabbet ederek yol üzerinde yürümeye
başladılar. Emrah, kızlara ne yaptıklarını sorguluyordu. Her şeyin iyi
gittiğini ve böyle devam etmesi için dua ediyordu.
İsrafil, her zamanki gibi yine kafede bir olay çıkarma peşindeydi. İçtiği
içkiler bunu ona daha fazla teşvik ediyordu. Gözüne bir tane adam
kestirdi. Ayakta zor duruyor, her şeyi dönüyor gibi görüyordu.
Adamın yanına yaklaştı. "Sen kimsin kardeş benim yanımdaki hatuna
bakıyorsun?" dedi. Adam İsrafil'den kaslı iri yarı birisiydi. İsrafil,
fazla içmesi sebebi ile o an onu fark edememişti.
Adam sükunetini hiç bozmadan keyfine bakmaya devam etti. İsrafil,
aynı sözleri defalarca söylemesine rağmen hiçbir tepki alamamıştı.
Adama bak arkadaş öldüreceğim şimdi o olacak.
İsrafil, adamın omuzuna eliyle dokundu. Yavaşça arkasını döndü.
Adam dönerken İsrafil, yumruğu vuracaktı ki, daha yumruğunu ileriye
götüremeden yere kapaklandı.
Saat gece 02:00 olmuştu. İsrafil, gözlerini hastanede açtı. Gözlerini
açtığında başı epeyce ağrıyordu. Bu sebepten ötürü yerinden
kalkarken fazlasıyla zorlandı. O kalktıktan iki- üç dakika sonra doktor
bey kapıdan içeriye girdi.
"Merhaba, İsrafil Bey nasılsınız?" Sorusuna karşılık Doktor Bey’in
aldığı yanıt; "bana ne oldu?" sorusuna döndü.
"Önemli bir şey yok. Sadece kavga etmişsiniz aldığınız darbe
sonucunda bayılmışsınız. Beş dakika içerisinde çıkabilirsiniz." dedi.
Ardından, odadan çıkarak gitti.
İsrafil, tam kendini hazırlıyordu ki, içeriye onu yerde paspas eden
adam girdi. İsrafil, onu tanıyamadı. "Buyur hocam ne vardı?" diye
sordu.
"Dün akşam bulaştığın kişi bendim. Yavuz ben. Normalde böyle bir
şey yapmazdım kendime hakim olamadım kusura bakma." dedikten
sonra yavaşça İsrafil'e yaklaştı.
İsrafil, yatağın üzerine çıktı. Gözlerinden ne kadar çok korktuğu belli
oluyordu. "Tamam, hadi git git." dedi. Yavuz, odadan çıkana kadar
yatağın üzerinden inmedi.
Yavuz, iki elini havaya kaldırdıktan sonra üzüntülü bir hâlde dışarıya
çıktı. İsrafil, yatağın üzerinden indi. Odada ki, aynadan kendine baktı.
Sol gözü iyice morarmıştı. "Lavuk nasıl vurduysa."
dedikten sonra kırmızı ceketini yatağın üzerinden alarak hastanenin
çıkışına doğru ilerledi. Sağ eliyle sol gözünü tutuyordu ki, aklına
arabadaki gözlüğü geldi. Ama arabayı getirmişleriydi onu bilmiyordu.
Adımlarını biraz hızlandırarak dışarıya çıktı. Cebinden anahtarını
çıkardı arabanın kapısını açma düğmesine tıkladı. Ses geldiğinde
arabanın orada olduğunu fark etti.
Arabanın yanına doğru gidiyordu ki, aracın yanında bir adam fark etti.
Tek gözü kapalı olduğundan net fark edememişti. Adam kapıyı açtı
içerideki çantayı aldı. İsrafil, koşmaya başladı.
"Eyvallah moruk ilk defa işim bu kadar kolay oldu." dedikten sonra
kahkaha atarak hızlıca kaçtı. İsrafil, hem içkili hem de tek gözü kötü
olduğundan 20m kadar koştuktan sonra bıraktı.
"Hay tüküreyim böyle işe ya." diyerek sitem ettikten sonra arabasının
yanına gitti. Çantada sadece dizüstü bilgisayarı vardı. Yaklaşık 3 bin
TL değeri vardı. Arabasına binerek eve doğru yola koyuldu.
Arabada giderken Mehmet'e mesaj attı. "Yarın dükkanın önünde
buluşalım." yazdı.
O sırada MEKS bir parka oturmuş, kahkahalar içinde çekirdek, kola
keyfi yapıyorlardı. Bu onların vazgeçilmezlerinden biriydi. Çocukken
de her zaman aynı parka gelip sık sık yaparlardı.
Onların "dostluk" kavramı bir gün öyle olup, başka gün böyle olmak
değildi. Her zaman birbirlerine verdiği sözün arkasında durabilmekti.
Harika bir dostluğu insanlara aşılamak istiyorlardı.
İnsanlar onlara özensin, birbirine bağlansın, kimse kimsenin
arkasından iş çevirmesin, her zaman pozitif bakıp hiçbir zaman
sevdiğin insanlardan şüphe duymamalarını istiyorlardı. Çünkü onlar
bunun farkındaydılar. Dostluğu tam anlamıyla yaşıyorlardı.
Birine iyi görünüp başkasına kötü görünmeye ihtiyaçları yoktu. Her
zaman neleri varsa birbirlerine anlatır, çözüm bulurlardı.
Çocukluklarından bu yana hiç sorun yaşamamış değiller. Ama onlar
sorunların çözümünü uzaklaşarak değil yakınlaşarak bulmuşlardı.
Etraflarında sahte dostluklar, çıkar dostlukları, kardeşlikleri gördükçe
kendilerini kötü hissediyorlardı. Sırf beraber okuyabilmek için yüksek
puan alanlar dahi aynı bölümü seçmiştir. Onlar parkta oturup eski
günleri böyle anımsarken Mehmet, telefonun titreşimi ile irkildi.
Mehmet, telefonu cebinden çıkardı. İsrafil’in mesajını gördükten
sonra telefonu cebine koydu. Sohbetine devam ettiler. Saat 03:00'a
doğru yaklaşıyordu. Çekirdek ve kola da bitmişti.
Parkta oturdukları alan tamamen çekirdek kabuğu olmuştu. Parkın
bekçisi sabah işe başlıyordu. Onun alacağını düşünerek orada
bıraktılar.
Yavaş yavaş kalkmaya başladılar. Herkesin evi farklı yönde
olduğundan dolayı burada ayrılmak en iyisiydi. Emrah, “Saat geç
oldu; kızları bırakalım." dedi.
Mehmet, hiç itiraz etmeden “Hadi!” diyerek yürümeye başladı.
Kardelen, Emrah'ın koluna girdi. Selinda, bunu görünce o da
Mehmet'in koluna girdi. İkili sohbet ederek yürüyorlardı.
Mehmet, ‘’Yarın dükkanın önünde buluşalım diye mesaj attı İsrafil.''
dedi. Bunun üzerine kimseden ses çıkmadı. Herkes hangi saatte
geleceğini zaten biliyordu.
Sırayla önce Selinda'yı ardından Kardelen'i bıraktıktan sonra Mehmet
ve Emrah da el sıkışıp sarıldı. Herkes kendi evlerine doğru yola
koyuldu.
İsrafil evin önüne gelmişti. Evdekilere yakalanmadan içeriye nasıl
gireceğini düşünüyordu. Aklına arka bahçenin kapısı geldi. Hemen
arka bahçeye yöneldi. Babası terasta çay içiyordu. ‘’Kahretsin!'' dedi
bir hırçınla.
Babası oradayken ön kapıdan girerse ses olacağını biliyordu. Yetişkin
olmasına rağmen yediği darbe yüzünden olaylar gelişebilirdi. Bu
sebepten görünmemesi gerekiyordu.
Yavaş adımlarla bahçedeki ağaçların arkasından görünmeden içeriye
girdi. Sabah çıkarken de aynısını yapmak zorundaydı. Adımlarını ses
çıkarmadan atıyordu. Hemen odasına girdi derin bir ‘Oh!’’ çekti.
Saatte epeyce geç olmuştu. Telefonunu şarja taktıktan sonra üzerini
değiştirmeden yatağına uzandı.
Kardeleni, çoktan uyumuştu. Selinda ise; hala yüzüne kil maskesi
yapma derdindeydi. Emrah ve Mehmet ise; hâlâ kendi evlerine doğru
yürüyorlardı.
Eve ilk giren Emrah, oldu. Babası salonda oturuyordu. Elinde sigara
televizyon izliyordu. Emrah'ın kapıyı kapatması ile babasının dikkati
kapıya yöneldi. Onun geldiğini anlamıştı.
Hemen ayağa kalktı. Emrah, çoktan odasına çıkmıştı. Babası da onun
peşinden odasına çıktı. Kapıya vurmadan içeriye girdi. Emrah, biraz
şaşırmıştı. Şaşkın bakışları babasının üzerindeydi. Sessizce ne
diyeceğini bekliyordu.
''Neredesin sen bu saate kadar? İyi alıştın sen böyle üç serserinin
peşine takılmaya.'' Emrah, bunları duyar duymaz bütün sinir hücreleri
harekete geçmişti. Kendi kendini sakinleştirmek için elini arkasına
götürüp yumruğunu sıkıyordu.
Babasına karşı hiçbir karşılık verip saygısızlık yapmak istemiyordu.
Babası sürekli sitem ettikçe o susmaya devam etti.
Dostları hakkında terbiyesini bozup küfür etmeye başladığında,
‘’Yeter!'' diye bağırdı. Babası gözlerinin içindeki düşmeye hazır
gözyaşlarını görmüştü. Emrah, dostları hakkında böyle aşağılayıcı
konuşulmasından nefret ederdi.
''Baba! Bu sen değil de bir başkası olsaydı şimdiye hastanede yoğun
bakıma girerdi.'' Babası bunun üzerine bir söz söylemedi ve kafasını
sallayarak odadan çıktı.
Emrah, sinirden yatağa yumruk atmaya başladı. Ardından iyice
sinirleri yatıştı. Rahat bir nefes aldıktan sonra yatağına uzandı ve
uyumaya çalıştı.
Mehmet, eve girer girmez annesi kapıda karşılamıştı. Fazlasıyla merak
etmişti. O eve gelene kadar uyumamıştı. Üst üste sorular soruyordu.
Mehmet, gülerek hiçbirine cevap vermedi. Annesinin karın
boşluğunda olan tikine dokundu.
Annesi hem rahatsız oluyor hem gülüyordu. Uzun zamandır böyle
eğlenerek vakit geçirmiyorlardı. O sırada babası da uyandı. Mehmet,
onunda tikinin nerede olduğunu bildiği için aynısını yapmaya devam
etti.
Yaklaşık bir saat kadar eğlendikten sonra herkes odasına girdi.
Saatler geçti gün yine aydınlık yüzünü gösterdi. Herkes yatağından er
ya da geç uyandı.
Herkes yeni bir günün mutlu geçmesi dileği ile ayaklandı. İsrafil
kalkar kalkmaz lavaboya giderek aynaya baktı. Yavuz 'un vurduğu yer
morarmaya başlamıştı. Yüzünü kamaştırarak eliyle dokundu.
Ama şiş olduğundan acısını hemen hissetti ve elini çekti. Hemen
odasına girerek üzerine yeni kıyafetler giydi. Kahvaltı yapmadan
evdeki herkes uyuyorken dışarıya çıktı. Arabasına binerek gaza
yüklendi. Gideceği yer dükkanın önüydü.
Emrah da sabah kalktığımda kendini kötü hissediyor olsa da moralini
her zaman yüksek tutmaya çalışıyordu. Hiçbir zaman kötü düşünceleri
hayatına sokmuyordu. Onun hayatında olumsuzluk kavramı yoktu.
O da üzerini değiştirdi. Salona indi, arabanın anahtarlarını aldı. Hemen
dışarıya çıktı. İlk olarak kahvaltı yapmak istiyordu. MEKS grubuna
mesaj attı. ''Gençler hadi gelmiyor musunuz?'' dedi. Aynı mesajı
İsrafil’e de atmıştı.
İsrafil, dükkanın karşısında bir kafeye oturmuş kahvaltı yapıyordu.
Emrah'tan gelen mesajı gördüğünde tebessüm etti. Hemen geri mesaj
attı. ''Kahvaltı yapacaksan dükkanın önündeyim buraya gel.'' dedi.
Emrah, bunu gördüğünde biraz olsun şaşırmıştı. İsrafil, kolay kolay
hiçbir şeyi zamanında yapmazdı. Diğerleri daha yeni hazırlanıyordu.
Mehmet'in annesi masayı kahvaltı ile doldurmuştu. Mehmet, alel acele
yese de hiç bırakmak istemiyordu.
Bir süre sonra iyice doyduğunu fark etti. Hemen masadan kalktı.
Odasına çıktıktan iki dakika sonra annesinin yanına gelerek iki
yanağından öptü. Annesi her zaman ki gibi dikkat etmesi gerektiğini
söyledi.
Ardından Mehmet de evden hızlıca çıktı. Bugün onlar için önemli bir
gündü. Hedeflerine giden bu yolda emin adımlar atarak hata yapmak
istemiyorlardı. Her şeyi doğru kullanmayı bilmeleri gerektiğinin
farkındaydılar.
İsrafil'in yanına ilk giden Emrah oldu. Önce selam verip tokalaştı.
Masayı kahvaltı tabakları ile doldurmuştu. Her türden kahvaltı vardı.
Emrah'ın iştahı iyice kabarmıştı. Hemen masaya oturdu. Garsona
gelmesi için el işareti yaptı. Sarışın bayan bir garson geldi ve ne
istediğini sordu.
Emrah'ın kadına bakarken içi içini yiyordu. Çok hoş bir kadın
olduğunu düşünüyordu. Kadına öylece baka kalmışken diğerleri de
kafeye geldi. Böylece MEKS tayfası tamamlanmıştı.
Herkes birbiriyle selamlaştıktan sonra çay isteğinde bulundular.
Dakikalar içerisinde masada bulunan kahvaltıdan eser kalmamıştı.
''İsrafil, servetine gölge mi düştü? Arabayı satmışsın. Yarı fiyatta olan
almışsın.'' dedi Kardelen.
''Nereden anladın?'' dedi onun gözlerinin içine bakarak.
''Çünkü camı açık bıraksa bıraksa bir tek sen bırakırsın.'' dedikten
sonra herkes kahkaha atmaya başladı. O arada Selinda, yeni
kahvaltılar istedi.
İsrafil, kendi istifini hiç bozmadı. Lavaboya gidip ellerini yıkadı.
Ardından tekrar masaya geldi. Gerekli olan konuları anlatmaya
başladı. İlk önce arabayı sattığı ile başlamıştı. Bunları duyduklarında
epeyce şaşırmışlardı. Kardelen, az önce söylediği kelimelerden utanç
duyuyor, kendine kızıyordu.
Bir daha ön yargı yok! Sonra böyle oluyor.
İsrafil, anlatırken Selinda, araya girdi. ''Kusura bakma da senin kötü
karakter olman gerekmiyor muydu? Ne bu yardım severlik?'' diye
sordu. Kafasından bu soruyu bir türlü atamamıştı. Bu işin içinde bir iş
olduğuna inanıyordu.
''Yani aslında teknik olarak haklısın. Ama bu işten benimde çıkarım
olacak değil mi?'' dedi. Bu cevap birazda olsa onu memnun etmişti.
Ardından İsrafil, konuşmasına devam etti. Aradan yarım saat kadar bir
zaman dilimi geçtikten sonra İsrafil, telefondan internet bankacılığına
girerek parayı Emrah'ın hesabına geçirdi.
Emrah ve diğerleri işlerin biraz daha hızlandırılmasının
farkındaydılar. Bu yüzden İsrafil, dahil herkese birer görev dağılımı
yaptı. Görevlerine başlamadan önce dükkana giderek her şeyi alıp bir
yerleştirme yapmak için anlaştılar.
Dükkana geldikten sonra herkes etrafına bakıyordu. Mehmet,
Selinda'yı yanına aldı. İlk işleri logo, yazı, afiş sipariş verdikleri
yerden onları almaktı. Diğerlerine açıkladıktan sonra ikisi beraber yola
çıktılar.
Kardelen de afişlerin rahat asılması için duvarları silme kararı aldı.
Köşedeki çek pasın ucuna bez parçası atarak duvarda gezdirmeye
başladı. Emrah ve İsrafil, dükkan için vitrin, bilardo masası, alacakları
kupalar için ayrı bir vitrin. Hesapları yapıyorlardı.
Ayrıca para kazanabilmek için orada çay satışı ve bilardo
oynatacaklardı. Emrah, bunları düşünerek daha fazla mutlu oluyordu.
İnternette bazı uygulamalar aracılığı ile ikinci el arıyordu eşyaları.
Bazılarının fiyatlarını gördüklerinde sinirleniyordu.
Bazılarında ise; işe yaramayacak eşyaya o kadar para verilmeyeceğini
düşünüyordu. İsrafil, kapıya çıktı. Merdivenlere oturarak afişlerin
gelmesini bekledi.
Birkaç gündür okula gitmiyorlardı. Son sınıf olmalarından ve mezun
olacaklarına garanti gözü ile baktıkları için birkaç günün sorun
olmayacağını düşünüyorlardı. Biraz uyanıklık yaparak üstesinden
gelebilirlerdi.
Aradan bir saat kadar zaman geçmesinin ardından İsrafil, elinde 6 adet
pizza ile gelmişti. O sırada Mehmet ve Selinda da İsrafil’in arkasından
geldi. Hemen birer tane pizza paketi kaptılar.
İsrafil, neye uğradığının farkına varana kadar onlar bir köşeye geçmiş
yemeye başlamışlardı. Ona bakarak gülüyorlardı. Ardından diğerleri
de birer paket aldı. Kardelen, hemen yan tarafta ki, bakkala giderek
meyve suyu ve pet bardak aldı.
Yarım saat kadar dinlenip sohbet ettikten sonra Mehmet'in getirdiği
afişleri İsrafil, aldı. Duvarların ıslak bez parçası ile silinen kısmına çivi
ile tutturmaya başladı.
Her geçen dakika dükkan daha da güzelleşiyordu. Onlar bunu fark
ettikçe işlerini daha fazla şevkle yapıyorlardı. İsrafil, işine devam
ederken MEKS dükkana masa, sandalye gibi ihtiyaçları almak için
dışarı çıkacaklarını belirtti.
İsrafil, onay verdikten sonra hepsi “Kolay gelsin" diyerek dükkandan
çıktı. Yol üzerinde gezerken etraftaki dükkanlara göz atıyorlardı.
Uygun eşya satan bir yer bulmaları gerekiyordu.
Yarım saat kadar gezdikten sonra bir mağazaya girdiler. 4 katlı epeyce
büyüktü. İçerisinde her türlü eşya yer alıyordu. Çalışan genç adam ne
istediklerini sordu. İstediklerini adama ilettiler. Mağazanın ikinci
katına çıktılar. Aradıkları her şey burada mevcuttu.
Aldıklarının ücretini ödedikten sonra adresi vererek dükkana
getirilmesini istediler. Ardından hepsi dışarıya çıktı. Çalışanların güler
yüzlü olması onlara kendilerini daha iyi hissetmelerine sebep
oluyordu.
Yavaş adımlarla ilerlerken nasıl bir yol izleyeceklerini
konuşuyorlardı. Aileleri radyo, televizyon okuyarak ünlü birer isim
olacaklarına inandıkları için o bölümü okumasını istiyordu.
Fakat MEKS tayfasının tek isteği mezun olmak. Herhangi bir işe
girmemekti. Bu yüzden futbol takımı kurma planları yapıyorlardı. Bir
gün ilerleyince herkesin tanıdığı insanlar olacaklarını biliyorlardı.
Bu yolda birbirlerinden ayrılmadan devam etmek istiyorlardı.
Mağazadan çıktıktan sonra kendi dükkanlarına doğru yola koyuldular.
"Vay be hayal gibi kendi takımımız olacak!” dedi Emrah.
Bunu duyduklarında yüzlerinde ki, mutluluk bir an yerini hüzne
bıraktı. Hepsi kollarını birbirine bağlayarak yürümeye başladı. Onlar
dostluğun hakkını tam anlamıyla verenlerdi. Dükkana geldiklerinde
kamyondan inen eşyaları gördüler.
"Bismillah" dedi Kardelen. Adımlarını hızlıca attılar. İsrafil ve eşyayı
taşıyanlar içeride düzenleme yapıyorlardı. İsrafil, nereye
koyacaklarını söylüyor, onlarda yerleştiriyordu. Dükkanın içine
girdiler.
"Ağabey, maşallah bizden hızlısı mezarda diyorsunuz." dedi Selinda.
Adamlar tebessüm etti. İşlerine devam ettiler. Emrah, epeyce
duygulanmış velakin belli etmiyordu.
Bir kişinin değil, dört kişinin hayali olmuştu. Bir yandan da okulu
düşünmeyi ihmal etmiyorlardı. Mehmet, bu konunun üzerinden
defalarca geçmiş, kendilerine iyi bir yol çizmek için çeşitli fikirler
üretmeye çalışmıştı.
Son olarak okulu durdurmanın en doğru karar olacağını düşünmüştü.
Bu kararı ötekiler ile paylaşmak için doğru yer ve zamanı bekliyordu.
Fakat ailelerine ne söyleyecekleri hakkında henüz bir fikir
oluşturamamıştı.
Bütün düzenlemenin yapılması akşamı buluverdi. Mağaza çalışanları
dükkandan ayrıldı. İsrafil'in de babası aradığından dolayı tayfaya veda
ettikten sonra ayrıldı. Herkes rahat bir nefes çekerek iç giderdi.
Mehmet, düşündüğü konuyu masaya yatırdı.
Herkes onu pür dikkat dinlemişti. Fakat diğerleri ailelerinin sorun
yaratacağını ve tek isteklerinin üniversiteden mezun olmaları
olduğunu dile getirdi. Mehmet, onların haklı olduğunu biliyordu.
"O zaman şöyle yapıyoruz, bu zamana kadar okulu ciddiyete almadık.
Çoğu zaman bildiklerimize bilmiyoruz dedik. Artık her şeyi yapalım
ki, bitirelim." dedi.
Herkes onayladı bu durumu. Yarın itibari ile okula gitmeye devam
edeceklerdi. Gökyüzü iyice karanlık yüzünü göstermeye başladı.
Ufaktan da çise yağmaya başladı.
Yarın için birbirleri ile sözleştiler. Aynı zamanda yarın kulübe üye
olan herkesi dükkana çağıracaklardı. Onunda hatırlatmasını Selinda
yaptı. Forma, dizlik, ayakkabı ve çoraplar hali hazırda bekliyordu.
Karanlığın tamamen çökmesi ile herkes vedalaştıktan sonra evlerine
dağıldılar. Yarın onları yeni ve güzel bir günün beklediğinin
farkındaydılar. Çoğu zaman olduğu gibi Kardelen'i yine Emrah evine
bıraktı.
"Görüşürüz kendine iyi bak." dedi Kardelen. Ardından evine girdi.
Kapının kapanması ile Emrah da kendi evine doğru yola koyuldu.
Hepsi de epeyce yorgun ve bitkin düşmüşlerdi.
Emrah, eve gider gitmez odasına çıktı. Üzerini değiştirmeye haceti
yoktu. Kıyafetlerle beraber yatağına uzandı. Gözlerini kapatmasıyla
uykuya daldı.
Selinda ve Kardelen de duş aldıktan sonra yataklarına girerek
uyudular. Saatler geçti gün yine aydınlık yüzünü gösterdi.
Herkes yataklarından zor olsa da kalktı. Kardelen, gruba girerek
herkesin okula gelmesini söyledi.
"Patron keşke bir günaydın deseydin ya." diye yazdı. Bunu gören
Kardelen, sol alt dudağını dişledi utanmıştı. Diğerleri mesajı
gördüklerinde “Günaydın" demeyi ihmal etmedi.
"Bak Kardelen, insan gör. Hemencecik günaydın diyorlar." Diyerek
gülücük emojisi koydu. Kardelen, gördüğü hâlde herhangi bir şey
yazmayı düşünmüyordu. Telefonları ellerinden bıraktıklarında hemen
üzerini değiştirmeye başladılar.
Hepsi de annesine “Görüşürüz" dedikten sonra evden çıktı. Evi okula
en yakın olan Emrah idi. Çıkarken arabanın anahtarını salonda
masanın üzerinden almayı ihmal etmedi.
Uzun süredir annesinin arabasını kullanmıyordu. Okula araba ile
gitmeyi de epeyce özlemişti. Araba biner binmez gaza yüklendi.
Okulun önüne ilk giden o olmuştu. Arabayı okulun arka bahçesine
park ettikten sonra kasılarak havalı bir yürüyüş yapmaya çalışıyordu
bu şekilde kızların dikkatini çekeceğini zannediyordu. Okulun
kapısından çıkarken güvenliğin dikkatini çekti.
"Kardeşim beline ne oldu?" Diyerekten hemen yanına bir hırçınla
koştu. Hemen arkasından sarılarak bir aşağı, bir yukarı kaldırıyordu.
Kolları ile iyice sarmaladığı için Emrah, hareket edemiyordu. "Cihat
ağabey ne yapıyorsun bırak." diye zar zor konuşuyordu. O sırada
diğerleri de okulun önüne geldi. Emrah'ı göremediklerinde Selinda,
onu fark etti.
"Buraya gelin." dedi. Epeyce bir kahkaha atıyor, kendine engel
olamıyordu. Diğerleri de gördükleri karşısında kaygısız kalamadı.
Onlarda kahkahaya boğuldular. Ardından Emrah'a dokunmadan
içeriye geçtiler.
Mehmet, geri dönerek "geçmiş olsun kardeşim." dedi gülerek. Emrah,
sürekli onu kurtarmasını istiyordu. "Bundan sonra pizzaları,
hamburgerleri bana ödettirmeyeceksen seni kurtarırım." Dedi.
Emrah, kafasını geriye doğru “Yok" dercesine salladı. Bunun üzerine
Mehmet, “İyi o zaman Allah kurtarsın. Millet neler neler anladı.
Düğün ne zaman?" diyerekten kahkaha atmaya devam etti.
O sırada üniversitenin rektörü aracı ile okulun kapısında araç çalışır
halde beklemeye başladı. Güvenlik Cihat, hemen onu bıraktı kapıyı
araç için kapıyı açtı. O sırada Mehmet, kaçmaya Emrah da onu
kovalamaya başladı.
Okulun etrafında iki tur attılar. "Vay arkadaş nefesi tükenmiyor da
bunun." dedi Emrah. Nefes nefese kalmıştı. Kalbi çok hızlı çarpıyordu.
Mehmet, okulun kapısından içeriye girerek kendi sınıfına çıktı.
Aradan bir dakika geçmedi Emrah da geldi. Hemen kendi yerine
geçerek oturdu. Herhangi bir şey yapacak hâli kalmamıştı. Bugün
sınav vardı. Ellerinden gelenin en iyisini yapmak istiyorlardı.
Dakikalar sonra hocanın içeri girmesiyle bir sessizlik oluştu. Kimse
ters bir şey yapmak istemiyordu. Sınıf bu kadar sessiz olmaya alışık
değildi. Bu sebepten ötürü; Emrah, “Hocam nasılsınız? Bunlar var ya
alayı fasa fiso az önce hepsi bağırıyorlar, sohbet ediyorlardı. Şimdi
bugün sınav var diye böyle."
Bunun üzerine bütün öğrenciler ona karşı siper almışçasına kaşlarını
çatmış gözlerine bakıyordu. Emrah, “Görüyorsunuz hocam düşman
ilan edildim." diyerek tebessüm etti.
"Bugün sınav yok, ertelendi." Bu sözü söylediğinde sınıfın yarısı
sınıftan çıktı. Kalanlar da sohbet etmeye başladı. Aradan beş dakika
geçtikten sonra hoca sınav için kağıtları dağıtmaya başladı. Kim okula
daha sadık, sadece sınav için gelenleri test etmek için söylemişti.
"Vay arkadaş! Hocaya bak, bizden uyanık çıktı iyimi." dedi Kardelen.
Sınav kağıtları dağıtıldıktan sonra herkes elinden gelenin en iyisini
yapmaya çalıştı. Hepsinin bu dersten geçmesi gerekiyordu.
Radyo, televizyon onlar için önemliydi. Onlar için önemli olmasının
sebebi ise; ailelerinin istekleriydi.
Aradan yarım saat geçti. Sınav kağıtlarını teslim eden dışarıya
çıkmaya başladı. Mehmet, usul usul yaklaştı hocaya. Biraz tedirgince
hocanın gözlerine bakıyordu. Şeref, hoca ne olduğunu sormayı ihmal
etmedi.
"Hadi oğlum yavaş çekim yapmıyoruz burada." Diyerek ekledi biraz
sinirlenmiş vaziyette. Mehmet, hocanın kulağına bir şey söylemek
istediğini ifade ettikten sonra onun kulağına yaklaştı.
O sırada elleri ile sınav kâğıdını en alta soktu. "Hocam siz var ya çok
Şeref sizsiniz." Dedikten sonra geri çekildi. "Almıyorum ulan senin
kâğıdını çık dışarı."
Diyerekten sesini yükseltti. Mehmet, gelirken getirdiği boş kağıdı
katlayarak "almayın hocam. Ben olsam bende almazdım." Dedi. Sınıf
içerisindekiler neler olduğunu anlamamıştı.
Mehmet de dışarıya çıktıktan sonra diğerlerini beklemeye başladı.
Aradan on dakika geçmesinin ardından onlarda geldi. Selinda, merak
ettiği için hocanın kulağına ne fısıldadığını sordu.
"Kendi ismini söyledim adam delirdi. Şeref sizsiniz dedim." Bunu
söylerken sürekli gülüyordu. Diğerleri de söylediği cümlenin altında
yatan ince mesajı anlamıştı.
İsrafil, okulun etrafında onları arıyordu. Sonunda arka bahçeye
gittiğinde hemen yanlarına gitti. "Gençler kulübe aldığımız adamları
toplamayacak mıyız?" diye sordu.
Sınavdan dolayı herkesin aklından çıkmıştı. Kardelen, siyah kol
çantasından yazılanların listesini çıkardı. İsrafil'e uzattı.
Ben hatırlatıyorum bana kalıyor. Nerede adalet, nerede eşitlik?
İç sesi ile konuşurken Kardelen, üstelemeye devam ediyordu. Sonunda
onun elinden Emrah aldı. "Beraber yaparız." dedikten sonra okulun
bahçesine giderek herkesi tek tek bulmaya çalışıyordu.
Aradan biraz zaman geçmesinin ardından çoğunu toparlayabilmişti.
Herkesi arka bahçeye götürdü. Selinda, ne yapmaları gerektiğini
anlattı.
Herkesin yüzünde bir mutluluk ifadesi vardı. MEKS'in hayallerine
kavuşmasına az bir vakit kalmıştı. Bunun heyecanı onların gözlerinin
ışıldamasından belirgin oluyordu.
Herkes onayladıktan sonra akşam dükkanda buluşmak için anlaştılar.
Ardından herkes birer, birer dağılmaya başladı. İsrafil, kolunu
Emrah'ın omuzuna dayadı ufku izlercesine gidenleri izledi.
Emrah, kafasını ona doğru çevirdi. Birkaç saniye sonra İsrafil de ona
döndü. Emrah, onun kolunu gözleriyle işaret ederek ne yaptığını
anlatmaya çalışıyordu. İsrafil de sürekli ona bakarak kaşını, gözünü
oynatıyordu. Kardelen, Emrah'ın kolundan tutup çekiştirmeye başladı.
"Bu kadar yeter." Dedi.
İsrafil ile ayrıldıktan sonra dersi dinlemek için içeriye girmelerini
söyledi. Hep beraber sınıfa çıktılar. Hoca dersi anlatmaya henüz
başlamamıştı. Herkes kendi yerine geçip oturdu. Emrah, yerine
geçerken arka sıradaki kıza da göz kırpmayı ihmal etmedi.
Bunu fark eden Kardelen, epeyce sinirlenmiş, kıskançlık krizine
girmişti. Sıranın üzerindeki su şişesini aldı. Emrah'a seslendi “Al” diye
söyledikten sonra şişeyi hızlıca Emrah'a doğru attı. Onun asıl amacı
kafasını hedef alabilmekti. İstediği de olmuştu. Su onun kafasına gelir,
gelmez "ah" diye ses çıkardı.
Ardından "ne yapıyorsun ya? Of" diye sitemlerine devam etti. O arada
hocanın dikkatini çekti. "Emrah! Dersi mi dinleyeceksin, dışarı mı
çıkmak istiyorsun?" Sesini yükseltmişti. "Hocam şişe kafama
geldikten sonra QI düşüşü yaşıyorum şu an." dedi.
Herkesin yüzünde tebessüm oluştu. Dersin kaynamasına izin
vermeyen hoca herkesi susturabilmeyi kısa sürede başardı.
Kardelen'in içinin yağları erimişti. Bir daha kolay, kolay
yapmayacağını düşünüyordu.
Yanıldığını nokta da burasıydı. Emrah, ilk sevdiği kız tarafından
aldatılmış olması sebebiyle her kızı aynı görüyordu. Diğerlerinin
defalarca anlatmasına rağmen anlamak işine gelmiyordu. Çünkü bir
defa canı yanmıştı.
Mehmet, sevda nedir hiç tatmamıştı. Hiç bir kızı gördüğünde kendini
farklı hissetmemişti. Onun görüşü ise; bir gün o kişinin hayatına
gireceği yönündeydi. Onlar masum, insana zarar getirmeyen,
kalplerinde ki, güzellikler ile yaşayan MEKS idi.
Dersin bitmesiyle beraber herkes eve gitmek üzere okuldan çıkmaya
başladı. MEKS kulübe gidecekti. Orada bir eksik var mı gözeterek
diğerlerini bekleyecekti. Onlarda okuldan çıktı. Emrah'ın arabasına
hep beraber bindiler. Her zaman ki gibi arabayı yine Emrah
kullanacaktı.
Gaza yüklenmesi ile beraber yola koyuldu. Mehmet, sürekli etrafına
bakınıyordu. Ara sokağın birinde bir şey dikkatini çekti. Emrah'a
hemen "dur!" dedi.
Mehmet, gördüğünü onlara işaret parmağı ile gösterdi. Gördükleri
sahne karşısında epeyce şaşkın bir hâldeydiler. "Oha!" dedi Selinda ve
Kardelen. Mehmet, hemen arabadan indi.
Adamın yanına doğru yaklaştı. Adamın arkasında dikildi. "Dayı zor
olmuyor mu kadın kılığına girip dilenmek?" Adam birden irkildi. Bir
korku ile arkasını döndü.
"Allah belanı versin. Niye korkutuyorsun?" dedi kaşlarını çatarak.
"Benim bildiğim Allah razı olsun denilir. Senin kafa gitmiş kadın
kılıklı dayı." Diğerleri de bu duruma kahkahalar atıyordu. Adam
kendini yaşlı bir kadın kılığına bürümüş siyah çarşafla her yerini
kapatmıştı.
"Dayı senin sayende bundan sonra hiçbirinize para vermeyeceğim.
Sen bir 10 yıl kadar daha devam edersen erkekle evlenirsin." dedi
gülerek. Bu durum karşısında adam çarşafının içinden bıçak çıkardı.
Mehmet, bıçağı görür görmez kaçmaya başladı. Hemen araca binmesi
ile beraber yollarına devam ettiler. Aradan kısa bir süre geçmesinin
ardından kulübe gelebildiler.
Dükkanın önünde epeyce bir kalabalık vardı. İsrafil, herkesi toparlayıp
getirmişti. U takım için küçük çocuklar da orada hazır bekliyorlardı.
Herkes arabadan indikten sonra dükkana girdiler. Dışarıdakiler de
peşinden girdiler. Kardelen, hemen kendi masasının koltuğuna
oturarak kulüp içerisinde uyulacak kuralları ve iç, dış sahalarda
disiplinli olmayı anlatmaya başladı.
Kardelen ve Selinda, her ne kadar futboldan uzak gibi görünüyor
olsalar da futbol bilgileri epeyce gelişmiş, bir zamanlar amatör olarak
bir kulüpte oynamışlardı.
Kuralları anlattıktan sonra herkes onayladı. Ardından Selinda maç
planlarının birer örneklerini onlara dağıttı. Her gün düzenli olarak saat
21:00'da antrenmanlar olacaktı.
Mehmet, belediyeye ait olan diğer kulüplerin de antrenman yaptığı
halı sahada antrenmanlar için ayarlama yapmıştı. Bütün izinleri almış
idi.
İsrafil, herkesi evine yolladı. Antrenmanlara geç kalmamaları
konusunda da tembihlemeyi unutmadı. Herkes yavaştan evlerine
doğru dağılmaya başladı.
"Selinda kontrol eder misin, sağlık raporları tamam mı?" diye sordu
Mehmet. Eksik olan tek şey kayıt yaptıranların sağlık raporlarıydı.
Onlar da Selinda'nın onaylaması ile eksiksiz oldu. Artık her şey hazır
denilebilecek kadar iyiydi.
Formadan, halı sahaya kadar her şey hazır olmuştu. Borç içerisine
girmeden bir kulüp açabilmişlerdi. Bunda en çok katkı İsrafil’in
gösterdiği fedakârlıktı.
İsrafil’in telefonu çalması ile gözler onun üzerine döndü. Arayan
babasıydı. Telefonu açması ve kapatması sadece on saniye sürdü.
Hemen MEKS ile vedalaştı. Ardından hızlıca çıkarak arabasına bindi.
Evine doğru yola koyuldu.
"Gençler o değil de Helin'i gördünüz mü ya? Okulda da göremedim
hiç." Diye sordu Emrah.
Birkaç saniye bekledi kimseden hiçbir tepki alamamıştı. Bunun
üzerine elini masaya vurdu. Adeta donmuş gibi sessizce ellerinde
telefon ile uğraşmaya devam ettiler.
Emrah, iyice öfkelenmeye başladı. Masanın üzerindeki dizüstü
bilgisayarı hızlıca aldı. Yere vuracak gibi gösterip vurmayacaktı. O
sırada "yemin ederim görmedim" dedi Mehmet.
Dizüstü bilgisayarı masanın üzerine geri bıraktı. Ardından kendi
masasına rahat bir şekilde oturdu. Neden böyle bir şey yaptıklarını
anlamamıştı. Akşama kadar dükkanda oturduktan sonra artık yavaş
yavaş kalkmaya başladılar.
Dükkanı kapattıktan sonra her zaman ki gibi Emrah, arabası ile
evlerine bırakacaktı. Dışarıya çıktılar. Tam arabaya biniyorlardı ki, yol
kenarında öğlen gördükleri dilenciyi gördüler.
Genç bir adamın para verdiğini fark eden Kardelen, hemen koşarak
onu durdurdu. "dur ağabey!" diye seslendi. Diğerleri de onun yanına
gittiler. Adam ne olduğunu anlayamamıştı.
"Ne oluyor?" diye sordu. Dilencinin taklit yaptığını ve yalan
söylediğini kanıtlamak için, başındaki örtüyü çekti. Parayı verecek
adamın yüzünde hiçbir ifade yoktu. Şaşırmadın mı ağabey?" diye
sordu Selinda.
"Yok, zaten ben biliyorum. Ancak, böyle giyinince para veresim
geliyor." Onlar bunu duyar duymaz "bırak bırak memlekette enayi
çoğalmış." dedi Selinda.
Hızlıca arabaya bindiler. Emrah, aniden gaza yüklendi. Herkesi tek tek
evlerine bıraktı. En son Kardelen'i evine bıraktı. "Kendine iyi bak."
dedi Kardelen.
Emrah'ın gözlerine dikkatlice, keskin bakışları ile onu tahrik etmeye
çalıştı. Emrah, derin bir iç çektikten sonra görüşürüz dileği ile eve
doğru yol almaya başladı.
İsrafil, evinin önüne geldi. Aracını otoparka park etmesi ile beraber
hemen eve çıktı. Babasına seslendi. Babasının yanıtı salondan
gelmişti. Bir telaş ve merak içerisinde salona gitti.
Havanın sıcak etkisi ile yanakları kızarmış ve ter yüzünden aşağı
süzülüyordu. Babası her zaman olduğu gibi başköşede oturuyordu.
Onun talimatı ile beraber İsrafil de karşısına oturdu. Bu kadar önemli
ne vardı ki? Sorusu sürekli aklıyla çelişiyordu.
Babasının konuşmaya başlaması üzerine her şeyi sildi. Sadece onun
anlattıklarına odaklanmaya başladı.
"Beni yanlış anlama ama artık bazı şeylere çözüm getirmemiz
gerekiyor." Bu sırada bir tane avukat salonda beliriverdi. Elinde
kahverengi çantası ile yavaş adımlar ile İsrafil'in yanına oturdu.
İkisi ile de merhaba faslını geçtikten sonra ne olacağını anlattı.
İsrafil’in babası onun üzerindeki evleri, arabaları kendi üzerine almak
için avukatını çağırmıştı. İsrafil, bu durum karşısında oldukça
kırılmıştı.
Hiçbir şeye imza atmadan "yazıklar olsun!" diyerek evden çıktı.
Babasının ona karşı güveni ve sevgisi kalmadığını düşünmeye başladı.
Bu durumdan psikolojik olarak fazlasıyla etkilenmişti.
İsrafil kafasını dağıtabilmek için, her zaman olduğu gibi kulübe gitme
kararı aldı. Bunun ona iyi geldiğine inanıyordu. Bu yüzden trafiğin
çok etkili olmayan akıcı yollarda hız sınırını geçerek diğer arabaları
solluyordu.
Bir süre sonra kulübün önüne geldi. Arabadan iner inmez karşısında
yaşlı beyaz saçlı, beyaz sakallı bir adam dikildi. Öylece kalakaldı.
"Hatalarına artık bir son ver evladım. Bu yolun yol değil. Meşakkatli
bir yol izle ve sabırlı ol. O zaman gerçek kazanan sen olursun."
İsrafil ne olduğunu hâlâ çözememişti. "Amca ne diyorsun?"
"Beyefendi, ben amcanız değilim. Anahtarı verecek misiniz?" dedi
İsrafil'in karşısında ki vale. İsrafil az önce ki amcanın nereye
kaybolduğunu anlayamamıştı. Hayatı boyunca ilk defa böyle bir şey
ile karşılaşmıştı.
Anahtarı valeye vermeden hemen arabasına geri bindi. Kafasında
oluşan düşünce sakin kafa dinleyebileceği bir yere gitmekti. Hemen
gaza yüklenerek yola koyuldu. O sırada aklına gelen düşünce bir sahile
giderek orada sabahlamaktı. Yönünü sahile gitmek için çevirdi.
Emrah, kendi evine doğru yolda hızlıca ilerliyordu. Eve çok
yaklaşmışken hızını düşürdü. O arada yola birinin çıktığını fark etti.
Hemen ani fren yaptı. Emniyet kemerini takmamıştı bu yüzden
kafasının sol tarafını direksiyona vurdu.
Allah kahretsin ya emniyet kemeri takmazsak böyle olur tabii.
Arabanın yanına gelen Helin idi. Hemen arabanın kapısını açtı. Yüz
ifadesi oldukça telaşlı ve üzgündü. Sürekli Emrah diye sesleniyor ona
dokunuyordu. Emrah'ın bilinci yerinde idi. Artık kulakları çınlamaya
başlamıştı Helin'in sesleri yüzünden.
"Ya kızım bir sus! Zaten bir şey olmasa da adam senin yüzünden ölür.
Ölüm sebebi de çene yazarlar ya."
Helin, hâlâ çok telaşlıydı. "Emrah... Emrah kafan." dedi. Emrah, elini
başına götürdü. Eli tamamen kan oldu. Helin, sesini daha fazla
yükseltti. Hemen onun koluna girerek arabanın diğer koltuğuna
oturttu.
Şoför koltuğuna da kendisi oturduktan sonra hızlıca en yakın
hastaneye götürmek için yola koyuldu. Olayın sıcaklığı ile bir şey
hissetmeyen Emrah, birkaç dakika sonra yavaş yavaş acıyı hissetmeye
başladı.
Diğerleri henüz yemeklerini yerken Helin, Emrah'ın telefonundan
"ben Helin Emrah yaralı" diye mesaj attı. Hangi hastaneye gittiklerini
de söyledi. Mesajı Mehmet, Selinda ve Kardelen görmüştü. Görür
görmez bir telaşla koşarak evden çıktılar.
Yoldan ilk geçen taksiye binerek hastaneye gitmesini söyledi.
Hepsinde aynı korku, hüzün ve telaş vardı. Kardelen ve Selinda'nın
elleri titriyor göz yaşları birer birer düşüyordu. Helin, hastaneye gelir
gelmez hemen doktor çağırdı. Ardından gelen genç doktor ilk gözlemi
yaptıktan sonra hemen içeriye alınmasını söyledi.
Emrah bilinci yerinde bir şekilde 2 görevlinin koluna girmesiyle
içeriye götürüldü. Helin kapıda beklemeye başladı. Aradan beş dakika
kadar geçmesinin ardından diğerleri de arabadan hızlıca indi. Hemen
Helin'in yanına koştu.
O da aynı şekilde ağlıyordu. Bu onları daha fazla telaşlandırmıştı.
Aradan yirmi dakika kadar bir süre geçti. Herkes sessizce bekliyordu.
Kapının açılması ile doktor dışarıya çıktı. Onun ardından Emrah da
kendisi yürüyerek dışarıya çıktı.
Başının sol tarafına dikiş atılmıştı. Doktor Bey ciddi bir şey olmadığını
izah ettiğinde herkesin içine su serpilmişti. Önce Kardelen sımsıkı
sarıldı. Ardından diğerleri de beraber sarıldı. Mutlu bir dostluk nasıl
olması gerekiyorsa öyleydiler.
Yüzlerden süzülen göz yaşları artık mutluluk için düşüyordu. "Merak
etmeyin, korkmayın artık. Hem bilmiyor musunuz oğlum kötüye bir
şey olmaz." dedi gülerek. Oysaki kimseye kötülük düşünmeyen hak
etmeyen kimseye bir şey yapmayan kalbi temiz bir adamdı.
Hep beraber hastanenin büyükçe olan bahçesinde bir saat oturdular.
Ardından Emrah hepsinin eve gitmesini yarın konuşacaklarını söyledi.
Helin hariç hepsi aynı taksiye bindiler. Kendilerini birer birer evlerine
bıraktırdılar.
En son Kardelen kendi evine geldi. Taksi ücretini ödedikten sonra
evine girdi. İçi biraz daha rahatlamıştı. O sırada Emrah da yavaşça
kalktı. "Araba nerede?" diye sordu Helin"e.
Otoparkta olduğunu belirttikten sonra Emrah'ın kolunu omuzuna
koydu. Otoparka doğru yürümeye başladılar. Emrah, şoför koltuğuna
bindi. Otoparktan anayola kadar yavaş çıktıktan sonra anayolda gaza
yüklendi.
İlk önce eve gidebilmek için adeta dua ediyordu. Helin'in telaşında az
daha azalma olmuştu. Bunun sebebi ise; Emrah'ı sakin görmesiydi.
Emrah, sinirle kaşlarını çattı Helin'e baktı. "Ne arıyorsun sen yolun
ortasında ya?" diyerekten sesini yükseltti.
Helin herhangi bir cevap vermedi. Yaklaşık on dakika geçmesinin
ardından evin önüne geldiler. Emrah, arabayı bahçeye park ettikten
sonra hızlıca arabadan indi. Helin'e hemen bir cevap vermesi
gerektiğini söyledi.
Helin, onun sesini yükseltmesinden dolayı biraz korkmuşçasına
kafasını önüne eğdi. Önce Emrah bahçeden çıktı. Helin de peşinden
geldi. "Şey... Emrah ben seni seviyorum." dedi onun gözlerininin içine
bakarak.
O bu durum karşısında hiç şaşırmamıştı. Zaten kendisi de biliyordu
bunu. Onun için hiçbir şey söylemedi. Helin, gözlerini kapattı ona
yaklaştı. Nefesini hissediyordu onu öpmek istiyordu. Emrah, hemen
geri çekildi. "Günah günah terbiyesiz." diyerek bir adım daha geri attı.
Helin, kuşkusuz okulun en güzel kızıydı. Ona hayır diyebilecek
herhangi bir erkek yoktu fakat, Emrah bunu umursamıyordu. "Helin,
şimdi düz oturup, yamuk falan ne konuşacaksak konuşalım. Ben seni
sevmiyorum, sevememde. Ondan dolayı sen sağ bende sağ hadi
görüşürüz." Dedikten sonra hemen arkasını dönerek evine girdi.
Hemen odasına çıktıktan sonra telefonu eline aldı. Hemen gruba
girerek sohbet etmeye başladılar. Emrah, Helin'in yanındayken
telefonun ses kaydını açmıştı. Sadece “Seni seviyorum" kısmını
almıştı kaydın içerisinden.
"Gençler abinizin hayranları çoğalıyor." Diye mesaj attı gruba. Herkes
mesajı gördü. Hepsi aynı anda “Ne diyorsun ya?" diye sordu.
Emrah, ses kaydını gruba attı. İlk dinleyen Kardelen, oldu. Sesi
dinlediğinde odasında ki yastıklara vurarak Helin'e saydırmaya
başladı. Ardından gruba girdi. "Bu yelloz ne zaman dedi sana bunu."
diye sordu.
Selinda Kardelen'in fazla öfkelendiğini hissetmeye başladı. Hemen
özel mesajdan onu sakinleştirme çalışmaları başlattı. "Oo Emo hayırlı
olsun kanka." dedi Mehmet. Kardelen görür görmez Mehmet'e de
özelden saydırmaya başladı.
"Hayırlı olamaz çünkü, hayır dedim." bunu da gören Kardelen, hemen
yazmaya başladı. "Sen var ya adamsın. Helal olsun koçum yürü be."
demeye başladı. Selinda dahi bu kelimelere şaşırmıştı. Hepsi de grupta
ona gülüyordu.
Okulun bitimine az bir süre kalmıştı biraz da onun hakkında
konuşmaya başladılar. İsrafil, geç saatlere kadar sahilde çay içerek
oturdu. Ailesini baştan sona tekrar düşünüyordu. Bu ona acı veriyor
olsa da dayanmak istiyordu. Bir gün gerçekten ailesinin onu
önemseyeceğini düşünüyordu.
Saat epeyce geç olmuş, rüzgar etkisini arttırmıştı. Çay satan küçük
esmer çocuk onun ayağa kalkmasını ve gitmesini söyledi. İsrafil,
çayların ücretini fazlasıyla verdikten sonra arabasına binerek evine
doğru yola koyuldu. Yıllardır ilk defa kafasını dinlemiş, ilk defa
morali bozuk olduğunda içki içmemişti.
Sonunda bu gibi durumlarda çözümün içki, sigara veyahut çeşitli
maddelerin olmadığını anlamıştır. Bu gibi şeyler insanları sadece
kandırmak, oyalamak, bağımlılık yaparak para kazanma üzerine
kurulmuştur. Sadece kendinizi kaldırdığınızı hayatınız elinizden yavaş
yavaş gittiğinde fark edeceksiniz.
İsrafil de bunun farkına sonradan varmış ve pişman olmuştur. İsrafil
arabasını park ettikten sonra evine normal bir şekilde girerek odasına
çıktı. Telefonu sarja koyduktan sonra kendisini yatağın üzerine atarak
derin bir "of" çekti.
Ardından göz kapaklarının yavaş yavaş gelgit yapması ile zifiri
karanlık geceye gözlerini kapattı. MEKS de Mehmet hariç herkes
uyuya kalmıştı. Mehmet gruba yazıyor, kimse cevap vermiyordu. En
sonunda o da pes ederek uyumaya karar verdi.
Sabahın ilk ışıkları ile herkes yatağından kalktı. Yeni bir güne
merhaba demek için hazırlanıyorlardı. Selinda hariç o her zaman geç
uyanıyordu. Çok nadiren erken uyanabiliyordu. Kardelen, Selinda'yı
birkaç defa aradıktan sonra o da uyandı.
Herkes kahvaltısını yaptıktan sonra yavaştan evlerinden çıkmaya
başladı. Yeni bir günün aydınlık güneşin altında yeni umutlarla dolu
bir gün. Herkes her zaman olduğu gibi okulun önünde buluştu. Selinda
hariç o hâlâ yolda geliyordu.
İçeriye girmeye çok az bir süre kalmıştı. Herkes birbirine bakıyordu.
Kardelen tekrar onu aradı ve daha yeni çıktığını öğrendi. Bunun
uzerine herkes epeyce strese girmişti. Bugün sınav vardı hepsi de
girmek zorundaydı.
Herkes farklı şeyler düşünmeye başladı. Bir yolunu bulmak
istiyorlardı. Öyle kara kara düşünürken okulun giriş kapısından
Ayyüce hoca giriş yaptı. Emrah kafasını sağa sola doğru çevirirken
onu fark etti. Hemen diğerlerini uyardı.
Bunun üzerine herkes çaresizce bekliyordu. Birkaç saniye içerisinde
Emrah'ın aklına bir fikir geldi. Hemen uygulamaya koymak istiyordu.
"Gençler siz yukarı sınıfa çıkın ve hocaya aşağıya bakmasını isteyin.
He bir de hocam bu sizin motorunuz değil mi? diye sorun."
Emrah onların hızlıca sınıfa çıkmasını söyledikten sonra okulun arka
bahçesine geçti. Ayyüce hocanın motoru oradaydı. Gitmeden önce
Kardelen'in çantasından siyah fularını aldı. Herkes içeriye girmişti
bahçede kimse yoktu.
Bu onun için ekstra bir avantajdı. Kardelen ve Mehmet sınıfa çıktı.
Ayyüce hocanın peşinden hemen sınıfa girdiler. Kendi yerlerine
oturduktan sonra onun biraz vakit geçirmesini sağladılar. Mehmet
pencere açma bahanesiyle pencerenin kenarına gitti.
Etrafta Emrah'ı göremiyordu. "Ah be oğlum neredesin ya." diye
söyleniyordu içinden. Birkaç saniye içerisinde sarı motorun yanında
belirdi. Mehmet'in yüzü gülmeye başladı. Kafasına fuları dolamıştı.
Kimsenin tanımasını istemiyordu.
"Hocam sizin motorunuzda maskeli birisi var." Ayyüce hoca önce
şaşkın şaşkın baktı. Ardından pencereden baktı Emrah düz kontak
yapar gibi görünmeye çalışıyordu. O sırada Ayyüce hoca direkt hızlı
adımlarla sınıftan çıktı.
Mehmet hemen Emrah'a “Kaybol" diye mesaj attı. O sırada Emrah
hemen okul dışına çıktı. Bir dakika geçmeden Selinda yol üzerinde
belirdi. Nefes nefese kalmıştı artık zor yürüyordu. Hemen koluna
girdikten sonra okul kapısından içeriye girdiler.
Sınıfa çıktıktan sonra fları hemen Kardelen'in kahverengi çantasına
sıkıştırdı. Derin bir “Oh!” diyerek iç giderdikten sonra rahatladı.
Aradan beş dakika geçmesinin ardından Ayyüce hoca da sınıfa girdi.
"Hocam ne oldu ya terlemişsiniz?” diye sordu Emrah. Bu soruya
herhangi bir cevap vermeden sınav kağıtlarını dağıtmaya başladı.
Artık herkes bildiklerini kağıda dökme zamanı gelmişti. Bu yılın son
sınavına hep beraber girmeyi başarabilmişlerdi.
Dakikalar hızlıca geçti. Herkes yavaş yavaş sınav kağıtlarını teslim
etmeye başladı. Ayyüce hoca henüz genç, sarı saçlı, yeşil gözlü bir
kadındı. Herkes sınıftan çıktı. Mehmet hariç diğerlerinin sınavı bitmiş
onu bekliyorlardı. "Hocam size bir itirafta bulunmak istiyorum." dedi
Emrah.
İşaret parmağı ile sus işareti yaptı. Mehmet de sınavı bitirdikten sonra
hep beraber kağıtlarını teslim ettiler. "Söyle şimdi neymiş itiraf?" diye
sordu. Bunun üzerine Emrah biraz tebessüm etti.
"Hocam her öğretmen sizin gibi olsa öğrencilerin okula gelme oranı
%1000 artar." dedikten sonra gülerek çıktılar. Ayyüce hoca herhangi
bir tepki verememişti. Aradan birkaç saat geçtikten sonra herkes
kulübe gitmek için yola koyuldu. İsrafil çoktan orada olmuştu.
Bugün takımın maçı vardı. Kulübe gider gitmez herkesin
hazırlanmasını söylediler. Amatör lig de artık Birlik Spor vardı. Yarım
saat içerisinde çıktılar. Takım için kiraladıkları otobüs geldi. MEKS
herkesi bindirdikten sonra kendileri de bindi.
Yarım saat içerisinde maçın yapılacağı sahaya geldiler. Hızlıca
soyunma odasına gittiler. Emrah, daha rakibi hiç tanımadığı için 4-4-
2 oynatma kararı aldı. Maçtan önce herkese motivasyon sözleri sarf
etti. Herkesin umudu kazanacağı yönündeydi.
Sahaya çıkma vakti gelmişti. Yavaş yavaş sahaya çıktılar. İlk düdüğün
çalması ile maç başlamıştı. Emrah kenardan sürekli olarak
bağırıyordu. Köşe vuruşlarında, serbest vuruşlarda sürekli olarak
"oyuncuyu tut" diye bağırıyordu.
İçlerinden Kamil'e "adamı tutsana!" diye sinirli bir şekilde
bağırıyordu. Kamil uzun kolları ile önündeki oyuncuya sarıldı.
Kısacık boyuyla Kamil sarıldığında neredeyse kayboluyordu. Mehmet
bunu görünce iyice sinirlendi.
"Ulan adamı tut dedik sarıl demedik." Kamil'i hakem ayırdıktan sonra
maça devam ettiler. Emrah karşı takımdan bir oyuncunun gole doğru
gittiğini gördü. "Ozan adamın ayağına doğru kay al topu." dedi yüksek
sesle.
Ozan hızlıca koşarak adamın ayağına kaydı. Ozan üstte adam altta
öylece kalakaldılar. Top ise, çoktan gol olmuştu. Selinda ve Kardelen
bu duruma sürekli olarak gülüyorlardı. "Vay arkadaş bu nedir ya?"
dedi Mehmet.
Herkeste büyük bir heyecan vardı. Karşılıklı goller atılıyordu.
Nihayetinde 90 dakika zaman doldu. Birlik Spor sahadan 6-2 galip
skorla ayrıldı. Çok fazla stres yapmalarına rağmen ilk gün olduğu için
kimsenin hatasını yüzüne vurmadılar.
Maçtan sonra takımla beraber soyunma odasına gittiler. Kardelen ve
Selinda dışarıda kaldı. "Helal olsun be sizlere. Hep böyle olacağız
inşallah." dedi Mehmet.
Alt takımları da yavaş yavaş oluşturmak gerektiğini biliyorlardı.
Bunun içinde çalışmalar başlatmışlardı. Oyuncuları tebrik ettikten
sonra takım otobüsü ile dükkana gittiler. Dükkanın normal bir işletme
gibi kalması için bir çalışan bulmaları gerekiyordu.
Oyuncuların arasından Akif'i gözüne kestirdi Mehmet. Uzun kumral
saçlı, uzun boyu ile en ön plana çıkan oydu. Birazda diğerlerine göre
saf oluşuyla uygun olacağını düşündü. Bu teklifi hemen Akif'e iletti.
Onun bu yıl üniversite son sınıf olması ve kolay kolay mesleğini eline
alamayacağını biliyordu. O da bunun farkında olduğu için teklifi kabul
etti. Artık hem oyuncu olarak hemde dükkanda çalışan olarak devam
edecekti. Maç günlerinde yerine idarelik birini koyacaklarını
belirttiler.
"Biz neden çatıya bir şeyler yapmıyoruz?" diye sordu Kardelen. İlk
yanıtı Selinda verdi. "Ne gibi canım?" diye sordu.
Emrah bütün oyuncuları tekrardan tebrik ettikten sonra
gidebileceklerini yarın ki antremana geç kalmamalarını iletti.
Ardından herkes bir sandalyeye oturdu. Mehmet sağ bacağını sol
bacağının üzerine attı.
"Aslında fikir güzel. Zaten burası tek kat çatı boş duruyor. Üzeri de
kapalı değil. Mesela, kendimiz için güzel bir mekan haline
getirebiliriz." dedi Mehmet.
Bu düşünceyi herkesin kafasına oturtmayı başardı. Yakın bir zamanda
düzenleme kararı aldılar. O sırada hepsinin anne ve babaları onları
aradı. Aynı anda çalan telefonlar hepsini şaşırtmıştı.
Hepsininde annesi arıyordu. "Ne oluyor aga?" diye sordu Mehmet.
Birkaç saniye sonra telefonlarını açtılar. Sesler karışmaması için
birbirlerinden biraz uzaklaştılar. Her birinin annesi tema parkına
gelmesini istedi.
Herkes telefonu kapattıktan sonra birbirlerine ne dediğini sordu. Aynı
yere gittiklerini öğrenince de ayrı bir şaşkınlığa büründüler. İlk defa
böyle bir şey olacaktı. Hep birlikte dükkanı kapattılar. Ardından
dükkanın bulunduğu yolun sonuna kadar yürüdüler.
Minibüsler buradan geçiyordu. Birkaç dakika içinde ilk gelen transit,
okul servisi şeklinde olan minibüse bindiler. "Hocam dört tane adam
alır mısın?" dedi Selinda. Ücreti verdikten sonra sadece arka koltukta
iki boş yer vardı. Mehmet kızların oraya oturmasını söyledi.
Emrah ve kendisi de onların önünde kısık sesle muhabbet ederek
yolculuk yaptılar. Aradan otuz beş- kırk dakika gibi bir zaman dilimi
içerisinde tema parkının önünde indiler. Etraf yeşillik ile doluydu.
Tema parkının içerisine girdiler. Etrafa bakınarak nerede olduklarını
gözetliyorlardı.
Sonunda büyük bir ağacın kenarına koyulmuş büyük masada
oturduklarını gördüler. Hızlıca yanlarına gittiler. Onlarda anneleri ile
karşılıklı bir şekilde oturdu. Gözlerinden ne kadar meraklı oldukları
anlaşılıyordu. Sürekli olarak yerinde duramıyorlardı.
Kardelen'in annesi çok fazla konuşan hiper aktif bir şeyleri
söylemekten hiç çekinmeyen birisiydi. Birbirlerine yaklaştılar "yavaş
yavaş söyleyeceğiz." dedi Yasemin hanım.
Tekrar onlara döndükten sonra "siz bizim üvey çocuklarımızsınız."
dedi Suzan hanım aniden. Meks ağzını dahi açamadı. Yeliz hanım
Suzan'ı cimcikledikten sonra "ha ha şaka şaka canım." dedi gülerek.
"Hee iyi kalpten gidiyorduk az kalsın." diye yanıtladı Mehmet.
Onlarda güldükten sonra bu konuyu Yeliz hanım açıklığa
kavuşturmak istedi. "Şimdi size bir şey anlatacağım önemli bir konu.
Onun için sakin olun ve bitmesini bekleyin. Hepinizi ayrı ayrı
seviyorum. Şu an karşınızda gördüğünüz bizler kardeşiz."
O konuşurken Meks tayfasının gözleri öylece bakakalmıştı. Kirpikleri
oynamıyor, dudakları, elleri ve ayakları titremeye başlamıştı.
Konuşmayı devam ettiren Suzan hanım oldu.
"Sizler bizim gerçek çocuklarımız değilsiniz yani DNA olarak. Biz
sizleri bebek halinizdeyken yetimhaneden aldık. Çünkü, genetik
olarak bizim çocuklarımız olmuyor. Ama hepimiz gerçek
çocuklarımız bizim doğurduğumuz olsaydı ancak bu kadar
sevebilirdik."
Emrah ve Mehmet'in alt kirpiklerinden dudaklarına doğru birkaç
gözyaşı damlası süzüldü. O arada Selinda ve Kardelen bünyelerinin
zayıf olmasından dolayı bayıldı. "Anne bunu bize yapmamalıydınız."
dedi Mehmet.
O sırada korku ve telaş içinde Selinda ve Kardelen'in annesi masadan
kalktı. Hemen yanına geçerek sesini yükseltti "kızım kalk." diyerek
uyandırmaya çalışıyordu.
Emrah ve Mehmet Kardelen ve Selinda’yı alarak tema parkının 100m
kadar uzağında olan hastaneye getirdiler. Acil serviste doktor bey on
dakika içinde onları uyandırdı. Üzerindeki titreme hala gitmemişti.
Emrah ve Mehmet de durum karşısında şaşkın haldeydi. Erkek
oldukları için aşırı bir tepki verememişlerdi. "Nasıl olur kardeşim ya
böyle bir şey mümkün mü? O zaman bizlerde kardeş oluyoruz." dedi
Emrah. Selinda ve Kardelen tamamen kendilerine geldikten sonra
Mehmet ve Emrah onların kollarına girdi.
Yavaş adımlarla hastaneden çıktılar. Hastanenin önünde sürekli olarak
taksi geçiyordu. İlk gelene hemen binmeleri ile beraber Emrah
dükkanın adresini verdi. Aradan yarım saat kadar bir süre geçtikten
sonra dükkana geldiler.
Dükkanda çalışan olduğu için onu ve içerideki müşterileri dışarı
çıkardılar. Dükkanın kepenklerini indirdikten sonra hemen koltuğa
uzandılar. Saatlerce öylece oturup beklediler. Anne ve babalarının
aramalarını yanıtsız bıraktılar.
"Ben size söyledim. Söylersek çocuklarımız bize düşman gibi olur
dedim. Ne yapacağız şimdi?" dedi Suzan hanım. Hiç biri yanıt
vermedi. Hepsi birbirinden üzgün bir halde öylece kara kara
düşünüyordu.
Hiçbiri böyle olacağını tahmin etmiyordu. Olgun oldukları için biraz
daha sakin ve anlayışlı karşılayacağını zannediyordu. "Burada
beklemenin bir manası yok. Evlerimize gidelim haberleşiriz." dedi
Yasemin hanım.
Herkes onayladıktan sonra parkın dışındaki arabalarına binerek
evlerine doğru yola koyuldular. Bu sonucu eşlerine söylediklerinde
onlarında epeyce üzüleceğini biliyorlardı.
Saatlerin epeyce geç olduğunu fark eden MEKS eve gitmemekte
kararlıydı. "Gençler ne yapıyoruz?" diye sordu Kardelen. Kimse bu
soruya cevap dahi vermek istemiyordu. Aradan birkaç dakika
geçtikten sonra "manyak mıyız biz ya hadi ayaklanın hiçbir şeyin
mutluluğumuzu engellemesini seyredemeyiz." dedi Emrah.
Hemen ayağa kalktı. Elini kahverengi masasına dört- beş defa vurdu.
"Hadi hadi kalk." diyerek sesini yükseltti. Sonunda herkesi kaldırmayı
başardı. O sırada dükkanın kepenkine birisinin vurduğunu fark ettiler.
Birbirine "kim bu." der gibi kaş göz işaretleri yapıyorlardı.
Zaten dışarı çıkacakları için kepenki açtılar. Gelen İsrafil idi. İçeriye
gülerek girdi. "Ne yapıyorsunuz?" diye sorduktan sonra yanıtı Selinda
verdi. "Çıkıyoruz." dedi.
"Nereye böyle?" diyerek yeni bir soru yöneltti. "Bakacağız." dedi
Selinda. Ardından hep beraber dükkandan çıktılar. Mehmet kepenkleri
tekrar indirdi. İsrafil'in arabası kapıda duruyordu.
"Bugün arabayı bana emanet eder misin?" diye sordu Emrah. İsrafil
nedenini sormadan anahtarı siyah pantolonun sağ cebinden cebinden
çıkartarak verdi. Ne olduğunu anlayamamış öylece bakakalmıştı.
Birkaç gün sonra arabayı babasına teslim edecekti. Eve gitmek
istemediği için dükkanın kepenkini açarak içeriye girdi. Koltuğa
uzandı ve plazma televizyonu açarak film aramaya başladı.
O sırada Emrah arabayı çok hızlı kullanıyordu. En kısa sürede
gidecekleri yere götürdü. Müzik eşliğinde denize sıfır olan bir
restorana getirdi. Canlı müzik dinleyerek, bu gece keyfi sefa yaşamak
istiyorlardı. Hemen restoranta girdiler. Denizin kenarındaki masaya
oturdular.
Önlerindeki listeden sipariş verdikten sonra beklemeye başladılar.
"Yavrular şimdi bizim annelerimiz kardeş ise, biz de kardeş olmuyor
muyuz?" dedi Mehmet. Selinda hemen Kardelen'in kulağına fısıldadı
“Senin iş yatıyor galiba." dedi.
Bunu duyan ve aklına anlık hayal olarak getiren Kardelen sinirlendi.
Önce Selinda’nın bacağına cimcik attı. "Ihh!” diye ince bir ses çıktı.
Gülerek hepsi gözlerini Selinda’ya çevirdi. "O nasıl ses be." dedi
Mehmet.
"Merak etmeyin ben araştırma yaptım. DNA olarak hiçbir kan bağımız
yok. Yani bizler daha 1.5 yaşındayken yetimhaneden alınmışız.
Velakin, önemli olan bizlere bu yaşıma kadar önem vermeleri, kendi
evlatları gibi sevmeleri. Onlar söylemese biz 50 yıl da geçse
öğrenemezdik. Çünkü, hiç hissettirmediler." dedi Emrah.
Ardından arkasına yaslandı. Emrah'ın konuşması üzerine kimse ağzını
dahi açamadı. Hepsi de orta boy birer pizza ve kola sipariş etmek için
garsonu çağırdılar. Emrah yaklaşması için elini kaldırdı. "Gel" diyerek
garsonun yaklaşmasını istedi.
"Buyurun efendim?"
"Hacı burada maaşlar ne kadar?" diye sordu Emrah. Genç garson bu
bilgiyi veremeyeceğini söyledikten sonra siparişleri alıp gitti. "Emrah
ne yapıyorsun acaba? Garsonun maaşını neden soruyorsun?" diye
sordu Kardelen.
"Belli mi olur canım belki garsonluk yaparız." Kardelen hiçbir şey
söylemeden başını sağa sola çevirerek geriye yaslandı. On beş dakika
içerisinde siparişler geldi. Yedikten sonra hesabı istediler. Gelen
hesabı masaya bıraktıktan sonra hemen kalktılar. Dükkana doğru yola
koyuldular.
Uzun bir süre orada kalacaklardı. Dükkanın önüne geldiklerinde hepsi
de şaşkın şaşkın bakıyorlardı. Helin, öylece oturmuş bekliyordu.
Onları fark ettiğinde kafasını kaldırdı. Yavaşça ayağa kalktı. Birazda
üşüdüğü bariz ortadaydı. Kolları ile kendini kavramıştı.
Mehmet, kepenkleri açtı. Emrah hariç diğerleri içeriye girdiler.
Kardelen her ne kadar dışarı da beklemek istese de Selinda izin
vermedi. Koluna girerek içeriye çekti. Helin başının önüne gelen
kumral saçlarını kulağının arkasına doğru götürdü. Başı hâlâ eğik bir
şekilde duruyordu.
Yavaş yavaş göz kirpiklerinden dudaklarına kadar süzülen göz yaşları
buna müsaade etmiyordu. Emrah sağ elini çenesine koyarak yavaşça
kaldırdı. "Ne oldu yavru ceylan." dedikten sonra gözlerini sildi.
"Emrah, biz gidiyoruz başka bir şehire sadece veda etmek için
geldim." Emrah böyle bir şeyi hiç beklemiyordu şaşırmıştı. Ne
diyeceğini seçmeye çalışır hâle gelmişti. "Bak biliyorum bazı şeyler
iyi başlamadı ama içimde bir şey olsaydı şu an için bahsediyorum.
Elinden tutabilirdim bunun için özür dilerim. Seni unutmayacağım
kendine iyi bak." kısık bir sesle bu sözleri sarf ettikten sonra Helin
sarılmak istediğini söyledi.
Emrah'ın izin vermesi ile kollarıyla onu kavradı. Boyu Emrah'ın kalp
hizasına geliyordu. Beş dakika kadar sarılı kaldıktan sonra “Elveda"
diyerek uzaklaştı.
Çok güzel kızdı ama olmayınca olmuyormuş demek ki.
İçeriye girdi. Diğerleri içerideyken onları izlemişti. "Görüyorsunuz
yani gençler bir seven bir daha kopamıyor benden. Çok yahşi cazibeli,
yakışıklı, karizmatik, sempatik, tatlı bir adam karşısında tabii ki
dayanamıyorlar."
"Kes!" Kardelen'in bağırması üzerine Emrah sustu. Çok fazla
kıskandığı için bir hayli sinirliydi ona karşı. "Şaka yaptım ben canım
hemen niye sinirleniyorsun. Gel gel öpeceğim." diyerek dudağını
Kardelen'e doğru uzattı. Amacı yanağından öpebilmekti.
Kardelen eliyle onun dudağına vurmasıyla hızlıca geriye çekildi. "Ne
vuruyorsun be!" dedi kaşlarını çatarak.
"Egoist olma canım. Çok zararları var." dedi ağzını büzüştürerek.
Bunun üzerine Emrah da hemen yanıtı geciktirmeden verdi. "Bu
özgüven tatlım sen anlamazsın hah'' dedi.
O sırada sol kaşını yukarıya kaldırdı. Boynunu dikeltti Kardelen'in
gözlerine bakmaya başladı. O sırada İsrafil de dükkana geldi. "Beyler
naber ne yapıyorsunuz?" Kapıdan girer girmez sağ köşeden hemen
kendine boş bir sandalye aldı.
"Ne olsun moruk iyiyiz senden naber?" diyerek yanıtladı Mehmet.
Ardından sağ bacağını sol bacağının üzerine attı arkasına yaslandı.
"Kanka siz maçları takip etmeyecek misiniz?" Diye sordu İsrafil.
"Neden hayırdır?" dedi Emrah.
"Son maç bugündü farklı galibiyetle kazandı A takımımız. Fakat, biraz
ilgilenin de daha iyi işler yapalım. Yani bu amatör lig ile bitmiyor
hiçbir şey."
MEKS öylece sustu. Dükkanda bir sessizlik hakimiyet sağladı.
Hayalleri buyken sorunlar sebebiyle ertelenmesi onları birazda olsa
öfkelendiriyordu. "Tamam kanka yarından tezi yok antremanlara da
katılacağız.''
İsrafil başını bir aşağı bir yukarı tebessüm ederek indirip kaldırıyordu.
"Henüz bir kayıp vermedik ama bazı takımlara karşı çok zorlanacağız
o yüzden yeni oyuncular alıp denemek gerekiyor" dedi Selinda.
Kardelen, yavaşça ayağa kalktı Selinda'nın elinden tuttu iki yanağına
öpücük kondurduktan sonra "aferin canım. Zeki kızın hali bir başka
oluyor bu kızı dinleyin." dedi. Soğumaya yüz tutmuş çayından bir
yudum aldıktan sonra arkasına yaslandı.
...1,5 yıl sonra
"Koş oğlum koş lan! Adam tut hadi hadi." diye bağırıyordu Mehmet.
Takım iyice güçlenmiş, her rakibini genelde yenerek adını yavaştan
duyurmaya başlamıştı. Muhteşem bir hızla büyüyen takımları birkaç
yabancı uyruklu oyuncunun katılımıyla gün geçtikçe daha da
güçleniyordu.
MEKS artık bütün gün takımıyla ilgileniyordu. Özellikle takımın
onlara göre efsane forveti Berkay idi. Üniversiteden bu yana kendini
çok başarılı bir şekilde geliştirmişti.
Her maçta ayrı bir heyecan yaşayan MEKS oyuncuların yaptığı basit
hatalara da epeyce sinirleniyordu. Takımın teknik direktörü Mehmet
olmuştu. Ayrıca yönetim ekibine de dahildi. Az az güzel kazançlar
elde etmeye başlamışlardı.
Bazen haber yapmak için gelen ekiplere de çarpıcı açıklamalar
yaparak kendilerinin adını daha fazla duyuruyordu. Şimdiden çok
fazla olmasa da taraftar yapmaya başlamışlardı. Bu işe hayatını ve
gönlünü koymuş insanların başarısız olması da beklenemezdi.
Üniversiteyi yeni bitiren MEKS yakın zamanda olacak baloyuda
kaçırmamak istiyorlardı. Bu yüzden balo hazırlıklarını da şimdiden
yapmaya başlamıştı. Anne ve babalarından ayrı kendi kiraladıkları
evde hep birlikte yaşıyorlardı.
Anne ve babaları ara sıra gelip onları görüyor, nasıl olduklarını sorup
tekrar gidiyorlardı. Dönmeleri için ikna etme çabaları her defasında
yüzleri eğik, çaresiz bir şekilde geri dönmelerini sağlıyordu.
Her zaman beraber eğleniyor, yeri geldiğinde çok fazla da düşüncelere
kapılsalar bunları hep birlikte yapıyorlardı. Üniversite sürecinde hepsi
birlikte derslere yüklenmesi ile uğraşarak bitirmeyi başarabilmişlerdi.
Fakat, anne ve babalarının ısrarları radyo ve televizyon olsa da onları
bu konuda dinlememekte oldukça ısrarcıydı.
Kendi hayallerinin peşinden gitmeye oldukça kararlıydılar. Futbol
hem sevdikleri için, hem de radyo, televizyon da daha iyi kazanç elde
edeceklerini de düşünüyorlardı. Mehmet ise; bu konu hakkında
"hayallerin içine para girmemeli sade olmalı" diyordu.
Diğerleri de biraz düşündüğünde ona hak vermişlerdi. Mehmet ve
Emrah bugünkü maçtan sonra soyunma odasına girdi. Kızlarda onları
kapıda beklemeye başladı. Mehmet Oyuncularını tek tek tebrik ederek
moral vermeye devam etti. 2-1 skor ile kazandıkları maçta pek çok
hata yaptıklarını da Emrah belirtti.
Tabloda hata yapılan her şeyi çizerek gösterdi. Ardından o da bir
moral konuşması yaparak onların her zaman yanında olduğunu
hissettirdi. "Hepinize biraz para verilecek tebrikler." diyerek soyunma
odasından çıktı Mehmet. Hepsinin birlikte “Oley!” sesleri dışarıdan
duyuluyordu.
Emrah da dışarıya çıktıktan sonra yarınki diploma töreni için hazırlık
yapmaları gerektiğini Kardelen hatırlattı. "Oha! vallahi benim
aklımdan tamamen çıkmış ya." dedi Selinda. Gözleri fal taşı gibi
açılmıştı. Bir kadın için oldukça ciddi ve zor bir durum olduğunun
farkındaydı.
"Vay be zaman ne çabuk geçiyor ağabey ya, daha dün gibi her şey."
dedi Mehmet.
"O değilde gençler İsrafil'e ne oldu ya? Adam neredeyse bir aydır
ortalıkta gözükmüyor." dedi Emrah.
İsrafil, babasının ondan istediği araba ile evden tamamen ayrılmıştı.
Babasının evinin üst katında olan kasasından olan bir miktar parayı
almıştı. Ardından, babasının cep telefonunu gece geç saatte alarak
mobil bankacılık yardımıyla kendi hesabına para gönderdi.
Ardından hazırladığı bavula eşyalarını doldurmasıyla kapıdan çıkması
beş dakika sürdü. Arabasına binerek bir tatil köyüne doğru yola
koyuldu. Bu uzun tatilin tek geçmeyeceğini düşündüğü için de
üniversiteden bir kız arkadaşını da yanında götürmeyi unutmadı.
Yaklaşık bir aydır tatil köyünde birlikte vakit geçiriyorlar. İsrafil'in
babası ise; sadece kasadan alınan parayı biliyordu. Hesaptaki paranın
çok olmasından dolayı net olarak bilmiyordu. Giden gitmiş
düşüncesine kapılarak o para içinde hiçbir şey yapmadı.
"Nereden bilelim kanka aradığı yok ki bizi. Neyse hadi akıyoruz
şimdi." dedi Selinda.
"Kanka bir şey sorabilir miyim? Sende birazcık aptallık var mı canım?
Çünkü biz su değiliz akamayız da ondan sordum." dedi Emrah.
Diğerleri de hiçbir tepki vermedi. Bunun üzerine Emrah “Gülsenize
manyaklar." diyerek ekledi.
Hâlâ bir tepki alamamıştı. Öylece ona bakıyorlardı. "Tabi benim üstün
zekalı esprimi herkes anlayamaz. Sadece benim gibi olanlar anlar."
dedi. Bunun üzerine Mehmet onun ensesine bir tane tokat çaktı. Sesi
epeyce duyuldu. Herkes buna gülmüştü.
"Tamam şaka yaptık şey yapmayın siz. Sen ne vuruyorsun ulan."
diyerek ensesini tuttu Emrah. Ardından cadde üzerinde yürümeye
başladılar. Biraz ilerideki taksi durağına giderek bir tanesine bindiler.
Taksici radyoda müziği sonuna kadar açmış, iyice damara bağlamıştı.
Tipinden de eski nesil bir adam olduğu anlaşılıyordu. "Dayı şu şarkıyı
kapatsana ya müzik istemiyoruz şu an." dedi Selinda.
Dikiz aynasından kalın kaşlarıyla baktı. Kardelen, Selinda'nın
kulağına fısıldadı, "kanka adam kaşlarına yanlışlıkla bir şey sürmüş
galiba. Belgrad ormanı gibi ulan bu ne." dedi. Selinda aniden büyük,
sesli bir gülücük tepkisi verdi.
Emrah onların yaklaşmasını işaret parmağıyla gösterdi. Mehmet ön
tarafta oturduğu için pek fazla muhatap olamıyordu. "Manyak mısınız,
adama karışmayın yoksa bıyığı ile döver bizi valla elini kaldırmasına
bile gerek yok." Bu defa kendini tutarak gülmeye başladılar.
Yarım saat kadar bir yol kat ettikten sonra sonunda kaldıkları evin
önüne gelebilmişlerdi. Taksinin durduğu vakit kızlar indi. Mehmet'in
elini cebine götürdüğünü gören Emrah, " kanka ben ödeyebilirim
istersen." dedi. Bunun üzerine Mehmet, “Öde hadi." diyerek ona baktı.
"Vay arkadaş insan bir sen ödeme kardeşim ben öderim der çok ayıp.
Ödemiyorum sen öde." diyerek kendisi de araçtan indi. Mehmet
taksici adamın ücretini ödedikten sonra arabadan inen son kişi oldu.
Selinda ikide bir koluyla Emrah'ı dürtüyordu. "Ne oluyor ya?" dedi en
sonunda. Selinda biraz ona yaklaştı, “Oğlum kız sabahtan beri senin
için hazırlanmış tek kelime etmedin." dedi. Gözleriyle Selinda’ya
baktı. Ardından ön tarafta yürüyen Kardelen'in yanına yaklaştı.
"Kız sen bugün bir değişik görünüyorsun." deyince Kardelen durdu.
Emrah da ona ayak uydurarak durdu. Mehmet ve Selinda binanın
merdivenlerine oturarak beklemeye başladı. "Mehmet, Emrah bu defa
halledecek galiba." dedi Selinda. Mehmet de umutsuz bakışlarını ona
belli etti.
Kardelen'in yüzündeki mutsuzluk bir anda yerini sıcak bir tebessüme
bırakmıştı. "Sen ne güzel oluyordun ne yaptın kendine böyle maymun
gibi olmuşsun. Kendini bu kadar değiştirme canım."
Kardelen aniden sinirlendi. Ayağındaki kırmızı platform topuklu
ayakkabının ikisinide çıkardı. Bir tanesini kaldırımın kenarına koydu.
Diğeriyle yalın ayak Emrah'ın peşinden koşarak onun kafasına ve
omuzuna defalarca vurmaya başladı. "Gerizekalı!"
Diyerek geriye döndü ayakkabılarını tekrar giydi. "Yav tamam
maymuna alındın sen, şey gibi olmuşsun normal biri gibi." dedi
Emrah. Kardelen, evin önüne geldiğinde hızlıca merdivenleri çıktı.
Onun peşinden Emrah da geldi. "Aptal!" dedi Selinda bir tokat attı ona.
Ardından "Orangutan beyinli." dedi Mehmet. O da Selinda'nın
peşinden eve çıktı. Emrah tek başına merdivene oturdu. "Orangutan
zeki miydi ya? Ne demek istedi şimdi bu, neyse yine ben günah keçisi
oldum."
Kapıda birkaç dakika öylece oturduktan sonra o da eve çıktı. Kapıya
beş defa vurdu kimse oturduğu yerinden kalkıp açmak için uğraşmadı.
Emrah da cebinden cüzdanını çıkardı. Kredi kartıyla kapıyı bir dakika
da açtı.
İçeriye girdiğinde herkes televizyonun karşısına bacak bacak üstüne
koyarak cips, kola eşliğinde film izliyordu. Emrah içeriye girdikten
sonra kapıya bir defa daha vurdu içeriden. Usulca onların arkasından
yaklaştı. Koltuğun arkasına saklandı.
Bir anda oradan çıkarak “Bö!” diye bağırdı. O sırada kendine kola
dolduran Mehmet kola şişesiyle Emrah'ın kafasına vurdu. Emrah bir
anda "ah kafam" diye sızlanmaya başladı. Diğerleri de hemen onu
kaldırıp koltuğa oturttu.
"Ah acıyor Mehmet ben senin varya ah." Diye sızlanmaya devam
ediyordu. "Oh canıma değsin bir daha vur Mehmet." dedi Kardelen.
Emrah kafasını kaldırdı. "He oldu canım birde falakaya yatırın
isterseniz tam olsun." diyerek yanıtladı. Bunun üzerine "fikir güzel
değerlendirmek lazım." dedi Selinda. Ardından Emrah hariç gülmeye
başladılar.
Emrah Selinda'nın getirdiği buzu da alarak kendi odasına geçti.
Mehmet, salona geçti. Selinda'ya elinin işaret ve orta parmağını
birleştirerek onu çağırdı. Kalkarken Kardelen'e geleceğini söyledi.
"Efendim kanka?"
"Sen Kardelen'i al bir sahile götür. Bende Emrah'ı bakalım kimin ne
derdi varmış bu böyle devam etmemeli." dedi. Selinda tebessüm
ederek onayladı. Ardından tekrar Kardelen'in yanına oturdu.
"Yok arkadaş bugün benim için hiç uğurlu değil." dedi Emrah kendi
kendine. Saatler ilerledi epeyce geç bir saat oldu. Mehmet, Emrah'ın
odasına girdi.
"Konuşabilir miyiz kardeşim?" diye sordu. Emrah başını “Evet"
dercesine salladı. Elindeki poşette hâlâ buzu başında tutuyordu. "Gel
seninle dışarıya çıkalım dertleşelim biraz ne dersin?"
Emrah da evde içi daraldığı için teklifini geri çevirmedi. Üzerine sarı
hırkasını alarak odadan çıktı. "Kızlar biz gidiyoruz, dönüşümüz
muhteşem olacak." dedi Emrah.
Onların çıkmasının ardından Selinda da Kardelen'e aynı şekilde, aynı
cümleleri sarf etti. Onlar da dışarıya çıkmak için hazırlandı. Mehmet,
yoldan geçen ilk taksiyi durdurdu. Herhangi bir sahile gitmesini istedi.
Yarım saat kadar bir yol kat ettikten sonra taksiden indiler.
"Ben ödemek isterdim ama acele çıktık biliyorsun cüzdan evde kalmış
kardeşim." dedi Emrah gülerek.
"Ah ah... Bilmez miyim o evde unutmayı." dedikten sonra cadde
üzerinde birkaç dakika yürüşün ardından sahile geldiler. Seyyar
satıcıdan birer bardak çay aldıktan sonra betonun üzerine oturdular.
Oturdukları yer ile deniz sıfıra yakındı. Ayaklarını aşağıya doğru
uzattılar. Çaylarından biraz yudumladıktan sonra Mehmet telefondan
slow bir şarkı açtı telefonu kenara koydu. "Anlat bakalım seni
dinliyorum?" dedi Emrah'a o Mehmet'in açtığı şarkının etkisinden
dolayı kafasını önüne eğdi.
Gözlerinden birkaç damla gözyaşı dudaklarına doğru süzülmeye
başladı. "Kardeşim en iyisi gidelim lütfen." dedi buruk bir ses tonuyla.
Mehmet'in bu isteğini geri çevirmesi üzerine ufaktan sözlere giriş
yapmaya başladı.
"Kardeşim ben, bundan yıllar önce gözlerimin çok güzel gördüğü bir
kızı sevdim. Köpek gibi sevdim, aşk nedir bilmem velakin sevda nedir
iyi bilirim. Benim hayatımda siz kardeşlerim hariç herkes beni terk
etti. Vedalar ülkesi oldu yüreğim. Ruhum isyan etmeye başladı." O
sırada Mehmet elini onun omuzuna koydu. Birkaç dakika duraksadı.
Gözlerinden süzülen gözyaşlarını sol eliyle siliyordu. Derin bir nefes
aldıktan sonra sözlerine devam etti.
"Ben kimi sevdiysem kaybettim kardeşim anlıyor musun? Bak
gözlerime! Var mı bir ışık? Önceden parlıyordu ulan bu gözlerim.
Söndürdüler kardeşim. Sen bu zamana kadar sevgilini sevdiğin insanı
kaç kişiyle aynı yatakta yakaladın he? Hem de... Hem de onun doğum
gününde."
Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı Emrah. Acıları anlattıkça canını
yakıyordu. Mehmet duydukları karşısında bir hayli şaşkın, bir o kadar
da üzülmüştü. Kardeşinin bu denli acı hissetmesine dayanamıyordu.
"Anlamıyorsunuz güzel kardeşim. Sen ne zannediyorsun, ben
sevmiyor muyum Kardelen'i bunumu sanıyorsunuz. Ama ben onu
kaybetmekten korkuyorum."
"O zaman neden kızla uğraşıyorsun, neden sürekli tersliyorsun. Neden
üzüyorsun oğlum." diyerek yanıtladı.
"Çünkü; böyle olursa sadece arkadaş, dost olarak kalabileceğiz."
Mehmet, birkaç dakika öylece duraksadı. Epeyce sinirlenmişti. Öfkesi
sadece kendi içini yiyordu. Emrah'a değil, durumun böyle olmasına
kızıyordu.
"Oğlum bak sen onu seviyorsun o da seni seviyor. Manyak mısın
oğlum sen? Tamam haklısın ağzına ettiğimin dünyasında sadakati
bulmak çok zor. Haklısın terk eden çok var. Ama sizinki aşk değil,
sizinki sevda. Bana güven kardeşim. Artık beraber olmanızın zamanı
geldi."
Emrah başını kaldırdı, “Tamam kardeşim seni dinleyeceğim." dedi.
Gözlerindeki gözyaşları durmuştu. Artık yerini tebessüme bırakmıştı.
"Bu gece çok sulu bir gece geçirdik. Hadi gidelim kaldığımız yerden
devam edelim." dedi Mehmet.
Mehmet, yerinden kalkarken Emrah da kalktı. Mehmet uzun süredir
oturduğu için dengesini pek sağlayamamıştı. Emrah "sen adamsın."
diyerek sırtına vurdu. O sırada Mehmet dengesini kaybederek denize
düştü.
"Anam! Donuyorum." diye yüksek sesle bağırıyordu. Emrah, hemen
elinden tutarak yukarıya çekti. Üzerindeki hırkasını çıkararak ona
verdi. Yol üzerinden geçen ilk taksiyi durdurdular. Mehmet titreye
titreye arabaya bindi. Taksicinin gaza yüklenmesi ile yola koyuldular.
Diğer taraftan Kardelen ve Selinda sahilin kenarında bir balıkçının
koyduğu sandalyelere oturdular. "Anlat bakalım senin ne derdin var
Kardelencim." Kardelen elinde yediği balık ekmeği masanın üzerine
bıraktı.
"Hani böyle çok seversin, canından çok onun için hayatından bile
vazgeçecek kadar. Ama olmaz yani o seni sevmez. Böyle canım çok
yanıyor. Sanki her gece ruhum daralıyor, nefes almakta zorluk
çekiyorum. İnsan umutlarını kaybediyor, sürekli hayal edip, umut edip
hiçbiri olmayınca canım çok yanıyor kardeşim."
diyerek ağlamaya başladı. Selinda hemen ona sarıldı. "Tamam söz
veriyorum düzelecek." dedi. Ardından masadaki peçete ile yüzünü
sildi. Masadan kalkarak onlarda yoldan geçen bir taksiye el işareti
yaptılar.
Taksinin durması ile birlikte ikiside arka koltuğa bindiler. Taksici yaşlı
amcaya nereye gideceklerini söyledikten sonra yola koyuldular.
Emrah ve Mehmet evin önüne geldiler. Taksinin ücretini Emrah
ödedikten sonra Mehmet'in koluna girerek hemen eve çıkardı.
Titremesi hâlâ devam ediyordu. Eve girer girmez hemen yatağa
yatırdı.
Üzerine evdeki bütün battaniye ve yorganları doldurdu. "Kızlar
neredesiniz?" diye seslendi fakat, kimseden bir yanıt alamadı. Aradan
beş- on dakika geçmesinin ardından kızlarda eve geldi.
Ayakkabılarını kapıda gördükleri için zile bastılar. Kapıyı hemen
Emrah açtı. Kardelen'in bütün makyajı akmıştı. Kapıdan girdiğinde
başını eğerek girdi. Fakat, Emrah onun bu halini anlamıştı. "Siz
nereden geliyorsunuz?" diye sordu hemen.
Cevap Kardelen'den geldi. "Biraz hava almaya çıkmıştık." dedi.
Selinda söze atılarak "Mehmet nerede diye sordu."
"Odada yatıyor, biraz üşüttü." demesinin ardından hemen odaya
girdiler. Selinda ve Kardelen onun üzerindeki yorgan ve battaniyeleri
görünce büyük bir şaşkınlığa maruz kaldılar. Hemen hepsini bir tarafa
attı. Mehmet öksürerek yataktan kalktı.
Nefes almakta zorlandığı aşikardı. "İyileştin mi kardeşim?” diye sordu
Emrah. Mehmet kaşlarını çattı epeyce sinirlenmişe benziyordu.
"İyileştirmek yerine öldürüyordun manyak mısın oğlum sen?” dedi.
"Kanka siz ne anlarsınız ben ilk yardım eğitimi almış adamım."
diyerek egosunu tatmin etmeye başladı. Mehmet yataktan kalktı “Sana
öyle bir ilk yardım uygularım ki, alacağın ilk ve son yardım olur
kardeşim." dedi. Bunun üzerine Emrah yutkundu gülerek geri çekildi.
"Beni Selinda ile yalnız bırakır mısınız canlarım?" demesinin ardından
Kardelen, Selinda’ya kaş göz işaretleri yapmaya başladı. Emrah
odadan çıktıktan sonra Kardelen de onun peşinden çıktı. Kapıyı
çektikten sonra göz göze geldiler.
"Ne yaptın konuştunuz mu sorun neymiş?" diye sordu Mehmet.
"Kardelen çok seviyor, sadece bizim öküzü bekliyor. Ya Emrah?"
diyerek yanıtladı.
"Onun sorunu epeyce var ama en önemlisi korkuyor Kardelen'i
kaybetmekten." Pek fazla yapacak bir şey olmadığının farkına varan
Mehmet ve Selinda yatağın üzerine oturarak kara kara düşünmeye
başladı.
Emrah ve Kardelen hâlâ derin derin bakışmaya devam ediyordu.
"Şey... Kardelen, ben bu zamana kadar hep seninle bir ilişkiye
başlarsam gideceğinden korktuğum için hep kaçtım. Ve sonuç olarak
sende üzüldün. Seni üzdüğüm için özür dilerim. Ne kadar etkili olur
bilemem ama öyle. Şunu bilmeni istiyorum ben seni seviyorum." dedi
bütün içtenliği ile.
Kardelen duydukları karşısında bir hayli şaşkın, gözlerinden
gözyaşları süzülmeye başladı. Emrah, sağ eli ile gözyaşlarını sildi.
Kardelen, o an ki mutluluktan ağlıyordu. Emrah hemen sarıldı ona
adeta sıkıyordu. Aynı şekilde Kardelen de ona karşılık verdi.
Kardelen'in aklında bazı sorular olsa da henüz yeri ve zamanı
olmadığını düşünerek şu an ki mutluluğun keyfini çıkarıyordu. İçinde
hissettiği sevgi duyguları ellerinin de titremesine sebep oluyordu.
Mehmet ve Selinda aynı an da kapıyı açtılar. Gördükleri karşısında
epeyce şaşkındı. Bu kadar hızlı olmasını beklemiyorlardı. "Oha!
Bunlar işi pişirmiş Selinda biz içeriye girelim. Size iyi geceler." dedi.
Başını sallayıp gülerek tekrar içeriye girdiler.
Onlar da oturma odasına geçtiler. Orada sarılarak sohbetine devam
ettiler. Mehmet telefonun çalması ile Emrah'ın odasının sağ taraftaki
masanın üzerinden telefonu aldı. Arayan üniversitenin öğrencilerinden
biri olan Berkaydı.
Telefonu hemen açtı, “Kanka naber?" sesini duydu.
"İyiyim sağ ol sen nasılsın, ne var ulan?"
"Yarınki tören iptal oldu çok fena başa bela yağmur yağacakmış.
Ondan dolayı haber verecekler." demesiyle beraber Mehmet telefonu
kapattı. Masanın üzerine attı. Hoparlöre aldığı için Selinda da
duymuştu.
Biraz üzülmüş bir o kadar da sevinmişti. Alelacele hazırlanmak onun
için zordu. Selinda onların yarın sabah erken kalkıp hazırlık yapmasını
önlemek için odadan çıkarak onların olduğu oturma odasının kapısını
tıklattı. İçeriden herhangi bir ses gelmeyince bir daha tıklattı.
Ardından Emrah “Efendim?" diyerek yanıt verdi. Selinda olayı
açıkladıktan sonra onlara ve Mehmet'e iyi geceler dileyerek kendi
odasına geçti. Bugün hepsi için yorucu bir gün olmuştu. Selinda da
epeyce bitkin düşmüştü. Ama her şeye rağmen sonunda onları bir
arada görmek onu mutlu ediyordu.
Çoğu zaman her şeyi hayattan sorumlu tutan bizler, doğru
düşündüğümüzde her şeyi bizlerin yaptığını anlayabiliriz. Fakir olan
zengin olmak ister ama bunun için doğru yolları izlemez. Sonra
“Hayatımız kötü ne yapalım" der. Bazen her şey olacak çalışınca
zengin olurum diye de bir kaide yok. Önemli olan iradeyi ve mücadele
ruhunu kaybetmemektir. Kaderimizde bu yoksa ne kadar çabalarsak
olmaz. Lakin, bundan hayatı sorumlu tutamayız.
Meks her zaman kendi sorunlarını kendi çözmeye çalışırdı. Saatin
iyice sabaha doğru yaklaşmasına yakın herkes kendini odasına çekti
ve yatmak için hazırlandı. Yarınki maça da yetişmeye çalışmaları
gerekiyordu. Fazlasıyla zor bir maç olacağını düşünüyorlardı.
Bunun içinde biraz stresliydiler. Alt takımların başınada üniversiteden
dört- beş kişi koydular. Alt takımlarda gayet iyi ilerliyordu. Küçük
çocuklar hem spor yapmış hemde eğlenmiş oluyordu.
İsrafil, kulüp için verdiği para karşılığında kulübe ortak olmak istedi.
MEKS de bunu kabul ederek %25'lik kısmını ona verdiler.
İsrafil de kulüpten gelen kazanç ile yanına aldığı kumral genç kadın
ile tatil yapıyor, beraber gece kulüplerine giderek eğleniyorlardı. Artık
babasına da ihtiyacı kalmamıştı.
Yanındaki kadının cebinden hiç para çıkmadan mükemmel bir hayat
yaşıyordu. Geceleri eğleniyor sabahları beraber uyuyorlardı. İsrafil bir
yandan da İstanbul'a tekrar dönmeyi düşünüyordu. Muğla da bu kadar
zaman geçirmek ona yetmişti.
Güneş tekrar aydınlık yüzünü göstermeye başlamıştı. Herkes gitmesi
gereken yerlere, şehirlere, ülkelere alelacele her zaman olduğu gibi bir
telaş ile yetişmeye çalışıyordu. Sabah ilk uyanan Mehmet oldu.
Epeyce başı ağrıdığını fark etti. İki eliyle başını sıkıştırmaya başladı.
“Of ulan Emrah bir rahat durmuyorsun." diyerekten ona gönderme
yaptı. O sırada Emrah kulak çınlaması ile yataktan kalktı. "Sabah
sabah kim küfür ediyor bana arkadaş." dedi.
Ardından mutfağa girerek kahvaltı hazırlamaya başladı. Saat öğlene
yaklaşıyordu. Maça üç saat kadar bir vakit kalmıştı. Mutfak
penceresinden kafasını çıkartarak gökyüzüne baktı. Üstü kapalı ama
tek bir damla dahi düşmediğini fark etti. "Rektör boşuna ertelemiş bu
hava yağmaz." diyordu kendi kendine.
O sırada Mehmet mutfaktan gelen sesleri fark etti. Odanın kapısını
araladı Emrah'ın mutfakta olduğunu fark ettiğinde gözleri fal taşı gibi
açıldı. Bir an da başının ağrısını dahi unuttu. Yavaş adımlarla ona
yaklaştı.
"Günaydın kardeşim naber?" diye sordu Emrah. Mehmet iyice yaklaştı
omuzlarına dokundu, yüzüne dokundu Emrah'ın ağzını büzdü.
"Bismillahirrahmanirrahim." dedi şaşkın gözleriyle.
"Ne oluyor yav." diyerek karşılık verdi Emrah.
"Kardeşim sen kahvaltı hazırlamayı bırak. Hiç birimiz buna hazır
değiliz. Sen ve kahvaltı hazırlamak nasıl bir araya geldi." dedi. Elinden
bıçağı alarak mutfak tezgahının üzerine koydu. Ardından eliyle yolu
göstererek odasına gönderdi.
Emrah ilk defa mutfağa girerek bir şeyler hazırlamaya çalışmıştı. Her
zaman hazır birşey varsa yer yoksa, uyurdu, telefonla uğraşırdı, müzik
dinlerdi. Emrah da Mehmet'in bu yaptığı karşısında şaşkın bir şekilde
bir şey demeden onun dediklerini yapıyordu.
"Burcunun özellikleri ne kardeşim?" dedi Mehmet.
Emrah birkaç saniye sesini çıkarmadı. "Ne bileyim oğlum Burcu'ya
sor onu." dedi. Ardından kafasına yorganını çekti. Ayakları açıkta
kalmıştı. "Yorganımı ayağıma göre uzatacaktım yorgan kısa kardeşim
ne yapmak lazım?" diye sordu Emrah.
O sırada kızlar da yatağından uyandı. İkisinin de birer gözleri açık
diğeri açılmamıştı. Emrah hafiften kafasını kaldırdı. "Aaa yeni
doğmuş civciv gibisiniz." diyerek güldü.
"Ne oluyor ya bu ses ne?" diye sordu Selinda. Kardelen başını
Selinda'nın omzuna koydu tamamen sarılayım derken o sırada ikisi
birden yere kapaklandı. Yere düştüklerinde uykuları açıldı.
"On dakika önce gelseydiniz tarihi bir ana şahit olurdunuz." dedi
Mehmet.
Kızlar orayı pek dinlemeden mutfağa girerek kahvaltı hazırlamaya
başladılar. Aradan on dakika geçmedi binada sesler yükselmeye
başladı. Mehmet ve Emrah birbirine bakarak göz kırpıyordu. Evin
kapısını açtıklarında eşya taşındığını fark ettiler. Emrah hemen kapıyı
kapattı.
"Boşver bize iş çıkmasın." diyerek odaya girdiler. Aradan birkaç
dakika geçti kızlar kahvaltıları hazırladı. Onlara seslendi hemen
odadan çıkarak mutfağa geçtiler. Emrah adeta görmemiş gibi yemeye
başladı. Diğerleri artık yemeyi bırakmış sadece onu izliyordu.
Emrah onları fark ettiğinde kafasını hafif kaldırdı. Ağızı dolu yemekle
“Ne oldu ya?" diye sordu. Biraz daha bir şeyler atıştırdıktan sonra
masadan kalkarak herkes hazırlanmaya başladı. Maç saatine son iki
saat kalmıştı.
Hızlıca hazırlanarak hep birlikte evden çıktılar. Cadde üzerinden
geçen ilk taksiyi durdurarak kulübe doğru yola çıktılar. On dakika
içerisinde orada oldular. Herkes toplanmış takım otobüsü de gelmişti.
Taksi ücretini Emrah ödedikten sonra birlikte dükkana girdiler.
Emrah ve Mehmet karşı rakip takımın oynayış tarzını inceledikleri için
takıma anlatmaya başladı. O sırada kızlar da yeni ihtiyaçların listesini
hazırlıyordu. Emrah iyice herkese tek tek uygulayacağı taktikleri
anlattı.Yaklaşık bir saat konuşan Emrah oyuncuların aklına mıh gibi
kazımıştı her şeyi. Atarı tutarı yok kesinlikle kazanmak için
gidiyorlardı. 7 maçtır içeride dışarıda mağlubiyet almayan takımın bu
şekilde devam etmesini istiyordu.
Taktikler bittikten sonra Mehmet iki elini birbirine vurarak “Haydi
otobüse haydi" diyerek sesini yükseltmeye başladı. Kızlar da listeyi
tamamladıktan sonra Mehmet'e verdiler. Asıl hedefleri süper lige
çıkarak isimlerini her yerde duyurmaktı.
Hiç bir şeyin imkansız olmadığını, sadece zaman aldığını, hayallerin
peşinden koşarken pes etmemeyi, düştüğünde kalkmayı, kendinize
birçok şey için verdiğiniz sözleri yerine getirmek için her zaman
bildikleri yolu izlemeye devam ediyorlardı.
Ünlü birer insan olmak, bu sayede insanların gönüllerinde yer edinerek
onlara destek olmak istiyorlardı. Ünlü olmak için değil de ünlü olup
bir kitleye hitap ederek onların acılarını biraz da olsa hafifletmek
istiyorlardı.
Herkes takım otobüsüne bindi. Her zaman olduğu gibi yine otobüsün
müzik sesi son ses çalmaya başladı. Herkes oynuyor, eğleniyordu.
Yaklaşık yarım saat içerisinde karşı takımın sahasına vardılar. Rakip
takımın oyuncuları oldukça kalıplı ve iri yarılı adamlardı.
"Bunlar maç yapmaya değil resmen bizi dövmek için hazırlanmışlar
galiba." dedi Kardelen. Onun bu sözüne herkes tebessüm etti.
"Hiçbir şey uzaktan bakıldığı gibi değildir Kardelen hanımcım." dedi
Mehmet. Yavaştan soyunma odasına doğru haraket etmeye başladılar.
Kardelen ve Selinda soyunma odasının yanındaki masaya oturarak
onları beklemeye başladı.
On dakika sonra kırmızı beyaz formalarıyla çıktılar. Artık maçın
başlama düdüğüne sayılı dakikalar kalmıştı. Herkesin üzerinde biraz
tedirginlik epeyce de heyecan vardı. Oyuncular sahaya girdi. Meks de
saha kulübesinde yerini aldı.
Hakemler yerini aldı. "Hakem bey sizin için çok üzülüyorum harbiden
sabır işi bu meslek." dedi Emrah.
Genç hakem biraz ona yaklaştı “Neden?" diye sordu. İçinden pek
söylemek gelmiyordu ama hakem sorduğu için de söylemek istiyordu.
"Akşama kadar yediğiniz küfürlerin haddi hesabı yok çünkü." deyip
gülmeye başladı.
Hakem bunun üzerine “Tövbe estağfurullah" diyerek yerini aldı.
Mehmet ve Emrah da oyuncuların yerlerine geçmesi için kenardan
bağırıyordu. Düdüğün çalması ile maç başladı. Diğer rakip takımın
oyuncuları epeyce faul yapıyorlardı.
İlk yarıyı gol yemeden beraberlik sonucu ile soyunma odasına geçtiler.
Oyuncular rakip takımın sürekli faul yapmasından dolayı epeyce
sinirlenmiş bunu Mehmet ve Emrah'a belirtiyordu.
"Beyler öyle ya da böyle bu maçı kazanmamız gerekiyor." dedi
Emrah. Tekrar taktik yineledikten sonra tekrar sahaya çıktılar. Maç
çok hızlı başlamasına rağmen son dakikalara kadar gol olmadı. Emrah
epeyce bağırıyordu. Son dakika da Berk'in attığı bir gol ile maç son
buldu.
Herkesin üzerinde büyük bir mutluluk hakimdi. Tezahüratlar eşliğinde
soyunma odasına girdiler. O sırada Kardelen ve Selinda finansal
işlemler ile ilgileniyordu. Emrah soyunma odasından hemen çıktı
Kardelen'e sarıldı.
Ardından Selinda'yı da yanına çağırdı. Onları duyan Mehmet de
soyunma odasından çıktı. Hep birlikte sevinçlerini sesli bir şekilde
belli etti. Emrah Kardelen'in alnından öptükten sonra elinden tutarak
saha dışarısına çıkardı.
Bu galibiyet sonrasında takımla birlikte bir yemeğe gitmek gerektiğini
düşünüyordu. Oyuncuların hepsi takım otobüsünün yanına
geldiklerinde “Gençler hadi yemeğe gidiyoruz" dedi Selinda. Herkes
mutlu olmuştu. Sevinçli bir şekilde araca bindiler. Şoföre de
gidecekleri yeri Kardelen söyledi. Bunun üzerine yola koyuldular.
İsrafil bu kadar tatilin yettiğini düşünerek eşyalarını toparlamaya ve
hazırlığını yapmaya başladı. Kız arkadaşı buna izin vermiyordu.
"İsrafil, ne güzel eğleniyoruz. Gidersen beni bir daha göremezsin."
diyerek sitemlerini belirtiyordu.
İsrafil arkasını döndü. Kaşlarını hafiften çatmıştı sinirli olduğu her
halinden belliydi. "Keyfin bilir kal burada." Dedikten sonra eşyalarını
toparlamaya devam etti. Siyah bavulunun fermuarını kapattıktan sonra
etrafı son bir defa kolacan etti.
Eksik bir şey olmadığına kanaat getirdikten sonra bavulunu alarak
kapıya çıktı. Arabasının bagajına koyduktan sonra son bir kez eve
baktı. Kız arkadaşı üzerinde ki pijamalarla kapıda bekliyordu. Ona
aldırış etmeden gaza yüklenerek İstanbul'a doğru yola koyuldu.
Meks takım otobüsü ile birlikte gidecekleri mekana geldi. Restoran
çok iyi bir yer olmasa da ucuz miktarlarla hepsinin yemek yiyebileceği
bir yerdi. Herkes otobüsten inerek içeride kendilerine ayrılan masaya
oturdular.
On dakika içerisinde bütün masalar yemeklerle doldu. Mehmet,
restoran müdürüne el işareti ile gel yaptı. Genç müdür lacivert
ceketinin ön düğmesini ilikleyerek yaklaştı. "Buyrun efendim?"
Mehmet, biraz daha eğilmesini istedi. Ardından müdürün kulağına
fısıldadı.
"İnşallah çok fazla fiyat geçirmiyorsunuzdur. Önceki gibidir umarım."
dedi. Müdür bey gülerek bir adım geriye attı. "Tabii ki, efendim bizde
her şey aynı." dedi. Mehmet, birkaç defa başını sallayarak tebessüm
etti.
Herkes sohbet, muhabbet eşliğinde yemeklerini yedikten sonra
kalktılar. Kardelen ve Selinda herkesin otobüse binmesini söyledikten
sonra onlara eşlik etti. Emrah ve Mehmet de hesabı ödemek için
kasaya gittiler.
Müdür de onların yanı sıra giderek hesabı çıkarttı. Toplam da 507 TL
bir hesap çıkmıştı. Bu kadar kişiden normal bir hesap olduğunu
düşünerek ödediler. Ardından takım otobüsüne onlar da bindi. Aradan
yirmi dakika geçtikten sonra dükkanın önünde indiler.
Dükkandaki müşterileri rahatsız etmemek için, herkesi kapıda birer
birer tebrik ettiler. Herkes dağıldıktan sonra Meks dükkana girdi.
Çalışan eleman sürekli çay servisi yapıyordu. Selinda'nın telefonu
çalması ile hemen açtı. Okuldan arayan Şehnaz idi.
Sınıf arkadaşı olan Şehnaz hâl hatır sorduktan sonra yarın hava iyi
olduğu için mezuniyet töreninin düzenleneceğini söyledi. Selinda bu
güzel haberi duyduğuna sevinmişti. Teşekkür ettikten sonra telefonu
kapattı. Ardından diğerlerine dönerek açıklamayı yaptı.
"Haydaa ne bu ya bir yok diyorlar, bir var bunlara içtikleri su bile etki
ediyor." Dedi Kardelen.
Kardelen ile Emrah aynı koltuğa oturmuştu. Emrah, elini onun beline
koymuştu. Bu konuşmayı yaptıktan sonra "şit" diyerek hafif sarstı.
"Daha iyi oldu bu en azından artık tamamen ilişkimiz kopuyor.
Gerçekten güzel bir ortam ama yeter." Dedi Emrah.
Kendileri de çaylarını yudumlarken 4-5 tane siyah spor aracın
durduğunu fark ettiler. Araçtan çıkan adamlar dükkana girdiler.
Diğerleri dışarıda kaldılar. Kilolu olan adam başlarıydı.
Siyah gözlüğü çıkararak hemen oturdu. Birkaç dakika öylece baktı.
"Hayırdır birader? Amacınız ne sizin?" Diyerek kaşlarını çattı Emrah.
Adam kalın ses tonuyla "konuşacağız" dedi.
"Konuşmaya bu kazmalar ile mi geliyorsun?" Dedi Emrah sinirle.
Adam da kaşlarını çattı gelişi güzel Emrah'ın sol yanağına tokatı
patlattı. Bunun üzerine dükkandaki müşteriler dahil herkes ayağa
kalktı.
"Ne yaptığınızı zannediyorsunuz siz ulan!" Diye sesini yükseltti
Kardelen. Ardından hemen Emrah'a sarıldı. Adamların hepsi belindeki
silahları gösterdi. "Siz bana mı artistlik yapıyorsunuz gençler" Dedi.
"Yok abi estağfurullah hiç öyle şey yapar mıyız, biz böyle yeni
tanıdıklarımıza şaka yapıyoruz. Sen ciddiye mi aldın? Öyle değil mi
Emrah?"
Emrah, sessizce Kardelen'in kulagina fısıldadı. "Sakın adama başka
bir şey demeyin, bir yüzüm cehennemi, öteki cenneti gördü tek
tokatla." Dedikten sonra oturduğu koltukta dikeldi.
"Ağabey sen bizden ne istiyorsun söyler misin?" diye sordu Selinda.
"Evet gençler, ben sizden kulübü satın almak istiyorum. Kulübün
başarısını duydum, bende kulüp ararken arkadaşlarım sizinkini
bulmuşlar. Bu yüzden bana satmanızı istiyorum." Meks duydukları
karşısında şok etkisine girmişcesine duraksadı.
Böyle bir şeyi hiçbir zaman düşünmemişlerdi. Birbirine bakakaldılar
adam bir çek yazdı. Üzerine 1.500.000 yazdı. Kulüp için bu parayı
verecekti. Çeki masanın üzerine attı. Selinda çekin üzerinde yazan
fiyata bakıp çeki katladı ve sahibine uzattı.
"Bu kulüp bizim hayalimiz ve biz hayalimizi satmak istemiyoruz.
Teklifiniz için teşekkür ederiz." dedi.
"Pekâlâ gençler eğer ki, satmak isterseniz ulaşın bana" dedi. Siyah
paltosunun sol cebinden bir kartvizit çıkararak masanın üzerine attı.
Ardından adamlarına el işareti ile gidiyoruz dedi.
Onlar gittikten sonra Meks derin bir nefes aldı. Dükkanda ayaklanan
insanları sakin bir tavırla Selinda yatıştırdı. Herkes oyununa baktıktan
sonra Selinda da Meks'in yanına oturarak neler olduğunu anlamaya
çalıştı.
Emrah hâlâ bir yüzünü tutuyordu. "Çok fena vurdu katıksız şerefsiz"
dedi. Onlar bu konunun üzerine birkaç saat konuşsalar da herhangi bir
sonuca varamadılar. O sırada İsrafil dükkanın önüne gelerek arabasını
park etti.
Yüzünde gülücükler ile dükkana girdi. "Selam millet naber?" Diye
sordu. Ardından o da bir koltuğa oturarak derin, derin nefes aldı. "Beni
özlediniz mi?" Meks aynı anda “Hayır" diyerek yanıtladı.
İsrafil, irkildi. Kaşlarını çattı "nasıl ya?" diye sormasına rağmen
herhangi bir cevap alamadı. Dükkanda müşteriler de hepsi çıkmıştı.
Saat'in geç olmasından dolayı dükkanı birazdan kapatacaklardı.
"İsrafil" dedi Mehmet.
"Canım" diye yanıt verdi İsrafil. Mehmet ters ters baktı ona ardından
sözüne devam etti. "Yarın diploma töreni var haberin olsun da
duymadım deme" dedikten sonra Kardelen ve Emrah masaları düzeltti.
Biraz etrafı toparladıktan sonra çalışan elemanı da evine yolladılar.
Kendileri de son kez etrafı kontrol ettikten sonra çıktılar. Hazır
İsrafil'in arabası kapıdayken Selinda'nın isteği üzerine onun
bırakmasını istedi. Hepsi arabaya bindikten sonra İsrafil gaza
yüklenerek yola koyuldu. Aradan on beş dakika kadar bir zaman
geçtikten sonra evlerinin önüne geldiler.
İsrafil'e Kardelen teşekkür etti. Emrah da omuzuna iki defa hafifçe
vurdu, başını salladı. Bu erkekler arasında “Eyvallah" anlamına
geliyordu. İsrafil tekrar arabaya bindi.
"Hop!" dedi Mehmet yüksek sesle. İsrafil ona baktı ardından sözüne
devam etti. "Yarın sabah 10:00'da burada ol beraber gidelim" dedi.
İsrafil başını sallayarak onayladı. Ardından tekrar gaza yüklenerek
yola koyuldu.
Meks binanın kapısından girerek kendi dairelerine çıktı. Herkes birer
koltuğa oturdu. Emrah ve Kardelen birbirine sarılarak büyük koltuğa
oturdu. Birkaç dakika oturduktan sonra herkesin aklına yarın tören
olduğu geldi.
"Tören!" dedi Selinda. Ardından herkes kendi odasına girerek yarın
için giyecekleri kıyafetleri hazırlamaya başladı. Saat epeyce geç
olmuştu. Hepsinin üzerinde bir uyku hali vardı. Kıyafetleri
hazırladıklarında herkes birbirine “İyi geceler" diyerek kendi
yataklarına uzandı. Telefonları da şarja koyduktan sonra artık uyumak
için hazırlardı. Bir geceye daha birlikte göz yumdular.
Diğer taraftan anne ve babaları Emrahların evinde hepsi bir araya
gelmişti. Gecenin geç saatinde masada oturuyor, yemek yiyorlardı.
Yemeklerini yedikten sonra bu büyük masanın en başına Emrah'ın
babası oturmuştu.
Peçete ile dudağını sildikten sonra, söze girdi. "Hepimiz uzun yıllardır
birbirimizi tanıyoruz. Çocuklarımız bizim için çok değerli. Her ne
kadar büyük olsalarda bir anne ve babaya her zaman ihtiyaçları var.
Biz zamanında işlerimiz yüzünden onlara yeteri kadar ilgi
gösteremedik. Bu ne yazık ki acı bir gerçek. Anne-baba kelimesi
sadece isim olarak kalmamalı. Bu yaşa kadar onları biz büyüttük; Bu
sebepten ötürü en kısa zamanda yanlarına gidip ve onlara sarılıp tekrar
evlerimizin içinde olmasını sağlamalıyız. Bana katılıyor musunuz?"
Bu duygulandırıcı konuşmasından sonra herkes elini kaldırdı.
Herkesin yüzünde bir tebessüm vardı. "Allah bilir oğlum şimdi ne
mikroplar kapmıştır" dedi Mehmet'in annesi. Bu sözleri diğerlerini de
tebessüm ettirdi. Mehmet gittiğinde en fazla ağlayan oydu. Herkes
çaylarını ve kahvelerini de içtikten sonra vedalaşarak ayrıldı.
Meks her zaman ailesini de düşünüyordu. Bazen ziyarete gelmeleri her
ne kadar söylemeselerde onları mutlu ediyordu. Saatler hızlıca geçti.
Yeni güne ilk uyanan Mehmet oldu. Salona geçerek onlara bir şaka
yapmak istedi. "Koğuş kalk!" diyerek bağırdı.
O sesin üzerine Selinda ve Kardelen yataktan yere düştü. İkisi birden
“Ah!" diyerek sesini yükseltti. Emrah hala yatağında yorganı kendine
bürümüş uyuyordu. Mehmet onun odasına girdi.
Yorganın üzerinden onu biraz dürttü. "Koğuş kalk! diyorum kanka
neden kalkmıyorsun?" diye birkaç defa tekrarladı. Bunun üzerine
Emrah hiç kıpırdamadan “Oradan bakınca ben koğuşa mı
benziyorum? Koğuşa kalk dedin Emrah'a değil canım" dedi.
Mehmet aldığı cevap karşısında ağzını açamadı. Odadan çıkarak
hemen kendi odasına geçiş yaptı. Törene az bir süre kalmıştı. İsrafil
kapıya damlamadan önce hazırlanmaları gerekmekteydi.
Kızlar da hazırlığa başlamıştı. En güzel kıyafetlerini giymek
istiyorlardı. Emrah aradan beş dakika geçtikten sonra yataktan
tamamen kalktı. O da hazırlık yapmaya başladı. Erkeklerin
hazırlanması on dakika sürmüştü. Kızlar ise, hala kıyafetlerini dahi
ancak giyebilmişlerdi.
Aradan yarım saat bir zaman geçtikten sonra onlarında hazırlığı bitti.
Emrah ve Mehmet onları odanın kapısının önünde bekliyordu.
Kapıdan ilk Selinda çıktı. Mavi elbisesi ile göz alıcı bir güzelliğe
kavuşmuştu.
Ardından Kardelen de odadan çıktı. Emrah onu görür görmez adeta
ağzının suyu aktı. Göz kirpiklerini hiç kıpırdatmadan ona bakıyordu.
Öylece bakarken Kardelen kendi üzerine bakarak "acaba kötü olan
birşey mi var?" Diye içinden söylendi. Kırmızı elbisesi ile Emrah ona
bir kez daha hayran olmuştu.
"Ya Emrah ne oldu?" diye sordu sonunda. Emrah kendinden tamamen
geçmiş bir vaziyette “Hiç ya bir melek gördüm" dedi. Bu sözü duyan
Kardelen gülümsedi hemen ona naif bir şekilde sarıldı.
Mehmet'in telefonunun çalmasının ardından cebinden çıkardı arayan
İsrafil idi. Meşgule attıktan sonra geldiğini düşünerek hep birlikte
kapıya indiler. Tekrar telefonu cebinden çıkardı Mehmet. İsrafil'i geri
aradı birkaç defa çaldıktan sonra açtı.
"Selamünaleyküm İsrafil biz çıktık yoksun" dedi.
"Ben de onu diyecektim Memo benim arabanın lastik patladı. Taksi ile
gidiyorum siz de öyle gelin üniversiteye" dedi. Bunun ardından Emrah
biraz sinirlendi. Ana caddeye doğru yürüdüler. Sol tarafta bir taksi
durağı vardı. Taksicinin yönlendirmesiyle öndeki araca bindiler.
Selinda adresi söyledikten sonra yola koyuldular. Herkes çok
heyecanlıydı. Aradan yarım saat kadar bir süre geçtikten sonra
üniversitenin önüne geldiler. Emrah taksi ücretini ödedikten sonra
araçtan indiler.
Okulun önü oldukça kalabalıktı. Herkes mükemmel giyinmişti. Tören
başlamış, sunum yapılıyordu. Meks hemen aralardan geçerek önlere
doğru ilerledi. Sahne de sunuculuğu yapan Tayfun hocanın olduğunu
gördüklerinde sadece birbirine bakakaldılar.
"Oha! Bu nasıl olur? Bırakmıştı okulu" dedi Kardelen. Emrah onu
belinden tutarak kendine çekti. "Sahipsiz zannetmesinler canım"
diyerek tebessüm etti. Tayfun hoca hayattan biraz örnekler verirken
hayaller konusunuda açtı. Elinde sarı mikrofon ile "hayaller parayla
satılır mı?" diye sordu.
Bütün kalabalık "hayır" diyerek sesini yükseltti. Emrah "hocam
hayallerimiz, bizim hayata tutunmamızı sağlar. Umut etmeyi, başarma
arzusunu nüksetmek içindir." Diyerek sesini yükseltti. Tayfun hocanın
dikkati direkt olarak ona kaydı.
"Gerçekleşen hayaller satılır mı?" diyerek bu kez sadece Emrah'a
sordu. O da başını dikeltti, göğsünü kararttı. "Tabiki hayır hocam.
Emek verilen hayaller, para ile satılmamalı" dedi. Mikrofon ile tekrar
kalabalığa seslendi. "Bir gün satmanız gerekiyorsa bunu yapın" dedi.
Ardından konuşmasını bitirerek yerini rektör yardımcısına bıraktı.
Önündeki masada yüzlerce diploma ile herkesi sırayla isim, soy
ismiyle seslenerek çağırıp diplomasını teslim ediyordu. Meks'e sıranın
gelmesi iki saat kadar bir zaman almıştı. Ardından Meks tekrar okul
kapısına çıkarak taksi beklemeye başladı.
Artık diplomaları ellerinde oldukları için çok mutlu ve heyecanlılardı.
Akıllarına koyduğu tek şey son yapmaları gerekendi. Bunun içinde
birazdan gitmeleri gereken yere gideceklerdi. Önlerinde duran ilk
taksiye bindiler. Aradan kırk dakika kadar bir zaman geçtikten sonra
dükkanın önünde indiler.
Herkes diplomayı göstererek birbirine sarıldı. Dükkan açık bir şekilde
işlemeye devam ediyordu. Onlar dükkana girmeden "şimdi herkes
anne, babasının yanına giderek diplomasını veriyor. Ne diyeceğiniz
size kalmış" dedi Mehmet
Herkes başını sallayarak onayladı. Artık zamanı gelmişti. Herkes bir
tarafa dağıldı. Emrah, Kardelen ile birlikte beraber yürümeye
başladılar. Ele ele tutuşarak onu evine doğru götürmeye devam etti.
Aradan yirmi dakika kadar bir zaman geçti.
Kapının önüne gelmişti. Ona bir kez daha sıkıca sarıldı Emrah. "Sakin
ol. Onlar bizim anne ve babalarımız" dedi. Bunun üzerine Kardelen
tebessüm ederek arkasını döndü ve evin kapısına doğru yürümeye
başladı.
Kapının açılması ile annesi “Kızım!" diye sesini yükselterek ona
sarıldı. Emrah da kendi evine doğru yola koyuldu. Mehmet evine gelir
gelmez, annesi çığlık attı. Mehmet öylece kalakaldı. Annesi ona temiz
galoşları giydirdi. Elinden tutarak hemen salona götürdü. İlgisiz
babası aniden muhteşem bir aile babasına dönerek "oğlum!"
diyerekten sarıldı.
Mehmet onun bu tepkisine oldukça fazla şaşırdı. Hiç böyle bir şey
beklemiyordu. Hep birlikte salona geçtiler. Karşılıklı olarak koltuklara
oturdular. Anne ve babasının gözleri onun üzerindeydi. Mehmet
elindeki diplomayı onlara uzattı. "Alın istediğiniz buydu. Herşey
bununla bitiyormuş gibi. Şimdi sizin olsun" dedikten sonra hemen
kalktı galoşu da bir köşeye atarak evden çıktı.
Annesi bunun üzerine ağlamaya, feryat figan etmeye başladı. Mehmet
onları çok özlemesine rağmen hâlâ affetmemişti. Kendi evlerine doğru
yola koyuldu. Kardelen de aynısını yapmasına rağmen evden çıkarken
epeyce ağlamaya başladı.
Ailesi de bu duruma oldukça fazla üzülmüştü. O da kendi evine doğru
yürümeye başladı. Selinda diplomayı teslim ettikten sonra ailesi kapıyı
kitleyerek gitmesine izin vermediler. "Eğer ki şimdi açmazsanız bir
daha asla girmem buradan içeriye!" diyerek sesini yükseltti.
Bunun üzerine babasının gözlerinden birkaç damla gözyaşı süzüldü.
Kapıyı açar açmaz Selinda evden çıktı. Emrah kapının önüne
geldiğinde diplomayı kapıya koydu. Kapıya vurarak hemen oradan
uzaklaştı. Babası iki dakika sonra kapıyı açtı. Önce etrafa bakındı
sonra kapıyı kapatarak içeriye girdi.
Emrah, köşeden izliyordu. Onun diplomayı görmediğini görünce
“Of!” diyordu içtenlikle. Tekrar kapının önüne gitti. Bu defa
bahçedeki sandalyenin birini alarak yavaşça kapının önüne koydu.
Diplomayı da sandalyenin üzerine koydu. Tekrar kapıya vurduktan
sonra tekrar uzaklaştı.
Bu kez kapıyı annesi açtı. Kapının önündeki sandalyeyi ve üzerindeki
kağıdı fark etti. Kağıdı aldıktan sonra sandalyeyi kenara koydu.
Ardından içeriye girdi. Salona giderken kağıdı açtı. Emrah'ın
diploması olduğunu gördüğünde tekrar kapıya çıktı.
Gözleri pür dikkat Emrah'ı arıyordu. Nerede olduğunu merak
ediyordu. Emrah çoktan uzaklaşmıştı. Diplomayla birlikte tekrar eve
girdi. Eşi salonda televizyon izliyordu. Onun yanına oturdu ve ona
uzattı.
Açtığında o da şaşkın gözlerle eşine bakıyordu. Bir an da yüzü düştü.
"Keşke zamanında her şeyi düzenli ayarlayabilseydik" dedi. İkisi de
üzgün ve pişmandı.
Selinda da Emrah gibi aynı taktiği uygulamıştı. Ailesinin verdiği
tepkiyi görmeden oradan uzaklaştı üzgündü, kırıktı onlara karşı.
Akşam üzeri herkes eve geldi. Eve giren sanki üzerinden binlerce
sıkıntı kalkmış gibi seviniyordu. Oysaki her biri ailesini özlemişti.
Aileleri de onları oldukça fazla özlemişti.
Herkes oturma odasında birer koltuğa oturdu. Kardelen yine Emrah'ın
yanına oturdu. "Şimdi ne yapıyoruz?" diye sordu Selinda. "Her zaman
ki gibi devam edeceğiz. Hayallerimize kavuşacağız inşallah" dedi.
"Hay ağzından bal damlıyor. Dur öpeceğim" diyerekten ayağa kalktı
Emrah. Onun yanına giderek Mehmet'in direnmesine rağmen iki
yanağından öptü. "Ya oğlum bir dur ya" diyerek karşılık verdi.
Ardından Emrah tekrar yerine oturdu. Kardelen de onun sağ yanağına
küçük bir buse kondurdu.
İsrafil diplomayı aldıktan sonra ailesinin evine gitti. Anne ve
babasından af diledi. Onlarda evladını biraz da olda özledikleri için
kabul ettiler. Artık onlarla birlikte yaşamaya devam edecekti. Her
zamankinden daha rahat, keyifli olacağını biliyordu. Diplomasını
babasına uzattı. Babası biraz göz gezdirdikten sonra salonda yanan
şömineye attı. "Artık lazım değil sana" dedi.
İsrafil şaşırmış olsa da herhangi bir eylem gerçekleştirmedi. Babasının
ona şirkette iyi bir konum vereceğine inanıyordu. Saatler gece yarısını
gösteriyordu. Artık herkes yatağına girmişti. Saat ilerledikçe uyku da
iyice bastırmıştı. Herkes gözlerini yorucu bir günün sonunda rahat bir
uyku için kapattı.
2 ay sonra
Günler hızlıca akıp gitti. Her hafta bir maça çıkan takımları onları
oldukça mutlu ediyordu. "Berk vur şu topa!" Mehmet kenarda
bağırarak oyuncuları yönlendiriyordu. Kızlar onu sakinleştirmeye
çalışırken bu defa Emrah başlıyordu.
O esnada tribünde bir kargaşa yaşanmaya başladı. Hakeminde
kararıyla maç durdu. Futbolcular ve yedek kulübesi ne olduğunu
anlamaya çalışırken Meks birlikte tribüne çıktı. Küçük bir çocuğun
bayıldığını fark ettiler. Annesi göz yaşlarına hakim olamıyordu.
Oradaki insanlar öylece bakarken Mehmet hemen kucağına aldı. Hep
birlikte saha kenarında olan ambulansa bindiler. Küçük çocuğun
yanına annesi bindi. "Kızlar siz gidin haber verirsiniz" dedi Emrah.
Kızlar da taksiye binerek ambulansı takip ettiler.
Mehmet ve Emrah, sahaya döndüler. Tekrar hakemin ikinci kararıyla
maç devam etti. Ikisinin de aklı hastanedeydi. Maçın berabere
bitmesinin ardından futbolculara birkaç ufak açıklama yaptı. Daha
sonrasında onlar da bir taksiye binerek hastaneye gitti.
Girişte danışmaya sorduktan sonra acil bölümüne doğru gittiler.
Kardelen ve Selinda kapıda bekliyordu. Mehmet meraklı gözlerle “Ne
oldu? Haber vermediniz" dedi. İkisi de başını öne eğdi, adeta dillerini
yutmuşlardı konuşamadılar. Emrah işaret parmağını Kardelen'in
çenesine götürerek kaldırdı. Aynı soruyu bu kez sesini alçaltarak
sordu.
Kardelen cevap vermeye hazırlanırken çocuğun annesi ve doktor
koridora çıktılar. Doktor herhangi bir şey paylaşmadan uzaklaştı.
Emrah çocuğun annesine aynı soruyu yöneltti. Kadın ayakta duramaz
olmuştu. Gözyaşları sel olup akıyordu teninden aşağı. Herkes sustu
gözler kadının üzerindeydi.
"Evladım..." dedi titrek sesiyle. Kardelen kadının sırtını sıvazlamaya
başladı. Bunun üzerine Selinda diğerlerini birkaç adım öteye çağırdı.
"Çocuk daha çok küçük annesi ilk defa dışarıya çıkarmış. En kötüsü
de SMA hastası ilaç alması gerekiyor" dedi.
Bunun üzerine onlar da suspus oldu. İlacın oldukça pahalı olduğunu
biliyorlardı. "Ablacım aslan gibi adam bak büyüyecek ve iyileşecek
görürsün" dedi Mehmet.
"O benim kızım… Hilal'im" diye yanıt aldığında sustu. O sırada
doktor bey geldi. Emrah hemen onunla konuşmak istiyordu. "Doktor
bey" diyerek aynısını iki defa tekrarladı. Onun kendisini dinlemesini
sağladı. "Acaba bu SMA ilacı tam olarak ne kadar?" diye sordu.
Doktor derin bir nefes çekti. "Hemen hemen 1.5 milyon TL değerinde
kutusu. Tedavisi için bir kutu yeterli oluyor" dedi. Emrah başını
hafiften öne eğdi. Doktor tekrardan içeriye girdi.
"Yapacak bir şey yok şu an. Bu para çok yüksek yani bulamayız" dedi
Selinda. Herkeste bir üzüntü belirdi. Annesinin feryatları yürek
yakıyordu. Meks hep birlikte dışarıya çıktı Ne yapacakları konusunda
ilk defa cevapsız kalmışlardı. Emrah ilk defa uyanıklık yapamıyordu.
Diğerleri ilk kez fikir üretemiyordu.
Hastanenin önündeki iki bank etrafında dağınık halde oturdular.
"Acaba Tayfun hocanın dediği mi olacak?" diye kısık sesle söylendi
Kardelen. Emrah yanında oturuyordu gözlerini ona yöneltti:
“Derken?"
"Demişti ya hayaller satılır mı? Onun gibi bir şey işte" Emrah onu
anlamıştı. Ya bir çocuğun hayatını kurtaracak; hayallerinden
vazgeçecekler ya da hayallerine devam edecek bir insanın, hayatını
kaybetmesine izin vereceklerdi.
Emrah, Kardelen'in söylediğini daha açık bir dille diğerlerine anlattı.
Hiçbirinden ses çıkmıyordu. Dakikalarca sessiz sakin öylece kaldılar.
"Hem öyle bir şey yapamayız. Çünkü bildiğiniz gibi İsrafil'in de kulüp
de hakkı var" dedi Selinda.
Emrah ayağa kalktı yavaş adımlarla hastanenin kapısına ilerledi.
Diğerlerini de içeriye çağırdı. Hep birlikte küçük çocuğun olduğu
odanın kapısına gittiler. "Canlarım, ciğerlerim şimdi hepimiz daha iyi
anlıyoruz ki hayallerden bazen vazgeçmek zorunda kalıyoruz. Bu
hayatta bazen başka şeylerden vazgeçtiğimiz gibi değil bu daha
baskın" dedi.
Ardından sözlere Kardelen devam etti. "Yani öyle ki bir oylama
yapalım ve karar verelim. Bana göre küçücük bir çocuğa sırtımızı
dönmek bize yakışmaz. Bence oylama yapalım” diyerek elini öne
doğru kaldırdı.
Emrah da elini onun üzerine koydu. Ardından Mehmet ve son olarak
Selinda tebessüm ederek birbirlerine sarıldılar. "Biz buyuz kardeşim"
dedi Selinda.
"Peki ya İsrafil konusunu nasıl halledeceğiz?" diye sordu Mehmet.
Emrah telefonunu cebinden çıkardı “Ben hallederim" dedi. Bir defa
aradı birkaç kez çalmasına rağmen açmadı. İkinci defa arandığında
telefona cevap verdi. Hal hatır sorduktan sonra söze giriş yaptı.
"Kanka küçük bir kız çocuğu SMA hastası ilaç alınmazsa ölecek. Biz
karar verdik kulübü satıp bu çocuk için ilaç alacağız. Eğer ki sende
tamam dersen para tam yetiyor. Ne diyorsun?" diyerekten sorunun
cevabını beklemeye başladı.
"Kulübü satsanız da ben hakkım olan 300.000 TL'yi alırım. Çocuk
hastaymış, şöyleymiş beni ilgilendirmiyor" dedi. Emrah’ın duydukları
karşısında gözleri faltaşı gibi açıldı. Emrah ona küfür içeren sözler
saydırmaya başladı.
Bunu duyan Mehmet, Kardelen, Selinda ne olduğunu merak etti.
Emrah çok fazla sinirlenmişti. Diğerleri onu sakinleştirmeye çalıştı.
Telefonu elinden aldılar. Aradan on dakika kadar bir zaman geçtikten
sonra Emrah tamamen sakinleşti.
"Haydi gidelim satalım şu kulübü 300.000 TL İsrafil şerefsizine
vereceğiz. Bu zamana kadar güvenmekle hata yapmışız" dedi Emrah.
Öncelikle kulüpteki bütün oyuncuları dört koldan teker teker aradılar
ve dükkana gelmelerini söylediler.
Aramalar yirmi dakika kadar sürdükten sonra kendileri de dükkana
doğru yola koyuldu. Çıkmadan önce doktora ilacı getirtmelerini
söylediler. Hastanenin önünden sürekli olarak taksi geçiyordu boş olan
bir tanesine bindiler. Yaklaşık yarım saat içerisinde orada olmuşla.
Taksiden indiklerinde herkesi orada görmek onlara tebessüm
ettirmişti. Etraftakiler meraklı gözlerle ne olduğunu merak ediyordu.
"Herkes içeriye lütfen" dedi Selinda. İçeriye girmesinin ardından
insanların yüzünde bir hüzün oluştu .
Bu zor açıklamayı beraber yapacaklardı. "Arkadaşlar uzun zamandır
beraberiz. Üniversiteden sahaya kadar birlikte olduk. Öncelikle bir
soru sormak istiyorum. Bir insanın hayatı mı yoksa, kariyeriniz mi?"
diyerek onlara soru yöneltti Emrah.
Hep bir ağızdan hiç düşünmeden “İnsan hayatı" dediler. Bu cevap
hepsine tebessüm ettirmişti. "Onun için şimdi size bir şey
açıklayacağız ve bu konu gerçekten önemli” dedi Mehmet.
"Biz küçük bir çocuk için, onun hayatını kurtarmak adına; kulüpten
vazgeçmek zorundayız. Bu yüzden yarından itibaren başka bir sahibi
olacak" dedi Kardelen. Herkesin üzerinde şok etkisi olmuştu.
Aralarında birbiriyle konuşurken ses kirliliği oluyordu. Emrah herkesi
susturduktan sonra son sözü Selinda söyledi.
"Arkadaşlar herkes hakkını helal etsin. Bizim varsa da helal olsun.
Gerçekten çok iyi yürekli, temiz kalpli insanlarsınız. Belli olmaz belki
yine bir gün birlikte çalışırız" dedi. "He ayrıca dükkan açık kalacak o
hala bizde istediğiniz zaman gelin sohbet ederiz" diye ekledi Emrah.
Herkes birer, birer vedalaştıktan sonra dükkandan ayrıldılar. Meks de
bir hüzün hali vardı hâlâ. Birlikte dükkana girdiler eleman hâlâ yoğun
tempoda çalışıyordu. Her zaman oturdukları koltuklara oturdular.
Kardelen Emrah'ı sürekli olarak teselli etmeye çalışıyordu.
Şimdi sıra kulübü satma işlemine gelmişti. "Bismillah sen hayırlı olanı
bize ver yarabbi'm" dedi Mehmet. Ardından hep birlikte adamın
verdiği kağıttaki adrese gitmek üzere yine taksiye bindiler.
Aradan bir saat geçtikten sonra şirketin önüne geldiler. Yavaş
adımlarla güvenlikten geçerek danışman kadına yöneldiler. Şirket
sahibinin nerede olduğunu sordu Selinda. Cevabı aldıktan sonra
asansöre yöneldiler.
Arada duraksıyor; ayakları gitmek istemiyordu adeta. Dokuzuncu
kata çıktılar oda hemen karşılarındaydı. Kapıya Kardelen bir defa
tıklattı ardından içeriye girdiler.

Adam sürekli yemek yiyordu. "Arkadaş en son gördüğümüzde Ayı


idi şimdi goril olmuş bu" dedi Selinda. Gülmemek için zor tuttular
kendilerini. Adam onları gördüklerinde biraz daha yiyip bıraktı.

"Hoş geldiniz" dedi. Kahverengi masanın önüne bulunan siyah deri


koltuklara oturdular. Emrah ayakta durmayı tercih etti. "Sen neden
otur muyorsun?" diye sordu adam.

"Boşver beni ağabey, rahatlık batıyor bana böyle iyiyim" diyerek


yanıtladı. En son yediği tokatın etkisinden dolayı kendisinden epeyce
çekiniyordu. Mehmet söze girerek kulübü satma kararı aldıklarını
ama pazarlık yapmak istediklerini söyledi. Bunun ardından adam
cebinden çek çıkardı onların önüne koydu.

"İstediğiniz rakamı yazın" dedi. Bunun üzerine "Bize nakit gerekiyor


banka hesabına yatırmanız lazım" dedi Kardelen. Adam geriye
yaslandı birkaç saniye düşündü.

"Tamam siz ne kadar istediğinizi söyleyin" dedi. Ardından yanındaki


çalışan elemanına "Avukatı çağırın satış sözleşmesi de getirsin"
diyerek emir verdi.

"Biz bir milyon sekiz yüz bin istiyoruz" dedikten sonra adam başını
salladı. Beş dakika geçmeden avukat odaya giriş yaptı. Avukatın yanı
sıra şirketin finans müdürü de odaya geldi. Emrah verilen hesap
numarasından para geçti. Kontrol ettikten sonra artık imzalar
kalmıştı.

Kimse bunu yapmak istemiyordu lakin, küçük kızın hayatı için,


gerekliydi. Herkes tek tek imza attı ve satış bitmişti. Artık hayalleri
gitmiş, kendi hallerinde kalmışlardı. Ama insanlıkları ve dostlukları
her zaman olduğu gibi yine sımsıkı, yine en mükemmeliydi.

Hep birlikte birbirlerine sarılarak odadan çıktılar. İlk günkü gibi


yüzlerinde tebessüm vardı. Şirketten dışarıya çıktılar karşılarında
gördüklerine inanamadılar. Birbirlerinin gözlerine baktılar, hepsinin
ailesi karşılarındaydı.

"Ben çok özledim" dedi Mehmet. Diğerleri de "Biz de çok özledik"


diyerek onayladı. Anne ve babaları öylece birbirine kenetlenmiş
bekliyordu ki; daha fazla dayanamayan Meks koşarak onlara sarıldı.
Uzun bir aradan sonra ilk defa hepsi bu kadar mutluydu. Adeta bütün
kırgınlıklar yok olmuştu.

O sırada Mehmet’in annesi elini çantasına götürdü. İçerisinden


kıyafet temizleme rulosu çıkardı. Ardından oğlunun üzerini
temizlemeye başladı. "Ya anne burada bari yapma" diyerek sitem
etti. Beraber beş dakika kadar zaman geçirdikten sonra Meks, hemen
hastaneye gitmek zorunda olduğunu hatırladı.

Hepsi anne ve babalarına gerekli açıklamayı yaptıktan sonra hep


birlikte gitme kararı aldılar. Araçlara binerek hastaneye doğru yola
koyuldular. Aradan yarım saat kadar bir zaman geçtikten sonra
hastanenin önüne geldiler. Arabaları park ettikten sonra apar topar
hastaneye girdiler.

Küçük kızın annesi umutsuzca gözyaşları içerisinde koridordaki


sandalyede oturuyordu. Hep beraber yanına gittiler onları gören
kadın ayağa kalktı. Anne ve babaları kadınla ilgilenirken Meks
doktorun yanına giderek ödeme hakkında bilgi aldı. En üst kata
başhekimin yanına giderek gerekli ödemeyi yaptılar. Kalan parayı da
Emrah İsrafil’in hesabına yolladı.

Parayı yolladıktan sonra bir kısa mesaj yazmayı da ihmal etmedi.


"Senin gibi bir karaktersize insan gibi davrandık yazık etmişiz.
Parayı hesabına attım bir daha gözükme gözümüze" dedi. Ardından
tekrar kadının yanına giderek müjdeli haberi verdiler.

Kadın o an ki şaşkınlığı ile daha fazla dayanamadı düşüp bayıldı.


Hemen odaya alındıktan sonra hemşirelerin serum bağlamasıyla
yarım saat içerisinde uyandı. Uyandıktan sonra mutluluktan
gözyaşları döküyordu. "Buna değer işte kardeşim" dedi Selinda.

Herkes birbirine sımsıkı sarıldı. Hastanede işi bittikten sonra artık


çıkma vakti gelmişti. Arada ziyaret etmek için adres ve telefon
numarası almayı ihmal etmediler. Emrah Kardelen’e sımsıkı sarıldı
saçlarının kokusunu doyasıya içerisine çekti.

"Ya siz eve gitseniz biz sonra gelsek olur mu?" dedi Emrah.
Kardelen’in babası da ona "Ne oluyor?" dercesine göz kırptı. O da
dudaklarını aşağı doğru büzerek adeta "Bilmiyorum" demek
istemişti.
İkisinin de ailesi şaşkınlık içerisindeydi. Emrah’ın annesi "siz sevgili
mi oldunuz yoksa biz yanlış mı anlıyoruz?" diye sordu. Bunun
üzerine Emrah cevap verecekken Kardelen elini sıktı ve onun
konuşmasını engelledi.

"Evet öyle bu durumda sende kaynanam oluyorsun" diyerek güldü.


Bu duruma herhangi bir tepki vermeden sustu. Kardelen’in ailesi o
kararını vermiş düşüncesiyle ağzını dahi açmadı.Emrah Kardelen’in
elinden tuttuğu gibi yürümeye başladı. Dışarıya çıktılar hastanenin
önünden bir taksiye bindiler.

Emrah taksinin sahile gitmesini söyledi. Arabada Kardelen başını


onun omzuna koydu oracıkta uyuya kaldı. On beş dakika içerisinde
sahile geldiler. Fazla sarsmadan onu uyandırdı. Taksinin ücretini
ödedikten sonra Kardelen onun koluna girdi. Balık ekmek yapan bir
usta vardı. Onun kurduğu sandalyelere oturdular.
"Sana bir şiir yazdım" dedi Emrah. Kardelen şaşkın, ağzı açık
bakakaldı. Duyduğundan emin olmak maksadıyla "Anlamadım?"
dedi. Bunun üzerine Emrah tebessüm ederek tekrarladı. Kardelen’in
hala ağzı açık öylece onun gözlerine bakıyordu. O sırada Emrah şiiri
okumaya başladı.

Mesela... Mesela, bana sevdiğini söyleme,


Bak gözlerimin içine hissettir en derinimde,
Mesela, süslü sözler söyleme bana,
Bir çift göz yeter beni benden almaya.

Mesela, sarıl bana ağladıkça, güldükçe,


Unuttur bana bütün evreni, yaşat beni kendinle,
Mesela, evvelim ol, ahirim ol benim,
Gözlerimden süzülen yaş ol,
Mutluluk sebebim ol.

Mesela, canıma can verenim, ruhum ol,


Bırak zevahir öte dursun, namütenahim ol,
Mesela, güzüm ol, hazanım ol,
Mısralarımın esiri, ruhumun ilacı ol.

Mesela, söz ver en içten duygularınla,


Gözlerimi kendine sürgün edeceğine söz ver,
Mesela, başkalarına değil de kendine anlat beni,
Her gün daha fazla bağlan bana.

Bir gün gelecek, bitecekse eğer,


Aşk bitsin, sevda bitsin, değer gitsin, hayat bitsin,
Ömür son bulsun, dünya dursun, şarkılar sussun,
Kalpler kurusun, sevgiden sevgi bekleyen herkes göz yumsun,
Velakin biz ebediyeti teslim alsın.

Gözlerini kapatarak okumuştu şiiri. Göz kapağını kaldırdı o sırada


Kardelen onun üzerine çullandı. İkisi birlikte zemine kapaklandılar.
“Ah! keşke okumasaydım " diye sesler çıkarmaya başladı Emrah.
Kardelen sürekli yanağını öpüyor, işaret ve orta parmağı ile
yanağından makas alıyordu.

Sahilde oturan diğer çiftler de onlara bakıyordu. Bunu fark eden


Emrah hemen ayağa kalktı, sandalyesini düzelterek tekrar oturdu.
Kardelen yerine oturduğunda gözlerinden birkaç damla yaş
süzülmüştü. Hemen elleriyle sildikten sonra tekrar gözlerini ondan
ayırmadı. Birkaç saat öylece oturup sohbet ettikten sonra sahil
üzerinden bir taksi durdurarak eve doğru yola koyuldular.

İsrafil her zaman olduğu gibi eğlenmek istiyordu. Evde sıkıldığından


dolayı babasına eğlenmek istediğini söyledi. Babası da onunla aynı
kafadan olduğundan dolayı hemen kabul etti. Onları yine gece
kulüpleri bekliyordu. O bardan ötekine gece hayatı onlara göreydi.
Hiçbir zaman başkalarını düşünmüyorlardı.

Selinda ve Mehmet evdeydiler. Herkesin anne ve babası da oradaydı.


Tamamen sıcak bir aile ortamı vardı. İlk defa bu kadar çok eğlenceli
sohbet ediyorlardı. Zilin sesiyle muhabbet bölündü. Selinda hemen
koltuktan kalkarak kapıya yöneldi. Kapıyı açtı gelenler: Emrah ve
Kardelendi. Onlarda içeriye girdi oturma odasının kapısından başını
uzattı "Oo!" dedi Kardelen.
Onu gören annesi hemen kalkarak sarıldı. Onlar da içeriye girdi birer
köşeye oturdular. Kardelen Selinda’nın yanına oturdu. "Kız öyle bir
zaman geçirdik ki inanamazsın" diyerek fısıldadı kulağına. Bu
şekilde söyleyince haliyle merak etti. "Ne oldu be?" diye sordu.

"Bana şiir okudu" diyince Selina "Oha!" diyerek sesini yükseltti.


Herkesin dikkati bir anda Selinda’ya yöneldi. Hemen sol eliyle
ağzını kapattı. "Ne oldu kızım?" diye sordu Selinda’nın annesi. "Hiç"
diye yanıt vererek cevapladı. Ardından Kardelen ile fısıldaşarak
sohbetine devam ettiler.

Aileleri bu evde mi, yoksa herkes kendi evinde mi yaşayacak


konusuna bir çözüm yolu bulmak istiyorlardı. Bu sebepten ötürü
konuyu Emrah’ın babası açtı. Herkesin fikri kendi evlerine
dönmeleriydi.
Meks de bu duruma onlarla aynı kararı verdi. Aileler kalktı herkes
evlatlarına sımsıkı sarıldı. En kısa zamanda toparlanarak dönmelerini
bekleyeceklerdi. Meks onları kapıdan yolcu ettikten sonra tekrar
oturma odasına girdiler. Saat epeyce geç olmuş neredeyse herkes
esniyordu. "Yeter ya!" dedi Mehmet. Sadece o esnemiyordu. "Varsa
uykunuz uyuyun kardeşim" diyerek devam ettirdi sözünü.

Üçü de ona göz kapaklarını kısarak bir bakış atarak odalarına


geçtiler. Mehmet koltuğa uzandı televizyonda film izlemeye başladı.
Kardelen, Emrah’ın odasına gelerek onun yatağına uzandı sarılarak
beraber uyudular. Mehmet koltukta uyuya kaldı. Selinda telefonda
video izlerken uyuya kaldı.

Saatler birbirini kovaladı gün yine aydınlık yüzünü göstermeye


başladı. Kimileri gündüz olduğu için dua eder oldu, kimileri beddua.
Meks yapacak hiçbir şey olmadığından dolayı erken kalkmak
zorunda değildi. Saat öğlene doğru yaklaşıyordu ki Mehmet’in
telefonunun çalmasıyla uykusu bölündü.

Göz ucuyla masanın üzerine bakıp tekrar kapattı gözlerini. Ardından


bir kez daha çalınca Mehmet yataktan kalktı telefonu eline aldı
arayan babasıydı. "Efendim baba?" diyerek açtı telefonu.

"Günaydın oğlum. Sizin bu küçük kıza yardım işiniz duyulmuş. Beni


aradılar sizi bilindik bir kanalda programa çağırıyorlar" dedi. Bunu
duyan Mehmet’in gözleri fal taşı gibi açıldı. Babasına tekrar etmesini
söyledi. Tekrarın ardından telefonu kapatmadan masanın üzerine
bıraktı.

Sevinerek büyük bir coşkuyla herkesi yatağından fırlattı. "Ulan ne


oluyor?" diyerek sitem etmeye başladılar. "Kalkın programa konuk
olarak gidiyoruz" dedi büyük bir heyecanla.

"Of! biz de bir şey var zannettik" diyerek kafalarını tekrar yastıklara
koydular. Mehmet ne olduğunu anlayamadığı, neden tepkisiz
kaldıklarını merak ettiği için "ne oluyor?" diye sordu.

"Bizim haberimiz var" dedi Kardelen. Mehmet başı bükük odasına


gitti. O sırada Mehmet ve Emrah’ın telefonu çaldı. Kendi odalarında
açtılar arayan anneleriydi. Büyük bir heyecanla ne olduğunu
anlatıyordu anneleri. Ulusal bir kanaldan program konukluğu teklifi
gelmişti. Yaptıkları çok çabuk duyulmuş kanalların ilgilisini
çekmişti.
Bu haberi duyunca Mehmet zıplaya zıplaya odaya girdi. Emrah’ta
yataktan zıpladı hemen Kardelen’e sarıldı. Kızlara da açıklama
yaptıklarında aynı sevinci ve heyecanı onlarda hissetti. Bu akşama
doğru programa katılacaklardı. Hemen bir telaşla hazırlanmaya
başladılar. Herkesin eli ayağına dolaşıyordu.

Kıyafetlerini bulamayanlar yüksek sesle nerede olduğunu soruyordu.


Emrah ve Mehmet yarım saatte hazırlanarak oturma odasında
muhabbet etmeye başladı. Kızlar ise, hala devam ediyordu.

Aradan yarım saat kadar bir süre geçmesinin ardından


hazırlanmışlardı. O sırada Emrah kafasında yeni fikirler üretiyordu.
Kızlar odaya geldiğinde onlara da anlatmak istedi. "Canlarım bakın
şimdi biraz beyin çalıştırmak gerekirse, biz gideceğiz Türkiye halkı
bizi tanıyacak, aradan kısa bir zaman sonra unutacak. Ben diyorum ki
orada şöyle tartışma gibi bir şeyler yapalım ki, biraz akılda kalalım"
dedi.

Diğerleri de bunu sessizce düşündü. "Ben ne yaparsam onu yapın


yeterli" diyerek ekledi Emrah. Bu onlara daha cazip gelmişti hemen
kabul ettiler. Kanalın özel aracı kapıda onları bekliyordu. Hepsinde
ayrı bir heyecan, bir mutluluk vardı. Evden çıkarak arabaya bindiler.
Şoförün gaza yüklenmesi ile yola koyuldular.

Yirmi dakika kadar bir yolculuk yaptıktan sonra kanal binasının


önüne geldiler. Hep birlikte içeriye girerken genç bir görevli onlara
eşlik etmek için yanlarına geçti. El hareketleri ile sürekli olarak yol
tarif ediyordu. "Geçmiş olsun kardeşim" dedi Kardelen.

Görevli sessizce onlara bakakaldı. Herhangi bir tepki göremeyince el


işareti ile ağzını gösterdi aynı kelimeyi tekrarladı Kardelen. "Ne
için?" Bu defa yanıtı aldıktan sonra "Konuşuyorsun madem ne diye
el kol hareketi yapıyorsun dakikalardır" dedi Selinda.

Cevap alamadıkları için daha fazla üstelemediler. Yayından önce


bakım yapılan bir odaya girdiler. Buradaki kadınlar gelen misafirleri
en iyi şekilde görünmesini sağlıyordu. "Çok yakışıklıyım be" dedi
Mehmet tebessüm ederek.
Hepsine birlikte bakımlar yapıldıktan sonra artık yayın saati gelmişti.
Yavaştan yayın odasına doğru gitmeye başladılar. Sunucu kadının
"Bir dakikalık ara" dedikten sonra masaya oturdular. Önce merhaba
faslı ve daha sonrasında yayına geçildi.

Sunucu Kiraz Hanım’ın soruları yavaştan gelmeye başlamıştı. "Bu


yardım konusunu nasıl özetlemek istersiniz?" diye soruyu yöneltti.

"Şimdi şöyle ki, bazı insanlar birçok şeyi görmezden geliyor.


Dışarıda sosyal medyalardan kadınlara şiddeti kınıyor; fakat gerçekte
görünce izliyor. Hayvana eziyet edenleri sosyal medya da izleyip
küfür ediyor; fakat yanında olsa o da hayvan gibi susuyor. Bunlara
yüzlerce örnek ekleyebiliriz. Biz daha hiç günahı olmayan, ne nedir
bilmeyen küçük bir çocuğun hayata tutunması için hayallerimizden
vazgeçtik" dedi Selinda. Buradan sonrasını Kardelen devam ettirdi.

"Biz hayallerimizden vazgeçtik ama bu demek değildir ki bir daha


çabalamayacağız. Buradan Tayfun hocam’a saygılar sunuyorum.
Onun mezuniyette söylediği çok güzeldi. Biz yıllardır,
çocukluğumuzdan beri birbirimize dost diyerek kenetlendik. Bugün
bizim hayalimiz ile bir çocuğun ve onun ailesinin hayata dair hala
umudu olmasını sağladığımız için mutluyuz, asla da pişman değiliz"
diyerek sözlerini noktaladı.

Emrah, ne yapacağını düşünüyordu ki, elinde oynadığı bardak aklına


fikir getirince tebessüm etti. "Ya bu nedir ya milyon dolarlık
kanaldayız geldiğimizden beridir su içiyoruz" dedi bir an da
yükselerek. Mehmet hemen ona eşlik etti.

"Seninki yine iyi, benimkini götürüp getiriyorlar boş bardak al bak"


dedi.

"Ay benim bardakta çay var ama beyaz bu ya neden?" diye sordu
Selinda. Emrah’ın el işareti ile hepsi kalkarak stüdyoyu terk ettiler.
Canlı yayında oldukları için yayını da iptal edemiyorlardı. Hemen
şirketten hızlı adımlarla çıktılar. Giderken gülme sesleri şirketin
içerisinde yankılanıyordu.

Meks, kanal binasının çıkışından sonra taksiye binerek ailesinin


yanına gitti. Önceden olduğu gibi sarıldılar, yemekler yediler. Akşam
üzeri haber kanallarına dahil edilmişlerdi. Başlık olarak "yardımsever
ve çatlaklar" konulmuştu.

Haberin detaylarında ise, bir anlık kızgınlıkla canlı yayını terk ettiği
ve hayallerden vazgeçtiren yardım diye adlandırılmıştı. Bunun
üzerine MEKS evde birlikte gülüşüyorlardı. "Bize çatlaklar demişler"
dedi Selinda

"Evet artık halk öyle biliyor. Biz çatlaklarız" dedi Emrah.

You might also like