Professional Documents
Culture Documents
İLAHİYAT FAKÜLTESİ
ULUSLARARASI
MEHDİLİK
SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ
Editörler
Doç. Dr. Mehmet TIRAŞCI
Doç. Dr. Hasan ÖZALP
Ar. Gör. Maruf ÇAKIR
SİVAS/2018
CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ
İLAHİYAT FAKÜLTESİ
ISBN
978-605-4561-57-5
Editörler
Doç. Dr. Mehmet TIRAŞCI
Doç. Dr. Hasan ÖZALP
Ar. Gör. Maruf ÇAKIR
Baskı
Cumhuriyet Üniversitesi Matbaası
Kapak
C.Ü. Rektörlük Matbaa
İç Düzen
Cumhuriyet Üniversitesi Matbaası
Dağıtım
Cumhuriyet Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi
Sivas/2018
Onursal Başkan (Honorary Pres dent)
* Prof. Dr. Al m Yıldız (Cumhur yet Ün vers tes Rektörü)
I. BÖLÜM
MEHDÎLİK DÜŞÜNCESİNİN TARİHSEL, FELSEFÎ
VE TEOLOJİK ARKA PLANI
Sünnî Çevrelerde Mehdîlik İnanışının Siyasî Amaçlar İçin Kullanılışına
Tarihten Bir Örnek: İbn Tûmert el-Berberî ve Mehdîlik İddiası
Prof. Dr. Adem Yerinde 15
16. Yüzyılda Mehdilik İddiası ile Ortaya Çıkan Bozoklu Şeyh Celal Ayaklanması
Yrd. Doç. Dr. Ümit Erkan 217
II. BÖLÜM
İSLAM KAYNAKLARINDA MEHDÎLİK DÜŞÜNCESİ
Said Nursi’nin Mehdilikle İlgili Görüşleri
Prof. Dr. Ali Bakkal 287
III. BÖLÜM
MEHDÎLİK DÜŞÜNCESİNİN TEORİK VE PRATİK ÇAĞDAŞ
İZDÜŞÜMLERİ
Günümüz İran Şiiliğinde Mehdi Beklentisinin Siyasi Boyutu
Prof. Dr. Cemil Hakyemez 515
GİRİŞ
Mehdîlik iddialarının ilk defa Emevîler döneminde Şiî çevrelerde zuhur et-
tiği ve daha sonra “dinî kurtarıcı beklentisi” şeklinde Sünnîlerce benimsenip tarih
boyunca genellikle kurulu düzene karşı devrimci ve isyancı hareketlerin gerekçe-
si olarak kullanıldığı tarihî bir hakikattir.1 Fakat Mehdî fikri, Şiiliğin aksine Sünni-
likte reddi küfrü gerektiren dini bir asıl olarak değil kıyamet alametlerinden biri
olarak Ehl-i Beyt’ten salih bir zatın eliyle zulümle dolu dünyanın yeniden ıslah
edileceğine dair bir inanış ve beklenti olarak kalmıştır.2 Bu inanış bağlamında
özellikle buhranlı ve sıkıntılı dönemlerde kendilerini hadislerde tanıtılan Mehdî
ile özdeşleştirip Mehdîlik iddiasında bulunan kişiler ortaya çıktığı gibi çevresin-
deki insanlar tarafından Mehdî ilân edilenler de olmuştur.3 Kuzey Afrika’da Mu-
vahhidler Devleti’nin ruhanî lideri İbn Tûmert de 515 (1121) yılında kendisinin
Mağrib’de çıkması beklenen Mehdî olduğunu söyleyerek ıslahatçı-ihtilalcı hare-
ketini başlatan sahte mehdilerdendir.4 İbn Tûmert’in ihtilalci isyan hareketi, her
ne kadar kendisi tarafından devlete dönüştürülemese de vefatından dokuz sene
sonra has şakirtlerinden Abdülmümin el-Kûmî eliyle Muvahhidler Devletinin
kurulmasıyla başarılı olmuştur. Hatta bu başarının etkisiyle Kurtubî (ö. 672/1273)
gibi bir bilgin, Mehdînin Mağrib-i Aksa’da zuhur edip Endülüs’ü kurtaracağı
Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belagati Anabilim Dalı.
1 Bunun için bkz. Mustafa Öz, “Mehdîlik” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), (İstan-
bul 2003), 28: 384-386.
2 Bu konuda müstakil eser yazanlar da olmuştur. Bkz. Ebü’l-Abbas Ahmed b. Muhammed İbn
Hacer el-Heytemî, el-Kavlü’l-muhtasar fi alâmâti’l-Mehdî’l-muntazar, thk. Mustafa Aşûr, (Kahire:
Mektebetü’l-Kur’an ts.); Celâlüddîn Abdurrahman b. Ebî Bekr es-Suyûtî, el-Urfü’l-verdî fi
ahbâri’l-Mehdî, thk. Ebû Ya’lâ el-Beyzâvî, (Lübnan 2006 vs.)
3 Bu tür iddialarla ortaya çıkan ihtilalci veya ıslahatçılarla ilgili olarak bkz. Öz “Mehdilik”, 385-
386; Abdülmecid el-Neccâr, el-Mehdî İbn Tûmert, (Kahire 1403/1983), 243.
4 Mağrib/Fas bölesinde Mehdîlik iddiasıyla ortaya çıkan şarlatanlar hakkında derli toplu bilgi
için bkz. Abdülaziz b. Abdullah, “el-Arşü’l-Mağribî zıdde’l-ed’iyâi ve’l-mütemehhidîn abra’l-
usûr”, Da’vetü’l-Hak (Rabat: Vezâratü’l-evkâf ve’ş-şuûni’l-İslamiyye,
http://www.habous.gov.ma/daouat-alhaq/item/7173 , erişim: 02.09.2017), 275.
16 • Adem Yerinde
vurgusu yapan rivayete dikkati çekerek der ki: “O ülkelerde Mehdî’nin zuhuru
hariç bütün bunlara şahit olduk, çoğunun gerçekleştiğini gözlerimizle gördük.”5
İslam tarihinde siyâsî ihtilallerin dinî gerekçesi olarak sık sık istismar edilen
Mehdî inanışına yönelik yine gelenek içerisinden ciddi itirazlar da yapılmıştır. Bu
fikre yönelik en sert itirazlardan biri İbn Haldun’dan (ö. 808/1406) gelmiştir. Çeşit-
li dönemlerde Fatımîlik ya da Kureyşîlik özelliği öne çıkarılarak bazı dinî/siyasî
liderlerle özdeşleştirilen Mehdî hadislerini kritize ederek gerek sıhhat yönüyle ge-
rekse asabiyet teorisiyle tenkide tabi tutan İbn Haldun artık ne Fatımîlerin ne de
Kureyşîlerin kendilerini iktidara taşıyacak asabiyetleri kalmadığını, daha güçlü
yeni asabiyetlerin zuhur ettiğini; dolayısıyla Fatımî ya da Kureyşî biri sırf soy ba-
ğına dayanarak iktidar mücadelesine girse bile destek bulamayacağını ve amacını
gerçekleştiremeyeceğini belirtir.6
Bildiride, hicri altıncı asır başlarında siyasî mücadelesinin destekleyici bir
unsuru olarak mehdîlik iddiasında bulunan İbn Tûmert’in bu iddiası dinî ve
siyâsî boyutlarıyla ele alınıp değerlendirilecektir.
Arnavut, (Dımeşk/Beyrut: Dârü İbn Kesir 1406/1986), 6: 117 vd.; Abdülmecid el-Neccâr, el-
Mehdî İbn Tûmert, Kahire 1403/1983; Arif Aytekin “İbn Tûmert”, DİA, (İstanbul 1999), 20: 425-
427.
8 Doğum tarihne dair ihtilaflar için bkz. Abdülmecid en-Neccar, Mehdî, 31-33.
9 Abdülmecid en-Neccar, Mehdî, 23-24.
10 İbnü’l-İmâd Herğa kabilesinin bir üyesi olmasına rağmen iktidar hırsıyla böyle bir iddiada bu-
lunduğunu belirtir. Bkz. Şezerât, 117.
11 Geniş bilgi için bkz. Abdülmecid en-Neccar, Mehdî, 24-30.
12 Aytekin, “İbn Tûmert”, 425.
13 İbnü’l-Kattan, Nuzumü’l-Cümân, 89-90; İbn Haldun, İber, 6: 301.
14 Merrâkuşî, Mu’cib, 129; İbn Haldun, İber, 6: 301.
15 Bkz. Nuzumü’l-cümân, 123.
16 Abdülmecid en-Neccar, Mehdî, 59-60.
17 Abdülmecid en-Neccar, Mehdî, 61.
18 İbn Haldun, Iber, 6: 301.
19 Bkz. İber, 6: 302.
18 • Adem Yerinde
20 Konuyla ilgili kayıtlar ve değerlendirmesi için bkz. Abdülmecid en-Neccar, Mehdî, s. 65-66.
21 İbnü’l-Kattan, Nuzumü’l-cümân, 62; İbn Haldun, İber 6: 301; Ebû Abdillah Muhammed b. İbra-
him ez-Zerkeşî, Tarihü’l-devleteyn el-Muvahhidiyye ve’l-Hafsıyye, thk. Muhammed Mâdûr, (Tu-
nus 1966), 4.
22 Aytekin, “İbn Tûmert”, 425. Bazı araştırmacılar ise Kurtuba’da kısa bir süre kaldıktan sonra
Mehdiyye’ye geçtiğini belirtirler. Bkz. Abdülmecid en-Neccar, Mehdî, 68-69.
23 Bkz. Merrâkuşî, Mu’cib, 128-132; Aytekin, “İbn Tûmert”, 425; Mehmet Özdemir, “Muvahhid-
ler”, DİA, (İstanbul 2006), 31: 410.
24 İbnü’l-Esir, Kâmil, 9: 195. krş. İbn Ebî Zer, el-Enîsü’l-mutrib, 181.
25 İbn Ebî Zer, el-Enîsü’l-mutrib, 173.
26 Geniş bilgi için bkz. Abdülmecid en-Neccar, Mehdî, 78.
27 Bkz. Mu’cib, 130.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 19
ulema ile arasında bir münazara düzenler. İbn Tûmert güçlü polemiğiyle, döne-
min otorite fakihi Ebû Abdillah Malik b. Vüheyb el-Endelüsî (ö. 525/1130) ile yap-
tığı münazaradan üstün çıkar. Fakat Malik b. Vüheyb, İbn Tûmert’in maksadının
emir bi’l-maruf ve nehiy ani’l-münker olmadığını anlar ve: “Bu, zararından emin
olunmaz müfsit bir adamdır. Konuşmasını kim dinlerse ona karşı içinde bir eği-
lim oluşuyor. Eğer Masmûde bölgesinde de aynı şeyi yaparsa, bize karşı ayak-
lanma başlatır ki bu büyük bir felaket olur.”51 Diyerek Emiri uyarır. Yılanın başı-
nın küçükken ezilmesi amacına matuf olarak İbn Tûmert’in öldürülmesi ya da
hapsedilmesi yönünde bazı önerileri olur. Ancak Emir, İbn Tumert’i Merakeş’ten
sürmekle yetinir. İbn Tûmert Merakeş’ten çıkmak yerine varoşlarda kendine bir
çadır kurarak tebliğ ve irşat faaliyetlerini sürdürür. Sohbetlerinin artık ağırlıklı
konusunu bundan böyle siyasi söylemler oluşturacak, Murabıtları küfür ve tec-
simle itham ederek halkı onlara karşı cihat adıyla kışkırtacaktır.52 Merakeş’te daha
fazla kalamayacağını anlayınca; “Malik b. Vüheyb varken Merakeş bize dar ge-
lir.” der ve Ağmat’a kardeşim dediği fakih Abdülhak b. İbrahim el-Masmûdî’nin
yanına gider.53
Ağmat’ta da yine fukaha ile arasında şiddetli tartışmalar yaşanır. Güçlü re-
torik ve polemiğiyle ulema ile girdiği münazaralarda üstünlük sağlamaya çalışır.
Mesela, hasmına hak ve batılın usulü nedir? diye sorar. Fakihin kitap, sünnet gibi
usulü zikretmesi üzerine hak ve batılın usulünü şöyle açıklar: “Hak ve batılın
usulü dörttür. İlim, cehalet, şek ve zan. Bunlardan ilim hidayetin aslıdır. Cehalet,
şek ve zan ise dalaletin asıllarıdır.”54
Ağmat’ta birkaç gün kaldıktan sonra fakih arkadaşı Abdülhak b. İbrahim’in
önerisiyle doğum yeri Sûs’a yönelir. Artık hedefi halkı kurulu düzene ve devlete
karşı kışkırtmak ve yeni bir devlet kurma yolunda siyasi ve askeri mücadeleyi
başlatmaktır. Zamanla birçok taraftar kazanarak çevre kabilelerle girdiği çatışma-
larla gücüne güç katarak cemaatini büyüten İbn Tûmert, yakalanması için gönde-
rilen askeri birliğe karşı kavmi olan Masmûde Berberîleri tarafından korunur. Ge-
lişmeler üzerine son olarak kabilesi Herğa arasına yerleşir. (514/1120)55. Muvah-
hidler adını verdiği taraftarlarından, Murabıtlar hükümdarı Ali b. Yusuf’a biatle-
rinden kurtulmalarını ister ve onlar da biatleri çekerler56. Kabilesi arasında kendi-
ni güvende ve güçlü hisseden İbn Tûmert, devrimci fikirlerini uygulamaya koya-
rak açıktan devlete karşı isyan bayrağını açar ve son on senesini devrimci hareke-
tini yönetmekle geçirir.57
ları tehdit eder ve: “Böyle yaparsanız, sizi kabirden çıkarırım. Katımda en yüce ve
en yüksek mertebeye erişirsiniz.” der.71
Yine, muhtemelen “ ليميز هللا الخبيث من الطيبBu, Allah’ın iyiyi kötüden ayırması
içindir<” (el-Enfâl 8/37) âyetinden esinlenerek tarihe temyiz günü olarak geçen
İbn Tûmert’in gizli bir bilgiyle taraftarları arasındaki ehli yemin (mümin) ile ehli
yesarı (münafık) tefrik edip ehli yemini sağ bırakırken, mehdîliğinden kuşku
duyduğunu düşündüğü72 ehli yesarı kılıçtan geçirdiği olayın İslam ve insanlıkla
bağdaşır bir tarafı yoktur. Muvahhidî bir tarihçi olan İbnü’l-Kattan’ın; “O gün bir
takım olağanüstülükler yaşandı.” deyip övünülecek bir şeymiş gibi ehli yesarın
hemen öldürülmeyip serbest bırakıldıklarını ancak kaderlerinin ölüm olduğunu
bildikleri için yerlerinden kımıldamamaları üzerine tekrar çağrılarak öldürüldük-
lerini zikretmesi73 ise ancak akıl tutulmasıyla izah edilebilecek bir barbarlık örne-
ğidir. İbn Tûmert’in Mehdilik, Masumluk vs. gibi siyasi sonuçları da görülen id-
diaları göz önüne alındığında, bütün insanlık dışı muameleler, bizzat kendisinin
ya da has şakirtlerinin, cahil kitlelerin sorgusuz bağlılığını kalıcı kılmak için baş-
vurdukları bir yöntem olarak görülmelidir. Nitekim bunun bir örneğini bugün
Fethullahçı terör örgütü olayında bütün çıplaklığıyla görebilmekteyiz. Sureti hak-
tan görünen bir din âliminin gizli emelleri ve siyasi hedefleri için neler yapabile-
ceğini görmek için Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığının adı geçen terör örgütüyle
ilgili hazırladığı rapora bakmak yeterlidir.
Kayıtlara geçen “Kan dökmede acelecidir.”74 “Kan dökmekten sakınmaz.
Amacına ulaşmak için koca bir âlemi yok etmekten çekinmez.”, “Kan dökücü-
dür... Kendi fikri ve emeli uğruna sayısız insan kanı akıtmaktan çekinmez.”75
“Öldürmeyi Allah ve Resulünün emri hilafına şeri bir teamül haline getirmiştir.”76
gibi değerlendirmeler, İbn Tûmert’le ilgili âlim bir şahsiyet değil iktidar hırsı ve
mücadelesiyle hasımlarını yıldırmaya çalışan zalim bir hükümdar portresi çiz-
mektedir. Hatta emirlerini tutmayan, masumluğu ya da mehdiliğine şüpheyle
bakan taraftarlarını dahi öldürttüğüne dair kayıtlar vardır.77 Bağlılıklarından kuş-
kulandığı Tinmellel halkına yönelik işlediği korkunç ihanet ve katliam78 kan don-
durucu cinstendir. Taraftarlarının haksız infazlarına itiraz eden kendi fakihlerini
dahi öldürtmekten çekinmediği belirtilir.79
İbn Tûmert baştan beri davet üslubunda şiddet ve sertlik eğilimi taşımakta-
dır. Kendi din yorumunu merkeze alarak yürüttüğü emir bi’l-maruf ve nehiy
ani’l-münker faaliyetleri çerçevesinde yönetici gibi davranıp çalgı aletleri ve içki
küplerini kırdığını, aynı meclis ve ortamda bulunan kadın ve erkekleri birbirin-
den ayırmak için sopa kullandığı görülür.80 Ondaki bu sertlik ve kabalık dağlı
Berberîlerden olmasının bir yansıması olarak görülebileceği gibi aldığı eğitimin
ve benimsediği din yorumunun bir tezahürü olarak da değerlendirilebilir. Buna
rağmen İbn Tûmert’in mütevazi ve zahidane bir hayat sürdüğü, ibadet ve takva
üzere yaşadığına dair bilgiler81 kişiliğine dair kafa karışıklığına yol açarken82, İbn
Haldun’un ihtilalci hareketini olumlu karşılaması ve hakkındaki abartılı olumsuz
rivayetlerin başarısını kıskanan Mağrib fukahasının işi olduğunu söylemesi83 ise
ayrıca üzerinde durulması gereken bir değerlendirmedir. İbn Haldun’u böyle bir
değerlendirmeye sevk eden, başarılı Muvahhidî halifelerin İbn Tûmert’tin çelişkili
ve abartılı iddialarını yumuşatmalarının yanı sıra halkla ilişkilerinde de onun sert
ve tavizsiz katı üslubunu sürdürmemeleri olabilir.
Sonuç olarak İbn Tûmert’in fıtraten sert ve kaba tabiatlı, din yorumunda da
uzlaşmasız ve hoşgörüsüz bir şahsiyet olduğu söylenebilir.
tır. O dönemde İbn Bâcce ve İbn Arabî gibi fıkıhta Malikiliği, akidede Eşarîliği be-
nimsemiş otoriteler bulunsa da Eşarîliği bölge halkları arasında yaygınlaşmasın-
da İbn Tûmert’in rolü büyüktür.88
Bilgi kaynakları akıl, sem/vahiy ve his olarak belirleyen İbn Tûmert89 dave-
tinin ilk yıllarında Eşarîliği okuturken, Mürşide isimli akaid eserini de genel olarak
Eşarîlik ilkelerine göre telif etmiştir. Mehdîlik ya da imametle ilgili düşüncelere
yer vermediği bu eseri Mürşide akidesi olarak Doğu ve Batı İslam dünyasında re-
vaç bulsa da Mağrib’de Eşarîliği temsil ettiğinden özel bir mazhariyete nail ol-
muştur. Mürşide’yi benimseyen Mağrib halkı aşama aşama Selefilikten Eşariliğe
kayarken, İbn Tûmert’in İmamet ve Mehdilik iddialarını ise aynı hoşgörüyle kar-
şılamamıştır.90
Bazı konularda Eşarilikten ayrılan İbn Tûmert, iman tanımına, kalbi tasdik
ve dil ile ikrarın yanı sıra bedenî ameli de katar. Allah tasavvurundaki aşırı soyut-
lamacı ve mutlak tenzihçi yaklaşımı sebebiyle Allah’ın sübuti sıfatlarını reddeden
Cehmiye ve filozofların91 veya Mutezile’nin92 görüşlerini benimsemekle itham
edilirken, mürtekib-i kebire hakkında da Selefilik, Zahirilik, Haricilik ve Mutezile
gibi mezheplerinkine yakın bir görüşü benimser.93
Aynı şekilde emir bi’l-maruf ve nehiy ani’l-münker ilkesini de Sünnî anlayı-
şından farklı olarak Haricî zihniyete yakın bir yaklaşımla en katı şekliyle uygula-
maya koymuş, bu yüzden her gittiği yerde toplumsal infiallere sebebiyet vermiş,
halk ve yöneticilerle çatışmaya girmiştir. Mesela Murabıtları kastederek der ki:
“Peçeli kâfirlerle cihat etmek Allah’a ve âhiret gününe inanan her mümine farz-
dır. Bu cihadı terk etmek için kimsenin mazereti de Allah katında hücceti de ola-
maz. Çünkü onlar dini yıkmak, sünneti yok etmek ve kulları köleleştirmek için
çalışmışlar, yeryüzünde bozgunculuğu, azgınlığı ve taşkınlığı adet haline getir-
mişlerdir<.”94 Bu bağlamda zalim sultana başkaldırıyı onaylamayan Sünni yo-
rumu ve Murabıtları destekleyen fakihleri sert bir dille eleştirerek der ki: “İlim sı-
fatını almışlar, kendilerini sünnete nispet etmişler, fıkıh ve dinle süslenmişler ama
kafirlerin eteklerine tutunmuşlar!.”95
Bu yaklaşımıyla Hariciler de dahil olmak üzere emir bi’l-maruf ve nehiy
ani’l-münker ilkesindeki katılığıyla bütün İslam fırkalarını geride bırakan İbn
Tûmert, bu ilkesini uygulamaya koyduğu andan itibaren uğradığı her bölgede
rini belli bir usul ve sistem içinde işlemeyip eklektik bir yöntem izlediğinden ba-
zen görüşlerinde çelişkiler ve tenakuzlar da meydana gelmiştir.103 Birçok konuda
Eşariliğe104 uygun davransa da sıfatlar, iman tanımı, mürtekib-i kebirenin hükmü
gibi diğer birçok konuda ondan ayrılmıştır. Mutlak tenzih düşüncesinin bir sonu-
cu olarak teşbih içeren her sıfatı tevil yöntemiyle yüce Allah’tan nefyederken, di-
ğer yandan istiva, nüzul gibi teşbih ve keyfiyet barındıran müteşabihleri Selefi bir
mantıkla olduğu gibi kabul etmiştir.
Yine usul ve furuu fıkha dair birçok görüşünde İbn Hazm Zahiriliğine mu-
vafık olsa da İbn Tûmert’in fıkıhta Zahirilikten çok Malikiliğe yakın durduğu söy-
lenmelidir. İşin doğasına uygun olanı da budur. Belki bölgedeki Malikî fakihle-
rinden ayrıldığı en önemli nokta, furuu meseleleri usulleriyle desteklemesidir.
Değilse, çoğu meselede Malikiliğin görüşlerini savunmuş ve İmam Malik’in Mu-
vatta’sıyla özel olarak ilgilenmiştir.105
Yetişme sürecindeki dini, siyasî ve fikri faktörlerin farklığı sebebiyle İbn
Tûmert’in genel bir değerlendirmeyle Şafiî fıkhının yanısıra kısmen Zahirîlik
okuduğu, bununla beraber Malikîliği İmam Malik’in usulüyle uyguladığı, usûl
yerine furû üzerinde yoğunlaşan mukallit Mağrib fakihlerini eleştirdiği; akidede
de belli bir mezheple yetinmeyip temel hedefine hizmet edecek seçmeci bir yön-
temle kendine mahsus eklektik bir mezhep oluşturduğu; genellikle Eşarilîği sa-
vunurken, yerine göre Selefîlik, Haricîlik, Şiilik, Zahirilik ve Mutezile gibi mezhep
ve fırkaların bazen uzlaştırılamayacak usul ve görüşlerinden yararlandığı söyle-
nebilir. Bu yüzden İbn Tûmert’in dinî irşat faaliyetlerindeki samimiyetiyle ilgili
olarak birbiriyle taban tabana zıt değerlendirmeler yapılmıştır. Bazı tarihçiler yu-
karıda da işaret edildiği gibi kendisini yalancılık, sahtekarlık ve büyücülükle it-
ham ederken, kimi tarihçiler ise onun davasında samimi olduğunu ileri sürmüş-
tür. Ancak ıslah ve irşat hareketinin özellikle son yıllarına doğru tervic edip yay-
dığı İmamet, Mehdilik ve Masum İmam fikirleri, ki bütün şakirtleri onun bu sıfat-
larında müttefiktirler, arı İslam akidesiyle bağdaşmadığı gibi İbn Tûmert’in de ıs-
lah düşüncesinde, şayet hastalıklı bir ruh haline sahip olduğu kabul edilmezse, iyi
niyetli olmayıp temel hedefinin, “Amaca götüren her yol meşrudur” düşüncesini
çağrıştırırcasına siyasi iktidarı ele geçirmek olduğunu gösterir.
yeni bir devlet kurmaktı. Nitekim kâhinlerin Mağrib’de yeni bir devlet kurulacağı
kehanetinin etkisiyle çok erken yaşta kavmi adına bir devlet kuracağı fikrini için-
den geçirdiği kaydedilmiştir.106 O yüzden “Amaca götüren her şey meşrudur”
düşüncesiyle bu amacına hizmet edecek her türlü dinî, siyasî ve nefsî argüman ve
malzemeyi propaganda aracı olarak kullanmaktan çekinmemiştir. Bu çerçevede
özellikle farklı fırka ve mezheplerin grüşlerinden, amacına hizmet edecek fikir ve
söylemleri toplayarak eklektik bir din yorumu benimsemiştir. Mağrib’de Zâhiri-
lik, Şiîlik ve Selefiliğin yanı sıra fıkıhta Malikîliğin usul ve furuuna vakıf olduğu
gibi doğu seyahati sırasında da hassaten Bağdat’ta geçirdiği süre içerisinde
Eşarîlik, Mutezile, Haricilik ve Şiiliğin yanı sıra fıkıhta Şafiilik ve Hanefiliğe de
vukufiyet kesp ettiği anlaşılmaktadır. İbn Tûmert’in Mehdîlik düşüncesinde
doktrin ya da yöntem olarak bütün bu fikrî ve fıkhî akımlarının tesiri görülür.
Tarihsel olarak Mağrib halkı Mehdilik iddialarına yabancı değildi. Bölgede
daha evvel İbâziyye dâisi olarak faaliyet gösteren Abdurrahman b. Rüstem’in (ö.
171/787) kurucusu olduğu Rüstemîler Devleti107 ve Ubeydullah el-Mehdî’nin (ö.
322/934) bölgede kurduğu Ubeydiler/Fatımîler Devleti108 vasıtasıyla bölgede
Mehdilik inanışı biliniyordu. Özellikle İbn Tûmert’in memleketi olan Sus bölgesi
Musa Kazım’ı imam ve mehdi kabul eden İbn Versand el-Becelî’nin Şiîlik davası-
na alışıktılar109.
İbn Tûmert, Şiîlik’teki Mehdîlik inancının gaybet ve ricat unsurları, İbn
Tûmert’te bulunmadığı gerekçesiyle Sünnîlik’teki Mehdî inanışına daha yakın
durduğu söylenebilse bile110 Mehdîliği geniş halk kitlelerini peşinden sürüklemek
için imamet ve ismet sıfatlarıyla birlikte kullanmasıyla tam bir Şiî-İsmâilî daîsi gö-
rüntüsü vermektedir. O nedenle İbn Tûmert’in Mehdîlik düşüncesini, İmamet ve
ismet fikirleriyle birlikte düşünmek gerekir.
dır. İmamet; tabi olmak ve uymaktır. Dinlemek ve itaat etmektir. Büyük küçük
demeden her konuda İmamın sünnetine sarılmaktır. İmamete iman dindir. Onu
tatbik etmek dindir. Onu yaşatmak dindir. Bunu ancak kâfir, münkir, müna-
fık<biatçi, facir, fasık< inkar eder.111
İbn Tûmert’in Müslüman’ın İmama karşı vazifelerini sıralarken de iman ve
tasdikten sonra mutlak itaati telkin eden, özellikle imamın masumluğuna iman
edip, söz ve fiillerine tabi olmak ve ilmine başvurmak gibi görevler üzerinde
durması tam bir Şiî-İmâmî imâmet mantığını yansıtmaktadır Bu imamet yoru-
muyla İbn Tûmert, Sünnî gelenekte devlet başkanlığını ifade eden ve itaat görevi
hukuk çerçevesinde kalan imametten farklı, nübüvvetin devamı anlayışını yansı-
tan, imamın ismetine ve mevrus sırrî ilme sahipliğine itikadı öngören Şiî imamet
düşüncesini ima ve telkin etmektedir.112 Bununla birlikte ilk dört halifeyi imam
kabul etmesi ve ondan sonra zulüm ve kötülükle dolan dünyanın ancak Mehdi-i
Muntazar’ın imametiyle ıslah olacağını açıklayıp bu Mehdî’nin de kendisinin ol-
duğunu ima ve işaret etmesi, imamet ve hilafet nazariyelerinde de diğer dini fır-
kalardan ayrıldığını113 ve esasen bütün bu dinî düşünceleri siyasi emellerini ger-
çekleştirmek maksadıyla kullanmış olabileceğini akla getirmektedir.
İbn Tûmert’in imamet fikrinin temel unsurlarından biri de ismet (masum-
luk) düşüncesidir.
133 Bkz. İbnü’s-Semmâk, Hulel, s. 107-108; İbnü’l-Kattan, Nuzumü’l-cümân, 124-125; Beyzak, Ah-
barü’l-Mehdî, 34-35.
134 Bkz. Aytekin, “İbn Tûmert”, DİA, 20: 425.
135 Geniş bilgi için bkz. Abdülmecid en-Neccâr, Mehdî, 116-117.
136 Krş. Abdullah Kennûn, en-Nübûğü’l-Mağribî fi’l-edebi’-Arabî, (Tanca 1380/1960), 1: 99; Abdülme-
cid en-Neccar, Mehdî, s. 109.
137 Krş. Abdülmecid en-Neccar, Mehdî, s. 369.
138 MerrâkuşîMu’cib, 137; İbnü’l-Kattan, Nuzumü’l-cümân, 148.
139 Bkz. İbn Haldûn, Mukaddime, 1: 42 vd.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 35
berî kabileler arasında büyücülük, falcılık, kehanet gibi mistik ve mitolojik dü-
şüncelerin hâkim olmasının da onların Mehdî-i Muntazar fikrini kabullerini ko-
laylaştırdığı söylenebilir. Zira bölgede Hz. Peygamber’in özellikle Mehdî’nin
Mağrib’den çıkacağı ve orada sahih dini ikame edeceğine dair hadisleri tervic edi-
liyordu.140
Murabıtlara karşı siyasi mücadelesinde başarılı olabilmek için dini kültürel
faktörleri bir fırsat bilen İbn Tûmert, Şiî inanışları ve mitolojiye yatkın Masmûde
Berberîleri arasında taraftarlarını artırmak ve bağlılıklarını perçinlemek için
mehdîlik fikrini sonuna kadar kullanacaktır. Kuzey Afrika’nın dinî, siyâsî, mez-
hebî ve etnik farklılığı ve bölünmüşlüğünden istifadeyle141 önce Murabıtlara karşı
hoşnutsuzluk duyan kabileler arasında davetini yayarak belli bir güce ulaşmış,
ardından özellikli İsmailî dâîlerinin yöntemini kullanarak genellikle Şiî-Rafızî
akımlarda görülen mehdîlik inancının propagandasını yaparak kendisini Mehdî
ilan etmiş, bununla da kalmayıp, daha büyük kitleleri etkileyebilmek için birçok
tarihçinin bildirdiğine göre, aslen Berberî bir kabileye mensup bulunmasına rağ-
men, Hz. Peygamber’e (s.a.s.) kadar uzanan bir soy kütüğü iddiasında buluna-
rak142 taraftarlarını buna inandırmayı başarmıştır. Nitekim Kuzey Afrika dâîsi
Ubeydullah el-Mehdî de bir buçuk asır devam eden setr devresinden sonra 297
(910) yılında mehdîliğini ilan ederek143 Fatımî Devleti’nin kuruluşuna giden yolda
önemli bir adım atmıştı.
Mehdîliğine kitleleri inandırabilmek için dinî naslardan da yararlanan İbn
Tûmert taraftarlarına kendilerinin hak yolda olduklarına dair güven verirken,
ahir zamanda hakkı korumak üzere mücadele edecek taifenin Mağrib’de çıkaca-
ğını ve bu taifenin Muvahhidler tâifesi olduğu üzerinde durmuştur. Bu bağlamda
Sahih-i Müslim’de geçen “Garb ehli kıyamet kopana kadar hak üzere devam ede-
cektir.” 144 hadisini, kendi bağlılarına yorarak der ki: “Yeryüzünde sizin inandığı-
nız gibi inanan yoktur. Sizler alisselamın <Mağrib’de bir taife hakkı savunmaya
ve yaşamaya devam edecektir. Onları desteksiz bırakanların Allahın emri (kıya-
met) gelene kadar onlara bir zararı olmayacaktır.> sözüyle kastedilen taife sizler-
siniz. Sizin elinizle Allah Faris ve Rum’u fethecek, Deccal’i öldürecektir. İsa b.
Meryem’e imamlık yapacak emir de sizden çıkacaktır. İktidar kıyamet kopana
kadar sizde kalacaktır.145 Oysa söz konusu hadiste yer alan “Garb ehli” ile mutlak
140 Bkz. İbn Tûmert, Eazzü mâ yutlab, s. 252. Ayrıca bkz. Abdülmecid en-Neccar, Mehdî, 113-114.
141 Bkz. Sallabî, Muvahhidîn, 263.
142 Bkz. Merrâkuşî, Mu’cib, 129; Aytekin, “İbn Tûmert”, DİA, 425-426; DİA, Sallabî, Muvahhidîn,
253-254.
143 Bkz. Mustafa Öz, Mustafa Muhammed eş-Şek’a, “İsmâiliyye”, DİA, (İstanbul 2001), 23: 129.
144 Bkz. İbn Tûmert, Eazzü mâ yutlab, 252.
145 Bkz. Merrâkuşî, Mu’cib, 135.
36 • Adem Yerinde
146 Bkz. Ebû Zekeriya Muhyiddin Yahya b. Şeref en-Nevevî, el-Minhâc şerhu Sahih-i Müslim b. el-
Haccâc, (Beyrut 1392h.), 13: 68.
147 Daha fazla bilgi için bkz. İbn Tûmert, Risâletü’l-munazzama, 260-265.
148 Bkz. İbn Tûmert, Risâletü’l-munazzama, 263.
149 İbnü’l-Kattân, Nuzumü’l-cümân, 132.
150 Bkz. Beyzak, Ahbârü’l-Mehdî, 38; İbnü’s-Semmâk, Hulel, 118.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 37
161 Bunun için el-Menn bi’l-İmâme (nşr. Abdülhâdî et-Tâzî, Beyrut 1987) adlı eserine bakılabilir..
SONUÇ
Fıkıhta Ehl-i Reye karşın Ehl-i Hadis yöntemini temsil eden Malikîlik ve Şa-
fiîliğinin yanı sıra akidede de yine Ehl-i Hadis yöntemine yakın duran Eş’arîliği
okuyan İbn Tûmert’in Mağrib’de başlattığı ıslah hareketinin hedefinde dönemin
Sünnî devleti Murabıtlar vardı. Mücadele yöntemi hareketinin dinî-ıslâhî olmak-
tan çok siyasî olduğuna işaret ediyordu. Fakat Murabıtlar gibi güçlü bir devlete
karşı başlatılan bir mücadelenin başarılı olması, etkili bir retoriğin yanı sıra büyük
kitleleri harekete geçirecek dinî ve kültürel faktörleri kullanmayı da gerektiriyor-
du. Bunun için Malikîliğin taassup derecesinde savunucusu olan Murabıtların bu
politikalarıyla mücadele etmek gerekiyordu. Ayrıca kabile asabiyetinin yanı sıra
eğitimsiz Berberî kabileleri etkileyecek ruhanî kapasitelere de ihtiyaç vardı. Bu-
nun için devrimci hareketinin başarılı olması için zamanla farklı mezhep ve fırka-
ların görüşlerinden istifade eden İbn Tûmert, hassaten câhil kitleleri itaati altına
alabilmek için kendisini, beklenen “Mehdî” ve “Masum İmam” ilan ederek siyasî
maksatlarla Mehdîliği ve genellikle Şiî çevrelerde rastlanan Masum İmam düşün-
cesini kullanmıştır. Bu düşüncelerinde genel olarak Sünnî kaynaklardan istifade
ettiği görüntüsü verse de imamet doktrinine ismet sıfatını ekleyerek “masum
imam” düşüncesini savunmakla Sünnilikten ayrılmıştır. Ayrıca bir taraftan
Mehdî ile ilgili Sünni kaynaklarda yer alan rivayetleri, Mehdî fikrini bağlılarının
zihnine yerleştirmek için kullanırken, diğer taraftan, kendini ahir zaman Mehdî’si
olarak telkin ederek bağlılarını buna inandırmakla yine Şiî Mehdî inanışına yak-
laşmıştır. Ona göre imamet nübüvvetin bir devamıdır. Bunun içinde ismet de
vardır, mehdîlik de vardır.
Baştan beri paralel devlet kurma düşüncesine sahip olduğu anlaşılan İbn
Tûmert, Kuzey Afrika’nın dinî, siyâsî, mezhebî ve etnik farklılığı ve bölünmüşlü-
ğünden istifadeyle önce Murabıtlara karşı hoşnutsuzluk duyan kabileler arasında
davetini yayarak belli bir güce ulaşmış, ardından özellikli Şiî İsmailî dâîlerin yön-
temiyle Mehdîlik inancının propagandasını yaparak kendisini Mehdî ilan etmiş,
bununla da kalmayıp, daha büyük kitleleri etkileyebilmek için birçok tarihçinin
bildirdiğine göre, aslen Berberî bir kabileye mensup bulunmasına rağmen, Hz.
Peygamber’e (s.a.s.) kadar uzanan bir soy kütüğü iddiasında bulunarak taraftar-
larını buna inandırmayı başarmıştır.
Dinî bilgisi ve saygın kişiliğiyle kısa sürede büyük kitleleri yanına çekmeyi
başaran İbn Tûmert’in isyan bayrağı açtığı Murabıtların düzenli orduları karşı-
sında askerî olarak umduğu başarıyı gösterememesi bağlılarında ciddi moral bo-
zukluğu yaratmış, zihinlerinde Mehdîlik iddiasına karşı kuşkular uyandırmaya
başlamıştır. Ancak kriz, bazı kurgusal kerametler gösterilerek bütün kitleleri etki-
lemeden aşılmıştır. Her şeye rağmen devletin kuruluşu İbn Tûmert’in ölümün-
den (ö. 524/1130) dokuz yıl sonra öğrencisi Abdülmümin el-Kûmî tarafından an-
cak gerçekleştirilebilmiştir. Devlete, İbn Tûmert’in müritlerine verdiği “Muvah-
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 41
اٌّز٘ت اٌض٠ذ ٞأؽذ اٌّزا٘ت اإلعالِ١خ اٌز ٟال٠ضاي ٌٗ أرجبع ٠ٚؾظ ٝثب٘زّبَ ٚػٕب٠خ ِٓ لجً ِغّٛػخ ِٓ
اٌؼٍّبء ٚاٌجبؽض٠ٚ ،ٓ١غ١ش ٚفك ِجبدئٗ ٚأؽىبِٗ اٌجؼغ ِٓ أثٕبء اٌ ّٓ١ف ٟاٌشّبي ِٕٗ ٚخبطخ فِ ٟذْ طؼذح
ٚؽغخ ٚػّشاْ ِٚؾبفظخ طٕؼبءٛ٠ ،طف ثأٔٗ ألشة اٌّزا٘ت إٌ ٝأً٘ اٌغٕخ ،إر أٔٗ ِؾغٛة ػٍ ٝاٌّزا٘ت
اٌش١ؼ١خ؛ ٚف ٟاٌفشٚع (اٌفمٗ ٚأط )ٌٗٛوبٔذ اٌشٚا٠بد اٌٛاسدح ػٓ أئّخ أً٘ اٌج١ذ ٚثبألخض ص٠ذ ثٓ ػٍ)ٖ211(ٟ
األعبط اٌز ٞأطٍمٛا ِٕٗ ف ٟثٕبء اٌّز٘تٚ ،فك ِٕٙظ ِٕؼجؾ ف ٟاعزٕجبؽ األدٌخ
ُ ِؤعظ ِز٘جٚ ُٙإٌُٕ٠ ٗ١غجْٛ
ٚرمش٠ش األؽىبَٚ ،ألْ ِز٘ج ُٙلبئُ ػٍ ٝاالعزٙبد ٚرؾش ُ٠اٌزمٍ١ذ خبطخ ف ٟاٌّغبئً اٌفشػ١خ وضشد ِغبئٍٗ
ٚرؼذدد ا٢ساء ف ٗ١ؽز ٝأطجؾذ وزج ُٙأشجٗ ِب رى ْٛثىزت اٌفمٗ اٌّمبسْ اٌز ٞػُشف فٚ ٟلزٕب اٌؾبػش ٌٕمٍُٙ
ألٛاي اٌّزا٘ت ِٓٚصُ رشع١ؼ أؽذ٘ب ٚاٌز٠ ٟش ْٚأٔٗ ألشة إٌ ٝاألطٛي ٚإٌّٙظ اٌز٠ ٞغش ْٚػٍ.ٗ١
ِٚغ أْ اٌض٠ذ٠خ رُؼذ ِٓ فشق اٌش١ؼخ إال أْ ٌٙب ٔظشح ِغب٠شح رّبِب ً ٌفشق اٌش١ؼخ رجٍٛسد ٘زٖ إٌظشح فٟ
ِز٘ت اإلِبَ ص٠ذ ِٓٚصُ ِؤعغ ٛاٌّز٘ت وبألِبَ اٌمبعُ(ٚ ،)ٖ141اٌٙبدٚ )ٖ132( ٞإٌبطش(ٚ ، )ٖ404اٌزٟ
عؼٍذ االٔزظبس ٢ساء آي اٌج١ذ لؼ١خ أعبع١خ رٕطٍك ِٓ خالٌٙب ِٚ ،غ االسرجبؽ اٌزبس٠خ ٟاٌز ٞعش ٜثٚ ُٕٙ١ثٓ١
اٌّؼزضٌخ ألعجبة ع١بع١خ أصشد إٌظشح اٌؼمٍ١خ ف ٟأساءُ٘ ِٚؼزمذار ُٙفِ ُٙض٠ظ ث ٓ١خٍ١طِ ٓ١ذسعخ إٌظٛص
اٌّزّضٍخ ف ٟأفىبس آي اٌج١ذ ِٚش٠ٚبرِٚ ، ُٙذسعخ اٌؼمً اٌز ٟرأصشٚا ثٙب ِٓ خالي اٌّذسعخ االػزضاٌ١خ .
ٚاػزّذد فىشرٌٍّٙ ُٙذ٠خ ػٍ ٝاٌّش٠ٚبد اٌٛاسدح ػٓ ص٠ذ ثٓ ػٍ ٝاٌز ٟعٕزؼشف ػٍٙ١ب ِٓ خالي ٘زٖ
األٚساق وّب رٛعذ ٔظشح ِٕغٛثخ إٌ ٝاٌض٠ذ٠خ ثأْ اٌّٙذ ٞاٌّمظٛد ثٗ دمحم ثٓ ػجذ هللا إٌفظ اٌضو١خ أؽذ أئّخ
اٌض٠ذ٠خٚ ،عٕزؼشف ػٍ ٝرفبط ً١رٌه ِٓٚلبي ثٙزٖ إٌظشح ٠ٚش ٜثؼغ ِزأخشٔ ٟ٘ٚ _ ُٙ٠ظشح أوضش ارغبػب
ٌّف َٛٙاٌّٙذ٠خ_ أٔٗ ٌىً ػظش ِٙذّ٠ ٞأل صِبٔٗ ػذالً ٚلغطبً.
ٚف٘ ٟزٖ اٌّمبٌخ عٛف أؽبٚي اٌزؼشف ػٍٔ ٝظشح اٌض٠ذ٠خ ٌإلِبَ اٌّٙذٚ ٞفىشح اٌّٙذ٠خ ثشىً ػبَ ٚلجً
اٌذخٛي ف٘ ٟزا اٌّٛػٛع ٔزطشق ٌٍزؼش٠ف ثبٌض٠ذ٠خ ِٚؤعغٙ١ب ٚأطٛي اػزمبد٘ب ِٚز٘جٙب اٌفم ٟٙثشىً ِخزظش
ِٓٚصُ االٔزمبي إٌ ٝطٍت اٌّٛػٛع ٚػٕبطشٖ األعبع١خ.
اٌزؼش٠ف ثبٌض٠ذ٠خ1 :
اٌض٠ذ٠خ إؽذ ٜفشق اٌش١ؼخ اٌضالس اٌض٠ذ٠خ ٚاإلِبِ١خ ٚاٌجبؽٕ١خ ٟ٘ٚ ،1رٕغت إٌ ٝص٠ذ ثٓ ػٍ ٟثٓ اٌؾغٓ١
ثٓ ػٍ ٟثٓ أث ٟؽبٌت؛ ٌّٚفىش ٞاٌض٠ذ٠خ ٚعٙزبْ ِخزٍفبْ ف ّٓ١أؽٍك ػٍ٘ ُٙ١زا االعُ (اٌض٠ذ٠خ).
اٌٛعٙخ األ :ٌٝٚإْ ٘زٖ اٌزغّ١خ إّٔب أؽٍمٙب ؽىبَ ثٕ ٟأِ١خ ػٍ ٝوً ِٓ صبس ػٍ ُٙ١ثؼذ اإلِبَ ص٠ذ ِٓ أً٘
اٌج١ذ إٌجٚ ،ٞٛوض١شا ِب ُ٠غّ ٝاٌفش٠ك اٌّؼبسع إٌ ٝلبئذٌُ٘ٚ ،ىٓ اٌض٠ذ٠خ اٌطبئفخ لجٍذ ٘زا االعُ ٚسػ١ذ ثٗ
ألٔٗ ثضػّٙب شؼبس ؽش٠خ ٚػضح ٚوشاِخ ٚعٙبد ٚرؼؾ١خ ف ٟعج ً١هللا ،صُ طبسد ٌذ ُٙ٠اعّب ً ألئّخ أً٘ اٌج١ذ
2
ِٓٚربثؼ ُٙف ٟاالػزمبد.
اٌٛعٙخ اٌضبٔ١خ :إْ ٘زٖ اٌزغّ١خ عبءد ِٓ لجً أً٘ اٌج١ذ أٔفغُٙ؛ ٚرٌه ٌّب ؽذصذ اٌفزٕخ ثؼذ اعزشٙبد
اٌؾغ ٓ١ثٓ ػٍ ٟسػ ٟهللا ػٕٗ ،لبَ ص٠ذ ثؼذ رٌه ثفزشح ثبٌذػٛح إٌ ٝاٌغٙبدٚ ،إٌِ ٝب ف ٗ١ؽ١بح اٌجالد ٚاٌؼجبد،
فبخزبس ٖٚإِبِب ً ألٔفغٚ ُٙأزغجٛا إٌٚ ،ٗ١وزٌه أ٠ؼب ً س ٞٚػٓ ػجذ هللا ثٓ اٌؾغٓ ثٓ اٌؾغٓ ثٓ ػٍ ٟثٓ أثٟ
ؽبٌت( )ٖ241أٔٗ لبي :اٌ َؼٍَُ ثٕٕ١ب ٚث ٓ١إٌبط ػٍ ٟثٓ أث ٟؽبٌتٚ ،اٌ َؼٍَُ ثٕٕ١ب ٚث ٓ١اٌش١ؼخ ص٠ذ ثٓ ػٍٟ؛ 3فذي ٘زا
ػٍ ٝأْ إٌغجخ إّٔب عبءد ِٓ لجٍ ُٙأٔفغ ٌُٚ ُٙرىٓ ِٓ خظُِٙٛ
1.1 ِؤعغ ٛاٌّز٘ت
ص٠ذ ثٓ ػٍ ٟثٓ اٌؾغ ٓ١ثٓ ػٍ ٟثٓ أث ٟؽبٌت (ِ )ٖ211ؤعظ اٌض٠ذ٠خ ٚثٗ ٠ؼشفٚ ،ْٛأث ٛ٘ ٖٛص- ٓ٠أ
اٌؼبثذ ٓ٠ػٍ ٟثٓ اٌؾغ )ٖ 34(ٓ١االثٓ اٌٛؽ١ذ اٌز ٞثم ِٓ ٟأثٕبء اٌؾغ٠ ٌُ ٓ١مزً ،ألٔٗ ٌُ ٠شٙذ اٌّؼشوخ ِؼٗ
ٌّشػٗ ،رزٍّز ػٍ ٝأثٚ ٗ١أخ ٗ١دمحم اٌجبلش(ٚ ،)ٖ224ػشٚح ثٓ اٌضث١ش ( )ٖ34صُ أزمً إٌ ٝاٌجظشح ؽ١ش اٌؾ١بح
اٌفىش٠خ ثىً ٘ٚغٙب ٚرٕبلؼبرٙب ،فٍغفخ ٚرظٛف ،أطٛي د، ٓ٠أطٛي فمٗ ،اٌّؾذص ْٛاألدثبء اٌشؼشاء اٌّفغشْٚ
إٌؾ ْٛ٠ٛفأخز ػٓ أٍ٘ٙب ٚ ُِٕٙٚاطً ثٓ ػطبءٚ ،اٌزم ٝثأث ٟؽٕ١فخ؛ ٚأشٙش رالِزرٗ :اثٕٗ ٠ؾٚ ،)ٖ211(ٝ١اثٓ
أخ ٗ١عؼفش اٌظبدق(ٚ ،)ٖ242ساِ ٞٚغٕذٖ ػّش ٚثٓ خبٌذ اٌٛاعطٚ ،)ٖ212( ٟأشٙش وزت اإلِبَ ص٠ذ اٌّغّٛع
ثمغّ ٗ١اٌفمٚ ٟٙاٌؾذ٠ضٚ ٟفٔ ٟغجزٗ إٌِ ٗ١ؾً ٔمبػ ٚعذاي ث ٓ١اٌؼٍّبء ثغجت سا ٗ٠ٚػّش ٚثٓ خبٌذ اٌٛعطٟ
الخزالف اٌؼٍّبء ف ٗ١عشؽب ً ٚرؼذ٠الٚ ،دافغ ػٓ طؾخ ٔغجزٗ إٌ ٝص٠ذ اٌش١خ دمحم أث ٛص٘شح ف ٟوزبثٗ اإلِبَ ص٠ذ. 4
اٌمبعُ ثٓ إثشا٘ ُ١اٌشعٕ٠ ،)ٖ141( ٟزٔ ٟٙغجٗ إٌ ٝاٌؾغٓ ثٓ ػٍ ٛ٘ٚ ٟإِبَ ف ٟاٌّز٘ت اٌض٠ذٚ ،ٞال -ة
5
٠ؼزجش إِبِب ػٕذ اإلِبِ١خ ألٔٗ ِٓ ٌٚذ اٌؾغٓ ١ٌٚظ اٌؾغٚ ،ٓ١إٌ ٗ١رُٕغت اٌمبعّ١خ إؽذ ٜفشق اٌض٠ذ٠خ ف ٟاٌفشٚع
وبْ ٌٗ أرجبع ف ٟاٌؾغبص ٚاٌغٚ ً١اٌذ ِٓ ٍُ٠أسع إ٠شاْ.6
-د ٠ؾ ٝ١ثٓ اٌؾغ ٓ١ثٓ اٌمبعُ اٌشع٠ٚ ،)ٖ132(ٟؼشف ثبإلِبَ اٌٙبدِ ،ٞؤعظ دٌٚخ اٌض٠ذ٠خ ف ٟاٌ،ّٓ١
ٌٗ اعزٙبداد ٚأساء رفشد ثٙب ٚخبٌف ثٙب ص٠ذ ثٓ ػٌٍٙٚ ،ٟزا عّ ٝفمٗ اٌّذسعخ اٌز ٟعبءد ِٓ ثؼذٖ ثبٌٙبد٠ٚخ،
ٟ٘ٚاٌز ٟال رضاي ِٛعٛدح ف ٟاٌ ،ّٓ١أخز اٌؼٍُ ػٓ عذٖ اٌمبعُ اٌشعٚ ،ٟف ٟعٕخ )ٖ124( :ثذأ ثزأع١ظ دٌٚزٗ فٟ
اٌٚ ّٓ١ارخز ٌزٌه ِذٕ٠خ طؼذح اٌز ٟرمغ ف ٟشّبٌٗ ،صُ ثذأ ثبٌذػٛح ٚاالٔزشبس ف ٟإٌّبؽك اٌّغبٚسحٚ ،وبْ ٌٗ
فؼً فِ ٟؾبسثخ اٌمشاِطخ اٌز ٓ٠وبْ ٌ ُٙشٛوخ ف ٟاٌٚ ،ّٓ١وبْ طبؽت ػٍُ ٚاعزٙبد ٚسأ٠ ،ٞذي ػٍ٘ ٝزا ِب
ٚطٍٕب ِٓ وزجٗ ِٓٚ ،أّ٘ٙب وزبة األؽىبَٚ ،اٌؼذ٠ذ ِٓ اٌشعبئً اٌز ٟوبْ ٠جؼش ثٙب إٌٚ ٝالرٗ ٠جٓ ٌ ُٙثؼغ
7األؽىبَ ،وّب أْ ٌٗ اٌؼذ٠ذ ِٓ اٌشعبئً ف ٟػٍُ اٌىالَ ٚاٌؼمبئذ.
اٌؾغٓ ثٓ ػٍ ٟاألؽشػ(٠ )ٖ404ؼشف ثبإلِبَ إٌبطش ٌٍؾكِ ،ؤعظ دٌٚخ اٌض٠ذ٠خ ف ٟؽجشعزبْ- ،س
ٚوبْ فمٙ١ب ػبٌّبَ ٌٗ ،اٌؼذ٠ذ ِٓ اٌّؤٌفبد ف ٟاٌفمٗ ٚغ١شٖ ِٓ ،أّ٘ٙب اٌّخزظش اٌىج١ش ٚاٌظغ١ش ٚغ١ش٘ب ِٓ
8
اٌىزت؛ ٚعبء رالِزرٗ ِٓ ثؼذٖ فغّؼٛا فمٗ ٚآساءٖٚ ،أزشش ِز٘جٗ ف ٟاٌؼشاق ٚفبسط.
ِٓ ٘ ٛاٌض٠ذٞ؟ 2.1
اٌض٠ذ ٛ٘ ٞاٌزبثغ ألئ ّخ أً٘ اٌج١ذ ِٓٚ ،رجؼ ُٙف ٟاٌؼذي ٚاٌزٛؽ١ذٚ ،اٌمبئً ثئِبِخ ص٠ذ ثٓ ػٍٚٚ ،ٟعٛة
اٌخشٚط ػٍ ٝاٌظٍّخٚ ،اعزؾمبق اإلِبِخ ثبٌفؼً ٚاٌطٍت ال ثبٌٛساصخِ ،غ اٌمٛي ثزفؼ ً١ػٍ ٟثٓ أث ٟؽبٌت
ٚأ٠ٌٛٚزٗ ثبإلِبِخٚ ،لظش٘ب ِٓ ثؼذٖ ف ٟاٌجطٕ ٓ١اٌؾغٕٚ ٟاٌؾغ.9ٟٕ١
وّب أْ اٌض٠ذ٠ ٞغ١ض خشٚط إِبِ ٓ١ف ٟلطش ٓ٠رغزّغ فّٙ١ب خظبي اإلِبِخ وّب ال ّ٠بٔؼ ْٛأْ ٠ىْٛ
اٌّفؼٛي إِبِبَٚ ،األفؼً لبئّب ً ف١شعغ إٌ ٗ١ف ٟاألؽىبَ ٠ٚؾىُ ثأِشٖ .وّب أٔ ُٙال ٠غج ْٛاٌظؾبثخ إعّبال
3اٌّؤ٠ذِ ،ٞغذ اٌذ ٓ٠ثٓ دمحم ،اٌزؾف ششػ اٌضٌف ،ؽِ ،4ىزجخ ثذس ،طٕؼبء.1/1 ،2313 - 2421 ،
4اٌز٘ج٘142 ( ٟـ ،)َ 2441ع١ش أػالَ إٌجالء ،رؾك :شؼ١ت األسٔؤٚؽ ،ؽ ،4اٌشعبٌخ423/1، 2321 - 2401،؛ اٌّؤ٠ذ ،ٞاٌزؾف،
.44/1
5اثٓ اٌٛص٠ش ،دمحم ثٓ إثشا٘ ،)ٖ240(ُ١اٌؼٛاطُ ٚاٌمٛاطُ ،رؾك :شؼ١ت األسٔؤٚؽ ،ؽ ،4اٌشعبٌخ ،ث١شٚد.410 ،2331 - 2421 ،
6اٌؾٍ ،ٟؽّ١ذ اٌش١ٙذ ثٓ أؽّذ( ،)ٖ 111اٌؾذائك اٌٛسد٠خ ،رؾك :اٌّشرؼ ٝاٌّؾطٛس ،ٞؽ ِىزجخ ثذس ،طٕؼبء.2/1 ،1001 – 2414 ،
7اٌؼٍ ،ٞٛػٍ ٟثٓ دمحم ،ع١شح اإلِبَ اٌٙبد ،ٞرؾك :ع ً١ٙصوبس ،ؽ اٌّغٍظ اٌض٠ذِٚ42 ،ٞب ثؼذ٘ب؛ اٌضسوٍ٘2431(،ٟـ)،األػالَ ،ؽ،1
داس اٌؼٍُ ٌٍّال.242/2،َ 1001،ٓ١٠
8اٌطجش ،ٞاثٓ عش٠ش( ،)ٖ420ربس٠خ اٌطجش ،ٞؽ1داس اٌزشاس ،ث١شٚد 243/20 ،ٖ 2421 ،؛ اٌؾٍ ،ٟاٌؾذائك اٌٛسد٠خ.11 ،
9اٌّشرؼ ،ٝأؽّذ ثٓ ٠ؾ ،ٟاٌجؾش اٌضخبس ،ؽ ِىزجخ اٌ.21 ،ّٓ١
• Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri 45
٠ٚزشػ ْٛػٕٚ ،ُٙألْ ص٠ذ ثٓ ػٍ ٝسفغ أْ ٠زجشأ ِٓ أث ٟثىش ٚػّش رشوزٗ عّبػخ ِٓ أطؾبثٗ ٔٚبثزٖٚ
10
فبعّبُ٘ اٌشافؼخ.
3.1 اٌض٠ذ٠خ ٚاٌّؼزضٌخ:
ِٓ اٌّغبئً اٌز ٟرجبٕ٠ذ فٙ١ب ا٢ساء ػاللخ اٌش١ؼخ ثشىً ػبَ ثبٌّؼزضٌخ ِٓٚاٌز ٞأصش ف ٟا٢خش ف ًٙاٌش١ؼخ
اعزمذ أساء٘ب ِٓ اٌّؼزضٌخ أَ اٌؼىظ ِٓ رٌه؟
فبٌش١ؼخ ٠ش :ْٚأْ اٌّؼزضٌخ أٔفغٕ٠ ُٙظ ْٛػٍ ٝأٔ ُٙاخزٚا أط ِٓ ٌُٙٛأث٘ ٟبشُ اثٓ دمحم ثٓ اٌؾٕف١خ ٛ٘ٚ
أخز٘ب ػٓ أث ٗ١ػٓ ػٍ ٟثٓ أث ٟؽبٌت٘ٚ ، 11زا صػُ ِٕ ٛ٘ٚ ،ُٙثؼ١ذ إر أْ ػٍُ اٌىالَ ِٚغبئً األعّبء ٚاٌظفبد
ٚأغٍت ِغبئً اٌمذس إّٔب ؽظٍذ ثؼذ ع ً١اٌظؾبثخ ٕ٠ ٌُٚمً ػٓ ػٍٚ ٟاٌىضش ِٓ اٌظؾبثخ خٛػ ُٙفِ ٟضً ٘زٖ
اٌّغبئً ،رجم ٝاٌٛعٗ اٌز ٟ٘ ٟأوضش ِطبثمخ ٌٍٛالغ أْ اٌّؼزضٌخ ُ٘ اٌز ٓ٠أصشٚا ف ٟاٌش١ؼخ ألْ اٌش١ؼخ ٌُ ٠ىٛٔٛا
اطؾبة ػٍُ والَ ٚإّٔب أغٍج ُٙعّب٘١ش ثال فىشح ٚال سأ ٞإال ِب ٠ىبٔٛا ٠ؼزمذ ٗٔٚف ٟأً٘ اٌج١ذ ٘ٚزا االػزمبد إّٔب
عبء ِٓ ػبؽفخ ،فبعزغً اٌّؼزضٌخ ػبؽفخ اٌش١ؼخ ٚؽج ُٙألً٘ اٌج١ذ فجذأٚا ٠شٚع٘ ْٛزٖ اٌّؼزمذاد اٌز ٟدػٛا إٌٙ١ب
ثأٔٙب افىبس أً٘ اٌج١ذ ِٚؼزمذار١ٌ ُٙغ ًٙػٍ ٝإٌبط رجٕٙ١ب ٚاٌمٛي ثٙب ألٔ ُٙثٕغجزٙب إٌٚ ُٙ١إٌظبلٙب ثٚ ،ُٙعؼٍٛا
ِٓ ٌمبء ص٠ذ ثٓ ػٍ ٟثٛاطً ثٓ ػطبء ِغٍىب ٠ؼجش١ٌ ٖٚظٍٛا إٌِ ٝب أسادٚا ثضٗ ِٓ آساء ٚاػزمبداد.
ٚف ً١ِ ٟاٌض٠ذ٠خ إٌ ٝاٌّؼزضٌخ ػالٚح ػٍِ ٝب روشٔب أْ اٌض٠ذ٠خ ثب٠ؼٛا ص٠ذ ثٓ ػٍ ٟػٕذِب خشط ٚٚلفٛا
ثظفٗ ٚوبٔٛا ؽشط ٓ١ػٍِ ٝجب٠ؼزٗٚ ،ف٘ ٟزا ٠مٛي ٔشٛاْ اٌؾّ١ش ":)ٖ114(ٞفٍُ ٠ىٓ اٌض٠ذ ٞأؽشص ػٍٙ١ب ِٓ
اٌّؼزضٌِٚ 12"ٟظب٘ش رأصشُ٘ ثبٌّؼزضٌخ ٠ظٙش فِٕٙ ٟغ١خ االعزذالي ػٕذُ٘ فّؼشفخ هللا ػٕذُ٘ ػمٍ١خٚ ،أْ أٚي
اٌٛاعجبد ٘ ٛإٌظش اٌّٛطً إٌِ ٝؼشفخ هللا٘ٚ ،زا ال ٠ى ْٛإال ثبٌٕظش ٌزؼزس عبئش اٌٛع ٖٛاٌّٛطٍخ إٌٗ١؛ ٚوزٌه
ف ٟرمذٌٍ ُّٙ٠ؼمً ػٍ ٝإٌمًٚ ،لؼ١خ اٌٛػذ ٚاٌٛػ١ذ اٌز ِٓ ٟأط ٌُٙٛإّٔب رأصشٚا ثٙب ِٓ اٌّؼزضٌخِٚ ،ضٍٗ وزٌه
لؼ١خ اٌؼذي اٌزٔ ٟفٛا ثٙب اٌمذسٚ ،اٌمٛي ثبٌزؾغٚ ٓ١اٌزمج١ؼ اٌؼمٍٚٚ ،ٓ١١عٛة فؼً اٌظالػ ٚاألطٍؼ ٚوزٌه اٌٛػذ
ٚاٌٛػ١ذ ٚاألِش ثبٌّؼشٚف ٚإٌ ٟٙػٓ إٌّىش اٌز ٛ٘ ٞاٌخشٚط ػٓ اٌؾبوُ اٌظبٌُ؛ وً ٘زا رأصشٚا فِٓ ٗ١
اٌّؼزضٌخ ٚإْ وبْ ثؼغ اٌمؼب٠ب اٌزِ ٟش روش٘ب وبْ ٌٍض٠ذ٠خ ثؼغ اٌزفبط ً١فٙ١ب لذ ٠خبٌف ْٛاٌّؼزضٌخ ف ٟثؼغ
13
عضئ١زٙب ٌىٓ ٠جم ٝأصش اٌّؼزضٌخ ػٍٚ ُٙ١اػؾب
اٌّز٘ت اٌض٠ذِ ٞز٘جب ً ع١بع١ب ً ١ٌٚظ فم١ٙب ً 4.1
رٛعذ ٚعٗ ٔظش ٌذ ٜاٌجؼغ ثأْ اٌّز٘ت اٌض٠ذ١ٌ ٞظ ِز٘جب ً فم١ٙب ً ثمذس ِب ِ٘ ٛز٘ت ع١بع ٟأ ٚأؽذ
اٌّزا٘ت اٌىالِ١خٚ ،رٌه ألْ األفىبس اٌز ٟرغؼً ِٕه ص٠ذ٠ب ً ٌ١غذ أفىبس فم١ٙخ ثً ٘ ٟع١بع١خ وبألِٛس اٌّزؼٍمخ
ثبإلِبِخ ،أ ٚوالِ١خ وّغأٌخ اٌٛػذ ٚاٌٛػ١ذ ٚاألِش ثبٌّؼشٚف ٚإٌ ٟٙػٓ إٌّىشٚ ،ثّٕٙ١ب ِؼب فّ١ب ٠خض رفؼً١
ػٍ ٟثٓ أث ٟؽبٌت ػٍ ٝغ١شٖ ِٓ اٌظؾبثخ .ع ًُّ ٘زٖ اٌّغبئً ٌ١غذ فم١ٙخ؛ فٍ ٛأْ شخظب ِب لشس ِب لشسرٗ
اٌض٠ذ٠خ ف ٟرٍه اٌّغبئً اٌّؾذدح ٚاٌزضَ ف ٟاٌفشٚع ِز٘ت آخش وبٌشبفؼ ٟأ ٚاٌؾٕف ٟفِ ٛٙؼذٚد ػٍ ٝاٌض٠ذ٠خ ٚال
٠ؼزجش خبسعب ِٕٙب ػٕذُ٘ .
إْ ِفىش ٞاٌض٠ذ٠خ ٠ش ْٚإْ ٔغجزٌ ُٙض٠ذ إّٔب ٘ٔ ٟغجخ رشش٠ف ٚاػزضاص ال ٔغجخ رّز٘ت ٚالزذاء ،فبٌّز٘ت
لبئُ ػٍ ٝاالعزٙبد ٚرؾش ُ٠اٌزمٍ١ذ ػٍ ٝوً لبدس ػٍ ٝاالعزٙبد ،14ثبإلػبفخ إٌ ٝأْ دٌٚخ األداسعخ اٌز ٟألّ١ذ فٟ
اٌّغشة اٌؼشث ٟوبٔذ اِزذاداً ٌٍفىش اٌض٠ذٌ ،ٞىٕٙب عؼٍذ اٌّز٘ت اٌّبٌى ٛ٘ ٟاألعبط اٌز ٞرغ١ش ػٍ ٗ١فٟ
15
اٌفشٚع.
اٌّٙذ ٞػٕذ اٌض٠ذ٠خ 2
ٌج١بْ ٔظشح اٌض٠ذ٠خ ٌٍّٙذ ٞأٌ ٚفىشح اٌّٙذ٠خ ثشىً ػبَ عأروش اٌشٚا٠بد اٌز ٟرٕبلٍزٙب وزت اٌض٠ذ٠خ ثغغ
إٌظش ػٓ طؾزٙب ِٓ ػذِٗ ألٕٔب ٕ٘ب فِ ٟمبَ ث١بْ ٚعٙذ ٔظشُ٘ ٌٍّٙذٌٚ ٞغٕب فِ ٟمبَ رج ٓ١١طؾخ رٍه
اٌشٚا٠بد ِٓ ػذِٗ ػٓ أئّز.ُٙ
1.2 اٌشٚا٠بد اٌٛاسدح ػٓ اإلِبَ ص٠ذ ثٓ ػٍ ٟف ٟاٌّٙذٞ
ٕ٘بن صالس سٚا٠بد ػٓ اإلِبَ ص٠ذ ثٓ ػٍ ٟف ٟاٌّٙذ٘ٚ ٞزٖ اٌشٚا٠بد اٌضالس ٘ ٟاٌّشٛٙسح ٚاٌز ٟرٕبلٍزٙب
وزت اٌض٠ذ٠خ ػٕذ ؽذ٠ض ُٙػٓ اٌّٙذ.ٞ
اٌشٚا٠خ األ :ٌٝٚػٓ أث ٟخبٌذ اٌٛاعط ٟلبي :عإٌٔب ص٠ذ ثٓ ػٍ ٟػٍّٙ١ب اٌغالَ ػٓ اٌّٙذ ٞأوبئٓ ٘ٛ؟ 1-
فمبئ :ؼُ ،فم :ٌٗ ً١أِٓ ٌٚذ اٌؾغٓ أَ ِٓ ٌٚذ اٌؾغٓ١؟ فمبي ص٠ذ ػٍ ٗ١اٌغالَ :أِب إٔٗ ِٓ ٌٚذ فبؽّخ طٍٛاد هللا
16
ػٍّٙ١ب ٛ٘ٚ .وبئٓ ِّٓ شبء هللا ِٓ ٌٚذ اٌؾغٓ أَ ِٓ ٌٚذ اٌؾغ ٓ١طٍٛاد هللا ػٍ.ُٙ١
ٔفش ِٓ أً٘ اٌىٛفخ ػٍ ٝص٠ذ ثٓ ػٍ ٟؽ ٓ١لذَ اٌىٛفخ ،فمبٌٛا٠ :ب ثٓ سعٛي هللا2- ، اٌشٚا٠خ اٌضبٔ١خ :دخً ٌ
أأٔذ اٌّ ٙذ ٞاٌز ٞثٍغٕب أٔٗ ٍّ٠ؤ٘ب ػذالً؟ لبي :ال ،لبٌٛأ :خش ٝأْ رى ْٛػٍٕ١ب ِفزبػ ثالء ،فمبي٠ٚ :ؾىُ ِٚب ِفزبػ
ثالء؟ لبٌٛا :رُٙذَ دٚسٔب ٚرغج ٝرساسٕ٠بُٔٚ ،مَّزً رؾذ وً ؽغش ،لبي٠ٚ :ؾىُ أِب ػٍّزُ أٔٗ ٌ١ظ ِٓ لشْ رّشٛا إال
17
ثؼش هللا ػض ٚعً ِٓ سعالً أ ٚخشط ِٕب سعً ؽغخ ػٍ ٝرٌه اٌمشْ ػٍّٗ ِٓ ػٍُ ٚع ِٓ ٍٗٙع.ًٙ
اٌشٚا٠خ اٌضبٌضخ :لبي ص٠ذ ثٓ ػٍ :ٟاٌّٙذ ٞؽك ٛ٘ٚوبئٓ ِٕب أً٘ اٌج١ذ ٌٓٚ ،رذسوٚ ٖٛرٌه ٠ى ْٛػٕذ 3-
أمطبع ِٓ اٌضِٓ ،فال رٕىٍٛا ػٓ اٌغٙبد ِغ اٌذاػِٕ ٟب إٌ ٝوزبة هللا ٚعٕخ سع ٌٗٛاٌمبئُ ثزٌه اٌّٛصٛق ثٗ إِبَ ٌىُ
18
ٚؽغخ ػٍ١ىُ فبرجؼ ٖٛرٙزذٚا.
٘زٖ اٌشٚا٠بد رج ٓ١اٌّالِؼ اٌؼبِخ ٌٕظشح اٌض٠ذ٠خ ٌفىشح اٌّٙذ ٞف ٟٙسٚا٠بد ِٕغٛثخ ٌّٓ إٌُٕ٠ ٗ١غجْٛ
ٚرٕبلٍزٙب وزج ُٙاٌّؼزّذح فّٓ رٍه اٌشٚا٠بد ٠زجٌٕ ٓ١ب ِب ٍٟ٠
إلشاس اٌض٠ذ٠خ ثخشٚط اٌّٙذٚ ٞأٔٗ ِٓ رس٠خ فبؽّخ سػ ٟهللا ػٕٙب ،وّب أْ رٍه اٌشٚا٠بد رذي ػٍ- :ٝأ
أْ ٘زٖ اٌفىشح ثذأد ِٓ صِٓ لذ ُ٠فأطؾبة ص٠ذ سؽّٗ هللا ثذأٚا ٠زغبءٌ ْٛػٓ اٌّٙذ ٞأ٠ى ْٛص٠ذاً فىبْ سدٖ
ثبٌٕفٌٚ ،ٟىٕٗ ألش ثأٔٗ ع١خشط ف٘ ٟزٖ األِخ ٌٚىٓ ع١ى٘ ْٛزا ػٕذ أمطبع ِٓ اٌضِٓ٘ٚ .زٖ ٘ ٟإٌظشح اٌغبئذح
ٌٍّٙذ٠خ ف ٟاٌفىش اٌض٠ذٚ ٞاٌز ٟروش٘ب غ١ش ٚاؽذ ِٓ أئّز ُٙوبإلِبَ اٌٙبد٠ ٞؾ ٝ١ثٓ اٌؾغٓ١
فُ ِٓ ُٙلٛي ص٠ذ" :أِب ػٍّزُ أٔٗ ٌ١ظ ِٓ لشْ رّشٛا إال ثؼش هللا ػض ٚعً ِٓ سعال ً أ ٚخشط ِٕب -ة
سعً ؽغخ ػٍ ٝرٌه اٌمشْ ػٍّٗ ِٓ ػٍُ ٚع ِٓ ٍٗٙعٚ .ًٙل ٌٗٛأ٠ؼب ":فال رٕىٍٛا ػٓ اٌغٙبد ِغ اٌذاػِٕ ٟب إٌٝ
وزبة هللا ٚعٕخ سع ٌٗٛاٌمبئُ ثزٌه اٌّ ٛصٛق ثٗ إِبَ ٌىُ ٚؽغخ ػٍ١ىُ فبرجؼ ٖٛرٙزذٚا " أْ اٌض٠ذ٠خ رش ٜأْ ٌىً صِٓ
ِٙذّ٠ ٞأل صِبٔٗ لغطب ٚػذالٚ 19.أٔٗ ٌ١ظ ػٍ ٝاألِخ أزظبسٖ ثمذس ِبِ٘ ٟطبٌجخ ِٓ اٌؼًّ
٘ ِٓٚزٖ اٌشٚا٠بد ٔغزف١ذ ا٠ؼب ً ثأْ اٌض٠ذ٠خ رخبٌف اٌش١ؼخ اإلِبِ١خ ف٘ ٟزٖ اٌمؼ١خ ف٠ ُٙش ْٚأْ -د
اٌّٙذ٠ ٌُ ٞخٍ ك ثؼذ ثخالف اإلِبِ١خ أٔٗ لذ خٍك ٚأٔٗ اخزفٚ ٝع١شعغ إٌ ٝإٌبط؛ وّب أْ اٌض٠ذ٠خ ٠ش ْٚأٔٗ ِٓ
20
أٚالد فبؽّخ سػ ٟهللا ػٕٙب ال ٠فشل ْٛث ٓ١أٚالد اٌؾغٓ أ ٚاٌؾغ ٓ١ثخالف غ١شُ٘ ِٓ فشق اٌش١ؼخ.
اٌّٙذ :ٛ٘ ٞدمحم ثٓ ػجذ هللا ثٓ إٌفظ اٌضو١خ2.2 :
ُٕ٠غت إٌ ٝاٌغبسٚد٠خ إؽذ ٜفشق اٌض٠ذ٠خ أْ اٌّٙذ ٛ٘ 21ٞدمحم ثٓ ػجذ هللا إٌفظ اٌضو١خ ٚاعّٗ دمحم ثٓ ػجذ
هللا ثٓ اٌؾغٓ ثٓ اٌؾغٓ ثٓ ػٍ ٟثٓ أث ٟؽبٌت ٚعُّ ٟثبٌٕفظ اٌضو١خ ٌٛسٚد أصش ِش ٞٚف ٟرٌه 22ٛ٘ٚاٌز ٞدػب
إٌٔ ٝفغٗ ػبَ ٌٚ ٖ 241ىٓ ٘زٖ إٌظشح ٌُ رؼذ ِٕزششح ف ٟوزت اٌض٠ذ٠خ ٌُٚرغزّش ٔٚغزط١غ اٌمٛي ثأٔٙب ِبرذ
ثّٛد ِٓ ُٔغجذ اٌّٙذ٠خ إٌ. ٗ١
16اٌض٠ذ ،ٞػٍ ٟثٓ اٌؾغ ،ٓ١إٌّزضع ِٓ اٌّؾ١ؾ ثبإلِبِخ ،رؾك ،دمحم ٠ؾ ٝ١ػضاْ.11 ،
17اٌّظذس ٔفغٗ.
18اٌّظذس ٔفغٗ.
19ؽّ١ذ اٌذ ،ٓ٠ػجذ هللا ثٓ دمحم ،اٌض٠ذ٠خ لشاءح ف ٟاٌّششٚع ٚثؾش ف ٟاٌّىٔٛبد ،ؽ ِؤعغخ اإلِبَ ص٠ذ ثٓ ػٍ.201 ٟ
20إٌّظٛس ثبهلل ،ػجذ هللا ثٓ ؽّضح( ،)142اٌؼمذ اٌضّ ٓ١ف ٟأؽىبَ األئّخ اٌٙبد.231،ٓ٠
21األوٛع ،إعّبػ ً١ثٓ ػٍ ،ٟاٌض٠ذ٠خ ٔشأرٙب ِٚؼزمذارٙب ،ؽ4اٌغ ً١اٌغذ٠ذ ،طٕؼبء٘2412 ،ـ .11 ،َ1001/
22اٌ ُّؾٍ ،ٟؽّ١ذ ثٓ أؽّذ ،اٌؾذائك اٌٛسد٠خ فِٕ ٟبلت األئّخ اٌض٠ذ٠خ.114/2،
• Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri 47
ٕ٘ٚبن آصبس ٚاسدح ف ٟو ْٛإٌفظ اٌضو١خ ٘ ٛاٌّٙذِ ،ٞش٠ٚخ ػٓ ثؼغ سعبي اٌض٠ذ٠خ فّضال س ٞٚػٓ ػجذ
هللا ثٓ اٌؾغٓ ٠مٛي الثٕٗ دمحمِ :ب ثم١ذ خظٍخ ِٓ خظبي اٌخ١ش إال ٟ٘ٚف١ه ٚإٔه ٌّٙذ٘ ٞزٖ األِخِٚ ،ضٍٗ أ٠ؼب ً
ػٓ إثشا٘ ُ١ثٓ ػجذ هللا ثٓ اٌؾغٓ(٘241ـ) أٔٗ عُئً ػٓ أخ ٗ١دمحم (إٌفظ اٌضو١خ) أ٘ ٛاٌّٙذ ٞاٌزُ٠ ٞزوش فمبي:
اٌّٙذ ٞػذح ِٓ هللا رؼبٌٌٕ ٝج ٗ١ملسو هيلع هللا ىلص ٚػذٖ أْ ٠غؼً ِٓ أً٘ ث١زٗ ِٙذ٠ب ً ٌُ ٠غّٗ ثؼٛ٠ ٌُٚ ٕٗ١لذ صِبٔٗ ٚلذ لبَ أخٟ
ثفش٠ؼزٗ ػٍ ٗ١ف ٟاألِش ثبٌّؼشٚف ٚإٌ ٟٙػٓ إٌّىش فئْ أساد هللا رؼبٌ ٝأْ ٠غؼٍٗ اٌّٙذ ٞاٌز٠ ٞزوش ف ٛٙفؼً
23
ِٓ هللا ّٓ٠ثٗ ػٍ٠ ِٓ ٝشبء ِٓ ػجبدٖ ٚإال فٍُ ٠زشن أخ ٟفش٠ؼخ هللا ػٍ ٗ١الٔزظبس ِ١ؼبد ٌُ ٠ؤِش ثبٔزظبسٖ.
وزت اٌض٠ذ٠خ ٚفىشح اٌّٙذ٠خ 3.2 :
ٌُ رؾفً وزت اٌض٠ذ٠خ ثفىشح اٌّٙذ٠خ وّب ٘ ٛاٌؾبي ف ٟوزت فشق اٌش١ؼخ وبإلِبِ١خ ٚغ١ش٘ب فأطٛي وزجُٙ
وبٌىزت إٌّغٛثخ إٌ ٝص٠ذ ثٓ ػٍ ٌُ ٝرزوش إال سٚا٠بد ٠غ١شح ٟ٘ٚاٌز ٟروشٔٙب ف ٟاٌّٙذٚ ،ٞرىٍُ ػٓ فىشح
اٌّٙذ ٞاإلِبَ اٌٙبد ٞفأٚعض ف ٟرٌه ٚروش ثؼغ طفبرٗ ٚأٔٗ ٛ٠شه خشٚعٗ ألْ إٌّىش لذ ظٙش ٚاٌؾك لذ د ُسط
ٚغجش.
ٚأوضش ِٓ رؾذس ػٓ اٌّٙذ ِٓ ٞاألئّخ اٌض٠ذ٠خ ٘ ٛػجذ هللا ثٓ ؽّضح(٘124ـ) ف ٟوزبثٗ اٌؼمذ اٌضّ ٓ١فٟ
أؽىبَ األئّخ اٌٙبد ٓ٠روش اٌشٚا٠بد اٌٛاسدح ف ٟاٌّٙذ ِٓ ٞوزت اٌض٠ذ٠خ ٚوزٌه ثؼغ وزت أطٛي اٌؾذ٠ش ٚأوضش
ِٓ ِٕبلشخ اإلِبِ١خ فّ١ب ٠ؼزمذ ٗٔٚف ٟاٌّٙذ ٞخبطخ فىشح اٌشعؼخ ثأْ اٌّٙذ ٞلذ وبْ ِٛعٛد صُ اخزفٚ ٝع١شعغ
إٌ ٝإٌبط.
اٌخبرّخ
ثٙزٖ اٌذساعخ اٌّخزظشح ّ٠ىٕٕب أْ ٔظً إٌ ٝأْ اٌض٠ذ٠خ رش ٜثفىشح اٌّٙذ٠خ ٚأْ اٌّٙذ ٞع١ى ْٛف٘ ٟزٖ
األِخ ٚأٔٗ ِٓ ٌٚذ فبؽّخ سػ ٟهللا ػٕٙب غ١ش أٔٙب رخزٍف ػٓ ثم١خ فشق اٌش١ؼخ اٌز ٟرضػُ أْ اٌّٙذ ٞلذ ٌٚذ ٚأٔٗ
ظٙش صُ رخفٚ ٝع١شعغ إٌ ٝاألِخ.
ً
ِٚب رؼزمذٖ اٌض٠ذ٠خ ف ٟاإلِبِخ ثأْ ٌىً ػظش إِبِب ِٓ أً٘ اٌج١ذ ٠غت ػٍ ٝإٌبط ِٕبطشرٗ ِٚؤاصسرٗ
رغؼً ٔظشرٌٍّٙ ُٙذ١ٌ ٞغذ ٔظشح عٍج١خ أٙضاِ١خ ٠غت ػٍ ٝإٌبط االٔزظبس ٌّٓ ٠خٍظٕ٠ٚ ُٙمزُ٘ ثمذس ِب ٘ٛ
ٚاعت ػٍٔ ِٓ ُٙ١ظشح اإلِبَ اٌز ٞلبَ ٠ذػ ٛإٌ ٝاٌؾك ٠ٚم َٛثٗ.
ِٓٚخالي إٌظش وزٌه ف ٟوزت اٌض٠ذ٠خ اٌّزمذِخ ِٕٙب ٚاٌّزأخشح ٔالؽع أٔٙب ٌُ رؼؾ فىشح اٌّٙذ٠خ اٌىض١ش
ِٓ اال٘زّبَ وّب ٘ ٛاٌؾبي ف ٟفشق اٌش١ؼخ األخشٜ
لبئّخ اٌّظبدس ٚاٌّشاعغ
اثٓ اٌٛص٠ش ،دمحم ثٓ إثشا٘ ،)240(ُ١اٌؼٛاطُ ٚاٌمٛاطُ ،رؾك :شؼ١ت األسٔؤٚؽ ،ؽ ،4اٌشعبٌخ ،ث١شٚد،
2331 -2421
أث ٛؽبٌت٠ ،ؾ ٝ١ثٓ اٌؾغ ،ٓ١اإلفبدح ف ٟربس٠خ األئّخ اٌغبدح ،ؽ أً٘ اٌج١ذ ،طؼذح.100 -2411 ،
األوٛع ،إعّبػ ً١ثٓ ػٍ ،ٟاٌض٠ذ٠خ ٔشأرٙب ِٚؼزمذارٙب ،ؽ4اٌغ ً١اٌغذ٠ذ ،طٕؼبء٘2412 ،ـ .َ1001/
اٌؾفظ ،ٟػجذ اٌٍط١ف ػجذ اٌمبدس ،رأص١ش اٌّؼزضٌخ ف ٟاٌخٛاسط ٚاٌش١ؼخ ،ؽ داس األٔذٌظ ،عذح – 2412
.1000
اٌؾٍ ،ٟؽّ١ذ اٌش١ٙذ ثٓ أؽّذ( ،)ٖ111رؾك :اٌّشرؼ ٝاٌّؾطٛس ،ٞؽ ِىزجخ ثذس ،طٕؼبء– 2414 ،
.1001
ؽّ١ذ اٌذ ،ٓ٠ػجذ هللا ثٓ دمحم ،اٌض٠ذ٠خ لشاءح ف ٟاٌّششٚع ٚثؾش ف ٟاٌّىٔٛبد ،ؽ ِؤعغخ اإلِبَ ص٠ذ ثٓ
ػٍ.ٟ
اٌؾّ١شٔ ،ٞشٛاْ ثٓ عؼ١ذ(٘ 114ـ) ،اٌؾٛس اٌؼ ،ٓ١رؾك :وّبي ِظطف ،ٝؽ ِىزجخ اٌخبٔغ،ٟ
اٌمب٘شح.َ2342،
اٌخّ١ظ ،دمحم ثٓ ػجذ اٌشؽّٓ ،أطٛي اٌذ ،ٓ٠داس اٌظّ١ؼ ،ٟاٌغؼٛد٠خ.
اٌز٘ج٘142 ( ٟـ ،)َ2441ع١ش أػالَ إٌجالء ،رؾك :شؼ١ت األسٔؤٚؽ ،ؽ ،4اٌشعبٌخ.2321 -2401،
Özet
‚Ebû Ca’fer el-Mansûr ve Muhammed en-Nefsüzzekiyye Arasındaki Si-
yasî Mücadelede Mehdî Anlayışının Rolü‛ başlıklı çalışmamız, Giriş, Kav-
ramsal Çerçeve, Tarihî Arka Plân, Abbasîlerde Mehdî Anlayışı ve Ebû Ca’fer
el-Mansûr’la Muhammed en-Nefsüzzekiyye Arasındaki Siyasî Mücadele ve
Sonuç olmak üzere beş alt başlıktan oluşmaktadır. ‚Giriş‛ başlığında konu-
nun insanlık tarihinde ve İslâm geleneğinde sahip olduğu önemin üzerinde
durulmuştur. ‚Kavramsal Çerçeve‛ başlığında ‚Mehdî‛ kelimesinin etimolo-
jisine yer verilmiştir. Lügat anlamı itibariyle ‚yol gösteren,‛ ‚hidayete eren,‛
‚doğru yolu bulan,‛ ‚Allah tarafından kendisine rehberlik edilen kimse‛ an-
lamlarına gelen mehdî; ıstılah olarak da ‚kıyamete yakın dönemde zulüm ve
adaletsizliğin her tarafı kapladığı zamanda gelerek yeryüzünü adaletle dol-
duracağı ve İslâm’ı hâkim kılacağı söylenen kişi‛ demektir. Farklı din ve kül-
türlerde Quetzalcoatl, Ameni, Kalki, Maytreya (maitreya, mettaya), Saoşyant,
Mesîh kelimeleri ‚Mehdî‛nin müteradifi olarak kullanılmıştır ki anlamı,
‚dünya tarihinin sonunda (âhir zaman) Tanrı tarafından yeryüzüne gönderi-
lecek ve yeryüzünü hâkimiyetine alacak bir hükümdar, insanlara doğru yolu
gösterecek bir peygamber, dinî bir lider veya Hinduizm’de olduğu gibi bir
tanrı‛ demektir. Mehdî kelimesi, Kur’ân-ı Kerim ve Buhârî (ö. 256/870), Müs-
lim (ö. 261/874) gibi hadis âlimlerinin rivayetlerinde geçmemektedir. Ancak
Mehdî’nin ahir zamanda çıkacağına, insanları iyilik ve adaletle yöneteceğine
dair âhad haberler mevcuttur. ‚Tarihî Arka Plân‛ başlığında, kelimenin tarihî
serüveni ele alınmıştır. Mehdî inancı, büyük dinlerde olduğu gibi ilkel dinler-
de de görülmüştür. Bu inancın Sümerlerde doğduğu, Bâbillilerde ve Mısırlı-
larda geliştiği ve bu iki kanaldan dünyaya yayıldığı; her dinin kendi içinde,
kendi tarihî, psikolojik ve sosyolojik şartlarına göre doğup geliştiği kabul edi-
lir. Mehdî anlayışı Yahudi ve Hıristiyanlarda mesih anlayışı şeklinde tezahür
etmiştir. İslâmiyet’te Hulefâ-yi Râşidîn devrinin arkasından başlayan iç savaş-
ların tarihî, siyasî ve psikolojik tezahürleri buna sebep olmuştur. Hz. Pey-
* Doç. Dr. Necmettin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Tarih ABD.
Öğr. Üyesi, Konya/Türkiye, ahmetguzel@neu.edu. tr
50 • Ahmet Güzel
the polemics in the letters that Abu Ca'fer al-Mansûr, or Muhammad al-
Nafszekziyya's main purposes is to establish public opinion and to show their
members that they are right. Ebû Ca'fer al-Mansûr, who saw the Mahdi as a
powerful weapon respected by the masses of the people, He claimed that the
main Mahdi was his son Abu Abdullah Muhammad (158-775 / 169-785),
against the attitudes of the Ahl al-Bayt (family of the house ) supporters. In
this case, his position is also to be a narrator, newsman of Mahdi. In a sense,
he is the one who leads to the development of Mahdi. Abu Ca'fer al-Mansur
gave his son Mahdi nickname to Abu Allah Muhammad. And he thought of
refuting Ali's theses on "Mahdism" So thought to dismiss the İsa b. Moses
crown prince and sought the ways to assign Abu – Abdullah Mohammed as
his son. With the encouragement of Abu Ca'fer al-Mansur, some words were
raised as an alternative to the hadiths of Ahl al-Bayt supporters about Mahdi.
Thus, Abu Ca'fer al-Mansûr wanted to imply that on one side his son would
compensate for the blood he caused and to strengten his power. On the other
hand, prevented the use of the Mahdi idea, which is their basic foundations
against the rebellions of the Ahl al-Bayt supporters and played an active role
in forming public opinion, as the supporters of Ahl al-Bayt. He made efforts
to convince people that Mahdi would come out of son of Abbas, Abbasids.
As a result he prevented ahl-al bayt to wear his power and dismiss İsa b. Mo-
ses and open the way to assign of his son Abu –Abdullah Mohammed (Al-
Mahdi). Our Conclusion title includes the assessment of our research. It is
possible to summarize the results below, from our research which was refer-
enced to principal sources and modern researchers’ comments. "Mahdi be-
lief" has existed in almost every religion and culture since Sumerian. Alt-
hough the word is not in the Qur'an and the sources of authentic hadith in
this sense, it is most clearly seen in the prophet of Ahl al-Bayt that "the belief
in the expectation of Mahdl" in the world of Islam is obvious. Almost in every
great cruelty and torture cycle Mahdi is the savior of those who are weak and
oppressed. Acting in the faith of the future of an authoritarian, religious and
religious life that will attain ideal ideality, which will end the material and
spiritual troubles of mankind in the most of religions, Muhammad al-
Nafszekiyya, who did not accept the Abbasid rule and intended to endure the
caliphate Ali son, suggested that he was the expected Mahdi himself. Tried to
create public opinion, although he found support from Benu Hashim, his dis-
course did not influence the whole Muslim world. Abu Ca'fer al-Mansûr, us-
ing his own alternative arguments in a way has rendered the arguments of
him. From the sources, the evidence that both sides bring from a religious
sources-hadith- to reach their political goals is not seen as authentic and cor-
rect proves.
Key words: Abu Ca'fer al-Mansur, Mahdi, Mahdism, Abbasid, Mu-
hammed en-Nefsüzzekjyye.
54 • Ahmet Güzel
GİRİŞ
Öznesi olduğu toplum yapısı dinamik bir yapı arz ettiği için insanlar;
yer, zaman ve şartlara göre muhtelif yaşam standartlarına sahip olmuşlardır.
Sosyal, siyasî ve dinî saiklerle zulme, baskıya maruz kalan kaotik dönem in-
sanları, içinde bulundukları badirelerden, yaşadıkları olumsuz hayat şartla-
rından kendilerini kurtaracak bir rehberin, bir kurtarıcının gelmesini bekle-
mişlerdir. Sosyal şartların bozulması neticesinde bir sığınma mekanizması
olarak ortaya çıkan bu ‚kurtarıcı‛ anlayışı, siyasî ikbal beklentisi içinde olan-
lar için de hedefe ulaşma aracı olmuştur. Bu yönüyle bakıldığında maddî hü-
viyetiyle karşımıza çıkan anlayışın, dinî alana da sirayet ederek mânevî bir
fonksiyon icra ettiği görülmektedir.
İşte bu özellikleri dolayısıyla Mehdî anlayışı ilkel kabilelerden modern
toplumlara, ilkel dinlerden Semavî dinlere, Babillerden günümüze kadar tari-
hin hemen her devrinde güncelliğini muhafaza etmiştir. Dolayısıyla tarihte
cereyan etmiş birçok önemli olayın arka plânında Mehdî anlayışının tesirini
görmek mümkündür.
İslâm Tarihinde, Emevîler dönemiyle, ilk dönem Abbasîler devrinde
meydana gelen içtimâî, siyasî ve dinî hareketlerin çoğunda Mehdî anlayışı et-
kin rol oynamıştır. Konuyla ilgili olarak özellikle Hadis, Dinler Tarihi ve
İslâm Tarihi alanlarında bir hayli eser telif edilmiştir. Ebû Nuaym el-Isfahânî,
Şevkânî, Süyûtî, İbn Hacer el-Heytemî, Ebû Sâlim Muhammed b. İbrahim,
Muhammed Hasan Ali, Abdullah b. Zeyd, Muhammed Ali es-Sabûnî, Abdü-
laziz ed-Dûrî< gibi müelliflerin eserleri bunlardan bir kaçıdır. Ülkemizde bu
konuya ciddi anlamda eğilen Ekrem Sarıkçıoğlu, Avni İlhan, Hasan Onat’ı da,
burada zikredelim. Öte yandan Mehdî konusunda ülkemizde dokuz Yüksek
Lisans, iki Doktora tezi hazırlanmıştır. Hadis alanında hazırlanan Tezlerde
Mehdî’yle ilgili hadislerin metin ve senet yönlerinden kritiğine yoğunlaşılır-
ken, Tarih alanındaki Tezlerde Mehdî inancının tarihî serüveni ve tarihî olay-
lardaki fonksiyonu mihenk taşı olmuştur.
1. Kavramsal Çerçeve
Mastarı ‚hedy, hidâyet‛; ‚doğru yolu bulmak‛, ‚rehberlik etmek‛, ‚yol
göstermek‛ olan Mehdî kelimesi sıfattır; ‛hidâyete erdirilmiş‛, ‚rehberlik
edilmiş‛, ‚kendisine doğru gösterilmiş kişi‛ anlamındadır.1 Bu kavram için
Aztekler quetzalcoati, Eski Mısırlılar ameni, Hindular kalki, Budistler mayt-
reya, Mecûsîler saoşyant, Yahûdi ve Hristiyanlar mesih kelimesini kullanmış-
lardır. Kelimenin terim anlamı, kullanılan kültür ve dinlere göre farklılıklar
arz etmektedir. Bu bağlamda görevi noktasında ciddi bir fark görülmemesine
1 Geniş bilgi için bkz. İsmâîl b. Hammâd el-Cevherî, Tâcü’l-lüğa ve sıhâhu’l-‘Arabiyye (es-
Sıhah), nşr. Ahmed ‘Abdülgâfur, (Beyrut, 1990), 6, 2532; Ebü’l-Fazl Muhammed İbn
Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, (Beyrut, 1970), 15, 354; Mecdüddîn Muhammed b. Ya’kûb el-
Fîrûzabâdî, el-Kâmûsü’l-muhît, (Beyrut, 1987), 1733-1734.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 55
2 Ekrem Sarıkçıoğlu, ‚Mehdî‛, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. 28, (İstanbul:
Türkiye Diyanet Vakfı yayınları, 2003), 370.
3 Ahmet Ağırakça, ‚Mehdî,‛ Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, C. 2, (İstanbul, 1990), 496; Yaşar
Kutluay, Tarihte ve Günümüzde İslâm Mezhepleri, (Konya, 1968), 137; Avni İlhan, Mehdîlik,
(İzmir, 1976), 8. Geniş bilgi için ayrıca bkz. Ahmet Güzel, Abbasî Halifesi Mehdî b. Mansûr,
(Konya, 2012), 54-55.
4 Sarıkçıoğlu, ‚Mehdî‛, 371.
5 Ahmed Emîn, Duha’l-İslâm, (Beyrut, 1969), 3, 241.
6 Muhammed İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ, (Beyrut: Dâru Sâdır, b.t.y), 5, 162, 333; Abdüla-
ziz ed-Dûrî, el-Fikratü’l-Mehdiyye beyne’d-da’veti’l-Abbâsiyyi’l-Evvel, (Beyrut, 1981), 124–25;
İlhan, Mehdîlik, 8.
7 Dûrî, el-Fikratü’l-Mehdiyye, 125; Adam Mez, el-Hadâratü’l-İslâmiyye fi’l-karni’r-rabiı’l-hicrî,
Arapçaya çev. M. A. Ebû Reyde, nşr. A. Rif‘at el-Bedrâvî, (Beyrut, 1967), 2, 68.
56 • Ahmet Güzel
14 Bernard Levis, Tarihte Araplar, çev. Hakkı Dursun Yıldız, (İstanbul, 1975), 95.
15 Abdülaziz ed- Dûrî, İslâm İktisat Tarihine Giriş, çev. Sabri Orman, (İstanbul, 1991), 76.
16 İzzüddîn Ebü’l-Hasen İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târih, (Beyrut, 1965), 5, 408; Hasen Huseyn
el-Hac, Hadâratü’l-‘Arab fi’l-‘asri’l-‘Abbâsî, (Beyrut, 1994), 7.
17 Agapiyus b. Kostantin Menbicî, el-Müntehab min târîhı’l-Menbicî, nşr. Ömer Abdüsselâm
Tedmürî, (Trablus 1976), 123; Muhammed Ammâra, Müslimûn süvvâr, (Beyrut, 1988),
180–189.
18 Mustafa Öz, ‚Muhammed b. Abdullah el-Mehdî‛, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedi-
si, C. 30, (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı yayınları, 2005), 489.
19 Ebü’l-Ferec Ali el-İsfehânî, Mekâtilü’t-tâlibiyyîn, nşr. S. Ahmed Şâkir, (Kahire, 1946), 237;
Fığlalı, ‚Mesih ve Mehdî İnancı Üzerine‛, 206.
20 Ammâra, Müslimûn süvvâr, 187–188
21 Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr et- Taberî, Târîhu’r-rusûl ve’l-mülûk, nşr. Muhammed
Ebü’l-Fazl İbrahim, (Kahire,1967), 7, 517.
22 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târih, 5, 408.
58 • Ahmet Güzel
28 Taberî, Târîh, 7, 519-547. Geniş bilgi ve yorumlar için bkz. Zorlu, Abbasîlere Yönelik Dinî ve
Siyasî İsyanlar, 225-235.
29 Zorlu, Abbasîlere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, 235.
30 İsfehânî, Mekâtilü’t-tâlibiyyîn, 233; Ammâra, Müslimûn süvvâr, 187-188; Fârûk Ömer, Tabîa-
tü’d-da’veti’l-Abbâsiyye (98–132/716–749), (Bağdat, 1987), 264–265.
31 Muhammed b. Alî b. Tabâtabâ İbnü’t-Tiktaka, el-Fahrî fi’l-adâbi’s-sultâniyye ve’d-düveli’l-
İslâmiyye, (Beyrut, b.t.y.), 164.
32 Taberî, Târîh, 7, 567.
33 Taberî, Târîh, 7, 556; İbn Kesîr, el-Bidâye, 10, 86.
34 ‚Allah ve Rasûlüne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların
cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çapraz-
lama kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu, onların dünyadaki
rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır. Ancak, siz kendilerini yenip ele
geçirmeden önce tevbe edenler müstesna; biliniz ki Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyici-
dir.‛ (el-Mâide 5/ 33-34).
60 • Ahmet Güzel
41 Ebü’l-Kâsım Alî b. Hasan İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dimeşk, nşr. Ömer b. Garame, (Bey-
rut, 1995), 6, 68; Dûrî, el-Fikratü’l-Mehdiyye, 129–130.
42 İbn Mâce, ‚Fiten‛, 34; Dârimî, ‚Mehdî‛, 1.
43 Ebû Dâvûd, ‚Mehdî‛, 1; Tirmîzî, ‚Fiten‛, 52–53; İbn Mâce, ‚Fiten‛, 34.
44 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2, 117–118.
45 İsfehânî, Mekâtilü’t-tâlibiyyîn, 233–235.
46 Dûrî, el-Fikratü’l-Mehdiyye, 129–130.
47 Öz, ‚Muhammed b. Abdullah el-Mehdî‛, 490.
48 Nahide Bozkurt, ‚Mansûr‛, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. 28, (İstanbul: Tür-
kiye Diyanet Vakfı yayınları, 2003), 5.
49 İlhan, Mehdîlik, 65.
50 İbn Asâkir, Târîhu Medîneti Dimeşk, 27, 39; Hüseyin Atvân, ed-Da’vetü’l-Abbâsîyye-mebâdiu
ve esâlîb-, (Beyrut, 1984), 182–183.
51 M. Qasım Zaman, ‚Routınazıtıon of Revolutıonary Charızma: Notes on The Abbasi Ca-
lıphs al-Mansur and al-Mehdi,‛ Islami’c Studies, (İslâmâbâd, 1990), 256.
52 Merfû: İsnadı Hz. Peygamber’de nihayet bulan hadistir. (İbn Hacer, el-Askalânî, Nühbe-
tü’l–Fiker Şerhi (Nüzhetü’n-nazar fî tavzîhi nuhbetü’l-fiker), çev. Talat Koçyiğit, (Ankara,
1971), 72; İ. Lütfi Çakan, Hadis Usûlü, (İstanbul, 1989), 115.
53 Ebû Bekr b. Ali Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, (Beyrut, 1985), 5, 391.
62 • Ahmet Güzel
ten bir mektup yazdı. Mektubunda ısrarla oğlunun beklenen Mehdî olduğu-
nu vurguladı.63
Görüldüğü gibi Mansûr’un oğluna Mehdî lâkabını vermesi iki sebepten
kaynaklanmaktadır: Birincisi, oğlunun veliahtlığa geçmesinde onun önünü
açacak en iyi yolun, onun Mehdîliğinin vurgulanmasıyla mümkün olmasıy-
dı.64 Böylece Mansûr, kendi iktidarını yerleştirmek için döktüğü kanları, oğ-
lunun telâfi edeceğini ima etmek istemiş, ama kesinlikle bir şeyi de vurgula-
mıştı: Din eksenli düşünen kesimlerin ümitleri ne olursa olsun, her hâlükârda
‚Abbasî mutlakiyeti‛ gerçekleşecekti.65
Mansûr’un oğluna Mehdî lâkabını vermesinin ikinci sebebi de, Ehl-i Beyt
taraftarlarının isyanlarına karşı onların temel dayanakları olan ve kamuoyu
oluşturmalarında etkin rol oynayan Mehdî fikrinin, Ehl-i Beyt taraftarlarınca
kullanılmasını önlemek, Mehdî’nin Abbasoğullarından çıkacağına insanları
inandırmaktır. Nitekim kendisinin hilâfeti döneminde Mehdî, Îsâbâz Sara-
yı’nda66 Ensâr ve Muhâcirin çocuklarına para dağıttığı zaman insanların: ‚Bu,
Rasûlüllah’ın müjdelediği Mehdî’dir‛ demeleri,67 Mansûr’un ileriye dönük
ümitlerinin gerçekleştiğine işaret etmektedir.
SONUÇ
Mehdîlik anlayışı tarihin her devrinde dini, meşrebi, siyasî, sosyal yapısı
ne olursa olsun, hemen her toplumun hayatında tesir bırakan bir anlayış ola-
rak karşımıza çıkmaktadır. İslâm toplumunda da özellikle Emevîler döne-
minde filizlenmeye başlayan bu anlayış, ilerleyen dönemlerde serpilmiş, tari-
hin seyrini değiştiren bazı olaylarda etkin rol oynamıştır. Abbasîler dönemin-
de seçimle iktidara gelmeyen bir halife olarak Ebû Ca’fer el-Mansûr, meşrui-
yet sorunu yaşamamak için kamuoyu desteğine ihtiyaç duymuş; özellikle
meşruiyetini sorgulayan, Mehdî olduğunu dillendiren, hilâfetin kendisinin
hakkı olduğunu ve Abbasîlerce gasp edildiğini iddia eden Ali evlâdının bir
kolu olan Hasanoğullarının temsilcisi Muhammed en-Nefsüzzekiyye’nin iti-
razlarına, karşı hamlelerle cevap vermiştir. Bu bağlamda Ebû Ca’fer el-
Mansûr ve Muhammed en-Nefsüzzekiyye arasındaki mektuplaşmaların taraf-
ların birbirlerini ikna etmekten ziyade, kamuoyunu ikna etmeye yönelik ga-
yelere matuf olduğu anlaşılmaktadır. Hakeza her iki taraf da meşruluklarını,
sıhhatleri ihtilâflı olan, hadis olarak dillendirdikleri Mehdîlikle ilgili sözlerle
ortaya koymaya çalışmışlardır. Netice itibariyle Ebû Ca’fer el-Mansûr’un ge-
rek mektuplarıyla, gerek söz konusu hadis olarak lanse ettiği sözlerle bekle-
nen Mehdînin Abbasoğullarından geleceğine ve hatta o kişinin oğlu Mu-
hammed olduğuna dair yaptığı hamleler hem kendisinin otoritesini kuvvet-
lendirmiş, hem de veliahdı olmadığı hâlde oğlu Muhammed’e halifelik yolu-
nu açmış, Muhammed en-Nefsüzzekiyye de siyasî hatalarının kurbanı olmuş,
hedefine ulaşamadan öldürülmüştür. Ebû Ca’fer el-Mansûr’un lehine sonuç-
lanan bu mücadele sonrasında, ciddi bir muhalefet bloğu olan Ali evlâdı bul-
duğu en ufak bir devlet boşluğunda aynı iddialarla Abbasîlere karşı mücade-
lesini sürdürmüştür.
KAYNAKÇA
Ahmed b. Hanbel. (ö. 241/885), el Müsned. İstanbul: 1992.
Ahmed Emîn. Duha’l-İslâm. Beyrut: 1969.
Ağırakça, Ahmet. ‚Mehdî‛. Sosyal Bilimler Ansiklopedisi. C. 2: 496-497. İstanbul: 1990.
Alî, Ahmed İsmâîl. Târîhu Bilâdi’ş-Şam fi’l-Asri’l-Abbâsî. Dimeşk: 1983.
Ammâra, Muhammed. Müslimûn Süvvâr. Beyrut: 1988.
Atvân, Huseyn. ed-Da’vetü’l-Abbâsiyye-Mebâdiu ve Esâlîb-. Beyrut: 1984.
Avcı, Casim. ‚Hilâfet‛. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 17: 539-546, İstanbul: Tür-
kiye Diyanet Vakfı yayınları, 1998.
el-Aynî, Bedrüddîn. es-Seyfü’l-Mühenned fî Sîrati’l-Meliki’l-Müenned. nşr. S. Muhammed
Şeltût, Kahire: 1966.
el-Bağdâdî, Ebû Bekr b. Ali Hatîb. (ö. 463/1071), Târîhu Bağdad. Beyrut: 1985.
el-Belâzürî, Ebü’l-‘Abbâs Ahmed b. Yahyâ. (ö. 279/892), Fütûhu’l-Büldân. nşr. Rıdvân Mu-
hammed Rıdvân, Beyrut: 1983.
Bozkurt, Nahide. ‚Mansûr‛. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 28: 5-6. İstanbul:
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2003.
el-Cevherî, İsmâîl b. Hammâd. (ö. 393/1002), Tâcü’l-Lüğa ve Sıhâhu’l-‘Arabiyye (es-Sıhah). nşr.
Ahmed Abdülgâfur, Mısır: 1956.
Çakan, İ. Lütfi. Hadis Usûlü. İstanbul: 1989.
ed-Dârîmî, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdurrahmân. (ö. 255/868), es-Sünen. nşr. Abdullah
Hâşim, İstanbul: 1992.
Ebû Dâvûd, Süleymân b. el-Eş’as. (ö. 275/888) es-Sünen. İstanbul: 1992.
ed-Dûrî, Abdülaziz. el-Fikratü’l-Mehdiyye beyne’d-da’veti’l-Abbâsiyyi’l-Evvel. Studıa Arabıca et
İslamica – Festschrıft for İhsan Abbâs, Beyrut: 1981.
ed-Dûrî, Abdülaziz. İslâm İktisat Tarihine Giriş. çev. Sabri Orman, İstanbul: 1991.
el-Ezdî, Ebû Zekeriyyâ. Târîhu’l-Mevsıl. nşr. A. Habîbe, Kahire: 1967.
el-Fesevî, Ebû Yûsuf Ya’kûb b. Süfyân. (ö. 277/890), el-Ma’rifetü ve’t-Târîh. nşr. Halîl el-
Mansûr, Beyrut:1999.
Fığlalı, E. Ruhi. Çağımızda İtikadî İslâm Mezhepleri. Ankara: 1980.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 65
Fığlalı, E. Ruhi. ‚Mesih ve Mehdî İnancı Üzerine‛. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergi-
si, C. 25: 179-214, Ankara: 1981.
el-Fîrûzâbâdî, Mecdüddîn Muhammed b. Ya’kûb. (ö. 817/1414), el-Kâmûsü’l-Muhît. Dı-
meşk:1306.
Güzel, Ahmet. Abbasî Halifesi Mehdî b. Mansûr. Konya: 2012.
el-Hac, Huseyn Hasen. Hadâratü’l-‘Arab fi’l-‘Asri’l-‘Abbâsî. Beyrut: 1994.
Halîfe b. Hayyât el-Asferî. (ö. 240/854), Târîhu Halîfe b. Hayyât (Rivâyetü Bakıyy b. Hâlid). nşr.
Süheyl Zekkâr, Beyrut: 1993.
Hitti, Philip K. Sâniu Târîhi’l-Arab. Arapçaya çev. Enîs F., Beyrut: 1980.
Hodgson, Marshall G.S. İslâm’ın Serüveni. çev. Metin Karabaşoğlu vd.leri, İstanbul: 1993.
İbn Asâkir, Ebü’l-Kâsım Alî b. Hasan. Târîhu Medîneti Dimeşk. nşr. Ömer b. Garame, Beyrut:
1995.
İbn Hacer, Muhammed b. Habîb el-Hâşimî el-Askalânî, (ö. 852/1447), Nühbetü’l-Fiker Şerhi
(Nüzhetü’n-Nazar fî Tavzîhi Nuhbetü’l-Fiker). çev. Talat Koçyiğit, Ankara: 1971.
İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ İsmâîl b. Kesîr ed-Dimeşkî. (ö. 774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye. Limas-
soyl: b.t.y.
İbn Mâce, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî. (ö. 275/888), es-Sünen. nşr. Mu-
hammed Fuâd Abdülbâkî, Mısır: 1954.
İbn Manzûr, Ebü’l-Fazl Muhammed. (ö. 711/1371) Lisânü’l-‘Arab. Beyrut: 1970.
İbn Sa’d, Muhammed. (ö. 230/844), et-Tabakâtü’l-Kübrâ. Beyrut: Dâru Sâdır, b.t.y.
İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Abdurrahmân b. Alî. (ö. 597/1200), el-Muntazam fî Târîhi’l-Ümem
ve’l-Mülûk. nşr. Muhammed Abdülkadir Atâ’-Mustafa Abdülkadir Atâ, Beyrut: 1992.
İbnü’l-Esîr, İzzüddîn Ebü’l-Hasen. (ö. 630/1232) el-Kâmil fi’t-Târih. Beyrut: 1965.
İbnü’s-Sâ‘î, Alî b. Enceb. (ö. 674/1275), Târîhu’l-Hulefâi’l-Abbâsiyyîn. nşr. Abdurrahmân Yûsuf
el-Cemel, Kahire: 1993.
İbnü’t-Tiktaka, Muhammed b. Alî b. Tabâtabâ. (ö. 709/1309), el-Fahrî fi’l-Âdâbi’s-
Sultâniyye ve’d-Düveli’l-İslâmiyye. Beyrut: b.t.y.
İlhan, Avni. Mehdîlik. İzmir: 1976.
el-İsfehânî, Ebü’l-Ferec Ali. Mekâtilü’t-Tâlibiyyîn. nşr. S. Ahmed Şâkir, Kahire: 1946.
el-Kebbî, Züheyr. Mevsû‘atü Hulefâi’l-Müslimîn. Beyrut: 1994.
Kutluay, Yaşar. Tarihte ve Günümüzde İslâm Mezhepleri. Konya: 1968.
Levis, Bernard. Tarihte Araplar. çev. Hakkı Dursun Yıldız, İstanbul: 1975.
el-Menbicî, Agapiyus b. Kostantin (ö. h. IV/m.X), el-Müntehab min Târîhı’l-Menbicî. nşr. Ömer
Abdüsselâm Tedmürî, Trablus: 1976.
Mez, Adam. el-Hadâratü’l-İslâmiyye fi’l-Karni’r-rabiı’l-Hicrî. Arapçaya çev: M. A. Ebû Reyde,
nşr. A. Rif‘at el-Bedrâvî, Beyrut: 1967.
Mustafa Şâkir. Devletü Beni’l-Abbâs. Kuveyt: 1973.
en-Nüveyrî, Şihâbüddîn Ahmed b. Abdülvehhâb. (ö. 733/1333), Nihâyetü’l-Ereb fî Fünûni’l-
Edeb. nşr. Muhammed Câbir – İbrâhîm Mustafa, Kahire: 1984.
Onat, Hasan. Emevîler Devri Şiî Hareketleri ve Günümüz Şiîliği. Ankara: 1993.
Ömer Fârûk. Bühûs fi’t-Târîhi’l-‘Abbâsî. Beyrut: 1977.
Ömer Fârûk. el-Cüzûru’t-Târîhiyye li’l-vüzerâi’l-‘Abbâsiyye. Bağdat: 1986.
Ömer Fârûk. Tabîatü’d-Da’veti’l-‘Abbâsiyye (98–132/716–749). Bağdat: 1987.
Öz, Mustafa. ‚Muhammed b. Abdullah el-Mehdî‛. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi,
C. 28 : 489-490. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı yayınları, 2005.
66 • Ahmet Güzel
I. GİRİŞ
Mehdîlik fikrinin İslâm düşünce tarihinde daha ziyade Şiî sistem içeri-
sinde şekillendiğini görmekteyiz. Özellikle IX. ve X. yüzyıllarda Şia’nın kolla-
rı içerisinde İsmâilî sistem pek çok görüşünde felsefî düşüncelerden istifade
etmiştir. X. yüzyılda yaşamış olan İhvân-ı Safâ’ya ait Risâleler de bu noktada
önemli bir etkiye sahiptir. Hatta bazı düşünürler Risâleler’in, İsmâilî sistemin
felsefi altyapısını oluşturmak için kaleme alındığını ifade ederler. Şiî termino-
lojide bahsedilen yüzyıllarda imâmet ve mehdîlik düşünceleri başta olmak
üzere zâhir-bâtın ayırımı, kıyamet, ölüm, ahiret ahvali gibi pek çok temel
doktrinde İhvân-ı Safâ’nın etkileri görülmektedir. İhvân-ı Safâ’nın İsmâilî
olup olmadığı tartışması farklı bir tartışma konusudur. Ancak İhvân’ın söy-
lemlerinin pek çok konuda olduğu gibi imâmet-mehdîlik anlayışının temel
yapı taşlarını oluşturduğuna da şüphe yoktur. Makalemizde mehdîlik düşün-
cesinin felsefî arka planı, İhvân’ın özellikle kozmoloji ve epistemoloji görüşle-
ri bağlamında açıklanacaktır.
X. yüzyıla kadar İslâm tarihinde bilimsel faaliyetler büyük ilerleme kay-
detmiş olmasına rağmen bu yüzyılda İslâm Devleti’nin siyasî ve sosyal bü-
tünlüğünün bozulmaya başladığını görmekteyiz. Halifenin gücü zayıflamış,
Samaniler, Fatımiler, Büveyhiler gibi küçük devletler kurulmuş, bu devletler-
den bir kısmı bazı mezheplerin hakimiyetini güçlendirme maksadına hizmet
etmişlerdir. Fikri ve siyasî ihtilafların dorukta olduğu bu dönemde her din ve
bilimden, her felsefe ve mezhepten güzel ve yararlı buldukları düşünceleri
alan, eklektik bir sisteme sahip, kimlikleri ve nerede yaşadıkları tam olarak bi-
linemeyen bir topluluk olarak İhvân-ı Safâ ortaya çıkmıştır.1
Bu küçük devletler içerisinde Fatımiler, siyasî otorite ile mezhep faktö-
rünü birleştirerek tek bir güç haline gelmiş, otoritesini ve hakimiyetini teyid
etmeyi başarmıştır. İslâm tarihinde önemli siyasî hareketlerden biri olan
İsmâilî propaganda IX. ve X. yüzyıllarda oldukça hararetli bir şekilde devam
etmiştir. Bu durum, X. yüzyılda Kuzey Afrika’dan Hindistan’a kadar bütün
İslâm coğrafyasında güçlü bir duruma geldikleri ana kadar sürmüştür. Bir
imamın (halifenin) tahta çıkmasını, siyasî programının esası haline getiren bu
hareket, ilk safhalarında sosyal bir devrimi gerçekleştirmenin, dışarıdan aldı-
ğı fikirleri bünyesinde eriterek felsefi bir sistem kurmanın ve Sünnî İslâm’ı
temelden sarsarak bu felsefi sistem üzerine yeni bir sistem oturtmanın yolla-
rını aramıştır.2
İhvân’ın yaşadığı dönemde, Sünni otoriteyi temsil eden Abbasi hilafeti,
Şiî bir hanedan olan Büveyhiler’in baskısı altında bulunuyor ve siyasî hâki-
miyetini giderek kaybediyordu. De Boer’e göre böyle bir ortam Şiî ve Mutezili
görüşleri felsefenin neticeleriyle telif ederek popüler bir sistem ortaya koyan
İhvân için çok uygundu.3 Yunan, Hint, Fars eserlerinin tercüme faaliyetleriyle
birlikte İslâm dünyasına kazandırılmasında dönemin Sünnî-Şiî rekabetinin
büyük etkisi olmuştur. X. ve XI. yüzyıllar İslâm sanatı, felsefesi ve bilimlerinin
temel yapı taşlarının oluştuğu bir dönemdir. Tüm bu düşünce sistemlerini tek
bir potada eritebilen İhvân, X. yüzyılın hem siyasî hem de felsefi hayatını
Risâleler’ine yansıtabilmiştir. İhvân hareketinin, dönemin önemli ilim merkez-
lerinden olan aklî düşüncenin ve Mutezili hareketin merkezi olan Basra’da
başlaması da tesadüfi değildir.
Dinî ve ahlâkî kaygılarla ortaya çıkan İhvân-ı Safâ, bağnazlığı, fikir ve
mezhep çekişmelerini gidermeyi, kardeşlik ve yardımlaşma duygusunu yer-
leştirmeyi, kendilerine göre yanlış bilgiler ve bâtıl düşüncelerle kirletilmiş
olan dini, felsefe ile yeniden temizlemeyi hedeflemiştir. Bunu gerçekleştirir-
ken oldukça eklektik davranmış, ön yargısız bir yaklaşımla dinî, felsefî ve ilmî
olmak üzere ulaşabildiği her tür bilgiyi kullanmıştır.4
İhvân’ın temel hedefi hiçbir bilgi kaynağını ihmal etmemek ve her inan-
cın kendilerine göre müspet yönlerini doktrinlerine katmaktır. Bu nedenle İh-
vân sadece Grek felsefesini değil, aynı zamanda İran ve Hint irfan ve hikme-
tini, Yahudi ve Hristiyan kutsal kitaplarını da felsefelerine kaynak edinmiş ve
bütün bunları İslâmi bir potada eritmeye çalışmıştır. 5 Ayrıca Budizm, Zer-
düştlük ve Maniheizm gibi dinlerin etkileri de görülmektedir.6 Bunun yanı
sıra metafizik, ahlâk ve siyaset felsefelerinde Kindî ve Fârâbî gibi İslâm felse-
fecilerinin tesirleri görülmekle birlikte bunları hiç zikretmemesi dikkat çekici-
dir. Bu renkli kimlikleri içerisinde İhvân’ın dinle felsefeyi uzlaştırma çabaları
2 Bayram Ali Çetinkaya, İhvân-ı Safa’nın Dinî ve İdeolojik Söylemi, Ankara: 2003, 12.
3 De Boer, İslâm’da Felsefe Tarihi, terc. Yaşar Kutlay, Ankara: 1960, 60; Çetinkaya, a.g.e, 12.
4 Enver Uysal, “İhvân-ı Safâ”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: 2000, c. 22, 2. Ian Richard
Netton, Muslim Neoplatonists An introduction to the Thought of the Brethren of Purity
Ikhwan al-Safa', London: 1982, 6; Çetinkaya, a.g.e, 35.
5 Çetinkaya, a.g.e, s. 35; Ahmet Koç, İhvân-ı Safa’nın Eğitim Felsefesi, İstanbul: 1999, 46; Taha
Hüseyin “Mukaddime”, Resâilu İhvâni’s-Safâ ve Hıllâni’l-Vefâ, I, 10; Netton, a.g.e, 105.
6 Netton,a.g.e, 89, 94.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 69
zarlarının çok tedbirli davranıp bunu sadece “bilenin, kendisine malum ola-
nın anlayacağı” şekilde kaleme aldıklarını belirtir.12 L. Massignon’a göre ise,
Risâleler Karmatî düşüncenin terkibidir.13 De Boer ise İhvân’ı müfrit Şiî,
İsmâilî temayüllü siyasî-dinî bir topluluk olarak tanımlar.14
Buna karşılık İhvân’nın hiçbir siyasî programının olmadığını ifade eden
Ömer Ferruh’a göre onların amacı, İslâm’ın ve Grek felsefesinin yardımıyla
herkese uygun düşen kimseyi incitmeyen manevi bir doktrin geliştirmektir.
Risâlelerin bir yerinde “iyiler devletinin zuhur zamanına” atıfta bulunulduğu-
nu ancak bununla basit olarak “kendi gruplarının taraftarlarının ümmet için-
de önemli bir yekûn tuttuğu zamanı” kastettiklerini belirtir.15 Cemiyetin üye-
leri arasında Bâtınî-İsmâilî eğilimli kimseler olduğunu kabul etmekle birlikte
Mehmet Bayraktar, Ehl-i Sünnet’ten kimselerin de bulunduğuna dikkat çek-
mektedir.16
Seyyid Hüseyin Nasr, İhvân’ın düşünce sistemlerini göz önünde bulun-
durduğumuzda doğrudan İsmâilî olarak nitelemenin uygun olmayacağını
ifade eder. Fakat özellikle kozmolojik doktrinler dikkate alındığında “sufi eği-
limli Şiîler” diye tanımlamanın daha doğru bir tespit olacağını belirtir. Aynı
şekilde İbn Sînâ üzerindeki tesirine de dikkat çeker. Bütün olarak ele alındı-
ğında Risâleler’in hem Şiî hem de Sünnî dünyanın büyük bir bölümünün bin
yıl boyunca etkisinde yaşadığı bir evren anlayışı sunduğunu belirtir.17 Câbirî
ise, İhvân-ı Safâ Risâleleri’nin İsmâilîyye’ye ait olduğu konusunda hiçbir şüp-
he bulunmadığını ifade eder. Gerek İhvân gerekse İsmâilîyye’yi Harran oku-
luna mensup Hermetik etki altında bulunan gruplar olarak belirtir.18 Risâlele-
rin dinî bir propoganda anlamına geldiğini, Abbasi Devleti’ni ortadan kaldı-
rıp hak ve adalet prensiplerine dayalı Şiî -İsmâilî bir devlet kurmayı hedefle-
yen gizli-devrimci bir hareketin örgütsel araçları olduğunu, siyasî amaçlar pe-
şinde koştuklarının kuşku götürmeyen bir hakikat olduğunu ifade eder.19
İhvân’ın gizli bir teşkilat olması toplantılara sadece kendi üyelerini kabul
etmesi, faaliyetlerini gizlilik içerisinde sürdürmeleri, farklı gruplarla bağlantı-
ları hakkında tartışmalara sebep olmuştur. Sonraki dönemlerde Risâleler’e en
fazla İsmâilîler’in sahip çıkması, bu mezhebe mensub oldukları yönündeki
mehdî olduğunu yakın bir zamanda ric’at edeceğini kabul ettiler.22 Hem
mehdîlik fikrini kabul etmesi, hem de İhvân’ın sisteminden etkilenmesi sebe-
biyle çalışmamızda karşılaştırmalar yaparken Karmatî İsmailîliği’ni daha zi-
yade esas aldık.
22 Muzaffer Tan, “İsmâilîlik”, İslâm Mezhepler Tarihi, ed. Hasan Onat, Sönmez Kutlu, Ankara
2015, 246.
23 Nasr, Felsefî Mirasımız, 77.
24 İhvan-ı Safâ, Ihvan-ı Safâ Risâleleri, ed. Abdullah Kahraman, İsmail Çalışkan, İstanbul:
2012, c. III, 150; Risâletü’l-Câmia, (Resâilu İhvâni’s-Safâ ve Hullâni’l-Vefâ içinde) thk. Arif
Tamir, Beyrut-Paris 1995.s. 274.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 73
25 Risâleler, II, 330; Resâilu İhvâni’s-Safâ ve Hullâni’l-Vefâ, thk. Arif Tamir, Beyrut-Paris1995, II,
360. Bundan sonraki kaynaklarda Risâleler “Resâil” şeklinde; tercümesi “Risâle-
ler”şeklinde dipnot gösterilecektir. Küllî Nefs’in Cüz’î nefsislere ve cisme girmesinin
hikmeti hakkında bkz. Risâleler, IIII, 42-43.
26 Risâleler, II, 60; Çetinkaya, a.g.e, s. 172-173. Koç, a.g.e, s. 28; Risâletü’l-Câmia, 80,314.
27 Hamidüddin Ahmed b. Abdullah el-Kirmânî, Kitâbu’r-Riyâd, thk. Arif Tamir, Beyrut:
1960, 76-77.
28 Muzaffer Tan, “İsmâilîlik”, 254; Karmatî evren tasavvuruyla ilgili bkz. Avcu, Horosan-
Maveraünnehir’de İsmâilîlik, 230-251. Ebû Yakub İshak b. Ahmed es-Sicistânî, Kitâbu’l-
İftihâr, Tahk. Mustafa Gâlib, Endülüs 1980, 41-42.
74 • Asiye Aykıt
B. Epistemoloji Görüşleri
İhvân’ın bilgi felsefesi, imama atfedilen özel konumu açıklamak nokta-
sında insanların hakikatin bilgisine hangi aşamalardan sonra ulaştığı, imamın
bu noktada özel bir durumunun bulunup bulunmadığını tespit etmek açısın-
dan önemlidir. Onlara göre hakikatin bilgisi, ilk aşamada duyu ve akıl bilgi-
siyle, ikinci aşamada ise riyazet ve sezgisel bilgiyle elde edilmektedir. Dolayı-
sıyla en üst seviyede hakikatin bilgisi mistik bir tecrübeyi de gerektirmekte-
dir.
İhvân’a göre bilgi vasıtaları; duyular, akıl32, vahiy ve ilhamdır. Bu sis-
temde duyular nesneler dünyası hakkında ilk bilgileri elde etmemizi sağlayan
kuvvelerdir. Vahiy ve ilham metafizik âlem hakkında bilgi edinmemizi sağ-
lar. Akıl ise duyular vasıtasıyla elde edilen bilgiyi algılayan, aynı zamanda
burhan yöntemiyle bu bilgileri metafizik boyuta taşıyarak küllî manaları da
algılayabilen bir yapıya sahiptir. Doğuştan bilgiyi kabul etmeyen İhvân’a göre
nesneler dünyasından en üst seviyedeki âlemlerin ve nihayet Tanrı’nın bilgi-
sine bizi ulaştırması itibariyle bilgi vasıtalarının tümü insan için önemlidir.
Düşünce sistemlerinde, hakikatin bilgisine ulaşma hususunda hem sezgisel
bilgiyi hem de rasyonel bilgiyi önemsediklerini söylemeliyiz. İhvân en aşağı
seviye duyulardan en üstte akla kadar ulaşan bilme sürecini insanın fizik ve
metafizik yönlerini de içine alan nefis ve kuvveleri zemininde açıklar.
İhvân-ı Safâ, felsefesinde bilen suje durumunda olan insanı düalist bir
yapı içerisinde inceler. İnsanın ruh ve bedenden mürekkep bir bütün olduğu-
nu, onun en şerefli yönünün ruhu/nefsi olduğunu ifade eder. “İnsanın hakika-
ti ruhudur, bedeni ise onun evi, gömleği, elbisesi veya kılıfıdır. Ruh, semavî,
düşünen, aydınlık, latif, bozulmayan, hareketli, ölümsüz, âli, manevî bir cev-
herdir.”33 Dolayısıyla insanın hareketten bilmeye kadar her tür fiillerini icra
etmesini sağlayan yönü ruhu olmaktadır. İhvân’a göre evreni Alem Ru-
hu/Küllî Nefs, insanı da insan ruhu/nefsi yönetir. İnsanın bu âlemde varoluş
gayesi, kendini, kainatı ve Yaratan’ını bilip eşyanın hakikatini idrak etmektir.
Bütün faaliyetleri ruhtan gelen insanın “bilme” olayını nasıl gerçekleştireceği
duyular âleminden metafizik âlemlere doğru giden hiyerarşik bir düzen içeri-
sinde ilerleyen kuvveler üzerinden ele alınır.
Risâlelerde bilgi edinme süreçlerinin açıklandığı yerlerde insanın fizik ve
metafizik yönlerini ifade edecek şekilde nefsin kuvveleri ele alınmaktadır. Bu
kuvveler ahlâk felsefesinde genel olarak ele alınan Aristocu; nebâtî, hayvânî,
insânî nefs şeklindeki tasnife göre açıklanmaktadır. Bu tasnifte bitkisel nefis
beslenme, büyüme ve üreme fonksiyonlarını icra eder. Hayvânî nefs ise, du-
yulara dayalı idrak ve harekete geçirme (irade) şeklinde iki kuvveye sahiptir.
İnsanî nefiste ise, küllî ve metafizik algılayış söz konusu olup ahlâkî eylem bu
seviyeden sonra söz konusu olmaktadır.34 Bu kuvveler yukarıdan aşağıya
doğru uyum içerisinde çalışmalıdırlar. Bunlardan bitkisel nefs hayvânî nefs
tarafından, hayvâni nefs nâtıka gücü tarafından, nâtıka da namusî ve melekî
güç tarafından denetlenmelidir. Bu kuvveler içerisinde bitkisel nefis insanın
nesneler dünyasında fiziksel fonksiyonlarını icra etmesini sağlayan kuvvesi-
dir. Hayvânî nefs yine nesnelerle alakalı cüz’î idrak ve bu idrake dayalı irade
fonksiyonlarını yerine getiren kuvvedir. İnsani nefs ise aklî bilgiyi elde eden
insanı insan yapan, diğer varlıklardan ayıran, onu fiillerinden sorumlu ahlâkî
bir varlık yapan kuvvedir.
İsmâilî sistemde de İhvân’ın kozmoloji ve epistemoloji anlayışına paralel
bir biçimde insan düalist bakış açısıyla ele alınır. İnsan nefsi bir yönüyle
33 Risâleler, I, 175-176, 206; II, 271. Câbirî İhvân’ın nefis ve ruh bilimiyle ilgili görüşlerinin
İbn Sinâ sisteminin temelini oluşturduğunu ifade eder. Her iki müellifin de ruhu merkeze
almalarının amacı cisimler alemi ile ruhlar alemi arasında geçiş sağlaması itibariyledir.
Burada asıl amaç ruhun zindandan kurtulup ebedi mutluluğa ulaşması görüşü çerçeve-
sinde insanların, özellikle gençlerin ruhlarına egemen olmak, onları kör bir itaate alıştır-
maktır. Câbirî, Felsefi Mirasımız, 187-188. İsmail Yakıt, İhvân-ı Safa Felsefesinde Bilgi Proble-
mi, İstanbul: 1992, 22.
34 Risâleler, I, 214; II, 266; Resâil, I, 299. Şahin Filiz, İlk İslam Hümanistleri –İhvân-ı Safâ Toplu-
luğu ve İnsan Felsefesi-, Konya: 2002, 203; Ferruh, a.g.e, 109. Karşılaştırma için bkz. Farabî,
a.g.e, s. 76-77.
76 • Asiye Aykıt
maddî evrene bakarken diğer yönüyle İlk Akl’ın cevherinden bir cüzdür.
Küllî Nefsin, İlk Akıl’dan uzaklaşması sebebiyle kendisinde oluşan eksikliği
gidermesi ancak beşerdeki akıl sayesinde olacaktır.35 İnsandaki nefs-i nâtıka
bu âlemdeki her şeyden üstündür. Dolayısıyla insan Küllî Nefis’ten taşanların
en üstünü Nefs’in eserlerini kabul etmeye en yetenekli olanıdır. İnsandaki
nefs-i nâtıkanın bu yükselişi ve kurtuluşu sağlayabilmesi için Risâlete ve
imâmete ihtiyacı vardır. İnsanlar içerisinde nefis cevheri en saf ve latif olanlar
peygamberler ve imamlardır.36 İlk Akl’a dönüş ve kemâl ancak onlar sayesin-
dedir.
İhvân’ın epistemolojisinde hakiki bilgiye ancak insânî nefsin kuvveleri
vasıtasıyla ulaşabiliriz. Nâtıka kuvvesi diğer kuvveler içerisinde merkezî ko-
numdadır. İhvân’a göre nâtıka kuvvesinin vücuttaki mahalli beyindir. Beynin
bilgiyi elde ederken kullandığı beş kuvvesi bulunmaktadır; duyu, hayal (mü-
tehayyile), düşünme (müfekkire), hâfıza, nâtıka kuvveleridir.37 Bu kuvveler
içerisinde mütehayyile kuvvesi Farabî’de olduğu gibi önemli bir konumdadır.
Duyulardan gelen bilgilerin (suretlerin) ma’kul hale gelmesini sağlayan aracı
kuvvedir. Burada İhvân düşüncesinde duyu bilgilerinin metafizik bilgiyi elde
etmede gerekliliğine vurgu yapmak yerinde olacaktır. “Duyular olmasa ne
akledilirler ne de burhanla bilinebilir olan şeyler bilinir”38 Duyularla algılanan
nesnelerin suretleri hayal/mütehayyile gücünde muhafaza edilir ve onlar üze-
rinde tasarrufta bulunulur. Bu suretler tafsil ve tertip edilerek düşünme gü-
cünün hizmetine sunulur. Düşünce/nâtıka gücü bu suretleri birer birer inceler,
onlar üzerinde düşünür, terkip, tahlil, muhteva anlam, karakter, kemiyet ve
keyfiyetlerini araştırır, sonra bunları hafızaya iletir. Gerektiğinde akıl, kendi-
sine uygun olan veriler için buraya müracaat ederek onları soyutlar, genelleş-
tirir ve dil ile ifade edilip, kulakla işitilebilen tutarlı bir hale sokar.39 Duyular-
35 Ebu Hatim er-Râzî, Kitâbu’l-Islâh, thk. Hasan Minuçehr-Mehdi Muhakkik, Tahran: 2004,
31-33.
36 Avcu, Horosan-Maveraünnehir İsmâilîliği, 259-260.
37 Risâleler, II, 266, 284,329; Resâil, II, 358. Oniki İmam Şiîliğinde yer alan nâtıka kuvvesine
ait duyular, mütehayyile, akıl kuvveleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Henry Corbin,
İslâm Felsefesi Tarihi, terc. Hüseyin Hatemi, İstanbul 2017. c. I, 122,123.
38 Risâleler, II, 278-279. Bu hususta ayrıntılı bilgi için bkz. İsmail Yakıt, a.g.e, 36-52. Kuvveler
içerisinde önemli bir konumda bulunan hayal gücünün bir diğer fonksiyonu da, başlan-
gıçta duyumlanımların izlenimi olmadan, rasyonel şeylerin imajını tasavvur edebilmele-
ridir. Fârâbî’de olduğu gibi İhvân için de hayal gücü kuvveler içerisinde merkezi bir ko-
numdadır. Hayal kuvvesine Kırkikinci Risâlede müstakil bölümler ayırmıştır. İnsanların
farklı mezheplere ayrılma sebebini de en temelde hayal gücünün herkeste aynı saviyede
olamamasına bağlamıştır: Risâleler, III, 338-345. Farabî ile karşılaştırma için bkz. Fârâbî,
el-Medinetü’l-Fâzıla/İdeal Devlet, terc. Ahmet Arslan, Ankara: 1997, 89; İbn Sînâ, Kitâbu’n-
Necât, thk. Macid Fahri, Beyrut: 1985, 201; İbn Sînâ,
eş-Şifa/et-Tabîiyyât/en-Nefs. Thk. G. C. Anawatı, Kahire: 1975, 147.
39 Risâleler, I, 214; II, 113, 268. Nasıl ki hava bir takım sesleri ve kokuları saklayıp duyulara
iletirse, ondan çok daha mükemmel, ruhani bir varlık olan nefis de hayal gücünden gelen
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 77
dan hayale, hayalden düşünceye gelen imajlar hafızada depo edildikten sonra
düşünce melekesi bu imajlardan yeni ve küllî kavramlara ulaşabilmektedir.
İhvân nâtıka gücünü, “ilim ve marifette derinleşme ve yetkinleşme arzusu”
olarak ifade etmektedir.40 Bu gücün yetkinleşmesi için mistik tecrübeye olan
ihtiyaç Risâleler’de sıklıkla vurgulanmaktadır. İhvân bu tekâmül sürecinde bir
rehberin gerekliliğine sık sık vurgu yapar.
İhvân, bu rehberin ve muallimin en başta Allah’ın emir ve yasaklarını
bildirmekle görevlendirilen Peygamberler olduğunu ifade ederler. Onlar bü-
tün insanlığın muallimidir, onların muallimi ise melekler, meleklerinki Küllî
Nefs, Küllî Nefs’inki Faal Akıl, bunların tamamının muallimi ise Allah’tır.41
İhvân insanın kemâli elde etmesi noktasında rehber olarak filozofları ve bu-
nunla birlikte felsefi ilimleri de sayar. Peygamberler ve imamlara has olan
ilhâmî bilgiye dikkat çekmekle birlikte Risâleler’de sıklıkla felsefi bilginin ev-
reni ve insanı tanımadaki önemine de dikkat çekilmektedir. Ayetlerin bâtınını
kavramada hikemî bilgi önemlidir. Ancak felsefenin vahyin rehberliğinde kul-
lanılmasının gerekliliğine de sık sık vurgu yapılır. İhvân’ın felsefi ilimlerin
gerekliliğine yapmış olduğu vurgular, ayetlerin bâtınî tevili meselesinde
İsmâlî sistemden farklılaştığını da göstermektedir. İhvân’a göre Kur’an’ın tef-
sir ve tevilini iman ehli filozoflar hikmet sahibi kişiler yapmalıdır. Kendilerini
de buna ehil kişiler olarak ifade ederler.42
İhvân’a göre insanlığın sosyal evrimleşmesi devam edecek, bununla bir-
likte İslâm’dan sonra ne yeni bir din ne de yeni bir peygamber gelecektir.
Çünkü en mükemmel ve en son din olması hasebiyle İslâm gelecekteki sosyal
evrimlere cevap verecek kabiliyette olduğu gibi peygamberliğin rolünü de
Hz. Peygamber’in mirasçıları olarak hikmet sahibi imam ve veliler devam et-
tirecektir.43 Bilgi, imamlar yani dinî liderler kanalından elde edilir. İmamların
nihai kaynağı, bilgisini vahiy yoluyla Allah’tan alan Peygamber’dir.44
46 Risâleler, I, 223. Bir başka tasnifte insanlar inançlarına göre 3 e ayrılır: Entelektüeller,
avam, her ikisine de uygun olanlar: Risâleler, III, 364.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 79
med’e indirilen vahiyden, bütün gezegenlerin tekrar bir araya geleceği ve Al-
lah’ın yeni bir gün yaratacağı Kıyamet gününe kadar sürecektir. Seyyid Hü-
seyin Nasr, İhvân’ın kozmolojik ve astrolojik ilkelerini belirli bir grupla öz-
deşleştirmemizin mümkün olmayacağını ifade eder. Zira kozmoloji metafizik
gibi şer’i ayırımların üstünde yer alır.57 Ancak bu söylemlerin daha sonra
İsmâilîler’in mehdîlik anlayışına tesir ettiğinde şüphe yoktur.
İhvân’ın kurduğu bu sistemin İsmâilî mehdîlik fikrine tesirini ise kısaca
şöyle özetleyebiliriz: Yeryüzündeki varlıklar içerisinde Küllî Nefs’e yüksele-
rek onun nurundan pay alıp insanlara ulaştırabilen tek varlık insanlar içeri-
sinde peygamberlerdir. Allah nurunu, insanların “nâtık” kuvveleri aracılığıy-
la yeryüzüne yansıtmıştır. Bu insanlar içerisinde en üstünü peygamberlerdir
ki onlar da “Nâtık” diye isimlendirilirler. Her Nâtık’ın kendi döneminde
“Esas, vâsî, sâmit, imam” adını verdikleri temsilcileri vardır. Bu temsilciler,
Nâtık’ın getirdiği vahyin bâtınını insanlara açıklar ve önderlik yaparlar.
Allah’ın Kün emri ve Kelamı’yla oluşan 7 gezegene süfli alemde 7 devir
ve 7 Rasul/Nâtık tekabül eder. Bu 7 Nâtık’a da 7 Esas/İmam halife olur.58 Hz.
Adem’den itibaren insanlar İlk Aklı’n nurundan uzaklaşmaya başlar. 7. devre
gelindiğinde ise insanlık tekrar tekâmül edecek; Nefis, Akl’ın nuruna dönebi-
lecektir. Evren ve insan kemâle ulaşacak ve kıyamet kopacaktır. Bunu yapa-
cak olan kıyametten önce gelecek olan “mehdî”dir. Burada Risâleler’de yer alan
“İlk Akl’ın nuruna muhatap olarak insanları kemâle ulaştıran peygamberler
ve onların halifeleri olan imamlar” düşüncesi İsmâilî mehdîlik anlayışının te-
melinde yer bulmaktadır. Dolayısıyla İhvân’ın kurmuş olduğu kozmolojik ve
epistemolojik sistem mehdîlik anlayışının belkemiğini oluşturmaktadır.
57 Gezegenlerin ayaltı âleme ve insana etkisi kunusunda ayrıntılı Birgi için bkz. Risâleler, I,
105-107. Nasr, a.g.e, 98.
58 Sicistânî, a.g.e, 309. En son Hz. Muhammed’e Esas olan Hz. Ali’dir. Bundan sonra Pey-
gamberlik dönemi bitmiş onların halifeleri olan imamlar devri başlamıştır. 7. İmam Mu-
hammed b. İsmail’in Esas’ı yoktur, gaybet dönemi bitip en son o geldiğinde Risâlet kemâl
bulacaktır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Avcu, Horosan-Maveraünnehir’de İsmâilîlik, 269; Mustafa
Öz, Başlangıçtan Günümüze İslâm Mezhepler Tarihi, İstanbul 2016, s. 128.
82 • Asiye Aykıt
63 Risâleler, IV, 99
64 Risâleler, IV, 100; Resâil, IV, 109.
84 • Asiye Aykıt
SONUÇ
Çalışmamızda İhvân-ı Safa’nın imâmet ve mehdîlik anlayışı çerçevesin-
de Şiî-İsmâili sistemde belirginleşmiş olan mehdîlik anlayışının felsefi temel-
lerini ortaya koyduk. Şiî ya da İsmâilî olup olmadıkları tartışmalarını bir tara-
fa bırakarak kozmoloji ve epistemoloji anlayışlarını irdelediğimizde İhvân’ın
sisteminin mehdîlik anlayışının temel yapı taşlarını oluşturduğunu gördük.
Risâleler çerçevesinde mehdîlik düşüncesinin felsefi arka planını İhvan’ın ev-
ren tasavvuru ve bilgi anlayışı zemininde açıklamaya çalıştık.
İhvân’ın kozmoloji görüşlerinin temelini oluşturan sudur teorisinde Tan-
rı’dan taşan akıllar kademeli olarak İlk Akıl’dan maddeye kadar fizik ve me-
tafizik evrenleri oluştururlar. Aşağıya doğru indikçe İlk Akl’ın Tanrı’dan al-
dığı nur azalır ve nihayet karanlığa dönüşür. Nesneler dünyasında zamanın
geçmesiyle birlikte maddeye bağlılık ve zulmet artar. Bu durumu tersine çevi-
recek olan, yaratılışın en başındaki Saf Akıl haline geri döndürecek olan ise
Akıl yetisini en üst seviyede kullanabilen, vahyin zâhir ve bâtınına muhatap
olabilen Peygamberler ve İmamlardır. İhvân’ın bu kozmoloji anlayışı İsmâilî
mehdîlik anlayışının temelini oluşturmaktadır. En son imam olan mehdî, ev-
renin yaratılışındaki Saf Akıl ve Nur haline geri dönmesini sağlayarak kemâle
ulaştıracak, bu durumda kıyamet kopacak ve madde âlemi yok olacaktır. İh-
van’ın sudurda kurmuş olduğu kozmolojik yapı kendisinden sonraki filozof-
ların evren anlayışına tesir ettiği gibi, İsmailî felsefenin mehdî anlayışının da
çıkış noktasını oluşturmaktadır. Sudurda evrenin aşağıya doğru hiyerarşik
olarak oluşumu, zamanla Akıl’ın nurundan uzaklaşılıp maddeye dalma ve en
sonunda kıyametle birlikte tekrar aşağıdan yukarıya İlk Akl’a rucu ederek
kemâle ulaşma fikri özellikle son dönem İsmâilî sistemde ölüm, haşr ve kıya-
met anlayışıyla paraleldir. Evreni ve insanlığı bu şekilde kemâle ulaştıracak
olan elbette mehdî imamdır.
İhvân’ın bilgi felsefesi imama atfedilen özel konumu açıklamak nokta-
sında insanların hakikatin bilgisine hangi aşamalardan sonra ulaştığı, imamın
bu noktada özel bir durumunun bulunup bulunmadığını tespit etmek açısın-
dan önemlidir. Risâlerler’de bilen süje durumunda olan insan düalist bir yapı
içerisinde incelenir. İnsanın ruh ve bedenden mürekkep bir bütün olduğu,
onun en şerefli yönünün ruhu/nefsi olduğu ifade edilir. İnsanın hakikati ru-
hudur, bedeni ise onun evi, gömleği, elbisesi veya kılıfıdır. Ruh, semavî, dü-
şünen, aydınlık, latif, bozulmayan, hareketli, ölümsüz, âli, manevî bir cevher-
dir. Dolayısıyla insanın hareketten bilmeye kadar her tür fiillerini icra etmesi-
ni sağlayan yönü ruhu olmaktadır. İhvân’a göre evreni Alem Ruhu/Küllî
Nefs, insanı da insan ruhu/nefsi yönetir. İnsanın bu âlemde varoluş gayesi,
kendini, kainatı ve Yaratan’ını bilmesidir, eşyanın hakikatini idrak etmesidir.
İnsanın “bilme” olayını nasıl gerçekleştireceği duyular âleminden metafizik
86 • Asiye Aykıt
âlemlere doğru giden hiyerarşik bir düzen içerisinde ilerleyen kuvveler üze-
rinden ele alınır.
İsmâilî sistemde de İhvân’ın kozmoloji ve epistemoloji anlayışına paralel
bir biçimde insan düalist bakış açısıyla ele alınır. İnsan nefsi bir yönüyle
maddi evrene bakarken diğer yönüyle İlk Akl’ın cevherinden bir cüzdür.
Küllî Nefs’in, İlk Akıl’dan uzaklaşması sebebiyle kendisinde oluşan eksikliği
gidermesi ancak beşerdeki akıl sayesinde olacaktır. İnsandaki nefs-i nâtıka bu
âlemdeki her şeyden üstündür. Dolayısıyla insan Küllî Nefis’ten taşanların en
üstünü, Nefs’in eserlerini kabul etmeye en yetenekli olanıdır. İnsandaki nefs-i
nâtıkanın bu yükselişi ve kurtuluşu sağlayabilmesi için Risâlete ve imâmete
ihtiyacı vardır. İnsanlar içerisinde nefis cevheri en saf ve latif olanlar peygam-
berler ve imamlardır. İlk Akl’a dönüş ve kemâl ancak onlar sayesindedir.
İhvân felsefesinde canlı varlıklar içerisinde şekil bakımından en kâmil,
form (suret) bakımından en yetkin olanı, terkip bakımından en şerefli olanı
insandır. İnsanların en erdemli olanı akıl sahipleridir, akıl sahiplerinin en ha-
yırlısı âlimlerdir; âlimlerin derece bakımından en yüksek, konum bakımından
en üstün olanı ise peygamberlerdir. Onlardan sonraki makamda hukemâ var-
dır. Tabiaten itidale yatkın olan peygamberler, “bütün iyi huyları, hikmetli
sanatları, amelleri ortaya koymaya da yatkındır ve bunlar cüz’î insan değil,
küllî insan”dır. Buna göre insanların hepsi, bu “mutlak insan”ın bireyselleşmiş
halidir. Bazı insanların tabiatı da itidale yatkın değildir. Bu insanların erdem-
leri elde etmesi zordur, bunun için derin ve zorlu bir çabaya gerek duyarlar.
Erdemli olmak ve en üst gayeye ulaşmak için bir rehbere ihtiyaçları vardır.
İhvân’ın kurduğu bu sistemin İsmâilî mehdîlik fikrine tesirini ise kısaca
şöyle özetleyebiliriz: Yeryüzündeki varlıklar içerisinde Küllî Nefs’e yüksele-
rek onun nurundan pay alıp insanlara ulaştırabilen tek varlık insanlar içeri-
sinde peygamberlerdir. Allah nurunu, insanların “nâtık” kuvveleri aracılığıy-
la yeryüzüne yansıtmıştır. Bu insanlar içerisinde en üstünü peygamberlerdir
ki onlar da “Nâtık” diye isimlendirilirler. Her Nâtık’ın kendi döneminde
“Esas, vâsî, sâmit, imam” adını verdikleri temsilcileri vardır. Bu temsilciler,
Nâtık’ın getirdiği vahyin bâtınını insanlara açıklar ve önderlik yaparlar.
Allah’ın Kün emri ve Kelamı’yla oluşan 7 gezegene süfli alemde7 devir
ve 7 Rasul/Nâtık tekabül eder. Bu 7 Nâtık’a da 7 Esas/İmam halife olur. Hz.
Âdem’den itibaren insanlar İlk Akl’ın nurundan uzaklaşmaya başlar. 7. devre
gelindiğinde ise insanlık tekrar tekâmül edecek; Nefis, Akl’ın nuruna dönebi-
lecektir. Evren ve insan kemâle ulaşacak kıyamet kopacaktır. Bunu yapacak
kişi, kıyametten önce gelecek olan “mehdî”dir. Burada Risâleler’de yer alan “İlk
Akl’ın nuruna muhatap olarak insanları kemâle ulaştıran peygamberler ve
onların halifeleri olan imamlar” düşüncesi İsmâilî mehdîlik anlayışının teme-
linde yer bulmaktadır. Dolayısıyla İhvân’ın kurmuş olduğu kozmolojik ve
epistemolojik sistem mehdîlik anlayışının belkemiğini oluşturmaktadır.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 87
KAYNAKÇA
Avcu, Ali. Horosan-Maveraünnehir’de İsmaililik. Ankara: 2014.
----------. Karmatiliğin Doğuşu ve Gelişim Süreci. Sivas: 2011.
Bayraktar, Mehmet. İslam Felsefesine Giriş. Ankara: 2003.
Câbirî, Muhammed Abid. Felsefi Mirasımız ve Biz, Muhammed Abid el-Câbirî, İstanbul: 2000.
----------. Arap-İslâm Aklının Oluşumu. İstanbul: 2000.
Corbin, Henry. İslam Felsefesi Tarihi. terc. Hüseyin Hatemi. İstanbul: 2017.
Çetinkaya, Bayram Ali. İhvân-ı Safa’nın Dini ve İdeolojik Söylemi. Ankara: 2003.
De Boer, T.J. İslam’da Felsefe Tarihi. terc. Yaşar Kutlay. Ankara: 1960.
el-Kirmânî, Hamidüddin Ahmed b. Abdullah. Kitâbu’r-Riyâd. thk. Arif Tamir, Beyrut: 1960.
er-Râzî, Ebu Hatim. Kitâbu’l-Islâh. thk. Hasan Minuçehr-Mehdi Muhakkik, Tahran: 2004.
es-Sicistânî, Ebû Yakub İshak b. Ahmed. Kitâbu’l-İftihâr. tahk. Mustafa Gâlib, Endülüs: 1980
Fahri, Macit. İslam Felsefesi Tarihi. İstanbul: 2000.
Fârâbî. el-Medinetü’l-Fâzıla/İdeal Devlet. terc. Ahmet Arslan. Ankara: 1997.
Ferruh, Ömer. “İhvân-ı Safa”. Klasik İslam filozofları ve Düşünceleri. terc. İlhan Kutluer, ed. M.
M. Şerif, İstanbul: 2000.
Filiz, Şahin. İlk İslam Hümanistleri –İhvân-ı Safâ Topluluğu ve İnsan Felsefesi-, Konya: 2002.
Hüseyin, Taha. “Mukaddime”, Resâilu İhvâni’s-Safâ ve Hıllâni’l-Vefâ. Mısır: 1928.
İbn Sînâ. eş-Şifa/et-Tabîiyyât/en-Nefs, thk. G. C. Anawatı. Kahire: 1975.
-----------. Kitâbu’n-Necât, thk. Macid Fahri. Beyrut: 1985.
İhvan-ı Safâ. Risâletü’l-Câmia, (Resâilu İhvâni’s-Safâ ve Hullâni’l-Vefâ içinde) thk. Arif Tamir,
Beyrut-Paris: 1995.
----------. Resâilu İhvâni’s-Safâ ve Hullâni’l-Vefâ. thk. Arif Tamir, Beyrut-Paris: 1995.
----------. İhvan-ı Safâ Risâleleri. ed. Abdullah Kahraman, İsmail Çalışkan, İstanbul: 2012.
Karlığa, Bekir. İslam Kaynakları ve Filozofları Işığında Pythagoras ve Presokratik filozoflar. (Basıl-
mamış doktora tezi). İstanbul: 1979.
Koç, Ahmet. İhvan-ı Safa’nın Eğitim Felsefesi. İstanbul: 1999.
Kutluer, İlhan. Felsefe Tasavvuru, İstanbul: 2001.
Massignon, L. “Karmatiler”. İslam Ansiklopedisi (MEB). İstanbul: 1993.
Nasr, Seyyid Hüseyin. İslam Kozmoloji Öğretilerine Giriş. terc. Nazife Şişman, İstanbul: 1985.
Netton, Ian Richard. Muslim Neoplatonists, An introduction to the Thought of the Brethren of Pu-
rity, Ikhwan al-Safa'. London: 1982.
Öz, Mustafa. Başlangıçtan Günümüze İslâm Mezhepler Tarihi. İstanbul: 2016
Tan, Muzaffer. “İsmaililik”. İslam Mezhepler Tarihi. ed. Hasan Onat Sönmez Kutlu, Ankara:
2015.
Uysal, Enver. “İhvân-ı Safâ”. TDV İslam Ansiklopedisi. İstanbul: 2000.
----------. İhvân-ı Safa felsefesinde Tanrı ve Alem. İstanbul: 1998.
Yakıt, İsmail. İhvân-ı Safa Felsefesinde Bilgi Problemi. İstanbul: 1992.
MEHDİLİK DÜŞÜNCESİ BAĞLAMINDA KADIYANİLİK
ÜZERİNDE HİNDUİZM’İN TESİRLERİ
Cemil KUTLUTÜRK
GİRİŞ
Mirza Gulam Ahmed el-Kadıyani, 1839 yılında Hindistan’ın Pencab eya-
letinin Kadıyan köyünde doğmuştur. Küçük yaştan itibaren Kur’an-ı Kerim,
Arapça ve Farsça eğitimi almış, daha sonra mantık ve felsefe üzerine yoğun-
laşmıştır. Temel İslam bilimlerinin yanında diğer dinler üzerine de bazı ça-
lışmalar yapmıştır. Gulam Ahmed, gençlik yıllarından itibaren yerel gazete-
lerde Hindulara ve Hıristiyanlara karşı İslam’ı savunan yazılar kaleme almış,
böylece adını duyurmaya başlamıştır. Etrafında belli bir kesim toplamayı ba-
şarmış olan Gulam Ahmed, bu yıllarda, vahye benzer sesler işittiğini ileri
sürmüştür. Bununla da kalmayıp 1885 yılında kendisinin hicri 14. yüzyılın
müceddidi olduğunu ilan etmiştir. Üç yıl sonra 1888’te ise Allah’ın kendisine
taraftarlarından biat almasını ve ayrı bir cemaat oluşturmasını emrettiğini öne
sürmüştür. Buna müteakip 23 Mart 1889 tarihinde, Kadıyan’da dinî bir hare-
ket kurmuş ve “tevbe etme biatı” adı altında taraftarlarından biat almıştır. Bu
yüzden söz konusu dinî hareket başlangıçta “Biat” adı ile anılmıştır. Ortaya
çıkışından yaklaşık on yıl sonra ise, 1900’lü yılların başında, “Ahmediyye”
adını almıştır. Ahmediyye, Hz. Peygamber’in ismine işaret etmek üzere Gu-
lam Ahmed tarafından kullanılmıştır. Bu hareket; kurucusu Mirza Gulam
Ahmed’in adına izafetle “Mirzaiyye”, ortaya çıktığı yere nispetle de “Kadıya-
niyye” adıyla biline gelmiştir.1
Gulam Ahmed, yeni bir dinî hareket kurduktan sonra düşüncelerini da-
ha çok kurtarıcı fikri üzerine inşa etmiştir. Nitekim 1891 yılında aldığı vahiy
ve ilhamlardan hareketle Allah’ın kendisini, Hıristiyanların ve Müslümanla-
rın beklediği Mesih ve Mehdi olarak gönderdiğini bildirmiştir. Bu konudaki
Yrd. Doç. Dr., Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi Anabilim Dalı.
1 Ethem Ruhi Fığlalı, “Kâdiyânîlik”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 24 (İstanbul: TDV
Yayınları, 2009), 137-139; Zahid Aziz, A Survey of the Lahore Ahmadiyya Movement: History, Beli-
efs, Aims and Work (Wembley: Ahmadiyya Anjuman Lahore Publication, 2008), 38-42; Mevlana
Muhammed Ali, The Ahmadiyya Movement: Tehrik-i Ahmadiyye, trans. Muhammed Tufail,
2. bsk., (Lahore: Ahmadiyya Anjuman Isha'at Islam, 1931), 20-21; Muhammed Usman Ali,
“Kadıyani Geleneğinin İki Temel Akımı Olarak Rebva Cemaati ve Lahori Cemaati: Karşılaş-
tırmalı Bir Analiz” (Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2016),
6-8.
90 • Cemil Kutlutürk
6 Muhammad Ali, The Ahmadiyya Movement: The Split, (Lahore: Coloured Printing Press, 1918),
7-8.
7 Kadıyaniliğin bölünme süreci hakkında geniş bilgi için bkz. Mevlana Ali, The Split in the Ahma-
diyya Movement, 2. bsk., (Ohio: Ahamdiyya Anjuman Isha'at Islam Lahore, 1994), 1-10.
8 Y. Hikmet Bayur, Hindistan Tarihi (I-III), c.3 (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay, 1987), 140; Sa-
bahauddin Abdurrahaman, Hindustana ke Atita mem Musalamana Şasakom ki Dharmika Udarata,
(Ramapura: Ramapura Raza Laibreri, 2008), 217-219.
9 Usman Ali, “Kadıyani Geleneğinin İki Temel Akımı”, 24-26.
92 • Cemil Kutlutürk
10 Bu ve benzeri meselelerle ilgili Türkçe ve yabancı dilde çok önemli çalışmalar bulunmaktadır.
Konuyla ilgili detaylı bilgiler edinmek isteyenler bir kısmını çalışmamızda zikrettiğimiz bu tür
eserlere müracaat edebilirler.
11 Kadıyani, Hakikat-ul Vahiy, 522.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 93
termek için zaman zaman beden alır. Kutsal metinde yer alan “Ey Arcuna!
Doğruluk, adalet, erdem gibi değerlerin azaldığı; adaletsizliğin ve düzensizliğin arttı-
ğı dönemlerde ben kendimi açıkça gösteririm. İyiliği tesis edip kötülüğü ortadan kal-
dırmak üzere zaman zaman bu dünyada doğarım.”12 beyanı bu durumu açıkça or-
taya koyar. Avatar formuna bürünen Tanrı, beşerî eylemlerde bulunarak in-
sanlara örnek olur ve hayatın gerçek anlamını açıklar. Avatarların hayat
hikâyelerinde, yaşantı ve sözlerinde Hindular için örnek alınması gereken
dersler vardır. Hindu kutsal metinlerinde avatarların bu örnekliğini kendile-
rine rehber edinen kimselerin, aradıkları sorulara yanıt bulacakları ve doğru
davranış yetisi ile doğru bakış açısı kazanacakları bildirilir. 13 Bu yüzden başta
Rama ve Krişna olmak üzere avatarlar, Hindular nezdinde rol-model alınması
gereken varlıklar olarak görülür.
Hindu dinî düşüncesine göre bugüne kadar dokuz avatar ortaya çıkmış
onuncu avatar olan Kalki ise henüz gelmemiştir. İnanca göre tanrı Vişnu kö-
tülüğün arttığı, adaletsizliğin her tarafı sardığı ve dinî yozlaşmanın en üst
düzeye ulaştığı ahir zamanda Kalki olarak bedenleşecek ve insanlığı bu fela-
ketten kurtaracaktır. Dolayısıyla Hinduizm’e özgü olan avatar inancının en
temel özelliklerinden biri de “kurtarıcı fikri” ile ilişkili olmasıdır. Hindu inan-
cına göre bu kurtarıcı, Kali Dönemi’nin (Kali Yuga) sonunda ortaya çıkacaktır.
Bu dönemde cehalet, dünyaya egemen olacak; insanlar Tanrı’dan ve onun öğ-
retilerinden habersiz kalacaklardır. Bireyler dünyevî işlere dalıp bu dünyada-
ki asıl vazifelerini unutacaklardır. Bunun yanı sıra dinî ve felsefî problemleri
tartışacak kadar dahi bilgi düzeyine sahip olamayacaklar ve dinî prensipleri
uygulayamayacaklardır. Özellikle adak sunma teknikleri unutulacak, bu ko-
nuda ehil kişi yok denecek kadar azalacaktır. Neticede tanrı Vişnu, evrendeki
her türlü kötülüğü temizlemek ve insanları içine düştükleri bu sıkıntılı du-
rumdan kurtarmak üzere Kalki avatarı olarak ortaya çıkacaktır.14
Hindu toplumunun içinde bulunduğu sosyo-kültürel ortam, bedenleşme
doktrininin gelişim sürecini ve bu doktrine yüklenen anlamı doğrudan etki-
lemiştir. Bu yüzden Kalki avatar şeklinde dikkat çeken kurtarıcı fikri, Orta
Çağ Hint tarihinde vuku bulan gelişmeler dikkate alınarak okunmalıdır. Ör-
neğin bu dönemde Müslümanların Hint coğrafyasındaki faaliyetleri sonu-
cunda çok sayıda Hindu İslam safına katılmıştır. Pek çoğu da din değiştirme-
se bile Müslüman Türk idareciler tarafından tesis edilen sosyal düzenden
memnun kalmıştır. Hindu kökenli yerel idareciler zamanla Müslüman idare-
sini tanımış, bunlardan bazıları İslam idaresi altında çeşitli vazifeler almıştır.
12 Bhagavadgita, 4.7-8.
13 Bhagavad Purana, 10.59.25.
14 Bhagavad Purana, 2.7.38; K. Narayan Prasad Maghad, Şri Vişnu Aur Unke Avatar, (Delhi: Vani
Prakaşan, 2001), 294.
94 • Cemil Kutlutürk
Bu gelişmelere bağlı olarak Hindular, Orta Çağ döneminde gerek idari gerek-
se dinî ve kültürel sahada asırlardır sürdüre geldikleri üstünlüklerini kay-
betmişlerdir. Neticede kurtarıcı olarak gördükleri Kalki inancına daha çok sa-
rılmışlar ve yitirdikleri değerlere yeniden kavuşmayı onun gelişinde aramış-
lardır. Bütün bu yaşananlar Hindular arasında bir takım beklentilere yol aç-
mıştır. Bu bağlamda Hindular, kendi içlerinden çıkacak güçlü bir şahsiyetin
ezeli ve ebedi hakikat olarak tanımladıkları sanatana dharmayı yeniden hâkim
kılacağına ve diğer dinî geleneklerin etkisini yok edeceğine inanmışlardır.
Böyle bir kurtarıcı beklentisine daha çok bağlanmışlardır. 15 Orta Çağ döne-
minde gün yüzüne çıkan Hint kökenli pek çok dinî akım, temel görüşlerini bu
inanç çerçevesinde şekillendirmiştir. Bunun bir sonucu olarak toplum içinde
önemli görülen bir takım şahsiyetler bazı kesimlerce zaman zaman gelmesi
beklenen Kalki avatarı olarak kabul edilmiştir.16 Hinduizm’de avatar doktri-
niyle doğrudan ilgili olan bu şekildeki beklenen kurtarıcı fikri, Hint alt kıta-
sında ortaya çıkan ve Hinduizm kökenli olmayan pek çok dinî akımı da etki-
lemiştir. Bunlardan biri de hiç şüphesiz Kadıyanlik hareketidir. Nitekim Gu-
lam Ahmed öğretisini yayabilmek ve mehdilik iddiasını Hindulara da kabul
ettirebilmek adına avatar doktrininden yararlanmış ve kendisini Krişna ava-
tarı ile özdeşleştirmiştir.
Gulam Ahmed’in kendisini Krişna avatarı olarak ilan etmesinin altında
yatan bir takım sebepler vardır. Bunlardan biri Krişna avatarın, Gulam Ah-
med’in yaşadığı dönemde Hindular nezdinde oldukça popüler bir figür ol-
masıdır. Gulam Ahmed düşüncelerini daha geniş kesimlere ulaştırabilmek
amacıyla çevresel ve kültürel ortamda öne çıkan böyle bir unsurdan yarar-
lanmıştır. Bu durumun bir diğer önemli sebebi de Hinduların Krişna avatara
yükledikleri mana ile Gulam Ahmed’in düşünceleri arasında var olan bir ta-
kım benzerliklerdir. Şöyle ki, Hindular tarafından sekizinci avatar olarak ka-
bul edilen Krişna, Hint mitolojisi ve teolojisinde çok önemli bir figürdür. Me-
tinlerde yer alan bilgilerden anlaşıldığına göre başlangıçta tarihi bir şahsiyet
olan Krişna, göstermiş olduğu bir takım başarı ve güçler sayesinde halk nez-
dinde popülarite kazanmıştır. Kendisi hakkında oluşturulan çeşitli mitolojik
anlatımlar, onun zamanla insanüstü bir varlık olarak görülmesine ve tanrılaş-
tırılmasına yol açmıştır. O, Hindu din adamlarının da etkisiyle Vişnu ile ilişki-
lendirilerek avatarlar arasına dâhil edilmiştir.17 Vişnu’nun en mükemmel be-
denleşmelerinden biri kabul edilen Krişna, inanca göre kötü kral Kansa’nın
zulmüne son vermek ve inançlı kimseleri korumak için yeryüzüne inerek be-
15 Cemil Kutlutürk, “Hinduizmde Avatara İnancı”, (Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bi-
limler Enstitüsü, 2014), 201-202.
16 Ramananda (15 yy.), Caitanya Maharabhu (ö. 1534 ) ve Tulsidas (ö. 1613) gibi isimler buna ör-
nek olarak verilebilir.
17 Kutlutürk, Hinduizmde Avatara İnancı”, 141.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 95
18 Bhagavadgita, 4.7-8.
19 Bhagavadgita, 1.14; 2.54; Kutlutürk, “Hinduizmde Avatara İnancı”, 146.
20 Mirza Gulam Ahmed Kadıyani, Tezkire, çev. Çaudri Muhammed Zaferullah Han, (Surrey:
Islam International Publications, 2009), 487.
21 Harivamşa, 1.41.
22 Bhagavad Purana adlı kutsal metinde Krişna’nın; brahminleri, inekleri, nuranî varlıkları, Ve-
dalar’ı ve evrendeki düzeni korumak için ortaya çıktığı belirtilir. Bhagavad Purana, 3.5.7.
23 Kadıyani, Tezkire, 486-487.
96 • Cemil Kutlutürk
Gulam Ahmed’in Hint kökenli bu tür inanışları ele alış biçiminin tespit
edilmesi, kendisine yönelik ileri sürülen itirazların sağlıklı bir zeminde değer-
lendirilebilmesi açısından da oldukça önemlidir. Örneğin kimi düşünürler,
Hinduların ahir zamanda gelmesini bekledikleri kurtarıcı figürün Kalki ismi-
ni taşıdığını belirtmişler ve buradan hareketle kendisini Krişna avatarı olarak
ilan eden Gulam Ahmed’in Hindu düşüncesiyle örtüşmeyen iddialarda bu-
lunduğunu ileri sürmüşlerdir. Zahiren bakıldığında haklı olarak görülebile-
cek böyle bir eleştiri, Gulam Ahmed’in söz konusu meseleye bakış açısı dik-
katle incelendiğinde belli yönlerden eksik kalmaktadır. Zira yukarıda belirtil-
diği üzere Gulam Ahmed, ortaya çıkacak şahsın isminden ziyade yapacağı ic-
raatlara ve kimliğine vurgu yapmıştır. Ona göre bu kurtarıcı figür, Tanrı tara-
fından gönderilecek olup önceki avatarlar ile benzer misyonu taşıyacaktır. Bu
bakış açısı, ahir zamanda gelecek olan kurtarıcının aynı Tanrı’nın bedenleş-
mesi olacağına ve evrendeki düzenin devamını tesis edecek icraatlar gerçek-
leştireceğine inanan Hindu düşüncesi ile belli oranda örtüşmektedir. Bu yüz-
den kanaatimize göre beklenen kurtarıcı olarak öne çıkan Gulam Ah-
med’in kendisini Kalki değil de Krişna avatarı şeklinde takdim etmiş ol-
ması, yukarıda zikredilen hususlar göz önünde bulundurularak değerlen-
dirilmelidir.
Gulam Ahmed, gördüğü rüyaları ve geçirdiği vizyonları Müslüman,
Hıristiyan ve Hinduların asırlardır bekledikleri kurtarıcı varlığın kendisi
olduğu iddiasını güçlendirmek için referans olarak kullanmıştır. Özellikle
kendisine geldiğini iddia ettiği “ilahi vahiyleri” ve gördüğünü ileri sürdüğü
“salih rüyaları” içeren Tezkire adlı eserde bu tür görüşlerini sık sık dile getir-
miştir. Bu hususla ilgili ona ait bir rüya sözü edilen metinde şu şekilde ak-
tarılır: Gulam Ahmed bir gün rüyasında kendisini bir saray içinde bulur. Kar-
şısında kalabalık bir Hindu grubunun toplandığını görür. İçlerinden biri,
“Krişna Ci” (Efendimiz Krişna)” nerede diye sorar. Orada bulunanlardan biri
Gulam Ahmed’i göstererek “Krişna, bu” şeklinde cevap verir. Başka bir Hin-
du ise Gulam Ahmed’e hitaben “Şri Krişna Ci, Ruddar Gopal” şeklinde seslenir.
Bunun üzerine oradakiler Gulam Ahmed’e çeşitli sunular takdim etmeye baş-
larlar.24
Gulam Ahmed’in geçirdiği bir başka vizyon ise kendi ağzından şöyle
anlatılır: “Bir defasında rüyamda Krişna’yı gördüm. Siyah ten rengi, hoş bir
burnu ve geniş bir alnı vardı. Ayağa kalktı ve alnını alnıma, burnunu burnu-
ma değdirdi. O esnada “Aryaların lideri geldi” manasında Aryûn ke Padişah
Âyah şeklinde bir vahiy işittim.”25 Bu anlatı ile Gulam Ahmed, Hindu toplum
SONUÇ
On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru Gualam Ahmed’in fikirleri etra-
fında şekillenmiş olan Kadıyanilik, Hindu inanç ve kültürünün yaygın oldu-
ğu coğrafyada ortaya çıkmış dini bir harekettir. Bu yüzden İslami damardan
beslenerek ana yapısını tesis etmiş olsa da Kadıyanilik üzerinde Hinduizm’e
özgü inanç ve uygulamaların etkisinin olduğu vakıadır. Kadıyanilik hareketi-
nin teşekkül sürecini, temel görüşlerini ve tarihi seyrini ele alan çok önemli
çalışmalar bulunmaktadır. Fakat sözü edilen kültürel etkileşimi, Hinduizm ve
Kadıyanilik inançları çerçevesinde ele alan çalışmaların az olduğu bilinmek-
tedir. Dolayısıyla bu alandaki boşluğu belli oranda doldurabilmek ve Kadı-
yanilik hareketinin oluşumuna tesir eden dış faktörlerin daha sağlıklı analiz
edilebilmesine katkı sunmak amacıyla çalışmamızda Kadıyanilik üzerindeki
Hint tesirleri ele alınmıştır. Gulam Ahmed, içinde yaşadığı toplumun sosyo-
kültürel yapısını göz önünde bulundurmuş ve başta Müslümanlar olmak üze-
re bölge halkının nabzını tutmuştur. Uygun ortam ve şartlar oluştuğunda dış
güçlerin de desteğiyle fikirlerini aşama aşama izhar etmiştir. Kaleme aldığı
eserlerinin yanı sıra rüya ve vizyona dayalı anlatıları aracılığıyla bu tür görüş-
Samaj: An Account of its Aims, Doctrines and Activities, with a Biographical Sketch of the Founder,
(Calcutta: Orient Longmans, 1967), 79-86.
29 Gulam Ahmed’in Hindu kutsal metinleri olan Vedalar’a bakış açısı da dikkat çekicidir. O, bu
tür metinleri beşer ürünü olarak görmez. Çünkü ona göre insan ürünü olan bir şey milyonla-
rın dikkatini asırlardır kendine çekme gücüne sahip olamaz. İçeriği dikkate alındığında Veda-
lar’ın tek Tanrı inancına dayalı bir sistemi tesis edemediği de vakıadır. Puta, ateşe, güneşe ve
sulara tapanlar ve çok tanrılı inanca sahip olanlar, kısacası Hinduizm’in her mezhebi, kendi
amentüsünü Vedalar’a dayandırır. Bütün bunlara rağmen, söz konusu metinler beşer üstü bir
nitelik taşır. Bkz. Mirza Ghulam Ahmed Kadıyani, Paigham-i Sulh/Message of Peace, (Ohio: Ah-
madiyya Anjuman Isha`at Islam Lahore 1993), 11-12.
30 Mirza Gulam Ahmed Kadıyani, Sürme-i Çeşm-i Arya, (Amritsar: Riaz Hind Press, 1886), 19.
31 Kadıyani, Tezkire, 487; Kadıyani, Paigham-i Sulh/Message of Peace, 7.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 99
KAYNAKÇA
Abdurrahaman, Sabahauddin. Hindustana ke Atita mem Musalamana Şasakom ki Dharmika
Udarata, (Ramapura: Ramapura Raza Laibreri, 2008).
Aziz, Zahid. A Survey of the Lahore Ahmadiyya Movement: History, Beliefs, Aims and Work
(Wembley: Ahmadiyya Anjuman Lahore Publication, 2008).
Ali, Mevlana Muhammed. The Ahmadiyya Movement: Tehrik-i Ahmadiyye, trans. Muhammed
Tufail, 2. baskı, (Lahore: Ahmadiyya Anjuman Isha'at Islam, 1931).
Ali, Mevlana M. The Split in the Ahmadiyya Movement, 2. baskı, (Ohio: Ahamdiyya Anjuman
Isha'at Islam Lahore, 1994).
Ali, Muhammad. The Ahmadiyya Movement: The Split, (Lahore: Coloured Printing Press,
1918).
Ali, Muhammed Usman. “Kadıyani Geleneğinin İki Temel Akımı Olarak Rebva Cemaati ve
Lahori Cemaati: Karşılaştırmalı Bir Analiz” (Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversi-
tesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2016).
Bayur, Y. Hikmet. Hindistan Tarihi (I-III), (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay, 1987).
Bulgur, Durmuş. “Kadıyanilik”, Şarkiyat Mecmuası 2, sy. 13 (208): 1-38.
Fığlalı, Ethem Ruhi. “Kâdiyânîlik”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV
Yayınları, 2009), 24:137-139.
Kadıyani, Mirza Gulam Ahmed. Hakikat-ul Vahiy; Ruhani Hazain, c. 22, 4. bsk., (Rabwah: Zia-
ul-Islam Press, 2008).
Kadıyani, Mirza Gulam Ahmed. Paigham-i Sulh, English Translation: Message of Peace, (Ohio:
Ahmadiyya Anjuman Isha`at Islam Lahore 1993).
Kadıyani, Mirza Gulam Ahmed. Sürme-i Çeşm-i Arya, (Amritsar: Riaz Hind Press, 1886).
Kadıyani, Mirza Gulam Ahmed. Tezkire, çev. Çaudri Muhammed Zaferullah Han, (Surrey:
Islam International Publications, 2009).
Kutlutürk, Cemil. “Hinduizmde Avatara İnancı”, (Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, 2014).
100 • Cemil Kutlutürk
Maghad, K. Narayan Prasad. Şri Vişnu Aur Unke Avatar, (Delhi: Vani Prakaşan, 2001).
Rai, Lajpat. A History of the Arya Samaj: An Account of its Aims, Doctrines and Activities, with a
Biographical Sketch of the Founder, (Calcutta: Orient Longmans, 1967).
ŞİA’DAKİ MEHDİ İNANCININ ZERDÜŞTLÜKLE İLİŞKİSİ
Fatih TOPALOĞLU
GİRİŞ
Bir bölgede ortaya çıkan dini inanışların, yörenin geçmişinde var olan
din, inanç ve kültür yapısı bilinmeden doğru anlaşılamayacağı muhakkaktır.
İslam coğrafyasında ortaya çıkan pek çok inancın da bu bağlamda düşünül-
mesi ve araştırılması gerektiği kanaatindeyiz. Bize göre bunların en önde ge-
lenlerinden birisi Mehdi inancıdır. Mehdi inancının, İslam’dan önceki Yahu-
dilik, Zerdüştlük ve Hristiyanlık gibi Ortadoğu ve Mezopotamya bölgesi din-
leri başta olmak üzere yeryüzüne gelmiş hemen bütün dinlerde hatta Uzak-
doğu dinlerinde bile yer alan ortak bir inanç olduğu görülmektedir. 1
Mehdi inancın temelinde esasen sıkıntı ve zorluk zamanlarında, insanla-
rın kendilerini bu durumdan kurtaracak karizmatik bir şahsı bekleme düşün-
cesi yer almaktadır. Kurtarıcı düşüncesinin insanlığın zihnine ne zaman yer-
leştiğini kesin olarak tespit etmek imkânsızdır. Fakat bu düşüncenin özellikle
Mezopotamya’da çok eski zamanlardan beri var olduğu şüphesizdir. Mesela
Sümerler, krallarını insan Tanrı karışımı bir varlık olarak kabul eder, onları
ideal, kusursuz bir idareci ve Sümer’in kurtarıcısı olarak görürlerdi.2 Pers
krallarından II. Kambis, halk tarafından sevilen kardeşi Berdiya’yı öldürtmüş,
halkın kendisine karşı ayaklanmaması için onu ücra bir kaleye hapsettirdiğini
söylemişti. Fakat Kambis’in kötü ve zalimce yönetimi sebebiyle bir süre sonra
halk, Berdiya’nın hapisten kurtulup onları zalim kraldan kurtaracağını dü-
şünmeye başlamışlardı.3
Bu bildiri 2010 yılında tamamladığımız ‚Şia’nın Oluşumunda İran Kültürünün Etkisi‛ başlıklı
doktora tezi esas alınarak hazırlanmıştır. This article is extracted from my doctorate disserta-
tion entitled ‚The Impact of Iranian Culture on the Formation of Shia‛, (Ph.D. Dissertation, Dokuz
Eylul University, Izmir/Turkey, 2010).
Yrd. Doç. Dr., Pamukkale Üniversitesi Öğretim Üyesi. (fatihtopaloglu@pau.edu.tr)
1 Ekrem Sarıkçıoğlu, Dinlerde Mehdi Tasavvurları (Samsun: Sidre Yayınları, 1997), 13-18; Ethem
Ruhi Fığlalı, ‚Mesih ve Mehdi İnancı Üzerine‛, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 25,
(Ankara 1981): 179. Yahudilik ve Hristiyanlıktaki Mehdi ve Mesih inançları hakkında bilgi için
bk. Fığlalı, a.e., 25:179-183.
2 S. N. Kramer, Tarih Sümer’de Başlar, trc. Muazzez İlmiye Çığ (Ankara: Türk Tarih Kurumu Ya-
yınları, 1990), 218-223.
3 M. Şemseddin Günaltay, İran Tarihi I En Eski Çağlardan İskender’in Asya Seferine Kadar (Ankara:
Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1948), 150.
102 • Fatih Topaloğlu
Şia’da Mehdilik
İslam toplumlarında özellikle Şii mezhebini benimseyenler arasında önemli yeri
olan Mehdi kavramı, Kuran’da öldükten sonra geri gelip dünyayı kurtaracak ‚bekle-
9
nen bir kurtarıcı‛ anlamında herhangi bir ayette geçmemektedir. Fakat buna rağmen
mehdi kavramı zaman içerisinde Şia’nın en önemli inanç konularından biri haline
gelmiştir.
Mehdi düşüncesinin ortaya çıkışında Şia’nın oluşum sürecinde meydana gelen
siyasi, sosyal, dini hadiseler ile sosyal ve psikolojik sebeplerin etkisini göz ardı etme-
mek gerekir. Hz. Ali döneminde halifeliğin türlü hileler ile Muaviye tarafından ele ge-
çirilişi, Hz. Ali’nin şehâdeti, Hz. Hasan’ın halifelikten ferâgat etmesi Hz. Ali taraftar-
larını ümitsizliğe ve endişeye düşüren önemli hadiselerdi. Yaşanan olaylar Ali taraf-
tarlarının bir kurtarıcı beklemesi için gerekli psikolojik alt yapıyı temin eder nitelik-
teydi. Emevi ve Abbasi yönetimlerinin Şiilere baskılarının da bu inancın yeşermesin-
de önemli rol oynadığı düşünülebilir. Başlangıçta Şiiler için siyasi bir lider olarak or-
taya çıkan Mehdi zamanla üstün niteliklere sahip büyük kurtarıcı ve imam şekline
dönüştürülmüş ve onu yüceltmek için hakkında birçok rivayetler uydurulmuştur.10
Şia’da Mehdi inancıyla ilgili ilk bilgiler, Nevbahti ve Kummi’nin eserle-
rinde yer almaktadır. Müelliflere göre Hasan el-Askeri (260/874)’nin ölümün-
den sonra ortaya çıkan Şii gruplardan İmamiyye mensupları, el-Askeri’nin
öldüğüne, arkasında bir varis bıraktığına ve bu kişinin belirli bir zamana ka-
dar gaybette kaldıktan sonra ortaya çıkacağına inanmaktadır.11 Bu rivayetler,
daha ilk devirlerden itibaren Şii düşüncesi içerisinde bir mehdi inancının var
olduğunu göstermektedir.
Bazı Şii müellifler ise Mehdiden sonra gelecek on bir veya on iki Mehdi-
den söz ederler. Meclisi’ye göre, on bir veya on iki Mehdi, Kaim’den sonra ge-
lecek olan on bir imam veya ric’at ile yeryüzüne dönüp diğer imamlarla bera-
ber topluma rehberlik edecek Kaim’in vasileridirler.12 Söz konusu on bir
mehdi veya vasinin, işleri yerine getirmede Zerdüşt’e yardım eden izedlerle
olan benzerliği dikkat çekicidir.
Şii fırkalarda mehdiyle ilgili genellikle Mehdi olarak geleceğine inandık-
ları imamlarının ölmediği, ortadan kaybolduğu veya ölmüş gibi göründüğü,
aslında gizlendiği, bir gün ortaya çıkarak düşmanlarından intikam alacağı ve
zulmü ortadan kaldırıp dünyada adaleti sağlayacağı gibi ortak inançlar var-
dır. Şii fırkalara bakıldığında da birçoğunun, imamları öldüğünde ya bunu
kabul edip kendilerine yeni bir imam aradıkları ya da onun ölmediğine ve
tekrar geri geleceğine inandıkları görülmektedir. Ayrıca Mehdinin, Nuh’un
uzun ömrü, İbrahim’in gizli doğması ve insanlardan uzlette kalması, Mu-
sa’nın gaybeti, İsa hakkında insanların farklı düşünmeleri, Eyyub’un sıkıntıla-
rından kurtulması, Hz. Muhammed’in gelip halkı hidayete ve doğruluğa eriş-
tirmesi gibi Peygamberlere mahsus özellikleri olduğuna inanılmaktadır. Bu-
nunla birlikte, Mehdi’nin kimliği, özellikleri, ne zaman, nereye geleceği gibi
bazı konularda çok sayıda ihtilaflı rivayet bulunmakta fakat başka fırkaların
hadis kaynaklarındaki haberler delil gösterilerek Mehdi inancının gerçekliği
ispatlanmaya çalışılmaktadır.13
Şii fırkalara göre genel olarak mehdi, Hz. Ali soyundan imametle görev-
lendirilmiş bir kişidir. Diğer imamlar gibi o da masumdur ve mucize göster-
me vasfı vardır. Zulmün yayıldığı dünyayı adaletle ve huzurla dolduracak,
bütün mazlumları kurtaracak ve İmamiyye’de inanıldığı gibi bin yılı aşkın
ömrüyle Hz. Ali’de bile bulunmayan üstün vasıflara sahip olacaktır. Hz. Pey-
gamber’in ve imamların bile tamamlayamadığı İslam yürüyüşünü nihayete
erdirecek kişi olacaktır.14
Şii fırkalardan Zeydiyye’de özellikleri belli her imam, başına "mehdi"
ünvanı getirilerek anılmış, gaybette bulunan bir mehdi inancı kabul görme-
miştir.15 Bu yönüyle Zeydiyye’de Mehdi fikri İmamiyye’de olduğu gibi bekle-
nen ve gizli bir imam şeklinde değil; aksine insanlar arasında yaşayan, şer’i
hükümleri yürütmesi için kendisine ihtiyaç duyulan ve yol gösterici olan an-
lamında kullanılmıştır.16 Zeydi fırkalardan Carudiyye’de, el-Mansur zama-
nında Medine’de öldürüldüğü tevatürle bilinen Ebu Abdullah Muhammed b.
Abdullah b. Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebi Talib (145/762)’in (Nefsu’z-Zekiyye)
mehdiliğine inanılmıştır. Onlara göre o ölmemiş ve öldürülmemiştir; yaşa-
13 Yaşar Kutluay, İslam ve Yahudi Mezhepleri (İstanbul: Anka Yayınları, 2001), 291-292; İlhan,
‚Şia’da Usulu’d-Din‛, 422, 423; Hâşim Maruf el-Hasenî, Usûlu’t-Teşeyyu’ (Beyrut: Dâru’l-
Kalem, ts.), 233.
14 İlhan, ‚Şia’da Usulu’d-Din‛, 423; Muhammed Abdulkerîm Utum, en-Nazariyyetu’s-
siyâsiyyetu’l-muâsıratu li’ş-Şîati’l-İmâmiyyeti’l-İsnâ Aşeriyye (Amman: Dâru’l-Beşir, 1988), 88.
(İran’da yayınlanan, eş-Şehîd Dergisi, sy. 164, 30 Nisan 1986’dan naklen.)
15 İlyas Üzüm, ‚Tarihten Günümüze Şia’nın Mehdi İnancı‛, Yeni Ümit Dergisi 75, (Ocak-Mart
2007): 58.
16 İsa Doğan, ‚Zeydiyye Mezhebinin Doğuşu ve Kelami Görüşleri‛ (Doktora tezi, Ankara Üniversite-
si, 1987), 150.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 105
maktadır, bir gün geri gelecektir. Carudiyye’nin bir kısmı el-Hasan ve el-
Hüseyin’in oğullarından kılıcını çeken ve yoluna çağıran herkes imam olur
fikrindedir. Bir diğer grubu ise Kufe’de öldürülen Ebu’l-Huseyn Yahya b.
Ömer Yahya b. el-Huseyn Zeyd b. Ali b. el-Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib
(250/864)’in beklenen mehdi olduğuna inanırlar ve ölümünü kabul etmez.17
Carudiyye’den bazıları da Talekan’ın efendisi olarak bilinen Muhammed b.
el-Kasım el-Alevi (219/834)’nin ölmediğine, ölmeyeceğine ve beklenen mehdi
olup yeryüzüne dönerek adaletle hükmedeceğine inanmıştır. Başka bir grup
ise Tahiriyye zamanında Kufe emiri olan ve öldürüldüğü kesin olarak bilinen
Yahya b. Cafer’i beklemekteydi.18 Carudiyye fırkalarından Salihiyye (Butriy-
ye) ise İmamiyye’nin önemli görüşleri takiyye ve bedayı kaldırarak, imamı
fikren ve bedenen aktif biri olarak kabul etmekte ve bu açıdan Carudiyye ve
İmamiyyenin beklenen mehdi konusundaki görüşleriyle ters düşmektedir.19
Şia’da ortaya çıkan ilk dini-siyasi hareket olan Muhtariyye’nin kolları
arasında imamet ve mehdilikle ilgili bazı ihtilaflı görüşler bulunmakla birlik-
te, genel olarak Hz. Ali'nin Hz. Fatıma'dan olmayan oğlu Muhammed b. Ha-
nefiyye (80/700)’nin önce imam, ölümünden sonra da mehdi olduğuna ina-
nılmıştır. Zira Muhammed b. Hanefiyye ölmemiştir. O, Radva dağındadır, su
ve bal pınarları vardır. Onu ortaya çıkacağı zamana kadar düşmanlardan ko-
rumak üzere yanında bir aslan ve bir kaplan vardır. O beklenen mehdidir.20
Keysaniyye’nin Haşimiyye kolunun batıni tefsir anlayışı ile Mecusilik, Mani-
heizm, Budizm gibi dinlerden alınma gayr-i İslami pek çok unsurun Şia’ya
girmesine kaynaklık ettiği söylenmektedir.21
17 Ahmet Yönem, ‚Mehdilik Fikri ve Müslümanlar Arasındaki İlk Tezahürleri‛ (Yüksek Lisans tezi,
Ankara Üniversitesi, 1998.), 32.
18 Ebu Mansûr Abdulkâhir b. Tâhir b. Muhammed el-Bağdâdî (429/1037), Mezhepler Arasındaki
Farklar (el-Fark beyne’l-Fırak), trc. Ethem Ruhi Fığlalı (Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
1991), 26-27; Kitabu Usuli’d-Din (İstanbul: Matbaatu’d-Devlet, 1928), 273; Ebu'l-Hasan Ali b.
Hüseyin b. Ali (346/957) el-Mesûdî, Mürûcu’z-Zeheb ve Meâdinu'l-Cevher, thk. Muhammed
Muhyiddin Abdulhamid (Mısır: Mektebetu’t-Ticâriyyeti’l-Kübrâ, 1958) 4:52-53; Ebu’l-
Muzaffer el-İsferâyînî (471/1078), et-Tabsir fi’d-Dîn ve Temyîzu’l-Fırkati’n-Nâciyeti ani’l-Fıraki’l-
Hâlikîn, thk. Kemâl Yûsuf el-Hut (Beyrut: Âlemu’l-Kütüb, 1983), 27-28; Ebû Saîd Neşvan el-
Himyerî (573/1177), el-Hûru’l-Ayn, thk. Kemâl Mustafâ (Mısır: Mektebetu’l-Hancî, 1948), 155-
156; İsa Doğan, ‚Zeydiyye Mezhebi‛, Milletlerarası Tarihte ve Günümüzde Şiilik Sempozyumu (İs-
tanbul: İlmi Neşriyat, 1993), 575.
19 Nevbahtî, Fıraku’ş-Şîa, 55; Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdilkerîm b. Ebi Bekr Ahmed eş-
Şehristânî (548/1153), Milel ve Nihal, trc. Mustafa Öz (İstanbul: Litera Yayıncılık, 2008), 146-147;
Ebu’l-Hasen Ali b. İsmâil b. Ebî Bişr İshâk b. Sâlim el-Eş’arî (324/935), İlk Dönem İslam Mezheple-
ri Makalatu’l-İslamiyyin ve İhtilafu’l-Musallin, trc. Mehmet Dalkılıç-Ömer Aydın (İstanbul: Ka-
balcı Yayınevi, 2005), 86; Doğan, ‚Zeydiyye Mezhebi‛, 575, 587.
20 Nevbahtî, Fıraku’ş-Şîa, 27; Şehristânî, Milel ve Nihal, 136 vd; Bağdâdî, Mezhepler Arasındaki Fark-
lar, 31-32; İsferâyînî, et-Tabsir, 30 vd.; Üzüm, ‚Şia’nın Mehdi İnancı‛, 58.
21 Gerlof Van Vloten (1866-1903), Emevi Devrinde Arap Hâkimiyeti Şia ve Mesih Akideleri Üzerine
Araştırmalar, trc. Mehmed S. Hatiboğlu (Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayın-
ları, 1986), 54.
106 • Fatih Topaloğlu
nemde mehdilikle ilgili çelişkili pek çok rivayet ortaya çıkınca daha açık bir
mehdilik düşüncesi ortaya konulmak istenmiştir. Bu bağlamda, Mehdinin
gizlenme sebebi, ortaya çıkış alametleri, ne zaman ve nereye geleceği, yeryü-
zünde iktidar süresi gibi pek çok konudaki rivayetler açıklanmaya çalışılmış-
tır. Özetlemek gerekirse, Mehdi'nin gizlenme sebebi, düşmanlarının ve özel-
likle Hasan el-Askeri'nin kardeşi Ca'fer'in ona zarar vermesi endişesi şeklinde
izah edilirken şartların değişmesiyle gizlenmenin ilahî bir sır ve mü'minler
için imtihan vesilesi olduğu, hakkında fikir yürütülmemesi gerektiği ifade
edilmiştir.34 İmamiyye’ye göre, on ikinci İmam Muhammed b. Hasan’a küçük
yaşta iyiyi kötüden ayırt etme yeteneği ve hikmeti Allah tarafından bahşedil-
miş, Yahya (a.s.) gibi âlemlere ibret kılınmış, İsa’ya bebek iken peyganberlik
verildiği gibi Muhammed’e de çocuk yaşta imamlık verilmiştir. Mehdi, işleri
silahla düzeltecek, gerçek iman devletini kuracaktır ki gaybeti ve kuracağı
devletle ilgili bilgiler daha o doğmadan önce haber verilmiştir.35
Şia’da mehdinin zuhuruyla ilgili vakit tespit etmek yasak olmakla birlik-
te, rivayetlerde genel ifadelerle bir, üç, beş, yedi, dokuz gibi tek sayılı seneler-
de geleceği söylenmiş, Ramazan ayının yirmi üçüncü gecesinde, Nevruz gü-
nünde veya Hz. Hüseyin'in şehit edildiği on Muharrem aşure günü gibi za-
manlar verilmiştir. Geleceği yerile ilgili olarak da Mekke'de rükün ve makam
arasında ortaya çıkarak orada namaz kılacağı, daha sonra Kufe’ye geleceği ve
oradaki bütün köleleri azat edeceği, karşısına çıkacak bütün düşmanlarını ye-
neceği ifade edilmiştir. Mehdi'nin ortaya çıktıktan sonra yeryüzünde kuracağı
hükümranlık süresiyle ilgili olarak bunun her bir yılı on yıl kadar uzun olan
yedi sene süreceği, bir rivayete göre ise Ashab-ı Kehf'in mağarada kaldıkları
süre olan 309 yıl olacağı, başka bir rivayette de 322 yıl devam edeceği nakle-
dilmiştir.36
İmamiyye’de mehdi inancının, ortaya çıkışından günümüze kadar canlı
bir şekilde varlığını sürdürdüğü görülmektedir.37 İmamiyye’de, Muhammed
b. Hasan’ın Mehdi olduğu kabul edilmişse de on ikinci imamdan önce birçok
kişiye mehdi olarak inanılmıştır.38 Mesela, İmami fırkalardan kabul edilen
34 Üzüm, ‚Şia’nın Mehdi İnancı‛, 59. Geniş bilgi için bk. Sadûk, Kemâlu'd-dîn, 479-482; Meclisî,
Bihâru'l-envâr, 52:90-100.
35 Şeyh Fazlullah Hairi, Min müsnedi Ehli’l-Beyt (London: Müessesetu’z-Zehra, 1987), 142; İlhan,
‚Şia’da Usulu’d-Din‛, s. 423.
36 Mustafa Öz, İmâmiyye Şiası'nda Onikinci İmam ve Mehdi İnancı (İstanbul: 1995), 83-86; Üzüm,
‚Şia’nın Mehdi İnancı‛, 60.
37 Bk. Seyyid Muhammed Kâzım el-Kazvînî, el-İmamu’l-Mehdî mine’l-Mehdî ile’z-zuhûr (Beyrut:
Muessesetu’l-Vefâ, 1987), 41-112, 362-368, 500-502. İmamiyye’nin çoğunluğunun yaşadığı
İran’da mehdi inancının canlılığını günlük yaşamda da görmek mümkündür. Her yıl Meh-
di’nin doğum gününde kutlama törenleri yapılmakta, şehirlerin her tarafına, ortaya çıkması
için Mehdi’yi davet eden resimler ve posterler asılmakta, dini törenlerde bu yönde acıklı davet
sloganları atılmaktadır.
38 Bazılarına göre ise Beşinci İmam Muhammed el-Bâkır (114/732) Mehdidir. Şehristânî, Milel ve
Nihal, 153; Bağdâdî, Mezhepler Arasındaki Farklar, 43, 45.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 109
39 Eş’arî, Makalatu’l-İslamiyyin, 55; Bağdâdî, Mezhepler Arasındaki Farklar, 42; William F. Tucker,
‚Asiler ve Gnostikler: el-Muğire İbn Sa’id ve Muğiriyye‛, trc. Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara Üni-
versitesi İlahiyat Fakültesi İslam İlimleri Enstitüsü Dergisi 5, (Ankara 1982): 206, 208, 211, 216.
40 Eş’arî, Makalatu’l-İslamiyyin, 56; Şehristânî, Milel ve Nihal, 151, 153; Bağdâdî, Mezhepler Arasında-
ki Farklar, 46, 47.
41 Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi (Isparta: Fakülte Kitabevi, 2002), 131-
133; Jussi Aro, ‚Zerdüşt Muamması‛, trc. Esko Naskali, Marmara Türkiyat Araştırmaları Dergisi
1, sy. 2, (Sonbahar 2014): 201, 206.
110 • Fatih Topaloğlu
42 Celil Kiraz, ‚Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Önceki Kutsal Kitaplarda Müjdelenmesi (Tebşîrât)‛,
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 10, sy. 1 (2001): 243; Avesta, Yaşt 13, XXVIII, 129,
erişim 19 Ağustos 2017, http://www.avesta.org/ka/yt13sbe.htm
43 Akalın, ‚Sembolik İsa’ya Geçiş‛, s. 178, 183.
44 Alan Williams, ‚Zarathushtra‛, in Encyclopedia of Asian Philosophy, ed. Oliver Leaman (London:
Routledge Press, 2001), 590; Companion Encyclopedia of Asian Philosophy, ed. Brian Carr-Indira
Mahalingam (London: Routledge Publicians, 1997), 3.
45 Avesta, Yasna, LXI, 5, erişim 13 Eylül 2010, http://www.avesta.org/yasna/yasna.htm#y54
46 Avesta, Yasna, XXVI, 10, erişim 13 Eylül 2010, http://www.avesta.org/yasna/yasna.htm#y13
47 Sarıkçıoğlu, bu ayetin, son devirde kaleme alınan diğer Gatha metinleriyle paralellik arz etme-
si bakımından sonradan redakte edilme ihtimalinin uzak olmadığını düşünmektedir. Bk. Ek-
rem Sarıkçıoğlu, ‚Mecusi Dininde Mehdi İnancı‛, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 7
(1986): 3.
48 Avesta, Yaşt, XIII, XVIII, 129, erişim 13 Eylüll 2010, http://www.avesta.org/ka/yt13sbe.htm
49 Druy adı verilen karakterin Hadis kaynaklarındaki Deccal karakteriyle olan benzerliği dikkat
çekicidir. Bk. Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmail b. İbrahim b. el-Muğîre el-Cu’fi el-Buhârî, el-
Câmiu’s-sahîh, ‚Kitâbü’l-Fiten‛ (Beyrut: Daru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, 1981), 24:185-190; Ebu’l-
Huseyn Muslim b. el-Haccâc el-Kuşeyrî, el-Câmiu’s-sahîh, ‚Kitabü’l-Fiten‛ (Beyrut: Daru
İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, 1972), 4:2223-2225; Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî İbn
Mâce, Sünen, thk. Muhammed Fuâd Abdülbâkî (1953) 2:1353-1366.
50 Avesta, Yaşt XIX, XV/89, erişim13 Eylül 2010, http://www.avesta.org/ka/yt19sbe.htm
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 111
(Vendidad) isimli bölümde ise daha gelişmiş bir Saoşyant tasavvuruna rastla-
nır. Videvdat XIX, Ia/5’te51 Zerdüşt, sınamak gayesiyle Ehrimen’e 52 ‚Ey Hilekâr
Angra Mainyu! Muzaffer Saoşyant’ın Kasava gölünün doğu tarafından doğuncaya
kadar Devalar’ca meydana getirilen yaratıkları vuracağım‛ demiştir.53
Yeryüzüne inecek, kötülerle mücadele edecek ve sonunda muzaffer olup
dünyayı yeniden kuracak olan Saoşyant hakkındaki anlatımların Şia’nın
Mehdi anlayışıyla benzerliği oldukça dikkat çekicidir. Buna göre, Ahuramaz-
da54 ile Ehrimen arasındaki savaşın başlamasından sonra dört devre gelecek,
Zerdüşt’ten sonra dünyada ahlak bozulacak, işte o zaman Ahuramazda, Zer-
düşt’ün bir gölde saklanmış tohumları ile orada yıkanan saf bir bakireyi ha-
mile bırakacak, bu kızın oğlu da bir peygamber olacak ve kısa zaman için
dünyayı düzeltecektir. Bu peygamberden bin yıl sonra, yine böyle mucizevî
bir doğumla ikincisi, ondan bin yıl sonra da bir üçüncüsü ama bu sefer so-
nuncusu gelecektir. Bu sonuncusunun adı ‘Saoşyant’ olacaktır. Onun gelişiyle
ölüler mezarlarından kalkacaktır. Bir göktaşı dağlarda saklı olan madenleri
eritecek, erimiş haldeki bu madenler inananlar için ılık bir süt, dinsizler için
ise bir azap olacaktır. Özellikle kötü olan birkaç insanla iblisler yok olacaklar,
ötekilerin hepsi ölmezlik şerbetini içeceklerdir. Saoşyant’ın gelişi, hem yeni-
den elde edilen özgürlüğün hem de yeryüzündeki insanca düzenin zaferi ola-
caktır. Saoşyant ya da başka bir iddiaya göre bizzat Zerdüşt kötülüklerden
temizlenmiş dünyada bir ayin yapacak; böylece dünya da sonsuz mutluluğa
erişmiş olacaktır.55
Saoşyant hakkındaki haberleri içeren ayetler daha sonra Zerdüşti müfes-
sirler tarafından çeşitli tasvirlerle daha da süslenmiştir. Bu yorumlara göre,
Saoşyant dünyaya gelmeden önce dünyaya yalan ve kötülük hâkim olacak,
küfür ve ahlaksızlık yayılacaktır. Horasan bölgesinden sayısız küfür ehli
İran’a saldıracak her şeyi yakıp yıkacaktır. Hâkimiyet İranlı olmayan kölelere
ve barbarlara geçecektir. Barbarlar olarak da Türk, Roma ve Arap milletleri
kabul edilmektedir. Bu dönemde emniyet ve refah, şan ve şöhret, nehirler ve
su kaynakları İranlıların elinden çıkacak, yer yarılacak, mücevher ve maden-
ler gün yüzüne çıkacak, insanlar dünyevi zenginlikleri elde etmeye çalışacak-
56 Bahsedilen Kasava (veya Kansava) gölünün sembolik anlam taşıdığı ve Kur'an‘ı müjdelediği-
ne dair yorumlar da vardır. Kiraz, ‚Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Önceki Kutsal Kitaplarda Müj-
delenmesi (Tebşîrât)‛, s. 244.
57 Zerdüştiler her sene yılbaşında kutladıkları Mihrican Bayramında kızlarını bu gölde yıkanma-
ya göndererek gölde saklı tohum ile kızlarının Saoşyant’a hamile kalmasını ümit ederler. Bir
kısmı da Hindistan sınırı yakınlarında bir suya girerek midyenin semavi damladan inciye ha-
mile kalması gibi Saoşyant’a hamile kalmak isterler. Sarıkçıoğlu, Dinlerde Mehdi Tasavvurları, s.
44-45.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 113
dinini öğretecektir. Zamanın bitimine elli yedi yıl kala şeytani varlıkları yok
edecek ve sonunda hâkimiyeti Ahuramazda’ya verecektir. Sonra bunu haşr
ve hesap günü takip edecektir.58
SONUÇ
Görüldüğü üzere Zerdüşt kutsal metinlerindeki Saoşyant anlatımlarında
yer alan ve o gelmezden önce meydana gelecek olaylar ile geldikten sonra
onun yapacakları hakkındaki birçok rivayet, İslam düşüncesi ve Şia’daki
Mehdi inancı ile benzerlik arz etmektedir. Zerdüşt Mehdi inancıyla Şii Mehdi
inancı arasındaki en önemli benzerliğin dünyada adaletin ortadan kalması,
kötülük ve kötülerin dünyaya hâkim olmasıdır. Mehdinin geri gelmesinden
sonra yaşanacak hadiseler arasında bazı farklılıklar olmakla birlikte temel
inanç, Mehdi/Saoşyant’ın geri gelerek bozulan dünyada adaleti tekrar sağla-
ması ve kötülerle savaşarak onlara karşı muzaffer olmasıdır. Mehdi karakter-
leri ve görevleri arasındaki bu benzerliğin oluşmasında -doktora tezimizde de
belirttiğimiz üzere- kanaatimize göre İslam’ın ilk dönemlerinde Fars coğraf-
yası ve Yemen’den yeni kurulan ve gelişen Arap şehirlerine yapılan göçler,
Farsçadan Arapçaya çeviriler, İslam’ın Fars bölgesine yayılması sırasındaki
kültürel ve dini etkileşimin önemli bir rolü bulunmaktadır. Dolayısıyla Fars
coğrafyasında yüzyıllardır var olan kurtarıcı inancı, bu etkileşimin bir sonucu
olarak Mehdi inancı suretinde Şia’da tekrar tezahür etmiştir.
KAYNAKÇA
Akalın, Kürşat Haldun. ‚Mitlerin Yaşamamış İnsan-Tanrılarından İncillerdeki Tek Tanrı-
İnsanı Sembolik İsa’ya Geçiş‛. Iğdır Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 7 (Nisan
2016).
Âlûsî, Ebu’l-Fazl Şihâbuddîn Seyyid Muhammed (127/744). Rûhu’l-meânî fî tefsîri’l-Kur’âni’l-
azîm ve’s-seb’i’l-mesânî. Beyrut: ts.
Aro, Jussi. ‚Zerdüşt Muamması‛. trc. Esko Naskali. Marmara Türkiyat Araştırmaları Dergisi 1,
sy. 2, (Sonbahar 2014).
Avesta, http://www.avesta.org
Avesta. Erişim 13 Eylül 2010. http://www.avesta.org/vendidad/vd19sbe.htm#section1a
Avesta. Erişim 13 Eylül 2010. http://www.avesta.org/yasna/yasna.htm#y54
Avesta. Erişim 13 Eylül 2010. http://www.avesta.org/yasna/yasna.htm#y13
Avesta. Erişim 19 Ağustos 2017. http://www.avesta.org/ka/yt13sbe.htm#section28
Avesta. Erişim13 Eylül 2010. http://www.avesta.org/ka/yt19sbe.htm
Avesta. Erişim 13 Eylüll 2010. http://www.avesta.org/ka/yt13sbe.htm#section28
Bağdâdî, Ebu Mansûr Abdulkâhir b. Tâhir b. Muhammed (429/1037). Kitabu Usuli’d-Din. İs-
tanbul: Matbaatu’d-Devlet, 1928.
58 Sarıkçıoğlu, ‚Mecusi Dininde Mehdi İnancı‛, 7:4-6 (Emil Abegg, Der Messiasglaube in Indien
und Iran (Leipzig: 1928), 205-228’den naklen.)
114 • Fatih Topaloğlu
Kiraz, Celil. ‚Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Önceki Kutsal Kitaplarda Müjdelenmesi (Tebşîrât)‛.
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 10, sy. 1 (2001).
Kohlberg, Etan. ‚İmamiyye’den İsnaaşeriyye’ye‛. trc. Cemil Hakyemez. Dinbilimleri Akade-
mik Araştırma Dergisi 5, sy. 3 (2005).
Kramer, S. N. Tarih Sümer’de Başlar. trc. Muazzez İlmiye Çığ. Ankara: Türk Tarih Kurumu
Yayınları, 1990.
Kummî, Sa’d b. Abdillâh Ebû Halef el-Eş’arî (301/913). el-Makâlât ve’l-Fırak, nşr. Muhammed
Cevâd Meşkûr. Tahran: 1963.
Kutluay, Yaşar. İslam ve Yahudi Mezhepleri. İstanbul: Anka Yayınları, 2001.
Margoliouth, D. S. ‚Mahdi‛. in Encyclopaedia of Religion and Ethics, ed. James Hastings, vol. 8.
Edinburgh: 1994.
Meclisî, Şeyh Muhammed Bâkır. Bihâru’l-envâr el-câmiatu li dureri ahbâri’l-eimmeti’l-athar. Bey-
rut: Muessesetu’l-Vefâ, 1983.
Mesûdî, Ebu'l-Hasan Ali b. Hüseyin b. Ali (346/957). Mürûcu’z-Zeheb ve Meâdinu'l-Cevher.
thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid. Mısır: Mektebetu’t-Ticâriyyeti’l-Kübrâ,
1958.
Mottahedeh, Roy. Peygamberin Hırkası İran’da Din ve Politika Bilgi ve Güç. trc. Ruşen Sezer. İs-
tanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2003.
Müslim, Ebu’l-Huseyn b. el-Haccâc el-Kuşeyrî. el-Câmiu’s-sahîh. Beyrut: Daru İhyâi’t-
Turâsi’l-Arabî, 1972.
Nesiryan, Yedullah. ‚Şiiliğin İran’da Gelişmesi ve Resmi Mezhep Oluşu‛. Doktora tezi, Ankara
Üniversitesi, 1970-1971.
Nevbahtî, Ebû Muhammed el-Hasan b. Mûsâ (310/922). Fıraku’ş-Şîa. thk. H. Ritter. İstanbul:
1931.
Öz, Mustafa. İmâmiyye Şiası'nda Onikinci İmam ve Mehdi İnancı. İstanbul: 1995.
Sadûk, Şeyh Ebû Cafer Muhammed b. Ali b. el-Huseyn İbn Bâbeveyh el-Kummî (381/991).
Kemâlu’d-dîn ve temâmu’n-ni’me. Kum: Muessesetu’n-Neşri’l-İslâmî, 1985.
Sarıkçıoğlu, Ekrem. ‚Mecusi Dininde Mehdi İnancı‛. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi 7 (1986).
Sarıkçıoğlu, Ekrem. Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi. Isparta: Fakülte Kitabevi, 2002.
Sarıkçıoğlu, Ekrem. Dinlerde Mehdi Tasavvurları. Samsun: Sidre Yayınları, 1997.
Sinanoğlu, Mustafa. ‚Hürmüz‛, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 18. İstanbul: TDV
Yayınları, 1998.
Şehristânî, Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdilkerîm b. Ebi Bekr Ahmed (548/1153). Milel ve Ni-
hal. trc. Mustafa Öz. İstanbul: Litera Yayıncılık, 2008.
Tabatabai, Allame Seyyid Muhammed Hüseyin. İslam’da Şia. haz. Bahri Akyol. İslami Kültür
ve İlişkiler Merkezi Tercüme Yayın Müdürlüğü, 1998.
Topaloğlu, Fatih. ‚Şia’nın Oluşumunda İran Kültürünün Etkisi‛. Doktora tezi, Dokuz Eylül
Üniversitesi, 2010.
Tucker, William F. ‚Asiler ve Gnostikler: el-Muğire İbn Sa’id ve Muğiriyye‛. trc. Ethem Ruhi
Fığlalı. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam İlimleri Enstitüsü Dergisi 5, (Ankara
1982).
Tûsî, Ebu Cafer Muhammed b. el-Hasan (460/1067). Kitâbu’l-Ğaybe. thk. İbâdullah et-Tehrânî
el-Kebîr-Ali Ahmed Nâsih. Kum: Müessesetu’l-Maârifi’l-İslâmî, 1990.
Utum, Muhammed Abdulkerîm. en-Nazariyyetu’s-siyâsiyyetu’l-muâsıratu li’ş-Şîati’l-
İmâmiyyeti’l-İsnâ Aşeriyye. Amman: Dâru’l-Beşir, 1988.
116 • Fatih Topaloğlu
Üzüm, İlyas. ‚Tarihten Günümüze Şia’nın Mehdi İnancı‛. Yeni Ümit Dergisi 75, (Ocak-Mart
2007).
Vloten, Gerlof Van (1866-1903). Emevi Devrinde Arap Hâkimiyeti Şia ve Mesih Akideleri Üzerine
Araştırmalar. trc. Mehmed S. Hatiboğlu. Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakül-
tesi Yayınları, 1986.
Williams, Alan. ‚Zarathushtra‛, in Encyclopedia of Asian Philosophy, ed. Oliver Leaman. Lon-
don: Routledge Press, 2001.
Yönem, Ahmet. ‚Mehdilik Fikri ve Müslümanlar Arasındaki İlk Tezahürleri‛. Yüksek Lisans tezi,
Ankara Üniversitesi, 1998.
SAHİH İSLAM İNANCINDA, MEHDİLİK DÜŞÜNCESİNİN DEĞERİ
VE HÜKMÜ
Fikret KARAMAN*
Özet
Bütün dinlerde bir çeşit Mehdilik düşüncesine rastlamak mümkündür.
Çünkü insanlar çaresiz kaldıklarında işlerini güçlü birine havale etme ihtiyacını
duymuşlardır. Bu anlayış, uzak doğu dinlerinde daha erken tarihlerde benim-
senmiştir. Batıda ise, Yahudiler İlyas Peygambere, Hıristiyanlar ise Hz. İsa’ya
kurtarıcı olarak inanmışlardır. İslam dünyasında da benzer düşüncelere rastla-
mak mümkündür. Özellikle Şia mezhebi Mehdi’yi iman esaslarından biri olarak
kabul etmiştir. Mehdilik düşüncesi İslam kaynaklarına da girmiştir. Bu araştır-
mada, “Sahih İslam İnancında Mehdilik Düşüncesinin Değeri ve Hükmü” tartı-
şılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Mehdi, Kurtarıcı, Peygamber, İman, Adalet
GİRİŞ
İslâm, Allah’ın varlığına inanmayı imanın ilk şartı olarak kabul etmiştir.
Bu nedenle Kur’an-ı Kerim’de, Allah katında yegâne din olarak tanımlanan İs-
lam, iman esasları üzerine inşa edilmiştir.1 İmanın sıhhatine zarar veren şirk,
küfür ve inkâr anlamına gelen bütün anlayış ve davranışları yasaklamış ve bizi
varlığından şöyle haberdar etmiştir: “Sizin ilahınız bir tek ilahtır. O’ndan başka ilah
* Prof. Dr. İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi
1 Âl-i İmrân, 3/ 19.
118 • Fikret Karaman
yoktur. Rahman’dır, Rahimdir.”2 (Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız sen-
den medet umarız.”3 Görüldüğü üzere her iki ayette de tek ilah inancına vurgu
yapılmış sadece O’na kulluk edilmesi ve O’ndan yardım beklenmesi istenmiştir.
Hz. Muhammed (sav) de İslam’ı ve imanı tanımlarken önce Allah’ın varlı-
ğı, birliği ve ahiret inancını hatırlatmakla tebliğe başlamıştır. Nitekim Cibril ha-
disinde kendisine sorulan soruyu da bu bağlamda cevaplandırmış ve imanı
şöyle tanımlamıştır: “Allah’tan başka ilah olmadığına, Hz. Muhammed (sav)’in Al-
lah’ın Resulü olduğuna, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, kadere (ha-
yır ve şerrin Allah’ın yaratmasıyla olduğuna) inanmaktır.” 4
İslam bilginleri de, Kur’an ve Sünnet başta olmak üzere çeşitli kaynaklar-
dan yola çıkarak imanı, Hz. Peygamber (sav)’ın Allah’tan getirdiği ve “Zarurat-ı
Diniyye” olarak bilinen hükümleri, kesin olarak kalp ile tasdik etmek” şeklinde
tanımlamışlardır.5 İslam Akaid ilminde sahih bir iman için ancak kesin bilgi ve
delillerin geçerli olduğu vurgulanmıştır. Buna göre, iman söz konusu olunca
taklit, zann, tahmin ve şüpheye dayalı bir iman geçerli değildir. Hal böyle olun-
ca İslam dinine, mehdilik inancı gibi nakli ve kesin delile dayanmayan bir ko-
nuyu itikadi konular arasında değerlendirmek mümkün görünmemektedir.
Buna rağmen Mehdi, Müceddit, Kutup, gibi kurtarıcıların varlıklarına dair
inanç, Müslüman toplumların gündeminde düşmemiş ve öteden beri sahih İs-
lam inancıyla ilişkilendirilmeye çalışılmıştır. Bu nedenle söz konusu algının ba-
şında yer alan Mehdilik inancı ve kültürü hakkında kanaat sahibi olmak için
önce onun tanımı ile konuya başlayalım:
Mehdi:
Mehdi, Arapça bir kelimedir. Hedy ve hidayet kökünden türemiş bir sıfat-
tır. Sözlükte; istenen ve arzu edilen şeye ulaşmayı başaran, Allah’ın gösterdiği
doğru yola, insanları iletmeye vesile olan kişi anlamına gelir. Bu bağlamda hi-
dayete erdirilmiş ve kendisine doğru yol gösterilmiş kişi de denir.6 Fransızcada
“montrer, indiqer a qqn le chemen” Birine doğru yolu göstermek demektir.7
Dini bir terim olarak Mehdi, kıyamete yakın bir dönemde zulüm ve ada-
letsizliğin yaygınlaştığı zamanda gelip yeryüzünü adaletle dolduracağı ve ye-
niden İslam dinini hâkim kılacağına inanılan bir kurtarıcıdır.8 Farklı toplumla-
rın çeşitli anlamlar yükledikleri Mehdi’yi şöyle de tanımlamak mümkündür:
Dinin hükümlerini müdafaa ederek topluma öncülük eden rehber, önder, âli,
müçtehit ve yüksek seciyeli zat veya zatlardır. Bu tür insanlar her dönemde or-
2 Bakara, 2/163.
3 Fatiha, 1/5.
4 Buhari, İman, 37; Müslim, İman, 1.
5 Abdullatif Harputî, Tenkihu’l Kelam Fi Akaidi Ehli-l İslam, (Tercüme ve Sadeleştirme: Fikret
Karaman), Çelik Yayınevi, İstanbul, 2016, s, 183.
6 Şerif Cürcani, et- Ta’rifat, Dârü’r-Rüşd, Kahire, s. 285.
7 Abdu’n-Nur, Arapça- Fransızca Sözlük, Dârü’l İlm Lilmelayin, Beyrut, 1983, s. 1075.
8 Fikret Karaman vd. Dini Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2006.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 119
taya çıkabilir. Buna göre; insanları hayra, doğruya, iyiliğe, dine ve imana davet
eden herkese Mehdi demekte dini yönden bir sakınca teşkil etmez. Süleyman
Ateş’in de dediği gibi “Mehdi, hidayete götüren, doğru yola ileten kimse olunca
bu anlamıyla her çağda İslâm uğrunda mücadele veren ihlaslı liderlere Mehdi
gözüyle bakılmasında bir sakınca yoktur. Ancak Resulullah’ın neslinden yetişe-
cek gerçek mehdi varsa onu bilemeyiz. Ortaya çıkacak böyle bir zata, bütün
Müslümanların birden bey’at edip inanacakları da şüphelidir. Çünkü nice bü-
yük din liderleri, ihlaslı insanlar çıkmıştır ki birçok Müslüman ona inanmak,
onu desteklemek şöyle dursun, ona cephe almış hatta onunla savaşmıştır.” 9
Bu açıklamalardan da anlaşıldığı üzere Mehdi anlayışı toplumları, kolaycı
ve teslimiyetçi bir konuma ve beklemeye sevk etmiştir. Hayatın akışında çare-
sizliklerle karşılaşıldığında bir kurtarıcı inancı çözüm olarak gündemde tutul-
muştur. Durum böyle olunca insanlar sorumluluklarını ikinci plana itmişlerdir.
Nasıl olsa adı ne olursa olsun bir kurtarıcı, dünyanın son zamanlarında ortaya
çıkacak zulmü kaldıracak ve adaleti yeryüzüne hâkim kılıp kurtaracaktır. Bu
inanç, umut ve düşünce önce ilkel dinlerde sonraları da semavi dinlerde itibar
görmeye başlamıştır. Böylece dinlerin çoğunda insanların maddi ve manevi sı-
kıntılarını giderecek dini ve sosyal hayatı ıslah edecek bir gücün imdadımıza
yetişeceğine inanılmaktadır.
Ne var ki kurtarıcının zuhur edeceği zaman, daima merak konusu olmuş-
tur. Çoğunlukla bu vaktin dünyanın sonuna doğru başlayacağı şeklindedir.10
Bu kabul tarzı her dönemde insanlar için bir umut kapısı olmuştur. O halde in-
sanlığı bu kadar meşgul eden Mehdi’lik düşüncesi, insan hayatına ne zaman ve
nasıl gireceği net değildir. Yeri gelmişken bu inancın doğup geliştiği toplumlar
ve coğrafyalar hakkında sağlıklı bir sonuca ulaşmak için onun doğu, uzak doğu
ve batı ’da ortaya çıkmasına zemin hazırlayan sebeplerin tahlil edilmesi gerekir.
Bu sebepleri; tarihi süreç, dini nedenler, Mehdilik kavramına yüklenen dini ve
sosyal statü, tasavvuf kültürü, imamet ve masumiyet düşüncesi, siyasi olaylar,
rekabet ve iktidar arzusu, dış sebepler, Hristiyan ve Yahudilerin tutumu gibi
hususları saymak mümkündür.
Tarihi Süreç:
Uzak Doğu kültüründe, su, ağaç, hayvan, ay, güneş, yer ve gök cisimleri-
nin de aralarında bulunduğu bazı semboller kutsal kabul edilmiştir. Örf ve
adetleri gereği bu sembollere farklı değerler ve anlamlar yüklenilmiştir. Zaman-
la bu kutsallar üzerine kültür, inanç ve derin düşünceler inşa edilerek daha güç-
lü hale getirilmiştir. Bu alanda Hint ve Çin coğrafyası başta olmak üzere bölge-
de norm haline gelen birçok dini akımdan söz etmek mümkündür. Bu akımla-
rın adı ne olursa olsun her birinin ayrı ayrı kuralları ve değerleri olmuştur.
Konfüçyüs’culuk:
Çin’de ortaya çıkan bir çeşit, din, siyaset ve felsefe sistemine dayanmakta-
dır. Çinli düşünür Konfüçyüs’a dayandırılan bu dini akım Kore ve Japonya’da
11 Yusuf Sarıkaya, İslam’ın İnsana Bakışı “Mehdilik İnancı ve İslam İnancındaki Yeri” Türkiye
Diyanet vakfı Elazığ Şubesi Yayınlar, Ankara, 2002, s.313.
12 Hayrettin Karaman vd. Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları,
Ankara, 2003, 2/ 138-vd.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 121
da taraftar bulmuştur. 13 Bölgeye has inanç, kültür ve tefekkür biçimine göre ge-
lişen Konfüçyüs anlayışında Mehdi inancının önemli bir yeri vardır. Bunlara
göre Mehdi, kutsal ve yüksek bir azizidir. Dünyada olup biten her şeyi işitir,
görür ve bilir. Geniş kalplidir. Cömert ve merhamet sahibidir. Yumuşak huylu-
dur. O hakikati kavramıştır. İsterse kendisini başka bir varlığa dönüştürebilir.
Onun ruhu yeri, göğü doldurur. Mecusiler de Konfüçyüsler gibi Mehdi’ye aşırı
bir kutsiyet yüklemişlerdir. Mecusilere göre, Tanrı Ahura Mazda’nın ilk yarat-
tıklarından olup ölümsüz kutsallardandır. Manevi yiyeceklerle yaşar. Vücudu
güneş gibi parlar. Olağanüstü bir güce sahiptir ve etrafı altı gözle görür.14
Hinduizm:
Hint dini inanç ve kültüründe “ricalü’l gayb” olarak ifade edilen ve onlar-
la bağlantı kurulduğuna inanılan kimseler vardır. Sayıları oldukça fazla olan bu
kişiler Hint Mitolojisinin gerçek kahramanlarıdır. Bu seçkin kişiler, mucizeler
gösterebilirler. Böylece her kast kendi azizine saygı duyar. İlahi yardıma muh-
taç olduklarında kutsallıklarına inandıkları bu varlıklar için dua ederler.15
Hinduizm inancına göre ülke er geç, barbarlar tarafından istila edilecek ve
dini inançlar yok edilecektir. Hükümdarlar da kaba ve zalim olduklarından
halka baskı yapacaklardır. Ellerindeki malları hatta kadın ve kızları bile alacak-
lardır. Kurtulmanın tek yolu adaletli idareciler tarafından yönetilmektir. Bu da
herkes için mümkün olmadığından toplumun tamamına yakını idarecilere
muhtaç olacaktır. Aile bağları çözülecek evlilikte bekâret aranmayacak kadınlar
kocalarına sadakat göstermeyeceklerdir. Gerektiğinde henüz ana karnındaki
çocuklar bile öldürüleceklerdir.
Hinduizm’de insanları korumak için bazen yeryüzüne inen ve onlara yol
gösteren bir ilahi varlığın olduğuna dair “avatar” (inmek) inancı önemeli bir
esastır. Yine Hinduizm’de 3. Yüzyılda yaşamış bir şahıs olarak kabul edilen
Babaji’nın, bir kutup gibi âlemin ifadesinde ve insanlığın manevi gelişiminde
doğrudan etki sahibi, ölümsüz ve görünmeyen gaip bir kutsal varlık olduğuna
inanılmaktadır. Sonuç itibariyle Hindu efsanelerine dayalı olağanüstü güçlere
sahip gizli şahsiyetlere dair inançlar oldukça fazladır. Bu şahsiyetlerden öyle
azizler vardır ki âlemin düzenini sağlamaktadırlar16
Sosyal hayata bağlı olarak tabiatın dengesi de bozulacaktır. Mevsimler dü-
zenli gitmeyecek yağmurlar yağmayacaktır. Nehirler ve dereler koruyacaktır.
Ağaçlar ota dönüşecek insanlar da kıtlık korkusunu yaşayacaklardır. Ancak
13 Özcan Acar, Yeni Türk ansiklopedisi, Ötüken, Yayınevi, İstanbul, 1985, 5/ 1912.
14 Ekrem Sarıcıoğlu, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Mehdi Maddesi, Ankara, 2003,
28/369.
15 İsmail Taşpınar, Tartışmalı İnanç Meseleleri, (Ricalü’l Gayb Meselesi) Makalesi, Marmara İla-
hiyat Vakfı Yayınları, İstanbul, 2004, s. 228 vd.
16 İsmail Taşpınar, Tartışmalı İnanç Meseleleri, (Ricalü’l Gayb Meselesi) Makalesi, Marmara İla-
hiyat Vakfı Yayınları, İstanbul, 2004, s. 228 vd.
122 • Fikret Karaman
Yahudilik:
Yahudiler Mesihi, karizmatik bir kurtarıcı olarak kabul etmişlerdir. Çünkü
Mesih, Yahudiler için Filistin topraklarında dini ve siyasi bağımsızlığı temin
edecek tek kişidir. Yahudi geleneğinde Mesih, öteki dünya inancından daha
önemlidir. Ahiret inancı, sembolik olarak kabul edilmiştir. Yahudi aydınlanma
dönemi olarak kabul ettikleri Mehdi, evrensel anlamda Yahudilerle beraber
tüm insanlığın durumunu düzelteceğine inanılmaktadır.
Yahudilere göre Mesihi, diğer insanlardan ayıran özellik, onun Tanrının
yeryüzündeki vekili olmasıdır. Çünkü Mehdi Tanrının özel lütfuna mazhar ol-
muştur. Yine Yahudilere göre Mesih veya Mehdi döneminde, Kudüs ve çevresi
Cennet bahçelerine benzeyecek. Çöller ormana dönüşecek, canlıların tabiatı de-
ğişecek kurt ve kuzu bir arada yaşayacak. 18
Eski İran, Sümer, Hint ve Çin geleneklerinde de izine rastlanan Mesihlik
kavramı, bu dünyada kurulacak yeni düzen Mesihi dönemi beklentisine uygun
düşmektedir. Kurtarıcı Mesih, Tanrının gösterdiği adil kral olacak onun gü-
nünde kavminin üzerine zulüm olmayacaktır. Zira hepsi kutsal ve kralları da
Tanrı’nın Mesihi olacak tüm milletler onun önünde titreyecektir. Çünkü o ağ-
zından çıkan bir kelime ile yeryüzünü kasıp kavuracak kendisi günahsız olmalı
ki kavminin üzerinde hükmetsin.19
Hıristiyanlık:
Günümüzde Hristiyanlığın amentüsü olarak kabul gören inanç prensipleri
325 İznik ve 381, I. İstanbul konsillerinde görüşülüp kabul edilen inanç prensip-
leridir. Buna göre, İsa Mesih ile ilgili şu ifadeler yer almaktadır. “Tanrının biri-
cik oğlu tek Rab ve ezelde babadan doğmuş olan Mesih İsa’ya inanıyorum. O
17 Ekrem Sarıcıoğlu, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Mehdi Maddesi, Ankara, 2003,
28/369.
18 Ekrem Sarıcıoğlu, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Mehdi Maddesi, Ankara, 2003,
28/369.
19 Selime Leyla Gürkan, Yahudilik, İSAM, İstanbul, 2008, s.114.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 123
20 Ekrem Sarıcıoğlu, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Mehdi Maddesi, Ankara, 2003,
28/369.
21 Ömer Faruk Harman, “Beklenen Kurtarıcı İnancının İslam Öncesi Dini Arka Planı” Beklenen
Kurtarıcı İnancı, KURAMER, İstanbul, 2017, s. 52.
22 Mahmut Çınar, Tarihte ve Günümüzde Mehdilik, Rağbet, İstanbul, 2013, s.48.
23 Mahmut Çınar, Tarihte ve Günümüzde Mehdilik, Rağbet, İstanbul, 2013, s.48.
24 Müslim, el- Fiten ve Eşratü’s-Saat, 27.
25 Enbiya, 21/34.
124 • Fikret Karaman
İslam ve Mehdilik:
Mehdî Kavramının bir inanç konusuna dönüşmesi, Hz. Ali’nin Şehadetin-
den sonra başlamıştır. Siyah kadının oğlu anlamına gelen Abdullah b. Sebe as-
len Yemen’li olup, üzerinde münafıklık şartları oluşan bir kişidir. Israrla Müs-
lüman olduğunu söyleyerek Müslümanlar arasında çalışmakta ve yaşamakta
ısrar etmiştir. Hedefine ulaşmak için dönemin fitne hareketlerine öncülük et-
miştir. Bu bağlamda Hz. İsa’nın yeniden dünyaya geleceğine inanıp da Hz.
Peygamberin dönmeyeceğini söylemek saflık olur şeklinde bir iddiada bulun-
muştur. Hz. Ali’nin Muhammed(sav)’ın vasisi olduğunu ileri sürerek Hz. İsa’ya
benzetmek istemiştir. Çünkü Hz. İsa nın yerine başkası çarmıha gerilmiştir. O
halde Hz. Ali’nin yerine de bir başkası göğe yükseltilmiştir. Hal böyle olunca
Hz. Ali’nin yeniden dirilmesi kaçınılmazdır.28
Hz. Osman döneminde Müslüman olduğunu iddia etse de aşırı görüşle-
riyle tanınan Abdullah b. Sebe, Hz. Ali’nin vefatını istismar ederek onun ölme-
diğini ve kıyamet kopmasına yakın dünyaya geleceğini iddia etmiştir. Buna gö-
re zulümle dolan dünyada adaleti sağlayacağını söyleyerek Yahudilik ve Hıris-
tiyanlık var olan gaybet (kaybolma) rec’at (geri dönme) gibi Mesih ve Mehdi
inançlarını İslam dinine sokmuştur. Abdullah bin Sebe daha sonra Hicaz, Basra,
Kufe ve Şam’a giderek aynı inancı buralarda yaymaya çalışmışsa da başarılı
olamadığı için Mısır’a geçtiği bilinmektedir. Burada da dini kavramları kullan-
dığı insanlara şu telkinlerde bulunduğu iddia edilmektedir: “İnsanların İsa’nın
döneceklerine inandığı halde Hz. Muhammed’in döneceğini kabul etmemeleri
şaşılacak şeydir. Oysaki Allah şöyle buyurmuştur: “Ey Muhammed! Kur’an’a
uymayı sana farz kılan Allah, seni döneceğin yere (meâd) döndürecektir”29 buyurmuş-
tur. Bu örnekten hareketle Hz. Peygamber(sav)’in dünyaya dönemsi, Hz.
İsa’dan daha layıktır. Abdullah bin Sebe’nın bu görüşü İslam inancıyla bağ-
daşmadığı kesindir. Ancak bazı Şiiler tarafından bu düşüncenin benimsendiğini
ve buna bağlı olarak “rec’at” akidesinin meydana geldiği ileri sürülmüştür Şii-
ler bu görüşten hareketle her peygamberin bir vasisinin bulunduğunu Hz. Pey-
gamberin vasisinin de Hz. Ali olduğunu telkin etmeye başlamışlardır. 30
başına doğru yolu bulsaydı bir başkasına yalvarmazdı. Biz insanlara düşen,
doğruyu ve hakkı aramaktır. Bunun da kaynağı Kur’an ve Sünnettir. Çünkü
“Allah kimi hidayete erdirirse o hidayete ermiş olur.”33 Bir başka ayette ise şöyle bu-
yurmuşlardır: “Allah insanları esenlik ve mutluluk ülkesine davet eder ve dilediği
kimseleri doğru yola iletir.”34 Diğer taraftan hidayet üzere hayatını sürdürmek de
önemlidir. Kur’an-ı Kerim bu hususu da şöyle açıklamıştır: “Ey Rabbimiz, bizi
hidayete ulaştırdıktan sonra, kalbimizi saptırma”35 Dikkat edilirse bu ayetler hidayet
kavramına vurgu yapılırken dua niteliğinde ve çoğul olarak ifade edilmiştir.
Çünkü duaların bireysel değil toplu halde yapılması daha makbuldür. Toplu
duaların kabulü kuvvetle muhtemeldir.36
Hz. Muhammed (sav) de İslâm’ı tebliğ etmek üzere devlet ve kabile baş-
kanlarına yazdığı mektupların tamamına “Hidayete tabi olanlara selam olsun.” 37
İfadesiyle başlamıştır. Hz. Peygamber (sav)’in bu vurgusu da hidayet kavramı-
nın önemini göstermektedir. Görüldüğü üzere İslam toplumunda Mehdilik dü-
şüncesinin, rağbet görmesinin bir nedeni de söz konusu kelimeye yüklenen an-
lamın etkisidir. Zira mehdi kelimesi Arapçada (heda) doğru yolu bulmak, yol
göstermek, mastarından ismi mef’uldür. Bu kavram cahiliye döneminde de
doğru yolu göstermek, hayra delalet etmek şeklinde kullanılmıştır. Nitekim Şair
Hassan bin Sabit de bir mersiyesinde Hz. Peygamber için bu kavramı kullan-
mıştır. Yine Meşhur şair Farazdak da Resulullah’ı medh etmek için yazdığı bir
beytinde aynı kelimeye yer vermiştir. Daha sonra İslam tarihinde bu kelimenin
bazı halifeler için kullanıldığına rastlanılmaktadır. Taberi de Hz. Hüseyin’in
ölümünden sonra şöyle dua etmiştir: “Allah’ım şehid oğlu şehid, mehdi oğlu
mehdi Hüseyin’e rahmet et.” 38 Yanlış anlaşılmaması için bir daha hatırlatalım
ki buradaki “Mehdi” kavramı beklenen mehdi değil doğru ve kurtuluş yoluna
yönelme halidir.
2- Mehdilik düşüncesinin İslam dünyasına girmesinin arka planında dış
etkenlerin rolü unutulmamalıdır. Bu konuda Yahudi ve Hristiyanlar, benzer
kurtarıcı iddiaları sürekli gündemde tutmuşlardır. Yahudiler İlyas peygambe-
rin göğe çıkarıldığını, ahir zamanda hak ve adaleti uygulamak üzere yeryüzüne
ineceğine inanmaktadırlar. Onlara göre İlyas peygamberin bu dünyadan ayrılışı
bir ölüm değil sadece gözden kaybolmadır. Kaldığı yerden devam etmek üzere
yeniden dönecektir. Böylece Yahudiler İlyas Peygamber üzerinden dünyanın
barış ve huzurunu temin edeceklerini iddia etmişlerdir.39 Ayrıca Yahudilikte
bazı mistik gelenekler zamanla inanca dönüşmüştür. Bunlar “Ricalü’l Gayb” 33
33 İsra, 17/97.
34 Yunus, 10/25.
35 Âl-i İmran, 3/ 8.
36 Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir, (Tercüme: Sadık Kılıç vd), Ak-Çağ, Ankar, 1988, 1/356.
37 Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi (Tercüme: M. Said Mutlu), İrfan Yayınevi İstan-
bul, 1972, s.240.
38 Avni İlhan, Mehdilik, Beyan Yayınları, İzmir, 1976, s. 14.
39 Yusuf Sarıkaya, a g e.
128 • Fikret Karaman
veli –ki Yahudi inancına göre- dünya bunlardan hiç mahrum kalmaz. Bu veliler
alçak gönüllü geçimlerini alın terleriyle kazanmaktadırlar. Bunlar birbirlerinden
habersiz yaşarlar. Dışardan seyredenler onları görmez. Bunlar İlyas Peygamber
gibi Tanrı adına görevli gizli kahramanlardır. Giderek çeşitlenen bu kurtarıcılar
arasında Mehdiliğin de özel bir yeri olduğunu hatırlatmak gerekir.40
Hıristiyanlar da olayı Hz. İsa (as) üzerinden yorumlayarak nübüvvet inan-
cıyla bağdaşmayan bir beklenti içerisine girmişlerdir. İnançlarına göre, dünya-
nın zulmü ve aşırılıkları yeryüzünü kapsayacaktır. Ancak geç de olsa bu zulüm,
Hz. İsa (as)’ın sayesinde son bulacaktır. Çünkü Hz. İsa Kabrinden bedeniyle
göğe çıkarılmıştır. Son zamanlarda gökten inip Allah adına insanlar arasında
hüküm verecek ve suçluları cezalandıracaktır. Kendisine destek verenler ise
ödüllendirilecektir. Büyük ihtimalle bu inanç şekli şiiler arasında muntazar
imam, sünniler arasında da Mehdi şekline bürünmüş olabilir. Şimdi kabrinden
kaybolup bir gün adaleti tesis etmek üzere yeryüzüne inecek Hz. İsa ile ortadan
kaybolup bir gün yine aynı hizmeti gerçekleştirmek üzere ortaya çıkacak olan
Muntazar imam İnancı, hemen hemen birbirinin aynıdır.41
Bu inanç tarzı doğal olarak vahye dayanmayan uzak doğu dinlerini ve dü-
şüncelerini de etkilemiştir. Bu nedenle Hindistan’da mehdilik inancı çok erken
dönemlerde ön plana çıkmış ve şu ana kadar birçok mehdi gelip geçmiştir. Fa-
kat insanların şikâyetçi oldukları dünyanın gidişatını şu ana kadar düzelteme-
mişlerdir. Söz konusu mehdilik kapısı açık tutulduğuna göre daha birçok kişi-
nin mehdilik iddiasında bulunması kaçınılmazdır. Çünkü bunun kuralı ve sayı-
sı belirlenmemiştir. Bu bağlamda Habeşistan Hristiyanları da, kıralları Theo-
dor’un ahir zamanda Mehdi olarak geri döneceğine inanırlar. Aynı şekilde Mo-
ğollar da Cengiz Han’ın geri gelip kendilerini Çin esaretinden kurtaracağına
ümit bağlamışlardır.42 Bütün bunlar birlikte değerlendirildiğinde İslam âlemine,
mehdilik düşüncesinin gelişmesinde, Batı kültürü ve sömürgeciliğin etkili ol-
duğunu söylemek mümkündür.
3-Dün ve bugün Mehdi konusu gündeme geldiğinde çoğu Müslümanlar
iyi niyetlerinin sonucu olarak hadis kaynaklarını gerekçe göstermişlerdir. Çün-
kü İslam dininde hadis Kur’an-ı Kerimden sonra en güçlü kaynaktır. Ne var ki
Mehdi veya kurtarıcı anlamını ifade eden başka bir şahsın bir gün ortaya çıka-
cağını ve dünyanın gidişatına yön vereceği şeklindeki haberler hadis kaynakla-
rındaki sıhhat şartlarına uygunluğu açısından güvenirliği önem arz etmektedir.
Bu çalışmayı yaparken Mehdilik ile ilgili hadisler üzerinde yapılan araştırmaları
inceleme fırsatını buldum. Buna göre, Mehdi veya ona işaret eden haberler,
İmam Malik’in Muvatta’ı, Buhari ve Müslim gibi hadis kaynaklarında yer al-
mamıştır. Çünkü bu eserler, çok titiz ve hadis toplama şartlarına uygun olarak
40 Mehmet Bulğen, Tartışmalı İnanç Meseleleri, İsmail Taşpınar”İslam Öncesinde Ricalü’l gayb”,
Marmara üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 2014, s.238.
41 Süleyman Ateş, Kur’an ansiklopedisi, 13/103.
42 Yusuf Sarıkaya, a. g. e.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 129
telif edilen itikat, ibadet ve amellerle ilgili metinleri ihtiva eden hadis mecmua-
larıdır. Ancak Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace, Hâkim ve Taberani gibi hadis
metinlerinde dolaylı veya doğrudan Mehdi anlamına gelen yoğun sayılabilecek
haberlere rastlamak mümkündür.43 Bir fikir vermesi bakımından söz konusu
hadislerden birkaç örnek verelim:
a) Size etrafında (tüm) ümmetin toplanacağı on iki halife gelinceye kadar, bu din
ayakta kalmaya devam edecektir.” 44
b) “On iki halife gelinceye kadar bu din aziz olarak devam edecektir.” 45
c) “Dünyanın ömründen sadece bir gün kalsa bile, Allah benim ehl-i beytimden
bir adam gönderecektir. O dünyayı (daha önce)zulümle olduğu gibi, adaletle doldura-
caktır.”46
d) “Mehdi benim ailemden, Fatıma’nın oğullarındandır.”47
Hadis usulü ile ilgili kaynaklara bakıldığında bu ve benzeri konuları ihtiva
eden hadislerin ahad olduğu kanaati ön plana çıkmaktadır. Bu hadis metinleri-
nin daha sonra telif edilmiş olması söz konusu iddiayı desteklemektedir. Diğer
taraftan itikadi konuların ahad haberlerle sabit olmadığı bilinen bir gerçektir.
Bu konu İslam akaid tarihinde de yer almamıştır. İmam Ebu Hanife, İmam Ma-
türidi ve aynı dönemde yaşayan diğer İslam müçtehidleri de Mehdilik konusu-
nu gündeme getirmemişlerdir.48
İlk dönem Ehl-i Sünnet Akaid kitaplarında, mehdilik düşüncesine yer ve-
rilmemiş olması da bu konunun bir iman meselesi olarak görülmediğini teyit
etmektedir. Özellikle bugün Şia mezhebinin itikadi bir mesele olarak gördüğü
“Mehdi-i Muntazar” anlayışı ilk kaynaklarda yer almadığı gibi halk da böyle bir
beklentiye girmemiştir. Mesihliğe temas eden ilk kaynaklar mehdiliğe yer ver-
memiştir. Ehl-i Sünnet inancına sonradan giren bu anlayışa göre, mehdi kıya-
mete yakın gelecek ve yeryüzüne adalet, eşitlik, zenginlik getirdikten sonra öle-
ceği ifade edilmektedir. Çağımızda İslam dünyasında ve batıda, Mehdilik anla-
yışına yüklenmek istenen bu rol, oldukça farklı ve abartılı bir hal almıştır.
4- Mehdilik düşüncesinin toplumda yaygınlaşmasını etkileyen hususlar-
dan biri de tarikat ve bazı tasavvuf ehlinin önderlerine duydukları aşırı bağlılık-
tan kaynaklandığını söylemek mümkündür. Zira tasavvuf önderleri için top-
lumda ahlaki ıslahat sağlamak, irşat hizmeti yapmak ulvi bir görevdir. Bu
amaçla hizmet eden tasavvuf erbabı, daima müntesipleri tarafından övülmüşler
ve takdirle anılmışlardır. Bu aşırı ve abartılı yaklaşım bazı devirlerde, tasavvuf
43 Süleyman b. Eş’as es_Sicistani, Sünen-i Ebû Davûd, (Tercüme: Ahmet Necati Yeniel, vd, İstan-
bul, 2000, 14/394.
44 Sünen-i Ebû Davûd, (Tercüme: Ahmet Necati Yeniel, vd, İstanbul, 2000, 14/394.
45 Sünen-i Ebû Davûd, (Tercüme: Ahmet Necati Yeniel, vd, İstanbul, 2000, 14/394.
46 Sünen-i Ebû Davûd, (Tercüme: Ahmet Necati Yeniel, vd, İstanbul, 2000, 14/402.
47 Sünen-i Ebû Davûd, (Tercüme: Ahmet Necati Yeniel, vd, İstanbul, 2000, 14/394.
48 Mehmet Bulğen, Tartışmalı İslam Meseleleri, Yusuf Şevki Yavuz “Mehdi İnancının İslam Di-
nindeki Yeri “, MÜ. İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 2014, 24.
130 • Fikret Karaman
Değerlendirme:
Bütün bu seçenekler birlikte değerlendirildiğinde, Kur’an ve Sünnete rağ-
men sahih kaynaklara dayanmayan, ham bilgi, evham ve varsayımlarla mehdi-
lik inancını savunmak mümkün görünmemektedir. “Bana gaybten haber geldi ya-
hut rüya gördüm, bana ilham edildi, Peygamberlerden biriyle görüştüm” veya “bu
mehdi-i mahfi (gizli mehdi) den gelen bir haberdir” gibi iddiaların dini değeri ve
hükmü ile amel edilemez. Bu araştırmada yukarda işaret edildiği üzere, Kur’an,
Sünnet ve İslam bilginlerinin yorumları ışığında geçmişten günümüze mehdilik
düşüncesinin ortaya çıkış nedeni, yeri ve hükmünün biraz daha açılmasında
yarar görülmektedir.
Şu hususun altını çizmek gerekir. İslam’da âhâd haberlerle itikadi konular
sabit olamaz. Hal böyle olunca Hz. İsa’nın gökten inmesini, ortadan kaybolmuş
imamın meçhul olan bir dönemde ortaya çıkmasını, ya da Mehdi’nin gelmesini
beklemeye gerek yoktur. Bu inançlar kesinlik ifade etmeyen haberlere dayan-
maktadır. İslam dini kıyamete kadar bâki olan bir dindir. Onun güçlenmesine,
tanınmasına, yayılmasına yardım eden, bu uğurda canını feda eden her Müs-
lüman imamdır ve Mehdidir. Çünkü Mehdi bu anlamıyla insanları doğru yola
sevk eden Müslüman âlimdir.49 Mehdiyi bu düzlemde kabul etmek ve ona
inanmakta bir sakınca yoktur. Fakat çağımızda toplumun Mehdi’ye yüklemek
istediği sosyal statünün semavi dinlerde karşılığını bulmak mümkün değildir.
50 Abdullatif El-Harputî, Kelam İlmine Giriş, (Tercüme: Fikret Karaman) Çelik Yayınevi, İstan-
bul, 2016, s. 200 vd.
51 Âl-i İmrân, 3/164.
52 Bakara, 2/105.
53 Yusuf Şevki Yavuz, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, “Mehdi” Maddesi, Ankar, 2003, 28/372
132 • Fikret Karaman
mevcut soruların cevabı şu anda net değildir. Bu nedenle doğu ve batıda yaşa-
yan din ve mezheplerdeki Mehdilik algısı farklıdır. Bu konuda dinler, mezhep-
ler, akımlar ve bölgeler arasında bir icma hâsıl olmamıştır.
Bu yüzden mehdilik düşüncesi, bazı toplumlarda rağbet görmüş ve hima-
yeci bir güç olarak kabul edilmiştir. Öyle ki halk bozulan sosyal dengenin, artan
zulmün ve bozulan asayişin ancak Mehdi ile düzeleceğine inanmıştır. Sonuçta
dini inanç süsü de veriler bu tür ham bilgilere karşı zaafı olanlar mehdiliğe kur-
tarıcı gözüyle bakmışlardır. Şüphesiz ki Mehdilik ve Mesihilik inancının Yahu-
dilikte ve Hristiyanlıkta itibar görmesi, umut kaynağı olması İslam dünyasını
da etkilemiştir.
Çünkü İslam tarihinin ilerleyen yıllarında Yahudi, Hıristiyan ve diğer
inançlara mensup unsurların üzerinde yaşadığı topraklar Müslümanlarca fet-
hedilmiştir. Bu topraklarda yaşayanların önemli bir bölümü Müslüman olmak-
la beraber geçmişteki inanç, örf, adet ve kültürlerini tamamen bırakmamışlar-
dır. Bu toplumlar sosyolojik olarak sahip oldukları değerleri İslam coğrafyasına
taşımışlar ve çevreleriyle paylaşmışlardır. İnsan tabiatının, ham bilgilere ve ef-
sane türü inançlara karşı zaafı olduğu bir gerçektir. Bu itibarla iktidar savaşla-
rında mağlup olan veya mevcut iktidarını güçlendirmek isteyen siyasi akımlar
kurtarıcı güçlere sığınmayı ve onlara güvenmeyi bir çözüm gibi görmüşlerdir.
Mehdiliğin önce Şia tarafından kabul görmesi de, bu tezi destekler mahi-
yettedir. Çünkü Şia tarihte sürekli mağduriyeti ve “Ehl-i Beyte” yapılan haksız-
lığı ön planda tutmuştur. Dolaysıyla ortaya çıkan bu zulmü ve haksızlığı ancak
Ehl-i Beyt’ten gelen ve kendisinin masum olduğuna inanılan bir kurtarıcı önle-
yebilir. Adaletle hükmeder. Dünyanın barış ve huzurunu sağlar. Zamanla Şii
düşüncesinden etkilenen tasavvuf mensupları da, Mehdi inancını benimsemiş
olması bu inancın İslam toplumunda yayılmasını ve kabul görmesini hızlan-
dırmıştır. 54
Yukarıdaki açıklamalar ışığında şunu söylemek mümkündür. Elbette ta-
rihte insanlığın çeşitli sıkıntılar yaşadığı zor günler olmuştur. Bundan böyle de
insan nesli devam ettikçe değişik problemlerle karşılaşılması kaçınılmazdır. O
halde geçmişte veya gelecekte çalışan, gayret gösteren, dini mübini İslam’ı ya-
şatmak için olağanüstü başarı sağlayan âlimler veya önderler olabilir. Bunlar
kendi ülkeleri başta olmak üzere insanlığın barış ve huzuruna katkı da sağlamış
olabilirler. İfrata düşmemek şartıyla bunlara Mehdi demekte sakınca yoktur.
Diğer bir ifade ile İslam dinine hizmet eden veya bundan sonra edecek olan
herkes, hidayete öncülük yapmalarından dolayı fert ve toplumun hidayetine
vesile olmuştur. Bu ve benzeri özellikleri taşıyanlar Hz. Peygamber (sav)’den
aldıkları ilahi mesajı ve güzel ahlakı tebliğ edebilirler. Bunlar için insanlığın hi-
54 Yusuf Şevki Yavuz, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, “Mehdi” Maddesi, Ankar, 2003,
28/372.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 133
dayetine vesile oldular denebilir. Ancak bir inanç biçimi olarak bunlara Mehdi
veya daha farklı bir unvan vermek doğru değildir.
SONUÇ
İnsanoğlu etrafına baktığında daima bir olağanüstülük aramıştır. Bu arayış
her zaman doğru ve beklenen şekilde olmamıştır. Tabiat varlıkları başta olmak
üzer evrendeki bütün objelere farklı anlamlar yüklendiği görülmüştür. Gönde-
rilen bütün peygamberler ve onlara indirilen ilahi kitaplar insanların bu zaafla-
rını kapsamlı olarak açıklamışlardır. Öyle görünüyor ki insan var oldukça bu
tür sapmalar da eksik olmayacaktır.
Yüce Allah insanları, bütün canlılardan farklı ve özellikli yaratmıştır. Di-
ğer bir ifade ile kâinatı ve üzerindeki canlı, cansız varlıkları ona emanet etmiş-
tir. Hiçbir canlıya vermediği beceri ve kabiliyetlerle de donatmıştır. Tarih ve
kamu vicdanı da buna şahittir. İnsanın bu görevini yerine getirmesi için pey-
gamberler gönderilmiştir. Böylece insanların dünya ve ahiret mutluluğu için
her şey bu kutlu elçiler vasıtasıyla açıklığa kavuşturulmuştur.
Ne var ki insan durması gereken yerde duramamıştır. Daima bir merak ve
arayış içinde olmuştur. Hal böyle olunca yaşadığı coğrafya, iklim, toplum, devir
ve sosyal olaylardan daima etkilenmiştir. En çok etkilendiği alanlardan biri de
inanç konularıdır. Olayları kolaycı bir tavırla açıklamak için bazen sorumluğu
kendi dışındaki kurtarıcılara havale etmeyi tercih etmiştir. İşte İslam dünyasın-
daki Mehdi inancı da böyle bir boşluktan ortaya çıkmıştır. İslam tarihinin erken
denebilecek bir dönemden itibaren bu tür sapmalara rastlamak mümkündür.
Bazı mezhep veya dini akımlar kurtarıcı rolüne denk düşen, Mehdi, Müceddid,
İmam, Ricalü’l gayb ve kutup gibi unvanlara sahip kişi veya kişilere karşı aşırı
bir iyimserlikte bulunmuşlardır. Ancak kimileri de bu aşırılığı akide konusu ha-
line getirmiştir. Asıl problem de bu anlayışla birlikte ortaya çıkmıştır. Kanaati-
mizce bu konuda bizi mutmain eden en kalıcı delil nübüvvettir. Nübüvvet an-
layışına rağmen yeni arayışları ve kurtarıcıları gündeme getirmenin bilgi değeri
ve itikat açıısndan bir hükmü yoktur.
KAYNAKÇA
Abdullatif El-Harputî, Kelam İlmine Giriş, (Tercüme: Fikret Karaman) Çelik Yayınevi, İstanbul,
2016.
Abdu’n-Nur, Arapça- Fransızca Sözlük, Dârü’l İlm Li’l melayin, Beyrut, 1983, 1075.
Acar Özcan, Yeni Türk Ansiklopedisi, Ötüken, Yayınevi, İstanbul, 1985.
Akdemir Salih, Hz. İsa, KURAMER İstanbul, 2016.
Ateş Süleyman, Kur’an Ansiklopedisi, KUBA, İstanbul, ty.
Avni İlhan, Mehdilik, Beyan Yayınları, İzmir, 1976.
Buhari, Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail, Darü İhya’t-Türas el- Arabi, Beyrut, 1955.
Çınar Mahmut, Tarihte ve Günümüzde Mehdilik, Rağbet, İstanbul, 2013.
134 • Fikret Karaman
Gürkan Selime Leyla, Yahudilik, İslam Araştırma Merkezi Yayınları, İstanbul, 2008. Harman
Harman Ömer Faruk, Beklenen Kurtarıcı İnancı, “Beklenen Kurtarıcı İnancının İslam
Öncesi Dini Arka Planı” KURAMER, İstanbul, 2017.
Karaman Fikret vd. Dini Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2006.
Karaman Hayrettin vd. Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, Diyanet İşleri Başkanlığı
Yayınları, Ankara, 2003.
Karabulut Tevfik, Tarihten günümüze, Güç ve İktidar, İstanbul, 2010.
Müslim, Ebu’l Hüseyin Müslim b. Haccac eı- Kuşeyri,en- Nisaburi, Darü İhya’t-Türas el- Arabi,
Beyrut, 1955.
Nihal Şahin Utku, “Beklenen Kurtarıcı İnancının Siyasi Dini ideoloji Olarak Ortaya Çıkması”
Beklenen kurtarıcı inancı, Kuramer, İstanbul, 2017.
Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi (Tercüme: M. Said Mutlu), İrfan Yayınevi İstan-
bul, 1972.
Razi Fahreddin, Tefsir-i Kebir, (Tercüme: Sadık Kılıç vd), Ak-Çağ, Ankar, 1988.
Sarıcıoğlu Ekrem, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Mehdi Maddesi, Ankara, 2003.
Seyyid Şerif Cürcani,et- Tarifat, Dârü’r-Rüşd, Kahire ty.
Süleyman b. Eş’as es_Sicistani, Sünen-i Ebû Davûd, (Tercüme: Ahmet Necati Yeniel, vd,) İs-
tanbul, 2000.
Sünen-i Ebû Davûd, (Tercüme: Ahmet Necati Yeniel, vd, İstanbul, 2000,
Taşpınar İsmail, Tartışmalı İnanç Meseleleri, ”İslam Öncesinde Ricalü’l gayb”, Marmara Üni-
versitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 2014.
Yusuf Şevki Yavuz, “Mehdi İnancının İslam Dinindeki Yeri “, MÜ? İlahiyat Fakültesi Yayınları,
İstanbul, 2014.
Yusuf Şevki Yavuz, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, “Mehdi” Maddesi, Ankara, 2003,
Yusuf Sarıkaya, İslam’ın İnsana Bakışı “Mehdilik İnancı ve İslam İnancındaki Yeri” Türkiye
Diyanet Vakfı, Elazığ Şubesi Yayınlar, Ankara, 2002.
İSLAM TARİHİNİN İLK MEHDİSİ: MUHAMMED B. HANEFİYYE1
Hüseyin GÜNEŞ*
Özet
Muhammed b. Hanefiyye (16-81/637-700), Ali b. Ebî Tâlib’in, Benî Hanîfe
kabilesine mensup eşi Havle bint Cafer el-Hanefiyye’den oğludur. Etkisi gönü-
müze kadar devam eden olayların meydana geldiği bir dönemde yaşamıştır. Ce-
mel, Sıffin ve Nehrevân savaşlarında aktif olarak yer almış olmakla birlikte daha
sonraki dönemlerde yaşananlardan ders almış bir görüntü sergilemiş ve siyasi
kavgalardan uzak durmuştur. Diğer yandan, toplumdaki siyasî kırılmanın etki-
siyle baş gösteren dinî farklılaşmanın önüne geçmeye çalışmış ve bu gelişmeler
karşısında muhafazakâr bir tutum takınmıştır. Bununla birlikte toplumun bir ke-
simi tarafından ona kurtarıcı nazarıyla bakılmıştır. Ölümünden sonra onun aslın-
da diri olduğu, Radvâ Dağı’nda gizlendiği ve mehdi sıfatıyla tekrar geri döneceği
ileri sürülmüştür. Bu çalışmada öncelikle Muhammed b. Hanefiyye’nin dini dü-
şüncesi ve mehdilik anlayışı tespit edilmeye çalışılacaktır. Ardından onu Bekle-
nen Mehdi olarak gören Keysâniyye’nin ona yüklediği mehdilik düşüncesi ve bu
fırkanın tarihteki yeri ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: İbn Hanefiyye, Şiâ, Keysâniyye, Emeviler, Mehdilik.
1 Bu çalışma 2009 tarihinde tamamladığımız “Dinî, Siyasî ve Sosyal Etkisi Açısından Muham-
med b. Hanefiyye ve Hayatı” başlıklı doktora tezi esas alınarak hazırlanmıştır.
This article is extracted from my doctorate dissertation entitled “Muhammad ibn al-Hanafiya
and his Life in Terms of its Religious, Political and Social Effects”, (Ph.D. Dissertation, Selcuk
University, Konya/Turkey, 2009)
* Doç. Dr., Şırnak Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, İslam Tarihi Anabilim Dalı.
136 • Hüseyin Güneş
GİRİŞ
İlahî öğretiler kervanının son halkası olan İslâm Dininin peygamberi, son
peygamber Hz. Muhammed (sav), cahiliye olarak nitelenen bir toplumla karşı
karşıya idi. Onlar, dinî, siyasî ve sosyal birlikten uzaktılar. Düzensiz, kendi başına
hareket eden, hak ve hukuk tanımayan, ahlâkî ve insanî değerlerden uzaklaşmış,
ömürleri birbirleriyle savaşmak ve yağma ile geçen bir toplumdular. Ancak O,
kendisine vahyedilen öğretiler çerçevesinde yirmi üç sene gibi kısa bir sürede on-
ları tevhit sancağı altında birleştirmiştir. Kardeşlik sözleşmesiyle birbirlerine ke-
netlenmiş olan bu insanlar, kardeşini kendi nefsine tercih eder duruma gelmişti.
Artık hak ve hukuka riayet eden, attıkları her adımın hesabının bir gün mutlaka
sorulacağının bilincinde olan, savaşı değil barışı esas alan, ahlâkî ve insanî değer-
lerin timsali bir toplum meydana gelmişti. İşte böylesine mucizevî bir inkılâbın
formülü olan ilahî öğretileri, yani Kur'ân ve Sünneti ardında bırakan Resûlullah
(sav), ümmetine bu emanetlere sımsıkı sarılmalarını, aksi takdirde sonlarının hüs-
ran olacağına dikkat çekerek, görevini yerine getirmiş olmanın huzuruyla hayata
gözlerini yummuştur.
Resûlullah’ın ardından, değişen sosyal, kültürel ve ekonomik şartların da
etkisiyle gün geçtikçe huzursuzluklar baş göstermiştir. Özellikle üçüncü halife
Hz. Osman’ın katledilmesi, beraberinde Cemel ve Sıffin savaşları gibi kanlı mü-
cadeleleri getirmiştir. Bunun paralelinde eski kavmiyetçi duygular kabarmış ve
kan davaları baş göstermiştir. Hz. Hüseyin’in Kerbela’da öldürülmesi de daha
önceki hadiseler nedeniyle kırılmaya yüz tutmuş olan toplumdaki çatlakları de-
rinleştirmiştir. Böylece siyasî zeminde başlayan kırılma ve farklılaşmalar, artık
yavaş yavaş dinî ve itikadî alana kaymıştır. Bu çerçevede yeni fikir ve akımlar
zuhur etmiştir. Toplumda etkisini günümüze kadar hissettiren bu kırılma ve fark-
lılaşmaların başladığı o dönemde bazı çevrelerce içine düştüğü o zor durumdan
toplumu çekip kurtaracak bir mehdi arayışının olduğu görülmektedir. Bu çerçe-
vede Hz. Hüseyin’in öldürülmesinden sonra Haşim oğullarının liderliğini üstle-
nen Muhammed b. Hanefiyye’nin adı “Mehdi” olarak öne çıkmaktadır.
Muhammed b. Hanefiyye, 16/637 yılında Medine’de doğmuş ve 81/700 yılı-
nın Mart ayında yine Medine’de vefat etmiş ve orada defnedilmiştir. Annesi Hav-
le bint Cafer el-Hanefiyye, Hz. Ebû Bekir döneminde yaşanan Ridde savaşlarında
Benî Hanîfe kabilesiyle yapılan çatışmada esir düşmüş ve halife tarafından gani-
met payı olarak Hz. Ali’ye verilmiştir. Bu durum, Hz. Ali’nin Hz. Ebû Bekir’in ha-
lifeliğini tanımış olmanın bir delili olarak görülmüştür. O, hem Hz. Ali’nin diğer
eşlerinden doğan ve onunla aynı adı taşıyan kardeşlerinden ayırt edilmesi için,
hem de belli bir kesim tarafından “Ehl-i Beyt” adıyla kutsiyet kazandırılan Hz.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 137
2 Hüseyin Güneş, “Dinî, Siyasî ve Sosyal Etkisi Açısından Muhammed b. Hanefiyye ve Hayatı”,
(Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi, 2009), 19-55.
138 • Hüseyin Güneş
dıkları muhakkaktır. Ancak bunu, mevcut İslâm inancı ve siyasî rekabet sınırları
içinde yapıyorlardı. Rakipler, birbirlerini mevcut inancın dışında daha farklı bir
inanca sahip olmak veya yeni fikirler icat etmekle suçlamıyor; sadece mevcut
inancın gereğini yapmamak veya o inancın sınırları dışına çıkmakla itham ediyor-
lardı. Mesela Hariciler, Sıffin savaşının akabinde tahkime başvuran tarafları ‚Hü-
küm ancak Allah’ındır‛ diyerek Kur’ân-ı Kerîm’in mevcut hükümleri dışına çıkarak
kendi başlarına hareket etmekle suçluyordu. Yine Sıffin savaşında karşı karşıya
gelen rakipler, muhaliflerini ‚aslında hiç Müslüman olmamış‛ olmakla itham edi-
yordu.3 Bu noktada İbnü’l-Hanefiyye’nin de Sıffin savaşında, ‚aynı inancı taşıyan
insanların nasıl oluyor da birbirlerine kılıç çekebildikleri‛ sorusuyla karşı karşıya kal-
dığında, karşı tarafı aslında hiç Müslüman olmadıkları, kılıç zoruyla sadece Müs-
lüman göründükleri savıyla kendini haklı göstermeye çalıştığı görülmektedir.4
Burada İbnü’l-Hanefiyye, rakiplerini Müslüman olarak görmemektedir. Ancak
onun, savaş sırasında savunma refleksiyle dile getirdiği bu düşünceyi daha sonra-
ları koruduğunu söylememiz güçtür. Çünkü sonraki dönemlerde Hz. Hasan’ın
hilâfeti Muâviye’ye teslim etmesiyle birlikte söz konusu savaşta mücadele ettiği
ve kılıç zoruyla teslim olup Müslüman göründükleri şeklinde itham ettiği
Muâviye’ye biat etmiş ve bu biatine sadakatini korumuştur. Hatta Muâviye ile
oturup bir takım dinî meselelerde sohbet bile etmiştir.5 Bununla birlikte İbnü’l-
Hanefiyye’nin, söz konusu savaşlara katılmaktan pişmanlık duymadığı bir ger-
çektir. O, daha sonraki dönemlerde kendisiyle yapılan tartışmalarda söz konusu
savaşlara iştiraki hatırlatıldığında kendini savunmaya devam etmiştir. Fakat o, bu
kez rakiplerini tekfir etmemekle birlikte onları verdikleri sözden dönmek ve bo-
yunlarındaki biat borcuna sadık kalmamakla suçlamıştır. Ona göre Hz. Ali’nin,
kendisine biat ettikleri halde bu biatlerini bozup karşısına dikilen rakipleriyle sa-
vaşması için bu yeterli bir gerekçeydi.6 Onun içindir ki o, Muviye ve Yezîd’e biat
ettikten sonra bu biatini bozması için yapılan teklifleri geri çevirdiği gibi daha
sonraları da muhtemelen verdiği sözden dönmek durumunda kalmamak veya
verdiği biati daha sonra bozmuş olmamak için İbn Zübeyr ve Abdülmelik’in biat
etmesi için yaptıkları baskılara rakiplerin sayısı teke ininceye kadar direnmiştir.
Muhammed b. Hanefiyye, imamet konusunda dünyevî bir bakış açısına sa-
hipti. Konuyu bir inanç meselesi olarak görmüyordu. Daha sonraki dönemlerde
Şîa’nın bir takım nasslar ihdas ederek veya yorumlayarak inanç meselesi haline
getirdikleri imamet konusunu, toplumsal bir mesele olarak görüyordu. Hatta me-
seleyi tamamen bir asabiyet meselesi, güç ve mukavemet meselesi olarak kabul
ediyordu.7 Onun içindir ki, ‚Araplar, acemlere karşı bir üstünlüklerinin olduğunu ileri
3 Nasr b. Muzâhim el-Minkarî, Vak’atu Sıffîn, thk. A. M. Harun (Beyrut: Dârü’l-Cîl, 1990), 215.
4 Minkarî, Vak’atu Sıffîn, 216.
5 Ebü’l-Kâsım Ali b. Hasan İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dimeşk, thk. Ömer el-Amrâvî (Beyrut:
Dârü’l-Fikr, 1997), 54: 319.
6 İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dimeşk, 54: 347.
7 Ali Sâmî en-Neşşâr, Neşetu’l-fikri’l-felsefî fi’l-İslâm (Kahire: Dârü’l-Meârif, 1977), 2: 55.
140 • Hüseyin Güneş
sürdüler. Acemler bunun sebebini sorunca, Muhammed Arap’tı, dediler. Onlar da doğru
söylüyorsunuz dediler. Kureyş de Araplara karşı bir üstünlüğünün olduğu iddiasında bu-
lundu. Bu sefer Araplar, bunun sebebini sorunca, Muhammed Kureyşliydi, dediler. Dola-
yısıyla eğer halk doğru söylemişse bizim insanlar üzerinde bir üstünlüğümüz var demek-
tir.‛8 şeklinde bu konudaki düşüncesini gayet net bir şekilde dile getiriyordu.
Abdülmelik b. Mervân’la aralarından geçen bir konuşmanın da onun ima-
met konusundaki görüşüne ışık tuttuğunu düşünüyoruz. Rivayete göre Dı-
maşk’ta Abdülmelik’i ziyaret eden İbnü’l-Hanefiyye, kendisine babasından miras
kalan Resûlullah’ın kılıcını yanında götürmüştü. Abdülmelik’in huzurunda top-
lanan mecliste kılıç, ilgi odağı olmuş ve çağrılan bir demirci tarafından kalitesi öl-
çülmüştü. Ardından Abdülmelik, ondan kılıcı kendisine hediye etmesini istemiş-
ti. O da ‚Hangimizin onda daha çok hak sahibi olduğunu düşünüyorsan o alsın.‛ karşı-
lığını vermişti. Bunun üzerine Abdülmelik, ‚Eğer senin bir akrabalığın varsa hepimi-
zin bir akrabalığı ve dolayısıyla bir hakkı vardır.‛ cevabını vermiş, o da bu söze karşın
itirazda bulunmaksızın kılıcı ona teslim etmiştir.9
Muhammed b. Hanefiyye’nin hiçbir zaman imamet iddiasında bulunmadığı
ve hiç kimseye bu yönde bir çağrıda bulunmadığı,10 onun böyle bir istek ve arzu-
sunun olmadığı iddia edilmektedir.11 Gerçekten İbnü’l-Hanefiyye’nin, imamet
iddiasında bulunmadığı, hatta bunun için çaba göstermediği bir vakıadır. Fakat
onun böyle bir arzusunun olmadığını söylemek doğru değildir. O, bir nassa da-
yanmasa da toplumsal teamüller çerçevesinde hilâfetin aile olarak kendi hakları
olduğunu düşünüyordu. Hz. Hüseyin’in öldürülmesinden sonra Yezîd’in ölü-
münü müteakiben ortaya çıkan fetret döneminde hilâfet iddiasıyla ortaya çıkarak
biat almaya çalışan ve bu çerçevede onun biatini almak için baskı yapan Abdullah
b. Zübeyr ile Abdülmelik b. Mervân’a biat etmemek için direnmesinin bir nedeni
de aslında imametin onlardan çok kendi hakkı olduğunu düşünmesidir.12
İbnü’l-Hanefiyye, hilâfetin kendi hakkı olduğunu düşünmekle birlikte bu
uğurda ciddi bir çaba sarf etmediği bir gerçektir. Hatta bu yolda hiç çaba sarf et-
mediğini, başka bir ifade ile kılını bile kıpırdatmadığını söyleyebiliriz. Bunun se-
bebi, ümmetin talebi ve icmaı olmadan bu makama talip olmanın ve bu uğurda
kan dökmenin doğru olmayacağı düşüncesiydi. Bu konuda Hz. Ali’yi örnek aldı-
ğı iddiasındaydı. Ona göre Hz. Ali, Resûlullah’ın vefatından sonra imametin
kendi hakkı olduğunu düşündüğü halde bu yolda mücadele etmemiş, kendisine
biat edilinceye kadar da bu uğurda savaşmamıştır. Ne zaman ki ümmet, ona biat
ederek onun bu hakkını teslim etmiş, işte o zaman sözlerinden dönerek bu biati
8 Ebû Abdullah Muhammed İbn Sa’d, et-Tabakâtu’l-kubrâ (Beyrut: Dârü Sadır, ts.), 5: 95.
9 İbn Sa’d, Tabakât, 5: 12-113.
10 Ebû Abdullah Muhammed b. Muhammed eş-Şeyh el-Müfîd, el-Füsûlü’l-muhtâre, thk. S. Ali
Mir Şerifî (Beyrut: Dârü’l-Müfîd, 1993), 300.
11 Abdullah b. Ali el-Müsnid, el-Aleviyyûn ve’l-Abbâsiyyûn ve davetu Âli’l-Beyt (Kahire: Dârü’l-
Menâr, 1991) 24.
12 Ebû Muhammed Ahmed İbn A’sem el-Kûfî, el-Fütûh, thk. Süheyl Zekkâr (Beyrut: Dârü’l-Fikr,
1992), 2: 308.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 141
bozanlara karşı savaşmıştır. Dolayısıyla henüz ona yapılmış bir biat söz konusu
olmadığı için uğrunda savaşmasını gerektirecek bir durum da ortada yoktu.13
İbnü’l-Hanefiyye, hilâfetin bir gelin gibi hazır bir şekilde getirilip eline teslim
edileceği günlerin hayallerini kuruyor ve bunun bir gün mutlaka gerçekleşeceği-
ne inanıyordu.14 O, bu inancını zaman zaman dile getirmekten de çekinmiyordu.
Nitekim Abdülmelik’in onu Şam’a davet edip güvence verdiği halde sözünden
dönmesi üzerine Şam topraklarını terk ettiği zaman beraberindeki kalabalığı da-
ğıtmadan önce yaptığı konuşmada, ‚Âl-i Muhammed’in işi ertelenmiştir. Muham-
med’in nefsi elinde olana yemin ederim ki ilk başladıkları gibi aranıza tekrar dönecekler.‛15
diyerek bu inancını dile getiriyor ve onlardan bu konudaki ümitlerini korumala-
rını istiyordu: ‚Bizim bu işimiz üzerinde gökle yerin istikrarlı duruşu gibi durun. Bizim
iktidarımız, doğan güneş gibi gelecektir.‛16 Ancak bu konuda acele edilmemesini iste-
yerek: ‚İktidarımızı görüyor musunuz? Onun gelişi, şu güneşten daha apaçıktır. Fakat
acele etmeyin ve kanlarınızı boşuna akıtmayın.‛ diyordu.17
İbnü’l-Hanefiyye’nin bu düşüncesi, aslında onun “kader” anlayışının bir ne-
ticesiydi. Onun içindir ki; ‚Dikkat edin hak ehlinin bir devleti olacaktır. Allah, onu dile-
diği zaman getirecektir.‛ diyordu.18 Yine, onun kapısında pürdikkat bekleyerek ha-
rekete geçmesini bekleyenlere örgülü saçlarıyla dikkatleri üzerine çeken oğlunu
göndererek, ‚Biz lanetçileri ve müfritleri sevmeyiz, kaderi öne çekmeye çalışanları da
sevmeyiz!‛ mesajını iletiyordu.19 Daha da ötesi dönemin muktedir yönetimine kar-
şı etrafındakileri uyararak, ‚Şu fitneden sakının. Kim, ona bulaşırsa mutlaka onu ezer
geçer. Dikkat edin, bu kavmin bir eceli ve bir süresi var. Eğer yeryüzündeki herkes, onların
mülklerini izale etmek için toplansa buna güç yetiremezler; Allah, bu konuda izin verince-
ye kadar. Siz, şu dağı yerinden edebilir misiniz?‛20 diyordu.
İbnü’l-Hanefiyye’nin, mevcut yönetimlerle ilişkiler çerçevesinde etrafındaki
insanlara nasıl hareket etmeleri gerektiği konusunda yaptığı tavsiyelerde, daha
sonraları Şîa’da hayati bir prensip haline gelecek olan “takiyye” meselesiyle ilgili
malzeme verdiğini görüyoruz. Nitekim yanına gelip kendisinden değişik konu-
larda görüş almak isteyen bir kişiye, Emevilere karşı savaşmamasını ve takiyye
yaparak onlardan korunmasını tavsiye etmiştir. Adam, nasıl takiyye yapacağını
sorunca da ‚Seni çağırdıkları zaman onlara görüneceksin. Böylece Allah, bununla canına
ve inancına gelecek bir saldırıyı defeder ve onlardan daha çok hak sahibi olduğun Allah’ın
malından da nasibini almış olursun.‛ diyerek konuyu izah etmiştir. Adam, şayet is-
temediği halde bir çatışmanın içine sürüklenirse ve bundan kaçınması mümkün
olmazsa nasıl hareket etmesi gerektiğini sorunca, ‚O zaman iki elinden biriyle diğe-
rine Allah için biat eder ve Allah için savaşırsın. Zira Allah, nice toplumları niyetlerinden
dolayı cennete koyar, nicelerini de yine niyetlerinden dolayı cehenneme koyacaktır.‛ şek-
linde yol göstermiştir.21
Siyasî farklılaşmanın yavaş yavaş dinî farklılaşmayı beraberinde getirmeye
başladığı bir dönemde yaşamış olmakla birlikte İbnü’l-Hanefiyye’nin, o zamanlar
İslâm dünyasında genel olarak kabul gören ve Resûlullah dönemindeki safiyetini
korumaya devam eden inancı taşıdığını söyleyebiliriz. Başka bir ifade ile İbnü’l-
Hanefiyye, hangi inanca sahip idiyse görüşüp konuştuğu mesela Emevî sultanla-
rından Muâviye, Yezîd ve Abdülmelik b. Mervân da aynı inançtaydı. Yine o, si-
yasî rekabet halinde olduğu Abdullah b. Zübeyr’in sahip olduğu dinî inanç ve
düşünceden farklı bir düşünceye sahip değildi. Aksi takdirde eğer böyle bir fark-
lılık olsaydı onun söz konusu kişilerle olan ilişkilerinde bu ortaya çıkardı.
Aynı şey, mücadele halindeki diğer siyasî gruplar için de geçerlidir. Örneğin
Medineliler, Yezîd’e isyan ettikleri zaman onu mevcut İslâm inancından farklı bir
inanca sahip olmakla değil, sadece onu mevcut dinî hükümleri ihlal etmek, helal
ve haramları dikkate almamakla suçlamışlardı.22 Yine dört farklı siyasî grubun
ayrı sancaklar altında Arafat’ta boy gösterdiği 68 yılı haccında bunların hac me-
nasikinin icrası etrafında cereyan eden ufak tartışmalar dışında birbirlerini farklı
inanç veya düşünceye sahip olmakla suçladıkları görülmemektedir.23 Burada sa-
dece Abdullah b. Zübeyr, güneşin batışıyla birlikte Arafat’tan inen İbnü’l-
Hanefiyye’yi erken ayrılmakla suçlamış, o da ‚Kimden almış İbn Zübeyr, karanlık
bastıktan sonra ayrılmak gerektiğini!‛ diyerek onu eleştirmiş ve bu konuda sünnete
göre hareket ettiğini ifade etmişti.24
Muhtâr es-Sekafî’nin Kufe’deki faaliyetlerini başlatırken, ‚el-Mehdî İbnü’l-
Vasî Muhammed b. Ali, beni size gönderdi‛ diyerek işe başladığı rivayet edilmekte-
dir.25 Muhataplarının onun bu ifadelerini yadırgamaması, mehdî ve vasî kavramla-
rının sınırlı da olsa o dönemde Kufe’de bazı kişilerce kullanıldığını göstermekte-
dir. İbrahim b. Eşter’in, kendisine hitaben Muhtâr tarafından İbnü’l-Hanefiyye
adına uydurulan mektupta kullanılan mehdî ifadesini yadırgaması ise bu kavra-
mın yaygın olarak kullanılmadığının bir kanıtıdır.26 Mehdî sıfatı o sıralarda Sü-
leyman b. Surad tarafından ‚doğru yola iletilmiş, hidayete ulaştırılmış kimse‛ anla-
mında bir şeref unvanı olarak Hz. Hüseyin için kullanılmış, daha öncesinde de
aynı manada Hassân b. Sâbit tarafından Resûlullah için kullanılmıştır.27
28 Bk. İbn Sa’d, Tabakât, 5: 108, 111; Taberî, Tarîh, 111; İbn A’sem, el-Fütûh, 2: 303.
29 Bk. Belâzurî, Ensâbü’l-eşrâf, 6: 475; Taberî, Tarîh, 1079; İbn A’sem, el-Fütûh, 2: 276, 297, 304, 342.
30 Ebû Bekir Ahmed b. Ebî Hayseme, et-Târîhu’l-kebîr, thk. Selâhuddîn b. Fethî (Kahire: el-
Fârûku’l-Hadîse li’t-Tibâa, 2003), 2: 132; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dimeşk, 54: 348.
31 Şemseddin es-Sehâvî, et-Tuhfetu’l-latîfe fî mârîhi’l-Medîneti’ş-şerîfe (Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-
İlmiyye, 1993), 2: 545.
32 İbn Sa’d, Tabakât, 5: 94; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dimeşk, 54: 347.
33 Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah el-Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek ale’s-Sahihayn fi’l-
hadis (Haydarabad: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1915), 3: 145.
34 Hüseyin b. Hasan ed-Diyarbekirî, Tarihu’l-hamîs fî ahvâli enfesi nefîs (Beyrut: Müessesetü’ş-
Şa’bân, ts.), 2: 284.
35 Krş. Avni İlhan, Mehdilik (İstanbul Beyan Yay., 1993), 77.
36 Belâzurî, Ensâbü’l-Eşrâf, 6: 451.
37 Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim İbn Kuteybe, Uyûnu’l-ahbâr (Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-
Arabî, ts.) I, 201.
38 İbn Sa’d, Tabakât, 5: 101; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dimeşk, 54: 339; Şemseddin Muhammed b.
Ahmed ez-Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, thk. Ş. el-Arnavûd - M. es-Sâğirî (Beyrut: Müessese-
tü’r-Risâle, 1985), 4: 118.
39 İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dimeşk, 54:343.
144 • Hüseyin Güneş
karşı Irak muhalefetini temsil eden Şiilik, artık tüy değiştirmeye başlamıştı.44 Ri-
vayete göre müteferrit Şiiler, Hind bint el-Mütekellife en-Natihiyye ve Leyla bint
Kumâme el-Müzeniyye’nin evinde toplanıyor ve buralarda bir takım faaliyetlerde
bulunuyorlardı. Ebû Abdullah el-Cedelî ve Yezîd b. Şerahil, İbnü’l-Hanefiyye’yi
bu iki kadının faaliyetleri ve aşırı düşünceleri ile Ebü’l-Ahras el-Muradî, el-Batîn
el-Elleysî ve Ebü’l-Hâris el-Kindî’nin yaptıklarından haberdar ettiler. O da bunun
üzerine Kufe’deki Şîa’yı bu gelişmelere karşı uyarmak üzere bir mektup yazdı:
‚Muhammed b. Ali’den Kufe’deki şîamıza. Çıkıp, sohbet ortamlarına ve camilere sı-
ğınarak Allah’ı gizli veya açık zikredin. Müminlerin arkasından gizli işler çevirmeyin.
Eğer canınızın tehlikeye girmesinden korkarsanız, yalancılar karşısında inancınızı koru-
maya özen gösterin, namaz, oruç ve dualarınızı artırın. Zira Allah dilemedikçe hiç kimse-
nin, bir başkasına ne faydası ne de zararı dokunabilir. Herkes, yaptıklarından sorumludur.
Hiç kimse, bir başkasının günahını yüklenmez. Allah, herkesi yaptıklarıyla hesaba çekecek-
tir. Öyleyse iyi işler yapın, (ahiretiniz için) kendinize güzel bir gelecek hazırlayın ve gafil-
lerden olmayın. Vesselamu aleykum.‛45
Hind bint el-Mütekellife’nin evindeki sohbetlere katılan Abdullah b. Nevf,
rivayete göre meydanlara çıkarak Kufe’ye doğru ilerleyen Mus’ab b. Zübeyr’in
ordusuna karşı savaşmaya giden Muhtâr’ın askerlerini cesaretlendirmek için ko-
nuşmalar yapmış ve muzaffer olacaklarına dair kehanetlerde bulunmuştur. An-
cak Muhtâr’ın askerleri bu müjdeye rağmen yenilince Abdullah b. Nevf’e bunun
hesabı sorulmuş, o da “Allah, dilediğini siler, dilediğini bırakır. Bütün kitapların
anası onun yanındadır.” (er-Ra’d 13/39) ayetiyle cevap vermiştir.46 Her ne kadar
Muhtâr’ın söz konusu tepkilere karşı aynı ayetle cevap vererek ilk defa bedâ fik-
rini ortaya attığı söylenmekteyse de;47 söz konusu fikir, bu rivayette görüldüğü
gibi Abdullah b. Nevf tarafından ortaya atılmış olup, aslında Muhtâr’a nispet edi-
len birçok aşırı fikir de Muhtâr’ın haberi olmadığı halde bu kişi tarafından ona
nispetle ortaya atılmıştır.48 Câhız, rivayette adı geçen iki kadını gulatın zahid ka-
dınları arasında saymakta49 ve onların tenâsuh inancına sahip olduklarına dair bir
şiire yer vermektedir.50 Aynı kişilerle birlikte olan Ebü’l-Hâris el-Kindî de daha
sonra Harbiyye olarak adlandırılan fırkaya öncülük edecektir.51
44 Julius Wellhausen, İslâmiyetin İlk Devrinde Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri, trc. Fikret Işıltan, (An-
kara: TTK Yay., 1989), 146; R. B. Buckley, “İlk Dönem Şiî Gulatı”, trc. Mehmet Atalan, Fırat
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 10, sy. 2, (2005): 152; W. Montgomery Watt, İslâm Düşünce-
sinin Teşekkül Devri, trc. E. Ruhi Fığlalı, (İstanbul: Şa-to Yay., 2001), 55.
45 Taberî, Tarîh, 1111.
46 Taberî, Tarîh, 1111. Ayrıca bk. Belâzurî, Ensâbü’l-eşrâf, 6: 438-439.
47 İzzeddin Ebü’l-Hasen Ali b. Muhammed İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târîh, thk. Ebû Suhayb el-
Kermî (Riyad: Beytü’l-Efkâri’d-Devliyye, ts.), 575.
48 Taberî, Tarîh, 1104.
49 Ebû Osman Amr b. Bahr el-Câhız, el-Beyân ve’t-tebyîn, thk. A. M. Harun (Kahire: Mektebetü’l-
Hâncî, 1998), 1: 365.
50 Câhız, el-Beyân, 1: 30.
51 Vedâd el-Kâdî, el-Keysâniyye fi’t-tarih ve’l-edeb (Beyrut: Dârü’s-Sekâfe, 1974), 120. Bk. Abdülka-
hir el-Bağdadî, Mezhepler Arasındaki Farklar, trc. E. Ruhi Fığlalı (Ankara: TDV Yay., 2007), 186.
146 • Hüseyin Güneş
ihtilâfü’l-musallîn, thk. Hellmut Ritter (Wiesbaden: Franz Steiner Verlag, 1963), 18; Şeyh Müfîd,
el-Füsûlü’l-muhtâre, 296; Bağdadî, Mezhepler Arasındaki Farklar, 31; Ebû Cafer Muhammed b.
Hasan et-Tûsî, İhtiyâru marifeti’r-ricâl, thk. H. el-Mustafa (Meşhed: Danişgah-ı Meşhed, 1348), 2:
128; Şehristanî, el-Milel, 1: 235-235. Krş. Neşvân b. Said el-Himyerî, el-Hûru’l-‘în, thk. Kemal
Mustafa (Beyrut: Dâru Âzâl, 1985) 236; Wellhausen, Muhalefet Partileri, 147; Watt, İslâm Düşün-
cesinin Teşekkül Devri, 53; Kâdî, el-Keysâniyye fi’t-tarih, 64; Sıddık Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Se-
be Meselesi (Ankara: Araştırma Yay., 2005), 85.
58 Bk. Taberî, Tarîh, 186.
59 Ebû Hanîfe Ahmed b. Dâvûd ed-Dîneverî, el-Ahbârü’t-tivâl, thk. Ö. Faruk et-Tabbâ (Beyrut:
Dârü’l-Fikr, 1995), 268.
60 Tûsî, Ricâl, 2: 128.
61 Taberî, Tarîh, 1107-1108.
62 Kâdî, el-Keysâniyye fi’t-tarih, 69.
63 Bk. Kummî ve Nevbahtî, Şiî Fırkalar, 101.
64 Belâzurî, Ensâbü’l-eşrâf, 6: 437.
65 Taberî, Tarîh, 1103.
66 Sönmez Kutlu, “İlk Mürciî Metinler ve Kitâbü’l-İrcâ”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Der-
gisi 37, (1997): 327.
148 • Hüseyin Güneş
72 Bk. Cemil Hakyemez, “Mehdî Düşüncesinin İtikadîleşmesi Üzerine”, Gazi Üniversitesi Çorum
İlahiyat Fakültesi Dergisi 3, sy. 5, (2004/1): 131; Korkmaz, Tarihin Tahrifi, 195; Hasan Onat, Emevi-
ler Devri Şiî Hareketleri ve Günümüz Şiîliği, (Ankara: TDV Yay., 1993), 114, vd.
73 Krş. Sayın Dalkıran, “Muhammed b. el-Hanefiyye ve Adına Oluşan Fırkalar”, Dinî Araştırma-
lar 7, sy. 19, (2004): 155; Abdülbakiy Gölpınarlı, Tarih Boyunca İslâm Mezhepleri ve Şiilik (İstan-
bul: Der Yay., 1979), 539; Neşşâr, Neşetu’l-fikri’l-felsefî fi’l-İslâm, 2: 56; Watt, İslâm Düşüncesinin
Teşekkül Devri, 66.
74 Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, 57; Korkmaz, Tarihin Tahrifi, 191.
75 Bk. Nâşî el-Ekber, Usûlü’n-nihal, 24; İsfahânî, el-Eğânî, 9: 6.
76 Korkmaz, Tarihin Tahrifi, 181.
77 Bk. Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim İbn Kuteybe, eş-Şi’r ve’ş-şuarâ, thk. A. M. Şâkir (Ka-
hire: Dârü’l-İhyai’l-Kütübi’l-Arabiyye, 1364), 1: 480-481; İsfahânî, el-Eğânî, 9: 7.
78 İsfahânî, el-Eğânî, 9: 23.
79 Bağdadî, Mezhepler Arasındaki Farklar, 31.
80 Krş. Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, 57; Onat, Emeviler Devri Şiî Hareketleri, 117.
81 Nâşî el-Ekber, Usûlü’n-nihal, 23; Bağdadî, Mezhepler Arasındaki Farklar, 32.
82 Kummî ve Nevbahtî, Şiî Fırkalar, 120.
150 • Hüseyin Güneş
hiçbir günah yoktur.‛ dediği iddia edilmektedir.83 Aynı dönemde yaşayan Ebû Ca-
fer Muhammed b. Ali b. Hüseyin el-Bâkır ise bu fiil ve fikirlerinden dolayı ona la-
net etmiş, ondan uzak durmuş ve onu yalanlamıştır.84
Eş’ârî, İbnü’l-Hanefiyye’nin imameti ve şahsiyeti etrafında ileri sürdükleri
fikirler ve oğlu Ebû Hâşim’den sonra imametin kime geçtiği konuları çerçevesin-
de Keysâniyye’yi on bir grup halinde ele almaktadır. Ancak bunlardan fırka ola-
rak isimlerini zikrettiği gruplar Kerbiyye, Ravendiyye, Harbiyye ve Beyâniyye
olmak üzere sadece dört tanedir.85 Bu fırkalardan kimin hangi görüşte olduğu
konusunda kaynaklarda muhtelif ve çelişkili bilgiler olmakla birlikte genel itiba-
riyle konuya değinecek olursak; İbnü’l-Hanefiyye’nin imametinde müttefik olan
bu grupların bir kısmı, Cemel savaşında Hz. Ali’nin sancağı İbnü’l-Hanefiyye’ye
teslim etmesini dayanak göstererek ondan sonraki imamın İbnü’l-Hanefiyye ol-
duğunu ileri sürmüşlerdir.86 Bunlara göre; ‚O, Ali b. Ebî Tâlib’in vasîsi olup Ehl-i
Beytinden hiç kimse ona muhalefet edemez, imametinden dışarı çıkamaz ve izni olmaksızın
kılıcına sarılamaz. Nitekim Hasan b. Ali, Muâviye ile savaşa onun izni ile çıkmış ve yine
onun izniyle Muâviye ile anlaşmış ve sulh yapmıştır. Keza Hüseyin de Yezîd b. Muâviye
ile savaşa onun izni ile çıkmıştır. Eğer Hasan ile Hüseyin ondan izinsiz çıkmış olsalardı,
helâk olur dalâlete düşerlerdi. Bu yüzden her kim Muhammed b. Hanefiyye’ye muhalefet
ederse kâfirdir, müşriktir.‛87 Diğer bir kısmı da Ali b. Ebî Tâlib’in, Hasan b. Ali’yi
nass ile tayin ettiği, onun da kardeşi Hüseyin b. Ali’yi tayin ettiği, onun da karde-
şi Muhammed b. Ali’yi yani İbnü’l-Hanefiyye’yi nass ile imam olarak tayin ettiği
iddiasındadır.88 Kimisi, İbnü’l-Hanefiyye’nin ölümünden sonra onun ölmediğine
ve gizlendiği yerden çıkıp geri döneceğine inanırken, kimisi de onun öldüğünü
ve ondan sonra imametin oğlu Ebû Hâşim Abdullah’a geçtiğini kabul etmiştir.89
İbnü’l-Hanefiyye’nin ölümünden sonra oğlu Ebû Hâşim Abdullah’a intisap
ettikleri söylenen Keysâniler, “Hâşimiyye” olarak isimlendirilmişlerdir. Bunlar da
onun ölümünden sonra imametin kime geçtiği konusunda ihtilafa düşerek deği-
şik gruplara bölünmüşlerdir.90
Ebû Hâşim’in ölmeden önce Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbâs’a va-
siyet ederek imameti ona devrettiğine inanan ve “Ravendiyye” olarak adlandırı-
lan grup,91 Abbâsîlerin iktidara geçişi sürecinde büyük ölçüde kullanılmışlardır.92
Her ne kadar Abbâsîler, iktidarı ele geçirdikten sonra ataları Abbâs b. Abdülmut-
talib’in Resûlullah tarafından tayin edilmesi suretiyle imametin doğrudan kendi-
lerine geçtiğini ileri sürerek redd-i mirasta bulunmuşlarsa da;93 bu süreçte İbnü’l-
Hanefiyye’nin adının kullanılması, onun özellikle Horasan bölgesinde tanınma-
sına ve buralarda onunla ilgili efsaneler yaratılarak günümüze kadar ulaşan nice
menkibelerin ortaya çıkmasına yol açtığını düşünüyoruz. Muhammed b. Hane-
fiyye, yaşadıkları bir yana, söz konusu dönemlerde kendisinden beklenilen un-
surlar muvacehesinde halkın muhayyilesinde yer edinmiş olmalıdır. Bu çerçeve-
de, onun kahramanlıklarının anlatıldığı, konusu tarihî olaylara uygun olmayan
dinî-destanî hikâyeler, Türk Halk Edebiyatında “Muhammed Hanefî Cengi”
adıyla; Fars Edebiyatının etkisi altında olan Güneydoğu Asya ülkelerinde ise
“Hikâyât-ı Muhammed Hanefiyye” adıyla şöhret bulmuştur.94
Beyân b. Sem’ân et-Temimî de Ebû Hâşim’in kendisine vasiyette bulunduğu
iddiasıyla ortaya çakarak “Beyâniyye” adıyla anılan gruba öncülük etmiştir.95
Hamza b. Umâre’nin etkisinde kaldığı söylenen Beyân b. Sem’ân,96 Ebû Hâşim’in
ölümünden sonra nübüvvet iddiasında bulunmuş, hatta Ebû Cafer Muhammed
el-Bâkır’ı kendisine uymaya ve nübüvvetini kabul etmeye çağırdığı bir mektup
yazmıştır.97 Bu grubun bir kısmı, Ebû Hâşim ve Beyân’ın nebî olduğunu ileri sü-
rerken,98 diğer bir kısmı da onun uluhiyyetine inanmış ve ilahî ruhun, önce Ebû
Hâşim’e sonra da Beyân’a geçtiğini iddia etmiştir.99 Kufe’de saman ticaretiyle uğ-
raşan Beyân, 119/737 yılında dönemin Kufe valisi Halid b. Abdullah el-Kasrî tara-
fından on beş arkadaşıyla birlikte tutuklanmış ve üzerlerine yağ dökülerek ya-
kılmışlardır.100
“Harbiyye” adlı grup da Ebû Hâşim’in, Abdullah b. Amr b. Harb’ı imam
olarak tayin ettiği iddiasındadır. Onlara göre Ebû Hâşim’in ruhu ona geçmiştir.101
Bunlar, tenâsuha inanırlar. İmâmetin Ali’den Hasan’a, ondan Hüseyin’e, ondan
da İbnü’l-Hanefiyye’ye geçtiğini savunurlar. Bunu da Allah’ın ruhunun Peygam-
ber’e, Peygamber’in ruhunun Ali’ye, Ali’nin ruhunun Hasan’a, Hasan’ın ruhu-
nun Hüseyin’e, onun ruhunun İbnü’l-Hanefiyye’ye, onun ruhunun da oğlu Ebû
Hâşim’e, Ebû Hâşim’in ruhunun da Abdullah b. Amr b. Harb’e hulûl ettiği şek-
linde anlarlar. Her biri on rekât olan günde on beş vakit namazın olduğunu sa-
Atalan, Kelam Araştırmaları 4, sy. 2 (2006): 144-145; M. Bahaüddin Varol, Hilâfet Mücadelesinde
Ehl-i Beyt Nesli (Konya: Yediveren Yay., 2004), 81-92.
93 Eş’ârî, Makâlâtü’l-İslâmiyyîn, 21.
94 Mustafa Öz, “Muhammed b. Hanefiyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 30 (İstan-
bul: TDV Yay., 2005), 539; Mehmet Atalan, Muhammed b. el-Hanefiyye ve Anadolu'daki Tezahürle-
ri: Muhammed Hanefî Cenknâmeleri (Ankara: İlâhiyât Yay., 2007), 55-63.
95 Eş’ârî, Makâlâtü’l-İslâmiyyîn, 23.
96 Kummî ve Nevbahtî, Şiî Fırkalar, 121.
97 Kummî ve Nevbahtî, Şiî Fırkalar, 135.
98 Kummî ve Nevbahtî, Şiî Fırkalar, 135.
99 İsferâyinî, et-Tabsîr, 32.
100 Kummî ve Nevbahtî, Şiî Fırkalar, 121-122. Bk. Taberî, Tarîh, 1356; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, 718.
101 Eş’ârî, Makâlâtü’l-İslâmiyyîn, 22.
152 • Hüseyin Güneş
vunur, fakat bunların hiç biri namaz kılmazlar.102 Hareketin lideri, Muhtâr zama-
nında yürüttükleri faaliyetleri İbnü’l-Hanefiyye’ye şikâyet edilen beş kişiden biri
olarak görünmektedir.103 O dönemde hangi tür faaliyetlerinin şikâyet konusu ol-
duğu açık olmamakla birlikte İbnü’l-Hanefiyye’nin bu şikâyet üzerine Kufe’deki
sevenlerini uyaran bir mektup yazmış olması, durumun vahim olduğuna işaret
etmektedir. Ebû Hâşim’in vefatından sonra onun mirasına konmaya çalışan bu
kişinin yaşı epey ilerlemiş olmalı ki “hareketin liderliğine layık olmamak veya yetersiz
olmakla‛104 suçlanmıştır. Eş’ârî’nin aktardığına göre onun yalan söylediğini düşü-
nen taraftarları, bir imam arayışıyla Medine’ye gitmiş ve karşılaştıkları Abudullah
b. Muâviye b. Abdullah b. Cafer b. Ebî Tâlib’i imam olarak benimseyip Ebû
Hâşim’in söz konusu vasiyetinin ona yapıldığı iddiasında bulunmuşlardır.105
“Cenâhiyye” olarak adlandırılan bu yeni grup Abudullah b. Muâviye b.
Abdullah b. Cafer b. Ebî Tâlib’e intisap etmiştir. Onlara göre Allah’ın ruhu,
Âdem’e geçmiştir. Bütün peygamberler, Hz. Muhammed’e ulaşıncaya kadar Al-
lah’ın ruhunun birinden diğerine geçtiği tanrılardır. Bu ruh, Hz. Muhammed’den
sonra Ali’ye, ondan Muhammed b. Hanefiyye’ye, sonra onun oğlu Ebû Hâşim’e
ve sonra da Abdullah b. Muâviye’ye geçmiştir.106 “Muâviyye” adıyla da anılan bu
grup, cennet ve cehennemi inkâr etmiştir. Şarap içmeyi, ölü eti yemeyi, zinayı ve
diğer haram kılınmış şeyleri helal kılmışlardır. Kur’ân’da anılan haramlar hak-
kında bunlar, Ebû Bekir, Ömer, Talha, Zübeyr ve Aişe gibi kin duyulması icap
eden topluluğa kinayedir, demişlerdir.107 Abdullah b. Muâviye, 127/744 yılında
Kufe’de başlattığı isyanda Emevî güçlerine karşı tutunamayarak kaçtığı Horasan
bölgesindeki iki senelik iktidar mücadelesinin ardından Abbâsî dâilerinden Ebû
Müslim el-Horasanî tarafından tutuklanıp öldürüldüğü halde,108 söz konusu grup
onun ölmediğini, İsfahan dağlarında gizlendiğini ve onun Resûlullah’ın müjdele-
diği Mehdî olduğunu ileri sürmüşlerdir.109
Ebû Hâşim’den vasiyetli olduğunu ileri sürerek ortaya çıkan bu gruplar
kendi aralarında dal budak salarken, bunların dışında Ebû Hâşim’den sonra
imametin kardeşi Hasan b. Muhammed b. Hanefiyye’ye veya Ali b. Muhammed
b. Hanefiyye’ye geçtiğini iddia edenler de olmuştur.110 Bunların bir kısmı da Ebû
Hâşim’den sonra Ali b. Hüseyin’in imam olduğunu ileri sürerek imameti Hz.
Hüseyin nesline inhisâr eden fırkaya katılmışlardır.111
Aslında her ne kadar Muhammed b. Hanefiyye’nin, Ebû Hâşime vasiyet-
te bulunarak imameti ona devrettiği iddiası söz konusu edilmekteyse de;112
onun, imamet veya taraftar kitlesini Ebû Hâşim’e veya herhangi bir kimseye
vasiyet edip teslim ettiğine dair bir veri bulunmamaktadır. İbnü’l-
Hanefiyye’nin vefat ederken her hangi bir vasiyette bulunduğuna dair mute-
ber kaynaklarda bir kayda rastlamadık. Sadece bazı Şiî kaynaklarda İbnü’l-
Hanefiyye’nin vefat ettiği sırada oğlu Ebû Hâşim’e yaptığı ahlak içerikli bir
konuşmadan söz edilir.113 Yine Şeyh Sadûk’un aktardığı bir rivayette, Ebû Ca-
fer Muhammed el-Bâkır’ın ölüm döşeğindeki İbnü’l-Hanefiyye’nin yanına gi-
rerek ondan bir vasiyette bulunmasını istediği, ancak konuşamadığı için getir-
tilen bir leğenin içindeki kumun üzerine vasiyetini yazdığı ve bunun Ebû Ca-
fer tarafından bir sayfaya kaydedildiği bildirilmekte, ancak vasiyetin içeriğin-
den söz edilmemektedir.114 Fakat Ebû Hâşim’in, ölmeden önce Muhammed b.
Ali b. Abdullah b. Abbâs’a vasiyette bulunduğu ve imamet hakkı ile birlikte
taraftar listesini gösteren bir sayfa teslim ettiği yönünde, rivayetlerde birçok
çelişki olmakla birlikte, işin gerçekliğini ortaya koyacak derecede bulgular
mevcuttur.115 Diğer hayalperest şahıs ve grupların ise değil İbnü’l-Hanefiyye,
Ebû Hâşim’le bile bir ilişkilerinin olabileceğini düşünmüyoruz.
İbnü’l-Hanefiyye’nin ölümünden sonra müntesiplerinin bir kısmı bu şekilde
farklı fraksiyonlara saparken, diğer bir kısmı istikrarını koruyarak onun ölmediği
ve cezasını çekmekte olduğu Radvâ dağından inip, adaletsizliğin pençesinde kıv-
ranan dünyayı kurtaracak mehdî edasıyla döneceği günü beklemeye koyulmuş-
lardır. Bunlar, onun mağarada sadece 60 yıl kalacağını iddia ediyorlardı. Bu süre
geçip de onun ortaya çıkmadığını görünce zor duruma düştüler.116 Onlarla aynı
görüşte olan ve “Seyyid el-Himyerî”117 adıyla bilinen Şair İsmail b. Muhammed
(173/789), içine düştükleri bu içler acısı durumu şöyle tasvir ediyor:
‚İnsanlar, seninle ilgili görüşlerimizden dolayı kötü sözler söylediler, bizi yalanladı-
lar ve bize düşman ve hasım kesildiler. Dediler ki -zaten onların sözleri çoktur- insanların
sesi ve sedası kesilerek zamana yenik düşmüşken, ölmüş ve ölü olarak kalan bir kimseyi mi
bekliyorsunuz? Onlardan dolayı takatsiz düştük.‛118
Aslında onlar da beklemekten bıkmış olmalı ki şair, şu mısralarıyla onların
duygularına tercüman oluyordu:
Ey Radvâ vadisi! Sende bulunan kişi neden görünmüyor,
Ona olan aşkımızdan delirdiğimiz halde?
Ne zamana kadar, nereye kadar ve daha ne kadar,
Ey Resul’ün oğlu! Ve sen diri olup rızıklandırıldığın halde?119
Muhammed b. Hanefiyye’nin adı etrafında muhtelif görüşler serdeden bu
zümrenin zaten fazla olmayan sayıları, bu yaşananlardan sonra giderek azalmış-
tır. Nitekim bunların en hararetli dâilerinden Şair Seyyid el-Himyerî’nin bile gö-
rüş değiştirerek Caferî olduğu söylenmektedir.120 Her ne kadar onun değil de oğ-
lunun mezhep değiştirdiği ve ona izafe edilen ‚Caferî oldum Allah’ın adıyla, Allahu
Ekber!..‛ şeklinde başlayan şiirin oğluna ait olduğu söylenmekteyse de;121 bunun,
söz konusu gerçeği değiştirmeyeceğini düşünüyoruz. Özellikle Resûlullah’ın as-
habına ve eşlerine hakaret edilmesi,122 İslâm inancına aykırı düşüncelere sahip
olmaları, Ebû Hâşim’den sonra İbnü’l-Hanefiyye’nin neslinden liderlik yapacak
birinin çıkmaması, diğer yandan Abbâsilerin iktidara geldikten sonra redd-i mi-
rasta bulunarak kendi atalarını ön plana çıkarmaları, ayrıca Hasan ve Hüseyin
neslinden de önemli bazı kişilerin öne çıkması,123 bu kitlenin giderek erimesine
yol açmıştır. Bununla birlikte, 278/891 yılında Kufe kırsalında ortaya çıkan Kar-
matilerin (Karâmita) elinde inançlarının izah edildiği ve Keysâniyye’nin izini ta-
şıyan bir risâlenin dolaştığı söylenmektedir. Bu risâlede, Ahmed b. Muhammed b.
Hanefiyye’nin İsa, Mesih ve Mehdî olduğu bildirilmektedir. Onun, aynı zamanda
son peygamber olduğu ve kendisine nazil olan bir kitabının mevcut olduğu; bu
nedenle ezanlarda Âdem, Musa, İsa ve Muhammed’in yanı sıra onun isminin de
anılması öngörülmekte; namaz, oruç ve hac ibadetleri ile helal ve haramlar konu-
sunda düzenlemeler getirilmektedir. Buna göre gündoğumu ve günbatımında
olmak üzere günde iki defa ikişer rekât namaz kılınacak, her rekâtta Ahmed b.
Muhammed b. Hanefiyye’ye nazil olan kitaptaki Fatiha suresi okunacak ki risâle-
de bu sureye yer verilmiştir. Cuma namazları ise Salı günleri kılınacak ve o gün
başka bir iş yapılmayacak, oruç senede iki defa Mihrican ve Nevruz günlerinde
tutulacak, namazlar Kudüs’e doğru kılınacak ve hac ibadeti de orada icra edile-
cektir. Nebiz haram, şarap ise helaldir. Cenabet için gusül alınmayacak, sadece
namazda olduğu gibi abdest alınacaktır. Kendileriyle savaşanı öldürmek vaciptir.
Muhalif olup da savaşmayandan ise cizye alınacaktır. Azı dişli ve pençeli hiçbir
hayvanın eti yenilmeyecektir.124
Aslında Karmatiler, Cafer b. Muhammed es-Sadık’ın oğlu İsmail’in imame-
tine inanan ve “İsmailiyye/Batiniyye” olarak bilinen fırkanın başka bir versiyonu-
dur.125 Bilindiği gibi bunlar, Muhammed b. Hanefiyye’nin değil de Ali b. Hüse-
yin’in imam olduğuna inanırlar.126 Muhammed b. İsmail b. Cafer’in imam oldu-
ğunu kabul edip diğerlerinden ayrılmışlardır. Onlara göre; Hz. Muhammed son
peygamberdir, ancak ondan sonra sırasıyla şu yedi imam gelir: İmam ve Resûl
olan Ali b. Ebî Tâlib, Hasan, Hüseyin, Ali b. Hüseyin, Muhammed b. Ali, Cafer b.
Muhammed ve imam, kaim ve mehdî Muhammed b. İsmail b. Cafer’dir. Mu-
hammed b. Cafer b. İsmail, aynı zamanda resuldür. Bunlar hem resul, hem
imamdırlar.127 Muhammed b. İsmail, ölmemiştir ve dünyayı ele geçirmeden de
ölmeyecektir.128 Bununla birlikte içlerinde İbnü’l-Hanefiyye’den bahsedenlerin
çıkmış olması dikkat çekicidir. Bu durum, zamanla yok olmaya yüz tutan bazı
Keysânilerin onların içine sızmış olduğunu ve eski inançlarını korumaya devam
ettiklerini göstermektedir. Fakat söz konusu risâlede Ahmed b. Muhammed b.
Hanefiyye adının kullanılması ve onun etrafında bir takım inançların ihdâs etil-
miş olması işi daha da ilginç kılmaktadır. Zira Muhammed b. Hanefiyye’nin Ah-
med adında bir oğlu olmadığı gibi, o tarihte böyle bir oluşuma öncülük edebile-
cek bu ismi taşıyan bir torunu da bulunmamaktadır.129 Öyle anlaşılıyor ki zaman-
la nesli tükenen bu güruh, İbnü’l-Hanefiyye’yi unutmamış olmakla birlikte, İb-
nü’l-Hanefiyye ve nesli hakkındaki bilgi ve ilgileri iyice zayıflamıştır.
SONUÇ
İbnü’l-Hanefiyye, Resûlullah zamanındaki safiyetini o zamanlar hala koru-
maya devam eden ve toplum arasında yaygın olarak kabul gören bir inanç ve dü-
şünce sahibiydi. Toplumun, siyasî farklılaşmadan sonra yavaş yavaş dini farklı-
laşmaya doğru gittiği o dönemde yeni yeni ortaya çıkan bazı fikir ve düşünceleri
hoş görmemiştir. Mehdilik, imamet, vasilik, ricat, bedâ, gizli ilim gibi daha sonra-
ları Şîa’nın içinde kök salan fikirlere bir katkısı ve etkisi olmamış, aksine bu kav-
ramlara yüklenen anlamları nakzeden bir tavır sergilemiştir. Özellikle imamet
konusundaki düşüncesi Şîa’nın temellerini sarsacak niteliktedir.
İbnü’l-Hanefiyye’nin mehdiliği meselesi daha o hayattayken tartışma konu-
su olmuştur. Mehdi yakıştırması ona ilk defa Muhtar es-Sekafî tarafından yapıl-
mıştır. Çoğunluğunu mevâlinin oluşturduğu taraftar kitlesini etkilemek için
124 Taberî, Tarîh, 2109-2110; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, 1085. Ayrıca bk. Kâdî, el-Keysâniyye fi’t-tarih, 293-
294.
125 Bağdadî, Mezhepler Arasındaki Farklar, 220.
126 Kummî ve Nevbahtî, Şiî Fırkalar, 198.
127 Kummî ve Nevbahtî, Şiî Fırkalar, 201-201.
128 Eş’ârî, Makâlâtü’l-İslâmiyyîn, 26.
129 Bk. Zübeyrî, Nesebü Kureyş, 75-78.
156 • Hüseyin Güneş
mehdi olarak takdim ettiği İbnü’l-Hanefiyye’de olağanüstü bir takım güçlerin ol-
duğunu ileri sürüyordu. O da, “doğru yolda olan ve doğru yolu gösteren kişi”
anlamında mehdi olduğunu kabul ediyordu. Fakat her Müslümanın haddizatın-
da mehdi olduğunu ifade ederek bu kavrama lügat manası dışında farklı anlam-
ların yüklenmesine karşı çıkmıştır.
Her ne kadar İbnü’l-Hanefiyye, hayattayken lügat anlamı dışındaki mehdi-
lik düşüncesini onaylamasa da ölümünden sonra bazı taraftarları onu “Beklenen
Mehdi” olarak görmüşlerdir. Bu itibarla İbnü’l-Hanefiyye İslam tarihinde bu an-
lamdaki ilk mehdidir. Keysâniyye adıyla anılan söz konusu zümre onun ölmedi-
ğini, Mekke yakınlarındaki Radvâ Dağı’nda gizlendiğini, bir gün mutlaka çıkıp
dünyaya adaleti hâkim kılacağını ileri sürdüler. Uzun süre onun çıkacağı günü
bekleyen Keysâniler, beklentilerinin bir türlü gerçekleşmemesi üzerine giderek
sayıları azaldı ve zamanla tarih sahnesinden çekildiler.
KAYNAKÇA
Atalan, Mehmet. Muhammed b. el-Hanefiyye ve Anadolu'daki Tezahürleri (Muhammed Hanefî Cenk-
nâmeleri). Ankara: İlâhiyât Yayınları, 2007.
Bağdadî, Abdülkahir. Mezhepler Arasındaki Farklar. trc. E. Ruhi Fığlalı. Ankara: TDV Yayınları,
2007.
Belâzürî, Ahmed b. Yahya. Kitâbu Cümel min ensâbi’l-eşrâf. thk. Suheyl Zekkâr – Riyâz Ziriklî. 13
cilt. Beyrut: Dârü’l-Fikr, 1996.
Buckley, R. B. “İlk Dönem Şiî Gulatı”. trc. Mehmet Atalan. Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
10, sy. 2, (2005): 137-159.
Câhız, Ebû Osman Amr b. Bahr. el-Beyân ve’t-tebyîn. thk. A. M. Harun. 5 cilt. Kahire: Mektebetü’l-
Hâncî, 1998.
Daftary, Farhad. “Emeviler Döneminde ve Abbasilerin İlk Dönemlerinde İran, Horasan ve
Mâverâünnehir’deki Mezhebi ve Milliyetçi Hareketler”. trc. Mehmet Atalan. Kelam Araş-
tırmaları 4, sy. 2 (2006): 139-157.
Dalkıran, Sayın. “Muhammed b. el-Hanefiyye ve Adına Oluşan Fırkalar”. Dinî Araştırmalar 7, sy.
19, (2004): 139-158.
Dîneverî, Ebû Hanîfe Ahmed b. Dâvûd. el-Ahbârü’t-tivâl. thk. Ö. Faruk et-Tabbâ. Beyrut: Dârü’l-
Fikr, 1995.
Diyarbekirî, Hüseyin b. Hasan. Tarihu’l-hamîs fî ahvâli enfesi nefîs. 2 cilt. Beyrut: Müessesetü’ş-
Şa’bân, ts.
Ebû Hayyân, Ali b. Muhammed. el-Basâir ve’z-zehâir. thk. Vedâd el-Kâdî. 19 cilt. Beyrut: Dârü
Sâdır, 1988.
Eş’ârî, Ebü’l-Hasan Ali b. İsmail. Makâlâtü’l-İslâmiyyîn ve ihtilâfü’l-musallîn. thk. Hellmut Ritter.
Wiesbaden: Franz Steiner Verlag, 1963.
Faruk Ömer. “Abbasilerin Siyasî Emellerinin Tarihi Kökleri”. trc. Cem Zorlu, Selçuk Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi 13, (2002): 193-210.
Feyyûmî, Muhammed İbrâhim. eş-Şîatü’l-Arabiyye ve’z-Zeydiyye. Kahire: Dârü’l-Fikri’l-Arabi, 2002.
Gölpınarlı, Abdülbakiy. Tarih Boyunca İslâm Mezhepleri ve Şiilik. İstanbul: Der Yayınları, 1979.
Güneş, Hüseyin. “Dinî, Siyasî ve Sosyal Etkisi Açısından Muhammed b. Hanefiyye ve Hayatı”.
Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi, 2009.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 157
Güneş, Hüseyin. “Ebu Haşim Abdullah’ın Siyasi Etkinliği”. İSTEM: İslâm San‘at, Tarih, Edebiyat ve
Mûsikîsi Dergisi 9, sy. 18 (2011): 263-288.
Güneş, Hüseyin. “Muhtâr es-Sekafî Hareketi Karşısında Muhammed b. Hanefiyye’nin Yeri”. Türk
Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi 75 (2015): 183-199.
Hâkim en-Nîsâbûrî, Ebû Abdullah Muhammd b. Abdullah. el-Müstedrek ale’s-Sahihayn fi’l-hadis. 4
cilt. Haydarabad: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1915.
Hakyemez, Cemil, “Bedâ Düşüncesi ve Şiî İmamet Tartışmalarındaki Yeri,” Hitit Üniversitesi İlahi-
yat Fakültesi Dergisi 5, sy. 10, (2006/2): 29-49.
Hakyemez, Cemil, “Mehdî Düşüncesinin İtikadîleşmesi Üzerine”, Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat
Fakültesi Dergisi 3, sy. 5, (2004/1): 127-144.
Hâşimî, Ali b. Hüseyin. Muhammed b. el-Hanefiyye. Beyrut: Müessesetü’t-Târihi’l-Arabî, 2004.
İbn A’sem, Ebû Muhammed Ahmed el-Kûfî. el-Fütûh. thk. Süheyl Zekkâr. 3 cilt. Beyrut: Dârü’l-
Fikr, 1992.
İbn Abdirabbih, Ebû Muhammed Ahmed b. Muhammed el-Endelüsî. Kitâbü’l-İkdi’l-ferîd. thk.
Ahmed Emin, v.dgr. 7 cilt. Kahire: Matbaatü Lecneti’t-Telif, 1969.
İbn Asâkir, Ebü’l-Kâsım Ali b. Hasan. Târîhu medîneti Dimeşk. thk. Ömer el-Amrâvî. 95 cilt. Beyrut:
Dârü’l-Fikr, 1997.
İbn Ebî Hayseme, Ebû Bekir Ahmed b. Züheyr. et-Târîhu’l-kebîr. thk. Selâhuddîn b. Fethî. 4 cilt.
Kahire: el-Fârûku’l-Hadîse li’t-Tibâa, 2003.
İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed. el-Kitâbü'l-Musannef fi'l-ehâdîs ve'l-âsâr. thk.
Kemal Yusuf Hût. 7 cilt. Beyrut: Dârü't-Tâc, 1989.
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim. eş-Şi’r ve’ş-şuarâ. thk. A. M. Şâkir. 2 cilt. Kahi-
re: Dârü’l-İhyai’l-Kütübi’l-Arabiyye, 1364.
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim. Uyûnu’l-ahbâr. 4 cilt. Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-
Arabî, ts.
İbn Sa’d, Ebû Abdullah Muhammed. et-Tabakâtu’l-Kubrâ. 9 cilt. Beyrut: Dârü Sadır, ts.
İbnü’l-Esîr, İzzeddin Ebü’l-Hasen Ali b. Muhammed. el-Kâmil fi’t-târîh. thk. Ebû Suhayb el-Kermî.
Riyad: Beytü’l-Efkâri’d-Devliyye, ts.
İlhan, Avni. Mehdilik. İstanbul: Beyan Yayınları, 1993.
İsfahânî, Ebü’l-Ferec Ali b. Hüseyin. el-Eğânî. thk. A. Ali Mehnâ. 25 cilt. Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-
İlmiyye, 1986.
İsferâyinî, Ebü’l-Muzaffer İmadüddin Şahfur b. Tahir. et-Tabsîr fi'd-Dîn ve Temyizü'l-Fırkati'n-
Naciye ani'l-Fırak. thk. K. Y. Hût. Beyrut: Âlemü'l-Kütüb, 1983.
Kâdî, Vedâd. “Keysâniyye’ye Özel Referansla İslâm Kaynaklarında Gulât Teriminin Gelişimi”.
trc. Yusuf Benli. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi 7, sy. 2, (2007): 241-276.
Kâdî, Vedâd. el-Keysâniyye fi’t-tarih ve’l-edeb. Beyrut: Dârü’s-Sekâfe, 1974.
Korkmaz, Sıddık. Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi. Ankara: Araştırma Yayınları, 2005.
Kummî, Ebû Halef Sa’d b. Abdullah el-Eş’ârî ve Ebû Muhammed Hasan b. Musa en-Nevbahtî, Şiî
Fırkalar (Kitâbü’l-Makâlât ve’l-fırak/Fıraku’ş-Şia), trc. Hasan Onat, v.dgr. Ankara: Ankara
Okulu Yayınları, 2004.
Kutlu, Sönmez. “İlk Mürciî Metinler ve Kitâbü’l-İrcâ”. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
37, (1997): 317-331.
Minkarî, Nasr b. Muzâhim. Vak’atu Sıffîn. thk. A. M. Harun, Beyrut: Dârü’l-Cîl, 1990.
Müellifi Meçhul. Ahbârü’d-devleti’l-Abbâsiyye. thk. Abülazîz ed-Dûrî - Abdülcebbâr el-Muttalibî,
Beyrut: Dârüt-Talîa, 1971.
158 • Hüseyin Güneş
Özet
Geçmişten günümüze birçok toplumda kurtuluş ve kurtarıcı fikrine rast-
lanır. Beklenen kurtarıcı, Zerdüştlükte Saoşyant, mevcut İran kültüründe
Mehdi; Hinduizm’de Kalki; Budizm’de Maytreya; Yahudilik ve Hristiyanlıkta
Mesih; İslam dünyasında Mehdi anlayışının yanında Mesih inancı şeklinde
görülür. Bu tebliğimizde eskatolojik anlamda önem arz eden mehdi ve mesih
kavram ile beraber Zerdüştlükteki kurtarıcı (Saoşyant) anlayışı ve misyonu
üzerinde duracağız.
GİRİŞ
Kurtarıcı Fenomeni, hemen hemen bütün din ve kültürlerde karşımıza çı-
kan bir kurtuluş idealidir. İnsanlık tarihinde zaman zaman ortaya çıkan zulüm,
haksızlık ve çatışma durumunda çaresizlik içerisine düşen toplumların bir kur-
tuluş yolu aramalarını onların psikolojisi ile izah etmek gerekir. Fıtratı gereği
insanoğlu, maruz kaldığı problemler karşısında kurtuluş gayreti içerisine girer.
Bu anlamda geçmişten günümüze birçok toplumda kurtuluş ve kurtarıcı fikrine
rastlanır. Beklenen kurtarıcı, Zerdüştlükte Saoşyant, mevcut İran kültüründe
Mehdi; Hinduizm’de Kalki; Budizm’de Maytreya; Yahudilik ve Hristiyanlıkta
Mesih (Faraklit); İslam dünyasında Mehdi anlayışının yanında Mesih inancı
şeklinde görülür. Günümüzde bazı bölgelerde ortaya çıkan yeni dini hareketle-
rin de kıyamet tasavvuru ve kurtarıcı inancını temel argüman olarak kullandık-
ları görülür. Tebliğimizde eskatolojik anlamda önem arz eden mehdi ve mesih
kavramı hakkında kısaca bilgi verdikten sonra Zerdüştlükteki kurtarıcı (Saoş-
yant) anlayışı ve misyonu üzerinde duracağız.
160 • İskender Oymak
1-Mehdi Kavramı
Mehdi kelimesi Arapça ‚heda‛ ‚doğru yolu bulmak, yol göstermek‛ mas-
tarından türeyen ismi mefuldür. Heda mastarından türeyen huda kelimesi ‚da-
laletin zıddı doğru yol, hidayeti gösterme‛ anlamında olup başka bir yol, metot
anlamında da kullanılır. Heda fiil olarak ‚Allah onu yola koydu, hidayete er-
dirdi. Yani o yolu bildirdi‛ gibi manaları ifade eder 1. Bakara 2/120’de el-Hadi
kelimesi, Allah için isim olarak yol gösterme ve doğru yol anlamlarında; Taha
20/10 ayetinde ise ‚< ateşin yanında bir yol gösteren bulurum‛ şeklinde kulla-
nılmıştır. Mehdi kelimesinin Kur’an’da Hz. İsa’nın beşikte konuşmasına binaen
beşiğe nispet anlamında kullanıldığı da ifade edilir2.
Hz. Peygamber için zaman zaman kullanılan mehdi ve hadi kelimeleri,
daha sonraki dönemlerde ismi meful yerine ismi fail manasıyla, Allah karşı-
sında ‚mehdi‛ (hidayete ulaştırılmış); insanlar karşısında ‚hadi‛ (onları hida-
yete ulaştıran) olarak yorumlanmıştır. Mehdi kelimesi İslam’ın ilk dönemle-
rinde, dört halife için isim olarak kullanılmakla beraber özellikle Hz. Ali için,
Sünnilerin O’nu diğer üç halifeden ayırmak amacıyla Mehdi sıfatını kullan-
dıkları ifade edilir. Yine mehdi kelimesi, Hz. Ali’nin Fatıma’dan başka bir
eşinden olan oğlu Muhammed b. el-Hanefiyye (öl. 81/700) için de kullanılmış-
tır. Bir düşünceye göre ya Peygamber neslinden Mehdi, ya da İsa (Mesihal
Muhtedi) olacaktır. Mehdiyi bekleyen Sünniler, O’nu Peygamberin son halife-
si olarak tanımlarlar. Onlara göre İsa resul bir peygamber olarak gelmeyecek;
O’nun için bu bir dönüş değil sadece bir iniş olacak ve Peygamberin şeriatına
göre insanları idare edecektir3.
İslam’daki Mehdi tasavvurunun tamamen Yahudi ve Hristiyan kaynaklı
olduğunu söyleyenler, Yahudilikteki ‚Mesih’i intizar‛ inancının Hristiyanlık-
taki İsa’nın rücu’u inancına dönüştürüldüğünü, bu inancın da İslam dünyası-
na bazı heretik mezhepler yoluyla ‚Mehdiyi intizar‛ şeklinde geçtiğini ifade
ederler4. Burada İlyas Peygamberin semaya kaldırıldığı ve onun yeryüzüne
adaleti getirmek için kıyamete yakın geri döneceğine inanan Yahudilerin ve
kurtarıcı olarak ahir zamanda İsa’nın döneceğine dair Hristiyanların inancı,
Şia’daki gizli imamlar inancının tam bir örneğini oluşturur5. Ehl-i Sünnet
içinde mehdilik, bir inanç esası olarak kabul edilmediğinden ilk dönem akait
kitaplarında yer almamıştır.
2-Mesih Kavramı
Mesih kelimesi, Arapçaya Aramice Meşiha veya İbranice Ha-Meşiha’dan
geçmiş olup, beklenen kurtarıcıya verilen bir sıfat6 olarak kabul edilir. Diğer
bir görüşe göre, Mesih’in aslının İbranice ‚Meşiah‛ olduğu, bunun da ‚mesh
edilmiş‛ ‚temizlenmiş‛, ‚yağ sürülmüş‛, ‚Allah’ın tasfiye ettiği adam‛ mana-
larına geldiği ifade edilir7. Ayrıca Habeşçe’den alınmış olabileceği de ileri sü-
rülür. İslam alimleri bu kelimenin İbranice veya Süryaniceden geldiğini ileri
sürerler8. Mesih İbranice ‚kutsal yağ‛ ‚Machiah‛ (Messiah) anlamında olup
Yunanca karşılığı ‚christos‛ (yağ)’dur9. Arapça m-s-h kökünden gelen ve kök
itibariyle ‚beklenen kurtarıcı‛ için bir sıfat olarak kullanılan ‚Mesih‛ kelime-
si, ‚mesh edilmiş, günahlardan temizlenmiş, bir şey üzerinde eli yürütmek,
bir şeyde bulunan izleri gidermek, üzerini yağ ile yağlamak, güzel yüzlü, pek
doğru söyleyen kişi,...‛10 gibi anlamlarda kullanılır. Yahudi geleneğinde Da-
vud soyundan ahir zamanda geleceği beklenen kurtarıcı, yağlanmış ve takdis
edilmiş olacağı düşüncesiyle mesih olarak isimlendirilmiştir11. Türkçede bir
sıfat olarak Mesih, üzerine yağ sürülmüş anlamında Hz İsa için özel isim ola-
rak kullanılmakta ve Deccal’a da lakap olarak verilmektedir12.
Mesih’in terim anlamına gelince, ahir zamanda yer yüzüne inerek
Yahudileri kurtaracak, bozulmuş olan düzeni yeniden kuracak, yeryüzünü
hakimiyeti altına alacak, adaletle dolduracak ve insanlara doğru yolu göstere-
cek ilahi bir temsilci veya dini lider şeklinde tarif edilir13. Hz. İsa henüz dün-
yaya gelmeden Yahudiler, Mesih’in Hz. Davud’un soyundan geleceğine ina-
6 C.W. Emmet, "‛Messiah‛, Encyclopaedia of Religion and Ethic, (Ed. by J. Hastings), New York
1916, VIII/571.
7 Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul 1993, II/323; Sarıkçıoğlu Ekrem, Din-
lerde Mehdi Tasavvurları, Samsun 1997, 15.
8 A.J. Wensinck ‚Mesih‛, İslam Ansiklopedisi, M.E.B, İstanbul 1993, VIII/124.
9 Mehmet Aydın, Din Fenomeni, Konya 1993, 126.
10 Geniş bilgi için bkz: İbn Manzur, XV/492-493.
11 Şinasi Gündüz, Din ve İnanç Sözlüğü, Ankara 1998, 258; Yeni Ahit’e göre Hz İsa doğduğunda
kendisine kurtarıcı anlamında ‚Yesu‛ ismini, O’nun doğacağını müjdeleyen melek getirmiştir,
Matta, 1/21; Luka 1/31. Kutsal anlamına gelen Mesih ismi, Kitab-ı Mukaddes tarafından genel
manada krallar ve peygamberler için, özel manada ise Yahudileri esaretten ve sürgünden kur-
tarıp ‚Arz-ı Mev’ud‛a ulaştırmak ve mabedi yeniden inşa etmek için gelecek bir kurtarıcı için
kullanılır. Mesih inancı, Musa İbn Meymun tarafından Yahudi inanç esaslarına dahil edilmiştir
Bkz: Abdurrahman Küçük, Dönmeler Tarihi, (5. Baskı) Ankara 2001, 120-123.
12 Ahmed Asım, Kamus Tercemesi, İstanbul 1305, I, 976; Ferit Develioğlu, Osmanlıca Türkçe An-
siklopedik Lügat, Ankara 1970, 748.
13 Küçük, 113; Fohrer’e göre kelimedeki ahir zaman izafesinin, Babil esaretinden sonra; Rehm ve
Zobel gibi araştırmacılara göre Hristiyanlıktan birkaç asır önce; Gressmann ise Hristiyanlıkla
beraber ortaya çıktığını ileri sürmektedir. Bkz: Sarıkçıoğlu, age,15.
162 • İskender Oymak
14 Mehmet Aydın, Hristiyan Kaynaklarına Göre Hristiyanlık, Konya 1993, 45; Bu sebeple Matta
ve Luka İncillerinde Hz. İsa’nın Hz. Davud soyundan olduğunu gösteren şecere yer alır. Matta
1/17; Luka 1/1-27.
15 Felicien Challaye, Dinler Tarihi,(Çev: Samih Tiryakioğlu) İstanbul 1998, 140-141; Küçük, 118;
Ayrıca bkz: İşaya 42/1-4, 65/17 vd.
16 Zeki Sarıtoprak, İslam İnancı Açısından Nuzulü İsa Meselesi, İzmir 1997, 12.
17 Kutluay, 207-209; Talmud Sanhedrin 97a-97b’de Yahudi kültüründe dünyanın altı bin yıl du-
racağı; iki bin yıl şaşkınlık, iki bin yıl yol gösterme, iki bin yıl da Mesih’in zamanı olduğu; ama
Yahudilerin günahları yüzünden Mesh’in gelmesinin geciktiği belirtilir. Dindar Yahudilerin
her gün yaptıkları duaları ‚< gönder artık adaletinin Mesihi’ni‛ ifadeleriyle sona erer. Bkz:
Hayrullah Örs, Musa ve Yahudilik, İst. 2015, 358-359.
18 İbrahim Alaattin Gövsa, Sabatay Sevi, (Sad: Hikmet Soylu), İstanbul 2000, 17-41; Ayrıca Saba-
tayizm konusunda geniş bilgi için bkz: Küçük, 218-324.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 163
tek olarak gerekse ‚İbn Meryem‛ ile beraber19 geçen ayetlerin hiçbirisinde
Yahudilik ve Hristiyanlıktaki manasıyla ‚beklenen bir kurtarıcıyı ifade et-
memektedir20.
19 Mesih kelimesinin yalnız geçtiği ayetler: Nisa 172; Tevbe 30; İbn Meryem ile; Nisa 156; Konuy-
la ilgili ayetler ve yorumlar için bkz: Muhammed Halil Herras, Faslü’l-Makal fi Ref’i İsa ve
Nuzulihi ve Katlihi’d-Deccal, (Çev: Osman Cilacı, Hz. İsa Gelecek mi?), Isparta 2002, 8-28.
20 Ethem Ruhi Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, İstanbul 1996; 250-251; Ayrıca bkz.,
Wensinck ‚Mesih‛, III/124. Ayet ve hadislerde Mesih sıddık, tasdik edilmiş anlamıyla İsa için
isim, lakab veya bir vasfı şeklinde yer alır. Küçük, Dönmeler Tarihi, 161; Kur’an-ı Kerim’de için
‚Mesih‛, ‚kelime‛, ‚vecih‛ ‚Ruhullah‛ gibi farklı tabirler de kullanılır (Âli İmran 39, 45; Nisa
156,172),
21 Sarıkçıoğlu, Dinlerde Mehdi Tasavvurları, 17-18.
22 Yasna, 43/3, 48/1-2. Gathalar, Zerdüşt’e izafe edilen dua ve ilahilerden oluşan Avestanın bir bö-
lümüdür.
23 A. V. Williams Jackson, Zoroastrian Studies, The Iranian Religion and Various Monographs,
New York, 1928, 23, 149-150; Mary Boyce, The Zoroastrians, Their Religious Beliefs and Practi-
ces, London 1979, 42; Ekrem Sarıkçıoğlu, ‚Mecusi Dininde Mehdi İnancı‛ Atatürk Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, İstanbul, 1986, 3.
24 Ebrahim Pourdavuod, Saosyans, İntişarı Freveher, H. 1390 /Tahran, 21; Pourdavuod, Yasna
26/10, 59/28’de Saoşyant’ın tekil olduğunu ve bununla da son kurtarıcının kastedildiğini belir-
tir Bkz: Pourdavuod, 27.
164 • İskender Oymak
25 Pourdavuod, 14.
26 ‚< iyi düşünülmüş düşünceyi, doğru konuşulan sözleri, doğru yapılan eylemleri muhafaza
etmekte olan adama ve cömert dindara, hatta eylemleriyle yerleşimlerin doğru düzen içinde
ilerlemesini sağlayan Saoşyant (kurtarıcı) Manthrasını sürdüren adama şükranla yaklaşmayı
arzuluyorum. Visperad 2/5. Avesta pasajlarının çevirisi için bkz: Avesta, Zerdüşt’ün Kutsal
Metinleri, (Çev: Fahriye Adsay-İbrahim Bingöl) İstanbul 2014, 276; Ayrıca Avesta’nın Farsça ve
İngilizce çevirilerinden de zaman zaman yararlandık. Haşim Razi, Avesta, Açıklamalar ve Tef-
siri, Tahran 1984; Avesta, The Religious Books of The Parsees, (Trans: Arthur Henry Bleeck), I-
III, Hertford 1864;
27 Pourdavuod, 19.
28 Pourdavuod, 20.
29 Pourdavuod, 16-17.
30 Pourdavuod, 17-18; Farvardin Yeşt 110 ve 117’de ‚Biz kutsal Astavat ereta’nın Fravaşi’sine
hürmet ediyoruz‛ ifadeleriyle gelecek son Saoşyant’a yer verilmektedir. Farvardin Yeşt, 17’de
‚Ey Spitama! İnançlıların Fravaşileri arasında en güçlü olanlar en eski yasanın adamlarınınki-
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 165
bazı kaynaklarda ahir zaman diyebileceğimiz üçüncü bin yılın sonunda kur-
tarıcı olarak dünyaya gelecek olan Saoşyant ve onun bin yıllık hükümdarlı-
ğından sonra hakimiyetin Ahura Mazda’ya teslim edileceği ve ahret hayatının
başlayacağı ifade edilir31. Halbuki Pourdavuod, 12.000. yılın sonuna doğru ge-
leceği ve manevi alemin yaşamının kısa sürede başlayacağını belirtmektedir.
Nitekim Yasna 26/10’da muzaffer Saoşyant son yaratık olarak ifade edilir. Yi-
ne Yasna 59/28’de ‚< ve biz zaferle cezalandıran Saoşyant’a hürmet ede-
riz<‛ ifadesinde Saoşyant’ın kötü varlıkları cezalandıracağı vurgulanır.
Bir başka görüşe göre Ahura Mazda, herhangi bir saldırıya maruz kal-
mamak için Ehrimen ile üç bin yıllık dönemlerden oluşan üç periyot için yap-
tığı antlaşma ile dünyada önce Ahura Mazda’nın sonraki üç bin yıllık dö-
nemde de Ehrimen’in egemen olacağı belirtilmiştir. Ehrimen dünyayı ateş ve
duman karışımıyla, çok dikenli çalılarla, tahrip edici bitkilerle ve yaratılan
milyarlarca zararlı yaratık ve zararlı hayvanlarla baştan çıkarmıştır. Doğa da
Ehrimen’in kötü amaçlarına hizmet ederek deprem, kuraklık ve fırtınalar
meydana getirmiştir. Ayrıca Ehrimen, dünyada cehenneme ait bir alan olması
için büyük bir çukur kazmıştır. O, kötü arzular, kötü düşünceler, ahlaksız
sözler ile onları doldurmak suretiyle bütün insanlığın şeref ve itibarını dü-
şürmüştür. O, insan ırkını acı çekmesi, perişanlık içine düşmesi ve cehenne-
min sonsuz ateşinde tamamen yok olması için yönlendirmiştir. Ancak Ahura
Mazda her şeyi bilme özelliği sebebiyle Ehrimen’i, onun üç bin yıllık periyo-
du esnasında kurnazlıkla yenmiş ve böylece başarılı olamadan görevi sona
ermiştir. Ahura Mazda, tarih öncesi çağlara ait insanı ve öküzü yaratmıştır ki
onlar, insan ırkını ve hayvan alemini sırasıyla temsil etmektedirler. Ahura
Mazda, kendisi sayesinde nihai zafere ulaşmak için Ehrimen’i yok edecek bir
varlık olarak bir gün vücut bulacağını bildiği Zerdüşt’ün manevi varlığına şe-
kil vermiştir. Son üç bin yıllık safhanın başlamasından önceki otuz yıl (Zer-
düşti takvime göre 8970 yılında veya MÖ. 660), Ahura Mazda, Zerdüşt’ü
dünyaya göndermiştir. Bu zamandan itibaren son üç bin yıllık periyot, pey-
gamber Zerdüşt’ün hizmetiyle başlamıştır. Zerdüşt otuz yaşına geldiğinde
(MÖ. 630) O’nun misyonu insanlığa iyi dini öğretmek ve bu son periyotta vu-
ku bulacak büyük olayları insanlara açıklamaktır32.
Gathalar, Zerdüşt’ün dünyanın sonunun yakın olduğu şeklindeki öneri-
leri ile doludur. Bu bilgiler Ahura Mazda tarafından ilham yoluyla Zerdüşt’e
dir ya da dünyayı restore edecek olan henüz doğmamış Saoşyantlarındır<‛ şeklinde Saoş-
yantların misyonu ifade edilir. Farvardin Yeşt, 38’de ise ‚Onlar; Yiğit kahramanlar, yiğit Saoş-
yantlar, kalabalık Turanlı Danus reislerinin döllerini fetheden yiğit fatihler, taşla yaralayanlar‛
gibi ifadelerle Saoşyantlar övülür.
31 Bkz: Boyce, Zoroastrians, 74-75; Sarıkçıoğlu, Dinlerde Mehdi Tasavvurları, 20
32 S. A., Nigosian, The Zoroastrian Faith, Tradation and Modern Research, Kanada 1993, 93; Eh-
rimen ilahi alemi korumak ve bütün kainatı kontrol etme arzusundadır. Bu amacında başarılı
olmak için O, şeytanlardan, kötü ruhlardan, büyücülerden ve zararlı yaratıklardan bir ordu
kurmuştur Bkz: Bundahısn 3/1-17.
166 • İskender Oymak
33 Jackson, Zoroastrian..., 23-24; Boyce, Zoroastrians, 42, 74-75; Annamarie Schimmel, Dinler Ta-
rihine Giriş, İstanbul 1999, 93.
34 Bundahısn, 1; Nigosian, 92.
35 Bundahishn 30, 32/5-9.
36 Pourdavuod 39, 43.
37 Bundahışn 4-11; Pourdavuod, 23-24, 43.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 167
44 Sarıkçıoğlu, ‚Mecusi Dininde Mehdi İnancı‛ 5-6; Sarıkçıoğlu, Dinlerde Mehdi Tasavvurları, 44-45.
45 Yasna 24/5’te ‚< bize hizmet edecek, dünyanın ilerlemesi ve yenilenmesinin tamamlanması
için emek sarf edecek Peygamberlerin (Saoşyantlar) Fravaşilerine sunarız‛ ifadeleri yer alır.
Farvardin Yeşt 17’de Saoşyantlara övgü ve dualar yer alır. Pourdavuod, 23.
46 Pourdavuod, 41
47 Pourdavuod, 42.
48 Astavat ereta, soyut varlığıyla zafere ulaşacak sonuncu kişidir. Bütün maddi ve manevi varlık-
lara faydası olur. O’nun ışığında yaşam sonsuzlaşır. Düşmana ve yalana karşı mücadele eder.
Bkz: Pourdavuod, 25-26.
49 Pourdavuod, 28-29; Farvardin Yeşt, 141-142.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 169
56 Pourdavuod, 50-52.
57 Geniş bilgi için bkz: Sarıkçıoğlu, ‚Mecusi Dininde Mehdi İnancı‛, 4-5; Sarıkçıoğlu, Dinlerde
Mehdi Tasavvurları, 29-30.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 171
58 Pourdavuod, 52-53.
59 Sarıkçıoğlu, Dinlerde Mehdi Tasavvurları, 60.
60 Pourdavuod, 54-55.
61 Erkeklerin isimleri farklı olarak: Keyhusrev, Nersi, Tus, Guderz, Aşa Vezdengh, Peşutan, Ağ-
rires, Gerşasp, Neriman vd. şeklinde de yazılmış, kadınların adı yazılmamıştır. Bkz: Pourda-
vuod, 42; Ayrıca bkz: Sarıkçıoğlu, Dinlerde Mehdi Tasavvurları, 66, 83.
62 Yasna 45/11; Bundahısn 30/17.33; Nigosian, 94.
172 • İskender Oymak
SONUÇ
Netice olarak kurtarıcı motifi, iyi ve kötülüğün mücadelesinde tanrısal
bir güç olarak çeşitli dinlerde farklı isimlerle de olsa benzer misyonla kendini
gösterir. Bu anlamda Zerdüştlük, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam açısından
beklenen kurtarıcının birçok noktada benzerlik gösterdiğini söyleyebiliriz.
Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam açısından kurtarıcı için kullanılan kelimeler
Mehdi ve Mesih kavramlarıdır. Mehdi kelimesi Arapçada doğru yol, doğru
yolu bulmak, yol göstermek, hidayete ulaştıran anlamlarında Kur’an’da ge-
çer. İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren mehdi kavramı, başta halifeler olmak
üzere bazı zatlar hakkında kullanılmış, daha sonraki dönemlerde de siyasi
amaçlarla kullanımı devam etmiştir. Zamanla bazı mezhepler tarafından bu
kavram itikadi konulara dahil edilmiştir. Kurtarıcı için kullanılan diğer bir
kavram mesih olup, mesh edilmiş, günahlardan temizlenmiş, yağlanmış gibi
anlamlara gelir. Terim olarak ahir zamanda yeryüzüne inerek, Yahudileri
kurtaracak, bozulmuş düzeni yeniden kuracak, yeryüzünü hakimiyeti altına
alacak, insanları doğru yola götürecek ilahi bir temsilci veya dini lider anla-
mında kullanılır. Yahudi geleneğinde ise Mesih, Beytlehem’de Davud soyun-
dan ahir zamanda bir kızdan doğacak olan Yahudilerin kurtarıcısıdır. Kur’an,
Mesih kavramını İsa b. Meryem için kullanır
Zerdüştlükte kurtarıcı için kullanılan Saoşyant kavramı yardımcı, fayda
getirecek kişi, kurtarıcı, şerre karşı son mücadelede insanlığa yardımcı olacak
kişi anlamında kullanılır. Zerdüşt’ten sonra her bin yılda geleceğine inanılan
üç kurtarıcı bulunmaktadır. Bunların isimleri Huşidar, Huşidar Mah ve Asta-
vat ereta (Saoşyant)’dır. Aslında Zerdüştiler her üçü için de Saoşyant ismini
63 Pourdavuod, 35-36.
64 Pourdavuod, 56.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 173
kullanırlar. Söz konusu Saoşyantların üçü de, anneleri farklı olmakla birlikte
aynı kabileden on beş yaşlarında genç kızların Kansava gölünde yıkanmaları
ve sudan bir yudum içmeleri suretiyle Zerdüşt’ün tohumlarından hamile ka-
larak dokuz ay sonra doğacak çocuklardır. Zerdüşti inancına göre Kansava
gölünde melekler tarafından Zerdüşt’ün tohumları korunmaktadır. Yahudi-
likteki Mesih’in Davud soyundan genç bir kızdan doğması ve İsa’nın genç bir
kızdan babasız dünyaya gelme motifleri Saoşyantların doğumları ile benzer-
lik gösterir. Kurtarıcılar için maddi anlamda babasızlık söz konusudur.
Zerdüştlükteki Hürmüz ve Ehrimen (iyilik ve kötülük) mücadelesi, ev-
renin son üç bin yılında artarak kıyamete kadar devam edecektir. Zerdüştlük-
te 12.000 yıldan ibaret olan insanlık tarihinin son üç bin yılını kapsayan Ehri-
men ile mücadeleyi bizzat Zerdüşt başlatmıştır. Zerdüşt gibi diğer iki kurtarı-
cı da önceki dönemin sona ermesine 30 yıl kala doğacak ve bin yılın başında
30 yaşında iken mücadeleye başlayacaklardır. Son kurtarıcı kıyamete yakın
gelip Ehrimen’e karşı mücadele edecek ve iyiliği hakim kılacaktır.
Mehdi inancına sahip toplumların olumsuz şartlarla mücadele etmek
için bekledikleri kurtarıcıların zuhuru ile çeşitli olağanüstü ve metafizik olay-
ların gerçekleşeceği belirtilir. Zerdüştlükte ilk kurtarıcının gelmesinde 10 gün,
ikincisinde 20 gün, üçüncüsünde ise 30 gün güneşin hiç batmayacağı gibi ola-
ğanüstü durumlardan bahsedilir. Tebliğimizde değerlendirdiğimiz Zerdüşt-
lükteki kurtarıcıların gelmelerine yakın toplumda olumsuz şartların hakim
olduğu, onların gelip mücadeleye başlamaları ile durumun düzeltildiği de be-
lirtilir. İnsanlar sıkıntı ve çaresizlik durumlarında beklenti içerisine girdikleri
kurtarıcıların, mevcut şartları değiştireceklerine olan inançları sebebiyle onla-
ra yönelik işaretleri düşünerek kurtuluş çabası gösterirler. Her şeyin iyi oldu-
ğu bir ortamda, toplumların kurtarıcı beklentisi içerisine girmeleri vaki değil-
dir.
Mehdi inancına eleştirel yaklaşanlar, kurtarıcı inancının toplumu tembel-
liğe ve güç sarf etmeden tanrısal yardımı beklemeye sevk ettiğini ileri sürer-
ler. Bu görüşün doğru tarafları olmakla birlikte bu inancı tamamen reddet-
menin de kimseye faydasının olmadığını söyleyebiliriz. Çünkü insan psikolo-
jisinin ürünü olan Mehdi kültürü, evrensel bir kültür olarak toplumlara psiko-
lojik anlamda bir mücadele gücü kazandırmaktadır. Yakın tarihimizde deği-
şik coğrafyalarda bazı liderlerin etrafında, bu motif kullanılarak toplumun
organize olduğu ve başarılı mücadele sergiledikleri ile ilgili örnekler mevcut-
tur. Buna İngiliz işgaline karşı direnen Sudan mehdisi örnek verilebilir. O
halde toplumların sıkıntılı durumlarda tanrısal bir gücün desteğine sahip ol-
duklarını düşünmeleri ve bazı liderlere bu rolü vermelerinin kurtuluş ümitle-
rini kuvvetlendireceği gerçeğini göz ardı etmemek gerekir. Bu düşünceler,
gerçek anlamda bir kurtarıcının geleceği anlamını da taşımamaktadır. Ancak
eskatolojik bir figür olarak kurtarıcı, birçok kültürde canlılığını muhafaza et-
mektedir.
174 • İskender Oymak
KAYNAKÇA
AHMED Asım, Kamus Tercemesi, I, İstanbul 1305.
AVESTA, The Religious Books of The Parsees, (Trans: Arthur Henry Bleeck), I-III, Hertford
1864.
AVESTA, Zerdüşt’ün Kutsal Metinleri, (Çev: Fahriye Adsay-İbrahim Bingöl) İstanbul 2014.
AYDIN, Mehmet; Din Fenomeni, Konya 1993.
----------; Hristiyan Kaynaklarına Göre Hristiyanlık, Konya 1993.
BOYCE, Mary, The Zoroastrians, Their Religious Beliefs and Practices, London 1979.
----------; Zoroastrianism, Its Antiquity and Constant Vigour, New York 1992.
BUNDAHISHN ‚Creation‛ or Knowledge from the Zand, Translated by E. W. West, from
Sacred Books of the East, V, Oxford University Press, 1897.
CHALLAYE, Felicien; Dinler Tarihi,(Çev: Samih Tiryakioğlu) İstanbul 1998.
DEVELİOĞLU, Ferit; Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lugat, Ankara, 1970.
EMMET, C.W.; ‚Messiah‛, Encyclopaedia of Religion and Ethic, (Ed. by J. Hastings), VIII,
New York 1916.
FIĞLALI, Ethem Ruhi; Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, IV. Baskı, Ankara 1990.
GÖVSA, İbrahim Alaattin; Sabatay Sevi, (Sad: Hikmet Soylu), İstanbul 2000.
GÜNDÜZ, Şinasi; Din ve İnanç Sözlüğü, Ankara 1998, 258.
HERRAS, Muhammed Halil, Faslü’l-Makal fi Ref’i İsa ve Nuzulihi ve Katlihi’d-Deccal, (Çev:
Osman Cilacı), Hz. İsa Gelecek mi? Isparta 2002.
İBN MANZUR, Lisanu’l-Arap, XV, Mısır 1991.
İLHAN, Avni; Mehdilik, İstanbul 1993.
JACKSON, A. V. Williams; Zoroastrian Studies, The Iranian Religion and Various Monog-
raphs, New York, 1928.
KİTAB-I MUKADDES, İstanbul 2001.
KUTLUAY, Yaşar, İslam ve Yahudi Mezhepleri, Ankara, 2001.
KÜÇÜK, Abdurrahman, Dönmeler Tarihi, (5. Baskı) Ankara 2001.
MACDONALD, D.B.; ‚Mehdi‛ İslam Ansiklopedisi, VII, M.E.B., İstanbul, 1993.
MARGOLIOUTH, D. S. ‚Mehdi‛ Encyclopaedia of Religion and Ethic, (Ed. by J. Hastings),
VIII, New York 1916.
NİGOSİAN, S. A.; The Zoroastrian Faith, Tradation and Modern Research, Kanada 1993
ÖRS, Hayrullah, Musa ve Yahudilik, İstanbul 2015.
POURDAVUOD, Ebrahim; Saosyans, İntişarı Freveher, H. 1390 /Tahran.
RAZİ, Haşim; Avesta, Açıklamalar ve Tefsiri, Tahran 1984.
RİNGGREN, Heilmer; ‚Messianism‛, Encyclopaedia of Religion and Ethic, (Ed. by J. Has-
tings), IX, New York 1916.
SARIKÇIOĞLU, Ekrem; Dinlerde Mehdi Tasavvurları, Samsun 1997.
----------; ‚Mecusi Dininde Mehdi İnancı‛ Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 7,
İstanbul, 1986.
SARITOPRAK, Zeki, İslam İnancı Açısından Nüzulü İsa Meselesi, İzmir 1997.
SCHİMMEL, Annamarie; Dinler Tarihine Giriş, İstanbul 1999.
WENSINCK, A.J., ‚Mesih‛, İslam Ansiklopedisi, MEB, VIII, İstanbul 1993.
YAZIR, E. Muhammed Hamdi; Hak Dini Kur’an Dili, II, İstanbul 1993.
SOSYO-PSİKOLOJİK BİR BEKLENTİ OLARAK MEHDÎLİĞİN
TEOLOJİK DAYANAKLARI
Mahmut ÇINAR
Özet
İnsanoğlu, uzun tarihi boyunca birçok defa büyük kitlesel kargaşa ve bu-
nalımlarla karşı karşıya kalmış, bu dönemlerde kendilerine hem dinî alanlarda
hem de dünyevî iktidar alanlarında rehberlik edecek birilerini bulma arayışına
girmiştir. Bu arayış, başta kutsal metinler olmak üzere zaman zaman inanç, dü-
şünce ve kültürel kaynaklar tarafından da beslenmiştir. Tevrat ve İncil’de zik-
redilen ve bir gün vazifesini tamamlamak üzere ortaya çıkması beklenen kurta-
rıcı ‚Mesih‛ etrafında beslenen beklentiler; Azteklerde ‚Quatzalcoatl‛, Eski Mı-
sır’da ‚Ameni‛, Hinduizm’de ‚Kalki‛, Budizm’de ‚Maytreya‛, Mecûsîlikte
‚Saoşyant‛ şeklinde isimlendirilmiştir.1 Yahudilik ve Hıristiyanlıktaki ‚Mesih‛
inancı ile Mecûsîlikteki ‚Saoşyant‛ inancı, Müslümanlarla iç içe yaşayan Roma
ve Pers halkları tarafından yaşatılmakta idi. Bu topraklarda (Kûfe ve Basra gibi)
yaşayan Müslümanlar arasında da kaos dönemlerinde bu inançlara benzer şe-
kilde Mehdîlik anlayışının giderek yaygınlık kazandığı görülmektedir. Bilinen
anlamıyla birtakım ‚Messianik/Mesihçi‛ anlamların yüklenerek kullanılması,
Muaviye b. Ebû Süfyân’ın (ö. 60/680) vefatından hemen sonra ortaya çıkan kar-
gaşa ortamına denk gelmektedir. Özellikle Hz. Hüseyin’in (ö. 61/680) Ker-
belâ’da hunharca katledilmesi, ümmet içerisinde ciddi üzüntü ve bunalımlara
sebep olmuş, onun intikamını almak için çeşitli arayışlar içine girilmiştir. Bu
çerçevede Emevîlerin III. Halifesi Muaviye b. Yezid’in vefatı üzere ortaya çıkan
otorite boşluğu esnasında Kûfe’de ortaya çıkan Muhtar es-Sakafî tarafından,
Hz. Hüseyin’in baba bir kardeşi Muhammed b. Hanefiyye (ö. 71/691) için ‚Bek-
lenen kurtarıcı‛ anlamında ‚Mehdî‛ tabiri kullanılmıştır. Yine döneminde Ehl-i
Beyt merkezli muhalefetin önderliğini yapan ve ‚Nefsüzzekiyye‛ olarak da
meşhur olan Hz. Hasan’ın torunu Muhammed b. Abdullah’a da akrabaları tara-
fından ‚Mehdî‛ denilmiştir. Bunların yanında daha başka birçok şahsiyet hak-
kında da bu tabir kullanılmakla beraber özellikle İmâmiyye (İsnâ aşeriyye) Şiası
tarafından Hasan el-Askerî’nin oğlu olan on ikinci imam Muhammed el-Mehdî
için bu tabir kullanılmış, günümüze kadar yaşadığına ve zuhur edeceği günü
beklediğine inanılmıştır.
Doç. Dr., Gaziantep Üniv. İlahiyat Fak. Ö. Üyesi, cinarmahmut02@gmail.com
1 Geniş bilgi için bk. Mahmut Çınar, Tarihte ve Günümüzde Mehdîlik, İstanbul, 2013 ve 2016.
176 • Mahmut Çınar
GİRİŞ
İnsanların bu dünyadaki serüveni, bir açıdan Hz. Âdem’le Hz. Hav-
va’nın cennetten dünyaya sürgün edilmeleriyle başlar. Onların daha dünya-
ya gönderilirken yaşadıkları birtakım sıkıntılar, onların evlatları tarafından da
tevarüs edilerek insanlık tarihi boyunca devam eder. Bireysel ve sosyal bir ta-
kım sıkıntılarla boğuşan insanlar, doğaları gereği sıkıntı ve bunalım anların-
da, kendilerine destek olacak ve kendilerini içerisinde bulundukları olumsuz
ortamdan kurtaracak birilerine ihtiyaç duyar ve bunun gelmesini beklerler.
Söz konusu beklenti ve muhtaç olunan hususlar, insan fıtratı ve onun dünya
hayatındaki şartları dikkate alındığında, daha çok fizikî, ictimâî ve siyasî alan-
larda ortaya çıkar. İnsanın yaratılış amacı dikkate alındığında ise, daha çok
hidayet ve dinî rehberlik alanı ön plana çıkar. Buna bağlı olarak bütün insan-
lık, en eski toplumlardan günümüze kadar, tarih boyunca, farklı isim ve un-
vanlarla anılan ‚kurtarıcının‛, bu iki işlevi görerek, ihtiyaçlarını gidermesini
beklemiştir.
İslâm düşünce tarihinde Mehdîlik inanışı da benzer ihtiyaç ve beklentiler
neticesinde ortaya çıkmıştır. Bu inanış, diğer mezhep ve ekollere göre Şiâ’da
daha erken ve daha güçlü bir şekilde ortaya çıkmış ve varlığını sürdürmüştür.
Bu durumu, Şiâ’nın sürekli muhalif bir ekol olması ve geleceğe dair beklenti-
lerini sağlamlaştırarak varlığını sürdürme refleksiyle açıklamamız mümkün-
dür. Gerçekten de Mehdî inancı, Müslümanların önemli bir kesimi tarafından
kabul edilmekle beraber, bu inancın en canlı ve en etkili bir şekilde devam et-
tiği zümre Şiâ’dır. Şiîler, mehdiliği imâmetin bir devamı ve bir cüzü olarak
değerlendirdikleri için, bu hususu, temel inanç esaslarından biri olarak kabul
etmektedirler. Buna bağlı olarak, salt teorik bir yargı olmaktan ibaret değil,
pratik yönü de bulunan bu inancı, siyâsî, ictimâî ve iktisâdî gibi günlük ha-
yatlarının tüm alanlarında merkeze almaktadırlar. Şiâ’da mehdilik, beş temel
esastan (el-Usûlü’l-hamse) biri olan imâmet esasının bir devamı olarak ele
alınmaktadır.2 Şiî çevrelerde, Mehdîlik etrafında birçok eser kaleme alınmış,
2 Şiâ âkîdesi beş temel esas (el-Usûlü’l-hamse) üzerine kuruludur. Bunlar; tevhid, adâlet, nü-
büvvet, imâmet ve meâd olarak isimlendirilmektedir.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 177
3 Gaybet: On ikinci İmâm olan Muhammed b. Hasan el-Mehdî etrafında oluşturulan ve onun
gizlenmesini ifade eden bir tabirdir. Gaybet (gizlenme) iki aşamada oluşmaktadır. İmâm
Mehdî 255/869 tarihinde doğmuş, 260/874 yılında babasının vefatı üzerine muhtelif tehlikeler-
den dolayı gizlenmiştir. Bu 260-329/874-940 arası dönemde sefir, vekil ya da naib adı verilen
elçiler vasıtasıyla Şiâ’sıyla irtibatı devam etmiştir. Bu dönemde sınırlı da olsa bir irtibat söz ko-
nusu olduğundan Gaybet-i Suğrâ (küçük gizlenme) denilmektedir. Son sefirin de ölmesiyle
Gaybet-i Kübrâ (büyük gizlenme) başlamış ve zulümle dolan yeryüzüne adâleti getirmek için
zuhûr edeceği güne kadar büyük Gaybet devam edecektir. İmâm Mehdî’nin gaybetine benzer
bir takım anlayışlara, Yahûdîlik başta olmak üzere kadîm din ve inançlarda da rastlanmakta-
dır. Ayrıca gaybet, Hz. Ali, Muhammed b. Hanefiyye ve Muhammed b. İsmâil’den itibaren
Ubeydullah el-Mehdî’ye kadar gelen İsmâilî imâmlarda da ileri sürülmüştür. Geniş bilgi için
bk. Avni İlhan, ‚Gaybet‛, DİA, XIII, 410-412. Ayrıca Şiâ’nın Gaybet anlayışı ve bu anlayışın
temel dayanakları hakkında geniş bilgi için, nisbeten daha erken dönemlerde kaleme alındığı
için bu konuda otorite olarak kabul edilen Tûsî’nin (ö. 460/1066) eserine bakılabilir. Ebû Cafer
Muhammed b. Hasan et-Tûsî, Kitabü’l-Ğaybe (nşr. İbadullah Tahrânî-Ali Ahmed Nâsih), Kum
1425.
4 Ebû Sâdık Süleym b. Kays el-Hilâlî, Kitâbü Süleym b. Kays (nşr. Muhammed Bâkır el-Ensârî),
Kum 1995, s. 958. Eserin 555-958 arası sayfaları ikinci kitap olup imâmete ayrılmıştır.
178 • Mahmut Çınar
rak anlamamaları; diğeri ise, onların hiçbir ilmî araştırmaya gerek duymaksı-
zın bu işe bağlanmalarıdır.5 Gerçekten de sûfiler peygamberlerde bulunan ba-
zı vasıfları tam olarak olmasa da, değişik isim ve tasvirlerle veliler için de ön-
görmüş, özellikle mürid-şeyh ilişkisini, müridin kendi şeyhini mahfûz6 gör-
mesini ve onun hakkında sürekli bir şekilde iyi duygular beslemesini şart ko-
şacak kadar ileri götürmüşlerdir. Tasavvuf literatüründe sıklıkla atıflarda bu-
lunulan ve tefsir, hadis, fıkıh, kelam gibi zahiri ilimleri, batınî ilimler karşı-
sında kıymetsiz olarak niteleyen menkıbe ve değerlendirmeler bu kanaatin
oluşmasında etkili bir şekilde rol oynamıştır.7
Süleyman Uludağ, İbn Teymiyye (ö. 728/1328) ve İbn Haldûn (ö.
808/1406) başta olmak üzere İslâm âlimlerinin önemli bir kısmını da referans
vererek ‚mehdîlik‛ ve benzeri anlayışların kaynağının Ehl-i Sünnet dışında
aranması gerektiğine dikkat çekmiştir.8 Buna göre ric’at, Mehdîlik, ricâlü’l-
ğayb gibi inanç ve anlayışların oluşmasında Hıristiyanlık ve aşırı Şiî fırkaların
etkisi gözden kaçırılmamalıdır. Ahmed Emin (1878-1954) ve Kâmil Mustafa
Şeybî9 gibi araştırmacılar da İbn Haldûn doğrultusunda ricâlü’l-gayb (kutub,
abdâl vs.) anlayışının Şiâ kaynaklı olduğu görüşünü benimsemişlerdir.10
gibi, her iki yöndeki delillerin eşit olması durumunda (tekâfüü’l-edille) ise her
hangi kesin bir karar verilmeksizin tartışmaya açık bir alan olduğu kanaatine
varılır. İlgili hususun bahse konu kaynaklarda bir karşılığının bulunmaması
durumunda, kendi haline bırakılmaz ve nereden geldiği, hangi kaynağa da-
yandığı araştırılır. İşte Mehdîlikle ilgili yapılan bu araştırma sürecinde, mese-
lenin teolojik kaynaklarının zayıf olduğu, Kur’ân ve mütevatir sünnette bu
anlamda herhangi bir verinin bulunmadığı görülmektedir. Şu halde İslam
inanç sisteminde bu konunun yer alması mümkün değildir. Bu durumda me-
selenin beşerî boyutunu irdelemek gerekmektedir. Bu yapmaya başladığı-
mızda, hemen karşımıza sosyal psikoloji çıkmaktadır.
İslam Düşünce ekollerinden mehdîliği kabul edenlerin bile, bu inanışı İs-
lamî orijinli, sağlam ve orijinal kaynaklara dayandırmadığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda söz konusu inanış ve anlayışın haricî kaynaklarına gitmek ve
hangi kültür ve inanç çevrelerinde, ne kadar ve hangi ölçüde bulunduğunu
tespit etmek gerekmektedir. Bunu araştırmaya başladığımızda, karşımıza ger-
çekten de muazzam bir imkân doğmaktadır. Zira kadîm bütün din ve kültür-
lerde bir kurtarıcı tasavvurunun oldukça canlı ve yoğun bir şekilde yer aldığı
görülmektedir. Tevrat ve İncil’de zikredilen ve bir gün vazifesini tamamla-
mak üzere ortaya çıkması beklenen kurtarıcı ‚Mesih‛ etrafında beslenen bek-
lentiler; Azteklerde ‚Quatzalcoatl‛, Eski Mısır’da ‚Ameni‛, Hinduizm’de
‚Kalki‛, Budizm’de ‚Maytreya‛, Mecûsîlikte ‚Saoşyant‛ şeklinde isimlendi-
rilmiştir.11 Yahudilik ve Hıristiyanlıktaki ‚Mesih‛ inancı ile Mecûsîlikteki
‚Saoşyant‛ inancı, Müslümanlarla iç içe yaşayan Roma ve Pers halkları tara-
fından yaşatılmakta idi.
Mehdilik anlayışının kaynağı hakkında genel olarak iki tür açıklama ya-
pılmaktadır:12 Biri, Mesih/Mehdî (beklenen kurtarıcı) inancının menşeinin
Mezopotamya (Sümer, Bâbil) olduğuna dair görüştür. Buna göre Sümerlerden
Mısır’a, oradan da İsrailoğullarına geçmiştir. Aynı şekilde buradan Bâbil’e,
oradan Hindistan’a ve Hindistan’dan da Çin’e geçmiştir. Bu yoruma göre, bü-
tün medeniyet ve kültürler aynı kaynaktan beslenerek doğal bir etkileşim ne-
ticesinde beklenen kurtarıcı yargısına varmıştır. Mehdî ve kurtarıcı etrafında
yapılan değerlendirmelerin büyük ölçüde birbirine benzemesi bu tezi destek-
lemektedir.
İkinci görüş ise; her dindeki Mehdî inancının özgün olduğu şeklindedir.
Buna göre kurtarıcı ve Mehdî inancı insan tabiatının özüne yerleştirilmiş bu-
lunan ebedi bir hikmet ve hakikattir. Bu açıklama, her ne kadar insan tabiatı-
nın derûnunda mündemiç bir hikmete işaret etmekte ise de, ilâhî vahyi kabul
edenler açısından bunun kaynağının vahiy olduğu ileri sürülmektedir. İster
ebedî hikmet denilsin, ister vahiy denilsin, her ikisinin aynı anlama geldiği
11 Ekrem Sarıkçıoğlu, ‚Mehdî‛, DİA, XXVIII, 369; Geniş bilgi için bk. Mahmut Çınar, Tarihte ve
Günümüzde Mehdîlik, İstanbul, 2013 ve 2016.
12 Sarıkçıoğlu, a.g.e., s. 16-17.
180 • Mahmut Çınar
kuşkusuzdur. Buna göre her dindeki Mehdî ve kurtarıcı anlayışı, kendi dinle-
rinin kutsal metinleri ya da kutsal kişileri tarafından mensuplarına bildiril-
miştir.
Gerçekten de hemen hemen bilinen tüm din ve inançlarda ‚ileride gele-
cek bir kurtarıcı‛ inancı bulunmaktadır. Her dinde kendine özgü birtakım
temalar yüklenerek farklı isimler altında bu inanç yaşatılsa da, mahiyet itiba-
riyle birbirine yakındır. Ahir zamanda ortaya çıkarak zulmü ortadan kaldıra-
cak, dinin kaybolan ilkelerini yeniden diriltecek ve herkesin boyun eğeceği bir
hükümdar olarak tasavvur edilen kurtarıcı figürü, her din ve kültürde farklı
kelimelerle ifade edilmiştir. İşte bütün dinlerde, hiçbir tartışmaya yer bırak-
mayacak açıklıkta, müjdelenen bu kurtarıcı, insanlığın ahir zamanında gelen
son peygamber Hz. Muhammed’dir.
Süfyân’ın (ö. 60/680) vefatından hemen sonra, ortaya çıkan kargaşa ortamıyla
birlikte kullanılmaya başlandığına dikkat çekmektedir. Özellikle Hz. Hüse-
yin’in (ö. 61/680) Kerbelâ’da zâlimâne bir şekilde şehid edilmesinden sonra,
bozulan İslâmî düzeni tekrar eski haline döndürecek bir kurtarıcı tasavvuru,
bu tabir etrafında temellendirilmiş ve böylece ‚Mehdî/Mehdîlik‛ Müslüman-
lar arasında sıkça kullanılmaya başlanmıştır. Aynı dönemde Mekke’de, bozu-
lan düzeni ıslah etmek amacına mâtûf bir hilâfet iddiasıyla ortaya çıkan Ab-
dullah b. Zübeyr’in (ö. 73/692) bu çıkışı da Mehdî anlayışının şekillenmesinde
önemli rol oynamıştır. Kimi çevrelerde onun Mehdî olduğuna dair söylentile-
rin yayıldığı bilinmektedir.21 Ancak bu dönemde oldukça serbest bir kullanım
ve tamamen sosyo-psikolojik bir çerçeve ile sınırlı olan mehdîlik, bu şekilde
kalmamış, ilk temelleri bu dönemde atılmakla beraber, zamanla dinî/siyasi ve
eskatolojik/apokaliptik bir kisveye bürünerek çerçevesi belirlenmiş olan muh-
kem bir inanç haline dönüşmüştür.
Emevîlere karşı Ehl-i Beyt mensuplarıyla birlikte hareket eden Ab-
basîler’in ilk halifesi Ebu Abdullah es-Seffâh (ö. 136/754), mehdîlik teorisine
yeni bir kısım unsurlar yükleyerek kavramı etkin bir şekilde kullanmıştır. Bu-
na göre Mehdî olarak bilinen Muhammed b. Hanefiyye, oğlu Ebû Hâşim’e (ö.
97/715), o da es-Seffâh’a bey’at etmiştir.22 Böylece dolaylı bir şekilde Mehdîlik
misyonunu taşıdığını ortaya koymaya çalışmıştır. Daha sonra onun kardeşi
ve Abbasîlerin ikinci halifesi olan Ebû Cafer el-Mansûr (ö. 158/775) bu nazari-
yeden istifade etmeye devam ederek oğluna el-Mehdî ismini vermiştir. Böyle-
ce onun hem dünya saltanatını hem de dinî kudsiyyeti birlikte deruhte ettiği-
ni imâ ederek, onu kendisine veliaht olarak belirlemiştir. el-Mansûr’un bu an-
layış doğrultusunda Bağdad’a Dârüsselâm, el-Mehdî’nin annesi olan eşine
Ümmü’l-hulefâ, bir sarayına da Dârü’l-huld gibi isimler verdiği de kaydedil-
mektedir. el-Mehdî de dinî eğilimlerini ön plana çıkarmış, zındıklarla müca-
dele etmiş ve dinin hâmîsi ve müdâfiî olarak kendisini tanıtmıştır.23 Sonraki
dönemlerde de günümüze kadar, zaman zaman bu inanış istismar edilerek,
siyasi emeller için etkili bir enstrüman olarak kullanılmıştır.
21 W. Madelung, a.g.e., VII, 1231; Mustafa Öz, ‚Mehdîlik‛, DİA, XVIII, 384.
22 Geniş bilgi için bk. Ahmed Emîn, a.g.e., s. 12-13.
23 Ahmed Emîn, a.g.e., s. 12-13.
184 • Mahmut Çınar
kenarında bulunan yüksek bir ağacın üzerine çıkmış olan Deccâl’le savaşacak-
tır. Deylem Dağı, Kostantiniyye, Roma ve Antakya’yı fethedecektir.26
Şia’ya göre Kum ve burada bulunan Camkâran Mescidi, Mehdînin zu-
hur edeceği yerdir. Abbasîlere göre Horasan’dan çıkacak, bir kısım Ehl-i sün-
net’e ait hadis literatüründe ise Şam öne çıkmaktadır. Bütün bunlar, Mehdîli-
ğin ilk dönemlerden itibaren, hangi zeminde ve hangi saiklerle ortaya çıktığı
hakkında fikir vermektedir.
Günümüzde Mehdîlik
İslâm öncesi inançların tamamına yakınında Mesih/Mehdî tasavvuruna
benzer anlayışların bulunduğu bilinmektedir. Ancak bu anlayışın söz konusu
inanç ve dinlerde, genel olarak bir kişi etrafında temellendirildiği, İslâm tari-
hinde ise, biri Mehdî, diğeri Hz. İsâ olmak üzere iki kişi etrafında geliştiği gö-
rülmektedir. Bu doğrultuda kıyâmet öncesi senaryolar yazılırken her ikisine
belirli roller verilmiş, bazen Hz. İsâ, bazen de Mehdî’ye daha etkin bir anlam
yüklenmiştir. Şiî çevreler daha çok Mehdî’yi ön plana çıkarırken, sünnî tasav-
vuf çevreleri Hz. İsâ’nın Mehdî’den daha çok etkili olduğu düşüncesini be-
nimsemişlerdir. Buna bağlı olarak Şiâ’nın imâmet teorisi ile tasavvufun
velâyet teorisi şekillenmiş, her iki çevrede de söz konusu şahıslar merkeze
alınmıştır.
Şiâ ile sünnî tasavvufun yanı sıra selefi görüşü benimseyen çevreler de
Mehdî inancına sahip çıkmaktadır. Selefîler rivâyetlerde yer aldığı şekliyle
Mehdî düşüncesini benimsemiş olmakla beraber teorik çerçevesi üzerinde çok
fazla durmamış, bu doğrultuda felsefî yorumlara girmemişlerdir. Ancak Şiâ
ile tasavvuf mensupları Mehdî inancını sadece rivâyetlerde geçen bir konu
olarak ele almakla yetinmemiş, bu inancın dinî-siyasi temellerini sağlamlaştı-
rarak avantajlarını belirlemiş, her hangi bir şekilde tartışma konusu yapılma-
sını reddetmişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğunun duraklama döneminde de kurtarıcı beklenti-
si gündeme gelmiştir. Ancak Osmanlı İmparatorluğunun yıkıldığı ve Anado-
lu insanının ciddi badirelerden geçtiği süreçte de, hilâfetin Emevîlerle Ab-
basîlere geçişi sürecinde olduğu gibi mehdîlik anlayışı yaygınlık kazanmıştır.
Anadolu topraklarında siyasi iktidarla beraber dinin de elden gittiği kaygısı-
na karşı, Kur’ân’ın öğrenilip okunması ve onun doğru anlaşılması için gayret
sarfeden belirli zevat için Mehdî tabiri kullanıldığı gibi Anadolunun düşman
işgalinden kurtarılması için mücadele eden kurtuluş savaşının komutanı
Mustafa Kemâl dahil olmak üzere siyaseten iktidar vâdeden zevât için de bu
tabir kullanılmıştır.27 Bu durum, D. B. Mcdonald’ın ‚Müslümanlar ne zaman
SONUÇ
Bu inancı benimseyen Müslümanların dilinde ‚Mehdî‛ olarak karşılığını
bulan beklenen kurtarıcı inancı, en kadîm din ve kültürlerden en modern an-
layışlara kadar birçok çevrede varlığını sürdüren bir inançtır. Bu inancın en
önemli kaynağının dinî metinler olduğundan kuşku yoktur. Kur’ân’da ve
Hz. Peygamber’in hadislerinde, başta Tevrat ve İncil olmak üzere dinî metin-
lerde bir yol göstericinin geleceğine dair bilgilerle, kadîm dinî çevrelerdeki bu
inancı telif etmemiz mümkündür. Şöyle ki bütün ilahî dinlerin ortak adı olan
İslâm dinî, diğer peygamberlere, salt kendi dönemlerinin ihtiyaçları dikkate
alınarak, bununla sınırlı kısmı gönderilmiştir. İslam dininin bu ölçekte bütün
insanlığın problemlerini çözmesi beklenemez. Bu din bütün insanlara hitap
edecek ölçekte evrensel bir mesaj olarak Hz. Muhammed’le kemale ermiştir.
Kadîm metinlerde vasıfları belirtilen ve bir gün zuhur edeceği beklenen kur-
tarıcı Hz. Muhammed’dir. Bu bilgi veya müdenen zaman içerisinde farklı şe-
killerde evrilmesini anlamak zor değildir. Her inanç ve kültür mensupları, ye-
rel unsurların da etkisiyle farklı formlarda bu inancı sürdürmüşlerdir. Yüce
Allah’ın açık bir şekilde Kur’ân’da: ‚Bugün, kâfirler dininiz hakkında ümitle-
rini yitirmişlerdir. Onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için di-
ninizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım, sizin için din olarak
İslâmiyet’i beğendim‛ buyurması, anılan sürecin tamamlandığına işaret et-
mektedir.
Yüce Allah’ın kendisiyle dinini kemale erdirdiği ve peygamberler zinci-
rinin son halkası olan Hz. Muhammed’den sonra, onun misyonunu gölgede
gün hükûmetimizin şekl-i mârûz dâiresinde tersîn esâsinı kendilerinden nuhbe-i emel ittihâz
eden dâhi-i âzâm ve mehdi-i ümem ‚Gazî Mustafa Kemâl‛ Paşa Hazretlerînin riyâset-i
zaîmânelerî altında teşekkül eden Anâdolu ve Rûmeli müdâfâ-i hukuk grûbunun vücûde ge-
tirmiş olduğu umdelerin dahî tefsîr ve teşrîhîyle bu risâlede kârilerime beyân etmeği dahi
fâideden hâlî addetmiyorum‛. Mehdîlik inancına sahip olan çevreler arasında ilginç bir kısım
tezadların yaşandığı ve bazen aynı şahıs hakkında bir kısım çevreler ‚Mehdi‛ derken, başkala-
rı ‚Deccâl‛ diyebilmiştir. Bu durum 1979 Kâbe baskınını gerçekleştiren grubun lideri için de
söz konusu olmuştur. Etrafındaki insanlar Muhammed b. Abdullah el-Kahtânî’nin Mehdî ol-
duğunu düşündükleri halde, baskın esnasında Mescid-i haram’da bulunan Muhammed Ali
es-Sâbûnî başta olmak üzere başka çevreler de onun Deccâl olduğunu belirtmektedirler.
Sâbûnî’nin ilgili ifadeleri aynen şöyledir: ‚Ben, Mehdîlik iddiasında bulunan (o şahsı) silahlı
baskın yaptığını gördüğümde, onun Deccâl olduğunu bildim. O gün ben de diğer namaz
kılanlarla beraber Harem’deydim. Mehdî Allah’tan bir ruh ile desteklenmekte, bombalar, tü-
fekler ve otomatik silahlarla değil, melekler ve müminler ile teyid edilmektedir.‛ bk. Muham-
med Ali es-Sâbûnî, el-Mehdî ve eşrâtü’s-sââ, Beyrut 1401/1981, s. 16.
28 D. B. Macdonald, ‚Mehdi‛, İA,VII, 479.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 187
KAYNAKÇA
Ahmed Emîn, el-Mehdî ve‘l-Mehdiyye, Kâhire, 1951.
Batuk, Cengiz, Tarihin Sonunu Beklemek, İstanbul 2003.
Çınar, Mahmut, İmâm Şa‘rânî ve Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’ye Göre Nübüvvet İnancı, İstanbul
2012.
______ Tarihte ve Günümüzde Mehdîlik, İstanbul 2016 (2. Baskı).
______ ‚İslâm Düşüncesinde Ricâlü’l-Gayb‛, Tartışmalı İnanç Meseleri (Ed. Mehmet Bülgen),
İstanbul 2014, s. 315-382.
______ ‚Osmanlı Halklarının Mehdîlik Algısı ve Müslüman Tebaa Tarafından Bu Alanda
Yazılan Eserler Bağlamında Kurtarıcı Beklentisinin Sosyo-Politik Bağlantıları‛,
KADER, XIV (2016/1), 216-239.
_______ ‚DİB Din İşleri Yüksek Kuruluna Sorulan Sorular Bağlamında Mehdilik‛, Halkın So-
runları Bağlamında günümüz İnanç Problemleri, İstanbul 2016, s. 108-120.
Hâşim Reza, Avesta, (Sazmân-ı intişârât-ı Reruvhar (1. Baskı), 1363
İbnü’l-Arabî, Muhyiddîn, el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye (trc. Ekrem Demirli) İstanbul 2010, XIII.
İlhan, Avni, Mehdilik, İstanbul, 1993.
______ ‚Gaybet‛, DİA, XIII, 410-412.
el-Kurtûbî, Şemsüddîn Muhammed et-Tezkire fî ahvâli’l-mevtâ ve umûri’l-ahire, Bey-
rut1405/1985.
el-Kuşeyrî, Abdülkerîm, er-Risâletü’l-Kuşeyrîyye (nşr. Mârûf Zurayk-A. Abdülhamîd Baltacî),
Beyrut, 1413/1993.
Macdonald, D. B., ‚Mehdi‛, İA,VII, 474-479.
Madelung, W., ‚Al-Mahdî‛, EI2, V, 1231-1238.
el-Meclisî, Şeyh Muhammed Bâkır, Bihâru’l-envâr (LI-LIII), Beyrut 1403/1983.
el-Mukaddem, Muhammed b. İsmail, el-Mehdî, İskenderiye 1424/2004.
Öz, Mustafa, İmamiyye Şiasında On İkinci İmam ve Mehdi İnancı, İstanbul 1995.
______ ‚Mehdîlik‛, DİA, XVIII, 384-386.
es-Sâbûnî, Muhammed Ali, el-Mehdî ve eşrâtü’s-sââ, Beyrut 1401/1981.
es-Sâmûk, Sâdûn Mahmûd, el-Edyân ve’l-mu’tekadâtü’l-kadîme, Ammân, 1422/2002.
Sarıkçıoğlu,Ekrem, Dinlerde Mehdi Tasavvurları, Samsun, 1997.
______ ‚Mehdi‛, DİA, XXVIII, 369-371.
______ Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Isparta 2002.
Süleym b. Kays, Ebû Sâdık el-Hilâlî, Kitâbü Süleym b. Kays (nşr. Muhammed Bâkır el-Ensârî),
Kum 1995.
eş-Şa‘rânî, Abdülvehhâb, el-Yevâkît ve’l-cevâhir fî beyâni akâidi’l-ekâbir, Beyrut 1424/2003 (iki
cilt bir mücellet).
Şehristanî, M. Abdülkerim, el-Milel ve’n-nihal (trc. Mustafa Öz), İstanbul 2005.
eş-Şeybî, Kâmil Mustafa es-Sılâ beyne’t-tasavvuf ve’t-teşeyyu‘, Beyrut 1982, I,495.
Takiyeddin, Mehmed Ali, Mehdi, Eskişehir 1339/1341/1923.
et-Tûsî, Ebû Cafer Muhammed b. Hasan, Kitabü’l-Ğaybe (nşr. İbadullah Tahrânî-Ali Ahmed
Nâsih), Kum 1425.
Uludağ, ‚Abdâl‛, DİA, I, 60.
______ ‚Hıfz‛, DİA, XVII, 315.
Yavuz, Yusuf Şevki, ‚Mehdî‛, DİA, XXVIII, 371-374.
MARJİNAL BİR YAHUDİ GRUP OLARAK SÂMİRÎLERDE TAHEB
İNANCI
Muhammed Ali BAĞIR
Özet
Dünyanın sonuna doğru gelecek ve yeryüzünü hâkimiyeti altına alarak
insanlara doğru yolu gösterecek peygamber, dînî lider ya da kral şeklinde ta-
nımlanan bir kurtarıcıya olan inancın, hemen hemen tüm inançlarda yer aldığı
görülür. Olağanüstü işler yapması beklenen bu kurtarıcının en önemli görevi,
kendisini bekleyen insanları içinde bulundukları sıkıntılı durumdan çıkarıp on-
lara refah getirmek ve düşmanlarına karşı üstünlük kurmalarını sağlamaktır.
Bu inançlarda beklenen kurtarıcı şahsiyetler farklı olsalar da icraatları açısından
hepsi birbirine çok benzemektedir.
Çalışmamızda, birtakım benzerlikleri olsa da birçok açıdan Ortodoks Ya-
hudilikten farklı yönleri bulunan Sâmirîliğin beklenen kurtarıcı (Taheb) konu-
sundaki inançları ele alınacaktır. İlk olarak, günümüzde sayıları oldukça azalan
Sâmirîler ve inançları hakkında bilgi verilecek, daha sonra Taheb konusundaki
inançları, Ortodoks Yahudilikte beklenen kurtarıcı inancından farklı yönleri be-
lirtilmek suretiyle ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Sâmirilik, Sâmiriler, Taheb, Mesih, Ra’ûta, Fanûta
Yrd. Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi Öğretim Üyesi, (maliba-
gir@sakarya.edu.tr).
192 • Muhammed Ali Bağır
hodox Judaism. Firstly, information about the Samaritans who are now very
few in number and their faiths will be given and then their beliefs about Taheb
will be addressed by specifying different aspects than the expected redeemer in
Orthodox Judaism.
Keywords: Samaritan religion, Samaritans, Taheb, Messiah, Rauta, Fanuta.
GİRİŞ
Kadim dönemlerden günümüze, din mensuplarını içinde bulundukları sı-
kıntılı durumdan kurtaracak, huzur ve refahı müjdeleyip zulüm ve haksızlığa
son verecek, yeryüzünde adaleti hâkim kılacak birinin geleceğine olan inanç
birçok dinde görülen temel kabullerden biri olmuştur. Hinduizm’den Manihe-
izm’e, Mecûsilik’ten Budizm’e kadar hemen hemen bütün dinlerde ve Sümer-
ler, Antik Mısır, Mayalar ve Aztekler gibi dünyanın farklı bölgelerindeki çeşitli
uygarlıklarda ‚beklenen kurtarıcı‛ olarak düşünülen bu figürün, hem siyasi
hem de dinî faaliyetlerle dünyevî ve uhrevî saadeti gerçekleştirecek kişi oldu-
ğuna inanılır.
Monoteist dinler halkasının en eskisini teşkil eden ve oldukça eski bir tari-
he dayanan Yahudilik’te de, tıpkı diğer dinsel geleneklerde olduğu gibi, Da-
vud’un soyundan bir kurtarıcının, Mesih’in geleceği, en azından çoğunluğu
oluşturan gruplar tarafından temel bir dogma olarak kabul edilegelmiştir. Özel-
likle, M.Ö. 722 Asur ve M.Ö. 586 Bâbil sürgünleri ile başlayan Yahudilerin baş-
kalarının hâkimiyeti altında yaşamaları tecrübesi, M.S. 70’deki Romalıların Ku-
düs’ü işgali ve II. Mabedi yıkmaları sonrasında tam bir sürgün hayatına dö-
nüşmüştür. İşte tam da bu dönemlerde, Yahudileri, içinde bulundukları sürgün
hayatından kurtaracak, Davud ve Süleyman dönemlerinde yaşanan ihtişamlı
yaşama kavuşturacak, onlara huzur ve barışı getirecek Mesih’in geleceğine olan
inanç ortaya çıkmaya ve şekillenmeye başlamıştır. Bilhassa Ortaçağ’da Rabbani
Yahudilik anlayışı etrafında şekillenen bu inanç doğrultusunda, Mesih’in gel-
mesinden önce, geldiğinde ve sonrasında yaşanacaklar canlı bir senaryo çerçe-
vesinde ele alınmış, konuyla ilgili birçok apokaliptik eser kaleme alınmış ve ne-
ticede gecikse de Mesih’in geleceğine iman etmek bir inanç esası olarak kabul
edilmiştir.
Çalışmamızın asıl konusu, birçok açıdan Ortodoks Yahudilikle büyük ben-
zerlikler gösteren, ancak kadim dönemlerden günümüze hem köken hem de dinî
mensubiyet açısından Yahudi olarak kabul edilmeyen Sâmirîlerin beklenen kur-
tarıcı konusundaki inançlarıdır. Çalışmanın ilk bölümünde Sâmirîlerin kim ol-
dukları, kökenleri, temel inanç esasları ve Ortodoks Yahudilik inancıyla olan fark-
lılıkları üzerinde durulacaktır. İkinci bölümde, Sâmirîlikteki beklenen kurtarıcı -
Taheb- inancının nitelikleri hakkında bilgi verilecektir. Sâmirîler tarafından yazı-
lan çeşitli Sâmirî kaynaklar kullanmak ve Ortodoks Yahudilikteki Mesih inancıyla
olan farklılıklarını ortaya koymak suretiyle Sâmirî eskatolojisindeki yeri ele alına-
caktır. Çalışma, genel bir değerlendirme ile son bulacaktır.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 193
1 Muhammed Ali Bağır, ‚ Sâmirîler: Köken Sorunu ve Günümüz İsrail Devleti’ndeki Yansıma-
ları‛, Milel ve Nihal 13, sy. 2 (Aralık 2016): 102, 113.
2 II. Krallar 17/5-6; 17/24-41.
3 Nuh Arslantaş, İslâm Dünyasında Sâmirîler (İstanbul: İz Yayıncılık, 2008), 27.
194 • Muhammed Ali Bağır
4 Jacob Son of Aaron, The History and Religion of the Samaritans, Translated From the Arabic by
Abdullah ben Kori, Edited with an Introduction by William Eleazar Barton (Illinois: The Puri-
tan Press, 1906), 15-20.
5 Bağır, ‚Sâmirîler‛, 111; Reinhard Pummer, The Samaritans: A Profile (Michigan/Cambridge:
William B. Eerdmans Publishing Company, 2016), 9.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 195
sistemi ve orduya dâhil edilir. İsrail Din İşleri Bakanlığı tarafından belli sayıda
din eğitimi veren Sâmirî din adamına, yaptıkları eğitim faaliyetleri ve yönettik-
leri dinî törenler karşılığında uygun miktarda bir ödeme yapılır. Ayrıca, Ge-
rizîm dağında yapılan kazı çalışmaları maddi olarak desteklenir. Sâmirîler, za-
man zaman birtakım sorunlarla karşılaşsalar da İsrail devletinin sağladığı
imkânlarla hayatlarını devam ettirmektedirler.6
10 Arslantaş, İslâm Dünyasında Sâmirîler, 114; Jacob Son of Aaron, The History and Religion of the
Samaritans, 23-32; Kutluay, İslâm ve Yahudi Mezhepleri, 205; https://www.israelite-
samaritans.com/religion/prophets/, erişim 06.07.2017.
11 Bağır, ‚Sâmirîler‛, 105.
12 https://www.israelite-samaritans.com/religion/faith/, erişim 06.07.2017.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 197
13 Jacob Son of Aaron, Mount Gerizîm the One True Sanctuary, Translated From the Arabic by Pro-
fessor Abdullah ben Kori, Edited by William E. Barton (Illinois: The Puritan Press, 1907), 8-25;
Sâmirî Tevratı’nda, On Emrin geçtiği Çıkış 20/14 ve Tesniye 5/18’de iki yerde de Gerizîm dağı
ismen zikredilir, bkn. The Israelite Samaritan Version of the Torah, First English Translation Com-
pared with the Masoretic Version, Edited and translated by Benyamim Tsedaka (Michi-
gan/Cambridge: William B. Eerdmans Publishing Company, 2013), 174-175; 420.
198 • Muhammed Ali Bağır
muştur (Salime Leyla Gürkan, Yahudilik (İstanbul: İsam Yayınları, 2012), 152; Jacques Waar-
denburg, ‚Mesîh‛, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 29 (İstanbul: TDV Yay., 2004),
307; Ramazan Adıbelli, ‚İsa’nın ‚Maşiah‛a Dönüşümü: Mesihi Yahudilikte Mesihlik Fenome-
ni‛, İnsan Ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi 5, sy 2, (2016): 262).
17 Moses Gaster, Samaritan Eschatology The Samaritan Oral Law and Ancient Traditions (London:
The Search Publishing Company, 1932), 224, 270; Jacob Son of Aaron, The Messianic Hope of the
Samaritans, Translated From the Arabic by Abdullah ben Kori, Edited with an Introduction by
William Eleazar Barton, Reprinted From the Open Court, (1907), 13; John MacDonald, The The-
ology of the Samaritans (Philadelphia: The Westminster Press, 1964), 362.
18 The Israelite Samaritan Version of the Torah, 174-175.
19 Jacob Son of Aaron, The Messianic Hope of the Samaritans, 14-15; The Israelite Samaritan Version of
the Torah, 450; Her ne kadar Sâmirîler yukarıda zikrettiğimiz bu ifadeleri, ileride gelmesi bek-
lenen bir kurtarıcıya hamlediyor olsalar da Yahudiler bu ifadeleri Musa’dan sonra gelecek
peygamberlerin özellikle İsmail ve Esav’ın soyundan değil de Musa’nın da mensup olduğu
Yakup’un soyundan olacağına yönelik bir ifade olarak görürler. Metindeki ‚bir peygamber‛ ifa-
desiyle Musa’dan sonra İsrailoğullarının başına geçen Yûşa’nın kastedildiğini söyleyenler de
vardır (Tora: Türkçe çeviri ve açıklamalarıyla Tora ve Aftara: Devarim, Çeviri ve düzenleme Moşe
Farsi (İstanbul: Gözlem Gazetecilik Basın Yayın A.Ş., 2009), 400-401).
20 İlk dönemlerde, gelmesi beklenen bu kurtarıcının bizzat Musa’nın kendisi olduğu düşünül-
müştür. Örneğin, M.S. 4. yüzyılda yaşamış, Sâmirîler arasında ‚fanûta döneminin peygambe-
ri‛ olarak görülen ve günümüzde bile yazdıkları özel günlerde okunan Marqa, ‛Memar
Marqa‛ isimli eserinde, Toplanma Çadırı’nı bulup ra’ûta dönemini başlatacak kişinin yani Ta-
heb’in Musa olacağını iddia etmiştir (MacDonald, The Theology of the Samaritans, 160, 280, 363).
Daha sonraki dönemlerde, bazı Sâmirî kaynaklarında Yûşa ya da Enok’un Taheb olacağına
yönelik bilgiler olsa da (Wayne A. Meeks, The Prophet King: Moses Traditions and the Johannine
Christology (Leiden: Brill, 1967), 252-253) genel inanç, Tevrat’ın yukarıda belirttiğimiz ifadeleri
doğrultusunda Taheb’in ‚Musa gibi bir kimse‛ olması yönünde oluşmuştur.
200 • Muhammed Ali Bağır
loğullarına gönderilmiş peygamberler gibi güçlü bir şahsiyet olacak, başka mil-
letlerin esareti altında dağınık bir şekilde yaşayan Musa’nın yolunu takip eden
İsrailoğullarını (Şâmerîm) bir araya getirip onlara özgürlüklerini kazandıracak-
tır. Her yönüyle bir insanoğlu olan Taheb, mutlak anlamda bir peygamber ve
kral olarak hükmedecektir.21 Gerizîm dağında bulunan mağarada, ‘Uzzi döne-
minde Tanrı tarafından ortadan kaldırılan kutsal Toplanma Çadırı’nı keşfede-
cektir. Ayrıca, Ahid Sandığı, Ahid Sandığı’nın iki tarafında bulunan kerubîm,
sunak ve diğer kutsal emanetlerin tamamını ortaya çıkaracak ve bunları Top-
lanma Çadırı’ndaki doğru yerlerine yerleştirmek suretiyle Gerizîm dağına kut-
sal mabedi yeniden inşa edecektir.22 Musa’nın asâsına23 sahip olması, kudret
helvasını (menn) indirmesi ve Ahid Sandığı’nın iki tarafında bulunan iki ke-
rubîmi göstermesi Taheb için öngörülen üç temel mucizedir. Bunlara bir de al-
tından yapılmış menora (yedi kollu şamdan) da eklenmiştir.24
Sâmirî kaynakları arasında Taheb’le ilgili bilgi veren en önemli kaynak,
Abişa b. Pinehas (ö. M.1378) tarafından yazılmış ‚Şîra Yetima‛ ismiyle bilinen
liturji türündeki şiirdir. Sâmirîler tarafından oldukça saygı gören ve neredeyse
peygamber olarak kabul edilen Abişa, Gerizîm dağının tepesine çıkmış ve
Sâmirî geleneğine göre antik dönemlerde İbrahim, İshak ve Yakup gibi ataların
kurban sundukları mezbahın kalıntıları üzerinde Taheb ve Kıyamet Günü’yle
ilgili bir vizyon yaşamıştır. Abişa, bu vizyonda yaşadıklarını şiirsel bir tarzda
ifade etmiştir. Bu şiir, Sâmirîler tarafından çok önemsenir ve dinî anlamda en
önemli gün olan Yom Kippur’da mutlaka okunur.25 Abişa’nın bu vizyonuna gö-
re, Taheb doğduğunda gökyüzünde bir yıldız parlayacaktır.26 Büyüdüğünde
Tanrı’nın yasasını öğrenecek ve kendisine peygamberlik verilecektir. Ardından
da Sâmirîleri fanûta döneminin getirdiği musibetlerden kurtarıp ‚ikinci krallık‛
dönemini başlatacaktır. Bu noktada, Yahudilikteki Mesih inancıyla önemli bir
21 Taheb, ikinci krallık dönemini başlatması ve Sâmirîleri siyasi anlamda güçlü bir duruma ge-
tirmesi açısından bir kral, Musa’ya indirilmiş olan Tevrat’ta emredilmiş hususları canlandır-
ması, dinî bir ihya hareketine girişip ibadetlerin yerinde ve tam olarak yapılmasını sağlaması
açısından da bir peygamberdir (Cowley, ‚The Samaritan Doctrine of the Messiah‛, 169).
22 Gaster, Samaritan Eschatology, 224.
23 Bir diğer inanışa göre, Sayılar 17/1-12 arasında bahsedilen, Musa tarafından Ahit Sandığı’na
konulan ve üzerinde çiçeklerin tomurcuklandığı Harun’un asâsını taşıyacaktır. Taheb’in elin-
deki bu asâ, Musa tarafından Ahit Sandığı’na konulduğu zamandaki gibi taze ve çiçekli ola-
caktır (Gaster, Samaritan Eschatology, 261, 271). Bu noktada, Tevrat’ta, Musa ve Harun’la ilgili
olarak asâ konusunda çelişkili bilgiler bulunduğu ve çeşitli mûcizelere vesile olan asânın ba-
zen Musa’ya, bazen da Harun’a nisbet edildiği unutulmamalıdır.
24 The Israelite Samaritan Version of the Torah, 450; Jacob Son of Aaron, The Messianic Hope of the Sa-
maritans, 23.
25 Gaster, Samaritan Eschatology, 96; Ferdinand Dexinger, ‚Samaritan Eschatology‛, The Samari-
tans içinde, ed. Alan David Crown (Tübingen: J. C. B. Mohr, 1989), 280-281.
26 Abişa’nın bu kehaneti Sayılar 24/17’de geçen şu ifadelere dayanır: ‚Onu görüyorum, ama
şimdilik değil, Ona bakıyorum, ama yakından değil, Yakup soyundan bir yıldız çıkacak, İs-
rail’den bir önder yükselecek‛.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 201
27 Yahudi inancında Mesih geldiğinde kötülük figürü olan Armilus’u ve İsrailoğulları’nın düş-
manlarını öldürecek, esarette yaşayan İsrailoğulları’na özgürlük ve barış getirecektir. Konuyla
ilgili olarak bkn. Muhammed Ali Bağır, ‚Yahudi Eskatolojisinde Armilus‛, Doğu Araştırmaları,
Doğu Dil, Edebiyat, Tarih, Sanat ve Kültür Araştırmaları Dergisi 15 (2016/1): 5-21.
28 Cowley, ‚The Samaritan Doctrine of the Messiah‛, 162-163; Gaster, Samaritan Eschatology, 225,
253-255.
29 Abişa, Taheb devrinin ne kadar süreceğinden bahsetmez. Günümüz Sâmirîlerinin önde gelen-
lerinden Benyamim Tsedaka ile tarafımız arasında Ağustos 2017’de yapılan e-mail görüşme-
sinde, Taheb’in kırk yıl peygamberlik-krallık yapacağı bilgisi alınmıştır. MacDonald ise
Sâmirîler arasında ikinci krallık devrinin yaklaşık yüz yıl süreceğine dair bir inancın, en azın-
dan geçmişte, var olması gerektiğini savunur. İddiasının delili, Sâmirîler arasında bulunan
Adem’in yaptığı hatadan dolayı yüz yıl boyunca tövbe ve pişmanlık içinde Tanrı’dan af dile-
202 • Muhammed Ali Bağır
SONUÇ
Yahudiler tarafından geçmişten günümüze hem etnik hem de dinî olarak
gerçek Yahudi olarak kabul edilmeyen Sâmirîler, kendilerinin etnik olarak Yu-
suf ve Levi soylarından geldiklerini iddia eden küçük bir topluluktur. Musa’nın
üstünlüğüne inanan bu grup, Tevrat’a günümüze kadar bağlı kaldıklarını ve bu
kitapta yazılı olan inancı değiştirmeden koruyup gözettiklerini savunurlar. Bu
yüzden, bir mekân tanımlamasına atıfla Yahudiler tarafından kullanılan Şom-
ronîm/Sâmirîler ya da Sâmiriyeliler yerine ‚kendilerini muhafaza eden, koru-
yan‛ anlamına gelen ‚Şâmerî/Şâmerîm‛ ifadesini kullanırlar.
Mesîh ise sadece kral olarak hükmedecek ve dönemi neredeyse iki bin yıl süre-
cektir.
Halihazırda yaklaşık sekiz yüz kişiden ibadet olan Sâmirîler, yaşamların-
daki tüm zorlu koşullara rağmen, antik dönemlerden günümüze mümkün ol-
duğunca bozulmadan korudukları inançlarıyla ayakta kalmaya çalışmaktadır-
lar. Her ne kadar Taheb’in geleceğine olan inanç, iman esaslarından olmasa da
Sâmirî geleneğinde yer aldığı görülmüştür. İleride kendilerini üstün bir duru-
ma ulaştıracak bir kurtarıcıya olan inanç, onların asırlardır azınlık olarak yaşa-
dıkları topraklarda yok olmadan günümüze kadar gelebilmelerinde muhteme-
len önemli bir rol oynamıştır.
KAYNAKÇA
Adıbelli, Ramazan. ‚İsa’nın ‚Maşiah‛a Dönüşümü: Mesihi Yahudilikte Mesihlik Fenomeni‛.
İnsan Ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi 5, sy. 2 (2016): 242-270.
Arslantaş, Nuh. İslâm Dünyasında Sâmirîler. İstanbul: İz Yayıncılık, 2008.
Bağır, Muhammed Ali. ‚ Sâmirîler: Köken Sorunu ve Günümüz İsrail Devleti’ndeki Yansıma-
ları‛. Milel ve Nihal 13, sy. 2 (Aralık 2016): 101-128.
Bağır, Muhammed Ali. ‚Yahudi Eskatolojisinde Armilus‛. Doğu Araştırmaları, Doğu Dil, Edebi-
yat, Tarih, Sanat ve Kültür Araştırmaları Dergisi 15 (2016/1): 5-21.
Baybal, Sami. İbrahimî Dinlerde Mesih’in Dönüşü. Konya: Yediveren Yayınları, 2002.
Cowley, A. ‚The Samaritan Doctrine of the Messiah‛. The Expositor 1.3., (Fifth Series, 1895):161-
174.
Dexinger, Ferdinand. ‚Samaritan Eschatology‛. In The Samaritans, edited by Alan David
Crown, 266-292. Tübingen: J. C. B. Mohr, 1989.
Gaster, Moses. Samaritan Eschatology The Samaritan Oral Law and Ancient Traditions. London: The
Search Publishing Company, 1932.
Gaster, Moses. The Asatir The Book Of The “Secrets Of Moses” Together With The Pitron Or Samari-
tan Commentary And The Samaritan Story Of The Death Of Moses. London: Royal Asiatic
Society, 1927.
Gürkan, Salime Leyla. Yahudilik. İstanbul: İsam Yayınları, 2012.
https://www.israelite-samaritans.com/religion/faith/, erişim 05.07.2017.
https://www.israelite-samaritans.com/religion/faith/, erişim 06.07.2017.
https://www.israelite-samaritans.com/religion/prophets/, erişim 06.07.2017.
Jacob Son of Aaron. Mount Gerizîm the One True Sanctuary. Translated From the Arabic by Pro-
fessor Abdullah ben Kori, Edited by William E. Barton. Illinois: The Puritan Press, 1907.
Jacob Son of Aaron. The History and Religion of the Samaritans. Translated From the Arabic by
Abdullah ben Kori, Edited with an Introduction by William Eleazar Barton. Illinois:
The Puritan Press, 1906.
Jacob Son of Aaron. The Messianic Hope of the Samaritans. Translated From the Arabic by Abdul-
lah ben Kori, Edited with an Introduction by William Eleazar Barton. Reprinted From
the Open Court, 1907.
Kutluay, Yaşar. İslâm ve Yahudi Mezhepleri. İstanbul: Anka Yayınları, 2001.
MacDonald, John. The Theology of the Samaritans. Philadelphia: The Westminster Press, 1964.
206 • Muhammed Ali Bağır
Meeks, Wayne A. The Prophet King: Moses Traditions and the Johannine Christology. Leiden: Brill,
1967.
Mills, John. Three Months’ Residence at Nablus and an Account of The Modern Samaritans. London:
John Murray, 1864.
Montgomery, James Alan. The Samaritans: The Earliest Jewish Sect. Philadelphia: The John C.
Winston Company, 1907.
Pummer, Reinhard. The Samaritans: A Profile. Michigan/Cambridge: William B. Eerdmans Pub-
lishing Company, 2016.
The Israelite Samaritan Version of the Torah. First English Translation Compared with the Masore-
tic Version, Edited and translated by Benyamim Tsedaka. Michigan/Cambridge: Wil-
liam B. Eerdmans Publishing Company, 2013.
Tora: Türkçe çeviri ve açıklamalarıyla Tora ve Aftara: Devarim. Çeviri ve düzenleme Moşe Farsi. İs-
tanbul: Gözlem Gazetecilik Basın Yayın A.Ş., 2009.
Waardenburg, Jacques. ‚Mesîh‛. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. 29: 306-309. İstan-
bul: TDV Yayınları, 2004.
MEHDİLİK DÜŞÜNCESİNE TEMEL OLUŞTURMA BAĞLAMINDA
İLKEL KABİLELERDE VE MİTOLOJİDE KURTULUŞ MOTİFLERİ
Necati SÜMER*
Özet
Mehdilik düşüncesi yerlilerde veya medeni toplumların mitoslarında ça-
resizlik bağlamında sıkça işlenen bir temadır. İnsanlar, yaşamları boyunca bir-
takım güçlüklerle yüz yüze gelir. Bunlar, sınanmak içindir. Bazı insanlar güç-
lüklerle yüzleşip onun üstesinden gelirken bazıları da hiçbir çaba sarf etme-
den ona yenilir. Toplumların psikolojisi de böyledir. Bazı toplumlar felaketler
karşısında dirayetlidir. Her türlü zorluğa direnir ve ayakta kalırlar. Bazı top-
lumlar ise çaresizlik psikolojisindedir, hemen yenilirler. Böyle toplumların ak-
lına gelen ilk şey, biri bizi kurtarsın düşüncesidir. Bu düşünceyi geliştirmek
ve haklılıklarını ispatlamak için kendinden öncekilerin yaptıklarına veya kut-
sal metinlerdeki bazı ifadelere sarılırlar. Savunma psikolojisi denilebilecek bu
durum toplumun tembelliğinden, ataletinden ve çaresizliğinden kaynaklanır.
Bu çerçevede çalışmada bir kurtuluş biçimi olarak mehdi düşüncesinin ilkel
kabilelerde ve mitoslarda nasıl işlendiği ele alınmıştır.
Anahtar Kavramlar: Mehdilik, Kurtarıcı, İlkel Kabile, Toplum, Mitos
GİRİŞ
Mehdilik düşüncesine temel oluşturan birçok neden vardır. Bunlar top-
lumdan topluma değişebilmektedir. Bu çerçevede çalışmada öncelikle mehdi-
lik kavramı ele alınacaktır. Kavram açıldıktan sonra önce ilkel kabilelerde
mehdilik düşüncesini nasıl olduğu analiz edilecektir. Daha sonra bazı mitos-
larda kurtarıcı motiflerinin neler olduğu işlenerek bu düşünce detaylı olarak
ele alınacaktır.
1. Mehdi Kavramı
Arapça Hedy kelimesinden gelen mehdi, sözlükte hidayete eren, doğru
yolu tutan kişi anlamına gelir.1 Felaket zamanlarında ve kıyamet kopmadan
* Yrd. Doç. Dr., Siirt Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Dinler Tarihi Anabilim Dalı Öğretim
Üyesi, necatisumerr@gmail.com
1 Ferit Develioğlu, “Mehdi”, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat (Ankara: Aydın Kitabevi,
2000), 602.
208 • Necati Sümer
önce ıslah amacıyla geleceğine inanılan bu eskatolojik şahsa mehdi ismi ve-
rilmektedir.2
Mehdi, İslam kültüründe kıyamete yakın geleceğine inanılan kurtarıcı
olarak ifade edilir. Mehdinin ahir zamanda gelip inanmayanlarla mücadele
edeceği ve böylece İslam’ı yayacağı, İslami gelenekte yaygın bir kanıdır. Fakat
kurtarıcı anlayışı sadece İslami kültüre özgü değildir. Bu düşünce, geçmişten
günümüze neredeyse her kültürde vardır. Birçok toplumda aydınlık bir za-
man dilimine atıf yapan bu inanış, inançsızlığın ve toplumsal bozuklukların
yaygın olduğu dönemlerde bir kurtarıcının gelip ıslah hareketinde bulunma-
sıdır. Kıyamete kadar devam edeceğine inanılan bu süreç doğruluk, adalet ve
düzenin hâkim olmasıyla son bulur.3
Kaosun veya toplumsal buhranların yoğun olduğu dönemlerde insanlar
bir kurtarıcı beklentisine kapılır. Çare içeriden gelmezse, kişiler gözlerini dışa
veya uzağa çevirir. Kişiler bunu yaparak bir beklentiye girmiş olur. Böylece
onlar, psikolojilerini zor durumlara uygun hale getirmiş olur. Çünkü umut,
karmaşanın sonlanabilmesi için bir can simidi işlevini görür. Aksi takdirde
düzensizlik ve çaresizlik kişinin, mutsuz olmasına sebep olur. Kurtarıcının
gelecek olması fikri, hem kişilerin bir şey yapamama duygularını okşamış
hem de onların geleceğe umutla ve güvenle bakmasını sağlamış olur. Zira ki-
şinin toplumda kendini güvensizlik içinde hissetmesi, katlanılır bir durum
değildir. İnsanlar, kendilerini güvende hissettirecek ve belli bir doğrultuda
yönlendirecek durumlara veya şahıslara ihtiyaç duyar. Bu durum toplumdaki
kitlelerin bir yöne gereksinim duyma ihtiyacının bir sonucudur. Bu açıdan
kurtarıcı fikri, birçok toplum için güvenilir bir liman mahiyetindedir.4
İster ilkel ister uygar olsun her toplumda bir kurtarıcıya sığınma fikri
vardır. Bu düşüncenin biçimi ve içeriği toplumdan topluma değişebilir. Aynı
şekilde toplumun sahip olduğu inanç, kurtarıcı fikrini besleyen veya öteleyen
bir durumu ifade edebilir. Örneğin kurtarıcının ne zaman ve ne şekilde gele-
ceğiyle ilgili, inanç sistemlerine göre değişen durumlar söz konusu olabilir.
Bazı dinlerde zaman, iyilik ve kötülük dönemleri olarak dairesel bir görünüm
arz ederken bazılarında ise kötülükten iyiliğe doğru çizgisel bir zaman anla-
yışı vardır. Kimi inanç sistemlerinde zaman, bir felaketle veya kıyametle ni-
hayete ererken kimilerinde ise bu zor zamanlardan önce bir kurtarıcı ortaya
çıkmakta ve bir iyileştirme dönemi yaşanmaktadır. Dolayısıyla her toplum
kendi özel durumuna göre kurtarıcı figürüne bir şekil veya zaman hüviyeti
kazandırmaktadır.5
2 Ekrem Sarıkçıoğlu, Dinlerde Mehdi Tasavvurları (Isparta: Fakülte Kitabevi, 2010), 22.
3 Şinasi Gündüz, “Mehdi”, Din ve İnanç Sözlüğü (Konya: Vadi Yayınları, 1998), 253-254.
4 Elias Canetti, Kitle ve İktidar, trc. Gülşat Aygen (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1998), 29-30.
5 Sarıkçıoğlu, Dinlerde Mehdi Tasavvurları, 22.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 209
Toplumu ıslah amacıyla ortaya çıkan kurtarıcı veya kurtuluş motifleri il-
kel kabile inançlarında ve mitoslarda sıkça rastlanan bir durumdur. Çünkü
zor zamanlar, ilkel veya çağdaş bütün toplumların karşılaşabileceği bir du-
rumdur. Bu çerçevede önce ilkel kabillerdeki daha sonra da mitoslardaki kur-
tarıcı motiflerine değinilecektir.
6 Peter Lawrence, “Cargo Cults”, Encyclopedia of Religion, Thomson Gale, Second Edition,
Ed. Lindsay Jones (New York: Thomson Gale, 2005), 1414-1421; Gündüz, “Manzren”, Din
ve İnanç Sözlüğü, 246-247; Sarıkçıoğlu, Dinlerde Mehdi Tasavvurları, 13.
210 • Necati Sümer
halkının perişan olduğu haberini alır. Kutsal bir suda vücudunu yıkar. Genç-
leşen ve yaraları iyileşen Quetzalcoatl, halkına bir kurtarıcı olarak geri döner.
Aztek inancına göre onun gelişiyle bir mutluluk ve huzur dönemi başlar.7
Aztek toplumunda tüylü yılanla sembolize edilen bu kurtarıcı motifinin
benzeri Maya toplumunda da vardır. Mayalarda Kukulkan sözcüğünün karşı-
lığı tüylü yılandır. Yani Aztek halkını felaketlerden kurtaran bu Tanrı, Maya-
larda Kukulkan olarak sahneye çıkar. Dolayısıyla Mayalar, Aztekler gibi bu
varlığa hem Tanrı olarak tapmakta hem de zor zamanlarda kendilerini huzu-
ra kavuşturan bir kurtarıcı olarak görmektedir. Azteklerdeki Quetzalcoatl’ın
başından geçen öykü Kukulkan’ınkinden de geçmiştir. Maya inancına göre
Kukulkan, bugün Meksika sınırları içerisinde bulunan ve Mayaların dinsel
merkezi olan Chichen Itza’yı düşmanlardan kurtarıp oraya adalet getirmiştir.8
Kuzey Amerika yerlilerinden olan Algonkinlerin beklediği Tısakabek
adında bir mehdi vardır. Bu kurtarıcıya Kuzey Amerika dışındaki yerliler
Ghost Dance adını verirler. Bunun sebebi bu kurtarıcının dans sırasında gele-
cek olmasıdır. Çünkü yerlilerin inanışına göre Tısakabek, onları kötülükler-
den kurtarmak için dans ritüeli veya çeşitli kutlamalar sırasında gelir. Kuzey
Amerika yerlilerinin mehdi beklentisi içerisinde olmalarının nedeni esasında
onların Hıristiyanlık içinden çıkan yeni dini hareketlerden etkilenmiş olması-
dır. Burada yaşayan Arapaho, Cheyenne, Kiowa, Comanche, Caddo, Wichita
ve Montagnai gibi yerli kabileler yeni dini hareketlerin mesiyanik anlayışla-
rından etkilenmişlerdir. Bu yüzden onlar da diğer Hıristiyan akımlar gibi Me-
sih’i bekleme arayışına girmişlerdir. Yeni dini hareketlerden farklı olarak bu
yerli kabileler, kurtarıcıyı bekleme inanışını kendi yerel kültürlerinin pratikle-
riyle mezcetmişlerdir. Bu çerçevede “Ghost Dance” yani hayalet dansı adı veri-
len bir eğlence ritüeliyle kurtarıcıyı davet etmeye başlamışlardır. 1800’llerin
sonuna denk gelen bu kurtarıcı anlayışı, Kuzey Amerika yerlileri arasında bir
gelenek olarak sürmektedir.9
Ghost Dance türünün esas kurucusu bir Kuzey Amerika yerlisi olan ve
Jack Wilson olarak bilinen Wovoka isimli bir Kızılderili’dir. Wovoka, esasında
Peyote kabilesinin içinde büyümüş önemli başka bir kurtarıcı şahsiyettir. Pe-
yote ismini Kuzey Amerika’da yetişen yeşilimsi ve dikenli bir bitki olan Peyo-
te kabilesinden almıştır. Peyote, Kuzey Amerika’da şeytan işi kabul edilen ve
7 Michael A. Schuman, Mayan and Aztec Mythology (Berkeley: Enslow Publishers, 2001), 18-
88; Joseph Campbell, İlkel Mitolojisi, Tanrı’nın Maskeleri, trc. Kudret Emiroğlu (İstanbul:
İmge Kitapevi Yayınları, 1995), 450-453.
8 Manuel Aguilar-Morneo, Handbook to Life in the Aztec World (California: Facts on File
Press, 2006), 70.
9 James Mooney, The Ghost Dance, Religion and Wounded Knee (New York: Dover Publicati-
ons, 1991), 653-654; Gündüz, “Tısakabek”, Din ve İnanç Sözlüğü, 370; Sarıkçıoğlu, Dinlerde
Mehdi Tasavvurları, 13.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 211
10 Robert H. Lowie, Primitive Religion (California: George Routledge and Sons Press, 1936),
191-192.
11 Robin Hard, The Routledge of Greek Mythology (London: Routledge Press, 2004), 92-98; Co-
lette Estein ve Helene Laporte, Yunan ve Roma Mitolojisi, trc. Musa Eran (Ankara: Tübitak
Yayınları, 2002) 128-129; Ali Şeriati, Dinler Tarihi I (Ankara: Fecr Yayınları, 2010), 172-175.
212 • Necati Sümer
larını hedefe yöneltebilmek için aynalı kalkandan yararlanır. Böylece taş ke-
silme tehlikesini bertaraf ederek onu öldürmeyi ve başını ona bakmadan
kesmeyi başarır. Seriphus’a döner ve kesik başı, Kral Polydectes'e teslim eder.
Ama bu baş, kralı anında taşa çevirir. Perseus, memleketine döner ve dedesini
tahttan indirir. Böylece devrik kral, kaçar. Bir süre sonra, geleneksel oyunlar
sırasında Perseus'un fırlattığı disk, yanlışlıkla dedesini öldürünce kâhinin ke-
haneti gerçekleşmiş olur. Bu mitosta Perseus, kahramanlığı ve kurtarıcı vas-
fıyla öne çıkan bir figürdür.12
Roma mitolojisinde kurtarıcı vasfıyla bilinen Janus adında bir tanrı var-
dır. O, Roma şehrinin kuruluşu ve kurtulmasında büyük rol oynamıştır. İtal-
ya’da uzun bir zorluk ve sıkıntı döneminden sonra Roma’ya huzur ve bereke-
ti getiren bir kurtarıcıdır. O, Romalılara gemi yapmasını, para basmasını, ta-
rım yapmasını öğrettiği için uygarlığın kapılarını açan tanrı olarak ifade edi-
lir. Başlangıcın tanrısı olarak adlandırılan Janus’un adı, Romalılar tarafından
yılın ilk ayına verilmiştir. Roma şehri Sabin Krali Titus Tatius tarafından işgal
edilince, efsaneye göre Janus birdenbire ortaya çıkıp bir sıcak su kaynağını
yerden fışkırtır. Bu suyu düşmanlar üzerine püskürten Janus, böylece Roma-
nın koruyucu ve kurtarıcı tanrısı olarak gönüllere taht kurar.13
Hayvanlar Orta Asya'da önemli ve yerel bir öğedir. Avlansın veya bes-
lensin, hayvanlar insanların rehberi, atası veya totemi, kurbanı ve kurtarıcısı-
dır. Bu çerçevede Türk kültüründe kurt, kurtarıcı bir motiftir. O, zor zaman-
larda Türklerin imdadına yetişir ve toplumu felaketten kurtarır. Dolayısıyla
bir ulusun kaderini değiştirecek kahraman niteliğinde olan bu motif, bu top-
lum için önemli bir figürü sembolize eder.14
Çingene mitolojisinde Hıristiyanlıktaki mesih figürüne benzer Alako
isimli bir şahsiyet vardır. Mitosa göre Çingenelerin Yüce Tanrısı Baro Devel,
insanlara oğlu Dundra’yı insan kılığında bazı gizli yasaları yayması için gön-
derir. Dundra, bir müddet insanları bilgilendirme görevi yapar. O, görevini
tamamladıktan sonra Hıristiyanlıkta İsa Mesih’in gökyüzüne çıkmasına ben-
zer şekilde babasının krallığına yani aya yükselir. O günden sonra Dundra,
küçülen ay anlamında Alako ismini alır. Özellikle Norveç Çingene kabileleri,
Hıristiyanlar ve Türklerle savaştıklarında Alako’nun aydan gelip kendilerini
kurtaracağını düşünür. Bu yüzden evlerinde onu ifade eden semboller bu-
lundururlar. Onlarda, Zafer Tanrısı Alako’nun avuç içi büyüklüğünde bir
12 Kathleen N. Daly, Greek and Roman Mythology A to Z (New York: Facts on File Press,
2004), 102-104; Joseph Campbell, Batı Mitolojisi, Tanrı’nın Maskeleri, trc. Kudret Emiroğlu
(İstanbul: İmge Kitapevi Yayınları, 1995), 134-135.
13 Evelyn Wolfson, Roman Mythology (Berkeley: Enslow Publishers, 2002), 15-16; Azra Erhat,
Mitoloji Sözlüğü (İstanbul: Remzi Kitabevi, 1996), 150.
14 Julian Baldıck, Hayvan ve Şaman, Orta Asya’nın Antik Dinleri, trc. Nevin Şahin (İstanbul:
Hil Yayınları, 2010), 13; Fuzuli Bayat, Mitolojiye Giriş (Çorum: KaraM Yayınları, 2005), 61.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 213
resmi olur. Burada, kurtarıcı sağ elinde kalem, sol elinde bir kılıç bulundurur
şekilde ayakta tasvir edilmiştir. Çingeneler bu resmin önünde evlilik mera-
simlerini yapar ve çocuklarını vaftiz ederler.15
Japon mitolojisinde Ae-oina Kamui, isimli bir kurtarıcı vardır. İnsanlara
tarımı ve hayvanları evcilleştirmeyi öğreten bu mitolojik şahıs, elinde alevler
saçan bir mızrakla resmedilir. Kamui, elindeki bu mızrakla düşmanlarını ve
büyülü canavarları alt eder. O, sadece Japonlar değil bütün insanlık için sava-
şan bir kahramandır. Mitolojiye göre, Japon kabileleri defalarca savaş ve kıt-
lıkla yüz yüze kalmış ve her seferinde bu kurtarıcı yardımlarına koşmuştur.
Dolayısıyla Ae-oina Kamui, mitoslarda savaş, kıtlık ve felaket gibi zamanlar-
da Japonları kurtaran bir kahraman olarak ön plana çıkar.16
Mecusi mitolojisinde beklenen kurtarıcı, Saoşyant’tır. O, Zerdüşt’ün so-
yundan olan ve dünyanın sonuna doğru Mecusileri kurtaracak kişidir. Saoş-
yant, Zerdüşt’ün soyundan gelen bir bakirenin Kaosaya gölüne girip yıkan-
ması ve buradaki sudan içmesiyle hamile kalması sonucu dünyaya gelir. Son
kurtarıcı Saoşyant, Ahuramazda’nın yardımıyla dünyanın sonuna doğru kö-
tülüğü yeryüzünden tamamen silecektir. Bir diğer mitosa göre kötülük, Ang-
ra Mainyu’nun desteklediği Yalan Cini şeklinde vücut bulacak ve Saoşyant ge-
lip bu cini ortadan kaldıracaktır.17
Günümüzde mensubu kalmayan gnostik bir inanç sistemi olan Manihe-
izm'de de kurtuluş düşüncesine vurgu vardır. Maniheist mitolojiye göre dün-
yanın sonuna doğru Muhteşem İsa, Işık Zihni (Manuhmed) adı verilen varlı-
ğa kurtarıcılık görevini verecektir. Bu varlık, dünyanın sonuna kadar insanla-
rın ruhlarına girecek ve onları kötülük yapmama konusunda uyaracaktır.18
Mehdilik, Ortadoğu dinlerinden olan Sabiilikte de bulunur. Sabiliğin
gnostik teolojisine göre ahir zaman; kötülük, fitne, zulüm, savaş ve kıtlıkların
olacağı bir dönemdir. Bu zaman diliminde her şey ters yüz olacak ve doğal
afetler vuku bulacaktır. Dünyanın sonunun geleceği bu son devirde, Sabii ge-
leneğine göre bir kurtarıcı belirecektir. Sabii kutsal literatüründe "son savaşçı"
veya "son kral" adı verilen Praşai Siva gelmesi beklenen yeryüzünü her türlü
kötülükten arındıracak kişidir. Onun gelmesiyle dünya bütün kötülüklerden
kurtulacaktır. Bu zaman diliminde hiç kış olmayacak ve kurtarıcı kıyametin
kopmasına kadar dünyayı düzen ve refah içinde yönetecektir.19
15 Herman Berger, Çingene Mitolojisi, trc. Musa Yaşar Sağlam (Ankara: Ayraç Yayınları,
2000), 29-30.
16 Michael Askhenazi, Handbook of Japanese Mythology (California: ABC Clio Press, 2003),
109-110.
17 Mehmet Alıcı, “Mecusilik”, Dinler Tarihi El Kitabı (Ankara: Grafiker Yayınları, 2015), 258.
18 Abdurrahman Küçük v.dğr., Dinler Tarihi (Ankara: Berikan Yayınevi, 2009), 132.
19 Şinasi Gündüz, “Sabiilik”, Yaşayan Dünya Dinleri (İstanbul: Diyanet İşleri Başkanlığı Ya-
yınları, 2007), 485-486.
214 • Necati Sümer
SONUÇ
Özellikle ataerkil toplumlarda kişinin sıkıntılı ve çaresiz zamanlarda sı-
ğındığı bir kurtuluş reçetesi olan mehdilik, ilkel veya medeni bütün toplum-
larda yaygın olan bir inanıştır. Yazısız toplumlarda temel ihtiyaçların karşı-
lanması için ön plana çıkan bu tasavvur, medeni toplumlarda daha üst ihti-
yaçlar için devreye girmektedir. İlkel toplumlar açlık, kıtlık veya büyük fizik-
sel felaketlerle karşılaştığında karadan, denizden veya gökten bir kurtarıcının
kendilerini duyacağını düşünür. Mehdiyi felaketlere kayıtsız kalmayan bir
varlık olarak nitelendiren yerliler, kendi başlarına bir çözüm bulamadıkların-
da ona başvururlar. Bu durum insan doğasının kaçınılmaz bir sonucudur.
Çünkü insan mükemmel değildir, aksine noksandır.
İlkelin zor zamanlarda talep ettiği bu yardım, medeni insanın elinin ter-
siyle iteceği bir şey değildir. Gerek mitoslarda gerekse gündelik gerçek ya-
şamda yükselen kurtuluş çığlıklarını görmek oldukça yaygındır. Çünkü insan
doğası hangi toplumda ve coğrafyada olursa olsun bir yere kadar dayanıklı-
dır. Dolayısıyla tek başına toplumlar tıpkı tek başına insanlar gibi her şeyin
üstesinden gelemez. Dışarıdan bir gücün yardımına ihtiyaç duyar. Mehdilik
düşüncesinin yaygın olmasının temel sebeplerinden biri budur. Yahudilik,
Hıristiyanlık ve İslam’da mehdi düşüncesinin oluşmasının temel zemini bu-
radan gelmektedir. Bazen de insanların bu inanç sistemlerini kendilerine göre
yorumlaması mehdilik düşüncesinin kökleşmesine neden olmaktadır. Dini
metinlerin taraflı veya eksik yorumları, müntesiplerin dışarıdan kurtarıcı bek-
lentisine yoğunlaştırabilmektedir. Daha başka etmenler de toplumları kurtu-
luş umuduna yöneltse de genellikle kodlar bu doğrultuda yorumlanmaktadır.
Çözüm, mehdilik düşüncesini oluşturan sebepleri analiz ederek bu dü-
şüncenin insanı veya toplumları salt tembelliğe yöneltmemesini sağlamaktır.
İnsan noksan olabilir fakat her insan için de ancak çalıştığı vardır. Dolayısıyla
bir toplumun atalete sürüklenerek en küçük zorluklar karşısında depresyona
girmesi kabul edilebilir değildir. Yeryüzündeki neredeyse bütün inanç sistem-
lerinin özünde aslında kişinin önce kendini donatarak kurtarması sonra da
içinde yaşadığı topluma katkı sunması beklentisi vardır. Bu çerçevede insanın
zorluklar karşısında değerini içinden alarak umutla yaşaması sonra da sıkın-
tıda olan insanlara yardım etmesi gerekir.
Gerek ilkel kabilelerde gerekse uygar toplumların mitoslarında zor za-
manlarda kurtarıcı beklentisine dayalı bir kültür oluşmuşsa da bu durum gü-
nümüz insanları için olumsuz bir koşullanma veya bilinçaltı oluşturmamalı-
dır. Bizden öncekiler böyleydi biz de böyle yapacağız anlayışı basit bir atıf te-
orisinden öteye geçmez. Dolayısıyla insanlar kendilerini çağın bilgisiyle dona-
tarak sorunları kendi başına çözebilme yetkinliklerini geliştirmeye öncelik
vermelidir. Tembellik, atalet, sürekli başkasından yardım bekleme, sorunu
hep dışarıda görme anlayışı bir an önce terkedilmeli ve yorgunluk örtüsüne
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 215
KAYNAKÇA
Aguilar-Morneo. Manuel, Handbook to Life in the Aztec World. California: Facts on File Press, 2006.
Alıcı, Mehmet. “Mecusilik”, Dinler Tarihi El Kitabı. Ankara: Grafiker Yayınları, 2015.
Askhenazi, Michael. Handbook of Japanese Mythology. California: ABC Clio Press, 2003.
Baldıck, Julian. Hayvan ve Şaman Orta Asya’nın Antik Dinleri. trc. Nevin Şahin. İstanbul: Hil Yayın-
ları, 2010.
Bayat, Fuzuli. Mitolojiye Giriş. Çorum: KaraM Yayınları, 2005.
Berger, Herman. Çingene Mitolojisi. trc. Musa Yaşar Sağlam. Ankara: Ayraç Yayınları, 2000.
Canetti, Elias. Kitle ve İktidar. trc. Gülşat Aygen. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1998.
Campbell, Joseph. Batı Mitolojisi, Tanrı’nın Maskeleri. trc. Kudret Emiroğlu. İstanbul: İmge Kitapevi
Yayınları, 1995.
------------. İlkel Mitolojisi, Tanrı’nın Maskeleri. trc. Kudret Emiroğlu. İstanbul: İmge Kitapevi Yayınla-
rı, 1995.
Daly, Kathleen N. Greek and Roman Mythology A to Z. New York: Facts on File Press, 2004.
Develioğlu, Ferit. “Mehdi”, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat. Ankara: Aydın Kitabevi, 2000.
Erhat, Azra. Mitoloji Sözlüğü. İstanbul: Remzi Kitabevi, 1996.
Estein, Colette ve Helene Laporte. Yunan ve Roma Mitolojisi. trc. Musa Eran. Ankara: Tübitak Ya-
yınları, 2002.
Gündüz, Şinasi. “Mehdi”, Din ve İnanç Sözlüğü. Konya: Vadi Yayınları, 1998.
-------------. “Sabiilik”, Yaşayan Dünya Dinleri. İstanbul: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2007.
Hard, Robin. The Routledge of Greek Mythology. London: Routledge Press, 2004.
Küçük, Abdurrahman; Günay Tümer ve Mehmet Alparsalan Küçük. Dinler Tarihi. Ankara: Beri-
kan Yayınevi, 2009.
Lawrence, Peter. “Cargo Cults”, Encyclopedia of Religion. Second Edition, Ed. Lindsay Jones, New
York: Thomson Gale, 2005.
Lowie, Robert H. Primitive Religion. California: George Routledge and Sons Press, 1936.
Mooney, James. The Ghost Dance, Religion and Wounded Knee. New York: Dover Publications, 1991.
Sarıkçıoğlu, Ekrem. Dinlerde Mehdi Tasavvurları. Isparta: Fakülte Kitabevi, 2010.
Schuman, Michael A. Mayan and Aztec Mythology. Berkeley: Enslow Publishers, 2001.
Wolfson, Evelyn. Roman Mythology. Berkeley: Enslow Publishers, 2002.
16. YÜZYILDA MEHDİLİK İDDİASI İLE ORTAYA ÇIKAN
BOZOKLU ŞEYH CELAL AYAKLANMASI
Ümit ERKAN*
Özet
16. Yüzyılda Yavuz Sultan Selim Döneminde ortaya çıkan Kızılbaş Bo-
zoklu Şeyh Celal’in ne tür gerekçelerle Osmanlı iktidarına karşı harekete geç-
tiği ve isyanında ne tür dini argümanlar kullandığı Alevilik tarihine önemli
bir ışık tutacaktır. Ayaklanma sürecinde kendisinin mehdi olduğunu, halife-i
zaman ve sahib-i zaman olduğunu iddia ederek, dinî ve dünyevî meşru otori-
te olarak kendisini gören Bozoklu Şeyh Celal’in kızılbaş zümreler ve diğer
sünni gruplar üzerindeki etkisine değinilecektir. İnzivayî bir hayat yaşaması-
nın, abdal kisvesine bürünerek kendisini Yavuz Sultan Selim’in kılıcının kes-
meyeceğini söylemesinin, şeriatın yasaklarının helal olduğuna dair fetva
vermesinin üzerinde durularak önemli tahliller ve tespitler yapılacaktır.
Mehdilik iddialarının dinî mi yoksa siyasî gayelerle mi ortaya çıktığı ispat-
lanmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Alevilik, Mehdilik, Bozoklu Şeyh Celal, Kızılbaş,
Yavuz Sultan Selim
Abstract
The Kizilbash Bozoklu Sheikh Jalal, who emerged in the 16th century
during the reign of Yavuz Sultan Selim, would for some reason shed light on
the history of Alevism, which he used to oppose Ottoman rule and which re-
ligious arguments he used in his rebellion. The influence of the Bozoklu
Sheikh Jalal, who sees himself as the religious and earthly legitimate autho-
rity, claiming to be the caliphate and the proprietor of his time in the insurrec-
tion process, will be referred to the redbuds and other Sunni groups. Impor-
tant insights and determinations will be made by emphasizing the fact that
the life of a seclusion is a life-saving way and that the sword of Yavuz Sultan
Selim will not cut himself and that the prohibitions of Sharia will be halal. It
will be tried to prove that the claims of the Mahdi have emerged either religi-
ously or politically.
Anahtar Kelimeler: Alevism, Mahdism, Bozoklu Sheikh Celal, Kizilbash,
Yavuz Sultan Selim
218 • Ümit Erkan
GİRİŞ
Tarihsel bir olgu olarak Türkler’in İslâm’a girişiyle birlikte yaklaşık X. Yüz-
yıldan itibaren başlayıp günümüze kadar gelen Alevîlik meselesi acılar üzerine
inşa edilen bir sorundur. Bu sorunun devam etmesinin arka planında, tarihsel bir
olgu oluşunun yanında yüzyıllar içerisinde çeşitli siyasî, sosyo-ekonomik, dinî ve
kültürel farklılıklar içerisinden süzülerek gelmesi yatmaktadır. Dolayısıyla tarih-
sel köklerin bilinmemesi ister istemez çok yönlü bir Alevîlik tarihi perspektifinin
oluşmasını sağlamaktadır. Ancak söz konusu mesele ile ilgili yapılması gereken
objektiflikten uzaklaşmak yerine meselenin tarihsel arka planının ve bugüne olan
etkisinin araştırılması ve bilimsel araştırmaların yapılıp mevcut bilgi kirliliğinin
bir an evvel giderilmesi gerekmektedir.
Alevîlik tarihi açısından önemli bir dönemi teşkil eden XVI. yüzyıl ve bu
yüzyılda ortaya çıkmış Osmanlı-Kızılbaş ilişkileri ile ilgili bilimsel araştırmaların
azlığı ciddi bir bilgi boşluğu oluşturmakta ya da benimsenen dünya görüşünün
etkisinde kalınarak yapılan çalışmalarda objektiflik ilkelerine riayet edilmemek-
tedir. Bu bağlamda pek çok yazar ve araştırmacının bu konuyu inceledikleri bi-
linmekte ancak yapılan çalışmalara baktığımızda konunun ya ayrıntılarına giril-
mediği görülmekte ya da belli konulara ağırlık verilerek bu yüzyılda ortaya çık-
mış diğer ilişkiler göz ardı edilmektedir. Diğer taraftan bilimsel formasyon eksik-
liği, ideolojik tercihler, metod eksiklikleri ve ilk elden kaynakların kullanılmaması
konunun farklı açılardan taraflı bir şekilde ele alınmasını sağlamakta, bu durum,
konu ile ilgili yeni sorunların ortaya çıkmasına yol açmaktadır.
Müslüman devletler içerisinde önemli bir yere sahip olan Osmanlı Devleti,
altı asırdan daha fazla bir süre varlığını sürdürmüştür. Selçuklular tarafından Bi-
zans sınırlarında uç beyliği olarak yerleştirildikten kısa bir süre sonra güçlü bir
devlet, hatta imparatorluk haline gelen Osmanlılar, kendinden önce kurulan
Türk-İslâm devletlerinden tevârüs ettiği siyasî, dinî ve sosyal alandaki bazı yönle-
rini devam ettirmiştir. Her siyasî topluluk gibi Osmanlılar da Selçuklular aracılığı
ile eski Türkler, Sasaniler ve Abbasilerden devraldıkları siyasî ve kültürel kimlik-
lerini başta Bizans olmak üzere fethettikleri ülkelerin örf ve uygulamalarıyla güç-
lendirerek çağına göre çok ileri bir siyasî kurumlaşma gerçekleştirmişlerdir.
Osmanlı Devleti gerek kuruluş devrinde, gerekse imparatorluk döneminde
doğusunda ve güneyinde verdiği mücadelelerle yeni topraklarla beraber çok sa-
yıda Müslüman halkları kendi hâkimiyeti altına almıştır. Böylece devletin geniş-
lemesiyle birlikte Ehl-i Sünnet dışında kalan mezhepler ve akımlar da Osmanlı
Devleti sınırları içerisinde ortaya çıkmaya başlamıştır. Osmanlı Devleti kuruluş-
tan itibaren, merkezi yönetim, Müslüman tebaa içindeki bu dinî ve mezhebî ya-
pıyı hep göz önünde tutup her fırkanın kendi hayatına genel düzeni sarsmamak
kaydıyla izin vermiş, kendisi ise dinî politikasını Hanefîliğe dayandırmıştır. Bu
minvalde komşusu olan Safevî Devleti de Şia mezhebini tercih etmekle kalmamış,
bu itikadî mezhebi yayma ve bütün Anadolu’yu Şiîleştirme politikası izlemiştir.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 219
1. Kızılbaşlık Kavramı
Kızılbaş kavramı X. yüzyıldan itibaren İslâmiyet’i kabul etmeye başlayan
konargöçer Türkmen boylarının farklı zaman ve mekânlarda kullanmış oldukları
isimlerden biridir. Bu isim eski Türklerde bir çeşit baş giysisi ile ilgili olup belli bir
zümreyi ifade etmek için kullanılmıştır.1 Bu noktada siyah başlık giyen bir Türk-
men grubun Karapapak veya Karakalpak diye anılması, yine Kıpçakların onbir
boyundan birine Karabörklü denilmesi ayrıca Kazak ordusunun içinde Kızılbörk
ve Konurbörk isminde grupların oluşu bunu doğrulamaktadır.2
Öte yandan Kırgızların içkilik oymaklarından birine Kızılbaş denilmekle bir-
likte3 Afganistan’da yaşayan Şiî halk Kızılbaş şeklinde ifade edilmiştir.4 Ayrıca Al-
taylı Şamanlar’ın dinî ayinlerinde başlarına taktıkları kırmızı külah Alevî dedele-
rinin ve Bektâşî babalarının giydikleri kıyafetlere benzemektedir.5
Bunların ötesinde Kızılbaş ismi İslâm’ın ilk dönemlerinde meydana gelen
olaylarla irtibatlandırmaya çalışılmıştır. Örneğin, Uhud savaşında Hz. Muham-
med’i oklara karşı kendisini siper eden Ebû Dücâne’nin kafasına sardığı sarığın
kana boyanmasından kendisine kızılbaş denilmiştir. Hayber kalesinin fethinde
Hz. Ali başına kırmızı sarık takmış ve kızılbaş adıyla anılmıştır. Sıffin savaşında
her iki taraf Müslüman olduğu için Hz. Ali, askerlerine Muaviye’nin askerlerin-
den ayırt edebilmek için kızıl sarık sardırarak onların Kızılbaş diye anılmasına se-
bep olmuştur. Ancak kızılbaş ismi ile ilgili tarihsel bir doğrulanma imkânı olma-
* Yrd. Doç. Dr., Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İslam Mezhepleri Tarihi
Ana Bilim Dalı. Assistant Professor, Recep Tayyip Erdogan University Faculty of Theology,
Department of Islamic Sects Rize/Turkey umit.erkan@erdogan.edu.tr
1 İlyas Üzüm, “Kızılbaş”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 25 (Ankara: TDV Yay.,
2002), 546.
2 Pavel Petrovich İvanov, “Karakalpakların Tarihine dair Materyaller”, trc. H. Ortekin, Ülkü
Mecmuası 21, sy. 65 (Temmuz 1938) 423.
3 Abdülkadir İnan, Makaleler ve İncelemeler (Ankara: TTK Basımevi, 1968), 45.
4 Ahmet Caferoğlu, “Türk Onomastiğinde Başlık Yahut Serpuş”, Sekizinci Türk Dili Kurultayında
Okunan Bilimsel Bildiriler 1957 (Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 1960), 124.
5 Üzüm, “Kızılbaş”, 546.
220 • Ümit Erkan
6 Ethem Ruhi Fığlalı, Türkiye’de Alevîlik Bektâşîlik (İzmir: Selçuk Yayınları, 1990), 11-2; Mehmet
Eröz, Türkiye’de Alevîlik Bektâşîlik (İstanbul: Otağ Yayınevi, 1977), 87-8.
7 Bk., Aşıkpaşazâde, Tevârîh-i Âl-i Osmân, (İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1332), 264.
8 Walter Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd XV. Yüzyılda İran’ın Millî Bir Devlet Haline Yükselişi,
trc. Tevfik Bıyıkoğlu (Ankara: TTK Basımevi, 1992), 65.
9 Abdülbaki Gölpınarlı, Alevî-Bektâşî Nefesleri (İstanbul: Remzi Kitabevi, 1963), 85; Fuat Bayra-
moğlu ve Nihat Azamat, “Bayramiyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 2 (Ankara:
TDV Yay., 1992), 270.
10 Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, 65.
11 Irene Melikoff, Uyur İdik Uyardılar, trc. Turan Alptekin (İstanbul: Demos Yayınları, 2006), 52.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 221
12 Gelibolulu Mustafa Âlî, Künhü’l-Ahbâr, Dördüncü Rükn: Osmanlı Tarihi c. 1 Tıpkıbasım (An-
kara: TTK Basımevi, 2009) 23b.
13 İdris-i Bidlisî, Selimşahnâme, Süleymaniye Ktp., Lala İsmail, nr. 348, 49b, 153a
14 Lütfi Paşa, Tevârîh-i Âl-i Osmân, Süleymaniye Ktp., Veliyüddin Efendi, nr. 4269, 203a.
15 Hoca Sadeddin Efendi, Tâcü’t-Tevârîh, Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 3041, 442a-444a.
222 • Ümit Erkan
16 Fetva için bk., Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi (TSMA), Evrak nr., 12077, TSMA, E 6401; TSMA,
E 5960.
17 Bk., Kemalpaşazâde, Fetevây-ı Kemalpaşazâde der Hakkı Kızılbaş, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi,
nr. 3548, 46a.
18 Bk., İdris-i Bidlisî, Selimşahnâme, 65a-66b.
19 Hasan-ı Rumlu, Ahsenu’t-Tevârîh, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2157, 62a-68a.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 223
çekerek, Nur Ali Halife’nin sınır vilayetlerini tahrip edip Tokat’ı yakmasını Os-
manlı Safevî mücadelesinin başlama nedeni olarak gösterir.20
Yapılan bütün ön hazırlıklardan sonra Kızılbaşlarla savaşmayı kafasına ko-
yan Yavuz Sultan Selim, Safevî Devleti’ne varmadan önceki son durağı olan Er-
zincan’a gitmek için 23 Muharrem 920/ 20 Mart 1514’de ordusu ile birlikte Edir-
ne’den yola çıkmıştır.21 Sefer yolunda Şah İsmail’e bir mektup göndererek, kendi-
sinin, Müslümanların memleketlerine saldırdığını, günahsız Müslümanlara zarar
verdiğini, mescidleri ve türbeleri yıktığını, peygamber nesline ihanet ettiğini bu
nedenle din adamlarının kesin delillerle öldürülmenin vacip olduğuna fetva ver-
diklerini söyleyerek, tövbe ve istiğfar etmek koşuluyla İslâm’a davet etmiş ve sa-
vaşa hazır olmasını bildirmiştir.22 Yavuz Sultan Selim bu mektubun cevabını bek-
lemeden ikinci bir mektup yollayarak ilk mektubunda dile getirdiklerini tekrarla-
dıktan sonra Şah İsmail’i pişmanlık duymaya davet etmiştir.23
Osmanlı ordusu Sivas’tan çıkıp Erzincan’a vardığında Safevîlere ait bir iz
belirmemişti. Bu arada, uzun yolculuğun verdiği yorgunluk, yiyecek darlığı, Şah
İsmail’in askerlerinin henüz görülmeyişi, Şah İsmail’in savaşı kabul edip etmeyi-
şinin belli olmayışı gibi nedenler ordu içinde Şah İsmail lehine değişik propagan-
daların oluşmasına yol açmaktaydı.24
Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail’in ortaya çıkmaması ve kendi askeri arasın-
da huzursuzluğun oluşması nedeniyle, Şah İsmail’i savaşa çekmek ve korkaklığı-
na vurgu yapmak için kadın giysileri ile birlikte bir mektup göndermiştir.25 Mek-
tupta tehdit ifadeleri yer almakla birlikte, korkmasının nedeni askerimizin çoklu-
ğu ise kırkbin askeri geride bıraktığı, cesareti var ise gelip askeri ile savaşmasını,
gizlenmeye devam ederse zırh yerine çarşaf, miğfer yerine yaşmak kullanması
gerektiğini bildirmiştir.26 Bu mektup gönderildikten sonra Şah İsmail’den ilk mek-
tup gelmiştir. Mektupta, II. Bayezid zamanındaki dostluğun neden bozulup
düşmanlığa dönüştüğünü, Yavuz Selim’in mektuplarındaki üslubun doğru ol-
madığını, ancak afyon ile sarhoş olmuş kâtiplerin eserleri olabileceğini bildirdik-
ten sonra savaşa hazır olduğunu yazmıştı.27
Şah İsmail’in göndermiş olduğu mektup iki ordunun savaşmaya niyetli ol-
duğunu göstermişti. Nitekim Osmanlı ordusu Çaldıran’a iki-üç konak mesafeye
geldiği sıralarda Şah İsmail’in kuvvetlerinin Çaldıran’da kesin olarak toplandığı
öğrenilmiştir.28 Tarihler 23 Ağustos 1514’ü gösterdiğinde Safevî Devleti’nin kırk
bin kişilik ordusunun saldırıya geçmesiyle savaş başlamıştı.29 Yavuz Sultan Selim
üçyüz topla birlikte yüzbin asker getirirken Şah İsmail kırkbin kişilik bir ordu top-
lamıştı.30 Osmanlı ordusunun Allah Allah, Safevî ordusunun ise Şah Şah diyerek31
başladığı savaş akşama kadar sürmüştür. Savaş sonunda Safevî ordusu dağılma-
ya başlamış artık bir ümit kalmadığını gören Şah İsmail savaş meydanını terk
ederek önce Tebriz’e kaçmış burada emniyetli olamayacağını anlayınca da Der-
gezin’e çekilmiştir.32 Sonuçta her iki taraftan birçok insan ölmüştür.
Yavuz Sultan Selim’in büyük sıkıntılara rağmen elde ettiği bu başarı askerî
açıdan çok önemli sonuçlar doğurmasa da siyasî, dinî ve psikolojik açıdan Ana-
dolu’da ve İslâm dünyası üzerinde bir üstünlük kazanmasına vesile olmuştur.
Böylece Anadolu’da Şah İsmail’in propagandaları sonucu meydana gelen dinî ve
mezhebî belirsizlikler ortadan kaldırılarak Safevî yayılmacılığının önüne geçilmiş-
tir.
Yavuz’un Çaldıran zaferinden sonra Doğu ve Güneydoğu’nun fetih kapıları
açılmıştır. Osmanlı ordusu Çaldıran dönüşü yolunda Kemah Kalesi’ni fethetmiş33
bununla da kalmayıp Yavuz’un emriyle gönderilen İdris-i Bidlisî Kürt beyleri ile
toplantılar yaparak Kiğı, Hani, Bitlis, Siirt, Hizan, Hasan Keyf gibi yerler bir savaş
olmaksızın Safevîlerin elinden alınarak Osmanlı idaresine katılmıştır.34 Daha son-
ra Bıyıklı Mehmed Ali Paşa’nın yirmibinden fazla askeri ile Diyarbakır Osmanlı
hâkimiyetine girmiştir.35 Böylece Doğu Anadolu’da Erzincan, Erzurum ve Diyar-
bakır gibi bölgeleri de içine alan yerler Osmanlı sınırları içine girmiştir.
Çaldıran Savaşı’ndan sonra doğu sınırlarının denetim altına alınması ile ula-
şım imkânları kısıtlandığından Kızılbaş Türkmen gruplar üzerinde bunun olum-
suz etkileri olmuştur. Bu şekilde kızılbaşların Safevî halifeleri ile olan irtibatı en-
gellenerek sınır ötesi ile bağlantıları koparılmıştır. Bu da Anadolu’daki kızılbaş
Türkmen çevrelerin Safevî Devleti ile bağlantılarının kopmasına ve Safevî Devleti
sınırları içindeki Şiîleşme sürecinin dışında kalmalarına yol açmıştır.
Esasen bir iktidar mücadelesi olan Çaldıran Savaşı’nı doğuran sebeplere
baktığımızda bu savaşı sadece Sünnî-Şiî çatışması olarak değerlendirmek yanlış
olsa gerektir. Mezhepsel farklılıklar savaşın sebeplerinden bir tanesi olmakla bir-
likte, bu farklılığı oluşturan ortamın tarihi süreç içerisinde kızılbaşlık kavramına
yüklenen dinî ve mezhebî kimliğin, kendi otantik kimliğinden sıyrılarak Osmanlı
karşıtlığı anlamına gelmesinde görüyoruz. Mezhepsel odaklı ayrışmanın teme-
linde, Safevî propagandalarına alet olan Anadolu kızılbaşlarının ve ayaklanmaları
çıkaran kızılbaş reislerinin kullandığı dinî ifadelerin etkisi olmakla birlikte, Os-
manlı âlimlerinin de özellikle fetva makamında olan kişilerin vermiş olduğu fet-
vaların etkili olduğu tartışmasız bir gerçektir.
Çaldıran Savaşı, Osmanlı’nın doğu sınırını belirleyerek aslında Osmanlı-
Safevî mücadelesi gibi gözüken bu savaşın daha sonraları Memlukleri, Özbekleri,
Hindistan Moğolları’nın sınırlarını da etkileyecek şekilde sonuçlanmasına sebep
olmuştur. Öte yandan Anadolu’da Safevî propagandalarının yapıldığı yerlerin
Safevî Devleti ile Avrupa arasındaki ticaret bağlantı yolları üzerinde olması Çal-
dıran’dan sonra Safevî Devleti’nin ekonomik sıkıntılar içerisine girmesine neden
olmuştur.
Çaldıran’da zafer kazanılmış fakat ne Safevî Devleti ne de Şah İsmail yok
edilebilmişti. Bu sonuç, iki tarafın da Doğu Anadolu üzerinde mücadeleye devam
edeceği anlamına geliyordu. İşte Yavuz’un, doğu ile bağlantılı bu mücadelelerden
birisi olan Mısır Seferi’ne (Mercidabık ve Ridaniye) çıkması Osmanlı, Safevî ve
Memlük ilişkilerine yeni bir boyut kazandırmıştır. İşte tam bu dönemlerde Os-
manlı kuvvetlerinin Mısır seferi sonrasını fırsat bilen Bozoklu Şeyh Celâl adlı bir
kızılbaş Türkmen lideri beraberindeki taraftarları ile birlikte Sivas ve Tokat bölge-
lerinde bir ayaklanma başlatarak Osmanlı-Safevî ilişkilerinin tekrar gündeme
gelmesine neden olmuştur.
mehdi-i devran benim demeye başladı.40 Bu arada Bozoklu Celâl, şeriatın bütün ya-
saklarının helal olduğuna dair fetva veriyor ve “Mehdi’den böyle öğrendik” di-
yordu. Bu sebeple birçok insan aileleriyle birlikte onun çevresinde toplanıp ona
biat etmiştir.
Bazıları daha da ileri giderek ona rükû ve secde etmeye bile başlamıştır.41
Ülkenin dağınık bir hale geldiğini belirten Şükrî-i Bidlisî, memleketin her yerine
şamata ve velvelenin düştüğünü, herkesin bunu kıyamet alameti olarak yorum-
ladığından bahsetmektedir. Bu şekilde düşünmesinin sebebi Celâl’in mehdilik
iddiasıyla ortaya çıkması, fesatçıların ona tabi olup Anadolu’da korkusuzca geze-
rek bozgunculuk yapmasıdır.42 Şükrî-i Bidlisî’ye göre Celâl’in kullandığı Mehdi,
halife-i zaman, şeriat, fetva, kıyamet alameti gibi kavramlar, bu ayaklanmanın dinî ni-
telikli olduğunu göstermektedir.
Diğer taraftan Hoca Sadeddin de İdris-i Bidlisî ile aynı görüşte olup, ayak-
lanmayı Yavuz Sultan Selim’in Şah İsmail üzerine yürümeden önce yaptırmış ol-
duğu Kızılbaş tespitinin bir sonucu olarak değerlendirmektedir. Hoca Sadeddin,
kızılbaşlar listesinin başında yer aldığını bilen Celâl’in sıranın kendine geldiğini
düşündüğünden olsa gerek, yaşadığı yer olan Bozok’tan kaçıp Tokat’a yerleşti-
ğinden, yöre halkının Râfızîliğe yatkın olması sebebiyle mehdilik iddiasında bu-
lunup o bölgeden birçok taraftar toplayarak ayaklandığından bahsetmektedir.45
Solakzâde de birkaç kelime farklılığıyla Hoca Sadeddin ile aynı görüşü pay-
laşarak Celâl'in Yavuz Sultan Selim’in tespit ettirmiş olduğu kızılbaşlar arasında
olduğunu bildiğinden Bozok’tan Tokat’a kaçıp kendini mecnun ve abdal kisvesi-
ne sokarak mehdilik iddiasında bulunduğunu ifade etmektedir. Bu süreçte etrafı-
na birçok taraftar toplayan Celâl’in, Osmanlı siyasal iktidarı tarafından fark edil-
diği ve üzerine Osmanlı kuvvetlerinin gönderildiğini söylemektedir.46
Görüldüğü gibi Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran öncesi Şah İsmail üzerine
yürümeden önce yaptırmış olduğu kızılbaş tespiti Anadolu’da birçok kızılbaşın
bu takipten kurtulması için kaçarak farklı bölgelere gitmelerine neden olmuştur.
Bozoklu Celâl de bu süreçte yaşamış olduğu Bozok bölgesinden Amasya ve Tur-
hal civarına gelerek münzevî bir hayat yaşamaya başlamıştır. Yöre halkının ço-
ğunun kızılbaş olması sebebiyle gizli gizli faaliyetlerine devam eden Bozoklu
Celâl, daha sonraki süreçte propagandasına mehdilik iddiasını da ekleyerek etra-
fındaki taraftar kitlesini oldukça çoğaltarak bu ayaklanmanın ortaya çıkmasına
sebep olmuştur.
3.2. Lider
Bozoklu Celâl’in kimliğini kaynaklar ölçüsünde burada belirtmemiz gerek-
mektedir. Birkaç çağdaş Osmanlı tarihçisi ve arşiv kaydı dışında verilen bilgilerin
bazı kelime farklılıklarıyla birbirinin aynı olduğu görülmektedir. Örneğin, İdris-i
Bidlisî, “Zikr huruc-i melahide-i Celâlî” başlığıyla bu ayaklanmadan bahsederken
ayaklanmanın liderini İsmailîyye mülhidlerinden Râfızî Celâl olarak nitelemek-
tedir. İdris-i Bidlisî’nin vermiş olduğu bu bilgi, Celâl’in mezhebî eğiliminin İs-
mailî olabileceğini ortaya koymaktan ziyade Anadolu’da yaşayan bu Türkmen
kesimlerin Safevî sempatizanı kızılbaşlar olduğunu ortaya koymak içindir. Nite-
kim İdris-i Bidlisî’nin Yavuz Sultan Selim’in Azerbaycan Râfızîlerini ve mülhidle-
rini defetmek için hareket geçmeden önce Anadolu’daki İsmailîyye mülhidlerinin
araştırılmasının hükmünün sadır olduğunu ve bu hükme göre yaklaşık kırkbin
kişinin tespit edilip siyaset edildiğini söylemesi ve ayaklanmanın çıktığı bölgede
yaşayan insanlar için çoğunluğu İsmailîyye Râfızîlerinden ve mülhidlerden olan
yöre halkı şeklinde bir ifade kullanması, İsmailîyye tabirini kızılbaş kavramı yeri-
inzivaî hayatın etrafındaki insanları etkilemede işe yaradığını, buna mehdilik id-
dialarının eklenmesiyle taraftar kitlesinin doruğa çıktığını söyleyerek İdris-i Bid-
lisî ve Hoca Sadeddin’in ifadelerini tekrarlar nitelikte bir ifade tarzı kullanmıştır.55
Müneccimbaşı ise Bozoklu Şeyh Celâl’in karizmatik şahsiyetiyle ilgili olarak etra-
fına toplanan eşkiya ile birlikte Bozok’tan çıkıp Tokat’a vararak Turhal kalesi ya-
kınlarındaki bir mağarada faaliyetlerine devam ettiklerinden bahsetmektedir. Yö-
re halkının Râfızîliğe ve sapıklığa meyilleri olduğundan Celâl’in faaliyetlerinin
duyulmaması için çaba sarf ettiklerini de dile getirmektedir. Daha sonra kendisini
mehdi ve sahib-i zaman ilan edip etrafına toplanan taraftar sayısının yirmibini bul-
duğunu söyleyerek sahip olduğu gücün etkisini göstermektedir.56
üzerine yürümüş fakat Keçeci ve Çanağı denilen mülhit taifesinden çok yardım
aldığı için Celâl’e karşı bir şey yapamamıştır.62 Celâl’in kazandığı bu şöhret Şah
İsmail’in adını neredeyse unutturmuştur.
Padişah, Şehsuvaroğluna tabi bu bölgede çıkan ayaklanmayı Şadi Paşa’nın
mektubuyla öğrenince gereken tedbirlerin alınması için sert emirler yollamış ve
Rumeli Beylerbeyi Ferhad Paşa’ya vezirlik payesi vererek bu ayaklanmayı bas-
tırmakla görevlendirmiştir.63 Ferhad Paşa sipahi oğlanları bölüğüyle, üç bin tüfek-
li yeniçeri ve sekban başılarla yola çıkmış64, Bu arada Karaman Beylerbeyi Hüsrev
Paşa’ya, Rum Beylerbeyi Şadi Paşa ve Dulkadir Beylerbeyi Şehsuvaroğlu Ali
Bey’le birlikte harekete geçmesi için emirler gönderilmiştir.65
Gelen emir üzerine acele Kayseri’ye gelen Hüsrev Paşa, Şehsuvaroğlu Ali
Bey’le 23 Nisan 1519’da Şadibey köprüsü denilen bir yerde buluşmuştur.66 Ayak-
lanmacılar ise çok yakında olmalarına karşın savaşmak için değil Celâl’in casusla-
rı aracılığıyla Ferhad Paşa’nın üzerine gönderildiği haberini alır almaz ellerinde
bulunan ağır yükleri atarak taşınabilir kıymetli mallarını aldıkları ve geride bırak-
tıkları her şeyi yakarak Turhal ve Zile’den Artukabad ve Sivas’a doğru harekete
geçmişlerdi.67 Ferhad Paşa ise henüz Ankara civarlarındaydı. Onu beklemeden
Hüsrev Paşa ve Şehsuvaroğlu düşmanın kaçtığını duyup Karahisar’da oldukları-
nı öğrendiğinde Bozoklu Celâl ve kuvvetlerine gecenin ilk saatlerinde yanındaki
ağırlıkları bırakarak saldırmaya karar verdiler. Davullar çalarak tekbirler getire-
rek 24 Nisan 1519’da kuşluk vaktinde Erzincan Akşehir civarlarında yatsı vaktine
kadar süren bir savaş meydana geldi.68 Şehsuvaroğlu Ali Bey’in çok fedakârâne
savaştığı bu savaş sonunda kızılbaşların çoğu öldürülüp kadın ve çocukları esir
alınmıştır.69 Celâl ise yanındaki birçok ayaklanmacı ile birlikte kaçmayı başarmış-
tır.70 Bu arada Şehsuvaroğlu Ali Bey’in oğlu Üveys, Celâl’i takip için görevlendi-
rilmiş, aynı zamanda Vilayet-i Rum’a bağlı cemaatlere onun yakalanması için
mektuplar gönderilmiştir. Sonunda onu ve etrafındakileri yörük taifesinden
Cunkar cemaati yakalamış ve Şadi Paşa’ya teslim etmek için yola çıkmıştır. Üveys
Bey onlarla karşılaşınca Celâl’i ellerinden alarak babasına götürmek istemiş, bu
durumdan üzüntü duyan Rumlular, Üveys Bey ile çatışmaya girmek istedilerse
de Şadi Paşa bu olaya mani olmuştur. Celâl’in Şehsuvaroğlu Ali Bey’e teslim
edildiği bir mektupla padişaha bildirilmiştir. Aynı mektupta yakalananlar arasın-
da bulunan ve ayaklananların her bir durumunu bilen Hamza halifenin Padişah’a
62 TSMA, E 5293.
63 İdris-i Bidlisî, Selimşahnâme, 153a.
64 Celâlzâde, Selimnâme, 197a.
65 TSMA, E 3295.
66 TSMA, E 3295.
67 İdris-i Bidlisî, Selimşahnâme, 153b.
68 TSMA, E 3295.
69 Müneccimbaşı, Sahaifu’l- Ahbâr, 470b.
70 TSMA, E 3295.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 231
gönderildiği, Hisar Bey’in iki karısı, üç kızı, dört oğlu ve bir gelininin hapsedildiği
ve bunlar hakkında ne gibi bir işlem yapılması gerektiği, ayaklanmanın bizzat
Şah İsmail veya Şehzâde Murad’ın önderliğinde olduğu söylentilerinden de bah-
sedilmektedir. 71
Şehsuvaroğlu Ali Bey’e canlı olarak teslim edilen Bozoklu Celâl, halkın na-
zarında ölümsüz bir varlık olarak şöhret bulduğundan kendisine ok batıp batma-
dığını, onu kılıç kesip kesmediğini söyleyenlere bir nevi ibret olması için vücudu
kendi kulağı büyüklüğünde parçalara ayrılarak kafası kesik bir şekilde Padişah’a
gönderilmiştir.72 Yakalanan taraftarları ise âlimlerin fetvaları gereğince kâfir
hükmüne tabi tutulup esir olarak Trabzon’a ve çeşitli beldelere gönderilip satıl-
mıştır.73 Müneccimbaşı, ayaklanmayı bastıran Şehsuvaroğlu Ali Bey için padişah
tarafından takdir edilerek murassa bir kılıç hediye edildiğinden bahsetmektedir.74
İdris-i Bidlisî, bu yaşanan olaylar sırasında Ferhad Paşa’nın Egecik denilen
bir yaylada kaldığını bildirmektedir. Burada Ferhad Paşa’nın yanına gelen birinin
Şehzâde Murad’ın ölmediğini şu anda acem diyarından gelip Anadolu diyarına
ulaştığını ve oranın âyânıyla fitne çıkarmak üzere olduğundan bahseder. Ferhad
Paşa bu haberi derhal Padişah’a haber verir. Padişah, eğer doğruysa bu olaya ka-
rışan memleket ayanını öldürsünler, diye cevap buyurur. Bu yüzden birçok müs-
lümanın katledildiği ve büyük bir vebal hâsıl olduğundan bahseden İdris-i Bid-
lisî, Ferhad Paşa’yı kusurlu bularak âlemin çıkarına hareket etmediğinden bahse-
der.75 Celâlzâde Mustafa ise, bu olaydan bahsederken Ferhad Paşa’nın, ileride
Padişah’a sıkıntı çıkarır düşüncesiyle Şehzâde Murad’ın öldürülmesi emrini
Amasya’da bulunan yalancı ve bozguncu olarak bilinen bir beye bildirmesinden
bahseder. Bu bey, Şehzâde Murad ile görüşenleri derhal yakalayarak katletmesi-
ne dair padişah emrini bahane olarak kullanmış ve bu gerekçe ile mal ve mülk
sahibi zengin ve güçlü Müslümanlara iftira edip cezalandırarak zulüm yapmıştır.
Bu olayın müsebbibini Ferhad Paşa olarak gören Celâlzâde Mustafa, onun Al-
lah’ın kahrına uğradığını ifade etmektedir.76
Görüldüğü üzere Celâl, Bozoklu kızılbaş bir Türkmen olup Tokat’ta Turhal
kalesinde inzivaî bir hayat yaşıyan bir şeyhtir. Bölgedeki kızılbaşlar tarafından
oldukça saygı ile karşılandığı ona atfedilen ifadelerden rahatlıkla anlaşılmaktadır.
Kızılbaş Türkmen kesimler üzerinde uygulanan baskılar, merkezileşmenin getir-
miş olduğu ağır vergiler, Yavuz Sultan Selim’in Anadolu’daki kızılbaşları tespit
etmek için girişimlerde bulunması, bölgede yaşayan kızılbaşları olumsuz yönde
etkilemiştir.
71 TSMA, E 6384/2.
72 TSMA, E 6942.
73 İdris-i Bidlisî, Selimşahnâme, 153b.
74 Müneccimbaşı, Sahaifu’l- Ahbâr, 470b.
75 İdris-i Bidlisî, Selimşahnâme, 153b.
76 Celâlzâde, Tabakât, 20b-21a.
232 • Ümit Erkan
İslâm anlayışını ortaya çıkarırken, onun ayrılmaz bir özelliği olarak yerini almış
ve Osmanlı döneminde özellikle XVI. Yüzyılda da Şahkulu ve Bozoklu Şeyh Celâl
gibi değişik ayaklanma hareketlerinde, merkezi yönetimlere karşı girişilen bütün
hareketlerin ana karakter ve temel motifini oluşturmuştur.79 Bu yüzden XVI. yüz-
yılın başında Safevî propagandalarının etkisiyle ortaya çıkmış bu ayaklanmada
kullanılan mehdici söylemler yeni bir şey değildir.
Kızılbaş Türkmen çevreler arasındaki mehdici söylemlerin arkasında Şiîliğin
etkisi olmakla birlikte Hurûfîliğin de tesirleri vardır. Fazlullah As-
tarâbâdî(796/1394) tarafından yayılmış bir tasavvufi öğreti olan Hurûfîlik, XV.
Yüzyılda Tebriz ve Halep yoluyla Anadolu’ya gelerek inançlarını tasavvuf, vah-
det-i vücud ve ilm-i esrâr-ı huruf gibi daha önce mevcut olan fikir ve inançlar
içinde gizleyerek Bektâşîliğe girmeye başlamıştır. Zira Fazlullah’ın halifelerinden
şair Nesimi(811/1408)’nin Hacı Bayram-ı Veli ile görüşmek üzere Ankara’ya gelip
Anadolu’da çeşitli yerleri gezmesi, halifeler yetiştirmesi, Beşâretnâme adlı eserin
yazarı Refîî’nin onun önde gelen halifelerinden olması, Bektâşîlerin Nesimi’yi
kendilerinden saymaları, Alevîlerin onu yedi ulu ozandan biri olarak tanımlama-
larından yola çıkarak Hurûfîliğin Anadolu’da yayılmasında ve Bektâşîliği etkile-
mesinde Mir Şeref ve Nesimi’nin rol oynamış olabileceği ileri sürülmektedir.
Hurûfîlik öğretisi insanoğlunun yüzünde ve bedeninde tecelli eden “Elifba” harf-
lerinin uluhiyeti üzerine temellendirilmiştir. Fazlullah’ın kutsal kitabı olan Ca-
vidânnâme’de Fazlullah’ın ineceği beklenen ve zuhur edeceğine inanılan İsa ve
Mehdi olduğu ifade edilmiştir. Öte yandan Hurûfîlik, Bektâşîliğe sızarken ayrı bir
şekle bürünerek doğa tanrıcılığı ve insan biçimli tanrıcılık görünüşü altına girmiş-
tir. XVI. yüzyılın başında Şiî Safevî destekli Kızılbaşlığın Bektâşîliğe sızmasıyla
insan biçimli Tanrı anlayışı Tanrı’nın Ali adıyla insanoğlu biçiminde tecelli etmesi
şekline bürünmüştür.80 Bu anlayışın örneklerini Bektâşî Erkânnamelerinde,
Alevîliğin temel kaynaklarından olan Buyruklarda ve özellikle Şah İsmail’in
Hatâyi Divanı’nda görmek mümkündür;
Kızılbaş Türkmen zümreye yabancı olmayan bu ideolojiyi iyi bir şekilde kul-
lanan Bozoklu Şeyh Celâl mehdilik iddiası dışında buna sahib-i zaman kavramını
da ekleyerek Osmanlı siyasal iktidarına karşı bir duruş ve onun meşruiyetini sor-
gulayıcı bir tavır takınmıştır. Menşei itibariyle İslâm öncesi İran Mistik kültürü ve
Eflatuncu düşüncelerin etkisiyle tasavvuf düşüncesinde teşekkül etmiş olması ge-
reken sahib-i zaman veya kutb-i zaman da denilen bu anlayış, kâinatı Allah adına
idare eden her türlü maddi manevi tasarruf yetkisine sahip velîler piramidininin
en üst noktasındaki kişiyi ifade etmektedir. IX. Yüzyılda kendi içinde bir mertebe-
lenmeye tabi tutulan bu veliler piramidinde en alt tabakadan başlayıp sayıları git-
tikçe azalan Recebiyyun, Müfredun, Asaib, Nukeba, Nüceba, Abdal, Efrad, Evtad, İma-
man ve Kutb dereceleri bulunmaktadır. Dolayısıyla yeryüzünde velîlerin en bü-
yüğü olan Kutb, otoritesi altındaki diğer velîler ile birlikte kâinatı yönetmektedir.
Bu anlayışın örneğini klasik tasavvuf kaynaklarında da görmek mümkündür.
Örneğin, 17. yüzyıl Melâmîler’inden La’lîzâde Abdülbâki’nin eserinde sahib-i
zaman ve kutb-i zaman için şunlar yazılmıştır:
İmdi bizzât pîr ve mürşid-i fukaray-ı Melâmîyye ruh-i Muhammedî’dir. Vahiden
ba’de vahid zahir olan aktab-ı zaman anların mürşididir, bi’ş-şahs Sahibu’z-zaman ma-
lumlarıdır, esrar-ı kaza ve kaderden bir sırr-i ilahi dahi oldur ki irade-i rabbani ruy-i arzda
kangı iklimin imaretine taaluk iderse evvela kutb-i zaman ve halife-i nefs-i Rahman ol ik-
limde zahir ve nümayan olup<81
Görüldüğü gibi kutb ve sahib-i zaman profilinde, insana üstün bir kutsallık
atfedilerek Allah’ın vasıtasız bir şekildeki tecellisi olarak görülmüştür. Nübüvvet
ve velayeti şahsında temsil etmiş yeryüzündeki bütün işleri adaletli bir şekilde
yönetmek üzere Allah tarafından halife ve hakem kılınmıştır. Ancak bu sırf İslâmî
köklere dayalı bir anlayış olmayıp Yeni Eflatunculuk ve Gnostisizm gibi bazı mis-
tik etkilerin de rolü bulunmaktadır. Hristiyan mistisizmindeki Saint düşüncesiyle
İslâm tasavvufunda ve Alevîlik’teki Velî telakkisi örneği birçok farklılıkları ol-
makla beraber benzer noktaları olan bu etkinin sonucudur. Anadolu’nun fethe-
dilmeye başladığı XI. Yüzyıldan itibaren çoğunluğunu Oğuzlar’a mensup boyla-
rın oluşturduğu Türkmen toplulukların beraberinde getirdikleri bu Velî telakki-
sinin bilhassa Ahmed Yesevî tarafından kurulan Yesevîlik’le birlikte göçebe ve
yerleşik Türkmen çevrelerine yayılmaya başlayarak Alevîlik ve Bektâşîlik’te ken-
dine yer edindiği dikkat çekmektedir.82
Farklı mertebelerden oluşan bu velîler, belli merhalelerden geçerek bu ko-
numa yükselmişlerdir. Örneğin ait olduğu zümrenin toplumsal, dinî ve ahlakî
değerlerinin temsilcisi konumuna yükselerek tabir caizse insan olarak değil inan-
dığı değerler bütününün kendisi olmuştur. Bununla birlikte Velî, dinî ve ruhani
güçlerle donanmış olduğu için artık toplum tarafında korku ile karışık bir saygı
duygusu hâkim olmaya başlamıştır. Buna paralel olarak sahip olduğu insanüstü
hüviyetin etkisiyle bazı fevkaladelikler göstermiştir. Nihayet dünyada sağladığı
menfaatler uğruna öbür dünyada da Allah katında yardımcı olması için onu
memnun etme çabasına girilmiştir.83 İşte bu inancın bir sonucu olarak kutb, yal-
81 Ayrıntılı bilgi ve örnekler için Bk., Ahmet Yaşar Ocak, Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menakıbna-
meler Metodolojik Bir Yaklaşım (Ankara: TTK Basımevi, 1997), 4-8; Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı
Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler 15-17. Yüzyıllar (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2013),
309-10.
82 Mehmet Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı
Yayınları, 1981), 163-180; Ahmet Yaşar Ocak, Babaîler İsyanı (İstanbul: Dergâh Yayınları, 1996),
69-73.
83 Ocak, Menakıbnameler, 4-8; Ocak, Zındıklar, 309-10.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 235
hastalığını bahane ederek bu teklifi reddetmiştir.87 Bu durum Şah İsmail ile işbir-
liği içinde olduğunu da ortaya çıkarmıştır.
Bununla beraber Osmanlı kuvvetleri Çaldıran seferinde erzak temin etmek
için Dulkadir topraklarına girdiklerinde iyi muamele ile karşılaşmadıkları gibi88
Alaüddevle ilişkileri daha da ilerleterek kızılbaşlarla ittifak girişiminde bulun-
muştur.89 Yavuz Sultan Selim durumun farkına varıp daha da ileri gitmesini en-
gel olmak için Dulkadir Beyliği’ni ortadan kaldırmaya karar vermiştir. Bu şekilde
hem Osmanlılarla Memlükler arasındaki ilişkilerin bozulmasına sebep olan bir
kişiyi ve de Osmanlılar’ın doğu veya güneye yapacakları bir savaş esnasında or-
taya çıkacak tehlikeyi bertaraf etmek için önemli bir adım atılmıştır. Bu adımın
zamanlamasının neden önce değil de şimdi olması Safevîler’in Çaldıran’da aldık-
ları mağlubiyetle açıklanabilir. Memlükler’in bu konuda Alaüddevle yanlısı bir
harekete kalkışması beklense de Safevîler için hazırlanmış hazır bir ordunun var-
lığı bu tehditi önemsiz kılmıştır. Nitekim Rumeli Beylerbeyi Sinan Paşa ve Şehsu-
varoğlu Ali Bey Dulkadir topraklarına gönderilerek 29 Rebiulahir 921/17 Mayıs
1515’te iki tarafın karşılaşması ile savaş başlamıştır.90 Ne Safevî tarafından ne de
Memlük tarafından herhangi bir destek gelmeyerek bir nevi ihanete uğrayan
Alaüddevle, savaş sonucunda savaşı kaybetmekle kalmamış hayatını da kaybet-
miştir.91 Bu savaştan sonra şehrin anahtarları padişaha sunulmuş ve onun adına
hutbe okunmuştur. Padişah da şehrin idaresini Şehsuvaroğlu Ali Bey’e bırakmış-
tır.92
Görüldüğü üzere tarihsel süreç Celâlzâde’nin Bozoklu Şeyh Celâl ayaklan-
masının siyasi gerekçelerle ortaya çıktığı konusundaki ifadelerini haklı çıkarmak-
tadır. Zira Alaüddevle’nin Osmanlı’ya karşı Safevî ve Memlüklerle ittifak arayış-
ları bölgedeki kızılbaş Türkmen kesim ve Şah İsmail tarafından desteklenmesinin
sonucunda gerçekleşmiştir. Yavuz Sultan Selim tarafından bölgeyi ele geçirilmesi
için gönderilen Şehsuvaroğlu Ali Bey’in hem Alaüddevle’yi yakalayıp öldürmesi
hem de bölge idaresinin başına getirilmesi bölgede yaşayan kızılbaş Türkmen ke-
sim için olumsuz bir durum meydana getirmiştir. Üstelik Şehsuvaroğlu Ali Bey’in
Hacı Bektâş Tekkesi ile ilişkisinin olduğu, tekkeye önemli miktarlarda bağışlar
yaptığı da bilinen bir gerçektir.93 Ancak onun bu ayaklanmada takındığı tavra ba-
kıldığında ayaklanmanın mezhebi bir çekişmeden kaynaklanmadığı kolaylıkla
anlaşılmaktadır. Neticede bu süreç, rahatsız olan kızılbaş Türkmen çevrelerin,
hem Yavuz Sultan Selim’in kızılbaşlara yönelik siyaseti hem de Çaldıran, Merci-
dabık ve Ridaniye’de almış olduğu galibiyetin etkisiyle Şah İsmail’in desteği ve
Bozoklu Şeyh Celâl’in önderliğinde siyasî gayelerle ayaklandığı gerçeğini ortaya
koymaktadır.
3.5. Zaman-Mekan
Ayaklanmanın ortaya çıktığı dönemi tahlil ettiğimizde karşımıza şunlar
çıkmaktadır. Öncelikli olarak genelde çağdaş Osmanlı tarihçilerinin ittifak ettiği
ve arşiv belgelerinden edindiğimiz bilgilere göre zorlu kış şartlarında ortaya çı-
kan bu ayaklanma, 925/1519 yılının Mart ayı başlarında ortaya çıkıp Nisan ayının
sonlarına kadar devam etmiştir. Diğer taraftan ayaklanmanın çıktığı döneme bak-
tığımızda böyle bir zamanda çıkması çok anlamlı gözükmektedir. Nitekim Yavuz
Sultan Selim’in Çaldıran’dan sonra ikinci defa düşündüğü doğu seferi, Şah İs-
mail’in topraklarını tamamen ele geçirmeyi düşündüğünü göstermektedir. Bu
maksatla yapılan seferde Alaüddevle’nin Şah İsmail ve Memlük yanlısı hareketle-
ri önceliğin kendisine verilmesine neden olduğu gibi Şah İsmail üzerine bir an
önce gidilmesini ve onun potansiyel bir tehdit oluşturduğunu ortaya koymakta-
dır. Öte yandan doğu seferine çıkmadan önce Memlük Sultanı’nın Osmanlı kuv-
vetlerinin destek talebini reddetmesi ve akabinde Şah İsmail ile ittifak girişiminde
bulunması sefer yönünün Mısır’a kaymasına sebep olmuştur.
Şah İsmail’in kendi üzerine düzenlenen sefer öncesinde Osmanlı ile ilişkile-
rinde problemli olan kişilerle ittifak içerisine girmesi, üzerine yapılacak seferi ya
engellemek istediği ya da kendisine destek arayışı içerisinde olduğunu göster-
mektedir. Nitekim Yavuz Sultan Selim’in Mercidabık ve Ridaniye’de kazanmış
olduğu zaferler Şah İsmail’in endişelerini haklı çıkarmış her ne kadar barış dolu
mektuplar yazmış olsa da üzerine yapılacak sefer düşüncesini engelleyememiştir.
Öyle ki Mısır’daki asker sayısının azaltılıp Anadolu’ya gönderilmesi, padişahın
Halep’te iken ok ve yay temini için Anadolu kadılarına emirler göndermesi bu
düşüncesini gerçekleştirmede kararlı oluşunu ortaya koymuştur. Ancak padişa-
hın bu düşüncesini biraz erteleyip batıya yani Edirne’ye dönmesi Şah İsmail’in
işine yaramış olsa gerek ki Anadolu’daki kızılbaş taraftarlarını Bozoklu Şeyh
Celâl önderliğinde toplayarak Osmanlı’nın yorgun askeri gücünden istifade et-
mek istemiştir. Aslında ortaya çıkan bu ayaklanma sıranın kendisinde olduğunu
bilen Şah İsmail’in, Anadolu’daki taraftar gücünü belirleme ve Osmanlı siyasal
iktidarını mümkün mertebe zayıflatma amacı taşımaktadır. Ayrıca Doğu ve Gü-
neydoğu sınırlarının hac vazifesi ile de olsa kapatılıp siyasî ve ekonomik ambar-
goların uygulanması Safevî Devleti’nin ticari hayatını olumsuz etkilemiştir. Ticarî
olarak darbe alan Şah İsmail, askerî açıdan da bir darbe yemeden önce son bir
hamle yaparak Anadolu’daki kızılbaş Türkmen zümreyi oradaki düzeni bozup
ayaklandırarak zaman kazanmaya çalışmıştır.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 239
sunda modern tarihçiler97 aynı fikirde olmalarına karşın Faruk Sümer bu konuda
farklı bir görüşü gündeme getirmektedir. Yazar, çağdaş Osmanlı tarihçilerinde
Celâl ismi yerine Celâli adının kullanıldığını söyleyerek o döneme ait bütün Os-
manlı tarihçilerinin söylemlerini görmezden gelmiştir. Yukarıda kaynaklar vere-
rek bahsettiğimiz üzere birçok kaynakta Bozoklu Celâl’in adı Celâl olarak da yer
almıştır. Sümer, bahsettiğimiz ayaklanma sürecini Şah Veli karakteri üzerinden
sürdürerek Bozoklu Celâl’i farklı bir tarih diliminde yaşıyormuş gibi göstermek-
tedir. Bu görüşü ortaya koyarken çağdaş Osmanlı kaynaklarından Aşıkpaşa-
zâde’nin tarihinde geçen bir ifadeyi kullanmaktadır. Eserde geçen “Haydar dört
beş yaşına girdiği vakitde Şeyh Cüneyd’e benzer Tokat’ta bir kişi zahir oldu. Şeyh Cü-
neyd’in müridleri, “Şeyh Cüneyd’dür” dediler. Ana uydular. Ol kişiyi Sultan Mehemmed
getürdi. Şeyh Cüneyd’in hocası Hayreddin, Sultan Mehemmed’e hoca olmuş idi; ona gös-
terdi. Ol eyitti: “Cüneyd degüldür” dedi. Ol kişi dahi: “Ben Cüneyd degülem. Bana Celâl
derler” dedi. Ol kişiyi salıverdiler, gitti. Gider iken Cüneyd’in müridleri: “Niçin Cüneyd
degülüm dedün” deyu burunun kestiler. Ol kişiyi daşa basturdular. Öldü deyü kodular
gitdiler. Celâlin müridleri daş altından çıkarıb aldılar gitdiler. Gâh Cüneyd, gâh Celâl’dür
derler idi”98 ifadelerini kullanan Sümer, Celâl’i Şeyh Cüneyd’le aynı dönemde ya-
şamış biri olarak göstererek Yavuz Sultan Selim döneminde yaşayan Bozoklu
Celâl’i görmezden gelmiştir.99 Nitekim çağdaş dönem eserlerine bakıldığında bu-
nu görmemek mümkün değildir. Bu karışıklığa düşülmesinin sebebi herhalde
Şah Veli’nin babasının Şeyh Celâl olarak verilmesinden kaynaklanmaktadır. Gö-
rüldüğü üzere ayaklanmanın ortaya çıkış şekli ve zamanı osmanlı kaynaklarında
ve arşiv vesikalarında anlatılmasına karşın ayaklanmanın lideri konusunda bazen
Celâl, bazen Celâli, bazen de Şah Veli ismi kullanılarak aynı olay anlatılmak is-
tenmiştir.
Padişah olmazdan önce bile kızılbaşlara yönelik tavrı bilinen Yavuz Sultan
Selim’in padişah olduktan sonra Çaldıran öncesi yaptırmış olduğu kızılbaş tefti-
şinde suçsuz olan kızılbaşlara dokunulmamakla birlikte birçok isyankâr kızılbaşı
öldürtmesi, birçoğunu hapsetmesi ya da sürgüne göndermesi durumu karşında
Bozoklu Şeyh Celâl’in ayaklanması, inandığı dava uğrunda samimi olduğunu or-
taya koymaktadır. Nitekim böyle bir dönemde taraftarlarının fazla oluşu ve bin-
lerce taraftarının hayatlarını kaybetme pahasına ona destek olması kendisine gü-
venildiğini ve ona ilahî bir kurtarıcı gözüyle bakıldığını göstermektedir. Bu du-
ruma gelmesi yaşadığı bölgede sahip olduğu inzivaî hayat tarzı ile bağlantılı gö-
rülmektedir.
97 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi (Ankara: TTK Basımevi, 2011), c. 2, 297; Selahattin
Tansel, Yavuz Sultan Selim (Ankara: Milli Eğitim Basımevi, 1969), 94-5; Feridun Emecen, Yavuz
Sultan Selim (İstanbul: Yitik Hazine Yayınları, 2011), 191.
98 Aşıkpaşazâde, Âl-i Osmân, 267.
99 Sümer, Safevî Devletinin Kuruluşu, 73-4.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 241
100 Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı İmparatorluğu’nda Marjinal Sufilik: Kalenderiler (XIV-XVII yüzyıllar)
(Ankara: TTK Basımevi, 1999), 132.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 243
SONUÇ
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki Yavuz Sultan Selim’in Trabzon’da
şehzâde iken başlattığı ve padişah olduktan sonra devam ettiği kızılbaş siyaseti
beraberinde Çaldıran, Mercidabık ve Ridaniye galibiyetlerini getirmiştir. Bu süre-
ci iyi takip eden Şah İsmail, Yavuz’un almış olduğu bu galibiyetlerde öncelikli
hedefinin kendisi olduğunu bilmektedir. Sıranın kendisine geleceğini anlayan Şah
İsmail her ne kadar barış teklifine yanaşmış olsa da kabul görmemiş Anado-
lu’daki kızılbaş taraftarları ile bu süreci yavaşlatma veya engelleme yoluna git-
miştir. İşte Şah İsmail’in desteğiyle Bozoklu Şeyh Celâl’in çıkarmış olduğu bu
ayaklanmayı Osmanlı-Safevî mücadelesinin bir sonucu olarak değerlendirmemiz
gerekir. Her ne kadar mehdici söylemlerle ortaya çıkmış bir ayaklanma olsa da
hem Şah İsmail’in desteğinin varlığı hem de katılan kişilerin kızılbaş oluşu ve ye-
terince taraftar kitlesine ulaşılamaması bunun siyasî gayelerle ortaya çıktığını gös-
termiştir. Öte yandan Osmanlı siyasal iktidarı bu ayaklanmayı inanç yönünden
ziyade kendi bağımsızlığına karşı bir tehdit olarak gördüğü için bu hareketleri
mahkûm ederken inanç noktasından yola çıkılmıştır. Diğer taraftan bu ayaklan-
mada kullanılan mehdici söylem her ne kadar orijinal bir söylem ortaya koymasa
da her iki tarafın dini ne kadar da siyaset için bir araç olarak kullandığını göster-
miştir.
KAYNAKÇA
Âlî, Gelibolulu Mustafa. Künhü’l-Ahbâr. Nuruosmaniye Koleksiyonu, 3406. Süleymaniye Ktp.
Aşıkpaşazâde, Derviş Ahmed b. Şeyh Yahya. Tevârîh-i Âl-i Osmân, İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1332.
Bayramoğlu, Fuat ve Nihat Azamat. “Bayramiyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. 2: 270.
İstanbul: TDV Yayınları, 1992
Caferoğlu, Ahmet. “Türk Onomastiğinde Başlık Yahut Serpuş”, Sekizinci Türk Dili Kurultayında
Okunan Bilimsel Bildiriler 1957, (1960): 113-125.
Celâlzâde Mustafa. Tabakâtü’l-Memâlik ve Derecâtü’l-Mesâlik. Fatih Koleksiyonu, 4423. Süleymaniye
Ktp.
Emecen, Feridun. Yavuz Sultan Selim. İstanbul: Yitik Hazine Yayınları, 2011.
Feridun Ahmed Bey. Münşeâtü’s-selâtin. 1-2. İstanbul: Dârü't-tıbâati'l-âmire, 1858.
Fığlalı, Ethem Ruhi. Türkiye’de Alevîlik Bektâşîlik. İzmir: Selçuk Yayınları, 1990.
Gölpınarlı, Abdülbaki. Alevî-Bektâşî Nefesleri, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1963.
Hasan-ı Rumlu. Ahsenu’t-Tevârîh. Esad Efendi Koleksiyonu, 2157. Süleymaniye Ktp.
Hinz, Walter. Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd XV. Yüzyılda İran’ın Millî Bir Devlet Haline Yükselişi. trc.
Tevfik Bıyıkoğlu Ankara: TTK Basımevi, 1992.
Hoca Sadeddin Efendi. Tâcü’t-Tevârîh. Ayasofya Koleksiyonu, 3041. Süleymaniye Ktp.
244 • Ümit Erkan
Özet
Bu çalışma klasik Arapça sözlükler çerçevesinde mehdi sözcüğünün an-
lamı üzerine odaklanmakta ve kavramın etimolojik-semantik bir analizini
sunmayı amaçlamaktadır. Mehdiliği doğru anlamanın ayaklarından birisi de
‚mehdilik‛ kavramının sözlük anlamından ıstılahi anlama uzanış yolculuğu-
nun seyrini oluşturan semantik analiz oluşturmaktadır. Mehdilik hakkındaki
semantik alanların yeterince belirlenmediği ve bu semantik alanlardaki tarih-
sel dönüşümün ortaya konmadığı görülmektedir. Bu yüzden de Mehdiliğin
hangi perspektifler üzerinde geliştiği tam anlamıyla anlaşılamamaktadır.
Bu tebliğimizde siyasi ve itikadi tartışmalardan sıyrılarak ‚Meh-
di/Mehdilik‛ kelimesinin kullanılışını, Arap dilinin klasik sözlüklerinde ve
Arap şiirinde türevleriyle ele alarak incelemeye ve zaman içinde kavramın
kazandığı yeni anlamlar göz önüne alınarak filolojik bir yöntemle analizini
yapmaya gayret edeceğiz. Unutulmamalıdır ki inanca ait ıstılahların dilsel
kökeni, o yapının tarihini anlamak ve aydınlatmak için kullanılabilecek en
önemli verilerdendir.
Anahtar Kelimeler: Mehdi, Mehdilik, filoloji, semantic, Arap dili.
Yrd. Doç. Dr., Şırnak Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belağatı Anabilim Dalı.
246 • Yaşar Acat
Arabic poetry, and to analyze it in a philological way, and to carry out the
analysis through a philological method by considering the new meanings that
the concept gained over time. It should not be forgotten that the linguistic ori-
gins of the religious terms are the most important data that can be used to
understand and illuminate the history of that structure.
Keywords: Mahdi, Mahdism, Philology, Semantic, Arabic
GİRİŞ
İslam öncesi din ve kültürlerin birçoğunda yer alan ve dünyanın son zaman-
larda insanlığı kurtarmak üzere bir mesih veya mehdinin geleceği inancı, özellikle
toplumların maddi ve manevi sıkıntılara düştükleri, zulme ya da mağlubiyete
uğradıkları veya ümitsizlik yaşadıkları dönemlerde ortaya çıkmıştır.1 Bilindiği
üzere İslam öncesi birçok kültürde olduğu gibi İslâm dininin etki alanında kalan
çevrelerde de mehdî inancı yaygın bir kabul görmüştür. Mehdi kavramı mahiyeti
itibariyle dinî politik alanda geniş bir kullanım alanı bulmuştur. Bunda kavramın
lüğavî anlamının sunduğu imkan da göz ardı edilmemelidir. Bu kavramdaki ‚yol
gösteren‛ anlamı, zaman içinde genişleyerek ve yeni anlamlar da kazanarak dînî-
siyasî amaç için kullanılmasına imkan sağlamıştır. Böylece tabii olarak çok sayıda
kişi veya grubun ‚yol gösteren-doğru yolu bulan‛ anlamına gelen ‚mehdilik‛ id-
diasında bulunmasına yol açmıştır. İslam Mezhepler Tarihinde mehdi, ‚ yol gös-
teren, hidayete eren, doğru yolu bulan, Allah tarafından kendisine rehberlik edi-
len, Kıyamete yakın dönemde zulüm ve adaletsizliğin her tarafı kapladığı bir za-
manda gelip yeryüzünü adaletle dolduracağı ve İslam’ı hakim kılacağı inanılan
kişi‛ anlamlarında kullanılmıştır. Daha öz bir ifade ile ‚dünyanın son zamanla-
rında ortaya çıkıp doğru inancı ve adaleti yeryüzüne hâkim kılacağına inanılan
kurtarıcı‛ demektir.2
Mehdî kavramının İslam tarihinde ‚ıstılah‛ olarak kullanılması ve bir
inanç konusuna dönüşmesi sürecini daha doğru anlamak için ‚mehdilik‛
kavramının sözlük anlamından ıstılahi anlama doğru nasıl yol aldığını da
bilmenin önemli olduğu kanaatindeyiz.
Kur’ân-ı Kerîm’de hidâyet kökünden türeyen fiil ve isim kalıbında birçok
kelime bulunmakla birlikte3 mehdî kelimesine rastlanmamaktadır. Ancak
Kur’an’da hedâ, kelimesinin türevlerinin kullanılmış olması, ‚mehdî‛ kelimesinin
türetilmesinde ve yeni anlamlar kazanmasında belli ölçüde etkili olmuştur.4 Ge-
nelde hidayet kavramı Allah’a, Kur’an’a ve Hz. Peygamber’e nisbet edilmekte,
ayrıca ‚insanın hidayeti benimsemesi, doğru yolu bulması‛ anlamında kullanıl-
1 Nihal Şahin Utku, ‚Beklenen kurtarıcı inancının siyasî-dinî ideoloji olarak ortaya çıkışı‛,
Beklenen Kurtarıcı İnancı Sempozyumu, Kuramer Yayınları, (İstanbul: 2017), s. 65.
2 Ekrem Sarıkçıoğlu, ‚Mehdi‛, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c.18 (Ankara: 2003), 369.
3 Kehf, 17; Ra’d, 7.
4 Sönmez Kutlu, ‚Beklenen kurtarıcı inanışına dayalı siyasi ve dini hareketlerde mehdilik tipolo-
jileri‛, Beklenen Kurtarıcı İnancı Sempozyumu, (İstanbul: Kuramer Yayınları, 2017), 295.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 247
maktadır.5 Bu anlam daha çok Cahiliye dönemindeki kullanıma uygun bir an-
lamdır. Dolayısıyla İslâm’da ahir zamanda Kıyamet öncesi geleceği müjdelenen
beklenen kurtarıcıya her hangi bir işaret olmadığı anlaşılmaktadır.
Hz. Muhammed’e nispet edilen rivayetlerde ise ıstılahi anlam daha ağır
basmakta ve mehdî ifadesinin farklı anlamlarla kullanıldığı görülmektedir. Mâlik
b. Enes, Buhârî ve Müslim gibi titiz davranan hadis âlimleri mehdî kelimesinin
geçtiği rivayetlere yer vermezken Ahmed b. Hanbel, İbn Mâce, Ebû Dâvûd, Tir-
mizî, Hâkim ve Taberânî gibi muhaddisler eserlerinde bu tür rivayetleri naklet-
mişlerdir.6 Mehdi ile ilgili hadislerin büyük çoğunluğunun zayıf veya uydurma
olduğunda görüş birliği bulunduğu görülmektedir. Sünni kaynaklarda mehdî ri-
vayetlerinin 257; buna mukabil Şia kaynaklarında Mehdî el-Muntazar şeklinde ni-
telenen zatla ilgili 6000 civarında rivayet bulunduğu ifade edilmektedir.7 Ancak
bizler İslam Tarihi ile İslam Mezhepleri Tarihinin alanına giren tartışmaları bir ta-
rafa bırakarak etimolojik açıdan böyle bir isimlendirmenin klasik sözlüklerde ne
şekilde geçtiğine değinmeye çalışacağız.8 Çünkü kelimenin ilk sözlüklerdeki kul-
lanımının, ‚Mehdî‛ terimi üzerine cereyan eden tartışmalara önemli bir katkı sağ-
layacağı düşüncesi içerisindeyiz.
Bilindiği üzere ‚ًُْٖذ- ًاْٚ َْذ-ً ًحِْٚذا-حْٚ ‛ ِْذgibi masdarlar ‚٘ ‛ْذkök harflerinden
türemiştir. ‚Mehdî‛ ifadesi de bu mastarlardan türemiş bir ism-i meful (sıfat)
olup ‚doğru yola iletilmiş, kendisine doğru yol gösterilmiş‛ demektir. Keli-
menin aslı ‚٘ٔ ‛يٓذolup ‚ٔ‛ harfi ‚٘‛ harfine idğam olmuş ve makabli olan
‚ ‛دharfi de kesre harekesini almıştır.9
İbn Manzûr (1312 ) ‚٘ ‛انًٓذisminin ‚işaret etmek, doğruyu göstermek,
açıklamak, rehberlik, kılavuzluk, doğru yol, siret ve ahlak‛ anlamlarına gel-
diğini ve bu sıfatın zamanla yaygın olarak kullanılan bir isim haline dönüştü-
ğünü aktarmıştır. Aynı zamanda bu ifadenin Hz. Peygamberinً ahir zamanda
geleceğini müjdelediği zat ve dört halife için de kullandığını şu şekilde ifade
etmiştir:
َ اس ًكاألَعًاءًانْغَا ِن َث ًِح
ًِ٘انًٓذ: ًًًُٙٔتًِِّع، َ صَ ًًَّٗاألَعًاءً َحرًِٙٔلَذًِا ْعر ُ ْعًِمًف،
َ ك ْ َذاًَِّللاًُ ِإ
ِ ّ نًٗان َح َّ ًْْانَّزًِ٘لَذ
ًٍَ ًأَتاًتَ ْك ٍشِّٛٚذ ًُتِ ْان ُخهًَفَا ِءًان ًَ ْٓ ِذٚ ُِشًٚٔ،
َ ٌا َّ ًآخِ ِشِٙ ُءًفَٙ ِجًًََّٚأ،عهَّ َى
ِ ًانض َي َ ًًّٔٛعه
َ ُ َّصهًََّّٗللاَ ً،ٙانً ْٓذًِ٘انَّزًِ٘تَشَّشًتًِِّانُث
ًِءْٙ ش َّ ًٔلَذًْذَ َٓذ ًَّٖإِنًٗان،َٓى َ شذِٛ
َ اس ًع َ ع َ ً ٍْ ًكُ ِّم ً َيًًِٙٔ ِإًٌكَاٌَ ًعَا ًّياًف، ِٓ ْىْٛ َعه ِ َّ ٌُ ًسظ َْٕا،ًّا
َ ً ًَّللا ِ ٛع ِه َ ًٌَٔعُثْ ًَا
َ ًٔ َ َٔعُ ًَ َش
َٖٔا ْْرَذ. َٗ َٔلَ ْٕنًُُّذ َ َعان: 10 ٖ ًً ًٍَا ْْرَذ َْٔاًُْذًَُِّٚللاًُانَّز
َّ ذٚ ِضَٚ َٔ
5 Yusuf Şevki Yavuz, ‚Mehdi‛, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c.18 (Ankara: 2003), 371.
6 Yavuz, ‚Mehdi‛, 371.
7 Yücel, Ahmet, Mehdi hadislerinin temel hadis kaynaklarındaki anlamı, Beklenen Kurtarıcı
İnancı Sempozyumu, (İstanbul: Kuramer Yayınları, 2017),170.
8 Mehdilik kavramının siyasi amaçlar doğrultusunda nasıl kullanıldığının bir örneği olarak
bk. Hüseyin Güneş, ‚Muhtâr es-Sekafî Hareketi Karşısında Muhammed b. Hanefiyye’nin
Yeri‛, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi 75 (2015): 188.
9 Muhibüddîn Muhammed Murtaza b. Muhammed el-Hüseynî ez-Zebîdî, Tâcü’l-‘arûs min
cevâhiri’l-kâmûs, thk. Komisyon, (Kuveyt: Dâru’l-Hidaye, h.1424), 40: 294.
10 Ebü'l-Fazl İbn Manzur b. Mükerrem Cemaleddin Muhammed b. Mükerrem b. Ali el-
Ensari er-Rüveyfii el-İfriki el-Mısri, Lisânü’l-Arab, thk.: Komisyon, (Kahire: Dâru’l-Meârif,
1981), 6: 4639-4642.
248 • Yaşar Acat
11 ‚Size benim sünnetimi ve hidayete eren Râşit Halifelerin sünnetini tavsiye ediyorum.‛ Bkz.: İbn
Mâce, Sünen, Kahire, 1952, s.6; Dârimî, Sünen, İstanbul, 1992, I, 43-44; İbn Hanbel, Müs-
ned, İstanbul, 1992, IV, 126.
12 İbn Manzur, Lisânü’l-Arab, 6: 4639-4642.
13 ez-Zebîdî, Tâcü’l-‘arûs min cevâhiri’l-kâmûs, C.40, s.294.
14 İsmâ‘îl b. Hammâd el-Cevherî, Mu‘cemu’s-Sıhâh, ‚ًًٖ‛ًْذmad., Dâru’l-Ma‘rife, Beyrut, 2007.
15 Muhammed b. Ahmed b. el-Ezherî, Tehzîbu’l-Lüğa, Tah. Muhammed ‘İvad Murhib, Bey-
rut, 2001, VI, 201.
16 Mecdüddin Ebû Tâhir Muhammed b. Yakub el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsû’l-muhît, Tah.: Ko-
misyon, (Beyrut: 2005), 1345.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 249
17 Şihâbuddîn Ebu Abdillah Yâkût b. Abdillah er-Rûmî el-Hamevî, Mu‘cemu’l-büldân, (Bey-
rut: 1995), 5: 229-230.
250 • Yaşar Acat
Mehdî kavramının başta ‚doğru yola iletilmiş, kendisine doğru yol gös-
terilmiş‛ anlamı üzerinde düşünmek gerekmektedir. Bir diğer ifade ile
‚Mehdî‛ sözcüğü belli bir döneme kadar ‘doğru ve doğrudan yana örnek ve
lider kimse’ manalarında kullanılmış ve toplum içinde belli bir saygınlığı olan
kişileri niteleyen bir şeref unvanı olarak algılanmıştır. Yoksa kıyamet öncesi
geleceği müjdelenen mehdiliğe her hangi bir işaret yoktur.
Sonuç olarak denilebilir ister sözlük ister terim olarak sahip olduğu bu
farklı anlamlar göz önünde bulundurulmadığı sürece ‚mehdilik‛ ile ilgili ya-
pılacak tanımlamalar eksik ve yanlış olacaktır.
KAYNAKÇA
el-Berkûk, Abdurrahman. Hassân b. Sâbit Dîvânı, Kâhire: 1929.
el-Cerrâvî, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Abdisselam. el-Hamâsetu’l-Mağribiyye, thk. Muhammed
Rıdvân ed-Dâye, Beyrut: 1991.
ed-Dârimî, Sünen, İstanbul: 1992.
el-Ezherî, Muhammed b. Ahmed b. Tehzîbu’l-Lüğa, Tah. Muhammed ‘İvad Murhib, Beyrut:
2001.
el-Fîrûzâbâdî, Mecdüddin Ebû Tâhir Muhammed b. Yakub. el-Kâmûsû’l-muhît, Tah. Komis-
yon, Beyrut: 2005.
Güneş, Hüseyin. ‚Muhtâr es-Sekafî Hareketi Karşısında Muhammed b. Hanefiyye’nin Yeri‛.
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi 75 (2015): 183-199.
el-Hamevî, Şihâbuddîn Ebu Abdillah Yâkût b. Abdillah er-Rûmî. Mu‘cemu’l-Büldân, Beyrut:
1995.
Hasan, Sa‘d Muhammed. el-Mehdiyyetu fî’l-İslâm münzü akdemi’l-‘usûr hatte’l-yevm, Mısır:
1953.
İbn Hanbel, Müsned, İstanbul, 1992.
İbn Kesîr el-Kureşî el-Basrî ed-Dımeşkî, el-Bidâye ve’n-nihâye, thk. Abdullah b. Abdulmuhsin
et-Turkî, 2003.
Emin, Ahmed. Duhâ’l-İslâm, Beyrut: 1933-1936.
İbn Mâce, Sünen, Kahire: 1952.
İbn Manzur, Ebü'l-Fazl b. Mükerrem Cemaleddin Muhammed b. Mükerrem b. Ali el-Ensari
er-Rüveyfii el-İfriki, Lisânü’l-Arab, thk.: Komisyon, (Kahire: Dâru’l-Meârif, 1981).
İsmâ‘îl b. Hammâd el-Cevherî, Mu‘cemu’s-Sıhâh, ‚ًًٖ‛ًْذmad., Beyrut: Dâru’l-Ma‘rife, 2007.
Kutlu, Sönmez. ‚Beklenen Kurtarıcı İnanışına Dayalı Siyasi ve Dini Hareketlerde Mehdilik
Tipolojileri‛, Beklenen Kurtarıcı İnancı Sempozyumu, Kuramer Yayınları, İstanbul:
2017, 291-351.
el-Mustâvî, Abdurrahman, İmruülkays Divânı, thk. Beyrut: 2004.
Sarıkçıoğlu, Ekrem. ‚Mehdi‛, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 18: 369-371. Ankara:
2003.
Şahin Utku, Nihal. ‚Beklenen Kurtarıcı İnancının Siyasî-Dinî İdeoloji Olarak Ortaya Çıkışı‛,
Beklenen Kurtarıcı İnancı Sempozyumu, Kuramer Yayınları, İstanbul: 2017, 61-86.
Tammâs, Hamdû. Lebîd b. Rebî‘a b. Mâlik Dîvânı, Dâru’l-Ma‘rife, 2004.
Yavuz, Yusuf Şevki. ‚Mehdi‛, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 18: 371-374. Ankara:
2003.
Yücel, Ahmet, ‚Mehdi hadislerinin temel hadis kaynaklarındaki anlamı‛, Beklenen Kurtarıcı
İnancı Sempozyumu, Kuramer Yayınları, İstanbul: 2017, 141-173.
ez-Zebîdî, Muhibüddîn Muhammed Murtaza b. Muhammed el-Hüseynî. Tâcü’l-‘arûs min
cevâhiri’l-kâmûs, thk. Komisyon, Dâru’l-Hidaye.
İSLAM TARİHİNDE İLK MEHDİ TASAVVURLARI
Yusuf BENLİ
GİRİŞ
İslam tarihinde Mehdî kavramının ve tasavvurlarının menşei, ne zaman ve
ne şekilde ortaya çıktığı muhtelif iddialarla açıklanmaya çalışılmıştır. Diğer dinler
ve kültürlerin etkilerinden mi, tarihî şartlardan mı, hadis literatürüne dayalı ola-
rak İslam’dan mı kaynaklandığı konuyla ilgili ileri sürülen görüşler olarak bilin-
mekte ve tartışılmaktadır.
Bir iddiaya göre Mehdî fikri, hemen bütün dinler ve kültürlerde bulunan bir
ümit ve kurtuluş idealidir ve aralarında etimolojik bir birlik olmayan farklı keli-
melerle ifâde edilmektedir. Zalim idarecilerin zulmüne maruz kalan ve ezilen
toplumlar, kendilerini zulüm ve baskıdan kurtaracak bir kurtarıcıyı daima bek-
lemişlerdir. Bu fikir hemen her büyük zulüm devrinde zayıf ve mazlum durum-
dakilerin sarıldıkları can simidi olmuştur. Beklenen kurtarıcı fikri bu sosyo-
psikolojik atmosferin ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
Bir diğer iddiaya göre de Mehdî inancının her dinin ve kültürün kendi tarihi
içinde, psikolojik ve sosyolojik şartlarına göre doğduğu ve geliştiği, bir din ve kül-
türdeki Mehdî fikrinin diğer din ve kültürlerde tesirinin olmadığı ileri sürülmüş-
tür. İslam tarihinde de ilk Mehdî ve Mehdîye benzer fikirlerin ortaya çıkışını ha-
zırlayan şartlar ve nedenler, Emevî ve Abbasî yönetimin muhaliflerine yönelik
baskıcı siyasetiyle ilişkilendirilir. Alevî ve Abbasî çevrelerin “Mehdî”, Emevîlerin
“Süfyânî”, Yemenlilerin Kahtânî, Mudarlıların Temimî, Benū Kelb kabilesinin müs-
takbel kahramanı Kelbî gibi kabilevî, siyasî ve mezhebi mahiyetteki tasavvurların
her birinin, bir mücadele ve rekabet ortamında şekillendiği belirtilir.
Tebliğ metninde, kısaca ifade ettiğimiz Mehdî kavramı ve tasavvurlarının
menşei olarak ileri sürülen iddiaların tartışılmasından ziyade, İslam tarihinin Ab-
basî halifesi Mehdî Mehdî (158-169/ 774-785) dönemi sonrasına kadar tarihî kay-
naklarda görülen ilk Mehdîlik algı ve anlayışlarını ortaya koymaya çalışacağız.
Hadis literatüründe yer alan Mehdî ile ilgili haberlerin, İslam tarihinde ilk
ortaya çıkan Mehdîlik hareketlerine nasıl bir muharrik etkisi olmuştur veya
Mehdîlikle ilgili gelişmelerin mi bu haberlerin oluşmasına tesiri olmuştur. Önemli
olmakla birlikte bu mevzu, Mehdî ile ilgili Hadis literatürü ve bunu değerlendi-
rilmesi bu tebliğin sınırlarını aşan ayrı bir inceleme konusudur.
Prof. Dr. Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
254 • Yusuf Benli
çok farklılıklar taşımakla birlikte, hemen bütün dinler ve kültürlerde bulunan bir
ümit ve kurtuluş idealidir. Zalim idarecilerin hükmü altında ezilen toplumlar, ken-
dilerini karanlıktan aydınlığa çıkaracak bir kurtarıcıyı daima beklemişlerdir.8 Samî
ve Arâmî kültürlerde Mezopotamya’da ortaya çıkan yedibin yıl öncesine ait tablet-
lerde de rastlanılan dışarıdan kurtarıcı bekleyen kurtuluş düşüncesi yerine, Hint-
Aryanî kültürlerde de daha ziyâde kendi içsel kurtuluşunu gerçekleştirmesi ile bu-
nun mümkün olacağını telkin eden bir anlayış mevcuttur.9 Mehdî inancının ilk defa
yaygın olduğu Mezopotamya’da Sümerlerde doğduğu, Babillilerde ve Mısırlılarda
gelişmeğe devam ettiği ve bu iki kanaldan dünyaya yayıldığını belirtir. Mezopo-
tamya’nın bu inancının M.Ö.2000 yıllarında Mısır’a, Mısır’dan veya Zerdüştlükten
İsrâiloğullarına, Babil’den İran’a, oradan da Hindistan’a geçtiği ve Budizmin Çin’e
yayılmasıyla Çin’de de ortaya çıktığı fikirleri ileri sürülür.10 Yine ‚kurtarıcı‛ inancı-
na bağlı olarak gaybet ve ric’at inancının bir benzeri kabul edilebilecek semâya,
semâvî âlemlere veya tanrısal âleme yükselme ve yeryüzüne dönme motifi, eski
Mezopotamya, eski Yunan, Yahudîlik, Hristiyanlık, Sâbiîlik, Hermetism, İran ve
Hint geleneğinde, Maniheizm ve çeşitli kabile dinlerinin hepsinde görülen inanç-
lardır.11 Sâbiîlerde de bozulan dünyayı kötülükten temizleyecek ve yeryüzüne ada-
leti ve saâdeti hâkim kılacak bir Mehdî inancı vardır.12 Eski Mezopotamya mitolojik
inançlarında bulunan Mehdîlik telakkisinde ric’atin benzeri inançlar vardır.13
İran geleneğinde Zerdüşt’ün, bir ışık bulutu içerisinde semaya seyahatinden
sonra dönmesi inancı14 ve eski İran dinlerinde ‚kurtarıcı‛ temasının işlendiği
Mehdîlik akîdesine benzeyen inançlara da rastlanmaktadır. İran’ın eski kuvvetli
devleti yıkılıp İranlılar sürekli mağlubiyete uğradıkça, büyük eski kahramanların
ve şahların tekrar hayata dönerek kendilerini zaferden zafere koşturacağına ve
eski hâkimiyeti tekrar te’sis edeceğine inanıyor ve bu işi yapacak kurtarıcıyı bek-
liyorlardı.15 Nitekim Zerdüşt dininin kutsal kitabı olan Zend-Avesta’da Saoşyant
adında birinin geleceği, bütün insanlara rehberlik edip onları ıslah edeceği ve put-
ları kıracağı müjdelenmektedir.16 Müfessirler Zerdüşt’ün müjdelediği bu kişinin
8 Geniş Bilgi için bkz. Fığlalı, Çağımızda.., 267; Sarıkçıoğlu, Dinlerde Mehdîlik, 16-17, 98; Eliade,
Dinin Anlamı ve Sosyal Fonksiyonu, 34; Nevin Mustafa, Muhalefet, 245-248.
9 Şeriati, Ümmet ve İmamet, 64-67.
10 Geniş bilgi için bkz. Sarıkçıoğlu, Dinlerde Mehdîlik, 16-17.
11 Gündüz, Dinlerde Yükseliş Motifleri, 41-65; Yüksek dağlar bazen bizzat tanrı mekânları olarak
kudsiyet kazanırken, bazen de Tanrı mekânı olan göğe yakınlıkları sebebiyle kutsal mekânlar
olarak görülmüş ve böylece çeşitli dinlerde ve kültürlerde bir dağ kültü meydana gelmiştir. Şiî
gaybet ve ric’at inancında dağ motifi diğer pek çok inanç ve kültürlerde de benzerlik arzeder.
Bkz. Birunî, Tahkik, 200-206; Sarıkçıoğlu, Dinlerde Mehdîlik, 47, 60; Certel, 55.
12 Gündüz, Sâbiîler, 128.
13 Eski Sümer, Akad ve Babil mitolojisinde geniş yer tutan ‚öldürülüp sonra bir şekilde dirilerek
geri dönme ve intikamını alma ‚ inancı için bkz. Hooke, Ortadoğu mitolojisi, 21-63,
14 Gündüz, Dinlerde Yükseliş Motifleri, 55.
15 Goldzier, el-Akide ve’ş-Şeria, 15, Sa’d Hasan, el-Mehdîyyetû fi’l-İslam, 43.
16 Bkz. M. Hamidullah, Le Saint Coran, Paris 1989, 375’den naklen Aydın, Beşâirü’n Nübüvve,
05/550.
256 • Yusuf Benli
üzere, ‚onun emîr ve vezîr‛i olmak için Kûfe’ye geldiğini İbn Hanefiyye adına
hareket ederek onun adına konuştuğunu ifâde eder.38
Bu asırda yine Abdurrahman b. Eş'as Hicri 81. yıldaki isyanı esnasında ken-
disinin, Yemenilerin bekledikleri ve bir gün orada idareyi ele geçirecek olan "Kah-
tan!" olduğunu iddia ederek, kendisini "Nasır" diye isimlendirmişti. Sehm b. Ga-
lib el-Huceyml'nin şair kızı da ona "el-Mansür" diye hitap etmişti.39
Mehdî tasavvuru, Hicn I. asır sonu ve devamında çeşitli İslami gruplar ara-
sında "Mehdî", "Kaim", "Kahtânî" ve "Süfyânî" gibi farklı isimlerle yayılmaya baş-
ladı.40
Zeyd b. Ali
Zeyd b. Ali'nin 121/731 yılında Kufe'de isyan hareketinde taraftarlarından
bazıları da onu Mehdî diye isimlendiriyorlardı. 122. yılda Emevi şairlerinden biri-
si şöyle demektedir: "Sizin için Zeyd 'i bir hurma ağacına astık,
Halbuki ben hurma ağacına asılı bir Mehdî de görmedim "66
Bir değerlendirmeye göre, Zeyd b. Ali’nin ve kardeşinin vefatından sonra
büyük bir buhran geçiren Horasanlıların, gördükleri rüyâ haberleri, melâhim, ya-
ni gelecekte olacak hâdiseler hakkında bilgi veren haberler, şiirler,67 Mehdî ve
kurtarıcı olarak beklenen ‚siyah bayraklılar‛ ve benzeri rivâyetlerle ‚yeryüzünü
adaletle dolduracak‛ fikri ile ilgili pek çok rivâyetin uydurulması68 ve yayılması
dönemin şartlarıyla ilgili bir durumdur.
Gulât-ı Şia üzerine bir çalışması olan Muhammed Câbir Abdu’l Al, Zeyd b.
Ali’den ayrılan ve ‚Ravafız‛ olarak bilinen Kûfeli grubu, Gulât, Zeydiyye ve daha
sonra İmâmiyye olarak bilinenlerin dışında Şiî topluluğun dördüncü bir tâifesi
olarak görmekte ve bunların Muhammed b. el-Hanefiyye’yi imam ve ‚Mehdî el-
Muntazar‛ (beklenen Mehdî) olarak kabul ettiklerini ileri sürmektedir.69
69 Abdu’l-Al, 60-61.
70 Vloten, 41.
71 Laoust, İslam’da Ayrılıkçı Görüşler, 65.
72 Kutlu, Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, 185.
73 Haris b. Süreyc’in isyanı ve değerlendirmesine dair geniş bilgi için bkz. Vloten, 40-43, 76; Kut-
lu, Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, 183-196.
74 Câbirî, Arap Aklının Oluşumu, 162.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 263
Mürciî Mehdî olduğunu ileri sürmektedirler. Onun Emevî iktidarını yıkmak iste-
diği söylenebilirse de, Ebû Davud’un naklettiği bir hadise bakarak Mehdîlik iddi-
asında bulunduğunu söyleyebilmek zordur.75
84 Nevbahti, 22; İbn Hazm, IV, 180; İbn Abdirabbih, II, 249-250; Bağdadî, el-Fark 235; Şehristanî, el-
Milel, I, 212 ric’at ilişkisi ile.
85 Müberred, III, 1114; Malatî, 18-19; İbn Abdirabbih, II, 246; İsfereyani, 123-124; Bağdâdi, el fark,
233- 235.
86 Bkz. Hatib Bağdadî, Tarihu Bağdat, Beyrut 1986, VIII,488.
87 Bkz. el-Hayavân, V, 450-452.
88 Hasan ‚Aspects of Shi’ah History”, 272.
89 Fazlurrahman, 239-244.
90 Freedman, j. L. – D. O. Sears- J. M. Carlmıth, 229;
91 Balcıoğlu, 10-11;
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 265
92 İbn Sa’d, V,111; Belâzurî, Ensab, I,524-525; İbn A’sam, V-VI, 394-396;
93 Muhtar’ın düşmesinden İbn Hanefiyye’nin ölümüne kadar Keysaniyyenin durumu için bkz.
Kâdî, el-Keysâniyyetü fi’l-Edeb, 139-167.
94 Kâdı, El-Keysâniyyetü fi’l-Edeb, 168-170.
95 Şair Kuseyyir ve Seyyid Himyeri’nin şiirlerinde Krş; Nevbahti, 27, 29; Kûmmi, 26-27; Eş’ari,
Makalat, I, 92; Ebu Hâtim er-Râzî, Kitabu’z-Zîne, 296-297; Bağdadî, Fark, 39-43; İbn Kuteybe,
Uyunu’l-Ahbar, II, 160; İsfehânî, Kitâbü’l- Aganî, IX, 14,15; Mes’ūdî, III, 87-88; Şehrestani, 1,150;
İsferaini, 31;İbn Hazm, IV,179; Râzî, İ’tikâdâtu Fırâkı’l-Müslimîn ve’l-Müşrikîn, 62.
96 Keysâniyye’de bu doktrinin gelişmesi için bkz. Kâdî, El-Keysaniyyetü fi’l-Edeb, 168-196.
97 Hodgson, “How did the eraly Shi’a Become Secterian?” 5.
98 Bkz. Kummî, 29; el-Fark, 53;
99 Kâdı, el-Keysaniyyetü fi’l-Edeb, 360.
100 Hodgson, “How Did Early Shia, 6.
101 Üzüm, 18/451.
266 • Yusuf Benli
re, İbn Hanefiyye, birinden su, diğerinden bal akan, iki çeşmenin bulunduğu, sa-
ğında bir aslanın solunda bir kaplanın onu korumak için beklediği, etrafında pan-
terler, aslanlar, ceylanlar, yabani sığırlar ve çeşitli deve kuşları bulunan bir yerde
beklemektedir. Ancak bu hayvanlar, O’na saygı duyduğu ve mukaddes saydığı
için hiç biri ne tırnağıyla ve ne de pençesiyle saldırmaz. Melekler onunla konuşur.
O, çıkmasına izin verilinceye kadar Radva dağında ona yükledikleri günahlar yü-
zünden, bir cezâ olmak üzere halkın gözlerinden uzak tutularak gizlenecektir. Bir
çok aylar ve hatta seneler, Radvâ dağı vâdilerinden birinde ikâmet etmektedir.
Gizlendiği yerden zulmün kapladığı yeryüzüne geri dönerek orayı adaletle dol-
duracak beklenen bir Mehdîdir.110
İbn Hanefiyye pek çok topluluğun muhayyilesinde canlı bir sembol olagel-
miştir.111 Keysâniyyenin fikirlerini, şiirlerinin konusu yaparak yayan meşhur şâir-
lerden Küseyyir el-Azza (105/723)112 ve Seyyid el-Himyerî (178/794)113 İbn Hane-
fiyye’nin ric’ati inancıyla ilgili şiirler söylediklerinden Keysâni olarak tanınmış-
lardır.114 Mesihî fikirler, özellikle Kerbiyye ile birleştirilmiştir. Keysâniyye’den İbn
Hanefiyye’nin gizlenme yeri bilinmediğini kabul edenlere karşı Radvâ dağında
gizlendiğini kabul ettikleri için şâir Kuseyyir (Kesir İzzet) ve Seyyid el-
Himyeri’nin de Kerbiyye fırkasına mensup oldukları söylenmektedir.115
Nahd kabilesinden Said en-Nehdi’nin ashabının da İbn Hanefiyye’nin
ric’atini iddia ettiği kaydedilir.116 İbn Hanefiyye’nin ölümünden sonra Keysâniy-
110 Genellikle Şair Kuseyyir ve Seyyid Himyeri’nin şiirlerinde geçen şekliyle Keysâniyye veya
Kerbiyye için benzer görüşler olarak ifâde ediliyor,. Krş; Nâşî el-Ekber, 26-27-28-29; Nevbahtî,
27, 29; Kummî, 26-27; Eş’arî, Makâlât, I, 92; Ebu Hatim er-Râzî, 296-297; Bağdâdî, el-Fark, 39-43;
İbn Kuteybe, Uyûnu’ul-Ahbar, II, 160; İsfehânî, Kitâbü’l- Agânî, IX, 14,15; Mes’ûdî, III, 87-88; Şeh-
ristânî, I, 150; İsferâyinî, 31; İbn Hazm, IV, 179; Makdisî, V, 128; Razi, İ’tikâdât, 62; İbn Haldun,
Mukaddime, I, 501; Makrizi, Hıtat, II, 352; Peygamber ailesinin memâliki bulunan Yenbu’ yakın-
larında yüksek bir dağdır. Dereleri, vâdileri, ağaçları ve bol suları vardır. Yenbu’dan bakıldı-
ğında yemyeşil görünür. Vloten, 53; Avni İlhan, Mehdîlik, 70-78; Madelung, Ebu’l-Kasım el-
Belhî’ye göre İbn Hanefiyye’nin ric’atine ilk olarak İbn Kerb değil, Hayyan es-Serrac’ın inandı-
ğının ileri sürüldüğünü belirtir. Madelung, “Kuraybiyya” EI², V, 433; Makdisî’de Hasan es-
Serrac olarak geçer. Bkz. Makdisî, V, 129;
111 Câbirî, İslâm’da Siyasal Akıl, 553.
112 Ebû Sahr Kuseyyir b. Abdirrahman b. Ebî Cum’a b. el-Esved, kendisinin Kureyşli olduğunu
söylerdi. Kahtân’dan ezd’li olduğu söylenir. Emevi Devletinin meşhur şâirlerindendir. Ric’ata
inanan aşırı Şiîlerdendir. 105/723’de ölmüştür. bk. Şezerât, 1/131-2; Eş’arî, 92-93; Şehristânî, I,
150; Abdulmelik (685-705) ve Yezid b. Abdilmelik (720-724)’in saraylarına takdim edildiği ve
723’te öldüğü söylenen şair Kusayyir, daha ziyade Medine civarında yaşadı. İbn Hallikan,
Vefâyâtu’l- A’yan; Watt, “Shi’ism under The Umayyads,” 166.
113 F. Râzî, Muhassal, 358; Lisanu’l-Mizan, I, 673-674; Geniş bilgi için bkz. Vedâd Kadi, Keysâniyye,
168-192, 226, 228; Değişik kaynaklardan ve divanından alıntılarla Kuseyyir ve Seyyid el-
Himyerinin kasidelerinde İbn Hanefiyye’nin gaybetini ve ric’atini tavsif ettiklerini özetler.
114 Bağdâdî, Fark, 41-43; İbn Hazm, IV, 94, 182;
115 Nevbahtî, 29-30; Watt, ‚Shi’ism under The Umayyads,” 167;
116 Nevbahtî, 28-29; Kummî,34. Kaynaklarda Said en-Nehdi hakkında başka bir bilgiye malesef
rastlanmaması sebebiyle onun hareketi ile ilgili ayrıntılı bilgi veremiyoruz.
268 • Yusuf Benli
117 Keysâniyye ile ilgili geniş bilgi için bkz. Vedad el-Kadî, Keysâniyye fi et-Tarih ve’l-Edeb, Dar’us-
Sakafe, Beyrut, 1974, 47-352.
118 İbn Sa’d, V, 115.
119 Nevbahtî, 31; Kummî, 38;
120 Nevbahtî, 28-29.
121 Nevbahtî, 34; Ebû Hatim er-Râzî, 297; Makdisî, V,130; Mehdî fikri, Kûfe’de Şiî Keysânî fırkala-
rın fikirlerinin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Bkz. Tucker, ‚Beyan b. Sem’an”, 245.
122 Bkz. Kummî 27-30.
123 Nevbahtî,35; Eş’arî, I,97; Bagdâdi, el-Fark, 246;Telbîsu İblis, 98.
124 Nevbahtî, 35; Eş’arî, Makâlât, I, 97; Kitâbu’z-Zîne, 298.
125 Bkz. Tucker, ‚Beyan b. Sem’an”, 245.
126 Nevbahtî, s. 37-41; Eş‘arî, s. 11-13, 25-28.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 269
127 Nevbahtî, 38; Kummî, 47; Eş’arî, Makâlât, I, 75; Bağdâdî, Fark; Şehristânî, Milel, I, 178. Câbirî,
İslâmda Siyâsal Akıl, 580.
128 İbn Nedim, 232-233; Ahmed Hatib, el-Harekâtu’l-Batınîyye, 59; Lewis, İsmâililer” İA, 1120; Kut-
luay, İslam Mezhepleri, 128; Câbirî, Arap Aklının Oluşumu, 320-321; Bolay, 30; İlhan, ‚Batınîyye‛
DİA, II,192.
129 İbnu’n-Nedim, 232-233; Ahmed Hatib, el-Harekâtu’l-Batınîyye, 59; Lewis, İsmâililer‛ 1120; Kut-
luay, 128; Câbirî, Arap Aklının Oluşumu, 320-321; Bolay, 30; İlhan, ‚Batınîyye‛ DİA, II,192.
130 Öz, Mustafa - Mustafa Muhammed eş-Şek‘a, İsmâiliyye, 23/130-131.
131 Madelung, ‚Shiism”,XIII, 242.
132 Margoliouth, On Mahdis and Mahdiism, 214 v.d; Watt, “İslamic Political Thougut”The Basic Con-
cepts, 44; Geniş bilgi için bkz. Abdurrezzak el-Hasan, 3-225.
133 Fazlurrahman, 240-241.
270 • Yusuf Benli
134 Ahmed Emin, Duha’l İslâm, III, 241-243; El-Kadi, el-Keysaniyye, 226-228;
135 Jafri, 263.
136 Tunusi, “ez-Zandaka”, 645; Kutluay, İslâm ve Yahudi Mez. 217; İlhan, Mehdîlik, 13
137 Cabirî, İslâmda Siyasal Akıl, 572; Abdürrezzak, el-Mehdî, 35-54.
138 Hökelekli, 87.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 271
müjdesi veren bir ‚Mehdî‛ ideolojisi, aslında hem adalet ve hem de zalimlerden
intikam ümidini geleceğe taşıma anlamına gelmektedir.139 Bu sebeple şimdiki
zamanı gözden siler ve ilgisini gelecek zaman üzerinde toplar. Kuvvetini işte bu
davranıştan alır. Geleceğe ait vaadler ve imkanlar hakkında abartılmış bir inanca
sahip olmak büyük düzen değişikliği isteyen hareketler için gereklidir. Vaad edi-
lene doğru bir yürüyüş, bir hareketin birliğini ve maneviyatını kuvvetlendirir.
Ümitle dolu olan kişi en acayip kudret kaynaklarından bile, meselâ bir slogan, bir
kelime, bir simge gibi mesajdan kuvvet alabilir. Bir inanç sistemi içinde, geleceğe
ait bir inanç olmadığında ve büyük nimetler vaad eden öğeler taşımadığında hiç
bir inanç kuvvetli olamaz.140
Aşırı sevgi ile bağlanılan liderin ölümü taraftarlarında bir panik hâli oluştu-
rur ve hakikati göremez olurlar. Liderlerinin ölümünden şüphe etmeye başlarlar.
Kat’iyyen ölmemiş olan liderlerinin kaybolduğundan, bir müddet sonra ortaya
çıkacağını inançla iddia ederler. Bu düşünce onları teselli eder. Sevdikleri liderle-
rinin geri dönmesi en kat’i inançları olur ve bir akide halinde ecdaddan torunları-
na intikal eder.141 ‚Ric’at‛ düşüncesi, işte burada ‚Mehdî‛ düşüncesiyle bağlantılı
olur. Ric’at, daha önce gerçekleştirilmeyeni gerçekleştirmek üzere Mehdî’nin geri
dönüşüdür.142
İlk Şiî nitelikli Mehdî iddialarından itibaren Kur’an ve hadis literatüründen
kendi anlayışlarına göre delillendirmelerin de yapıldığı görülür. Hz. İdris’in ve
Hz. İsa’nın ölmeden semaya yükseltilmesi ve orada yaşaması şeklinde143 kaynak-
larda yer alan ve yine Mi’râc meselesi çerçevesinde ifâde edilen bazı rivâyetlerle144
Ebû Hüreyre’den gelen bir hadîs rivâyeti veya Vehb b. Münebbih ve Kab’ el-
Ahbârdan gelen haberler ve bazı âyetler gaybet ve ric’at görüşlerine delil olarak
te’vil edilmiştir.145 İsrail oğullarında meydana gelen herşeyin İslâm ümmetinde de
olması gerektiğini iddia etmişlerdir. ‚Yahut o kimse gibisini ki çatıları çökmüş,
duvarları üstüne yıkılmış bir kasabaya uğramış ‚Allah burasını ölümden sonra
acaba nasıl diriltecek?‛ demiş‛146 ayetinin doğrulanması mahiyetinde Allah İsrail
oğullarından bir zümreyi ölümden sonra dirilttiği gibi son hesaba çekmeden önce
ölüleri diriltir ve dünyaya getirir.147 ‚Her halde o Kur’an’ı senin üzerine farz kılan
(Allah) seni yine dönülecek yere döndürecektir...‛148 âyetleri gaybet ve ric’at gö-
rüşlerine delil olarak kullanılmıştır. Hz. Ali’nin sözlerinden de iddialarına destek
aramışlardır.149
tekrar dönecektir.‛157 Benzer inançlar Şiî-Gulat hareketlerde Hz. Ali ve imam ola-
rak kabul edilen bazı kişilere uyarlanarak ifade edilmiştir.158 İlâhî karektere sahip
olan İsa-Mesih’in bir kurtarıcı olarak yeryüzüne inmesi ve tarihin akışına müda-
hale etmesi anlayışı mevcuttur.159 İsa’nın Zeytin dağında bir bulut içerisinde se-
maya yükselmesi,160 Hz. Meryem’in ölümünden sonra, İsa’nın ikinci kez ‚Tanrı-
nın Krallığı‛ dönemini başlatana kadar yeryüzüne dönmeden semâda kalacağı
inancı Hristiyan bayramına dönüşmüştür.161
Şîada ortaya çıkan Mehdî fikri ile, Yahudi ve Hristiyanlıkta ‚beklenen bir
kurtarıcı‛ ‚Mesih‛ fikri üstlendikleri roller itibariyle birbirinden farklı162 olduğu
ileri sürülebilir. Hristiyan ve Yahudîlerde gördüğümüz Mehdî, gaybet ve ric’at
anlayışları ya etkilenme veya benimseyerek bir şekilde benzer anlayışla, Şiî-Gulât
eğilimlerde de kendilerince imam kabul ettikleri liderlerinin şahıslarına uyarlan-
mışdır.
Sarıkçıoğlu, Mehdî inancının her dinin kendi içinde, kendi tarihi, psikolojik
ve sosyolojik şartlarına göre doğduğu ve geliştiği, bir dindeki Mehdî inancının
diğer dindeki Mehdî inancına tesirinin olmadığı görüşündedir.163 Dolayısıyle bu
kurtuluş ümit ve ideâlinin bir çok kültür ve inançlarda mevcudiyeti, İnsanın yara-
tılışı ile ilgili, benzer şartlarda her zaman ortaya çıkan bir anlayıştır. ‚idarenin
kendilerine döneceği‛ yolundaki vaadlerle yeniden ekilen ‚kurtarıcı‛ fikrinin to-
humları, Emevîlerin baskıcı siyâsetiyle hazır duruma gelen ortamda filizlendi.
Hürremî Hareketler
Dûrî’ye göre Abbasi daveti, muhalif bütün unsurları kendi bayrağı altında
toplamaya çalıştı. Kaybedilmiş İran şanının diriltilmesi şuurunu kuvvetlendirdi.
Aynı şekilde sosyal hareketleri, özellikle de mevcut sosyal şartlara isyanı temsil
eden Hürremiyye’yi hareketlendirip faaliyete geçirdi. Hürremîlîk, İslâm’ı maske
olarak kullanmaya ve faaliyet alanını genişletmek, kendisini korumak için
İslâm’ın bazı ilkelerinden faydalanmaya çalıştıktan sonraki haliyle Mazdekî-
Senevî hareketinden başka bir şey değildi. Bazı dâîler daha da ileri giderek Zer-
Mehdî ile oturmaktadır. Her üçü birden ortaya çıktıkları an, en önde Ebû Müslim
olacak, Mazdek de vezirliğini yapacak. Bu hususta bana mektup gönderdiler.‛
şeklinde bildirilerde bulunmuştur. Rafızîler Mehdî, Mazdekiler Mazdek adını işi-
tince, büyük bir topluluk teşkil ederek etrafında 100.000 kişilik bir asker toplan-
mıştır. Mazdekilerle yalnız kalınca, ‚ben Sasanioğullarından kalma bir kitapta,
devletin Arapların elinden çıktığını, ben geri dönünce güneş yerine diktikleri
Kâbe’yi yıkarak eskiden olduğu gibi tekrar güneşi Kâbe’miz yapacağımızı bul-
dum‛ dediği nakledilir.194 Sünbâz’ın irtidat ettiğini gösteren bu arzusuna, binlerce
insanın icabet ettiği anlaşılmaktadır.195
137/755-56 yılı civarında Ebû Müslim’in bir başka arkadaşı veya daîsi olan
Mecûsi İshak et-Türk, yine Ebû Müslim’in öldürülmesini bahane ederek Mavera-
ünnehir’de ayaklandı. Horasan valisi Ebû Davud Halid b. İbrahim’in bütün gay-
retlerine rağmen bastırılamayan bu isyanın, iki yıl sonra nihayet 140/757 yılında
halife Mansur döneminde bastırıldığı nakledilir. Mecûsiliği ihya etmek isteyen İs-
hak’ın isyan hareketine Zerdüştî halk topluluğu katılmıştır. İshak’a göre Ebû
Müslim ölmemiştir. Ebû Müslim, onun gibi ölmemiş olan ve dinini ihya etnek
için gelecek olan Zerdüşt tarafından gönderilmiş ilahi bir şahsiyet yani nebîdir ve
Rey dağlarında yaşamaktadır. Bir zaman sonra hükmünü, saltanatını yeniden ih-
ya etmek, dininin zaferini kutlamak için ric’at edecektir.196 Daha önce Keysanî ha-
rekette görülen İbn Hanefiyye’nin yerini Ebû Müslim, Radvâ dağının yerini Rey
dağları almış olarak Mehdî öğretisi ifade edilmiştir.
Ebu Müslim adına ortaya çıkan hareketlerin hepsi, Ebu Müslim’in Mehdî
olarak geri döneceğini ileri sürmüşlerdir. Bu, Müslimiyye hareketlerinin çekirdeği
haline gelmiştir. Ebû Müslim’e verilen Mehdî ünvanı onun Şiî yönünden çok
Zerdüştiliğinden kaynaklanmaktaydı. Onun takipçileri de onun Zerdüşt’ün ev
halkından olduğuna inandılar. Bu mezhebin takipçileri Mazdeki öğretisini be-
nimsemişlerdi. Emevilere karşı ayaklanan Ebu Müslim’in ordusunun büyük bir
kısmını da Zerdüşt, Hürremiler ve Keysaniyye teşkil etmekteydi.197
SONUÇ
Bir kurtuluş ümit ve ideâlinin bir çok kültür ve inançlarda mevcudiyeti, in-
sanın fıtratı, tabiatı ve mahiyeti gereğidir ve benzer sosyo-psikolojik şartlarda her
zaman böyle bir fikre meyledilmesi doğal bir durumdur.
İslam tarihinde Mehdî nitelemesinin ilk kullanımınlarının kökeni ve nere-
den kaynaklandığı bir soru olarak karşımıza çıkıyor. Bu konuda yapılabilecek
tespitler de çok kolay izah edilebilir gözükmüyor.
KAYNAKÇA
Abdu’l-Âl, Muhammed Cabir, Harekâtü’ş-Şîa el-Mutatarrifîn, Kahire 1967.
Abdurrezzak, el-Hasan, el-Mehdî ve’l-Mehdiyyetû, Bağdat, 1957. 3-225.
Abdülbâkī, Muhammed Fuad, el-Mu’cemu’l-Müfehres Lielfazı’l-Kur’ani’l-Kerim, Kahire 1364.
Ahmed Cevdet Paşa (1895), Kısas’ı Enbiya ve Tevarihi Hülefa,c. II, Haz. Mahir İz, İstanbul 1972,
Ahmed Midhat Efendi, ‚Hz. Peygamber’in Tevrat’ta Müjdelenmesi”, sad. Süleyman Turan, Milel ve
Nihal Dergisi, II/2 Haziran 2005, 163-189;
Ahmed, Hatib, Muhammed Harekâtu’l-Batınî yye fi’l-Alemi’l-İslâmî, Riyad 1986.
Ahmet Emin, Duha’l-İslâm, Beyrut trz.
Akbulut, Sahabe Devri Siyâsî Hadiselerinin Kelâmî Proplemlere Etkileri, İstanbul 1992.
Ali Akyüz, el-Fiten ve’l-Melâhim, DİA, 13/154.
Atay, Hüseyin, Ehl-i Sünnet, Ankara 1983.
Ateş, Ali Osman, Ehli Sünnet ve Şiâ’nın Delil Olarak Aldığı Bazı Hadisler, İstanbul 1996.
Bağdâdî, el-Fark Beyne’l-Fırak, thk. M. Muhyiddin Abdulhamid, Beyrut 1993.
Balcıoğlu, Tâhir Hârimî, Türk Tarihinde Mezhep Cereyanları, Ankara, 1940.
280 • Yusuf Benli
Bel^zurî, Ensabü’l-Eşraf, II. Kısım thk. Halil Üsâmene, Kudüs 1993; III. Kısım, thk. Abdulaziz ed-
Dûrî, Beyrut 1978; IV. Kısım, nşr. Max Schloessinger, Jerusalem 1971; V. Kısım, thk.
S.D.F.Goitein, Jerusalem 1936.
Belâzurî, Ahmed b. Yahya b. Cabir (279/892), Futûhu’l-Buldan, ta’lik, Rıdvan Muhammed Rıdvan,
Beyrut 1978.
Birunî, Ebû Reyhan Muhammed b. Ahmed el-Harezmî, (440/1048), Âsâru’l-Bâkiye ani’l-Kurûni’l-
Hâliye, nşr. C. Eduard Sachau, Leibziğ1923.
Birûnî, Tahkiku Ma li’l-Hind, Beyrut 1958.
Bolay, Süleyman Hayri, Felsefi Doktrinler Terimler Sözlüğü, Ankara 1990.
Brockelmann, “Seyyid Himyerî”, İA. X, 543.
Cabirî İslam’da Siyasal Akıl, (el-Aklu’s-Siyâsiyyu’l-Arabî) çev. Vecdi Akyüz, İstanbul 1997.
Cabirî, Bunyetu’l-Akli’l-Arabî, Beyrut 1990.
Cabiri, Muhammed Abid, Arap Aklının Oluşumu (Tekvinü’l-Akli’l-Arabi), çev. İbrahim Akbaba, İs-
tanbul 1997.
Câhız, Ebû Osman Amr b. Bahr (255/869), el-Beyân ve’t-Tebyin, I-IV, thk. Abdüsselâm Muhammed,
Harun, Kahire1948.
Câhız, Kitabu’l Hayevân, I-VII, thk. Abdüsselâm Muhammed Harun, Beyrut 1969.
Celil Kiraz, ‚Hz. Muhammed (Sav)’İn Önceki Kutsal Kitaplarda Müjdelenmesi (Tebşîrât)”, UÜİFD, 10/1,
2001 231-260.
Certel, Hüseyin, ‚Mekan İçinde Tanrı Tasavvuru ve Antropomorfik Düşünce”, AAD, (Kış 1996), Erzu-
rum.
Chokr, Melhem, Zandaqa et Zindiqs en Islam au Second Siecle de l’Hegire, Damas 1993.
Cihan, Sadık, Uydurma Hadislerin Doğuşu Siyasi ve Sosyo-Politik Olaylarla İlgisi, Samsun 1996.
Dineverî, Ahmed b. Davud Ebu Hanife (282/895), el-Ahbâru’t-Tıvâl, thk. Ömer Faruk et-Tabbâî,
Beyrut 1995.
Divanu Ferezdak, Beyrut, ı966.
Dûrî, Abdulaziz, İlk Dönem İslam Tarihi, çev. Hayrettin Yücesoy, İstanbul 1991.
_________Abbasi Propagandası Sürecinde Ve Abbasiler'in İlk Asrında Mehdi Tasavvuru, çev. MBalıa-
üddin Varol, İstem, 2/3, (2004), 219-231,
Ebû Hâtim er-Râzî, Ahmed b. er-Râzî Hemdan (322/945-5), Kitabu’z-Zîne fi Kelimati’l-İslâmiyye el-
Arabiyye, thk, Abdüsselam es-Samerraî, Bağdat 1982. (Abdüsselam es-Samerrâî’nin el-
Gulüvvu ve’l-Fırâku’l-Gâliye fi’l-Hadârati’l-İslâmiyye, Bağdat 1982 eserine ek olarak yayın-
lanmıştır.)
Ebu’l-Ferec el-İsfehânî, Ebu’l-Hüseyin Ali b. Hüseyin (356/967), Kitâbu’l-Ağânî, I-XXIV, thk. Ab-
dulkerim Azbâvî- Abdulaziz Matar, Beyrut trz.
Ebu’l-Ferec, Makâtilu’t-Tâlibîyyîn, thk. Seyyid Ahmed es-Sakr, 1946.
Eliade, Mircae, Dinin Anlamı ve Sosyal Fonksiyonu, çev. Mehmet Aydın Ankara 1990.
el-İcî, Adûduddîn Abdurrahman b. Ahmed, Şerhu’l-Mevâkıf fî İlmi Kelam, thk. Seyyid Şerif Ali b.
Muhammed el-Cürcânî, Mısır 1907.
el-Lümeylim, Abdulaziz Muhammed, el-Alâkatu Beyne’l-Aleviyyîn ve’l-Abbâsîn, Müeessetur-Risâle
yay. trz.
en-Neşşâr, Ali Sâmi, Neşetü’l-Fikri’l-Felsefî fi’l-İslam, I-III, Kahire 1977.
Eş’arî, Ebu’l-Hasan Ali b. İsmail (324/936), Makâlâtu’l-İslâmiyyin ve İhtilâfu’l-Musallîn, thk. Mu-
hammed Muhyıddin Abdülhamid Kahire 1969.
Ezdî, Tarihu'l-Mavsıl, thk. Ali Habibe, Kahire, ı967,
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 281
İbn Hallikan, Ebu Abbas Şemseddin Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekir (681/1282), Vefeyâtu’l
A’yan ve Enbâu Ebnâi’z-Zemân, I-VIII, thk. İhsan Abbas, Beyrut 1994.
İbn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Saîd b. Hazm el-Endelusî (456/1063), el- Fasl fi’l Mi-
le’l ve’l Ehvâ ve’n-Nihal, Beyrut trz.
İbn Kesîr, İmâduddîn Ebu’l-Fida İsmail b. Ömer (774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, Beyrut 1988.
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dineverî (276/889), el-İmame ve’s-Siyase, I-
II, thk.Taha Muhammed ez-Zeyni, Kahire 1967.
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dineverî (276/889),_____el-Maârif,
thk.Muhammed İsmail Abdullah es-Sâvî, Beyrut 1970.
İbn kuteybe, el-İhtilâfu fi’l-Lafz ve’r-Red ale’l-Cehmiyye ve’l-Müşebbihe, thk. Muhammed Zâhid Kev-
serî, Kahire 1349/1930.
İbn Kuteybe, el-Maârif, thk.Muhammed İsmail Abdullah es-Sâvî, Beyrut 1970.
İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l-Hadis, Beyrut, trz.
İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbar, şerh: Yusuf Ali Tavîl-Müfid Muhammed el-Kumeyha, Matbaatu Mı-
sır, I-II, Beyrut trz.
İbn Nedim, Ebu’l-Ferec Muhammed b. İshak b. Ebî Ya’kub (385/995), Fihrist, tlk. Şeyh İbrahim
Ramazan, Beyrut, 1994,
İbn Sa’d, Ebû Abdillah Muhammed (230/844), et-Tabakâtu’l-Kübrâ, I-IX, Beyrut trz.
İbrahim Süleymanoğlu, Mehdilik ve İmamiye, İzmir 1987.
İlhan, Avni, Mehdîlik, İstanbul 1993.
İlhan,“Batınîyye‛, DİA., V(1992).
İsferâyinî, Ebu’l-Muzaffer (471/1078), et-Tabsır fi’d-Din ve Temyîzi’l-Fırkatı’n-Nâciye an Fırâkı’l-
Hâlikîn, thk. Kemal Yusuf el-Hûd, Beyrut 1983.
Jafri, S. Husain M., Origins and Early Development of Shi’a İslam, Beyrut 1976.
Kadî, Vedad el- Keysâniyye fi et-Tarih ve’l-Edeb, Dar’us-Sakafe, Beyrut, 1974.
Kâdî, Vedâd, ‚The Development of The Term Ghulat in Müslim literature with special Reference to The
Kaysâniyye”, Akten des VII. Kongresses für Arabistik İslamwissenschaft(Göttingen,15.
bis.22.August 1974)nşr. Albert Dietrich, Göttingen 1976.
Karun, Seyyid Hasan, “el-Mezhebü’ş-Şiî fi Şı’rı’s- Seyyid el-Himyeri”, Mecelletü’l-Ezher‛, 51/6(1979),
Kahire, 1387-1402.
Kummî, Sa’d b. Abdullah el- (301/913-14) el-Makalât ve’l-Fırak, thk. Muhammed Cevâd Meşkûr,
Tahran, 1963, 1964.
Kutlu, Sönmez, Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, Ankara 2000.
Kutluay, Yaşar Tarihte ve Günümüzde İslam Mezhepleri, Ankara 1968, 128;
Kutluay, Yaşar, İslâm ve Yahudi Mezhepleri, Ankara 1965.
Kutluay,Tarihte ve Günümüzde İslam Mezhepleri, Ankara 1968.
Laoust, Henry, İslam’da Ayrılıkçı Görüşler, çev. E. Ruhi Fığlalı- Sabri Hizmetli, İstanbul 1999.
Lewis, Bernard, Origins of İsmailism, Cambridge 1940.
Lewis, İsmâililer” İA, 1120;
Luka, 24/50,51.
Macdonald, D. B., “Mehdî” İA., VII, 474-479.
Madelung, Wilferd, Abdullah Bin El-Zübeyr Ve Mehdî , Çev. Ceyhan Saraç, DEÜİFD, VII, İzmir
1992, 389-409.
Madelung, “Khurramiyya”, The Encylopedia Of İslâm (New Edition), Vol: V, Leiden 1979
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 283
Özet
Şia inancının kilit taşlarından olan ve tarihte Ehl-i Sünnet tarafından da
çoğunlukla kabul edilmiş bulunan mehdilik inancı, 19. asırdan sonra poziti-
vizmin de etkisiyle bazı alimler tarafından akla aykırı olduğu, zayıf ve uy-
durma hadislere dayandığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Nursi’ye göre konu
hakkında zayıf rivayetler olduğu gibi sahih rivayetler de vardır. Hadislerde
sıfatları ve amelleri belirtilen mehdi, tek bir kişi olarak kabul edilirse, harika
bir şahsiyet sayılır. Ancak o, harika bir şahsiyet olmadığı gibi, yapacağı hiz-
metler de adetullaha uygun olacaktır. Buna göre o, tek bir şahıs değil, bir
şahs-ı manevidir. Şahs-ı manevi olarak mehdinin üç vazifesi vardır: İman
hizmeti, şeair-i İslamiyeyi ihya, İslam birliğini sağlamak ve dinin hükümlerini
ikame etmek. Bu üç görevi ayrı ayrı topluluklar, hatta ordular icra edecektir.
Anahtar kelimeler: Mehdi, şahs-ı manevi, ahirzaman, hadis, adetullah,
ihya.
GİRİŞ
15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe teşebbüsüyle birlikte İslâm’da mehdi-
lik meselesi yeniden gündeme gelmiştir. Çünkü darbeyi yapan örgüt, liderle-
288 • Ali Bakkal
yan râvilerdir11 dense de, hadislerden bir kısmına bağlı kalınıp ‚mehdî‛ üm-
mete, insanların ayrılığa düştüğü, din ve ahlak yönünden zaafa uğradığı dö-
nemlerde yol gösterip onları aydınlatan herkese verilen bir isimdir görüşüne
ağırlık verilse de, kıyametten önce gelecek bir ‚mehdî‛ fikri bütün canlılığıyla
ayakta durmaktadır.‛12 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin arkasında da bu
düşünce vardır.
Bu düşünceyi bir inanç konusu olduğu için Şiîlerden söküp atmak
mümkün olmadığı gibi, -konu hakkında pek çok hadisin olması ve geleneksel
olarak Ehl-i Sünnet tarafından da genel kabul görmesi sebebiyle- Sünnîlerden
de söküp atmak mümkün görünmemektedir. Bu durumla yapılması gereken
şeylerden birisi bu görüşü zararsız, hatta mümkünse faydalı hale getirmektir.
Said Nursî mehdilik konusunda böyle bir yol izlediği için, onun bu konudaki
görüşlerinin önemli olduğu kanaatindeyiz.
nisbetle bin-iki bin sene, bir seneye nisbetle bir-iki gün veya bir-iki dakika gi-
bidir. Kıyamet zamanını insanın ömrüne nisbet edip onu uzak görmek doğru
olmaz< İşte bu hakikati bilmeyen insafsız insanlar derler ki: ‚Âhiretle ilgili
ayrıntılı bilgileri ders alan kalbi uyanık, nazarı keskin olan sahâbîlerin düşün-
celeri niçin hakikatten bin sene uzak düşmüş, tâ bin dörtyüz sene sonra gele-
cek olan bir hakikati asırlarına yakın zannetmişler?‛
Mehdî, Süfyan gibi âhir zamanda gelecek şahısları insanlar Tâbiîn za-
manından beri beklemişler, onlara yetişmek ümidinde olmuşlar. Hatta bazı
ehl-i velâyet ‚Onlar geçmiş‛ demişler. İşte bu da, kıyametin kopuş anının giz-
li olmasında gibi, ilâhî hikmetin zamanının belli olmamasını gerektiği durum-
lardan biridir. Çünkü, her zaman, her asır manevî kuvvetinin desteklenmesi-
ne vesile olacak ve kişiyi ümitsizlikten kurtaracak ‚Mehdî‛ manasına muhtaç-
tır. Bu manada her asrın mehdilikten bir hissesi bulunması lazımdır. Zira in-
san gaflet içinde kötü kişilere uymamak ve lâkaydlığa düşüp nefsin dizginle-
rini bırakmamak için, bilcümle kötülüklerin başına geçecek olan o müthiş şa-
hıslardan çekinmeli ve korkmalı. Eğer onların geliş zamanı belli olsaydı, irşat-
tan beklenen umumî maslahat gerçekleşmezdi.22
Cenâb-ı Hak kıyamet vaktini ve bununla ilgili alametleri gizlediği halde,
kendi ömürlerine kıyas ederek, insanlar (tabii olarak hadis ravileri de) bunla-
rın gelişlerinin yakın olduğunu zannetmişler. Oysa dünya ömrüne nisbetle
binlerle ifade edilen seneler dahi çok kısa ve azdır.
Uyanık olan adam, uyuyan adamın rüyasını tabir edebilir, fakat uyuyan kişi
çoğu kez kendi rüyasını tabir edemez. Uykuda bir adamı sinek ısırsa, bu du-
rumu müthiş bir savaşta yaralanmış gibi algılar. Ona uykudaki durumundan
sorulsa ‚Hakikaten ben yaralandım. Bana top, tüfek atıldı.‛ diyecektir. Ya-
nında oturanlar ise onun uykusundaki ızdırâbına gülerler.24 Müteşabih ve
müşkil hadisleri yorumlamak bilgi, hikmet, marifet ve maharet ister.
1.9. Küllî Olaya İlişkin Bilgilerin Cüz’î Olaya Aitmiş Gibi Rivayet
Edilmesinin Karıştırmalara Sebep Olması
Resûl-i Ekrem’in istikbalden haber verdiği bazı hadiseler, tek bir olaydan
ibaret olmayıp tekerrür eden küllî bir hadiseden ibarettir. Bu küllî olayın mü-
teaddit vecihleri bulunur. Her hadis bu küllî olayın bir cihetini beyan eder.
Ravi küllî olayın farklı cihetlerini anlatan hadisleri toplayıp birleştirir, bunları
tek bir olayla ilgili rivayetler gibi sunar. Bu durumda hadis gerçeğe aykırı gibi
görünür.
Meselâ Mehdî’ye dair birbirinden çok farklı rivayetler vardır. Konuyla
ilgili hadislerdeki ayrıntılar ve tasvirler çok farklıdır; başka başkadır. Resûl-i
Ekrem vahye dayanarak her bir asırda ehl-i imanın kuvve-i mâneviyesini
muhafaza etmek için, hem dehşetli hadiselerde ümitsizliğe düşmemek için,
hem İslam âleminin nuranî bir sillesi olan Âl-i Beyt’ine ehl-i imanı mânen
bağlamak için Mehdî’nin geleceğini haber vermiş. Âhirzamanda gelen Mehdî
gibi her bir asırda, Âl-i Beyt’ten gelen bir nevi mehdî, belki mehdiler bulun-
muş. Hattâ Âl-i Beyt’ten sayılan Abbâsî halifelerinden Büyük Mehdî’nin çok
vasıflarını şahsında toplayan bir mehdî bulunmuştur. Büyük Mehdî’den önce
gelen emsalleri, nümuneleri olan mehdi halifelerin ve mehdî kutupların özel-
likleri, asıl Mehdi’nin özelliklerine karışmış ve bu sebeple rivayetler farklı ve
çelişkili olmuştur.25
Beyt’ten gelecek olan birisi ise, o zaman Hz. İsa, Mehdi olamaz. Ayrıca
Mehdî, ahirzamanda gelecek olan bir zattır.
2. Mehdînin Kimliği
Kütüb-i Sitte’den Tirmizî, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce’de yer alan hadislerin
bütününden anlaşıldığına göre, dünyanın ömründen bir gün bile kalsa Allah
bu günü uzatıp mutlaka bir mehdî gönderecektir. Ehl-i Beyt’ten (Hz. Hasan
veya Hüseyin'in neslinden) gelecek olan bu kurtarıcının adı Resûl-i Ekrem’in
adına, babasının adı da onun babasının adına uygun olacak (Muhammed b.
Abdullah) ve zulümle dolu olan dünyayı adaletle dolduracaktır. Beş, yedi ve-
ya dokuz yıl hüküm sürüp bütün müslümanları hâkimiyeti altına alacak.
Onun hükümranlığı zamanında dünya bütün gıdalarını ortaya dökecek, bun-
lardan hiçbir şey gizlenmeyecektir. O gün mal yığın yığın olacak ve bir adam
kalkıp, ‚Ey Mehdî! Bana ver!‛ diyecek. O da, ‚İstediğin kadar al!‛ diye cevap
verecektir. İktidarı sona erince de kıyamet kopacaktır.30
Nursî’nin mehdilikle ilgili açıklamalarından anlaşıldığına göre onun sa-
dece yukarıdaki bilgileri ifade eden hadisleri gerçek anlamında ele aldığı, di-
ğer hadisleri müşkil ve müteşabih kabul ettiği söylenebilir.
Nursî’ye göre Büyük Mehdî bir tane olmakla birlikte her asırda, siyaset,
diyanet, saltanat, ve cihad alemlerinde Âl-i Beyt’ten çok mehdiler gelmiştir.
Meselâ: Siyaset âleminde Abbâsî halifesi Mehdi, diyanet âleminde Gavs-ı
Aʻzam, Şâh-ı Nakşibend, aktab-ı Erbaa ve oniki imam gibi büyük Mehdî’nin
bir kısım vazifelerini icrâ eden zatlar gelmiştir.31 Mehdilikle ilgili bazı rivayet-
lerin çelişkili gibi görünmesi, bazı rivayetlerin işte bu farklı mehdilerle ilgili
oluşundandır.
‚Yüzer kudsi kahramanları yetiştiren ve binler mânevi kumandanları
ümmetin başına geçiren ve hakikat-ı Kur’aniyenin mayası ile ve îmanın nuriy-
le ve İslâmiyetin şerefiyle beslenen, tekemmül eden âl-i beyt, elbette âhirza-
manda şeriat-ı Muhammediyeyi ve hakikat-ı Furkaniyeyi ve sünnet-i Ahme-
diyeyi (A.S.M.) ihya ile, ilân ile, icrâ ile, başkumandanları olan ‘Büyük
Mehdî’nin kemâl-i adaletini ve hakkaniyetini dünyaya göstermeleri gayet
mâkul olmakla beraber, gayet lazım ve zarurî ve hayat-ı içtimâiye-i insaniye-
deki düsturların muktezasıdır.‛32
‚Cenâb-ı Hak, kemâl-i rahmetinden, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir
eser-i himayet olarak, herbir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir
müceddid veya bir halife-i zîşan veya bir kutb-u âzam veya bir mürşid-i ek-
mel veyahut bir nevi mehdî hükmünde mübarek zatları göndermiş, fesadı
izale edip milleti ıslah etmiş, din-i Ahmedîyi (a.s.m.) muhafaza etmiş. Mâdem
âdeti öyle cereyan ediyor, âhirzamanın en büyük fesadı zamanında; elbette en
büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdî,
hem mürşid, hem kutb-u âzam olarak bir zât-ı nûranîyi gönderecek ve o zât
da, Ehl-i Beyt-i Nebevîden olacaktır.‛33
Büyük Mehdî’nin diğer mehdilere nisbetle bazı farkları vardır:
olursa olsun- böyle bir cemâat-i beşeriyenin ifsâdât-ı azîmesi içinde nasıl ıslah
eder?.. (Yani âdetullah kanunlarına göre tek başına bir şahsın büyük bir toplulu-
ğu islah etmesi mümkün olmaz.) Eğer Mehdî’nin bütün işleri hârika olsa, şu dün-
yadaki hikmet-i ilâhiyeye ve kavânîn-i âdetullaha muhalif düşer.‛38 Bu sebeple
Mehdî’nin işini onun önderliğinde büyük bir cemaat yapacaktır: “Hazret-i
Mehdînin cem’iyet-i nuraniyesi, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i
bid’akârânesini tamir edecek, Sünnet-i Seniyyeyi ihyâ edecek; yâni Âlem-i İslâmi-
yette risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr niyetiyle şeriat-ı Ahmediyeyi (A.S.M.)
tahribe çalışan Süfyan komitesi, Hz. Mehdî cem’iyetinin mûcizekâr mânevî kılınç-
larıyla öldürülecek ve dağıtılacak.‛39
SONUÇ ve DEĞERLENDİRME
Mehdilik inancı Şiî akaidinin kilit taşlarından biri durumundadır. Son
asra gelinceye kadar Ehl-i Sünnet içinde de mehdilik karşıtı görüşlere çok az
rastlanmıştır. Mehdilik konusunda doğrudan bir âyet yoktur. Buharî ve Müs-
lim’in Sahîh’lerinde Mehdî adının geçtiği rivayetler bulunmamakla birlikte,
dolaylı olarak bu kitaplarda da mehdilikle ilgili rivayetler mevcuttur. Bazı
alimler mehdilikle ilgili rivayetlerin tevatür derecesine ulaştığını ileri sürmüş-
lerdir. Ehl-i Sünnet akaidinde mehdilik İslâm’ın temel inanç esaslarından biri
olarak kabul edilmemekle birlikte, sahih hadislerle sabit itikadî bir konu te-
lakkî edilmiştir. Durum böyle olunca hadis tenkidi yoluyla mehdilik düşün-
cesinin doğru olmadığını ortaya koymak mümkün görünmemektedir. Yapıl-
ması gereken şey, İslâm’ın temel İslâm inançlarına, Allah’ın varlık aleminde
uyguladığı âdetullah ve toplum hayatını düzenlemek üzere koyduğu sünne-
tullah kanunlarına uygun düşen bir yoruma gitmektir.
Çağdaş alimlerden Bediüzzaman Said Nursî’nin, bu konuda orijinal yo-
rumlarının olduğu görülmektedir: Öncelikle ona göre, ahir zaman şahsiyetle-
riyle ilgili hadisler müteşabih olduklarından İslam’ın temel inanç esasları
doğrultusunda yorumlanmaları gerekir. İkinci olarak mehdî tek bir şahıs de-
ğil, bir şahs-ı manevidir. Âhirzaman şahsiyetlerine hadislerde yüklenen vazi-
feler bir kişinin yapabileceğinin çok üstündedir. Halbuki mehdinin yapacağı
işler âdetullaha uygun olmak zorundadır. Şu halde mehdî, bir kişi olmayıp
bir şahs-ı mânevîdir. Hadislerde mehdiye ait olduğu ifade edilen işler ancak
uzun bir süreçte bir cemaat, hatta ordular tarafından yerine getirilebilir. Meh-
dinin, imana hizmet, şeâiri ihya ve küresel anlamda İslâm’ı hakim kılma gibi
üç önemli vazifesi vardır. Bu görevleri ancak farklı cemaatler ve ordular yeri-
ne getirebilir.
Bediüzzaman’a göre her asırda ayrı ayrı mehdiler gelmiştir; onlar da
mehdinin yapacağı bazı hizmetleri yapmışlardır. Ancak âhir zamanda şahs-ı
mânevinin reisi olan bir büyük Mehdî gelecektir.
Bediüzzaman’a göre mehdinin üç vazifesi vardır: a. İmanı kurtarmak, b.
Şeâir-i İslâmiyeyi ihya, c. İttihad-ı İslâm’ı gerçekleştirip İslâm’ın hakimiyetini
tesis. Risale-i Nur hizmeti, mehdinin birinci vazifesi içinde değerlendirilebilir.
İkinci ve üçüncü vazifeler hayat ve siyaset dairesine bakar. Bu hizmetleri ya-
pacak kişi ve topluluklar sonradan gelecektir.
Hayatta iken bazı talebeleri Bediüzzaman’a mehdî olup olmadığını sor-
muşlar, o bazı gerekçeler ileri sürerek ne kendisine ne de Risale-i Nur’a
‚Mehdi‛ unvanının verilmesini uygun bulmamış ve hiçbir zaman Mehdî ol-
duğu iddiasında bulunmamıştır. O daha çok kendisinin, ‚ileride gelecek acip
şahsın bir (mehdinin) hizmetkârı ve ona yer hazır edecek bir dümdârı ve bü-
yük kumandanın pîşdâr bir neferi olduğu‛ zannında olduğunu belirtmiştir.
Sürgünde iken saf gönüllü bir zatın kendisine, ‚Efendim, üzülmeyin;
Mehdi gelecek, her şeyi düzeltecek‛ deyince, ‚Mehdi geldiğinde seni vazife
başında bulsun!‛ şeklindeki sözü son derece önemlidir. O, her zaman insanla-
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 303
KAYNAKÇA
Ahmed b. Hanbel. el-Müsned. İstanbul: Çağrı Yayınları, 1981.
Buhârî, Muhammed b. İsmail. el-Câmiu’s-Sahîh. İstanbul: Çağrı Yayınları, 1981.
Badıllı, Abdülkadir, Risale-i Nur’un Kudsî Kaynakları. İstanbul: Envâr Neşriyat, 2016.
Ebû Dâvud, Süleyman b. Eşʻas es-Sicistânî. es-Sünen. İstanbul: Çağrı Yayınları, 1981.
Fahreddin er-Râzî. Tefsîr-i Kebîr Mefâtîhu’l-Gayb. trc. Sadık Kılıç ve dğr., Ankara: Akçağ Ya-
yıncılık, 1989.
Fığlalı, Ethem Ruhi. Günümüz İslâm Mezhepleri. İzmir: İzmir İlahiyat Fakültesi Yayınları,
2008.
İbn Haldun. Mukaddime. trc. Zakir Kadiri Ugan, İstanbul: MEB Yayınları, 1991.
İbn Mâce, Muhammed b. Yezîd el-Kazvinî. es-Sünen. İstanbul: Çağrı Yayınları, 1981.
İlhan, Avni. Mehdilik. İstanbul: Beyan Yayınları, 1993.
Karabaşoğlu, Metin. Saykal -Risale-i Nur’a Husumetin Kısa Tarihi-. İstanbul: Selis Yayınları,
2017.
Muturidi. Te’vîlâtü’l-Kur’ân. nşr. Mehmet Boynukalın, İstanbul: 2005.
Müslim, Ebü’l-Hüseyn Müslim b. Haccâc el-Kuşeyrî. el-Câmiu’s-Sahîh. İstanbul: Çağrı Ya-
yınları, 1981.
Müttakî, Ali b. Hüsameddin. Celaleddin Suyutinin Tasnifinden Hadisler: Ahir Zaman Mehdisinin
Alametleri. trc. Dr. Suat Arusan, İstanbul: Güneş Yayıncılık, 1986.
Nesâî, Ahmed b. Şuayb. es-Sünen. İstanbul: Çağrı Yayınları, 1981.
Nursî, Bediüzzaman Said. Barla Lâhikası. İstanbul: Söz Basım Yayın, 2012.
Nursî, Bediüzzaman Said. Emirdağ Lâhikası, I-II, İstanbul: Sinan Matbaası, 1959.
Nursî, Bediüzzaman Said. Eski Said Dönemi Eserleri. İstanbul: Yeni Asya Neşriyat, 2012.
Nursî, Bediüzzaman Said. Kastamonu Lâhikası. İstanbul: RNK Neşriyat, 2015.
Nursî, Bediüzzaman Said. Mektubât, İstanbul: Sözler Neşriyat, 2012.
Nursî, Bediüzzaman Said. Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî. İstanbul: Sözler Neşriyat, 2009.
Nursî, Bediüzzaman Said. Sözler. İstanbul: Sözler Neşriyat, 2012.
Nursî, Bediüzzaman Said. Şuâlar. İstanbul: Çeltüt Matbaası, 1960.
Özervarlı, M. Sait. ‚Şiâr‛, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 39: 123-124. İstanbul: TDV
Yayınları, 2010.
Sarıkçıoğlu, Ekrem. ‚Mehdi‛, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 28: 369-371. Ankara:
TDV Yayınları, 2003.
Tirmizî, Muhammed b. Îsâ. el-Câmiu’s –Sahîh, İstanbul: Çağrı Yayınları, 1981.
Yavuz, Yusuf Şevki. ‚Mehdi-İslâm İnancında Mehdi‛, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedi-
si, 28: 371-374. Ankara: TDV Yayınları, 2003.
Yazır, Elmalılı M. Hamdi. Hak Dini Kur’ân Dili. İstanbul: Eser Neşriyat, ty.
HAK DİNİ KUR’AN DİLİ’NDE İSA – MESİH VE MEHDİLİKLE
İLGİLİ GÖRÜŞLER
Bilal DELİSER
GİRİŞ
Mehdilik düşüncesi İsa-Mesih ve Nüzulü İsa problemiyle doğrudan bağlan-
tılı bir konudur. Öyle ki, Kur’an’ın indiği vasattan uzaklaştıktan sonra artık Meh-
dilik düşüncesi, İsa, Mesih, mehdi, deccal, ric’at, imamet hatta müceddid gibi
kavramlarla birlikte düşündüğümüzde mehdilik anlayışı hakkında sahih bir fikir
sahibi olabiliyoruz. İslâmî gelenekte Mesih fikri ile mehdi fikri arasında ciddi bir
yakınlık oluşturulmuş ve âdetâ Mesih, İslâmî düşüncede mehdi şeklinde ifade
edilmiştir. İslâmî gelenek de Mesih fikrini incelerken, ister istemez mehdi konu-
suna, mehdi fikrini işlerken de Mesih düşüncesine değinmek ve bu ilişkinin arka
planını ortaya koymak kaçınılmaz olmaktadır.
Dünyanın son zamanlarında ortaya çıkıp doğru inancı ve adaleti yeryü-
züne hâkim kılacağına inanılan kurtarıcı olarak tanımlanan mehdi inancı he-
men hemen bütün dinlerin ve kültürlerin nerdeyse ortak fenomeni. 1 Bu olgu-
yu besleyen veya buna destek olabilecek ayet ve ayet gurupları var mıdır?
Varsa bunlar nasıl anlaşılmıştır? Konu, ayetlerin kendi bağlamları içerisinde
kalınarak anlaşılmasının imkânları, yine bir müfessirin yardımıyla denene-
cektir.
Tebliğimizi İtikatta Ehl-i sünnet ve amelde Hanefî mezheplerine bağlı
kalarak ayetlerin ihtiva ettiği dinî, şer‘î, hukukî, iç timaî ve ahlâkî hükümler
açıklamak,, ayetlerin ima ve işarette bulunduğu ilmî ve felsefî konularla ilgili
bilgiler vererek, özellikle tevhid konusunu titizlikle eğilen Elmalılı Muham-
med Hamdi’nin (Ö. 1942) Hak Dini Kur’an Dili adlı Türkçe Kur’an Tefsirinde
konunun temellerini araştırmaya çalışacağız. Özellikle İsa- Mesih’le ilgili
ayetler Hak Dini Kur’an Dili’nde nasıl ele alınmış hangi kavramlarla ilişki-
lendirerek açıklanmıştır?
İsa- Mesih ve mehdiliği işaret ve delalet ettiği iddia edilen ayet ve ayet
gruplarını Elmalılı hangi bağlamda ele almıştır. Mehdi anlayışı için delil ola-
rak ileri sürülen ayetler dil ve tarihsel bağlamlarıyla bu düşünce için imkân
vermekte midir? Kur’an ve sünnet beklenen kurtarıcı fikrine iltifat etmiş mi-
dir? Ayetlerde buna hakikaten doğrudan bir işaret var mıdır? Kur’an, Yahudi
Yrd. Doç. Dr. Cumhuriyet Üniversitesi, ilahiyat Fakültesi, Tefsir Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
1 Bkz., Ali Coşkun, Mehdilik Fenomeni, İz Yayıncılık, İstanbul, 2004, s. 35-46.
306 • Bilal Deliser
İSA:
Hz. Îsâ, Kur’ân-ı Kerîm’de Îsâ, İbn Meryem2 ve Mesîh3 şeklinde zikredi-
len, kendisine İncil’in verildiği4, Hz. Muhammed’i müjdelediği bildirilen5,
‚Allah’tan bir ruh ve kelime6‛ olarak tavsif edilen, ancak kul olduğu vurgula-
nan peygamberdir7. Hristiyanlıkta ise Îsâ Mesîh Tanrı’nın oğlu, dolayısıyla
tanrı kabul edilmektedir.
Hıristiyanlığın en belirgin vasfı, Hz. Îsâ ile ilgili inanç ve telakkiler üze-
rine temellendirilmiş bir din olmasıdır. Bu sebeple Îsâ’nın kimliği, tabiatı ve
mesajı Hıristiyanlık tarihi boyunca çok tartışılmış, onun hakkında pek çok
eser kaleme alınmıştır. Ancak hayatına, özellikle de çocukluk ve gençlik yılla-
rına dair birinci derecede kaynaklar oldukça sınırlıdır; çünkü Hıristiyanlık te-
olojisinde Îsâ’nın dünyevî hayatından çok ölümü, dirilmesi ve semaya urûcu
önem taşımaktadır.8
MESİH:
Mesih kelimesi, muhtelif dinlerde dünyanın sonuna doğru gelmesi bek-
lenen kurtarıcının Yahudilik ve Hristiyanlıktaki adıdır. Mesih telakkisi Yahu-
dilikte çok köklü bir inanç olup Yahudi amentüsünün temel unsurlarından bi-
ridir. Gerek Eski Ahit’te yer alan ve çeşitli şahıslar tarafından ifade edilen ile-
2 Kur’an’ı-Kerim’de 25 yerde geçen İsa ismi, 16 ayette Îsâ İbn Meryem lafzıyla birlikte zikre-
dilmektedir.
3 Kur’an’ı-Kerim’de dokuz yerde İbn Meryem sıfatıyla geçen mesîh kelimesi sadece bir ayette
İbn Meryem sıfatı olmaksızın Hz. Îsâ’nın adı yerine kullanılmıştır.(Nisa, 4/172.)
4 Maide, 5/46; Hadid, 57/27.
5 Saff, 61/6.
6 Al-i İmran, 3/45.
7 Meryem, 19/30; Zümer, 43/59.
8 Ömer Faruk Harman, ÎSÂ, TDİA, İstanbul, 2000, XXII/465.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 307
ride gelecek kurtarıcı müjdesi gerekse Yahudilerin seçkin halk oldukları inan-
cı ve bu inançla çelişen tarihî olaylar onlarda bir kurtarıcı beklentisi doğur-
muştur. Yahudilere göre beklenen Mesih henüz gelmemiştir. Hıristiyanlar ise
Yahudilerin bekledikleri Mesihi’n Hz. Îsâ olduğunu kabul etmekte, ona çeşitli
nitelikler atfetmekte ve ikinci defa geleceğine inanmaktadırlar.9
Kur’an’da Mesih, Hristiyanlıkta olduğu gibi Hz. İsa’nın ölümünden son-
ra dirilişi üzerine kendisine verilmiş bir sıfat olmayıp doğumundan itibaren
İsa için bazen ad, bazen de lakap olarak kullanılmıştır. Kavram, Kur’ân-ı
Kerîm’de Hristiyanlıktaki beklenen kurtarıcı anlamıyla yer almamakta,
Îsâ’nın, Hz. Meryem’in oğlu ve kendisinden önce gelenler gibi bir peygamber
olduğu, vurgulanmaktadır.10
MEHDİ:
Sözlükte ‚doğru yolu bulmak; yol göstermek, rehberlik etmek‛ anla-
mındaki hüdâ (hedy, hidâyet) kökünden türemiş bir sıfat olup ‚hidayete erdi-
rilmiş, kendisine doğru yol gösterilmiş kişi‛ demektir. İleride gelecek bir kur-
tarıcı (mesîh, mehdî) inancı büyük dinlerde olduğu gibi ilkel dinlerde de gö-
rülmekte, bu inanç bir bakıma tarihte ve günümüzde bazı dinî-siyasî hareket-
lerin güç kaynağını oluşturmaktadır. Kavramın içeriğindeki âhir zaman, hü-
kümdarlık, dini yenileme, kurtarıcılık gibi ana özellikleri değişmemekle bir-
likte içinde bulunduğu dinin karakterine göre ayrıntılarda farklılıklar görül-
mekte, bu kavramı ifade eden kelimeler de dinlere ve kültürlere göre değiş-
mektedir.11
Mehdî kavramının kökleri ve gelişmesi konusunda Batılı araştırmacılar
iki görüş ortaya koyarlar. Bunlardan birincisi mehdî inancının Sumerler’de
doğduğu, Bâbilliler’de ve Mısırlılar’da geliştiği ve bu iki kanaldan dünyaya
yayıldığı düşüncesidir ki ilk örnekleri Kral I. Sargon’da (m.ö. 2350 yılları) ve
Hammurabi’de (m.ö. 1728-1686) görülmektedir. İkinci görüş mehdî inancının
her dinin kendi içinde, kendi tarihî, psikolojik ve sosyolojik şartlarına göre
doğup geliştiğidir. Meselâ Hinduizm’de mehdîliğin menşei Tanrı Vişnu’nun
Kalki ismiyle müstakbel avatarasına ve Hint zaman tasavvuruna dayanırken
İslâmiyet’te Hulefâ-yi Râşidîn devrinin arkasından başlayan iç savaşların ta-
rihî, siyasî ve psikolojik tezahürleri buna sebep olmuştur. 12 Yahudilerce Me-
sih, Kudüs’ü putperestlerden temizleyecek, dağılmış İsrâiloğulları’nı tekrar
toplayacak, diğer din mensuplarını ve dünyayı hâkimiyeti altına alacak,
Ye’cûc ve Me’cûc ordularını imha edecek, Roma’yı ele geçirecek, Habeşistan’ı,
Mısır’ı ve Araplar’ı vergiye bağlayacak, Tevrat’ı Yahudi olmayan milletlere de
öğretecek, Süleyman Mâbedi’ni tekrar yaptıracak ve dinî kanunları uygulaya-
rem’in adına, babasının adı da onun babasının adına uygun olacak (Muham-
med b. Abdullah) ve zulümle dolu olan dünyayı adaletle dolduracaktır. Beş,
yedi veya dokuz yıl hüküm sürüp bütün Müslümanları hâkimiyeti altına ala-
cak, iktidarı sona erince de kıyamet kopacaktır. Süyûtî, Sünnî kaynaklarında
nakledilen mehdî rivayetlerinin kırktan fazla olduğunu söyler. İsnâaşeriyye
Şîası’na ait kaynaklarda bunlara 200’ü aşkın rivayet eklenir. Bu rivayetlerde
daha çok mehdînin on ikinci imam Muhammed b. Hasan olduğu iddia edilir.
Ona Mehdî el-Muntazar da denilir.15
Önce Şiîler, ardından Emevîler ve Abbâsîler arasında yayılan mehdî
inancı, III. (IX.) yüzyılda hadislerin toplanıp kayda geçirilmesi ve hadislerin
sıhhati konusunda titiz davranmayan muhaddislerce mehdî rivayetlerinin
mecmualara alınmasının ardından Sünnîler arasında da benimsenmeye baş-
lanmıştır. Ancak erken devir Sünnî literatüründe bu inanca hemen hemen hiç
temas edilmemiş, konu daha çok hadisçilerin dâhil olduğu Selefiyye’ye ait
eserlerde yer almıştır. Geç dönemde oluşan Sünnî kelâm edebiyatı ile ‚fiten
ve melâhim‛ türü eserlerde ise mehdî telakkisinden genellikle kısaca bahse-
dilmiştir.16
Kur’ân-ı Kerîm’de, Mesîh gibi, Mehdî konusuna da hiçbir işârette bulu-
nulmaz.17 Üstelik Sahihân denilen Buhârî (256/870) ve Müslim (261 /874)’in
hadîs kitaplarında ‚mehdî‛den hiç söz edilmez. İmâm Âzam Ebû Hanîfc, el-
Eş’arî, el-Mâturîdî gibi ilk Sünnî kelam âlimlerinin de ondan söz ettikleri gö-
rülmemektedir.18 Buna rağmen, diğer hadîs kitaplarında görülen ve bütünü
itibariyle de oldukça çatışır bir manzara ar zeden bu konudaki hadislerin var-
lığı, mehdî inanışının İslâm halk kültüründe canlı ve renkli bir şekilde yaşa-
tılmasına sebep olmuştur.19Hatta öyle ki, İslâmî gelenek de Mesih fikri ile
mehdi fikri arasında ciddi bir yakınlık oluşturulmuş ve âdeta Mesih, İslâmî
düşüncede mehdi şeklinde ifade edilmiştir.
İMAMET:
Hz. Peygamber’in vefatından sonra İslâm toplumunun dinî ve siyasî li-
derliği görevi olarak tanımlanan imamet, her disiplin ve mezhebe göre farklı
şekillerde tanımlanıp yorumlanmıştır. Sünni imamet anlayışı 20 mehdi inancıy-
la özdeş kabul edilmediği için burada mehdiyi gaip imam olarak gören
Şia’nın imamet anlayışı üzerinde kısaca durulabilir.
Şîa, Hz. Ali’nin bizzat Resûl-i Ekrem tarafından nasb ve tayin edildiğini
ileri sürmektedir. Onlara göre Hz. Peygamber, Veda haccı dönüşünde Gadîr-i
Hum denilen yerde yaptığı açıklama ile yerine Ali’yi bırakmıştır. Resûl-i Ek-
rem burada, ‚Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır‛ demiştir
(Müsned, I, 84, 118, 119, 152; Tirmizî, ‚Menâķıb‛, 19; İbn Mâce, ‚Muķaddi-
me‛, 11). Şîa, Sünnî kaynaklarında da yer alan bu hadisteki ‚mevlâ‛ (dost) ke-
limesini devlet başkanı olarak anlamış ve bu sözlerle Ali’nin Hz. Peygamber
tarafından kendi yerine imam tayin edildiğini ileri sürmüştür. Şîa’ya göre bu
olaydan kısa bir süre sonra da, ‚Bugün sizin dininizi tamamladım ...‛ (el-
Mâide 5/3) âyeti inmiş ve bu tayinle din kemale ermiştir. Hz. Ali yerine oğlu
Hasan’ı, o da kardeşi Hüseyin’i bırakmış ve imâmet zinciri son imama kadar
bir önceki tarafından tayin edilmek suretiyle devam etmiştir.21
Şia’ya göre, İmamlar Peygamber veya masum bir imam tarafından tayin
edilmişlerdir. Diğer insanlardan üstündürler melekûti bir makama sahiptirler.
Yeryüzünde Allah'ın nuru olarak görülürler. Onlar, diğer insanların Hak ve
batılı bilmesinin tek yolu ve vasıtasıdır. İmam kendi toplumunun en yiğit ve
cesur kimsesidir. Aynen peygamberler gibi günah ve hatadan masumdurlar,
ismet sıfatına sahiptirler. Bilerek veya bilmeyerek günah işlemekten korun-
muşlardır. Hata etmezler, yanılmazlar, unutmazlar Yaptıkları her şey hayır-
dır. Peygamberler gibi mucizeleri vardır. Yaptıkları her şey Allah'ın isteğine
uygundur. Her türlü dünyevi ve maddi işlerden uzaktırlar. Bu çerçevede nef-
sani heva ve hevese, makam arzusuna, mal, servet ve me v- ki hevesine ka-
pılmazlar. İmamları Allah seçer. Dini ve dünyevi ilim açısından da müstesna
kimselerdir. Dinin bütün esaslarına ve fer'i meselelerine, Kur'an’a, Kur'an'ın
zahiri ve batınına, Peygamberin sünnetine, kısaca İslam'la ilgili her şeyin bil-
gisine sahiptirler. Allah tarafından vahiy yoluyla ilim sahibi olmuşlardır. Al-
lah onları daha doğmadan buna hazırlamış ve onları himayesine alarak yetiş-
tirmiştir. İmamları Peygamberlerin ilmine varis kılmış, geçmiş ve gelecekle il-
gili her şeyi onlara bildirmiştir. Hz. Peygamber, bütün insanlara öğrettiği il-
min yanında Hz. Ali'ye başka bir ilim daha öğretmiştir. İmamlar sadece Hz.
Ali'den gelen ve kimsenin bilmediği bu ilme de sahiptir. Bu sebeplerden
imamlar, kendilerine sorulan her soruyu doğru cevap vermişlerdir.22
ele geçirenlerin belirli şartlarla meşrû yönetici olarak tanınmasıdır. Şîa ise imamın bu iki yol-
dan biriyle belirlenmesini kabul etmez. Peygamber nasıl Allah tarafından seçilmişse onun
risâlet dışındaki fonksiyonunu devam ettiren imam da Allah tarafından (nasla) seçilir. Şu ka-
dar var ki İmâmiyye ve İsmâiliyye Şîası’nın benimsediği bu tayin usulü Hz. Ali’nin halifeliği-
nin belirlenmesinde uygulanmamıştır. Bkz. Mehmet Âkif Aydın, İMÂMET, TDİA, İstanbul,
2000, XXII/204.
21 Aydın, İMÂMET, XXII/205.
22 Sefer Yavuz, Bir Karizmatik Otorite Örneği Olarak İmamet ve Mehdi Anlayışı: Türkiye Ca-
ferîleri (Iğdır Örneği), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2014/1, C. 13, Sayı: 25, s.16-17.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 311
Rİ’CAT:
Bir insanın öldükten bir süre sonra bu dünyaya yeniden dönmesi anla-
mına gelen Ric’at, çok eski ve yaygın Docetism inanışına bağlanmaktadır ve
tamamen bir Yahıudi ye Hıristiyan akidesidir. Nitekim Yahudilere göre pey-
gamber İlia (Ilyas), göğe yükseltilmiştir ve âhir zamanda hak ve adaletin sa-
vunucusu olarak dünyaya geri gelecektir. Hristiyanlara göre de ‚bu doktrin,
İsâ-Mesîh’in çektiği ıstıraplar ve ölümünün gerçekte vaki olmayıp sâdece gö-
ze öyle görünen bir hayal olduğunu öğretirdi. Buna göre, onun ölümüne
dünyadaki görevinin sona ermesi nazarı ile bakılmalı; fakat muvakkat bir ke-
sinti sayılmalıdır. Onun bu hayâli şehitlikten sonraki durumu ölüm değil, bir
gözden kaybolmadır. Yarıda kesilen ödevini tamamlamak ve zafere ulaşmak
onun rücû’una, yeniden zuhuruna bağlıdır.25
Kaynaklara göre rec‘at fikrini ilk ortaya atan kişi Abdullah b. Sebe’dir.
İbn Sebe, Hz. Ali hakkında İslâm inancına aykırı fikirler ileri sürmüş, Hz.
Ali’nin şehit edilmesinden sonra onun gerçekte ölmediğini, bir gün tekrar
23 Yavuz, Bir Karizmatik Otorite Örneği Olarak İmamet ve Mehdi Anlayışı, s.18.
24 Yavuz, Sefer Bir Karizmatik Otorite Örneği Olarak İmamet ve Mehdi Anlayışı, s.18.
25 Ethem Ruhi Fığlalı, Mesih ve Mehdi İnancı Üzerine (Mezhepler Tarihi Açısından Bir Bakış),
s.199.
312 • Bilal Deliser
DECCAL:
Sözlükte ‚bir şeyi örtmek, yaldızlamak veya boyamak‛ anlamındaki decl
kökünden türeyen bir sıfat olup klasik kaynaklarda ‚âhir zamanda ortaya çı-
kıp göstereceği hârikulâde olaylar sayesinde bazı insanları dalâlete sürükle-
yeceğine inanılan kişi‛ diye tarif edilir. Deccâl kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de
geçmemektedir. Hz. Peygamber’e nispet edilen rivayetlerde ‚muhatabını al-
datmak gayesiyle güzel sözler söyleyen kişi; bir kaşı ve gözü bulunmayan kö-
tü kimse‛ anlamındaki Mesih kelimesiyle birlikte ‚el-Mesîhu’d-deccâl‛ ve
‚Mesîhu’d-dalâle‛ şeklinde tanımlanmaktadır.31
26 Hatta Hz. Peygamber (a.s)’in ric’at edeceğini ileri sürmüş ve aşırı bir te’ville Kasas Suresi 85.
Ayeti delil göstermiştir. Bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, Mesih ve Mehdi İnancı Üzerine (Mezhepler
Tarihi Açısından Bir Bakış), s.200-201.
27 İlyas Üzüm, REC‘AT, TDİA, İstanbul, 2007, XXXIV/504-505.
28 Üzüm, REC‘AT, XXXIV/504.
29 Üzüm, REC‘AT, XXXIV/506.
30 Ethem Ruhi Fığlalı, Mesih ve Mehdi İnancı Üzerine (Mezhepler Tari Açısından Bir Bakış), s.
201.
31 Kürşat Demirci, DECCÂL, TDİA, İstanbul, 1994, XIX/67.
Kur’ân-ı Kerîm’de deccâl ile ilgili hiçbir sarih ifade bulunmamaktadır. Hadislerde ise deccal
anlatımları şu şekilde özetlenebilir: Deccâl rüzgâr gibi bir hıza sahip olmak, yağmur yağdırıp
kurumuş bitkileri yeşertmek, bolluk veya kıtlık icat etmek gibi beşer üstü nitelikler taşır. Ya-
nında su ve ateş bulunacaktır; fakat gerçekte onun suyu yakıcı ateş, ateşi de tatlı ve soğuk su-
dur. Kıvırcık saçlı olup bir gözü kör veya patlamış üzüm tanesi gibidir. Alnında ‚kâfir‛ veya
‚kfr‛ şeklinde bir yazı bulunur. Gençtir; kızıl, esmer veya parlak beyaz tenlidir. Cüsseli ve
heybetli veya kısa boyludur. Âhir zamanda doğuda, Horasan veya İsfahan’da, Şam’da, yahut
Şam ile Irak arasındaki bir yerde ortaya çıkıp yeryüzünde kırk gün kalacak, fakat bu günler-
den biri bir yıl, biri bir ay, biri de bir hafta kadar sürecek, diğerleri ise normal günler gibi geçe-
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 313
cektir. Rüzgâr gibi hızlı hareket edip yeryüzünü dolaşacak, sadece Kudüs’e, Mekke ve Medi-
ne’ye giremeyecektir. Önce peygamberlik, daha sonra ilâhlık iddiasında bulunacak, kendisine
itaat edenleri cennetine koyacak, karşı çıkanları cehennemine atacaktır. Fakat gerçekte onun
cenneti cehennem, cehennemi de cennettir. Medine’ye gelince Uhud dağının eteklerinde bek-
leyen melekler onu Şam’a yöneltecek ve Şam’da gökten inecek olan Hz. Îsâ tarafından Filis-
tin’in Lüd denilen yerinde öldürülecektir (Buhârî, ‚Fiten‛, 26-27; Müslim, ‚Fiten‛, 100-110;
İbn Mâce, ‚Fiten‛, 33). Bazı rivayetlere göre Hz. Peygamber zamanında Medine’de yaşayan
ve kâhinlere benzeyen İbn Sayyâd adındaki yahudi asıllı bir kişinin deccâl olduğu düşünül-
müştür (Müsned, II, 149; V, 213; Buhârî, ‚Edeb‛, 97; Müslim, ‚Fiten‛, 85-88). Diğer bazı riva-
yetlere göre, hıristiyanların ileri gelenlerinden biri iken Şam’dan bir heyetle Medine’ye gelip
müslüman olan Temîm ed-Dârî, yolculuk sırasında arkadaşlarıyla birlikte uğradıkları ıssız bir
adada, adının ‚cessâse‛ olduğunu söyleyen bir hayvanın delâletiyle deccâl ile görüştüklerini,
elleri ve ayakları zincirle bağlı bulunan deccâlin zamanı gelince ortaya çıkacağını kendilerine
söylediğini Hz. Peygamber’e anlatmış, o da deccâl hakkında duyduklarının daha önce ashaba
söyledikleriyle benzerlik göstermiş olmasından dolayı memnuniyetini ifade etmiştir (Müslim,
‚Fiten‛, 119-121; Ebû Dâvûd, ‚Melâhim‛, 15). İlgili rivayetlerin bazılarında ise deccâlin, Bi-
zanslılar’ın elindeki İstanbul’un fethinden sonra ortaya çıkacağı bildirilmiştir (Müslim, ‚Fi-
ten‛, 34; Tirmizî, ‚Fiten‛, 58).Hz. Nûh’tan itibaren bütün peygamberlerin kavimlerini deccâl
fitnesine karşı uyardıklarını, Hz. Peygamber’in de dualarında daima onun şerrinden Allah’a
sığındığını ve şerrinden emin olmak için Kehf sûresini okumayı (bir rivâyete göre ezberleme-
yi) ashabına tavsiye ettiğini bildiren rivayetler de mevcuttur (Müsned, II, 446, 449; Buhârî,
‚Enbiyâ‛, 3, 77, ‚Fiten‛, 26; Müslim, ‚Fiten‛, 95). Deccâle dair rivayetlerin çoğunda ondan bir
kişi olarak bahsedilirken bazılarında deccâllerden söz edilmiş, hatta otuz civarında deccâlin
çıkacağı ifade edilmiştir(Buhârî, ‚Fiten‛, 25; Müslim, ‚Fiten‛, 84).Hadis olarak rivayet edilen
metinlerden elde edilebilecek en belirgin hüküm ise deccâlin yeryüzünde inkârcılığı yaymaya
çalışan, mukaddes değerleri yok sayan ve şer faaliyetlerini destekleyen bir cereyan niteliği ta-
şıdığıdır. Bu cereyanın muhtelif asırlarda temsilcileri olmuş, bundan sonra da olacaktır. Buna
göre deccâl hârika bir varlık, belli bir şahsiyet ve tek bir insan olmaktan çok her dönemde şer-
ri temsil eden bir olgudur. Deccâl ile ilgili çeşitli rivayetlerde yer alan olağan üstü maddî tas-
vir ve ayrıntılar ya isnad açısından sahih değildir yahut râvilerin sehivlerine mâruz kalmış
veya onların indî yorumlarıyla karışmıştır. Bu tür rivayetler tevâtür derecesine ulaşmadığın-
dan, ayrıca hicrî V. yüzyıldan itibaren mecazi mânalarına yorumlanmaları İslâm âlimlerince
mümkün görüldüğünden maddî bir deccâlin varlığını benimsemeyenlere küfür veya dalâlet
isnat etmek de doğru değildir. .Bkz., Zeki, Sarıtoprak, DECCÂL, TDİA, XIX/72.
32 Zeki Sarıtoprak, DECCÂL, TDİA, İstanbul, 1994, XIX/72.
314 • Bilal Deliser
MÜCEDDİT:
Çağdaş bazı âlimlerle Zeydiyye’nin büyük çoğunluğu, İsnâaşeriyye ile
Selefiyye’nin benimsediği mehdî anlayışını kabul etmemekle birlikte İslâm ta-
rihinin belli dönemlerinde dinî hayata canlılık getiren ve getirmeye devam
edecek olan bazı seçkin kişilerin mehdî veya müceddid olarak nitelenebileceği
kanaatini taşımaktadır. Ancak Zeydiyye bu anlamdaki mehdînin sadece Hz.
Fâtıma soyundan gelebileceğine inanmaktadır. Bunların telakkisine göre iyili-
ği emredip kötülüğe engel olma görevini yerine getiren ve dinî hayatı canlan-
dıran her dinî-siyasî lider mehdî konumundadır. Mehdînin çıkacağına dair
çok sayıdaki hadisi göz önüne alarak mehdîyi müceddid veya muslih anla-
mına gelen bir yoruma tâbi tutmak daha doğru olur. Nitekim ilk halifelere bu
mânada mehdî unvanı verilmiş, Muhammed b. Hanefiyye de bu bağlamda
kendini mehdî ilân etmiştir. Allah’ın her asırda ümmet içinden dinî hayatı
canlandıracak bir kimseyi göndereceğini bildiren hadis de (Ebû Dâvûd,
‚Mehdî‛, 1) mehdînin âhir zamanda çıkacak tek bir kişi değil her asırdaki
müceddidler olduğu görüşünü teyit etmektedir. Bunlar hârikulâde güç ve ka-
biliyetleriyle değil bilgi, irade ve kudretlerini kullanarak zulme karşı çıkmak
ve adaleti gerçekleştirmek amacıyla mücadeleye girişirler.34
Daha sonra Sufıler, Mehdi yerine müceddid kelimesini tercih eden bir
temayül göstermeye başlamışlardır. Yine de bütün Sufıler aynı eğilimin içinde
olmamışlardır. Müceddide iman edenlerde farklı görüşlere sahiptirler. Arala-
rında bazıları, Ali’nin Fatıma’dan türemiş olan neslinden Müceddidin gelece-
ğini belirtmişlerdir. Bir nevi Mehdi rolünü üstlenecek bu şahsiyet, Şia’nın kat-
landığı zulümlerin öcünü alacak ayrıca, dünyada nihai Teokrasinin müjdecisi
olacaktır. Îslâmî gelenekte ve Şiada, Mehdi’nin hesap gününden önce geleceği
ve kıyametin alameti olacağı şeklindeki düşünce, özellikle keysaniye de, ken-
di imam veya Mehdi şahsiyeti ile Kur’andaki anlatılan İsa’nın durumu ara-
sında açık bir yakınlık görmüştür. Burada Mehdi şahsiyetinin girişeceği apo-
kaliptik drama ile İsa’nın ikinci gelişiyle olacak olan yeniden ıslahatın drama-
sının açık olarak birleşmesi ve bir araya gelmesi söz konusudur.35
olmak üzere, Allah'a bağlıdır. Bir oğul, bir çocuk olmak üzere ise ancak Mer-
yem'e bağlıdır.‛36
36 Elmalılı, Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Sadeleştirenler: İsmail Karaçam, Emin Işık, Nus-
reddin Bolelli, Abdullah Yücel, Azim Yayıncılık, İstanbul, Tarihsiz, II/363-364.
37 Kur’an’ı-Kerim’de 25 yerde geçen İsa ismi, 16 ayette Îsâ İbn Meryem lafzıyla birlikte zikre-
dilmektedir.
38 Kur’an’ı-Kerim’de dokuz yerde İbn Meryem sıfatıyla geçen mesîh kelimesi sadece bir ayette
İbn Meryem sıfatı olmaksızın Hz. Îsâ’nın adı yerine kullanılmıştır.(Nisa, 4/172)
39 Maide, 5/46; Hadid, 57/27.
40 Saff, 61/6.
41 Al-i İmran, 3/45.
42 Meryem, 19/30; Zümer, 43/59.
43 Ömer Faruk Harman, ÎSÂ, TDİA, İstanbul, 2001, XXII/465.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 317
ve başka bir şeyle birleşme, arkadaş ve çocuk edinme vesaire gibi imkânsız ve
batıl olan vasıflar ile vasıflandırmayınız da, böyle noksanlardan uzak tutunuz
ve her hususta hakkı takip ediniz, doğruyu söyleyiniz. Çünkü ُٓ يسي ا ْث َ ۪أَِّ َّب ْاٌ َّس۪ ي ُخ ػ
َُ َ َِشْ يMeryem oğlu İsa Mesih başka bir şey değil, ancak ِّٰللا ُي هُٛسسAllah'ın
َ bir elçi-
sidir ُُٗ َو ٍِ َّزٚve
َ yaratma veya tebliğe dair bir kelimesidir ki َُ َ َِشْ يٌِٝب اَٙ اَ ٌْمَيonu Mer-
yem'e atmış َُ َيسي اثُْٓ َِشْ ي َ ّٰ۪للاَ يُجَ ِش ُّشنِ ِث َى ٍِ َّ ٍخ ِِ ُْٕٗ ا ْس ُُّٗ ْاٌ َّ ۪سي ُخ ػ
‚ اَِّْ هMuhakkak ki Allah seni,
kendisinden bir kelime ile müjdeliyor. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'dir.‛
(Al-i İmran, 3/45) ayetinin delaleti üzere melekleriyle Meryem'e bildirip müj-
delemiş, Cebrail'in üflenmesi ile Meryem'in rahimine bırakıp ُْ ٛ‚ ُو ْٓ فَيَ ُىol! (de-
di), oluverdi.‛ emriyle yaratmıştır ُْٕٗ ِِ ٌحٚ ُسٚve َ Allah tarafından bir ruhtur ki
Allah bununla birçok ölü kalplere hayat vermiştir. Peygamberlik, kelime, ruh;
işte Meryem oğlu İsa Mesih'in son hakikati bunlardan ibarettir. İsa, öldürül-
medi ve asılmadı veya henüz ölmedi, semaya kaldırıldı denildiği zaman bu
gerçekten başka bir şey anlamamalıdır. Şu halde ٍِ۪ٗس ا ثِ هُٕٛ ِِف َٰبAllah'a ve bü-
ُ ُسَٚ ِ بّٰلل
tün peygamberlerine iman ediniz, Allah'ı Allah, peygamberleri peygamber
tanıyınız ve ‚üç‛ demeyiniz, ne ‚ilahlar üçtür: Allah, Mesih, Meryem'dir‛ di-
ye açık şirk ile, ne de ‚Allah üçtür: baba, oğlu, Ruhu’l-Kudüs üç esas; üç şahıs
olarak tek esastır‛ gibi bir yorumlu şirk ile ‚üç ilah‛ anlayışına sapmayınız.
Üç ilah inanışından vazgeçiniz ki sizin için hayırlı olur. Çünkü ٌادِ ذَٚ ٌٌِٰٗ ّٰللاُ ا أَِّ َّب هAl-
lah ancak bir ilahtır, hiçbir şekilde ortaklığı kabul etmez, zatında her türlü ço-
ğalmadan uzak ve ilahlıkta tekdir, ٌٌَذَٚ ٌَُٗ َْٛس ْج َذبَُٔٗ اَ ْْ يَ ُى ُ haşa, O'nun bir çocuğu
olması ihtimali yoktur. O'nu öyle bir noksanlıktan tenzih eder ve yüceltirim.
Çünkü ض ِ ْ اْْلَسِٝ َِب فَٚ د
ِ اَٛ َّّٰ اٌسٌَُِٝٗ َِب فgöklerde ve yerde, yukarılarda ve aşağıda her
ne varsa hepsi O'nundur. Halk O'nun, mülk O'nun, hükümranlık ve tasarruf
O'nundur. İsa da içinde olduğu halde eşyadan hiçbir şey O'nun mülk ve me-
lekutu (gayb âlemi)ndan hariç değildir. ًو۪ يًلَٚ ِبّٰلل َفي ِث هٰ وٚAllah
َ vekil olarak da ka-
fidir. Yani bütün bunları yaratmak ve düzenlemek ve adına zat etmek ve ida-
re etmekte Allah'ın hiçbir kimseyi vekil tutmaya ihtiyacı yoktur. O bizzat ve
asaletle hüküm ve tasarrufa kadir, âlemlerden müstağnidir. Bununla beraber
yarattıklarının işlerini, onların hesap ve faydaları adına en güzel düzenleyen
ve idare eden ve edecek olan da O'dur. Onlar görevlerini yapıp kendisine te-
vekkül ederek ve dayanarak işlerini ona havale ettikleri takdirde, onları dü-
zeltmek, arzu ve emellerini tatmin etmek için kendilerini başka bir vekile
muhtaç da etmez. Özetle O, bütün yaratıkların işlerini düzeltmeye ve kendi-
sine dayanmasına yeterlidir ve işinde bir vekile muhtaç değildir. O, her şeyin
yerini tutar, hiç bir şey O'nun yerini tutamaz ve O'na dayanmadan duramaz.
Şu halde Allah'ın mülkü dışında bir şey, Allah'ın yerini tutacak bir çocuk, ye-
rini dolduracak bir vekil, Allah'tan başka işleri havale edecek bir merci, bir
mabud düşüncesi muhal (mümkün olmayan)in tasavvurudur. Bu gibi şeyler,
ancak faniler ve acizler hakkında düşünülür. ‚Peygamber‛ denildiği zaman
da bir ‚vekil‛ değil, ancak sözü nakleden bir emir kulu anlamalıdır. Buna
karşı ey Hristiyanlar, ‚Mesih nasıl kul olur?‛ demeyiniz. َِْٛف ْاٌ َّ ۪سي ُخ اَ ْْ يَ ُى َ ٌَ ْٓ يَ ْسزَ ْٕى
ػجْذا ً ِ ِه
ّٰلل َ ‚Mesih, hiç bir zaman Allah'a kul olmaktan çekinmez.‛(Nisa, 7/172)
Hristiyanlar Peygamberimize gelmişler, ‚Bizim sahibimize niçin ayıp isnad
318 • Bilal Deliser
46 Elmalı burada Âdem’in yaratılışıyla ilgili bilimsel tefsire örnek olabilecek uzun açıklamalar
yapmaktadır.
320 • Bilal Deliser
bakımından da müteşabih olan hak bir kelimedir. Bu kelime böyle kural dışı
bir olay olmak üzere tespit edilmiş ve bunu görmemiş olan akıl sahiplerinin
akıl ve imanına teklif olunmuş ve bu olay birtakım olaya ve nice sözlere sebep
olmuştur ki, bütün bu sözlerin içinde en doğrusu onun söylediği ُْ ُ َسثُّىَٚ ّّٰٝللاَ َس ۪ث اَِّْ ه
ُُٖٚ‚فَب ْػجُذŞüphesiz Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O'na ibadet
ediniz.‛ (Al-i İmran,3/51) ifadesi, tevhid emridir. Herhangi bir kimse kendin-
de böyle bir olay görmüş olsa, onu Allah'a karşı kendi vicdanında ‚haktır‛
diye tasdik etmekte hiç de tereddüt etmez. Bir insanın bunu şahsında görmesi
için de Meryem gibi bir bikr-i betul (kendini Allah'a adayan bekar kadın) ol-
ması gerekir. Şimdi Meryem gibi bir bakire olmayanların ve onun gibilerini
görmeyenlerin, bunu tespit eden şehadetleri yalanlayarak veya bozarak İsa
olayını inkâra veya kötü yorum yapmaya ilmen ve aklen hakları olabilir mi?
Sonra, bu olayın bir gerçek yorumu, bir açıklaması var mıdır, yok mudur?
Mesele budur. Yukardan beri akıl sahiplerine bütün bu açıklamayı yapan ve
seçme kanununu da anlatıp kelimeyi böyle inceleyen Kur'an ta surenin başın-
da ة ِ ا اْْلَ ٌْجَبٌُُٛٚ َِب يَزَّوَّ ُش ا اِْلَّ اَٚ ِِٓ ِػْٕ ِذ َس ِّثَٕب
ْ ًٌّ َْ ٰا ََِّٕب ِث ِٗ ُوٌُُٛٛ ْاٌؼ ٍِْ ُِ يَمَِْٝ فٛاٌشا ِس ُخ
َّ َٚ ‚İlimde derinleşmiş
olanlar: 'Biz ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır. Ama ancak temiz akıl
sahipleri öğüt alır.' derler. (Al-i İmran, 3/7) muhkem ayetiyle, müteşabihi
inkâra veya kötü yoruma sağlam ilim ve kâmil akıl açısından hiçbir zaman
hak ve selahiyet bulunmadığını anlatmış olduğu gibi, burada da onu akıllar
nazarında çaresiz olarak sabit ve sağlam bir örneğe, bir asli maddeye, ezel ve
ebede doğru, bir muhkem kanuna irca edip gerçek yorumunu göstermiştir ki,
o örnek Âdem ve o madde toprak ve o kanun yaratma ve seçme kanunudur.
Buna göre ilmi açıdan bunu inkâr etmek doğru değildir ve şöyle izah etmek
gerekir.
İsa kelimesi, bir insan tasavvurunu, bir insan kelimesini içerir. İnsan ta-
savvuru ve insan kelimesi de pratik ve realitede, her şeyden önce Âdem anla-
yışını, Âdem olayını ifade eder. Çünkü realitede insan tarifinin ilk örneği
Âdem'dir. Âdem kelimesinin kesin akıl anlayışında en sağlam şekilde delalet
ettiği olay da şudur: Başlangıçta topraktan yaratılmış ve var olmuş itaatkâr bir
memurdur ki, asıl insan demek bu demektir. Şu halde İsa kelimesi, insanın as-
lı demek olan Âdem kelimesine, diğer Âdemoğullarından daha çok bir ben-
zeyişle benzeyip dururken, ‚böyle insan olmaz ve olamaz‛ diye inkâr etmek
veya geçmiş ve gelecekte dengi bulunmak ihtimali olmayan yaratıcı ve emre-
dici Allah Teâlâ’ya benzetmeye kalkışıp çelişkiye düşmek veya düşük örnek-
lere dönüştürerek iftira ve bühtan yollarına sapmak için hiçbir ilmi ve fenni
zorunluluk yoktur< Âdem kıssası, İsa kıssasının hem haber, hem istikra (tü-
me varım) ve hem istintaç (sonuç çıkarma) bakımından bir örnek ve izahıdır.
Sözün kısası, insanlığın yaratılışı hakkında başlıca iki kanun vardır: Birisi,
hiçbir istisnası olmayan daha genel ve külli (tümel) ve bundan dolayı istidlal
(delil ile sonuca varmak) ve sonuç çıkarma yönüyle mantık bakımından kesin
ve kuşkusuz bir sonuç veren şu kanundur: ‚Her insan Allah'ın mahlûkudur.‛
İkincisi de şu kanundur: ‚İnsan, bir baba insan ile bir ana insanın birleşmesiy-
le doğmuş çocuğudur‛. Bu kanun, genel değil, çoğunluğa aittir. Çünkü zo-
322 • Bilal Deliser
runlu müstesnası vardır. Çünkü ilk insanı veya ilk insanları kapsamamakta-
dır. Buna göre İsa bir insandır ve çoğunlukla insan, bir baba insan ile bir ana
insanın birleşmeleriyle doğmuş çocuklarıdır. O halde İsa da büyük ihtimal ile
böyle bir çocuktur. ‚Acaba onun babası kimdir?‛ diye düşünmek kuvvetli,
ilmi bir düşünce değildir. Bir iman temin etmez, ilmi bir inkâra da hak ver-
mez. Fakat ‚İsa bir insandır ve her insan ise Allah'ın yaratığıdır. O halde İsa
da Allah'ın yaratığıdır.‛ diye tasavvur edildiği zaman hiç yanlış olma ihtimali
yoktur. Buna iman eden hiçbir zaman aldanmaz ve hiç yalan söylemiş olmaz.
İşte hak din olan İslam dininde, iman ve iman prensiplerinin, böyle her şüp-
heden uzak ve her töhmetten salim, gayet sağlam ve son derece nezih ve ah-
laki olması gerekir. İnsan, ya doğru söylemeli veya susmalıdır. Yalancılıkla
Allah'a küfür ve isyan etmemelidir. Gerçekte te'vil َُّٰٗللاِ َو َّثَ ًِ ٰاد َََ َخٍَم ٰ ۪اَِّْ َِثَ ًَ ػ
يسي ِػْٕذَ ه
ُُْٛة ثُ َُّ لَب َي ٌَُٗ ُو ْٓ فَ َيى ا
ٍ َشُ ر ْ
ِِٓ ‚Doğrusu Allah katında İsa’nın durumu Âdem’in du-
rumu gibidir. Onun topraktan yarattı, sonra ona: ol! Dedi, o da oluverdi‛ ifa-
desiyle anlatılan husustur. Bunda o kadar açık manalar vardır ki, dikkat edip
anlamalıdır. Topraktan yaratma, sonra ‚kün‛ (ol!), hemen peşinde ‚feyekün‛
(hemen oluverdi). Ancak şu noktayı unutmamalıdır ki, bu zikr-i hakim (hik-
metli hatırlatma), bütün muhataplardan önce Hristiyanlara karşı bir hakimin
hükmüdür. Allah'ı ve insanı tanımak, yaratıcı ile yaratılanı, amir ile memur,
hâkim ile mahkûmu fark ettirip itaate davet etmektir. Kelime, İsa'da var da,
Âdem'de yok değildir. İsa'ya her ne yönden bakılırsa bakılsın ortağı, dengi,
örnekleri vardır. Fakat Allah'ın hiçbir dengi yoktur. İsa ve Âdem, ikisi de top-
raktan yaratılmış, ikisi de Allah’ın emriyle memurdur. Âdem kelimesi, Al-
lah'ın aynı veya oğlu olmak mümkün olmadığı gibi, İsa kelimesi de öyledir.
Kelimeler çok, Allah ise birdir. Allah, kelimelerde fani (yok olucu) değil, diri
ve her şeyi koruyandır. Fakat kelimeler Allah’ta fani (yok olucu)dir. Kelime-
lerle Allah çoğaltılmamalı, Allah ile kelimeler birleştirilmelidir. Kelimeler bi-
rer yol gösterici, birer alamet, birer ayettirler. Bütün bunların tek medlul (ma-
na)leri Allah’tır. İsa da, Âdem gibi, Allah’tan gelmiş, Allah'a yükseltilmiştir.
İsa'nın ruhu, vefat etmediyse, edecektir, baki (ebedi olarak kalıcı) ancak Al-
lah’tır. Şimdi Necran delegeleri ve onların benzerleri bu hakkı kabul etmeyip
de, ‚Allah’tan garip bir kelime‛ dedin ya, işte bu bize yeterlidir, kelime Al-
lah'ın cüz'ü (bir kısmı)dür, kelime Allah'ın aynıdır, kelime Allah’tır, diye inat
edip kibirlenerek boş laf üretiyorlar.49
adı Ahmed olan Hz. Muhammed Mustafa’yı müjdeleyici olarak geldiğini ha-
ber vermektedir51. Yine İsa, İsrail oğullarına hikmeti getirdiğini ve hakkında
ihtilafa düştükleri şeylerin bir kısmını açıklamak için geldiğini beyan etmiş-
tir52. Ancak İsrail oğulları İsa’ya inanmamışlar, hatta gösterdiği mucizeler
içinde ‚Bu, apaçık bir sihirden başka bir şey değildir‛ demişlerdir 53.
İsa, İsrail oğulları içinde çok az bir cemaatle faaliyet gösterebilmiştir. İs-
rail oğulları, İsa’yı inkâr etmişlerdir. Bu durumu Kur’an-ı Kerim şöyle açık-
lamaktadır: ‚İsa, onlardaki inkârcılığı sezince: Allah yolunda bana yardımcı
olacaklar kimlerdir: dedi. Havariler: Biz, Allah yolunun yardımcılarıyız. Al-
lah’a inandık, şahit ol ki bizler Müslümanız cevabını verdiler. Havariler, Rab-
bimiz! İndirdiğine inandık ve Peygambere uyduk. Şimdi bizi şahitlerden yaz
dediler‛54, İsrail oğulları hiçbir zaman İsa’yı bekledikleri Mesih olarak kabul
etmemişlerdir. Kur’an’ın ifadesine göre ona (İsa’ya) tuzak kurmuşlardır. Fa-
kat Allah, onların tuzaklarım bozmuştur55. Allah İsa’yı, Yahudilerin kurduk-
ları çirkin plan ve tuzak içine sokmamak için şöyle buyurmuştur. ‚Ey İsa; seni
vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındı-
racağım ve sana uyanları, kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım. Sonra
dönüşünüz bana olacak: İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında
aranızda ben hükmedeceğim43. Yine İsrail oğullarının İsa’yı öldürdük demele-
rine karşı Kur’an- ı Kerim şöyle meydan okumaktadır: ‚Allah elçisi ‚Meryem
oğlu İsa’yı öldürdük‛ demeleri yüzünden (onları lanetledik). Hâlbuki onu ne
öldürdüler, ne de astılar. Fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. O’nun
hakkında ihtilafa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler. Bu
hususta zanna uymak dışında hiçbir bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öl-
dürmediler. Bilakis Allah onu, (İsa’yı) kendi nezdine kaldırmıştır. Allah izzet
ve hikmet sahibidir‛56. İslâm düşüncesinde İsa’nın âkibeti konusu, daima bir
tartışma konusu olmuştur. Âl-i İmran 55 ayetinde Allah ‚(İsa’yı) kendi nezdi-
ne kaldırdığını‛57 buyurmaktadır. Fakat bu kaldırışın şekli nasıl olmuştur? Bu
konuda İslâm bilginleri farklı görüşlere sahip olmuşlardır.58
Bu konuda Kur’an’ı Kerim’de;
Âl-i İmran, 3/55; Nisa, 4/157,158,159; Maide, 5/117; Zuhruf, 43/61, Ayetle-
ri delil olarak kullanılmaktadır. Elmalılı bu ayetleri nasıl yorumlamıştır? Şim-
di bunlara bir göz atalım.
nun da bir ıttıradı (birbirini takip etmesi) vardır. Her harika, ilk nail oluşa
nispet olunur. Muhammed'e ait olan harika, onunla beraber olan diğer pey-
gamberlerden gelen harika silsilelerine eklenen olgun özelliktedir.60
‚İsa ölmedi, kıyamet gününden önce size dönecektir‛ hadisi Elmalı’yı
ayette geçen هَ ۪فّيََٛ ‚ ُِزseni öldüreceğim‛ kelimesinin, zahir dışı bir mana ile tevil
yapmaya icbar etmiştir. ‚Onun kıyametten önce eceli gelecek, vefat edecek,
Azrail tarafından öldürülecektir. Ahirette de ölümden sonra bir ba's (yeniden
dirilme), bir ahiret hayatı olacaktır.‛ İfadesiyle İsa’nın öldürülmediği düşün-
cesine meylettiğini gösteriyor. Ne var ki, ‚İsa'nın, semaya yükselmesi ve kı-
yametten önce semadan inmesi ve dönüşünü anlatan haberleri ve hadisleri,
Allah'a yükseltilen İsa'nın cismine sarf etmemelidir. İsa'nın ruhu, böyle bir
geçici baka ile baki olduğu gibi, diğer peygamberler de böyledir. Kabirlerin-
deki peygamberler diridirler.‛ İfadesiyle diğer tüm peygambere için geçerli
olan hükmün Hz. İsa için de işlediğini; maddi ölümsüzlükten ziyade konu-
nun bütünüyle müteşabihe konu olmasından dolayı, mecazi bir ölüm anlatım
yolu benimsediği görülmektedir.
158- Fakat Allah onu kendisine yükseltmiştir. Allah, aziz (daima üs-
tün)dir, hikmet sahibidir.
يذًاَٖٙ ُْ شِٙ ػٍَ ْي َ ُُْٛ ََ ْاٌ ِميٰ َّ ِخ يَىْٛ َيَٚ ِٖٗ رْٛ َِ ًَ ة ا َِّْل ٌَيُؤْ ِِ ََّٕٓ ثِ ٖٗ لَ ْج
ِ ِِٓ اَ ْ٘ ًِ ْاٌ ِىزَب
ْ ِْْ اَٚ
159- Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölmeden önce ona (İsa'ya)
iman etmiş olmasın. Kıyamet gününde o, onlar aleyhine şahitlik edecektir.
ً ػظ۪ يّب
َ ً زَبٔبْٙ ٍُي َِشْ يَ َُ ث ٰ ػ َ ُْ ِٙ ٌِ ْٛ َلَٚ ُْ ِ٘ ثِ ُىفْ ِشَٚ ‚bir de böyle huy edindikleri küfürleri ve Mer-
yem aleyhinde pek büyük bir iftirada bulunmaları. Bunlar, Hz. Meryem'i zina
ile suçlamak suretiyle büyük bir iftirada bulunmuşlar, bu da Allah Teala'nın,
beşerin dokunması olmaksızın bir çocuk yaratmaya kudretini inkâr etmele-
rinden dolayı olmuştur. Bunu inkâr ise, tabiatın ezeli olması davasıyla Allah'ı
inkârdır. ُْ ِ٘ ثِ ُىفْ ِشٚ‚küfürleriَ sebebiyle‛ ifadesi, buna işarettir. Bu küfürleriyle o
büyük iftirayı söylemiş olmaları ِّٰللا َي هُٛيسي اثَْٓ َِشْ يَ َُ َسس َ ُْ أَِّب لَز ٍََْٕب ْاٌ َّ ۪سي َخ ۪ػِٙ ٌِ ْٛ َلَٚ ve Al-
lah'ın peygamberi olan Mesih Meryem oğlu İsa'yı biz öldürdük demeleri, yani
peygamberlik vasfıyla alay ettik ve böyle bir zatı öldürdük diye öğünmeleri
sebebiyledir ki, Allah bunları gazap ve düşüklüğe duçar etmiş, belalarını
vermiştir. ُُٖٛصٍَج َ َِبَٚ ٍَُُٖٛ َِب لَزٚHâlbuki َ bunlar onu gerçekte ne öldürdüler, ne astı-
lar. Çünkü İsa'nın hakikati bir kelime, bir ruh idi. Bunu ise ne öldürebildiler,
ne de asabildiler. ْ ُُٙ ٌَ َٗش ِّج ُ ِْٓ ٌٰىَٚ Ve fakat şüpheye düşürüldüler, onlara öyle gibi
gösterildi. Bu teşbih (benzetme) meselesinde çeşitli rivayetler vardır ki, başlı-
ca iki vecih (görüş) vardır:
I- Kelamcıların birçoğu demiştir ki, Yahudiler Hz. İsa'yı öldürmek iste-
dikleri zaman Allah onu göğe kaldırdı. Yahudi reisleri de halkın fitneye düş-
mesinden korktular, bir insan tuttular, öldürüp astılar ve insanlara: ‚Mesih iş-
te bu‛ diye aldatarak ilan ettiler. Çünkü halkın çoğunluğu onu şahsen değil,
ancak ismiyle tanıyorlardı.61
II- ُْ ُٙ ٌَ َٗش ِّج ُ demek, İsa'nın benzerliği, birine ilka olundu, başka bir insan ona
benzetildi, ona benzer bir şekle konuldu demektir, demişler ve bunda dört
görüş nakletmişlerdir.62
Bu farklı görüşler hakkında buyuruluyor ki: ِٗ ا ف۪ يٛاَِّْ اٌَّز۪ يَٓ ا ْخزَ ٍَ ُفٚBu َ hususta,
bu İsa işinde ihtilaf etmiş olanlar da ُْٕٗ ِِ ش ٍَّهٝ ٌَ۪فmuhakkak bundan dolayı şüphe
içindedirler.
ٍُ ٌْ ِْٓ ِ ِ۪ٗ ُْ ثُٙ ٌَ َِبBuna dair hiç bir ilimleri yoktur. ِّٓ ظ َّ ٌع ا َ اِْلَّ ارِّجَبFakat zanna tabi
olmuşlardır.
ً ُٖ يَم۪ يٕبٍَُٛ َِب لَزَٚ Hâlbuki biz Mesih'i öldürdük diyenler onu yakinen öldürme-
diler. Şu halde öldürme cinayetiyle öğünmeleri de bir yalandır. Çünkü bir iş-
ten maksat ne ise hüküm ona göredir. Onların ise öldürmeye teşebbüsten
maksatları asla hâsıl olmadı. Gerçi ortada bir cesedin öldürülmüş olduğu gö-
rülmüştü, fakat onların öldürmek istedikleri Mesih bu değildi, asıl Mesih'i öl-
düremediler, ِٗ ّْٰللاُ اٌَِي ثَ ًْ َسفَ َؼُٗ هbelki Allah onu kendine kaldırdı, onların yok etmek
istedikleri İsa'yı göklere çıkardı da kendilerini kötü adlı etti. ً ػ ۪زيزاً َد ۪ىيّب َ ُّٰللا
وَبَْ هَٚ
Ve Allah ezelden aziz (üstün) ve hakim (hikmet sahibi)dir. ة اِْل َّ ْ
ِ ا ِْْ ِ ِْٓ اَ ْ٘ ًِ اٌ ِىزَبَٚ
ِ۪ٗرْٛ َِ ًَ ٌَيُؤْ ََِِّٕٓ ثِ۪ٗ لَ ْجKitap ehlinden gerek Yahudi ve gerek Hristiyan hiçbiri yoktur
ki, ölümünden önce İsa'ya iman edecek olmasın, her halde edecektir, etmek
mecburiyetindedir. Çünkü ölüm zamanında imanın faydası olmayacak ََ ْٛ َيَٚ
ًيذاَ۪ٙ ُْ شِٙ ػٍَ ْي ْ
َ ُُْٛاٌ ِم ٰي َّ ِخ يَىve kıyamet gününde İsa onların aleyhlerine şahit olacaktır.
Tefsircilerden çoğunun açıkladığına göre ُٗ(ـhu) gizli zamiri İsa'ya, ِٖٗ رْٛ َِ ًَ لَ ْج
‚ölümünden önce‛ cümlesindeki gaip zamiri de iman edecek olan kitap ehli-
ne racidir ve İbn Abbas’tan da böyle nakledilmiştir. Yani İsa ölmeden önce
demek değil, kitap ehlinden her biri ölmezden önce demektir. Fakat her
halde iman edecek olunca, İsa niçin aleyhlerinde şahit olacak, denilirse, buna
karşı َْ رُجْذُ اْ ْٰلّ۪ٝٔ ِدُ لَب َي اْٛ َّ ٌض َش اَ َدذ َ ُ٘ ُُ ْا َ د َدزهي اِرَا َد َّ ٌَْ اٍَُّٛ ْثَخُ ٌٍَِّز۪ ي َٓ يَؼْٛ َّذ اٌز
ِ سيّئَب َ ٌَ ْيَٚ (Nisa, 4/18)
ِ س
ayetinde geçtiği üzere yeis imanı kabul edilmeyeceğinden dolayı bu imanla-
rının kendilerine faydası olamayacağı söylenmiştir. Fakat ayette ِ۪ٗرْٛ َِ َٓ‚دِ يölüm
zamanı‛ buyurulmayıp ِٗ ِرْٛ َِ ًَ ‚لَ ْجölümden önce‛ buyurulduğuna nazaran bu
cevap ayetin zahirine pek de uygun değildir. Şu halde ayetin meali, ölümün-
den önce Yahudiler İsa'yı yalanlamaktan, Hristiyanlar tanrılık isnadından
zi'nin dediği gibi: ‚Bu vecih (görüş)ler birbirine zıt ve aykırıdırlar.‛( Fahru'r-Razi, a.g.e., XI,
102.) Dolayısıyla ayeti açıklama hususunda delil getirmeye elverişli değildirler. Hıristiyanlar
Filatos devrinde Hz. İsa'nın Yahudiler tarafından öldürülüp asıldığını ve sonra ayağa kalkıp
semaya yükseltildiğini söylemişlerdir. On iki Havariyyundan biri olan Yahuda Esharyutı'nın,
yahudi kâhinlerinden para alarak Hz. İsa'ya ihanet ettiği ve öldürülmesine yol gösterdiği,
sonra pişman olup kendini astığı İnciller’ de nakledilmektedir. Fakat Hristiyanlar, diğer taraf-
tan, başlıca üç grup olarak, öldürmenin Mesih'le ilgisinin durumu hususunda ihtilaf etmişler-
dir: Bir kısmı öldürme ve asmanın hem nasut (cism)e hem lahut (ruh)a vaki olduğuna; fakat
ruha dokunmakla değil, duygu ve şuur ile vasıl olduğuna kani olmuşlar ki, bunlara Melka-
iyye denir. Diğer kısmı, öldürme ve asmanın iki cevher (esas)den doğmuş olan Mesih'in cev-
herine vaki olduğunu söylemişlerdir ki, bunlara Ya'kubiyye denir. Üçüncü bir kısmı da, onun
cismi öldürüldü, ruhu yükseltildi demişlerdir ki, bunlara da Nesturiyye derler. İmam Fah-
ruddin Razi der ki: ‚Filozofların çoğu bu görüşe yakın bir kanaattedirler. Zira isbat edilmiştir
ki, insan şu heykelden ibaret değildir. Belki ya bu beden içinde şerefli bir cisim veya zatında
mücerred (soyut) ve bu bedeni idare eden bir ruhani cevherdir. Şu halde öldürme işi, o heykel
(maddi yapı) üzerinde vaki olmuş, gerçekte İsa aleyhisselam olan nefs (ruh) ise öldürülme-
miştir.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 329
tövbe ederek her halde İsa'ya iman etmek zorundadırlar, yani iman ile borç-
ludurlar. Ölüm gelmeden, tövbe kapısı kapanmadan, zorunlu hale düşmeden
önce tövbe edip imana gelmelidirler. Yoksa o zaman imanın da faydası olma-
yacak, İsa kıyamet gününde aleyhlerinde şahit olacak, Yahudiler aleyhinde:
‚Ey Rabbim bunlar beni yalanladılar‛ diye; Hristiyanlar aleyhinde de: ‚Ey
Rabbim, bunlar bana ilah ve Allah'ın oğlu‛ dediler, diye küfürlerine şahitlik
edecektir.63
Nisa, 159 ayeti de Nüzulü İsa konusunda delil olarak kullanılan ayetler-
den biri olarak karşımıza çıkmaktadır Ayetin tefsirinde görüldüğü gibi, Elma-
lılı bu ayeti mehdi ve Mesihçi bir yaklaşımla tefsir etmediği gibi Nüzulü İsa
için delil olarak ta kullanmamıştır. Elmalı’nın ayetten anladığı; her Yahu-
di’nin bizzat kendisi ölmeden önce İsa'yı yalanlamaktan, her Hristiyan’ın da,
Hz. İsa’ya tanrılık isnadından vazgeçip tövbe ederek sağlam ve sahih bir
inançla ölmek zorunda olduğudur. Aksi takdirde Hz. İsa kıyamet gününde
aleyhlerinde şahit olacaktır.
Zuhruf, 43/61
Hz. İsa’nın Kıyamete yakın gökten yeryüzüne inişine delil olarak göste-
rilen ayetlerden biri de Zuhruf 61 ayetidir.
ٌ ص َش
ٌُ اط ُِ ْسز َٖمي َ أَُِّٗ ٌَؼ ٍِْ ٌُ ٌٍِسَّبَٚ
ِ ِْ ٰ٘زَاُٛارَّجِؼَٚ بَٙ ِػ ِخ ف ًََل ر َ ّْز َُشَّْ ث
61- Gerçekten o, (İsa'nın doğumu, ölüleri diriltme mucizesi ve gökten ye-
re inişi) kıyametin yaklaştığını gösteren bir bilgidir. Sakın kıyamet hakkında
şüpheye düşmeyip, bana uyun, bu doğru yoldur.
Hamdi Yazır bu ayeti aşağıdaki gibi tefsir etmiştir:
َ أَُِّٗ ٌَؼ ٍِْ ٌُ ٌٍِسَّبَٚ ‚Muhakkak ki o saat için bir ilimdir de saatin (kıyametin) ge-
ػ ِخ
leceğini, ölülerin dirilip ayağa kalkacağını bildiren bir delil bir alamettir.
Çünkü İsa gerek ortaya çıkışı, gerek ölüleri diriltme mucizesi ve gerekse ölü-
lerin ayağa kalkmasını haber vermesi itibariyle kıyametin meydana geleceği-
ne bir delil olduğu gibi, hadiste haber verildiğine göre, inmesi de Kıyametin
alametlerindendir. ُْ ِٙ ِْٕف اْْلَدْ زَ اةُ ِ ِْٓ َثي َ ٍَََبخز
ْ فSonra hizipler, her biri bir gaye ile top-
lanan fırkalar, kendi aralarında ihtilaf çıkardılar. Yahudiler başka söylediler,
Hristiyanlar da çeşitli fırkalara ayrıldılar. ‚İlah, Allah'ın oğlu‛ laflarını da on-
lar çıkardılar.‛65
Netice itibariyle, bu ayetin tefsirinden de sarahatle anlıyoruz ki, Elmalılı
Kur’an ayetlerinden hiçbirini mehdi ve Mesih inancı için kullanmamıştır. Yu-
karıda zikrettiğimiz ve Nüzulü İsa düşüncesi için delil olarak kullanılan ayet-
leri İsa’nın inişine delil getirmemiş, konuyla ilgili hadisler bağlamında te’vil
etmiştir. Çünkü mehdi ve Nüzulü İsa gibi kavramaları doğrudan Kur’an’dan
üretmek hiçbir yöntembilimi içermediği gibi bilimsel bir faaliyetle de izah
edilemez. Çünkü bu kavramlar Kur’an’ı Kerim’de geçmemektedir.
dır. (Buhari, Tevhid, 17; Müslim, İman, 274, Fiten, 100.) Müseylime gibi yalan
yere peygamberlik iddiasıyla çıkacak otuz kadar Deccal zikredilmiş, en büyük
fitne olan Mesih Deccal'ın ise ilahlık iddiasıyla ortaya çıkacağı haber verilmiş-
tir. Ancak Mesih Deccal'e, Mesih b. Davud denilmiş olduğunu da bu ayetin
tefsirinde işitmiş oluyoruz. Hâlbuki Matta İncil’inin başında görüldüğüne gö-
re Hristiyanlar bu ismi ‚İsa el- Mesih b. Davud‛ diye Hz. İsa'ya vermektedir-
ler. Buna sebep olarak da Meryem'in nişanlısı dedikleri Yusuf'un Hz. Davud
neslinden olduğunu söylemektedirler. İsa'nın doğumu, Meryem'le Yusuf'un
bir araya gelmelerinden önce Ruhu'l-Kudüs'ten oldu diye açıklanmış iken,
Yusuf babası imiş gibi onun vasıtası ile Hz. Davud'a nisbet edilmesi bir çelişki
teşkil eder. Fakat Matta İncili her nedense bu çelişki ile birlikte Hz. İsa'ya Me-
sih b. Davud demekte ısrar etmiştir. Aynı zamanda Hz. İsa'yı tanımadıkları
malum olan Yahudiler de ahir zamanda çıkacak Deccal'e bu ismi vermişler,
bu açıdan aralarında bir kaynaktan çıkmış olması düşünülen garip bir bakış
açısı benzerliği meydana gelmiştir. Biz bundan şunu anlamış oluyoruz ki Me-
sih-i Deccal, yalancı Mesih demektir. Gelen haberlere göre Deccal, yalancı, in-
sanları aldatmakta hünerli bir sahtekardır ki, kafirliği, sahtekarlığı, yüzünden
belli olduğu halde birtakım harikalar göstererek ilahlık iddia edecek ve en
büyük fitne olması da bundan olacaktır. Deccal'in bu şekilde yalancı bir Me-
sih olması, onun Hristiyanlık taklidi altında ortaya çıkacağını anlatır. Gerçek
Mesih olan İsa'yı ve peygamberlerin sonuncusunu kibir ve kıskançlıkla inkâra
dalarak bütün ümitlerini yalancı Mesih olan Deccal'a bağlamaları ne acayip
bir bedbahtlık, ne acı bir mahrumiyettir.‛66
SONUÇ
Kur’an’da Mesîh kelimesi ister tek başına ister sıfat olarak kullanılsın
hiçbir zaman Yahudi ve Hristiyanların bu kelimeye yükledikleri ‚beklenen
kurtarıcı‛ anlamında kullanılmamıştır. Kur’an’daki bütün kullanımlarında
Mesîh, Meryem oğlu Îsâ anlamına gelmektedir. Elmalı’nın ifadesiyle, ‚Biri la-
kab olmak üzere iki isim; bir müsemma (isimlenen), bir sıfat, sonra da açıkla-
nacak vasıflar. Şu halde İsa bir oğuldur, fakat Meryem'in oğludur, haşa Al-
lah'ın oğlu değildir. İsa, Mesih'tir, mübarektir, Ruhu'l-Kudüs ile te'yid edil-
miştir. İsa, Allah'tan bir kelimedir, fakat kelimelerin tümü değildir. Hem de
tekdir, çoğul değildir. Allah'tan bir kelimeye, Allah'ın bir kelimesi denebilirse
de, Allah denemez. İsa bir kelime olmak üzere, Allah'a bağlıdır. Bir oğul, bir
çocuk olmak üzere ise ancak Meryem'e bağlıdır.‛
Cenabı Hakk, İsa’yı hem Yahudilerin hem de Hristiyanların sapmalarını
düzeltmek için bir tevhid elçisi olarak konuşturmuş ve kendisinden sonra ge-
lecek olan son elçiyi müjdeleyerek aralarından ayrılmıştır. İsa hem kendisi ile
ilgili yanlış Hristiyan telakkileri hem de Yahudilerin İsa hakkındaki düşünce-
67 Bkz., Hüseyin Aydın, Kur’an Bütünlüğü Açısından Hz. İsa’nın Akıbeti Meselesi, Kelam Araş-
tırmaları 6:2 (2008), s.43.
68 ‚Bu son senelerde Yahudilere Filistin'de bir hükümet yapıvermek isteyen İngiltere acaba on-
lara gözledikleri yalancı Mesih rolünü oynayıverecek midir?‛ Bkz., Elmalılı, Hak Dini Kur’an
Dili, VI/532.
334 • Bilal Deliser
GİRİŞ
Tebliğimizin1 konusu Kütüb-i tis’a kaynaklarında yer alan mehdî ile ilgili
rivâyetlerin değerlendirilmesidir. Konuyu böyle sınırlandırılmamızın sebebi
kütüb-i tis’a kaynaklarında yer alan rivâyetlerin durumu diğer kaynaklarda yer
alan rivâyetler hakkında da bir fikir verecek olmasıdır. Bütün kaynaklarda yer
alan rivâyetleri tek tek değerlendirmek bir bildirinin sınırlarını aşacak boyutta
olduğu herkesin malumudur. Bu sebeple çalışmamızı en mütedavil dokuz ha-
dis külliyatı ile sınırlandırmayı uygun gördük.
Konu ile ilgili rivâyetleri iki gruba ayırmak mümkündür. Birincisi doğru-
dan mehdî kavramının zikredildiği rivâyetler; ikincisi de doğrudan mehdî
kavramının zikredildiği rivâyetlerin muhtevasından hareketle dolaylı olarak
mehdî ile ilişkilendirilen rivâyetler. Biz bu çalışmamızda ana eksen olarak bi-
rinci grup yani mehdî kavramının doğrudan zikredildiği riayetleri esas aldık.
Dolaylı olarak mehdî ile ilişkilendirilen rivâyetleri de iki grup olarak ifade
etmek mümkündür. Birincisi mehdî zikredilmeden Hz. Îsâ’nın zikredildiği ri-
vâyetler; ikincisi de yine mehdî zikredilmeden ehl-i beytin zikredildiği ri-
vâyetler.
Bu arada ‚mehdî‛ ile ‚dünyanın son zamanlarında ortaya çıkıp doğru
inancı ve adâleti yeryüzüne hâkim kılacağına inanılan kurtarıcı‛nın kastedildi-
ğini2 de belirtmekte yarar var.
2) Müslim
Hadis kaynaklarının güvenilirlik sıralamasında ikinci sırayı alan Müs-
lim’in (ö.261/875) el-Câmiu’s-sahîh’inde de mehdî ifadesinin doğrudan yer al-
dığı herhangi bir rivâyet yer almamaktadır. Bundan da ‘mehdî ifadesinin doğ-
rudan yer aldığı rivâyetler’in, Buhârî’nin olduğu gibi, ‘Müslim’in de hadis
naklinde esas aldığı sıhhat kriterlerini taşımadıkları’ sonucunu çıkarmak
mümkündür.
Müslim’in el-Câmiu’s-sahîh’inde ‚Nuzûlü Îsâ’bni Meryem Hâkimen bi-
Şerîati Nebiyyinâ Muhammed Sallallâhu Aleyhi Ve Sellem‛ bab başlığı al-
tında Buhârî’nin naklettiği yukarıdaki hadisin yanı sıra zikrettiği ikinci bir ri-
vâyette imamın Hz. Îsâ’nın olacağı ifade edilmektedir. Yani hadis: ‚Meryem
oğlu aranıza inip size imam olacağı zaman acaba sizler nasıl olursunuz?‛4
şeklindedir.
Bu iki rivâyet arasında görünürde ve yorumlara göre oldukça önemli bir
fark gözükmektedir. Birincisinde ümmetin imamı Hz. Muhammed’in ümme-
tinden herhangi birisinin olacağı ifade edilmekte iken5, ikincisinde ise bu
imamın Hz. Îsâ’nın olacağı ifade edilmektedir6. Ağırlıklı yorumlar imamın ‘Hz.
Muhammed’in ümmetinden biri’ olacağı şeklinde tezahür etmiş olmakla bera-
ber, birinci hadiste yer alan ‚imâmuküm minküm: imamınız sizden biri iken‛
ifadesini, ‚imamın Hz. Îsâ olup İncil’e göre değil de Kur’ân’a ve Nebînizin
Sünnetine uyan sizden biri olarak size imamlık yaptığında hâliniz nasıl
olur‛ şeklinde yorumlayanlar da olmuştur7. Bu durumda her iki rivâyet arasın-
da herhangi bir fark kalmamaktadır.
3) Ebû Dâvûd
Ebû Dâvûd (ö.275/888), Kitâbu’l-Mehdî (35) adıyla mehdî ile ilgili özel bir
bölüm açmış, bu bölümde 12 rivâyet nakletmiştir. İki rivâyette (4284, 4285)
mehdî kavramı doğrudan yer alırken diğerlerinde mehdî ifadesi geçmemekte-
dir.
1. (4279) ve 2. (4280) rivâyetler mehdî ifadesi geçmeden Kureyş’ten olup
adâletle hükmedecek olan 12 halifeden; 3. (4281) rivâyet bu âdil 12 Kureyşli ha-
lifeden sonra hercin yani terör ve anarşinin hüküm süreceğinden; 4. (4282) ve 5.
(4283) rivâyetlerde yine mehdî ifadesi geçmeden ‚ismi imime babasının ismi
de babamın ismine uygun benden bir adam/kişi‛ veya ‚ehl-i beytinden bir
adam/kişi‛ şeklinde dolaylı olarak mehdî ile ilişkilendirilen bu rivâyetlerde
dünya hayatının bitmesine bir gün dahi kalsa Allah’ın o günü uzatacağından ve
bu kişinin mutlaka geleceğinden bahsedilmektedir. Mehdînin açıkça zikredildi-
ği rivâyeteler 6. (4284) ve 7. (4285) rivâyetlerdir. 8. (4286) rivâyette halife öldü-
ğünde ihtilafın zuhur edeceği, ardından Medine halkından bir adamın ortaya
çıkacağı, halifeliği istemediği için Mekke’ye kaçacağı, orada Mekke halkından
bir gurubun halifeliği istememesine rağmen bulunduğu yerden çıkarıp Hace-
rü’l-Esved’le Makâm-ı İbrahîm arasında ona biat edecekleri, Şâm’dan ona bir
ordunun gönderileceği, bu ordunun Mekke ile Medine arasında yere batırılaca-
ğı, insanlar bu durumu görünce Şâm’ın abdalları ve kabileleri gelip ona biat
edecekleri, sonra da adâletle hükmedeceği, 7 veya 9 sene hüküm süreceği ifade
edilmektedir. 9. (4287) ile 10. (4288) rivâyetler bir önceki rivâyette yer alan hü-
küm süresinin 9 yıl olacağını teyitle alakalıdır. 11. (4289) rivâyet Şâm’dan gelen
orduya isteksiz katılıp yere batırılanların durumu ile alakalı olup niyetlerine
göre haşr edileceklerinden bahsetmektedir. 12. (4290) rivâyet de Hz. Ali’den
nakledilmekte, Hz. Ali oğlu Hasan’a bakarak Rasûlüllah’ın ifadesiyle oğlunun
seyyid olduğu, sülbünden bir adamın geleceği, ona şekli değil de ismi ve ahlâkı
benzeyeceği, yeryüzünü adâletle dolduracağı, sonra da Mâverâu’n-nehirde el-
VIII, 3495. Aynı mânâya gelen daha özlü bir ifade ile İbn Ebî Zi’b’in sözü olarak bak. Müs-
lim,‛ İmân‛, 246.
8 Müslim, ‚Îmân‛, 247; Ebû Abdillah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel eş-Şeybânî (241), Mus-
nedu’l-İmâm Ahmed b. Hanbel, th., Şuayb el-Arnavûd-Âdil Mürşid ve dğr., Müessesetü’r-risâle,
byy, 1421/2001, XXIII, 63 (14720) (III, 345, 384; IV, 217).
338 • Cemal Ağırman
Hâris b. El-Harrâs isminde biri çıkacağı, Âl-i Muhammed’in yolunu takip ede-
ceği, bütün müminlerin ona yardım etmesinin vacip olduğu ifade edilmektedir.
Dikkat edilirse bu rivâyetlerde ‚tarihte vuku bulan olayların tasvir edil-
mesi‛nin yanı sıra adrese teslim ‚ince detay‛lar ve ‚isimlendirme‛ler oldukça
fazla yer almakta, bu da merfu hadislerin formatına pek uygun düşmemekte-
dir. Rivâyetlerde bu kadar detay, şahıs ve coğrafî isimlerin yer alması güveni-
lirlerine gölge düşürmektedir. Hz. Peygamber’in soyundan olsa bile soy men-
subiyeti hiçbir zaman kişiye artı bir değer veya olağanüstü bir başarı kazandır-
maz. Rivâyetlerde yer alan bu detaylar ümmetin siyaseti veya dînî yaşantısına
herhangi bir faydası sağlamaz. Dolayısıyla böyle bir detay vermenin dinî ve si-
yasî açıdan hiçbir mantığı yoktur.
Bu rivâyetlerin mehdî ile ilişkilendirilmesinin zorlama olduğu, toplumsal
egemen algı ve inancın etkisinde kalındığı söylenebilir. Zirâ 12 âdil ve Kureyşli
imamdan bahseden 1. ve 2. rivâyetlerde vurgu adâletedir. Sahihliklerini bir ke-
nara bırakıp muhtevalarından hareket edecek olursak bu rivâyetlere göre ola-
ğanüstü yetki ve maharetlerle donatılmış bir mehdîden söz etmek mümkün
olmadığı gibi beklenildiği gibi bu mehdî tek kişi de değildir. Buna göre âdil
olan her Müslüman idareci bir manada mehdîdir. Bu da toplumu adâletle idare
etmenin ne kadar önemli olduğunu ifade eder.
9 Ebû Dâvûd, Süleyman İbnü’l-Eş’as es-Sicistânî (275), Sünenü Ebî Dâvûd, İstanbul trs.,
‚Mehdî‛, 1.
10 Ebû Dâvûd, ‚Mehdî‛, 1; Ebu’l-Fidâ İsmâîl b. Ömer b. Kesîr el-Kureşî el-Basrî: İbn Kesîr (774),
el-Bidâye ve’n-Nihâye, th., Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî, Dâru Hicr, byy., 1418/1997 (ne-
şir: 1424/2003), XIX, 59.
11 Muhammed b. Hibbân b. Ahmed el-Bustî (354), es-Sikât, th., Muhammed Abdulmuîn Hân,
Dâiretü’l-maârifi’l-Osmaniyye, Haydarabad, 1393/1973, VII, 207, VIII, 458.
12 Ebû Muhammed Abdurrahman b. Muhammed İbn Ebî Hâtim (327), el-Cerh ve’t-Ta’dîl, nşr.,
Dâiretu’l-Maârif, Haydarabad-Dâru İhyâi’t-turâsi’l-arabî, Beyrut 1271/1952, VI, 206; Şem-
suddîn Ebu Abdillah ez-Zehebî (748), Târîhu’l-İslâm, th., Ömer Abdüsselâm et-Tedmurî,
Dâru’l-kitâbi’l-arabî, Beyrut 1413/1993, VIII, 181.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 339
13 Şemsuddîn Ebû Abdillah ez-Zehebî, Mîzânü’l-i’tidâl fî Nakdi’r-Ricâl, th., Ali Muhammed el-el-
Bicâvî, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut 1382/1963, II, 87; Abdurrahman b. Muhammed b. Muhammed
İbn Haldûn el-İşbilî (808), Târîhu İbn Haldûn, th., Halîl Şahâde, Dâru’l-fikr, Beyrut 1408/1988, I,
391.
14 Şemsuddîn Ebû Abdillah ez-Zehebî, El-Muğnî fi’d-Duafâ, Nuruddîn ‘Itr, byy, trs., II, 456.
15 Muhammed b. İsmâîl el-Buhârî (256), et-Târîhu’l-Kebîr, th., Muhammed Abdulmuîn Hân,
Dâiretu’l-maârifi’l-Osmâniyye, Haydarabat, byy, trs., III, 346 (1171).
16 Zehebî, Mizânü’l-İ’tidâl, II, 87.
17 Cemâluddîn Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ali İbnü’l-Cevzî (597), ed-Du’afâ ve’l-Metrûkûn, th.,
Abdullah el-Kâdî, Dâru’l-kutubi’l-ilmiyye, Beyrut 1406, I, 299; Zehebî, Mîzânü’l-i’tidâl, II, 87.
18 Aydınlı, Abdullah, Hadis Istılahları Sözlüğü, İstanbul 2006, s. 97.
19 Ebû Dâvûd, ‚Mehdî‛ 1.
20 Yûsuf b. Abdurrahmân b. Yûsuf Ebu’l-Haccâc el-Mizzî (742), Tehzîbu’l-Kemâl fî Esmâi’r-ricâl,
th., Beşşâr ‘Avvâd Ma’rûf, Muessesetü’r-risâle, Beyrût 1400/1980, XII, 176.
21 Aydınlı, Abdullah, Hadis Istılahları Sözlüğü, İstanbul 2006, s. 298.
22 İbn Hibbân, es-Sikât, VIII, 290.
340 • Cemal Ağırman
4) Tirmizî
Tirmizî (ö.279/890), Kitâbu’l-Fiten’de (30), ‚Mehdî Hakkında Gelen Ri-
vâyetler (52)‛ başlığı altında üç rivâyet nakletmekte, ilk ikisinde mehdî ifadesi
yer almazken (2230, 2231), üçüncü rivâyette açıkça yer almaktadır.
1- (2230) Dolaylı olarak mehdî ile ilişkilendirilen rivâyetlerden birincisi
Abdullah b. Mes’ud’dan (r.a.) nakledilmekte ve bu rivâyette Rasûlüllah (s.a.v.)
‚Ehl-i Beytimden ismi ismime mutabık olan bir kişi Araplara melik oluncaya
kadar dünya sona ermeyecektir.25‛ buyurmaktadır.
Tirmizî bu konuda Hz. Ali, Ebû Saîd el-Hudrî, Ümmü Seleme ve Ebû Hu-
rayra (r.a.)’den hadis rivâyet edildiğini ve bu hadisin de hasen-sahih olduğunu
ifade etmektedir.
2- (2231) Tirmizî’nin mehdî ile ilgili naklettiği ikinci rivâyet muhteva ba-
kımından bir öncekinden farklı değildir. Yine Abdullah b. Mes’ûd’dan (r.a.)
nakledilmekte ve bu rivâyette de Rasûlüllah (s.a.v.) ‚Ehl-i Beytimden ismi is-
mime mutabık biri başa geçecektir.‛ buyurduğu ifade edilmekte, ardından
Ebû Hurayra’nin ‚Dünyanın sadece bir günlük ömrü kalmış olsa bile, onun
başa geçmesi için Allah o günü mutlaka uzatır.26‛ dediği nakledilmektedir.
Tirmizî bu hadisin de hasen-sahih olduğunu ifade etmektedir.
Bu her iki rivâyette de mehdî ifadesi geçmediği halde Tirmizî bunları
mehdî ile ilişkilendirdiğini bab başlığı ile ifade etmektedir. Dolayısıyla buradaki
ilişkilendirme yorumsaldır.
Araştırmamıza esas teşkil eden ve mehdî ifadesinin açıkça zikredildiği
üçüncü rivâyet ise şöyledir:
3- (2232) Muhammed b. Beşşâr > Muhammed b. Ca’fer > Şu’be > Zeyd el-
‘Ammî > Ebu’s-Sıddîk en-Nâcî (Bekr b. ‘Amr’) > Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)’den
nakledilmiştir. Dedi ki: Biz, Nebî’mizden sonra bir olay olacak diye korktuk da
bu durumu Nebî (s.a.v.)’e sorduk; o şöyle buyurdu: ‚Ümmetimin içinde mu-
hakkak mehdî vardır; o çıkacak; beş, yedi veya dokuz yaşayacak‛ –burada
şüphe eden Zeyd’dir- (Ebû Saîd el-Hudrî ) dedi ki: Biz bu (beş, yedi veya do-
kuz) nedir? diye sorduk. O da ‚Senedir‛ buyurdu. Sonra şöyle devam etti:
‚Sonra ona kişi gelecek ve: Ey mehdî, bana (mal) ver, bana (mal) ver! diyecek.
O da kucağına elbisesiyle taşıyabilecek kadar mal dolduracaktır.‛ buyurdu27.
Tirmizî ‚Mehdî Hakkında Gelen Nakiller Bâbı‛ altında zikrettiği bu ri-
vâyetin hasen olduğunu, Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)’den başka bir vecihle de ri-
vâyet edildiğini belirtir28.
5) İbn Mâce
İbn Mâce (ö.273/886), Kitâbu’l-Fiten (36) bölümünde mehdî ile alakalı iki
ayrı babda 8 hadis nakletmekte, bunlardan sadece birinde (4082) mehdî ifadesi
yer almamaktadır.
1. Birincisi ‚Bâbu şiddeti’z-zamân (24)‛ bab başlığı altında, mehdî kav-
ramının bizzat zikredildiği rivâyet şöyledir:
1- (4039) Yûnus b. Abdu’l-A’lâ > Muhammed b. İdris eş-Şâfiî > Muham-
med b. Hâlid el-Cenedî > Ebân b. Sâlih > el-Hasan > Enes b. Mâlik (r.a.)’den nak-
ledilmiştir. Nebî (s.a.v.) şöyle buyurdu: ‚Bu din(i yaşama) işi gittikçe güçleşe-
cek. Gittikçe Dünya Müslümanlara sırtını dönecek. Gittikçe insanların cimri-
liği artacak. Kıyamet ancak insanların şerlileri üzerine kopacak. Mehdî de
ancak Meryem oğlu Îsâ’dır.30‛
Bu hadisin rivâyetinde eş-Şafiî’nin (ö.204/819) teferrüt ettiği ve bu hadisin
başkasından bilinmediği, yine bu hadisi kendisinden Yûnus b. Abdu’l-A’lâ’dan
başkasının rivâyet etmediği, isnadının garip olduğu, ‚Mehdî ancak Meryem
oğlu Îsâ’dır‛ sözü dışında metni meşhur olduğu ifade edilmektedir31.
Senedinde yer alan Muhammed b. Hâlid el-Cenedî’nin meçhul bir kimse
olduğu, hakkında münkeru’l-hadîs dendiği, bu rivâyetinin de münker bir ha-
dis olduğu ifade edilmiştir32.
İbn Kesîr (ö.774/1372) bu hadisin, eş-Şafiî’nin şeyhi Muhammed b. Hâlid
el-Cenedî es-San‘ânî el-Muezzin ile meşhur olduğunu, hâlbuki bunu ondan ri-
vâyet eden başkalarının da bulunduğunu, bunu ondan eş- Şafiî'den başka kim-
selerin de rivâyet ettiğini, dolayısıyla Hâkim’in iddia ettiği gibi bu zâtın meçhul
bir kimse olmadığını, İbn Maîn'in de onun hakkında sika dediğinin nakledil-
diğini, bununla beraber onun bu rivâyetinin mehdînin Hz. Îsâ dışında birinin
olacağını beyan eden hadislerle çeliştiğini de ifade etmektedir33.
Albânî, bu hadisin kıyametin kopması ile ilgili kısmı dışında aşırı derece-
de zayıf olduğunu söylemektedir34.
rini dökecek ve onlardan bir şey saklamayacak. O gün mal yığın yığın bol
olacak. Kişi kalkar ve ey mehdî bana (mal) ver diyecek; o da ‚Al!‛ diyecek.38‛
İbn Haldun (ö.808/1406), her ne kadar ed-Dârekutnî (ö.385/995), Ahmed b.
Hanbel (ö.241/855) ve Yahya b. Maîn (ö.233/847)’in, Zeyd el-‘Ammî’nin salih
olduğunu söylemişlerse de Ebû Hâtim’in (ö.277/890) onun zayıf olduğunu, ha-
disinin yazılabileceğini fakat onunla ihticac edilemeyeceğini söylediğini nak-
leder. Ayrıca Yahya b. Maîn’in hakkında ‚lâ şey’e: işe yaramaz, bir şey değil‛,
bir keresinde de ‚hadisi (sadece) yazılabilir, o zayıftır‛; Ebu Zür’a (ö.264/877)
‚leyse bi kavviy: hafızası güçlü değildir, vâhi’l-hadis daîfen: cidden çok zayıf
biridir‛, Ebû Hâtim (ö.277/890) ‚leyse bi zâke: o hadis nakledecek biri değil-
dir‛, Nesâî (ö.303/915), ‚zaîfun‛, İbn ‘Adiyy (ö.365/976); ‚Ravilerin geneli on-
dan rivâyet etmemiştir, ondan sadece zayıf olanlar rivâyet etmiştir, evet, Şu’be
ondan rivâyet etmiştir fakat belki de Şu’be ondan başka daha zayıf birisinden
nakilde bulunmamıştır.‛ dediklerini de nakleder.39
3- (4084) Muhammed b. Yahya ve Ahmed b. Yûsuf > Abdurrezzâk > Süf-
yan es-Sevrî > Hâlid el-Hazzâ’ > Ebû Kılâbe > Ebû Esmâ er-Rahabî > Sevbân
(r.a.)’den nakledilmiştir. Dedi ki: Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ‚Sizin ha-
zinenizin yanında üç kişi çatışacak. Üçü de bir halifenin evlâdıdırlar. Sonra
(halifelik) bunların hiç birisine olmayacak. Daha sonra doğu tarafından si-
yah bayraklar (taşıyan bir ordu) çıkıverecek ve hiç bir kavmin öldürülmediği
bir şekilde sizleri öldürecekler‛. Râvi demiştir ki: Benim şeyhim şu anda hafı-
zamda olmayan bir şey andı. Sonra (hadîs metnini rivâyete devamla dedi ki) O:
‚Siz o (ordunun başında) geleni görünce kar üstünde emeklemek suretiyle
de olsa (gidip) ona bey'at ediniz. Çünkü o, Allah'ın halifesi Mehdîdir.‛, bu-
yurdu.‛40‛
Zevâid’de ifade edildiğine göre, bunun isnadı sahihtir, ricâli sikadır.
Hâkim bunu el-Müstedrek’inde rivâyet etmiş, şeyhânın şartlarına göre sahih
olduğunu söylemiştir.41 Albanî ise bu hadisin zayıf olduğunu söylemektedir42.
Bu rivâyet metin olarak İbn Mâce’nin naklettiği 4082 no’lu rivâyet ile aynı
muhtevaya sahiptir. Bu rivâyette uyulması gereken kişi mehdî olarak ifade edi-
lirken, 4082 no’lu rivâyette Ehl-i Beytim’den bir adam şeklinde ifade edilmiştir.
Dolayısıyla 4082 no’lu rivâyet hakkında yapılan değerlendirmeleri bu hadis için
de yapmak mümkündür. Bu durumda Albanî’nin değerlendirmesi Îsâbetli gö-
zükmektedir.
4- (4085) Osman b. Ebî Şeybe > Ebû Dâvûd el-Haferî > Yâsîn > İbrâhîm b.
Muhammed b. Hanefiyye > babası: Muhammed > Ali (r.a.)’den nakledilmiştir.
Dedi ki: Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ‚Mehdî bizden ehl-i beyttendir. Al-
lah onu bir gecede ıslah eder.43‛
Bu hadisin senedinde yer alan Yâsîn b. Sinân el-İclî hakkında İbn Maîn ve
Ebû Zür’a’nın ‚leyse bihi be’s‛, Buhârî’nin de ‚onun bu rivâyeti üzerinde dü-
şünmek gerekir, onun bundan başka hadisini bilmiyorum.‛ dediği nakledi-
lir44. El-Bûsîrî de İbrâhim b. Muhammed’den dolayı bu hadisin isnadı hakkın-
da konuşulduğunu, fakat el-‘İclî (ö.261/875)'nin onu tevsik ettiğini, İbn
Hibbân’ın da onu es-Sikât’ında zikrettiğini ifade etmektedir45.
Albanî ise bu hadisi hasen olarak değerlendirmektedir46.
5- (4086) Ebû Bekr b. Ebî Şeybe > Ahmed b. Abdülmelik > Ebu’l-Melîh er-
Rakkıyy > Ziyâd b. Beyân > Ali b. Nufeyl > Saîd b. el-Müseyyib’den nakledil-
miştir. Dedi ki: Ümmü Seleme’nin yanında idik. Mehdîyi andık. (Ümmü Sele-
me) dedi ki: Rasûlüllah’ı şöyle söylerken işittim: ‚Mehdî Fatıma’nın soyun-
dandır.‛47
El-Ukaylî (ö.550/1155), Ali b. Nüfeyl’in mehdî ile ilgili hadisinin mütabii
olmadığını ve bu hadisin sadece kendisi yoluyla bilindiğini söylemektedir48.
Albanî ise bu hadisin sahih olduğunu belirtmektedir49.
6- (4087) Hediyye b. Abdulvahhâb > Sa’d b. Abdulhamîd b. Ca’fer > Ali b.
Ziyâd el-Yemâmî > İkrime b. ‘Ammâr > İshâk b. Abdullah b. Ebî Talha > Enes b.
Mâlik (r.a.)'den nakledilmiştir. O şöyle demiştir: Ben, Rasûlüllah (s.a.v.)'in şöyle
buyurduğunu işittim: ‚Biz Abdulmüttalib'in çocukları cennet halkının efen-
dileriyiz. Ben, Hamza, Ali, Ca'fer, Hasan, Hüseyin ve Mehdî.50‛
Buradaki mehdî kelimesini beklenen mehdî olarak anlamlandırmak
mümkün olduğu gibi ‘isim olarak mehdî’ şeklinde değerlendirmek daha uy-
gundur. Çünkü diğer sözcükler isim olduğuna göre mehdî kelimesinin de isim
olması gerekir.
El-Bûsîrî (ö.840/1436), ez-Zevâid'inde bunun senedi hakkında konuşul-
duğunu, râvi Ali b. Ziyâd’ı ne güvenilir sayanı ne de cerh edeni gördüğünü,
senedin kalan râvilerinin güvenilir kişiler olduğunu belirtmektedir51.
6) Ahmed b. Hanbel
Ahmed b. Hanbel (ö241/855) mehdî ile ilgili yedi hadis nakletmektedir. Bu
rivâyetlerin ikisinde mehdî ifadesi yer almayıp ‚ehl-i beytimden biri‛ lafzıyla
dolaylı olarak mehdî ile ilişkilendirilirken, diğer beşinde mehdî ifadesi açıkça
yer almaktadır. Bu beş rivâyetin ikisinin de metni ve sahabî ravileri aynıdır, fa-
kat senedleri farklıdır.
yurdu: ‚Araplara ehl-i beytimden bir adam melik olmadıkça günler bitmeye-
cek, zaman da bitmeyecek, ismi benim ismime uygun olacak.‛59
Şuayb el-Arnavud’un ifadesiyle Âsım b. Ebî’n-Nucûd’dan dolayı isnadı
hasendir. Geri kalan ricâli şeyhânın ricâlinden olup sikadır60.
devam edecek. Daha sonrasında hayatın bir hayrı yoktur. Veya sonrasında
yaşamada hayır yoktur.‛81
Bu rivâyetin senedinde el-‘Alâ b. Beşîr el-Müzenî’nin yer almasından do-
layı sıhhat değeri bir önceki ile aynıdır. Söz konusu râvinin hâlinin meçhul ol-
masından dolayı senedi zayıftır. el-Muallâ b. Ziyâd el-Kursî ondan rivâyetinde
teferrüt etmiştir. İbn Hibbân’dan başkası onu tevsik etmeyi tercih etmemiştir.
Geri kalan ricâli sika olup Buhârî'nin ricâlindendir82.
Yapılan tahlil ve nakillerde de görüldüğü gibi ilgili rivâyetler tek tek ele
alındığında hiç birisinin sadra şifa verecek derecede sahih olduğu söylenemez.
Teknik manada en fazla rivâyet çokluğuyla ancak hasen derecesinde oldukları
söylenebilir.
Mehdî ile ilgili rivâyetlerde lafzî tevâtürden bahsetmek mümkün değildir.
Bu rivâyetlerin mütevâtir olduğunu söyleyenler de zaten mânevî mütevâtir
olarak bahsetmektedirler88.
Ayrıca buradaki mütevâtirlik kelamcıların kabul ettiği şekilde 'duyanı
inanmaya ve kabule icbar eden, tasdik etmekten başka bir ihtimale yer bırak-
mayan, yalanlama ve yanlışlama imkânı olmayan' türden bir mütevâtirlik de-
ğildir. Mehdî ile ilgili rivâyetlerdeki mütevâtirlik sened çokluğuna dayalı isnad
eksenli bir mütevâtirliktir. Ayrıca bu mütevâtirlik herkes tarafından kabul
edilmiş ittifakî bir kabul de değildir.
Nitekim Buhârî ve Müslim'in mehdî lafzının geçtiği herhangi bir rivâyete
yer vermemeleri oldukça önemlidir. Bunu sadece ilgili rivâyetlerin sıhhat kriter-
lerine uymadığı varsayımıyla değerlendirmek doğru olmaz. Bunu mehdînin çı-
kışını kabul etmedikleri şeklinde yorumlamak da mümkündür. Çünkü mehdî
ifadesi geçmediği hâlde muhteva olarak başkaları tarafından mehdî ile ilişki-
lendirilen rivâyetlere yer vermelerine rağmen bab başlıklarında mehdîye yer
vermemelerini mehdînin çıkışını kabul etmedikleri şeklinde yorumlamak da
mümkündür. Ayrıca onların muhtemel bu kabullerine, ilgili rivâyetlerin güve-
nilirlik derecesi sevk ettiğini söylemek de mümkündür. Nitekim itikadî bir so-
nuç elde etmek için sıhhat açısından çok güçlü rivâyetlere ihtiyaç vardır. Bu dü-
zeyde bir sıhhat derecesi göremedikleri için bu konuya rivâyet olarak yer ver-
medikleri gibi bab başlığı olarak da yer vermemişlerdir, denebilir. Daha sonra
değinileceği gibi, illa da bir mehdî kabulü olacaksa, muhtemelen onlar bu
mehdîyi Hz. Peygamber’in soyundan biri olarak olağan üstü güçlerle donatıl-
mış biri olarak değil de, ümmetten herhangi birisi ve âdil bir devlet başkanı
olarak algılamışlardır. Ve bu da bir kıyamet alameti olarak kıyametin kopması-
na yakın bir zamanda değil, her zaman mümkündür.
mı? Sadece Kureyş mi? Sadece ehl-i beyt mi? Ehl-i beytten olacaksa ehl-i beyt
kimleri kapsıyor? Ya da sadece sülbünden gelenlerden mi? Bu durumda Hz.
Hasan’dan mı? Yoksa Hz. Hüseyin’den mi? vs. Ayrıca bu mehdî olağanüstü ye-
teneklerle donatılmış kutsal bir kişi midir? Yoksa salihliği ve adâletiyle temayüz
edecek biri midir? Bazen rivâyetlerin açık beyanlarından, bazen de çıkarsama
yoluyla bütün bu yorumlara yer verildiğini görmekteyiz.
Gelen rivâyetleri muhteva olarak kategorize ettiğimizde mehdî kavramı-
nın zikredildiği rivâyetlerle mehdî kavramının zikri geçmeyip muhteva olarak
mehdî ile ilişkilendirilen rivâyetler şeklinde iki farklı kategoride değerlendir-
mek mümkündür.
Mehdî kavramının zikredilmeyip mehdî ile ilişkilendirilen rivâyetleri de
Hz. Îsâ’nın zikri geçenlerle geçmeyenler şeklinde iki gurupta ele almak müm-
kündür.
rılmakta, ancak bu yorumun başka birçok rivâyete ters düştüğü de ifade edil-
mektedir.
İkincisi imamın ümmetten herhangi birisinin olacağıdır. Birçok rivâyet bu
görüşü desteklemekle beraber Hz. Îsâ’nın inişini işlevsiz veya ümmet açısından
anlamsız hâle getirdiği söylenebilir.
2- İkincisi ‚Meryem oğlu aranıza inip size imam olacağı zaman acaba
sizler nasıl olursunuz?‛92 şeklinde Hz. Îsâ’nın bu ümmete imam olacağının
açıkça ifade edildiği rivâyettir. Az önce de ifade edildiği gibi bu rivâyet imamın
ümmetten birisinin olacağını ifade eden rivâyetlerle çelişmektedir. Bu rivâyete
göre ümmete imam Hz. Îsâ’dır. Mehdî ile ilişkilendirilmesinin sebebi söz konu-
su imamın ancak mehdî olabileceği varsayımı ya da kabulüdür. Zira Hz. Îsâ’nın
inişinde imam ancak mehdî olabilir ve bu rivâyete göre o da Hz. Îsâ’dır.
Ancak Buhârî ve Müslim’in bu iki rivâyeti nakledip de bab başlıklarında
mehdî ifadesine yer vermemeleri, söz konusu imamın ümmetten birisinin ola-
cağı, ancak olağanüstü güçlerle donatılmış kutsal birisi değil, adâletiyle öne çı-
kacak ve ümmet tarafından kabul görecek birisinin olacağı yönünde bir kabule
sahip olduklarını söylemek mümkündür. Bu dururumda Hz. Îsâ’nın imametini
ifade eden rivâyetin durumu askıda kalmaktadır. Bu da Hz. Îsâ’nın imametinin
ümmeti idare etmede değil, namazda, dinî ve ahlâkî açıdan toplumu ıslah et-
mede, dîni aslına döndürme noktasında olacağı ifade edilerek yorumlanmış ve
bir önceki rivâyetle araları telif edilmiştir93.
2. Hz. Îsâ’nın Zikri Geçmediği Halde Dolaylı Olarak Mehdî İle İlişki-
lendirilen Rivâyetler:
Bu rivâyetlerde mehdî kavramı geçmediği gibi Hz. Îsâ da zikredilmemek-
te, mânâ ve muhteva olarak ve mehdîden beklenenlere bağlı olarak mehdî ile
ilişkilendirilen bu rivâyetlerde genel olarak bazen açık bazen de kapalı olarak
âdil idarecilerden, bolluk ve ekonomik refahtan bahsedilmektedir. Örneğin:
a) Bazı rivâyetlere göre mehdî Kureyşli birisidir. Mehdî zikredilmeden
dolaylı olarak mehdî ile ilişkilendirilen rivâyetlerin birinde 12 âdil Kureyşli
imamdan bahsedilmektedir. Buradaki imam Hz. Îsâ’nın inişinde söz konusu
olan ya da olağanüstü yeteneklerle donatılmış mânevî bir şahsiyet değildir. Ku-
reyşten ve âdil olması yeterlidir. Hükümranlığının kıyamete yakın olması da
söz konusu değildir. Mehdî ile ilişkilendirilmesinin sebebi söz konusu imamla-
rın adâletle hükmetmeleridir.
b) Bazı rivâyetlerde mehdî bir kişi olarak ifade edilmektedir. Ancak bu ki-
şinin ismi Hz. Peygamber’in ismine, babasının ismi de Hz. Peygamber’in baba-
sının ismine uygun yani Muhammed b. Abdullah olacaktır. Mehdî ile ilişki-
lendirilmesinin sebebi söz konusu kişinin adâletle hükmedecek olmasıdır.
c) Bazı rivâyetlere göre mehdî, istemeden kendisine biat edilerek halifelik
tevdi edilen Medineli bir zattır. Mehdî ile ilişkilendirilmesinin sebebi bu hali-
fenin adâletle hükmedecek olmasıdır.
d) Bazı rivâyetlere göre mehdî ehl-i beytten birisidir. Bu tür rivâyetlerin
mehdî ile ilişkilendirilmesinin sebebi rivâyetlerde söz konusu edilen halifenin
adâletle hükmedecek olmasıdır.
3. Mehdî İfadesinin Açıkça Zikri Geçen Rivâyetler:
Bu rivayetlere göre mehdî ‚Hz. Peygamber’in soyundan birisi‛ yani ‚Hz.
Fatıma’nın neslinden birisi‛ veya ‚Meryem oğlu Îsâ (a.s.)‛dır.
Fakat Müslim’in naklettiği ‚gel bize namaz kıldır denecek fakat o, hayır
siz birbirinize emîrlersiniz (ümera), diyecek‛ rivayeti bu yorumu işlevsiz kıl-
makta ve Hz. Îsâ’nın nüzulünde imamın/halifenin ümmetten birisinin olacağı-
na işaret etmektedir. Hz. Îsâ’nın âhir zaman olmasına rağmen bu ümmetten bi-
risinin arkasında namaz kılacak olması kıyamete kadar yeryüzünde Allah’ın
emirlerini ikâme edeceklerin bulunacağına delâlettir, denilmektedir99.
İbn Ebî Zi’b (ö.159/776) bu rivâyeti ‚Hz. Îsâ Rabbinizin Kitab'ı ve Nebîni-
zin Sünnet'i ile sizlere imamlık yapacaktır.‛100 şeklinde açıklamaktadır. Tîbî de,
‚Îsâ sizin dininizde olduğu hâlde size imamlık yapacak ve sizin dininize hür-
meten imamınıza iktida edecektir.‛101 şeklinde yorumlamaktadır.
Müslim’in rivâyet ettiği ‚Ümmetimden bir tâife hakka yardımcı olarak
kıyâmete kadar çarpışmakta devam edecektir. Sonra Meryem oğlu Îsâ (a.s.) ine-
cek ve Müslümanların emîri ona: Gel bize namaz kıldır, diyecek, o da: Hayır,
Allah’ın bu ümmete bir ikramı olarak sizler birbirinize emîrsiniz, diyecek-
tir.‛102‛ hadisinde Ali el-Kârî (ö.1014/1605), Mirkât’ta ‚onların/Müslümanların
emîri‛ ifadesindeki ‚emîr‛ kelimesini ‚mehdî‛ olarak şerh etmiş, yorumlamış-
tır103.
Bazı yorumculara göre ‚benim imametimle sizin dininizi neshettim‛ şek-
linde anlaşılmasın diye, bazı yorumculara göre de ‚bu namaz sizin için ikâme
edilmiş/hazırlanmıştır, buna siz daha evlâsınız‛ diye Hz. Îsâ, yapılan teklifi ka-
bul etmeyecektir104.
Bazıları da ‚imamınız sizden olduğunda‛ ifadesini ‚Kureyş’ten bir halife‛
veya ‚namazdaki imamınız sizden birisi‛ diye yorumlamışlardır.105
Taftâzânî (ö.792/1390), Hz. Îsâ’nın onlara imamlık yapacağını ve mehdînin
ona uyacağını ifade etmektedir. Çünkü o daha efdaldır ve imameti daha
evlâdır106.
Menâru’l-kârî şerhu Muhtasarı Sahîhi’l-Buhârî’de de ‚namazda imamın
mehdî olacağı ve Hz. Îsâ’nın da onun arkasında namaz kılacağı‛ ifade edilmek-
tedir107. Bazı ilim adamları bu hadisle istidlal ederek Hz. Îsâ’nın nüzulüne,
mehdînin zuhurunun sübutuna delalet ettiğini ifade etmektedir108.
109 Hamza Muhammed Kâsım, Menâru’l-kârî şerhu Muhtasari Sahîhi’l-Buharî, IV, 211.
110 el-Emîr es-San’ânî, Et-Tenvîr Şerhu'l-Câmi'i's-sağîr, VIII, 252.
111 İbrâhim b. Yûsuf b. Edhem el-Vehrânî el-Hamzî, Ebû İshâk İbn Kurkul (569), Metâliu’l-Envâr
alâ Sıhâhi’l-Asâr, th. Dâru’l-Fellâh, nşr. Vizâretü’l-evkâf ve’ş-şuuni’l-İslâmiyyeh, Katar
1433/2012, II, 288.
112 Muhammed b. Ebî Bekr el-Mahzûmî el-Kuraşî (827), Mesâbihu’l-Câmi’, Suriye 2007, VII, 160.
113 Muhammed Enver Şâk b. Muazzam Şâh el-Keşmîrî (1353), Feydu’l-Bârî ‘alâ Sahîhi’l-Buhârî, th.,
Muhammed Bedr, Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut 1426/2005, IV, 405 (3449).
114 El-Hüseyn b. Mahmûd b. El-Hasen Muzhiruddîn ez-Zeydânî el-Kûfî (727), El-Mefâtîh fî Şer-
hi’l-Mesâbîh, th. Nuruddîn Tâlib, nşr. Dâru’n-nevâdir, Kuveyt 1433/2012, V, 401.
115 Ebû Süleymân Hamd b. Muhammed b. İbrahim b. el-Httâb el-Bustî el-Hattâbî (388), Meâli-
mu’s-sünen, el-Matbaatü’l-ilmiyye, Heleb 1351/1932, IV, 344. Ali el-Kârî, Mirkâtü’l-Mefâtîh, VIII,
3439; Muhammed Eşref b. Emîr b. Ali b. Haydâr el-‘Azîmâbâdî (1329), ‘Avnu’l-ma’bûd Şerhu
Süneni Ebî Dâvûd, nşr. Dâru’l-kutubi’l-ilmiyye, Beyrut 1415, XI, 251.
116 Abdulmuhsin, Şerhu Suneni Ebî Davud li’l-Abbâd, XIII,481.
117 Mecduddîn Ebu’s-Sa’âdât el-Mubârek b. Muhammed İbnu’l-Esîr el-Cezerî (606), en-Nihâye fî
Ğarîbi’l-Hadîs ve’l-Eser, thk., Tâhir Ahmed ez-Zâvî-Mahmûd Muhammed et-Tanâhî, el-
Mektebetü’l-İlmiyye, Beyrut 1399/1979, III, 177.
118 Ali el-Kârî, Mirkâtü’l-Mefâtîh, VIII, 3439.
356 • Cemal Ağırman
San’anî, ‚ehl-i beytimden biri‛ olarak ifade edilen kişinin ‚mehdî‛ olabileceği
gibi ‚mehdî dışında başka birisi‛nin de olma ihtimalinin bulunduğunu, ancak
birinci ihtimalin daha açık olduğunu söylemektedir126.
SONUÇ
1-Mehdî ile ilgili rivâyetler tek düze değildir. Hadis kaynaklarında
mehdînin söz konusu edildiği bab başlıkları altında zikredilen rivâyetlerin bir
kısmında mehdî ifadesi açıkça yer alırken bir kısmında mehdî ifadesi geçmeden
muhtevalarından hareketle yorumsal olarak mehdî ile ilişkilendirilmiştir. Bir
kısmında ise mehdî ifadesi geçmeden Hz. Îsâ’nın nüzulü ve imametinden, bir
kısmında Hz. Îsâ’nın mehdîliğinden, bir kısmında ise yine mehdî ifadesi geç-
meden söz konusu imamın ehl-i beytten ve Hz. Peygamber’in soyundan ola-
cağı ifade edilmektedir. Yine bir kısmında mehdînin isminin bizâtihi verildiği
görülmektedir.
2-Her şeyden önce mehdî ile ilgili rivâyetlerin bazılarınca mütevâtir oldu-
ğu ifade edilmiş olmasına rağmen tek tek ele alındıklarında sadra şifa verecek
derece sıhhatine ittifak edilmiş bir naklin bulunmadığını belirtmek gerekir.
Hemen hemen her birinin senedi hakkında cerhe yönelik birtakım tenkitlerin
mevcudiyetiyle karşılaşmaktayız. Dolayısıyla mehdî ile ilgili rivâyetlerin lafzî
tevâtüründen bahsetmek mümkün olmadığı gibi manen mütevâtir olduklarını
söyleyenler132 de bütün bu veriler karşısında bu çıkarımlarında İsabetli olma-
dıklarını, mütevâtir hükmünün zorlama bir çıkarsama olduğunu söylemek
mümkündür.
3-Mehdî ile ilgili rivâyetler için söz konusu edilen mütevâtirlik kelamcıla-
rın kabul ettiği şekilde duyanı inanmaya ve kabule icbar eden, tasdik etmekten
başka bir ihtimale yer bırakmayan, yalanlama ve yanlışlama imkânı olmayan
türden bir mütevâtirlik değildir.
4-Mehdî ile ilgili rivâyetlerdeki mütevâtirlik sened çokluğuna dayalı isnad
eksenli bir mütevâtirliktir ve bu durum herkes tarafından kabul edilmiş itti-
fakî bir kabul de değildir.
5-Bu rivâyetler muhteva olarak ele alındığında tartışmaya açık cevap bek-
leyen onlarca soru akla getirmektedir. İtikada konu olmuş bu kadar ciddi bir
mesele hakkındaki rivâyetlerin tartışmalı olması, mehdînin kim olduğu veya
kim olacağı konusunda bu kadar değişik yorum yapmaya müsait olması, senet-
leri olduğu kadar muhtevaları da düşündürücüdür.
6-Sonuç itibariyle bu rivâyetlerin muhtevasından olağanüstün güçlerle
donatılmış, masum, Şiânın ifade ettiği gibi mehdîyy-i muntazar anlamında bir
mehdînin geleceği sonucu çıkmaz.
7-Ağırlıklı rivâyetler söz konusu mehdînin ümmetten birinin olacağı yö-
nündedir.
8-Hz. Îsâ’nın inişini yorumsal olarak âyetlere dayandıranların ve
mehdînin Hz. Îsâ’nın olacağını söyleyenlerin dayandığı rivâyetler de son derece
tartışmalı ve güvenilir değildir.
9-Sahih rivâyetlerde imamdan ve bu imamın adâletinden bahsedilmekte,
fakat mehdî ifadesi yer almamaktadır. Bunu günümüzde tasavvur edilen ola-
ğanüstü güçlerle donatılmış gizemli bir şahsiyet olarak beklenen bir mehdîden
bahsedilmediği veya böyle bir mehdînin gelmeyeceği şeklinde anlamak da
mümkündür.
10-Bütün bu verilerden anlaşıldığına göre bugünkü Sünnî dünyasının
mehdî algısında Şiânın etkisi büyüktür.
11-Mehdi ile ilgili rivayetlerin algısı konusunda belirtilmesi gereken
önemli bir husus şudur: Bir konuda ilmî verilerle teknik açıdan zayıf olduğu
ortaya konmuş bir rivâyet söz konusu ise ve buna bağlı olarak zayıf olduğuna
dair bir kanaat hâsıl olmuşsa, dinî açıdan böyle bir rivâyetle amel etme sorum-
luluğu yoktur. Zayıf bir hadisle amel etmemek hadis veya sünneti kabul et-
memek anlamına gelmez.
12-Bütün bunların sonucunda akla şöyle bir soru gelebilir: Bu rivâyetler
asılsız mıdır? Bu kadar rivâyetin söz konusu olduğu bu konuda Hz. Peygamber
hiç mi bir şey söylememiştir? Bütün bu rivâyetler asılsız kabul edilirse bunca
kabul görmüş hadis kaynakları tartışmalı hâle gelmez mi?
Evet, bu sorular mâkul ve cevaplanması gereken sorulardır. Ancak şöyle
bir yorum yapmak mümkündür: Mehdî inancı ve beklentisi geçmiş ümmetler-
de var olan bir gerçektir133. Sıkıntılara maruz kaldıkça ister istemez bu beklenti
zamanla ümmete de sirayet edecektir. Hz. Peygamber doğal olan bu etkileşimin
farkında ve bilincindedir. Nitekim bir hadis-i şeriflerinde ümmetinin geçmiş
ümmetleri karış karış taklit edeceğini ifade buyurarak bu tabiî etkileşimi ifade
etmiş ve ashabını uyarmıştır. Bu konuda da ümmetinin etkileneceğini düşüne-
rek uyarı ve ölçü niteliğinde olağanüstü yetkilerle donatılmış bir mehdî algısı-
nın önüne geçecek tarzda adâleti öne çıkaran ve kelime anlamıyla bir mehdînin
veya âdil bir imam veya imamların çıkacağını söylemiş olması muhtemel ve
doğaldır. Ayrıca Hz. Peygamber ‘imam’ söylemiş, daha sonra bu ifadenin
'mehdî'ye dönüştürülmüş olması da kuvvetle muhtemeldir. Nitekim rivâyet-
lerde âdil imam/halife/devlet başkanı vurgusu çoğunlukta ve bu rivâyetler sıh-
hat açısından daha güvenilir durumdadır. Mehdî ile ilgili bütün rivâyetlerde
öne çıkan ortak noktanın adâlet olması bu ihtimali güçlendirmektedir. O halde
geçmiş ümmetlerin yanlış algısına sapmayı önleyecek ve bu beklentiye de ce-
vap verecek doğru bir algıyı yerleştirmek son derece önemli ve beklenendir.
Bu durumda esas olan şahıs üzerinde değil, vasıflar üzerinde durmaktır. Bu
meyanda en önemeli vasıf da adâleti sağlamak ve bütün Müslümanların prob-
lemlerini çözmek olarak öne çıkmaktadır. Hz. Peygamber’in bütün Müslüman-
ların dertleriyle ilgilenecek âdil bir imamdan bahsetmesi kadar doğal bir şey ne
olabilir?!. Toplumun üzerinde adâleti sağlayabilen ve bütün Müslümanların
dertleriyle ilgilenebilen biri varsa buna ister mehdî densin ister imam densin,
her Müslümanın böyle bir lidere itaat etmesi dînî bir vecibedir. Nitekim Yüce
Allah ‚Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ülülem-
re (idarecilere) de itaat edin...‛ *Nisâ, 4/59+ buyurmaktadır. Burada söz konusu
olan ulülemre adâletli devlet idarecileri öncelikle dâhildir.
13-Aşırı zayıf rivâyetler bir kenarda tutulacak olursa rivâyetlerdeki bu ka-
dar lafız ve muhteva farklılığını da râvi tasarruflarının çokluğuyla izah etmek
mümkündür. İmam ve adâlet lafızları dışında hemen hemen bütün lafızların
değişim ve yoruma uğradığını söylemek mümkündür.
133 Bk. Ali Erbaş, ‚Mesih/Mehdi Beklentisi ve İstismarı‛, Diyanet Aylık Dergi, Eylül 2016, Sayı:
309, s.42-45.
360 • Cemal Ağırman
14- Ahmet Yücel bir araştırmasında yaptığı bir tespitte, araştırmalarında ti-
tiz davranan âlimlerin mehdî hadislerinin "zayıf" veya "çok zayıf" oldukları yö-
nündeki hükmünü nakletmektedir.
15-Sonuç olarak şunu söylemekte yarar var: Mehdînin geleceği veya gel-
meyeceği konusu bir iman meselesi olmadığı gibi, dinin esaslarından bir mesele
de değildir.
16-Mehdi olayını bugünün algısı üzerinde tartışmak yerine, sadece mehdi
ile ilgili rivayetler ekseninde değil, diğer hadisleri ve âyetleri de dikkate alarak
gerçek mehdî algısının ne olması gerektiğini tespit etmenin ve bunun üzerinde
yoğunlaşmanın daha isabetli olacağı kanaatindeyim.
KAYNAKÇA
Abdulhak b. Abdurrahman b. Abdullah b. el-Hüseyn b. Saîd İbrahim el-Ezdî, el-Endelüsî el-
İşbilî İbnü’l-Harrât (ö.581), el-Ahkâmü’l-vustâ min hadîsi’n-Nebî (s.a.v.), th. Hamdî es-
Silefî- Subhî es-Sâmerâî, Mektebetü’r-Rüşd, Riyâd, 1416/1995.
Abdullah b. Zeyd Âl-i Mahmûd, Lâ mehdî yüntazar ba'de’r-resûl hayri’l-beşer, Katar 1980.
Abdulmuhsin b. Hamd b. Abdulmuhsin el-Abbâd el-Bedr, Şerhu Süneni Ebî Dâvûd, 482/5, Kay-
nak: Durûsu Savtiyye: http://www.islamweb.net
Abdurrahman b. Muhammed b. Muhammed İbn Haldûn el-İşbilî (808), Târîhu İbn Haldûn, th.,
Halîl Şahâde, Dâru’l-fikr, Beyrut 1408/1988.
Abdurrahman b. Muhammed b. Muhammed, İbn Haldûn Ebû Zeyd, Veliyyuddîn el-Hadramî,
el-İşbilî (808), Dîvânü’l-Mubtedei ve’l-Haber fî Tarîhi’l-Arab ve’l-Berber ve Men ‘Asarahum
min zevi’ş-Şe’ni’l-Ekber, th., Hâlid Şahâde, Dâru’l-fikr, Beyrut 1408/1988.
Abdülmuhsin b. Hamdü’l-İbâz, er-Red 'alâ men kezzebe’l-ehâdise’s-sahîha, Medine 1402.
Ahmed b. Muhammed b. Ali b. Hacer el-Heytemî (974), es-Savâ’iku Muhrika alâ ehli’r-Rafadı ve’d-
delâli ve’z-zindika, th., Abdurrahman b. Abdullah et-Turkî, Muessesetü’r-risâle, Lübnan
1417/1997.
Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekr Şihâbuddîn el-Kastallânî (923), İrşâdü’s-sârî ji-Şerhi Sahîhi’l-
Buhârî, nşr., el-Matbaatü’l-kübrâ el-Emîriyye, Mısır, 1323, 7. Baskı.
Ali b. Muhammed b. Abdülmelik el-Kettânî el-Himyerî el-Fâsî Ebu’l-Hasan İbnü’l-Kattân,
Beyânü’l-vehm ve’l-Îhâm fî Kitâbi’l-Ahkâm, th. Hüseyin Âyet Saîd, Dâru Tayyibe, Riyâd
1418/1997.
Ali b. Sultân Muhammed Ebu’l-Hasan Nuruddîn el-Mollâ el-Herevî el-Kârî (1014), Mirkâtü’l-
Mefâtîh şerhu Mişkâti’l-Mesâbîh, nşr. Dâru’l-fikr, Beyrut, 1422/2002.
Ali Erbaş, ‚Mesih/Mehdi Beklentisi ve İstismarı‛, Diyanet Aylık Dergi, Eylül 2016, Sayı: 309,
s.42-45.
Aydınlı, Abdullah, Hadis Istılahları Sözlüğü, İstanbul 2006.
Cemâluddîn Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ali İbnü’l-Cevzî (597), ed-Du’afâ ve’l-Metrûkûn, th.,
Abdullah el-Kâdî, Dâru’l-kutubi’l-ilmiyye, Beyrut 1406.
Cemalüddin Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ali b. Muhammed el-Cevzî (597), Keşfu’l-Müşkil min
hadîsi Sahîhayn, th. Ali Hüseyn el-Bevvâb, Dâru’l-vatan, Riyad trs.
Cevâd Hüseyin el-Hüseynî, el-İmâmü’l-mehdî ve zuhûruh, Beyrut 1412/1992.
Dermaster, Le mehdi depuis les origines de l’Islam jusqu’à nos jours, Paris 1885.
Ebû Abdillah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel eş-Şeybânî (241), Musnedu’l-İmâm Ahmed b.
Hanbel, th., Şuayb el-Arnavûd-Âdil Mürşid ve dğr., Müessesetü’r-risâle, byy,
1421/2001.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 361
GİRİŞ
İslam düşünce tarihinin önemli tartışma başlıklarından birisini de meh-
diyet oluşturmaktadır. İbn Hâldun’un ifadesiyle asırlar boyu Müslümanlar
Yrd. Doç. Dr. Bingöl Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Tefsir Ana Bilim Dalı.
364 • Emrullah Ülgen
1 Ebû Zeyd Veliyyüddin Abdurrahman b. Muhammed İbn Haldûn, Târîhu İbn Haldûn (Beyrut:
Dâru’l-Fikr, 2001), 1: 388.
2 Abdu’l-Alîm Abdu’l-Azîm el-Bestevî, El-Mehdî el-muntazır fi davî’l-ehâdis ve’l- âsâr es-sahihe
(Beyrût: Dâru İbni’l-Hazm, 1999), 40-46.
3 Not: İbn Haldûn, mehdi ve ahir zamanla ilgili hadislerin az bir kısmı hariç çoğunluğunun
tenkitten beri olmadığını ifade etmektedir: İbn Haldûn, Mukaddime, 1: 574
4 Âlimlerin rivayetlerle ilgili değerlendirmeleri için bkz. el-Bestevî, El-Mehdî el-muntazır fi davî’l-
ehâdis ve’l- âsâr es-sahihe, 30-39.
5 Not: Müfessir Hristiyanların kutsal kitaplarını tahrif ettiklerini böylece İncil’in çoğunun mu-
harref olduğunu ifade etmektedir: Reşid Rıza, Tefsirü’l-menâr (Mısır: Dâru’l-menâr,1367), 5:15.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 365
13 A‘râf, 7/187.
14 Tevbe, 9/33.
15 Nisâ, 4/157.
16 Rıza, Tefsirü’l-menâr, IX: 499-501.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 367
Ancak icma ve ittifak edilen hadisleri zikrettim.’ ‛17 İbn Salah ayrıca Buharî’nin;
‚Yüz bini sahih, iki yüz bini de sahih olmayan hadis ezberledim.‛ ifadesine yer ve-
rerek tekrarlar dâhil olmak üzere toplam 7275 hadis, tekrarlar sayılmadığı
takdirde ise 4000 hadisi eserinde zikrettiğini ifade etmektedir.18
Hadis ilminin önemli şahsiyetlerinden İbn Hacer Askalânî ise Fethu’l-Bârî
bi Şerhi Sahîhi’l-Buhârî adlı eserinin mukaddimesinde, Buhârî’nin benzer bir tes-
pitine yer vermektedir: ‚Eserimde (Sahîh) sahih olmayan hiçbir rivayeti zikretmedim.
Sahih olduğu halde eserime almadığım hadislerin sayısı ise daha fazladır.‛19
Nevevî, Sahihayn’de yer alan bütün hadislerin sahih olduğunu belirtik-
ten sonra, ‘Fıkhî bir eserde fıkhın bütün baplarının zikredilme zorunluluğu
olmadığı gibi bütün sahih hadislerin de bu iki kaynakta zikredilme mecburi-
yeti yoktur.’20 diyerek Reşîd Rıza’nın mehdiyle ilgili rivayetlerin sıhhati hak-
kındaki bu gerekçesini geçersiz kılmıştır.
Hâkim en-Nisâbûrî, Müstedrek Ala’s-Sahihayn adlı eserde, Buhârî ve Müs-
lim’in eserlerinde nakledilmeyen birçok sahih hadise yer vermektedir. Buhârî
ve Müslim’in ya da sadece birisinin şartlarını taşımakla birlikte Sahihayn’de
yer almayan hadisler, bu eserde bir araya getirilmiştir. Buhâri ve Müslim’in it-
tifak ettikleri hadislerin sayısının az olduğu iddiasına karşı çıkan İbn Salah,
Sahihayn’de olmayan birçok hadisin Müstedrek’te yer aldığını belirtmekte, az
bir kısmı hariç bunların şüpheye mahal olmayacak biçimde sahih olduğunu
ifade etmektedir.21 Zehebî de her ikisinin ya da sadece birisinin şartlarını taşı-
yan hadislerin bu kitabın üçte ikisini teşkil ettiğini söylemektedir. 22
Sahih hadislerin kuvvetlilik açısından kategorize edilmesi, bu hadislerin
Buhârî ve Müslim’le sınırlandırmanın doğu olmadığını ortaya koyan diğer
önemli bir veridir.
1. Buhârî ve Müslîm’in ittifak ettiği hadisler.
2. Sadece Buhârî’de geçen hadisler.
3. Sadece Müslim’de geçen hadisler.
4. Her ikisinin şartlarına uyduğu halde bunların yer vermedikleri hadisler.
5. Buhârî’nin şartlarına uyduğu halde onun yer vermediği hadisler.
6. Müslim’in şartlarına uyduğu halde onun yer vermediği hadisler.
7. Sahih olmakla birlikte her ikisinin şartlarına uymayan hadisler.23
17 İmâm Ebû Amr Osmân b. Abdurrahman İbnu’s-Salâh eş-Şehrezûrî, Ulumu'l-Hadis, thk. Nu-
reddin Itr, (Beyrut: Dâru’l-fikr, trs.), 19-20.
18 İbnu’s-Salâh, Ulumu'l-hadis, 20.
19 Ebu’l-Fazl Şihâbuddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed İbn Hacer Askalânî, Fethu’l-bârî bi şerhi
sahîhi’l-Buhârî (Beyrut: Dâru’l-marife, trs), 7.
20 Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Şeref b. Mürî Nevevi, Sahîhu Müslim bi şerhi’n-Nevevî (Kâhire: Matba-
atu’l-Mısriyye,1929), 24
21 İbnu’s-Salâh, Ulumu'l-Hadis, 21-22.
22 Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman ez-Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-nübelâ, thk. Şuayb el-
Arnavut, Hüseyin el-Esed (Beyrut, Müessesetu'r-risâle, 1996), XVII: 175.
23 Hafız İbn Hacer el-Askalânî, Nuhbetu’l-fiker Şerhi, trc. Talat Koçyiğit (Ankara: AÜİF Yay., trs.),
30-38.
368 • Emrullah Ülgen
rivayetler, hüccet olacak nitelikte sahih değildir. Zira bunlar birbiriyle çelişmekte-
dir.‛29
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki Hz. İsa’nın mehdi olduğunu ifade
eden az sayıdaki rivayet dışında, mehdinin varlığı ile ilgili haberler arasında
herhangi bir çelişki bulunmamaktadır. Tabiinden bazılarının yalnızca Hz.
İsa’nın mehdi olduğuna inandıkları söylense de bu rivayetlerin sened ve me-
tin tenkidi yapılarak sahih olmadıklarına hükmedilmiştir.30 Kurtubî, mehdi-
nin Hz. İsa’dan ibaret olduğunu ifade eden ‚Meryem oğlu İsa’dan başka Mehdi
yoktur.‛31 hadisi sened açısından zayıf olarak nitelemektedir. Buna karşılık
mehdinin Hz. Peygamber’in soyundan olacağını bildiren hadislerin tevatür
derecesinde olduğunu, bu nedenle mehdiliğin Hz. İsa’ya tahsisinin doğru ol-
madığını ifade etmektedir.32 Bazıları, muteber hadis kaynaklarından İbn
Mâce’nin Sünen’ninde yer alması nedeniyle tevile giderek hadiste geçen meh-
di kelimesinin şahıs olmayıp sıfat olduğunu ifade etmişlerdir. Diğer bir ifa-
deyle Hz. Peygamber’den sonra hidayet sıfatına kemaliyle sahip olan zat Hz.
İsa’dır. Çünkü birçok insanın hidayetine o vesile olmuştur. Ahir zamanda ge-
lecek Mehdi-i Azam ise Hz. Peygamber’in neslinden bir zattır. Ahir zaman
fitnesinin en yoğun olduğu bir dönemde bu ümmetin yardımına koşacak ve
onların hidayetlerine vesile olacaktır.33
Reşid Rıza’nın rivayetler arasındaki çelişki iddiasını teyit etmek maksadıyla
getirdiği örneklere bakıldığında, bunların mehdinin varlığıyla ilgili aslî şeylerden
ziyade, mehdinin ismi ve nesebiyle alakalı tali şeyler olduğu anlaşılmaktadır. Ona
göre mehdinin farklı isimlerle anılması, rivayetler arasındaki çelişkinin en bariz
göstergesidir. Ehl-i Sünnet ekolünde Muhammed b. Abdillah ve Ahmed b. Abdil-
lah; İmamiyye Şiası’nda imam, muntazır ve hüccet olarak nitelenen Muhammed
b. Askerî; Şiâ’nın diğer bir fırkası olan Keysaniyye’de ise Muhammed b. Hanefiy-
ye isimleri öne çıkmaktadır. Sennusîlerin de şeyh Sennusî’nin mehdiy-i muntazır
kabul ettikleri söylenmektedir. Nesebi hakkındaki bir rivayette göre mehdi, Hz.
Fatıma’nın oğlu Hz. Hasan’ın neslinden olacaktır. Bazı rivayetlere göre ise Hz.
Hüseyin’in neslinden gelecektir. Hz. Peygamber’in amcası Hz. Abbas’ın neslin-
den olduğunu haber veren rivayetler de bulunmaktadır. Nitekim Rafiî’nin İbn
Abbas’tan rivayeti bunu desteklemektedir. Resullullah (sav), amcasına şunu söy-
lemiştir: ‚Ey Amca! Sana bir müjde vereyim mi? Senin soyundan asfiyalar ve ailenden
halifeler çıkacaktır. Ahir zamanda çıkacak mehdi de senden olacaktır. Allah (cc), onunla
hidayeti neşredecek ve dalalet ateşini söndürecektir. Allah (cc), bu işe bizimle başladı, senin
zürriyetinle son verecektir.‛34
35 Detaylı bilgi için doktora çalışmasına bkz. Lütfî b. Muhammed Ez-Zeğîr, et-Teârudu fi’l-Hadis
(Riyâd: Mektebetu Ubeykân, 2008).
36 Ebû Abdullah Şemseddin Muhammed İbn Kayyim el-Cevziyye, el-Menâru'l-munif fi's-sahîh
ve'z-zaîf, thk. Yahya b. Abdillah es-Somâlî (Cidde: Dâru Alemi’l-Fevâid, trs.), 140-147.
37 Reşid Rıza, Tefsirü’l-menâr, X: 392.
38 Reşid Rıza, Tefsirü’l-menâr, IX: 501.
39 Reşid Rıza, Tefsirü’l-menâr, IX: 502-503.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 371
lardan hiçbiri halife olamayacaktır. Sonra doğu cihetinde siyah bayraklılar ortaya çı-
kacaklar. Bunlar daha önce hiçbir kavmin savaşmadığı bir biçimde savaşacaklardır.
(Ravi: Resulullah (sav), daha sonra bir şey söyledi ama hatırlamıyorum.) Hz. Pey-
gamber devamla şöyle buyurdular: ‚Siz bu şahsı gördüğünüzde kar üzerinde emekle-
yerek de olsa ona bîat ediniz! Çünkü o Allah’ın halifesi olan Mehdî’dir.‛ 40 Hâkim,
Müstedrek’te Buhârî ve Müslim’in şartlarına göre bu hadisin sahih olduğunu
söylemektedir.41
Hadisi sened açısından kritize eden Reşid Rıza, ravilerden Abdurrezak
b. Humâm San‘anî’nin Şiî taraftarlığıyla bilindiğini, sonradan ama olup hadis-
lerde tedlîs yaptığını, yine ravilerden Ebû Kılâbe ve Süfyan-ı Sevrî’nin tedlîsle
bilindiklerini söylemektedir. Bu hadisin ‚biz işittik‛ şeklinde değil de ‚an fu-
lan, an fulan‛ şeklinde rivayet edilmesi de buna delalet etmektedir. Ayrıca ha-
disin ravilerinden Abdurrezak hakkında İbn Adiy’in, ‚faziletlerle ilgili birçok
hadis rivayet edip bunlara hiç kimsenin muvafakat etmediği‛ şeklindeki değerlen-
dirmesini de aktararak hadisin sahih olmasını mümkün görmemektedir. 42 Bu
bilgilerden sonra şu çıkarımda bulunmaktadır: ‚Bütün bu anlatılanlar dikkate
aldığında genel olarak fitne ve ahir zaman hadisleri özel olarak mehdiyle ilgili hadis-
ler, bida ve heva rüzgârlarının estiği yerler, Şia ve çeşitli grupların at koşturdukları
alanlar haline gelmiştir.‛43 ‚Bu hadislerin kaynağı, siyasi bir hareket olarak bilinen
Şiâ’dır. Bunlar hurafe olup dinin asıllarıyla çelişmektedir.‛44
Reşîd Rıza, mehdiyle ilgili hadislerin Şiâ kaynaklı olduğu iddiasını Ebû
Hureyre’den nakledilen şu hadis üzerinden ispatlamaya çalışmaktadır: ‚Allah
(cc), biz Ehl-i Beyt için ahireti dünyaya tercih etti. Ehl-i Beytim benden sonra belala-
ra, kaçırılmalara ve sürgünlere maruz kalacaklardır. Öyle ki doğu tarafında berabe-
rinde siyah bayrakların olduğu bir kavim gelecektir.‛45 Reşid Rıza, Kûfe’li Şiilerden
Yezid b. Ebî Ziyâd’ın tarikiyle gelen bu hadisin çoğunluk tarafından zayıf ola-
rak değerlendirildiğini söylemektedir.46 Elbânî de hadisi zayıf hadis kategori-
sinde değerlendirmektedir.47
Mehdiyet rivayetlerinin, otoritelerini meşrulaştırmak amacıyla bazı
gruplarca uydurulduğunu söyleyen Reşid Rıza’ya göre Abbasiler, hilafeti ele
geçirdiklerinde hadisler tedvin edilmişti. Mehdinin geleceğine inanan muhalif
gruplar bir yandan rivayetlerde işaret edilen siyah bayraklıların Abbasiler
40 Ebû Abdullah Muhammed b. Yezid er-Rebei el-Kazvini İbn Mace, Sünen (Dımeşk: Müessese-
tü’r-risâle, 2009), Babu Huruci’l-Mehdi, V/209; Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah Hâkim
en-Nisâbûrî, el-Müstedrek ala’s-Sahihayn (Beyrut: Dâru’l-kutubi’l-ilmiyye, 2002), IV:464.
41 Hâkim, Müstedrek, IV: 547.
42 Reşid Rıza, Tefsirü’l-menâr, IX: 503.
43 Reşid Rıza, Tefsirü’l-menâr, IX: 503.
44 Reşid Rıza, Tefsirü’l-menâr, X: 460.
45 Ebû Bekr b. Ahmed b. Amr B. Abdi’l-Halık Bezzâr, el-Bahru’z-Zehâr/Müsnedu Bezzâr (Riyâd:
Mektebetu’l-‘ulûm ve’l-hikme, 1993), V:355; İbn Mace, Sünen, Babu Huruci’l-Mehdi, V: 209.
46 Reşid Rıza, Tefsirü’l-menâr, X: 460.
47 Muhammed Nasıruddin Elbânî, Ehâdisu daife ve’l-mevduiyye (Riyâd: Mektebetu’l-meârif, 1422),
XI: 340.
372 • Emrullah Ülgen
şahıs ve gruplar, kaderiyeci bir anlayışla rivayetleri tevil ederek bütün sorumlu-
luklarını ne vakit geleceği belli olmayan bir zata havale ederek hata etmişlerdir.
Bazıları ise zahiri bir bakışla rivayetleri değerlendirerek sünnetullaha tamamen
aykırı bir mehdiyet beklentisi içerisine girmişlerdir. Geçmişte olduğu gibi gü-
nümüzde de İslam toplumu bu yanlış anlayışın bedelini en ağır bir biçimde
ödemektedir. Özellikle son dönemlerde bir takım gruplar, mehdiyle ilgili riva-
yetleri ideolojik çıkarlarına alet etmekten ve bu masum inancı bir motivasyon
aracı olarak kullanmaktan çekinmemektedirler. Rivayetleri kendilerine uyarla-
yarak sanal mehdiler üretmekte ve kendilerine çeşitli roller biçmektedirler. Bu-
nun sonucunda ise rivayetlerin ruhuyla çelişen kan, gözyaşı, esaret, zillet gibi
olumsuz hadiselerin meydana gelmesi kaçınılmaz olmuştur.
Bütün bu olumsuzluklara karşın, İslam düşünce tarihinde sağlam daya-
nakları olan ve İslam dünyasının kahir ekseriyeti tarafından kabul edilen bu
inancın, mezkûr sebeplerden dolayı reddedilmesi doğru olmadığı gibi, bunda
herhangi bir fayda da söz konusu değildir. Zira bu rivayetler amacına uygun
doğru yorumlandığı takdirde ümmeti idealize edecek ve ümmetin geleceğe
ümitle bakmasına pozitif katkı sağlayacaktır.
5. İslam dünyasında kaosun en büyük sebeplerinden birisi yanlış mehdi-
yet telakkisidir.
Reşid Rıza’nın mehdiyet fikrini red gerekçelerinden birisi de İslam dün-
yasında meydana gelen olumsuz bazı hadiseleri bununla ilişkilendirmesidir.
Tarihsel süreç içerisinde Müslümanlar arasında meydana gelen fitne olayları-
nın sebeplerinden birisinin mehdiyet düşüncesi olduğunu şu sözlerle dile ge-
tirmektedir: ‚Mehdiyet iddiası, Müslüman halklar arasında fitne ve fesadın yayıl-
masının en büyük amillerinden birisi oldu. Gerek doğuda gerekse batıda yönetimi ve
krallığı sevenler, velayet iddia edenler ve şeytanın dostlarından birçoğu mehdiyet id-
diasında bulunmuşlardır. İddialarını teyid için de öldürme, savaş ve yeryüzünde fe-
sada başvurmuşlardır. Bunun sonucunda yüzbinlerce kişi Sünnet-i Nebevinin hida-
yetinden çıkmıştır. Okun yaydan çıkması gibi birçok kişi de İslam dininden böylece
çıkmıştır.‛ 55 Bu ifadelerden anlaşıldığı üzere özellikle siyasi emelleri olan, ma-
nevî makam peşinde koşanlar ve şeytanın dostları mehdiyet fikrini kullan-
maktan çekinmedikleri gibi amaçlarını gerçekleştirmek için savaş, öldürme,
fitne gibi olumsuz sebeplere tevessül etmekten de geri durmamışlardır.
İslam dünyasında geçmişte olduğu gibi günümüzde de mehdiyet iddia-
sında bulunan birçok şahsiyetin, çeşitli fitnelere sebebiyet verdiği bir hakikat-
tir. Ancak asıl sebep kanaatimizce, siyasi emelleri olan bazı şahıslar ile bunla-
rın peşinden giden ancak sahîh İslam akidesinden haberdar olmayan cahil-
lerdir. Nasıl ki Hz. Peygamber’in vefatından sonra nübüvvet iddiasında bu-
lunan şahısların sebep olduğu fitnelerden nübüvvet müessesini sorumlu tut-
mak doğru değilse, aynı şekilde mehdiyet iddiasında bulunan bazı şahısların
sebep olduğu olumsuz sonuçları buna dayandırmak doğru değildir. Bütün bu
SONUÇ
İslam düşünce tarihinin en tartışmalı konularından birisi olan mehdiyet
inancının, geleneksel İslam düşüncesinde kabule dayalı önemli bir yeri ol-
makla birlikte, modern dönemde bazılarınca tenkit edilmektedir. Bu dönemde
mehdiyet düşüncesine olumsuz yaklaşanların başında, modern Mutezilî eko-
lün temsilcileri olarak kabul edilen Muhammed Abdûh ve öğrencisi Reşîd Rı-
za gelmektedir. Hocası Muhammed Abdûh’un fikirlerinden yararlanarak ka-
leme aldığı Tefsirü’l-Menâr adlı eserde Reşîd Rıza, bazı gerekçeler öne süre-
rek mehdiyet fikrini reddetmektedir. İslam dininin ikinci kaynağı olan Hadis-
te önemli bir yeri olan bu olgunun aklî gerekçelerle reddedilmesi, çeşitli eleş-
tirilere sebebiyet vermektedir.
Tefsiru’l-Menâr’da mehdiyet fikrinin reddine gerekçe gösterilen argü-
manların genel niteliği, aklî çıkarımlara dayanmalarıdır. Örneğin, meşruiyeti-
ni muteber hadis kaynaklarındaki rivayetlerden alan mehdiyet inancı, ilgili
rivayetlerin Sahihayn’de yer almaması gerekçe gösterilerek reddedilmesi aklî
eğilimin bir sonucudur. Ayrıca rivayetlerle ilgili Şiâ iddiası, Müslümanları
atalet ve kaosa sürüklemesi ve rivayetler arası çelişki gibi diğer gerekçeler de
bahsi geçen bu yaklaşımın bir sonucudur. Ancak şunu ifade etmek gerekir ki
aklın esas alındığı bir izah biçiminin özellikle bu konularda her zaman doğru
neticeler vermesi mümkün olmamaktadır. Ayrıca ilmî ve aklî kriterler doğrul-
tusunda analiz edildiğinde bu gerekçelerin pek de isabetli olmadığı anlşaıl-
maktadır.
Reşid Rıza’nın, sosyolojik, psikolojik ve akli verilerle izah ettiği yanlış
mehdiyet algısının, İslam dünyasındaki menfi sonuçlarıyla ilgili yorumlarına
katılmamak mümkün değildir. Zira bazı şahıs ve gruplar, rivayetleri kaderi-
yeci bir anlayışla tevil ederek bütün sorumluluklarını ne vakit geleceği belli
olmayan bir zata havale etmektedirler. Bazıları ise sathî bir bakışla rivayetleri
yorumlayıp sünnetullaha tamamen aykırı bir mehdi beklentisi içerisine gir-
mişlerdir. Bütün bunlara rağmen ümmetin büyük çoğunluğu tarafından ka-
bul edilen ve dini dayanakları oldukça güçlü olan bu inancın reddedilmesi
doğru değildir.
Son olarak şunu ifade etmek gerekir ki Reşid Rıza’nın, mehdiyet konu-
sundaki inkârcı ve retçi yaklaşımını bütün hadislere teşmil etmek doğru de-
ğildir. Tefsirinde Sahih-i Buharî ve Sahih-i Müslim’de geçen birçok rivayete
yer vermesi, aynı zamanda bu rivayetleri kabul ettiği anlamına gelmemekte-
dir. Kitab-ı Mukaddes’te Hz. Peygamber’i müjdeleyen haberleri, Hz. Pey-
gamber’in gelecekle ilgili öngörülerini, kıyamet alametleri, ahir zaman ve me-
sihle ilgili birçok haberi tefsirinde zikretmektedir.
376 • Emrullah Ülgen
KAYNAKÇA
Abbad, Abdu’l-Muhsîn b. Hamed. ‚Akidetu Ehli-s Sünne fi mehdiyi’l-muntazır‛. Mecelletu
Câmiatu’l-İslâmiyye, (Şubât 1969).
Askalânî, Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed İbn Hacer. Fethu'l-bari bi-şerhi
Sahihi'l-Buharî. thk. Muhammed Fuâd Abdülbâkî-Muhibbüddin el-Hatîb, Beyrût:
Dâru’l-marife, trs.
Bestevî, Abdu’l-Alîm Abdu’l-Azîm. el-Mehdî el-Muntazır fi Davî’l-ehâdis ve’l- âsâr es-Sahihe.
Beyrût: Dâru ibni’l-Hazm, 1999.
Bezzâr, Ebû Bekr b. Ahmed b. Amr B. Abdi’l-Halık. el-Bahru’z-Zehâr/Müsnedu Bezzâr. Riyâd:
Mektebetu’l-‘ulûm ve’l-hikme, 1993.
Buharî, Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail. el-Câmiu‘s-sahîh. thk. Muhubi’d-Dîn el-Hatîb.
Kâhire: Matbaatu’s-Selefiyye, 1400.
Ebû Davud, Süleyman b. Eş’as b. İshak el-Ezdi es-Sicistani. Kitâbü’s-sünen. thk. Şuayb Arna-
vut, Dımaşk: Dâru risâleti’l-alemiyye, 2009.
Cevziyye, Ebû Abdullah Şemseddin Muhammed İbn Kayyim. el-Menâru'l-munif fi's-sahîh
ve'z-zaîf. thk. Yahya b. Abdillah es-Somâlî, Cidde: Dâru ‘alemi’l-fevâid, trs.
İbn Hacer, Ebu’l-Fazl Şihâbuddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed Askalânî. Fethu’l-bârî bi
Şerhi Sahîhi’l-Buhârî. Beyrut: Dâru’l-marife, trs.
Nuhbetu’l-Fiker Şerhi. trc. Talat Koçyiğit, Ankara: AÜİF Yayınları, trs.
Elbânî, Muhammed Nasıruddin. Ehâdisu daife ve’l-mevduiyye. Riyâd: Mektebetu’l-meârif,
1422.
Hâkim, Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah en-Nisâbûrî. el-Müstedrek ala’s-sahihayn.
Beyrut: Dâru’l-ma‘rife, 2002.
İbn Haldûn, Ebû Zeyd Veliyyüddin Abdurrahman b. Muhammed. Târîhu İbn Haldûn/
Kitâbü’l-iber ve divanü’l-mübtede ve’l-haber fî eyyami’l-Arab ve’l-Acem ve’l- Berber ve men asara-
hum min zevi’s-sultani’l-ekber. Beyrut: Dâru’l-Fikr, 2001.
Kurtubî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr. el-Câmi‘u li ahkâmi’l-Kur’ân.
thk. Abdullâh b. Abdülmuhsin et-Türkî, Beyrut: Müessesetü’r-risâle, 2006.
İbn Mace, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezid er-Rebei el-Kazvini. Sünen. thk. Şuayb Arna-
vut-Muhammed Kâmil Belelî, Beyrut: Müessesetü’r-risâle, 2009.
Nevevî, Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Şeref b. Mürî. Sahîhu Müslim bi şerhi’n-Nevevî. Kâhire:
Matbaatu’l-Mısriyye, 1929.
Rıza, Muhammed Reşid. Tefsiru’l-menâr. Mısır: Dâru’l-menâr,1367.
Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsa b. Sevre es-Sülemî. Sünenü’t-Tirmizî. Muhammed Nası-
ruddin Elbânî, Riyâd: Mektebetü’l-Meârif, trs.
İbnu’s-Salâh, el-İmâm Ebû Amr Osmân b. Abdurrahman eş-Şehrezûrî. Ulumu'l-Hadis. thk.
Nureddin İtr, Beyrut: Dâru’l-fikr, trs.
Zeğîr, Lütfî b. Muhammed. et-Teârudu fi’l-Hadis. Riyâd: Mektebetu Ubeykân, 2008.
Zehebî, Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman. Siyeru a’lâmi’n-nübelâ. thk. Şuayb el-
Arnavut-Hüseyin el-Esed, Beyrut: Müessetü’r-risâle,1996.
ŞÎÎ-İMÂMÎ TEFSİRLERDE MEHDİ’YE ATFEDİLEN AYETLERİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Hanefi ŞOLA
Arş. Gör. Aksaray Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi
378 • Hanefi Şola
Bu çalışmada öncelikle Mehdilik inancının Ehl-i Sünnet ile Şii İmamî mez-
hebindeki yerine ve mahiyetine değinilecektir. Ardından İmamiye mezhebine
ait tefsirlerde Mehdi ve onun ahir zamanda tekrar geleceği hakkında referans
kabul edilen ayetler hakkında yapılan yorumlar ele alınacaktır. Bu yorumlar,
nüzul dönemine yakın tefsir, hadis ve siyer eserler ile nüzul dönemini esas alan
çağdaş dönem çalışmaları merkeze alınarak değerlendirilecektir.
A. MEHDİLİK İNANIŞI
Mehdilik inanışı Müslümanlarda olduğu kadar Müslümanların dışında-
ki kültür ve inançlarda da görülen bir olgu olup izleri çok eskillere dayanır.
‚Bir kurtarıcı bekleme‛ şeklinde şekillenen bu inanç, başta Yahudi ve Hristi-
yanlar olmak üzere neredeyse bütün dinlerde ve kültürlerde müşterek bir
inanç olduğunu söylemek mümkündür. 1
1. Mehdi Kavramı
Arapçada ‚mehdi‛ ism-i meful siygasında ‚ ‛هدىkökünden türemiş olup
lügat bakımından ‚doğru yola, hidayete erişmiş kimse‛ anlamına gelen bir
kelimedir. Terim olarak ise, ‚Allah’ın doğru yola eriştirdiği kimse‛ anlamına
gelir.2
Kur’an’da ise ‚Mehdî‛ kelimesine rastlanmaz; ancak kendisinden türe-
diği ‚ ‛هدىköküne dayanan pek çok fiil ve isme rastlanır. Sözgelimi, bu kökten
türeyen fiiler ‚doğru yola girmek, doğru yolu bulmak‛ anlamına gelir. Aynı
kökten türeyen isimler, ‚yol gösteren‛ anlamında ism-i fâil olan ‚ ‛هاديşek-
linde, ‚doğru yol, itaat ve kulluk‛ anlamında isim-masdar olan ‚ ‛هديşeklinde
yer alır. Yine ‚ ‛هديşeklindeki kalıbın ism-i fâil anlamında kullanıldığı ve
‚hidâyet etme, doğru yolu gösterme‛ manasına geldiği görülür.3 Kur’an’da
‚Mehdî‛ anlamında kullanılan ‚ يهدى/ ‛تهدىgibi fiillerle karşılaşılır. Ancak bu
ayetlerde yer alan fillerde ‚mehdî‛ Allah’ı,4 içinde Hz. Peygamber5 de olmak
üzere bazı peygamberleri6 ve Kur’an’ı7 işaret etmektedir.
1 Bkz. Sarıkçıoğlu, Ekrem, ‚Mehdî‛, DİA, Ankara 2003, XXVIII, 369; Çınar, Mahmut, Tarihte ve
Günümüzde Mehdîlik, İstanbul 2016, s. 31-46; Hakyemez, Cemil, ‚Mehdi Düşüncesinin İti-
kadîleşmesi Üzerine‛, Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2004/1, c. III, sayı: 5, s.
129; Harman, Ömer Faruk, ‚İslam Öncesi Dinlerde Beklenen Kurtarıcı‛, Tarihten Günümüze
Tartışmalı İnanç Meseleleri, İstanbul 2014, 95-100; Uludağ, Süleyman, İslam’da İnanç Konuları ve
İtikadi Mezhepler, İstanbul 1992, s. 434.
2 Emîn, Ahmed, Duha’l-İslam, Kahire 2001, III, 235.
3 Bkz. İbn Manzûr, Ebü’l-Fadl Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem b. Alî b. Ahmed el-
Ensârî, Lisânü’l-Arab, Beyrut 2010, IV, 4107.
4 Bkz. Bakara 2/213; A’râf 7/155, Yûnus 10/25; 178; İsrâ 17/97; Kehf 18/17; Kasas 26/56; Zümer
39/37;
5 Bkz. Şûrâ 42/51.
6 Bkz. Enbiyâ 21/73.
7 Bkz. İsrâ 17/17; Ahkâf 46/30.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 379
8 Bkz. Ebû Dâvud, ‚Sünne‛, 5; Tirmizî, ‚İlim‛, 16; İbn Mâce, ‚Sünen‛, 6; Dârimî, ‚Sünen‛ 16;
Beyhâkî, ‚Âdâbu’l-Kâdî, 20338; Müslim, ‚Cenâiz‛, 4/7; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 297.
9 Bkz. Emîn, Duha’l-İslam, III, 236.
10 Emîn, Duha’l-İslam, III, 236.
11 Öz, İmâmiyye Şiasında Onikinci İmam ve Mehdi İnancı, s. 34; Çınar, Mehdîlik, s. 24; Hakyemez,
‚Mehdi Düşüncesinin İtikadîleşmesi Üzerine‛, s. 129.
12 Ebû Hanîfe, Nu‘mân b. Sâbit b. Zûtâ b. Mâh, el-Fıkhu’l-Ekber, (İmâm-ı Âzâm’ın Beş Eseri)
neş. ve trc. Mustafa Öz, İstanbul 2002, s. 77.
13 Bkz. Çınar, Mehdîlik, s. 58.
380 • Hanefi Şola
Şarʽânî onun 255 yılında doğup ve günümüze kadar hala hayatta olduğuna
inanılan Muhammed Mehdî’dir.28
Sünni kelamcıların büyük çoğunluğu, Mehdî’nin ahir zamanda geleceğine
değinmekle birlikte onun gelişini bir inanç umdesi olarak değerlendirmemişler-
dir. Sözgelimi, Teftazânî, Şerhu’l-Akâid’de Mehdî’nin gelip Hz. İsa’nın arkasında
namaz kılacağından bahsettiği halde bunu bir inanç umdesi olarak değerlendir-
memiştir.29
28 Bkz. İbnu’l-Arabî, Muhyiddîn Muhammed b. Alî b. Muhammed el-Arabî et-Tâî el-Hâtimî, el-
Futûhâtu’l-Mekkiye, Beyrut 1999, VI, 50-69; Şa‘rânî , Ebü’l-Mevâhib (Ebû Abdirrahmân) Ab-
dülvehhâb b. Ahmed b. Alî, el-Yavâkît ve’l-Cevâhir fî Beyâni Akâidi’l-Ekâbir, Beyrut trs., s. 562-
566.
29 Bkz. Teftazânî, Sa‘düddîn Mes‘ûd b. Fahriddîn Ömer b. Burhâniddîn Abdillâh, Şerhu’l-Akâid,
haz. Süleyman Uludağ, İstanbul 2010, s.63.
30 Öz, İmâmiyye Şiasında Onikinci İmam ve Mehdi İnancı, s. 23-30; Çınar, Mehdîlik, 72.
31 Bkz. Muzaffer, Muhammed Rıdâ, Akâidu’l-İmâmiyye, Beyrut 2003, s. 89-104; Fığlalı, Ethem
Rûhi, İmâmiyye Şîası, İstanbul 2008, s. 178-180, 217-224; Gölcük, Şerafettin-Toprak Süleyman,
Kelâm, Konya 1996, s. 356-358; Arslan, Hulusi, Kelâm Tarihi ve Ekolleri, Malatya 2012, 116-123.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 383
32 Turabi, Murtaza, ‚Hz. Mehdi (a.s)’ın Doğumu‛, Ehl-i Beyt Mesajı: Hz. Mehdi (a.s) Özel Sayısı,
Sayı:15, İstanbul 1997, s. 10-14; Öz, İmâmiyye Şiasında Onikinci İmam ve Mehdi İnancı, s. 43-45;
Öz, Mustafa, ‚Mehdî el-Muntazar‛, DİA, Ankara 2003, XXVIII, 376.
33 Öz, ‚Mehdî el-Muntazar‛, XXVIII, 376.
34 Öz, İmâmiyye Şiasında Onikinci İmam ve Mehdi İnancı, s. 59-74.
35 Öz, İmâmiyye Şiasında Onikinci İmam ve Mehdi İnancı, s. 77-86.
384 • Hanefi Şola
36 Bkz. Küleynî, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Ya‘kūb b. İshâk, Bihâru’l-Envâr, Beyrut 2008, LI, 37-
51.
37 Bkz. Tabersî, Ebû ʽAli el-Fadl b. Hasen, Mucmeʽu’l-Beyân fî, Tefsîri’l-Kur’an, Beyrut 1998, VII,
94; Feyzî’l- Kâşânî, Molla Muhsin Muhammed b. Şah, Tefsîru’s-Sâfî, Beyrut 2008, II, 474; Bah-
rânî, Seyyid Hâşim, el-Burhân fî Tefsîri’l-Kur’ân, Beyrut 2006, V, 257; Huveyzî, Abdu Ali b.
Cuma el-Arûsî, Nûru’s-Sakaleyn, yrsz. trsz., III, 464-465; Şebr, Seyyid Abdullah, el-Cevheru’s-
Semîn fî Tefsîri’l-Kur’ani’l-Mubîn, Kuveyt 1986, IV, 220; Sâdikî, Muhammed, el-Furkân fî Tefsîri’l-
Kur’an, Kum 1985, XVII, 378; Şîrâzî, Şeyh Nâsır Mekârim, el-Emsel fî Tefsîri’l-Kitâbillahi’l-
Munzel, Kum 1426 (h.), VIII, 337.
38 Tabersî, Mecmeʽu’l-Beyân, VII, 95.
39 Sebzevârî, Muhammed, el-Cedîd fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Mecîd, Beyrut 1982, IV, 527-528.
40 Bkz. Tabersî, Mecmeʽu’l-Beyân, VII, 95;Sebzevârî, el-Cedîd fî Tefsîr, IV, 527-528.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 385
Çağdaş dönem Şii âlimlerinden Nâsır Mekârim Şirâzî, ayette yer alan,
‚ ‛االرضifadesinin mutlak olup tüm yer küreyi kapsadığını ileri sürer. Böylece
bu ayetin hususi olarak, ‚salihlere ait evrensel bir devleti‛ müjdelediği sonu-
cuna varır. Ayet hakkındaki vardığı bu çıkarımdan sonra, böyle bir devletin
geçmişten günümüze değin hala kurulmadığını, dolayısıyla bunun gelecekte
gerçekleşeceğini, daha açıkçası Mehdî’nin otoritesine bağlı bir devletin ku-
rulmasıyla gerçekleşeceğini ifade eder. Şirâzî’ye göre ‚zikirden sonra Zebûr’da
da” şeklindeki ifade dikkate alınırsa bu müjde, sadece Kur’an’da değil, diğer
peygamberlere ait kitaplarda da yer almış olup yeni bir ahit değildir. Bu çer-
çevede Şirâzî, Zebur veTevrat’ta yer alan bazı pasajları bu ayet ve bu ayetten
çıkardığı müjde paralelinde yorumlama çabasına gider.41
Söz konusu ayet hakkında Şii-İmâmî âlimlere ait yorumları değerlen-
dirmek için ayetin indiği tarihteki mesajının üzerinde durmak gerekir. Bunun
için ayetin içinde bulunduğu sure hakkında da bazı bilgilerin bilinmesi gerek-
lidir. Enbiyâ suresi hicretten önce müşriklerin baskı ve eziyetlerini arttırdıkla-
rı bir dönemde nazil olmuştur. Suredeki ayetlere dikkat edildiğinde tüm ayet-
lerin birbiriyle bağlantılı olduğu görülür. Bu da ayetlerin peşi sıra nazil oldu-
ğunu gösterir.42 Sure hakkında verilen bu kısa bilgiden sonra, ilgili ayet hak-
kındaki görüşlere değinmek istiyoruz.
Taberî’nin aktardığına göre ayetteki ‚ ‛االرضifadesi İlk dönem müfessir-
lerinden İbn Abbâs, Said b. Cübeyyir, Ebû Aliye, Mücâhid, İbn Zeyd gibi ta-
biûn müfessirlerinin kahir ekseriyetine göre ‚cennet‛ anlamına gelmektedir.43
İbn Abbâs’tan nakledilen bir başka görüşe göre bu ifade dünya anlamına
gelmektedir. Kelbî ve İbn Sâib göre ise Yahudilere vaat edilen topraklardır.44
Öte taraftan, bu surenin müşriklerin baskı ve zorbalıklarını artırdıkları
bir zeminde indiğine işaret eden bazı müfessirler, mezkûr ayetin Hz. Pey-
gamber ve müminlerin nihayette, Kureyş müşriklerine karşı zafer kazanacak-
larını, başka bir ifadeyle, Mekke’yi müşriklerden elinden alacağını müjdele-
mekte olduğunu belirtmişlerdir.45 Ayrıca bu ayette Medine Yahudilerine yö-
nelik bir mesajın bulunduğunu söyleyenler de olmuştur. Şöyle ki Allah, Ze-
bur’da Süleyman’a, ‚Yeryüzüne benim salih kullarım varis olacaklardır.‛ diye bu-
yurmuştur. Buna göre Hz. Musa’ya vaat edilenler Hz. Süleyman ve Hz. Da-
vud vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Dolayısıyla bu buyruğun şimdiki muktezası
Müslümanların hâkim olmasıdır. Bu durumda Medineli Yahudiler’e kalan
lakki her ne kadar daha spesifik bir olay üzerinde sınırlı olsa da esasen birinci
telakkinin kapsamına değerlendirmek suretiyle cem etmek mümkündür. Bu
bağlamda müminlerin Mekke’nin fethine kadar sözü edilen düşmanları tara-
fından -zaman zaman aralarında koalisyonlar da kurulmuştur- tehdit ve bas-
kılara maruz kaldıkları bilinmektedir. Bu tehdit ve baskıların sahabe üzerinde
bir korku oluşturması beşer olmaları açısından son derece doğaldır.
Bu çerçevede ayet, ilk muhataplarına Hz. Muhammed’e sadakatle iman
etmeleri ve onun bildirdiği ilahi emirlere titizlikle riayet etmeleri halinde za-
ferin kendilerinin olacağını, başta Mekkeli müşrikler olmak üzere, tüm düş-
manlarının saltanatının yıkılacağını vaat etmektedir. Bu bakımdan bu ayetin
de ilk muhataplarına moral vermek suretiyle onların motivasyonlarının düş-
mesini engellemeyi hedeflemiş olduğunu söylemek mümkündür. Bu bağlam
dikkate alındığında ayetten Mehdî’yi çıkarmak pek de mümkün görünme-
mektedir.
Şîî âlimlerin Mehdî’nin zuhurunu temellendirmek için son ifade hariç,
lafzen birbiriyle aynı olan Tevbe 9/33, Saff 61/9. ve Feth 48/28. ayetlerini de
kullandıkları görülür. Bu ayetlerden Tevbe 9/33, Saff 61/9. ayetler meâlen, ‚O
Allah ki müşriklerin hoşuna gitmese de dinini, bütün dinlere üstün kılmak için, elçi-
sini doğru yolu göstermek, hak dini tebliğ etmek üzere gönderendir.‛ şeklindeyken,
Fetih 48/28. Ayet meâlen, ‚Allah; dinini, bütün dinlere üstün kılmak için, elçisini
doğru yolu göstermek, hak dini tebliğ etmek üzere gönderendir. Bu konuda Allah’ın
şahitliği yeterlidir.‛ biçimindedir.
Bu ayetlerle ilgili olarak Şîî âlimlerin tefsirlerine bakıldığında onlarla
ilişkilendirilen çeşitli rivayetlere rastlanır. Bu rivayetlerden bazıları şunlardır:
‚Mehdî/Kâim zuhur ettiğinde hiçbir kâfir ve müşrik bundan hoşnut olmaya-
caktır.‛,57 ‚Allah’a yemin olsun ki bu ayette sözü edilen vaat henüz gerçek-
leşmemiştir. Mehdi/Kâim zuhur edinceye kadar da gerçekleşmeyecektir.
Kâim zuhur ettiğinde tüm kâfir ve müşrikler onun zuhurundan rahatsızlık
duyacaktır. Bu kâfir ve müşrikler taşın içine de girmiş olsa, o taş, ‚Ey Mümin!
İçimde bir kâfir gizlenmekte, beni kır ve onu öldür!‛ diyerek dile gelecek-
tir.‛58, ‚Bu (İslam dininin tüm dinlerin üstünde olması), Kâim zuhur ettiğinde
gerçekleşecek olup Hz. Muhammed’i tasdik etmeyen kimse kalmayacaktır.‛59,
‚Bu (İslam dininin tüm dinlerin üstünde olması), Kâim zuhur ettiğinde ger-
çekleşecektir.‛60 Klasik dönem Şîî âlimleri ayetle ilgili, görebildiğimiz kadarıy-
la, sadece sözü edilen rivayetlerle yetinmiş, bunun dışında yorumlara yer
vermemişlerdir.
66 Bkz. Vâkidî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ömer b. Vâkıd, Kitâbu’l-Megâzî, Londra 1984, I, 402-
404; II, 560-562; İbn Hişâm, Ebû Muhammed Cemâlüddîn Abdülmelik b. Hişâm b. Eyyûb, es-
Sîretu’n-Nebiyye, Beyrut 2005, s. 547
67 Bkz. Vâkidî, Kitâbu’l-Megâzî, II, 755-768; ; İbn Hişâm, es-Sîretu’n-Nebiyye, s. 642-646, 797-798.
68 Vâkidî, Kitâbu’l-Megâzî, III, 990-991; İbn Hişâm, es-Sîretu’n-Nebiyye, s. 722.
392 • Hanefi Şola
69 Bkz. Derveze, Tefsîru’l-Hadîs, IX, 402-403; Komisyon (Hayrettin Karaman, Mustafa Çağrıcı, İb-
rahim Kafi Dönmez, Sadrettin Gümüş), Kur’an Yolu, Ankara 2007, II, 751-752.
70 Tevbe 9/32.
71 Ayrıca bkz. Derveze, Tefsîru’l-Hadîs, IX, 419.
72 Bkz. İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, VIII, 45.
73 İbn ʽÂşûr, Muhammed Tâhir, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, Tunus 1997, XXVIII, 173.
74 Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ, Ankara 2003, I, 233.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 393
tir. Söz konusu ettiğimiz ayetle ise Mekke’nin teslim olacağı, oradan şirkin
kökünün kazılacağı, dolayısıyla Allah’ın dininin Mekke’de de hâkim olacağı-
nın haberi verilmektedir. Görüldüğü gibi, ayetin indiği zeminle doğrudan ve
köklü bir ilişkisi bulunmaktadır. Şii alimlerin iddia ettiği Mehdi inancıyla
uzaktan yakından bir ilgisi bulunmamaktadır.
SONUÇ
Ahir zaman kurtarıcı mitosu, neredeyse tüm inanışlarında yeri olan,
kökleri çok eskilere dayanan teolojik bir olgudur. Bu olgu bir şekilde Müslü-
manlara da sirayet etmiş, başta Şiʽa’da ve Ehl-i Sünnet’in büyük çoğunluğun-
da olmak üzere, neredeyse, tüm islam mezhep ekollerinde kendine yer bul-
muştur. Mehdi’nin kim olduğu konusunda- sufiler bir kenara bırakılırsa- iki
ekol arasında önemli farklar vardır. Şöyle ki Sünnilere göre Mehdi, henüz
doğmamışken, Şiilere göre bu zat Şii imamların on ikincisidir.
Şiiler arasında Mehdîlik, diğer ekollere göre daha önemli bir yeri vardır.
Çünkü onlara göre mehdilik, inanç esaslarından kabul edilen imametin mü-
temmim cüzü olup imamet kadar önemlidir. Hal böyle olunca, Şii âlimler
mehdilik inancını, akla ve nakle dayalı birçok argümanla ispat etmek için ça-
ba içine girmişlerdir. Bu çabaları naklettikleri rivayetlerde ve kelami istidlalle-
rinde olduğu gibi ayetlere getirdikleri yorumlarında da görülür. Zira İslam
inanç geleneğinde bir inancı meşrulaştırmanın en önemli dayanağı ona
Kur’an’da bir delil bulmakla ölçülmüştür. Bu da, ister istemez, bu ekolu
Kur’an’da bu inanca dayanak olacak izleri aramaya sürüklemiştir.
Bu çerçevede Şii âlimler, Mehdi inanışını temellendirmede Enbiyâ
21/105, Nûr 24/55, Tevbe 9/33, Fetih 48/28 ve Saff 61/9. gibi pek çok ayeti delil
olarak kullanmışlardır. Bu ayetleri Mehdi inancıyla ilişkilendirirken bazı ar-
gümanlar ileri sürmüşlerdir. Bunlar, (ı) imamlardan nakledilen rivayetler ve
(ıı) Kur’an’da Müslümanların egemen olduğu adil bir devletin kurulacağını
vaat ettiğine yönelik çıkarımdır. Bu çıkarıma göre ise Hz. Peygamber dönemi
dâhil, bugüne değin böyle bir devlet kurulmamış olup, rivayetlerin de bahset-
tiği gibi, bu devlet Mehdi tarafından kurulacaktır. İmamlara dayandırılan ri-
vayetler çerçevesindeki bu yorumlarda, söz konusu ayetlerin kendi nüzul or-
tamında verdiği mesajlar dikkate alınmamıştır.
Oysa Kur’an temel olarak, yazılı bir metin değil, sözlü bir hitaptır. Bu da
nüzul ortamını göz önünde bulundurulmasını zorunlu kılmaktadır. Zira bir-
çok ayette saklı olan anlamın bir kısmı metindeyken, diğer kısmı Hz. Pey-
gamber’in siretinde olabilmektedir. Dolayısıyla pek çok ayetin doğru anlaşıl-
ması, ilk muhatapların yaşadığı ortamı betimleyen rivayetlerin incelenmesini,
sahabe ve tabiin âlimlerinden aktarılan bilgilerin dikkate alınmasını ve her bir
ayetin indiği sırada işlediği soru ve/veya sorunun tespit edilmesini zorunlu
kılmaktadır.
Bu bağlamda ayetlerden Enbiyâ 21/105. ayette salih kulların mirasçı ol-
duğu yer olarak belirlenen ‚ ‛االرضifadesi bir bölge veya tüm yer küreyi de-
396 • Hanefi Şola
ğil, ‚cennet‛i betimlemektedir. Bir bölgeyi betimlese de, bu bölge, nüzul or-
tamı dikkate alındığında, ilk muhatapların içinde bulunduğu bölge olarak an-
laşılmalıdır. Nûr 24/55. ayette yer alan mesajda Medine’ye hicret eden Müs-
lümanların kendilerini içinde buldukları tehdit ve baskıdan kurtulacakları
vaat edilmekte ve bu şekilde moral ve motivasyonlarının artırılması hedef-
lenmektedir. Kur’an’da, ‚O Allah ki dinini, bütün dinlere üstün kılmak için, elçi-
sini doğru yolu göstermek, hak dini tebliğ etmek üzere gönderendir.‛ şeklinde aynı
ifadelere sahip, fakat farklı surelerde yer alan Tevbe 9/33, Saff 61/9 ve Fetih
48/28. ayetlerden her birinin farklı bağlamı bulunmaktadır. Bunlardan Tevbe
33. ayet, Hicaz çevresinde bulunan Hıristiyan ve bazı Yahudilerin İslam dave-
tini ortadan kaldırmak için düzenleyecekleri safer karşısında, Saff 9. ayet
Uhud savaşı sonrasında Medine’de bulunan Yahudilerin Kureyşle birlikte İs-
lam davetine darbe vurmak için kurdukları ittifak karşısında, Fetih 28. ayet
ise Kureyş tarafından umre yapılmaları engellenen Müslümanların bu müş-
riklere karşı zafer kazanacakları müjdelenerek onların moral ve motivasyon-
larının yükseltilmesi hedeflenmiştir.
Görüldüğü gibi, tüm bu ayetlerin nüzul ortamında bulunan ilk muha-
tapların hayatlarında bir karşılığı bulunmakta olup onlara bir mesaj vermek-
tedir. Bu bakımdan Şii âlimlerin ayetleri kendi tarihsel bağlamından kopart-
mak suretiyle onları Mehdi inancına ilişkilendirmeleri pek isabetli görülme-
mektedir.
KAYNAKÇA
Ahmed b. Hanbel, Müsned, Kahire 1985.
Arslan, Hulusi, Kelâm Tarihi ve Ekolleri, Malatya 2012
Ayyâşî, Ebu’n-Nasr Muhammed b. Mesʽûd, Tefsîru’l-Ayyâşî, Beyrut 2010.
Beyhâkî, Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyn b. Alî, es-Sünenü’l-Kübrâ, Beyrut 2003.
Câbirî, Muhammed ʽAbid, Fehmu’l-Kur’ani’l-Hakîm, Mağrib 2008.
Çınar, Mahmut, Tarihte ve Günümüzde Mehdîlik, İstanbul 2016.
Dârimî, Ebû Muhammed Abdullāh b. Abdirrahmân b. el-Fazl ed-Dârimî, es-Sünenu’d-
Dârimî, Riyad 2000.
Derveze, Muhammed ʽİzzet, et-Tefsîru’l-Hadîs: Tertîbu’s-Suver Hasebe’n-Nuzûl, Beyrut 2000.
Ebû Dâvud, Ebû Dâvûd Süleymân b. el-Eş‘as b. İshâk es-Sicistânî, Sünenu Ebî Dâvud, Riyâd
1999.
Ebû Hanîfe, Nu‘mân b. Sâbit b. Zûtâ b. Mâh, el-Fıkhu’l-Ekber, (İmâm-ı Âzâm’ın Beş Eseri)
neş. ve trc. Mustafa Öz, İstanbul 2002.
Emîn, Ahmed, Duha’l-İslam, Kahire 2001.
Feyzî’l- Kâşânî, Molla Muhsin Muhammed b. Şah, Tefsîru’s-Sâfî, Beyrut 2008.
Fığlalı, Ethem Rûhi, İmâmiyye Şîası, İstanbul 2008.
Gölcük, Şerafettin-Toprak Süleyman, Kelâm, Konya 1996.
Hakyemez, Cemil, ‚Mehdi Düşüncesinin İtikadîleşmesi Üzerine‛, Gazi Üniversitesi Çorum
İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2004/1, c. III, sayı: 5.
Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ, Ankara 2003.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 397
Harman, Ömer Faruk, ‚İslam Öncesi Dinlerde Beklenen Kurtarıcı‛, Tarihten Günümüze Tar-
tışmalı İnanç Meseleleri, İstanbul 2014.
Huveyzî, Abdu Ali b. Cuma el-Arûsî, Nûru’s-Sakaleyn, Kum trs.
İbn ʽÂşûr, Muhammed Tâhir, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, Tunus 1997.
İbn Haldûn, Ebû Zeyd Veliyyüddîn Abdurrahmân b. Muhammed b. Muhammed b. Mu-
hammed b. Hasen, Mukaddimetu İbn Haldûn, Dımaşk 2004.
İbn Hazm, Ebû Muhammed Alî b. Ahmed b. Saîd b. Hazm el-Endelüsî el-Kurtubî, el-Fasl fi’l-
Mileli ve’l-Ehvâi ve’n-Nihel, yrs. trs.
İbn Hişâm, Ebû Muhammed Cemâlüddîn Abdülmelik b. Hişâm b. Eyyûb, es-Sîretu’n-
Nebiyye, Beyrut 2005.
İbn İshâk, Muhammed, es-Sîret, Konya 1981.
İbn Mâce, Ebû Muhammed b. Yezîd, es-Sünen, İstanbul 1992.
İbn Manzûr, Ebü’l-Fadl Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem b. Alî b. Ahmed el-Ensârî,
Lisânü’l-Arab, Beyrut 2010.
İbnu’l-Arabî, Muhyiddîn Muhammed b. Alî b. Muhammed el-Arabî et-Tâî el-Hâtimî, el-
Futûhâtu’l-Mekkiye, Beyrut 1999.
İbnu’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed el-Bağdâdî, el-
İlelu’l-Mütenâhiye fî Ehâdîsi’l-Vâhiye, Beyrut 1983.
İbnü’l-Cevzî, Ebu’l-Ferec ʽAbdurrahmân b. ʽAli, Zâdu’l-Mesîr fî İlmi’t-Tefsîr, Beyrut 2009.
Komisyon (Hayrettin Karaman, Mustafa Çağrıcı, İbrahim Kafi Dönmez, Sadrettin Gümüş),
Kur’an Yolu, Ankara 2007.
Küleynî, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Ya‘kūb b. İshâk, Bihâru’l-Envâr, Beyrut 2008.
Kurtubî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr b. Ferh el-Kurtubî, et-Tezkire fî
Aĥvâli’l-Mevtâ ve’l-Umûru’l-Âħire, Riyâd 1465(h).
Mahmudov, Elşad, Sebep ve Sonuçları Açısından Hz. Peygamber’in Savaşları, İstanbul 2010.
Mâverdî, Ebu’l-Hasan ʽAli b. Muhammed, en-Nüket ve’l-ʽUyûn, Beyrut 2007.
Mukâtil b. Süleymân, Ebü’l-Hasen Mukātil b. Süleymân b. Beşîr, Tefsîru Mukâtil b. Süleymân,
Beyrut 2003.
Muzaffer, Muhammed Rıdâ, Akâidu’l-İmâmiyye, Beyrut 2003.
Müslim, Ebu’l-Huseyn b. Haccâc, Câmiʽu’s-Sahîh, İstanbul 1992.
Müslim, Mustafa, Meʽâlimu’n Kur’âniyet’un fi’s-Siraʽa meʽa’l-Yehûd, Beyrut 1999.
Öz, Mustafa, İmâmiyye Şiasında Onikinci İmam ve Mehdi İnancı, İstanbul 1995.
Öz, Mustafa, ‚Mehdî el-Muntazar‛, DİA, Ankara 2003.
Pezdevî, Ebü’l-Hasen Ebü’l-Usr Fahrü’l-İslâm Alî b. Muhammed b. el-Hüseyn b. Abdil-
kerîm, Ehl-i Sünnet Akâidi, trc.Şerafeddin Gölcük, İstanbul 2015.
Sâbûnî, Nûreddîn Ahmed b. Mahmûd b. Ebî Bekr, el-Bidâye fî Usûli’d-Dîn, Haz. Bekir Topa-
loğlu, Ankara 2000.
Sâdikî, Muhammed, el-Furkân fî Tefsîri’l-Kur’an, Kum 1985.
Sebzevârî, Muhammed, el-Cedîd fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Mecîd, Beyrut 1982.
Sarıkçıoğlu, Ekrem, ‚Mehdî‛, DİA, Ankara 2003.
Şa‘rânî, Ebü’l-Mevâhib (Ebû Abdirrahmân) Abdülvehhâb b. Ahmed b. Alî, el-Yavâkît ve’l-
Cevâhir fî Beyâni Akâidi’l-Ekâbir, Beyrut trs.
Şebr, Seyyid Abdullah, el-Cevheru’s-Semîn fî Tefsîri’l-Kur’ani’l-Mubîn, Kuveyt 1986.
Şeyh Sâdûk İbn Babâveyh, Kemâlu’d-Dîn ve’t-Temâmu’n-Ni’me, Beyrut 1991.
Şîrâzî, Nâsır Mekârim, Nefhâtu’l-Kur’an, Kum1426(h.).
398 • Hanefi Şola
Özet
Mehdîlik inancı, daha kapsamlı bir tabirle dünyanın sonuna doğru gelecek
olan ‚kurtarıcı düşüncesi‛, pek çok din ve kültürde mevcut bir olgudur. Bu du-
rum, bir hakikat olan mehdîlik olgusunun her din ve kültürde farklı isim ve sı-
fatlarla tecellisi olarak değerlendirilebileceği gibi, bu inancın diğer din ve kül-
türlere bazı değişikliklerle intikal etmiş olması şeklinde de açıklanabilir.
Mehdîlik telakkisi bu yönüyle dinler tarihi, din sosyolojisi ve din psikolojisi gibi
bilim dallarının konusudur. Biz bu çalışmamızda, Şîa hadis kaynaklarını esas
alarak mehdîlik inancının İmâmiyye Şîası’nda nasıl tezâhür ettiğini inceleyecek,
Ehl-i sünnet kaynaklarında da bu konuda rivayetlerin bulunduğunu dikkate
alarak iki mezhepteki mehdîlik telakkisinin kaynaklarını araştıracak ve rivayet-
leri mukayese etmek suretiyle bu inancın Ehl-i sünnet’e Şîa’dan geçip geçmedi-
ğini tetkik edeceğiz.
GİRİŞ
Tanrı tarafından dünyanın sonuna doğru yeryüzüne gönderilecek ve bu-
lunduğu bölgeden başlamak üzere yeryüzüne hâkim olup onu adaletle doldu-
racak bir lider ve kurtarıcı (mehdî, mesîh) tasavvuruna, tarihin her döneminde
ve pek çok din ve kültürde rastlanmaktadır. Başka bir ifade ile mehdî inancının,
İslâm’dan önceki Yahudilik, Zerdüştlük ve Hristiyanlık gibi Ortadoğu ve Me-
zopotamya bölgesi dinleri başta olmak üzere, Uzakdoğu dinleri de dâhil hemen
bütün dinlerde mevcut olan müşterek bir fenomendir.1 Farklı kültür ve dinlere
göre söz konusu kurtarıcının kimliği, evsâfı, zuhûr edeceği yer ve zaman, başa-
racağı işler değişse de müşterek olan; dünyanın sonuna doğru bir kurtarıcının
geleceği, mezkûr kurtarıcının zuhûru öncesinde büyük felaketlerin yaşanacağı,
gönderildiği kavmin lideri sıfatıyla kendi bölgesinden başlayarak mensubu ol-
duğu dinin geniş bir alanda hâkimiyetini sağlayacağı ve zulmü ortada kaldırıp
fethettiği yerleri adaletle dolduracağı telakkisidir.
Prof. Dr., İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Hadis Anabilim Dalı Öğre-
tim Üyesi i_kutluay@yahoo.com
1 Sarıkçıoğlu, Dinlerde Mehdî Tasavvurları, s. 13-18.
400 • İbrahim Kutluay
Şîa hadis kaynaklarında ise iki yüzden fazla mehdî rivayeti bulunmakta-
dır. İsnâşaeriyye’de Sâhibü’z-zaman, el-Mehdî el-Muntazar el-Kâim gibi sıfat-
larla anılan ve hâlen gaybette olduğuna inanılan on ikinci imam Muhammed b.
el-Hasan el-Askerî, beklenen mehdî olup buna dair inanç, sadece akîdenin bir
parçası değil aynı zamanda onun dayandığı temel unsurlardandır. İsnâşaeriy-
ye’de mehdînin, ‚gâib imam‛ inancıyla birlikte değerlendirildiği dikkati çek-
mektedir. Buna göre mehdî, gâib olsa da hâlihazırda hayattadır. Îsâ (a.s.) ile bir-
likte kıyamete yakın zuhûr edecek ve dünyayı adaletle dolduracaktır. Öyle ki
gaybeti dolayısıyla on ikinci imamı savunmak üzere, erken dönemden itibaren
Şiî müellifler tarafından el-Gaybe adıyla müstakil kitaplar yazılmıştır. Küleynî
(ö. 329/939), Kütüb-i Erbaa’dan olan el-Kâfî isimli eserinde, on iki imamın doğum
ve ölümlerine dair rivayetleri zikrettiği bölümde on ikinci imam el-Mehdî el-
Muntazar’a dair rivayetleri de kaydetmiştir.9
Mehdî ile ilgili rivayetlerin içinde, hıristiyanların Hz. Îsâ’ya atfettikleri rol-
de olduğu gibi, insanların cennet ve cehenneme girmelerinin ölçüsünü Hz. Ali
sevgisi ya da ona buğzetme şeklinde gösteren, cennet ve cehenneme girmeyi
Ali’nin belirlediğini iddia eden ve İslâm’la bağdaştırılması mümkün olmayan
aşırı fikirler de vardır.10 Ehl-i sünnet âlimlerinin telif ettikleri ve temel kaynak
sayılmayan bazı kitaplarda, mehdî rivayetlerinin içine on iki imamın isimlerinin
tek tek ve sırasıyla sayıldığı haberler girmiş ve bunlar Allah Resûlü’ne nisbet
edilebilmiştir.11 Bütün bu rivayetlerin kökenlerinin iyi tespit edilmesi; din, kül-
tür ve mezhepler arası telakkilerin kaynaklarının, din ve kültürler arası intikal-
lerinin araştırılması gerekmektedir.
Bu tebliğin asıl amacı ise İmâmiyye Şîası kaynaklarında geçen mehdîye
dair rivayetleri Ehl-i sünnet hadis kaynaklarındaki rivayetlerle mukayese et-
mek, bu konudaki rivayetlerin Sünnî kaynaklarda ne zaman görülmeye başlan-
dığını tespit ederek mehdî telakkisinin Ehl-i sünnet’e diğer dinlerden ya da
Şîa’dan geçip geçmediğini tetkik etmektir. Çalışmamız, mehdî konusunda Şîa
ve Ehl-i sünnet kaynaklarında yer alan rivayetlerle sınırlıdır. Metot olarak
mehdînin kimliği, soyu, temel özellikleri, zuhûru öncesi görülecek alâmetler,
zuhûr edeceği yer ve zaman, hâkimiyet süresi, faaliyetleri başlıkları altında ri-
vayetleri mukayese edecek; benzerlik ve farklılıkları tespit etmeye, rivayetlerin
intikal yollarını ve zamanını belirlemeye çalışacağız. Hareket noktamız esasen
‚kurtarıcı telakkisi‛nin ‚bir gerçeklik‛ olup pek çok din ve kültürde tezâhür
mü ettiği, yoksa din ve kültürlerin ‚birbirinden etkilenerek‛ bu telakkinin di-
ğerlerine geçtiği mi sorusudur? Biz bu soruyu, müstakil başlıklar altında,
mezkûr iki ekolün kaynakları özelinde cevaplamaya gayret edeceğiz.
27 el-Bakara 2/2-3.
28 el-Fussilet 41/53.
29 el-Enbiyâ 21/12-13.
30 el-Mâide 5/52.
31 el-Cin 72/24.
32 Ahmed el-Kâtib, Şîa’da Siyasal Düşüncenin Gelişimi, s. 158-159; Yavuz, ‚Mehdî‛ , DİA, XXVIII,
372.
33 el-Meryem 19/75.
34 Küleynî, el-Kâfî, I, 272.
35 el-Meryem 19/76.
36 Küleynî, el-Kâfî, I, 272.
37 Küleynî, el-Kâfî, I, 273.
38 el-Hadîd 17.
39 Sadûk, Kemâlü’d-dîn, I, 606
40 Ahmed el-Kâtib, Şîa’da Siyasal Düşüncenin Gelişimi, s. 158-159.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 405
60 Nu‘manî, el-Gaybe, s. 223; Sadûk, Kemâlü’d-din, s. 257. Âmilî, Vusûlü’l-ahyâr, II, 367; Sachedina,
‚A Treatise on the Occultation of the Twelfth Imāmite Imam‛. Studia Islamica 109–124.
61 Küleynî, el-Kâfî, I, 330.
62 Mâmekânî, el-Fevâidü’r-ricâliyye, I, 383-385; Tabâtabâî, Shi'ite Islam, s. 185-186.
63 Meclisî, Bihâru’l-envâr, XCV, 378; CII, 67, 117.
64 Küleynî, el-Kâfî, I, 204.
65 Müsned, I, 84; Tirmizî, ‚Fiten, 52; İbn Mâce, ‚Fiten‛, 34.
66 Müsned, I, 84, 99, 376, 377, 448; III, 17, 21-22, 28, 36, 37, 52; İbn Mâce, ‚Fiten‛, 34; Ebû Dâvûd,
‚Mehdî‛, 1; Tirmizî, ‚Fiten‛, 52, 53, 79. İbn Hacer el-Heytemî bu husustaki tenâkuzu, babası-
nın Hüseyin soyundan annesinin ise Hasan soyundan gelmesi şeklinde telif etmektedir. İbn
Hacer el-Heytemî, Kavlü’l-muhtasa, s. 28.
67 İbn Mâce, ‚Fiten‛, 24.
68 Müsned, III, 21-22, 27, 37; Tirmizî, ‚Fiten, 52; İbn Mâce, ‚Fiten‛, 34.
69 İbn Hacer el-Heytemî, Kavlü’l-muhtasar, s. 50-51; Askerî, el-Mehdî el-mevʽûd, II, 17 (İbn Tâvûs,
‘Ikdü’d-dürer’den naklen)
70 Ebû Dâvûd, ‚Mehdî‛, 1; İbn Hacer el-Heytemî, Kavlü’l-muhtasa, s. 28.
71 İbn Hacer el-Heytemî, Kavlü’l-muhtasa, s. 51.
408 • İbrahim Kutluay
meçhul râvi içerdiği için isnadı zayıf olarak nitelenen bir rivayete göre Hz.
Îsâ’nın mehdî olduğu72 ya da her doğru kişi ve doğru yöneticinin mehdî olduğu
da ileri sürülmüştür.73 Soyu tartışmalı olsa da Ehl-i sünnet’e göre, birkaç âlim is-
tisna edilirse74 beklenen mehdînin Şîa’nın beklediği mehdî olan Muhammed b.
el-Hasan el-Askerî olmadığında ittifak vardır. İlk zamanlarda farklı görüşler ol-
sa da İsnâaşeriyye İmâmiyyesi’nde gaybete dair kitapların telif edildiği dönem-
de Muhammed b. el-Hasan’ın on ikinci ve son imam olduğu ve bazı hikmetlere
binaen gaybete girdiği hususunda görüş birliği sağlanmış görünmektedir.
Ferîdüddin el-Attâr, Muhyiddin İbnü’l-Arabî, İbn Ebî Vâsıl, İbn Kıssî,
Mevlânâ Celâlüddin er-Rûmî, Sadreddin el-Konevî ve Abdurrahman el-Câmî
gibi mutasavvıfların Şîa itikadını destekler mâhiyette mehdîyi kabul ettikleri,
bunların da etkisiyle müslümanlar arasında mehdî inancının yaygınlaştığı bi-
linmektedir.75 Öte yandan İsnâaşeriyye Şîa’sının Mehdî inancını değil Ehl-i
sünnet kaynaklarında dile getirilen mehdî telakkisini benimseyen İmam
Rabbânî76 gibi pek çok mutasavvıf bulunmaktadır.
Bununla beraber Mehdî hususunda Şîa ile Ehl-i sünnet arasındaki müşte-
rek noktalar da bulunmaktadır: Bunlar; Mehdî’nin Ehl-i beyt’ten ve Fâtıma so-
yundan olacağı, zulümle dolu olan dünyayı adaletle dolduracağı, deccâle karşı
mücadele edeceği ve bütün dünyada İslâm hâkimiyetini sağlayacağı,77 onun
zamanında tam bir refah ve huzur ortamı olacağı78 gibi hususlardır.
‚iki gaybeti‛ olduğu gibi,80 bir gaybet dönemi bir de hayret dönemi olacaktır.81
Gaybet döneminde mehdînin mehdîliğinde sebat edenler, kibrit-i ahmerden
daha kıymetli sayılacaktır. Gaybet o kadar uzun sürecektir ki kimi ‚mehdî çıkıp
gitmiştir‛, bazı insanlar ‚mehdî öldürülmüştür‛, bazıları ‚mehdî ölmüştür‛ di-
yecek82 ve az bir topluluk inancında sebat edecektir. el-Kâim el-Mehdî gaybete
girdiğinde insanlar onu görmese de o insanları görebilecektir.83 Muhammed b.
el-Hasan’ı mehdî kabul edenler, bu rivayetlere dayanmışlardır.
Beş yaşında bir çocuğun imam olabileceğine Hz. Îsâ’nın beşikte bebek iken
konuşması,84 Hz. Yahya’ya çocukken peygamberlik verilmesi85 ve Hz. Süley-
man’ın büluğa ermeden kral olması gibi hususlar delil olarak getirilmiştir. Gay-
betin uzun sürmesi ve gâib imamın hâlen hayatta olması ise Hz. Nûh’un uzun
bir hayat yaşamasına,86 Hz. Îsâ’nın melekût âlemindeki hayatına ve Hz. Mûsâ
zamanından beri ruhânî bir hayat süren Hızır’ın hayatına kıyas edilmiş,
mehdînin hayatı bu tür örneklerle izah edilmeye çalışılmıştır.
İsnâaşeriyye itikadına göre on ikinci imam, Allah’ın emri ile gaybete gir-
miştir. O, gaybete girdikten sonra yukarıda temas ettiğimiz sayıları dört olarak
belirtilen nâib ve sefîrleri ile zaruri ve istisnai hâllerde görüşmüştür.87 Gaybet-i
suğrâ dönemi 69 sene sürmüştür.88 Gaybetin sebebi olarak on ikinci imamın
düşmanlarının çok olması gösterilmiştir. Mehdînin gaybette olması, Allah’ın
böyle irade etmesi ve ‚ilâhî sır‛ şeklinde izah edilmeye çalışılmış ve bununla
insanların imtihana tâbi tutulduğu ileri sürülmüştür.89 Ne zaman zuhûr edeceği
sorusuna ise ‚insanlar hazır olduğunda‛ şeklinde cevap verilmiştir. Başka bir
ifade ile Bedir ashâbı sayısınca tam inanmış 313 âlim ve bilge hazır olduğunda
mehdî zuhûr edecek ve mehdî tek başına değil bunların desteği ile bahsi edilen
fetihleri gerçekleştirecektir. Bunun dışında mehdînin 40 bin yardımcısının ola-
cağı ifade edilmiştir.90
Bu rivayetler, varlığı bile tartışmalı on ikinci imam Muhammed b. el-
Hasan’ın önce ‚küçük gaybet‛e sonra ‚büyük gaybet‛e girdiği şeklinde hem
gaybetini hem de mehdî olduğunu kabule Şiî toplumu hazırlama amacına
mâtuf olduğunu akla getirmektedir. Mezkûr rivayetlerde, Şiî toplumun dağıl-
maması için mehdîye inanmada sebat göstermenin kıymeti öne çıkarılmakta,
9. Müslüman olmalarına rağmen pek çok kişinin dinî vazifelerini yerine ge-
tirmeyeceği ve mehdî aleyhine savaşanlar arasında yer alacağı,
10. Suriye topraklarında büyük bir çatışmanın yaşanacağı,
11. Bağdad ve Irak halkının ölüm ve korku ile yüzyüze geleceği,
12. Irak semâlarında bir ateşin görüneceği ve gökyüzünü kızıllığın kaplayacağı,
13. Mehdî’nin âhir zamanda çıkacağı ve göğün münâdisi çağırmadan zuhûr
etmeyeceği,96
14. Hz. Îsâ’nın nüzûlü ve güneşin batıdan doğmasıdır.97
Bunlardan başka Ömer b. Hanzala’nın Caʽfer es-Sâdık’tan naklettiğine gö-
re imam şöyle demiştir: ‚Kâim’in zuhûrundan önce beş alâmet görülecektir.
Bunlar sayha, Süfyânî’nin çıkması, bir yerin yere batması, Nefsüzzekiyye’nin
katledilmesi ve Yemânî’nin zuhûrudur.‛98 Ramazan ayının beşinci gününde ay,
on beşinci gününde güneş tutulması gereçekleşecektir ki bu öngörülmeyen bir
hâdise olup dünya tarihinde daha önce bu derece birbirine yakın tarihli bir tu-
tulma vuku bulmuş değildir.99
Ehl-i sünnet kaynaklarında da mehdînin zuhûrundan evvel bazı alâmet-
lerden bahsedilmiştir. Meselâ Mekke cihetine doğru Zülhüleyfe civarında Bey-
dâ denilen bir yerde Kâbe’ye saldırmak amacıyla gelen bir ordunun yere batırı-
lacağı,100 Ehl-i beyt’in zulme maruz kalıp sürgün edileceği,101 doğu tarafından
siyah bayraklıların zuhûr edeceği ve daha önce benzeri görülmemiş kıtâl ger-
çekleştirecekleri,102 Horasan’dan gelen diğer bir grup siyah bayraklıların ise
mehdî ile konuşmak üzere gelecekleri,103 Kâbe civarında bir halifenin üç oğlu-
nun aralarında savaşacağı,104 depremler105 ve Süfyânî’nin ortaya çıkması106 bun-
lardandır.
Müslim’in Hüzeyfe b. Esîd el-Gifârî kanalıyla naklettiği rivayete göre Al-
lah Resûlü, on alâmet görülmeden evvel kıyametin kopmayacağını haber ver-
miştir. Bunlar: Duhân/duman’ın görülmesi, deccâl ve dâbbenin çıkması, güne-
şin batıdan doğması, Hz. Îsâ’nın nüzûlü, Ye’cüc ve Me’cüc’ün çıkışı, doğuda,
batıda ve Arap Yardımdası’nda olmak üzere üç yerde yere batmaların yaşan-
ması, Yemen tarafından bir ateşin çıkıp insanları toplanma yerine sürmesidir.107
96 Bu rivayet Ehl-i sünnet kaynaklarında da yer alır. İbn Hacer el-Heytemî, Kavlü’l-muhtasar, s.
40.
97 Meclisî, Bihâr, LII, 181-278; Emin, Ayânü’ş-Şîa, II, 71-83; Ayrıca bk. İbn Sabbâğ, el-Fusûlü’l-
mühimme, II, 1123; İlhan, ‚Gaybet‛, XIII, 412.
98 Sadûk, Kemâlü’d-dîn, s. 588, 590; Behbûdî, Sahîh, IV, 478.
99 Sadûk, Kemâlü’d-dîn, s. 594, 595; ayrıca bk. İbn Sabbâğ, el-Fusûlü’l-mühimme, II, 1125.
100 Ebû Dâvûd, ‚Melâhim‛, Tirmizî, ‚Fiten‛, 21; Nevevî, Sahîhu Müslim b. şerhi’n-Nevevî, XVIII, 9.
101 İbn Mâce, ‚Fiten‛, 34.
102 İbn Mâce, ‚Fiten‛, 34.
103 İbn Hacer el-Heytemî, Kavlü’l-muhtasar, s. 30.
104 İbn Mâce, ‚Fiten‛, 34.
105 İbn Hacer el-Heytemî, Kavlü’l-muhtasar, s. 28.
106 İbn Hacer el-Heytemî, Kavlü’l-muhtasar, s. 40.
107 Müslim, ‚Fiten‛ 13.
412 • İbrahim Kutluay
çıkması için kendisine Kâbe’de Rükünle Makam-ı İbrahim arasında beyʽat ede-
ceği,120 kendisine yapılan beyʽatları kabul edecği ve insanlar buna şahit olacağı
kaydedilmiştir.121 Netice olarak mehdîye beyʽat edilecek yer hususunda Şiî ve
Sünnî kaynaklardaki bilgiler arasında benzerlikler göze çarpmaktadır.
rın arasında yürüyecek, pazar yerlerinde dolaşacak da insanlar onun kim olduğunu bil-
meyecek‛129 dediğini nakletmiştir.
İsnâşareiyye’ye göre mehdînin asıl amacı, İslâm devletini tesis etmek, Mu-
hammed’e (a.s.) gönderilen İslâm hukukunu (şeriat) tatbik etmektir.130 İsnâşa-
reiyye, seçilmiş bir topluluktan biri olarak mehdînin gaybetten döneceğini,
düşmanlarına ise deccâl ve Süfyânî’nin komuta edeceğini, mehdî ve deccâl or-
dusunun son bir kıyamet savaşında karşı karşıya geleceğini ve bu savaşta
mehdî ordusunun galip geleceğini, mehdî birkaç yıl hâkim olduktan sonra Hz.
Îsâ’nın gökten ineceğini kabul etmektedir.131 el-Kâim zulmün egemen olduğu
dünyaya adâleti hâkim kılar.132 el-Kâim el-Mehdî zuhûr ettiğinde yeryüzünü
bütün kötülüklerden arındırır; deccâl fitnesinden temizler.133
Ehl-i sünnet kaynaklarında da mehdînin kıyametin kopmasına bir gün bile
kalsa Allah o günü uzatarak mehdîyi göndereceği,134 Allah’ın halifesi olduğun-
dan kar üzerinde sürünerek de olsa ona biat edilmesi gerektiği,135 mehdînin
yeryüzünü adaletle dolduracağı,136 sünnetleri ihyâ edip bid‘atları ortadan kaldı-
racağı,137 onun zamanında bolluğun ve refahın yaşanacağı,138 malın bollaşacağı
ve insanların ondan ihsanda bulunmasını ve mal isteyecekleri, onun da bol bol
ve âdil bir şekilde malı dağıtacağı,139 Allah’ın halifesi olan mehdî zuhûr ettiğin-
de Hz. Îsâ’nın onun arkasında namaz kılacağı gibi hususlar mehdînin misyonu
arasında sayılmaktadır. Gaybet inancı hâriç, diğer hususlarda İsnâaşeriyye ile
Ehl-i sünnet’in mehdînin faaliyetleri hususundaki düşünceleri örtüşmektedir.
Sünnî kaynaklarda ise mehdînin hâkimiyet süresi ağırlıklı olarak (her bir
yılı on yıl kadar uzun olan) yedi,142 yedi veya dokuz yıl,143 beş, yedi veya do-
kuz,144 yedi, sekiz veya dokuz 145 ve yirmi dört, otuz ve kırk şeklinde beş ila kırk
sene arasında değişen rakamlar zikredilmektedir.146
Mûsâ ve Resûl-i Ekrem’de de görüldüğü159 ileri sürülerek160 tarihî alt yapı hazır-
lanmaya çalışılmıştır.161 Ne var ki İsnâaşeriyye’de ilk dönemlerde mehdî inancı
iyice yerleşmediğinden yukarıda da ifade edildiği gibi birtakım ihtilaflar çıkmış,
özellikle İmam Mûsâ el-Kâzım’dan sonra her imamın ölümünden sonra ‚onun
ölmediği, ileride Mehdî olarak geleceği‛ ileri sürülmüştür. Hatta on iki imamın
her birine mehdîlik nisbet edilmiştir.162
‚Terim anlamında‛ mehdî iddiasına I. (VII.) asrın ortalarından itibaren
müslüman toplumlarda rastlanmaktadır.163 Başka bir ifade ile I ve II. (VII. Ve
VIII.) asırlarda toplumda yaşanan karışıklıklarla birlikte mehdî meselesi
gündeme gelmiştir. 67/686 yılındaki Arab olmayan müslümanların lideri olarak
Muhtar İbn Ebû Ubeyd es-Sekâfî, isyanı sırasında, taraftarı olduğu Hz. Ali’nin
Fâtıma’dan olmayan oğullarından Muhammed b. el-Hanefiyye (ö. (80/700) için
mehdî tabiri kullanmış,164 hatta ölümünden sonra mezarında hayatta olduğunu,
hâlen gaybette bulunup tekrar dünyaya geleceğini ileri sürmüştür. Bu durum,
on ikinci imamın gaybeti düşüncesinden evvel müslüman toplumda gaybet ve
recʽat fikrinin olduğunu göstermektedir. 133/750 yılında Abbâsîler’in
başkaldırısında, doğuda Horasan’dan gelen siyah bayraklılarla birlikte me-
hdînin zuhûr edeceğine dair rivayet kullanılmıştır. Bunlardan hareketle denile-
bilir ki her kriz döneminde mehdî inancı bir sığınak görevi üstlenmiştir. Meselâ
Las Navas de Tolosa Savaşı’nda müslümanlar, Hz. Peygamber tarafından
İspanya’nın fethedileceğinin müjdelendiği inancına sarılmışlar; Mısır, Na-
polyon tarafından işgal edildiğinde Mehdî’nin zuhûr ettiği ileri sürülmüştür.165
Netice itibariyle İsnâaşeriyye’de te’vîl yoluyla delil olarak alınan âyetlerle
mütevâtir kabul ettikleri hadisler vasıtasıyla mehdînin geleceği, dolayısıyla onu
inkâr etmenin küfür olduğu ileri sürülmüştür. İsnâaşeriyye’ye göre Ehl-i sünnet
kaynaklarında yer alan ve on iki halifeye dair rivayetler,166 Şiî kaynaklarda yer
alan aynı konudaki ahbârın sahih olduğunu gösterir.167 Onlara göre Allah Teâlâ,
mehdînin ismini ve nesebini haber vermiştir. O, Allah’ın dinini diğer dinler
üzerine hâkim kılacak, yeryüzünün doğusunun ve batısının fethini müyesser
kılacaktır.
159 Sadûk, Kemâlü’d-dîn, s. 138-146; Hasenî, Usulu’t-Teşeyyuʽ, s. 233. Resûlullah’ın Kureyş’in boy-
kotu sırasında Şi’b Ebi Yusuf diye anılan vadiye sığındığı ve hicret sırasında Sevr’de gaybete
girmesi gibi.
160 Bk. Kohlberg, ‚İmâmiyye’den İsnâaşeriyye’ye‛, s. 294, 296.
161 Geniş bilgi için Kutluay, Şîa’da Hadis Usûlü, s. 77-79.
162 Bk. Sadûk, Kemâlü’d-dîn, I, 336.
163 İlhan, ‚Kütüb-i Sitte’deki Hadislere Göre Mehdîlik‛, s. 101.
164 Nevbahtî, Firakü’ş-Şîa, s. 54; Öz, İmâmiyye Şiası'nda Onikinci İmam ve Mehdî İnancı, s. 34.
165 Ana Britanca, ‚Mahdi‛, https://www.britannica.com/topic/mahdi
166 Buhârî, ‚Ahkâm‛, 51; Müslim, ‚İmâre‛, 5; Ebû Dâvûd, ‚Mehdî‛, 1. Daha önce de işaret etti-
ğimiz üzere Sünnî kaynaklarda on iki imama dair birtakım rivayetler varsa da şârihlerin yo-
rumlarına göre bu konudaki rivayetlerde, Hz. Peygamber’den itibaren bir kısmı halifelik
yapmış bir kısmı da kıyamete kadar gelecek olan on iki halifeden söz edilmektedir.
167 Âmilî, Vusûlü’l-ahyâr, II, 367.
418 • İbrahim Kutluay
vâyetinde ise, Hz. Îsâ’nın lider ve namazda imam olacağından söz edilmekte-
dir. İbn Ebî Zi’b, Hz. Îsâ’nın imam olmasını Allah Teâlâ’nın Kitabı ve Resûlul-
lah’ın sünneti (yani İslâm şeriatı) ile amel edeceği şeklinde yorumlamıştır.181
İmam Müslim’in müteakip rivayetinde zamanının mü’minlerin emîrinin Hz.
Îsâ’dan namazda imam olmasını talep edeceği, onun ise bunu kabul etmeyece-
194 ‚Allah Teâlâ, her asrın başında bu ümmetten Allah’ın dinini tecdid edecek birinin gönderir.‛ Ebû
Dâvûd, ‚Melâhim‛, 1.
195 Sarıkçıoğlu, ‚Mehdî‛, DİA, XXVIII, 369.
196 Müsned, II, 446, 449; Buhârî, ‚Enbiyâ‛, 3, 77, ‚Fiten‛, 26; Müslim, ‚Fiten‛, 95.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 423
dir. Şu hâlde deccâlde olduğu gibi ‚bir kurtarıcı‛ konusunda da diğer peygam-
berlerin ümmetlerini bilgilendirmiş olmaları ihtimal dâhilindedir. İkinci prob-
lem ise hadis kaynaklarındaki rivayetlerin kaynağıdır. Yukarıdaki tez kabul
edildiğinde bunun anlamı Ehl-i sünnet kaynaklarındaki bazı rivayetlerin
İsrâiliyat ve dış kaynaklı olduğu, daha sonra Hz. Peygamber’e nisbet edildiğini
iddia etmektir.
Mehdîlik özelinde değerlendirirsek Zerdüştlük, Maniheizm, Yahudilik
ve Hırıstiyanlık gibi dinlerle Şîa’daki kurtarıcı/mehdî telakkisinin hadis for-
munda Allah Resûlü’ne nisbet edilmiş olması ve hadislerin tedvîn edildiği dö-
nemde bazı Sünnî hadis kaynaklarına girmiş olması fikrine gelince, bu isabetli
bir görüş değildir. Diğer dinlerden etkilenme varsa da mehdî rivayetlerinin
kaynağı esas itibariyle kırka yakın sahâbî kanalıyla aktarılan ve pek çok kay-
nakta yer alan hadislerdir. Diğer dinlerde görülmesi ise, bir hakikatın her dinde
ve kültürde yerel özelliklere bürünerek farklı şekillerde tezâhür etmesi şeklinde
izah edilebilir.
SONUÇ
Kıyamete yakın bir zamanda, zulümle dolu olan dünyayı adaletle doldu-
racak, zalimleri cezalandıracak, İslâm’ı yeryüzüne hâkim kılacak olan Ehl-i
beyt’e mensup bir mehdînin geleceği meselesi, İsnâaşeriyye’ye göre iman esas-
larından ve tartışmasız iken bu husus Ehl-i sünnet âlimleri arasında ihtilaflıdır.
Şîa’daki mehdî inancı ile Ehl-i sünnet mehdî telakkisi bazı noktalarda farklılık
arz etmektedir. Hemen her Şiî fırkada mehdî telakkisi olduğu gibi, Şiî fırkalar-
dan İsnâaşeriyye’de hemen her imama mehdî denmiş, çoğu için vefatından
sonra ölmeyip gaybete girdiği ileride kurtarıcı olarak recʽat edeceği iddia edil-
miştir. İsnâaşeriyye İmâmiyyesi mehdîyi ‚imâmet anlayışı‛ çerçevesinde değer-
lendirip inkârı küfür olan bir itikat konusu hâline getirmiştir. Hâlen gaybette
olan on ikinci imam Muhammed b. el-Hasan el-Askerî’nin beklenen mehdî ol-
duğunda, ilk zamanlarda bazı ihtilaflar olsa da, III. (IX.) yüzyıldan itibaren itti-
fak etmiş görünmektedir.
İslâm tarihçilerine göre, Emevî ve Abbâsîler, aralarında yaşanan siyasî ça-
tışmaların da etkisiyle kendilerini haklı gösterebilmek ve nihâî zaferin kendile-
rinin olacağı iddiasıyla mehdî silahına sarılmışlardır. Şîa ise Emevî ve Abbâsîler
döneminde Ehl-i beyt’in hilâfet hakkından mahrum bırakıldığı, zulme maruz
kaldığı için ‚kurtarıcı mehdî‛ inancını en güçlü biçimde savunmuş, hatta bunu
itikadın bir parçası olarak değerlendirmiştir.
Sünnî âlimler arasında mehdîye dair rivayetlerin mütevâtir olduğu iddia-
sının yanında, pek az sayıda da olsa sahih ve hasen derecesinde rivayetlerin bu-
lunduğu ya da tamamının zayıf, bir kısmının da uydurma olduğu gibi birbirine
zıt kanaatler de oluşmuştur. Özellikle son dönemde, oryantalistlerin de etkisiyle
mehdî telakkisini yabancı din ve kültürlerden Şîa’ya oradan da Ehl-i sünnet’e
sokulmuş bir düşünce olarak değerlendirme temayülü Sünnî âlimler arasında
giderek taraftar kazanmaktadır. Selef âlimleri, hadisçiler ve bazı mutasavvıflar
ise kıyamet alâmetleri bağlamında konuyu değerlendirirlerken mehdî mesele-
sini nüzûl-i Îsâ ve deccâlle birlikte ele almışlar, pek çok hadis kaynağında yer
alan rivayetlere dayanarak mehdînin geleceğini savunmuşlardır.
Pek çok din ve kültürde müşterek bir anlayış olarak kurtarıcı telakkisinin
bulunması, dinler tarihçilerini bunun diğer din ve yabancı kültürlerden İslâm’a
sirayet etmiş bir düşünce olarak görmelerine yol açmıştır. Mehdî telakkisine er-
ken dönem kelâm kitaplarında itikat konuları içinde değil, kıyamet âlemetleri
zikredilirken kısaca yer verilmesi ve tartışılan konular arasında bulunmaması
sebebiyle genel olarak kelâm âlimleri, Şîa ve diğer fırkalar arasında yaygın olan
mehdî telakkisinin hadis eserlerinin tedvin ve tasnif edildiği dönemde kaynak-
lara girmesi sonucu müslüman toplumda yaygınlaştığı tespitinde bulunmaya
yöneltmiş, dolayısıyla bu durum onları mehdî meselesinin itikat konusu ola-
mayacağı kanaatine sevk etmiştir; zira yapılan araştırmalara göre mehdî riva-
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 427
yetlerinin sübûtu zannîdir ve bunlara dayanarak bir itikat bina etmek zordur.207
Bunlara göre problemli olan mehdî rivayetlerini kabul etmemek mehdîyi red-
detmek değil rivayetlerin Resûlullah’a nisbetini kabul etmemektir. Ayrıca bu
derece önemli bir meselenin Kur’an’da ve en sahih hadis kitaplarını oluşturan
Sahihayn ile el-Muvatta’da ‚açık lafızlarla yer almaması‛, bu konudaki rivayetle-
rin ‚âhâd yolla‛ gelmesi, çoğunun ‚isnadının problemli olması‛, mehdînin ba-
şaracağı haber verilen hususların yaşadığımız çağda siyasî organizasyonlar ve
süper güçler karşısında bir kişinin başarabileceği hususlar olarak görülmemesi,
bunların ‚âdetullaha/sünnetüllaha aykırı düşmesi‛, tarihte pekçok sahte
mehdîlik hareketlerinin yaşanması, sık sık ayaklanmalara yol açarak siyasî bir-
liğe zarar vermesi ve bu düşüncenin ciddi istismarlara yol açması, müslümanla-
rı ümitsizliğe ve atâlete sevk etmesi gibi sebeplerle âhir zamanda geleceği belir-
tilen mehdînin inkâr edilmesine yol açmıştır.
Son tahlilde mehdîye dair rivayetler, ‚isnadları itibariyle‛ zayıf bulunmuş,
metinlerinde de çelişkilerin olduğu, dolayısıyla itikatta delil olarak alınamaya-
cağı beyan edilmiştir. Dahası mehdîyi kabul etmeyenler, son peygamberden
sonra bir kurtarıcının gelmesini ‚sünnetullah‛a ve Resûlullah’ın hâtemü’l-
enbiyâ olmasına zıt bulmaktadırlar. Mutlak adaletin bir imtihan dünyası olan
dünya hayatında değil âhirette olacağını, oysa mehdînin bütün dünyada adaleti
tesis edeceğinin rivayet edildiğini, bunun ise tarihin hiçbir döneminde müm-
kün olmadığını, Kur’ân’da kıyametin ansızın kopacağı bildirilmişken208 rivayet-
lerde buna zıt olarak birtakım kıyamet alâmetlerinden bahsedildiğini, mehdî ri-
vayetlerinde mehdînin adı, soyu gibi hususlarda çelişkiler bulunduğunu, yedi
ya da dokuz sene gibi kısa bir süre mehdînin hâkimiyetinin sürmesinin uzun
bir ömrü olan dünya tarihinde pek anlamlı durmadığını, süper güçlere sahip
bir kurtarıcı figürünün başaracağı ileri sürülen fiillerin günümüz siyasi organi-
zasyonları ve güçleri dikkate alındığında mümkün görünmediğini, mehdî te-
lakkisinin Mezepotamya din ve kültüründen Şîa’ya geçtiğini, İslâm tarihinde ilk
defa hilafeti ele geçirmek için mücadele eden Şiî gruplar arasında gündeme ge-
tirildiğini oradan da Ehl-i sünnet hadis kaynaklarına girdiğini, tarih boyunca is-
tismar edilen bu anlayışın dinî olmaktan çok siyasî ve sosyolojik olduğunu, son
tahlilde mehdînin diğer peygamberlerin ve ilâhî dinlerin geleceğini haber ver-
diği kurtarıcının esasen son peygamber Hz. Muhammed (a.s.) olduğunu sa-
vunmaktadırlar.
Mehdînin geleceği görüşünü benimseyenler ise konunun nüzul-i Îsâ’ya ve
deccâle dair rivayetlerle birlikte değerlendirilmesini, yukarıda değerlendirildiği
üzere, Sahîhayn’da açık lafızla olmasa da ‚imamınız‛ şeklinde mehdîye işaret
edilmesinin, hatta bazı kaynaklarda209 imamınız yerine ‚mehdî‛ tabirinin zik-
racaktır. Mehdîyi âhir zamanda çıkacak süper güçleri olan bir kurtarıcı olarak
değil yetkin bir âlim, her asırda geleceği müjdelenen müceddidlerden211 biri
olarak değerlendirmek daha isabetlidir. Hemen her din ve kültürde dünyanın
sonuna doğru gelecek olan bir kurtarıcı inancının olması, mehdî telakkisinin
İslâm’a başka kültürlerden geçmesi ile değil onun bir hakikatinin olduğu şek-
linde yorumlanabilir. Mehdî konusundaki rivayetler zayıf olsa da bir mehdî ol-
gusundan bahsedileblir. Sonuç itibariyle gaybî ve metafizik bir mesele olan
mehdîlik konusunda tek bir ilim dalının zaviyesinden tahlil ederek son sözü
söyleyebilmenin bir tebliğin sınırlarının ötesinde olduğu izahtan vârestedir. Biz
bu çalışmamızda Şîa ve Ehl-i sünnet kaynaklarındaki mehdî rivayetlerini belli
ölçüde mukayese etmiş, benzerlik ve farklılıklara özet hâlinde işaret etmiş ve bu
konudaki tartışmaları değerlendirmiş olduk. Her şeyin doğrusunu bilen Al-
lah’tır.
KAYNAKÇA
Ahmed b. Hanbel, Ebû Abdullah Ahmed b. Muhammed eş-Şeybânî (ö.241/ 855), Müsned (thk.
Ahmed M. Şakir), Kahire 1995.
Ahmed el-Kâtib, Şîa’da Siyasal Düşüncenin Gelişimi -Şûrâdan Velâyet-i Fakihe- (çev. Mehmet Yol-
cu), Kitabiyat Yay., Ankara 2005.
Ahmed Emin (1954), Duha’l-İslâm, Dârü kütübi’l-Arabî, Beyrut ts.
Ali el-Kârî, Ebü’l-Hasan Nureddin Ali b. Sultan Muhammed (ö. 1014/1606), Mirkâtü’l-mefâtih
şerhu Mişkâti’l-mesâbih, Dârü’l- kütübi’l-ilmiyye, Beyrut 1422/2001.
Âmilî, Şeyhü’l-İslâm İzzüddîn, el-Hüseyin b. Abdüssamed el-Hârîsî el-Hemedânî el-Âmilî (ö.
984/1576), Vusûlü’l-ahyâr ilâ usûli’l-ahbâr (thk. Seyyid Muhammed Rıza el-Hüseynî el-
Celâlî) Resâil fî dirâyeti’l-hadîs içinde I-II (yay. haz. Ebü’l-Fazl el-Hâfızayân Bâbulî),
Dâru’l-hadîs, Kum 1424/2003.
Askerî, Murtezâ, Meâlimu’l-medreseteyn, Müessesetü’l-biʽse, Tahran 1406/1986.
Askerî, Şeyh Necmüddin Ca‘fer b. Muhammed, el-Mehdî el-mevʽûd el-müntezar ʽinde ehli’s-
sünneti ve’l-İmâmiyye, Beyrut 1397/1977.
Aynî, Ebû Muhammed Mahmud b. Ahmed Bedrüdîn (ö. 855/1451), Umdetü’l-kârî şerhu Sahîhi’l
Buhârî, Dârü kütübi’l-ilmiyye, Beyrut 1421/2001.
Bedevî, Abdurrahman, Mezâhibü’l-İslâmiyyîn, Beyrut 1973.
Behbûdî, Sahîhü Behbûdî, ed-Dimaşkıyye (Şîa Şâmile).
Buhârî, Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâîl b. İbrâhîm Cu’fî (ö. 256/870), el-Kütübü’s-sitte ve
şürûhuhâ: Sahihu’l-Buhârî, Çağrı Yayınları, İstanbul; Dâru Sahnûn, Tunis 1992/1413.
Doğan, İsa, Zeydiyye Mezhebinin Doğuşu ve Kelami Görüşleri (yayımlanmamış doktora tezi), An-
kara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1987.
Durmuş, M. Ali, Mehdî Hadislerinin Tenkidi (yayımlanmamış yüksek lisans tezi), Ankara Üni-
versitesi SBE, Ankara 2000.
Ebû Dâvûd, Süleyman b. Eşʽas b. İshak el-Ezdî es-Sicistânî (ö. 275/889), el-Kütübü’s-sitte ve
şürûhuhâ: Sünenü Ebî Dâvûd (fihrist Bedreddin Çetiner), Çağrı Yayınları, İstanbul; Dâru
Sahnûn, Tunus 1992/1413.
Eşʽarî, Ebü’l-Hasan Ali b. İsmail, Makâlatü’l-İslâmiyyîn ve ihtilâfü’l-musallîn (thk. Muhammed
Muhyiddîn Abdülhamîd) Mektebetü’l-asriyye, Beyrut 1411/1990.
Goldziher, Ignaz, el-Akîde ve’ş-şerîa (çev. M. Yusuf Mûsâ ve diğerleri), Kahire 1946.
Hakyemez, ‚Şîa’da Beklenen Kurtarıcı İnancı ve Günümüzdeki Yansımaları‛, Beklenen Kurtarı-
cı İnancı, Kuramer, İstanbul 2017, s. 89-112.
Hasenî, Haşim Maʽruf, Usûlü’t-teşeyyuʽ, Daru’l-Kalem, Beyrut ts.
Heytemî, İbn Hacer, Ebü’l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed b. Muhammed es-Sa‘dî
(ö. 974/1567) Kavlü’l-muhtasar fî alâmeti mehdiyyi’l-muntezar (thk. Mustafa Âşur) Mekte-
betü’l-Kur’ân, Bulak ts.
Heysemî, Nureddin (ö. 807/1405), Mecmaü’z-zevâid ve menbaü’l-fevâid, Dârü’l-Kitâbi’l-Arabî,
Beyrut 1967.
Hitti, Philip, Tarihu’l-Arab, Dârü’l-Keşşaf, Beyrut 1965.
Hussain, J. M. The Occultation of the twelfth Imam, Cambridge 1982.
İbn Hacer, Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed (ö. 852/1449), Fethü’l-bârî bi şerhi
Sahîhi Buhârî (thk. Abdurrahman b. Nâsır), Dârü’t-tayyibe, ts.
İbn Mâce, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezid er-Rebei el-Kazvinî (ö. 273/887), el-Kütübü’s-sitte
ve şürûhuhâ: Sünenü İbn Mâce: Çağrı Yayınları, İstanbul; Dâru Sahnûn, Tunus
1992/1413.
İbn Sabbâğ, Ali b. Muhammed Ahmed el-Mâlikî el-Mekkî, al-Fusûlü’l-mühimme fî maʽrifeti’l--
eimme (thk. Sâmi el-Garîrî) Dârü’l-hadîs, Kum 1379/1959.
İbn Şehrâşûb, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Ali el-Mazendarânî (ö.588/1192), Menâkibu Havarezmî,
Necef 1385.
İlhan, Avni ‚Kütüb-i Sitte’deki Hadislere Göre Mehdîlik‛, DÜİFD, VII (1992), s. 102-121.
------------, Mehdîlik, Kaynak Yay. İzmir 1976.
İmâm-ı Rabbânî, Ebü’l-Berekât Ahmed b. Abdilehad b. Zeynilâbidîn el-Fârûkī es-Sirhindî (ö.
1034/1624), el-Mektûbâtü’r-Râbbâniyye (taʽlik Mustafa Hüseyin Abdülhâdî), Dârü kütü-
bi’l-ilmiyye Beyrut 1438/2015.
İzmirli, İsmail Hakkı (1869-1946), ‚Mehdî Meselesi‛, Sadeleştiren Ali Duman, Hikmet Yurdu,
2010, cilt: III, sayı: 6, İbn Rüşd ö.s., s. 339-346.
Kastallânî Ebû Abbas Şihabüddidin Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekir el-Mısrî (ö. 923/1517),
İrşâdü’s-sârî li şerhi Sahîhi’l-Buhârî, el-Matbaatü’l-kübrâ el-Emîriyye Mısır 1323.
Kohlberg, Etan ‚Al-usūl al-arba‘umi’a‛, (Belief and Law in Imāmī Shī’ism içinde, VII. Makale)
Variorum Reprints, London 1991.
Kutluay, İbrahim, İmâmiyye Şîası’na Göre Cerh ve Ta‘dîl, Rağbet Yay., İstanbul 2012.
------------, Şîa’da Hadis Usûlü, Rağbet Yay. İstanbul 2017.
Kuzudişli, Bekir, ‚Mehdî Hadislerinin Temel Hadis Kaynaklarındaki Anlamı Üzerine‛ Başlıklı
Tebliğin Müzakeresi, Beklenen Kurtarıcı İnancı, Kuramer Yayınları, İstanbul 2017.
Küleynî, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Ya῾kub (ö. 329/939), el-Kâfî, Menşûratü’l-fecr, Beyrut
1428/2007.
Madelung, Wilferd "al-Mahdī", Encyclopaedia of Islam, 5 (2nd ed.). Brill Academic Publishers,
1986, s. 1230–8.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 431
Teftâzânî, Sâdüddin (ö. 792/1389), Şerhu’l-akâid (thk. Mustafa Merzûkî), Dârü’l-hüdâ, Cezayir
ts.
Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. İsa b. Sevre es-Sülemî (ö. 279/892), el-Kütübü's-sitte ve
şürûhuhâ: Sünenü’t-Tirmizî, Çağrı Yayınları, İstanbul; Dâru Sahnûn, Tunus 1992/1413.
Tûsî, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Hasan b. Ali (ö. 460/1067), Tehzîbü'l-ahkâm (thk. es-Seyyid Ha-
san Horsan) Dârü’l-Kütübi’l-İslâmiyye, Tahran 1944.
Topaloğlu, Fatih, ‚Şia’da Mehdî İnancının Oluşumunda Fars Kültürünün Etkisi‛, e-makâlât
Mezhep Araştırmaları, V/2 (Güz 2012), s. 109-148.
Yavuz, Yunus Şevki, ‚Mehdî (İslâm İnancında Mehdî ) ‛, DİA, İstanbul 2003, XXVIII, 371-374.
Yıldırım, Enbiya, ‚Genel Müzâkere‛, Beklenen Kurtarıcı İnancı, Kuramer Yayınları, İstanbul
2017.
Yücel, Ahmet, ‚Mehdî Hadislerinin Temel Hadis Kaynaklarındaki Anlamı‛, Beklenen Kurtarıcı
İnancı, Kuramer, İstanbul 2017, s. 141-173.
https://islamqa.info/ar/146316 Erişim: 01.09.2017.
TÂHİR B. ÂŞÛR’UN MEHDÎLİK HADİSLERİNE BAKIŞI VE
MEHDÎLİK ANLAYIŞI
Muammer BAYRAKTUTAR*
Özet
Son zamanlarda hakkında en yoğun tartışmaların yaşandığı konulardan
biri, âhir zamanda bir kurtarıcı beklentisini ifade eden inanç ve düşüncedir.
Bu ise Müslüman toplumlarda daha çok İsa’nın nüzûlü ve Mehdîlik meselesi
olarak bilinmektedir. Bazı çevrelerin hadis kaynaklarındaki Mehdîlikle ilgili
rivayetleri sıkça gündeme getirmesi ve istirmar etmesi, beraberinde ilmî mu-
hitlerce Mehdîlik meselesinin yeniden ele alınmasını ve tartışılmasını gerekli
kılmaktadır. Mehdîlik meselesine son dönem âlimlerinin yaklaşımının bilin-
mesi de önem arz etmektedir. Bu tebliğde XX. Yüzyılın önemli ilmî şahsiyetle-
rinden biri olan Muhammed Tâhir b. Âşûr’un (ö. 1973) Mehdîlik meselesine
bakışı ele alınmaktadır. Tâhir b. Âşûr, Mehdîlik meselesini, hem dindeki yeri
ve tarihi arkaplanı hem de konuyla ilgili bazı rivayetler bağlamında değer-
lendirmektedir. İbn Âşûr, Mehdîlik meselesine müspet yaklaşan bir çok
âlimden farklı olarak eleştirel bir yaklaşım sergilemektedir.
GİRİŞ
Kıyâmete yakın bir zamanda bir kurtarıcının geleceği, hemen hemen bütün
dinlerde ve toplumlarda var olan bir inançtır.1 Yakın zamanda Mehdîlik mesele-
sini de istismar eden dinî görünümlü bir örgütün kalkışması üzerine konu yeni-
den ilmî çevrelerin gündemine girmiş ve tartışılmaya başlanmıştır.2 Beklenen kur-
tarıcı inancı İslam öncesi diğer din ve toplumlarda mevcut olduğu gibi, İslam’ın
gelişinden sonra da, konuyla ilgili bazı rivayetlerin de bulunması sebebiyle,
Mehdîlik adıyla Müslüman toplumların büyük çoğunluğunda tarih boyunca var-
lığını sürdüren bir inanç ve düşünce haline gelmiştir.3 Ancak Müslüman toplum-
4 Coşkun, Ahmet, ‚İbn Âşûr‛, DİA, TDV yay., İstanbul 1999, XIX, 333.
5 İbn Âşûr’un hayatı, ilmi şahsiyeti ve eserleri hakkında bkz. Coşkun, Ahmet, ‚İbn Âşûr‛, DİA,
TDV yay., İstanbul 1999, XIX, 332-335.
6 Eser Mehmet Erdoğan ve Vecdi Akyüz tarafından İslâm Hukuk Felsefesi adıyla Türkçe’ye
çevrilmiştir. Rağbet yay., İstanbul 2013.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 435
İbn Âşûr gibi tahkîk ehli bir âlimin Mehdîlik meselesine yaklaşımı kana-
atimizce hiç şüphesiz önem arz etmektedir. Bu sebeple Mehdîlikle ilgili bir
sempozyumda İbn Âşûr’un görüşlerinin de dile getirilmesinin faydalı olacağı
mülahaza edilmiştir. İbn Âşûr Mehdîlikle ilgili görüş ve değerlendirmelerini
Tahkîkât ve enzâr fi’l-Kur’ân ve’s-Sünne isimli eserinde ‚el-Mehdîyyu’l-
Muntazar‛ başlıklı yazısında açıkça ortaya koymuştur.7 Birazdan da ayrıntılı
olarak belirteceğimiz gibi, Tâhir b. Âşûr, Mehdî’nin varlığını ve zuhurunu
kabul etmemekte, Mehdîlik meselesinde olumsuz bir yaklaşım sergilemekte-
dir. Dolayısıyla o modern dönemlerde Mehdî’nin varlığını ve geleceğini red-
deden ilim adamlarından biridir. Bizi ilgilendiren yön de, İbn Âşûr’un
Mehdîlik meselesine hangi argümanlarla menfî yaklaştığını ve konuyla ilgili
rivayetlere nasıl yaklaştığını ortaya koymaktır. Bildirimizde İbn Âşûr’un ko-
nuyla ilgili görüş ve eğilimleri ortaya konulurken, zaman zaman tarafımızdan
bazı değerlendirmeler de yapılacaktır.
İbn Âşûr’un Mehdîlikle ilgili yazısına bakıldığında, meseleyi çok yönlü
ele aldığı görülmektedir. Öncelikle Mehdîlik meselesinin dindeki yerine ve
bir inanç esası olup olmadığına değinmekte, akabinde Mehdîlik meselesinin
ortaya çıktığı tarihi arkaplanı irdelemekte, konuyla ilgili başlıca rivayetleri
sened ve metin açısından tenkide tabi tutmaktadır.
Mehdîlikle ilgili hadislerin sıhhati konusunda âlimler arasında, müteva-
tir ve sahih ya da zayıf ve mevzû olduğu şeklinde iki ayrı yaklaşımın bulun-
duğu ifade edilmiştir.8 Tâhir b. Âşûr Mehdîlikle ilgili hadisleri zayıf ve
mevzû olarak değerlendiren âlimler arasında yer almaktadır.9 Burada klasik
ve modern dönemlerde âlimlerin ekseriyetinin aralarında mütevatir ve sahih
olanlarının da bulunduğu şeklindeki kanaatlerinden dolayı 10 Mehdî’nin var-
lığını ve zuhurunu benimsedikleri bilinmektedir.
Bu girişten sonra Tâhir b. Âşûr’un Mehdîlik meselesine bakışını ve de-
ğerlendirmelerini incelemeye başlayabiliriz.
7 Bkz. İbn Âşûr, Muhammed Tâhir, Tahkîkât ve Enzâr fi’l-Kurâni ve’s-Sünne, Dâru’s-selâm,
Kâhire 1429/2008, s. 49-61. İbn Aşûr, bu yazıyı kendisinden Mehdî’nin zuhuru ile ilgili
hadisler hakkındaki görüşlerini açıklamasının istenmesi üzerine kaleme aldığını ifade
etmektedir. Bkz. İbn Âşûr, age, s. 49.
8 Yücel, Ahmet, ‚Mehdî Hadislerinin Temel Hadis Kaynaklarındaki Anlamı‛, Beklenen Kurtarıcı
İnancı, Kuramer yay., İstanbul 2017, s. 148-150.
9 Yücel, ‚Mehdî Hadislerinin Temel Hadis Kaynaklarındaki Anlamı‛, s. 150 (Hamş, el-
Mehdîyyu’l-Muntazar, s. 176-178’den naklen). Yücel, farklı kaynaklardan nakille Mehdî
hadislerini zayıf ve mevzû olarak değerlendiren klasik ve modern dönemlere mensup
alimlere ilişkin bir liste sunmaktadır. Bunlar arasında, Kadı Abdulcebbâr (ö. 415/1025), Ebu’l-
Ferece İbnu’l-Cevzî (ö.597/1201), İbn Haldûn (ö. 808/1406), Reşid Rıza (ö. 1935), Ferid Vecdi (ö.
1954), Ahmed Emin (ö. 1954), İzmirli İsmail Hakkı (ö. 1946), Muhammed Tahir b. Âşûr (ö.
1973), Âdâb Mahmûd el-Hamş, Avni İlhan, M. Ali Durmuş gibi âlimler ve isimler
bulunmaktadır. Bkz. Yücel, agm., s. 149-150.
10 Mehdî hadislerinin mütevatir veya sahih olduğu görüşünde olan alimler için bkz. Yücel,
agm., s. 148-149.
436 • Muammer Bayraktutar
bir şeyi aklın kavraması, mümkün görmesi ve sonuçta kalbin onun vuku
bulması veya bulmaması hususunda mutmain olması ile, iman ve islamın ha-
kikatının kendisiyle ayakta durmasına taalluk etmesi sebebiyle, o şeyin dinen
inanılması gereken bir hususiyette olması arasında oldukça fark vardır.14
Yine İbn Âşûr’a göre bu husus, eğer mü’minlerden ispat etmesi istenilen
İslâm akîde ve inancına dahil bir konu olmuş olsaydı, onun isbatında âhâd
haberler yeterli olmazdı. Zirâ dinî inanç konularında kat’î ve yakîn bilgi ara-
nır. İtikadî meselelerde kesin bilgi ise, ya aklî burhan (delil) veya kesin dinî
haber (şer’î kat’î haber) ile elde edilir. Kesin/kat’î dinî haber de, dine nispeti
kesin olan mütevatir haberden ibarettir15. O da Kur’ân ve sahabe devrine nis-
petle Peygamber’den sabit olarak gelen mütevatir haberlerdir.16 Yine müteva-
tir haberin manaya delâleti namazın farz olmasında, hırsızlığın haram olma-
sında olduğu gibi kesin/kat’îdir. Ancak bazen mütevatir haberin Allah’tan ve
Peygamberinden sadır olması, kesin olduğu halde, nass değil de, zahir ve
mücmel kabilinden olması durumunda manaya delâleti kesinlik ifade etme-
mektedir. Bunun da birçok örnekleri vardır ki, âlimler bu tür âyetlerin mana-
ya delâletinde ihtilaf etmiştir.17
İbn Âşûr, Peygamberden sadır olan mütevatir haberleri/hadisleri ise,
sahâbe asrı ile sınırlamaktadır. O, şuan için Kur’ân ve dinde zorunlu olarak
bilinenler dışında mütevatir haber olmadığı görüşündedir. Ona göre âlimler,
mütevatir hadisler hakkında şöyle demişlerdir: Hz. Peygamber (s.a.s.) ile bi-
zim aramızda ravîlerin bulunduğu bütün asırlarda yalan üzere anlaşmaları
imkansız çok sayıda insanın bulunmasının mümkün olmamasından dolayı
sünnette mütevâtir yoktur. Usûl-i fıkıh’ta ifade edildiği gibi, hadislerin ekse-
riyeti ravî sayısı bakımdan müstefîz derecesinden daha ileri gitmemektedir.
Bu sebeple, kelâm âlimleri bu mesele ile (Mehdî meselesi) ilgilenmemişlerdir.
Onlar sadece bazı kitaplarında kelâm konularına dahil ettikleri imâmet mese-
lelerinden söz ederken -İmâmu’l-Harameyn’in el-İrşâd adlı eserinde olduğu
gibi– bu konuya işaret etmişlerdir18. Zira İbn Âşûr’a göre imamet meselelerin
ekseriyetinde Müslüman fırkalar ihtilaf etmiştir. Nitekim onların bu hususta-
ki ihtilafları birbirlerini fasık ve kâfir olmakla ve de İslam dairesinden çık-
makla itham ederek birbirlerinin kanlarını dökmeye sebep teşkil etmiştir.
‚Hüküm sadece Allah’a âittir‛ sözleriyle Harûriyye ve Ezârika’nın yaptıkları
da bu duruma bir örnektir19. Şu halde İbn Âşûr’un Mehdîlik meselesinin ba-
zıları tarafından itikadi bir mesele olarak algılanmasının ikinci sebebi olarak
açıkça söylemese de zımnen bu durumu gördüğü anlaşılmaktadır. Bir başka
ifadeyle, bazı Usûlü’d-dîn (kelâm) âlimlerinin kitaplarında imamet meselesiy-
le ilgili konularda Mehdîlik meselesine değinmeleri ve işarette bulunmaları-
dır. Oysa İbn Âşûr, imametle ilgili meselerle fırkalar arasında ciddi tartışma-
lar bulunması sebebiyle bu konunun itikadi bir mesele olarak görülmesini
doğru bulmamaktadır.
Özetle İbn Âşûr, Mehdîlikle ilgili haberleri mütevatirin bilgi değeri açı-
sından da değerlendirmektedir. Ona göre Mehdîlikle ilgili rivayetler ahad ha-
ber nev’indendir. İtikadda delil olabilmesi için mütevatir olması zorunludur.
Bu arada mütevatir haberin sadece sübût bakımından kat’î olmasını yeterli
görmemekte, kesin bir inanç ifade edebilmesi için delâletinin de kat’î olması
gerektiğine dikkat çekmektedir. İbn Âşûr bu görüşlerinden, bazı âlimler tara-
fından Mehdîlikle ilgili hadislerin isnadlarının çokluğu sebebiyle manen mü-
tevatir derecesinde olduğu şeklindeki görüşlere de katılmadığı anlaşılmakta-
dır. Ayrıca o bazı akaid kitaplarında imamet bahislerinde bu konuya yer ve-
rilmesini de inanılması gereken bir inanç konusu olarak değerlendirmemiştir.
Gerekçesi de imamet konularında âlimler ve fırkalar arasındaki ihtilaflardır.
Dolayısıyla İbn Âşûr, ihtilaflı bir konunun inanılması kesin bir konu olarak
görülmesini doğru bulmamaktadır. İbn Âşûr’a göre, Mehdî meselesi itikad,
amel ve âdabtan oluşan dinin temel esaslarından biri değildir. Kısacası İbn
Âşûr bu değerlendirmeleriyle Mehdî meselesinin dinde inanılması ve kabul
edilmesi zorunlu olan bir konu olmadığının altını özellikle çizmekte ve vur-
gulamaktadır20.
18 İbn Âşûr, Tahkîkât, s. 50-51. Kelam ilminde Mehdî’nin yeri konusunda bkz. Çınar, Mehdîlik, 49-
66.
19 İbn Âşûr, Tahkîkât, s. 51.
20 İzmirli İsmail Hakkı, Mehdî’nin ortaya çıkmasının imkânı üzerine şu değerlendirmeyi
yapmaktadır: ‚Mehdî’nin ortaya çıkması hem aklen, hem âdeten, hem imkân-ı zatî ile, hem
imkân-ı hissî ile mümkündür. Hislerden gizli olan işleri, geleceğe yönelik olan haberleri kabul
etmek için öncelikle o hadisenin, o haberin sübûtu, ikinci olarak da delâleti şarttır. Âlimlere
göre haberin subûtu için bir takım şartlar vardır ki o şartlar gerçekleşmeyince haber sabit
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 439
olmaz‛. İzmirli, İsmail Hakkı, ‚Mehdî Meselesi, Muallim Ata Efendinin Üçüncü Sorusuna
Cevap‛, sad. Ali Duman, Hikmet Yurdu, yıl: 3, c: 3, sy: 6, 2010, s. 341; Yavuz Köktaş’a göre,
‚Mehdî hadislerinin klasik anlamıyla manevi mütevatir olması, inkar edeni küfre sokmaz.
Zira Mehdî hadisleri tartışmalı olup kişi bunu bir gerekçeyle reddetmektedir. Ayrıca
mütevatir haberi reddetmek küfrü gerektirse bile hadisler söz konusu olduğunda hangi
haberin mütevatir olduğunu belirlemek o kadar da kolay değildir‛. Köktaş, Yavuz, Tüm
Yönleriyle Akâid Hadisleri, İFAV yay., İstanbul 2013, s. 419.
21 Bkz. Teftâzânî, Saʻduddîn, Şerhu’l-ʻAkîdeti’n-Nesefiyye, thk. Mustafa Merzûkî, Dâru’l-hedy,
Cezâir, tsz.,s. 118.
22 Bkz. Teftâzânî, Şerhu’l-ʻAkîdeti’n-Nesefiyye, s. 119. Teftazânî, Şerhu’l-Makâsıd’da, imamet
meselesiyle ilgili konuda Mehdî’nin zuhûrundan bahsetmiş ve bu iki hususun kıyametin
alametlerinden olduğunu belirtmiştir. Bu konularda âhâd da olsalar sahih haberlerin varid
olduğunu ifade etmiştir. Deccâl’in zuhuru ile ilgili hadisin manen mütevatir olduğunu
belirtmesine rağmen, Mehdî’nin zuhuru konusunda böyle bir değerlendirmede
bulunmamakta, Mehdî’yle ilgili rivayetlere yer vermekle yetinmektedir. Teftâzânî, Şerhu’l-
makâsıd, thk. Abdurrahman Umeyra, Âlemu’l-kütüb, Beyrut 1419/1998, V, 312.
23 Tasavvuf’ta Mehdîlik hakkında bkz. İbn Haldûn, Mukaddime, II, 426-431; İlhan, Avni, Mehdîlik,
Beyan yay., İstanbul 1993, s. 151-161; Çınar, Mehdîlik, s. 201-223.
24 İzmirli İsmail Hakkı’ya göre ilk dönem İmâmiyye âlimleri arasında Mehdî meselesi söz
konusu değildi. Yalnız Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer’den (şeyhayn) uzak durma, Hz.
Peygamber’in vasisi ve bu arada sahebenin en faziletlisi olarak Hz. Ali’yi kabul etme meselesi
vardı. Bu sebeple İmâmiyye’de, masum imam, beklenen imam (imam-ı muntazar) meselesi
sonraki dönemlerde ortaya atılmıştır. Yine ilk dönem dönem sûfileri de Mehdî meselesiyle
ilgilenmemişlerdir. Bu meseleye ancak ileriki dönem sûfileri yönelmişlerdir. Kısacası ilk
dönem İmamiyye ile ilk dönem sufileri arasında temel bir Mehdî meselesi söz konusu
440 • Muammer Bayraktutar
den ve İmamiyye’den geçmiş bir durumdur. Onların buna inanmaları ise bü-
yük bir mesele değildir. Zira onlar Mehdî’nin gelip gelmeyeceğine inanmanın
eşit olduğunu kabul etmişlerdir25.
İbn Âşûr, görüldüğü gibi, Ehl-i Sünnet’ten ve sufiyyeden bazı kimselerin
Mehdî’nin zuhurunu kabul ettiklerini, bu düşüncenin ise kendilerine
Râfizîlerden ve İmâmiyye’den intikal ettiğini, bu arada onlara göre Mehdî’nin
zuhur edip etmeyeceğine inanmanın eşit derecede bir değer ifade ettiğini be-
lirtmektedir. Yine İmâmiyye’den farklı olarak, sünnî ve sûfî çevrelerde
Mehdî’nin şuan mevcut ve gizli olduğu şeklinde bir düşünce ve iddianın bu-
lunmadığının altını çizmektedir. 26
değilken, sonraki dönem İmamiyye ile sonraki dönem Mutasavvıfları nazarında Mehdî
meselesi temel bir mesele teşkil etmektedir. İzmirli, ‚Mehdî Meselesi‛, s. 339-340.
25 İbn Âşûr, Tahkîkât, s. 51. ‚İlk olarak Emevîler ve ardından da Abbasîler’in baskısından
bunalan bir kısım Alioğlu taraftarı müslüman kitleler, yoğun uğraş göstermelerine rağmen
amaçlarına bir türlü ulaşmamışlardı. Sonunda, bir çıkış yolu olarak, Hz. Peygamber neslinden
gelen saygın kimseleri kurtarıcı Mehdî olarak beklemeye başlayarak bu şekilde teselli
bulmuşlardı. Başlangıçta sadece sosyal ve psikolojik bir durumun yansıması olarak gündeme
geldiği anlaşılan bu beklentiler zamanla itikâdî bir boyut kazanmış ve usûlu’d-dîn
konularından biri haline gelmiştir‛. Bkz. Hakyemez, Cemil, ‚Mehdî Düşüncesinin
İtikadîleşmesi Üzerine‛, Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2004/1, c. III, sayı: 5, s.
128.
26 Hz. Ali’nin hilafeti dönemindeki siyasi tartışmaların neticesi olarak Şîa’nın oluşumu, Şîa’nın
Hz. Ali ve evladının imameti hakkındaki düşüncelerinin erken dönemlerde teşekkül etmeye
başladığı düşünüldüğünde, ilgili rivayetlerin menşeinin Şîa kaynaklı olduğunu, buradan da
sünnî raviler arasında yayılmaya başladığını söylemek mümkündür. Bkz. Koçyiğit, Talat,
Hadis Tarihi, TDV yay., Ankara 2012, s. 110-111.
27 İbn Âşûr, Tahkîkât, s. 52.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 441
Arapların daha açık anlayabilecekleri bir benzetme yerine zorluğun büyüklüğünü, soğuk
kültürü çok fazla olanların daha iyi anlayabilecekleri bir ifade ve benzetme ile yani karla
anlatıyor? Bu teşvik, Afganistan, Pamir, Horasan ve İran’ın soğuk ve karlı yaylalarının,
dağlarının insanlarının anlayacağı ve onlara yapılan bir ifade tarzı ile olmuş kanaatini
uyandırıyor. Daha açık bir ifade ile bu teşvik tarzının Ebû Müslim Horasanî’nin ihtilaline
destek sağlamak için siyasi maksatla yapılan bir propagandanın tesiri ile ortaya çıktığını
zannediyoruz.‛ İlhan, Avni, ‚Kütüb-i Sittedeki Hadislere Göre Mehdîlik‛, Dokuz Eyül Üniv.
İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı:VII, İzmir, 1992, s. 107.
34 İbn Âşûr, Tahkîkât, s. 55. İbn Âşûr, rivayeti uydurma olarak değerlendirmektedir. Yasîn b. Alî,
bu hükmü verirken İbn Âşûr’un Zehebî’nin Müstedrek’te (Müstedrek, IV, 511) Abdullah b.
Mes’ud’dan nakledilen rivayetle ilgili mevzû değerlendirmesini dikkate aldığını ve hata
ettiğini belirtmektedir. Nitekim Zehebî Telhîs’te bu rivayeti ravilerinden Ebu Bekir b. Dârim
sebebiyle mevzû olarak değerlendirmiştir. (Zehebî, Telhîsu’l-Mustedrek, Dâiretu’l-maârif,
Haydarâbâd 1342, IV, 464). Oysa İbn Mâce’nin rivayeti ise ravilerinden Yezîd b. Ebî Ziyâd el-
Kûfî’den dolayı zayıftır. Bu bakımdan İbn Âşûr’un İbn Mâce rivayeti hakkında mevzû
hükmünü vermesi isabetli değildir. Bkz. http://swat-ul-
ummah.blogspot.com.tr/2010/08/1.html
35 Avni İlhan Kütüb-i sitte’den İbn Mâce ve Ebû Davud’da yer alan siyah bayraklar, kurtarıcının
doğudan gelmesi ve ona yardım edilmesi şeklindeki rivayetleri değerlendirirken şu tespit ve
sonuca varmıştır. Ona göre bu hususta üçü İbn Mâce’de biri Ebû Davud’da yer alan dört
rivayetten her birinin ravîlerinden en az biri üzerinde hadis âlimlerinin cerh edici
değerlendirmeleri bulunmaktadır< Diğer taraftan bu rivayetleri tarihi olaylarla mukayese
etmeden değerlendirmenin noksan olacağı da açıktır. Her üç rivayetin de Emevîlere karşı
yapılan ve Doğudan Ebû Müslim Horasanî kumandasında siyah bayraklar taşıyanlarca
gerçekleştirilen ihtilâli tasvir ve teşvik edişi dikkat çekmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, bu husus
ancak aynı zamanda tarihçi olan İbn Kesîr’in de dikkatini çekmiştir‛. İlhan, ‚Kütüb-i Sittedeki
Hadislere Göre Mehdîlik‛, s. 106.
36 İbn Âşûr, Tahkîkât, s. 55.
444 • Muammer Bayraktutar
A) Sened Tenkidi
Hadislerin güvenirliliğini ve Hz. Peygamber’e âidiyetini tespitte uygula-
nan yöntemlerin başında isnad ve ravî tenkidi gelmektedir. Bu bağlamda, ha-
37 Avni İlhan yine bu hadislerin sened yönünden kritiğini yaparak bunların hadis âlimlerince
cerhe tabi tutulmuş raviler barındırdığını ortaya koyduktan sonra tarihî yönden de şu
değerlendirmeyi yapmaktadır: ‚Nasıl siyah bayraklar ile ilgili rivâyetler Ebû Müslim
Horasanî’nin hareketini; Beyda’da batacak ordu ile ilgili rivayetler İbn Zübeyr’in halifeliğini
hatırlatıyorsa, bu rivayet de ikinci Abbasî halifesi Ebû Cafer Mansûr’a karşı Medine’de Mehdî
(gerçek halife) olduğunu ilan ederek ayaklanan Hz. Hasan’ın torunlarından Muhammed b.
Abdullah’ın ortaya çıkışını hatırlatıyor ve onun desteklenmesi için tertiplendiği intibaını
uyandırıyor. “İsmi ismime babasının ismi babamın ismine uygun bir adam” Nefsu’z-Zekiyye namı
ile de anılan sözünü ettiğimiz bu Muhammed b. Abodullah’tan başkası değildir‛. İlhan,
‚Kütüb-i Sittedeki Hadislere Göre Mehdîlik‛, s. 121.
38 İbn Âşûr, Tahkîkât, s. 55-56. Hz. Peygamber’den itibaren kendisi için Mehdî ifadesi kullanılan
ve tarihte Mehdî olduğu öne sürelen ve kabul edilen kimsler hakkında bkz. Ali Coşkun,
Mehdîlik Fenomeni, İz yay., İstanbul 2004, s. 293 vd.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 445
42 Ebû Dâvûd, Mehdî 1; Tirmizî, Fiten 52. Tirmizî hadisin, hasen sahih olduğunu söylemiştir.
43 Ebû Dâvûd, Mehdî 1.
44 Ebû Dâvûd, Mehdî 1. Ayrıca bkz. İbn Mâce, Fiten 34 (4086).
45 Ebû Dâvûd, Mehdî 1.
46 Tirmizî, Fiten 53; İbn Mâce, Fiten 34.
47 İbn Mâce, Fiten 34. Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 74.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 447
nedini tenkid etmiştir.53 Hadis münekkidleri tarafından Âsım güvenilir bir ra-
vi olarak tavsif edilse de, hıfzı yönünden tenkide uğramıştır. 54 Dolayısıyla
Âsım b. Behdele hadis münekkidlerinin cerh ve ta’dilde ihtilaf ettikleri bir ra-
vidir. Ta’dil edenlerin yanısıra cerh edenler de mevcuttur. Tevsik edenlere gö-
re hadisleri hasen derecesinden aşağıda değildir.55 Şuayb Arnaût, Âsım’dan
dolayı hadisin hasen derecesinde olduğunu ifade etmektedir.56 Bestevî de ha-
disi hasen olarak değerlendirmiştir.57 Ancak İbn Âşûr’un hadisi, hasenden
daha aşağı derecede değerlendirdiği anlaşılmaktadır.
İkinci tarikte Fıtr b. Halîfe adlı ravî bulunmaktadır. Onun hakkında Ah-
med b. Abdillah b. Yunus, Dârekutnî, İbn Ayyâş ve Cürcânî58 ta’nda bulun-
muştur. İbn Âşûr’a göre bu rivâyette de Mehdî’nin bahsi geçmemektedir. 59
İbn Haldûn da adı geçen münekkidlerin, Fıtr b. Halîfe ile ilgili olumsuz
kanaatlerini aktarmaktadır.60 Ancak İbn Haldûn Fıtr b. Hâlife’nin güvenilir
olduğuna ilişkin Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Kattân, İbn Mu’în ve Nesâî gibi
münekkid muhaddislerin değerlendirmelerine yer verdiği halde İbn Âşûr
bunları dile getirme lüzumunda bulunmamıştır. Dolayısıyla Fıtr b. Halife’yi
tevsik eden ve hakkında müspet değerlendirmede bulunan oldukça fazla
münekkid bulunmaktadır.61 Ayrıca İbn Âşûr, Fıtr b. Halife’de teşeyyu (şiîlik)
bulunduğu şeklindeki değerlendirmelere yer vermezken, İbn Haldûn bu
83 Zehebî, Mizânu’-l’tidâl, II, 102; İbn Hacer, Tehzîbu’t-Tehzîb, VI, 273; Ayrıca bkz. Bestevî, el-
Mehdîyyu’l-Muntazar, s. 177-178.
84 Tirmizî, Fiten 53.
85 İbn Mâce, Fiten 34.
86 Bestevî, el-Mehdîyyu’l-Muntazar, s. 179.
87 İbn Âşûr, Tahkîkât, s. 58.
88 Bkz. İbn Haldûn, Mukaddime, I, 421.
89 Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, I, 317. Ayrıca bkz. İbn Adî, el-Kâmil fî duafâi’r-ricâl, VIII, 537; Zehebî,
Mîzânu’l-i’tidâl, IV, 359; İbn Hacer, Tehzîbu’t-Tehzîb , XI, 152.
90 İbn Adî, el-Kâmil fî duafâi’r-ricâl, VIII, 537; İbn Hacer, Tehzîbu’t-Tehzîb, XI, 152.
91 Ukaylî, ed-Duafâu’l-kebîr, IV, 465.
92 İbn Hibbân, el-Mecrûhîn, thk. M. İbrâhîm Zâyed, Dâru’l-va’y, Haleb 1396, III, 143.
93 İbn Mâce, Fiten 34.
94 Bestevî, el-Mehdîyyu’l-Muntazar, s. 175.
95 Yücel, ‚Mehdî Hadislerinin Temel Hadis Kaynaklarındaki Anlamı‛, 158.
96 İbn Âşûr, Tahkîkât, s. 58.
452 • Muammer Bayraktutar
mutlak manada takdim edilmesi halinde hiçbir hadis imamının, cerhten kur-
tulamayacağını söylemiştir.‛113 Leknevî de pek çok âlimin, her türlü cerhin
her türlü ta’dile mukaddem olduğunu sanarak yanıldığını belirterek, duru-
mun bu şekilde olmadığını, cerhin ta’dile takdiminin, cerhin müfesser olması
şartına bağlı olduğunu, mübhem cerhin doğru olan görüşe göre makbul ol-
mayıp ta’dille tearuzunun söz konusu olmadığını ifade etmiştir. 114 Âşıkkut-
lu’ya göre ta’dilin müfesser olması durumunda ta’dil, cerhin müfesser olması
durumunda cerhin mukaddem olduğu söylenebilir.115
Bu arada İbn Âşûr zayıf ravilerin rivayetlerinin pek makbul olmadığı
hususunda, görüşünü teyit etmek üzere, bazı nakillerde ve değerlendirmeler-
de bulunmaktadır. Bu bağlamda İbn Âşûr’a göre örneğin, İmam Mâlik ve as-
habı, Buhârî ve Müslim gibi hadis imamları, hadisi adâlet, zabt ve dikkat eh-
linden olan ravilerden almaya daima özen gösteriyorlardı. Müslim Sahîh’inin
mukaddimesinde ‚Zayıf ravîlerden rivâyette bulunmaktan nehiy ve hadisle-
rinin alınmasına teşvik edilen raviler babı‛ şeklinde bir bab başlığı koymuş-
tur.116 Rasulullah (s.a.s.)’den isnadda bulunmak, dinin esaslarındandır ve bu
hususta ancak sağlam ve güvenilir kimselerin rivayetleri kabul edilir. İbn
Sîrîn’in şöyle dediği nakledilmiştir: ‚Şüphesiz bu hadisler dindir. O halde di-
ninizi kimlerden aldığınıza dikkat edin.‛117 İbn Vehb (ö. 197/813) de İmam
Mâlik’in (ö. 179/795) şöyle dediğini rivayet etmektedir: ‚Medîne’de nice in-
sanlara ulaştım. Şayet onların vesilesiyle yağmur istenseydi mutlaka yağardı.
Onlar çokça hadis dinlemişlerdi. Buna rağmen onların hiçbirinden bir hadis
alıp rivayet etmedim. Onlar kendilerini zühd ve takvaya vermişlerdi. Bu ilim
(hadis) kendisinde takvâ, verâ, itkân, anlayış ve ilim olan kimselere ihtiyaç
duyar. Böylece başından çıkanı ve yarın kendisine ulaşacak olanı öğrenir.
(Böylece ağzından çıkanı ve ne demek istediğini öğrenir).118
İmam Müslim (ö. 261/875), Yahya b. Saîd el-Kattân’ın (ö. 198/813) şöyle
dediğini nakletmektedir: ‚Fazilet ve iyilik sahibi kimseleri hadiste olduğu ka-
dar hiçbir şeyde daha yalan söyler görmedik.‛ 119 (O, bununla onların herhangi
bir kasıt bulunmaksızın rivayette bulundukları kimselere zan, hata ve hüsn-ü
113 Âşıkkutlu, Emin, Hadiste Ricâl Tenkidi, İFAV yay., İstanbul 1997, s. 145. Krş, Sübkî, Ebû Nasr
Tâcüddîn Abdülvehhâb (ö. 771/1370), Kâidetun fi’l-cerh ve’t-ta’dîl (Ebû Gudde, Erbau Resâil fî
ulûmi’l-hadîs, Haleb 1410/1990 içinde), s. 19-20.
114 Âşıkkutlu, Ricâl Tenkidi, s. 146. Krş, Leknevî, er-Raf’u ve’t-Tekmîl, Beyrut 1407/1987, s. 56.
115 Âşıkkutlu, Ricâl Tenkidi, s. 146.
116 Müslim’in bab başlığı şu şekildedir. ض َعفَاءِ َو ْال َكذَّا ِتيهَ َو َمهْ يُرْ غَةُ َعهْ َحدِيثِ ِه ْم ُّ تَابٌ فِي الMüslim,
Mukaddime 4.
117 »ظ ُروا َع َّمهْ ت َأْ ُخذُونَ دِيىَ ُك ْم
ُ «إِنَّ َهذَا ْال َح ِديثَ دِيهٌ فَا ْوlafzıyla Hatib tarafından rivayet edilmiştir. Bkz.
Hatîb Bağdadî, el-Kifâye fî ilmi’r-rivâye, thk. Ebu Abdullah es-Sûrkî vd., el-Mektebetü’l-
ilmiyye, Medîne, tsz., s. 120 Ancak çoğunlukla ظ ُروا َع َّمهْ ت َأ ْ ُخذُونَ دِيىَ ُك ْم ُ فَا ْو، ٌ إِنَّ َهذَا ْالع ِْل َم دِيهlafzıyla
rivayet edilmiştir. Bkz. Müslim, Mukaddime 5.
118 İbn Âşûr, Tahkîkât, s. 59. İmam Malik’in sözü için bkz. Kadı Iyâz, Tertîbu’l-medârik ve takrîbu’l-
mesâlik, Mağrib 1403/1983, I, 137.
119 Müslim, Mukaddime 6.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 455
B) Metin Tenkidi
Tâbir b. Âşûr’un Mehdî hadislerini metin tenkidi açısından değerlendi-
rirken daha çok aklî yönden tenkide tâbi tuttuğu görülmektedir. O, daha önce
konuyla ilgili rivâyetlerin insanlar arasında yayılmasında etkili olan sebeplere
değindiğini belirterek burada meseleyi birkaç açıdan daha ele alacağını ifade
etmektedir. O, bu hususta özellikle şu konuya dikkat çekmektedir. Ona göre
bu rivayetler farklı isnatlarla onsekiz sahabiye nisbet edilecek şekilde sahih
bir şöhrete sahip bulunsaydı ve de bunların nispeti gerçek ve isnadları mak-
bul olmuş olsaydı, iki büyük hadis imamı Buhârî ve Müslim, Hz. Peygam-
ber’den yeme ve yatmaya kadar ilmin her türlüsüne varıncaya kadar sahih
olarak gelen rivayetlere tahsis ettikleri Sahih’lerine bunların tamamını veya
bir kısmını almaktan uzak duramazlardı.127 Zira ravîleri bilmede ve uzmanlık-
ta engin bir birikime sahip olan bu iki imamın, bu derece bir şöhrete sahip
olan bir hadisi, şöhretinin doğru olması durumunda dikkate almamaları caiz
değildir128.
değildir.‛ Köktaş, Akâid Hadisleri, s. 419. Oysa Köktaş’ın belirttiği Mehdî hadislerinin manevî
mütevatir oluşu da yine tartışmaya açık bir husustur. Bu husustaki değerlendirmeler için bkz.
Yücel, ‚Mehdî Hadislerinin Temel Hadis Kaynaklarındaki Anlamı‛, s. 152 vd.
129 Yücel, ‚Mehdî Hadislerinin Temel Hadis Kaynaklarındaki Anlamı‛, s. 148.
130 bn Âşûr, Tahkîkât, s. 60.
458 • Muammer Bayraktutar
İbn Âşûr’un Mehdî hadislerine metin tenkidi açısından yönelttiği bir di-
ğer eleştiri de, Hz. Peygamber’in kendisinden sonra yerine geçecek olan hali-
feyle ilgili olarak sükût ederken, âhir zamanda ortaya çıkacak Mehdî hakkın-
da bu kadar detaylı bilgiler vermesidir. İbn Âşûr bu durumu makul bulmaya-
rak şu soruyu yöneltmektedir. Rasûlullâh’ın, hilâfetin öneminin büyüklüğü-
ne, dindeki konumunun yüksekliğine ve Peygamberlerinin bereketiyle Allah
bu ümmeti korumamış olsaydı, Peygamberin vefatının ardından Müslüman-
lar arasında yaşanacak olan fitneyle birlikte hilâfetten bahsetme hususunda
sükût ederken, öyleki sahabenin önde gelenleri, sakîfe günü Hz. Peygam-
ber’in hayattayken muhacirlere değil de ensara tavsiyelerde bulunması, has-
talığında namaz için Ebû Bekir’i öne geçirmesi gibi uygulamalarının işaretle-
rinden hareketle ve de Ebû Bekir’in ‚Şüphesiz Araplar, ancak Kureyş’ten şu
topluluğa boyun eğerler‛ gibi genel maslahatı dikkate alan bir yolla seçilecek
halifenin şartlarını belirlemeye çalışırken, Hz. Peygamber’in bütün bunları
terkedeceğini ve âhir zamanda ortaya çıkacak birinin, yeryüzü zulümle dol-
duktan sonra onu adâletle dolduracağını açıklamaya önem vereceğini düşü-
nebilir miyiz?131
İbn Âşûra göre Mehdîyle alâkalı en üstün ve başta gelen rivâyetlerin du-
rumu bu şekildedir. Kısacası ona göre aklî yönden bu rivâyetler hakikatten
uzak ve şüphelidir. Şayet tartışma yoluyla onların zayıf mertebesinden daha
yukarıda olduğu kabul edilse dahi bunlardan inanılması zorunlu, bağlayıcı
bir akîde ve kesinlikle yapılması istenilen emirler çıkarabilmemiz mümkün
değildir.132
Yine Âşûr’un tespit ve değerlendirmelerine göre, bu hususta rivayet
edilen diğer rivayetler ise, bu tariklerle rivayet edilenlerden zayıflık yönüyle
daha aşağı bir mertebededir ve tarikleri çok olsa da aralarında tenâkuz ve ız-
tırab vardır. Dolayısıyla durum bundan ibaret olunca, tafsilata girerek konu-
yu uzatmanın lüzumu yoktur. Dileyen bunların kaynaklardaki yerine bakabi-
lir.133 Yine Âşûr’a göre söz konusu rivayetleri dikkatle ve tenkidçi bir gözle
değerlendiren kimsenin, bu rivayetlerde grup ve taassup izini ve belirtisini
açıkça görebileceğini, bu rivayetlerin çoğunluğunun, Emevî halifelerinin elin-
de ümmetin durumunun iyi gitmesi hususunda ümitsizlik telkin ettiğini, an-
cak Benî Hâşim ve taraftarlarından olan yöneticilerle işlerin iyi gideceğinin
vurgulandığını ve nihayet bunların ekseriyetinin sadece şu üç gruba hizmet
ettiğini fark edebileceğini ifade etmektedir. Ona göre söz konusu rivayetlerin
SONUÇ
Mehdîlik meselesinin kendi döneminde de sık sık gündeme gelmesinden
hareketle olmalı ki, kendisine yöneltilen bir soru üzerine Tâhir b. Âşûr,
Mehdîlikle ilgili görüş ve değerlendirmelerini açıkça ortaya koymuştur.
Tâhir b. Âşûr, Mehdîlik meselesini öncelikle dindeki yeri bağlamında
değerlendirmektedir. Ona göre Mehdî’nin zuhuru meselesi, dinde zorunluluk
arz eden, itikad, amel ve âdâb/ahlâk alanlarından birine dahil değildir. Bu se-
beple Mehdîlik konusu, itikadî bir mesele olmayıp Müslüman bir kimsenin
Mehdî’nin zuhuruna inanıp inanmaması arasında bir fark yoktur, farz-ı ayn
ve farz-ı kifaye de değildir. Mehdîlik meselesi Müslümanların genelini de ilgi-
lendiren bir konu değildir ve onlar için bunun pratik bir değeri de bulunma-
maktadır.
İbn Âşûr, Mehdîlik meselesinin âhad haberlere dayandığını, bu haberle-
rin de zan ifade etmesinden hareketle, bu tür rivayetlerin itikadî bir meselenin
ispatı için yeterli olmadığını ifade etmektedir. Ayrıca o Mehdîlikle ilgili riva-
yetlerin mütevatir olduğunu fikrine de katılmamakta, mütevatirin varlığı ve
delâleti hususundaki farklılıklara dikkat çekmektedir. O, bazı akâid kitapları-
nın imamet bahislerinde Mehdîlikle ilgili rivayetlere ve değerlendirmelere yer
verilmesinin, bu meselenin itikadî bir mesele olarak görülmesi gerektiği dü-
şüncesine katılmamaktadır. Zira imamet meselesinin fırkalar arasında tartış-
malı bir konu olması, bunun itikadi bir esas ve inanç olarak kabul edilmesine
engel teşkil etmektedir.
İbn Âşûr, tarihte Müslümanlar arasında bu meselesinin hangi grup ve
ekoller tarafından kabul edildiğine ilişkin bilgiler de vermekte ve değerlen-
dirmelerde bulunmaktadır. Ona göre Mehdî’nin zuhurunu kabul eden iki
gruptan biri, İmâmiyye diğeri de Ehl-i sünnetten ve sufiyyeden bazı kimse-
lerdir. İmâmiyye, âhir zamanda zuhur edecek Mehdî’nin şuan mevcut ve gizli
olduğunu benimserken, sünnî ve sufî çevreler Mehdî’nin zuhurunu kabul et-
mekle birlikte, onun şuan mevcut ve gizlenmiş olduğu fikrini benimseme-
mektedir. İbn Âşur, ayrıca Mehdîlik düşüncesinin Ehl-i sünnete ve sufiyyeye
Şîa’dan intikal ettiğini de ifade etmektedir. İbn Âşûr’a göre Mehdî anlatımı,
KAYNAKÇA
Ahmed b. Hanbel, Ebû Abdillâh Ahmed b. Muhammed b. Hanbel eş-Şeybânî (ö. 241/855),
Müsnedu’l-İmâm Ahmed b. Hanbel, thk. Şuʻayb el-Arnavût vd., Müessesetü’r-risâle,
1421/2001, I-XXXXV.
Altıntaş, Ramazan, ‚Delil ve Delillendirme Yöntemleri‛, Kelâm (Editör: Şaban Ali Düzgün),
Grafiker yay., Ankara, 2012.
Âşıkkutlu, Emin, Hadiste Ricâl Tenkidi, İFAV yay., İstanbul 1997.
Bestevî, Abdulalim Abdulazim, el-Mehdîyyu’l-Muntazar fî dav’i’l-ehâdîs ve’l-âsâri’s-sahîha, el-
Mektebetu’l-Mekkiyye, Mekke 1420/1999.
Buhârî, Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâîl, et-Târîhu’l-kebîr, thk. M. Abdulmuid Han, Da-
ru’l-maarif, Haydarabad, tsz., I-VIII.
Coşkun, Ahmet, ‚İbn Âşûr‛, DİA, TDV yay., İstanbul 1999, XIX, 332-335.
Coşkun, Ali, Mehdîlik Fenomeni, İz yay., İstanbul 2004,
Çınar, Mahmut, Tarihte ve Günümüzde Mehdîlik, Rağbet yay., İstanbul 2013;
Ebû Dâvûd, Süleymân b. el-Eş‘as b. İshâk es-Sicistânî (ö. 275/889), Sünenu Ebî Dâvûd, thk.
Şuʻayb el-Arnavût, M. Kâmil Karabelli, Dâru’r-risâleti’l-âlemiyye, 1430/2009, I-VII.
Eren, Mehmet, ‚Gelecekte Olacaklar Hakkında Bilgi Veren Bazı Rivâyetlere İbn Haldûn’un
Yaklaşımı‛, İbn Haldûn Sempozyumu, Çorum 2015.
Gölcük, Şerafettin, Toprak, Süleyman, Kelâm, Selçuk Üniversitesi yay., Konya, 2005.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 463
Ukaylî, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Amr b. Mûsâ el-Ukaylî (ö. 322/934), ed-Duafâu’l-kebîr, thk.
Abdülmu‘tî Emîn Kal‘acî, Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrût 1404/1984, I-IV.
Yavuz, Yusuf Şevki, ‚Mehdî‛, DİA, TDV yay., İstanbul 2003, XXVIII, 371-374.
Yücedoğru, Tevfik, ‚İtikâdî İlkelerin Tespiti‛, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
Konya, 2005, sy: 19, ss. 49-71.
Yücel, Ahmet, ‚Mehdî Hadislerinin Temel Hadis Kaynaklarındaki Anlamı‛, Beklenen Kurta-
rıcı İnancı, Kuramer yay., İstanbul 2017, ss.141-174.
Zehebî, Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân b. Kaymâz et-Türkmânî
(ö. 748/1348), Mîzânu’l-i’tidâl, thk. Ali Muhammed el-Bicâvî, Daru’l-ma’rife, Beyrut
1382/1963, I-IV.
<<..., Telhîsu’l-Mustedrek, Dâiretu’l-maârif, Haydarâbâd 1342, I-IV.
Dâiretu’l-maârif, Haydarâbâd 1342
Yasin b. Ali, Ebû Ziyâ, ‚Münâkaşatü kavli İbn Âşûr fi’l-Mehdîyyi’l-Muntazar‛, Savtu’l-
umme, Mudevvenetu Ebî Ziyâ et-Tûnusî, 1431.
http://swat-ul-ummah.blogspot.com.tr/2010/08/1.html
http://swat-ul-ummah.blogspot.com.tr/2010/08/2.html et. 02/08/2017.
İRFANİ GELENEKTE MEHDİLİK TASAVVURU VE MEHDİLİK
KAVRAMININ İZDÜŞÜMÜ OLARAK KUTUP KAVRAMI
Muhammed Ali YILDIZ
ÖZET
Sunumunu yapmayı planladığımız bu bildiride mehdi inancının kısa bir öz-
geçmişi verilecek daha sonra ise irfanî gelenek kültürünün oluşum sürecine kısa-
ca değinilecektir. Özellikle hicri III. ve IV. yüzyıllarda yaşamış bir başka ifade ile
irfani gelenek kültürünün oluşum sürecinin ikinci aşaması olarak kabul ettiğimiz
tasavvuf dönemindeki mutasavvıfların mehdilik ile ilgili görüşleri üzerinde geniş
bir şekilde durulmaya çalışılacaktır. Zira ilk dönem mutasavvıfları olarak ta bildi-
ğimiz asrısaadetten hicri II. asrın sonuna kadar olan dönemde yaşamış mutasav-
vıfların mücahede, riyazet ve vecd halleri gibi zühdî haller dışındaki konularla
fazla ilgilenmedikleri görülmektedir. Yani ilk dönem mutasavvıflarının mehdilik
tasavvuru ile ilgili elde mevcut yeterli malumat bulunmamaktadır. Bu sebeple bu
dönem aralığında yaşamış mutasavvıfların mehdilik düşünceleri üzerinde fazla
durulmayacaktır. Buna karşılık Hicri III. ve IV. yüzyıllar arasında yaşamış tasav-
vuf kültürünün sistemleştiği dönemdeki mutasavvıfların mehdilik ile ilgili görüş
ve düşünceleri daha detaylı ve ayrıntılı bir şekilde ele alınmaya çalışılacaktır. Zira
ilk dönem mutasavvıflarından farklı olarak üçüncü ve dördüncü yüzyıllarda ya-
şamış mutasavvıflar metafizik konularda daha çok uzmanlaşmaya çalışmış ve
mehdilik gibi gelecekle ilgili gaybî nitelikli haberleri ihtiva eden konuları daha
çok değerlendirme çabası içine girmişlerdir. Bu nedenlerden ötürü mehdilik ta-
savvuru ile ilgili görüş ve düşünceler İrfani gelenek kültürü içinde ikinci aşama
olarak kabul ettiğimiz tasavvuf dönemi olarak ta kabul edilen ikinci ve üçüncü
asırlarda yetişen mutasavvıfların eserlerinde daha çok görülür. Özellikle bu bildi-
rimizde Muhyiddin İbnü’l Arabî’nin eserlerinde geçen mehdilik ile ilgili görüş ve
düşünceleri üzerinde ayrıntılı bir şekilde durulmaya çalışılacaktır. Zira Muhyid-
din İbnü’l Arabi tasavvufun kendisi ile kurumsallaştığı ve sistemleştiği bir muta-
savvıf olarak genel kabul görmektedir. Bu sebeple onun mehdilik ile ilgili görüş
ve düşünceleri üzerinde ayrıntılı bir şekilde durmak kuşkusuz doğru bir yakla-
şım olacaktır. İrfani gelenek kültürünün oluşum sürecinin son aşaması olarak ka-
bul edilen tarikatlar döneminde ise Gazalî ile birlikte başlayan ehlisünnet tasav-
vufu olarak ta isimlendirebileceğimiz dönem bağlamında mehdilik tasavvuru ele
alınmaya çalışılacaktır. Bu bağlamda sahih hadis kaynaklarında geçen Mehdi,
Yrd. Doç. Dr. Bartın Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Temel İslam Bilimleri Ana Bilim Dalı
Tasavvuf Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi
466 • Muhammed Ali Yıldız
mesih ve deccal ile ilgili hadis rivayetlerine yer verilecektir. Ehlisünnet tasavvufu
olarak isimlendirdiğimiz tarikatlar dönemi mehdilik tasavvuru ile ilgili değerlen-
dirmeler yapılmaya da çalışılacaktır. Hadis rivayetlerinin tasavvufî anlayış üze-
rindeki etkisi kuşkusuzdur. Bu sebeple ehlisünnet tasavvufu bağlamında kütübi
sitte dışında farklı kaynaklardan da günümüze kadar gelen hadis rivayetlerinden
hareketle son dönem mutasavvıflarının mehdilik tasavvuru hakkında değerlen-
dirmelere de sunacağımız bu bildiride yer verilecektir. İrfani gelenek kültürünün
oluşumu ve bu süreç içinde şekillenen mehdilik tasavvuru ile ilgili bu değerlen-
dirmelerden sonra sunumunu yapmayı planladığımız bu bildiri de mehdilik ta-
savvurunun izdüşümü olarak değerlendirilen tasavvufun meşhur kavram ve te-
rimlerinden biri olan kutup kavramını da ele alınacaktır. Mehdilik tasavvurunda
bir kişiye yüklenen kurtarıcılık misyonuna paralel olarak tasavvuf geleneğinde
ortaya çıkmış olan âlemdeki bütün işleri çekip çeviren ‚kutup‛ kavramının tasar-
ruf sahibi evliyalar hiyerarşisinin en zirve noktası olması meselesi arasında ku-
rulmuş olan irtibatlar değerlendirilmeye çalışılacaktır. Üçler, yediler, kırklar, üç
yüzler ve binler şeklinde adeta bir piramit gibi tepeden aşağı doğru ve emir ko-
muta zinciri içinde âlemin işlerinin bu silsile vasıtası ile idare edildiğini kabul
eden tasavvuf geleneğinin bu piramidin en başındaki komutan olarak konum-
landırdığı kutup kavramı ile isimlendirdiği üstün şahsiyete yüklediği misyon ile
mehdi tasavvuru arasındaki benzerlikleri bu bildirimizde ele alınmaya çalışıla-
caktır. Özellikle bu konuda mutasavvıf kimliğinden çok İstanbul’un fatihi Fatih
Sultan Mehmet Han’ın hocası kimliği ile bilinen Hacı Bayram Velî’nin en meşhur
halifesi Akşemseddin Hazretlerinin orijinal ifadelerine de bu bildiride yer verme-
yi düşünüyoruz. Zira oldukça dikkat çekici ve gayet sade bir dille âlemdeki tasar-
ruf sahibi evliyalar piramidini kaleme alan Akşemseddin, kutup kavramının an-
laşılmasını ve bu hiyararşinin işleyişini muzzam bir şekilde ortaya koymuştur.
Tüm bu değerlendirmelerden sonra yapmış olduğumuz bu bildiri de öne çıkan
sonuçları maddeler halinde sıralayarak bildirimizi sonuçlandırmayı amaçlamak-
tayız. Sonuç maddeleri çıkardığımız bu bildiri metnimizin bazı maddelerinde yer
yer birtakım tespitlere de yer vermeyi tasarlamaktayız. Gayret bizden sonuç Al-
lah’tandır. Selam, saygı ve muhabbetlerimi iletir, çalışmalarınızda kolaylıklar di-
lerim. Allah’a emanet olunuz.
Anahtar Kelimeler: Tasavvuf, Mehdilik, İbni Arabi, Ehli Sünnet, Şia, Ku-
tup, Akşemseddin
subjects except for ‚mücehede‛ (struggling with your body’s deceptive desires),
asceticism, ecstasy. Since we do not have enough information regarding Mahdi
imagination of early term Sufis. So, we won’t dwell on Mahdi imagination of Su-
fism who lived in that period. On the other hand, we will elaborately deal with
the opinions and views of Sufis who lived between hijri III and IV. century in
which Sufism culture became systematized. For, Sufis who lived in III and IV.
century, tried mostly to specialise on metaphysics and the knowledge of unseen
world unlike the early term Sufis. Therefore, we rather meet the views and opi-
nions on Mahdi imagination in the works of Sufis who lived in III and IV century
which we adopt as Sufism term in the second phase within the gnostic culture. In
particular, we will elaborate the views and opinions on Mahdi mentioned in the
works of Ibni Arabi. Because Muhyiddin Ibni Arabi is acknowledged as a Sufi
that Sufism is established and systematised with him. So, dwelling on the views
and opinions on Mahdi in detail will be definitely a true approach. As for the cults
period, which is accepted as the last phase of the formation process of gnostic tra-
dition; Mahdi imagination will be dealt within the context of ‚period of ahl-i sun-
nah Sufism‛ that started with Ghazali. In this context, we will also dwell on Mah-
di, Messiah, Dajjal imaginations conveying in sahih hadith sources. Also there
will be evaluation on Mahdi imagination in cults era which we call ‚Alh-i Sunnah
Sufism‛. No doubt, hadith narratives have very deep effect on Sufi intelligence.
So, within the context of ahl-i sunnah Sufism, this paper will give place to the eva-
luations on Mahdi imagination of last period sufis by moving from the hadiths
conveyed from sources other than ‚Kütüb-i Sitte‛. After the evaluations on the
formation of gnostic tradition and Mahdi imagination formed in this process, we
will also deal ‚Qutb‛, one of the famous notions of Sufism which we assess as a
projection of Mahdi imagination. We will reveal the ties between saviour ship
mission which burdened to one man and ‚qutb‛ notion which appeared in Sufi
tradition as the peak point of saints hierarchy, that means ‚Qutb‛ can manage the
whole affairs in the universe. In Sufi tradition it is accepted that ‚Qutb‛ is the
commander in chief at the top of the group of Threes, Sevens, Forties, Three
Hundreds, and Thousands pyramid who manages the affairs of the universe
through these sequence. In this paper, we will discuss the similarities between
‚Qutb‛ and Mahdi imagination. Especially we will give place the original expres-
sions of Akşemseddin rather than his Sufi identity, the most renowned Khalifa of
Haci Bayram Veli who is the hodja of Fatih Sultan Mehmed The Conqueror. For,
Akşemseddin, who strikingly and plainly wrote about the pyramid of saints
handling the affairs in the world, facilitates understanding the ‚Qutb‛ notion and
the functioning of this hierarchy. After all these evaluations, we aim to conclude
this assertion by specifying the prominent results occasionally with some points.
We endeavour, Allah make it happen. With love and success All Best Wishes
Keywords: Sufism, Mahdi, Ibn-i Arabi, Ahl-ı Sunnah, Shia, Qutb, Ak-
şemseddin
468 • Muhammed Ali Yıldız
GİRİŞ
İrfan geleneği olarak ta isimlendirdiğimiz tasavvuf kültürü, İslami gele-
nek içinde şekillenmiş başta Osmanlı toplumu olmak üzere tüm insanlığa
önemli katkılar sunmuş önemli bir kültürdür. Bu kültür doğrudan malzemesi
insan olan bir kültür olduğundan insanlığın ilgilendiği hemen her konuda söz
söylemiş ve bu vesileyle insanlığı bir adım daha ileri taşıma konusunda kuş-
kusuz önemli kazanımlar arkasında bırakmıştır. Mehdilik konusu insanlık ta-
rihinin kuşkusuz en kadim konularından biridir. İnsanlık tarihinde zulmün
ve adaletsizliğin hiç eksik olmadığı ortadadır. İçinde yaşadığımız zamanda
zulüm ve adaletsizlik devam etmekte, kıyamet saatine kadar da bu olumsuz
durumun farklı yoğunluklarda kesintisiz devam edeceği bilinmektedir. İnsan-
lık tarihinde zulüm ve adaletsizliğin zirve yaptığı her zamanda elçiler vasıta-
sıyla Allah’ın bu olumsuz gidişatın yönünü olumlu yöne çevirdiği de ortada
olan açık bir gerçektir. Nitekim son ilahi kitap olan Kur’an-ı Kerim hariç tüm
ilahi kaynaklı kitaplar ve bunlardan etkilenen beşeri dinler gelecek olan bir
elçi, mesih ve kurtarıcıdan hep bahsetmişlerdir. Kur’an’dan sonar İslam inan-
cının bağlayıcı unsurlarından bir diğer kaynak olan sahih hadis rivayetlerinde
de kıyamete yakın zamanda dünyanın zülüm ve adaletsizlikle dolu olan du-
rumunu düzeltecek bir kurtarıcının geleceği müjdelenmektedir. Bu hadis ri-
vayetlerinin kütüb-i sitte olarak bilinen muteber hadis kaynaklarında geçiyor
olması ehli sünnet inancı olarak bilinen sünni anlayış içinde bu inancın yer
bulmasını sağlamış ve kendini ehli sünnet dairesi içinde konumlandıran mu-
tasavvıfların da bu konuda görüş bildirmelerine sebebiyet vermiştir. Hatta
mutasavvıflar sembolik anlam içeren ve gelecek ile ilgili olan bu konuda alan-
ları gereği daha derinlikli düşünceler ortaya koymuşlardır. Diğer konularda
olduğu gibi bu konuda da insanlık zihninin sınırlarını zorlayarak mehdilik
meselesine kendi alanlarının kavramlarını da serpiştirerek batini anlamlar
yüklemek suretiyle konuyu daha da ilgi çekici hale getirmeyi başarmışlardır.
Tüm bu sebeplerden dolayı irfan geleneği olarak ifade ettiğimiz tasavvuf kül-
türünde mehdilik anlayışını ele almak bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkmış bu-
lunmakatadır. Bu ihtiyaçtan hareketle bu bildiriyi kalame almış bulunmakta-
yız. Biz bu bildiride eleştirel bir metoddan ziyade olanı ortaya koymaya eli-
mizden geldiği ölçüde riayet etmeye gayret edeceğiz. Yer yer muteber hadis
külliyatında yer alan rivayetler doğrultusunda mehdilik inancının sahih bir
düşünce olduğunu ve bu düşüncenin tasavvuf kültüründe ne derece derinlik-
li ele alınmış olduğunu da göstermeye gayret edeceğiz. Mehdilik ile ilgili ha-
dis rivayetlerinin sened zinciri veya sahih olup olmadıkları gibi teknik konu-
lar uzmanlık alanımıza girmediğinden bizim bu hususta ayrıntılı görüşler
ifade etmemiz sözkonusu değildir. Muteber hadis kitaplarında yer alan sahih
hadis rivayetlerinin neticesinde ehli sünnet inancına giren mehdilik inancının
doğal olarak mutasavvıfların ilgi alanına girmesi ve bu konuda mutasavvıfla-
rın (özellikle İbni Arabi’nin) kendi alanlarının ıstılahi kavramları çerçevesine-
de yapmış oldukları tahlil ve değerlendirmeler bizim bildirimizin ana konu-
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 469
1 Bu hususta daha detaylı bilgi için bkz. Harman, Ömer Faruk, ‚Beklenen Kurtarıcı İnancının
İslam Öncesi Dini Arka Planı‛, Beklenen Kurtarıcı Çalıştayı, Kuramer, İstanbul, 2017, ss.41-59;
Tüm ilahi kaynaklı metinlerde tahrif olmuş olsalar bile yeni bir kurtarıcını geleceği ve bu kur-
tarıcının insanlığı zulümden adalete çıkaracağı kaydı bulunmaktadır. Kur’an’ı kerimde de
hiçbir ümmetin peygamber siz bırakılmadığı ifade etmektedir. Bundan olsa gerektir ki ilahi
kaynaklı olmayan diğer dinlerde de etkilenme neticesinde gelecek bir kurtarıcı inancı yerleş-
miştir. İşte bu sebep nedeni ile bütün topluluklarda doğal olarak beklenen kurtarıcı inancının
mevcudiyetinden bahsedilmektedir. Bkz. Canan, İbrahim, Kütübü Sitte Muhtasarı Tercüme ve
Şerhi, Akçağ Yayınları, Ankara, 1992, c. 14, s. 282.
2 İslam’ın ilk yıllarında hilafet idaresi altında sürekli başarıdan başarıya koşulduğu için Hz.
Peygamberin ölümünden sonra toplumu kurtuluşa götürmekten kimin sorumlu olacağına
dair herhangi bir tartışma yoktu. Fakat bu dönem sona erip Hz. Osman’ın 656 da şehit edil-
mesi üzerine ortaya çıkan iç savaşla birlikte Müslümanlar kendisi ile gerçek İslami düzenin
kurulacağı ümmetin imamlığını üstlenecek vasıflı bir liderliğin gerekliliği tartışmalarını do-
ğuran ve henüz tam olarak uygulama sahası bulamayan adil düzen fikri ile karşı karşıya kal-
dılar. İmamet üzerine bu ilk dönem tartışmalarının çoğu ilk bakışta siyasi bir veçheye sahip-
ken daha sonra kurtuluşun dini çağrışımlarını da kapsamaya başladı. İç savaşları takip eden
yıllarda can alıcı bir problem olan İslami kurtuluş sorununa birbirine muhalif iki önemli Müs-
lüman mezhep tarafından iki önemli cevap verilmiş oldu. Şüphesiz bu cevaplar daha sonraki
tarihlerde Sünnilik ve Şiilik biçiminde mezhebi tezahür olarak karşımıza çıkan cevaplar ola-
caktır. Bkz. Sachedina, Abdulaziz, İslamic Messianism: The İdea of The Mahdi in Twelver Shiism,
Newyork, 1981, s.4
3 Bu konuda İbrahim Canan Kütüb-i Sitte muhtasarında Bediüzzamana atfen şu yoruma yer
vermektedir; ‚ İnsanlık yeis verici, kahredici, zalimane idareler, istilalar, sürgünler hengâme-
sinde bir ümide muhtaçtır. Bu her devir insanının tabi bir ihtiyacıdır. O sayede kötü şartlara
tahammül edebilir, sabredebilir ve mukavemet gösterebilir. Bu ümid insanlık için bir kısım
insanî duyguların canlı kalabilmesi için gereklidir.‛ Bu yorumdan da anlaşılacağı gibi Mu-
hammed (s.a.v) ümmetine de mehdi müjdelenmiştir. Yani ümmetin fesada uğradığı, dinin
arzu ettiği adalet, mal, can, ırz emniyeti, hürriyet gibi ideal şartların kaybolduğu; zulmün,
haksızlık ve adaletsizliğin, dinsizlik ve sefahetin, istibdad ve istilanın hâkim olduğu şartlarda,
470 • Muhammed Ali Yıldız
insanlığın kurtarıcısı manasında‛ mehdi unvanı, ilk olarak, Hz. Osman dö-
neminde Müslüman olan ve aşırı düşünceleriyle tanınan Abdullah b. Sebe ta-
rafından kullanıldı. İslam tarihindeki ilk iç savaş olan Hz. Ali ile Hz. Ayşe ta-
raftarları arasındaki Cemel Savaşı’nda (656) barış yapılmasına da engel olan
ve uydurduğu hadislerle meşhur Abdullah b. Sebe; Hz. Ali’nin katlinin ar-
dından onun ölmediğini ve Kıyamet’ten önce gelerek dünyada adaleti sağla-
yacağını iddia ediyordu.4 İslam tarihinde mesiyanik, mehdici görüşlerin esas
olarak Müslümanlar arasında yaygınlık kazanması Hz. Hüseyin’in 680 yılın-
da Kerbela’da Emeviler tarafından hunharca şehit edilmesinin ardından oldu.
Hz. Peygamber’in torunu Hz. Hüseyin’in, iktidarı gasp eden Emeviler tara-
fından şehit edilmesinin yarattığı ve etkilerini günümüze kadar sürdüren bu
büyük travma, mehdi inancının önce Şia sonra da Ehl-i Sünnet’de daha da
çok yaygınlaşmasında büyük rol oynadı.5 Hz. Hüseyin’in şehit edilmesinin
ardından onun intikamını almak için ayaklanan Muhtar es-Sekafi ve yakın
adamı Keysan, Hz. Ali soyundan gelen Muhammed b. Hanefiyye’nin ölmedi-
ğini ve Kıyametten önce ‚Mehdi‛ olarak geleceğini ve dünyayı adaletle dol-
duracağını iddia ederek bunu inanç (Keysâniye) haline getirdiler.6
bunun devam etmeyeceği, bu şartların zaman içinde, bir mehdinin zuhuru şeklinde tecelli
edecek bir ilahi rahmetle sona ereceği müjdelenmektedir. Bkz. Canan, a.g.e, s. 282.
4 Utku, Nihal Şahin, Beklenen Kurtarıcı İnancının Siyasi-Dini İdeoloji Olarak Ortaya Çıkışı, Beklenen
Kurtarıcı İnancı Çalıştayı, Kuramer, İstanbul, 2017, ss. 65-66. Tomar, Cengiz, İslam Dünyasında
Kurtarıcılık: Mesihlik ve Mehdilik, ww.aljazeera.com.tr (İnternet Web Sitesi)
5 Çınar, Mahmut, ‚Osmanlı Halklarının Mehdîlik Algısı Ve Müslüman Tebaa Tarafından Bu Alanda
Yazılan Eserler Bağlamında Kurtarıcı Beklentisinin Sosyo-Politik Bağlantıları‛, Kelâm Araştırmaları
Dergisi Cilt: 14, Sayı: 1, 2016, s. 217. ; Utku, a.g.t, s.69.
6 Hakyemez, Cemil, Şia’da Beklenen Kurtarıcı İnancı ve Günümüzdeki Yansımaları, Beklenen Kurta-
rıcı İnancı Çalıştayı, Kuramer, İstanbul, 2017, s. 91.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 471
gelen dönemdir.7 Tasavvuf, İslâm’ın kalbî hayatı, özü ve rûhânî yönüdür.8 Ta-
savvufun telkin ettiği züht ve takva hayatı asrısaadet döneminde zaten ya-
şanmakta iken ilerleyen zamanlarda insanların dünyaya dalıp gaflete düşmesi
sonucu Allah dostlarının gösterdiği üstün manevî çabalar, onları zamanla
manevî rehberler haline getirmiştir. Manevî rehberler haline gelen Allah dost-
larının insanları rûhî olgunluğa eriştirecek nefsi arındırma ve terbiye usulleri
sistemleştirilerek zaman içinde manevî disiplinler ortaya çıkmıştır.9 Nasıl ki
fıkhi mesellerde ortaya çıkan yeni durumlara çözüm üreten fıkıh âlimlerinin
görüşleri sistemleştirilerek ilgili fıkıh âliminin ismine nispetle Hanefîlik,
Şâfîlik gibi mezhepler zamanla oluşmuşsa, aynı şekilde Mevlevîlik, Nakşi-
bendîlik ve Kâdirilik gibi tasavvufî disiplinler de meydana gelmiştir.10 Tasav-
vuf kurumu işte bu ihtiyaca binaen oluşmuş ve asırlardır İslam ümmetinin bu
ihtiyaçlarına cevaplar vermeye gayret ederek kolaylaştırıcı ve destekleyici bir
rol icra etmeye devam etmiştir.
7 Yılmaz, Hasan Kamil, Ana hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2012, s.81.
8 Topbaş, Osman Nûrî, İmandan İhsana Tasavvuf, Erkam Yayınları, İstanbul, 2009, s.7.
9 Ortaya çıkan bu disiplinler İslam’ın manevî açıdan inanan Müslümanlarda içselleştirilmesi
açısından önemli görevler ifa etmişlerdir. Zira tasavvuf İslam’ın özüne tabiri caizse kılcal da-
marlarına kadar müntesiplerini ulaştırmayı, duygu durumsal açıdan onun şeriat dairesi için-
de kapasitesi ölçüsünde inebileceği kadar şeriatın derinliklerine inmesini hedeflemektedir.
Meşhur Cibril hadisinde geçen ihsan derecesinde kul oma kıvamına müntesiplerini taşımayı
hedefleyen tasavvuf kurumu dinin şekli ve kabuğundan kişiyi dinin özü ve aslına taşımak
suretiyle onun imanını taklidi imandan hakiki imana ulaştırmaya çalışmaktadır.
10 Topbaş, a.g.e, s.22.
11 Her ne kadar doğrudan mehdi ile ilgili sahihayn olarak isimlendirilen iki sahih hadis kitabı
olan İmam Buhari’nin ve İmam Müslim’in eserlerinde mehdi ifadesi geçmiyor olsa da dolaylı
olarak bu eserlerde mehdiden bahsedilmektedir. Müslim’de ise Cabir bin Abdullah’tan riva-
yet edilen bir hadiste ‚Meryem oğlu İsa iner, Müslümanların emiri ona ‘gel bize namaz kıldır’
der ancak İsa: ‘Siz birbirinizin yöneticisisiniz’ diyerek kabul etmez. Bu Allah’ın bu ümmete ik-
ramıdır. ( Müslim, İman, 247) Buhari’de Ebu Hureyre’den rivayet edilen bir hadiste ‚İçiniz-
den biri imamınız iken Meryem oğlu İsa indiğinde nasıl da mutlu olursunuz? (Buhari, Enbi-
ya, 49)
12 Müslim, İman,247.
472 • Muhammed Ali Yıldız
‚ Dünyanın bir günlük ömrü bile kalmış olsa Allah o günü uzatıp ben-
den bir kimseyi o günde gönderecek.‛ Başka bir rivayette İbni Mesut ‘Rasu-
lullah yahutta bu hususta şöyle buyurmuştur der.’ ‚< Ehli Beytimden birini
ki bu zatın ismi benim ismime uyar, babasının ismi de babamın ismine uyar.
Bu zat yeryüzünü eskiden cevr ve zulümle dolu olmasının aksine adalet ve
hakkaniyetle doldurur.‛13
‚Mehdi benim zürriyetimden, kızım Fatıma’nın evlatlarındandır.‛14
Bu üç hadis rivayetinden de açıkça görülmekte olduğu gibi, Peygamber
Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) nin soyundan kıyametin kopmasına çok
yakın bir zamanda adı kendi adında babasının adı da peygamber efendimizin
babasının adında bir kurtarıcı mehdi gelecektir. Bu kurtarıcı mehdi zulmü ve
adaletsizliği ortadan kaldırıp, insanlığı huzur ve adalet ile yeniden tanıştıra-
caktır. Bu rivayetlerin muteber hadis kaynakları içinde bulunması bu inancın
ehlisünnet vel cemaat anlayışında bu inanışın yer aldığını açık bir şekilde biz-
lere göstermektedir.15 Bu hadisler dışında başka hadis kaynaklarında da
muhtelif ve detaylı rivayetlere rastlanmaktadır.16
Her ne kadar sünni inanç sistemi içinde mehdi inancı var olsa da şia aki-
desinde olduğu gibi iman esaslarının olmazsa olmazı olarak ‘mehdi-i munta-
zar’ yani adı üzerinde katı bir ‘beklenen kurtarıcı’ inancı bulunmamaktadır.17
Sünni inancı ile şia inancı arasında mehdilik ile ilgili temel fark ta kanaatimiz-
ce buradadır. Şiiler beklenen bir kurtarıcı umudu ile yanıp tutuşurken, sünni-
ler muteber hadis kaynaklarındaki rivayetler gereğince müjdelenmiş ve ahir
zamanda geleceğine inanılan bir mehdi inancına sahiptirler.18 Ayrıca bu mese-
le Sünnilikte şiada olduğu gibi iman esaslarından bir esas değildir.19
Mehdilik hususunda mutasavvıfların düşünce dünyasının temellerini de
bu konudaki hadis rivayetlerinin şekillendirdiği görülmektedir. Mutasavvıf-
lar bu husustaki hadis rivayetlerinin tenkidi konusuna hiç girmeden var olan
bu hadis rivayetlerini tasavvufî bakış açısından yorumlama çabası içine gir-
mişlerdir.
Mehdi ile ilgili hadis rivayetlerinin sembolik anlamlar ve remizler ihtiva
etmesi mutasavvıfları ve özellikle İbn-i Arabi’yi bu konuda söz söyleme nok-
tasında oldukça teşvik edici olmuştur. İbn-i Arabi, Mehdi’yi bu bağlamda
vahdet-i vücut düşüncesi içinde anlamlandırmaya çalışmış, ayrıca mehdinin
sosyal işlevi yanında Muhammedî hakikatleri kendisinde barındıran ve ahir
zamanda onun bu hakikatlerinin temsilcisi görevini icra edeceğini savunmuş-
tur. Bu sebeple İbn-i Arabi’ye göre Mehdi’nin adı Peygamberimizin adıyla
aynı olacak ve bu sebeple mehdi ehlibeyt soyundan olacaktır.20 Bu konuda di-
ğer mutasavvıfların İbn-i Arabî’nin görüşleri doğrultusunda mehdi anlayışını
daha da geliştirip zenginleştirdikleri görülmektedir. Sadrettin Konevî’ye göre
ahir zamanda gelecek olan mehdinin hilafeti vasıtasız hilafettir. Mesela Hz.
Musa’nın kardeşi olan Hz. Harun’un hilafeti ile Hz. Ebubekir’in hilafeti vası-
talıdır. Bu yönü ile mehdinin hilafeti onun hükmünün genelliğine ve Allah ile
olan irtibatının vasıtasız lığına açık bir göstergedir. 21 Ayrıca Konevî düşünce-
sinde mehdi peygamber efendimizden 600 yıl sonra zuhur edecektir.22 Mev-
18 Bu konuda daha geniş değerlendirme için bkz. Hakyemez, a.g.t, ss. 89-112. ; Mehdi insanları
hidayete çağıran ‚el-hâdi‛ anlamında değil bilakis kendisi hidayet üzerinde olan kişi anlamı-
na gelmektedir. Bu sebeple mehdi yeni bir din ve şeriat getiren kişi anlamında değildir. Önce-
ki din ve kültürlerde ya da şiada yer alan ‚beklenen kurtarıcı‛ inancı ile sahih hadislerde söz
edilen mehdi arasında bir benzerlik yoktur. Bkz. Şahyar, Ayşe Esra, Sahih Hadisler Çerçevesinde
Mehdî Kavramı, Beklenen Kurtarıcı Çalıştayı, Kuramer, İstanbul, 2017, 443.
19 Mehdiyetin akaid eserlerine bir mesele olarak girmemiş olması, müteahir dönemde girse bile
konunun kısa ifadelerle ve icmali şekilde geçiştirilmesi, sünni ulemanın bu anlayışı kabul et-
memesinden değil, konunun taşıdığı hassasiyetten kaynaklanmaktadır. Zira siyasal iktidarla-
ra karşı başlatılan yıkıcı mahiyetteki silahlı ayaklanmalara sık sık mehdiyyet iddiaları eşlik
etmiştir. Yahut bu konu kötü niyetli insanlar elinde daha başka istismarlara zemin teşkil et-
miştir. Sünni kaynakların konu hakkındaki umumi sessizliğinin muhtemel nedeni bu endişe-
ler olmalıdır. Bkz. Büyükkara, Mehmet Ali, ‚Mehdilik Meseleleri Hakkında Mütalalarım‛, Bekle-
nen Kurtarıcı Çalıştayı, Kuramer, İstanbul, 2017, s. 431.
20 Öztürk, Özkan, Tasavvuf Kültüründe Beklenen Kurtarıcı İnancı, Beklenen Kurtarıcı İnancı Çalıştayı,
Kuramer, İstanbul, 2017, s. 224.
21 Konevi, Sadrettin, Fususül Hikem’in Sırları, Çeviren: Ekrem Demirli, İstanbul, İz Yayıncılık,
2009, ss. 138-139.
22 Konevî’nin vermiş olduğu tarih onun kendi içinde yaşadığı yıllara tekabül etmektedir. Moğol
istilasının hâkim olduğu o zamanlar düşünüldüğünde kıyamet alametleri olarak ortaya çıkan
474 • Muhammed Ali Yıldız
lana’ya göre mehdi, her zamanda bulunan fakat ahir zamanla birlikte son ola-
cak olan zamanın imamı yani ahir zamanın kutbu olacaktır. Ahir zamanın
kutbu olan mehdi zuhur ettiğinde Deccal yok olacak ve âlemde düzen yeni-
den tesis edilmiş olacaktır.23
birçok hadisenin vuku bulduğu düşüncesinde olduğu değerlendirmesine içine girmiş olduğu
düşünülebilir. Nitekim vasiyetnamesinde öğrencilerine mehdiye yetiştikleri takdirde kendi
selamını ona iletmelerini istemiştir. Bu konuda bkz. Konevî, Sadreddin, Fatiha Suresi Tefsiri,
Çeviren Ekrem Demirli, İstanbul: İz Yayıncılık, 2009, ss. 437-438. Ayrıca Bkz. Öztürk, a.g.t, s.
249.
23 Bkz. Gölpınarlı, Abdulbaki, Mevlana Celalettin Mektupları, İstanbul, 1963, s. 271.
24 Bu hususta İbnü’l Arabi’nin önemli bir referans olması, tasavvuf kültürünün temelini oluştu-
ran vahdet-i vücut sisteminin İbnü’l Arabî tarafından geliştirilmiş olması ve bu fikriyat çerçe-
vesinde oluşmuş olan tüm değerlendirmelerin özellikle Osmanlı sufileri için bir uğrak noktası
olmasındandır. Bu duruma en açık örnek Sadrettin Konevî örneğidir. Mehdilik ile ilgili kale-
me aldığı risale incelendiğinde görülecektir ki İbnü’l Arabî’nin Fütühatındaki Mehdilik bö-
lümü ile neredeyse aynı gibidir. Ayrıca önemli Osmanlı mutasavvıflarından biri olan İsmail
Hakkı Bursevî de eserinde İbnü’l Arabî’nin Fütühat’ına uzun uzun referanslar yaptığı görül-
mektedir. Bu konuda bkz. Muhyiddin İbnül Arabi, Futuhat-ı Mekkiyye, Çeviren Ekrem Demir-
li, Litera Yayıncılık, İstanbul, c. 13, ss. 64-97. ; Konevî Sadrettin, Risâletü’l Mehdî, İ. B. B. Atatürk
Kitaplığı, Yazma eser, numara:1877. ; Bursevî, Kitâbü’l Hitap, İstanbul: Matbaa-i Kürsiyü’l-
Hakaniyye, 1256.
25 Görüldüğü gibi İbni Arabi hadislerde geçen ‘mehdi benim soyumdan ve ehli beytimden ola-
caktır’ ifadesini bu şekilde sembolik bir anlamlandırma ile zenginleştirerek meseleye tasavvu-
fi bir kazandırmıştır. Bu konuda ayrıca bkz. Öztürk, a.g.t, s. 227.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 475
zulmü ve zulmeden zalimleri yok eder. Mehdi İslam’a ruhunu yeniden üfler.
Zilletten sonra İslam’ı yeniden izzete kavuşturur. Öldükten sonra İslam’ı ye-
niden diriltir. Mehdi zamanında insan cahil, korkak ve cimri olarak akşamlar.
Âlim, cesur ve cömert olarak sabahlar. Mehdi geldiğinde cizyeyi kaldıracak-
tır. (Hristiyanlık ve Yahudiliği bitirecektir) Mehdi insanları Allah’a güç kulla-
narak çağıracaktır. Onunla mücadele eden rezil ve rüsva olacaktır. Mehdi
zamanında yaptığı her iş, o zamanda Peygamber yaşasa onun da yapacağı
aynı işler olacaktır. Mehdi geldiğinde tüm mezhepleri ortadan kaldırır tek ve
halis din dışında ortada başka bir mezhep ve din kalmaz. Mehdinin düşman-
ları bu mezhep ve hiziplerin mukallit takipçileri olmalarına rağmen mehdinin
gücünden korktukları için kerhen de olsa ona tabi olurlar. Mehdinin can
düşmanlarından biri de okumuş din âlimleridir. Mehdi bu şahıslara herhangi
bir iş bırakmayacağından bunlar hüküm konusunda işsiz kalacaklardır. Şayet
mehdinin gücü olmasa onun katli için fetva bile verirler. Kalplerindekinin ak-
sine mehdiye tabi imiş gibi görünürler. Mehdinin ortaya çıkışı insanların
avam takımını havas takımından daha çok sevindirir. Mehdi’nin ortaya çıkı-
şından en çok mesut olan halk küfe halkı olacaktır. Mehdi peygamberden
sonraki dördüncü asırda zuhur edecektir. İlk üç asır peygamber asrı (yani sa-
habeler dönemi), tabiin dönemi ve tebe-i tabiin dönemidir. Bu üç asırdan son-
ra gelen dördüncü asırda ortaya çıkacaktır. Fakat bu ilk üç asır ile dördüncü
asırlar arasında birçok ara devir ve fasılalar bulunacaktır. Yani ilk üç asır ile
mehdinin zuhur edeceği dördüncü asır peş peşe gelen asırlar değildir. Bu ilk
üç asır ile mehdinin zuhur edeceği özel asır olan dördüncü asır arasında çok
olaylar vuku bulacak, çok kanlar dökülecek, fesat yeryüzünü doldurmuş ola-
cak, adalet namına yeryüzünde hiçbir şey kalmamış olacaktır. Mehdi kuşların
ve tüm hayvanların dilini bilecek, adaleti insanların ve cinlerin hepsine sira-
yet edecektir. Mehdinin hakikat ehlinden müşahede ve keşif ehli ona yardım
eden ve davasını ikame eden vezirleri olacaktır. Bu yardımcı vezirler26 dokuz
kişilerdir. Bunlar Arap olmayan acem kişilerdir fakat Arapça konuşurlar.
Mehdi tüm işlerini bu vezirleri ile yapacağı istişare neticesinde karara bağla-
yacaktır. Mehdinin vezirleri dokuz özelliğe sahip kişilerdir. Bu özellikler şun-
lardır; Etkili, keskin ve öteleri görebilen bir basiret, aktarımda ilahi hakikati
bilmek, Allah’tan gelen ilahi hakikatleri tercümeyi bilmek, yönetici ve emirle-
rin makam ve derecelerini hakkıyla tayin edebilmek, gazap içinde rahmet sa-
hibi olmak, mahlûkatın ihtiyaç duyduğu bütün rızıkların ilmini bilmek, işle-
rin içindeki iç içe giren tüm meselelerin hakikatini bilmek, insanların ihtiyacı-
nı görme konusunda gayretle çabalamak, iş ile ilgili (İmamet süresince)
26 Mehdi’nin vezirlerinin Ashab-ı Kehf olacağını savunan bazı mutasavvıfların aksine İbni Arabi
keşf ile bu bilginin yanlış olduğunu öğrendiğini Mehdi’nin vezirlerinin Ashab-ı Kehf taifesi
olmayacağını ifade etmektedir. Bkz. İbni Arabi, Fütuhat-ı Mekkiyye, c.VI, s. 54; Mehdi’nin ve-
zirlerinin Ashab-ı Kefh olacağı hakkındaki görüşler için bkz. İmam Rabbani, Mektubat-ı Rab-
banî, c. II, ss. 1162-1163. ; Ayrıca bu konuda daha detaylı bilgi için bkz. Öztürk, a.g.t, s. 232.
476 • Muhammed Ali Yıldız
kâinatta ihtiyaç duyulan tüm gaybi hususların bilgisine vakıf olmak.‛ 27 Özet-
lenen bu görüşlerinden sonra diyebiliriz ki; İbni Arabî’ye göre mehdi ilahi
destekli, ruhaniler adını verebileceğimiz vezirleri ile de desteklenen bir yöne-
tici olacaktır. Bir yönü ile Hz. Muhammed’den (s.av) sonra çatallaşan hilafet
ve velayet ikiliğini28 bünyesinde birleştiren bir şahsiyet olarak mehdi, İbni
Arabî’ye göre seçkin ve seçilmiş bir kişidir. İbni Arabi’nin düşünce dünyasın-
da Mehdinin Hatmü’l Evliya29 silsilesi içinde son halka olduğu görülmektedir.
Hz. Hasan’ın soyundan gelecek olan Mehdi’nin vezirleri arasında, Hz. İsa’nın
olma ihtimali de İbni Arabî’ye göre çok yüksektir.30 İbni Arabî’ye göre mehdi
Hz. Peygamberden sonra velayet ve hilafet olarak çatallaşan iki yönü kendi
şahsında birleştiren bir kişi olacaktır. 31 Hz. Peygamberden sonra marifet, ve-
layet şeklinde devam edecektir. Bu velayet ise son veli yani Hatemü’l-Evliya
olan mehdi ile sona erer. Velayetin hatminden sonra Muhammedî kapsayıcı
velayete mazhar olacak başka bir veli gelmez. Sadece başka nebilerin velaye-
tinin izinde Hz. Muhammed’e tabi velîler gelebilir.32
27 Özet halinde vermeye çalıştığımız Muhyiddin İbni Arabî’nin mehdilik ile ilgili bu görüşleri
kendine ait Fütuhâtü’l Mekkiyye adlı eserinin 366. bölümünde geniş bir şekilde anlatılmakta-
dır. Ayrıca Şerif, Seyyid Muhammed bin Rasul el Hüseyin el Berzencî’nin El İşâatü li- Eşrâti’s
Saati adlı Kahire’de basılan ve Seyfullah Kılınç tarafından dilimize tercüme edilen eserin bir
bölümü özel olarak İbni Arabî’nin Futuhatü’l Mekkiyye adlı eserinin mehdilik ile ilgili bu bö-
lümünün tetkikine ayrılmıştır. Bu maddeleri bu iki eserden çıkarmış olduğumuzu burada
ifade etmek isteriz. Bu hususta bkz. Muhyiddin İbnül Arabi, Futuhat-ı Mekkiyye, Çeviren Ek-
rem Demirli, Litera Yayıncılık, İstanbul, c. 13, ss. 64-97; Şerif, Seyyid Muhammed bin Rasul el
Hüseyin el Berzencî, El İşâatü li- Eşrâti’s Saati (Mehdi –as- bölümü), Çeviren Seyfullah Kılınç,
Özlenen Rehber Yayıncılık, Ankara, Trs, ss.110-114
28 Hilafet peygamberlerden sonra zahiri ve batini hilafet diye ikiye ayrılmıştır. Bu ayrım sebebi
ile hilafet mertebesinde Allah’ın zâhir isminin tecellisi olarak ‘imam/sultan’ ve Allah’ın batın
isminin tecellisi olarak ta ‘kutup-veli’ ortaya çıkmıştır. Bkz. Öztürk, a.g.t, s. 236.
29 Bu konu ilk olarak Hâkim Tirmizi (ö. 320/932) tarafından tartışılmış bir konudur. Ona göre in-
sanlar genel ve özel olmak üzere iki tür velayete sahip olabilirler. Birinci tür velayete her insan
sahip olabilir fakat ikinci tür velayete sadece Allah’ın hukukuna katı bir şekilde riayet eden,
dinin emir ve yasaklarına kusursuzca uyan, nefis murakabesi ve terbiyesinden geçen (yani
seyr u sülukunu tamamlayan) veliler sahip olabilir. Allah’ın lütfü ile veliliğin en yüksek mer-
tebesine ulaşan bu veliler ister istemez iyilik yapar hale geldiklerinden hata yapmaktan da ko-
runurlar. Bu veliler Allah’ın kendileri ile konuşması veya kulaklarına fısıldaması yoluyla
O’ndan ilham alırlar. Hayrın ve faziletin canlı timsalleri olan ve kendilerini hayra adayan veli-
ler Allah’ın gözetim ve inayetine mazhar olurlar. Velisiz bir zaman yoktur. Veli semadaki ila-
hi kemalin yeryüzüne yansımasıdır. Nasıl ki Hz. Muhammed (s.a.v) son peygamberlik ma-
kamına gelmişse (Hatemü’l-Enbiya), son veli makamına da bu makama layık bir veli gelecek-
tir (Hatemü’l-Evliya). Bkz. Hâkim Tirmizî, Kitâbü Hatmi’l Evliya, Thk. Osman Ali Yahya, Bey-
rut, 1965, ss. 336-354. ; Ayrıca bkz. Kutlu, Sönmez, ‘Beklenen Kurtarıcı İnanışına Dayalı Siyasi ve
Dini Hareketlerde Mehdilik Tipolojileri’, Beklenen Kurtarıcı Çalıştayı, İstanbul, 2017, ss. 323-324.
30 Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Coşkun, a.g.e, s. 306.
31 Bkz. Öztürk, a.g.t, s. 259.
32 Demirli, Ekrem, İslam Metafiziğinde Tanrı ve İnsan: İbnü’l arabî ve Vahdet-i Vücud Geleneği, Ka-
balcı Yayınevi, İstanbul, 2009, ss. 45-60.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 477
Kutb-ı âlem bu hiyerarşinin en zirve noktasıdır. Daha sonra sırası ile üçler38,
yediler39, kırklar40, üçyüzler ve binler gelmektedir.41 Akşemseddin bu silsileye
dahil olan velileri, tertip üzere olan veliler olarak isimlendirmektedir.42
Akşemseddin’e göre tertip ehli olan veliler arasındaki işleyiş şu şekildedir;
Üçler: Üçlerden birisi; kutb-ı âlemdir. Diğer ikisi ise halifelerdir. Bu iki
halifeden birisi ise mürid-i makbûl olandır ki; Kutb-ı âlemden sonra kutb olur
ve tahta geçer. Kutb-ı âlem onsekizbin âleme hükmeder. Tertip üzere olan
velîlerin bir diğeri ise yedilerdir. Yediler, Kutb-ı âlemin himayesinde olan ve
âlemde tasarruf eden velîlerdir. Yedilerden birisi kutb’a halife olur. Tertip
üzere olan velîlerin bir diğeri ise kırklardır. Kırklar da tasarruf sahibi
velîlerdir. Yedilerden birisi görevini tamamlasa kırklardan bir velî o velînin
yerine geçer. Tertip üzere olan velîlerin bir diğeri ise üçyüzlerdir. Bir vakit
gelip de kırklardan birisi görevini tamamlarsa üçyüzlerden bir velî, o velînin
yerine geçer. Tertip üzere olan velîlerden bir diğeri de binlerdir. Üç yüzlerden
bir velî vakti gelip te görevini tamamladığında binlerden bir velî, o velînin
yerine geçer. Binlerden bir velî de vakti gelip görevini tamamladığında, Bu
tasarrif-ı zâhiri; zahirde tasarruf iden padişahlardur, tasarruf iderler. Ve sahib-i tasarruf-ı bâtınî yedi
velîydür kim; bâtında tasarrif iderler. Anlara «Yediler» dirler; Yedi iklime, hükmederler ve yedi
Kevakib dahi bu yedi velînün hükmündedürler. Hergün gelüb, hizmetlinde yüz sürür ve mülâzemet
iderler. Ol velîler, bu yedi kevakibe hükmiderler. Her nice ilim sâdır olursa ki; Levh üzerinde nakşolur.
Kutb-ı Âlem nazar ider, görür, bu yedi sahib-i tasarrufa bildürür. Ol gün, ol saat Hakk'dan herne
kim emroldiyse, ol sahib-i tasarruflar bu yedi kevâkibe hükmiderler. Hakkun emrini yerine getirürler.
Âlemi nizam üzerine dutarlar. Hiç Tanrı emrinden gayri, cüziyyeden, külliyeden bir ilimle meşgul
olmazlar. Bir çöpü, bir çöp üzerine komazlar. Daimen Kutb-ı Âleme nazar iderler. Kutb-ı Âlem Resul
Hazretunun (s.) mübarek ruhuna nazar iderler. Ol ruh'dan Zat’a nazar ider. Zîra kim Resul
Hazretinün ruhu, Zât’a âyine düşmüşdür. Andan gayri nesneden müşahede olunmaz. Her ilim ki;
Levh üzerinde nakş olur, Resûl Hazretinün (s.) mübarek ruhundan feyz olur, gelür âlemde sürülür ve
dahi bu sahib-i tasarruf olan velîler, gâh-ü gâh makam-ı fenâ'ya varurlar, anda Resul Hazretunun (s.)
ruhundan zata nazar iderler, derhal yine gelürler, tasarruflarına yetişürler vesselam.‛ Akşemseddin,
a.g.e, Vrk. 182b.
38 Evliya hiyerarşisinin tepelerinde yer alan üçler, ricâl-i gaybden üç büyük velidir. Bunlar, Al-
lah’a, darda kalan kulları için yardım etmesi duasında bulunurlar. Ancak bu dua hali, ihsan
mertebesinde ve süreklidir. Allah bunların dualarını kabul ile ihtiyaç durumunda olan, garip-
lerin, yoksulların, yolda ve darda kalmışların sıkıntılarını giderirler. Bu olaylarda sıkıntıları
gideren Allah’tır, üçler değildir. Üçler sadece, gözyaşıyla ve samimiyetle sıkıntıların gideril-
mesi için sürekli dua halinde bulunan ve Allah’a manen yakın olan kişilerdir. Üçler bir kutup
ve iki imamdan oluşur. Kutbun sağındaki imamın Allah indindeki ismi Abdürrab, solundaki
ise Abdülmeliktir. Kutub’un adı ise Abdullah olup, kutbu’l-aktab ve gavs-i a’zam’dır. Kutup
vefat edince yerine solundaki Abdülmelik geçer. Cebecioğlu, a.g.e, ss.733-734.
39 Veliler hiyerarşisinde yer alan yedi büyük veli olan yediler, Hz. İbrahim’in kalbi yani ruh ya-
pısı üzere şekillenmiş olup, insanlara rıfk ve hilm ile muamelede bulunurlar. Bunlara Ricâl-i
ûlâ veya Ricâl-i Meâric-i ûlâ da denir. Cebecioğlu, a.g.e, s. 770.
40 Hiyerarşik veliler zümresinde kırklar, dünyanın hükümranlığına iştirak eden tasarruf sahibi
kırk evliyadır. Cebecioğlu, a.g.e, s. 450.
41 Akşemseddin, Makâmât-ı Evliya, Süleymaniye Kütüphanesi, Reşit Efendi Kitaplığı, No:345,
trs, Vrk. 190a 190b-191a.
42 Aynı yer.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 479
sefer bu âlem halkının bir kabiliyetlisi o velînin yerine geçirilir.43 Bu işleyiş her
zaman bu şekilde kıyamete kadar gider.
Evliyalar hiyararşisisnin en tepesinde, Allah (cc)’nın zatı ve Ruhu
Muhammediye olarak isimlendirilen Zatullah’a filtre görevini ifa eden
hakikati Muhammediyye’den hemen sonra Kutbu’l Aktab da denilen kutup
bulunmaktadır. Bu hususta ünlü Osmanlı mutasavvıflarından biri olan İsmail
Hakkı Bursevî’nin görüşü şu şekildedir. Bütün varlıklar nurunu Hz.
Peygamberin nurundan almışlardır. Kur’an’da Ona bu sebeple ‚Sirac-ı
Münir‛ dendiği gibi bir hadiste de O kendisini ‚Ve cealenî nuran‛ diye
tanıtmıştır. Bursevî’ye göre Hz. Peygamberin biri nübüvvet ve diğeri de
velayet nuru olmak üzere iki hakiki nuru vardır. Öldükten sonra birinci
nurun zahire taalluk eden mertebesi şeriatı mutahharada kalmıştır. Bu
anlamda o halen ümmet-i merhumesi arasında yaşamaktadır. Bu sebeple
başka nebi gelmeyecektir. Çünkü o diri ve şeriatı bâki olandır. Bâtına taalluk
eden mertebesi ise Hakikat-i Muhammediyye iledir. Velayet nuru Nübüvvet
nurunun batınıdır ve Kutbü’l Aktâb (k.s) hazretleri ile deveran eder. Gerçi
kutuptan başka evliyada da bu nur bulunur, fakat hepsinin nurları bu asli
nurdan istifade ederler. Zira kutup feyiz vasıtasıdır.44 Mutasavvıfların
ifadelerinden de ortaya çıktığı üzere tasavvuf geleneğinin en meşhur kavramı
olan kutup kavramı ile mehdi kavramı iç içe geçmiş durumdadır. Zira
misyonu icabı mehdi tasvir edilen özellikleri doğrultusunda ahir zamanın
kutbu’l aktabı misyonu ile görev icra edecek ve evliyalar zincirinin son
halkası olarak hatemü’l evliya kimliği ile bu silsile içinde zincirin son halkası
niteliğinde yerini alacaktır.
SONUÇ ve DEĞERLENDİRME
1) Ahir zamanda yani dünyada fitne ve fesadın ayyuka çıktığı zamanda
mehdinin geleceği bilgisi, tarihi değerlendirmeler neticesinde ortaya çıkmış
İslam âlimlerinin veya sosyologların tahminleri ya da çıkarımları neticesi ile
ilgili bir bilgi değildir. Hz. Muhammed’in (sav) ahir zamanda mehdinin zu-
hur edeceği ile ilgili sahih ve sarih rivayetleri mevcuttur. Sabah namazının
sünneti ve erkeklerin sakal bırakması gibi sahih rivayetler ne ise ahir zaman-
da mehdinin ortaya çıkacağı bilgisi de buna benzer bir bilgidir.
2) Mehdi ehli beytten yani Hz. Muhammed’in (sav) şerefli soyundan ge-
lecek bir kimse olacaktır. Mehdi deccal ve yandaşları ile mücadele edecek,
Müslümanları bir çatı altında toplayacak, insanlığı hidayetle buluşturacak ve
ahir zamanda dünyaya huzur ve mutluluk getirecektir. Neredeyse tüm ilahi
kaynaklı dinlerde yer alan bu düşüncenin İsrailli kaynaklı olduğunu, İslam
dininde yerinin olmadığını, bu düşüncenin İslam dinine yabancı kaynaklar-
dan nüfuz ettiğini iddia etmek yanlış bir yaklaşım olacaktır. Zira ilahi kaynak-
lı dinler başta olmak üzere tüm dinlerde mevcut olan bu olgunun Kur’an’da
adı geçen ve geçmeyen tüm uyarıcıların ortak mesajı ve dinlerin ortak mirası-
nı yansıtan bir beklentisi olarak okumak kanaatimizce daha doğru bir yakla-
şım olacaktır.
3) Mehdi insanları hidayete çağıran ‚el-hâdi‛ anlamında değil bilakis
kendisi hidayet üzerinde olan kişi anlamına gelmektedir. Bu sebeple mehdi
yeni bir din ve şeriat getiren kişi anlamına gelmemektedir. Önceki din ve kül-
türlerde ya da Şia’da yer alan ‚beklenen kurtarıcı‛ inancı ile sahih hadislerde
söz edilen mehdi arasında bir benzerlik yoktur. Yani irfanî geleneğin ve ehli-
sünnet inancının gereği olarak ahir zamanda kurtarıcı bir mehdinin geleceği
inancı ile ‚mehd-i muntazar‛ olarak ifade edilen mehdi arasındaki en büyük
fark birinin mehdiyi beklemesi, diğerinin ise mehdinin geleceğine inanması
meselesidir. Ehlisünnet akidesine ve bu akide çerçevesinde şekillenmiş irfanî
geleneğe göre mehdiyi beklemek diye bir düşünce yoktur. Ehlisünnet akidesi,
sahih hadisler ışığında ahir zamanda bir mehdinin geleceğine inanmaktadır.
Şia akidesinde ise adından da anlaşılacağı gibi ‚mehdi-i muntazar‛ yani bekle-
nen bir mehdi inancı söz konusudur. Bu yönüyle mehdi inancının Şia’dan
Sünniliğe geçtiği inancını savunmak çelişkili bir yaklaşım olarak önümüzde
durmaktadır.
4) Mehdilik inancının pasifleştirici bir inanç olduğunu iddia etmek tarihi
tecrübeler ışında geçersiz bir iddiadır. Zira İmaniyeye mensup Şii Müslüman-
lar çok yakın bir tarihte, ‚adalet devletini kuracak mehdî el-muntazar‛ beklentisi-
ne sahip olmalarına rağmen, mehdinin vazifesini âlimlere tevdi etmek sure-
tiyle İran’da bir devrim dahi gerçekleştirmişlerdir. Bu durum mehdiliğin pa-
sifleştirici bir inanç olduğu tezinin, Müslümanların tarihi tecrübesi göz önüne
alındığında tutarsızlığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
5) Tasavvuf geleneği Kur’an ve Sünnetten beslenen bir kültür olduğu
için mehdilik ile ilgili hadis rivayetlerine mutasavvıflar kayıtsız kalmamış ve
bu hususta başta İbnü’l Arabî olmak üzere birçok mutasavvıf mehdilik konu-
su ile ilgili derinlikli yorumlar yapmak sureti ile İslam kültürüne katkı sun-
muştur. Yer yer bazı platformlarda ortaya atılan mehdilik ile ilgili hadis riva-
yetlerinin mutasavvıflar tarafından kendi mehdiliklerini ilan etmek için ze-
min oluşturmak amacıyla uydurulduğu ve hadis külliyatı içine sokulduğu
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 481
iddiası ise tamamen yersiz ve asılsız bir iddiadır. Bu iddianın hiçbir ilmi da-
yanağı bulunmamaktadır.
6) İlk dönem mutasavvıfları olarak kabul edilen mutasavvıfların mehdi-
lik konusunda bir görüş beyan etmedikleri görülmektedir. Zira ilk dönem
mutasavvıfları olarak ta bildiğimiz asrısaadetten hicri II. asrın sonuna kadar
olan dönemde yaşamış mutasavvıfların mücahede, riyazet ve vecd halleri gibi
zühdî haller dışındaki konularla fazla ilgilenmedikleri görülmektedir. Yani ilk
dönem mutasavvıflarının mehdilik tasavvuru ile ilgili elde mevcut yeterli ma-
lumat bulunmamaktadır. Buna karşılık Hicri III. ve IV. yüzyıllar arasında ya-
şamış tasavvuf kültürünün sistemleştiği dönemdeki mutasavvıfların mehdilik
ile ilgili görüş ve düşünceleri detaylı ve ayrıntılı bir şekilde ele aldıklarına şa-
hit olunmaktadır. İlk dönem mutasavvıflarından farklı olarak üçüncü ve dör-
düncü yüzyıllarda yaşamış mutasavvıflar metafizik konularda daha çok uz-
manlaşmaya çalıştıkları ve mehdilik gibi gelecekle ilgili gaybî nitelikli haber-
leri ihtiva eden konuları daha çok değerlendirme çabası içine girdikleri gö-
rülmektedir.
7) Tasavvuf geleneğinin önde gelen mutasavvıfları mehdilik ile ilgili gö-
rüş ve düşüncelerinde konu ile ilgili var olan hadis rivayetlerinin yanında ta-
savvufî yöntem ve metotlar ile de (keşf vb.) mehdilik konusunu zenginleştir-
miş bazı tasavvufî kavram ve terimler (kutup vb.) vasıtası ile bu konuda daha
detaylı görüş ve düşünceler geliştirmişlerdir.
8) Mutasavvıfların ekseriyetinin görüşüne göre (Başta Muhyiddin İbnü’l
Arabî olmak üzere) hilafet son peygamber Hz. Muhammed’den (s.a.v) sonra
zâhirî ve batinî hilafet olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Bu ayrım sebebi ile hila-
fet mertebesinde zahiri yönün yansıması olan ‚imam-sultan‛, batın yönün
yansıması olan ‚kutup-veli‛ olmak üzere iki yönetici bulunur. Bu durum pey-
gamberlikten sonra ortaya çıkan çatallaşma durumudur. Mehdî de bu çatal-
laşma durumunun kendi şahsında birleştiği şahıs olarak ahir zamanda zuhur
edecektir.
9) Mehdilik vb. ümmetin üzerinde ittifak halinde olmadığı tartışmalı
meselelerin çalış tay gibi karşılıklı müzakereye açık platformlarda ele alınma-
sının daha yerinde olacağı kanaatindeyiz. Zira bu gibi ihtilaflı meseleler bir-
çok disiplinin müşterek çalışmaları ile üzerinde orta bir yolun bulunabileceği
meselelerdir. Sadece Mezhepler Tarihi gibi belli bir disiplinin mehdilik konu-
sunda veya bir başka disiplinin kendi alanına daha yakın gördüğü bir konuda
söz sahibi olduğunu iddia etmek doğru ve sağlıklı bir yaklaşım olmayacaktır.
KAYNAKÇA
BURSEVÎ, Kitâbü’l Hitap, İstanbul: Matbaa-i Kürsiyü’l- Hakaniyye, 1256.
BURSEVÎ, İsmail Hakkı, Şerhi Şuabi’l-İman, Sadeleştiren: İlhami Ulaş, Osmanlı Yayınları, İs-
tanbul, Tarihsiz.
BÜYÜKKARA, Mehmet Ali, ‚Mehdilik Meseleleri Hakkında Mütalalarım‛, Beklenen Kurtarıcı
Çalıştayı, Kuramer, İstanbul, 2017.
482 • Muhammed Ali Yıldız
CANAN, İbrahim, Kütübü Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, Ankara, 1992.
CEBECİOĞLU, Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Rehber Yayınları, Ankara,
1997.
COŞKUN, Ali, Mehdilik Fenomeni, İz Yayıncılık, İstanbul, 2004.
ÇINAR, Mahmut, ‚Osmanlı Halklarının Mehdîlik Algısı Ve Müslüman Tebaa Tarafından Bu
Alanda Yazılan Eserler Bağlamında Kurtarıcı Beklentisinin Sosyo-Politik Bağlantıları‛
Kelâm Araştırmaları Dergisi Cilt: 14, Sayı: 1, 2016.
DEMİRLİ, Ekrem, İslam Metafiziğinde Tanrı ve İnsan: İbnü’l arabî ve Vahdet-i Vücud Geleneği,
Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2009.
GÖLPINARLI, Abdulbaki, Mevlana Celalettin Mektupları, İstanbul, 1963.
HAKYEMEZ, Cemil, ‚Şia’da Beklenen Kurtarıcı İnancı ve Günümüzdeki Yansımaları‛, Beklenen
Kurtarıcı İnancı Çalıştayı, Kuramer, İstanbul, 2017.
HARMAN, Ömer Faruk, ‚Beklenen Kurtarıcı İnancının İslam Öncesi Dini Arka Planı‛, Beklenen
Kurtarıcı Çalıştayı, Kuramer, İstanbul, 2017.
İBNÜL ARABİ, Muhyiddin, Futuhat-ı Mekkiyye, Çeviren Ekrem Demirli, Litera Yayıncılık, İs-
tanbul, c. 13, ss. 64-97.
İLHAN, Avni, Mehdilik, Beyan Yayınları, İstanbul, 1993.
SACHEDİNA, Abdulaziz, İslamic Messianism: The İdea of The Mahdi in Twelver Shiism,
Newyork, 1981.
ŞERİF, Seyyid, Muhammed bin Rasul el Hüseyin el Berzencî, El İşâatü li- Eşrâti’s Saati (Mehdi
–as- bölümü), Çeviren Seyfullah Kılınç, Özlenen Rehber Yayıncılık, Ankara, Trs,
UTKU, Nihal Şahin, ‚Beklenen Kurtarıcı İnancının Siyasi-Dini İdeoloji Olarak Ortaya Çıkışı‛,
Beklenen Kurtarıcı İnancı Çalıştayı, Kuramer, İstanbul, 2017.
KOMİSYON, Dini Terimler Sözlüğü, MEB Yayınevi (Din Öğretimi Genel Müdürlüğü), Edi-
tör: Ahmet Nedim Serinsu, Ankara, 2009.
KONEVÎ, Sadrettin, Risâletü’l Mehdî, İ. B. B. Atatürk Kitaplığı, Yazma eser, numara:1877.
KONEVİ, Sadrettin, Fususül Hikem’in Sırları, Çeviren: Ekrem Demirli, İstanbul, İz Yayıncılık,
2009.
KONEVÎ, Sadreddin, Fatiha Suresi Tefsiri, Çeviren Ekrem Demirli, İstanbul: İz Yayıncılık,
2009.
KUTLU, Sönmez, ‘Beklenen Kurtarıcı İnanışına Dayalı Siyasi ve Dini Hareketlerde Mehdilik Tipo-
lojileri’, Beklenen Kurtarıcı Çalıştayı, İstanbul, 2017.
ÖĞKE, Ahmet, ‚Bir Tasavvuf Terimi olarak Ricâlü’l-Gayb / İbn Arabî’nin Görüşleri‛ Tasav-
vuf İlmi ve Araştırma Dergisi, Ankara, Sayı:5, ss. 161-201.
ÖZTÜRK, Özkan, ‚Tasavvuf Kültüründe Beklenen Kurtarıcı İnancı‛, Beklenen Kurtarıcı İnancı
Çalıştayı, Kuramer, İstanbul, 2017.
ŞAHYAR, Ayşe Esra, ‚Sahih Hadisler Çerçevesinde Mehdî Kavramı‛, Beklenen Kurtarıcı Çalış-
tayı, Kuramer, İstanbul, 2017.
TOPBAŞ, Osman Nûrî, İmandan İhsana Tasavvuf, Erkam Yayınları, İstanbul, 2009.
TOMAR, Cengiz, İslam Dünyasında Kurtarıcılık: Mesihlik ve Mehdilik, ww.aljazeera.com.tr (İn-
ternet Web Sitesi)
YILMAZ, Hasan Kamil, Ana hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2012.
İMAM ŞÂTIBÎ’NİN EL-MUVÂFAKÂT VE EL-İ’TİSÂM’INDA
MEHDÎLİK ANLAYIŞI
GİRİŞ
İmam Şâtıbî’nin yaşamış olduğu, ilmî ve kültürel birikimini kazandığı
Endülüs, bugünkü İspanya ve çevresini içine alan bir coğrafyadır.1 I. Abdur-
rahman h. 756’da Endülüs Emevî Devleti (h.756-1031 arası)’ni kurduğunu ilan
eder. Oğlu I. Hişam b. Abdurrahman (h. 788-796) Mâlikî Mezhebini devletin
resmi mezhebi olarak ilan eder. Bu tercihde İmâm Mâlik’in Abbâsî karşıtı tu-
tumunun da etkili olduğu belirtilir.2 Bir diğer görüşe göre ise Îsâ b. Dînâr (ö.
212/828), Yahyâ b. Yahyâ el-Leysî (ö. 234/849) ve Utbî (ö. 255/869) gibi ilim eh-
linin Medine’deki İmâm Mâlik’in ders halkasını tercih etmeleri sonunda
Mâlikîlik I. Hişâm döneminden itibaren Evzâîliğin yerini alarak Endülüs’ün
resmî mezhebi haline geldi. Bu dönemden itibaren fıkıh tahsilinde el-
Muvattâ’a özel önem verildi.3 Endülüs Emevî Devleti’nin yıkılışından sonra
ülke devletçiklere bölünmüş (m. 1031-1090) ardından Berberî Murâbıtlar
hâkimiyeti ele geçirmiştir (m. 1090-1147). Murâbıtlar da kurucusu sayılan
Abdullah b. Yasin’in Mâlikî fakîhi olması sebebiyle Mâlikî hukûkunu benim-
semiştir.4 Bu dönemde fakîhler, hukûk ve siyasette etkili oldukları gibi Mâlikî
mezhebini benimsemeyenler siyâsî ve ilmî alanda dikkate alınmaz. İbn
Hazm’ın ve Gazzâlî’nin kitaplarının yakılması da bu dönemdedir. Mehdîlik
iddiasıyla ortaya çıkan Muhammed b. Abdullah b. Tümert’in kurduğu Mu-
vahhidler devleti m. 1147-1229 arasında hâkimiyet sağlar ve Murabıtlar devle-
ti yıkılır. Muvahhidlerin dağılmasının ardından Gırnata’da (Granada) Beni
18 Şâtıbî, İbrahim b. Musa b. Muhammed eş-, el-Muvâfakât fî Usûli’ş-Şeri’a (tah. Ebû Ubey-
de), 1. Baskı, Dâru İbn Affan, Kâhire 1997/1417, I-IV, II, s. 206. (Şâtıbî, el-Muvâfakât,
İslâmi İlimler Metodolojisi (Çev. Mehmet Erdogan), İz Yayıncılık, İstanbul 1993; II, s. 3-4.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 487
kaldırma veya uzaklaştırma ile olur.19 Tamamlayıcı unsurların ihlali asıl un-
surun ihlaline yol açabilir ve bu noktadan hareketle Şâtıbî, dînin teklîfî emirle-
rine azimet ölçüsünde tutunma, yasaklardan güçleri nisbetinde sakınma esasından
bahseder.20
Şâtıbî’ye göre şerîatın asıl maksadı kullukta bulunulmasını temindir. Din
tekliftir. Mükellefiyettir. Şeriat külli ve genel olduğu için istisnasız her mümin
mükelleftir. Şâtıbî, velayet ve Mehdî algısına aynı nazarla bakarak kimsenin
teklifi ortadan kaldıracak, dinin temellerini bozacak uygulamalara girmesini
kabul etmez. İlim talibinin kulluk amacı dışındaki amaçları olması; onu bilgi-
sizce fetvâ verme ve sonunda insanları saptıracak duruma kadar getirebile-
cektir.21
Şerî ilmin amel etmek için olduğunu söyleyen, ilmin esas ve özünü teşkil
eden kısmının kat’î olan ya da kat’î bir esasa dayanan olduğunu belirten
Şâtıbî, bunların şerî maksatların korunması esâsına dayandığını, ilmin katî kıs-
mına ait üç özellikle diğer kısımlardan ayrıldığını söyler. Bu özellikler şun-
lardır: Genellik ve süreklilik, Sabitlik ve değişmezlik, Hâkim konumda olmak. Bu üç
vasfa sahip olan her ilim; esas ve özü teşkil eden kısımdandır.22 Şâtıbî’nin bu
kısımda görmediği, kesinlik taşımayan, kat’î bir esasa bağlı olsalar da yukarda say-
dığımız üç özellikten bir ya da daha fazlasını taşımayan konulardan oluşan kısım il-
min ikincil kısmıdır. İşte gerek eserlerinde eleştirdiği İbn Tümert ve Ubeydullah’ın
gerekse daha sonraki dönemlerde yaşayan Mehdîlik iddiasındakilerin ve bazı sufilerin
iddialarının dayanağı olarak gösterdiği deliller yukardaki üç özelliği taşımayan ikincil
kısma dahil şeylerdir. Şâtıbî’ye göre bunlardan bazıları şunlardır:
Akılla kavranılamayacak alanlarda çıkartılan hikmetler: Abdestte belli
organların yıkanması; namazın, ellerin kaldırılması gibi özellikle ta-
abbûdî/mânâsı aklen kavranamayacak konularda elde edilmeye çalışılan
hikmetler ki bu tarz hikmet arayışlarının tamamiyle zan ve tahminden ibaret
olduğunu beyan eder.23
Rü’yâ: Pek çok insan ilmî meseleler hakkında rü’yâlarla istidlalde bu-
lunmaktadırlar. Rü’yâlar bu tür istidlaller için şer’an muteber değildir.24
Şiir: Şâtıbî, ince manâlı şiirlerde, nefisleri arzulanan istikâmette harekete
geçirme gibi özellikler bulunduğu için vaizler ve sûfîler tarafından şiiri kul-
lanmanın adet olduğunu söyler.25
Salihlerin Sözleri: Mânâların yerleşmesi için iyi halleriyle bilinenlerin
sözleriyle istidlalde bulunmak da o zata karşı duyulan hüsn ü zan üzerine bi-
na edilen bir istidlal şeklinden başka bir şey değildir. Fazileti herkesçe bilinen-
lerin sözlerine karşı insanlar ilgi gösterdiğinden, Şâtıbî, onların sözlerinin
doğruluğunu, isabetini değerlendirmeden almayı da bu sınıfa dâhil eder.
Şâtıbî, halk arasında velî kabul edilen ‚hal ehli‛nin sözleriyle istidlali de
aynı şekilde ilmin esas ve özünü teşkil eden kısımdan görmez. 26 Ona göre;
şiir, rü’yâ, salihlerin ve velîlerin sözleri gibi meselelerle ömrünü geçirenler;
çoğu zaman itikat ve amel sahasında asıl öğrenilmesi gereken konulara za-
man ayırmamaktadırlar.27 Şâtıbî, kanaat önderinin sünnete uyduğu zâhirde
anlaşılmadıkça ona uymanın doğru olmayacağını açıklar.28 İlk devir sûfilerin-
den Ebû Süleyman ed-Dârânî de (ö. 215/830), ‚Gönlüme günlerce hakikat sırla-
rından bazı şeyler doğar. Fakat iki âdil şâhit olan Kur’ân ve Sünnet onu tasdik etme-
dikçe asla kabul etmem, gönlüme girmesine izin vermem‛29 der. Şâtıbî, buna özel-
likle değinir ve geçmişte olduğu gibi bugün de bundan sonraki dönemlerde
de hz. Peygamber dışında kimsenin ma’sum olmadığına vurgu yapar. Cü-
neyd’in ‚Peygamberin (a.s.) izinden giden yolun dışındaki bütün yollar halka kapa-
lıdır.‛ ‚Bizim şu gittiğimiz yol Kitap ve sünnetle kayıtlıdır.‛ ‚Bizim bu ilmimiz
Rasûlullah (a.s.)’ın hadîsi ile sağlamlaştırılmıştır‛ sözlerini aktarıp, ilim sahiplerinin
ve salih olarak bilinenlerin peşinden gidenlere onların her sözüne kendini kaptırmama
noktasında onların uyarılarını hatırlatır.30
Şâtıbî, rüyalarla, kıyametin kopuş zamanı gibi gaybî ve mükellefiyete fay-
dası olmayan işlerle uğraşanları; Şâri’nin amel bakımından mükellefe bir fay-
dası olmayacak hususlara itibar etmediği31, Kur’ân’ın, şu anda ve ileride bir
fayda vermeyecek olan bilgilere sahip olmayı değil, takvâ sahibi olmayı önce-
lediğini, hz. Peygamber’in sorulan soruların cevaplarını soranın kastına göre
değil de faydalı olacak bir yöne, amele yönelttiğini, kıyametin ne zaman ko-
pacağı bilgisi yerine kıyamet sonrasına ne tür hazırlık yapılacağının bilgisinin
önemsendiğini vurgular. Pratik bir neticesi olmayan şeylerle uğraşmanın
şer’an hüsnü kabûl görmediğine şu noktalardan değinir:
Bunlar, mükellefi yükümlü tutulduğu konularla uğraşmaktan alıkoyar.
Şerîat, dünya ve âhiret işleri için gerekli olan her şeyi açıklamıştır. Bunla-
rın dışında kalan şeyler, kulların maslahatları hilafına olan şeylerdir.
3. Şerî ilim talebinde ilk muhatapların anlayış seviyesine göre hareket
etmek, onların anlamadığı anlamlar çıkarmayı teklîf-i ma la yutak saymak,
böylece herkes tarafından anlaşılabilecek ve yerine getirilebilecek ortak anla-
yışla ifrat ve tefrit arası orta bir yol izleyip din konusunda aşırı yorumların
önünü almak ister. Ona göre, şeriatın maksatlarından biri de insanlar için bir
32 Şâtıbî, el-Muvâfakât, I, s. 52; Baltacı, Burhan, Şâtıbî’nin Kur’ân’ı Yorumlama Yöntemi, (Dok-
tora Tezi), Ankara Üniversitesi Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı Tefsir Bilim Dalı
(Danışman: Prof. Dr. Halis Albayrak), Ankara 2005, s. 43.
33 Câbirî, Arap İslam Kültürünün Yapısı, s. 674-676.
34 Şâtıbî, el-Muvâfakât, I, s. 44-45.
35 Şâtıbî, el-Muvâfakât, II, s. 127.
490 • Nazım Büyükbaş
da en azından o güçte yapması gerekir.47 Bu açıdan bir amelde ilk nesillere yani
selef-i sâlihîne muhalefette bulunma tehlikeli bir durumdur. Bunun tabiî sonucu,
onların üzerinde devamlı oldukları şeyi terketmeyi gerektirir. O’na göre yapı‐
lan bir işte bir fazilet varsa, mutlaka ilk nesiller o fazilete daha yakın ve layıktırlar.48
İlk nesillerin uygulamalarını dikkate almak, delîller için söz konusu olan ihti-
malleri kesin olarak ortadan kaldırır; nâsihi mensûhtan ayırmada yardımcı
olur; mücmeli beyân eder.
Şâtıbî’nin Kur’ân’ın anlaşılmasında ilk muhataplar olan ümmî arapların
anlayışının esas alınması görüşü yanında Kur’ân’ı anlamak için arap dil man-
tığını ve makâsıdını da bilmek gerekir. Kur’ân’ı anlamaya çalışırken ona
ümmî Araplarca anlaşılabilecek anlamlar verilmesi ve dilin müşterekliğinin
korunması, çoğunluğun anlamadığı anlamlar yüklenmeye kalkışılmamasını
esas alır.49
Bu açıklamalar ekseninde yukardakısaca değindiğimiz cifir ve bunun
dayanağı olan bâtınîlik gibi kendi dönemine kadar ki Mehdî hareketlerinin iki
yöntemine itiraz eder:
üzere 12 imama verilmesi için Hz.Ali (r.a.)’a emanet edilen, kıyamete kadar meydana
gelecek bütün dini ve siyasi olayların, bilgilerin ve sırların, 28 harf vasıtasıyla çözül-
düğü bir ilimdir ki bu ilim ve eserler ancak Ehl-i beyt’e mensup imamlarca veya ahir
zamanda gelmesi beklenen Mehdî tarafından çözülebilecek rumuzlarla doludur.‛52 Ci-
firle naslardan kendilerine ve gelecekte olacak olaylara işaretler bulmak gi-
zemci ve Mehdîci hareketlerin özelliği olmuştur. Hurufî-bâtıni karakter arz
eden bu hareketler dini metinleri hedefleri için araçsallaştırdıklarından lider-
leri ve toplulukları hakkında sırlar, gizemler, karizmatik ve seçilmiş kişi etra-
fında seçilmişlerden oluşan kutsal bir halka oluşturma algısı ortak özellikleri
olmuştur.
Şâtıbî, huruf-u mukattaa ile ilgili yorumlardan cifircilik ve Hurufilik içe-
ren bir kısmını lafzın zâhirine, arabîliğe, ümmîliğe uymadığı için batıl görmekte-
dir. Bu harflerin bu ümmetin tarihi sonunu gösterdiği iddiasına siyer kitapla-
rından delil getirilmesini, Kur’ân’ın indiği sırada Araplar’ın harflere belli sa-
yılar yükleyerek tarih düşme ya da zaman belirleme gibi bir usûlü bildikleri
sabit olmadığı itirazıyla reddeder. Cifir yönteminin, Yahudilere dayandığını
söyler. Nitekim bir yahudi heyet, huruf-u mukatta ile Hz. Peygamberin üm-
metinin ömrünü hesaplama yoluna gitmiş ve Âl-i İmran 7. Ayette ‚kalplerinde
eğrilik olanlar müteşabih olana uyar‛ mealindeki ayet nazil olmuştur. Yine kı-
yametin zamanını tahmine çalışıp bizzat peygambere kıyametin ne zaman
kopacağını soranlara ‚Onun bilgisi Rabbin katındadır‛ şeklinde cevap verilmiş-
tir. Sûre başlarında bulunan harflerin hakikatine bazı sufilerin keşf yoluyla
vakıf olma iddiasını ve bunlardan bir kısmını da Hz. Ali’ye isnad etmelerini
de arabîlik ve ümmîlik esasına göre reddeder.53 Keşf ile bu harflerin anlamını
bilme iddiası, Şâtıbî’ye göre şer’î konularda ve şerîat dışında diğer hususlarda
da kesin olarak bir delîl değildir.54 Şâtıbî’ye göre bu harfler, müteşabihten
olup ve Allah’tan başka hiçbir kimsenin bilemeyeceğini söyleyenlerin görüşü
en doğrusudur. 55 Hurûfîlerin müteşabih harfleri muhkem; muhkem âyetleri
de müteşabih kabul etmeleri, ebced hesabına dayanarak kıyametin kopuş ta-
rihini vermeleri, peygamberlik iddialarında bulunmaları ve hurufiliğin Faz-
lullah Esterâbâdî ile din haline gelmesi Şâtıbî’nin endişe ve itirazlarının yersiz
olmadığını göstermektedir.56
Tefsir ve tevil adıyla yapılan ilk tahrif, Hâricilerin Mâide 47. Âyete verdikleri
anlam ile hakem olayına adı karışan sahabeyi tekfir etmeleridir. Şâtıbî, âyetleri
amaçlarına alet eden ve keyfî yorum bidatini çıkaran Hâricilere en çok benzeyen grup
dediği Mağrip Mehdîsi İbn Tümert taraftarlarını da bâtınî gruplara mensup
‚Mehdîlerin‛ de zâhir-bâtın kavramı altında nassları kendi amaçları doğrultusunda
yorumladığını söyler.
Bâtın bilgisine sahip olma ayrıcalığı, halk karşısında üstünlük olarak gö-
rülürken, avamın peşinde koştuğu şeyler dedikleri şeriat ve fukahâ küçüm-
senmektedir. Haliyle bu durum fukahânın sert tepkisine yol açmıştır.
Şâtıbî’nin arabîlik ve ümmilik ilkesi ile ilk muhatapların anladığı manayı araş-
tırmanın önemi burada da kendini göstermektedir.
Kur’ân’ın bir zâhiri bir de bâtını olduğu görüşü, Şii kaynakların hz.
Ali’ye, Muhasibî’nin İbn Mes’ûd’a, İbn Arabî’nin ‘keşf’ ile peygambere nisbet
ettiği57, Hasan-ı Basrî’den mürsel olarak nakledilen ‚Allah’ın indirmiş olduğu
her bir âyetin, mutlaka bir zâhiri bir de bâtını vardır. Her harfin bir haddi; her haddin
de bir matla’ı vardır‛58 rivâyetine dayanır. Şâtıbî’ye ve aynı zamanda Muhasibî
ve Sülemî gibi sûfîlere göre, burada geçen ‚zahr‛ ya da ‚zâhir‛ kelimeleri
‚tilâvetin zâhirî‛; ‚bâtın‛ da, o âyetten Allah’ın muradı olarak tefsîr edilmiş-
tir. Zâhirden maksat, Arap dili açısından ondan anlaşılan şeydir; bâtın ise, kelâm ve
hitaptan Allah’ın gözettiği maksadıdır. Bu yorum Şâtıbî’ye göre uygun bir
te’vildir. Bu durumda bâtına giden yol, nass üzerinde tedebbür etmektir.
Ama bunun dışındaki yorumları sahâbe ve selef tarafından bilinmeyen yeni
birşey sayar ve delîl ister.59
Şâtıbî, Kur’ân’dan elde edildiği öne sürülen, fakat Arap dili üzere carî olmayan
hiçbir mânânın Kur’ân ilimleri ile ilgisi olmadığını; ne kaynak ne de metot olamaya-
cağını vurgular. Kim böyle bir iddiada bulunursa, iddiasını bâtıl sayar ve birinin
kendisinin Kur’ân’da zikredildiğini iddia etmesini cehaletin örneklerinden görür.60
Kendisinin Kur’ân’da zikredildiğini iddia edenlere bâtınîleri ve Mehdîlik iddia edenle-
ri örnek gösterir. ‘Bâtın’ konusundaki sırları ‘keşf’ yani açıklama görevi olduğu dü‐
şünülen ‘Mehdî’ düşüncesi bu akımların önemli bir unsurudur.
Şâtıbî de kendisini Mehdî diye isimlendiren Ubeydullah’ın Afrika is-
tilâsında Nasrullah ve Feth isimli iki müsteşarı olduğunu ve onlara: ‚Siz Al-
lah’ın kitabında ‘İzâ câe nasrullahi ve’l-feth...’ diye adlarını zikrettiği kimselersiniz‛
dediğini nakleder. Bu yoruma göre âyetin mânâsı: ‚Ey Muhammed! Sen ölüp
de bu ikisi yaratıldığı zaman ve insanların Allah’ın dinine bölük bölük girdi-
ğini gördüğünde Rabbini tesbih et...‛ olacaktır. Aynı şahsın âyetlerde değişik-
lik yaparak ‚Küntüm hayra ümmetin‛61 âyetini ‚Kütâme hayru ümmetin...‛ şek-
ti. Bâtıl zahir oldu/açıkça ortaya çıktı, hak ve hakikat gizlendi. Hz. Peygam-
ber’in haber verdiğine göre ilim kalktı cehalet zahir oldu. İsminden başka
dinden, şeklinden başka Kur’ân’dan hiçbir şey kalmadı. (Onun iddiasına gö-
re) nihayet Allah Teala imamı gönderdi ve onunla birlikte dini yeniden iade
etti. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştu: "Bu din garip olarak başladı ve
sonunda da başındaki gibi yine garip olacak. Ne mutlu gariplere." (Dedi ki): İşte
İmamın taraftarları o gariplerdir. (Hiçbir delil ortaya koymadan bu iddiada
bulundu.) (Bu kitapta dedi ki): "Allah Teala Mehdî’yi gönderdi. Onun itaati saf ve
temizdir. Onun itaatinin benzeri kendisinden önce ve sonra gelmemiştir. Gökler ve
yer onunla ayakta durur. Onun rakibi, benzeri ve dengi yoktur." (O yalan söyledi.
Allah Teala onun sözlerinden beridir/uzaktır. Nitekim o, ayrıca Tirmizı ve
Ebû Dâvud’daki Fâtıma evladı hakkındaki hadisleri sanki kendisi hakkındaymış gibi
göstermiş ve onun kesinlikle kendisi olduğunu söylemiştir. O bunu ilk olarak arka-
daşlarına hitab ederek şöyle açıkladı: ) Dilediğini yapan ve dilediği şeye
hükmeden Allah’a hamd olsun. O’nun emrini kimse geri çeviremez ve O’nun
hükmünü kimse eleştiremez. Mehdîyi müjdeleyen Peygamber’e de salât ve
selam olsun yeryüzü (daha önce) zulüm ve haksızlıkla dolduğu gibi (onunla
birlikte) adaletle dolar. Hak ile bâtıl yer değiştirdiği, adalet zulümle yok edil-
diği zaman Allah Tealâ onu gönderir. Onun yeri Mağrib-i Aksa’dır, zamanı âhir
zamandır. İsmi Peygamber’in (s.a) ismidir. Nesebi Peygamber’in (s.a) nesebi-
dir. Yöneticilerin zulmü aşikar oldu, yeryüzü bozgunculuk ile doldu. Bu, âhir
zamandır, isim aynı isim, neseb aynı neseb, fiil aynı fiil.‛ (Böylece o, Fatımî hadis-
lerinde verilen ipuçlarına işaret eder. O bu sözleri bitirince) arkadaşlarından on
tanesi ona hemen şu karşılığı verirler: ‘Bu özellikler ancak sende bulunur. Sen
Mehdî’sin.’ Ve ona biat ederler. (Kendisinin Mehdî olduğunu ve ma’sum olduğu-
nu söylemesine ilave olarak ayrıca Allah’ın dininde de pek çok Bid’atı uydurur. Sonra
bunu hutbelere yerleştirir ve paralara basar. Hatta onun Mehdîliğine şehadet
etmek onlara göre kelime-i şehadetin üçüncü cümlesidir. Kim onun Mehdîli-
ğine inanmazsa veya şüpheye düşerse kafir sayar. Şeriatın ölüm cezası koyma-
dığı yerlerde de ölüm cezası koyar. Yaklaşık onsekiz yerde daha ölüm cezası koyar.
Mesela onun emrini işitip de yerine getirmeyen, üç defa onun vaazlarında bu-
lunmayan ve ikiyüzlü davranan kimseleri öldürür. Bunun gibi daha pek çok
şey vardır.)
Onun mezhebi zahiriye Bid’ati idi. Bununla birlikte namaza çağrı şekille-
ri gibi pek çok şeyi de uydurdu. Çünkü onlar namaz zamanı şöyle sesleniyor-
lardı: Bitâsâliti’l İslam" "Bikıyamı Tâsâlît", "Sûridin", "Bâridi" ve "Asbeha ve
lillahi’1-hamd" vs. Bunların hepsi Muvahhidler zamanında uygulandı. Pek
çoğu onların devleti yıkıldıktan sonra da devam etti. Hatta bizzat ben Gırnata
büyük camiinde ma’sum imam malum Mehdî’ye karşı büyük bir sempatinin olduğu-
nun farkına vardım. Nihayet bu Bid’atlerin bir kısmı ortadan kaldırıldı, fakat
pek çok şey de ihmal edildi ve varlığını devam ettirdi. Sultan Ebu’1-Alâ İdris
ibn Yâkub ibn Yusuf ibn Abdil-mümin ibn Ali onların işledikleri Bid’atlerin
kötülüğünü anladı. Merakeş’e yerleştiği zaman halifesine kendisinden önceki
500 • Nazım Büyükbaş
diği âlimin yaptığını yapar ve onun yaptığının caiz olduğuna itikad eder.
‚Caiz olmasaydı âlim yapmazdı‛ derler.100
Ma’sum olmayan kimselerin delilsiz taklidinin tahrif sebebi olduğunu
açıklayan Şâtıbî, bunu âlimin herhangi bir mesele hakkında ictihâdını münte-
siplerinin, kesin isabetli olduğunu düşünmesine ve sırf o içtihada ters düşü-
yor diye sahih bir hadîsi reddine bağlar. Oysa müctehid hata da, isabet de
edebilir. İyi hal ve fazileti herkesçe bilinenlerin sözlerine karşı insanlar mey-
yal oldukları için, onların sözlerini şaşmaz doğrular kabul edip bir kayda bağ-
lamaksızın almak yanlıştır.101
Şâtıbî’ye göre âlimin ya da şeyhin zellesinden sakınmanın yolu; hakkın-
da iyi niyet beslenen bu kişilere kendini tamamen kaptırmamak, hatalı oldu-
ğunu düşündüğümüz âlim ya da şeyhe karşı da inadlaşmaya varmamak için
tamamen katı ve sert davranıp, onu tümden terketmemektir.102‚Âlimin zellesi,
aslında küçük günah olduğu halde büyük bir hal alabilir‛ denmesini tekrar tekrar
hatırlatır.103
âlimin hatasını dini yıkan şeylerden saydığını ısrarla vurgular. Mutlaka sözle-
rini ve yaptıklarını onlar hakkında hüküm verecek bir hakeme sunmak gere-
kir. Burada hüküm verecek hakem, dindir. Âlim kimsenin sözleri de din’e su-
nulur.106
gamberi veya sâlih kişiyi rü’yâmızda gördük. Bize:’Şunu terk et, şunu yap’ dedi‛ tar-
zı şeyler, son tahlilde, şerîatte belirlenmiş sınırların dışına çıkmaya ve terke
götürür. Halbuki Peygamberlerin gördükleri rü’yâ dışında hiç kimsenin
rü’yâsı ile asla şer’i bir hüküm verilemez.
Şeyhe / Lidere aşırı teslimiyet ve itaat anlayışı, onları Hakk’a giden yo-
lun tek gerçek göstericisi saymak, Hakk’a ulaşma yolu olarak vahyi ve fu-
kahânın dînî otoritesini tartışılır kılmıştır. Şâtıbî’nin ‚mânevî terakkî için şeyhe
ihtiyaç var mıdır, yoksa kitaplar yeterli midir?‛ şeklindeki sorusu bu endişeyi de
taşımaktadır. Bir hukûk adamı olan Şâtıbî şeriatın tasavvufa, fakihin sufiye,
vahyin ilham ve keşfe mâhkum değil, hâkim olması fikrindedir.
delîlin olduğu yerde, delîle aykırı kalbi eğilimin dikkate alınmayacağı ilke
olarak benimsenmiştir.
Hz. Peygamberi (a.s.) rü’yâsında gördüğünü ve dini bir emri aldığını iddia
eden kimseye cevap kısmında gördüğümüz gibi Şâtıbî, rü’yâsında bu kişilere
hz. Peygamber dini bir hükmü bildirmişse ve bu şerîatine uygun bir hükümse
zaten söz konusu olan şeyin, daha önce şerîatte yerleşmiş olan bir hüküm ol-
duğunu söyler. Peygamber’in (a.s.) o kişiye rü’yâsında kendi şerîatına aykırı
bir şeyi haber verdiği iddiasının ise imkansız olduğunu, çünkü hayatında ke-
sinleşen şeriatın, hz. Peygamber’in (a.s.) vefatından sonra nesh olunamayaca-
ğını/değiştirilemeyeceğini belirtir. Hz. Peygamber’in vefatından sonra dinin istik-
rarı uykuda görülen rü’yâlara dayandırılamayacak kadar önemlidir.
İmam Şâtıbî manevi sömürü ve istismarın önünü almak için, yükümlü-
lüklerle ilgisi bulunmayan şeylerin elde edilmesinin bizden istenilmediğini ve
onlara sahip olmaya dair bir teşvik bulunmadığını gösteren delîller olduğunu
belirtir.119
Şâtıbî, İbn Tümert’in Mehdîlik iddiasının yalan olduğunu, onun bir ya-
lancı olduğunu, onun düşüncesinin Şia’nın ma’sum imam inanışına dahil
edilmesi gerektiğini, delil yerine kişiye tabi olmanın yanlışlığını, İbn Tü-
mert’in Mehdiliğine inanmayanı tekfir ettiklerini iddia ettiği yerde anar. Kita-
bında mehdilik meselesi İbn Tümert ve Ubeydullah el-Mehdî’nin iddiaları et-
rafında ele alınmıştır.
‚Fatıma Evladı‛ hakkındaki rivayetleri inkar etmez. Ebû Davud’un Sü-
nen’inde ‚Mehdî bölümü‛nde geçen bu rivayeti kabul etmesi ve Ebû Davud
ve Tirmizi gibi Mehdî rivayetlerine yer verenleri bidat ehli saymaması da
Mehdî rivayetlerine karşı olmadığının delilidir. Bu rivayeti İbn Tümert’in
kendisine yormasının yanlış olduğunu söyler. ‚Fatıma evladı‛ hadisi hakkın-
daki yaklaşımından da anlaşılan Mehdî’yi inkardan ziyade bu kavramın suis-
timali ve halkın yanlış-sahte kişilere bağlanması ve bu bağlılığın kriterlerinin
yanlış belirlenmesi sorunu vardır.
İbn Kayyim el-Cevzi de Mehdî İsa’dır diyenler olduğunu, bunların ke-
mal ve ma’sumiyet noktasında Mehdî’nin İsa olduğunu kast ettiğini, bu yak-
laşımın ehl-i sünnete uyduğunu söyler. Ardından Endülüs’de çıkan Mağribli
Mehdî İbn Tümert’ten bahseder ve onu yalancı, zalim olduğunu, zulümle ve
hile ile melik olduğunu, insanları katlettiğini, müslümanların kanlarını ve
mallarını mübah gördüğünü, Haccac’dan daha zalim olduğunu yazar. Ardın-
dan Ubeydullah’dan bahseder ve onun da Mehdîlik iddiasının yalan olduğu-
nu, onun da şeriatın zahirini inkar edip batıni olduğunu söyler. Görüldüğü
gibi İbn Cevzî ile Şâtıbî’nin Mehdîlik iddia edenler hakkındaki tavrı birbirine
benzerdir.123
‚Mehdî İsa’dır‛ hadisini sultanın civar bölgelere gönderdiğinden bah-
setmesi de önemlidir. Sultanın bu uygulamasını takdir ederken öncesinde sul-
tanın takvayı, Allah’tan yardım istemeyi ve O’na tevekkül etmeyi tavsiye et-
mesi, ma’sumluğu ispat edilemeyecek kimsenin ma’sum olamıyacağını söy-
lemesi de meselenin masum imam inanışı ve masumiyet iddiasının bidatliği-
ne dayandığını gösterir.
Mehdî hadislerinin sıhhati hakkında konuşmaması okurlarında kafa ka-
rışıklığı doğursa da, İbn Tümert’in mehdi rivayetlerindeki olaylara tek tek
işarette bulunup ‚isim aynı isim, neseb aynı neseb, fiil aynı fiil.‛ Şeklinde söyle-
mine ‚Böylece o, Fatımî hadislerinde verilen ipuçlarına işaret eder‛ demesiyle
Fâtımâ evladı hadislerini suiistimal ettiğini gösterir. Böylece malumu ilam
etmek istememiş olabilir.
İtirazı kişilere günahsızlık ve yanılmazlık atfeden bir teslimiyettir. Şatıbi
Mehdîci hareketler hakkında naklettiklerinde onların kişi kültüne verdikleri
kutsiyete ve müctehid olduğu zannıyla sahte kişilere yönelmenin tehlikesine
123 İbn Kayyim el-Cevziyye, el-Menaru’l-Münif fis-Sahih ve d-Daiyf, Mektebetu Mtbuatu İs-
lamiyye, trs., s. 148-155
510 • Nazım Büyükbaş
dikkat çeker. Dini kişilerle bilmeyi taassubun temeli sayarken Mehdîciliği bu-
nun temel örneklerinden olarak verir. Doğru olanın kişilerin dinin kriterleriy-
le bilinmesi olduğunu söyler. Tevilleri gözden geçirirken beyana ve burhana
dayalı irfanı esas almayı önerir. Kontrol edilebilir ve denetlenebilir bir kriter
olarak bunu önerir. Herkes için ortak olandan peygamber de dahil kimsenin
hariç olamayacağını söyler. Şeriatın genelliğini vurgular. Arabilik ve ümmilik
ilkelerine uymadığı için hurufi, batıni, cifirci tevilleri reddetmek gerektiğini
söyler. Fıkha uymayan ve şatahat olarak isimlendirilen tecrübeleri esas al-
mamayı, kimden gelirse gelsin peşinen kabul etmemeyi ister.
SONUÇ
Tarihte ve günümüzde oluşan Mehdî ve adeta Mehdî prototipi olarak
görülen şeyh algısında, fıkıh tasavvufa, fakîh mutasavvıfa, Vahiy ilhama ve
rüyalara uymak zorunda görüldüğünden dinde bozulmalar olacağı anlaşıl-
maktadır. Eleştirilemeyen kanaat önderleri fıkıh ölçülerinden azade olunca
kendisini hiçbir ölçü tutmaz olur. Özellikle günümüzde bu eleştirilemez, sor-
gulanamaz ve hata yapmaz seçilmiş insan ve kitle psikolojisinin uluslararası
siyasal mühendislikle İslam toplumlarının parçalanması ve sömürülmesinin
birer aracı olarak kullanıldığı Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından da ifade
edilmiştir.
Oysa hakikatin Şeriat’in içinde arandığı yol; şeyhleri, hatasız ve ma’sum
görmez. Böylece mehdîlik iddiasında bulunan birileri çıksa bile halleri ve söz-
leri şerîat ölçüsüyle değerlendirilince gerçek ortaya çıkacaktır. Hiç kimse ha-
tasız ve günahsız görülmemelidir. Hiçbir kanaat önderi de haklarında aşırı
muhabbetle yapılacak böyle isnadlara göz yummamalı ve sessiz kalmamalı-
dır. Kendilerini ‚mutlak otorite‛ olarak göstermeme yanında böyle bir algıya
dahi kapı açmamalıdırlar. Peygamber de dahil hiçbir beşerin Allah’ın emirle-
rini çiğneyemeyeceği net bir şekilde belirtilmelidir. Müslüman, bireysel ve
sosyal sorumluluk konusunda üzerine düşeni yapmalıdır. Ne manevi makam
beklentisiyle Mehdîlik taslamalı, ne de kendisine yüklenen sorumlulukları
görmezden gelip, sorumluluğu Mehdîye, mesihe ya da herhangi bir ‚korun-
muş salih zata‛ havale ederek kimse yükümlülükten kurtulmalıdır.
Şâtıbî, Mehdî fikrine karşı değildir. Karşı olduğu Mehdîlik iddiasıyla or-
taya çıkanların yalancı olması ve şeriate uymayan uygulamalarıdır. Peygam-
berin söylemediğini ‘söylemiştir’ demek kadar söylediğini de ‘o böyle bir şey
söylemez’ diye kendimizce inkar etmek yanlıştır. Bir liderin geleceğini müjde-
lemek akla ve iradeye ters ise ve rasyonel değilse Kuran’da İsa a.s.’ın ‘Ah-
med’i müjdelemesi, Tevrat’ta ve İncil’de sahabenin vasfının olduğunu bildi-
ren ayetlere de aynı nazarla bakmak gerekecektir. İstismar edilmesi yüzünden
Mehdî rivayetleri reddedilecekse peygamberlik iddiası ile ortaya çıkanlar yü-
zünden de peygamberliği reddedemeyiz. Bu rivayetler akla aykırı denecekse
Musa ve salih kul kıssasını da anlamakta zorluk çektiği için değiştirmeyi tek-
lif eden çağdaş ilahiyatçıları mazur mu göreceğiz?! Zayıf ve uydurma rivayet-
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 511
ler olsa da Mehdî hakkında sahih rivayetler olduğunu inkar eden bir muhad-
dis yoktur. Sıkıntı Mehdîlik iddiasıyla çıkanların devleti yıkmak için mevcud
yönetimi gayr-i meşru gösterip toplumu bölmesidir. Şâtıbî, Mehdî’nin vasıfla-
rı olarak gösterilen olağanüstü halleri ve cifir, rüya, keşf, arap diline uymayan
tevillerle yapılan yorumları reddeder. Bu tür gayba dair işlerle uğraşmak ye-
rine muhkem olan ve amele dönük konulara yönelmeyi tavsiye eder.
KAYNAKÇA
Aydın, M. Akif, ‚İmâmet‛, DİA, Ankara 2000, XXII, s. 203-206.
Aytekin, Arif, ‚İbn Tûmert‛, DİA, Ankara 1999. XX, s. 425-427.
Baltacı, Burhan, Şâtıbî’nin Kur’ân’ı Yorumlama Yöntemi, (Doktora Tezi), Ankara Üniversitesi
Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı Tefsir Bilim Dalı (Danışman: Prof. Dr. Halis A l-
bayrak), Ankara 2005
Câbirî, Muhammed Abid el-, Arap-İslâm Kültürünün Akıl Yapısı, Kitabevi yay., İstanbul 2001,
3. Baskı
Çelebi, İlyas, ‚İbn Kasi, Ebü’I-Kâsım‛, DİA, Ankara 1999. XX, s. 106-107.
Çağrıcı, Mustafa, ‚İbn Meserre‛, DİA, Ankara 1999, XX, s. 188-193
Hacı Halife, Mustafa b. Abdillah, Keşfuz-Zunûn, İstanbul, 1941
Haçkalı, Abdurrahman, Şâtıbî’de Makâsıd Ve Fıkıh Usûlü Makâsıdî Düşünce ve Delil Teorisine
Katkıları, Rağbet Yayınları, İstanbul 2010.
Hitti, Philip K. , Siyâsi ve Kültürel İslâm Tarihi (çev. Salih Tuğ), I-IV, . İstanbul 1980-81.
İbn Arabi, Futuhat-ı Mekkiyye.
İbn Kayyim el-Cevziyye, el-Menaru’l-Münif fis-Sahih ve d-Daiyf, Mektebetu Mtbuatu İslamiy-
ye, trs.,
İbn Haldun, Mukaddime, (Çev. Süleyman Uludağ), İstanbul 1982, 1,783.
İbn Mâce, Ebu Abdullah Muhammed b. Yezid el-Kazvinî (273/886), Sünen (thk. M. Fuad Ab-
dulbaki) Daru'l-Fikr, Beyrut trs
Kılıç, Muharrem, İbn Rüşd’ün Hukûk Düşüncesi, Ensar Neşriyat, İstanbul 2005
Mes’ûd, M. Hâlid, İslâm Hukûk Teorisi,(çev. Muharrem Kılıç), İz yay., İstanbul 1997.
Nâsır b. Hamd el-Fehd, ‚el-İ’lâmu bimuhâlâfâti’l-Muvâfakât vel-İ’tisâm
Özaydın, Abdulkerim, ‚Abdullah b. Yasin‛, DİA, Ankara 1988, I, s. 142.
Özdemir, Mehmet, Endülüs Müslümanları (İlim ve Kültür Tarihi), Türkiye Diyanet Vakfı Ya-
yınları, Ankara 1997.
------------- "Endülüs", DİA, İstanbul1995, Xl, s. 211-225.
Schimmel, Annemarie, İslâmın Mistik Boyutları, Kabalcı Yayınevi, 2. Baskı, İstanbul 2004
Şâtıbî, İbrahim b. Musa b. Muhammed eş-, el-Muvâfakât fî Usûli’ş-Şeri’a (tah. Ebû Ubeyde), 1.
Baskı, Dâru İbn Affan, Kâhire 1997/1417, I-IV, II, s. 206. (Şâtıbî, el-Muvâfakât, İslâmi
İlimler Metodolojisi (Çev. Mehmet Erdogan), İz Yayıncılık, İstanbul 1993
------------- el-İ’tisâm, el-Mektebetü’t-ticâriyyetü’l-kübrâ, Mısır, trs., I-II., I, s. 33-39. (Şâtıbî, İ’tisâm-
Bid’atler Karşısında Kitap ve Sünnete Bağlılıkta Yöntem, çev.: Ahmet İyibildiren-Mehmet
Ateş, Mustafa Özcan, Konya 2011.)
Öztürk, Mustafa, Kur’ân ve Aşırı Yorum, (Tefsirde Bâtınilikve Batınî Te’vil Geleneği), Kitâbiyât
yay, Ankara 2003
512 • Nazım Büyükbaş
GİRİŞ
İslam düşüncesinde ‚mehdilik‛ olarak bilinen ‚beklenen kurtarıcı‛ dü-
şüncesi, kendini sürekli olarak baskı altında hisseden toplumların kurtuluş
ideolojisidir. Bu fikir, ilk dönem siyasi yönetimlerinden şikâyet eden ve belli
bir soy veya kişinin iktidarı ele geçirmesiyle baskıdan kurtulacağını düşünen
Şii gruplar için çok önemli bir kurtuluş umudu olmuştur. Bu yüzden mehdi-
likle ilgili oluşturulan literatür, daha ziyade iktidara muhalif Şii grupların
pratik çıkarları doğrultusunda gelişerek şekillenmiştir. Sünnilerin mehdi an-
layışları ise, pratik ihtiyaçlardan ziyade geçmişte yaşanan bazı olaylar netice-
sinde hadisleştirilen ve bu şekilde hadis külliyatı içerisinde günümüze kadar
taşınan rivayetlerin hatırına binaen oluşmuş gibidir. Dolayısıyla Sünni mehdi
anlayışının oluşumunda güncel meselelerin ve onlara çözüm üretmeye çalı-
şan ulemanın fazla bir etkisi olduğunu ifade etmek biraz zordur. Bununla bir-
likte bu meseleyi kendi pratik amaçları doğrultusunda ele alıp, var olan mal-
zemeyi buna göre yorumlayan Sufiler ile hadis literatürüne sıkı sıkıya bağlılı-
ğı prensip haline getiren Ashabü’l-hadis’i bu konuda ayrı değerlendirmek ge-
rekir.
Sufiler, Hallac-ı Mansur (ö. 309/921) gibi mistik Şiiler aracılığıyla ‚meh-
dilik‛, ‚mehdinin vekilliği‛ vb. birtakım batınî unsurları tasavvuf içerisine ta-
şıyarak onların Ehl-i Sünnet içerisinde yer etmesine öncülük etmişlerdir. Di-
ğer bir grup olan Ashabü’l-Hadis’in mehdilikle ilgili rivayetleri hadis literatü-
rü içerisine taşımasının ise, Emevilerin yıkılması ve daha sonra Abbasiler dö-
neminde yaşanan ‚Mihne‚ vb. olaylarla bağlantılı olduğu bilinmektedir.
Aslında fukahanın önemli bir kısmının zihnindeki Sünnilik, kurulacak
bir adil devletin gelecekte olacağını söylemiyordu. Aksine onlar, güncel prob-
lemlerin üstesinden gelip kendi döneminin şartlarını iyileştirme gayretini ön-
celemiş oldukları için mehdilik gibi hayalî bir beklentinin peşinde koşmamış-
lardır. Bununla birlikte, hadis kitaplarında yer ettikleri için olsa gerektir meh-
di hadislerine de direkt karşı durma cesareti de gösterememişlerdir. Tabiri ca-
izse, onların bu rivayetleri kucaklarında hazır bulduklarını ifade edebiliriz; ret
Prof. Dr. Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Mezhepleri Tarihi Öğretim Üyesi.
chyemez@gmail.com
516 • Cemil Hakyemez
1 Cemil Hakyemez, Şîa’da Gaybet İnancı ve Gâib On İkinci İmamel-Mehdî, İSAM Yayınları, İs-
tanbul 2017, ss. 160-165.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 517
yorum farkı yaşanmamıştır. Asıl yetki devri ise Humeyni’nin ‚velayet-i fa-
kih‛ düşüncesiyle belirgin hale gelmiştir.
İmamın olmadığı durumda onun yetkilerinin fıkıh üzerinde çalışanlara
(fukaha) devredilmesi gerektiğini açıkça ifade eden ilk kişi Ebu Cafer et-
Tûsî(ö. 1060)’dir.2 Ancak, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, bu yetkinin bir
kısmının da olsa ‚resmi ulema‛ tarafından kullanabileceğini ilk ortaya atan
kişi Kereki’dir. Söz konusu dönemde Şii ulema, onun fetvaları doğrultusunda
yönetimde etkin biçimde yer almaya başlamıştır. Kaçarlar dönemine gelindi-
ğinde Naraki’nin faaliyetleri bu meseleyi daha ileri boyutlara taşımıştır. O,
Avâidü’l-Eyyâm isimli eserini yazarak ulemanın yetkilerini daha da genişlet-
miş ve onların siyasi konularda daha fazla sorumluluk almaları gerektiğini
iddia etmiştir. Meşrutiyet dönemine gelindiğinde siyasi idaredeki yetersizlik-
ler ve ulemanın statüsüyle ilgili başlayan tartışmalar neticesinde Ayetullah
Nâini konuyu yasama meselesiyle ilişkilendirmiş ve fakihlerin parlamento ve
yasaları denetlemesi gerektiğini ileri sürmüştür. Yaklaşık beş asırda oluşan
birikim sonucunda onların bu düşünceleri İran İslâm Cumhuriyeti’nin kuru-
cusu Ayetullah Humeyni tarafından ‚velayet-i fakih‛3 adıyla teorik bir çerçe-
veye kavuşturulmuş ve sonra da siyasi pratiğe yansıtılmıştır.
Humeyni’nin ‚velayet-i fakih‛ sistemine göre İran İslam Cumhuriye-
ti’nin lideri aynı zamanda Gaib İmam’ın baş temsilcisi olan ‚rehber‛dir ve bu
yetki kendilerine ilahi bir yolla tevdi edilmiştir. Şimdiki rehber Ali Hama-
ney’in ifadesiyle; ‚velayet-i fakih meselesi, seçkin ve uzman ulema meclisi
(Hubregan) tarafından icat edilmiş bir şey değildir. Velayet-i fakih Allah
Teâla’nın ortaya koyduğu bir şeydir.‛4
İran’da İmamiyye Şiası’nın temsilcileri olan ulemanın ‚velayet-i fakih‛
anlayışına dayalı olarak merkezî rol alması ve sonra da siyasi bir yapı olarak
devlete dönüşmesi çok önemli bir aşamayı temsil eder. Yani Safevi Devle-
ti’nin yıkılmasından sonra İmamiyye/İsnaaşeriyye’yi resmi mezhep olarak
kabul edip, ulemanın siyasette etkin olarak yer aldığı yönetim, İran İslâm
Cumhuriyeti’dir. Adı geçen devlet, 1979 yılında Humeyni öncülüğünde ger-
çekleştirilen İran İslâm Devrimi’yle kurulmuş olup İmamiyye/İsnaaşeriyye Şi-
iliğini resmi mezhep olarak kabul etmiştir. Devrimin lideri olan Humeyni’nin,
‚velayet-i fakih‛ fikrini devletin temeli haline getirerek Gaib İmam Mehdi
adına tüm siyasi yetkilerin kendilerine, yani ulemaya ait olduğunu iddia et-
5 Ronen A. Cohen, İran Hüccetiye Cemiyeti, çev. Mehmet Toprak, İyidüşün Yayınları, 2014,
ss. 111, 149.
6 Roy-Khosrokhavar, İran: Bir Devrimin Tükenişi, çev. İsmail Yergüz, Metis Yayınları, İs-
tanbul 2013, ss. 54-56.
7 Cemil Hakyemez, -‚Şia’da Beklenen Kurtarıcı İnancı ve Günümüzdeki Yansımaları‛,
Beklenen Kurtarıcı İnancı, KURAMER, İstanbul 2017, ss. 109-112.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 519
8 Ayetullah Seyyid Ali Hamaneî, İmam Mehdi ve Zuhur, Tesnim Yayınları, Aralık 2015, s.
24, 29-30, 90.
9 Bkz. http://www.hurriyet.com.tr/ey-muslumanlar-mehdi-geliyor-birleselim-12304783
520 • Cemil Hakyemez
risinde ‚hadis‛ olarak kayda geçince her defasında farklı olaylarla yorum-
lanmış, hatta süreç içerisinde bu rivayetlerin güncel şartlara uygun yeni ver-
siyonları üretilmiştir.
Yukarıda sayılan şartlar içerisinde ‚birinin bağırması‛ ve ‚sahranın
çökmesi‛ gibi olaylar her daim olabilecek meseleler olmakla birlikte Süfyani
ve Yemeni’nin ortaya çıkmaları konuları, daha ziyade politik meseleler doğ-
rultusunda yorumlanarak Basra ve Yemen’de yaşanan birtakım olaylara ham-
ledilmiştir. Ki benzer şartlar bugün daha fazla güncellik taşımaktadır. Ameri-
ka’nın Irak’ı ve Basra Körfezi’ni işgali, Yemen’de Suud destekli birliklerin
oradaki Şiî Husîlere yönelik askeri harekâtı gibi olaylar bunların başında gel-
mektedir.
İran’lı meşhur hatip Hüccet’ul İslam Ali Rıza Penahiyan, Yemen’de ça-
tışmalarda ölen Şiilerle ilgili Mayıs 2015’te yaptığı konuşmasında, Hz. Pey-
gamber’e nispet edilen bir rivayete istinaden şöyle demiştir: ‚Dünyanın her
yanında bulunan mümin ve devrimci gençler göğüslerine ‘Ben Yemenliyim’
yazsın. Bu hadis-i şerifin Yemen halkının dostları tarafından yaygın şekilde
kullanılması düşmanları korkuya salacaktır. Bu şiar yaygınlaşırsa İmam-ı
Zaman’ın zuhuruna ortam hazırlayacak ‘Yemani Sancağı’nın hidayet edici ro-
lü daha iyi anlaşılacaktır. Yemen halkının tarihin akışını değiştireceğine ina-
nıyoruz. Yemen’deki hadiseler zuhurun alametlerinden ilkinin hazırlık baş-
langıcıdır inşallah. İslam dünyasının bütün sıkıntılarının temelinde Hara-
meyn-i Şerifeyn’in habis Suud hanedanının esaretinde inlemesi yatmaktadır.
Yemen halkının omuzladığı bayrak Harameyn-i Şerifeyn’in kurtarılış arzusu-
nun müjdecidir. Yemen’in düşmanlarının kötü davranışı Allah’ın gizli lütuf-
larından olup bu ülke halkının basiret ve vahdetini kat kat artırmıştır.‛11
İran’ın bir önceki Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad da, Amol şeh-
rinde halka yönelik yaptığı bir konuşmada, Yemen’e yönelik saldırılara işaret
ederek, müstekbir zalimlerin birtakım yönetimleri kullanarak insanlığı kont-
rol etmeye çalıştıklarını, dünya mazlumlarının zalimlerden intikamını almala-
rının çok yakın olduğunu, Yemen’e saldıran Suudi hanedanın yıkılıp yok ol-
ma sürecinde girdiğini ileri sürmüştür. Konuşmasının devamında da şöyle
demiştir: ‚Müjdeler olsun ki, Emirilmüminin Ali’nin soyundan olan o adalet
güneşi yakında gelecek ve müstekbirlerin defterini dürecektir.‛12
Mahmud Ahmedinejad, daha önce, 26 Eylül 2012’de Birleşmiş Milletler
67. Genel Kurulu’nda Mehdi’nin çok yakında geleceğini müjdeleyen bir ko-
nuşma yapmıştı. Onun gelişiyle birlikte dünyada zulmün, yoksulluğun, ırk,
mezhep ve din ayrılıklarının ortadan kalkacağını insanlığa eşitlik, adalet, hu-
zur ve bolluğun geleceğini müjdelemişti. Şimdiki Rehber Ali Hamaney de,
Mehdi’nin gelişinin yakın olduğunu, bu yüzden Türkiye dâhil tüm İslam ül-
11 http://safaasya.blogspot.com.tr/2015/05/irandan-hzmehdi-as-mujdesi-geldi.html
12 http://safaasya.blogspot.com.tr/2015/05/irandan-hzmehdi-as-mujdesi-geldi.html
522 • Cemil Hakyemez
13 http://www.hurriyet.com.tr/ey-muslumanlar-mehdi-geliyor-birleselim-12304783
14 Ayetullah Seyyid Ali Hamaneî, İmam Mehdi ve Zuhur, s. 102.
15 Cemil Hakyemez, -‚Şia’da Beklenen Kurtarıcı İnancı ve Günümüzdeki Yansımaları‛,
Beklenen Kurtarıcı İnancı, KURAMER, İstanbul 2017, ss. 109-112.
16 Ayetullah Seyyid Ali Hamaneî, İmam Mehdi ve Zuhur, s. 61.
17 Bk. Ayetullah Seyyid Ali Hamaneî, age, s. 13.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 523
lerize olur ve tarihsel determinizm haline gelir, Kâhin’in Kıyameti ile Komi-
ser’i garip bir şekilde birleştiren bir determinizm.‛20
Shayegan’a göre Halkın Mücahitleri, Marksistler ile dincilerin söylemle-
rini bir araya getirerek pratiğe döktüler. Bu doğrultuda Marx ile Hz. Mu-
hammed birleştirerek, dünya devrimini, zalim yönetimin yıkılmasını bekle-
mekten başka bir görevi olmayan Beklenen İmam’ın ortaya çıkışının habercisi
yaptılar.21
Shayegan’ın 1979 yılında gerçekleştirilen İran İslam Devrimi ile ilgili
‚Marksist söylem‛ vurgusu o dönem açısından oldukça isabetli gözükmekte-
dir. Ancak günümüz dünyası, 1991 yılında dağılan SSCB’nin ardından, Mak-
sist söylemlerin ezilmekte olan kitleler üzerinde fazla bir etkisinin olmadığı
bir döneme girmiştir. Geleneksel devrimci söylem, İran’ın yeni nesli tarafın-
dan pek fazla kabul görmemektedir. Yeni gençliğin dindar olan kesimi gele-
neksel söylemleri daha fazla tercih etmeye başlamıştır. Dindar olmayanlar ise
Batı’nın liberal özgürlükçü söylemlerini dillendirmekte olup İslamcıları şid-
detle eleştirmektedirler.
Muhammed Hatemi’nin 22 Mayıs 1997’de cumhurbaşkanlığı seçimini
kazanmasıyla birlikte milyonlarca insanın sokaklarda seçim zaferini kutlama-
ları mevcut rejime karşı büyük bir gösteri olup böyle bir durum İslam Devri-
mi’nden sonra ilk kez yaşanmıştır. ‚Devvomi Hordad‛ olarak nitelenen bu
hareket, İran’daki dönüşümün üçüncü kertesi olan öze dönüş hareketiydi.22
Bu hareketleri kontrol etmek gittikçe zorlaşmaktadır. Bunun için geçici de ol-
sa bir çıkış yolu olarak dikkatlerin dış ilişkilere kaydırılmaya başladığını gö-
rüyoruz. Bu doğrultuda Mehdi’nin fonksiyonları da daha ziyade dış ilişkiler
boyutuyla yorumlanmaya başlamıştır. Ayrıca hem Sünniler hem de Şiiler ara-
sında Marksizm’den devralınan malzeme günümüzde daha çok İslamileşmiş
durumdadır. İslam dünyasında Batı’nın işgallerine yönelik tepkiler günü-
müzde Sünni ve Şii selefi grupların literal dini söylemlerini öne çıkartmıştır.
Bu durum bir yönüyle geleneksel literatürün kullanımını daha da belirleyici
hale getirmektedir. Günümüzde mehdi rivayetleri; daha ziyade Irak, Suriye
ve Yemen’de karşılıklı çatışan Sünni ve Şii grupların beslendiği en önemli
kaynaklardan biri haline gelmiştir.
20 Daryush Shayegan, Yaralı Bilinç: Geleneksel Toplumlarda Kültürel Şizofreni, çev. Haydun
Bayri, Metis Yayınları, İstanbul 2010, ss. 106-107.
21 Daryush Shayegan, age, s. 172.
22 Amir Ahmad Fekri, Tarihsel Gelişim Sürecinde İran Devrimi, Mızrak Yayınları 2011, s. 202.
ŞAHIS TEMELLİ DİN YORUMLARI VE GÜNÜMÜZ İSLAM
TOPLUMUNDAKİ YANSIMALARI
Emine ÖĞÜK
Yrd. Doç. Dr. Gaziosmanpaşa Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
526 • Emine Öğük
1 Bu tür anlayışların tevhid akidesine ters düşmesi yanında vahiy ve peygamberlik kurumları-
nın da yozlaştırılmasına kapı araladığı ifade edilmiştir. (bkz. Temel Yeşilyurt, ‚Kutsiyet,
Velâyet ve Kerâmet Kavramları‛, İslam Düşünce ve Geleneğinde Kutsiyet, Velayet ve Keramet, İs-
tanbul: KURAMER Yayınları 2017, s. 290.
2 Mehmet Görmez, ‚Müzakere Metni‛, Beklenen Kurtarıcı İnancı, İstanbul: KURAMER Yayınları
2017, s.133.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 527
3 Bkz. Ahmet Yücel, ‚Mehdî Hadislerinin Temel Hadis Kaynaklarındaki Anlamı‛, Beklenen
Kurtarıcı İnancı, İstanbul: KURAMER Yayınları 2017, s. 169.
4 Bkz. Ahmet Yücel, ‚Mehdî Hadislerinin Temel Hadis Kaynaklarındaki Anlamı‛, s. 170.
5 Mehmet Görmez, ‚Müzakere Metni‛, Beklenen Kurtarıcı İnancı, İstanbul: KURAMER Yayınları
2017, s. 130.
528 • Emine Öğük
maları ifade etmek üzere gündelik hayatta en fazla kullanılan iki kavram var-
dır: Cemaat (Topluluk) ve Cemiyet (Toplum). Köken itibariyle Arapça’ya da-
yanan ve sözlükte, ‚bir araya gelen insan topluluğu‛ anlamına gelen cemaat,
en geniş mânasıyla; ‚Müslümanların din kardeşliği esasına dayalı olarak ger-
çekleştirdikleri birlik ve beraberlik‛6 demektir ve her devirdeki Müslümanla-
rın büyük çoğunluğunu ifade eden ‚ehl-i sünnet‛ kavramı karşılığında kulla-
nılmaktadır. İslam dini de cemaat şuuruna önem veren, ümmet birliği içinde
hareket etmeyi önemseyen bir dindir. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de nere-
deyse cemaat olmayı emretmiştir. “Hepiniz toptan, Allah’ın ipine (dinine) sımsıkı
sarılın, bölünüp ayrılmayın. Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz
birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi birbirine ısındırmış ve onun lütfu ile
kardeş oluvermiştiniz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oraya düşmekten
de sizi O kurtarmıştı. Allah size âyetlerini böylece açıklıyor, ta ki doğru yola eresiniz.
Ey müminler! İçinizden hayra çağıran, iyiliği yayıp kötülükleri önleyen bir topluluk
bulunsun. İşte selâmet ve felâhı bulanlar bunlar olacaklardır.‛7 Bu âyette de işaret
edildiği üzere İslam dini Müslümanların birlik ve beraberliğine büyük önem
vermiştir. Günde beş vakit namazın cemaatle eda edilmesinin teşvik edilmesi,
haftada bir Cuma namazının ve senede iki defa bayram namazlarının topluca
kılınmasının gerekli görülmesi8 müminlerin hedeflenen bu kardeşlik, birlik ve
beraberliklerini gerçekleştirmelerinin ve yardımlaşmalarının bir göstergesidir.
Dinimiz aynı inancı paylaşan mü’minleri birbirleriyle muhabbetli kabul ede-
rek ‚Mü’minler kardeştir‛9 buyurmuştur.10 Bir cemaat bağı altında biraraya
gelmenin çeşitli faydalarından da bahsetmek mümkündür: Cemaatlerde in-
sanlar kendi başlarına değil, belli kurallar dahilinde hep birlikte hareket eder-
ler, böylece aynı amacı gerçekleştirme alışkanlığı ve disiplini kazanırlar. Bu-
radan hareketle İslam'ın bazı ilke ve prensiplerinin en güzel şekilde cemaatla
beraber yerine getirildiği ifade edilebilir. Belli bir grup içerisinde borç alıp
verme, işsiz olanlara iş imkânı sağlama ve maddi yardımda bulunma gibi
yardımlaşma örnekleri daha kolay ve tekin şekilde yerine getirilebilmektedir.
Bu durum özellikle günümüzde modern hayatın bireysel yapısı içerisinde bir
güven hissi oluşturmakta, insanların müşterek çalışma ve yardımlaşmalarıyla
hayatlarında var olan boşluklar dolmakta, daha huzurlu ve güvenli şekilde
yaşamlarını devam ettirmelerine imkan sağlanmaktadır. Dinî gruplara yö-
nelmenin arkasında da sadece dinî sebepler bulunmamakta, sosyal destek,
güven ve paylaşma ihtiyacı, anlam arayışı gibi bir takım sosyolojik ve psikolo-
jik nedenler rol oynamakta ve ayrıca küresel ölçekte meselenin askerî, kültü-
rel, siyasî ve iktisadî yönleri bulunmaktadır.11
Cemaatle ilgili problemlerden biri de bu kavramın özelde sadece belli bir
yapılaşmaya işaret etmek üzere kullanılmasıdır. Cemaat sözcüğü bütün grup-
lara şamil bir şemsiye kavram olmasına rağmen, sadece belli bir grupla birlik-
te anılmaya başlamasında, ilgili grubun kendi müntesiplerine şu cemaat, bu
cemaat demek yerine sadece ‚cemaat‛ nitelemesinde bulunmasının rolü ol-
muştur. Bu kavramın belli bir grup tarafından sahiplenilmesi ve çokça kulla-
nılması sebebiyle ‚cemaat‛ dendiğinde akla sadece belli bir oluşumun gelme-
sinden dolayı bu sözcük günümüzde meşru addedilmeyen bazı gruplar eliyle
adeta kirletilmiş, hatıralarda yer eden bu olumsuz iz sebebiyle insanlar bu
sözcüğü kullanırken tekrar tekrar düşünmek durumunda kalmışlardır. Oysa
cemaat kavramı ‚topluluk‛ anlamında kullanılan genel ve kuşatıcı bir kavram
olduğundan, ‚küçük veya büyük herhangi bir grubun üyelerinin müşterek
menfaatleri paylaşmak üzere bir araya gelmesi‛dir12 ve sadece dinî grupları
değil, aynı zamanda bilimsel, kültürel bir takım faaliyetleri yürütmek için bir
lider etrafında bir araya gelen her türlü küçük ve büyük ölçekli gruplaşmaları
ifade etmek üzere kullanılır13. Toplum içinde ilmiyle, birikimiyle, siyaset etme
kabiliyetiyle öne çıkan bazı şahıslar diğerleri üzerinde daha etkin bir role sa-
hip olduklarından gruba rehberlikte bulunmaktadır.
11 Sönmez Kutlu, "Beklenen Kurtarıcı İnancına Dayalı Siyasî ve Dinî Hareketlerde Mehdîlik Ti-
polojileri", Beklenen Kurtarıcı İnancı, İstanbul: KURAMER 2017, s. 291-292; Sevde Düzgüner,
"Dinî Gruplara Yönelmenin Psiko-Sosyal Analizi", Beklenen Kurtarıcı İnancı, İstanbul:
KURAMER 2017, s. 286-287.
12 R. M. MacIver- Charles H. Page, Cemiyet I, (trc. Amiran Kurtkan), İstanbul: MEB Yayınları
1994, s. 22.
13 Buna örnek olması açısından Ayhan Dever tarafından kaleme alınan ‚Bilginin Efendileri:
Epistemik Cemaat‛ adlı makalede ‚epistemik cemaat‛ kavramının ‚bilgi, bilim topluluğu‛
anlamında kullanılmasını gösterebiliriz. (Ayhan Dever, ‚Bilginin Efendileri: Epistemik Ce-
maat‛, Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, 2012 Bahar, sy. 13, s. 201-217, s. 206.). Yine sosyolojik
anlamda cemaat kavramının kullanımıyla ilgili bkz. Selim Eren, ‚Cemaatsel Oluşum ve Dinin
Rolü‛, Dinî Araştırmalar, Mayıs-Ağustos 200, III, sy. 7, s. 93-94.
530 • Emine Öğük
14 Hûd 11/18-119.
15 el-Mâide 5/48.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 531
1. Kutsallık Sorunu
Şahıs kaynaklı din anlayışlarının belirgin vasıfları arasında karizma lide-
ri ululama, ona velayet ve keramet nispetinde bulunma gibi bir takım yücelt-
meci unsurlar öne çıkmaktadır. Burada karizma şahıs adeta kutsallaştırılmak-
ta, tavsiyeleri emir telakki edilmekte, her türlü işte onun kararına başvurul-
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 533
16 İsmail Hakkı Ünal, ‚Kur’an ve Sünnet Açısından Kutsiyet, Velâyet ve Kerâmet‛, İslam Düşün-
ce ve Geleneğinde Kutsiyet Velayet Keramet, İstanbul: KURAMER Yayınları 2017, s. 21.
17 en-Nisa 4/69.
18 et-Tevbe 9/30; es-Saffât 37/148-15; ez-Zümer 39/3; Fussilet 41/37.
19 et-Tevbe 9/30-31.
20 Müslim, "Mesâcid", 19.
21 Buharî, "Enbiyâ" 48.
534 • Emine Öğük
2. Tefrika Sorunu
Grup liderlerine ve mensuplarına atfedilen seçilmişlik ve kutsiyet dü-
şüncesi, mensuplarının aile, millet ve ümmete bağlılık şuurundan kopmala-
3. Köken Sorunu
Şahıs temelli ve mehdîlik inancına dayalı din yorumları köken itibariyle
farklı mitolojilerinden İslam kültürüne intikal etmiş olan, günümüzde de
özellikle Şiî kesimde olmak üzere daha ziyade geleneksel toplumlarda varlı-
ğını devam ettiren mito-teolojik ve aynı zamanda dinî ve mistik bir ideoloji
olarak değerlendirilebilir.26Mito-teolojik bir karakter arz eder, çünkü Müslü-
manların inancı içine belli bir takım tarihsel saiklerle nüfuz etmiş olup, özel-
likle erken İslam tarihinde fetihlerle İslam toplumuna entegre olan mevalînin
mistik ve dinî kültürü ile yakından ilgilidir. Bu inançta Mısırlı, Suriye’li ve
İran’lı mevalînin varis olduğu antik Mısır, Ortadoğu, ve bilhassa Mezopo-
tamya mitolojisinin etkisi vardır.27Daha ziyade geleneksel ve az gelişmiş ülke-
lerde varlığını hissettirmesi, bunun arkasında siyasal, ekonomik ve toplumsal
problemlerin bulunduğunu gösterir.
İslam dininin temel kaynaklarındaki sahih bilgilerle uzlaştırmanın zor
olduğu ve köken itibariyle daha ziyade Yeni Eflatunculuk, Gnostisizm, Her-
metizm, Budizm, Zerdüştîlik ve Maniheizm gibi mistik kültürlerin birikimiyle
yakından ilişkili olduğu dikkat çeken bu anlayışlar ile mehdîci hareketler ara-
sında kuvvetli bir bağ vardır. Kainatta olmuş-olacak, geçmiş-gelecek ne varsa
hepsini bilen, insanları kaderlerine hakim, her türlü hadiseyi kainatta bizzat
yönlendiren, kendisine yardımcılık yapan ricâlü’l-gayb tabir edilen daha alt
statüdeki kişilerle dünyanın dört bir köşesinde tasarruf sahibi olan insanüstü
varlıklar, adeta yaratıcının vasıflarını kendinde topladığına inanılan kişiler
makes bulmuştur. Cenâb-ı Hakk’ın mazharı, kâinat nizamının kendileriyle
4. Tekelcilik Sorunu
Kapsayıcı ve hoşgörü eksenli sahih din anlayışına sahip olanlar, sadece
belli bir kişi ya da mezhebin yorumuyla yetinip, alternatif tüm görüşleri yok
sayan dogmatik bir tutumu benimsemezler. Sadece belli bir mezhebin yoru-
muyla yetinmek diğerlerini tamamen devre dışı bırakmak anlamına gelir ki,
bu tutum yüzeysel bir bakış açısına ve dolayısıyla da fikrî kısırlığa neden ol-
makta, meseleleri çok yönlü ve çok boyutlu analiz etmeye engel teşkil etmek-
tedir. Mezhep taassubu yahut tekelciliği olarak da adlandırılmaya müsait
olan bu yanlış tutum bilhassa şahıs temelli din yorumlarında dikkat çekmek-
tedir. Herhangi bir mezhebe mensubiyet, illa taassup sahibi olmayı gerektir-
mediği içindir ki, bir mezhep bağı olmasına rağmen bir kısım alimler farklı fi-
kir ve düşüncelerden istifade etmekten geri kalmamışlardır. Mesela itikadda
Mâtürîdî ve amelde Hanefî bir duruşa sahip olan İbnü’l-Hümam es-Sivasî (ö.
861/1456), mezhep taassubuna düşmemiş, tam aksine kapsayıcı bakış açısını
devam ettirdiğini gösteren şu sözleri dikkat çekmiştir: ‚Bir kimsenin her me-
selede ayrı ayrı müçtehidlerin sözlerini almasında bir mahzur yoktur. Buna
engel aklî ve naklî bir delil göremiyorum. Bir insanın herhangi bir müçtehidin
içtihadından kendisi için kolay olanı almasında da bir beis yoktur. Kaldı ki
Hz. Peygamber de ümmeti için kolaylaştırılan şeyleri severdi.‛29 Bu duruş her
zaman sadece belli bir ekolün değil, herhangi bir meselede delilleri daha kuv-
vetli görülen kelamî ekolün görüşlerini tercih etmeyi ve gerektiği durumda
da daha doğru olduğuna inanılan bir görüşü mensubiyeti dışında bile olsa
öncelemeyi beraberinde getirir. İşte bu noktada deliller görüşlerin önüne
geçmekte, söyleyenin kim olduğuna göre değil, görüşün geçerli ve tutarlı olu-
şuna göre hüküm verilmektedir. Doğru olan da budur.
28 Ahmet Yaşar Ocak, ‚İslâm Tarihinin Mitolojik Kültüründen Kaynaklanan Sosyo-Politik Prob-
lemi: Mehdîlik ve Mehdîci Hareketler‛, s.26, 30.
29 İbnü’l-Hümam, Fethü’l-Kadîr alâ Şerhi’l-Hidâye, Beyrut, ts., VII, 258.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 537
SONUÇ
Şahıs temelli din yorumları köken itibariyle Antik Ortadoğu ve Asya din
ve mitolojilerinden İslam kültürüne intikal etmiş olan, günümüzde daha zi-
yade geleneksel toplumlarda varlığını devam ettiren dinî ve mistik bir ideoloji
olarak değerlendirilebilir. Türk tarihinde XIII. Yüzyılda Babaîler isyanı, XV.
Yüzyılda Şeyh Bedrettin hareketi, XVI. yüzyılda Safevî yanlısı isyanlar, 1511
yılında II. Bayezid’e karşı yapılan Şahkulu İsyanı ve Melamî hareketlerinin
ortak özelliği şahıs merkezli olmaları ve topluma büyük zararlar vermeleridir.
Şahıs kaynaklı din yorumları geçmişte olduğu gibi, günümüz toplu-
munda da telafisi çok zor ve derin yaralar açmakta, ümmetin birliğinin bo-
zulmasına neden olmakta, dine ve dindarlara karşı insanlarda bulunan güve-
ni zedelemekte, çift kimlik ve gizli gündemlerle insanlar arasında kaos ve
kargaşa sebebi olmakta ve nihayette toplumda dine karşı büyük bir güvensiz-
liğin ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır. Bütün bu kargaşaların önüne
geçmek elzemdir ve akademisyenlerin, din alimlerinin, toplum önderlerinin
bu mesele hakkında zihin yorması ve insanlardaki dinî bağlanışlara zarar
vermeden meselenin halli için çözüm önerileri geliştirmesi gerekmektedir. Bu
öneriler arasında öne çıkan başlıklardan biri, toplumda var olan dindarlık al-
gılarındaki sapmaları tamir ederek, sahih din anlayışının inşasına ortam ha-
zırlamak olmalıdır. Sapmaların önüne geçebilmek için dindarlığın şekillen-
mesine belli bir takım ilkeler çerçevesinde imkan sağlamak, tamamen subjek-
tif yargılara dayalı din anlayışlarının kusurlarını gözler önüne sermek gerekir.
Yine bu tebliğimizde değinme fırsatı yakalayamadığımız mevzular arasında
önemli olduğu görülen şahıs eksenli din yorumlarının toplumda kabul görme
nedenleri irdelenmeli, İslam akidesinin ana damarını temsil eden sahih itika-
dın irtifa kaybetmesine sebep olan faktörler belirlenmeli ve isabetli bir sonuca
varmak adına çözüm önerileri geliştirilmelidir.
KAYNAKÇA
Dever, Ayhan, ‚Bilginin Efendileri: Epistemik Cemaat‛, Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi,
2012 Bahar, sayı: 13, s. 201-217.
Düzgüner, Sevde, "Dinî Gruplara Yönelmenin Psiko-Sosyal Analizi", Beklenen Kurtarıcı İnan-
cı, İstanbul: KURAMER 2017, s. 281-288.
Eren, Selim, ‚Cemaatsel Oluşum ve Dinin Rolü‛, Dinî Araştırmalar, Mayıs-Ağustos 200, c. 3,
sy. 7, s. 93-112.
Erul, Bünyamin, ‚Uydurma Rivayetlerde Peygamber Tasavvuru‛, İslam’ın Anlaşılmasında
Sünnetin Yeri ve Değeri, Ankara 2003, s. 419-435.
Görmez, Mehmet, ‚Müzakere Metni‛, Beklenen Kurtarıcı İnancı, İstanbul: KURAMER Yayın-
ları 2017.
538 • Emine Öğük
Özet
Mehdi düşüncesi ya da inancı tüm toplumlarda görülen bir fenomendir..
Gaybet düşüncesinin geçirmiş olduğu değişim sayesinde Mehdilik İmamiyye Şii-
liğinde inanç konusu haline gelmiştir. Başlangıçta İmami kelamcılar Gaib
İmam’ın görevlerinin üstlenilmesine karşı çıkmıştır. Bu durum Şii toplumunu si-
yaseten krize sürüklemiş, çeşitli çıkış yolları aranmıştır. Bu konuda Şii düşüncesi-
ne en önemli katkıyı Usûlî ekol sağlamıştır. Usuli metod ilgili rivayetlerden de
güç alarak ulemayı imamların yokluğunda yetkili merci olarak görmüştür. X. as-
rın son çeyreğinden itibaren halk, fukahâyı tam anlamıyla İmam’ın yokluğunda
otorite olarak kabul eder hale gelmiştir. Şiî siyaset düşüncesinin din ile irtibatını
Şii fıkıh kurmaktadır Velâyet-i fakîh, düşüncesi, tarihsel koşulların zorlamasıyla
Usûlî kontekst içerisinde gelişmiş bir doktrindir. Bu düşünce Humeynî sayesinde
bir devrimin gerçekleşmesinde teolojik zemin sağlamıştır. Velâyet-i fakih doktriniy-
le aşırı imkâna kavuşan ulemanın ortaya koyduğu siyaset anlayışı yeni bir mut-
lakçılık/otokrasi olarak yorumlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: İmamiyye Şiası, Mehdi, Gaybet, Velâyet-i fakih,
Humeynî.
Doç. Dr., Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Mezhepleri Tarihi, Erzurum/Türkiye
hanifisahin@atauni.edu.tr
540 • Hanifi Şahin
GİRİŞ
Mehdilik ve Mehdi Düşüncesinin Parametreleri
Adı faklı olmakla birlikte hemen tüm toplumlarda bir kurtarıcı fikri ina-
nış ya da inanç düzeyinde görülmektedir. Kavrama ilişkin olarak ahir zaman,
hükümdarlık, dini yenileme, kurtarıcılık gibi temel özellikler değişmemekle
birlikte, içinde bulunduğu dinin, mezhebin karakterine göre ayrıntılarda fark-
lılıklar olabilmektedir. Tüm dinlerin tarihinde karanlık ve zorlu süreçlerden
sonra ilahi müdahalenin rehberlik edeceği bir çıkışın olacağı, bu çıkışın da
dünyanın sonu ile irtibatlı olarak kurulduğu görülmektedir.1 Dikkatleri çeken
husus, Mehdi olacak kişinin kurucunun ya da peygamberlerin soyundan ge-
leceğine olan inançtır. Bu da onların karizmatik bir kişilik olarak kabul gör-
melerini kolaylaştırmıştır. Burada mehdilerin doğumunun, tıpkı peygamber-
ler gibi, olağan üstü olaylarla irtibatlandırılması da etkili olmuştur. 2
Şiî düşünce tarihinde Mehdi telakkilerinin başlangıçta ayrıştırtan bir rolü
olsa, İmâmiyye Şia’sıyla ana bünyeye kavuşan İmâmîler için bu düşünce ya-
pısı, her şeye ontolojik açıdan katkı sağlayan bir inanca dönüşmüştür. Şiî’da
gaybet etrafında yapılan tartışmalar, Gaybet-i Suğra (260/874) döneminde
İmam ile sefirler vasıtasıyla kurulan irtibat, 68 yıl sürmüştür. Bu Şiî toplumun
genel anlamda bir kargaşa yaşamadığı söylenebilir. Esas problemli süreçler
328/949’da başlayan Gaybet-i Kübra’dan günümüze kadar geçen zaman dili-
minde yaşanmıştır.
Gaybet düşüncesi İmâmiyye Şia’sında zorunlu olarak mehdilik düşünce-
sini beslemektedir. Gaybette yaşamını sürdüren imam fikri, İmamiyye Şia’sını
besleyen bir unsur olmuştur. Şiîliğin altında yer alan İsmâiliyye ve Zeydiyye
gibi diğer Şiî gruplar İmam’ın mutlak yokluğu üzerine bir teori inşa etmedik-
leri için, Yemen, Kuzey Afrika, Mısır ve Taberistan’da devletlerini kurmayı
başarmışlardır. Ancak imameti nassla irtibatlandıran, onu doğrudan Allah ta-
rafından Ali’nin sadece Fatıma’dan olan evladıyla sınırlandırıldığına inanan,
imameti insanların tercihine bırakılmayacak kadar önemli bir farz olarak gö-
1 Avni İlhan, Mehdilik (İstanbul: Beyan Yayınları, 1993),14-16; Ekrem Sarıkçıoğlu, ‚Mehdî‛, Tür-
kiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 28 (İstanbul: TDV Yay., 2003), 369.
2 Mehdi’yi normal insan olarak görüp şekli, şemaili ve soyu ile bilgiler için bkz. Nuaym b.
Hammad, Ebû Abdullah Nuaym b. Hammad b. Muaviye, el-Fiten, nşr. Süheyl Zekkar (Bey-
rut: Dârü’l-Fikr, 1993), 225 vd.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 541
ren İmâmî düşüncede hemen her şey askıya alınmıştır. Zira insan aklı, Al-
lah’ın yeryüzünde insanlara kanıtı olarak iş gören bir Hüccet/İmam kadar
mükemmel işleyemez. Bu nedenle İmam’ın yerine getirmesi gereken her şey,
onun yokluğunda askıya alınmalıdır. Bu esnada takiyyeye başvurulmalı ve
İmam’ın dönüşü beklenmelidir. İmam’ın mutlak velayeti bölünemeyeceğin-
den İmam’a herhangi bir konuda vekâlet ettiğini söyleyen kişi yalan söyle-
mektedir. Çünkü İmam’a itaat, Allah’a itaattir ve bu hususun tevkifi olması
gerekir. Dolayısıyla imamlardan sonra niyabet-i amme, velayet-i fakîh gibi çeşitli
kavramlar ileri sürülerek İmam’ın otoritesi temsil iddiası temellendirilemez.
İlk dönem İmâmî kelamcılarının savundukları bu görüşler İmâmî top-
lumu siyaseten çıkmaza sürüklemiştir. Kuleynî (ö.329/940) ve Şeyh Saduk
(ö.381/991) gibi, ilk dönem Ahbârî ulemasına göre İmam’ın yokluğunda siyasi
arayış, isyan ya da benzeri işlerle meşgul olmak tam anlamıyla küfürdür.
İmam’ın gaybetinde kurulmaya çalışılan devletler, câir, tâğût ve ehl-i cevr ola-
rak nitelendirilir. Ancak Şeyh Müfid (ö.413/1022) gibi sonraki kuşak İmâmî
ulema, bu tarz yaklaşımların İmâmî toplumunu çıkmaza sürüklediğini gör-
düğü için, farklı düşünceler ileri sürmüşlerdir. Seleflerinin sert tutumlarına
rağmen Şeyh Müfid’in siyasetle uzlaşma zemini araması, sonraki süreçlerde
Şiîlerin siyasi iradelerle uzlaşı arayışları için cesaret kaynağı olmuştur.
Bu tebliğde, bir ideolojik olgu haline dönüşen mehdi düşüncesinin
İmâmiyye Şîa’sının siyasetine yansımalarına dair bir perspektif sunulacak,
başlangıçta Şiîleri birleştiren mehdi düşüncesinin günümüz İmâmî siyasetin-
de bu özelliğini koruyup korumadığına dair tespitler yapılacaktır.
3 Bk. Cemil Hakyemez, Şia’da Gaybet İnancı ve Gaib On İkinci İmam (İstanbul: Türkiye Diyanet
Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi, 2016), 39-46; Ahmet Yaşar Ocak, ‚İslâm Tarihinin Mitolo-
jik Kültüründen Kaynaklanan Sosyo-Politik Problemi: Mehdîlik ve Mehdîci Hareket-
ler, Beklenen Kurtarıcı İnancı (İstanbul: 29 Mayıs Üniversitesi Kur’an Araştırmaları Merkezi,
2017), 24-25.
4 Bk. Tekvin, 5/24; Matta, 17/10-12; Markos, 16/ 6-20; II Krallar, 2/1-12; Malaki, 4/5-6; Luka, 21/5-
36; en-Nîsa 4/156-158; el-A’râf 7/142-143; el-Kehf 18/ 65, 82.
5 Fazlur Rahman, İslâm, çev. Mehmet Dağ, Mehmet Aydın, Ankara: Selçuk Yay., 1980), 245-246;
M. Mahfuz Söylemez, Bedevilikten Hadariliğe Kufe, (Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2001),
162-63.
542 • Hanifi Şahin
şüncelere ait rivayetler Kum’da Kuleynî ve Şeyh Saduk gibi önde gelen hadisçile-
rin çalışmalarıyla İmâmiyye gaybet inancının oluşumunda önemli bir rol üstlen-
miştir. Şiîliğin temel kaynaklarının yazıldığı bu dönemde Harun Reşid’in
(ö.193/809) veziri Yahya b. Halid el-Bermek’in (ö.188/805) özel gayretleriyle ilmi
ve kültürel faaliyetlerin artması, nas ve vasiyet gibi, gaybetin alt yapısını oluştu-
ran temel Şiî fikirlerin olgunlaşmasına yardım etmiştir.14
Gaybet fikrinin mehdiliğe dönüşmesinde kilit isim On İkinci İmam’dır.
On İkinci İmam’ın gerçekte var olup olmadığı konusunda farklı düşünceler
görülmektedir.15 On Birinci İmam Hasan el-Askerî’nin 260/873 yılında bir ha-
lef bırakmadan vefatı, Şia içerisinde yoğun tartışmalara yol açmıştır. Bu du-
rum, On Birinci İmam’ın oğlu olmadığını iddia eden onlarca fırkanın çıkışına
neden olmuştur.16 Bu tartışmayı bitirmek için sonraki süreçlerden itibaren ri-
vayet aktarma geleneği oluştu. Musa Kâzım’ın (ö.183/799) ölümünden sonra,
yaklaşık 200/815’li yıllarda gündeme gelen Vâkıfî gaybet iddiaları zamanla
‚imam hadislerine‛ dönüştürülerek problem aşılmaya çalışılmıştır. Bu riva-
yetler o dönemde yaşanan tartışmaların seyrine yön vermiş, İmâmiyye söz
konusu rivayetlerden de destek alarak, Hasan el-Askerî’nin gizli bir oğlunun
olduğunu ve bu çocuğun gaybete gittiği iddiasını gündeme taşımıştır.17
İmam’ın gaybeti dolayısıyla oluşan tereddütlerin giderilmesi için Şiî
ulema sistemli bir doktrin ortaya koymak zorunda kalmıştır. Bu bağlamda
Nevbahtî ailesinin, özellikle Ebû Sehl’in (ö.311/923) katkılarına ayrıca işaret
etmek gerekir. Onların temel hedefi, İmam’ın gaybetini imamet doktrininin
geçerliliği ve mantıksal sonucu sayarak, gaybetin yokluk anlamına gelmedi-
ğini ispat etmeye çalışmaktır.18 Gaybetin rasyonel tarzda savunulmasına Şeyh
Saduk, Şeyh Müfîd ve daha sonra da Şerif el-Murtaza (ö.436/1044) gibi İmâmî
ulemanın da ciddi katkısı olmuştur. 19
20 Said Amir Arjomand, ‚Introduction:Shi’ism:Authority and Political Culture‛, Authority and Political
Culture in Shi’im (ed. S.A. Arjomand), (New york: State University of New York Press 1988), 5;
Uyar, Ahbârilik, 300.
21 Hüseyin Tabâtabâî Müderrisî, ‚Rationalism and Traditionalism in Shii Jurisprudence”, Stu-
dia Islamica 59 (1984):150-151.
22 Rüşdî, ‘Ulyân, el-‘Akl İnde’ş- Şiati’l-İmâmiyye (Bağdat 1973), 59.
23 Müderrisî, Rationalism and Traditionalism, 148-149.
24 Uyar, Ahbârilik, 49.
25 Uyar, Ahbârilik, 48.
26 Azar Tabari, “The Role of the Clergy in Modern Iranian Politics”, Religion and Politics in Iran
(ed. Nikkie Keddie), London 1983), 48.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 545
zekât ve humus gibi dini vergilerin toplanması; cuma namazı gibi toplu iba-
detlerin icra edilmesi görevlerini yerine getirmeye başlamışlardır.32
yaklaşım, daha önceki Şiî ulema tarafından ifade edilmeyen bir husus olarak
ilk defa dillendirilmiştir.53
Velâyet-i fakîh düşüncesi Humeynî ile birlikte 1979’da İran’da meydana
gelen ihtilâlin ardından İran İslâm Cumhuriyeti’nin temel ilkelerinden biri
olmuş ve İmâmî siyaset anlayışında önemli bir dönüşümü başlatmıştır. 54 Hu-
meynî’nin elinde yeni bir formata kavuşan Velâyet-i fakîh düşüncesine göre
fukahâ, imamlar; imamlar, Hz. Peygamber; o da Allah tarafından yetkilendi-
rilmiştir. Velâyet yetkisi gaybet dönemine kadar Hz. Peygamber ve imamlara;
gaybetten sonra ise fakihlere aittir. Bu, bir imtiyaz değil, bir vazifedir. Pey-
gamber ve imamlar, hükümet teşkilinde ve yürütmesinde hangi yetkiye sa-
hipse fukahâ da aynı yetkilere sahiptir. 55
Humeynî ile birlikte Velâyet-i fakih düşüncesi hem siyasi hem de dini açı-
dan bir kalkan olarak kullanıldı. İran’ın siyasi yapısında güçlü bir kamuoyu-
nun bulunmaması dolayısıyla halk, toplumun otonom ögesi olarak gördüğü
ulema sınıfını mutlak monarşiyi kontrol etmek için destekledi. Hatta 1905-6
Meşrutiyet hareketinde görüldüğü üzere devletin siyasi hayattaki boşluğunu
dolduran yegâne sınıf ulema olmuştur. 56 Bu şekilde, Velayet-i fakîhin ilkeleri,
bir yanda popüler heterodoksinin (Sufizm, Şeyhlik gibi) diğer taraftan mutlak
monarşinin kontrol edilmesinde kullandı. Bununla birlikte, Velayet-i fakih, hiç-
bir zaman monarşizmin alternatifi olarak ortaya çıkmamıştır. Halk, ulemayı
despotik rejimin yerini alması için değil, onu kontrol etmek için desteklemiş-
tir. Yine İran halkı, yaşanan aciliyetler yüzünden, ulemanın sosyal değişime
uyum kabiliyetine ve kurtuluş nosyonunun Ayetullah Humeynî tarafından
yüklenilmesine destek vermiştir. Ancak halk, Humeynî’nin, Nerâkî’nin dokt-
rini temelinde geliştirdiği Velayet-i fakîh düşüncesinde bir başka mutlakçılığın
olup olmadığına dikkat etmedi. Zaten Humeynî’nin getirdiği yeni paradigma
da, eleştirdiği monarşiler gibi, halka hükümette, siyasette herhangi bir ortak
rol, katılım hakkı tanımamaktaydı.
Humeynî ulemanın yetiklerinin sınırlandırılması ve din-devlet işlerinin
birbirinden ayrılması gerektiğine inanan siyasilerin aksine, ulemanın din-
devlet işlerinde etkili olması gerektiğine inanan birçok âlimden birdir. Bu
bağlamda Humeynî kendisinden önceki âlimlerin oluşturduğu zemini
Velâyet-i fakîh kavramıyla son noktayı kavuşturmuştur. Ancak ifade etmek ge-
rekir ki, Nerâkî’den sonraki ulemanın velayet-i fakîh düşüncesinin entelektüel
düzeyde kökleşmesine bir katkıları olmadığı gibi, Humeynî’nin de bu düşün-
ceye çok şey kattığı söylenemez.57 O, 1979’deki İran devrimimin, bu doktrinini
58 Ahmed el-Katib, Şia’da Siyasal Düşüncenin Gelişimi: Şuradan Velayet-İ Fakihe, çev. Mehmet Yol-
cu (Ankara: Kitabiyat, 2005), 471.
59 Humeynî, el-Hükümetü’l-İslâmiyye,26.
552 • Hanifi Şahin
SONUÇ
Şiî düşüncede mehdilik bir inanış, düşünce tarzı, anlayış değil, tam an-
lamıyla bir inançtır; çeşitli zaaflarla muallel insanın tercihine bırakılamaz bir
konudur. Mehdilik Şiî siyasetinde gaybet düşüncesinin geçirdiği aşamalardan
sonra varılan son duraktır. Gaybet düşüncesi başlangıçta Şiî tolumun bocala-
masına neden olsa da uzun vadede İmamî toplumu bir ideal etrafında birleş-
tiren bir unsura dönüşmüştür. Bu birleşme sadece teolojide değil, yanı sıra
politik arenada da kendini göstermiştir. Bu ideal etrafında oluşan literatür, bu
konuda sonraki süreçleri şekillendirmiştir, şekillendirmeye devam etmekte-
dir.
İmâmiyye’de her şeyin gaybetteki imama bağlanması onun da Kaim el-
Mehdi el-Muntazar olarak dönüşünün kıyametle irtibatlandırılması Şiî toplu-
munun siyasetten uzak durmasına neden olmuştur. Bu, aynı zamanda İmâmî
toplumu siyaseten krize sürüklemiştir. Bir yandan beklenen mehdinin bir tür-
lü gelmemesi, öte yandan ilgili rivayetlerle imamlar adına yetkilendirilen
fakîhlerin artan etkisi arasında sıkışıp kalan toplum, siyasetle uzlaşıya mec-
bur kalmıştır. Bu konuda toplumu ikna etme işi, Usûlî düşünce ekolüne kal-
mıştır.
Velâyet-i fakîh doktrini Kaçar ve Pehlevi dönemlerinde mutlak monarşi-
nin dengelenmesinde önemli rol oynamasına rağmen, geldiğimiz süreçte
kendisi yeni bir mutlakçılığı tesis etmekle eleştirilmektedir. Eleştirilen yönel-
tildiği konu Ayetullahlar rejiminin gittikçe despotizme, din adamları aristok-
rasisine dönüşmesinedir. Velâyet-i fakîh düşüncesinin günümüz siyasi değerle-
riyle bağdaşmadığı ileri sürülerek teorinin tamamen reddedilmesine kapı ara-
lanmaktadır. Özellikle gençlerin ulemaya tepkisi, İslam’ın bir dizi püriten ve
hoşgörüsüz yasaya indirgenmiş bir yapı olarak sunulmasınadır. Bu eleştiriler,
dinin siyasal ideolojiye indirgendiği zaman birleştirici olma vasfını kaybetti-
ğinin önemli bir göstergesidir. . Ahlak polisinin tedbirlerine rağmen özellikle
kadınların -gösterebildikleri oranda- makyaj ve saçlarını süslemelerine gös-
terdikleri ihtimam, bir protest duruş olduğu kadar ulema sınıfının kontrolün-
deki siyasi yapının pek de başarılı olmadığını bir göstergesi olarak da yorum-
lanabilir
Devrimin üzerinden 38 yıllık zaman geçmesine karşın, Velâyet-i fakîh na-
zariyesi mevcut İran toplumunun beklentilerini karşılamaktan uzak bir gö-
rüntü sergilemektedir. Hatemi örneğinde olduğu gibi, İran siyasal tecrübe-
63 Uyar, ‚Şiî Siyasi Düşüncesi Bağlamında İran İslam Cumhuriyeti Anayasası'nda Otoritenin
Kaynağı‛ Avrasya Dosyası, Şiî Jeopolitiği Özel Sayısı, (2007), 264.
64 Hakyemez, ‚Şia’da Beklenen Kurtarıcı İnancı ve Günümüzdeki Yansımaları‛, Beklenen Kurta-
rıcı İnancı (İstanbul: Kuramer Yay, 2017, s. 89-112),108.
554 • Hanifi Şahin
KAYNAKÇA
Afary, Janet- Anderson, Kevin B., Foucault Ve İran Devrimi: Toplumsal Cinsiyet Ve İslamcılığın
Ayartmaları, çev. Mehmet Doğan, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2012.
Arjomand, Said Amir, ‚Introduction:Shi’ism:Authority and Political Culture‛, Authority and
Political Culture in Shi’im (ed. S.A. Arjomand). New York: State University of New
York Press 1988.
Arjomand, Said Amir. The Shadow Of God And The Hidden İmam: Religion, Political Order,
and Social Change in Shi’ite Iran from the Beginning to 1890. Chicago: The University of
Chicago 1984.
Bedevî, Abdurrahman. Mezâhibü’l-İslâmiyyîn. Beyrut: 1973.
Enayet, Hamid. Modern Islamic Political Thought. London:1982.
Garâvî, Muhammed Abdülhüseyin Muhsin. Mesâdiru’l-lstinbât Beyne’l-Usûliyyîn ve’l-
Ahbâriyyîn. Kum 1993.
Goldziher, Ignaz. el-Akide ve’ş-Şeria fi'l-İslâm, trc. M. Yusuf Musa v.dğr., Kahire: Dârü’l-
Kitabi’l-Mısri,1946.
Hakyemez, Cemil. ‚Şia’da Beklenen Kurtarıcı İnancı ve Günümüzdeki Yansımala-
rı‛, Beklenen Kurtarıcı İnancı. 89-112 İstanbul: Kuramer Yay, 2017.
Hakyemez, Cemil. Şia’da Gaybet İnancı ve Gaib On İkinci İmam. İstanbul: Türkiye Diyanet Vak-
fı İslâm Araştırmaları Merkezi, 2016.
Hodgson, Marshall G.S., İslâm’ın Serüveni. trc. İzzet Akyol. İstanbul: İz Yayınları, 1993.
Humeynî, Ayetullah Ruhullah b. Mustafa Humeyni Musevi , el-Hükümetü’l-İslâmiyye, (y.y.,
t.y.) 3. bs,
Hussain, Jassim M, The Occultation of the Twelfth Imam. London: 1982.
İbn Babaveyh el-Kummî (Şeyh Sadûk), Ebu Ca’fer Muhammed b. Ali. Kemalü’d-Din ve Ta-
mamü’n-Ni’me. Kum: Darü’l-Kütübi’l-İslâmiyye, 1395/1975.
İbn Rüstem et-Taberî, Delâilü’l-İmame. Kum: Dârü’z-Zuhair, t.y.
İlhan, Avni. Mehdilik. İstanbul: Beyan Yayınları, 1993.
Kaşifu’l-Gıta, Muhammed Hüseyin, Ca’feri Mezhebi ve Esasları, çev. Abdülbakıy Gölpınarlı.
İstanbul: 1979.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 555
Katib, Ahmed. Şia’da Siyasal Düşüncenin Gelişimi: Şuradan Velayet-İ Fakihe, çev. Mehmet Yol-
cu. Ankara: Kitabiyat, 2005.
Kohlberg, ‚Şiî Hadis,‛ çev. M.Ali Büyükkara, Ekev Akademik Dergisi 2, sy. 2 (Mayıs 2000): 50-
51
Kohlberg, Etan. ‚Imam and Community in the Pre-Ghayba Period,‛ Authority and Political
Culture in Shi’ism (ed. Said Amir Arjomand), (New York: State University of New York
Press, 1988), 40.
Küleynî, Ebû Cafer Sikatü'l-İslâm Muhammed b. Yakub b. İshak. el-Kâfi, nşr. Ali Ekber el-
Gaffari. Tahran: Dâru’l-Kütübi’l-İslamiyye, 1361.
Meclisî, Muhammed Bakır b. Muhammed Taki b. Maksud Ali, Biharü’l-Envari’l-Câmia Li-
Düreri Ahbari’l-Eimmeti'l-Ethar. Beyrut: Müessesetü'l-Vefa, 1983.
Müderrisî, Hüseyin Tabâtabâî, ‚Rationalism and Traditionalism in Shii Jurisprudence”,
Studia Islamica 59 (1984):150-151.
Nerâkî, Ahmed b. Mehdi, Avaidü’l-Eyyâm Fi Beyâni Kavâidi İstinbâti’l-Ahkâm. Beyrut: Dârü’l-
Hâdî, 2000.
Neşşâr, Ali Sami. Neş’etü’1-Fikri’l-Felsefi fi’l-İslam. Kahire: 197.
Nevbahtî, Ebu Muhammed el-Hasan b. Musa, Fıraku’ş-Şîa. İstanbul: Matbaatü’d-Devle, 1931.
Nikkie, Keddie. “Introduction”, Religion and Politics in Iran. (ed. Nikkie Keddie). London:
1983.
Nuaym b. Hammad, Ebû Abdullah Nuaym b. Hammad b. Muaviye, el-Fiten, nşr. Süheyl
Zekkar (Beyrut: Dârü’l-Fikr, 1993.
Ocak, Ahmet Yaşar. ‚İslâm Tarihinin Mitolojik Kültüründen Kaynaklanan Sosyo-Politik
Problemi: Mehdîlik ve Mehdîci Hareketler, Beklenen Kurtarıcı İnancı. İstanbul: Kura-
mer Yayınları, 2017.
Rahman, Fazlur. İslâm, çev. Mehmet Dağ, Mehmet Aydın, Ankara: Selçuk Yayınları, 1980
Razî, Ebû Hatim Ahmed b. Hamdan. Kitâbü’z-Zîne fî Kelimâti'l-İslamiyye. Bağdat, 1988.
Rüşdî, ‘Ulyân, el-‘Akl İnde’ş- Şiati’l-İmâmiyye, Bağdat 1973.
Sachedina, Abdulaziz Abdulhussein, The Just Ruler (al-sultân al-adil) in Shi’ite İslam. Oxford 1988.
Sachedina, Islamic Messianism-The Idea of Mahdi in Twelver Shi’ism. Albany, 1981.
Sarıkçıoğlu, Ekrem. ‚Mehdî‛, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 28: 369-371. İstanbul:
TDV Yayınları, 2003.
Söylemez, M. Mahfuz. Bedevilikten Hadariliğe Kufe. Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2001.
Sübhani, Ca‘fer. el-İlâhiyyât. Beyrut: 1990.
Şeyh Müfîd, Ebi Abdullah Muhammed b. Muhammed b. En-Numanî el-Ukberî. el-Fusûlü’l-
Muhtâra mine’l-Uyuni ve’l-Mehâsin, Beyrut 1405/1985.
Şeyh Müfîd, el-İrşâd, Kum 1413.
Şeyh Müfid, el-Mesailü’l-Aşere fi’l-Ğaybe, thk Faris Tebriziyan. Kum: 1426.
Tabari, Azar. “The Role of the Clergy in Modern Iranian Politics”, Religion and Politics in Iran
(ed. Nikkie Keddie). London 1983.
Tabersî, Ebû Mansur Ahmed b. Ali b. Ebî Talib, el-İhticâc, thk, Seyyid Muhammed Bakır el-
Horasan. Kum: 1966.
Tûsî, Ebu Ca’fer Muhammed b. Hasan. Kitabu’l-Gaybe. Kum: 1417.
Tûsî, Tezhîbü’l-Ahkâm. Tahran: Dârü’l-Kütübi’l-İslâmiyye, 1365.
Uyar, Mazlum. ‚Şiî Siyasi Düşüncesi Bağlamında İran İslam Cumhuriyeti Anayasası'nda
Otoritenin Kaynağı‛ Avrasya Dosyası, Şiî Jeopolitiği Özel Sayısı, (2007)
556 • Hanifi Şahin
Özet
I. Dünya Savaşı’ndan sonra Horasan diye isimlendirilen Azerbaycan ve
İran topraklarından Anadolu’ya özellikle de ülkemizin kuzey doğu bölgeleri-
ne yerleşmiş olan Caferîler (Azerî Türkler), dinî inanç ve ibadet hayatlarının
yanı sıra örf, âdet ve sosyal uygulamaları ile her daim dikkatleri kendi üzerle-
rine çeken bir yapıyı temsil etmişlerdir. Onların benimsemiş olduğu en önem-
li inanç esaslarından birisi de ‚Mehdîliktir.‛ Hatta denebilir ki kabul ettikleri
diğer bütün inanç konularının ana referansını bu telakki oluşturmuştur.
Bu bildiride, uzun yıllardır ülkemizin kuzey doğusunda yaşayarak bir-
likte yaşama ve dinî çeşitliliğin en güzel örneklerini sergilemiş olan Kars Ca-
ferîlerinin, ‚mehdîlik‛ konusuna bakışları doğrudan gözlem ve birebir müla-
kat teknikleriyle tespit edilmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Şia, Caferîler, Mehdî, İnsan ve İnanç.
1 Bu bildiri, 2016-SB-16 nolu onay koduyla Kafkas Üniversitesi Bilimsel Araştırma Pro-
jeleri (BAP) kapsamında desteklenerek hazırlanmıştır.
* Yrd. Doç. Dr. Kafkas Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Kelâm ve İslâm Mezhepleri Tarihi
Anabilim Dalı Öğretim Üyesi (huseyindogan5555@hotmail.com).
558 • Hüseyin Doğan
GİRİŞ
İmâmiyye Şîası’nın (fıkıhta Caferîlik) benimsediği ve kabullendiği temel
inanç esaslarından birisini de, imamet oluşturmaktadır. Daha açık bir söylem-
le imamet, âhir zaman peygamberi Hz. Muhammed’in (s.a.v.) vefatından son-
ra insanları irşad ve tedvir görevinin, Allah’ın tayini ile yine Peygamber so-
yundan gelen on iki masum imama verildiğine inanmaktır.2 İmamiyye’ye gö-
re imamet makamı aynen nübüvvet makamı gibi ilahî bir makam olup, o ma-
kama gelecek kişiyi doğrudan Allah seçer ve belirler. Nasıl ki insanlar, Pey-
gamber seçme hakkına sahip değilse, imam seçme hakkına da asla sahip de-
ğillerdir.3 Onlara göre peygamberler, her türlü günah ve hatadan masum
olup ilahî ilimle teyit ediliyorsa, imamlar da aynen öyledir. İmamet ilmi, Al-
lah tarafından verilen bir ilimdir.4 İmâmiyye (Caferîler), imamların gaybî bir
bilgiye sahip olduğunu ve bu ilmin de onlara Allah tarafından verildiğini ka-
bul etmiştir. Böyle oldukları için de, onları ancak Allah seçip tayin etmektedir.
Çünkü kimin masum olup, nübüvvet veya imamet makamına en layık oldu-
ğunu sadece Allah bilebilir. Bu sıfatı, normal insanların teşhis ve tespit etmesi
imkânsızdır.5
Gerçekte İmâmiyye’nin kabul ettiği ve savunduğu imâmet inancı, za-
manla ‚mehdî‛ inanışını da beraberinde getirmiştir. Başka bir söylemle
mehdî inancı, imamet anlayışının doğal bir sonucudur. İmâmiyye inancına
göre on birinci imam Hasan el-Askerî’nin (vf. 260/874), Nercis isimli bir cari-
yeden olan oğlu Muhammed b. Hasan el-Mehdî’nin 15 Şaban 255/29 Temmuz
869 tarihinde dünyaya gelişiyle birlikte gaybet-i suğrâdan gaybet-i kübrâ dö-
nemine geçilmiştir.6 Halen hayatta olan ve yaşamını devam ettiren bu imâm,
büyük gaybet döneminin bilinmeyen bir safhasında gaybetten ayrılarak tek-
rar dünyaya gelecek, adaleti tesis edecek ve yeryüzünü ıslah edip güzelleşti-
recektir.7
2 Gulam Hasan Muharremî, Şia Tarihi –Gaybet-i Suğra Dönemi Sonuna Kadar-, çev. Hakan
Karacan, (İstanbul: Kevser Yay., 2013), 91-92.
3 Ebu’l-Kâsım ‘Ali b. Hüseyin Şerîf el-Murtezâ, Tenzîhu’l-enbiyâ ve’l-e’imme thk. Fâris
Hassûn Kerîm (Bustâne Ketâb Publishers: 1387/2009), 132.
4 Şerîf el-Murtezâ, Tenzîhu’l-enbiyâ, 133.
5 İmâmiyye Şîası veya İsnâ Aşeriyye’ye göre peygamberlikte olduğu gibi imamları da
doğrudan Allah seçmektedir. İmamlar, ledünnî ve batınî ilimlere hâkim oldukları gibi
dünyevî ilimlerde de önderdirler. Dinin bütün esaslarına ve ahkâmın tüm tedbir ve ted-
virine sahiptirler. Peygamberlerin mucizeleri gibi, imamların da mucizeleri vardır. Yap-
tıkları her şey, Allah’ın rızasına uygundur. İmamlar, maddî ve dünyevî iş ve meşgale-
lerden uzaktırlar. Onlar, nefsanî hevâ ve hevese, makam ve şöhret ihtirasına asla kapıl-
mazlar. Çünkü onlar, Allah tarafından kendilerine aktarılan/verilen ilahî vahiyle bilgi-
lendirilmişlerdir. Bu bakımdan İmamlar, Peygambere verilen ancak insanlara verilme-
yen ‚ilahî sırra‛ muvaffak olmuşlardır.
6 Muharremî, Şia Tarihi, 71-72.
7 Ayetullah Muhammet Cevat Horasanî, Alametleriyle Birlikte Beklenen Mehdî, çev. Mahmut
Acar, (İstanbul: Risalet Yay., 2006), 31-34.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 559
8 Süleyman Uludağ, İslâm’da İnanç Konuları ve İtikâdî Mezhepler, (İstanbul: Marifet Yay.,
1996), 289.
9 Horasanî, Beklenen Mehdî, 34.
560 • Hüseyin Doğan
hammed et-Takî (vf. 220/835), torunu Ali en-Nakî (vf. 254/868), onun oğlu Ha-
san el-Askerî (vf. 260/874) ve son olarak da onun oğlu Muhammed Mehdî el-
Muntazır’dır. Görüldüğü üzere Zeydîlik10 dışında hemen hemen bütün Şiî
mezheplerin gizli imamı, İmâm Mehdî’dir ve mehdilik imamların değişmez
ilahî bir vasfı olarak kabul edilmektedir.
10 Zeydiyye mezhebinin inanç ve düşünceleri hakkında detaylı bilgi için bkz. İsa Doğan,
Zeydiyye’nin Doğuşu ve Görüşleri, (Samsun: Kardeşler Matbaası, 1996), 138-141. Zeydiyye,
Hz. Ali’nin daha faziletli ve imamete daha layık olduğunu söylemesine rağmen, Hz.
Ebubekir ve Hz. Ömer’in hilafetlerinin de meşru ve geçerli olduğunu kabul etmiştir. Bu
konuda, ‚Hz. Ebubekir’e biattan kaçınmama imkân yoktur, çünkü Resulullâh bana biatı emret-
ti‛ şeklindeki beyanının, Zeydiyye’nin imamet konusundaki yaklaşımlarının belirlenme-
sinde etkili olduğunu söylemek mümkündür. Bkz. Doğan, Zeydiyye, 142.
11 Oğuz Ünal, Horasan’dan Anadoluya Türkiye Tarihi, (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2014), 34-
36.
12 Ebubekir Güngör, Türkistan’da Fikir Akımları, (İstanbul: IQ Kültür Sanat Yay., 2011), 84.
13 Kürşat Demirci, Eski Mezopotamya Dinlerine Giriş -Tanrılar, Ritüel, Tapınak-, (İstanbul:
Ayışığı Kitabevi, 2013), 21; Kemalettin Köroğlu, Eski Mezopotamya Tarihi –Başlangıcından
Perslere Kadar-, (İstanbul: İletişim Yay., 2015), 103-105.
14 Cihan Piyadeoğlu, Güneş Ülkesi Horasan –Büyük Selçuklular Dönemi-, (İstanbul: Bilge Kül-
tür Sanat Yay., 2012), 101-102.
15 Mustafa Öz, Başlangıçtan Günümüze Şiilik ve Kolları, (İstanbul: Ensar Neşriyat, 2011), 179.
16 Öz, Şiilik ve Kolları, 181.
17 Köroğlu, Eski Mezopotamya Tarihi, 105.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 561
göçler olmuşsa da asıl dikkat çekici göçler, 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi, 1917
Bolşevik ihtilâli, 1920’de Kuzey Azerbaycan’ın Ruslar tarafından işgali ve çok
az sayıda da 1940 yılında ikinci Dünya Savaşı sırasında gerçekleşmiş ve ağır-
lıklı olarak Kars ve çevresine yerleşilmiştir.18
Kars ili, gerek merkezde gerekse de Akyaka ve Arpaçay ilçelerinde ba-
rındırdığı Caferî nüfus itibariyle dikkat çeken önemli bir yerleşim alanıdır. İl
merkezinin kabaca bir hesapla, 1/3 kadarı Caferîdir. Caferîler hemen hemen
her mahallede bulunmakla birlikte çoğunlukla Yeni Mahalle ile İstasyon
Caddesi’nde yaşamaktadırlar. 1993 yılı nüfus verilerine göre konuşursak Kars
merkezinde yaklaşık olarak 3.000 civarında Caferînin yaşadığını söylemek
mümkündür.19 Bu rakam, bugün itibariyle 16.000’a yaklaşmış durumdadır.
Kars merkezde Caferîlere ait üç cami bulunmaktadır.
Işıklı Camii: Kars il merkezinde Yeni Mahalle’de bulunmaktadır. Caferî
kesimin en aktif biçimde kullandığı hatta Ehl-i Beyt dernek başkanları ile ka-
naat liderlerinin zaman zaman görevde bulunduğu merkezî bir camidir. Işıklı
Camii’nin yapımına 1952’de başlanmış olup inşaat 1955’te tamamlanabilmiştir.
Hz. Ali Çarşı Camii: Kars il merkezinde İstasyon Caddesi’ndedir. Hz.
Ali Çarşı Camii, 1975 yılında yapılmıştır. Bu caminin, merkezi bir konumda
olması nedeniyle belli vakit ve günlerde cemaat sayısı hayli artabilmektedir.
Normal vakitlerde 8-10 kişilik bir cemaat sayısına sahiptir.
Kamer Camii: Kars il merkezi İstasyon Mahallesi’ndeki Kamer Camii,
1993’te yaptırılmıştır. Normal vakitlerde 10-15 kişi arasında cemaate sahip
olan camii, Cuma ve bayram namazlarında hayli kalabalık olabilmektedir.
Kırk yedi kadar köye sahip merkez ilçenin birçok köyünde Caferî bu-
lunmakla beraber tamamı ya da çoğunluğu Caferîlerden meydana gelen köy-
ler ise Başgedikler, Bayraktar, Büyük Aküzüm, Hamzagerek, Karakaş, Kızılvenk, Ki-
neyi, Külveren, Mervenk, Oğuzlu, Orta Gedikler, Yalçınlar’dır.
Kars’a bağlı Akyaka ilçesinde Sünnîlerle Caferîler iç içe yaşamaktadırlar.
İlçe nüfusunun tamamına yakınını, Azerbaycan ve Kafkasya göçmeni vatan-
daşlar oluşturmaktadır. İlçe merkezinde Caferî nüfus, Sünnîlere göre daha
azdır. İstasyon mahallesinde ‚Haydariye‛ isminde bir camileri vardır ve
1982’de ibadete açılmıştır. 25 kadar köyü olan Akyaka’da, 9 köy Caferîdir. Di-
ğer köylerde Caferîlerle Sünnîler birlikte yaşamaktadırlar. 2000 yılı genel nü-
fus sayımlarına göre Akyaka’nın ilçe merkezi nüfusu 3816, ilçeye bağlı bulu-
nan 27 köyün toplam nüfusu da, 10.810 olarak tespit edilmiştir. 20 Yirmi yedi
kadar köyü bulunan Akyaka’da Caferîlere ait bazı köyler ise Arslanhane, Bü-
yük Pirveli, Esenyayla, İbiş, Kalkankale, Kayadöven, Küçük Aküzüm, Şahnalar’dır.
21 Zeki Taşpınar, Bütün Yönleriyle Kars, (İstanbul: Haşmet Matbaası, 1969), 22.
22 Taşpınar, Bütün Yönleriyle Kars, 46.
23 Kars Valiliği İl Nüfus Müdürlüğü Arşivi Kayıtları, (02.05.2017).
24 et-Tevbe 9/33.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 563
şın içine de girecek olsa, o taş dile gelerek, ‚Ey Mü’min! İçimde bir kâfir var, be-
ni kır ve onu öldür‛ diyecektir.
ٍٍَ أَع َِّزةُِٛعهَٗ ْان ًُؤْ ِي ّ َِٙؤْتٚ ف
َ ُحِ بََُُّّٕ أ َ ِرنَّ ٍتَٚٔ ُحِ بُّ ُٓ ْىٚ ّللا ُ بِق َْٕ ٍو َ َشْ تَذ َّ يُِكُ ْىٚ ٍ ٍَ آ َيُُٕاْ َيُِّٚ َٓب انَّزََٚب أٚ
َ َُِ ِّ فِٚعٍ د
َ ْٕ س
ٌىِٛعه
َ ّللاُ َٔا ِس ٌع ّ َٔ َشَبءٚ ٍ ِّ َيُِٛؤْ تٚ ِّللا ّ ض ُمْ َئِ ٍى رَنِكَ فٜ ََخَبفٌَُٕ نَ ْٕ َيتٚ َّللاِ َٔال ّ ِمِٛسب َ ُِٙ َجب ِْذٌَُٔ فٚ ٍَٚعهَٗ ْانكَبف ِِش َ
‚Ey imân edenler! Sizden kim dininden dönerse, (biliniz ki) Allah onların yeri-
ne öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever. Onlar,
mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı da güçlü ve onurludurlar. (Bu yolda)
hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu
dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.‛25
Caferîler, bu ayette ifade edilen topluluğun, Hz. Mehdî’nin en yakın ar-
kadaş ve dostları olduğunu söylemişlerdir. Günün birinde Allah’ın inayetiyle
Hz. Mehdî, kendi maiyetindeki insanlarla mü’minlere olan şefkat ve merha-
metini ortaya koyacağı gibi kâfir ve müşriklere de şiddetle mukavemet ede-
cektir. Yeryüzünde bütün insanlar ortadan kalkmış olsalar bile, Allah Hz.
Mehdî’nin yardımcılarını yeryüzüne hâkim kılacaktır.
ٌ ص َش
ٌىِٛاط ُّي ْستَق ِ ع ِت ف َََل ت َ ًْت َُشٌَّ بِ َٓب َٔاتَّبِعُٕ ٌِ َْزَا َ َٔإََُِّّ نَع ِْه ٌى نِّهسَّب
‚Şüphesiz ki o, kıyametin (kopacağının) bir bilgisidir. Artık onun hakkında asla
şüpheye düşmeyin, bana uyun, bu doğru yoldur.‛26
Caferîler, bu ayette zikredilen ve kendisine uyulması tavsiye edilen kişi-
nin Hz. Fâtımâ’nın soyundan gelen Hz. Mehdî’nin olduğunu kabul etmişler-
dir. Onlara göre Hz. Mehdî geldiğinde veya insanlara göründüğünde, yeryü-
zünde yaşayan bütün insanlar İslâm olacak ve esen ve güvenlik içinde yaşa-
yacaklardır.
َّ َذْ ُخهَُْٕب إِالٚ ٌَ خ ََشابِ َٓب أُ ْٔنَئِكَ َيب َكبٌَ نَ ُٓ ْى أِٙسعَٗ ف َ َٔ ًُُّ َٓب ا ْسُِٛزْك ََش فٚ ٌَّللا ِ أ
ّ َ بجذ ِ س ْ ََٔ َي ٍْ أ
َ ظهَ ُى ِي ًٍَّ َّيَُ َع َي
ٌىِٛعظ َ ٌخِ َشةِ عَزَاةٜ اِٙ٘ َٔنَ ُٓ ْى ف ٌ َب خِ ْزَُّْٛ انذٍَِٙ ن ُٓ ْى فِٛخَآئِف
‚Allah’ın mescitlerinde O’nun adının anılmasını yasak eden ve onların yıkılma-
sı için çalışandan daha zalim kim olabilir. Böyleleri oralara (eğer girerlerse) ancak
korka korka girebilmelidirler. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük bir azap
vardır.‛27
Caferîler, bu ayetin Ehl-i Kitap hakkında nazil olduğunu söyleyerek Ya-
hudi ve Hıristiyanlar’ın rezil oldukları, aşağılandıkları ve korkuya kapıldıkla-
rı dönemin, Hz. Mehdî’nin dünyaya teşrif ettiği andan itibaren başlayacağını
ve Hz. Mehdî’nin varlığının, onların hem dünyasını hem de ahiretlerini heder
edeceğini kabul etmişlerdir. Onlara göre Hz. Mehdî, Kostantiniyye’yi fethe-
decek ve bütün Hıristiyanları öldürecektir. İşte onların dünyadaki aşağılanma
ve zilleti bu şekilde gerçekleşmiş olacaktır.
ٌَ َُٕشْ ِجعٚ عَ ِقبِ ِّ نَعَهَّ ُٓ ْىَِٙتً فَِٛٔ َجعَهَ َٓب َك ِه ًَتً بَبق
25 el-Mâide 5/54.
26 ez-Zuhruf 43/61.
27 el-Bakara 2/114.
564 • Hüseyin Doğan
‚Ve bunu (imamet) insanlar Allah’a dönsünler diye onun (Hz. İbrahim) ardın-
da (soyunda) kalıcı bir kelime olarak kılıp bıraktı.‛28
Ebû Hureyre’den şöyle bir rivayet nakledilmiştir: ‚Resulullâh’a
(s.a.v.), ‘bunu, onun soyunda kalıcı bir kelime olarak bıraktı’ ayeti hakkında
sordum ve şöyle buyurdular: ‘Allah, İmamları Hz. Hüseyin’in soyunda bırakmış-
tır. İmamların dokuzu onun soyundan gelecektir. Bu ümmetin Mehdîsi de bunların
arasındadır. Bütün hayatı Kâbe’nin rüknüyle makam-ı İbrahim arasında geçen birisi
dahi benim soyuma kin duyuyor olarak Allah’ın huzuruna çıkacak olursa, o mutlaka
ateşe atılacaktır.’‛29
Caferîler, imamet soyunun kıyamete kadar Hz. Hüseyin’in soyundan
devam edeceğini ve son imamın da, Hz. Mehdî olduğunu benimsemişlerdir.
بسِ َُّظبْ َِشةً َٔبَبطِ َُتً َٔيٍَِ ان َ ض َٔأَ ْسبَ َغ
َ ًَُّ ْكُ ْى َِ َعَٛعه ِ ْ ْاْلَسِٙث َٔ َيب ف َّ انِٙس َّخ َش نَ ُكى َّيب ف
ِ س ًَ َبٔا َّ ٌََّأَنَ ْى ت ََش ْٔا أ
َ َ ّللا
شِٛ ُ ي ة َب
ٍ ُّ ٍ ِ َ ت ك َ
ال ٔ ًٖ ذ ُ ْ َ
ال ٔ ى ْ
ِهع ْش
َ ٍ ِ ِ ِ َٛ غب َّ
ّللا ِٙ ف ُ
ل د ب ج ٚ
ِ َ ُ َ ٍ ي
‚Göklerde, yerde ne varsa hepsini Allah’ın sizin hizmetinize verdiğini ve açıkça
veya gizlice üzerinizdeki nimetlerini tamamladığını görmediniz mi?...‛30
Caferîler, açıkta ve görünürde olan nimetin, açıkça bütün insanların gö-
rebildiği ve tecrübe ettiği zahir bir imam olduğunu kabul etmişlerdir. Ancak
onlar, gizli ve görünür olmayan nimetin ise, gaybetteki imam olduğunu söy-
lemişlerdir. Caferîlere göre, Hz. Mehdî, uzun süre gaybette kalacak ve insan-
ların gözüne gözükmeyecektir. Ancak o, mü’minlerin kalplerinde daima anı-
lacak ve zikredilecektir. Allah, bütün zorlukları ona kolaylaştıracak, yeryüzü-
nün bütün hazinelerini ona aşikâr kılacaktır. Ne kadar zorba ve zalim varsa
onun eliyle ortadan kaldıracaktır, tuğyan olan Şeytanı rezil rüsva edecektir.
28 ez-Zuhruf 43/28.
29 Hasan b. Ali el-Harrânî, Tuhefu’l-Ukûl, çev. Fahrettin Altan, (İstanbul: Kevser Yay., 2016),
233.
30 el-Lokmân 31/20. Caferîlerin, bunlardan başka dayandığı ayetler de vardır: ‚Şüphesiz ki
biz, Zikir’den (Tevrat) sonra Zebûr’da da, hiç kuşkusuz yeryüzünde salih kullarım varis olacak-
tır, diye yazdık. ٌَِٕ٘ انصَّب ِن ُح َ ُٕس يِ ٍ بَ ْع ِذ ان ِز ّ ْك ِش أٌََّ ْاْل َ ْس
َ ِشث ُ َٓب ِعبَبدَٚ ض َّ ِٙ‛ٔنَقَذْ َكت َ ْبَُب ف
ِ انزب َ Bu konuda bkz. el-
Enbiyâ 21/105.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 565
bana ulaşıncaya kadar asla birbirinden ayrılmazlar. Benden sonra o ikisine nasıl dav-
ranacağınıza dikkat edin.‛31
Bu hadis, birçok Ehl-i Sünnet kaynağında da Huzeyfe’den nakledilmiş-
tir.32 Caferîler, hadiste beyan edilen Ehl-i Beytin onun soyunu oluşturduğunu
ve bu zincirin son halkasının da Hz. İmâm Mehdî olduğunu kabul etmişler-
dir.
Resulullâh (s.a.v.), şöyle buyurmuşlardır:
‚Benden sonra on iki halife gelecektir.‛33
Sünnî hadis kitaplarında geçen bu hadis Caferîlere göre, Hz. Mehdî’nin
yaşadığına en büyük delildir. Onlar, imam silsilesinin on iki olarak belirlen-
diğini ve sonuncusunun da Hz. Mehdî olduğunu kabul etmişlerdir. Caferilere
göre, Hz. Peygamber’in hadislerinde yeryüzüne on iki tane halifenin gelip
hükmedeceği ifade edilmiştir. Bu on iki imamın ismi de hadislerde geçmekte-
dir ve bu on iki imamın tamamı Kureyş kabilesindendir. Hatta onlar, bu on
iki imamın lakaplarının, Tevrat’ın asıl metninde bile yer aldığına inanmakta-
dırlar.
Abdullâh b. Abbâs’tan gelen bir rivayette Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmuşlardır:
‚Ben peygamberlerin efendisiyim. Ali b. Ebî Tâlib de, vasilerin efendisidir. Ben-
den sonra on iki vasilerim vardır. İlki Ali b. Ebî Tâlib, sonuncusu ise Mehdî’dir.‛34
İmâm Cafer es-Sâdık (a.s.) şöyle demiştir:
‚Eğer yeryüzünde sadece iki kişi dahi kalmış olsaydı, birisi mutlaka imam olur-
du.‛ Yine dedi ki: ‚Kimse, Allah Teâlâ’nın kendisini hüccetsiz bıraktı diye itiraz ede-
mesin diye en son ölecek olan İmâmdır.‛35
İmâm Muhammed el-Bâkır (a.s.) şöyle demiştir:
‚Allah’a andolsun ki, Hz. Âdem olduğu günden beri Allah, yeryüzünü Allah’a
hidayet eden bir İmâmsız ve kullarını da hüccetsiz bırakmamıştır. Allah’ın kullarına
olan hücceti İmâm olmazsa, yeryüzü baki olmaz.‛36
Ebû Said el-Hudrî, Resulullâh’tan (s.a.v.) şöyle diyerek nakletmiştir:
‚Yeryüzü zülüm ve haksızlıkla dolacak, sonra da benim soyundan gelen birisi
ortaya çıkacak ve yeryüzünde yedi veya dokuz yıl hükmedecek, yeryüzünü adalet ve
eşitlikle dolduracaktır.‛37
Yine Caferîlerin itibar ettiği muteber kaynaklardan olan el-Kâfî’de şöyle
geçmektedir:
39 Hüseyin Akay, 313 Derste Dinî Bilgiler, (İstanbul: Kevser Yay., 2015), 171.
568 • Hüseyin Doğan
SONUÇ
Kars Caferîlerine (Şîa) göre Mehdî Muntazır’ın, babası on birinci İmâm
Hasan el-Askerî’den sonra gizliliğe çekileceği, günün birinde yeryüzünü kö-
tülükten arındırmak üzere yeniden ortaya çıkacağı ve tevhidi hâkim kılacağı
inancı, doğrudan Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt’ten gelen mütevâtir haberlere
dayanmaktadır. Kars Caferîlerine göre mütevâtir haberler de, hadisler gibi
kesin bilgi ifade ettiğine göre bunlara inanmak gerekmektedir. Onlar bu isti-
kamette, hem Şiî hem de Sünnî literatüre ait kaynakları delil olarak kullan-
maktadırlar.
Caferî kesim açısından bakıldığında Mehdî inancı, onların inanç sistem-
lerinin ve hayata bakışlarının ana ekseni durumundadır. Onların itikâdî kabul
ve telakkilerinde, mutlaka ileride adalet ve hikmeti tesis edecek, insanlar ara-
sında adaletle hükmedecek ve insanlığı refah ve huzura kavuşturacak âdil ve
âlim bir Mehdî zuhur edecektir. Ancak Kars Caferîlerinde farklı olan bir un-
sur ise, bilinen klasik Şîa anlayışından biraz daha farklı olarak Muhammed b.
Hasan el-Mehdî’nin küçükken kaybolduğu veya gizliliğe büründüğü; dolayı-
sıyla da bin yıldır gaybette bulunduğuna ilişkin herhangi bir dinî algının bu-
lunmamasıdır. Onlar, İmâm Mehdî’yi, mitolojik ve efsanevî tüm unsur ve
fragmentlerden soyutlayarak bizatihi hayatın içine konuşlandırmışlar ve ona
kabullendikleri inanç sistemlerinin içinde bir yer açmışlardır. Bir bakıma Hz.
Hüseyin ve onun şahsında bulundurduğu özel nitelikleri ile mümtaz şahsiye-
ti, Kars Caferîlerinin hep aranan ve beklenen bir özlemi olmuştur. Denebilir ki
onların mehdîlik konusunda hayal ve tasavvurlarını şekillendiren yegâne ve
değişmez tipoloji, Hz. İmâm Hüseyin’dir. Bu bakımdan onlara göre, genel an-
lamda Şiîliğin temel inanç ilkeleri anlaşılmadan ve tamamıyla hazmedilme-
den Mehdî inancını konuşmak fayda sağlamadığı gibi kimi zaman olumsuz-
luklara da yol açabilir.
Kars Caferîleri camilerinde, meclislerinde ya da evlerinde İmâm
Mehdî’nin adı anıldığı zaman ya da salavatı hatmettiklerinde muhakkak ‚ac-
cil ferecehü‛ (Allah onun zuhurunu çabuklaştırsın) duasını hemen zikretmek-
tedirler. Hatta bazı program ve meclislerinde alkış veya kutlama yerine,
İmâm Muhammed Mehdî’ye ‚accil ferecehü‛ terkibiyle birlikte salavat okumak
toplumsal bir âdet halini almıştır. Onlar bu dua ve yakarışlarıyla, onun yer-
yüzüne dönüşünün ya da ortaya çıkışının hızlanacağı ve kolaylaşacağı kanaa-
tini taşımaktadırlar. Ayrıca yukarıda bahsettiğimiz gibi namazlarında da özel-
likle de kunut bölümünde İmâm Mehdî’nin zuhuru ve dönüşü için, özel bir
duaya yer açmaktadırlar.
570 • Hüseyin Doğan
KAYNAKÇA
Akay, Hüseyin. 313 Derste Dinî Bilgiler. İstanbul: Kevser Yayınları, 2015.
Demirci, Kürşat. Eski Mezopotamya Dinlerine Giriş -Tanrılar, Ritüel, Tapınak-. İstanbul: Ayışığı
Kitabevi, 2013.
Doğan, İsa. Zeydiyye’nin Doğuşu ve Görüşleri. Samsun: Kardeşler Matbaası, 1996.
Güngör, Ebubekir. Türkistan’da Fikir Akımları. İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayınları, 2011.
el-Harrânî, Hasan b. Ali. Tuhefu’l-Ukûl. çev. Fahrettin Altan. İstanbul: Kevser Yayınları, 2016.
Horasanî, Ayetullah Muhammet Cevat. Alametleriyle Birlikte Beklenen Mehdî. çev. Mahmut
Acar. İstanbul: Risalet Yayınları, 2006.
İbn Hanbel, ‘Ahmed. el-Müsned. Beyrut: trs.
İbn Müslim, Ebu’l-Hüseyin. Sahîh-i Müslim. nşr. M. Fuâd ‘Abdilbâkî. Mısır: 1374/1955.
Köroğlu, Kemalettin. Eski Mezopotamya Tarihi –Başlangıcından Perslere Kadar-. İstanbul: İleti-
şim Yayınları, 2015.
el-Küleynî, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Ya‘kûb. el-Kâfî. Tahran: 1365.
Muharremî, Gulam Hasan. Şia Tarihi –Gaybet-i Suğra Dönemi Sonuna Kadar-. çev. Hakan Ka-
racan. İstanbul: Kevser Yayınları, 2013.
Öz, Mustafa. Başlangıçtan Günümüze Şiilik ve Kolları. İstanbul: Ensar Neşriyat, 2011.
Piyadeoğlu, Cihan. Güneş Ülkesi Horasan –Büyük Selçuklular Dönemi-. İstanbul: Bilge Kültür
Sanat Yayınları, 2012.
Şerîf el-Murtezâ, Ebu’l-Kâsım ‘Ali b. Hüseyin. Tenzîhu’l-Enbiyâ ve’l-E’imme. thk. Fâris Hassûn
Kerîm. Bustâne Ketâb Publishers: 1387/2009.
Taşpınar, Zeki. Bütün Yönleriyle Kars. İstanbul: Haşmet Matbaası, 1969.
et-Tirmizî, Ebû İsâ Muhammed. es-Sünen. İstanbul: 1981.
Uludağ, Süleyman. İslâm’da İnanç Konuları ve İtikâdî Mezhepler. İstanbul: Marifet Yayınları,
1996.
Ünal, Oğuz. Horasan’dan Anadoluya Türkiye Tarihi. İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2014.
CAFERİLERDE MEHDİ İNANCI VE GÜNÜMÜZDEKİ
İZDÜŞÜMLERİ
Sefer YAVUZ
ÖZET
Şüphesiz ortaya çıkışı, geçirdiği aşamalar, tarihi, dini, siyasi, sosyolojik<
etkiler nedeniyle Caferi toplumu ve mehdilik inancı pek çok disiplin içerisinde
türlü araştırmalara konu edilmiştir. Bunlar içerisinde az sayıda da olsa, sosyolo-
jik bakış açısıyla doğrudan toplumsal gerçeklikten veriler ortaya koyan çalışma-
ların önemli bir yeri vardır.
Araştırmamızda Iğdır şehrinde yaşayan Şii-Caferi topluluk örnekleminde
Mehdilik anlayışı ele alınmıştır. Ülkemiz sınırları içinde Caferilerin yoğun ola-
rak bulunduğu bölge Doğu Anadolu’dur. Bu bölgede ise Iğdır şehri başta gel-
mektedir.
Mehdi inancını yansıtan konuyla ilgili 10 adet ifade belirlenmiş, veri elde
etme aracı bu ifadeler üzerine kurgulanmıştır. Sonuç olarak Mehdi inancı çer-
çevesinde teoride kabul edilen niteliklerin, örneklem sınırları içinde hali hazır-
daki durumla büyük oranda paralellik arz ettiği gösterilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Kurtarıcı, Mehdi, Şii, Caferi, Iğdır,
Bu bildiri ‚Bir Karizmatik Otorite Örneği Olarak İmamet ve Mehdi Anlayışı: Türkiye Ca-
ferîleri (Iğdır Örneği)‛ adlı çalışmamızdan üretilmiştir.
Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Bilim Dalı, Kocaeli
/Türkiye (sefer.yavuz@kocaeli.edu.tr)
572 • Sefer Yavuz
Jaafari Muslims are concentrated in our country is Eastern Anatolia. In this re-
gion, Igdir City comes first.
10 expressions reflecting the Mahdi belief were identified and the data col-
lection tool was designed on these expressions. As a result, it has been shown
that the qualifications accepted in theory in the Mahdi belief are in greatly par-
allel with the present situation within the boundaries of the sample.
Key Words: Messiah, Mahdi, Shiite, Jaafari, Igdir City
GİRİŞ
Geleneksel dini anlayışımızdaki lider tipleri arasında Mesih ve Mehdi
inancı önemli bir yere sahiptir. Bu durum sadece İslam’a özgü bir durum da
değildir. Karizmatik kurtarıcı anlayışı neredeyse bütün dinlerin kurtuluş öğreti-
leri çerçevesinde karşılaştığımız olgulardandır. Ancak kurtuluş telakkileri her
zaman Mesih ve Mehdi gibi karizmatik şahsıların etrafında sistemleşmemiş,
bazen bir ihtiyaç, ütopya, öğreti, ideal, olarak yalnızca teorik planda kalmış olsa
da1 neredeyse bütün dinler ve hatta kültürlerde bir kurtarıcı öğretisi bulunduğu
da inkâr edilemez.
He ne kadar çoğu kabul görmese de İslam tarihinde de sayısız Mehdilik
iddialarına rastlanır. ‚Kurtarıcı‛ya verilen bir unvan olarak ‚Mehdi‛ isimlen-
dirmesi Kur’an’da yer almaz. Bununla birlikte; muhteva itibariyle ya da sembo-
lize ettiği düşünce bakımından, insanları fitnelerden ve karanlık dönemlerden
kurtaran, şahıs ve gruplar anlamında, Kur’an’da konu edilmediğini söylemek
mümkün değildir. Hadislerde ise durum biraz daha farklıdır. Buhari ve Müs-
lim’de Mehdi’den bahseden açık bir ifade yok iken; bunlar dışında çoğu hadis
kitabında Mehdiyle ilgili hadislerin yer aldığı, ancak, bu rivayetlerin tek bir
şahsı değil, birçok şahsı işaret ettiği anlaşılmaktadır.2
Müslüman gelenekte Mehdilik inancı çerçevesinde ilk akla gelen Şiilik ve
özellikle Şiiliğin bazı kollarıdır. Şiilikte Mehdilik, imamet konusuyla birlikte
değerlendirilmiş, başka ifadeyle, imametin paralelinde bir inanç olarak yer al-
mıştır. İmamet ve Mehdilik Şii itikadının ve felsefesinin hareket noktasını mey-
dana getirmektedir. Bu nedenle Şiilikte Mehdi inancı çok önemlidir.
1 Mehmet Atay, ‚Kütüb-i Sitte’deki Mehdi Hadislerinin Dinler Tarihi Açısından İncelen-
mesi‛, (Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Isparta 2003), 31.
2 Hadislerin muhtevası vb. konularla ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Atay, ‚Mehdi Hadislerinin
Dinler Tarihi Açısından İncelenmesi‛., 25-28.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 573
3 Abbas Kelidar, ‚The Shii Imami Community and Politics in the Arab East‛, Middle Eas-
tern Studies 19, sy. 1, (1983): 3.
4 Ayrıntılı bilgi için bk. Atay, ‚Mehdi Hadislerinin Dinler Tarihi Açısından İncelenmesi‛,
6-7, 29; İbrahim Öztürk, ‚Caferiliğin (İmamiyye’nin) Anadolu’ya Girişi‛, (Yüksek Lisans
Tezi, Celal Bayar Üniversitesi, Manisa 2006), 15-24.
5 Ayrıntılı bilgi için bk. Cemil Hakyemez, ‚Şii İmamiyye Fıkhının Teşekkül Süreci ve İma-
met‛, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 7, sy. 13, (Çorum 2008): 15-19.
6 Ayrıntılı bilgi için bk. M. Mekarim Şirazi, Ehl-i Beyt Mektebinde Temel İnançlar, (Çorum:
Aşura Yay., 1993). Ayrıca Şii topluluğun İran ve Irak’ta, Usuli ve Ahbari olmak üzere iki
büyük kola ayrıldığı belirtilmektedir. Ayrıntılı bilgi için bakınız; Sandra Bell, ‚Shi’a Is-
lam‛ Religion of the World A Comprehensive Encyclopedia of Beliefs and Practices içinde, ed., J.
Gordon Melton ve Martin Bauman, ABCClIO, (California, USA, 2002), 1: 1159.
574 • Sefer Yavuz
yin7 ile onların çocuk ve torunlarına imamet nispet edenlerdir. İmamiye; Zeydi-
ye, Bakırıye, Caferiye, Museviye, İsnaaşeriye, ve İsmailiye veya Batınıye8, Efta-
hiye, Şemitiye, Navusiye kollarından meydana gelir.9
Günümüzde imamet ve mehdilik inancının en önemli temsilcileri İsna-
aşeriyye olarak isimlendirilen grup olup, bunlar nüfus yoğunluğu bakımından
da Sünnîlik dışındaki en kalabalık Müslüman kitleyi oluşturmaktadır.10 Türkçe
‚On iki imam Şiası‛ olarak da anılan bu grup, fıkhî olarak Caferîdir. Yedinci
imam Musa el-Kazım’dan sonra oğlu Ali er-Rıza, onun oğlu Muhammed Taki,
torunu Ali en-Naki, onun oğlu el-Hasan el-Askeri ve son olarak da oğlu Mu-
hammed Mehdi el-Muntazar’dan11 oluşan bir imam silsilesini kabul ederler.12
Zeydilik dışında hemen hemen her Şii fırkanın gizli imamı Mehdidir ve mehdi-
lik imamların değişmez vasfı kabul edilir.13
Tarih boyunca Mehdi bekleyen Şii gruplarının hepsinde Mehdiler belirli
kişiler olmuştur. Mehdinin, geçmiş peygamberlerin özelliklerini taşıdıklarına
inanılır.14 Nuh Peygamberin ömrünün uzunluğu, İbrahim Peygamberin doğu-
munun gizli oluşu, Musa Peygamberin korkusu ve gizlenişi, İsa Peygamber
hakkında insanların ihtilaf etmeleri, Eyyüb peygamberin çeşitli dertlerinden
sonra rahata kavuşması ve Hz. Muhammed’in halkı doğru yola sevk etmesi ve
kendisine tabi kılması bunlardan bazılarıdır.15
Mehdi gaip imamdır. Gaip olmakla birlikte hiçbir zaman insanlarla alaka-
sını kesmemiştir. Zühd ve takvayı ondan öğrenen bazı kimseler olduğu gibi,
ehliyetli kimseler aracılığıyla Ona sorunlarını bildirip cevabını alanlar da var-
dır. Bu gaybet16 ilahi yardımla bir gün mutlaka sona erecektir. İmamın zuhu-
rundan sonra Ehl-i Beyt’e yapılan haksızlıklar son bulacak, dünya zulüm ve
haksızlıklardan kurtulacaktır.17
7 Hz. Hüseyin’in hayatıyla ilgili bk. Mehdi Pişvayi, İmam Hüseyin’in Hayatı, trc. Davut
Duman, (İstanbul Asr Yayınları 2008).
8 Şiiliğin Gulat (Galiye) ve İmamiye kolları ile hakkında bk. Yaşar Kutluay, İslam ve Yahudi
Mezhepleri, (Ankara Ankara Üniversitesi Yayınları LXIV 1965), 87-113; Yaşar Kutluay, Ta-
rihte ve Günümüzde İslam Mezhepleri, (Ankara Selçuk Yayınları 1968), 124-134.
9 Kutluay, İslam ve Yahudi Mezhepleri, 87-113.
10 Kutluay, İslam ve Yahudi Mezhepleri, 116.
11 Beklenen Mehdi, Muhammed Mehdi el-Muntazar’ın babasının ölümünden 4-5 yıl önce
doğduğu ve doğumu anında çeşitli mucizeler gerçekleştiği belirtilmektedir. Ayrıntılı bil-
gi için bk. Kutluay, Tarihte ve Günümüzde İslam Mezhepleri, 124.
12 Kutluay, İslam ve Yahudi Mezhepleri, 121; Hakyemez, ‚Şii İmamiyye Fıkhının Teşekkül Sü-
reci ve İmamet‛, 7.
13 Atay, ‚Mehdi Hadislerinin Dinler Tarihi Açısından İncelenmesi‛, 58.
14 Nasır Mukari, Gençlere Hayat Rehberi, trc. M. Ali Alevi, (İstanbul Caferider Yayınları Ta-
rihsiz) 3.
15 Atay, ‚Mehdi Hadislerinin Dinler Tarihi Açısından İncelenmesi‛, 59.
16 Ggaybet inancının oluşum sürecinin kronolojik tahlil için bk. Cemil Hakyemez, Şia’da
Gaybet İnancı ve Gaib Onikinci İmam, (İstanbul İsam Yayınları 2009).
17 Avni İlhan, Mehdilik, (İzmir Kaynak Yayınları 1976), 45.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 575
2. GÜNÜMÜZDEKİ DURUM
Türkiye’deki Caferilerin homojen bir yapı göstermedikleri görülmektedir.
Bu konuda üçlü bir tipolojiden bahsedilebilir: Caferi anne-babadan olanlar,
Alevi iken sonradan Caferi fıkhını tercih edenler, Sünnilikten Caferiliğe geçen-
ler. Alevilikten Caferiliğe geçenlerin oranı oldukça yüksektir. Yine ülkemizdeki
Caferileri kendi içinde iki grupta ele almak mümkündür; 1. Kevser Grubu ve 2.
Zeynebiye Grubu.19
Çalışmamızdan da anlaşılacağı üzere büyük oranda(%58) kendilerini ‚Ca-
feriyye‛ diye isimlendiren bu grup, Muharrem etkinlikleri başta olmak üzere Şii
topluma özgü pek çok dini gelenek ve uygulamaları günümüzde de geleneksel
formlarıyla ve yoğun bir şekilde yaşamaktadır. Genelde Azeri kökenli Türkler-
den meydana gelen bu bölgedeki Caferiler Iğdır başta olmak üzere yoğun ola-
rak Iğdır’ın ilçelerinden Aralık ve Tuzluca ikamet etmektedirler.20 Şehirde Cafe-
rilerin yanı sıra Şafi mezhebine mensup Kürt asıllı vatandaşlar da ikamet et-
mektedir. Yerel literatürde Caferilere ‚ecem(acem)‛ Şafilere de ‚aşiret‛ adı ve-
rilmektedir.21 Bu grupların camileri de ayrıdır.
Kerbelâ Olayını ve Hz. Hüseyin ile yanındaki 72 kişi Müslümanın şehit
edilişini sembolize eden yas etkinlikleri, daha çok, Iğdır, Aralık, Tuzluca, Taşlı-
çay ve Kars'ta Caferi câmilerinde yoğun törenlere sahne olmaktadır.22
Caferilere göre Onikinci İmam olan Muhammed Mehdi zulümden kur-
tulmak için kaçırıldığı yerde saklanmaktadır. Buna literatürde gaybet denilmek-
tedir. Onun görevlerini sefirler ve naibler üstlenmiştir. Günü gelince ortaya çı-
kacak ve Onun ortaya çıkışıyla birlikte gerek iman ve gerekse fesatta önde gelen
kimi ölüler de diriltilip yeniden dünyaya gönderileceklerdir. Bunun dışında
araştırmamıza da konu olan inançlardan bir kısmı şunlardır:
* ‚İmamlar masumdur‛
* ‚On iki masum imam Allah’ın tayini ile belirlenmiştir‛
* ‚İmamların sahip olduğu ilim onlara Allah tarafından verilmiştir‛
18 Mustafa Öz, Mezhepler Tarihi ve Terimleri Sözlüğü, (İstanbul Ensar Yayınları 2012), 242.
19 Ali Albayrak, ‚Dini Gruplar Bağlamında Caferilik‛, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi 13, sy. 2,( 2008) : 113-114.
20 Abdülkadir Yeler, ‚Türk Toplumunda Caferiler (İstanbul Halkalı Örneği), (Yüksek Li-
sans Tezi, Marmara Üniversitesi, İstanbul 2006), 29.
21 Filiz Demirci, ‚Caferilerin Dini Örf ve Adetleri, Iğdır Örneği‛ (Yüksek Lisans Tezi, Erci-
yes Üniversitesi, Kayseri 2006), 6-7.
22 Mahmut Tezcan, Gençlik Sosyolojisi ve Antropolojisi Araştırmaları, (Ankara Ankara Üniver-
sitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları 1997), 114.
576 • Sefer Yavuz
* ‚On İkinci İmam İmam Mehdi hala hayattadır ancak gaybete çekilmiştir‛
* ‚İmam Mehdi kıyametten önce dünyaya gelip adaleti tesis edecektir‛
* ‚İmam Mehdi zuhur ettikten sonra bazı mucizeler gösterecektir‛
* ‚İmam Mehdi ancak çok ihlaslı ve ona layık kimselere görünür‛
* ‚İmam Mehdi hayatta olmasaydı yeryüzü yok olurdu‛
* ‚İmam Mehdi’nin zuhuru için dua ederim‛
* ‚İmam Mehdi’nin zuhuruna uygun ortam oluşsun diye çalışırım‛
Tablo 2: Yaş
15-25 Yaş % 26-35 Yaş % 46-45 Yaş % 46+ Yaş % Cevapsız % Toplam %
Tablo 6: İsimlendirme
İmamiyye % İsnaaşerye % Caferiye % Başka % Cevapsız % Toplam %
7,9 4 58,1 14,9 15,2 100
Tablo 1’de görüldüğü üzere 303 kişiden oluşan örneklemin yaklaşık %50’si
erkek, %42’si bayanlardan oluşmaktadır.
Tablo 2 incelendiğinde ise örneklemin %40’’ının 15-25 yaş, %21’inin 26-35
yaş, %13’ünün 36-45 yaş ve %10’unun da 46 yaş ve yukarısı aralığında yer aldı-
ğı anlaşılmaktadır.
Tablo 3’e göre örneklemin yaklaşık %46’sı evli, %21’i bekar, %13’ü boşan-
mış ve % 10’u dul olduğunu bildirmiştir.
578 • Sefer Yavuz
Kesinlikle Katılmıyorum %
Tamamen Katılıyorum %
Katılmıyorum%
Katılıyorum %
Kararsızım %
Cevapsız %
Toplam %
İmamlar masumdur 69,6 10,2 8,9 4,3 3,3 3,6 100
On iki masum imam Allah'ın tayini ile belir- 61,1 4,5 17,2 2,6 2,3 2,3 100
lenmiştir
İmamların sahip olduğu ilim onlara Allah tara- 63,7 13,5 11,2 6,6 1,7 3,3 100
fından verilmiştir
On ikinci İmam olan İmam Mehdi hala hayat- 66,3 9,2 14,5 3,3 2,6 4 100
tadır ancak gaybete çekilmiştir
İmam Mehdi kıyametten önce dünyaya gelip 67 9,6 15,5 2 2 4 100
adaleti tesis edecektir
İmam Mehdi zuhur ettikten sonra bazı mucize- 61,4 12,5 18,2 2 1 5 100
ler gösterecek
İmam Mehdi ancak çok ihlaslı ve ona layık 50,5 13,5 19,8 8,6 2,3 5,3 100
kimselere görünür
İmam Mehdi hayatta olmasaydı yeryüzü yok 37,3 8,6 30,7 10,6 6,3 6,6 100
olurdu
İmam Mehdi'nin zuhuru için dua ederim 61,1 15,5 11,1 3,6 2,3 5,9 100
İmam Mehdi'nin zuhuruna uygun ortam oluş- 42,2 25,1 16,5 4,3 4,3 7,6 100
sun diye çalışırım
Tablo 14’te görüldüğü üzere mehdilikle ilgili sorulara katılımcıların büyük
çoğunluğu en yüksek derecede olumlu tutumu yansıtan ‚tamamen katılıyo-
rum‛ cevabını vermiştir. Buna göre “İmamlar masumdur”23 ifadesine %69,6’ sı
‚tamamen katılıyorum‛ cevabını verirken, ‚katlıyorum‛ cevabını tercih edenle-
rin oranı ise %10,2 ve bu ifade ile ilgili olumlu tutum belirten (tamamen katılı-
yorum+katılıyorum) katılımcı oranı %79,8 olmuştur.
“On iki masum imam Allah’ın tayini ile belirlenmiştir” ifadesiyle ilgili
olarak en yüksek tutum derecesinde olumlu cevap verenlerin oranı %61,1 iken,
toplam olumlu tutum oranı %75,6’dır.
23 Veri setimizde yer alan sorulardan bazıları ile ilgili 441 katılımcıdan oluşan bir örneklem
üzerinde Ankara’da yapılan bir çalışmada da benzer sonuçlara ulaşılmıştır. Ayrıntılı bilgi
için bakınız: Albayrak, Caferilerde Dini ve Sosyal Hayat, 140-151.
580 • Sefer Yavuz
SONUÇ
Sonuç olarak veri setimizi oluşturan mehdi inancı ile ilgili on ifadenin
olumlu tutum oranları incelendiğinde, ‚İmamlar masumdur‛ ifadesinin birinci
sırada; ‚İmamların sahip olduğu ilim onlara Allah tarafından verilmiştir‛ ifade-
sinin ikinci sırada yer aldığı görülmektedir. ‚İmam Mehdi kıyametten önce
dünyaya gelip adaleti tesis edecektir‛ ifadesi üçüncü sırada, yine ‚İmam Mehdi
hayatta olmasaydı yeryüzü yok olurdu‛ ifadesi dördüncü sırada yer almakta-
dır. ‚On ikim masum imam Allah’ın tayini ile belirlenmiştir‛ ifadesi beşinci sı-
rada yer alırken, ‚On ikinci İmam İmam Mehdi hala hayattadır ancak gaybete
çekilmiştir‛ ifadesi altıncı sırada, ‚İmam Mehdi zuhur ettikten sonra bazı muci-
zeler gösterecek‛ ifadesi ise yedinci sırada; yer almaktadır. Sekizinci dokuzuncu
ve son sırada ise ‚İmam Mehdi'nin zuhuruna uygun ortam oluşsun diye çalışı-
rım‛; ‚İmam Mehdi ancak çok ihlaslı ve ona layık kimselere görünür‛ ve
‚İmam Mehdi'nin zuhuru için dua ederim‛ ifadeleri bulunmaktadır.
Buna verilere göre katılımcıların veri setimizdeki sorulara verdikleri olum-
lu cevap oranlarının ortalaması %70’in üzerindedir. İlk beş ifade dikkate alınır-
sa bu oran yaklaşık %77’dir. Katılımcıların %70’inin kendini Şii olarak tanımla-
dığı ve (%12,9’u çok dindar, %47,5’i dindar olmak üzere) toplamda %60,4’ünün
dindar olarak ifade ettiği düşünülürse, örneklemin mehdi inancı ile ilgili çok
yüksek oranlarda olumlu bir tutum içinde oldukları söylenebilir.
KAYNAKÇA
Atay, Mehmet ‚Kütüb-i Sitte’deki Mehdi Hadislerinin Dinler Tarihi Açısından İncelenmesi‛,
Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Isparta 2003.
Bell, Sandra ‚Shi’a Islam‛ Religion of the World A Comprehensive Encyclopedia of Beliefs and
Practices içinde, ed., J. Gordon Melton ve Martin Bauman, 1: 1159, California, USA,
2002.
Demirci, Filiz ‚Caferilerin Dini Örf ve Adetleri, Iğdır Örneği‛, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes
Üniversitesi, Kayseri 2006.
Hakyemez, Cemil ‚Şii İmamiyye Fıkhının Teşekkül Süreci ve İmamet‛, Hitit Üniversitesi İla-
hiyat Fakültesi Dergisi 7, sy. 13, (Çorum 2008): 15-19.
Hakyemez, Cemil Şia’da Gaybet İnancı ve Gaib Onikinci İmam, (İstanbul İsam Yayınları 2009).
İlhan, Avni. Mehdilik. İzmir: Kaynak Yayınları 1976
Kelidar, Abbas. ‚The Shii Imami Community and Politics in the Arab East‛, Middle Eastern
Studies 19, sy. 1, (1983): 3.
Kutluay, Yaşar. İslam ve Yahudi Mezhepleri. Ankara: Ankara Üniversitesi Yayınları LXIV
1965.
Kutluay, Yaşar. Tarihte ve Günümüzde İslam Mezhepleri. Ankara: Selçuk Yayınları 1968.
Mukari, Nasır. Gençlere Hayat Rehberi, trc. M. Ali Alevi, İstanbul: Caferider Yayınla-
rı,Tarihsiz.
Öz, Mustafa. Mezhepler Tarihi ve Terimleri Sözlüğü. İstanbul: Ensar Yayınları, 2012.
Pişvayi, Mehdi. İmam Hüseyin’in Hayatı, trc. Davut Duman, İstanbul: Asr Yayınları, 2008.
582 • Sefer Yavuz
Şirazi, M. Mekarim. Ehl-i Beyt Mektebinde Temel İnançlar. Çorum: Aşura Yayınları 1993.
Tezcan, Mahmut. Gençlik Sosyolojisi ve Antropolojisi Araştırmaları. Ankara: Ankara Üniversi-
tesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları 1997.
Yeler, Abdülkadir ‚Türk Toplumunda Caferiler (İstanbul Halkalı Örneği), Yüksek Lisans Tezi,
Marmara Üniversitesi, İstanbul 2006.
KURTARICI TASAVVURUNUN YENİ DİNİ HAREKETLERDEKİ
BOYUTLARI
Süleyman TURAN*
Emine BATTAL**
Özet
Bu bildiride, tarih boyunca varlık gösteren çeşitli dinsel geleneklerde ol-
duğu gibi içinde bulunduğumuz çağda ortaya çıkan yeni dini hareketlerde de
sıklıkla görülen kurtarıcı düşüncesinin boyutları üzerinde durulmaktadır. Bu
çerçevede öncelikle yeni dini hareketler kurtarıcı inançları açısından Mesih’in
yakın zamanda döneceği vaadinde bulunanlar ve beklenen Mesih’in geldiğini
savunanlar olmak üzere ikili bir tasnife tabi tutulmaktadır. Ardından da Ye-
hova Şahitleri, Yedinci Gün Adventistleri, Mormonlar, Moonculuk, Sathya Sai
Baba, Mandarom Tarikatı, Raelyenler, Branch Davidian ve Aum Shinrikyo gi-
bi hareketler üzerinden örneklendirilen kurtarıcı inancının üyeler üzerindeki
etkisine ve yansımalarına değinilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Yeni Dini Hareketler, Kurtarıcı İnancı, Mesih.
GİRİŞ
Kalki (Hinduizm), Maitraya (Budizm), Saoşyant (Mecûsîlik), Mesih (Ya-
hudilik ve Hıristiyanlık) ve Mehdi (İslam) gibi çeşitli isimlerle tarih boyunca
* Yrd. Doç. Dr., Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Dinler Tarihi Anabilim
Dalı, Rize/ Türkiye (suleyman.turan@erdogan.edu.tr).
** Yrd. Doç. Dr., Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Dinler Tarihi Anabilim
Dalı, Rize/ Türkiye (emine.battal@erdogan.edu.tr).
584 • Süleyman Turan – Emine Battal
farklı din ve kültürlerde karşımıza çıkan kurtarıcı inancına, XX. yüzyılın ikin-
ci yarısından itibaren dünyanın çeşitli bölgelerinde yeni bir din oldukları id-
diasıyla ortaya çıkan Yeni Dini Hareketler (YDH’ler)’de de rastlanmaktadır.
Bu bildiride, söz konusu hareketler arasından seçilen Mormonlar, Yehova Şa-
hitleri, Yedinci Gün Adventistleri, Branch Davidianlar, Moonculuk, Sathya
Sai Baba, Mandarom Tarikatı, Raelyenler ve Aum Shinrikyo örnekleri üzerin-
den kurtarıcı inancı konusunda YDH’ler tarafından benimsenen yaklaşımlar
ele alınacaktır. Ardından da bu inançların üyeler üzerindeki etkisi üstünde
durulmaya çalışılacaktır.
1 Bkz. Sarkis Paşaoğlu, Yehova’nın Şahitleri (İstanbul: Gerçeğe Doğru Yayınları, 2016), 43-60; Ali
Köse, Milenyum Tarikatları (İstanbul: Timaş Yay., 2014), 33-35.
2 Paşaoğlu, Yehova’nın Şahitleri, 111-112. Ayrıca bkz. Ali İhsan Yitik, “Yehova Şahitliği’nin Orta-
ya Çıkışı”, Dinler Tarihi Araştırmaları III içinde, (Ankara: Dinler Tarihi Derneği Yayınları,
2002), 289-290.
3 Paşaoğlu, Yehova’nın Şahitleri, 97.
586 • Süleyman Turan – Emine Battal
4 Geniş bilgi için bkz. Paşaoğlu, Yehova’nın Şahitleri, 19-218; Köse, Milenyum Tarikatları, 33-39;
David L. Weddle, “Jehovah’s Witnesses”, Introduction to New and Alternative Religions in Ame-
rica içinde, ed. Eugene V. Gallagher ve W. Michael Ashcraft (London: Greenwood Press,
2006), II: 63-72; Hikmet Tanyu, Yehova Şahitleri (Ankara: DİB Yayınları, 1980), 30-39; Mehmet
Aydın, Türkiye’ye Yönelik Batı Kökenli Dinî Cereyanlar (Konya: NKM, 2010), 245-254.
5 Paşaoğlu, Yehova’nın Şahitleri, 192; Köse, Milenyum Tarikatları, 41.
Yehova Şahitleri’nin İsa Mesih öğretisi hakkında geniş bilgi için bkz. Ron Rhodes, Conversa-
tion with Jehovah’s Witnesses (Oregon: Harvest House Publishers, 2014), 105-158; Hakkı Şah
Yasdıman, “Yehova Şahitlerinin Temel Öğretilerine Göre İsa-Mesih”, Dinler Tarihi Araştırma-
ları III içinde, (Ankara: Dinler Tarihi Derneği Yayınları, 2002), 329-350.
6 Paşaoğlu, Yehova’nın Şahitleri, 25, 465.
7 Paşaoğlu, Yehova’nın Şahitleri, 22-28; Weddle, “Jehovah’s Witnesses”, 72-74.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 587
Bir diğer adventist akım olan Yedinci Gün Adventistleri, İsa’nın ikinci
gelişinin 22 Ekim 1844’te gerçekleşeceğini ileri süren William Miller’in yarat-
tığı hayal kırıklığına bağlı olarak yaşanan bölünmeler neticesinde ortaya çık-
mış bir harekettir. Yedinci Gün Adventistleri hareketine liderlik edecek isim-
ler söz konusu tarihte çok gençti. Örneğin James White 23, Ellen White ve
Annie Smith 16, John N. Andrews 15, Uriah Smith ve John N. Loughborough
13, George I. Butler ise henüz 10 yaşındaydı.8
Hareketin temeli Ellen Harmon (1827-1915)’un gördüğü vizyonlara da-
yanmaktadır. Bu vizyonlarda edindiği görüşlerle ortaya çıkınca Harmon ile
daha önce kehanetlerinde başarısız olan Miller’ın yolları ayrılmıştır. Ellen da-
ha sonra Adventist hareketin önemli isimlerinden James White ile evlenerek
Ellen White ismini almış, 1861 yılında kocası ölünce hareketin ismi Yedinci
Gün Adventistleri (Seventh-Day Adventists) olarak değiştirilmiş, Ellen White
da liderliği üstlenmiştir.9
Hareketin temel inançları 6 maddede özetlenmektedir. Ancak biz özel-
likle ikisine işaret etmek istiyoruz: i) Yedinci günün pazar değil, cumartesi ol-
duğunu dolayısıyla cumartesi gününün bir ibadet ve istirahat günü olarak
geçirilmesi gerektiğini savunmuşlardır. ii) İsa’nın yeryüzüne ikinci gelişine
inanmış ve bunu vurgulamışlardır.10
Ellen White, 1915 yılında ölünce grupta hareketlenmeler başlamış, yeni
bölünmeler ve yeni liderler ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkan isimler yeni keha-
netler ileri sürmüştür. Bu kehanetlerden biri de Kral Davut’un yeryüzüne ge-
leceği ve krallığı kuracağı şeklindeydi. Benjamin Roden’in öncülük ettiği bu
görüş Branch Davidian Seventh-Day Anventists grubunun ortaya çıkmasını
sağlamıştır. Roden ölünce grubu 1983 yılına kadar eşi Lois yönetmiş, ardın-
dan David Koresh devreye girerek grubu 1993 yılında yaşanan ve trajik ölüm-
lerle sonuçlanan bir maceraya sürüklemiştir.11
Mesih’in yakın zamanda yeryüzüne döneceğini savunan YDH’lere veri-
lecek bir başka örnek de Ahir Zaman Azizleri’dir. Popüler ismiyle Mormo-
nizm ya da Mormonlar, Joseph Smith (1805-1844) tarafından ABD’de kurul-
muş bir harekettir. Vermont doğumlu olan Smith, genç yaşta iken Protestan
grupların taraftar kazanmak için mücadele ettiği Batı New York’a gider. Han-
gi gruba katılacağını bilemeyen ve ikilemler yaşayan Smith, bir ormana çeki-
lerek kendisine yol göstermesi için Tanrı’ya dua eder. Nitekim 1820 yılında
henüz 15 yaşında iken bir vizyon görür. Baba Tanrı ve İsa’nın kendisine gö-
12 Terryl L. Givens, “The Church of Jesus Christ of Latter-Day Saints”, Introduction to New and
Alternative Religions in America içinde, ed. Eugene V. Gallagher ve W. Michael Ashcraft (Lon-
don: Greenwood Press, 2006), II: 19-22; Carol S. Matthews, New Religions (Philadelphia: Chel-
sea House, 2005), 13-16; Köse, Milenyum Tarikatları, 81-83; Aydın, Türkiye’ye Yönelik Batı Kökenli
Dinî Cereyanlar, 207-208.
13 Givens, “The Church of Jesus Christ of Latter-Day Saints”, 23-25; Matthews, New Religions, 16-
17; Köse, Milenyum Tarikatları, 87-89; Aydın, Türkiye’ye Yönelik Batı Kökenli Dinî Cereyanlar, 209-
213.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 589
tarafından bildirildiğini ileri sürerler. Buna göre İsa, ABD’deki Missouri böl-
gesine gelecektir.14
Mesih olduğunu açıkça ilan etmiştir. Moon’a göre o ve eşi tanrısal tabiata sa-
hiptirler. Mesih, Tanrı’nın idealinde tasarladığı insan olarak tıpkı İsa gibi Tan-
rı’nın biricik oğludur; Tanrı tarafından çok sevilir ve Tanrı katında yüce bir
konuma sahiptir.16
Moonculuğa göre Mesih, herhangi bir zamanda ya da yerde ortaya çıka-
cak değildir. Mesih gerekli şartlar oluşturulduktan sonra Tanrı tarafından
gönderilir. Bu bağlamda onun gelmesi için yapılması gereken bazı işler var-
dır. Bu işler “İman Esası” ve “Mahiyet Esası” olmak üzere iki kategoride top-
lanır. Moonculuğa göre dinlerin amacı, insanların Gerçek Ebeveynleri karşı-
lamalarını ve aynı zamanda onların kendilerinin de gerçek ebeveynler ola-
bilmelerini sağlamak için gerekli olan iman ve mahiyet esasını oluşturmaktır.
Moonculuğun Mesih’in ikinci gelişine yönelik yorumu Moon’un beklenen
Mesih, Kore’nin de onu hazırlayan seçkin millet olduğu şeklindedir.17
Mooncular, benimsedikleri inancın gereği olarak Moon ve eşini gerçek
ebeveyn olarak görürler ve yaratma amacına yönelik olarak taraftarlar kendi-
lerini Tanrı’nın oğulları ve kızları, sonunda da ideal birer karı-koca ve ebe-
veynler olmak için hazırlamaktadırlar. Bu bağlamda mükemmel bir toplum
ve nihayetinde mükemmel bir dünya oluşturmayı hedeflediğini söyleyen
Moonculukta evlilik önemli bir yer tutar. Evlilik için gerekli şartları oluşturan
üyeler, kendileri için belirlenen bir eşle toplu halde yapılan ve “Kutsal Şarap
Ayini” (Holy Wine Ceremony) adı verilen evlilik töreni ile evlendirilmektedir.
Evlilik törenleri “kutsama” olarak bilinir ve kutsanan kişinin günahlarından
temizlendiğine ve yeniden doğduğuna inanılmaktadır.18
1950’li yıllarda Hindistan’da ortaya çıkan Sathya Sai Baba Hareketi de
liderlerinin mesihî kimliğiyle boy gösterdiği gruplar arasındadır. Hareketin
tarihsel gelişimi incelendiğinde, Sai Baba ismini taşıyan iki kişi ile karşılaşıl-
maktadır. Birincisi, Hindu inanç sisteminde ön plana çıkan tanrılardan biri
olan Şiva’nın enkarnasyonu olduğuna inanılan Shirdi Sai Baba (1838-1918),
ikincisi ise hareketin kurucusu Sathya Sai Baba (1926-2011)’dır. Shirdi Sai Ba-
ba’yı hareket için önemli kılan husus, Sathya Sai Baba’nın tanrısal niteliğinin
kaynağı olarak kabul edilmesidir. Zira hareket üyelerine göre Sathya Sai Ba-
ba, Shirdi Sai Baba’nın reenkarnasyonu dolayısıyla da Tanrı’nın yeniden yer-
yüzüne gelmiş halidir. Kaldı ki takipçilerine göre Sai Baba’nın gerek doğu-
mundan önce gerekse doğumundan sonra gerçekleşen bir takım mucizeler de
onun bu kutsallığına atıfta bulunmaktadır. Örneğin, doğumundan kısa bir sü-
re sonra Sai Baba’nın yatağında bulunan büyük bir kobra yılanının ona her-
hangi bir zarar vermemiş olması bunlardan biridir. Bu olayı mucize haline ge-
16 Bıyık, Küresel Bir Din Projesi Olarak Moonculuk, 52-53. Ayrıca bkz. Eileen Barker, “Unification
Church (a.k.a. Moonies)”, Encyclopedia of New Religious Movements içinde, ed., Peter B. Clarke,
(London: Routledge, 2006), 653.
17 Bıyık, Küresel Bir Din Projesi Olarak Moonculuk, 54-59, 104-106.
18 Bıyık, Küresel Bir Din Projesi Olarak Moonculuk, 126; Köse, Milenyum Tarikatları, 118-119.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 591
19 David Burnett, “The Sathya Sai Baba Society”, New Religions: A Guide-New Religious Move-
ments, Sects and Alternative Spiritualities içinde, ed. Christopher Partridge,(Oxford: Oxford
University Press, 2004), 179-180; Ali Köse, Milenyum Tarikatları, 149.
20 Bkz. George D. Chryssides, Exploring New Religions, London: Continuum, 2001, 182-183; Köse,
Milenyum Tarikatları, 150.
21 Chryssides, Exploring New Religions, 189.
22 Chryssides, Exploring New Religions, 184.
23 http://edition.cnn.com/2011/WORLD/asiapcf/04/24/india.spiritual.guru.death/index.html,
[03.08.2017].
592 • Süleyman Turan – Emine Battal
24 PierLuigi Zoccatelli, “Notes on the Aumist Religion”, Controversial New Religions içinde, ed.
James R. Lewis ve Jesper Aagard Petersen (Oxford: Oxford University Press, 2005), 215-217.
25 Susan J. Palmer ve David G. Bromley, “Deliberate Heresies: New Religious Myths and Rituals
as Critiques”, Teaching New Religious Movements içinde, ed. David G. Bromley (Oxford: Oxford
University Press, 2007), 145.
26 http://aumisme.org/en/the-founder/biography/, [03.08.2017]; Zoccatelli, “Notes on the Aumist
Religion”, 217.
27 George D. Chryssides, “Bilimsel Yaratışçılık: Rael Tarikatı Hakkında Bir Araştırma”, Ufo Din-
leri içinde, ed. Christopher Partridge, çev. Güneş Tokcan (İstanbul: Harmoni Yayınevi, 2008),
66- 67; Ali Rafet Özkan, Kıyamet Tarikatları (İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2006), 217.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 593
30 Geniş bilgi için bkz. William L. Pitts, “Davidians and Branch Davidians: 1929-1987”, Armaged-
don in Waco içinde, ed., Stuart A. Wright (Chicago: The University of Chicago Press, 1995), 20-
42; David V. Barrett, “Branch Davidians”, Encyclopedia of New Religious Movements içinde, ed.
Peter B. Clarke, (London: Routledge, 2006), 78-80; Emine Battal, “Yeni Dini Hareketler ve Şid-
det” (Doktora Tezi, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, 2017), 81-85; Köse, Milenyum Tarikat-
ları, 62-63;
31 David G. Bromley ve Edward D. Silver, “The Davidian Tradition”, Armageddon in Waco için-
de, ed., Stuart A. Wright (Chicago: The University of Chicago Press, 1995), 59-60; Chryssides,
Exploring New Religions, 54.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 595
32 Bkz. Battal, “Yeni Dini Hareketler ve Şiddet”, 85-86; Barrett, “Branch Davidians”, 79-80.
33 Ian Reader, Religious Violence in Contemporary Japan: The Case of Aum Shinrikyo (Richmond, Sur-
rey: Curzon, 2000), 39.
596 • Süleyman Turan – Emine Battal
34 Ian Reader, A Poisonous Coctail? Aum Shinrikyo’s Path to Violence (Copenhagen: NIAS Press,
2011), 28.
35 Reader, Religious Violence in Contemporary Japan, 10-11, 55, 160; Battal, “Yeni Dini Hareketler ve
Şiddet”, 136.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 597
SONUÇ
Mesih öğretisi, YDH’lerin çoğunun en temel karakteristiğidir. YDH’ler,
bu mesiyanik inançları doğrultusunda kendi gruplarını hakikatin tek adresi
ve dolayısıyla insanlığın geleceği için yegane kurtuluş ümidi olarak kodla-
maktadır. Bu YDH’ler böylece üyeleri üzerinde mutlak bir otorite tesis etmek-
te ve onlara dilediği her türlü eylemi yaptırabilmektedir. Öyle ki üyeler, haki-
kate ve kurtuluşa ulaşmanın bir aracı oldukları düşüncesinden hareketle aşırı
derecede bir asketik yaşam benimsemek, cinsel taleplere boyun eğmek, kendi-
lerinin ya da başkalarının canına kıymak gibi liderlerinin kendilerinden iste-
diği şeyi yerine getirmektedir. Ayrıca kurtuluşun ancak kendi çatıları altında
toplanmakla mümkün olacağına inanan bu tür hareketlerin başkalarına layık
gördüğü muamele de büyük oranda olumsuz olmaktadır. Özetle yıkıcı etkile-
ri olumlu sonuçlarından daha fazla olan bu kurtarıcı inancı genellikle hem
üyelere hem de üye olmayanlara yönelik istismar ve şiddet eylemlerine kapı
aralamaktadır.
KAYNAKÇA
Aydın, Mehmet. Türkiye’ye Yönelik Batı Kökenli Dinî Cereyanlar, Konya: NKM, 2010.
Barrett, David V. “Branch Davidians.” Encyclopedia of New Religious Movements içinde, ed. Pe-
ter B. Clarke, 78-80. London: Routledge, 2006.
Barker, Eileen. “Unification Church (a.k.a. Moonies).” Encyclopedia of New Religious Move-
ments içinde, ed., Peter B. Clarke, 652-654. London: Routledge, 2006.
Battal, Emine. “Yeni Dini Hareketler ve Şiddet”. Doktora Tezi, Recep Tayyip Erdoğan Üni-
versitesi, 2017.
598 • Süleyman Turan – Emine Battal
Bıyık, Mustafa. Küresel Bir Din Projesi Olarak Moonculuk. İstanbul: Birey Yayıncılık, 2002.
Bromley, David G. ve Edward D. Silver, “The Davidian Tradition.” Armageddon in Waco
içinde, ed., Stuart A. Wright, 43-72. Chicago: The University of Chicago Press, 1995.
Burnett, David. “The Sathya Sai Baba Society.” New Religions: A Guide-New Religious Move-
ments, Sects and Alternative Spiritualities içinde, ed. Christopher Partridge, 179-180.
Oxford: Oxford University Press, 2004.
Chryssides, George D. Exploring New Religions. London: Continuum, 2001.
Chryssides, George D. “Bilimsel Yaratışçılık: Rael Tarikatı Hakkında Bir Araştırma.” Ufo
Dinleri içinde, ed. Christopher Partridge, çev. Güneş Tokcan, 61-78. İstanbul: Har-
moni Yayınevi, 2008.
Givens, Terry L. “The Church of Jesus Christ of Latter-Day Saints”, Introduction to New and
Alternative Religions in America içinde, ed. Eugene V. Gallagher ve W. Michael
Ashcraft, c. 2, 19-22, London: Greenwood Press, 2006.
Knight, George R. A Brief History of Seventh-Day Adventists. Review and Herald Publishing
Association, 2004.
Köse, Ali. Milenyum Tarikatları. İstanbul: Timaş Yay., 2014.
Matthews, Carol S. New Religions. Philadelphia: Chelsea House, 2005.
Özkan, Ali Rafet. , Kıyamet Tarikatları. İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2006.
Palmer, Susan J. ve David G. Bromley. “Deliberate Heresies: New Religious Myths and Rit u-
als as Critiques.” Teaching New Religious Movements içinde, ed. David G. Bromley,
135-158. Oxford: Oxford University Press, 2007.
Paşaoğlu, Sarkis. Yehova’nın Şahitleri. İstanbul: Gerçeğe Doğru Yayınları, 2016.
Pitts, William L. “Davidians and Branch Davidians: 1929-1987.” Armageddon in Waco içinde,
ed., Stuart A. Wright, 20-42. Chicago: The University of Chicago Press, 1995.
Reader, Ian. Religious Violence in Contemporary Japan: The Case of Aum Shinrikyo. Richmond,
Surrey: Curzon, 2000.
Reader, Ian. A Poisonous Coctail? Aum Shinrikyo’s Path to Violence. Copenhagen: NIAS Press,
2011.
Rhodes, Ron. Conversation with Jehovah’s Witnesses, Oregon: Harvest House Publishers, 2014.
Tanyu, Hikmet. Yehova Şahitleri, Ankara: DİB Yayınları, 1980.
Weddle, David L. “Jehovah’s Witnesses”, Introduction to New and Alternative Religions in Ame-
rica içinde, ed. Eugene V. Gallagher ve W. Michael Ashcraft, c.2, 62-88, London:
Greenwood Press, 2006.
Yamamoto, J. Isamu. Unification Church. Michigan: Zondervan Publishing House, 1994.
Yasdıman, Hakkı Şah. “Yehova Şahitlerinin Temel Öğretilerine Göre İsa-Mesih.” Dinler Tari-
hi Araştırmaları III içinde, 329-350. Ankara: Dinler Tarihi Derneği Yayınları, 2002.
Yitik, Ali İhsan. “Yehova Şahitliği’nin Ortaya Çıkışı.” Dinler Tarihi Araştırmaları III içinde,
283-297. Ankara: Dinler Tarihi Derneği Yayınları, 2002.
Zoccatelli, PierLuigi. “Notes on the Aumist Religion.” Controversial New Religions içinde, ed.
James R. Lewis ve Jesper Aagard Petersen, 215-224. Oxford: Oxford University Press,
2005.
MEHDİ DÜŞÜNCESİNİN EHL-İ SÜNNET’İN ŞİİLİK ALGISINA
ETKİSİ VE ÇAĞDAŞ YANSIMALARI*
Ümüt TORU*
GİRİŞ
Mezhepler arası savaşların hemen her kulvarda konuşulduğu, sebeplerinin
tartışıldığı ve bunu engellemeye yönelik çeşitli çözüm önerilerinin ortaya konul-
duğu bir dönemden geçiyoruz. İslam düşünce tarihi boyunca mezhepler arası
ilişkileri, karşılıklı algıları ve olumlu ya da olumsuz yönleriyle birbirilerine yöne-
lik dil ve üsluplarını, birbirlerine yönelik kalıp yargıları etkileyen çok çeşitli fak-
törden bahsedilebilir. En başta belli bir mezhebe aidiyetin doğasında bulunan ve
biz daha doğruyu temsil ediyoruz anlamına gelen ‚etnosantrik bakış açısı,‛1 kar-
şılıklı algıyı kısmen de olumsuzlaştıran etkenlerin başında gelmektedir. Bununla
birlikte belli bir noktaya kadar anlaşılabilir bir mahiyet taşıyan bu duygusal ve zi-
hinsel tutum, en azından belli kişilerde ya da toplumun bazı kesimlerinde zaman
zaman, ‚potansiyel çatışmanın kognitif zeminini teşkil edebilmekte,‛2 derin bir
nefret duygusuna yol açabilmekte ve hatta saldırgan bir hal alabilmektedir.3 Siya-
sal, sosyal, ekonomik ve kültürel kaynakların paylaşımı konusundaki rekabet or-
tamları, özellikle ikinci tutumu besleyen, toplumsal çatışmaya dönüşmese bile
karşılıklı söylemin daha da sertleşmesine, mevcut çatışmaların meşruiyet kazan-
masına4 yol açan zaman dilimlerine ya da toplum tiplerine tekabül etmektedir.
Hâl böyle olmasına rağmen mezhepler arasındaki ilişkiler, her zaman olum-
suz bir seyir izlemez. Mezhep mensuplarının birbirlerine yönelik tutumlarını
olumlu yönde etkileyen çok çeşitli etkenden de bahsedilebilir. Mesela mezhepler
arasındaki algılanan benzerlik oranı, karşılıklı ilişkileri ve birbirlerine yönelik ka-
lıp yargılarını olumlu manada etkileyen hususların başında gelmektedir. Bu bağ-
lamda inançsal ve fikirsel farklılıkların az olduğunun, benzerliklerin çok fazla ol-
* Yrd. Doç. Dr., Amasya Ünv., İlahiyat Fak., Kelam ve İslam Mezhepleri Tarihi Anabilim Dalı
1 Asım Yapıcı, Din, Kimlik ve Ön Yargı (Biz ve Onlar) (Seyhan: Karahan Kitabevi, 2004), 109; Ha-
yati Hökelekli, İslam Psikolojisi Yazıları (İstanbul: Değerler Eğitimi Merkezi Yay., 2009), 222.
2 Halil Aydınalp, ‚Sosyal Çatışma ve Din‛, UÜİFD 19, sy. 2 (2010): 196.
3 Sulhi Dönmezer, Sosyoloji, Ankara, 1984, 190’dan naklen Mehmet Ali Büyükkara, ‚Dinî Grup
Yapılarında Dine İlişkin Muhtemel Anlama ve Temsil Sorunları‛, Usûl İslam Araştırmaları 7
(2007): 113. Gruplar arası ayrımcı davranış çeşitleri hakkında daha fazla bilgi ve değerlendir-
me için bkz. Ünver Günay, Din Sosyolojisi (İstanbul: İnsan Yay., 2011), 473-484; Yapıcı, Din,
Kimlik ve Ön Yargı, 23; Nuri Bilgin (Edt.), Sosyal Psikoloji (İzmir: Ege Ünv. Edebiyat Fak. Yay.,
2014), 242-243; İbrahim Gürses, ‚Önyargının Nedenleri‛, UÜİFD 14, sy. 1 (2005): 156.
4 Yapıcı, Din, Kimlik ve Ön Yargı, 124-125.
600 • Ümüt Toru
120; Şerif el-Murtaza, el-Fusûlu’l-muhtâra, 305, 313; Ebu Temmâm, Bâbu’ş-Şeytân, 121-122, 124-
125.
14 Toru, İmâmiyye Algısı, 167-168.
15 Ebû Mansûr Abdu’l-Kahir b. Tâhir b. Muhammed el-Bağdâdî, el-Fark beyne’l-fırak (Mısır:
Dâru’l-maarif, (ty)), 21, 233-234; Ebû’l-Muzaffer el-İsferâyinî, et-Tabsîr fi’d-dîn ve temyîzü’l-
fırkati’n-nâciyeti an fıraki’l-hâlikîn (Kahire: Matbaatu’l-envâr, 1940), 37, 123-124; Şehristânî, el-
Milel, 174; Kummî/Nevbahtî, Şiî Fırkalar, 99. Ebu’l-Hasan el-Eş‘arî, benzer ifadeleri İbn Sebe’ye
değil Sebeiyye fırkasına nispet etmiştir. (Ebû’l-Hasan Ali b. İsmâil el-Eş‘arî, Makâlâtu’l-
İslâmiyyîn ve ihtilâfi’l-musallîn, Thk. Helmut Ritter (Wiesbaden: Dâru’n-neşr, 1980) 15.)
16 İbnü’l-Hanefiyye’yi imam olarak kabul eden Keysâniyye fırkası, kendisinin ölümünden sonra
ihtilaf etmiş, Kerbiyye denilen bir grup ‚onun Radvâ dağında yaşamaya devam ettiğini, sa-
ğında bir aslan, solunda bir kaplan bulunduğunu ve onu koruduğunu, yanında bulunan su
ve bal pınarlarının ortaya çıkacağı zamana kadar yiyeceklerini kendisine sağladığını‛ iddia
etmiştir. (Bkz. Eş‘arî, Makâlât, 19, 20-21; Ebû Mansûr Abdu’l-Kahir b. Tâhir b. Muhammed el-
Bağdâdî, Kitâbu’l-milel ve’n-nihal, Thk. Nasrî Nâdir, (Beyrut: Dâru’l-Maşrik, 1986, 50; el-Fark,
39; İsferâyinî, et-Tabsîr, 31; Şehristânî, el-Milel, 147; Fahreddin er-Râzî, İ‘tikâdâtu fıraki'l-
Müslimîn ve'l-müşrikîn, Thk. Muhammed el-Mutasım Billah el-Bağdâdî (Beyrut: Dâru'l-
Kütübi'l-Arabî, 1986), 62.
17 Cemil Hakyemez, ‚Gaybet İnancı Ve Şiîlik’teki Yeri‛, (Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi,
2006), 19; Avni İlhan, ‚Gaybet‛, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 13 (Ankara: TDV Yay., 1996), 412;
Ethem Ruhi Fığlalı, ‚Mesih ve Mehdî İnancı Üzerine‛, AÜİFD 25, sy. 1 (1982): 205. (Şeh-
ristânî’nin (548/1153) kendi içindeki çelişkili iki ayrı tespiti için bkz. Şehristânî, el-Milel, 150.)
18 Bkz. Kummî/Nevbahtî, Şiî Fırkalar, 112, 127.
19 Bağdâdî, el-Fark, 59-60; İsferâyinî, et-Tabsîr, 36-37; Râzî, İtikâdât, 53.
20 Bkz. Abdülkâhir el-Bağdâdî, Usûlü’d-dîn. Thk. Muhammed Şemsüddîn (Beyrut: Dâru’l-
kütübi’l-ilmiyye, 2002), 300; Kummî/Nevbahtî, Şiî Fırkalar, 195; Şeyh Sadûk, Kemâlü’d-dîn, 46;
Şerif el-Murtaza, el-Fusûlu’l-muhtâra, 305; el-Mukni‘, 38-39; Nâşî el-Ekber Abu’l-Abbâs Abdul-
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 603
lah b. Şirşîr el-Enbârî, Mesâilu’l-imâme, Thk. Joseph Vann Ess (Beyrut: Dâru’n-neşr, 1971), 46;
Ebu Temmâm, Bâbu’ş-Şeytân, 121-122; Makdisî, el-Bed’ ve’t-târîh, 5: 129.
21 Bkz. Bağdâdî, el-Fark, 61-62; Kummî/Nevbahtî, Şiî Fırkalar, 195-196; Şerif el-Murtaza, el-
Fusûlu’l-muhtâra, 305; Ali Avcu, Karmatîliğin Doğuşu ve Gelişim Süreci (Sivas: Cumhuriyet Ünv.
Yay., 2011), 44, 47-48.
22 Bağdâdî, Usûlü’d-Dîn, 300-301; Kummî/Nevbahtî, Şiî Fırkalar, 202-203. Şehristânî, onun hak-
kında gaybet ve mehdî iddialarından bahsetmemiş, ancak Mübârekiyye’den bir kısmının
imameti onda durdurduğunu belirtmiştir. (Bkz. Şehristânî, el-Milel, 168.)
23 Bkz. Bağdâdî, el-Fark, 63; Usûlü’d-Dîn, 301; Kummî/Nevbahtî, Şiî Fırkalar, 219, 221, 250; Şeyh
Sadûk, Kemâlü’d-dîn, 46; Şerif el-Murtaza, el-Fusûlu’l-muhtâra, 313; el-Mukni‘, 38-39; Nâşî el-
Ekber, Mesâilü’l-İmâme, 47-48; Ebu Temmâm, Bâbu’ş-Şeytân, 124-125.)
24 Eş‘arî, Makâlât, 8-9, 67; Bağdâdî, el-Fark, 31, 56-57, 242; Usûlü’d-Dîn, 298-299; İsferâînî, et-Tabsîr,
28, 35-36; Şehristânî, el-Milel, 159, 177.
25 Eş‘arî, Makâlât, 67; Bağdâdî, el-Fark, 31; Usûlü’d-Dîn, 299; İsferâînî, et-Tabsîr, 28.
26 Bağdâdî, el-Fark, 32; Usûlü’d-Dîn, 299-300; İsferâyinî, et-Tabsîr, 28.
27 Bkz. Kummî/Nevbahtî, Şiî Fırkalar, 242, 248; Şeyh Sadûk, Kemâlü’d-dîn, 49; Şehristânî, el-Milel,
170.
28 Gerçekten yaşamış olup olmadığı bile tartışmalı olmakla birlikte İmâmiyye’den İsnâaşeriyye,
III/IX. asrın ikinci yarısından beri kendisini beklemeye devam etmektedir. (Bkz. Eş‘arî,
Makâlât,18; Muhammed b. Ya’kûb el-Küleynî, Usûl el-kâfî (Beyrut: Dâru’l-Murtazâ, 2005), 249-
251; İbn Ebî Zeyneb en- Nu‘mânî, el-Gaybe, Thk. Fâris Hassûn Kerîm ((yy): Dâru’l-cevâdîn,
2011), 70-72; Şeyh Sadûk, Kemâlü’d-dîn, 22-25, 237-271; Şerif el-Murtaza Ali b. Ebu’l-Hasan,
Resâilu’l-Murtazâ, Thk. Seyyid Ahmed el-Hüseynî (Kum: Dâru’l-Kur’ani’l-Kerîm, 1985), 2: 291-
297; Şeyh Müfîd, en-Nüketü’l-i‘tikâdiyye, 43-46; Bağdâdî, el-Fark, 64; Usûlü’d-Dîn, 301-302; İs-
ferâyinî, et-Tabsîr, 39; Şehristânî, el-Milel, 173; Râzî, İtikâdât, 55-56; İlhan, ‚Gaybet‛, 412.)
29 Bunun yanında Ehl-i Beyt dışından olmakla birlikte Abdullah b. Muâviye b. Abdullah b. Ca-
fer b. Ebî Tâlib Zü’l-Cenâheyn’in (129/746) gaybete girdiğine ve mehdî olarak geri döneceğine
inanan Şiî fırkalar da söz konusudur. (Bkz. Eş‘arî, Makâlât, 22-23; Bağdâdî, el-Fark, 246; İs-
ferâyinî, et-Tabsîr, 126.) Şia tarihinde mehdi olarak kabul edilen kişiler hakkında ayrıntılı tas-
virler için bkz. Avni İlhan, Mehdilik (İstanbul: Beyan Yay., 1993),65-108.
30 Hakyemez, Gaybet İnancı, 29.
31 Şia’da gaybet inancını ortaya çıkartan ve bizim aşağıda kısa bir özetini sunduğumuz tarihî,
siyâsî, sosyal ve dinî arka planın ayrıntılı bir analizi için bkz. Hakyemez, Gaybet İnancı, 29-38;
Fığlalı, ‚Mesih ve Mehdî İnancı Üzerine‛, 203-204.
604 • Ümüt Toru
len ve aşırı bir tutkuyla bağlanılan Şiî imamların kendilerinden beklenen misyonu
tamamlayamadan ölmeleri, taraftarları nezdinde büyük hayal bir kırıklığına yol
açmış ve bu ümitsizlikten kurtulmak ancak onların ölmediğine ve bir gün geri ge-
lerek dünyayı adaletle dolduracaklarına inanmakla mümkün olmuştur. Bu an-
lamda gaybet, recat ve mehdî düşüncesi, kendilerine yapılan zulmü engelleme
gücüne sahip olamayan Şiîler’in sığındığı, onlara geleceğe dönük umutlar vaat
eden bir ‚düşkünler ideolojisi‛ vazifesini görmüştür.42 Bununla birlikte bu dü-
şünce, sadece geride kalan müntesiplerini ümitsizlikten koruma düşüncesinin
değil aynı zamanda tutkuyla bağlanılan ve kendisine karizmatik birtakım nitelik-
ler atfedilen liderlerin kendisinden beklenen misyonu gerçekleştiremeden kay-
bından duyulan derin üzüntünün bir ürünüdür.
42 Muhammed Âbid Câbirî, İslâm’da Siyasal Akıl, Çev. Vecdi Akyüz (İstanbul: Kitabevi, 1997),
564, 566; Fığlalı, ‚Mesih ve Mehdî İnancı Üzerine‛, 199, 203.
43 Bkz. Ahmed b. Abdulvehhâb b. Muhammed Şihâbuddîn en-Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb fî
fünûni’l-edeb (Kâhire: Dâru’l-kütüb ve’l-vesâiki’l-kavmiyye, 2002), 25: 228; Avcu, Karmatîliğin
Doğuşu, 167, 169, 192 vd.
44 Avcu, Karmatîliğin Doğuşu, 200, 223-224, 272-274, 323.
45 Fığlalı, ‚Mesih ve Mehdî İnancı Üzerine‛, 205; İlhan, ‚Gaybet‛, 410.
606 • Ümüt Toru
olan46 bir kısım İmâmîler, imamın vefat ettiği günlerde annesinin karnında, iki ilâ
yedi arasında değişen bir yaşta Muhammed isminde bir oğlunun olduğu ve
düşmanlarından korktuğu için oğlunu gizlediği, onun da aynı gerekçelerle giz-
lendiği iddiasını ortaya attı.47 Hicrî üçüncü asrın sonlarından itibaren İsnâaşeriyye
âlimleri, Muhammed b. Hasan el-Askerî’den önceki imamların gaybetine ve
mehdî olarak bir gün ortaya çıkacağına dair iddiaları kesin bir şekilde reddeder-
ken48 Muhammed b. Hasan el-Askerî ile ilgili olarak bu düşünceyi aklî ve naklî
delillerle sabit dinsel bir inanç olarak temellendirmeye çalıştı.49 Onların nazarında
Yüce Allah, ‚Hiç düşünüyor musunuz? Eğer suyunuz yok olup giderse, size kim su ge-
tirecektir.‛50 buyurmuş ve bununla ‚Eğer imamınız, gaybete girer ve sizden kay-
bolursa onun nerede olduğunu bilemezsiniz. Öyleyse göğün ve yerin haberlerini,
Allah’ın helal ve haramlarını size getirecek olan zahir imamı kim gönderecektir?‛
demek istemiştir.51 Yine Hz. Peygamber (as), ‚Mehdînin ismi ismime, künyesi de
künyeme benzemektedir. Varlıklar içinde bana ondan çok benzeyeni yoktur.
Onun bir gaybeti söz konusu olacak, insanlar bu süre zarfında şaşkınlık içinde ka-
lıp dinde dalâlete düşeceklerdir. İşte o zaman parlak bir yıldız gibi doğacak ve zu-
lüm ve haksızlıkla dolmuş olan dünyayı adaletle dolduracaktır.‛ buyurmuş,52
daha başka rivayetlerde ise imamların sayısını on iki olarak belirlemiş ve hatta
son imam olarak kesin bir şekilde Muhammed b. Hasan el-Askerî’ye işaret etmiş-
tir.53 Yine onlara göre mehdînin bu günkü konumu, tarihsel olarak Hz. Yusuf’un
sünnetine tâbi olmaktan başka bir şey değildir. Şöyle ki Allah, Hz. Yusuf’a yaptığı
gibi günümüzde de hüccetini gizlemek istemiştir. Hz. Yusuf, Mısır’a melik oldu-
ğunda Mısır ile babasının yaşadığı yer arasında sadece on sekiz günlük bir yürü-
me mesafesi vardı. Allah, onun yerini bildirmek isteseydi bunu elbette yapardı.
Aynı şekilde belki mehdî de bugün insanlarla aynı sokakta ve çarşı pazarda do-
laşmaktadır. Ne var ki Allah’ın Yusuf’a izin verip de kendisini tanıtıncaya kadar
susması gibi o da Allah izin verinceye kadar kendisini ifşa etmemektedir.54 Onla-
rın telakkilerine göre ‚Yeryüzü, kıyametten önce sadece kırk günlük bir süre dı-
şında hiçbir zaman hüccetsiz kalmayacaktır. Dünyanın ömrünün dolmasına bir
saat bile kalsa Allah, bu süreyi uzatacak ve ismi Hz. Peygamber’in (as) ismime,
künyesi de onun künyesine uygun olan Muhammed b. Hasan el-Askerî’yi ortaya
çıkartacaktır. Varlıklar içerisinde Hz. Muhammed’e (as) onun kadar benzeyen
başka hiçbir kimse yoktur. İnsanlar, onun yokluğunda şaşkınlık içinde kalıp din-
de dalâlete düşeceklerdir. Ancak mehdî ortaya çıktığında zulüm ve haksızlıkla
dolmuş olan dünyayı adalet ve eşitlikle dolduracaktır.‛55
55 Mehdîye nispet edilen bu ve benzeri nitelikler için bkz. Küleynî, Usûl el-kâfî, 251; İbn Bâbe-
veyh, el-İmâme, 119-121; Ayyâşî, Tefsîru’l-Ayyâşî, 1: 25-26; Şeyh Sadûk, Kemâlü’d-dîn, 220, 244-
245; Şeyh Müfîd, en-Nüketü’l-i‘tikâdiyye, 43-44.
56 Eş‘arî makâlât yazarlarının olumsuz İmâmiyye algısına sebep olan hususlar ve bunlar üze-
rinden onlara yapılan eleştiri ve ithamlar hakkında daha fazla bilgi için bkz. Toru, İmâmiyye
Algısı, 140-222.
57 Yusuf Benli, ‚Ehl-i Sünnet Geleneğinde Sahabe Algısı‛, İslam Medeniyetinin Kurucu Nesli
Sahâbe –Sahâbe Kimliği ve Algısı- (Tartışmalı İlmî Toplantı Tebliğ ve Müzakereler) içinde, Edt. Ab-
dullah Aydınlı (İstanbul: Ensar Neşriyat, 2013), 357.
58 Sünnî düşüncede sahabenin idealizasyonu ve teolojik bir dokunulmazlık zırhına kavuşması
süreciyle ilgili kronolojik bir analiz için bkz. Toru, İmâmiyye Algısı, 75-83.
608 • Ümüt Toru
nazarında ne dinde bidat ihdas eden ne de dine sapkın birtakım düşünceler so-
kan fırka konumundadır. Onlar, İmâmiyye’yi bu konudaki görüşlerinden dolayı
ağır ifadelerle itham etmedikleri gibi bidatçilik ve benzeri bir şeyle de suçlama-
mışlardır. Bu inançlar, Eş‘arî makâlât yazarları tarafından ‚asırlar boyunca süren bir
gaybet döneminin ve bu dönemin sonunda ortaya çıkacağı kabul edilen bir mehdiye olan
ihtiyacın aklen ve şeran mümkün olup olmadığı‛ açısından değil ‚imamın dinsel ha-
yat içindeki önemi, dahası gaybette olduğu iddia edilen imamın tarihsel olarak
ölümünün sabit olduğu‛ gibi diğer konularla ilgisi çerçevesinde değerlendirilmiş-
tir. Tespit edebildiğimiz kadarıyla İmam Eş‘arî (324/936) ile Fahreddin er-Râzî
(606/1210), gaybet ve mehdî konusundaki inançlarından dolayı İmâmiyye’yi her-
hangi bir değerlendirmeye tabi tutmamış, gelenek içerisinde ilk önce Bağdâdî
(429/1038), ondan yaklaşık bir asır sonra da Şehristânî (548/1153), İmâmiyye’ye
yönelik birtakım eleştirilerde bulunmuştur. Bağdâdî (429/1038), İmâmiyye’yi salt
gaybet ve mehdî düşüncesine sahip oldukları için değil Kur’an ve sünnetin tahrif
edildiğini kabul etmeleri sebebiyle mehdinin ortaya çıkmadığı zamanlarda bun-
lardan şerî hüküm çıkartılamayacağını iddia ettikleri için eleştirmiş ve onları
‚İslâmî hükümler konusunda ne yapacağını bilemeyen şaşkınlar‛ diye nitelemiş-
tir.59 Yine o, bazı İmâmî grupların mehdî beklentilerini, beklenen şahsın öldüğüne
dair delilleri zikretmek suretiyle çürütmeye çalışmıştır. Mesela o, İsmâil b. Cafer’i
(145/762) bekleyen İmâmî grupları, ‚tarihçilerin onun daha babasının sağlığında
öldüğü‛ konusunda ittifak ettiklerini, Musa b. Cafer’i (183/799) bekleyenleri ise
‚türbesinin Bağdat’ta meşhur bir ziyaret yeri olduğunu‛ söyleyerek eleştirmiş-
tir.60 Bağdâdî (429/1038), bu konuda en esaslı eleştirisini Keysânî şâir Küseyyir’i
eleştirirken dile getirmiş, psikolojik bir tespitte bulunarak gaybet ve mehdî dü-
şüncesinin, bir kişinin değeri konusunda sahip olunan ‚yüce insan‛ inancından
kaynaklandığını belirtmiş, ‚Sahip olduğu üstün vasıflardan dolayı bir kişi ebedî
yaşasaydı, bu kişi mutlaka Hz. Muhammed (as) olurdu.‛ diyerek gerek Hz.
Ali’nin gerekse diğer imamların gaybetine dair iddialara karşı çıkmıştır.61
Mehdi inancı üzerinden İmâmiyye’ye birtakım eleştiriler yönelten bir diğer
Eş‘arî âlim olan Şehristânî (548/1153), imama yüklenen misyon üzerinden mese-
leye yaklaşmış, ‚Tâbi olduğunuz imamın gaybeti ne kadar sürecek?‛ yönündeki
bir soruya onların ‚Hızır ve İlyas da binlerce yıldan beri yemeye ve içmeye ihti-
yaç duymadan yaşamaktadırlar. Bizim imamlarımız için bu durum niçin geçerli
olmasın?‛ diyerek cevap verdiklerini belirtmiş ve onları şöyle eleştirmiştir: ‚Hızır
ve İlyas, bir topluluğun sevk ve idaresini üstlenmiş değillerdir. Sizin imamınız bir toplu-
luğu yönlendirmek, doğru yola sevk etmek ve adaleti temin etmekle, topluluk da ona uy-
mak, onun yolundan gitmekle mükelleftir. Görünmeyen bir kimseye nasıl uyulur, onun
yolundan nasıl gidilir?‛62 Görüldüğü üzere o, Hızır ve İlyas’ın gaybette olup olma-
dığını, insanın tâbi olduğu biyolojik kanunlar çerçevesinde bunun mümkün olup
63 Bu tür olayların harikulade hâdiseler olması dolayısıyla mevcut tabiat kanunları çerçevesinde
değerlendirilemeyeceği hususundaki benzer yaklaşımlar için bkz. Yusuf Şevki Yavuz,
‚Mehdî‛, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 28 (Ankara: TDV Yay., 2003), 372.
64 Şehristânî, el-Milel, 170.
65 Tevbe, 9/105.
66 Şehristânî, el-Milel, 172-173.
67 Süddî’nin hayatı ve fikirleri hakkında daha fazla bilgi için bkz. İsmâil Cerrahoğlu, ‚Süddî‛,
TDV İslam Ansiklopedisi, c. 38 (Ankara: TDV Yay., 2010), 17-18.
68 Tevbe, 9/33.
610 • Ümüt Toru
nemde ve tespit edebildiğimiz kadarıyla ilk olarak Eş‘arî âlim Sa’duddîn et-
Teftâzânî’nin (793/1391) Şerhü’l-makâsıd adlı eseriyle birlikte kelam literatürüne
girmiş ve alternatif bir mehdî düşüncesinin temel referanslarından birisi olmuş-
tur. Teftazânî, imamet bahsinin sonunda bu konuda ‚ismi peygamberimizin is-
miyle aynı olan, Fâtıma soyundan bir mehdînin gelip zulümle dolmuş dünyayı
adaletle dolduracağını ve yedi yıl hüküm süreceğini‛ belirten bazı hadisleri zik-
retmiş ve bunların haber-i vâhid türünden olsa da sahih olduğunu, hatta manen
mütevatir sayılabileceğini ve Allah’ın mehdîyi istediği bir zaman göndererek
onunla dinine yardım edeceğini söylemiş,79 bu arada İmâmiyye’nin gaybet ve
mehdî iddialarının imametten beklenen hedefler açısından rasyonel olmadığını
belirtmiştir.80 Daha erken dönem Ehl-i Sünnet mütekellimlerinin bu hadisleri refe-
rans göstermek suretiyle farklı bir mehdî düşüncesinden bahsetmemelerinin en
temel sebebi, kanaatimizce mehdî düşüncesine dair mevcut hadislere, üzerine al-
ternatif bir dinsel kabul inşâ edecekleri ve dinin asılları çerçevesinde kelâmî bir
mesele olarak ele alacakları düzeyde bir sıhhat değeri atfetmemeleridir. Zira
Eş‘arî ve Mâtürîdî âlimlerin, usûlü’d-dîne dair meselelerde haberi vâhidleri, onla-
rı destekleyecek yardımcı karineler olmadan ve kapsamlı bir araştırmaya tabi tu-
tulmadan tek başlarına delil olarak kabul etmedikleri bilinen bir husustur.81 Bu
durumda denilebilir ki onlar, söz konusu rivayetleri destekleyecek aklî ya da
naklî başka deliller de bulamamışlardır. Dolayısıyla onlar, bu rivayetleri kabul
edip etmeme noktasında insanları muhayyer bırakmışlar ve mehdî kabulünü,
Müslüman ya da Sünnî sayılmanın esasları arasında zikretmemişlerdir. Bunun
yanında daha önce de ifade ettiğimiz üzere Sünnî literatürde yer alan hadislerin
İmâmî düşüncedeki mehdî tasavvuru ile büyük bir benzerlik arz etmesi ve dola-
yısıyla onların bu düşüncesine geniş bir meşruiyet alanı açabileceği endişesi de bu
yaklaşımda belirleyici bir rol oynamış olabilir.
Bizim konumuz açısından önemli bir diğer husus, bu rivayetlerin, Eş‘arî
makâlât yazarları özelinde erken dönem Sünnî ulamanın gaybet ve mehdî dü-
şüncesi üzerinden İmâmiyye’ye yönelik dil ve üsluplarını olumlu manada etki-
lemiş olmasıdır. Halbuki özellikle Bağdâdî’nin (429/1038) hayatta olduğu dönem
itibariyle İmâmiyye’nin birçok devlet ya da emirlik tarafından siyasal destek
görmesi ve tarihinde hiç olmadığı kadar sosyo-kültürel hayatta görünürlük ka-
zanması,82 onları sadece kelâmî değil bunun yanında siyasal ve sosyal bir rakip
haline de getirmiş, bu da onların sosyal temellerini çökertmeye, en azından dinsel
meşruiyetlerini ortadan kaldırmaya yönelik daha acil girişimleri elzem kılmış, on-
lara meşruiyet sağlayacak ifadelerden sakınılmasını gerektirmiştir. Bütün bu şart-
lara rağmen Eş’arî düşüncenin Ashâbu’l-Hadis zihniyetinin bir parçası olması ve
bu kapsamda selefe bağlılığı teolojik bir zorunluluk olarak kabul etmesi, bu temel
yaklaşımın bir neticesi olarak da çoğu defa selefin söz ve uygulamalarını rasyona-
lize etmeye yönelik bir çabayı tercih etmesi, Eş’arî ulemanın mehdî düşüncesi ko-
nusunda referans almasa dahi söz konusu rivayetleri, yaşayan en büyük muhali-
fini bu inanışı üzerinden ötekileştirmesine engel teşkil etmiştir. Oysa siyasal arka
plan, Şiî düşüncenin siyasal ve sosyal meşruiyetinin ortadan kaldırılmasına yöne-
lik bütün argümanların kullanılmasını gerektiren bir zaman dilimine denk düş-
mektedir. Ne var ki Sünnî gelenekteki mevcut mehdî hadisleri, bu konudaki tek
etken değildir. Zira onları, bu konuda en azından ahad haberlere dayanmakla it-
ham etmeleri beklenirdi. Bunun yanında göğe yükseltilmiş Hz. İsa (as), gaip Hızır
ve uzun süre uyuduktan sonra ortaya çıkan Ashâb-ı Kehf kıssalarının gaybet ve
mehdî düşüncesini andırır şekilde onlar tarafından kabul edilmesi de onların
İmâmiyye’ye yönelik üslubunu etkilemiştir. Zira İmam Eş‘arî (324/936), kendisi-
nin de bir mensubu olduğunu belirttiği83 selef âlimlerinin ‚Hz. İsa’nın, kıyamet
kopmadan önce yere inerek Deccali öldüreceğine iman etmenin vacip olduğunda
icma ettiklerini‛ belirtmiştir.84 Aynı şekilde Bağdâdî (429/1038), ‚Hz. İsa’nın (as)
gökten inip İslam şeriatına yardım edeceğini, Kur’an’ın dirilttiğini diriltip öldür-
düğünü de öldüreceğini‛ söylemiştir.85 Fahreddin er-Râzî (606/1210) de ‚Hz.
İsa’nın Yahudilerin kendisini öldürmesinden koruyarak göğe yükseltildiğinin ke-
sin olduğunu ve kıyamet kapmadan önce geri dönmesinin ve Hz. Peygamberin
dinine tabi olmasının imkansız olmadığını‛ belirtmiş,86 Şia tarafından mehdî ko-
nusunda delil olarak kullanıldığını belirttiği nassları eleştirmiştir.87 Yine daha ön-
SONUÇ
İslam Mezhepleri Tarihi’nde en temelde etnosantrik bir mahiyet teşkil eden
ve zaman zaman yumuşak bir antipatiden derin bir nefret duygusuna kadar gi-
debilen ve hatta saldırgan bir hâl dâhi alabilen mezhepler arası karşılıklı ilişkiler,
itikâdî ve fikrî benzerlikler söz konusu olduğunda olumlu bir hâl almakta ve
mezhepleri birbirine yakınlaştırıcı bir misyon üstlenmektedir. Mezhep tasviri açı-
sından meseleye baktığımızda görmekteyiz ki mezhepler arasındaki fikirsel fark-
lılıklar ile karşılıklı dil ve üslup arasında doğru bir orantı bulunmakta, algılanan
benzerlik oranı azaldıkça karşılıklı olumsuz tutumların ve ağır ithamların şiddeti
artmaktadır. Eş‘arî makâlât yazarlarının İmâmiyye’ye yönelik değerlendirmeleri,
bu noktada somut bir mahiyet taşımaktadır. Eş‘arî düşünceye mensup bütün
Mezhepler Tarihçileri, İmâmiyye’nin sahabe ile ilgili fikirlerinden dolayı zaman
zaman onları Râfıza gibi ötekileştirici bir isimle isimlendirdikleri, tekfir ettikleri ve
hatta birtakım hususlarda onlara yönelik genel Müslüman kitleden farklı sosyal
ilişki normları geliştirdikleri halde gaybet ve mehdî inançlarından dolayı herhan-
gi bir ithama maruz bırakmamışlar, sadece gaybette olduğu varsayılan ve mehdî
olarak beklenen şahsın öldüğünü göstermeye çalışmışlardır. Bu tavrın en önemli
sebebi, her ne kadar Teftâzânî’ye (793/1391) kadar hiçbir Eş‘arî mütekellim refe-
rans çerçevesini teşkil etmemiş olsa da kurtarıcı bir mehdî fikrinin Sünnî hadis li-
teratüründe de bulunmasıdır. Bunun yanında Hz. İsa’nın (as), Yahudiler’in öl-
dürmesinden kurtarılarak göğe yükseltilmesi, Hızır’ın hâlâ hayatta olması,
Ashâb-ı Kehf’in bir mağaranın içinde üç yüz dokuz yıl boyunca uyur bir hâlde
canlı kalabilmesi gibi benzer fikirler, onların sadece mehdî düşüncesi bakımından
değil gaybet düşüncesi noktasından da İmâmiyye’ye itham edici ifadeler kullan-
malarına engel teşkil etmiş gözükmektedir. Dolayısıyla benzer birtakım fikirler,
itham edici kalıp yargılara engel teşkil etmiştir. Ne var ki mezhebe aidiyet duygu-
sunun etnosantrik karakteri nedeniyle bu konuda da kendilerinin daha doğruyu
temsil ettiklerini, onlarınsa diğer birçok görüşleri gibi yine yanlış düşündüklerini
hissettiren, bununla birlikte ötekileştirici argümanlar içermeyen eleştiriler dile ge-
tirilmiştir. Benzer bir durum, geleneksel kabuller ve otoriteler karşısında eleştirel
bir tutum takınamayan kurumsal yapılar ve dinsel gruplar ile zihniyet biçimle-
rinde de kendisini göstermekte, çağdaş birçok mehdî hareketine ya da iddiasına
karşı çıkılırken gerek bu yöndeki rivayetlerin, gerekse geleneksel kabullerin etki-
siyle bu tür iddialar konusunda esasa yönelik eleştiriler dile getirilememektedir.
Oysa İslam düşünce tarihinde mehdi inancı kadar suiistimal edilen bir başka
inanç bulunmamaktadır. Kaynaklardaki rivayetler, samimi ve derinlikli bir şekil-
de tenkide tabi tutulmadığı ve eleştiriler, belli bir grubun ön kabulleri zaviyesin-
den yapılıp sadece karşıt grubun mehdisinin niçin kabul edilmeyeceğini ortaya
koyma gayretiyle sınırlı olduğu müddetçe sadece siyasal ve sosyal bir anlam taşı-
yan mehdi hareketlerinde olay dinsel bir zemine çekilmeye, sıhhat derecesi tar-
tışmalı rivayetler üzerinden dindar halkın samimi düşünceleri susitimal edilmeye
devam edecektir.
Bütün bunlara rağmen benzer düşüncelerin karşılıklı dil ve üslubu yumu-
şattığının anlaşılması, mezhep mensuplarının özgün dinsel kimliklerini korumak
adına sadece farklılıklara değil, bunun yanında benzerliklere de vurgu yapması-
nın ne kadar önemli olduğunu göstermesi bakımından ayrıca önem taşımaktadır.
Zira doğası gereği en azından ‚biz daha doğruyu ve daha iyiyi temsil ediyoruz‛
düşüncesine dayanan mezhebî aidiyet duygusu, insanların daha çok farklılıklara
dikkat etmesine ve bu farklılıklar özelinde mezhepleri zihnî kategorizasyonlara
tabi tutmasına yol açsa da mezhepler arasındaki benzer fikir, düşünce ve inançla-
ra da yapılacak vurgu, mezhep mensuplarının birbirine bakışını etkileyecek, kar-
şılıklı algının daha olumlu bir hâl almasına sebep olabilecek ve daha çok siyasal,
sosyal ve ekonomik sebeplerle ortaya çıkacak muhtemel çatışma ortamlarında
mezhep farklılığının etkisini minimize edebilecek, en azından dinsel meşruiyet
zeminini ortadan kaldıracaktır.
KAYNAKÇA
Abdülhamid, İrfan. ‚Eş‘arî‛. TDV İslam Ansiklopedisi. 11: 444-447. Ankara: TDV Yay. 1995.
Ahmed b. Hanbel, Ebû Abdullah Ahmed b. Muhammed (241/855). Müsnedü’l-İmam Ahmed b.
Hanbel. Thk. Şuayb el-Arnaût-Âdil Mürşid vd. Beyrut: Müessesetü’r-risâle, 2001.
Avcu, Ali. Karmatîliğin Doğuşu ve Gelişim Süreci. Sivas: Cumhuriyet Ünv. Yay., 2011.
Aydınalp, Halil. ‚Sosyal Çatışma ve Din‛. UÜİFD 19, sy. 2 (2010): 187-215
Ayyâşî, Ebu'n-Nasr Muhammed b. Mesud b. Muhammed b. Ayyâş es-Semerkandî (320/932). Tef-
siru'l-Ayyâşî. Beyrut: Müessesetü’l-a‘lemî, 1991.
el-Bağdâdî, Ebû Mansûr Abdu’l-Kahir b. Tâhir b. Muhammed (429/1038). el-Fark beyne’l-fırak. Mı-
sır: Dâru’l-maarif, (ty).
---------. Kitâbu’l-milel ve’n-nihal. Thk. Nasrî Nâdir. Beyrut: Dâru’l-Maşrik, 1986.
---------. Usûlü’d-dîn. Thk. Muhammed Şemsüddîn, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 2002.
Benli, Yusuf. ‚Ehl-i Sünnet Geleneğinde Sahabe Algısı‛. İslam Medeniyetinin Kurucu Nesli Sahâbe –
Sahâbe Kimliği ve Algısı- (Tartışmalı İlmî Toplantı Tebliğ ve Müzakereler) içinde. Edt. Abdullah
Aydınlı. İstanbul: Ensar Neşriyat, 2013.
Belâzurî, Ahmed b. Yahya b. Cerir (279/892). Fütûhu’l-büldân. Beyrut: Mektebetü’l-helal, 1988.
Bilgin, Nuri (Edt.). Sosyal Psikoloji. İzmir: Ege Ünv. Edebiyat Fak. Yay., 2014.
Büyükkara, Mehmet Ali. ‚Dinî Grup Yapılarında Dine İlişkin Muhtemel Anlama ve Temsil So-
runları‛. Usûl İslam Araştırmaları 7 (2007): 107-136.
Câbirî, Muhammed Âbid. İslâm’da Siyasal Akıl. Çev. Vecdi Akyüz. İstanbul: Kitabevi, 1997.
Cerrahoğlu, İsmâil. ‚Süddî‛. TDV İslam Ansiklopedisi. 38: 17-18. Ankara: TDV Yay. 2010.
Cüceloğlu, Doğan. İnsan ve Davranışı. İstanbul: Remzi Kitabevi, 2000.
Cüveynî, İmâmu’l-Haremeyn (478/1086). Kitâbu’l-irşâd. Thk. Muhammed Yusuf Musa ve Ali Ab-
dulmunim Abdulhamid. Mısır: Mektebetü’l-hancî, 1950.
Ebû Dâvud, Süleymân b. el-Eşas (275/889). Sünenü Ebî Dâvud. Thk. Muhammed Muhyiddin Ab-
dülhamîd. Beyrut: el-Mektebetü’l-asriyye, (ty).
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 615
Ebu Temmâm (IV/X. Asır Ortaları). Bâbu’ş-Şeytân min-kitâbi’ş-şecere. Thk. Wilfred Madelung ve
Paul E. Walker. Leiden: (yy), 1998.
el-Eş‘arî, Ebû’l-Hasan Ali b. İsmâil (324/936). Makâlâtu’l-islâmiyyîn ve ihtilâfi’l-musallîn. Thk. Helmut
Ritter. Wiesbaden: Dâru’n-neşr, 1980.
---------. Risâletü ilâ ehli’s-Seğr bi-Bâbil’l-Ebvâb. Thk. Abdullah Şâkir Muhammed el-Cüneydî.
Medîne: İmâdü’l-bahsi’l-ilmî, 1992.
el-Ezherî, Muhammed b. Ahmed (370/981). Tehzîbü’l-lüga. Thk. Mustafa Avad Mür‘ib. Beyrut:
Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî, 2001.
Fığlalı, Ethem Ruhi. ‚Mesih ve Mehdî İnancı Üzerine‛. AÜİFD 25, sy. 1 (1982): 179-214.
el-Fîruzâbâdî, Mecdüddîn Ebû Tâhir Muhammed b. Yakub (817/1414). el-Kâmûsu’l-muhît. Thk.
Mektebetü’t-tahkîki’t-türâs fî müesseseti’r-risâle. Beyrut: Müessesetü’r-risâle, 2005.
Günay, Ünver. Din Sosyolojisi. İstanbul: İnsan Yay., 2011.
Gündüz, Şinasi. Sâbiîler (Son Gnostikler). Ankara: Vâdi Yay., 1999.
Gürses, İbrahim. ‚Önyargının Nedenleri‛. UÜİFD 14, sy. 1 (2005): 143-160.
Hâkim en-Nîsâbûrî, Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah (405/1014). el-Müstedrek ale’s-sahîhayn.
Thk. Mustafa Abdülkâdir Atâ. Beyrut: Dâru’l-kütübi’l- ilmiyye, 1990.
Hakyemez, Cemil, ‚Gaybet İnancı Ve Şiîlik’teki Yeri‛. Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, 2006.
Hökelekli, Hayati. İslam Psikolojisi Yazıları. İstanbul: Değerler Eğitimi Merkezi Yay., 2009.
İbn Bâbeveyh el-Kummî, Ebu’l-Hasan Ali b. Hüseyin (329/941). el-İmâme ve’t-tabsıra mine’l-hayre.
Kum: el-Medresetü’l-İmâm el-Mehdî, 1984.
İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekir (235/850). el-Kitâbu’l-musannef fi’l-ehâdîs ve’l-âsâr. Thk. Muhammed Ab-
düsselâm Şâhîn. Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1995.
İbn Hallikan, Ebu’l-Abbâs Şemsy’d-Din Ahmed b. Muhammed (681/1282). Vefeyâtu’l-a‘yân ve enbâi
ebnâi’z-zamân. Thk. İhsan Abbâs. Beyrut: Dâru sadr, 1994.
İbn Mâce, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezîd (273/887). Sünenü İbn Mâce. Thk. Muhammed Fuâd
Abdülbâkî. Beyrut: Dâru ihyâi’l-kütübi’l-Arabî, (ty).
İbn Manzûr, Ebû’l-Fazl Cemâluddîn Muhammed b. Mükerrem b. Ali (711/1311). Lisânu’l-Arab.
Beyrut: Dâru sâdır, 1993.
İbn Şühbe, Ebu Bekir b. Ahmed b. Muhammed Takiyyüddîn (851/1448). Tabakâtu’ş-Şâfii‘yye. Thk.
el-Hâfız Ebdü’l-Alîm Hân. Beyrut: Âlemü’l-kütüb, 1986.
İbnü’s-Salâh, Osman b. Abdurrahman Ebu Amr (643/1245). Tabakâtu’l-fukahâi’ş-Şâfii‘yye. Thk.
Muhyiddin Ali Necîb. Bayrut: Dâru’l-beşâiri’l-İslâm, 1992.
İlhan, Avni. Avni İlhan.Mehdilik. İstanbul: Beyan Yay., 1993.
---------. ‚Gaybet‛. TDV İslam Ansiklopedisi. 13: 410-412. Ankara: TDV Yay., 1996.
el-İsferâyinî, Ebû’l-Muzaffer (471/1079). et-Tabsîr fi’d-dîn ve temyîzü’l-fırkati’n-nâciyeti an fıraki’l-
hâlikîn. Kahire: Matbaatu’l-envâr, 1940.
Küleynî, Muhammed b. Ya’kûb (329/939). Usûl el-kâfî. Beyrut: Dâru’l-Murtazâ, 2005.
Kummî/Nevbahtî. Şiî Fırkalar. Çev. Hasan Onat, Sabri Hizmetli, Sönmez Kutlu, Ramazan Şimşek.
Ankara: Ankara Okulu Yay., 2004.
el-Makdisî, el-Mutahhar b. Tâhir (355/966). el-Bed’ ve’t-târîh. (yy): Mektebetü’s-sekâfeti’d-dîniyye,
(ty).
Mâtürîdî, Ebû Mansûr (333/944). Kitâbu’t-Tevhîd Tercümesi. Çev. Bekir Toplaoğlu. Ankara: TDV
Yay., 2003.
Nâşî el-Ekber, Abu’l-Abbâs Abdullah b. Şirşîr el-Enbârî (293/906). Mesâilu’l-imâme. Thk. Joseph
Vann Ess. Beyrut: Dâru’n-neşr, 1971.
616 • Ümüt Toru
GİRİŞ
15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sonra ön plana çıkan mehdilik
meselesi, daha önce de çok tartışılan bir konuydu. Özellikle dini gruplar tara-
fından öne çıkarılmaktaydı. Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığı’na gelen yo-
ğun sorular neticesinde 2012 yılında Din İşleri Yüksek Kurulu ülkemizdeki İla-
hiyatçıların ve diğer alanlardaki bilim adamlarının katıldığı bir çalıştay düzen-
lemişti. Yazarın da katıldığı çalıştaydaki hâkim görüş mehdiliğin İslam’a son-
radan girmiş bir olgu olduğu şeklindeydi ancak çalıştaydan sonra toplanan ku-
rul böyle bir görüş bildirmedi. Kurul bu noktada geleneksel tutumunu devam
ettirdi ve İslam düşüncesinde yerleşik bulunan mehdi fikrini reddetmedi.
2016’daki darbe girişiminden sonra Din İşleri Yüksek Kurulu olağanüstü
bir din şurası düzenledi ve darbe girişiminin arkasındaki FETÖ’yü sahte
mehdi hareketi olarak ilan etti.1 Bu sonuç da özellikle ilahiyatçılar tarafından
eleştirildi. Zira onlara göre sahte mehdi düşüncesi gerçek bir mehdinin oldu-
ğuna işaret etmekteydi ve İslam’da böyle bir inancın varlığı Diyanet’çe zım-
nen kabul edilmiş oluyordu.
Darbe girişimi ile birlikte mehdilik konusu, kaçınılmaz bir şekilde siyasi
konjonktürün etkisi altına girdi. Ancak akademik çalışmalar konjonktürün et-
kisini her zaman için göz önüne almak zorundadır. Ülkemizdeki çalışmalar
tarihteki konjonktüre aşırı vurgu yaparken, günümüzü çoğunlukla göz ardı
ediyorlar. Söz konusu akademik tartışmalar, birbirinden oldukça farklı dinî
ve sosyal-bilimsel anlayışların bir araya getirilmesiyle oluşan eklektik bir pa-
radigma üzerinden yürütülüyor. Ancak bu tartışmaları yapanlar, yukarıda
işaret ettiğimiz gibi, çoğunlukla bir paradigma içinde düşündüklerinin far-
kında değiller ve kendi düşüncelerini vahye dayandırıyorlar. Bizim çalışma-
mız geleneksel paradigmaya rakip olarak çıkan ve akademik camiada popüler
hale gelen yeni paradigmayı, Mehdilik örneklemi bağlamında kritik etmeyi
hedefliyor.
* Prof. Dr., Uludağ Üni., İlahiyat Fak., Din Sosyolojisi Anabilim Dalı, (vbilgin@uludag.edu.tr)
1 Dini İstismar Hareketi FETÖ/PDY, Olağanüstü Din Şurası Kararları (Ankara: Diyanet İşleri Baş-
kanlığı Yay., 2016), 50.
618 • Vejdi Bilgin
2 Bkz. Thomas S. Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı, Trc. Nilüfer Kuyaş (İstanbul: Alan Yayıncı-
lık, 1995).
3 Bryan Fay, Çağdaş Sosyal Bilimler Felsefesi, trc. İsmail Türkmen (İstanbul: Ayrıntı Yay., 2005),
286.
4 E. Doyle McCarthy, Bilgi Kültürü: Yeni Bilgi Sosyolojisi, trc. A. Figen Yılmaz (İstanbul: Çivi Ya-
zıları, 2002), 34-38
5 Bkz. Alaeddin Şenel, Irk ve Irkçılık Düşüncesi (Ankara: Bilim ve Sanat Yay., 1993), 78-83.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 619
kilde, günümüzde özellikle sağlık ve ilaç sektörü ile ilgili tartışmalar ‚bilim-
sel‛ araştırmaların zannedildiği kadar nesnel olmadığını gösteriyor.
Konuyu sosyal bilimlere getirdiğimizde hem paradigma hem de bilgi
sosyolojisi açısından daha ciddi bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Birincisi,
sosyal bilimlerde aynı anda geçerli olan çok sayıda bakış açısı söz konusu.
Bunların ‚bilimselliği‛ nasıl tespit edilecek ve diğer paradigmaya göre üstün-
lüğü nasıl ölçülecek? Şüphesiz tabiat bilimlerinde çalışan akademisyenlere
göre bunlar zaten bilimsellik vasfını hiçbir zaman kazanmamışlardır.6 İkinci
olarak, tabiat bilimlerinde bile –yukarıdaki zekâ testleri örneğinde olduğu gi-
bi- konjonktürü göz önüne almak zorunda kaldığımız durumlar söz konusu
ise, sosyal bilimlerde konjonktürden bağımsız bir değerlendirme yapmamız
mümkün mü? Dolayısıyla sosyal bilimler, hem ürettikleri bilginin ‚bilimselli-
ği‛ hem de bu üretimdeki konjonktürün etkisi açısından çok problemlidir.
Peki, söz konusu paradigmalar olmaksızın bilimsel araştırma yapmak
mümkün müdür? Bilim felsefesindeki ‚yöntem‛ üzerine tartışmalar, belirli
bir bakış açısı veya problematik söz konusu olmaksızın fiziki veya kültürel
dünyaya baktığımızda herhangi bir şeyi göremeyeceğimizi söyler. Tamamen
boş bir zihinle dünyaya bakmak metodolojik açıdan sonuç getirmeyeceği gibi,
ontolojik açıdan da esasında mümkün değil.7 Zira herkes bir kültür dünyası
içinde doğar, bir eğitim sürecinden geçer, bu sırada öznel yaşantılar geçirir,
neticede varsa tek paradigmaya veyahut birden çok paradigma içinde bir ta-
nesine bağlanır, daha sonra bu paradigma çerçevesinde araştırmalarını sür-
dürür. Günümüzde yetişen ortalama bir fizikçi doğal olarak Newton fiziği,
kuantum fiziği ve rölativite fiziği paradigmalarının dışında düşünemeyecek
ve araştırma yapamayacaktır. Durum sosyal bilimler için çok daha karmaşık-
tır, zira aynı anda –kimi asli köklerini muhafaza eden, kimi ise melezlenmiş-
onlarca kuram sosyal bilimcinin topluma bakışını belirlemektedir.
Dini açıdan baktığımızda da bin yılı aşkın bir süre içinde gelişmiş ve pa-
radigma diyebileceğimiz araştırma ve bilgi üretme yapılarının olduğunu ra-
hatlıkla söyleyebiliriz. Geçmişteki –ve şimdi yeniden parlayan- Selefilik, Şiilik
veya Hanefilik-Şafiilik gibi mezhepler birer paradigma sunarlar. Bunların
usul ve füruatında iç içe geçen pek çok hususun olması paradigma olmalarını
engellemez. Fakat örneğin, tasavvufun ayrı bir paradigma olup olmadığı tar-
tışılabilir. Şüphesiz, yukarıda ifade ettiğimiz gibi paradigmalar müntesipleri
ile kâimdirler. Bugün mezhepler tarihi kitaplarında yer alan ama müntesipleri
kalmayan Zahirilik gibi paradigmalar söz konusu olduğu gibi yeni paradig-
malar da ortaya çıkıyor. Modern dönemle birlikte kendini gösteren Kur’an
merkezli din anlayışı da artık ayrı bir paradigma olarak kabul edilmelidir. Bu
6 Bkz. Bryan Magge, ‚Hillary Putnam İle Söyleşi,‛ Yeni Düşün Adamları içinde, trc. editörü: Me-
te Tunçay, (İstanbul: MEB Yay., 1979), 359.
7 Alan Chalmers, Bilim Dedikleri, trc. Hüsamettin Arslan (Ankara: Vadi Yay., 1994), 61-80; Fay,
Çağdaş Sosyal Bilimler Felsefesi, 105-111.
620 • Vejdi Bilgin
yeni eklektik paradigma, kanaatimizce iki temel bakış açısına dayanıyor. Bun-
lardan birincisi özellikle XIX. Yüzyılda neşvü nema bulan ve bugün zirvesine
ulaşmış olan, İslam’ı köklerden, yani Kur’an ve Sünnet’ten öğrenme, bir başka
ifadeyle ‚gerçek İslam‛ı yeniden keşfetme anlayışıdır. Bu anlayış nispeten
özgün bir çaba olarak kabul edilebilir. Buna eklemlenen ikinci anlayış ise İs-
lam’ın Hz. Muhammed sonrası dönemde diğer dinlerden etkilenerek içerisine
pek çok yeni öğe kattığını öngörüyor. Bu ikinci anlayış Batı’daki, din de dâhil
olmak üzere toplumsal olguları belirli bir sebep-sonuç ilişkisi içerisinde açık-
layan, bu çerçevede kültürlerarası etkileşimi merkeze alan araştırma biçimine
dayanıyor. Sosyolojik olarak nitelendirilebilecek bu anlayış ülkemize oryanta-
listlerin ve Batı’da öğrenim gören ve yöntem olarak benimseyen akademis-
yenlerin aracılığıyla girdi; dinin ‚öz‛üne dönmek isteyenler tarafından da el-
verişli bir araç olarak kullanılıyor.
8 Bu konudaki ilk ve temel metinlerden birisi olarak bkz. Namık Kemal, Renan Müdâfaanâmesi,
Haz. Nurullah Çetin (Ankara: Akçağ Yay., 2014).
9 Bu yeni yaklaşımın Seyyid Ahmed Han’dan başlayan ve günümüz Türkiye’sine kadar gelen
genel bir serencamı için bkz. Mustafa Öztürk, Çağdaş İslam Düşüncesi ve Kur’ancılık (Ankara:
Ankara Okulu Yay., 2013), 186-211. Ayrıca bkz. Mehmet Zeki İşcan, Muhammed Abduh’un Dinî
ve Siyasî Görüşleri, (İstanbul: Dergah Yay., 1998), 221-245; Mehmed Şemseddin Günaltay,
Hurâfattan Hakikate: Hurâfeler ve İslam Gerçeği, Haz. Ahmet Gökbel (İstanbul: Marifet Yay.,
1997), 311-323.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 621
hadislere demekteyiz, zira hadisler de –hangi muteber kitapta yer alırsa alsın-
Kur’an’ın süzgecinden geçirilerek zaman içinde reddedilecektir. Burada İs-
lam’ı anlama noktasında izlenen yöntem ‚yukarıdan aşağıya‛ şeklinde ifade
edilebilir. Hadisler, tabiin ve tebe-i tabiinin sözleri, imamların içtihatları ve
sonrasında gelen âlimlerin görüşleri Kur’an’a başvurularak değerlendirilir.
Bu aslında bir İslam’ı anlama yöntemi olmaktan daha geniş olarak bütün İs-
lam düşüncesini ve medeniyetini kritik etmek anlamında da gelmektedir.
Bu anlayışta geleneksel dinî bilgi önemini kaybetmeye başladı ve bilginin
temel kaynaklardan yeniden üretilme düşüncesi hâkim oldu. Bu açıdan dini
bilginin üretildiği ikinci döneme, yani içtihat çağına bir çeşit dönüşten bahset-
mek mümkündür. Ancak yeni yöntemde kimse içtihat yaptığını iddia etmez.
Fıkıh usulünde ortaya çıkan icma, kıyas, istihsan, sedd-i zerai gibi prensipler-
den de söz edilmez. Bu yöntemi uygulayan din bilginlerinin yaptığı ve takipçi-
lerine tavsiye ettiği şey herhangi bir konuda Kur’an’da bir ayet varsa önce onun
esas alınması, orada yoksa ‚sahih‛ sünnete bakılması gerektiğidir. Bu iki kay-
nakta bir husus belirlenmiş ise diğer literatüre bakmaya gerek yoktur. Eğer
Kur’an ve Sünnette belirtilmemiş konular varsa diğer kitaplara bakılabilir.
Bundan sonraki kaynakların kendi aralarında bir üstünlük sıralaması yoktur.
Geleneksel anlayışta âlimler birer saygıdeğer insan iken –ki çoğunlukla
onlardan bahsedilirken saygı ifadeleri kullanılır- yukarıdan aşağıya dini anla-
yanlar için âlimler zaman zaman dini yanlış anlayan, dolayısıyla görüşlerinin
dikkatle kritik edilmesi gereken kişilerdir. Öyleyse yapılması gereken şey, on-
ların görüşlerine bakmadan önce doğrudan doğruya Kur’an’a bakmaktır. Hü-
seyin Atay bu yaklaşımı şöyle özetler: ‚İşte bizim de yapmaya çalıştığımız, bu
yöntemi uygulamaktır. Kur’an ölçü alınarak herkesin sözü Kur’an’a göre de-
ğerlendirilecektir. Yoksa imamların, müçtehitlerin, âlimlerin sözleri, Kur’an’ı
doğru anlamaya ölçü olmayacaktır. İslâm dünyasında tarih boyunca Kur’an
bu metotla okunmadığı için hep içtihatlar, tefsirler, yorumlar ve açıklamalar
hüküm sürmüştür.‛ 10
Günümüz Türkiye’sinde bu yeni paradigmayı savunanlar yek-pare ve
homojen bir yapı göstermezler. Düşünceleri geleneksel düşünceden önemli
ölçüde farklılaşan, bazen birbirleriyle irtibatlı olan, bazen hiçbir şekilde irtiba-
tı olmayan ancak İslam’ı yukarıdan aşağıya doğru anlayan yapılar söz konu-
sudur. Bu anlayışın farklı grup-benzeri yapılarca dile getirilen görüşlerinden
bazı örnekler şunlardır: Geleneksel anlamda ‚kadere iman‛ esasının olmadı-
ğı,11 kabir azabının olmadığı,12 Hz. Muhammed’e ve diğer din büyüklerine
13 Bkz. Mevlana Muhammed Ali, İslâm Dini: Kaynaklar, İnançlar, İbadetler, 268-273.
14 Örnek olarak bkz. İşcan, Muhammed Abduh’un Dinî ve Siyasî Görüşleri, 282; Süleyman Ateş, Yü-
ce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, (İstanbul: Yeni Ufuklar Neşriyat, 1990), 5: 440-441. Ancak yine ‚yu-
karıdan aşağıya‛ anlayışına sahip bazı âlimler mucizelerin bu şekilde tefsirini reddetmişler-
dir. Bkz. Mevlana Muhammed Ali, İslâm Dini: Kaynaklar, İnançlar, İbadetler, 264-265.
15 Bkz. İbrahim Sarmış, Rivayet Kültürü ve Yanlış Din Anlayışı, (İstanbul: Düşün Yay., 2011), 172-
181, 213; İsrafil Balcı, İsr’a ve Mi’râc Gerçeği (Ankara: Ankara Okulu Yay., 2014), 332-362
16 Bkz. Sarmış, Rivayet Kültürü ve Yanlış Din Anlayışı, 251-276.
17 Bkz. Atay, Kur’ana Göre Araştırmalar IV, 149-168.
18 Bkz. Hüseyin Atay, Kur’ana Göre Araştırmalar V (Ankara: 1995), 174-175.
19 Yukarıdan aşağı yöntemi ile dini anlayanlar içinde çok az yer edinmekle birlikte bu görüş yi-
ne aynı yöntemden hareketle temellendirilmektedir. Bkz. Hüseyin Atay, Y. Nuri Öztük, Bey-
za Bilgin, Rami Ayas, Arif Güneş, Hasan Elik, İslâm Gerçeği, (Ankara: A.Ü. İlahiyat Fakültesi,
1995), 67-74.
20 Bkz. es-Suyûtî, el-İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân: Kur’an İlimleri Ansiklopedisi, trc. Sakıp Yıldız, H.Avni
Çelik (İstanbul: Hikmet Neşriyat, 1987), 2: 40-48.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 623
tır. Kur’an-ı Kerim bugün anladığımız mantıktan farklı bir mantık ile nazil
olmuştur. Bundan dolayı, örneğin abdestin nasıl alınacağı açık bir şekilde an-
latılırken, abdestin alınmasının vesilesi olan namazın nasıl kılınacağı anlatıl-
mamıştır. Düz bir mantıkla abdestin namazdan önemli bir ibadet olduğunu
çıkarmamamızın yegâne sebebi sünnet ile gelen bilgi ve uygulamadır. Yine
aynı örnekten ilerleyecek olursak namaz vakitleri Kur’an metninde çok dağı-
nık bir şekilde verilmiştir. ‚Salât (dua manasında olmayan, içinde tekbir, kı-
yam, kıraat, rükû, secde, teşehhüt ve selamı olan namaz) beş vakittir. ‘Vakit’
namazların eda edileceği zaman dilimidir. Bu vakitler sabah, öğlen, ikindi,
akşam ve yatsıdır. Bunların dışında kılınan namazlar farz değil, nafiledir,‛
şeklinde açıklayıcı bir ayet olmadığı için sadece Kur’an’dan hareketle nama-
zın vakitlerini çıkarmak mümkün değildir. Bugün Kur’an merkezli mantıkla
bir kişi namaz vakitlerinin altı olduğunu bile iddia edebilir. Beş vakit namaza
‚işaret eden‛ İsra sûresinin 78. âyeti Hz. Peygamber’e özel emir kipiyle nazil
olmuştur. Hemen ardından gelen 79. âyette de teheccüt namazı emredilmek-
tedir. Sadece Kur’an’dan hareket eden bir kişi, çok rahat bir şekilde her iki
ayette de emirlerin hususi olarak Hz. Peygamber’e yönelik olsa da gerçekte
umumi bir nitelik taşıdığını, bundan dolayı teheccüdün de farz olduğunu, 79.
âyette geçen ‚nafile‛ ifadesinin İslam geleneğinde sonradan kazandığı anlam
olan ‚nafile namaz‛ olmadığını, ‚nafile‛nin ‚ilave‛ anlamına geldiğini, dola-
yısıyla bu iki ayetle Allahu Teala’nın müminlere altı vakit namazı emrettiği
gibi bir sonuç çıkarabilir. Aynı mantıkla bütün namazların sadece Hz. Pey-
gamber için zorunlu olduğu şeklinde bir sonuç da çıkarılabilir. Dolayısıyla
sadece Kur’an’dan hareket edildiğinde nihayeti belli olmayan geniş bir yorum
yelpazesi ile karşı karşıya kalırız.
İkinci olarak, bu yaklaşıma göre Kur’an (yani Allah) bizimle konuşmakta,
bizim neye nasıl inanacağımızı açıkça bildirmektedir. ‚Kur’an’da Allah şöyle
buyuruyor,‛ denilirken bu durum açıkça ifade edilir. Oysa bilinen anlamda Al-
lah bizimle konuşmamaktadır. Allah’ın konuştuğu yegâne kişi Hz. Muham-
med’in kendisidir; zira Peygamber bazen kendisinin merak ettiği veya kendisi-
ne sorulan sorular hakkında vahiy alıyor, bir hata (zelle) yaptığında yine bizzat
vahiy yoluyla kendisine müdahale ediliyordu. Peygamber’den sonra vahiyle
olan bu ilişki ortadan kalktığı için bizim Kur’an’ı herhangi bir farklı okuyuşu-
muz (yani anlayışımız) bizzat Kur’an tarafından düzeltilmez. Yani Kur’an doğ-
rudan bizimle konuşmaz, biz onu anlarız. Vahiy dünyevi bir dille ifade edildiği
andan itibaren dilin imkânlarıyla sınırlı hale gelir. Hiçbir ifade de farklı anlayış-
lara mahal kalmayacak şekilde bütün insanlar ve bütün çağlar boyunca sabit ve
açık bir anlamla yüklü olamaz. Kaldı ki, burada diyalektik bir ilişki vardır. Zira
dil her zaman bir başkası için anlamlıdır. Dildeki ifade ne kadar mükemmel
olursa olsun, insan denilen bir varlık tarafından anlaşılmak zorundadır. Her in-
sanın aynı açık ve mükemmel ifadeyi aynı şekilde anlaması mümkün değildir.
Dolayısıyla vahiy kendini anlatmaz, insan anlar.
Modern zamanda buna yönelik birkaç itiraz görebiliriz. Bunlar da aslın-
da itiraz olmaktan öte (zira yukarıdan aşağıya yaklaşımının sahipleri ne gele-
624 • Vejdi Bilgin
kendini gösterir. Zira modern sosyal bilime göre, dünyamızda insan ve onun
ürünleri dışında bir gerçeklik yoktur. İçinde din de dahil olmak üzere kültür
tamamen insan ürünüdür. Ortak fizyolojik, psikolojik ve sosyal ihtiyaçlar
içinde olan insanlar diğer toplumlardan tamamen bağımsız olarak benzer şey-
ler üretebilecekleri gibi, birbirleriyle kültür alış-verişinde de bulunurlar.
Kur’an’ı Kerim’de yer almayan ve onun ruhuna aykırı olarak diğer kül-
türlerden etkilenme ya da diğer kültür mensuplarıyla rekabet sebebiyle İs-
lam’a girdiği iddia edilen hususlar arasında, içinde bulunduğumuz son yıl-
larda sık tartışma konusu olan Miraç’ı sayabiliriz. İslam geleneğinde Miraç’ın
ruhen mi yoksa bedenen mi olduğu tartışmalarından24 tamamen farklı bir şe-
kilde günümüzde Miraç’ın gerçekleşmediği, hemen hemen bütün kültürlerde
var olan olayın25 İslam’a adapte edildiği, bunda da özellikle Yahudilerle ilişki-
ler ve Allah ile konuşan Hz. Musa karşısında Hz. Muhammed’in konumunu
kuvvetlendirmek gibi kaygıların etkili olduğu iddia ediliyor. 26
Modern sosyal bilimin etkisiyle yeni paradigma, İslam’ın temel bakışını
artık tamamen ihmal eder görünümdedir. Oysa İslam, dinin Hz. Âdem ile
başladığını, daha sonra tahrif olduğunu, bu yüzden dini aslına döndürmek
için sürekli peygamberler gönderildiğini, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) de yeni
bir din icat etmeyip önceki peygamberlere gönderilen vahyin tasdikçisi oldu-
ğunu söyler. Dolayısıyla bu temel anlayışa göre, Yahudilik, Hıristiyanlık veya
Uzakdoğu dinlerinde görülen bazı inanç ve ibadetlerin İslam’da da olması
gayet olağandır ve bir etkilenme ile ya da Hz. Muhammed’in devşirmesi ile
açıklanamaz. Bu genel ilkeye rağmen İslam âlimlerinin, özellikle Yahudilik ve
Hıristiyanlıktan gelen bilgileri (İsrailiyat) kabul etmede hassas davrandıkları,
bu tür bilgileri İslam’a uyan, aykırı olan ve tasdik-tekzip edilemeyen şeklinde
üçlü bir tasnife tâbi tutup değerlendirdikleri bilinmektedir.27
24 Bkz. Salih Sabri Yavuz, ‚Mirac,‛ Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 30 (İstanbul: TDV
Yay., 2005), 133.
25 Bkz. Şinasi Gündüz, Yavuz Ünal, Ekrem Sarıkçıoğlu, Dinlerde Yükseliş Motifleri (Ankara: Vadi
Yay., 1996). Söz konusu kitapta din fenomenolojisi ve İslam açısından konu ortaya konmakta,
ancak İslam’a diğer kültürlerden etkilenme yoluyla girip girmediği konusunda herhangi bir
değerlendirme yapılmamaktadır.
26 Örnek olarak bkz. Sarmış, Rivayet Kültürü ve Yanlış Din Anlayışı, 172-181, 213; Balcı, İsrâ ve
Mi’râc Gerçeği, 332-362.
27 Bkz. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrailiyyat (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., trs.), 9-18;
İbrahim Hatiboğlu, ‚İsrailiyat‛ Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 23 (İstanbul: TDV
Yay., 2001), 196. İlk dönem âlimleri arasında, diğer din mensuplarından gelen haberlere bakış
konusundaki farklılık İbn İshak (öl. 151/768) ve İmam Malik (öl. 179/795) arasında geçen tar-
tışmalarda da kendini gösterir. İmam Malik, İbn İshak’ın Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sireti ile
ilgili sonradan Müslüman olmuş Yahudilerin çocuklarından haber toplamasını doğru bul-
muyor ve onun için, ‚Bu adam Yahudilerden rivayette bulunan bir deccal,‛ diyordu. Bkz.
Muhammed Hamidullah, ‚Önsöz,‛ Siyer-i İbn-i İshak içinde, trc. M. Şafi Billik (İstanbul: Dü-
şün Yay., 2012), 47.
626 • Vejdi Bilgin
28 Bkz. Yusuf Şevki Yavuz, ‚Mehdi, İslam İnancında Mehdi,‛ Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklo-
pedisi, c. 28 (Ankara: TDV Yay., 2003), 371-374; Jacques Waardenburg, ‚Mesih,‛ Türkiye Diya-
net Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 29 (Ankara: TDV Yay., 2004), 309; İlyas Çelebi, ‚İsa, Kelam,‛
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 22 (İstanbul: TDV Yay., 2000), 472-473.
29 Alfred Jeremias, Die Ausserbiblische Erlösererwartung, (Leipzig: 1927) den nakleden Ekrem
Sarıkçıoğlu, Dinlerde Mehdi Tasavvurları (Samsun: Sidre Yay., 1997), 16-17.
30 Bkz. Gerlof Van Vloten, Emevi Devrinde Arab Hâkimiyeti, Şia ve Mesih Akideleri Üzerine, Trc.
Mehmet S. Hatiboğlu (Ankara: AÜİF Yay., 1986), 69, 79; Ignaz Goldziher, İslâmda Fıkıh ve
Akâid, trc. İlhan Başgöz, (Ankara: Ardıç Yay., 2004), 254; Avni İlhan, Mehdilik (İzmir: Akyay
Kaynak Yay., 1976), 37, 112; Ethem Ruhi Fığlalı, ‚Mesih ve Mehdi İnancı Üzerine: Mezhepler
Tarihi Açısından Bir Bakış,‛ Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 25 (1981): 200; Sarıkçı-
oğlu, Dinlerde Mehdi Tasavvurları, 116; Ahmet Yaşar Ocak, ‚İslam Tarihinin Mitolojik Kültü-
ründen Kaynaklanan Sosyo-Politik Problemi: Mehdilik ve Mehdici Hareketler,‛ Beklenen Kur-
tarıcı İnancı içinde (İstanbul: KURAMER Yay., 2017), 21; Yusuf Şevki Yavuz, ‚Beklenen Kurta-
rıcı İnancının İslam Akaidine Giriş Serüveni,‛ Beklenen Kurtarıcı İnancı içinde (İstanbul:
KURAMER Yay., 2017), 215, 266; Mahmut Çınar, Tarihte ve Günümüzde Mehdilik (İstanbul:
Rağbet Yay., 2016), 57, 95, 97; Mehmet Ali Durmuş, Mitolojik Kurtarıcı Mehdi (İstanbul: İşaret
Yay., 2015) 101 vd., 206.
31 Sarıkçıoğlu, Dinlerde Mehdi Tasavvurları, 18.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 627
32 Bkz. Vloten, Emevi Devrinde Arab Hâkimiyeti, Şia ve Mesih Akideleri Üzerine. Psikolojik faktöre
yer veren diğer araştırmalar için bkz. D. B. Macdonald, ‚Mehdi,‛ İslâm Ansiklopedisi, c. 7 (Eski-
şehir: M.E.B. Yay., 1997), 476-477; İlhan, Mehdilik, 7, 37; Fığlalı, ‚Mesih ve Mehdi İnancı Üzeri-
ne: Mezhepler Tarihi Açısından Bir Bakış,‛ 197, 199; Sönmez Kutlu, ‚Beklenen Kurtarıcı İnan-
cına Dayalı Siyasi ve Dinî Hareketlerde Mehdilik Tipolojileri,‛ Beklenen Kurtarıcı İnancı içinde
(İstanbul: KURAMER Yay., 2017), 348; Çınar, Tarihte ve Günümüzde Mehdilik, 94, 97; Mehmet
Ali Durmuş, Mitolojik Kurtarıcı Mehdi, 215.
33 Bkz. İlhan, Mehdilik, 84; Ethem Ruhi Fığlalı, ‚Mesih ve Mehdi İnancı Üzerine: Mezhepler Ta-
rihi Açısından Bir Bakış,‛ 185, 201; Sarıkçıoğlu, Dinlerde Mehdi Tasavvurları, s. 117.
34 İlhan, Mehdilik, 36, 52-53; Ethem Ruhi Fığlalı, ‚Abdullah b. Sebe,‛ Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi, c. 1 (Ankara: TDV Yay., 1988), 133.
35 Bkz. Goldziher, İslam’da Fıkıh ve Akaid, 253; Yavuz, ‚Beklenen Kurtarıcı İnancının İslam Akai-
dine Giriş Serüveni,‛ 178, 207, 215, 266; Nihal Şahin Utku, ‚Beklenen Kurtarıcı İnancının Siya-
si-Dini İdeoloji Olarak Ortaya Çıkışı,‛ Beklenen Kurtarıcı İnancı içinde (İstanbul: KURAMER
Yay., 2017), 66-67.
628 • Vejdi Bilgin
36 Örnek olarak bkz. İlhan, Mehdilik, 54-60; Yavuz, ‚Beklenen Kurtarıcı İnancının İslam Akaidine
Giriş Serüveni,‛ 187; Kutlu, ‚Beklenen Kurtarıcı İnancına Dayalı Siyasi ve Dinî Hareketlerde
Mehdilik Tipolojileri,‛ 303-304;Utku, ‚Beklenen Kurtarıcı İnancının Siyasi-Dini İdeoloji Olarak
Ortaya Çıkışı,‛ 67.
37 İsmail Yiğit, ‚Muhtar es-Sekafi,‛ Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 31 (İstanbul: TDV
Yay., 2006), 54-55.
38 Fahreddin Razi, El-Muhassal: Kelam’a Giriş, trc. Hüseyin Atay (Ankara: Kültür Bakanlığı Yay.,
2002), 278-279; Mustafa Öz, ‚Keysaniyye,‛ Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 25 (An-
kara: TDV Yay., 2002), 362-364.
39 Edward Evans-Pritchard, İlkellerde Din, trc. Hüsen Portakal (Ankara: Öteki Yay., 1998), 128.
40 İbrahim Ethem Karataş, ‚Max Müller: Hayatı, Eserleri ve Dinler Tarihindeki Yeri‛ (Doktora
Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, 2006): 143 vd.
41 Robert W. Crapps, ‚Psikanaliz ve Din,‛ Din Psikolojisi: Dine ve Maneviyata Psikolojik Yaklaşımlar
içinde, ed. Ali Ayten (İstanbul: İz Yay., 2010), 67-68.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 629
50 Bkz. Ebu Davud, Sünenü Ebî Davud (Riyad: Beytu’l-Efkâri’d-Devliyye, trs.), 467-468.
51 İbn Haldun, Mukaddimetu İbn Haldûn (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1993), 253.
52 İzmirli İsmail Hakkı, ‚Mehdi Meselesi,‛ sad. Ali Duman, Hikmet Yurdu 3, sy.6 (Temmuz-
Aralık 2010): 339-346.
53 Günümüze doğru yaklaştıkça mehdiliği kabul eden âlimlerin sayısının artması dikkat çekici-
dir. Bkz. Muhammed Ahmed İsmail el-Mukaddem, Ehl-i Sünnette Beklenen Mehdi, trc. Uğur
Pekcan (İstanbul: Kitap Dünyası Yay., 2010), 69-72.
54 Bkz. Habil Nazlıgül, ‚Hadislerin Kaynak Değerini Tespitte İçtihat Tartışmaları,‛ Marife 5, sy. 1
(Bahar 2005): 14.
55 Bkz. Ahmet Yücel, ‚Mehdi Hadislerinin Temel Hadis Kaynaklarındaki Anlamı,‛ Beklenen
Kurtarıcı İnancı içinde (İstanbul: KURAMER Yay., 2017), 148-150, 170, 502. Bir başka hadis ho-
cası Ahmet Yıldırım da hadislerin güvenilir olmadığı kanaatindedir. Bkz. Ahmet Yıldırım,
‚Beklenen Kurtarıcı İnancı Sempozyumuyla İlgili Mülahazalar,‛ Beklenen Kurtarıcı İnancı için-
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 631
de (İstanbul: KURAMER Yay., 2017), 392. Bu alanda yapılan ve daha sonra kitaplaşan bir ça-
lışma için bkz. Durmuş, Mitolojik Kurtarıcı Mehdi, 247-282. Uzmanlık alanları hadis olmamakla
birlikte mehdi hadislerini zayıf ya da uydurma olarak kabul eden diğer bilim adamları olarak
bkz. Avni İlhan, ‚Kütübü Sittedeki Hadislere Göre Mehdilik,‛ İlahiyat Fakültesi Dergisi VII
(1992): 101-124; Mahmut Çınar, Tarihte ve Günümüzde Mehdilik, 114-181; Kutlu, ‚Beklenen Kur-
tarıcı İnanışına Dayalı Siyasi ve Dini Hareketlerde Mehdilik Tipolojileri,‛ 292-293; Nihat
Uzun, ‚Beklenen Kurtarıcı İnancı Sempozyumuna Dair,‛ Beklenen Kurtarıcı İnancı içinde (İs-
tanbul: KURAMER Yay., 2017), 417-418.
56 Bkz. Beklenen Kurtarıcı İnancı, Ed. Y. Şevki Yavuz (İstanbul: KURAMER Yay., 2017), 133.
57 Ayşe Esra Şahyar, ‚Sahih Hadisler Çerçevesinde Mehdi Kavramı,‛ Beklenen Kurtarıcı İnancı
içinde (İstanbul: KURAMER Yay., 2017), 440-442.
58 Bekir Kuzudişli, ‚Mehdi Hadislerinin Temel Hadis Kaynaklarındaki Anlamı Üzerine Başlıklı
Tebliğin Müzakeresi,‛ Beklenen Kurtarıcı İnancı içinde (İstanbul: KURAMER Yay., 2017), 488-
489.
59 Konunun teorik ve pratik yönünü ele alan kapsamlı bir çalışma için bkz. Mehmet Kubat, ‚Ke-
lam İlminin Yeniden İnşasında Hadis’in Rolü,‛ Kelam İlminin Yeniden İnşasında Geleneğin Yeri
içinde, (Elazığ: 2004), 258-281.
60 Bkz. Mustafa Öz (Der. ve trc.), ‚el-Fıkhu’l-Ekber,‛ İmam-ı Azam’ın Beş Eseri içinde (İstanbul:
Kalem Yay., 1981), 72. Bu konuların el-Fıkhu’l-Ekber içerisine sonradan ilave edildiği iddia edi-
liyor (Bkz. Yavuz, ‚Beklenen Kurtarıcı İnancının İslam Akaidine Giriş Serüveni,‛ 181). Böyle
olduğu kabul edilse bile, bu ‚eklemeyi yapan‛ geç dönem âlimlerinin haber-i vahidle itikat
tesis edilemeyeceği ilkesine uymadıkları sonucuna ulaşabiliriz.
632 • Vejdi Bilgin
başka ifadeyle, sonradan tesis edilen bir ilke geriye doğru işletilip selef âlim-
lerinin kabul ettiği hususlar ret edilmedi. Günümüzde ise böyle bir ilke üze-
rinden bütün bir dinin revizyonuna girişiliyor.
c) Konuya teknik açıdan yaklaştığımızda hangi tür rivayetlerin daha gü-
venilir olduğu meselesine geliyoruz. Acaba İbn Mace (ö. 273/887) ve Ebu Da-
vud (öl. 275/889) rivayetleri mi daha güvenilirdir, yoksa Taberi’nin (öl.
310/923) Seyf b. Ömer’den gelen rivayeti mi? Hadis rivayetlerinin tenkit edil-
mesi gerektiği kadar tarihsel rivayetlerin de tenkit edilmesi gerekir. Abdullah
b. Sebe’den bahseden yegâne kişi Harun Reşid zamanında (h. 170-200 arası)
vefat eden, Taberi’nin önemli kaynaklarından olan Seyf b. Ömer’dir ve biyog-
rafi âlimlerine göre rivayetlerine güvenilmeyecek birisidir. Dolayısıyla riva-
yetlerde geçen Abdullah b. Sebe’nin gerçekten yaşayıp yaşamadığı, tek bir ki-
şi mi yoksa farklı kişilerin bir hayali birleşimi mi olduğu da şüphelidir.61
d) Yukarıda anılan iki tarihsel rivayetin doğru olduğunu kabul etsek bile
şu soru açıkta kalmaktadır: Nasıl oldu da bir grup Müslüman daha önce Hz.
Muhammed’in ağzından çıkmayan, sahabenin rivayet etmediği ve Ehl-i Ki-
tap’ta/Mecusilerde olduğunu bildikleri bir düşünceyi kolaylıkla kabul etti?
Bizim kanaatimize göre –az sayıda da olsa- mehdilikle ilgili hadisler daha o
zamanda tedavüldeydi, toplum bunları biliyordu. Dolayısıyla bu rivayetler
kullanıldığında bir kısım insanlar kolaylıkla kabul ettiler. Ehl-i Beyt taraftarla-
rının yaptığı şekilde Emevilerin de mehdiliği kullanması bu tezimizi destekler
niteliktedir. Emevi halifesi Süleyman b. Abdülmelik (öl. 99/717) ve Ömer b.
Abdülaziz (öl. 101/720) de şairler tarafından mehdi olarak nitelendirilmiş,
âlimler tarafından da mehdilikleri tartışılmıştı.62 Eğer mehdilik tamamen Ehl-i
Beyt taraftarları tarafından diğer dinlerden uyarlanmış bir şey olsaydı, Emevi-
ler onları dini bozmakla suçlar ve kendileri hakkındaki nitelendirmeleri de
şiddetle ret ederlerdi.
SONUÇ
Bugün bilgi sosyolojisi bir düşüncenin ortaya çıkışı ve gelişimi üzerinde
bize değerli bir yöntem sunuyor. Mehdilik üzerine yapılan çalışmaların hepsi
birer bilgi sosyolojisi çalışması olarak değerlendirilebilir. Zira hepsinde bu
fikrin siyasi ve toplumsal şartlarla ilişkisi inceleniyor. Ancak bilgi sosyolojisi,
sosyolojinin diğer alanları gibi seküler bir temele dayanıyor. Sosyolojik bakış
açısında hala evrimci anlayış etkisini devam ettiriyor ve insanlığın ‚homo sa-
piens‛ olduğu andan itibaren gelişimini bu anlayışa göre açıklıyor. Sosyolojik
anlayış dini, bir taraftan insanın psikolojik yapısına, diğer taraftan toplum ha-
61 Fığlalı, ‚Abdullah b. Sebe,‛ 133. Bu konuda daha detaylı bir değerlendirme için bkz. Sıddık
Korkmaz, ‚İbn Sebe Rivayetinin Tarih ve Makalat Türü Eserlere Yansıması,‛ Dini Araştırmalar
10, sy. 29 (Eylül-Aralık 2007): 129-144.
62 Kutlu, ‚Beklenen Kurtarıcı İnancına Dayalı Siyasi ve Dinî Hareketlerde Mehdilik Tipolojileri,‛
304-307; el-Mukaddem, Ehl-i Sünnette Beklenen Mehdi, 428-429.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 633
lidir. Son olarak ise mehdi rivayetlerinin, kıyamet alametleriyle ilgili diğer ri-
vayetlerde olduğu gibi tevili üzerinde çalışmalar yapılmalıdır.
KAYNAKÇA
Akgün, Hüseyin, Goldziher ve Hadis, Ankara: Araştırma Yay., 2014.
Atay, Hüseyin, Kur’an’a Göre Araştırmalar, Ankara: 1995.
Atay, Hüseyin, Y. Nuri Öztük, Beyza Bilgin, Rami Ayas, Arif Güneş, Hasan Elik, İslâm Gerçe-
ği, Ankara: A.Ü. İlahiyat Fakültesi, 1995.
Ateş, Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul: Yeni Ufuklar Neşriyat, 1990.
Aydemir, Abdullah, Tefsirde İsrailiyyat, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., trs.
Balcı, İsrafil, İsrâ ve Mi’râc Gerçeği, Ankara: Ankara Okulu Yay., 2014.
Büyükkara, Mehmet Ali, ‚Mehdilik Meselesi Hakkında Mütâlaalarım,‛ Beklenen Kurtarıcı
İnancı içinde, İstanbul: KURAMER Yay., 2017.
Canan, İbrahim, Hadis Külliyatı Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Ankara: Akçağ Yay., 1992.
Chalmers, Alan, Bilim Dedikleri, trc. Hüsamettin Arslan, Ankara: Vadi Yay., 1994.
Crapps, Robert W., ‚Psikanaliz ve Din,‛ Din Psikolojisi: Dine ve Maneviyata Psikolojik Yaklaşım-
lar içinde, ed. Ali Ayten, İstanbul: İz Yay., 2010.
Çelebi, İlyas, ‚İsa, Kelam,‛ Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 22, İstanbul: TDV Yay.,
2000.
Çınar, Mahmut, Tarihte ve Günümüzde Mehdilik, İstanbul: Rağbet Yay., 2016.
Dini İstismar Hareketi FETÖ/PDY, Olağanüstü Din Şurası Kararları, Ankara: Diyanet İşleri Baş-
kanlığı Yay., 2016.
Durmuş, Mehmet Ali, Mitolojik Kurtarıcı Mehdi, İstanbul: İşaret Yay., 2015.
Ebu Davud, Sünenü Ebî Davud, Riyad: Beytu’l-Efkâri’d-Devliyye, trs.
el-Mukaddem, Muhammed Ahmed İsmail, Ehl-i Sünnette Beklenen Mehdi, trc. Uğur Pekcan,
İstanbul: Kitap Dünyası Yay., 2010.
es-Suyûtî, el-İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân: Kur’an İlimleri Ansiklopedisi, trc. Sakıp Yıldız, H.Avni Çe-
lik, İstanbul: Hikmet Neşriyat, 1987.
Evans-Pritchard, Edward, İlkellerde Din, trc. Hüsen Portakal, Ankara: Öteki Yay., 1998.
Fay, Bryan, Çağdaş Sosyal Bilimler Felsefesi, trc. İsmail Türkmen. İstanbul: Ayrıntı Yay., 2005.
Fığlalı, Ethem Ruhi, ‚Abdullah b. Sebe,‛ Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 1, Anka-
ra: TDV Yay., 1988.
Fığlalı, Ethem Ruhi, ‚Mesih ve Mehdi İnancı Üzerine: Mezhepler Tarihi Açısından Bir Ba-
kış,‛ Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 25, 1981.
Goldziher, Ignaz, İslâmda Fıkıh ve Akâid, trc. İlhan Başgöz, Ankara: Ardıç Yay., 2004.
Görgün, Tahsin, ‚Goldizher: Metodu,‛ Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 14, İstan-
bul: TDV Yay., 1996.
Günaltay, Mehmed Şemseddin, Hurâfattan Hakikate: Hurâfeler ve İslam Gerçeği, Haz. Ahmet
Gökbel, İstanbul: Marifet Yay., 1997.
Gündüz, Şinasi, Yavuz Ünal, Ekrem Sarıkçıoğlu, Dinlerde Yükseliş Motifleri, Ankara: Vadi
Yay., 1996.
Hamidullah, Muhammed, ‚Önsöz,‛ Siyer-i İbn-i İshak içinde, trc. M. Şafi Billik, İstanbul: Dü-
şün Yay., 2012.
Hatiboğlu, İbrahim, ‚İsrailiyat‛ Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 23, İstanbul: TDV
Yay., 2001.
Hatiboğlu, Mehmet S., ‚Goldziher, Ignaz,‛ Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 14, İs-
tanbul: TDV Yay., 1996.
Uluslararası Mehdilik Sempozyumu Bildirileri • 635
İbn Hacer el-Heytemi, Beklenen Mehdi’nin Alametleri, trc. Müşerref Gözcü, İstanbul: Güneş
Yayıncılık, 2010.
İbn Haldun, Mukaddimetu İbn Haldûn, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1993.
İlhan, Avni, ‚Kütübü Sittedeki Hadislere Göre Mehdilik,‛ İlahiyat Fakültesi Dergisi VII, 1992.
İlhan, Avni, Mehdilik, İzmir: Akyay Kaynak Yay., 1976.
İncil, İstanbul: Yeni Yaşam Yay., 2000.
İslamoğlu, Mustafa, İman Risalesi, İstanbul: Denge Yay., 1993.
İşcan, Mehmet Zeki, Muhammed Abduh’un Dinî ve Siyasî Görüşleri, İstanbul: Dergah Yay.,
1998.
İzmirli İsmail Hakkı, ‚Mehdi Meselesi,‛ sad. Ali Duman, Hikmet Yurdu 3, sy.6, Temmuz-
Aralık 2010.
Kallek, Cengiz, ‚İbn Hacer el-Heytemi,‛ Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 19, İstan-
bul: TDV Yay., 1999.
Karahan, Fazıl, “İnançların Bazı Ortak Yönleri Ve Tarihte Dini İnanma Süreci Üzerine Bir
Deneme,‛ The Journal of Academic Social Science Studies, no. 29 Autumn, III, 2014.
Karataş, İbrahim Ethem, ‚Max Müller: Hayatı, Eserleri ve Dinler Tarihindeki Yeri,‛ Doktora
Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, 2006.
Kılavuz, A. Saim, İslâm Akaidi ve Kelâm’a Giriş, İstanbul: Ensar Neşriyat, 2014.
Koltaş, Nurullah, Gelenekselci Ekol ve İslam, İstanbul: İnsan Yay., 2013.
Korkmaz, Sıddık, ‚İbn Sebe Rivayetinin Tarih ve Makalat Türü Eserlere Yansıması,‛ Dini
Araştırmalar 10, sy. 29, Eylül-Aralık 2007.
Kubat, Mehmet, ‚Kelam İlminin Yeniden İnşasında Hadis’in Rolü,‛ Kelam İlminin Yeniden
İnşasında Geleneğin Yeri içinde, Elazığ: 2004.
Kuhn, Thomas S. Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı, trc. Nilüfer Kuyaş, İstanbul: Alan Yayın-
cılık, 1995.
Kutlu, Sönmez, ‚Beklenen Kurtarıcı İnancına Dayalı Siyasi ve Dinî Hareketlerde Mehdilik
Tipolojileri,‛ Beklenen Kurtarıcı İnancı içinde, İstanbul: KURAMER Yay., 2017.
Kuzudişli, Bekir, ‚Mehdi Hadislerinin Temel Hadis Kaynaklarındaki Anlamı Üzerine Başlık-
lı Tebliğin Müzakeresi,‛ Beklenen Kurtarıcı İnancı içinde, İstanbul: KURAMER Yay.,
2017.
Macdonald, D.B., ‚Mehdi,‛ İslâm Ansiklopedisi, c. 7, Eskişehir: M.E.B. Yay., 1997.
Magge, Bryan, ‚Hillary Putnam İle Söyleşi,‛ Yeni Düşün Adamları içinde, trc. editörü: Mete
Tunçay, İstanbul: MEB Yay., 1979.
McCarthy, E. Doyle, Bilgi Kültürü: Yeni Bilgi Sosyolojisi, trc. A. Figen Yılmaz. İstanbul: Çivi
Yazıları, 2002.
Mevlana Muhammed Ali, İslâm Dini: Kaynaklar, İnançlar, İbadetler, trc. Ömer Aydın, İstanbul:
İşaret Yay., 2007.
Namık Kemal, Renan Müdâfaanâmesi, Haz. Nurullah Çetin, Ankara: Akçağ Yay., 2014.
Nazlıgül, Habil, ‚Hadislerin Kaynak Değerini Tespitte İçtihat Tartışmaları,‛ Marife 5, sy. 1,
Bahar 2005.
Ocak, Ahmet Yaşar, ‚İslam Tarihinin Mitolojik Kültüründen Kaynaklanan Sosyo-Politik
Problemi: Mehdilik ve Mehdici Hareketler,‛ Beklenen Kurtarıcı İnancı içinde, İstanbul:
KURAMER Yay., 2017.
Okuyan, Mehmet, Kur’an’a Göre Kabir Kavramı ve Kıyamet-Ahiret Süreci, İstanbul: Düşün Yay.,
2013.
Öz, Mustafa (Der. ve trc.), ‚el-Fıkhu’l-Ekber,‛ İmam-ı Azam’ın Beş Eseri içinde, İstanbul: Ka-
lem Yay., 1981.
Öz, Mustafa, ‚Keysaniyye,‛ Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 25, Ankara: TDV
Yay., 2002.
636 • Vejdi Bilgin
Öztürk, Mustafa, ‚Kur’an’ın Kur’an’la Tefsiri: Bir Mahiyet Soruşturması,‛ Çukurova Üniversi-
tesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 8, sy. 1 (2008): 1-20.
Öztürk, Mustafa, Çağdaş İslam Düşüncesi ve Kur’ancılık, Ankara: Ankara Okulu Yay., 2013.
Razi, Fahreddin, El-Muhassal: Kelam’a Giriş, trc. Hüseyin Atay, Ankara: Kültür Bakanlığı
Yay., 2002.
Rudani, Büyük Hadis Külliyatı: Cem’ul-fevâid min Câmi’il-Usul ve Mecma’iz-zevâid, trc. Naim
Erdoğan, İstanbul: Yeni Şafak, trs.
Sarıkçıoğlu, Ekrem, Dinlerde Mehdi Tasavvurları, Samsun: Sidre Yay., 1997.
Sarmış, İbrahim, Rivayet Kültürü ve Yanlış Din Anlayışı, İstanbul: Düşün Yay., 2011.
Sarmış, İbrahim, Rivayetler ve Yorumlarla Akaid Oluşturmak ve Kabir Azabı, İstanbul: Düşün
Yay., 2012.
Şahyar, Ayşe Esra, ‚Sahih Hadisler Çerçevesinde Mehdi Kavramı,‛ Beklenen Kurtarıcı İnancı
içinde, İstanbul: KURAMER Yay., 2017.
Şenel, Alaeddin, Irk ve Irkçılık Düşüncesi, Ankara: Bilim ve Sanat Yay., 1993.
Utku, Nihal Şahin, ‚Beklenen Kurtarıcı İnancının Siyasi-Dini İdeoloji Olarak Ortaya Çıkışı,‛
Beklenen Kurtarıcı İnancı içinde, İstanbul: KURAMER Yay., 2017.
Uzun, Nihat, ‚Beklenen Kurtarıcı İnancı Sempozyumuna Dair,‛ Beklenen Kurtarıcı İnancı
içinde, İstanbul: KURAMER Yay., 2017.
Van Vloten, Gerlof, Emevi Devrinde Arab Hâkimiyeti, Şia ve Mesih Akideleri Üzerine, Trc. Meh-
met S. Hatiboğlu, Ankara: AÜİF Yay., 1986.
Waardenburg, Jacques, ‚Mesih,‛ Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 29, Ankara: TDV
Yay., 2004.
Yavuz, Salih Sabri, ‚Mirac,‛ Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 30, İstanbul: TDV
Yay., 2005.
Yavuz, Yusuf Şevki, ‚Beklenen Kurtarıcı İnancının İslam Akaidine Giriş Serüveni,‛ Beklenen
Kurtarıcı İnancı içinde, İstanbul: KURAMER Yay., 2017.
Yavuz, Yusuf Şevki, ‚Mehdi: İslam İnancında Mehdi,‛ Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklope-
disi, c. 28, Ankara: TDV Yay., 2003.
Yıldırım, Ahmet, ‚Beklenen Kurtarıcı İnancı Sempozyumuyla İlgili Mülahazalar,‛ Beklenen
Kurtarıcı İnancı içinde, İstanbul: KURAMER Yay., 2017.
Yiğit, İsmail, ‚Muhtar es-Sekafi,‛ Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 31, İstanbul:
TDV Yay., 2006.
Yücel, Ahmet, ‚Mehdi Hadislerinin Temel Hadis Kaynaklarındaki Anlamı,‛ Beklenen Kurta-
rıcı İnancı içinde, İstanbul: KURAMER Yay., 2017.
Yücel, Ahmet, ‚Rudanî,‛ Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 35, İstanbul: TDV Yay.,
2008.
MEHDİLİK MESELESİNİ NASIL ANLAYALIM?
Prof. Dr. Hasan Onat
lardan birisidir. Dört halife döneminden söz eden bazı rivayetlerde onlar için
‚mehdi‛ ifadesi kullanılmıştır. Tarihsel akışa baktığımızda ‚mehdi‛nin kav-
ramsallaşma sürecinde dikkat çeken ismin Muhammed b. El-Hanefiyye olduğu
dikkat çekmektedir. ‚Vasi oğlu mehdi‛ ifadesi Muhammed b. El-Hanefiyye için
kullanılmıştır. Onun 81/ 700 yılındaki ölümünü müteakip özellikle gayrı Arap-
lar arasında ortaya çıkan onun ölmediği Radva dağında gizlendiği, kıyametten
önce insanların arasına geri dönüp, yeryüzünü adaletle dolduracağı şeklindeki
düşünceler, daha sonra İmamiyye’nin imamet nazariyesinin tamamlayıcı un-
surlarından birisi olmuştur. (Bk. Hasan Onat, Emeviler Devri Şii Hareketleri,
İst. 2017, 112-114) Şii gelenekte Mehdi 12. İmam Muhammed el-Mehdi’dir.
255/869 yılında doğmuş, 260/874 yılında küçük gizlilik dönemine, 328/940’ta da
büyük gizlilik dönemine girmiştir; kıyamet kopmadan önce insanların arasına
tekrar dönecektir. (Şia’da mehdilik konusunda bk. Cemil Hakyemez, ‚Şia’da
Beklenen Kurtarıcı İnancı ve Günümüzdeki Yansımaları‛, Beklenen Kurtarıcı
İnancı, Kuramer, İst. 2017, 89-113)
Müslüman gelenekte ‚mehdi‛ ile birlikte kullanılan kavramlardan birisi
de ‚Mesih‛tir ve Hz. İsa için kullanılmıştır. Geleneksel anlayışta -Şii, Sünni- Hz.
İsa çarmıhta ölmemiş; Allah katına yükselmiştir; kıyamete yakın bir dönemde
yeryüzüne dönecek ve Mehdi’ye yardım edecektir.
‚Mesih‛ kavramı İslam’dan önce mevcuttur; hem Yahudi, hem de Hıristi-
yan gelenekte kıyamete yakın gelmesi beklenen kurtarıcı Mesih olacaktır. Ya-
hudilikteki mesih fikrinin kökeniyle ilgili şu tespitler dikkat çekicidir:‚ Yahudi-
likteki mesih (İbr. Maşiah) fikri ve kavramı uzun zaman içerisinde değişim gös-
termiştir. İbranice’de ‘meshedilmiş’ anlamına gelen bu kavram, başı yağlanmak
suretiyle resmen göreve başlayan kral ve kohen için kullanılırdı. Hz. Davud
kral olduktan sonra güçlü bir devlet meydana getirince, büyüklüğünü ve ihti-
şamını ifade etmek için halk tarafından mesih olarak nitelendirilmiştir. Hz. Da-
vut’un kurduğu İsrail krallığının parçalanıp yok olmasından sonra, onun so-
yundan başka bir Davudi kralın, yani mesihin İsrail krallığını yeniden kuracağı
inancı oluştu.‛(Baki Adam, ‚Yahudilik‛, Dinler Tarihi El Kitabı, ed. Baki Adam,
Ank. 2015, 94) Başlangıçta Hz. Davud’un ihtişamı için kullanılan mesih kavramı
yavaş yavaş dini içerik kazanmaya başlamıştır. Artık mesih, ‚sadece bir askeri
ve siyasi lider olmayıp, aynı zamanda asalet ve adaletle hüküm verecek adil bir
hakim‛ olarak görülmeye başlanmıştır. ‚Ortodoks Yahudilere göre Yahudiliğin
birçok kurum ve kurallarının yeniden işlerlik kazanması mesihin gelmesine
bağlıdır. Kutsal toprakların tamamen ele geçirilmesi, mabedin yeniden inşası,
kurban gibi mabede bağlı temel Yahudi ibadetlerinin uygulanması, kısas gibi
ağır cezai hükümlerin yürürlüğe girmesi, hatta bazı gruplara göre devletin ku-
rulması bile mesihle bağlantılıdır. Bu gruplar, mesih gelmeden kurulduğu için
bugünkü İsrail devletini küfür devleti olarak değerlendirmektedirler. Bu ba-
644 • Hasan Onat
SONUÇ ve DEĞERLENDİRME
İslam dünyasında mehdilik meselesi ve mehdi beklentisi geçmişte de, bu-
gün de kitleler üzerinde etkili olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Bu
meseleyi Müslüman gelenekte farklı ve önemli kılan beş husus vardır: Birincisi,
mehdinin zuhurunun kıyametle irtibatlandırılması; mehdiye kıyamet kopma-
dan önce yeryüzünü adaletle doldurmak gibi bir misyon yüklenmesidir. İkinci-
si, mehdi Allah tarafından kurtarıcı olarak görevlendirilmiş bir kimse olacaktır.
Üçüncüsü, bu düşüncenin kıyametle irtibatlı olmasına rağmen, neredeyse 14
asırdır, zaman zaman mehdilik iddiası ile ortaya çıkan kişilere, mehdinin zuhu-
ru ile ilgili belirlenen zamanda zuhurun olmamasına rağmen varlığını sürdüre-
bilmesidir. Dördüncüsü vahyin sürekliliği fikrinden beslenmesidir. Beşincisi ise,
mehdilik iddiası ile ortaya çıkan şahısların yanında, kurtarıcı fikri etrafında bir-
takım mezheplerin vücut bulmasına imkân sağlamasıdır. Günümüzde özellikle
tarikatlarda mehdi, müceddid gibi kavramlarla ilgili düşünceler oldukça revaç-
tadır; pek çok tarikat şeyhinin beklenen kurtarıcı / mehdi olduğu şeklinde id-
dialar açıkça dile getirilebilmektedir. Mehdiliğin yanında şeyhlerinin ‚asrın
müceddidi‛ olduğunu iddia eden tarikatlar da vardır. İçinden geçtiğimiz süreç-
ler veya ‚tuhaf zamanlar‛ ortamın ‚kurtarıcı‛ beklentisi için fevkalade müsait
olmasını beraberinde getirmektedir.
Türkiye’de ve İslam coğrafyasında ‚kurtarıcı beklentisi‛ canlı ve etkilidir.
İmamiyye Şia’sının beklediği mehdi 1184 yıldır gizli olarak yaşadığına inanılan
12. İmam Muhammed Mehdi’dir. Özünde kitleleri pasif hale getiren anlayış ye-
650 • Hasan Onat